Haberler logo Mart '12 Arşivi

25 - 31 Mart 2012

FATİH'İN EN GENÇ HALİNE SERVET İSTENİYOR

 

Fatih Sultan Mehmet’in portresinin bulunduğu ”çok nadir” niteliğindeki bronz madalyon, 300 ile 400 bin sterlin (840 bin-1 milyon 120 bin lira) arasındaki tahmini bedelle müzayedeye çıktı.Araştırmacı-Yazar ve Nümismat Necati Doğan, madalyondaki portrenin Fatih Sultan Mehmet’in şimdiye kadar gördüğü en genç hali olduğunu belirterek, ”Bundan dolayı daha da önem kazanıyor” dedi.

Baldwin’s Müzayede Evinin internet sitesinde yer alan ilanda, ”çok nadir” niteliğinde olan madalyonun 1432 ila 1466 yılları arasında yaşamış İtalyan heykeltıraş Pietro da Milano tarafından yapıldığına yer veriliyor. Bir yüzünde Fatih Sultan Mehmet’in bronz üzerine ince işçilikle işlenmiş portresinin bulunduğu madalyonun diğer yüzü ise boş bırakılmış.

 

İstanbul’un fethinden sonraki 10 yıl içerisinde yapıldığı tahmin edilen eserin üzerinde Latince ”Büyük Hükümdar ve Büyük Sultan Mehmet” ifadeleri yer alırken, Fatih’in başına bağladığı kumaşın üzerinde tam olarak okunmamakla birlikte ”Allah” yazdığı tahmin ediliyor.

Heykeltraş Pietro da Milano’nun Rönesans dönemi sanatçıların yaygın olarak kullandığı eserde isminin baş harflerini gizleme eğilimine uyarak madalyonun bir yerine isminin baş harflerini gizlediği belirtilirken, eserde yer alan Fatih Sultan Mehmet portresinin gerçeğe en yakın çizim olduğu iddia edildi.

25 Nisan’da Londra’da yapılacak müzayedede 300 ile 400 bin sterlin arasındaki tahmini bedelle açık arttırmaya çıkartılan madalyon, 19. İslami Sikke Müzayedesi kapsamında satılacak.

Öte yandan, müzayedede III. Ahmet dönemine ait İstanbul’da basılan altın sikke, Sultan Abdülaziz döneminde Mısır’da basılan altın 500 kuruş ile II. Abdülhamid döneminde yine Mısır’da basılan gümüş 20 kuruşta yer alıyor.

-”Avrupa’da para yok Araplar alır”- Araştırmacı-Yazar ve Nümismat Necati Doğan, Fatih Sultan Mehmet’in portresinin bulunduğu madalyonla ilgili olarak, AA muhabirine yaptığı değerlendirmede, Osmanlı döneminde sikke ve madalyonların üzerine resim yerine tuğra ve Osmanlı arması (Devlet Arması) basıldığını söyledi.

Fatih’ten itibaren Osmanlı padişahlarının fetihler dolayısıyla Avrupa’nın gündeminde yer aldığını ifade eden Doğan, özellikle Rönesans dönemi sanatçıların eserlerinde Osmanlıya dair temalar işlediğini, bu madalyonun da bu örneklerden biri olduğunu dile getirdi.

Döküm tekniğiyle yapılan madalyonun bronz olması nedeniyle Fatih Sultan Mehmet’e sunulması ihtimalinin bulunmadığını veya bir şekilde ulaşamadığını belirten Doğan, şunları kaydetti: ”Madalyondaki portre Fatih’in şimdiye kadar gördüğüm en genç hali. Bundan dolayı eser daha da önem kazanıyor. Bu madalyon, madalyon koleksiyonu yapan tüm koleksiyoncuların sahip olmayı hayal ettiği nitelikte. Bir Türkün almasını isterim, ama tahmini rakamlar Osmanlı dönemi eseri için oldukça yüksek. Avrupa’da kriz nedeniyle para yok, ama müzayedeye özellikle Arap şeyhlerinin ilgi göstereceğini tahmin ediyorum.”

Millyet, 30.03.2012

ADANA'NIN YENİ MÜZEYE İHTİYACI VAR

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bu yıl 14.'sü düzenlenen Uluslararası Devlet Tiyatroları Sabancı Tiyatro Festivalinin açılışının Türkiye'nin en güzel, en görkemli ve sanat değeri en yüksek açılışlarından biri olduğunu söyledi.

 

Tiyatro festivalinin açılışına katılmak için Adana'ya gelen Bakan Günay sabah saatlerinde Vali Hüseyin Avni Coş'u ziyaret etti. Burada festival ve Adana ile ilgili açıklamalarda bulunan Günay, 14 yıldır devam eden tiyatro festivalinin son dört yıldır açık havada Taşköprü de kutlandığını hatırlattı. Önceki akşam izleme fırsatını bulduğu şenliği görmeyenlerin bir kayıp içinde olduğunu vurgulayan Bakan Günay, "Bu kadar güzel, bu kadar sanat değeri yüksek bir açılış dünyanın bir çok yerinde gerçekleşmiyor. 14 yıldır bakanlığımız ile Sabancı Vakfı birlikte gerçekleştiriyor. On binlerce insanın katılımıyla sanat değeri yüksek bir tören oluyor. Dilerdim ki, aslında televizyon kanallarının bazıları kültüre sanata biraz daha ağırlık verenler bu son derece estetik ve yüksek sanat değeri olan açılışı naklen yayınlasınlar. Umuyorum ki, önümüzdeki yıllarda başta TRT olmak üzere çok kanal bu muhteşem organizasyonu naklen yayınlayacaktır. Türkiye'nin bir yerinde inanılmaz bir sanat gösterisi yapılıyor ve bunu da on binlerce insan izliyor. Bir salon dolusu 500 kişi değil. Bunu Türkiye'nin hatta dünyanın bilmesi görmesi gerekiyor. " dedi.

 

Adana'nın ülkenin en önemli tarım ve sanayi şehirlerinden biri olduğunu aktaran Bakan Günay, bakanlık olarak Adana'nın aynı zamanda bir sanat şehri olmasını istediklerini ifade etti. Hem doğusunda hem batısında muhteşem medeniyetlerin ayak izlerinin bulunduğu bir kültür vahası olan kentte bu yıl Yüreğir Kültür Merkezi'ni bitirmeyi umut ettiklerini dile getiren Bakan Günay, "Ceyhan'ı da tamamlayacağız. İtiraf edeyim ki, bunlar eski yılların çok da mükemmel olmayan projeleri ama başlamış işleri bitirmek kamu kaynaklarını doğru kullanmak açısından ihtiyaç. Bundan sonraki projeler daha kullanılır ve ekonomik olacak. Adana'nın yeni bir müzeye ihtiyacı var. Bu yerel yönetimler çözeceğiz. Tepebağ bölgesindeki restorasyon çok önemli. Bu arada yeni müzeler açıldı. Adana'nın daha fazlasına ihtiyacı var. Tarih boyunca önemli bir sanat merkezi, ülkenin edebiyatına sanatına büyük katkılar sağlamış bir şehrimiz. Ülkenin en büyük yazarları sanat alanındaki isimleri buradan çıkmış." diye konuştu. Belediye'den sonra yeni kurulan Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'ni gezen Bakan Günay, "Bu üniversiteye gelen ilk bakan olduğum için gururluyum" dedi. Daha sonra Sinema Müzesi'ni giden Bakan Günay, Adanalı sanatçı Yılmaz Güney'in eşyalarının bulunduğu odayı gezdi. Müze'nin yanındaki Atatürk Bilim ve Kültür Müzesini dolaştı. Kültür ve Turizm Bakanı Günay, daha sonra Gazi İlköğretim Okulundaki restorasyon çalışmalarını inceledi. Bakan Günay, Yeşiloba Şehitliğini ziyaretinin ardından Adana'dan ayrıldı.

Zaman, 29.03.2012

JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU

 

 

Çanakkale Jandarma Komutanlığı tarafından düzenlenen operasyonda, Roma ve Bizans dönemlerine ait tarihî eserler ele geçirildi. Olayla ilgili 2 kişi gözaltına alındı.

 

Gelen ihbarları değerlendiren jandarma ekipleri, Lapseki ilçesine bağlı Umurbey beldesinde iki kişinin, ellerindeki tarihî eserleri satışa çıkardığı bilgisi aldıktan sonra harekete geçti. Takip başlatan ekipler, düzenledikleri operasyonda H.İ. ve M.D.'yi gözaltına aldı.

 

Zanlıların arabalarında ve üzerlerinde yapılan aramalarda Roma ve Bizans dönemlerine ait olduğu tahmin edilen 37 adet sikke, 4 adet yüzük, 1 adet haç figürlü obje, 2 gr. esrar ve 1 adet 7,65 mm. çapında boş kovan ele geçirildi. Tarihî eserler, Çanakkale Müze Müdürlüğü'ne teslim edilmek üzere muhafaza altına alındı.

 

Adli mercilere sevk edilen H.İ. ve M.D. ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Habertürk, 29.03.2012

PERA'DA GOYA SERGİSİ

 

 

20. yüzyıl sanatını etkileyen İspanyol ressam Francisco de Goya’nın gravür ve yağlıboyalarını içeren “Goya, Zamanının Tanığı, Gravürler ve Resimler” başlıklı sergi, 20 Nisan’da Pera Müzesi’nde açılacak.

 

Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, evrensel bir ustanın dehasına tanıklık eden sergiyi Türk sanatseverlerle ilk kez buluşturmaya hazırlanıyor. 20 Nisan - 29 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşecek sergide sanatseverler, İspanyol ressam Francisco de Goya’nın (1746-1828) gravür ve yağlıboyalarını görme fırsatı bulacak. İspanya ve İtalya’nın önde gelen müze ve özel koleksiyonlarından derlenen sergi, Pera Müzesi’nin üç katında yer alacak. Küratörlüğünü Marisa Oropesa’nın yaptığı, “Goya, Zamanının Tanığı, Gravürler ve Resimler” sergisi Goya’nın Kapriçyolar, Savaşın Felaketleri, Boğa Güreşi, Atasözleri ya da Zırvalar başlıklarını taşıyan gravür serilerinin yanı sıra aralarında döneminin kralı IV. Carlos ve kraliçe María Luisa’nın portrelerinin de yer aldığı çeşitli yağlıboyalarını buluşturuyor. Sergide yer alan yapıtlar, İspanya ve Avrupa’nın çalkantılı bir dönemine tanıklık eden ve “karanlığın en iyi anlatıcılarından biri” olarak kabul edilen Goya’nın dehasına ışık tutacak bir nitelik taşıyor. Goya, saray ressamlığı ve portreciliğinin yanı sıra tanığı olduğu acı ve karanlık çağın tüyler ürperten görüntülerini yansıtmasıyla da biliniyor. Goya’nın sanatı, gerçekçi ve yer yer ürkütücü üslubuyla 20. yüzyıl modernizmini de etkilemişti.

Habertürk, 29.03.2012

HEM İNSAN GİBİ DİK YÜRÜYOR, HEM AĞAÇLARA TIRMANIYOR

 

  

 

Doğu Afrika’da bulunan fosilleşmiş bir ayağın, 3.4 milyon yıl önce yaşamış esrarengiz bir insan türüne ait olduğu açıklandı. Bu fosil, insanın iki ayak üzerinde yürümeye başladığı dönemle ilgili önemli ipuçları taşıyor.

 

Etiyopya’nın Afar bölgesinde 2009 yılında ortaya çıkarılan bu kısmi ayak fosili, yeni bir ‘hominin’ türünün 3 ile 4 milyon yıl önce dünyada yaşamış olduğuna işaret ediyor.

 

Bugün Nature dergisinde yer alan araştırma sonuçlarına göre, yeni ‘hominin’, hem dünyada bilinen en eski modern insan fosili olan ünlü ‘Lucy’ gibi dik yürüyebiliyordu hem de ayaklarında ağaçlara tırmanmaya yarayan kavrayıcı bir yapı bulunuyordu.

 

Ancak bu canlının ayakları Lucy’ninkiler kadar gelişmiş değildi.

 

Bilim insanları bu bulgu sonucu modern insanın birçok akrabasının dik yürüyebildiğinin netleştiğini söyledi.





3.4 MİLYON YIL ÖNCE YAŞAMIŞ

Ayağın kemik yapısını ve çevresindeki toprağı inceleyen bilim insanları, parçaların insanın 3.4 milyon yıl önce yaşamış bir akrabasının sağ ayağından geldiği sonucuna vardı.

 

Cleveland’da bulunan Case Wester Reserve Üniversitesi’nden Bruce Latimer, “İlkel ayaktan, modern insan ayağına nasıl geçiş yaptığımız sorusuna cevap bulunması açısından bu çok önemli bir gelişme” dedi.

 

İnsanlık tarihinde birçok ‘hominin’ türünün aynı anda yaşadığı biliniyordu. Ancak Lucy kadar yaşlı olanına daha önce hiç rastlanmamıştı.

 

ARDI'NİN AKRABASI OLABİLİR

Bu ağaçlara tırmanıp yerde yaşayan türün ne olduğu henüz bilinmiyor. Ancak uzmanlar Lucy’nin türü olan Australopithecus afarensis olmadığından emin.

 

Bulunan ayak daha çok Lucy’den 1 milyon yıl daha önce, bugünkü Etiyopya civarında yaşamış olan ve ‘Ardi’ adıyla bilinen Ardipithecus ramidus türünü andırıyor.

Hürriyet, 29.03.2012

TARİH SATILDI!

 
Çorum Merkez İlçe’ye bağlı Beydili Köyü'nde, 128 dönümlük hazine arazisi, Milli Emlak Müdürlüğü tarafından usulüne uygun biçimde satışa çıkarılarak, bir kişiye satıldı. Ancak iddiaya göre, satılan arazide Roma mezarlarının bulunduğu tümülüsler (küçük tepecikler) yer alıyor. Bu yer tarihi eserler envanterinde geçmediği için de, Milli Emlak Müdürlüğü'nce yapılan işlem, mevzuata tamamen uygun görülüyor.


Konuya duyarlı bir yurttaş, Valiliğe başvurarak, tarihi eserlerin koruma altına alınmasını istedi. Arazinin tam ortasında bulunan tümülüsün define arayıcıları ve tarihi eser kaçakçıları tarafından kazıldığı, Roma mezarlarından çıkan değerli eşyaların yağmalandığı, lahitin de şu anda açıkta bulunduğu anlatılan dilekçede, söz konusu arazi ile ilgili şu bilgiler verildi:

 

“Taşınmazın kuzey tarafında yaklaşık 10 metre yüksekliğinde iki adet tümülüs bulunmaktadır. Bunlardan birisi 7 metre kadar kazılmış, ancak mezara ulaşılamamıştır. Diğer tümülüse ise şu ana kadar dokunulmamıştır. Arazinin kenarlarında 15-20 adet daha tümülüs vardır. Bu bölge şu ana kadar yetkililerce tespit edilmemiş ve il kültür envanterine kayıt edilmemiştir. 20 Mart 2012 tarihinde satıldığını öğrenilen bu yer altı hazinesinin koruma altına alınması gerekmektedir.”

Çorum Haber, 29.03.2012

KONYA'DA 8 BİN YILLIK TAPINAK

 

Konya Çatalhöyük’te ilk kez, höyüğün Kalkolitik dönemine ait bölümünde, içi diğer yapılardan farklı, tapınak benzeri bir binaya rastlandı

 

Kazı ekibinde görev alan, Doç.Dr. Burçin Erdoğu, yaptığı açıklamada, Çatalhöyük’ün biri doğuda diğeri batıda olmak üzere iki höyükten oluştuğunu söyledi.


Kalkolitik Batı Çatalhöyük’te (MÖ 6000-5500) kendisinin başkanlığında, Doç.Dr. Onur  Özbek ve Nejat Yücel’in katılımıyla yapılan çalışmalar sonucunda özel bir binaya ulaştıklarını açıklayan Erdoğu, “’Kırmızı Bina’ olarak adlandırdığımız yapının, tapınak benzeri, çeşitli seremonilerde kullanılan özel bir bina olma olasılığı var” dedi.

Milliyet, 29.03.2012

"BENİM HEYKEL HOCAM NAZIM'DIR"

 

 

60’lı yıllar... Ressam olmak isteyen taşralı bir gencin İstanbul’a gelişiyle başlar hikaye. Çocukluktan beri ressam olmayı hayal etmektedir. Lise yılları hep angarya gibi gelir. Akademiye gideceği gün gelip çattığında memur bir babanın oğlu olarak çıkar yola. Elde avuçta yoktur.

Hayallerine ve istediklerine inanarak ayakta kalmayı başaracaktır. Her türlü işte çalışır Aksoy. Ama hep sanatı düşünür. Köy hayatından öğrendiği mücadele etme duygusunu hayatının ağırlık merkezine yerleştirir. Şehre ilk geldiğinde karşıdan karşıya geçmeyi dahi bilmemektedir. Hepsi yeri geldikçe öğrenilir. 60’lı yıllar öyle bir hevesle öğrenerek geçer. Önce resimle başlar ama heykele daha çok yeteneği olduğunu fark edecektir. Doğanın gücü ve kutsallığına doğru başlayan sanat yolculuğu sonralarıysa çokça politize edilecektir.


68 hareketleriyle politik olaylar gündeme gelmeye başlar. Altıncı Filo Türkiye’ye gelir. Aksoy da o dönemin gençlik hareketlerine katılır: “Altıncı Filo Defol”, “Yankee Go Home!” Bu sloganlar eşliğinde Dev-Genç hareketine katılır. Politik ortamlardayken bile aslında hep heykeli düşünür. Evlenir, hemen çocukları olur. Hayat meşgalesi içerisinde politik süreçlerin dışında kalmaya başlar...


70’lerde gittiği İngiltere, Berlin gibi farklı şehirlerde dünya görüşü değişir. Deneysel sanat akımlarının üste çekildiği dönemlerde Aksoy, İngiltere’dedir. “İnsani formların ortadan kaltığı, tuval resminin inkar edildiği, müzelerin reddedildiği heykelin inkar ediliği dönemlerdi, çoğu teatral, söze dayalı, metaforik olmayan, elle falan da pek yapmaya gerek yok.. Ready made gibi şeyler...” Aksoy bu dönemde sanat buysa ben yokum der ve bir, bir buçuk sene hiçbir şey üretmez.
Berlin 80’lerde sanatçının yeniden heykelle barıştığı yer olur. Heykel geleneğinin, formun devam ettiğine yeniden inanan Aksoy, Berlin’i büyük bir okul gibi görür... Başlıyoruz sormaya... 

70’lerde yurtdışına gittiğinizde burada aldığınız eğitimin yetersizliğini gördüğünüzü vurguluyorsunuz. Sizce geçen zamanda bu durum değişti mi?
Değişmedi, aynı. Benim gibi adamlar olsaydı belki değişirdi, ki ben bir süre hocalık yaptım. O sırada bunlara dikkat çektim. Kendi kültürümüze- ki bu MÖ. 2000-3000 yıllarına tarihlendirilen bir kültürdür. köprünün üzerinde oturuyoruz, ‘altın hilal’ denilen yerde. Düşünebiliyor musun? Ve bundan haberin olmuyor! Heykel eğitiminde bundan söz edilmemesi çok acıdır. Heykel eğitimi klasik Yunan’dan başlar. İdealist düşüncenin ürünüdür klasik Yunan heykeli. Geçiş dönemi olduğundan arkaik Yunan’ı daha severim. Mısır, Asur ve yavaş yavaş Anadolu’dan Yunan’a doğru giden bir geçiştir arkaik dönem. Klasik Yunan’la bence heykelin bozulma dönemi başlar. Tam anlamıyla bir idealleştirme, estetize etme kaygısı. Bu heykelde öğretici bir şey değildir.
Bugün emperyal kültür, tekelci kapitalizm iyice baş verdi. Sanatı küresel yapma hikayeleri başladı. Güncel sanat bununla ilintilidir. Demokratik sanat kültürünün yüceltilmesi gerekir. Bu bilinçte değil sanatçılarımız maalesef. Bir şeye karşı durduklarını sanıyorlar fakat içerik olarak aynı yerdeler. 

İşleriniz politize edildi. 12 Eylül’den beri eserlerinize karşı bir takım tavırlar alındı. Kenan Evren’le başlayıp Melih Gökçek’le devam eden ve yakın zamandaki ‘ucube’ olayı, ‘İnsanlık Anıtı’nın yıkılması. Bu yaşananları neye bağlıyorsunuz?
Valla benim hiç suçum yok. Hiç kişiselleştirmedim. Şöyle oluyor aslında; ben toplumsal yaralara dokunuyorum, çelişkilere dikkat çekiyorum ve bu etkili oluyor. 

Heykelle dikkat çekmek... Bu etkiyi özellikle mi yaratmak istiyorsunuz?
Heykelin kendisi etkili ne yapayım? Ben heykeli yapıyorum sadece. Konusu, içeriği itibariyle. Sanatçı olarak sorumluluk taşıyorsan, olayları önceden sezebiliyorsan çelişkilere dokunmuş oluyorsun. Barış istemek ne zamandan beri çelişki olmuş? Cumhuriyet’in kuruluşundan beri “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyoruz. 

Yıkılan heykeliniz İnsanlık Anıtı’yla ilgili neler söylersiniz?
Dünyadaki görüntümüze bakar mısınız? Taliban’la eşitlenmedik mi? Ne kadar büyük ayıptır. Böyle bir ülke değil Türkiye. Sonuç? Ben o heykeli yeniden yaparım. Yapacağım da! Geçtiğimiz aylarda yaşanan Fransa’daki soykırım yasası olayları. Yaşanan tartışmalarda barış istiyoruz, düşmanlığımız yok demeye çalışıyorken, sen herkesle Ermenilerle, bütün komşularla dostluk isteyen bir anıtı yıktın. Halbuki şunu diyebilseydik, bakın biz bu anıtı yaptık sınıra, elimiz ne kadar kuvvetlenmez miydi? Bir sanatçı insanı ilerletmek ister, olaylara derinlemesine baksın, doğruyu gerçeği görsün ister. Politikacı tersini ister.


Bir partiye inansam bile o partinin görüşleri doğrultusunda heykel yapmam. Sanatçının böyle bir özgür alanı var. O yüzden de bize bu anlamda güvenmezler, hakiki sanatçıları politakaya almazlar! Gerçek sanatçı politikaya girmez zaten! 

Nazım Hikmet’ten bahsedersek biraz, birkaç işinize de konu olmuş biri olarak sizin için önemi nedir?
Benim asıl heykel hocam Nazım’dır. Bir şair nasıl benim heykel hocam olur? Olur. Nazım’ın şiiri ele alışı, hayata bakışı, yaşamıyla sanatını birleştirişi, o birebirlik... İmajlar, resimsel görsel anlatılar. Nazım’da pozitif insani bir abartı vardır. O beni çok etkilemiştir. İçerik form bütünlüğünü ondan öğrendim. Hem şiirleri hem yazılarından çok şey öğrendim. Monotoni , tekrar ne demektir sanatta onu öğrendim Nazım’dan. O da Bach’dan öğrenmiş mesela. Bach’la ilgili bir şiir yazmış öyle bir yazmış ki o tekrarın tekrarsızlığını anlatır. Ben de ondan öğrenip bunu forma dönüştürdüm. Bütün disiplinler aslında birbirinden etkilenir. Ama tabii ki baş hocamız doğadır.

Sergide de yer alan bir iş var ki diğerlerinden biraz daha manidar, 1979 senesinde yaptığınız hamile çıplak kadın heykeli. İsmi de Türkiye...
Bir gün bir hamile kadınla karşılaştım yolda. Yanına gidip konuştum. Kadın hamile olduğu için nasıl mutlu, gururlu, bir çocuk getirecek dünyaya.. Türkiye de o zamanlar o gururlu hamile kadın gibi güzel günlere gebeydi. Sosyalizme, insan gibi yaşamaya hamile... 

Peki ne oldu şimdi o çocuk sizce?
Türkiye’, düşürdü o çocuğu. 12 Eylül’le birlikte düşürdü çocuğunu. Hala o anayasayla uğraşıyoruz...

Radikal, Fotoğraf: Muhsin Akgün, Haber: Müge Büyüktalaş, 29.03.2012

TÜRKİYE ARKEOLOJİSİ İNGİLİZ DERGİSİNDE

 

İngiltere'nin en önemli ve en çok okunan arkeoloji dergisi "Current Archaeology", kapağında Türkiye'ye yer verdi. Dergi Nisan-Mayıs sayısının kapağında İzmir Agorası'ndan bir fotoğraf ile "Turkish Odyssey" başlığını attı. İzmir'deki Agora kazıları, burada bulunan yer altındaki su kanalları ile arkeolojik yerleriyle ilgili bilgiler aktarıldı. Türkiye ile ilgili yazıları çeşitli akademisyenler kaleme alırken, müze bölümünde dünyanın en büyük mozaik müzesi olan Zeugma Mozaik Müzesi tanıtıldı. İki ayda bir yayımlanan dergi, bundan sonra her sayısında "Turkey Focus" adı altında Türkiye ile ilgili özel bir bölüme yer verecek. Tüm yıla yayılan ve ilk kez yapılan bir "Türkiye Arkeoloji Serisi" oluşturulacak.

Sabah, 29.03.2012

BAŞBAKAN'IN 'UCUBE' SAVUNMASI: 'UCUBE' SÖZÜ ELEŞTİRİ SAYILMALI

 


Vakit yazarı örnek gösterildi: Erdoğan ın avukatı Ahmet Özel, Ucube sözünü hakaret olarak yorumlamayanların da bulunduğunu savunarak, The Economist in ve Vakit gazetesinden Yener Dönmez'in, Zaman'dan Mümtaz er Türköne nin yazılarını, Sinan Çetin ile Ara Güler in yorumlarını örnek gösterdi.

 

Kars’ta yıktırılan ‘İnsanlık Anıtı’ için “Ucube” dediği gerekçesiyle heykeltıraş Mehmet Aksoy’un tazminat davası açtığı Başbakan Erdoğan, mahkemeye savunma gönderdi. Başbakan adına Avukat Ahmet Özel’in kaleme aldığı savunmada, “Müvekkilimin gerek belediye başkanlığı öncesi gerek şimdiki konumu itibariyle iç ve dış gezilerde yapılan temaslarda heykel tarzı figürler başta olmak üzere çeşitli yapıt ve mimari eserleri yakından gördüğü ve bunların kendisinde hayranlık uyandırmış olacağı muhakkaktır. Heykelle ilgili ifadesinin özü tamamen bulunuş yeri ve konumun abesliğinden kaynaklanmıştır. Politikacı ve sanatçıların eleştirilere açık olması gerekir” dedi. Başbakan Erdoğan’ın ‘Ucube Davası’nın görüldüğü İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderdiği savunmasında şu ifadeler yer alıyor: 

BEĞENMEME HAKKI VAR: Davacı eserini sahiplenebilir ancak estetik zevkini topluma dayatamaz. Müvekkilimizin sanat eserini beğenip beğenmeme konusunda zevk ve kanaate sahip olduğu muhakkak olduğu gibi, eserin bulunduğu yer ve doku ile de tahlil edebilecek düzeyde yetkinliğe ve erişkinliğe sahiptir.


HEYKELE DEĞİL, YERE İTİRAZ: Müvekkilin heykelle ilgili ifadesinin özü, bulunuş yeri ve konumun abesliğinden kaynaklanmış olup ne heykeltıraş Mehmet Aksoy’un şahsına ne de heykele yönelik bir hakaret söz konusudur. Ucube sözü Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde de görüleceği üzere ‘çok acayip, garip şey’ anlamlarına gelmekte olup sözcük bu anlamda kullanılmış; müvekkilin konuşmasının tümünde hakarete ilişkin en ufak bir emare bulunmadığı gibi bir kasıt da yer almamıştır.


ESERİ YORUMLADI: Sanat eserini beğenip beğenmeme, estetik bulup bulmama sübjektif değerlendirmeyi gerektirdiğinden toplumun her bir bireyinin o sanat eserini farklı yorumlaması, farklı algılaması çok tabii olup sanat eserini vücuda getirenle aynı kanaatin paylaşılması zorunluluğunu ileri sürmek hayatın gerçekleriyle bağdaşmayacağı gibi, değer yargılarının çeşitliliğine de aykırı bir tavır olur.


ELEŞTİRİYE AÇIK OLMAK GEREK: Politikacı ve sanatçıların eserlerine yönelik sert eleştirilere açık olması gerekir. Sözler eleştiri sınırları içinde kaldığı ve davacının kişilik haklarına saldırılmadığı sürece tüm ifadelerin hukuka uygun olacağı dile getirilmiştir.

Radikal, haber: İsmail Saymaz, 29.03.2012

ITRİ'NİN KABRİ, ITRİ'NİN Mİ?

 

 

Itri'nin kabri meselesi bir hayli eğlencelidir. Birileri durmadan keşfedip durur. "Itri Yılı" vesilesiyle bu kabri yeniden keşfedecek olanlara sesleniyorum: "Itri'nin kabri" diye bilinen, hatta 1990'larda üzerine çirkin bir yazıyla 'Hıdri Dede' yazılan bu mezarın Itri'ye ait olmadığı en az yüz seneden beri biliniyor. Lütfen, keşif heyecanınızı başka konulara saklayınız.

 

Geçenlerde, Yahya Kemal'in "Itri" şiiri hakkında bir sempozyumda okuyacağım bildiri üzerinde çalışırken karşıma ister istemez Itri'nin kabri meselesi çıktı. Basında bu kabir hakkında yakın zamanlarda herhangi bir haber veya yazının yer alıp almadığını öğrenmek için Google'a başvurunca birkaç haberle karşılaştım. 2006 tarihli bir haberde Edirnekapı'da Itri'ye izafe edilen kabrin Kuveyt Türk tarafından keşfedilip restore ettirildiği ifade ediliyordu. 2010 yılında çeşitli gazetelerde çıkan diğer haber ise, Suriye Başbakanı Naci Otri'nin Itri'nin soyundan geldiğini Başbakan'ımızdan öğrendiğine ve Türkiye'yi ziyarete geldiğinde dedesinin mezarını ziyaret edip dua okumak istediğine dairdi. Bu habere göre, Itri'nin mezarı uzun süredir bilinmiyordu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Suriye'yi ziyaretinde bu konu gündeme gelince ilgili birimlere emir vermiş, bunun üzerine Kültür AŞ harekete geçerek Itri'nin kabrini bulmuş ve restore ettirerek Suriye Başbakanı'nın ziyaretine hazır hale getirmişti. Peki, bu mezar Kuveyt Türk tarafından restore ettirilmemiş miydi?

 

Kuveyt Türk ve Kültür A.Ş. yetkilileri, M. Nermi Haskan'ın ilk baskısı TTOK, genişletilmiş ikinci baskısı ise 2006 yılında Eyüp Belediyesi tarafından yayımlanan Eyüpsultan Tarihi'ne baksalardı keşif için onca zahmete girmeyecek, üstelik bu kabrin Buhurizade Mustafa Itri'ye ait olmadığını da öğreneceklerdi.

 

Türk musikisi tarihi ile azçok ilgilenen herkesin bildiği Edirnekapı'daki mezarın Itri'ye ait olduğu ilk defa 1890'larda M. Nuri Şeyda tarafından iddia edilmiştir. Rauf Yekta Bey, Tevhid-i Efkar gazetesinde 1922 yılında yayımlanan "Itri'nin Medfeni" başlıklı yazısında, bir cuma günü Nuri Şeyda Bey'le Edirnekapı'dan Eyüpsultan'a giderken Mustafa Paşa Dergahı civarında kendisini durduran merhumun yol kenarındaki büyük bir mezar taşını göstererek "Itri merhuma bir Fatiha okuyalım," deyince çok sevindiğini söyler. Fatiha okuduktan sonra dikkatle incelediği taşta kitabe bulunmadığını, sadece bir buhurdan resminin kazılmış olduğunu gören Rauf Yekta Bey'in bu kabrin Itri'ye ait olduğuna dair bir kaydın bulunup bulunmadığı sorusuna Nuri Şeyda'dan aldığı cevap şudur: "Bunu hocam Haşim Bey'den işittim! Zaten taştaki buhurdan da Itri'nin buhurizadeliğine işaret ediyor."

 

Bu cevaptan hiç tatmin olmayan Rauf Yekta Bey, o gün Nuri Şeyda'ya inanmış göründüğünü, çünkü bu ilgi çekici adamın kanaatlerine itiraz edilmesinden hiç hoşlanmadığını söyledikten sonra şöyle bir dipnot düşer: "Bu bahsi ziyade kurcalamamakta isabet ettiğimi bilahare anladım; çünkü ahibbasından bazı zevattan işittiğime göre Nuri Bey vaktiyle bu taşın kenarından bir avuç toprak alarak bir bardak suya koymuş ve fenn-i musikiden Itri derecesinde hisseyab-ı feyz olmak niyetiyle o suyu içmiş imiş!"

 

Söz konusu kabrin Itri'ye ait olduğuna hiç inanmayan Rauf Yekta Bey, bir gün Üsküdarlı Hasib adlı bir müellifin Vefeyat-ı Meşahir adlı eserini musikişinas isimleri bulmak ümidiyle gözden geçirirken şöyle bir nota rastlar: "Vefat-ı Buhurcu Yakub sene 919 Edirnekapısı haricinde Hazret-i Halid'e inerken sağ tarafda sofa üzerinde örfle medfundur. 'Hayf Buhurcu' tarihtir."

 

Nuri Şeyda da bir süre sonra söz konusu mezarın Itri'ye ait olduğu konusunda şüpheye düşecektir. Rauf Yekta Bey, artık meseleye hallolunmuş gözüyle bakmaktadır. Ne var ki, Itri'nin biyografisi üzerinde çalıştığını bilen bir dostu bir gün bir münasebetle "Itri'nin kabrini hala bulamadınız mı?" diye sorar. "Bulamadım cevabını alınca kendisinin bulduğunu söyleyerek söz konusu kabri tarif eder. Rauf Yekta Bey, durumu izah ettiğini, bu kitabesiz kabrin Itri'ye ait olamayacağını, esasen Buhurcu Yakup adında birine ait olan kabrin taşındaki buhurdan resminin bu adamın mesleğine işaret ettiğini uzun uzun anlatır. Dostu ısrarlıdır; kabirde Itri'nin isminin kazılı olduğu taşı gözleriyle gördüğüne yemin eder. Bunun üzerine kalkıp Edirnekapı Mezarlığı'na giden Rauf Yekta Bey gözlerine inanamaz. Bir işgüzar sandukanın ön tarafında yeni bir taş diktirmiştir. Taşın üzerine kazdırdığı ibare şöyledir: "Tekbir-i Şerif'i, kıraat olunan vezinde besteleyen ve ilk defa memalik-i İslamiyede fenn-i musikiyi neşr ve ta'lim eden merhum ve mağfurun leh Itri Efendi'nin kabridir. Şehitlik Bölüğü kumandanı Mustafa bin Abdülcebbar 1336."

 

Hayretler içinde kalan ve gayri ihtiyari "Kim etti bu karı sana teklif?." diye söylenen Rauf Yekta Bey, ibaredeki vezin kavramının yanlışlığını ve musikinin İslam dünyasında Itri'den asırlarca önce var olduğunu belirttikten sonra yazısını cehalet karşısında aczini ifade ettiği cümlelerle noktalar.

 

Bir bölük kumandanının işgüzarlığı Rauf Yekta Bey'in ilmini bastıracak ve kabir literatürden haberi olmayanlarca sürekli yeniden keşfedilecektir. Itri adı halk arasında da Hıdri'ye dönüşmüş, belki de birilerinin çaput maput bağladıkları "Hıdri Dede" türbesi oluvermiştir. 1990'lardaki ziyaretimde üzerinde çirkin bir yazıyla "Hıdri Dede" yazılıydı. M. Nermi Haskan'ın kitabında da o yıllarda çekilen bir fotoğraf kullanılmış.

 

"Itri Yılı" vesilesiyle bu kabri yeniden keşfedecek olanlara sesleniyorum: "Itri'nin kabri" diye bilinen mezar ve bu mezarın Itri'ye ait olmadığı en az yüz seneden beri biliniyor. Lütfen, keşif heyecanınızı başka konulara saklayınız.

 

Derkenar / Tanburi Cemil Bey'in mezarı

Itri'nin başına gelen, Tanburi Cemil Bey'in başına da gelmiştir, desem inanır mısınız? 28 Temmuz 1916 gecesi hayata gözlerini yuman ve küçük bir cemaatle Merkezefendi'de toprağa verilen Cemil Bey'in kabri yıllarca hiç ziyaret edilmediği için düzlenip kaybolmuştu. Büyük sanatkarın nereye gömüldüğünü hatırlayan tek kişi vardı: Tanburi Kadı Fuad Efendi'nin cenaze törenine katılan tanburi ve bestekar Muhiddin Erev... Kadı Fuad Efendi, vasiyeti üzerine çok sevdiği hocası Cemil Bey'in kabrine gömülmüştü.

 

Muhiddin Erev, kabrin yerini Ziya Usta adında birine, o da 1959 yılında Tanburi Necdet Yaşar'a göstermiştir. Bir gün Necdet Bey ve Mehmet Güntekin'le birlikte Merkezefendi'ye gidip kabrin yerini belirlemiş, bir de röportaj gerçekleştirmiştik. Daha sonra hiç değilse Cemil Bey'in burada yattığını gösteren sembolik bir taş dikilmesini sağlamak amacıyla birkaç yazı yazdım. Kimse tınmayınca "durumdan vazife çıkaran" bir işgüzar Merkezefendi'ye Cemil Bey için son derece zevksiz bir mezar yaptırmış, taşına da Yahya Kemal'in "Kar Musikileri" şiirini kötü bir kaligrafiyle kazdırtmıştı. Yazının kötülüğü bir yana, şiirde bir yığın hata vardı.

 

Şükürler olsun, Zeytinburnu Belediyesi bu uyduruk mezarı kaldırdı ve Cemil Bey'in orada yattığını ziyaretçilere hatırlatmak için Yüksek Mimar Aydın Yüksel'e zarif bir mezar taşı yaptırdı. Yolunuz Merkezefendi'ye düşerse büyük sanatkara da bir Fatiha okumayı unutmayınız lütfen.

Zaman, Haber: Beşir Ayvazoğlu, 29.03.2012





ESKİ ANTAKYA EVLERİ NE OLACAK?

 

     

 

Hatay Valisi Mehmet Celaletin Lekesiz, Antakya'nın dünyada bulanan 23 medeniyetin 13'üne ev sahipliği yaptığını hatırlatarak, 3 semavi dinden insanın, gelenekleri, kültürü ve sosyal boyutlarıyla barış ve hoşgörü içinde bir arada yaşamını sürdürdüğünü kaydetti. Antakya şehir merkezindeki Kurtuluş Caddesi'nde 686'sı tescilli bin 230 nitelikli evin restore edilerek değerlendirilmesini arzu ettiklerini vurgulayan Lekesiz, ''Eski Antakya Evleri''nin kente kazanılması yönündeki çalışmalara öncülük yapmak amacıyla bunlardan ikisini satın aldıklarına işaret etti.

 

Evlerden birinin, 18 odası bulunan Eski Hatay Meclisi Başkanı Merhum Abdulgani Türkmen'e ait olan, daha sonraki yıllarda Halkevi, düğün salonu ve son olarak da İmam Hatip Lisesi olarak değerlendirildiğini, diğerinin ise Gazipaşa Mahallesi'nde bulunduğunu belirten Lekesiz, '' Buraların restorasyon çalışmalarına yakın zamanda başlayacağız. Özellikle, 18 odalı mekanı konukevi ve Kültür Sanat Merkezi yapmayı hedefliyoruz. Türk sanat ve halk müziği, resim atölyesi, şiir ve sohbet odaları, hatta yerli yabancı turistlere hitap edecek fasıl heyeti etkinlikleri için değerlendirmeyi düşünüyoruz.''

 

Eski Antakya Evleri'ni restore ettirerek turizme kazandıranların harcamalarının yaklaşık yüzde 30'unun Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından karşılandığını ifade eden Lekesiz, ''Tüm sivil toplum kuruluşlarından birer Antakya evini tarihi dokusunu bozmadan restore edip projeye katkı sağlamalarını bekliyoruz. Proje ve imar konusunda da gerekli kolaylığı göstereceğiz'' dedi.

Adalet Bakanı ve Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in tarihin yaşatılması ve ayağa kaldırılmasında önemli çabasının bulunduğunu belirten Lekesiz, şunları kaydetti: ''Bakan Ergin ve iş adamlarıyla İspanya'da fuara katıldık. Turistik Toledo Kenti'ni ziyarete gittik. 70 bin nüfuslu ve dağın tepesine kurulu Toledo'da eski tarihi evleri 27 yılda restore ederek turizme kazandırmışlar. Geceliğini de 100-150 Euro'ya kiralıyorlardı. Kaldı ki bizim evlerin mimari yapısı, dar sokakları, avluları, içinin serin olması, ayrıca cami, havra, kiliselerin de sırt sırta bulunması turistlere daha cazip gelecek. Havaalanımıza Avrupa'dan direkt uçuşların başlaması, Suriye, Lübnan, Libya ve Ürdün gibi ülkelerle vizenin karşılıklı kalkması da bu gibi tarihi evlere olan ilgiyi artıracağına inanıyorum. Genelde turistler çok katlı oteller yerine bu gibi mekanlarda kalmayı tercih ediyorlar.''

Ntvmsnbc, 28.03.2012

'HIRST KRİZİ' YAKINDA

 

 

Britanyalı Genç Sanatçılar diye nitelendirilen, 1990’lara damgasını vuran kuşağın önde gelen isimlerinden Damien Hirst, yine eleştiri oklarının hedefinde. 4 Nisan’da Tate Modern’da geniş kapsamlı bir retrospektif sergisi açılacak Damien Hirst, Britanya’nın önde gelen sanat eleştirmeni ve küratörlerinden Julian Spalding tarafından “balonu yakında sönecek bir sanatçı” diye nitelendirildi. Ruskin Gallery, Glasgow Modern Sanat Galerisi ve Open Museum gibi kurumların kuruluşlarında da önemli rol sahibi Spalding, Independent gazetesi için kaleme aldığı makalede Damien Hirst’ün “balonunun çok geçmeden söneceğini,” elinde Hirst tablosu olanların maddi kayba uğramamak için tabloları satmaları gerektiğini, Hirst’ün yarattığı bu suni patlamanın akıbetinin mortgage krizi gibi olacağını da dile getirdi. Hirst’ün Tate’de sergilenmemesi gerektiğini söyleyen Spalding, “Kral çıplak. Jeton düşüp de insanlar bunun sanat olmadığını anladığında bütün bu tantana bir anda çökecek” dedi. Sanat muhabiri Georgia Adams ise Spalding’in eleştirisinin adil olmadığını, son dönemde Hirst işlerinin sanat eserindense lüks tüketim malzemesi gibi olduğunu ama sanatçının erken döneminde sanat eseri kavramına yeni bir tanım getirdiğini belirtti.

Radikal, 28.03.2012

TARİHE BİR HARÇ DAHA

 

 

Büyükşehir Belediyesi, İncirli Hamamı’nın ardından İncirli Caddesi üzerindeki 440 yıllık Muallimzade Hamamı’nda da restorasyon çalışmalarını başlattı.

 

Bursa’nın yaşayan canlı bir tarih kenti olması yolunda Büyükşehir Belediyesi tarafından bu dönem hazırlanan 270’e yakın tarihi ve kültürel miras projesi arasında yer alan İncirli Caddesi üzerindeki Muallimzade Hamamı’nda restorasyon çalışmaları başlatıldı. 1854 depreminde büyük zarar gören ve Cumhuriyet döneminde yıllarca dökümhane olarak kullanılması nedeniyle Dökümcüler Hamamı olarak da anılan hamamı ilk günkü ihtişamına kavuşturacak olan restorasyon çalışmaları Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe tarafından başlatıldı.

 

Tarihi hamamda düzenlenen restorasyon başlangıç töreninde konuşan Başkan Altepe, dönem başında belirledikleri hedeflere emin adımlarla ilerlediklerini söyledi. ‘Ulaşılabilir bir kent’ hedefi doğrultusunda raylı sistem yatırımları ve yerli tramvay üretimi ile Bursa’nın Türkiye’de bir merkez haline geldiğini belirten Başkan Altepe, ‘spor kenti’ hedefi doğrultusunda da başlayan, biten ve devam eden tesis sayısının 100’e yaklaştığını kaydetti. Bir diğer hedeflerinin, ‘yaşayan canlı tarih ve turizm şehri’ hedefi doğrultusunda bugüne kadar hayata geçirdikleri projelerle Bursa’nın dünyaya örnek gösterildiğini ifade eden Başkan Altepe, “Yıldırım’da da tarihi ilmek ilmek örüyoruz. Aynı cadde üzerindeki Mahkeme Hamamı’nda restorasyon devam ediyor. Hemen yakındaki Çukur Mescit’in restorasyonu bitti, yakında açıyoruz. Hemen üst mahallede Feyzullah Paşa Mescidi’nin restorasyonu sürüyor. Yıldırım Camii minareleri 150 yıl sonra kent siluetindeki yerini aldı. Restore ettiğimiz bu eserleri, yine o dönemin kültür, sanat ve sosyal hayatının yaşatıldığı mekanlar haline getiriyoruz. Muallimzade Hamamı da Yıldırımlıların yeni bir buluşma noktası olacak bir kültür merkezi olarak hizmet verecek” diye konuştu.

Bursa Olay, 28.03.2012

ÜÇ ASIRLIK TARİHİ TÜRBE İÇLER ACISI BİR HALDE

 

Beşiktaş'ın tarihi şahsiyetlerinden biri olan Neccarzade Mustafa Efendi'nin türbesi sahipsizlikten viraneye döndü. Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait türbenin bakım ve yenileme çalışmaları yapılmadığı için duvarları dökülüyor. Türbe içerisinde yer alan sanduka, rutubet ve kötü şartlar nedeniyle zarar görüyor. Beşiktaş'ın tarihinde önemli bir paya sahip olan zatın türbesinin durumu vatandaşlardan tepki alıyor. 1679-1746 yılları arasında yaşayan Mustafa Efendi, babasının marangoz olması nedeniyle marangozun oğlu anlamına gelen Neccarzade lakabıyla tanındı. Baba vasiyeti üzerine küçük yaştan itibaren ilim tahsil eden Neccarzade Mustafa Efendi, Beşiktaş, Hicaz ve Mısır'da öğrenim gördü. Mevlana Celaleddini Rumi'nin öğretileri ve Mesnevi üzerine önemli birikime sahip olan Neccarzade, dil ve edebiyat alanında birçok eser verdi.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 28.03.2012

KAZIDA 1100 YILLIK TARİH ÇIKTI

 

 

Kurtarma kazısında, bin 100 yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen Bizans döneminden kalma kilise ve 3 insan iskeleti bulundu.

 

Aslanapa İlçesi'nde yapılan kurtarma kazısında, bin 100 yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen Bizans döneminden kalma kilise ve 3 insan iskeleti bulundu.

 

Kütahya Müze Müdürü ve Tokul Kazısı Başkanı Metin Türktüzün, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Aslanapa’ya bağlı Tokul köyünde, Kütahya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararıyla yaklaşık iki yıl önce sit alanı olarak tescillenen arazide, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan alınan izinle kurtarma kazısı yaptıklarını belirtti.

 

Kazılarda, düzgün kesme taştan yapılmış, iç ve dıştan payandalı yapıya rastlandığını ifade eden Türktüzün, ortaya çıkarılan haçlı sütun başlıkları ve vaiz kürsüsünden yapının bir kilise olduğunun anlaşıldığını bildirdi.

 

Yapıda birçok mezar bulunduğunu belirten Türktüzün, ”Mezarların burada görevli olan rahiplere, kiliseyi yaptıran kişi ve ailesine, çevrede yaşayan ve kiliseye bağış yapan ailelere ait olabileceği düşünülmektedir” dedi.

 

Binada ve yapının içerisinde duvarlara bitişik çıkan mezarların, yapının Ortodoks Hristiyanlık’ta ölü gömme ve ölümden sonraki inanışla ilişkisinin bir göstergesi olduğunu ifade eden Türktüzün, ”Kilisenin yanındaki kazıda, bir çocuk ve iki yetişkin mezarı bulunmuştur. Bu da yapıya bitişik şapelin (kilisede dua edilen bölüm) bu amaçla yapıldığı ve bir mezar şapeli olacağını düşündürmektedir” diye konuştu.

 

Mezarlarda, cam ve seramikten kırık kap parçaları, cam ve bronzdan takılar bulunduğunu dile getiren Türktüzün, mezarlardan çıkarılan iskeletlerin, Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde incelendiği bilgisini verdi.

 

Türktüzün, üniversiteden kendilerine gönderilen raporda, iskeletlerde gözlemlenen travmalar ve diğer sağlık lezyonlarının, bireylerin yaşam koşullarının zor ve sağlık sorunlarının fazla olduğunu gösterdiğine işaret etti.

 

Dişlerle ilgili analizde, genç bireylerin ağız sağlığının, çağın diğer toplumlarıyla karşılaştırıldığında daha iyi durumda olduğunun görüldüğüne dikkati çeken Türktüzün, ”Yetişkin bireyler, yaşın da verdiği süreç içinde dişlerini kaybetmiş. Bireylerin ya çok genç ya da çok yaşlı olması ise diğer ilgi çekici önemli bir ayrıntı” dedi.

 

Yapının tarihlendirilmesi bakımından kesin sonucu verecek kitabeye henüz ulaşılamadığını kaydeden Türktüzün, elde edilen bulgulara göre kilisenin 10′uncu ve 11′inci yüzyıllar arasındaki döneme ait olabileceğini değerlendirdiklerini bildirdi.

 

Türktüzün, kazının devam ettiğini bildirerek, kilisenin ait olduğu döneme ilişkin kesin ip uçlarına bundan sonraki süreçte ulaşmayı ümit ettiklerini sözlerine ekledi.

Sabah, 27.03.2012

LEMPICKA'NIN TABLOSU, AÇIK ARTIRMAYA ÇIKARILIYOR

 

"Reclining Nude I" adlı eserin, 2 Mayıs'ta Sotheby's müzayede evinde yapılacak açık artırmada 3-5 milyon dolara alıcı bulması bekleniyor. 

 

"Art Deco" akımının önemli temsilcilerinden biri kabul edilen Lempicka'nın 1925 yılında İtalya'nın Milano kentinde açtığı ilk kişisel sergisinde yer alan tablonun daha sonra kaybolduğu düşünülüyordu. 

 

1898 yılında Varşova'da dünyaya gelen Tamara, 1912 yılında annesiyle birlikte Rusya'ya göç etmiş ve 16 yaşında Tadeusz Lempicki ile evlenmişti. Bolşevik Devrimi'nin ardından Avrupa'ya kaçan Lempicki, ilk eserlerini 1920'li yıllarda Paris'te vermişti. Uluslararası ün kazanan ilk kadın ressamlardan biri olan Lempicki, 81 yaşında Meksika'da hayata veda etmişti.

Radikal, 27.03.2012

ANTİK KENTE ÇÖPLÜK

 

 

İzmir Ödemiş’e 10 kilometre uzaklıktaki Neikeia antik kentinin yanı başına belediye tarafından çöp depolama tesisi kurulmasına arkeologlar ve köylüler karşı çıktı.

 

Antik kente çöplük İzmir’in Ödemiş İlçesinde Türkönü Köyü'nün yakınlarında inşa edilmesi planlanan çöp depolama alanı, Roma döneminden kalma Neikaia antik kenti kalıntıları ile Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Gökçen Efe’nin şehit olduğu yere komşu olacak.

Arkeologlar ve çevre köylüleri, inşa edilecek çöp depolama alanının hem tarihe hem de çevreye zararı olacağından endişeli. Arkeolog Prof. Dr. Veli Sevin, “Neikeia’nın geçmişi Lidyalılar dönemine gidiyor, MS 1. yüzyıl Roma kenti. Akropolü, sarnıçları ve tiyatrosu belli ki iyi durumda, alüvyonlu toprak altında kalmış. Burada basılan sikkeler 300 yıl boyunca Roma İmparatorluğu’nca kullanılmış. Ödemiş’in el değmemiş hazinesi olan bu antik kent kazılamadan çöplük haline getirilecek. Nekropol ile 300 tiyatro ile 500 metreye çöp tesisi kuracak. Tesisin kurulacağı çöp alanında da kalıntılar var. Ulusal tarihimiz açısından da önemli bir yere bu tesis yapılmamalı.”

 

Çöp depolama tesisinin yapılmaması için komşu Kurucaova ve Ertuğrul köylerinde imza toplanıyor. Kurucaova’da 400 imza toplanmış. Ödemiş Belediye Başkanı Bekir Keskin de devletin kendilerine yeni çöp dökme alanı yeri göstermesi gerektiğini söyleyerek, “Çöp depolama alanından 10 belediye yararlanacak. Bu alanı 2 nolu Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu işaretledi, biz alanı iki defa küçülttük. Antik kentin kıyısında ama bugüne kadar herhangi bir araştırma yapılmamış. Altı değişik kamu kurumu bu alana çöp tesisi yapılmasını söyledi. Keşke üniversiteler gelseler ve iki bin yıldır duran bir kenti gün yüzüne çıkarsalar. İhalesi 5 Martta sonuçlandı. KİK’te onay aşamasında, şu anda 2.5 milyon liralık proje. Çevre bakanlığı da onayladı. Devlet bana yer versin, başka yere yapalım” dedi.

Vatan, 27.03.2012

DÖKÜMHANE HAMAMI'NIN RESTORASYONU BAŞLADI

 

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi, Yıldırım İncirli Caddesi’ndeki tarihi Dökümhane Hamamı’nın restorasyonunu başlattı. Yaklaşık 1 milyon liralık restorasyon yıl sonuna kadar tamamlanarak, hamam kültür merkezi olarak bölge halkının hizmetine sunulacak.

 

Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, Yıldırım İlçesinin bir tarih beldesi olduğunu belirterek, "Adımınızı attığınız her sokakta bir tarihi eser var. Bursa’nın fetih kalesi olan Balaben Bey kalesini ayağına kaldırdık. O kaleyi yapan, Kızık köylerini restore ediyoruz. Cumalıkızık’ta ikinci etap resotarasyon çalışmalarına başladık. Çarşıdan önüne nostaljik tramvayında geldiği Muallimzade Hamamı bir kütüphane ve kültür merkezi olarak hizmet verecek" dedi.


Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanı Recep Altepe, Yıldırım’da seçim döneminde verdikleri bir sözü yerine getirdiklerini kaydederek, "Çınarönü meydanında vatandaşlarla konuştuğumuzda bizden hamamın restorasyonunu istedikleri söylediler. Biz de söz verdiğimiz Muallimzade (Dökümhane) Hamamını’nın restorasyonuna başlıyoruz. Davutkadı’da güzel bir kültürel mirastır. İşte Muallimzade Hamamı’nı, halkın tabiri ile Dökümcüler Hamamı’nı yeniden kazanıyoruz. 500 yıla yakın tarihi olan bu eserin tamiratına başlıyoruz. Hedefimiz bu yıl sonunda bu restorasyonun tamamlayarak, güzel bir kültür merkezi olarak hizmete alınmasıdır. Başta Davutkadı ve Yıldırım’ın nabzının attığı önemli merkezlerden birisi olacaktır. Bursa’mızın yaşanabilir bir şehir olması için adımlar atıyoruz. Hizmette konu sıkıntısı çekmiyoruz. Geçtiğimiz gün Yıldırım’da Ankara Yolu üzerinde Bursaray güzergahındaki 3 köprünün temelini attık. Hedefimiz Bursa’nın kalkınması, tüm çevre ilçelerin gelişmesidir. Her konuda faaliyet sürdürüyoruz. Dün ulaşım için, metro için temel attık, bugün tarihi mirasımızı ayağa kaldırma projesinde ilk kazmayı vuruyoruz. Bursa’nın spor kenti olması için de faaliyetimiz sürüyor. Yüze yakın spor tesisinin, başta stadyum olmak üzere inşaatı devam ediyor. Tarih başkenti Bursa’nın yaşayan bir turizm şehri olması yolunda adımlar atıyoruz. Geçmiş medeniyetlerin izinin ortaya çıkartılmasında Bursa dünyaya örnek bir çalışma sergiliyor. Yüzlerce projemiz sürüyor. Bitinya’nın ilk surlarından Osmanlı’nın ilk dönem abide yapılarına, sivil mimarlık örneği evlere kadar yüzlerce yapı ayağa kaldırılıyor. Bir yandan da ecdadımızın kültürü, medeniyeti, onların sanatı, bu mekanlarda en güzel şekilde hayata kazandırılıyor. Soyut miras alanında yapılan araştırma ve kitap çalışmalarından, tarihi çarşıların mahallelerin düzenlenmesine kadar Bursa herkese örnek teşkil ediyor. Yıldırım İlçesini de ilmik ilmik örüyoruz. Kenarda kalmış eserleri ortaya çıkartıyoruz. Daha önce çalışma başlattığımız İncirli Hamamı yakında bitecek. Muallimzade Hamamı da aynı şekildi İncirli Caddesi’ne farklı bir güzellik katacak. Tramvay ile birlikte tarihi çarşılarla bütünleşen bu mahallelerimiz her geçen gün farklı güzellikler ile sosyal tesisler ile gözde mahalleler olacak" diye konuştu.


Konuşmaların ardından Başkan Recep Altepe, eline eldivenleri takarak, murçla duvarları kazıdı. Gazetecilerin görüntü alabilmesi için uzun süre çalışan Altepe, "Müteahhide iş bırakmadık" diye espri yaptı.

Bursa Olay, 27.03.2012

EN-ELHAK'I ZAFER YILDIRIM SATIN ALDI

 

Antik A.Ş. tarafından önceki gün düzenlenen müzayede Erol Akyavaş’ın ‘En-el Hak‘ tablosunu alan koleksiyonerin İstinye Park’ın ortaklarından Zafer Yıldırım olduğu açıklandı.

 

Yıldırım müzayedede tabloyu vergiler dahil 2.7 milyon TL ödeyerek satın aldı. Sanatçının diğer bir değerli eseri ‘Vav’ konulu tablosunu da elinde bulunduran Zafer Yıldırım, böylece Erol Akyavaş’ın en önemli iki başyapıtının birlikte sahibi olan tek koleksiyoncu oldu.

Hürriyet, 27.03.2012

BU AKYAVAŞ'LARI İLK KEZ GÖRECEKSİNİZ!

 

 

Galeri Nev’in Ankara ve İstanbul’daki mekanları, Türk çağdaş sanatının en önemli isimlerinden Erol Akyavaş’ın daha önce neredeyse hiç sergilenmemiş erotik resimlerinden oluşan bir sergiye ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 6-28 Nisan tarihleri arasında izlenebilecek sergi, sanatçının 1960’ların sonu ve 1970’lerin ilk yarısında gerçekleştirdiği eserlerinden oluşuyor. Sanatçının, malzeme olarak ‘boncuk’u kullanarak yarattığı ikonlardan oluşan resimleri birer kartpostal büyüklüğünde. Ancak asıl ilgi çekici olan, ‘geleneksel’den yararlanan bir sanatçı olarak tanınan ve resimlerinde kaligrafik imgelere, tasavvufa, İslam’a referans veren Erol Akyavaş’ın bu sergideki resimlerinde, cinselliğin ön planda oluşu.

 

‘Erol Akyavaş: Yaşamı ve Yapıtları’ kitabının da yazarı olan Galeri Nev İstanbul’un yöneticisi Haldun Dostoğlu bu konuda; “1950’lerden vefatına kadar Akyavaş’ın yaptıklarına yakından bakarsanız; Che Guevara’dan Friendly Cities’e, Acaip Kafalar’dan Odalar’a, Kerbela’dan Gazali’ye inanılmaz çeşitlilikte olduğunu görürsünüz. Akyavaş’ın da, doğal olarak, birçok sanatçı gibi, cinselliğin sanatını meşgul ettiği dönemler olmuştur” diyor.  

 

Akyavaş estetiğinin temeli

Peki, bu resimlerin Erol Akyavaş’ın sanatındaki yeri ne? Sözü yine Dostoğlu’na veriyoruz: “Erol Akyavaş’ın resim serüveninin tamamına baktığımızda bu resimlerin yerini de çok kolay algılayabiliriz. Soyutlamaların ardından ilk mimari formların belirmesiyle birlikte zaman zaman insan da sanatçının konuları arasına girmiştir. Deli gömlekli adamlar kadar çıplaklar da insanlık hikayeleri arasında yerini almıştır. Bu resimler 80’ler sonrası alıştığımız Akyavaş estetiğinin temellerini inşa etmiştir.”

 

1999’da hayata veda eden Erol Akyavaş, özellikle son dönemde hem Türkiye’de hem de yurtdışında düzenlenen Türk sanatı müzayedelerinde en çok ilgi gören sanatçıların başında geliyor. Dostoğlu’na göre Akyavaş’ın bu kadar ilgi görüyor olmasının esas nedeni, “Gerçek anlamda bu kültürden çıkmış ve çağdaşlarının aksine genel geçer modalara, akımlara, trendlere yüz vermeden kendi estetik dünyasını örgülemiş bir sanatçı” olması.

 

Daha önce ‘Kuşatma’ isimli tablosu 2.1 milyon liraya alıcı bulan Erol Akyavaş’ın, ‘En-el Hak’ isimli eseri, Antik AŞ’nin 25 Mart Pazar günü gerçekleşen ‘Çağdaş Sanat Eserleri’ müzayedesinde, 2.2 milyon liraya alıcı bulmuş, Türkiye’nin en pahalı modern resimleri kategorisinde zirveyi Burhan Doğançay’ın ‘Mavi Senfoni’ tablosuyla paylaşmıştı.

Radikal, Haber: Elif Ekinci, 27.03.2012

PERGE'DEN KAÇIRILAN ESER İSVİÇRE'DE ÇIKTI

 

İsviçre’de bir eşya deposunda, Antalya Perge’den çıkarılarak yasa dışı yollardan yurtdışına kaçırılan bir tarihi eser bulundu.

 

Polisin gümrükteki depolarda yaptığı aramada ele geçirilen mezar taşı Herkül’ün emeklerini tasvir ediyor. Türkiye’nin MÖ 2. yüzyıldan kalma mermer mezar taşını almak için yasal işlemleri başlattığı belirtildi. İsviçre gümrük yetkilileri de dosyayı Cenevre savcılığına ilettiklerini açıkladı. Türkiye son dönemde kaçak tarihi eserlerinin peşine düştü. En son Boston Güzel Sanatlar Müzesi’nden Yorgun Herkül heykelininin kayıp yarısı geri alınmıştı. Türkiye uluslararası müzelerle tarihi eserlerini geri verene kadar sanatsal işbirliği yapmama kararı almıştı.

Milliyet, 27.03.202

BAKAN GÜNAY, AKHİSAR MÜZESİNİ İNCELEDİ 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Akhisar'da açılışı yapılacak olan müzeyi ziyaretinde "Müze müdürü, soruşturma kapsamında açığa alınmıştır" dedi. 

 

Müze gezisinin ardından bir basın açıklaması yapan Günay, "Akhisar müzesi bitti. Ben de birkaç zamandır görme ihtiyacı duymuştum. Güvenlik kameraları kuruldu, güvenlik elemanı sıkıntısı vardı ve o da giderildi. Hangi eserlerin nereye konulacağı belli olmasına rağmen bugüne kadar beklemiş. O yüzden, Mayıs ayı içerisinde Müzeler haftası var. Müzeler haftasında açılmış olacak. Manisa müzesindeki Akhisar'a ait olan eserler de buraya getirilecektir. Şuanda etnografya ve arkeolojik müze olarak düzenleniyor ve gördüğüm kadarıyla amacına uygun bir çalışma olmuş. Akhisar büyük bir merkez. Zaman içinde bizim belki yeni bir etnografya müzesine ihtiyacımız olacak. Acaba burada olabilir mi, bunun istişaresini yaptık. Bunun üzerinde çalışacağız. Akhisar için güzel bir müze olacak, hayırlısı olsun" dedi. 

 

Bakan Günay, "Türkiye şuanda dünyanın yedinci sırasında turizmde. Yılda 30 milyonun üzerinde yabancı ziyaretçi geliyor. Bunun da sadece 10 milyonu Antalya'ya gidiyor. Halbuki, Ege bölgesi de Antalya kadar arkeolojik doğal tarihsel zenginliklere güzelliklere ve özelliklere sahiptir. Ege'de geçmiş yıllarda turizm başlamıştı ama turizmden beklediğimiz ivmeyi bereketi sağlayamadı. Yeni bir atılımın içindeyiz. Türkiye mademki yedinci sırada ve 30 milyonun üzerinde turist alıyor; büyük kitle yerine daha doğa ile iç içe ve doğanın bereketini damak lezzetini hissedebilecekleri, gelen ziyaretçilerin ve böylelikle daha yüksek gelir gruplarının da ülkemize gelmesini sağlayacak yeni bir anlayış gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bu çerçevede Didim'den kuzeye doğru Ayvalık'a kadar Çanakkale'ye kadar çıkmak gerekir. Büyük otellerin yerine daha butik daha özellikli yeni yapılanmalar düşünüyoruz ve bölgedeki arkeolojik alt yapıyı kültürel alt yapıyı da çoğaltmaya, zenginliği dünyaya sunmaya çalışıyoruz. Akhisar'da bir müze yaptık, Manisa ve İzmir de yeni birer müze yapma arayışlarımız var. Manisa bölgesinde 3 kazı gerçekleştiriyoruz. Sart bölgesine yeni bir çevre düzenlemesi yapma ihtiyacımız var. Kula Türkiye'de sivil mimarlığın çok özel şehirlerinden birisidir. Bakın Safranbolu bu konuda kendisini duyurdu, Safranbolu şuanda dünya kültür mirası içerisindedir. Ben inanıyorum ki Kula da Safranbolu kadar özelliklere sahip, son derece güzel bir yerleşim merkezi. Ama bu yıllar kadar bu kısımları hiç düşünmemiştik. Artık sonyıllarda özel idare, belediye, milletvekili arkadaşlarımızın gayretleri ile hep beraber Manisa'nın bu zenginliğini ayaklandırmaya çalışıyoruz. Manisa' da bir de termal potansiyel var, biz tüm bunları Turizmin içine katmaya çalışacağız" diye konuştu.

 

Ankara'da resimlerin çerçeveleri boyanırken eserlerin zarar gördüğü iddialarına cevap veren Günay, "Eserlerin zarar görüp görmediği henüz belli değil. Şimdi müzelerimizde çok ciddi yenilemeler yaptık, 300 eser vardı şimdi 800'e kadar eser sergiliyoruz. Birçok kurumdan müzeye eserler geldi. Müzede çalışan arkadaşlar, sanıyorum iyi niyetle çerçevelerde bazı düzenlemeler yapmaya çalışmışlar. Bu çerçeveler ile ilgili çalışmalarda eserlere de boya sıçramış, bunun böyle olup olmadığını araştırıyoruz. Ancakmüze personeli arasındaki sürtüşmeler, biraz olayı basına abartmış şekilde yansıtmıştır. Zarar gören eser var mı, önümüzdeki günlerde ortaya çıkacaktır. Şuanda özel bilimsel komisyon konunun üzerinde çalışıyor. Resim ve Heykel müzesi bundan birkaç yıl önceye göre Türkiye'nin yüz akı mekanlarından birisi haline gelmiştir. Müze müdürü de soruşturma kapsamında açığa alınmıştır" dedi.

Turizm Gazetesi, 26.03.2012

NEVE ŞALOM'UN CEMAAT HAN'I OTEL OLACAK

 

 

İstanbul Karaköy Bankalar Caddesi’ndeki eski Sümerbank binasına 86 yataklık ‘7 yıldızlı’ otel yapımına devam eden işadamı Yılmaz Ulusoy, projeye komşu durumda bulunan Cemaat Han’ı Neve Şalom Vakfı’ndan 5 milyon dolara satın aldı. Ulusoy, Cemaat Han’ın yerine 58 yataklı bir otel yapıp Sümerbank otel projesine ekleyecek. Böylelikle Ulusoy’un otel projesi 144 yatağa çıkacak.

Son yıllarda otel ve restoranlar hayata geçirmek için yatırımcıların yarıştığı, aslına sadık kalınarak yapılan renövasyon projeleriyle İstanbul’un en gözde turistik mekanı haline gelen Bankalar Caddesi’nde projeler son hızıyla devam ediyor. ING Bank’a ait Tütün Han’ın satışa çıkarılmasından sonra 25 milyon dolar bedel biçilen bina için 25 taliplinin sıraya girmesi bölgenin cazibesini ortaya koyarken, mevcut yatırımcılar da henüz el değmemiş binaların sahibi olmak için yarışıyorlar. Geçen hafta Bankalar Caddesi’nde hanları butik otele dönüştürme yarışında Yılmaz Ulusoy ilginç bir satın alma gerçekleştirerek dikkatleri üzerine çekti. 2010 yılında 9 milyon 250 bin dolara tarihi Sümerbank binasını Simurg Turizm’den satın alan Yılmaz Ulusoy, burası için geliştirdiği 7 yıldızlı otel projesinin yapımına devam ederken, Neve Şalom Vakfı’na ait Cemaat Han’ı gözüne kestirdi. Uzun zamandır bina için görüşmelerini yürüten Ulusoy, 5 milyon dolara vakıf temsilcilerini ikna etti.

Karaköy’deki Bankalar Caddesi'nde önceki yıl Yılmaz Ulusoy’un eski Sümerbank binasını otele çevirmek için almasından sonra Akfen'in patronu Hamdi Akın da Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait Kozluca Han'ı için 200 odalık bir otel projesi gündeme getirdi. Cadde üzerindeki adı duyulan satın almalardan Koçak Gold'un sahibi İsmet Koçak, Generali Sigorta binasını 30 milyon TL'ye satın almıştı. Noa Group Yönetim Kurulu Başkanı İlhan Açıkgöz de caddede 200 yıllık bir işhanında 118 odadan oluşacak iki butik otelin yapımına başladı.

Zülfaris Sinagogu içerisinde bulunan 500’üncü Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi’nin hemen yanındaki Cemaat Han için Neve Şalom Vakfı’yla uzun süre pazarlıklar yaptıklarını ifade eden Yılmaz Ulusoy, “Sinagogun bulunduğu komşu araziyi çok istedim ve cemaat temsilcileriyle yaptığımız görüşmeler sonucunda onları ikna ettim. 5 milyon dolarlık bir satın alma oldu” diye konuştu. Eski Sümerbank binasına 86 yatak sığacağını belirten Ulusoy, Cemaat Han’ın da projeye katılmasıyla 58 yatağın daha ekleneceğini söyledi. Yılmaz Ulusoy böylelikle otel projesinin toplam kapasitesinin 144 yatağa ulaşacağını ifade etti.

Habertürk, Haber: Ünsal Ereke, 26.03.2012

POMPEİOPOLİS ANTİK KENTİ KAZI BAŞKANI KASTAMONU ÜNİVERSİTESİ'NE GEÇTİ

 

Pompeipolis antik kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Latife Summerer, Kastamonu Üniversitesi’ne geçti.

 

Almanya Münih Üniversitesi ile Taşökprü Belediyesi işbirliğiyle kazı çalışmalarının yürütüldüğü Pompeipolis Antik Kenti’nin Kazı Başkanı Prof.Dr. Latife Summerer, Münih Üniversitesi’nden ayrılarak, Kastamonu Üniversitesi ile protokol imzaladı.

 

Summerer’in nisan ayında Kastamonu Üniversitesi’nde göreve başlayacağı ve daha sonra açılacak olan Arkeoloji Bölümü’nün başkanlığını yürüteceği öğrenildi.

 

Kastamonu Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Seyit Aydın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Arkeoloji Bölümü’nün araştırma merkezinin Pompeipolis kazılarının devam ettiği Taşköprü İlçesi'nde bulunacağını ifade ederek, “Arkeoloji Bölümü’nü bu yıl içerisinde faaliyete geçirmeyi planlıyoruz. 3 kişilik öğretim kadrosunu tamamlarsak öğrenci de alabileceğiz” dedi.

 

Pompeiopolis Kazı Başkanı Prof.Dr. Latife Summerer de, 6 yıldır yürüttükleri Pompeiopolis kazılarının başta Karadeniz arkeolojisi olmak üzere, ülke arkeolojisindeki öneminin kendisinin Kastamonu Üniversitesi’ne gelmesini sağladığını ifade etti.

 

Summerer, Pompeipolis Antik Kenti kazılarının yerli kazı statüsüne alınması için çalışma içerisinde olacaklarını vurgulayarak, “Yerli kazı statüsüne geçmesiyle Pompeiopolis antik kentinde kazı süresi uzayacak ve çalışmalar ivme kazanacaktır” diye konuştu.

haberler.com, 26.03.2012

TYANA KAZILARI YENİDEN BAŞLASIN

 

 

Tyana Krallığı'nın Başkenti olan günümüzde Bor İlçesi Kemerhisar beldesi içinde kalan bölgede 2002 yılında İtalya’nın Padova Üniversitesi başlatılan kazıların devam etmesi isteniyor.

 

Niğde Kapadokya’nın Başkenti kitabı, Niğde Spor Tarihi Kitabı, Niğde Söylence Şaka Fıkra kitabı ve Bor Şehri kitaplarının da yazarı olan Ömer Fethi Gürer Niğde’nin öneminin fark edilmesi için için bu kazının çok önemli bir girişim ve aydınlanma olacağına vurgu yaptı. Ömer Fethi Gürer kitaplarında geniş olarak anlatıldığı bölge için şunları söyledi:

 

“Tyana birkaç satırla anlatılamaz. Her adımı bölgenin tarihidir. Hititlerin Tuwanuva, Roma döneminin Tyana’sı birçok medeniyetin yerleşme alanı olmuştur. Binlerce yıllık tarihin en önemli süreci bölge için MÖ 30 – MS 395 yılları arasıdır. Bulgular bu dönemin en parlak dönem olduğunu göstermektedir. Su kemerleri, Saraylar, Tapınaklar ile kent donanmış ve su kemerleri canlı tanık olarak günümüze ermiştir.. Dönemin izleri taşıyan Gorge kabartması, Kenthaur ile vahşi hayvanların mücadelesinin tasvir edildiği friz parçası, Kros ve Herakles heykeli, Zeus tasviri, Pseudon kabartması Niğde Müzesi’nde sergilenmektedir. Yapılan kazılarda yeni bulgularda açığa çıktı özellikle mozaikler üzerinde hayvan figürleri dikkate değerdir. Bölgede dünün izleri her yerde bulunmaktadır. Kazı alanın çevresi ile Kemerhisar da daha geniş bir alanda yaygın dün izleri vardır. Hiç Şüphesiz Kapadokya Krallığına Başkent olmuş MÖ 3. yüzyıldan başlayarak Kuzey Torosların merkezi bölgede Anadolu Bizans dönemi , MS 600’lü yıllardan itibaren Sasani ve Pers ardından Arap saldırıları bölgenin tahribatına neden olmuştur 11. yüzyılda Selçuklular ile bölge önemini yitirmiştir. Onca savaşın yaşandığı bölge birden çok yıkılıp yeniden inşa edilmiştir. Niğde ili genelinde çok yerde bölgeden getirilen sütun, sütun başı ve kabartmalar vardır. Yer altından çıkacak da yüzlerce eser bilinendir. Belediye kepçesi ne zaman yer altına inse bir tarihi eser antik bölgede açığa çıkmakatdır. Bu bölge hızla açığa çıkarılması şarttır” dedi.

 

Gazeteci Yazar Ömer Fethi Gürer Kemer Hisar’da devam eden Tyana Kent Kazılarında on yıldır yol alınamadığını belirterek kazının bakanlığın ve kurumların desteği ile bir yıl boyunca sürmesi halinde batık kentin çıkabileceğini söyledi.

 

Ömer Fethi Gürer Turizm bakanlığının duruma el koymasını ve Niğde Valilik, Niğde Belediyesi, Şahenk gruplarının işbirliğini ile kazının hızlandırılması yönünde adımlar atılmasını istedi.

 

Facebook ve Twitter’de paylaştığı mesajlarında da kamuoyu oluşturma girişiminde bulunan Ömer Fethi Gürer şöyle dedi –“Niğde Bor Kemerhisar Beldesinde antik kent kazı çalışmaları on yıldır devam ediyor ama yılda iki hafta İtalyanlarca çalışma yapılıyor. Tyanallı Appolonun’da doğduğu yer de olan bu bölge kazısı böyle giderse antik Tyana’yı görmemiz hayal olacaktır. Efes kadar önemli bir kent açığa çıkacağı yetkililerin ifadesinde yer bulan Tyana için bir kampanya başlatılmalı ve kazı bir yıl sürekli devam etmelidir. Kazı Niğde tarihi ve turizm ile ilgili dokusunu değiştirecek bir olaydır. Niğde Üniversitesi, Niğde Belediyesi Başta Şahenklerin NTV ve Garanti Bankası olmak üzere Niğdeli tüm kurumlar bu kazıya sahip çıkmaya çağırıyorum. Konuyu erebildiğim her yerde gündeme taşıyacağım siz de Turizm Bakanlığına, Niğde Valiliğine, Niğde Belediye başkanına, Niğde Milletvekillerine, konuyu yansıtın. Niğde Vakfımız, Niğde Dernekler federasyonumuz Niğde kitle örgütleri konuya eğilsin bacasız sanayi ile bölge gelişimi için bu bölge açığa çıkması aş iş ve ilgi doğmasını sağlayacaktır.”

 

Ömer Fethi Gürer farklı kentlerde örneklerden yola çıkıldığında büyük ve önemli kazıların süreklilik ile açığa çıkmasının olası olabildiğine dikkat çekerek Kemerhisar bölgesi antik Tyana Krallığının başkentidir. Burası çok önemli bir bölge olduğu birçok tarih kitabında yer almaktadır. Onlarca tarihi eser parçalanmış ya da yağmalanmıştı. Günümüzde ise erilen koşullar ile bunları korumak ve sahiplenmek olasıdır. Kemerhisar kazıları mutlak surette destekleyici sağlanarak Üniversite, Niğde belediye ve valilik desteği ile gelişmelidir. Niğde merkeze kısa mesafeli bu bölgede açığa çıkacak yeni bulgular Niğde için turizmin kapısını açacaktır. Herkes bu bağlamda katkı ve destek vermelidir. İtalyanlar eğer yıl boyu bu kazıyı yapamayacaksa Bakanlık mutlaka ülkemiz üniversiteleri ve Niğde üniversitesini bu alanda buluşturmalıdır. Valiliğimiz, belediye bu bağlamda yapabilecekleri farklı kent örnekleri ile ortadadır. Bir an önce konuya duyarlı yaklaşılması şarttır Turizm bacasız sanayidir. Turizm ile yüzlerce fabrikada çalışacak kişi birkaç önemli turizm alanın açığa çıkması ile oradan iş ve aş sağlaması olasıdır. Hayvancılık-tarım-sanayi yanında Niğde mutlaka turizmden pay almalıdır” dedi.

Turizm Habercisi, 26.03.2012

HADRİANAUPOLİS ANTİK KENTİ KAZILARI

 

Karadeniz’in Zeugması olarak adlandırılan Hadrianaupolis antik kentindeki kazılara, bu yıl 1 Ağustos’ta başlanacağı bildirildi.

 

Kazı Başkanı Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Vedat Keleş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Karabük’ün Eskipazar İlçesi'nde MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen antik kentteki kazı çalışmalarının, bu yıl 3 arkeolog, çok sayıda uzman, öğrenci ile işçilerin yer aldığı yaklaşık 50 kişilik ekiple yapılacağını söyledi.

 

Hadrianaupolis’teki kazılarda, Anadolu’da örneklerine hiç görülmeyen bazı zemin mozaiklerinin turizme kazandırılması için çalıştıklarını vurgulayan Keleş, bu yıl ki kazılara 1 Ağustosta başlayacaklarını ve 1 Ekim’de bitireceklerini belirtti.

 

Geçen yıl yaptıkları kazılarda antik kentte daha önce oluşan tahribatı gidermek ve bir daha oluşmasını engellemek için çalışmalar yaptıklarını hatırlatan Keleş, şunları kaydetti:

“Bu yıl kazılarda restorasyon ve konservasyon yapılacak. Kazı evi yapımı olacak. Bu nedenle kazılara geç başlıyoruz. Bu yıl Kilise B’nin üstü kapatılacak. Kilise B yapısının zemininde yer alan Dicle, Fırat, Geon ve Phison ırmaklarının ikonografik anlamda tasvir edildiği taban mozaikleri, üstlerinin kapanmasının ardından turizme açılacak. Hamam A ve Kilise A’da ise restorasyon ve konservasyon çalışmaları yapılacak. Villa, Hamam B’de de çalışmalar yapılacak.”

haberler.com, 26.03.2012

SUR DİBİNDE KEPÇELERLE OPERASYON

 

 

Fatih Belediyesi tarafından 2005 yılında Ayvansaray’ı canlandırma amaçlı yenileme alanı kapsamına alınan 16 bin metrekarelik alanda inşaat başladı. Koruma Kurulu ve İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’nün izni olmadan tarihi alanda hafriyat çalışmaları yapıldı.


Oysa sit alanı olan Tarihi Yarımada içinde müze uzmanları olmadan kesinlikle hafriyat yapılamayacağı belirtiliyor. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin de kazılardan haberi yoktu. İstanbul Arkeoloji Müzesi arkeologları dün çalışma yapılan yere giderek rapor tuttu. Rapor bugün Koruma Kurulu’na iletilecek. 

Tarih fışkırıyor
Ayvansaray Türk Mahallesi Fatih Belediyesi tarafından 2005 yılında kentsel yenileme alanı olarak ilan edildi. 2005 yılında restorasyonları başlatılan Tekfur Sarayı, Anemas Zindanları ve Emir Buhari Tekkesi’nin hemen yanında yer alan mahalle, aynı zamanda Meryem Ana Ayazması ve kayıp eski eserlerden Toklu İbrahim Dede Mescidi gibi tarihi ve turistik yapıları da kapsıyor.

 

1.5 hektarlık bir alanda 64 parselden oluşan Avyansaray Türk Mahallesi, İstanbul surlarının çevrelediği ve sahabe mezarlarının bulunduğu küçük bir adacıktan oluşuyor. Proje sınırları içinde kalan 2859 Ada’da başlayan hafriyat çalışmaları müzeden bağımsız yapılıyor.

 

Proje 16 adet 2 – 3 katlı eski binadan ve 30 – 32 adet yeni binadan oluşuyor. Yeni yapılan binalar ise yine 2 – 3 katlı dokuya uygun çelik strüktürlü binalar. Projede, binalara ek olarak 2–3 katlı bir motel binası ve bir meydan da bulunuyor.


Yenileme alanlarına bakan İstanbul Yenileme Alanları Koruma Kurulu’nun henüz avan projeyi değerlendirdiği, projenin onaylanmadığı belirtildi. Buna rağmen hafriyatın özellikle cumartesi günü yapılması arkeologları da şaşırttı. 

Proje henüz onaylanmadı
Sultanahmet’teki kaçak 5 katlı otel inşaatının bir benzerinin Ayvansaray’da yapıldığını ileri süren arkeologlar, hafriyatın durdurulmasını istedi. Arkeoloji Müzesi arkeologları da dün bölgede rapor tuttu.

Radikal, Fotoğraf: İdris Emen, 26.03.2012

 

******


TARİHİ YARIMADA'YA GİREN İŞ MAKİNELERİ İÇİN TUTANAK HAZIR

 

Ayvansaray’da izinsiz kazı için İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları tespit tutanağı hazırladı. Tutanak Fatih Belediyesi ve İstanbul Yenileme Alanları Koruma Kurulu’na gönderildi. Hafriyatın durdurulması istendi. Radikal izinsiz kazıyı 25 Mart günü ‘Sur dibinde kepçelerle operasyon’ başlığı ile duyurmuştu.


Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir haber üzerine telefonla arayarak ‘‘ Hafriyat yapmıyoruz, sadece toprağı düzledik. Derin bir çalışma yapmadık. Osmanlı, Bizans ayrımı yapmadan her türlü tarihi korumak için elimizden geleni yapıyoruz. Ayvansaray’da çok sayıda yapıyı koruma altına aldık’’ dedi. İstanbul Arkeoloji Müzesi ise haberimizi ihbar kabul ederek yerinde inceleme yaptı. Fotoğraf çekerek hazırlanan inceleme tutanağında ‘‘Müdürlüğümüze yapılan telefon ihbarı neticesinde Ayvansaray Mahallesi’ne gidilerek hafriyat çalışmaları gözlemlenmiş ve fotoğraflar çekilmiştir. Müzemiz bilgisi dışında tarihi sit alanı içinde izinsiz müdahalede bulunulduğu gözlemlenmiş, makineleri ile alan tahrip edilmiş, oldukça da zeminden aşağıya inilmiştir’’ denildi.


Haberde 2005’te Türk Mahallesi adlı projeyi aldığı belirtilen Ütopya Mimarlık ise bir açıklama yaptı. Açıklamada ‘‘Biz 2007 yılında kurulduk. Firmamız ihale almış değil. Sadece taşeron olarak proje çizimlerini yaptık. İnşaat ve hafriyat çalışmaları ile firmamızın ilgisi yoktur’’ denildi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 28.03.2012

 

******


FATİH BELEDİYESİ: HATA YAPTIK

 


Belediyenin Radikal e açtığı alan, 1 metre derinliğinde kazılmış.

 

Ayvansaray’da 2005’te yenileme alanı ilan edilen 16 bin metrekare alanı kapsayan Türk Mahallesi’nde müze denetimi olmadan yapılan hafriyat çalışmasında hata yapıldığını Fatih Belediyesi de kabul etti. Belediye Başkan Yardımcısı Talip Temiz, ‘‘Güzel bir proje yaptığımızı düşünürken müzeden uzman istemeyerek hata yaptık ve projenin imajını zedeledik’’ dedi.
Ayvansaray’da Radikal’in ortaya çıkardığı izinsiz kazı çalışması için Fatih Belediyesi inşaat alanını gazetemize açtı. İş makineleri durmuş, inşaat alanının çevresi demir levhalarla kapatılmış durumda. Tabandan 1 metre kadar aşağıya iş makineleri ile kazı yapılmış. Tüm bunları yerinde gördükten sonra Başkan Yardımcısı Temiz’e sorularımızı yönelttik. Temiz özetle şunları söyledi:
‘‘2005 yılında bu proje, Yenileme Kurulu tarafından avan proje onaylandı. Burada 15 tescilli bina restore edilecek. Hafriyatın yapıldığı alan, projede otel olarak ayrılan yer. Burası bir fabrikaydı. Fabrikadaki eski yapıları yıktık. Temel kazısı yapmadık. Jeoradar sistemiyle inceletmiştik, tarihi esere rastlanmadığı için de müzeden uzman çağırmaya gerek duymadık. Ancak hata yapmışız. Müzeden uzman istedik. Onlar gelmeden hiç bir işlem yapmayacağız. Harabe haldeki bir mahalleyi turizme katmak düşüncesiyle 5 yıldır uğraş verdiğimiz bir projeyinin imajını bir hata ile bozduk. İnanın art niyet yok. Sadece doğru bildiğimiz ama bürokratik işlediğimiz hata söz konusu.’’ 

Projede neler var?
Ayvansaray yenileme alanında toplam 69 parsel var. Bu parsellerden 4’ü anıt eser, 15’i sivil mimarlık örneği yapı. Alanda toplam 149 hissedar bulunuyor. Görüşmeler neticesinde 7 parsele ait toplam 17 hissedar ile satış/konut sözleşmesi yapılmış. Projede 50 konut, 5 ticaret, 1 otel, 15 adet sivil mimarlık örneği yapı, 1 katotoparkı ve sosyal tesis planlanmış.

‘Hayat dolu mahalle boşaltıldı’
Fener Balat Ayvansaray Derneği (FEBAYDER) Fatih Belediyesi ve Şener Holding hakkında suç duyurusunda bulunacak. FEBAYDER’den Çiğdem Şahin, “Tokludede 70 ailenin yaşadığı hayat dolu bir yerdi. Ama belediye ve firma mahalleyi tamamen boşalttı, geriye evini satmayı reddeden 5-6 aile kaldı. Şimdi de denetimsiz kazı yapıyorlar. Mahallemizde yasadışı inşaat, denetimsiz kazı istemiyoruz” dedi. Açıklamaya Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası da destek verdi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, Fotoğraf: İdris Emen, 30.03.2012

 

******


Basın Açıklaması:

Değerli Basın Mensupları ve Kent Hareketleri Bileşenleri  

Fener-Balat-Ayvansaray halkı olarak, son yıllarda Fatih Belediyesinin TARİHİ YARIMADA içinde sürdürdüğü ya da sürdürülmesine izin verdiği tarihi katliamları; Arkeoloji Müzesinden habersiz ve Koruma Kurul Kararları olmadan denetimsiz yapılmasına göz yumduğu yeraltı eserlerine ve arkeolojik kalıntılara zarar verici nitelikteki kazı çalışmalarını ve yine yasalara aykırı şekilde gerçekleşmesine müsaade edilen birinci derece tarihi eserlerde tahribat yaratıcı nitelikteki inşaat faaliyetlerini, bölgeyi adeta istila eden dozer ve kepçe trafiğinin her gün yaşamımızda yarattığı psikolojik taciz de düşünüldüğünde dehşet ve şaşkınlık içinde izlemekteyiz. 

Bizler yıllarca tarihi yapıları koruma amaçlı 2683 nolu yasa ve Anıtlar Kurulunun sıkı denetiminden dolayı evlerimizin bakımını yapmaktan, akan çatılarımızı onarmaktan, hatta rengi solan duvarlarımızı boyamaktan mahrum edildik. O çok kullanılan tabirle evimize çivi çakmak için bile Anıtlar Kurulundan izin almak zorunda bırakıldık. Birçok komşumuz evine küçücük bir müdahalede bulundu diye yıllarca mahkemelerde süründü, para cezası ödemek zorunda kaldı. Şimdi deniyor ki evlerinize bakmamışsınız biz geleceğiz ve gerekeni yapacağız;Ve gereken olarak yaptıkları Sulukule’de  ve Tarlabaşında görüldüğü gibi yıkım, katliam… 

Sonuçta önemli olan soru şudur? Son yıllarda ülkemizde ne değişti ki dün sımsıkı korunan tarihi yapılarımızın, bugün belediyeler tarafından, kurullar tarafından onaylanmış projelerle toplu halde yıkımına izin verilmektedir? Bu nasıl bir çelişkidir ki daha dün tarihi sit alanlarında kuş uçurtulmayan, en küçük inşaat ya da kazı faaliyetinde ortalığın ayağa kaldırıldığı Türkiye’de bugün belediyeler bu derece pervasızca yıkım yapabilmekte, yıkılan tarihi binaların yerine modern binalar inşa edebilmekte, Arkeoloji Müzesinin haberi bile olmadan ya da Koruma Kurullarının onayı bulunmadan izinsiz, belgesiz, denetimsiz yerin kat be kat altına inen kazılar yaparak ya da yapılmasına göz yumarak yer altındaki arkeolojik zenginliğe telafisi mümkün olmayan zararlar verilmesine sebep olabilmektedir. Üstelik ne ironidir ki bütün bu faaliyetlerin ‘tarihi koruma ve yaşatma’  adına yapıldığı iddia edilmektedir. 

Bölgeyi tanıyan herkes bilir ki 8500 yıllık bir geçmişi olan ve birçok kültüre, dine, medeniyete ev sahipliği yapmış bölgemizin, toprağının üstünde kalan kısmı kadar altında kalan kısmı da aynı değerdedir. İçinde yaşamakta olduğumuz tarihi yarımada bütünüyle bir höyüktür ve arkeolojik açıdan denetimsiz hiçbir müdahaleye izin verilemeyecek kadar mutena bir bölgedir. Bu tür tarihi ve arkeolojik açıdan değerli yerlerde gerekli arkeolojik rapor olmadan, Arkeoloji müzesi Müdürlüğünün izni ve Koruma Kurulunun kararı olmadan herhangi bir müdahalenin gerçekleştirilmesi 2683’e göre de 5366’ya göre de mümkün değildir. 

Oysa uygulamalara baktığımızda, Fatih Belediyesi - Sulukule’de olduğu  gibi-  yasanın öngördüğü şekilde herhangi bir ciddi arkeolojik araştırmaya baş vurmadan, gerekli raporları hazırlamadan, Koruma Kurulu ve Arkeoloji Müzesinden gerekli izinleri almadan gece yarıları ya da sabah namazı, kuşluk vakti gerçekleştirdiği kepçe operasyonları ile yerin dibine kadar kazı yapmakta, bu esnada yer altında bulunan arkeolojik kalıntılara bilinçli olarak zarar vermektedir.  Bu arada bütün bu faaliyetler gizlice ve sinsice yapıldığı için yer altında hazine bulunmuş olsa bile bundan kimsenin haberi olmamaktadır. Şimdi bu durumda ülkemize ait bu hazinelerin ya da arkeolojik değerlerin güvenli ellerde olduğunu kim iddia edebilir, biri orada çıkan arkeolojik kalıntıları yok etse, ortadan kaldırsa ya da bir küp altın bulup el koysa bundan kimin haberi olacaktır, kim bu konuda gerekli tedbirleri alacaktır. Tedbir alması, denetlemesi gereken belediye zaten bu kazıları gizlice yapıyorsa ve buradaki eserlere bizzat kendisi zarar veriyorsa, belediyelerden bu tarihi ve arkeolojik değerleri kim nasıl koruyacaktır. Birileri bunları ortaya çıkarıp suç duyurusunda bulunduğu zaman bir şey değişecek midir peki? 

BİZ FENER-BALAT-AYVANSARAY HALKI OLARAK FATİH BELEDİYESİNİN BUKONUDAKİ SUÇUNU ORTAYA ÇIKARDIK VE 29 MART PERŞEMBE SAAT 11.00’de AYVANSARAY TOKLUDEDE PANRKINDA YAPACAĞIMIZ BİR BASIN AÇIKLAMASIYLA HEM FEBAYDER OLARAK HEM DE KENTİNE HER KONUDA SAHİP ÇIKAN KENT HAREKETLERİ BİLEŞENLERİ OLARAK BU OLAYI PROTESTO EDECEĞİZ. AYRICA YAPACAĞIMIZ BASIN AÇIKLAMASI İLE DAHA BİRKAÇ GÜN ÖNRCE YETKİLİ KURUMLARI GEREKTİĞİ GİBİ BİLGİLENDİRMEDEN VE GEREKEN İZİN VE ONAYI ALMADAN AYVANSARAY’DA GİZLİCE BAŞLATILAN BİR İNŞAAT ÇALIŞMASINA VE ZEMİNDEKİ ARKEOLOJİK KATMANLARA ZARAR VERECEK ŞEKİLDE KEPÇEYLE KAZI YAPILMASINA MÜSAADE ETTİĞİ İÇİN FATİH BELEDİYESİ HAKKINDA SAVCILIĞA SUÇ DUYURUSUNDA BULUNACAĞIZ. 

Siz Basın Mensuplarını ve kentimizin tarihi, kültürel ve arkeolojik değerlerine sahip çıkmak adına duyarlı davranıp bize destek olmak isteyen bütün kurum, kişi ve platform temsilcilerini Perşembe sabahı saat 11.00’de Tokludede Parkında yapacağımız Basın açıklamasında aramızda görmek dileğiyle...

VARLIĞINIZ GÜCÜMÜZÜ Ve DİRENCİMİZİ, SESİNİZ SESİMİZİ ÇOĞALTACAKTIR… 

Fener-Balat-Ayvansaray halkı adına: FEBAYDER /Fener-Balat-Ayvansaray Mülk Sahiplerinin ve kiracıların Haklarını Koruma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği

İstanbul’umuzun tarihi, kültürel ve arkeolojik değerlerine sahip çıkmak adına: KENT HAREKETLERİ Bileşenleri

SULTANAHMET KORSANLIĞI

 

 

İstanbul’un en turistik yerlerinden biri ve 400 yıllık şaheser olan Sultanahmet Camisi’nin girişine, tarihsel dokuyu hiçe sayan bir engelli rampası konuldu. Anıtlar Kurulu’nun veya Vakıflar’ın rampadan haberi yok. Hürriyet Gazetesi'inden Sefa Kaplan'ın haberine göre İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Prof. Ahmet Emre Bilgili, ‘olay yeri’ne gidip metal özürlü rampasını gördükten sonra, “Evet burada belki böyle bir düzeneğe ihtiyaç var ama bu yapılan felaket bir şey” dedi ve ekledi:

“Böyle muhteşem bir mimariye bunu eklemeyi kim akıl etmiş olabilir doğrusu bilmiyorum. Tarihi eserlere böyle bir ilave yapılacağı zaman Anıtlar Kurulu’ndan izin almak gerekir. Ben araştırdım, maalesef böyle bir izin alınmamış. Anıtlar Kurulu, Sultanahmet Camii gibi bir tarihi eserin bütünlüğünü bozan ve güzelliğini örseleyen böyle bir projeye asla izin vermezdi.”

Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Uğur Tanyeli ise şunları söyledi:
“Bu gibi çok önemli tarihsel yapılarda engelliler için tedbir alırken başka kamusal yapılarda olduğu kadar ‘özgür’ davranamayız. Öncelikle yapmak istediğimiz katkının mimari kalitesiyle ilgilenmemiz gerekir. Dört yüzyıllık bir anıta herhangi bir soğuk demirciyle alüminyumcunun elinden çıkma bir rampa eklenemez. En azından bu işin ciddi bir mimari tasarım işi olduğunu fark etmek zorundayız. Tarihsel anıtın mimari düzeyi ona yapılacak yeni eklemenin de yüksek olmasını gerektirir. Ayrıca, sadece bu tarihsel cami değil, engelliler de bu sefil metal rampadan daha iyisini hak ediyordur herhalde.”

Arkeolog, Arkeoloji ve Sanat Dergisi editörü Nezih Başgelen de Sultanahmet’teki korsan rampa için şunları söyledi: Sultanahmet Camii İstanbul’un simge anıtlarından birisi olması yanı sıra  Osmanlı mimarlığının da çok değerli yapılarının başında gelen bir şaheserdir. Buraya yapılacak her türlü müdahalenin çok iyi düşünülüp, defalarca irdelenip bu özgün yapıya has çözümler geliştirilerek uygulanması gerekmektedir. Günümüz kamusal hizmet yapılarına, okullarına ya da benzeri binalara uygulanan bir sistemin, göz bebeğimiz gibi bu denli titizlikle korunması gereken benzersiz bir ata yadigarına alelacele uygulanmasını çok yadırgadım. Bu mutlaka bir zorunluluksa bile çok daha şık ve uygun bir çözüm geliştirilebilinirdi. Sultanahmet gibi benzersiz bir eserimize de böyle bir hassasiyet ve özen gösterilmesi yakışırdı diye düşünüyorum. Şimdiki manzara kaygı verici.”

Yapı, 26.03.2012

WELCOME TO THE SULTANAHMET ŞANTİYESİ

 

Turizm sezonun açılmasıyla birlikte Sultanahmet meydanını görmeye gelen turistleri inşaat çalışmaları karşılıyor. Mart ayında başlanan düzenleme çalışmaları nedeniyle tarihi meydan şantiyeye döndü. Tarihi yarımadayı gezmek için gruplar halinde gelen turistler inşaat çalışmalarının içinden geçerek meydanı dolaşıyor.

Büyükşehir Belediyesi'nden alınan bilgiye göre, Topkapı Saray önü ve çevresi düzenleme çalışmaları Eylül 2012 tarihinde tamamlanacak. Meydandaki havuzlu parkın yenilenmesi çalışmaları için korunmaya değer olmayan ağaçlar Fatih'in başka noktalarına taşındı. Çim zemin sökülerek temizlendi. Belediye yetkililerinin verdiği bilgiye göre halihazırda 5 bin 500 metrekare olan yeşil alan miktarı çalışma sonrasında da aynen korunacak. Çalışmanın 2.5 ay içerisinde tamamlanacağı öğrenildi.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 26.03.2012

'EN-EL HAK'A REKOR FİYAT

 

 

Erol Akyavaş'ın 2.7 milyon TL'ye satılan "En-el Hak" adlı tablosu, Burhan Doğançay'ın "Mavi Senfoni"siyle birlikte çağdaş Türk sanatının en pahalı tablosu rekoruna sahip oldu.

 

Dün Antik A.Ş.'de düzenlenen müzayedeye Erol Akyavaş'ın 1.2 milyon TL açılış fiyatıyla çıkan "En-el Hak" adlı tablosu 2.2 milyon TL'ye satılarak, Burhan Doğançay'ın "Mavi Senfonisi"yle birlikte çağdaş Türk sanatının en pahalı tablosu rekoruna sahip oldu.

Doğançay'ın "Mavi Senfoni"si de 2009'da 2.2 milyon TL'ye alıcı bulmuştu.

Erol Akyavaş'ın bugüne kadar satılan en pahalı tablosu unvanını da kazanan "En-el Hak"ın satış rakamı, vergiler ve çekiç fiyatı eklendiğinde 2.780 milyon TL'ye ulaşıyor.

"En-el Hak"ın "Mavi Senfoni"yle ortak bir geçmişi de var. Her iki resim 1987 yılında I. İstanbul Bienali kapsamında Askeri Müze sergi salonunda yan yana sergilenmişti.

Müzayedeyi yöneten Olgaç Artam da bu duruma dikkat çekerek Milliyet Gazetesi'ne şunları söyledi: "Biz 'En-el Hak'ın bu fiyata çıkacağını tahmin ediyorduk. Çünkü I. İstanbul Bienali'nde 'En-el Hak' ile yan yana 'Türk resminin başyapıtları' olarak sergilenen Akyavaş'ın diğer tabloları 'Kuşatma' ve "Vav' ile Burhan Doğançay'ın 'Mavi Senfoni', 'Muhteşem Çağ' tablolarını da rekor fiyatlara satmıştık. Bunlar Türk resminin sayılı eserleri. Müzayedeye de çok güzel bir ilgi oldu. Çağdaş sanat piyasasına olumlu bir katkısı olduğunu düşünüyoruz."

Yaklaşık 500 kişinin izlediği müzayedede, Orhan Peker'in "Ayçiçeği Tarlası"nda adlı eseri 695 bin TL'ye alıcı bularak sanatçının kendi rekorunu kırdı. Ferruh Başağa'nın "Kırmızı Güvercinler"i 165 bin, Nejad Melih Devrim'in çalışması 215 bin, Burhan Doğançay'ın "İsviçre Duvarları" da 150 bin TL'ye satıldı.

En pahalı yapıtlar
İstanbul Bienali'nde yan yana sergilenen Türk resminin başyapıtlarının satışı da geçen yıllarda Antik A.Ş. tarafından yapıldı. Erol Akyavaş'ın "Kuşatma"sını Nezih Barut 2.6 milyon TL'ye, "Vav"ını Zafer Yıldırım 1.262 bin TL'ye, Doğançay'ın "Mavi Senfoni"sini 2009'da Murat Ülker 2.7 milyon TL'ye, "Muhteşem Çağ"ını ise 2004'te İstanbul Modern 100 bin TL'ye satın almıştı.

Cnn Türk, 26.03.2012

EN ESKİ SATIŞ SENEDİ MARDİN'DE

 

 

3 bin yıl önce iki kişi arasında ve şahitliklerle yapılan meyve bahçesi satışının senedi, Mardin Müzesi’nde sergileniyor.

 

MÖ 7-8. yüzyıla ait olan ve bir meyve bahçesinin satışına ilişkin senedin çok sayıda yerli ve yabancı turisti Mardin’e çekmesi bekleniyor.

 

Mardin Müze Müdürü Nihat Erdoğan, “Prof.Dr. Hayat Erkanal başkanlığında Nusaybin İlçesi'ne 4 kilometre uzaklıktaki Gırnavaz Höyüğü’nden 1994 yılında gerçekleştirilen kazılarda çıkarılan tabletin, yaklaşık bir yıldır müzede sergilendiğini” söyledi.

 

Yapılan tercüme ve araştırmalar sonucunda tabletin, dünyanın en eski satış tableti olduğunun belgelendiğini bildiren Erdoğan, “MÖ 7-8. yüzyıla ait bu senedin dünyada bundan en eski satış senedi olduğunu fark ettik. Bu nedenle dünyanın ilk tapu belgesi olarak kabul ediyoruz. O dönemde de özel mülkiyet kavramının olduğu ortaya çıkıyor. Bu çivi yazılı tablet, MÖ 7–8. yüzyılda Yeni Asur Dönemi diye tabir ettiğimiz dönemde bir meyve bahçesinin satış senedi. Yaklaşık 3 bin yıl önce bir satış sözleşmesi vermişler. Bu, dünyanın bulunan en eski tapu senedidir. Bu senette ‘Sarri’ ismindeki babanın, 3 oğluna ait meyve ağaçları ve içindeki meyvelerle beraber ‘Nabulu’ ismindeki şehrin kuzeyindeki, nehrin hemen kenarındaki bir meyve bahçesini, ‘İstarnadin’ adlı bir adama satma sözleşmesi yer alıyor. Burada 4 başka adamın mühürleri ile şahitlik yapmaları söz konusudur. Zaten 2900 yıl öncesine gittiğimizde Nusaybin’in eski isminin ‘Nabulu’ olduğunu biliyoruz. Bu eser sayesinde çok sayıda yerli ve yabancı ziyaretçinin Mardin’e geleceğini düşünüyoruz” dedi.

Dünya, 25.03.2012

10 ADIMDA YALI ALTYAPISI

 

 

Eminönü'nden Anadolu Kavağı'na giden vapura binin ya da rastgele bir iskeleden dilenci vapuruna. Kapı kapı gezerken, Boğaz'daki yalılara dair malumata ihtiyacınız olacak ki ukalalık edebilesiniz! Boğaz Hakkında Her Şey kitabından magazinel mercekle derledik...

 

Boğaz adında Hakkında Her Şey çok hoş bir kitap çıktı. Saffet Emre Tonguç ile Pat Yale'ın ince elediği çok belli; dünya kadar detay, anekdot, adres, tüyo, tarihi ve güncel malumat dolu içi. Özellikle yalılara kayıtsız kalmak çok zor. Hem çoğunun daha önce ortaya çıkmamış iç fotoğrafları var, hem de hikayeleri, eski-yeni sahipleri, ufak tefek dedikodularıyla yüzyıllar süren hayatları. Ayrıca da mevsimi geldi. Her gün Eminönü'nden 10:35 ve 13:35'te kalkan vapurlar Anadolu Kavağı'nda mola vermeden önce Beşiktaş, Kanlıca, Yeniköy, Sarıyer ve Rumeli Kavağı iskelelerine uğruyor. Denizden iskele iskele dolaşırken asgari bir altyapınız olmalı ki gerekirse ukalalık edebilesiniz:

1.Yalısını Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışlayan ünlü arkeolog kim?
Robert Kolej'den mezun olan, en çok Karatepe kazısıyla tanınan, Ağahan ödüllü Nail Çakırhan'la evli olan Halet Çambel. 1830'larda Sultan II. Mahmud'un Ermeni bahçıvanı için yaptırılan Arnavutköy'deki Kırmızı Yalı, Halet Çambel Yalısı diye biliniyor.

2."Bebekli Emine Hanım," gafı ne yaptırdı?
Hıdiva Emine, Osmanlı tarihinde paşa unvanı alan tek kadın. Sultan II. Abdülhamit tarafından kendisine hediye edilen yalıyı, rivayet o ki Türk devletine vermek istiyor ama resmi yazışmalar sırasında kendisine "Bebekli Emine Hanım," denince, büyükelçilik olarak kullanılması şartıyla Mısır Devleti'ne veriyor. Bebek'teki Art Nouveau saray yavrusu şu anda Mısır Konsolosluğu ve 2010'daki restorasyonuna methiyeler düzülüyor.

3. Müjde Ar'lı ilk Aşk-ı Memnu ile Binbir Gece dizisinin çekildiği yalı hangisi?
Yeniköy'deki Afif Ahmed Paşa Yalısı. Osmanlı Bankası binası ve Pera Palas Oteli'ni de yapan mimar Alexandre Vallaury tarafından neo-barok tarzda inşa edilmiş. Bir ara Uzan ailesine geçmiş. Sonra Suzan Sabancı Dinçer, yaklaşık 40 milyon dolara satın almış.

4. En yalı zengini semtlerden Yeniköy'den kimler gelmiş kimler geçmiş?
Recaizade Mahmud Ekrem, II. Abdülhamid'e giden bir jurnal yüzünden yalısından taşınmak zorunda kalmış. Tahsin Uzer Yalısı'nın mimarı Sedad Hakkı Eldem. Doktor Hulusi Behçet Yalısı'na adını veren, bulduğu Behçet hastalığına da adını koyan Doktor Hulusi Behçet, Askeri Tıbbiye'yi bitirmiş ve ordinaryüs profesör mertebesine kadar yükselmiş. Rasim Ferid Talay Yalısı'nda Tansu Çiller & Özer Uçuran Çiller çifti oturuyor. Şu anda Gazebo Cafe olan Burhanettin Sezerar Yalısı'na adını veren Prof. Sezerar, Dolmabahçe Sarayı'na elektriği ilk getirenmiş! Osmanlı Hanedanı'nın son figürü Ertuğrul Osman Efendi'nin babası Şehzade Burhaneddin Efendi'nin adını taşıyan yalı, 150 milyon dolara satılık ve dünyanın en pahalı 10 evinden biri olarak listelenmiş.

5. İsviçreli mimar Le Corbusier'nin hayran olduğu, besteci Franz Lizst'in kaldığı, sahibinin Gönül Yazar'a aşık olduğu yalı hangisi?
Kuzguncuk'taki Fethi Ahmed Paşa Yalısı. (Hemen arka tarafta Fethi Paşa Korusu var). Fethi Ahmed Paşa'nın torununun çocuğu olan Şevket Mocan, diğer hisseleri toplayınca onun adıyla da anılır olmuş burası. Demokrat Parti dönemi milletvekillerinden Mocan, uyuşturucu kaçakçılarına ve komünistlere ölüm cezası verilmesini isteyen ilk milletvekili olmasıyla ve çapkınlıklarıyla ünlü. 70'inde, 18'lik 'taş bebek' Gönül Yazar'a ilanıaşkıyla!

6. Ayşegül (Tecimer) Nadir, bahçesinde tarihi bir Kuran bulunup da Türkiye'den Fas'a kaçmadan önce nerede kiracıydı?

Çengelköy'deki Sadullah Paşa Yalısı'nda. Burayı Boğaz'daki en müthiş yalıların başında sayıyor kitabın yazarları. Cumhuriyet dönemi bakan ve hariciyecilerinden Ahmet Ferit Tek'in büyükelçi Seyfullah Esin ile evlenen sanat tarihi doktoru kızı Emel Esin'in, hiç kimse hayatta olmadığı için de Tek-Esin Vakfı'nın şu an bu yalı.

7. Ender Mermerci'nin yalısı, vakti zamanında hangi 'süper star'ın altı günlük kocasına aitti?

Vaniköy'deki Anadolu Kazaskeri Necmeddin Efendi Yalısı, sosyete sayfalarından aşina olduğumuz Ender Mermerci'ye ait. Burası bir dönem Adana'nın varlıklı tekstilci ailelerinden Coşkun Sapmaz'ınmış. Coşkun Sapmaz magazin tarihine Ajda Pekkan'la olan evliliğiyle geçmiş bir isim. Çift, 1973'te evleniyor, ama aile o zamanlar henüz süper olmayan starı veto edince, altı gün sonra boşanıyor.

8. Rahmi Koç'la Pierre Loti'yi buluşturan yalının bitişiğinde Kıvanç Tatlıtuğ'un ne işi var?
Kandilli'de, Rahmi Koç'un sahibi olduğu Kont Ostrorog Yalısı, Boğaz'ın en tarihi binalarından biri. İslam hukuku uzmanı Leon Ostrorog, Osmanlı'ya danışmanlık yapmış. Kontun misafirleri arasında Pierre Loti de varmış. Yandaysa, planlarını Ermeni Balyan ailesinden Garabet Amira'nın çizdiği Abud Efendi Yalısı bulunuyor. Burası, Arap ülkelerinde fenomen olan Gümüş dizisinin çekildiği yer. Şöyle de diyebiliriz: Arap ülkelerinden kadın turist kafilelerinin Kıvanç Tatlıtuğ'un izini sürmek için akın ettiği yer.

9. Boğaz'ın en kıdemli yalısı hangisi?
Anadolu Hisarı'ndaki Amcazade Hüseyin Paşa (Köprülü) Yalısı. 1698'de Sadrazam Hüseyin Paşa için yapılmış. Hemen bitişiğinde, Boğaz'ın Asya yakasındaki en eski ikinci yalısı olan ve Madeleine Albright'tan Oprah Winfrey'ye bir sürü ünlüyü ağırlayıp sıkı PR işlevi gören Zarif Mustafa Paşa Yalısı var. Yine Anadolu Hisarı'ndaki Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı ise mülkiyeti baştan beri aynı aileye ait olan nadir yalılardanmış.

10. Kimin dadısı Tolstoy'un yeğeni?
Prof.Dr. Süleyman Dırvana'yı bazılarımız Bozburun'dan, Seddülbahir adlı 7.5 metrelik resim gibi yelkenlisinden biliriz. Önemli bir cerrah ama aynı zamanda da Türk yelken dünyasının babası desek eğreti durmaz. Rahmetli Süleyman Bey, Kandilli'deki Kıbrıslı Yalısı'nda doğuyor. Dadısı, Tolstoy'un Bolşevik Devrimi'nden kaçan yeğeni! Kanlıca'da kendi adıyla bilinen bu yalının arsasını kendi alıp inşaatını da kendi yapıyor. Zaten de 90'larında hala teknelerin bakımını bizzat kendi yapmasıyla ünlüydü.

Sabah Pazar, Haber: Nur Çintay, 25.03.2012

GİZEMLİ YERALTI ŞEHRİ TURİZME AÇILIYOR

 












 

Aksaray'ın Gülağaç İlçesi'nde Aziz Mercurius Yeraltı Şehri'nde uzmanlarca gerçekleştirilen kurtarma kazıları tamamlandı.

Aksaray Müze Müdürü ve Aziz Mercurius Yeraltı Şehri Kazı Başkanı Yusuf Altın, AA muhabirine, Aziz Mercurius Yeraltı Şehri'nin Kapadokya bölgesinde, Gülağaç İlçesi'ne bağlı Saratlı beldesinde bulunduğunu söyledi.

MS 250'li yıllara ait olan Aziz Mercurius Yeraltı Şehri'nde 2011 yılında başlayan temizlik çalışmalarının bu yıl kurtarma ve turizme kazandırma çalışması olarak devam ettiğini belirten Altın, ''Bu yeraltı şehrinin en önemli özelliği Kapadokya bölgesinde olmayan ve bu yeraltı şehri içinde olan bir kiliseye sahip olması, içindeki mezarlarla bir gizem taşımasıdır'' dedi.

 

Yeraltı şehrindeki kurtarma kazısını tamamladıklarını ve ulaştıkları mezar sayısının 31'e yükseldiğini kaydeden Altın, şöyle devam etti:
''İçindeki kilisede geçen yılki çalışmalarda 20 mezar açmıştık. Mezarları açmaya devam ettik. Mezarları incelemek için Bakanlığımızdan bir antropolog geldi. Kilisedeki mezarları açtığımızda daha çok çocuk mezarlarıyla karşılaştık. Bir kaç tane de yetişkin mezarı bulunuyor. Üst üstüne gömülmüş kadın erkek mezarı var. Yine bir sandık tipi mezarda 3 insan iskeleti bulundu. Bu mezarın içinde kireç artıklarının bulunması nedeniyle bir bulaşıcı hastalıktan ölmüş olabileceklerini düşünüyoruz. Mezarların çoğunluğunda çocuk olması ise çocuklara olan saygının bir göstergesi... Bu dönem, Hristiyanlığın ilk dönemleri olduğu için insanlar fakir. Cumhuriyet Üniversitesi'nden gelen iki antropolog da 5 yıl gibi bir süreçte çıkan bu iskeletleri incelemeye alacaklar. Mezarlardan çıkan, erken Hristiyanlık dönemine ait bu iskeletlerin yaşam kültürleri, yaşları, ölüm sebepleri detaylı şekilde araştırılacak.''

Altın, kilisenin ortasında bir erzak ambarı bulduklarını ifade ederek, ''Bunun kiliseye bağışların toplandığı bir ambar olduğunu düşünüyoruz. Yaklaşık 1,5 metre derinliğinde ve içine daha sonra açılan mezarların toprağı doldurulmuş'' dedi.

''Aziz Mercurius Yeraltı Şehri'ni ülke turizmine kazandıracağız'' diyen Altın, ''Bunun için çalışmalarımız sürüyor. Bakanlıktan gelen antropolog çalışmasını tamamladı ve yeraltı şehrinin turizme açılmasında bir sakınca bulunmuyor. Bundan sonra çevre düzenleme projesi yapılacak'' ifadelerini kullandı. 

 

Saratlı Belediye Başkanı Nedim Uğuz ise Kapadokya bölgesine gelen yabancı turistlerin, Saratlı Kırkgöz Yeraltı Şehri'ne olan ilgisinin arttığını ve yetişemedikleri için Aziz Mercurius Yeraltı Şehri'ni turizme kazandıracaklarını ifade etti.

Yeraltı şehirlerinin Saratlı'nın merkezinde olduğunu anlatan Uğuz, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Mevcut yeraltı şehrimizde temizlik çalışması bitmiş değil, çevre düzenlemesi yapılıyor. Biz 2009 yılında göreve geldik ve o yıl 90 bin yabancı turist ziyaret ederken, 2010'da 114 bin, 2011'de ise 130 bin yabancı turist geldi. İnanç turizminin de etkili olduğu bu ziyaretlerde, yeraltı şehrimiz artık turistlere yetmiyor. İkinci yeraltı şehrimiz ihtiyaç oldu. Belediyemizin imkanlarıyla Aziz Mercurius Yeraltı Şehri'ni turizme kazandırıyoruz. Hedefimiz daha fazla turistin buraya gelmesini sağlamak. İki yeraltı şehrimiz için 200-300 bin turisti hedefliyoruz.''

Uğuz, Saratlı'nın yeraltı şehirleriyle Kapadokya'da önemli bir merkez haline geldiğini sözlerine ekledi.

Habertürk, 25.03.2012

ÇANAKKALE SAVAŞI'NDAN KALMA, 300 KİLOLUK TOP MERMİSİ BULUNDU

 

 

Çanakkale'de bir otel inşaatı sırasında yaklaşık 300 kilo ağırlığında patlamamış top mermisi bulundu.

 

2. İnönü Caddesi'nde yapımına başlanan bir otelin zemin iyileştirme çalışması sırasında, iş makinesinin kepçesine bomba takıldı. İnşaat sahibi Kemal Karakaş, durumu polise bildirdi. Olay yerine gelen güvenlik güçleri, bölgeyi güvenlik çemberine aldı. Bomba imha ekipleri tarafından yapılan incelemede, 1,5 metre uzunluğunda, 40 santimetre çapında ve yaklaşık 300 kilo ağırlığında olduğu belirlenen patlamamış bombanın, Çanakkale Savaşları'ndan kaldığı belirtildi. Karakaş, gazetecilere yaptığı açıklamada, "Kepçeyle kazı yaparken büyük bir bomba, sanıyorum Seyid Onbaşı'nın sırtına aldığı bombadan çok daha büyük bir bomba çıktı. Zemin iyileştirmesi yaptık, kazıklar çaktık, her bir metrede bir, ama onlardan nasıl kurtulmuş, denk gelmemiş büyük bir şans." dedi.

Zaman, Haber: Mehmet Güler, 25.03.2012

ÇATI KATINDA BULUNAN AFİŞLERE 500 BİN DOLAR

 

Teksas’ta Heritage Müzayede Evi’nde yapılan açık artırmada, Hollywood’un Altın Çağı’ndan kalma 33 film afişi, 503 bin dolara satıldı.

Heritage, açık artırmada en fazla para verilenin, 1931 yılından kalma “Dracula” (Drakula) filminin afişi olduğunu, bu afişin 143 bin 400 dolara satıldığını açıkladı.

Açık artırmanın sürprizi, 101 bin 575 dolara satılan 1931 yılına ait “Cimarron” filminin afişi oldu.

Bu film, en iyi film dalında Oscar alan ilk western olmuştu.

Habertürk, 25.03.2012

MÜZEDE SKANDAL

 

 

Ankara'daki Resim Heykel Müzesi'nde sergilenen milyon dolarlık tablolara soba boyası bulaştı

Kurumda hizmetli kadrosunda çalışan personele boyatılan tablo çerçevelerinden resimlere sıçrayan boyaların nasıl çıkarılacağı merak konusu. Müzede Osman Hamdi Bey ve İbrahim Çallı gibi ünlü ressamların milyon dolarlık tabloluları da var. Ankara Devlet Resim Heykel Müzesi'nin görevden alınan müdürü Osman Ömer Gündoğdu'nun, müzedeki her biri milyon dolar değerinde tabloların çerçevelerini kurumda hizmetli kadrosundaki personele soba boyasıyla boyattığı ve boyanın resimlere zarar verdiği ortaya çıktı.

Bakanlık yetkilileri tablolara bulaşan boyanın, zarar vermeden nasıl temizleneceğini araştırıyor. Cumhuriyet gazetesinin haberine göre, müzeye tablolar konusunda uzman bir ressamın müdür olarak atanması için araştırma yapılıyor.

Müzenin koleksiyonunda yer alan bazı önemli tablolar şöyle:
Osman Hamdi Bey'in "Silah Taciri" , V. Vereshchagin'in "Timur'un Mezarı Başında", Zonaro'nun "Genç Kız Portresi", Emel Cimcoz'un "Gazi'ye Şükran", Şeref Akdik'in eşi Sara Akdik'in 40 yapıtlık Şeref Akdik koleksiyonu, Çelik Gülersoy'un 7 yapıtlık hat koleksiyonu, Emel Korutürk'ün İbrahim Çallı portreleri, Bülent-İbrahim Cimcoz'un İbrahim Çallı portresi, Mehmet Özel'in Ayvazovski, Hikmet Onat, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eşref Üren ve Arif Kaptan'ın eserleri, İbrahim Çallı'nın "Yatan Çıplak" eserleri.

Habertürk, 25.03.2012

 

MÜZEDE BOYA SKANDALINA BAKAN EL KOYDU

Ankara Devlet Resim-Heykel Müzesi'nde restorasyon yapılan birbirinden değerli tablolara "soba boyası" sıçradığına ilişkin iddialar şok edici detayları gün yüzüne çıkardı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın soruşturmanın selameti gerekçesiyle açığa aldığı müze müdürü Osman Ömer Gündoğdu'nun Bilim Kurulu onayı almadan ve eser onarımında uzman bir restoratör görevlendirmediği ileri sürüldü. Bakanlık yetkililerinden edinilen bilgiye göre, herhangi bir eserin restorasyonunun yapılması için Bilimsel Kurul kararı alınması, eserin uzman bir kişi tarafından onarımı sırasında mutlaka gözetmen olarak bir de restoratör bulundurulması gerekiyor. Bakanlığın iddiasında, Gündoğdu'nun aynı zamanda üyesi olduğu Kurul'a danışmadığı ve restoratör bulundurmadan eserleri uzman olmayan bir personele boyattığı belirtildi.

Geçtiğimiz yıl hizmete açılan Cumhuriyet'in Ankara'daki ilk yapılarından olan müzede yaşanan tatsız gelişmelerin bizzat Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından takip edildiği ve Günay'ın kurmaylarına "bir an önce bu işi sonuçlandırın" talimatı verdiği öğrenildi. Gündoğdu ise "Ben eseri değil, çerçevesini onarttım. Bunun için Kurul kararı alınmaz. Çerçeveleri onaran da inşaat restoratörü. Soba boyası sıçradığı ise tamamen yalan. Toz varakla boyandı ve hiçbir eser zarar görmedi" diyerek kendini savundu.

Sabah, Haber: Burcu Çalık, 25.03.2012

BU DUVARA GELEN KADAR 2 TARİHÇİ ESKİTTİ

 

Fransa’nın başkenti Paris’teki dünyanın en çok ziyaret edilen müzesi Louvre, İtalyan ressam, heykeltıraş, mimar ve mühendis Leonardo da Vinci’nin yeni restore edilen bir eserini sergilemeye başladı.

 

Ressamın 1519’da öldüğü zaman yarım bıraktığı “Bakire ve Çocuk Azize Anne ile” adlı tablo önceki gün izleyici karşısına çıktı. Tablo, laboratuvarda altı ay restore edildikten sonra bir yılda Fransa Müze Araştırma Restorasyon Merkezi’ndeki atölyede kaldı. Tablonun restorasyon çalışması sırasında fazla cilalandığı ve Leonardo’nun “hiç de istemeyeceği” bir parlaklığa kavuştuğu iddiası Louvre yönetimini karıştırmış, ülkenin iki önemli sanat tarihçisi kuruldan istifa etmişti.

Hürriyet, 25.03.2012

MUHTEŞEM CEZA GELİYOR

 

 

İnsanlığın en eski yaşam alanlarından Yarımburgaz Mağarası Türk film ve dizi endüstrisinin de 'gözde'si. Ancak diziye gösterdikleri özeni tarihe göstermiyorlar. Çekim izni almıyor, duvarlara boyayla yazı yazıyorlar.

Yarımburgaz Mağarası, insanlık tarihinin 400 bin yıllık en eski yaşam alanı. Girişi demir parmaklıkla korunuyor görünse de tarihi mağara adeta yol geçen hanı. Tinercisi, definecisi, ayyaşı hep orada. Mağaranın girişi oyularak yapay bir kapı inşa edilmiş! İstenmeyen misafirler de oradan içeri giriyor.

Yıllarca Türk sinemasına set olan tarihi mağara şimdilerde de dizilerin talanına uğruyor. Muhteşem Yüzyıl dizisinin 43 ve 44. bölümlerindeki bazı önemli sahneler bu mağarada çekildi.

 

Paleolitik mağaraya dizi seti rötuşu!
1. Derece Sit Alanı ve Korunması Gerekli Kültür Varlığı olarak tescilli mağarada çekim için izin alma gereği bile duyulmamış. Paleolitik çağ arkeolojisi için önemli verilerin bulunduğu mağarada ateşler yakılmış, zemin kazılmış, tavanlarına sahneyi zenginleştirmek için yapay sarkıtlar konmuş.

Demir kapı kırılarak içeriye girilen mağarada Leyla ile Mecnun dizisinin de bir bölümü çekilmiş. Onlar da daha önce fresklerin bulunduğu duvara boya ile ‘Acil çıkış kapısı’ yazmışlar.

Radikal’in ele geçirdiği müze raporunda tahribat tek tek anlatılmış. İstanbul 7 No’lu Koruma Kurulu Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Cezası 2 ile 5 yıl arasında hapis. Ceza ertelenmiyor, para cezasına da çevrilmiyor. Ali Baba ve 40 Haramiler, Küçük Ağa, Tarkan, Kara Murat, Yorr’un Öyküsü gibi pek çok Türk sineması bu mağarada çekildi. Ali Baba ve 40 Haramiler filminde ‘‘Açıl susam açıl’’ parolasıyla girilen mağara da burası.

Küçük Ağa filminde duvarlardaki tarihi freskler kazınarak yok edildi. Yorr’un Öyküsü filminde ise mağaraya büyük bir havuz yapılmış, daha sonra havuz dinamitle patlatılarak içindeki suyla birlikte arkeolojik dolgu malzemeleri de akıp gitmişti. İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, 1986’ya kadar set olarak kullanılan mağarayı kurtarmak için bu tarihte bilimsel kazı çalışmalarına başladı ve uzun yıllar sinemacılar mağaraya yaklaşmadı. Ancak bilimsel kazılar da parasızlıktan 3 yıl gibi kısa sürede sonlandırıldı. Bu araştırmalarda önemli bulgular elde edildi ve Yarımburgaz Mağarası’nın paleolitik çağ kapsamında dünya çapında bilinen az sayıda yerlerden biri olduğu kabul edildi.

İzlerken fark ettiler
Son tahribatı ise Muhteşem Yüzyıl dizisini evde izleyen iki genç arkeolog fark etti. Arkeolog Yiğit Ozar dizide gördüğü mağaranın Yarımburgaz olabileceğini düşünüp işin peşine düşüyor. Paleolitik çağ arkeoloğu doktora öğrencisi Ardahan Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı’ndan Berkay Dinçer ile durumu paylaşıyor. Yerinde yaptıkları incelemede dizinin burada çekildiğine kanaat getirip şikayetçi oluyorlar. İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları Yarımburgaz Mağarası’na giderek rapor tutuyor.

İşte o rapordan bazı tespitler:
‘‘Mağaranın girişini kapatan demir kapının bir kanadı söküldüğü, yerine inşaat demirinden nizami olmayan parmaklık yapıldığı, kaya kilisenin girişindeki güney nişi kapatan demir kapının da sökülerek işlevini yitirdiği görülmüştür... 3x 3 m. ölçülerinde kareye yakın bir alanın kazıldığı görülmüştür. Havuz oluşturmak amacıyla açılan bu çukurun üzerinde kalan mağara tavanında yer yer alçı izleri görülmektedir. Bunların dekor oluşturmak amacıyla kullanılan süslemelere ait olduğu düşünülmektedir. Mağara tabanına açılan çukurun tekrar doldurulması da mağara içindeki tahribatın izlerini ortadan kaldırmaya yönelik gayretin sonucu olarak düşünülmektedir.’’

Rapor 7 No’lu Koruma Bölge Kurulu’na gönderildi. Koruma Kurulu 1. derece sit alanında yapılan izinsiz uygulamayı Cumhuriyet Savcılığı’na bildirdi. İlk toplantıda mağarayla ilgili alınması gereken önlemler gündeme getirilecek.

Kültür Bakanlığı yetkilileri ise “Konu mahkemede. Bundan sonra konuşmamız doğru değil” diyor. 2863 sayılı yasanın 65. maddesi şöyle: ‘‘Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya zarara uğramalarına kasten sebebiyet verenler 2 ila 5 yıl hapis ve 5000 güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.’’

Ardahan Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı’ndan Berkay Dinçer ise 400 bin yıllık izleri tahrip etmenin büyük suç olduğuna dikkat çekerek şöyle diyor: Muhteşem Yüzyıl’da mağaranın tavanına alçıdan sarkıtlar yapılmış, izleri duruyor. Leyla ile Mecnun’da duvara yazılanlar silinmeye çalışılmış. Bu tür temizlik çalışmaları bile bilimsel verilere dayanılarak yapılmalı. Mağaranın korunması için acil bir proje geliştirilmeli.

Habertürk, 25.03.2012

 

******


TARİHİ MAĞARAYA İZNİN PERDE ARKASINDA NE VAR?

 

Muhteşem Yüzyıl ekibinin tarihi Yarımburgaz Mağarası’nda yaptığı çekimin peşine bir ben düştüm, bir de Radikal gazetesi...

Pazar günü “Tarihi ceza kapıda” başlığıyla Radikal’de manşetti konu yine...
Meğer sadece “Muhteşem Yüzyıl” değil, “Leyla ile Mecnun” dizisi de aynı mağarada çekimler yaparak tarihi dokuya zarar vermiş.
Ben en çok, bu dizi ekiplerine nasıl ve kim tarafından izin verildiğini merak ediyorum...
Sonuçta dizi yapımcıları da deli değil, bir yerlere sormadan ellerini kollarını sallayarak tarihi mağaraya girecek değiller.
Biraz araştırınca öğrendim...
Sormuşlar birilerine!
Sordukları da; bu dizilere meraklı olan bir yetkiliymiş ve resmi izne falan gerek kalmadan kendi kafasına göre izni vermiş yapımcılara.
Bu kadar tantanaya rağmen neden bugüne kadar yapımcılar çıkıp herhangi bir açıklama yapmadılar dersiniz?
Mağaraya girişi ‘dost işi’ halleden o yetkiliyi zorda bırakmamak için...

Hürriyet, Yazı: Cengiz Semercioğlu, 29.03.2012

SFENKS İLGİ ÇEKİYOR

 

 

Dünyanın en önemli yer oluşumlarından biri olarak da değerlendirilen ve UNESCO tarafından doğal ve kültürel dünya miras listesine alınan Kapadokya Bölgesindeki peribacaları, oluşumlarındaki farklı görünümleri ile insanları hayretler içerisinde bırakıyor.

 

Nevşehir’in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Mustafapaşa beldesinin Manastır Yolu üzerindeki bir tepenin yamacında tamamen doğal yolla oluşmuş ve farklı bakış açıları ile değerlendirilen silüet dikkat çekiyor.Kimilerince bir Sfenks, kimilerine göre uyuyan bir kadın ve kimilerine göre de bir zamanlar fantastik sinemanın en önemli karakteri konumunda King Kong’a benzeyen yamaç silüeti, adeta doğanın kaleminden çıkan bir çizgi gibi görünüyor.

 

10 bin yıllık köklü bir uygarlığa sahip Kapadokya bölgesinde milyonlarca yıllık bir oluşumla meydana gelen doğal oluşumlu peribacalarının hakim olduğu Mustafapaşa beldesinin Manastır Yolu üzerindeki hafif meyilli bir tepenin hemen sırtında, fotoğraf sanatçısı Hasan Galip Temur tarafından fotoğraflanan ilginç oluşum şimdiden yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekeceğe benziyor.

Nevehir Kent Haber, 24.03.2012

TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

 

 

Konuralp’te kültür turizmi için büyük önemi olan tarihi Roma köprüsü koruma altına alındı. 2 bin yıllık tarihi taş köprünün gün yüzüne çıkarılması ile ilgili çalışmalar sürüyor. Tabak çayının üzerine inşa edilen üç kemerli mermer köprü Roma Döneminde inşa edildi.

 

Düzce’nin Konuralp Beldesi Tabak Deresi üzerine kurulu olan ve en önemli özelliği harç kullanılmadan mermer blokların bir araya getirilmesiyle yapıldığı belirlenen 3 kemerli köprüye yönelik kurtarma ve restorasyon çalışmaları büyük ölçüde tamamlandı.

 

Konuralp’i kazdıkça toprak altından adeta tarih fışkırıyor. Son olarak yapılan kurtarma kazısında 2 bin yıllık tarihi kemerli köprü koruma altına alındı.

 

Konuralp’in batısından geçip, Efteni Gölü’ne dökülen Tabak Deresi üzerinde, Çilimli yol ayrımında yer alan antik köprünün MS 1. yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor. Köprünün en önemli özelliği hiç harç kullanılmadan beyaz mermer blokların bir araya getirilmesiyle inşa edilmiş olması. 5 metre genişliğinde ve 30 metre uzunluğunda olan tarihi köprü 3 kemerli bir yapı görünümünde.

 

Turizm İl Müdürü Özcan Budak, Konuralp Belediyesi ile Müze Müdürlüğü’nün ortaklaşa yaptığını belirterek, “Böylesine önemli bir kültürel varlığı tümüyle ortaya çıkarmak ve turizme kazandırmak istiyoruz. Bu köprünün bölge turizmine önemli katkı sağlayacağına inanıyoruz. Resmi yazışmalar devam ediyor. Artık Müze Müdürümüz olduğu için kendi kazılarımızı yapabiliyoruz. Tarihi Roma köprüsünü eski haline getirmek istiyoruz. Konuralp’te kültür turizmini hedefliyoruz” dedi.

 

Budak ayrıca yıllar önce çekilmiş fotoğrafında olduğu gibi tarihi köprünün altında suda akacağını söyledi.

haberler.com, 24.03.2012

KRAL KAYA MEZARLARINA ÇEVRE DÜZENLEMESİ

 

Amasya Belediyesi tarafından tarihi özellikleriyle ziyaretçi akınına uğrayan Kral Kaya Mezarları’nda çevre düzenlemesi çalışmaları başlatıldı.

 

Çevre düzenlemesinin gerçekleşmesinden sorumlu Selcan Zeynep Keçe, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kral Kaya Mezarları ve çevresini daha güzel bir görünüme kavuşturmak için çalışmalara başladıklarını söyledi.

 

Düzenlemeler kapsamında boş alanlara kökü olmayan fidanlar dikerek yeşil bir çevre oluşturduklarını ifade eden Keçe, şunları kaydetti:

”Belediye olarak şehrimizin tarihi Kral Kaya Mezarları ve çevresine daha güzel bir görünüme kavuşturmak amacıyla çevre düzenlemesi başlattık. Düzenleme kapsamında sit alanı olmasından dolayı çevreye kökü olmayan fidanlar dikiyoruz. Göze hoş gelen bu fidanlar sayesinde ziyaretçiler daha güzel bir çevre görecekler. Yine Kral Kaya Mezarlıklarını ziyaret eden vatandaşlarımız buraya çıkarken çok yoruluyor. Onlar içinde Kral Kaya Mezarları yollarının kenarına dinlenme yerleri kuracağız. Amacımız şehrimizin tarihi ve kültürel mekanlarını ziyaret eden vatandaşların en rahat şekilde bu yerlerimizi gezmesidir. Bizler de bunun için bugün itibarıyla çalışmamızı başlattık.”

 

-Kral kaya mezarları-

Hellenistik dönemde, Amasya’yı İÖ. 333′den İÖ. 26′ya kadar başkent olarak kullanan Pontus krallarına ait olan kral kaya mezarları, Harşena Dağının güney eteklerine, kalker kayalara oyularak yapıldı.

 

Kral kaya mezarlarının en büyüğü, galeri ve merdivenlerle çıkılan, batı yönündeki en son mezardır. Bu mağaranın yüksekliği 15 metre, genişliği 8 metre, derinliği ise 6 metredir. Mezar odasına girişi, diğer mezarlardaki kapılardan daha yüksektir. ”Büyük Kral Mezarı” olarak da adlandırılan mezar, cephe itibariyle pek çok tahribata uğramıştır.

 

Kral kaya mezarları bazı dönemlerde hapishane ve cezalandırma mekanı olarak da kullanılmışlardı. VI. Mithridates, kendisi ile yapılan barış görüşmelerinde zorluk çıkaran Romalı elçileri, demiryolu geçidinin hemen üzerinde yer alan mezara hapsetmiştir.

 

1075′te Amasya’yı fetheden Melik Ahmed Danişmend Gazi, mezarların içindeki Pontus devrinden kalma gömüleri kaldırtmış. Yine o dönemde, Hristiyan keşişlerin bu mağaralarda inzivaya çekildikleri bilinmektedir.

Beyaz Gazete, 24.03.2012

GAZİANTEP "UNESCO DÜNYA MİRAS LİSTESİ"NE BAŞVURMAYA HAZIRLANIYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Dünya Miras Alanları Şube Müdürü Kıvılcım Neşe Akdoğan, Bergama Belediyesi UNESCO Dünya Mirası ve Alan Yönetimi Koordinatörü Yaşagül Ekinci, Selimiye Cami ve Külliyesi UNESCO eski alan başkanı Namık Kemal Döleneken'in yer aldığı heyet, Gaziantep'te 3 gün boyunca kültürel mekanları gezdi.

Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Sema Marangoz'un da eşlik ettiği heyet, daha sonra Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey'ın makamında bir değerlendirme toplantısı yaptı.

Güzelbey, toplantı sonrasında yaptığı açıklamada, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girmek için yaptıkları çalışmaları heyet üyeleriyle paylaştıklarını, bu konudaki hassasiyetlerini ve ellerinde var olan kültürel değerlerini anlattıklarını söyledi.

''Bundan sonra bir tane hedefimiz kaldı; UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne yedek listeden dahi aday olarak girmek üzere bir çaba gösteriyoruz. Gaziantep Zeugması, Yesemek Açık Hava Müzesi, Rumkale, şehir içindeki kale ve tarihi mekanlarıyla bunu hak etmiştir''diyen Güzelbey, bu süreçte üzerlerine düşeni yapacaklarını belirtti.

Güzelbey, ''Dersimize çalışmamız lazım. Birtakım artılarımız da birtakım eksilerimiz de var. Bu konudaki deneyimli arkadaşlarımızı zaman zaman Gaziantep'e davet edip, bize yardımcı olmalarını istiyoruz''dedi.

Gaziantep'in tarihi ve kültürel açıdan birçok arkeolojik ve kentsel sit alanına sahip olduğunu vurgulayan Güzelbey, UNESCO Dünya Miras Listesi'ne kentin bütünsel olarak değil de kültürel varlıklarıyla başvurmanın daha avantajlı olduğunu düşündüklerini, bunun henüz netlik kazanmadığını ve bu konuda görüş alışverişinde bulunduklarını belirtti.

Belediye bünyesinde bir UNESCO ekibi kurduklarını ifade eden Asım Güzelbey, ne zaman başvuracaklarına ilişkin soruya karşılık, ''2013'ü başvuru tarihi olarak düşünüyoruz'' dedi.

UNESCO Dünya Miras Listesi'ne kabul edilmelerinin büyük bir prestij olacağını vurgulayan Güzelbey, ''Gaziantep'in bir lahmacun şehrinden nasıl bir kültür şehrine dönüştüğünü, tarihlerine ve kültürlerine sahip çıktıklarını göstermeleri açısından çok önemli olduğunu'' kaydetti.

Kıvılcım Neşe Akdoğan da açıklamasında, Türkiye'den bugüne kadar 10 varlığın Dünya Miras Listesi'ne alındığını ve 26 tanesinin de geçici listede bulunduğunu hatırlattı.

UNESCO Dünya Mirası Geçici Liste için bu yıl son başvuru tarihinin 15 Nisan olduğunu bildiren Akdoğan, ''Alanlar netleşirse Gaziantep geçici liste için başvuruda bulunabilir. Geçici listeye sunduğumuz varlıklarda sıkıntı olmuyor. Değerlendirme yaşanmıyor. Listeler kabul ediliyor'' diye konuştu.

Yapı, 24.03.2012

RESTORASYON ÇALIŞMASINDA TABAN MOZAİĞİ BULUNDU

 

Tarsus İlçesi'nde, Kubat Paşa Medresesi'nin restorasyon çalışmaları sırasında antik çağa ait olduğu belirtilen taban mozaiği ortaya çıktı. 

 

Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, belediye tarafından hazırlanan ve Çukurova Kalkınma Ajansı (ÇKA) tarafından desteklenen ''Tarsus Kubat Paşa Medresesi Restorasyon Projesi'' kapsamındaki restorasyon çalışmalarının sürdüğünü söyledi. Medresenin girişinin sağ köşesinde taban çalışmaları sırasında mozaik parçaları görülmesi üzerine durumu Müze Müdürlüğü yetkililerine bildirdiklerini ifade eden Kocamaz, Müze Müdürlüğü'nce gönderilen ekibin yaptığı incelemede, mozaiğin antik çağa ait olduğunun belirlendiğini kaydetti. Kocamaz, mozaiğin niteliğinin ve yayılma alanının araştırılmasına yönelik detaylı çalışmanın daha sonra yapılacağını dile getirdi. 

 

KUBAT PAŞA MEDRESESİ

1557'de Ramazanoğlu Beyi Kubat Paşa tarafından yaptırılan ve geleneksel Selçuklu mimarisi tarzındaki yapı, düzgün kesme taşlardan inşa edilmiş. Dikdörtgen planlı Medresenin avlusunun etrafında 16 oda yer alıyor. Bina 1969-1970 yıllarında genel bir restorasyon yapılarak Kültür Bakanlığı'nca 1999 yılına kadar Tarsus Müzesi olarak kullanıldı. Tarsus Müzesi'nin daha sonra 75. Yıl Kültür Merkezi'ne taşınması nedeniyle bina boş kalmıştı. Makam Cami'nin restorasyonu nedeniyle bir dönem de cami olarak kullanılan bina son olarak Vakıflar Bölge Müdürlüğünce Tarsus Belediyesine restorasyon amacıyla tahsis edilmişti. 

Zaman, 24.03.2012

100 YILLIK SU DEĞİRMENİ SAHİPSİZ KALDI

 

Hatay'ın Erzin İlçesi'nde yıllarca sofralık un elde etmede kullanılan tarihi su değirmeni, sahipsizlik içerisinde günden güne eriyor.

 

Çevre Koruma Derneği Başkanı Cemal Ertaç, elektriksiz çalışarak yıllara meydan okuyan bu tarihi yapının turizme kazandırılması için yetkililerden yardım istiyor. Erzin'de hasat zamanı gelir, buğdaylar toplanır at arabalarıyla tarihi su değirmenine getirilirdi. Bahçelievler mahallesinde İçmeler yolu üzerinde bulunan değirmen elektrik olmadan su yardımıyla çalışıyor, vatandaşa kolaylık sağlıyordu. 100 yıllık geçmişi bulunan değirmenin dışarıda bulunan çarkı açılan kanaldan gelen suyla döner, çarkın dönmesiyle içerideki taştan oyma aletlerde buğday, arpa, mısır gibi tarım ürünleri öğütülürdü.

 

2000'li yıllara kadar faal durumda bulunan su değirmenine Erzin, Dörtyol ve Osmaniye'den binlerce insan un öğütmek için gelir, tarih kokan binanın önünde kuyruklar oluşurdu. Teknolojinin gelişmesi, bu tarihi yapıların unutulmasına yol açtı. Elektrikle çalışan değirmenlerin yapılmasıyla 24 saatte 1 ton ürün öğüten bu tarihi değirmenler, eski güzelliğini kaybetmeye başladı. Çevre il ve ilçelerden Erzin'e gelerek burada ununu öğüten yöre insanı da artık kendi şehirlerinin ekonomisine katkı sağlamaya, bu yapıları önemsememeye başladı. 100 yıl geçirmesine rağmen ayakta kalmayı başaran su değirmeni, eski günlerine dönmek istiyor. Yetkililere seslenen Erzin Çevre Koruma Derneği Başkanı Cemal Ertaç, bu yapının turizme kazandırılması için kültür bakanlığına çağrıda bulunuyor. Değirmenlerin ilçe ekonomisine yıllarca katkı sağladığına değinen Ertaç, ''Bu değirmen faal durumdayken çevre ilçelerden Adana'nın köylerinden dahi insanlar buraya gelirler unlarını öğütür dönerlerdi. At arabalarıyla gelen insanlar kuyruklar oluştururdu. Erzin ekonomisini bunlar canlandırdı. Yetkili olan, tarihini seven saygı duyan herkesi bu su değirmenine sahip çıkmaya davet ediyorum'' diye konuştu.

Zaman, Haber: Bekir Mert Erzin, 24.03.2012

"O LİSTEDE EKSİK KALDIK"

 

 

Türkiye'nin "UNESCO Dünya Mirası" aday listesinde 26 alanın bulunduğunu aktaran Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Türkiye gibi bir ülkenin 2012 yılında 'UNESCO Dünya Mirası' listesinde henüz 10 alanının bulunması bence bir eksiklik" dedi.

 

Bakan Günay, dünya müzelerine dağılmış olan ve Türkiye topraklarından çıkan eserlerin yine kendi topraklarına dönmesi için İtalya ile yakın işbirliği yapmak istediklerini söyledi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, tarihi ve çevreyi koruyan, sürdürülebilir turizm yapmak istediklerini belirtti. Günay, Bursa'nın Karacabey İlçesi'ndeki Ulu Cami'de restorasyon sırasında çıkan yangına ilişkin, "Tarihi eserleri en fazla fiyat kırana vermenin çok doğru bir yöntem olmadığını, başka önlemler almak, başka kurallar koymak gerektiğini bu vesileyle anlıyoruz" dedi.

Günay, İtalyan Kültür Merkezi'nde düzenlenen "Türkiye'deki Arkeolojik Çalışmalara Eğitim, Araştırma ve Kazıda İtalyan Katkısı" konulu sempozyumun açılış oturumunda konuştu. İtalya'nın arkeoloji alanında dünyanın sayılı ülkelerinden olduğunu ifade eden Günay, İtalyan ekiplerle yapılan işbirliğinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Günay, İtalya'nın Türkiye'de 9 kazı yaptığını, araştırmalarla birlikte 14-15 civarında çalışmasının olduğunu söyledi.

Türkiye'de 48 yabancı, 120'den fazla yerli arkeologla ortaklaşa kazı yapıldığını belirten Günay, Türkiye'nin her yerinde dönem, uygarlık ve din ayrımı yapılmadan "İnsanlığın geleceği için bize emanettir" anlayışıyla korumaya çalışıldığını anlattı.

Günay, son yıllarda kazı başkanlarının kazı alanlarına daha fazla zaman ayırmaları konusunda yeni kurallar getirdiklerini, bu ekiplerin yanında bir Türk akademisyenin de bulunmasını istediklerini, ayrıca kazı sonuçlarının İtalyanca, Almanca ve İngilizce yayımlandığı gibi Türkçe de yayımlanmasını arzu ettiklerini söyledi.


İşini heyecanla yapanlarla çalışmalara devam ettiklerini, işi rölantiye alanlarla da yollarını ayırdıklarını söyleyen Günay, bunu yaparken yerli ya da yabancı ekip ayrımı gözetmediklerini belirtti.

Günay, Türkiye'nin turist sayısının geçen yıl 30 milyonu geçtiğini hatırlatarak, "Turist gelir getiriyor ama yarattığı bir yıpranma da var. Bin yıllardan bu yana sağlam duran antik şehirlerimizdeki mermer basamaklar ya da mozaikler binlerce insan üzerinden geçtiği zaman yıpranıyor. Koruma önlemleri almamız gerekiyor. Biz tarihi ve çevreyi koruyan turizm yapmak istiyoruz. Sürdürülebilir turizm yapmak istiyoruz. Bugün eğlenirken ve gezerken insanlığın geleceğini karartmayalım" dedi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Bursa'nın Karacabey İlçesi'ndeki Ulu Cami'de restorasyon sırasında çıkan yangına ilişkin, "Tarihi eserleri en fazla fiyat kırana vermenin çok doğru bir yöntem olmadığını, başka önlemler almak, başka kurallar koymak gerektiğini bu vesileyle anlıyoruz" dedi.


Muhteşem Yüzyıl dizisinin Yarımburgaz mağaralarındaki çekimi sırasında tahribat oluşturduğuna ilişkin haberler hatırlatılan Günay, "İnceleme yapıyoruz. Henüz bana ulaşmış net bilgiler yok" diye konuştu.

Günay, Perşembe Pazarı'ndaki Arap Camisi'nde 1999 depreminden sonra ortaya çıkan fresklerin restorasyon sırasında kapatıldığı haberleri hakkında da konuyu yerinde inceleyeceğini söyledi.

İtalya'nın Ankara Büyükelçisi Gianpaolo Scarante de Türkiye ve İtalya'nın tarihinin çok eskilere dayandığını ifade ederek, her iki ülkenin arkeolojik servetleri olduğunu ve bunları bu çağa ulaştırdığını dile getirdi. Scarante, arkeolojik servetin himaye edilmesi ve gelecek nesillere aktarılmasının büyük bir sorumluluk gerektirdiğini söyledi.

Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 23.03.2012

BAKAN GÜNAY'DAN RESTORASYON UYARISI

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İtalyan Kültür Merkezinde düzenlenen Türkiye'deki Arkeolojik Kazılarda, Araştırmalarda ve İncelemelerde İtalyan Katkıları' konulu sempozyum çıkışında gazetecilerin sorularını yanıtladı.

 

Bakan Günay, Bursa'daki Ulu Camii'de restorasyon sırasında meydana gelen yangınla ilgili soruya, "Karacabey'de çıktı. Ben de haberlerden üzüntüyle takip ettim. Bu camilerin restorasyonunun Vakıflar Genel Müdürlüğü yaptırıyo biliyorsunuz. Benim hatırladığım kadarıyla bu restorasyon sırasında son zamanlarda üçüncü yangın olayı. Birincisi Kılıçali Paşa Camii'ndeydi. Ben de İstanbul'daydım. İkincisi Beyazıt'ta Beyazıt Camii'nin iç bölümündeydi ucuz atlatıldı. Ama bu kez sanıyorum biraz vahim sonuçlara vardı. Restorasyon çalışmalarını yapan arkadaşların çok daha dikkatli olması ve bunları denetleyen kurumların da daha dikkatle denetlemesi gerekiyor. Tarihi eserleri en fazla fiyat kırana vermenin çok doğru bir yöntem olmadığını, başka önlemler almak gerektiğini de bu vesileyle anlıyoruz. Ayrıntısını çok fazla bilmiyorum. Bizim dışımızdaki bir kurumun yaptığı bir iş ama hepmizin başına gelebilir. Bu bence tarihi eserlerin onarımından daha dikkat etmemiz gerektğini konusunda yeterince uyardı" diye cevap verdi

Bakan Günay Muhteşem Yüzyıl adlı dizinin bir çekimi sırasında sit alanı olan Yarımburgaz Mağarası'nda kazı yapıldığı ve çevreye zarar verildiği iddialarıyla ilgili soruyu da yanıtladı. Bakan Günay, "İnceleme yapıyoruz arkadaşlar. Bana ulaşmış net bilgiler yok. İnceleme yapıyoruz " dedi.

Günay 1999 Gölcük depreminde sıvaları döküldükten sonra altındaki fresklerin ortaya çıktığı İstanbul'un en eski ve ilk camiisi olan Arap Camii'yle ilgili bir soruyu da cevapladı. Bakan Günay, ortaya çıkan fresklerin Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün restorasyonu sonucu fresklerin sıvayla kapatılmasına ilişkin " Onu bir ara yerinde görücem. Geçenlerde planladık bir inceleme çalışmasını ama şartlar izin vermedi. Yakın bir gelecekte bölgeye beraberce gideriz" diye konuştu.

Habertürk, 23.03.2012

ROMA TİYATROSU GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

İznik'te MÖ 62. ve 113. yıllar arasında yapılan ve Roma Dönemi'ne ait Anadolu'da ayakta kalan nadir tiyatrolardan biri olan İznik Antik Roma Tiyatrosu'na Bursa İl Özel İdaresi sahip çıktı.

 

Yıllardır kaderine terk edilmiş bir görüntü veren tiyatro için 200 bin lira ödenek ayrılarak, öncelikle temizlik çalışmaları başlatıldı.

Çalışmalar nedeniyle tiyatroyu ziyaret eden İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Bilal Çelik ile İznik Kaymakamı Nurettin Kakillioğlu ile diğer ilgililer çalışmaları yerinde incelediler.İl Özel İdare Genel Sekreteri Bilal Çelik bölgenin tek tiyatro eseri olan Roma Tiyatrosu'nun şu ana kadar bilinmeyen kısımlarının da toprak altından çıkarılacağını söyledi.


Çelik, "İznik Müze Müdürlüğü ve Üniversiteden Öğretim Üyesi arkadaşlarımız burada çalışan ekipleriyle birlikte şimdiye kadar toprak altında çok da bilinmeyen çok ortada bulunmayan tiyatronun bölümlerini yeniden gün yüzüne çıkarıyorlar. Öncelikle kazı çalışmaları yapılarak zaman içerisinde toz toprakla dolmuş olan tiyatronun etrafını temizleyip ortaya çıkaracaklar daha sonradan da restorasyon çalışmaları devam edecek" dedi.


İznik Kaymakamı Nurettin Kakillioğlu tiyatrodaki çalışmaların 24 Kasım 2011 tarihinde başladığını ve ayrılan ödeneğin bitmek üzere olduğunu hatırlatarak, "Ödenek sağlanırsa çalışmalar aynı hızla sürecek" dedi.

Habertürk, 23.03.2012

NİKSAR'DA KAZI ÇALIŞMALARI İÇİN İZİN BEKLENİYOR

 

 

Niksar Belediye Başkanı Duran Yadigar, kilise olduğu tahmin edilen yerde bu yıl da kazı çalışmalarının devam etmesi için bakanlıktan izin beklendiğini söyledi.

 

Tokat’ın Niksar İlçesi Karşıbağ Mahallesi’nde bulunan “Tolas” olarak bilinen aslen Aziz Gregory Thaumaturgus Kilisesi olduğu tahmin edilen yerde kazı çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan alınan izinle 2011′de başladı. Tokat ve Sivas Müze Müdürlükleri uzmanlarının yürüttüğü çalışmaların 2012 yılında da devam etmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan izin bekleniyor.

 

2012 yılı için kazı çalışmalarının başlaması anlamında izin beklendiğini ifade eden Başkan Yadigar, “Kilise kazı çalışmalarıyla ilgili değerlendirme çalışmaları hazırlanıyor. Bu değerlendirme raporunun kazının devamı yönünde olacağına dair arkeologlar bize bilgi verdi. Yani kazının derinleştirilerek ve genişletilerek devam etmesi gerektiği konusunda bilgi verdiler. Çünkü kazı iznimiz geçen yılın aralık ayı sonu itibariyle bitti. Bu yıl kazının devam etmesi için bakanlığın izni ve görevlendirmesi gerekiyor, onu bekliyoruz” dedi.

 

Başkan Yadigar, samanlık olarak kullanılan yerin yapılan Ar-Ge çalışmalarında Gregory Thaumaturgus adlı bir din adamının döneminde üst tarafının kilise alanı olarak kapısının batı istikametinde bir yapı ortaya çıktığını hatırlatarak, “Bu yapının altında 8 tane oda çıktı. Yapılan arkeolojik kazılarda bu oda sayının daha da çok olduğu söyleniyor. Yani bu yapının doğu istikametinde kazı çalışmasına devam ederek gerçek vaziyetinin ortaya çıkarılması bekleniyor” diye konuştu.

 

GREGORY KİMDİR?

Anadolu’da yüksek bir konuma sahip, Hıristiyan Kilisesi inşa eden ve etkisini yayan ve kurumlarını güçlendiren rahipler arasında, Niksarlı Gregory çok kalıcı bir yere sahiptir. Pontus’ta (Küçük Asya’da) Niksar’da yaklaşık 213′te doğdu ve aynı yerde 270-275′te öldü.

haberler.com, 22.03.2012



18 - 24 Mart 2012

SULTANAHMET'E SIKI TAKİP

 

 

Sultanahmet’te Bizans Büyük Saray kalıntılarını kırarak üzerine 5 katlı otel inşaatı yapılması ile alakalı olarak CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a verdiği soru önergesine yanıt geldi. Bakan Günay, yanıtında İstanbul Arkeoloji Müzesi ve 4 Numaralı Koruma Bölge Kurulu’nun ivedilikle üzerine düşeni yaptığını, ancak Fatih Belediye Başkanlığı’nın görevini yerine getirmediğini belirtti.


Radikal 5 Şubat’ta ‘Bizans Sarayı’nda kepçeyle yıkım’ başlığı ile kaçak inşaatı duyurmuş, ardından Fatih Belediyesi haberi yalanlayarak kepçeyle yıkım fotoğraflarının Sultanahmet’te başka yerlerde çekilmiş fotoğraflar olduğunu iddia etmişti. Ancak Radikal haberin takipçisi olarak 4 No’lu Koruma Kurulu raporlarını ve fotoğrafları yayımlayınca ertesi gün Fatih Belediyesi kaçak inşaatı yıkmaya başlamıştı.


Oran’ın Radikal’deki haberlere atıfta bulunarak verdiği önergeyi Günay yanıtladı. Yanıta göre jet hızıyla ilerleyen inşaatta 18 günde zemin artı 2 kat çıkılırken belediye müdahalede bulunmadı.


14 Aralık 2011: Müze uzmanları yerinde tespit yaptı. 1 gün sonra 4 Numaralı Koruma Kurulu ve Fatih Belediyesi durumdan haberdar edildi.


27 Aralık 2011: Koruma Kurulu izinsiz inşai faaliyeti Fatih Belediyesi’ne ivedilikle bildirdi. Koruma Kurulu, kazı yapılan yerde gereken önlemlerin alınmasını hem belediyeden hem de ilgilisinden posta ve faks yoluyla istedi.


5 Ocak 2012: Belediyeden herhangi bir bilgi-belge iletilmemesi üzerine yerinde inceleme yapan 4 No’lu Koruma Kurulu, inşaatın devam ettiği ve zemin + 2 kat seviyesine yükseldiğini tespit etti. Ancak Fatih Belediyesi bu yazıları görmezden gelerek kaçak inşaatla ilgili bir işlem yapmadı ve inşaat devam etti.


18 Ocak 2012: Koruma Kurulu’nun “İnşaatı durdurun” kararı yine Fatih Belediyesi’ne ivedilikle bildirildi.


7 Şubat 2012: Fatih Belediye Başkanlığı tüm bu durdurma istemlerine 7 Şubat’ta yanıt verdi. Yanıtta inşaatın 10 Ocak’ta mühürlendiği ancak mühür ‘fek edilerek’ (kırılarak) inşaata devam edildiği bildirildi. Belediyeden gelen yanıta göre 31 Ocak günü yine yerinde yapılan incelemede inşaatın 2 bodrum kat + zemin kat + 4 kat bitirildiği tespit edildi. 

8 Şubat 2012: Günay’ın verdiği yanıta göre Radikal skandalı duyurduktan 2 gün sonra 4 No’lu Koruma Kurulu gereğinin yapılması için İstanbul Valiliği ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na durumu bildirdi.

Tüm paravanlar inceleniyor!
Soru önergesinde her yanı tahta paravanlarla kapalı Sultanahmet’te benzer inşaatlar olup olmadığı da gündeme geldi. Bakan Günay, 4 Numaralı Koruma Bölge Kurulu uzmanlarının bölgede inceleme ve tespitlerinin sürdüğünü açıkladı.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 23.03.2012

ULU CAMİ ALEV ALEV YANDI

 

Bursa’nın Karacabey İlçesi'nde tarihi Ulu Cami restorasyon çalışması sırasında çıkan yangında küle döndü.

 

Restorasyon alınan caminin çatısında dün saat 18.30 sıralarında işçilerinin çalıştığı sırada iddiaya göre elektrik kontağından yangın çıktı. Tarihi mabedin büyük kısmı ahşap olduğu için alevler kısa sürede büyüdü ve camiyi sardı. İki saatlik müdahalenin ardından yangın kontrol altına alınırken, tarihi binadan geriye taş duvarlar kaldı. 

Milliyet, 23.03.2012

TARİHİ JESTTE İLK TAPU

 

 

Galata Rum İlkokulu Vakfı, el konulan azınlık vakıf mallarının iadesini sağlayan düzenlemeyle Karaköy'deki 126 yıllık okul binasına kavuştu. Vakıf Başkanı Meri Komorosano ve azınlık vakıfları temsilcisi Laki Vingas, okulun tapusunu dün aldı. Kültür merkezine dönüştürülecek bina, ilk olarak ekim ayında İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenecek Tasarım Bienali'ne ev sahipliği yapacak. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın geçen ramazanda farklı inanç gruplarının temsilcileri ile iftar buluşması öncesi yapılan jestle, cemaat vakıflarının 75 yıl önce el konulan veya Hazine adına tescil edilen mal varlıklarının asli sahiplerine iadesine imkan sağlandı. Resmi Gazete'de 27 Ağustos'ta yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamu kurumları adına tescilli olan, aralarında mezarlık ve çeşmelerin de bulunduğu malvarlıklarının cemaat vakıflarına devri öngörüldü. Yönetmelik de 1 Ekim'de yayınlandı.

Yönetmeliğin devreye girmesinin ardından ilk başvuru Galata Rum İlkokulu Vakfı'ndan geldi. İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne 25 Ekim'de başvuran vakıf yöneticileri, Karaköy'deki tarihi okul binasının iadesini talep etti. Başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesindeki Vakıflar Meclisi, 7 Şubat'ta binanın iadesine karar verdi. Yönetmeliğe göre 60 gün içinde tapunun vakıf adına tescili gerekiyordu. Sürenin dolmasına 16 gün kala işlemler tamamlandı. Tapu, dün Beyoğlu Tapu Müdürlüğü'nde teslim edildi.

1974'te Hazine'ye geçen okul, şu anda öğrenci olmadığı için atıl durumda. Okulun Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kullanıldığını, kapatılması için başvuru yapacaklarını belirten Komorosano, "Ben Başbakanımızın sözüne güvendim ve ilk başvuruyu yaptım" dedi. Vingas ise "Bina ait olduğu yere ve ait olduğu topluma döndü. Bu bir iadedir. Galata'ya Rum cemaatinin bu binayla sembolik olarak dönüşünü hissediyorum" dedi.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 23.02.2012

DİVRİĞİ ULU CAMİİ, KADIN VE ERKEK EŞİTLİĞİNİ DE SİMGELİYOR

 

 

Divriği İlçesi'nde yaklaşık 800 önce Mengücekliler döneminde yapılan Divriği Ulu Camisi ve Darüşşifası, özgün mimarisi, estetik, kültürel ve evrensel değeriyle yüzyıllar önce kadın-erkek eşitliğine vurulan Türk damgasını gözler önüne seriyor.


Divriği Ulu Camisi ve Darüşşifası'nın imamlarından uzman-rehber Nail Ayan, Uzaktan bakıldığında cami olarak bilinir ama yakına geldiğinizde hastane, darüşşifa olduğu görülmektedir. Anadolu Selçuklular döneminde bitişik nizamda yapılan tek eserdir. Bir kadın ile erkeğin yaptırmış olduğu tek eserdir'' diye konuştu.


Ahmet Şah'ın eşi Melike Turan Melek'in birikimlerinden ve çeyizinden ayırdığı parayla darüşşifayı yaptırdığını ifade eden Ayan, darüşşifanın yapımında Mengücek Şahı Ahmet Şah'ın, eşi Melike Turan Melek'e sonsuz öz güven verdiğini belirterek, ''O öz güveni alan Turan Melek birikimi, kendi mal varlığı ve çeyizinden ayırdığı parayla darüşşifayı inşa ettirmiştir. O dönemde bir kadının böylesi devasa bir esere öncülük etmesi, kadına verilen önemi gözler önüne sermektedir'' dedi.  
Darüşşifa üzerinde kadın-erkek eşitliği konusunda birçok figür bulunduğunu belirten Ayan, bu figürlerin buraya gelen insanların mutluluk ve esenlik bulmaları anlamına geldiğini söyledi.


Ayan,  ''Şifahane taç kapısında dikkat edilecek unsurlardan birisi, kapının sağ büyük sütununda bir kadın büstü, sol tarafta bir erkek büstü var. Bu o dönemde biri güneşi, biri ayı temsil etmektedir. Aynı zamanda buranın bir hastane olması hasebiyle, buraya gelen insanlar mutluluk bulsun, esenlik bulsun, ferahlık bulsun manasında kendi figürlerini buraya nakşetmişlerdir. Başka bir dikkati çeken unsur ise şifahanenin alınlık dediğimiz kısmın tepe zirve noktasının bir taca benzetiliyor oluşudur. Anadolu kadınının başına taktığı taç motifinin andırdığından dolayı şifahane taç kapı ismini almıştır. Burada ilkler içerisinde ilkler, eşi bulunmayanlar arasında eşi bulunmayanlar vardır. 2005 yılında keşfedilen batı kapıda dikkati çeken ve gölge kapı olarak anılan kapıda namaz kılan ve Kur'an-ı Kerim okuyan erkek silueti bulunmaktadır. Cennet kapıda ise yaz aylarında güneş sabah doğduğu zaman bir kadın gölgesi görmekteyiz. Bu kadın gölgesi 'cennet anaların ayağı altındadır' düsturuyla işlendiğini apaçık ortaya koymuştur. Cennet kapısını yapan üstat, bu kapıdan giren insanların kim olursa olsun, herkesin o kapıda her şeyini görebilmesi bakımından zengin bir motife sahiptir ama asıl orada kadının gölgesini yaparak kadına verilen değeri apaçık ortaya koymuşlardır.''dedi.


Divriği Ulu Camisi ve Darüşşifası'nın batı kapısında taç kapı ikindi vakti görülen namaz kılan erkek silueti, cennet kapısında saat 07.00 sıralarında çıkan namaz kılan kadın silueti ve şah kapısında saat 09.00 sıralarında oluşan ve eseri yaptıran Ahmet Şah'ın başını temsil ettiğine inanılan erkek kafası silueti, görenleri adeta büyülüyor.


Özellikle tarihi eserin batı yamacında camiye girişi sağlayan taç kapıda, ikindi namazı vaktinde güneşin etkisiyle ortaya çıkan, yaklaşık 4 metre uzunluğundaki ''namaz kılan insan silueti'' ziyaretçilerin ilgi odağı oluyor. Tarihi eseri görmeye gelenler, ziyaret saatlerini namaz kılan insan siluetinin çıktığı ikindi namazı vaktine denk getirmeye çalışıyor.

Sivas Hürdoğan, 22.03.2012

TARİHİ MİSİS ŞEHRİ GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK

 

Belediye Başkanı Mahmut Çelikcan, tarihi Misis’i dünya mirasına kazandıracaklarını söyledi

Yüreğir Belediyesi, tarihi Misis kentini dünya kültürel mirasına kazandırma çalışmalarını hızlandırdı. Dün Adana Hilton Otel’de bugüne kadar yapılan çalışmaları ve ‘Ölümsüzlük Şehri Misis’ çalıştayını değerlendiren Yüreğir Belediye Başkanı Mahmut Çelikcan, 8 bin yıllık geçmişe sahip antik kentte saklı kalan eserleri gün yüzüne çıkarmak istediklerini söyledi.

 

Çalıştaya katılan kurum ve kuruluş temsilcilerinin de hazır bulunduğu toplantıda konuşan Çelikcan, Adana ve bölgesinin turizmden hak ettiği payı alması için projenin önemine dikkat çekti.

 

Geçmişin izlerini bu günlere kadar taşıyan, çok farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir zenginliği Adana’ya, Türkiye’ye ve dünya kültür mirasına kazandırmak için yoğun çaba sarfettiklerini belirten Çelikcan, şunları söyledi:

“Böyle tarihi bir yerin yıllarca bu halde bırakılması çok üzücüdür. Bugün gezdiğimiz ve gördüğümüz yerler beni çok şaşırttı. Bütün kurumlarımızla işbirliği yaparak bu bölgeyi kurtarmak için var gücümüzle çalışacağız.” diye konuştu. Misis Projesi devlet vatandaş işbirliğini esas alan bir projedir. Bölgenin özelliklerine göre çıkış noktası arayan ve potansiyeli ortaya çıkaran bir mantığa sahiptir. ‘Ölümsüzlük Şehri Misis Projesi ‘ bölgenin tarım ve hayvancılık yönünden kalkınmasına olanak sağlayacaktır. Bu proje de bölge vatandaşlarının kent yaşamına adaptasyonlarının sağlanması hedeflenmiştir. TOKİ işbirliği ile oluşturulacak olan yerleşkede vatandaşların düşük faizli geri ödemelerle tapulu konutlara kavuşması sağlanarak kaçak yapılaşmanın önüne geçilecektir.”

 

TARİHİ MİSİS ANTİK ŞEHRİ

Misis antik şehri Adana’nın 27 km doğusunda Ceyhan Nehri’nin hemen kenarında yer alıyor. Çukurova üzerinde kurulan antik kent binlerce yıllık geçmişiyle çok büyük ilgi görmüş, özellikle Roma devrinin önemli kentleri arasında yer almıştır. İpek Yolu üzerinde kurulmuş olması ve geçit özelliği taşıması bu kenti ayrıca önemli kılmıştır. Bölgede 12 yıl boyunca (2000-2012) araştırma yapan Prof.Dr. Giovanni Salmeri’nin deyimiyle “Bölge Çukurova Kültür Havzasının en önemli kentidir”. 7000 yıldan günümüze kadar kesintisiz kullanılan kent, bu imajıyla diğer antik şehirlerden ayrılmakta ve bu yapısı kenti özel kılmaktadır. Misis’de toprağın bağrında sakladığı ve gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen eserlerle birlikte günümüzde gözlemlenebilen mozaikler, antik taş köprü, yer yer görülen surlar, su kemerleri, stadyum, tiyatro, hamam, şehrin kuzeyinde bulunan antik kaya mezarları, Geçitli yakasında yer alan ve büyük bölümü yıkılmış olan Havraniye Kervansarayı gibi yapılar kenti ayrıca önemli kılmaktadır. Böylesine önem arz eden bir kent özellikle 1990 yılından günümüze kadar yoğun göçün getirmiş olduğu olumsuzluklarla hızla işgal edilmiş ve antik kent günümüze kadar büyük oranda tahrip edilmiştir. Bu tahribat aynı hızla devam etmektedir. Misis’in kaçak yapılaşmaya daha fazla kurban edilmemesi ve en azından şimdiki haliyle kurtarılabilmesi için projelerin hazırlanması, uygulanması ve toplumsal bilincin kazandırılması kaçınılmaz bir gerçeklik olarak yüzümüze haykırmaktadır.

 

PROJENİN AMACI

Proje ile, Yüreğir İlçesine bağlı, Yakapınar (Misis) beldesi sınırları içerisinde bulunan antik kentin Dünya kültürüne kazandırılması ve antik kent üzerinde evlerini kaçak olarak yapmış ve uzun yıllardan beri orada yaşamakta olan ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını koruma ile ilgili yasalar nedeni ile kentsel hizmetlerin (kanalizasyon, su, yol, elektrik vd..) götürülemediği vatandaşlara her türlü kentsel hizmetin sunulabileceği yeni bir yaşam ve iş ortamı sağlanması amaçlanıyor.

 

Yüreğir Belediyesi, bu kapsamda öncelikle mevcut durumun tespiti yönünde çalışmalar yaptı. Kadastro haritaları hazırlayan belediye yetkilileri, antik kentin bu gün bulunduğu durumu tespit edip, antik kent üzerinde yaşayan yöre halkının demografik yapısını da saptadı.

 

Proje kapsamında, Yaklaşık 10 yıldan beri Türkiye’de çalışan ve yöreyi çok iyi tanıyan Tarihçi ve Arkeolog Prof.Dr. Giovanni Salmeri ve Arkeolog Anna Lucia D’agata’nın da görüşlerinin yer aldığı durum tespitini içeren genel bir rapor hazırlandı. Toplam 24 bürokrat ve sivil toplum temsilcisinin ve bir tercümanın katıldığı çalıştay Prof.Dr. Yusuf Gürçınar’ın moderatörlüğünde yapıldı. Çalıştayda oluşturulan görüşler doğrultusunda rapor hazırlandı.

Yeni Adana, 22.02.20212

400 YILLIK KUR'AN- I KERİM MÜZAYEDEYE ÇIKIYOR

 

 

Safevi dönemine ait 400 yıllık el yazması Kur'an-ı Kerim, Avrupa'nın en büyük koleksiyonerlerine ait 353 eserin bulunduğu ''Osmanlı ve Karma Sanat Eserleri Müzayedesi''nde 1500 lira açılış fiyatıyla satışa çıkacak.

Osmanlı saraylarına özel yapılmış biblo, saat, porselen ve mücevherlerin yer alacağı müzayedede 24 Mart'ta Dedeman Otel'de yapılacak.

Sancak Müzayede'nin ortaklarından Ersin Kaygusuz, yaptığı açıklamada, Avrupa'nın önemli koleksiyonerlerinin eserlerinin satılacağı müzayedenin büyük ilgi gördüğünü, müzayedede Osmanlı Dönemine ait önemli eserlerin de satılacağını kaydetti.

Eserler arasında Türk ve oryantalist ressamlara ait tabloların da bulunduğunu aktaran Kaygusuz, bu eserlerin İbrahim Safi, Şeref Akdik, Halit Naci, İlhami Demirci, Hayri Çizel, Avni Arbaş, Burhan Uygur, Turgut Zaim gibi ressamlara ait olduğunu belirtti.

Kaygusuz, eserlerin değerinin çok altında bir fiyatla görücüye çıkacağını dile getiren Kaygusuz, şunları kaydetti:
''Müzayedede öne çıkan eserler arasında 1700'lü yıllara ait Meissen Böttger çaydanlık, 18. yüzyıla ait Osmanlı çift Süleymaniye damgalı şamdanlar, 19. yüzyıl Sevres vazo, 1770 imalatı Meissen porselen ayna, 19. yüzyıl Osmanlı pazarına özel yapım gaz lambası, Osmanlı son dönem padişahı Mehmet Vahdettin'e özel yapım Meissen minyatür tuğralı vazo bulunuyor. Osmanlı sarayı için yapılmış biblolar, mücevherler, Beykoz camlar, mineli eserler de satışa sunulacak.''

Kaygusuz, eserlerin 23 Mart'a kadar Harbiye'deki Sancak Müzayede Sanat Galerisi'nde sergileneceğini dile getirerek, konuşmasını şöyle tamamladı:
''Eserler şu anda sergileniyor. Sanatseverler gerçekten çok ilgi gösteriyor. Türkiye'de ilk defa Avrupa'nın en önemli 3 koleksiyoncusunun eserleri bu müzayedede yer alacak. Koleksiyonerler Hans Viessmann, Vladimir Hvlacek ve Luise Hofmann'ın önemli gördüğümüz eserleri arasında, 1600-1700 dönemine ait Kur'an-ı Kerim de bulunuyor. Safevi dönemine ait 400 yıllık el yazması Kur'an-ı Kerim büyük ilgi görecek. 1500 lira açılışı fiyatıyla satışa çıkacak Kur'an-ı Kerim'in 15 bin liraya alıcı bulmasını bekliyoruz. Ayrıca 19. yüzyıl ipek üzeri gümüş sırma Kabe kuşağı, 19. yüzyıl ayet-i kerimelerle dekorlu Kabe iç örtüsü, Osmanlı sedefli hat kutuları ve sandıkları, Osmanlı Sultan 2. Abdülhamid (1876-1909) tuğralı gümüş eserler, Osmanlı saraylarına özel yapılmış biblolar, saatler, porselenler ve mücevherler bulunuyor.''

Habertürk, 22.03.2012

İŞTE YENİ AFYON MÜZESİ!

 

 

TOKİ, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile yaptığı protokolle Afyonkarahisar'da kültürel ve tarihi varlıkların daha iyi ve daha modern şartlarda muhafaza edileceği müze ve kültür kompleksini inşa edecek.
 

TOKİ tarafından ihalesi yapılıp inşasına başlanan müze ve kültür kompleksiyle Afyonkarahisar'ın tarihi varlıkları daha iyi koşullarda korunup sergilenirken Afyonkarahisarlılar da kültürel faaliyetlerin çok iyi şartlarda yapılabileceği bir yapıya sahip olacak. 20 milyon lirayı aşan bir ihale bedeli olan projenin 2013 yılının Şubat ayında tamamlanması hedefleniyor. Kompleksin, diğer müzeler için de bir referans olması amaçlanıyor.

 

Mevcut projeye göre altı üniteden oluşacak 3 katlı kompleks, kültürel ve sosyal birçok hizmetin verilebileceği donanımlara sahip olacak. Müze bölümünde arkeoloji salonu, kent müzesi ve etnografya salonu, süreli sergi salonları, açık teşhir alanları, müze laboratuarları, müze eğitim alanları bulunacak. Konferans salonu ve kongre merkezinde ise 400 kişilik salonla beraber görsel sunum ve sinema gösterimlerinin yapılabileceği sistemler, sahne sanatlarına uygun sahne ve teknik servisler, kongrelerde ihtiyaç duyulacak simültane çeviri altyapısı, ses ve ışık denetimi de merkezin donatıları arasında. Bu açıdan kompleks hem müze hem de bir kültür merkezini bünyesinde barındıracak.

 

 

Ankara, Antalya, İzmir, Eskişehir, Konya arasında bir nevi mola ve kavşak noktası olan Afyonkarahisar'ın bu yönü de dikkate alınarak tasarlanan kompleks, birçok sosyal hizmetin de verilebileceği bir yapı olacak. Bu açıdan komplekste süreli servis, satış, yiyecek/içecek alanları oluşturulacak. Bu kapsamda saatte onlarca kişiye hizmet verebilecek bir mutfak kurulacak. Şehirdeki turist yoğunluğu da dikkate alınarak tasarlanan komplekste 200 araç kapasiteli bir otopark ve tur otobüsleri için park yeri yapılacak.

TOKİ Haber, 22.03.2012

TARİHİ ERZURUM OTELİ RESTORE EDİLECEK

 

Yaklaşık 95 yıl önce Macar mimarlar tarafından Ankara'nın Ulus semtinde inşa edilen Erzurum Oteli, yıllardır bakımsız halde duruyordu.

 

1980'de eski eser olarak tescil edilen otelin onarımı için Ankara Büyükşehir Belediyesi harekete geçti. Belediye tarafından hazırlanan rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri Kültür Bakanlığı'nca onaylandı. Yakında restorasyona başlanılması planlanan otelin projelerini hazırlayan restorasyon uzmanı Yüksek Mimar Mehmet Emin Yılmaz, otelin, ilk yapıldığı dönemde konut olarak kullanılmış olabileceğini belirtiyor. Yapının Ankara'nın başkent olmasının ardından buraya gelenlerin konaklama ihtiyacını karşılamak üzere 1930'lu yıllarda otele dönüştürüldüğünü ifade eden Yılmaz, hizmet verdiği dönemde Erzurum Oteli'nin belediye belgeli birinci sınıf bir otel olduğunu aktarıyor.

Zaman, Haber: Ünal Livaneli, 22.03.2012

HASANKEYF: BİR MEDENİYETİ SUDA BOĞMAK

 

Hasan Keyf, Hısn Keyfa veya Haskif, tarih ve medeniyetimizin önemli merkezlerinden, ilmi, kültürel ve ticari kavşak noktalarından biridir. Bugünden ve şimdiki haliyle bakıldığında küçük bir ilçe merkezinin tarihte böyle bir konuma sahip olmuş olması yadırganabilir. Sadece Hasankeyf değil, Samsat (Sümeysat), Besni (Behisni), Kahta, Silvan (Meyyafarkin), Hoşab, Nusaybin, Şirvan, Harran gibi merkezler de hemen hemen bu konumdaydı.

 

Hz. Ömer devrinde başlayan İslam fetihleriyle, Malatya'ya kadar olan bölge İslam toprakları arasına katılır. Hasankeyf de bu dönemde Halid Bin Velid'in öncü askerlerince fethedilir. (Bkz. Vakıdi, Futuhuş-Şam, El-Mektebetu'ş-Şamile)

 

İslam tarih kaynakları göz önüne alındığında; daha İslam fetihlerinin akabinde Diyarbekir ile Halep ve Mardin-Ruha-Harran arasında Hasankeyf'in nasıl önemli bir merkez ve kavşak noktası olduğu görülebilecektir. İslam tarihinde El-Cezire mıntıkasında yer almış olan Hasankeyf, Samsat ile birlikte daha Emeviler döneminde göze çarpan bir gelişme gösterir. Bir ara Harici topluluğunun ayaklandığı bir merkez olarak öne çıkar.

 

Hasankeyf, Miladi 900'lü yılların başlarında, Abbasi merkezi otoritesinin zayıflamaya başlayıp periferide Samaniler, Hamdaniler, Şeddadiler, Tolunoğulları, İhşidiler gibi güçlü ailelerin, hanedanların ortaya çıktığı dönemde Hamdan bin Hamdun tarafından tesis edilen Hamdanilerin (Beni Hamdan) hakimiyet bölgesine girdiği gibi, bu hanedanın bir şubesinin merkezi haline gelir. Hamdanilerin inkıraz bulmasının akabinde, o dönemde yükselen Bad (Baz-Ebu Abdullah El-Hüseyn bin Dostik) bin Dostik ve yeğeni Ahmed bin Mervan tarafından Silvan (Meyyafarkin)'da kurulan Mervani Kürt hanedanının denetimine geçer. Miladi 990'dan itibaren yaklaşık yüzyıl bu hanedanının idaresinde kalır.

 

Mervanilerin son dönemleri Büyük Selçuklu akınlarının bölgede hakimiyet kurduğu dönemlere tekabül eder. O dönemde özellikle Melik Şah'ın komutanları Anadolu'nun birçok yerinde olduğu gibi El-Cezire bölgesinde de hakimiyet tesis ederler. Bu meyanda Hasankeyf, Mervanilerin inkırazının akabinde Artuklu Türkmen hanedanının hakimiyetine girer. Melik Şah'ın komutanlarından Artuk bin Eksük ile başlayan bu hanedan Amid, Mardin ve Hasankeyf'e egemen olur. 1232'ye kadar 131 sene Hasankeyf'te Artukluların bir şubesinin hakimiyeti hüküm sürer. Hasankeyf, Türkmen Artuklular döneminde önemli bir merkez olarak gelişme gösterir. Şehirde halen bakiyeleri mevcut olan köprü, Ulu Camiinin aşağı tarafındaki büyük saraya ait kalıntılar ve Zeynel Bey Türbesi ve yakınındaki Artuklu Hamamı bunun göstergesidir.

 

Bu dönemlerde Hasankeyf'ten bir hayli ulema da yetişir. Bunların en önde geleni Ebu'l-Fazl Muiniddin Yahya Bin Selame bin El-Huseyn bin Muhammed, Hatib El-Haskefi'dir. O dönemde Hasankeyf'e bağlı Tanza karyesinde dünyaya gelmiş, tahsilini Hasankeyf'te sürdürmüş, bilahare Bağdat'a giderek Ebu Zekeriyya Eş-şeybani'den tahsil etmiştir. Nahiv, şiir ve Şafii fıkhında tebahhur kesbetmiştir. Ömrünün sonlarına doğru Meyyafarkin'e (Silvan) gelerek burada müfti ve hatib olmuş, 551/1156 tarihinde Silvan'da vefat etmiştir. Mardin ve Amid'in (Diyarbakır) yanı sıra Hasankeyf önemli bir ilim merkezi olarak ön plana çıkar. Hatta Diyarbekir Artuklu Sarayında Es-Salih Nasıruddin'in hizmetinde iken yazılan, El-Camiu Beyne'l-İlmi Ve'l-Ameli'n-Nafi' Fi Sinaati'l-Hiyel (Olağanüstü Mekanik Araçların Bilgisi Hakkında Kitap) adlı ünlü eserin en eski ve resimleri en mükemmel nüshası Hasankeyf'te Muhammed Yusuf Bin Osman El-Haskifi adlı buralı bir alim tarafından 29 Şa'ban 602/10 Nisan 1206 tarihinde istinsah edilmiştir. (Hasankeyf'te Mervani Ve Artuklu dönemleri için: bkz. İbn El-Ezrak El-Farıki, Tarihu Meyyafarkin Ve Amid, British Museum Library, OR 5803,63109)

 

1232'den sonra ise Hasankeyf'te uzun süren Eyyubi-Kürt Hanedanı hakimiyeti başlar. Bu hakimiyet kesintilere, Timur ve Safevi istilalarına, kısa süreli Akkoyunlu hakimiyetine rağmen 1524'e kadar süregelir. Bu tarih'te Hasankeyf Safevilerin elinden alındıktan sonra tekrar Eyyubi emirlerinin idaresine geçer.

 

Son Eyyubi Emiri Melik Süleyman (II.), kardeşleri ile olan rekabette onlarla başa çıkamayacağını fark edince, şehrin anahtarlarını Osmanlı idaresindeki Diyarbakır Beylerbeyi Boşnak Hüsrev Paşa'ya teslim eder. Hasankeyf'te uzun süren Eyyubi hakimiyetine dair birçok tarihi eser yer almaktadır. Kaledeki ünlü kapı, Ulu Cami, Er-Rızk Camii, Sultan Süleyman Padişah Camii, Kızlar Mescidi, Eyyubi Sarayı/Kasrı, İmam Abdullah Zaviyesi, Koç Camii belli başlı Eyyubi-Kürt eserleridir.

 

Akkoyunlu Uzun Hasan'ın oğulları Halil Sultan ve Zeynel Bey'in kısa süren hakimiyetleri döneminden ise, şaheser bir eser ve önemli bir mimarlık örneği olan ünlü Zeynel Bey Türbesi, İmam Abdullah Zaviyesinde Halil Sultan'a ait tamir kitabesi Hasankeyf'te Akkoyunlular'a ait olarak bildiğimiz eserlerdir. Ayrıca geçen yıl Hasankeyf'te yaptığımız kısa bir araştırmada, Eyyubi-Kızlar Camii avlusunda yer alan türbede, Uzun Hasan'ın oğlu Halil Sultan'ın keşfettiğim mezar taşı.

Hasankeyf, ayrıca birçok toplulukların kaynaştığı bir merkez de olmuştur. Tarihimiz boyunca burada Araplar, Süryaniler, Kürtler ve Türkmenler bir arada bulunmuştur. Bugün ise, şehir merkezinde daha çok Arapça konuşan Mahalmiler/Muhallemiler ve Kürtler meskundur.

 

Tarihi ve eserleri ile zengin bir medeniyet merkezi olan Hasankeyf bugün, Dicle Nehri üzerindeki 'Ilısu Barajı Projesi' ile su altında bırakılmak istenmektedir. Bu proje gerçekleştiğinde, kalenin üst kısmı hariç, başta Zeynel Bey Türbesi, Köprü, Er-Rızk ve Süleyman Padişah Camileri olmak üzere birçok İslam medeniyet eseri sular altında kalacaktır -daha önceleri, Keban Barajı'nın yapılmasıyla Eski Pertek, Korluca gibi önemli bir tarih ve medeniyet merkezini sulara gömülmesi gibi. 1980'li yıllarda ise Samsat (Sümeysat) gibi - tarihi Roma ve Bizans'a kadar giden, Hz. Ömer (r.a) dönemindeki fetihlerde İslam topraklarına katılmış- çok önemli bir şehir, tüm tarihi eserleri ile birlikte Atatürk Barajının sularında yok edildi. Oysaki, 1985-86 yıllarında Tahsin-Nimet Özgüç çifti tarafından gerçekleştirilen kurtarma kazılarında Samsat'ta daha Emeviler dönemine ait cami kalıntıları, kitabe kayıtları ve sikkeler bulunmuştu. Hatta o dönemde Ankara'da bu kazılara ait bir slayt gösterisi izlemiştim.

 

Aynı şekilde Hasankeyf de Ilısu Barajının suları altında kalırsa, Pertek ve Samsat'tan sonra, Müslüman Araplara, Kürtlere ve Türkmenlere ait bir medeniyet nişanesi daha suda boğulmuş olacaktır.

Yeni Şafak, Yazı: Müfit Yüksel, 21.03.2012

KUR'AN-I KERİM'İ BİR TABAKA KAĞIDA YAZMIŞLAR

 

 

''Anadolu'nun hafızası'' konumundaki Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi'nde bulunan ve 250 yıl önce gubari hatla bir tabaka kağıda tamamı yazılan Kur'an-ı Kerim'i görenler, hayranlıklarını gizleyemiyor.

 

Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Bekir Şahin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kütüphanelerine devir yoluyla gelen gubari hat tarzında ve hasır örgüsü formatında bir tabaka kağıda Kur'an-ı Kerim'in tamamının yazıldığını belirterek, ''Ancak üzerinde tarih yok. Kullanılan mürekkep ve kağıt yaklaşık 250 yıl önce yazıldığını ve halk tipi Kur'an-ı Kerim olduğunu gösteriyor'' dedi.

 

Gubari kelimesinin Arapça'da ''toz'' anlamına geldiğini ve gubar kelimesinden türetilen ''toz gibi'' manasını aldığını dile getiren Şahin, ''Gözle okunması mümkün olmayacak derecede küçük yazılan hatlara gubari denilmiştir. Gubari hattı geçmiş dönemlerde haberleşmede de kullanılmış. Eskiden posta vazifesi gören güvercinlerin kanadına bağlanan mektuplar gubari hattıyla yazıldığı için bu yazıya 'kalemü'l cenah' (kanat yazısı) adı da verilmiştir. Cepte taşınacak kadar küçük boydaki mushaflarda ve içleri boş iri harflerin iç kısmına ayet ve hadislerin yazılmasında gubari yazı kullanılmıştır. Zamanla 'Sancak Kur'an-ı Kerimi' denilen ve gemilere asılan Kur'an-ı Kerim'ler bu hat türüyle yazılmıştır'' diye konuştu.

 

Sanat tutkusu ve Kur'an-ı Kerim'e olan saygı ve sevgilerinden dolayı büyük boy bir tabaka kağıda Kur'an-ı Kerim'in 6 bin 666 ayetini yazma girişiminde bulunulduğunu anlatan Şahin, hattatların bu konuda da başarılı olduğunu vurguladı.

 

''Bu hattatların aşkla, şevkle, sevgiyle sanatlarını icra ettiklerini'' ifade eden Şahin, şunları kaydetti:

''Kütüphanemize devir yoluyla gelen bu eserimiz, gubari hattıyla yazılmış. Kılla yazılıyor ve yazımı çok zor bu hatların. Tahminlerimize göre yaklaşık 1 yıl süren bir çalışmayı gösteriyor. Burada ince bir sanat anlayışı var. Değişik müzelerimizde bir pirinç tanesi üzerine İhlas Suresi'ni yazan hattatlarımız var. Günümüz hattatlarından küçücük bir taş üzerine Hazreti Mevlana'nın özdeyişlerini, sözlerini yazan hattatlarımız var. Bu eserler bir sanat türü veya sanat tutkusu. 250 yıl önce gubari hatla bir tabaka kağıda yazılan Kur'an-ı Kerim'i görenler hayranlıklarını gizleyemiyor. İnce bir sanat anlayışının göstergesi olan bu eserin sahibi hattat, gubari hatla bir tabaka kağıda 6 bin 666 ayeti sığdırmış. 50x85 santimetre ebatında bir tabaka kağıda ince detaylarla yazılan bu eserde, her biri 32x32 milimetre ebatlarında 350 bölüm bulunuyor. 6 bin 666 ayeti bir tabaka kağıda sığdırmak elbette herkesin yapacağı bir iş değil. Özel bir yetenek, gayret isteyen bir husus. Eserin sahibi belkide kendini, yaptığı sanatıyla ebedileştirmek istiyor. Çünkü sanat eserleri ebediyen kalması için sanatçısı tarafından yapılıyor. Bu bir rekor denemesi''

Akşam, 21.03.2012

İTTİHAT VE TERAKKİ BİNASI 10 MİLYON DOLARA SATILDI

 

 

Cumhuriyet Gazetesi’ne yaklaşık 80 yıl ev sahipliği yapan İstanbul Cağaloğlu’ndaki bina 10 milyon dolara İpekyolu Kuyumculuk’un patronu Gaziantepli işadamı İbrahim Kaygısız’a satıldı.

Kaygısız’ın 2.5 dönümlük arazi içinde bulunan ve 1971 yılına kadar Cumhuriyet Gazetesi’nin merkezi olarak kullanılan Pembe Köşk’ü restore edip, o tarihten 2004 yılına kadar gazete binası olarak kullanılan ek yapılarla birlikte otele dönüştürmesi gündemde. Bu satış ile birlikte Babıali olarak ifade edilen ve bir dönem gazetelerin genel merkezlerinin bulunduğu Cağaloğlu’na Cumhuriyet de resmen veda etti. Cumhuriyet Gazetesi’nin kurucusu Yunus Nadi’nin varisleri tarafından bir süredir satış sürecinde olan Pembe Köşk’ün üzerinde Cumhuriyet Vakfı’nın da yaklaşık yüzde 25 payı bulunuyordu. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkez binası olarak bilinen köşkle ilgili Anıtlar Kurulu’nun sadece ‘restorasyona’ izin verdiği biliniyor. Edinilen bilgiye göre, köşkün yanı sıra bahçedeki ek binaların yerine de büyük bir yapının yapılması mümkün değil.

Pembe Köşk ve arazinin yeni sahibi İpekyolu Kuyumculuk’un sahibi İbrahim Kaygısız ise turizme uzak biri değil. Aslen Gaziantepli olan ve 1995 yılında İstanbul’a gelen İbrahim Kaygısız Sultanahmet’teki Sura Otel’in de sahibi.

7 Mayıs 1924’ten sonra Cumhuriyet Gazetesi’ne geçen Pembe Köşk’ün oldukça ilginç bir geçmişi var. Bir dönem İttihat ve Terakki’nin Genel Merkezi olan Pembe Köşk, İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından da karakol olarak kullanıldı. 1924 yılından 1971’e kadar ise Cumhuriyet Gazetesi’nin merkeziydi. Tarihi binanın çok eskimesi üzerine gazete 2004 yılına kadar aynı arazi üzerine kurulan ek binalarda faaliyet gösterdi.

Cumhuriyet’in tarihi binasını satın alan İpekyolu Kuyumculuk’un sahibi İbrahim Kaygısız, 6 yaşında kuyumcu çırağı olarak iş hayatına atıldı. İstanbul’a çocukluk arkadaşı Altınbaş Holding’in patronu İmam Altınbaş’ın ısrarı ile gelen Kaygısız 1995’te işini İstanbul’a taşıdı ve 2000 yılında Çemberlitaş’taki Çadırcı Han’da İpekyolu Kuyumculuk’un showroom’nu açtı. Kaygısız bugün yaklaşık 70 ülkeye takı ihracatı yapıyor.

Habertürk, Haber: Ünsal Ereke 21.03.2012

526 YILLIK AHŞAP CAMİİ RESTORE EDİLDİ

 

 

Osmanlı mimarisinin ender ahşap eserlerinden biri olan 526 yaşındaki Şeyh Müslihiddin Camii, geçirdiği restorasyonun ardından 16 yıl sonra yeniden ibadete açıldı.

 

Merhum Fatih Sultan Mehmet Han'ın mimarlarından Şeyh Müslihiddin adına miladi 1486 yılında Sakarya'nın Kaynarca İlçesine yaptırılan cami, sadece 19. yüzyılın ilk çeyreğinde tamir görmüş. Ancak bakımsızlık sebebiyle 1996 yılında ibadete kapatılmış. Asırlardır ahşap malzemesi çürümeyen cami, 17 Ağustos 1999 depreminde minaresinin bir kısmının çatıya düşmesi sonucu su almasıyla birlikte çürümeye başlamış. 7 yıl boyunca bu şekilde bırakılan caminin mülkiyeti 2006 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devredilmiş. 2009 yılında onarımı başlayan cami 16 yıl aradan sonra yeniden ibadete açıldı.

 

Ahşap caminin asırlardır çürümemesinin sırrı ise temelinden nem almaması. Yaklaşık yarım metre yüksekliğinde belli aralıklarla konan taş blok üzerine kütükler oturtularak zemini yere temas etmeyen ve temelden hava akımı sağlanan ahşap cami, bu şekilde asırlardır çürümeden günümüze kadar ulaşmış. Aslına sadık kalınarak titiz bir çalışma ile onarılan camii eski güzel görünümüne yeniden kavuşturuldu. Caminin minaresi de yine aslına uygun olarak taş kaideli ve tuğla gövdeli olarak yeniden inşa edildi.

Zaman, Haber: Duran Savaş, 21.03.2012

'İSTANBUL' İSMİ NEREDEN GELİYOR?

 

Ayasofya Müzesi Başkanı ve tarihçi Haluk Dursun, "İstanbul" kelimesinin kökeni olan "Stinpolis"nin Rumca ve "şehre doğru" kelimelerinin bozulmuş hali olduğunu ifade etti.


Yenikapı'da bulunan kalıntılarla tarihi 8500 yıl önceye dayanan ve “dünya üzerinde 3 imparatorluğa başkentlik eden tek şehir” olan İstanbul, tarihi boyunca değişik isimlerle anıldı.

Osmanlı İmparatorluğu, 1004 yıl “Byzantion”, 1116 yıl da “Konstantinopolis” olarak adlandırılan şehri fethettikten sonra isminin ne olacağı konusunda tartışmaya girmedi. Osmanlı döneminde “Konstantiniyye”, “Stanpolis”, “Dersaadet”, “Asitane”, “Darülhilafe” ve “Makarrı Saltanat” olarak da adlandırılan şehrin adı Cumhuriyet'in ilanından sonra “İstanbul” olarak kabul edildi.

Yenikapı'da bulunan kalıntılarla tarihi 8500 yıl önceye dayanan şehre, MÖ 667'de Antik Yunanistan'daki Megara'dan gelen Dorlu Yunanlı yerleşimciler bir koloni kurdu ve yeni koloniye kralları Byzas şerefine “Byzantion” adını verdi.

Kente, 330 yılında Roma İmparatorluğu'nun başkenti ilan edilince Latince “Yeni Roma” anlamına gelen “Nova Roma” adı konuldu, ama bu isim çok benimsenmedi. 337 yılında İmparator I. Konstantin'in ölümüyle kentin adı onun şerefine “Konstantin'in kenti” anlamına gelen “Konstantinopolis”e çevrildi. Konstantinopolis, Bizans İmparatorluğu boyunca kentin resmi adı olarak kaldı.
Osmanlı İmparatorluğu 1004 yıl “Byzantion”, 1116 yıl da “Konstantinopolis” olarak adlandırılan şehri fethettikten sonra isim kavgasına girmedi.

Ayasofya Müzesi Başkanı ve tarihçi Haluk Dursun, yaptığı açıklamada, İstanbul'un Osmanlılar tarafından fethinden sonra bir sürü ismi olduğunu belirterek, bazı resmi isimlerin çok az kullanıldığını, bazılarının ise halk tarafından benimsendiğini söyledi.

Osmanlı padişahlarının asla isim üzerine takılıp kalmadığını vurgulayan Dursun, “Bunun bir istisnası var. Sultan 3. Mustafa hattı hümayunlarında özellikle 'İslam şehri' anlamına gelen İslambol'u kullanıyor” dedi.
Dursun, Osmanlı döneminde en çok kullanılan ismin Konstantinopolis'in Arap diline çevrilen şekli “Konstantiniyye” olduğunu belirterek, halk arasında mutluluk şehri anlamına gelen “Dersaadet” ve büyük dergah anlamında “Asitane”nin çok kullanıldığını kaydetti.

KELİMENİN KÖKENİ
“İstanbul” kelimesinin kökeni olan “Stinpolis”nin Rumca ve “şehre doğru” kelimelerinin bozulmuş hali olduğunu ifade eden Dursun, şöyle konuştu:
“Şehir denilince akla, surun içindeki İstanbul geliyor. Bana göre İstanbul'un adının nereden geldiğinden İstanbul'un neresi olduğu daha önemli. O dönemde surun içindeki bölümün dışındaki yerlere asla İstanbul demiyorlar. Şu anda en çok karıştırılan ve en çok yapılan ortak hata bu. Eyüp'ü, nefsi İstanbul'dan ayırıyor, karşı denildiği zaman akla asla Kadıköy değil, Galata geliyor. Karşıya geçmek denildiği zaman Karaköy'den Galata'ya, Galata'dan Kuledibi'ne bir hat var. Taksim daha yok, bir de Üsküdar var. Bunun dışında mevsimlik olarak kullanılan Adalar ve Boğaziçi'ndeki köyler var. Yani Boğaziçi, İstanbul sayılmıyor. Halk içinde Şeher'dir. 'İstanbul'a gideceğim' denildiği zaman surun içini kasteder ve ayırır. Kadıköy'deki birisi 'Bugün İstanbul'a gideceğim', Taksim'deki birisi 'Bugün İstanbul'a ineceğim' der. Bunları daha önemli görüyorum.”

OSMANLI SAATİNDE KONSTANTİNOPOLİS YAZILI
Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit dönemine ait bir cep saatinin içindeki “Konstantinopolis” yazısını gösteren Dursun, “Bu dönem milli hassasiyetin en yüksek olduğu dönemdir. Ama saatlerinde Konstantinopolis yazılı” diye konuştu.

Haluk Dursun, Osmanlı devletinin resmi yazışmalarında hilafetin merkezi anlamında “Darülhilafe” ve saltanatın merkezi anlamında “Makarrı Saltanat” isimlerini kullandığını dile getirerek, “Bu da çok uygun. Osmanlı doğrudan o kavgaya girmiyor, fonksiyonundan bir şehri tanımlıyor. Burası kim ne derse desin, ister Konstantinopolis desin, ister Konstantiniyye desin Darülhilafe'dir. Burası kim ne derse desin Makarr-ı Saltanat'tır. Bu Osmanlı'nın hoşgörüsünü ve bütün bu tartışmaların üzerinde kendine güvenen bir devlet olduğunu ortaya koyuyor” ifadesini kullandı.

İSTANBUL MU, ISTANBUL MU?
İstanbul adının “I” veya “İ” harfi ile başlaması konusunda da bir tartışma bulunduğunu ve İstanbul'un da iki farklı yazılış şekli olduğunu belirten Dursun, “I” harfi ile yazılan İstanbul'un, İstanbul Türkçesi'nde daha çok kullanıldığını söyledi. Dursun bu durumda bir İstanbul bir de Istanbul olduğunu kaydetti.

Doğrusunun hangi kelime olduğu üzerinde durmadığını vurgulayan Dursun, “Sadece şehrin, tarihi mekanın gereği gibi korunması, görüntüsünün, tarihi özelliğinin korunması ve en azından dünyanın belli bir bölgesinin merkezi olması düşüncesinin daha önemli olduğu kanaatini taşıyorum” dedi.

"ASIL RUMCA'DAN GELEN İSİM İSTANBUL"
Oprah Winfrey, Colin Powell, Madeleine Albright, Calvin Klein'ın da aralarında bulunduğu dünyaca ünlü isimlere rehberlik yapan Saffet Emre Tonguç, Türk insanının, şehrin Rum ya da Yunan geçmişini hatırlattığı gerekçesiyle Konstantinopolis ismini sevmediğini ifade ederek, “Asıl Rumca'dan gelen isim İstanbul. İmparator Konstantin Roma'dan gelerek şehri kuruyor ve kendi adını veriyor. Aslında adam İtalyan ve Rumca tek kelime bilmiyor” diye konuştu.

Cumhuriyetten sonra resmi olarak kullanılmaya başlanan İstanbul isminin, Rumca'dan geldiğini ve geçmişte de kullanılan bir isim olduğunu ifade eden Tonguç, İstanbul'un kelime olarak kökeninin “şehre” demek olan “stan” ve “şehir” anlamında “polis” kelimelerinin birleşiminden geldiğini anlattı.

Tonguç, “Neden 'Stanpolis' demişler? Çünkü buraya gelen insanlar, yolda şehri sorarlarmış, 'Şehre nasıl gidebiliriz?' diye. O yüzden de şehrin adı 'Stanpolis' olarak kalmış ve zamanla İstanbul'a dönüşmüş” dedi.


Osmanlı'da şehrin “Konstantiniyye”, “Asitane”, “Dersaadet” gibi bir çok ismi bulunduğunu belirten Tonguç, cumhuriyetle birlikte İstanbul adının kullanılmasının bazı sıkıntılara neden olduğunu söyledi.

Çeşitli dil ve medeniyetlerde farklı şekillerde adlandırılan İstanbul, Grekçe'de “Vizantion”, Latince'de “Bizantium, Antoninya, Alma Roma, Nova Roma”, Rumca'da “Konstantinopolis, Istinpolin, Megali Polis, Kalipolis”, Slavca'da “Çargrad, Konstantingrad”, Vikingce'de “Miklagord”, Ermenice'de “Vizant, Stimbol, Esdambol, Eskomboli”, Arapça'da “Bizantiya, el-Mahsura, Kustantina el-uzma”, Selçuklular'da “Konstantiniyye, Mahrusa-i Konstantiniyye, Stambul” ve Osmanlıca'da “Dersaadet, Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, Istanbul, Islambol, Darü's-saltanat-ı Aliyye, Asitane-i Aliyye, Darü'l-Hilafetü'l Aliye, Payitaht-ı Saltanat, Dergah-ı Mualla, Südde-i Saadet” isimleriyle anıldı.

Vatan, 21.03.2012

KATIR TURİZMİ

 

 

UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi'nde yer alan Nemrut Dağı'na katırların çekeceği 2 kilometrelik raylı bir sistem döşenecek.

Adıyaman İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi ortaklığıyla hazırlanan, Avrupa Birliği Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (IPA) kapsamında hibe destek almaya hak kazanan ''Kommagene Nemrut Odak Turizm Canlandırma Projesi''ne bu yıl başlanması planlanıyor.

Proje ile Nemrut Dağı'nda çevre düzenlemesi yapılacak. Bu kapsamda, dev heykellerinin bulunduğu 2 bin 206 metre yükseklikteki zirveye rahatlıkla çıkabilmek amacıyla raylı sistem döşenecek. Katırların çekeceği vagonlarla, yaşlı ve engelliler zirveye taşınacak.

Kent merkezinde yapılacak odak binasında ise tarihi ve kültürel eserlerin minyatürleri yer alacak, yöresel yemekler ve el sanatları tanıtılacak.

İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Ekinci, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Nemrut Dağı'nda 2 bin metrekare kapalı alanda akıllı bina olarak yapılan ziyaretçi karşılama merkezinin kaba inşaatının bittiğini, kendilerinin de çok yönlü bir proje ile çevre düzenlemesine başladıklarını söyledi.

Kommagene Nemrut Odak Turizm Canlandırma Projesi'nin toplam maliyetinin 5 milyon 852 bin avro olduğunu, finansmanının yüzde 80'ini IPA ve kalan kısmını bakanlığın karşılayacağını bildiren Ekinci, projenin bir ayağını oluşturan 5 milyon lira civarındaki çevre düzenlemesinin, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'ndan geçtiğini kaydetti.

Ekinci, ''Projenin başlaması ile bitmesi arasında 3 yıllık süre var. Bu yıl içinde başlamayı planlıyoruz'' dedi.

''DÜNYADA BU SİSTEM İLK OLACAK"
Adıyaman turizmini genel olarak ele alan projenin tanıtım ve sosyal boyutu bulunduğunu ifade eden Ekinci, Nemrut Dağı'nın ve Perre Antik Kenti'nin çevre düzenlemesi yapılacağını, kent merkezinde 3 bin metrekarelik alanda müze ile entegre yapılacak odak binasında tarihi ve kültürel eserlerin minyatürleri ile yöresel yemekler ve el sanatlarının tanıtılacağı atölyelerin olacağını, Kommagane dönemi karakterlerini kullanarak bir bilgisayar oyunu hazırlanacağını, festival alanı düzenleneceğini, ören yerlerine yakın köylerde ev pansiyonculuğunun geliştirileceğini anlattı.

Kültür turizmine genelde orta yaş ve üzeri grubun katıldığına işaret eden Ekinci, engelli ve yaşlıların katırlara binerek zirveye çıktığını ancak yolunun çok sağlıklı olmadığını belirtti. Engelli ve yaşlıların kolaylıkla taşınacağı raylı bir sistem kuracaklarını bildiren Ekinci, şunları söyledi:

''Nemrut Dağı'na yürüyüşün başladığı noktadan batı terasına 2 kilometrelik ray döşenecek. Gidiş ve geliş iki ray olacak. Her biri bağımsız hareket eden ve aynı anda çalışabilecek 6 vagonumuz olacak. Her birini iki katır çekecek. Vagonların prototiplerini de felçli olan bir makine mühendisi, bir engellinin bütün ihtiyaçları göz önüne alarak hazırladı. Yaya yürüyüş yolları da düzenlenecek. Dağa tırmanma mesafesi 800 metre. Zorlu bir coğrafyada olduğu için yaklaşık 20-25 dakikada çıkılıyor. Raylı sistemle daha kısa sürede zirveye ulaşılacak. Dünyada bu sistem ilk olacak. Engelli ve orta yaş üstü insanlar buraya gelirken çekimser kalıyor ya da gelmiyordu. Bu proje ile böyle bir sıkıntı ortadan kalkacak.''

''EN AZ 2.5 MİLYON TURİST ÇEKEBİLİR"
İnanç ve kültür turizmi merkezi olan Adıyaman'a geçen yıl 500 bin turistin geldiğini, Nemrut Dağı'nı ise 47 bini yabancı toplam 80 bin kişinin ziyaret ettiğini belirten Mustafa Ekinci, Uzakdoğu ülkelerinin kültür turizmine büyük önem verdiğini, bu kapsamda tanıtım çalışmaları yaptıklarını ve önümüzdeki yıllarda Japonya'dan çok ciddi turist beklediklerini söyledi.

2012 sonunda yabancı turist sayısında en az yüzde 50 artış beklediklerini ifade eden Ekinci, Nemrut Dağı'nın büyük bir turizm potansiyeli olduğunu vurgularken, şöyle dedi:
''1980'lerde Türkiye'ye 3 milyon turistin geldiği dönemde Kapadokya ve Nemrut'a 100 bin turist gelmişti. 2011 yılında Türkiye'ye 30 milyon turist geldi. Kapadokya'yı 2,5 milyon, Nemrut'u ise 80 bin turist ziyaret etti. Benim projeksiyonuma göre Nemrut da en az 2,5 milyon turist çekebilir. Bunun olabilmesi için altyapı çok önemli.''

Habertürk, 21.03.2012

MİLLİ MÜCADELE TARİHİ TOKİ OLUR MU OLUR

 

Bir sabah kalkıyoruz, bakıyoruz ki, aaa, Ulus’taki Atatürk heykeli yok. Tarihi Ankara’nın göbeğindeki ünlü heykel.
 

Bir sabah kalkıyoruz, bakıyoruz ki, aaa, Ulus’ta Birinci ve İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi binaları yok. Tarihle özdeşleşen Meclis binaları.


Bir sabah kalkıyoruz, bakıyoruz ki, aaa, Hipodrom alanında buldozerler, vinçler, greyderler. Tarihi hipodrom hallaç pamuğu gibi atılıyor.


Bir sabah kalkıyoruz, bakıyoruz ki, Gençlik Parkı kazma, kürek yerle bir. Başkentin tarihine tanıklık eden, kim bilir kaç kuşak insanı barındıran park.


O bölgenin içinde yer alan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası binası, Ulus ve çevresinde Milli Mücadele’den geriye kalan hangi bina varsa, hatta çok uzun yıllar balolara, resmi davetlere ev sahipliği yapmış Ankara Palas bir sabah kalktığımızda...


O tarihin tamamı tehdit altında.


AFET RİSKİ
Yasanın adı biraz karışık. “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi” yasası.


Türkiye deprem bölgesi. Pek çok yer deprem riski altında. Bu riski önlemek, o alanları depreme dayanıklı hale getirmek amacıyla risk altında bulunan alanları dönüştürmek gerek. Bu hafta TBMM’de görüşülmesi beklenen yasa deprem riski taşıyan alanların dönüştürülmesine ilişkin kuralları belirliyor. Yasanın gerekçesinde böyle yazıyor.


Bu haklı ve zorunlu bir yasa. Hiç tereddüt yok. Tereddüt şurada. Bu yasanın bir yerine, başka yasalarda zaman zaman yapıldığı gibi, ilgisiz birkaç madde sıkıştırılıyor. Bakın, hiç ilgisi yok:
Atatürk’ün Doğumunun Yüzüncü Yılının Kutlanması, Atatürk Kültür Merkezi Kurulması, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu yasalarının bazı maddeleri afet riski yasasına eklenen birkaç madde ile kaldırılıyor.


YENİ ULUS
Kaldırınca ne oluyor?


Atatürk Heykeli, Birinci ve İkinci Meclis Binaları, Ankara Palas, kısaca Ulus’u tarihte Ulus yapan binalar ve alanlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığına devrediliyor.


Ne alaka? Şu alaka. Bu alanlar bu bakanlığa bağlanıyor, bu alanlarda her türlü plan, proje, kamulaştırma bu bakanlığın yetkisine veriliyor.


Bir sabah kalkıyoruz, bakıyoruz ki, Çevre Bakanlığı yeni Ulus projesi için tarihi Ulus’a kazma kürek girmiş.


Neden? Ne de olsa, deprem riski var, o risk alanlarını dönüştürmek için.


GÖK’ÜN İTİRAZI
Yasa bugün, yarın Meclis’te görüşülecek. CHP milletvekili Levent Gök yasaya itiraz ediyor, mantıklı bir gerekçe gösteriyor:


“Bayındırlık Bakanlığı Deprem İşleri Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre, Ankara merkezli bir deprem hiç yaşanmamıştır. Deprem riski taşımayan Ankara’nın en önemli alanlarından birinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı insafına terk edilmesinin hiçbir dayanağı yoktur.”


Deprem riski yok, ama biz yine de dönüştürelim. Türkiye’nin bunca bölgesi deprem riski altında, orada henüz dönüşüm yok, ancak risk altında olmayan bir bölgede dönüşüm var.


CHP’li Gök devam ediyor:
“Ankaralılar günün birinde Ulus’ta tarihi binalar yerine TOKİ konutlarını görebilirler. Ankara’nın tarihi, kültürü, milli mücadele anıları, sanat yapıtları tehdit altındadır. AKP yasaların arasına gizlediği maddelerle Atatürk’ün izlerini de silmeyi amaçlıyor.”


Bütün bu alan tam 150 hektar. Levent Gök haklı, TOKİ iyi iş yapar bu alanda. Milli Mücadele Tarihini TOKİ’ye dönüştür, rövanşta bir adım daha ilerle.

Hürriyet, Yazı: Yalçın Doğan, 21.03.2012

İSTANBUL'DAKİ TARİHİ YIKIMA SUÇ DUYURUSU

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Fatih’te Küçük Ayasofya Caddesi üzerinde tarihi kalıntıların yıkılmasıyla ilgili olarak projeyi yapan firma hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunduklarını açıkladı. CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın “Sultanahmet’te 1’inci derece koruma bölgesi içinde yer alan Bizans Büyük Saray’a ait olduğu düşünülen kalıntıların iş makineleriyle yerle bir edildiği” iddialarının bulunduğu yazılı soru önergesine yanıt veren Günay, özetle şunları söyledi: “İhbar üzerine müze uzmanlarınca 14 Aralık 2011’de inceleme yapılmış ve inşaatta çalışmalar durdurulmuştur. 5 Ocak’ta uzmanların incelemesinde inşaatın durdurulmayıp devam ettirildiği, tarihi duvar kalıntılarının bazı yerlerde tamamen ortadan kaldırıldığı, bazı yerlerde kesildiği, bazı yerlerde ise beton kiriş ve kolonların duvar kalıntısına dayandırıldığının görüldüğü 3 Şubat tarihli raporla bildirilmiştir. 8 Şubat’ta Koruma Bölge Kurulu kararıyla suç duyurusunda bulunulmasına, karar verilmiştir. Kurul kararı, gereğinin yerine getirilmesi için ilgili belediyeler ve İstanbul Valiliği İl Muhakemat Müdürlüğü ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.”
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 21.03.2012

TÜTÜN HAN'A 25 TALİP

 

Karaköy Bankalar Caddesi'nde 150 yıllık tarihi ve büyüklüğü ile dikkatleri üzerine çeken ING Bank'ın binası Tütün Han'a taliplerinin sayısı artıyor. 25 milyon muhammen bedel biçilen bina ile ilgilenen yatırımcı sayısı 25'e çıktı.

 

Müzayedede satışa çıkarılacak bina için gelen talepler yoğun olunca fiyatın da 30 milyon liraya ulaşması bekleniyor. Tütün Han için bekledikleri rakamın 30 milyona çıkacağını söyleyen ING'nin yeni Genel Müdürü Pınar Abay, İstanbul'un en eski binalarından olan hanın bankacılık için fazla lüks olduğunu dile getirdi.

Abay "Ben gidip binaya baktım. Büyük ihtimalle otel olacak orası. Otel olması daha uygun çünkü çok büyük bir alanı var ve tarihi bir bina. Bankacılık için biraz fazla lüks diyebilirim. Şu anda 25 talip var. Fiyatın 30 milyona çıkacağını düşünüyoruz. Kimin alacağı yönünde seçici davranıyoruz. Doğru bir isme gitmesini istiyoruz. 4.000 metrekare alanı var. Çok özel bir bina" dedi.

Sabah, 21.03.2012

YALVAÇ'TA DEFİNECİLERİN ELİNDEN KURTULAN LAHİT

 

Yalvaç İlçesi'ndeki Pisidia Antiocheia antik kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, geçen hafta bir parçası defineciler tarafından toprak altından çıkarılan lahdin Yalvaç Müze Müdürlüğünce müzeye taşınmasına tepki gösterdi.

 

Yalvaç Müze Müdürü Burcu Karakurt Çelimli ise yönetmelik doğrultusunda kurtarma kazısı yaptıklarını ifade ederek, “Bu alan ören yeri dışında. Bizim haber verme gibi bir zorunluluğumuz da yok” dedi.

 

Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, yaptığı yazılı açıklamada, 4 yıldır Pisidia Antiocheia antik kentinde kazı başkanı olarak görev yaptığını belirtti. Geçen hafta definecilerin açığa çıkardığı lahdin Yalvaç Müze Müdürlüğü tarafından kurtarma kazısıyla müzeye taşındığını basın yayın organlarından öğrendiğini belirten Özhanlı, yapılan çalışmanın, “baştan sona yanlışlarla dolu olduğunu” savundu.

 

Lahdin bulunması ve müzeye taşınmasını basından öğrenmekten ekip olarak büyük üzüntü duyduklarını ifade eden Özhanlı, “Lahit, kazı başkanlığına hiç haber verilmeden, müze yetkililerince yangından mal kaçırırcasına açılmış ve müzeye taşınmıştır” ifadesini kullandı.

 

Özhanlı, “lahdin plan ve kesit çizimleri yapılmadan, konumu belgelenmeden, kepçelerle sökülüp fotoğraf kareleri dışında hiç belgelenmeden müzeye taşındığını, kazıyı yapanların bilimsel kaygı taşımadıklarını, lahdin içindeki toprak ve kemiklerin malayla kazındığını ve kürekle el arabalarına atıldığını, lahit içindeki toprağın da elenmeden döküldüğünü” iddia etti.

 

Ayrıca lahdin içinden çıkan iskelet ve hediyelerin de çizilerek belgelenmediğini öne süren Özhanlı, sadece kafataslarından yola çıkarak lahit içindeki iskelet sayısının 3 olduğu görüşüne varıldığını kaydetti.

 

Özhanlı, açıklamasında, “Bu kurtarma kazısıyla hiç kazı çalışması yapılmamış nekropol alanında bulunan böylesine önemli bir lahdin, bilimsel olarak yayınlanması imkansızlaştırılmıştır. Antik kentin dört büyük nekropolünden biri olan bu alanda olası yüzlerce lahit içinde böylesine bir lahdin sökülüp götürülmüş olması, kurtarma değil büyük bir tahribattır” ifadelerini kullandı.

 

Yalvaç Müze Müdürü Burcu Karakurt Çelimli de AA muhabirine yaptığı açıklamada, 14 Mart’ta antik kentin 400 metre batısında kaçak kazı olduğunun İlçe Emniyet Müdürlüğü yetkilileri tarafından kendilerine bildirildiğini söyledi.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, ardından da Kazılar Dairesi Başkanlığı’na bilgi vererek yönetmelik doğrultusunda kurtarma kazısı yaptıklarını ifade eden Çelimli, şöyle konuştu:

“Kazı başkanı Mehmet Özhanlı konudan kendisini haberdar etmediğimizi ifade ederek sitem etmiştir. Bu alan Ören yeri dışında, kendisinin sorumlu olduğu alanın dışında bir yerdir. Bizim haber verme gibi bir zorunluluğumuz da bulunmamaktadır. Sayın Özhanlı toprakların mala ile boşaltıldığını ve elenmediğini iddia etmiş, ancak bu doğru değildir. Lahit içinde yer alan topraklar el arabalarına doldurulmuş ve daha sonra Ören yeri karşılama alanında elekten geçirilerek tasnif edilmiştir. Bu tasnif sonucunda içinde 50-60 civarında boncuk, 1 altın yüzük ve 1 Medusa başlı obje bulunmuştur.”

 

İlk incelemede, lahdin oraya başka bir yerden taşındığı görüşünün doğduğunu, bu nedenle de lahdi yerinde bırakmayı doğru bulmadıklarını vurgulayan Çelimli, bölgenin nekropol olup olmadığının da yapılacak sondaj sonrasında kesinlik kazanacağına dikkati çekti.

 

Isparta’nın Yalvaç İlçesi'ndeki Pisidia Antiocheia antik kenti yakınlarında, 14 Mart’ta definecilerce çıkarılmak istenen geç Roma dönemine ait lahit, ihbar üzerine polisin müdahalesiyle koruma altına alınmış, Yalvaç Müzesi yetkilileri gözetiminde toprak altından çıkarılan lahit ve içindeki iskeletler, müzeye taşınmıştı.

haberler.com, 20.03.2012

KA.BA MİMARLIK EUROPA NOSTRA 2012 KORUMA KATEGORİSİ'NDE ÖDÜLE LAYIK GÖRÜLDÜ

 

 

 

Cengiz Kabaoğlu: "Milet İlyas Bey Külliyesi Projemiz 'Koruma' dalında Avrupa Birliği Kültür Mirası / Europa Nostra Ödülü'nü kazandı. Europa Nostra’dan 2007 yılında Sarıca Kilise Projemiz için aldığımız büyük ödülden sonra bu sevinci yeniden yaşıyoruz”
 

Anadolu Beylikleri dönemine ait olan İlyas Bey Camisi ve yanındaki medrese ile hamam yapıları grubu, Milet Arkeolojik alanı içerisinde yer alıyor. Külliyenin bulunduğu yerde aynı zamanda Bizans dönemine tarihlendirilen Hamamlı Villa ve çeşitli yapı kalıntıları bulunuyor.

 

Proje sahibi ile mal sahibi arasında yapılan uzun süreli antlaşmayla başlatılan İlyas Bey Külliyesi Projesi, külliyenin taşıdığı değerlerin korunması ve sunulması amacıyla geliştirildi. Europa Nostra Ödülü Jürisi ise yapının dökümantasyonunu, günümüze ulaşan yapı öğelerinin korunmasını başarılı bulmuş ve 1404 senesinden kalma kompleksin restorasyonuna "araziyle uyumlu ve yöredeki insanlarla kültürlerini birleştirici bir etkiye sahip" yorumunda bulunmuşlardır.

Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 20.03.2012

VATANDAŞA 'SİT'TİR' DEDİLER, BAKANA SİTE İNŞA ETTİLER

 

Sit alanı diye bi şey var.

Sittinsene ev yapamazsın oraya.
Yapmaya kalk...
“Sit’tir” derler.
*
Ahşap evde oturuyorsun.
İki tane çivi çakacaksın.
Hele bi dene...
“Sit’tir” çekerler mahkeme celbiyle.
*
Bazen de...
“Sit’tir, git” derler.
*
Mesela, Ankara’da öyle dediler.
Hamamönü’nde yaşayan vatandaşlara, tarihi evleri istimlak edeceğiz, boşaltın diye mektup gönderdiler. Resmi evrakın üzerinde “SİT’tir”i gören vatandaşlar, tası tarağı topladı, gitti mecburen.
*
Bilahare, ortaya çıktı ki... Sportif Bakanımız, bi ev, bi de arsa almış, vatandaşa “Sit’tir” denilen bölgeden.
*
Üstelik... “Sit’tir” mektubunu gönderen, Sit alanlarını koruma müdürüne satın aldırmış, vekaleten.
*
E elin ağzı torba değil tabii.
Patladı manşetlerden.
*
Vay efendim neymiş...
23 bin liraya alınan ev, 300 bin lira olmuş da, böyle rezalet olur muymuş filan.
*
Kardeşim!
Sit’em edecekseniz Başbakan’a edin sit’em... Koyduğu parayı 2 senede 12 katına çıkarmayı beceren adamı, niye Spor Bakanlığı’nda heba ediyor da, Ekonomi Bakanı yapmıyor acilen?

Hürriyet, Yazı: Yılmaz Özdil, 20.03.2012

ÇAĞDAŞ SANATI DESTEKLEYEN SAHA DERNEĞİ'NİN DANIŞMA KURULU BELLİ OLDU

 

Türkiye çağdaş sanatının uluslararası platformlarda varlığını ve bilinirliğini artırmaya katkıda bulunmak amacıyla, sanatçı, küratör ve eleştirmenlerin üretimine karşılıksız destek veren SAHA Derneği, Danışma Kurulu’nun ilk üyelerini belirledi.
 

Sanat dünyasının yakından tanıdığı Carolyn Christov-Bakargiev, Fulya Erdemci ve Jessica Morgan kurulda 1 yıl süreyle görev yaparak, derneğin kaynak yaratacağı sanat projeleri ve eğitim programlarının seçiminde etkin rol oynayacak. Türkiye çağdaş sanatı için, demokratik duruş çerçevesinde, evrensel değerlere saygılı bir "saha" yaratmayı amaçlayan dernek, önümüzdeki dönemde, Manifesta 9, La Triennale ve dOCUMENTA 13 gibi önemli sanat etkinliklerine Türkiye'den katılacak sanatçıları destekleyecek ve dOCUMENTA 13 bünyesinde yayınlanacak kitabın masraflarını karşılayacak.

 

Geçtiğimiz Ağustos ayında kurulan SAHA Derneği; ilk olarak 12. Uluslararası İstanbul Bienali'ne Türkiye'den katılan tüm sanatçıların sponsorluğunu üstlendi. Ayrıca, "Performa 11"e Türkiye'den katılan sanatçıya ve prestijli eğitim programı "Curatorial Intensive"e Türkiye'den kabul edilen küratöre destek verdi.

 

Carolyn Christov-Bakargiev

Yaşamını ve çalışmalarını Roma, Kassel ve New York'ta sürdüren Carolyn Christov-Bakargiev, farklı ülke ve kıtalarda düzenlenen birçok serginin küratörlüğünü üstlendi. 2005 yılında ilki gerçekleştirilen Turin Triennial'in küratörlüğünü yapan Christov-Bakargiev, 2008 yılında 16. Sydney Bienali'nde sanat direktörü olarak çalıştı. Yazar kimliğiyle, tarihsel avant-garde ve çağdaş sanatın ilişkisini inceleyen Carolyn Christov-Bakargiev, Güney Afrikalı sanatçı William Kentridge'in çalışmaları üzerine yazılan ilk monografa imza attı. 2002–2008 yılları arasında Turin'de bulunan Castello di Rivoli Müzesi'nin başküratörlüğünü yürüten Christov-Bakargiev, 2008 yılında 16. Sydney Bienali'nin sanat direktörlüğünü üstlendi. Carolyn Christov-Bakargiev, Haziran ayında gerçekleştirilecek dOCUMENTA 13'ün sanat direktörlüğünü yürütüyor.

 

Fulya Erdemci

14 Eylül-10 Kasım 2013 tarihleri arasında düzenlenecek 13. İstanbul Bienali'nin küratörü olarak seçilen Fulya Erdemci, 2008 yılından beri Amsterdam'daki SKOR Sanat ve Kamusal Alan Vakfı'nın direktörlüğünü yürütüyor. 2002 yılında Türkiye'de yayalar için kamusal alanda gerçekleştirilen ilk sergi olan "İstanbul Yaya Sergileri"ni başlatan Erdemci, birçok uluslararası etkinliğin danışma ve seçici kurullarında görev aldı. Geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen Venedik Bienali 54. Uluslararası Sanat Sergisi'nde 2011 Türkiye Pavyonu'nun küratörlüğünü yapan Erdemci, 1994-2000 yılları arasında İstanbul Bienali'nin direktörlüğünü yürüttü. Bilkent, İstanbul, Marmara ve Bilgi Üniversitelerinde dönemsel dersler verdi.

 

Jessica Morgan

Tate Modern'de Daskalopoulos Küratörü olarak görev yapan Morgan, müzenin 2015 yılında gerçekleştireceği "The World Goes Pop" (Dünya Popülere Gidiyor) sergisinin küratörlüğünü üstleniyor. Müze için; Avrupa, Doğu Avrupa, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Amerika ve Güney Asya sanatı odağında, uluslararası koleksiyon geliştirme çalışmalarında bulunuyor. Çağdaş sanat konusundaki yazı ve konferanslarıyla tanınan Jessica Morgan, şu sıralar, küratörlüğünü üstlendiği LA MoCA'da 2013'te gerçekleştirilecek "Urs Fischer" sergisinin hazırlıklarını yürütüyor

Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 20.03.2012

ÖLMÜŞLERDİ, DİRİLDİLER

 

Taksim Topçu Kışlası'nın yeniden yapılması gündeme geldiğinden beri akla gelen ilk olarak Almanya'daki örnekler geldi. Biz de Arkitera olarak yapılan yeni inşa projelerini mercek altına aldık.
 

Almanya'da gerçekleşen kentsel faaliyetleri bir nevi "normalleşme çabası" olarak sınıflandırmak mümkün. 2. Dünya Savaşı sonrası politik olarak yeni bir imaj peşinde olan siyasiler, kentsel mekanı biçimlendirmede "nostaljik mekan" stratejisini seçerek, Almanya'da kentsel peyzajını yeniden inşa faaliyetleri ile şekillendirmede önemli bir rol oynadılar. Özellikle 2. Dünya Savaşı'nda yıkılmış ve zarar görmüş tarihsel yapıları, bugün yeniden yaparak birer imge olarak kent mekanına tekrar kazandırmak Almanya'nın mimarlık gündeminde.

 

Taksim Topçu Kışlası'nın yeniden yapılması projesinde akla gelen birçok soru Almanya'da da sorgulandı ve sorgulanmaya da devam ediyor. "Normalleşme" olarak, standartlaştırılan mimari faaliyetler hem bütçe açısından hem de yeniden yapılmaları durumunda yaratacağı etki eleştirilmeye devam ediliyor. Aynı zamanda yapılan ve yapılacak olan yapıların eskisinin yerine alıp alamayacağı sıkça sorgulanıyor.

 

Uygulamada ise farklılıklar söz konusu. Projeler, bazen yarışmaya açılıyor, bazen ise demokratik bir şekilde halkın iradesine danışılarak tamamlanıyor. Ama belki de işin farklı yanı projenin aşamalarından herkesin haberdar olması. Proje öncesi ve boyunca şantiye alanında proje ile ilgili açıklayıcı bilgiler yer alıyor.

 

Sonuç olarak, bugün Almanya'da 2. Dünya Savaşı'nda yıkılan yapıların yeniden yapılması adeta bir trend. Biz bunlardan öne çıkan 3 örneği ele aldık: Potsdam Sarayı (Potsdamer Stadtschloss), Berlin Sarayı (Berliner Stadtschloss) ve Dresden Frauenkirche (Church of Our Lady).

 

Berlin Sarayı (Berliner Stadtschloss)

 

 

1702 yılında yapılmış, 2. Dünya Savaşı'nda yıkılmış Berlin Sarayı'nın yeniden yapılması için seçilen yöntem yarışma oldu.

 

1950'de yıkımı gerçekleştirilen sarayın yerine 1976'da Palast Der Republik adında bir kültür merkezi yapıldı. 2007'de Meclis'te yapılan oylamada 380'e 133 oy ile kültür merkezinin yıkılmasına sarayın yeniden yapılmasına karar verildi ve 2008'de uluslararası bir yarışma açıldı.

 


Saray yıkılırken

 

Çoğu kişi alanın park olarak kalmasını istiyordu. Bir diğer grup ise hem yapının yeniden yapım maliyetine vurgu yapıyor hem de yapılacak canlandırmanın gerçeğin kötü bir benzeri olacağını, ayrıca geçmişi "kimin" hatırlamak istediğini sorguluyordu. Yapımı destekleyenler ise bugün sarayın bulunduğu alanın turizm değerine vurgu yaparak, Berliner Dorm ve Museum Island'ın beraber düşünülmesi gerektiğini, kentin bu elemanının eksik olduğunu belirtiyorlardı.

 

Yarışmayı İtalyan Franco Stella kazandı. Yarışmada 4 cepheden 1 tanesi tasarımcının insiyatifine bırakılmıştı.

 

 

488 camlı, 700 metre cepheye sahip binanın yapım maliyeti 552 milyon olarak belirlendi. 2009 yılında başlayan inşaatın bütçe sıkıntıları ile zaman zaman durmuş olmasına rağmen bitiş tarihi 2016 olarak belirtiliyor.

 

Alanda göze çarpan bir diğer öge ise Krüger Schuberth Vandreike (KSV) mimarlık tarafından tasarlanan "Humboldt Box". Proje boyunca alanda kalacak olan yapı, halka proje ile ilgili detayların verilebileceği bir sergi alanı olarak tasarlandı.

 


Humboldt Box

 

Dresden Frauenkirche (Church of Our Lady)

 


Bernardo Bellotto'nun resminde kilise
 

1726 yılında tamamen taştan yapılan kilise 13 Nisan 1946 yılında kente yapılan bombardıman ile tamamen yok oldu.

 


Kilisenin yıkıntıları (1958)

 

Berlin Duvarı'nın yıkımının ardından başlayan özgür kentsel düşünce hareketleri ve bahsettiğimiz rekonstrüksiyon faaliyetlerinin artışı, Dresden halkının Frauenkirche için örgütlenmesine ve 1993'te ilk plan için başvurmasına neden olmuştu.

 

Ardından devreye Dresden Üniversitesi, Yapı Tasarım Bölümü başkanlığında, mimarlar, mühendisler, tarihciler, sosyologlar, heykeltraşlar ve kimyagerler girdi. (Kimyagerler projede önemli rol oynamıştı, çünkü projede klisenin orjinaline uygun olarak, her taş orjinaline uygun olarak yerleştirilmiş, yapı için uygun malzemenin tespiti, plan sürecinin en önemli aşaması olmuştu.)

 

 

13 yılın ardından 30 Ekim 2005 klise tamamlandı, 180 Milyon Euro'ya maloldu.

 

Potsdam Sarayı (Potsdamer Stadtschloss)

 




 

1752 tarihli yapı, 2. Dünya Savaşı'nda bombalandı ve büyük hasar gördü, 1960'da ise bulunduğu alanın tamamen temizlenmesine karar verildi.

 

Yeniden yapım kararı 2010'da verildi fakat halk ve parlamento karar ile ilgili ikiye bölündü. Öngörülen bütçe oldukça fazlaydı. Çünkü öngörülen plan sadece tek bir binanın yeniden yapılması değildi.

 

"Prince of Wal's Urban Task Force" adlı kentsel yenileme planı, binanın bulunduğu alanın yeniden düzenlenmesi, diğer tarihsel ögelerin de yeniden canlandırılmasını, altyapı koşullarının iyileştirilmesini de öngörmekteydi. Fakat sadece Postdam Sarayı'nın yapımı bile 120 milyon Euro bütçe gerektiriyordu. Bu meblanın 40 milyonu sadece sarayın cephesi'nin Barok tarzını yansıtabilmesi için gereken bütçeydi.

 

 

Bir yatırımcı Saray'ın hemen yanına bir AVM yapmasına izin verilmesi koşuluyla bütçeyi karşılamayı teklif etti, fakat teklif Landtag Meclisi tarafından red edildi. 2011 yılında gereken bütçe açılan fon ile sağlandı ve sarayın yapımına başlandı.





Binanın yapımına gelen eleştiriler, yapının bütçeden kısmak amaçlı, dışarıda geleneksele sadık kalınırken, avluda işleve yönelik modern tasarıma gidilmesi, iç mekanda ise tamamen modern tasarım yapılması oldu. Alanın bütünsel değerlendirilmesi olumlu karşılandı.

 

Arkitera, Derleyen: Derya Gürsel, 20.03.2012

KORUMA İNSANLA BAŞLAR

 

Diyarbakır Cumhuriyet tarihi ile birlikte zengin kültürel kimliğinin korunması yerine, kendisi ile bağdaşık olmayan şiddet dili ile gündemde yer edindi.

Neyi korumak isteriz? diye başlıyor sayın Cengiz Bektaş. 1992 yılında yayımlanan Koruma ve Onarım kitabında. Evet neyi korumak isteriz? Bizim için değerli olan her şeyi... Canımızı, malımızı, çocuğumuzu, kardeşimizi, evimizi, kültürümüzü, kimliğimizi, dilimizi, anılarımızın içinden geçtiği mahallemizi, sokağımızı ve böyle sıralanır, gider korumak istediklerimiz.

 

Bulunduğum kent, Diyarbakır, bu topraklarda bir insanlık tarihini barındırır. Üzerinde yer aldığı somut ve soyut ürünlerle geçmişin geleceğe aktarılmasına katkı sunar. Diyarbakır dar ve uzun sokakları, dışa kapalı bazalt taşını yumuşatan beyaz süslemeli, avlulu, eyvanlı, havuzlu evleri, hemen her sokak köşesindeki çeşmeleri, camileri, kiliseleri, medreseleri, hanları, hamamları ve surları ile oluşan dokusuyla günümüze ulaşan ender tarihi kentlerden biridir. Topoğrafyaya uygun gelişen kent, İç ve Dış kaleden meydana gelmektedir. Dış Kale sur duvarı üzerinde bulunan dört kapıyı birbirine bağlayan kuzey-güney ve doğu-batı yönlerinde iki ana yol şehri dört ana parçaya böler. İç Kale idari ve yönetim merkezi iken, Dış Kale sosyal ve kültürel bir yerleşim yeridir.

 

Bu kent Cumhuriyet tarihi ile birlikte zengin kültürel kimliğinin korunması yerine, kendisi ile bağdaşık olmayan şiddet dili ile gündemde yer edindi. Benim gibi bu kente sevdalı insanların bildiği gibi bu kent herkesin kendini bulabildiği bir atmosfere sahiptir. Diyarbakır yaşadığım kent. Doğduğum, çocukluğum, okul hayatımın, gençliğimin geçtiği ve yaşamımın hala sürdürdüğü kentim. Bugün sıkça gündeme gelen saray kapı civarında geçen çocukluğum, yaşamımı da şekillendiren bir yer. Diyarbakır'ın bana göre en güzel bölgesi. Çok renkli ve kozmopolit bir alanı.

Sur içinden Saray kapıdan girilen İç Kale benim için hayatımın her döneminde çok önemli bir yer edinmiştir. Çocukluğumda annem tek yaşam gayesi olan ailesini korumaya yardımcı olmalarının temeni etmek için Saraykapı da bulunan evimize 200-250 m ötedeki Hz. Süleyman Cami'nin yolunu tutardı. Annem her duasını onun adını anarak açardı. Annemin manevi düşünceleri ile düştüğü yol bizim için mahalleden çıkıp sosyal bir alana geçmekti.

 

İç Kale'ye girişi sağlayan Saray Kapı'dan geçtikten sonra yol ikiye ayrılırdı. Birinci yol asfaltı ve temizdi. Aslanlı kapıya ve devamındaki kentin idari ve askeri yapılarına buradan ulaşılırdı. Biz bu yolu kesinlikle kullanamazdık. Sadece işi olanlar büyük bir çekince ile bu yoldan yürürdü ve Saray Kapı'dan çok büyük olan iki tarafında askerlerin durduğu bu kapıdan geçerdi. Biz önde anneler arkada, topoğrafyaya göre şekillenen ve gittikçe aşağı doğru meyil veren yoldan ilerler Hz. Süleyman Cami'ye ulaşırdık. Üst kotta kalan yolun sağında tel örgüler bize oranın yasaklı bölge olduğunu gösterirdi. Saraykapı'dan geçince her defasında anneme "saray nerede" derdim, oda hep aynı şekilde yıkılmış diye cevaplardı. Yıllar sonra sarayın aslında her zaman önünden geçtiğimiz yüksek tepenin üzerinde olduğu ve toprakla kapatıldığını öğrenince irkilmiştim.

Koskoca saray nasıl toprak altında diye gözümün önünde canlandırıp durdum. Dedim ya İç Kale hayatımın her döneminde yaşamımın bir parçası oldu. Saraykapıdan Hz. Süleyman Camisi'ne ulaşıncaya kadar büyüklerin telkinleri ile başımız önümüzde ama gözlerimiz genellikle o alana kaymış biraz korku biraz merakla ilerlerdik. Farklı bir şeyler vardı bu alanda o zamanlar çözemediğim. Bu askerlerin ve tel örgülerin arkasında adliye binası, cezaevi ve askeri binaların olduğu, alana bakmadan yürümemiz gerektiği söylenirdi. Hz. Süleyman Cami'ye ulaşınca o merak yerine keyfe bırakırdı. Caminin benim için çok eğlenceli ve keyif veren avlusunda şırıl şırıl hiç durmadan akan suyu, cami duvarındaki delikli bazalt taşlarına dileklerimiz gerçekleşsin yerleştirmeye çalıştığımız taşlar oldukça efsunlu gelirdi.

 

1993 - 95'li yıllar biz Diyarbakırlılar için kabustu. Bu kabusun çığlıkları Suriçi'nden İç Kale'ye, İç Kale'den Dicle'ye yansıyordu. Hergün gelen kayıp ve ölüm haberleri bu kabusun uzun süreli olmasına neden oluyordu.

 

Meslek hayatıma atıldıktan sonra İç Kale benim için çocukluğumdaki gizemli dünyasına ek olarak tarihi binaları, çevresini saran surlar, Artuklu sarayı ile daha farklı anlamlarıda eklemişti. Adliye binası ve askeri binaların bir kısmı taşınmıştı ama jandarma hala oradaydı ve onlar hala özgürlüğü kısıtlıyordu. 1999 yılında Aslanlı Kapı'nın önünde hala bekleyen ama çok fazla varlık göstermeyen askerlerin arasından geçerek İç Kale'nin en güney ucuna doğru yürüdüm. İlk defa ayak bastığım bu yerden Diyarbakır'ı, Dicle'yi seyrettim yapıları yakından gördüm.

 

İç Kale kentin ilk kurulduğu dönemden itibaren kentin idari binalarının bulunduğu adeta kentin kalbinin attığı yerdir. Kentin en eski tarihi buradadır. Milattan önceye ait kalıntılar üstünde bulunan en eski yapısı Sen Corc Kilisesi'nden, 19. yy başında yapılan son Osmanlı dönemi yapıları ve yüzyıllık ağaçları ile tarihin somut belgelerini günümüze taşır. Bu somut mimari ürünler benim için her zaman heyacan uyandırmıştır. Bunların korunması ve geleceğe aktarılması için alan içinde özellikle 2005 yılından itibaren yapılan restorasyon sürecini sık sık takip ederek katkı sunmaya çalıştım. İnsan eliyle yapılan ve binlerce olaya tanıklık eden bu yapıların korunması kentimin tarihine karşı bir sorumluluktu. Ancak bu korunmaya değer alan ve yapıları büyük bir keyifle incelememe rağmen, bu alana her girişimde çocukluğumda hissetiğim o gizemli puslu ruh halim benden ayrılmıyordu. Saraykapı'dan girdikten sonra kalp atışlarım her defasında hızlanır, çocukluktaki korku ve çekinceli ruh halim ile bir girdabın içinde kendimi bulurdum. Bugün çıkan cesetler aslında benim ruh halimi açıkladı. Çünkü ben her o alana girdiğimde bastığım cesetler sesiz çığlıkları ile etrafımda dönüp durdular. Bizi de görün, bizi de koruyun der gibi.

 

Bizim kentimizde asker, polis, jandarma hep ürkeklik yaratır. Bu ürkeklik ruhumuzu esir alır, onlar her ne kadar güvenlik sağlayıcılar olsa da bizde hep güvensizlik ortamını hatırlatan meslek grubu elemanı olmuştur. Çocukluğumda gördüğüm tel örgüler, askerler bu muhteşem alana duyduğum hayranlığa gölge düşürmüştü. Cesetler ve sevdiğim tarih karşılıklı bana bakıyorlar. Kalbim sıkışıyor. Sonsuzluğa düşmek istiyorum. İnanıyorum ki bu kentin pek çok bireyi aynı durumda. Bu ülkenin aidiyetliğini hissetmem için, insan ürünlerine koruma duyarlılığımı kaybetmemek, bu alanda çocuklarımla keyifle dolaşmak için lütfen bu cesetleri sevdiklerine ulaştırın. Onların yanında onların duaları ile korunsunlar.

 

Bu cesetler çıktıktan sonra alana ilk geldiğimde bir insan için tarihin yok olması tarihin korunması korunamayan bu kayıpların yanında ne kadar anlamsız kaldığını düşündüm. Biz neyi korumak istiyoruz. İnsanı mı? İnsanın yarattığı ürünü mü? İnsanın korunmadığı yerde korumadan söz edilir mi?

Taraf, Yazı: Dr. Emine Dağtekin, 20.03.2012

TOPÇU KIŞLASI, OTEL DEĞİL ŞEHİR MÜZESİ OLACAK

 

 

Taksim Meydanını Yayalaştırma projesinin mimarı Halil Onur, kaygıları yanıtladı: Başkalarının kafasında olabilir ama projede cami, otel, AVM ya da rezidans yok. Gezi Parkı'na yeniden inşa edilecek Topçu Kışlası, İstanbul Şehir Müzesi olacak.

 

Taksim Gezi Parkı'na, Topçu Kışlası'nın yapımı kamuoyunda sürekli tartışma konusu oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi'nin 16 Eylül 2011'de oybirliğiyle kabul ettiği Taksim Meydanı'nı yayalaştırma planı 4 Ocak 2012'de Anıtlar Kurulu tarafından onaylandı. Mimar Halil Onur, 'Anıtlar Kurulu planını onayladı' dediği projenin ayrıntılarını ilk kez AKŞAM'a açıkladı. 


- PLAN ONAYLANDI: Anıtlar Kurulu'nun onayladığı plan kararıdır, proje değil. Plan kararı alınır sonra projeler yapılır. Kamuoyuna yansıyan plan kararının bir görseliydi. 


- İLK BÜYÜK YAPIT: İstanbul çok farklı medeniyetlerin eserlerinin bir arada yaşadığı bir kent. Taksim'de bir döneme damgasını vuran bir dönemin katmanı yok edilmiş. Bu eserin geri kazanılmasının gerekliliğini düşünüyoruz. Kışla, bu bölgeye nüfus çekmek, değer katmak amacıyla yapılan bölgenin ilk büyük yapıtıdır. Yani bölgenin simgesel bir yapısıdır. Biz buranın, Gezi Parkı'yla birlikte yaşatılmasından yanayız. 


- ÇEKİM MERKEZİ: Osmanlı arşivlerine göre bu yapıt, 1911'de İstanbul'un ilk müzesi olacaktı. Ancak hayata geçememiş. O yüzden burası Taksim Şehir Müzesi fonksiyonuyla planlandığı için İstanbul'un çekim merkezi olacak. Burada galeriler, kafeler de olacak. Taksim Meydanı'na kapalı olmayacağı, devamı olacağı için de burada etkinlikler de yapılabilecek. 


- KIŞLANIN MİMARİSİ DEĞİŞMEZ: Kışlanın farklı mimari üslupların bir arada kullanıldığı eklektik bir tarzı var ve aynen korunacak. Yapı, Abdülaziz döneminin mimari zevki. Kışla binasının fotoğraflarda görüldüğü gibi avlusu da olacak.

 

Topçu Kışlası dönüyor
Bizim kışla projemizde cami yok, AVM, otel, rezidans yok. Birilerinin, başkalarının kafasında olabilir ama bizim projemizde, düşüncemizde bunlar yok. Bunlar mesnetsiz iddialar. Çünkü, Topçu Kışlası iki kez yapıldı. Birincisi 1803'te, orada cami vardı. Ancak ikincisinde, 1865'te yapılanda caminin kalıntısı yok. Kalıntısı, yeri olmayan bir şeyi yapamazsınız. 1939- 40'ta kışla yıkılıyor, şimdi yeniden aslına uygun inşa edilecek. Bizim 'kentsel tasarım projesinde', Sıraselviler, Mete ve Gümüşsuyu Caddesi'nde dalışlar yani tünel, isnat duvarı olmayacak. Bu dalışlar Tarlabaşı ve Cumhuriyet Caddesi'nde düşünülüyor.

Akşam, Haber: Nebahat Koç, 20.03.2012



*******


GEZİ PARKI YOK EDİLEMEZ

 

 

Taksim'i yayalaştırma projesinin mimarı Onur'un açıklamalarından tatmin olmayan uzmanlar 'Kışla'yı ihya etmeye gerek yok. Gezi, Taksim'in vazgeçilmez parçası. Battı çıktıların amacının yayalaştırma olmadığı ortada' diyor.

 

Topçu Kışlası ve Taksim Meydanı yayalaştırma projesini kapsayan Kentsel Tasarım Projesi'nin mimarı Halil Onur'un, 'Gezi Parkı'na Topçu Kışlası yeniden inşa edilecek. Cami, rezidans, otel yok. Müze olacak. Yayalaştırmada da sadece Tarlabaşı ve Cumhuriyet Caddesi'nde battı çıktılar düşünülüyor' açıklamasına, mimar ve kent bilimcilerinden tepki geldi.


Gezi Parkı'nın, Taksim Meydanı'nın ayrılmaz bir parçası olması nedeniyle kesinlikle korunması gerektiğini ve battı çıktıların esas amacının da yayalaştırma değil, Tarlabaşı ve Talimhane'deki otoparklara giriş ihtiyacını karşılamak olduğunu iddia etti.


Taksim Platformu'ndan Mimar Korhan Gümüş: Proje için niye bir yarışma düzenlenmedi. Bunlara niye Halil Onur karar veriyor? Başka mimarlar yok muydu? Gezi Parkı'ndan, tiyatrosuyla, operasıyla Nişantaşı'na kadar uzayan kültür vadisi olarak bir kentsel tasarım söz konusu. Bu planlamanın başka örneği yok. O yüzden, bu kentsel tasarım kışladan daha değerli. Ancak, bu 30'ların modeliyle yönetilemiyor. Yönetimi elden geçirmek lazım. Sorun fiziksel değil yönetimsel. Yayalaştırma projesindeki battı çıklar, dalış tüneli demek. Meydanın bağlantı noktalarını uçurum haline getirmek demek. Gümüşsuyu Caddesi, İstanbul'un en güzel caddesi, Sıraselviler tarihi bir cadde. Bu mekanların yok edilmemesi çok önemli. Bundan vazgeçilmiş olunması hayırlı olur. Artık dünyada yapılması bir kenara, önceden yapılmış tüneller dolduruluyor.


Tayfun Kahraman (Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı):  Taksim sadece başlıbaşına bir simge. Simgesel alanda bir proje yapacaksınız, kamuoyu baskıları nedeniyle revizyonist bir tavır olsa da, proje için toplumsal mutabakat ve yarışma projesiyle yapılması gerekir. Kimsenin de çıkıp da 'proje yaptım' deme lüksü yok. Böyle bir projede karşı çıkılan ana nokta, kışla binası. Kışlanın yapılması Gezi Parkı'nın yok edilmesi anlamındadır.

 

Mİmarlar Odası'ndan Mücella Yapıcı: Neye dayanarak Topçu Kışlası'nı fonksiyona kabul ediyor. Kışla, latife olsun diye birinci derece tarihi eser olarak ihya ediliyor. Aynı malzemeyle, özgün planla, şemasıyla aynı fonksiyonla ihya edilmesi gerekiyor. Bu görsel, materyalle olmaz.  Eğer kışla yerinde olsaydı korunmasında biz de mücadele ederdik. Halil Onur da iyi bilir ki, bir yapının ihya edilmesi için o alanın boş olması gerek. Ama orası boş bir alan değil. Gezi, Cumhuriyet dönemi şehircilik mirasıdır. İlk açık alan uygulaması, toplumsal belleği, kentsel mirasıdır. Özellikle ekolojik açıdan depremsellik düşünüldüğünde vazgeçilmez açık alan. O yüzden Gezi, Taksim Meydanı'nın ayrılmaz bir bütünü.


Battı çıktılar konusuna gelince de, proje bir pazarlık projesi haline dönüştü. 'Dervişin fikri neyse zikri de odur.' Akıllardaki soru şimdi çıkmaya başladı. Biz başından beri, battı çıktılara karşı olduğumuzu söylüyoruz. Tarlabaşı'nda yıkımlarla oluşacak mahalle ile Talimhane otel bölgesindeki otoparkların bir girişe ihtiyacı vardır. Bu alt geçişlerin süreci. Meselenin Taksim'i yayalaştırılması olmadığı yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

Akşam, Haber: Nebahat Koç, 21.03.2012

DEMSA, PERA PALAS'TA EL SIKIŞTI

 

 

Tarihi Pera Palas Oteli'ni Kalkavan ailesinden devralan Demsa Group, otelin işletmesi için Dubai merkezli Jumeirah Group'la anlaştı. Memnun kalırsa Jumeirah 15 yıl sonra bir 10 yıllık daha anlaşma yapacak. Jumeirah Hotels, Türkiye'de büyüme hedeflerini de Demsa Group ile gerçekleştirecek. Demsa Group Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Çetindoğan, Jumeirah ile en az iki otellik anlaşma imzaladıklarını söyledi. Jumeirah Group Yönetim Kurulu Başkanı Gerald Lawless, "18'inci otelimizi açtık. Roma, Frankfurt ve Mayorka'da da oteller açtık. Çin'de de yapımı devam eden beş otelimiz bulunuyor. Türkiye de büyüme hedeflerimiz çerçevesinde önemli bir yer işgal ediyor" diye konuştu. Çetindoğan, inşaatı devam eden Maçka Palas Oteli'nin işletmesi için de Jumeirah ile görüşmelerin devam ettiğini söyledi. Çetindoğan "Maçka Palas'ı 109 milyon dolara aldık. 30-25 milyon dolar da yatırım yapıyoruz. Arazi bedeli ile birlikte 145 milyon dolara yatırımı tamamlarız" dedi. Otelin giriş katlarında inşaatın uzun sürdüğünü kaydederek oteli bu yıl sonuna yetiştirmeyi planladıklarını söyleyen Çetindoğan, Jumeirah dışında başka otel zincirleriyle de görüştüklerini kaydetti. Turizm alanında büyümeyi hedeflediklerini de söyleyen Çetindoğan, resort otel düşünmediklerini İstanbul'a odaklanacaklarını vurguladı. Çetindoğan bu yıl sonuna kadar Türk İslam eserleri müzesini de açacaklarını söyledi.

Sabah, 20.03.2012

KÜLTÜRDE EN BÜYÜK KAYNAK YERALTINA GİDİYOR

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2002-2011 Türkiye'de Kültür ve Turizm Verileri'ni açıkladı.

 

Buna göre en büyük gelişmenin arkeolojik kazılar konusunda yaşandığı görülüyor. 2002'de arkeolojik kazı ve araştırmalara yaklaşık 1,9 milyon TL ödenek aktarılmışken 2011'de bu rakam 25 kat artarak 48,1 milyon TL'ye ulaştı. Aynı şekilde 2002'de 57 yerli arkeolojik kazı yapılırken 2011'de bu sayı 123'e çıktı. Şu anda yabancı arkeoloji enstitüleri tarafından yürütülen 43 kazı var.

Bu durum müze ve ören yerlerine de ilgiyi artırdı. 2002 yılında müze ve ören yerlerini ziyaret edenlerin sayısı 7.422.208 iken 2011'de bu sayı 28.462.893 oldu. Aynı şekilde 2002 yılında 93 olan özel müze sayısı 2011'de 157'ye ulaştı. 2002'de müze ve ören yerlerinden elde edilen gelir 26 milyon TL iken 2011'de bu rakam neredeyse 10 kat artarak 254 milyon TL oldu. Aynı verilere göre; 2002'de Türkiye'de bakanlık eliyle yapılmış 42 kültür merkezi varken 2003'ten bu yana hizmete girenlerle birlikte bu sayı 2011'de 84'e ulaştı. 2012 sonuna kadar 19 yeni merkezin daha açılması bekleniyor.

 

SİNEMA İZLEYİCİSİ VE TİYATRO MEKANI ARTTI

2002'de de 9 yerli film vizyona girerken bu sayı 2011'de 70'e yükseldi. Yerli film izleyicisinde de bir sıçrama yaşandı. Sayı, 2 milyonken 21,2 milyon oldu. Toplu yükselişler tiyatroda da sürdü. 2003'ten bu yana 35 yeni sahneye kavuşan Devlet Tiyatrosu'nda şu anda 58 sahne var. Ordu, Kayseri ve Manisa'da açılacak sahnelerle bu sayı 2012 sonunda 60'a çıkacak. Özel tiyatrolara verilen destek de 2002'de 850 binken 2011'de 3,5 milyon TL oldu. Desteklenen özel tiyatro sayısı 59'dan 162'ye çıkarken bunların 61'inin Ankara ve İstanbul dışında olduğu tespit edildi. Opera ve balede ise durum şöyle: 2002'de 584 olan opera ve bale temsil sayısı 2011'de 862 oldu. Seyirci sayısı ise 232.760'tan 379.048'e yükseldi. Yurtiçi turne sayısı 98'den 478'e çıkarken yurtdışı turne sayısı 11'den 39'a çıktı.

Zaman, Haber: Jülide Karahan, 20.03.2012

YILLARDIR ZİYARET EDİLEN 'İNCİRLİ DEDE TÜRBESİ' BOŞ ÇIKTI

 

 

Türkiye'nin dört bir yanından insanların ziyaret ettiği Feriköy'deki İncirli Dede Türbesi'nde hiçbir "gömü" olmadığı tespit edildi. İnceleme sonucunda türbe kaldırıldı.

 

Feriköy'deki İncirli DedeTürbesi'nin gömüsüz olduğunun tespit edilmesini sağlayan süreç Şişli Belediyesi'nin kayıtlarında türbeye rastlayamaması üzerine Anıtlar Kurulu'na yaptığı başvuru ile başladı. 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, türbenin tescilli olduğuna dair bir kayıt bulamadı. İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi ve İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğü'ne yazı yazılarak bilgi istendi. Bu müdürlüklerden de yapının bir kültür varlığı olduğuna dair bilgi alınamayınca İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi uzmanlarınca türbe içerisinde bulunan iki mezarda kazı yapılmasına karar verildi. Uzman arkeolog tarafından yapılan kazıda türbede bulunan ve "İncirli Dede" ile "Yahya Efendi" isimli zatlara ait olduğu belirtilen mezarlarda hiçbir gömüye rastlanmadı. Ayrıca mezarın İslami şartlara göre doğru yöne konulmadığı belirlendi. Türk ve İslam Eserleri Müzesi Müdür Yardımcısı Ali Demirkol'un hazırladığı raporda, "Açılan mezarlarda gömü ile ilgili herhangi bir kültür ve tabiat varlığı tespit edilememiştir" denildi. Türbenin bakımını üstlenen Yusuf Çabuk ise "1962'de bu mahalleye yerleştim. İncirli Dede Türbesi bakımsız bir mezarlıktı. Türbeyi biz yaptık. 1962'den beri ben ilgileniyorum" dedi.

Sabah, Haber: Nazif Karaman, 20.03.2012

700 YILLIK ELYAZMASI ESERLER İSKİLİP HALK KÜTÜPHANESİ'NDE

 

 

Kanuni Sultan Süleyman dönemi şeyhülislamı Ebussuud Efendi başta olmak üzere Atıf Hoca gibi alimlerin yetiştiği Ço-rum'un İskilip İlçesi'ndeki Halk Kütüphanesi, 700 yıllık elyazması eserlere ev sahipliği yapıyor. Akademisyenlerin uğrak yeri olan kütüphanedeki eserlerin "Elyazması Eserler Müdürlüğü'ne taşınması fikrine ise ilçe halkı sıcak bakmıyor.

 

Çorum'un İskilip İlçesi'nde bulunan Halk Kütüphanesi, Anadolu'nun en eski kütüphanelerinden biri. Raflarında elyazması eserler, altın işlemeli Kur'an-ı Kerim ve çok sayıda dini ve ilmi kitap bulunuyor. Daha da ilginci 529 adet elyazması eserin 700 yıllık geçmişe sahip olması. Zira eserlerin pek çoğu Osmanlı döneminde bulunan 5 kütüphaneden toplanan ve vatandaşlar tarafından medrese, cami ile çevre köylerden bağışlanan kitaplardan oluşuyor. 2008 yılından itibaren özel korumalı ve kamera sistemleri ile 24 saat kontrol altında tutulan kütüphanede 529 adet elyazması eser, dijital ortamda demir parmaklıklar ve özel yapılmış kapılar ardında muhafaza ediliyor. Kanuni Sultan Süleyman dönemi şeyhülislamı Ebussuud Efendi başta olmak üzere Atıf Hoca gibi alimlerin yetiştiği ilçede, 1.590 adet Arapça ve Osmanlıca yazılmış eser de kütüphanede koruma altında. Kanuni Sultan Süleyman devrinde dönemin şeyhülislamı olan Ebussuud Efendi tarafından babası Şeyh Yavsi'ye altın işlemeli olarak yazılmış ve hediye edilmiş devasa Kur'an-ı Kerim de onlardan biri.

 

Toplam 46 bin 524 kitabın bulunduğu kütüphanenin misafirleri ise akademisyenler. Özellikle ilahiyatçı akademisyenlerin uğrak yeri haline gelen kütüphaneye aynı zamanda yazarlar ve tarih araştırmacıları da bilgi edinmek için geliyor. Eserlerin içerisinde bulunan bütün bilgiler dijital ortama aktarılmış. İstenildiği takdirde belirli ücret karşılığında verilebiliyor. İlçenin turizmine büyük katkı sağlayan 529 adet elyazması eserin, Çorum Kültür Müdürlüğü bünyesinde kurulacak olan "Elyazması Eserler Müdürlüğü'ne götürülmesi gündemde. İlçe halkı ise buna tepkili; kültür ve turizm yolunda çaba sarf eden İskilip'te bulunan elyazması eserlerin araştırmacılar için çok önemli kaynaklar olduğunu belirtiyorlar. İlçeye ait olan elyazması eserlerin, ilçede kalması ve korunma şartlarının iyileştirilmesi gerektiğini belirten ilçe halkı, kitapların taşınması halinde ilçeye gelecek olan araştırmacı ve turist sayısında büyük ölçüde azalma olacağı kanaatinde.

Zaman, Haber: İdris Okur , 20.03.2012

DENİZLİ'NİN YENİ TURİZM HAZİNESİ LAODİKYA

 

 

Anadolu'nun Efes'ten sonra en büyük antik kenti olma özelliğini taşıyan Laodikya'da dünyada ender rastlanılan bir eser daha ortaya çıkarıldı. Laodikya Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, dünyadaki kutsal alan sütunlarının en yükseğine ulaştıklarını belirterek, 2012 yılında bunları ayağa kaldıracaklarını, eserlerin kenti turizm adına büyük getirisi olacağını söyledi.
Türkiye'de ilk kez kazı sorumluluğu belediyeye devredilen antik kent Laodikya'da heyecan veren bir esere daha ulaşıldı. İncil'de adı geçen Laodikya Kilisesi'nin 2010 yılının sonunda bulunmasının ardından arkeologları ikinci kez heyecanlandıran alanda, 11 metreyi bulan dünyanın en uzun tarihi sütunları ortaya çıkarıldı.

2008 yılında kazı sorumluluğu Denizli Belediyesi'ne devredilen Laodikya'da peş peşe gün yüzüne çıkarılan dünyanın ender eserleri turizme doping etkisi yaratacak. Laodikya Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Şimşek, belediyeye devredilmesiyle yılın 12 ayı kazı ve restorasyon çalışması süren antik kentte, 7. yüzyılda yıkılan sütunlara ulaştıklarını söyledi. Anadolu'nun en eski 7 kilisesinden birine sahip Laodikya Antik Kenti'nde sergilenebilecek nitelikteki 3 binin üzerindeki esere her geçen gün yenilerinin eklendiğini kaydeden Şimşek, Türkiye'de yılın her döneminde kazı ve restorasyon çalışması yapılan tek alanın Laodikya olduğunu işaret ederek, kış şartlarının ağır geçmesinden dolayı bu yılki çalışmaların restorasyon şeklinde sürdüğünü ifade etti.

Laodikya'da bu yıl en büyük hedeflerinin, "Kutsal Alan Portiği" diye adlandırılan alanda hem kazı hem de restorasyon çalışmalarını yapmak olduğunu kaydeden Prof.Dr. Şimşek, şöyle konuştu: "Antik kent Laodikya MS 494 yılındaki depremden sonra terk edildi. 7. yüzyılda ise bölgede kalan sütunlar yıkıldı. En büyük şansımız bu sütunları yıkıldığı şekliyle bulmamız oldu. Bu dönem 25 bin metrekarelik bir alanda kazı çalışmasına başladık. Burada dünyadaki kutsal alan sütunlarının en yükseklerine ulaştık. Bu, büyük bir şans. Bu portikteki sütunlar üst yapı malzemeleriyle 11 metreyi buluyor. Haziran ayı itibarıyla 20'ye yakın sütunu dikmiş olacağız." Laodikya'yı dünyada çok iyi tanınan, gezi programlarına dahil edilen bir antik kent haline getirmek istediklerini ifade eden Şimşek, "Kutsal Laodikya Kilisesi'ndeki çalışmalar sürüyor. 2012 yılı sonunda açılışını gerçekleştirmek istiyoruz" diye konuştu. Hıristiyanlar arasında heyecan yaratan kilisenin açılışına Papa'yı davet edeceklerini kaydeden Şimşek, "Papa'dan davetimize olumlu yanıt vermesini umuyoruz" dedi.

Türkiye'de ilk kez bir antik kentin kazı sorumluluğunu devralan Denizli Belediye Başkanı Osman Zolan ise, Ladoikya ile Denizli'nin Pamukkale gibi çok önemli bir kültür mirasına daha sahip olduğunu, burada dünyada eşine az rastlanır tarihi eserlerin ortaya çıkarıldığını söyledi. Zolan, "Laodikya çok önemli bir yer. İncil'de bahsedilen 7 kilisenin birisi buradadır. Anadolu'nun en büyük stadyumu burada bulunuyor. Belki yüzlerce yıl kazı çalışması devam edecek. Denizli'nin böyle bir antik kente sahip olması tarihi zenginliktir. Bizler, bu tarihi eseri gün yüzüne çıkartıp bölgeyi turizmde cazibe merkezi haline getirmekle sorumluyuz" dedi. Üç yıl öncesine kadar antik kente çok nadir turist geldiğini, geçtiğimiz yıl ise 120 binin üzerine ziyaretçinin Ladoikya'yı gördüğünü işaret eden Zolan, "Antik kent gelecekte milyonların ziyaret edeceği çok önemli bir kültür mirası olacak" diye konuştu.

Yeni Asır, Haber: Ufuk Soyhan, 19.03.2012

HRANT DİNK'İN DOĞDUĞU MAHALLENİN KİLİSESİ RESTORE EDİLECEK

 

 

Malatya Valiliği, Çavuşoğlu Mahallesi'ndeki Ermeni Taşhoran Kilisesi ile merkeze bağlı Venk Köyü'ndeki Venk Kilisesi'nin restorasyonu için girişimlere başladı.

 

Hrant Dink'in doğduğu evin de bulunduğu mahallede bulunan 250 yıllık Taşhoran Kilisesi ve Venk Kilisesi için hazırlanan restorasyon projesi tamamlanarak, Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun onayına sunuldu. Proje onaylanırken Kültür ve Turizm Bakanlığı da restorasyon projelerini 2012-2013 yatırım programına alarak ödenek tahsis etti.

 

Malatya Valisi Ulvi Saran, şehrin birçok farklı uygarlığın merkezi ve binlerce yıllık kültürel mirasın sahibi olduğunu belirtti. Saran, "Biz yöneticiler olarak ilimizin tarihi ve kültürel dokusunun korunmasına özel önem vermekteyiz. İlimizde yer alan tarihi mekanların bir bölümünün aslına uygun olarak restorasyonunu gerçekleştirdik, bir bölümünün ise restorasyon çalışmaları devam etmektedir. İlimiz Çavuşoğlu Mahallesi'nde bulunan Taşhoran Kilisesi ve il merkezine bağlı Venk Köyü içerisinde yer alan Venk Kilisesi büyük oranda ayakta olan yapılardır. Bir yıllık bir çalışma sonucunda KUDEB tarafından röleve, restitüsyon ve restorasyon projeleri yaptırılmıştır. Sivas Kültür Varlıkları Koruma Kurulu'nun onayı ile birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdindeki girişimlerimiz sonucu bahse konu restorasyon projeleri için ödenek tahsisi yapılmıştır." dedi.

 

Vali Saran, ihale hazırlıklarına başlandığını, teknik hazırlıkların tamamlanmasının ardından ihalenin de yapılacağını kaydetti.

Agos, 19.03.2012

KAPADOKYA VE VAN GÖLÜ'NÜN İZİ BULUNDU

 

 

Dünyanın en eski tapınağı olarak kabul edilen Şanlıurfa, Göbekli Tepe’deki 11 bin yıllık kalıntıların, eski dünyada hacıların toplandığı bir kozmopolit merkez olabileceği öne sürüldü. Arkeologlar, antik tapınaktaki volkanik el aletlerinde, Kapadokya’nın ve Van Gölü’nün izlerini buldu.

 

Arkeologlar, kazı alanında bulunan ve volkanik kayalardan yapıldığı belirtilen 130 bıçak ve el aletine dayanarak, Göbekli Tepe’deki antik tapınağın, birçok farklı noktadan gelen insanlar için bir toplanma yeri özelliği taşıdığını iddia etti. El aletlerinin, lavlar hızla soğuduğunda elde edilen ve volkan camı olarak bilinen obsidiyenden yapıldığı ifade edildi.

 

Kanada’nın McMaster Üniversitesi’nden Tristan Carter ve ekibi, obsidiyen aletlerin kimyasal bileşenleri çözerek hangi yanardağlardan gelmiş olabileceklerini anlamaya çalıştı. LiveScience’a konuşan Carter, “Çalışmamızda çok spesifik sonuçlar elde edebiliyoruz. Obsidiyen maddesinin hangi yanardağdan, hatta yanardağın hangi yakasından geldiğini bile anlayabiliyoruz” dedi.

 

Analizlerin sonuçlarına göre, Göbekli Tepe’de bulunan en az üç obsidiyen materyalinin kaynağı, 500 km ötedeki Kapadokya’dan geliyor. Diğer üç kaynakta, 250 km ötedeki Van Gölü’ne işaret ediyor. Obsidiyenin geldiği bir diğer coğrafya ise 500 km ötesine, kuzeydoğu Anadolu’ya işaret ediyor.

 

Carter, “Bu sonuçlar, Göbekli Tepe’ye birçok farklı bölgeden, farklı insanların geldiğini ortaya koyuyor” dedi.

 

Carter, obisidiyen aletlerin uzak mesafelerdeki yerlere işaret etmesinin, insanların doğrudan Göbekli Tepe’ye seyahet ettiklerini göstermediğine dikkat çekti. Carter, “insanların obsidiyeni ticaret yoluyla elde ettikten sonra el aletlerine çevirdiğini ve ardından antik tapınağa getirmiş olabileceğini” söyledi.

 

Bu karmaşanın içinden çıkmak için, arkeologlar obsidiyen aletlerin nasıl yapıldığını araştırdı. İzleri Kapadokya’ya uzanan aletlerin, Orta Fırat bölümündeki aletlere; Van Gölü’ne uzanan aletlerin ise Irak ile İran’dakilere benzerlik gösterdiği anlaşıldı. Tüm bulgular bir araya geldiğinde, obsidiyen aletlerin, güney ve kuzeydeki birden farklı coğrafyada yapıldığı ve ardından Göbekli Tepe’ye getirildiği düşüncesi destek kazandı.

 

İleride yapılacak araştırmalar bu teoriyi güçlendirirse, Göbekli Tepe’nin 11 bin yıl öncesine uzanan bir hacı merkezi olduğu düşüncesi güçlenebilir. Carter, “Eğer Schmidt haklıysa, Göbekli Tepe antik zamanlarda Yakın Doğu’nun düğüm noktası, kozmopolit bir merkezdi” dedi.

 

Carter ve ekibi, obsidiyen aletler üzerindeki analizlerini Fransa’nın başkenti Paris’teki Louvre Müzesi tesisleri ve McMaster Üniversitesi’nde gerçekleştirdi. Analizlere, Fransa’nın Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’de destek verdi.

 

Arkeologlar tarafından elde edilen en yeni bulgular, İspanya’nın Barselona kentinde bu ayın başlarında düzenlenen Yontma ve Öğütme Taş Yedinci Uluslararası Konferansı’nda sunuldu. Şu ana kadar çok az bir kısmı gün yüzüne çıkarılan Göbeklitepe, çapları 10 ile 30 metre arasında değişen en az 20 daire şeklindeki taş yapıdan oluşuyor.

 

T şeklindeki kireç taşından kayaların şekillendirdiği dairelerin ortasında, uzunlukları 5.5 metre boyunda iki dev sütun yer alıyor. Carter, “Bu sütunlardan bazılarıları Stonehenge’deki sütunlardan bile büyük” ifadesinin kullandı. İngiltere’de bulunan ve iki ile üç bin yıllık olduğu düşünülen Stonehenge, daire oluşturacak şekilde yerleştirilmiş dev taş bloklardan oluşuyor ve dünyanın en ünlü antik alanlarından biri olarak kabul ediliyor.

 

Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Klaus Schmidt’in 1994’ten bu yana başında olduğu Göbekli Tepe kazıları hakkındaki ilginç bir detay, kayalardaki bitki ve hayvan oymaları ve diğer yapılarda yerleşik hayata dair hiçbir bulgu elde edilememiş olması.

 

Buradan yola çıkarak, antik tapınağın çiftçiler tarafından değil, bölgeye farklı yerlerden gelen avcı toplayıcı toplumlar tarafından, dini amaçlar için inşa edildiği düşünülüyor. Kazılarda bulunan obsidiyen ve taş aletlerin şekilleri ve kaynakları, Göbeklitepe’ye Irak, İran, Ortadoğu ve Akdenizin doğusundan insanların geldiğini öne sürüyor.

 

Göbekli Tepe’de son yirmi yılda yapılan çalışmalar devam ettikçe bilim dünyasındaki tartışmalar da artyor. Genel görüşün aksine, Kanada’nın Toronto Üniversitesi’nden antropolog Ted Banning, daire yapıların zamanında çatıları bulunduğunu ve hem ev, hem de dini mekan olarak kullanılmış olabileceğini belirtti.

 

Banning ayrıca, kazılarda bulunan taş aletlerin hasat için tasarlanmış olabileceğini, binlerce yıl önce insanların evcilleştirmeye çalıştığı hayvan ve bitkileri tespit etmenin de çok zor olduğunu savundu. Banning yine de, en son elde edilen obsidiyen örneklere bakılmadan kesin bir karar verilemeyeceğini ifade etti.

Ntvmsnbc, 19.03.2012

'ALP' İÇİN 200 BİN LİRA

 

 

Beyaz Müzayede’nin hem Türk hem de dünya sanatından usta isimlerin yanı sıra genç sanatçıların eserlerini de bir araya getiren müzayedesinin ilk bölümü önceki gün Conrad Otel’de yapıldı.

 

360 eserin satışa sunulduğu müzayedenin ilk bölümünde 186 eser alıcıya ulaştı. Erol Akyavaş’ın “Kabe Serisi’nden” adlı yağlıboya tablosu ile Orhan Peker’in “Kedili Özden” isimli çalışması bu bölümün en yüksek fiyata satılan      eserleri oldu. Her iki sanatçının eseri de 452 bin liraya alıcı buldu.

Müzayedenin bir diğer dikkat çekici ismi ise Taner Ceylan’dı. Hipergerçekçi tarzıyla Türk resminin önemli isimlerinden biri olan Taner Ceylan’ın en büyük ilham kaynaklarından biri olan ve ‘hayat arkadaşım’ dediği Alp’i resmettiği tablosu “Alp”, 200 bin liraya satıldı. Sanatçının bu eseri Damiani’nin 2011 yılında yayımlanan kitabında da yer alıyordu. Ceylan, 2011’de de Sotheby’s’in Londra’daki müzayedesinde bir eseri   310 bin dolara satılarak dikkat çekmişti.

Öte yandan, müzayedenin dün yine Conrad Otel’de yapılan ikinci bölümüne ise Fahrelnisa Zeid damgasını vurdu. Zeid’in Fransa’da Maillol Müzesi’nden çıkan ve müzayedenin kataloğunun kapağında da yer alan “Red Melody” isimli eseri 325 bin liraya satıldı.

Habertürk, 19.03.2012

NAZİLERİN YAĞMALADIĞI ESERLER SAHİBİNE DÖNÜYOR

 

Almanya'nın Karlsruhe kentinde bulunan Federal Adalet Mahkemesi, II. Dünya Savaşı'nda Naziler tarafından yağmalanan ve Berlin'de bulunan Alman Tarih Müzesi'nde sergilenen posterlerin yasal sahibine iade edilmesine karar verdi.

Florida'da yaşayan yasal sahibi Peter Sachs'e iade edilecek 4 binin üzerindeki posterin değerinin 6 milyon ila 21 milyon dolar (yaklaşık 10 ila 37 milyon TL) değerinde olduğu tahmin ediliyor. Peter Sachs, yaptığı açıklamada, babasına ait posterlerin kendisine dönecek olmasından büyük mutluluk duyduğunu söyledi.

Habertürk, 19.03.2012

İZNİK'İN AYASOFYASI BELGESEL OLUYOR

 

 

Hazırladığı tarihi belgesellerle adından söz ettiren yönetmen Tekin Gün, şimdi de yakın zamanda kiliseden camiye çevrilen Bursa'nın İznik İlçesi'ndeki Ayasofya Camii'ni belgesele taşıyor.

 

Uluslararası ödüllü belgesel yönetmeni Gün, bugüne kadar Kapadokya, Nemrut Dağı, Sultan II. Mehmet, Yaradılış Serüveni, Kıbrıs Belgeselleri gibi çalışmalara imza attı. Bursa: Hitit, Lidya, Frigya, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı, Olimpos (Uludağ) ve Gölyazı gibi tarihi yerleri mercek altına alan Gün, son dönemlerde ise özellikle Bursa'nın tarihi ile ilgili yaptığı çalışmalarla gündeme geliyor. Mayıs ayında hazır olacak olan belgesel için daha şimdiden yerli ve yabancı ajanslar sıraya girmiş durumda. Belgesel ile ilgili çok sayıda teklif geldiğini anlatan Gün'ün hedefi uluslararası festivallerde ödül almak. Ayasofya'nın cami olarak hizmet vermesinden sonra dikkatlerin bu bölgeye yeniden çevrildiğini belirten Gün, var olan Ayasofya'lar içinde sahip olduğu misyon açısından en önemli olanın İznik Ayasofya olduğunu kaydediyor. Gün, Hıristiyanlar için çok önemli olan I. Konsül'ün 325 senesinde İznik'te, 7. Konsül'ün de Ayasofya'da toplandığı bilgisini veriyor. İznik'in birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olduğunu belirten Gün, "Burası bütünüyle baktığımızda açık hava müzesini andıran görünümü ile dünyada eşine az rastlanan antik şehirlerden biri." diye konuşuyor.

 

Tekin Gün, 1331'de Orhan Gazi tarafından fethedilen İznik'in Osmanlı için her zaman önemli bir merkez olduğunu hatırlatıyor. İznik'in Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarını havzasında taşıyan bir şehir olduğunu ifade eden yönetmen, değerlerimizi dünyaya anlatmak için çaba sarf ettiğini söylüyor. Ayasofya Camii'nin sembolik bir anlamı olduğu için dünya basını tarafından takip edildiğini anlatan Gün, kültürel mirasın tanıtılması gerektiğinin önemli olduğuna işaret ediyor. İznik'in birçok değere sahip olduğunu kaydeden Gün, sözlerini şöyle sürdürüyor: "Çektiğimiz belgesellerle tarihe not düşme kaygısı taşıyoruz. 1993'te Cami Kuşları ile başladığımız yolculukta medeniyetimizin sesini duyurmaya çalıştık. Umarım Ayasofya ve Uludağ çalışmaları ile de bu gayretimiz güzel bir şekilde devam eder." Yönetmen Gün, Prestij Production bünyesinde, Bursa'da İznik Ayasofya dışında Uludağ ile ilgili de belgesel çekiyor. Uludağ belgeselinin çekimlerini yakın zamanda bitirdiklerini dile getiren Gün, Bursa ile ilgili yeni çalışmalarda bulunacaklarını anlatıyor. Tekin Gün ayrıca, İstanbul Surlarının Sırları, Türklerin Göçü gibi ilginç ve daha önce çalışılmamış belgeseller çekeceğini dile getiriyor.

Zaman, Haber: Samet Altıntaş, 19.03.2012

KIZILBURUN BATIĞI İLE İLGİLİ BİLMEYENLER AYDINLATILDI

 

 

Sualtı arkeoloğu ve araştırmacı Can Pulak tarafından 1993 yılında Çeşme Kızılburun açıklarında bulunan ve 2005 yılında gün ışığına çıkarılan batıktaki eserlerin, tonlarca ağırlıktaki tambur ve sütunların Klaros'taki Apollon Tapınağı'na ait olduğu saptandı. Sualtı Araştırma Enstitüsü (INA) Müdürü Tuba Ekmekçi, Marmara Adası'ndan yola çıkan ve Çeşme açıklarında batan gemiden çıkarılan eserlerin konservasyon çalışmalarının yarısının tamamlandığını belirtti.

Kızılburun batığı, sualtı arkeoloğu ve araştırmacı Can Pulak tarafından yapılan dalışlarda 1993 yılında yeri tespit edilen, INA, Teksas A&M Üniversitesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılan çalışmalarla 2005 yılında gün ışığına çıkarıldı. Amerikalı, Avrupalı ve Türkler'den oluşan 16 arkeoloğun yaklaşık 2 yıl süren çalışmaları sonunda 45-48 metre derinlikten çıkarılan, 1.5 metre çapında, 1 metre yüksekliğinde, 5-7 ton ağırlığındaki 8 mermer tambur, sütun başları, geminin çıpası, mermer mezar taşı, mermer sunu kapları, kaptan ve gemi mürettebatının kutsanması için kullanılan Hermes heykelciği, gemiye ait çiviler ve anforalar Bodrum'daki Sualtı Arkeoloji Müzesi'ne getirildi. Yapılan konservasyon çalışmaları sonunda eserlerin yarısı Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde sergilenirken, 11 metre yükseklikteki bir sütuna ait olan tamburların konservasyonuna başlandı. Yaklaşık 5 yıldan bu yana devam eden çalışmalar sonunda İyonlar'a ait olan ve MÖ 2'nci Yüzyıl'a tarihlenen geminin adını, Marmara Denizi'ndeki tarihteki adı 'Prokenessos' olan Marmara Adası'dan aldığı ve yaklaşık 60 ton ağırlığındaki kargosunu İzmir'in Menderes İlçesi'ne bağlı Ahmetbeyli yakınlarındaki Klaros'taki Apollon Tapınağı'na götürürken Kızılburun açıklarında yakalandığı fırtınada battığı tespit edildi.

INA Müdürü ve arkeolog Tuba Ekmekçi, DHA muhabirine yaptığı açıklamada, tarihte ilk kez bir batığın kargosunun gittiği yerin tespit edilebildiğini belirtti. Ekmekçi, şöyle dedi:
"İyon uygarlığında Prokenessos Adası'ndaki mermer ocaklarında üretilen, işlenen ve ağırlığı 5-7 ton olan mermer tambur ve bunların en üstüne konulan sütun başının gidiş yerinin Klaros'taki Apollon Tapınağı olduğunu tespit ettik. Binlerce yıldır sualtında kalan eserlerin üzeri büyük tortu tabakası ile kaplandığı için 3 yıl sürecek konservasyon çalışmalarından sonra tamburlar, sütun başları ve gemiye ait eserler yine gitmesi gereken yere 2 bin 200 yıl geç ama ulaşacak. Tonlarca yükü taşıyan geminin bölgede fırtınaya yakalandıktan sonra battığını ve aynı bölgede 6 batık daha bulunduğunu tespit ettik. Eserlerin yerinde sergilenmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yanıt bekliyoruz."

haberler.com, 18.03.2012

O KİTAP BARNABAS İNCİL'İ DEĞİLMİŞ

 

 

Ankara'da ortaya çıkan elyazması kitabın sözde bin 500 yıllık Barnabas İncil'i olduğuna ilişkin iddialara son noktayı Oxford Üniversitesi koydu.

 

Üniversitede çalışmalarını sürdüren Süryani araştırmacı Dr. Mikael Oez, o kitabın Barnabas İncili olmadığını öne sürdü.

Kitapta çarmıha germeyi anlatan haç işaretinin bulunduğunu söyleyen Oez, "Sözde Barnabas İncil'inin, Hıristiyanlığın İsa'nın çarmıha gerildiği gibi temel prensiplerini inkar eden bir özelliği bulunduğu belirtiliyor. Oysa Ankara'daki kitapta, çarmıha germeyi anlatan haç işaretini görmekteyiz. Ayrıca Barnabas İncil'inin teslisi de inkar ettiğine inanılıyor; kitabın basına yansıyan bölümlerde teslis de yer alıyor." diyor.

Oez, Barnabas İncil'i olduğu iddia edilen el yazması kitaba ilişkin çelişkiler bulunduğuna da işaret etti. Elyazması bütün Süryanice kaynaklara bakıldığında, materyallerin az ve çok pahalı olmasından dolayı her sayfanın bütün boşluğunun azami derecede doldurulduğunu kaydeden Oez, "Ancak Ankara'daki kitapta bu durum söz konusu değildir." dedi.

Habertürk, 18.03.2012

BERGAMA'NIN RANTINI ALMANLAR YİYOR

 

Berli’e kaçırılan antik Bergama Müzesi’nin önündeki tören alanında yer alan ‘Bergama-Antik Kentin Panoraması’ adlı panoramik sergi, 360 derece dönüyor.
 

Sanat ve arkeolojinin birleşimi denilebilir; çok güzel; o dönemleri yaşıyorsunuz Bergama’da... Daha önce bu tür sergiler; Everest, antik Roma ve Amazonlar için de yapılmış... Yapan sanatçı İran kökenli, Viyana doğumlu mimar ve sanatçı Yadigar Asisi (62)... Her şey ticari olarak düşünülmüş.


Bergama müzesinin bir parçası olarak geçen yılın eylülünden bu yılın 30 Eylül’üne kadar açık kalacak. Taşınacak ama nereye? Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay “Bakalım belki Türkiye’ye getiririz” diyor. Daha yeni gördüğü için hemen üzerine atlamadığını görüyoruz. Türkiye olabilir mi, özellikle Bergama İlçesi'nin bağlı olduğu İzmir’e getirilebilir mi?


İranlı sanatçı, bu eseri 2.7 milyon dolara mal etmiş; bir yıl için Bergama’nın biletleri 10 Euro’dan 18 Euro’ya çıkarılmış... 1 milyondan fazla kişinin ziyareti bekleniyor; Türkiye’de bu olur mu?
Sergi, Berlin Devlet Müzeleri ve Asisi Ltd. Şti. ile Türkiye’deki farklı enstitülerin ortak çalışması sonucu oluşturulmuş. Eserin mimarı Asisi hazırlık aşamasında Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün İstanbul masası ile birlikte çalışmışlar.


Resmin tamamlanması için sanatçı Asisi tarafından Türkiye’de (Bergama ve çevresinde) 27 bin fotoğraf çekilmiş; taslak çizimler yapılmış; ayrıca 100’e yakın figüran (Roman gençler) ile çeşitli fotoğraf çekimleri gerçekleştirilmiş. Bunların yanı sıra 3 boyutlu yapılar, meydanlar ve heykeller hazırlanmış. Tarihçi ve uzmanlardan oluşan bir heyetin gözetimi altında bilgisayar ortamında yeniden düzenlenen şehir bu şekilde ortaya çıkarılmış... 25x100 metrelik kule şeklinde hazırlanmış bir resimle... Sanki, antik kentin ortasındaymışsınız gibi Bergama’yı üç katlı kuleden seyrediyorsunuz, ovasıyla, zeytin ağaçlarıyla ta Ege’ye kadar... Bergama’nın tarihini, kültürünü ve mimarisini hissediyorsunuz içinizde.


Bilgisayar ortamında işlenip bir araya getirilmesiyle oluşan panoramik genel resimle Roma Kayzeri Hadrian’ın Bergama şehrini ziyareti (MS 129 yılı) canlandırılıyor.


Sanat ve arkeloji birleştirilmiş; Bergama içindeymişsiniz gibi seyrediliyor. Heyecanlanmamak mümkün değil.


Projelendirilse Efes’i, Kapadokya’yı, Çanakkale’yi, Hasankeyf’i, Munzur Vadisi’ni, Toroslar’ı, büyük kentlerimize sergi olarak taşıyabilir miyiz?


Unutmadan belirtelim; bu panoramik serginin açılışına geçen eylülde Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, Berlin Pergamon Müzesi Müdürü Andreas Scholl, Alman Akreoloji Enstitüsü Müdürü Felix Pirson katılmış.


(Bu bilgiler Bakan Günay, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü ve Berlin Kültür Müşaviri Gözde Şahin’den alınmıştır.)

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 18.03.2012

MERRILL LINCH, URARTU TAKILARINA SAHİP ÇIKTI

 

 

Bank of America Merrill Lynch, bin parçalık Urartu takı koleksiyonunun restorasyonu için Rezan Has Müzesi’ne fon sağlayacak.


Urartu takı koleksiyonunun, içerdiği yaklaşık bin bireysel parçayla Türkiye’de kendi alanındaki en kapsamlı derlemelerden biri olduğunu söyleyen Bank of Amerika Merrill Lynch Türkiye CEO’su Elif Bilgi, “Bu nadir ve çok geniş çaplı mücevher koleksiyonu rakipsiz. Başka yerde eşi benzeri bulunmuyor. Korunması için hibe niteliğindeki bu mali destek sayesinde, bu paha biçilmez sanat hazineleri gelecekteki pek çok nesle öğretici ve keyif verici deneyimler yaşatacak” dedi.

 

Bank of America Merrill Lynch olarak, İstanbul’da yaklaşık altı yıldır faaliyet gösterdiklerini kaydeden Bilgi, “Türkiye’nin tarih ve kültürünün önemli bir unsuru olan bu benzersiz koleksiyonun korunmasına destek olmaktan dolayı onur duyuyoruz. Kurumsal politikamız gereğince, kurumsal sorumluluk girişimleri kapsamındaki yatırımlarının maddi değeriyle ilgili bilgi veremiyoruz. Ancak proje kapsamındaki her koleksiyonun korunması için gereken her kaynak sağlanıyor” diye konuştu.


Bank of America Merrill Lynch Sanatı Koruma Projesi’nin 2010 yılında Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’yı kapsayan EMEA bölgesinde başlatıldığını hatırlatan Bilgi, “Tüm dünyada bozulma tehlikesiyle karşı karşıya kalan ve sanat tarihi açısından önemli eserlerin korunmasına yönelik hibe niteliğinde kaynaklar sağlıyoruz” dedi.

Sanatı Koruma Projesi’nin, 19 ülkeden kültürel ve tarihi değer taşıyan 20 farklı sanat eseri ve insan eliyle yapılmış nesnenin restorasyonunu sağlayacağını belirten Bilgi şöyle dedi:
“Rezan Has Müzesi’ndeki Urartu takı koleksiyonuna sağlanan hibenin yanı sıra Leonardo Da Vinci’nin Milano’daki Castello Sforzesco kalesinde bulunan en erken dönem el yazmaları da bulunuyor. Ayrıca Marc Chagall’in Tel Aviv Sanat Müzesi’ndeki beş tablosu ve Madrid’deki Thyssen Müzesi’nde bugüne kadar tuval üzerine yapılmış en büyük boyutlu resim olarak tanınan bir Tintoretto tablosu da seçilen eserler arasında. Proje kapsamında restore edilen diğer sanat eserlerine Seattle Sanat Müzesi’ne ait olan bir Jackson Pollock pentürü ve Pablo Picasso’nun New York Guggenheim Müzesi’ndeki efsanevi “Ütü Yapan Kadın” (Woman Ironing) tablosu da dahil.”

Milliyet, Haber: Eylem Türk, 18.03.2012

BANKALAR CADDESİ NEDEN KAPANIYOR?

 

 

Bir zamanlar salkım salkım avizelerin, parlak LED’cilerin yeri olan Bankalar Caddesi, birkaç adım ötesinde yer alan Tepebaşı/Şişhane’deki sosyalleşme trafiğinin haraketlenmesi, ardından Salt Galata’nın açılmasıyla, kabuk değiştirdi, imaj tazeledi. Cadde üzerindeki hanlar hunharca havalı birer butik otele dönüşürken, caddenin bugünkü fotoğrafı biraz kaotik biraz melankolik: Bir köşede Mermerciler, sivri topukluları üzerinde, siyah gözlüklerine sığınmış, mahalleliye temas etmeden kendini Salt Galata’nın havalı restoranına atma derdinde. Diğer köşede cadde esnafı, trafiği kitlemiş, kan ter içince mal yüklüyor. Arada kafasını kaldırarak yürüyenler, romantik turistler. Eski binaları, salyalar akıta akıta fotoğraflıyorlar.

 

Geçen hafta Büyükşehir Belediyesi, caddenin seyrini tamamen değiştirecek bir karar aldı. Bankalar Caddesi tez vakit trafiğe kapatılacak. Öngörülen tarih 2013. Caddenin girişindeki otoparkın tamamlanmasıyla trafiğe kapatılacak olması, teknik olarak yerinde bir karar. Hafta içi mesai saatlerinde bölgeye yolunuz düşerse caddeden tek parça çıkmanız pek mümkün değil. Yeni projenin yürürlüğe girmesiyle, tıpkı İstiklal Caddesi gibi, caddeye giriş sadece belli saatlerde yapılacak. Meselenin alt metnindeyse sancılı bir çekişme var: Belediyenin bölgede küçük üretim yapan dükkanları, atölyeleri yerinden etmek; şehir dışına taşımak.

Milliyet Cadde, Yazı: Ali Tufan Koç, 18.03.2012

DEFİNE AŞKIYLA SPİL DAĞI'NI DELİK DEŞİK ETTİ

 

Manisa Spil Dağı'nda define aramaya çıkan H.G. (56) suçüstü yakalandı.

 

Aylardır polis tarafından takip edilen ve birçok yer kazan define avcısı bir çukurun içerisine saklanmış olarak bulundu.

Bölgede büyük bir definenin bulunduğunu rüyasında gördüğünü söyleyen H.G., 'Dondurucu soğuklara rağmen gelip buradaki kazı işlemini sürdürdüm. 9 aydır defineye ulaşmak için çalıştım fakat yakalandım' dedi. H.G., izinsiz olarak kaçak kazı yapmak ve ruhsatsız silah bulundurmak suçlarından gözaltına alınırken, olayla ilgili soruşturma ise devam ediyor.

Akşam, Haber: Ahmet Ünsal, 17.03.2012

'SATILIK' İLANI KAVGASI

 

 

İşadamı Vedat Yelkenci, dedesinin İbrahim Çallı’ya yaptırdığı, “Anadolu Vapuru” adlı eserini satmak istedi. Satışın sosyetede duyulmasını istemeyen Yelkenci, Ahmet Keskiner ile anlaştı. Ancak Keskiner satışı duyurunca Yelkenci, “Beni rezil ettiler” diyerek 100 bin TL’lik dava açtı.

İngiltere’nin başkenti Londra’da yaşayan işadamı Vedat Yelkenci, son dönemde yaşadığı maddi zorluklar nedeniyle dedesi Lütfi Yelkencizade’nin ünlü ressam İbrahim Çallı’ya özel olarak yaptırdığı, eski Türkçe imzalı, 65x95 cm ebatlarındaki, tuval üzerine yağlı boya tekniğiyle yapılan, aile yadigarı “Anadolu Vapuru” adlı eserini satmaya karar verdi. Söz konusu tablonun, müzayede dışı satılmasi için, bu işin uzmanı olarak bilinen Alif Art Antikacılık A.Ş. ortaklarından Ahmet Keskiner’in oğlu Bora Keskiner’e ricada bulunduğunu öne süren Yelkenci, “9 Ağustos 2011’de Bora Keskiner’e gönderdiğim elektronik postada, tablo hakkında gerekli bilgileri verdim. Kendisine, tablonun satılmasının cemiyet tarafından öğrenilmemesi için, müzayede dışı haricen satmak istediğimi her görüşmemizde ısrarla belirttim. Alif Art’ın yönetim kurulu üyesi Ahmet Keskiner, tabloya 90 bin TL değer biçti. Daha sonra tablo için, 95 bin TL veren bir alıcı bulduklarını söylediler” iddialarında bulundu.

Ahmet Keskiner’in, 13 Eylül 2011’de, 95 bin TL karşılığı İngiliz sterlinini, banka hesabı üzerinden kendisine gönderildiğini iddia eden Yelkenci, parayı aldıktan sonra tabloyu, Londra’ya gelen Bora Keskiner’e teslim ettiğini öne sürdü. Yelkenci, teslimattan 3 ay sonra, davalı şirket tarafından basılan ve tüm Türkiye’de dağıtılan bir katalogda, 11 Aralık 2011’de, İstanbul’daki Esma Sultan Yalısı’nda düzenlenecek müzayedede, tablosunun 170 bin TL başlangıç fiyatıyla satışa sunulduğunu öğrendiğini savundu. Katalogda, 2 tam sayfa, ailesi ve tabloyla ilgili bilgiler verildiğini öne süren Yelkenci, “Bora Keskiner, tabloyu kendilerine aldığını hiçbir zaman bana söylemedi. Sürekli, bulduğu müşteri adına pazarlık yaptığı izlenimi yarattılar. Sattığım tabloyu, sanki tarafımdan müzayedeye konulmuş izlenimi verdiler” iddialarında bulundu.

Müzayededen ve tablosunun satışa çıkarılmasından, arkadaşlarımın haberdar etmesiyle bilgi sahibi olduğunu öne süren Yelkenci, Ahmet Keskiner ile oğlu Bora Keskiner hakkında dava açtı. Davalıların, müştereken hareket edip, kendisi üzerinden haksız kazanç sağladığını iddia eden Yelkenci, “Yaşadıklarım nedeniyle, maddi-manevi olarak yıprandım ve derinden yaralandım. Gizlice elden çıkarmak istediğim tablomun satışını, basın yoluyla ilan ederek beni yerin dibine soktular” görüşünü savundu. Davacı Yelkenci, davalı baba-oğul ile şirketlerinden, 75 bin TL maddi, 25 bin TL de manevi tazminat isteminde bulundu. Davanın görülmesine önümüzdeki günlerde başlanacak.

Bu arada Vedat Yelkenci, Sylvester Stallone’nin, eski eşi Brigitte Nielsen’le İngiltere’de aşk yaşamasıyla tanınıyor.

Yelkenci, kendi tablosunun “ucuza” gittiğini, ünlü Türk ressamı İbrahim Çallı’nın dava konusu müzayedede satılan eserlerini örnek göstererek ispatlamaya çalıştı. Yelkenci’nin iddiasına göre, Çallı’nın müzayedede satılan eserlerinden natörmort bir tablo açık artırmada, 700 bin TL’den 1 milyon 150 bin TL’ye, “Üsküdar” adlı eseri 289 bin dolardan 631 bin dolara, “Bostancı sahilinde gezintiye çıkan kadınlar” isimli eseri de 1 milyon 150 bin TL’den 1 milyon 700 bin TL’ye alıcı buldu.

Vatan, Haber: Cahit Yüce, 17.03.2012

BU HALININ 2300 YILLIK BİR TARİHİ VAR

 

 

Balıkesir'in Sındırgı İlçesi'nde birçok Yörük Köyü'nde, yıllardır süregelen gelenekler doğrultusunda anne ve babalar, evlenen kızlarının çeyizine, 2 bin 300 yıllık tarihe sahip Pazırık halısına benzer Yağcıbedir halısı koyuyor.

Dünyanın en eski halısı olarak bilinen yaklaşık 2 bin 300 yıllık tarihe sahip Pazırık'a benzer desen ve tekniğin kullanıldığı Yağcıbedir halısı, bölgedeki çok sayıda Yörük Köyü'nde, birçok sıkıntıya rağmen tüm orijinalliğiyle üretilmeye devam ediyor.

 

Sındırgı Yağcıbedir Halıcıları Derneği Başkan Yardımcısı Ekrem Yavaş halı hakkında şunları anlatıyor ''Sındırgı'daki Yörük köyleri, Orta Asya'dan Anadolu'ya geldikleri günden bugüne kadar aynı desen ve teknikle halı dokuyorlar. Yağcıbedir halısının desenleri Yörüklere göredir. Yaklaşık 2 bin 300 yıl önce Orta Asya'da nasıl dokunuyorsa Sındırgı'da da aynı dokunuyor. Yağcıbedir ile Pazırık halılarındaki desenler, teknik, düğüm, yün ve boyalar aynı. Düğümler iki çeşittir. Yağcıbedir halısında kullanılan düğüm tekniği, kravat düğümü dediğimiz hekim düğümüdür. Türk düğümü de denir. İkincisi de İran düğümüdür ve tek düğümdür. Yağcıbedir halısında kullanılan düğüm kaba olabilir, ama daha sağlamdır. Aynı düğüm, Pazırık halısında da vardır."

 

Yünün kırkılmasından, boyanın hazırlanmasına ve özenle atılan düğümlerle birbirinden anlamlı desenlerin çıkmasına kadar büyük bir özveriyle dokunan el halısı Yağcıbedir, bu alana ilgi duyanlardan büyük talep görüyor.

Yurt dışına ihracatı gerçekleştirilen Yağcıbedir halısı, bölgede yıllardır süregelen gelenekler doğrultusunda adete altın gibi saklanıyor, ihtiyaç duyulduğunda satılıp, gelir sağlanıyor.

ÇEYİZE VE KIZA NAZAR DEYMESİN DİYE
Sındırgı Yağcıbedir Halıcıları Derneği Başkan Yardımcısı Ekrem Yavaş, bir Yağcıbedir halısının özelliğini kaybetmeden 150-200 yıl kullanılabildiğini, yüzlerce yıl da saklanabileceğini söyledi.

6 metrekarelik bir halının yaklaşık 2 bin 500 bin liraya satıldığını ifade eden Yavaş, yapılan işe göre çok düşük kalan fiyat nedeniyle üretiminin giderek azaldığını bildirdi.

Yağcıbedir halısının bölgede başlı başına bir kültür olduğunu anlatan Yavaş, şöyle konuştu:

Çeyize konulan halıların renkleri önemlidir. Lacivert ve beyaz zeminli olarak halı, iki çeşittir. Her genç kıza yaşına ve ailenin maddi imkanına göre 10 ve katları şeklinde çeyiz halısı verilir. 10 halının dokuzu lacivert, biri beyaz olur. En üste beyaz serilir. Çeyize bakmaya gidenler, önce beyazı görürler ve beyaz nazarı yok eder. Sonra diğerlerine bakarken nazar, çeyize ve evlenecek kıza değmez. Bir anlamda kötü, negatif düşüncelerin uzaklaştırıldığına inanılır. Ailenin bereketinin bu şekilde sağlandığına inanılır.

Halının modelleri ve motiflerinin aradan yüzyıllar geçse de değişmeyeceğini vurgulayan Yavaş, bu yüzden, bugün alınan bir halının 70 yıl sonra da tüm özelliklerini koruyacağını söyledi.

 

 

Halıların çeyize konulmasının da bir anlam ve amaç taşıdığını dile getiren Yavaş, şunları kaydetti:
''Yağcıbedir halısını, 20, 30 ya da 50 yıl sonra da satsanız aynı değerini korur. Çeyizdeki halılar, zor ya da ihtiyaç duyulan günler için saklanır. Günü geldiğinde, çift ev, traktör alacağı zaman ya da acil ihtiyaç duyulduğu bir dönemde halıları satarak gelir sağlar. Altın bozdurur gibi halıları satarak paraya dönüştürürler. 6 metrekarelik 20 halı, bugün yaklaşık 50 bin lira eder. İhtiyacı olana kadar kızlar, bu halılara gözü gibi bakar ve satmaz.''

Habertürk, 17.03.2012

MİLYARDERLERİN KULAĞI YASADA, GÖZÜ BU YALIDA

 

Topçu sınıfı komutanı Zeki Paşa’nın Baltalimanı’ndaki yalısı, 115 milyon dolarla dünyanın en büyük müzayede şirketi Sotheby’s’in satışa çıkardığı en değerli gayrimenkul oldu. Turizm imarı olan 23 odalı Zeki Paşa Yalısı’nı ABD’lilerden sonra İngilizler de butik otel yapmak için istiyor. Ortadoğulu milyarder aileler ise yalı için mütekabiliyet yasasını bekliyor.

Boğazın en gözde malikanelerinden Zeki Paşa Yalısı, dünyada satışta bulunan en değerli gayrimenkul oldu. Yalı, 115 milyon dolarla dünyanın en büyük müzayede şirketi Sotheby’s’in listesinde zirveye oturdu. Osmanlı döneminde topçu sınıfının komutanı Zeki Paşa’nın 3. kuşak aile bireylerinin oturduğu yalıyla ABD’lilerden sonra İngiliz turizm devleri de ilgilenmeye başladı. Ortadoğulu milyarder aileler ise yalı için araştırma yapmaya başladı. Yalıyı satın almak isteyen Arap, Rus ve Azeri milyarderlerin kulağı mütekabiliyet yasasında. Yabancıların Türkiye’de mülk satın almasını kolaylaştıracak yasanın çıkmasını bekleyen milyarderlerin ilk hedefi Zeki Paşa Yalısı...

 

 

Sotheby’s Türkiye Genel Müdürü Arman Özver, yalının turizm imarı olmasının değerini yükselttiğini söyledi. Yasa ile Ortadoğu, Rus ve Azeri ailelerin önünün açılacağını anlatan Özver, “Yasa 2-3 hafta önce Meclis alt komisyonundan geçti. Yabancı yatırımcılar da yasaları ve sektörü bizim kadar yakından takip edip bekliyorlar” dedi.

Sektörde yasa ile fiyat artışı beklentisi oluştuğunu belirten Özver, bu düşüncenin yanlış olduğunu, Zeki Paşa Yalısı’nın fiyatını artırmayacaklarını vurguladı. Zeki Paşa Yalısı’nın konumu ve mimarisiyle birçok metropoldeki gayrimenkul fiyatlarını geride bıraktığını ifade eden Özver şöyle konuştu: “Dünyada 590 Sotheby’s ofisi var. Zeki Paşa Yalısı bina olarak dünyada ilk sırada. Londra, Paris ve Güney Fransa’da Zeki Paşa Yalısı kadar estetik ve mimari açıdan değerli bir bina yok. Yalıyı Amerikalı bir grup butik otel yapmak istiyor. İngilizler de otel olarak bakıyor. Mütekabiliyet yasasıyla Türk ortaklı şirket kurma çözümüne de gerek kalmayacak. Kendi şirketleriyle satın alıp işletebilecekler.”

 

 

İstanbul Boğazı Baltalimanı, Rumelihisarı’ndaki yalı, XIX. yüzyılın ikinci yarısında Fransız mimar Alexandre Vallaury tarafından Sultan II. Abdülhamit dönemi nazırlarından Müşir Zeki Paşa için yaptırıldı. Yaklaşık 150 yıllık barok yalıyı yapan Vallaury’nin İstanbul’daki birçok önemli binada imzası bulunuyor.

1883’ten 1908’e kadar Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde mimarlık öğretmeni olarak da ders veren Vallaury, İstanbul Arkeoloji Müzesi ana binası, İstinye’deki Afif Paşa Yalısı, Bağlarbaşı’ndaki Mecid Efendi Köşkü, Galata’daki Osmanlı Bankası, Haydarpaşa Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi ve Beyoğlu’nda Pera Palas otelinin de mimarı... Yalıda halen Zeki Paşa’nın torunlarının çocukları oturuyor. Satma nedenini açıklamayan aile yalı için 115 milyon dolar istiyor. Boğaz’ın en görkemli malikanelerinden olan Zeki Paşa Yalısı 2. boğaz köprüsünün ayağında bulunuyor.

Yalılar niye satılıyor?
Arman Özver İstanbul Boğazı’ndaki yalıların satış nedenini şöyle açıklıyor: “Yalı sahibi aileler küçülüyor. Çocukları ya da torunları yurtdışına gidiyor. Yalılar büyük geldiği için satmak istiyorlar.”

Yeniköy’de bulunan Şehzade Burhaneddin Efendi Yalısı 100 milyon euroluk fiyatıyla Boğaz’ın fiyatı açıklanmış en değerli yalısı.

64 odaya sahip yalı halen Erbilgin ailesine ait ve Erbilgin yalısı olarak anılıyor. Şehzade Burhaneddin Efendi Yalısı, Kıbrıslı Yalısı’nın ardından en uzun rıhtımın da sahibi.

- Zeki Paşa Yalısı’nın 5 katta 3 bin metrekareye yakın kapalı kullanılabilir alanı var.

- Yalı 4 bin metrekarelik bahçe ve 130 metrelik rıhtıma sahip.

- 23 oda ve 4 salonu bulunan Zeki Paşa yalısında 8 adet de banyo ve tuvalet var.

- Bahçesinde ağaçların da bulunduğu yalıda 4 araçlık bir otopark mevcut.

Vatan, Haber: İlker Pehlivan, 17.03.2012

RESTORASYON DEĞİL, SIVAMA!

 





 

İstanbul’un fethiyle camiye dönüştürülen Arap Camii’nde, 700 yıllık freskler,restorasyon çalışmaları kapsamında kapatıldı.

 

Arap Camii’nde, 1999 depreminde ufak çapta hasar meydana geldi, sıvalar döküldü ve altından kilise olduğu dönemlere ait freskler ortaya çıktı. Cemaat, yaklaşık 11 yıl boyunca freskleri perdeyle örterek ibadetlerini yerine getirdi. Vakıflar Genel Müdürlüğü, en son 1913 yılında onarılan cami için 2008’de restorasyon kararı aldı.
 




 

Anıtlar Kurulu tarafından aynı yıl onaylanan proje kapsamında restorasyon çalışmaları başlatıldı. Yapıda, depremden sonra ortaya çıkan fresklerle ilgili ne yapılacağı bilim kurulu arasında tartışma konusu oldu.

Mekanın cami olarak kullanılıyor olması ve fresklerin korunabilmesi gerekçe gösterilerek tekrar kapatılmaları kararlaştırıldı. Bakımı yapılan freskler, üzerleri koruyucuyla kaplandıktan sonra alçıpanla örtülerek sıvandı. 700 yıl sonra günışığına çıkan freskler, belirsiz bir tarihe kadar tekrar sıva altına gömülmüş oldu.

TÜRKİYE’DE TEK ÖRNEK
Camideki freskler hakkında çalışma yapan Mimar Sinan GSÜ Öğretim Görevlisi Yar. Doç.Dr. Haluk Çetinkaya, “Gotik bir kilise olan yapı, Katoliklerle Ortodoksların kanlı bıçaklı oldukları 14’üncü yüzyılda inşa edilmiştir. Bir Katolik kilisesi olmasına rağmen inşasında ve fresklerin yapılmasında Bizanslılar, yani Ortodoks Hıristiyanlar bizzat çalışmıştır. Bu özelliğiyle Türkiye’deki ilk ve tek örnektir. Freskler de dünyadaki özel fresklerdendir” dedi.

Fresklerin duvarlarından sökülerek Arkeoloji Müzesi’nde sergilenebileceğini dile getiren Çetinkaya, “İstanbul’da benzer yapılarda üzeri açılıp kapanabilen tahta kapaklarla ya da perdelerle kapatılan freskolar vardır. Üstünü sıvadıktan sonra hiçbir anlamı kalmaz” diye konuştu.

Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 17.03.2012

 

******


İŞTE KAPATILAN 700 YILIK FRESKLER

 

İstanbul’un fethiyle camiye dönüştürülen Karaköy’deki Arap Camii iç duvarlarındaki sıvalar, 1999 depremi sırasında döküldü. Sıvaların altından yapının Dominiken Kilisesi olarak yapıldığı 14’üncü yüzyılın ilk çeyreğine ait fresklerin bir bölümü ortaya çıktı.

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yaptırdığı restorasyon çalışmalarında ortaya çıkan ve sessiz sedasız üstleri sıvanan 700 yıllık fresklerin fotoğraflarınıysa HABERTÜRK ele geçirdi.

Fotoğraflardaki, mihrap bölümünün güney yan duvarında, mihrabın üst bölümündeki tonozda ve tavan arasındaki duvarlarda ortaya çıkan freskler restorasyon çalışmalarının başladığı 2010 yılına kadar açık kaldı.

 

Cami cemaati, yaklaşık 11 yıl boyunca zaman zaman perdeyle örttüğü bu fresklerin altında namaz kıldı. Restorasyonda, hiç kimsenin camiye giriş yapmasına izin verilmedi. Alçıpanla kaplanan freskler üstü sıvanarak kapatıldı. Yapının tavan arasında kalan ve cemaatin görmesinin mümkün olmadığı freskler de aynı yöntemle kapandı.

Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 21.03.2012

KUTSAL EMANET ÇALINDI

 

Balıkesir’in Bandırma İlçesi’ndeki Tekke Camii’nde bulunan ve kutsal emanet olarak kabul edilen Kabe örtüsü kimliği belirsiz kişiler tarafından çalındı.

 

Tekke Camii'nde Suudi Arabistan'dan getirilerek camdan yapılmış dolap içinde saklanan Kabe'nin örtüsü kimliği belirsiz kişiler tarafından çalındı. Akşam namazı için camiye gelen İmam Adem Turhan örtünün yerinde olmadığını görünce '155 Polis İmdat' hattını arayarak hırsızlığı bildirdi. Camiye gelen polis ekipleri, görgü tanıklarının ifadeleri doğrultusunda 35 yaşlarında bir şüphelinin eşkalini belirledi. Olayla ilgili başlatılan soruşturma sürdürülüyor.

Saba, 17.03.2012

TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIĞININ 3'TE BİRİ İSTANBUL'DA

 

Türkiye genelinde 98 bin 228 korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı yer alıyor. En çok tarihi eser, tarihi 8 bin yıl öncesine dayanan ve 3 imparatorluğa başkentlik yapan İstanbul'da yer alıyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili yer üstünde, yer altında veya su altındaki korunması gerekli taşınmaz varlıkların sayısına ilişkin yayımladığı istatistiklere göre, 5 bin yıllık uygarlık tarihi izlerinin görüldüğü Anadolu'da, 98 bin 228 korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı bulunuyor.

 

Bunların 60 bin 823'ünü sivil mimarlık örnekleri, 8 bin 503'ünü dinsel yapılar, 9 bin 518'ini kültürel yapılar, 2 bin 458'ini idari yapılar, 1023'ünü askeri yapılar, 3 bin 312'sini endüstriyel ve ticari yapılar, 3 bin 210'unu mezarlıklar, 227'sini şehitlikler, 313 anıt ve abide, 6 bin 808'ini doğal varlıklar, 1973'ünü kalıntılar ve 60'ını da korunmaya alınan sokaklar oluşturuyor.

 

İSTANBUL’U BURSA VE İZMİR İZLİYOR

Türkiye genelinde en çok tarihi eser, tarihi 8 bin yıl öncesine dayanan ve 3 imparatorluğa başkentlik yapan İstanbul'da yer alıyor.

 

İstanbul'da, 24 bin 348'i sivil mimarlık örneği, 1090'ı dinsel yapı, 1941'i kültürel yapı, 440'ı idari yapı, 62'si askeri yapı, 463'ü endüstriyel ve ticari yapı, 499'u mezarlıklar, 9'u şehitlikler, 69'u anıt ve abideler, 1383'ü doğal varlıklar, 541'i kalıntılar ve 6'sı korunmaya alınan sokaklar olmak üzere toplam 30 bin 851 korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı bulunuyor.

 

İstanbul'dan sonra 6 bin 528 ile en çok tarihi ve doğal eserin bulunduğu Bursa'yı 6 bin 237 eserle İzmir ve 4 bin 118 eser ile Muğla izliyor.

 

Korunması gerekli taşınmaz kültür varlığının en az olduğu iller ise Hakkari, Ağrı ve Kırşehir.

Koruma altına alınan sokakların 14'ü Şanlıurfa'da, askeri yapıların 80'i Antalya'da, şehitliklerin 46'ısı Çanakkale'de, doğal varlıkların 2 bin 325'i ise Bursa'da bulunuyor.

Ntvmsnbc, 16.03.2012

SURİÇİ'NİN BOZULAN ÖZGÜN DOKUSU YENİDEN İNŞA EDİLİYOR

 

İstanbul'un tarihi dokusuna uymayan birbirinden farklı imar planları bir çok tarihi mekan ve eserin yok olmasına neden oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, arşivden çıkardığı fotoğraflardan kaybolan tarihi sokak, cadde, hamam ve medrese gibi anıt eserlerin önce yerini tespit ediyor. Ardından da ihya ediyor.

 

Suriçi'nde yanlış imar yapılanması yüzünden bin 560 hektarlık alandan geriye sadece 300 hektarlık özgün doku kaldı. Yoğunluk arttıran imar planlarının yanı sıra ana ulaşım akslarının sur içinden geçmesiyle tarihi doku yavaş yavaş ortadan kalktı. Şehrin kimliğini oluşturan bu eserlerin bazıları ise günümüzde yeniden inşa ediliyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevre Koruma Müdürü Cem Eriş, rekonstrüksiyon çalışmalarıyla birçok eserin tespit edildiğini ve yeri müsait olanların yeniden yapıldığını söyledi.

 

Bin 560 hektarlık alandan oluşan Suriçi'nde 50 bin adet parsel bulunuyor. Bu alandaki tescilli kültür varlığı olarak kayıtlı parsel-yapı sayısı sadece 10 bin civarında. Bin 560 hektarlık alandan geriye sadece yaklaşık 300 hektarlık özgün doku kalmış. Cem Eriş, imar hareketleri sonucu Suriçi'nde bin 250 hektarlık yerleşim ve özgün doku, cadde, bulvar, yeşil alan yapmak için or­tadan kaldırıldığını söyledi.

 

Anıt eserlerden sadece büyük yapıların günümüze ulaştığını belirten Eriş "Önemli eserlerin çoğu, zamanla satılmış. Vaktiyle medrese harabeleri 100 kuruşa satılmış. Yol ve park yapmak için İstanbul'u var eden önemli simgeler satılıp yıkılmış. 1980'lerde yapılan istimlakler nedeniyle camiler, medreseler kaybolup gitmiş." şeklinde konuştu. İstimlak edilerek eserlerin yok edilen eserlerin yavaş yavaş ihya edildiğini anlatan Eriş "Biz şimdi koruma planları hazırlarken kayıp eserleri de gün yüzüne çıkarıyoruz. Bulunan eserin yeri müsaitse yani üzerinde bir yapı yoksa ihya ediyoruz." dedi.

 

Eriş, Süleymaniye yapılan yenileme çalışmaları sayesinde 56 yapının yeniden inşa edildiğini söyledi. 23 projenin yapım çalışmalarının devam ettiğini anlatan Eriş, 26 proje için de ihaleye çıkılacağını aktardı. Tüm İstanbul'un kayıp eserlerini bulmak için çalıştıklarını anlatan Eriş "Mihrişah Valide Sultan Camii de bunlardan biri. CHP 1940'lı yıllarda minaresini yıkıp lokal binası yapmış. Sonra zamanla da yıkılıp gitmiş. Biz 14 senelik emeğin ardından sonunda tescil ettirdik ve eski fotoğraflarını kullanarak projesini çizdik. Şimdi bir sponsor da bulduk ve yeniden yapacağız." şeklinde konuştu. İstanbul'da birçok eserin kaybolduğunu anlatan Eriş, Süleymaniye'de katlı otopark olarak kullanılan yapının yerinde eskiden Ali Paşa Sarayı'nın bulunduğunu söyledi.

 

İstanbul'un kent kimliğine uygun imar edilmediğini ifade eden Eriş "İstanbul'u planlayalım derken hep zarar verilmiş. Osmanlı mimarisinde büyük bulvarlar, meydanlar yoktur. Küçük mahalleler vardır. 1936'da Henri Prost'un yaptığı imar planında ise büyük bulvarlar var. Bu bulvarların yapılması için onlarca medrese, cami, hamam yok edilmiş. Yapılan bulvarlar bugün hala tanımsız ve kimliksiz." diye konuştu.

 

Suriçi'nde 50 bin parselden sadece 10 bininin tescilli olduğunu dile getiren " 1940'lardan 1990'lı yıllara gelene kadar 50 yıl içinde ortadan kaldırılmış ya da betonarme yapılara dönüştürülmüş. Suriçi İstanbul'daki bu tahribatın boyutunu göz önünde tuttuğumuzda kalan son özgün dokunun korunması için dört koldan çalışmak gerekiyor." dedi.

Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 16.03.2012

WARHOL'UN ELVIS TABLOSU SATILIYOR

 

ABD'li ünlü ressam, film yapımcısı ve yayıncı Andy Warhol'un Elvis Presley'i kovboy olarak tasvir ettiği tablosu, 9 Mayıs'ta New York'ta açık artırmada satılacak.

Sotheby's Müzayede Evi'nde yapılacak açık artırmada Warhol'un ''Double Elvis'' (Ferus Type) adlı tablosunun 30-50 milyon dolara alıcı bulması bekleniyor.

Tablo, 1963 yılında Los Angeles'taki Ferus Galeri'de sergilenmişti.

Warhol, Elvis'in 22 tablosunu yapmıştı. Bu tablolardan 9'u çeşitli müzelerde sergileniyor.

''Pop Art'ın babası'' olarak tanınan Warhol'un 1963-64 yıllarında yaptığı ''Self-Portrait (Otoportre)'' adlı tablosu, geçen yıl 38,4 milyon dolara satılmıştı.

Warhol, 1987 yılında 58 yaşında yaşamını yitirmişti.

Habertürk, 16.03.2012

DİYARBAKIR'IN İLK VALİSİ SAHABE SULTAN SASA'NIN TÜRBESİ ÇÖPLÜKTEN KURTARILACAK

 

Diyarbakır'ın ilk Müslüman valisi sahabe Sultan Sasa'nın önce 'kilise kalıntısı' raporu verilerek işyerine dönüştürülmesi planlanan, daha sonra kaderine terk edilen türbesiyle ilgili Diyarbakır Valiliği soruşturma başlattı.

 

Vali Mustafa Toprak, "Sultan Sa'sa'nın manevi şahsına yakışır bir projenin hazırlanıp uygulanması amacıyla gerekli çalışmaların bir an önce tamamlanması için çalışmalar takip edilecektir." dedi.

 

Hazreti Ömer'in hilafeti döneminde (639) İyaz Bin Ganem komutasındaki İslam ordusu tarafından fethedilen Diyarbakır, Anadolu'da İslamiyet ile şereflenen ilk şehir olma özelliğini taşıyor. Aynı zamanda bir sahabenin valilik yaptığı Türkiye'nin tek şehri olan Diyarbakır, Hz. Ömer'in atadığı sahabelerden Vali Sultan Sasa'nın makamına gerekli ilginin gösterilmesini bekliyor. Çöplüğe dönüşen makamla ilgili incelemeyi tamamlayan Diyarbakır Valiliği, konu ile ilgili yazılı bir açıklama yaptı. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından daha önce hazırlanan 2 projenin durdurulduğunu belirten Valilik, söz konusu mekanın Sultan Sasa'nın manevi şahsına yakışır şekilde, dönemine uygun olarak yeniden yapılması yönünde talimat verildiğini hatırlattı. Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, "Tarafımızdan verilen talimat çerçevesinde Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nce hazırlanan yeni bir proje, Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na sunulmuştur.

24.02.2012 tarih ve 377 sayılı karar doğrultusunda Koruma Kurulu'nun talepleri yerine getirilerek yeniden hazırlanan proje en kısa zamanda Koruma Kurulu'na teslim edilecektir. Valiliğimiz Diyarbakır'ın ilk Valisi Sultan Sasa'nın manevi şahsına yakışır bir projenin hazırlanıp uygulanması için gerekli çalışmaların bir an önce tamamlanması için takibini sürdürmektedir." dedi.

 

Sultan Sasa'nın 1925 yılına kadar medfun bulunduğu türbe için 3 yıl önce Diyarbakır Müze Müdürlüğü, 'Roma dönemine ait kilise kalıntısı' raporu düzenlemişti. Bunun üzerine Vakıflar Bölge Müdürlüğü, sahabe makamı üzerine üç katlı bir iş merkezi yapmayı planladı. Halktan gelen tepkiler üzerine iş merkezi projesi iptal edildi. Ancak sahabe makamı kaderine terk edildi. Sahabe türbesinin çöp içinde kaldığı yönünde basında haberlerin yer alması üzerine Diyarbakır Valiliği soruşturma başlatmıştı.

Zaman, Haber: İsmail Avcı, 16.03.2012

ANKARA'YA 'SELÇUKLU' GİYDİRMESİ

 


Ankara Büyükşehir Belediyesi, 17 yıldır şehrin tarihi, kültürel ve mimari değerlerini, erken Cumhuriyet dönemi yapılarını sahipsiz bıraktı. Büyük bir çöküş yaşayan Kızılay da (üstte) cabası.

 

Ankara Büyükşehir Belediyesi, Sıhhiye'den Kuğulu'ya kadar uzanan ve tüm Kızılay'ı kapsayan çok geniş bir alanda binaların dış cephelerini Selçuklu mimarisi özellikleriyle giydirmeye hazırlanıyor.

 

Ankara’yı giydirme projesinin kararı, aslında Aralık 2010’da alındı. Ama o zamanlar Selçuklu lafı geçmiyordu. Mayıs 2011’den sonra ise Selçuklu tarzı dillendirilmeye başladı. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, ilki 11 Ocak 2012, ikincisi de 28 Şubat 2012 olmak üzere iki kez bölge esnafları ve bina sahipleriyle toplantı yaptı. Bu toplantılarda Gökçek, projenin Sıhhiye’den başlayıp Kuğulupark’a uzanan bölgeyi kapsayacağını ve 14 ay içinde tamamlanacağını söyledi. Son olarak ise 4 Mart’ta basına yansıyan açıklamasında Ankara’ya beş farklı giriş noktası olduğunu ve bu giriş noktalarına Selçuklu mimarisiyle beş kapı yapacaklarını belirtti. 

Ankara’nın kimliği!
Ankara’nın tarihi Tunç Çağı Hatti uygarlığından, milattan önce ikinci milenyumda Hitit uygarlığı dönemine, ardından milattan önce 10. yüzyıldaki Frigya uygarlığına, oradan Lidyalılar, Persler, Makedonyalılar, Galatyalılar, Roma İmparatorluğu ve Bizans İmparatorluğu’na, Selçuklulara, Osmanlılara ve son olarak da Cumhuriyet Türkiyesi’ne uzanan çok uzun ve önemli bir tarihi birikim ve miras üzerinde yükselir.


Anakent Belediyesi’nin 2007’de yayımladığı ‘Tarih İçinde Ankara’ kitabına göre başkentte Selçuklu döneminden kalma 12 eser mevcutken, Roma döneme ait 17, Bizans dönemine ait 7 eser var.


Nitekim Cumhuriyetin başlarında, tam da bu özellik nedeniyle, Anadolu’nun tüm kültürel mirasını Batı’nın çağdaş mimari zenginliğiyle sentezleyen bir kentleşme ve mimari oluşturma stratejisi benimsenmişti. Başkentte Cumhuriyetin kuruluş yıllarına ait eser sayısı ise 97.


Kısacası, Selçuklu-Osmanlı mirasının da Ankara’nın ve Anadolu’nun çok önemli kültürel hazineleri olduğuna kuşku yok, ama ne Ankara ne de Anadolu bunlardan ibaret. Ayrıca, Selçuklu mimarisinin Konya, Kayseri ve Sivas gibi şehirlerde bıraktığı derin izler, Ankara’da hiçbir zaman mevcut olmadı. 

Mimari/kültürel yön değişimi
Aslında bu giydirme projesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim öncesinde Ankara için açıkladığı çılgın projeler arasında da yer alıyordu. Erdoğan o konuşmasında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Beş Şehir’ adlı eserine atıfta bulunarak, “Kale’de ve onun eteğine serpilmiş mahallelerinde Türk velileri Roma ve Bizans taşlarıyla sarmaş dolaş yatarlar” şeklinde bir cümle kullanmış ve bu sözleriyle Ankara’nın yukarıda özetlediğimiz medeniyetler beşiği ve bileşkesi olma özelliğine göndermede bulunmuştu.


Fakat Başbakan’ın açıklamalarının bütününde, bu sözleriyle çelişkili şekilde, Ankara’nın kimliği ve mimarisine ilişkin bu büyük kültürel senteze alternatif bir başka sentez yaratma önerisi egemen durumdaydı. Erdoğan’ın yalnızca seçim öncesi Ankara’da yaptığı konuşma da değil, kentsel mimariye ilişkin son yıllar içindeki pek çok açıklamasında, bol miktarda Selçuklu-Osmanlı mimarisi ve mirasını canlandırmaya yönelik vurgulara rastlamak olası... AKP Genel Merkezi’nin Selçuklu mimarisi temelinde inşa edilmesi bu yaklaşım çerçevesinde olsa gerek.. Ayrıca şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı görevini üstlenen Erdoğan Bayraktar’ın TOKİ Başkanı iken yaptığı “Osmanlı ve Selçuklu mimarisine yöneleceğiz” açıklaması da bu yön değişiminin önemli belirtilerinden biriydi. 

Bu anlayış Selçuklu’dan geride
Anadolu Selçukluları, Anadolu’daki mevcut mimari birikimden olabildiğince etkilendi ve yararlandı. Bu köklü mirası reddetmek, sıfırlamaya çalışmak yerine bu zengin mirasa ve o çağın mimari anlayışına önce göçebe ve sonra da İslam kültüründen beslenen kendi anlam dünyalarını katarak, bu mimariye bazı yeni renkler kattılar. Bu nedenle Selçuklu mimarisini gotik mimariden ve kübik çizgilerden bağımsız düşünemezsiniz. Ortaçağa hakim olan mistik anlayış, Selçuklu mimarisinde de yansımasını buldu ama Selçuklu mimarisinin çağdaş emsallerine göre daha seküler olduğu söylenebilir. Selçukluların mimari alanda sanıldığının aksine ibadet yapılarına değil de kervansaray ve han gibi ticari kamusal alanlara önem vermesi, bu açıdan son derece anlamlı bir gösterge.
Tüm bunlar da gösteriyor ki, Selçuklular, bundan 1000 yıl öncesinde yaşamalarına rağmen, bugün bize tek ya da temel istikamet olarak Selçuklu mimarisini gösterenlerden, zihniyet olarak çok daha ileride. 

Yapılması gereken belli
Ankara’nın Selçuklu mimarisi ile var olan tarihsel dokusunu yok edip yeni bir yapılandırmaya gitme çabaları, bir insanın hafızasını sıfırlama gayretinden farklı değil. Bu gayretlerin varacağı yegane sonuç ise, kimliksizleştirme ve kişiliksizleştirme olacaktır.


Büyükşehir Belediyesi 17 yıldır Ankara’nın tarihi, kültürel ve mimari değerleri olan Augustus Tapınağı, Roma Hamamı, Ankara Kalesi, Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Hacı Bayram gibi önemli değerleri sahipsiz bıraktı. Erken Cumhuriyet döneminin görkemli mimari yapıları bozulmaya terk edildi, yanlış kullanımlarla değer kaybına uğratıldı. Kent merkezi Kızılay’da büyük bir çöküş yaşanmasına neden olundu.


Yapılacak giydirmenin estetik özelliklerini ya da Ankara’nın tarihsel ve kentsel kimliğine ilişkin ciddi bir sapmanın işaretleri olmasını bir yana bırakarak konuşsak bile, Ankara’nın ve Kızılay’ın sorunları yalnızca giydirme yapılarak çözülecek sorunlar değil. Kızılay’ın yayalaştırılması, bulvarların otobanlaştırılmaktan vazgeçilmesi, kentin büyük bir meydana kavuşturulması gerekiyor. Tarihi mirasın zenginliğine sahip çıkan, erken Cumhuriyet döneminin mimari yaklaşımını çağdaş gelişmelerin ışığında yeniden üreten bir anlayışla, Ankara’nın bu kötü gidişine dur demek ve kent merkezi Kızılay’ı insan öncelikli bir anlayışla iyileştirmek zorunlu. 

Radikal İki, Yazı: Mahmut Üstün / Çankaya Belediyesi Basın Yayın Müdürlüğü, 13.03.2012



11 - 17 Mart 2012

KADIKÖY'DE TİMSAH POLEMİĞİ

 

 

Kadıköy Yoğurtçu Parkı'na dikilmek istenen Fenerbahçe kaptanı Alex heykeli ile ilgili tartışmalar sürerken bir heykel krizi daha çıktı...

 

Belediye, ilçeyi sanatla canlandırmak isterken ilginç bir hataya imza attı.

Yetkililer bölgede yaşadığı gerekçesiyle meydana timsah heykeli yaptırdı.Ancak sonradan anlaşıldı ki Kadıköy'de yaşayan timsahlar değil kertenkelelermiş. İstanbul Teknik Üniversitesi'ndenfosil bilimci Prof.Dr. Mehmet Sakınç İstanbul'da hiçbir zaman timsahın yaşamadığını söyledi.

Sakınç, "Timsahlar akarsularda ve göllerinbazı bölgelerinde yaşar. İstanbul'un genç dönemlerinde denizde fok balığı ve pelikanlar bulunmuştu. İstanbul tropikal bölge değil yani hiç timsah olmadı" dedi. İstanbul Üniversitesi (İÜ) Veterinerlik Fakültesi'nden Prof.Dr.VedatOnar da İstanbul'un ikliminin timsahlar için elverişli olmadığını ifade etti.

Kadıköy Belediyesi'ni bu yanlışa götüren bilginin Amasyalı bilgin Strabon'un Coğrafya adlı kitabı olduğu ortaya çıktı. Hatta kitaptan alınan bir bölüm, heykelin yanına da yazıldı. Yazıda şunlar yer alıyor: "Khalkedon’daki (Kadıköy) tapınağın içinde küçük timsahların beslendiği bir pınar vardı" Yapılan inceleme sonrası metindeki timsah kelimesinin çeviri hatası olduğu belirlendi. Bu yanlışı, Eski Çağ Tarihi Uzmanı Prof.Dr. Oğuz Tekin makaleyle belgeledi.

Bugün, 16.03.2012

ORTAYLI: SURİÇİ İÇİN DEMOKRASİ OLMASIN

 

Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı, Fatih Belediyesi sınırlarında bulunan Suriçi bölgesinin özel bir kanunla yönetilmesini savundu. İstanbul semtleri grubunun toplantısında konuşan Ortaylı, Suriçi'nin İstanbul'un genelinden idari ve bütçe olarak da ayrı ele alınmasını önererek şunları söyledi: "Payitaht bu modelle idare edilemez. Suriçi'nin seçim sistemi dışına çıkarılması gerekiyor. Bu bölge için demokrasiden vazgeçilsin. Bu atamayı iktidar da yapabilir, cumhurbaşkanı da. Burası ancak özel yetkilerle idare edilebilir. Suriçi İstanbul suriçinde kalmayacak kadar herkesin şehridir. Dünyanın en önemli müzeleri, abideleri buradadır. Onunla ilgili gelişme ve düzenlemeler hepimizi ilgilendirmelidir. Bütçesi, kadroları ona göre düzenlenmelidir."

Ortaylı'nın bu önerisine farklı bir yaklaşım sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu'ndan geldi. Göncüoğlu, "Mesele atanmışlık seçilmişlik değil. Darbe döneminde atanan belediye başkanları görev yaptı. Seçilenler de partinin atamasıyla seçiliyor. Tarihi yarımadayı yönetmeye talip olanların İstanbul'la geçmiş duygusal bağları olması gerekir. Valisi de belediye başkanı da tam görevleri sona ererken İstanbul'u öğreniyor" diye konuştu. Gazeteci-yazar Beşir Ayvazoğlu Ortaylı'nın önerisine kısmi destek verdi: "Seçilmişler tarafından yönetilmesi taraftarıyım. Ama tarihi yarımadaya özel statü kazandırılmasını da düşünenlerdenim. Atanmışın Suriçi bölgesini yönetmesi için ciddi kanun değişikliği gerekir. Ama ben seçilmişlerin yönetmesini tercih edenlerdenim. Tarih şuuru yoksa ister atanmış ister seçilmiş hiçbir şey değişmez. Önemli olan şehri yönetenin şehri bilmesi, tanıması, tarih şuuru ile yönetmesidir."

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 16.03.2012

TARİHİ AHŞAP BİNA YIKILDI, MAHALLELİYE YAKACAK ÇIKTI

 

 

Zonguldak'ta ahşap bir binanın yıkılması, kış günü yakacak sıkıntısı çeken vatandaşlar için büyük bir fırsata dönüştü. 3 katlı tarihi binanın enkazından çıkan odun ve keresteleri mahalle sakinleri topladı. Birkaç gün önce istinat duvarı çöken ve yıkılması kararlaştırılan bina, yetkililerin gözetimi altında yıkıldı.

 

Zonguldak'ın Ereğli İlçesi'nde, 3 Mart gecesi çöken istinat duvarının ardından hasar gören ve yıkılması kararlaştırılan 3 katlı ahşap bina dün yıkıldı. Yıkılan ahşap binadan çıkan ahşap malzemeler ve keresteler ise mahalle halkının akınına uğradı. Ereğli'de aşırı kar ve yağmur yağışı sonrasında akşam saatlerinde yıkılan istinat duvarı 3 araca zarar vermiş ve mahallelinin korku dolu anlar yaşamasına yol açmıştı. Ahşap binanın zarar gördüğü ilgili makamlara bildirilmişti. Olay sonrasında, Karabük Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, bölgede inceleme yapmış ve Orhan Oğuz'a ait olan binanın yıkılmasına karar vermişti. Tarihi bina, dün, mahalle halkının meraklı gözleri arasında belediye ekiplerince yıkıldı. Tarihi ahşap binanın yıkım işleminin tamamlanmasının ardından mahalle halkının telaşı da başladı. Ahşap olan ve yıkımından sonra parçalanan tahtalar, mahalle halkının soğuk günlerde sobaları için yakacak oldu. Mahalle sakinleri, iş makinesinin yıkım alanından ayrılması ile birlikte hummalı bir faaliyete koyuldu. Yaşlı genç, kadın erkek ortaya çıkan tahtaları toplayarak, istif ederek evlerine taşıdı. Yıkılan 3 katlı ahşap binanın yerine yenisinin yapılacağı öğrenildi.

Zaman, Haber: Sinan Kabatepe, 16.03.2012

GİZLİ TARİH CANLANIYOR

 

Bafa’da, kaderine terk edilmiş 200-300 yıllık 25 evde yeniden hayat başlayacak.

 

Milas’a bağlı Bafa beldesinde atıl vaziyette kalan ve kaderine terk edilen 200-300 yıllık tarihi Osmanlı ev, konak ve hanları, kültür turizmine kazandırılması için tescil edilmeye başlandı. CHP’li Belediye Başkanı Zühra Dönmez, projeyle 25 evin butik pansiyon, birinin de Kültür Evi ve Müze olarak kullanılacağını belirtti. Dönmez, çalışmalarının kısa sürede başlayacağını açıkladı. 

Milliyet Ege, Haber: Yaşar Anter, 16.03.2012

TARİHİ ESERLERE 3 BOYUTLU TUR

 

 

Türkiye'nin kültürel ve tarihi eserleri, Google Earth üzerine 3 boyutlu olarak yerleştirildi. Sanal ortamda ziyaret edilebilen yeni sistem sayesinde Anadolu'nun binlerce yıllık mirası uluslararası meraklılarıyla buluşacak. Yüze yakın farklı sektörden 30 bini aşkın mekanı Google Earth'e üzerinden 3 boyutlu olarak sergileyen 3DLocationEarth. com, farklı bir sosyal sorumluluk projesinin altına imza attı. Firma, her yıl milyonlarca turisti ağırlayan İstanbul'daki önemli tarihi eserlerin 3 boyutlu modellerini çıkartarak, Google Earth üzerinde sergiliyor. Uygulamayı İstanbul ile de sınırlı bırakmayan 3DLocationEarth.com, Ankara, Bursa, İzmir, Antalya, Konya, Mersin gibi illerdeki dünyaca ünlü eserleri de 3. Boyuta taşıdı. Proje kapsamında, Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camisi ve Sultanahmet Meydanı, Ayasofya, Mısır Çarşısı, Yedikule Zindanları, Rumeli Hisarı, Çırağan ve Dolmabahçe Sarayları, Galata Kulesi ve Kızkulesi, Ankara Kalesi, Bodrum Kalesi, Efes Antik Tiyatro ve Artemis Tapınağı, Meryem Ana Kilisesi, Aspendos, Side Antik Tiyatro, Mersin Kız Kalesi ve Antik Roma Yolu, Konya'daki Mevlana Türbesi ve Müzesi gibi Türkiye ile özdeşleşen 500'e yakın tarihi ve kültürel eser 3 boyutlu olarak sunuluyor. Eserler Google Earth'ün yanı sıra www.3DLocationEearth.com adresinden de bir arada görülebiliyor.

Sadece İstanbul'da binlerce eser olduğuna dikkat çeken firmanın Genel Müdürü Aybars Görpe, hedeflerinin Edirne'den Kars'a Türkiye'nin her köşesindeki bütün tarihi zenginlikleri 3. Boyuta taşımak ve Google Earth üzerinde sergilemek olduğunu söylüyor.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 16.03.2012

RESTORASYON LABORATUARI AÇILDI

 

 

Mimar Sinan Üniversitesi Sanat Eserleri Konservasyonu ve Restorasyonu Laboratuvarı, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın da katılımıyla açıldı. Bakan, merkezin sanat eserlerinin korunması ve geliştirilmesinde büyük bir ihtiyacı karşılayacağını söyledi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye’de çok sayıda sanat eseri bulunduğunu belirterek, “Ancak bunların korunması, geliştirilmesi konusunda altyapımız ne yazık ki çok yeterli değil’’ dedi.


Türkiye İş Bankası’nın katkılarıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi bünyesinde kurulan ‘Sanat Eserleri Konservasyonu ve Restorasyonu Laboratuvarı’nın açılış töreninde konuşan Bakan Günay, yeni bir konservasyon ve restorasyon merkezinin açılmasının, büyük bir ihtiyacın karşılanması anlamına geldiğini söyledi. Bu alanda çalışan herkese çok teşekkür ettiğini, gelecek yıl bu bölümün öğrenci almaya başlayacağını ifade eden Günay, “O zaman bizim için daha da anlamlı hale gelecek. Çünkü Türkiye’de gerçekten arkeoloji alanı başta olmak üzere sanat koleksiyonlarında, sanat alanında çok sayıda eserimiz var. Ancak bunların korunması, geliştirilmesi konusunda altyapımız ne yazık ki çok yeterli değil” diye konuştu.


Türkiye’nin gerçekten çok önemli tarihsel varlıklara sahip olduğunu, bunları herhangi bir dönem ayrımı yapmaksızın, hangi dönemden kalırsa kalsın hepsini insanlığın emaneti olarak koruduklarını vurgulayan Günay, şöyle konuştu:
“Kültür varlıkları konusunda, kültür varlıklarının yüzeye çıkarılması ve geleceğe taşınması konusunda çok ciddi ihtiyaçlarımız var. Talepte yükselme başladı, ama kamunun bütçesi buna yetmiyor. Nasıl bir okul ve hastane yapımı vergi matrahından bir indirim yapmaya neden oluyorsa, kültür varlıklarına katkı yapmak da aynı şekilde ciddi bir vergi indirimi sağlıyor. Ancak işin bu tarafı özel sektör tarafından biraz ihmal ediliyor.”


Daha sonra Bakan Günay, Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yalçın Karayağız tarafından laboratuvarın açılışı yapıldı.

Habertürk, 15.03.2012

ERTUĞRUL GÜNAY: "AKM DENİLEN BİR UCUBE VAR, İNŞALLAH KURTULACAĞIZ"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "AKM denilen bir ucube yapımız var. Ondan inşallah yakında bir yeni yasa imkanıyla kurtulacağız" dedi. Günay, Erdoğan Kars'taki İnsanlık Anıtı için "ucube" dediğinde düzeltmeye çalışmış, sonra da Erdoğan tarafından yalanlanmıştı.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 8 Haziran-1 Temmuz tarihlerinde düzenlenecek olan "Ankara Alışveriş Festivali"nin tanıtımı için yapılan basın toplantısına katıldı.

 

Ankara'nın AVM konusunda Türkiye'de en hızlı giden illerden biri olduğuna dikkati çeken Günay, "İstanbul'da da söyledim burada da söylüyorum. Biz yeni alışveriş merkezleri daha fazla müşteri çeksin diye bu etkinlikleri yapmıyoruz. Sadece bunun için yapmıyoruz, elbette alışveriş merkezleri yaşasın orada bir sirkülasyon olsun istiyoruz ama geleneksel alışveriş merkezlerimizi de ayağa kaldırmayı amaçlıyoruz. Ankara'nın geleneksel alışveriş merkezlerini ihmal edersek o da Ankara'nın geleceğine karşı haksızlık olur. Bu merkezleri ayağa kaldırma konusunda bir gayret içerisindeyiz" dedi.

 

Ankara'daki fuar alanlarından bahseden Günay, sözü AKM'ye getirerek şöyle dedi: "Bizim 1980 yılında Kenan paşanın aklıyla yapılmış AKM denilen bir ucube yapımız var. Ondan inşallah yakında bir yeni yasa imkanıyla kurtulacağız. O yapı ne çevresiyle, ne donanımıyla, ne kullanım alanlarıyla ihtiyacımıza cevap vermiyor. Ben bir masraf yapmıyorum oraya, kaldırılması gerektiği için. Bugünkü haliyle gerçekten hepimizi derin üzüntüye sevk ediyor. Fuar alanı bizi bundan kurtaracak. Bunu çok önemsiyorum. Ankara içerisinde fuar yapmak isteyenlerin medeni bir mekana sahip olmasını sağlayacak Büyükşehir Belediyemiz bunu heyecanla bekliyorum."

 

"Ucube" sıfatının sanatsal ürünler hakkında kullanılması, Başbakan Erdoğan'ın Ocak 2011'de Kars'taki İnsanlık Anıtı için bu sözü kullanmasıyla yaygınlaşmıştı. Erdoğan anıt için "ucube" dediğinde kamuoyundan ve sanat camiasından büyük tepki toplamış, Kültür Bakanı Günay da televizyona çıkıp, herkesin gözünün içine baka baka "Başbakan heykele ucube demedi" diyerek yalan söylemişti. Erdoğan da hemen arkasından Günay'ı yalanlayarak "ucube" dediğini doğrulamıştı. Zaten Erdoğan, bu sözü ilk seferinde de televizyon kayıtları varken söylemişti.

Haber Sol, 15.03.2012

"GİRESUN KALESİ VE TARİHİ YARIMADA DÖNÜŞÜMÜ PROJESİ"

 

Giresun Valisi Dursun Ali Şahin, Giresun'un geleceğinin ada, kale ve yaylalara bağlı olduğunu belirtti.

 

Vali Şahin, Valilik Toplantı Salonu'nda, Mimar Şükrü Henden tarafından 2006 yılında hazırlanan ''Giresun Kalesi ve Tarihi Yarımada Dönüşümü Projesi''nin sunumu toplantısında, projeyi dinledi.

Proje ile kentte geçmişi geleceğe bağlayan kültürel varlıkların ortaya çıkarılarak değerlendirileceğini ifade eden Vali Şahin, ''Giresun'un geleceği kale, ada ve yaylalara bağlıdır. Bu anlamda projenin önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Projede belirtilen Şehitlik Anıtı Rolefi için ulusal yarışma düzenlenecektir. Seyir alanı olarak kullanılacak kent balkonunun yaklaşık maliyeti çıkarılacaktır. Taşbaşı parkı ile Keşap Durağı mevkisi arasına yapılması planlanan platformun detayları da incelenecektir'' dedi.

Mimar Henden ise, projenin sadece kaleyle sınırlı kalmadığını, kale ile çevresindeki tabiat ve kültür varlıklarını da içerisine alacak şekilde, güçlü bir turizm omurgası oluşturulması hedefiyle hazırlandığını kaydetti.

Toplantıya, Vali Yardımcısı Cengizhan Aksoy, İl Kültür ve Turizm Müdürü Emin Yılmaz, Müdür Yardımcısı Hüseyin Günaydın ve Müze Müdürü Hulusi Güleç de katıldı.

Yeşil Giresun, 15.03.2012

KİLİSE RESTORASYONUNA ÖDENEK

 

 

Vali Ulvi Saran, Çavuşoğlu'ndaki "Taşhoron" ile Venk Köyü'ndeki "Venk" kiliselerinin restorasyon projelerinin onaylandığını, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan gerekli ödeneğin çıkarıldığını ve ihalenin teknik hazırlıkların tamamlanmasının ardından gerçekleştirileceğini açıkladı.

 

Konuya ilişkin olarak Valilikten yayınlanan basın bülteninde şu bilgiler yeraldı: 

 

"Malatya Valisi Doç.Dr. Ulvi Saran’ın girişimleri sonucu, Malatya Merkez Çavuşoğlu Mahallesinde bulunan “Taşhoron Kilisesi” ve il merkezine bağlı Venk Köyü içerisinde yer alan “Venk Kilisesi”nin restorasyonu için girişimler başlatılmış olup, Levent İskenderoğlu Başkanlığındaki KUDEB birimi tarafından bir yılı aşkın süredir yürütülen çalışmalar neticesinde restorasyon projeleri tamamlanarak “Sivas Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu”nun onayına sunulmuştur. Kurul tarafından restorasyon projeleri onaylanmış ve Kültür ve Turizm Bakanlığının 2012-2013 yatırım programına alınarak gerekli ödenek tahsis edilmiştir.
 
Vali Saran,  “Malatya birçok farklı uygarlığın merkezi ve binlerce yıllık kültürel mirasın sahibidir. Biz yöneticiler olarak ilimizin tarihi ve kültürel dokusunun korunmasına özel önem vermekteyiz. Bu bağlamda tarihi değer taşıyan mekanların özgün yapısını değiştirmeden yeniden düzenlemek suretiyle mekan-insan münasebetini güçlendirme çalışmalarını sürdürmekteyiz. Bu düşüncelerin ışığında ilimizde yer alan tarihi mekanların bir bölümünün aslına uygun olarak restorasyonunu gerçekleştirdik, bir bölümünün ise restorasyon çalışmaları devam etmektedir. İlimiz Çavuşoğlu Mahallesinde bulunan Taş-Horon Kilisesi ve il mekezine bağlı Venk Köyü içerisinde yer alan Venk Kilisesi büyük oranda ayakta olan yapılardır. Bir yıllık bir çalışma sonucunda KUDEB birimimiz tarafından röleve, restitüsyon ve restorasyon projeleri yaptırılmıştır. Sivas Kültür Varlıkları Koruma Kurulunun onayı ile birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdindeki girişimlerimiz sonucu bahse konu restorasyon projeleri için ödenek tahsisi yapılmıştır. KUDEB birimimiz tarafından ihale hazırlıklarına başlanılmış olup teknik hazırlıkların tamamlanmasının ardından ihalesi yapılacaktır” dedi."  

Malatya Haber, 15.03.2012

YALVAÇ'TA GEÇ ROMA DÖNEMİNE AİT LAHİT BULUNDU

 

Isparta’nın Yalvaç İlçesi’nde Pisidia Antiocheia antik kenti yakınlarında, geç Roma dönemine ait lahit bulundu. Lahidin içerisinde bir kadın, bir çocuk ve bir erkeğe ait olduğu sanılan iskeletler ile sağlam şekilde cam bilezik bulundu.

 

Antik kentin 400 metre batısında bir tarlada, kaçak definecilerin bulduğu, ancak kazı yapamadan polise yapılan ihbar sonucu emniyet altına alınan tarihi eser, sabah saatlerinde Bakanlıktan alınan izinle Müze Müdürlüğü ekiplerince çıkarıldı.

 

Müze Müdürü arkeolog Burcu Karakurt Çelimli ve arkeolog Özgür Çomak ile restoratör İsmail Çelimli gözetiminde yapılan kazıda siyah taştan oyulmuş, üzerinde 4 satır Grekçe yazıtın bulunduğu lahit doğal olaylardan dolayı uç kısmı kırılmış durumda bulundu. Lahidin içerisinde çok sayıda iskelet çıktı. Tahminlere göre 3 kişilik bir mezar olduğu belirtilen lahitte aynı aileden anne- baba ve çocuklarının olduğu sanılıyor.

 

İskelet parçaları ayrı bir torbaya konularak lahit yerinden çıkarıldı ve müze bahçesine taşındı.

 

Müze Müdürü Burcu Karakurt Çelimli, lahidin siyah taştan oyulması ve içerisinden çıkarılan cam bileziğin bu eserin MS 2 ya da 3′üncü yüzyıla ait olduğunu gösterdiğini belirtti. Çelimli, çıkarılan kemiklerin antropoloji uzmanları tarafından incelenmesinin ardından hangi yüzyıla ait olduğunun belirleneceğini belirterek, şöyle dedi:

“Antik kentin batısında yaklaşık 400 metre uzaklıkta bulunan lahit, bize bu alanda yeni bir nekropol olabileceğini gösterdi. Bu konuyla ilgili ayrı bir çalışma yapılacak. Lahit üzerinde bulunan 4 satır yazı epigrafi uzmanlarınca çözümlendiği zaman bu mezarda bulunanlar hakkında net bir bilgi edineceğiz. Lahit şu anda müzede koruma altına alınmış durumdadır.”

haberler.com, 15.03.2012

"SÖYLENCELERİ BİLMEDEN BATI SANATINI ANLAYAMAYIZ"

 

Çocukluğu Afrodisyas’ta; bizden sayılmayan mahzun tanrı ve bilgeler arasında geçen Yaşar Atan, gezgincilerin topraklarından hep bir şeyler alıp götürmelerine tanıklık etmiş ne yazık ki. Durumu kaymakam ve savcılara iletmesine rağmen kendisine muhatap bulamayan ve hatta alay konusu bile olan Atan, bu topraklarda yaşanmış tarihin önemini ısrarla anlatmaya çalışıyor... Bu konuda Fransızca olarak yazdığı iki ders kitabı bulunan Atan’ın ayrıca, Evrensel Basın Yayın tarafından yayınlanan A. Bonnard’dan çevirdiği “İnsan ve Tragedya” ile “Akdenizli Tanrılar” adlı kitapları bulunuyor. Bunların yanı sıra Antik Yunan tiyatro oyunlarını yorumlayan yazıları, dünya tiyatrolarından on kısa oyunu çevirip kitap olarak hazırlayan Atan’ın, İlyada ve Odisseya destanlarıyla bağlantılı öyküleri, gazetemiz Evrensel’de de düzenli olarak yayınlanıyor.


Ayrıca Aydın A. Menderes Üniversitesinde mitologya dersleri veren Atan, “Türkiye gençlerinin de Batılı gençler gibi kendi topraklarının özsuyu olan mitologya ve ondan kaynaklanan evrensel kültürle beslendiğini görmek tek dileğim” diyor. Çünkü, insanlığın altın çağını onların şekillendireceğini düşünüyor.


Kısa bir süre önce “Akdeniz Mitologyasından Efsaneler” isimli yeni kitabı Evrensel Basım Yayın tarafından yayınlanan Yaşar Atan ile mitologya ve günümüzün Zeusları üzerine konuştuk.

‘Akdenizli Tanrılar’dan sonra ‘Akdeniz Mitologyasından Efsaneler’ adlı kitabınız yayınlandı. Akdeniz coğrafyasının ürünü söylenceler konusunda haliyle söyleyecekleriniz olacak. Ama ondan önce ‘söylenceler’ yani ‘mitologya’ nedir, kısaca anlatsanız...
Evet, “söylence” ya da “mitos” ne demek?.. Hemen söyleyelim ki, okumuşlarımız bile ne yazık ki bu konunun yabancısıdırlar. Oysa mitosların toplamı demek olan mitologya, hepimizi çok yakından ilgilendirmektedir.


İnsanoğlu daha bilimin gelişmediği o eski çağlarda; açıklayamadığı doğa güçlerini ve egemenlerin dayatmalarını, “söylenceler” yani “mitoslar” üreterek anlamaya çalışıyordu. Ne var ki bu mitoslar çok ürkünçtüler. Haliyle insanları kul köle düzeyinde tutuyordu hep... Ama kendi içinden çıkan soylu sanatçılar da, bu mitoslara dayanarak yazdıkları oyunlarla insanları korkularından arındırmaya çalışıyorlardı. Örneğin dost Tanrı Prometeus’la ilgili oyun... Bilindiği gibi Baştanrı Zeus; insanoğlu hep köle olarak yaşasın, aklını kullanmasın diye ateşi ondan köşe bucak kaçırıyordu... Ama insan dostu Tanrı Prometeus da; onun sakladığı ateşi çalıp insanlığa ulaştırıverdi!.. Ama Baştanrı da onu kayalara çiviletti! Ne var ki Prometeus’un ateşiyle artık insanoğlu, kendisine dayatılan kölelik yazgısını, kendi elleriyle kırma yoluna giriyordu.
Gene mitologya kaynaklı bir başka tragedyada; aşk ve adalet yumağı güzel Antigone, Kral Kreon’un çıkardığı fermana başkaldırdı. Çünkü Antigone, adil tanrılarca yüreğine kazınmış yasalara uyduğunu söyledi krala. Kral Kreon da gülerekten kesin yanıtını verdi: “Senin tanrı dediklerin benim, yani devletin memurlarıdır.”


Haliyle Kral, Antigone’yi boğdurdu... Ne var ki izleyiciler, bin yıllardır Antigone’yi alkışlamakta; onun kişiliğiyle kendilerini özdeşleştirmekten büyük bir haz duymaktadırlar. Bu yüzden de Hitler’lere, Musolini’lere dönüşerek durmadan hortlayan Kreon’larla savaş gücünü kendilerinde bulabilmektedirler...

Akdenizli tanrıların, Batı dünyası ile ilişkiler açısından sizce nasıl bir rolü var?
Avrupa’yı Avrupa yapan ortak kültürün temelinde din değil; ta Sümerlerden kaynağını alıp bütün Anadolu uygarlıklarına temel oluşturan Akdeniz mitologyasına dayalı ortak bir kültür vardır. Bu mitologyayı, sırayla Grekler, Romalılar ve Rönesansla birlikte Avrupalılar, aklın ışığını kullanarak sanatlara ve bilime dönüştürmüşlerdir...


Bu konuda Homeros gerçeği çok çarpıcı bir örnektir. Homeros; Troya savaşıyla ilgili, haliyle Akdenizli tanrılarla insanların harmanlandığı ve buram buram hümanizma yüklü ölümsüz İlyada ve Odisseya destanlarını Grekçe olarak yazıya döktü. Bu yazıya dökümden sonra, bin yıllar süresince insanlar, Troya diye bir kentin olmadığı gibi onunla ilgili bir savaşın da olmadığını sanıyordu... Bununla birlikte bu süreç içinde Homeros üzerine, evet kırk bini aşkın kitap da yazıldı! “Ülkemizde kaç kitap yazıldı?” diye soramıyorum bile!..

 

Siz mitologyayı, insanoğlunun hem geçmişi hem bugünü ve hem de geleceği ile ilişkilendiriyorsunuz. Bu ilişkiyi bilmek insanoğluna ne kazandıracak?
Tabii ki bir Akdenizli olarak ortak olduğumuz Sümer, Grek ve Latin mitologyasından kaynaklanan ve bütün batılı ozanların, sanatçıların ve filozofların işleyip şekillendirdiği kültürü özümsemeli ve ona biz de elimizden geldiğince bir katkıda bulunmalıyız. Bu amaçla gençlerimiz de, bu kültürle beslenmeye başladığı zaman, Türkiye’nin Batıyla gerçek anlamda bütünleşme süreci zaten başlamış olacaktır.


İşte o zaman bu kültürle harmanlanan gençlerimiz de, aynı kültürü almış dünya gençleriyle bütünleşip insanlığın altın çağını şekillendirecek ve onu evrenselleştireceklerdir. Böylece dünyanın zembereği olan adalet ve barış denen evrensel değerlerin de bekçisi olacaklardır...

Hep geçmişle şimdiki zaman arasında bağ kurarak mitoloji okumaları yapılmasını öneriyorsunuz. Bugünün Prometeus’ları ile Antigone’leri sizce kimlerdir? Kreon’a kimler yakışıyor, onu bugün kimler temsil ediyor?
Troya savaşına çıkan dünya egemeni Başkral Agamemnon da, Yunanlıların namusunu temizleyeceğini ve bu konuda tanrılarla konuştuğunu açıklamıştı! Bugün Bush da, Irak savaşı konusunda iki kez tanrıyla konuştuğunu söyledi!


Aslında mitologyadaki tanrılar ve insanlar savaşı, insanın hem doğa karşısında hem de iktidar ve güç odaklarıyla verdiği toplumsal adalet savaşı olarak dünden bugüne sürüp gitmektedir. Geçmişteki kardeş halkların, bütün insanlığa armağanı olan Akdeniz mitologyasında; insanlarla tanrıların barıştığı ve el ele üretip barış içinde, kardeşçe bölüştükleri bir altın çağa doğru durmadan yol aldıklarının müjdesi verilmektedir...

Peki, bu son kitabınızda asıl olarak hangi temaları işliyorsunuz, hangi mesajı veriyorsunuz?
Evrensel Yayınları’nda çıkan bu kitabım 85 efsane (öykü) içermektedir. Bunlar bizim Akdeniz coğrafyasının mitoslarıdır. Bütün Avrupalılar bunları bilmekte, günlük hayatlarında kullanmaktadırlar. Bu söylenceleri bilmeden, Batı sanatını, felsefesini tam olarak anlayamayız. Çünkü mitologya; Batı kültürünün, kısaca uygarlığının mayasını oluşturur. O yüzden sırf öykü olarak okunup geçilsin diye bu efsaneleri yazmadım... Kitabın okunması çok kolay. İstediğiniz zaman istediğiniz sayfayı açıp okumaya başlayabilirsiniz...

Evrensel, Haber: Yücel Özdemir, 15.03.2012

SARAY MALI ORDUEVİ'NE BULUNDU

 

 

Osmanlı’nın son dönemlerine tanıklık eden Yıldız Sarayı, uzun yıllar Harp Akademileri Komutanlığı olarak kullanıldı. 31 Mart Vakası’nın ardından 2. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ile yağmalanan saray daha sonraki yıllarda da yağmalanmaya devam edildi. Şimdi müze olarak kullanılan binanın pek çok salonunda eşya bile yok. Kültür ve Turizm Bakanlığı restorasyonu biten müzenin eserlerini bulmak için kurumlara yazı gönderdi. Kalender Orduevi’nden yanıt geldi.


Orduevi yönetimi, İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne başvurarak kendilerinde birtakım eski eşyalar olduğunu bildirdi. Yıldız Sarayı Müze Müdürlüğü uzmanlarınca yapılan inceleme ve arşiv taraması sonrası, orduevinde bulunan 28 No’lu Büfe ile 106 No’da kayıtlı üç adet vitrinin Küçük Mabeyn Köşkü Alt Kat Salonu’na ait orijinal eserler olduğu tespit edildi. Genelkurmay Başkanlığı’na yazılarak eserlerin iadesi istendi. İstanbul İl Kültür Turizm Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili, “Kalender Orduevi yönetimine duyarlılıkları için teşekkür ederiz” derken eserlerin bakım ve onarım yapıldıktan sonra asli yerlerinde sergileneceği belirtildi. Ancak saraya ait masa, koltuk, sandalye, avize, sehpa gibi pek çok tarihi eser niteliğindeki eşya hala kayıp.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 15.03.2012

SOTHEBY'S'DE 1 MİLYONLUK DEVRİM

 

Dünyanın en büyük müzayede şirketlerinden Sotheby’s, nisan ayı sonunda Londra’da ‘Klasikten Çagdaş’a Sotheby’s Türk ve İslam Eserleri Haftası’ kapsamında ‘Oryantalist resim’, ‘Osmanlı Sanatı’, ‘İslam Eserleri’ ve ‘Çağdaş Türk Sanatı’ başlığı altında dört ayrı müzayede düzenleyecek. Bu müzayedelerin en önemlisi sayılan 26 Nisan’daki Çağdaş Türk Sanatı Müzayedesi’nin öne çıkan tablosu Nejat Melih Devrim’in büyük boy tablosu ‘Soyut Kompozisyon’ olacak. Tablonun 250-350 bin pound (700-1 milyon lira) fiyat aralığında satışa sunulacağı müzayedede Taner Ceylan, Burhan Doğançay, Canan Tolon ve Erinç Seymen gibi tanınmış sanatçıların 90 eseri yer alacak.

Radikal, 15.03.2012

II. ABDÜLHAMİD, DÜŞMAN SALDIRISINA KARŞI ÇANAKKALE'YE TORPİL DÖŞETMİŞ

 

 

18 Mart 1915 Çanakkale Savaşı, kuşkusuz Türk tarihinin dönüm noktalarından biri. Zaferin 97. yıldönümünde ilginç bir ayrıntı ortaya çıktı.

 

Çanakkale savunması ile ilgili hazırlıklar, II. Abdülhamid Han'ın emriyle başlatılmış. Çanakkale Boğazı'nın devletin savunmasında olmasının öneminin farkında olan Sultan Abdülhamid, çeşitli çalışmalar için girişimlerde bulunmuş. Düşman saldırısı ihtimaline karşı Çanakkale'ye torpil döşetmiş.

 

Bu bilgi Çamlıca Basım Yayınları tarafından çıkan "Osmanlı'nın Son Kilidi Çanakkale 2" kitabında yer alıyor. Padişahın başkimyageri olan Polonya asıllı Bonkowski Paşa, 1897 yılında deniz savunmasıyla alakalı bir rapor hazırlayarak, Abdülhamid'e sunmuş. Raporu Osmanlı arşivlerinde bulan tarihçi Ahmet Temiz, Bonkowski'nin savaştan 18 yıl önce hazırladığı bu raporun savunmayla ilgili önemli bilgiler verdiğini belirtiyor. Abdülhamid Han'ın ileri görüşlülüğünün bu belgede de ortaya çıktığını kaydeden Temiz, şöyle konuşuyor: "Başkimyager, hazırlamış olduğu raporunda düşman devletler tarafından İstanbul ve Çanakkale Boğazı'na karşı vuku bulacak bir saldırı esnasında buraların muhafazası için denize döşenebilecek ve düşman gemilerinin geçişlerine engel olabilecek torpilleri ele almıştır."

 

Padişaha sunulan raporda şu bilgiler yer alıyor: "İstanbul ve Çanakkale boğazlarının muhtemel bir düşman saldırısına karşı muhafaza altına alınmasından bahsediliyor. Ben de Halife Hazretleri'ne verdiğim vatanın muhafazası sözü gereği, sadık tebaanın mesailerine gücüm yettiğince katılmak üzere fenne müracaat ettim. Biraz fikir yürüttükten sonra, bir nevi hareketli bir torpil icat ettim. Bu usul Çanakkale Boğazı sularında münasip bir şekilde kullanıldığında Akdeniz adalarından zorla girmek isteyen bir düşman filosunun girişini tamamen imkansız kılmazsa bile oldukça zorlaştırır."

Zaman, Haber: Samet Altıntaş, 15.03.2012

KANUNİ'NİN FERMANI KAYIP!

 

 

2009 yılında ölen işadamı Salih Tatlıcı'nın, varislerini birbirine düşüren 3 milyar dolarlık mirası arasında yer alan 72 parçalık tarihi eser koleksiyonundaki Kanuni Fermanı kayıp. Polis, paha biçilemeyen fermanın yurtdışına kaçırılmaması için sınır kapılarını uyardı. İlk kez fotoğrafı ortaya çıkan 4 satırlık fermanın en üstünde Kanuni Sultan Süleyman'ın tuğrası yer alıyor.

Salih Tatlıcı'nın ölümünden sonra Topkapı Müzesi'ne kayıtlı olan 72 parça tarihi eserinin kayıp olduğu bildirilmişti. Tatlıcı'nın çalışma ofisi olarak kullandığı İstanbul Kağıthane'deki fabrikanın deposunda eserlerden 50 parçası bulunmuş, geri kalanı ise Tatlıcı'nın çocuklarının evinde ele geçirilmişti. Ancak oğul Mehmet Tatlıcı, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne başvurarak, en değerli parçalarından biri olan Kanuni Fermanı'nın bulunamadığını bildirdi. Bunun üzerine polis tarihi fermanın yurtdışına kaçırılmaması için sınır kapılarını uyardı.

Habertürk, Haber: Nihat Uludağ, 15.03.2012

"NEMRUT DAĞI BİZİMDİR"

 

 

Adıyaman'ın Kahta İlçesi'nde yer alan ve kentin simgesi haline gelen Nemrut Dağı, Malatya'nın da dağa yönelik yatırım çalışmaları nedeniyle yıllardır iki kent arasında tartışma konusu.


UNESCO tarafından koruma altına alınması gereken dünya kültür mirası listesinde yer verilen Nemrut özellikle zirvede yer alan tanrı heykelleri ile ünlü.

 

Bölgeye çektiği turistler sayesinde Adıyaman'ı ve Kahta İlçesi'ni canlandıran Nemrut Dağı, hem bölgenin tanıtımına katkı sağlıyor hem de yöre halkına ekonomik katkı sağlıyor.

 

Nemrut Dağı'ndaki tarihi kalıntıların bir bölümünün kendi sınırları içinde olduğunu ifade eden Malatya da turizm potansiyelini arttırmak ve ziyaretçilerin bir bölümünün Nemrut Dağı'na Malatya tarafından çıkmasını sağlamak çeşitli çalışmalar yürütüyor.

 

Nemrut Dağı'nın Adıyaman'ın bir değeri olduğunu ifade eden Adıyaman'daki kurum ve kuruluşların yetkililer ile Malatya'daki kurumlar arasında yatırım ve Nemrut Dağı'nın simge olarak kullanmasına ilişkin çeşitli tartışmalar yaşandı.


Geçen yıl, Adıyaman Belediyesi'nden Malatya Valiliği'ne gönderilen uyarı yazısında, Nemrut dağıyla ilgili fotoğrafların, Malatya Valiliği yayınlarında kullanılmaması istendi, Nemrut'un Adıyaman'a ait olduğu belirtildi.


Malatya'nın Nemrut Dağı'na ilişkin yaptığı son çalışmalar ve yatırımlar da dava konusu oldu.

Habertürk, 14.03.2012

'ALMANLARIN BURUN KIVIRDIĞI' WARHOL'LARA 20 MİLYON STERLİN

 

Londra'daki Sotheby’s müzayede evi, pop-art akımının öncüsü Amerikalı ressam Andy Warhol’un bilinmeyen eserlerinden oluşan özel bir koleksiyonu mayıs ayında satışa çıkartıyor.

 

Alman milyarder Gunter Sachs’a ait koleksiyondan 20 milyon sterlin (Yaklaşık 57 milyon TL) gelir elde edilmesi bekleniyor. Brigitte Bardot ile 1966 yılında evlenmesiyle adını duyuran Opel arabalarının varisi Sachs, Warhol’un Avrupa’daki ilk sergisinin 1972 yılında Hamburg’ta düzenlemesine yardımcı olmuş ancak eserlerin hiçbiri satılmayınca, yarısını gizlice satın almıştı. Sachs sonraki yıllarda “O gün Warhol’a burun kıvıran Hamburglular’a müteşekkirim” diyecekti. Hamburg sergisinden tam 40 yıl sonra düzenlenecek müzayede 22-23 Mayıs’ta gerçekleşecek.

Habertürk, 14.03.2012

102 YILLIK TARİHİ BİNA İÇİN KUYRUĞA GİRDİLER

 

 

İstanbul Karaköy’de satışa çıkarılan tarihi Tütün Han’a yatırımcıların ilgisi yoğun. İtalyan mimarisine sahip 102 yıllık Tütün Han’ın müzayede yolu ile satışı bu ayın sonunda yapılacak. 25 milyon lira bedelle satışa konulan Tütün Han için toplam 21 firmanın incelemde bulunduğu, bina ile ilgili bilgi aldığı öğrenildi.

 

Eskidji Müzayedecilik’in satışa çıkaracağı Tütün Han için 19 yerli ve iki yabancı firmanın incelemede bulunduğu öğrenildi. Yabancı firmalardan birisi İngiliz yatırım fonu, diğeri ise Ortadoğu merkezli bir şirket.

 

Tütün Han’da incelemelerde bulunan ve fizibilite yapan yerli yatırımcılar arasında The Marmara Grubu, Yılmaz Ulusoy Holding,  İnter Yapı (Özak Global Holding), lüks araç kiralama şirketi Golden Line ve Sabancı Vakfı’nın olduğu öğrenildi.

 

Özak Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Tütün Han için teklif vereceğini dün Kamu Aydınlatma Platformu’na (KAP) bildirdi. Özak GYO hisselerinin halka arzı geçtiğimiz Şubat ayında tamamlanmış, şirketin yüzde 25’lik hissesi borsada işlem görmeye başladı. Bankalar Caddesi üzerindeki Han ile ilgilen firmaların, Tütün Han’ı otel olarak işletmek istedikleri ifade edildi.

 

ING Bank’ın sahibi olduğu yedi katlı Han, Karaköy Bankalar Caddesi’ndeki en eski binalardan biri konumunda. 433 m2 arsa üzerine kurulu 66 odalı Han dokuz katlı. İstanbul’un en iyi manzaralarından birine sahip olan Han, Galata Kulesi’nin önünde Bankalar Caddesi’nde yer alıyor.

 

Halen ING Bank'ın şubesinin olduğu Tütün Han'a alıcı çıkması durumunda banka 4 ay içinde boşaltacak.

 

Turizm yatırımlarının ve holding merkezlerinin bulunduğu alanda kalan Tütün Han’ın en çok tarihi doku içerisinde butik otel işletmecilerinin ilgi gösterdikleri ifade ediliyor.

 

 

Tütün Han 1911 yılında açıldı. 1934 yılında Banco di Türkiye Milli Bankası Ofisi olarak hizmet verdi. Türkiye İş Bankası’nın ilk Galata şubesi oldu. 1940’larda Union Sigorta A.Ş. ofis olarak buraya taşındı.

 

Bu dönem boyunca, binanın üst katları çok sayıda sigorta şirketi ve avukatlarca kiralandı. Bina son olarak Tütün Bank tarafından satın alınıp nihayetinde adını Tütün Han olarak korudu.

 

Tütün Han, hemen karşısında bulunan İş Bankası binası ile birlikte “Ulusal Mimari Hareket”in Bankalar Caddesi üzerindeki en önemli yapılarından biri konumunda.

Hürriyet, Haber: Dinçer Gökçe, 14.03.2012

YENİ BİR İNSAN TÜRÜ MÜ?

 

Güney Çin'de 11 bin 500 ve 14 bin 500 yıl öncesine dayanan beş kişinin kalıntıları bulundu.

Bilim adamlarının yaptığı incelemeler modern insanla kalıntılar arasında açık farklılıklar olduğunu gösteriyor. Yapılan incelemeler onların ya ayrı bir insan türü olduğunu ya da ilk insan türü olan homo sapienin kalıntıları olabileceğini doğrulayan ayırt edici özellikler ortaya çıktı.

Lakapları "Kızıl geyik mağarası insanları" olan kalıntıların bir süredir Çin koleksiyonunda bulunduğu daha sonra analiz edildiği kaydedildi.

Orta Avrupa'da iskeleti bulunan ve kaba taşçağında yaşamış olan ilkel insanın yaklaşık 30 bin yıl önce öldüğü dikkate alınırsa bu yeni insan türünün bundan kısa bir süre önce ortaya çıktığı tespit ediliyor.

Habertürk, 14.03.2012

HASANKEYFLİLER TAŞINMAK İSTEMİYOR

 

 

Hasankeyfliler, tarihi geçmişlerini bırakıp yeni köye gitmek istemediklerini; Kapadokya gibi UNESCO Dünya mirası olan tarihlerini yaşatmak istediklerini açıkladılar. Hasankeyflilerin yüzde 70'inin, 11 bin yıllık geçmişe sahip Hasankeyf’i bırakarak DSİ Köyüne gitmek istemedikleri belirtildi. Doğa Derneği tarafından Hasankeyf’te gerçekleştirilen basın toplantısı ile açıklanan araştırma, Hasankeyflilerin kendi yörelerindeki kültürel ve doğal mirasa derin bir bağlılık beslediklerini ve kendilerini burada yaşama hakkından mahrum bırakılmış hissettiklerini ortaya koydu.


Hasankeyf halkının yaklaşık yüzde 20’si aylık 300 TL civarında gelirle hayatta kalma savaşı veriyor. Hasankeyflilerin yüzde 67’si DSİ Köyündeki evlerin Hasankeyf'teki evlerinden çok daha pahalı olacağını ve bu evlerin önemli bir kısmının apartman olması nedeniyle Hasankeyf'teki sosyal yaşam koşulları için elverişsiz olduğunu düşünüyor. Hasankeyf halkının yaklaşık yüzde 30'u ise zorla evlerinden çıkarıldıklarında nereye gidecekleri hakkında herhangi bir fikre sahip değil.


Dünyanın en tartışmalı baraj projelerinden biri olan Ilısu, 310 kilometrekarelik bir alanı sular altında bırakacak. Ilısu baraj projesi ile 55 bin ile 65 bin arasında insanın yerinden edileceği belirtildi. 

Batman Gazetesi, 14.03.2012

 

 

 

HASANKEYF'E ULUSLARARASI DESTEK

 

Ilısu Barajı'nın tehdidi altında olan Hasankeyf için 50'ye yakın uluslararası sivil toplum örgütü, 14 Mart Dünya Nehirler Gününde bir kampanya başlattılar. Dicle Nehri üzerinde inşası süren Ilısu Barajı'nın tehdit ettiği Mezopotamya'daki Dünya Kültür ve Doğa Mirası'nın korunması için Hasankeyf'i yaşatma girişiminin de içerisinde bulunduğu 50'ye yakın uluslararası sivil toplum örgütü 14 Mart Dünya Nehirler Gününde bir kampanya başlattılar.


Mezopotamya'da Dicle Nehri üzerinde bulunan en önemli dünya kültür ve doğa mirasının korunması amacıyla UNESCO'nun Dünya Mirası Komitesi'ne gönderilmek üzere küresel çaplı bir dilekçe ile başvurulmasına ilişkin kampanya start aldı. Ortadoğu'nun en büyük sulak alanları olan Güney Irak'taki Mezopotamya bataklık arazisi Ilısu Barajı'nın tehditi altında olduğuna dikkat çekilen dilekçeyi başta Hasankeyf'i Yaşatma girişimi olmak üzere, ICSSI - Irak Sivil Toplum Dayanışma Girişimi, CDO - Sivil Kalkınma Merkezi, Irak-Fed.Kürdistan CENESTA - Sürdürebilir Kalkınma Merkezinin yanısıra Avrupanın bir çok ülkesinde Sivil Toplum Örgütleri dilekçeye imzaları attılar.

Batman Gazetesi, 15.03.2012

STADEL MÜZESİ'NE MODERN BİR EKLENTİ

 

     

 

200 yaşındaki saygın Stadel Müzesi, üç senelik büyük bir değişim sonrasında tekrar açıldı.
 

Frankfurtlu mimarlık ofisi schneider+schumacher 3.000 metrekarelik, savaş sonrası ve çağdaş sanat eserlerinin sergileneceği, yeraltında bir mekan tasarladılar. Yeşil zemin üzerindeki 195 adet dairesel açıklık, yeraltını gökyüzü ile birleştirerek, peyzaj, form ve ışık arsında bir gerilim yaratıyor.





Yeni sergi alanı, modern ile eskiyi rastlantısal düzenlemelerle kaynaştıran yeni bir kentsel topoğrafyanın keşfi. Ek yapı orijinal bina ve sonrasında eklenen kanatlar ile yarışmayacak şekilde tasarlanmış. Fakat yeni ek neredeyse binanın iki katı büyüklüğünde. Çağdaş sanat bölümünün çatısını oluşturan küçük tepe ve merkezdeki yeşil avlu, orijinal yapının masif etkisini yumuşatıyor.




Büyük ve beyaz bir merdiven, duvarları, döşemesi ve tavanıyla daha da beyaz bir mekana yönlendiriyor. Bu alandaki dikkat çeken mimari öğe dairesel tepe penceresi gridi. Gün içerisinde galerilerde daima değişen yumuşak bir ışık varken, akşamları bu etki tersine dönerek avlu, tepe pencelereleri tarafından aydınlanıyor.

Arkitera, Kaynak: Evolo, Haber: Andrew Michler, Derleyen: Betül Atasoy, 13.03.2012

120 MİLYON YILLIK KAVGA

 


Araştırmacılar, balığın baş edemediği kertenkele ile düşük oksijenli suya düştüğünü ve burada boğulduğunu tahmin ediyor.



 

Almanya’nın Bavyera bölgesinde bulunan fosil, kanatları olmasına rağmen aspidorhynchus olarak bilinen etçil balığın avı olmaktan kurtulamadığını gösteriyor.

Uçan kertenkelenin kanatları, yaklaşık 63 santim uzunluğundaki balığın ağzına sarılmış bir halde bulundu. Kanat açıklığı neredeyse 68 santim olan kertenkelenin, balığın ağzını makara gibi sarmaya çalıştığı düşünülüyor.

Fosilin tasvir ettiği hayatta kalma mücadelesinin yanı sıra, ortaya çıkan en ilginç detaylardan biri, kertenkelenin boğazında çok küçük bir balığın, leptolepides’in bulunması. Bu da, kertenkelenin henüz yemeğini sindiremeden, bir başkasının avı olduğu anlamına geliyor. Ancak bilim insanları, bugün var olmayan zırhlı balığın uçan kertenkeleyi genelde tercih etmediğini ve yanlış bir saldırı düzenlemiş olabileceğini düşünüyor.

Fosili inceleyen araştırma ekibinde yer alan Eberhard Frey, “Zırhlı balık ile uçan kertenkele normalde birbirleriyle hiç ilgilenmez” dedi.


Karlsrueh kentindeki Eyalet Doğal Tarih Müzesi yetkilisi Frey, “Sanıyorum ki bu karşılaşma her iki tür için öldürücü oluyordu... Balıklar, çok akıllı olmadıkları için ne yediklerine dikkat etmeyebiliyor” dedi.

Araştırmacılar, balığın baş edemediği kertenkele ile düşük oksijenli suya düştüğünü ve burada boğulduğunu tahmin ediyor.

Radikal, 13.03.2012

YILDIZ SARAYI YENİDEN DOĞUYOR

 

 

Tam adı "Osmanlı İmparatorluğu Yıldız Sarayı Hazinelerini Gün Yüzüne Çıkarıyor "olan proje ile sarayın ziyaretçi sayısının arttırılması ve mümkün olduğunca geniş kitlelerin İstanbul'un bu gizli hazinesiyle tanışması hedefleniyor. Proje koordinatörlüğünü Yıldız Sarayı Vakfı mütevelli heyeti üyesi Ali Serim'in üstlendiği 2012 sonu itibariyle bitecek proje kapsamında Saray bazı yenilik ve teknolojilerle tanışacak. Özellikle ilkokul öğrencilerinin tarih kitaplarında okudukları sarayı ziyaretlerinin kolaylaştırılması hedeflenirken çeşitli tanıtım faaliyetleri de yapılacak.

Saraya ve projeye ilişkin açıklamalarda bulunan Ali Serim, "Burada, Sultan III. Selim annesi Mihrişah Sultan için bir bina yaptırılmış, Sultan Abdülaziz döneminde de yapılar yapılmıştır ama özellikle II. Abdülhamid buraya yerleştikten sonra aklındaki ideal cennet bahçesini inşa etmeye çalışmıştır. Bahçe ve koruluk içine yerleşmiş saraylar, köşkler, yönetim, koruma, servis yapıları ile adeta eski İstanbul'un ufak bir modelidir. Tarihe ve sanata merakı olanları mutlaka bekliyoruz. Anne babalar çocuklarıyla sarayı ziyaret etmeden kendilerini İstanbul'u görmüş saymasınlar. Bu proje ile farkındalık oluşturacağımıza inanıyoruz. Özellikle hazırladığımız kapsamlı bir internet sitesinin katkısının büyük olacağını düşünüyorum" dedi.

Sarayın tanıtımı, restorasyonu ve çeşitli ihtiyaçlarını karşılama yönünde önemsenecek derecede maddi katkılarda bulunarak hizmetini sürdüren Yıldız Sarayı Vakfı, 12 Eylül 1982 tarihinde İstanbul'da kuruldu. Halen amaçları doğrultusunda sanatsal faaliyetler, konferanslar ve kültür sanat toplantıları yapmaya devam etmektedir. 1924 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanımına bırakılan Yıldız Sarayı "Harp Akademileri" olarak hizmet görmüş, 1978 yılında Kültür Bakanlığına devredilmiştir. Mütevelli Heyetini, Başta Mütevelli Heyeti Başkanı olarak Kültür Bakanının başkanlığında altısı Bakanlık mensubu (tabii üye) olmak üzere 80 üye teşkil etmektedir. Vakfın amacı, İstanbul Yıldız Sarayı ve ona bağlı tarihi yapıların, olanaklar elverdiği ölçüde, onarım ve restorasyonu, doğal çevrenin korunması ve tanıtılmasıdır. Yönetim Kurulu Başkanlığını Vekilliğini Dölen Eker'in yürüttüğü Vakıf bu yıl 30. Yılını kutlamaktadır.

Habertürk,13.03.2012

400 YIL SONRA ORTAYA ÇIKTI

 
Rönesans döneminin ressamları arasında yer alan Leonardo da Vinci'nin Florensa'da Vecchio Sarayı'nın duvarına resmettiği eseri "Anghiari Savaşı" 400 yıl sonra idealist bir sanat tarihçisi sayesinde gün ışığına çıktı.

San Diego Üniversitesi'nde sanat tarihçisi olarak görev yapan Maurizio Seracini, Da Vinci'nin "Anghiari Savaşı" adlı eserinin Vecchio Sarayı'nın duvarında fresk ressamı Giorgio Vasari'nin "Marciano Savaşı" adlı eserinin arkasında gizli olduğunu iddia ediyordu. Seracini bu iddiasına kanıt olarak ise Vasari'nin resmini yaptığı duvarın üzerinde bulunan "cerca trova" (Ararsan, bulursun) sözcüğünü gösteriyordu. Seracini ve ekibi, Vasari'nin "Marciano Savaşı" adlı eserinin bulunduğu duvarın arkasına bakma iznini yıllar sonra almayı başardı.

Seracini ve ekibi için dün büyük gündü. Giorgio Vasari'nin eserine zarar vermeden duvarın arkasında Leonardo Da Vinci'nin "Anghiari Savaşı" eserini arayacaklardı. Bunun için tıpta kanser hastaları için kullanılan bir teknikten yararlanıldı. Vasari'nin duvar resmi üzerine 6 adet küçük delik açıldı. Ucunda kamera olan teller bu deliklerden geçirildiğinde, Da Vinci'nin en önemli eserleri arasında gösterilen "Anghiari Savaşı" resminin bütün ihtişamıyla orada olduğunu gördüler. Resmin sahte olup olmadığını ortaya koymak için boya numuneleri alındı.









 

Ancak bazı sanat tarihçileri, Da Vinci'nin başka bir eserini bulmak için diğer bir ressamın eserine zarar verilmesini eleştirdi.

Rönensans döneminin ünlü ressamlarından olan Leonardo Da Vinci, "Anghiari Savaşı"nı 1505 yılında çizmeye başladı. Florensalılarla Milanlılar arasında 1452-1519 yılları arasında yaşanan savaşı anlatan resim, boyanın bitmesi nedeniyle Da Vinci tarafından tamamlanamadı.

Ressam Giorgio Vasari 1563 yılında, Da Vinci'nin esserinin bulunduğu duvarın önüne "Marciano Savaşı" adlı eserini yaptı. Vasari, ünlü ressamın yaptığı duvar resminin zarar görmemesi için ön tarafa başka bir duvar inşa etti ve eserini bu duvarın üzerine çizdi.

Sanat dünyasını sarsan bu olayı ortaya çıkaran Maurizio Seracini, Vasari'nin Leonardo Da Vinci'nin söz konusu eserine zarar vermemek için önüne bir duvar inşa etmesinin bir saygı belirtisi olduğunu savundu.

Habertürk, 13.03.2012

HIRST, KENDİ MÜZESİNİ AÇIYOR

 

1990’larda Britanya sanat ortamını hakimiyeti altına alan Genç Britanya Sanatçıları akımının en önde gelen figürlerinden Damien Hirst, kendi müzesini 2014’te açacağını duyurdu. Sanatçının kişisel koleksiyonunun sergileneceği ve Londra’da açılacak müzede kendi işlerinin yanı sıra Banksy, Jeff Koons gibi isimlerin eserleri de görülebilecek. Sanatçının, 2 binden fazla eserin bulunduğu çağdaş sanat koleksiyonunda beş tane de Francis Bacon tablosu yer alıyor.

Radikal, 13.03.2012

SÜRYANİ CEMAATİ PATRİKHANEYİ İSTİYOR

 

Süryani Cemaati, 1979'da istimlak edilerek müzeye çevrilen Mardin'deki Süryani Katolik Patrikhanesi'ni geri istiyor. Katolik Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Munir Üçkardeş, "Patrikhane, bizim için maddi bir anlam taşımıyor ancak manevi değeri çok büyük" dedi. 5737 Sayılı Vakıflar Kanunu'nun istimlak edilen vakıf mallarının iadesine imkan vermediğine dikkat çeken Üçkardeş, bu nedenle 33 yıldır tüm girişimlerinin sonuçsuz kaldığını belirtti. Durumu AB Bakanı Egemen Bağış'la da görüştüklerini söyleyen Üçkardeş, "Hükümetimizin uygulamaya koyduğu Yeni Vakıflar kanunu için çok sevinçliyiz. 5 tapumuzu da böyle aldık. Fakat Patrikhane istimlak edilerek müzeye çevrildiği için yandaki duvardan öteye geçemiyoruz. Bunun için yeni bir düzenleme talebinde bulunuyoruz" dedi. İstimlak edilen tek Patrikhane olduğuna dikkat çeken Üçkardeş, "Bu yerin manevi değeri bizim için çok büyüktür. Patrikhanemiz bizim namusumuzdur" diye konuştu.

Sabah, Haber: Burcu Çalık, 13.03.2012

KÜLTÜR VE TURİZM BÖLGESİ OLACAKLAR

 

    

 

Malatya Valiliği Arapgir, Battalgazi ve Darende ilçeleri ile Erenli beldesinin Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi olması için çalışma başlattı. 
     
Malatya Valiliği Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu (KUDEB) Başkanı Levent İskenderoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığının, tarihi ve kültürel değerlerin yoğun olarak yer aldığı ve turizm potansiyelinin yüksek olduğu yöreleri korumak, kullanmak, sektörel kalkınmayı ve planlı gelişimi sağlamak amacıyla Bakanlar Kuruluna bazı bölgelerin Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi olması için öneride bulunduğunu bildirdi. 
     
Bakanlar Kurulunun aldığı kararla, söz konusu yörenin Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi ilan edildiğini kaydeden İskenderoğu, Malatya'da da kültür ve tabiat varlıklarının yoğun olarak yer aldığı Arapgir, Battalgazi ve Darende ilçeleri ile Erenli beldesinin Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi olması için Vali Ulvi Saran'ın emriyle çalışma başlattıklarını bildirdi. 
     
Hazırlıkları tamamladıktan sonra Kültür ve Turizm Bakanlığına teklifte bulunacaklarını anlatan İskenderoğlu, bu ilçelerde ve beldedeki doğal, tarihi, kültürel ve arkeolojik değerlerin anlatıldığı, bölgedeki turizm potansiyeli ile buraya yakın turizm kaynakları, aktiviteleri ve turizm türlerinin belirtildiği bir rapor hazırlayacaklarını anlattı. 





Bu hazırlıkları yapmak ve Kültür ve Turizm Bakanlığına teklifte bulunmak üzere kendisinin başkanlığında bir komisyon oluşturduklarını kaydeden İskenderoğlu, teklifte bulunulduktan sonra Bakanlık yetkililerinin teklif sınırlarını değerlendirmek üzere yerinde inceleme yapabileceklerini ifade etti. 
     
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın da olumlu bakması halinde konuyu Bakanlar Kurulu'na taşıyacaklarını aktaran İskenderoğlu, ''Bakanlar Kurulu kararı ile bu bölgelerin Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi ilan edilmesine yönelik bir karar çıkmasını bekliyoruz. Haziran ayına kadar teklifimizi hazırlayacağız'' dedi. 
     
Hedeflerinin bu 3 ilçe ve bir beldenin turizm ve kentleşme açısından planlı gelişimini sağlamak olduğuna işaret eden İskenderoğlu, oluşturulan komisyonda birçok kurum ve sivil toplum kuruluşundan temsilcilerin yer aldığını anlattı. 
     
Battalgazi İlçesi'nin 7 bin yıllık tarihi, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait geçmişi ve tarihi kalıntılarıyla bugün de yaşamın devam ettiği önemli bir ilçe olduğuna dikkati çeken İskenderoğlu, Arapgir'in sivil mimari örnekleri ve kaya arası kanyonuyla, Darende'nin de Balaban, Aşağıulupınar ve Yukarıulupınar mevkilerindeki kerpiç yapıları ve doğallığıyla eşsiz güzelliklerdeki ilçeler olduğunu söyledi. 
       
Erenli beldesindeki mimarinin yakından incelediğinde tunç çağı modellemesi ile inşa edildiğinin görüleceğine işaret eden İskenderoğlu, ''Beldenin yüzde 70'i hala geleneksel mimari ile inşa edilmiş bu kerpiç evlerde yaşamlarını sürdürüyor. Beldede 334 yıllık Bahri Camisi de var. Bu cami de kerpiç. Onu restore ediyoruz. Yine beldemizdeki 17. yüzyıldan kaldığı bilinen tarihi bir mezarlık var, tescilini yaptırdık'' diye konuştu. 
 
Söz konusu 3 ilçe ve bir beldede kültür ve inanç turizminin öne çıktığını, doğa turizminin de olduğunu ve bunların alternatif turizm türleriyle desteklenerek zenginleştirilmesi gerektiğini anlatan İskenderoğlu, teklifte bulunacakları bölgelerin planlı gelişiminin gelecekteki yatırımlar açısından çok önemli olduğuna işaret etti. 

Malatya Haber, 13.03.2012

ÖYKÜLER VE İNSANLAR TAŞIYAN 14 GAR

 

Bir demiryolcu babanın oğlu olan Kemal Vardar'ın elinden çıkan, 14 yazarın kaleminin değdiği bir kitap, 'Memleket Garları'. Adana'dan Sirkeci'ye epeydir nostaljinin konusu olmuş garlara dair tarih, mimari, hatıra dolu anlatılar bir arada...



 

Orhan Kemal’in cezaevinden çıktıktan sonra 1944’te bir dönem Adana Garı’nda muvakkat hamal olarak çalıştığını duymayanınız var mıdır? Ya da İlhan Berk’in yemeğini öğretmenlik yaptığı Samsun’un Gar Lokantası’ndaki en dipteki masada yediğini? Bunları ve elbet daha fazlasını demiryolcu bir babanın oğlu Kemal Varol’un derlediği, İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Memleket Garları’ kitabında okuyabilirsiniz. Akıbeti meçhul güzeller güzeli Haydarpaşa Garı da var kitapta, Pozantı da, Batman da, Akhisar da, Samsun da… Kitaptaki 14 garı farklı yazarlar anlatmış. Bazen tarihleriyle, bazen mimarisiyle, bazen hatıralarıyla ve bazen güzel hikayeleriyle… Buyurunuz, bir kuple...

 


 
Haydarpaşa-Sirkeci Garları/Yonca Kösebay Erkan
Haydarpaşa Garı, 20. yüzyılın başının tüm ihtişamını yarattığı gibi aynı oranda da o dönemin biçimsel çeşitliliğini yansıtan bir yapıdır. Mimari dili, içinde bulunduğu toplumsal yapı ile bütünlük içinde olmamasına karşın, dönemi için önemli mesajları içerir. II. Abdülhamid’in dileği üzerine uzaktan bakınca önemli bir yapı olduğu hemen algılanan, ampir bezemeleriyle Osmanlı İmparatorluğu’nun simgelerini taşıyan, aynı oranda demiryolu inşaatlarının emanet edildiği yeni dost alanların izini taşıyan bir yapıdır.




 
Akhisar Garı/Ahmet Büke
Akhisar Garı, göçmen sarısı. Temiz ve terli yolcu salonu var. Duvarlarında alarm zillerini tarif eden afişler. (...) Helva satan çocuklar var. Kayalıoğlu’ndan gelmişler. Malını al para verme, tık demezler. Ama Ali’ye söv, ikiye böler seni rayların üzerinde. (…) Yağmur var ama hava güneşli. Gar Lokantası’ndan - ikinci katta - kızartma kokusu geliyor. Hareket memurunun odasında radyo açık: “Anarşistler bugün de bir bankayı soydu sayın seyirciler.” (...) Bir de kocaman Zenith marka bir saat var utanmadan. Kol kadar demirle garın alnına çakmışlar. Altında bir kadın bir erkeğin eline dokunuyor. Sevgili olmalılar. (...) Garın çay bahçesinde saatlerce oturup susmuşlar. (...) Ben ağladım ağlayacağım. Ulan neden kimse uğurlamıyor beni!...

 

 
Eskişehir Garı/Haydar Ergülen
Eskiden bu kadar kalabalık değildi, bekleme salonu bilhassa kadın yolcuların, köylerden, kasabalardan gelenlerin mekanı olurdu. (...) Arkadaşlarımla Eskişehir Garı’nda kış geceleri kara treni beklerken tütün sarıp içtiğimiz çok olmuştur, ama yanımızda votka da olurdu haliyle, bazen de Tekel’in cep konyağı. (...) Trenler perona yanaştığında simit ve ayran satan, el arabası ile gezinen zayıf yüzlü adamcağız Oxford mezunu bir mühendismiş. Ankara’da atom enerjisi üzerine de çalışmalar yaptıktan sonra kumar yüzünden işini terk etmiş ve 1975 yılında trenle geçerken, Eskişehir’de inmiş. İniş o iniş, o günden beri yaşamını simit ve ayran satarak sürdürüyormuş.



 
Ankara Garı/Mehmet Aycı
Ankara-İstanbul arasında resmi görevden ticaret işine, tehcirden askeri sevkıyata, siyası dalgalanmalardan İstiklal Mücadelesi’ne katılmaya, demiryolu güzergahındaki kentlerden mebus intihap edip Ankara’ya gelmelere 47 yıllık eski döneminde trenler biraz da Ankara’nın demografik yapısını olduğu kadar idari yapısını da belirleyecek, ilk ve son tanıklıkları hep Ankara istasyonu yapacaktır. (...) Ankara Garı da diğer ana/anaç garlar gibi güne gülümseyerek, neşeli ve dingin başlar. Yer gök, güvercinler, çevredeki simitçiler, yüzde doksanı Haymanalı olan gar taksicileri, yolcular, hamallar, demiryolcular, garın kaşı gözü, mermeri taşı, yüksek tavanlı bekleme salonu, o salonun alabildiğine estetik, eskilerde tren sesini andırır gıcırdayarak açılan kapıları da güne gülümseyerek başlar…



 
Adana Garı/Behçet Çelik
Adana Garı’nın 1912’de hizmete alınmasından kısa bir süre sonra tanık olduğu bir zulüm daha var. (...) 1915’ten sonra bütün Anadolu demiryolları gibi Adana Garı da trenlerle sürgüne gönderilen Ermenilere tanıklık etmiş... Adana’da yaşayan yabancı mukim Bayan Wallis 9 Mayıs 1916’da verdiği ifadede bizzat Adana İstasyonu’ndan şöyle söz ediliyor: “Sığır gibi dolduruluyorlardı ve trenler, Adana istasyonundan birbiri ardına geçtiğinde, insanlar bir yudum su için yalvarıyorlardı, fakat bol su olmasına rağmen verilmiyordu. (...) Yakın dostlarımızdan bazıları yola çıkarken, istasyonda, bir aileye bir sepet üzün vermeye çalışmış, fakat izin verilmemişti. Onlar Halep’e ulaştıktan sonra insanlara ne olduğunu öğrenemedik.



 
Erzurum Garı/Feridun Andaç
Gar binasının önü bir hengame… Sanırsınız ki, Almanya bir kapı ötemizde! Kara trenin lokomotifi oflayıp duruyor. Gözlerim o karartıda. Gecenin zifirini aydınlatan buhar, ardından içimizi iyice soğutan kalkış sesi, isle karanlığı buluşturan kömür kokusu… Ve sallanan eller… Garda kalan hüzünlü bir bekleyiş. Ama gidemeyenler de var, başka bekleyenler, Doğu Ekspresi’nin Kars’a ulaşacak yolcuları yarı uykularındalar. (...) En çok mahkumlar dikkatimi çekiyor. İki jandarma arasında, sıkıştırılarak oturtuldukları demir kanepelerde sıkı sıkıya buluşturulmuş kelepçeli ellerine şaşkınlıkla bakıyorum…


Diyarbakır Garı/Şeyhmus Diken
Şimdi Diyarbekir istasyonuna kalan devasa bir yoksulluktur. (...) Odalarıysa salkım saçak dolu gelir, dolu gider, bütün yoksulluğu ve sefaletiyle. Çapa zamanı çapaya, pamuk zamanı pamuğa Adana’ya, Akdeniz’e. Fındık zamanı Düzce’ye ve daha ötelere. Diyarbekir’e kalan ise, şimdilerde artık şehre ‘yük’ olarak algılanan tren yolunun bir şekilde şehir dışına taşınma telaşıdır.

 

 

Basmane-Alsancak Garları/Orhan Berent
1970’lerdeki Alsancak-Buca-Seydiköy banliyö trenleri bojisiz, tek dingilli, kısa, çok eski vagonlardan teşkil ediliyordu. Bazı vagonlar eski şehirlerarası trenlerden kalmaydı. Bu tip vagonlar iki bölmeliydi, duvarları maun kaplamaydı. Bir bölmedeki koltuklar yeşil, diğer bölmedeki koltuklar kırmızı meşin kaplıydı. Babam kırmızı rengin birinci, yeşil rengin ikinci mevkiye işaret ettiğini söylerdi. Maun kaplamalı vagonları çok severdim. Buharlı lokomotiflerin çektiği çok eski ve köhne vagonlardan oluşmuş İzmir banliyö trenleri ile evimize dönmek geçmişte kalan fakat özlemle hatırlanan bir nostaljiden ibaretti. Ama ne nostalji...

Radikal, Haber: Nazan Özcan, 12.03.2012

TÜRK SERAMİKLERİ DÜNYA TURU HAZIRLIĞINDA

 

 

Türk sanatçı ve akademisyenlerin Anadolu hikayeleri anlattığı seramik eserler dünya turuna çıkıyor. Eserler, Seattle'da sergilendikten sonra Kanada ve Amerika'nın çeşitli şehirlerini dolaşacak ve mayıs başında Türkiye'ye dönecek. Yönetmenliğini Ahmet Turgut Yazman'ın yaptığı Göbeklitepe belgeseli de sergiyle birlikte gösterilecek.

 

İnsan ilk duyduğunda çok seviniyor. Türkiye sınırları içindeki hikayelerden derlenen bir şeylerin -örneğin bir serginin- başka ülkelerin sınırları dahilinde görünür olmasına... Hele ki bu sergi, bir sürü ülkeyi dolaşacaksa... Serginin ismi 'Tolerans', malzemesi seramik. Ama bir irkilti: Neden tolerans? Yani hoşgörü ve müsamaha gibi iki güzide kelime dururken sözlükte... Serginin küratörü Işık Gençoğlu'na soruyoruz bunu. Cevabı: "Hiç bu yönden bakmamıştık ama meselemiz hoşgörü. Bu temanın topraklarımıza, kültürümüze ve değerlerimize birebir uyduğuna inanıyoruz. Anadolu'dan çıkan hikayeleri hepimize mal etmek için çizgisiz ve ünlemsiz bir proje düşledik. Bizi biz yapan değerlerden biri olan toleransın bize yol göstermesini istedik. İngilizcesini göz önünde bulundurmuş olabiliriz. Ama sonuçta Seattle, bizim için bir fırsat! Anlatmak, anlaşılmak, anlamak, anlaşmak, ilişikte olmak için..."

 

Sergi, Seattle'daki National Council Of Education For The Ceramic Arts (Ncceca) tarafından 25-31 Mart tarihleri arasında 46.sı düzenlenecek 'On the Edge' temalı konferansın paralel etkinliklerinden biri. Hatta 5.000'den fazla katılımcı ve 30.000'den fazla ziyaretçinin yer alacağı konferansın tek Türk etkinliği...

 

Sergide; Beril Anılanmert, Bingül Başarır, Burcu Karabey, Deniz Onur Erman, Dilek Aydıncıoğlu, Ebru Zarakolu, Elhan Ergin, Erdal Tusun, Funda Özkan, Güngör Güner, Hasan Başkırkan, Hüseyin Özçelik, K.Deniz Pireci, Mustafa Tunçalp, Mutlu Başkaya, Reyhan Gürses, Sevim Çizer, Tuğba Ülker, Türker Özdoğan, Ufuk Tolga Savaş ve Zehra Çobanlı'nın seramik çalışmaları yer alacak. Her biri bir Anadolu hikayesini anlatan... Örneğin sütlük, örneğin üç dilim ekmek...

Bire bir Anadolu... "Hiç kuşkusuz hikayesi en bol topraklardan biri Anadolu... Güçlü, doğurgan ve mutlu hikayelerin ev sahibi... Araştırmacıların iştahla, heyecanla üstünde çalıştığı hala temiz, hala özgün ve özel toprakların adresi." diyor ve ekliyor Gençoğlu: "Bizler, Anadolu'da yaşamış ve yaşayan eski ve yeni dünyaların kesiştiği kültürler ışığında geliştik, gelişiyoruz. En önemlisi, yaşanmışlıkların seramiği nasıl etkilediğini bizzat görüyor, biliyor, deneyimliyoruz. Ve bunu tüm dünyayla paylaşmak istiyoruz."

Zaman, Haber: Jülide Karahan, 12.03.2012

MUHTEŞEM YÜZYIL'A SORUŞTURMA

 

Muhteşem Yüzyıl” dizisi hakkında, tarihi mekanların tahrip edildiği ve izinsiz arkeolojik kazı yapıldığı gerekçesiyle suç duyurusunda bulunuldu.

 

Muhteşem Yüzyıl” dizisi hakkında tarihi mekanların tahrip edildiği gerekçesiyle soruşturma açıldı. Hürriyet'in haberine göre: Dizi yapımcıları, bazı bölümlerde mekan olarak kullandıkları dünyaca ünlü tarihi Yarımburgaz Mağarası’nda izinsiz çekim yapmak, arkeolojik esere zarar vermek ve mekanı tahrip etmekle suçlanıyor.

Dizinin Show TV’de yayınlanan 30’uncu bölümü için Küçükçekmece Gölü’nün kıyısında yer alan mağaranın içinde ateş yakıldı, 43 ve 44’üncü bölümlerde de Pargalı İbrahim’in yaralarının iyileşmesi için birinci dereceden arkeolojik SİT alanı olan Yarımburgaz Mağarası’nda yeni bir kazı yapılarak havuz oluşturuldu.

İstanbul Kültür ve Turizm İl Müdürü Prof. Ahmet Emre Bilgili, arkeolojik ve tarihi mekanlarda çekim yapmak için kendilerinden izin alınması gerektiğine dair yasa bulunduğunu, “Muhteşem Yüzyıl” adına Yarımburgaz’la ilgili olarak kendilerinden hiçbir izin alınmadığını söyledi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın diziyle ilgili soruşturma başlattığını belirten Prof. Bilgili, şöyle konuştu: “Birinci dereceden sit alanında film çekilecekse, biz ancak Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nden bir arkeoloğun gözetiminde olmak şartıyla izin veririz. Durumu araştırdık ve bizden izin alınmadığını tespit ettik. İnsan, tarihi dizi yapanların tarihe daha saygılı olmalarını bekliyor.”

 
















 
Habertürk 12.03.2012

 

******


TARİHİ MAĞARADA NASIL ÇEKİM YAPILIR?

 

Küçükçekmece Gölü’nün hemen üzerinde bulunan Yarımburgaz Mağarası, İstanbul’un en eski yerleşim yeridir ve çok önemli arkeolojik kazı alanıdır.

 

Ne yazık ki yıllar yıllar boyunca talan edilmiştir. Yarımburgaz’da büyük emeği olan Prof. Mehmet Özdoğan Hoca’yla yıllar önce mağaraya yaptığımız gezide, duvarlardaki “Ali Ayşe’yi seviyo” yazılarını ve define avcılarının talanlarını görmüştük.


Zaten daha önce de Yeşilçam’ın platosu olarak çeşitli filmlerde kullanılmış.


Aynı mağaraya Muhteşem Yüzyıl ekibinin izinsiz girip çekim yaptığı haberleri yansıdı medyaya.
Hani Pargalı’nın okla vurulduktan sonra Nigar Kalfa tarafından tedavi edildiği mağara var ya, işte orası Yarımburgaz...


O dizi ekibinin ışıklar, kameralarla, oyuncuların meşalelerle lambur lumbur girdiği yer tam 400 bin yıl öncesinden izler taşıyor.


Bu vurdumduymazlık dünyanın hiçbir yerinde yapılmaz, yapılamaz!


Topkapı Sarayı’nın bazı bölümlerini yeniden inşa eden, dekor ve kostüme milyonlarca dolar harcayan yapımcı için bir mağarayı yeniden inşa etmek çok zor olmamalı.


O sahneler Yarımburgaz’da değil de bir dekorda ya da sit alanı olmayan sıradan bir mağarada çekilseydi ne fark ederdi?..


Hiçbir şey!


Mağaraya nasıl izinsiz girildiğini de anlamış değilim.


Yıllardır o mağaranın kapısına demir parmaklık koyar İstanbul Üniversitesi...


Tarihi eser hırsızları her seferinde sağını solunu yamultup içeri girer...


Üniversite yılmadan düzeltir demir parmaklığı...


Demek talancıların dışında artık yapımcılara karşı da önlem alması gerekiyor üniversitenin.


Bu işin Muhteşem Yüzyıl’a yaptırımı ne olacak, takip edeceğim.

Hürriyet, Yazı: Cengiz Semercioğlu, 14.03.2012

VAKIF ESERLERİ KAMULAŞTIRILMAYI BEKLİYOR

 

 

Osmanlı’nın ilk başkenti olan Bursa’da cumhuriyetin ilk yıllarında şahıslara satılan yüzlerce eserden bugün ayakta kalabilen 2 mescit, 2 cami ve bir hamam, devlet tarafından kamulaştırılmayı bekliyor.

 

Vakıf kayıtlı eserlerin kamulaştırılmasına imkan sağlayan kanun bulunmasına rağmen günümüzde Bursa’da vatandaşlarda olan çok sayıda mescit, cami ve hamam bulunuyor. Sahiplerinin günümüz şartlarında fonksiyonlarını kaybetmesi sebebiyle satışa sunduğu Tahtakale’deki İnebey Hamamı müşteri arıyor. Mal sahiplerinin ilk etapta 900 bin lira fiyat biçtikleri tarihi hamamın hemen arkasındaki İnebey El Yazma Eserler Kütüphanesi ile birleştirilerek okuma salonu yapılması gündeme geldi. Ancak günümüzde iş yapamayan hamama tarihi eser olduğu için talipli de çıkmıyor. Vatandaşlar, valiliğin İl Özel İdaresi Tarihi Eser Fonu’ndaki paralarla tarihi hamamın makul bir fiyata satın alınarak, vakıflaştırılmasını istiyorlar.


Bursa Valisi Şahabettin Harput’un satış ilanı gazetelerde çıkmasından sonra kamulaştırmak üzere Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nü görevlendirdiği Cumhuriyet Caddesi Pirinç Han’ın alt tarafındaki Tavukçuoğlu Mescidi için de belediye meclisinde plan değişikliği yapılıyor. Mal sahibinin 400 bin lira istediği mescit için vakıflar yetkililerinin pazarlık yaptığı, makul olan fiyata gelinmemesi halinde re’sen kamulaştırma yoluna gidileceği öğrenildi. 1 yılı geçen kamulaştırma sürecinin hızlandırılması isteniyor.


Bu arada Doğanbey Toki Blokları içinde kalan tarihi Mizanoğlu Mescidi de, müteahhitlerin dikkatsiz hafriyat çalışmaları sebebiyle kısmen çöktü. Mescit olarak tescilli olan yapının kurtarılması için özel mülkiyette olan binanın bir an önce kamulaştırılması gerekiyor. Tarihi eser meraklılarını üzen bir halde bulunan mescidin tamamı çökmeden bir an önce restorasyonu gerekiyor.

 

Bursa’da özel mülkiyette iken Eski Eserleri Sevenler Kurumu’na restore etmeleri karşılığı hibe edilen Gümüşçeken Caddesi’ndeki Simkeş Camii ise vakıflaştırılmayı bekliyor. Bursa’da uzun yıllar eski eserleri tamir eden ve Bakanlar Kurulu kararı ile kamu yararına dernek statüsüne sahip olan Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu (BEESK), Kavaklı Caddesi’nde 60 yıldır kullandığı Dar’ül Kura binası ile camiyi takas etmek istiyor. Ancak vakıf yetkilileri konuya eğilmedikleri için halen kiracı durumunda olan BEESK, camiyi ibadete kapatmayı faaliyetlerine uygun görmüyor. Bursa milletvekillerinin aracılık ederek Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün olumlu yaklaşımı ile vakıf meclisinden karar alınarak, takasın gerçekleşmesi bekleniyor.


Kamulaştırılıp ibadete açılmayı bekleyen bir cami de yine Doğanbey Toki binaları arasında bulunuyor. Kırayoğlu Ailesi’ne ait olan Kefensüzen Camii’nin ibadete açılması için kamulaştırılması bekleniyor. Kırayoğlu Ailesi’nin TOKİ ile daire karşılığı anlaştığı öğrenildi. Caminin mülkiyetinin Doğanbey’deki dairelerin tapularının çıkıp aileye verilmesinden sonra kamuya geçeceği öğrenildi. Vakıflar yetkililerinin bir an önce ana yapısı sağlam ancak basit onarıma muhtaç camiyi takibe alarak ibadete hazır hale getirmesi bekleniyor.

Bursa Olay, 12.03.2012

21 SÜTUNLU ROMA ÇEŞMESİNDEN 2013'DE SU AKACAK

 

Anadolu toprakları üzerinde bulunan en görkemli Roma çeşmesi Nymphaeuma (Anıtsal Çeşme)’nın 21 sütunundan 14′ü ayağa kaldırıldı. Çeşmelerden 2013′te su akıtılması planlanıyor.

 

Antalya’nın Manavgat İlçesine bağlı dünyaca ünlü Side antik kenti girişinde bulunan Anıtsal Çeşme’de 9 yıldır restorasyon ve onarım çalışması yapılıyor. Halk arasında dokuz çeşme olarak bilinen Anıtsal Çeşmenin, MS 2′nci yüzyıl ortalarında yapıldığı belirtiliyor. Anıtsal Çeşme’de bulunan 21 tarihi sütunun 21′i ayağa kaldırıldı. Burdur’un Ağlasun İlçesi'nde bulunan Antoninler Çeşmesi’nde olduğu gibi su akıtılarak çeşmenin Unesco korumasında dünya kültür mirasına kazandırılması bekleniyor.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü yetkilileri, çeşmede bahar dönemi restorasyon çalışmalarının 4 Nisan’da başlanacağını ifade etti. Arkeolog Dr. Altan Algül, tarihi çeşmedeki restorasyon ve onarım çalışmalarının Sayka İnşaat Mimarlık Mühendislik Müşavirlik Limited Şirketi tarafından Tarih Günışığına Çıkıyor Projesi kapsamında ayağa kaldırıldığını söyledi. Anıtsal Çeşme’de 21 tarihi sütundan 14′ünün aslına uygun olarak ayağa kaldırıldığını belirten Algül, Nymphaeuma’nın Anadolu topraklarında ayakta kalan en görkemli Roma dönemi çeşmesi olduğunu kaydetti. Algül, “Anıtsal Çeşme’de yılda 2 kez çalışma yapıyoruz. Side Antik Kent’te bulunan ve MS 2′nci yüzyıl ortalarında yapılan Anıtsal Çeşme görkemli yapısıyla varlığını sürdürüyor. 2012 yılında geri kalan 7 sütunu ayağa kaldıracağız. Geçen Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay yaptığımız çalışmaları yerinde inceledi. Çeşmenin ayağa kaldırılmasına özel önem veiyor. 2013 yılında çeşmelerden su akıtmayı hedefliyoruz.” dedi. Algül, İtalya Roma’da bulunan Anıtsal Çeşme’nin MS 3′ncü yüz yılda inşa edildiğini ve model olarak Side örnek alındığını kaydetti.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu da Side antik kentinde ilk kazı çalışmasının 1947 yılında Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid Mansel tarafından yapıldığını belirtti. Uzun yıllar Prof.Dr. Jale İnan’la birlikte Side kazılarına eşlik ettiğini aktaran Haluk Abbasoğlu, İtalya Roma’da bile bulunmayan Roma eserlerinin Side’de bulunduğunu dile getirdi. Abbasoğlu, Side kazılarının bu nedenle insanlık kültür mirası için çok önemli olduğunu söyledi.

 

Side Belediye Başkanı Abdulkadir Uçar, Roma dönemine ait Anıtsal Çeşme’nin insanlık kültür mirası için çok önemli olduğunu söyledi. Side Belediyesi olarak antik kent içinde bulunan tarihi eserleri ayağa kaldırmada Anadolu Üniversitesi’ne destek verdiklerini belirten Uçar, bu sene içinde Tüke Tapınağı’nın kaldırılmasına öncü olacaklarını ifade etti. Uçar, Anıtsal Çeşme’nin insanlık kültür mirasına kazandırılması ve ayağa kaldırılma çalışmalarına turizmci Barut ailesinin de destek olduğunu kaydetti.

Zaman, 11.03.2012

PICASSO LONDRA'DA

 

 

Dünyaca ünlü İspanyol ressam Pablo Picasso'nun eserleri, İngiltere'nin başkenti Londra'daki Tate Britain müzesinde özel bir sergiyle sanatseverlerle buluşuyor.

 

Sanatçının, önceki yıl Christie's müzayede evinde 66,5 milyon sterlin gibi rekor bir fiyata satılan "Çıplak, Yeşil Yapraklar ve Büst" isimli 1932 tarihli tablosu da sergilenen eserler arasında yer alıyor.

Eserler arasında, Picasso'nun 19 yaşındayken resmettiği "Güvercinli Çocuk" tablosu da bulunuyor. 1970'li yıllardan beri İngiltere'nin çeşitli müzelerinde sergilenen 1901 tarihli eserin 15 Temmuz'da sona erecek serginin ardından açık artırmada satılması bekleniyor. Picasso'nun "mavi dönemini" simgeleyen eserin değerinin yaklaşık 50 milyon sterlin olduğu ve İngiltere içinden alıcı bulunamaması olasılığının endişe yarattığı bilgisi basına yansıyor.

Sergide, Picasso'nun İngiliz sanatçılara ve resmine etkisi de anlatılıyor. Modern sanatın öncülerinden olan Picasso'nun, Duncan Grant, Henry Moore, Francis Bacon, David Hockney gibi İngiliz sanatçılara etkisi, bu sanatçıların da bazı eserlerinin yer aldığı sergide gözler önüne seriliyor.

İlginin yoğun olduğu "Picasso ve Modern İngiliz Sanatı" adlı sergi, 15 Temmuz'a kadar açık kalacak.

Habertürk, 11.03.2012

SULUKULE NE YANA DÜŞER?

 

 
Fatih'teki surlar boyunca yürürken TOKİ ve Özkar inşaat tabelasıyla turuncunun hakim olduğu "Osmanlı Evleri" gözüküyor; yani eski adıyla Sulukule mahallesi. Sulukulu'ye nasıl giderim sorusuna verilen soğuk şaka güldürmüyor: "Hayrola, ev mi alacaksınız, bende iki tane var 400 bin TL'den satayım." Sulukule'de dört yıl önce başlayan ve 5 bin 500 kişiyi etkileyen "kentsel dönüşüm" artık bitmek üzere. İçinde sadece yaklaşık 50 Sulukulelinin yaşayacağı villalar mart ayının ortasında "kura" ile teslim edilecek. Ev fiyatlarının 600 bine ulaştığı söyleniyor.

"Üç bilirkişi de 'proje tarihi dukuyu korumuyor' dedi"
Sulukule Roman Derneği ve mahallelinin 2007'de Fatih Belediyesi ve Kültür Bakanlığı'na projenin iptali için açtığı davada üçüncü bilirkişi raporu da, projeyi hukuka uygun bulmadı. Birinci bilirkişi raporu projeyi, koruma amaçlı imar planına uygun bulmamıştı. İkinci bilirkişi raporu da inşaatları, 5366 sayılı kanunun tarihi dokuyu koruma amaçlarına ve kamu yararına uygun bulmamıştı. Belediye ve Bakanlık bu karara "düzeltme yaptık" deyip itiraz edince, üçüncü bilirkişi raporu hazırlandı. Sonuç yine aynı, düzeltmeler yapılmadığı için proje kanuna uygun değil.

Peki, ikinci bilirkişi raporu ne diyordu?
* UNESCO'nun belirlediği Sur Koruma Bandı Avan Proje'de yarıya inmiş.
* Özgün ada morfolojisi ve sokak dokusu korunmamış.
* Mevcut durumda kamuya ayrılmış alanlar projede yapılaşmaya açılmış, sokak kesitleri büyütülmüş.
* Yeşil alan ve parklara yer verilmemiş.
* Mevcut sokak dokusu ve tescilli yapılara uygun olmayan yapı tipolojisi oluşturulmuş.

 


 
"Mahkeme projeyi iptal etmeli"
Derneğin avukatı Hilal Küey, "Üç bilirkişi raporu da projeyi hukuka aykırı buldu. Aslında mahkeme daha ilk raporda yürütmeyi durdurma kararı verebilirdi ama vermedi; inşaatlar neredeyse bitti. Ancak mahkeme son aşamaya geldi; yürütmeyi durdurma ya da doğrudan projeyi iptal etme kararı çıkmalı" diyor. Projeyi iptal kararı çıkarsa, Belediye yeniden kanuna uygun proje hazırlamak zorunda kalacak.

Öte yandan, dernek ve birkaç mahalleli, süreç çok uzadığı ve daha fazla beklemek istemediği için 2010 Mayıs'ında Türkiye'ye karşı AİHM'e başvurmuştu. Dava, mülkiyet hakkı ve adil yargılama hakkını ihlal ettiği, özel yaşamın korunmadığı ve Romanlara ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle açıldı. Normalde AİHM istisnai durumlar dışından iç hukuk yolları tükenmeden davaları kabul etmiyor. İşte Sulukule davası da bu istisnaya girdiği için AİHM, dosyayı incelemeyi kabul etti. Küey, kararın çıkması uzun sürse de sonuçtan oldukça umutlu, bu karar Türkiye'deki diğer kentsel dönüşüm mağduriyetleri için de emsal teşkil edebilir.

 

 
"Müzisyenliği bitirdiler, kiralar yüksek"
Sulukule'den zorla yerinden edilenlerin bir kısmı Balat, Gaziosmanpaşa, Edirne'ye gitti. Taşoluk ve Kayabaşı'ndaki TOKİ evlerine giden 337 aile (altısı kaldı) bir yıl bitmeden eski mahallelerinin yanı başındaki Karagümrük'e geri döndü. Hatta, çamaşırlarını inşaatın demir perdesine astı. Sulukule Roman Derneği Başkanı Şükrü Pümdük, babasının babaannesinden kalan evini satmadı, mahkemesi sürüyor. Evine ne kadar fiyat biçildiğini bilmiyor Pümdük, "Ne kadar fiyat verirse versin, benim kültürümü yok etti, buna nasıl paha biçebilirler ki" diyor. Sulukule Roman Orkestrası'nda müzisyen Pümdük, ailesiyle Taşoluk'ta yaşamaya sadece bir ay dayanabildi. "Eğlence sektörünü bitirdiler, ben Taksim'de çalışmaya başladım, gecenin 3'ünde Taşoluk'a nasıl döneyim. 100 lira taksi tutuyor, zaten o kadar kazanıyorum. TOKİ'deki kiralar 300-450 lira ama merkezi ısıtma, apartman aidatı ve yol parasını da ekleyince masraf 1500 lirayı buluyor. O yüzden herkes döndü.

"Döndük ama Kumkapı'da klarnet yasak. Yüzde 90'ı müzisyen olan insanlar nerede çalışsın; çoğu şimdi seyyar esnaflık ya da kunduracılık yapıyor. Üstüne bodrum katındaki apartman dairelerinde daha çok kira ödüyor."

 

 
"Apartman arasında mahalle kültürü olur mu?"
Karagümrük'te "yaşam nasıl" sorusuna Pümdük, adının ve insanının değiştirildiği Sulukule'nin eski halinin fotoğrafını göstererek "Bu iki katlı benim evimdi, bu da arka mahalledeki yeni apartman dairem. Şimdi bölük pörçük apartmanlar arasında mahalle kültürü oluşur mu?" diyor. Sulukule'de her şeye rağmen direnen tek şey, inşaatın yanı başındaki Sulukule Çocuk Sanat Atölyesi; orada müzik hala devam ediyor.

bianet.org, Haber: Nilay Vardar, 11.03.2012

TARİHE YOLCULUĞUN BAŞLANGIÇ NOKTASI YENİKAPI OLACAK

 

 

Roma, Bizans ve Osmanlı Devleti'ne ait sayısız eseri bağrında bulunduran İstanbul'u gezmek ve anlamak artık daha kolay. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin üzerinde çalıştığı projeye göre, yerli ve yabancı turistler, paha biçilmez eserleri, yapıldıkları tarihe göre sırayla gezecek. Gezinin başlangıç rotasında ise 8 bin 500 yıl öncesine ait bulgulara rastlanılan Yenikapı yer alacak.

 

Üç büyük medeniyete ev sahipliği yapan İstanbul'da yeni bir proje hayata geçiyor. Onlarca tarihi eserin bulunduğu kentte Roma, Bizans ve Osmanlı devletlerine ait eserler farklı gezi rotalarıyla gezilebilecek. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) hazırlayacağı projeye göre Roma, Bizans ve Osmanlı gezi rotaları çıkarılacak. Onlarca eser artık ait oldukları döneme göre gezilecek. Geçtiğimiz yıl 8 milyon 57 bin 879 turisti ağırlayan İstanbul'un tarihi Yenikapı'da yapılan Marmaray ve İstanbul metrosu kazılarıyla yeniden yazıldı. Metro alanında yapılan arkeolojik kazılarda 8 bin 500 yıl öncesine ait bulgular elde edildi. Yenikapı'daki arkeolojik kazılar tamamlandığında tarihi yolculuğun başlangıç noktası burası olacak. Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait tarihi eserler hazırlanacak yeni güzergah ile dönemlere göre gezilecek. Tarihe yolculuk için özel yollar yapılacak. Yenikapı'dan başlatılacak yollar dönemine uygun taşlarla döşenebilecek. Roma, Bizans ve Osmanlı döneminde kullanılan taşlarla yeni yollar yapılacak.

 

Proje hakkında bilgi veren İBB Başkanı Kadir Topbaş, "Medeniyetlere başkentlik yapan bir kentte yaşıyoruz. Birçok döneme ait eser var. Bu eserleri belli bir sıraya göre gezmeyince bilgi karışıklığı yaşanıyor. Bu yüzden kente gelenlere tarihsel rota imkanı sunacağız." dedi. Topbaş, hazırlanacak yeni güzergahlar ile kentin tarihinin daha iyi anlaşılacağını ifade etti. Yerli yabancı turistlerin şehri rehber eşliğinde gezerken bile zorlandıklarını dile getiren Topbaş, "Bize miras kalan o kadar çok eser var ki. Tek başına gezdiğin zaman bir haritayı takip etmezsen bilgi yüklemesi oluyor. Sultanahmet Meydanı'nda Roma, Bizans ve Osmanlı'ya ait eserlerin bulunduğu için, tarihsel bir süreç içinde eserler anlatılmadığı için karışık bir bilgilendirme yapılıyor. Biz bu haritayı hazırlayalım istedik." şeklinde konuştu.

Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 11.02.2012

ÇİN'E EL YAZMASI KURAN-I KERİM MÜZESİ

 

Çinli Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Gansu eyaletinde, elyazması Kur'an-ı Kerim müzesi kuruluyor.

 

Müzenin en kıymetli eseri 9. ve 11. yüzyıllarda yazılan deri kaplamalı elyazması Kur'an-ı Kerim olacak. Çin Uluslararası Radyosu'na göre, yıl sonunda açılacak müze, 800 metrekarelik alana yapılacak.

Zaman, 11.03.2012

VAN GOGHALIVE'A ZİYARETÇİ AKINI

 

 

Abdi İbrahim firmasından yapılan yazılı açıklamada, firmanın 100. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen Van GoghAlive Dijital Sanat Sergisi'ni, açılışından bu yana geçen bir ayda 50 bin ziyaretçinin izlediği belirtildi.

Açıklamada, açılışı Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın yaptığı ve ünlü ressam Van Gogh'un eserlerinin yeni bir formatla sunulduğu sergiye, her yaş grubundan çok sayıda sanatseverin yanı sıra ana okulları, ilköğretim okulları, liseler, üniversiteler, dernekler ve sivil toplum kuruluşları gibi geniş bir yelpazeden toplu katılımlar olduğu kaydedildi.

Sergi, 15 Mayıs tarihine kadar Karaköy Limanı Antrepolarında görülebilecek.

Habertürk, 11.03.2012

"OSMANLI, MÜCEVHERİ GÜÇ ALAMETİ OLARAK KULLANDI"

 

Bu hafta sanat tarihçisi, mimar, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Yönetim Kurulu Üyesi ve Somut Kültürel Miras Komitesi Başkanı, yazar Prof.Dr. Gül İrepoğlu’nun evindeyiz.


Kapıdan adımınızı atar atmaz kocaman kütüphanenin, her köşeye yerleşmiş neredeyse her dilde kitapların, bilgisayarın, salonda sizi karşılayan antika çalışma masasının birbiriyle ahengi, size bu evde her an her daim çalışıldığını hemen hissettiriyor. Belki de bir profesörün evine girdiğinizde çok doğal sayılacak bu durum, mor ve yeşilin iddialı uyumuyla boyanmış duvarlara asılmış tabloları, ince objeleri, süslemeleri ile aynı zamanda bir sanat tarihçisinin evinde olduğunuzu da hemen hissettiriyor.

 

 

OSMANLI’DA SARAY MÜCEVHERİ
Söylemeden edemeyeceğim, beni bir başka etkileyen nokta da, günde neredeyse 16-17 saat çalışan birisinin nasıl bu kadar canlı, heyecanlı ve bir o kadar da hoş, alımlı ve bakımlı olmayı başarabilmesiydi. Zarif hocamızla romanları, sanat tarihi, mimari ve çok yakında baskısı çıkacak olan son romanı “Osmanlı Saray Mücevheri” üzerine birçok konuda konuştuk.

Siz bir mimar hem de bir sanat tarihçisisiniz; sanat tarihine yönelmenizde Teyzeniz Prof.Dr. Nurhan Atasoy’un emeği büyük sanırım.
Evet, mimarlık okudum ama sanat tarihi geleneği olan bir aileden geliyorum. Sanat tarihi profesörü olan ve dünyaca da tanınan teyzem bir gün “Mimarlık okudun, şimdi seni sanat tarihi alanında yetiştireceğim” dedi. Çocukluğumda sergilere, yurt dışında konferanslara götürdü. Onun çırağıyım, gurur duyuyorum. Beni sanat tarihinde akademik kariyere yöneltti. Mimarlık okuduğum için de çok mutluyum. Mimarlık insana bir vizyon kazandırır. Roman yazarken bile mimarlık vizyonumun etkisini görüyorum. Yıllar önce Almanya’da resim sanatı üzerine bir konferansımda birisi “Çok şaşırdım; ancak bir mimar konuşmasını bu şekilde planlar” demişti. Mimari insana disiplin verir.

Bizim sanatımızda olduğu kadar Avrupa sanatında da uzmansınız.
Bizim kültürümüz çok zengin; farklı açılardan değerlendirecek çok şey var. Akademik kariyerin başında Avrupa sanatı okuyup, dersler de verdim. Zaten tek bir tarafı bilmek katiyetle yetmez. Dünya sanatı içerisinde karşılaştırma imkanına sahip olmalısınız ki sağlıklı değerlendirme yapabilesiniz. Hem Osmanlı hem de Avrupa sanatı üzerinde çalıştığım için de şimdi bunların meyvelerini topluyorum.

Akademik hayatınıza erken veda etmişsiniz.
Bilinçli bir şekilde erken emekli oldum; zamanımın efendisi olmak istedim. Bir yandan roman yazıyordum; edebiyatın özgürlüğüne sığınmıştım ve onu devam ettirmek istiyordum, bir yandan da sanat tarihinde yazacağım çok şeyim vardı. TRT’de kültür sanat programları, yaptım. Halen UNESCO Türkiye milli komisyonunda yönetim kurulundayım. Tam biraz kendime vakit ayırayım derken başka işler devreye giriyor.

Neler yazıyorsunuz?
Çok yeni bir kitabım bitti. İsmi “Osmanlı Saray Mücevheri”. Bu kitabın alt başlığı benim için daha da önemli; o da şu “Mücevher Üzerinden Tarihi Okumak”. Konuya başka bir açıdan baktım. Mücevher yalnızca parlak değerli taşlar değil; çok farklı simgeleri var. Osmanlı İmparatorluğunun, imparatorluk karakterini sergilemesinin güçlü bir aracı aslında mücevher.

O dönem için mücevherin önemi çok büyük o halde.
Tabii çok önemli; 16. yüzyılda gösterişli mücevherler bir ihtiyaçtır. Padişah mutlaka en güzel mücevherlere bürünmeli, en güzel taht üzerinde oturmalı ki gücünü sergileyebilsin. Katiyen burada süslenme kaygısı yok. Padişah her Cuma büyük bir alayla yakındaki bir camiye gider. Burada tebaasına gücünü gösterme olduğu gibi yabancı elçilere ve kendisini izleyen dünyaya da gücünü gösterme vardır. At koşumları değerli taşlarla bezelidir. Başındaki sorguçtan kılıcına kadar ihtişam sergilenir.

Bu muhteşem mücevherler nasıl korunmuş? Kayıp var mı?
Topkapı Sarayı hazinesi dünyadaki, İslam hazineleri içerisinde en büyük olanıdır. Buradan padişahın haberi olmadan hiçbir şeyin çıkması mümkün değildir. Tarih boyunca, ihtiyaç halinde, örneğin: Kanuni Zigatvar seferine çıkacak, hazineden bir takım altın eşyaları alıyor ve akçeye çevriliyor. Ama ata yadigarı parçalar çok iyi korunmuştur. Bu durum Osmanlı döneminde de, cumhuriyetin ilk yıllarında da, bugün de aynı saygıyla devam ediyor.

Dünya mücevherleri içerisinde Osmanlı mücevherlerinin ağırlığı nedir?
Ağırlık diye bir yorumda bulunmak doğru değil. Çünkü, örneğin: Britanya mücevherini bir de bizimkileri düşünürsek aradaki fark konsept ve anlayış farkıdır. Ama İslam hazineleri içerisinde Osmanlı mücevherlerinin en büyük olduğunu söyleyebiliriz. Osmanlı tam bir imparatorluk sentezidir. Doğulu ve batılı tasarımcılar vardır; bu nedenle de muhteşem bir hazinedir. Doğuda, batıda yapılan fetihlerle hep en iyi ustalar katılmıştır. Onların kendi memleketlerinde aldıkları görgü de beraberinde geldi. Osmanlı karakterini oluşturdu.

İmparatorluğun ihtişamını yansıtan ve aynı zamanda da tartışmalı bir dönem, Lale devri ve hakkında sizin de bir kitabınız var.
“Gölgemi Bıraktım Lale Bahçelerinde“ roman tadında bu dönemi anlatıyor. Bu döneme biraz haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Lale devri büyük eğlencelerin, büyük israfın olduğu bir dönem gibi görüldüyse de artık daha farklı bakılabiliyor. Lale Devri Osmanlı kültür ve sanatında aynı zamanda ciddi bir yükselişin olduğu dönemdir. Önemli eserler var. Bir takım yeni kavramlar çıktı. Meydan çeşmelerini düşünün; daha önce böyle bir şey yoktu. Gerek Boğaz gerekse Kağıthane kıyılarında yerleşimin artması ve dışa açılan bir mimari ortaya çıkması meydan çeşmeleri geleneğini ortaya koydu. Lale Devrinin en önemli simgelerinden biri bana göre III. Ahmet çeşmesidir; dönemin zevkini yansıtır. Müzik ve edebiyatta bu dönemde çok eser ortaya konmuştur.

Bu dönemde bir lale çılgınlığı da var.
Evet, çok önem verilmiş; nadide lale soğanlarına biçilen bedeller inanılmaz değerlere yükselmiş. Bu sebeple, “Bin altından fazlaya lale satılamaz” denmiş. Lale inceliğin ve zarafetin sembolüdür. İleride bu dönem, bu sebeple lale devri olarak anılıyor. O dönemde yaşayan insanlar Lale Devri deneceğini bilmiyor elbette. Yahya Kemal bunu söylemiş, tarihçi Ahmet Refik bunu kullanmış ve ondan sonra belli bir dönemi ifade ettiği için yerleşmiş bu terim; bence güzel bir terim ve bir dönemi belirliyor.

 

 

Mücevherin, her dönemin en sofistike yansıması olduğunu göz önüne almalıyız. Her sanat dalı döneminin beğenisini yansıtır. Ama mücevher bütün bunların içerisinde en incelmiş zevktir. Taşlar, kimin ürettiği, tasarımı, kimin için olduğu, amacı, gibi sorular size bir tarih panoraması verir. Örneğin: 16. yüzyıl çok renkli bir dönem. Osmanlı İmparatorluğu’nun zirvede olduğu bir yüzyıl. Bu dönemde renkli taşlara özellikle yakut, zümrüt ve firuzeli mücevherlere merak çok. O dönemin tezhibine, kumaşına, çinisine baktığımızda da aynı renk zevkini görüyoruz. Taşlar taht gibi gösterişli eşyalarda kullanılıyor. Tahtların, örneğin bir yabancı elçiyi kabul ederken ki kullanılışı; sonra padişahın o elçiyi kabul ederken başına taktığı sorguç ve bununla da yetinmeyip tahtının yanına iki tane kavuk ve üzerine yine gösterişli sorguçlar konması bize gösteriş gibi görünse de aslında mücevherin nasıl bir güç alameti olduğunu gösteriyor.

 


Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan Zümrüt, yakut, lal ve incili sorguç.



Osmanlı kültür ve sanatının kıymetini çok iyi bilmeliyiz

Osmanlı sanatını anlamak veya göz ardı etmek, çağa ayak uydurmak, yeni bir sanat meydana getirmek konularında neler söylersiniz?
Kültür ve sanatta hiçbir şey birdenbire olmaz. Kültür ve sanatın bir devamlılığı vardır; illa şundan başlıyor buradan başlıyor diye bir şeyi tarih kabul etmez. Çağa ayak uydurmak başka şeydir, Osmanlı sanatını anlamak başka şeydir. Çok zengin bir kültürdür Osmanlı kültür ve sanatı. Ne kadar incelmiş bir zevk olduğunu da söyleyebiliriz. Günümüzün zevksizliğine inat güzellikleri vardır. Günümüz koşullarına baktığımızda elbette ki bu hızda geçmişin sanatını yakalamak çok kolay değil. Ancak bu eskinin güzelliklerini, kıymetini bilmeye engel değil.

Mimar gözüyle sizce eski mimariyi koruyabildik mi?
Tarihi kent peyzajlarını doğru korumamız ve doğru değerlendirmemiz gerekiyor. Geç kaldığımız birçok şey var bu konuda ama zararın neresinden dönülürse kardır. Bir kent içinde tek başına bir bina değil bir bütün olarak görünmelidir. Özellikle tarihi dokular içerisinde hepsi birbirine uyumlu korunmalıdır ve doğru işlev verilmelidir bu binalara, aksi takdirde yaşatamazsınız bunları. Bunların yalnızca bizim değil insanlığın malı olduğu bilinciyle hareket edilmelidir.

Harem kadınını anlatan “Cariye” isimli kitabınız birçok dile çevrildi; Harem konusunda ne dersiniz? Gizemli bir yer; değil mi?
Harem elbette ki gizemli. Osmanlı literatürlerinde de bu konuda çok bilgi yok. Harem çok özel bir yer olduğu için, daima hayallerde büyütülmüş bir yer. Sadece padişah eşleri diye düşünmek yanlış. Saraydaki kadınların eğitim aldıkları bir yer. Hepsi okuma yazma biliyor, çok iyi terbiye almış kadınlar.

Dizilere girdi şu sıralar?
Çok konuşmak istemem ama çok gerçekçi bulmuyorum. Kılık kıyafet, kullanılan eşyalar o dönemi yansıtmıyor, ama sonuçta görsellik oluşturulmak isteniyor. Yaşantı, giyim vb. unsurlar daha gerçekçi olabilirdi. Bu tip dizilerin tarihe olan ilgiyi artırdığı kesindir. Ayrıntılar daha iyi planlanabilir.

Türkiye Gazetesi Pazar, Haber: Betül Altınbaşak, 11.03.2012

KAZDIKÇA TARİH ÇIKIYOR

 

  

 

Bursanın İznik İlçesi’nde bulunan Antik Roma Tiyatrosu kazı alanının temizlenmesi sırasında zeminden 1.5 metre derinlikte Bizans dönemine ait çini kalıntıları bulundu. Moloz temizleme çalışmaları sırasında bulunan Bizans dönemine ait seramik şarap kupası müzeye teslim edildi.

 

Uludağ Üniversitesi Sanat Tarihi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Bedri Yalman başkanlığında 1980’lerde başlanan İznik antik Roma tiyatrosu kazıları 4 yıl önce sona erdi. Yakın zamanda üzerine çıkmayan boyalarla yazılmış duvar yazıları, içki kutuları ile dolu olan Roma Tiyatro’su Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın talimatıyla Müzeler Genel Müdürlüğü’nce koruma altına alınmak üzere geçen aydan bu yana çevre düzenlemesine başlandı. Tiyatro çevresi ve içerisinde zamanla oluşan toprak moloz yığınlarının kaldırılmaya başlanmasıyla birlikte o döneme ait bulgular da ortaya çıktı. Zeminden 1.5 metre inilen tarihi tiyatro alanından Bizans ve Osmanlı dönemine ait çini seramik kalıntıları ortaya çıktı.





Moloz temizleme çalışmaları sırasında tiyatronun güney kısmında dün şarap kupası bulundu. 9- 15’inci yüzyıllara ait olduğu sanılan Bizans dönemi şarap kupasını görüntülemek için kaza alanına giden gazeteciler, dakikalar önce toprak altından çıkan nadide parçayla karşılaştr. Tek parça halinde bulunan şarap kupası, tek renkli astar kazıma (Sgrafitto) teknikleri ile yapılmış. Kırmızı hamurlu ve sarı sırlı seramikten oluşuyor. Yüz yıllarca toprak altında kalarak gün yüzüne çıkan kupa ve diğer kalıntılar İznik Müzesi’ne teslim edildi.

Antik Roma Tiyatrosu İznik’in güneybatısında, Saraybahçe veya Eski Saray olarak adlandırılan bölgede bulunuyor. İznik surlarının 90 metre kuzeyindeki bu tiyatro, Anadolu’da ayakta kalmış tiyatroların en önemlileri arasında yer alıyor. Roma İmparatoru Traianus (97-117) zamanında eyalet valisi Pilinius Csecillius Secunds (62-113) tarafından yaptırıldığı biliniyor.

Hürriyet, Haber: Halil Ataş, 11.03.2012

TÜRK HEYKELİ ARTIK PARİSLİ

 

 

Fransa’da 2009 yılında düzenlenen Türkiye Mevsimi’nde gerçekleşen etkinliklerden biri Paris’te hala ayakta.

 

Heykeltıraş Cem Sağbil’in Türkiye’de yaptığı dev heykelleri “Hemera ve Ay Tutan Adam” Paris’i adeta mesken tuttu. Türkiye Mevsimi için kilometreler kat eden heykeller, ‘Türk mahallesinin’ girişinde, mahalle sakinlerini selamlıyor. 10’uncu Paris’in Belediye Başkanı, artık mahallenin sembolü haline gelen Belediye Binası önündeki heykelleri 3 yıl kiradan sonra şimdi de satın almak için başvuruda bulundu.  

 

Heykellerin yaratıcısı sanatçı Cem Sağbil, “Hemera ve Ay Tutan Adam’da Doğu ve Batı, Ay ve Güneş, kadın ve erkeği sembolize ediliyor... Doğu’da yapılıp Batı’ya gelen bu heykeller, gün-gece, yaşam-ölüm karşıtlığını barındırıyor. Herhalde heykelleri Paris’te bir mahallede sergilenecek tek Türk sanatçı benim. Ne diyeyim pek hoş doğrusu” dedi.

Hürriyet, Haber: Arzu Çakır Morin, 11.03.2012

SANAT PİYASASININ YÜKSELEN YILDIZI: HAT

 

 

Dikkat çekici hat sergileri, eserlerin yüksek fiyattan satıldığı müzayedeler birbirini takip ediyor.

Sakıp Sabancı Müzesi, geniş hat koleksiyonunu mayıs ayından itibaren, yüksek teknolojiyle donatılmış yeni mekanında sergileyecek. İş dünyasından Demet-Cengiz Çetindoğan çifti, Haliç'te büyük bir hat müzesi açmanın hazırlığını yürütüyor... Hat sanatının popülerleşmesinin izlerini sürdük.

 

İslam kültüründe resim sanatına, özellikle de kutsal kişilerin resimlerinin yapılmasına uzun zaman boyunca sıcak bakılmadığını biliyoruz. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nden geleneksel sanatlar uzmanı Profesör Faruk Taşkale şöyle bir anekdot aktarıyor: 'Peygamber'in kızı Hazreti Fatma, Peygamber'den sonra onun yüzünü hatırlayamayacağı kaygısını dile getirdiğinde; Hazreti Peygamber, damadı Hazreti Ali'ye 'Benim hilyemi yazın ve ona bakın, beni görmüş gibi olursunuz' demiştir. Önceleri saygı belirtisi olarak hazırlanıp cepte taşınacak şekilde hazırlanan hilyeler, ilk kez 17. yüzyılın hat dehası Hafız Osman tarafından levha şeklinde tasarlanmış ve günümüze kadar bu biçimiyle gelmiştir.'


OSMANLI'DA ZİRVE YAPTI
Prof. Taşkale'nin anlattıkları, hat sanatının nasıl bir ortamda doğup geliştiği hakkında yeterince fikir veriyor. Resme uzak durmuş sanatkarlar maharetlerini yazıya görsel bir zenginlik kazandırarak göstermişler. Zamanla gelişen, yazı tiplerine ve konularına göre çeşitli türlere ayrılan (örneğin Hazreti Muhammed'i konu edinen, günümüzde en çok ilgi çeken hat eserlerine hilye-i şerif deniliyor) bu sanat, zirvelerineyse Osmanlı'da ulaşmış. Cumhuriyet'le birlikte 'eski yazıyla' ve Osmanlı kültürüyle ilişkimiz zayıflayınca, hat sanatı da unutulmaya başlanıp daralan bir çevreyle sınırlanmış.


YENİDEN KEŞFEDİYORUZ
Bugünlerdeyse yeniden keşfediyoruz. Nedenleri açık; günümüzle Osmanlı kültürü arasında zayıflamış bağların güçlenmesi, kültürel kodları bu geleneğe ait kesimlerin canlanan ekonomide büyük paylara sahip olması ve dolayısıyla sınırlandığı dar çevreden çıkıp daha fazla kişinin ilgisini çekmesi... Müzayedelerde satışa çıkarılan hat eserlerinin her geçen gün artması, birbiri ardına hat sergileri açılması bu canlılığın gözden kaçmayacak işaretleri.


Bu açıdan bakınca 2011'in son aylarında, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri'nden birini Hattat Hasan Çelebi'nin alması pek de 'ilginç' değil. Sakıp Sabancı Müzesi'nin önümüzdeki mayıs ayında, restorasyonu şu sıralarda tamamlanan Atlı Köşk'ü bir hat müzesine dönüştürecek olması da... Büyük bir 'müze haberi' de önümüzdeki yıl için; Türkiye'nin en önemli hat koleksiyonerlerinden kabul edilen, iş dünyasından Demet-Cengiz Çetindoğan çifti önümüzdeki yıl Haliç'te büyük bir müze açacak. Projesini mimar Zaha Hadid'in çizdiği müzenin önemli bölümünü hat eserleri oluşturacak. Hat sanatının popülerleşmesini yansıtan bu liste, böyle uzayıp gidiyor...


KUR'AN-I KERİM İSTANBUL'DA YAZILDI
Biz başa, bu sanatın tarihine dönüp İstanbul'un önemini vurgulayan başka bir anekdota geçelim. Yine Profesör Taşkale anlatıyor: 'Türkler İslam dinini kabul edince ayrı soydan, tamamen farklı bir yazıyla karşılaşmışlardır. Karşılarında hiçbir estetik özellik taşımayan, yalnızca bir okuma-yazma aracı olan Arap yazısını, Türk kültür ve estetik anlayışı doğrultusunda kendine özgü bir sanat haline getirmişlerdir. Bugün cami, müze, kütüphane ve özel koleksiyonlarda bulunan nadide el yazmaları; kitaplar, albümler ve levhalar, Türk sanatkarının ince zevkinin ve estetik anlayışının ürünüdür. 'Kur'an-ı Kerim, Mekke'de indi, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı' sözü bu gerçeği en iyi şekilde ifade eder.'

 

İş dünyasından hat sanatına ilgi gösteren kişilerden biri, gemi boyaları alanında faaliyet sürdüren Jotun'un CEO'su Şükrü Ergün. Kendisine hat sanatıyla kurduğu ilişkiyi sorduk...


- Hat sanatına gönülden bağlıyım. Yazıları anlayabilmek, sanatı hissedebilmek için önce Osmanlıca sonra da Kuran okumayı öğrendim. Kültüre ve geçmişe olan merakımı bilen karım yıllar önce bir doğum günümde bana bir ferman hediye etmişti. Her şey öyle başladı. Aşağı yukarı on beş yıldır hat sanatına ilgim artarak devam ediyor.  
- Koleksiyonumu evimde ve ofisimde bulunduruyorum. Güzel bir hat eserine bakarak rahatlarım, huzur bulurum. Dolayısıyla evimde ve işyerimde her an gözümün önünde olsunlar isterim.
- Koleksiyonumda Hafız Osman, Mahmut Celalettin, Mustafa Rakım, İsmail Zühtü, Kazasker Mustafa İzzet, Mehmet Nuri Sivasi, Ali Alparslan,  Hamid Aytaç, Derviş Ali gibi hattatların eserleri var. 
- Eserleri müzayedelerden almıyorum. Hat sanatıyla ilgilenenler birbirlerini 'kulaktan kulağa bilgilenme' yöntemiyle bulabiliyorlar. Bu bir gönül işi. Parayla prestij yarıştırma nesnesine dönüşmesi hoşuma gitmiyor. Parası olmayanların güzel bir hat eserine bakıp huzur duymaktan mahrum kalması, parası olanların duvar rengine uygun diye o eseri alması can sıkıcı. 
- Hat sanatının son yıllarda popülerleşmesinin ardında, başta ülkede hakim siyasi atmosfer olmak üzere birçok neden olabilir. Ancak önemli olan kültürümüzün çok önemli bir öğesi olan hat sanatının geniş kitleler tarafından takdir edilmesi ve ilgi görmesi. Diğer Müslüman ülkelerde de bulunmasına rağmen en iyi hattatlar bizim ülkemizden çıkmış. Hat sanatına bize özgü bir sanat biçiminde bakıyorum.





Abbasiler döneminde kendini göstermeye başlayan, 17. yüzyılda yaşayan Hafız Osman'dan itibaren Osmanlı'da zirveye çıkan hat sanatının ilgi gören önemli isimleri, az değil. Müzayedelerde konuyla ilgilenen her koleksiyonerin sahip olmak istediği hattatları şöyle sıralayabiliriz: Şeyh Hamdullah, Ahmed Karahisari, Hafız Osman, Yesarizade Mustafa İzzet Efendi, Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Mahmud Celaleddin, Bakkal Arif, Şevki Efendi, Aziz Efendi, Hasan Rıza, Kamil Akdik, İsmail Hakkı Altunbezer, Halim Özyazıcı, Hamit Aytaç... Bu isimlerin eserleri son yıllarda müzayedelerde yüz bin dolarlar seviyesinde satılıyor.


Bu konudaki miladın 2010'da, Kazasker Mustafa İzzet'in bir hilye-i şerifinin 1 milyon 150 bin liraya satılması olduğu söylenebilir. Aradan geçen kısa zamanda fiyatı yüz bin dolar barajını aşan hat eserlerinin sayısı 20'yi buluyor.


Hat eserlerine bu fiyatları veren pek çok tanınmış isim var. Tahmin edersiniz ki büyük kısmı iş dünyasından; Erdoğan Demirören, Demet-Cengiz Çetindoğan, Sabancı Ailesi, Ülker Ailesi, Remzi Gür, Ali Demirel, Şükrü Ergün, Mehmet Çebi, Kerem Kıyak, Hasan Yeşilkaya... Bu isimlerden, koleksiyonunda üç bin civarında hat eseri bulunan İstanbul Antik Sanat'ın sahibi Mehmet Çebi, yakın bir gelecekte bu fiyatların çok daha fazla yükseleceğini söylüyor. Bir yatırım aracı olarak koleksiyonculuğa ilgi duyanlara hat eserlerini öneriyor.

 

Akşam Pazar, Haber: Eyüp Tatlıpınar, 11.03.2012

ASIRLIK KONAK, TÜRKİYE'NİN İLK HEYKEL MÜZESİ OLUYOR

 

 

Eskişehir'in Sivrihisar İlçesi'nde açılması planlanan Türkiye'nin ilk heykel müzesi için çalışmalar başladı.

 

Heykeltıraş Metin Yurdanur'un ailesine ait 110 yıllık tarihi konak, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından heykel müzesi yapılmak için restore ediliyor. Çalışmaların tamamlanmasının ardından ağustos ayı başında açılması planlanan müzeye 'Yurdanur Müzesi' adı verilecek. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın katılacağı törenle sanatseverlerle buluşacak müze, kültür merkezi olarak da kullanılacak.

 

Heykel müzesine dönüştürülmesi için Sivrihisar Belediyesi'ne verilen tarihi konağın restorasyon çalışmalarını Eskişehir İl Özel İdaresi yürütüyor. Osmanlı mimarisini yansıtan asırlık konağın aslına uygun onarılması için bütçeden 100 bin lira ayrıldı. Planlamaya göre, müzenin bir odası atölye olacak. Pek çok eseri olan ve çalışmalarını Ankara'da sürdüren heykeltıraş Yurdanur, müze açıldıktan sonra kendisine ayrılan atölyede yeni eserler yapmaya devam edecek. Müzede, Yurdanur'un yanı sıra farklı sanatçılara ait çeşitli heykeller de sergilenecek. Kültür merkezi olarak da kullanılacak müzede müzik etkinlikleri ve konferanslar yapılacak. Çalışmalar bittiğinde Sivrihisar'da bir kültür destinasyonu ortaya çıkmış olacak.

 

Çalışmaları yerinde inceleyen Eskişehir İl Genel Meclisi Başkanı Ahmet Yapıcı, Osmanlı mimarisiyle yapılan evin hiçbir özelliğini kaybetmeden restore edilerek hizmete sunulacağını söyledi. İlçenin tarihi yönden önemli mekanlara sahip olduğunu kaydeden Yapıcı, Metin Yurdanur adına yapılan Türkiye'nin ilk heykel evi müzesinin de bu eserlerden biri olacağını belirtti.

Zaman, Haber: Mehmet Kuru, 11.03.2012

ORTAÇAĞ'DAN KALAN DEV KALE YANDI

 

 

Orta Avrupa ülkesi Slovakya'nın en önemli tarihi yapıtlarından biri yandı. Ülkenin doğusundaki Roznava kentindeki Krasna Horka Kalesi yangında ağır hasar gördü.

 

Ortaçağ dönemine ait kaledeki yangının çıkış nedeni henüz belli değil. Ancak ilk incelemelere göre, yangının bir grup çocuğun kalede saman yakmasıyla başladığını gösteriyor.

Yangında kalenin ahşap olan çatı kısmının tamamının tahrip olduğu ve içeride bulunan çok sayıda tarihi eserin de yandığı açıklandı.

Alevleri söndürmek için 11 bölgenin itfaiye ekipleri uğraş verdi.

14 yüzyılda madencilik yolunu korumak için inşa edilen kale, tarihte birçok hanedanlığa evsahipliği yaptı.

Tarihi kale restore edildikten sonra geçen nisan ayında tekrar açılmıştı.

Cnn Türk, 11.03.2012



******


SİGARA İÇERKEN KOCA ŞATOYU YAKTILAR

 

Slovakya'da 14. yüzyılda yapılan Krasna Horka Şatosu, çıkan yangın sonucunda büyük hasar gördü. Yangının çıkması ardından 84 itfaiyeci ve çok sayıda sağlık ekibi olay yerine sevk edildi ancak oluşan büyük hasarın önüne geçilemedi.

 

Yangın sonrasında başlatılan soruşturmada gözler iki çocuğun üzerine çevrildi. Polis sözcüsü 11 ve 12 yaşındaki iki çocuğun, sigara yakmak isterken çevredeki otları ateşe verdiğini ve yangının böyle başladığını açıkladı.

Slovakya'da 15 yaşın altındaki çocuklar aleyhine dava açılamıyor.
Habertürk, 13.03.2012

ANTİK KENT DEV DALGALARA YENİLDİ

 

 

Anamuryum antik kentinin liman duvarı, dev dalgalar ve kum erozyonu nedeniyle yıkıldı.

 

Mersin Üniversitesi Anamur Meslek Yüksekokulu öğretim görevlisi arkeolog Bilhan Subaşı, Anamuryum antik kentinin liman bölümünün dalgalar nedeniyle büyük hasar görmesinin turizm ve bölge adına büyük kayıp olduğunu belirterek, tarihi tahribatı önlemek için dalgakıran projesinin hayata geçirilmesi gerektiğini söyledi. Antik kentin MÖ 8′inci yüzyılda yerleşime açıldığını kaydeden Subaşı, “Anamuryum antik kenti, yapıları itibarı ile bugün Efes’i aratmayacak konumdadır. Ancak, antik kent yıllardır kaderine terk edilmiş durumda, en büyük nedeni ise deniz dalgalarıdır. Eğer liman duvarlarını koruyacak bir proje geliştirilmezse gelecek kuşaklarımıza aktaracak bir tarihi eserimiz kalmayabilir” dedi.

 

Anamur’un simgesi olan tarihi kente sahip çıkılmasını isteyen ilçe sakinleri de, “Bu eseri sahip çıkamazsak neye sahip çıkacağız? Dev dalgalar liman duvarlarını yıkıp götürüyor. Buna bir an önce önlem alınması gerek” diye konuştu.

Cnn Türk, 10.03.2012

SAHABE TÜRBELERİNİN YANIBAŞINDAKİ AHIRLARIN YIKTIRILMAMASI TEPKİ ÇEKİYOR

 

Diyarbakır'da 27 şehit sahabenin yan yana yattığı Hz. Süleyman Camii'nin hemen yanındaki ahırların yıktırılmaması tepki çekiyor.

 

İslam ordularının komutanı Halid Bin Velid'in oğlu Hz. Süleyman'ın da aralarında bulunduğu 27 sahabenin türbesini ziyaret eden vatandaşlar, çevreyi saran ahır kokusunun ziyaretçileri rahatsız ettiğini, bu yüzden ahırların kaldırılması gerektiğini söyledi. Diyarbakır'ın gerçek anlamıyla bir peygamberler ve sahabeler şehri olduğu ancak yıllardır bu potansiyelin değerlendirilemediği belirtildi. Şehir, 6 peygamber kabri, 3 peygamber makamı ve 32 sahabe kabrinin yanı sıra yüzlerce alime ev sahipliği yapıyor. Diyarbakır'ın manevi kalbi olarak kabul edilen ve 27 şehit sahabe kabrinin bulunduğu Sur İlçesi'ndeki İçkale'nin görüntüsü ziyaretçileri şaşırtıyor. Burada bulunan ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2 yıl önce restore edilen cami, geçen yıl Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç tarafından hizmete açılmıştı. Restorasyon çalışmaları kapsamında yıkılması planlanan caminin hemen bitişiğinde bulunan ahırlar, TOKİ, valilik ve belediye tarafından yürütülen kentsel dönüşüm çalışmalarının yarım kalması nedeniyle henüz yıkılamadı.

 

Diyarbakır Valiliği, Büyükşehir Belediyesi, Sur Belediyesi ile TOKİ tarafından yürütülen kentsel dönüşüm projeleri ile manevi bölgenin gecekondulardan kurtarılması planlanmıştı. Kentsel dönüşümün başladığı 2009 yılında bir yıl içinde gecekondu ve ahırların tamamının yıktırılması ve bölgenin temizlenmesi amaçlanmıştı. Ancak aradan 3 yıl geçmesine rağmen sahabe türbelerinin çevresindeki çok az sayıda gecekondu yıktırılabildi. Ziyaretçileri rahatsız eden kötü kokuların yükseldiği ahırların yıktırılmaması vatandaşların tepkisini çekti. Geri dönüşüm projeleri TOKİ, çevrenin temizlenmesi için gecekondu sahiplerine Çölgüzeli bölgesinde yaptırdığı konutları yüzde 20 indirimli veriyor. Gecekondu değerini de konuttan düşürerek ödeme planı çıkartıyor. TOKİ'nin bu teklifini kabul eden bazı gecekondu sahipleri bölgeyi boşaltı. Ancak çok sayıda gecekondu sahibi, belediyenin enkaz temizleme parasını bile kendilerinden aldığını belirterek, bölgeyi boşaltmaya yanaşmıyor. Bazı gecekondu sahipleri ise TOKİ'nin evlerine biçtiği değerin önemli bir kısmını belediyenin kestiğini belirterek evlerinden çıkmak istemediklerini dile getiriyor.

Vatandaşlar, ise kentsel dönüşüm projesinin bir an önce hayata geçirilerek ahırların yıktırılmasını istiyor.

Zaman, Haber: İsmail Avcı, 10.03.2012

PHOKAİA ANTİK KENTİ KAZILARINA DESTEK PROTOKOLÜ İMZALANDI

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin Foça’daki Phokaia antik kenti kazılarına yıllık 900 bin lira nakdi yardımda bulunmasını öngören protokol imzalandı.

 

Belediyeden yapılan yazılı açıklamaya göre, Agora’daki tarihi kazıları destekleyen İzmir Büyükşehir Belediyesi, Foça Antik Phokaia Kenti Kazı Başkanlığı’na da nakdi yardımda bulunma kararı aldı.

 

İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Sırrı Aydoğan’ın imza attığı protokol kapsamında Foça’daki kazılara yılda 900 bin lira nakdi yardım yapılacak.

 

Ayrıca, belediye tarafından görevlendirilen 1 arkeolog Foça Kazı Başkanlığı ekibinde çalışacak.

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Foça antik kazılarına bugüne kadar işçi ve malzeme desteği gibi ayni yardımlar verdiğini ifade eden Sırrı Aydoğan, yasal düzenlemeler çerçevesinde bu yardımları artık nakdi olarak sürdüreceklerini kaydetti.

 

Foça Top Dağı’nda bulunan tarihi yel değirmenlerinin kazı başkanlığı ve Büyükşehir Belediyesi işbirliğinde restore edildiğini belirten Aydoğan, çalışmaların ardından yel değirmenlerinde aslına uygun olarak buğday öğütüleceğini ifade etti. İzmir’in ihtiyacı olan her yerde belediye olarak çalışmayı sürdüreceklerini dile getiren Aydoğan, “Tarihi ayağa kaldırma konusunda yaptığımız bu çalışmalar gelecek kuşaklara ve insanlığa hediyemizdir” ifadesini kullandı.

 

Sırrı Aydoğan, Büyükşehir Belediyesi olarak Ayavukla Kilisesi’ni restore ettiklerini, Emir Sultan Türbesi, Beth İsrael Sinagogu ve Doğanlar Kilisesi restorasyonlarıyla İzmir’in hoşgörü kimliğini ortaya koyduklarını kaydetti.

 

Foça Antik Phokaia Kazı Başkanı Prof. Dr Ömer Özyiğit de destek veren İzmir Büyükşehir Belediyesi yönetimine teşekkür etti. Antik Foça’nın İyon kentleri arasında en büyüyüğü ve Batı medeniyetinin kurucusu olduğunu vurgulayan Özyiğit, “Bu kadar önemli bir tarihi” ayağa kaldırma konusunda el birliğiyle çalışmaya devam ettiklerini ifade etti.

haberler.com, 09.03.2012

ADANA MÜZESİ'NİN TAŞ ESERLER BÖLÜMÜ YENİDEN AÇILDI

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kararıyla 2 yıl önce kapatılan Adana Arkeoloji Müzesi’nin Taş Eserler Bölümü kapılarını ziyaretçilerine tekrar açtı.

 

Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım Tosun, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, müzenin 2010 yılında depremlerden oluşan çatlaklar ve rutubetten dolayı kapatıldığını belirterek, “Adana’daki etnografya ve arkeoloji müzelerinin kapalı olması nedeniyle kente gelen turistler bu müzeleri gezemiyordu. Bu nedenle bende restorasyonu tamamlanan taş eserler bölümünün ücretsiz açılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na dilekçe gönderdim. Bakanlıkta dilekçeye olumlu bakarak taş eserler bölümünün diğer bölümler tamamlanana kadar ücretsiz ziyaretçi almasını kabul etti” dedi.

 

Tosun, müzedeki restorasyon çalışmalarının 2012 yılında bitirileceğini kaydetti.

haberler.com, 08.03:2012

ÇATTEPE, DİCLE'DEKİ TEK LİMAN

 

 

Batman Üniversitesi Rektörü ve Hasankeyf Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, Ilısu Barajı'nın sadece Hasankeyf ile sınırlı olmadığını, kuş uçumu 104 kilometrelik bir alanı kapsadığını söyledi. Uluçam, bu alanda 91 arkeolojik alan bulunduğunu ifade ederek, DSİ'nin sadece Hasankeyf'te değil, 104 kilometrelik alan içerisinde pek çok yerde kamulaştırma faaliyeti yürüttüğünü belirtti. Baraj gerçekleştiğinde su altında kalacak Hasankeyf'in yüzde 80'lik bölümünde kazılacak alanlar bulunduğuna dikkati çeken Uluçam, şöyle dedi. ''Ortaçağ dünyasının o güzelim şehrinde kazılacak çok yer var ve bunların büyük bölümü istimlak edilemedi. DSİ bu konuda çok uğraş vermesine rağmen, ederinin, olurunun üzerinde teklif vermesine rağmen hala istimlak edilemeyen alanlar mevcut. Hem DSİ, hem Kültür Bakanlığı açık yüreklilikle söylüyorum, Hasankeyf'in kültürel varlığı için akla gelmedik ödenek ayırdılar. Ama bu rıza ile olacak bir durum. Rıza olmadığından mahkeme kararı da uzadığından süreç uzadı. Barajın su altında kalacak bölümünün tamamı istimlak edilecek. İstimlak edilen Çattepe mevkisi ise baraj sularından ilk etkilenecek alan. Burası aynı zamanda Dicle nehri üzerinde tek liman olan yer. Çattepe höyüğünün orada Botan çayı da dahil 3 nehir birleşiyor. Burası yük gemilerinin Basra'ya kadar gittiği eski su üstü taşımacılığının yapıldığı, gemilerin yanaştığı bir liman. Dolayısıyla son derece önemli. Çattepe'ye bu nedenle öncelik verildi.'' Uluçam, kamulaştırma yapıldıkça kazı çalışmalarını sürdürdüklerini bu kapsamda taşınacak esas Hasankeyfli'lerin yaşadığı yerin altının kendileri için önemli olduğunu belirterek, ''Höyük, Süryani yerleşim alanı, İçkale ve Büyük Saray'da kazıya 15 Mart'ta başlıyoruz. Bunun için gereken ödenek aktarıldı'' dedi. Uluçam, eski Hasankeyfli'lerin yaşadığı yerde ise sondaj mahiyetindeki küçük kapsamlı kazıların süreceğini belirtti.

Batman Gazetesi, 08.03.2012



4 - 10 Mart 2012

TARİHİ GAZHANE İÇİN YENİ İHALE 15 MART'TA YAPILACAK

 

 

Tarihi Hasanpaşa Gazhane binasının restorasyonu için ilk adım atılıyor. Yüksek teklif nedeniyle iptal edilen 2011 yılındaki ihale yeniden yapılıyor.İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü tarafından yeniden yapılan ihaleyle restorasyon projesi hazırlanacak.

Dev kültür merkezine dönüştürüleceği söylenmesine rağmen İETT garajı ve şantiye olarak kullanılan Tarihi Gazhane'nin restorasyon çalışması kapsamında 13 bin metrekarelik tarihi yapının yenilenmesi, 5 bin metrekarelik yeni inşaat alanı eklenmesi öngörülüyor. 15 Mart 2012'de yapılacak ihale açık ihale şeklinde gerçekleştirilecek. Proje ihalesinin tamamlanmasının ardından yapım için yeniden ihale edilerek 3 yıl içerisinde açılışa hazır hale getirilmesi hedefleniyor. 2011 yılında yapılan ihalede verilen teklifler yüksek bulunduğu için iptal edilmişti.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 10.03.2012

MAĞARAYI UÇURACAKLARDI

 

 

Sinop'un Saraydüzü İlçesi'nde kaçak kazı yaptıkları  belirlenen 7 kişi, polis ve jandarmanın ortak operasyonu ile suçüstü yakalandı. Olayda 4 kilo 850 gram patlayıcı madde ile define aramada kullanılan çok sayıda malzeme ele geçirildi.     
 

Olay, Saraydüzü İlçesi'ne bağlı Arım Köyü'nde meydana geldi. Edinilen bilgiye göre, yapılan istihbarat çalışması sonucu harekete geçen Sinop İl Emniyet Müd ürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Şube Müdü rlüğü ile İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, izinsiz kazı yapan şahıslara yönelik operasyon düzenledi. Operasyonda 7 şahıs kazı yaparlarken suçüstü yakalandı. Yakalanan şah ısların söz konusu yerde 16 metre derinliğinde, 2 metre çapında çukur açtı kları tespit edildi. Olayla ilgili olarak Ş.İ,  F.E, H.E, A.G, Y.Ç, M.Ç. ve M.G. adlı 7 kişi gözaltına alınırken, ele geçirilen 1 adet jeneratör, 1 adet makara, 1 adet testere, 15 metre uzunluğunda ara kablo, 5 adet kürek, 1 adet balyoz, 1 adet kazma, 1 adet balta, 1 adet keser, 12 adet çekiç, 20 metre uzunluğunda ara kablo, 1 adet matkap, 10 metre uzunluğunda halat, 20 basamaklı demir merdiven, 2 adet hilti, 8 adet hilti ucu, 1 adet iş gözlüğü, 1 adet el feneri, 4 kilo 850 gram (Klorat) gübre olarak tabir edilen kayaları parçalamada kullanılan patlayıcı madde ve aynı kutu içerisinde 60 santimetre uzunluğunda kabloya el konuldu.  

Türkiye Gazetesi, 09.03.2012

SÜRYANİ KİLİSESİ'NDEKİ 1700 YILLIK ÇAN VE İNCİL ÇALINDI

 

 

Savur’un Süryanilerin çoğunlukta yaşadığı Dereiçi Köyü’nde bulunan Mor Yuhanun Kilisesi, son 10 yıl içerisinde 3’üncü kez soyuldu. Her Pazar günü ayin yapılan kiliseye geçen Pazar günü yapılacak ayin öncesi temizlik yapmak üzere giden köylüler, kilise kapısının kırık olduğunu gördü. İçeri girince de tarihi çan ve İncil’in yerinde olmadığını gören köylüler durumu jandarmaya haber verdi. Köye gelen jandarma olay yeri inceleme ekipleri, yaptıkları çalışmadan sonra çalınan tarihi çan ve İncil’in bulunması amacıyla çalışma başlattı.

Dereiçi Köyü Muhtarı İlyas Dal, Pazar günü ayin öncesi kiliseye geldiğini ve kapının kırık olduğunu görtüğünü belirterek şöyle dedi:
"İçeri girdiğimizde 1700 yıllık çan ve İncil’in yerinde olmadığını gördük. Başka ne götürmüşler bilmiyorum. Ama çan ve İncil yerinde yoktu. Durumu jandarmaya bildirdik. Jandarma gelip tutanak tuttu. Eminim kısa zamanda bulunacak. Çünkü daha önce de çan ve İncil iki kez çalınmıştı ama bulunmuştu. Allah onlara bırakmaz."

Muhtar İlyas Dal, 7 çoğunun olduğunu, birinin Avusturya’da diğerlerinin ise İsveç’te yaşadığını belirterek şunları söyledi:
"Doğup büyüdüğüm bu topraklardan başka bir toprak benim için geçerli değildir. Çocuklarım, beni de Avrupa’ya götürmek istiyor. Avrupa’ya giden geri gelmiyor. Bu yüzden ben gitmek istemiyorum. Bazı Süryaniler gelip burada modern, lüks evler yaptı ama hepsi boş. Gelip burada yaşayan yok. Buradan çağrı yapıyorum, gelin topraklarınıza sahip çıkın, hiç olmazsa yılda bir topraklarınızı görün diyorum."

Dereiçi Mor Hanne Kilisesi’ndeki tarihi çan ve İncil’in çalınması haber Savur İlçesi’nde de tepkiyle karşılandı. Savur Belediye Başkanı Eşref Ayaz, "Savur’daki Müslümanlar olarak Süryani kardeşlerimize karşı mahçup olduk, gerçekten bu olay beni ve ilçe halkını çok üzdü. Ayda bir kaç defa toplanan Süryani kardeşlerimiz bu kilisiye gidip ayin yapıyordu. Bu kilise 5 yıl önce de restore edilmişti. Bu hırsızlığı yapanlar Allahtan belasını bulacaktır" diye konuştu.

Radikal, Haber: Adnan Avuka, 09.03.2012

 

 

BİNGÖL'DE TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

 

Bingöl Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele ekiplerince bir otobüste yapılan aramalarda bir yolcunun valizi içinde 30 adet sikke, 1 adet metal kemer, bir adet haç parçası ve bir adet metal halka ele geçirildi.

Bingöl Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan yazılı açıklamada, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince Muş yolu girişinde yapılan yol kontrolleri esnasında otobüs yolcularından birine ait olduğu tespit edilen valizde yapılan aramada 30 adet sikke, T harfi biçiminde bir adet haç parçası, bir adet metal kemer ve bir adet metal halka ele geçirildi. Açıklamada, ele geçirilen eserlerin incelenmek üzere Elazığ Müze Müdürlüğü'ne gönderildiği ve gözaltına alınan valiz sahibi hakkında '2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet' suçundan işlem yapılarak ilgili adliyeye sevk edildiği belirtildi.

Habertürk, Haber: Aydın Arık, 09.03.2012

TALAN EDİLEN TARİHİ TÜRBE ASLINA UYGUN RESTORE EDİLECEK

 

Samsun'un Bafra ilçesi Türbe köyünde Emirza Bey ailesinin mezarlarının bulunduğu 631 yıllık tarihi türbede define için kaçak kazı yapıldığının ortaya çıkması, kamuyu harekete geçirdi.

 

İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Aslan Karanfil, türbenin restore edilip eski haline getirilmesi için proje başlattıklarını açıkladı. Restorasyonla ilgili başvurunun Kültür ve Turizm Bakanlığı Anıtlar Yüksek Kurulu'nun onayından geçmesi halinde projeye hemen başlayacaklarını kaydetti.

 

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Tellioğlu'nun hazırladığı 'İlk Çağdan Osmanlı'ya Samsun Tarihi ve Bafra'ya Yerleşen Türkler' konulu bilimsel kitap için türbeye gitmesiyle ortaya çıkan define talanı haberi, büyük yankı uyandırdı.

 

Zaman Gazetesi'nin haberi 6 Mart tarihinde "631 yıllık türbeyi define için talan etmişler" başlığı ile duyurmasının ardından harekete geçen Samsun Valiliği İl Özel İdaresi, köy tüzel kişiliğine ait türbenin restorasyonu için çalışma başlattı.

 

Söz konusu türbeyle ilgili bilgi veren Samsun il Özel İdaresi Genel Sekreteri Aslan Karanfil, Emirza Bey Türbesi'nin uzun yıllardan beri harap halde bulunduğunu belirterek, türbeyi restore edeceklerini söyledi.

 

Bununla ilgili daha önce de İl Genel Meclisi üyelerinin Kültür ve Turizm Bakanlığı Anıtlar Yüksek Kurulu'na başvurduğunu ve söz konusu türbenin köy tüzel kişiliğine ait olması sebebiyle ödenek çıkmadığını hatırlatan Karanfil, "Şuan ödenek noktasında sorun yok. İdare olarak zaten burayla ilgili restore projesi de kurumumuzun Koruma Uygulama Denetleme Bürosunda hazırlıyor. Anıtlar Yüksek Kurulu restore izni verirse hemen projeye başlarız. Şuan gelecek kararı bekliyoruz." ifadelerini kullandı.

 

Selçuklu sülalesinden İsfendiyaroğullarına mensup olan Türk beylerinden Emirza Bey ve ailesine ait köy ortasındaki türbede kaçak kazı yapan defineciler, açtıkları 16 mezardaki insan kemiklerini etrafa saçmış, üzerinde ayetler yazılı mezar taşlarını kırmış, bazılarını camdan aşağı atmış ve tarihi kabristanlığı kullanılamaz hale getirmişti.

Zaman, 09.03.2012

"KİMSE HEYKELDEN KORKMASIN"

 

 

Mehmet Aksoy’un “Zamanın ve Mekanın Suretleri” adlı sergisi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi - Tophane- i Amire’de bu akşam açılıyor. Sergide sanatçının 1979’da yaptığı “Türkiye” adlı gebe kadın heykelinin dikkat çekmesi bekleniyor. Tophane-i Amire Kültür Merkezi ve Mimar Sinan Üniversitesi Osman Hamdi salonlarında yer alan sergi, bu akşam saat 19.00’daki bir kokteylle sanatseverlerle buluşacak. 50 yıllık sanat yaşamında yaptığı 200’den fazla heykelden yalnızca 75’inin sergide yer alacağını belirten Aksoy “Heykel heybesi gibi bir adam olmuşum. Sergiyi gezenler 50 yıllık sanat geçmişim ve bu süreçte neler olmuş onu fark edecekler. Sanatsal bir hatırlatma olacak. Sergi aynı zamanda ülkede neler olduğunun sosyal politik geçmişimizin bir yansıması olacak” dedi. Aksoy’un sergisindeki “Türkiye” adlı heykel, başörtülü, çıplak ve hamile bir kadını tasvir ediyor. Aksoy, 1979 yılında yaptığı bu eseriyle ilgili olarak şöyle konuştu: “Türkiye adlı bu heykelimde umutlu bir ana var. Çocuğunu doğurmak istiyor. Bu kadın iyi güzel günlere gebe bir kadın. 12 Eylül’de düşük yaptırdılar ama yeniden gebe kaldı.”

Sergide Kars’ta yıkılan “İnsanlık Anıtı”nın fotoğrafları da yer alacak. Sergiyi gezenlerin heykelin ucube olup olmadığına bir de fotoğraflardan bakarak karar vereceğini ifade eden Aksoy “O anıt artık tarih oldu. Ama umutsuz değilim. Heykelden çok umutluyum. İnsan olma yolunda bizim de, sanatın da, bir katkısı olduğuna inanıyorum. Yıkımla özgürlük alanına dokunulamaz. Beni hapse de koysan çakıl taşından, kağıttan yine heykel yaparım” diye konuştu. Mehmet Aksoy, sergi için kaleme aldığı yazısında düşüncelerini “Kimse heykelden korkmasın, heykeli sevsinler istiyorum. Onun form dilinden bir şarkı gibi anlaşılmasını istiyorum. 50 yıldır yaptığım heykellerle belki bunu biraz başarabilmişimdir” diye ifade etti.

Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 09.03.2012

BONHAMS'DA İZNİK ÇİNİLERİ

 

Avrupa’nın prestijli müzayede kuruluşlarından Bonham’s, 24 Nisan’da, tarihi 7. yüzyıla kadar dayanan sanat eserlerini satışa çıkaracak. Müzayedede satışa çıkacak eserler arasında, 16. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma İznik çinileri de var. 50 parça İznik çinisinin 50 ile 70 bin pound arası fiyata alıcı bulacağı tahmin ediliyor. Müzayedede ayrıca Fatımi kaya kristalleri ve 18. yüzyılda Kabe’nin kapısı için dikilen perde de bulunuyor.

Radikal, 09.03.2012

SELÇUK'TA KAÇAK KAZI YAPAN ÜÇ KİŞİ TUTUKLANDI

 

Selçuk İlçesi Zeytin Köy yakınlarında Doğal Sit alanı içerisinde kaçak kazı yapan ve kazdıkları içerinde su dolu kuyuya sualtı kamerasıyla bakmaya çalışan üç kişi Selçuk Jandarma Ekiplerince suçüstü yakalandılar.
 

Olay yerini gezen ve kaçak kazı yapıldığını fark eden Selçuk Jandarma devriye ekipleri, doğal sit alanı içerisinde kazdıkları derin çukurun içerisine sualtı kamerasıyla çalışmalarına devam eden S.A, B.K ve M.D Jandarma ekiplerince suçüstü yakalandılar. Yakalanan şahısların Jandarmadaki sorgusu tamamlandıktan sonra adliyeye sevk edildikleri öğrenildi.

Ayrıca söz konusu alanda yaklaşık iki hafta önce yine üç kişi tarafından kaçak kazı yapıldığı, yakalanan üç kişinin çıkarıldıkları mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildikleri öğrenildi.

Selçuk Bölge Haberleri, 08.03.2012

TARİHİ MEZAR TAŞLARINA KORUMA

 

 

Çanakkale Savaşları'nda, Anadolu yakasındaki Kumkale muharebeleri sırasında Mehmetçiğin kendisine siper edindiği 400 yıllık tarihi Türk mezarlığı, restorasyon ve çevre düzenlemesi projesi ile ayağa kaldırıldı. Tarihi mezar taşları, define avcılarınca çalınmasın diye tek tek fotoğraflanıp sanat eseri olarak kayıt altına alındı.

 

Kumkale Beldesi'ndeki 27 bin metrekarelik alanda bulunan 400 yıllık tarihi Türk mezarlığı, Çanakkale Valiliği'nin hazırladığı, Güney Marmara Kalkınma Ajansı'nın desteklediği proje kapsamında restore edilip, çevre düzenlemesi yapılarak turizme kazandırıldı. Çalışmaların tamamlanmasının ardından Çnakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Terzioğlu Kampusü Troia Kültür Merkezi'nde projeyle ilgili bir konferans düzenlendi.

 

Çanakkale Vali Yardımcısı Canan Hançer Baştürk, Çanakkale Belediye Başkan Vekili Belgin Akpınar, ÇOMÜ Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Hamit Palabıyık, Kumkale Belediye Başkanı Süleyman Erte, Erenköy Belediye Başkanı Alaattin Özkurnaz ile çok sayıda davetlinin katıldığı konferans açılış konuşmalarıyla başladı.

 

Tarihi Türk mezarlığının bulunduğu Kumkale Beldesi'nin CHP'li Belediye Başkanı Süleyman Erte, bu proje başlamadan önce beldedeki tarihi Türk mezarlığının viran halde olduğunu anlattı.

Mezarlığın yıllarca insanların giremediği, içler acısı durumda olduğunu hatırlatan Başkan Erte, "Bölge insanı olarak yıllarca buranın virane halini gördüğümüzde içimiz sızlıyordu. Yer yer defineciler, yer yer hırsızlar hep burayı talan ediyordu. Konuştuğumuz belde halkı, mezar taşlarının çalındığını ve bölgede hazine arandığını gördüklerini anlatıyordu. Herkes bundan rahatsızdı. İşte bu proje buranın sahiplenilmesi anlamında ve bu güzelliğin korunmasını bize bir görev olarak addediyor. Proje tamamlandıktan sonra bu mezarlık ziyaret edilebilecek bir konuma geldi. Burası turizme kazandırıldı" dedi.

 

Proje yöneticisi ÇOMÜ Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Burhan Sayılır ise Kumkale Beldesi'nde yıllarca bakımsız kalan ve yok olmaya yüz tutan 400 yıllık tarihi mezarlığa valilikçe hazırlanan proje kapsamında sahip çıkıldığını söyledi. 1915'teki Kumkale muharebeleri sırasında Mehmetçik'in Fransızlara karşı savaşırken kendisine siper edindiği bu önemli tarihi mezarlığı ayağa kaldırılarak turizme kazandırdıklarını anlatan Sayılır, "25 Nisan 1915'de Fransızlar'ın Kumkale'ye çıkması sırasında yaşanan iki günlük muharebelerde Türk askeri ayakta kalmak için bu mezarlığa sığınmıştır. Bu mezarlıkta bir gecede 2 bine yakın asker siperler kazmış, mevziler kazmış ve burada yaşamak için ölümün olduğu bir yere sığınmış" dedi.

 

Tarihi Türk mezarlığının yapılan çalışmaların ardından, 17. yüzyıldan itibaren Osmanlı mezar kültürünün görülebileceği bir alan haline geldiğini belirten Yrd. Doç.Dr. Sayılır, "Mezarlık aynı zamanda Kumkale muharebelerinin yaşandığı siper ve mevzilerinde görülebileceği bir alan oldu. Bu çalışmaya ilk başladığımızda arazide dik konumda 100'e yakın mezar taşı var ya da yoktu. Proje kapsamında siperlerin ve mevzilerin açılması çalışmaları sırasında onlarca mezar taşını biz toprak altından çıkardık. Kırık olan mezar taşlarını onararak hepsini arazi üzerine diktik. Şu an mezarlıkta 401 mezar taşı Dikili konumda, tamir edemediğimiz 68 mezar taşını da muhafazaya aldık. Tüm mezar taşlarının bir envanterini çıkardık. Hepsine numara verildi. Bundan sonra artık mezar taşları çalınsa da, başına bir iş gelse de artık envanterimizde bunlar var" dedi.

Burası Çanakkale, 08.03.2012

"TARİHİMİZ KATLEDİLMİŞ, KURTULANLARA SAHİP ÇIKALIM"

 

 

Mimarlar Odası Bolu Temsilciliği, Bolu Ticaret ve Sanayi Odası seminer salonunda “MS 2.Yüzyıl Roma dönemi-Bolu” başlıklı bir Sunu-Söyleşi düzenledi. Sunumun açılış konuşmasını yapan Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Üyesi Mehtap Özcan Mısırlıoğlu; “Amacımız günümüz insanına hayatın yoğunluğu içinde unutup gittiği değerleri tekrar hatırlatmak ve bu değerlere sahip çıkılmasını sağlamaktır. Üzerinde yaşadığımız bu topraklarda var olan tarihi eserler, canlı organizmaların taşıdıkları gen bilgileri gibi, hem o coğrafyada yaşayanlar, hem de insanlık için olmazsa olmasz değerlerdir. Bu çalışmamızda Bolu’nun MS 2. yy Roma Dönemi olmuştur. Roma İmparatorluğu’nun önemli bir şehri olan Cladiopolis’tir… 


Bugüne gelene kadar tarihi dokuya geri getirilmesi imkansız zararlar verilmiştir. Örneğin Belediye arkasındaki binalar yapılırken oradaki antik tiyatro kalıntılarına, eski Müftülük binası ve doğusundaki binalar yapılırken de Hadrian Tapınağı’nın temel kalıntılarına zarar verilmiştir.
    
Kentsel dönüşüm adı altında yanlış bir politika uygulanmaktadır 
Kimilerine göre bir değer arz etmeyen, ama tescil değeri olan veya tescillenmiş yapıların; şehirlerin sağlıklı gelişmesine engel olması karşısında KENTSEL DÖNÜŞÜM adı altında yanlış bir politika uygulanmaktadır. İşte bu yanlış uygulamalar; insanların amaçlarının dışına çıkmasına ve korunması gereken tarihi eserlerin yutulup yok olmasına neden olmaktadır.


Artık aynı hatalar tekrarlanmamasın, kaş yapılırken, göz çıkarılmasın diyerek, bugüne kadar yapılan kazılardan elde edilen ve kayıt altında bulunan resmi verilere dayanarak hazırlanmış arkeolojik bulguları bir slayt sunumu ile ilgi duyan vatandaşlarımıza anlatmak istedik. Mimarlar Odası olarak her türlü polemikten uzak kalmaya özen göstererek ve çalışmalarımızı bilimsel düzeyde tutarak hep topluma faydalı olabilme gayreti içinde olduk ve bundan sonra da olmaya devam edeceğiz” dedi.   

    
Amaçlarının; MS 2. yüzyılda bu şehre ismini veren İmparator Cladios ve beş büyük Roma İmparatoru’ndan üçüncüsü olan İmparator Hadrian dönemini ve kaybolmak üzere olan o dönemin eserlerini halkımıza anlatmak olduğunu söyleyen Semih Dimicioğlu, büyük bir titizlikle hazırlandığı belli olan sunumu sinevizyon eşliğinde anlatırken, salonu dolduran yüzlerce kişi pür dikkat izledi. Dimicioğlu, Bolu’nun geçmişte Kargatepe, Hisartepe, Fırka Tepe ve Uuğurlu Naip Tepe’den oluşan 4 tepe üzerinde kurulu olduğunu belirterek, bu tepelerde bu güne kadar çıkan tarihi eserleri ve bunların geçmişte nasıl katledilmiş olduklarını resimlerle anlattı. Arkeolog Bedri Yalman’ın 1978’de Hisar Tepesi’nde yaptığı kazılarda çıkan mermer sütunların kireç ocaklarında eritilerek, kireç olarak kullandığını anlatırken, salondaki herkes hayretler içinde kaldı. Eski Müftülük Binası’nın yapılırken, temel kazısı sırasında Stadion basamaklarının nasıl katledildiği, Hisar Tepesi’ne su deposu inşaatı yapılırken ortaya çıkan eserlerin nasıl tahrip edilerek yok edildiği, fotoğraflarla anlatıldı. Sunumu izleyen bütün  davetliler, Bolu’da tarihin nasıl katledildiğini hayretler içersinde izledi.

 

Toplantıda 1. derecede sit alanı iken 3. dereceye düşürülen Hisar Tepesi’nin 3. derece de kalması gerektiğini savunan tek isim ise Nahit Abak oldu. Abak, “Şu anda üzerinde konuştuğumuz kalıntılar, bölgenin 3. Derece sit alanı olmasından dolayı yapılan kazılarla elimize geçmiştir. Eğer bu bölge 1. veya 2. derece sit alanı olsaydı, bu değerlerimiz hakkında bir bilgi sahibi olamazdık. Ben o yüzden 3. derece kalmasını ve eserlerin toprak altında kalmalarının önüne geçilmesini istiyorum” dedi.

Bolu'nun Sesi (Kısaltarak), 08.03.2012

SÜMERLİLER BUNU DUYMASIN

 

 

Gaziantep Müzesi’nde geçtiğimiz yıl akıllara durgunluk veren bir olayın yaşandığı ortaya çıktı. Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdür Yardımcısı Ahmet Beyazlar, 5 bin yıllık iki çömleğin müze dışında sergilenmesini sağlamış. Ancak bunun yapılabilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın onayı ile Bakanlar Kurulu’nun izin vermesi gerekiyor.

 

Polis Haftası etkinlikleri kapsamında MÖ 3. bin yıl Erken Sümer Hanedanlığı dönemine ait 2 çömleğin müze dışına çıkarılarak, Kaçakçılık Şube Müdürlüğü’nün Sanko Park AVM’de kurduğu standında sergilendiği ortaya çıktı.

 

Tesadüfen alışveriş merkezini gezen Arkeolog Yard. Doç. Dr. Eyyüp Ay, dikkatini çeken iki çömleğin imitasyon olmadığını hemen anladığını ve olaya müdahale ettiğini söyledi. Müze envanterinde olması ve korunması gereken, MÖ 3. bin yıla ait Erken Sümer Hanedanlığı dönemine ait 2 çömleğin Kaçakçılık Şube Müdürlüğü standına nasıl konulduğunu anlayamadığını ifade eden Yard. Doç. Dr. Ay, bu sorumsuzluğa inanamadığını belirtti.

 

Tarihi eserlerin korunması için Gaziantep Valiliği’ne dilekçeyle başvurduğunu ifade eden Yard. Doç. Dr. Ay, “Valilik geçtiğimiz yıl 2011/18 nolu bir soruşturma başlattı. Müze müdürüyle ilgili soruşturma izni verilmedi ancak Müdür Yardımcısı Ahmet Beyazlar soruşturma geçirdi. Bir tarihi eserin müzeler dışında teşhir edilebilmesi yada restorasyonu için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın onayının ardından Bakanlar Kurulu’nun izin vermesi gerekiyor. Gaziantep’te yaşanan bu olay büyük bir sorumsuzluk örneğidir” dedi.

 

Aradan geçen zaman içinde Müze Müdür Yardımcısı Ahmet Beyazlar, müzedeki görevinden ayrıldı. Fakat, 5 bin yıllık iki eserin bu şekilde sergilenmesine neden olan müdür yardımcısı; tarihi eserlerin özenle korunması için önemli çalışmalar yapan Gaziantep Kültür ve Tabiatlarını Koruma Bölge Kurulu’nda görevlendirilmesine bir anlam verilemiyor.

Gziantep Güncel, 08.03.2012

ANADOLU'NUN GİZEMLİ MUMYALARI

 

     

 

Dünyada iç organlarıyla birlikte mumyalanan tek örnekler olma unvanına sahip olan İlhanlı soyluları, Amasya Müzesi'nde sergileniyor.

Kente gelen yerli ve yabancı turistlerin büyük ilgisini çeken mumyalar, İlhanlılar Dönemi'nde, Moğollar tarafından zehirlenerek ya da boğularak öldürüldükleri tahmin edilen Anadolu Nazırı Şehzade Cumudar, Amasya Emiri İşbuğa Noyan, Amasya'da hükmetmiş olan İzzettin Mehmet Pervane Bey, eşi ve 2 çocuğuna ait olduğu belirtiliyor. Mumyalar, Mısır'dakilerin aksine iç organları çıkartılmadan mumyalanan ilk Türk ve Müslüman mumyalar olma özelliğini taşıyor.



 



Amasya Müzesi Müdürü Celal Özdemir, "Müzeye gelen ziyaretçiler ilk önce mumyaları görmek istiyorlar. Mumyalardan 4 tanesi çocuk, 4 tanesi yetişkin toplam 8 adet mumya sergiliyoruz. Mumyaların diğer özelliği ise Müslüman olmaları ve iç organlarının içerilerinde bulunuyor olmasıdır. Müzemize 2002 yılında belgesel kanal 'National Geographic' araştırmacıları geldi ve mumyalar üzerinde endoskopik incelemelerde bulundu, röntgenleri çekildi. İnceleme esnasında iç organların hala mumyalar içerisinde olduğu tespit edildi. Özellikle çocukların yaşamış oldukları, beslenmeden kaynaklanan hastalıkları dahi tespit edildi. Mumya dendiği zaman akla ilk gelen Mısır mumyalarıdır. Ama buradakiler Mısır mumyalarından farklıdır. Çünkü oradaki mumyaların tamamının iç organları çıkartılmıştır. Bizdekilerin ise iç organları halen içlerinde durmaktadır." dedi.





Amasya Müzesinde mumyaların dışında, 6 bin civarında arkeolojik eser bulunduğunu aktaran Özdemir, "Müzemizde ve depolarda teşhir ettiğimiz 12 bin 500 civarında sikkemiz mevcuttur. Bunun yanında 4 bin 500 adet etnografik olmak üzere toplam 23 bin civarında müzemizde tarihi eser sergilemekteyiz. Orta Karadeniz bölgesinin neolitik diyebileceğimiz, milattan önce 6 bin 500 yıllarına ait, Doğantepe beldesinde 2006 yılında yapmış olduğumuz çalışmalar sırasında, şu anda anadolunun 7 bin yaşındaki en yaşlı bebeğini bulduk. O kazıda elde ettiğimiz buluntuları ve aile mezarlığını tek bir vitrin halinde Amasya'ya gelen ziyaretçilerimizin beğenisine sunuyoruz.
Ayrıca müzemizde Arkeoloji vitrininde teşhir ettiğimiz en önemli eserlerden biriside Hititler dönemine, milattan önce 1400 yıllarına ait, yine Doğantepe beldesinde çalışmalarda bulunmuş olan, dünyada eşine nadir rastlanan fırtına tanrısı diye bilinen, 'Teşup Heykelciği'ni de burada sergilemekteyiz. Amasya'nın kronolojisi milattan önce 6 bin 500'lü yıllardan başlayıp, Cumhuriyetin başlangıç yıllarına kadar ait olan eserleri müzemizde rahatlıkla gelip görebilirler. Amasya müzesine herkesi bekliyoruz" dedi.

Habertürk, 08.03.2012

KAYA MEZARLARIN ÜSTÜNE VİLLA İNŞAATI TEPKİ ÇEKTİ

 

 

Muğla'nın Bodrum İlçesi Gümüşlük beldesindeki Myndos antik kentinde nekropol alanındaki 13 kaya mezarının 30 metre ilerisindeki 2 dönümlük alanda, villa inşaatı başladı. Antik Myndos Kenti Kazıları Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, inşaat alanın üçüncü derece sit alanı olduğunu belirtip, tarihin rant uğruna talan edildiğini ileri sürdü. Gümüşlük Belediye Başkanı DP'li Mehmet Tire ise inşaatın gerekli tüm yasal izinlerinin olduğunu açıkladı.

Gümüşlük Beldesi'nde kazı ve kurtarma çalışmalarının sürdüğü Myndos antik kentindeki nekropol alanındaki 13 kaya mezarının 30 metre ilerisindeki 2 dönümlük alanda, üç hafta önce villa inşaatı başladı. Zemin kat betonları çıkan, üçüncü derece sit alanındaki villa inşaatı, Myndos Antik Kenti kazılarına başkanlık eden Uludağ Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin'in tepkisine neden oldu.

Kazı Başkanı Prof.Dr. Şahin, villa inşaatı bir ihbarla öğrendiğini belirterek, "Tarih, rant uğruna talan ediliyor" dedi.


Villanın yapıldığı alanda daha bir ay önce 13 kaya mezarı bulduklarını belirten Prof.Dr. Şahin, "Villanın yapıldığı yer nekropol alanı. Daha önceden aynı arazide çekilen fotoğraflardan tespit ettiğimiz kadarıyla inşaat alanındaki kaya mezarları tahrip edilmiş ve üzerine yeni duvarlar örülmüş" dedi.

Prof.Dr. Şahin, Müzeler Genel Müdürlüğü ve Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Bölge Koruma Kurulu'na başvurup, konuyla ilgili inceleme başlatılmasını isteyeceğini söyledi. Prof.Dr. Şahin, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nden iki görevlinin yaptığı sondajın ardından verildiği ileri sürülen inşaat izni ile ilgili raporları incelemek istediğini de vurgulayıp, "Yeni bir sondaj çalışması yapılması talebinde bulunacağım" diye konuştu.

Gümüşlük Belediye Başkanı Mehmet Tire, villanın mimar Yalım Gülercan tarafından yapıldığını belirterek, "İnşaat öncesinde Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan ve bizden önceki belediyeden tüm yasal izinler alınmış. Kontrollerimizde inşaatın büyüklüğü ile ilgili gerekli uyarılarımızı yapıp, yüzde 5'lik imar iznine uyulmasını istedik. Yasadışı bir durum yok. Tarihi yönü ile ilgili konular ise Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun işi" şeklinde konuştu.

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız ise gelen şikayetler üzerine Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun talebiyle, iki arkeoloğun sondaj çalışması yapmasının ardından gerekli yasal izinleri verdiklerini kaydetti.

Öte yandan tepkiler üzerine inşaata dört gün önce ara verildiği öğrenildi.

Cnn Türk, 08.03.2012

AVRUPA PİYASASINDA 2 BİN SAHTE RESİM VAR

 

 

Bir Alman dolandırıcının Avrupa piyasasında sattığı 14 sahte resimle 17 milyon euro (yaklaşık 48 milyon TL) kazandığının ortaya çıkmasıyla başlayan skandal büyüyor.

 

Alman Der Spiegel dergisine tutulduğu hapishanede konuşan eski bir ressam olan dolandırıcı Wolfgang Beltracchi (61), 1970’lerden beri bu işi yaptığını ve Avrupa sanat piyasasına 50 ünlü ressamın imzalarını taşıyan bin ila 2 bin arası sahte resim sokmuş olabileceğini söyledi. Tam rakam vermekten kaçınan Beltracchi, “Zaten fazla konuşmuş olabilirim. Avukatımın yüzüme bağırmasını istemiyorum” diyerek ressamların ve alıcılarının isimlerini söylemeyi reddetti. Beltracchi, “Elindeki resmin sahte olduğunu düşünen varsa ortaya çıksın ve açıkça söylesin” diye meydan okudu. Ancak sanat piyasası uzmanlarının kandırılan koleksiyonerlerin sessiz kalmayı tercih edebileceğini belirtiyor.

Geçen yıl Temmuz ayında tutuklanıp hapse atılan Beltracchi, sadece sahte resim yapmıyor, bu resimler hakkında sahte öyküler uyduruyordu. Yapılan soruşturmada Beltracchi’nin koleksiyonerleri kandırmak için sahte koleksiyonlar da uydurduğu, hatta bir koleksiyonu “İkinci Dünya Savaşı’ndan beri gün ışığı görmedi” diyerek yutturduğu ortaya çıkmıştı. Beltracchi dolandırıcılık kurbanları arasında ünlü Hollywood yıldızı Steve Martin de var. Amatör bir koleksiyoner olan Martin, Hollandalı ressam Heinrich Campendonk’un ‘Landscape with Horses’ (Atlı kır manzarası) adlı eseri zannettiği resim için Beltracchi’ye 625 bin euro (Yaklaşık 1,5 milyon TL) ödemişti.

Habertürk, 08.03.2012

İNÖNÜ'NÜN ALTINDA DEV DEHLİZ

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ‘‘İnönü stadı’nı yıktırmam, yıkılırsa altından arkeolojik tarihi kalıntılar çıkar’’ demişti. Şimdi bakanlık o tarihi kalıntıları araştırmaya başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca hazırlanan raporda, stadın altından geçen 6 metre genişliğinde 3 metre yüksekliğinde tüneller olduğu belirtildi. Raporda bu tünellerin Taksim, Nişantaşı, Fulya ve Ihlamur’dan gelen suların saraya zarar vermeden tahliye edilip denize ulaşmasını sağladıkları vurgulandı. Bakanlık bu rapor doğrultusunda İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nü görevlendirerek, jeoradar ve jeofizik teknikleriyle Dolmabahçe Sarayı çevresinde yeraltı ve yerüstündeki kültürel varlıkların tespitinin yapılmasını istedi. 

Beşiktaş Spor Kulübü, İnönü Stadı’nı yıkıp yerine 42 bin seyirci kapasiteli yeni bir stat yapmak istiyor. Yerin altına otopark, kafetarya ve işyerleri açmayı düşünen kulübe Koruma Yüksek Kurulu onay vermemişti. Gerek Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Suat Kılıç gerekse kulüp yöneticileri yeni stadın yapılacağı yönünde kamuoyuna bilgi vermeyi sürdürürken, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise başından beri stadın yıkımına karşı çıktı. Bakan Günay ‘‘İnönü Stadı’nın altında tarihi eserler var, yıkılırsa bunlar gündeme gelir, sarayın havalandırma tünelleri zarar görür’’ görüşünde ısrar etti. 

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı ortak bir çalışma yürüterek İnönü Stadı ve çevresindeki tarihi eserlerin tespitini yaptı. Arşiv belge, bilgi ve fotoğraflarla hazırlanan rapor Bakan Günay’ı destekler nitelikteydi. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan raporda İnönü Stadı yapılmadan önce aynı alanda saray atlarının bakıldığı İstabl-ı Amire yapısı, Saray Tiyatrosu ve iki adet gazhane binası bulunduğu fotoğraflarla anlatılıyor.


Aynı zamanda stadın inşaatı sırasında dönemin Belediye Başkanı Lütfi Kırdar’ın yaptığı incelemeleri gösteren fotoğrafta sütun parçaları, kapak gibi arkeolojik mimari parçaların çıktığı görülüyor. Hepsinden önemlisi ise raporda İnönü Stadı altından geçen dev tüneller fotoğraflarla birlikte anlatılıyor.


Raporda şöyle deniliyor: ‘‘Sarayın inşası sırasında hem yüksek noktalardaki Taksim, Nişantaşı, Fulya, Ihlamur’dan gelen suların saraya zarar vermeden tahliye edilip denize ulaştırılması hem de saray zemininin havalandırılması amaçlı yeraltı tünelleri yapılmıştır. Bu tüneller 80 santimetre ile 6 metre çapında farklı ebatlardadır. En büyüğü olan 6 metre genişliğinde, 3 metre yüksekliğindeki tünel Nişantaşı-Maçka istikametinden gelip, İnönü Stadyumu altından geçerek Dolmabahçe Saat Kulesi ile Valide Sultan Camii arasından denize kavuşan tüneldir. İnönü Stadı’nın kapısının önünden girilen bu büyük tünelin girişinin üzeri asfalt ile kaplanmış olduğundan girilmesi mümkün olamamaktadır. Tünelin kısmi olarak görülebildiği tek nokta ‘saat kulesinin’ önündeki otoparkın zeminindeki 1 m x 1 m ebatındaki mazgaldan görülen kısmıdır. Saray içindeki diğer tünellerin kapakları mevcut olduğundan gerekli durumlarda girilmesi mümkün olabilmektedir. Ancak buralardaki su seviyesi de oldukça yüksektir.’’ 

Jeoradarla arama nasıl?
Bakanlık hazırlanan bu rapor üzerine da İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nü görevlendirdi. Bakanlık jeoradar ve jeofizik teknikleriyle Dolmabahçe Sarayı çevresinde yeraltı ve yer üstündeki kültürel varlıkların tespitinin yapılmasını istedi. Peki ‘jeoradar’ sistemi ne demek? Edinilen bilgilere göre, bu sistem özellikle yeryüzeyine yakın derinliklerde bulunan, ortamın geneline göre farklı fiziksel özellikler gösteren alanların belirlenmesinde kullanılıyor. Temelde kullanılan cihaz, bir verici (Transmitter) ve bir alıcı (Receiver) antenle kayıtçıdan oluşuyor. Yer içine gönderilen yüksek frekanslı dalgaların yansıma ve kırılmalara uğrayarak yer içinden geri dönüşleri kaydediliyor. Son olarak elde edilen veriler sismik veri işleme tekniklerine benzer bir teknikle işlenerek yeraltının yapısı ortaya çıkarılıyor. Arkeoloji biliminde çok sık kullanılan yöntem defineciler tarafından da son dönemde kullanılıyor.

Radikal, 08.03.2012

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNİN KEMİKLERİ TOPRAK ÜSTÜNE ÇIKTI

 

 

Çanakkale'nin Eceabat İlçesi'ne bağlı Kilitbahir Köyü'ndeki Ağadere Hastane Şehitliği'ne 97 yıl önce defnedilen şehitlerin kemikleri, ağır kış koşullarının ardından toprak üstüne çıktı.

 

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'ndaki Eceabat İlçesi'ne bağlı Kilitbahir Köyü sınırları içinde yeralan Ağadere Hastane Şehitliği'nde kemikler toprak üstüne çıktı. Bir süre önce bölgede mantar toplayan vatandaşlar, Ağadere Hastane Şehitliği'nde bazı kemiklerle karşılaştı. Kafatası, çene, kol ve bacak gibi kemikleri görenler durumu yetkililere bildirdi. Ağır geçen kış mevsiminin ardından toprak üzerine çıkan kemiklerin 97 yıl önce Çanakkale Savaşları sırasında şehit düşen Mehmetçiklere ait olduğu düşünülürken, Doğa Koruma Milli Parklar 3'üncü Bölge Müdürü İsrafil Erdoğan, şehit kemiklerinin toplanıp yeniden defnedileceğini açıkladı.

 

Şehit kemiklerinin ortaya çıktığı Ağadere Hastane Şehitliği'nin bulunduğu bölgede özel bir şirket tarafından Çanakkale 1915 Panorama Müzesi kurulacağı tartışmalarının yaşandığı günlerde şehit kemiklerinin topraktan çıkması dikkat çekti. Çanakkale 1915 Panorama Müzesi'nin yapılacağı alanda Ağadere Hastane Şehitliği'nin bulunduğunu savunan Çanakkale'ye Gönül Verenler Platformu'nu oluşturan Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Alan Kılavuzları Kooperatifi, Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği, Çanakkale Turizm ve Tanıtma Derneği üyeleri başta olmak üzere çok sayıda sivil toplum kuruluşu temsilcisi, bir süre öncede bölgede biraraya gelip Ağadere Hastane Şehitliği'nin üzerine 1915 Panorama Müzesi'nin yapılmasını istemediklerini dile getirmişti.

 

Öte yandan Çanakkale Savaşları'nda hastane olarak kullanılan, şehit düşen askerlerin defnedilmesi nedeniyle de Ağadere Hastane Şehitliği haline gelen bölgede Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nde görevli öğretim görevlileri 1850 şehit ismi tespit etmişti.

Milliyet, Haber: Burak Gezen - Ersan Küçükkuru, 06.03.2012

URFA'YA UZAY ÜSSÜ GİBİ MÜZE

 

 

2003 yılında tesadüfen bulunan Balıklıgöl yakınlarındaki Haleplibahçe mozaikleri nihayet Turizme açılıyor. Kültür Bakanlığı Şanlıurfa’nın Turizmini canlandırmak için 5 milyon lira ayırdı. Dünya’da ilk kez ince renkli mozaikle yapılan ve 1. yüzyıldan kalma mozaiklerde Amazon kraliçesi ve Aşil’in av partisi resmedilmiş.

 

196 dönüm olan Haleplibahçe’nin 57 dönümüne Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi ve Edessa Mozaik Müzesi yapılıyor. Bu iki müze arasına ise Arkeo Park inşa edilecek.

 

Geriye kalan alanda ise Şanlıurfa Belediyesi Arkeoloji Araştırma Merkezi ve Çok Amaçlı Tanıtma Merkezi yapacak. Anfi Tiyatro, Kültür ve Sanat Merkezi ile Hediyelik Eşya Reyonları, Kafeterya, Rekreasyon Alanı bulunacak proje 2015 yılında tamamen bitirilmesi hedefleniyor. Proje tamamlandığında Haleplibahçe Açık Hava Müzesi haline gelecek.

 

Mimari Projenin hazırlandığı işi Şanlıurfa İl Özel İdaresi ihale edecek. 5 milyon liralık ödeneği hazır olan proje önümüzdeki ay ihaleye açılacak.

Haber 7, 06.03.2012

DÜNYANIN İLK MECLİSİ

 

Kaş, Patara antik kentinde 2 yıldır devam Likya Birliği Meclis Binası’nın restorasyonu tamamlandı.

 

Tüm masrafları Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından karşılanan ve Türk arkeoloji tarihinin en büyük restorasyon çalışması olarak değerlendirilen tarihi yapı için yaklaşık 7.5 milyon lira harcandı. Dünyanın ilk demokratik meclisi olarak kabul edilen Likya Birliği Meclisi, 1991 yılında yapılan kazılarda Prof.Dr. Fahri Işık tarafından bulundu. MÖ 1’inci yüzyılda inşa edilen ve yaklaşık 500 yıl meclis binası olarak hizmet veren taş yapı, binlerce kamyon toprak taşınmasıyla ortaya çıkarıldı. 43 metre uzunluğunda, 30 metre enindeki bin 400 kişilik meclis binasının uluslararası tanıtımının yapılması isteniyor.

Vatan, 06.03.2012

METRO KÖPRÜSÜNDE UNESCO SKANDALI

 

 

Haliç’teki metro köprüsünün UNESCO standartlarına uygun olduğunu açıklayan uzmanların İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne hizmet verdikleri, UNESCO tarafından da görevlendirilmedikleri iddia edildi.

 

Haliç’te inşa edilen metro köprüsü projesinde yapılan değişikliklerin UNESCO Dünya Miras Komitesi’nin belirlediği kurallara uygun olduğunu açıklayan ve “bağımsız uzman” oldukları belirtilen Prof.Dr. Enzo Siviero ve Prof.Dr. Moawiyah İbrahim’in İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden (İBB) proje işi aldıkları ortaya çıktı. UNESCO sürecini izleyen mimari çevreler, Venedik Üniversitesi’nden Prof. Dr Enzo Siviero ve Prof.Dr. Moawiyah İbrahim’in İstanbul Büyükşehir Beledyesi‘ne proje hizmeti verdiklerini bizzat açıkladığını iddia etti. UNESCO’dan yapılan açıklamada ise, söz konusu kişilere herhangi bir görev verilmediği belirtildi.

Haliç’teki metro köprüsü inşaatı devam ederken, Süleymaniye Camii’nin siluetini kapattığı gerekçesiyle UNESCO Dünya Miras Komitesi’nin itirazıyla karşılaşan köprü projesinde bazı değişikliklere gidilmiş metro köprüsünün çevre etki analizinin yapılması için UNESCO tarafından “bağımsız uzman” olarak görevlendirildiği belirtilen Prof.Dr. Enzo Siviero ve Prof.Dr. Moawiyah İbrahim ile köprünün mimarı Hakan Kıran arasında bir dizi görüşmeler yapılmıştı. Bu görüşmelerin sonuçları “UNESCO’yu bir haftada ikna ettik” başlığıyla basında yer almıştı. Söz konusu haberde projede yapılan değişikliklere “bağımsız uzmanlar” tarafından onay verildiği belirtiliyordu.

Taraf, Haber: Ertan Altan, 06.03.2012

 

******


HALİÇ METRO GEÇİŞ KÖPRÜSÜ 2013 YILINDA HİZMETTE

 

 

İstanbul SOS Girişimi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde Haliç Metro Geçiş Köprüsü’nün mevcut tasarım ile yapılmaması yönündeki görüşlerini kamuoyu ile paylaşmış olan kurumların temsilcileri ve bilim insanlarının katılımı ile bir basın toplantısı düzenlerken, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'tan “Birileri, 19 yıl geciktirdikleri bu projeye halen çomak sokmak istiyor. Metroyu Marmaray ile birleştirecek köprünün iskeleti bu yıl ortaya çıkacak ve 2013 yılında hizmete alacağız” açıklaması geldi. Sofya ziyaretinin ardından Atatürk Havalimanı’nda gazetecilerin sorularını cevaplandıran Topbaş, basında çıkan Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile ilgili iddiaların projeyi yavaşlatmaya yönelik olduğuna dikkat çekti.

Haliç’deki metro köprüsünün UNESCO standartlarına uygun olduğunu açıklayan uzmanların UNESCO tarafından görevlendirilmediği” iddialarının asılsız olduğunu vurgulayan Başkan Kadir Topbaş, sözlerine şöyle devam etti:
 
“Birileri halen, 19 yıl geciktirdikleri bu projeye çomak sokmak istiyor. UNESCO böyle proje yapmadı; böyle bir talebimizde olmadı. UNESCO zaten proje yapmaz. Orası bir değerlendirme kuruludur. Onların da görüşlerini alarak belediyemizin yapmış olduğu projeyi, özellikle Haliç geçişinde çevre şartlarını da dikkate alan en rantabl şekilde ortaya çıkarmaya çalıştık. Bazı itirazlar vardı. Bununla ilgili bağımsız kurullar, iki ayrı bağımsız bilim adamı bir rapor hazırladı. Bu raporları gören UNESCO uygun gördü. Zaten daha önce bize olumlu bir rapor vermiş, bir iki değişiklik istemişti. Metroyu Marmaray ile birleştirecek köprünün iskeleti 2012 itibarıyla ortaya çıkacak. Sistemi göreceğiz. 2013’te hizmete açacağız. Düşünün 19 yıldan sonra bu yapılabiliyor. Günde birkaç yüz bin yolcu taşıyabilecek olan böyle bir metro sistemin geciktirilmesi ekonomik kayıp, zaman açısından büyük bir kayıptır. UNESCO bağımsız bir kurumdur. Biz de tarafız içindeyiz. Fikir ortaya koyar. Olumlu raporu vardır. Amerikalı uzmanlar bu konuda UNESCO Hiçbir problem yok birileri hala çomak sokuyor”.

Yapı, 06.03.2012

5 BİN YILLIK TARİHİ ESER KAÇIRILIRKEN YAKALANDI

 

Kapıkule Sınır Kapısı'nda şüpheli görülen bir ırda yapılan aramada kadın başı heykeli bulundu.

 

Edirne’de yurtdışına çıkış yapmak üzere Kapıkule Sınır Kapısı’na giden T.Ö. yönetimindeki 34 GF 6110 plakalı TIR, Edirne Gümrük Muhafaza Kaçakçılık ve İstihbarat Müdürlüğü ekipleri tarafından şüphe üzerine durduruldu. Çekicinin içinde yapılan aramalarda araç tipi buzdolabı içinde etrafı pamuk ile çevrelenmiş ve koli bandı ile sarılmış kadın başı ve insan figürü heykel bulundu. Edirne Müze Müdürlüğü’ne bağlı uzmanlar tarafından yapılan incelemede, ele geçen kadın başının milattan önce 1 ve 2’nci yüzyıla, insan figürünün ise milattan önce 3 bin yıllarına ait olduğu belirlendi. Yetkililer, ele geçen tarihi eserlere paha biçemedi. Tarihi eserler Edirne Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim edilirken, gözaltına alınan sürücü T.Ö. ise “tarihi eser kaçakçılığı” suçundan tutuklanarak Edirne Cezaevi’ne gönderildi.

Habertürk, 06.03.2012

MANİSA'DA 34 BİN TARİHİ ESER YER OLMADIĞI İÇİN SERGİLENEMİYOR

 

Manisa Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'ndeki 34 bin tarihi eser, yer olmadığı gerekçesiyle yıllardır sergilenemiyor. Bu eserler, 2002 yılında ziyarete kapatılan müzede muhafaza edilmeye çalışılıyor.

Rutubetten zarar görme tehlikesi bulunan eserlerin bir kısmı Etnografya Müzesi bölümünde, yağmur ve güneşten fazla zarar görmeyecek olanlarsa bahçede bekletiliyor. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, yeni bir arkeoloji ve etnografya müzesi yapmak için beş yıldır mekan arıyor.

 

Manisa Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, Muradiye Camisi'nin külliyesi içinde bulunuyor. Batı Anadolu'nun tarihi kökeni itibariyle çok zengin illerinden biri olan Manisa, kültür mirası bakımından da oldukça yoğun tarihi kalıntılar üzerinde yer alıyor. Bu özelliklerinden dolayı müzeye ulaştırılan eser sayısı da oldukça fazla. Türkiye'nin en yoğun ve en çok eser bulunan ve 1937 yılında müze yapılan binada eserlerin sergilenmesi için mekanın yeterli olmadığını belirten İl Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse, "Manisa'da neredeyse çalmadığımız kapı, aramadığımız alan kalmadı ama şu ana kadar uygun bir yer bulamadık. Müzenin şehrin uygun bir mekanında, insanların rahatça ziyaret edebileceği bir yerde olması gerekiyor. Yeni bir alan bulmak için arayışımızı ısrarla sürdürüyoruz, Valimiz Halil İbrahim Daşöz de bu konuda hassasiyet gösteriyor." dedi.

Manisa'nın şehzadeler şehri olduğunu vurgulayan Karaköse, "Öncelikle bir arkeoloji ve etnografya müzesinin şehrin prestijini, değerlerini ve potansiyelini ortaya koyabilecek şekilde bir şekilde oluşturulmasını hedefliyoruz. Bu konuda bütün kurumlara, böyle bir arayışımız olduğunu söylüyoruz. Alternatif birkaç alan vardı ama şehrin çok kenarında kaldığı için müze yapmaya elverişli bulunmadı. Sergilemeyen tarihi eserler, depolarda bekliyor. Bunları mümkün olduğu kadar korumaya çalışıyoruz. Müzedeki eserler, çok önemli bir kültürel yansımadır." şeklinde konuştu.

 

Son zamanlarda müzeye teslim edilen eserlerin üst üste birikmeye başladığını aktaran Erdinç Karaköse, "Günümüzde müze, bir şehrin kimliği gibidir. Bir şehirde kültürel ve tarihi zenginlik varsa sergilenmesi en doğal beklentidir. Manisa'da bu kadar büyük kültürel değerler varsa adına yakışır bir müzenin de o değerleri yansıtacak şekilde ortaya çıkarılması gerekiyor." dedi.

Karaköse, sergilenemeyen eserler arasında Lidya ve Roma dönemlerine ait çok sayıda değerli heykel, mermer, sütun, lahit ve mezar taşı bulunduğunu sözlerine ekledi.

Zaman, 06.03.2012

"MEGA PROJELERİ ENGELLEMEK, DEPREMİ ENGELLEMEKTEN ZOR"

 

 

Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, Yaşar Marulyalı, Oğuz Öztuzcu ve Akif Burak Atlar bugün (6 Mart 2012, Salı) İstanbul SOS Girişimi tarafından düzenlenen bir basın toplantısı ile, tarihi çevrede ve İstanbul silüetinde olumsuz etkilere neden olacağını aktardıkları Haliç Metro Geçiş Köprüsü’nü masaya yatırarak mevcut tasarımın uygulanmaması yönündeki görüşlerini sundular. Beyoğlu, Taksim ve Haydarpaşa Platformları, Kent Hareketleri gibi çeşitli sivil toplum örgütlerinden temsilcilerin ve basın mensuplarının hazır bulunduğu toplantıda, köprü projesinin yanı sıra son dönemde İstanbul’da benzer yaklaşımlarla sürdürülmekte olan Taksim Projesi, Tarihi Yarımada ve Beyoğlu’nda devam eden yenileme projeleri de ele alındı.

“Başka bir köprü mümkün” sloganı ile gerçekleştirilen toplantının ön sunuşunu gerçekleştirilen İstanbul SOS Girişimi’nden Esra Balcı, “Vergimizi veriyor, hakkımızı arıyoruz” sözleri ile başladığı konuşmasında, aralarında Deniz İncedayı, Cemal Kafadar, Jörg Schlaich ve İhsan Mungan’ın da bulunduğu meslek insanlarının köprü projesine ilişkin kısa görüşlerini aktardı. Projenin nasıl ihale edildiğini bilemediklerini ve bilgi amaçlı dilekçelerinin yanıtsız bırakıldığını belirten Balcı, “Otobüsün rengini bize soran belediye, büyük projeleri neden sormuyor?” sorusunu yöneltti.

 

 

Toplantının ilk konuşmasını yapan İTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zeynep Ahunbay,.“İstanbul’u bekleyen depremden sonraki en büyük risk” olarak nitelediği “mega-projeler”i engellemenin çok daha zor olduğunu dile getirdi. ICOMOS olarak, Haliç Metro Geçiş Köprüsü’ne yönelik proje ortaya çıkar çıkmaz İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni tarihi yarımadayı Dünya Miras Listesi’ne alan UNESCO’ya başvurma gerekliliği konusunda uyardıklarını ifade eden Ahunbay, bu uyarının kayda alınmadığını ve uluslararası kurulun ancak şantiye kurulduktan sonra haberdar olduğunu vurguladı.

Ahunbay, “Gökdelenler ile bozulan Marmara silüetinin ardından Haliç silüetini korumak daha da büyük önem kazandı” ifadesinde bulundu.

Mimarlık Vakfı Başkanı ve yüksek mimar-mühendis Yaşar Marulyalı ise konuşmasına “Böyle bir proje kapalı kapılar ardında yapılır mı? İstanbulluların katılımı olmadan hazırlanır mı?” sorularını yönelterek başladı. İBB Başkanı Topbaş’ın, İstanbul’a kalıcı bir eser bırakmak istediğini ve Haliç’e boynuz şeklinde bir köprü yapmayı amaçladığını hatırlatan Marulyalı, “Böyle bir iş için birikim gerekir” dedi. “İspanya’da, İngiltere’de böyle yapılar ve ustalar var. Santiago Calatrava, Norman Foster… Proje ya onlara verilmeli ya da yarışmaya açılmalı” sözleri ile devam eden Marulyalı, köprü tasarım ve inşaatının yalnızca mimarlık değil bir strüktür mühendisliği işi de olduğunu belirtti.

Deneyimli mühendis-mimar, Haliç Metro Geçiş Köprüsü projesinin konsept olarak yanlış olması nedeniyle, pilonilerinin 70 metreden 47 metreye indirilmesini bir çözüm olarak görmediğine değindi. “Artık kazıklar çakıldığına göre bir an önce mevcuda yeni öneriler getirilmeli. Yarışmaya açılmalı. Ama evvela kablolar kaldırılmalı” diyen Marulyalı, köprünün “atalarımızın yüzyıllarda oluşturdukları eserlerle, bir silüetle yarıştığını, ona kafa tuttuğunu” ekledi.

İstanbul Serbest Mimarlar Derneği Başkanı Oğuz Öztuzcu, yerel ve merkezi yönetimlerin gerçekleştirdiği projeleri tartışan tarafların “yenilik getirmek isteyen iktidar mekanizmalarına karşı bunun önünü kesen, değişime dirençli meslek insanları” şeklinde inşa edildiğini söyledi. Haliç Metro Geçiş Köprüsü’nü de kapsayan şekilde bugün İstanbul gündeminde bulunan projeler hakkında “Bir kenti böyle saldırganca değiştiremezsiniz” diyen Öztuzcu, değişmesi gerekenin öncelikle zihniyet olduğuna ve sivil toplumun dahiliyetinden yoksun süreçlerle proje bitirmenin kabul edilemez olduğuna dikkat çekti.

 

  

 

Kentsel proje üretim ve yönetim süreçlerinde “mesleki rekabeti çalıştıracak enstrümanlar”ın gerekliliğine değinen İSMD Başkanı, “Neden herkesin kazanabileceği bir sonuç üretilmiyor?” sorusunu yöneltti. Öztuzcu’nun, Cankurtaran otoyolu ihalesine yönelik anekdotu özellikle ilgi çekiciydi. İhaleyi alan firmanın, kredi için başvurduğu bankalar tarafından, STK’lar ve kamuoyunun karşı çıkması ihtimaline karşı uyarıldığını ve bankaların yükleniciden yetkili sivil meslek organlarından onay istediğini aktaran Öztuzcu, böylesi bir onay için İSMD’ye gelen firma vasıtası ile projenin varlığından haberdar olduklarına değindi.

Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Genel Sekreteri Akif Burak Atlar ise, “İstanbul belki de tarihinin en zor dönemini yaşıyor” sözleri ile kentsel müdahalelerin “saldırı boyutu”na ulaştığını dile getirdi. Atlar; iktidar sahipleri, STK’lar ve kamuoyu arasında bir güven sorununun bulunduğunu ve bunun aşılamadığını belirtti.





2009 yılında kabul edilen ve “İstanbul Anayasası” olarak bilinen Çevre Düzeni Planı’nın, bugün kentin gündeminde olan iki büyük projeyi, üçüncü köprü ve Avrasya tünelini içermediğine dikkat çeken Atlar şunları ekledi: “İstanbul’da yapılmak istenen 3. köprü ulaşım projesi gibi sunulsa da aslında bir emlak projesidir. Avrasya Tüneli ise, yalnızca lastik tekerli araçlar için düşünülmüş bir proje olarak tarihi yarımadaya hançer gibi saplanır. Hiç biri Çevre Düzeni Planı’nda geçmez ama alelacele yapılmak isteniyor.”

Arif Burak Atlar, Şehir Plancıları Odası’ndan yetkililer olarak kurumsal kimlikleri ile bile proje detaylarını öğrenemediklerini ve kamuoyunun karanlıkta bırakıldığını belirterek, herkesi projeleri İstanbullulara teker teker anlatma konusunda göreve çağırdı.

Toplantı izleyicilerinden olan Korhan Gümüş ise, “şehircilik bir bilim dalı değil, müzakere alanıdır” sözlerinin ardından, üzerinde Kadir Topbaş’ı Hakan Kıran ile birlikte proje mimarı olarak tanımlayan Haliç Metro Geçiş Köprüsü paftalarını yayınladığı için belediye başkanının kendisine tazminat ve hakaret davası açtığını dile getirdi.

Yapı, Haber: E. Seda Kayım, 06.03.2012

3 BİN 500 YILDIR TACI BAŞINDA

 

 

İlk Tunç Çağı'nın son evresinde Orta Anadolu'nun kuzeyindeki yerel prensler tarafından yönetildiğini gösteren en önemli bulgular, Alacahöyük kazılarında elde edildi.

 

1935 yılında Prof. Remzi Oğuz Arık ve 1936 yılından sonra da Dr. Hamit Zübeyir Koşay denetiminde sürdürülen kazılarda beklenmeyen şaşırtıcı zenginlikte Hitit ülkesinin kral ve kraliçelerine ait 13 ayrı kral mezarı keşfedildi. Bunlardan bir tanesi olan kraliçeye ait mezar, 8 medeniyete ait 14 bin esere ev sahipliği yapan Çorum Müzesi'nde halen sergileniyor. 3 bin 500 yıldan fazla olduğu tahmin edilen kraliçe iskeletinde taç, bilezik ve başka takılar da var. Ayrıca, yetişkin erkek veya kadınlara ait olduğu belirlenen mezarlarda yapılan kazılarda, ölen kadınların değerli eşyalarıyla gömüldüğü tespit edildi. Çorum Müzesi, Hitit medeniyetinin izlerini yaşatan kazı alanlarından çıkarılan ve benzeri bulunmayan daha çok sayıda esere ev sahipliği yapıyor.

Zaman, Haber: İdris Okur, 06.03.2012

ANZAK TORUNLARI KAÇAK KAZIDA YAKALANDI

 

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı’nda kaçak kazı yaptığı öne sürülen Avustralyalı emlakçı Simon Winter (59) ile üniversite öğrencisi oğlu Lachlan Robert Winter (23), jandarma tarafından yakalandı.

 

Baba ile oğlunun kısa süre önce turist olarak kente geldikleri ortaya çıktı. İl merkezindeki bir otelde kalan Avustralyalı baba ve oğlu, dün sabah Tarihi Milli Park’ta kazma kürekle savaş malzemesi bulmak üzere kazı yaparken suçüstü yakalandı. Baba oğul adliyeye sevk edildi. Avustralyalı babayla oğlunun ifadelerinde, 3 ve 4 Mart’ta Anzak Koyu ile Mehmet Çavuş Şehitliği civarında ülkelerinden getirdikleri dedektörle Çanakkale Savaşları’ndan kalma metal parçalar bulmak için kazı yaptıklarını söyledikleri belirtildi. Yaklaşık 15 santimetre derinliğinde 10 çukur kazdıklarını belirten Anzak torunları, bir Anzak tabağı, iki parçalanmış konserve kutusu, bir mermi ile bir miktar da şarapnel parçası bulduklarını itiraf etti. Malzemeler, otel odasında bir poşette bulundu. Baba oğul sınır dışı edilecek.

Milliyet, Haber: Burak Gezen, 06.03.2012

631 YILLIK TÜRBEYİ DEFİNE İÇİN TALAN ETMİŞLER

 

 

Samsun'da asırlardır şehrin önemli kültür miraslarından biri olarak ayakta kalan Bafra İlçesi Türbe Köyü'ndeki Emirza Bey Türbesi'nin defineciler tarafından talan edildiği ortaya çıktı.

 

Çadır şeklindeki sivri bir kubbeyle örtülü 631 yıllık tarihi türbede kaçak kazı yapan defineciler, ilçedeki Türk varlığının en önemli sembollerinden olan köy ortasındaki tarihi kabristanlığı kullanılamaz hale getirdi. Açtıkları 16 mezardaki kemikleri etrafa saçan defineciler, üzerinde ayetler yazılı mezar taşlarını ise tahrip etti.

 

Türbedeki define talanı, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. İbrahim Tellioğlu tarafından hazırlanan 'İlk Çağdan Osmanlı'ya Samsun Tarihi ve Bafra'ya Yerleşen Türkler' konulu bilimsel araştırmayla fark edildi. Kitaplaştırdığı araştırmasında Emirza Bey Türbesi'ne ilişkin bilgiler veren öğretim üyesi Tellioğlu, yazısını fotoğraflarla desteklemek için türbeye gittiğinde talanla karşılaştı. Gördüğü manzara karşısında şoke olan Prof.Dr. Tellioğlu, "İnsan demeye dilimin varmadığı birilerinin türbeye girip mezarları açmalarından anladığım kadarıyla define aramışlar." dedi. Tellioğlu, "Mezar taşları yerlere savrulmuş, mevtalara ait kemikler çıkarılıp etrafa saçılmış, kitabeler sökülmüş, üzerinde ayetler olan mezar taşları da kırılmış. Bir tarih katliamı yapılarak türbenin altını üstüne getirmişler. Çatısı da çökmek üzere." diye konuştu. Prof.Dr. Tellioğlu, "Çevrede yaşayan insanlar ve yerel yönetimler, ilçeye 5 km uzaklıktaki türbeye neden duyarsız kaldılar anlamış değilim." ifadelerini kullandı. Samsun İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, türbe talanıyla ilgili araştırma başlattı. Samsun Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre köy tüzel kişiliğinin, 10 yıl önce türbenin onarımı için proje hazırladığı ancak yapamadığı, İl Özel İdaresi Koruma Uygulama Denetleme Bürosu'nun onarım için harekete geçtiği öğrenildi.

Zaman, Haber: Fatih Yalçıner, 06.03.2012

MISIR SFENKS MEYDANI AÇILIYOR



 

Mısır’ın en önemli tarihi ve dini yolu Mart ayında açılacak!

 

Luksor ve Karnak tapınaklarını birbirine bağlayan ve eski zamanlarda Opet Festivali’nin düzenlediği en önemli arkeolojik ve dinsel mekanlardan biri olan Sfeks Meydanı’nın resmi açılışı Mart ayında yapılacak. Sfeks Meydanı’nın açılmasıyla birlikte Mısır dünyanın dört bir yanından gelen turistleri ağırlayacak.

 

Milattan önce 380-362 yılları arasından Mısır’ın 30. Hanedanlık Kralı Nectanebo tarafından inşa ettirilen Sfeks Meydanı’nın tarihi 18. Hanedanlığa uzanıyor. Sfeks Meydanı Amon Ra Tanrısı’nın senede bir defa Karnak tapınağından kutsal bir botla Luksor tapınağına geçerek eşi Mut Tanrıçası’nı ziyaret etmesini temsil ediyordu.

 

 

Alanın restorasyon projesi yaklaşık beş yıl önce başladı. Kazı işleriyle başlatılan proje sırasında çok sayıda çamurdan yapılma heykeller, şarap fabrikaları, su sarnıcı ve kabartmalar çıkarıldı. Kabartmalardan bir tanesinde Nil gezisi sırasında Mark Anthony ile birlikte bu meydanı ziyaret ettiğine inanılan 7. Kleopatra’nın görüntüsü işlenmiş. Kazılarda ayrıca Kral Nectanebo tarafından sfekslerin inşasında kullanılan Kraliçe Hatshepsut’un şapelinin kalıntıları da bulundu.

 

Arkeologlar kazıda toplam 1350 orijinal sfeksten 650’sini yeryüzüne çıkardılar. En fazla korunmaya alınan ve açılışa hazır bulunan bölüm şu anda Luksor Kültürel Miras Merkezi’nin arka tarafı. Ana yoldan bu meydana uzanan bir rampa sayesinde de turistlerin tarihi bir gezintiye çıkması sağlanıyor. Luksor tapınağının tam önünde bulunan yaklaşık 200 metrelik bir bölüm de hazır durumda fakat henüz ziyaretçilerin bölgeye girme izni bulunmuyor.

 

Mısır Eski Eserler Yüksek Konseyi, meydanın etrafında bulunan bütün yapıları kaldırmak için önemli miktarda para harcadı ve restorasyon sırasında bölgede evleri ve dükkanları bulunanların kayıplarını karşıladı.

 

Mısır Türkiye Turizm Konsolosu Nehad Gamal Eldin “Sfeks Meydanı barındırdığı değerli hazinelerle Mısır’ın en önemli kültürel ve tarihsel zenginliklerinden biri. Meydanın açılmasıyla birlikte Mısır, tarihin derinliklerini keşfetmek isteyen herkesi misafir edecek” diyerek konuyla ilgili görüşlerini belirtti.

Turizm Habercisi, 05.03.2012

PICASSO'NUN GÜVERCİNLİ ÇOCUK'U SATILIYOR

 

Picasso'nun ünlü tablolarından Güvercinli Çocuk satışa çıkıyor.

 

Galler'de yaşayan Aberconway ailesine ait olan tablonun değerinin 50 milyon sterlin (79 milyon dolar) civarında olduğu tahmin ediliyor.

 

Aile, Picasso'nun 19 yaşındayken yaptığı tabloyu yıllardır İngiltere'de çeşitli müzelere ödünç veriyor.

 

Bu nedenle tablonun satışa çıkacağı haberi, İngiltere'de endişeyle karşılandı.

 

Ülkede hiçbir müzenin 50 milyon sterlinlik satış fiyatını karşılayamayacağına dikkat çeken sanat çevreleri, eserin ülke dışına satılmasından endişe ediyor.

 

Halen Londra'daki Tate Britain müzesinde sergilenen eser, Christie's müzayede evinde satılacak.

 

Picasso, bir güvercine sarılmış küçük bir çocuğu renkli bir topun yanında resmettiği bu tabloyu 1901 yılında Paris'te çizmişti.

Akşam, 05.03.2012

DİN ADAMININ 900 YILLIK KALBİNİ ÇALDILAR

 

 

Katedral yetkilileri, Aziz Laurence O'Toole'a ait kalbin çalınması üzerine polise haber verdi. Şaşkınlıklarını gizleyemeyen yetkililer, kalp şeklindeki tahta bir kutuda bulunan ve duvarda bir kafes içinde saklanan kalbin manevi değerinin paha biçilemez olduğunu söyledi.

Katedralin dekanı Dermott Dunne, “Bunun hiçbir ekonomik değeri yok ama kurumumuzu kurucu babamıza bağlayan paha biçilemez bir hazine” diye konuştu.

Şaşırtıcı olan şey, maddi hiçbir değeri olmayan kalp çalınırken, altın şamdan gibi değerli eşyalardan hiçbirine dokunulmamış olması ve katedrale hiç zarar verilmemesi.

Aziz O'Toole 1128’de doğmuş 1180’e kadar yaşamış ve 1225’te “aziz” unvanını almıştı.

Katolik inancında, azizlerden kalma beden parçaları kutsal görülüyor. Geçtiğimiz yıl kutsal ilan edilen Papa İkinci Jean Paul’ün de kanından küçük bir tüp hatıra olarak alınmış ve sergilenmişti.

Radikal, 05.03.2012

MİMAR SİNAN'IN ESERİ ZAL MAHMUT PAŞA KÜLLİYESİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Eyüp Belediyesi, ilçedeki tarihi dokuyu ve kültürü korumak için eski eserleri yeniden orijinalleri gibi restore ettiriyor.

 

Üçgen ada ve çevresindeki tarihi eserleri tek tek restore ettiren belediye, 1577 yılında Mimar Sinan tarafından yapılan Zal Mahmud Paşa Camii ve Külliyesi'nin restorasyon çalışmasını da başlattı. Eyüp Belediye Başkanı İsmail Kavuncu, restorasyon çalışmalarının 2013 yılının yaz aylarına kadar biteceğini, cami ve külliyenin bu tarihten sonra yeniden hizmete açılacağını söyledi.

 

Eyüp Belediye Başkanı İsmail Kavuncu, "Cami ve külliyenin diğer yapıları 1766 yılındaki depremde zarar görmüş ve II. Mahmud Dönemi'nde külliye elden geçirilmiş. Daha sonra 1955 yılında ikinci kez restore edilmiş. Atalarımızdan miras; genç nesillerimizden ödünç aldığımız tarihi yapılarımızı korumak bizim için bir vazife. Tarihine sahip çıkmayan geleceğine sahip çıkamaz." dedi. 60 yıl aradan sonra tekrar restorasyon çalışmasına başlatılan Zal Mahmud Paşa Camii ve Külliyesi orijinaline sadık kalınarak yenilenecek. Yapının restorasyonu için Horasan sıvasının kullanılacağı, Zal Mahmud Paşa Türbesi'nin restorasyonunun da yaptırılacağı belirtildi.

 

Külliye, Kanuni Sultan Süleyman'ın veziri Zal Mahmud'un tarafından Mimar Sinan'a yaptırıldı. Eyüp İlçesi'nde, Defterdar Caddesi ile Zal Paşa Caddesi arasında yer alan külliye, bir cami, medrese, türbe ve çeşmeden meydana geliyor. Daha önceleri de birçok tamirat geçiren cami, son olarak 1955-63 yılları arasında restore edildi. İç avlu, son cemaat yeriyle birlikte 17 sütun ve 15 kubbe ile çevrili. Ortada 8 sütunlu şadırvanı bulunan caminin minaresi tek şerefeli. Duvarları taş ve tuğladan örülü olması camiye kırmızı beyaz bir hava kazandırıyor. Sekizgen, tek kubbeli, girişi 6 sütunlu bir revaktan oluşan türbede Zal Mahmud Paşa yatıyor.

Zaman, 05.03.2012

TAKSİM İÇİN BİR ÖNERİ DE HAKAN KIRAN'DAN

 

 

Büyükşehir Belediye Meclisi’nden 16 Eylül 2011’de oy birliğiyle geçip Anıtlar Kurulu’nda onaylanan Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi tartışmaya açılırken, Haliç Metro Köprüsü’nün mimarı Hakan Kıran’ın meydanla ilgili çalışması ortaya çıktı. Kıran’ın hayalindeki Taksim Meydanı’nda ne Topçu Kışlası var, ne de trafik yer altına alınıyor. Hürriyet Gazetesi'nden Fatma Aksu'nun haberine göre Kıran, meydanda Topçu Kışlası’ndan sonra yapılan ve panoramik manzarayı engelleyen tüm yüksek yapılar yıkamadıktan sonra Topçu Kışlası’nı yapmak da gereksiz, Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) ısrar etmek de.

Kıran, kendi görüşüne göre, kışlanın neden yapılamayacağını şöyle anlattı: “Kışlanın olduğu dönemde, The Marmara’nın yeri boştu ve orası bakı alanıydı. AKM’nin yerinde bir köşk vardı. Dönemin yapılarının bir senkronizasyonu, uyumu vardı. Şimdi ise orada herkesin korumaya çalıştığı bir bina var (AKM). Meydan, Beyoğlu, Dolmabahçe, Fındıklı, Tarlabaşı ve Harbiye’yi de içine alan bölgeyle tasarlanmalı. Tek başına Topçu Kışlası’nı yapmanız onu geri getirmez. Ceylan Otel, The Marmara, Hilton, Orduevi, Odakule, Tepebaşı’ndaki TRT’nin modern cam binası, Gökkafes, Swissotel’i yıkabiliyorsak, ‘Eski geleneksel dokuyu tamamlayacağız’ deriz. Bunu yapamayacaksak, Topçu Kışlası’nı yapıp içine ruh bile koysanız, onu zavallılaştırırsınız. Ağlayan bina yapacaksınız. Orada kendini kötü hissedecek. Çünkü o, organizmanın bir parçasıydı.”

“Topçu Kışlası tamamen insana ait bir yapı. Avlusu, cephesi, haşmeti, kuleleri, dönemsel özellikleri ve hikayesiyle bir binayı yaparken, trafiği alta alıp binayı göstermeden, insanı yeraltına alıp geçirmek de başka bir çelişki. Kışla yapıldığında ortada AKM, The Marmara ile çevrilen ve kapalı bir alan kalır. Bunun adı 3 tane birbiriyle benzemez yapıyla çevrilmiş bir alan olur, meydan değil.”

Mimar Hakan Kıran, Taksim Meydanı’nda mümkün olduğu kadar boş alan yaratacak senaryolardan yana. Kıran’ın yeşili koruyan senaryosu şöyle: “Gezi Parkı ile meydan arasındaki merdivenleri yıkıp otobüs duraklarını kaldırarak, 350 metre uzunluğunda bir alana kavuşmak. Hatta bu alanı yaya köprüsüyle, Divan Oteli arkasındaki alandan, Maçka Açıkhava Tiyatrosu ve parkına, oradan da stadyum özelliği ve üst örtüleri kaldırılıp arena ve çok amaçlı alan fonksiyonu verilmiş bir İnönü Stadyumu’na kadar birleştirmek.” Kıran, AKM binasını da yıkıp bu alanı, üst kotu meydanla birleştirilmiş bir seyir terası olarak senaryosuna dahil ediyor, sıfır kotun altında kalan alanda da çağdaş bir salon (senfoni, tiyatro, bale, filarmoni vs.) dizayn edip, otoparkları da bu yapı içinde çözüyor. Gezi Parkı’nın kot farkından yararlanıp yarı gömülmüş kafeler inşa edilebileceğini, kitap, çiçek ve geleneksel ürün satışlarının yapılabileceğini söylüyor.

Meydandaki yapıların gölgesinde kalan Atatürk Anıtı’nı odak noktası olarak belirleyen Hakan Kıran, tasarladığı yeni meydanda anıtı Gezi Parkı’nın önündeki alana taşıyor. Tarlabaşı’ndan gelen araç trafiği de Harbiye yönünde devam edip Divan Oteli ve Ceylan Otel’in önünden U dönüşüyle Mete Caddesi’ne verilip AKM’nin önünden Gümüşsuyu’na bağlanıyor.

Taksim Yayalaştırma Projesi’nin işlendiği 1/1000 ölçekli plana onay veren 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Prof.Dr. Mete Tapan:
“Alternatif projeler yüzde yüz olabilir, çünkü önümüze hiçbir proje gelmedi. Topçu Kışlası’nın planlara işlenmesi bir şey ifade etmez. Planın üzerinde, bir plan notu var. ‘Uygulama projeleri Kurul’dan geçecek’ diyor. Acaba, Topçu Kışlası rekonstrüksiyonu (yeniden yapma) nasıl olacak. Yapabilecekler mi? Biz, orada bir Topçu Kışlası’nın var olduğunu söylüyoruz. Ama ‘Her ihyası istenen yapılamaz’ diye de bir plan notumuz var. Bir rekonstrüksiyon yapılabilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Taşınmaz Kültür Varlıklarının Gruplandırılması, Bakım ve Onarımları’yla ilgili 660 sayılı ilke kararı var.”

İstanbul Metropolitan Merkezi (İMP) kurucularından, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölüm Başkanı Prof.Dr. Aykut Karaman: “Taksim’de trafiği yeraltına almamak koşuluyla, çözüm alternatifleri var. Önce yapılabilecekler netleştirilip, yarışmaya çıkması lazım. Fikir projeleri üretilsin. Topçu Kışlası’yla ilgili de bir panel düzenleyip tartışma platformu oluşturmak ve yarışmaya doğru giden sürecin başlatılması lazım. Fikir projesi elde edildikten sonra bir daha tartışılır.”

Yapı 05.03.2012

 

******


TAKSİM MEYDANI KİMİN?

 

Hakan Kıran ideolojik kavganın sembolü olarak görülen Taksim'i bu kez bütüncül bir anlayışla Barış Meydanı'na çevirmeyi öneriyor.

 

Churchill’in çok sevdiğim bir sözü var:
“Önce biz binalarımızı şekillendiririz, sonra binalarımız bizi.”


2. Dünya Savaşı’nın hemen sonrası..
İngiliz demokrasisinin kalbi sayılan tarihi parlamento binası yerle bir.
Alman uçaklarının defalarca bombaladığı bina ve meydan yeniden inşa edilecek.
Farklı fikirler havada uçuşuyor.
Bilim insanları günlerce yenileme projesini tartışıyor.
Ve sonunda uzmanlardan oluşan bir komisyon hem savaşın izlerini taşıyan hem de savaş sonrası ihtiyaçları karşılayan projeye onay veriyor.


İşte o gün Churchill ulusa sesleniyor.
Gotik parlamento binasını ve nehre doğru uzanan meydanı dokusunu bozmadan ama yeni işlevler ekleyerek neden baştan aşağı şekillendirmek gerektiğini anlatıyor.
Binalarla insanlar arasındaki girift ilişkiyi anlatan o meşhur sözü orada ediyor:
“First we shape our buildings, then they shape us.”


Biliyorum Türkiye İngiltere değil.
İngiltere süreklilikler ülkesi.
Türkiye ise kopuşlar.
Ne siyasi tarihimizin ne de kültürel tarihimizin sürekliliği var.
Her yeni gelen, işe kendisinden önce gelenden koparak başlamayı marifet sanıyor.
Böyle olunca da ortaya derinliği ve bütünlüğü olmayan çarpık bir demokrasi ve bir o kadar da çarpık bir mimari anlayış çıkıyor.
Oysa süreklilik yerine ideolojik bir kopuşla şekillendirdiğimiz binalar sonunda dönüp bizleri şekillendiriyor.
Böyle olunca da ne meydanımız gerçek bir meydan oluyor ne de demokrasinin sembolü olan ‘meydan kültürümüz’ gelişiyor.
Biz binalar yapıyoruz binalar bizi. 

***

Buyurun yine aynı şey oldu.
Taksim Meydanı üzerinden yıllardır süren ideolojik hesaplaşma Atatürk Kültür Merkezi ile Topçu Kışlası arasına sıkıştı. İlkokul münazaraları gibi.
“Taksim Meydanı’nda Cumhuriyetin simgeleri mi olacak yoksa Osmanlının mı?”
“AKM Cumhuriyetse kışla Osmanlı” demekmiş.
“Trafik alttan akınca Cumhuriyet değerleri görülemeyecekmiş!”
“Taksim’e cami yerine Gezi Parkı gerekmiş!”
“Ya birini yık ya diğerini yap!”
Daha neler neler... 

***

Neyse ki aklı başında bir mimar çıktı herkesin kendi sembolünü dikmek istediği Taksim Meydanı ile ilgili ezber bozan hem işlevsel hem de bütüncül bir öneri yaptı.


“Mimarlar eserleriyle konuşur” şiarını benimseyen Hakan Kıran Hürriyet’ten Fatma Aksu’ya ‘Alternatif Taksim Meydanı’nı çizerek anlatmış.


Doğru bir zeminde sağlıklı bir tartışmanın zeminini hazırlamış.
Ne kışlaya karşı Kıran ne de AKM’ye.
Onun derdi; hem Osmanlı ile Cumhuriyet’i buluşturan hem meydanla Boğaz’ı, Boğaz’la İstanbulluları kaynaştıran, uygulaması kolay, yeşili bol, bağlantıları sağlam su gibi doğal akan bir aks yaratmak.
“Taksim’e kışla ya da AKM gözlüğünden bakmayın” diyor; Odakule, Maçka, Kabataş üçgeninden bütüncül bakmayı öneriyor.


Bu yüzden Kıran’ın hayalindeki Taksim Meydanı’nda ne Topçu Kışlası var ne de trafik yeraltına alınmış.
“Kışlaya karşı değilim, tek başına Kışla’nın oraya kondurulması anlamsız” diyor. 
Kıran’a göre meydanda Topçu Kışlası’ndan sonra yapılan ve panoramik manzarayı engelleyen tüm yüksek yapıları yıkamadıktan sonra, Topçu Kışlası’nı yapmak da gereksiz, Atatürk Kültür Merkezi’nde ısrar etmek de.


Taksim Meydanı bir sembol.
Mesele şu: Kavganın mı barışın mı?
Kıran yıllardır ideolojik kavganın sembolü olarak görülen Taksim’i hiç değilse bu kez bütüncül bir anlayışla Barış Meydanı’na çevirmeyi öneriyor. 
Tıpkı Churchill gibi o da “Dün ile bugün arasında bir kavga çıkarsa yarını kaybederiz” diyor. 
Meydan deyip geçmeyin meydanlar bizi biz yapıyor.

Radikal, Yazı: Eyüp Can, 06.03.2012

 

******


EVET, TAKSİM YENİDEN TASARLANMALI

 

Topçu Kışlası'nın yeniden inşası ve trafiğin yeraltına alınmasını öngören Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi etrafında dönen tartışmalar meydanın yeniden tasarlanması gerektiği gerçeğini görünür kılıyor. Ama nasıl?

 

Taksim’deki trafiği yerin altına alan, Gezi Parkı’nın bulunduğu yere ise 1930’larda yıkılan Topçu Kışlası’nın yeniden inşasını öngören Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi, iki aydır gündemdeki tazeliğini koruyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nden 16 Eylül 2011’de oybirliğiyle geçip Anıtlar Kurulu’nda onaylanan proje, mimarlık çevrelerinde tartışılırken hayli iddialı, hatta ‘ütopik’ denilebilecek bir öneri Haliç Metro Köprüsü’nün de mimarı olan Hakan Kıran’dan geldi.

 

Hayalindeki Taksim Meydanı projesini Hürriyet’e anlatan Kıran’ın projesinde ne Topçu Kışlası var ne de trafik yeraltına alınıyor. Ve AKM dahil panoramik manzarayı engelleyen tüm yüksek yapılar yıkılıyor, AKM’nin bulunduğu yerin altına kültür merkezi yapılıp üstü ‘şehir terası’ haline geliyor.
Kıran, Hürriyet’e yaptığı açıklamada kışlanın neden yapılmaması gerektiğini “Tek başına Topçu Kışlası’nı yapmanız onu geri getirmez. Ceylan Otel, The Marmara, Hilton, Orduevi, Odakule, Tepebaşı’ndaki TRT’nin modern cam binası, Gökkafes, Swissotel’i yıkabiliyorsak, ‘eski geleneksel dokuyu tamamlayacağız’ deriz. Bunu yapamayacaksak, Topçu Kışlası’nı yapıp içine ruh bile koysanız, onu zavallılaştırırsınız. Ağlayan bina yapacaksınız. Orada kendini kötü hissedecek” diye anlatıyor. Peki projesiyle ilgili mimarlar ne düşünüyor? Ne yapmalı, ne yapılmamalı? İşte mimarların görüşleri...


Yöntemi de niteliği de çok olumsuz
Dr. Devrim Çimen (Mimar, kentsel tasarımcı): Şu an Taksim için gündemde olan projenin gerek yöntem gerekse nitelik açısından çok olumsuz olduğu ortada. Zira Taksim belki de trafik probleminin en az yaşandığı kent mekanlarından birisi. İncelendiğinde görülüyor ki mevcut proje tamamen bu argüman üzerine kurulu. Ama bu projenin vesile olduğu olumlu taraf, Taksim’e yeniden farklı bir gözle bakmaya olan ihtiyacı görünür kılması. Bu bağlamda Taksim’i sadece meydan ölçeğinde ve salt bir fiziki tasarım problemi olarak ele alan yaklaşımlar yerine çevresiyle birlikte sosyal, ekonomik ve mekansal ilişkilerini irdeleyen, kamusal senaryolar üreten ve bunları yaparken de kentlileri sürece dahil eden katılımcı bir model ortaya konmalıdır. Ancak bu sürecin uzun zamana yayılabileceği de mutlaka göz önünde bulundurulmalı.

Adil yarışma şart
Ömer Yılmaz (Arkitera Mimarlık Merkezi): Karar ve proje üretme süreçleri katılımcı, şeffaf hale getirilmeli. Bunun sonucu zaten otomatik olarak kamu yararına olacaktır. Katılımcılığı ve şeffaflığı sağlamak ise İBB yöneticilerinin görevi. Nasıl yapılacağı bilinemiyorsa da çaresi yarışmadır. ‘Yarışmaymış gibi’ yapılan Yenikapı gibi değil. Herkesin katılımına açık, şartname ve jürisi belirli, adil bir yarışma. Elbette öncesinde iyi bir brif hazırlığı koşulu ile. Topçu Kışlası’nın yeniden yapılması ve trafiğin yeraltına alınması da dahil olmak üzere her şey yapılabilir. Mevcut Taksim Meydanı’nın iyi tasarlanmamış olduğu konusunda sanırım büyük bir çoğunluk uzlaşabilir. Demek ki tasarlanması gerekiyor. Yarışmada jüri olsaydım trafiğin yeraltına alındığı projelere çeşitli nedenlerle mesafeli yaklaşırdım. Sonuç olarak #taksimitasarla diyebiliyorum.

Konut projesi kadar bile özenilmiyor
Hasan Çalışlar (Mimar): İstanbul için sürekli şapkadan tavşan çıkarıverir gibi birtakım projeler ortaya çıkıyor. Bu projeler hangi kurumlar ve kuruluşların fikri alınarak, hangi ihtiyaç programı ve stratejiyle yaptırtılıyor belli değil. Diğer taraftan böyle bir tasarım kime nasıl yaptırtılıyor? Kamuoyu ile paylaşılan projenin içeriğini bir kenara bırakalım sunum kalitesinden anladığımız, şehrin en önemli noktasının tasarımı için küçük ölçekli bir girişimcinin İstanbul sınırlarında geliştireceği yeni bir konut projesi kadar bile özenilmediği. Ülkenin patalojik hale gelmiş genel sorunu zaten kamuya ait alanların nasıl tasarlandığı? Tartışılması gereken Taksim’e kışla yapılması, yol açılması, AKM, cami vs. değil, Taksim’in kendisi, kimliği, dünü, bugünü, geleceği üçgeninde nasıl bir Taksim olacağıdır?

Ne yapılmaması gerekiyorsa o yapılıyor!
Ömer Kanıpak (Mimar): Taksim’in yeniden düzenlenmesi elbette gerekiyor ancak bunun için ne yapılmaması gerekiyorsa o yapılıyor şu anda. Bir kere İstanbul Belediyesi’nin Ankara’nın güdümünden bağımsız karar verebilmesi, belediye meclisinin de bilgi sahibi olmadan her karara körlemesine el kaldırıp onay vermemesi gerekiyor. 70 sene önce ortadan kalkmış bir kışlanın mumyasını yeniden inşa etmek için bir parkı ortadan kaldırmanın savunulacak tarafı yok. Taksim kavşağındaki yaya ve araç hareketlerinin düzenlenmesi için de ikisini birbirinden ayırmak ve trafiği yeraltına almak şehircilik biliminde terk edilmiş çok eski bir uygulama. Belediyenin ‘shared space’ gibi Avrupa’da uygulanan yeni yöntemleri biliyor olması lazım artık. Araçları yavaşlatacak zemin düzenlemeleri, özel araçların meydana girişini sınırlandıracak ücretli OGS sistemleri, otobüslerin birikmesini önleyecek İETT hatlarının ve tariflerinin düzenlenmesi, yayaların meydanda vakit geçirebilecekleri sert ve yumuşak peyzaj düzenlemeleri, gölge sistemleri, taksi ve dolmuşlar için yolcu odaklı tasarlanmış cepler ve bekleme noktaları ile belediyenin harcamayı düşündüğünden çok daha düşük bir bütçeye ve daha hızlı şekilde nitelikli bir meydana kavuşabiliriz. Topçu Kışlası mumyasına harcamayı düşündükleri parayla da Tepebaşı’ndaki ucube TRT binasını ve otoparkı yıkıp yeni bir konser salonu ve kültür merkezi yapabilirler.

Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 06.03.2012

 

******


TAKSİM'İN İHTİYACI OLAN ŞEY CESUR BİR KARAR

 

 

Her ne kadar trafiğin yer altına alınmasının doğuracağı sakıncalar da dillendirilse de, Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi tartışmasında daha çok yüzeyde yapılması / yapılmaması öngörülen düzenlemelere odaklanıldı. Oysa şu ana kadar ortaya konan çekincelere ek olarak, meydan için tasarlanan ulaşım modelinin, zaman içinde hayata geçirilecek Beşiktaş, Aksaray, Üsküdar vb yayalaştırma projeleri için de bir model olması kuvvetle muhtemel. Aslında Taksim projesi öyle bir fırsat sunuyor ki, Prof.Dr. Haluk Gerçek'in deyimiyle 'alınacak cesur bir kararla' otomobilin kente uydurulduğu bir tasarım ortaya çıkarılabilir. İstanbul Teknik Ünüversitesi İnşaat Fakültesi Ulaştırma Anabilim Dalı'ndan Prof.Dr. Haluk Gerçek'e Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi'ni 'ulaşım' açısından nasıl okumak gerektiğini sorduk.

Bir ulaşımcı olarak Taksim Meydanı’nda yapılması planlanan düzenlemeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Taksim aslında büyük bir dönel kavşak ve meydana açılan bağlantı yolları var. Meydanda herhangi bir trafik sıkışıklığı yok; ama giriş ve çıkışlarda, ona bağlanan yollarda tıkanmalar oluyor. Trafiğin yer altına alınmasıyla bağlantı yolları yine tıkanmaya devam edecek; üstelik kuyruklanmalar etkisini yerin altında gösterecek. Biliyorsunuz araçlar kuyruklanma yaptığı zaman egzos salımları artıyor; bu gazların tünel ağızlarından dışarı atılması gerekecek. Ulaşım açısından dikkat çekici ikinci nokta ise, meydanda otobüs duraklarının ve otobüs  parklanmasının ciddi bir sorun olması. Meydanda, otomobil ve taksi trafiği dışında en fazla göze çarpan ulaşım aracı otobüsler. Bunların bir bölümü meydanı bekleme yapmak için kullanıyor. Taksim’de biten 38 otobüs hattı var; transit geçen hat sayısı ise 16. Bekleme yapan otobüsler meydanda önemli bir alan kullanıyorlar.

Atatürk Kültür Merkezi’nin önünde de ciddi bir servis trafiği var; aynı şekilde The Marmara Oteli’nin önünde de servis otobüsleri durabiliyor.
Evet; dolayısıyla Taksim Meydanı, ciddi biçimde otobüsler tarafından işgal edilmiş durumda. Çünkü diğer araç trafiği, giriş ve çıkış yolları tıkanmadıkça bir şekilde dönerek akıyor. Trafiğin yer altına alınması, bağlantı yollarındaki tıkanma sorununu çözmeyecek. Haliç Köprü geçişinin tamamlanıp metro hattının Yenikapı’ya ve Marmaray Projesi’ne bağlanması ile şu anda Taksim’de biten ya da yolu Taksim’den geçen birçok otobüs hattına gerek kalmayacak ve bunlar seferden kaldırılacak. Çalışmaya devam edecek az sayıdaki hatta, otobüsler uygun biçimde düzenlenmiş ceplerde indirme- bindirme yapabilirler; böylece bekleme ve yığılma yapmadan çok az mekan kullanarak hizmete devam edebilirler.

Servis araçlarının bekleme yaptıkları yerler için başka çözümler geliştirilebilir; örneğin, meydandan daha uzak dış noktalarda uygun yerler gösterilebilir. 2006’da yapılan ‘ev halkı yolculuk anketleri’ne göre İstanbul’da servis araçlarının motorlu araçlarla yapılan yolculuklar içindeki payı % 21.5. Bu çok önemli bir oran. Toplu taşıma sistemi yeterli olmadığı için, birçok kamu ve özel kuruluş ve okul, kendi çalışanlarının ve öğrencilerinin geliş gidişini servis araçları ile sağlıyor. Bu araçlar da, sabah ve akşam kullanıldıkları bir, iki sefer dışında kentin belirli yerlerinde bekleme yapıyorlar. Servis araçları için park alanları oluşturulamadığı için de, çoğu zaman ana yolların kenarlarında, yoldan bir şerit alarak ve trafiği tıkayarak depolanıyorlar.

Meydanda yer altına inilmeden ulaşım açısından nasıl bir düzenleme yapılabilir, bu düzenlemenin öncelikleri ne olur?
Meydandaki motorlu araç trafiği ve yaya alanları ile ilgili düzenlemeleri, yerin altına inmeden yüzeyde çözümlemek mümkün. Dünyada birçok kentte, meydanlarla ilgili düzenlemeler böyle yapılıyor; ama bizde, genelde ‘karayolcu’ bir bakış açısıyla ilk akla gelen çözüm, motorlu araç trafiğini yerin altına alarak yayalardan ayırmak oluyor. Bu çözümde öncelik gene araç trafiğine verilmiş oluyor. Ama bunun sonucunda da, şehir plancılarının da özellikle üzerinde durduğu, başka sorunlar ortaya çıkıyor. Trafiği yerin altına almak için bağlantı yolları üzerinde, istinad duvarları ile desteklenen derin tünel ağızları yapmak gerekiyor. Bu ağızlar meydanın giriş çıkışlarında ciddi engeller oluşturuyor; insanlar karşıdan karşıya geçemiyorlar. Kentsel tasarım açısından çok kötü, çirkin ve yanlış bir uygulama.

Bunu, bütün çağdaş kentlerde uygulandığı gibi çözmek için, meydandaki motorlu araç trafiğine ayrılan alanları planlı, akılcı biçimde azaltmak gerek. Bu, meydana daha az motorlu araç gelmesini sağlayacak şekilde yayalara ayrılan mekanı arttırıp, yola ayrılan alanları azaltmak anlamına geliyor. Dünyada bunun çok güzel örnekleri var. Avrupa Komisyonu’nun en son yayımladığı raporlardan birinde Almanya, İngiltere, Fransa, Danimarka gibi ülkelerin kentlerinde, motorlu araçlara ayrılan mekanın kademeli olarak nasıl azaltılarak insanlara ayrılmış mekanlar haline dönüştürüldüğü ayrıntılı biçimde açıklanıyor.

 

 

Özel araçlar ve taksiler için ne yapılabilir?
Bence onlar için hiç düşünmeye gerek yok; Taksim’e gelme gereksinimlerini azaltacak alternatif yollar bularak, meydandaki yol mekanını planlı biçimde azaltmak gerek. Trafikte genel olarak, yaygın düşünce biçimi şöyledir: “Üzerinde oldukça yoğun araç trafiği olan bir meydan ya da bir anayol herhangi bir nedenle araçlara kapatıldığı zaman, durum çok daha kötüleşerek kaotik bir hal alır ve trafik kilitlenir”. Ama birçok uygulama, bunun tersini göstermiştir. ‘Trafiğin buharlaşması’ diye bir kavram var. Buna göre, motorlu araçlara ayrılan yol mekanını planlı biçimde azalttığınız zaman, beklenen kaos ortya çıkmıyor. Başlangıçta insanlardan, medyadan ciddi tepkiler geliyor. Fakat bir süre sonra insanlar bu duruma uyum sağlamaya başlıyorlar. Kısa dönemde, örneğin, Taksim’den geçmek zorunda değilse, başka bir güzergah kullanıyor; böylece trafik kısmen başka alanlara kaydırılmış oluyor. Ya da eğer yolculuk saatleri esnek olabiliyorsa, yolculuk saatlerini kaydırmaya başlıyorlar. Bir kısım sürücüler ulaşım türünü değiştiriyorlar. Orta dönemde ise insanlar yolculuk ihtiyaçlarını yeniden gözden geçiriyorlar, bazı yolculukları birleştiriyorlar. Bazı yolculuklar da aslında yapılmayabilecek, gereksiz yolculuklar. Daha uzun dönemde de, eğer gerçekten uyum sağlıyamıyorsa, çalıştıkları, alışveriş yaptıkları, mümkünse oturdukları yerleri değiştiriyorlar. Yolu kullananların değişen yol ve trafik koşullarına uyum sağlama ve çözümler üretme konusunda önemli bir kapasiteleri var. İlk bakışta araç trafiğine kapatılan meydan ya da yollardan geçen trafiğin çevredeki başka yollara kaçarak o yolları tıkayacağı düşünülebilir. Ancak bu tür uygulamalar sonucunda yapılan dikkatli sayımlar ve gözlemlerde birçok durumda bunun da gerçekleşmediği, hatta bazı durumlarda alternatif diğer yollardaki trafikte de azalma ortaya çıktığı görülmüştür.

Caddelerin, meydanların insanlara bu şekilde geri kazandırılması ile ilgili çok güzel örnekler var. Dünyada 100 kadar yayınlanmış uygulamadan ve 200 kadar ulaştırma uzmanından toplanan kanıtlardan ve bilgilerden çıkan temel bulgu şu: Otomobillere ayrılmış mekanları azalttığınız ya da tümüyle geri aldığınız zaman, trafik sorunları beklenenden çok az düzeyde oluyor ve zamanla araç trafiğinde önemli düzeyde bir azalma ortaya çıkıyor. Başlangıçta özellikle otomobil kullanıcılarından, medyadan ciddi tepkiler alınıyor. Uygulamanın yapıldığı yakın çevredeki işletme sahipleri itiraz ediyorlar. Ama 6 – 8 hafta sonra herkes kendine bir yol bulmaya yöneliyor. Daha önce belirttiğim gibi, özellikle motorlu araç kullanıcılarının böyle bir duruma uyum sağlama potansiyelleri var. Birçok kentte, kent yöneticileri, tasarım ve planlama yapanlar, bu potansiyeli kullanıyorlar. Nasıl her yeni yol, yaratılan ek yol kapasiteleri bir süre sonra  kendi trafiğini yaratıp mevcut trafiği çoğaltıyorsa, bunun tersi de geçerli. Yol kapasitesini azaltıp, insanlara ayrılan mekanı planlı biçimde arttırdığınız zaman trafik de azalıyor. Trafiğe kapatılan alandan kaçan trafiğin başka yollara gitmesi beklenebilir; ama yapılan sayımlar, birçok uygulamada, yalnızca düzenleme yapılan meydanın yollarında değil, onun yakın çevresindeki yollarda da trafiğin azaldığını gösteriyor.

Bizde kenti yönetenler ya da teknisyenler, olaya motorlu araç trafiğinde bir sıkıntı yaratmayalım anlayışıyla baktıkları ve önceliği de motorlu araç trafiğine verdikleri için, akla gelen ilk çözüm trafik dolaşımını yaya trafiğinden ayırmak için yerin altına almak oluyor. Üstte kalan alan da yayalara bırakılarak; görünüşte bir taşla iki kuş vurulmuş oluyor. Ama aslında Taksim’de uygulanmak istenen proje, hem araç trafiğindeki mevcut sorunları çözmeyecek, hem de yüzeydeki yayalaştırma alanı ve diğer yapılar ile ilgili şehircilerin haklı olarak ciddi eleştirileri var.

Taksim projesinin bence başka bir boyutu da şu: Ulaşım ve trafik çözümleri adı altında ortaya konan projelerin gerçekte açıkça dile getirilmeyen başka önemli kentsel, mekansal amaçları olabiliyor. Ulaştırma yatırımları, kent mekanının fonksiyonlarını düzenlemek, değiştirmek için önemli bir araç olarak kullanılıyor. Bu bazen Taksim’de olduğu gibi yayalaştırma bahanesi altında olabiliyor, bazen de 3. Köprü Projesi’nde olduğu gibi transit trafiği geçirmek gerekçesi altında..Ulaşım ve trafiği gerçekten akılcı biçimde çözmek istiyorsak bunları yapmamak gerekir.

Bir ulaşımcı olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim; burada cesur bir karar almak lazım. Bu durum yalnızca Taksim için değil; bütün benzeri yayalaştırma düzenlemeleri ya da meydan yaratma çalışmaları için (Beşiktaş, Üsküdar, Aksaray gibi..) de geçerli. Çağdaş kentlerdeki uygulamalarda olduğu gibi, yönetim cesur ve kararlı olmalı. Kent için en uygun çözümler, tepeden inme bir yaklaşımla değil kentlileri bu çözüme katarak ve kentteki yaşam kalitesini arttıracağına inandırarak oluşturulmalı. Uygulama zamana yayılmalı, insanların alışması sağlanmalı ve süreç sürekli izlenerek elde edilen iyi sonuçlar kamuoyu ile paylaşılmalı. Çünkü insanlar iyi sonuçları gördükçe bu tür uygulamalara sahip çıkıyorlar.

 

 

Kent yöneticileri neden ‘tünel’leri bu kadar çok seviyor, tercihlerini onlardan yana kullanıyorlar?
Sanıyorum bazı kişiler kent yöneticilerine, “Bakın, şöyle bir çözüm var” diye gidiyorlar ve bunlar çoğunlukla meslek olarak da ‘karayolu’ çıkışlı kişiler oluyorlar. Gördüğüm kadarıyla dünyadaki çağdaş örnekleri çok fazla izleme gereği de duymuyorlar. Bu kolaycı bir uygulama. Karayolcu bir bakış açısıyla bakarsanız; trafik akımları arasında bir  çatışma varsa (bu akımlar yaya ve motorlu araç trafiği de olabilir), birini alta diğerini de üste alarak çözmeye çalışırsınız. Ama karayolunu ya da kavşağı yer altına almanın yarattığı çirkinlik, kabalık, mekansal engeller, kirlenme ve benzeri kent sorunları pek irdelenmiyor. Yerin altında kocaman bir kavşak inşa etmek, yol ağı kurmak hem çok pahalı, hem de mevcut trafik sorununu çözmeyecek.

Bu ve benzeri tünel projelerinin genel kent trafiği içindeki yeri yeterince iyi analiz ediliyor mu? Çünkü en önemli eleştirilerden biri, ‘noktasal’ bir çözüm önerisi olması…
Evet, Taksim de noktasal bir müdahale. Daha önce de söylediğim gibi, meydanda trafik tıkanıklığı açısından bir sorun yok. İstanbul’da birçok noktada, plan bütünlüğü içinde incelenmeyen, parçacı proje önerileri geliştiriliyor. Karayolcu ve noktasal yaklaşım öyle bir bakış açısıdır ki, bir yerdeki düğümü çözmek demek, oradaki sorunu bir sonraki kavşağa aktarmak demektir. Bu anlayışı değiştirmek gerek. Ne kadar yol, kavşak, alt- üst geçit, tünel yaparsanız yapın, artan motorlu araç sayısına yetecek kadar kapasite sağlamanız hem fiziksel hem de ekonomik olarak mümkün değildir. Bu durumda yapılması gereken tek şey, otomobile ayrılmış mekanları planlı biçimde azaltmak, kısıtlamaktır. Kısıtlamayı, yasaklamak anlamında değil, ama otomobil kullanımını caydırıcı önlemler almak, politakalar uygulamak anlamında kullanıyorum. Ayrıca toplu taşıma, bisiklet gibi alternatif ulaşım olanakları da sağlanmalı. Karayolcu anlayışta olanlar bunu bir ütopya gibi görüyorlar, ama dünyada pek çok güzel örnekler var. Daha önce de sık sık belirttiğim bir noktayı bir kez daha yinelemek istiyorum. Kentlerimizi otomobile uydurmaya çalışmaktan vaz geçip otomobili kente uydurmamız gerek.

Yapı, Haber: Mesut Tufan, 06.03.2012

 

******


TAKSİM'DE OTOYOLA GEREK YOK!

 

 

Taksim Meydanı nasıl tasarlanmalı? AKM’nin yenileme projesine imza atan Tabanlıoğlu, Radikal için yazdı.

 

Fransız mimar ve kent tasarımcısı Henri Prost’un davet edildiği 1930’ların sonunda İstanbul için önerdiği kent planında Taksim Gezi Parkı ve AKM olarak gerçekleşmiş olan opera vardı. Bugün AKM nasıl koruma altına alındıysa Gezi Parkı için de aynı yaklaşım söz konusu olmalı. Gezi Parkı’nın restorasyonu ve güncel imkanlarla, günümüz şehircilik anlayışı ve teknolojileriyle 21. yüzyıla kazandırılmasının yöntemleri tartışılmalı. Meydanı belirleyen yapılanmalar AKM, Gezi Parkı, Taksim’e ismini veren su deposu ‘Maksem’in yanı sıra aşağı kotlarda süren kent hareketi (metro, finüküler...), bu hareketin yüzeyle ilişkisi ve bağlantı yolları yakın çevresiyle birlikte ele alınmalı.






Meydanın İstiklal Caddesi, Tarlabaşı Bulvarı, Sıraselviler, Gümüşsuyu, Mete Caddesi bağlantılarıyla şehre entegrasyonu ve çevreye nasıl sirayet edeceği detaylı bir şekilde etüt edilmeli. Bu bağlantılarla araç trafiğinin düzenlenmesi gerekli olduğu gibi yaya akışının doğallığı sağlanmalı. Topografik olarak yüksek bir noktada yer alan meydanın üzerinde yürünecek bir alan olabilmesi, hızlı bir otoyolun üzerinde yer alması durumunda mümkün olamaz. Kent içinde araç trafiği yaya kotunda gerçekleşmekte. Aksi takdirde kent içinde, yayayla ilişkilendirilmesi imkansız, şehirlerarası hızlı otoyollar oluşur. Dolayısıyla doğru olan, bu noktadaki trafiği hafifletecek alternatif bir planlama yapılmasıdır.


Taksim İstanbul’dan bağımsız ele alınamaz. Örneğin yarışması süren Yenikapı projesi, toplu
ulaşım bağlamında Taksim’in de yükünü paylaşacak, farklı rotalar yaratacak bir kentsel değişimdir. Bu ilişki de öngörülerek Taksim Meydanı yeni ulaşım ihtimalleriyle birlikte ele alınmalı.
Meydan, çağdaş dünya kentlerinde olduğu gibi, bir araya gelme amacını destekleyecek şekilde, çok maksatlı altyapı olanaklarıyla donatılmalı. Aydınlatması, peyzajı, performans platformlarıyla Gezi Parkı’yla da birleşerek kentin gündelik yaşamında çok sıklıkla ve kolaylıkla erişilen ve kullanılan bir yaşam alanı oluşturmak gerekir.


Kentsel ihtiyaçlar belirlendikten, tüm analizler, fizibiliteler yapıldıktan ve çevre ilişkileri denetlendikten sonra, peyzaj bu kurguyu bütünleyecek biçimde ortaya çıkacaktır. Meydan günümüze en etkin biçimde kazandırılmak isteniyorsa öncelikle çağdaş sehircilik kriterleriyle, trafik, güvenlik ve organizasyon gibi gerekli altyapı ve onları oluşturacak sistemleri tespit edecek disiplinler tarafından ortak bir çalışma düzeninde değerlendirilmeli. Konunun profesyonelleri kadar sivil toplumun ve hatta bireylerin görüş ve önerilerini her açıdan bir araya getirmeli ve ancak konsensus sağlandıktan sonra proje çizilmeli.

Radikal, Yazı: Murat Tabanlıoğlu, 07.03.2012

TARİHİ ESERLERE VAKIF BÜROKRASİSİ

 

Kaderine terk edilen sayısız eserin vakıflar tarafından işletilmesi, eserleri canlandırmak için umut anlamına geliyor.

 

Ancak vakıf kurmak için ağır işleyen bürokrasi yanında mahkemelerin 'görev alanı' karmaşası da vakıf kurmanın önünde engel oluşturuyor. Ecdat yadigarı birçok eser, vakıfçılık sayesinde kurtarılmış ve günümüzde de eğitim ve kültürel amaçlı olarak işlevini sürdürüyor. Günümüzde vakıf kurarak bu ihtiyaçların karşılanması, bazı bürokratik işlemlerin yerine getirilmesi anlamına geliyor. Kurulacak vakfın mal varlığı, işleyişi ve mali yapısı gibi konular bu işlemlerin birer parçasını oluşturuyor. Ancak bu işlemlerin uzun ve dağınık şekilde yapılması hem başvuru yapacak kişiler hem de vakıf olarak kullanılacak tarihi eserler açısından dezavantaj oluşturuyor. Çünkü işlemlerin çok uzun zaman alması, başvuru sahiplerinin vazgeçmesine sebep olabiliyor.

 

Tarihi mirasın bir parçası olan bir eseri kullanmak için ilk iş olarak vakıf kurmak gerekiyor. Ancak bu vakfın kurulabilmesi için çok sayıda merhaleden geçiliyor. Öncelikle vakıf senedi oluşturulması ve bu senedin noterde tasdik edilmesi gerekiyor. Sonrasında ise sırayı senedin ilgili birimler tarafından usul ve diğer yönleriyle incelenmesi alıyor. Ardından mahkemeye sevk edilen senet, uygun bulunursa tescil edilip Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne gönderiliyor. Bundan sonraki aşamada genel müdürlük, Vakıflar Merkezi Sicil Defteri'ne vakfı kaydediyor. Sonrasında ise vakfın kuruluşu Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giriyor.

 

Mahkeme safhasında da önemli bir belirsizlik bulunuyor. Daha önce başvurular asliye hukuk mahkemelerine yapılırken 2011 tarihli kanun ile bu başvurular Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'na göre değerlendirilmeye başlandı. Bu süreçte asliye hukuk ile sulh hukuk mahkemeleri arasında 'görevsizlik' kararları ile bekleyen başvuruların son adresi Yargıtay oluyor. Yargıtay'ın vereceği karar da uzun zaman alabildiği için başvuru sahipleri vazgeçme noktasına geliyor. Vakıf kurmak için girişimde bulunanlar, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün tek çatı altında işlemleri yürütmesinin bürokratik engelleri azaltacağını düşünüyor.

Zaman, Haber: Orhan Fırat, 05.03.2012

SULTAN 2. ABDÜLHAMİD'İN MİRASI KİTAPLAŞTIRILDI

 

 

Sultan 2. Abdülhamid tarafından İstanbul'da yaptırılan 13 kamu binasının yapım serüveni ve bugünkü işlevlerinin anlatıldığı bir kitap yayımlandı.

 

"Sultan 2. Abdülhamid'in Mirası, İstanbul'da Kamu Binaları" adlı kitap Yıldız Teknik Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fatmagül Demirel tarafından hazırlandı. Kitapta, Sanayi-i Nefise Mektebi, Sirkeci Garı, Müze-i Hümayun, Halkalı Ziraat Mektebi, Ziraat Bankası, Darülaceze, Etfal Hastanesi, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane, Haydarpaşa Garı, Defter-i Hakani Nezareti ve Düyun-i Umumiye binaları fotoğraflarla anlatılıyor. 2. Abdülhamid'in tıp, mühendislik, eğitim, ulaşım ve devlet bürokrasisinin gelişmesi için gerçekleştirdiği yeniliklerin serüveni de kitapta yer alıyor.

 

İstanbul'un özgün mimari yapılarından biri olan ve inşa edildiği tarihte Batılılar tarafından "Doğu'nun kapısı" diye adlandırılan Sirkeci Garı'nın ve demiryolunun yapım serüveni Sultan Abdülaziz döneminde başladı. İstanbul'dan Viyana'ya ilk tren seferi ise 12 Ağustos 1888 tarihinde gerçekleşti. Abdülhamid döneminin önemli kamu binalarından biri de Şişli Etfal Hastanesi. Kızı Hatice Sultan'ı bir havale neticesinde kaybeden Abdülhamid, "Benim çocuğum kurtulamadı. Kim bilir fakir fukaranın çocuklarına nasıl bakılıyor. Hiç olmazsa bir hastane yaptıralım da benim gibi birçok babanın kalbi yanmasın." diyerek Şişli'de bir çocuk hastanesi yaptırdı. Günümüzde İstanbul Erkek Lisesi kullanımında olan bina da 2. Abdülhamid döneminde Osmanlı borçlarının ödenmesi için kurulan Düyun-ı Umumiye-i Osmaniye İdaresi için yapıldı.

Zaman, 05.03.2012

DOLMABAHÇE'DE AĞAÇ KESMİ BAŞLADI

 

 

Dolmabahçe’den Beşiktaş’a uzanan sahil yolunda bulunan 646 çınar ağacından 3’ü bu sabah İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Park ve Bahçeler Müdürlüğü Ağaç Bakım ve Budama ekibi tarafından kesildi. 22 ağacın daha tamamen kesileceği öğrenildi.

Kesimi yapan görevliler, İstanbul 4 Numaralı Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun onayı ile bu işlemi yaptı. Yol üzerindeki 646 çınar ağacından 25’inde, ’doku bozulması’ hastalığı tespit edilmiş, bulaşıcı olan çürümeye ve zamanla kendiliğinden yıkılmaya neden olan hastalığın önüne geçilebilmesi için bu kararın alındığı öğrenildi. Yoldan geçen vatandaşlar kesilen ağaçların neden kesildiğini bilmediklerini ve kesilen ağaçlara çok üzüldüklerini söylediler.

Kararın İstanbul 4 Numaralı Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun onayıyla alındığını açıklayan İBB yetkilileri, caddeden geçen araçların çarparak yaraladığı çınar ağaçları için restorasyon ve rehabilitasyon çalışmaları yapıldığını, dip çürüklüğü olan ağaçlar için ilaçlama ve temizleme gibi koruyucu önlemler alındığını bildirdi.

Çınarların 2007 yılında budanıp yüklerinin hafifletildiğini de kaydeden yetkililer, Kabataş Meclis-i Mebusan Caddesi’nden başlayarak, Dolmabahçe Caddesi, Çırağan Caddesi, Ortaköy ve Bebek Parkı güzergahındaki çınar ağaçlarından bazılarının hastalık ve zararlılardan dolayı kuruması, bazılarının ise araç çarpmaları sonucunda can ve mal güvenliği açısından tehlikeli olduğunun tespit edildiğini belirttiler.

Radikal, Haber: Hasan Yıldırım, 04.03.2012

TURİSTLERİN GÖZDESİ, TOPKAPI, AYASOFYA MÜZELERİ VE EFES

 

 

Türkiye’de geçen yıl turistlerin en fazla ziyaret ettiği üç yer Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya Müzesi ve Efes Ören Yeri oldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre, 2011 yılında Topkapı Sarayı Müzesi’ni 3 milyon 767 bin 410 kişi ziyaret etti ve toplam 56 milyon 664 bin lira bıraktı.


İkinci sırada yer alan Ayasofya Müzesi’ni 3 milyon 196 bin 110 kişi ziyaret ederken, ziyaretçilerden 48 milyon 577 bin 440 lira gelir sağlandı. Efes Ören Yeri ise toplam 1 milyon 999 bin 959 kişi ile üçüncü sırayı aldı. Efes Ören Yeri’nden elde edilen gelir de 31 milyon 431 bin 525 lira oldu.

Konya Mevlana Müzesi ve Denizli Hierapolis Ören Yeri de turistlerin en çok ziyaret ettiği yer arasında bulunuyor. Mevlana Müzesini, geçen yıl 1 milyon 735 bin, Denizli Hierapolis Ören Yerini de 1 milyon 625 bin kişi ziyaret etti. Türkiye’deki müze ve ören yerlerini geçen yıl toplamda 28 milyon 462 bin 893 turist gezerken, ziyaretlerden 253 milyon 892 bin 756 lira gelir elde edildi.

 

En çok ziyaret edilen müzeler
Topkapı Sarayı Müzesi 3 milyon 767 bin
Ayasofya Müzesi 3 milyon 196 bin
Efes Ören Yeri 1 milyon 999
Konya Mevlana Müzesi  1.735.424
Denizli Hierapolis Ören Yeri 1.625.143
Nevşehir Göreme Açık Hava Müzesi  906.721
Antalya Noel Baba Müzesi 587.692
Antalya Myra Ören Yeri 544.846
Çanakkale Troya Ören Yeri 515.905
Nevşehir Kaymaklı Yer altı şehri 415,026
Antalya Aspendos Ören Yeri 410.161
Antalya Perge Ören Yeri 399.805
İstanbul Kariye Müzesi 387.481
Nevşehir Hacıbektaş Müzesi 362.307
Alanya Kalesi 359.09
İzmir St. Jean Anıtı 355.803
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi 317.277
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi 292.538
Trabzon Sümela Manastırı 288.089
Nevşehir Derinkuyu Yeraltı Şehri 280.155
Ankara Cumhuriyet Müzesi 205.909

Milliyet, 04.03.2012

ÜNLÜ MÜZELERE ESER AMBARGOSU

 

 

Türkiye, Anadolu’dan kaçırılan tarihi eserleri iade etmeyen ünlü İngiliz ve Amerikan müzelerinin geçici sergilerine parça vermeme kararı aldı. Bu kararla zora giren müzeler arasında Metropolitan ve British Museum var.

 

Yayın şirketi Umberto Allemandi bünyesindeki Londra merkezli kültür sanat dergisi The Art Newspaper, mart sayısında, Türkiye’nin geri istediği eserler iade edilene dek Amerikan ve İngiliz müzelerinin geçici sergilerine eser ödünç vermeyi durdurduğunu yazdı. Derginin haberine göre Londra’daki dünyaca ünlü British Museum, 15 Nisan 2012’ye kadar sürecek “Hac: İslam’ın Kalbine Yolculuk” sergisi için Topkapı Sarayı’ndan, Türbeler Müzesi’yle Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nden toplam 35 adet eseri geçici olarak sergilemek üzere istedi.


Varolan anlaşmalar aracılığıyla Türkiye’den geçici sergiler için ödünç eser alabilen müze, serginin açılmasına az bir zaman kala Türk resmi makamlarından “Hayır” cevabını aldı.  Dergi, Kültür Bakanlığı’nın eserlerin gönderilmesini engellediğini öne sürerek “Türkiye’nin Anadolu’dan kaçırılan eserlerin iadesi konusunda giderek genişleyen kampanyasının bir parçası olarak, söz konusu eserleri koleksiyonunda bulunduran müzelere eser verilmesi önleniyor” dedi.


Türkiye, British Museum’un milattan önce birinci yüzyıla ait üzerinde Kral Antiochus’un Herakles-Verenthragna’yı selamlarken tasvir edildiği zeytinyağı üretmede kullanılan mermer silindiri istiyor. Adıyaman Selik beldesi yakınlarında bir tarlada 1882’de bulunan 1 metre 23 santim yüksekliğinde ortası delik silindir, bölgede çalışmasına izin verilen Mezopatamya uzmanı ünlü İngiliz arkeolog Leonard Woolley tarafından 1911’de satın alındı. Woolley, 1. Dünya Savaşı’nın karmaşası içerinde eseri Suriye götürdü. 1927’de Suriye’yi mandacı güç olarak yöneten Fransa’nın izniyle silindir British Museum’a satıldı.


Haberde “2005’te Türkiye eserin iadesini talep etse de bu talepte ısrarcı olunmadı. İki ülke arasında da eser ödünç verme işlemleri devam etti” ifadelerine yer verildi. Dergiye konuşan müzenin sözcüsü, uzun hazırlıkla meydana getirilen serginin başarısı için sorunu çözme yolundaki girişimleri şöyle anlattı: “Silindirin geri verilmesi için müze görüşmeye hazırdı. Fakat mütevelli heyeti mülkiyetin transferini istemedi.”

Sergiyi askıya aldılar
Londra’daki The Victoria and Albert Museum da Türkiye’den gelecek eserlerin kritik önemde olduğu “Osmanlılar” sergisini, anlaşmazlık nedeniyle askıya aldı. 2014’te açılması planlanan ve İstanbul’un fethinden 19. yüzyılın sonlarına dek Osmanlı sanatının gelişimini ele alacak serginin hazırlıklarının durdurulmasının nedeni; Sidamara lahitinden çalınan Eros’un başı...  İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen, milattan önce üçüncü yüzyıla ait Sidamara lahitinden 1882’de İngiliz arkeolog Charles Wilson tarafından koparılan aşk tanrısı Eros’un başı, 1933’den beri Londra’daki müzede sergileniyor. Müze sözcüsü, Wilson’ın ailesinin Eros’un başını müzeye bağışladığını anımsatarak “müzenin eserin mülkiyetini devredemeyeceğini” öne sürdü. Sözcü, “iade sorununun halledilmesiyle serginin hazırlıklarının ilerleyeceğini umut ettiğini” belirtti.


Türkiye’nin Londra Kültür ve Turizm Müşaviri Tolga Tüylüoğlu, British Museum ve The Victoria and Albert Museum’dan iki eserin iadesinin istendiğini doğruladı. Tüylüoğlu, İngiliz ve Türk sanat kurumları arasındaki “iyi ilişkileri” vurgularken, Türk hükümetinin “sergilere ödünç eserleri tartışmadan önce” antik iki parçayla ilgili meselenin çözümünü istediğini belirtti.

New York’ta bulunan dünyanın en büyük müzelerinden The Metropolitan da 14 Mart’ta açılacak “Bizans ve İslam” sergisi için yaşanan sorunları gözönüne alıp Türkiye’den eser talep etmekten kaçındı.


Dergiye konuşan bir müze yetkilisi, Türkiye’nin iadesini istediği antik döneme ait bir düzine eserini varlığını doğrularken parçaların ismini vermedi. Yetkili “Konu Türk makamlarıyla görüşülüyor”demekle yetinirken, müzenin sergi için pek çok parçayı Atina’daki Benaki müzesinden istediği öğrenildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye’den götürülen eserleri, istenmesine rağmen iade etmeyen müzelere, geçici de olsa tarihi eser verilmemesi kararı aldı.

 


Truva Hazineleri

 

Türkiye kaçırılan bu eserleri istiyor
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü verilerine göre ABD, Almanya, Rusya Federasyonu, Hırvatistan, Danimarka, İtalya, Fransa, İsviçre, Sırbistan-Karadağ, Bulgaristan, Ukrayna ve İngiltere gibi birçok ülkede Türkiye’den kaçırılan tarihi eserler bulunuyor. Kültür ve Turizm ile Dışişleri bakanlıklarının koordineli çalışmalarıyla, müzelerde sergilenen, müzayedelerde satışa çıkarılan veya gümrüklerde ele geçirilen eserlerin takibi yapılıyor, iadesi isteniyor, dava açılıyor ve satışlar durduruluyor.


Türkiye’ye getirilen eserler:
-  Avusturya’da 2010’da bir otobüste ele geçirilen Roma ve Bizans dönemine ait 316 parça.
-  Birleşik Arap Emirlikleri’nde bulunan ve Roma dönemine ait heykel, stel ve lahit parçalarından oluşan 23 eser.
-  İngiltere’den getirilen, Efes Antik kentinden götürülmüş Roma dönemine ait 1 yüzük.
-  Almanya’nın Münih kentinde ele geçirilen 4 adet sikke.
-  Almanya Nünberg’de ele geçirilen 2 adet mermer stel parçası.
-  İzmir’deki Agora deposundan 2004’te çalınan ve yine Almanya’da bulunan mermer erkek heykel başı.
-  Denizli’deki Laodikya antik kentinden çalınan ve İsviçre’de buluhah bronz heykele ait el.
İadesi istenenler:
-  Boğazköy Sfenksi: Osmanlı Devleti döneminde onarım için götürülen ve geri getirilmeyen sfenks Berlin Müzesi’nde bulunuyor.
-  Bergama Zeus Sunağı: Alman arkeolog Human’ın 1871’de yaptığı izinsiz kazı sonucu Berlin’e götürüldü.
-  Truva Hazineleri: Alman arkeolog Schliemann’ın 1869 - 1871 yıllarında yaptığı kazılarda bulunan hazine, Osmanlı makamlarının izni olmadan kaçırıldı. Eserler yaklaşık 20 yıldır Rusya’daki Puşkin Müzesi’nde.
-  Lidya eserleri: New York Metropolitan Müzesi’nde sergileniyor. Geri alınması için açılan dava sonuçlanmadı.
-  Kuran Sayfaları: Nuruosmaniye Kütüphanesi’nden çalınan 210 sayfa, Princeton Üniversitesi’nde tutuluyor. Ayrıca bir yaprağı Mısır’da, iki yaprağı Yfıskfujf/yfjs David Sampling Müzesi’nde, iki yaprağı İngiltere’de bir şahsın elinde bulunuyor.
-  ABD’deki J. Paul Getty Müzesi’nde, Türkiye’den kaçırılmış çok sayıda eser bulunuyor.
-  Paris Louvre Müzesi’nde olduğu tespit edilen Ayasofya Cami Haziresi’ndeki Sultan II. Selim Türbesi’nin girişindeki çiniler için dava açıldı.
-  Afyonkarahisar’daki Tatarlı Tümülüsü’ne ait MÖ 453 tarihli 4 adet boyalı ahşap friz, Almanya’nın Münih şehrindeki Archaologische Staatssammlung Müzesi’nde teşhirde. Parçalarının iadesi için girişimler sürüyor.
-  İtalya’da bulunan Lidya yazıtının geri getirilmesi işlemleri sürüyor.
-  Rusya’da ele geçen, Türkiye kökenli Bizans dönemine ait gümüş haç ve altın bileziğin iadesi isteniyor.
-  Antalya Kumluca’daki kiliseden 1963’te kaçırılan, çoğunluğunu dini amaçlı gümüş kapların oluşturduğu tarihi eserler, Washington’daki Dumbarton Oaks Müzesi’nde sergileniyor.
-  Marmara Balıkesir Saraylı beldesindeki açık hava müzesinden çalınan mermer imparator heykel başı ile Kocaeli Müzesi Müdürlüğü fuar alanından çalınan heykel başı aranıyor.
-  Almanya’da bir müzayedede satışa çıkarılan Hitit dönemine ait mezar steli parçası, orthostat parçası ve 3 adet minyatür Hitit arabası için dava açıldı.
-  İngiltere’deki Bonham Müzayedeevi’ndeki satışı durdurulan Lidya dönemine ait gümüş “kyathosun”un (kepçe) iadesi için çalışmalar sürüyor.

 


Bergama Zeus Sunağı

 

UNESCO sözleşmesi iadeyi öngörüyor
Yurt dışına kaçak kazı ve yasadışı yollarla götürülen tarihi eserlerin iadesi, 1970 UNESCO sözleşmesi ve ikili görüşmelerle yapılıyor. İkili görüşmelerdeki iade talebi kabul edilmediği zaman, Dışişleri Bakanlığı tarafından sağlanan avukatlık firmaları aracılığıyla dava yoluna gidiliyor. Avrupa’da düzenlenen birçok müzayede de bakanlık tarafından takip ediliyor. Ayrıca, müze ve ören yerlerinden çalınan eserlerin yurt dışına çıkışlarının önlenmesi ve kaçakçıların yakalanması için fotoğraflı envanter bilgileri, Başbakanlık, Gümrük, Denizcilik müsteşarlıkları ve İçişleri ile Dışişleri gibi kurumlara gönderiliyor.

Milliyet, 04.03.2012

 

******


GÜNAY, MÜZELERE AMBARGO TARTIŞMASINA AÇIKLIK GETİRDİ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye'deki müzelerle işbirliği yapmak isteyen yabancı müzelere, "Sizin müzenizin kayıtlarında bir çalıntı Türkiye eseri var. Onu bize verin ondan sonra işbirliği yapabiliriz' dediklerini belirterek, "Bu sayededir ki bazı eserleri daha büyük bir hızla ülkemize getirmeye başladık" dedi.

Günay, "Ünlü müzelere ambargo" başlıklı haberlerle ilgili sorular üzerine, Türkiye'nin tarih varlıkları açısından çok zengin olduğunu belirtti. Ama dünya müzeciliği koleksiyonculuğu geliştirirken, Osmanlı topraklarının bunun yeteri kadar farkına varamadığını ifade eden Günay, şunları söyledi:
"Geçmiş dönemlerde bazı fermanlarla, izinlerle, bugün hala geçerli sayılan belgelerle ülkemizden çok değerli bir takım anıtlar, eserler, eser parçaları götürülmüş. Bugünkü dünya mevzuatı karşısında bunlara çok fazla itiraz edemiyoruz. Sadece hayıflanıyoruz, üzülüyoruz. Ama bazı eserler de var ki hiçbir belgeye dayanmadan, bir padişah fermanına, herhangi bir izne, herhangi bir meşru sayılabilecek belgeye dayanmadan ülkemizden alınıp götürülmüş. Bunun hukuktaki ismi çalıntı. Bu çalıntı eserlerin bir kısmı da dünyanın tanınmış müzelerinin koleksiyonunda yer alıyor. O müzeler bizim müzelerimizle işbirliği yapmak istiyorlar. Bizim müzelerimiz dünyanın en zengin müzeleri arasında. Bizim müzelerimizle işbirliği yapmak isteyen bir müzeye, 'Sizin müzenizin kayıtlarında bir çalıntı Türkiye eseri var. Onu bize verin ondan sonra işbirliği yapabiliriz' diyoruz. Söylediğimiz budur. Bunu dikkatle, dünyanın her yerinde uygulamaya çalışıyoruz. Bu devletimizin yeni, daha duyarlı bir bakış açısıdır. Bakanlığımız çok dikkatli, Dışişleri Bakanlığı da bize çok yardımcı oluyor son zamanlarda. Bu bir devlet ve hükümet politikası haline geldi."

 

Bu sayede bazı eserleri daha büyük bir hızla Türkiye'ye getirmeye başladıklarını ifade eden Bakan Günay, şöyle devam etti: "Bu dikkatimizi sürdüreceğiz. Dünyanın büyük müzeleriyle işbirliği yapmayı önemsiyoruz. Amerika'daki, İngiltere'deki, Almanya'daki müzelerle işbirliği yapmak bizim için de çok önemli. O müzenin sergisinde Türkiye'den bir çalıntı eser varsa onunla işbirliği yapmak bir anlamda kendimize karşı saygımızı yetirmek anlamına geliyor. O yüzden dikkatimizi sürdürüyoruz. Kararlılığımızı sürdürürsek daha olumlu sonuçlar alacağımızı düşünüyorum."

Turizm Gazetesi, 05.03.2012

TABLO ASMAK BİR SANATTIR

 

 

Picasso, Rembrandt, Dali, Van Gogh... Özel müzeler artık dünyaca ünlü sanatçıların eserlerini Türk sanatseverlerle buluşturuyor. Sanat fuarları, bianeller, sergiler, galeriler ve müzeler yüz binlerce ziyaretçinin ilgisini çekiyor. İlgi arttıkça düzenlenen sergilerin niteliği ve niceliğinde de artış gözlemleniyor. Üstelik artık sadece özel müzeler değil yeni girişimciler de sanat pazarında yer almaya başladı. Yurtdışından sergileri ülkemize getiren pek çok kültür-sanat şirketi yeni oyuncular olarak bu pazara dahil oldu. Sanat pazarı genişledikçe yeni sektörlere duyulan ihtiyaç da elbette paralel şekilde artıyor. Bu durum da sanat eseri nakliyesinden sigortasına farklı alanlarda hizmet veren firmaların doğmasına neden oluyor. Öyle ki sanat eserini sadece taşımak ya da sigortalamak değil asmak bile başlı başına bir iş kolu haline geldi. Müzelerde, galerilerde sergilenen ve değerleri 100 milyon liraları bulan eserlerin taşımasını ve montajını sıradan ustalar yapmıyor. Bu iş mutlaka profesyonellik gerektiriyor. Türkiye'de bu işi yapan en bilindik şirket ise Sergikur. 2003 yılında Şener Çardak tarafından kurulan Sergikur, Pera Müzesi'nden İstanbul Modern'e, 12. İstanbul Bienali'nden Dali sergisine kadar birçok büyük serginin asma işlemlerini gerçekleştiriyor. İşe başladıkları 2003 yılında yılda beş sergi yapan Sergikur'un 2011 yılında hazırladığı sergi sayısı ise 80. Sırf bu rakam bile Türkiye'de artan sanat ilgisinin başlıca ispatı gibi. Sergikur'un bugüne dek çalıştığı sergi sayısı ise 700'ün üzerinde. Yıllarca Yapı Kredi Kültür Sanat'ta çalıştıktan sonra Türkiye'de sergi asma konusunda bir eksik olduğunu fark eden Şener Çardak, bu noksanlığı gidermek amacıyla kurmuş Sergikur'u. O yıllarda "İşiniz tablo mu asmak" diye alay edenlerin şimdi yaptıkları işin ne denli önemli olduğunu kavradıklarını anlatıyor Çardak. Çünkü bir sanat eserini asmak bilgi, eğitim ve beceri istiyor. Şener Çardak'la Beyoğlu'ndaki ofisinde bir araya geliyorum ve resim asarken nelere dikkat etmek gerekiyor bunları bizzat uzmanından dinliyorum. ye'de bu işi yapan en bilindik şirket ise Sergikur. 2003 yılında Şener Çardak tarafından kurulan Sergikur, Pera Müzesi'nden İstanbul Modern'e, 12. İstanbul Bienali'nden Dali sergisine kadar birçok büyük serginin asma işlemlerini gerçekleştiriyor. İşe başladıkları 2003 yılında yılda beş sergi yapan Sergikur'un 2011 yılında hazırladığı sergi sayısı ise 80. Sırf bu rakam bile Türkiye'de kiyor bunları bizzat uzmanından dinliyorum.

Aydınlatma çok önemli
Şener Çardak eser asarken dikkat edilmesi gereken unsurları şöyle sıralıyor: "Etrafında esere hükmedecek başka malzeme olmamalı. Örneğin yanında kırmızı bir vazo olmazsa iyi olur. Renkli iş asarken duvar renkli olmamalı. Resim haricinde hiçbir şey patlamamalı. Aydınlatma çok önemli. Bugün sadece sanat eseri aydınlatması üreten firmalar var. Çok yüksek ışıklar esere zarar verebilir. Aydınlatma en yüksek 5 bin kelvin olmalı. En az zarar göreceği aydınlatma ise 50 lüks yani düşük ışık. Işığın açısı izleyicinin gölgesini hedef almayacak şekilde ayarlanmalı."

Altından daha değerli
Şener Çardak sanatın iyi bir yatırım enstrümanı olduğu fikrinde: "Türkiye'de yatırım amaçlı eser alan çok kişi var. Eserler depoda ya da merdiven altlarında bekliyor. Bu tarz alım yapanlar için sanat depolarının kurulması şart. Sanat eseri altından bile daha değerli. Bu yıl aldığınız eser seneye çok farklı bir noktaya gelebiliyor. Bu da sanat eserini cazip hale getiriyor.

Koleksiyonerlere de hizmet veriyorlar
Sergikur koleksiyonerlere de hizmet veriyor. Evlerdeki eserlerin teşhir amaçlı sergilenmesini düzenliyorlar. Koleksiyonerlerin ev ve ofislerindeki tabloları yerleştiriyor, robotlarla eserleri kaldırıyor, lazerlerle milimetrik asımlar gerçekleştiriyor, çalışma sırasında iz bırakmayan eldivenler kullanıyorlar.

Bütçeler 20-500 bin TL arasında değişiyor
Sergikur'un 11 personeli var. Fuar zamanlarında bu sayı 30'a kadar çıkıyor. İstanbul'un farklı noktalarında büroları var. Personellerine herhangi bir sanatsal eğitim vermiyorlar. Ekibin içinde 3-4 yıl deneyim kazanmaları sağlanıyor. İşin bütçesi çalıştıkları mekandan sanat eserinin değerine kadar farklı etkenlere göre hesaplanıyor. Fiyatlandırma 300 liradan başlıyor 20 bine kadar yükseliyor. Bir örnek vermek gerekirse; 800 eseri yerleştirdikleri İstanbul Bienali'nin bütçesi 17 bin lira idi. Bugüne kadar astıkları en önemli eser ise Pera Müzesi tarafından alınan Osman Hamdi'nin Kaplumbağa Terbiyecisi isimli resmi.

Heykel duvar dibine konmamalı
Tablo yerleştirmek kadar heykel yerleştirmek de özen istiyor. Özellikle ahşap ve fiber heykellerin bulunduğu odanın sıcaklığına dikkat etmek gerekiyor. Şener, bir de heykellerin duvar diplerine konmaması gerektiği konusunda uyarıyor: "Üç boyutlu eserlerden bahsediyoruz. Sanatçı bunu yaparken arka tarafını, orada anlatmak istediği düşünceyi de planlıyor. Bu yüzden heykel mutlaka arkasından dolaşılabilecek bir mesafeye konmalı."

Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 04.03.2012

ALTINOVA'DA TARİHİ HAMAM RESTORE EDİLECEK

 

 

Tarihi yapıların tekrar ayağa kaldırılması çalışmaları Anadolu'nun dört bir yanında devam ediyor.

Yalova'nın Altınova İlçesi'nde, bir süre önce restorasyonu tamamlanan 16. yüzyıla ait Hersekzade Ahmet Paşa Camii'nin avlusunda bulunan tarihi hamamın da restore edileceği bildirildi. Altınova Belediye Başkanı Metin Oral, gazetecilere yaptığı açıklamada, caminin avlusunda bulunan tarihi hamamın restorasyonuna yönelik proje sürecinin tüm hızıyla sürdüğünü belirtti. Oral, "Kocaeli Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Tarihi Mekanlar ve Kent Estetiği Şube Müdürlüğü, hamama ait sanat tarihi raporunu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü (KUDEB) ise malzeme analiz raporunu hazırladı. Hamamın günümüze kazandırılması için teknolojik cihazlar ile ölçümler yapılıp, 3 boyutlu olarak çizim programına aktarıldı. Rölöve, restitüsyon, restorasyon projeleri tamamlanınca kurul onayına sunulacak ve onaylandıktan sonra 2012'de uygulamasına başlanacak.'' dedi. Oran, birinci derece doğal sit alanı olan Hersek Lagün Gölü'nün kuzeyinde bulunan Helenopolis Antik Kenti'nin kalıntılarının da araştırılacağına değindi. "Birinci derece doğal sit alanı olarak tescil edilen ve göç yolundaki kuşların uğrak yeri olan Hersek Lagün Gölü'nün kuzeyinde Helenapolis antik kenti ve Hersekzade Ahmet Paşa Külliyesi, doğusunda Atatürk'ün çay içtiği tarihi yapı bulunuyor. Belediyemiz tarafından yaptırılacak jeoradar testi ile bu alanda saklı kalan değerleri ortaya çıkarmayı düşünüyoruz. Buradaki kalıntıların gün yüzüne çıkartılması ile ilçemizdeki tarihi doku daha net olarak gün yüzüne serilmiş olacak.'' diye konuştu.

Zaman, 03.03.2012

MÜZE SOYGUNUNA ÖZEL EKİP ÖNLEMİ

 

Son iki ayda iki ayrı müze soygununun yaşandığı Yunanistan'da müze ve arkeolojik alanlar artık özel güvenlik ekipleri tarafından korunacak.

 

Yunanistan Kültür ve Turizm Bakanı Pavlos Geroulanos, müzelerin olimpiyat oyunlarının güvenliğinde eğitilen bakanlık çalışanları ile seçilmiş polislerden oluşan özel güvenlik ekipleri tarafından korunacağını açıkladı. Ocak ayı başında Atina'daki Ulusal Resim Müzesi'nden ünlü ressam Pablo Picasso'nun "Kadın Başı" isimli tablosuyla birlikte başka bir tablo çalınmıştı. Son olarak Olimpia Arkeoloji Müzesi'ne giren iki hırsız da 70 kadar tarihi eseri çalarak kaçmıştı.

Zaman, 03.03.2012

TARİHİ ESERLER İHYA OLDU, KASA HALA DOLU

 

 

Ankara Kalesi, tarihi Beypazarı ve Kale İçi evleri, Medeniyetler Müzesi, Zağfiran Han, Sakarya'da Taraklı evleri, Konya'da Karatay Medresesi, Van'da Akdamar Kilisesi gibi tarihi eserlerin bakımı geçtiğimiz yıllarda tamamlandı.

 

Türkiye'nin dört bir köşesindeki restorasyon çalışmaları büyük bir hızla devam ederken önceki dönemlerin aksine kaynak sıkıntısı yaşanmadı. Çünkü, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nda 2004 yılının Haziran ayında yapılan düzenleme ile belediyelerin tahsil ettiği emlak vergilerinin yüzde 10'u tarihi eserlerin bakımına aktarıldı. O dönemden bugüne kadar çeşitli şehirlerdeki 5 bine yakın tarihi eserin bakım ve onarımı yapıldı. Buna rağmen, katkı payı hesabında kullanılmak üzere 421 milyon lira hazır bulunuyor. Yüzlerce eserin restorasyon çalışmaları ise sürdürülüyor. Taşınmaz kültür varlıklarının restorasyonunda en büyük engelin kaynak sıkıntısı olduğunu belirten Sakarya Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Tülin Çoruhlu, "Bu yapılan düzenleme ile tarihi eserler restorasyonda altın çağını yaşıyor. Projesi yapılan hiçbir eserle ilgili kaynak sıkıntısı bulunmuyor." dedi.

 

Tarihi eserlerin bakım ve onarımı için 2011'de belediyeler 85,5 milyon, il özel idareleri ise 55 milyon lira olmak üzere 140 milyon lira kaynak kullanılırken, katkı payı hesabında 421 milyon lira hazır. İstanbul'da 2011'de belediyeler 18 milyon 309 bin, özel idare 33 bin 812 lira olmak üzere tarihi eserlerin bakım ve onarımı için toplam 52 milyon lira kullanıldı. İstanbul'da daha önce Topkapı Sarayı, Ayasofya Müzesi, Arkeoloji Müzesi, Yıldız Sarayı, Süleymaniye, Mahmut Paşa, Sultanahmet Humbarahane camilerinin bakım ve onarımı yapılmıştı. 2011 yılında ise, Maltepe Askeri Kışlası, Kuleli Askeri Lisesi, Beşiktaş Yıldız Sarayı Şehzade Köşkü, İstanbul Üniversitesi Mirgün Köşkü, Kağıthane Kasrı, Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kampüsü Hamamı, Galata Mevlevihanesi Hazireleri Şadırvanı Sarnıç ve Kuyuları'nın restorasyon çalışmaları tamamlandı. Tarihi şehirde birçok eserin restorasyon çalışmaları devam ederken, kasada hala 158,5 milyon lira bulunuyor. Ankara'da restorasyon çalışmalarına geçen yıl 9 milyon 306 bin lira harcandı, 26 milyon 364 lira ise kasada tutuluyor. Tarihi dokusuyla öne çıkan Bursa'da da aynı yıl 10,5 milyon lira tarihi eserler için kullanılırken 14,5 milyon lira hazır bekliyor. İzmir'de ise 17 milyon harcanırken 58,5 milyon lira bulunuyor. Bursa'da camiler ve Yeşil Türbe başta olmak üzere geçen yıl, Kayahan Hamamı, Tophane Yamacı Bursa Surları, İncirli Hamamı, Deveci Konağı Yıldırım Cumalıkızık Evleri, Kütahya Han'ın restorasyon çalışmaları tamamlandı.

Zaman, Haber: Duran Savaş, 03.03.2012

TOKİ'DEN RESTORASYON ATAĞI

 

 

Unutulmaya yüz tutmuş, yıkılma tehlikesi taşıyan tarihsel değerleri, gelecek nesillere aktarmayı amaçlayan TOKİ, restorasyon kredileri kapsamında bu yıl üst limiti 105 bin lira olarak belirledi. Kredi talebindeki yoğunluk nedeniyle başvurular, 16 Mart'a kadar uzatıldı.

Tescilli taşınmaz kültür varlıklarının restorasyonuna katkı amacıyla 2005 yılında ''restorasyon kredisi'' uygulaması başlatan İdare, bu yıl her bir proje için keşif özetinin yüzde 70'ine kadar kredi kullandırıyor.

Restorasyon kredisi başvurusunda ''Eserin, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Kurulu'nun onaylanmış rölöve ve restorasyon projeleriyle restorasyon raporu, onaylı projeye göre düzenlenmiş keşif raporu, arsanın ve binanın durumunu gösteren tapu örneği'' gibi belgeler isteniyor. Kullandırılan kredinin faizi yıllık yüzde 4, vadesi ise 10 yıl. Geri ödemeler aylık sabit taksitler halinde tahsil ediliyor.

TOKİ, bu yılın restorasyon kredisi başvurularını, 6 Şubat–2 Mart tarihleri arasında kabul etti.

Ancak üst limiti 105 bin lira olan krediye yoğun ilgi üzerine İdare, başvuru tarihini uzattı. Tescilli taşınmaz kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve restorasyonu için kredi kullanmak isteyenler 16 Mart'a kadar başvuruda bulunabilecek.

ŞİMDİYE KADAR 371 KÜLTÜR VARLIĞINA KREDİ DESTEĞİ VERİLDİ
Kredilerde özelikle tarihi kent dokularını sağlıklaştırılmasına yönelik olan ve yerel yönetimlerin öncülüğündeki projelere öncelik veriliyor. Bakım, onarım ve restorasyon işlemleri yapılacak taşınmaz kültür varlığının mimari ve kültürel değeri, fiziki durumu, bulunduğu çevrenin özellikleri, kullanım amacı göz önünde bulunduruluyor.

Taşınmaz kültür varlığının bakımı, onarımı ve restorasyonu için yapılacak işlemlerin yapının kültür varlığı niteliğinin devamını sağlaması, gerekirse sağlıklaştırılması ve işlev kazandırılması amacına yönelik olması zorunlu.

2005 yılından bu yana 371 kültür varlığına kredi desteği verildi, başlatılan restorasyon projelerinden 221'i tamamlandı.

TÜRKİYE'NİN DÖRT BİR YERİNDEKİ KÜLTÜREL DEĞERLER RESTORE EDİLDİ
TOKİ'nin restorasyon kredisi desteği sağladığı kültürel değerler arasında Ankara Beypazarı Evleri, Karabük Safranbolu Evleri, Ankara Vilayet Konağı, Adıyaman Samsat Sahabe Safvan Bin Muattal Türbesi, Elazığ Çarşı Mahallesi eski Hükümet Konağı, Gaziantep Şahinbey Bayaz Han Kültür Merkezi, İstanbul Üsküdar Fatih mahkeme binası ve İstanbul Denizcilik Müsteşarlığı Bölge Müdürlüğü hizmet binası gibi eserler de bulunuyor.

TOKİ restorasyon kapsamında, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Eskişehir, Gaziantep, Hatay, Amasya, Bartın, Çanakkale, Muğla, Uşak, Kastamonu, Tokat, Trabzon, Giresun, Edirne, Şanlıurfa ve Artvin illeri Safranbolu, Kalecik, Bergama, Ürgüp, Taraklı, Bolaman, Bandırma, Ayvalık, Milas, Foça, İnegöl, Mudanya, İnebolu, Alanya, Akçaabat, Osmaneli, Mudurnu, Kemaliye, Göynük, Taraklı, İncesu, Zile ve Dalay ilçeleri ile Mustafapaşa, İbrahimpaşa, Kalkan, Uzungöl ve Daday beldelerindeki birçok proje için kredi imkanı sağlandı.

Restorasyon kredisi için ayrıntılı bilgi www.toki.gov.tr adresinden edinilebilecek.

Habertürk, 03.03.2012

DÜNYANIN EN ESKİ ARKEOLOJİK TAPINAĞI TURİZM İÇİN UMUT OLUYOR

 

 

Peygamberler şehri Şanlıurfa, MÖ 10 bin tarihine ait ve dünyanın ilk tapınağı olduğu söylenen Göbeklitepe ile turizm, alanında yeni bir boyut kazanıyor.

 

Şanlıurfa sınırları içinde 1963 yılında keşfedilen ve son dönemlerde yapılan kazılarla bir kısmı gün yüzüne çıkan MÖ 10 bin tarihine ait Göbeklitepe dünyanın en eski arkeolojik tapınağı olarak nitelendiriliyor. 80 dönümlük alanda bulunan ören yeri, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca 2005 yılında 1. derece arkeolojik sit alanı ilan edilmişti. Burada yapılan çalışmalar sonucunda insanoğlunun ilk kez, Neolitik dönemde avcılık ve toplayıcılık ile birlikte tarıma da yöneldiği tespit edilmiş ve yabani şekildeyetişen buğday, arpa, mercimek türü ürünleri deneme yanılma yoluyla ekmeye başlanmış, zamanla en iyi ürün o dönemlerde keşfedildiği sanılıyor. Bu ören yerin önümüzdeki yıllarda Şanlıurfa’ya turizm açısından büyük katkılar sağlaması bekleniyor.

 

İlk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago Üniversitelerinin işbirliği ile hazırlanan ‘Güneydoğu Anadolu Bölgesi Araştırma Projesi’ çerçevesinde gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında, İstanbul Üniversitesi’nden Prehistorya Bölüm Başkanı Prof.Dr. Halet Çambel ve Chicago Üniversitesi’nden Prof.Dr. Robert Braidwood tarafından keşfedildi. 1995 yılında Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında ve Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Arkeolog Harald Hauptmann’ın danışmanlığında yüzey araştırmaları yapılmış ve 1996yılından 2006 yılına kadar Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında ve Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Arkeolog Klaus Schmidt danışmanlığında kazı çalışmaları sürdürüldü. Göbeklitepe’deki kazı çalışmaları 2007 yılından itibaren Bakanlar Kurulu kararı ile Alman Arkeoloji Enstitüsünden Arkeolog Klaus Schmidt tarafından yürütüldü.

 

Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan ilginç buluntular arasında çöl varanı, sürüngen kabartmaları, ağzı açık ve dişleri korkunç bir şekilde betimlenen kurt kafaları, yaban domuzları, turna, leylek, tilki, ceylan, yabani eşek, yılan, akrep, yabani koyun, aslan örümcek ve kafası olmayan insan kabartması, erkeklik organı abartılı olarak tasvir edilmiş erkek heykelleri gibi ortaya çıkan bulgular 12 bin yıl önce yerleşik hayata geçen bu dönem insanının inançlarını yansıtan önemli bulguları oluşturmakta. Mimarlıktarihi, insanoğlunun avcı ve toplayıcı toplumdan yerleşik topluma geçmesi ile başlar. Göbeklitepe’de bulunan 12 bin yıllık yapılar, mimarlık tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. İnsanoğlunun tek tanrılı dinlerden önceki çok tanrılı döneme ait ilk tapınağı, MÖ 5 bin yılına tarihlenen Malta Adası’ndaki tapınak olarak biliniyordu. Göbeklitepe yerleşiminin tespiti ile bu bilgiler geçerliliğini yitirmiş ve insanoğlunun ilk tapınağının günümüzden 12 bin yıl öncesine tarihlenen ‘Göbeklitepe Tapınağı’olduğu bilimsel verilerle kanıtlandı. Bu tespit ile birlikte arkeoloji tarihi yeniden yazılmaya başlandı.

Beyaz Gazete, 02.03.2012

TOPKAPI SARAYI RESTORE EDİLDİ

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre, bakanlık, 2011 yılında Topkapı Sarayı Müzesi başta olmak üzere kentin önemli kültür ve turizm mekanlarının restorasyonlarını gerçekleştirdi.

Bakanlık, restore çalışmalarını Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve İstanbul İl Özel İdaresi'nden sağlanan ödeneklerle gerçekleştirdi.

Bu kapsamda, geçen yıl, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1478'de yaptırılan ve Osmanlı Devleti'nin 380 yıl idare merkezi ve resmi ikametgahı olarak kullandığı Topkapı Sarayı Müzesi'nde Sultan 4. Murad'ın Bağdat'ı alması şerefine yapılan kubbeli ve revaklı Bağdat Köşkü, İncirlik Bahçesi, 1635 tarihinde 4. Murad'ın Erivan'ı alması anısına yaptırılan sekizgen Revan Köşkü, 17. yüzyılda Merzifonlu Mustafa Paşa'nın sadrazamlığı sırasında yaptırılan Sofa Köşkü, Sofa Camisi, Sultan 3. Ahmed'in ünlü Lale Devri partilerini verdiği ve ortasında 5. yüzyıldan kalma mermer bir çeşme bulunan Lale Bahçesi restore edildi.


Divan Meydanı'nın Marmara Denizi'ne bakan doğu cephesinde bulunan, 20 kubbeli aşhane, 3 kubbeli helvahane ve diğer hizmet birimlerinden oluşan ve 5 bin 250 metrekarelik alana yayılan sarayın mutfakları ve müştemilatının restorasyonu da tamamlandı.

Topkapı Sarayı'nın Silah Teşhir Bölümü'nün restorasyonu da geçen yıl bitti. Yapının tarihi mimari özelliklerinin ortaya çıkarıldığı restorasyon sonrasında bölümde, Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren kullanılan silahlar sergilenmeye başladı.

Sarayın kule kapıları, Zülüflü Baltacılar Koğuşu, mescidi ve çubuk odası, saltanat arabaları, Dolap Ocağı, Harem Hünkar Salonu Müzik Odası ve sarayın genel cephe restorasyonu ise devam ediyor.

Bu arada, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen Yıldız Sarayı Küçük Mabeyn Dairesi, Yıldız Sarayı Müzesi Harem Yapıları, Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi, Sıbyan Mektebi, Nef-i Fidan Türbesi, Galata Mevlevihanesi Müzesi Hazireleri, şadırvanı, kuyuları ve sarnıcının restorasyonu da sürüyor.

Habertürk, 02.03.2012





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi