25 - 31 Mart 2012
|
FATİH'İN EN GENÇ HALİNE SERVET
İSTENİYOR
Fatih Sultan
Mehmet’in portresinin bulunduğu ”çok
nadir” niteliğindeki bronz madalyon,
300 ile 400 bin
sterlin
(840 bin-1 milyon 120 bin lira)
arasındaki tahmini bedelle
müzayedeye çıktı.Araştırmacı-Yazar
ve Nümismat Necati Doğan,
madalyondaki portrenin Fatih Sultan
Mehmet’in şimdiye kadar gördüğü en
genç hali olduğunu belirterek,
”Bundan dolayı daha da önem
kazanıyor” dedi.
Baldwin’s
Müzayede
Evinin
internet
sitesinde yer alan ilanda, Ӎok
nadir” niteliğinde olan madalyonun
1432 ila 1466 yılları arasında
yaşamış
İtalyan
heykeltıraş Pietro da Milano
tarafından yapıldığına yer
veriliyor. Bir yüzünde Fatih Sultan
Mehmet’in bronz üzerine ince
işçilikle işlenmiş portresinin
bulunduğu madalyonun diğer yüzü ise
boş bırakılmış.
İstanbul’un
fethinden sonraki 10 yıl içerisinde
yapıldığı tahmin edilen eserin
üzerinde Latince ”Büyük Hükümdar ve
Büyük Sultan Mehmet” ifadeleri yer
alırken, Fatih’in başına bağladığı
kumaşın üzerinde tam olarak
okunmamakla birlikte ”Allah” yazdığı
tahmin ediliyor.
Heykeltraş
Pietro da Milano’nun Rönesans dönemi
sanatçıların yaygın olarak
kullandığı eserde isminin baş
harflerini gizleme eğilimine uyarak
madalyonun bir yerine isminin baş
harflerini gizlediği belirtilirken,
eserde yer alan Fatih Sultan Mehmet
portresinin gerçeğe en yakın çizim
olduğu iddia edildi.
25 Nisan’da
Londra’da
yapılacak müzayedede 300 ile 400 bin
sterlin arasındaki tahmini bedelle
açık arttırmaya çıkartılan madalyon,
19. İslami Sikke Müzayedesi
kapsamında satılacak.
Öte yandan, müzayedede III. Ahmet
dönemine ait İstanbul’da basılan
altın sikke, Sultan
Abdülaziz
döneminde
Mısır’da
basılan altın 500 kuruş ile II.
Abdülhamid döneminde yine Mısır’da
basılan gümüş 20 kuruşta yer alıyor.
-”Avrupa’da
para yok Araplar alır”-
Araştırmacı-Yazar ve Nümismat Necati
Doğan, Fatih Sultan Mehmet’in
portresinin bulunduğu madalyonla
ilgili olarak, AA muhabirine yaptığı
değerlendirmede, Osmanlı döneminde
sikke ve madalyonların üzerine
resim
yerine tuğra ve Osmanlı arması
(Devlet Arması) basıldığını söyledi.
Fatih’ten
itibaren Osmanlı padişahlarının
fetihler dolayısıyla Avrupa’nın
gündeminde yer aldığını ifade eden
Doğan, özellikle Rönesans dönemi
sanatçıların eserlerinde Osmanlıya
dair temalar işlediğini, bu
madalyonun da bu örneklerden biri
olduğunu dile getirdi.
Döküm tekniğiyle yapılan madalyonun
bronz olması nedeniyle Fatih Sultan
Mehmet’e sunulması ihtimalinin
bulunmadığını veya bir şekilde
ulaşamadığını belirten Doğan,
şunları kaydetti: ”Madalyondaki
portre Fatih’in şimdiye kadar
gördüğüm en genç hali. Bundan dolayı
eser daha da önem kazanıyor. Bu
madalyon, madalyon koleksiyonu yapan
tüm koleksiyoncuların sahip olmayı
hayal ettiği nitelikte. Bir Türkün
almasını isterim, ama tahmini
rakamlar Osmanlı dönemi eseri için
oldukça yüksek. Avrupa’da kriz
nedeniyle para yok, ama müzayedeye
özellikle
Arap
şeyhlerinin ilgi göstereceğini
tahmin ediyorum.”
Millyet, 30.03.2012
|
ADANA'NIN YENİ MÜZEYE İHTİYACI VAR
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay, bu yıl 14.'sü düzenlenen Uluslararası
Devlet Tiyatroları Sabancı Tiyatro Festivalinin
açılışının Türkiye'nin en güzel, en görkemli ve
sanat değeri en yüksek açılışlarından biri
olduğunu söyledi.
Tiyatro festivalinin
açılışına katılmak için Adana'ya gelen Bakan
Günay sabah saatlerinde Vali Hüseyin Avni
Coş'u ziyaret etti. Burada festival ve Adana
ile ilgili açıklamalarda bulunan Günay, 14
yıldır devam eden tiyatro festivalinin son
dört yıldır açık havada Taşköprü de
kutlandığını hatırlattı. Önceki akşam izleme
fırsatını bulduğu şenliği görmeyenlerin bir
kayıp içinde olduğunu vurgulayan Bakan
Günay, "Bu kadar güzel, bu kadar sanat
değeri yüksek bir açılış dünyanın bir çok
yerinde gerçekleşmiyor. 14 yıldır
bakanlığımız ile Sabancı Vakfı birlikte
gerçekleştiriyor. On binlerce insanın
katılımıyla sanat değeri yüksek bir tören
oluyor. Dilerdim ki, aslında televizyon
kanallarının bazıları kültüre sanata biraz
daha ağırlık verenler bu son derece estetik
ve yüksek sanat değeri olan açılışı naklen
yayınlasınlar. Umuyorum ki, önümüzdeki
yıllarda başta TRT olmak üzere çok kanal bu
muhteşem organizasyonu naklen
yayınlayacaktır. Türkiye'nin bir yerinde
inanılmaz bir sanat gösterisi yapılıyor ve
bunu da on binlerce insan izliyor. Bir salon
dolusu 500 kişi değil. Bunu Türkiye'nin
hatta dünyanın bilmesi görmesi gerekiyor. "
dedi.
Adana'nın ülkenin en önemli
tarım ve sanayi şehirlerinden biri olduğunu
aktaran Bakan Günay, bakanlık olarak
Adana'nın aynı zamanda bir sanat şehri
olmasını istediklerini ifade etti. Hem
doğusunda hem batısında muhteşem
medeniyetlerin ayak izlerinin bulunduğu bir
kültür vahası olan kentte bu yıl Yüreğir
Kültür Merkezi'ni bitirmeyi umut ettiklerini
dile getiren Bakan Günay, "Ceyhan'ı da
tamamlayacağız. İtiraf edeyim ki, bunlar
eski yılların çok da mükemmel olmayan
projeleri ama başlamış işleri bitirmek kamu
kaynaklarını doğru kullanmak açısından
ihtiyaç. Bundan sonraki projeler daha
kullanılır ve ekonomik olacak. Adana'nın
yeni bir müzeye ihtiyacı var. Bu yerel
yönetimler çözeceğiz. Tepebağ bölgesindeki
restorasyon çok önemli. Bu arada yeni
müzeler açıldı. Adana'nın daha fazlasına
ihtiyacı var. Tarih boyunca önemli bir sanat
merkezi, ülkenin edebiyatına sanatına büyük
katkılar sağlamış bir şehrimiz. Ülkenin en
büyük yazarları sanat alanındaki isimleri
buradan çıkmış." diye konuştu. Belediye'den
sonra yeni kurulan Bilim ve Teknoloji
Üniversitesi'ni gezen Bakan Günay, "Bu
üniversiteye gelen ilk bakan olduğum için
gururluyum" dedi. Daha sonra Sinema
Müzesi'ni giden Bakan Günay, Adanalı sanatçı
Yılmaz Güney'in eşyalarının bulunduğu odayı
gezdi. Müze'nin yanındaki Atatürk Bilim ve
Kültür Müzesini dolaştı. Kültür ve Turizm
Bakanı Günay, daha sonra Gazi İlköğretim
Okulundaki restorasyon çalışmalarını
inceledi. Bakan Günay, Yeşiloba Şehitliğini
ziyaretinin ardından Adana'dan ayrıldı.
Zaman, 29.03.2012
|
JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU
Çanakkale Jandarma Komutanlığı tarafından düzenlenen operasyonda, Roma ve Bizans dönemlerine ait tarihî eserler ele geçirildi. Olayla ilgili 2 kişi gözaltına alındı.
Gelen ihbarları değerlendiren jandarma ekipleri, Lapseki ilçesine bağlı Umurbey beldesinde iki kişinin, ellerindeki tarihî eserleri satışa çıkardığı bilgisi aldıktan sonra harekete geçti. Takip başlatan ekipler, düzenledikleri operasyonda H.İ. ve M.D.'yi gözaltına aldı.
Zanlıların arabalarında ve üzerlerinde yapılan aramalarda Roma ve Bizans dönemlerine ait olduğu tahmin edilen 37 adet sikke, 4 adet yüzük, 1 adet haç figürlü obje, 2 gr. esrar ve 1 adet 7,65 mm. çapında boş kovan ele geçirildi. Tarihî eserler, Çanakkale Müze Müdürlüğü'ne teslim edilmek üzere muhafaza altına alındı.
Adli mercilere sevk edilen H.İ. ve M.D. ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Habertürk, 29.03.2012
|
 |
|
PERA'DA GOYA SERGİSİ
20. yüzyıl sanatını etkileyen İspanyol ressam Francisco de Goya’nın gravür ve yağlıboyalarını içeren “Goya, Zamanının Tanığı, Gravürler ve Resimler” başlıklı sergi, 20 Nisan’da Pera Müzesi’nde açılacak.
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, evrensel bir ustanın dehasına tanıklık eden sergiyi Türk sanatseverlerle ilk kez buluşturmaya hazırlanıyor. 20 Nisan - 29 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşecek sergide sanatseverler, İspanyol ressam Francisco de Goya’nın (1746-1828) gravür ve yağlıboyalarını görme fırsatı bulacak. İspanya ve İtalya’nın önde gelen müze ve özel koleksiyonlarından derlenen sergi, Pera Müzesi’nin üç katında yer alacak. Küratörlüğünü Marisa Oropesa’nın yaptığı, “Goya, Zamanının Tanığı, Gravürler ve Resimler” sergisi Goya’nın Kapriçyolar, Savaşın Felaketleri, Boğa Güreşi, Atasözleri ya da Zırvalar başlıklarını taşıyan gravür serilerinin yanı sıra aralarında döneminin kralı IV. Carlos ve kraliçe María Luisa’nın portrelerinin de yer aldığı çeşitli yağlıboyalarını buluşturuyor. Sergide yer alan yapıtlar, İspanya ve Avrupa’nın çalkantılı bir dönemine tanıklık eden ve “karanlığın en iyi anlatıcılarından biri” olarak kabul edilen Goya’nın dehasına ışık tutacak bir nitelik taşıyor. Goya, saray ressamlığı ve portreciliğinin yanı sıra tanığı olduğu acı ve karanlık çağın tüyler ürperten görüntülerini yansıtmasıyla da biliniyor. Goya’nın sanatı, gerçekçi ve yer yer ürkütücü üslubuyla 20. yüzyıl modernizmini de etkilemişti.
Habertürk, 29.03.2012
|
HEM İNSAN GİBİ DİK
YÜRÜYOR, HEM AĞAÇLARA TIRMANIYOR
Doğu Afrika’da bulunan
fosilleşmiş bir ayağın, 3.4 milyon yıl önce yaşamış
esrarengiz bir insan türüne ait olduğu açıklandı. Bu
fosil, insanın iki ayak üzerinde yürümeye başladığı
dönemle ilgili önemli ipuçları taşıyor.
Etiyopya’nın Afar
bölgesinde 2009 yılında ortaya çıkarılan bu kısmi
ayak fosili, yeni bir ‘hominin’ türünün 3 ile 4
milyon yıl önce dünyada yaşamış olduğuna işaret
ediyor.
Bugün Nature dergisinde
yer alan araştırma sonuçlarına göre, yeni ‘hominin’,
hem dünyada bilinen en eski modern insan fosili olan
ünlü ‘Lucy’ gibi dik yürüyebiliyordu hem de
ayaklarında ağaçlara tırmanmaya yarayan kavrayıcı
bir yapı bulunuyordu.
Ancak bu canlının
ayakları Lucy’ninkiler kadar gelişmiş değildi.
Bilim insanları bu bulgu
sonucu modern insanın birçok akrabasının dik
yürüyebildiğinin netleştiğini söyledi.

3.4 MİLYON YIL
ÖNCE YAŞAMIŞ
Ayağın kemik yapısını ve
çevresindeki toprağı inceleyen bilim insanları,
parçaların insanın 3.4 milyon yıl önce yaşamış bir
akrabasının sağ ayağından geldiği sonucuna vardı.
Cleveland’da bulunan
Case Wester Reserve Üniversitesi’nden Bruce Latimer,
“İlkel ayaktan, modern insan ayağına nasıl geçiş
yaptığımız sorusuna cevap bulunması açısından bu çok
önemli bir gelişme” dedi.
İnsanlık tarihinde
birçok ‘hominin’ türünün aynı anda yaşadığı
biliniyordu. Ancak Lucy kadar yaşlı olanına daha
önce hiç rastlanmamıştı.
ARDI'NİN
AKRABASI OLABİLİR
Bu ağaçlara tırmanıp
yerde yaşayan türün ne olduğu henüz bilinmiyor.
Ancak uzmanlar Lucy’nin türü olan Australopithecus
afarensis olmadığından emin.
Bulunan ayak daha çok
Lucy’den 1 milyon yıl daha önce, bugünkü Etiyopya
civarında yaşamış olan ve ‘Ardi’ adıyla bilinen
Ardipithecus ramidus türünü andırıyor.
Hürriyet, 29.03.2012
|
TARİH SATILDI!
Çorum Merkez İlçe’ye bağlı Beydili Köyü'nde, 128 dönümlük hazine arazisi, Milli Emlak Müdürlüğü tarafından usulüne uygun biçimde satışa çıkarılarak, bir kişiye satıldı. Ancak iddiaya göre, satılan arazide Roma mezarlarının bulunduğu tümülüsler (küçük tepecikler) yer alıyor. Bu yer tarihi eserler envanterinde geçmediği için de, Milli Emlak Müdürlüğü'nce yapılan işlem, mevzuata tamamen uygun görülüyor.
Konuya duyarlı bir yurttaş, Valiliğe başvurarak, tarihi eserlerin koruma altına alınmasını istedi. Arazinin tam ortasında bulunan tümülüsün define arayıcıları ve tarihi eser kaçakçıları tarafından kazıldığı, Roma mezarlarından çıkan değerli eşyaların yağmalandığı, lahitin de şu anda açıkta bulunduğu anlatılan dilekçede, söz konusu arazi ile ilgili şu bilgiler verildi:
“Taşınmazın kuzey tarafında yaklaşık 10 metre yüksekliğinde iki adet tümülüs bulunmaktadır. Bunlardan birisi 7 metre kadar kazılmış, ancak mezara ulaşılamamıştır. Diğer tümülüse ise şu ana kadar dokunulmamıştır. Arazinin kenarlarında 15-20 adet daha tümülüs vardır. Bu bölge şu ana kadar yetkililerce tespit edilmemiş ve il kültür envanterine kayıt edilmemiştir. 20 Mart 2012 tarihinde satıldığını öğrenilen bu yer altı hazinesinin koruma altına alınması gerekmektedir.”
|
 |
KONYA'DA 8 BİN YILLIK
TAPINAK
Konya Çatalhöyük’te
ilk kez, höyüğün Kalkolitik dönemine ait bölümünde,
içi diğer yapılardan farklı, tapınak benzeri bir
binaya rastlandı
Kazı ekibinde görev
alan, Doç.Dr. Burçin Erdoğu, yaptığı açıklamada,
Çatalhöyük’ün biri doğuda diğeri batıda olmak üzere
iki höyükten oluştuğunu söyledi.
Kalkolitik Batı Çatalhöyük’te (MÖ 6000-5500)
kendisinin başkanlığında, Doç.Dr. Onur Özbek ve
Nejat Yücel’in katılımıyla yapılan çalışmalar
sonucunda özel bir binaya ulaştıklarını açıklayan
Erdoğu, “’Kırmızı Bina’ olarak adlandırdığımız
yapının,
tapınak benzeri,
çeşitli seremonilerde kullanılan özel bir bina olma
olasılığı var” dedi.
Milliyet, 29.03.2012
|
"BENİM HEYKEL HOCAM
NAZIM'DIR"

60’lı yıllar... Ressam
olmak isteyen taşralı bir gencin
İstanbul’a
gelişiyle başlar hikaye. Çocukluktan beri ressam
olmayı hayal etmektedir. Lise yılları hep angarya
gibi gelir. Akademiye gideceği gün gelip çattığında
memur bir babanın oğlu olarak çıkar yola. Elde
avuçta yoktur.
Hayallerine ve
istediklerine inanarak ayakta kalmayı başaracaktır.
Her türlü işte çalışır Aksoy. Ama hep sanatı
düşünür. Köy hayatından öğrendiği mücadele etme
duygusunu hayatının ağırlık merkezine yerleştirir.
Şehre ilk geldiğinde karşıdan karşıya geçmeyi dahi
bilmemektedir. Hepsi yeri geldikçe öğrenilir. 60’lı
yıllar öyle bir hevesle öğrenerek geçer. Önce
resimle başlar ama heykele daha çok yeteneği
olduğunu fark edecektir. Doğanın gücü ve
kutsallığına doğru başlayan sanat yolculuğu
sonralarıysa çokça politize edilecektir.
68 hareketleriyle politik olaylar gündeme gelmeye
başlar. Altıncı Filo
Türkiye’ye gelir.
Aksoy da o dönemin gençlik hareketlerine katılır:
“Altıncı Filo Defol”, “Yankee Go Home!” Bu sloganlar
eşliğinde Dev-Genç hareketine katılır. Politik
ortamlardayken bile aslında hep heykeli düşünür.
Evlenir, hemen çocukları olur.
Hayat meşgalesi içerisinde politik
süreçlerin dışında kalmaya başlar...
70’lerde gittiği
İngiltere, Berlin
gibi farklı şehirlerde dünya görüşü değişir.
Deneysel sanat akımlarının üste çekildiği dönemlerde
Aksoy,
İngiltere’dedir.
“İnsani formların ortadan kaltığı, tuval resminin
inkar edildiği, müzelerin reddedildiği heykelin
inkar ediliği dönemlerdi, çoğu teatral, söze dayalı,
metaforik olmayan, elle falan da pek yapmaya gerek
yok.. Ready made gibi şeyler...” Aksoy bu dönemde
sanat buysa ben yokum der ve bir, bir buçuk sene
hiçbir şey üretmez.
Berlin 80’lerde sanatçının yeniden heykelle
barıştığı yer olur. Heykel geleneğinin, formun devam
ettiğine yeniden inanan Aksoy, Berlin’i büyük bir
okul gibi görür... Başlıyoruz sormaya...
70’lerde yurtdışına
gittiğinizde burada aldığınız eğitimin
yetersizliğini gördüğünüzü vurguluyorsunuz. Sizce
geçen zamanda bu durum değişti mi?
Değişmedi, aynı. Benim gibi adamlar olsaydı
belki değişirdi, ki ben bir süre hocalık yaptım. O
sırada bunlara dikkat çektim. Kendi kültürümüze- ki
bu MÖ. 2000-3000 yıllarına tarihlendirilen bir
kültürdür. köprünün üzerinde oturuyoruz, ‘altın
hilal’ denilen yerde. Düşünebiliyor musun? Ve bundan
haberin olmuyor! Heykel eğitiminde bundan söz
edilmemesi çok acıdır. Heykel eğitimi klasik
Yunan’dan başlar. İdealist düşüncenin ürünüdür
klasik Yunan heykeli. Geçiş dönemi olduğundan arkaik
Yunan’ı daha severim.
Mısır, Asur ve
yavaş yavaş
Anadolu’dan Yunan’a
doğru giden bir geçiştir arkaik dönem. Klasik
Yunan’la bence heykelin bozulma dönemi başlar. Tam
anlamıyla bir idealleştirme, estetize etme kaygısı.
Bu heykelde öğretici bir şey değildir.
Bugün emperyal kültür, tekelci kapitalizm iyice baş
verdi. Sanatı küresel yapma hikayeleri başladı.
Güncel sanat bununla ilintilidir.
Demokratik sanat kültürünün yüceltilmesi gerekir. Bu
bilinçte değil sanatçılarımız maalesef. Bir şeye
karşı durduklarını sanıyorlar fakat içerik olarak
aynı yerdeler.
İşleriniz politize
edildi.
12 Eylül’den beri
eserlerinize karşı bir takım tavırlar alındı.
Kenan Evren’le
başlayıp
Melih Gökçek’le
devam eden ve yakın zamandaki ‘ucube’ olayı,
‘İnsanlık Anıtı’nın yıkılması. Bu yaşananları neye
bağlıyorsunuz?
Valla benim hiç suçum yok. Hiç
kişiselleştirmedim. Şöyle oluyor aslında; ben
toplumsal yaralara dokunuyorum, çelişkilere dikkat
çekiyorum ve bu etkili oluyor.
Heykelle dikkat
çekmek... Bu etkiyi özellikle mi yaratmak
istiyorsunuz?
Heykelin kendisi etkili ne yapayım? Ben heykeli
yapıyorum sadece. Konusu, içeriği itibariyle.
Sanatçı olarak sorumluluk taşıyorsan, olayları
önceden sezebiliyorsan çelişkilere dokunmuş
oluyorsun. Barış istemek ne zamandan beri çelişki
olmuş? Cumhuriyet’in kuruluşundan beri “Yurtta sulh,
cihanda sulh” diyoruz.
Yıkılan heykeliniz
İnsanlık Anıtı’yla ilgili neler söylersiniz?
Dünyadaki görüntümüze bakar mısınız? Taliban’la
eşitlenmedik mi? Ne kadar büyük ayıptır. Böyle bir
ülke değil
Türkiye. Sonuç? Ben
o heykeli yeniden yaparım. Yapacağım da! Geçtiğimiz
aylarda yaşanan
Fransa’daki
soykırım yasası olayları. Yaşanan tartışmalarda
barış istiyoruz, düşmanlığımız yok demeye
çalışıyorken, sen herkesle Ermenilerle, bütün
komşularla dostluk isteyen bir anıtı yıktın. Halbuki
şunu diyebilseydik, bakın biz bu anıtı yaptık
sınıra, elimiz ne kadar kuvvetlenmez miydi? Bir
sanatçı insanı ilerletmek ister, olaylara
derinlemesine baksın, doğruyu gerçeği görsün ister.
Politikacı tersini ister.
Bir partiye inansam bile o partinin görüşleri
doğrultusunda heykel yapmam. Sanatçının böyle bir
özgür alanı var. O yüzden de bize bu anlamda
güvenmezler, hakiki sanatçıları politakaya almazlar!
Gerçek sanatçı politikaya girmez zaten!
Nazım Hikmet’ten
bahsedersek biraz, birkaç işinize de konu olmuş biri
olarak sizin için önemi nedir?
Benim asıl heykel hocam Nazım’dır. Bir şair
nasıl benim heykel hocam olur? Olur. Nazım’ın şiiri
ele alışı, hayata bakışı, yaşamıyla sanatını
birleştirişi, o birebirlik... İmajlar, resimsel
görsel anlatılar. Nazım’da pozitif insani bir abartı
vardır. O beni çok etkilemiştir. İçerik form
bütünlüğünü ondan öğrendim. Hem şiirleri hem
yazılarından çok şey öğrendim. Monotoni , tekrar ne
demektir sanatta onu öğrendim Nazım’dan. O da
Bach’dan öğrenmiş mesela. Bach’la ilgili bir şiir
yazmış öyle bir yazmış ki o tekrarın tekrarsızlığını
anlatır. Ben de ondan öğrenip bunu forma
dönüştürdüm. Bütün disiplinler aslında birbirinden
etkilenir. Ama tabii ki baş hocamız doğadır.
Sergide de yer alan bir iş var ki diğerlerinden
biraz daha manidar, 1979 senesinde yaptığınız hamile
çıplak kadın heykeli. İsmi de
Türkiye...
Bir gün bir hamile kadınla karşılaştım yolda.
Yanına gidip konuştum. Kadın hamile olduğu için
nasıl mutlu, gururlu, bir çocuk getirecek dünyaya..
Türkiye de o
zamanlar o gururlu hamile kadın gibi güzel günlere
gebeydi. Sosyalizme,
insan gibi yaşamaya hamile...
Peki ne oldu şimdi o
çocuk sizce?
‘Türkiye’,
düşürdü o çocuğu.
12 Eylül’le
birlikte düşürdü çocuğunu. Hala o anayasayla
uğraşıyoruz...
Radikal, Fotoğraf:
Muhsin Akgün, Haber: Müge Büyüktalaş, 29.03.2012
|
TÜRKİYE ARKEOLOJİSİ
İNGİLİZ DERGİSİNDE
İngiltere'nin en önemli ve en çok okunan arkeoloji
dergisi "Current Archaeology", kapağında Türkiye'ye
yer verdi. Dergi Nisan-Mayıs sayısının kapağında
İzmir Agorası'ndan bir fotoğraf ile "Turkish
Odyssey" başlığını attı. İzmir'deki Agora kazıları,
burada bulunan yer altındaki su kanalları ile
arkeolojik yerleriyle ilgili bilgiler aktarıldı.
Türkiye ile ilgili yazıları çeşitli akademisyenler
kaleme alırken, müze bölümünde dünyanın en büyük
mozaik müzesi olan Zeugma Mozaik Müzesi tanıtıldı.
İki ayda bir yayımlanan dergi, bundan sonra her
sayısında "Turkey Focus" adı altında Türkiye ile
ilgili özel bir bölüme yer verecek. Tüm yıla yayılan
ve ilk kez yapılan bir "Türkiye Arkeoloji Serisi"
oluşturulacak.
Sabah, 29.03.2012
|
BAŞBAKAN'IN 'UCUBE'
SAVUNMASI: 'UCUBE' SÖZÜ ELEŞTİRİ SAYILMALI

Vakit yazarı örnek gösterildi: Erdoğan ın avukatı Ahmet Özel, Ucube sözünü hakaret olarak yorumlamayanların da bulunduğunu savunarak, The Economist in ve Vakit gazetesinden Yener Dönmez'in, Zaman'dan Mümtaz er Türköne nin yazılarını, Sinan Çetin ile Ara Güler in yorumlarını örnek gösterdi.
Kars’ta yıktırılan
‘İnsanlık Anıtı’ için “Ucube” dediği gerekçesiyle
heykeltıraş Mehmet Aksoy’un tazminat davası açtığı
Başbakan Erdoğan,
mahkemeye savunma gönderdi. Başbakan adına Avukat
Ahmet Özel’in kaleme aldığı savunmada, “Müvekkilimin
gerek belediye başkanlığı öncesi gerek şimdiki
konumu itibariyle iç ve dış gezilerde yapılan
temaslarda heykel tarzı figürler başta olmak üzere
çeşitli yapıt ve mimari eserleri yakından gördüğü ve
bunların kendisinde hayranlık uyandırmış olacağı
muhakkaktır. Heykelle ilgili ifadesinin özü tamamen
bulunuş yeri ve konumun abesliğinden
kaynaklanmıştır. Politikacı ve sanatçıların
eleştirilere açık olması gerekir” dedi.
Başbakan Erdoğan’ın
‘Ucube Davası’nın görüldüğü
İstanbul 3. Asliye
Hukuk Mahkemesi’ne gönderdiği savunmasında şu
ifadeler yer alıyor:
BEĞENMEME HAKKI VAR:
Davacı eserini sahiplenebilir ancak estetik zevkini
topluma dayatamaz. Müvekkilimizin sanat eserini
beğenip beğenmeme konusunda zevk ve kanaate sahip
olduğu muhakkak olduğu gibi, eserin bulunduğu yer ve
doku ile de tahlil edebilecek düzeyde yetkinliğe ve
erişkinliğe sahiptir.
HEYKELE DEĞİL, YERE
İTİRAZ: Müvekkilin heykelle ilgili ifadesinin
özü, bulunuş yeri ve konumun abesliğinden
kaynaklanmış olup ne heykeltıraş Mehmet Aksoy’un
şahsına ne de heykele yönelik bir hakaret söz
konusudur. Ucube sözü Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde
de görüleceği üzere ‘çok acayip, garip şey’
anlamlarına gelmekte olup sözcük bu anlamda
kullanılmış; müvekkilin konuşmasının tümünde
hakarete ilişkin en ufak bir emare bulunmadığı gibi
bir kasıt da yer almamıştır.
ESERİ YORUMLADI:
Sanat eserini beğenip beğenmeme, estetik bulup
bulmama sübjektif değerlendirmeyi gerektirdiğinden
toplumun her bir bireyinin o sanat eserini farklı
yorumlaması, farklı algılaması çok tabii olup sanat
eserini vücuda getirenle aynı kanaatin paylaşılması
zorunluluğunu ileri sürmek hayatın gerçekleriyle
bağdaşmayacağı gibi, değer yargılarının
çeşitliliğine de aykırı bir tavır olur.
ELEŞTİRİYE AÇIK OLMAK
GEREK: Politikacı ve sanatçıların eserlerine
yönelik sert eleştirilere açık olması gerekir.
Sözler eleştiri sınırları içinde kaldığı ve
davacının kişilik haklarına saldırılmadığı sürece
tüm ifadelerin hukuka uygun olacağı dile
getirilmiştir.
Radikal, haber: İsmail
Saymaz, 29.03.2012
|
ITRİ'NİN KABRİ, ITRİ'NİN
Mİ?

Itri'nin kabri
meselesi bir hayli eğlencelidir. Birileri
durmadan keşfedip durur. "Itri Yılı" vesilesiyle
bu kabri yeniden keşfedecek olanlara
sesleniyorum: "Itri'nin kabri" diye bilinen,
hatta 1990'larda üzerine çirkin bir yazıyla
'Hıdri Dede' yazılan bu mezarın Itri'ye ait
olmadığı en az yüz seneden beri biliniyor.
Lütfen, keşif heyecanınızı başka konulara
saklayınız.
Geçenlerde,
Yahya Kemal'in "Itri" şiiri hakkında bir
sempozyumda okuyacağım bildiri üzerinde
çalışırken karşıma ister istemez Itri'nin
kabri meselesi çıktı. Basında bu kabir
hakkında yakın zamanlarda herhangi bir haber
veya yazının yer alıp almadığını öğrenmek
için Google'a başvurunca birkaç haberle
karşılaştım. 2006 tarihli bir haberde
Edirnekapı'da Itri'ye izafe edilen kabrin
Kuveyt Türk tarafından keşfedilip restore
ettirildiği ifade ediliyordu. 2010 yılında
çeşitli gazetelerde çıkan diğer haber ise,
Suriye Başbakanı Naci Otri'nin Itri'nin
soyundan geldiğini Başbakan'ımızdan
öğrendiğine ve Türkiye'yi ziyarete
geldiğinde dedesinin mezarını ziyaret edip
dua okumak istediğine dairdi. Bu habere
göre, Itri'nin mezarı uzun süredir
bilinmiyordu. İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Topbaş, Suriye'yi ziyaretinde
bu konu gündeme gelince ilgili birimlere
emir vermiş, bunun üzerine Kültür AŞ
harekete geçerek Itri'nin kabrini bulmuş ve
restore ettirerek Suriye Başbakanı'nın
ziyaretine hazır hale getirmişti. Peki, bu
mezar Kuveyt Türk tarafından restore
ettirilmemiş miydi?
Kuveyt Türk ve
Kültür A.Ş. yetkilileri, M. Nermi Haskan'ın
ilk baskısı TTOK, genişletilmiş ikinci
baskısı ise 2006 yılında Eyüp Belediyesi
tarafından yayımlanan Eyüpsultan Tarihi'ne
baksalardı keşif için onca zahmete
girmeyecek, üstelik bu kabrin Buhurizade
Mustafa Itri'ye ait olmadığını da
öğreneceklerdi.
Türk musikisi
tarihi ile azçok ilgilenen herkesin bildiği
Edirnekapı'daki mezarın Itri'ye ait olduğu
ilk defa 1890'larda M. Nuri Şeyda tarafından
iddia edilmiştir. Rauf Yekta Bey, Tevhid-i
Efkar gazetesinde 1922 yılında yayımlanan
"Itri'nin Medfeni" başlıklı yazısında, bir
cuma günü Nuri Şeyda Bey'le Edirnekapı'dan
Eyüpsultan'a giderken Mustafa Paşa Dergahı
civarında kendisini durduran merhumun yol
kenarındaki büyük bir mezar taşını
göstererek "Itri merhuma bir Fatiha
okuyalım," deyince çok sevindiğini söyler.
Fatiha okuduktan sonra dikkatle incelediği
taşta kitabe bulunmadığını, sadece bir
buhurdan resminin kazılmış olduğunu gören
Rauf Yekta Bey'in bu kabrin Itri'ye ait
olduğuna dair bir kaydın bulunup bulunmadığı
sorusuna Nuri Şeyda'dan aldığı cevap şudur:
"Bunu hocam Haşim Bey'den işittim! Zaten
taştaki buhurdan da Itri'nin
buhurizadeliğine işaret ediyor."
Bu cevaptan hiç
tatmin olmayan Rauf Yekta Bey, o gün Nuri
Şeyda'ya inanmış göründüğünü, çünkü bu ilgi
çekici adamın kanaatlerine itiraz
edilmesinden hiç hoşlanmadığını söyledikten
sonra şöyle bir dipnot düşer: "Bu bahsi
ziyade kurcalamamakta isabet ettiğimi
bilahare anladım; çünkü ahibbasından bazı
zevattan işittiğime göre Nuri Bey vaktiyle
bu taşın kenarından bir avuç toprak alarak
bir bardak suya koymuş ve fenn-i musikiden
Itri derecesinde hisseyab-ı feyz olmak
niyetiyle o suyu içmiş imiş!"
Söz konusu
kabrin Itri'ye ait olduğuna hiç inanmayan
Rauf Yekta Bey, bir gün Üsküdarlı Hasib adlı
bir müellifin Vefeyat-ı Meşahir adlı eserini
musikişinas isimleri bulmak ümidiyle gözden
geçirirken şöyle bir nota rastlar: "Vefat-ı
Buhurcu Yakub sene 919 Edirnekapısı
haricinde Hazret-i Halid'e inerken sağ
tarafda sofa üzerinde örfle medfundur. 'Hayf
Buhurcu' tarihtir."
Nuri Şeyda da
bir süre sonra söz konusu mezarın Itri'ye
ait olduğu konusunda şüpheye düşecektir.
Rauf Yekta Bey, artık meseleye hallolunmuş
gözüyle bakmaktadır. Ne var ki, Itri'nin
biyografisi üzerinde çalıştığını bilen bir
dostu bir gün bir münasebetle "Itri'nin
kabrini hala bulamadınız mı?" diye sorar.
"Bulamadım cevabını alınca kendisinin
bulduğunu söyleyerek söz konusu kabri tarif
eder. Rauf Yekta Bey, durumu izah ettiğini,
bu kitabesiz kabrin Itri'ye ait
olamayacağını, esasen Buhurcu Yakup adında
birine ait olan kabrin taşındaki buhurdan
resminin bu adamın mesleğine işaret ettiğini
uzun uzun anlatır. Dostu ısrarlıdır; kabirde
Itri'nin isminin kazılı olduğu taşı
gözleriyle gördüğüne yemin eder. Bunun
üzerine kalkıp Edirnekapı Mezarlığı'na giden
Rauf Yekta Bey gözlerine inanamaz. Bir
işgüzar sandukanın ön tarafında yeni bir taş
diktirmiştir. Taşın üzerine kazdırdığı ibare
şöyledir: "Tekbir-i Şerif'i, kıraat olunan
vezinde besteleyen ve ilk defa memalik-i
İslamiyede fenn-i musikiyi neşr ve ta'lim
eden merhum ve mağfurun leh Itri Efendi'nin
kabridir. Şehitlik Bölüğü kumandanı Mustafa
bin Abdülcebbar 1336."
Hayretler içinde
kalan ve gayri ihtiyari "Kim etti bu karı
sana teklif?." diye söylenen Rauf Yekta Bey,
ibaredeki vezin kavramının yanlışlığını ve
musikinin İslam dünyasında Itri'den
asırlarca önce var olduğunu belirttikten
sonra yazısını cehalet karşısında aczini
ifade ettiği cümlelerle noktalar.
Bir bölük
kumandanının işgüzarlığı Rauf Yekta Bey'in
ilmini bastıracak ve kabir literatürden
haberi olmayanlarca sürekli yeniden
keşfedilecektir. Itri adı halk arasında da
Hıdri'ye dönüşmüş, belki de birilerinin
çaput maput bağladıkları "Hıdri Dede"
türbesi oluvermiştir. 1990'lardaki
ziyaretimde üzerinde çirkin bir yazıyla
"Hıdri Dede" yazılıydı. M. Nermi Haskan'ın
kitabında da o yıllarda çekilen bir fotoğraf
kullanılmış.
"Itri Yılı"
vesilesiyle bu kabri yeniden keşfedecek
olanlara sesleniyorum: "Itri'nin kabri" diye
bilinen mezar ve bu mezarın Itri'ye ait
olmadığı en az yüz seneden beri biliniyor.
Lütfen, keşif heyecanınızı başka konulara
saklayınız.
Derkenar /
Tanburi Cemil Bey'in mezarı
Itri'nin başına
gelen, Tanburi Cemil Bey'in başına da
gelmiştir, desem inanır mısınız? 28 Temmuz
1916 gecesi hayata gözlerini yuman ve küçük
bir cemaatle Merkezefendi'de toprağa verilen
Cemil Bey'in kabri yıllarca hiç ziyaret
edilmediği için düzlenip kaybolmuştu. Büyük
sanatkarın nereye gömüldüğünü hatırlayan tek
kişi vardı: Tanburi Kadı Fuad Efendi'nin
cenaze törenine katılan tanburi ve bestekar
Muhiddin Erev... Kadı Fuad Efendi, vasiyeti
üzerine çok sevdiği hocası Cemil Bey'in
kabrine gömülmüştü.
Muhiddin Erev,
kabrin yerini Ziya Usta adında birine, o da
1959 yılında Tanburi Necdet Yaşar'a
göstermiştir. Bir gün Necdet Bey ve Mehmet
Güntekin'le birlikte Merkezefendi'ye gidip
kabrin yerini belirlemiş, bir de röportaj
gerçekleştirmiştik. Daha sonra hiç değilse
Cemil Bey'in burada yattığını gösteren
sembolik bir taş dikilmesini sağlamak
amacıyla birkaç yazı yazdım. Kimse
tınmayınca "durumdan vazife çıkaran" bir
işgüzar Merkezefendi'ye Cemil Bey için son
derece zevksiz bir mezar yaptırmış, taşına
da Yahya Kemal'in "Kar Musikileri" şiirini
kötü bir kaligrafiyle kazdırtmıştı. Yazının
kötülüğü bir yana, şiirde bir yığın hata
vardı.
Şükürler olsun,
Zeytinburnu Belediyesi bu uyduruk mezarı
kaldırdı ve Cemil Bey'in orada yattığını
ziyaretçilere hatırlatmak için Yüksek Mimar
Aydın Yüksel'e zarif bir mezar taşı
yaptırdı. Yolunuz Merkezefendi'ye düşerse
büyük sanatkara da bir Fatiha okumayı
unutmayınız lütfen.
Zaman, Haber: Beşir
Ayvazoğlu, 29.03.2012
|


 |
ESKİ ANTAKYA EVLERİ NE OLACAK?
Hatay Valisi Mehmet Celaletin Lekesiz, Antakya'nın dünyada bulanan 23 medeniyetin 13'üne ev sahipliği yaptığını hatırlatarak, 3 semavi dinden insanın, gelenekleri, kültürü ve sosyal boyutlarıyla barış ve hoşgörü içinde bir arada yaşamını sürdürdüğünü kaydetti. Antakya şehir merkezindeki Kurtuluş Caddesi'nde 686'sı tescilli bin 230 nitelikli evin restore edilerek değerlendirilmesini arzu ettiklerini vurgulayan Lekesiz, ''Eski Antakya Evleri''nin kente kazanılması yönündeki çalışmalara öncülük yapmak amacıyla bunlardan ikisini satın aldıklarına işaret etti.
Evlerden birinin, 18 odası bulunan Eski Hatay Meclisi Başkanı Merhum Abdulgani Türkmen'e ait olan, daha sonraki yıllarda Halkevi, düğün salonu ve son olarak da İmam Hatip Lisesi olarak değerlendirildiğini, diğerinin ise Gazipaşa Mahallesi'nde bulunduğunu belirten Lekesiz, '' Buraların restorasyon çalışmalarına yakın zamanda başlayacağız. Özellikle, 18 odalı mekanı konukevi ve Kültür Sanat Merkezi yapmayı hedefliyoruz. Türk sanat ve halk müziği, resim atölyesi, şiir ve sohbet odaları, hatta yerli yabancı turistlere hitap edecek fasıl heyeti etkinlikleri için değerlendirmeyi düşünüyoruz.''
Eski Antakya Evleri'ni restore ettirerek turizme kazandıranların harcamalarının yaklaşık yüzde 30'unun Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından karşılandığını ifade eden Lekesiz, ''Tüm sivil toplum kuruluşlarından birer Antakya evini tarihi dokusunu bozmadan restore edip projeye katkı sağlamalarını bekliyoruz. Proje ve imar konusunda da gerekli kolaylığı göstereceğiz'' dedi.
Adalet Bakanı ve Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in tarihin yaşatılması ve ayağa kaldırılmasında önemli çabasının bulunduğunu belirten Lekesiz, şunları kaydetti: ''Bakan Ergin ve iş adamlarıyla İspanya'da fuara katıldık. Turistik Toledo Kenti'ni ziyarete gittik. 70 bin nüfuslu ve dağın tepesine kurulu Toledo'da eski tarihi evleri 27 yılda restore ederek turizme kazandırmışlar. Geceliğini de 100-150 Euro'ya kiralıyorlardı. Kaldı ki bizim evlerin mimari yapısı, dar sokakları, avluları, içinin serin olması, ayrıca cami, havra, kiliselerin de sırt sırta bulunması turistlere daha cazip gelecek. Havaalanımıza Avrupa'dan direkt uçuşların başlaması, Suriye, Lübnan, Libya ve Ürdün gibi ülkelerle vizenin karşılıklı kalkması da bu gibi tarihi evlere olan ilgiyi artıracağına inanıyorum. Genelde turistler çok katlı oteller yerine bu gibi mekanlarda kalmayı tercih ediyorlar.''
Ntvmsnbc, 28.03.2012
|
'HIRST KRİZİ' YAKINDA
Britanyalı Genç Sanatçılar diye nitelendirilen, 1990’lara damgasını vuran kuşağın önde gelen isimlerinden Damien Hirst, yine eleştiri oklarının hedefinde. 4 Nisan’da Tate Modern’da geniş kapsamlı bir retrospektif sergisi açılacak Damien Hirst, Britanya’nın önde gelen sanat eleştirmeni ve küratörlerinden Julian Spalding tarafından “balonu yakında sönecek bir sanatçı” diye nitelendirildi. Ruskin Gallery, Glasgow Modern Sanat Galerisi ve Open Museum gibi kurumların kuruluşlarında da önemli rol sahibi Spalding, Independent gazetesi için kaleme aldığı makalede Damien Hirst’ün “balonunun çok geçmeden söneceğini,” elinde Hirst tablosu olanların maddi kayba uğramamak için tabloları satmaları gerektiğini, Hirst’ün yarattığı bu suni patlamanın akıbetinin mortgage krizi gibi olacağını da dile getirdi. Hirst’ün Tate’de sergilenmemesi gerektiğini söyleyen Spalding, “Kral çıplak. Jeton düşüp de insanlar bunun sanat olmadığını anladığında bütün bu tantana bir anda çökecek” dedi. Sanat muhabiri Georgia Adams ise Spalding’in eleştirisinin adil olmadığını, son dönemde Hirst işlerinin sanat eserindense lüks tüketim malzemesi gibi olduğunu ama sanatçının erken döneminde sanat eseri kavramına yeni bir tanım getirdiğini belirtti.
Radikal, 28.03.2012
|
 |

|
TARİHE BİR HARÇ DAHA
Büyükşehir Belediyesi, İncirli Hamamı’nın ardından İncirli Caddesi üzerindeki 440 yıllık Muallimzade Hamamı’nda da restorasyon çalışmalarını başlattı.
Bursa’nın yaşayan canlı bir tarih kenti olması yolunda Büyükşehir Belediyesi tarafından bu dönem hazırlanan 270’e yakın tarihi ve kültürel miras projesi arasında yer alan İncirli Caddesi üzerindeki Muallimzade Hamamı’nda restorasyon çalışmaları başlatıldı. 1854 depreminde büyük zarar gören ve Cumhuriyet döneminde yıllarca dökümhane olarak kullanılması nedeniyle Dökümcüler Hamamı olarak da anılan hamamı ilk günkü ihtişamına kavuşturacak olan restorasyon çalışmaları Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe tarafından başlatıldı.
Tarihi hamamda düzenlenen restorasyon başlangıç töreninde konuşan Başkan Altepe, dönem başında belirledikleri hedeflere emin adımlarla ilerlediklerini söyledi. ‘Ulaşılabilir bir kent’ hedefi doğrultusunda raylı sistem yatırımları ve yerli tramvay üretimi ile Bursa’nın Türkiye’de bir merkez haline geldiğini belirten Başkan Altepe, ‘spor kenti’ hedefi doğrultusunda da başlayan, biten ve devam eden tesis sayısının 100’e yaklaştığını kaydetti. Bir diğer hedeflerinin, ‘yaşayan canlı tarih ve turizm şehri’ hedefi doğrultusunda bugüne kadar hayata geçirdikleri projelerle Bursa’nın dünyaya örnek gösterildiğini ifade eden Başkan Altepe, “Yıldırım’da da tarihi ilmek ilmek örüyoruz. Aynı cadde üzerindeki Mahkeme Hamamı’nda restorasyon devam ediyor. Hemen yakındaki Çukur Mescit’in restorasyonu bitti, yakında açıyoruz. Hemen üst mahallede Feyzullah Paşa Mescidi’nin restorasyonu sürüyor. Yıldırım Camii minareleri 150 yıl sonra kent siluetindeki yerini aldı. Restore ettiğimiz bu eserleri, yine o dönemin kültür, sanat ve sosyal hayatının yaşatıldığı mekanlar haline getiriyoruz. Muallimzade Hamamı da Yıldırımlıların yeni bir buluşma noktası olacak bir kültür merkezi olarak hizmet verecek” diye konuştu.
Bursa Olay, 28.03.2012
|
ÜÇ ASIRLIK TARİHİ TÜRBE İÇLER ACISI BİR HALDE
Beşiktaş'ın tarihi
şahsiyetlerinden biri olan Neccarzade Mustafa
Efendi'nin türbesi sahipsizlikten viraneye döndü.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait türbenin bakım ve
yenileme çalışmaları yapılmadığı için duvarları
dökülüyor. Türbe içerisinde yer alan sanduka,
rutubet ve kötü şartlar nedeniyle zarar görüyor.
Beşiktaş'ın tarihinde önemli bir paya sahip olan
zatın türbesinin durumu vatandaşlardan tepki alıyor.
1679-1746 yılları arasında yaşayan Mustafa Efendi,
babasının marangoz olması nedeniyle marangozun oğlu
anlamına gelen Neccarzade lakabıyla tanındı. Baba
vasiyeti üzerine küçük yaştan itibaren ilim tahsil
eden Neccarzade Mustafa Efendi, Beşiktaş, Hicaz ve
Mısır'da öğrenim gördü. Mevlana Celaleddini Rumi'nin
öğretileri ve Mesnevi üzerine önemli birikime sahip
olan Neccarzade, dil ve edebiyat alanında birçok
eser verdi.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 28.03.2012
|
|
KAZIDA 1100 YILLIK TARİH
ÇIKTI
Kurtarma kazısında, bin
100 yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen Bizans
döneminden kalma kilise ve 3 insan iskeleti bulundu.
Aslanapa İlçesi'nde
yapılan kurtarma kazısında, bin 100 yıl öncesine ait
olduğu tahmin edilen Bizans döneminden kalma kilise
ve 3 insan iskeleti bulundu.
Kütahya Müze Müdürü ve
Tokul Kazısı Başkanı Metin Türktüzün, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Aslanapa’ya bağlı Tokul köyünde,
Kütahya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu kararıyla yaklaşık iki yıl önce sit alanı
olarak tescillenen arazide, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’ndan alınan izinle kurtarma kazısı
yaptıklarını belirtti.
Kazılarda, düzgün kesme
taştan yapılmış, iç ve dıştan payandalı yapıya
rastlandığını ifade eden Türktüzün, ortaya çıkarılan
haçlı sütun başlıkları ve vaiz kürsüsünden yapının
bir kilise olduğunun anlaşıldığını bildirdi.
Yapıda birçok mezar
bulunduğunu belirten Türktüzün, ”Mezarların burada
görevli olan rahiplere, kiliseyi yaptıran kişi ve
ailesine, çevrede yaşayan ve kiliseye bağış yapan
ailelere ait olabileceği düşünülmektedir” dedi.
Binada ve yapının
içerisinde duvarlara bitişik çıkan mezarların,
yapının Ortodoks Hristiyanlık’ta ölü gömme ve
ölümden sonraki inanışla ilişkisinin bir göstergesi
olduğunu ifade eden Türktüzün, ”Kilisenin yanındaki
kazıda, bir çocuk ve iki yetişkin mezarı
bulunmuştur. Bu da yapıya bitişik şapelin (kilisede
dua edilen bölüm) bu amaçla yapıldığı ve bir mezar
şapeli olacağını düşündürmektedir” diye konuştu.
Mezarlarda, cam ve
seramikten kırık kap parçaları, cam ve bronzdan
takılar bulunduğunu dile getiren Türktüzün,
mezarlardan çıkarılan iskeletlerin, Kırşehir Ahi
Evran Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde
incelendiği bilgisini verdi.
Türktüzün, üniversiteden
kendilerine gönderilen raporda, iskeletlerde
gözlemlenen travmalar ve diğer sağlık lezyonlarının,
bireylerin yaşam koşullarının zor ve sağlık
sorunlarının fazla olduğunu gösterdiğine işaret
etti.
Dişlerle ilgili
analizde, genç bireylerin ağız sağlığının, çağın
diğer toplumlarıyla karşılaştırıldığında daha iyi
durumda olduğunun görüldüğüne dikkati çeken
Türktüzün, ”Yetişkin bireyler, yaşın da verdiği
süreç içinde dişlerini kaybetmiş. Bireylerin ya çok
genç ya da çok yaşlı olması ise diğer ilgi çekici
önemli bir ayrıntı” dedi.
Yapının
tarihlendirilmesi bakımından kesin sonucu verecek
kitabeye henüz ulaşılamadığını kaydeden Türktüzün,
elde edilen bulgulara göre kilisenin 10′uncu ve
11′inci yüzyıllar arasındaki döneme ait
olabileceğini değerlendirdiklerini bildirdi.
Türktüzün, kazının devam
ettiğini bildirerek, kilisenin ait olduğu döneme
ilişkin kesin ip uçlarına bundan sonraki süreçte
ulaşmayı ümit ettiklerini sözlerine ekledi.
Sabah, 27.03.2012
|

|
LEMPICKA'NIN TABLOSU, AÇIK ARTIRMAYA ÇIKARILIYOR
"Reclining Nude I" adlı eserin, 2 Mayıs'ta Sotheby's müzayede evinde yapılacak açık artırmada 3-5 milyon dolara alıcı bulması bekleniyor.
"Art Deco" akımının önemli temsilcilerinden biri kabul edilen Lempicka'nın 1925 yılında İtalya'nın Milano kentinde açtığı ilk kişisel sergisinde yer alan tablonun daha sonra kaybolduğu düşünülüyordu.
1898 yılında Varşova'da dünyaya gelen Tamara, 1912 yılında annesiyle birlikte Rusya'ya göç etmiş ve 16 yaşında Tadeusz Lempicki ile evlenmişti. Bolşevik Devrimi'nin ardından Avrupa'ya kaçan Lempicki, ilk eserlerini 1920'li yıllarda Paris'te vermişti. Uluslararası ün kazanan ilk kadın ressamlardan biri olan Lempicki, 81 yaşında Meksika'da hayata veda etmişti.
Radikal, 27.03.2012
|
ANTİK KENTE ÇÖPLÜK
İzmir Ödemiş’e 10
kilometre uzaklıktaki Neikeia antik kentinin yanı
başına belediye tarafından çöp depolama tesisi
kurulmasına arkeologlar ve köylüler karşı çıktı.
Antik kente çöplük
İzmir’in Ödemiş İlçesinde Türkönü Köyü'nün
yakınlarında inşa edilmesi planlanan çöp depolama
alanı, Roma döneminden kalma Neikaia antik kenti
kalıntıları ile Kurtuluş Savaşı kahramanlarından
Gökçen Efe’nin şehit olduğu yere komşu olacak.
Arkeologlar ve çevre
köylüleri, inşa edilecek çöp depolama alanının hem
tarihe hem de çevreye zararı olacağından endişeli.
Arkeolog Prof. Dr. Veli Sevin, “Neikeia’nın geçmişi
Lidyalılar dönemine gidiyor, MS 1. yüzyıl Roma
kenti. Akropolü, sarnıçları ve tiyatrosu belli ki
iyi durumda, alüvyonlu toprak altında kalmış. Burada
basılan sikkeler 300 yıl boyunca Roma
İmparatorluğu’nca kullanılmış. Ödemiş’in el değmemiş
hazinesi olan bu antik kent kazılamadan çöplük
haline getirilecek. Nekropol ile 300 tiyatro ile 500
metreye çöp tesisi kuracak. Tesisin kurulacağı çöp
alanında da kalıntılar var. Ulusal tarihimiz
açısından da önemli bir yere bu tesis yapılmamalı.”
Çöp depolama tesisinin
yapılmaması için komşu Kurucaova ve Ertuğrul
köylerinde imza toplanıyor. Kurucaova’da 400 imza
toplanmış. Ödemiş Belediye Başkanı Bekir Keskin de
devletin kendilerine yeni çöp dökme alanı yeri
göstermesi gerektiğini söyleyerek, “Çöp depolama
alanından 10 belediye yararlanacak. Bu alanı 2 nolu
Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu işaretledi, biz
alanı iki defa küçülttük. Antik kentin kıyısında ama
bugüne kadar herhangi bir araştırma yapılmamış. Altı
değişik kamu kurumu bu alana çöp tesisi yapılmasını
söyledi. Keşke üniversiteler gelseler ve iki bin
yıldır duran bir kenti gün yüzüne çıkarsalar.
İhalesi 5 Martta sonuçlandı. KİK’te onay aşamasında,
şu anda 2.5 milyon liralık proje. Çevre bakanlığı da
onayladı. Devlet bana yer versin, başka yere
yapalım” dedi.
Vatan, 27.03.2012
|
DÖKÜMHANE HAMAMI'NIN RESTORASYONU BAŞLADI

Bursa Büyükşehir Belediyesi, Yıldırım İncirli
Caddesi’ndeki tarihi Dökümhane Hamamı’nın
restorasyonunu başlattı. Yaklaşık 1 milyon liralık
restorasyon yıl sonuna kadar tamamlanarak, hamam
kültür merkezi olarak bölge halkının hizmetine
sunulacak.
Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, Yıldırım
İlçesinin bir tarih beldesi olduğunu belirterek,
"Adımınızı attığınız her sokakta bir tarihi eser
var. Bursa’nın fetih kalesi olan Balaben Bey
kalesini ayağına kaldırdık. O kaleyi yapan,
Kızık köylerini restore ediyoruz. Cumalıkızık’ta
ikinci etap resotarasyon çalışmalarına başladık.
Çarşıdan önüne nostaljik tramvayında geldiği
Muallimzade Hamamı bir kütüphane ve kültür
merkezi olarak hizmet verecek" dedi.
Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanı Recep
Altepe, Yıldırım’da seçim döneminde verdikleri
bir sözü yerine getirdiklerini kaydederek,
"Çınarönü meydanında vatandaşlarla
konuştuğumuzda bizden hamamın restorasyonunu
istedikleri söylediler. Biz de söz verdiğimiz
Muallimzade (Dökümhane) Hamamını’nın
restorasyonuna başlıyoruz. Davutkadı’da güzel
bir kültürel mirastır. İşte Muallimzade
Hamamı’nı, halkın tabiri ile Dökümcüler
Hamamı’nı yeniden kazanıyoruz. 500 yıla yakın
tarihi olan bu eserin tamiratına başlıyoruz.
Hedefimiz bu yıl sonunda bu restorasyonun
tamamlayarak, güzel bir kültür merkezi olarak
hizmete alınmasıdır. Başta Davutkadı ve
Yıldırım’ın nabzının attığı önemli merkezlerden
birisi olacaktır. Bursa’mızın yaşanabilir bir
şehir olması için adımlar atıyoruz. Hizmette
konu sıkıntısı çekmiyoruz. Geçtiğimiz gün
Yıldırım’da Ankara Yolu üzerinde Bursaray
güzergahındaki 3 köprünün temelini attık.
Hedefimiz Bursa’nın kalkınması, tüm çevre
ilçelerin gelişmesidir. Her konuda faaliyet
sürdürüyoruz. Dün ulaşım için, metro için temel
attık, bugün tarihi mirasımızı ayağa kaldırma
projesinde ilk kazmayı vuruyoruz. Bursa’nın spor
kenti olması için de faaliyetimiz sürüyor. Yüze
yakın spor tesisinin, başta stadyum olmak üzere
inşaatı devam ediyor. Tarih başkenti Bursa’nın
yaşayan bir turizm şehri olması yolunda adımlar
atıyoruz. Geçmiş medeniyetlerin izinin ortaya
çıkartılmasında Bursa dünyaya örnek bir çalışma
sergiliyor. Yüzlerce projemiz sürüyor.
Bitinya’nın ilk surlarından Osmanlı’nın ilk
dönem abide yapılarına, sivil mimarlık örneği
evlere kadar yüzlerce yapı ayağa kaldırılıyor.
Bir yandan da ecdadımızın kültürü, medeniyeti,
onların sanatı, bu mekanlarda en güzel şekilde
hayata kazandırılıyor. Soyut miras alanında
yapılan araştırma ve kitap çalışmalarından,
tarihi çarşıların mahallelerin düzenlenmesine
kadar Bursa herkese örnek teşkil ediyor.
Yıldırım İlçesini de ilmik ilmik örüyoruz.
Kenarda kalmış eserleri ortaya çıkartıyoruz.
Daha önce çalışma başlattığımız İncirli Hamamı
yakında bitecek. Muallimzade Hamamı da aynı
şekildi İncirli Caddesi’ne farklı bir güzellik
katacak. Tramvay ile birlikte tarihi çarşılarla
bütünleşen bu mahallelerimiz her geçen gün
farklı güzellikler ile sosyal tesisler ile gözde
mahalleler olacak" diye konuştu.
Konuşmaların ardından Başkan Recep Altepe, eline
eldivenleri takarak, murçla duvarları kazıdı.
Gazetecilerin görüntü alabilmesi için uzun süre
çalışan Altepe, "Müteahhide iş bırakmadık" diye
espri yaptı.
Bursa Olay, 27.03.2012
|
EN-ELHAK'I ZAFER YILDIRIM SATIN ALDI
Antik A.Ş. tarafından önceki gün düzenlenen müzayede
Erol Akyavaş’ın ‘En-el Hak‘ tablosunu alan
koleksiyonerin İstinye Park’ın ortaklarından Zafer
Yıldırım olduğu açıklandı.
Yıldırım müzayedede tabloyu
vergiler dahil 2.7 milyon TL ödeyerek satın aldı.
Sanatçının diğer bir değerli eseri ‘Vav’ konulu
tablosunu da elinde bulunduran Zafer Yıldırım,
böylece Erol Akyavaş’ın en önemli iki başyapıtının
birlikte sahibi olan tek koleksiyoncu oldu.
Hürriyet, 27.03.2012
|
BU AKYAVAŞ'LARI İLK KEZ
GÖRECEKSİNİZ!

Galeri Nev’in Ankara ve
İstanbul’daki mekanları, Türk çağdaş sanatının en
önemli isimlerinden Erol Akyavaş’ın daha önce
neredeyse hiç sergilenmemiş erotik resimlerinden
oluşan bir sergiye ev sahipliği yapmaya
hazırlanıyor. 6-28 Nisan tarihleri arasında
izlenebilecek sergi, sanatçının 1960’ların sonu ve
1970’lerin ilk yarısında gerçekleştirdiği
eserlerinden oluşuyor. Sanatçının, malzeme olarak
‘boncuk’u kullanarak yarattığı ikonlardan oluşan
resimleri birer kartpostal büyüklüğünde. Ancak asıl
ilgi çekici olan, ‘geleneksel’den yararlanan bir
sanatçı olarak tanınan ve resimlerinde kaligrafik
imgelere, tasavvufa, İslam’a referans veren Erol
Akyavaş’ın bu sergideki resimlerinde, cinselliğin ön
planda oluşu.
‘Erol Akyavaş: Yaşamı ve
Yapıtları’ kitabının da yazarı olan Galeri Nev
İstanbul’un yöneticisi Haldun Dostoğlu bu konuda;
“1950’lerden vefatına kadar Akyavaş’ın yaptıklarına
yakından bakarsanız; Che Guevara’dan Friendly
Cities’e, Acaip Kafalar’dan Odalar’a, Kerbela’dan
Gazali’ye inanılmaz çeşitlilikte olduğunu
görürsünüz. Akyavaş’ın da, doğal olarak, birçok
sanatçı gibi, cinselliğin sanatını meşgul ettiği
dönemler olmuştur” diyor.
Akyavaş estetiğinin temeli
Peki, bu resimlerin Erol
Akyavaş’ın sanatındaki yeri ne? Sözü yine
Dostoğlu’na veriyoruz: “Erol Akyavaş’ın resim
serüveninin tamamına baktığımızda bu resimlerin
yerini de çok kolay algılayabiliriz. Soyutlamaların
ardından ilk mimari formların belirmesiyle birlikte
zaman zaman insan da sanatçının konuları arasına
girmiştir. Deli gömlekli adamlar kadar çıplaklar da
insanlık hikayeleri arasında yerini almıştır. Bu
resimler 80’ler sonrası alıştığımız Akyavaş
estetiğinin temellerini inşa etmiştir.”
1999’da hayata veda eden Erol
Akyavaş, özellikle son dönemde hem Türkiye’de hem de
yurtdışında düzenlenen Türk sanatı müzayedelerinde
en çok ilgi gören sanatçıların başında geliyor.
Dostoğlu’na göre Akyavaş’ın bu kadar ilgi görüyor
olmasının esas nedeni, “Gerçek anlamda bu kültürden
çıkmış ve çağdaşlarının aksine genel geçer modalara,
akımlara, trendlere yüz vermeden kendi estetik
dünyasını örgülemiş bir sanatçı” olması.
Daha önce ‘Kuşatma’ isimli
tablosu 2.1 milyon liraya alıcı bulan Erol
Akyavaş’ın, ‘En-el Hak’ isimli eseri, Antik AŞ’nin
25 Mart Pazar günü gerçekleşen ‘Çağdaş Sanat
Eserleri’ müzayedesinde, 2.2 milyon liraya alıcı
bulmuş, Türkiye’nin en pahalı modern resimleri
kategorisinde zirveyi Burhan Doğançay’ın ‘Mavi
Senfoni’ tablosuyla paylaşmıştı.
Radikal, Haber: Elif Ekinci, 27.03.2012
|
PERGE'DEN KAÇIRILAN ESER İSVİÇRE'DE
ÇIKTI
İsviçre’de bir eşya deposunda, Antalya Perge’den
çıkarılarak yasa dışı yollardan yurtdışına kaçırılan
bir tarihi eser bulundu.
Polisin gümrükteki depolarda yaptığı
aramada ele geçirilen mezar taşı Herkül’ün
emeklerini tasvir ediyor.
Türkiye’nin MÖ 2.
yüzyıldan kalma mermer mezar taşını almak için yasal
işlemleri başlattığı belirtildi.
İsviçre gümrük
yetkilileri de dosyayı
Cenevre savcılığına
ilettiklerini açıkladı. Türkiye son dönemde kaçak
tarihi eserlerinin peşine düştü. En son
Boston Güzel
Sanatlar Müzesi’nden Yorgun Herkül heykelininin
kayıp yarısı geri alınmıştı. Türkiye uluslararası
müzelerle tarihi eserlerini geri verene kadar
sanatsal işbirliği yapmama kararı almıştı.
Milliyet, 27.03.202
|
BAKAN GÜNAY, AKHİSAR MÜZESİNİ
İNCELEDİ
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Akhisar'da açılışı yapılacak olan
müzeyi ziyaretinde "Müze müdürü, soruşturma
kapsamında açığa alınmıştır" dedi.
Müze gezisinin ardından bir
basın açıklaması yapan Günay, "Akhisar müzesi bitti.
Ben de birkaç zamandır görme ihtiyacı duymuştum.
Güvenlik kameraları kuruldu, güvenlik elemanı
sıkıntısı vardı ve o da giderildi. Hangi eserlerin
nereye konulacağı belli olmasına rağmen bugüne kadar
beklemiş. O yüzden, Mayıs ayı içerisinde Müzeler
haftası var. Müzeler haftasında açılmış olacak.
Manisa müzesindeki Akhisar'a ait olan eserler de
buraya getirilecektir. Şuanda etnografya ve
arkeolojik müze olarak düzenleniyor ve gördüğüm
kadarıyla amacına uygun bir çalışma olmuş. Akhisar
büyük bir merkez. Zaman içinde bizim belki yeni bir
etnografya müzesine ihtiyacımız olacak. Acaba burada
olabilir mi, bunun istişaresini yaptık. Bunun
üzerinde çalışacağız. Akhisar için güzel bir müze
olacak, hayırlısı olsun" dedi.
Bakan Günay, "Türkiye şuanda
dünyanın yedinci sırasında turizmde. Yılda 30
milyonun üzerinde yabancı ziyaretçi geliyor. Bunun
da sadece 10 milyonu Antalya'ya gidiyor. Halbuki,
Ege bölgesi de Antalya kadar arkeolojik doğal
tarihsel zenginliklere güzelliklere ve özelliklere
sahiptir. Ege'de geçmiş yıllarda turizm başlamıştı
ama turizmden beklediğimiz ivmeyi bereketi
sağlayamadı. Yeni bir atılımın içindeyiz. Türkiye
mademki yedinci sırada ve 30 milyonun üzerinde
turist alıyor; büyük kitle yerine daha doğa ile iç
içe ve doğanın bereketini damak lezzetini
hissedebilecekleri, gelen ziyaretçilerin ve
böylelikle daha yüksek gelir gruplarının da ülkemize
gelmesini sağlayacak yeni bir anlayış
gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bu çerçevede Didim'den
kuzeye doğru Ayvalık'a kadar Çanakkale'ye kadar
çıkmak gerekir. Büyük otellerin yerine daha butik
daha özellikli yeni yapılanmalar düşünüyoruz ve
bölgedeki arkeolojik alt yapıyı kültürel alt yapıyı
da çoğaltmaya, zenginliği dünyaya sunmaya
çalışıyoruz. Akhisar'da bir müze yaptık, Manisa ve
İzmir de yeni birer müze yapma arayışlarımız var.
Manisa bölgesinde 3 kazı gerçekleştiriyoruz. Sart
bölgesine yeni bir çevre düzenlemesi yapma
ihtiyacımız var. Kula Türkiye'de sivil mimarlığın
çok özel şehirlerinden birisidir. Bakın Safranbolu
bu konuda kendisini duyurdu, Safranbolu şuanda dünya
kültür mirası içerisindedir. Ben inanıyorum ki Kula
da Safranbolu kadar özelliklere sahip, son derece
güzel bir yerleşim merkezi. Ama bu yıllar kadar bu
kısımları hiç düşünmemiştik. Artık sonyıllarda özel
idare, belediye, milletvekili arkadaşlarımızın
gayretleri ile hep beraber Manisa'nın bu
zenginliğini ayaklandırmaya çalışıyoruz. Manisa' da
bir de termal potansiyel var, biz tüm bunları
Turizmin içine katmaya çalışacağız" diye konuştu.
Ankara'da resimlerin
çerçeveleri boyanırken eserlerin zarar gördüğü
iddialarına cevap veren Günay, "Eserlerin zarar
görüp görmediği henüz belli değil. Şimdi
müzelerimizde çok ciddi yenilemeler yaptık, 300 eser
vardı şimdi 800'e kadar eser sergiliyoruz. Birçok
kurumdan müzeye eserler geldi. Müzede çalışan
arkadaşlar, sanıyorum iyi niyetle çerçevelerde bazı
düzenlemeler yapmaya çalışmışlar. Bu çerçeveler ile
ilgili çalışmalarda eserlere de boya sıçramış, bunun
böyle olup olmadığını araştırıyoruz. Ancakmüze
personeli arasındaki sürtüşmeler, biraz olayı basına
abartmış şekilde yansıtmıştır. Zarar gören eser var
mı, önümüzdeki günlerde ortaya çıkacaktır. Şuanda
özel bilimsel komisyon konunun üzerinde çalışıyor.
Resim ve Heykel müzesi bundan birkaç yıl önceye göre
Türkiye'nin yüz akı mekanlarından birisi haline
gelmiştir. Müze müdürü de soruşturma kapsamında
açığa alınmıştır" dedi.
Turizm Gazetesi, 26.03.2012
|
NEVE ŞALOM'UN CEMAAT HAN'I OTEL OLACAK

İstanbul Karaköy Bankalar Caddesi’ndeki
eski Sümerbank binasına 86 yataklık ‘7 yıldızlı’
otel yapımına devam eden işadamı
Yılmaz Ulusoy, projeye komşu durumda bulunan
Cemaat Han’ı Neve Şalom Vakfı’ndan 5 milyon
dolara satın aldı. Ulusoy,
Cemaat Han’ın yerine 58 yataklı bir otel yapıp
Sümerbank otel projesine ekleyecek. Böylelikle
Ulusoy’un otel projesi 144 yatağa çıkacak.
Son yıllarda otel ve restoranlar hayata geçirmek
için yatırımcıların yarıştığı, aslına sadık
kalınarak yapılan renövasyon projeleriyle
İstanbul’un en gözde turistik mekanı haline gelen
Bankalar Caddesi’nde projeler son hızıyla devam
ediyor. ING Bank’a ait Tütün Han’ın satışa
çıkarılmasından sonra 25 milyon dolar bedel biçilen
bina için 25 taliplinin sıraya girmesi bölgenin
cazibesini ortaya koyarken, mevcut yatırımcılar da
henüz el değmemiş binaların sahibi olmak için
yarışıyorlar. Geçen hafta Bankalar Caddesi’nde
hanları butik otele dönüştürme yarışında
Yılmaz Ulusoy ilginç bir satın alma
gerçekleştirerek dikkatleri üzerine çekti. 2010
yılında 9 milyon 250 bin dolara tarihi Sümerbank
binasını Simurg Turizm’den satın alan
Yılmaz Ulusoy, burası için geliştirdiği 7
yıldızlı otel projesinin yapımına devam ederken,
Neve Şalom Vakfı’na ait
Cemaat Han’ı gözüne kestirdi. Uzun zamandır bina
için görüşmelerini yürüten Ulusoy, 5 milyon dolara
vakıf temsilcilerini ikna etti.
Karaköy’deki Bankalar Caddesi'nde önceki yıl
Yılmaz Ulusoy’un
eski Sümerbank binasını otele çevirmek için
almasından sonra Akfen'in patronu Hamdi Akın da
Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait Kozluca Han'ı için
200 odalık bir otel projesi gündeme getirdi. Cadde
üzerindeki adı duyulan satın almalardan Koçak
Gold'un sahibi İsmet Koçak, Generali Sigorta
binasını 30 milyon TL'ye satın almıştı. Noa Group
Yönetim Kurulu Başkanı İlhan Açıkgöz de caddede 200
yıllık bir işhanında 118 odadan oluşacak iki butik
otelin yapımına başladı.
Zülfaris Sinagogu içerisinde bulunan 500’üncü Yıl
Vakfı Türk Musevileri Müzesi’nin hemen yanındaki
Cemaat Han için Neve Şalom Vakfı’yla uzun süre
pazarlıklar yaptıklarını ifade eden
Yılmaz Ulusoy, “Sinagogun bulunduğu komşu
araziyi çok istedim ve cemaat temsilcileriyle
yaptığımız görüşmeler sonucunda onları ikna ettim. 5
milyon dolarlık bir satın alma oldu” diye konuştu.
Eski Sümerbank binasına 86 yatak sığacağını
belirten Ulusoy,
Cemaat Han’ın da projeye katılmasıyla 58 yatağın
daha ekleneceğini söyledi. Yılmaz Ulusoy böylelikle
otel projesinin toplam kapasitesinin 144 yatağa
ulaşacağını ifade etti.
Habertürk, Haber: Ünsal Ereke, 26.03.2012
|
POMPEİOPOLİS ANTİK KENTİ KAZI BAŞKANI KASTAMONU
ÜNİVERSİTESİ'NE GEÇTİ
Pompeipolis antik kenti Kazı
Başkanı Prof.Dr. Latife Summerer, Kastamonu
Üniversitesi’ne geçti.
Almanya Münih Üniversitesi ile Taşökprü
Belediyesi işbirliğiyle kazı çalışmalarının
yürütüldüğü Pompeipolis Antik Kenti’nin Kazı Başkanı
Prof.Dr. Latife Summerer, Münih Üniversitesi’nden
ayrılarak, Kastamonu Üniversitesi ile protokol
imzaladı.
Summerer’in nisan ayında Kastamonu
Üniversitesi’nde göreve başlayacağı ve daha sonra
açılacak olan Arkeoloji Bölümü’nün başkanlığını
yürüteceği öğrenildi.
Kastamonu Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Seyit
Aydın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Arkeoloji
Bölümü’nün araştırma merkezinin Pompeipolis
kazılarının devam ettiği Taşköprü İlçesi'nde
bulunacağını ifade ederek, “Arkeoloji Bölümü’nü bu
yıl içerisinde faaliyete geçirmeyi planlıyoruz. 3
kişilik öğretim kadrosunu tamamlarsak öğrenci de
alabileceğiz” dedi.
Pompeiopolis Kazı Başkanı
Prof.Dr. Latife
Summerer de, 6 yıldır yürüttükleri Pompeiopolis
kazılarının başta Karadeniz arkeolojisi olmak üzere,
ülke arkeolojisindeki öneminin kendisinin Kastamonu
Üniversitesi’ne gelmesini sağladığını ifade etti.
Summerer, Pompeipolis Antik Kenti kazılarının
yerli kazı statüsüne alınması için çalışma
içerisinde olacaklarını vurgulayarak, “Yerli kazı
statüsüne geçmesiyle Pompeiopolis antik kentinde
kazı süresi uzayacak ve çalışmalar ivme
kazanacaktır” diye konuştu.
haberler.com, 26.03.2012
|
TYANA KAZILARI YENİDEN
BAŞLASIN

Tyana Krallığı'nın
Başkenti olan günümüzde Bor İlçesi Kemerhisar
beldesi içinde kalan bölgede 2002 yılında İtalya’nın
Padova Üniversitesi başlatılan kazıların devam
etmesi isteniyor.
Niğde Kapadokya’nın
Başkenti kitabı, Niğde Spor Tarihi Kitabı, Niğde
Söylence Şaka Fıkra kitabı ve Bor Şehri kitaplarının
da yazarı olan Ömer Fethi Gürer Niğde’nin öneminin
fark edilmesi için için bu kazının çok önemli bir
girişim ve aydınlanma olacağına vurgu yaptı. Ömer
Fethi Gürer kitaplarında geniş olarak anlatıldığı
bölge için şunları söyledi:
“Tyana birkaç satırla
anlatılamaz. Her adımı bölgenin tarihidir.
Hititlerin Tuwanuva, Roma döneminin Tyana’sı birçok
medeniyetin yerleşme alanı olmuştur. Binlerce yıllık
tarihin en önemli süreci bölge için MÖ 30 – MS 395
yılları arasıdır. Bulgular bu dönemin en parlak
dönem olduğunu göstermektedir. Su kemerleri,
Saraylar, Tapınaklar ile kent donanmış ve su
kemerleri canlı tanık olarak günümüze ermiştir..
Dönemin izleri taşıyan Gorge kabartması, Kenthaur
ile vahşi hayvanların mücadelesinin tasvir edildiği
friz parçası, Kros ve Herakles heykeli, Zeus
tasviri, Pseudon kabartması Niğde Müzesi’nde
sergilenmektedir. Yapılan kazılarda yeni bulgularda
açığa çıktı özellikle mozaikler üzerinde hayvan
figürleri dikkate değerdir. Bölgede dünün izleri her
yerde bulunmaktadır. Kazı alanın çevresi ile
Kemerhisar da daha geniş bir alanda yaygın dün
izleri vardır. Hiç Şüphesiz Kapadokya Krallığına
Başkent olmuş MÖ 3. yüzyıldan başlayarak Kuzey
Torosların merkezi bölgede Anadolu Bizans dönemi ,
MS 600’lü yıllardan itibaren Sasani ve Pers ardından
Arap saldırıları bölgenin tahribatına neden olmuştur
11. yüzyılda Selçuklular ile bölge önemini
yitirmiştir. Onca savaşın yaşandığı bölge birden çok
yıkılıp yeniden inşa edilmiştir. Niğde ili genelinde
çok yerde bölgeden getirilen sütun, sütun başı ve
kabartmalar vardır. Yer altından çıkacak da yüzlerce
eser bilinendir. Belediye kepçesi ne zaman yer
altına inse bir tarihi eser antik bölgede açığa
çıkmakatdır. Bu bölge hızla açığa çıkarılması
şarttır” dedi.
Gazeteci Yazar Ömer
Fethi Gürer Kemer Hisar’da devam eden Tyana Kent
Kazılarında on yıldır yol alınamadığını belirterek
kazının bakanlığın ve kurumların desteği ile bir yıl
boyunca sürmesi halinde batık kentin çıkabileceğini
söyledi.
Ömer Fethi Gürer Turizm
bakanlığının duruma el koymasını ve Niğde Valilik,
Niğde Belediyesi, Şahenk gruplarının işbirliğini ile
kazının hızlandırılması yönünde adımlar atılmasını
istedi.
Facebook ve Twitter’de
paylaştığı mesajlarında da kamuoyu oluşturma
girişiminde bulunan Ömer Fethi Gürer şöyle dedi
–“Niğde Bor Kemerhisar Beldesinde antik kent kazı
çalışmaları on yıldır devam ediyor ama yılda iki
hafta İtalyanlarca çalışma yapılıyor. Tyanallı
Appolonun’da doğduğu yer de olan bu bölge kazısı
böyle giderse antik Tyana’yı görmemiz hayal
olacaktır. Efes kadar önemli bir kent açığa çıkacağı
yetkililerin ifadesinde yer bulan Tyana için bir
kampanya başlatılmalı ve kazı bir yıl sürekli devam
etmelidir. Kazı Niğde tarihi ve turizm ile ilgili
dokusunu değiştirecek bir olaydır. Niğde
Üniversitesi, Niğde Belediyesi Başta Şahenklerin NTV
ve Garanti Bankası olmak üzere Niğdeli tüm kurumlar
bu kazıya sahip çıkmaya çağırıyorum. Konuyu
erebildiğim her yerde gündeme taşıyacağım siz de
Turizm Bakanlığına, Niğde Valiliğine, Niğde Belediye
başkanına, Niğde Milletvekillerine, konuyu yansıtın.
Niğde Vakfımız, Niğde Dernekler federasyonumuz Niğde
kitle örgütleri konuya eğilsin bacasız sanayi ile
bölge gelişimi için bu bölge açığa çıkması aş iş ve
ilgi doğmasını sağlayacaktır.”
Ömer Fethi Gürer farklı
kentlerde örneklerden yola çıkıldığında büyük ve
önemli kazıların süreklilik ile açığa çıkmasının
olası olabildiğine dikkat çekerek Kemerhisar bölgesi
antik Tyana Krallığının başkentidir. Burası çok
önemli bir bölge olduğu birçok tarih kitabında yer
almaktadır. Onlarca tarihi eser parçalanmış ya da
yağmalanmıştı. Günümüzde ise erilen koşullar ile
bunları korumak ve sahiplenmek olasıdır. Kemerhisar
kazıları mutlak surette destekleyici sağlanarak
Üniversite, Niğde belediye ve valilik desteği ile
gelişmelidir. Niğde merkeze kısa mesafeli bu bölgede
açığa çıkacak yeni bulgular Niğde için turizmin
kapısını açacaktır. Herkes bu bağlamda katkı ve
destek vermelidir. İtalyanlar eğer yıl boyu bu
kazıyı yapamayacaksa Bakanlık mutlaka ülkemiz
üniversiteleri ve Niğde üniversitesini bu alanda
buluşturmalıdır. Valiliğimiz, belediye bu bağlamda
yapabilecekleri farklı kent örnekleri ile ortadadır.
Bir an önce konuya duyarlı yaklaşılması şarttır
Turizm bacasız sanayidir. Turizm ile yüzlerce
fabrikada çalışacak kişi birkaç önemli turizm alanın
açığa çıkması ile oradan iş ve aş sağlaması
olasıdır. Hayvancılık-tarım-sanayi yanında Niğde
mutlaka turizmden pay almalıdır” dedi.
Turizm Habercisi,
26.03.2012
|
HADRİANAUPOLİS ANTİK KENTİ KAZILARI
Karadeniz’in
Zeugması olarak adlandırılan Hadrianaupolis antik
kentindeki kazılara, bu yıl 1 Ağustos’ta
başlanacağı bildirildi.
Kazı Başkanı Atatürk Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Vedat Keleş, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Karabük’ün Eskipazar
İlçesi'nde MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla
kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen
antik kentteki kazı çalışmalarının, bu yıl 3
arkeolog, çok sayıda uzman, öğrenci ile işçilerin
yer aldığı yaklaşık 50 kişilik ekiple yapılacağını
söyledi.
Hadrianaupolis’teki kazılarda, Anadolu’da
örneklerine hiç görülmeyen bazı zemin mozaiklerinin
turizme kazandırılması için çalıştıklarını
vurgulayan Keleş, bu yıl ki kazılara 1 Ağustosta
başlayacaklarını ve 1 Ekim’de bitireceklerini
belirtti.
Geçen yıl yaptıkları kazılarda antik kentte daha
önce oluşan tahribatı gidermek ve bir daha
oluşmasını engellemek için çalışmalar yaptıklarını
hatırlatan Keleş, şunları kaydetti:
“Bu yıl kazılarda restorasyon ve konservasyon
yapılacak. Kazı evi yapımı olacak. Bu nedenle
kazılara geç başlıyoruz. Bu yıl Kilise B’nin üstü
kapatılacak. Kilise B yapısının zemininde yer alan
Dicle, Fırat, Geon ve Phison ırmaklarının
ikonografik anlamda tasvir edildiği taban
mozaikleri, üstlerinin kapanmasının ardından turizme
açılacak. Hamam A ve Kilise A’da ise restorasyon ve
konservasyon çalışmaları yapılacak. Villa, Hamam
B’de de çalışmalar yapılacak.”
haberler.com, 26.03.2012
|
SUR DİBİNDE KEPÇELERLE OPERASYON

Fatih Belediyesi tarafından 2005 yılında
Ayvansaray’ı canlandırma amaçlı yenileme alanı
kapsamına alınan 16 bin metrekarelik alanda inşaat
başladı. Koruma Kurulu ve
İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’nün izni
olmadan tarihi alanda hafriyat çalışmaları yapıldı.
Oysa sit alanı olan Tarihi Yarımada içinde müze
uzmanları olmadan kesinlikle hafriyat yapılamayacağı
belirtiliyor.
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin de kazılardan
haberi yoktu.
İstanbul Arkeoloji Müzesi arkeologları dün
çalışma yapılan yere giderek rapor tuttu. Rapor
bugün Koruma Kurulu’na iletilecek.
Tarih fışkırıyor
Ayvansaray Türk Mahallesi Fatih Belediyesi
tarafından 2005 yılında kentsel yenileme alanı
olarak ilan edildi. 2005 yılında restorasyonları
başlatılan Tekfur Sarayı, Anemas Zindanları ve Emir
Buhari Tekkesi’nin hemen yanında yer alan mahalle,
aynı zamanda Meryem Ana Ayazması ve kayıp eski
eserlerden Toklu İbrahim Dede Mescidi gibi tarihi ve
turistik yapıları da kapsıyor.
1.5 hektarlık bir alanda 64 parselden oluşan
Avyansaray Türk Mahallesi,
İstanbul surlarının çevrelediği ve sahabe
mezarlarının bulunduğu küçük bir adacıktan oluşuyor.
Proje sınırları içinde kalan 2859 Ada’da başlayan
hafriyat çalışmaları müzeden bağımsız yapılıyor.
Proje 16 adet 2 – 3 katlı eski binadan ve 30 – 32
adet yeni binadan oluşuyor. Yeni yapılan binalar ise
yine 2 – 3 katlı dokuya uygun çelik strüktürlü
binalar. Projede, binalara ek olarak 2–3 katlı bir
motel binası ve bir meydan da bulunuyor.
Yenileme alanlarına bakan
İstanbul Yenileme Alanları Koruma Kurulu’nun
henüz avan projeyi değerlendirdiği, projenin
onaylanmadığı belirtildi. Buna rağmen hafriyatın
özellikle cumartesi günü yapılması arkeologları da
şaşırttı.
Proje henüz onaylanmadı
Sultanahmet’teki kaçak 5 katlı otel inşaatının bir
benzerinin Ayvansaray’da yapıldığını ileri süren
arkeologlar, hafriyatın durdurulmasını istedi.
Arkeoloji Müzesi arkeologları da dün bölgede rapor
tuttu.
Radikal, Fotoğraf: İdris Emen, 26.03.2012
******
TARİHİ YARIMADA'YA GİREN İŞ MAKİNELERİ İÇİN TUTANAK
HAZIR
Ayvansaray’da izinsiz kazı için
İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları tespit
tutanağı hazırladı. Tutanak Fatih Belediyesi ve
İstanbul Yenileme Alanları Koruma Kurulu’na
gönderildi. Hafriyatın durdurulması istendi.
Radikal izinsiz kazıyı 25 Mart günü ‘Sur dibinde
kepçelerle operasyon’ başlığı ile duyurmuştu.
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir haber üzerine
telefonla arayarak ‘‘ Hafriyat yapmıyoruz, sadece
toprağı düzledik. Derin bir çalışma yapmadık.
Osmanlı, Bizans ayrımı yapmadan her türlü tarihi
korumak için elimizden geleni yapıyoruz.
Ayvansaray’da çok sayıda yapıyı koruma altına
aldık’’ dedi.
İstanbul Arkeoloji Müzesi ise haberimizi ihbar
kabul ederek yerinde inceleme yaptı. Fotoğraf
çekerek hazırlanan inceleme tutanağında
‘‘Müdürlüğümüze yapılan telefon ihbarı neticesinde
Ayvansaray Mahallesi’ne gidilerek hafriyat
çalışmaları gözlemlenmiş ve fotoğraflar çekilmiştir.
Müzemiz bilgisi dışında tarihi sit alanı içinde
izinsiz müdahalede bulunulduğu gözlemlenmiş,
iş makineleri ile alan tahrip
edilmiş, oldukça da zeminden aşağıya inilmiştir’’
denildi.
Haberde 2005’te Türk Mahallesi adlı projeyi aldığı
belirtilen Ütopya Mimarlık ise bir açıklama yaptı.
Açıklamada ‘‘Biz 2007 yılında kurulduk. Firmamız
ihale almış değil. Sadece taşeron olarak proje
çizimlerini yaptık. İnşaat ve hafriyat çalışmaları
ile firmamızın ilgisi yoktur’’ denildi.
Radikal,
Haber: Ömer Erbil, 28.03.2012
******
FATİH BELEDİYESİ:
HATA YAPTIK
Belediyenin Radikal e açtığı alan, 1 metre derinliğinde kazılmış.
Ayvansaray’da 2005’te
yenileme alanı ilan edilen 16 bin metrekare alanı
kapsayan Türk Mahallesi’nde müze denetimi olmadan
yapılan hafriyat çalışmasında hata yapıldığını Fatih
Belediyesi de kabul etti. Belediye Başkan Yardımcısı
Talip Temiz, ‘‘Güzel bir proje yaptığımızı
düşünürken müzeden uzman istemeyerek hata yaptık ve
projenin imajını zedeledik’’ dedi.
Ayvansaray’da
Radikal’in ortaya
çıkardığı izinsiz kazı çalışması için Fatih
Belediyesi inşaat alanını gazetemize açtı. İş
makineleri durmuş, inşaat alanının çevresi demir
levhalarla kapatılmış durumda. Tabandan 1 metre
kadar aşağıya iş makineleri ile kazı yapılmış. Tüm
bunları yerinde gördükten sonra Başkan Yardımcısı
Temiz’e sorularımızı yönelttik. Temiz özetle şunları
söyledi:
‘‘2005 yılında bu proje, Yenileme Kurulu tarafından
avan proje onaylandı. Burada 15 tescilli bina
restore edilecek. Hafriyatın yapıldığı alan, projede
otel olarak ayrılan yer. Burası bir fabrikaydı.
Fabrikadaki eski yapıları yıktık. Temel kazısı
yapmadık. Jeoradar sistemiyle inceletmiştik, tarihi
esere rastlanmadığı için de müzeden uzman çağırmaya
gerek duymadık. Ancak hata yapmışız. Müzeden uzman
istedik. Onlar gelmeden hiç bir işlem yapmayacağız.
Harabe haldeki bir mahalleyi turizme katmak
düşüncesiyle 5 yıldır uğraş verdiğimiz bir
projeyinin imajını bir hata ile bozduk. İnanın art
niyet yok. Sadece doğru bildiğimiz ama bürokratik
işlediğimiz hata söz konusu.’’
Projede neler var?
Ayvansaray yenileme alanında toplam 69 parsel
var. Bu parsellerden 4’ü anıt eser, 15’i sivil
mimarlık örneği yapı. Alanda toplam 149 hissedar
bulunuyor. Görüşmeler neticesinde 7 parsele ait
toplam 17 hissedar ile satış/konut
sözleşmesi yapılmış. Projede 50 konut, 5 ticaret, 1
otel, 15 adet sivil mimarlık örneği yapı, 1
katotoparkı ve sosyal tesis planlanmış.
‘Hayat dolu mahalle boşaltıldı’
Fener Balat Ayvansaray Derneği (FEBAYDER) Fatih
Belediyesi ve Şener Holding hakkında suç duyurusunda
bulunacak. FEBAYDER’den Çiğdem Şahin, “Tokludede 70
ailenin yaşadığı hayat dolu bir yerdi. Ama belediye
ve firma mahalleyi tamamen boşalttı, geriye evini
satmayı reddeden 5-6 aile kaldı. Şimdi de denetimsiz
kazı yapıyorlar. Mahallemizde yasadışı inşaat,
denetimsiz kazı istemiyoruz” dedi. Açıklamaya
Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası da destek
verdi.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, Fotoğraf: İdris Emen, 30.03.2012
******
Basın Açıklaması:
Değerli Basın Mensupları ve Kent Hareketleri
Bileşenleri
Fener-Balat-Ayvansaray halkı olarak, son yıllarda
Fatih Belediyesinin TARİHİ YARIMADA içinde
sürdürdüğü ya da sürdürülmesine izin verdiği tarihi
katliamları; Arkeoloji Müzesinden habersiz ve
Koruma Kurul Kararları olmadan denetimsiz
yapılmasına göz yumduğu yeraltı eserlerine ve
arkeolojik kalıntılara zarar verici nitelikteki kazı
çalışmalarını ve yine yasalara aykırı şekilde
gerçekleşmesine müsaade edilen birinci derece tarihi
eserlerde tahribat yaratıcı nitelikteki inşaat
faaliyetlerini, bölgeyi adeta istila eden dozer ve
kepçe trafiğinin her gün yaşamımızda yarattığı
psikolojik taciz de düşünüldüğünde dehşet ve
şaşkınlık içinde izlemekteyiz.
Bizler
yıllarca tarihi yapıları koruma amaçlı 2683 nolu
yasa ve Anıtlar Kurulunun sıkı denetiminden dolayı
evlerimizin bakımını yapmaktan, akan çatılarımızı
onarmaktan, hatta rengi solan duvarlarımızı
boyamaktan mahrum edildik. O çok kullanılan tabirle
evimize çivi çakmak için bile Anıtlar Kurulundan
izin almak zorunda bırakıldık. Birçok komşumuz evine
küçücük bir müdahalede bulundu diye yıllarca
mahkemelerde süründü, para cezası ödemek zorunda
kaldı. Şimdi deniyor ki evlerinize bakmamışsınız biz
geleceğiz ve gerekeni yapacağız;Ve gereken olarak
yaptıkları Sulukule’de ve Tarlabaşında görüldüğü
gibi yıkım, katliam…
Sonuçta
önemli olan soru şudur? Son yıllarda ülkemizde ne
değişti ki dün sımsıkı korunan tarihi yapılarımızın,
bugün belediyeler tarafından, kurullar tarafından
onaylanmış projelerle toplu halde yıkımına izin
verilmektedir? Bu nasıl bir çelişkidir ki daha dün
tarihi sit alanlarında kuş uçurtulmayan, en küçük
inşaat ya da kazı faaliyetinde ortalığın ayağa
kaldırıldığı Türkiye’de bugün belediyeler bu derece
pervasızca yıkım yapabilmekte, yıkılan tarihi
binaların yerine modern binalar inşa edebilmekte,
Arkeoloji Müzesinin haberi bile olmadan ya da Koruma
Kurullarının onayı bulunmadan izinsiz, belgesiz,
denetimsiz yerin kat be kat altına inen kazılar
yaparak ya da yapılmasına göz yumarak yer altındaki
arkeolojik zenginliğe telafisi mümkün olmayan
zararlar verilmesine sebep olabilmektedir. Üstelik
ne ironidir ki bütün bu faaliyetlerin ‘tarihi koruma
ve yaşatma’ adına yapıldığı iddia edilmektedir.
Bölgeyi
tanıyan herkes bilir ki 8500 yıllık bir geçmişi olan
ve birçok kültüre, dine, medeniyete ev sahipliği
yapmış bölgemizin, toprağının üstünde kalan kısmı
kadar altında kalan kısmı da aynı değerdedir. İçinde
yaşamakta olduğumuz tarihi yarımada bütünüyle bir
höyüktür ve arkeolojik açıdan denetimsiz hiçbir
müdahaleye izin verilemeyecek kadar mutena bir
bölgedir. Bu tür tarihi ve arkeolojik açıdan değerli
yerlerde gerekli arkeolojik rapor olmadan, Arkeoloji
müzesi Müdürlüğünün izni ve Koruma Kurulunun kararı
olmadan herhangi bir müdahalenin gerçekleştirilmesi
2683’e göre de 5366’ya göre de mümkün değildir.
Oysa
uygulamalara baktığımızda, Fatih Belediyesi -
Sulukule’de olduğu gibi- yasanın öngördüğü şekilde
herhangi bir ciddi arkeolojik araştırmaya baş
vurmadan, gerekli raporları hazırlamadan, Koruma
Kurulu ve Arkeoloji Müzesinden gerekli izinleri
almadan gece yarıları ya da sabah namazı, kuşluk
vakti gerçekleştirdiği kepçe operasyonları ile yerin
dibine kadar kazı yapmakta, bu esnada yer altında
bulunan arkeolojik kalıntılara bilinçli olarak zarar
vermektedir. Bu arada bütün bu faaliyetler gizlice
ve sinsice yapıldığı için yer altında hazine
bulunmuş olsa bile bundan kimsenin haberi
olmamaktadır. Şimdi bu durumda ülkemize ait bu
hazinelerin ya da arkeolojik değerlerin güvenli
ellerde olduğunu kim iddia edebilir, biri orada
çıkan arkeolojik kalıntıları yok etse, ortadan
kaldırsa ya da bir küp altın bulup el koysa bundan
kimin haberi olacaktır, kim bu konuda gerekli
tedbirleri alacaktır. Tedbir alması, denetlemesi
gereken belediye zaten bu kazıları gizlice yapıyorsa
ve buradaki eserlere bizzat kendisi zarar veriyorsa,
belediyelerden bu tarihi ve arkeolojik değerleri kim
nasıl koruyacaktır. Birileri bunları ortaya çıkarıp
suç duyurusunda bulunduğu zaman bir şey değişecek
midir peki?
BİZ
FENER-BALAT-AYVANSARAY HALKI OLARAK FATİH
BELEDİYESİNİN BUKONUDAKİ SUÇUNU ORTAYA ÇIKARDIK VE 29
MART PERŞEMBE SAAT 11.00’de AYVANSARAY TOKLUDEDE
PANRKINDA YAPACAĞIMIZ BİR BASIN AÇIKLAMASIYLA
HEM FEBAYDER OLARAK HEM DE KENTİNE HER
KONUDA SAHİP ÇIKAN KENT HAREKETLERİ BİLEŞENLERİ
OLARAK BU OLAYI PROTESTO EDECEĞİZ. AYRICA
YAPACAĞIMIZ BASIN AÇIKLAMASI İLE DAHA BİRKAÇ GÜN
ÖNRCE YETKİLİ KURUMLARI GEREKTİĞİ GİBİ
BİLGİLENDİRMEDEN VE GEREKEN İZİN VE ONAYI ALMADAN
AYVANSARAY’DA GİZLİCE BAŞLATILAN BİR İNŞAAT
ÇALIŞMASINA VE ZEMİNDEKİ ARKEOLOJİK KATMANLARA ZARAR
VERECEK ŞEKİLDE KEPÇEYLE KAZI YAPILMASINA MÜSAADE
ETTİĞİ İÇİN FATİH BELEDİYESİ HAKKINDA SAVCILIĞA SUÇ
DUYURUSUNDA BULUNACAĞIZ.
Siz Basın
Mensuplarını ve kentimizin tarihi, kültürel ve
arkeolojik değerlerine sahip çıkmak adına duyarlı
davranıp bize destek olmak isteyen bütün kurum, kişi
ve platform temsilcilerini Perşembe sabahı saat
11.00’de Tokludede Parkında yapacağımız Basın
açıklamasında aramızda görmek dileğiyle...
VARLIĞINIZ GÜCÜMÜZÜ Ve DİRENCİMİZİ, SESİNİZ SESİMİZİ
ÇOĞALTACAKTIR…
Fener-Balat-Ayvansaray halkı adına: FEBAYDER /Fener-Balat-Ayvansaray
Mülk Sahiplerinin ve kiracıların Haklarını Koruma ve
Sosyal Yardımlaşma Derneği
İstanbul’umuzun tarihi, kültürel ve arkeolojik
değerlerine sahip çıkmak adına: KENT HAREKETLERİ Bileşenleri
|
SULTANAHMET KORSANLIĞI

İstanbul’un en turistik yerlerinden biri ve
400 yıllık şaheser olan
Sultanahmet Camisi’nin
girişine, tarihsel dokuyu hiçe sayan bir engelli
rampası konuldu. Anıtlar Kurulu’nun
veya Vakıflar’ın rampadan haberi
yok. Hürriyet Gazetesi'inden
Sefa Kaplan'ın haberine göre
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü
Prof.
Ahmet Emre Bilgili, ‘olay yeri’ne gidip
metal özürlü rampasını gördükten sonra, “Evet burada
belki böyle bir düzeneğe ihtiyaç var ama bu yapılan
felaket bir şey” dedi ve ekledi:
“Böyle muhteşem bir mimariye bunu eklemeyi kim akıl
etmiş olabilir doğrusu bilmiyorum. Tarihi eserlere
böyle bir ilave yapılacağı zaman Anıtlar Kurulu’ndan
izin almak gerekir. Ben araştırdım, maalesef böyle
bir izin alınmamış. Anıtlar Kurulu, Sultanahmet
Camii gibi bir tarihi eserin bütünlüğünü bozan ve
güzelliğini örseleyen böyle bir projeye asla izin
vermezdi.”
Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
Dekanı Prof. Uğur Tanyeli ise
şunları söyledi:
“Bu gibi çok önemli tarihsel yapılarda engelliler
için tedbir alırken başka kamusal yapılarda olduğu
kadar ‘özgür’ davranamayız. Öncelikle yapmak
istediğimiz katkının mimari kalitesiyle ilgilenmemiz
gerekir. Dört yüzyıllık bir anıta herhangi bir soğuk
demirciyle alüminyumcunun elinden çıkma bir rampa
eklenemez. En azından bu işin ciddi bir mimari
tasarım işi olduğunu fark etmek zorundayız. Tarihsel
anıtın mimari düzeyi ona yapılacak yeni eklemenin de
yüksek olmasını gerektirir. Ayrıca, sadece bu
tarihsel cami değil, engelliler de bu sefil metal
rampadan daha iyisini hak ediyordur herhalde.”
Arkeolog, Arkeoloji ve Sanat Dergisi editörü
Nezih Başgelen de Sultanahmet’teki korsan
rampa için şunları söyledi: Sultanahmet Camii
İstanbul’un simge anıtlarından birisi olması yanı
sıra Osmanlı mimarlığının da çok değerli
yapılarının başında gelen bir şaheserdir. Buraya
yapılacak her türlü müdahalenin çok iyi düşünülüp,
defalarca irdelenip bu özgün yapıya has çözümler
geliştirilerek uygulanması gerekmektedir. Günümüz
kamusal hizmet yapılarına, okullarına ya da benzeri
binalara uygulanan bir sistemin, göz bebeğimiz gibi
bu denli titizlikle korunması gereken benzersiz bir
ata yadigarına alelacele uygulanmasını çok
yadırgadım. Bu mutlaka bir zorunluluksa bile çok
daha şık ve uygun bir çözüm geliştirilebilinirdi.
Sultanahmet gibi benzersiz bir eserimize de böyle
bir hassasiyet ve özen gösterilmesi yakışırdı diye
düşünüyorum. Şimdiki manzara kaygı verici.”
Yapı, 26.03.2012
|
WELCOME TO THE SULTANAHMET ŞANTİYESİ
Turizm sezonun açılmasıyla birlikte Sultanahmet meydanını görmeye gelen turistleri inşaat çalışmaları karşılıyor. Mart ayında başlanan düzenleme çalışmaları nedeniyle tarihi meydan şantiyeye döndü. Tarihi yarımadayı gezmek için gruplar halinde gelen turistler inşaat çalışmalarının içinden geçerek meydanı dolaşıyor.
Büyükşehir Belediyesi'nden alınan bilgiye göre, Topkapı Saray önü ve çevresi düzenleme çalışmaları Eylül 2012 tarihinde tamamlanacak. Meydandaki havuzlu parkın yenilenmesi çalışmaları için korunmaya değer olmayan ağaçlar Fatih'in başka noktalarına taşındı. Çim zemin sökülerek temizlendi. Belediye yetkililerinin verdiği bilgiye göre halihazırda 5 bin 500 metrekare olan yeşil alan miktarı çalışma sonrasında da aynen korunacak. Çalışmanın 2.5 ay içerisinde tamamlanacağı öğrenildi.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 26.03.2012
|

|
'EN-EL HAK'A REKOR FİYAT

Erol Akyavaş'ın 2.7 milyon TL'ye satılan "En-el
Hak" adlı tablosu, Burhan Doğançay'ın "Mavi
Senfoni"siyle birlikte çağdaş Türk sanatının en
pahalı tablosu rekoruna sahip oldu.
Dün Antik A.Ş.'de düzenlenen
müzayedeye Erol Akyavaş'ın 1.2
milyon TL açılış fiyatıyla çıkan
"En-el Hak" adlı tablosu 2.2 milyon
TL'ye satılarak, Burhan Doğançay'ın
"Mavi Senfonisi"yle birlikte çağdaş
Türk sanatının en pahalı tablosu
rekoruna sahip oldu.
Doğançay'ın "Mavi Senfoni"si de
2009'da 2.2 milyon TL'ye alıcı
bulmuştu.
Erol Akyavaş'ın bugüne kadar satılan
en pahalı tablosu unvanını da
kazanan "En-el Hak"ın satış rakamı,
vergiler ve çekiç fiyatı
eklendiğinde 2.780 milyon TL'ye
ulaşıyor.
"En-el Hak"ın "Mavi Senfoni"yle
ortak bir geçmişi de var. Her iki
resim 1987 yılında I.
İstanbul Bienali kapsamında
Askeri Müze sergi salonunda yan yana
sergilenmişti.
Müzayedeyi yöneten Olgaç Artam da bu
duruma dikkat çekerek Milliyet
Gazetesi'ne şunları söyledi: "Biz
'En-el Hak'ın bu fiyata çıkacağını
tahmin ediyorduk. Çünkü I.
İstanbul Bienali'nde 'En-el Hak'
ile yan yana 'Türk resminin
başyapıtları' olarak sergilenen
Akyavaş'ın diğer tabloları 'Kuşatma'
ve "Vav' ile Burhan Doğançay'ın
'Mavi Senfoni', 'Muhteşem Çağ'
tablolarını da rekor fiyatlara
satmıştık. Bunlar Türk resminin
sayılı eserleri. Müzayedeye de çok
güzel bir ilgi oldu. Çağdaş sanat
piyasasına olumlu bir katkısı
olduğunu düşünüyoruz."
Yaklaşık 500 kişinin izlediği
müzayedede, Orhan Peker'in "Ayçiçeği
Tarlası"nda adlı eseri 695 bin TL'ye
alıcı bularak sanatçının kendi
rekorunu kırdı. Ferruh Başağa'nın
"Kırmızı Güvercinler"i 165 bin,
Nejad Melih Devrim'in çalışması 215
bin, Burhan Doğançay'ın "İsviçre
Duvarları" da 150 bin TL'ye satıldı.
En pahalı yapıtlar
İstanbul Bienali'nde yan yana
sergilenen Türk resminin
başyapıtlarının satışı da geçen
yıllarda Antik A.Ş. tarafından
yapıldı. Erol Akyavaş'ın
"Kuşatma"sını Nezih Barut 2.6 milyon
TL'ye, "Vav"ını Zafer Yıldırım 1.262
bin TL'ye, Doğançay'ın "Mavi
Senfoni"sini 2009'da Murat
Ülker 2.7 milyon TL'ye,
"Muhteşem Çağ"ını ise 2004'te
İstanbul Modern 100 bin TL'ye
satın almıştı.
Cnn Türk, 26.03.2012
|
EN ESKİ SATIŞ SENEDİ MARDİN'DE

3 bin yıl önce iki kişi arasında ve şahitliklerle
yapılan meyve bahçesi satışının senedi, Mardin
Müzesi’nde sergileniyor.
MÖ 7-8. yüzyıla ait olan ve bir meyve
bahçesinin satışına ilişkin senedin çok sayıda yerli
ve yabancı turisti Mardin’e çekmesi bekleniyor.
Mardin Müze Müdürü Nihat Erdoğan, “Prof.Dr.
Hayat Erkanal başkanlığında Nusaybin İlçesi'ne 4
kilometre uzaklıktaki Gırnavaz Höyüğü’nden 1994
yılında gerçekleştirilen kazılarda çıkarılan
tabletin, yaklaşık bir yıldır müzede sergilendiğini”
söyledi.
Yapılan tercüme ve araştırmalar sonucunda
tabletin, dünyanın en eski satış tableti olduğunun
belgelendiğini bildiren Erdoğan, “MÖ 7-8. yüzyıla
ait bu senedin dünyada bundan en eski satış senedi
olduğunu fark ettik. Bu nedenle dünyanın ilk tapu
belgesi olarak kabul ediyoruz. O dönemde de özel
mülkiyet kavramının olduğu ortaya çıkıyor. Bu çivi
yazılı tablet, MÖ 7–8. yüzyılda Yeni Asur Dönemi
diye tabir ettiğimiz dönemde bir meyve bahçesinin
satış senedi. Yaklaşık 3 bin yıl önce bir satış
sözleşmesi vermişler. Bu, dünyanın bulunan en eski
tapu senedidir. Bu senette ‘Sarri’ ismindeki
babanın, 3 oğluna ait meyve ağaçları ve içindeki
meyvelerle beraber ‘Nabulu’ ismindeki şehrin
kuzeyindeki, nehrin hemen kenarındaki bir meyve
bahçesini, ‘İstarnadin’ adlı bir adama satma
sözleşmesi yer alıyor. Burada 4 başka adamın
mühürleri ile şahitlik yapmaları söz konusudur.
Zaten 2900 yıl öncesine gittiğimizde Nusaybin’in
eski isminin ‘Nabulu’ olduğunu biliyoruz. Bu eser
sayesinde çok sayıda yerli ve yabancı ziyaretçinin
Mardin’e geleceğini düşünüyoruz” dedi.
Dünya, 25.03.2012
|
10 ADIMDA YALI ALTYAPISI

Eminönü'nden Anadolu Kavağı'na giden vapura binin
ya da rastgele bir iskeleden dilenci vapuruna. Kapı
kapı gezerken, Boğaz'daki yalılara dair malumata
ihtiyacınız olacak ki ukalalık edebilesiniz! Boğaz
Hakkında Her Şey kitabından magazinel mercekle
derledik...
Boğaz adında Hakkında Her
Şey çok hoş bir kitap çıktı. Saffet Emre Tonguç ile
Pat Yale'ın ince elediği çok belli; dünya kadar
detay, anekdot, adres, tüyo, tarihi ve güncel
malumat dolu içi. Özellikle yalılara kayıtsız kalmak
çok zor. Hem çoğunun daha önce ortaya çıkmamış iç
fotoğrafları var, hem de hikayeleri, eski-yeni
sahipleri, ufak tefek dedikodularıyla yüzyıllar
süren hayatları. Ayrıca da mevsimi geldi. Her gün
Eminönü'nden 10:35 ve 13:35'te kalkan vapurlar
Anadolu Kavağı'nda mola vermeden önce Beşiktaş,
Kanlıca, Yeniköy, Sarıyer ve Rumeli Kavağı
iskelelerine uğruyor. Denizden iskele iskele
dolaşırken asgari bir altyapınız olmalı ki gerekirse
ukalalık edebilesiniz:
1.Yalısını Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışlayan
ünlü arkeolog kim?
Robert Kolej'den mezun olan, en çok Karatepe
kazısıyla tanınan, Ağahan ödüllü Nail Çakırhan'la
evli olan Halet Çambel. 1830'larda Sultan II.
Mahmud'un Ermeni bahçıvanı için yaptırılan
Arnavutköy'deki Kırmızı Yalı, Halet Çambel Yalısı
diye biliniyor.
2."Bebekli Emine Hanım," gafı ne yaptırdı?
Hıdiva Emine, Osmanlı tarihinde paşa unvanı alan
tek kadın. Sultan II. Abdülhamit tarafından
kendisine hediye edilen yalıyı, rivayet o ki Türk
devletine vermek istiyor ama resmi yazışmalar
sırasında kendisine "Bebekli Emine Hanım," denince,
büyükelçilik olarak kullanılması şartıyla Mısır
Devleti'ne veriyor. Bebek'teki Art Nouveau saray
yavrusu şu anda Mısır Konsolosluğu ve
2010'daki restorasyonuna methiyeler düzülüyor.
3. Müjde Ar'lı ilk Aşk-ı Memnu ile Binbir
Gece dizisinin çekildiği yalı hangisi?
Yeniköy'deki Afif Ahmed Paşa Yalısı.
Osmanlı Bankası binası ve Pera Palas Oteli'ni de
yapan mimar Alexandre Vallaury tarafından neo-barok
tarzda inşa edilmiş. Bir ara Uzan ailesine geçmiş.
Sonra Suzan Sabancı Dinçer, yaklaşık 40 milyon
dolara satın almış.
4. En yalı zengini semtlerden Yeniköy'den kimler
gelmiş kimler geçmiş?
Recaizade Mahmud Ekrem, II. Abdülhamid'e giden
bir jurnal yüzünden yalısından taşınmak zorunda
kalmış. Tahsin Uzer Yalısı'nın mimarı Sedad
Hakkı Eldem. Doktor Hulusi Behçet Yalısı'na adını
veren, bulduğu Behçet hastalığına da adını koyan
Doktor Hulusi Behçet, Askeri Tıbbiye'yi bitirmiş ve
ordinaryüs profesör mertebesine kadar yükselmiş.
Rasim Ferid Talay Yalısı'nda Tansu Çiller & Özer
Uçuran Çiller çifti oturuyor. Şu anda Gazebo Cafe
olan Burhanettin Sezerar Yalısı'na adını
veren Prof. Sezerar, Dolmabahçe Sarayı'na elektriği
ilk getirenmiş! Osmanlı Hanedanı'nın son figürü
Ertuğrul Osman Efendi'nin babası Şehzade Burhaneddin
Efendi'nin adını taşıyan yalı, 150 milyon dolara
satılık ve dünyanın en pahalı 10 evinden biri olarak
listelenmiş.
5. İsviçreli mimar Le Corbusier'nin hayran olduğu,
besteci Franz Lizst'in kaldığı, sahibinin Gönül
Yazar'a aşık olduğu yalı hangisi?
Kuzguncuk'taki Fethi Ahmed Paşa Yalısı.
(Hemen arka tarafta Fethi Paşa Korusu var). Fethi
Ahmed Paşa'nın torununun çocuğu olan Şevket Mocan,
diğer hisseleri toplayınca onun adıyla da anılır
olmuş burası. Demokrat Parti dönemi
milletvekillerinden Mocan, uyuşturucu kaçakçılarına
ve komünistlere ölüm cezası verilmesini isteyen ilk
milletvekili olmasıyla ve çapkınlıklarıyla ünlü.
70'inde, 18'lik 'taş bebek' Gönül Yazar'a
ilanıaşkıyla!
6. Ayşegül (Tecimer) Nadir, bahçesinde tarihi bir
Kuran bulunup da Türkiye'den Fas'a kaçmadan önce
nerede kiracıydı?
Çengelköy'deki Sadullah
Paşa Yalısı'nda. Burayı Boğaz'daki en müthiş
yalıların başında sayıyor kitabın yazarları.
Cumhuriyet dönemi bakan ve hariciyecilerinden Ahmet
Ferit Tek'in büyükelçi Seyfullah Esin ile evlenen
sanat tarihi doktoru kızı Emel Esin'in, hiç kimse
hayatta olmadığı için de Tek-Esin Vakfı'nın şu an bu
yalı.
7. Ender Mermerci'nin yalısı, vakti zamanında hangi
'süper star'ın altı günlük kocasına aitti?
Vaniköy'deki Anadolu Kazaskeri Necmeddin Efendi
Yalısı, sosyete sayfalarından aşina olduğumuz
Ender Mermerci'ye ait. Burası bir dönem Adana'nın
varlıklı tekstilci ailelerinden Coşkun Sapmaz'ınmış.
Coşkun Sapmaz magazin tarihine Ajda Pekkan'la olan
evliliğiyle geçmiş bir isim. Çift, 1973'te
evleniyor, ama aile o zamanlar henüz süper olmayan
starı veto edince, altı gün sonra boşanıyor.
8. Rahmi Koç'la Pierre Loti'yi buluşturan yalının
bitişiğinde Kıvanç Tatlıtuğ'un ne işi var?
Kandilli'de, Rahmi Koç'un sahibi olduğu Kont
Ostrorog Yalısı, Boğaz'ın en tarihi binalarından
biri. İslam hukuku uzmanı Leon Ostrorog, Osmanlı'ya
danışmanlık yapmış. Kontun misafirleri arasında
Pierre Loti de varmış. Yandaysa, planlarını Ermeni
Balyan ailesinden Garabet Amira'nın çizdiği Abud
Efendi Yalısı bulunuyor. Burası, Arap
ülkelerinde fenomen olan Gümüş dizisinin
çekildiği yer. Şöyle de diyebiliriz: Arap
ülkelerinden kadın turist kafilelerinin Kıvanç
Tatlıtuğ'un izini sürmek için akın ettiği yer.
9. Boğaz'ın en kıdemli yalısı hangisi?
Anadolu Hisarı'ndaki Amcazade Hüseyin Paşa
(Köprülü) Yalısı. 1698'de Sadrazam Hüseyin Paşa
için yapılmış. Hemen bitişiğinde, Boğaz'ın Asya
yakasındaki en eski ikinci yalısı olan ve Madeleine
Albright'tan Oprah Winfrey'ye bir sürü ünlüyü
ağırlayıp sıkı PR işlevi gören Zarif Mustafa Paşa
Yalısı var. Yine Anadolu Hisarı'ndaki
Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı ise mülkiyeti
baştan beri aynı aileye ait olan nadir
yalılardanmış.
10. Kimin dadısı Tolstoy'un yeğeni?
Prof.Dr. Süleyman Dırvana'yı bazılarımız
Bozburun'dan, Seddülbahir adlı 7.5 metrelik resim
gibi yelkenlisinden biliriz. Önemli bir cerrah ama
aynı zamanda da Türk yelken dünyasının babası desek
eğreti durmaz. Rahmetli Süleyman Bey, Kandilli'deki Kıbrıslı Yalısı'nda doğuyor. Dadısı,
Tolstoy'un Bolşevik Devrimi'nden kaçan yeğeni!
Kanlıca'da kendi adıyla bilinen bu yalının arsasını
kendi alıp inşaatını da kendi yapıyor. Zaten de
90'larında hala teknelerin bakımını bizzat kendi
yapmasıyla ünlüydü.
Sabah Pazar, Haber: Nur Çintay, 25.03.2012
|
GİZEMLİ YERALTI ŞEHRİ TURİZME AÇILIYOR
 
 
 
 

Aksaray'ın
Gülağaç İlçesi'nde Aziz Mercurius
Yeraltı Şehri'nde uzmanlarca gerçekleştirilen
kurtarma
kazıları tamamlandı.
Aksaray Müze Müdürü ve Aziz Mercurius
Yeraltı Şehri
Kazı Başkanı Yusuf Altın, AA muhabirine, Aziz
Mercurius
Yeraltı Şehri'nin Kapadokya bölgesinde,
Gülağaç İlçesi'ne bağlı Saratlı beldesinde
bulunduğunu söyledi.
MS 250'li yıllara ait olan Aziz
Mercurius
Yeraltı Şehri'nde 2011 yılında başlayan temizlik
çalışmalarının bu yıl kurtarma ve turizme kazandırma
çalışması olarak devam ettiğini belirten Altın, ''Bu
yeraltı şehrinin en önemli özelliği Kapadokya
bölgesinde olmayan ve bu
yeraltı şehri içinde olan bir kiliseye sahip
olması, içindeki
mezarlarla bir gizem taşımasıdır'' dedi.
Yeraltı şehrindeki kurtarma
kazısını tamamladıklarını ve ulaştıkları
mezar sayısının 31'e yükseldiğini kaydeden
Altın, şöyle devam etti:
''İçindeki kilisede geçen yılki çalışmalarda 20
mezar açmıştık.
Mezarları açmaya devam ettik.
Mezarları incelemek için Bakanlığımızdan bir
antropolog geldi. Kilisedeki
mezarları açtığımızda daha çok çocuk
mezarlarıyla karşılaştık. Bir kaç tane de
yetişkin
mezarı bulunuyor. Üst üstüne gömülmüş kadın
erkek
mezarı var. Yine bir sandık tipi
mezarda 3 insan iskeleti bulundu. Bu
mezarın içinde kireç artıklarının bulunması
nedeniyle bir bulaşıcı hastalıktan ölmüş
olabileceklerini düşünüyoruz.
Mezarların çoğunluğunda çocuk olması ise
çocuklara olan saygının bir göstergesi... Bu dönem,
Hristiyanlığın ilk dönemleri olduğu için insanlar
fakir. Cumhuriyet Üniversitesi'nden gelen iki
antropolog da 5 yıl gibi bir süreçte çıkan bu
iskeletleri incelemeye alacaklar.
Mezarlardan çıkan, erken Hristiyanlık dönemine
ait bu iskeletlerin yaşam kültürleri, yaşları, ölüm
sebepleri detaylı şekilde araştırılacak.''
Altın, kilisenin ortasında bir erzak ambarı
bulduklarını ifade ederek, ''Bunun kiliseye
bağışların toplandığı bir ambar olduğunu
düşünüyoruz. Yaklaşık 1,5 metre derinliğinde ve
içine daha sonra açılan
mezarların toprağı doldurulmuş'' dedi.
''Aziz Mercurius
Yeraltı Şehri'ni ülke turizmine kazandıracağız''
diyen Altın, ''Bunun için çalışmalarımız sürüyor.
Bakanlıktan gelen antropolog çalışmasını tamamladı
ve
yeraltı şehrinin turizme açılmasında bir sakınca
bulunmuyor. Bundan sonra çevre düzenleme projesi
yapılacak'' ifadelerini kullandı.
Saratlı Belediye Başkanı Nedim Uğuz ise Kapadokya
bölgesine gelen yabancı turistlerin, Saratlı Kırkgöz
Yeraltı Şehri'ne olan ilgisinin arttığını ve
yetişemedikleri için Aziz Mercurius
Yeraltı Şehri'ni turizme kazandıracaklarını
ifade etti.
Yeraltı şehirlerinin Saratlı'nın merkezinde olduğunu
anlatan Uğuz, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Mevcut yeraltı şehrimizde temizlik çalışması
bitmiş değil, çevre düzenlemesi yapılıyor. Biz 2009
yılında göreve geldik ve o yıl 90 bin yabancı turist
ziyaret ederken, 2010'da 114 bin, 2011'de ise 130
bin yabancı turist geldi. İnanç turizminin de etkili
olduğu bu ziyaretlerde, yeraltı şehrimiz artık
turistlere yetmiyor. İkinci yeraltı şehrimiz ihtiyaç
oldu. Belediyemizin imkanlarıyla
Aziz Mercurius Yeraltı Şehri'ni turizme
kazandırıyoruz. Hedefimiz daha fazla turistin buraya
gelmesini sağlamak. İki yeraltı şehrimiz için
200-300 bin turisti hedefliyoruz.''
Uğuz, Saratlı'nın yeraltı şehirleriyle Kapadokya'da
önemli bir merkez haline geldiğini sözlerine ekledi.
Habertürk, 25.03.2012
|
 |
ÇANAKKALE SAVAŞI'NDAN KALMA, 300 KİLOLUK TOP MERMİSİ BULUNDU
Çanakkale'de bir otel inşaatı sırasında yaklaşık 300 kilo ağırlığında patlamamış top mermisi bulundu.
2. İnönü Caddesi'nde yapımına başlanan bir otelin zemin iyileştirme çalışması sırasında, iş makinesinin kepçesine bomba takıldı. İnşaat sahibi Kemal Karakaş, durumu polise bildirdi. Olay yerine gelen güvenlik güçleri, bölgeyi güvenlik çemberine aldı. Bomba imha ekipleri tarafından yapılan incelemede, 1,5 metre uzunluğunda, 40 santimetre çapında ve yaklaşık 300 kilo ağırlığında olduğu belirlenen patlamamış bombanın, Çanakkale Savaşları'ndan kaldığı belirtildi. Karakaş, gazetecilere yaptığı açıklamada, "Kepçeyle kazı yaparken büyük bir bomba, sanıyorum Seyid Onbaşı'nın sırtına aldığı bombadan çok daha büyük bir bomba çıktı. Zemin iyileştirmesi yaptık, kazıklar çaktık, her bir metrede bir, ama onlardan nasıl kurtulmuş, denk gelmemiş büyük bir şans." dedi.
Zaman, Haber: Mehmet Güler, 25.03.2012
|
ÇATI KATINDA BULUNAN AFİŞLERE 500 BİN DOLAR
Teksas’ta
Heritage Müzayede Evi’nde yapılan açık
artırmada, Hollywood’un Altın Çağı’ndan kalma 33
film
afişi, 503 bin dolara satıldı.
Heritage, açık artırmada en fazla para verilenin, 1931 yılından kalma “Dracula”
(Drakula) filminin
afişi olduğunu, bu
afişin 143 bin 400 dolara satıldığını açıkladı.
Açık artırmanın sürprizi, 101 bin 575 dolara satılan 1931 yılına ait “Cimarron” filminin afişi oldu.
Bu film, en iyi film dalında Oscar alan ilk western olmuştu.
Habertürk, 25.03.2012
|
|
MÜZEDE SKANDAL

Ankara'daki Resim Heykel Müzesi'nde
sergilenen milyon dolarlık tablolara soba boyası
bulaştı
Kurumda hizmetli
kadrosunda çalışan personele boyatılan tablo
çerçevelerinden resimlere sıçrayan boyaların nasıl
çıkarılacağı merak konusu. Müzede
Osman Hamdi Bey ve
İbrahim Çallı gibi ünlü ressamların milyon
dolarlık tabloluları da var. Ankara Devlet
Resim Heykel Müzesi'nin görevden alınan müdürü
Osman Ömer Gündoğdu'nun, müzedeki her biri milyon
dolar değerinde tabloların çerçevelerini kurumda
hizmetli kadrosundaki personele soba boyasıyla
boyattığı ve boyanın resimlere zarar verdiği ortaya
çıktı.
Bakanlık yetkilileri tablolara bulaşan boyanın,
zarar vermeden nasıl temizleneceğini araştırıyor.
Cumhuriyet gazetesinin haberine göre, müzeye
tablolar konusunda uzman bir ressamın müdür olarak
atanması için araştırma yapılıyor.
Müzenin koleksiyonunda yer alan bazı önemli tablolar
şöyle:
Osman Hamdi Bey'in "Silah Taciri" , V.
Vereshchagin'in "Timur'un Mezarı Başında",
Zonaro'nun "Genç Kız Portresi", Emel Cimcoz'un
"Gazi'ye Şükran", Şeref Akdik'in eşi Sara Akdik'in
40 yapıtlık Şeref Akdik koleksiyonu, Çelik
Gülersoy'un 7 yapıtlık hat koleksiyonu, Emel
Korutürk'ün İbrahim Çallı portreleri, Bülent-İbrahim
Cimcoz'un İbrahim Çallı portresi, Mehmet Özel'in
Ayvazovski, Hikmet Onat, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eşref
Üren ve Arif Kaptan'ın eserleri, İbrahim Çallı'nın
"Yatan Çıplak" eserleri.
Habertürk, 25.03.2012
MÜZEDE BOYA SKANDALINA BAKAN EL KOYDU
Ankara
Devlet Resim-Heykel Müzesi'nde restorasyon yapılan
birbirinden değerli tablolara "soba boyası"
sıçradığına ilişkin iddialar şok edici detayları gün
yüzüne çıkardı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
soruşturmanın selameti gerekçesiyle açığa aldığı
müze müdürü Osman Ömer Gündoğdu'nun Bilim Kurulu
onayı almadan ve eser onarımında uzman bir
restoratör görevlendirmediği ileri sürüldü. Bakanlık
yetkililerinden edinilen bilgiye göre, herhangi bir
eserin restorasyonunun yapılması için Bilimsel Kurul
kararı alınması, eserin uzman bir kişi tarafından
onarımı sırasında mutlaka gözetmen olarak bir de
restoratör bulundurulması gerekiyor. Bakanlığın
iddiasında, Gündoğdu'nun aynı zamanda üyesi olduğu
Kurul'a danışmadığı ve restoratör bulundurmadan
eserleri uzman olmayan bir personele boyattığı
belirtildi.
Geçtiğimiz yıl hizmete açılan Cumhuriyet'in
Ankara'daki ilk yapılarından olan müzede yaşanan
tatsız gelişmelerin bizzat Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay tarafından takip edildiği ve Günay'ın
kurmaylarına "bir an önce bu işi sonuçlandırın"
talimatı verdiği öğrenildi. Gündoğdu ise "Ben eseri
değil, çerçevesini onarttım. Bunun için Kurul kararı
alınmaz. Çerçeveleri onaran da inşaat restoratörü.
Soba boyası sıçradığı ise tamamen yalan. Toz varakla
boyandı ve hiçbir eser zarar görmedi" diyerek
kendini savundu.
Sabah, Haber: Burcu Çalık, 25.03.2012
|

|
BU DUVARA GELEN KADAR 2 TARİHÇİ ESKİTTİ
Fransa’nın başkenti Paris’teki dünyanın en çok ziyaret edilen müzesi Louvre, İtalyan ressam, heykeltıraş, mimar ve mühendis Leonardo da Vinci’nin yeni restore edilen bir eserini sergilemeye başladı.
Ressamın 1519’da öldüğü zaman yarım bıraktığı “Bakire ve Çocuk Azize Anne ile” adlı tablo önceki gün izleyici karşısına çıktı. Tablo, laboratuvarda altı ay restore edildikten sonra bir yılda Fransa Müze Araştırma Restorasyon Merkezi’ndeki atölyede kaldı. Tablonun restorasyon çalışması sırasında fazla cilalandığı ve Leonardo’nun “hiç de istemeyeceği” bir parlaklığa kavuştuğu iddiası Louvre yönetimini karıştırmış, ülkenin iki önemli sanat tarihçisi kuruldan istifa etmişti.
Hürriyet, 25.03.2012
|
MUHTEŞEM CEZA GELİYOR

İnsanlığın en eski
yaşam alanlarından
Yarımburgaz Mağarası Türk film ve dizi
endüstrisinin de 'gözde'si. Ancak diziye
gösterdikleri özeni tarihe göstermiyorlar. Çekim
izni almıyor, duvarlara boyayla yazı yazıyorlar.
Yarımburgaz Mağarası, insanlık tarihinin 400 bin
yıllık en eski yaşam alanı. Girişi demir parmaklıkla
korunuyor görünse de tarihi mağara adeta yol geçen
hanı. Tinercisi, definecisi, ayyaşı hep orada.
Mağaranın girişi oyularak yapay bir kapı inşa
edilmiş! İstenmeyen misafirler de oradan içeri
giriyor.
Yıllarca Türk sinemasına set olan tarihi mağara
şimdilerde de dizilerin talanına uğruyor.
Muhteşem Yüzyıl dizisinin 43 ve 44.
bölümlerindeki bazı önemli sahneler bu mağarada
çekildi.
Paleolitik
mağaraya dizi seti rötuşu!
1. Derece Sit Alanı ve Korunması Gerekli Kültür
Varlığı olarak tescilli mağarada çekim için izin
alma gereği bile duyulmamış. Paleolitik çağ
arkeolojisi için önemli verilerin bulunduğu mağarada
ateşler yakılmış, zemin kazılmış, tavanlarına
sahneyi zenginleştirmek için yapay sarkıtlar konmuş.
Demir kapı kırılarak içeriye girilen mağarada
Leyla ile Mecnun dizisinin de bir bölümü
çekilmiş. Onlar da daha önce fresklerin bulunduğu
duvara boya ile ‘Acil çıkış kapısı’ yazmışlar.
Radikal’in ele geçirdiği müze raporunda tahribat tek
tek anlatılmış. İstanbul 7 No’lu Koruma Kurulu
Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu.
Cezası 2 ile 5 yıl arasında hapis.
Ceza ertelenmiyor, para
cezasına da çevrilmiyor. Ali Baba ve 40
Haramiler, Küçük Ağa, Tarkan, Kara Murat, Yorr’un
Öyküsü gibi pek çok Türk sineması bu mağarada
çekildi. Ali Baba ve 40 Haramiler filminde ‘‘Açıl
susam açıl’’ parolasıyla girilen mağara da burası.
Küçük Ağa filminde duvarlardaki tarihi freskler
kazınarak yok edildi. Yorr’un Öyküsü filminde ise
mağaraya büyük bir havuz yapılmış, daha sonra havuz
dinamitle patlatılarak içindeki suyla birlikte
arkeolojik dolgu malzemeleri de akıp gitmişti.
İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, 1986’ya
kadar set olarak kullanılan mağarayı kurtarmak için
bu tarihte bilimsel kazı çalışmalarına başladı ve
uzun yıllar sinemacılar mağaraya yaklaşmadı. Ancak
bilimsel kazılar da parasızlıktan 3 yıl gibi kısa
sürede sonlandırıldı. Bu araştırmalarda önemli
bulgular elde edildi ve
Yarımburgaz Mağarası’nın paleolitik çağ
kapsamında dünya çapında bilinen az sayıda yerlerden
biri olduğu kabul edildi.
İzlerken fark ettiler
Son tahribatı ise
Muhteşem Yüzyıl dizisini evde izleyen iki genç
arkeolog fark etti. Arkeolog Yiğit Ozar dizide
gördüğü mağaranın Yarımburgaz olabileceğini düşünüp
işin peşine düşüyor. Paleolitik çağ arkeoloğu
doktora öğrencisi Ardahan Üniversitesi Prehistorya
Anabilim Dalı’ndan Berkay Dinçer ile durumu
paylaşıyor. Yerinde yaptıkları incelemede dizinin
burada çekildiğine kanaat getirip şikayetçi
oluyorlar. İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları
Yarımburgaz Mağarası’na giderek rapor tutuyor.
İşte o rapordan bazı tespitler:
‘‘Mağaranın girişini kapatan demir kapının bir
kanadı söküldüğü, yerine inşaat demirinden nizami
olmayan parmaklık yapıldığı, kaya kilisenin
girişindeki güney nişi kapatan demir kapının da
sökülerek işlevini yitirdiği görülmüştür... 3x 3 m.
ölçülerinde kareye yakın bir alanın kazıldığı
görülmüştür. Havuz oluşturmak amacıyla açılan bu
çukurun üzerinde kalan mağara tavanında yer yer alçı
izleri görülmektedir. Bunların dekor oluşturmak
amacıyla kullanılan süslemelere ait olduğu
düşünülmektedir. Mağara tabanına açılan çukurun
tekrar doldurulması da mağara içindeki tahribatın
izlerini ortadan kaldırmaya yönelik gayretin sonucu
olarak düşünülmektedir.’’
Rapor 7 No’lu Koruma Bölge Kurulu’na gönderildi.
Koruma Kurulu 1. derece sit alanında yapılan izinsiz
uygulamayı Cumhuriyet Savcılığı’na bildirdi. İlk
toplantıda mağarayla ilgili alınması gereken
önlemler gündeme getirilecek.
Kültür Bakanlığı yetkilileri ise “Konu mahkemede.
Bundan sonra konuşmamız doğru değil” diyor. 2863
sayılı yasanın 65. maddesi şöyle: ‘‘Korunması
gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının
yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına
veya zarara uğramalarına kasten sebebiyet verenler 2
ila 5 yıl hapis ve 5000 güne kadar adli para
cezasıyla cezalandırılır.’’
Ardahan Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı’ndan
Berkay Dinçer ise 400 bin yıllık izleri tahrip
etmenin büyük suç olduğuna dikkat çekerek şöyle
diyor: Muhteşem Yüzyıl’da mağaranın tavanına alçıdan
sarkıtlar yapılmış, izleri duruyor. Leyla ile
Mecnun’da duvara yazılanlar silinmeye çalışılmış. Bu
tür temizlik çalışmaları bile bilimsel verilere
dayanılarak yapılmalı. Mağaranın korunması için acil
bir proje geliştirilmeli.
Habertürk, 25.03.2012
******
TARİHİ MAĞARAYA İZNİN
PERDE ARKASINDA NE VAR?
Muhteşem Yüzyıl ekibinin
tarihi Yarımburgaz Mağarası’nda yaptığı çekimin
peşine bir ben düştüm, bir de Radikal gazetesi...
Pazar günü “Tarihi ceza kapıda” başlığıyla
Radikal’de manşetti konu yine...
Meğer sadece “Muhteşem Yüzyıl” değil, “Leyla ile
Mecnun” dizisi de aynı mağarada çekimler yaparak
tarihi dokuya zarar vermiş.
Ben en çok, bu dizi ekiplerine nasıl ve kim
tarafından izin verildiğini merak ediyorum...
Sonuçta dizi yapımcıları da deli değil, bir yerlere
sormadan ellerini kollarını sallayarak tarihi
mağaraya girecek değiller.
Biraz araştırınca öğrendim...
Sormuşlar birilerine!
Sordukları da; bu dizilere meraklı olan bir
yetkiliymiş ve resmi izne falan gerek kalmadan kendi
kafasına göre izni vermiş yapımcılara.
Bu kadar tantanaya rağmen neden bugüne kadar
yapımcılar çıkıp herhangi bir açıklama yapmadılar
dersiniz?
Mağaraya girişi ‘dost işi’ halleden o yetkiliyi
zorda bırakmamak için...
Hürriyet, Yazı: Cengiz
Semercioğlu, 29.03.2012
|
SFENKS İLGİ ÇEKİYOR
Dünyanın en önemli yer oluşumlarından biri olarak da değerlendirilen ve UNESCO tarafından doğal ve kültürel dünya miras listesine alınan Kapadokya Bölgesindeki peribacaları, oluşumlarındaki farklı görünümleri ile insanları hayretler içerisinde bırakıyor.
Nevşehir’in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Mustafapaşa beldesinin Manastır Yolu üzerindeki bir tepenin yamacında tamamen doğal yolla oluşmuş ve farklı bakış açıları ile değerlendirilen silüet dikkat çekiyor.Kimilerince bir Sfenks, kimilerine göre uyuyan bir kadın ve kimilerine göre de bir zamanlar fantastik sinemanın en önemli karakteri konumunda King Kong’a benzeyen yamaç silüeti, adeta doğanın kaleminden çıkan bir çizgi gibi görünüyor.
10 bin yıllık köklü bir uygarlığa sahip Kapadokya bölgesinde milyonlarca yıllık bir oluşumla meydana gelen doğal oluşumlu peribacalarının hakim olduğu Mustafapaşa beldesinin Manastır Yolu üzerindeki hafif meyilli bir tepenin hemen sırtında, fotoğraf sanatçısı Hasan Galip Temur tarafından fotoğraflanan ilginç oluşum şimdiden yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekeceğe benziyor.
Nevehir Kent Haber, 24.03.2012
|
 |
TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

Konuralp’te kültür turizmi için büyük önemi olan
tarihi Roma köprüsü koruma altına alındı. 2 bin
yıllık tarihi taş köprünün gün yüzüne çıkarılması
ile ilgili çalışmalar sürüyor. Tabak çayının üzerine
inşa edilen üç kemerli mermer köprü Roma Döneminde
inşa edildi.
Düzce’nin Konuralp Beldesi Tabak Deresi üzerine
kurulu olan ve en önemli özelliği harç kullanılmadan
mermer blokların bir araya getirilmesiyle yapıldığı
belirlenen 3 kemerli köprüye yönelik kurtarma ve
restorasyon çalışmaları büyük ölçüde tamamlandı.
Konuralp’i kazdıkça toprak altından adeta tarih
fışkırıyor. Son olarak yapılan kurtarma kazısında 2
bin yıllık tarihi kemerli köprü koruma altına
alındı.
Konuralp’in batısından geçip, Efteni Gölü’ne
dökülen Tabak Deresi üzerinde, Çilimli yol ayrımında
yer alan antik köprünün MS 1. yüzyılda yapıldığı
tahmin ediliyor. Köprünün en önemli özelliği hiç
harç kullanılmadan beyaz mermer blokların bir araya
getirilmesiyle inşa edilmiş olması. 5 metre
genişliğinde ve 30 metre uzunluğunda olan tarihi
köprü 3 kemerli bir yapı görünümünde.
Turizm İl Müdürü Özcan Budak, Konuralp Belediyesi
ile Müze Müdürlüğü’nün ortaklaşa yaptığını
belirterek, “Böylesine önemli bir kültürel varlığı
tümüyle ortaya çıkarmak ve turizme kazandırmak
istiyoruz. Bu köprünün bölge turizmine önemli katkı
sağlayacağına inanıyoruz. Resmi yazışmalar devam
ediyor. Artık Müze Müdürümüz olduğu için kendi
kazılarımızı yapabiliyoruz. Tarihi Roma köprüsünü
eski haline getirmek istiyoruz. Konuralp’te kültür
turizmini hedefliyoruz” dedi.
Budak ayrıca yıllar önce çekilmiş fotoğrafında
olduğu gibi tarihi köprünün altında suda akacağını
söyledi.
haberler.com, 24.03.2012
|
KRAL KAYA MEZARLARINA ÇEVRE DÜZENLEMESİ
Amasya
Belediyesi tarafından tarihi özellikleriyle
ziyaretçi akınına uğrayan Kral Kaya Mezarları’nda
çevre düzenlemesi çalışmaları başlatıldı.
Çevre düzenlemesinin gerçekleşmesinden sorumlu
Selcan Zeynep Keçe, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Kral Kaya Mezarları ve çevresini daha
güzel bir görünüme kavuşturmak için çalışmalara
başladıklarını söyledi.
Düzenlemeler kapsamında boş alanlara kökü olmayan
fidanlar dikerek yeşil bir çevre oluşturduklarını
ifade eden Keçe, şunları kaydetti:
”Belediye olarak şehrimizin tarihi Kral Kaya
Mezarları ve çevresine daha güzel bir görünüme
kavuşturmak amacıyla çevre düzenlemesi başlattık.
Düzenleme kapsamında sit alanı olmasından dolayı
çevreye kökü olmayan fidanlar dikiyoruz. Göze hoş
gelen bu fidanlar sayesinde ziyaretçiler daha güzel
bir çevre görecekler. Yine Kral Kaya Mezarlıklarını
ziyaret eden vatandaşlarımız buraya çıkarken çok
yoruluyor. Onlar içinde Kral Kaya Mezarları
yollarının kenarına dinlenme yerleri kuracağız.
Amacımız şehrimizin tarihi ve kültürel mekanlarını
ziyaret eden vatandaşların en rahat şekilde bu
yerlerimizi gezmesidir. Bizler de bunun için bugün
itibarıyla çalışmamızı başlattık.”
-Kral kaya mezarları-
Hellenistik dönemde, Amasya’yı İÖ. 333′den İÖ.
26′ya kadar başkent olarak kullanan Pontus
krallarına ait olan kral kaya mezarları, Harşena
Dağının güney eteklerine, kalker kayalara oyularak
yapıldı.
Kral kaya mezarlarının en büyüğü, galeri ve
merdivenlerle çıkılan, batı yönündeki en son
mezardır. Bu mağaranın yüksekliği 15 metre,
genişliği 8 metre, derinliği ise 6 metredir. Mezar
odasına girişi, diğer mezarlardaki kapılardan daha
yüksektir. ”Büyük Kral Mezarı” olarak da
adlandırılan mezar, cephe itibariyle pek çok
tahribata uğramıştır.
Kral kaya mezarları bazı dönemlerde hapishane ve
cezalandırma mekanı olarak da kullanılmışlardı. VI.
Mithridates, kendisi ile yapılan barış
görüşmelerinde zorluk çıkaran Romalı elçileri,
demiryolu geçidinin hemen üzerinde yer alan mezara
hapsetmiştir.
1075′te Amasya’yı fetheden Melik Ahmed Danişmend
Gazi, mezarların içindeki Pontus devrinden kalma
gömüleri kaldırtmış. Yine o dönemde, Hristiyan
keşişlerin bu mağaralarda inzivaya çekildikleri
bilinmektedir.
Beyaz Gazete, 24.03.2012
|
GAZİANTEP "UNESCO DÜNYA MİRAS LİSTESİ"NE BAŞVURMAYA
HAZIRLANIYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları
ve Müzeler Genel Müdürlüğü Dünya Miras Alanları Şube
Müdürü Kıvılcım Neşe Akdoğan, Bergama Belediyesi
UNESCO Dünya Mirası ve Alan Yönetimi Koordinatörü
Yaşagül Ekinci, Selimiye Cami ve Külliyesi UNESCO
eski alan başkanı Namık Kemal Döleneken'in yer
aldığı heyet, Gaziantep'te 3 gün boyunca kültürel
mekanları gezdi.
Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal
İşler Daire Başkanı Sema Marangoz'un da eşlik ettiği
heyet, daha sonra Büyükşehir Belediye Başkanı Asım
Güzelbey'ın makamında bir değerlendirme toplantısı
yaptı.
Güzelbey, toplantı sonrasında yaptığı açıklamada,
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girmek için
yaptıkları çalışmaları heyet üyeleriyle
paylaştıklarını, bu konudaki hassasiyetlerini ve
ellerinde var olan kültürel değerlerini
anlattıklarını söyledi.
''Bundan sonra bir tane hedefimiz kaldı; UNESCO
Dünya Kültür Mirası Listesi'ne yedek listeden dahi
aday olarak girmek üzere bir çaba gösteriyoruz.
Gaziantep Zeugması, Yesemek Açık Hava Müzesi,
Rumkale, şehir içindeki kale ve tarihi mekanlarıyla
bunu hak etmiştir''diyen Güzelbey, bu süreçte
üzerlerine düşeni yapacaklarını belirtti.
Güzelbey, ''Dersimize çalışmamız lazım. Birtakım
artılarımız da birtakım eksilerimiz de var. Bu
konudaki deneyimli arkadaşlarımızı zaman zaman
Gaziantep'e davet edip, bize yardımcı olmalarını
istiyoruz''dedi.
Gaziantep'in tarihi ve kültürel açıdan birçok
arkeolojik ve kentsel sit alanına sahip olduğunu
vurgulayan Güzelbey, UNESCO Dünya Miras Listesi'ne
kentin bütünsel olarak değil de kültürel
varlıklarıyla başvurmanın daha avantajlı olduğunu
düşündüklerini, bunun henüz netlik kazanmadığını ve
bu konuda görüş alışverişinde bulunduklarını
belirtti.
Belediye bünyesinde bir UNESCO ekibi kurduklarını
ifade eden Asım Güzelbey, ne zaman başvuracaklarına
ilişkin soruya karşılık, ''2013'ü başvuru tarihi
olarak düşünüyoruz'' dedi.
UNESCO Dünya Miras Listesi'ne kabul edilmelerinin
büyük bir prestij olacağını vurgulayan Güzelbey,
''Gaziantep'in bir lahmacun şehrinden nasıl bir
kültür şehrine dönüştüğünü, tarihlerine ve
kültürlerine sahip çıktıklarını göstermeleri
açısından çok önemli olduğunu'' kaydetti.
Kıvılcım Neşe Akdoğan da açıklamasında, Türkiye'den
bugüne kadar 10 varlığın Dünya Miras Listesi'ne
alındığını ve 26 tanesinin de geçici listede
bulunduğunu hatırlattı.
UNESCO Dünya Mirası Geçici Liste için bu yıl son
başvuru tarihinin 15 Nisan olduğunu bildiren
Akdoğan, ''Alanlar netleşirse Gaziantep geçici liste
için başvuruda bulunabilir. Geçici listeye
sunduğumuz varlıklarda sıkıntı olmuyor.
Değerlendirme yaşanmıyor. Listeler kabul ediliyor''
diye konuştu.
Yapı, 24.03.2012
|
RESTORASYON ÇALIŞMASINDA TABAN MOZAİĞİ BULUNDU
Tarsus İlçesi'nde, Kubat Paşa Medresesi'nin
restorasyon çalışmaları sırasında antik çağa ait
olduğu belirtilen taban mozaiği ortaya çıktı.
Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz,
belediye tarafından hazırlanan ve Çukurova
Kalkınma Ajansı (ÇKA) tarafından desteklenen
''Tarsus Kubat Paşa Medresesi Restorasyon
Projesi'' kapsamındaki restorasyon
çalışmalarının sürdüğünü söyledi. Medresenin
girişinin sağ köşesinde taban çalışmaları
sırasında mozaik parçaları görülmesi
üzerine durumu Müze Müdürlüğü yetkililerine
bildirdiklerini ifade eden Kocamaz,
Müze Müdürlüğü'nce gönderilen ekibin yaptığı
incelemede, mozaiğin antik çağa
ait olduğunun belirlendiğini
kaydetti. Kocamaz, mozaiğin niteliğinin ve
yayılma alanının araştırılmasına
yönelik detaylı çalışmanın daha sonra
yapılacağını dile getirdi.
KUBAT PAŞA MEDRESESİ
1557'de Ramazanoğlu Beyi Kubat Paşa
tarafından yaptırılan ve geleneksel Selçuklu
mimarisi tarzındaki yapı, düzgün kesme
taşlardan inşa edilmiş. Dikdörtgen planlı
Medresenin avlusunun etrafında 16 oda yer
alıyor. Bina 1969-1970 yıllarında genel bir
restorasyon yapılarak Kültür Bakanlığı'nca
1999 yılına kadar Tarsus Müzesi olarak
kullanıldı. Tarsus Müzesi'nin daha sonra 75.
Yıl Kültür Merkezi'ne taşınması nedeniyle
bina boş kalmıştı. Makam Cami'nin
restorasyonu nedeniyle bir dönem de cami
olarak kullanılan bina son olarak Vakıflar
Bölge Müdürlüğünce Tarsus
Belediyesine restorasyon amacıyla tahsis
edilmişti.
Zaman, 24.03.2012
|
100 YILLIK SU DEĞİRMENİ SAHİPSİZ KALDI
Hatay'ın Erzin
İlçesi'nde yıllarca sofralık un
elde etmede kullanılan tarihi su değirmeni,
sahipsizlik içerisinde günden güne eriyor.
Çevre Koruma Derneği Başkanı Cemal Ertaç,
elektriksiz çalışarak yıllara meydan okuyan
bu tarihi yapının turizme kazandırılması
için yetkililerden yardım istiyor. Erzin'de
hasat zamanı gelir, buğdaylar toplanır at
arabalarıyla tarihi su değirmenine
getirilirdi. Bahçelievler mahallesinde
İçmeler yolu üzerinde bulunan değirmen
elektrik olmadan su yardımıyla çalışıyor,
vatandaşa kolaylık sağlıyordu. 100 yıllık
geçmişi bulunan değirmenin dışarıda bulunan
çarkı açılan kanaldan gelen suyla döner,
çarkın dönmesiyle içerideki taştan oyma
aletlerde buğday, arpa, mısır gibi tarım
ürünleri öğütülürdü.
2000'li yıllara kadar faal durumda
bulunan su değirmenine Erzin, Dörtyol ve
Osmaniye'den binlerce insan un öğütmek için
gelir, tarih kokan binanın önünde kuyruklar
oluşurdu. Teknolojinin gelişmesi, bu tarihi
yapıların unutulmasına yol açtı. Elektrikle
çalışan değirmenlerin yapılmasıyla 24 saatte
1 ton ürün öğüten bu tarihi değirmenler,
eski güzelliğini kaybetmeye başladı. Çevre
il ve ilçelerden Erzin'e gelerek burada
ununu öğüten yöre insanı da artık kendi
şehirlerinin ekonomisine katkı sağlamaya, bu
yapıları önemsememeye başladı. 100 yıl
geçirmesine rağmen ayakta kalmayı başaran su
değirmeni, eski günlerine dönmek istiyor.
Yetkililere seslenen Erzin Çevre Koruma
Derneği Başkanı Cemal Ertaç, bu yapının
turizme kazandırılması için kültür
bakanlığına çağrıda bulunuyor. Değirmenlerin
ilçe ekonomisine yıllarca katkı sağladığına
değinen Ertaç, ''Bu değirmen faal
durumdayken çevre ilçelerden Adana'nın
köylerinden dahi insanlar buraya gelirler
unlarını öğütür dönerlerdi. At arabalarıyla
gelen insanlar kuyruklar oluştururdu. Erzin
ekonomisini bunlar canlandırdı. Yetkili
olan, tarihini seven saygı duyan herkesi bu
su değirmenine sahip çıkmaya davet
ediyorum'' diye konuştu.
Zaman, Haber: Bekir Mert Erzin, 24.03.2012
|
"O LİSTEDE EKSİK KALDIK"

Türkiye'nin "UNESCO
Dünya Mirası" aday listesinde 26 alanın
bulunduğunu aktaran
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Türkiye
gibi bir ülkenin 2012 yılında 'UNESCO
Dünya Mirası' listesinde henüz 10 alanının
bulunması bence bir eksiklik" dedi.
Bakan Günay, dünya müzelerine dağılmış olan ve
Türkiye topraklarından çıkan eserlerin yine kendi
topraklarına dönmesi için İtalya ile yakın işbirliği
yapmak istediklerini söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, tarihi
ve çevreyi koruyan, sürdürülebilir turizm yapmak
istediklerini belirtti. Günay, Bursa'nın Karacabey
İlçesi'ndeki Ulu Cami'de restorasyon sırasında çıkan
yangına ilişkin, "Tarihi
eserleri en fazla fiyat kırana vermenin çok
doğru bir yöntem olmadığını, başka önlemler almak,
başka kurallar koymak gerektiğini bu vesileyle
anlıyoruz" dedi.
Günay, İtalyan Kültür Merkezi'nde düzenlenen
"Türkiye'deki
Arkeolojik Çalışmalara Eğitim, Araştırma ve
Kazıda İtalyan Katkısı" konulu sempozyumun açılış
oturumunda konuştu. İtalya'nın arkeoloji alanında
dünyanın sayılı ülkelerinden olduğunu ifade eden
Günay, İtalyan ekiplerle yapılan işbirliğinden
duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Günay, İtalya'nın
Türkiye'de 9 kazı yaptığını, araştırmalarla birlikte
14-15 civarında çalışmasının olduğunu söyledi.
Türkiye'de 48 yabancı, 120'den fazla yerli
arkeologla ortaklaşa kazı yapıldığını belirten
Günay, Türkiye'nin her yerinde dönem, uygarlık ve
din ayrımı yapılmadan "İnsanlığın geleceği için bize
emanettir" anlayışıyla korumaya çalışıldığını
anlattı.
Günay, son yıllarda kazı başkanlarının kazı
alanlarına daha fazla zaman ayırmaları konusunda
yeni kurallar getirdiklerini, bu ekiplerin yanında
bir Türk akademisyenin de bulunmasını istediklerini,
ayrıca kazı sonuçlarının İtalyanca, Almanca ve
İngilizce yayımlandığı gibi Türkçe de yayımlanmasını
arzu ettiklerini söyledi.
İşini heyecanla yapanlarla çalışmalara devam
ettiklerini, işi rölantiye alanlarla da yollarını
ayırdıklarını söyleyen Günay, bunu yaparken yerli ya
da yabancı ekip ayrımı gözetmediklerini belirtti.
Günay, Türkiye'nin turist sayısının geçen yıl 30
milyonu geçtiğini hatırlatarak, "Turist gelir
getiriyor ama yarattığı bir yıpranma da var. Bin
yıllardan bu yana sağlam duran antik
şehirlerimizdeki mermer basamaklar ya da mozaikler
binlerce insan üzerinden geçtiği zaman yıpranıyor.
Koruma önlemleri almamız gerekiyor. Biz tarihi ve
çevreyi koruyan turizm yapmak istiyoruz.
Sürdürülebilir turizm yapmak istiyoruz. Bugün
eğlenirken ve gezerken insanlığın geleceğini
karartmayalım" dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
Bursa'nın Karacabey İlçesi'ndeki Ulu Cami'de
restorasyon sırasında çıkan yangına ilişkin, "Tarihi
eserleri en fazla fiyat kırana vermenin çok
doğru bir yöntem olmadığını, başka önlemler almak,
başka kurallar koymak gerektiğini bu vesileyle
anlıyoruz" dedi.
Muhteşem Yüzyıl dizisinin Yarımburgaz
mağaralarındaki çekimi sırasında tahribat
oluşturduğuna ilişkin haberler hatırlatılan Günay,
"İnceleme yapıyoruz. Henüz bana ulaşmış net bilgiler
yok" diye konuştu.
Günay, Perşembe Pazarı'ndaki Arap Camisi'nde 1999
depreminden sonra ortaya çıkan fresklerin
restorasyon sırasında kapatıldığı haberleri hakkında
da konuyu yerinde inceleyeceğini söyledi.
İtalya'nın Ankara Büyükelçisi Gianpaolo Scarante de
Türkiye ve İtalya'nın tarihinin çok eskilere
dayandığını ifade ederek, her iki ülkenin arkeolojik
servetleri olduğunu ve bunları bu çağa ulaştırdığını
dile getirdi. Scarante, arkeolojik servetin himaye
edilmesi ve gelecek nesillere aktarılmasının büyük
bir sorumluluk gerektirdiğini söyledi.
Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 23.03.2012
|
BAKAN GÜNAY'DAN RESTORASYON UYARISI
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İtalyan
Kültür Merkezinde düzenlenen Türkiye'deki Arkeolojik
Kazılarda, Araştırmalarda ve İncelemelerde İtalyan
Katkıları' konulu sempozyum çıkışında gazetecilerin
sorularını yanıtladı.
Bakan Günay,
Bursa'daki Ulu Camii'de restorasyon sırasında
meydana gelen yangınla ilgili soruya, "Karacabey'de
çıktı. Ben de haberlerden üzüntüyle takip ettim. Bu
camilerin restorasyonunun Vakıflar Genel Müdürlüğü
yaptırıyo biliyorsunuz. Benim hatırladığım kadarıyla
bu restorasyon sırasında son zamanlarda üçüncü
yangın olayı. Birincisi Kılıçali Paşa Camii'ndeydi.
Ben de İstanbul'daydım. İkincisi Beyazıt'ta Beyazıt
Camii'nin iç bölümündeydi ucuz atlatıldı. Ama bu kez
sanıyorum biraz vahim sonuçlara vardı. Restorasyon
çalışmalarını yapan arkadaşların çok daha dikkatli
olması ve bunları denetleyen kurumların da daha
dikkatle denetlemesi gerekiyor. Tarihi eserleri en
fazla fiyat kırana vermenin çok doğru bir yöntem
olmadığını, başka önlemler almak gerektiğini de bu
vesileyle anlıyoruz. Ayrıntısını çok fazla
bilmiyorum. Bizim dışımızdaki bir kurumun yaptığı
bir iş ama hepmizin başına gelebilir. Bu bence
tarihi eserlerin onarımından daha dikkat etmemiz
gerektğini konusunda yeterince uyardı" diye cevap
verdi
Bakan Günay Muhteşem Yüzyıl adlı dizinin bir çekimi
sırasında sit alanı olan Yarımburgaz Mağarası'nda
kazı yapıldığı ve çevreye zarar verildiği
iddialarıyla ilgili soruyu da yanıtladı. Bakan
Günay, "İnceleme yapıyoruz arkadaşlar. Bana ulaşmış
net bilgiler yok. İnceleme yapıyoruz " dedi.
Günay 1999 Gölcük depreminde sıvaları döküldükten
sonra altındaki fresklerin ortaya çıktığı
İstanbul'un en eski ve ilk camiisi olan Arap
Camii'yle ilgili bir soruyu da cevapladı. Bakan
Günay, ortaya çıkan fresklerin Vakıflar Genel
Müdürlüğü'nün restorasyonu sonucu fresklerin sıvayla
kapatılmasına ilişkin " Onu bir ara yerinde görücem.
Geçenlerde planladık bir inceleme çalışmasını ama
şartlar izin vermedi. Yakın bir gelecekte bölgeye
beraberce gideriz" diye konuştu.
Habertürk, 23.03.2012
|
ROMA TİYATROSU GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
İznik'te MÖ 62. ve 113. yıllar arasında yapılan ve Roma Dönemi'ne ait Anadolu'da ayakta kalan nadir tiyatrolardan biri olan İznik Antik Roma Tiyatrosu'na Bursa İl Özel İdaresi sahip çıktı.
Yıllardır kaderine terk edilmiş bir görüntü veren tiyatro için 200 bin lira ödenek ayrılarak, öncelikle temizlik çalışmaları başlatıldı.
Çalışmalar nedeniyle tiyatroyu ziyaret eden İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Bilal Çelik ile İznik Kaymakamı Nurettin Kakillioğlu ile diğer ilgililer çalışmaları yerinde incelediler.İl Özel İdare Genel Sekreteri Bilal Çelik bölgenin tek tiyatro eseri olan Roma Tiyatrosu'nun şu ana kadar bilinmeyen kısımlarının da toprak altından çıkarılacağını söyledi.
Çelik, "İznik Müze Müdürlüğü ve Üniversiteden Öğretim Üyesi arkadaşlarımız burada çalışan ekipleriyle birlikte şimdiye kadar toprak altında çok da bilinmeyen çok ortada bulunmayan tiyatronun bölümlerini yeniden gün yüzüne çıkarıyorlar. Öncelikle kazı çalışmaları yapılarak zaman içerisinde toz toprakla dolmuş olan tiyatronun etrafını temizleyip ortaya çıkaracaklar daha sonradan da restorasyon çalışmaları devam edecek" dedi.
İznik Kaymakamı Nurettin Kakillioğlu tiyatrodaki çalışmaların 24 Kasım 2011 tarihinde başladığını ve ayrılan ödeneğin bitmek üzere olduğunu hatırlatarak, "Ödenek sağlanırsa çalışmalar aynı hızla sürecek" dedi.
Habertürk, 23.03.2012
|
NİKSAR'DA KAZI ÇALIŞMALARI İÇİN İZİN BEKLENİYOR

Niksar Belediye Başkanı Duran Yadigar, kilise
olduğu tahmin edilen yerde bu yıl da kazı
çalışmalarının devam etmesi için bakanlıktan izin
beklendiğini söyledi.
Tokat’ın Niksar İlçesi Karşıbağ Mahallesi’nde
bulunan “Tolas” olarak bilinen aslen Aziz Gregory
Thaumaturgus Kilisesi olduğu tahmin edilen yerde
kazı çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan
alınan izinle 2011′de başladı. Tokat ve Sivas Müze
Müdürlükleri uzmanlarının yürüttüğü çalışmaların
2012 yılında da devam etmesi için Kültür ve Turizm
Bakanlığı’ndan izin bekleniyor.
2012 yılı için kazı çalışmalarının başlaması
anlamında izin beklendiğini ifade eden Başkan
Yadigar, “Kilise kazı çalışmalarıyla ilgili
değerlendirme çalışmaları hazırlanıyor. Bu
değerlendirme raporunun kazının devamı yönünde
olacağına dair arkeologlar bize bilgi verdi. Yani
kazının derinleştirilerek ve genişletilerek devam
etmesi gerektiği konusunda bilgi verdiler. Çünkü
kazı iznimiz geçen yılın aralık ayı sonu itibariyle
bitti. Bu yıl kazının devam etmesi için bakanlığın
izni ve görevlendirmesi gerekiyor, onu bekliyoruz”
dedi.
Başkan Yadigar, samanlık olarak kullanılan yerin
yapılan Ar-Ge çalışmalarında Gregory Thaumaturgus
adlı bir din adamının döneminde üst tarafının kilise
alanı olarak kapısının batı istikametinde bir yapı
ortaya çıktığını hatırlatarak, “Bu yapının altında 8
tane oda çıktı. Yapılan arkeolojik kazılarda bu oda
sayının daha da çok olduğu söyleniyor. Yani bu
yapının doğu istikametinde kazı çalışmasına devam
ederek gerçek vaziyetinin ortaya çıkarılması
bekleniyor” diye konuştu.
GREGORY KİMDİR?
Anadolu’da yüksek bir konuma sahip, Hıristiyan
Kilisesi inşa eden ve etkisini yayan ve kurumlarını
güçlendiren rahipler arasında, Niksarlı Gregory çok
kalıcı bir yere sahiptir. Pontus’ta (Küçük Asya’da)
Niksar’da yaklaşık 213′te doğdu ve aynı yerde
270-275′te öldü.
haberler.com, 22.03.2012
|
18 - 24 Mart 2012
|
SULTANAHMET'E SIKI TAKİP

Sultanahmet’te Bizans
Büyük Saray kalıntılarını kırarak üzerine 5 katlı
otel inşaatı yapılması ile alakalı olarak
CHP
İstanbul
Milletvekili Umut Oran’ın Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’a
verdiği soru önergesine yanıt geldi. Bakan Günay,
yanıtında
İstanbul Arkeoloji
Müzesi ve 4 Numaralı Koruma Bölge Kurulu’nun
ivedilikle üzerine düşeni yaptığını, ancak Fatih
Belediye Başkanlığı’nın görevini yerine
getirmediğini belirtti.
Radikal 5 Şubat’ta
‘Bizans Sarayı’nda kepçeyle yıkım’ başlığı ile kaçak
inşaatı duyurmuş, ardından Fatih Belediyesi haberi
yalanlayarak kepçeyle yıkım fotoğraflarının
Sultanahmet’te başka yerlerde çekilmiş fotoğraflar
olduğunu iddia etmişti. Ancak
Radikal haberin
takipçisi olarak 4 No’lu Koruma Kurulu raporlarını
ve fotoğrafları yayımlayınca ertesi gün Fatih
Belediyesi kaçak inşaatı yıkmaya başlamıştı.
Oran’ın
Radikal’deki
haberlere atıfta bulunarak verdiği önergeyi Günay
yanıtladı. Yanıta göre jet hızıyla ilerleyen
inşaatta 18 günde zemin artı 2 kat çıkılırken
belediye müdahalede bulunmadı.
14 Aralık 2011:
Müze uzmanları yerinde tespit yaptı. 1 gün sonra 4
Numaralı Koruma Kurulu ve Fatih Belediyesi durumdan
haberdar edildi.
27 Aralık 2011:
Koruma Kurulu izinsiz inşai faaliyeti Fatih
Belediyesi’ne ivedilikle bildirdi. Koruma Kurulu,
kazı yapılan yerde gereken önlemlerin alınmasını hem
belediyeden hem de ilgilisinden posta ve faks
yoluyla istedi.
5 Ocak 2012:
Belediyeden herhangi bir bilgi-belge iletilmemesi
üzerine yerinde inceleme yapan 4 No’lu Koruma
Kurulu, inşaatın devam ettiği ve zemin + 2 kat
seviyesine yükseldiğini tespit etti. Ancak Fatih
Belediyesi bu yazıları görmezden gelerek kaçak
inşaatla ilgili bir işlem yapmadı ve inşaat devam
etti.
18 Ocak 2012:
Koruma Kurulu’nun “İnşaatı durdurun” kararı yine
Fatih Belediyesi’ne ivedilikle bildirildi.
7 Şubat 2012:
Fatih Belediye Başkanlığı tüm bu durdurma
istemlerine 7 Şubat’ta yanıt verdi. Yanıtta inşaatın
10 Ocak’ta mühürlendiği ancak mühür ‘fek edilerek’
(kırılarak) inşaata devam edildiği bildirildi.
Belediyeden gelen yanıta göre 31 Ocak günü yine
yerinde yapılan incelemede inşaatın 2 bodrum kat +
zemin kat + 4 kat bitirildiği tespit edildi.
8 Şubat 2012:
Günay’ın verdiği yanıta göre
Radikal skandalı
duyurduktan 2 gün sonra 4 No’lu Koruma Kurulu
gereğinin yapılması için
İstanbul Valiliği
ve
İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı’na durumu bildirdi.
Tüm paravanlar inceleniyor!
Soru önergesinde her yanı tahta paravanlarla
kapalı Sultanahmet’te benzer inşaatlar olup olmadığı
da gündeme geldi. Bakan Günay, 4 Numaralı Koruma
Bölge Kurulu uzmanlarının bölgede inceleme ve
tespitlerinin sürdüğünü açıkladı.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 23.03.2012
|
|
ULU CAMİ ALEV ALEV YANDI
Bursa’nın Karacabey
İlçesi'nde tarihi Ulu Cami restorasyon çalışması
sırasında çıkan yangında küle döndü.
Restorasyon alınan
caminin çatısında dün
saat 18.30
sıralarında işçilerinin çalıştığı sırada iddiaya
göre elektrik kontağından yangın çıktı. Tarihi
mabedin büyük kısmı ahşap olduğu için alevler kısa
sürede büyüdü ve camiyi sardı. İki saatlik
müdahalenin ardından yangın kontrol altına
alınırken, tarihi binadan geriye taş duvarlar
kaldı.
Milliyet, 23.03.2012
|
TARİHİ JESTTE İLK TAPU

Galata Rum İlkokulu Vakfı, el konulan azınlık vakıf
mallarının iadesini sağlayan düzenlemeyle
Karaköy'deki 126 yıllık okul binasına kavuştu. Vakıf
Başkanı Meri Komorosano ve azınlık vakıfları
temsilcisi Laki Vingas, okulun tapusunu dün aldı.
Kültür merkezine dönüştürülecek bina, ilk olarak
ekim ayında İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından
düzenlenecek Tasarım Bienali'ne ev sahipliği
yapacak. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın geçen ramazanda
farklı inanç gruplarının temsilcileri ile iftar
buluşması öncesi yapılan jestle, cemaat vakıflarının
75 yıl önce el konulan veya Hazine adına tescil
edilen mal varlıklarının asli sahiplerine iadesine
imkan sağlandı. Resmi Gazete'de 27 Ağustos'ta
yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamu
kurumları adına tescilli olan, aralarında mezarlık
ve çeşmelerin de bulunduğu malvarlıklarının cemaat
vakıflarına devri öngörüldü. Yönetmelik de 1 Ekim'de
yayınlandı.
Yönetmeliğin devreye girmesinin ardından ilk başvuru
Galata Rum İlkokulu Vakfı'ndan geldi. İstanbul
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne 25 Ekim'de başvuran
vakıf yöneticileri, Karaköy'deki tarihi okul
binasının iadesini talep etti. Başbakanlığa bağlı
Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesindeki Vakıflar
Meclisi, 7 Şubat'ta binanın iadesine karar verdi.
Yönetmeliğe göre 60 gün içinde tapunun vakıf adına
tescili gerekiyordu. Sürenin dolmasına 16 gün kala
işlemler tamamlandı. Tapu, dün Beyoğlu Tapu
Müdürlüğü'nde teslim edildi.
1974'te Hazine'ye geçen okul, şu anda öğrenci
olmadığı için atıl durumda. Okulun Milli Eğitim
Bakanlığı tarafından kullanıldığını, kapatılması
için başvuru yapacaklarını belirten Komorosano, "Ben
Başbakanımızın sözüne güvendim ve ilk başvuruyu
yaptım" dedi. Vingas ise "Bina ait olduğu yere ve
ait olduğu topluma döndü. Bu bir iadedir. Galata'ya
Rum cemaatinin bu binayla sembolik olarak dönüşünü
hissediyorum" dedi.
Sabah, Haber: Hasan Ay,
23.02.2012
|
DİVRİĞİ ULU CAMİİ, KADIN VE ERKEK EŞİTLİĞİNİ DE
SİMGELİYOR

Divriği İlçesi'nde yaklaşık 800 önce Mengücekliler
döneminde yapılan Divriği Ulu Camisi ve Darüşşifası,
özgün mimarisi, estetik, kültürel ve evrensel
değeriyle yüzyıllar önce kadın-erkek eşitliğine
vurulan Türk damgasını gözler önüne seriyor.
Divriği Ulu Camisi ve Darüşşifası'nın imamlarından
uzman-rehber Nail Ayan, Uzaktan bakıldığında cami
olarak bilinir ama yakına geldiğinizde hastane,
darüşşifa olduğu görülmektedir. Anadolu Selçuklular
döneminde bitişik nizamda yapılan tek eserdir. Bir
kadın ile erkeğin yaptırmış olduğu tek eserdir''
diye konuştu.
Ahmet Şah'ın eşi Melike Turan Melek'in
birikimlerinden ve çeyizinden ayırdığı parayla
darüşşifayı yaptırdığını ifade eden Ayan,
darüşşifanın yapımında Mengücek Şahı Ahmet Şah'ın,
eşi Melike Turan Melek'e sonsuz öz güven verdiğini
belirterek, ''O öz güveni alan Turan Melek birikimi,
kendi mal varlığı ve çeyizinden ayırdığı parayla
darüşşifayı inşa ettirmiştir. O dönemde bir kadının
böylesi devasa bir esere öncülük etmesi, kadına
verilen önemi gözler önüne sermektedir'' dedi.
Darüşşifa üzerinde kadın-erkek eşitliği konusunda
birçok figür bulunduğunu belirten Ayan, bu
figürlerin buraya gelen insanların mutluluk ve
esenlik bulmaları anlamına geldiğini söyledi.
Ayan, ''Şifahane taç kapısında dikkat edilecek
unsurlardan birisi, kapının sağ büyük sütununda bir
kadın büstü, sol tarafta bir erkek büstü var. Bu o
dönemde biri güneşi, biri ayı temsil etmektedir.
Aynı zamanda buranın bir hastane olması hasebiyle,
buraya gelen insanlar mutluluk bulsun, esenlik
bulsun, ferahlık bulsun manasında kendi figürlerini
buraya nakşetmişlerdir. Başka bir dikkati çeken
unsur ise şifahanenin alınlık dediğimiz kısmın tepe
zirve noktasının bir taca benzetiliyor oluşudur.
Anadolu kadınının başına taktığı taç motifinin
andırdığından dolayı şifahane taç kapı ismini
almıştır. Burada ilkler içerisinde ilkler, eşi
bulunmayanlar arasında eşi bulunmayanlar vardır.
2005 yılında keşfedilen batı kapıda dikkati çeken ve
gölge kapı olarak anılan kapıda namaz kılan ve
Kur'an-ı Kerim okuyan erkek silueti bulunmaktadır.
Cennet kapıda ise yaz aylarında güneş sabah doğduğu
zaman bir kadın gölgesi görmekteyiz. Bu kadın
gölgesi 'cennet anaların ayağı altındadır'
düsturuyla işlendiğini apaçık ortaya koymuştur.
Cennet kapısını yapan üstat, bu kapıdan giren
insanların kim olursa olsun, herkesin o kapıda her
şeyini görebilmesi bakımından zengin bir motife
sahiptir ama asıl orada kadının gölgesini yaparak
kadına verilen değeri apaçık ortaya
koymuşlardır.''dedi.
Divriği Ulu Camisi ve Darüşşifası'nın batı kapısında
taç kapı ikindi vakti görülen namaz kılan erkek
silueti, cennet kapısında saat 07.00 sıralarında
çıkan namaz kılan kadın silueti ve şah kapısında
saat 09.00 sıralarında oluşan ve eseri yaptıran
Ahmet Şah'ın başını temsil ettiğine inanılan erkek
kafası silueti, görenleri adeta büyülüyor.
Özellikle tarihi eserin batı yamacında camiye girişi
sağlayan taç kapıda, ikindi namazı vaktinde güneşin
etkisiyle ortaya çıkan, yaklaşık 4 metre
uzunluğundaki ''namaz kılan insan silueti''
ziyaretçilerin ilgi odağı oluyor. Tarihi eseri
görmeye gelenler, ziyaret saatlerini namaz kılan
insan siluetinin çıktığı ikindi namazı vaktine denk
getirmeye çalışıyor.
Sivas Hürdoğan, 22.03.2012
|
TARİHİ MİSİS ŞEHRİ GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK
Belediye Başkanı Mahmut Çelikcan, tarihi Misis’i
dünya mirasına kazandıracaklarını söyledi
Yüreğir Belediyesi, tarihi Misis kentini dünya
kültürel mirasına kazandırma çalışmalarını
hızlandırdı. Dün Adana Hilton Otel’de bugüne kadar
yapılan çalışmaları ve ‘Ölümsüzlük Şehri Misis’
çalıştayını değerlendiren Yüreğir Belediye Başkanı
Mahmut Çelikcan, 8 bin yıllık geçmişe sahip antik
kentte saklı kalan eserleri gün yüzüne çıkarmak
istediklerini söyledi.
Çalıştaya katılan kurum ve kuruluş temsilcilerinin
de hazır bulunduğu toplantıda konuşan Çelikcan,
Adana ve bölgesinin turizmden hak ettiği payı alması
için projenin önemine dikkat çekti.
Geçmişin izlerini bu günlere kadar taşıyan, çok
farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir
zenginliği Adana’ya, Türkiye’ye ve dünya kültür
mirasına kazandırmak için yoğun çaba sarfettiklerini
belirten Çelikcan, şunları söyledi:
“Böyle tarihi bir yerin yıllarca bu halde
bırakılması çok üzücüdür. Bugün gezdiğimiz ve
gördüğümüz yerler beni çok şaşırttı. Bütün
kurumlarımızla işbirliği yaparak bu bölgeyi
kurtarmak için var gücümüzle çalışacağız.” diye
konuştu. Misis Projesi devlet vatandaş işbirliğini
esas alan bir projedir. Bölgenin özelliklerine göre
çıkış noktası arayan ve potansiyeli ortaya çıkaran
bir mantığa sahiptir. ‘Ölümsüzlük Şehri Misis
Projesi ‘ bölgenin tarım ve hayvancılık yönünden
kalkınmasına olanak sağlayacaktır. Bu proje de bölge
vatandaşlarının kent yaşamına adaptasyonlarının
sağlanması hedeflenmiştir. TOKİ işbirliği ile
oluşturulacak olan yerleşkede vatandaşların düşük
faizli geri ödemelerle tapulu konutlara kavuşması
sağlanarak kaçak yapılaşmanın önüne geçilecektir.”
TARİHİ MİSİS ANTİK ŞEHRİ
Misis antik şehri Adana’nın 27 km doğusunda Ceyhan
Nehri’nin hemen kenarında yer alıyor. Çukurova
üzerinde kurulan antik kent binlerce yıllık
geçmişiyle çok büyük ilgi görmüş, özellikle Roma
devrinin önemli kentleri arasında yer almıştır. İpek
Yolu üzerinde kurulmuş olması ve geçit özelliği
taşıması bu kenti ayrıca önemli kılmıştır. Bölgede
12 yıl boyunca (2000-2012) araştırma yapan Prof.Dr.
Giovanni Salmeri’nin deyimiyle “Bölge Çukurova
Kültür Havzasının en önemli kentidir”. 7000 yıldan
günümüze kadar kesintisiz kullanılan kent, bu
imajıyla diğer antik şehirlerden ayrılmakta ve bu
yapısı kenti özel kılmaktadır. Misis’de toprağın
bağrında sakladığı ve gün yüzüne çıkarılmayı
bekleyen eserlerle birlikte günümüzde
gözlemlenebilen mozaikler, antik taş köprü, yer yer
görülen surlar, su kemerleri, stadyum, tiyatro,
hamam, şehrin kuzeyinde bulunan antik kaya
mezarları, Geçitli yakasında yer alan ve büyük
bölümü yıkılmış olan Havraniye Kervansarayı gibi
yapılar kenti ayrıca önemli kılmaktadır. Böylesine
önem arz eden bir kent özellikle 1990 yılından
günümüze kadar yoğun göçün getirmiş olduğu
olumsuzluklarla hızla işgal edilmiş ve antik kent
günümüze kadar büyük oranda tahrip edilmiştir. Bu
tahribat aynı hızla devam etmektedir. Misis’in kaçak
yapılaşmaya daha fazla kurban edilmemesi ve en
azından şimdiki haliyle kurtarılabilmesi için
projelerin hazırlanması, uygulanması ve toplumsal
bilincin kazandırılması kaçınılmaz bir gerçeklik
olarak yüzümüze haykırmaktadır.
PROJENİN AMACI
Proje ile, Yüreğir İlçesine bağlı, Yakapınar (Misis)
beldesi sınırları içerisinde bulunan antik kentin
Dünya kültürüne kazandırılması ve antik kent
üzerinde evlerini kaçak olarak yapmış ve uzun
yıllardan beri orada yaşamakta olan ve Kültür ve
Tabiat Varlıklarını koruma ile ilgili yasalar nedeni
ile kentsel hizmetlerin (kanalizasyon, su, yol,
elektrik vd..) götürülemediği vatandaşlara her türlü
kentsel hizmetin sunulabileceği yeni bir yaşam ve iş
ortamı sağlanması amaçlanıyor.
Yüreğir Belediyesi, bu kapsamda öncelikle mevcut
durumun tespiti yönünde çalışmalar yaptı. Kadastro
haritaları hazırlayan belediye yetkilileri, antik
kentin bu gün bulunduğu durumu tespit edip, antik
kent üzerinde yaşayan yöre halkının demografik
yapısını da saptadı.
Proje kapsamında, Yaklaşık 10 yıldan beri Türkiye’de
çalışan ve yöreyi çok iyi tanıyan Tarihçi ve
Arkeolog Prof.Dr. Giovanni Salmeri ve Arkeolog Anna
Lucia D’agata’nın da görüşlerinin yer aldığı durum
tespitini içeren genel bir rapor hazırlandı. Toplam
24 bürokrat ve sivil toplum temsilcisinin ve bir
tercümanın katıldığı çalıştay Prof.Dr. Yusuf
Gürçınar’ın moderatörlüğünde yapıldı. Çalıştayda
oluşturulan görüşler doğrultusunda rapor hazırlandı.
Yeni Adana, 22.02.20212
|
400 YILLIK KUR'AN- I
KERİM MÜZAYEDEYE ÇIKIYOR

Safevi dönemine ait 400
yıllık el yazması Kur'an-ı Kerim, Avrupa'nın en
büyük koleksiyonerlerine ait 353 eserin bulunduğu
''Osmanlı ve Karma Sanat Eserleri
Müzayedesi''nde
1500 lira açılış fiyatıyla satışa çıkacak.
Osmanlı saraylarına özel yapılmış biblo, saat,
porselen ve mücevherlerin yer alacağı
müzayedede 24
Mart'ta Dedeman Otel'de yapılacak.
Sancak
Müzayede'nin
ortaklarından Ersin Kaygusuz, yaptığı açıklamada,
Avrupa'nın önemli koleksiyonerlerinin eserlerinin
satılacağı
müzayedenin büyük
ilgi gördüğünü,
müzayedede Osmanlı
Dönemine ait önemli eserlerin de satılacağını
kaydetti.
Eserler arasında Türk ve oryantalist ressamlara ait
tabloların da bulunduğunu aktaran Kaygusuz, bu
eserlerin İbrahim Safi, Şeref Akdik, Halit Naci,
İlhami Demirci, Hayri Çizel, Avni Arbaş, Burhan
Uygur, Turgut Zaim gibi ressamlara ait olduğunu
belirtti.
Kaygusuz, eserlerin değerinin çok altında bir
fiyatla görücüye çıkacağını dile getiren Kaygusuz,
şunları kaydetti:
''Müzayedede
öne çıkan eserler arasında 1700'lü yıllara ait
Meissen Böttger çaydanlık, 18. yüzyıla ait Osmanlı
çift Süleymaniye damgalı şamdanlar, 19. yüzyıl
Sevres vazo, 1770 imalatı Meissen porselen ayna, 19.
yüzyıl Osmanlı pazarına özel yapım gaz lambası,
Osmanlı son dönem padişahı Mehmet Vahdettin'e özel
yapım Meissen minyatür tuğralı vazo bulunuyor.
Osmanlı sarayı için yapılmış biblolar, mücevherler,
Beykoz camlar, mineli eserler de satışa sunulacak.''
Kaygusuz, eserlerin 23 Mart'a kadar Harbiye'deki
Sancak Müzayede Sanat Galerisi'nde sergileneceğini
dile getirerek, konuşmasını şöyle tamamladı:
''Eserler şu anda sergileniyor. Sanatseverler
gerçekten çok ilgi gösteriyor. Türkiye'de ilk defa
Avrupa'nın en önemli 3 koleksiyoncusunun eserleri bu
müzayedede yer alacak. Koleksiyonerler Hans
Viessmann, Vladimir Hvlacek ve Luise Hofmann'ın
önemli gördüğümüz eserleri arasında, 1600-1700
dönemine ait Kur'an-ı Kerim de bulunuyor. Safevi
dönemine ait 400 yıllık el yazması Kur'an-ı Kerim
büyük ilgi görecek. 1500 lira açılışı fiyatıyla
satışa çıkacak Kur'an-ı Kerim'in 15 bin liraya alıcı
bulmasını bekliyoruz. Ayrıca 19. yüzyıl ipek üzeri
gümüş sırma Kabe kuşağı, 19. yüzyıl ayet-i
kerimelerle dekorlu Kabe iç örtüsü, Osmanlı sedefli
hat kutuları ve sandıkları, Osmanlı Sultan 2.
Abdülhamid (1876-1909) tuğralı gümüş eserler,
Osmanlı saraylarına özel yapılmış biblolar, saatler,
porselenler ve mücevherler bulunuyor.''
Habertürk, 22.03.2012
|
İŞTE YENİ AFYON MÜZESİ!

TOKİ, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü ile yaptığı protokolle Afyonkarahisar'da
kültürel ve tarihi varlıkların daha iyi ve daha
modern şartlarda muhafaza edileceği müze ve kültür
kompleksini inşa edecek.
TOKİ tarafından ihalesi yapılıp inşasına başlanan müze ve kültür
kompleksiyle Afyonkarahisar'ın tarihi varlıkları
daha iyi koşullarda korunup sergilenirken
Afyonkarahisarlılar da kültürel faaliyetlerin çok
iyi şartlarda yapılabileceği bir yapıya sahip
olacak. 20 milyon lirayı aşan bir ihale bedeli olan
projenin 2013 yılının Şubat ayında tamamlanması
hedefleniyor. Kompleksin, diğer müzeler için de bir
referans olması amaçlanıyor.
Mevcut projeye göre altı üniteden oluşacak 3
katlı kompleks, kültürel ve sosyal birçok hizmetin
verilebileceği donanımlara sahip olacak. Müze
bölümünde arkeoloji salonu, kent müzesi ve
etnografya salonu, süreli sergi salonları, açık
teşhir alanları, müze laboratuarları, müze eğitim
alanları bulunacak. Konferans salonu ve kongre
merkezinde ise 400 kişilik salonla beraber görsel
sunum ve sinema gösterimlerinin yapılabileceği
sistemler, sahne sanatlarına uygun sahne ve teknik
servisler, kongrelerde ihtiyaç duyulacak simültane
çeviri altyapısı, ses ve ışık denetimi de merkezin
donatıları arasında. Bu açıdan kompleks hem müze hem
de bir kültür merkezini bünyesinde barındıracak.

Ankara, Antalya, İzmir, Eskişehir, Konya arasında
bir nevi mola ve kavşak noktası olan
Afyonkarahisar'ın bu yönü de dikkate alınarak
tasarlanan kompleks, birçok sosyal hizmetin de
verilebileceği bir yapı olacak. Bu açıdan komplekste
süreli servis, satış, yiyecek/içecek alanları
oluşturulacak. Bu kapsamda saatte onlarca kişiye
hizmet verebilecek bir mutfak kurulacak. Şehirdeki
turist yoğunluğu da dikkate alınarak tasarlanan
komplekste 200 araç kapasiteli bir otopark ve tur
otobüsleri için park yeri yapılacak.
TOKİ Haber, 22.03.2012
|
 |
TARİHİ ERZURUM OTELİ RESTORE EDİLECEK
Yaklaşık 95 yıl önce Macar mimarlar tarafından Ankara'nın Ulus semtinde inşa edilen Erzurum Oteli, yıllardır bakımsız halde duruyordu.
1980'de eski eser olarak tescil edilen otelin onarımı için Ankara Büyükşehir Belediyesi harekete geçti. Belediye tarafından hazırlanan rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri Kültür Bakanlığı'nca onaylandı. Yakında restorasyona başlanılması planlanan otelin projelerini hazırlayan restorasyon uzmanı Yüksek Mimar Mehmet Emin Yılmaz, otelin, ilk yapıldığı dönemde konut olarak kullanılmış olabileceğini belirtiyor. Yapının Ankara'nın başkent olmasının ardından buraya gelenlerin konaklama ihtiyacını karşılamak üzere 1930'lu yıllarda otele dönüştürüldüğünü ifade eden Yılmaz, hizmet verdiği dönemde Erzurum Oteli'nin belediye belgeli birinci sınıf bir otel olduğunu aktarıyor.
Zaman, Haber: Ünal Livaneli, 22.03.2012
|
HASANKEYF: BİR MEDENİYETİ SUDA BOĞMAK
Hasan Keyf, Hısn Keyfa veya
Haskif, tarih ve medeniyetimizin önemli
merkezlerinden, ilmi, kültürel ve ticari kavşak
noktalarından biridir. Bugünden ve şimdiki haliyle
bakıldığında küçük bir ilçe merkezinin tarihte böyle
bir konuma sahip olmuş olması yadırganabilir. Sadece
Hasankeyf değil, Samsat (Sümeysat), Besni (Behisni),
Kahta, Silvan (Meyyafarkin), Hoşab, Nusaybin,
Şirvan, Harran gibi merkezler de hemen hemen bu
konumdaydı.
Hz. Ömer devrinde
başlayan İslam fetihleriyle, Malatya'ya kadar olan
bölge İslam toprakları arasına katılır. Hasankeyf de
bu dönemde Halid Bin Velid'in öncü askerlerince
fethedilir. (Bkz. Vakıdi, Futuhuş-Şam,
El-Mektebetu'ş-Şamile)
İslam tarih kaynakları
göz önüne alındığında; daha İslam fetihlerinin
akabinde Diyarbekir ile Halep ve Mardin-Ruha-Harran
arasında Hasankeyf'in nasıl önemli bir merkez ve
kavşak noktası olduğu görülebilecektir. İslam
tarihinde El-Cezire mıntıkasında yer almış olan
Hasankeyf, Samsat ile birlikte daha Emeviler
döneminde göze çarpan bir gelişme gösterir. Bir ara
Harici topluluğunun ayaklandığı bir merkez olarak
öne çıkar.
Hasankeyf, Miladi 900'lü
yılların başlarında, Abbasi merkezi otoritesinin
zayıflamaya başlayıp periferide Samaniler,
Hamdaniler, Şeddadiler, Tolunoğulları, İhşidiler
gibi güçlü ailelerin, hanedanların ortaya çıktığı
dönemde Hamdan bin Hamdun tarafından tesis edilen
Hamdanilerin (Beni Hamdan) hakimiyet bölgesine
girdiği gibi, bu hanedanın bir şubesinin merkezi
haline gelir. Hamdanilerin inkıraz bulmasının
akabinde, o dönemde yükselen Bad (Baz-Ebu Abdullah
El-Hüseyn bin Dostik) bin Dostik ve yeğeni Ahmed bin
Mervan tarafından Silvan (Meyyafarkin)'da kurulan
Mervani Kürt hanedanının denetimine geçer. Miladi
990'dan itibaren yaklaşık yüzyıl bu hanedanının
idaresinde kalır.
Mervanilerin son
dönemleri Büyük Selçuklu akınlarının bölgede
hakimiyet kurduğu dönemlere tekabül eder. O dönemde
özellikle Melik Şah'ın komutanları Anadolu'nun
birçok yerinde olduğu gibi El-Cezire bölgesinde de
hakimiyet tesis ederler. Bu meyanda Hasankeyf,
Mervanilerin inkırazının akabinde Artuklu Türkmen
hanedanının hakimiyetine girer. Melik Şah'ın
komutanlarından Artuk bin Eksük ile başlayan bu
hanedan Amid, Mardin ve Hasankeyf'e egemen olur.
1232'ye kadar 131 sene Hasankeyf'te Artukluların bir
şubesinin hakimiyeti hüküm sürer. Hasankeyf, Türkmen
Artuklular döneminde önemli bir merkez olarak
gelişme gösterir. Şehirde halen bakiyeleri mevcut
olan köprü, Ulu Camiinin aşağı tarafındaki büyük
saraya ait kalıntılar ve Zeynel Bey Türbesi ve
yakınındaki Artuklu Hamamı bunun göstergesidir.
Bu dönemlerde
Hasankeyf'ten bir hayli ulema da yetişir. Bunların
en önde geleni Ebu'l-Fazl Muiniddin Yahya Bin Selame
bin El-Huseyn bin Muhammed, Hatib El-Haskefi'dir. O
dönemde Hasankeyf'e bağlı Tanza karyesinde dünyaya
gelmiş, tahsilini Hasankeyf'te sürdürmüş, bilahare
Bağdat'a giderek Ebu Zekeriyya Eş-şeybani'den tahsil
etmiştir. Nahiv, şiir ve Şafii fıkhında tebahhur
kesbetmiştir. Ömrünün sonlarına doğru Meyyafarkin'e
(Silvan) gelerek burada müfti ve hatib olmuş,
551/1156 tarihinde Silvan'da vefat etmiştir. Mardin
ve Amid'in (Diyarbakır) yanı sıra Hasankeyf önemli
bir ilim merkezi olarak ön plana çıkar. Hatta
Diyarbekir Artuklu Sarayında Es-Salih Nasıruddin'in
hizmetinde iken yazılan, El-Camiu Beyne'l-İlmi
Ve'l-Ameli'n-Nafi' Fi Sinaati'l-Hiyel (Olağanüstü
Mekanik Araçların Bilgisi Hakkında Kitap) adlı ünlü
eserin en eski ve resimleri en mükemmel nüshası
Hasankeyf'te Muhammed Yusuf Bin Osman El-Haskifi
adlı buralı bir alim tarafından 29 Şa'ban 602/10
Nisan 1206 tarihinde istinsah edilmiştir.
(Hasankeyf'te Mervani Ve Artuklu dönemleri için:
bkz. İbn El-Ezrak El-Farıki, Tarihu Meyyafarkin Ve
Amid, British Museum Library, OR 5803,63109)
1232'den sonra ise
Hasankeyf'te uzun süren Eyyubi-Kürt Hanedanı
hakimiyeti başlar. Bu hakimiyet kesintilere, Timur
ve Safevi istilalarına, kısa süreli Akkoyunlu
hakimiyetine rağmen 1524'e kadar süregelir. Bu
tarih'te Hasankeyf Safevilerin elinden alındıktan
sonra tekrar Eyyubi emirlerinin idaresine geçer.
Son Eyyubi Emiri Melik
Süleyman (II.), kardeşleri ile olan rekabette
onlarla başa çıkamayacağını fark edince, şehrin
anahtarlarını Osmanlı idaresindeki Diyarbakır
Beylerbeyi Boşnak Hüsrev Paşa'ya teslim eder.
Hasankeyf'te uzun süren Eyyubi hakimiyetine dair
birçok tarihi eser yer almaktadır. Kaledeki ünlü
kapı, Ulu Cami, Er-Rızk Camii, Sultan Süleyman
Padişah Camii, Kızlar Mescidi, Eyyubi Sarayı/Kasrı,
İmam Abdullah Zaviyesi, Koç Camii belli başlı
Eyyubi-Kürt eserleridir.
Akkoyunlu Uzun Hasan'ın
oğulları Halil Sultan ve Zeynel Bey'in kısa süren
hakimiyetleri döneminden ise, şaheser bir eser ve
önemli bir mimarlık örneği olan ünlü Zeynel Bey
Türbesi, İmam Abdullah Zaviyesinde Halil Sultan'a
ait tamir kitabesi Hasankeyf'te Akkoyunlular'a ait
olarak bildiğimiz eserlerdir. Ayrıca geçen yıl
Hasankeyf'te yaptığımız kısa bir araştırmada,
Eyyubi-Kızlar Camii avlusunda yer alan türbede, Uzun
Hasan'ın oğlu Halil Sultan'ın keşfettiğim mezar
taşı.
Hasankeyf, ayrıca birçok
toplulukların kaynaştığı bir merkez de olmuştur.
Tarihimiz boyunca burada Araplar, Süryaniler,
Kürtler ve Türkmenler bir arada bulunmuştur. Bugün
ise, şehir merkezinde daha çok Arapça konuşan
Mahalmiler/Muhallemiler ve Kürtler meskundur.
Tarihi ve eserleri ile
zengin bir medeniyet merkezi olan Hasankeyf bugün,
Dicle Nehri üzerindeki 'Ilısu Barajı Projesi' ile su
altında bırakılmak istenmektedir. Bu proje
gerçekleştiğinde, kalenin üst kısmı hariç, başta
Zeynel Bey Türbesi, Köprü, Er-Rızk ve Süleyman
Padişah Camileri olmak üzere birçok İslam medeniyet
eseri sular altında kalacaktır -daha önceleri, Keban
Barajı'nın yapılmasıyla Eski Pertek, Korluca gibi
önemli bir tarih ve medeniyet merkezini sulara
gömülmesi gibi. 1980'li yıllarda ise Samsat
(Sümeysat) gibi - tarihi Roma ve Bizans'a kadar
giden, Hz. Ömer (r.a) dönemindeki fetihlerde İslam
topraklarına katılmış- çok önemli bir şehir, tüm
tarihi eserleri ile birlikte Atatürk Barajının
sularında yok edildi. Oysaki, 1985-86 yıllarında
Tahsin-Nimet Özgüç çifti tarafından gerçekleştirilen
kurtarma kazılarında Samsat'ta daha Emeviler
dönemine ait cami kalıntıları, kitabe kayıtları ve
sikkeler bulunmuştu. Hatta o dönemde Ankara'da bu
kazılara ait bir slayt gösterisi izlemiştim.
Aynı şekilde Hasankeyf
de Ilısu Barajının suları altında kalırsa, Pertek ve
Samsat'tan sonra, Müslüman Araplara, Kürtlere ve
Türkmenlere ait bir medeniyet nişanesi daha suda
boğulmuş olacaktır.
Yeni Şafak, Yazı: Müfit Yüksel, 21.03.2012
|
KUR'AN-I KERİM'İ BİR TABAKA KAĞIDA YAZMIŞLAR

''Anadolu'nun hafızası'' konumundaki Konya Bölge
Yazma Eserler Kütüphanesi'nde bulunan ve 250 yıl
önce gubari hatla bir tabaka kağıda tamamı yazılan
Kur'an-ı Kerim'i görenler, hayranlıklarını
gizleyemiyor.
Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü
Bekir Şahin, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
kütüphanelerine devir yoluyla gelen gubari hat
tarzında ve hasır örgüsü formatında bir tabaka
kağıda Kur'an-ı Kerim'in tamamının yazıldığını
belirterek, ''Ancak üzerinde tarih yok. Kullanılan
mürekkep ve kağıt yaklaşık 250 yıl önce yazıldığını
ve halk tipi Kur'an-ı Kerim olduğunu gösteriyor''
dedi.
Gubari kelimesinin Arapça'da ''toz'' anlamına
geldiğini ve gubar kelimesinden türetilen ''toz
gibi'' manasını aldığını dile getiren Şahin, ''Gözle
okunması mümkün olmayacak derecede küçük yazılan
hatlara gubari denilmiştir. Gubari hattı geçmiş
dönemlerde haberleşmede de kullanılmış. Eskiden
posta vazifesi gören güvercinlerin kanadına bağlanan
mektuplar gubari hattıyla yazıldığı için bu yazıya
'kalemü'l cenah' (kanat yazısı) adı da verilmiştir.
Cepte taşınacak kadar küçük boydaki mushaflarda ve
içleri boş iri harflerin iç kısmına ayet ve
hadislerin yazılmasında gubari yazı kullanılmıştır.
Zamanla 'Sancak Kur'an-ı Kerimi' denilen ve gemilere
asılan Kur'an-ı Kerim'ler bu hat türüyle
yazılmıştır'' diye konuştu.
Sanat tutkusu ve Kur'an-ı Kerim'e olan saygı ve
sevgilerinden dolayı büyük boy bir tabaka kağıda
Kur'an-ı Kerim'in 6 bin 666 ayetini yazma
girişiminde bulunulduğunu anlatan Şahin, hattatların
bu konuda da başarılı olduğunu vurguladı.
''Bu hattatların aşkla, şevkle, sevgiyle
sanatlarını icra ettiklerini'' ifade eden Şahin,
şunları kaydetti:
''Kütüphanemize devir yoluyla gelen bu eserimiz,
gubari hattıyla yazılmış. Kılla yazılıyor ve yazımı
çok zor bu hatların. Tahminlerimize göre yaklaşık 1
yıl süren bir çalışmayı gösteriyor. Burada ince bir
sanat anlayışı var. Değişik müzelerimizde bir pirinç
tanesi üzerine İhlas Suresi'ni yazan hattatlarımız
var. Günümüz hattatlarından küçücük bir taş üzerine
Hazreti Mevlana'nın özdeyişlerini, sözlerini yazan
hattatlarımız var. Bu eserler bir sanat türü veya
sanat tutkusu. 250 yıl önce gubari hatla bir tabaka
kağıda yazılan Kur'an-ı Kerim'i görenler
hayranlıklarını gizleyemiyor. İnce bir sanat
anlayışının göstergesi olan bu eserin sahibi hattat,
gubari hatla bir tabaka kağıda 6 bin 666 ayeti
sığdırmış. 50x85 santimetre ebatında bir tabaka
kağıda ince detaylarla yazılan bu eserde, her biri
32x32 milimetre ebatlarında 350 bölüm bulunuyor. 6
bin 666 ayeti bir tabaka kağıda sığdırmak elbette
herkesin yapacağı bir iş değil. Özel bir yetenek,
gayret isteyen bir husus. Eserin sahibi belkide
kendini, yaptığı sanatıyla ebedileştirmek istiyor.
Çünkü sanat eserleri ebediyen kalması için sanatçısı
tarafından yapılıyor. Bu bir rekor denemesi''
Akşam, 21.03.2012
|
İTTİHAT VE TERAKKİ BİNASI 10 MİLYON DOLARA SATILDI

Cumhuriyet Gazetesi’ne yaklaşık 80 yıl ev
sahipliği yapan İstanbul Cağaloğlu’ndaki bina 10
milyon dolara
İpekyolu Kuyumculuk’un patronu Gaziantepli
işadamı
İbrahim Kaygısız’a satıldı.
Kaygısız’ın 2.5
dönümlük arazi içinde bulunan ve 1971 yılına kadar
Cumhuriyet Gazetesi’nin merkezi olarak
kullanılan
Pembe Köşk’ü restore edip, o tarihten 2004
yılına kadar gazete binası olarak kullanılan ek
yapılarla birlikte otele dönüştürmesi gündemde. Bu
satış ile birlikte Babıali olarak ifade edilen ve
bir dönem gazetelerin genel merkezlerinin bulunduğu
Cağaloğlu’na Cumhuriyet de resmen veda etti.
Cumhuriyet Gazetesi’nin kurucusu Yunus Nadi’nin
varisleri tarafından bir süredir satış sürecinde
olan
Pembe Köşk’ün üzerinde Cumhuriyet Vakfı’nın da
yaklaşık yüzde 25 payı bulunuyordu. İttihat ve
Terakki Cemiyeti’nin merkez binası olarak bilinen
köşkle ilgili Anıtlar Kurulu’nun sadece
‘restorasyona’ izin verdiği biliniyor. Edinilen
bilgiye göre, köşkün yanı sıra bahçedeki ek
binaların yerine de büyük bir yapının yapılması
mümkün değil.
Pembe Köşk ve arazinin yeni sahibi
İpekyolu Kuyumculuk’un sahibi
İbrahim Kaygısız ise turizme uzak biri değil.
Aslen Gaziantepli olan ve 1995 yılında İstanbul’a
gelen
İbrahim Kaygısız Sultanahmet’teki Sura Otel’in
de sahibi.
7 Mayıs 1924’ten sonra
Cumhuriyet Gazetesi’ne geçen
Pembe Köşk’ün oldukça ilginç bir geçmişi var.
Bir dönem İttihat ve Terakki’nin Genel Merkezi olan
Pembe Köşk, İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından
da karakol olarak kullanıldı. 1924 yılından 1971’e
kadar ise
Cumhuriyet Gazetesi’nin merkeziydi. Tarihi
binanın çok eskimesi üzerine gazete 2004 yılına
kadar aynı arazi üzerine kurulan ek binalarda
faaliyet gösterdi.
Cumhuriyet’in tarihi binasını satın alan
İpekyolu Kuyumculuk’un sahibi
İbrahim Kaygısız, 6 yaşında kuyumcu çırağı
olarak iş hayatına atıldı. İstanbul’a çocukluk
arkadaşı Altınbaş Holding’in patronu İmam
Altınbaş’ın ısrarı ile gelen Kaygısız 1995’te işini
İstanbul’a taşıdı ve 2000 yılında Çemberlitaş’taki
Çadırcı Han’da
İpekyolu Kuyumculuk’un showroom’nu açtı.
Kaygısız bugün yaklaşık 70 ülkeye takı ihracatı
yapıyor.
Habertürk, Haber: Ünsal Ereke 21.03.2012
|
526 YILLIK AHŞAP CAMİİ RESTORE EDİLDİ
Osmanlı mimarisinin ender ahşap eserlerinden biri olan 526 yaşındaki Şeyh Müslihiddin Camii, geçirdiği restorasyonun ardından 16 yıl sonra yeniden ibadete açıldı.
Merhum Fatih Sultan Mehmet Han'ın mimarlarından Şeyh Müslihiddin adına miladi 1486 yılında Sakarya'nın Kaynarca İlçesine yaptırılan cami, sadece 19. yüzyılın ilk çeyreğinde tamir görmüş. Ancak bakımsızlık sebebiyle 1996 yılında ibadete kapatılmış. Asırlardır ahşap malzemesi çürümeyen cami, 17 Ağustos 1999 depreminde minaresinin bir kısmının çatıya düşmesi sonucu su almasıyla birlikte çürümeye başlamış. 7 yıl boyunca bu şekilde bırakılan caminin mülkiyeti 2006 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devredilmiş. 2009 yılında onarımı başlayan cami 16 yıl aradan sonra yeniden ibadete açıldı.
Ahşap caminin asırlardır çürümemesinin sırrı ise temelinden nem almaması. Yaklaşık yarım metre yüksekliğinde belli aralıklarla konan taş blok üzerine kütükler oturtularak zemini yere temas etmeyen ve temelden hava akımı sağlanan ahşap cami, bu şekilde asırlardır çürümeden günümüze kadar ulaşmış. Aslına sadık kalınarak titiz bir çalışma ile onarılan camii eski güzel görünümüne yeniden kavuşturuldu. Caminin minaresi de yine aslına uygun olarak taş kaideli ve tuğla gövdeli olarak yeniden inşa edildi.
Zaman, Haber: Duran Savaş, 21.03.2012
|
 |
'İSTANBUL' İSMİ NEREDEN GELİYOR?
Ayasofya Müzesi
Başkanı ve tarihçi Haluk Dursun, "İstanbul"
kelimesinin kökeni olan "Stinpolis"nin Rumca ve
"şehre doğru" kelimelerinin bozulmuş hali olduğunu
ifade etti.
Yenikapı'da bulunan kalıntılarla tarihi 8500 yıl
önceye dayanan ve “dünya üzerinde 3 imparatorluğa
başkentlik eden tek şehir” olan İstanbul, tarihi
boyunca değişik isimlerle anıldı.
Osmanlı İmparatorluğu, 1004 yıl “Byzantion”, 1116
yıl da “Konstantinopolis” olarak adlandırılan şehri
fethettikten sonra isminin ne olacağı konusunda
tartışmaya girmedi. Osmanlı döneminde
“Konstantiniyye”, “Stanpolis”, “Dersaadet”,
“Asitane”, “Darülhilafe” ve “Makarrı Saltanat”
olarak da adlandırılan şehrin adı Cumhuriyet'in
ilanından sonra “İstanbul” olarak kabul edildi.
Yenikapı'da bulunan kalıntılarla tarihi 8500 yıl
önceye dayanan şehre, MÖ 667'de Antik
Yunanistan'daki Megara'dan gelen Dorlu Yunanlı
yerleşimciler bir koloni kurdu ve yeni koloniye
kralları Byzas şerefine “Byzantion” adını verdi.
Kente, 330 yılında Roma İmparatorluğu'nun başkenti
ilan edilince Latince “Yeni Roma” anlamına gelen
“Nova Roma” adı konuldu, ama bu isim çok
benimsenmedi. 337 yılında İmparator I. Konstantin'in
ölümüyle kentin adı onun şerefine “Konstantin'in
kenti” anlamına gelen “Konstantinopolis”e çevrildi.
Konstantinopolis, Bizans İmparatorluğu boyunca
kentin resmi adı olarak kaldı.
Osmanlı İmparatorluğu 1004 yıl “Byzantion”, 1116 yıl
da “Konstantinopolis” olarak adlandırılan şehri
fethettikten sonra isim kavgasına girmedi.
Ayasofya Müzesi Başkanı ve tarihçi Haluk Dursun,
yaptığı açıklamada, İstanbul'un Osmanlılar
tarafından fethinden sonra bir sürü ismi olduğunu
belirterek, bazı resmi isimlerin çok az
kullanıldığını, bazılarının ise halk tarafından
benimsendiğini söyledi.
Osmanlı padişahlarının asla isim üzerine takılıp
kalmadığını vurgulayan Dursun, “Bunun bir istisnası
var. Sultan 3. Mustafa hattı hümayunlarında
özellikle 'İslam şehri' anlamına gelen İslambol'u
kullanıyor” dedi.
Dursun, Osmanlı döneminde en çok kullanılan ismin
Konstantinopolis'in Arap diline çevrilen şekli
“Konstantiniyye” olduğunu belirterek, halk arasında
mutluluk şehri anlamına gelen “Dersaadet” ve büyük
dergah anlamında “Asitane”nin çok kullanıldığını
kaydetti.
KELİMENİN KÖKENİ
“İstanbul” kelimesinin kökeni olan “Stinpolis”nin
Rumca ve “şehre doğru” kelimelerinin bozulmuş hali
olduğunu ifade eden Dursun, şöyle konuştu:
“Şehir denilince akla, surun içindeki İstanbul
geliyor. Bana göre İstanbul'un adının nereden
geldiğinden İstanbul'un neresi olduğu daha önemli. O
dönemde surun içindeki bölümün dışındaki yerlere
asla İstanbul demiyorlar. Şu anda en çok
karıştırılan ve en çok yapılan ortak hata bu.
Eyüp'ü, nefsi İstanbul'dan ayırıyor, karşı denildiği
zaman akla asla Kadıköy değil, Galata geliyor.
Karşıya geçmek denildiği zaman Karaköy'den
Galata'ya, Galata'dan Kuledibi'ne bir hat var.
Taksim daha yok, bir de Üsküdar var. Bunun dışında
mevsimlik olarak kullanılan Adalar ve Boğaziçi'ndeki
köyler var. Yani Boğaziçi, İstanbul sayılmıyor. Halk
içinde Şeher'dir. 'İstanbul'a gideceğim' denildiği
zaman surun içini kasteder ve ayırır. Kadıköy'deki
birisi 'Bugün İstanbul'a gideceğim', Taksim'deki
birisi 'Bugün İstanbul'a ineceğim' der. Bunları daha
önemli görüyorum.”
OSMANLI SAATİNDE KONSTANTİNOPOLİS YAZILI
Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit dönemine ait bir cep
saatinin içindeki “Konstantinopolis” yazısını
gösteren Dursun, “Bu dönem milli hassasiyetin en
yüksek olduğu dönemdir. Ama saatlerinde
Konstantinopolis yazılı” diye konuştu.
Haluk Dursun, Osmanlı devletinin resmi
yazışmalarında hilafetin merkezi anlamında
“Darülhilafe” ve saltanatın merkezi anlamında
“Makarrı Saltanat” isimlerini kullandığını dile
getirerek, “Bu da çok uygun. Osmanlı doğrudan o
kavgaya girmiyor, fonksiyonundan bir şehri
tanımlıyor. Burası kim ne derse desin, ister
Konstantinopolis desin, ister Konstantiniyye desin
Darülhilafe'dir. Burası kim ne derse desin Makarr-ı
Saltanat'tır. Bu Osmanlı'nın hoşgörüsünü ve bütün bu
tartışmaların üzerinde kendine güvenen bir devlet
olduğunu ortaya koyuyor” ifadesini kullandı.
İSTANBUL MU, ISTANBUL MU?
İstanbul adının “I” veya “İ” harfi ile başlaması
konusunda da bir tartışma bulunduğunu ve İstanbul'un
da iki farklı yazılış şekli olduğunu belirten
Dursun, “I” harfi ile yazılan İstanbul'un, İstanbul
Türkçesi'nde daha çok kullanıldığını söyledi. Dursun
bu durumda bir İstanbul bir de Istanbul olduğunu
kaydetti.
Doğrusunun hangi kelime olduğu üzerinde durmadığını
vurgulayan Dursun, “Sadece şehrin, tarihi mekanın
gereği gibi korunması, görüntüsünün, tarihi
özelliğinin korunması ve en azından dünyanın belli
bir bölgesinin merkezi olması düşüncesinin daha
önemli olduğu kanaatini taşıyorum” dedi.
"ASIL RUMCA'DAN GELEN İSİM İSTANBUL"
Oprah Winfrey, Colin Powell, Madeleine Albright,
Calvin Klein'ın da aralarında bulunduğu dünyaca ünlü
isimlere rehberlik yapan Saffet Emre Tonguç, Türk
insanının, şehrin Rum ya da Yunan geçmişini
hatırlattığı gerekçesiyle Konstantinopolis ismini
sevmediğini ifade ederek, “Asıl Rumca'dan gelen isim
İstanbul. İmparator Konstantin Roma'dan gelerek
şehri kuruyor ve kendi adını veriyor. Aslında adam
İtalyan ve Rumca tek kelime bilmiyor” diye konuştu.
Cumhuriyetten sonra resmi olarak kullanılmaya
başlanan İstanbul isminin, Rumca'dan geldiğini ve
geçmişte de kullanılan bir isim olduğunu ifade eden
Tonguç, İstanbul'un kelime olarak kökeninin “şehre”
demek olan “stan” ve “şehir” anlamında “polis”
kelimelerinin birleşiminden geldiğini anlattı.
Tonguç, “Neden 'Stanpolis' demişler? Çünkü buraya
gelen insanlar, yolda şehri sorarlarmış, 'Şehre
nasıl gidebiliriz?' diye. O yüzden de şehrin adı
'Stanpolis' olarak kalmış ve zamanla İstanbul'a
dönüşmüş” dedi.
Osmanlı'da şehrin “Konstantiniyye”, “Asitane”,
“Dersaadet” gibi bir çok ismi bulunduğunu belirten
Tonguç, cumhuriyetle birlikte İstanbul adının
kullanılmasının bazı sıkıntılara neden olduğunu
söyledi.
Çeşitli dil ve medeniyetlerde farklı şekillerde
adlandırılan İstanbul, Grekçe'de “Vizantion”,
Latince'de “Bizantium, Antoninya, Alma Roma, Nova
Roma”, Rumca'da “Konstantinopolis, Istinpolin,
Megali Polis, Kalipolis”, Slavca'da “Çargrad,
Konstantingrad”, Vikingce'de “Miklagord”,
Ermenice'de “Vizant, Stimbol, Esdambol, Eskomboli”,
Arapça'da “Bizantiya, el-Mahsura, Kustantina
el-uzma”, Selçuklular'da “Konstantiniyye, Mahrusa-i
Konstantiniyye, Stambul” ve Osmanlıca'da “Dersaadet,
Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, Istanbul, Islambol,
Darü's-saltanat-ı Aliyye, Asitane-i Aliyye,
Darü'l-Hilafetü'l Aliye, Payitaht-ı Saltanat,
Dergah-ı Mualla, Südde-i Saadet” isimleriyle anıldı.
Vatan, 21.03.2012
|
KATIR TURİZMİ

UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi'nde yer alan
Nemrut Dağı'na
katırların çekeceği 2 kilometrelik raylı bir
sistem döşenecek.
Adıyaman İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü ve Ortadoğu Teknik
Üniversitesi ortaklığıyla hazırlanan, Avrupa Birliği
Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (IPA) kapsamında
hibe destek almaya hak kazanan ''Kommagene Nemrut
Odak Turizm
Canlandırma Projesi''ne bu yıl başlanması
planlanıyor.
Proje ile
Nemrut Dağı'nda çevre düzenlemesi yapılacak. Bu
kapsamda, dev heykellerinin bulunduğu 2 bin 206
metre yükseklikteki zirveye rahatlıkla çıkabilmek
amacıyla
raylı sistem döşenecek.
Katırların çekeceği vagonlarla, yaşlı ve
engelliler zirveye taşınacak.
Kent merkezinde yapılacak odak binasında ise tarihi
ve kültürel eserlerin minyatürleri yer alacak,
yöresel yemekler ve el sanatları tanıtılacak.
İl Kültür ve Turizm
Müdürü Mustafa Ekinci, Kültür ve
Turizm Bakanlığı
tarafından
Nemrut Dağı'nda 2 bin metrekare kapalı alanda
akıllı bina olarak yapılan ziyaretçi karşılama
merkezinin kaba inşaatının bittiğini, kendilerinin
de çok yönlü bir proje ile çevre düzenlemesine
başladıklarını söyledi.
Kommagene Nemrut Odak
Turizm Canlandırma Projesi'nin toplam
maliyetinin 5 milyon 852 bin avro olduğunu,
finansmanının yüzde 80'ini IPA ve kalan kısmını
bakanlığın karşılayacağını bildiren Ekinci, projenin
bir ayağını oluşturan 5 milyon lira civarındaki
çevre düzenlemesinin, Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Kurulu'ndan geçtiğini kaydetti.
Ekinci, ''Projenin başlaması ile bitmesi arasında 3
yıllık süre var. Bu yıl içinde başlamayı
planlıyoruz'' dedi.
''DÜNYADA BU SİSTEM İLK OLACAK"
Adıyaman turizmini
genel olarak ele alan projenin tanıtım ve sosyal
boyutu bulunduğunu ifade eden Ekinci,
Nemrut Dağı'nın ve Perre Antik Kenti'nin çevre
düzenlemesi yapılacağını, kent merkezinde 3 bin
metrekarelik alanda müze ile entegre yapılacak odak
binasında tarihi ve kültürel eserlerin minyatürleri
ile yöresel yemekler ve el sanatlarının tanıtılacağı
atölyelerin olacağını, Kommagane dönemi
karakterlerini kullanarak bir bilgisayar oyunu
hazırlanacağını, festival alanı düzenleneceğini,
ören yerlerine yakın köylerde ev pansiyonculuğunun
geliştirileceğini anlattı.
Kültür turizmine
genelde orta yaş ve üzeri grubun katıldığına işaret
eden Ekinci, engelli ve yaşlıların
katırlara binerek zirveye çıktığını ancak
yolunun çok sağlıklı olmadığını belirtti. Engelli ve
yaşlıların kolaylıkla taşınacağı raylı bir sistem
kuracaklarını bildiren Ekinci, şunları söyledi:
''Nemrut
Dağı'na yürüyüşün başladığı noktadan batı
terasına 2 kilometrelik ray döşenecek. Gidiş ve
geliş iki ray olacak. Her biri bağımsız hareket eden
ve aynı anda çalışabilecek 6 vagonumuz olacak. Her
birini iki
katır çekecek. Vagonların prototiplerini de
felçli olan bir makine mühendisi, bir engellinin
bütün ihtiyaçları göz önüne alarak hazırladı. Yaya
yürüyüş yolları da düzenlenecek. Dağa tırmanma
mesafesi 800 metre. Zorlu bir coğrafyada olduğu için
yaklaşık 20-25 dakikada çıkılıyor.
Raylı sistemle daha kısa sürede zirveye
ulaşılacak. Dünyada bu sistem ilk olacak. Engelli ve
orta yaş üstü insanlar buraya gelirken çekimser
kalıyor ya da gelmiyordu. Bu proje ile böyle bir
sıkıntı ortadan kalkacak.''
''EN AZ 2.5 MİLYON TURİST ÇEKEBİLİR"
İnanç ve kültür turizmi
merkezi olan Adıyaman'a geçen yıl 500 bin turistin
geldiğini,
Nemrut Dağı'nı ise 47 bini yabancı toplam 80 bin
kişinin ziyaret ettiğini belirten Mustafa Ekinci,
Uzakdoğu ülkelerinin kültür
turizmine büyük önem verdiğini, bu kapsamda
tanıtım çalışmaları yaptıklarını ve önümüzdeki
yıllarda Japonya'dan çok ciddi turist beklediklerini
söyledi.
2012 sonunda yabancı turist sayısında en az yüzde 50
artış beklediklerini ifade eden Ekinci, Nemrut
Dağı'nın büyük bir turizm
potansiyeli olduğunu vurgularken, şöyle dedi:
''1980'lerde Türkiye'ye 3 milyon turistin geldiği
dönemde Kapadokya ve Nemrut'a 100 bin turist
gelmişti. 2011 yılında Türkiye'ye 30 milyon turist
geldi. Kapadokya'yı 2,5 milyon, Nemrut'u ise 80 bin
turist ziyaret etti. Benim projeksiyonuma göre
Nemrut da en az 2,5 milyon turist çekebilir. Bunun
olabilmesi için altyapı çok önemli.''
Habertürk, 21.03.2012
|
MİLLİ MÜCADELE TARİHİ TOKİ OLUR MU OLUR
Bir sabah
kalkıyoruz, bakıyoruz ki, aaa, Ulus’taki Atatürk
heykeli yok. Tarihi Ankara’nın göbeğindeki ünlü
heykel.
Bir sabah kalkıyoruz, bakıyoruz ki, aaa, Ulus’ta
Birinci ve İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi
binaları yok. Tarihle özdeşleşen Meclis binaları.
Bir sabah kalkıyoruz, bakıyoruz ki, aaa, Hipodrom
alanında buldozerler, vinçler, greyderler. Tarihi
hipodrom hallaç pamuğu gibi atılıyor.
Bir sabah kalkıyoruz, bakıyoruz ki, Gençlik Parkı
kazma, kürek yerle bir. Başkentin tarihine tanıklık
eden, kim bilir kaç kuşak insanı barındıran park.
O bölgenin içinde yer alan Cumhurbaşkanlığı Senfoni
Orkestrası binası, Ulus ve çevresinde Milli
Mücadele’den geriye kalan hangi bina varsa, hatta
çok uzun yıllar balolara, resmi davetlere ev
sahipliği yapmış Ankara Palas bir sabah
kalktığımızda...
O tarihin tamamı tehdit altında.
AFET RİSKİ
Yasanın adı biraz karışık. “Afet Riski
Altındaki Alanların Dönüştürülmesi” yasası.
Türkiye deprem bölgesi. Pek çok yer deprem riski
altında. Bu riski önlemek, o alanları depreme
dayanıklı hale getirmek amacıyla risk altında
bulunan alanları dönüştürmek gerek. Bu hafta TBMM’de
görüşülmesi beklenen yasa deprem riski taşıyan
alanların dönüştürülmesine ilişkin kuralları
belirliyor. Yasanın gerekçesinde böyle yazıyor.
Bu haklı ve zorunlu bir yasa. Hiç tereddüt yok.
Tereddüt şurada. Bu yasanın bir yerine, başka
yasalarda zaman zaman yapıldığı gibi, ilgisiz birkaç
madde sıkıştırılıyor. Bakın, hiç ilgisi yok:
Atatürk’ün Doğumunun Yüzüncü Yılının Kutlanması,
Atatürk Kültür Merkezi Kurulması, Atatürk Kültür Dil
ve Tarih Yüksek Kurumu yasalarının bazı maddeleri
afet riski yasasına eklenen birkaç madde ile
kaldırılıyor.
YENİ ULUS
Kaldırınca ne oluyor?
Atatürk Heykeli, Birinci ve İkinci Meclis Binaları,
Ankara Palas, kısaca Ulus’u tarihte Ulus yapan
binalar ve alanlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığına
devrediliyor.
Ne alaka? Şu alaka. Bu alanlar bu bakanlığa
bağlanıyor, bu alanlarda her türlü plan, proje,
kamulaştırma bu bakanlığın yetkisine veriliyor.
Bir sabah kalkıyoruz, bakıyoruz ki, Çevre Bakanlığı
yeni Ulus projesi için tarihi Ulus’a kazma kürek
girmiş.
Neden? Ne de olsa, deprem riski var, o risk
alanlarını dönüştürmek için.
GÖK’ÜN İTİRAZI
Yasa bugün, yarın Meclis’te görüşülecek.
CHP milletvekili Levent Gök yasaya itiraz ediyor,
mantıklı bir gerekçe gösteriyor:
“Bayındırlık Bakanlığı Deprem İşleri Genel Müdürlüğü
kayıtlarına göre, Ankara merkezli bir deprem hiç
yaşanmamıştır. Deprem riski taşımayan Ankara’nın en
önemli alanlarından birinin Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı insafına terk edilmesinin hiçbir dayanağı
yoktur.”
Deprem riski yok, ama biz yine de dönüştürelim.
Türkiye’nin bunca bölgesi deprem riski altında,
orada henüz dönüşüm yok, ancak risk altında olmayan
bir bölgede dönüşüm var.
CHP’li Gök devam ediyor:
“Ankaralılar günün birinde Ulus’ta tarihi binalar
yerine TOKİ konutlarını görebilirler. Ankara’nın
tarihi, kültürü, milli mücadele anıları, sanat
yapıtları tehdit altındadır. AKP yasaların arasına
gizlediği maddelerle Atatürk’ün izlerini de silmeyi
amaçlıyor.”
Bütün bu alan tam 150 hektar. Levent Gök haklı, TOKİ
iyi iş yapar bu alanda. Milli Mücadele Tarihini
TOKİ’ye dönüştür, rövanşta bir adım daha ilerle.
Hürriyet, Yazı: Yalçın Doğan, 21.03.2012
|
İSTANBUL'DAKİ TARİHİ YIKIMA SUÇ DUYURUSU
Kültür ve
Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Fatih’te Küçük Ayasofya Caddesi
üzerinde tarihi kalıntıların yıkılmasıyla ilgili
olarak projeyi yapan firma hakkında
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç
duyurusunda bulunduklarını açıkladı.
CHP
İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın
“Sultanahmet’te 1’inci derece koruma bölgesi içinde
yer alan Bizans Büyük Saray’a ait olduğu düşünülen
kalıntıların iş makineleriyle yerle bir edildiği”
iddialarının bulunduğu yazılı soru önergesine yanıt
veren Günay, özetle şunları söyledi: “İhbar üzerine
müze uzmanlarınca 14 Aralık 2011’de inceleme
yapılmış ve inşaatta çalışmalar durdurulmuştur. 5
Ocak’ta uzmanların incelemesinde inşaatın
durdurulmayıp devam ettirildiği, tarihi duvar
kalıntılarının bazı yerlerde tamamen ortadan
kaldırıldığı, bazı yerlerde kesildiği, bazı yerlerde
ise beton kiriş ve kolonların duvar kalıntısına
dayandırıldığının görüldüğü 3 Şubat tarihli raporla
bildirilmiştir. 8 Şubat’ta Koruma Bölge Kurulu
kararıyla suç duyurusunda bulunulmasına, karar
verilmiştir. Kurul kararı, gereğinin yerine
getirilmesi için ilgili belediyeler ve
İstanbul Valiliği İl Muhakemat Müdürlüğü ile
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na
gönderilmiştir.”
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 21.03.2012
|
|
TÜTÜN HAN'A 25 TALİP
Karaköy Bankalar Caddesi'nde 150 yıllık
tarihi ve büyüklüğü ile dikkatleri üzerine çeken ING
Bank'ın binası Tütün Han'a taliplerinin sayısı
artıyor. 25 milyon muhammen bedel biçilen bina ile
ilgilenen yatırımcı sayısı 25'e çıktı.
Müzayedede
satışa çıkarılacak bina için gelen talepler yoğun
olunca fiyatın da 30 milyon liraya ulaşması
bekleniyor. Tütün Han için bekledikleri rakamın 30
milyona çıkacağını söyleyen ING'nin yeni Genel
Müdürü Pınar Abay, İstanbul'un en eski binalarından
olan hanın bankacılık için fazla lüks olduğunu dile
getirdi.
Abay "Ben gidip binaya baktım. Büyük ihtimalle otel
olacak orası. Otel olması daha uygun çünkü çok büyük
bir alanı var ve tarihi bir bina. Bankacılık için
biraz fazla lüks diyebilirim. Şu anda 25 talip var.
Fiyatın 30 milyona çıkacağını düşünüyoruz. Kimin
alacağı yönünde seçici davranıyoruz. Doğru bir isme
gitmesini istiyoruz. 4.000 metrekare alanı var. Çok
özel bir bina" dedi.
Sabah, 21.03.2012
|
YALVAÇ'TA DEFİNECİLERİN
ELİNDEN KURTULAN LAHİT
Yalvaç İlçesi'ndeki
Pisidia Antiocheia antik kenti Kazı Başkanı Doç.Dr.
Mehmet Özhanlı, geçen hafta bir parçası defineciler
tarafından toprak altından çıkarılan lahdin Yalvaç
Müze Müdürlüğünce müzeye taşınmasına tepki gösterdi.
Yalvaç Müze Müdürü Burcu
Karakurt Çelimli ise yönetmelik doğrultusunda
kurtarma kazısı yaptıklarını ifade ederek, “Bu alan
ören yeri dışında. Bizim haber verme gibi bir
zorunluluğumuz da yok” dedi.
Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, yaptığı yazılı açıklamada, 4 yıldır Pisidia Antiocheia antik kentinde kazı başkanı olarak görev yaptığını belirtti. Geçen hafta definecilerin açığa çıkardığı lahdin Yalvaç Müze Müdürlüğü tarafından kurtarma kazısıyla müzeye taşındığını basın yayın organlarından öğrendiğini belirten Özhanlı, yapılan çalışmanın, “baştan sona yanlışlarla dolu olduğunu” savundu.
Lahdin bulunması ve
müzeye taşınmasını basından öğrenmekten ekip olarak
büyük üzüntü duyduklarını ifade eden Özhanlı,
“Lahit, kazı başkanlığına hiç haber verilmeden, müze
yetkililerince yangından mal kaçırırcasına açılmış
ve müzeye taşınmıştır” ifadesini kullandı.
Özhanlı, “lahdin plan ve
kesit çizimleri yapılmadan, konumu belgelenmeden,
kepçelerle sökülüp fotoğraf kareleri dışında hiç
belgelenmeden müzeye taşındığını, kazıyı yapanların
bilimsel kaygı taşımadıklarını, lahdin içindeki
toprak ve kemiklerin malayla kazındığını ve kürekle
el arabalarına atıldığını, lahit içindeki toprağın
da elenmeden döküldüğünü” iddia etti.
Ayrıca lahdin içinden
çıkan iskelet ve hediyelerin de çizilerek
belgelenmediğini öne süren Özhanlı, sadece
kafataslarından yola çıkarak lahit içindeki iskelet
sayısının 3 olduğu görüşüne varıldığını kaydetti.
Özhanlı, açıklamasında,
“Bu kurtarma kazısıyla hiç kazı çalışması yapılmamış
nekropol alanında bulunan böylesine önemli bir
lahdin, bilimsel olarak yayınlanması
imkansızlaştırılmıştır. Antik kentin dört büyük
nekropolünden biri olan bu alanda olası yüzlerce
lahit içinde böylesine bir lahdin sökülüp götürülmüş
olması, kurtarma değil büyük bir tahribattır”
ifadelerini kullandı.
Yalvaç Müze Müdürü Burcu
Karakurt Çelimli de AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 14 Mart’ta antik kentin 400 metre
batısında kaçak kazı olduğunun İlçe Emniyet
Müdürlüğü yetkilileri tarafından kendilerine
bildirildiğini söyledi.
İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü, ardından da Kazılar Dairesi Başkanlığı’na
bilgi vererek yönetmelik doğrultusunda kurtarma
kazısı yaptıklarını ifade eden Çelimli, şöyle
konuştu:
“Kazı başkanı Mehmet
Özhanlı konudan kendisini haberdar etmediğimizi
ifade ederek sitem etmiştir. Bu alan Ören yeri
dışında, kendisinin sorumlu olduğu alanın dışında
bir yerdir. Bizim haber verme gibi bir
zorunluluğumuz da bulunmamaktadır. Sayın Özhanlı
toprakların mala ile boşaltıldığını ve elenmediğini
iddia etmiş, ancak bu doğru değildir. Lahit içinde
yer alan topraklar el arabalarına doldurulmuş ve
daha sonra Ören yeri karşılama alanında elekten
geçirilerek tasnif edilmiştir. Bu tasnif sonucunda
içinde 50-60 civarında boncuk, 1 altın yüzük ve 1
Medusa başlı obje bulunmuştur.”
İlk incelemede, lahdin
oraya başka bir yerden taşındığı görüşünün
doğduğunu, bu nedenle de lahdi yerinde bırakmayı
doğru bulmadıklarını vurgulayan Çelimli, bölgenin
nekropol olup olmadığının da yapılacak sondaj
sonrasında kesinlik kazanacağına dikkati çekti.
Isparta’nın Yalvaç
İlçesi'ndeki Pisidia Antiocheia antik kenti
yakınlarında, 14 Mart’ta definecilerce çıkarılmak
istenen geç Roma dönemine ait lahit, ihbar üzerine
polisin müdahalesiyle koruma altına alınmış, Yalvaç
Müzesi yetkilileri gözetiminde toprak altından
çıkarılan lahit ve içindeki iskeletler, müzeye
taşınmıştı.
haberler.com, 20.03.2012
|
KA.BA MİMARLIK EUROPA NOSTRA 2012 KORUMA KATEGORİSİ'NDE ÖDÜLE LAYIK GÖRÜLDÜ
Cengiz Kabaoğlu: "Milet İlyas Bey Külliyesi Projemiz 'Koruma' dalında Avrupa Birliği Kültür Mirası / Europa Nostra Ödülü'nü kazandı. Europa Nostra’dan 2007 yılında Sarıca Kilise Projemiz için aldığımız büyük ödülden sonra bu sevinci yeniden yaşıyoruz”
Anadolu Beylikleri dönemine ait olan İlyas Bey Camisi ve yanındaki medrese ile hamam yapıları grubu, Milet Arkeolojik alanı içerisinde yer alıyor. Külliyenin bulunduğu yerde aynı zamanda Bizans dönemine tarihlendirilen Hamamlı Villa ve çeşitli yapı kalıntıları bulunuyor.
Proje sahibi ile mal sahibi arasında yapılan uzun süreli antlaşmayla başlatılan İlyas Bey Külliyesi Projesi, külliyenin taşıdığı değerlerin korunması ve sunulması amacıyla geliştirildi. Europa Nostra Ödülü Jürisi ise yapının dökümantasyonunu, günümüze ulaşan yapı öğelerinin korunmasını başarılı bulmuş ve 1404 senesinden kalma kompleksin restorasyonuna "araziyle uyumlu ve yöredeki insanlarla kültürlerini birleştirici bir etkiye sahip" yorumunda bulunmuşlardır.
Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 20.03.2012
|
 |
VATANDAŞA 'SİT'TİR' DEDİLER, BAKANA SİTE İNŞA
ETTİLER
Sit alanı diye bi şey var.
Sittinsene ev yapamazsın oraya.
Yapmaya kalk...
“Sit’tir” derler.
*
Ahşap evde oturuyorsun.
İki tane çivi çakacaksın.
Hele bi dene...
“Sit’tir” çekerler mahkeme celbiyle.
*
Bazen de...
“Sit’tir, git” derler.
*
Mesela, Ankara’da öyle dediler.
Hamamönü’nde yaşayan vatandaşlara, tarihi evleri
istimlak edeceğiz, boşaltın diye mektup gönderdiler.
Resmi evrakın üzerinde “SİT’tir”i gören vatandaşlar,
tası tarağı topladı, gitti mecburen.
*
Bilahare, ortaya çıktı ki... Sportif Bakanımız, bi
ev, bi de arsa almış, vatandaşa “Sit’tir” denilen
bölgeden.
*
Üstelik... “Sit’tir” mektubunu gönderen, Sit
alanlarını koruma müdürüne satın aldırmış,
vekaleten.
*
E elin ağzı torba değil tabii.
Patladı manşetlerden.
*
Vay efendim neymiş...
23 bin liraya alınan ev, 300 bin lira olmuş da,
böyle rezalet olur muymuş filan.
*
Kardeşim!
Sit’em edecekseniz Başbakan’a edin sit’em... Koyduğu
parayı 2 senede 12 katına çıkarmayı beceren adamı,
niye Spor Bakanlığı’nda heba ediyor da, Ekonomi
Bakanı yapmıyor acilen?
Hürriyet, Yazı: Yılmaz Özdil, 20.03.2012
|
ÇAĞDAŞ SANATI DESTEKLEYEN SAHA DERNEĞİ'NİN DANIŞMA
KURULU BELLİ OLDU
Türkiye çağdaş sanatının
uluslararası platformlarda varlığını ve
bilinirliğini artırmaya katkıda bulunmak amacıyla,
sanatçı, küratör ve eleştirmenlerin üretimine
karşılıksız destek veren SAHA Derneği, Danışma
Kurulu’nun ilk üyelerini belirledi.
Sanat dünyasının yakından tanıdığı Carolyn
Christov-Bakargiev, Fulya Erdemci ve Jessica Morgan
kurulda 1 yıl süreyle görev yaparak, derneğin kaynak
yaratacağı sanat projeleri ve eğitim programlarının
seçiminde etkin rol oynayacak. Türkiye çağdaş sanatı
için, demokratik duruş çerçevesinde, evrensel
değerlere saygılı bir "saha" yaratmayı amaçlayan
dernek, önümüzdeki dönemde, Manifesta 9, La
Triennale ve dOCUMENTA 13 gibi önemli sanat
etkinliklerine Türkiye'den katılacak sanatçıları
destekleyecek ve dOCUMENTA 13 bünyesinde
yayınlanacak kitabın masraflarını karşılayacak.
Geçtiğimiz Ağustos ayında kurulan SAHA Derneği;
ilk olarak
12. Uluslararası İstanbul Bienali'ne Türkiye'den
katılan tüm sanatçıların sponsorluğunu üstlendi.
Ayrıca, "Performa 11"e Türkiye'den katılan sanatçıya
ve prestijli eğitim programı "Curatorial Intensive"e
Türkiye'den kabul edilen küratöre destek verdi.
Carolyn Christov-Bakargiev
Yaşamını ve çalışmalarını Roma, Kassel ve New
York'ta sürdüren Carolyn Christov-Bakargiev, farklı
ülke ve kıtalarda düzenlenen birçok serginin
küratörlüğünü üstlendi. 2005 yılında ilki
gerçekleştirilen Turin Triennial'in küratörlüğünü
yapan Christov-Bakargiev, 2008 yılında 16. Sydney
Bienali'nde sanat direktörü olarak çalıştı. Yazar
kimliğiyle, tarihsel avant-garde ve çağdaş sanatın
ilişkisini inceleyen Carolyn Christov-Bakargiev,
Güney Afrikalı sanatçı William Kentridge'in
çalışmaları üzerine yazılan ilk monografa imza attı.
2002–2008 yılları arasında Turin'de bulunan Castello
di Rivoli Müzesi'nin başküratörlüğünü yürüten
Christov-Bakargiev, 2008 yılında 16. Sydney
Bienali'nin sanat direktörlüğünü üstlendi. Carolyn
Christov-Bakargiev, Haziran ayında
gerçekleştirilecek dOCUMENTA 13'ün sanat
direktörlüğünü yürütüyor.
Fulya Erdemci
14 Eylül-10 Kasım 2013 tarihleri arasında
düzenlenecek 13. İstanbul Bienali'nin küratörü
olarak seçilen Fulya Erdemci, 2008 yılından beri
Amsterdam'daki SKOR Sanat ve Kamusal Alan Vakfı'nın
direktörlüğünü yürütüyor. 2002 yılında Türkiye'de
yayalar için kamusal alanda gerçekleştirilen ilk
sergi olan "İstanbul Yaya Sergileri"ni başlatan
Erdemci, birçok uluslararası etkinliğin danışma ve
seçici kurullarında görev aldı. Geçtiğimiz yıl
gerçekleştirilen Venedik Bienali 54. Uluslararası
Sanat Sergisi'nde 2011 Türkiye Pavyonu'nun
küratörlüğünü yapan Erdemci, 1994-2000 yılları
arasında İstanbul Bienali'nin direktörlüğünü
yürüttü. Bilkent, İstanbul, Marmara ve Bilgi
Üniversitelerinde dönemsel dersler verdi.
Jessica Morgan
Tate Modern'de Daskalopoulos Küratörü olarak
görev yapan Morgan, müzenin 2015 yılında
gerçekleştireceği "The World Goes Pop" (Dünya
Popülere Gidiyor) sergisinin küratörlüğünü
üstleniyor. Müze için; Avrupa, Doğu Avrupa,
Ortadoğu, Kuzey Afrika, Amerika ve Güney Asya sanatı
odağında, uluslararası koleksiyon geliştirme
çalışmalarında bulunuyor. Çağdaş sanat konusundaki
yazı ve konferanslarıyla tanınan Jessica Morgan, şu
sıralar, küratörlüğünü üstlendiği LA MoCA'da 2013'te
gerçekleştirilecek "Urs Fischer" sergisinin
hazırlıklarını yürütüyor
Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 20.03.2012
|
ÖLMÜŞLERDİ, DİRİLDİLER
Taksim Topçu Kışlası'nın
yeniden yapılması gündeme geldiğinden beri akla
gelen ilk olarak Almanya'daki örnekler geldi. Biz de
Arkitera olarak yapılan yeni inşa projelerini mercek
altına aldık.
Almanya'da gerçekleşen kentsel faaliyetleri bir
nevi "normalleşme çabası" olarak sınıflandırmak
mümkün. 2. Dünya Savaşı sonrası politik olarak yeni
bir imaj peşinde olan siyasiler, kentsel mekanı
biçimlendirmede "nostaljik mekan" stratejisini
seçerek, Almanya'da kentsel peyzajını yeniden inşa
faaliyetleri ile şekillendirmede önemli bir rol
oynadılar. Özellikle 2. Dünya Savaşı'nda yıkılmış ve
zarar görmüş tarihsel yapıları, bugün yeniden
yaparak birer imge olarak kent mekanına tekrar
kazandırmak Almanya'nın mimarlık gündeminde.
Taksim Topçu Kışlası'nın yeniden yapılması
projesinde akla gelen birçok soru Almanya'da da
sorgulandı ve sorgulanmaya da devam ediyor.
"Normalleşme" olarak, standartlaştırılan mimari
faaliyetler hem bütçe açısından hem de yeniden
yapılmaları durumunda yaratacağı etki eleştirilmeye
devam ediliyor. Aynı zamanda yapılan ve yapılacak
olan yapıların eskisinin yerine alıp alamayacağı
sıkça sorgulanıyor.
Uygulamada ise farklılıklar söz konusu. Projeler,
bazen yarışmaya açılıyor, bazen ise demokratik bir
şekilde halkın iradesine danışılarak tamamlanıyor.
Ama belki de işin farklı yanı projenin aşamalarından
herkesin haberdar olması. Proje öncesi ve boyunca
şantiye alanında proje ile ilgili açıklayıcı
bilgiler yer alıyor.
Sonuç olarak, bugün Almanya'da 2. Dünya
Savaşı'nda yıkılan yapıların yeniden yapılması adeta
bir trend. Biz bunlardan öne çıkan 3 örneği ele
aldık: Potsdam Sarayı (Potsdamer Stadtschloss),
Berlin Sarayı (Berliner Stadtschloss) ve Dresden
Frauenkirche (Church of Our Lady).
Berlin Sarayı (Berliner Stadtschloss)

1702 yılında yapılmış, 2. Dünya Savaşı'nda
yıkılmış Berlin Sarayı'nın yeniden yapılması için
seçilen yöntem yarışma oldu.
1950'de yıkımı gerçekleştirilen sarayın yerine
1976'da Palast Der Republik adında bir kültür
merkezi yapıldı. 2007'de Meclis'te yapılan oylamada
380'e 133 oy ile kültür merkezinin yıkılmasına
sarayın yeniden yapılmasına karar verildi ve 2008'de
uluslararası bir yarışma açıldı.

Saray yıkılırken
Çoğu kişi alanın park olarak kalmasını istiyordu.
Bir diğer grup ise hem yapının yeniden yapım
maliyetine vurgu yapıyor hem de yapılacak
canlandırmanın gerçeğin kötü bir benzeri olacağını,
ayrıca geçmişi "kimin" hatırlamak istediğini
sorguluyordu. Yapımı destekleyenler ise bugün
sarayın bulunduğu alanın turizm değerine vurgu
yaparak, Berliner Dorm ve Museum Island'ın beraber
düşünülmesi gerektiğini, kentin bu elemanının eksik
olduğunu belirtiyorlardı.
Yarışmayı İtalyan Franco Stella kazandı.
Yarışmada 4 cepheden 1 tanesi tasarımcının
insiyatifine bırakılmıştı.

488 camlı, 700 metre cepheye sahip binanın yapım
maliyeti 552 milyon olarak belirlendi. 2009 yılında
başlayan inşaatın bütçe sıkıntıları ile zaman zaman
durmuş olmasına rağmen bitiş tarihi 2016 olarak
belirtiliyor.
Alanda göze çarpan bir diğer öge ise Krüger
Schuberth Vandreike (KSV) mimarlık tarafından
tasarlanan "Humboldt Box". Proje boyunca alanda
kalacak olan yapı, halka proje ile ilgili detayların
verilebileceği bir sergi alanı olarak tasarlandı.

Humboldt Box
Dresden Frauenkirche (Church of Our Lady)

Bernardo Bellotto'nun resminde kilise
1726 yılında tamamen taştan yapılan kilise 13
Nisan 1946 yılında kente yapılan bombardıman ile
tamamen yok oldu.

Kilisenin yıkıntıları (1958)
Berlin Duvarı'nın yıkımının ardından başlayan
özgür kentsel düşünce hareketleri ve bahsettiğimiz
rekonstrüksiyon faaliyetlerinin artışı, Dresden
halkının Frauenkirche için örgütlenmesine ve 1993'te
ilk plan için başvurmasına neden olmuştu.
Ardından devreye Dresden Üniversitesi, Yapı
Tasarım Bölümü başkanlığında, mimarlar, mühendisler,
tarihciler, sosyologlar, heykeltraşlar ve
kimyagerler girdi. (Kimyagerler projede önemli rol
oynamıştı, çünkü projede klisenin orjinaline uygun
olarak, her taş orjinaline uygun olarak
yerleştirilmiş, yapı için uygun malzemenin tespiti,
plan sürecinin en önemli aşaması olmuştu.)

13 yılın ardından 30 Ekim 2005 klise tamamlandı,
180 Milyon Euro'ya maloldu.
Potsdam Sarayı (Potsdamer Stadtschloss)


1752 tarihli yapı, 2. Dünya Savaşı'nda bombalandı
ve büyük hasar gördü, 1960'da ise bulunduğu alanın
tamamen temizlenmesine karar verildi.
Yeniden yapım kararı 2010'da verildi fakat halk
ve parlamento karar ile ilgili ikiye bölündü. Öngörülen bütçe oldukça fazlaydı. Çünkü öngörülen
plan sadece tek bir binanın yeniden yapılması
değildi.
"Prince of Wal's Urban Task Force" adlı kentsel
yenileme planı, binanın bulunduğu alanın yeniden
düzenlenmesi, diğer tarihsel ögelerin de yeniden
canlandırılmasını, altyapı koşullarının
iyileştirilmesini de öngörmekteydi. Fakat sadece
Postdam Sarayı'nın yapımı bile 120 milyon Euro bütçe
gerektiriyordu. Bu meblanın 40 milyonu sadece
sarayın cephesi'nin Barok tarzını yansıtabilmesi
için gereken bütçeydi.

Bir yatırımcı Saray'ın hemen yanına bir AVM
yapmasına izin verilmesi koşuluyla bütçeyi
karşılamayı teklif etti, fakat teklif Landtag
Meclisi tarafından red edildi. 2011 yılında gereken
bütçe açılan fon ile sağlandı ve sarayın yapımına
başlandı.

Binanın yapımına gelen eleştiriler, yapının
bütçeden kısmak amaçlı, dışarıda geleneksele sadık
kalınırken, avluda işleve yönelik modern tasarıma
gidilmesi, iç mekanda ise tamamen modern tasarım
yapılması oldu. Alanın bütünsel değerlendirilmesi
olumlu karşılandı.
Arkitera, Derleyen: Derya Gürsel, 20.03.2012
|
KORUMA İNSANLA BAŞLAR
Diyarbakır Cumhuriyet
tarihi ile birlikte zengin kültürel kimliğinin
korunması yerine, kendisi ile bağdaşık olmayan
şiddet dili ile gündemde yer edindi.
Neyi korumak isteriz? diye başlıyor sayın Cengiz
Bektaş. 1992 yılında yayımlanan Koruma ve Onarım
kitabında. Evet neyi korumak isteriz? Bizim için
değerli olan her şeyi... Canımızı, malımızı,
çocuğumuzu, kardeşimizi, evimizi, kültürümüzü,
kimliğimizi, dilimizi, anılarımızın içinden geçtiği
mahallemizi, sokağımızı ve böyle sıralanır, gider
korumak istediklerimiz.
Bulunduğum kent, Diyarbakır, bu topraklarda bir
insanlık tarihini barındırır. Üzerinde yer aldığı
somut ve soyut ürünlerle geçmişin geleceğe
aktarılmasına katkı sunar. Diyarbakır dar ve uzun
sokakları, dışa kapalı bazalt taşını yumuşatan beyaz
süslemeli, avlulu, eyvanlı, havuzlu evleri, hemen
her sokak köşesindeki çeşmeleri, camileri,
kiliseleri, medreseleri, hanları, hamamları ve
surları ile oluşan dokusuyla günümüze ulaşan ender
tarihi kentlerden biridir. Topoğrafyaya uygun
gelişen kent, İç ve Dış kaleden meydana gelmektedir.
Dış Kale sur duvarı üzerinde bulunan dört kapıyı
birbirine bağlayan kuzey-güney ve doğu-batı
yönlerinde iki ana yol şehri dört ana parçaya böler.
İç Kale idari ve yönetim merkezi iken, Dış Kale
sosyal ve kültürel bir yerleşim yeridir.
Bu kent Cumhuriyet tarihi ile birlikte zengin
kültürel kimliğinin korunması yerine, kendisi ile
bağdaşık olmayan şiddet dili ile gündemde yer
edindi. Benim gibi bu kente sevdalı insanların
bildiği gibi bu kent herkesin kendini bulabildiği
bir atmosfere sahiptir. Diyarbakır yaşadığım kent.
Doğduğum, çocukluğum, okul hayatımın, gençliğimin
geçtiği ve yaşamımın hala sürdürdüğü kentim. Bugün
sıkça gündeme gelen saray kapı civarında geçen
çocukluğum, yaşamımı da şekillendiren bir yer.
Diyarbakır'ın bana göre en güzel bölgesi. Çok renkli
ve kozmopolit bir alanı.
Sur içinden Saray kapıdan girilen İç Kale benim
için hayatımın her döneminde çok önemli bir yer
edinmiştir. Çocukluğumda annem tek yaşam gayesi olan
ailesini korumaya yardımcı olmalarının temeni etmek
için Saraykapı da bulunan evimize 200-250 m ötedeki
Hz. Süleyman Cami'nin yolunu tutardı. Annem her
duasını onun adını anarak açardı. Annemin manevi
düşünceleri ile düştüğü yol bizim için mahalleden
çıkıp sosyal bir alana geçmekti.
İç Kale'ye girişi sağlayan Saray Kapı'dan
geçtikten sonra yol ikiye ayrılırdı. Birinci yol
asfaltı ve temizdi. Aslanlı kapıya ve devamındaki
kentin idari ve askeri yapılarına buradan
ulaşılırdı. Biz bu yolu kesinlikle kullanamazdık.
Sadece işi olanlar büyük bir çekince ile bu yoldan
yürürdü ve Saray Kapı'dan çok büyük olan iki
tarafında askerlerin durduğu bu kapıdan geçerdi. Biz
önde anneler arkada, topoğrafyaya göre şekillenen ve
gittikçe aşağı doğru meyil veren yoldan ilerler Hz.
Süleyman Cami'ye ulaşırdık. Üst kotta kalan yolun
sağında tel örgüler bize oranın yasaklı bölge
olduğunu gösterirdi. Saraykapı'dan geçince her
defasında anneme "saray nerede" derdim, oda hep aynı
şekilde yıkılmış diye cevaplardı. Yıllar sonra
sarayın aslında her zaman önünden geçtiğimiz yüksek
tepenin üzerinde olduğu ve toprakla kapatıldığını
öğrenince irkilmiştim.
Koskoca saray nasıl toprak
altında diye gözümün önünde canlandırıp durdum.
Dedim ya İç Kale hayatımın her döneminde yaşamımın
bir parçası oldu. Saraykapıdan Hz. Süleyman
Camisi'ne ulaşıncaya kadar büyüklerin telkinleri ile
başımız önümüzde ama gözlerimiz genellikle o alana
kaymış biraz korku biraz merakla ilerlerdik. Farklı
bir şeyler vardı bu alanda o zamanlar çözemediğim.
Bu askerlerin ve tel örgülerin arkasında adliye
binası, cezaevi ve askeri binaların olduğu, alana
bakmadan yürümemiz gerektiği söylenirdi. Hz.
Süleyman Cami'ye ulaşınca o merak yerine keyfe
bırakırdı. Caminin benim için çok eğlenceli ve keyif
veren avlusunda şırıl şırıl hiç durmadan akan suyu,
cami duvarındaki delikli bazalt taşlarına
dileklerimiz gerçekleşsin yerleştirmeye çalıştığımız
taşlar oldukça efsunlu gelirdi.
1993 - 95'li yıllar biz Diyarbakırlılar için
kabustu. Bu kabusun çığlıkları Suriçi'nden İç
Kale'ye, İç Kale'den Dicle'ye yansıyordu. Hergün
gelen kayıp ve ölüm haberleri bu kabusun uzun süreli
olmasına neden oluyordu.
Meslek hayatıma atıldıktan sonra İç Kale benim
için çocukluğumdaki gizemli dünyasına ek olarak
tarihi binaları, çevresini saran surlar, Artuklu
sarayı ile daha farklı anlamlarıda eklemişti. Adliye
binası ve askeri binaların bir kısmı taşınmıştı ama
jandarma hala oradaydı ve onlar hala özgürlüğü
kısıtlıyordu. 1999 yılında Aslanlı Kapı'nın önünde
hala bekleyen ama çok fazla varlık göstermeyen
askerlerin arasından geçerek İç Kale'nin en güney
ucuna doğru yürüdüm. İlk defa ayak bastığım bu
yerden Diyarbakır'ı, Dicle'yi seyrettim yapıları
yakından gördüm.
İç Kale kentin ilk kurulduğu dönemden itibaren
kentin idari binalarının bulunduğu adeta kentin
kalbinin attığı yerdir. Kentin en eski tarihi
buradadır. Milattan önceye ait kalıntılar üstünde
bulunan en eski yapısı Sen Corc Kilisesi'nden, 19.
yy başında yapılan son Osmanlı dönemi yapıları ve
yüzyıllık ağaçları ile tarihin somut belgelerini
günümüze taşır. Bu somut mimari ürünler benim için
her zaman heyacan uyandırmıştır. Bunların korunması
ve geleceğe aktarılması için alan içinde özellikle
2005 yılından itibaren yapılan restorasyon sürecini
sık sık takip ederek katkı sunmaya çalıştım. İnsan
eliyle yapılan ve binlerce olaya tanıklık eden bu
yapıların korunması kentimin tarihine karşı bir
sorumluluktu. Ancak bu korunmaya değer alan ve
yapıları büyük bir keyifle incelememe rağmen, bu
alana her girişimde çocukluğumda hissetiğim o
gizemli puslu ruh halim benden ayrılmıyordu.
Saraykapı'dan girdikten sonra kalp atışlarım her
defasında hızlanır, çocukluktaki korku ve çekinceli
ruh halim ile bir girdabın içinde kendimi bulurdum.
Bugün çıkan cesetler aslında benim ruh halimi
açıkladı. Çünkü ben her o alana girdiğimde bastığım
cesetler sesiz çığlıkları ile etrafımda dönüp
durdular. Bizi de görün, bizi de koruyun der gibi.
Bizim kentimizde asker, polis, jandarma hep
ürkeklik yaratır. Bu ürkeklik ruhumuzu esir alır,
onlar her ne kadar güvenlik sağlayıcılar olsa da
bizde hep güvensizlik ortamını hatırlatan meslek
grubu elemanı olmuştur. Çocukluğumda gördüğüm tel
örgüler, askerler bu muhteşem alana duyduğum
hayranlığa gölge düşürmüştü. Cesetler ve sevdiğim
tarih karşılıklı bana bakıyorlar. Kalbim sıkışıyor.
Sonsuzluğa düşmek istiyorum. İnanıyorum ki bu kentin
pek çok bireyi aynı durumda. Bu ülkenin
aidiyetliğini hissetmem için, insan ürünlerine
koruma duyarlılığımı kaybetmemek, bu alanda
çocuklarımla keyifle dolaşmak için lütfen bu
cesetleri sevdiklerine ulaştırın. Onların yanında
onların duaları ile korunsunlar.
Bu cesetler çıktıktan sonra alana ilk geldiğimde
bir insan için tarihin yok olması tarihin korunması
korunamayan bu kayıpların yanında ne kadar anlamsız
kaldığını düşündüm. Biz neyi korumak istiyoruz.
İnsanı mı? İnsanın yarattığı ürünü mü? İnsanın
korunmadığı yerde korumadan söz edilir mi?
Taraf, Yazı: Dr. Emine Dağtekin, 20.03.2012
|
TOPÇU KIŞLASI, OTEL DEĞİL ŞEHİR MÜZESİ OLACAK

Taksim Meydanını Yayalaştırma projesinin mimarı
Halil Onur, kaygıları yanıtladı: Başkalarının
kafasında olabilir ama projede cami, otel, AVM ya da
rezidans yok. Gezi Parkı'na yeniden inşa edilecek
Topçu Kışlası, İstanbul Şehir Müzesi olacak.
Taksim Gezi Parkı'na, Topçu Kışlası'nın yapımı
kamuoyunda sürekli tartışma konusu oldu. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Meclisi'nin 16 Eylül 2011'de
oybirliğiyle kabul ettiği Taksim Meydanı'nı
yayalaştırma planı 4 Ocak 2012'de Anıtlar Kurulu
tarafından onaylandı. Mimar Halil Onur, 'Anıtlar
Kurulu planını onayladı' dediği projenin
ayrıntılarını ilk kez AKŞAM'a açıkladı.
- PLAN ONAYLANDI:
Anıtlar
Kurulu'nun onayladığı plan kararıdır, proje değil.
Plan kararı alınır sonra projeler yapılır. Kamuoyuna
yansıyan plan kararının bir görseliydi.
- İLK BÜYÜK YAPIT:
İstanbul çok
farklı medeniyetlerin eserlerinin bir arada yaşadığı
bir kent. Taksim'de bir döneme damgasını vuran bir
dönemin katmanı yok edilmiş. Bu eserin geri
kazanılmasının gerekliliğini düşünüyoruz. Kışla, bu
bölgeye nüfus çekmek, değer katmak amacıyla yapılan
bölgenin ilk büyük yapıtıdır. Yani bölgenin simgesel
bir yapısıdır. Biz buranın, Gezi Parkı'yla birlikte
yaşatılmasından yanayız.
- ÇEKİM MERKEZİ:
Osmanlı
arşivlerine göre bu yapıt, 1911'de İstanbul'un ilk
müzesi olacaktı. Ancak hayata geçememiş. O yüzden
burası Taksim Şehir Müzesi fonksiyonuyla planlandığı
için İstanbul'un çekim merkezi olacak. Burada
galeriler, kafeler de olacak. Taksim Meydanı'na
kapalı olmayacağı, devamı olacağı için de burada
etkinlikler de yapılabilecek.
- KIŞLANIN MİMARİSİ DEĞİŞMEZ:
Kışlanın farklı mimari üslupların bir arada
kullanıldığı eklektik bir tarzı var ve aynen
korunacak. Yapı, Abdülaziz döneminin mimari zevki.
Kışla binasının fotoğraflarda görüldüğü gibi avlusu
da olacak.
Topçu Kışlası dönüyor
Bizim kışla projemizde cami yok, AVM, otel, rezidans
yok. Birilerinin, başkalarının kafasında olabilir
ama bizim projemizde, düşüncemizde bunlar yok.
Bunlar mesnetsiz iddialar. Çünkü, Topçu Kışlası iki
kez yapıldı. Birincisi 1803'te, orada cami vardı.
Ancak ikincisinde, 1865'te yapılanda caminin
kalıntısı yok. Kalıntısı, yeri olmayan bir şeyi
yapamazsınız. 1939- 40'ta kışla yıkılıyor, şimdi
yeniden aslına uygun inşa edilecek. Bizim 'kentsel
tasarım projesinde', Sıraselviler, Mete ve Gümüşsuyu
Caddesi'nde dalışlar yani tünel, isnat duvarı
olmayacak. Bu dalışlar Tarlabaşı ve Cumhuriyet
Caddesi'nde düşünülüyor.
Akşam, Haber: Nebahat Koç, 20.03.2012
*******
GEZİ PARKI YOK EDİLEMEZ
Taksim'i yayalaştırma projesinin mimarı Onur'un
açıklamalarından tatmin olmayan uzmanlar 'Kışla'yı
ihya etmeye gerek yok. Gezi, Taksim'in vazgeçilmez
parçası. Battı çıktıların amacının yayalaştırma
olmadığı ortada' diyor.
Topçu Kışlası ve Taksim
Meydanı yayalaştırma projesini kapsayan Kentsel
Tasarım Projesi'nin mimarı Halil Onur'un, 'Gezi
Parkı'na Topçu Kışlası yeniden inşa edilecek. Cami,
rezidans, otel yok. Müze olacak. Yayalaştırmada da
sadece Tarlabaşı ve Cumhuriyet Caddesi'nde battı
çıktılar düşünülüyor' açıklamasına, mimar ve kent
bilimcilerinden tepki geldi.
Gezi Parkı'nın, Taksim Meydanı'nın ayrılmaz bir
parçası olması nedeniyle kesinlikle korunması
gerektiğini ve battı çıktıların esas amacının da
yayalaştırma değil, Tarlabaşı ve Talimhane'deki
otoparklara giriş ihtiyacını karşılamak olduğunu
iddia etti.
Taksim Platformu'ndan
Mimar Korhan Gümüş: Proje için niye bir yarışma
düzenlenmedi. Bunlara niye Halil Onur karar veriyor?
Başka mimarlar yok muydu? Gezi Parkı'ndan,
tiyatrosuyla, operasıyla Nişantaşı'na kadar uzayan
kültür vadisi olarak bir kentsel tasarım söz konusu.
Bu planlamanın başka örneği yok. O yüzden, bu
kentsel tasarım kışladan daha değerli. Ancak, bu
30'ların modeliyle yönetilemiyor. Yönetimi elden
geçirmek lazım. Sorun fiziksel değil yönetimsel.
Yayalaştırma projesindeki battı çıklar, dalış tüneli
demek. Meydanın bağlantı noktalarını uçurum haline
getirmek demek. Gümüşsuyu Caddesi, İstanbul'un en
güzel caddesi, Sıraselviler tarihi bir cadde. Bu
mekanların yok edilmemesi çok önemli. Bundan
vazgeçilmiş olunması hayırlı olur. Artık dünyada
yapılması bir kenara, önceden yapılmış tüneller
dolduruluyor.
Tayfun
Kahraman (Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube
Başkanı):
Taksim sadece başlıbaşına bir
simge. Simgesel alanda bir proje yapacaksınız,
kamuoyu baskıları nedeniyle revizyonist bir tavır
olsa da, proje için toplumsal mutabakat ve yarışma
projesiyle yapılması gerekir. Kimsenin de çıkıp da
'proje yaptım' deme lüksü yok. Böyle bir projede
karşı çıkılan ana nokta, kışla binası. Kışlanın
yapılması Gezi Parkı'nın yok edilmesi anlamındadır.
Mİmarlar Odası'ndan Mücella Yapıcı:
Neye
dayanarak Topçu Kışlası'nı fonksiyona kabul ediyor.
Kışla, latife olsun diye birinci derece tarihi eser
olarak ihya ediliyor. Aynı malzemeyle, özgün planla,
şemasıyla aynı fonksiyonla ihya edilmesi gerekiyor.
Bu görsel, materyalle olmaz. Eğer kışla yerinde
olsaydı korunmasında biz de mücadele ederdik. Halil
Onur da iyi bilir ki, bir yapının ihya edilmesi için
o alanın boş olması gerek. Ama orası boş bir alan
değil. Gezi, Cumhuriyet dönemi şehircilik mirasıdır.
İlk açık alan uygulaması, toplumsal belleği, kentsel
mirasıdır. Özellikle ekolojik açıdan depremsellik
düşünüldüğünde vazgeçilmez açık alan. O yüzden Gezi,
Taksim Meydanı'nın ayrılmaz bir bütünü.
Battı çıktılar konusuna gelince de, proje bir
pazarlık projesi haline dönüştü. 'Dervişin fikri
neyse zikri de odur.' Akıllardaki soru şimdi çıkmaya
başladı. Biz başından beri, battı çıktılara karşı
olduğumuzu söylüyoruz. Tarlabaşı'nda yıkımlarla
oluşacak mahalle ile Talimhane otel bölgesindeki
otoparkların bir girişe ihtiyacı vardır. Bu alt
geçişlerin süreci. Meselenin Taksim'i
yayalaştırılması olmadığı yavaş yavaş ortaya
çıkıyor.
Akşam, Haber: Nebahat Koç, 21.03.2012
|
DEMSA, PERA PALAS'TA EL SIKIŞTI

Tarihi Pera Palas Oteli'ni
Kalkavan ailesinden devralan Demsa Group, otelin
işletmesi için Dubai merkezli Jumeirah Group'la
anlaştı. Memnun kalırsa Jumeirah 15 yıl sonra bir 10
yıllık daha anlaşma yapacak. Jumeirah Hotels,
Türkiye'de büyüme hedeflerini de Demsa Group ile
gerçekleştirecek. Demsa Group Yönetim Kurulu Başkanı
Cengiz Çetindoğan, Jumeirah ile en az iki otellik
anlaşma imzaladıklarını söyledi. Jumeirah Group
Yönetim Kurulu Başkanı Gerald Lawless, "18'inci
otelimizi açtık. Roma, Frankfurt ve Mayorka'da da
oteller açtık. Çin'de de yapımı devam eden beş
otelimiz bulunuyor. Türkiye de büyüme hedeflerimiz
çerçevesinde önemli bir yer işgal ediyor" diye
konuştu. Çetindoğan, inşaatı devam eden Maçka Palas
Oteli'nin işletmesi için de Jumeirah ile
görüşmelerin devam ettiğini söyledi. Çetindoğan
"Maçka Palas'ı 109 milyon dolara aldık. 30-25 milyon
dolar da yatırım yapıyoruz. Arazi bedeli ile
birlikte 145 milyon dolara yatırımı tamamlarız"
dedi. Otelin giriş katlarında inşaatın uzun
sürdüğünü kaydederek oteli bu yıl sonuna
yetiştirmeyi planladıklarını söyleyen Çetindoğan,
Jumeirah dışında başka otel zincirleriyle de
görüştüklerini kaydetti. Turizm alanında büyümeyi
hedeflediklerini de söyleyen Çetindoğan, resort otel
düşünmediklerini İstanbul'a odaklanacaklarını
vurguladı. Çetindoğan bu yıl sonuna kadar Türk İslam
eserleri müzesini de açacaklarını söyledi.
Sabah, 20.03.2012
|
KÜLTÜRDE EN BÜYÜK KAYNAK YERALTINA GİDİYOR

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2002-2011 Türkiye'de
Kültür ve Turizm Verileri'ni açıkladı.
Buna göre en büyük gelişmenin arkeolojik
kazılar konusunda yaşandığı görülüyor.
2002'de arkeolojik kazı ve araştırmalara
yaklaşık 1,9 milyon TL ödenek aktarılmışken
2011'de bu rakam 25 kat artarak 48,1 milyon
TL'ye ulaştı. Aynı şekilde 2002'de 57 yerli
arkeolojik kazı yapılırken 2011'de bu sayı
123'e çıktı. Şu anda yabancı arkeoloji
enstitüleri tarafından yürütülen 43 kazı
var.
Bu durum müze ve ören yerlerine de
ilgiyi artırdı. 2002 yılında müze ve ören
yerlerini ziyaret edenlerin sayısı 7.422.208
iken 2011'de bu sayı 28.462.893 oldu. Aynı
şekilde 2002 yılında 93 olan özel müze
sayısı 2011'de 157'ye ulaştı. 2002'de müze
ve ören yerlerinden elde edilen gelir 26
milyon TL iken 2011'de bu rakam neredeyse 10
kat artarak 254 milyon TL oldu. Aynı
verilere göre; 2002'de Türkiye'de bakanlık
eliyle yapılmış 42 kültür merkezi varken
2003'ten bu yana hizmete girenlerle birlikte
bu sayı 2011'de 84'e ulaştı. 2012 sonuna
kadar 19 yeni merkezin daha açılması
bekleniyor.
SİNEMA İZLEYİCİSİ VE TİYATRO MEKANI ARTTI
2002'de de 9 yerli film vizyona girerken
bu sayı 2011'de 70'e yükseldi. Yerli film
izleyicisinde de bir sıçrama yaşandı. Sayı,
2 milyonken 21,2 milyon oldu. Toplu
yükselişler tiyatroda da sürdü. 2003'ten bu
yana 35 yeni sahneye kavuşan Devlet
Tiyatrosu'nda şu anda 58 sahne var. Ordu,
Kayseri ve Manisa'da açılacak sahnelerle bu
sayı 2012 sonunda 60'a çıkacak. Özel
tiyatrolara verilen destek de 2002'de 850
binken 2011'de 3,5 milyon TL oldu.
Desteklenen özel tiyatro sayısı 59'dan
162'ye çıkarken bunların 61'inin Ankara ve
İstanbul dışında olduğu tespit edildi. Opera
ve balede ise durum şöyle: 2002'de 584 olan
opera ve bale temsil sayısı 2011'de 862
oldu. Seyirci sayısı ise 232.760'tan
379.048'e yükseldi. Yurtiçi turne sayısı
98'den 478'e çıkarken yurtdışı turne sayısı
11'den 39'a çıktı.
Zaman, Haber: Jülide Karahan, 20.03.2012
|
YILLARDIR ZİYARET EDİLEN 'İNCİRLİ DEDE TÜRBESİ' BOŞ
ÇIKTI

Türkiye'nin dört bir yanından insanların ziyaret
ettiği Feriköy'deki İncirli Dede Türbesi'nde hiçbir
"gömü" olmadığı tespit edildi. İnceleme sonucunda
türbe kaldırıldı.
Feriköy'deki İncirli
DedeTürbesi'nin gömüsüz olduğunun tespit edilmesini
sağlayan süreç Şişli Belediyesi'nin kayıtlarında
türbeye rastlayamaması üzerine Anıtlar Kurulu'na
yaptığı başvuru ile başladı. 2 Numaralı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, türbenin tescilli
olduğuna dair bir kayıt bulamadı. İstanbul Türk ve
İslam Eserleri Müzesi ve İstanbul Türbeler Müze
Müdürlüğü'ne yazı yazılarak bilgi istendi. Bu
müdürlüklerden de yapının bir kültür varlığı
olduğuna dair bilgi alınamayınca İstanbul Türk ve
İslam Eserleri Müzesi uzmanlarınca türbe içerisinde
bulunan iki mezarda kazı yapılmasına karar verildi.
Uzman arkeolog tarafından yapılan kazıda türbede
bulunan ve "İncirli Dede" ile "Yahya Efendi" isimli
zatlara ait olduğu belirtilen mezarlarda hiçbir
gömüye rastlanmadı. Ayrıca mezarın İslami şartlara
göre doğru yöne konulmadığı belirlendi. Türk ve
İslam Eserleri Müzesi Müdür Yardımcısı Ali
Demirkol'un hazırladığı raporda, "Açılan mezarlarda
gömü ile ilgili herhangi bir kültür ve tabiat
varlığı tespit edilememiştir" denildi. Türbenin
bakımını üstlenen Yusuf Çabuk ise "1962'de bu
mahalleye yerleştim. İncirli Dede Türbesi bakımsız
bir mezarlıktı. Türbeyi biz yaptık. 1962'den beri
ben ilgileniyorum" dedi.
Sabah, Haber: Nazif Karaman, 20.03.2012
|
700 YILLIK ELYAZMASI ESERLER İSKİLİP HALK
KÜTÜPHANESİ'NDE

Kanuni Sultan Süleyman dönemi şeyhülislamı
Ebussuud Efendi başta olmak üzere Atıf Hoca gibi
alimlerin yetiştiği Ço-rum'un İskilip
İlçesi'ndeki Halk Kütüphanesi, 700 yıllık
elyazması eserlere ev sahipliği yapıyor.
Akademisyenlerin uğrak yeri olan kütüphanedeki
eserlerin "Elyazması Eserler Müdürlüğü'ne
taşınması fikrine ise ilçe halkı sıcak bakmıyor.
Çorum'un İskilip
İlçesi'nde bulunan Halk
Kütüphanesi, Anadolu'nun en eski
kütüphanelerinden biri. Raflarında elyazması
eserler, altın işlemeli Kur'an-ı Kerim ve
çok sayıda dini ve ilmi kitap bulunuyor.
Daha da ilginci 529 adet elyazması eserin
700 yıllık geçmişe sahip olması. Zira
eserlerin pek çoğu Osmanlı döneminde bulunan
5 kütüphaneden toplanan ve vatandaşlar
tarafından medrese, cami ile çevre köylerden
bağışlanan kitaplardan oluşuyor. 2008
yılından itibaren özel korumalı ve kamera
sistemleri ile 24 saat kontrol altında
tutulan kütüphanede 529 adet elyazması eser,
dijital ortamda demir parmaklıklar ve özel
yapılmış kapılar ardında muhafaza ediliyor.
Kanuni Sultan Süleyman dönemi şeyhülislamı
Ebussuud Efendi başta olmak üzere Atıf Hoca
gibi alimlerin yetiştiği ilçede, 1.590 adet
Arapça ve Osmanlıca yazılmış eser de
kütüphanede koruma altında. Kanuni Sultan
Süleyman devrinde dönemin şeyhülislamı olan
Ebussuud Efendi tarafından babası Şeyh
Yavsi'ye altın işlemeli olarak yazılmış ve
hediye edilmiş devasa Kur'an-ı Kerim de
onlardan biri.
Toplam 46 bin 524 kitabın bulunduğu
kütüphanenin misafirleri ise akademisyenler.
Özellikle ilahiyatçı akademisyenlerin uğrak
yeri haline gelen kütüphaneye aynı zamanda
yazarlar ve tarih araştırmacıları da bilgi
edinmek için geliyor. Eserlerin içerisinde
bulunan bütün bilgiler dijital ortama
aktarılmış. İstenildiği takdirde belirli
ücret karşılığında verilebiliyor. İlçenin
turizmine büyük katkı sağlayan 529 adet
elyazması eserin, Çorum Kültür Müdürlüğü
bünyesinde kurulacak olan "Elyazması Eserler
Müdürlüğü'ne götürülmesi gündemde. İlçe
halkı ise buna tepkili; kültür ve turizm
yolunda çaba sarf eden İskilip'te bulunan
elyazması eserlerin araştırmacılar için çok
önemli kaynaklar olduğunu belirtiyorlar.
İlçeye ait olan elyazması eserlerin, ilçede
kalması ve korunma şartlarının
iyileştirilmesi gerektiğini belirten ilçe
halkı, kitapların taşınması halinde ilçeye
gelecek olan araştırmacı ve turist sayısında
büyük ölçüde azalma olacağı kanaatinde.
Zaman, Haber: İdris Okur , 20.03.2012
|
DENİZLİ'NİN YENİ TURİZM HAZİNESİ LAODİKYA

Anadolu'nun Efes'ten sonra en büyük antik kenti
olma özelliğini taşıyan Laodikya'da dünyada ender
rastlanılan bir eser daha ortaya çıkarıldı. Laodikya
Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal
Şimşek, dünyadaki kutsal alan sütunlarının en
yükseğine ulaştıklarını belirterek, 2012 yılında
bunları ayağa kaldıracaklarını, eserlerin kenti
turizm adına büyük getirisi olacağını söyledi.
Türkiye'de ilk kez kazı sorumluluğu belediyeye
devredilen antik kent Laodikya'da heyecan veren bir
esere daha ulaşıldı. İncil'de adı geçen Laodikya
Kilisesi'nin 2010 yılının sonunda bulunmasının
ardından arkeologları ikinci kez heyecanlandıran
alanda, 11 metreyi bulan dünyanın en uzun tarihi
sütunları ortaya çıkarıldı.
2008 yılında kazı sorumluluğu Denizli Belediyesi'ne
devredilen Laodikya'da peş peşe gün yüzüne çıkarılan
dünyanın ender eserleri turizme doping etkisi
yaratacak. Laodikya Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı
Prof.Dr. Şimşek, belediyeye devredilmesiyle yılın
12 ayı kazı ve restorasyon çalışması süren antik
kentte, 7. yüzyılda yıkılan sütunlara ulaştıklarını
söyledi. Anadolu'nun en eski 7 kilisesinden birine
sahip Laodikya Antik Kenti'nde sergilenebilecek
nitelikteki 3 binin üzerindeki esere her geçen gün
yenilerinin eklendiğini kaydeden Şimşek, Türkiye'de
yılın her döneminde kazı ve restorasyon çalışması
yapılan tek alanın Laodikya olduğunu işaret ederek,
kış şartlarının ağır geçmesinden dolayı bu yılki
çalışmaların restorasyon şeklinde sürdüğünü ifade
etti.
Laodikya'da bu yıl en büyük hedeflerinin, "Kutsal
Alan Portiği" diye adlandırılan alanda hem kazı hem
de restorasyon çalışmalarını yapmak olduğunu
kaydeden Prof.Dr. Şimşek, şöyle konuştu: "Antik
kent Laodikya MS 494 yılındaki depremden sonra terk
edildi. 7. yüzyılda ise bölgede kalan sütunlar
yıkıldı. En büyük şansımız bu sütunları yıkıldığı
şekliyle bulmamız oldu. Bu dönem 25 bin metrekarelik
bir alanda kazı çalışmasına başladık. Burada
dünyadaki kutsal alan sütunlarının en yükseklerine
ulaştık. Bu, büyük bir şans. Bu portikteki sütunlar
üst yapı malzemeleriyle 11 metreyi buluyor. Haziran
ayı itibarıyla 20'ye yakın sütunu dikmiş olacağız."
Laodikya'yı dünyada çok iyi tanınan, gezi
programlarına dahil edilen bir antik kent haline
getirmek istediklerini ifade eden Şimşek, "Kutsal
Laodikya Kilisesi'ndeki çalışmalar sürüyor. 2012
yılı sonunda açılışını gerçekleştirmek istiyoruz"
diye konuştu. Hıristiyanlar arasında heyecan yaratan
kilisenin açılışına Papa'yı davet edeceklerini
kaydeden Şimşek, "Papa'dan davetimize olumlu yanıt
vermesini umuyoruz" dedi.
Türkiye'de ilk kez bir antik kentin kazı
sorumluluğunu devralan Denizli Belediye Başkanı
Osman Zolan ise, Ladoikya ile Denizli'nin Pamukkale
gibi çok önemli bir kültür mirasına daha sahip
olduğunu, burada dünyada eşine az rastlanır tarihi
eserlerin ortaya çıkarıldığını söyledi. Zolan,
"Laodikya çok önemli bir yer. İncil'de bahsedilen 7
kilisenin birisi buradadır. Anadolu'nun en büyük
stadyumu burada bulunuyor. Belki yüzlerce yıl kazı
çalışması devam edecek. Denizli'nin böyle bir antik
kente sahip olması tarihi zenginliktir. Bizler, bu
tarihi eseri gün yüzüne çıkartıp bölgeyi turizmde
cazibe merkezi haline getirmekle sorumluyuz" dedi.
Üç yıl öncesine kadar antik kente çok nadir turist
geldiğini, geçtiğimiz yıl ise 120 binin üzerine
ziyaretçinin Ladoikya'yı gördüğünü işaret eden
Zolan, "Antik kent gelecekte milyonların ziyaret
edeceği çok önemli bir kültür mirası olacak" diye
konuştu.
Yeni Asır, Haber: Ufuk Soyhan, 19.03.2012
|
HRANT DİNK'İN DOĞDUĞU MAHALLENİN KİLİSESİ RESTORE
EDİLECEK

Malatya Valiliği, Çavuşoğlu Mahallesi'ndeki
Ermeni Taşhoran Kilisesi ile merkeze bağlı Venk
Köyü'ndeki Venk Kilisesi'nin restorasyonu için
girişimlere başladı.
Hrant Dink'in doğduğu evin de bulunduğu mahallede
bulunan 250 yıllık Taşhoran Kilisesi ve Venk
Kilisesi için hazırlanan restorasyon projesi
tamamlanarak, Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu'nun onayına sunuldu. Proje
onaylanırken Kültür ve Turizm Bakanlığı da
restorasyon projelerini 2012-2013 yatırım programına
alarak ödenek tahsis etti.
Malatya Valisi Ulvi Saran, şehrin birçok farklı
uygarlığın merkezi ve binlerce yıllık kültürel
mirasın sahibi olduğunu belirtti. Saran, "Biz
yöneticiler olarak ilimizin tarihi ve kültürel
dokusunun korunmasına özel önem vermekteyiz.
İlimizde yer alan tarihi mekanların bir bölümünün
aslına uygun olarak restorasyonunu gerçekleştirdik,
bir bölümünün ise restorasyon çalışmaları devam
etmektedir. İlimiz Çavuşoğlu Mahallesi'nde bulunan
Taşhoran Kilisesi ve il merkezine bağlı Venk Köyü
içerisinde yer alan Venk Kilisesi büyük oranda
ayakta olan yapılardır. Bir yıllık bir çalışma
sonucunda KUDEB tarafından röleve, restitüsyon ve
restorasyon projeleri yaptırılmıştır. Sivas Kültür
Varlıkları Koruma Kurulu'nun onayı ile birlikte
Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdindeki girişimlerimiz
sonucu bahse konu restorasyon projeleri için ödenek
tahsisi yapılmıştır." dedi.
Vali Saran, ihale hazırlıklarına başlandığını,
teknik hazırlıkların tamamlanmasının ardından
ihalenin de yapılacağını kaydetti.
Agos, 19.03.2012
|
KAPADOKYA VE VAN GÖLÜ'NÜN İZİ BULUNDU

Dünyanın en eski tapınağı olarak kabul edilen
Şanlıurfa, Göbekli Tepe’deki 11 bin yıllık
kalıntıların, eski dünyada hacıların toplandığı bir
kozmopolit merkez olabileceği öne sürüldü.
Arkeologlar, antik tapınaktaki volkanik el
aletlerinde, Kapadokya’nın ve Van Gölü’nün izlerini
buldu.
Arkeologlar, kazı alanında bulunan ve volkanik
kayalardan yapıldığı belirtilen 130 bıçak ve el
aletine dayanarak, Göbekli Tepe’deki antik
tapınağın, birçok farklı noktadan gelen insanlar
için bir toplanma yeri özelliği taşıdığını iddia
etti. El aletlerinin, lavlar hızla soğuduğunda elde
edilen ve volkan camı olarak bilinen obsidiyenden
yapıldığı ifade edildi.
Kanada’nın McMaster Üniversitesi’nden Tristan
Carter ve ekibi, obsidiyen aletlerin kimyasal
bileşenleri çözerek hangi yanardağlardan gelmiş
olabileceklerini anlamaya çalıştı. LiveScience’a
konuşan Carter, “Çalışmamızda çok spesifik sonuçlar
elde edebiliyoruz. Obsidiyen maddesinin hangi
yanardağdan, hatta yanardağın hangi yakasından
geldiğini bile anlayabiliyoruz” dedi.
Analizlerin sonuçlarına göre, Göbekli Tepe’de
bulunan en az üç obsidiyen materyalinin kaynağı, 500
km ötedeki Kapadokya’dan geliyor. Diğer üç kaynakta,
250 km ötedeki Van Gölü’ne işaret ediyor.
Obsidiyenin geldiği bir diğer coğrafya ise 500 km
ötesine, kuzeydoğu Anadolu’ya işaret ediyor.
Carter, “Bu sonuçlar, Göbekli Tepe’ye birçok
farklı bölgeden, farklı insanların geldiğini ortaya
koyuyor” dedi.
Carter, obisidiyen aletlerin uzak mesafelerdeki
yerlere işaret etmesinin, insanların doğrudan
Göbekli Tepe’ye seyahet ettiklerini göstermediğine
dikkat çekti. Carter, “insanların obsidiyeni ticaret
yoluyla elde ettikten sonra el aletlerine
çevirdiğini ve ardından antik tapınağa getirmiş
olabileceğini” söyledi.
Bu karmaşanın içinden çıkmak için, arkeologlar
obsidiyen aletlerin nasıl yapıldığını araştırdı.
İzleri Kapadokya’ya uzanan aletlerin, Orta Fırat
bölümündeki aletlere; Van Gölü’ne uzanan aletlerin
ise Irak ile İran’dakilere benzerlik gösterdiği
anlaşıldı. Tüm bulgular bir araya geldiğinde,
obsidiyen aletlerin, güney ve kuzeydeki birden
farklı coğrafyada yapıldığı ve ardından Göbekli
Tepe’ye getirildiği düşüncesi destek kazandı.
İleride yapılacak araştırmalar bu teoriyi
güçlendirirse, Göbekli Tepe’nin 11 bin yıl öncesine
uzanan bir hacı merkezi olduğu düşüncesi
güçlenebilir. Carter, “Eğer Schmidt haklıysa,
Göbekli Tepe antik zamanlarda Yakın Doğu’nun düğüm
noktası, kozmopolit bir merkezdi” dedi.
Carter ve ekibi, obsidiyen aletler üzerindeki
analizlerini Fransa’nın başkenti Paris’teki Louvre
Müzesi tesisleri ve McMaster Üniversitesi’nde
gerçekleştirdi. Analizlere, Fransa’nın Ulusal
Bilimsel Araştırma Merkezi’de destek verdi.
Arkeologlar tarafından elde edilen en yeni
bulgular, İspanya’nın Barselona kentinde bu ayın
başlarında düzenlenen Yontma ve Öğütme Taş Yedinci
Uluslararası Konferansı’nda sunuldu. Şu ana kadar
çok az bir kısmı gün yüzüne çıkarılan Göbeklitepe,
çapları 10 ile 30 metre arasında değişen en az 20
daire şeklindeki taş yapıdan oluşuyor.
T şeklindeki kireç taşından kayaların
şekillendirdiği dairelerin ortasında, uzunlukları
5.5 metre boyunda iki dev sütun yer alıyor. Carter,
“Bu sütunlardan bazılarıları Stonehenge’deki
sütunlardan bile büyük” ifadesinin kullandı.
İngiltere’de bulunan ve iki ile üç bin yıllık olduğu
düşünülen Stonehenge, daire oluşturacak şekilde
yerleştirilmiş dev taş bloklardan oluşuyor ve
dünyanın en ünlü antik alanlarından biri olarak
kabul ediliyor.
Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Klaus Schmidt’in
1994’ten bu yana başında olduğu Göbekli Tepe
kazıları hakkındaki ilginç bir detay, kayalardaki
bitki ve hayvan oymaları ve diğer yapılarda yerleşik
hayata dair hiçbir bulgu elde edilememiş olması.
Buradan yola çıkarak, antik tapınağın çiftçiler
tarafından değil, bölgeye farklı yerlerden gelen
avcı toplayıcı toplumlar tarafından, dini amaçlar
için inşa edildiği düşünülüyor. Kazılarda bulunan
obsidiyen ve taş aletlerin şekilleri ve kaynakları,
Göbeklitepe’ye Irak, İran, Ortadoğu ve Akdenizin
doğusundan insanların geldiğini öne sürüyor.
Göbekli Tepe’de son yirmi yılda yapılan
çalışmalar devam ettikçe bilim dünyasındaki
tartışmalar da artyor. Genel görüşün aksine,
Kanada’nın Toronto Üniversitesi’nden antropolog Ted
Banning, daire yapıların zamanında çatıları
bulunduğunu ve hem ev, hem de dini mekan olarak
kullanılmış olabileceğini belirtti.
Banning ayrıca, kazılarda bulunan taş aletlerin
hasat için tasarlanmış olabileceğini, binlerce yıl
önce insanların evcilleştirmeye çalıştığı hayvan ve
bitkileri tespit etmenin de çok zor olduğunu
savundu. Banning yine de, en son elde edilen
obsidiyen örneklere bakılmadan kesin bir karar
verilemeyeceğini ifade etti.
Ntvmsnbc, 19.03.2012
|
'ALP' İÇİN 200 BİN LİRA

Beyaz Müzayede’nin hem Türk hem de
dünya sanatından usta isimlerin yanı sıra genç
sanatçıların eserlerini de bir araya getiren
müzayedesinin ilk bölümü önceki gün Conrad Otel’de
yapıldı.
360 eserin satışa
sunulduğu müzayedenin ilk bölümünde 186 eser alıcıya
ulaştı.
Erol Akyavaş’ın “Kabe Serisi’nden” adlı
yağlıboya tablosu ile
Orhan Peker’in “Kedili Özden” isimli çalışması
bu bölümün en yüksek fiyata satılan eserleri
oldu. Her iki sanatçının eseri de 452 bin liraya
alıcı buldu.
Müzayedenin bir diğer dikkat çekici ismi ise
Taner Ceylan’dı. Hipergerçekçi tarzıyla Türk
resminin önemli isimlerinden biri olan
Taner Ceylan’ın en büyük ilham kaynaklarından
biri olan ve ‘hayat arkadaşım’ dediği Alp’i
resmettiği tablosu “Alp”, 200 bin liraya satıldı.
Sanatçının bu eseri Damiani’nin 2011 yılında
yayımlanan kitabında da yer alıyordu. Ceylan,
2011’de de Sotheby’s’in Londra’daki müzayedesinde
bir eseri 310 bin dolara satılarak dikkat
çekmişti.
Öte yandan, müzayedenin dün yine Conrad Otel’de
yapılan ikinci bölümüne ise Fahrelnisa Zeid
damgasını vurdu. Zeid’in Fransa’da Maillol
Müzesi’nden çıkan ve müzayedenin kataloğunun
kapağında da yer alan “Red Melody” isimli eseri 325
bin liraya satıldı.
Habertürk, 19.03.2012
|

|
NAZİLERİN YAĞMALADIĞI ESERLER SAHİBİNE DÖNÜYOR
Almanya'nın Karlsruhe kentinde bulunan Federal Adalet Mahkemesi, II. Dünya Savaşı'nda Naziler tarafından yağmalanan ve Berlin'de bulunan Alman Tarih Müzesi'nde sergilenen posterlerin yasal sahibine iade edilmesine karar verdi.
Florida'da yaşayan yasal sahibi Peter Sachs'e iade edilecek 4 binin üzerindeki posterin değerinin 6 milyon ila 21 milyon dolar (yaklaşık 10 ila 37 milyon TL) değerinde olduğu tahmin ediliyor. Peter Sachs, yaptığı açıklamada, babasına ait posterlerin kendisine dönecek olmasından büyük mutluluk duyduğunu söyledi.
Habertürk, 19.03.2012
|
İZNİK'İN AYASOFYASI BELGESEL OLUYOR

Hazırladığı tarihi belgesellerle adından söz
ettiren yönetmen Tekin Gün, şimdi de yakın
zamanda kiliseden camiye çevrilen Bursa'nın
İznik İlçesi'ndeki Ayasofya Camii'ni belgesele
taşıyor.
Uluslararası ödüllü belgesel yönetmeni Gün,
bugüne kadar Kapadokya, Nemrut Dağı, Sultan
II. Mehmet, Yaradılış Serüveni, Kıbrıs
Belgeselleri gibi çalışmalara imza attı.
Bursa: Hitit, Lidya, Frigya, Roma, Bizans,
Selçuklu ve Osmanlı, Olimpos (Uludağ) ve
Gölyazı gibi tarihi yerleri mercek altına
alan Gün, son dönemlerde ise özellikle
Bursa'nın tarihi ile ilgili yaptığı
çalışmalarla gündeme geliyor. Mayıs ayında
hazır olacak olan belgesel için daha
şimdiden yerli ve yabancı ajanslar sıraya
girmiş durumda. Belgesel ile ilgili çok
sayıda teklif geldiğini anlatan Gün'ün
hedefi uluslararası festivallerde ödül
almak. Ayasofya'nın cami olarak hizmet
vermesinden sonra dikkatlerin bu bölgeye
yeniden çevrildiğini belirten Gün, var olan
Ayasofya'lar içinde sahip olduğu misyon
açısından en önemli olanın İznik Ayasofya
olduğunu kaydediyor. Gün, Hıristiyanlar için
çok önemli olan I. Konsül'ün 325 senesinde
İznik'te, 7. Konsül'ün de Ayasofya'da
toplandığı bilgisini veriyor. İznik'in
birçok medeniyete ev sahipliği yapmış
olduğunu belirten Gün, "Burası bütünüyle
baktığımızda açık hava müzesini andıran
görünümü ile dünyada eşine az rastlanan
antik şehirlerden biri." diye konuşuyor.
Tekin Gün, 1331'de Orhan Gazi tarafından
fethedilen İznik'in Osmanlı için her zaman
önemli bir merkez olduğunu hatırlatıyor.
İznik'in Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı
uygarlıklarını havzasında taşıyan bir şehir
olduğunu ifade eden yönetmen, değerlerimizi
dünyaya anlatmak için çaba sarf ettiğini
söylüyor. Ayasofya Camii'nin sembolik bir
anlamı olduğu için dünya basını tarafından
takip edildiğini anlatan Gün, kültürel
mirasın tanıtılması gerektiğinin önemli
olduğuna işaret ediyor. İznik'in birçok
değere sahip olduğunu kaydeden Gün,
sözlerini şöyle sürdürüyor: "Çektiğimiz
belgesellerle tarihe not düşme kaygısı
taşıyoruz. 1993'te Cami Kuşları ile
başladığımız yolculukta medeniyetimizin
sesini duyurmaya çalıştık. Umarım Ayasofya
ve Uludağ çalışmaları ile de bu gayretimiz
güzel bir şekilde devam eder." Yönetmen Gün,
Prestij Production bünyesinde, Bursa'da
İznik Ayasofya dışında Uludağ ile ilgili de
belgesel çekiyor. Uludağ belgeselinin
çekimlerini yakın zamanda bitirdiklerini
dile getiren Gün, Bursa ile ilgili yeni
çalışmalarda bulunacaklarını anlatıyor.
Tekin Gün ayrıca, İstanbul Surlarının
Sırları, Türklerin Göçü gibi ilginç ve daha
önce çalışılmamış belgeseller çekeceğini
dile getiriyor.
Zaman, Haber: Samet Altıntaş, 19.03.2012
|
KIZILBURUN BATIĞI İLE İLGİLİ BİLMEYENLER
AYDINLATILDI

Sualtı arkeoloğu ve araştırmacı Can Pulak tarafından
1993 yılında
Çeşme Kızılburun açıklarında bulunan ve 2005
yılında gün ışığına çıkarılan batıktaki eserlerin,
tonlarca ağırlıktaki tambur ve sütunların
Klaros'taki Apollon Tapınağı'na ait olduğu saptandı.
Sualtı Araştırma Enstitüsü (INA) Müdürü Tuba
Ekmekçi,
Marmara Adası'ndan yola çıkan ve
Çeşme açıklarında batan
gemiden çıkarılan eserlerin
konservasyon çalışmalarının
yarısının tamamlandığını belirtti.
Kızılburun batığı, sualtı arkeoloğu ve araştırmacı
Can Pulak tarafından yapılan dalışlarda 1993 yılında
yeri tespit edilen, INA,
Teksas A&M Üniversitesi ile
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılan
çalışmalarla 2005 yılında gün ışığına çıkarıldı.
Amerikalı, Avrupalı ve
Türkler'den oluşan 16 arkeoloğun yaklaşık 2 yıl
süren çalışmaları sonunda 45-48 metre derinlikten
çıkarılan, 1.5 metre çapında, 1 metre yüksekliğinde,
5-7 ton ağırlığındaki 8 mermer tambur, sütun
başları, geminin çıpası, mermer mezar taşı, mermer
sunu kapları, kaptan ve gemi mürettebatının
kutsanması için kullanılan Hermes heykelciği, gemiye
ait çiviler ve anforalar
Bodrum'daki Sualtı Arkeoloji Müzesi'ne
getirildi. Yapılan konservasyon çalışmaları sonunda
eserlerin yarısı
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde
sergilenirken, 11 metre yükseklikteki bir sütuna ait
olan tamburların konservasyonuna başlandı. Yaklaşık
5 yıldan bu yana devam eden çalışmalar sonunda
İyonlar'a ait olan ve MÖ 2'nci Yüzyıl'a tarihlenen
geminin adını,
Marmara Denizi'ndeki tarihteki adı 'Prokenessos'
olan
Marmara Adası'dan aldığı ve yaklaşık 60 ton
ağırlığındaki kargosunu İzmir'in
Menderes İlçesi'ne bağlı Ahmetbeyli
yakınlarındaki Klaros'taki Apollon Tapınağı'na
götürürken Kızılburun açıklarında yakalandığı
fırtınada battığı tespit edildi.
INA Müdürü ve arkeolog Tuba Ekmekçi, DHA muhabirine
yaptığı açıklamada, tarihte ilk kez bir batığın
kargosunun gittiği yerin tespit edilebildiğini
belirtti. Ekmekçi, şöyle dedi:
"İyon uygarlığında Prokenessos Adası'ndaki mermer
ocaklarında üretilen, işlenen ve ağırlığı 5-7 ton
olan mermer tambur ve bunların en üstüne konulan
sütun başının gidiş yerinin Klaros'taki Apollon
Tapınağı olduğunu tespit ettik. Binlerce yıldır
sualtında kalan eserlerin üzeri büyük tortu tabakası
ile kaplandığı için 3 yıl sürecek konservasyon
çalışmalarından sonra tamburlar, sütun başları ve
gemiye ait eserler yine gitmesi gereken yere 2 bin
200 yıl geç ama ulaşacak. Tonlarca yükü taşıyan
geminin bölgede fırtınaya yakalandıktan sonra
battığını ve aynı bölgede 6 batık daha bulunduğunu
tespit ettik. Eserlerin yerinde sergilenmesi için
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yanıt
bekliyoruz."
haberler.com, 18.03.2012
|
O KİTAP BARNABAS İNCİL'İ DEĞİLMİŞ
Ankara'da ortaya çıkan elyazması kitabın sözde bin 500 yıllık Barnabas İncil'i olduğuna ilişkin iddialara son noktayı Oxford Üniversitesi koydu.
Üniversitede çalışmalarını sürdüren Süryani araştırmacı Dr. Mikael Oez, o kitabın Barnabas İncili olmadığını öne sürdü.
Kitapta çarmıha germeyi anlatan haç işaretinin bulunduğunu söyleyen Oez, "Sözde Barnabas İncil'inin, Hıristiyanlığın İsa'nın çarmıha gerildiği gibi temel prensiplerini inkar eden bir özelliği bulunduğu belirtiliyor. Oysa Ankara'daki kitapta, çarmıha germeyi anlatan haç işaretini görmekteyiz. Ayrıca Barnabas İncil'inin teslisi de inkar ettiğine inanılıyor; kitabın basına yansıyan bölümlerde teslis de yer alıyor." diyor.
Oez, Barnabas İncil'i olduğu iddia edilen el yazması kitaba ilişkin çelişkiler bulunduğuna da işaret etti. Elyazması bütün Süryanice kaynaklara bakıldığında, materyallerin az ve çok pahalı olmasından dolayı her sayfanın bütün boşluğunun azami derecede doldurulduğunu kaydeden Oez, "Ancak Ankara'daki kitapta bu durum söz konusu değildir." dedi.
Habertürk, 18.03.2012
|
 |
BERGAMA'NIN RANTINI ALMANLAR YİYOR
Berli’e
kaçırılan antik Bergama Müzesi’nin önündeki tören
alanında yer alan ‘Bergama-Antik Kentin Panoraması’
adlı panoramik sergi, 360 derece dönüyor.
Sanat ve arkeolojinin birleşimi denilebilir; çok
güzel; o dönemleri yaşıyorsunuz Bergama’da... Daha
önce bu tür sergiler; Everest, antik Roma ve
Amazonlar için de yapılmış... Yapan sanatçı İran
kökenli, Viyana doğumlu mimar ve sanatçı Yadigar
Asisi (62)... Her şey ticari olarak düşünülmüş.
Bergama müzesinin bir parçası olarak geçen yılın
eylülünden bu yılın 30 Eylül’üne kadar açık kalacak.
Taşınacak ama nereye? Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay “Bakalım belki Türkiye’ye getiririz”
diyor. Daha yeni gördüğü için hemen üzerine
atlamadığını görüyoruz. Türkiye olabilir mi,
özellikle Bergama İlçesi'nin bağlı olduğu İzmir’e
getirilebilir mi?
İranlı sanatçı, bu eseri 2.7 milyon dolara mal
etmiş; bir yıl için Bergama’nın biletleri 10
Euro’dan 18 Euro’ya çıkarılmış... 1 milyondan fazla
kişinin ziyareti bekleniyor; Türkiye’de bu olur mu?
Sergi, Berlin Devlet Müzeleri ve Asisi Ltd. Şti. ile
Türkiye’deki farklı enstitülerin ortak çalışması
sonucu oluşturulmuş. Eserin mimarı Asisi hazırlık
aşamasında Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün İstanbul
masası ile birlikte çalışmışlar.
Resmin tamamlanması için sanatçı Asisi tarafından
Türkiye’de (Bergama ve çevresinde) 27 bin fotoğraf
çekilmiş; taslak çizimler yapılmış; ayrıca 100’e
yakın figüran (Roman gençler) ile çeşitli fotoğraf
çekimleri gerçekleştirilmiş. Bunların yanı sıra 3
boyutlu yapılar, meydanlar ve heykeller hazırlanmış.
Tarihçi ve uzmanlardan oluşan bir heyetin gözetimi
altında bilgisayar ortamında yeniden düzenlenen
şehir bu şekilde ortaya çıkarılmış... 25x100
metrelik kule şeklinde hazırlanmış bir resimle...
Sanki, antik kentin ortasındaymışsınız gibi
Bergama’yı üç katlı kuleden seyrediyorsunuz,
ovasıyla, zeytin ağaçlarıyla ta Ege’ye kadar...
Bergama’nın tarihini, kültürünü ve mimarisini
hissediyorsunuz içinizde.
Bilgisayar ortamında işlenip bir araya
getirilmesiyle oluşan panoramik genel resimle Roma
Kayzeri Hadrian’ın Bergama şehrini ziyareti (MS
129 yılı) canlandırılıyor.
Sanat ve arkeloji birleştirilmiş; Bergama
içindeymişsiniz gibi seyrediliyor. Heyecanlanmamak
mümkün değil.
Projelendirilse Efes’i, Kapadokya’yı, Çanakkale’yi,
Hasankeyf’i, Munzur Vadisi’ni, Toroslar’ı, büyük
kentlerimize sergi olarak taşıyabilir miyiz?
Unutmadan belirtelim; bu panoramik serginin
açılışına geçen eylülde Bergama Belediye Başkanı
Mehmet Gönenç, Berlin Pergamon Müzesi Müdürü Andreas
Scholl,
Alman Akreoloji Enstitüsü Müdürü Felix Pirson
katılmış.
(Bu bilgiler Bakan Günay, Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü ve Berlin
Kültür Müşaviri Gözde Şahin’den alınmıştır.)
Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 18.03.2012
|
MERRILL LINCH, URARTU TAKILARINA SAHİP ÇIKTI

Bank of America Merrill Lynch, bin parçalık
Urartu takı koleksiyonunun restorasyonu için Rezan
Has Müzesi’ne fon sağlayacak.
Urartu takı koleksiyonunun, içerdiği yaklaşık bin
bireysel parçayla Türkiye’de kendi alanındaki en
kapsamlı derlemelerden biri olduğunu söyleyen Bank
of Amerika Merrill Lynch Türkiye CEO’su Elif Bilgi,
“Bu nadir
ve çok geniş çaplı mücevher
koleksiyonu rakipsiz. Başka yerde eşi benzeri
bulunmuyor. Korunması için hibe niteliğindeki bu
mali destek sayesinde, bu paha biçilmez sanat
hazineleri gelecekteki pek çok nesle öğretici ve
keyif verici deneyimler yaşatacak” dedi.
Bank of America Merrill Lynch olarak, İstanbul’da
yaklaşık altı yıldır faaliyet gösterdiklerini
kaydeden Bilgi, “Türkiye’nin tarih ve kültürünün
önemli bir unsuru olan bu benzersiz koleksiyonun
korunmasına destek olmaktan dolayı onur duyuyoruz.
Kurumsal politikamız gereğince, kurumsal sorumluluk
girişimleri kapsamındaki yatırımlarının maddi
değeriyle ilgili bilgi veremiyoruz. Ancak proje
kapsamındaki her koleksiyonun korunması için gereken
her kaynak sağlanıyor” diye konuştu.
Bank of America Merrill Lynch Sanatı Koruma
Projesi’nin 2010 yılında Avrupa, Orta Doğu ve
Afrika’yı kapsayan EMEA bölgesinde başlatıldığını
hatırlatan Bilgi, “Tüm dünyada bozulma tehlikesiyle
karşı karşıya kalan ve sanat tarihi açısından önemli
eserlerin korunmasına yönelik hibe niteliğinde
kaynaklar sağlıyoruz” dedi.
Sanatı Koruma Projesi’nin, 19 ülkeden kültürel ve
tarihi değer taşıyan 20 farklı sanat eseri ve insan
eliyle yapılmış nesnenin restorasyonunu
sağlayacağını belirten Bilgi şöyle dedi:
“Rezan Has Müzesi’ndeki Urartu takı koleksiyonuna
sağlanan hibenin yanı sıra Leonardo Da Vinci’nin
Milano’daki Castello Sforzesco kalesinde bulunan en
erken dönem el yazmaları da bulunuyor. Ayrıca Marc
Chagall’in Tel Aviv Sanat Müzesi’ndeki beş tablosu
ve Madrid’deki Thyssen Müzesi’nde bugüne kadar tuval
üzerine yapılmış en büyük boyutlu resim olarak
tanınan bir Tintoretto tablosu da seçilen eserler
arasında. Proje kapsamında restore edilen diğer
sanat eserlerine Seattle Sanat Müzesi’ne ait olan
bir Jackson Pollock pentürü ve Pablo Picasso’nun New
York Guggenheim Müzesi’ndeki efsanevi “Ütü Yapan
Kadın” (Woman Ironing) tablosu da dahil.”
Milliyet, Haber: Eylem Türk, 18.03.2012
|
 |
BANKALAR CADDESİ NEDEN KAPANIYOR?
Bir zamanlar salkım salkım avizelerin, parlak LED’cilerin yeri olan Bankalar Caddesi, birkaç adım ötesinde yer alan Tepebaşı/Şişhane’deki sosyalleşme trafiğinin haraketlenmesi, ardından Salt Galata’nın açılmasıyla, kabuk değiştirdi, imaj tazeledi. Cadde üzerindeki hanlar hunharca havalı birer butik otele dönüşürken, caddenin bugünkü fotoğrafı biraz kaotik biraz melankolik: Bir köşede Mermerciler, sivri topukluları üzerinde, siyah gözlüklerine sığınmış, mahalleliye temas etmeden kendini Salt Galata’nın havalı restoranına atma derdinde. Diğer köşede cadde esnafı, trafiği kitlemiş, kan ter içince mal yüklüyor. Arada kafasını kaldırarak yürüyenler, romantik turistler. Eski binaları, salyalar akıta akıta fotoğraflıyorlar.
Geçen hafta Büyükşehir Belediyesi, caddenin seyrini tamamen değiştirecek bir karar aldı. Bankalar Caddesi tez vakit trafiğe kapatılacak. Öngörülen tarih 2013. Caddenin girişindeki otoparkın tamamlanmasıyla trafiğe kapatılacak olması, teknik olarak yerinde bir karar. Hafta içi mesai saatlerinde bölgeye yolunuz düşerse caddeden tek parça çıkmanız pek mümkün değil. Yeni projenin yürürlüğe girmesiyle, tıpkı İstiklal Caddesi gibi, caddeye giriş sadece belli saatlerde yapılacak. Meselenin alt metnindeyse sancılı bir çekişme var: Belediyenin bölgede küçük üretim yapan dükkanları, atölyeleri yerinden etmek; şehir dışına taşımak.
Milliyet Cadde, Yazı: Ali Tufan Koç, 18.03.2012
|
DEFİNE AŞKIYLA SPİL DAĞI'NI DELİK DEŞİK ETTİ
Manisa Spil Dağı'nda define aramaya çıkan H.G. (56)
suçüstü yakalandı.
Aylardır polis tarafından takip edilen ve birçok
yer kazan define avcısı bir çukurun içerisine
saklanmış olarak bulundu.
Bölgede büyük bir
definenin bulunduğunu rüyasında gördüğünü söyleyen
H.G., 'Dondurucu soğuklara rağmen gelip buradaki
kazı işlemini sürdürdüm. 9 aydır defineye ulaşmak
için çalıştım fakat yakalandım' dedi. H.G., izinsiz
olarak kaçak kazı yapmak ve ruhsatsız silah
bulundurmak suçlarından gözaltına alınırken, olayla
ilgili soruşturma ise devam ediyor.
Akşam, Haber: Ahmet Ünsal, 17.03.2012
|
|
'SATILIK' İLANI KAVGASI

İşadamı Vedat Yelkenci, dedesinin İbrahim
Çallı’ya yaptırdığı, “Anadolu Vapuru” adlı eserini
satmak istedi. Satışın sosyetede duyulmasını
istemeyen Yelkenci, Ahmet Keskiner ile anlaştı.
Ancak Keskiner satışı duyurunca Yelkenci, “Beni
rezil ettiler” diyerek 100 bin TL’lik dava açtı.
İngiltere’nin başkenti Londra’da yaşayan işadamı
Vedat Yelkenci, son dönemde yaşadığı maddi zorluklar
nedeniyle dedesi Lütfi Yelkencizade’nin ünlü ressam
İbrahim Çallı’ya özel olarak yaptırdığı, eski Türkçe
imzalı, 65x95 cm ebatlarındaki, tuval üzerine yağlı
boya tekniğiyle yapılan, aile yadigarı “Anadolu
Vapuru” adlı eserini satmaya karar verdi. Söz konusu
tablonun, müzayede dışı satılmasi için, bu işin
uzmanı olarak bilinen Alif Art Antikacılık A.Ş.
ortaklarından Ahmet Keskiner’in oğlu Bora Keskiner’e
ricada bulunduğunu öne süren Yelkenci, “9 Ağustos
2011’de Bora Keskiner’e gönderdiğim elektronik
postada, tablo hakkında gerekli bilgileri verdim.
Kendisine, tablonun satılmasının cemiyet tarafından
öğrenilmemesi için, müzayede dışı haricen satmak
istediğimi her görüşmemizde ısrarla belirttim. Alif
Art’ın yönetim kurulu üyesi Ahmet Keskiner, tabloya
90 bin TL değer biçti. Daha sonra tablo için, 95 bin
TL veren bir alıcı bulduklarını söylediler”
iddialarında bulundu.
Ahmet Keskiner’in, 13 Eylül 2011’de, 95 bin TL
karşılığı İngiliz sterlinini, banka hesabı üzerinden
kendisine gönderildiğini iddia eden Yelkenci, parayı
aldıktan sonra tabloyu, Londra’ya gelen Bora
Keskiner’e teslim ettiğini öne sürdü. Yelkenci,
teslimattan 3 ay sonra, davalı şirket tarafından
basılan ve tüm Türkiye’de dağıtılan bir katalogda,
11 Aralık 2011’de, İstanbul’daki Esma Sultan
Yalısı’nda düzenlenecek müzayedede, tablosunun 170
bin TL başlangıç fiyatıyla satışa sunulduğunu
öğrendiğini savundu. Katalogda, 2 tam sayfa, ailesi
ve tabloyla ilgili bilgiler verildiğini öne süren
Yelkenci, “Bora Keskiner, tabloyu kendilerine
aldığını hiçbir zaman bana söylemedi. Sürekli,
bulduğu müşteri adına pazarlık yaptığı izlenimi
yarattılar. Sattığım tabloyu, sanki tarafımdan
müzayedeye konulmuş izlenimi verdiler” iddialarında
bulundu.
Müzayededen ve tablosunun satışa çıkarılmasından,
arkadaşlarımın haberdar etmesiyle bilgi sahibi
olduğunu öne süren Yelkenci, Ahmet Keskiner ile oğlu
Bora Keskiner hakkında dava açtı. Davalıların,
müştereken hareket edip, kendisi üzerinden haksız
kazanç sağladığını iddia eden Yelkenci,
“Yaşadıklarım nedeniyle, maddi-manevi olarak
yıprandım ve derinden yaralandım. Gizlice elden
çıkarmak istediğim tablomun satışını, basın yoluyla
ilan ederek beni yerin dibine soktular” görüşünü
savundu. Davacı Yelkenci, davalı baba-oğul ile
şirketlerinden, 75 bin TL maddi, 25 bin TL de manevi
tazminat isteminde bulundu. Davanın görülmesine
önümüzdeki günlerde başlanacak.
Bu arada Vedat Yelkenci, Sylvester Stallone’nin,
eski eşi Brigitte Nielsen’le İngiltere’de aşk
yaşamasıyla tanınıyor.
Yelkenci, kendi tablosunun “ucuza” gittiğini, ünlü
Türk ressamı İbrahim Çallı’nın dava konusu
müzayedede satılan eserlerini örnek göstererek
ispatlamaya çalıştı. Yelkenci’nin iddiasına göre,
Çallı’nın müzayedede satılan eserlerinden natörmort
bir tablo açık artırmada, 700 bin TL’den 1 milyon
150 bin TL’ye, “Üsküdar” adlı eseri 289 bin dolardan
631 bin dolara, “Bostancı sahilinde gezintiye çıkan
kadınlar” isimli eseri de 1 milyon 150 bin TL’den 1
milyon 700 bin TL’ye alıcı buldu.
Vatan, Haber: Cahit Yüce, 17.03.2012
|
BU HALININ 2300 YILLIK BİR TARİHİ VAR

Balıkesir'in Sındırgı
İlçesi'nde birçok Yörük Köyü'nde, yıllardır süregelen gelenekler
doğrultusunda anne ve babalar, evlenen kızlarının
çeyizine, 2 bin 300 yıllık tarihe sahip
Pazırık halısına benzer
Yağcıbedir halısı koyuyor.
Dünyanın en eski halısı olarak bilinen yaklaşık 2
bin 300 yıllık tarihe sahip
Pazırık'a benzer desen ve tekniğin kullanıldığı
Yağcıbedir halısı, bölgedeki çok sayıda Yörük
Köyü'nde, birçok sıkıntıya rağmen tüm orijinalliğiyle
üretilmeye devam ediyor.
Sındırgı Yağcıbedir Halıcıları Derneği Başkan
Yardımcısı Ekrem Yavaş halı hakkında şunları
anlatıyor ''Sındırgı'daki Yörük köyleri, Orta
Asya'dan Anadolu'ya geldikleri günden bugüne kadar
aynı desen ve teknikle halı dokuyorlar.
Yağcıbedir halısının desenleri Yörüklere
göredir. Yaklaşık 2 bin 300 yıl önce Orta Asya'da
nasıl dokunuyorsa Sındırgı'da da aynı dokunuyor.
Yağcıbedir ile
Pazırık halılarındaki desenler, teknik, düğüm,
yün ve boyalar aynı. Düğümler iki çeşittir.
Yağcıbedir halısında kullanılan düğüm tekniği,
kravat düğümü dediğimiz hekim düğümüdür. Türk düğümü
de denir. İkincisi de İran düğümüdür ve tek
düğümdür.
Yağcıbedir halısında kullanılan düğüm kaba
olabilir, ama daha sağlamdır. Aynı düğüm,
Pazırık halısında da vardır."
Yünün kırkılmasından, boyanın hazırlanmasına ve
özenle atılan düğümlerle birbirinden anlamlı
desenlerin çıkmasına kadar büyük bir özveriyle
dokunan el halısı Yağcıbedir, bu alana ilgi
duyanlardan büyük talep görüyor.
Yurt dışına ihracatı gerçekleştirilen
Yağcıbedir halısı, bölgede yıllardır süregelen
gelenekler doğrultusunda adete altın gibi
saklanıyor, ihtiyaç duyulduğunda satılıp, gelir
sağlanıyor.
ÇEYİZE VE KIZA NAZAR DEYMESİN DİYE
Sındırgı Yağcıbedir Halıcıları Derneği Başkan
Yardımcısı Ekrem Yavaş, bir
Yağcıbedir halısının özelliğini kaybetmeden
150-200 yıl kullanılabildiğini, yüzlerce yıl da
saklanabileceğini söyledi.
6 metrekarelik bir halının yaklaşık 2 bin 500 bin
liraya satıldığını ifade eden Yavaş, yapılan işe
göre çok düşük kalan fiyat nedeniyle üretiminin
giderek azaldığını bildirdi.
Yağcıbedir halısının bölgede başlı başına bir
kültür olduğunu anlatan Yavaş, şöyle konuştu:
Çeyize konulan halıların renkleri önemlidir.
Lacivert ve beyaz zeminli olarak halı, iki çeşittir.
Her genç kıza yaşına ve ailenin maddi imkanına göre
10 ve katları şeklinde çeyiz halısı verilir. 10
halının dokuzu lacivert, biri beyaz olur. En üste
beyaz serilir. Çeyize bakmaya gidenler, önce beyazı
görürler ve beyaz nazarı yok eder. Sonra diğerlerine
bakarken nazar, çeyize ve evlenecek kıza değmez. Bir
anlamda kötü, negatif düşüncelerin
uzaklaştırıldığına inanılır. Ailenin bereketinin bu
şekilde sağlandığına inanılır.
Halının modelleri ve motiflerinin aradan yüzyıllar
geçse de değişmeyeceğini vurgulayan Yavaş, bu
yüzden, bugün alınan bir halının 70 yıl sonra da tüm
özelliklerini koruyacağını söyledi.

Halıların çeyize konulmasının da bir anlam ve amaç
taşıdığını dile getiren Yavaş, şunları kaydetti:
''Yağcıbedir halısını, 20, 30 ya da 50 yıl sonra da
satsanız aynı değerini korur. Çeyizdeki halılar, zor
ya da ihtiyaç duyulan günler için saklanır. Günü
geldiğinde, çift ev, traktör alacağı zaman ya da
acil ihtiyaç duyulduğu bir dönemde halıları satarak
gelir sağlar. Altın bozdurur gibi halıları satarak
paraya dönüştürürler. 6 metrekarelik 20 halı, bugün
yaklaşık 50 bin lira eder. İhtiyacı olana kadar
kızlar, bu halılara gözü gibi bakar ve satmaz.''
Habertürk, 17.03.2012
|
MİLYARDERLERİN KULAĞI YASADA, GÖZÜ BU YALIDA
Topçu
sınıfı komutanı Zeki Paşa’nın Baltalimanı’ndaki
yalısı, 115 milyon dolarla dünyanın en büyük
müzayede şirketi Sotheby’s’in satışa çıkardığı en
değerli gayrimenkul oldu. Turizm imarı olan 23 odalı
Zeki Paşa Yalısı’nı ABD’lilerden sonra İngilizler de
butik otel yapmak için istiyor. Ortadoğulu milyarder
aileler ise yalı için mütekabiliyet yasasını
bekliyor.
Boğazın en gözde malikanelerinden Zeki Paşa Yalısı,
dünyada satışta bulunan en değerli gayrimenkul oldu.
Yalı, 115 milyon dolarla dünyanın en büyük müzayede
şirketi Sotheby’s’in listesinde zirveye oturdu.
Osmanlı döneminde topçu sınıfının komutanı Zeki
Paşa’nın 3. kuşak aile bireylerinin oturduğu yalıyla
ABD’lilerden sonra İngiliz turizm devleri de
ilgilenmeye başladı. Ortadoğulu milyarder aileler
ise yalı için araştırma yapmaya başladı. Yalıyı
satın almak isteyen Arap, Rus ve Azeri
milyarderlerin kulağı mütekabiliyet yasasında.
Yabancıların Türkiye’de mülk satın almasını
kolaylaştıracak yasanın çıkmasını bekleyen
milyarderlerin ilk hedefi Zeki Paşa Yalısı...

Sotheby’s Türkiye Genel Müdürü Arman Özver,
yalının turizm imarı olmasının değerini
yükselttiğini söyledi. Yasa ile Ortadoğu, Rus ve
Azeri ailelerin önünün açılacağını anlatan Özver,
“Yasa 2-3 hafta önce Meclis alt komisyonundan geçti.
Yabancı yatırımcılar da yasaları ve sektörü bizim
kadar yakından takip edip bekliyorlar” dedi.
Sektörde yasa ile fiyat artışı beklentisi oluştuğunu
belirten Özver, bu düşüncenin yanlış olduğunu, Zeki
Paşa Yalısı’nın fiyatını artırmayacaklarını
vurguladı. Zeki Paşa Yalısı’nın konumu ve
mimarisiyle birçok metropoldeki gayrimenkul
fiyatlarını geride bıraktığını ifade eden Özver
şöyle konuştu: “Dünyada 590 Sotheby’s ofisi var.
Zeki Paşa Yalısı bina olarak dünyada ilk sırada.
Londra, Paris ve Güney Fransa’da Zeki Paşa Yalısı
kadar estetik ve mimari açıdan değerli bir bina yok.
Yalıyı Amerikalı bir grup butik otel yapmak istiyor.
İngilizler de otel olarak bakıyor. Mütekabiliyet
yasasıyla Türk ortaklı şirket kurma çözümüne de
gerek kalmayacak. Kendi şirketleriyle satın alıp
işletebilecekler.”

İstanbul Boğazı Baltalimanı, Rumelihisarı’ndaki
yalı, XIX. yüzyılın ikinci yarısında Fransız mimar
Alexandre Vallaury tarafından Sultan II. Abdülhamit
dönemi nazırlarından Müşir Zeki Paşa için
yaptırıldı. Yaklaşık 150 yıllık barok yalıyı yapan
Vallaury’nin İstanbul’daki birçok önemli binada
imzası bulunuyor.
1883’ten 1908’e kadar Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi’nde mimarlık öğretmeni olarak da ders
veren Vallaury, İstanbul Arkeoloji Müzesi ana
binası, İstinye’deki Afif Paşa Yalısı,
Bağlarbaşı’ndaki Mecid Efendi Köşkü, Galata’daki
Osmanlı Bankası, Haydarpaşa Lisesi, İstanbul Erkek
Lisesi ve Beyoğlu’nda Pera Palas otelinin de
mimarı... Yalıda halen Zeki Paşa’nın torunlarının
çocukları oturuyor. Satma nedenini açıklamayan aile
yalı için 115 milyon dolar istiyor. Boğaz’ın en
görkemli malikanelerinden olan Zeki Paşa Yalısı 2.
boğaz köprüsünün ayağında bulunuyor.
Yalılar niye satılıyor?
Arman Özver İstanbul Boğazı’ndaki yalıların satış
nedenini şöyle açıklıyor: “Yalı sahibi aileler
küçülüyor. Çocukları ya da torunları yurtdışına
gidiyor. Yalılar büyük geldiği için satmak
istiyorlar.”
Yeniköy’de bulunan Şehzade Burhaneddin Efendi Yalısı
100 milyon euroluk fiyatıyla Boğaz’ın fiyatı
açıklanmış en değerli yalısı.
64 odaya sahip yalı halen Erbilgin ailesine ait ve
Erbilgin yalısı olarak anılıyor. Şehzade Burhaneddin
Efendi Yalısı, Kıbrıslı Yalısı’nın ardından en uzun
rıhtımın da sahibi.
- Zeki Paşa Yalısı’nın 5 katta 3 bin metrekareye
yakın kapalı kullanılabilir alanı var.
- Yalı 4 bin metrekarelik bahçe ve 130 metrelik
rıhtıma sahip.
- 23 oda ve 4 salonu bulunan Zeki Paşa yalısında 8
adet de banyo ve tuvalet var.
- Bahçesinde ağaçların da bulunduğu yalıda 4 araçlık
bir otopark mevcut.
Vatan, Haber: İlker Pehlivan, 17.03.2012
|
RESTORASYON DEĞİL, SIVAMA!



İstanbul’un fethiyle camiye
dönüştürülen Arap Camii’nde, 700 yıllık
freskler,restorasyon çalışmaları kapsamında
kapatıldı.
Arap Camii’nde, 1999 depreminde ufak çapta hasar
meydana geldi, sıvalar döküldü ve altından kilise
olduğu dönemlere ait
freskler ortaya çıktı. Cemaat, yaklaşık 11 yıl
boyunca
freskleri perdeyle örterek ibadetlerini yerine
getirdi.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, en son 1913 yılında
onarılan cami için 2008’de
restorasyon kararı aldı.


Anıtlar Kurulu
tarafından aynı yıl onaylanan proje kapsamında
restorasyon çalışmaları başlatıldı. Yapıda,
depremden sonra ortaya çıkan
fresklerle ilgili ne yapılacağı bilim kurulu
arasında tartışma konusu oldu.
Mekanın cami olarak kullanılıyor olması ve
fresklerin korunabilmesi gerekçe gösterilerek
tekrar kapatılmaları kararlaştırıldı. Bakımı yapılan
freskler, üzerleri koruyucuyla kaplandıktan
sonra alçıpanla örtülerek sıvandı. 700 yıl sonra
günışığına çıkan
freskler, belirsiz bir tarihe kadar tekrar sıva
altına gömülmüş oldu.
TÜRKİYE’DE TEK ÖRNEK
Camideki freskler hakkında çalışma yapan Mimar Sinan
GSÜ Öğretim Görevlisi Yar. Doç.Dr. Haluk Çetinkaya,
“Gotik bir kilise olan yapı, Katoliklerle
Ortodoksların kanlı bıçaklı oldukları 14’üncü
yüzyılda inşa edilmiştir. Bir Katolik kilisesi
olmasına rağmen inşasında ve fresklerin yapılmasında
Bizanslılar, yani Ortodoks Hıristiyanlar bizzat
çalışmıştır. Bu özelliğiyle Türkiye’deki ilk ve tek
örnektir. Freskler de dünyadaki özel fresklerdendir”
dedi.
Fresklerin duvarlarından sökülerek Arkeoloji
Müzesi’nde sergilenebileceğini dile getiren
Çetinkaya, “İstanbul’da benzer yapılarda üzeri
açılıp kapanabilen tahta kapaklarla ya da perdelerle
kapatılan freskolar vardır. Üstünü sıvadıktan sonra
hiçbir anlamı kalmaz” diye konuştu.
Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 17.03.2012
******
İŞTE KAPATILAN 700 YILIK FRESKLER
İstanbul’un fethiyle
camiye dönüştürülen Karaköy’deki
Arap Camii iç duvarlarındaki sıvalar, 1999
depremi sırasında döküldü. Sıvaların altından
yapının
Dominiken Kilisesi olarak yapıldığı 14’üncü
yüzyılın ilk çeyreğine ait
fresklerin bir bölümü ortaya çıktı.

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yaptırdığı
restorasyon çalışmalarında ortaya çıkan ve
sessiz sedasız üstleri sıvanan 700 yıllık
fresklerin fotoğraflarınıysa
HABERTÜRK ele geçirdi.
Fotoğraflardaki, mihrap
bölümünün güney yan duvarında, mihrabın üst
bölümündeki tonozda ve tavan arasındaki duvarlarda
ortaya çıkan
freskler
restorasyon çalışmalarının başladığı 2010 yılına
kadar açık kaldı.
Cami cemaati, yaklaşık 11 yıl boyunca zaman zaman
perdeyle örttüğü bu
fresklerin altında namaz kıldı.
Restorasyonda, hiç kimsenin camiye giriş
yapmasına izin verilmedi. Alçıpanla kaplanan
freskler üstü sıvanarak kapatıldı. Yapının tavan
arasında kalan ve cemaatin görmesinin mümkün
olmadığı freskler de aynı yöntemle kapandı.
Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 21.03.2012
|

|
KUTSAL EMANET ÇALINDI
Balıkesir’in Bandırma İlçesi’ndeki Tekke Camii’nde bulunan ve kutsal emanet olarak kabul edilen Kabe örtüsü kimliği belirsiz kişiler tarafından çalındı.
Tekke Camii'nde Suudi Arabistan'dan getirilerek camdan yapılmış dolap içinde saklanan Kabe'nin örtüsü kimliği belirsiz kişiler tarafından çalındı. Akşam namazı için camiye gelen İmam Adem Turhan örtünün yerinde olmadığını görünce '155 Polis İmdat' hattını arayarak hırsızlığı bildirdi. Camiye gelen polis ekipleri, görgü tanıklarının ifadeleri doğrultusunda 35 yaşlarında bir şüphelinin eşkalini belirledi. Olayla ilgili başlatılan soruşturma sürdürülüyor.
Saba, 17.03.2012
|
TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIĞININ 3'TE BİRİ İSTANBUL'DA
Türkiye genelinde 98 bin 228 korunması gerekli
taşınmaz kültür varlığı yer alıyor. En çok tarihi
eser, tarihi 8 bin yıl öncesine dayanan ve 3
imparatorluğa başkentlik yapan İstanbul'da yer
alıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün
tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür,
din ve güzel sanatlarla ilgili yer üstünde, yer
altında veya su altındaki korunması gerekli taşınmaz
varlıkların sayısına ilişkin yayımladığı
istatistiklere göre, 5 bin yıllık uygarlık tarihi
izlerinin görüldüğü Anadolu'da, 98 bin 228 korunması
gerekli taşınmaz kültür varlığı bulunuyor.
Bunların 60 bin 823'ünü sivil mimarlık örnekleri, 8
bin 503'ünü dinsel yapılar, 9 bin 518'ini kültürel
yapılar, 2 bin 458'ini idari yapılar, 1023'ünü
askeri yapılar, 3 bin 312'sini endüstriyel ve ticari
yapılar, 3 bin 210'unu mezarlıklar, 227'sini
şehitlikler, 313 anıt ve abide, 6 bin 808'ini doğal
varlıklar, 1973'ünü kalıntılar ve 60'ını da
korunmaya alınan sokaklar oluşturuyor.
İSTANBUL’U BURSA
VE İZMİR İZLİYOR
Türkiye genelinde en çok tarihi eser, tarihi 8 bin
yıl öncesine dayanan ve 3 imparatorluğa başkentlik
yapan İstanbul'da yer alıyor.
İstanbul'da, 24 bin 348'i sivil mimarlık örneği,
1090'ı dinsel yapı, 1941'i kültürel yapı, 440'ı
idari yapı, 62'si askeri yapı, 463'ü endüstriyel ve
ticari yapı, 499'u mezarlıklar, 9'u şehitlikler,
69'u anıt ve abideler, 1383'ü doğal varlıklar, 541'i
kalıntılar ve 6'sı korunmaya alınan sokaklar olmak
üzere toplam 30 bin 851 korunması gerekli taşınmaz
kültür varlığı bulunuyor.
İstanbul'dan sonra 6 bin 528 ile en çok tarihi ve
doğal eserin bulunduğu Bursa'yı 6 bin 237 eserle
İzmir ve 4 bin 118 eser ile Muğla izliyor.
Korunması gerekli taşınmaz kültür varlığının en az
olduğu iller ise Hakkari, Ağrı ve Kırşehir.
Koruma altına alınan sokakların 14'ü Şanlıurfa'da,
askeri yapıların 80'i Antalya'da, şehitliklerin
46'ısı Çanakkale'de, doğal varlıkların 2 bin 325'i
ise Bursa'da bulunuyor.
Ntvmsnbc, 16.03.2012
|
SURİÇİ'NİN BOZULAN ÖZGÜN DOKUSU YENİDEN İNŞA
EDİLİYOR
İstanbul'un tarihi dokusuna uymayan birbirinden
farklı imar planları bir çok tarihi mekan ve
eserin yok olmasına neden oldu. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi, arşivden çıkardığı
fotoğraflardan kaybolan tarihi sokak, cadde,
hamam ve medrese gibi anıt eserlerin önce yerini
tespit ediyor. Ardından da ihya ediyor.
Suriçi'nde yanlış imar yapılanması yüzünden
bin 560 hektarlık alandan geriye sadece 300
hektarlık özgün doku kaldı. Yoğunluk
arttıran imar planlarının yanı sıra ana
ulaşım akslarının sur içinden geçmesiyle
tarihi doku yavaş yavaş ortadan kalktı.
Şehrin kimliğini oluşturan bu eserlerin
bazıları ise günümüzde yeniden inşa
ediliyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Tarihi Çevre Koruma Müdürü Cem Eriş,
rekonstrüksiyon çalışmalarıyla birçok eserin
tespit edildiğini ve yeri müsait olanların
yeniden yapıldığını söyledi.
Bin 560 hektarlık alandan oluşan
Suriçi'nde 50 bin adet parsel bulunuyor. Bu
alandaki tescilli kültür varlığı olarak
kayıtlı parsel-yapı sayısı sadece 10 bin
civarında. Bin 560 hektarlık alandan geriye
sadece yaklaşık 300 hektarlık özgün doku
kalmış. Cem Eriş, imar hareketleri sonucu
Suriçi'nde bin 250 hektarlık yerleşim ve
özgün doku, cadde, bulvar, yeşil alan yapmak
için ortadan kaldırıldığını söyledi.
Anıt eserlerden sadece büyük yapıların
günümüze ulaştığını belirten Eriş "Önemli
eserlerin çoğu, zamanla satılmış. Vaktiyle
medrese harabeleri 100 kuruşa satılmış. Yol
ve park yapmak için İstanbul'u var eden
önemli simgeler satılıp yıkılmış. 1980'lerde
yapılan istimlakler nedeniyle camiler,
medreseler kaybolup gitmiş." şeklinde
konuştu. İstimlak edilerek eserlerin yok
edilen eserlerin yavaş yavaş ihya edildiğini
anlatan Eriş "Biz şimdi koruma planları
hazırlarken kayıp eserleri de gün yüzüne
çıkarıyoruz. Bulunan eserin yeri müsaitse
yani üzerinde bir yapı yoksa ihya ediyoruz."
dedi.
Eriş, Süleymaniye yapılan yenileme
çalışmaları sayesinde 56 yapının yeniden
inşa edildiğini söyledi. 23 projenin yapım
çalışmalarının devam ettiğini anlatan Eriş,
26 proje için de ihaleye çıkılacağını
aktardı. Tüm İstanbul'un kayıp eserlerini
bulmak için çalıştıklarını anlatan Eriş
"Mihrişah Valide Sultan Camii de bunlardan
biri. CHP 1940'lı yıllarda minaresini yıkıp
lokal binası yapmış. Sonra zamanla da
yıkılıp gitmiş. Biz 14 senelik emeğin
ardından sonunda tescil ettirdik ve eski
fotoğraflarını kullanarak projesini çizdik.
Şimdi bir sponsor da bulduk ve yeniden
yapacağız." şeklinde konuştu. İstanbul'da
birçok eserin kaybolduğunu anlatan Eriş,
Süleymaniye'de katlı otopark olarak
kullanılan yapının yerinde eskiden Ali Paşa
Sarayı'nın bulunduğunu söyledi.
İstanbul'un kent kimliğine uygun imar
edilmediğini ifade eden Eriş "İstanbul'u
planlayalım derken hep zarar verilmiş.
Osmanlı mimarisinde büyük bulvarlar,
meydanlar yoktur. Küçük mahalleler vardır.
1936'da Henri Prost'un yaptığı imar planında
ise büyük bulvarlar var. Bu bulvarların
yapılması için onlarca medrese, cami, hamam
yok edilmiş. Yapılan bulvarlar bugün hala
tanımsız ve kimliksiz." diye konuştu.
Suriçi'nde 50 bin parselden sadece 10
bininin tescilli olduğunu dile getiren "
1940'lardan 1990'lı yıllara gelene kadar 50
yıl içinde ortadan kaldırılmış ya da
betonarme yapılara dönüştürülmüş. Suriçi
İstanbul'daki bu tahribatın boyutunu göz
önünde tuttuğumuzda kalan son özgün dokunun
korunması için dört koldan çalışmak
gerekiyor." dedi.
Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 16.03.2012
|
WARHOL'UN ELVIS TABLOSU SATILIYOR
ABD'li ünlü ressam, film
yapımcısı ve yayıncı
Andy Warhol'un
Elvis Presley'i kovboy
olarak tasvir ettiği tablosu, 9 Mayıs'ta New York'ta
açık artırmada satılacak.
Sotheby's Müzayede Evi'nde yapılacak açık artırmada
Warhol'un ''Double Elvis'' (Ferus Type) adlı
tablosunun 30-50 milyon dolara alıcı bulması
bekleniyor.
Tablo, 1963 yılında Los Angeles'taki Ferus Galeri'de
sergilenmişti.
Warhol, Elvis'in 22 tablosunu yapmıştı. Bu
tablolardan 9'u çeşitli müzelerde sergileniyor.
''Pop Art'ın babası'' olarak tanınan Warhol'un
1963-64 yıllarında yaptığı ''Self-Portrait
(Otoportre)'' adlı tablosu, geçen yıl 38,4 milyon
dolara satılmıştı.
Warhol, 1987 yılında 58 yaşında yaşamını yitirmişti.
Habertürk, 16.03.2012
|
|
DİYARBAKIR'IN İLK VALİSİ SAHABE SULTAN SASA'NIN
TÜRBESİ ÇÖPLÜKTEN KURTARILACAK
Diyarbakır'ın ilk Müslüman valisi sahabe Sultan
Sasa'nın önce 'kilise kalıntısı' raporu
verilerek işyerine dönüştürülmesi planlanan,
daha sonra kaderine terk edilen türbesiyle
ilgili Diyarbakır Valiliği soruşturma başlattı.
Vali Mustafa Toprak, "Sultan Sa'sa'nın
manevi şahsına yakışır bir projenin
hazırlanıp uygulanması amacıyla gerekli
çalışmaların bir an önce tamamlanması için
çalışmalar takip edilecektir." dedi.
Hazreti Ömer'in hilafeti döneminde (639)
İyaz Bin Ganem komutasındaki İslam ordusu
tarafından fethedilen Diyarbakır, Anadolu'da
İslamiyet ile şereflenen ilk şehir olma
özelliğini taşıyor. Aynı zamanda bir
sahabenin valilik yaptığı Türkiye'nin tek
şehri olan Diyarbakır, Hz. Ömer'in atadığı
sahabelerden Vali Sultan Sasa'nın makamına
gerekli ilginin gösterilmesini bekliyor.
Çöplüğe dönüşen makamla ilgili incelemeyi
tamamlayan Diyarbakır Valiliği, konu ile
ilgili yazılı bir açıklama yaptı. Vakıflar
Bölge Müdürlüğü tarafından daha önce
hazırlanan 2 projenin durdurulduğunu
belirten Valilik, söz konusu mekanın Sultan
Sasa'nın manevi şahsına yakışır şekilde,
dönemine uygun olarak yeniden yapılması
yönünde talimat verildiğini hatırlattı.
Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak,
"Tarafımızdan verilen talimat çerçevesinde
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nce hazırlanan yeni
bir proje, Diyarbakır Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu'na sunulmuştur.
24.02.2012 tarih ve 377 sayılı karar
doğrultusunda Koruma Kurulu'nun talepleri
yerine getirilerek yeniden hazırlanan proje
en kısa zamanda Koruma Kurulu'na teslim
edilecektir. Valiliğimiz Diyarbakır'ın ilk
Valisi Sultan Sasa'nın manevi şahsına
yakışır bir projenin hazırlanıp uygulanması
için gerekli çalışmaların bir an önce
tamamlanması için takibini sürdürmektedir."
dedi.
Sultan Sasa'nın 1925 yılına kadar medfun
bulunduğu türbe için 3 yıl önce Diyarbakır
Müze Müdürlüğü, 'Roma dönemine ait kilise
kalıntısı' raporu düzenlemişti. Bunun
üzerine Vakıflar Bölge Müdürlüğü, sahabe
makamı üzerine üç katlı bir iş merkezi
yapmayı planladı. Halktan gelen tepkiler
üzerine iş merkezi projesi iptal edildi.
Ancak sahabe makamı kaderine terk edildi.
Sahabe türbesinin çöp içinde kaldığı yönünde
basında haberlerin yer alması üzerine
Diyarbakır Valiliği soruşturma başlatmıştı.
Zaman, Haber: İsmail Avcı, 16.03.2012
|
ANKARA'YA 'SELÇUKLU' GİYDİRMESİ

Ankara Büyükşehir Belediyesi, 17 yıldır şehrin tarihi, kültürel ve mimari değerlerini, erken Cumhuriyet dönemi yapılarını sahipsiz bıraktı. Büyük bir çöküş yaşayan Kızılay da (üstte) cabası.
Ankara Büyükşehir Belediyesi, Sıhhiye'den
Kuğulu'ya kadar uzanan ve tüm Kızılay'ı kapsayan çok
geniş bir alanda binaların dış cephelerini Selçuklu
mimarisi özellikleriyle giydirmeye hazırlanıyor.
Ankara’yı giydirme projesinin kararı, aslında
Aralık 2010’da alındı. Ama o zamanlar Selçuklu lafı
geçmiyordu. Mayıs 2011’den sonra ise Selçuklu tarzı
dillendirilmeye başladı.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı
Melih Gökçek, ilki 11 Ocak 2012, ikincisi de 28
Şubat 2012 olmak üzere iki kez bölge esnafları ve
bina sahipleriyle toplantı yaptı. Bu toplantılarda
Gökçek, projenin Sıhhiye’den başlayıp Kuğulupark’a
uzanan bölgeyi kapsayacağını ve 14 ay içinde
tamamlanacağını söyledi. Son olarak ise 4 Mart’ta
basına yansıyan açıklamasında
Ankara’ya beş farklı giriş noktası olduğunu ve
bu giriş noktalarına Selçuklu mimarisiyle beş kapı
yapacaklarını belirtti.
Ankara’nın kimliği!
Ankara’nın tarihi Tunç Çağı Hatti uygarlığından,
milattan önce ikinci milenyumda Hitit uygarlığı
dönemine, ardından milattan önce 10. yüzyıldaki
Frigya uygarlığına, oradan Lidyalılar, Persler,
Makedonyalılar, Galatyalılar,
Roma İmparatorluğu ve Bizans İmparatorluğu’na,
Selçuklulara, Osmanlılara ve son olarak da
Cumhuriyet Türkiyesi’ne uzanan çok uzun ve önemli
bir tarihi birikim ve miras üzerinde yükselir.
Anakent Belediyesi’nin 2007’de yayımladığı ‘Tarih
İçinde
Ankara’ kitabına göre başkentte Selçuklu
döneminden kalma 12 eser mevcutken,
Roma döneme ait 17, Bizans dönemine ait 7 eser
var.
Nitekim Cumhuriyetin başlarında, tam da bu özellik
nedeniyle,
Anadolu’nun tüm kültürel mirasını Batı’nın
çağdaş mimari zenginliğiyle sentezleyen bir
kentleşme ve mimari oluşturma stratejisi
benimsenmişti. Başkentte Cumhuriyetin kuruluş
yıllarına ait eser sayısı ise 97.
Kısacası, Selçuklu-Osmanlı mirasının da
Ankara’nın ve
Anadolu’nun çok önemli kültürel hazineleri
olduğuna kuşku yok, ama ne
Ankara ne de
Anadolu bunlardan ibaret. Ayrıca, Selçuklu
mimarisinin Konya, Kayseri ve Sivas gibi şehirlerde
bıraktığı derin izler,
Ankara’da hiçbir zaman mevcut olmadı.
Mimari/kültürel yön değişimi
Aslında bu giydirme projesi,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim öncesinde
Ankara için açıkladığı çılgın projeler arasında
da yer alıyordu. Erdoğan o konuşmasında Ahmet Hamdi
Tanpınar’ın ‘Beş Şehir’ adlı eserine atıfta
bulunarak, “Kale’de ve onun eteğine serpilmiş
mahallelerinde Türk velileri
Roma ve Bizans taşlarıyla sarmaş dolaş yatarlar”
şeklinde bir cümle kullanmış ve bu sözleriyle
Ankara’nın yukarıda özetlediğimiz medeniyetler
beşiği ve bileşkesi olma özelliğine göndermede
bulunmuştu.
Fakat Başbakan’ın açıklamalarının bütününde, bu
sözleriyle çelişkili şekilde,
Ankara’nın kimliği ve mimarisine ilişkin bu
büyük kültürel senteze alternatif bir başka sentez
yaratma önerisi egemen durumdaydı. Erdoğan’ın
yalnızca seçim öncesi
Ankara’da yaptığı konuşma da değil, kentsel
mimariye ilişkin son yıllar içindeki pek çok
açıklamasında, bol miktarda Selçuklu-Osmanlı
mimarisi ve mirasını canlandırmaya yönelik vurgulara
rastlamak olası...
AKP Genel Merkezi’nin Selçuklu mimarisi
temelinde inşa edilmesi bu yaklaşım çerçevesinde
olsa gerek.. Ayrıca şimdi Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı görevini üstlenen Erdoğan Bayraktar’ın
TOKİ Başkanı iken yaptığı “Osmanlı ve Selçuklu
mimarisine yöneleceğiz” açıklaması da bu yön
değişiminin önemli belirtilerinden biriydi.
Bu anlayış Selçuklu’dan geride
Anadolu Selçukluları,
Anadolu’daki mevcut mimari birikimden
olabildiğince etkilendi ve yararlandı. Bu köklü
mirası reddetmek, sıfırlamaya çalışmak yerine bu
zengin mirasa ve o çağın mimari anlayışına önce
göçebe ve sonra da
İslam kültüründen beslenen kendi anlam
dünyalarını katarak, bu mimariye bazı yeni renkler
kattılar. Bu nedenle Selçuklu mimarisini gotik
mimariden ve kübik çizgilerden bağımsız
düşünemezsiniz. Ortaçağa hakim olan mistik anlayış,
Selçuklu mimarisinde de yansımasını buldu ama
Selçuklu mimarisinin çağdaş emsallerine göre daha
seküler olduğu söylenebilir. Selçukluların mimari
alanda sanıldığının aksine ibadet yapılarına değil
de kervansaray ve han gibi ticari kamusal alanlara
önem vermesi, bu açıdan son derece anlamlı bir
gösterge.
Tüm bunlar da gösteriyor ki, Selçuklular, bundan
1000 yıl öncesinde yaşamalarına rağmen, bugün bize
tek ya da temel istikamet olarak Selçuklu mimarisini
gösterenlerden, zihniyet olarak çok daha ileride.
Yapılması gereken belli
Ankara’nın Selçuklu mimarisi ile var olan
tarihsel dokusunu yok edip yeni bir yapılandırmaya
gitme çabaları, bir insanın hafızasını sıfırlama
gayretinden farklı değil. Bu gayretlerin varacağı
yegane sonuç ise, kimliksizleştirme ve
kişiliksizleştirme olacaktır.
Büyükşehir Belediyesi 17 yıldır
Ankara’nın tarihi, kültürel ve mimari değerleri
olan Augustus Tapınağı,
Roma Hamamı,
Ankara Kalesi,
Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Hacı Bayram gibi
önemli değerleri sahipsiz bıraktı. Erken Cumhuriyet
döneminin görkemli mimari yapıları bozulmaya terk
edildi, yanlış kullanımlarla değer kaybına
uğratıldı. Kent merkezi Kızılay’da büyük bir çöküş
yaşanmasına neden olundu.
Yapılacak giydirmenin estetik özelliklerini ya da
Ankara’nın tarihsel ve kentsel kimliğine ilişkin
ciddi bir sapmanın işaretleri olmasını bir yana
bırakarak konuşsak bile,
Ankara’nın ve Kızılay’ın sorunları yalnızca
giydirme yapılarak çözülecek sorunlar değil.
Kızılay’ın yayalaştırılması, bulvarların
otobanlaştırılmaktan vazgeçilmesi, kentin büyük bir
meydana kavuşturulması gerekiyor. Tarihi mirasın
zenginliğine sahip çıkan, erken Cumhuriyet döneminin
mimari yaklaşımını çağdaş gelişmelerin ışığında
yeniden üreten bir anlayışla,
Ankara’nın bu kötü gidişine dur demek ve kent
merkezi Kızılay’ı insan öncelikli bir anlayışla
iyileştirmek zorunlu.
Radikal İki, Yazı: Mahmut Üstün / Çankaya
Belediyesi Basın Yayın Müdürlüğü, 13.03.2012
|
11 - 17 Mart 2012
|
KADIKÖY'DE TİMSAH
POLEMİĞİ

Kadıköy Yoğurtçu
Parkı'na dikilmek istenen Fenerbahçe kaptanı Alex
heykeli ile ilgili tartışmalar sürerken bir heykel
krizi daha çıktı...
Belediye, ilçeyi sanatla
canlandırmak isterken ilginç bir hataya imza attı.
Yetkililer bölgede
yaşadığı gerekçesiyle meydana
timsah heykeli
yaptırdı.Ancak sonradan anlaşıldı ki
Kadıköy'de yaşayan
timsahlar değil kertenkelelermiş.
İstanbul Teknik Üniversitesi'ndenfosil
bilimci Prof.Dr. Mehmet Sakınç
İstanbul'da hiçbir zaman timsahın
yaşamadığını söyledi.
Sakınç, "Timsahlar akarsularda ve göllerinbazı
bölgelerinde yaşar. İstanbul'un
genç dönemlerinde denizde fok balığı ve
pelikanlar bulunmuştu. İstanbul
tropikal bölge değil yani hiç timsah olmadı" dedi.
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Veterinerlik
Fakültesi'nden Prof.Dr.VedatOnar da İstanbul'un
ikliminin timsahlar için elverişli olmadığını ifade
etti.
Kadıköy Belediyesi'ni bu yanlışa götüren bilginin
Amasyalı bilgin Strabon'un Coğrafya adlı kitabı
olduğu ortaya çıktı. Hatta kitaptan alınan bir
bölüm, heykelin yanına da yazıldı. Yazıda şunlar yer
alıyor: "Khalkedon’daki (Kadıköy) tapınağın içinde
küçük timsahların beslendiği bir pınar vardı"
Yapılan inceleme sonrası metindeki
timsah kelimesinin
çeviri hatası olduğu belirlendi. Bu yanlışı, Eski
Çağ Tarihi Uzmanı Prof.Dr. Oğuz Tekin makaleyle
belgeledi.
Bugün, 16.03.2012
|
ORTAYLI: SURİÇİ İÇİN
DEMOKRASİ OLMASIN
Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr. İlber
Ortaylı, Fatih Belediyesi sınırlarında bulunan
Suriçi bölgesinin özel bir kanunla yönetilmesini
savundu. İstanbul semtleri grubunun toplantısında
konuşan Ortaylı, Suriçi'nin İstanbul'un genelinden
idari ve bütçe olarak da ayrı ele alınmasını
önererek şunları söyledi: "Payitaht bu modelle idare
edilemez. Suriçi'nin seçim sistemi dışına
çıkarılması gerekiyor. Bu bölge için demokrasiden
vazgeçilsin. Bu atamayı iktidar da yapabilir,
cumhurbaşkanı da. Burası ancak özel yetkilerle idare
edilebilir. Suriçi İstanbul suriçinde kalmayacak
kadar herkesin şehridir. Dünyanın en önemli
müzeleri, abideleri buradadır. Onunla ilgili gelişme
ve düzenlemeler hepimizi ilgilendirmelidir. Bütçesi,
kadroları ona göre düzenlenmelidir."
Ortaylı'nın bu önerisine farklı bir yaklaşım sanat
tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu'ndan geldi.
Göncüoğlu, "Mesele atanmışlık seçilmişlik değil.
Darbe döneminde atanan belediye başkanları görev
yaptı. Seçilenler de partinin atamasıyla seçiliyor.
Tarihi yarımadayı yönetmeye talip olanların
İstanbul'la geçmiş duygusal bağları olması gerekir.
Valisi de belediye başkanı da tam görevleri sona
ererken İstanbul'u öğreniyor" diye konuştu.
Gazeteci-yazar Beşir Ayvazoğlu Ortaylı'nın önerisine
kısmi destek verdi: "Seçilmişler tarafından
yönetilmesi taraftarıyım. Ama tarihi yarımadaya özel
statü kazandırılmasını da düşünenlerdenim. Atanmışın
Suriçi bölgesini yönetmesi için ciddi kanun
değişikliği gerekir. Ama ben seçilmişlerin
yönetmesini tercih edenlerdenim. Tarih şuuru yoksa
ister atanmış ister seçilmiş hiçbir şey değişmez.
Önemli olan şehri yönetenin şehri bilmesi, tanıması,
tarih şuuru ile yönetmesidir."
Sabah, Haber: Zeynel
Yaman, 16.03.2012
|
TARİHİ AHŞAP BİNA
YIKILDI, MAHALLELİYE YAKACAK ÇIKTI

Zonguldak'ta ahşap
bir binanın yıkılması, kış günü yakacak
sıkıntısı çeken vatandaşlar için büyük bir
fırsata dönüştü. 3 katlı tarihi binanın
enkazından çıkan odun ve keresteleri mahalle
sakinleri topladı. Birkaç gün önce istinat
duvarı çöken ve yıkılması kararlaştırılan bina,
yetkililerin gözetimi altında yıkıldı.
Zonguldak'ın
Ereğli İlçesi'nde, 3 Mart gecesi çöken
istinat duvarının ardından hasar gören ve
yıkılması kararlaştırılan 3 katlı ahşap bina
dün yıkıldı. Yıkılan ahşap binadan çıkan
ahşap malzemeler ve keresteler ise mahalle
halkının akınına uğradı. Ereğli'de aşırı kar
ve yağmur yağışı sonrasında akşam
saatlerinde yıkılan istinat duvarı 3 araca
zarar vermiş ve mahallelinin korku dolu
anlar yaşamasına yol açmıştı. Ahşap binanın
zarar gördüğü ilgili makamlara
bildirilmişti. Olay sonrasında, Karabük
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, bölgede
inceleme yapmış ve Orhan Oğuz'a ait olan
binanın yıkılmasına karar vermişti. Tarihi
bina, dün, mahalle halkının meraklı gözleri
arasında belediye ekiplerince yıkıldı.
Tarihi ahşap binanın yıkım işleminin
tamamlanmasının ardından mahalle halkının
telaşı da başladı. Ahşap olan ve yıkımından
sonra parçalanan tahtalar, mahalle halkının
soğuk günlerde sobaları için yakacak oldu.
Mahalle sakinleri, iş makinesinin yıkım
alanından ayrılması ile birlikte hummalı bir
faaliyete koyuldu. Yaşlı genç, kadın erkek
ortaya çıkan tahtaları toplayarak, istif
ederek evlerine taşıdı. Yıkılan 3 katlı
ahşap binanın yerine yenisinin yapılacağı
öğrenildi.
Zaman, Haber: Sinan
Kabatepe, 16.03.2012
|
GİZLİ TARİH CANLANIYOR
Bafa’da, kaderine
terk edilmiş 200-300 yıllık 25 evde yeniden hayat
başlayacak.
Milas’a bağlı Bafa
beldesinde atıl vaziyette kalan ve kaderine terk
edilen 200-300 yıllık tarihi Osmanlı ev, konak ve
hanları, kültür turizmine kazandırılması için tescil
edilmeye başlandı.
CHP’li Belediye
Başkanı Zühra Dönmez, projeyle 25 evin
butik pansiyon,
birinin de Kültür Evi ve Müze olarak kullanılacağını
belirtti. Dönmez, çalışmalarının kısa sürede
başlayacağını açıkladı.
Milliyet Ege, Haber:
Yaşar Anter, 16.03.2012
|
|
TARİHİ ESERLERE 3
BOYUTLU TUR

Türkiye'nin kültürel ve tarihi eserleri, Google
Earth üzerine 3 boyutlu olarak yerleştirildi. Sanal
ortamda ziyaret edilebilen yeni sistem sayesinde
Anadolu'nun binlerce yıllık mirası uluslararası
meraklılarıyla buluşacak. Yüze yakın farklı
sektörden 30 bini aşkın mekanı Google Earth'e
üzerinden 3 boyutlu olarak sergileyen
3DLocationEarth. com, farklı bir sosyal sorumluluk
projesinin altına imza attı. Firma, her yıl
milyonlarca turisti ağırlayan İstanbul'daki önemli
tarihi eserlerin 3 boyutlu modellerini çıkartarak,
Google Earth üzerinde sergiliyor. Uygulamayı
İstanbul ile de sınırlı bırakmayan
3DLocationEarth.com, Ankara, Bursa, İzmir, Antalya,
Konya, Mersin gibi illerdeki dünyaca ünlü eserleri
de 3. Boyuta taşıdı. Proje kapsamında, Topkapı
Sarayı, Sultanahmet Camisi ve Sultanahmet Meydanı,
Ayasofya, Mısır Çarşısı, Yedikule Zindanları, Rumeli
Hisarı, Çırağan ve Dolmabahçe Sarayları, Galata
Kulesi ve Kızkulesi, Ankara Kalesi, Bodrum Kalesi,
Efes Antik Tiyatro ve Artemis Tapınağı, Meryem Ana
Kilisesi, Aspendos, Side Antik Tiyatro, Mersin Kız
Kalesi ve Antik Roma Yolu, Konya'daki Mevlana
Türbesi ve Müzesi gibi Türkiye ile özdeşleşen 500'e
yakın tarihi ve kültürel eser 3 boyutlu olarak
sunuluyor. Eserler Google Earth'ün yanı sıra
www.3DLocationEearth.com adresinden de bir arada
görülebiliyor.
Sadece İstanbul'da binlerce eser olduğuna dikkat
çeken firmanın Genel Müdürü Aybars Görpe,
hedeflerinin Edirne'den Kars'a Türkiye'nin her
köşesindeki bütün tarihi zenginlikleri 3. Boyuta
taşımak ve Google Earth üzerinde sergilemek olduğunu
söylüyor.
Sabah, Haber: Zeynel
Yaman, 16.03.2012
|
RESTORASYON LABORATUARI
AÇILDI

Mimar Sinan
Üniversitesi Sanat Eserleri Konservasyonu ve
Restorasyonu Laboratuvarı, Kültür Bakanı Ertuğrul
Günay’ın da katılımıyla açıldı. Bakan, merkezin
sanat eserlerinin korunması ve geliştirilmesinde
büyük bir ihtiyacı karşılayacağını söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
Türkiye’de çok sayıda sanat eseri bulunduğunu
belirterek, “Ancak bunların korunması,
geliştirilmesi konusunda altyapımız ne yazık ki çok
yeterli değil’’ dedi.
Türkiye İş Bankası’nın katkılarıyla Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi bünyesinde kurulan
‘Sanat Eserleri Konservasyonu ve
Restorasyonu
Laboratuvarı’nın açılış töreninde konuşan Bakan
Günay, yeni bir konservasyon ve
restorasyon
merkezinin açılmasının, büyük bir ihtiyacın
karşılanması anlamına geldiğini söyledi. Bu alanda
çalışan herkese çok teşekkür ettiğini, gelecek yıl
bu bölümün öğrenci almaya başlayacağını ifade eden
Günay, “O zaman bizim için daha da anlamlı hale
gelecek. Çünkü Türkiye’de gerçekten arkeoloji alanı
başta olmak üzere sanat koleksiyonlarında, sanat
alanında çok sayıda eserimiz var. Ancak bunların
korunması, geliştirilmesi konusunda altyapımız ne
yazık ki çok yeterli değil” diye konuştu.
Türkiye’nin gerçekten çok önemli tarihsel varlıklara
sahip olduğunu, bunları herhangi bir dönem ayrımı
yapmaksızın, hangi dönemden kalırsa kalsın hepsini
insanlığın emaneti olarak koruduklarını vurgulayan
Günay, şöyle konuştu:
“Kültür varlıkları konusunda, kültür varlıklarının
yüzeye çıkarılması ve geleceğe taşınması konusunda
çok ciddi ihtiyaçlarımız var. Talepte yükselme
başladı, ama kamunun bütçesi buna yetmiyor. Nasıl
bir okul ve hastane yapımı vergi matrahından bir
indirim yapmaya neden oluyorsa, kültür varlıklarına
katkı yapmak da aynı şekilde ciddi bir vergi
indirimi sağlıyor. Ancak işin bu tarafı özel sektör
tarafından biraz ihmal ediliyor.”
Daha sonra Bakan Günay, Türkiye İş Bankası Yönetim
Kurulu Başkanı Ersin Özince ve Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yalçın
Karayağız tarafından laboratuvarın açılışı yapıldı.
Habertürk, 15.03.2012
|
ERTUĞRUL GÜNAY: "AKM
DENİLEN BİR UCUBE VAR, İNŞALLAH KURTULACAĞIZ"
Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, "AKM denilen bir ucube
yapımız var. Ondan inşallah yakında bir yeni yasa
imkanıyla kurtulacağız" dedi. Günay, Erdoğan
Kars'taki İnsanlık Anıtı için "ucube" dediğinde
düzeltmeye çalışmış, sonra da Erdoğan tarafından
yalanlanmıştı.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, 8 Haziran-1 Temmuz tarihlerinde
düzenlenecek olan "Ankara Alışveriş Festivali"nin
tanıtımı için yapılan basın toplantısına katıldı.
Ankara'nın AVM konusunda
Türkiye'de en hızlı giden illerden biri olduğuna
dikkati çeken Günay, "İstanbul'da da söyledim burada
da söylüyorum. Biz yeni alışveriş merkezleri daha
fazla müşteri çeksin diye bu etkinlikleri
yapmıyoruz. Sadece bunun için yapmıyoruz, elbette
alışveriş merkezleri yaşasın orada bir sirkülasyon
olsun istiyoruz ama geleneksel alışveriş
merkezlerimizi de ayağa kaldırmayı amaçlıyoruz.
Ankara'nın geleneksel alışveriş merkezlerini ihmal
edersek o da Ankara'nın geleceğine karşı haksızlık
olur. Bu merkezleri ayağa kaldırma konusunda bir
gayret içerisindeyiz" dedi.
Ankara'daki fuar
alanlarından bahseden Günay, sözü AKM'ye getirerek
şöyle dedi: "Bizim 1980 yılında Kenan paşanın
aklıyla yapılmış AKM denilen bir ucube yapımız var.
Ondan inşallah yakında bir yeni yasa imkanıyla
kurtulacağız. O yapı ne çevresiyle, ne donanımıyla,
ne kullanım alanlarıyla ihtiyacımıza cevap vermiyor.
Ben bir masraf yapmıyorum oraya, kaldırılması
gerektiği için. Bugünkü haliyle gerçekten hepimizi
derin üzüntüye sevk ediyor. Fuar alanı bizi bundan
kurtaracak. Bunu çok önemsiyorum. Ankara içerisinde
fuar yapmak isteyenlerin medeni bir mekana sahip
olmasını sağlayacak Büyükşehir Belediyemiz bunu
heyecanla bekliyorum."
"Ucube" sıfatının
sanatsal ürünler hakkında kullanılması, Başbakan
Erdoğan'ın Ocak 2011'de Kars'taki İnsanlık Anıtı
için bu sözü kullanmasıyla yaygınlaşmıştı. Erdoğan
anıt için "ucube" dediğinde kamuoyundan ve sanat
camiasından büyük tepki toplamış, Kültür Bakanı
Günay da televizyona çıkıp, herkesin gözünün içine
baka baka "Başbakan heykele ucube demedi" diyerek
yalan söylemişti. Erdoğan da hemen arkasından
Günay'ı yalanlayarak "ucube" dediğini doğrulamıştı.
Zaten Erdoğan, bu sözü ilk seferinde de televizyon
kayıtları varken söylemişti.
Haber Sol, 15.03.2012
|
"GİRESUN KALESİ VE
TARİHİ YARIMADA DÖNÜŞÜMÜ PROJESİ"
Giresun Valisi Dursun
Ali Şahin, Giresun'un geleceğinin ada, kale ve
yaylalara bağlı olduğunu belirtti.
Vali Şahin, Valilik
Toplantı Salonu'nda, Mimar Şükrü Henden tarafından
2006 yılında hazırlanan ''Giresun Kalesi ve Tarihi
Yarımada Dönüşümü Projesi''nin sunumu toplantısında,
projeyi dinledi.
Proje ile kentte geçmişi geleceğe bağlayan kültürel
varlıkların ortaya çıkarılarak değerlendirileceğini
ifade eden Vali Şahin, ''Giresun'un geleceği kale,
ada ve yaylalara bağlıdır. Bu anlamda projenin
önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Projede
belirtilen Şehitlik Anıtı Rolefi için ulusal yarışma
düzenlenecektir. Seyir alanı olarak kullanılacak
kent balkonunun yaklaşık maliyeti çıkarılacaktır.
Taşbaşı parkı ile Keşap Durağı mevkisi arasına
yapılması planlanan platformun detayları da
incelenecektir'' dedi.
Mimar Henden ise, projenin sadece kaleyle sınırlı
kalmadığını, kale ile çevresindeki tabiat ve kültür
varlıklarını da içerisine alacak şekilde, güçlü bir
turizm omurgası oluşturulması hedefiyle
hazırlandığını kaydetti.
Toplantıya, Vali Yardımcısı Cengizhan Aksoy, İl
Kültür ve Turizm Müdürü Emin Yılmaz, Müdür
Yardımcısı Hüseyin Günaydın ve Müze Müdürü Hulusi
Güleç de katıldı.
Yeşil Giresun,
15.03.2012
|
KİLİSE RESTORASYONUNA
ÖDENEK

Vali Ulvi Saran,
Çavuşoğlu'ndaki "Taşhoron" ile Venk Köyü'ndeki
"Venk" kiliselerinin restorasyon projelerinin
onaylandığını, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan
gerekli ödeneğin çıkarıldığını ve ihalenin teknik
hazırlıkların tamamlanmasının ardından
gerçekleştirileceğini açıkladı.
Konuya ilişkin olarak
Valilikten yayınlanan basın bülteninde şu bilgiler
yeraldı:
"Malatya Valisi
Doç.Dr. Ulvi Saran’ın girişimleri sonucu, Malatya
Merkez Çavuşoğlu Mahallesinde bulunan “Taşhoron
Kilisesi” ve il merkezine bağlı Venk Köyü içerisinde
yer alan “Venk Kilisesi”nin restorasyonu için
girişimler başlatılmış olup, Levent İskenderoğlu
Başkanlığındaki KUDEB birimi tarafından bir yılı
aşkın süredir yürütülen çalışmalar neticesinde
restorasyon projeleri tamamlanarak “Sivas Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu”nun onayına sunulmuştur.
Kurul tarafından restorasyon projeleri onaylanmış ve
Kültür ve Turizm Bakanlığının 2012-2013 yatırım
programına alınarak gerekli ödenek tahsis
edilmiştir.
Vali Saran, “Malatya
birçok farklı uygarlığın merkezi ve binlerce yıllık
kültürel mirasın sahibidir. Biz yöneticiler olarak
ilimizin tarihi ve kültürel dokusunun korunmasına
özel önem vermekteyiz. Bu bağlamda tarihi değer
taşıyan mekanların özgün yapısını değiştirmeden
yeniden düzenlemek suretiyle mekan-insan
münasebetini güçlendirme çalışmalarını
sürdürmekteyiz. Bu düşüncelerin ışığında ilimizde
yer alan tarihi mekanların bir bölümünün aslına
uygun olarak restorasyonunu gerçekleştirdik, bir
bölümünün ise restorasyon çalışmaları devam
etmektedir. İlimiz Çavuşoğlu Mahallesinde bulunan
Taş-Horon Kilisesi ve il mekezine bağlı Venk Köyü
içerisinde yer alan Venk Kilisesi büyük oranda
ayakta olan yapılardır. Bir yıllık bir çalışma
sonucunda KUDEB birimimiz tarafından röleve,
restitüsyon ve restorasyon projeleri yaptırılmıştır.
Sivas Kültür Varlıkları Koruma Kurulunun onayı ile
birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdindeki
girişimlerimiz sonucu bahse konu restorasyon
projeleri için ödenek tahsisi yapılmıştır. KUDEB
birimimiz tarafından ihale hazırlıklarına
başlanılmış olup teknik hazırlıkların
tamamlanmasının ardından ihalesi yapılacaktır”
dedi."
Malatya Haber,
15.03.2012
|
YALVAÇ'TA GEÇ ROMA
DÖNEMİNE AİT LAHİT BULUNDU
Isparta’nın Yalvaç
İlçesi’nde Pisidia Antiocheia antik kenti
yakınlarında, geç Roma dönemine ait lahit bulundu.
Lahidin içerisinde bir kadın, bir çocuk ve bir
erkeğe ait olduğu sanılan iskeletler ile sağlam
şekilde cam bilezik bulundu.
Antik kentin 400 metre
batısında bir tarlada, kaçak definecilerin bulduğu,
ancak kazı yapamadan polise yapılan ihbar sonucu
emniyet altına alınan tarihi eser, sabah saatlerinde
Bakanlıktan alınan izinle Müze Müdürlüğü ekiplerince
çıkarıldı.
Müze Müdürü arkeolog
Burcu Karakurt Çelimli ve arkeolog Özgür Çomak ile
restoratör İsmail Çelimli gözetiminde yapılan kazıda
siyah taştan oyulmuş, üzerinde 4 satır Grekçe
yazıtın bulunduğu lahit doğal olaylardan dolayı uç
kısmı kırılmış durumda bulundu. Lahidin içerisinde
çok sayıda iskelet çıktı. Tahminlere göre 3 kişilik
bir mezar olduğu belirtilen lahitte aynı aileden
anne- baba ve çocuklarının olduğu sanılıyor.
İskelet parçaları ayrı
bir torbaya konularak lahit yerinden çıkarıldı ve
müze bahçesine taşındı.
Müze Müdürü Burcu
Karakurt Çelimli, lahidin siyah taştan oyulması ve
içerisinden çıkarılan cam bileziğin bu eserin MS 2
ya da 3′üncü yüzyıla ait olduğunu gösterdiğini
belirtti. Çelimli, çıkarılan kemiklerin antropoloji
uzmanları tarafından incelenmesinin ardından hangi
yüzyıla ait olduğunun belirleneceğini belirterek,
şöyle dedi:
“Antik kentin batısında
yaklaşık 400 metre uzaklıkta bulunan lahit, bize bu
alanda yeni bir nekropol olabileceğini gösterdi. Bu
konuyla ilgili ayrı bir çalışma yapılacak. Lahit
üzerinde bulunan 4 satır yazı epigrafi uzmanlarınca
çözümlendiği zaman bu mezarda bulunanlar hakkında
net bir bilgi edineceğiz. Lahit şu anda müzede
koruma altına alınmış durumdadır.”
haberler.com, 15.03.2012
|
"SÖYLENCELERİ BİLMEDEN
BATI SANATINI ANLAYAMAYIZ"
Çocukluğu Afrodisyas’ta;
bizden sayılmayan mahzun tanrı ve bilgeler arasında
geçen Yaşar Atan, gezgincilerin topraklarından hep
bir şeyler alıp götürmelerine tanıklık etmiş ne
yazık ki. Durumu kaymakam ve savcılara iletmesine
rağmen kendisine muhatap bulamayan ve hatta alay
konusu bile olan Atan, bu topraklarda yaşanmış
tarihin önemini ısrarla anlatmaya çalışıyor... Bu
konuda Fransızca olarak yazdığı iki ders kitabı
bulunan Atan’ın ayrıca, Evrensel Basın Yayın
tarafından yayınlanan A. Bonnard’dan çevirdiği
“İnsan ve Tragedya” ile “Akdenizli Tanrılar” adlı
kitapları bulunuyor. Bunların yanı sıra Antik Yunan
tiyatro oyunlarını yorumlayan yazıları, dünya
tiyatrolarından on kısa oyunu çevirip kitap olarak
hazırlayan Atan’ın, İlyada ve Odisseya destanlarıyla
bağlantılı öyküleri, gazetemiz Evrensel’de de
düzenli olarak yayınlanıyor.
Ayrıca Aydın A. Menderes Üniversitesinde mitologya
dersleri veren Atan, “Türkiye gençlerinin de Batılı
gençler gibi kendi topraklarının özsuyu olan
mitologya ve ondan kaynaklanan evrensel kültürle
beslendiğini görmek tek dileğim” diyor. Çünkü,
insanlığın altın çağını onların şekillendireceğini
düşünüyor.
Kısa bir süre önce “Akdeniz Mitologyasından
Efsaneler” isimli yeni kitabı Evrensel Basım Yayın
tarafından yayınlanan Yaşar Atan ile mitologya ve
günümüzün Zeusları üzerine konuştuk.
‘Akdenizli
Tanrılar’dan sonra ‘Akdeniz Mitologyasından
Efsaneler’ adlı kitabınız yayınlandı. Akdeniz
coğrafyasının ürünü söylenceler konusunda haliyle
söyleyecekleriniz olacak. Ama ondan önce
‘söylenceler’ yani ‘mitologya’ nedir, kısaca
anlatsanız...
Evet, “söylence” ya da “mitos” ne demek?.. Hemen
söyleyelim ki, okumuşlarımız bile ne yazık ki bu
konunun yabancısıdırlar. Oysa mitosların toplamı
demek olan mitologya, hepimizi çok yakından
ilgilendirmektedir.
İnsanoğlu daha bilimin gelişmediği o eski çağlarda;
açıklayamadığı doğa güçlerini ve egemenlerin
dayatmalarını, “söylenceler” yani “mitoslar”
üreterek anlamaya çalışıyordu. Ne var ki bu mitoslar
çok ürkünçtüler. Haliyle insanları kul köle
düzeyinde tutuyordu hep... Ama kendi içinden çıkan
soylu sanatçılar da, bu mitoslara dayanarak
yazdıkları oyunlarla insanları korkularından
arındırmaya çalışıyorlardı. Örneğin dost Tanrı
Prometeus’la ilgili oyun... Bilindiği gibi Baştanrı
Zeus; insanoğlu hep köle olarak yaşasın, aklını
kullanmasın diye ateşi ondan köşe bucak
kaçırıyordu... Ama insan dostu Tanrı Prometeus da;
onun sakladığı ateşi çalıp insanlığa
ulaştırıverdi!.. Ama Baştanrı da onu kayalara
çiviletti! Ne var ki Prometeus’un ateşiyle artık
insanoğlu, kendisine dayatılan kölelik yazgısını,
kendi elleriyle kırma yoluna giriyordu.
Gene mitologya kaynaklı bir başka tragedyada; aşk ve
adalet yumağı güzel Antigone, Kral Kreon’un
çıkardığı fermana başkaldırdı. Çünkü Antigone, adil
tanrılarca yüreğine kazınmış yasalara uyduğunu
söyledi krala. Kral Kreon da gülerekten kesin
yanıtını verdi: “Senin tanrı dediklerin benim, yani
devletin memurlarıdır.”
Haliyle Kral, Antigone’yi boğdurdu... Ne var ki
izleyiciler, bin yıllardır Antigone’yi alkışlamakta;
onun kişiliğiyle kendilerini özdeşleştirmekten büyük
bir haz duymaktadırlar. Bu yüzden de Hitler’lere,
Musolini’lere dönüşerek durmadan hortlayan
Kreon’larla savaş gücünü kendilerinde
bulabilmektedirler...
Akdenizli tanrıların,
Batı dünyası ile ilişkiler açısından sizce nasıl bir
rolü var?
Avrupa’yı Avrupa yapan ortak kültürün temelinde
din değil; ta Sümerlerden kaynağını alıp bütün
Anadolu uygarlıklarına temel oluşturan Akdeniz
mitologyasına dayalı ortak bir kültür vardır. Bu
mitologyayı, sırayla Grekler, Romalılar ve
Rönesansla birlikte Avrupalılar, aklın ışığını
kullanarak sanatlara ve bilime dönüştürmüşlerdir...
Bu konuda Homeros gerçeği çok çarpıcı bir örnektir.
Homeros; Troya savaşıyla ilgili, haliyle Akdenizli
tanrılarla insanların harmanlandığı ve buram buram
hümanizma yüklü ölümsüz İlyada ve Odisseya
destanlarını Grekçe olarak yazıya döktü. Bu yazıya
dökümden sonra, bin yıllar süresince insanlar, Troya
diye bir kentin olmadığı gibi onunla ilgili bir
savaşın da olmadığını sanıyordu... Bununla birlikte
bu süreç içinde Homeros üzerine, evet kırk bini
aşkın kitap da yazıldı! “Ülkemizde kaç kitap
yazıldı?” diye soramıyorum bile!..
Siz mitologyayı,
insanoğlunun hem geçmişi hem bugünü ve hem de
geleceği ile ilişkilendiriyorsunuz. Bu ilişkiyi
bilmek insanoğluna ne kazandıracak?
Tabii ki bir Akdenizli olarak ortak olduğumuz
Sümer, Grek ve Latin mitologyasından kaynaklanan ve
bütün batılı ozanların, sanatçıların ve filozofların
işleyip şekillendirdiği kültürü özümsemeli ve ona
biz de elimizden geldiğince bir katkıda
bulunmalıyız. Bu amaçla gençlerimiz de, bu kültürle
beslenmeye başladığı zaman, Türkiye’nin Batıyla
gerçek anlamda bütünleşme süreci zaten başlamış
olacaktır.
İşte o zaman bu kültürle harmanlanan gençlerimiz de,
aynı kültürü almış dünya gençleriyle bütünleşip
insanlığın altın çağını şekillendirecek ve onu
evrenselleştireceklerdir. Böylece dünyanın zembereği
olan adalet ve barış denen evrensel değerlerin de
bekçisi olacaklardır...
Hep geçmişle şimdiki
zaman arasında bağ kurarak mitoloji okumaları
yapılmasını öneriyorsunuz. Bugünün Prometeus’ları
ile Antigone’leri sizce kimlerdir? Kreon’a kimler
yakışıyor, onu bugün kimler temsil ediyor?
Troya savaşına çıkan dünya egemeni Başkral
Agamemnon da, Yunanlıların namusunu temizleyeceğini
ve bu konuda tanrılarla konuştuğunu açıklamıştı!
Bugün Bush da, Irak savaşı konusunda iki kez
tanrıyla konuştuğunu söyledi!
Aslında mitologyadaki tanrılar ve insanlar savaşı,
insanın hem doğa karşısında hem de iktidar ve güç
odaklarıyla verdiği toplumsal adalet savaşı olarak
dünden bugüne sürüp gitmektedir. Geçmişteki kardeş
halkların, bütün insanlığa armağanı olan Akdeniz
mitologyasında; insanlarla tanrıların barıştığı ve
el ele üretip barış içinde, kardeşçe bölüştükleri
bir altın çağa doğru durmadan yol aldıklarının
müjdesi verilmektedir...
Peki, bu son
kitabınızda asıl olarak hangi temaları işliyorsunuz,
hangi mesajı veriyorsunuz?
Evrensel Yayınları’nda çıkan bu kitabım 85
efsane (öykü) içermektedir. Bunlar bizim Akdeniz
coğrafyasının mitoslarıdır. Bütün Avrupalılar
bunları bilmekte, günlük hayatlarında
kullanmaktadırlar. Bu söylenceleri bilmeden, Batı
sanatını, felsefesini tam olarak anlayamayız. Çünkü
mitologya; Batı kültürünün, kısaca uygarlığının
mayasını oluşturur. O yüzden sırf öykü olarak okunup
geçilsin diye bu efsaneleri yazmadım... Kitabın
okunması çok kolay. İstediğiniz zaman istediğiniz
sayfayı açıp okumaya başlayabilirsiniz...
Evrensel, Haber: Yücel
Özdemir, 15.03.2012
|
SARAY MALI ORDUEVİ'NE BULUNDU

Osmanlı’nın son dönemlerine tanıklık eden Yıldız
Sarayı, uzun yıllar Harp Akademileri Komutanlığı
olarak kullanıldı. 31 Mart Vakası’nın ardından 2.
Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ile yağmalanan
saray
daha sonraki yıllarda da
yağmalanmaya devam edildi. Şimdi müze olarak
kullanılan binanın pek çok salonunda eşya bile yok.
Kültür ve Turizm Bakanlığı restorasyonu biten
müzenin eserlerini bulmak için kurumlara yazı
gönderdi. Kalender Orduevi’nden yanıt geldi.
Orduevi yönetimi,
İstanbul İl Kültür
ve Turizm Müdürlüğü’ne başvurarak
kendilerinde birtakım eski eşyalar olduğunu
bildirdi. Yıldız Sarayı Müze Müdürlüğü uzmanlarınca
yapılan inceleme ve arşiv taraması sonrası,
orduevinde bulunan 28 No’lu Büfe ile 106 No’da
kayıtlı üç adet vitrinin Küçük Mabeyn Köşkü Alt Kat
Salonu’na ait orijinal eserler olduğu tespit edildi.
Genelkurmay Başkanlığı’na yazılarak eserlerin iadesi
istendi.
İstanbul İl Kültür Turizm Müdürü
Prof.Dr. Ahmet
Emre Bilgili, “Kalender Orduevi yönetimine
duyarlılıkları için teşekkür ederiz” derken
eserlerin bakım ve onarım yapıldıktan sonra asli
yerlerinde sergileneceği belirtildi. Ancak saraya
ait masa, koltuk, sandalye, avize, sehpa gibi pek
çok tarihi eser niteliğindeki eşya hala kayıp.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 15.03.2012
|
|
SOTHEBY'S'DE 1 MİLYONLUK DEVRİM
Dünyanın en büyük
müzayede şirketlerinden Sotheby’s, nisan ayı sonunda
Londra’da ‘Klasikten Çagdaş’a Sotheby’s Türk
ve
İslam Eserleri Haftası’ kapsamında ‘Oryantalist
resim’, ‘Osmanlı Sanatı’, ‘İslam
Eserleri’ ve ‘Çağdaş Türk Sanatı’ başlığı altında
dört ayrı müzayede düzenleyecek. Bu müzayedelerin en
önemlisi sayılan 26 Nisan’daki Çağdaş Türk Sanatı
Müzayedesi’nin öne çıkan tablosu Nejat Melih
Devrim’in büyük boy tablosu ‘Soyut Kompozisyon’
olacak. Tablonun 250-350 bin pound (700-1 milyon
lira) fiyat aralığında satışa sunulacağı müzayedede
Taner Ceylan, Burhan Doğançay, Canan Tolon ve Erinç
Seymen gibi tanınmış sanatçıların 90 eseri yer
alacak.
Radikal, 15.03.2012
|
II. ABDÜLHAMİD, DÜŞMAN SALDIRISINA KARŞI
ÇANAKKALE'YE TORPİL DÖŞETMİŞ

18 Mart 1915 Çanakkale Savaşı, kuşkusuz Türk
tarihinin dönüm noktalarından biri. Zaferin 97.
yıldönümünde ilginç bir ayrıntı ortaya çıktı.
Çanakkale savunması ile ilgili hazırlıklar,
II. Abdülhamid Han'ın emriyle başlatılmış.
Çanakkale Boğazı'nın devletin savunmasında
olmasının öneminin farkında olan Sultan
Abdülhamid, çeşitli çalışmalar için
girişimlerde bulunmuş. Düşman saldırısı
ihtimaline karşı Çanakkale'ye torpil
döşetmiş.
Bu bilgi Çamlıca Basım Yayınları
tarafından çıkan "Osmanlı'nın Son Kilidi
Çanakkale 2" kitabında yer alıyor. Padişahın
başkimyageri olan Polonya asıllı Bonkowski
Paşa, 1897 yılında deniz savunmasıyla
alakalı bir rapor hazırlayarak, Abdülhamid'e
sunmuş. Raporu Osmanlı arşivlerinde bulan
tarihçi Ahmet Temiz, Bonkowski'nin savaştan
18 yıl önce hazırladığı bu raporun
savunmayla ilgili önemli bilgiler verdiğini
belirtiyor. Abdülhamid Han'ın ileri
görüşlülüğünün bu belgede de ortaya
çıktığını kaydeden Temiz, şöyle konuşuyor:
"Başkimyager, hazırlamış olduğu raporunda
düşman devletler tarafından İstanbul ve
Çanakkale Boğazı'na karşı vuku bulacak bir
saldırı esnasında buraların muhafazası için
denize döşenebilecek ve düşman gemilerinin
geçişlerine engel olabilecek torpilleri ele
almıştır."
Padişaha sunulan raporda şu bilgiler yer
alıyor: "İstanbul ve Çanakkale boğazlarının
muhtemel bir düşman saldırısına karşı
muhafaza altına alınmasından bahsediliyor.
Ben de Halife Hazretleri'ne verdiğim vatanın
muhafazası sözü gereği, sadık tebaanın
mesailerine gücüm yettiğince katılmak üzere
fenne müracaat ettim. Biraz fikir
yürüttükten sonra, bir nevi hareketli bir
torpil icat ettim. Bu usul Çanakkale Boğazı
sularında münasip bir şekilde
kullanıldığında Akdeniz adalarından zorla
girmek isteyen bir düşman filosunun girişini
tamamen imkansız kılmazsa bile oldukça
zorlaştırır."
Zaman, Haber: Samet Altıntaş, 15.03.2012
|
KANUNİ'NİN FERMANI KAYIP!
2009 yılında ölen işadamı Salih Tatlıcı'nın, varislerini birbirine düşüren 3 milyar dolarlık mirası arasında yer alan 72 parçalık tarihi eser koleksiyonundaki Kanuni Fermanı kayıp. Polis, paha biçilemeyen fermanın yurtdışına kaçırılmaması için sınır kapılarını uyardı. İlk kez fotoğrafı ortaya çıkan 4 satırlık fermanın en üstünde Kanuni Sultan Süleyman'ın tuğrası yer alıyor.
Salih Tatlıcı'nın ölümünden sonra Topkapı Müzesi'ne kayıtlı olan 72 parça tarihi eserinin kayıp olduğu bildirilmişti. Tatlıcı'nın çalışma ofisi olarak kullandığı İstanbul Kağıthane'deki fabrikanın deposunda eserlerden 50 parçası bulunmuş, geri kalanı ise Tatlıcı'nın çocuklarının evinde ele geçirilmişti. Ancak oğul Mehmet Tatlıcı, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne başvurarak, en değerli parçalarından biri olan Kanuni Fermanı'nın bulunamadığını bildirdi. Bunun üzerine polis tarihi fermanın yurtdışına kaçırılmaması için sınır kapılarını uyardı.
Habertürk, Haber: Nihat Uludağ, 15.03.2012
|
 |
 |
"NEMRUT DAĞI BİZİMDİR"
Adıyaman'ın Kahta İlçesi'nde yer alan ve kentin simgesi haline gelen Nemrut Dağı, Malatya'nın da dağa yönelik yatırım çalışmaları nedeniyle yıllardır iki kent arasında tartışma konusu.
UNESCO tarafından koruma altına alınması gereken dünya kültür mirası listesinde yer verilen Nemrut özellikle zirvede yer alan tanrı heykelleri ile ünlü.
Bölgeye çektiği turistler sayesinde Adıyaman'ı ve Kahta İlçesi'ni canlandıran Nemrut Dağı, hem bölgenin tanıtımına katkı sağlıyor hem de yöre halkına ekonomik katkı sağlıyor.
Nemrut Dağı'ndaki tarihi kalıntıların bir bölümünün kendi sınırları içinde olduğunu ifade eden Malatya da turizm potansiyelini arttırmak ve ziyaretçilerin bir bölümünün Nemrut Dağı'na Malatya tarafından çıkmasını sağlamak çeşitli çalışmalar yürütüyor.
Nemrut Dağı'nın Adıyaman'ın bir değeri olduğunu ifade eden Adıyaman'daki kurum ve kuruluşların yetkililer ile Malatya'daki kurumlar arasında yatırım ve Nemrut Dağı'nın simge olarak kullanmasına ilişkin çeşitli tartışmalar yaşandı.
Geçen yıl, Adıyaman Belediyesi'nden Malatya Valiliği'ne gönderilen uyarı yazısında, Nemrut dağıyla ilgili fotoğrafların, Malatya Valiliği yayınlarında kullanılmaması istendi, Nemrut'un Adıyaman'a ait olduğu belirtildi.
Malatya'nın Nemrut Dağı'na ilişkin yaptığı son çalışmalar ve yatırımlar da dava konusu oldu.
Habertürk, 14.03.2012
|
'ALMANLARIN BURUN KIVIRDIĞI' WARHOL'LARA 20 MİLYON
STERLİN
Londra'daki Sotheby’s
müzayede evi, pop-art akımının öncüsü Amerikalı
ressam Andy Warhol’un bilinmeyen eserlerinden oluşan
özel bir koleksiyonu mayıs ayında satışa çıkartıyor.
Alman
milyarder Gunter Sachs’a ait koleksiyondan 20 milyon
sterlin (Yaklaşık 57 milyon TL) gelir elde edilmesi
bekleniyor.
Brigitte Bardot ile 1966 yılında evlenmesiyle
adını duyuran Opel arabalarının varisi Sachs,
Warhol’un Avrupa’daki ilk sergisinin 1972 yılında
Hamburg’ta düzenlemesine yardımcı olmuş ancak
eserlerin hiçbiri satılmayınca, yarısını gizlice
satın almıştı. Sachs sonraki yıllarda “O gün
Warhol’a burun kıvıran Hamburglular’a müteşekkirim”
diyecekti. Hamburg sergisinden tam 40 yıl sonra
düzenlenecek müzayede 22-23 Mayıs’ta gerçekleşecek.
Habertürk, 14.03.2012
|
|
102 YILLIK TARİHİ BİNA İÇİN KUYRUĞA GİRDİLER

İstanbul Karaköy’de satışa çıkarılan tarihi
Tütün Han’a yatırımcıların ilgisi yoğun.
İtalyan mimarisine sahip 102 yıllık Tütün
Han’ın müzayede yolu ile satışı bu ayın
sonunda yapılacak. 25 milyon lira bedelle
satışa konulan Tütün Han için toplam 21
firmanın incelemde bulunduğu, bina ile
ilgili bilgi aldığı öğrenildi.
Eskidji
Müzayedecilik’in satışa çıkaracağı Tütün Han
için 19 yerli ve iki yabancı firmanın
incelemede bulunduğu öğrenildi. Yabancı
firmalardan birisi İngiliz yatırım fonu,
diğeri ise Ortadoğu merkezli bir şirket.
Tütün Han’da incelemelerde bulunan ve
fizibilite yapan yerli yatırımcılar arasında
The Marmara Grubu, Yılmaz Ulusoy Holding,
İnter Yapı (Özak Global Holding), lüks araç
kiralama şirketi Golden Line ve Sabancı
Vakfı’nın olduğu öğrenildi.
Özak Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Tütün Han için
teklif vereceğini dün Kamu Aydınlatma Platformu’na
(KAP) bildirdi. Özak GYO hisselerinin halka arzı
geçtiğimiz Şubat ayında tamamlanmış, şirketin yüzde
25’lik hissesi borsada işlem görmeye başladı.
Bankalar Caddesi üzerindeki Han ile ilgilen
firmaların, Tütün Han’ı otel olarak işletmek
istedikleri ifade edildi.
ING Bank’ın sahibi olduğu yedi katlı Han, Karaköy
Bankalar Caddesi’ndeki en eski binalardan biri
konumunda. 433 m2 arsa üzerine kurulu 66 odalı Han
dokuz katlı.
İstanbul’un en iyi manzaralarından birine sahip
olan Han, Galata Kulesi’nin önünde Bankalar
Caddesi’nde yer alıyor.
Halen ING Bank'ın şubesinin olduğu Tütün Han'a
alıcı çıkması durumunda banka 4 ay içinde
boşaltacak.
Turizm yatırımlarının ve holding merkezlerinin
bulunduğu alanda kalan Tütün Han’ın en çok tarihi
doku içerisinde butik otel işletmecilerinin ilgi
gösterdikleri ifade ediliyor.

Tütün Han 1911 yılında açıldı. 1934 yılında Banco
di Türkiye Milli Bankası Ofisi olarak hizmet verdi.
Türkiye İş Bankası’nın ilk Galata şubesi oldu.
1940’larda Union Sigorta A.Ş. ofis olarak buraya
taşındı.
Bu dönem boyunca, binanın üst katları çok sayıda
sigorta şirketi ve avukatlarca kiralandı. Bina son
olarak Tütün Bank tarafından satın alınıp
nihayetinde adını Tütün Han olarak korudu.
Tütün Han, hemen karşısında bulunan İş Bankası
binası ile birlikte “Ulusal Mimari Hareket”in
Bankalar Caddesi üzerindeki en önemli yapılarından
biri konumunda.
Hürriyet, Haber: Dinçer Gökçe, 14.03.2012
|

|
YENİ BİR İNSAN TÜRÜ MÜ?
Güney Çin'de 11 bin 500 ve 14 bin 500 yıl öncesine dayanan beş kişinin kalıntıları bulundu.
Bilim adamlarının yaptığı incelemeler modern insanla kalıntılar arasında açık farklılıklar olduğunu gösteriyor. Yapılan incelemeler onların ya ayrı bir insan türü olduğunu ya da ilk insan türü olan homo sapienin kalıntıları olabileceğini doğrulayan ayırt edici özellikler ortaya çıktı.
Lakapları "Kızıl geyik mağarası insanları" olan kalıntıların bir süredir Çin koleksiyonunda bulunduğu daha sonra analiz edildiği kaydedildi.
Orta Avrupa'da iskeleti bulunan ve kaba taşçağında yaşamış olan ilkel insanın yaklaşık 30 bin yıl önce öldüğü dikkate alınırsa bu yeni insan türünün bundan kısa bir süre önce ortaya çıktığı tespit ediliyor.
Habertürk, 14.03.2012
|
HASANKEYFLİLER TAŞINMAK
İSTEMİYOR

Hasankeyfliler, tarihi
geçmişlerini bırakıp yeni köye gitmek
istemediklerini; Kapadokya gibi UNESCO Dünya mirası
olan tarihlerini yaşatmak istediklerini açıkladılar.
Hasankeyflilerin yüzde 70'inin, 11 bin yıllık
geçmişe sahip Hasankeyf’i bırakarak DSİ Köyüne
gitmek istemedikleri belirtildi. Doğa Derneği
tarafından Hasankeyf’te gerçekleştirilen basın
toplantısı ile açıklanan araştırma, Hasankeyflilerin
kendi yörelerindeki kültürel ve doğal mirasa derin
bir bağlılık beslediklerini ve kendilerini burada
yaşama hakkından mahrum bırakılmış hissettiklerini
ortaya koydu.
Hasankeyf halkının yaklaşık yüzde 20’si aylık 300 TL
civarında gelirle hayatta kalma savaşı veriyor.
Hasankeyflilerin yüzde 67’si DSİ Köyündeki evlerin
Hasankeyf'teki evlerinden çok daha pahalı olacağını
ve bu evlerin önemli bir kısmının apartman olması
nedeniyle Hasankeyf'teki sosyal yaşam koşulları için
elverişsiz olduğunu düşünüyor. Hasankeyf halkının
yaklaşık yüzde 30'u ise zorla evlerinden
çıkarıldıklarında nereye gidecekleri hakkında
herhangi bir fikre sahip değil.
Dünyanın en tartışmalı baraj projelerinden biri olan
Ilısu, 310 kilometrekarelik bir alanı sular altında
bırakacak. Ilısu baraj projesi ile 55 bin ile 65 bin
arasında insanın yerinden edileceği belirtildi.
Batman Gazetesi,
14.03.2012
HASANKEYF'E ULUSLARARASI
DESTEK
Ilısu Barajı'nın tehdidi
altında olan Hasankeyf için 50'ye yakın uluslararası
sivil toplum örgütü, 14 Mart Dünya Nehirler Gününde
bir kampanya başlattılar. Dicle Nehri üzerinde
inşası süren Ilısu Barajı'nın tehdit ettiği
Mezopotamya'daki Dünya Kültür ve Doğa Mirası'nın
korunması için Hasankeyf'i yaşatma girişiminin de
içerisinde bulunduğu 50'ye yakın uluslararası sivil
toplum örgütü 14 Mart Dünya Nehirler Gününde bir
kampanya başlattılar.
Mezopotamya'da Dicle
Nehri üzerinde bulunan en önemli dünya kültür ve
doğa mirasının korunması amacıyla UNESCO'nun Dünya
Mirası Komitesi'ne gönderilmek üzere küresel çaplı
bir dilekçe ile başvurulmasına ilişkin kampanya
start aldı. Ortadoğu'nun en büyük sulak alanları
olan Güney Irak'taki Mezopotamya bataklık arazisi
Ilısu Barajı'nın tehditi altında olduğuna dikkat
çekilen dilekçeyi başta Hasankeyf'i Yaşatma girişimi
olmak üzere, ICSSI - Irak Sivil Toplum Dayanışma
Girişimi, CDO - Sivil Kalkınma Merkezi,
Irak-Fed.Kürdistan CENESTA - Sürdürebilir Kalkınma
Merkezinin yanısıra Avrupanın bir çok ülkesinde
Sivil Toplum Örgütleri dilekçeye imzaları attılar.
Batman Gazetesi,
15.03.2012
|
STADEL MÜZESİ'NE MODERN BİR EKLENTİ
200 yaşındaki saygın Stadel Müzesi, üç senelik
büyük bir değişim sonrasında tekrar açıldı.
Frankfurtlu mimarlık ofisi schneider+schumacher 3.000 metrekarelik,
savaş sonrası ve çağdaş sanat eserlerinin
sergileneceği, yeraltında bir mekan tasarladılar.
Yeşil zemin üzerindeki 195 adet dairesel açıklık,
yeraltını gökyüzü ile birleştirerek, peyzaj, form ve
ışık arsında bir gerilim yaratıyor.

Yeni sergi alanı, modern ile eskiyi rastlantısal
düzenlemelerle kaynaştıran yeni bir kentsel
topoğrafyanın keşfi. Ek yapı orijinal bina ve
sonrasında eklenen kanatlar ile yarışmayacak şekilde
tasarlanmış. Fakat yeni ek neredeyse binanın iki
katı büyüklüğünde. Çağdaş sanat bölümünün çatısını
oluşturan küçük tepe ve merkezdeki yeşil avlu,
orijinal yapının masif etkisini yumuşatıyor.

Büyük ve beyaz bir merdiven, duvarları, döşemesi
ve tavanıyla daha da beyaz bir mekana yönlendiriyor.
Bu alandaki dikkat çeken mimari öğe dairesel tepe
penceresi gridi. Gün içerisinde galerilerde daima
değişen yumuşak bir ışık varken, akşamları bu etki
tersine dönerek avlu, tepe pencelereleri tarafından
aydınlanıyor.
Arkitera, Kaynak: Evolo, Haber:
Andrew Michler, Derleyen: Betül Atasoy,
13.03.2012
|
120 MİLYON YILLIK KAVGA

Araştırmacılar, balığın baş edemediği kertenkele ile düşük oksijenli suya düştüğünü ve burada boğulduğunu tahmin ediyor.
Almanya’nın Bavyera bölgesinde bulunan fosil,
kanatları olmasına rağmen aspidorhynchus olarak
bilinen etçil balığın avı olmaktan kurtulamadığını
gösteriyor.
Uçan kertenkelenin kanatları, yaklaşık 63 santim
uzunluğundaki balığın ağzına sarılmış bir halde
bulundu. Kanat açıklığı neredeyse 68 santim olan
kertenkelenin, balığın ağzını makara gibi sarmaya
çalıştığı düşünülüyor.
Fosilin tasvir ettiği hayatta kalma mücadelesinin
yanı sıra, ortaya çıkan en ilginç detaylardan biri,
kertenkelenin boğazında çok küçük bir balığın,
leptolepides’in bulunması.
Bu da, kertenkelenin henüz yemeğini sindiremeden,
bir başkasının avı olduğu anlamına geliyor. Ancak
bilim insanları, bugün var olmayan zırhlı balığın
uçan kertenkeleyi genelde tercih etmediğini ve
yanlış bir saldırı düzenlemiş olabileceğini
düşünüyor.
Fosili inceleyen araştırma ekibinde yer alan
Eberhard Frey, “Zırhlı balık ile uçan kertenkele
normalde birbirleriyle hiç ilgilenmez” dedi.
Karlsrueh kentindeki Eyalet Doğal Tarih Müzesi
yetkilisi Frey, “Sanıyorum ki bu karşılaşma her iki
tür için öldürücü oluyordu... Balıklar, çok akıllı
olmadıkları için ne yediklerine dikkat
etmeyebiliyor” dedi.
Araştırmacılar, balığın baş edemediği kertenkele ile
düşük oksijenli suya düştüğünü ve burada boğulduğunu
tahmin ediyor.
Radikal, 13.03.2012
|
YILDIZ SARAYI YENİDEN DOĞUYOR

Tam adı "Osmanlı
İmparatorluğu
Yıldız Sarayı Hazinelerini Gün Yüzüne Çıkarıyor
"olan proje ile sarayın ziyaretçi sayısının
arttırılması ve mümkün olduğunca geniş kitlelerin
İstanbul'un bu gizli hazinesiyle tanışması
hedefleniyor. Proje koordinatörlüğünü
Yıldız Sarayı Vakfı mütevelli heyeti üyesi
Ali Serim'in üstlendiği 2012 sonu itibariyle
bitecek proje kapsamında Saray bazı yenilik ve
teknolojilerle tanışacak. Özellikle ilkokul
öğrencilerinin tarih
kitaplarında okudukları sarayı ziyaretlerinin
kolaylaştırılması hedeflenirken çeşitli tanıtım
faaliyetleri de yapılacak.
Saraya ve projeye ilişkin açıklamalarda bulunan
Ali Serim, "Burada,
Sultan III. Selim annesi
Mihrişah Sultan için bir bina yaptırılmış,
Sultan Abdülaziz döneminde de yapılar yapılmıştır
ama özellikle II. Abdülhamid buraya yerleştikten
sonra aklındaki ideal cennet bahçesini inşa etmeye
çalışmıştır. Bahçe ve koruluk içine yerleşmiş
saraylar, köşkler, yönetim, koruma, servis yapıları
ile adeta eski İstanbul'un ufak bir modelidir.
Tarihe ve sanata merakı olanları mutlaka bekliyoruz.
Anne babalar çocuklarıyla sarayı ziyaret etmeden
kendilerini İstanbul'u görmüş saymasınlar. Bu proje
ile farkındalık oluşturacağımıza inanıyoruz.
Özellikle hazırladığımız kapsamlı bir internet
sitesinin katkısının büyük olacağını düşünüyorum"
dedi.
Sarayın tanıtımı, restorasyonu ve çeşitli
ihtiyaçlarını karşılama yönünde önemsenecek derecede
maddi katkılarda bulunarak hizmetini sürdüren
Yıldız Sarayı Vakfı, 12 Eylül 1982 tarihinde
İstanbul'da kuruldu. Halen amaçları doğrultusunda
sanatsal faaliyetler, konferanslar ve kültür sanat
toplantıları yapmaya devam etmektedir. 1924 yılında
Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanımına bırakılan
Yıldız Sarayı "Harp
Akademileri" olarak hizmet görmüş, 1978 yılında
Kültür Bakanlığına devredilmiştir. Mütevelli
Heyetini, Başta Mütevelli Heyeti Başkanı olarak
Kültür Bakanının başkanlığında altısı Bakanlık
mensubu (tabii üye) olmak üzere 80 üye teşkil
etmektedir. Vakfın amacı, İstanbul
Yıldız Sarayı ve ona bağlı tarihi yapıların,
olanaklar elverdiği ölçüde, onarım ve restorasyonu,
doğal çevrenin korunması ve tanıtılmasıdır. Yönetim
Kurulu Başkanlığını Vekilliğini
Dölen Eker'in yürüttüğü Vakıf bu yıl 30. Yılını
kutlamaktadır.
Habertürk,13.03.2012
|
400 YIL SONRA ORTAYA ÇIKTI
Rönesans döneminin
ressamları arasında yer alan
Leonardo da Vinci'nin Florensa'da Vecchio
Sarayı'nın duvarına resmettiği eseri "Anghiari
Savaşı" 400 yıl sonra idealist bir sanat tarihçisi
sayesinde gün ışığına çıktı.
San Diego Üniversitesi'nde sanat tarihçisi olarak
görev yapan Maurizio Seracini, Da Vinci'nin
"Anghiari Savaşı" adlı eserinin Vecchio Sarayı'nın
duvarında
fresk ressamı
Giorgio Vasari'nin "Marciano Savaşı" adlı
eserinin arkasında gizli olduğunu iddia ediyordu.
Seracini bu iddiasına kanıt olarak ise Vasari'nin
resmini yaptığı duvarın üzerinde bulunan "cerca
trova" (Ararsan, bulursun) sözcüğünü gösteriyordu.
Seracini ve ekibi, Vasari'nin "Marciano Savaşı" adlı
eserinin bulunduğu duvarın arkasına bakma iznini
yıllar sonra almayı başardı.
Seracini ve ekibi için dün büyük gündü.
Giorgio Vasari'nin eserine zarar vermeden
duvarın arkasında
Leonardo Da Vinci'nin "Anghiari Savaşı" eserini
arayacaklardı. Bunun için tıpta kanser hastaları
için kullanılan bir teknikten yararlanıldı.
Vasari'nin duvar resmi üzerine 6 adet küçük delik
açıldı. Ucunda kamera olan teller bu deliklerden
geçirildiğinde, Da Vinci'nin en önemli eserleri
arasında gösterilen "Anghiari Savaşı" resminin bütün
ihtişamıyla orada olduğunu gördüler. Resmin sahte
olup olmadığını ortaya koymak için boya numuneleri
alındı.





Ancak bazı sanat tarihçileri, Da Vinci'nin başka bir
eserini bulmak için diğer bir ressamın eserine zarar
verilmesini eleştirdi.
Rönensans döneminin ünlü ressamlarından olan
Leonardo Da Vinci, "Anghiari Savaşı"nı 1505
yılında çizmeye başladı. Florensalılarla Milanlılar
arasında 1452-1519 yılları arasında yaşanan savaşı
anlatan resim, boyanın bitmesi nedeniyle Da Vinci
tarafından tamamlanamadı.
Ressam
Giorgio Vasari 1563 yılında, Da Vinci'nin
esserinin bulunduğu duvarın önüne "Marciano Savaşı"
adlı eserini yaptı. Vasari, ünlü ressamın yaptığı
duvar resminin zarar görmemesi için ön tarafa başka
bir duvar inşa etti ve eserini bu duvarın üzerine
çizdi.
Sanat dünyasını sarsan bu olayı ortaya çıkaran
Maurizio Seracini, Vasari'nin Leonardo Da Vinci'nin
söz konusu eserine zarar vermemek için önüne bir
duvar inşa etmesinin bir saygı belirtisi olduğunu
savundu.
Habertürk, 13.03.2012
|
HIRST, KENDİ MÜZESİNİ AÇIYOR
1990’larda Britanya
sanat ortamını hakimiyeti altına alan Genç Britanya
Sanatçıları akımının en önde gelen figürlerinden
Damien Hirst, kendi müzesini 2014’te açacağını
duyurdu. Sanatçının kişisel koleksiyonunun
sergileneceği
ve Londra’da açılacak müzede kendi
işlerinin yanı sıra Banksy, Jeff Koons gibi
isimlerin eserleri de görülebilecek. Sanatçının, 2
binden fazla eserin bulunduğu çağdaş sanat
koleksiyonunda beş tane de Francis Bacon tablosu yer
alıyor.
Radikal, 13.03.2012
|
|
|
SÜRYANİ CEMAATİ PATRİKHANEYİ İSTİYOR
Süryani Cemaati, 1979'da
istimlak edilerek müzeye çevrilen Mardin'deki
Süryani Katolik Patrikhanesi'ni geri istiyor.
Katolik Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Munir Üçkardeş,
"Patrikhane, bizim için maddi bir anlam taşımıyor
ancak manevi değeri çok büyük" dedi. 5737 Sayılı
Vakıflar Kanunu'nun istimlak edilen vakıf mallarının
iadesine imkan vermediğine dikkat çeken Üçkardeş, bu
nedenle 33 yıldır tüm girişimlerinin sonuçsuz
kaldığını belirtti. Durumu AB Bakanı Egemen Bağış'la
da görüştüklerini söyleyen Üçkardeş, "Hükümetimizin
uygulamaya koyduğu Yeni Vakıflar kanunu için çok
sevinçliyiz. 5 tapumuzu da böyle aldık. Fakat
Patrikhane istimlak edilerek müzeye çevrildiği için
yandaki duvardan öteye geçemiyoruz. Bunun için yeni
bir düzenleme talebinde bulunuyoruz" dedi. İstimlak
edilen tek Patrikhane olduğuna dikkat çeken
Üçkardeş, "Bu yerin manevi değeri bizim için çok
büyüktür. Patrikhanemiz bizim namusumuzdur" diye
konuştu.
Sabah, Haber: Burcu Çalık, 13.03.2012
|
KÜLTÜR VE TURİZM BÖLGESİ
OLACAKLAR
Malatya Valiliği
Arapgir, Battalgazi ve Darende ilçeleri ile Erenli
beldesinin Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim
Bölgesi olması için çalışma başlattı.
Malatya Valiliği Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu
(KUDEB) Başkanı Levent İskenderoğlu, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığının,
tarihi ve kültürel değerlerin yoğun olarak yer
aldığı ve turizm potansiyelinin yüksek olduğu
yöreleri korumak, kullanmak, sektörel kalkınmayı ve
planlı gelişimi sağlamak amacıyla Bakanlar Kuruluna
bazı bölgelerin Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim
Bölgesi olması için öneride bulunduğunu bildirdi.
Bakanlar Kurulunun aldığı kararla, söz konusu
yörenin Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi
ilan edildiğini kaydeden İskenderoğu, Malatya'da da
kültür ve tabiat varlıklarının yoğun olarak yer
aldığı Arapgir, Battalgazi ve Darende ilçeleri ile
Erenli beldesinin Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim
Bölgesi olması için Vali Ulvi Saran'ın emriyle
çalışma başlattıklarını bildirdi.
Hazırlıkları tamamladıktan sonra Kültür ve Turizm
Bakanlığına teklifte bulunacaklarını anlatan
İskenderoğlu, bu ilçelerde ve beldedeki doğal,
tarihi, kültürel ve arkeolojik değerlerin
anlatıldığı, bölgedeki turizm potansiyeli ile buraya
yakın turizm kaynakları, aktiviteleri ve turizm
türlerinin belirtildiği bir rapor hazırlayacaklarını
anlattı.

Bu hazırlıkları yapmak ve Kültür ve Turizm
Bakanlığına teklifte bulunmak üzere kendisinin
başkanlığında bir komisyon oluşturduklarını kaydeden
İskenderoğlu, teklifte bulunulduktan sonra Bakanlık
yetkililerinin teklif sınırlarını değerlendirmek
üzere yerinde inceleme yapabileceklerini ifade
etti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın da olumlu bakması
halinde konuyu Bakanlar Kurulu'na taşıyacaklarını
aktaran İskenderoğlu, ''Bakanlar Kurulu kararı ile
bu bölgelerin Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim
Bölgesi ilan edilmesine yönelik bir karar çıkmasını
bekliyoruz. Haziran ayına kadar teklifimizi
hazırlayacağız'' dedi.
Hedeflerinin bu 3 ilçe ve bir beldenin turizm ve
kentleşme açısından planlı gelişimini sağlamak
olduğuna işaret eden İskenderoğlu, oluşturulan
komisyonda birçok kurum ve sivil toplum kuruluşundan
temsilcilerin yer aldığını anlattı.
Battalgazi İlçesi'nin 7 bin yıllık tarihi, Selçuklu
ve Osmanlı dönemlerine ait geçmişi ve tarihi
kalıntılarıyla bugün de yaşamın devam ettiği önemli
bir ilçe olduğuna dikkati çeken İskenderoğlu,
Arapgir'in sivil mimari örnekleri ve kaya arası
kanyonuyla, Darende'nin de Balaban, Aşağıulupınar ve
Yukarıulupınar mevkilerindeki kerpiç yapıları ve
doğallığıyla eşsiz güzelliklerdeki ilçeler olduğunu
söyledi.
Erenli beldesindeki mimarinin yakından incelediğinde
tunç çağı modellemesi ile inşa edildiğinin
görüleceğine işaret eden İskenderoğlu, ''Beldenin
yüzde 70'i hala geleneksel mimari ile inşa edilmiş
bu kerpiç evlerde yaşamlarını sürdürüyor. Beldede
334 yıllık Bahri Camisi de var. Bu cami de kerpiç.
Onu restore ediyoruz. Yine beldemizdeki 17.
yüzyıldan kaldığı bilinen tarihi bir mezarlık var,
tescilini yaptırdık'' diye konuştu.
Söz konusu 3 ilçe ve bir beldede kültür ve inanç
turizminin öne çıktığını, doğa turizminin de
olduğunu ve bunların alternatif turizm türleriyle
desteklenerek zenginleştirilmesi gerektiğini anlatan
İskenderoğlu, teklifte bulunacakları bölgelerin
planlı gelişiminin gelecekteki yatırımlar açısından
çok önemli olduğuna işaret etti.
Malatya Haber,
13.03.2012
|
ÖYKÜLER VE İNSANLAR TAŞIYAN 14 GAR
Bir demiryolcu
babanın oğlu olan Kemal Vardar'ın elinden çıkan, 14
yazarın kaleminin değdiği bir kitap, 'Memleket
Garları'. Adana'dan Sirkeci'ye epeydir nostaljinin
konusu olmuş garlara dair tarih, mimari, hatıra dolu
anlatılar bir arada...
Orhan Kemal’in cezaevinden çıktıktan sonra
1944’te bir dönem
Adana Garı’nda muvakkat hamal olarak çalıştığını
duymayanınız var mıdır? Ya da İlhan Berk’in yemeğini
öğretmenlik yaptığı Samsun’un Gar Lokantası’ndaki en
dipteki masada yediğini? Bunları ve elbet daha
fazlasını demiryolcu bir babanın oğlu Kemal Varol’un
derlediği, İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Memleket
Garları’ kitabında okuyabilirsiniz. Akıbeti meçhul
güzeller güzeli
Haydarpaşa Garı da var kitapta, Pozantı da,
Batman da, Akhisar da, Samsun da… Kitaptaki 14
garı farklı yazarlar anlatmış. Bazen tarihleriyle,
bazen mimarisiyle, bazen hatıralarıyla ve bazen
güzel hikayeleriyle… Buyurunuz, bir kuple...

Haydarpaşa-Sirkeci Garları/Yonca Kösebay Erkan
Haydarpaşa Garı, 20. yüzyılın başının tüm
ihtişamını yarattığı gibi aynı oranda da o dönemin
biçimsel çeşitliliğini yansıtan bir yapıdır. Mimari
dili, içinde bulunduğu toplumsal yapı ile bütünlük
içinde olmamasına karşın, dönemi için önemli
mesajları içerir. II. Abdülhamid’in dileği üzerine
uzaktan bakınca önemli bir yapı olduğu hemen
algılanan, ampir bezemeleriyle Osmanlı
İmparatorluğu’nun simgelerini taşıyan, aynı oranda
demiryolu inşaatlarının emanet edildiği yeni dost
alanların izini taşıyan bir yapıdır.

Akhisar Garı/Ahmet Büke
Akhisar Garı, göçmen sarısı. Temiz ve terli yolcu
salonu var. Duvarlarında alarm zillerini tarif eden
afişler. (...) Helva satan çocuklar var.
Kayalıoğlu’ndan gelmişler. Malını al para verme, tık
demezler. Ama Ali’ye söv, ikiye böler seni rayların
üzerinde. (…) Yağmur var ama hava güneşli. Gar
Lokantası’ndan - ikinci katta - kızartma kokusu
geliyor. Hareket memurunun odasında radyo açık:
“Anarşistler bugün de bir bankayı soydu sayın
seyirciler.” (...) Bir de kocaman Zenith marka bir
saat var utanmadan. Kol kadar demirle garın alnına
çakmışlar. Altında bir kadın bir erkeğin eline
dokunuyor. Sevgili olmalılar. (...) Garın çay
bahçesinde saatlerce oturup susmuşlar. (...) Ben
ağladım ağlayacağım. Ulan neden kimse uğurlamıyor
beni!...

Eskişehir Garı/Haydar
Ergülen
Eskiden bu kadar kalabalık değildi, bekleme salonu
bilhassa kadın yolcuların, köylerden, kasabalardan
gelenlerin mekanı olurdu. (...) Arkadaşlarımla
Eskişehir Garı’nda kış geceleri kara treni beklerken
tütün sarıp içtiğimiz çok olmuştur, ama yanımızda
votka da olurdu haliyle, bazen de Tekel’in cep
konyağı. (...) Trenler perona yanaştığında simit ve
ayran satan, el arabası ile gezinen zayıf yüzlü
adamcağız Oxford mezunu bir mühendismiş.
Ankara’da atom enerjisi üzerine de çalışmalar
yaptıktan sonra kumar yüzünden işini terk etmiş ve
1975 yılında trenle geçerken, Eskişehir’de inmiş.
İniş o iniş, o günden beri yaşamını simit ve ayran
satarak sürdürüyormuş.

Ankara Garı/Mehmet Aycı
Ankara-İstanbul
arasında resmi görevden ticaret işine, tehcirden
askeri sevkıyata, siyası dalgalanmalardan İstiklal
Mücadelesi’ne katılmaya, demiryolu güzergahındaki
kentlerden mebus intihap edip
Ankara’ya gelmelere 47 yıllık eski döneminde
trenler biraz da
Ankara’nın demografik yapısını olduğu kadar
idari yapısını da belirleyecek, ilk ve son
tanıklıkları hep
Ankara istasyonu yapacaktır. (...)
Ankara Garı da diğer ana/anaç garlar gibi güne
gülümseyerek, neşeli ve dingin başlar. Yer gök,
güvercinler, çevredeki simitçiler, yüzde doksanı
Haymanalı olan gar taksicileri, yolcular, hamallar,
demiryolcular, garın kaşı gözü, mermeri taşı, yüksek
tavanlı bekleme salonu, o salonun alabildiğine
estetik, eskilerde tren sesini andırır gıcırdayarak
açılan kapıları da güne gülümseyerek başlar…

Adana Garı/Behçet Çelik
Adana Garı’nın 1912’de hizmete alınmasından kısa
bir süre sonra tanık olduğu bir zulüm daha var.
(...) 1915’ten sonra bütün
Anadolu demiryolları gibi
Adana Garı da trenlerle sürgüne gönderilen
Ermenilere tanıklık etmiş...
Adana’da yaşayan yabancı mukim Bayan Wallis 9
Mayıs 1916’da verdiği ifadede bizzat
Adana İstasyonu’ndan şöyle söz ediliyor: “Sığır
gibi dolduruluyorlardı ve trenler,
Adana istasyonundan birbiri ardına geçtiğinde,
insanlar bir yudum su için yalvarıyorlardı, fakat
bol su olmasına rağmen verilmiyordu. (...) Yakın
dostlarımızdan bazıları yola çıkarken, istasyonda,
bir aileye bir sepet üzün vermeye çalışmış, fakat
izin verilmemişti. Onlar Halep’e ulaştıktan sonra
insanlara ne olduğunu öğrenemedik.

Erzurum Garı/Feridun Andaç
Gar binasının önü bir hengame… Sanırsınız ki,
Almanya bir kapı ötemizde! Kara trenin
lokomotifi oflayıp duruyor. Gözlerim o karartıda.
Gecenin zifirini aydınlatan buhar, ardından içimizi
iyice soğutan kalkış sesi, isle karanlığı buluşturan
kömür kokusu… Ve sallanan eller… Garda kalan hüzünlü
bir bekleyiş. Ama gidemeyenler de var, başka
bekleyenler, Doğu Ekspresi’nin Kars’a ulaşacak
yolcuları yarı uykularındalar. (...) En çok
mahkumlar dikkatimi çekiyor. İki jandarma arasında,
sıkıştırılarak oturtuldukları demir kanepelerde sıkı
sıkıya buluşturulmuş kelepçeli ellerine şaşkınlıkla
bakıyorum…
Diyarbakır Garı/Şeyhmus Diken
Şimdi Diyarbekir istasyonuna kalan devasa bir
yoksulluktur. (...) Odalarıysa salkım saçak dolu
gelir, dolu gider, bütün yoksulluğu ve sefaletiyle.
Çapa zamanı çapaya, pamuk zamanı pamuğa
Adana’ya,
Akdeniz’e. Fındık zamanı Düzce’ye ve daha
ötelere. Diyarbekir’e kalan ise, şimdilerde artık
şehre ‘yük’ olarak algılanan tren yolunun bir
şekilde şehir dışına taşınma telaşıdır.

Basmane-Alsancak Garları/Orhan Berent
1970’lerdeki Alsancak-Buca-Seydiköy banliyö trenleri
bojisiz, tek dingilli, kısa, çok eski vagonlardan
teşkil ediliyordu. Bazı vagonlar eski şehirlerarası
trenlerden kalmaydı. Bu tip vagonlar iki bölmeliydi,
duvarları maun kaplamaydı. Bir bölmedeki koltuklar
yeşil, diğer bölmedeki koltuklar kırmızı meşin
kaplıydı. Babam kırmızı rengin birinci, yeşil rengin
ikinci mevkiye işaret ettiğini söylerdi. Maun
kaplamalı vagonları çok severdim. Buharlı
lokomotiflerin çektiği çok eski ve köhne vagonlardan
oluşmuş
İzmir banliyö trenleri ile evimize dönmek
geçmişte kalan fakat özlemle hatırlanan bir
nostaljiden ibaretti. Ama ne nostalji...
Radikal, Haber: Nazan Özcan, 12.03.2012
|
TÜRK SERAMİKLERİ DÜNYA TURU HAZIRLIĞINDA

Türk sanatçı ve akademisyenlerin Anadolu
hikayeleri anlattığı seramik eserler dünya
turuna çıkıyor. Eserler, Seattle'da
sergilendikten sonra Kanada ve Amerika'nın
çeşitli şehirlerini dolaşacak ve mayıs başında
Türkiye'ye dönecek. Yönetmenliğini Ahmet Turgut
Yazman'ın yaptığı Göbeklitepe belgeseli de
sergiyle birlikte gösterilecek.
İnsan ilk duyduğunda çok seviniyor. Türkiye
sınırları içindeki hikayelerden derlenen bir
şeylerin -örneğin bir serginin- başka
ülkelerin sınırları dahilinde görünür
olmasına... Hele ki bu sergi, bir sürü
ülkeyi dolaşacaksa... Serginin ismi
'Tolerans', malzemesi seramik. Ama bir
irkilti: Neden tolerans? Yani hoşgörü ve
müsamaha gibi iki güzide kelime dururken
sözlükte... Serginin küratörü Işık
Gençoğlu'na soruyoruz bunu. Cevabı: "Hiç bu
yönden bakmamıştık ama meselemiz hoşgörü. Bu
temanın topraklarımıza, kültürümüze ve
değerlerimize birebir uyduğuna inanıyoruz.
Anadolu'dan çıkan hikayeleri hepimize mal
etmek için çizgisiz ve ünlemsiz bir proje
düşledik. Bizi biz yapan değerlerden biri
olan toleransın bize yol göstermesini
istedik. İngilizcesini göz önünde
bulundurmuş olabiliriz. Ama sonuçta Seattle,
bizim için bir fırsat! Anlatmak, anlaşılmak,
anlamak, anlaşmak, ilişikte olmak için..."
Sergi, Seattle'daki National Council Of
Education For The Ceramic Arts (Ncceca)
tarafından 25-31 Mart tarihleri arasında
46.sı düzenlenecek 'On the Edge' temalı
konferansın paralel etkinliklerinden biri.
Hatta 5.000'den fazla katılımcı ve
30.000'den fazla ziyaretçinin yer alacağı
konferansın tek Türk etkinliği...
Sergide; Beril Anılanmert, Bingül
Başarır, Burcu Karabey, Deniz Onur Erman,
Dilek Aydıncıoğlu, Ebru Zarakolu, Elhan
Ergin, Erdal Tusun, Funda Özkan, Güngör
Güner, Hasan Başkırkan, Hüseyin Özçelik,
K.Deniz Pireci, Mustafa Tunçalp, Mutlu
Başkaya, Reyhan Gürses, Sevim Çizer, Tuğba
Ülker, Türker Özdoğan, Ufuk Tolga Savaş ve
Zehra Çobanlı'nın seramik çalışmaları yer
alacak. Her biri bir Anadolu hikayesini
anlatan... Örneğin sütlük, örneğin üç dilim
ekmek...
Bire bir Anadolu... "Hiç kuşkusuz
hikayesi en bol topraklardan biri Anadolu...
Güçlü, doğurgan ve mutlu hikayelerin ev
sahibi... Araştırmacıların iştahla,
heyecanla üstünde çalıştığı hala temiz, hala
özgün ve özel toprakların adresi." diyor ve
ekliyor Gençoğlu: "Bizler, Anadolu'da
yaşamış ve yaşayan eski ve yeni dünyaların
kesiştiği kültürler ışığında geliştik,
gelişiyoruz. En önemlisi, yaşanmışlıkların
seramiği nasıl etkilediğini bizzat görüyor,
biliyor, deneyimliyoruz. Ve bunu tüm
dünyayla paylaşmak istiyoruz."
Zaman, Haber: Jülide Karahan, 12.03.2012
|
MUHTEŞEM YÜZYIL'A SORUŞTURMA
“Muhteşem
Yüzyıl” dizisi hakkında, tarihi mekanların
tahrip edildiği ve izinsiz arkeolojik kazı yapıldığı
gerekçesiyle suç duyurusunda bulunuldu.
“Muhteşem
Yüzyıl” dizisi hakkında tarihi mekanların tahrip
edildiği gerekçesiyle
soruşturma açıldı. Hürriyet'in haberine göre:
Dizi yapımcıları, bazı bölümlerde mekan olarak
kullandıkları dünyaca ünlü tarihi
Yarımburgaz Mağarası’nda izinsiz çekim yapmak,
arkeolojik esere zarar vermek ve mekanı tahrip
etmekle suçlanıyor.
Dizinin Show TV’de yayınlanan 30’uncu bölümü için
Küçükçekmece Gölü’nün kıyısında yer alan mağaranın
içinde ateş yakıldı, 43 ve 44’üncü bölümlerde de
Pargalı İbrahim’in yaralarının iyileşmesi için
birinci dereceden arkeolojik SİT alanı olan
Yarımburgaz Mağarası’nda yeni bir kazı yapılarak
havuz oluşturuldu.
İstanbul Kültür ve Turizm İl Müdürü Prof. Ahmet Emre
Bilgili, arkeolojik ve tarihi mekanlarda çekim
yapmak için kendilerinden izin alınması gerektiğine
dair yasa bulunduğunu, “Muhteşem Yüzyıl” adına
Yarımburgaz’la ilgili olarak kendilerinden hiçbir
izin alınmadığını söyledi. Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın diziyle ilgili
soruşturma başlattığını belirten Prof. Bilgili,
şöyle konuştu: “Birinci dereceden sit alanında film
çekilecekse, biz ancak Arkeoloji Müzeleri
Müdürlüğü’nden bir arkeoloğun gözetiminde olmak
şartıyla izin veririz. Durumu araştırdık ve bizden
izin alınmadığını tespit ettik. İnsan, tarihi dizi
yapanların tarihe daha saygılı olmalarını bekliyor.”









Habertürk 12.03.2012
******
TARİHİ MAĞARADA
NASIL ÇEKİM YAPILIR?
Küçükçekmece Gölü’nün hemen
üzerinde bulunan Yarımburgaz Mağarası, İstanbul’un
en eski yerleşim yeridir ve çok önemli arkeolojik
kazı alanıdır.
Ne yazık ki yıllar yıllar boyunca talan
edilmiştir. Yarımburgaz’da büyük emeği olan Prof.
Mehmet Özdoğan Hoca’yla yıllar önce mağaraya
yaptığımız gezide, duvarlardaki “Ali Ayşe’yi seviyo”
yazılarını ve define avcılarının talanlarını
görmüştük.
Zaten daha önce de Yeşilçam’ın platosu olarak
çeşitli filmlerde kullanılmış.
Aynı mağaraya Muhteşem Yüzyıl ekibinin izinsiz girip
çekim yaptığı haberleri yansıdı medyaya.
Hani Pargalı’nın okla vurulduktan sonra Nigar Kalfa
tarafından tedavi edildiği mağara var ya, işte orası
Yarımburgaz...
O dizi ekibinin ışıklar, kameralarla, oyuncuların
meşalelerle lambur lumbur girdiği yer tam 400 bin
yıl öncesinden izler taşıyor.
Bu vurdumduymazlık dünyanın hiçbir yerinde yapılmaz,
yapılamaz!
Topkapı Sarayı’nın bazı bölümlerini yeniden inşa
eden, dekor ve kostüme milyonlarca dolar harcayan
yapımcı için bir mağarayı yeniden inşa etmek çok zor
olmamalı.
O sahneler Yarımburgaz’da değil de bir dekorda ya da
sit alanı olmayan sıradan bir mağarada çekilseydi ne
fark ederdi?..
Hiçbir şey!
Mağaraya nasıl izinsiz girildiğini de anlamış
değilim.
Yıllardır o mağaranın kapısına demir parmaklık koyar
İstanbul Üniversitesi...
Tarihi eser hırsızları her seferinde sağını solunu
yamultup içeri girer...
Üniversite yılmadan düzeltir demir parmaklığı...
Demek talancıların dışında artık yapımcılara karşı
da önlem alması gerekiyor üniversitenin.
Bu işin Muhteşem Yüzyıl’a yaptırımı ne olacak, takip
edeceğim.
Hürriyet, Yazı: Cengiz Semercioğlu, 14.03.2012
|
VAKIF ESERLERİ KAMULAŞTIRILMAYI BEKLİYOR

Osmanlı’nın ilk başkenti olan Bursa’da
cumhuriyetin ilk yıllarında şahıslara satılan
yüzlerce eserden bugün ayakta kalabilen 2 mescit, 2
cami ve bir hamam, devlet tarafından
kamulaştırılmayı bekliyor.
Vakıf kayıtlı eserlerin kamulaştırılmasına imkan
sağlayan kanun bulunmasına rağmen günümüzde
Bursa’da vatandaşlarda olan çok sayıda mescit,
cami ve hamam bulunuyor. Sahiplerinin günümüz
şartlarında fonksiyonlarını kaybetmesi sebebiyle
satışa sunduğu Tahtakale’deki İnebey Hamamı
müşteri arıyor. Mal sahiplerinin ilk etapta 900
bin lira fiyat biçtikleri tarihi hamamın hemen
arkasındaki İnebey El Yazma Eserler Kütüphanesi
ile birleştirilerek okuma salonu yapılması
gündeme geldi. Ancak günümüzde iş yapamayan
hamama tarihi eser olduğu için talipli de
çıkmıyor. Vatandaşlar, valiliğin İl Özel İdaresi
Tarihi Eser Fonu’ndaki paralarla tarihi hamamın
makul bir fiyata satın alınarak,
vakıflaştırılmasını istiyorlar.
Bursa Valisi Şahabettin Harput’un satış ilanı
gazetelerde çıkmasından sonra kamulaştırmak
üzere Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nü
görevlendirdiği Cumhuriyet Caddesi Pirinç Han’ın
alt tarafındaki Tavukçuoğlu Mescidi için de
belediye meclisinde plan değişikliği yapılıyor.
Mal sahibinin 400 bin lira istediği mescit için
vakıflar yetkililerinin pazarlık yaptığı, makul
olan fiyata gelinmemesi halinde re’sen
kamulaştırma yoluna gidileceği öğrenildi. 1 yılı
geçen kamulaştırma sürecinin hızlandırılması
isteniyor.
Bu arada Doğanbey Toki Blokları içinde kalan
tarihi Mizanoğlu Mescidi de, müteahhitlerin
dikkatsiz hafriyat çalışmaları sebebiyle kısmen
çöktü. Mescit olarak tescilli olan yapının
kurtarılması için özel mülkiyette olan binanın
bir an önce kamulaştırılması gerekiyor. Tarihi
eser meraklılarını üzen bir halde bulunan
mescidin tamamı çökmeden bir an önce
restorasyonu gerekiyor.
Bursa’da özel mülkiyette iken Eski Eserleri
Sevenler Kurumu’na restore etmeleri karşılığı
hibe edilen Gümüşçeken Caddesi’ndeki Simkeş
Camii ise vakıflaştırılmayı bekliyor. Bursa’da
uzun yıllar eski eserleri tamir eden ve Bakanlar
Kurulu kararı ile kamu yararına dernek statüsüne
sahip olan Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu
(BEESK), Kavaklı Caddesi’nde 60 yıldır
kullandığı Dar’ül Kura binası ile camiyi takas
etmek istiyor. Ancak vakıf yetkilileri konuya
eğilmedikleri için halen kiracı durumunda
olan BEESK, camiyi ibadete kapatmayı
faaliyetlerine uygun görmüyor. Bursa
milletvekillerinin aracılık ederek Vakıflar
Genel Müdürlüğü’nün olumlu yaklaşımı ile vakıf
meclisinden karar alınarak, takasın
gerçekleşmesi bekleniyor.
Kamulaştırılıp ibadete açılmayı bekleyen bir
cami de yine Doğanbey Toki binaları arasında
bulunuyor. Kırayoğlu Ailesi’ne ait olan
Kefensüzen Camii’nin ibadete açılması için
kamulaştırılması bekleniyor. Kırayoğlu
Ailesi’nin TOKİ ile daire karşılığı anlaştığı
öğrenildi. Caminin mülkiyetinin Doğanbey’deki
dairelerin tapularının çıkıp aileye
verilmesinden sonra kamuya geçeceği öğrenildi.
Vakıflar yetkililerinin bir an önce ana yapısı
sağlam ancak basit onarıma muhtaç camiyi takibe
alarak ibadete hazır hale getirmesi bekleniyor.
Bursa Olay, 12.03.2012
|
21 SÜTUNLU ROMA ÇEŞMESİNDEN 2013'DE SU AKACAK
Anadolu toprakları üzerinde bulunan en görkemli Roma
çeşmesi Nymphaeuma (Anıtsal Çeşme)’nın 21 sütunundan
14′ü ayağa kaldırıldı. Çeşmelerden 2013′te su
akıtılması planlanıyor.
Antalya’nın Manavgat
İlçesine bağlı dünyaca ünlü
Side antik kenti girişinde bulunan Anıtsal Çeşme’de 9
yıldır restorasyon ve onarım çalışması yapılıyor.
Halk arasında dokuz çeşme olarak bilinen Anıtsal
Çeşmenin, MS 2′nci yüzyıl ortalarında yapıldığı
belirtiliyor. Anıtsal Çeşme’de bulunan 21 tarihi
sütunun 21′i ayağa kaldırıldı. Burdur’un Ağlasun
İlçesi'nde bulunan Antoninler Çeşmesi’nde olduğu gibi
su akıtılarak çeşmenin Unesco korumasında dünya
kültür mirasına kazandırılması bekleniyor.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü yetkilileri, çeşmede bahar dönemi
restorasyon çalışmalarının 4 Nisan’da başlanacağını
ifade etti. Arkeolog Dr. Altan Algül, tarihi
çeşmedeki restorasyon ve onarım çalışmalarının Sayka
İnşaat Mimarlık Mühendislik Müşavirlik Limited
Şirketi tarafından Tarih Günışığına Çıkıyor Projesi
kapsamında ayağa kaldırıldığını söyledi. Anıtsal
Çeşme’de 21 tarihi sütundan 14′ünün aslına uygun
olarak ayağa kaldırıldığını belirten Algül,
Nymphaeuma’nın Anadolu topraklarında ayakta kalan en
görkemli Roma dönemi çeşmesi olduğunu kaydetti.
Algül, “Anıtsal Çeşme’de yılda 2 kez çalışma
yapıyoruz. Side Antik Kent’te bulunan ve MS 2′nci
yüzyıl ortalarında yapılan Anıtsal Çeşme görkemli
yapısıyla varlığını sürdürüyor. 2012 yılında geri
kalan 7 sütunu ayağa kaldıracağız. Geçen Kültür ve
Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay yaptığımız
çalışmaları yerinde inceledi. Çeşmenin ayağa
kaldırılmasına özel önem veiyor. 2013 yılında
çeşmelerden su akıtmayı hedefliyoruz.” dedi. Algül,
İtalya Roma’da bulunan Anıtsal Çeşme’nin MS 3′ncü
yüz yılda inşa edildiğini ve model olarak Side örnek
alındığını kaydetti.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı
Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu da Side antik kentinde ilk
kazı çalışmasının 1947 yılında Ordinaryüs Prof.Dr.
Arif Müfid Mansel tarafından yapıldığını belirtti.
Uzun yıllar Prof.Dr. Jale İnan’la birlikte Side
kazılarına eşlik ettiğini aktaran Haluk Abbasoğlu,
İtalya Roma’da bile bulunmayan Roma eserlerinin
Side’de bulunduğunu dile getirdi. Abbasoğlu, Side
kazılarının bu nedenle insanlık kültür mirası için
çok önemli olduğunu söyledi.
Side Belediye Başkanı Abdulkadir Uçar, Roma
dönemine ait Anıtsal Çeşme’nin insanlık kültür
mirası için çok önemli olduğunu söyledi. Side
Belediyesi olarak antik kent içinde bulunan tarihi
eserleri ayağa kaldırmada Anadolu Üniversitesi’ne
destek verdiklerini belirten Uçar, bu sene içinde
Tüke Tapınağı’nın kaldırılmasına öncü olacaklarını
ifade etti. Uçar, Anıtsal Çeşme’nin insanlık kültür
mirasına kazandırılması ve ayağa kaldırılma
çalışmalarına turizmci Barut ailesinin de destek
olduğunu kaydetti.
Zaman, 11.03.2012
|
PICASSO LONDRA'DA

Dünyaca ünlü İspanyol ressam Pablo
Picasso'nun eserleri, İngiltere'nin başkenti
Londra'daki Tate Britain müzesinde özel bir sergiyle
sanatseverlerle buluşuyor.
Sanatçının, önceki
yıl Christie's müzayede evinde 66,5 milyon sterlin
gibi rekor bir fiyata satılan "Çıplak, Yeşil
Yapraklar ve Büst" isimli 1932 tarihli tablosu da
sergilenen eserler arasında yer alıyor.
Eserler arasında, Picasso'nun
19 yaşındayken resmettiği "Güvercinli
Çocuk" tablosu da bulunuyor. 1970'li yıllardan
beri İngiltere'nin çeşitli müzelerinde sergilenen
1901 tarihli eserin 15 Temmuz'da sona erecek
serginin ardından açık artırmada satılması
bekleniyor. Picasso'nun
"mavi dönemini" simgeleyen eserin değerinin yaklaşık
50 milyon sterlin olduğu ve İngiltere içinden alıcı
bulunamaması olasılığının endişe yarattığı bilgisi
basına yansıyor.
Sergide, Picasso'nun
İngiliz sanatçılara ve resmine etkisi de
anlatılıyor. Modern sanatın öncülerinden olan
Picasso'nun, Duncan
Grant, Henry Moore, Francis Bacon, David Hockney
gibi İngiliz sanatçılara etkisi, bu sanatçıların da
bazı eserlerinin yer aldığı sergide gözler önüne
seriliyor.
İlginin yoğun olduğu "Picasso
ve Modern İngiliz Sanatı" adlı sergi, 15 Temmuz'a
kadar açık kalacak.
Habertürk, 11.03.2012
|
SULUKULE NE YANA DÜŞER?

Fatih'teki
surlar boyunca yürürken TOKİ ve
Özkar inşaat tabelasıyla turuncunun
hakim olduğu "Osmanlı Evleri"
gözüküyor; yani eski adıyla
Sulukule
mahallesi. Sulukulu'ye nasıl giderim
sorusuna verilen soğuk şaka güldürmüyor: "Hayrola,
ev mi alacaksınız, bende iki tane var 400 bin TL'den
satayım." Sulukule'de dört yıl önce başlayan ve 5
bin 500 kişiyi etkileyen "kentsel dönüşüm"
artık bitmek üzere. İçinde sadece yaklaşık 50
Sulukulelinin yaşayacağı villalar mart ayının
ortasında "kura" ile teslim edilecek. Ev
fiyatlarının 600 bine ulaştığı söyleniyor.
"Üç bilirkişi de
'proje tarihi dukuyu korumuyor' dedi"
Sulukule Roman Derneği ve
mahallelinin 2007'de Fatih Belediyesi
ve Kültür Bakanlığı'na projenin
iptali için açtığı davada üçüncü bilirkişi raporu
da, projeyi hukuka uygun bulmadı. Birinci bilirkişi
raporu projeyi, koruma amaçlı imar planına uygun
bulmamıştı. İkinci bilirkişi raporu da inşaatları,
5366 sayılı kanunun tarihi dokuyu koruma amaçlarına
ve kamu yararına uygun bulmamıştı. Belediye ve
Bakanlık bu karara "düzeltme yaptık" deyip itiraz
edince, üçüncü bilirkişi raporu hazırlandı. Sonuç
yine aynı, düzeltmeler yapılmadığı için proje kanuna
uygun değil.
Peki, ikinci bilirkişi raporu ne diyordu?
* UNESCO'nun belirlediği Sur Koruma Bandı Avan
Proje'de yarıya inmiş.
* Özgün ada morfolojisi ve sokak dokusu korunmamış.
* Mevcut durumda kamuya ayrılmış alanlar projede
yapılaşmaya açılmış, sokak kesitleri büyütülmüş.
* Yeşil alan ve parklara yer verilmemiş.
* Mevcut sokak dokusu ve tescilli yapılara uygun
olmayan yapı tipolojisi oluşturulmuş.

"Mahkeme projeyi iptal etmeli"
Derneğin avukatı Hilal Küey, "Üç
bilirkişi raporu da projeyi hukuka aykırı buldu.
Aslında mahkeme daha ilk raporda yürütmeyi durdurma
kararı verebilirdi ama vermedi; inşaatlar neredeyse
bitti. Ancak mahkeme son aşamaya geldi; yürütmeyi
durdurma ya da doğrudan projeyi iptal etme kararı
çıkmalı" diyor. Projeyi iptal kararı çıkarsa,
Belediye yeniden kanuna uygun proje hazırlamak
zorunda kalacak.
Öte yandan, dernek ve birkaç mahalleli, süreç çok
uzadığı ve daha fazla beklemek istemediği için 2010
Mayıs'ında Türkiye'ye karşı
AİHM'e
başvurmuştu. Dava, mülkiyet hakkı ve adil yargılama
hakkını ihlal ettiği, özel yaşamın korunmadığı ve
Romanlara ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle açıldı.
Normalde AİHM istisnai durumlar dışından iç hukuk
yolları tükenmeden davaları kabul etmiyor. İşte
Sulukule davası da bu istisnaya girdiği için AİHM,
dosyayı incelemeyi kabul etti. Küey, kararın çıkması
uzun sürse de sonuçtan oldukça umutlu, bu karar
Türkiye'deki diğer kentsel dönüşüm mağduriyetleri
için de emsal teşkil edebilir.

"Müzisyenliği bitirdiler, kiralar yüksek"
Sulukule'den zorla yerinden edilenlerin bir kısmı
Balat, Gaziosmanpaşa, Edirne'ye gitti. Taşoluk ve
Kayabaşı'ndaki TOKİ evlerine giden 337 aile (altısı
kaldı) bir yıl bitmeden eski mahallelerinin yanı
başındaki Karagümrük'e geri döndü. Hatta,
çamaşırlarını inşaatın demir perdesine astı.
Sulukule Roman Derneği Başkanı
Şükrü Pümdük, babasının babaannesinden
kalan evini satmadı, mahkemesi sürüyor. Evine ne
kadar fiyat biçildiğini bilmiyor Pümdük, "Ne kadar
fiyat verirse versin, benim kültürümü yok etti, buna
nasıl paha biçebilirler ki" diyor. Sulukule Roman
Orkestrası'nda müzisyen Pümdük, ailesiyle Taşoluk'ta
yaşamaya sadece bir ay dayanabildi. "Eğlence
sektörünü bitirdiler, ben Taksim'de çalışmaya
başladım, gecenin 3'ünde Taşoluk'a nasıl döneyim.
100 lira taksi tutuyor, zaten o kadar kazanıyorum.
TOKİ'deki kiralar 300-450 lira ama merkezi ısıtma,
apartman aidatı ve yol parasını da ekleyince masraf
1500 lirayı buluyor. O yüzden herkes döndü.
"Döndük ama Kumkapı'da klarnet yasak. Yüzde 90'ı
müzisyen olan insanlar nerede çalışsın; çoğu şimdi
seyyar esnaflık ya da kunduracılık yapıyor. Üstüne
bodrum katındaki apartman dairelerinde daha çok kira
ödüyor."

"Apartman arasında mahalle kültürü olur mu?"
Karagümrük'te "yaşam nasıl" sorusuna Pümdük, adının
ve insanının değiştirildiği Sulukule'nin eski
halinin fotoğrafını göstererek "Bu iki katlı benim
evimdi, bu da arka mahalledeki yeni apartman dairem.
Şimdi bölük pörçük apartmanlar arasında mahalle
kültürü oluşur mu?" diyor. Sulukule'de her şeye
rağmen direnen tek şey, inşaatın yanı başındaki
Sulukule Çocuk Sanat Atölyesi; orada müzik hala
devam ediyor.
bianet.org, Haber: Nilay Vardar, 11.03.2012
|
TARİHE YOLCULUĞUN BAŞLANGIÇ NOKTASI YENİKAPI OLACAK

Roma, Bizans ve Osmanlı Devleti'ne ait sayısız
eseri bağrında bulunduran İstanbul'u gezmek ve
anlamak artık daha kolay. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin üzerinde çalıştığı projeye göre,
yerli ve yabancı turistler, paha biçilmez
eserleri, yapıldıkları tarihe göre sırayla
gezecek. Gezinin başlangıç rotasında ise 8 bin
500 yıl öncesine ait bulgulara rastlanılan
Yenikapı yer alacak.
Üç büyük medeniyete ev sahipliği yapan
İstanbul'da yeni bir proje hayata geçiyor.
Onlarca tarihi eserin bulunduğu kentte Roma,
Bizans ve Osmanlı devletlerine ait eserler
farklı gezi rotalarıyla gezilebilecek.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB)
hazırlayacağı projeye göre Roma, Bizans ve
Osmanlı gezi rotaları çıkarılacak. Onlarca
eser artık ait oldukları döneme göre
gezilecek. Geçtiğimiz yıl 8 milyon 57 bin
879 turisti ağırlayan İstanbul'un tarihi
Yenikapı'da yapılan Marmaray ve İstanbul
metrosu kazılarıyla yeniden yazıldı. Metro
alanında yapılan arkeolojik kazılarda 8 bin
500 yıl öncesine ait bulgular elde edildi.
Yenikapı'daki arkeolojik kazılar
tamamlandığında tarihi yolculuğun başlangıç
noktası burası olacak. Roma, Bizans ve
Osmanlı dönemlerine ait tarihi eserler
hazırlanacak yeni güzergah ile dönemlere
göre gezilecek. Tarihe yolculuk için özel
yollar yapılacak. Yenikapı'dan başlatılacak
yollar dönemine uygun taşlarla
döşenebilecek. Roma, Bizans ve Osmanlı
döneminde kullanılan taşlarla yeni yollar
yapılacak.
Proje hakkında bilgi veren İBB Başkanı
Kadir Topbaş, "Medeniyetlere başkentlik
yapan bir kentte yaşıyoruz. Birçok döneme
ait eser var. Bu eserleri belli bir sıraya
göre gezmeyince bilgi karışıklığı yaşanıyor.
Bu yüzden kente gelenlere tarihsel rota
imkanı sunacağız." dedi. Topbaş,
hazırlanacak yeni güzergahlar ile kentin
tarihinin daha iyi anlaşılacağını ifade
etti. Yerli yabancı turistlerin şehri rehber
eşliğinde gezerken bile zorlandıklarını dile
getiren Topbaş, "Bize miras kalan o kadar
çok eser var ki. Tek başına gezdiğin zaman
bir haritayı takip etmezsen bilgi yüklemesi
oluyor. Sultanahmet Meydanı'nda Roma, Bizans
ve Osmanlı'ya ait eserlerin bulunduğu için,
tarihsel bir süreç içinde eserler
anlatılmadığı için karışık bir bilgilendirme
yapılıyor. Biz bu haritayı hazırlayalım
istedik." şeklinde konuştu.
Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 11.02.2012
|
ÇİN'E EL YAZMASI KURAN-I KERİM MÜZESİ
Çinli Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Gansu
eyaletinde, elyazması Kur'an-ı Kerim müzesi
kuruluyor.
Müzenin en kıymetli eseri 9. ve 11.
yüzyıllarda yazılan deri kaplamalı elyazması
Kur'an-ı Kerim olacak. Çin Uluslararası
Radyosu'na göre, yıl sonunda açılacak müze,
800 metrekarelik alana yapılacak.
Zaman, 11.03.2012
|
|
 |
VAN GOGHALIVE'A ZİYARETÇİ AKINI
Abdi İbrahim firmasından yapılan yazılı açıklamada, firmanın 100. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen Van GoghAlive Dijital Sanat Sergisi'ni, açılışından bu yana geçen bir ayda 50 bin ziyaretçinin izlediği belirtildi.
Açıklamada, açılışı Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın yaptığı ve ünlü ressam Van Gogh'un eserlerinin yeni bir formatla sunulduğu sergiye, her yaş grubundan çok sayıda sanatseverin yanı sıra ana okulları, ilköğretim okulları, liseler, üniversiteler, dernekler ve sivil toplum kuruluşları gibi geniş bir yelpazeden toplu katılımlar olduğu kaydedildi.
Sergi, 15 Mayıs tarihine kadar Karaköy Limanı Antrepolarında görülebilecek.
Habertürk, 11.03.2012
|
"OSMANLI, MÜCEVHERİ GÜÇ ALAMETİ OLARAK KULLANDI"
Bu hafta sanat tarihçisi, mimar, UNESCO Türkiye
Milli Komisyonu Yönetim Kurulu Üyesi ve Somut
Kültürel Miras Komitesi Başkanı, yazar Prof.Dr. Gül
İrepoğlu’nun evindeyiz.
Kapıdan adımınızı atar atmaz kocaman kütüphanenin,
her köşeye yerleşmiş neredeyse her dilde kitapların,
bilgisayarın, salonda sizi karşılayan antika çalışma
masasının birbiriyle ahengi, size bu evde her an her
daim çalışıldığını hemen hissettiriyor. Belki de bir
profesörün evine girdiğinizde çok doğal sayılacak bu
durum, mor ve yeşilin iddialı uyumuyla boyanmış
duvarlara asılmış tabloları, ince objeleri,
süslemeleri ile aynı zamanda bir sanat tarihçisinin
evinde olduğunuzu da hemen hissettiriyor.

OSMANLI’DA SARAY MÜCEVHERİ
Söylemeden edemeyeceğim, beni bir başka etkileyen
nokta da, günde neredeyse 16-17 saat çalışan
birisinin nasıl bu kadar canlı, heyecanlı ve bir o
kadar da hoş, alımlı ve bakımlı olmayı
başarabilmesiydi. Zarif hocamızla romanları, sanat
tarihi, mimari ve çok yakında baskısı çıkacak olan
son romanı “Osmanlı Saray Mücevheri” üzerine birçok
konuda konuştuk.
Siz bir mimar hem de bir sanat tarihçisisiniz;
sanat tarihine yönelmenizde Teyzeniz Prof.Dr.
Nurhan Atasoy’un emeği büyük sanırım.
Evet, mimarlık okudum ama sanat tarihi geleneği olan
bir aileden geliyorum. Sanat tarihi profesörü olan
ve dünyaca da tanınan teyzem bir gün “Mimarlık
okudun, şimdi seni sanat tarihi alanında
yetiştireceğim” dedi. Çocukluğumda sergilere, yurt
dışında konferanslara götürdü. Onun çırağıyım, gurur
duyuyorum. Beni sanat tarihinde akademik kariyere
yöneltti. Mimarlık okuduğum için de çok mutluyum.
Mimarlık insana bir vizyon kazandırır. Roman
yazarken bile mimarlık vizyonumun etkisini
görüyorum. Yıllar önce Almanya’da resim sanatı
üzerine bir konferansımda birisi “Çok şaşırdım;
ancak bir mimar konuşmasını bu şekilde planlar”
demişti. Mimari insana disiplin verir.
Bizim sanatımızda olduğu kadar Avrupa sanatında da
uzmansınız.
Bizim kültürümüz çok zengin; farklı açılardan
değerlendirecek çok şey var. Akademik kariyerin
başında Avrupa sanatı okuyup, dersler de verdim.
Zaten tek bir tarafı bilmek katiyetle yetmez. Dünya
sanatı içerisinde karşılaştırma imkanına sahip
olmalısınız ki sağlıklı değerlendirme yapabilesiniz.
Hem Osmanlı hem de Avrupa sanatı üzerinde çalıştığım
için de şimdi bunların meyvelerini topluyorum.
Akademik hayatınıza erken veda etmişsiniz.
Bilinçli bir şekilde erken emekli oldum; zamanımın
efendisi olmak istedim. Bir yandan roman yazıyordum;
edebiyatın özgürlüğüne sığınmıştım ve onu devam
ettirmek istiyordum, bir yandan da sanat tarihinde
yazacağım çok şeyim vardı. TRT’de kültür sanat
programları, yaptım. Halen UNESCO Türkiye milli
komisyonunda yönetim kurulundayım. Tam biraz kendime
vakit ayırayım derken başka işler devreye giriyor.
Neler yazıyorsunuz?
Çok yeni bir kitabım bitti. İsmi “Osmanlı Saray
Mücevheri”. Bu kitabın alt başlığı benim için daha
da önemli; o da şu “Mücevher Üzerinden Tarihi
Okumak”. Konuya başka bir açıdan baktım. Mücevher
yalnızca parlak değerli taşlar değil; çok farklı
simgeleri var. Osmanlı İmparatorluğunun,
imparatorluk karakterini sergilemesinin güçlü bir
aracı aslında mücevher.
O dönem için mücevherin önemi çok büyük o halde.
Tabii çok önemli; 16. yüzyılda gösterişli
mücevherler bir ihtiyaçtır. Padişah mutlaka en güzel
mücevherlere bürünmeli, en güzel taht üzerinde
oturmalı ki gücünü sergileyebilsin. Katiyen burada
süslenme kaygısı yok. Padişah her Cuma büyük bir
alayla yakındaki bir camiye gider. Burada tebaasına
gücünü gösterme olduğu gibi yabancı elçilere ve
kendisini izleyen dünyaya da gücünü gösterme vardır.
At koşumları değerli taşlarla bezelidir. Başındaki
sorguçtan kılıcına kadar ihtişam sergilenir.
Bu muhteşem mücevherler nasıl korunmuş? Kayıp var
mı?
Topkapı Sarayı hazinesi dünyadaki, İslam hazineleri
içerisinde en büyük olanıdır. Buradan padişahın
haberi olmadan hiçbir şeyin çıkması mümkün değildir.
Tarih boyunca, ihtiyaç halinde, örneğin: Kanuni
Zigatvar seferine çıkacak, hazineden bir takım altın
eşyaları alıyor ve akçeye çevriliyor. Ama ata
yadigarı parçalar çok iyi korunmuştur. Bu durum
Osmanlı döneminde de, cumhuriyetin ilk yıllarında
da, bugün de aynı saygıyla devam ediyor.
Dünya mücevherleri içerisinde Osmanlı
mücevherlerinin ağırlığı nedir?
Ağırlık diye bir yorumda bulunmak doğru değil.
Çünkü, örneğin: Britanya mücevherini bir de
bizimkileri düşünürsek aradaki fark konsept ve
anlayış farkıdır. Ama İslam hazineleri içerisinde
Osmanlı mücevherlerinin en büyük olduğunu
söyleyebiliriz. Osmanlı tam bir imparatorluk
sentezidir. Doğulu ve batılı tasarımcılar vardır; bu
nedenle de muhteşem bir hazinedir. Doğuda, batıda
yapılan fetihlerle hep en iyi ustalar katılmıştır.
Onların kendi memleketlerinde aldıkları görgü de
beraberinde geldi. Osmanlı karakterini oluşturdu.
İmparatorluğun ihtişamını yansıtan ve aynı zamanda
da tartışmalı bir dönem, Lale devri ve hakkında
sizin de bir kitabınız var.
“Gölgemi Bıraktım Lale Bahçelerinde“ roman tadında
bu dönemi anlatıyor. Bu döneme biraz haksızlık
yapıldığını düşünüyorum. Lale devri büyük
eğlencelerin, büyük israfın olduğu bir dönem gibi
görüldüyse de artık daha farklı bakılabiliyor. Lale
Devri Osmanlı kültür ve sanatında aynı zamanda ciddi
bir yükselişin olduğu dönemdir. Önemli eserler var.
Bir takım yeni kavramlar çıktı. Meydan çeşmelerini
düşünün; daha önce böyle bir şey yoktu. Gerek Boğaz
gerekse Kağıthane kıyılarında yerleşimin artması ve
dışa açılan bir mimari ortaya çıkması meydan
çeşmeleri geleneğini ortaya koydu. Lale Devrinin en
önemli simgelerinden biri bana göre III. Ahmet
çeşmesidir; dönemin zevkini yansıtır. Müzik ve
edebiyatta bu dönemde çok eser ortaya konmuştur.
Bu dönemde bir lale çılgınlığı da var.
Evet, çok önem verilmiş; nadide lale soğanlarına
biçilen bedeller inanılmaz değerlere yükselmiş. Bu
sebeple, “Bin altından fazlaya lale satılamaz”
denmiş. Lale inceliğin ve zarafetin sembolüdür.
İleride bu dönem, bu sebeple lale devri olarak
anılıyor. O dönemde yaşayan insanlar Lale Devri
deneceğini bilmiyor elbette. Yahya Kemal bunu
söylemiş, tarihçi Ahmet Refik bunu kullanmış ve
ondan sonra belli bir dönemi ifade ettiği için
yerleşmiş bu terim; bence güzel bir terim ve bir
dönemi belirliyor.

Mücevherin, her dönemin en sofistike yansıması
olduğunu göz önüne almalıyız. Her sanat dalı
döneminin beğenisini yansıtır. Ama mücevher bütün
bunların içerisinde en incelmiş zevktir. Taşlar,
kimin ürettiği, tasarımı, kimin için olduğu, amacı,
gibi sorular size bir tarih panoraması verir.
Örneğin: 16. yüzyıl çok renkli bir dönem. Osmanlı
İmparatorluğu’nun zirvede olduğu bir yüzyıl. Bu
dönemde renkli taşlara özellikle yakut, zümrüt ve
firuzeli mücevherlere merak çok. O dönemin
tezhibine, kumaşına, çinisine baktığımızda da aynı
renk zevkini görüyoruz. Taşlar taht gibi gösterişli
eşyalarda kullanılıyor. Tahtların, örneğin bir
yabancı elçiyi kabul ederken ki kullanılışı; sonra
padişahın o elçiyi kabul ederken başına taktığı
sorguç ve bununla da yetinmeyip tahtının yanına iki
tane kavuk ve üzerine yine gösterişli sorguçlar
konması bize gösteriş gibi görünse de aslında
mücevherin nasıl bir güç alameti olduğunu
gösteriyor.

Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan Zümrüt, yakut,
lal ve incili sorguç.
Osmanlı kültür ve
sanatının kıymetini çok iyi bilmeliyiz
Osmanlı sanatını anlamak veya göz ardı etmek,
çağa ayak uydurmak, yeni bir sanat meydana getirmek
konularında neler söylersiniz?
Kültür ve sanatta hiçbir şey birdenbire olmaz.
Kültür ve sanatın bir devamlılığı vardır; illa
şundan başlıyor buradan başlıyor diye bir şeyi tarih
kabul etmez. Çağa ayak uydurmak başka şeydir,
Osmanlı sanatını anlamak başka şeydir. Çok zengin
bir kültürdür Osmanlı kültür ve sanatı. Ne kadar
incelmiş bir zevk olduğunu da söyleyebiliriz.
Günümüzün zevksizliğine inat güzellikleri vardır.
Günümüz koşullarına baktığımızda elbette ki bu hızda
geçmişin sanatını yakalamak çok kolay değil. Ancak
bu eskinin güzelliklerini, kıymetini bilmeye engel
değil.
Mimar gözüyle sizce eski mimariyi koruyabildik
mi?
Tarihi kent peyzajlarını doğru korumamız ve doğru
değerlendirmemiz gerekiyor. Geç kaldığımız birçok
şey var bu konuda ama zararın neresinden dönülürse
kardır. Bir kent içinde tek başına bir bina değil
bir bütün olarak görünmelidir. Özellikle tarihi
dokular içerisinde hepsi birbirine uyumlu
korunmalıdır ve doğru işlev verilmelidir bu
binalara, aksi takdirde yaşatamazsınız bunları.
Bunların yalnızca bizim değil insanlığın malı olduğu
bilinciyle hareket edilmelidir.
Harem kadınını anlatan “Cariye” isimli
kitabınız birçok dile çevrildi; Harem konusunda ne
dersiniz? Gizemli bir yer; değil mi?
Harem elbette ki gizemli. Osmanlı literatürlerinde
de bu konuda çok bilgi yok. Harem çok özel bir yer
olduğu için, daima hayallerde büyütülmüş bir yer.
Sadece padişah eşleri diye düşünmek yanlış.
Saraydaki kadınların eğitim aldıkları bir yer. Hepsi
okuma yazma biliyor, çok iyi terbiye almış kadınlar.
Dizilere girdi şu sıralar?
Çok konuşmak istemem ama çok gerçekçi bulmuyorum.
Kılık kıyafet, kullanılan eşyalar o dönemi
yansıtmıyor, ama sonuçta görsellik oluşturulmak
isteniyor. Yaşantı, giyim vb. unsurlar daha gerçekçi
olabilirdi. Bu tip dizilerin tarihe olan ilgiyi
artırdığı kesindir. Ayrıntılar daha iyi
planlanabilir.
Türkiye Gazetesi
Pazar, Haber: Betül Altınbaşak, 11.03.2012
|
KAZDIKÇA TARİH ÇIKIYOR
Bursanın İznik İlçesi’nde bulunan Antik Roma
Tiyatrosu kazı alanının temizlenmesi sırasında
zeminden 1.5 metre derinlikte Bizans dönemine ait
çini kalıntıları bulundu. Moloz temizleme
çalışmaları sırasında bulunan Bizans dönemine ait
seramik şarap kupası müzeye teslim edildi.
Uludağ Üniversitesi Sanat Tarihi Arkeoloji Bölümü
öğretim üyesi Doç.Dr. Bedri Yalman başkanlığında
1980’lerde başlanan İznik antik Roma tiyatrosu
kazıları 4 yıl önce sona erdi. Yakın zamanda üzerine
çıkmayan boyalarla yazılmış duvar yazıları, içki
kutuları ile dolu olan Roma Tiyatro’su Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın talimatıyla Müzeler Genel
Müdürlüğü’nce koruma altına alınmak üzere geçen
aydan bu yana çevre düzenlemesine başlandı. Tiyatro
çevresi ve içerisinde zamanla oluşan toprak moloz
yığınlarının kaldırılmaya başlanmasıyla birlikte o
döneme ait bulgular da ortaya çıktı. Zeminden 1.5
metre inilen tarihi tiyatro alanından Bizans ve
Osmanlı dönemine ait çini seramik kalıntıları ortaya
çıktı.

Moloz temizleme çalışmaları sırasında tiyatronun
güney kısmında dün şarap kupası bulundu. 9- 15’inci
yüzyıllara ait olduğu sanılan Bizans dönemi şarap
kupasını görüntülemek için kaza alanına giden
gazeteciler, dakikalar önce toprak altından çıkan
nadide parçayla karşılaştr. Tek parça halinde
bulunan şarap kupası, tek renkli astar kazıma
(Sgrafitto) teknikleri ile yapılmış. Kırmızı hamurlu
ve sarı sırlı seramikten oluşuyor. Yüz yıllarca
toprak altında kalarak gün yüzüne çıkan kupa ve
diğer kalıntılar İznik Müzesi’ne teslim edildi.
Antik Roma Tiyatrosu İznik’in güneybatısında,
Saraybahçe veya Eski Saray olarak adlandırılan
bölgede bulunuyor. İznik surlarının 90 metre
kuzeyindeki bu tiyatro, Anadolu’da ayakta kalmış
tiyatroların en önemlileri arasında yer alıyor. Roma
İmparatoru Traianus (97-117) zamanında eyalet valisi
Pilinius Csecillius Secunds (62-113) tarafından
yaptırıldığı biliniyor.
Hürriyet, Haber: Halil Ataş, 11.03.2012
|
TÜRK HEYKELİ ARTIK PARİSLİ
Fransa’da 2009 yılında düzenlenen Türkiye Mevsimi’nde gerçekleşen etkinliklerden biri Paris’te hala ayakta.
Heykeltıraş Cem Sağbil’in Türkiye’de yaptığı dev heykelleri “Hemera ve Ay Tutan Adam” Paris’i adeta mesken tuttu. Türkiye Mevsimi için kilometreler kat eden heykeller, ‘Türk mahallesinin’ girişinde, mahalle sakinlerini selamlıyor. 10’uncu Paris’in Belediye Başkanı, artık mahallenin sembolü haline gelen Belediye Binası önündeki heykelleri 3 yıl kiradan sonra şimdi de satın almak için başvuruda bulundu.
Heykellerin yaratıcısı sanatçı Cem Sağbil, “Hemera ve Ay Tutan Adam’da Doğu ve Batı, Ay ve Güneş, kadın ve erkeği sembolize ediliyor... Doğu’da yapılıp Batı’ya gelen bu heykeller, gün-gece, yaşam-ölüm karşıtlığını barındırıyor. Herhalde heykelleri Paris’te bir mahallede sergilenecek tek Türk sanatçı benim. Ne diyeyim pek hoş doğrusu” dedi.
Hürriyet, Haber: Arzu Çakır Morin, 11.03.2012
|
 |
SANAT PİYASASININ YÜKSELEN YILDIZI: HAT

Dikkat çekici hat sergileri, eserlerin yüksek
fiyattan satıldığı müzayedeler birbirini takip
ediyor.
Sakıp Sabancı Müzesi, geniş hat
koleksiyonunu mayıs ayından itibaren, yüksek
teknolojiyle donatılmış yeni mekanında sergileyecek.
İş dünyasından Demet-Cengiz Çetindoğan çifti,
Haliç'te büyük bir hat müzesi açmanın hazırlığını
yürütüyor... Hat sanatının popülerleşmesinin
izlerini sürdük.
İslam kültüründe resim sanatına, özellikle de
kutsal kişilerin resimlerinin yapılmasına uzun zaman
boyunca sıcak bakılmadığını biliyoruz. Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi'nden geleneksel sanatlar
uzmanı Profesör Faruk Taşkale şöyle bir anekdot
aktarıyor: 'Peygamber'in kızı Hazreti Fatma,
Peygamber'den sonra onun yüzünü hatırlayamayacağı
kaygısını dile getirdiğinde; Hazreti Peygamber,
damadı Hazreti Ali'ye 'Benim hilyemi yazın ve ona
bakın, beni görmüş gibi olursunuz' demiştir.
Önceleri saygı belirtisi olarak hazırlanıp cepte
taşınacak şekilde hazırlanan hilyeler, ilk kez 17.
yüzyılın hat dehası Hafız Osman tarafından levha
şeklinde tasarlanmış ve günümüze kadar bu biçimiyle
gelmiştir.'
OSMANLI'DA ZİRVE YAPTI
Prof. Taşkale'nin anlattıkları, hat sanatının nasıl
bir ortamda doğup geliştiği hakkında yeterince fikir
veriyor. Resme uzak durmuş sanatkarlar maharetlerini
yazıya görsel bir zenginlik kazandırarak
göstermişler. Zamanla gelişen, yazı tiplerine ve
konularına göre çeşitli türlere ayrılan (örneğin
Hazreti Muhammed'i konu edinen, günümüzde en çok
ilgi çeken hat eserlerine hilye-i şerif deniliyor)
bu sanat, zirvelerineyse Osmanlı'da ulaşmış.
Cumhuriyet'le birlikte 'eski yazıyla' ve Osmanlı
kültürüyle ilişkimiz zayıflayınca, hat sanatı da
unutulmaya başlanıp daralan bir çevreyle
sınırlanmış.
YENİDEN KEŞFEDİYORUZ
Bugünlerdeyse yeniden keşfediyoruz.
Nedenleri açık; günümüzle Osmanlı kültürü arasında
zayıflamış bağların güçlenmesi, kültürel kodları bu
geleneğe ait kesimlerin canlanan ekonomide büyük
paylara sahip olması ve dolayısıyla sınırlandığı dar
çevreden çıkıp daha fazla kişinin ilgisini
çekmesi... Müzayedelerde satışa çıkarılan hat
eserlerinin her geçen gün artması, birbiri ardına
hat sergileri açılması bu canlılığın gözden
kaçmayacak işaretleri.
Bu açıdan bakınca 2011'in son aylarında,
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri'nden
birini Hattat Hasan Çelebi'nin alması pek de
'ilginç' değil. Sakıp Sabancı Müzesi'nin önümüzdeki
mayıs ayında, restorasyonu şu sıralarda tamamlanan
Atlı Köşk'ü bir hat müzesine dönüştürecek olması
da... Büyük bir 'müze haberi' de önümüzdeki yıl
için; Türkiye'nin en önemli hat koleksiyonerlerinden
kabul edilen, iş dünyasından Demet-Cengiz Çetindoğan
çifti önümüzdeki yıl Haliç'te büyük bir müze açacak.
Projesini mimar Zaha Hadid'in çizdiği müzenin önemli
bölümünü hat eserleri oluşturacak. Hat sanatının
popülerleşmesini yansıtan bu liste, böyle uzayıp
gidiyor...
KUR'AN-I KERİM İSTANBUL'DA YAZILDI
Biz başa, bu sanatın tarihine dönüp İstanbul'un
önemini vurgulayan başka bir anekdota geçelim. Yine
Profesör Taşkale anlatıyor: 'Türkler İslam dinini
kabul edince ayrı soydan, tamamen farklı bir yazıyla
karşılaşmışlardır. Karşılarında hiçbir estetik
özellik taşımayan, yalnızca bir okuma-yazma aracı
olan Arap yazısını, Türk kültür ve estetik anlayışı
doğrultusunda kendine özgü bir sanat haline
getirmişlerdir. Bugün cami, müze, kütüphane ve özel
koleksiyonlarda bulunan nadide el yazmaları;
kitaplar, albümler ve levhalar, Türk sanatkarının
ince zevkinin ve estetik anlayışının ürünüdür.
'Kur'an-ı Kerim, Mekke'de indi, Mısır'da okundu,
İstanbul'da yazıldı' sözü bu gerçeği en iyi şekilde
ifade eder.'
İş dünyasından hat sanatına ilgi gösteren
kişilerden biri, gemi boyaları alanında faaliyet
sürdüren Jotun'un CEO'su Şükrü Ergün. Kendisine hat
sanatıyla kurduğu ilişkiyi sorduk...
- Hat sanatına gönülden bağlıyım. Yazıları
anlayabilmek, sanatı hissedebilmek için önce
Osmanlıca sonra da Kuran okumayı öğrendim. Kültüre
ve geçmişe olan merakımı bilen karım yıllar önce bir
doğum günümde bana bir ferman hediye etmişti. Her
şey öyle başladı. Aşağı yukarı on beş yıldır hat
sanatına ilgim artarak devam ediyor.
- Koleksiyonumu evimde ve ofisimde bulunduruyorum.
Güzel bir hat eserine bakarak rahatlarım, huzur
bulurum. Dolayısıyla evimde ve işyerimde her an
gözümün önünde olsunlar isterim.
- Koleksiyonumda Hafız Osman, Mahmut Celalettin,
Mustafa Rakım, İsmail Zühtü, Kazasker Mustafa İzzet,
Mehmet Nuri Sivasi, Ali Alparslan, Hamid Aytaç,
Derviş Ali gibi hattatların eserleri var.
- Eserleri müzayedelerden almıyorum. Hat sanatıyla
ilgilenenler birbirlerini 'kulaktan kulağa
bilgilenme' yöntemiyle bulabiliyorlar. Bu bir gönül
işi. Parayla prestij yarıştırma nesnesine dönüşmesi
hoşuma gitmiyor. Parası olmayanların güzel bir hat
eserine bakıp huzur duymaktan mahrum kalması, parası
olanların duvar rengine uygun diye o eseri alması
can sıkıcı.
- Hat sanatının son yıllarda popülerleşmesinin
ardında, başta ülkede hakim siyasi atmosfer olmak
üzere birçok neden olabilir. Ancak önemli olan
kültürümüzün çok önemli bir öğesi olan hat sanatının
geniş kitleler tarafından takdir edilmesi ve ilgi
görmesi. Diğer Müslüman ülkelerde de bulunmasına
rağmen en iyi hattatlar bizim ülkemizden çıkmış. Hat
sanatına bize özgü bir sanat biçiminde bakıyorum.

Abbasiler döneminde kendini göstermeye
başlayan, 17. yüzyılda yaşayan Hafız Osman'dan
itibaren Osmanlı'da zirveye çıkan hat sanatının ilgi
gören önemli isimleri, az değil. Müzayedelerde
konuyla ilgilenen her koleksiyonerin sahip olmak
istediği hattatları şöyle sıralayabiliriz: Şeyh
Hamdullah, Ahmed Karahisari, Hafız Osman, Yesarizade
Mustafa İzzet Efendi, Kazasker Mustafa İzzet Efendi,
Mahmud Celaleddin, Bakkal Arif, Şevki Efendi, Aziz
Efendi, Hasan Rıza, Kamil Akdik, İsmail Hakkı
Altunbezer, Halim Özyazıcı, Hamit Aytaç... Bu
isimlerin eserleri son yıllarda müzayedelerde yüz
bin dolarlar seviyesinde satılıyor.
Bu konudaki miladın 2010'da, Kazasker Mustafa
İzzet'in bir hilye-i şerifinin 1 milyon 150 bin
liraya satılması olduğu söylenebilir. Aradan geçen
kısa zamanda fiyatı yüz bin dolar barajını aşan hat
eserlerinin sayısı 20'yi buluyor.
Hat eserlerine bu fiyatları veren pek çok tanınmış
isim var. Tahmin edersiniz ki büyük kısmı iş
dünyasından; Erdoğan Demirören, Demet-Cengiz
Çetindoğan, Sabancı Ailesi, Ülker Ailesi, Remzi Gür,
Ali Demirel, Şükrü Ergün, Mehmet Çebi, Kerem Kıyak,
Hasan Yeşilkaya... Bu isimlerden, koleksiyonunda üç
bin civarında hat eseri bulunan İstanbul Antik
Sanat'ın sahibi Mehmet Çebi, yakın bir gelecekte bu
fiyatların çok daha fazla yükseleceğini söylüyor.
Bir yatırım aracı olarak koleksiyonculuğa ilgi
duyanlara hat eserlerini öneriyor.
Akşam Pazar, Haber: Eyüp Tatlıpınar, 11.03.2012
|
ASIRLIK KONAK, TÜRKİYE'NİN İLK HEYKEL MÜZESİ OLUYOR

Eskişehir'in Sivrihisar
İlçesi'nde açılması
planlanan Türkiye'nin ilk heykel müzesi için
çalışmalar başladı.
Heykeltıraş Metin Yurdanur'un ailesine ait
110 yıllık tarihi konak, Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından heykel müzesi yapılmak
için restore ediliyor. Çalışmaların
tamamlanmasının ardından ağustos ayı başında
açılması planlanan müzeye 'Yurdanur Müzesi'
adı verilecek. Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'ın katılacağı törenle
sanatseverlerle buluşacak müze, kültür
merkezi olarak da kullanılacak.
Heykel müzesine dönüştürülmesi için
Sivrihisar Belediyesi'ne verilen tarihi
konağın restorasyon çalışmalarını Eskişehir
İl Özel İdaresi yürütüyor. Osmanlı
mimarisini yansıtan asırlık konağın aslına
uygun onarılması için bütçeden 100 bin lira
ayrıldı. Planlamaya göre, müzenin bir odası
atölye olacak. Pek çok eseri olan ve
çalışmalarını Ankara'da sürdüren heykeltıraş
Yurdanur, müze açıldıktan sonra kendisine
ayrılan atölyede yeni eserler yapmaya devam
edecek. Müzede, Yurdanur'un yanı sıra farklı
sanatçılara ait çeşitli heykeller de
sergilenecek. Kültür merkezi olarak da
kullanılacak müzede müzik etkinlikleri ve
konferanslar yapılacak. Çalışmalar
bittiğinde Sivrihisar'da bir kültür
destinasyonu ortaya çıkmış olacak.
Çalışmaları yerinde inceleyen Eskişehir
İl Genel Meclisi Başkanı Ahmet Yapıcı,
Osmanlı mimarisiyle yapılan evin hiçbir
özelliğini kaybetmeden restore edilerek
hizmete sunulacağını söyledi. İlçenin tarihi
yönden önemli mekanlara sahip olduğunu
kaydeden Yapıcı, Metin Yurdanur adına
yapılan Türkiye'nin ilk heykel evi müzesinin
de bu eserlerden biri olacağını belirtti.
Zaman, Haber: Mehmet Kuru, 11.03.2012
|
ORTAÇAĞ'DAN KALAN DEV KALE YANDI

Orta Avrupa ülkesi Slovakya'nın en önemli tarihi
yapıtlarından biri yandı. Ülkenin doğusundaki
Roznava kentindeki Krasna Horka Kalesi yangında ağır
hasar gördü.
Ortaçağ dönemine ait kaledeki
yangının çıkış nedeni henüz belli
değil. Ancak ilk incelemelere göre,
yangının bir grup çocuğun kalede
saman yakmasıyla başladığını
gösteriyor.
Yangında kalenin ahşap olan çatı
kısmının tamamının tahrip olduğu ve
içeride bulunan çok sayıda tarihi
eserin de yandığı açıklandı.
Alevleri söndürmek için 11 bölgenin
itfaiye ekipleri uğraş verdi.
14 yüzyılda madencilik yolunu
korumak için inşa edilen kale,
tarihte birçok hanedanlığa
evsahipliği yaptı.
Tarihi kale restore edildikten sonra
geçen nisan ayında tekrar açılmıştı.
Cnn Türk, 11.03.2012
******
SİGARA İÇERKEN
KOCA ŞATOYU YAKTILAR
Slovakya'da 14. yüzyılda yapılan
Krasna Horka Şatosu, çıkan yangın sonucunda
büyük hasar gördü. Yangının çıkması ardından 84
itfaiyeci ve çok sayıda sağlık ekibi olay yerine
sevk edildi ancak oluşan büyük hasarın önüne
geçilemedi.
Yangın sonrasında başlatılan soruşturmada gözler iki
çocuğun üzerine çevrildi. Polis sözcüsü 11 ve 12
yaşındaki iki çocuğun,
sigara yakmak isterken çevredeki otları ateşe
verdiğini ve yangının böyle başladığını açıkladı.
Slovakya'da 15 yaşın altındaki çocuklar aleyhine
dava açılamıyor.
Habertürk, 13.03.2012
|
 |
ANTİK KENT DEV DALGALARA YENİLDİ
Anamuryum antik kentinin liman duvarı, dev dalgalar ve kum erozyonu nedeniyle yıkıldı.
Mersin Üniversitesi Anamur Meslek Yüksekokulu öğretim görevlisi arkeolog Bilhan Subaşı, Anamuryum antik kentinin liman bölümünün dalgalar nedeniyle büyük hasar görmesinin turizm ve bölge adına büyük kayıp olduğunu belirterek, tarihi tahribatı önlemek için dalgakıran projesinin hayata geçirilmesi gerektiğini söyledi. Antik kentin MÖ 8′inci yüzyılda yerleşime açıldığını kaydeden Subaşı, “Anamuryum antik kenti, yapıları itibarı ile bugün Efes’i aratmayacak konumdadır. Ancak, antik kent yıllardır kaderine terk edilmiş durumda, en büyük nedeni ise deniz dalgalarıdır. Eğer liman duvarlarını koruyacak bir proje geliştirilmezse gelecek kuşaklarımıza aktaracak bir tarihi eserimiz kalmayabilir” dedi.
Anamur’un simgesi olan tarihi kente sahip çıkılmasını isteyen ilçe sakinleri de, “Bu eseri sahip çıkamazsak neye sahip çıkacağız? Dev dalgalar liman duvarlarını yıkıp götürüyor. Buna bir an önce önlem alınması gerek” diye konuştu.
Cnn Türk, 10.03.2012
|
SAHABE TÜRBELERİNİN YANIBAŞINDAKİ AHIRLARIN
YIKTIRILMAMASI TEPKİ ÇEKİYOR
Diyarbakır'da 27 şehit sahabenin yan yana
yattığı Hz. Süleyman Camii'nin hemen yanındaki
ahırların yıktırılmaması tepki çekiyor.
İslam ordularının komutanı Halid Bin
Velid'in oğlu Hz. Süleyman'ın da aralarında
bulunduğu 27 sahabenin türbesini ziyaret
eden vatandaşlar, çevreyi saran ahır
kokusunun ziyaretçileri rahatsız ettiğini,
bu yüzden ahırların kaldırılması gerektiğini
söyledi. Diyarbakır'ın gerçek anlamıyla bir
peygamberler ve sahabeler şehri olduğu ancak
yıllardır bu potansiyelin
değerlendirilemediği belirtildi. Şehir, 6
peygamber kabri, 3 peygamber makamı ve 32
sahabe kabrinin yanı sıra yüzlerce alime ev
sahipliği yapıyor. Diyarbakır'ın manevi
kalbi olarak kabul edilen ve 27 şehit sahabe
kabrinin bulunduğu Sur İlçesi'ndeki
İçkale'nin görüntüsü ziyaretçileri
şaşırtıyor. Burada bulunan ve Vakıflar Genel
Müdürlüğü tarafından 2 yıl önce restore
edilen cami, geçen yıl Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç tarafından hizmete açılmıştı.
Restorasyon çalışmaları kapsamında yıkılması
planlanan caminin hemen bitişiğinde bulunan
ahırlar, TOKİ, valilik ve belediye
tarafından yürütülen kentsel dönüşüm
çalışmalarının yarım kalması nedeniyle henüz
yıkılamadı.
Diyarbakır Valiliği, Büyükşehir
Belediyesi, Sur Belediyesi ile TOKİ
tarafından yürütülen kentsel dönüşüm
projeleri ile manevi bölgenin
gecekondulardan kurtarılması planlanmıştı.
Kentsel dönüşümün başladığı 2009 yılında bir
yıl içinde gecekondu ve ahırların tamamının
yıktırılması ve bölgenin temizlenmesi
amaçlanmıştı. Ancak aradan 3 yıl geçmesine
rağmen sahabe türbelerinin çevresindeki çok
az sayıda gecekondu yıktırılabildi.
Ziyaretçileri rahatsız eden kötü kokuların
yükseldiği ahırların yıktırılmaması
vatandaşların tepkisini çekti. Geri dönüşüm
projeleri TOKİ, çevrenin temizlenmesi için
gecekondu sahiplerine Çölgüzeli bölgesinde
yaptırdığı konutları yüzde 20 indirimli
veriyor. Gecekondu değerini de konuttan
düşürerek ödeme planı çıkartıyor. TOKİ'nin
bu teklifini kabul eden bazı gecekondu
sahipleri bölgeyi boşaltı. Ancak çok sayıda
gecekondu sahibi, belediyenin enkaz
temizleme parasını bile kendilerinden
aldığını belirterek, bölgeyi boşaltmaya
yanaşmıyor. Bazı gecekondu sahipleri ise
TOKİ'nin evlerine biçtiği değerin önemli bir
kısmını belediyenin kestiğini belirterek
evlerinden çıkmak istemediklerini dile
getiriyor.
Vatandaşlar, ise kentsel dönüşüm
projesinin bir an önce hayata geçirilerek
ahırların yıktırılmasını istiyor.
Zaman, Haber: İsmail Avcı, 10.03.2012
|
PHOKAİA ANTİK KENTİ KAZILARINA DESTEK PROTOKOLÜ
İMZALANDI
İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin Foça’daki
Phokaia antik kenti kazılarına yıllık 900 bin lira
nakdi yardımda bulunmasını öngören protokol
imzalandı.
Belediyeden yapılan yazılı açıklamaya göre,
Agora’daki tarihi kazıları destekleyen İzmir
Büyükşehir Belediyesi, Foça Antik Phokaia Kenti Kazı
Başkanlığı’na da nakdi yardımda bulunma kararı aldı.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Sırrı
Aydoğan’ın imza attığı protokol kapsamında Foça’daki
kazılara yılda 900 bin lira nakdi yardım yapılacak.
Ayrıca, belediye tarafından görevlendirilen 1
arkeolog Foça Kazı Başkanlığı ekibinde çalışacak.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Foça antik
kazılarına bugüne kadar işçi ve malzeme desteği gibi
ayni yardımlar verdiğini ifade eden Sırrı Aydoğan,
yasal düzenlemeler çerçevesinde bu yardımları artık
nakdi olarak sürdüreceklerini kaydetti.
Foça Top Dağı’nda bulunan tarihi yel
değirmenlerinin kazı başkanlığı ve Büyükşehir
Belediyesi işbirliğinde restore edildiğini belirten
Aydoğan, çalışmaların ardından yel değirmenlerinde
aslına uygun olarak buğday öğütüleceğini ifade etti.
İzmir’in ihtiyacı olan her yerde belediye olarak
çalışmayı sürdüreceklerini dile getiren Aydoğan,
“Tarihi ayağa kaldırma konusunda yaptığımız bu
çalışmalar gelecek kuşaklara ve insanlığa
hediyemizdir” ifadesini kullandı.
Sırrı Aydoğan, Büyükşehir Belediyesi olarak
Ayavukla Kilisesi’ni restore ettiklerini, Emir
Sultan Türbesi, Beth İsrael Sinagogu ve Doğanlar
Kilisesi restorasyonlarıyla İzmir’in hoşgörü
kimliğini ortaya koyduklarını kaydetti.
Foça Antik Phokaia Kazı Başkanı Prof. Dr Ömer
Özyiğit de destek veren İzmir Büyükşehir Belediyesi
yönetimine teşekkür etti. Antik Foça’nın İyon
kentleri arasında en büyüyüğü ve Batı medeniyetinin
kurucusu olduğunu vurgulayan Özyiğit, “Bu kadar
önemli bir tarihi” ayağa kaldırma konusunda el
birliğiyle çalışmaya devam ettiklerini ifade etti.
haberler.com, 09.03.2012
|
ADANA MÜZESİ'NİN TAŞ ESERLER BÖLÜMÜ YENİDEN AÇILDI
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kararıyla 2 yıl önce kapatılan Adana Arkeoloji Müzesi’nin Taş Eserler Bölümü kapılarını ziyaretçilerine tekrar açtı.
Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım Tosun, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, müzenin 2010 yılında depremlerden oluşan çatlaklar ve rutubetten dolayı kapatıldığını belirterek, “Adana’daki etnografya ve arkeoloji müzelerinin kapalı olması nedeniyle kente gelen turistler bu müzeleri gezemiyordu. Bu nedenle bende restorasyonu tamamlanan taş eserler bölümünün ücretsiz açılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na dilekçe gönderdim. Bakanlıkta dilekçeye olumlu bakarak taş eserler bölümünün diğer bölümler tamamlanana kadar ücretsiz ziyaretçi almasını kabul etti” dedi.
Tosun, müzedeki restorasyon çalışmalarının 2012 yılında bitirileceğini kaydetti.
haberler.com, 08.03:2012
|
 |
ÇATTEPE, DİCLE'DEKİ
TEK LİMAN

Batman Üniversitesi
Rektörü ve Hasankeyf Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr.
Abdüsselam Uluçam, Ilısu Barajı'nın sadece Hasankeyf
ile sınırlı olmadığını, kuş uçumu 104 kilometrelik
bir alanı kapsadığını söyledi. Uluçam, bu alanda 91
arkeolojik alan bulunduğunu ifade ederek, DSİ'nin
sadece Hasankeyf'te değil, 104 kilometrelik alan
içerisinde pek çok yerde kamulaştırma faaliyeti
yürüttüğünü belirtti. Baraj gerçekleştiğinde su
altında kalacak Hasankeyf'in yüzde 80'lik bölümünde
kazılacak alanlar bulunduğuna dikkati çeken Uluçam,
şöyle dedi. ''Ortaçağ
dünyasının o güzelim şehrinde kazılacak çok yer var
ve bunların büyük bölümü istimlak edilemedi. DSİ bu
konuda çok uğraş vermesine rağmen, ederinin,
olurunun üzerinde teklif vermesine rağmen hala
istimlak edilemeyen alanlar mevcut. Hem DSİ, hem
Kültür Bakanlığı açık yüreklilikle söylüyorum,
Hasankeyf'in kültürel varlığı için akla gelmedik
ödenek ayırdılar. Ama bu rıza ile olacak bir durum.
Rıza olmadığından mahkeme kararı da uzadığından
süreç uzadı. Barajın su altında kalacak bölümünün
tamamı istimlak edilecek. İstimlak edilen Çattepe
mevkisi ise baraj sularından ilk etkilenecek alan.
Burası aynı zamanda Dicle nehri üzerinde tek liman
olan yer. Çattepe höyüğünün orada Botan çayı da
dahil 3 nehir birleşiyor. Burası yük gemilerinin
Basra'ya kadar gittiği eski su üstü taşımacılığının
yapıldığı, gemilerin yanaştığı bir liman.
Dolayısıyla son derece önemli. Çattepe'ye bu nedenle
öncelik verildi.'' Uluçam, kamulaştırma yapıldıkça
kazı çalışmalarını sürdürdüklerini bu kapsamda
taşınacak esas Hasankeyfli'lerin yaşadığı yerin
altının kendileri için önemli olduğunu belirterek,
''Höyük, Süryani yerleşim alanı, İçkale ve Büyük
Saray'da kazıya 15 Mart'ta başlıyoruz. Bunun için
gereken ödenek aktarıldı'' dedi. Uluçam, eski
Hasankeyfli'lerin yaşadığı yerde ise sondaj
mahiyetindeki küçük kapsamlı kazıların süreceğini
belirtti.
Batman Gazetesi,
08.03.2012
|
4 - 10 Mart 2012
|
TARİHİ GAZHANE İÇİN YENİ İHALE 15 MART'TA YAPILACAK
Tarihi Hasanpaşa Gazhane binasının restorasyonu için ilk adım atılıyor. Yüksek teklif nedeniyle iptal edilen 2011 yılındaki ihale yeniden yapılıyor.İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü tarafından yeniden yapılan ihaleyle restorasyon projesi hazırlanacak.
Dev kültür merkezine dönüştürüleceği söylenmesine rağmen İETT garajı ve şantiye olarak kullanılan Tarihi Gazhane'nin restorasyon çalışması kapsamında 13 bin metrekarelik tarihi yapının yenilenmesi, 5 bin metrekarelik yeni inşaat alanı eklenmesi öngörülüyor. 15 Mart 2012'de yapılacak ihale açık ihale şeklinde gerçekleştirilecek. Proje ihalesinin tamamlanmasının ardından yapım için yeniden ihale edilerek 3 yıl içerisinde açılışa hazır hale getirilmesi hedefleniyor. 2011 yılında yapılan ihalede verilen teklifler yüksek bulunduğu için iptal edilmişti.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 10.03.2012
|
 |
|
MAĞARAYI UÇURACAKLARDI
Sinop'un Saraydüzü İlçesi'nde kaçak kazı yaptıkları belirlenen 7 kişi, polis ve jandarmanın ortak operasyonu ile suçüstü yakalandı. Olayda 4 kilo 850 gram patlayıcı madde ile define aramada kullanılan çok sayıda malzeme ele geçirildi.
Olay, Saraydüzü İlçesi'ne bağlı Arım Köyü'nde meydana geldi. Edinilen bilgiye göre, yapılan istihbarat çalışması sonucu harekete geçen Sinop İl Emniyet Müd ürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Şube Müdü rlüğü ile İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, izinsiz kazı yapan şahıslara yönelik operasyon düzenledi. Operasyonda 7 şahıs kazı yaparlarken suçüstü yakalandı. Yakalanan şah ısların söz konusu yerde 16 metre derinliğinde, 2 metre çapında çukur açtı kları tespit edildi. Olayla ilgili olarak Ş.İ, F.E, H.E, A.G, Y.Ç, M.Ç. ve M.G. adlı 7 kişi gözaltına alınırken, ele geçirilen 1 adet jeneratör, 1 adet makara, 1 adet testere, 15 metre uzunluğunda ara kablo, 5 adet kürek, 1 adet balyoz, 1 adet kazma, 1 adet balta, 1 adet keser, 12 adet çekiç, 20 metre uzunluğunda ara kablo, 1 adet matkap, 10 metre uzunluğunda halat, 20 basamaklı demir merdiven, 2 adet hilti, 8 adet hilti ucu, 1 adet iş gözlüğü, 1 adet el feneri, 4 kilo 850 gram (Klorat) gübre olarak tabir edilen kayaları parçalamada kullanılan patlayıcı madde ve aynı kutu içerisinde 60 santimetre uzunluğunda kabloya el konuldu.
Türkiye Gazetesi, 09.03.2012
|
SÜRYANİ KİLİSESİ'NDEKİ 1700 YILLIK ÇAN VE İNCİL ÇALINDI
Savur’un Süryanilerin çoğunlukta yaşadığı Dereiçi Köyü’nde bulunan Mor Yuhanun Kilisesi, son 10 yıl içerisinde 3’üncü kez soyuldu. Her Pazar günü ayin yapılan kiliseye geçen Pazar günü yapılacak ayin öncesi temizlik yapmak üzere giden köylüler, kilise kapısının kırık olduğunu gördü. İçeri girince de tarihi çan ve İncil’in yerinde olmadığını gören köylüler durumu jandarmaya haber verdi. Köye gelen jandarma olay yeri inceleme ekipleri, yaptıkları çalışmadan sonra çalınan tarihi çan ve İncil’in bulunması amacıyla çalışma başlattı.
Dereiçi Köyü Muhtarı İlyas Dal, Pazar günü ayin öncesi kiliseye geldiğini ve kapının kırık olduğunu görtüğünü belirterek şöyle dedi:
"İçeri girdiğimizde 1700 yıllık çan ve İncil’in yerinde olmadığını gördük. Başka ne götürmüşler bilmiyorum. Ama çan ve İncil yerinde yoktu. Durumu jandarmaya bildirdik. Jandarma gelip tutanak tuttu. Eminim kısa zamanda bulunacak. Çünkü daha önce de çan ve İncil iki kez çalınmıştı ama bulunmuştu. Allah onlara bırakmaz."
Muhtar İlyas Dal, 7 çoğunun olduğunu, birinin Avusturya’da diğerlerinin ise İsveç’te yaşadığını belirterek şunları söyledi:
"Doğup büyüdüğüm bu topraklardan başka bir toprak benim için geçerli değildir. Çocuklarım, beni de Avrupa’ya götürmek istiyor. Avrupa’ya giden geri gelmiyor. Bu yüzden ben gitmek istemiyorum. Bazı Süryaniler gelip burada modern, lüks evler yaptı ama hepsi boş. Gelip burada yaşayan yok. Buradan çağrı yapıyorum, gelin topraklarınıza sahip çıkın, hiç olmazsa yılda bir topraklarınızı görün diyorum."
Dereiçi Mor Hanne Kilisesi’ndeki tarihi çan ve İncil’in çalınması haber Savur İlçesi’nde de tepkiyle karşılandı. Savur Belediye Başkanı Eşref Ayaz, "Savur’daki Müslümanlar olarak Süryani kardeşlerimize karşı mahçup olduk, gerçekten bu olay beni ve ilçe halkını çok üzdü. Ayda bir kaç defa toplanan Süryani kardeşlerimiz bu kilisiye gidip ayin yapıyordu. Bu kilise 5 yıl önce de restore edilmişti. Bu hırsızlığı yapanlar Allahtan belasını bulacaktır" diye konuştu.
Radikal, Haber: Adnan Avuka, 09.03.2012
|
 |
|
BİNGÖL'DE TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI
Bingöl
Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı
Kaçakçılık ve
Organize Suçlarla Mücadele ekiplerince bir otobüste
yapılan aramalarda bir yolcunun valizi içinde 30
adet sikke, 1 adet metal kemer, bir adet haç parçası
ve bir adet metal halka ele geçirildi.
Bingöl Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan yazılı
açıklamada, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
Şube Müdürlüğü ekiplerince Muş yolu girişinde
yapılan yol kontrolleri esnasında otobüs
yolcularından birine ait olduğu tespit edilen
valizde yapılan aramada 30 adet sikke, T harfi
biçiminde bir adet haç parçası, bir adet metal kemer
ve bir adet metal halka ele geçirildi. Açıklamada,
ele geçirilen eserlerin incelenmek üzere Elazığ Müze
Müdürlüğü'ne gönderildiği ve gözaltına alınan valiz
sahibi hakkında '2863 Sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet' suçundan
işlem yapılarak ilgili adliyeye sevk edildiği
belirtildi.
Habertürk, Haber: Aydın Arık,
09.03.2012
|
TALAN EDİLEN TARİHİ TÜRBE ASLINA
UYGUN RESTORE EDİLECEK
Samsun'un Bafra ilçesi Türbe
köyünde Emirza Bey ailesinin mezarlarının
bulunduğu 631 yıllık tarihi türbede define için
kaçak kazı yapıldığının ortaya çıkması, kamuyu
harekete geçirdi.
İl Özel İdaresi Genel
Sekreteri Aslan Karanfil, türbenin restore
edilip eski haline getirilmesi için proje
başlattıklarını açıkladı. Restorasyonla
ilgili başvurunun Kültür ve Turizm Bakanlığı
Anıtlar Yüksek Kurulu'nun onayından geçmesi
halinde projeye hemen başlayacaklarını
kaydetti.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim
Üyesi Prof. Dr. İbrahim Tellioğlu'nun
hazırladığı 'İlk Çağdan Osmanlı'ya Samsun
Tarihi ve Bafra'ya Yerleşen Türkler' konulu
bilimsel kitap için türbeye gitmesiyle
ortaya çıkan define talanı haberi, büyük
yankı uyandırdı.
Zaman Gazetesi'nin haberi 6
Mart tarihinde "631 yıllık türbeyi define
için talan etmişler" başlığı ile
duyurmasının ardından harekete geçen Samsun
Valiliği İl Özel İdaresi, köy tüzel
kişiliğine ait türbenin restorasyonu için
çalışma başlattı.
Söz konusu türbeyle ilgili
bilgi veren Samsun il Özel İdaresi Genel
Sekreteri Aslan Karanfil, Emirza Bey
Türbesi'nin uzun yıllardan beri harap halde
bulunduğunu belirterek, türbeyi restore
edeceklerini söyledi.
Bununla ilgili daha önce de
İl Genel Meclisi üyelerinin Kültür ve Turizm
Bakanlığı Anıtlar Yüksek Kurulu'na
başvurduğunu ve söz konusu türbenin köy
tüzel kişiliğine ait olması sebebiyle ödenek
çıkmadığını hatırlatan Karanfil, "Şuan
ödenek noktasında sorun yok. İdare olarak
zaten burayla ilgili restore projesi de
kurumumuzun Koruma Uygulama Denetleme
Bürosunda hazırlıyor. Anıtlar Yüksek Kurulu
restore izni verirse hemen projeye başlarız.
Şuan gelecek kararı bekliyoruz." ifadelerini
kullandı.
Selçuklu sülalesinden
İsfendiyaroğullarına mensup olan Türk
beylerinden Emirza Bey ve ailesine ait köy
ortasındaki türbede kaçak kazı yapan
defineciler, açtıkları 16 mezardaki insan
kemiklerini etrafa saçmış, üzerinde ayetler
yazılı mezar taşlarını kırmış, bazılarını
camdan aşağı atmış ve tarihi kabristanlığı
kullanılamaz hale getirmişti.
Zaman, 09.03.2012
|
"KİMSE HEYKELDEN
KORKMASIN"
Mehmet Aksoy’un
“Zamanın
ve Mekanın Suretleri” adlı sergisi, Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi - Tophane- i
Amire’de bu akşam açılıyor. Sergide sanatçının
1979’da yaptığı “Türkiye” adlı gebe kadın heykelinin
dikkat çekmesi bekleniyor. Tophane-i Amire Kültür
Merkezi ve
Mimar Sinan Üniversitesi
Osman Hamdi salonlarında yer alan sergi, bu akşam
saat 19.00’daki bir kokteylle sanatseverlerle
buluşacak. 50 yıllık sanat yaşamında yaptığı 200’den
fazla heykelden yalnızca 75’inin sergide yer
alacağını belirten Aksoy “Heykel heybesi gibi bir
adam olmuşum. Sergiyi gezenler 50 yıllık sanat
geçmişim ve bu süreçte neler olmuş onu fark
edecekler. Sanatsal bir hatırlatma olacak. Sergi
aynı zamanda ülkede neler olduğunun sosyal politik
geçmişimizin bir yansıması olacak” dedi. Aksoy’un
sergisindeki “Türkiye” adlı heykel, başörtülü,
çıplak ve hamile bir kadını tasvir ediyor. Aksoy,
1979 yılında yaptığı bu eseriyle ilgili olarak şöyle
konuştu: “Türkiye adlı bu heykelimde umutlu bir ana
var. Çocuğunu doğurmak istiyor. Bu kadın iyi güzel
günlere gebe bir kadın. 12 Eylül’de düşük
yaptırdılar ama yeniden gebe kaldı.”
Sergide Kars’ta yıkılan “İnsanlık
Anıtı”nın fotoğrafları da yer alacak.
Sergiyi gezenlerin heykelin ucube olup olmadığına
bir de fotoğraflardan bakarak karar vereceğini ifade
eden Aksoy “O anıt artık tarih oldu. Ama umutsuz
değilim. Heykelden çok umutluyum. İnsan olma yolunda
bizim de, sanatın da, bir katkısı olduğuna
inanıyorum. Yıkımla özgürlük alanına dokunulamaz.
Beni hapse de koysan çakıl taşından, kağıttan yine
heykel yaparım” diye konuştu.
Mehmet Aksoy, sergi
için kaleme aldığı yazısında düşüncelerini “Kimse
heykelden korkmasın, heykeli sevsinler istiyorum.
Onun form dilinden bir şarkı gibi anlaşılmasını
istiyorum. 50 yıldır yaptığım heykellerle belki bunu
biraz başarabilmişimdir” diye ifade etti.
Habertürk, Haber: Tülay
Şubatlı, 09.03.2012
|
BONHAMS'DA İZNİK ÇİNİLERİ
Avrupa’nın prestijli müzayede
kuruluşlarından Bonham’s, 24 Nisan’da, tarihi 7.
yüzyıla kadar dayanan
sanat eserlerini satışa çıkaracak. Müzayedede satışa
çıkacak eserler arasında, 16. yüzyıl Osmanlı
İmparatorluğu döneminden kalma İznik çinileri de
var. 50 parça İznik çinisinin 50 ile 70 bin pound
arası fiyata alıcı bulacağı tahmin ediliyor.
Müzayedede ayrıca Fatımi kaya kristalleri ve 18.
yüzyılda Kabe’nin kapısı için dikilen perde de
bulunuyor.
Radikal, 09.03.2012
|
SELÇUK'TA KAÇAK KAZI YAPAN ÜÇ KİŞİ TUTUKLANDI
Selçuk İlçesi Zeytin Köy yakınlarında Doğal Sit
alanı içerisinde kaçak kazı yapan ve kazdıkları
içerinde su dolu kuyuya sualtı kamerasıyla bakmaya
çalışan üç kişi Selçuk Jandarma Ekiplerince suçüstü
yakalandılar.
Olay yerini gezen ve kaçak kazı yapıldığını fark
eden Selçuk Jandarma devriye ekipleri, doğal sit
alanı içerisinde kazdıkları derin çukurun
içerisine sualtı kamerasıyla çalışmalarına devam
eden S.A, B.K ve M.D Jandarma ekiplerince
suçüstü yakalandılar. Yakalanan şahısların
Jandarmadaki sorgusu tamamlandıktan sonra
adliyeye sevk edildikleri öğrenildi.
Ayrıca söz konusu alanda yaklaşık iki
hafta önce yine üç kişi tarafından kaçak kazı
yapıldığı, yakalanan üç kişinin çıkarıldıkları
mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildikleri
öğrenildi.
Selçuk Bölge
Haberleri, 08.03.2012
|
TARİHİ MEZAR TAŞLARINA KORUMA

Çanakkale Savaşları'nda, Anadolu
yakasındaki Kumkale muharebeleri sırasında
Mehmetçiğin kendisine siper edindiği 400 yıllık
tarihi Türk mezarlığı, restorasyon ve çevre
düzenlemesi projesi ile ayağa kaldırıldı. Tarihi
mezar taşları, define avcılarınca çalınmasın diye
tek tek fotoğraflanıp sanat eseri olarak kayıt
altına alındı.
Kumkale Beldesi'ndeki 27 bin
metrekarelik alanda bulunan 400 yıllık tarihi Türk
mezarlığı, Çanakkale Valiliği'nin hazırladığı, Güney
Marmara Kalkınma Ajansı'nın desteklediği proje
kapsamında restore edilip, çevre düzenlemesi
yapılarak turizme kazandırıldı. Çalışmaların
tamamlanmasının ardından Çnakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi (ÇOMÜ) Terzioğlu Kampusü Troia Kültür
Merkezi'nde projeyle ilgili bir konferans
düzenlendi.
Çanakkale Vali Yardımcısı Canan
Hançer Baştürk, Çanakkale Belediye Başkan Vekili
Belgin Akpınar, ÇOMÜ Rektör Yardımcısı Prof.Dr.
Hamit Palabıyık, Kumkale Belediye Başkanı Süleyman
Erte, Erenköy Belediye Başkanı Alaattin Özkurnaz ile
çok sayıda davetlinin katıldığı konferans açılış
konuşmalarıyla başladı.
Tarihi Türk mezarlığının bulunduğu
Kumkale Beldesi'nin CHP'li Belediye Başkanı Süleyman
Erte, bu proje başlamadan önce beldedeki tarihi Türk
mezarlığının viran halde olduğunu anlattı.
Mezarlığın yıllarca insanların giremediği, içler
acısı durumda olduğunu hatırlatan Başkan Erte,
"Bölge insanı olarak yıllarca buranın virane halini
gördüğümüzde içimiz sızlıyordu. Yer yer defineciler,
yer yer hırsızlar hep burayı talan ediyordu.
Konuştuğumuz belde halkı, mezar taşlarının
çalındığını ve bölgede hazine arandığını
gördüklerini anlatıyordu. Herkes bundan rahatsızdı.
İşte bu proje buranın sahiplenilmesi anlamında ve bu
güzelliğin korunmasını bize bir görev olarak
addediyor. Proje tamamlandıktan sonra bu mezarlık
ziyaret edilebilecek bir konuma geldi. Burası
turizme kazandırıldı" dedi.
Proje yöneticisi ÇOMÜ Fen Edebiyat
Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr.
Burhan Sayılır ise Kumkale Beldesi'nde yıllarca
bakımsız kalan ve yok olmaya yüz tutan 400 yıllık
tarihi mezarlığa valilikçe hazırlanan proje
kapsamında sahip çıkıldığını söyledi. 1915'teki
Kumkale muharebeleri sırasında Mehmetçik'in
Fransızlara karşı savaşırken kendisine siper
edindiği bu önemli tarihi mezarlığı ayağa
kaldırılarak turizme kazandırdıklarını anlatan
Sayılır, "25 Nisan 1915'de Fransızlar'ın Kumkale'ye
çıkması sırasında yaşanan iki günlük muharebelerde
Türk askeri ayakta kalmak için bu mezarlığa
sığınmıştır. Bu mezarlıkta bir gecede 2 bine yakın
asker siperler kazmış, mevziler kazmış ve burada
yaşamak için ölümün olduğu bir yere sığınmış" dedi.
Tarihi Türk mezarlığının yapılan
çalışmaların ardından, 17. yüzyıldan itibaren
Osmanlı mezar kültürünün görülebileceği bir alan
haline geldiğini belirten Yrd. Doç.Dr. Sayılır,
"Mezarlık aynı zamanda Kumkale muharebelerinin
yaşandığı siper ve mevzilerinde görülebileceği bir
alan oldu. Bu çalışmaya ilk başladığımızda arazide
dik konumda 100'e yakın mezar taşı var ya da yoktu.
Proje kapsamında siperlerin ve mevzilerin açılması
çalışmaları sırasında onlarca mezar taşını biz
toprak altından çıkardık. Kırık olan mezar taşlarını
onararak hepsini arazi üzerine diktik. Şu an
mezarlıkta 401 mezar taşı Dikili konumda, tamir
edemediğimiz 68 mezar taşını da muhafazaya aldık.
Tüm mezar taşlarının bir envanterini çıkardık.
Hepsine numara verildi. Bundan sonra artık mezar
taşları çalınsa da, başına bir iş gelse de artık
envanterimizde bunlar var" dedi.
Burası Çanakkale, 08.03.2012
|
"TARİHİMİZ KATLEDİLMİŞ, KURTULANLARA SAHİP ÇIKALIM"

Mimarlar Odası Bolu Temsilciliği, Bolu Ticaret ve
Sanayi Odası seminer salonunda “MS 2.Yüzyıl Roma
dönemi-Bolu” başlıklı bir Sunu-Söyleşi düzenledi.
Sunumun açılış konuşmasını yapan Mimarlar Odası
Yönetim Kurulu Üyesi Mehtap Özcan Mısırlıoğlu;
“Amacımız günümüz insanına hayatın yoğunluğu içinde
unutup gittiği değerleri tekrar hatırlatmak ve bu
değerlere sahip çıkılmasını sağlamaktır. Üzerinde
yaşadığımız bu topraklarda var olan tarihi eserler,
canlı organizmaların taşıdıkları gen bilgileri gibi,
hem o coğrafyada yaşayanlar, hem de insanlık için
olmazsa olmasz değerlerdir. Bu çalışmamızda Bolu’nun
MS 2. yy Roma Dönemi olmuştur. Roma
İmparatorluğu’nun önemli bir şehri olan
Cladiopolis’tir…
Bugüne gelene kadar tarihi dokuya geri
getirilmesi imkansız zararlar verilmiştir. Örneğin
Belediye arkasındaki binalar yapılırken oradaki
antik tiyatro kalıntılarına, eski Müftülük binası ve
doğusundaki binalar yapılırken de Hadrian
Tapınağı’nın temel kalıntılarına zarar verilmiştir.
Kentsel dönüşüm adı altında yanlış
bir politika uygulanmaktadır
Kimilerine göre bir değer arz
etmeyen, ama tescil değeri olan veya tescillenmiş
yapıların; şehirlerin sağlıklı gelişmesine engel
olması karşısında KENTSEL DÖNÜŞÜM adı altında yanlış
bir politika uygulanmaktadır. İşte bu yanlış
uygulamalar; insanların amaçlarının dışına çıkmasına
ve korunması gereken tarihi eserlerin yutulup yok
olmasına neden olmaktadır.
Artık aynı hatalar tekrarlanmamasın, kaş
yapılırken, göz çıkarılmasın diyerek, bugüne kadar
yapılan kazılardan elde edilen ve kayıt altında
bulunan resmi verilere dayanarak hazırlanmış
arkeolojik bulguları bir slayt sunumu ile ilgi duyan
vatandaşlarımıza anlatmak istedik. Mimarlar Odası
olarak her türlü polemikten uzak kalmaya özen
göstererek ve çalışmalarımızı bilimsel düzeyde
tutarak hep topluma faydalı olabilme gayreti içinde
olduk ve bundan sonra da olmaya devam edeceğiz”
dedi.
Amaçlarının; MS 2. yüzyılda bu şehre
ismini veren İmparator Cladios ve beş büyük Roma
İmparatoru’ndan üçüncüsü olan İmparator Hadrian
dönemini ve kaybolmak üzere olan o dönemin
eserlerini halkımıza anlatmak olduğunu söyleyen
Semih Dimicioğlu, büyük bir titizlikle hazırlandığı
belli olan sunumu sinevizyon eşliğinde anlatırken,
salonu dolduran yüzlerce kişi pür dikkat izledi.
Dimicioğlu, Bolu’nun geçmişte Kargatepe, Hisartepe,
Fırka Tepe ve Uuğurlu Naip Tepe’den oluşan 4 tepe
üzerinde kurulu olduğunu belirterek, bu tepelerde bu
güne kadar çıkan tarihi eserleri ve bunların
geçmişte nasıl katledilmiş olduklarını resimlerle
anlattı. Arkeolog Bedri Yalman’ın 1978’de Hisar
Tepesi’nde yaptığı kazılarda çıkan mermer sütunların
kireç ocaklarında eritilerek, kireç olarak
kullandığını anlatırken, salondaki herkes hayretler
içinde kaldı. Eski Müftülük Binası’nın yapılırken,
temel kazısı sırasında Stadion basamaklarının nasıl
katledildiği, Hisar Tepesi’ne su deposu inşaatı
yapılırken ortaya çıkan eserlerin nasıl tahrip
edilerek yok edildiği, fotoğraflarla anlatıldı.
Sunumu izleyen bütün davetliler, Bolu’da tarihin
nasıl katledildiğini hayretler içersinde izledi.
Toplantıda 1. derecede sit alanı iken 3.
dereceye düşürülen Hisar Tepesi’nin 3. derece de
kalması gerektiğini savunan tek isim ise Nahit Abak
oldu. Abak, “Şu anda üzerinde konuştuğumuz
kalıntılar, bölgenin 3. Derece sit alanı olmasından
dolayı yapılan kazılarla elimize geçmiştir. Eğer bu
bölge 1. veya 2. derece sit alanı olsaydı, bu
değerlerimiz hakkında bir bilgi sahibi olamazdık.
Ben o yüzden 3. derece kalmasını ve eserlerin toprak
altında kalmalarının önüne geçilmesini istiyorum”
dedi.
Bolu'nun Sesi (Kısaltarak), 08.03.2012
|
SÜMERLİLER BUNU DUYMASIN

Gaziantep Müzesi’nde geçtiğimiz yıl akıllara
durgunluk veren bir olayın yaşandığı ortaya çıktı.
Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdür Yardımcısı Ahmet
Beyazlar, 5 bin yıllık iki çömleğin müze dışında
sergilenmesini sağlamış. Ancak bunun yapılabilmesi
için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın onayı ile
Bakanlar Kurulu’nun izin vermesi gerekiyor.
Polis Haftası etkinlikleri kapsamında
MÖ 3. bin
yıl Erken Sümer Hanedanlığı dönemine ait 2 çömleğin
müze dışına çıkarılarak, Kaçakçılık Şube
Müdürlüğü’nün Sanko Park AVM’de kurduğu standında
sergilendiği ortaya çıktı.
Tesadüfen alışveriş merkezini gezen Arkeolog
Yard. Doç. Dr. Eyyüp Ay, dikkatini çeken iki
çömleğin imitasyon olmadığını hemen anladığını ve
olaya müdahale ettiğini söyledi. Müze envanterinde
olması ve korunması gereken, MÖ 3. bin yıla ait
Erken Sümer Hanedanlığı dönemine ait 2 çömleğin
Kaçakçılık Şube Müdürlüğü standına nasıl konulduğunu
anlayamadığını ifade eden Yard. Doç. Dr. Ay, bu
sorumsuzluğa inanamadığını belirtti.
Tarihi eserlerin korunması için Gaziantep
Valiliği’ne dilekçeyle başvurduğunu ifade eden Yard.
Doç. Dr. Ay, “Valilik geçtiğimiz yıl 2011/18 nolu
bir soruşturma başlattı. Müze müdürüyle ilgili
soruşturma izni verilmedi ancak Müdür Yardımcısı
Ahmet Beyazlar soruşturma geçirdi. Bir tarihi eserin
müzeler dışında teşhir edilebilmesi yada
restorasyonu için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
onayının ardından Bakanlar Kurulu’nun izin vermesi
gerekiyor. Gaziantep’te yaşanan bu olay büyük bir
sorumsuzluk örneğidir” dedi.
Aradan geçen zaman içinde Müze Müdür Yardımcısı
Ahmet Beyazlar, müzedeki görevinden ayrıldı. Fakat,
5 bin yıllık iki eserin bu şekilde sergilenmesine
neden olan müdür yardımcısı; tarihi eserlerin özenle
korunması için önemli çalışmalar yapan Gaziantep
Kültür ve Tabiatlarını Koruma Bölge Kurulu’nda
görevlendirilmesine bir anlam verilemiyor.
Gziantep Güncel, 08.03.2012
|
ANADOLU'NUN GİZEMLİ MUMYALARI
Dünyada iç
organlarıyla birlikte mumyalanan tek örnekler olma unvanına
sahip olan İlhanlı soyluları,
Amasya Müzesi'nde sergileniyor.
Kente gelen yerli ve yabancı turistlerin büyük
ilgisini çeken mumyalar,
İlhanlılar Dönemi'nde, Moğollar tarafından
zehirlenerek ya da boğularak öldürüldükleri tahmin
edilen
Anadolu Nazırı Şehzade Cumudar,
Amasya Emiri İşbuğa Noyan, Amasya'da hükmetmiş
olan
İzzettin Mehmet Pervane Bey, eşi ve 2 çocuğuna
ait olduğu belirtiliyor. Mumyalar, Mısır'dakilerin aksine iç
organları çıkartılmadan mumyalanan ilk Türk ve Müslüman
mumyalar olma özelliğini taşıyor.

Amasya Müzesi Müdürü
Celal Özdemir, "Müzeye gelen ziyaretçiler ilk
önce mumyaları görmek istiyorlar.
Mumyalardan 4 tanesi çocuk, 4 tanesi
yetişkin toplam 8 adet mumya sergiliyoruz.
Mumyaların diğer özelliği ise Müslüman
olmaları ve iç organlarının içerilerinde bulunuyor
olmasıdır. Müzemize 2002 yılında belgesel kanal
'National Geographic' araştırmacıları geldi ve
mumyalar üzerinde endoskopik
incelemelerde bulundu, röntgenleri çekildi. İnceleme
esnasında iç organların hala
mumyalar içerisinde olduğu tespit edildi.
Özellikle çocukların yaşamış oldukları, beslenmeden
kaynaklanan hastalıkları dahi tespit edildi.
Mumya dendiği zaman
akla ilk gelen Mısır mumyalarıdır.
Ama buradakiler Mısır mumyalarından
farklıdır. Çünkü oradaki
mumyaların tamamının iç organları
çıkartılmıştır. Bizdekilerin ise iç organları halen
içlerinde durmaktadır." dedi.

Amasya Müzesinde mumyaların
dışında, 6 bin civarında arkeolojik eser bulunduğunu
aktaran Özdemir, "Müzemizde ve depolarda teşhir
ettiğimiz 12 bin 500 civarında sikkemiz mevcuttur.
Bunun yanında 4 bin 500 adet etnografik olmak üzere
toplam 23 bin civarında müzemizde tarihi eser
sergilemekteyiz. Orta Karadeniz bölgesinin neolitik
diyebileceğimiz, milattan önce 6 bin 500 yıllarına
ait, Doğantepe beldesinde 2006 yılında yapmış
olduğumuz çalışmalar sırasında, şu anda anadolunun 7
bin yaşındaki en yaşlı bebeğini bulduk. O kazıda
elde ettiğimiz buluntuları ve aile mezarlığını tek
bir vitrin halinde Amasya'ya gelen
ziyaretçilerimizin beğenisine sunuyoruz.
Ayrıca müzemizde Arkeoloji vitrininde teşhir
ettiğimiz en önemli eserlerden biriside Hititler
dönemine, milattan önce 1400 yıllarına ait, yine
Doğantepe beldesinde çalışmalarda bulunmuş olan,
dünyada eşine nadir rastlanan fırtına tanrısı diye
bilinen, 'Teşup Heykelciği'ni de burada
sergilemekteyiz. Amasya'nın kronolojisi milattan
önce 6 bin 500'lü yıllardan başlayıp, Cumhuriyetin
başlangıç yıllarına kadar ait olan eserleri
müzemizde rahatlıkla gelip görebilirler. Amasya
müzesine herkesi bekliyoruz" dedi.
Habertürk, 08.03.2012
|
KAYA MEZARLARIN ÜSTÜNE VİLLA İNŞAATI TEPKİ ÇEKTİ

Muğla'nın Bodrum İlçesi Gümüşlük beldesindeki
Myndos antik kentinde nekropol alanındaki 13 kaya
mezarının 30 metre ilerisindeki 2 dönümlük alanda,
villa inşaatı başladı. Antik Myndos Kenti Kazıları
Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, inşaat alanın
üçüncü derece sit alanı olduğunu belirtip, tarihin
rant uğruna talan edildiğini ileri sürdü. Gümüşlük
Belediye Başkanı DP'li Mehmet Tire ise inşaatın
gerekli tüm yasal izinlerinin olduğunu açıkladı.
Gümüşlük Beldesi'nde kazı ve kurtarma çalışmalarının
sürdüğü Myndos antik kentindeki nekropol alanındaki
13 kaya mezarının 30 metre ilerisindeki 2 dönümlük
alanda, üç hafta önce villa inşaatı başladı. Zemin
kat betonları çıkan, üçüncü derece sit alanındaki
villa inşaatı, Myndos Antik Kenti kazılarına
başkanlık eden Uludağ Üniversitesi Fen ve Edebiyat
Fakültesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Mustafa
Şahin'in tepkisine neden oldu.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Şahin, villa inşaatı bir
ihbarla öğrendiğini belirterek, "Tarih, rant uğruna
talan ediliyor" dedi.
Villanın yapıldığı alanda daha bir
ay önce 13 kaya mezarı bulduklarını belirten
Prof.Dr. Şahin, "Villanın yapıldığı yer nekropol
alanı. Daha önceden aynı arazide çekilen
fotoğraflardan tespit ettiğimiz kadarıyla inşaat
alanındaki kaya mezarları tahrip edilmiş ve üzerine
yeni duvarlar örülmüş" dedi.
Prof.Dr. Şahin, Müzeler Genel Müdürlüğü ve Muğla
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Bölge Koruma Kurulu'na
başvurup, konuyla ilgili inceleme başlatılmasını
isteyeceğini söyledi. Prof.Dr. Şahin, Bodrum Sualtı
Arkeoloji Müzesi'nden iki görevlinin yaptığı
sondajın ardından verildiği ileri sürülen inşaat
izni ile ilgili raporları incelemek istediğini de
vurgulayıp, "Yeni bir sondaj çalışması yapılması
talebinde bulunacağım" diye konuştu.
Gümüşlük Belediye Başkanı Mehmet Tire, villanın
mimar Yalım Gülercan tarafından yapıldığını
belirterek, "İnşaat öncesinde Muğla Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan ve bizden önceki
belediyeden tüm yasal izinler alınmış.
Kontrollerimizde inşaatın büyüklüğü ile ilgili
gerekli uyarılarımızı yapıp, yüzde 5'lik imar iznine
uyulmasını istedik. Yasadışı bir durum yok. Tarihi
yönü ile ilgili konular ise Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu'nun işi" şeklinde
konuştu.
Bodrum Sualtı
Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız ise gelen
şikayetler üzerine Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu'nun talebiyle, iki arkeoloğun sondaj
çalışması yapmasının ardından gerekli yasal izinleri
verdiklerini kaydetti.
Öte yandan tepkiler üzerine inşaata dört gün önce
ara verildiği öğrenildi.
Cnn Türk, 08.03.2012
|
AVRUPA PİYASASINDA 2 BİN SAHTE RESİM VAR

Bir Alman dolandırıcının Avrupa
piyasasında sattığı 14 sahte resimle 17 milyon euro
(yaklaşık 48 milyon TL) kazandığının ortaya
çıkmasıyla başlayan skandal büyüyor.
Alman Der Spiegel dergisine tutulduğu
hapishanede konuşan eski bir ressam olan dolandırıcı
Wolfgang Beltracchi (61), 1970’lerden beri bu
işi yaptığını ve Avrupa sanat piyasasına 50 ünlü
ressamın imzalarını taşıyan bin ila 2 bin arası
sahte resim sokmuş olabileceğini söyledi. Tam rakam
vermekten kaçınan Beltracchi, “Zaten fazla konuşmuş
olabilirim. Avukatımın yüzüme bağırmasını
istemiyorum” diyerek ressamların ve alıcılarının
isimlerini söylemeyi reddetti. Beltracchi, “Elindeki
resmin sahte olduğunu düşünen varsa ortaya çıksın ve
açıkça söylesin” diye meydan okudu. Ancak sanat
piyasası uzmanlarının kandırılan koleksiyonerlerin
sessiz kalmayı tercih edebileceğini belirtiyor.
Geçen yıl Temmuz ayında tutuklanıp hapse atılan
Beltracchi, sadece sahte resim yapmıyor, bu resimler
hakkında sahte öyküler uyduruyordu. Yapılan
soruşturmada Beltracchi’nin koleksiyonerleri
kandırmak için sahte koleksiyonlar da uydurduğu,
hatta bir koleksiyonu “İkinci Dünya Savaşı’ndan beri
gün ışığı görmedi” diyerek yutturduğu ortaya
çıkmıştı. Beltracchi dolandırıcılık kurbanları
arasında ünlü Hollywood yıldızı
Steve Martin de var. Amatör bir koleksiyoner
olan Martin, Hollandalı ressam
Heinrich Campendonk’un ‘Landscape
with Horses’ (Atlı kır manzarası) adlı eseri
zannettiği resim için Beltracchi’ye 625 bin euro
(Yaklaşık 1,5 milyon TL) ödemişti.
Habertürk, 08.03.2012
|
İNÖNÜ'NÜN ALTINDA DEV DEHLİZ

Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ‘‘İnönü stadı’nı yıktırmam,
yıkılırsa altından arkeolojik tarihi kalıntılar
çıkar’’ demişti. Şimdi bakanlık o tarihi kalıntıları
araştırmaya başladı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca hazırlanan
raporda, stadın altından geçen 6 metre genişliğinde
3 metre yüksekliğinde tüneller olduğu belirtildi.
Raporda
bu tünellerin Taksim, Nişantaşı,
Fulya ve Ihlamur’dan gelen suların saraya zarar
vermeden tahliye edilip denize ulaşmasını
sağladıkları vurgulandı. Bakanlık bu rapor
doğrultusunda
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nü
görevlendirerek, jeoradar ve jeofizik teknikleriyle
Dolmabahçe Sarayı çevresinde yeraltı ve yerüstündeki
kültürel varlıkların tespitinin yapılmasını istedi.
Beşiktaş Spor Kulübü, İnönü Stadı’nı yıkıp
yerine 42
bin seyirci kapasiteli yeni bir
stat yapmak istiyor. Yerin altına otopark, kafetarya
ve işyerleri açmayı düşünen kulübe Koruma Yüksek
Kurulu onay vermemişti. Gerek Spordan Sorumlu Devlet
Bakanı Suat Kılıç gerekse kulüp yöneticileri yeni
stadın yapılacağı yönünde kamuoyuna bilgi vermeyi
sürdürürken, Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ise başından beri stadın yıkımına
karşı çıktı. Bakan Günay ‘‘İnönü Stadı’nın altında
tarihi eserler var, yıkılırsa bunlar gündeme gelir,
sarayın havalandırma tünelleri zarar görür’’
görüşünde ısrar etti.
Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü ile
TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı ortak bir
çalışma yürüterek İnönü Stadı ve çevresindeki tarihi
eserlerin tespitini yaptı. Arşiv belge, bilgi ve
fotoğraflarla hazırlanan rapor Bakan Günay’ı
destekler nitelikteydi. Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan raporda İnönü
Stadı yapılmadan önce aynı alanda saray atlarının
bakıldığı İstabl-ı Amire yapısı, Saray Tiyatrosu ve
iki adet gazhane binası bulunduğu fotoğraflarla
anlatılıyor.
Aynı zamanda stadın inşaatı sırasında dönemin
Belediye Başkanı Lütfi Kırdar’ın yaptığı
incelemeleri gösteren fotoğrafta sütun parçaları,
kapak gibi arkeolojik mimari parçaların çıktığı
görülüyor. Hepsinden önemlisi ise raporda İnönü
Stadı altından geçen dev tüneller fotoğraflarla
birlikte anlatılıyor.
Raporda şöyle deniliyor: ‘‘Sarayın inşası sırasında
hem yüksek noktalardaki Taksim, Nişantaşı, Fulya,
Ihlamur’dan gelen suların saraya zarar vermeden
tahliye edilip denize ulaştırılması hem de saray
zemininin havalandırılması amaçlı yeraltı tünelleri
yapılmıştır. Bu tüneller 80 santimetre ile 6 metre
çapında farklı ebatlardadır. En büyüğü olan 6 metre
genişliğinde, 3 metre yüksekliğindeki tünel
Nişantaşı-Maçka istikametinden gelip, İnönü Stadyumu
altından geçerek Dolmabahçe Saat Kulesi ile Valide
Sultan Camii arasından denize kavuşan tüneldir.
İnönü Stadı’nın kapısının önünden girilen bu
büyük tünelin girişinin üzeri
asfalt ile kaplanmış olduğundan girilmesi mümkün
olamamaktadır. Tünelin kısmi olarak görülebildiği
tek nokta ‘saat kulesinin’ önündeki otoparkın
zeminindeki 1 m x 1 m ebatındaki mazgaldan görülen
kısmıdır. Saray içindeki diğer tünellerin kapakları
mevcut olduğundan gerekli durumlarda girilmesi
mümkün olabilmektedir. Ancak buralardaki su seviyesi
de oldukça yüksektir.’’
Jeoradarla arama nasıl?
Bakanlık hazırlanan bu rapor üzerine da
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nü
görevlendirdi. Bakanlık jeoradar ve jeofizik
teknikleriyle Dolmabahçe Sarayı çevresinde yeraltı
ve yer üstündeki kültürel varlıkların tespitinin
yapılmasını istedi. Peki ‘jeoradar’ sistemi ne
demek? Edinilen bilgilere göre, bu sistem özellikle
yeryüzeyine yakın derinliklerde bulunan, ortamın
geneline göre farklı fiziksel özellikler gösteren
alanların belirlenmesinde kullanılıyor. Temelde
kullanılan cihaz, bir verici (Transmitter) ve bir
alıcı (Receiver) antenle kayıtçıdan oluşuyor. Yer
içine gönderilen yüksek frekanslı dalgaların yansıma
ve kırılmalara uğrayarak yer içinden geri dönüşleri
kaydediliyor. Son olarak elde edilen veriler sismik
veri işleme tekniklerine benzer bir teknikle
işlenerek yeraltının yapısı ortaya çıkarılıyor.
Arkeoloji biliminde
çok sık kullanılan yöntem
defineciler tarafından da son dönemde kullanılıyor.
Radikal, 08.03.2012
|
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNİN KEMİKLERİ TOPRAK ÜSTÜNE ÇIKTI

Çanakkale'nin Eceabat
İlçesi'ne bağlı Kilitbahir
Köyü'ndeki Ağadere Hastane Şehitliği'ne 97 yıl önce
defnedilen şehitlerin kemikleri, ağır kış
koşullarının ardından toprak üstüne çıktı.
Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'ndaki
Eceabat İlçesi'ne bağlı Kilitbahir Köyü sınırları
içinde yeralan Ağadere Hastane Şehitliği'nde
kemikler toprak üstüne çıktı. Bir süre önce bölgede
mantar toplayan vatandaşlar, Ağadere Hastane
Şehitliği'nde bazı kemiklerle karşılaştı.
Kafatası, çene, kol ve bacak gibi kemikleri
görenler durumu yetkililere bildirdi. Ağır geçen kış
mevsiminin ardından toprak üzerine çıkan kemiklerin
97 yıl önce Çanakkale Savaşları sırasında şehit
düşen Mehmetçiklere ait olduğu düşünülürken, Doğa
Koruma Milli Parklar 3'üncü Bölge Müdürü İsrafil
Erdoğan, şehit kemiklerinin toplanıp yeniden
defnedileceğini açıkladı.
Şehit kemiklerinin ortaya çıktığı Ağadere Hastane
Şehitliği'nin bulunduğu bölgede özel bir şirket
tarafından Çanakkale 1915 Panorama Müzesi kurulacağı
tartışmalarının yaşandığı günlerde şehit
kemiklerinin topraktan çıkması dikkat çekti.
Çanakkale 1915 Panorama Müzesi'nin yapılacağı alanda
Ağadere Hastane Şehitliği'nin bulunduğunu savunan
Çanakkale'ye Gönül Verenler Platformu'nu oluşturan
Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Alan
Kılavuzları Kooperatifi,
Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği, Çanakkale
Turizm ve Tanıtma Derneği üyeleri başta olmak üzere
çok sayıda sivil toplum kuruluşu temsilcisi, bir
süre öncede bölgede biraraya gelip Ağadere Hastane
Şehitliği'nin üzerine 1915 Panorama Müzesi'nin
yapılmasını istemediklerini dile getirmişti.
Öte yandan Çanakkale Savaşları'nda hastane olarak
kullanılan, şehit düşen askerlerin defnedilmesi
nedeniyle de Ağadere Hastane Şehitliği haline gelen
bölgede Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi'nde görevli öğretim
görevlileri 1850 şehit ismi tespit etmişti.
Milliyet, Haber: Burak Gezen - Ersan Küçükkuru,
06.03.2012
|
URFA'YA UZAY ÜSSÜ GİBİ MÜZE
2003 yılında tesadüfen bulunan Balıklıgöl yakınlarındaki Haleplibahçe mozaikleri nihayet Turizme açılıyor. Kültür Bakanlığı Şanlıurfa’nın Turizmini canlandırmak için 5 milyon lira ayırdı. Dünya’da ilk kez ince renkli mozaikle yapılan ve 1. yüzyıldan kalma mozaiklerde Amazon kraliçesi ve Aşil’in av partisi resmedilmiş.
196 dönüm olan Haleplibahçe’nin 57 dönümüne Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi ve Edessa Mozaik Müzesi yapılıyor. Bu iki müze arasına ise Arkeo Park inşa edilecek.
Geriye kalan alanda ise Şanlıurfa Belediyesi Arkeoloji Araştırma Merkezi ve Çok Amaçlı Tanıtma Merkezi yapacak. Anfi Tiyatro, Kültür ve Sanat Merkezi ile Hediyelik Eşya Reyonları, Kafeterya, Rekreasyon Alanı bulunacak proje 2015 yılında tamamen bitirilmesi hedefleniyor. Proje tamamlandığında Haleplibahçe Açık Hava Müzesi haline gelecek.
Mimari Projenin hazırlandığı işi Şanlıurfa İl Özel İdaresi ihale edecek. 5 milyon liralık ödeneği hazır olan proje önümüzdeki ay ihaleye açılacak.
Haber 7, 06.03.2012
|
 |
|
DÜNYANIN İLK MECLİSİ
Kaş,
Patara antik kentinde 2 yıldır devam Likya Birliği
Meclis Binası’nın restorasyonu tamamlandı.
Tüm masrafları Türkiye Büyük Millet Meclisi
(TBMM) tarafından karşılanan ve Türk arkeoloji
tarihinin en büyük restorasyon çalışması olarak
değerlendirilen tarihi yapı için yaklaşık 7.5
milyon lira harcandı. Dünyanın ilk demokratik
meclisi olarak kabul edilen Likya Birliği
Meclisi, 1991 yılında yapılan kazılarda Prof.Dr. Fahri Işık tarafından bulundu.
MÖ 1’inci
yüzyılda inşa edilen ve yaklaşık 500 yıl meclis
binası olarak hizmet veren taş yapı, binlerce
kamyon toprak taşınmasıyla ortaya çıkarıldı. 43
metre uzunluğunda, 30 metre enindeki bin 400
kişilik meclis binasının uluslararası
tanıtımının yapılması isteniyor.
Vatan, 06.03.2012
|
METRO KÖPRÜSÜNDE UNESCO SKANDALI

Haliç’teki metro köprüsünün UNESCO
standartlarına uygun olduğunu açıklayan uzmanların
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne hizmet verdikleri,
UNESCO tarafından da görevlendirilmedikleri iddia
edildi.
Haliç’te inşa edilen metro köprüsü projesinde
yapılan değişikliklerin UNESCO Dünya Miras
Komitesi’nin belirlediği kurallara uygun olduğunu
açıklayan ve “bağımsız uzman” oldukları belirtilen
Prof.Dr. Enzo Siviero ve Prof.Dr. Moawiyah
İbrahim’in İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden (İBB)
proje işi aldıkları ortaya çıktı. UNESCO sürecini
izleyen mimari çevreler, Venedik Üniversitesi’nden
Prof. Dr Enzo Siviero ve Prof.Dr. Moawiyah
İbrahim’in İstanbul Büyükşehir Beledyesi‘ne proje
hizmeti verdiklerini bizzat açıkladığını iddia etti.
UNESCO’dan yapılan açıklamada ise, söz konusu
kişilere herhangi bir görev verilmediği belirtildi.
Haliç’teki metro köprüsü inşaatı devam ederken,
Süleymaniye Camii’nin siluetini kapattığı
gerekçesiyle UNESCO Dünya Miras Komitesi’nin
itirazıyla karşılaşan köprü projesinde bazı
değişikliklere gidilmiş metro köprüsünün çevre etki
analizinin yapılması için UNESCO tarafından
“bağımsız uzman” olarak görevlendirildiği belirtilen
Prof.Dr. Enzo Siviero ve Prof.Dr. Moawiyah İbrahim
ile köprünün mimarı Hakan Kıran arasında bir dizi
görüşmeler yapılmıştı. Bu görüşmelerin sonuçları
“UNESCO’yu bir haftada ikna ettik” başlığıyla
basında yer almıştı. Söz konusu haberde projede
yapılan değişikliklere “bağımsız uzmanlar”
tarafından onay verildiği belirtiliyordu.
Taraf, Haber: Ertan Altan,
06.03.2012
******
HALİÇ METRO GEÇİŞ KÖPRÜSÜ 2013 YILINDA HİZMETTE

İstanbul SOS Girişimi, Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi'nde
Haliç Metro Geçiş
Köprüsü’nün mevcut tasarım ile yapılmaması
yönündeki görüşlerini kamuoyu ile paylaşmış olan
kurumların temsilcileri ve bilim insanlarının
katılımı ile bir basın toplantısı düzenlerken,
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir
Topbaş'tan “Birileri, 19 yıl
geciktirdikleri bu projeye halen çomak sokmak
istiyor. Metroyu Marmaray ile birleştirecek köprünün
iskeleti bu yıl ortaya çıkacak ve 2013 yılında
hizmete alacağız” açıklaması geldi.
Sofya
ziyaretinin ardından Atatürk Havalimanı’nda
gazetecilerin sorularını cevaplandıran Topbaş,
basında çıkan Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile ilgili
iddiaların projeyi yavaşlatmaya yönelik olduğuna
dikkat çekti.
“Haliç’deki metro köprüsünün UNESCO
standartlarına uygun olduğunu açıklayan uzmanların
UNESCO tarafından görevlendirilmediği”
iddialarının asılsız olduğunu vurgulayan Başkan
Kadir Topbaş, sözlerine şöyle devam etti:
“Birileri halen, 19 yıl geciktirdikleri bu projeye
çomak sokmak istiyor. UNESCO böyle proje yapmadı;
böyle bir talebimizde olmadı. UNESCO zaten proje
yapmaz. Orası bir değerlendirme kuruludur. Onların
da görüşlerini alarak belediyemizin yapmış olduğu
projeyi, özellikle Haliç geçişinde çevre şartlarını
da dikkate alan en rantabl şekilde ortaya çıkarmaya
çalıştık. Bazı itirazlar vardı. Bununla ilgili
bağımsız kurullar, iki ayrı bağımsız bilim adamı bir
rapor hazırladı. Bu raporları gören UNESCO uygun
gördü. Zaten daha önce bize olumlu bir rapor vermiş,
bir iki değişiklik istemişti. Metroyu Marmaray ile
birleştirecek köprünün iskeleti 2012 itibarıyla
ortaya çıkacak. Sistemi göreceğiz. 2013’te hizmete
açacağız. Düşünün 19 yıldan sonra bu yapılabiliyor.
Günde birkaç yüz bin yolcu taşıyabilecek olan böyle
bir metro sistemin geciktirilmesi ekonomik kayıp,
zaman açısından büyük bir kayıptır. UNESCO bağımsız
bir kurumdur. Biz de tarafız içindeyiz. Fikir ortaya
koyar. Olumlu raporu vardır. Amerikalı uzmanlar bu
konuda UNESCO Hiçbir problem yok birileri hala çomak
sokuyor”.
Yapı, 06.03.2012
|
5 BİN YILLIK TARİHİ ESER KAÇIRILIRKEN YAKALANDI
Kapıkule Sınır Kapısı'nda şüpheli görülen bir ırda
yapılan aramada kadın başı heykeli bulundu.
Edirne’de yurtdışına
çıkış yapmak üzere
Kapıkule Sınır Kapısı’na giden T.Ö.
yönetimindeki 34 GF 6110 plakalı TIR, Edirne Gümrük
Muhafaza Kaçakçılık ve İstihbarat Müdürlüğü ekipleri
tarafından şüphe üzerine durduruldu. Çekicinin
içinde yapılan aramalarda araç tipi buzdolabı içinde
etrafı pamuk ile çevrelenmiş ve koli bandı ile
sarılmış kadın başı ve insan figürü heykel bulundu.
Edirne Müze Müdürlüğü’ne bağlı uzmanlar
tarafından yapılan incelemede, ele geçen kadın
başının milattan önce 1 ve 2’nci yüzyıla, insan
figürünün ise milattan önce 3 bin yıllarına ait
olduğu belirlendi. Yetkililer, ele geçen tarihi
eserlere paha biçemedi. Tarihi eserler
Edirne Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim
edilirken, gözaltına alınan sürücü T.Ö. ise “tarihi
eser kaçakçılığı” suçundan tutuklanarak Edirne
Cezaevi’ne gönderildi.
Habertürk, 06.03.2012
|
|
MANİSA'DA 34 BİN TARİHİ ESER YER OLMADIĞI İÇİN
SERGİLENEMİYOR
Manisa Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'ndeki 34
bin tarihi eser, yer olmadığı gerekçesiyle
yıllardır sergilenemiyor. Bu eserler, 2002
yılında ziyarete kapatılan müzede muhafaza
edilmeye çalışılıyor.
Rutubetten zarar görme
tehlikesi bulunan eserlerin bir kısmı Etnografya
Müzesi bölümünde, yağmur ve güneşten fazla zarar
görmeyecek olanlarsa bahçede bekletiliyor. İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü, yeni bir arkeoloji
ve etnografya müzesi yapmak için beş yıldır
mekan arıyor.
Manisa Arkeoloji ve Etnografya Müzesi,
Muradiye Camisi'nin külliyesi içinde
bulunuyor. Batı Anadolu'nun tarihi kökeni
itibariyle çok zengin illerinden biri olan
Manisa, kültür mirası bakımından da oldukça
yoğun tarihi kalıntılar üzerinde yer alıyor.
Bu özelliklerinden dolayı müzeye ulaştırılan
eser sayısı da oldukça fazla. Türkiye'nin en
yoğun ve en çok eser bulunan ve 1937 yılında
müze yapılan binada eserlerin sergilenmesi
için mekanın yeterli olmadığını belirten İl
Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse,
"Manisa'da neredeyse çalmadığımız kapı,
aramadığımız alan kalmadı ama şu ana kadar
uygun bir yer bulamadık. Müzenin şehrin
uygun bir mekanında, insanların rahatça
ziyaret edebileceği bir yerde olması
gerekiyor. Yeni bir alan bulmak için
arayışımızı ısrarla sürdürüyoruz, Valimiz
Halil İbrahim Daşöz de bu konuda hassasiyet
gösteriyor." dedi.
Manisa'nın şehzadeler
şehri olduğunu vurgulayan Karaköse,
"Öncelikle bir arkeoloji ve etnografya
müzesinin şehrin prestijini, değerlerini ve
potansiyelini ortaya koyabilecek şekilde bir
şekilde oluşturulmasını hedefliyoruz. Bu
konuda bütün kurumlara, böyle bir arayışımız
olduğunu söylüyoruz. Alternatif birkaç alan
vardı ama şehrin çok kenarında kaldığı için
müze yapmaya elverişli bulunmadı.
Sergilemeyen tarihi eserler, depolarda
bekliyor. Bunları mümkün olduğu kadar
korumaya çalışıyoruz. Müzedeki eserler, çok
önemli bir kültürel yansımadır." şeklinde
konuştu.
Son zamanlarda müzeye teslim edilen
eserlerin üst üste birikmeye başladığını
aktaran Erdinç Karaköse, "Günümüzde müze,
bir şehrin kimliği gibidir. Bir şehirde
kültürel ve tarihi zenginlik varsa
sergilenmesi en doğal beklentidir. Manisa'da
bu kadar büyük kültürel değerler varsa adına
yakışır bir müzenin de o değerleri
yansıtacak şekilde ortaya çıkarılması
gerekiyor." dedi.
Karaköse, sergilenemeyen eserler arasında
Lidya ve Roma dönemlerine ait çok sayıda
değerli heykel, mermer, sütun, lahit ve
mezar taşı bulunduğunu sözlerine ekledi.
Zaman, 06.03.2012
|
"MEGA PROJELERİ ENGELLEMEK, DEPREMİ ENGELLEMEKTEN
ZOR"

Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, Yaşar Marulyalı, Oğuz Öztuzcu
ve Akif Burak Atlar bugün (6 Mart 2012, Salı)
İstanbul SOS Girişimi tarafından düzenlenen
bir basın toplantısı ile, tarihi çevrede ve İstanbul
silüetinde olumsuz etkilere neden olacağını
aktardıkları Haliç Metro Geçiş Köprüsü’nü
masaya yatırarak mevcut tasarımın uygulanmaması
yönündeki görüşlerini sundular. Beyoğlu, Taksim
ve Haydarpaşa Platformları, Kent Hareketleri
gibi çeşitli sivil toplum örgütlerinden
temsilcilerin ve basın mensuplarının hazır bulunduğu
toplantıda, köprü projesinin yanı sıra son dönemde
İstanbul’da benzer yaklaşımlarla sürdürülmekte
olan Taksim Projesi, Tarihi Yarımada ve
Beyoğlu’nda devam eden yenileme projeleri de
ele alındı.
“Başka bir köprü mümkün” sloganı ile
gerçekleştirilen toplantının ön sunuşunu
gerçekleştirilen İstanbul SOS Girişimi’nden Esra
Balcı, “Vergimizi veriyor, hakkımızı arıyoruz”
sözleri ile başladığı konuşmasında, aralarında
Deniz İncedayı, Cemal Kafadar, Jörg Schlaich ve
İhsan Mungan’ın da bulunduğu meslek
insanlarının köprü projesine ilişkin kısa
görüşlerini aktardı. Projenin nasıl ihale edildiğini
bilemediklerini ve bilgi amaçlı dilekçelerinin
yanıtsız bırakıldığını belirten Balcı, “Otobüsün
rengini bize soran belediye, büyük projeleri neden
sormuyor?” sorusunu yöneltti.

Toplantının ilk konuşmasını yapan İTÜ Mimarlık
Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zeynep
Ahunbay,.“İstanbul’u bekleyen depremden sonraki
en büyük risk” olarak nitelediği “mega-projeler”i
engellemenin çok daha zor olduğunu dile getirdi.
ICOMOS olarak, Haliç Metro Geçiş Köprüsü’ne
yönelik proje ortaya çıkar çıkmaz İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’ni tarihi yarımadayı Dünya
Miras Listesi’ne alan UNESCO’ya başvurma
gerekliliği konusunda uyardıklarını ifade eden
Ahunbay, bu uyarının kayda alınmadığını ve
uluslararası kurulun ancak şantiye kurulduktan
sonra haberdar olduğunu vurguladı.
Ahunbay, “Gökdelenler ile bozulan Marmara silüetinin
ardından Haliç silüetini korumak daha da büyük
önem kazandı” ifadesinde bulundu.
Mimarlık Vakfı Başkanı ve yüksek mimar-mühendis Yaşar Marulyalı ise konuşmasına “Böyle bir
proje kapalı kapılar ardında yapılır mı?
İstanbulluların katılımı olmadan hazırlanır mı?”
sorularını yönelterek başladı. İBB Başkanı
Topbaş’ın, İstanbul’a kalıcı bir eser
bırakmak istediğini ve Haliç’e boynuz şeklinde
bir köprü yapmayı amaçladığını hatırlatan Marulyalı,
“Böyle bir iş için birikim gerekir” dedi.
“İspanya’da, İngiltere’de böyle yapılar ve ustalar
var. Santiago Calatrava, Norman Foster… Proje
ya onlara verilmeli ya da yarışmaya açılmalı”
sözleri ile devam eden Marulyalı, köprü tasarım ve
inşaatının yalnızca mimarlık değil bir strüktür
mühendisliği işi de olduğunu belirtti.
Deneyimli mühendis-mimar, Haliç Metro Geçiş Köprüsü
projesinin konsept olarak yanlış olması nedeniyle,
pilonilerinin 70 metreden 47 metreye indirilmesini
bir çözüm olarak görmediğine değindi. “Artık
kazıklar çakıldığına göre bir an önce mevcuda yeni
öneriler getirilmeli. Yarışmaya açılmalı. Ama
evvela kablolar kaldırılmalı” diyen Marulyalı,
köprünün “atalarımızın yüzyıllarda oluşturdukları
eserlerle, bir silüetle yarıştığını, ona kafa
tuttuğunu” ekledi.
İstanbul Serbest Mimarlar Derneği Başkanı Oğuz
Öztuzcu, yerel ve merkezi yönetimlerin
gerçekleştirdiği projeleri tartışan tarafların “yenilik
getirmek isteyen iktidar mekanizmalarına karşı
bunun önünü kesen, değişime dirençli meslek
insanları” şeklinde inşa edildiğini söyledi.
Haliç Metro Geçiş Köprüsü’nü de kapsayan şekilde
bugün İstanbul gündeminde bulunan projeler hakkında
“Bir kenti böyle saldırganca değiştiremezsiniz”
diyen Öztuzcu, değişmesi gerekenin öncelikle
zihniyet olduğuna ve sivil toplumun
dahiliyetinden yoksun süreçlerle proje bitirmenin
kabul edilemez olduğuna dikkat çekti.
Kentsel proje
üretim ve yönetim süreçlerinde “mesleki rekabeti
çalıştıracak enstrümanlar”ın gerekliliğine
değinen İSMD Başkanı, “Neden herkesin kazanabileceği
bir sonuç üretilmiyor?” sorusunu yöneltti.
Öztuzcu’nun, Cankurtaran otoyolu ihalesine
yönelik anekdotu özellikle ilgi çekiciydi.
İhaleyi alan firmanın, kredi için başvurduğu
bankalar tarafından, STK’lar ve kamuoyunun karşı
çıkması ihtimaline karşı uyarıldığını ve bankaların
yükleniciden yetkili sivil meslek organlarından
onay istediğini aktaran Öztuzcu, böylesi bir
onay için İSMD’ye gelen firma vasıtası ile projenin
varlığından haberdar olduklarına değindi.
Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Genel
Sekreteri Akif Burak Atlar ise, “İstanbul
belki de tarihinin en zor dönemini yaşıyor” sözleri
ile kentsel müdahalelerin “saldırı boyutu”na
ulaştığını dile getirdi. Atlar; iktidar
sahipleri, STK’lar ve kamuoyu arasında bir güven
sorununun bulunduğunu ve bunun aşılamadığını
belirtti.

2009 yılında kabul edilen ve “İstanbul Anayasası”
olarak bilinen Çevre Düzeni Planı’nın, bugün kentin
gündeminde olan iki büyük projeyi, üçüncü köprü
ve Avrasya tünelini içermediğine dikkat çeken
Atlar şunları ekledi: “İstanbul’da yapılmak istenen
3. köprü ulaşım projesi gibi sunulsa da aslında bir
emlak projesidir. Avrasya Tüneli ise,
yalnızca lastik tekerli araçlar için düşünülmüş bir
proje olarak tarihi yarımadaya hançer gibi saplanır.
Hiç biri Çevre Düzeni Planı’nda geçmez ama
alelacele yapılmak isteniyor.”
Arif Burak Atlar, Şehir Plancıları Odası’ndan
yetkililer olarak kurumsal kimlikleri ile bile
proje detaylarını öğrenemediklerini ve
kamuoyunun karanlıkta bırakıldığını belirterek,
herkesi projeleri İstanbullulara teker teker
anlatma konusunda göreve çağırdı.
Toplantı izleyicilerinden olan Korhan Gümüş ise,
“şehircilik bir bilim dalı değil, müzakere alanıdır”
sözlerinin ardından, üzerinde Kadir Topbaş’ı Hakan
Kıran ile birlikte proje mimarı olarak tanımlayan
Haliç Metro Geçiş Köprüsü paftalarını yayınladığı
için belediye başkanının kendisine tazminat ve
hakaret davası açtığını dile getirdi.
Yapı, Haber: E. Seda Kayım, 06.03.2012
|
 |
3 BİN 500 YILDIR TACI BAŞINDA
İlk Tunç Çağı'nın son evresinde Orta Anadolu'nun kuzeyindeki yerel prensler tarafından yönetildiğini gösteren en önemli bulgular, Alacahöyük kazılarında elde edildi.
1935 yılında Prof. Remzi Oğuz Arık ve 1936 yılından sonra da Dr. Hamit Zübeyir Koşay denetiminde sürdürülen kazılarda beklenmeyen şaşırtıcı zenginlikte Hitit ülkesinin kral ve kraliçelerine ait 13 ayrı kral mezarı keşfedildi. Bunlardan bir tanesi olan kraliçeye ait mezar, 8 medeniyete ait 14 bin esere ev sahipliği yapan Çorum Müzesi'nde halen sergileniyor. 3 bin 500 yıldan fazla olduğu tahmin edilen kraliçe iskeletinde taç, bilezik ve başka takılar da var. Ayrıca, yetişkin erkek veya kadınlara ait olduğu belirlenen mezarlarda yapılan kazılarda, ölen kadınların değerli eşyalarıyla gömüldüğü tespit edildi. Çorum Müzesi, Hitit medeniyetinin izlerini yaşatan kazı alanlarından çıkarılan ve benzeri bulunmayan daha çok sayıda esere ev sahipliği yapıyor.
Zaman, Haber: İdris Okur, 06.03.2012
|
ANZAK TORUNLARI KAÇAK KAZIDA YAKALANDI
Gelibolu
Yarımadası Tarihi Milli Parkı’nda kaçak kazı yaptığı
öne sürülen Avustralyalı emlakçı Simon Winter (59)
ile üniversite öğrencisi oğlu Lachlan Robert Winter
(23), jandarma tarafından yakalandı.
Baba ile oğlunun kısa süre önce turist olarak
kente geldikleri ortaya çıktı.
İl merkezindeki bir otelde kalan Avustralyalı baba
ve oğlu, dün sabah Tarihi Milli Park’ta kazma
kürekle savaş malzemesi bulmak üzere kazı yaparken
suçüstü yakalandı. Baba oğul adliyeye sevk
edildi. Avustralyalı babayla oğlunun ifadelerinde, 3
ve 4 Mart’ta
Anzak Koyu ile Mehmet Çavuş Şehitliği civarında
ülkelerinden getirdikleri dedektörle
Çanakkale Savaşları’ndan kalma metal parçalar
bulmak için kazı yaptıklarını söyledikleri
belirtildi. Yaklaşık 15 santimetre derinliğinde 10
çukur kazdıklarını belirten Anzak torunları, bir
Anzak tabağı, iki parçalanmış konserve kutusu, bir
mermi ile bir miktar da şarapnel parçası
bulduklarını itiraf etti. Malzemeler, otel odasında
bir poşette bulundu. Baba oğul
sınır dışı edilecek.
Milliyet, Haber: Burak Gezen, 06.03.2012
|
631 YILLIK TÜRBEYİ DEFİNE İÇİN TALAN ETMİŞLER

Samsun'da asırlardır şehrin önemli kültür
miraslarından biri olarak ayakta kalan Bafra
İlçesi Türbe Köyü'ndeki Emirza Bey Türbesi'nin
defineciler tarafından talan edildiği ortaya
çıktı.
Çadır şeklindeki sivri bir kubbeyle örtülü
631 yıllık tarihi türbede kaçak kazı yapan
defineciler, ilçedeki Türk varlığının en
önemli sembollerinden olan köy ortasındaki
tarihi kabristanlığı kullanılamaz hale
getirdi. Açtıkları 16 mezardaki kemikleri
etrafa saçan defineciler, üzerinde ayetler
yazılı mezar taşlarını ise tahrip etti.
Türbedeki define talanı, Samsun Ondokuz
Mayıs Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. İbrahim
Tellioğlu tarafından hazırlanan 'İlk Çağdan
Osmanlı'ya Samsun Tarihi ve Bafra'ya
Yerleşen Türkler' konulu bilimsel
araştırmayla fark edildi. Kitaplaştırdığı
araştırmasında Emirza Bey Türbesi'ne ilişkin
bilgiler veren öğretim üyesi Tellioğlu,
yazısını fotoğraflarla desteklemek için
türbeye gittiğinde talanla karşılaştı.
Gördüğü manzara karşısında şoke olan
Prof.Dr. Tellioğlu, "İnsan demeye dilimin
varmadığı birilerinin türbeye girip
mezarları açmalarından anladığım kadarıyla
define aramışlar." dedi. Tellioğlu, "Mezar
taşları yerlere savrulmuş, mevtalara ait
kemikler çıkarılıp etrafa saçılmış,
kitabeler sökülmüş, üzerinde ayetler olan
mezar taşları da kırılmış. Bir tarih
katliamı yapılarak türbenin altını üstüne
getirmişler. Çatısı da çökmek üzere." diye
konuştu. Prof.Dr. Tellioğlu, "Çevrede
yaşayan insanlar ve yerel yönetimler, ilçeye
5 km uzaklıktaki türbeye neden duyarsız
kaldılar anlamış değilim." ifadelerini
kullandı. Samsun İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü, türbe talanıyla ilgili araştırma
başlattı. Samsun Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre köy tüzel
kişiliğinin, 10 yıl önce türbenin onarımı
için proje hazırladığı ancak yapamadığı, İl
Özel İdaresi Koruma Uygulama Denetleme
Bürosu'nun onarım için harekete geçtiği
öğrenildi.
Zaman, Haber: Fatih Yalçıner, 06.03.2012
|
MISIR SFENKS MEYDANI AÇILIYOR

Mısır’ın en önemli tarihi ve dini yolu Mart
ayında açılacak!
Luksor ve Karnak tapınaklarını birbirine bağlayan
ve eski zamanlarda Opet Festivali’nin düzenlediği en
önemli arkeolojik ve dinsel mekanlardan biri olan
Sfeks Meydanı’nın resmi açılışı Mart ayında
yapılacak. Sfeks Meydanı’nın açılmasıyla birlikte
Mısır dünyanın dört bir yanından gelen turistleri
ağırlayacak.
Milattan önce 380-362 yılları arasından Mısır’ın
30. Hanedanlık Kralı Nectanebo tarafından inşa
ettirilen Sfeks Meydanı’nın tarihi 18. Hanedanlığa
uzanıyor. Sfeks Meydanı Amon Ra Tanrısı’nın senede
bir defa Karnak tapınağından kutsal bir botla Luksor
tapınağına geçerek eşi Mut Tanrıçası’nı ziyaret
etmesini temsil ediyordu.

Alanın restorasyon projesi yaklaşık beş yıl önce
başladı. Kazı işleriyle başlatılan proje sırasında
çok sayıda çamurdan yapılma heykeller, şarap
fabrikaları, su sarnıcı ve kabartmalar çıkarıldı.
Kabartmalardan bir tanesinde Nil gezisi sırasında
Mark Anthony ile birlikte bu meydanı ziyaret
ettiğine inanılan 7. Kleopatra’nın görüntüsü
işlenmiş. Kazılarda ayrıca Kral Nectanebo tarafından
sfekslerin inşasında kullanılan Kraliçe
Hatshepsut’un şapelinin kalıntıları da bulundu.
Arkeologlar kazıda toplam 1350 orijinal sfeksten
650’sini yeryüzüne çıkardılar. En fazla korunmaya
alınan ve açılışa hazır bulunan bölüm şu anda Luksor
Kültürel Miras Merkezi’nin arka tarafı. Ana yoldan
bu meydana uzanan bir rampa sayesinde de turistlerin
tarihi bir gezintiye çıkması sağlanıyor. Luksor
tapınağının tam önünde bulunan yaklaşık 200 metrelik
bir bölüm de hazır durumda fakat henüz
ziyaretçilerin bölgeye girme izni bulunmuyor.
Mısır Eski Eserler Yüksek Konseyi, meydanın
etrafında bulunan bütün yapıları kaldırmak için
önemli miktarda para harcadı ve restorasyon
sırasında bölgede evleri ve dükkanları bulunanların
kayıplarını karşıladı.
Mısır Türkiye Turizm Konsolosu Nehad Gamal Eldin
“Sfeks Meydanı barındırdığı değerli hazinelerle
Mısır’ın en önemli kültürel ve tarihsel
zenginliklerinden biri. Meydanın açılmasıyla
birlikte Mısır, tarihin derinliklerini keşfetmek
isteyen herkesi misafir edecek” diyerek konuyla
ilgili görüşlerini belirtti.
Turizm Habercisi, 05.03.2012
|
PICASSO'NUN GÜVERCİNLİ ÇOCUK'U SATILIYOR
Picasso'nun ünlü tablolarından Güvercinli
Çocuk satışa çıkıyor.
Galler'de yaşayan Aberconway ailesine ait olan
tablonun değerinin 50 milyon sterlin (79 milyon
dolar) civarında olduğu tahmin ediliyor.
Aile, Picasso'nun 19 yaşındayken yaptığı tabloyu
yıllardır İngiltere'de çeşitli müzelere ödünç
veriyor.
Bu nedenle tablonun satışa çıkacağı haberi,
İngiltere'de endişeyle karşılandı.
Ülkede hiçbir müzenin 50 milyon sterlinlik satış
fiyatını karşılayamayacağına dikkat çeken sanat
çevreleri, eserin ülke dışına satılmasından endişe
ediyor.
Halen Londra'daki Tate Britain müzesinde
sergilenen eser, Christie's müzayede evinde
satılacak.
Picasso, bir güvercine sarılmış küçük bir çocuğu
renkli bir topun yanında
resmettiği bu tabloyu 1901 yılında Paris'te
çizmişti.
Akşam, 05.03.2012
|
|
 |
DİN ADAMININ 900 YILLIK KALBİNİ ÇALDILAR
Katedral yetkilileri, Aziz Laurence O'Toole'a ait kalbin çalınması üzerine polise haber verdi. Şaşkınlıklarını gizleyemeyen yetkililer, kalp şeklindeki tahta bir kutuda bulunan ve duvarda bir kafes içinde saklanan kalbin manevi değerinin paha biçilemez olduğunu söyledi.
Katedralin dekanı Dermott Dunne, “Bunun hiçbir ekonomik değeri yok ama kurumumuzu kurucu babamıza bağlayan paha biçilemez bir hazine” diye konuştu.
Şaşırtıcı olan şey, maddi hiçbir değeri olmayan kalp çalınırken, altın şamdan gibi değerli eşyalardan hiçbirine dokunulmamış olması ve katedrale hiç zarar verilmemesi.
Aziz O'Toole 1128’de doğmuş 1180’e kadar yaşamış ve 1225’te “aziz” unvanını almıştı.
Katolik inancında, azizlerden kalma beden parçaları kutsal görülüyor. Geçtiğimiz yıl kutsal ilan edilen Papa İkinci Jean Paul’ün de kanından küçük bir tüp hatıra olarak alınmış ve sergilenmişti.
Radikal, 05.03.2012
|
MİMAR SİNAN'IN ESERİ ZAL MAHMUT PAŞA KÜLLİYESİ
RESTORE EDİLİYOR

Eyüp Belediyesi, ilçedeki tarihi dokuyu ve
kültürü korumak için eski eserleri yeniden
orijinalleri gibi restore ettiriyor.
Üçgen ada ve çevresindeki tarihi eserleri
tek tek restore ettiren belediye, 1577
yılında Mimar Sinan tarafından yapılan Zal
Mahmud Paşa Camii ve Külliyesi'nin
restorasyon çalışmasını da başlattı. Eyüp
Belediye Başkanı İsmail Kavuncu, restorasyon
çalışmalarının 2013 yılının yaz aylarına
kadar biteceğini, cami ve külliyenin bu
tarihten sonra yeniden hizmete açılacağını
söyledi.
Eyüp Belediye Başkanı İsmail Kavuncu,
"Cami ve külliyenin diğer yapıları 1766
yılındaki depremde zarar görmüş ve II.
Mahmud Dönemi'nde külliye elden geçirilmiş.
Daha sonra 1955 yılında ikinci kez restore
edilmiş. Atalarımızdan miras; genç
nesillerimizden ödünç aldığımız tarihi
yapılarımızı korumak bizim için bir vazife.
Tarihine sahip çıkmayan geleceğine sahip
çıkamaz." dedi. 60 yıl aradan sonra tekrar
restorasyon çalışmasına başlatılan Zal
Mahmud Paşa Camii ve Külliyesi orijinaline
sadık kalınarak yenilenecek. Yapının
restorasyonu için Horasan sıvasının
kullanılacağı, Zal Mahmud Paşa Türbesi'nin
restorasyonunun da yaptırılacağı belirtildi.
Külliye, Kanuni Sultan Süleyman'ın veziri
Zal Mahmud'un tarafından Mimar Sinan'a
yaptırıldı. Eyüp İlçesi'nde, Defterdar
Caddesi ile Zal Paşa Caddesi arasında yer
alan külliye, bir cami, medrese, türbe ve
çeşmeden meydana geliyor. Daha önceleri de
birçok tamirat geçiren cami, son olarak
1955-63 yılları arasında restore edildi. İç
avlu, son cemaat yeriyle birlikte 17 sütun
ve 15 kubbe ile çevrili. Ortada 8 sütunlu
şadırvanı bulunan caminin minaresi tek
şerefeli. Duvarları taş ve tuğladan örülü
olması camiye kırmızı beyaz bir hava
kazandırıyor. Sekizgen, tek kubbeli, girişi
6 sütunlu bir revaktan oluşan türbede Zal
Mahmud Paşa yatıyor.
Zaman, 05.03.2012
|
TAKSİM İÇİN BİR ÖNERİ DE HAKAN KIRAN'DAN

Büyükşehir Belediye Meclisi’nden 16 Eylül
2011’de oy birliğiyle geçip
Anıtlar Kurulu’nda
onaylanan Taksim Meydanı Yayalaştırma
Projesi tartışmaya açılırken,
Haliç
Metro Köprüsü’nün mimarı
Hakan
Kıran’ın meydanla ilgili çalışması ortaya
çıktı. Kıran’ın hayalindeki Taksim Meydanı’nda ne
Topçu Kışlası var, ne de trafik yer altına alınıyor.
Hürriyet Gazetesi'nden
Fatma Aksu'nun haberine göre
Kıran, meydanda Topçu Kışlası’ndan sonra yapılan ve
panoramik manzarayı engelleyen tüm yüksek yapılar
yıkamadıktan sonra Topçu Kışlası’nı yapmak da
gereksiz, Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) ısrar
etmek de.
Kıran, kendi görüşüne göre, kışlanın neden
yapılamayacağını şöyle anlattı: “Kışlanın olduğu
dönemde, The Marmara’nın yeri boştu ve orası bakı
alanıydı. AKM’nin yerinde bir köşk vardı. Dönemin
yapılarının bir senkronizasyonu, uyumu vardı. Şimdi
ise orada herkesin korumaya çalıştığı bir bina var
(AKM). Meydan, Beyoğlu, Dolmabahçe, Fındıklı,
Tarlabaşı ve Harbiye’yi de içine alan bölgeyle
tasarlanmalı. Tek başına Topçu Kışlası’nı yapmanız
onu geri getirmez. Ceylan Otel, The Marmara, Hilton,
Orduevi, Odakule, Tepebaşı’ndaki TRT’nin modern cam
binası, Gökkafes, Swissotel’i yıkabiliyorsak, ‘Eski
geleneksel dokuyu tamamlayacağız’ deriz. Bunu
yapamayacaksak, Topçu Kışlası’nı yapıp içine ruh
bile koysanız, onu zavallılaştırırsınız. Ağlayan
bina yapacaksınız. Orada kendini kötü hissedecek.
Çünkü o, organizmanın bir parçasıydı.”
“Topçu Kışlası tamamen insana ait bir yapı. Avlusu,
cephesi, haşmeti, kuleleri, dönemsel özellikleri ve
hikayesiyle bir binayı yaparken, trafiği alta alıp
binayı göstermeden, insanı yeraltına alıp geçirmek
de başka bir çelişki. Kışla yapıldığında ortada AKM,
The Marmara ile çevrilen ve kapalı bir alan kalır.
Bunun adı 3 tane birbiriyle benzemez yapıyla
çevrilmiş bir alan olur, meydan değil.”
Mimar Hakan Kıran, Taksim Meydanı’nda mümkün olduğu
kadar boş alan yaratacak senaryolardan yana.
Kıran’ın yeşili koruyan senaryosu şöyle: “Gezi Parkı
ile meydan arasındaki merdivenleri yıkıp otobüs
duraklarını kaldırarak, 350 metre uzunluğunda bir
alana kavuşmak. Hatta bu alanı yaya köprüsüyle,
Divan Oteli arkasındaki alandan, Maçka Açıkhava
Tiyatrosu ve parkına, oradan da stadyum özelliği ve
üst örtüleri kaldırılıp arena ve çok amaçlı alan
fonksiyonu verilmiş bir İnönü Stadyumu’na kadar
birleştirmek.” Kıran, AKM binasını da yıkıp bu
alanı, üst kotu meydanla birleştirilmiş bir seyir
terası olarak senaryosuna dahil ediyor, sıfır kotun
altında kalan alanda da çağdaş bir salon (senfoni,
tiyatro, bale, filarmoni vs.) dizayn edip,
otoparkları da bu yapı içinde çözüyor. Gezi
Parkı’nın kot farkından yararlanıp yarı gömülmüş
kafeler inşa edilebileceğini, kitap, çiçek ve
geleneksel ürün satışlarının yapılabileceğini
söylüyor.
Meydandaki yapıların gölgesinde kalan Atatürk
Anıtı’nı odak noktası olarak belirleyen Hakan Kıran,
tasarladığı yeni meydanda anıtı Gezi Parkı’nın
önündeki alana taşıyor. Tarlabaşı’ndan gelen araç
trafiği de Harbiye yönünde devam edip Divan Oteli ve
Ceylan Otel’in önünden U dönüşüyle Mete Caddesi’ne
verilip AKM’nin önünden Gümüşsuyu’na bağlanıyor.
Taksim Yayalaştırma Projesi’nin işlendiği 1/1000
ölçekli plana onay veren 2 Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı
Prof.Dr.
Mete Tapan:
“Alternatif projeler yüzde yüz olabilir, çünkü
önümüze hiçbir proje gelmedi. Topçu Kışlası’nın
planlara işlenmesi bir şey ifade etmez. Planın
üzerinde, bir plan notu var. ‘Uygulama projeleri
Kurul’dan geçecek’ diyor. Acaba, Topçu Kışlası
rekonstrüksiyonu (yeniden yapma) nasıl olacak.
Yapabilecekler mi? Biz, orada bir Topçu Kışlası’nın
var olduğunu söylüyoruz. Ama ‘Her ihyası istenen
yapılamaz’ diye de bir plan notumuz var. Bir
rekonstrüksiyon yapılabilmesi için Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın Taşınmaz Kültür Varlıklarının
Gruplandırılması, Bakım ve Onarımları’yla ilgili 660
sayılı ilke kararı var.”
İstanbul Metropolitan Merkezi (İMP) kurucularından,
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve
Bölge Planlama Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Aykut
Karaman: “Taksim’de trafiği yeraltına
almamak koşuluyla, çözüm alternatifleri var. Önce
yapılabilecekler netleştirilip, yarışmaya çıkması
lazım. Fikir projeleri üretilsin. Topçu Kışlası’yla
ilgili de bir panel düzenleyip tartışma platformu
oluşturmak ve yarışmaya doğru giden sürecin
başlatılması lazım. Fikir projesi elde edildikten
sonra bir daha tartışılır.”
Yapı 05.03.2012
******
TAKSİM MEYDANI KİMİN?
Hakan Kıran ideolojik kavganın sembolü olarak
görülen Taksim'i bu kez bütüncül bir anlayışla Barış
Meydanı'na çevirmeyi öneriyor.
Churchill’in çok sevdiğim bir sözü var:
“Önce biz binalarımızı şekillendiririz, sonra
binalarımız bizi.”
2. Dünya Savaşı’nın hemen sonrası..
İngiliz demokrasisinin kalbi sayılan tarihi
parlamento binası yerle bir.
Alman uçaklarının defalarca bombaladığı bina ve
meydan yeniden inşa edilecek.
Farklı fikirler havada uçuşuyor.
Bilim insanları günlerce yenileme projesini
tartışıyor.
Ve sonunda uzmanlardan oluşan bir komisyon hem
savaşın izlerini taşıyan hem de savaş sonrası
ihtiyaçları karşılayan projeye onay veriyor.
İşte o gün Churchill ulusa sesleniyor.
Gotik parlamento binasını ve nehre doğru uzanan
meydanı dokusunu bozmadan ama yeni işlevler
ekleyerek neden baştan aşağı şekillendirmek
gerektiğini anlatıyor.
Binalarla insanlar arasındaki girift ilişkiyi
anlatan o meşhur sözü orada ediyor:
“First we shape our buildings, then they shape us.”
Biliyorum Türkiye İngiltere değil.
İngiltere süreklilikler ülkesi.
Türkiye ise kopuşlar.
Ne siyasi tarihimizin ne de kültürel tarihimizin
sürekliliği var.
Her yeni gelen, işe kendisinden önce gelenden
koparak başlamayı marifet sanıyor.
Böyle olunca da ortaya derinliği ve bütünlüğü
olmayan çarpık bir demokrasi ve bir o kadar da
çarpık bir mimari anlayış çıkıyor.
Oysa süreklilik yerine ideolojik bir kopuşla
şekillendirdiğimiz binalar sonunda dönüp bizleri
şekillendiriyor.
Böyle olunca da ne meydanımız gerçek bir meydan
oluyor ne de demokrasinin sembolü olan ‘meydan
kültürümüz’ gelişiyor.
Biz binalar yapıyoruz binalar bizi.
***
Buyurun yine aynı şey oldu.
Taksim Meydanı üzerinden yıllardır süren ideolojik
hesaplaşma Atatürk Kültür Merkezi ile Topçu Kışlası
arasına sıkıştı. İlkokul münazaraları gibi.
“Taksim Meydanı’nda Cumhuriyetin simgeleri mi olacak
yoksa Osmanlının mı?”
“AKM Cumhuriyetse kışla Osmanlı” demekmiş.
“Trafik alttan akınca Cumhuriyet değerleri
görülemeyecekmiş!”
“Taksim’e cami yerine Gezi Parkı gerekmiş!”
“Ya birini yık ya diğerini yap!”
Daha neler neler...
***
Neyse ki aklı başında bir mimar çıktı herkesin kendi
sembolünü dikmek istediği Taksim Meydanı ile ilgili
ezber bozan hem işlevsel hem de bütüncül bir öneri
yaptı.
“Mimarlar eserleriyle konuşur” şiarını benimseyen
Hakan Kıran Hürriyet’ten Fatma Aksu’ya ‘Alternatif
Taksim Meydanı’nı çizerek anlatmış.
Doğru bir zeminde sağlıklı bir tartışmanın zeminini
hazırlamış.
Ne kışlaya karşı Kıran ne de AKM’ye.
Onun derdi; hem Osmanlı ile Cumhuriyet’i buluşturan
hem meydanla Boğaz’ı, Boğaz’la İstanbulluları
kaynaştıran, uygulaması kolay, yeşili bol,
bağlantıları sağlam su gibi doğal akan bir aks
yaratmak.
“Taksim’e kışla ya da AKM gözlüğünden bakmayın”
diyor; Odakule, Maçka, Kabataş üçgeninden bütüncül
bakmayı öneriyor.
Bu yüzden Kıran’ın hayalindeki Taksim Meydanı’nda ne
Topçu Kışlası var ne de trafik yeraltına alınmış.
“Kışlaya karşı değilim, tek başına Kışla’nın oraya
kondurulması anlamsız” diyor.
Kıran’a göre meydanda Topçu Kışlası’ndan sonra
yapılan ve panoramik manzarayı engelleyen tüm yüksek
yapıları yıkamadıktan sonra, Topçu Kışlası’nı yapmak
da gereksiz, Atatürk Kültür Merkezi’nde ısrar etmek
de.
Taksim Meydanı bir sembol.
Mesele şu: Kavganın mı barışın mı?
Kıran yıllardır ideolojik kavganın sembolü olarak
görülen Taksim’i hiç değilse bu kez bütüncül bir
anlayışla Barış Meydanı’na çevirmeyi öneriyor.
Tıpkı Churchill gibi o da “Dün ile bugün arasında
bir kavga çıkarsa yarını kaybederiz” diyor.
Meydan deyip geçmeyin meydanlar bizi biz yapıyor.
Radikal, Yazı: Eyüp Can, 06.03.2012
******
EVET, TAKSİM YENİDEN TASARLANMALI
Topçu Kışlası'nın yeniden inşası ve trafiğin
yeraltına alınmasını öngören Taksim Meydanı
Yayalaştırma Projesi etrafında dönen tartışmalar
meydanın yeniden tasarlanması gerektiği gerçeğini
görünür kılıyor. Ama nasıl?
Taksim’deki trafiği yerin altına alan, Gezi
Parkı’nın bulunduğu yere ise 1930’larda yıkılan
Topçu Kışlası’nın yeniden inşasını öngören Taksim
Meydanı Yayalaştırma Projesi,
iki aydır gündemdeki tazeliğini
koruyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nden 16
Eylül 2011’de oybirliğiyle geçip Anıtlar Kurulu’nda
onaylanan proje, mimarlık çevrelerinde tartışılırken
hayli iddialı, hatta ‘ütopik’ denilebilecek
bir öneri
Haliç Metro Köprüsü’nün de mimarı olan Hakan
Kıran’dan geldi.
Hayalindeki Taksim Meydanı
projesini
Hürriyet’e anlatan Kıran’ın projesinde ne Topçu
Kışlası var ne de
trafik yeraltına alınıyor. Ve
AKM dahil panoramik manzarayı engelleyen
tüm yüksek yapılar yıkılıyor,
AKM’nin bulunduğu yerin altına kültür merkezi
yapılıp üstü ‘şehir terası’ haline geliyor.
Kıran,
Hürriyet’e yaptığı açıklamada kışlanın neden
yapılmaması gerektiğini “Tek başına Topçu Kışlası’nı
yapmanız onu geri getirmez. Ceylan Otel, The
Marmara, Hilton, Orduevi, Odakule, Tepebaşı’ndaki
TRT’nin modern
cam binası, Gökkafes, Swissotel’i
yıkabiliyorsak, ‘eski geleneksel dokuyu
tamamlayacağız’ deriz. Bunu yapamayacaksak, Topçu
Kışlası’nı yapıp içine ruh bile koysanız, onu
zavallılaştırırsınız. Ağlayan bina yapacaksınız.
Orada kendini kötü hissedecek” diye anlatıyor. Peki
projesiyle ilgili mimarlar ne düşünüyor? Ne yapmalı,
ne yapılmamalı? İşte mimarların görüşleri...
Yöntemi de niteliği de çok olumsuz
Dr. Devrim Çimen (Mimar, kentsel tasarımcı):
Şu an Taksim için gündemde olan projenin gerek
yöntem gerekse nitelik açısından çok olumsuz olduğu
ortada. Zira Taksim belki de trafik probleminin en
az yaşandığı kent mekanlarından birisi.
İncelendiğinde görülüyor ki mevcut proje tamamen bu
argüman üzerine kurulu. Ama bu projenin vesile
olduğu olumlu taraf, Taksim’e yeniden farklı bir
gözle bakmaya olan ihtiyacı görünür kılması. Bu
bağlamda Taksim’i sadece meydan ölçeğinde ve salt
bir fiziki tasarım problemi olarak ele alan
yaklaşımlar yerine çevresiyle birlikte sosyal,
ekonomik ve mekansal ilişkilerini irdeleyen, kamusal
senaryolar üreten ve bunları yaparken de kentlileri
sürece dahil eden katılımcı bir model ortaya
konmalıdır. Ancak bu sürecin uzun zamana
yayılabileceği de mutlaka göz önünde bulundurulmalı.
Adil yarışma şart
Ömer Yılmaz (Arkitera Mimarlık Merkezi):
Karar ve proje üretme süreçleri katılımcı, şeffaf
hale getirilmeli. Bunun sonucu zaten otomatik olarak
kamu yararına olacaktır. Katılımcılığı ve şeffaflığı
sağlamak ise İBB yöneticilerinin görevi. Nasıl
yapılacağı bilinemiyorsa da çaresi yarışmadır.
‘Yarışmaymış gibi’ yapılan Yenikapı gibi değil.
Herkesin katılımına açık, şartname ve jürisi
belirli, adil bir yarışma. Elbette öncesinde iyi bir
brif hazırlığı koşulu ile. Topçu Kışlası’nın yeniden
yapılması ve trafiğin yeraltına alınması da dahil
olmak üzere her şey yapılabilir. Mevcut Taksim
Meydanı’nın iyi tasarlanmamış olduğu konusunda
sanırım büyük bir çoğunluk uzlaşabilir. Demek ki
tasarlanması gerekiyor. Yarışmada jüri olsaydım
trafiğin yeraltına alındığı projelere çeşitli
nedenlerle mesafeli yaklaşırdım. Sonuç olarak
#taksimitasarla diyebiliyorum.
Konut projesi kadar bile özenilmiyor
Hasan Çalışlar (Mimar):
İstanbul için sürekli şapkadan tavşan
çıkarıverir gibi birtakım projeler ortaya çıkıyor.
Bu projeler hangi kurumlar ve kuruluşların fikri
alınarak, hangi ihtiyaç programı ve stratejiyle
yaptırtılıyor belli değil. Diğer taraftan böyle bir
tasarım kime nasıl yaptırtılıyor? Kamuoyu ile
paylaşılan projenin içeriğini bir kenara bırakalım
sunum kalitesinden anladığımız, şehrin en önemli
noktasının tasarımı için küçük ölçekli bir
girişimcinin
İstanbul sınırlarında geliştireceği yeni bir
konut projesi kadar bile özenilmediği. Ülkenin
patalojik hale gelmiş genel sorunu zaten kamuya ait
alanların nasıl tasarlandığı? Tartışılması gereken
Taksim’e kışla yapılması, yol açılması,
AKM, cami vs. değil, Taksim’in kendisi, kimliği,
dünü, bugünü, geleceği üçgeninde nasıl bir Taksim
olacağıdır?
Ne yapılmaması gerekiyorsa o yapılıyor!
Ömer Kanıpak (Mimar): Taksim’in
yeniden düzenlenmesi elbette gerekiyor ancak bunun
için ne yapılmaması gerekiyorsa o yapılıyor şu anda.
Bir kere İstanbul Belediyesi’nin
Ankara’nın güdümünden bağımsız karar
verebilmesi, belediye meclisinin de bilgi sahibi
olmadan her karara körlemesine el kaldırıp onay
vermemesi gerekiyor. 70 sene önce ortadan kalkmış
bir kışlanın mumyasını yeniden inşa etmek için bir
parkı ortadan kaldırmanın savunulacak tarafı yok.
Taksim kavşağındaki yaya ve araç hareketlerinin
düzenlenmesi için de ikisini birbirinden ayırmak ve
trafiği yeraltına almak şehircilik biliminde terk
edilmiş çok eski bir uygulama. Belediyenin ‘shared
space’ gibi Avrupa’da uygulanan yeni yöntemleri
biliyor olması lazım artık. Araçları yavaşlatacak
zemin düzenlemeleri, özel araçların meydana girişini
sınırlandıracak ücretli OGS sistemleri, otobüslerin
birikmesini önleyecek
İETT hatlarının ve tariflerinin düzenlenmesi,
yayaların meydanda vakit geçirebilecekleri sert ve
yumuşak peyzaj düzenlemeleri, gölge sistemleri,
taksi ve dolmuşlar için yolcu odaklı tasarlanmış
cepler ve bekleme noktaları ile belediyenin
harcamayı düşündüğünden çok daha düşük bir bütçeye
ve daha hızlı şekilde nitelikli bir meydana
kavuşabiliriz. Topçu Kışlası mumyasına harcamayı
düşündükleri parayla da Tepebaşı’ndaki ucube
TRT binasını ve otoparkı yıkıp yeni bir konser
salonu ve kültür merkezi yapabilirler.
Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 06.03.2012
******
TAKSİM'İN İHTİYACI OLAN ŞEY CESUR BİR KARAR
Her ne kadar
trafiğin yer altına alınmasının doğuracağı
sakıncalar da dillendirilse de,
Taksim
Meydanı Yayalaştırma Projesi tartışmasında
daha çok yüzeyde yapılması / yapılmaması öngörülen
düzenlemelere odaklanıldı. Oysa şu ana kadar ortaya
konan çekincelere ek olarak, meydan için tasarlanan
ulaşım modelinin, zaman içinde hayata geçirilecek
Beşiktaş, Aksaray, Üsküdar vb yayalaştırma projeleri
için de bir model olması kuvvetle muhtemel. Aslında
Taksim projesi öyle bir fırsat sunuyor ki,
Prof.Dr. Haluk Gerçek'in deyimiyle
'alınacak cesur bir kararla' otomobilin kente
uydurulduğu bir tasarım ortaya çıkarılabilir.
İstanbul Teknik Ünüversitesi İnşaat
Fakültesi Ulaştırma Anabilim Dalı'ndan
Prof.Dr. Haluk Gerçek'e Taksim
Meydanı Yayalaştırma Projesi'ni 'ulaşım' açısından
nasıl okumak gerektiğini sorduk.
Bir ulaşımcı olarak Taksim Meydanı’nda
yapılması planlanan düzenlemeyi nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Taksim aslında büyük bir dönel kavşak ve meydana
açılan bağlantı yolları var. Meydanda herhangi bir
trafik sıkışıklığı yok; ama giriş ve çıkışlarda, ona
bağlanan yollarda tıkanmalar oluyor. Trafiğin yer
altına alınmasıyla bağlantı yolları yine tıkanmaya
devam edecek; üstelik kuyruklanmalar etkisini yerin
altında gösterecek. Biliyorsunuz araçlar kuyruklanma
yaptığı zaman egzos salımları artıyor; bu gazların
tünel ağızlarından dışarı atılması gerekecek. Ulaşım
açısından dikkat çekici ikinci nokta ise, meydanda
otobüs duraklarının ve otobüs parklanmasının ciddi
bir sorun olması. Meydanda, otomobil ve taksi
trafiği dışında en fazla göze çarpan ulaşım aracı
otobüsler. Bunların bir bölümü meydanı bekleme
yapmak için kullanıyor. Taksim’de biten 38 otobüs
hattı var; transit geçen hat sayısı ise 16. Bekleme
yapan otobüsler meydanda önemli bir alan
kullanıyorlar.
Atatürk Kültür Merkezi’nin önünde de ciddi
bir servis trafiği var; aynı şekilde The Marmara
Oteli’nin önünde de servis otobüsleri durabiliyor.
Evet; dolayısıyla Taksim Meydanı, ciddi biçimde
otobüsler tarafından işgal edilmiş durumda. Çünkü
diğer araç trafiği, giriş ve çıkış yolları
tıkanmadıkça bir şekilde dönerek akıyor. Trafiğin
yer altına alınması, bağlantı yollarındaki tıkanma
sorununu çözmeyecek. Haliç Köprü geçişinin
tamamlanıp metro hattının Yenikapı’ya ve Marmaray
Projesi’ne bağlanması ile şu anda Taksim’de biten ya
da yolu Taksim’den geçen birçok otobüs hattına gerek
kalmayacak ve bunlar seferden kaldırılacak.
Çalışmaya devam edecek az sayıdaki hatta, otobüsler
uygun biçimde düzenlenmiş ceplerde indirme- bindirme
yapabilirler; böylece bekleme ve yığılma yapmadan
çok az mekan kullanarak hizmete devam edebilirler.
Servis araçlarının bekleme yaptıkları yerler için
başka çözümler geliştirilebilir; örneğin, meydandan
daha uzak dış noktalarda uygun yerler
gösterilebilir. 2006’da yapılan ‘ev halkı yolculuk
anketleri’ne göre İstanbul’da servis araçlarının
motorlu araçlarla yapılan yolculuklar içindeki payı
% 21.5. Bu çok önemli bir oran. Toplu taşıma sistemi
yeterli olmadığı için, birçok kamu ve özel kuruluş
ve okul, kendi çalışanlarının ve öğrencilerinin
geliş gidişini servis araçları ile sağlıyor. Bu
araçlar da, sabah ve akşam kullanıldıkları bir, iki
sefer dışında kentin belirli yerlerinde bekleme
yapıyorlar. Servis araçları için park alanları
oluşturulamadığı için de, çoğu zaman ana yolların
kenarlarında, yoldan bir şerit alarak ve trafiği
tıkayarak depolanıyorlar.
Meydanda yer altına inilmeden ulaşım
açısından nasıl bir düzenleme yapılabilir, bu
düzenlemenin öncelikleri ne olur?
Meydandaki motorlu araç trafiği ve yaya alanları ile
ilgili düzenlemeleri, yerin altına inmeden yüzeyde
çözümlemek mümkün. Dünyada birçok kentte,
meydanlarla ilgili düzenlemeler böyle yapılıyor; ama
bizde, genelde ‘karayolcu’ bir bakış açısıyla ilk
akla gelen çözüm, motorlu araç trafiğini yerin
altına alarak yayalardan ayırmak oluyor. Bu çözümde
öncelik gene araç trafiğine verilmiş oluyor. Ama
bunun sonucunda da, şehir plancılarının da özellikle
üzerinde durduğu, başka sorunlar ortaya çıkıyor.
Trafiği yerin altına almak için bağlantı yolları
üzerinde, istinad duvarları ile desteklenen derin
tünel ağızları yapmak gerekiyor. Bu ağızlar meydanın
giriş çıkışlarında ciddi engeller oluşturuyor;
insanlar karşıdan karşıya geçemiyorlar. Kentsel
tasarım açısından çok kötü, çirkin ve yanlış bir
uygulama.
Bunu, bütün çağdaş kentlerde uygulandığı gibi çözmek
için, meydandaki motorlu araç trafiğine ayrılan
alanları planlı, akılcı biçimde azaltmak gerek. Bu,
meydana daha az motorlu araç gelmesini sağlayacak
şekilde yayalara ayrılan mekanı arttırıp, yola
ayrılan alanları azaltmak anlamına geliyor. Dünyada
bunun çok güzel örnekleri var. Avrupa Komisyonu’nun
en son yayımladığı raporlardan birinde Almanya,
İngiltere, Fransa, Danimarka gibi ülkelerin
kentlerinde, motorlu araçlara ayrılan mekanın
kademeli olarak nasıl azaltılarak insanlara ayrılmış
mekanlar haline dönüştürüldüğü ayrıntılı biçimde
açıklanıyor.
Özel
araçlar ve taksiler için ne yapılabilir?
Bence onlar için hiç düşünmeye gerek yok; Taksim’e
gelme gereksinimlerini azaltacak alternatif yollar
bularak, meydandaki yol mekanını planlı biçimde
azaltmak gerek. Trafikte genel olarak, yaygın
düşünce biçimi şöyledir: “Üzerinde oldukça yoğun
araç trafiği olan bir meydan ya da bir anayol
herhangi bir nedenle araçlara kapatıldığı zaman,
durum çok daha kötüleşerek kaotik bir hal alır ve
trafik kilitlenir”. Ama birçok uygulama, bunun
tersini göstermiştir. ‘Trafiğin buharlaşması’ diye
bir kavram var. Buna göre, motorlu araçlara ayrılan
yol mekanını planlı biçimde azalttığınız zaman,
beklenen kaos ortya çıkmıyor. Başlangıçta
insanlardan, medyadan ciddi tepkiler geliyor. Fakat
bir süre sonra insanlar bu duruma uyum sağlamaya
başlıyorlar. Kısa dönemde, örneğin, Taksim’den
geçmek zorunda değilse, başka bir güzergah
kullanıyor; böylece trafik kısmen başka alanlara
kaydırılmış oluyor. Ya da eğer yolculuk saatleri
esnek olabiliyorsa, yolculuk saatlerini kaydırmaya
başlıyorlar. Bir kısım sürücüler ulaşım türünü
değiştiriyorlar. Orta dönemde ise insanlar yolculuk
ihtiyaçlarını yeniden gözden geçiriyorlar, bazı
yolculukları birleştiriyorlar. Bazı yolculuklar da
aslında yapılmayabilecek, gereksiz yolculuklar. Daha
uzun dönemde de, eğer gerçekten uyum sağlıyamıyorsa,
çalıştıkları, alışveriş yaptıkları, mümkünse
oturdukları yerleri değiştiriyorlar. Yolu
kullananların değişen yol ve trafik koşullarına uyum
sağlama ve çözümler üretme konusunda önemli bir
kapasiteleri var. İlk bakışta araç trafiğine
kapatılan meydan ya da yollardan geçen trafiğin
çevredeki başka yollara kaçarak o yolları tıkayacağı
düşünülebilir. Ancak bu tür uygulamalar sonucunda
yapılan dikkatli sayımlar ve gözlemlerde birçok
durumda bunun da gerçekleşmediği, hatta bazı
durumlarda alternatif diğer yollardaki trafikte de
azalma ortaya çıktığı görülmüştür.
Caddelerin, meydanların insanlara bu şekilde geri
kazandırılması ile ilgili çok güzel örnekler var.
Dünyada 100 kadar yayınlanmış uygulamadan ve 200
kadar ulaştırma uzmanından toplanan kanıtlardan ve
bilgilerden çıkan temel bulgu şu: Otomobillere
ayrılmış mekanları azalttığınız ya da tümüyle geri
aldığınız zaman, trafik sorunları beklenenden çok az
düzeyde oluyor ve zamanla araç trafiğinde önemli
düzeyde bir azalma ortaya çıkıyor. Başlangıçta
özellikle otomobil kullanıcılarından, medyadan ciddi
tepkiler alınıyor. Uygulamanın yapıldığı yakın
çevredeki işletme sahipleri itiraz ediyorlar. Ama 6
– 8 hafta sonra herkes kendine bir yol bulmaya
yöneliyor. Daha önce belirttiğim gibi, özellikle
motorlu araç kullanıcılarının böyle bir duruma uyum
sağlama potansiyelleri var. Birçok kentte, kent
yöneticileri, tasarım ve planlama yapanlar, bu
potansiyeli kullanıyorlar. Nasıl her yeni yol,
yaratılan ek yol kapasiteleri bir süre sonra kendi
trafiğini yaratıp mevcut trafiği çoğaltıyorsa, bunun
tersi de geçerli. Yol kapasitesini azaltıp,
insanlara ayrılan mekanı planlı biçimde
arttırdığınız zaman trafik de azalıyor. Trafiğe
kapatılan alandan kaçan trafiğin başka yollara
gitmesi beklenebilir; ama yapılan sayımlar, birçok
uygulamada, yalnızca düzenleme yapılan meydanın
yollarında değil, onun yakın çevresindeki yollarda
da trafiğin azaldığını gösteriyor.
Bizde kenti yönetenler ya da teknisyenler, olaya
motorlu araç trafiğinde bir sıkıntı yaratmayalım
anlayışıyla baktıkları ve önceliği de motorlu araç
trafiğine verdikleri için, akla gelen ilk çözüm
trafik dolaşımını yaya trafiğinden ayırmak için
yerin altına almak oluyor. Üstte kalan alan da
yayalara bırakılarak; görünüşte bir taşla iki kuş
vurulmuş oluyor. Ama aslında Taksim’de uygulanmak
istenen proje, hem araç trafiğindeki mevcut
sorunları çözmeyecek, hem de yüzeydeki yayalaştırma
alanı ve diğer yapılar ile ilgili şehircilerin haklı
olarak ciddi eleştirileri var.
Taksim projesinin bence başka bir boyutu da şu:
Ulaşım ve trafik çözümleri adı altında ortaya konan
projelerin gerçekte açıkça dile getirilmeyen başka
önemli kentsel, mekansal amaçları olabiliyor.
Ulaştırma yatırımları, kent mekanının
fonksiyonlarını düzenlemek, değiştirmek için önemli
bir araç olarak kullanılıyor. Bu bazen Taksim’de
olduğu gibi yayalaştırma bahanesi altında
olabiliyor, bazen de 3. Köprü Projesi’nde olduğu
gibi transit trafiği geçirmek gerekçesi
altında..Ulaşım ve trafiği gerçekten akılcı biçimde
çözmek istiyorsak bunları yapmamak gerekir.
Bir ulaşımcı olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim;
burada cesur bir karar almak lazım. Bu durum
yalnızca Taksim için değil; bütün benzeri
yayalaştırma düzenlemeleri ya da meydan yaratma
çalışmaları için (Beşiktaş, Üsküdar, Aksaray gibi..)
de geçerli. Çağdaş kentlerdeki uygulamalarda olduğu
gibi, yönetim cesur ve kararlı olmalı. Kent için en
uygun çözümler, tepeden inme bir yaklaşımla değil
kentlileri bu çözüme katarak ve kentteki yaşam
kalitesini arttıracağına inandırarak oluşturulmalı.
Uygulama zamana yayılmalı, insanların alışması
sağlanmalı ve süreç sürekli izlenerek elde edilen
iyi sonuçlar kamuoyu ile paylaşılmalı. Çünkü
insanlar iyi sonuçları gördükçe bu tür uygulamalara
sahip çıkıyorlar.
Kent
yöneticileri neden ‘tünel’leri bu kadar çok seviyor,
tercihlerini onlardan yana kullanıyorlar?
Sanıyorum bazı kişiler kent yöneticilerine, “Bakın,
şöyle bir çözüm var” diye gidiyorlar ve bunlar
çoğunlukla meslek olarak da ‘karayolu’ çıkışlı
kişiler oluyorlar. Gördüğüm kadarıyla dünyadaki
çağdaş örnekleri çok fazla izleme gereği de
duymuyorlar. Bu kolaycı bir uygulama. Karayolcu bir
bakış açısıyla bakarsanız; trafik akımları arasında
bir çatışma varsa (bu akımlar yaya ve motorlu araç
trafiği de olabilir), birini alta diğerini de üste
alarak çözmeye çalışırsınız. Ama karayolunu ya da
kavşağı yer altına almanın yarattığı çirkinlik,
kabalık, mekansal engeller, kirlenme ve benzeri kent
sorunları pek irdelenmiyor. Yerin altında kocaman
bir kavşak inşa etmek, yol ağı kurmak hem çok
pahalı, hem de mevcut trafik sorununu çözmeyecek.
Bu ve benzeri tünel projelerinin genel kent
trafiği içindeki yeri yeterince iyi analiz ediliyor
mu? Çünkü en önemli eleştirilerden biri, ‘noktasal’
bir çözüm önerisi olması…
Evet, Taksim de noktasal bir müdahale. Daha önce de
söylediğim gibi, meydanda trafik tıkanıklığı
açısından bir sorun yok. İstanbul’da birçok noktada,
plan bütünlüğü içinde incelenmeyen, parçacı proje
önerileri geliştiriliyor. Karayolcu ve noktasal
yaklaşım öyle bir bakış açısıdır ki, bir yerdeki
düğümü çözmek demek, oradaki sorunu bir sonraki
kavşağa aktarmak demektir. Bu anlayışı değiştirmek
gerek. Ne kadar yol, kavşak, alt- üst geçit, tünel
yaparsanız yapın, artan motorlu araç sayısına
yetecek kadar kapasite sağlamanız hem fiziksel hem
de ekonomik olarak mümkün değildir. Bu durumda
yapılması gereken tek şey, otomobile ayrılmış
mekanları planlı biçimde azaltmak, kısıtlamaktır.
Kısıtlamayı, yasaklamak anlamında değil, ama
otomobil kullanımını caydırıcı önlemler almak,
politakalar uygulamak anlamında kullanıyorum. Ayrıca
toplu taşıma, bisiklet gibi alternatif ulaşım
olanakları da sağlanmalı. Karayolcu anlayışta
olanlar bunu bir ütopya gibi görüyorlar, ama dünyada
pek çok güzel örnekler var. Daha önce de sık sık
belirttiğim bir noktayı bir kez daha yinelemek
istiyorum. Kentlerimizi otomobile uydurmaya
çalışmaktan vaz geçip otomobili kente uydurmamız
gerek.
Yapı, Haber: Mesut Tufan, 06.03.2012
******
TAKSİM'DE OTOYOLA GEREK YOK!
Taksim Meydanı nasıl
tasarlanmalı?
AKM’nin yenileme projesine imza atan
Tabanlıoğlu, Radikal için yazdı.
Fransız mimar ve kent tasarımcısı Henri Prost’un
davet edildiği 1930’ların sonunda
İstanbul için önerdiği kent planında Taksim Gezi
Parkı ve
AKM olarak gerçekleşmiş olan opera vardı. Bugün
AKM nasıl
koruma altına alındıysa Gezi Parkı
için de aynı yaklaşım söz konusu olmalı. Gezi
Parkı’nın restorasyonu ve güncel imkanlarla, günümüz
şehircilik anlayışı ve teknolojileriyle 21. yüzyıla
kazandırılmasının yöntemleri
tartışılmalı. Meydanı belirleyen yapılanmalar
AKM, Gezi Parkı, Taksim’e ismini veren su deposu
‘Maksem’in yanı sıra aşağı kotlarda süren kent
hareketi (metro, finüküler...),
bu hareketin yüzeyle ilişkisi ve
bağlantı yolları yakın çevresiyle birlikte ele
alınmalı.

Meydanın
İstiklal Caddesi, Tarlabaşı Bulvarı,
Sıraselviler, Gümüşsuyu, Mete Caddesi
bağlantılarıyla şehre entegrasyonu ve çevreye nasıl
sirayet edeceği detaylı
bir şekilde etüt edilmeli. Bu
bağlantılarla araç trafiğinin düzenlenmesi gerekli
olduğu gibi yaya akışının doğallığı sağlanmalı.
Topografik olarak yüksek bir noktada yer alan
meydanın üzerinde yürünecek bir alan olabilmesi,
hızlı bir otoyolun üzerinde yer alması durumunda
mümkün olamaz. Kent içinde araç trafiği yaya kotunda
gerçekleşmekte. Aksi takdirde kent içinde, yayayla
ilişkilendirilmesi imkansız, şehirlerarası hızlı
otoyollar oluşur. Dolayısıyla doğru olan, bu
noktadaki trafiği hafifletecek alternatif bir
planlama yapılmasıdır.
Taksim
İstanbul’dan bağımsız ele alınamaz. Örneğin
yarışması süren Yenikapı projesi, toplu
ulaşım bağlamında Taksim’in de yükünü paylaşacak,
farklı rotalar yaratacak bir kentsel değişimdir. Bu
ilişki de öngörülerek Taksim Meydanı
yeni ulaşım ihtimalleriyle
birlikte ele alınmalı.
Meydan, çağdaş dünya kentlerinde olduğu gibi, bir
araya gelme amacını destekleyecek şekilde, çok
maksatlı altyapı olanaklarıyla donatılmalı.
Aydınlatması, peyzajı, performans platformlarıyla
Gezi Parkı’yla da birleşerek kentin gündelik
yaşamında çok sıklıkla ve kolaylıkla erişilen ve
kullanılan bir
yaşam alanı oluşturmak gerekir.
Kentsel ihtiyaçlar belirlendikten, tüm analizler,
fizibiliteler yapıldıktan ve çevre ilişkileri
denetlendikten sonra, peyzaj bu kurguyu bütünleyecek
biçimde ortaya çıkacaktır. Meydan günümüze en etkin
biçimde kazandırılmak isteniyorsa öncelikle çağdaş
sehircilik kriterleriyle, trafik, güvenlik ve
organizasyon gibi gerekli altyapı ve onları
oluşturacak sistemleri tespit edecek disiplinler
tarafından ortak bir çalışma düzeninde
değerlendirilmeli. Konunun profesyonelleri kadar
sivil toplumun ve hatta bireylerin görüş ve
önerilerini her açıdan bir araya getirmeli ve ancak
konsensus sağlandıktan sonra proje çizilmeli.
Radikal, Yazı: Murat Tabanlıoğlu, 07.03.2012
|
TARİHİ ESERLERE VAKIF BÜROKRASİSİ
Kaderine terk edilen sayısız eserin vakıflar
tarafından işletilmesi, eserleri canlandırmak
için umut anlamına geliyor.
Ancak vakıf kurmak için ağır işleyen
bürokrasi yanında mahkemelerin 'görev alanı'
karmaşası da vakıf kurmanın önünde engel
oluşturuyor. Ecdat yadigarı birçok eser,
vakıfçılık sayesinde kurtarılmış ve
günümüzde de eğitim ve kültürel amaçlı
olarak işlevini sürdürüyor. Günümüzde vakıf
kurarak bu ihtiyaçların karşılanması, bazı
bürokratik işlemlerin yerine getirilmesi
anlamına geliyor. Kurulacak vakfın mal
varlığı, işleyişi ve mali yapısı gibi
konular bu işlemlerin birer parçasını
oluşturuyor. Ancak bu işlemlerin uzun ve
dağınık şekilde yapılması hem başvuru
yapacak kişiler hem de vakıf olarak
kullanılacak tarihi eserler açısından
dezavantaj oluşturuyor. Çünkü işlemlerin çok
uzun zaman alması, başvuru sahiplerinin
vazgeçmesine sebep olabiliyor.
Tarihi mirasın bir parçası olan bir eseri
kullanmak için ilk iş olarak vakıf kurmak
gerekiyor. Ancak bu vakfın kurulabilmesi
için çok sayıda merhaleden geçiliyor.
Öncelikle vakıf senedi oluşturulması ve bu
senedin noterde tasdik edilmesi gerekiyor.
Sonrasında ise sırayı senedin ilgili
birimler tarafından usul ve diğer yönleriyle
incelenmesi alıyor. Ardından mahkemeye sevk
edilen senet, uygun bulunursa tescil edilip
Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne gönderiliyor.
Bundan sonraki aşamada genel müdürlük,
Vakıflar Merkezi Sicil Defteri'ne vakfı
kaydediyor. Sonrasında ise vakfın kuruluşu
Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe
giriyor.
Mahkeme safhasında da önemli bir
belirsizlik bulunuyor. Daha önce başvurular
asliye hukuk mahkemelerine yapılırken 2011
tarihli kanun ile bu başvurular Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu'na göre
değerlendirilmeye başlandı. Bu süreçte
asliye hukuk ile sulh hukuk mahkemeleri
arasında 'görevsizlik' kararları ile
bekleyen başvuruların son adresi Yargıtay
oluyor. Yargıtay'ın vereceği karar da uzun
zaman alabildiği için başvuru sahipleri
vazgeçme noktasına geliyor. Vakıf kurmak
için girişimde bulunanlar, Vakıflar Genel
Müdürlüğü'nün tek çatı altında işlemleri
yürütmesinin bürokratik engelleri
azaltacağını düşünüyor.
Zaman, Haber: Orhan Fırat, 05.03.2012
|
SULTAN 2. ABDÜLHAMİD'İN MİRASI KİTAPLAŞTIRILDI
Sultan 2. Abdülhamid tarafından İstanbul'da yaptırılan 13 kamu binasının yapım serüveni ve bugünkü işlevlerinin anlatıldığı bir kitap yayımlandı.
"Sultan 2. Abdülhamid'in Mirası, İstanbul'da Kamu Binaları" adlı kitap Yıldız Teknik Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fatmagül Demirel tarafından hazırlandı. Kitapta, Sanayi-i Nefise Mektebi, Sirkeci Garı, Müze-i Hümayun, Halkalı Ziraat Mektebi, Ziraat Bankası, Darülaceze, Etfal Hastanesi, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane, Haydarpaşa Garı, Defter-i Hakani Nezareti ve Düyun-i Umumiye binaları fotoğraflarla anlatılıyor. 2. Abdülhamid'in tıp, mühendislik, eğitim, ulaşım ve devlet bürokrasisinin gelişmesi için gerçekleştirdiği yeniliklerin serüveni de kitapta yer alıyor.
İstanbul'un özgün mimari yapılarından biri olan ve inşa edildiği tarihte Batılılar tarafından "Doğu'nun kapısı" diye adlandırılan Sirkeci Garı'nın ve demiryolunun yapım serüveni Sultan Abdülaziz döneminde başladı. İstanbul'dan Viyana'ya ilk tren seferi ise 12 Ağustos 1888 tarihinde gerçekleşti. Abdülhamid döneminin önemli kamu binalarından biri de Şişli Etfal Hastanesi. Kızı Hatice Sultan'ı bir havale neticesinde kaybeden Abdülhamid, "Benim çocuğum kurtulamadı. Kim bilir fakir fukaranın çocuklarına nasıl bakılıyor. Hiç olmazsa bir hastane yaptıralım da benim gibi birçok babanın kalbi yanmasın." diyerek Şişli'de bir çocuk hastanesi yaptırdı. Günümüzde İstanbul Erkek Lisesi kullanımında olan bina da 2. Abdülhamid döneminde Osmanlı borçlarının ödenmesi için kurulan Düyun-ı Umumiye-i Osmaniye İdaresi için yapıldı.
Zaman, 05.03.2012
|
 |
DOLMABAHÇE'DE AĞAÇ KESMİ BAŞLADI

Dolmabahçe’den
Beşiktaş’a uzanan sahil yolunda bulunan 646
çınar ağacından 3’ü bu
sabah
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Park ve
Bahçeler Müdürlüğü Ağaç
Bakım ve Budama ekibi tarafından
kesildi. 22 ağacın daha tamamen kesileceği
öğrenildi.
Kesimi yapan görevliler,
İstanbul 4 Numaralı Tabiat Varlıkları Koruma
Kurulu’nun onayı ile bu işlemi yaptı. Yol üzerindeki
646 çınar ağacından 25’inde, ’doku bozulması’
hastalığı tespit edilmiş, bulaşıcı olan çürümeye ve
zamanla kendiliğinden yıkılmaya neden olan
hastalığın önüne geçilebilmesi için bu kararın
alındığı öğrenildi. Yoldan geçen vatandaşlar kesilen
ağaçların neden kesildiğini bilmediklerini ve
kesilen ağaçlara
çok üzüldüklerini söylediler.
Kararın
İstanbul 4 Numaralı Tabiat Varlıkları Koruma
Kurulu’nun onayıyla alındığını açıklayan İBB
yetkilileri, caddeden geçen araçların çarparak
yaraladığı çınar ağaçları için restorasyon ve
rehabilitasyon çalışmaları yapıldığını, dip
çürüklüğü olan ağaçlar için ilaçlama ve temizleme
gibi koruyucu önlemler alındığını bildirdi.
Çınarların 2007 yılında budanıp yüklerinin
hafifletildiğini de kaydeden yetkililer, Kabataş
Meclis-i Mebusan Caddesi’nden başlayarak, Dolmabahçe
Caddesi, Çırağan Caddesi, Ortaköy ve Bebek Parkı
güzergahındaki çınar ağaçlarından bazılarının
hastalık ve zararlılardan dolayı kuruması,
bazılarının ise araç çarpmaları sonucunda can ve mal
güvenliği açısından tehlikeli olduğunun tespit
edildiğini belirttiler.
Radikal, Haber: Hasan Yıldırım, 04.03.2012
|
TURİSTLERİN GÖZDESİ, TOPKAPI, AYASOFYA MÜZELERİ VE
EFES

Türkiye’de geçen yıl turistlerin en fazla
ziyaret ettiği üç yer
Topkapı Sarayı Müzesi,
Ayasofya Müzesi ve
Efes Ören Yeri oldu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre,
2011 yılında Topkapı Sarayı Müzesi’ni 3 milyon
767 bin 410 kişi ziyaret etti ve toplam 56 milyon
664 bin lira bıraktı.
İkinci sırada yer alan Ayasofya Müzesi’ni 3 milyon
196 bin 110 kişi ziyaret ederken, ziyaretçilerden 48
milyon 577 bin 440 lira gelir sağlandı. Efes Ören
Yeri ise toplam 1 milyon 999 bin 959 kişi ile üçüncü
sırayı aldı. Efes Ören Yeri’nden elde edilen gelir
de 31 milyon 431 bin 525 lira oldu.
Konya Mevlana Müzesi ve Denizli Hierapolis Ören
Yeri de turistlerin en çok ziyaret ettiği yer
arasında bulunuyor. Mevlana Müzesini, geçen yıl 1
milyon 735 bin, Denizli Hierapolis Ören Yerini de 1
milyon 625 bin kişi ziyaret etti. Türkiye’deki müze
ve ören yerlerini geçen yıl toplamda 28 milyon 462
bin 893 turist gezerken, ziyaretlerden 253 milyon
892 bin 756 lira gelir elde edildi.
En çok
ziyaret edilen müzeler
Topkapı Sarayı Müzesi 3 milyon 767 bin
Ayasofya Müzesi 3 milyon 196 bin
Efes Ören Yeri 1 milyon 999
Konya Mevlana Müzesi 1.735.424
Denizli Hierapolis Ören Yeri 1.625.143
Nevşehir Göreme Açık Hava Müzesi 906.721
Antalya
Noel Baba Müzesi 587.692
Antalya Myra Ören Yeri 544.846
Çanakkale
Troya Ören Yeri 515.905
Nevşehir Kaymaklı Yer altı şehri 415,026
Antalya Aspendos Ören Yeri 410.161
Antalya Perge Ören Yeri 399.805
İstanbul Kariye Müzesi 387.481
Nevşehir Hacıbektaş Müzesi 362.307
Alanya Kalesi 359.09
İzmir St. Jean Anıtı 355.803
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi 317.277
Bodrum Sualtı
Arkeoloji Müzesi 292.538
Trabzon Sümela Manastırı 288.089
Nevşehir Derinkuyu Yeraltı Şehri 280.155
Ankara Cumhuriyet Müzesi 205.909
Milliyet, 04.03.2012
|
ÜNLÜ MÜZELERE ESER AMBARGOSU

Türkiye, Anadolu’dan kaçırılan tarihi eserleri
iade etmeyen ünlü İngiliz ve Amerikan müzelerinin
geçici sergilerine parça vermeme kararı aldı. Bu
kararla zora giren müzeler arasında Metropolitan ve
British Museum var.
Yayın şirketi Umberto Allemandi bünyesindeki
Londra merkezli kültür
sanat dergisi The
Art Newspaper, mart sayısında,
Türkiye’nin geri istediği eserler iade edilene
dek Amerikan ve İngiliz müzelerinin geçici
sergilerine eser ödünç vermeyi durdurduğunu yazdı.
Derginin haberine göre Londra’daki dünyaca ünlü
British Museum, 15 Nisan
2012’ye kadar sürecek “Hac:
İslam’ın Kalbine Yolculuk” sergisi için
Topkapı Sarayı’ndan, Türbeler Müzesi’yle Türk ve
İslam Eserleri Müzesi’nden toplam 35 adet eseri
geçici olarak sergilemek üzere istedi.
Varolan anlaşmalar aracılığıyla Türkiye’den geçici
sergiler için ödünç eser alabilen müze, serginin
açılmasına az bir zaman kala Türk resmi
makamlarından “Hayır” cevabını aldı.
Dergi, Kültür Bakanlığı’nın eserlerin
gönderilmesini engellediğini öne sürerek
“Türkiye’nin Anadolu’dan kaçırılan eserlerin iadesi
konusunda giderek genişleyen kampanyasının bir
parçası olarak, söz konusu eserleri koleksiyonunda
bulunduran müzelere eser verilmesi önleniyor” dedi.
Türkiye, British Museum’un milattan önce birinci
yüzyıla ait üzerinde Kral Antiochus’un
Herakles-Verenthragna’yı selamlarken tasvir edildiği
zeytinyağı üretmede kullanılan mermer silindiri
istiyor.
Adıyaman Selik beldesi yakınlarında bir tarlada
1882’de bulunan 1 metre 23 santim yüksekliğinde
ortası delik silindir, bölgede çalışmasına izin
verilen Mezopatamya uzmanı ünlü İngiliz arkeolog
Leonard Woolley tarafından 1911’de satın alındı.
Woolley, 1. Dünya Savaşı’nın karmaşası içerinde
eseri
Suriye götürdü. 1927’de Suriye’yi mandacı güç
olarak yöneten
Fransa’nın izniyle silindir British Museum’a
satıldı.
Haberde “2005’te Türkiye eserin iadesini talep etse
de bu talepte ısrarcı olunmadı. İki ülke arasında da
eser ödünç verme işlemleri devam etti” ifadelerine
yer verildi. Dergiye konuşan müzenin sözcüsü, uzun
hazırlıkla meydana getirilen serginin başarısı için
sorunu çözme yolundaki girişimleri şöyle anlattı:
“Silindirin geri verilmesi için müze görüşmeye
hazırdı. Fakat mütevelli heyeti mülkiyetin
transferini istemedi.”
Sergiyi askıya aldılar
Londra’daki The Victoria and Albert Museum da
Türkiye’den gelecek eserlerin kritik önemde olduğu
“Osmanlılar” sergisini, anlaşmazlık nedeniyle askıya
aldı. 2014’te açılması planlanan ve
İstanbul’un fethinden 19. yüzyılın sonlarına dek
Osmanlı sanatının gelişimini ele alacak serginin
hazırlıklarının durdurulmasının nedeni; Sidamara
lahitinden çalınan Eros’un başı... İstanbul
Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen, milattan önce
üçüncü yüzyıla ait Sidamara lahitinden 1882’de
İngiliz arkeolog Charles Wilson tarafından koparılan
aşk tanrısı Eros’un başı, 1933’den beri Londra’daki
müzede sergileniyor. Müze sözcüsü, Wilson’ın
ailesinin Eros’un başını müzeye bağışladığını
anımsatarak “müzenin eserin mülkiyetini
devredemeyeceğini” öne sürdü. Sözcü, “iade sorununun
halledilmesiyle serginin hazırlıklarının
ilerleyeceğini umut ettiğini” belirtti.
Türkiye’nin Londra Kültür ve Turizm Müşaviri Tolga
Tüylüoğlu, British Museum ve The Victoria and Albert
Museum’dan iki eserin iadesinin istendiğini
doğruladı. Tüylüoğlu, İngiliz ve Türk sanat
kurumları arasındaki “iyi ilişkileri” vurgularken,
Türk hükümetinin “sergilere ödünç eserleri
tartışmadan önce” antik iki parçayla ilgili
meselenin çözümünü istediğini belirtti.
New York’ta bulunan dünyanın en büyük
müzelerinden The Metropolitan da 14 Mart’ta açılacak
“Bizans
ve İslam” sergisi için yaşanan sorunları gözönüne
alıp Türkiye’den eser talep etmekten kaçındı.
Dergiye konuşan bir müze yetkilisi, Türkiye’nin
iadesini istediği antik döneme ait bir düzine
eserini varlığını doğrularken parçaların ismini
vermedi. Yetkili “Konu Türk makamlarıyla
görüşülüyor”demekle yetinirken, müzenin
sergi için pek çok parçayı
Atina’daki Benaki müzesinden istediği öğrenildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye’den
götürülen eserleri, istenmesine rağmen iade etmeyen
müzelere, geçici de olsa
tarihi eser verilmemesi kararı aldı.

Truva Hazineleri
Türkiye
kaçırılan bu eserleri istiyor
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü verilerine göre
ABD,
Almanya,
Rusya Federasyonu,
Hırvatistan,
Danimarka,
İtalya, Fransa,
İsviçre,
Sırbistan-Karadağ,
Bulgaristan,
Ukrayna ve
İngiltere gibi birçok ülkede Türkiye’den
kaçırılan tarihi eserler bulunuyor. Kültür ve Turizm
ile
Dışişleri bakanlıklarının koordineli
çalışmalarıyla, müzelerde sergilenen, müzayedelerde
satışa çıkarılan veya gümrüklerde ele geçirilen
eserlerin takibi yapılıyor, iadesi isteniyor, dava
açılıyor ve satışlar durduruluyor.
Türkiye’ye getirilen eserler:
- Avusturya’da
2010’da bir otobüste ele geçirilen
Roma ve Bizans dönemine ait 316 parça.
- Birleşik
Arap Emirlikleri’nde bulunan ve Roma dönemine
ait heykel, stel ve lahit parçalarından oluşan 23
eser.
- İngiltere’den getirilen,
Efes Antik kentinden götürülmüş Roma dönemine
ait 1 yüzük.
- Almanya’nın Münih kentinde ele geçirilen 4 adet
sikke.
- Almanya Nünberg’de ele geçirilen 2 adet mermer
stel parçası.
- İzmir’deki
Agora deposundan 2004’te çalınan ve yine Almanya’da
bulunan mermer erkek heykel başı.
- Denizli’deki Laodikya antik kentinden çalınan ve
İsviçre’de buluhah bronz heykele ait el.
İadesi istenenler:
- Boğazköy Sfenksi: Osmanlı Devleti döneminde
onarım için götürülen ve geri getirilmeyen sfenks
Berlin Müzesi’nde bulunuyor.
- Bergama
Zeus Sunağı: Alman arkeolog Human’ın 1871’de yaptığı
izinsiz kazı sonucu Berlin’e götürüldü.
- Truva Hazineleri: Alman arkeolog Schliemann’ın
1869 - 1871 yıllarında yaptığı kazılarda bulunan
hazine, Osmanlı makamlarının izni olmadan kaçırıldı.
Eserler yaklaşık 20 yıldır Rusya’daki Puşkin
Müzesi’nde.
- Lidya eserleri: New York Metropolitan Müzesi’nde
sergileniyor. Geri alınması için açılan dava
sonuçlanmadı.
- Kuran Sayfaları: Nuruosmaniye Kütüphanesi’nden
çalınan 210 sayfa, Princeton Üniversitesi’nde
tutuluyor. Ayrıca bir yaprağı
Mısır’da, iki yaprağı Yfıskfujf/yfjs David
Sampling Müzesi’nde, iki yaprağı İngiltere’de bir
şahsın elinde bulunuyor.
- ABD’deki J. Paul Getty Müzesi’nde, Türkiye’den
kaçırılmış çok sayıda eser bulunuyor.
- Paris
Louvre Müzesi’nde olduğu tespit edilen
Ayasofya Cami Haziresi’ndeki Sultan II. Selim
Türbesi’nin girişindeki çiniler için dava açıldı.
- Afyonkarahisar’daki
Tatarlı Tümülüsü’ne ait MÖ 453 tarihli 4 adet
boyalı ahşap friz, Almanya’nın Münih şehrindeki
Archaologische Staatssammlung Müzesi’nde teşhirde.
Parçalarının iadesi için girişimler sürüyor.
- İtalya’da bulunan Lidya yazıtının geri
getirilmesi işlemleri sürüyor.
- Rusya’da ele geçen, Türkiye kökenli Bizans
dönemine ait gümüş haç ve altın bileziğin iadesi
isteniyor.
- Antalya
Kumluca’daki kiliseden 1963’te kaçırılan,
çoğunluğunu dini amaçlı gümüş kapların oluşturduğu
tarihi eserler,
Washington’daki Dumbarton Oaks Müzesi’nde
sergileniyor.
- Marmara
Balıkesir Saraylı beldesindeki açık hava
müzesinden çalınan mermer
imparator heykel başı ile
Kocaeli Müzesi Müdürlüğü fuar alanından çalınan
heykel başı aranıyor.
- Almanya’da bir müzayedede satışa çıkarılan
Hitit dönemine ait mezar steli parçası,
orthostat parçası ve 3 adet minyatür Hitit arabası
için dava açıldı.
- İngiltere’deki Bonham Müzayedeevi’ndeki satışı
durdurulan Lidya dönemine ait gümüş “kyathosun”un
(kepçe) iadesi için çalışmalar sürüyor.

Bergama Zeus Sunağı
UNESCO
sözleşmesi iadeyi öngörüyor
Yurt dışına kaçak kazı ve yasadışı yollarla
götürülen tarihi eserlerin iadesi, 1970 UNESCO
sözleşmesi ve ikili görüşmelerle yapılıyor. İkili
görüşmelerdeki iade talebi kabul edilmediği zaman,
Dışişleri Bakanlığı tarafından sağlanan
avukatlık firmaları aracılığıyla dava yoluna
gidiliyor.
Avrupa’da düzenlenen birçok
müzayede de bakanlık tarafından takip ediliyor.
Ayrıca, müze ve ören yerlerinden çalınan eserlerin
yurt dışına çıkışlarının önlenmesi ve kaçakçıların
yakalanması için fotoğraflı envanter bilgileri,
Başbakanlık, Gümrük, Denizcilik müsteşarlıkları
ve İçişleri ile Dışişleri gibi kurumlara
gönderiliyor.
Milliyet, 04.03.2012
******
GÜNAY, MÜZELERE
AMBARGO TARTIŞMASINA AÇIKLIK GETİRDİ
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye'deki
müzelerle işbirliği yapmak isteyen yabancı müzelere,
"Sizin müzenizin kayıtlarında bir çalıntı Türkiye
eseri var. Onu bize verin ondan sonra işbirliği
yapabiliriz' dediklerini belirterek, "Bu sayededir
ki bazı eserleri daha büyük bir hızla ülkemize
getirmeye başladık" dedi.
Günay, "Ünlü müzelere ambargo" başlıklı haberlerle
ilgili sorular üzerine, Türkiye'nin tarih varlıkları
açısından çok zengin olduğunu belirtti. Ama dünya
müzeciliği koleksiyonculuğu geliştirirken, Osmanlı
topraklarının bunun yeteri kadar farkına
varamadığını ifade eden Günay, şunları söyledi:
"Geçmiş dönemlerde bazı fermanlarla, izinlerle,
bugün hala geçerli sayılan belgelerle ülkemizden çok
değerli bir takım anıtlar, eserler, eser parçaları
götürülmüş. Bugünkü dünya mevzuatı karşısında
bunlara çok fazla itiraz edemiyoruz. Sadece
hayıflanıyoruz, üzülüyoruz. Ama bazı eserler de var
ki hiçbir belgeye dayanmadan, bir padişah fermanına,
herhangi bir izne, herhangi bir meşru sayılabilecek
belgeye dayanmadan ülkemizden alınıp götürülmüş.
Bunun hukuktaki ismi çalıntı. Bu çalıntı eserlerin
bir kısmı da dünyanın tanınmış müzelerinin
koleksiyonunda yer alıyor. O müzeler bizim
müzelerimizle işbirliği yapmak istiyorlar. Bizim
müzelerimiz dünyanın en zengin müzeleri arasında.
Bizim müzelerimizle işbirliği yapmak isteyen bir
müzeye, 'Sizin müzenizin kayıtlarında bir çalıntı
Türkiye eseri var. Onu bize verin ondan sonra
işbirliği yapabiliriz' diyoruz. Söylediğimiz budur.
Bunu dikkatle, dünyanın her yerinde uygulamaya
çalışıyoruz. Bu devletimizin yeni, daha duyarlı bir
bakış açısıdır. Bakanlığımız çok dikkatli, Dışişleri
Bakanlığı da bize çok yardımcı oluyor son
zamanlarda. Bu bir devlet ve hükümet politikası
haline geldi."
Bu sayede bazı eserleri daha büyük bir hızla
Türkiye'ye getirmeye başladıklarını ifade eden Bakan
Günay, şöyle devam etti: "Bu dikkatimizi
sürdüreceğiz. Dünyanın büyük müzeleriyle işbirliği
yapmayı önemsiyoruz. Amerika'daki, İngiltere'deki,
Almanya'daki müzelerle işbirliği yapmak bizim için
de çok önemli. O müzenin sergisinde Türkiye'den bir
çalıntı eser varsa onunla işbirliği yapmak bir
anlamda kendimize karşı saygımızı yetirmek anlamına
geliyor. O yüzden dikkatimizi sürdürüyoruz.
Kararlılığımızı sürdürürsek daha olumlu sonuçlar
alacağımızı düşünüyorum."
Turizm Gazetesi, 05.03.2012
|
TABLO ASMAK BİR SANATTIR

Picasso, Rembrandt, Dali,
Van Gogh... Özel müzeler artık dünyaca ünlü
sanatçıların eserlerini Türk sanatseverlerle
buluşturuyor. Sanat fuarları, bianeller, sergiler,
galeriler ve müzeler yüz binlerce ziyaretçinin
ilgisini çekiyor. İlgi arttıkça düzenlenen
sergilerin niteliği ve niceliğinde de artış
gözlemleniyor. Üstelik artık sadece özel müzeler
değil yeni girişimciler de sanat pazarında yer
almaya başladı. Yurtdışından sergileri ülkemize
getiren pek çok kültür-sanat şirketi yeni oyuncular
olarak bu pazara dahil oldu. Sanat pazarı
genişledikçe yeni sektörlere duyulan ihtiyaç da
elbette paralel şekilde artıyor. Bu durum da sanat
eseri nakliyesinden sigortasına farklı alanlarda
hizmet veren firmaların doğmasına neden oluyor. Öyle
ki sanat eserini sadece taşımak ya da sigortalamak
değil asmak bile başlı başına bir iş kolu haline
geldi. Müzelerde, galerilerde sergilenen ve
değerleri 100 milyon liraları bulan eserlerin
taşımasını ve montajını sıradan ustalar yapmıyor. Bu
iş mutlaka profesyonellik gerektiriyor. Türkiye'de
bu işi yapan en bilindik şirket ise Sergikur. 2003
yılında Şener Çardak tarafından kurulan Sergikur,
Pera Müzesi'nden İstanbul Modern'e, 12. İstanbul
Bienali'nden Dali sergisine kadar birçok büyük
serginin asma işlemlerini gerçekleştiriyor. İşe
başladıkları 2003 yılında yılda beş sergi yapan
Sergikur'un 2011 yılında hazırladığı sergi sayısı
ise 80. Sırf bu rakam bile Türkiye'de artan sanat
ilgisinin başlıca ispatı gibi. Sergikur'un bugüne
dek çalıştığı sergi sayısı ise 700'ün üzerinde.
Yıllarca Yapı Kredi Kültür Sanat'ta çalıştıktan
sonra Türkiye'de sergi asma konusunda bir eksik
olduğunu fark eden Şener Çardak, bu noksanlığı
gidermek amacıyla kurmuş Sergikur'u. O yıllarda
"İşiniz tablo mu asmak" diye alay edenlerin şimdi
yaptıkları işin ne denli önemli olduğunu
kavradıklarını anlatıyor Çardak. Çünkü bir sanat
eserini asmak bilgi, eğitim ve beceri istiyor. Şener
Çardak'la Beyoğlu'ndaki ofisinde bir araya geliyorum
ve resim asarken nelere dikkat etmek gerekiyor
bunları bizzat uzmanından dinliyorum. ye'de bu işi
yapan en bilindik şirket ise Sergikur. 2003 yılında
Şener Çardak tarafından kurulan Sergikur, Pera
Müzesi'nden İstanbul Modern'e, 12. İstanbul
Bienali'nden Dali sergisine kadar birçok büyük
serginin asma işlemlerini gerçekleştiriyor. İşe
başladıkları 2003 yılında yılda beş sergi yapan
Sergikur'un 2011 yılında hazırladığı sergi sayısı
ise 80. Sırf bu rakam bile Türkiye'de kiyor bunları
bizzat uzmanından dinliyorum.
Aydınlatma çok önemli
Şener Çardak eser asarken dikkat edilmesi gereken
unsurları şöyle sıralıyor: "Etrafında esere
hükmedecek başka malzeme olmamalı. Örneğin yanında
kırmızı bir vazo olmazsa iyi olur. Renkli iş asarken
duvar renkli olmamalı. Resim haricinde hiçbir şey
patlamamalı. Aydınlatma çok önemli. Bugün sadece
sanat eseri aydınlatması üreten firmalar var. Çok
yüksek ışıklar esere zarar verebilir. Aydınlatma en
yüksek 5 bin kelvin olmalı. En az zarar göreceği
aydınlatma ise 50 lüks yani düşük ışık. Işığın açısı
izleyicinin gölgesini hedef almayacak şekilde
ayarlanmalı."
Altından daha değerli
Şener Çardak sanatın iyi bir yatırım enstrümanı
olduğu fikrinde: "Türkiye'de yatırım amaçlı eser
alan çok kişi var. Eserler depoda ya da merdiven
altlarında bekliyor. Bu tarz alım yapanlar için
sanat depolarının kurulması şart. Sanat eseri
altından bile daha değerli. Bu yıl aldığınız eser
seneye çok farklı bir noktaya gelebiliyor. Bu da
sanat eserini cazip hale getiriyor.
Koleksiyonerlere de hizmet veriyorlar
Sergikur koleksiyonerlere de hizmet veriyor.
Evlerdeki eserlerin teşhir amaçlı sergilenmesini
düzenliyorlar. Koleksiyonerlerin ev ve ofislerindeki
tabloları yerleştiriyor, robotlarla eserleri
kaldırıyor, lazerlerle milimetrik asımlar
gerçekleştiriyor, çalışma sırasında iz bırakmayan
eldivenler kullanıyorlar.
Bütçeler 20-500 bin TL arasında değişiyor
Sergikur'un 11 personeli var. Fuar zamanlarında bu
sayı 30'a kadar çıkıyor. İstanbul'un farklı
noktalarında büroları var. Personellerine herhangi
bir sanatsal eğitim vermiyorlar. Ekibin içinde 3-4
yıl deneyim kazanmaları sağlanıyor. İşin bütçesi
çalıştıkları mekandan sanat eserinin değerine kadar
farklı etkenlere göre hesaplanıyor. Fiyatlandırma
300 liradan başlıyor 20 bine kadar yükseliyor. Bir
örnek vermek gerekirse; 800 eseri yerleştirdikleri
İstanbul Bienali'nin bütçesi 17 bin lira idi. Bugüne
kadar astıkları en önemli eser ise Pera Müzesi
tarafından alınan Osman Hamdi'nin Kaplumbağa
Terbiyecisi isimli resmi.
Heykel duvar dibine konmamalı
Tablo yerleştirmek kadar heykel yerleştirmek de özen
istiyor. Özellikle ahşap ve fiber heykellerin
bulunduğu odanın sıcaklığına dikkat etmek gerekiyor.
Şener, bir de heykellerin duvar diplerine konmaması
gerektiği konusunda uyarıyor: "Üç boyutlu eserlerden
bahsediyoruz. Sanatçı bunu yaparken arka tarafını,
orada anlatmak istediği düşünceyi de planlıyor. Bu
yüzden heykel mutlaka arkasından dolaşılabilecek bir
mesafeye konmalı."
Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 04.03.2012
|
 |
ALTINOVA'DA TARİHİ HAMAM RESTORE EDİLECEK
Tarihi yapıların tekrar ayağa kaldırılması çalışmaları Anadolu'nun dört bir yanında devam ediyor.
Yalova'nın Altınova İlçesi'nde, bir süre önce restorasyonu tamamlanan 16. yüzyıla ait Hersekzade Ahmet Paşa Camii'nin avlusunda bulunan tarihi hamamın da restore edileceği bildirildi. Altınova Belediye Başkanı Metin Oral, gazetecilere yaptığı açıklamada, caminin avlusunda bulunan tarihi hamamın restorasyonuna yönelik proje sürecinin tüm hızıyla sürdüğünü belirtti. Oral, "Kocaeli Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Tarihi Mekanlar ve Kent Estetiği Şube Müdürlüğü, hamama ait sanat tarihi raporunu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü (KUDEB) ise malzeme analiz raporunu hazırladı. Hamamın günümüze kazandırılması için teknolojik cihazlar ile ölçümler yapılıp, 3 boyutlu olarak çizim programına aktarıldı. Rölöve, restitüsyon, restorasyon projeleri tamamlanınca kurul onayına sunulacak ve onaylandıktan sonra 2012'de uygulamasına başlanacak.'' dedi. Oran, birinci derece doğal sit alanı olan Hersek Lagün Gölü'nün kuzeyinde bulunan Helenopolis Antik Kenti'nin kalıntılarının da araştırılacağına değindi. "Birinci derece doğal sit alanı olarak tescil edilen ve göç yolundaki kuşların uğrak yeri olan Hersek Lagün Gölü'nün kuzeyinde Helenapolis antik kenti ve Hersekzade Ahmet Paşa Külliyesi, doğusunda Atatürk'ün çay içtiği tarihi yapı bulunuyor. Belediyemiz tarafından yaptırılacak jeoradar testi ile bu alanda saklı kalan değerleri ortaya çıkarmayı düşünüyoruz. Buradaki kalıntıların gün yüzüne çıkartılması ile ilçemizdeki tarihi doku daha net olarak gün yüzüne serilmiş olacak.'' diye konuştu.
Zaman, 03.03.2012
|
MÜZE SOYGUNUNA ÖZEL EKİP ÖNLEMİ
Son iki ayda iki ayrı müze soygununun yaşandığı
Yunanistan'da müze ve arkeolojik alanlar artık
özel güvenlik ekipleri tarafından korunacak.
Yunanistan Kültür ve Turizm Bakanı Pavlos
Geroulanos, müzelerin olimpiyat oyunlarının
güvenliğinde eğitilen bakanlık çalışanları
ile seçilmiş polislerden oluşan özel
güvenlik ekipleri tarafından korunacağını
açıkladı. Ocak ayı başında Atina'daki Ulusal
Resim Müzesi'nden ünlü ressam Pablo
Picasso'nun "Kadın Başı" isimli tablosuyla
birlikte başka bir tablo çalınmıştı. Son
olarak Olimpia Arkeoloji Müzesi'ne giren iki
hırsız da 70 kadar tarihi eseri çalarak
kaçmıştı.
Zaman, 03.03.2012
|
TARİHİ ESERLER İHYA OLDU, KASA HALA DOLU

Ankara Kalesi, tarihi Beypazarı ve Kale İçi
evleri, Medeniyetler Müzesi, Zağfiran Han,
Sakarya'da Taraklı evleri, Konya'da Karatay
Medresesi, Van'da Akdamar Kilisesi gibi tarihi
eserlerin bakımı geçtiğimiz yıllarda tamamlandı.
Türkiye'nin dört bir köşesindeki restorasyon
çalışmaları büyük bir hızla devam ederken
önceki dönemlerin aksine kaynak sıkıntısı
yaşanmadı. Çünkü, Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu'nda 2004 yılının
Haziran ayında yapılan düzenleme ile
belediyelerin tahsil ettiği emlak
vergilerinin yüzde 10'u tarihi eserlerin
bakımına aktarıldı. O dönemden bugüne kadar
çeşitli şehirlerdeki 5 bine yakın tarihi
eserin bakım ve onarımı yapıldı. Buna
rağmen, katkı payı hesabında kullanılmak
üzere 421 milyon lira hazır bulunuyor.
Yüzlerce eserin restorasyon çalışmaları ise
sürdürülüyor. Taşınmaz kültür varlıklarının
restorasyonunda en büyük engelin kaynak
sıkıntısı olduğunu belirten Sakarya
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim
Üyesi Yrd. Doç. Dr. Tülin Çoruhlu, "Bu
yapılan düzenleme ile tarihi eserler
restorasyonda altın çağını yaşıyor. Projesi
yapılan hiçbir eserle ilgili kaynak
sıkıntısı bulunmuyor." dedi.
Tarihi eserlerin bakım ve onarımı için
2011'de belediyeler 85,5 milyon, il özel
idareleri ise 55 milyon lira olmak üzere 140
milyon lira kaynak kullanılırken, katkı payı
hesabında 421 milyon lira hazır. İstanbul'da
2011'de belediyeler 18 milyon 309 bin, özel
idare 33 bin 812 lira olmak üzere tarihi
eserlerin bakım ve onarımı için toplam 52
milyon lira kullanıldı. İstanbul'da daha
önce Topkapı Sarayı, Ayasofya Müzesi,
Arkeoloji Müzesi, Yıldız Sarayı,
Süleymaniye, Mahmut Paşa, Sultanahmet
Humbarahane camilerinin bakım ve onarımı
yapılmıştı. 2011 yılında ise, Maltepe Askeri
Kışlası, Kuleli Askeri Lisesi, Beşiktaş
Yıldız Sarayı Şehzade Köşkü, İstanbul
Üniversitesi Mirgün Köşkü, Kağıthane Kasrı,
Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kampüsü
Hamamı, Galata Mevlevihanesi Hazireleri
Şadırvanı Sarnıç ve Kuyuları'nın restorasyon
çalışmaları tamamlandı. Tarihi şehirde
birçok eserin restorasyon çalışmaları devam
ederken, kasada hala 158,5 milyon lira
bulunuyor. Ankara'da restorasyon
çalışmalarına geçen yıl 9 milyon 306 bin
lira harcandı, 26 milyon 364 lira ise kasada
tutuluyor. Tarihi dokusuyla öne çıkan
Bursa'da da aynı yıl 10,5 milyon lira tarihi
eserler için kullanılırken 14,5 milyon lira
hazır bekliyor. İzmir'de ise 17 milyon
harcanırken 58,5 milyon lira bulunuyor.
Bursa'da camiler ve Yeşil Türbe başta olmak
üzere geçen yıl, Kayahan Hamamı, Tophane
Yamacı Bursa Surları, İncirli Hamamı, Deveci
Konağı Yıldırım Cumalıkızık Evleri, Kütahya
Han'ın restorasyon çalışmaları tamamlandı.
Zaman, Haber: Duran Savaş, 03.03.2012
|
TOKİ'DEN RESTORASYON ATAĞI

Unutulmaya yüz tutmuş, yıkılma tehlikesi taşıyan
tarihsel değerleri, gelecek nesillere aktarmayı
amaçlayan
TOKİ,
restorasyon
kredileri kapsamında bu yıl üst limiti 105 bin
lira olarak belirledi.
Kredi talebindeki yoğunluk nedeniyle başvurular,
16 Mart'a kadar uzatıldı.
Tescilli taşınmaz kültür varlıklarının
restorasyonuna katkı amacıyla 2005 yılında ''restorasyon
kredisi'' uygulaması başlatan İdare, bu yıl her
bir proje için keşif özetinin yüzde 70'ine kadar
kredi kullandırıyor.
Restorasyon
kredisi başvurusunda ''Eserin, Taşınmaz Kültür
ve Tabiat Varlıkları Bölge Kurulu'nun onaylanmış
rölöve ve
restorasyon projeleriyle
restorasyon raporu, onaylı projeye göre
düzenlenmiş keşif raporu, arsanın ve binanın
durumunu gösteren tapu örneği'' gibi belgeler
isteniyor. Kullandırılan
kredinin faizi yıllık yüzde 4, vadesi ise 10
yıl. Geri ödemeler aylık sabit taksitler halinde
tahsil ediliyor.
TOKİ, bu yılın
restorasyon
kredisi başvurularını, 6 Şubat–2 Mart tarihleri
arasında kabul etti.
Ancak üst limiti 105 bin lira olan
krediye yoğun ilgi üzerine İdare, başvuru
tarihini uzattı. Tescilli taşınmaz kültür
varlıklarının bakımı, onarımı ve
restorasyonu için
kredi kullanmak isteyenler 16 Mart'a kadar
başvuruda bulunabilecek.
ŞİMDİYE KADAR 371
KÜLTÜR VARLIĞINA
KREDİ DESTEĞİ
VERİLDİ
Kredilerde özelikle tarihi kent dokularını
sağlıklaştırılmasına yönelik olan ve yerel
yönetimlerin öncülüğündeki projelere öncelik
veriliyor. Bakım, onarım ve
restorasyon işlemleri yapılacak taşınmaz kültür
varlığının mimari ve kültürel değeri, fiziki durumu,
bulunduğu çevrenin özellikleri, kullanım amacı göz
önünde bulunduruluyor.
Taşınmaz kültür varlığının bakımı, onarımı ve
restorasyonu için yapılacak işlemlerin yapının
kültür varlığı niteliğinin devamını sağlaması,
gerekirse sağlıklaştırılması ve işlev kazandırılması
amacına yönelik olması zorunlu.
2005 yılından bu yana 371 kültür varlığına kredi
desteği verildi, başlatılan restorasyon
projelerinden 221'i tamamlandı.
TÜRKİYE'NİN DÖRT BİR YERİNDEKİ KÜLTÜREL
DEĞERLER RESTORE EDİLDİ
TOKİ'nin restorasyon kredisi desteği sağladığı
kültürel değerler arasında Ankara Beypazarı Evleri,
Karabük Safranbolu Evleri, Ankara Vilayet Konağı,
Adıyaman Samsat Sahabe Safvan Bin Muattal Türbesi,
Elazığ Çarşı Mahallesi eski Hükümet Konağı,
Gaziantep Şahinbey Bayaz Han Kültür Merkezi,
İstanbul Üsküdar Fatih mahkeme binası ve İstanbul
Denizcilik Müsteşarlığı Bölge Müdürlüğü hizmet
binası gibi eserler de bulunuyor.
TOKİ restorasyon kapsamında, İstanbul, Ankara,
İzmir, Bursa, Eskişehir, Gaziantep, Hatay, Amasya,
Bartın, Çanakkale, Muğla, Uşak, Kastamonu, Tokat,
Trabzon, Giresun, Edirne, Şanlıurfa ve Artvin illeri
Safranbolu, Kalecik, Bergama, Ürgüp, Taraklı,
Bolaman, Bandırma, Ayvalık, Milas, Foça, İnegöl,
Mudanya, İnebolu, Alanya, Akçaabat, Osmaneli,
Mudurnu, Kemaliye, Göynük, Taraklı, İncesu, Zile ve
Dalay ilçeleri ile Mustafapaşa, İbrahimpaşa, Kalkan,
Uzungöl ve Daday beldelerindeki birçok proje için
kredi imkanı sağlandı.
Restorasyon kredisi için ayrıntılı bilgi
www.toki.gov.tr adresinden edinilebilecek.
Habertürk, 03.03.2012
|
DÜNYANIN EN ESKİ ARKEOLOJİK TAPINAĞI TURİZM İÇİN
UMUT OLUYOR

Peygamberler şehri Şanlıurfa,
MÖ 10 bin
tarihine ait ve dünyanın ilk tapınağı olduğu
söylenen Göbeklitepe ile turizm, alanında yeni bir
boyut kazanıyor.
Şanlıurfa sınırları içinde 1963 yılında keşfedilen ve son dönemlerde yapılan kazılarla bir kısmı gün yüzüne çıkan MÖ 10 bin tarihine ait Göbeklitepe dünyanın en eski arkeolojik tapınağı olarak nitelendiriliyor. 80 dönümlük alanda bulunan ören yeri, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca 2005 yılında 1. derece arkeolojik sit alanı ilan edilmişti. Burada yapılan çalışmalar sonucunda insanoğlunun ilk kez, Neolitik dönemde avcılık ve toplayıcılık ile birlikte tarıma da yöneldiği tespit edilmiş ve yabani şekildeyetişen buğday, arpa, mercimek türü ürünleri deneme yanılma yoluyla ekmeye başlanmış, zamanla en iyi ürün o dönemlerde keşfedildiği sanılıyor. Bu ören yerin önümüzdeki yıllarda Şanlıurfa’ya turizm açısından büyük katkılar sağlaması bekleniyor.
İlk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago
Üniversitelerinin işbirliği ile hazırlanan
‘Güneydoğu Anadolu Bölgesi Araştırma Projesi’
çerçevesinde gerçekleştirilen yüzey
araştırmalarında, İstanbul Üniversitesi’nden
Prehistorya Bölüm Başkanı Prof.Dr. Halet Çambel ve
Chicago Üniversitesi’nden Prof.Dr. Robert Braidwood
tarafından keşfedildi. 1995 yılında Şanlıurfa Müze
Müdürlüğü başkanlığında ve Alman Arkeoloji
Enstitüsü’nden Arkeolog Harald Hauptmann’ın
danışmanlığında yüzey araştırmaları yapılmış ve
1996yılından 2006 yılına kadar Şanlıurfa Müze
Müdürlüğü başkanlığında ve Alman Arkeoloji
Enstitüsü’nden Arkeolog Klaus Schmidt
danışmanlığında kazı çalışmaları sürdürüldü.
Göbeklitepe’deki kazı çalışmaları 2007 yılından
itibaren Bakanlar Kurulu kararı ile Alman Arkeoloji
Enstitüsünden Arkeolog Klaus Schmidt tarafından
yürütüldü.
Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan ilginç buluntular
arasında çöl varanı, sürüngen kabartmaları, ağzı
açık ve dişleri korkunç bir şekilde betimlenen kurt
kafaları, yaban domuzları, turna, leylek, tilki,
ceylan, yabani eşek, yılan, akrep, yabani koyun,
aslan örümcek ve kafası olmayan insan kabartması,
erkeklik organı abartılı olarak tasvir edilmiş erkek
heykelleri gibi ortaya çıkan bulgular 12 bin yıl
önce yerleşik hayata geçen bu dönem insanının
inançlarını yansıtan önemli bulguları oluşturmakta.
Mimarlıktarihi, insanoğlunun avcı ve toplayıcı
toplumdan yerleşik topluma geçmesi ile başlar.
Göbeklitepe’de bulunan 12 bin yıllık yapılar,
mimarlık tarihinin başlangıcı olarak kabul
edilmiştir. İnsanoğlunun tek tanrılı dinlerden
önceki çok tanrılı döneme ait ilk tapınağı, MÖ 5
bin yılına tarihlenen Malta Adası’ndaki tapınak
olarak biliniyordu. Göbeklitepe yerleşiminin tespiti
ile bu bilgiler geçerliliğini yitirmiş ve
insanoğlunun ilk tapınağının günümüzden 12 bin yıl
öncesine tarihlenen ‘Göbeklitepe Tapınağı’olduğu
bilimsel verilerle kanıtlandı. Bu tespit ile
birlikte arkeoloji tarihi yeniden yazılmaya
başlandı.
Beyaz Gazete, 02.03.2012
|
TOPKAPI SARAYI RESTORE EDİLDİ

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre,
bakanlık, 2011 yılında
Topkapı Sarayı Müzesi başta olmak üzere kentin
önemli kültür ve turizm mekanlarının
restorasyonlarını gerçekleştirdi.
Bakanlık, restore çalışmalarını Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü, İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı ve İstanbul İl Özel İdaresi'nden
sağlanan ödeneklerle gerçekleştirdi.
Bu kapsamda, geçen yıl,
Fatih Sultan Mehmet tarafından 1478'de
yaptırılan ve Osmanlı Devleti'nin 380 yıl idare
merkezi ve resmi ikametgahı olarak kullandığı
Topkapı Sarayı Müzesi'nde Sultan 4. Murad'ın
Bağdat'ı alması şerefine yapılan kubbeli ve revaklı
Bağdat Köşkü, İncirlik Bahçesi, 1635 tarihinde 4.
Murad'ın Erivan'ı alması anısına yaptırılan sekizgen
Revan Köşkü, 17. yüzyılda Merzifonlu Mustafa
Paşa'nın sadrazamlığı sırasında yaptırılan Sofa
Köşkü, Sofa Camisi, Sultan 3. Ahmed'in ünlü Lale
Devri partilerini verdiği ve ortasında 5. yüzyıldan
kalma mermer bir çeşme bulunan Lale Bahçesi restore
edildi.
Divan Meydanı'nın Marmara Denizi'ne bakan doğu
cephesinde bulunan, 20 kubbeli aşhane, 3 kubbeli
helvahane ve diğer hizmet birimlerinden oluşan ve 5
bin 250 metrekarelik alana yayılan sarayın
mutfakları ve müştemilatının restorasyonu da
tamamlandı.
Topkapı Sarayı'nın Silah Teşhir Bölümü'nün
restorasyonu da geçen yıl bitti. Yapının tarihi
mimari özelliklerinin ortaya çıkarıldığı restorasyon
sonrasında bölümde,
Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren
kullanılan silahlar sergilenmeye başladı.
Sarayın kule kapıları, Zülüflü Baltacılar Koğuşu,
mescidi ve çubuk odası, saltanat arabaları, Dolap
Ocağı, Harem Hünkar Salonu Müzik Odası ve sarayın
genel cephe restorasyonu ise devam ediyor.
Bu arada,
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen
Yıldız Sarayı Küçük Mabeyn Dairesi, Yıldız Sarayı
Müzesi Harem Yapıları, Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi,
Sıbyan Mektebi, Nef-i Fidan Türbesi, Galata
Mevlevihanesi Müzesi Hazireleri, şadırvanı, kuyuları
ve sarnıcının restorasyonu da sürüyor.
Habertürk, 02.03.2012
|