29 Temmuz - 4 Ağustos 2012
|
ANADOLU AŞIĞI MELLART HAYATINI KAYBETTİ

Yıllar boyu bilinenin
aksine 'Verimli Hilal' dışında Anadolu’da Neolitik
Kültür'ün ilk izlerini bulan ve 1960’lı yıllarda
Anadolu’da Neolitik Devrimi başlatan ünlü arkeolog
James Mellaart geçtiğimiz Pazar günü yaşama veda
etti.
Aktüel Arkeoloji Dergisi'nin verdiği bilgiye göre;
"Bir Anadolu aşığı" olarak kendini tanımlayan ama
uzun yıllar Anadolu’ya girişi bile yasak olan
Çatalhöyük Neolitik Yerleşimi’nin ilk kazıcısı J.
Mellaart, uzun yıllar hasretle beklediği
Çatalhöyük’ü belki yeniden görememişti ama
Çatalhöyük’ün UNESCO Dünya Miras Listesi'ne dahil
edilmesi onu mutlu etmişti.
Zengin Neolitik buluntular ile birlikte Çatalhöyük’ü
keşfetmesinin ardından yaptığı yayınlarla, bir anda
dünya arkeolojisinin en tanınan ismi olan J.
Mellaart’ın ortaya attığı Neolitik Anadolu ve Ana
Tanrıca fikirleri kendinden sonra kazıyı devralan
yeni dönem arkeologları tarafından hep yıkılmaya ve
aşılmaya çalışıldı. J. Mellaart ismi ve bununla
birlikte “Ana Tanrıça” fikri, o kadar benimsenmiş ve
kabul edilmişti ki uzun yıllar sonra Mellaart’in Ana
Tanrıça olarak kabul ettiği bir figürün aslında bir
ayı betimi olduğu herkesi hayal kırıklığına uğrattı.
Bu duruma belki de en fazla üzülen, her yıl
Çatalhöyük’e büyük maddi destekler sunan Ana Tanrıça
grupları olmuştu. Bugün Anadolu Neolitik kültürü ve
Çatalhöyük, J. Mellaart’in ilk keşfettiği ve
tanımladığı yerden çok daha önemli noktalara geldi
ama hala ismi ve ortaya koydukları ile ünlü bir
arkeolog olarak arkasında her zaman anılacak bir
geçmiş bıraktı.
ÇATALHÖYÜK'Ü
KEŞFETTİ
1925 yılında Londra’da doğan James Mellaart, Anadolu
Arkeolojisi ve Neolitik Dönem için çok önemli
bilgiler elde edilmesini sağladı. Bilim hayatının
tamamına yakınını Anadolu'da gerçekleştirdiği
Çatalhöyük, Hacılar Höyük ve Beycesultan kazılarında
geçiren Mellaart Anadolu Uygarlığı’nın
aydınlatılmasına önemli katkılar sundu.
1951'de Ankara'daki İngiliz Arkeoloji Enstitüsü'nde
asistan olarak çalışmaya başlayan Mellaart,
Anadolu'da çeşitli yüzey araştırmalarına katıldı.
1954-1959 yıllarında Beycesultan kazılarına katıldı.
Bu dönemde gerçekleştirdiği yüzey araştırmalarıyla
Hacılar ve Çatalhöyük yerleşimlerini saptadı.
1957'de Hacılar'da kazıya başladı, arkasından
1961'de kendisi ve arkeoloji dünyası için çok önemli
bir yerleşim olan Çatalhöyük kazısına başladı.
Çatalhöyük’te Anadolu’nun
ilk yerleşik yaşama geçen topluluklar üzerine önemli
bilgilere ulaşan Mellaart, 1963'te Çatalhöyük
kazılarını sürdürdüğü sırada, varlığı hiçbir zaman
saptanamamış olan Dorak Hazinesi üzerine yayınladığı
bildiri nedeniyle Çatalhöyük’teki kazı çalışmaları
durduruldu. Bu nedenle dünyaya tanıttığı Çatalhöyük
Neolitik Yerleşimi’nde sadece 4 sezon çalışma imkanı
oldu. Aynı dönemde 1961-1963 arasında İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya ve
Arkeoloji Bölümü'nde Anadolu ve Yakındoğu
arkeolojisi konusunda dersler verdi.
2003 yılında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayınları’ndan
çıkan “Çatalhöyük: Anadolu'da Bir Neolitik Kent”
adlı kitabı, Çatalhöyük bilgi birikimini arkeoloji
dünyasına sunmak için önemli nitelikteydi.
ÇATALHÖYÜK
9 bin senelik bir Neolitik yerleşim
olan Çatalhöyük, yaklaşık 8 bin insanın bir arada
yaşadığı gelişmiş bir köy yerleşimi. 1960’larda ilk
bulunduğu yıllardan beri birçok soruya ve yoruma
maruz kalmıştır. İlk keşfedildiği zamanlarda,
oldukça muhteşem bir şekilde korunmuş olan duvar
resimleri, kabartmaları ve yapıların duvarlarına
monte edilen yabani hayvan kafatasları ile büyük
yankı uyandırır. Mellaart’ın 1960’lı yıllarda
yaptığı geniş çaplı kazılar sonucunda ortaya
çıkardığı bulgular, bu yerleşime ait mimari ve sanat
eserlerini de içinde barındıran buluntu topluluğu,
bugün hala önemli bir arşivi oluşturur.
James Mellaart aslında ön görüsüyle yerleşimi çok
geniş ölçüde yorumlamış ve böylelikle gelecek
sorulara açılan yolu oluşturmuştur. Çatalhöyük
evleri yalnızca, insanların barındıkları alanlar
değil, aynı zamanda karmaşık ve sürekli değişen ve
yenilenen mimari unsurların bulunduğu, ölülerin
gömüldüğü, duvar resimleri, kabartmalar ve diğer
sanat unsurlarının barındığı mekanlardır. Bu
karmaşık durum ve tanımlamalar J. Mellaart ve
sonraki dönem kazı başkanı Ian Hodder tarafından
farklı yorumlanmıştır. Mellaart bazı evleri
‘tapınak’ olarak tanımlamış, gerek figürlü gerekse
insan, vahşi hayvan ve yırtıcı kuşlardan bir “öykü”
oluşturan çeşitli duvar resimlerinin ve
kabartmaların bu tapınakların en önemli simgesi
olduğunu bildirmişti. Bu dekorasyon unsurları,
Mellaart’a göre, ‘dini ve törensel’ öneme sahipti ve
tanrıları temsil ediyordu.
Ancak Prof. Ian Hodder’un yorumuyla “tapınak” olarak
adlandırılan evler aslında ‘tarih evleri’ydi. Bu
yalnızca terminolojik bir farklılık olmayıp, daha
çok epistemolojik bir farklılığa işaret etmekteydi.
‘Tarih evleri’ kavramı tıpkı Mellaart’ın
yorumlarında olduğu gibi Çatalhöyük’te bulunan bir
takım evlerin diğerlerinden daha farklı algılanması
gerekliliğini ortaya koymaktaydı.
Ntvmsnbc, 01.08.2012
|
İZNİK ÇİNİ FIRINLARI
KAZISI BAŞLADI
İznik Çini Fırınları
arkeolojik kazısı bu yıl da devam ediyor. 20
kişilik ekip ile başlayan akademik kazının
başkanlığını Yrd. Doç.Dr. V.Belgin Demirsar Arlı
yapıyor. İstanbul Üniversitesi’nden çeşitli
uzman ve öğrencilerin oluşturduğu kadro yaklaşık
bir ay boyunca arkeolojik alanda çalışma
yürütecek. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
İstanbul Üniversitesi adına Bakanlar Kurulu
kararıyla yürütülen çalışmalarda çini ve seramik
üretim teknolojilerini aydınlatmaya yönelik veri
sağlama araştırmalarının Eylül ayı başına kadar
sürmesi planlanıyor.
Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Arlı, "Çalışmalar, II.
Murat Hamamı’nın doğusunda yer alan BHD kodlu
kamulaştırılmış alanda, 14. ve 17. yüzyıllar
arasında faaliyet gösterdiği tespit edilen çini
fırınları ve atölyelerin bulunduğu şantiyede
devam ediyor. Yeni açmalar yanında, zorlu geçen
kış şartlarının ardından alanda oluşan
bozulmaların giderilmesi için çeşitli çalışmalar
yapılacak. Korumaya yönelik önlemler alındı. Bu
saha çalışmaları dışında, yıllardır planlanan
fakat müzenin imkânlarının yetersizliğinden
dolayı gerçekleştirilemeyen depo çalışmalarına
ağırlık vermeye çalışıyoruz. İstanbul
Üniversitesi’nin en uzun soluklu kazılarından
biri olan İznik Kazıları, Kaymakamlık ve
belediyenin desteği yanında İznik halkının
anlayış ve ilgisiyle sürdürülüyor" dedi.
Bursa Olay, 02.08.2012
|
LAGİNA'DAKİ KAZILARA
HIRSIZ ENGELİ
Muğla'nın Yatağan
İlçesi'nde bulunan Lagina antik kentine bu yıl kazı
yapılması için izin çıkmadı. Gerekçe olarak da antik
kentte geçtiğimiz yıl yaşanan hırsızlık olayının
soruşturmasının devam etmesi gösterildi.
Lagina Antik Kenti Kazı Başbakanı Prof.Dr. Ahmet
Tırpan, antik kentten çıkartılan eserlerin muhafaza
edildiği kazıevi deposunda geçen yıl meydana gelen
hırsızlık olayı nedeniyle açılan soruşturma
nedeniyle izin verilmediğini savunarak, "Bizi neden
engeleyip, sorumlu tutmaya çalıştıklarını anlamış
değiliz. Alakamız olmayan bir konuyla ilgili alınmış
bir karar söz konusu" dedi.
2008 ve 2009 yıllarında
Türkiye'de devam eden 120 kazı arasında en çok
eserin çıkartıldığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından eser şampiyonu ilan edilen ve sezonda
yerli ve yabancı 10 bin kişinin gezdiği Lagina Antik
Kenti'nde kazı izni verilmemesi şoku yaşanıyor. Kazı
başkanlığını yürüten Konya Selçuk Üniversitesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan,
Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne defalarca
müracaatta bulunduğunu, ancak geçen hafta ulaşan
olumsuz yanıtla şoke olduklarını söyledi.
Kazı bölgesine 3
kilometre uzaklıktaki belde merkezinde bulunan
kazıevi deposunda geçen yıl 21 Kasım'da yaşanan
hırsızlık olayı bahane edilerek kazılara izin
verilmediğini savunan Prof.Dr.Tırpan, "Anıtlar ve
Müzeler Genel Müdürlüğü kazı çalışması talebimize,
yaşanan hırsızlık olayı nedeniyle teftiş kurulu
tarafından açılan soruşturma nedeniyle izin
verilmediğini bildirdi. Lagina 2008-2009 yıllarında
Türkiye'de eser şampiyonu olmuş çok önemli bir kazı
bölgesidir. Ayrıca kazıevi deposu 2009 yılından bu
yana Muğla Müze Müdürlüğü'ne aittir ve hırsızlığın
yaşandığı dönemde de buranın anahtarı
kendilerindeydi. Bizi neden engeleyip, sorumlu
tutmaya çalıştıklarını anlamış değiliz. Alakamız
olmayan bir konuyla ilgili alınmış bir karar
sözkonusu" diye konuştu.
Lagina kazıevi deposuna
geçen yıl 21 Kasım'da kilitleri kırılarak
girilmişti. Muğla ve Milas müze müdürleri, iki
arkeolog ve Lagina Kazı Başkanı Tırpan'dan oluşan
komisyon, bazı eserlerin eksik olduğunu tespit
etmişti. Bu eserlerin tutulan kayıtlardaki
eşleştirmede bulunamaması üzerine Kültür ve Turizm
Bakanlığı, olayı araştırmak üzere müfettiş
görevlendirmişti.
Star, Haber: Hakan
Gürel, 02.08.2012
|
KENT TARİHİNE IŞIK
TUTACAK HÖYÜKTE KAZILAR BAŞLADI
Eskişehir'de 1989'dan
beri kazısına devam edilen ve İlk Tunç Çağı'ndan
Osmanlı'ya kadar kesintisiz geçen zamanda önemli bir
yerleşim merkezi olduğu belirlenen Şarhöyük'te kazı
çalışmaları başladı.
Kazı Başkanı ve Anadolu
Üniversitesi (AÜ)
Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü
öğretim
üyesi
Prof. Dr. Taciser Sivas,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, Şarhöyük'ün
Erityalı Dorylaeus tarafından kurulduğuna inanıldığı
için Dorylaeum adını aldığını kaydetti.
Şarhöyük'ün kazısına AÜ
ve Eskişehir Arkeoloji Müzesi ortaklığıyla 1989
yılında başladığını ifade eden
Prof. Dr. Sivas, şöyle
konuştu:
''2005 yılından itibaren
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile AÜ adına kazıları
sürdürüyoruz. Bu sezon kazılara 23 Temmuz'da
başladık. Çalışmalar 20 Eylül'e
kadar devam edecek. 2012 kazı sezonunda
hedefimiz
3 farklı alanda çalışmak. Bundan birisi Eskişehir'in
ilk yerleşim yeri olan höyükte başladı. Diğer
çalışmamız bizim nekropol alanı dediğimiz alanda,
üçüncü alandaki kazılar da aşağı şehirde devam
edecek. Kazıda, AÜ Tarih,
Arkeoloji ve Sanat Tarihi
bölümü, Trakya, Ahi Evran ve Dumlupınar
üniversitelerinden
öğrenciler yer alıyor. Bu yıl kazıda 28
öğrenci, 40 işçimiz var.''
Prof. Dr. Sivas,
Şarhöyük'ün Eskişehir'in ilk kurulduğu ve kent
tarihine ışık tutan yer olduğunu belirtti.
Eskişehir'in adına bu
höyükten aldığını anlatan Prof.
Dr. Sivas, şöyle devam etti:
''Şar, şehir demektir.
Bölgenin Türkleşme süreciyle bölgeye gelen
Türkmenlerin Odunpazarı Bölgesi ve çevresine
yerleşmesiyle buradaki yerleşme terk ediliyor.
Burayı tanımlamak için de eski şehir tanımı
kullanılıyor. Bugüne kadar yaptığımız çalışmalarda
da kent tarihinin
günümüzden 5 bin yıl geriye kadar gittiğini
belirledik. Şarhöyük'teki yerleşmenin daha eskiye
gideceği ip uçlarına da ulaşıyoruz. Bölgenin en
büyük höyüğü. 450 metre çapı ve 17 metre
yüksekliğiyle bugün bir metropol konumunda.
Çevresinden bir çok küçük kasaba ve köy niteliğinde
yerleşim yerleri var. Şu anda ulaştığımız tabaka,
İlk Tunç Çağı'na ait. MÖ 3000'li yıllara gidiyor.
Şarhöyük bir kavşak noktasında yer alıyor. Eski
çağda ticaretle zenginleşmiş bir yer. Geniş ovada
bulunması tarım ve hayvancılığın da bu bölgede
gelişmesine ve genel ekonomik
yapıyı oluşturmasını sağlamış.''
Akşam,02.08.2012
|
İZMİR ZENGİNLEŞİYOR
İzmir Kültür ve Turizm
Müdürü Abdülaziz Ediz, arkeolojik ve tarihi
zenginlikleriyle öne çıkan İzmir'in birkaç yıl
içinde tamamlanacak çalışmalarla 5 açık hava
müzesine daha kavuşacağını bildirdi. Ediz yaptığı
açıklamada, 12 İyon kentinin bir çoğunun İzmir'de
olduğunu, 8 bin 500 yıllık tarihin zenginliğini
yansıtan, yontma ve cilalı taş devrine ait objeler
ve ürünlerin kentte bulunduğunu söyledi.
Ahmetbeyli'deki Klaros
kazı alanının çok yakında ziyarete açılacağını,
Urla'da 12 İon kentinden biri olan Klazomenai'nin de
aynı şekilde ziyarete açılabilecek duruma geldiğini
söyleyen Ediz, şunları kaydetti:
''Metropolis ise sayın
bakanımızın ısrarla üzerinde durduğu ve
planlamasının tamamlandığı, 2013'te ziyarete açmayı
düşündüğümüz bir alan. Nif Dağı kazı çalışmalarımız
Kemalpaşa bölgesinde. Çok geniş bir alan ve işin
başlangıcındayız. 4-5 yıllık sürece ihtiyaç var.
Honaztepe, Fokai kazı çalışmaları yıllardır sürüyor.
Teos ziyarete açılmasını istediğimiz diğer önemli
bir alan. Çevre düzenlemesiyle ilgili planlamaları
tamamlandı, inşaata başlanacak. Teos, Metropolis,
Klaros ve Klazomenai ve Smyrna. Bunlar 1-2 yıl gibi
kısa zaman içinde ziyarete açılacak. Bunların her
birinin ziyarete açılması demek, yeni bir müze
yapmış olmak demek aslında. İzmir, genelinde zaten
bir açık hava müzesi. Yeni müze muhakkak olması
gerekiyor ama bu örenlerin ziyarete açılmasıyla
hepsi birer açık hava müzesi olacak.''
Abdülaziz Ediz, kentin
kruvaziyer turizminde gösterdiği sıçramada kültürel
mirasının da büyük katkısı olduğunu belirterek,
''İzmir'in Efes'i, Bergama'sı, Kadifekale'si,
Agora'sı olmasa kente kruvaziyer turizmle kimse
gelmez. Bu nedenle kültürel ve tarihi mirasımıza
sahip çıkmamız çok önemli'' dedi.
Yenigün Ege, 02.08.2012
|
'KALFA'NIN AÇTIĞI SESİ ÇIRAK KISTI

Mimar Sinan’ın ‘kalfalık’ eseri tarihi
Süleymaniye Camii’nin ses akustiğinin yapılan yanlış
restorasyonlar nedeniyle bozulduğu ortaya çıktı.
Daha önce mikrofon kullanmadan ses her yere
dağılırken, şimdi çok sayıda kolon kullanarak ses
dağılımı yapılıyor. Süleymaniye Camii’nin akustik
sorunuyla ilgilenen
İstanbul İl Müftü Yardımcısı Abdurrahman Binbir
uzman bir heyete rapor hazırlatacaklarını
söyleyerek, “Geçici olarak hoparlör sayısını
arttırdık” dedi. Daha önce çıplak sesle okudukları
Kuran-ı Kerim’in şimdi duyulmadığından yakınan imam
ve müezzinler ise “Cuma namazında hutbe ve dua hiç
anlaşılmıyor. Ses cami içinde eşit dağılmıyor”
iddiasında. Restorasyonu yapan Gür Yapı ise iddiayı
kabul etmiyor: “Sorun akustikte değil kullanılan ses
sisteminde.”
Mimar Sinan’ın Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşa
ettiği 1557 tarihli camiyle ilgili bir süre önce
Radikal ’e bir ihbar geldi. İhbara göre
2007-2010 arasında restore edilen caminin ses
sistemi bozulmuştu: “Mimar Sinan tarafından büyük
bir başarı ile sağlanan ses akustiği ne yazık ki
restorasyon sırasında kullanılan yanlış ve sentetik
malzemeler nedeniyle tümüyle bozulmuş durumda. Cami
içinde artık hiçbir yerden doğru dürüst hutbe ve dua
duyulmaz durumda.”
Fatih Müftüsü Emrullah Üzüm’ü aradık. Üzüm
şikayetlerin kendisine de geldiğini söyleyerek “Bu
durum benden önceki dönemde gerçekleşmiş. Şu anda
problem neredeyse giderildi. Bazı noktalarda hala
sıkıntı var. Önceki gün bir programda oradaydım.
Kenarlardan ses duyuluyor ama mihrabın civarında ses
buluşması oluyor” dedi.
Şikayeti camiye gidip yerinde gözlemeye karar
verdik. Hakikaten dualar net olarak caminin her
yerinde aynı şekilde duyulmuyordu. Süleymaniye’nin
cemaati de şaşkındı. “Daha önce elinizi şıklatsanız
her yerden duyulurdu şimdi farklı bir çınlama var”
diyen cemaatin görüşüne cami görevlileri de
katılıyordu. Görevliler, sorunun giderilmesi için
şikayetlerini İl Müftülüğü’ne bildirdiklerini
belirtirken, “Cuma namazında büyük sıkıntı
yaşanırken
Ramazan ayı içinde teravihlerde de büyük problem
oluyor” dedi.
‘Artık akustik kaldı mı bilmiyorum’
Şikayetler
İstanbul İl Müftülüğü’ne de yansımış. Akustikle
ilgili oluşturulan heyete İl Müftü Yardımcısı
Abdurrahman Binbir nezaret ediyor. Binbir, akustik
sorununu çözmek için uzmanlara rapor hazırlattığını
söyledi. Heyetin raporunu bayramdan sonra
tamamlayacağını belirten Binbir, şöyle devam etti:
“Mimar Sinan’ın akustiği kaldı mı bilmiyorum. Rapora
göre belli olacak. Akustik sorunu ‘şimdilik’
hoparlör sayısı arttırılarak giderildi. En kısa
sürede bilim heyetiyle çalışmalara başlayarak bu
sorunu çözeceğimize inanıyorum. Geçenlerde kubbenin
en üst tarafına çıktım. Yürürken ayak seslerimi dahi
rahatlıkla duyabiliyordum. Ancak nasıl olduysa ses
artık kubbeden aşağıya gelmiyor.”
Gür Yapı: Sorun onların ses düzeninde
Gür Yapı İnşaat yetkilileri ise restorasyonun
akustiği bozmadığı iddiasında: “Üniversitelerden
aldığımız raporlar var. Akustikle ilgili sıkıntı
yok. Bizim taktığımız ses sistemini istemediler. Şu
anda kendi istedikleri ses sistemini kullanıyorlar.
Hatta her noktaya ekstra hoparlör istediler. Fazla
sayıda hoparlör takıldı. Akademisyenler bu ses
sisteminin akustiğe zarar verdiğini söyledi.
Akustiği aksine çimento tuğlalar bozuyordu. Biz o
tuğlaları alarak sorunu çözdük.”

‘Altın kural en az müdahaledir’
Marmara Üniversitesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Selçuk Mülayim: “Akustik, iç yapının
biçimlenmesiyle etkin hale getiriliyor ve kubbe
içerisindeki amforalar dizisiyle ses tınısı
aktarılıyor. Duvarlara çarpan ses toplanıyor, yarım
kubbeler ve ana kubbeyle cemaate homojen şekilde
yansıtılıyor. Akustiği restorasyonda kullanılan
malzemeler, dolap, saat gibi gereksiz kütleler
bozabiliyor. Bu akustiğin mükemmelliğini halen
Selimiye’de görebiliriz. Restorasyonun
altın kuralı ‘en az müdahaledir. Eğer kullanılan
malzeme ve restorasyona dikkat edilseydi
Selimiye’deki akustiği burada da görebilirdik.”
Neler yenilendi?
Restorasyonda 200 uzman, konservatör ve işçi
çalıştı. Camide revaklı avlu, minare ve dış avlu
duvarlarında cephe temizliği yapıldı. Çimento esaslı
imitasyonlar söküldü, özgün haline uygun, küfeki
taşı kullanıldı. Ana kubbesinde statik güçlendirme
yapıldı. Caminin üç şerefeli minaresinin külahı,
daha önce yanlış malzeme kullanımı sonucu
eğrilmişti, bu düzeltildi. Minarelerin bakır
alemleri altınla varaklandı. Revaklı avluda bulunan
mermer alemlerin eksik parçaları tamamlandı.
Kubbe hoparlörlerle dolduruldu
Süleymaniye, ses sistemindeki bozukluk nedeniyle
geçici olarak hoparlörlerle donatıldı. Akustiğin
bozulma nedenleri ise uzmanlarca şöyle sıralanıyor:
Testi ağızları kapatılmış ve üstleri sıvanmış
olabilir. Horosan harç yerine beton kullanımı.
Akustiği sağlayan harç arası boşlukların
tamamlanması. Sesin yankısını sağlayan, özellikle
aralık bırakılan döşeme taşlarının yok edilmesi.
Duvar sıvasında kullanılan
sentetik madde.
256 küpün sırrı
Caminin restorasyonu sırasında kubbesinde 15
santimetre ağız genişliğine sahip, 45 santimetre
uzunluğunda simetrik halde dizilmiş 256 adet küp
bulunmuştu. Akustik, simetrik halde dizilen bu
küplerin içindeki hava boşlukları sayesinde
sağlanıyordu. Mimar Sinan’ın kullandığı teknikte
akustiğin sağlanması için bütün kubbeler çift kubbe
seklinde yapılmıştı. Ayrıca zeminde, sesi yansıtmak
için tuğlalardan boşluk bırakılmıştı. Bu sayede
Süleymaniye mükemmel bir akustiğe sahipti.
2’şer akçeye almış
Mimar Sinan, sesin homojen dağılımı için önemli
stratejiler geliştirmişti. Sinan’ın Süleymaniye
inşaatına ait muhasebe defterlerinin 88’incisinde
“camide sadanın aksini kuvvetlendirmek için kubbenin
içine ve köşelere ağzı iç tarafa açık, gömülerek
örülmüş olan küçük sebulardan (testi- kavanoz) 255
adedini satın almak için (tanesi 2’şer akçeden)
ödenmiş olan 510 akçeden” bahsediliyor. Bu
testilerin kullanıldığı metoda, akustik
literatüründe ‘boşluklu rezonatör tekniği’
deniliyor.
Radikal, Haber: Fatih Yağmur, Fotoğraf: Tolga
Aktaş, 02.08.2012
|
UNESCO: TARİHİ HALEP'İ KORUYUN
Birleşmiş Milletler Eğitim
Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Başkanı Irina
Bokova, sıra dışı tarihi özellikteki Halep'te
çatışan taraflara tarihi kenti ve kültürünü
korumaları çağrısı yaptı. Bokova, yaşananlardan
dolayı son derece tedirgin olduklarını belirtirken,
savaşın tüm taraflarını bu kültür mirası kenti
koruma konusunda göreve çağırdı. Batı ve doğu
arasındaki ticaret yollarının geçtiği, bin yıldan
fazla zamandır çok sayıda farklı kültüre ev
sahipliği yapan Halep'i, dünyanın en eski ve en özel
kentlerinden biri olarak tanımlayan Başkan Bokova,
savaşın yaşandığı Suriye'de arkeolojik ve tarihi
mirasa sahip, dünyanın en eski kentlerinin
bulunduğunu hatırlattı. Ülkede Halep dışında, Şam,
Busra, Palmira antik kenti, ve Crac des Chevaliers
ve Salah El-Din Kalesi de, UNESCO'nun Dünya Mirası
Listesinde bulunuyor. UNESCO ayrıca Interpol ve
Suriye'nin komşu ülkelerini de, ülkenin kültürel
değerdeki tarihi eserlerine karşı yapılabilecek
yağma ve kaçakçılığa karşı uyardı.
Sabah, 02.08.2012
|
SELÇUKLU MEZARLIĞI RESTORE EDİLİYOR

Bitlis Valisi Nurettin Yılmaz, Ahlat İlçesi'nde
çeşitli incelemelerde bulundu.
İlk olarak Ahlat Belediyesi Konuk Evi’ni gezen Vali
Yılmaz, ilçedeki yatırımlar ile ilgili bilgi aldı.
Daha sonra Selçuklu Mezarlığı ile Ahlat Müzesinde
incelemelerde bulunan Vali Yılmaz, eski Ahlat
Şehrinde yapılan kazı çalışmasını yürüten ekibin
başkanı Prof.Dr. Recai Karahan’dan yapılan
çalışmalar hakkında bilgi aldı.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Karahan, Selçuklu
Mezarlığı'ndaki onlarca mezar taşını ayağa kaldırma
çalışmalarının hızla devam ettiğini belirterek, kazı
alanın da yaptıkları çalışmaları gösterdi. Prof.Dr.
Karahan, Kadılar Mezarlığı olarak adlandırılan
bölümde çalışmalara ağırlık verdiklerini ifade
ederek, “Şu ana kadar 12 tane taşın ilk olarak
temizledik. Yapılan temizlik ve işlemler taşların
geleceği açısından önemli bir çalışmadır” dedi.
Vali Yılmaz, Ahlat Müze ve Karşılama Merkezi
inşaatını da gezerek, yetkilerden çalışmalar
hakkında bilgi aldıktan sonra ayrıldı.
Vali Yılmaz’ın ilçedeki gezi ve incelemelerine Ahlat
Kaymakamı Osman Dölek, Ahlat Belediye Başkanı Mümtaz
Çoban ile İl Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör
eşlik etti.
Erzurum Gazetesi, Haber: Serdar Adıyaman, 02.08.2012
|
SİRKELİ HÖYÜĞÜ'NDE TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Adana’nın Ceyhan
İlçesi'ne bağlı Sirkeli Köyünde
2006 yılından bu yana devam eden kazı çalışmalarını
inceleyen Ceyhan Belediye Başkan Vekili Kenan Balkı,
“Tarihin gün güzüne çıkması bizleri sevindiriyor”
dedi.
İsviçre’nin Bern Üniversitesi öğretim üyelerinden
Prof.Dr. Miroslav Novak başkanlığında Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Görevlisi Yrd. Doç Dr. Ekin Kozal ve Kültür
Bakanlığı’ndan Arkeolog Hüseyin Toprak’ı çalışma
alanında ziyaret eden Balkı, kendisinin de Sirkeli
Köyü’nden olduğunu vurgulayarak, “Çocukluğumuzda
birçok rivayet duyardık. Ancak bugün hocalarımız
burasının MÖ bir yerleşim alanı olduğunu
söylediler. Burada yapılan kazıları önemsiyoruz”
dedi.
Sirkeli Höyüğü’ndeki kazı çalışmaları hakkında
bilgi veren Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç Dr. Ekin
Kozal, 2006 yılından bu yana belirli dönemlerde kazı
çalışması yaptıklarını ifade ederek 1 Temmuz
itibarıyla başlayan yeni dönem kazı çalışmalarının
Eyül ayına kadar devam edeceğini söyledi. Kozal,
“Sirkeli Höyüğü, tarihsel olarak doğu Çukurova’nın
en önemli yerleşim birimlerinden biridir. Ceyhan
Nehri’nin kıyısında bulunan bu höyük, aynı zamanda
ticari ve doğal yolların kesişme noktasında olması
nedeniyle büyük önem taşıyor. Tarihsel açıdan
bölgedeki en büyük höyüklerden biri. Buradaki
çalışmalarımızda, höyüğün insanlık tarihi açısından
önemini ortaya koymaya çalışıyoruz” dedi.
Sirkeli Höyüğü’nü değerli kılan en önemli
özelliklerden birinin de Anadolu’nun en eski Hitit
kabartması olduğu belirtilen Hitit Kralı 2.
Muwatalli’nin kaya üzerine yapılan rölyefi olduğunu
dile getiren Kozal, “1 Temmuz’da başladığımız 2012
yılı kazı çalışmalarına yeni yöntemlerle ve yeni
kazı alanlarıyla başladık. Hitit Kralı 2.
Muwatalli’nin Mısırlılarla yapmış olduğu Kadeş
savaşı’nın ardandan buraya yapılan rölyefinin
korunması gerekiyor. Kadeş Savaşı’ndan sonra yapılan
ilk barış anlaşmasını imzalayan kişi olmasından
dolayı burası önemlidir” dedi.
Yeni Adana, 01.08.2012
|
AY TAKVİMİNE GÖRE ÇALIŞAN TEK SAAT
Ay takvimine göre çalışan tek saat olmasıyla dikkati çeken ve Boşnakların "Sahat Kula" veya "A la Turca" dedikleri saat kulesi, güneş tam battığında saat 12.00'yi gösteriyor.
Osmanlı döneminin en büyük Boşnak hayırseverlerinden biri olan Gazi Hüsrev Bey'in (1480-1541) talimatıyla yaptırılan kulenin tam olarak kaç yılında inşa edildiği bilinmiyor.
Saat kulesi, ay takvimine göre çalışıyor ve namaz vakitlerini bildiriyor. Ay takvimine göre gün, akşam namazı vaktinde bitiyor. Kuledeki saat 12.00'yi gösterdiği zaman, Gazi Hüsrev Bey Camisi'nin kandilleri yanıyor. Ramazan ayında kandillerin yanması ve Vratnik Tabyası'ndaki topun patlaması, iftar vaktinin geldiğini haber veriyor.
Yeni Şafak, 01.08.2012
|
 |
TARİHİ ÇARŞIDA 132 YILLIK TAŞ BİNA YANDI

Tarihi Kemaraltı Çarşısı İkinci Beyler Mevkii 848
Sokak üzerinde bulunan
Kültür ve Turizm Bakanlığı ’na bağlı Güzel
Sanatlar Genel Müdürlüğü
İzmir Devlet Türk Dünyası Dans ve Müzik
Topluluğu binasından, bugün saat 03.30’da yükselen
alevleri görenler, yangını polise ve itfaiye
ekiplerine bildirdi. İhbar üzerine gelen söndürme
ekipleri alevlere müdahaleye başladı. Ekiplerin
yetersiz kalması üzerine bölgeye destek ekipler sevk
edildi.
Merkez başta olmak üzere Karabağlar, Buca, Hatay ve
Kadifekale’den itfaiye ekipleri bölgeye geldi. 10
araç ile 50’ye yakın itfaiye eri alevlere müdahaleye
başladı. Karanlık olan hava, gökyüzüne yükselen
alevler nedeniyle aydınlandı. Kemeraltı’nın büyük
bir bölümünü duman örtüsü ile kaplandı. 132 yıllık
taş binaya ekiplerin müdahalesiyle yangın, 1,5
saatte söndürüldü. Binada soğutma çalışmaları
başlatıldı. İlk belirlemelere göre yangının elektrik
kontağından çıktığı, bugün yapılacak incelemeden
sonra yangının çıkış nedeninin kesinleşeceği
kaydedildi. Yangınla ilgili soruşturma başlatıldı.
Yangının haber verilmesi üzerine olay yerine gelen
binanın Müdürü Tahsin Duru söndürme çalışmalarını
endişeli gözlerle izledi. Gökyüzüne yükselen
alevleri gören Duru, itfaiye yetkililerinden sürekli
bilgi aldı. Geçen yıl restore edildiği belirtilen
tarihi binanın, küle dönüşü izleyen Duru, "1880
yılında inşa edilen bir bina. Elektrik kontağından
çıkmış ama inceleme olacak. Devlet sanatçıları
buraya gelip çalışırdı. Binada bekçi yok. İçeride
müzik ekipmanları var. Geçen yıl bina restore
edilmişti" dedi.
Radikal, Haber: Kadir Özen, 01.08.2012
|
MİLYON DOLARLIK TABLO BİR DEPODA BULUNDU

Amerikalı ünlü ressam Roy
Lichtenstein'ın 42 yıl önce kaybolan resmi, New
York'taki bir depoda bulundu.
Mahkeme, gelecek haftaki duruşmaya kadar, deponun
Lichtenstein'ın siyah-beyaz "Electric
Cord" adlı resmini satmasını ya da başka bir
yere göndermesini yasakladı.

Sıkıca bağlanmış bir elektrik kablosunu gösteren
resim, sahibi Leo Castelli'nin 1970 yılında bakıma
gönderdiği sırada çalınmıştı.
1997 yılında hayata veda eden Lichtenstein,
eserlerinde popüler reklam ve çizgi roman ögeleri
kullanarak ün kazanmıştı.
Sotheby's'in bu yıl düzenlediği müzayedelerde,
Linchestein'in 1964 tarihli "Uyuyan Kız" tablosu
44.8 milyon dolar'a; 1974 tarihli "Sailboats III"
adlı tablosu ise 11.8 milyon dolara alıcı bulmuştu.
Habertürk, 01.08.2012
|
GEMLİK'TE TARİHİ KÖPRÜ RESTORE EDİLECEK

Gemlik Belediye Başkan Vekili Refik Yılmaz, Çarşı
Deresi Rekreasyonu Projesi kapsamında eski garajı
İstiklal Caddesi ile Kemal Akıt Caddesi’ne bağlayan
tarihi köprünün restore edileceğini söyledi.
Gemlik Belediyesi’nin Kent Meydanı Projesi
kapsamında yürüttüğü Çarşı Deresi Rekreasyon
Projesi çalışmaları aralıksız devam ediyor.
Bursa Büyükşehir Belediyesi ile işbirliği
çerçevesinde gerçekleşen çalışmalar kapsamında
minibüs eski garajının üstü tamamen açıldı.
Çarşı Deresi’nin bitiminden İstiklal Caddesi’ne
kadar olan kısımda kapalı olan dere üstü açma
çalışmaları tamamlanmak üzere. 1960’lı yıllarda
kapatılan bölgedeki dere yatağı ve çevresi
yaklaşık 350 metrelik bir çalışma ile denize
kadar açılacak. Çarşı Deresi Rekreasyon ve Kent
Meydanı ile bütünleşme projesi kapsamındaki
çalışmaları yerinde inceleyen Belediye
Başkanvekili Refik Yılmaz, derenin tamamının
temizlenerek, sahile kadar olan bölümün
açılacağını ve ilçeye yakışır bir proje
yürütüleceğini söyledi.
İlçede merak konusu olan minibüs eski garajını
istiklal caddesi ile Kemal Akıt Caddesine
bağlayan tarihi köprünün de yıkılmayacağını
müjdeleyen Refik Yılmaz, tarihi sayılan köprünün
aslına uygun restore edilerek hizmet vermeye
devam edeceğini söyledi. Çalışmaları Belediye
Başkan Yardımcısı Muharrem Sarı, Fen İşleri
Müdürü Ahmet Turan, BUSKİ Şube Müdürü Hasan Türe
ile birlikte inceleyen Yılmaz, bölge esnafının
endişelerini de haklı bulduğunu dile getirerek,
“Geçici görüntü kirliliğinin rahatsızlık
verdiğinin farkındayız. Bu sebeple minibüs
garajı üstünü açma çalışmalarına büyük önem
veriyoruz. Bir an önce tamamlamak adına titiz
bir çalışma yapıyoruz. Esnafın ve Gemliklilerin
gösterdiği hoşgörü için de teşekkür ediyorum”
dedi.
Bursa Olay, 01.08.2012
|
ODUN NİYETİNE YAKILACAKTI

Samsun'da beton cami yapılınca halk 300 yıllık ahşap
camiyi söktü.
Ahşaplar yakılması için fırıncıya satıldı.
Kaymakam olaya müdahale edince, tarihi eser
kurtarıldı. Cami yeniden inşa edildi.
Samsun'da bu kadar da olmaz dedirten bir olay
yaşandı. Samsun'un Salıpazarı İlçesi'ne bağlı
Yenidoğan Köyünde bulunan 300 yıllık ahşap cami,
betonarme yeni caminin yapılmasının ardından
yakılması için fırıncıya satıldı. Durumdan haberdar
olan Ladik Kaymakamı
Kadir Perçin, fırıncıya 50 lira fazla ödeyerek
ahşap camiyi satın aldı. Cami yakılmaktan son anda
kurtuldu.
Kadir Perçin, ilçede ahşap yapıları gelecek
kuşaklara aktarmak için 'Ambar Köy' projesi
başlattıklarını söyledi.
Proje kapsamında ahşap camiler bulmak için 21
kişilik araştırmaekibi oluşturduklarını belirten
Perçin, şöyle devam etti: ''Ekiplerimiz Salıpazarı
İlçesi'nde kullanılmayan ahşap ambarları ararken,
Yenidoğan Mahallesi'nde 300 yıllık ahşap camiye
rastladı.
Caminin odun olarak yakılması için bir fırıncıya
satıldığını tespit ettik. Ahşap caminin yanına beton
cami yapıldığı için caminin sökülüp tahtalarının
odun olarak yakılması için bin 450 liraya fırıncıya
satıldığını ifade ettiler. Biz de 50 lira daha fazla
vererek camiyi geri aldık.'' Tamamı ahşap olan
caminin 300 yıl içinde 3 kez yer değiştirdiğini
anlatan Perçin, 200 metrekarelik caminin daha önce
sökülüp küçültüldüğünü belirtti
Perçin, caminin 64 metrekare ve iki katlı olarak
Ambarköy'ün içinde orijinaline dokunulmadan yeniden
inşa edildiğini kaydetti. Çatı ve giriş haricinde
tamamen kendi orijinal parçalarıyla monte edildi.
Camiye Osmanlı şeyhülislamlarından
Ladikli Mehmet Efendi'nin ismi verildi.
Bugün, 01.08.2012
|
 |
YENİDEN YAPILACAK
İstanbul’da Kuzey Deniz Saha Komutanlığı olarak kullanılan Cezayirli Gazi Hasan Paşa Kışlası, İl Özel İdaresi tarafından yıkılarak yeniden inşa edilecek.
İstanbul İl Özel İdaresi’nden yapılan açıklamaya göre, 1883 ve 1963 yıllarında 4-5 kez onarım, tadilat ve yenileme çalışması yapılan fakat geçen zaman içinde yıpranan Beyoğlu’ndaki Cezayirli Gazi Hasan Paşa Kışlası yeniden inşa edilecek. Proje kapsamında, kışla içinde yer alan cami de restore ediliyor. Kışla avlusunun tam ortasında bulunan caminin imareti devam ederken, komutanlık binasının yeniden yapımı için projelerin çizimi hazırlandı ve yakında uygulama süreci başlayacak. Kışla ve caminin yapımı, 8 milyon 642 bin liraya mal olacak. Çalışmaların 2013 yılında tamamlanması hedefleniyor. ‘Kalyoncu Kışlası’ adıyla 1782 yılında inşa ettirilen yapıya, kullanılış amacına göre “Kasımpaşa Kışlası”, “Bahriye Kışlası”, “İstanbul Kışlası” ve son olarak da “Cezayirli Gazi Hasan Paşa Kışlası” isimleri verildi. Kasımpaşa’da doldurulan koy alanı üzerine kurulan tavan, taban, merdiven döşemeleri ahşap, etrafı ise duvar ile çevrili 3 katlı, 160 odalı kışlada, 8 bin 700 asker barınabiliyor.
Hürriyet, 01.08.2012
|
BOĞAZ'DA MİRAS HEYECANI

Boğaziçi, Dünya Miras Listesi’ne
aday oldu. Sarıyer Belediyesi,
Boğaziçi’nin UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirası
Listesi’ne alınmasını isteyerek Kültür ve Turzim
Bakanlığı’na başvurdu. Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü altı aydır Boğaziçi’nde envanter
çalışmalarını sürdürüyor. Köşk, çeşme, köprü, kule,
sarnıç gibi çok sayıda taşınmaz kültür varlığı
tespit edildi.
Beşiktaş ’ta 808, Sarıyer’de 1642, Üsküdar’da
1586, Beykoz’da 1069 toplam 4 bin 105 eserin
envanter tespiti yapıldı.
Bir alanın Dünya Miras Listesi’ne dahil edilebilmesi
için UNESCO Dünya Miras Komitesi tarafından
belirlenen altı kültürel ve dört doğal kriterden en
az birini karşılaması gerekiyor.
Kriterlere uyuyor
‘Üstün doğal görüngelere veya eşsiz doğal
güzelliklere ve estetik öneme sahip alanları
içermesi’ ve ‘Özellikle geri dönülmez bir değişimin
etkisi altında hassaslaşmış olan çevre ile insan
etkileşiminin veya bir kültürün temsilcisi olan,
geleneksel insan yerleşimi, arazi kullanımı veya
deniz kullanımının istisnai bir örneği olması’ gibi
kriterlerin çoğuna Boğaziçi uyuyor.
İstanbul Valiliği,
İstanbul Koruma Kurulları,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Üsküdar,
Beykoz,
Beşiktaş ve Sarıyer ilçe belediyelerinden destek
istendi. Her ilçe belediyesi kendi sınırları
içindeki kültür ve doğal güzellikleri başvuru
formuna kaydederek bakanlığa bildiriyor.
İstanbul bünyesinde bulunan toplam 4 bin 679
mimari yapıdan 52’si cami, 213’ü çeşme, dokuzu
hamam, 36’sı kilise, 80’i koru, 35’i köşk, dördü
saray, 45’i sarnıç, 3 bin 940’ı sivil mimari örneği,
beşi türbe, 260’ı da yalı. Tek tek Boğaziçi
öngörünüm alanında kalan eserlerin enlem, boylam,
adresleri, tarihi özellikleri ve fotoğrafları kayıt
altına alındı. Toplanan bilgiler UNESCO Dünya Miras
Listesi Komitesi’ne gönderilecek. Komitenin,
Boğaziçi’ni önce geçici listeye sonra da daimi
listeye alması bekleniyor.
Farklı koruma
Boğaziçi’nin listeye girmesi bu alanda yeni bir
koruma imar planları yapılmasına ve bu planların
UNESCO kriterleri doğrultusunda denetlenmesine sebep
olacak.
İstanbul Tarihi Yarımada, 1985’te lis dört ana
bölüm olarak dahil edilmişti. Bunlar Arkeolojik
Park, Süleymaniye Koruma Alan, Zeyrek Koruma Alanı
ve Tarihi Surlar Koruma Alanı. UNESCO, tarihi
alanlara gelişigüzel müdahaleler yapılması ve koruma
kurallarına uyulmadığı gerekçesiyle
İstanbul ’u Dünya Mirası Listesi’nden çıkarmakla
tehdit etmişti.
Dünya Miras Listesi’nde
Türkiye ’den tarihi ve arkeolojik önemde 12
bölge var.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 01.08.2012
|
ÇIKARILMAYI BEKLİYOR
Adana’nın sahil ilçesi
Yumurtalık’ta 2 yıl önce yağmur sularının
aşındırdığı yamaçta tesadüfen fark edilen mozaik,
gün ışığına çıkarılmayı bekliyor. Yumurtalık
Belediye Başkan Yardımcısı Erol Erden, Ören
Mahallesi’nde denize sıfır boş arazideki uzunluğu 14
metre, genişliği 10 metreyi bulan mozaiğin yağmur ve
rüzgar erozyonuna açık olduğunu belirtip, acil
kurtarma kazısı yapılmasını istedi.
Adana Arkeoloji Müzesi’nde görevli arkeologlar Oya
Arslan ve Tülay Ünlü ile mozaiğin yer aldığı bölgede
incelemelerde bulunan Başkan Yardımcısı Erol Erden,
"Mozaiğin kenarlarında kopmalar var. Bu nedenle
hemen kazı çalışmalarına başlanması gerekiyor" dedi.
Bu yıl Ayas Mahallesi’nde bir ev inşaatı için
yapılan kazı çalışmasında da Yunan mitolojisinde
aşk, şehvet ve bereket tanrısı olarak bilinen
Eros’un 36 metrekarelik mozaiğinin bulunduğunu, bu
mozaiğin Genç Roma dönemine ait 1500-1600 yıllık
geçmişi olduğunu kaydeden Erol Erden şunları
söyledi:
"Eros mozaiği ve Ören mahallesindeki gün ışığına
çıkarılmayı bekleyen mozaik Yumurtalık’ın mozaik
zengini bir yer olduğunu gösteriyor.
Arkeologlarımızın ilk izlenimlerine göre
kurtarılmayı bekleyen mozaiğin renkleri Eros’a göre
daha canlı ve işçilik kalitesi yüksek. Bu mozaiğin
üst düzey bir devlet yöneticisine, komutana veya
soylu bir kişiye ait olduğu düşünülüyor. 140
metrekarelik devasa bir mozaiğin Yumurtalık’ta
yapılacak kazı çalışmaları için çok önemli bir dönüm
noktası olacağını düşünüyorum."
Vatan, 01.08.2012
|
MODERN KÜLTÜR AFRİKA'DA DOĞDU

Güney Afrika’daki bir mağarada bulunan 40 bin
yıl öncesine ait eşyalar, modern kültürün
düşünülenden daha önce başladığına işaret eden
bulgular ortaya koydu. Bazı bilim insanları ise
modern kültürün Afrika’da doğduğu düşüncesini
reddetti.
Arkeologlar, Border Mağarası’nda bulunan 44 bin
yıllık antik eşyaların, Kalahari Çölü’nde
yaşamış olan San toplumunun izlerini taşıdığını
belirtti. Mağarada, zehirli uçlu oklar ve
devekuşu yumurtasından yapılma mücevherler gibi
silah ve mücevherler bulundu. Bilim insanları,
San toplumundan geriye kalan insanların bugün
hala Güney Afrika’da yaşadığını, böylece
mağarada bulunan eşyaların modern kültüre uzanan
izlerinin tespit edilebileceğini ifade etti.
Proceedings of the National Academy of Sciences
dergisinde yayımlanan araştırmada yer alan
Lucinda Backwell, Border Mağarası’nda elde
edilen bulguların “modern davranışa dair ilk
örnekleri temsil ettiğini” söyledi. Backwell
ayrıca, modern insanın Afrika’nın güneyinden
geldiği teorisinin de daha da güçlendiğine
dikkat çekti.
Araştırmada, radyokarbon tarihleme yöntemiyle
elde edilen bulguların, San halkının tahmin
edilenden daha eski tarihlerde yaşamış
olabileceğini gösterdiği belirtildi. San’ların,
10 ile 20 bin yıl öncesine uzandığı düşünülüyor.
Ticaret için devekuşu yumurtası
Güney Afrika’nın Swaziland sınırı yakınlarında
bulunan mağarada, avlanmak için kullanılan çok
sayıda silah ve devekuşu yumurtası ile deniz
kabuklarından yapılmış takılar bulundu.
Backwell, antik eşyaların yaklaşık 44 bin yıl
öncesine işaret ettiğini ve kullanım amaçlarını
çok iyi bildikleri için ait oldukları kültürü de
anlayabildiklerini ifade etti. Backwell ve
meslektaşları, Border Mağarası’nda yaşayan
halkın zehirli uçlu okları avlanmak için
kullandıklarını ve sahipliği göstermek için ok
uçlarına spiral işaret işlediklerini belirtti.
Ok uçlarına spiral işaret koymak, bugün San
halkı tarafından hala kullanılıyor.
Takasta devekuşu yumurtası kullanma
alışkanlığı devam ediyor
Uluslararası araştırma ekibinin başını çeken
Fransa Ulusal Araştırma Merkezi’den Francesco
d'Errico, elde ettikleri bulguların oldukça
gelişmiş bir medeniyete işaret ettiğini söyledi.
San halkının genetik ve zihinsel olarak oldukça
modern bir halk olduğuna dikkat çeken d'Errico,
“Sembolleri kullanmalarının zihinsel gelişime
işaret ettiğini, halkın kendi arasında ticaret
yapmak için de mücevher yapımında kullandıkları
devekuşu yumurtalarından faydalandıklarını”
söyledi. San halkının takas için devekuşu
yumurtası kullanması alışkanlığı bugün de devam
ediyor.
“Modern insanın ilk izleri değil”
Aralarında İngiliz, Fransız, İtalyan, Norveçli,
Güney Afrikalı ve ABD’li araştırmacıların
bulunduğu ekip, her ne kadar modern çağın kesin
olarak nerede başladığı bilinmese de, Border
mağarasındaki fosillerin, modern kültürün
Afrika’nın güneyinden geldiğine dair delil
sunduğunu vurguladı.
New York Üniversitesi’nden paleoantropoloji
uzmanı Eric Delson, mağaradaki eşyaların yaşını
belirlemek için yapılan testler ne kadar
güvenilir olsa da, tüm modern insan
kültürlerinin Border mağarasındaki bulgularla
bağlantılı olduğu düşüncesini reddetti.
Delson, San halkına ait modern kültür izlerinin
var olduğu öne sürülen tarihlerde, Avrupa’da
modern kültürün çoktan başlamış olduğunu söyledi
ve “Modern insan davranışlarına ait ilk izleri
bulduklarını zannediyorlar. Ben öyle olduğunu
düşünmüyorum” dedi. Delson yine de, spesifik bir
modern insan topluluğuna ait olan araştırmanın
önemli olduğunu ifade etti.
Ntvmsnbc, 31.07.2012
|
MÜZENİN ADI VAR, YAPILACAK YER YOK

İzmir'in kültürel anlamında prestijini artıracak
olan Ege Medeniyetleri Müzesi'nin yer sorunu aradan
geçen 6 yılda bir türlü çözülemedi. Bakanlığın talep
ettiği Sümerbank arazisinin tahsis kararı İl Genel
Meclisi'nden 2.5 yıldır geçmezken, Büyükşehir'in
önerdiği Agora bölgesindeki alanda ise, henüz
kamulaştırma aşamasına geçilemedi. İzmir'de 2006
yılından bu yana kurulması planlanan ancak yer
sorunu nedeniyle fikirden öteye geçemeyen Ege
Medeniyetleri Müzesi'nin yapımı için Kültür ve
Turizm Bakanlığı 2012 bütçesinde 1 milyon lira
ayırmıştı. Ancak, İzmir'de yer konusu henüz
netleşmediği için bu ödenek kullanılamadı. Ödeneğin,
2013 bütçesine devredileceği bildirildi.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz, Ege
Medeniyetleri Müzesi'nin yer tahsisinin henüz
gerçekleşmemesi nedeniyle yapımına başlanamadığını
söyledi. Ediz, konunun Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın gündeminde olduğunu belirterek, "Ege
Medeniyetleri Müzesi, 2006 yılından beri İzmir'in
gündeminde. Son 3 yıldır Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın gündeminde. Daha öncesinde İl Özel
İdaresi'nin strateji planında yer aldı. Konunun
üzerinde titizlikle duruyoruz. İzmir Büyükşehir
Belediyesi müzenin yapılması için Kadifekale
Arkeoloji ve Tarih Parkı'na bitişik, Antik
Tiyatro'nun doğusunda kalan 3. derece arkeolojik ve
kentsel sit alanı olarak belirlenen yeri önerdi.
Ancak sonuç alınmadı. Diğer bir alternatif olarak
Sümerbank arazisi gündeme geldi. 27 bin metrekarelik
alan Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından talep
edildi. Alanın bakanlığa tahsisiyle ilgili 2.5
yıldır uğraşılıyor. Müzenin yapımıyla ilgili
maalesef düşüncenin ötesine geçilemiyor" dedi.
Ediz, bakanlığın müze projesine 2012 bütçesinde 1
milyon lira ayırdığını dile getirerek, "Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın ayırdığı bütçe, ilerleme
olmadığı için kullanılamıyor. Bu para bu yıl
kullanılmazsa 2013'e aktarılır, yeniden ödenek
planına konur. Ödenek, uzun süredir bakanlığın
gündemdeydi. Ancak bütçeye ilk kez bu yıl alındı.
Önemli olan İzmir'de Ege Medeniyetleri Müzesi ile
ilgili yerin netleşmesidir. Bakanlığımız müzenin
yapımına bir an önce başlamak istiyor. Bu ödenek iki
alternatiften hangisi önce tamamlanırsa ona
aktarılır. Projenin garantisi de, bütçesi de,
güvencesi de Kültür ve Turizm Bakanlığı'dır" dedi.
İl Genel Meclisi Başkanı Serdar Değirmenci, Kültür
ve Turizm Bakanlığı'nın Sümerbank alanının 27 bin
dönümlük kısmını istediğini belirterek, 1/1000'lik
imar planı çıkmadan mecliste karar alınamayacağını
söyledi. Değirmenci, "Kültür ve Turizm Bakanlığı,
bir yazı yazarak Sümerbank arazisinin bir kısmını
istedi. Konu meclise geldi. Meclis toplantısında İl
Kültür ve Turizm Müdürümüze sorular sorduk. Proje ve
bütçe konularını öğrenmek istedik. Ancak Ege
Medeniyetleri Müzesi konusu tam anlamıyla ifade
edilmedi. Projenin hazır olmadığını gördük" dedi. İl
Genel Meclisi Başkanı Değirmenci, Sümerbank alanının
İl Genel Meclisi İmar Komisyonu'na havale edildiğini
belirterek, "İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Konak
Belediyesi İmar Daire Başkanlığı yetkilileriyle
toplantılar yaptık. Bu alan çok kıymetli. Tüm
İzmir'in fayda sağlaması gerekiyor. Bölge bir bütün
olarak ele alınmalıdır. İzmir'in yerel yönetimi
bölgenin geleceği konusunda ortak bir karar
almalıdır. İmar planlarının tamamlanmasını
bekliyoruz. Bu kararın ardından tahsis konusu
meclise yeniden gelir" dedi.
İzmir Büyükşehir Belediyesi yetkilileri ise, Ege
Medeniyetleri Müzesi ile ilgili olarak önerdikleri
Kadifekale eteklerindeki alanla ilgili Dokuz Eylül
Üniversitesi Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi
ile imzalanan protokol uyarınca arkeojeofizik
araştırmasının yapıldığını ifade etti. Yürütülen
çalışma kapsamında müzenin kurulacağı Agora antik
kenti'nin üstü ile Kadifekale'nin altındaki bölgede
herhangi bir tarihi bulguya rastlanılmadığı
belirtildi. Söz konusu alanın imar planlarına
sosyo-kültürel tesis olarak işlenebilmesi için plan
revizyonu çalışmalarının başlatıldığı, çalışmaları
Büyükşehir Belediyesi İmar Daire Başkanlığı
bünyesindeki, Planlama Müdürlüğü ile Etüd Proje
Daire Başkanlığı'nın ortaklaşa yürüttüğü kaydedildi.
Henüz çalışmaların tamamlanmadığını belirten
belediye yetkilileri, bir aya kadar planın
hazırlanacağını açıkladı. Bu çalışmanın
tamamlanmasıyla Büyükşehir Belediye Meclisi'nin
onayının alınacağı, ardından imar plan
revizyonlarının Bölge Koruma Kurulu'na onaya
gönderileceği dile getirildi.
İl Genel Mecilis Başkanı Serdar Değirmenci'nin
"Çıkmadan tahsis yapamayız" dediği Sümerbank
arazinin imar planlarıyla ilgili Büyükşehir
Belediyesi'nin çalışmaları sürüyor. Müzenin
Sümerbank arazisine ıÜüyapımına olanak tanıyacak
olan koruma amaçlı plan reviszyonu geçtiğimiz
aylarda Büyükşehir Belediye Meclisi'nde kabul edilip
onay için İzmir 1 No'lu Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü'ne
gönderildiğini belirten belediye yetkilileri, "Planı
inceleyen kurul Büyükşehir Belediyesi'nden ek
bilgiler talep etti ve planı tekrar Büyükşehir
Belediyesi'ne geri gönderdi. Bunun üzerine
Büyükşehir Belediyesi kurulun talepleri
doğrultusunda plan üzerinde yeniden çalışma
başlattı. En geç bir aya kadar tamamlanması
öngörülen çalışmaların ardından plan tekrar koruma
kuruluna onaya gönderilecek. Kurul, planı Büyükşehir
Belediyesi'nin gönderdiği şekli ile onaylarsa plan
yeni bir belediye meclis kararına gerek
duyulmaksızın askıya çıkıp yürürlüğe girecek. Eğer
kurul plan üzerinde değişiklik yapılmasını isterse,
bu sefer planın yeni hali ile hazırlanıp tekrar
Büyükşehir Belediye Meclisi'nce onaylanıp tekrar
kurul onayına gönderilecek" dedi.
Yeni Asır, Haber: Fatih Abacıoğlu, 31.07.2012
|
HARABE KİLİSENİN YENIDEN DOĞUŞU
Katalan mimar David Closes Katalanya Santpedor'da
bulunan Sant Francesc Kilisesi'ni restore etti.
Toplam 285 m²'lik alana sahip tarihi kilisenin
restorasyonu 7 yıllık uzun bir projenin ürünü.
1721-1729 yılları arasında Fransiscan rahipleri tarafından inşa edilen
binanın tarihi mirasını korumak isteyen Closes dini
mekanı etkileyici biçimde yorumladı. 2000 yılında
manastır hükümet tarafından, harabe görünümü ve
kulanılmayışı nedeniyle kısmen yıkılmıştı. Binayı
modernize ederek koruyan Closes binanın yalnızca
pürüzlü, hasarlı yüzeylerini onardı. Mimari bütünlük
bozulmadan kilise, oditoryum ve çok fonksiyonlu
kültür merkezi olarak işlevlendirildi.

İç mekan, her bir alanda maksimum aydınlık
sağlanacağı şekilde ışıklandırıldı. Pencereler
gösterişli olmasa da dışarı yansıyan ışığın etkisi
muhteşem bir görsellik oluşturuyor. Çelik ve doğal
taşın birleşiminden oluşan binada yaratılan dairesel
merdiven ve rampa sistemi ise bir mekandan diğerine
geçiş imkanı sunuyor.

Arkitera, Kaynak: World
Architecture News, 31.07.2012
|
500 YILLIK CAMİ İNŞAAT İŞÇİLERİNE YATAKHANE OLDU

Doğanbey, Tayakadın ve Kiremitçi mahallelerinde
sürdürülen inşaatlarda çalışan işçiler, Kiremitçi
Sinan Bey Camii'ni adeta otel haline getirdi.
Gelişigüzel yatakların atıldığı, çamaşırların
korkuluklara asıldığı caminin içler acısı hali,
savaş dönemlerinde düşman askerleri tarafından
sorumsuzca kullanılan ibadethaneleri hatırlattı.
Kiremitçi Sinan Bey Camii, kentsel dönüşüm
çalışmaları kapsamında yaklaşık 5 yıldır kapalı.
İbadete açılmak için çevre inşaatların bitmesini
bekleyen caminin, işçiler tarafından otel ve depo
olarak kullanıldığı ortaya çıktı. Mabedin müezzin
bölümü ve diğer bölümleri yatakhane olarak
kullanılıyor. Ortaya atılan yataklarda da işçilerin
yattığı görülüyor. Ayrıca, caminin içinde
kıyafetlerin gelişigüzel asılması, bahçe
duvarlarında halı ve battaniyelerin kurutulması
dikkat çekiyor. İşçilerin dinlendiği bu bölgeler
dışında kalan bazı yerler de depo olarak
kullanılmış.
Camiye sahip çıkılmasını isteyen mahalle sakinleri
ise duruma tepkili. Emrah Güldeniz, 5 yıldır ibadete
açılsın diye bekledikleri caminin yatakhaneye
dönüştürülmesine karşı çıkıyor. Tarihi mabedi gezen
MHP Osmangazi Meclis Üyesi Cemil Aydın ise
saatlerce boşa akan su nedeniyle kabirlerde çökmeler
yaşandığını ifade etti. Caminin ilgisizlikten
orijinalliğini yitirdiğine dikkat çeken Aydın,
şunları söyledi: "Mahalle muhtarı, belediyeler,
müftülük tarihe yapılan bu saygısızlığı adeta
görmezden geliyor. Caminin halılarını depoya
kaldırdılar. Ne muhtar ne de müftü bey konuya
eğilmemişler, güzelim halılar çürüdükten sonra
korumaya alınmış."
Vakıflar Bölge Müdürü Mürsel Sarı, caminin işçiler
tarafından kullanıldığını doğruladı. Sarı, haber
aldıktan sonra camiye gittiklerini ve işçilerin
eşyalarını dışarı çıkartarak tarihi camiyi
boşalttıklarını söyledi. Camiyi aslına uygun şekilde
restore edeceklerini belirten Sarı, proje
hazırlandığını, önümüzdeki günlerde ihaleye
çıkılacağını ifade etti.
habertika.com, 31.07.2012
|
DÜNYANIN İLK KİLİSESİ RESTORE EDİLECEK

Hatay'da, kültür mirasına
sahip çıkmak ve bu mirası gelecek kuşaklara aktarmak
amacıyla yürütülen çalışmalar kapsamında Hıristiyan
aleminin önemli sembollerinden biri sayılan St.
Pierre Kilisesi restore edilecek.
Antakya'ya bağlı Küçükdalyan Beldesi'nde bulunan,
doğal bir mağara iken eklemelerle kiliseye
dönüştürülen St. Pierre'nin, eski tarihi dokusu
içerisinde önemine uygun bir çevre düzenlemesine
kavuşması ve inanç turizminin gelişmesine katkı
sağlaması hedefleniyor.
İhalesi 27 Temmuzda yapılan projenin tamamlanmasıyla
birlikte, tarihi ve kültürel anlamda sayısız
değerlere sahip Hatay'ın turizm alanında önemli bir
merkez olması bekleniyor.
Restorasyon çalışmaları kapsamında, kilisenin
mağaraya giriş tonozu üzerindeki su ve nem sorunları
ve statik problemleri çözülecek, mağara içi ve
civarında gerekli güvenlik kamera sistemi kurulacak,
mevcut giriş ünitelerinin ve kilise civarı taş
duvarların tamiratları gerçekleştirilecek.
Çevre düzenleme projesi ile de alana giriş-çıkış
yolu, ana yol, otopark yolu ve otopark alanı doğal
taş ile kaplanacak. Ahşap satış üniteleri ve oturma
bankları yapılacak, toplanma alanı ve seyir terası
yapılacak, yeni yapılacak karşılama ünitesi
içerisinde; sinevizyon merkezi, bilet satış,
kafeterya, hediyelik eşya, idari birimler, servis
üniteleri, mutfak gibi bölümler yer alacak, alanda
gerekli tüm peyzaj, aydınlatma ve çevre düzenleme
çalışmaları yapılacak.
Ödenekleri Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından karşılanacak olan ve 2
milyon 360 bin liraya mal olacak restorasyonun
önümüzdeki yıl eylül ayı içerisinde bitirilmesi
planlanıyor.
Sabah, 31.08.2012
|
FAKİR AMA GURURLU OSMANLI SEMTİ SOYLULAŞTIRMA İLE
KARŞI KARŞIYA

Güneş küçük mobilya dükkanının önünü
temizleyen Mustafa Yeşildaş'ın üzerine vuruyor.
Yıkık dökük binalarına, sokaklara dağılmış çöplerine
rağmen el üstüne tuttuğu bu muhitte geçirdiği 38
yılın ardından "makyaj" olarak isimlendirdiği bu
değişimden çok memnun.
"Bu iyi bir şey," dedi ve "Buradaki her şey kötü
durumda. Burayı kimse yıkamıyor ya da boyamıyor. Bu
binaların tarihi mimarisine kimse sahip çıkmıyor,"
diye de ekledi.
Burası Tarlabaşı, Türkiye'nin dışlanmış nüfusu
için barınak görevi gören, düşük gelirli ve daha çok
Kürtler'in barındığı bir semt. İstanbul'un
göbeğinde, İstiklal Caddesi'nin alışveriş
bölgesinden 5 dakika yürüme mesafesinde,
Tarlabaşı'nın soluk cephesi İstiklal'in gösterişli
butikleriyle keskin bir zıtlık içerisinde.
Tarlabaşı'nı daha zengin Beyoğlu bölgesinden ayıran
tek şey üzerinde polis merkezinin de bulunduğu 6
şeritli Tarlabaşı Bulvarı.
Tarlabaşı'nın merkezi yerleşimi, önemli miktarda
gelir getiren emlak anlamına gelmektedir. Bu da
Beyoğlu Belediyesi yetkililerinin ve TOKİ'nin bu
alanı 2006'da kentsel dönüşüm alanı olarak ilan
etmesini açıklıyor.
6 yıl sonra, mahkemeler mülkiyet hakları üzerine
savaşırken, proje ilerlemeye devam ediyor. Yenileme
alanı, içerisinde 210 adet tarihi Osmanlı dönemi
binasının bulunduğu 20.000 m2'lik bir alanı
kapsıyor. Yıkım birkaç aydır sürüyor.
Tarlabaşı'nın karışık kültürü tehlikede. Göçmen
çalışanlar uzun süredir Tarlabaşı'nda yaşıyor.
1900'lerin başından itibaren Yunan, Yahudi ve Ermeni
zanaatkarlar bu bölgede yaşadı. Ancak bu gruplar
1942'de Müslüman olmayan çalışanları fakirleştiren
varlık vergisi ile 1955'te isyanlar ile sürüldüler.
İsyanlar sonunda kalan boş alanlar, Tarlabaşı'ndaki
birçok ev, Türkiye'nin doğusundan çalışmak için
İstanbul'a gelen göçmenlerle dolduruldu.
Web sitesinde TOKİ yenileme sürecinin, burada
oturanların yeni evlere taşınmasını, "yasadışı
yerleşen hanelerin tahliye etmek için tespitini" ve
alanı "kentsel yenileme projeleriyle iyileştirmek"
amacıyla temizlemeyi kapsıyor. Bu projeler alışveriş
merkezleri, lüks konutlar ve kentsel rekreasyon
alanlarını içeriyor. Beyoğlu belediye başkanı Ahmet
Mişbah Demircan yeni Tarlabaşı'nın Paris'teki
Champs-Élysées'ye rakip olmasını istediğini söyledi.
Mobilyacı Yeşildağ süreci makyaj olarak
adlandırırken, diğerleri Tarlabaşı'nın dönüşümünü
soylulaştırmanın negatif formu olarak görüyor.
İstanbul Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım
Merkezi eski başkanı Hüseyin Kaptan, TOKİ'nin
yenileme planının öngörüden yoksun olduğunu çünkü bu
projenin, alanın kültürünü korumakla ilgili hiçbir
yetkili amacı olmayan varlıklı emlak yatırımcıları
tarafından bölgenin geliştirilmesine izin verdiğini
söyledi.
Yakın zamandaki bir röportajında "Maalesef, bu
çok saldırgan ve yanlış," dedi. "Sosyal yapıyı
korumak için insanları da dahil etmelisiniz.
Müteahhitler alışveriş merkezi, yüksek yapı gibi
modern şeyler inşa etmek istiyorlar. Burada yaşayan
insanlara hiç saygıları yok. Ben bu yaptıkları
operasyonu öperken öldürmek diye tanımlıyorum."
Bugün alan, asgari ücret ya da daha az kazanan,
lisanssız çöp toplayıcılığı veya evlerde temizlikçi
olarak çalışarak gelirini arttırmaya çalışan düşük
gelirli işçilere ev sahipliği yapıyor.
Evini bir yayınevinin sahibi için tutan 34
yaşındaki Remziye Civak, Tarlabaşı'nda 18 yıl
yaşadı. Tertemiz 2 odalı dairesinde eşi ve 3
çocuğuyla kalıyor. "Şanslıyız" dedi. "Bizim kendi
evimiz ama birçok insan kiracı. Aynı boyutlardaki
evler ayda 400 TL'ye kiralanıyor. Tarlabaşı'nda
toplum duyusu yüksek, "dedi. Civak, kentin dışındaki
sitelere taşınmak zorunda kalsaydı çok özleyeceğini
de söyledi.
"Komşularım ve ben büyük bir aile gibiyiz. Eğer
biri hastaysa, biliyorum ki komşularımı yardıma
çağırabilirim. Çok yakınız."
Ancak yaşadığı yerdeki uyuşturucu problemlerinin
yoğunlaşması konusunda endişeli. "Beni en çok
endişelendiren şey uyuşturucu kullanımı. Hap
diyorlar. Ne olduklarını tam olarak bilmiyorum ama
bir sürü olduğunu biliyorum," dedi ve "Çocuklarım
için endişeleniyorum çünkü çok küçükler ve ya onlar
da bu işe bulaşırlarsa diye düşünüyorum," diye de
ekledi.
Kentli bir akademisyen, danışman ve aktivist
Yaşar Adanalı ne yazık ki, alanın sakinlerinin proje
planlamacıları için bir öncelik olmadığını söyledi.
Adanalı, katıldığı bir röportajda "Birçok
yasadışı ve gayrıresmi göçmen Tarlabaşı gibi
alanlarda yaşıyor ve sığınacak yer arıyor. Neden?
Çünkü onlar için İstiklal çevresinde iş olanakları
bulmak daha kolay. Bu dönüşüm planı bu sosyal
gerçeklerle hiç ilgilenmiyor. Neden bu insanlara
yardım etmek için sosyal programlar hazırlanmıyor?
Bunun yerine Tarlabaşı'nı bir problem bölgesi,
haritadan silinmesi gereken ve tamamen yeni,
İstanbul'da ve Türkiye'de ekonomik patlamanın bir
parçası olmak için para harcamaya istekli müşteriler
için tekrar inşa edilmesi gereken kanserli bir bölge
olarak görüyorlar. Kentin kendisi aslında bölgenin
sakinlerini içermeyen gayrimenkul projelerinin
yapılabileceği bir kar kaynağı haline geldi. Bu
planlarda gerçek niyet iyi bir kar elde etme
arzusudur," dedi.
Bu ayrıca Türkler'in İstanbul'u "küresel
kent-taklitçileri ve Londra, New York ve Dubai gibi
zaten küresel olan kentlerle rekabet eden küresel
bir şehir olarak gösterme arzusunun bir parçasıdır."
Şimdilik, bu küresel metropol tarafından çekilen
yerel ve göçmen öğrenciler ile sanatçılar
Tarlabaşı'nda makul kiralara yerler buluyor.
Amerikalı bir üniversite giriş öğretmeni Mitch
Burmeister, ilk dairesini burada kiraladı.
"Çok iyi bir ünü olmadığını biliyordum ama kirayı
pas geçemedim. Şikago gibi bir şehri düşünürseniz,
Michigan Avenue'nun hemen dışında sudan ucuz bir
daire kiralamak gibi."
Zengin yabancıların burada yaşama hevesi şehir
yetkililerinin bölgenin fuhuş ve uyuşturucu yeri
imajını, yaşamak için daha güvenli bir yere
dönüştürerek, alanı sermayeye çevirme motivasyonunu
arttırıyor.
"Yeni Tarlabaşı", yıkılan binaları Tarlabaşı
Bulvarı'ndan geçen sürücülerden saklayan büyük
reklam panoları ile tanıtılıyor. Mevcut gerçekten
çok uzak olan reklam panoları çoğunlukla iş
kıyafetleri giyen ve alışveriş merkezinde dolaşan
açık tenli kadınları betimliyor.
TOKİ Tarlabaşı'nın tarihi mimari dokunuşlarını
koruyacağı konusunda ısrar ederken, Adanalı,
dönüşümün sadece steril alanı saklayan bir cephe
yaratacağından korkuyor. Alanın mirasını alıp onu
gösterişli yapan, Disney Parkı gibi her şeyin sığ
olduğu bir çeşit "disneyfication" olduğunu söyledi.
Tarlabaşı'ndaki bütün evler "yenilenmiyor" ama
bazı oturanlar hala gelecekleri hakkında endişeli.
Civak, evi yenileme planında olmamasına rağmen,
böyle kalacağından emin değil. "Neler olduğunu bize
çok anlatmadılar," dedi.
Yeşildaş haberlerde gördüğünün haricinde projeyle
ilgili çok az şey bildiğini kabul etti. Yine de
hükümetin planının Tarlabaşı'na faydalı olacağı
konusunda emin.
"Bu alan kalıcı olmak zorunda değildi.
Değişmeliydi," dedi ve "Çözülmesi gereken çok fazla
sorunu var. Temiz ve bakımlı olmalı," diye de
ekledi.
Arkitera, Kaynak: New Tork Times, 31.07.2012
|
TARİHE IŞIK TUTACAK HİTİT MÜHRÜ BULUNDU

Hatay'da Hitit döneminde
Mukiş Krallığı'nın başkenti olan Alalakh'ta bulunan,
kazı çalışmalarının 1930'lu yıllarda başlatıldığı
Aççana Höyüğü'nde bu sezon yapılan kazıda Hitit
mührü gün yüzüne çıkarıldı. Koç Üniversitesi Öğretim
Üyesi ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Aslıhan Yener, 10
yıldır höyükteki kazıları yürüttüğünü, bu sezon
çalışmaların 1 Temmuz'da başladığını söyledi. Aççana
Höyüğü'nün tarihe ışık tutacak çok önemli belge ve
kalıntıları barındırdığını ifade eden Yener, 1930'lu
yıllarda ilk kazı çalışması Leonard Woolley
tarafından yapılan alandan bugüne kadar çok sayıda
mühür, çivi yazılı tablet ile insan iskeleti
çıkarıldığını kaydetti. Yener, kazı alanından
çıkarılan eserlerin Hatay Arkeoloji Müzesi'ne teslim
edildiğini belirterek, şöyle konuştu:
"Bu sezon kazımıza Türkiye'nin yanı sıra
İngiltere, İtalya, ABD, Kanada ve Almanya'dan
arkeologlar katıldı. 9 açmada 18 arkeolog ve 40
işçiyle tarihe ışık tutacak kalıntıları çıkarmaya
çalışıyoruz. Sezon kazısında tapınak açmasında ilk
tahminlere göre Hitit mührü olan bir eser bulduk.
Uzmanlarımız mührün üzerindeki yazıları okuyarak
mührün hangi döneme ait olduğunu belirleyecek. 17
katı bulunan höyük, Mukiş Krallığı döneminde başkent
olması ve geçiş noktasında yer alması nedeniyle çok
önemli bir yer." Aççana yakınındaki, Hitit dönemine
ait bulguların yer aldığı 7 katlı Tayinat Höyüğü'nde
de Toronto Üniversitesi'nden Prof.Dr. Timothy
Harrison başkanlığında kazıların devam ettiğini
kaydeden Yener, iki höyüğün turizme kazandırılması
için hazırladıkları "Amik Höyükleri Arkeopark
Projesi" çalışmalarının da bu sezon başlayacağını
bildirdi. Yener, yurt dışından iki höyük için 100
bin dolarlık fon geldiğine dikkati çekti.
Sabah, 31.07.2012
|
MISIR TARİHİ ESERLERİ TEKSAS'TAN ÇIKTI
ABD 'li gümrük görevlilerinin Teksas eyaletinin
Laredo kentinde
Mısır 'a ait, çalıntı lahit kalıntıları ele
geçirdiği ve
Mısır 'ın eserleri geri almaya çalıştığı
bildirildi.
Gümrük ve Sınır Koruma'dan yapılan açıklamada,
eserlerin incelendiği ve
Mısır 'a ait lahitler olduğunun tespit edildiği
belirtildi.
Paha biçilmez eserlerin gerekli işlemlerin ardından
Mısır 'a iade edilebileceği kaydedildi.
Yetkililer, eserleri kimin çaldığı ve diğer detaylar
hakkında bilgi vermedi.
Radikal, Fotoğraf: Radikal Arşiv, 31.08.2012
|
|
KEMERDEN İSTANBUL KEYFİ

İstanbul Fatih'te, Roma
İmparatoru Valens tarafından 4'üncü yüzyılın
sonlarında, kentin su ihtiyacını karşılamak için
yaptırılan Bozdoğan Kemeri turizme açılacak.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) özellikle
gençlerin kontrolsüz biçimde üzerinden geçtiği
kemeri turizme kazandırmak için çalışma başlattı.
Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü'nün yaptığı ön
çalışmaya göre; kemer seyir amaçlı kullanılacak.
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun
onayına sunulacak proje, ihale aşamasına geldi.
Kurulun onay vermesi halinde, tarihi su kemeri,
seyir amacıyla hizmet verecek. Yerden yaklaşık 30
metre yüksek olan 5 metre genişliğindeki kemere
merdivenlerle çıkacak turistler, İstanbul'a farklı
bir açıdan bakma fırsatı bulacak. Kemerin her iki
yakasında bulunan parklardan kemere giriş ve çıkış
yapılacak. Kemere engelli vatandaşların da çıkması
sağlanacak. Ziyaretçiler, güvenlik işlemlerinden
geçirilecek. Proje sayesinde, kemere kontrolsüz
çıkışlar engellenecek.
Roma İmparatoru Valens tarafından 4'üncü yüzyılın
sonlarında yaptırılan Bozdoğan Kemeri, Orta Çağ'da
kentin su ihtiyacının karşılayan en önemli
kemerlerdendi. Bugün İstanbul Üniversitesi ile Fatih
Camisi'nin bulunduğu tepeler arasında uzanan kemer,
geç Roma ve erken Bizans dönemi eseri. Kemer, 576'da
II. İustinos, 741 ila 775 arasında V. Konstantinos
ve 1019'da II. Basileios dönemlerinde tamir edildi.
11'inci yüzyıldan sonra kentin kuşatılması ve
istilaya uğramasıyla büyük zarar gördü. Kemer, 6'ncı
yüzyılda İstanbul sarayları, Ahilleus Hamamı ve
Yerebatan Sarnıcı'nın suyunu sağlamak için
kullanıldı. İstanbul'un mevcut su sorununu gidermek
için, Fatih Sultan Mehmet, II. Bayezid, Kanuni
Sultan Süleyman, ve II. Mustafa dönemlerinde
onarıldı. Erken Bizans dönemlerinde bir kilometreden
uzun olduğu düşünülen kemerin o tarihlerdeki
ortalama uzunluğu 971 metre, denizden yüksekliği
63.5 metre ve zemin yüksekliği ise ortalama 28
metreydi.
Sabah, Haber: Hasan Ay, 31.07.2012
|
 |
OSMANLI YADİGARI SARAYLAR İHYA EDİLECEK
Osmanlı İmparatorluğu'nun en parlak dönemlerinde başkent olarak kullandığı İstanbul'daki saraylar, gelecekte de dimdik ayakta kalabilmesi için çeşitli tadilattan geçiriliyor.
Geniş bir coğrafyaya asırlarca hükümranlık yapan Osmanlı İmparatorluğu'nun en parlak dönemlerinde başkent olarak kullandığı, her gün kapısında yüzlerce turistin sıra beklediği İstanbul'daki saraylar, gelecek nesillerde de dimdik ayakta kalabilmesi ve ihtişamını koruması için çeşitli tadilatlardan geçiriliyor.
Onarılarak kuşaktan kuşağa aktarılmaya çalışılan eserlerin başında Topkapı Sarayı ve Yıldız Sarayı geliyor.
İstanbul'da Darphane binalarının restorasyonu, Eski Sümerbank Binası, Süleymaniye Külliyesi, Mülazımlar Medresesi, Turhan Hatice Sultan Türbesi, Türk İslam Eserleri Müzesi de 2012 Yılı Yatırım Programında yer alıyor.
Akşam, 31.07.2012
|
3 BİN 500 YAŞINDAKİ FİL AYAĞA KALDIRILDI
K.Maraş'ta bulunan 3 bin 500
yıllık iki fil heykelinden büyük olanı, orijinal
kemikleri kullanılarak yeniden ayağa kaldırıldı.
Kültür ve Turizm Ertuğrul Günay'ın da önceki gün
incelediği fil iskeletleri, Türkoğlu İlçesi'ne bağlı
Gavur Gölü bataklığında bulundu. MÖ bin 400 yılına
ait olduğu düşünülen fil fosilleri "fillerin atası"
olarak tanımlanıyor.
Filler, uzun süredir yerde
kazıdan bulunduğu şekliyle sergilenirken, 7 metre
uzunluğunda ve 5 metre yüksekliğindeki fil fosiline
Türkiye'de ilk kez gerçekleştirilen bir işlem
uygulandı. Orijinal kemiklerine zarar vermeden,
eksik kemik parçaları da özel bir imalatla
tamamlanan fil, eski görünümüyle ayağa kaldırıldı.
Sabah, Haber: Burcu Çalık, 31.07.2012
|
|
 |
400 YILLIK CAMİ YARDIM BEKLİYOR
Olur İlçesi'ne bağlı Çataksu (Tavusker) Köyü Çukur Mahalle'de bulunan 400 yıllık tarihi cami, onarım için yardım bekliyor. Günümüze kadar dimdik ayakta duran ve halen ibadet yapılan caminin, bakım ve onarım yapılmadığı takdirde yıkılma tehlikesiye karşı karşıya kalacağı belirtildi. Merkez Camii İmam Hatibi Hüseyin Yıldırım, caminin tarihi hakkında bilgi vererek, caminin 400 yıl önce Derviş Mehmet Efendi tarafından yapıldığını söyledi.
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Turgay Yazar, 1666 tarihinde yapılan caminin özellikle ahşap işçiliği açısından bölgede en önemli tarihi eserlerden biri olduğunu söyledi.
Yrd.Doç.Dr. Turgay Yazar, caminin mihrabının ahşap olması nedeniyle Karadeniz Bölgesinde bulunan tarihi camilerle benzer özellikler gösterdiğini ancak işçilik açısından tek örnek olduğunu ifade etti. Turgay Yazar, günümüze kadar iyi bir şekilde korunan camiye bundan sonra da sahip çıkılması gerektiğini vurguladı.
Cami cemaati ise tarihi camide namaz kılarken büyük bir huzur bulduklarını dile getirerek yetkililerden camilerinin yıkılmasına izin vermemelerini bir an önce bakım ve onarımına başlamalarını istedi. Cami cemaatinden Ergün Ceylan, caminin duvarlarında zamanla meydana gelen çatlakların artık onarılması gerektiğini söyledi.
Erzurum Gazetesi, Haber: Dursun Murat Yıldırım, 31.07.2012
|
SULUKULE... SULUKULE... VAKİT GEÇER GÜLE GÜLE (*)
“Gösterdiğiniz fotoğraflardan Sulukule evlerinin ne
kadar yıpranmış olduğu apaçık. Neye itiraz
ediyorsunuz anlamıyorum.” Amsterdam
Üniversitesi’nden sosyolog Prof. Jan Rath.
Nerden başlamalı? Nasıl anlatmalı?
Önce proje
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in
verdiği bilgiye göre; “Sulukule’ye inşa edilecek
toplam hane sayısı 640. Halen 575 konut bitmiş;
Sulukule’de yaşayan 900 hissedardan 50’si
Sulukule’deki yeni evler için hak sahibi olmuş;
geriye kalan 850’si açıkta/ Taşoluk’ta/ kirada/
akrabalarının yanında. Kalan 525 evi, dışarıdan
gelen kişiler almış”!
Sonra son durum: İptal
İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin 26.04.2012 t.
2009/758 E. sayılı kararı ile Fatih Belediyesi’nin
yaptığı ve inşaatını büyük ölçüde tamamladığı proje
iptal edildi. Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası
ile Roman Kültürünü Geliştirme ve Dayanışma Derneği
tarafından açılan ve İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nce
görülen üç ayrı davadan da oybirliği ile aynı karar
çıktı: Sulukule projesinin SİT alanı
üzerine, Koruma Bölge Kurulu kararlarına
aykırı olarak inşa edildiği, Romanların mülkiyet
hakkının ihlal edildiği belirtilerek iptaline
karar verildi. Av. Hilal Kuey durumu şöyle
açıkladı: “Belediye’nin kararı temyiz edecek olması
inşaatların devamını ve kura çekim işlemini yasal
hale getiremez.”
Son durum sonrası durum: Durumu anlaması zor durum,
Profesör Rath
Fatih Belediyesi Mahkeme’nin projeyi iptal etmiş
olmasına aldırmadı; inşa edilen binaların, “hak”
sahiplerine dağıtılması için 26 Haziran 2012’de
çekiliş yaptı. Başkan Demir, “kuranın mahkeme
kararına karşı yapılmış bir hareket olmadığını
... yalnızca kimin hangi evde oturacağını
göstereceğini' belirtti. Bir Sulukuleli hak sahibi,
çekilişin yapıldığı sokakta park edilmiş araçları
göstererek "Doğma büyüme buralıyım. Hiç bu kadar cip
görmedim" dedi. (Elif İnce'nin haberi, Radikal, 27
Haziran 2012)
Bu arada
Büyük çekilişte, Sulukulelilere vaat edilen
evlerden daha küçük evler çıktı; ve hile yapıldığı
iddiaları var.
(www.kamupersonel.com/son-dakika/06/28/2012)
Diğer tarafta: Sürgün
Fatih'ten 40 kilometre uzakta Taşoluk'a taşınan
Sulukuleli Selahattin Güdek'in, Ulusal Kanal'a
anlattığı: "Ramazan bitsin Sulukule'ye döneceğiz.
270 haneye yakın geldik. Şu anda 30 hane kaldı. O da
dört beş tanesi kiracı. Onlar da Ramazan'dan sonra
taşınır zaten." (1 Tem 2012)
Akademik boyutta
Prof. Rath size acil olarak bir kaç yanıt da ben
yetiştireyim:
Sulukule'de yaşayan Romanlara hiç danışılmadan,
hal-hatır sorulmadan evlerini zorla boşaltma ve
yıkım kararı alındığını mı önce söylesem tatmin
olursunuz?
2005'te ilkyazın bir gününde, 5366 sayılı Kanun
diye bir şeyin Resmi Gazete'de yayımlanıp,
mahallelerinin yıkılacağını akşam televizyondan
öğrenen Sulukuleli Romanların, sokaklara dökülüşünü
tasvir etsem mi?
İçinde yaşayanlar ile birlikte karar alarak
restorasyon seçeneğinin, Belediye'nin ufkunda
olmadığını, uluslararası bir toplantıda Fatih
Belediyesi'nin her-bi-işini-düzenleyen Bay Mustafa
Çiftçi'sinin "tamam birlikte yapacağız" dedikten
sonra hazırlanan alternatif planı kaale almadığını
mı anlatsam?
Sulukule'de yaşayan çoğu insanın tapusu
olmadığına, geniş bir ailenin, birkaç nesil,
birarada, aynı hanede yaşadığına mı değinsem?
Tarihi Eğlence Evleri 1994'te yasaklanalı beri
düzenli geliri olmayan Sulukuleli Romanların, ırkçı
önyargılar nedeniyle, işe alınmadığını, insanların
son derece kısıtlı imkan ve para ile, ama
mahalle-içi olağanüstü bir dayanışma sayesinde
hayatı sürdürebildiğine, bakkaldan bir fincan şeker,
bir ufak parça peynir, komşudan iki kaşık çay, bir
lokma ekmek ile ailelerin on yıllardır
yardımlaşarak, gündelik yaşadığına mı vurgu yapsam?
Düzenli gelir yokluğunun uyuşturucu ve paralı
cinsellik sektörlerini geliştirdiğine, bunu
merkezden uzaklaştırmanın da, yeraltı ekonomiyi
buharlaştırmayıp, sadece göz mesafesinden
kaldırdığına mı dikkat çeksem?
Prof. Rath, durumu iyice anlayın diye bin bir
cevaptan hangi birini versem? Sanmayın ki burada her
şey Amsterdam'daki gibi plastik bir siyasi tavır ve
edimle, halkla konuşarak, anlaşarak yapılıyor.
Türkçede ortaklığı, karşılıklılığı ifade eden " şa,
şe, şi iş, eş, aş" ekleri Belediye'de bilinmiyor!
Hollanda Araştırmaları Enstitüsü ile Amsterdam
Üniversitesi'nin kısa bir süre önce Avrupalı ve
Türkiyeli akademisyenlerle yaptığı "Kimin Kültürü?"
konferansında sorduğunuz soruyu buradan yanıtlarken
Prof. Rath, eski ustalardan Celal Şahin'in 1962'de
yaptığı Sulukule plağını, hatırlatarak haddimi
aşmadığımı umarım: "Sulukule.. Sulukule.. Vakit
geçer güle güle."
* Celal Şahin'den, 1962
Taraf, Yazı: Semra Somersan, 31.07.2012
|
ALACAHAN YENİLENİYOR

Trabzon Valisi Dr. Recep
Kızılcık, 17. yüzyıldan kalma tarihi Alacahan’da
yapılan restorasyon çalışmalarını yerinde
inceleyerek çalışmalar hakkında bilgi aldı.
Doğu Karadeniz Bölgesi
olarak alternatif turizm destinasyonlarının
arttırılması kapsamında çok yönlü çalışmalar
yaptıklarını ifade eden Vali Kızılcık, Bakırcılar
Çarşısı’nda bulunan binanın restorasyon
çalışmalarının dikkatli bir şekilde devam ettiğini
söyledi.
Vali Kızılcık,
“Trabzon’umuz ve Doğu Karadeniz Bölgemiz olarak
alternatif turizm destinasyonlarının arttırılması
için hem doğal alanların (yaylalar), hemde tarihi
eserlerimizin restore edilerek, turizme açılması
için çok yönlü çalışmalar yürütüyoruz. Bu çerçevede
yürüttüğümüz çalışmalardan bir tanesi de Bakırcılar
Çarşısı’nda yer alan Alacahan’ımızın restorasyon
çalışmalarıdır. Hanımız 17. yüzyılda Selçuklu
mimarisinde inşa edilen ve yüzyıllardır esnafımıza
hizmet veren bir binadır. Son yıllarda çok metruk
bir haldeydi. Buranın karakterine uygun ihya
edilerek, küçük sanatkarlarımızın hizmetine sunmak,
hem de turizmde önemli bir destinasyon olması için
restorasyon çalışmalarına hızla devam ediyoruz”
dedi.
Hanın yığma bir yapı
olduğu için restorasyon çalışmalarının dikkatli bir
şekilde devam ettiğini ifade eden Vali Kızılcık, “
Tarihi binamız yığma bir yapıya sahip olduğu için
hanımızın ihya edilmesinde çok dikkatli çalışma
yürütüyoruz. Hedefimiz hanımızın restorasyon
çalışmalarını bu sene içerisinde tamamlamaktır.
Hanımızın giriş katına esnafımızın ve gelen
turistlerimizin dinlenecekleri bir mekan, diğer
katlarda el sanatlarının pazarlanacağı bir mekan
olmasını amaçlıyoruz. Yüklenici firma işi dikkatli
bir şekilde yürütüyor, bizlerde zaman zaman
yaptıkları çalışmaları inceliyoruz” diye konuştu.
Trabzon'un Çarşı mahallesi Semerciler Yokuşu’nda
bulunan Alacahan’ın bir kısmı 13 Şubat 2012
tarihinde yıkılmış, yıkımdan hemen bir gün sonra
restorasyon çalışmaları başlatılmıştı.
Trabzon Kent Haber,
31.07.2012
|
APOLLON TAPINAĞI'NDA RESTORASYON ÇALIŞMALARI
Apollon Tapınağı'nda Alman Arkeoloji Enstitüsü'nce 106 yıldır sürdürülen kazı çalışmaları, bu yıl kazılardan elde edilen malzemelerin depolanması ve restore edilmesi amacıyla iptal edildi.
Avustralya Bond Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ulf Weber başkanlığındaki çalışmaları sahada taş ustası Cristoph Kronewirth, depolamada ise Helga Bumke yürütüyor.
Alman Arkeoloji Enstitüsü Apollon Tapınağı Restorasyon Sorumlusu Helga Bumke, gazetecilere yaptığı açıklamada, 1994'ten beri Apollon kazılarında görev aldığını, Apollon Tapınağı ve Kutsal Yol kazılarında binlerce parça bulunduğunu söyledi.
Tapınakta 6, depolamada 12 kişinin görev aldığını belirten Bumke, eylül ayında iki heyetin daha ilçeye gelerek çalışmalara destek vereceğini kaydetti.
Alman taş ustası Cristoph Kronewirth ise tapınakta bulunan parçalar koruma altına alınarak yenileme çalışmalarının yapıldığını belirtti.
Cumhuriyet, 30.07.2012
|
 |
MYANMAR'IN ANTİK BUDİST BAŞKENTİNDE EŞSİZ HARİKALAR

Irrawaddy Irmağı'nın doğu
kıyısındaki 67 kilometrekarelik çorak bir ovayı 2
bin 200'ü aşkın tuğla tapınak ve dini yapı süsler.
Bunlar en parlak günlerini 11 ve 12'nci yüzyıllarda
yaşayan Budist bir krallığa ait başkentin
kalıntılarıdır. Keşiş ve keçi çobanlarının seyrek de
olsa şenlendirdiği bu kızıl ovadaki anıtlar, tapınak
mimarisinin eşsiz yoğunluktaki bir tezahürüdür.
Üstelik burada diğer Uzakdoğu medeniyetlerinde
görülmeyen gelişmiş tonozlu örtü teknikleri ve
Hindistan'daki benzerlerinden çok iyi durumdaki
girift duvar resimleri göze çarpar.
"Antik Paganlık" ve
"Burma'nın Kutsal Yerleri" adlı kitapların yazarı
Donald Stadtner, "Gotik katedrallerin hepsini bir
yerde toplasanız bu kadar olur" diyor. Onlarca
yıllık totaliter bir rejimden sonra Myanmar dış
dünyaya açıldıkça (ve turistler akın ettikçe)
uzmanlar yalnızca Bagan'la değil, başka bölgelerle
de ilgilenmeye başladı. Çin'in güneybatısından gelen
Tibet- Burma halkı MÖ 1. yüzyılda yukarı
Irrawaddy'ye yerleşerek tuğla surları ve
hendekleriyle büyük şehirler kurup geride zekice
düzenlenmiş sulama şebekelerine ait izler bıraktı.
Bu yerleşimlerin ilklerinden olan Beikthano-Myo'da
arkeologlar bazı manastırlar ve doğu Hindistan'da
Budistlerin yaptıklarına benzer "stupa" adlı
tapınaklar buldu. Bu da Budizm'in Güneydoğu Asya'ya
bu bölgeden yayıldığını gösteriyor.
Myanmar'ın askeri
yöneticileri siyasi açılımdan önce bile tarihi
anıtları restore etmeye ve yerel müzeler kurmaya
başlamıştı. Nitekim 1975'te bir depremin harap
ettiği Bagan'da 1970'lerin sonları ve 1980'lerde
yoğun bir imar faaliyetine girişilmişti. Hayır işi
yapmak isteyen Burmalı bireyler ve Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı'nca desteklenen bu
restorasyonlar büyük ölçüde yerel uzmanlar
tarafından yürütülüyor ve bazı bilim insanlarınca
sert bir şekilde eleştiriliyor. Yabancı uzmanlar,
stükonun yerine çimento gibi özgün olmayan
malzemelerin kullanımına karşı çıkıyor ve belli
öğelerin (özellikle dini anıtların tepesindeki
süslerin) bilimden ziyade hayal gücüne dayanılarak
tekrar yapıldığını dile getiriyor. Önemli birkaç
tapınakta Buda heykellerinin başının çevresinde
görülen parlak disko ışıklarını ciddi
tutarsızlıklara örnek olarak gösteriyorlar.
Londra Üniversitesi'nden
arkeolog ve sanat tarihçisi Elizabeth Howard Moore,
Bagan'ın eninde sonunda Dünya Mirası listesine
alınacağını düşünüyor. Şehirdeki Budist hayatın
mahiyeti ve krallığın yabancı komşularla ilişkisi
(Bagan'daki bazı duvar resimlerinin Bengal l i
sanatçı larca yapı ldığı anlaşılıyor) de dahil olmak
üzere, Bagan'la ilgili soruların cevabıysa henüz
belli değil. Bu arada yeni siyasi iklimin etkisiyle
artarak gelen yabancı teknik uzmanlar ülkeyi
uluslararası standartlara yaklaştırmaya başladı
bile. Ayrıca Kültür Bakanlığı yabancı bilim
insanlarından gelen teklifleri ciddiye alıyor ve
onlara olumlu yaklaşıyor. Moore, "10 yıl önce bunlar
olmazdı" diyor.
Sabah, Kaynak: New York Times, 30.07.2012
|

 |
PARİON'DA KENTAUROS HEYKELİ BULUNDU
Çanakkale’nin Biga İlçesi’ne bağlı Kemer Köyü’nde sürdürülen Parion antik kenti kazılarında, 8’inci sezon çalışmalarının sonlarına yaklaşılırken, Kentarus olarak bilinen belden yukarısı insan, aşağısı ise at görünümlü mitolojik yaratık heykeli bulundu.
Erzurum Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Cevat Başaran’ın kazı başkanlığında gerçekleştirilen bu yılki çalışmalarda, antik kentin altı ayrı bölgesinde, kazılar yapılıyor. Kazıların sürdürüldüğü önemli yapılardan biri olan Roma Tiyatrosu’nda sahne binası içerisinde yoğunlaştırılan bu yılki çalışmalar sırasında, kolları kırık, gövdesine ait bazı parçaları kayıp, bir mermer heykel ortaya çıkarıldı.
Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Başaran, ilk değerlendirmelere göre heykelin MS 2’nci yüzyıla ait olduğunu belirlediklerini ifade ederek, "Heykelin günümüze gelen bölümünde göbeğine kadar çıplak gösterilmiş güçlü bir erkek vücudu izleniyor. Göbek altı bölümü aşağıya doğru sarkıtılmış etek şeklinde iki kat kumaşla kapatılan heykelin alt bölümü ve arkasındaki bazı ayrıntılar, heykelin tamamının bir kentaurosa ait olduğunu gösteriyor. Tamamı düşünüldüğünde boyu yaklaşık 3 metreyi bulan ve çok parçalı beyaz mermerden yapılmış heykelin tiyatronun hangi bölümünde yer aldığı ve gözlerinin çukur olması dolayısıyla bu kısımların değerli taştan yapılmış olduğu düşünülürken, başındaki saç ayrıntıları kaliteli bir işçilik ortaya koyuyor. Başka parçalarının da bulunması beklenen heykelin, yapılacak restorasyon sonrası Çanakkale Müzesi’nde sergilenmesi planlanıyor" dedi.
Hürriyet, Haber: Ersan Küçükkuru, 30.07.2012
|
"VERİN EDESSA MOZAİKLERİNİ"
Arkeologlar, Aktüel Arkeoloji Dergisi’nin öncülüğünde birleşerek, 1950’den itibaren kaçırılan Edessa mozaiklerinden Orfeus’un geri getirilmesi için Dallas Müzesi’ne başvurdu.
MÖ 132 ile MS 244 yılları arasında Şanlıurfa merkezli kurulan Edessa Krallığı’na ait mozaikler, 1952’de bulunduktan sonra parça parça yurt dışına kaçırılmıştı. Anadolu’nun en eski mozaiklerinin J.B. Segal tarafından bulunmasının ardından Şanlıurfa’nın tüm mezarları adeta talan edilirken, hırsızların yerlerinden söktüğü mozaikler koleksiyonerlere satılmıştı. Çoğu yabancı koleksiyonerlerin elinde olan mozaiklerin bir kısmı ise Avustralya, Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa gibi ülkelerdeki müzelerde sergileniyor. ABD’nin Dallas Müzesi’ndeki Orpheus Mozaiği tarihimizin nasıl yağmalandığının en çarpıcı örneği olurken, yakın zamanda yurt dışına kaçırıldığı düşünülüyor. Çeşitli ülkelerdeki sergilenen yada sergilenmeyen onlarca eserden Edessa Mozaikleri Müzesi kurulacağını düşünen Aktüel Arkeoloji Dergisi’de bir kampanya başlatarak Anadolu’nun en eski mozaiklerinin anayurtlarına kazandırılması için çalışmalara başladı.
Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 30.07.2012
|
 |
BARCIN HÖYÜK'TE ARKEOLOJİK KAZI BAŞLADI

Yenişehir’e bağlı Barcın
Köyü’ndeki höyükte 6
yıldır yapılan kazılarda ilginç bilgilere
ulaşılıyor. Kazı Başkanı Fokke Gerritsen, bölgenin
daha önce göl olduğunun anlaşıldığını belirterek ’Bu
bölgeye niçin yerleştiklerini araştıracağız’ dedi.
Hollanda Araştırma Enstitüsü tarafından
Yenişehir Barcın Köyü’ndeki höyükte 6 yıldan bu
yana sürdürülen arkeolojik kazıların bu yılki
bölümü başladı. Hollanda Araştırma Enstitüsü
Müdürü Kazı Başkanı Yardımcı Doçent Doktor Fokke
Gerritsen, Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanart
Tarihi Bölümü’nden Kazı Başkan Yardımcısı
Yardımcı Doçent Doktor Rana Özbal Gerritsen ve
Boğaziçi Üniversitesi Kimya Bölümü’nden Profesör
Doktor Hadi Özbal, Yenişehir’e gelerek Barcın
Höyük’te 2 ay sürecek arkeolojik kazılara
başladılar.
Bu yıl kazı alanındaki 8 ayrı açmada çalışma
yapılacağını belirten Kazı Başkanı Fokke
Gerritsen, bölgenin en eski yerleşim
tabakalarına ulaşmayı amaçladıklarını söyledi.
Geçen yılki kazılarda günümüzden 8 bin 600 yıl
öncesine gidildiğine ve bölgenin göl olduğunun
anlaşıldığına işaret eden Gerritsen, ’O
dönemlerde insanlar, göl olan bu bölgeye niye
yerleşmişler? Gölün çevresi ne kadar
bataklıkmış? Göl suyu nereye kadarmış? İşte, bu
gibi soruların yanıtlarını arayacağız’ dedi.
Gölün çevresinin, yüksek kesimlere doğru meşe ve
fındık ormanlarıyla kaplı olduğunu anlatan
Gerritsen, o dönemlerde hangi evcil hayvanların
tüketildiği, hangi hayvanların avlandığını da
araştırdıklarını kaydetti. Gerritsen sondaj
nitelikli jeoarkeolojik çalışmalarda da höyük
yüzeyinden7-8 metre daha aşağıya inerek en eski
yerleşim tabakalarına ulaşmayı hedeflediklerini
ifade etti.
Kazı Başkan Yardımcısı Yrd.
Doç.Dr. Rana Özbal
Gerritsen, bu yıl da yine Türkiye’nin çeşitli
üniversitelerinden öğrenci ve uzmanlar içeren
uluslararası bir ekiple çalıştıklarını belirtti.
Özbal Gerritsen, ’Ekibimizde şu an Türkiye’den 9
farklı üniversiteden elemanlar bulunmakta ve
toplam 8 farklı uyruk temsil edilmektedir.
Böylesine çeşitli bir grubu bir araya getirmiş
olmak sevindirici. Bu sezon da önemli verilere
ulaşmayı ümit ediyoruz’ diye konuştu.
Bursa Olay, Haber: Gürhan Adana, 30.07.2012
|
"RÖNESANS YAŞAMADIK, 5 ASIR KOLAY KAPANMAZ"

Haber'de yayınlanan İş'te
Hayat'a konuk olan Türkiye'nin en tanınmış
ressamlarından Burhan Doğançay, resime özel sektörün
ve devletin destek vermesi gerektiğini belirterek,
"Çok zaman kaybedilmiş. Rönesans yaşamadık. 5 asır
kolay kapanmaz. Bizim gece gündüz çalışmamız lazım"
dedi. Doğançay, Katar, Dubai, Bakü'de sanat
merkezleri modern sanat müzeleri kurulduğunu
anlattı. Doğançay, "Türkiye'de çocuklarımızı sanatla
ve kültürle yetiştiremezsek yazık olur" dedi. Kendi
açtığı müzeden de bahseden Doğançay, binlerce çocuğa
da resimle ilgili eğitim verildiğini söyledi.
Hayatı boyunca kendisine ve geleceğe itimat
duyduğunu söyleyen ünlü ressam, "Biz birbirimizi
sevmiyoruz. Amasız konuşmayı öğrenmedikçe bir halt
olmayız. Birz başarıya ulaşıldı mı hep birlikte onu
aşağı çekmeye çalışıyoruz. Bizim dışarıya açılmamız
lazım. Kapalı kutuda istediğini yap kimse duymaz"
dedi.
Diplomatlıktan istifa edip New York'a
gittiğini, orada profesyonel olarak resimle hayatını
kazanmaya başladığını anlatan Doğançay, "Babam
harita subayıydı. Bütün hayatı resimdi. 4-5
yaşındayken babamla arazilere giderdik. O dağın
tepesine tezgahını kurardı. Bana da kağıt verirdi.
'Şu ağacı, kayayı çiz' derdi. Güneşin geldiği yere
göre gölgenin nereye düşeceğini orda öğrendim. Yani
bir nevi resmin alfabesini babam öğretti" dedi.
Antartika'da bir tepeye adı verilen, uzay fiziği
nobeli alan Koç Üniversitesi Rektörü Ümran İnan,
aHaber'de yayınlanan İş'te Hayat'a konuk oldu. İnan
, üniversitenin tıp fakültesinin bu yıl üçüncü
öğretim yılı olduğunu belirterek, "Hastane
inşaatımız da başladı. Topkapı Bayrampaşa'da. 250
yataklı 10 ameliyathaneli olacak. Öğrencilerimiz ilk
üç yılını Rumeli Feneri kampusümüzde son üç
yıllarını da o hastanede geçirecekler" dedi.
Türkiye'ye örnek olmak istediklerini belirten İnan,
"Her bakımdan dekanlarımız öğretim görevlilerimiz
hepimiz, serbest bir ortam yaratmak istiyoruz.
Öğrenciler kendi patikalarını yaratmalı" dedi.
Sabah, Haber: Şelale Kadak, 30.07.2012
|
YİTİK MİRASIN PEŞİNDE

Yasal olmayan yollarla yurt dışına kaçırılan
yüzlerce tarihi eser bugün Avrupa müzelerini ve
koleksiyonlarını süslüyor. Özellikle 19. Yüzyıl
ortalarında batılı seyyah ve oryantalistlerin
Anadolu ’dan eser toplama çılgınlığı, arkeolojik
eserlerin yanı sıra pek çok İslami eserin de yurt
dışına kaçırılmasına neden oldu. Kaçırılma öyküleri
Hollywood senaryolarına taş çıkartacak
nitelikte. İşte bu çarpıcı hikayelerin anlatıldığı
‘Yitik Miras’ isimli belgesel,
TRT Turizm Belgesel kanalında bu akşam 20.00 da
başlıyor. Metinlerini
Radikal Haber Müdürü Ömer Erbil’in yazdığı
belegeselin yönetmenliğini Nihal Ağırbaş yapıyor.
Belgeselin birinci bölümünde Ayasofya Müzesi
bahçesinde yer alan 2. Selim Türbesi’ne ait İznik
çini panonun kaçırılışı anlatılıyor. Bugün
Fransa ’nın Louvre Müzesi’nde sergilenen paha
biçilmez çiniler tüm iade girişimlerine rağmen geri
verilmiyor. 1894 yılında
İstanbul ’da diş doktorluğu yapan Albert Sorlin
Dorigny, sinsi bir planla paha biçilmez çinileri
Fransa ’ya kaçırmıştı.
Fransa ’da fayans olarak yaptırdığı taklit
çinileri de restorasyon adı altında çaldığı
çinilerin yerine takmıştı. Tam bir asır sonra
çiniler sökülüp arkasındaki
Fransa ’daki fabrikanın imzası görülünce,
Dorigny yakayı ele verdi… Belgeselde ayrıca
Dorigny’in kaçırdığı diğer eserler Osmanlı arşiv
belgeleriyle ispat ediliyor.
OSMANLI, TRUVA HAZİNELERİ İÇİN HAFİYE TUTMUŞ
Belgeselin ilk yedi bölümünde
Çanakkale Troya Hazineleri, Bergama Zeus Sunağı,
Konya Beyhekim Camii mihrabı, Seyyid Mahmud Hayrani
Türbesi sandukaları, Afrodisias İhtiyar Balıkçı
heykeli, Nuruosmaniye Kuran sayfaları işlendi. Troya
Hazineleri’ni kaçıran Alman amatör arkeolog
Schlieman’ın akıl almaz kaçırma öyküsü dönemin
fotoğrafları ve görüntüleriyle anlatıldı.
“Hazinelerin kaçırılmasına padişah izin verdi”
şeklindeki halk efsanesi de bu belgeselle son
buluyor. Çünkü Schlieman’ın eserleri
Yunanistan ’a kaçırdığı duyulduktan sonra
Osmanlı devleti Atina’da dava açarak yıllar sürecek
bir hukuk mücadelesi başlatıyor. Aynı zamanda
hafiyeler kiralayarak Schlieman’ı takip ettiriyor.
Ancak Osmanlı’nın 1 milyon franklık tazminat
davasına karşılık mahkeme 10 bin franka hükmediyor.
İşte tüm bu süreç Yitik Miras’ta uzmanların
anlatımıyla yer alıyor.
Afrodisias İhtiyar Balıkçı Heykeli’nin gövdesinin
Almanya ’da olduğu,
Prof.Dr. Kenan Erim
tarafından yıllar sonra tespit edilmişti. Arkeoloji
kazıları sırasında bulunan balıkçı heykelinin
başının yıllar sonra
Almanya eski Berlin Müzesi’nde olduğu bulunmuş
ama eser bir türlü bütünleştirilememişti.
BELGESELDE BULUŞTULAR
Almanya eseri iade etmeazken,
Almanya ’daki müzede eserin alçıdan yapılmış
sahte başını orjinal gövde üzerinde sergiliyor. Hem
Türkiye hem
Almanya ’da çekimleri yapılan heykel sadece bu
belgeselde bir araya gelebildiı. Müze deposundan
uzun yıllardır çıkarılmayan heykel yine ilk defa bu
belgeselde gün yüzüne çıkmış oldu.
BELGESEL DÖRT DİLDE HAZIRLANDI
Yönetmen Nihal Ağırbaş belgeselle ilgili şu
bilgileri verdi:
“Şubat ayından bu yana çekimleri sürdürüyoruz.
Bugüne kadar yedi bölüm çektik. Her bölüm yarım
saat. 30 bölüm hedefliyoruz. Aslında yüzlerce
çalınan eserimiz var, hepsinin de hikayesi içler
acısı. Almanca, Rusça, İngilizce ve Türkçe
dillerinde hazırlanan belgeselimizde ayrıca
İngilizce dublaj da yapıldı. Bu belgesel
eserlerimizin nasıl kaçırıldığının resmi envanteri
niteliğinde. Kaçırılan eserlerin
Anadolu kökenli olduklarını ispat ediyoruz.
Bugün olmasa yarın, yarın olmasa öbür gün bu
eserleri iade etmek zorundalar. Kültür Bakanlığı,
TÜRSAB ve belediyelerin büyük desteğini görüyoruz.
Gittiğimiz illerde yerel yöneticilerin eserlere
sahip çıkması bizi ayrıca sevindiriyor.’’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 29.07.2012
|
İSRAİL, MESCİD-İ AKSA'YI YAVAŞ YAVAŞ YIKIYOR
Yer altından açılan tünellerle adeta köstebek
yuvasına çevrilen Mescid-i Aksa'nın altında
Yahudilere ait tapınak ve müzeler inşa edilirken;
yer üstündeki çalışmalar da hız kesmiyor. Mirasımız
Derneği Başkanı Muhammed Demirci, İsrail'in amacının
Megaribe Kapı Yolu ve diğer çalışmalarla Mescid-i
Aksa'yı parça parça yıkmak olduğunu söyledi.
Dünya Müslümanları farklı coğrafyalardaki zulüm,
baskı, işkence ve katliamlarla meşgul olurken;
Mescid-i Aksa'da tuhaf gelişmeler yaşanıyor.
Mirasımız Derneği Başkanı Muhammed Demirci,
"İsrail'in işgali altında yıllardır yıkım ve
Yahudileştirme tehdidi ile karşı karşıya kalan Kudüs
ve Mescid-i Aksa'yı zor günler bekliyor. Dünyanın
ilgisizliği bir yana, Kudüs ve Mescid-i Aksa artık
Müslümanların da gündeminde arzu edilir şekliyle yer
almıyor" dedi.
Yıllardır Kudüs ve çevresindeki ecdat yadigarı
emanetlerin bakım ve onarımıyla meşgul olan
Mirasımız Derneği Başkanı Muhammed Demirci, "Yer
altından açılan tünellerle adeta köstebek yuvasına
çevrilen Mescid-i Aksa'nın altında Yahudilere ait
tapınak ve müzeler inşa edilirken yer üstündeki
çalışmalar da hız kesmiyor" dedi.

Demirci, 1967 yılında tümüyle yıkılmak suretiyle
otopark haline getirilen Megaribe Mahallesi'ni
Mescid-i Aksa'ya bağlayan Megaribe Kapı Yolu'nun
işgal güçleri tarafından ilgisizliğe terk
edildiğini, Müslümanlar tarafından onarılmasına da
müsaade edilmediği için yer altındaki kazıların da
etkisiyle yolun yıkıldığını söyledi.
Demirci, Müslümanların devreye girmesinin ardından
yeniden ahşap olarak inşa edilen Megaribe Kapı
Yolu'nu artık daha büyük bir tehlikenin beklediğini,
İsrail'in eskiden gizli yaptığı kazı ve yıkım
çalışmalarını artık herkesin gözü önünde
sürdürdüğünü söyledi. Kazma ve küreklerle yavaş
yavaş ilerleyen yıkım çalışmalarını kayıt
aldıklarını söyleyen Demirci, kazılarla iğreti hale
getirdikleri yolun kendiliğinden yıkılmasına zemin
hazırladıklarını belirtti.
İsrail'in amacının Megaribe Kapı Yolu ve diğer
çalışmalarla Mescid-i Aksa'yı parça parça yıkmak
olduğunu belirten Demirci, başta dünya Müslümanları
olmak üzere insanımızın Kudüs ve Mescid-i Aksa'yı
gündemden düşürmesini istedi.
Demirci, dernek olarak Kudüs'te kardeş kuruluşlarla
birlikte bu ramazan 70 bin kişilik iftar vermeyi
planladıklarını sözlerine ekledi.
Türkiye Gazetesi, Haber: Cüneyt Bitikçioğlu,
29.07.2012
|
BİR MAĞARA DAHA TURİZME KAZANDIRILDI

Osmanlı İmparatorluğu döneminde küçükbaş hayvan
başına alınan 'Ağnam Vergisi'ni vermemek için
çiftçilerin koyun ve keçilerini sakladığı 'Cüceler
Mağarası' ziyarete açıldı.
Mağara oluşumu bakımından oldukça zengin olan
Antalya'da yaklaşık 500 kadar mağara bulunuyor.
Antalya, Türkiye'de ziyarete açılan en fazla
mağaraya sahip olsa da, bu mağaralardan çok azı
uluslararası öneme sahip. Turizmde çeşitliliği
artırmayı hedefleyen girişimciler, bu doğal
zenginlikleri sektöre kazandırmayı amaçlıyor. Bu
amaçla Alanya'da bir mağara daha turizme açıldı.
Alanya'da dünyaca ünlü
Damlataş Mağarası'na benzerliğiyle dikkati çeken
'Cüceler
Mağarası' da turizme kazandırıldı. Sapadere
Kanyonu işletmecisi Osman Yılmaz, Orman ve Su İşleri
Bakanlığı'ndan 10 yıllığına kiraladığı 37,5 dönüm
arazi içerisinde yer alan
Cüceler Mağarası'nı ulaşım, düzenleme,
aydınlatma ve restorasyon çalışmalarını tamamlayarak
ziyarete açtı.
İçerisinde 7 renk tonundan oluşan çok sayıda
'sarkıt' ve 'dikit' yer alan mağara, toplam 150
metre uzunluğunda 6 galeriden oluşuyor. İlçe
merkezine 37 kilometre uzaklıktaki
Cüceler Mağarası, henüz tanınmamasına rağmen
Sapadere Kanyonu'na giden turistler tarafından
ziyaret edilmeye başlandı.
MAĞARANIN İLGİNÇ HİKAYESİ
Antalya'da Damlataş, Karain, Dim, Altınbeşik,
Aşıklar, Korsanlar ve Kocain mağalarının turizme
hizmet verdiğini belirten işletmeci Osman Yılmaz,
Cüceler Mağarası'nı ;turizme kazandırmak için 2
ayda yaklaşık 250 bin TL harcama yaptığını söyledi.
Mağarayı ilk kez 35 yıl önce ziyaret ettiğini
anlatan Yılmaz, "1900'lü yıllarda Tırılar Köyü'nde
Terziler diye bir sülale yaşarmış. Bu sülaleden bir
cüce, ağabeyinin kendisini dövmesi üzerine evden
kaçarak bu mağaraya saklanmış. Cücenin mağarada
yaşadığını gören bir çoban ise durumu ailesine
bildirmiş. Ailesi cüceyi alarak eve götürmüş ancak
mağaranın adı da 'Cüceler
Mağarası' olarak kalmış" dedi.
Mağaranın, Osmanlı döneminde çiftçiler tarafından da
kullanıldığını ;kaydeden Yılmaz, şunları anlattı:
"Osmanlı İmparatorluğu'nda küçükbaş hayvanlar için
'Ağnam' adı altında vergi alınırmış. Bu vergiyi
ödemek istemeyen çiftçiler, tahsildarlar geldiğinde
keçi ve koyunlarını bu mağaraya saklarmış. Mağaranın
ilginç bir geçmişi var. Ancak biz Antalya'daki diğer
mağaralar gibi Cüceler Mağarası'nı turizme
kazandırmak istiyoruz."
Mağaranın dışarıya göre 10- 12 derece daha serin
olduğunu dile getiren Osman Yılmaz, gelecek turizm
sezonunda mağaradaki gezilebilen alanın çeşitli
düzenlemeler yapılarak 150 metreden 250 metreye
çıkarılacağını kaydetti.
Habertürk, 29.07.2012
|
KAYIP MÜZESİ

Londra’daki Tate Müzesi’nin medya departmanı,
İngiliz
televizyon kanalı Channel 4’un katkılarıyla
yepyeni bir sanal sanat projesine imza attı. Kayıp
Sanat Müzesi, (Gallery of Lost Art) son yüzyılın
çalınma, imha, terk edilme ve benzeri şekillerde
kaybolmuş önemli sanat eserlerini sanal ortamda
sergiliyor. 12 ay boyunca açık kalacak olan bu sanal
müze, 12 ayın sonunda tıpkı içinde barındırdığı
eserler gibi ortadan kaybolacak. Kayıp Sanat Müzesi,
bir sergi alanından ziyade CSI’vari bir soruşturma
mahali gibi. Siteyi ziyaret ettiğinizde eserleri
sanatçısına ya da kaybolma biçimine göre, örneğin,
‘çalınmış’, ‘terk edilmiş’, ‘saldırıya uğramış’
başlıklarıyla inceleyebiliyorsunuz.
Tate Müzesi adına Jennifer Mundy’nin küratörlüğünde
hazırlanan serginin altyapısı ISO Tasarım ofisi
tarafından yapılmış. Site gri tabanlı bir hangarı
andırıyor. Kaybolma biçimine göre sınıflandırılan
eserler birbirinden ayrı masalarda sergileniyor. Her
bir eserin ilginç kaybolma hikayesi de eserlere
eşlik ediyor. Müzeye her hafta yeni bir kayıp eser
eklenmesi hedefleniyor.
Kayıp Sanat Müzesi’nin en enteresan özelliklerinden
biri, farklı bilinirlik derecesindeki sanatçıyı ve
dolayısıyla pek çok farklı tarza ait eseri bir araya
getiriyor olması. Kimisi kamu alanlarından kimisi de
özel mülkiyetteyken kaybolan bu eserler, sanatla
insanlar arasındaki ilişkinin daha önce üzerinde pek
durulmamış bir yönünü gösteriyor. Bir yandan da
sanat tarihinin yalnızca mevcut eserlere değil bir
nevi ‘şehit eserler’e de ilgi göstermesi gerektiğini
hatırlatıyor. Serginin küratörü Mundy, “Kayıplar,
sanatın tarihini, çok da farkına varmadığımız bir
şekilde etkiliyor” diyor.
FRIDA KAHLO’DAN ‘YARALI MASA’ (1940)
Frida Kahlo’nun 1940 tarihli ‘Yaralı Masa’ resmi,
aynı yıl Mexico City’de gerçekleşen sürrealistler
sergisi için yapılmıştı. Kahlo, acı dolu hayatını ve
çapkın eşi Diego Rivera ile olan sorunlu ilişkisini
anlatan bu resmi 1946’da Meksika’daki Rus
Büyükelçisi’ne vermişti. Resmin en son görüldüğü yer
1955’te Varşova. Bir Sovyet müzesinde olduğu
sanılıyor. Sergide Kahlo’nun eşi Diego Rivera’nın da
bir çalışması yer alıyor. 1933’te New York’taki
Rockefeller Merkezi’nin duvarı için tasarlanan bu
resim komünist mesaj verdiği gerekçesiyle imha
edilmişti.
LUCIAN FREUD’DEN ‘FRANCIS BACON’IN
PORTRESİ’ (1952)
Bu küçük boyutlu eser 27 Mayıs 1988’de
Almanya’daki bir sergiden çalınmıştı. Freud’un ilk
dönem eserlerinden en başarılısı olarak kabul edilen
bu resim zamanının parasıyla 300 bin Alman Markı
ödüle ve hummalı bir polis soruşturmasına rağmen
bugüne dek bulunamadı.

TRACEY EMIN’DEN ‘1963-1995 YILLARI
ARASINDA YATTIĞIM HERKES’
1995’te, Emin henüz şöhret merdivenlerini
tırmanmaya başlamadan önce üretilen bu çalışma,
üzerinde Emin’in yatak paylaştığı sevgililerden,
arkadaşlara, aile bireylerine herkesin isminin
yazdığı bir çadırdan ibaret. Bu eser sayesinde bir
anda mevzuubahis şöhret merdivenlerinin ta tepesine
ulaşan Emin, ünlü koleksiyoner Charles Saatchi’nin
de ilgisini çekiyor. Saatchi, bu çalışmayı satın
alıp Londra’nın doğusunda bir depoda sahip olduğu
diğer yüzlerce eserin yanına koyuyor. Fakat 2004’te
çıkan ve söndürülemeyen yangın, Emin’in çadırının da
sonu oluyor.
GRAHAM SUTHERLAND’DAN SIR WINSTON
CHURCHILL’İN PORTRESİ (1954)
İngiliz Parlementosu tarafından sipariş edilen bu
portre, politikacının 80’inci doğum gününü kutlamak
amacıyla ünlü politikacı Winston Churchill içindi.
Muhtemelen, hediye sahibinde yarattığı nefret
duygusu açısından gelmiş geçmiş en meşhur bu portre,
verilişinden bir yıl sonra Churchill’in karısı Leydi
Clementine tarafından imha edildi. Gerekçeyse,
portrenin politikacıyı çok yaşlı, yorgun, çökmüş ve
sanki tuvalette oturuyormuş gibi gösteriyor
oluşuydu.
MARCEL DUCHAMP’DAN ‘ÇEŞME’ (1917)
Kavramsal sanat nedir bilmeyenlerin bile
hasbelkader haberdar olduğu bir sanat eseri varsa o
da Duchamp’ın ‘Çeşme’ isimli pisuvarıdır. Üzerinde
‘R. Mutt 1917’ imzasıyla Bağımsız Sanatçılar Derneği
tarafından reddedilen bu eserin orijinalinin sadece
fotoğrafı mevcut. Duchamp daha sonra sergilenmesi
için bu pisuvarın birkaç kopyasını yapmış
olsa da orijinal eser artık yalnızca fotoğrafından
görülebiliyor.
EDOUARD MANET, ‘MAXIMILIAN’IN İNFAZI’
(1867/68)
Eserlerine hunharca davranmasıyla da ünlenen
avangart sanatın öncülerinden Manet, bu tuvalini de
ilk kendi kesmişti. Ölümünden sonra daha da çok
parçaya ayrılarak satılan resim, daha sonra Degas
tarafından toplanmış ve sanatçı tarafından
olabildiğince orijinaline sadık bir biçimde
birleştirilmişti. Bugün Degas’nın geri-dönüştürülmüş
Manet’si Londra’daki National Gallery’de yer alıyor.
Hürriyet Pazar, Neylan Bağcıoğlu, 29.07.2012
|
"MİMARLIKTA KOPYA VE TAKLİT OLMAZ"

Mehmet Akif der ki: “Sade sen gösteriver ‘işte
budur kubbe’ diye, İki ırgatla iner şimdi
Süleymaniye.
Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman, Bir
Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan.” Acaba
neden
Mimar Sinan’la yetinmemişti Mehmet Akif de, “Bir
de Süleyman lazım yeniden” demişti? Nedenini geçen
haftanın iki cami haberiyle öğrendik. İlki,
Ataşehir’de geçen hafta açılan
Mimar Sinan Camii. İkincisi ise
Çamlıca Tepesi’ne inşa edilecek cami için açılan
yarışma.
İkisi de gösteriyor ki, yapıyı tasarlayandan önce “işveren”in
talebi giriyor devreye. Ataşehir’de bir Selimiye
kopyası isteyen de işverendi,
İstanbul’un simgesi olması hedeflenen caminin
proje yarışmasına 40 gün süre tanıyan da...
Çamlıca için açılan bu yarışmanın şartnamesinde şu
ifadeler dikkat çekici: “Osmanlı Türk
mimari üslubunu yansıtacak, gelenekten geleceğe
uzanacak”...
2012’nin camisi için Osmanlı Türk mimarisi
çerçevesi belirlenmiş bile. Peki çağdaş bir caminin
mimarisi
Türkiye’nin önde gelen mimarlarının hayalinde
nasıl şekilleniyor? Mimarlara tek tek sorduk. Ve
çağdaş cami konusunu açtığımızda, her biri neredeyse
söz birliği etmişçesine “geçmişi kopyalamak”tan
yakındı.
CENGİZ
BEKTAŞ (Bonn Büyükelçiliği,
Türk Dil Kurumu, İstanbul Erkek Lisesi İlkokulu,
Bodrum Antik
Tiyatro Oteli,
Etimesgut Camii mimarı):
Mimar Sinan 400 yıl sonra bir an için açsa
gözlerini ve çevresine baksa, “400 yıl önce
bıraktığım yerde mi otluyorsunuz kafirler?” diye
Osmanlı tokadı aşk etse, haklı değil midir? Bu cami,
bizim her yapısında başka şey deneyen, bir yenilik
arayan Sinan’a hiç yakışmayan
torunlar olduğumuzu gösteriyor. Bizim Sinan’a
sahip çıkmamız bu kafayla olanaklı değil.
Ben ilk çağdaş camiyi 1964 yılında Etimesgut’ta
yaptım. Balaban Köyü'ndeki Abdurrahman Erzincani ve
Kınalıada camileri de ilginç örneklerdir.
Çağdaş caminin önceliği, Müslümanlığın çağdaş yorumu
olmalı. Cami demek toplanılan yer demek. Tarihte
hiçbir cami sadece ibadet yeri olarak yapılmamıştır.
Cami bir toplanma, ders, danışma yeridir.
İran’da düğünler bile camide yapılır. Bir
Süleymaniye dendiğinde sadece camiyi
düşünüyorlar. Süleymaniye’de 13 değişik fonksiyon
vardır; ilkokulundan hastanesine kadar... Bunlar
cami yapınca altına
alışveriş merkezi yapıyorlar. Mimar Sinan
döneminde caminin harcına bir kuruş haram girerse, o
camide kılınan namaz geçerli değildir denir. Son
zamanlarda yapılan camilere bir de bu gözle bakalım,
acaba hangisinde namaz kılınabilir?

Kınalıada Camii İstanbul’daki
çağdaş tasarımlı camilerden... Mimarları ise Turhan
Uyaroğlu ve Başar Acarlı.
DOĞAN HASOL
(Hyatt Regency Duşanbe, Anadolu Sağlık Merkezi
mimarı):
Prensip olarak mimarlıkta kopya olmaz. Önemli
olan yeniyi yaratmak, yeni şeyler söyleyebilmektir.
Tıpkı diğer
sanat dallarında olduğu gibi... Ataşehir Mimar
Sinan Camii’nde ne yazık ki böyle bir şey yapıldı.
Sinan’ın taşla yaptığı eser, kaç yüzyıl sonra
betonarmeyle taklit edilmeye çalışıldı. Olacak şey
değil. Türk mimarlığı için çok büyük bir kayıptır.
Buna bakan yabancı mimarlık çevreleri, “Türk
mimarisi burada mı?” diyecekler. Böyle bir eserin
Türkiye mimarlığın yüceltecek şekilde yapılması
gerekirdi. Bu fırsat kaçırılmıştır.
Bu büyüklükte bir yapı yapacaksanız, yarışmaya
açacaksınız. Çamlıca için bir yarışma açılmış ama
öyle yarışma olmaz. Verilen sürede böyle bir
projenin yapılması mümkün değil. Bu sürede
İstanbul’a değil simge bir cami, çöp istasyonu
yapamazsınız. Türkiye’de mimarlık çok ciddi bir yere
geldi, dünya çapında başarılar kazanılıyor. Bunları
göz ardı ederek, geçmişi kopya etmek suretiyle bir
yere gidemeyiz.
Vedat Dalokay’ın İslamabad’da yaptığı cami çok iyi
ve dünya çapında bir örnek. Hatta Doğan Kuban’ın
iddiasına göre dünyanın en güzel camisi. Behruz ve
Can Çinici’nin
TBMM Camiileri var iyi bir örnek olarak...
DOĞAN TEKELİ (Selenium Residence, Metro City, İş Kuleler,
Ciner
Medya mimarı):
Mimar Sinan’ın camisinin benzerini Ataşehir’de,
yüksek binaların gölgesinde yapmak, eminim Sinan’ı
müthiş üzmüştür. Orada bir şehir tacı olan Selimiye,
burada bu binaların gölgesinde adeta
karikatürleşmiş. Cami herhangi bir işlev yapısı
değil. İnsanı tanrıyla buluşturacak bir atmosferin
yaratılması lazım. Uhrevi, yalın, tanrıya yakın,
günlük hayattan insanı bir dereceye kadar ayıracak
bir yapı olması bence tercih edilir. O bakımdan
Karacaahmet’teki
Şakirin Camii’nin çok dekolte olmasını da biraz
yadırgıyorum. Her ne kadar açık havada da namaz
kılınabilirse de, caminin bir miktar kapalı olması
içeri girdiğimizde dünyadan ayrı, uhrevi aleme girme
hissinin yaratılması gerekir. Dalokay’ın
İslamabad’daki camii, çağdaş cami mimarisinin çok
başarılı bir örneği.
Çamlıca Camii yarışmasının
şartnamesine baktım, diyor ki “Seçilen eserler telif
haklarını peşinen derneğe devretmiş olurlar. Ve
seçilen eserlerden birine bu iş verilirse
Bayındırlık Bakanlığı ücret tarifesinin en az yüzde
40’ı tenzilat yapacağını peşinen kabul eder”. Bu
kafayla sanat eseri yaratılır mı? Bunlar, yapıyla
ilgili sığ bir kültürün ifadesidir.
HASAN
ÇALIŞLAR
(Medina Turgul Tuzambarı,
TBWA Maya Uptown, Zekeriyaköy Ovidien mimarı):
Ataşehir Mimar Sinan Camii, ülkemizde son elli
yıldır süregelen basmakalıp ve tarihi formların
taklidi olmaktan ileriye gidememiş, bir söz
söylemeyen, fikirden mahrum bir yapı. Ülkemizdeki
genel mimari seviyeyle son derece orantılı.
İslami toplumların modernleşmesinden bahsedildiği
bir dönemde, bu çağdaşlaşma eğiliminin mimarisinin
de ortaya çıkması için iyi bir fırsat kaçtı. Görünen
o ki, muhafazakar cephede kimse “Bu çağa ait cami
nasıl olmalı?” diye bir düşünce üretmiyor. Diğer
semavi dinlerin ibadethanelerine baktığımızda, çağa
uygun olarak değişen mimariyi takip edebiliyoruz.
Kimse gidip Notre Dame’ın ya da San Pietro’nun bir
taklidini yapma çabasında değil.
Çamlıca için iktidarın tutumu ise bu konuda fikir
üretenlerle dalga geçer gibi. “Ben böyle karar
verdim, böyle olacak” şeklinde bir yaklaşımla karşı
karşıyayız. Kolektif akıl ve profesyonel düşünce
popülist bir propaganda için yok sayılıyor. Çağdaş
camii, mekan organizasyonu, ihtiyaç programı ve en
önemlisi simgesel değerleri ile bugüne ait bir eser
olmalı. Bunun için suhulet ve sükunet içermelidir.
Lüzumsuz görsel kalabalıklardan arınmış olmalı.
Bu anlamda eski camilerden öğrenilecek çok şey
vardır. Ama bunlar biçimler ve strüktür değil,
manevi hislerdir. Sevdiğim camiler;
Roma Camii, TBMM Camii ve Kınalıada Camii.

Roma Camii, Avrupa’nın en
büyük camisi. 12 bin kişinin ibadet edebildiği
caminin mimarları Polo Portoghesi Vittorio Gigliotti
ve Sami Mousawi.
İHSAN BİLGİN
(Santralistanbul,
Ataköy Konutları, Osmanlı Bankası Müzesi mimarı):
Mimar Sinan Camii için ilk söyleyeceğim “Yerini
şaşırmış!” olurdu. Bu ölçekteki camiler; tarihi
yarımadada olanlar ve
Edirne Selimiye’de olduğu gibi “şehir tacı”
oluşturup kentin sıradan dokusunu domine
ettiklerinde yerlerini bulmuş oluyorlar. Bu caminin
yerini şaşırmış olmasıyla mimari işlevini
karşılayamaması bir yana, cami mimarisi açısından da
bir pozisyonu yok. Sorgusuz-sualsiz bir kopya zaten.
Çağdaş cami tasarımı yaparken her türlü malzeme
masanın üzerinde kullanılmaya hazır olmalı. Cami
için ayrı bir fikir geliştirmenin anlamlı olduğu
kanısında değilim. Caminin farkı, uhrevi ve manevi
auranın önceliği olsa gerek. Ama onun da bir şablonu
yok ve olmamalı; her seferinde yeniden
keşfedilmeli... Bu arada hep ihmal edilen Ulucami
tipolojisinin de yeniden mimari dağarcığımıza
katılmasının zenginleştirici olacağı kanısındayım.
Bugünün camileri arasında Alpaslan Ataman ve Nevzat
Sayın’ın birlikte tasarladıkları, ama henüz
yapılmadığı gibi, projesini de ortaya
çıkarmadıkları, benim çok benimsediğim bir örnek
var. Tabii Behruz ve Can Çinici’nin TBMM Camii de
iyi bir örnek.
MEHMET
KONURALP
(Karayolları Zincirlikuyu Tesisleri,
Sabah Gazetesi Medya Plaza Tesisleri,
Yemen Marib Vadisi Tasarımı, Sabah-ATV
Nişantaşı binası mimarı):
Türkiye’nin ibadet kültürü açısında mekan
kurgusunda bir kısırdöngü takip ediliyor. Roma’dan
beri büyük mekanı kapatabilmek için en uygun şekil
kubbedir. Fakat dini ritüele baktığınızda,
İslam dinindeki tapınma ritüelleri açısından
lineer kurgu daha doğru görünüyor. 1800’ün
ortalarından itibaren mekan kurgusunda hala o
kubbeyi devam ettirmiş Türk İslam mimarisi var. Ama
yenilikler de deneniyor. Bu sefer, Mimar Sinan
Camii’nde hiçbir şey denenmiyor. 2012’de hala basit,
uyduruk bir beton mekan kurmak en azından mimarca
düşünüldüğünde yazık.
Sözgelimi Behruz Çinici’nin TBMM Camii’nde yeniden
yorumladığı ögeler var. Mihrabı sorguya yatırdı,
kıble yönüne put kavramından bize kadar intikal
etmiş desenleri değil, camı yerleştirdi. Bu, büyük
bir katkıdır.
MELKAN
GÜRSEL TABANLIOĞLU
(Sapphire,
Marmara Forum AVM,
Kanyon, Levent Loft’un mimarlarından):
Nerdeyse 400 yıl sonra hala Mimar Sinan’ı
tekrarlamak, hiçbir ilerleme kaydedemediğimizi
simgeliyor. İslamın değerleri tabii ki değişmez. Ama
yapı teknolojisi imkanları, insanların yaşam ve
hareket biçimi gibi mimari de değişiyor.
Çağdaş cami mimarisini, erişimi kolay olacak
şekilde, insanların sadece ibadet için değil,
çeşitli vesilelerle bir araya gelmesine altyapı
hazırlayan bir külliye olarak ele almak gerekir.
Kütüphanesi, kıraathanesi, derslikleriyle eğitimin
de bir parçası olarak, entelektüel tartışmalara
mekan olacak şekilde bir kompleks
olabilir.
Ancak, bu işlevlerin barındırılması yapının ölçek
olarak büyük olmasını
ima etmez, yapının kapsayıcılığı her kesimi ve
farklılığı bir araya getirme amacında
yoğunlaşmalıdır.
Cemaat de bütüncül, ayrışma çağrıştırmayan bir
kavramdır zaten. Birbirlerine başka bir yerde
rastlamayacak kişilerin bir araya gelmesini teşvik
edecek bir yapılanma ve dolayısıyla mekansal kurgu
hedeflenmedir.
Formu bulunduğu araziye uyumla tasarlanmalı;
referansları İslami yapılar, Anadolu-Türk mimari
edepleri olduğu kadar günümüz mimarlığı ve sunduğu
imkanlar olmalıdır.
Bu anlamda Vedat Dalokay’ın Türkiye’de
gerçekleştiremediği, ama İslamabad’da inşa edilen
Kral Faysal Camii çağdaş bir ibadet merkezi
olmuştur.
Milliyet Pazar, Haber: Miraç Zeynep Özkartal,
29.07.2012
|
"DOĞANÇAY, MAVİ SENFONİ'Yİ ATÖLYEMDE YAPMIŞTI, 10
YIL MÜŞTERİ BULAMADIK"
Kurtuluş’ta 1975’te açtığı
galerisi
Galeri Baraz ile hem günümüz
sanat pazarının, koleksiyonerlerinin oluşmasına
öncülük eden isimlerden biri oldu hem de pek çok
sanatçıyı destekledi. Yahşi Baraz’dan bahsediyorum.
Şimdilerde Baraz, neredeyse 40 yıla uzanan sanat
geçmişini dev bir külliyatla okura sunuyor. Galeri
Baraz Yayınları’ndan çıkan ve Oğuz Erten’in kaleme
aldığı üç ciltlik “Türk Sanatına Yön Veren Sergiler
ve Yahşi Baraz’ın Büyük Sergileri” adlı
kitap
Türkiye’de sanat galericiliği anlamında bugüne
kadar yapılmamış bir çalışmayı ortaya koyuyor. 1845’ten
bugüne kadar Türk sanatının geçtiği yolları
anlatıyor. Yahşi Baraz ile geçmişten bugüne bir
sanat yolculuğuna çıktık; Oğuz Erten de sohbetimizde
kitaba dair notları aktardı...
Günümüz sanat pazarının öncü isimlerinden Yahşi
Baraz 40 yıllık sanat geçmişini üç ciltlik bir
kitapta anlattı. Baraz: “Burhan Uygur’a ‘Kapı’sı
karşılığında 72 milyona bir ev aldım. Ama 1.5 yıl
satamadım. Sonunda Erol Aksoy’a 75 milyona sattım. O
kadar büyük bir parayı bekletmek delilikti”
İlk açtığınız
sergi neydi?
Yahşi Baraz: İlk Can Göknil’in
resimleriyle benim yaptığım seramikleri sergiledim.
Sonrasında arka arkaya açtığımız sergilerde bir şey
satamadık. Bir tek 1975’in sonunda açtığımız Neşet
Günal sergisinde eser satabildik. O da Günal’ın
siyasi tavrı nedeniyle oldu. O dönemde sol tandanslı
bir hareket vardı Türkiye’de, o sergi çok
desteklendi.
Aziz Nesin, Yaşar Kemal geldi sergiye. Açılış o
kadar kalabalıktı ki bina çökecek sandım.
O dönemde, henüz bir sanat ortamı
oluşmamışken, neydi sizi sanat galerisi açmaya iten
neden?
Yahşi B.: 18-20 yaşındayım
Beyazıt Meydanı’nda her türlü arkeolojik eser
satılıyordu. Turistler gelip eser satın alıp
gidiyordu; tablolar, heykeller, arkeolojik
buluntular... Oraları gezerdim hep. Akademide hocam
Sabri Berkel hep müze gezin, kitap satın alın derdi.
Ben de hep müze gezdim
Avrupa’da. 1974’te
Amerika’ya gittim seramik sanatçısı olarak.
New York’taki seramik atölyesi kapanınca da bir
galeride çalışmaya başladım. Yedinci ayda “Dönüyorum
ben bu mesleği Türkiye’de yapacağım” dedim.
O günlerden bugüne gelen çok galeri
yok...
Yahşi B.: Çok mücadele ettik yoksa bizi
yiyip bitirmişlerdi. Çok kişi de uğraştı tabii.
Mesela ben o zamanlar Mehmet Güleryüz’den 300 dolara
resim alıyordum benden başka alıcısı yoktu. Ömer
Uluç, Güngör Taner, Adnan Çoker, Burhan Doğançay...
Şu an erişilmesi imkansız olan sanatçılarla samimi
bir şekilde çalıştık. Resmi satın alıyorum fakat
adam evine gidiyor düşman gibi oluyor; elimden
resimlerimi aldı ucuz fiyata diye. Hem satamıyorlar
hem ben 300’e alınca kızıyorlardı. Oysa ben de
350’ye zar zor satıyordum. Her aldığım resmi
zorlandım satarken. Ama mesela 1976’da Burhan
Doğançay sergisi yaptık. Ali Koçman geldi sergiye
Şakir
Eczacıbaşı ile birlikte. O sergide tüm eserleri
sattık, 125 bin liraya. Bu zamanın parasıyla
yaklaşık
1 milyon
dolar gibi bir para. Ama tabii nasıl oldu? Ali
Koçman 5-6 tane aldı, Şakir Bey satın aldı.
Arkadaşlarına tavsiye ettiler. Her
ressam için durum böyle değildi. Bir tek
Doğançay’da oldu bu.
Sizin gönlünüzde yatan ve iyi ki yaptım
dediğiniz sergileriniz hangileri?
Yahşi B.: İyi ki yaptım dediğim sergilerden
biri de “Türk resminde soyut eğilimler”. Türk
resminin soyut döneminin modasını yarattı o sergi.
Hiç para etmiyordu soyut resim. Koskoca Zeki Faik
İzer’in resmine
3-4 bin dolar fiyat koyuyorduk kimse almıyordu;
şimdi 400 bin lira falan istiyorlar.
Birtakım nedenlerden dolayı sergisini
yapamadığınız ama şimdi keşke sergisini açmış
olsaydım dediğiniz bir isim var mı?
Yahşi B.: Var; Adnan Çoker. Adnan Çoker’in
en güzel eserlerini ben sattım. 32 resmini almıştım.
Her biri 2 metre boyutunda resimler. 2000 yılında
kriz oldu ve o resimlerle kimse sergi açmak
istemedi.
Ben de tek başıma sergi masraflarını
karşılayamazdım. Maalesef o eserleri tek tek satmak
zorunda kaldım. Şimdi o resimler açık arttırmalarda
satılıyor.
Sizce Türkiye’nin önde gelen
koleksiyonerleri kimlerdir?
Yahşi B.: Belki Türkiye’de bin-iki bin kişi
resim almıştır ama bunların içinde önde gelenler Ali
Koçman, Erol Aksoy,
Mustafa Taviloğlu,
Halil Bezmen, Sema ve Barbaros Çağa, Oya ve
Bülent Eczacıbaşı, Can Elgiz, Cengiz
Çetindoğan’dır. Bu saydığımız isimlerin, 7-8 kişinin
topladığı resimlerle bir müze binası kurulmuş olsa o
müzeyi kimse geçemez. Ama bu isimlerden bazıları
çeşitli nedenlerle koleksiyonlarını elden
çıkarttılar.
Nasıl bir ilişkiniz vardı
koleksiyonerlerle?
Yahşi B.: O yıllarda resimlerin satışında
ticari bir gaye yoktu. Alanlar ben bundan para
kazanacağım diye resim almadılar. Sevdiler,
hayatlarının bir parçası olarak gördüler. İki defa
çok büyük kriz geçirdi Galeri Baraz. İlkinde
Sema-Barbaros Çağa yardımcı oldu. İkinci ekonomik
krizde, 2000’li yılların başında Oya ve Bülent
Eczacıbaşı olmasa biz batmıştık. Sema ve Barbaros
Çağa ile Oya ve Bülent Eczacıbaşı, galerinin ayakta
durmasını sağlayan isimlerdir.
Günümüz koleksiyonerlerini, sanata bakış
açılarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yahşi B.: Özellikle 2000’li yıllardan sonra
bir
grup oluştu. Bu kişiler hem borsada oynadılar
hem de resim ve heykel üzerinde. Bir havuza para
koydu 5-10 kişi tablo satın aldı. Sonra da o
tabloları açık artırmalara verdiler. Açık
artırmalarda kendileri o tablonun fiyatını
arttırdılar. Yani suni bir fiyat artışı oluştu. Bu
durum sanatın gelişmesi anlamına gelmez, bilakis
geri gitmesidir. Bir eser 10-20 sene sonra gerçek
değerini bulur. İleride iyi yapılmış, kötü yapılmış
koleksiyonlar ayıklanacak. Bende iki bin resim var
diyor bir koleksiyoner mesela. Ama ne aldın sen
diyeceksin. O iki bin resimden belki 1900 tanesi çok
berbat. Sayı önemli değildir koleksiyonda. Mesela
Beyeler Foundation “Koleksiyonumda 300 resim var”
diyor. Ama hepsi başyapıt; Picasso, Miro... Üç bin
resmin olsa ne olur?
Kitap fikri nasıl doğdu?
Oğuz Erten: Yahşi Bey bir gazete kupürüyle
geldi yanıma. 1975 tarihli bir gazete; “Türkiye’nin
en büyük mekanına sahip sanat galerisi açılıyor.”
Galeri Baraz’ın açılış tarihini gösteren bir gazete
kupürüydü bu. Yahşi Bey, açtığı sergileri bir araya
getirecek bir kitap planlıyordu. Çok da güzel bir
düşünceydi ama 1975 öncesinde neler olmuş, bunu da
ortaya koymalıyız dedim. Dolayısıyla ilk ciltte
1845’te
Çırağan Sarayı’nda açılan ilk sergiden 1975’e
kadar Türk sanatına yön veren sergileri bir araya
getirdik. İkinci cilt Yahşi Baraz’ın açtığı önemli,
büyük sergileri ele alıyor. Üçüncü cilt ise zaman
içerisinde kendini yaptırmaya mecbur etti. O kadar
çok doküman oluştu ki!
çüncü ciltte Yahşi Bey ile
yaptığımız sanat hayatını anlatan uzun bir
söyleşi, koleksiyonerlerin onun hakkındaki
sözleri ve sanat fuarlarında yapılan sergiler var.
Yahşi B.: Türkiye’de ‘70’li
yıllardan sonra başlamıştır galericilik, resmin
parasal meta haline dönüşmesi. Bunu da ilk biz
başlattığımız için çok eleştiri aldık. Her
yaptığımız şeyde sanki sanatçıları aldatıyormuşuz,
ellerinden en kıymetli eserlerini alıyor, onların
üstünden para kazanıyormuşuz gibi bir imaj doğdu. Bu
imaj ancak bu tip yayımlarla kırılabilir.
Kitabın hazırlanışı ne kadar sürdü?
Oğuz E.: Üç yıla yaklaşıyor. Kaynakça
anlamında Türk sanatı alanında tüm kaynaklar içinde
mevcut. Ayrıca yaklaşık 20 bin görsel tarandı,
kitapta iki bin 500 görsel bunun içinde. Görsellerin
yüzde 90’ı da Galeri Baraz arşivinden.
Bugün piyasada satışa sunulan Fahrelnissa
Zeid’in tablolarının çoğunu
Ürdün’den sizin getirdiğiniz söyleniyor...
Yahşi B.: Kimse ilgilenmiyordu Zeid’le. Ama
ben onun önemli bir sanatçı olduğunu biliyordum;
‘64’te Güzel Sanatlar Akademisi’nde sergisi olmuştu
hayranlıkla izlemiştim. Sonra resimleri
Paris’te
Arap Kültür Merkezi’nde sergilendi, ‘89’da.
Oraya da gittim. Döndüğümde bir Zeid sergisi
yapmalıyım dedim. Ürdün’e gittim üç-dört kez. Orada
mükellef bir hayatı vardı Zeid’in. Çünkü Kral
Hüseyin’in amcasıyla evliydi. Resim satmayı falan da
sevmiyordu Zeid. 1991’de vefat etti. Oğlu Prens Raad
ile konuştum, “Haklısın annemi burada anlamazlar
size verelim eserleri sergi açın” dedi. Buraya
yaklaşık 50 Zeid resmi getirdim. Erol Aksoy’un
vakfıyla sergisini yaptık.
İstanbul Modern’deki Zeid tabloları benim
sattığım resimler. 4-5 bin dolardı şimdi 1 milyon
dolar istiyorlar. Ayrıca Zeid’in oğlu Nejad
Devrim’in de ilk yaptığı soyut resmi Paris’ten
getirmiştim.
Çok ucuza sattım, keşke satmasaydım
dediğiniz bir eser var mı?
Yahşi B.: Aslında bütün başyapıtları çok
ucuza sattık. Mesela Burhan Uygur’un “Kapı”sı.
Burhan Uygur bana geldi, ev almak istiyorum yardım
et diye. Ben de ona Suadiye’den şu anda karısının
oturduğu evi aldım; 72 milyon 500 bin liraya o
zamanın parasıyla. O da bana karşılığında “Kapı”yı
ve de kırmızılı bir resmini verdi. “Kapı”yı aldım
ama bir türlü satamıyorum. 1.5 yıl sonra Erol
Aksoy’a sattım, 75 milyona. Sattım kurtuldum, 1.5
yıl o kadar büyük bir parayı bekletmek delilikti.
Sonra
TMSF el koydu Aksoy’un eserlerine ve müzayedeye
çıkardı. Bülent Eczacıbaşı’na “Bu eser bir milyon
dahi olsa alacaksınız” dedim o da “Tamam” dedi, 138
bin TL’ye aldı. Bugün o kapıyı açık arttırmaya
koysalar 2 milyon dolar eder.
Türk sanatının en pahalısı olan
“Mavi Senfoni”yi de siz sergilediniz...
Yahşi B.: Evet zaten bu binada
yapıldı o resim. 1987 yılında. O dönem
Eczacıbaşı’nın öncülüğünde Askeri Müze’de açılan
büyük sergide yer alan Doğançay’ın “Muhteşem Çağ”,
“Mavi Senfoni” ve “Mimar
Sinan”ı bu atölyede yapıldı. Ben o resimleri
senelerce satmaya çalıştım. Fakat başarılı olamadım.
Dolayısıyla iade ettim Doğançay’a. Sonra beklenmeyen
bir fiyata piyasada rekor kırdı “Mavi Senfoni”.
Aşağı yukarı 10 sene bende kaldı “Mavi Senfoni”.
Koyduğumuz fiyatlar da 4-5 bin dolardı. Kimse almadı
çünkü o tür resim satılmıyordu o yıllarda.
İlk satın aldığınız resim hangisiydi
hatırlıyor musunuz?
Yahşi B.: İlk 1966’da Utku Varlık’ın bir resmini
satın aldım, Akademi’de öğrenciydim. Okuldan
arkadaşımdı zaten. Sonra o resmi 2009’da Bülent
Eczacıbaşı satın aldı.
Milliyet Pazar, Haber: Yasemin Bay, 29.07.2012
|
7,7 MİLYON LİRALIK SAHTE TABLO DAVASI

Dünyanın en zengin adamlarından, petrol devi
Viktor Vekselberg’e satılan bir tablonun sahte
olduğu şüphesi üzerine İngiltere Yüksek Mahkemesi
ünlü müzayede evi Christie’s’in 2.7 milyon sterlin
(7.74 milyon TL) ceza ödemesine karar verdi. 20
gündür süren dava, önceki gün karara bağlandı.
Vekselberg, 2005’de
Londra’da yapılan müzayedede Rus sanatçı Boris
Kustodiev’in “Odalisque” adlı çalışmasını, tahmin
edilenin 10 katında bir bedelle, 1.7 milyon sterline
(4.87 milyon TL) satın aldı. Ancak Vekselberg’in
sanat fonunda çalışan uzmanlar, resmin
orijinalliği konusunda şüpheye kapıldı. Şüphenin
çıkış noktası, 1919 tarihli tablodaki imzanın,
1927’de kullanılmaya başlanan bir aluminyum bazlı
renklendirici içeren bir boya ile atılmış olmasıydı.
Vekselberg’in davasına bakan mahkeme, bu iddiaları
haklı buldu ve Christie’s’in tablonun bedelinin yanı
sıra masraflar için de
1 milyon
sterlin (2.87 milyon TL) ödemesine karar verdi.
Davada, Christie’s’in ihmaline veya tabloyu yanlış
tanıttığına dair iddialar dikkate alınmadı ancak
‘kanıtlar doğrultusunda tablonun Kustodiev’in
olmadığı’ hükmüne varıldı.
Karar karşısında şaşkın ve üzgün olduklarını
açıklayan Christie’s yöneticileri, “Christies’in
ihmali olmadığı yönündeki karardan memnunuz. Ancak
bu tablonun orijinal olduğuna dair inancımızı
koruyoruz ve hukuki seçeneklerimizi
değerlendiriyoruz.”
Milliyet, 29.07.2012
|
HACİVAT İLE KARAGÖZ'Ü TEMSİL EDİYOR MU?

Bursa'da belediye
tarafından 850 bin liraya yaptırılan ve Hacivat ve
Karagöz'ü temsil ettiği öne sürülen
Yüzen Taşlar Heykeli tartışma konusu oldu.
Güney Marmara Doğal ve Kültürel Çevreyi Koruma
Derneği Genel Başkanı Adnan Önürmen, heykelin
Karagöz ve Hacivat'ı kesinlikle temsil etmediğini,
içinde makine bulunan taşlar olduğunu öne sürdü.
Mimarlar Odası Bursa Şubesi Başkanı Nizamettin Kaya
da bu görüşe destek verdi. Heykeli yaptıran Bursa
Büyükşehir Belediyesi'nin Kültür A.Ş. Genel Müdürü
Rıfat Bakan ise, dünyada bir benzerinin daha
olmadığını söylediği heykeller için "İki heykel de
Hacivat ve Karagöz'ü temsil ediyor. Suyla hareket
eden taşlardan daha küçük olanı, munis karakterli,
eğitimli ve nüktedan Hacivat'ı, diğeri ise daha ağır
ve kaba olanı, tepesinden sular fışkıran heykel de
öfkesiyle Karagöz'ü temsil ediyor" dedi. Kars'ta
Başbakan Erdoğan'ın 'ucube' diye nitelediği heykelle
gündeme gelen dünyaca ünlü heykeltraş Mehmet Aksoy
ise, "Heykel fotoğraf gibi olmaz, olamaz. Buradaki
de soyut bir çalışma ve iki taş kütle gayet başarılı
bir şekilde gölge oyununun iki karekteri olarak
hareketli hale getirilmiş. Hareketlerine de anlam
katılmış. Bence gayet başarılı bir soyut çalıma
olmuş" dedi.
Bursa'da Büyükşehir Belediyesi tarafından Bursa
Ticaret ve Sanayi Odası katkılarıyla heykeltıraş
Christian Tobin'e yaptırılan ve geçtiğimiz ay
açılışı gerçekleştirilen 'Yüzen
Taşlar Heykeli'nin Hacivat ve Karagöz'ü temsil
edip etmediği konusu tartışmaya neden oldu. Güney
Marmara Doğal ve Kültürel Çevreyi Koruma Derneği
(GÜMÇED) Genel Başkanı Adnan Önürmen, heykelin
Karagöz ve Hacivat'ı kesinlikle temsil etmediğini,
içinde makina bulunan taşlar olduğunu öne sürdü.
Önürmen, heykelin Karagöz ve Hacivat'ı kesinlikle
temsil etmediğini, içinde makina bulunan taşlar
olduğunu öne sürdü. Bursa'nın yeşili, bitki örtüsü,
doğası ve kültürü ile başta Türkiye olmak üzere
dünya milletlerinin dikkatini çekmeyi başarmış bir
tarih şehri olduğunu belirten Önürmen, şehrin
merkezine dikilmiş bu iki taşın, sanat, edebiyat,
tarih ve hayal dünyasının iki önemli figürü olan
Karagöz ve Hacivat ile uzaktan yakından hiçbir
bağlantı kurulamayacağını iddia etti.
Heykelin şekli nedeni ile toplumda rahatsızlık
yarattığını kaydeden Önürmen, "Şehrin göbeğine
dikilmiş olan ve 850 bin liraya malolan bu iki taş,
aslında Bursa'da yaşanan doğa katliamının da bir
anlamda sembolüdür. Mermer ocakları ile kirlenen
sular ve neticesinde bu suları içmek zorunda olan
köylüler, cezaevlerini andıran TOKİ binalarının
şehir merkezine yapılması, gelişi güzel imar
izinleri, kaçak yapılar bunlardan sadece birkaçı.
Altıparmak Caddesi'ne dönüp bir bakın. Esnaf kan
ağlıyor. Dükkanların tek tek kapandığı bir yere
böylesine yüksek bir maliyetle hiçbir anlam ifade
etmeyen bu makine heykelin yapılması trajikomik bir
tablodur" dedi. Önürmen, heykel yapılmasına karşı
olmadıklarını ama stadyumun hemen karşısındaki bu
alana Şampiyon Bursaspor'un heykelinin yapılmasının
çok daha anlamlı olacağını ifade etti.
Bursa Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Genel Müdürü
Rıfat Bakan ise, dünyada bir benzerinin daha
olmadığını söylediği heykeller için "İki heykel de
Hacivat ve Karagöz'ü temsil ediyor. Suyla hareket
eden taşlardan daha küçük olanı, munis karekterli,
eğitimli ve nüktedan Hacivat'ı, diğeri ise daha ağır
ve kaba olanı, tepesinden sular fışkıran heykel de
öfkesiyle Karagöz'ü temsil ediyor. Heykellerin dönüş
hareketleri bile Hacivat ve Karagöz'ün
hareketleriyle uyumlu. Birbirleriyle sohbet eder
şekilde reveransları var. Gece arkadan
ışıklandırılıyor, bu da gölge oyununu temsil ediyor.
Aslında bunları soyut birer tablo gibi düşünmeli"
dedi. Heykellerin maliyetinin şelale ve diğer
ekipmanlarıyla birlikte 639 bin lirdaya malolduğuna
dikkat çeken Bakan, "Heykellerimizde mühendislik
felsefesi var. Dünyada eşi benzeri yok. Taşların
üzerendeki çizgilerin bile anlamı var. Onlar da
Osmanlı mimarisini temsil ediyor. Tabiki soyut olan
bir şeyi bu kadar anlatmamak lazım. Eleştiriler de
olabilir" dedi.
Mimarlar Odası Bursa Şubesi Başkanı Nizamettin Kaya
da, ikisi 46 ton ağırlığındaki heykellerin hiçbir
estetiğinin oılmadığını, kesinlikle Hacivat ve
Karagöz'ü de temsil etmediğini söyledi Kaya,
"Heykeller bir bütünün parçası olmalı. Buraya bu
heykelleri kafalarına göre koydular. Bu meydan
planlanırken de biz bir çok şey anlattık, yol
gösterdik. Hiç biri göz önüne alınmadığı gibi şimdi
bu heykeller dikildi. Bana göre hiç bir şekilde
Hacivat ve Karagöz'ü temsil de etmiyorlar da
simgelemiyorlar da" dedi.
Başbakan Erdoğan'ın Kars'ta yaptığı heykelleri için
ağır eleştiride bulununduğu Dünyaca ünlü heykeltıraş
Mehmet Aksoy ise, yaşanan tartışmaların heykele
bakış açısının yanlışlığından kaynaklandığını
söyledi. Aksoy, "Heykel fotoğraf gibi olmaz, olamaz.
Buradaki de soyut bir çalışma ve iki taş kütle gayet
başarılı bir şekilde gölge oyununun iki karekteri
olarak hareketli hale getirilmiş. Hareketlerine de
anlam katılmış. Bence gayet Başarılı bir soyut
çalıma olmuş" dedi.
Habertürk, 29.07.2012
|
ASLANTEPE'DE KAZILAR 15 AĞUSTOS'TA BAŞLIYOR

Anadolu’da, ilk devletin
kurulduğu yer olarak bilinen
Malatya’daki Aslantepe Höyüğü’nde bu yılki
kazılara 15 Ağustos’ta başlanacağı bildirildi.
İtalyan Roma "La Sapienza Üniversitesi"
arkeologları tarafından yapılmakta olan
kazıların bu yıl 1,5 ay sürmesi bekleniyor.
Kazı, İtalyan Arkeolog Prof.Dr. Marcella
Frangipane’nin başkanlığında gerçekleştiriliyor.
Kazı alanı dışındaki bölümlerin açık hava müzesi
olarak düzenlendiği Aslantepe Höyüğü’nde
çıkarılan eserler
Malatya
Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.
Anadolu’da ilk devletin kurulduğu yer olarak
bilinen Aslantepe Höyüğü hakkında bilgi şöyle:
“Malatya merkez Orduzu beldesinde bulunan
Aslantepe Höyüğü, binlerce yıl üst üste yığılan
pek çok yerleşim tabakasından oluşmaktadır. MÖ
5 bin yıllarından MÖ 712 tarihindeki asur
istilasına kadar şehir olarak varlığını sürdüren
tepe daha sonra uzunca bir süre terk edilmiştir.
MS 5-6. yüzyıllar arasında Romalılar
tarafından kullanılmış ve daha sonra Bizans
nekropolü (mezarlık) olarak yerleşimini
tamamlamıştır.
İlk kazılar 1930'lu yıllarda Fransız
arkeologlar tarafından yapılmıştır. Kazılarda
taş üzerine alçak kabartma ile dekore edilmiş
avlu ve giriş kapısının iki yanında iki aslan
heykeli ve karşısında devrilmiş bir kral heykeli
ile Geç-Hitit Sarayı bulunmuştur. Bu eserler
hala
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde
sergilenmektedir.
1961 yılından günümüze kadar devam eden ve
İtalyan ve Roma "La Sapienza Üniversitesi"
arkeologları tarafından yapılmakta olan kazılar,
Aslantepe'nin tarihini daha erken dönemlere
taşıyarak önem kazanmasını sağlamışlardır.
Höyükte yapılan kazı sonucunda MÖ 3300-3000
yıllarına ait bir kerpiç saray, MÖ3600 -3500
yıllarına ait bir tapınak, binlerce mühür
baskısı, kaliteli metal eserler bulunmuştur.
Elde edilen veriler, o dönemde Aslantepe'nin,
aristokrasinin doğduğu ve ilk devlet şeklinin
ortaya çıktığı resmi, dini ve kültürel bir
merkez olduğunu gösteriyor.
MS 5000 yılı sonundan
MS 4000 sonuna
kadar olan zaman süresi içinde güneydeki önemli
tarihsel olaylarında belirgin yansıdığı
Malatya'nın bu bölgesi, her ne kadar Yukarı
Mezopotamya'nın bir parçasını oluşturmaktaysa da
tam anlamıyla yerel özelliklerini yitirmemiştir.
MÖ 2000 yılında Aslantepe, Fırat Nehrine
doğru genişleyen Hitit İmparatorluğu'nun şehri
olarak kullanılmıştır. Tepenin Kuzey Doğu
yamacına açılan şehir kapısı ve galerisi ile
Orta Anadolu Hitit kentlerine benzeyen etrafı
toprak urla çevrili bir Hitit şehridir.
MÖ 1200 yıllarında Hitit imparatorluğu'nun
çöküşünde Doğu Anadolu Geç Hitit başkenti olarak
Aslantepe, Asur kralı Sargon tarafından tamamen
yakılıp yıkılmıştır.
Uzunca bir dönem terk edilen sonra Malatya
ovasına gelip Eski Malatya'ya gelip yerleşen
Romalılar, buluntulara göre höyük üzerinde basit
bir yerleşim kurmuşlardır. Bölge daha sonra
Bizans döneminde höyük nekropol (mezarlık) alanı
olarak kullanılmıştır.
Star Gündem, 29.07.2012
|
TARİH YAĞMASINA İZİN YOK

Isparta’da, jandarma
ekipleri tarafından kaçak kazı yapıldığı tespit
edilen bir bölgede yapılan incelemede, Geç Roma ya
da Bizans dönemine ait olduğu düşünülen bir
kilisenin kalıntılarına rastlandı.
Edinilen bilgiye göre,
Isparta Jandarma Komutanlığı ekipleri, merkeze bağlı
Büyükgökçeli beldesinin yaklaşık 1,5 kilometre kuzey
doğusunda yer alan Kaletepe mevkisinde kaçak kazı
yapıldığını tespit etti.
Bölgede güvenlik önlemi
alan Jandarma ekipleri, durumu Isparta Kültür ve
Turizm Müdürlüğü’ne bildirdi. Kültür ve Turizm
Müdürlüğü ile Isparta Müze Müdürlüğü yetkililerinin
alanda yaptıkları incelemede, mozaik tabanlı bir
yapı tespit edildi. Geç Roma ya da Bizans dönemine
ait bir kilise olduğu düşünülen yapıda kurtarma
çalışmaları başlatıldı.
Isparta Kültür ve Turizm
Müdürü Abdullah Kılıç, kazı alanında gazetecilere
yaptığı açıklamada, tarihi yapılar açısından zengin
Isparta ve ilçelerinde zaman zaman kaçak kazılara
rastladıklarını söyledi.
Jandarma Komutanlığı
ekiplerince de Kaletepe mevkisinde kaçak kazı
yapıldığının tespiti üzerine bölgede yaptıkları
araştırmada tarihi bir kalıntılara rastladıklarını
anlatan Kılıç, "Burada Geç Roma ya da Bizans
dönemine ait olduğunu düşündüğümüz çok güzel bir
kilise ve mozaiklere rastladık. Bu doğrultuda
kurtarma çalışmalarına başlandı. Çalışmalar
tamamlandığında yapıyı kentimizin zengin tarihi
eserleri arasında, herkesin görebileceği,
beğenebileceği bir mekan haline getirmek istiyoruz"
dedi.
Kazı çalışmalarını
yürüten Ankara Üniversitesi Başkent Meslek
Yüksekokulu Müdürü Doç.Dr. Hande Kökten ise
çalışmalarda bulunan mozaiklerin çok iyi durumda
olduğunu söyledi. Şanslı bir durumla karşı karşıya
olduklarını kaydeden Kökten, daha ayrıntılı bir
incelemenin ardından koruma çalışmaları hakkında net
bir bilgi edineceklerini ifade etti.
Mozaiklerin büyük bir
alanı kapladığını ve bu durumun koruma açısından
sorun teşkil edebileceğine işaret eden Kökten,
"Mozaikler, bu mimari yapının organik bir parçası,
dolayısıyla yerinde korunması son derece önemli"
dedi.
Isparta Müze Müdürü
Mustafa Akaslan, 15’e 30 metre büyüklüğünde bir
alanda 18 açmayla kurtarma çalışmalarını
sürdürdüklerini bildirdi. İlk izlenimlerine göre
yapının bazilikal yapılı olduğunu düşündüklerini
anlatan Akaslan, şöyle konuştu:
"Bazilika, antik Roma
döneminde kullanılan, kamusal ve dinsel işlevi olan
binalardır. Bunlar derinlemesine dikdörtgen ve sütun
sıralarıyla ayrılmış, orta nefli daha geniş, orta
neflin bitiminde absisi olan yapılardır. Roma
döneminde mahkeme binası olarak kullanılmış, yargıç,
yarı dairesel ve kubbeyle örtülü absiste oturup,
adaleti buradan yönetmiş. Bazilikalar zamanında en
uzun süre ismini ve işlevini sürdüren yapılardır.
Aynı zamanda Bizans döneminde de dinsel yapı olarak
bazilikal yapılı kiliseler yapılmaya başlanmış.
Buranın bazilikal planlı üç nefli bir Bizans
kilisesi olduğunu düşünüyoruz."
İlk çalışmalarda,
çeşitli geometrik biçimde kesilmiş mermer kaplamalı
tabanlara ve mozaik tabanlara rastladıklarını
belirten Akaslan, üst yapının da yerel taş küfekiden
yapılmış tonozlarla ve tuğlayla örtülü olduğunu
düşündüklerini kaydetti.
Öte yandan, Kültür ve
Turizm Müdürlüğü tarafından bölgede kaçak kazı
yaptığını öne sürülen beş kişi hakkında Cumhuriyet
Savcılığı’na suç duyurusunda bulunulduğu öğrenildi.
Isparta Kent Haber,
28.07.2012
|
KAZIDAN TARİH
FIŞKIRDI

Kayseri’nin İncesu
İlçesi'nde Bülent Yalman isimli vatandaşın merak
üzerine yaptığı kazı, İl Kültür Müdürlüğü tarafından
devam ettirildi. Kazıda Roma dönemine ait olduğu
tahmin edilen mozaikler ortaya çıkarıldı.
Kayseri’nin İncesu
İlçesi'ne bağlı Örenşehir Mahallesi’nde 1980 yılında
babasının ahır temeli attığı sırada tarihi eserlere
rastladığını ancak çekilen fotoğrafların siyah beyaz
olması nedeniyle yetkililerin ilgilenmediğini
söyleyen Bülent Yalman, “Geçtiğimiz yıl ben sırf
merak ettiğim için ahırda kazı yaptım. Jandarma
benim hakkımda kaçak kazı yapmaktan işlem yaptı”
dedi.
İl Kültür Müdürlüğü’nün
konu ile ilgilendiğini anlatan Yalman, “Haziran
ayının sonunda arkeologlar tarafından burada bir
çalışma gerçekleştirildi. Yaklaşık bir ay boyunca
süren çalışmalar sonrasında bizim ahırın 30 metre
ilerisinde bulunan çocuk parkına kadar olan bölümde
mozaikler ortaya çıktı. Kılıç figürlerinin ve hayvan
figürlerinin olduğu mozaiklerin çeşitli olması 10
kişilik kazı ekibini de çok şaşırttı” diye konuştu.
Tarihi eserlerin
bulunduğu bölümde daha önceden bir kanalizasyon
inşaatı ve iki içme suyu şebekesi çalışmaları
yapıldığını söyleyen Yalman, “Arkeologların yaptığı
çalışmalarda, kanalizasyon ve içme suyu şebeke
çalışmaları sırasında mozaiklerin sütun başlarına
zarar verildiği ortaya çıktı” dedi.
Yalman, kendi arazisi ve
mahallenin çocuk oyun parkı yakınlarında bulunan
mozaikler için yarım kalan çalışmanın hafta içinde
devam edeceğini söyledi.
İl Kültür Turizm Müdürlüğü yetkilileri de
çalışmaların sürdürüldüğünü, tarihi eserlerin Roma
dönemine ait olduğunu tahmin ettiklerini bildirdi.
Kayseri Kent Haber,
28.07.2012
|
FETHİYE'DE BİR TAPINAK GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI

Fethiye’nin Kemer beldesine bağlı Yaka Köyü’ndeki
Tlos antik kentinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
Akdeniz Üniversitesi ile sürdürdüğü kazı
çalışmalarında MÖ 3. yüzyılda kullanıldığı sanılan
bir tapınak gün yüzüne çıkartıldı.
Akdeniz Üniversitesi’nden 26 bilim üyesi ile
Japonya’dan 8 kişilik ekibin sürdürdüğü 2012 Tlos
antik kenti kazı çalışmaları sırasında Roma
Dönemi’nde en büyük tanrının tapınağı olarak kabul
edilen Kronas Tapınağı ortaya çıkarırken, bu
Likya’nın “Gök Tanrısı” yani en büyük tanrısı
Türgas’ın tapınağı olduğu ve 3. yüzyılda
kullanıldığı ifade edildi.
Akdeniz Üniversitesi’nden
Prof.Dr. Taner
Korkut’un kazı başkanlığını yaptığı Tlos Antik
Kent’te ortaya çıkarılan kültürel mirasların
geçmişinin 11 bin yıl öncesine dayandığı kazı
çalışmalarının tiyatro, tapınak, Girmeler Mağarası,
kent bazilikası stadyum alanında devam ettirildiği
bildirildi.
Japonya, Tokyo, Rikkyo
Üniversitesi’nden Prof Dr. Satoshi Drano’nun da
ekibi ile katıldığı kazı çalışmaları, aşırı sıcak
altında yapılıyor. Japon ekip, kent bazilikasında
çalışma yaparken, çalışmalarının ana sponsorunun
Kültür ve Turizm Bakanlığı olduğu kaydedildi.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Taner Korkut, tapınağın
ortaya çıkarılmasına “Tapınağın ortaya çıkarılmasına
çok ağırlık verdik. Burası çok önemli bir yer. Biz
şuanda Roma dönemi ismi ile Kronas tapınağındayız.
Kronos tapınağı demek en büyük tanrının tapınağı
demek. Burada rastladığımız tapınak Türkiye’nin
hiçbir yerinde yok. Bu Likya’nın Gök Tanrısı yani en
büyük tanrısı Türgas’ın tapınağı. Roma döneminde bu
kronas adını almış ve tüm imparatorlar döneminde
yeniden inşa edilerek, en son MÖ. 3. yüzyılda
kullanılmış. Bu alan tüm zamanlarda Tlos’ta kutsal
bir alan. Önce bir tapınak, daha sonra sinagog ve en
sonda bir bazilika yapılıyor. Yani üç farklı din,
farklı inanış, bu kutsal alanda yaşatılıyor. Daha
çok işimiz var. Daha bitmedi. Tek yaptığımız şey
tapınağın podyumunu ve kendisini ayağa kaldırmak.
Aynı zamanda 800 blok buradan kaldırıldı. Bilgisayar
ortamında restorasyon projesi hazırlandı. Eğer
ödenek bulabilirsek yarın bu yapının restorasyonuna
başlayabiliriz. ve çok kısa sürede güzel de korunmuş
bu yapı; 2-3 ay içerisinde ayağa kaldırılabilir.
Daha sonraki çalışmalarımız bunun etrafında
sürdürülecek. Şimdi ağırlımızı bazilika’ya yani
başka bir dinsel yapıya verdik” dedi.
“Tapınağın tarihsel olarak bir şeyi yok. Çünkü
Roma döneminden çok daha önceki dönemlere ait
elimizde yapılar ve kalıntılar var. Ama Tlos’un tek
tapınağı olması bakımından çok önemli. Hiç Tlos’ta
daha önce bir tapınak kazmamıştık. İlk defa bir
tapınak kazmamız bakımından da önemli” diyen
Prof.Dr. Taner Korkut, şunları söyledi: “2012
çalışmalarına 3 Mayıs’ta başladık.
3 Mayıs ile 15 Haziran arası kazıbilite
çalışmaları yaptık. 15 Haziran’dan buyana da kazı
çalışmalarımız yürütülüyor. Ekibimizde yaklaşık 26
tane bilimsel üyemiz var. 8 tanede yabancı uyruklu
Japonya’dan ekibimiz var. Kentin değişik
merkezlerinde çalışmalar yürütüyoruz. Bunlardan biri
stadyum alanı üzerinde bulunduğumuz. Girmeler
mağarası, tiyatro, tapınak, krons tapınağı, kent
bazilikası olmak üzere farklı noktalarda aynı anda
çalışmalara sürdürüyoruz”
haberler.com, 28.07.2012
|

|
100 MİLYON YILLIK DEV İSTRİDYE
İngiltere ile Fransa’yı ayıran Manş Denizi’nde 20 santimetre kalınlığında, 18 santimetre genişliğinde, 100 milyon yıllık olduğu tahmin edilen bir istiridye fosili balıkçıların ağına takıldı.
Fosil, normal bir istiridyeden 10 kat daha büyük. İstiridyenin yaşı kabuğundaki halkalardan tahmin ediliyor. İstiridyenin içinde inci olup olmadığı merak konusu olurken uzmanlar, “Tarih öncesinden kalma istiridyenin içinde inci olmasına imkan yok” açıklaması yaptı. Uzmanlar şimdi istiridyeyi tomografi yaparak inceleyecek.
Hürriyet, 28.07.2012
|
VE KARŞINIZDA KRAL SUPPİ!

Türkiye dahil, tüm arkeoloji dünyasının merakla
beklediği heykel dün tanıtıldı. Hatay Reyhanlı’da
bulunan heykel Hitit Kralı Suppiluliuma’ya ait
çıktı. Bakan Günay,
“Böyle bir eserin dünyada benzeri yok. Hiç bu kadar
gösterişli kral heykeli görmedim” dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, “Çok
önemli bir heykel bulduk” geçen hafta gündeme
getirdiği ancak detaylarıyla ilgili hiçbir bilgi
vermediği o heykel nihayet dün tanıtıldı. Hatay’ın
Reyhanlı İlçesi'ne bağlı Demirköprü Köyü yakınlarında
bulunan Tell Tayinat Höyüğü’nde ortaya çıkarılan
heykelin Hitit dönemine ait olduğu belirlendi.
Toronto Üniversitesi’nden Prof.Dr. Timothy Harrison
ve ekibi tarafından bulunan heykelin Hitit Kralı
Suppiluliuma’ya ait olduğu belirlendi. İncelemelerde
bulunmak üzere kente gelen Bakan Ertuğrul Günay,
Hatay Arkeoloji Müzesi’nde Toronto Üniversitesi’nden
Prof.Dr. Timothy Harrison başkanlığında yapılan
kazı çalışmasında ortaya çıkarılan eserin tanıtımı
için düzenlenen törene katıldı.
Prof.Dr. Harrison başkanlığındaki ekibin 2004
yılından bu yana kazılar yaptığını belirten Günay,
bölgede çalışan ekibe buldukları eser nedeniyle
ülke, dünya ve arkeoloji bilimi, tarihi adına
teşekkür etti. Ekibin, haziran ayının sonunda çok
önemli ve Anadolulu figürler bulduklarını belirten
Günay, “1.5 metre yüksekliğinde, yaklaşık 1.5 ton
ağırlığında 2 buluntu ortaya çıkarıldı. Bir
tanesinin bilimsel bilgilere göre, bir kral
heykelinin üst kısmı olduğu anlaşılıyor. Sakallı,
bukleli saçlı, kollarında özel bir takım bileklikler
var. Bir elinde mızrak, bir elinde başak tutarak hem
savaşmayı hem üretmeyi kendi halkı için şiar
edindiği anlaşılıyor. Heykelin arka kısmında yazı
var. Hemen yanında da bir kanatlı boğa ve aslan
heykeli var. Bunlar milattan bin yıl önceye kadar
tarihleniyor. Yani günümüzden 3 bin yıl önceye kadar
gidiyor. Bu bölgede Geç Hitit dönemlerinin önemli
anıtsal eserleri olduğu bu buluntulardan da
anlaşılıyor. Zaten önceki yıllarda da benzer bazı
buluntular ortaya çıkarılmıştı” diye konuştu.
Bölgeden, gelecek kazı döneminde de buna benzer
güzel eserlerin ortaya çıkarılacağına inandığını
kaydeden Günay, şunları kaydetti: “Bu eser oldukça
Anadolulu bir buluntu. Roma, Yunan eseri, devamı
değil. Ya da Batı Anadolu’da gördüğümüz eserlerden
oldukça farklı. Bölgeyi çağrıştıran bölgeyi
simgeleyen motifler bulunan Anadolulu önemli bir
heykel. Bazalt taşından yapılmış. Gözleri de takma,
ayrıca özel taştan yapılmış siyah beyaz. O kralın da
gözleri etkileyici ki özel olarak vurgulanmaya
çalışılmış. Heykelin alt yarısı ne yazık ki şu anda
bulunamadı. Tahrip olmuş bir ölçüde. Ancak, üst
yarısı bileklerden yukarısı sapasağlam vaziyette.
Ben böyle bir heykeli ilk olarak görüyorum. Bunun
eşi benzeri ne ülkemizde ne de dünyada olduğunu
sanmıyorum. Yurt içinde ve yurt dışında kendi
kendini ifade eden bu kadar gösterişli bir kral
heykeli görmedim.” Günay, Hatay Arkeoloji Müzesi’nde
bulunan eserin, kazı ve müze ekibi tarafından
rehabilite edileceğini, yakın bir gelecekte de
eserin teşhire çıkacağını kaydetti.
Vatan, 28.07.2012
******
SABUNTAŞINDAN
GÖZLERİ VAR
Hatay’ın Reyhanlı İlçesi Demirköprü
Köyü
yakınlarındaki Tel Tayinat Höyüğü'nde bulunan Hitit
Kralı II. Şuppiluliuma’ya ait heykel arkeologları
heyecanlandırdı. Bugüne kadar Hitit kral mezarına
Anadolu ’da hiç rastlanmadı. Tel Tayinat
Höyüğü’nde 1.5 metre yüksekliğindeki kral
II.Şuppiluliuma’nın heykeli mezarı da burada mı
sorusunu akıllara getirdi. Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay yılın buluşu olarak
değerlendirdiği heykel için “İlk defa bu gözlere
sahip
Anadolu ’da bir heykele sahip olduk’’ dedi.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat
Süslü de, “Gözler genelde farklı malzemeden
yapıldığı için düşüyordu ama bu heykelde sağlam
çıktı’’ dedi.
Toronto Üniversitesi’nden
Prof.Dr. Timothy
Harrison başkanlığındaki 8 ülkeden 47 kişilik ekip,
Hitit dönemine ait kral heykeli buldu. Önceki gün
kamuoyuna tanıtılan eserin en çok gözleri ön plana
çıktı. Sakallı, bukleli saçlı, kollarında özel
bileklikler olan heykelin üst kısmı sağlam bir
şekilde bulunurken, heykelin alt kısmına henüz
ulaşılamadı. Yaklaşık 1.5 ton ağırlığındaki heykelin
gözlerinin beyazlığı kireçtaşından, siyah bölüm ise
steatit denilen sabuntaşından yapılmış. Süslü,
gözlerin ilk defa bu tarzda görünmesini, daha önce
bulunan heykellerin gözlerinin düşmesine bağlıyor.
Süslü şöyle konuşuyor: “Genel haliyle geç Hititlerde
gözler hep farklı malzemeden yapılır. Yakut,
kireçtaşı, steatit malzeme kullanılır. Gözler aradan
geçen yüzyıllar içinde hep düşümüş. İlk defa bu
heykelde düşmeden ele geçti.’’
Arkeolog Nezih Başgelen, heykelin son Hitit kralı
olmasından dolayı çok önemli olduğunu vurguladı.
Bugüne kadar Hitit kral mezarının ortaya çıkmaması
nedeniyle buradaki buluntuların çok heyecan verici
olduğuna dikkat çeken Başgelen, ‘’Höyük belki de
bize bir kral mezarı gösterecek. Son çivi yazılı
belgeler Hitit kralı II. Şuppiluliuma’nın Lazkiye
ile
Adana arasında olduğunu gösteriyordu. Çünkü
Hattuşa’ya döndüğüne dair bir kaynağa rastlanılmadı.
Bu tarzda heykelleri geç Hititte Zencirli, Karatepe
ve
Malatya ’dan biliyoruz. Bu heykellerin öncüsü
durumda. Bugüne kadar hiçbir Hitit kral mezarı
bulunmadı. Belki bir Hitit kral mezarı buluntusunun
habercisi olur. Portrenin tam olarak ele geçmesi çok
önemli” dedi.
Müzeler Genel Müdürü Süslü de ‘’Tel Tayinat’da bir
tapınak olduğunu biliyoruz. Ona ait heykeller ve
kaideler var. Heykelleri bir çukurun içinde üst üste
tespit ettik. Kral mezarı da büyük bir tapınak da
çıkabilir’’ dedi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 30.07.2012
|
TÜRKİYE ARKEOLOJİ ALANINDA BİR ŞANTİYE!
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
"Türkiye'yi
arkeoloji alanında bir şantiyeye dönüştürdük.
Çünkü Türkiye, dünya
arkeolojisinin en önemli merkezlerinden" dedi.
Günay, Küçükdalyan beldesinde inşaat çalışmaları
devam eden
Hatay
Arkeoloji Müzesi'ndeki incelemelerinin ardından
yaptığı konuşmada, Türkiye'nin en büyük
arkeoloji müzesini
Hatay'da yaptıklarını söyledi.
Hatay'da 32 bin 750 metrekare kapalı alanı ve
teşhir mekanı 11 bin metrekare olan bir müze
inşaatının devam ettiğini vurgulayan Günay, bu kadar
büyük bir alanın bir günde gezilmesinin mümkün
olmadığını, burada günlerce gezilen bir
arkeoloji müzesi yapmaya çalıştıklarını ve bunun
da Türkiye'ye çok yakışacağını belirtti.
Türkiye'de yapılan kazılarda her gün dünya
arkeoloji biliminin tarihine geçecek olan ünik,
özgün, eşsiz eserler bulduklarını ifade eden Günay,
''Şu anda
Antakya müzemizde, depolarda 35 bini aşkın
eserimiz bulunuyor. Biz bunlarının sadece 2 binin
altında bir rakamı sergileyebiliyoruz. Burada çok
daha büyük sergi mekanlarına kavuşacağız. Gerçekten
dünya tarihini geçebilecek metre karede hem mozaik
hem de bunun dışındaki eserleri sergileyeceğiz. Bu
bölgeyi
Hatay'dan başlayıp Van'a kadar uzanan bir
müzeler bölgesi yapmaya, şehir, tarih, kültür
turizminin dünyaca bilenen bir özel barış noktası,
özel destinasyon bölgesi haline getirmeye
çalışıyoruz'' diye konuştu.
2011 yılını 30 milyonun üzerinde turistle
kapattıklarına dikkati çeken Günay, Türkiye'nin,
turizmden 25 milyar dolardan fazla gelir elde
ettiğini bildirdi.
Türkiye'de sadece deniz kıyısı turizmi yapılmaması
gerektiğini belirten Günay, ''Çünkü Türkiye'nin
sivil mimarlık örnekleri, ören yerleri, çeşitli
dinlerin ibadet merkezleri, camileri, mescitleri,
medreseleri, manastırları, kiliseleri, sinagogları
ve eskiden kalma şatoları, kral sarayları, bey
mekanları, bütün bunlar gerçekten dünya çapında.
Büyük bir zenginlik taşıyor ve biz bunu turizmin
sunumu içerisine katmaya çalışıyoruz. Şu anda
Türkiye'de 12'si proje, 17'si uygulama olmak üzere
29 yeni müze üzerinde çalışıyoruz'' dedi.
Ankara'ya dünya çapında yeni büyük bir müze
yapmaya çalıştıklarına da değinen Günay,
Hatay'daki müzenin Cumhuriyet'in 90. yılı olan
2013 yılının ekim ayında açılmasını hedeflediklerini
ifade etti.
Tell Tayinat Höyüğü'nde yapılan kazı çalışmasında
bulunan kral heykelini yeni yapılan Arkeoloji
Müzesi'nin kralı ilan eden Günay, ona müzede özel
bir bölüm ayıracaklarını söyledi.
Ellerinde çok sayıda heykelin olduğunu, ancak
bunların benzerlerinin Atina ya da Roma'ya gidildiği
zaman da görülebileceğini vurgulayan Günay,
Hatay'daki aslan heykelinin dünyada başka
benzerlerinin bulunmadığını kaydetti.
Gaziantep'te ''Çingene Kızı''nın simge olduğunu
belirten Günay, Tell Tayinat Höyüğü'nde bulunan
heykelin de Hatay için bir simge olduğunu sözlerine
ekledi.
İncelemelerde Hatay Valisi Mehmet Celalettin
Lekesiz, Antakya Belediye Başkanı Lütfü Savaş, AKP Hatay Milletvekili Orhan Karasayar ve bazı
kurum müdürleri de hazır bulundu.
Habertürk, 28.07.2012
|
İŞTE ORİJİNAL PROJE; ÜÇ KATA İZİN

Radikal, Ayvansaray'da belediyenin 'müteahhi de
üç, vatandaşa iki kat' hilesini, projenin
orijinaline ulaşarak belgeledi. Mimarlar Odası:
Mahallelinin elinden parselini almak istiyorlar.
Fatih Belediyesi’nin Ayvansaray’da vatandaşlara
‘sahte’ avan proje göstermesinin yankıları sürerken
sahtesi yapılan 1604 sayılı
İstanbul Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını
Koruma Kurulu onaylı avan projenin orijinaline
ulaştık. 11.06.2010 tarihli Belediye Meclis
kararıyla onaylanan orjinal projede dünkü haberimize
konu olan 2869 ada 12 parselde kat yüksekliği 9.50
yani üç kat olarak gösterilmiş. Bu durumda Fatih
Belediyesi’nin 15.12.2011 tarihinde vatandaşa
verdiği avan projedeki vaziyet planı ve cephe
görüntüsünün sahte olduğu belgelenmiş oldu.
Ayvansaray Mahallesi 2869 ada 12 parselde kendi
evini yapmak isteyen bir vatandaşın başvurusuna
Fatih Belediyesi’nin verdiği yanıtla ortaya çıkan
skandalı
Radikal dün ‘vatandaşa iki, müteahhite üç kat’
başlığıyla duyurmuştu. Aynı tarih ve sayı verilen
vaziyet planını Yenileme Alanları Koruma Kurulu’nun
da onayladığı belirtiliyordu. Ancak vatandaşın
kurula başvurusunda farklı bir vaziyet planı ile
karşılaşması üzerine olayın gerçek boyutu
anlaşılmıştı.
Radikal ,
İstanbul Yenileme Alanları Koruma Kurulu
tarafından 01.06.2010 tarihinde onaylanan orijinal
avan projeye ulaştı. Ütopya Mimarlık tarafından
hazırlanan orijinal projede, 2869 ada 12 parselde
Toklu İbrahim Dede Sokak ile Kuyu Sokak’ın
birleştiği köşedeki eve üç kat izni verildiği
görülüyor. Fatih Belediyesi Etüd Müdürlüğü ve
Belediye Meclisi tarafından da onaylı projeye rağmen
farklı bir avan projenin üretilmesi şaşkınlık
yarattı. Savcılığa suç duyurusundan bulunacaklarını
belirten Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu
şöyle konuştu:
“Bir imar suçu değil adi bir suçla, sahtekarlıkla
karşı karşıyayız. İlk kez karşılaştığımız bir suç
unsuru. Böyle bir avan proje onayı olabilir mi? İki
ayrı vaziyet planı olan onaylı proje. Koruma
kurulları açısından da utanç verici bir durum.
Mafyatik bir yöntem bu. Baskı oluşturup mahallelinin
elinden parselini almak istiyorlar. Sulukule, Fener
- Balat projeleri idare mahkemesince iptal
edilmişti. Ayvansaray bu nedenle bile iptal
edilebilir. Aynı yere iki ayrı avan proje tatbik
ediliyor. Savcılar harekete geçmeli. Kentsel dönüşüm
adı altında bu tür uygulamalar sürekli yapılıyordu.
İlk defa bu haberle ayyuka çıkmış oldu.”
Vatandaşı evini satmaya ikna için
Fener Balat Ayvansaray Derneği (FEBAYDER) Sözcüsü
Çiğdem Şahin de şunları söyledi:
“Toklu İbrahim Dede’de bütün süreç içinde bir sürü
yolsuzluk, usulsüzlük birbirini izledi, bazıları
ortaya çıktı, bazıları hala bilinemiyor. Bu son olay
ise ‘yok artık bu kadarı da olamaz’ dedirtecek
boyutta. Düşünün karşımızda bir belediye var,
kuruldan farklı bir proje geçiriyor, vatandaşa
göstermek için aynı, gün, tarih ve sayıyla ikinci
bir sahte proje düzenliyor. Projelerden vatandaşa
gösterilecek olanda kat sayısı iki, müteahhitler
için geçerli gerçek uygulanacak projede ise kat
sayısı üç... Yani vatandaşı evini satmaya ikna etmek
için Fatih Belediyesi resmen nitelikli
dolandırıcılık yapıyor, planlı, programlı, halkı
hile yoluyla kandırarak evlerini elinden almaya
çalışıyor. Kentsel Dönüşüm sürecinde belediyelerin
halka tutumuna dair etik bir sorgulamanın da
yapılması şart. Belediyelerin kendilerine çeki düzen
vermesi gerekiyor; ama hiçbir yaptırım uygulamadan
bu nasıl gerçekleşecek bu ayrı bir sorun. Bakalım bu
skandalda Fatih Belediyesi ve sorumluları
cezalandırılacak mı?”

Fatih Belediyesi, Ayvansaray’da kendi evini yapmak isteyen vatandaşlara, arsalarına ancak iki kat izni verildiğini gösteren bir proje gösteriyordu. Oysa projenin orijinalinde üç kata izin var (üstte).
Fatih Belediyesi ise konuyla ilgili sessiz kalmayı
yeğledi.
Bu arada Yenileme Alanı Koruma Kurulu’ndan isminin
açıklanmasını istemeyen bir kurul üyesi skandalın
farklı boyutlarına da değindi. Ayvansaray’da inşaatı
yapacak olan
Altın Boynuz firmasının avan projeyi
değiştirdiğini, değiştirilen projede de mimarın
imzasının olmadığını söyledi. Kurul üyesi, skandalın
sadece Fatih Belediyesi’nde değil 2 Nolu Yenileme
Alanları Koruma Kurulu’nda da sürdüğünü belirtti.
Radikal, 28.07.2012
******
HANGİSİ GERÇEK?
Ayvansaray'da vatandaşa 2 kat, müteahhide 3 kat
izni verildiğinin ortaya çıkmasından sonra bir garip
çelişki daha gün yüzüne çıktı: Belediye Başkan
Yardımcısı imzalı, aynı tarih ve aynı sayı ile
yazılmış iki cevabi dilekçe.

Fatih Belediyesi, Ayvansaray için hazırlanan avan
projeden sonra dilekçeleri de ikiledi. Radikal,
Ayvansaray’da bir avan proje ama iki farklı uygulama
projesi olduğunu, vatandaşa 2 kat, müteahhite 3 kat
izni verildiğini ortaya çıkarmıştı. Fatih Belediyesi
bir gün sonra savunma yaptı. Bu savunmayla bir
skandal gün yüzüne çıktı: İki avan projeden sonra,
ilginç bir şekilde aynı tarih, aynı sayı ve aynı
imzayla ikinci bir dilekçe var. Şimdi bu
dilekçelerden ve avan projelerden hangisinin gerçek
olduğu sorusu gündeme geldi.
Bakanlar Kurulu kararı ile ‘yenileme alanı’ ilan
edilen Ayvansaray Mahallesi 2869 ada 12 parsel’de
bulunan araziye, vatandaş Mustafa Beşiroğlu’nun
kendi isteğiyle ev yapmak istediğini, proje çizmek
için de parselindeki avan projenin kendisine
tanıdığı hakları öğrenmek istediğini aktardık. Bu
amaçla verdiği dilekçeye aldığı cevabı da
yayınladık. Cevap şuydu: “15.12.2011 tarihli Fatih
Belediye Başkan Yardımcısı Talip Temizer imzalı
cevabi dilekçede 2869 ada 12 parselin yenileme
alanında kalması nedeni ile Kuyu Sokak’tan 1.21 m.
geri çekilerek H: 6.50 irtifa almaktadır. 2869 ada
12 parselin bulunduğu alana ait vaziyet planı ftk.
ve cephe görünüşleri yazımız ekindedir.” Ek olarak
da Yenileme Alanları Koruma Kurulu’nun 01.06.2010
tarih ve 1604 nolu karar ile onaylı avan projede
gösterilen iki katlı bina görüntüsünün planı
verilmişti. Bu belgelere dayanak gösterilen kurul
onaylı 1604 No’lu avan projeye ulaşınca, aynı
projede vatandaşa 2 kat denen parsele 3 kat
verildiğini belirledik.
Fatih Belediyesi ne dedi?
Bunları haberleştirince Fatih Belediyesi itiraz
ederek şu açıklamayı yaptı: “2869 ada 12 parsel
sayılı taşınmaz maliki, uygulama projelerini
hazırlayabilmek için ada bazında onaylanan avan
projesini 06.12.2011 tarih ve 56969 sayılı dilekçe
ile belediyemizden talep etmiştir. Gazete haberinde
Fatih Belediyesi Başkan Yardımcısı Talip Temizer
imzalı 15.12.2011 tarihli cevapta ‘2869 ada 12
parselin yenileme alanında kalması nedeni ile; Kuyu
Sokak’tan 1.21 mt. geri çekilecek H: 6.50 irtifa
almaktadır’ İfadesinin bulunduğu iddia edilmektedir.
Ancak 15.12.2011 tarih ve 3965 sayılı Fatih
Belediyesi Başkan Yardımcısı Talip Temizer imzalı
yazının orijinalinde ise parsel malikinin ilgi
dilekçesine ‘2869 ada 12 parselin onaylı avan
projeye göre konut alanında kalmakta olduğu; Kuyu
Sokak’tan 1.66 mt. geri çekilerek (terk ettirilerek)
H:Zemin + iki normal kat irtifa aldığı’ bilgisi
verilmiştir.”
Mimar ne diyor?
Fatih Belediyesi’nin açıklamasından, iki avan
projeden sonra vatandaşa verilen iki ayrı cevabi
dilekçe olduğu anlaşılıyor. Bunlar aynı tarih, aynı
sayı, aynı konu aynı ilgi ve aynı imzayı taşıyor.
Mustafa Beşiroğlu adına imar işlerini takip eden ve
projeyi çizecek olan
mimar Mehmet Baki
Aydın ’a ulaştık: “Parseli onlara vermemiz için
önce baskı yaptılar. Mal sahibi ‘Kendim yapacağım,
kimseye vermem’ dedi. Projeye başlayabilmem için
parselin vaziyet planlarını görmem gerekiyordu.
Belediyeye bir dilekçe ile başvurup avan peojenin
parsele tanıdığı hakları resmi olarak istedik. 10
gün sonra verilen cevapta sokaktan 1.21 m geri
çekileceği ve yüksekliğin 6.50 m. olduğu söylenerek
avan projedeki çizimler verildi. Ben Koruma
Kurulu’na gittim. Avan projeyi görmek istediğimi
söyledim. Orada parsele 3 kat izni verilmişti.
‘Nasıl olur’ dedim; ‘Belediye iki kat diyor. İşte
çizimler.’ Ordakiler de şaşırdı. Sonra Fatih İmar
Müdürlüğü’ne gittim. İmar Müdürlüğü önce kem küm
etti, ben ısrar edince bu sefer bana 9.50 m. irtifa
hakkımız olduğu yönünde belge verdi. Diğer dilekçe
cevabını da benden geri istediler. 45 gün sonra
yeniden doğru cevabı verdiler. Ama o projeleri kim
çizdi, ilk önce neden iki kat dediler, bunların
cevaplarını vermediler.”
Yanıt bekleyen sorular
Şimdi şu sorular akla geliyor: Kim yada kimler
01.06.2010 tarih 1604 no’lu karar ile Koruma
Kurulu’nca onaylanmış avan projeden ikinci bir proje
yaptı? Fatih Belediye Başkan Yardımcısı Talip
Temizer’e bile imzalatılan bu proje vatandaşa
verilerek ne yapılmak istendi? Temizer belgeyi
kerhen imzaladıysa ona bu imzayı kim attırdı? 2
katlı cephe çizimlerini kim üretti? Vatandaşa
verilen dilekçeli cevap daha sonra apar topar
vatandaştan geri istendi mi? İstendiyse ve yeni
dilekçe verildiyse o dilekçeye 45 gün sonra yeni bir
tarih, konu, sayı verilmesi gerekmez mi?
Radikal,
Haber: Ömer Erbil, 29.08.2012
******
FATİH
BELEDİYESİ: HATA YAPTIK
Radikal ’in gündeme getirdiği imar skandalının
ardından Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir dün
basın toplantısı yaparak hata yaptıklarını kabul
etti. Demir, söz konusu 3 projenin birinde 2869 ada
12 parselde kesitli 2 kat olarak görüldüğünü
kaydederek, “Kurul tarafından onaylı projede,
kesitli 2 kat görünüyor. Ama aynı zamanda kurul
tarafından onaylı kat planlarında 3 kat görünüyor.
Yine şu anda kurul onayında olan uygulama projemizde
de 3 kat görünüyor. Bu tür çalışmalarda, bu tür
yanlışlıklar son derece doğaldır’’ dedi.
Demir şöyle devam etti: “15 Aralık 2011 tarihinde
başkan yardımcımın imzasıyla ‘2869 ada 12 parsel
onaylı avan projeye göre konut alanında kalmakta
olup, Kuyu Sokak’tan 1.66 metre geri çekilerek, H
zemin artı 2 normal kat irtifa almaktadır diye
yazısını vermişiz. Bu yetmemiş, bir de ekte, Kuyu
Sokak 2869 adanın 12 parselinin durumunu
bildirmişiz. Ekinde yine aynı parsele ait 3 katlı
yapıyı vermişiz. Bu da yetmemiş, mülk sahibine imar
durumu vermişiz. İmar durumunda da ‘Söz konusu
parsel, onaylı avan projeye göre, konut alanında
kalmakta olup, Kuyu Sokak’tan 1.66 metre geri
çekilerek H zemin 2 normal kat’ olarak
verilmektedir. Netice itibariyle baştan sehven
yapılmış, sadece kesitte yapılmış bir hata ki, biz
bunun zaten hata olduğunu söylüyoruz ve gelen mülk
sahibine de bunu defalarca söyledik. Mülk sahibinin
elinde de kurul onaylı projeyle doğru orantılı,
kendisinin 3 kat olarak yapabileceği evrakları da
bulunmakta.”
Demir, 3 katlı binaya 2 kat izni vermelerinin mümkün
olmadığını dile getirerek şunları söyledi: ‘‘Bütün
avan projelerini yaparken müteahhide ayrı, kendi
başına yapan mülk sahibine ayrı proje yapmıyoruz
zaten. Burayı bir bütün olarak düşünüyoruz ve bütün
parsellerin tek tek projelerini yapıyoruz, avan
proje olarak kurula sunuyoruz. Fatih’in yüzde 10’unu
yenileme alanı ilan ettik. Bütün projeler içerisinde
bir adada bir parselin kesitinde yanlışlık yapılması
son derece doğal.’’
Vatandaş tepkisi
Basın
toplantısının yapıldığı sokakta ise vatandaşlar
belediye başkanına tepkiliydi. Şadiye İpek, ‘Her gün
elektriği suyu keserek bizi evden çıkmaya
zorluyorlar. Evimizin çöpünü de almıyorlar’’ diyerek
isyan etti.
Radikal, Haber: Fatih Yağmur, 30.07.2012
******
PLAN HATA, YAZIŞMA HATA, PEKİ MAKET DE Mİ HATA?
Günlerdir belediyenin resmi
Twitter hesabından ve belediyenin
internet sitesinden haberlerimizi yalanlayan,
gazetemizi sahte belge uydurmakla suçlayan ve bu
nedenle savcılığa vermekle tehdit eden Fatih
Belediye Başkanı Mustafa Demir, dün çark ederek,
“Sehven yapılmış hata’’ dedi.
Fatih Belediyesi düne kadar resmi
twitter hesabından ve basın açıklamasında ne
diyordu?: “Resmi evrakı değiştirerek haber
yaptığınız için savcılığa başvuracağız’’ , “Tekzip
yayınlamak zorunda kalacaksınız’’, ‘’Orijinal
belgede vatandaşa verilen irtifanın 3 kat olduğu
yazmaktadır’’ , ‘“Gazeteci olduğunu söyleyen
sizsiniz,
TV kanalını siz ayarlayın hani çıkıp çıkıp
konuştuğunuz kanalları?’’ Bunların ardından Belediye
Başkanı dün “Sehven yapılmış bir hata’’ dedi. Bunu
kabul etmek mümkün değil.
Eğer sadece dilekçeye verilen cevap elimizde
olsaydı, elbette ‘Hata yapılabilir, parseller
karıştırılmış, 3 kat yerine 2 kat yazılmış’ demek
mümkün olurdu. Ancak dilekçe ekinde hem binanın 2
katlı silueti var hem de plan kesitleri çizilmiş.
Yani ortada ikinci bir avan proje olduğu kesin.
Herhalde projeler de sehven çizilmiş değildir?
Yine Belediye Başkanı diyor ki, “Fatih’in yüzde 10’u
yenileme alanı, bir adada bir parselin kesitinde
yanlışlık yapılması son derece doğal.”
Hiçbir şekilde doğal olamaz. Yapılan yanlışlık
müteahhit firmanın vatandaşın elinden topladığı
parselde değil de neden en çok direnen vatandaşın
parselinde yapılıyor.
Üstelik bu hata yapıldıktan sonra vatandaşa 45 gün
sonra düzenlenen yeni cevabi dilekçeye aynı tarih,
aynı sayı, aynı ilgi yazılamaz. Düzeltme yapılır.
Aksi durum, resmi evrakta sahteciliğe girer.
Yine açıklamada; “Mülk sahibine imar durumunu
vermişiz. Mülk sahibinin elinde kurul onaylı
projeyle doğru orantılı, kendisinin yapabileceği 3
kat olarak yapabileceği evrakları da mevcut’’
deniliyor. Ancak mal sahibi Mustafa Beşiroğlu,
yapılan yanlışı görüp belediyenin İmar Müdürlüğü’ne
10.01.2012 tarihli dilekçe ile başvurduktan sonra 3
kat yapabileceğine dair doğru bilgi veriliyor. Çünkü
o tarihte Beşiroğlu kendisine 2 kat diyen Fatih
Belediyesi’nin yanlışını ortaya çıkarıyor. Belediye
bu tarihten sonra ilk verdiği 15.12.2011 tarihli
cevabi dilekçeyi değiştiriyor.
Hepsinden öte bir başka gerçek daha var. Bugün hala
belediyenin binasında sergilenen Ayvasaray Türk
Mahallesi’nin maketinde de bu parsel 2 kat olarak
görünüyor. Acaba Fatih Belediyesi maketi de mi
sehven yaptırdı?
Radikal, Haber: Ömer Erbil,
30.07.2012
******
FATİH BELEDİYESİ, HERŞEYİ ÇİFT
YAPMIŞ
Dilekçe, avan proje derken, tarihi Ayvansaray’da
uygulama projesi de çift çıktı.
İstanbul 2 Nolu Yenileme Alanları Koruma
Kurulu’na da aynı parselle ilgili iki ayrı proje
gittiği belirlendi. 2 Nolu Yenileme Alanları Koruma
Kurulu,
mimar Mehmet Baki
Aydın ’ın başvurusuna şu cevabı verdi: “2869 ada
12 parsele ilişkin Fatih Belediyesi’nce iki farklı
uygulama projesi iletildiğinden konunun
değerlendirilmesi için ilgili yazımız gereği bilgi
ve belgenin müdürlüğümüze iletilmesi gerektiği...”
Radikal ’in gündeme getirdiği, Fatih’teki imar
skandalı, deştikçe büyüyor. Arsasına kendisi ev
yapmak istediğinde üç kat izni olduğu halde iki kat
izin varmış gibi gösterilen parsel sahibi Mustafa
Beşiroğlu adına projeyi mimar Mehmet Baki
Aydın takip ediyor. Mimar
Aydın Nisan 2012 tarihinde 2 Nolu Yenileme Alanı
Koruma Kurulu’na, 2869 ada 12 parsel için vermiş
olduğu projenin neden görüşülmediğini sordu. 29
Haziran 2012 tarihli Kurul Müdürü Raşit Şentürk
imzalı yazı şaşırtıcıydı:
“Söz konusu tescilsiz parseldeki yapıya ilişkin
mimari uygulama projesi ve gerekli belgeler
iletilmiş olup, projenin kurulumuzca
değerlendirilmesi istenmektedir. Sonrasında aynı
parsele ilişkin başka bir mimari uygulama projesi
iletilmiştir. Yapılan incelemede Fatih Belediyesi
Etüd Proje Müdürlüğü’nce iletilen projeler ile
projeyi hazırlayan sorumlu firmaların farklı olduğu
anlaşıldı.”
Buna göre Fatih Belediyesi bir yandan Mimar Baki
Aydın ’ın projesini Koruma Kurulu’na gönderirken
diğer yandan yenileme alanının müteahhitliğini yapan
Altın Boynuz şirketinin projesini gönderdi.
Fatih Belediyesi böylelikle avan projeden sonra
uygulama projesini de çiftledi. Üstelik belediye,
Koruma Kurulu’ndan Mimar
Aydın ’ın projesinin dikkate alınmamasını
istedi. Mimar
Aydın bunun üzerine 2 Temmuz’da Fatih Belediyesi
’ne dilekçe yazıp bilgi talep ediyor. Ancak henüz
cevap verilmiş değil.
‘Sehven’ değil
Radikal ’in ortaya çıkardığı imar skandalında,
Fatih Belediyesi, arsa sahibi Mustafa Beşiroğlu’na,
Koruma Kurulu onaylı avan projede üç kat yapma hakkı
olduğu halde ‘ikinci’ bir avan proje ortaya koyarak
iki kat hakkı olduğunu bildirmişti. Fatih Belediye
Başkanı Mustafa Demir, önceki gün, vatandaşa verilen
cevabi dilekçede sehven hata yapıldığını ileri
sürmüştü. Ancak hatanın sehven olmadığı ortaya
çıktı. Hata sadece 15.12.2011 tarihli Fatih Belediye
Başkan Yardımcısı Talip Temizer imzalı cevabi
dilekçede yapılmamış. 31.10.2011 tarihli Etüd Proje
Müdürü Sema Özyılmaz imzalı belgede de aynı parsele
iki kat önerisi getirilmiş.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 31.07.2012
|
GARİBALDİ'NİN MEZARI AÇILIYOR
19. yüzyılda İtalya ’nın birliğinin sağlanmasında önemli rol oynayan ve bir süre İstanbul Beyoğlu ’ndaki Çiçek Sokak’ta sürgün hayatı yaşayan askeri lider Giuseppe Garibaldi’nin bedeninin mezardan çıkarılacağı açıklandı. Kararın altında yatan en büyük sebep ise liderin kalıntılarının gerçekten mezarda olup olmadığına dair yaygın şüphelerin bulunması.
Garibaldi’nin torununun torunu Anita Garibaldi, ‘’Eğer büyükbabamın mumyası oradaysa, korunmaya alınmalı, yok eğer orada değilse artık turistlere yalan söylemeyi bırakmalıyız’’ dedi. Mezarı eylül ayında açılacak olan Garibaldi, öldüğü zaman bedeninin yakılmasını talep etmiş, ancak son dileği görmezden gelinmişti. Komutanın mezarı Sardinya Adası’nda bulunuyor.
Radikal, 28.07.2012
|
 |
BOR VE NİĞDE'DEKİ İKİ KİLİSEYE 800 BİN LİRA

Kayseri Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, Niğde’nin
Konaklı beldesindeki Aziz Vasilios ve Bor
İlçesi'ndeki Röleve, restitüsyon ve Restorasyon
çalışmalarını yapacak. Her iki kilisenin onarımı
için 800 bin lira kaynak aktarıldı.
Niğde İl Encümeni, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Ali Nebol başkanlığında toplanarak gündem maddelerini karara bağladı. Toplantıda, Kayseri Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nce röleve, restitüsyon ve restorasyon çalışmaları yapılacak olan Konaklı beldesindeki Aziz Vasilios Kilisesi için Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nce aktarılan 112 bin liranın gelir gider kaydı yapıldı.
Toplantıda ayrıca yine Kayseri Röleve ve Anıtlar
Müdürlüğü’nce restorasyon çalışması yapılacak olan
Bor İlçesi'ndeki Ermeni Kilisesi için ayrılan 697 bin
liranın gelir gider kaydı da yapıldı. Böylece her
iki kilise için 809 bin lira ödenek ayrıldığı
belirtildi.
Öte yandan İl Encümeni toplantısında, tarımla
uğraşan çiftçilere destek vermek amacıyla İl Özel
İdaresi bütçesinden Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Müdürlüğü’ne tahsis edilen 121 bin lira ödenek ve
121 bin lira da çiftçi katkılı olmak üzere toplam
242 bin lira ödenekle buğday ve arpa tohumu alınması
talebi uygun bulundu.
Bu arada İl Özel İdaresi bütçesinden, Murtaza
Köyüne, 9 bin 274 lira bedelle alınması planlanan
römork tipi morglu cenaze yıkama aracının, Çınarlı
Köyüne alınması uygun bulundu.
borhaber.net, 27.07.2012
|
750 YILLIK EV GÖRKEMİNE KAVUŞTU

İngiltere’nin Cornwall
kentinde 1250'de inşa edilen 'Boconnoc' evi,
restorasyon çalışması ile tarihin yükünü üzerinde
atarak görkemli günlerine geri döndü.
18. yüzyıl başbakanlarının yaşadığı ve İngiliz İç
Savaşı'nda 1.Charles’ın saklandığı ev, 1969 yılından
itibaren 30 yıl kullanılmadı.
Fortescue Ailesi, harabe halindeki evi satın alarak,
kapsamlı bir restorasyon çalışması başlattı.

Çatı onarımı ile başlayan
restorasyon çalışması; çizim odası, kütüphane, yemek
odası ve 1. Charles’ın İngiliz İç Savaşı sırasında
saklandığı 'Kral odası'nın onarımı ile tamamlandı.
Tarihi Evler Birliği Başkanı Edward Harley; Anthony
ve Elizabeth Fortescue çiftinin 1997 yılında
aldıkları bu ev için olağanüstü çalıştıklarını
belirterek, Sotheby's Restorasyon Ödülü'nü
'Boconnoc'a layık gördü.
Uzun yıllar boyunca, önemli tarihi isimlerin
yaşadığı 'Boconnoc'ın, İkinci Dünya Savaşı sırasında
Amerikan güçleri tarafından kullanıldığı da
biliniyor.

Daily Mail'in haberine göre; Fortescue Ailesi'nin
satın alıp, restore ettirdiği ev; şimdi düğün, özel
parti gibi etkinlikler için kiralanıyor.
Ntvmsnbc, 27.07.2012
|
ZEUS ÇÖPE TESLİM OLDU
Kuşadası'ndaki Dilek Yarımadası- Büyük Menderes
Deltası Milli Parkı sınırları içinde bulunan, her
yıl on binlerce turistin ziyaret ettiği Zeus
Mağarası'nın hali yürekleri sızlattı. Hem su altında
hem mağara içinde ve çevresinde çöplerin
temizlendiği etkinlikte, çok sayıda bira ve şarap
şişesi, alüminyum kutu ve poşetin yanı sıra terlik,
gözlük ve saat gibi eşyalar, hatta iç çamaşırı bile
çıktı. Mağara önündeki dilek ağacına kadın pedi
bağlanması da görenleri şaşkına çevirdi.
Dilek Yarımadası-Büyük Menderes Deltası Milli Parkı
sınırları içinde bulunan Zeus Mağarası'nda, Milli
Park Müdürlüğü ve EKODOSD işbirliğiyle çevre
temizliği gerçekleştirildi. Etkinliğe EKODOSD
üyelerinin yanı sıra Dilek Yarımadası Milli Park
Müdürü Erdinç Kutsal da katıldı. Hem su altında hem
mağara içinde ve çevresindeki insan kaynaklı tüm
çöpler temizlendi. Zeus Mağarası'nın tertemiz
sularına bilinçsiz bir şekilde atılan atıklar
EKODOSD dalgıçları tarafından çıkarıldı. Terlik, iç
çamaşırı, gözlük, saat, yüzük, alüminyum kutuların
çıkarıldığı sualtına, en çok bira ve şarap
şişelerinin atıldığı görüldü. Her yıl on binlerce
turisti ağırlayan mağaranın çöpe teslim olmuş hali
yürek sızlattı.
Mağaranın etrafındaki ağaçların bazı vatandaşlar
tarafından dilek ağacı olarak kullanıldığını,
dallarına çaput, mendil, naylon ve peçetenin yanı
sıra kadın pedi bile asıldığını anlatan EKODOSD
Başkanı Bahattin Sürücü ise, "Burasının bir milli
park olduğu düşünülmeden bitki ve ağaçlara zarar
verilmekte, çevre kirliliği oluşturulmaktadır. Bu
nedenle ağaç ve bitkilerin üzerinde bağlanan tüm
malzemeleri tek tek çıkardık" diyerek tepki
gösterdi.
Sürücü, Türkiye'nin en güzel milli parklarından biri
olan Dilek Yarımadası'ndaki Zeus Mağarası'na yerli
ve yabancı binlerce ziyaretçiyi ağırladığını
hatırlatarak, "Turistler içinde de bu kirliliği
yaratanlar var. Çevre bilinci olmayan, doğayı
kirleten, tahrip eden bu insanları uyarı görevini
mutlaka yapmalıyız" dedi.
Yeni Asır, Haber: Ufuk Baksi, 27.07.2012
|
RESTORE EDİLİP SU ALTINDA KORUNACAK
Artvin'de
Deriner Barajı'nın suları altında kalacak olan 700
yıllık Berta Köprüsü'nün, restore edilip su altında
korunması yönünde karar çıktı.
Köprünün, 1 yıl içinde suya gömüleceğini belirten
gönüllülerden Sami Özçelik tepkili: Başka bir yere
nakletmeyi istedik, projeler hazırlattık. Ancak
cevap alamadık. Bi baktık ki Anıtlar Kurulu onarım
kararı çıkarttı. Önce onaracaklar sonra suyun
altında koruyacaklar. Yol çalışmasında taşlar
köprüye zarar verdi. 'Biz köprüye zarar verdik. Özür
dileyelim, onaralım'
dediler.
Restorasyonda sona gelindi ve köprü
suya gömülmeye hazır. Paranız vardı niye köprüyü
taşımak için kullanmadınız? Köprü 80 metre suyun
altında kalacak. En az 50 metre de çamurun altında
kalır. Hangi çamur içerisinde bu köprü sağlam
durabilir. Yazık."
Milliyet, 27.07.2012
|
DERSİMİZ 8500 YILLIK İZMİR

Bornova Belediyesi'nin 'Ziyaretçi
Merkezi' projesiyle Tarihi Kentler Birliği'nin
'Proje Ödülü'nü kazandığı Yeşilova Höyüğü kazısı,
çocukların tarihi yaşayarak öğrendikleri açık hava
okuluna dönüştü.
Yeşilova Höyüğü'ne gelen öğrenci grupları bölgeyi
gezip, kendilerine ait alanda kazı yaptıktan sonra;
8500 yıllık zaman yolculuğuna çıkıyor. Çocuklar,
dönemin özelliklerine uygun olarak, taşları
birbirine sürtüp kıvılcım çıkarıyor, un öğütüyor,
avcılık tekniklerini öğreniyor, duvar örüp takı
tasarlıyor
Bornova Belediyesi ve Ege Üniversitesi iş
birliğiyle yürütülen Yeşilova Höyüğü kazı
çalışmaları kapsamında haftanın üç günü İzmir'in
değişik bölgelerinden gelen öğrenciler zaman
yolculuğuna çıkıyor. Turistleri ve tarih
araştırmacılarını bölgeye çekmek için Ziyaretçi
Merkezi Projesi'ni hayata geçirmeye hazırlanan
Bornova Belediyesi'nin büyük önem verdiği kazı
alanı, çocukların tarihi yaşayarak ve eğlenerek
öğrendiği açık hava okuluna dönüştü. Bir süredir
yürütülen Zaman Yolculuğu Projesi kapsamında yapılan
programlarla Yeşilova Höyüğü kazı alanına gelen
ilköğretim çağından 25 kişilik öğrenci grupları,
tarihi uygulamalı olarak öğreniyor.
Zaman Yolculuğu Projesi kapsamında öğrenciler
öncelikle kazı alanını geziyor ve çalışmaları
yerinde izleyerek neolitik çağa (Cilalı Taş Devri)
ait eserleri inceleme fırsatı buluyor. Daha sonra bu
bilgiler ışığında kendilerine ait çalışma alanında
kazılar yapıp Cilalı Taş Devri'ne ait eserleri
çıkararak kazı çalışmalarına aktif olarak katılıyor.
Tüm bu deneyimlerin ardından öğrenciler dönemin
kıyafetleri ve yaşam şartlarına uygun şekilde zaman
yolculuğuna çıkıyor.
Bornova Belediyesi'nin Cilalı Taş Devri'nin
şartlarına göre oluşturduğu alanda çocuklar, avcılık
tekniklerini öğrenip uyguluyor. Taşları birbirine
vurarak buğday öğüten çocuklar, takı yapıp, kilden
eşyalar üretiyor. Duvar sıvayıp, çakmak taşıyla
kıvılcım çıkarmaya çalışan tarih meraklısı
öğrenciler, çeşitli aletler de yapıyorlar. Ege
Üniversitesi öğretim görevlilerinden neolitik denöm
ve Yeşilova Höyüğü'nden çıkarılan bu döneme ait
buluntularla ilgili bilgi de alan çocuklar, tarihi
yaşayarak öğreniyor.
Zaman Yolculuğu Projesi sayesinde ilköğretim
okulu öğrencilerinin yaz tatillerini tarih öğrenerek
değerlendirdiklerini söyleyen Bornova Belediye
Başkanı Prof.Dr. Kamil Okyay Sındır, "Çocuklarımız
tarihi yerinde ve en önemlisi de yaşayarak
öğreniyorlar. Çocuklarımız kitaplardan okuduklarını yerinde
görüyorlar ve çok mutlu oluyorlar. Bu da Bornova
Belediyesi olarak bizim ne kadar doğru adımlar
attığımızı gösteriyor. Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi
Merkezi projemizi kısa sürede hayata geçirip, bu
alandaki çalışmalarımızı daha da yoğunlaştıracağız"
dedi.
Star, 27.07.2012
|
SARAYA DÖNÜŞECEK

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın Ankara Ulus’taki
tarihi taş binasını Başbakanlık alıyor. Tarihi bina
özellikle yabancı ülke başkan kral ve sultanları
gibi ağır konuklarına ev sahipliği yapacak.
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın yeni binasına
taşınarak boşaltacağı Ulus’taki tarihi taş binayı,
Başbakanlık alıyor. Tarihi bina, Başbakanlığın “ağır
konukları” için misafir sarayı yapılacak. Tarihi
binanın, özellikle yabancı ülke başkan, kral ve
sultanları gibi, ağır konukların ağırlanacağı,
misafir sarayı/konukevi olarak kullanılacağı
öğrenildi.
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın Ulus’ta bulunan ve
halen merkez bina olarak kullandığı tarihi taş
binayı, yılın sonuna kadar boşaltacağı belirtildi.
Bakanlık, Eskişehir yolunda inşa edilen yeni
binasına taşınarak tüm birimlerini bu binada
toplayacak.
Başbakanlığın tarihi binayı önce tadil edeceği ve
yabancı “ağır” konuklar için misafir sarayı/ konuk
evi olacak şekilde yeniden teşrif edeceği
belirtildi. Verilen bilgilere göre taş binanın
bulunduğu bölgede, sonradan inşa edilen ve tarihi
dokuya uymayan binaların yıkılacağı, “misafir
sarayı” merkez kalacak şekilde sadece Vilayet
binası, Sümerbank, İş Bankası binaları gibi tarihi
taş yapıların kalacağı bir plan gündeme alındı.
Cumhuriyetin kuruluşunun sembolü olan Ulus’ta, ilk
TBMM binası, İş Bankası, Osmanlı Bankası, Atatürk
heykeli ve şu anda Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın
kullandığı taş bina yeni Cumhuriyetin de sembolü
olmuştu. Bu bina 1925 yılında inşa edilip
‘başvekalet’ olarak hizmete sokulmuştu.
Bina 1937 yılında Kızılay’da bugünkü merkez bina
inşa edilinceye kadar da Başbakanlık binası olarak
kullanıldı. Bu taş bina böylece 75 yıl sonra yeniden
Başbakanlığa geri dönmüş olacak. Ancak bu kez
misafir sarayı olarak.
1950’li yıllardan sonra Maliye Bakanlığı binası
olarak kullanılan bina 2001 yılında Gümrük
Müsteşarlığına tahsis edildi. Maliye Bakanlığı Milli
Emlak Genel Müdürlüğü tarafından 2006 tarihinde
“Gümrük Müsteşarlığına olan tahsisin kaldırılarak,
binanın Gümrük Müsteşarlığınca boşaltılmasından
sonra taşınılması kaydıyla Ankara Valiliği hükümet
konağı olarak kullanılması” kararı verildi. Ancak
Başbakanlık son kararla, binayı Ankara Valliliğine
bırakmadı ve konukevi yapılmasına karar verdi. Bina,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Yenileme Alanı
Kültür ve Tabiat Varlıklarına Koruma Bölge
Kurulu’nun 2007 tarihli kararıyla kentsel sit alanı
içerisinde yer aldığı tescillenmiş durumda.
Vatan, Haber: Gülümhan Gülten, 27.07.2012
|
500 YILLIK MUMYANIN ÖLÜM SIRRI ORTAYA ÇIKTI
Yaklaşık 500 yıl önce
kurban edilerek bir yanardağın zirvesine gömülen
mumyanın ölüm nedeni anlaşıldı.
Araştırmacılar, yüzyıllar önce Arjantin'deki And
Dağlarına gömülen Maiden adındaki mumyanın ve onunla
aynı zamanda ölen bir başka genç Inca mumyasının
doku proteinlerini analiz ederek nasıl öldüklerine
ışık tuttu.
Bilim insanları geçmişte Kral Tutankhamon'un ölümünü
ortaya çıkaran büyük keşiflerde, DNA tekniklerini
kullanmıştı. Ancak DNA analizine dayanan tekniklerde
belli hatalar da ortaya çıkıyordu. Örnek olarak,
Tutankhamon'un vücudunda sıtmaya neden olan
parazitin bulunması, efsane firavunun sıtma
semptomları gösterdiği anlamına gelmiyordu. Dahası,
araştırmacıların en ufak dikkatsizliği, DNA
numunelerinin bozulmasına yol açıyordu.
Buradan yola çıkarak, Inka mumyalarının analizinde,
çevre şartlarından daha az etkilenen proteinlere
odaklanıldı. New York Üniversitesi'nde antropolog
olan Angelique Corthals, LiveScience sitesine
yaptığı açıklamada, "Proteinlerin analiz edilmesi,
vücudun öldüğü esnada ne üretmekte olduğunu gözler
önüne seriyor... Vücudun, barındırdığı hastalıkla
mücadele etmek için bağışıklık sistemini harekete
geçirip geçirmediğini anlayabiliyorsunuz" dedi.
PLOs One dergisinde 25 Temmuz'da yayımlanan araştırmada, Corthals ve meslektaşları biri Maiden adı verilen, diğeri de 7 yaşında kurban edilen iki İnka mumyasından örnekler aldı. Araştırmada, erkek çocuğun kanlı giysisinden alınan numuneler de kullanıldı. 1999 yılında bulunan iki mumya, Arjantin'de yer alan Llullaillaco yanardağının zirvesine gömülmüştü. Çocuklar, bir tören niteliği taşıyan ritüelde öldürüldükten sonra, deniz seviyesinden 6,739 metre yükselikteki dağın tepesine gömüldü.

Elde edilen bulgular, kurban edilen çocukların,
öldükleri güne kadar geçen bir yıl süresince iyi bir
şekilde beslendiğini, hatta kilo aldıklarını
gösterdi. Çocukların, mısır ve kurutulmuş lama eti
gibi elit gıdalarla beslendiğine dair deliller elde
edildi. Öldükten sonra, dondurucu soğuklarda gömülen
vücutları, şişmanlıklarını ortaya koyacak şekilde
günümüze dek korundu.
Corthals, "Asıl yapmak istediğim çocukların
giysilerindeki ve dudaklarındaki kanın nereden
geldiğini bulmaktı... ancak çok daha şaşırtıcı
bilgilere ulaştık" dedi. Arkeologlar, iki mumyanın
yanında bir üçüncüsünü de buldu. Yıldırım
çarpmasıyla öldüğüne inanılan altı yaşındaki kız
çocuğundan numune alınmadı.
Bilim insanları, numuneleri incelemek için
"shotgun proteomics" olarak bilinen bir yöntem
kullandı. Numuneler, kütle spektrometresi olarak
bilinen bir cihaza yerleştirildi. Cihaz, proteinleri
bileşenlerine, amino asit zincirlerine indirgedi.
Ardından bilgisayar programları kullanılarak, bu
parçalar modern insan genomundaki gerçek protein
numuneleriyle karşılaştırıldı.
Analizler sonucuna, Maiden'ın protein profili,
kronik solunum rahatsızlığı bulunan bir hastanın
proteinleriyle eşleşti. Maiden'ın bu hastalığa neden
olacak bakteri içerip içermediğini anlamak için DNA
analizi yapıldı ve ortaya solunum hastalıkları ve
tüberküloza neden olan Mycobacterium çıktı. Ancak
DNA diziliminin tam olarak çıkarılmaması, kesin
olarak hangi bakteri türünün hastalığa neden
olduğunun anlaşılmasına izin vermedi. Maiden'la
beraber incelenen 7 yaşındaki 'Llullaillaco çocuğu'
ise herhangi bir hastalık belirtisi göstermedi.
Corthals, elde ettikleri sonuçlara dayanarak,
"shotgun proteomics" yönteminin arkeolojik, medikal
ve suç alanındaki ölümleri veya hastalıkları tespit
etmek için kullanılabileceğini ifade etti. Hatta,
birçok bakterinin neden olabileceği bir hastalığın
kesin olarak hangisinden kaynaklandığını anlamak
için de aynı yönteme başvurulabileceğini ifade etti.
Corthals, kullandıkları yöntemi Mısır mumyaları
üzerinde de denemek istediklerini söylerken, yeni
tür analizin sadece arkeolojiyle sınırlı
kalmayacacağına ve adli tıp alanında kullanılacağına
inandığını belirtti.
Sabah, 27.07.2012
|
BİR ASRI AŞKIN SÜRDÜRÜLEN KAZILARA RESTORASYON
MOLASI
Çorum’un Boğazkale
İlçesi'nde, UNESCO’nun
“Dünya Kültür Mirası Listesi”nde yer alan 7 bin
yıllık Hitit başkenti Hattuşa topraklarında 106
yıldır sürdürülen kazı çalışmalarına bu yıl
restorasyon molası verildi.
“Bin tanrılı kent” olarak anılan Hattuşa’da, 1906
yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi adına başlatılan
kazılar, 1931′den bu yana Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün himayesinde devam ediyor. Akıbetleri konusunda henüz bir bilgi elde edinilemeyen Hitit Medeniyeti’nin başkenti Hattuşa’da bu yıl kazı çalışması yerine restorasyon ve yayın çalışması yapılması planlanıyor.
Alman Arkeoloji Enstitüsü adına kazı
çalışmalarını yürüten kazı başkanı Doç.Dr. Andreas
Schachner, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Hattuşa’da 1906 yılından bu yana kazı, restorasyon
ve bilimsel çalışmalar yapıldığını söyledi.
Kendisinin ise 7 yıldır kazı çalışmalarının
başında bulunduğunu ifade eden Schachner, bu yıl
restorater, öğrenci ve antropologların yer aldığı 15
kişilik ekiple kazı çalışması yerine restorasyon ve
yayın çalışması yapacaklarını belirtti.
Dünyanın en köklü başkentlerinden Hattuşa’da, iki
büyük restorasyon çalışması yapacakları anlatan
Schachner, şöyle devam etti:
“Restorasyon çalışmaları kapsamında geçen yıl
Almanya’dan getirilen Boğazköy Sfenksi’nin bir
kopyasını yapma projemiz var. Bu yapılacak kopyayı
esas yerine yerleştirmeyi istiyoruz. Gerekli
çalışmaları yapmak için izinleri bekliyoruz, gelir
gelmez çalışmasına başlanacak. Sfenksin orijinalı
Boğazkale Müzesi’nde. Uygun malzeme ile uzmanlar
eşliğinde sfenksin döküm tekniğiyle kopyası
yapılacak. Bu yapılacak kopyayı esas yerine, yani
Yerkapı bölgesindeki sfenksin çıkarıldığı asıl yere
konulması hedefleniyor. Bunlar insanların ören
yerini daha iyi algılayabilmeleri için yapılan
çalışmalar.”
Doç.Dr. Schachner, Hattuşa şehrinin surlarının
canlandırıldığı kerpiçten yapılan surların sıvasında
zaman zaman dökülmeler olduğunu belirterek, surların
da restore edilmeye başlandığını kaydetti. Ramazan
ayı dolayısıyla bölgedeki restorasyon ve temizlik
çalışmalarına sabah çok erken saatlerde başlandığını
ve öğle saatlerinde çalışmayı bitirdiklerini de
anlatan Schachner, planlanan restorasyon
çalışmasının Eylül ayında sona ermesinin
hedeflendiğini sözlerine ekledi.
Hattuşa’da geçen yıl Aşağı Şehir Kesikkaya
mevkisindeki kazı çalışmaları sırasında büyük, resmi
ve anıtsal bir yapının varlığı ortaya çıkarılmaya
başlanmış, bu binanın bir devlet binası olabileceği
düşünülmüştü.
haberler.com, 27.07.2012
|
ANTİK KENTTE KAZI BAŞLADI
Antalya’nın Kaş İlçesi’ndeki Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer
alan Xanthos antik kentinde yaz dönemi kazıları
başladı.
Xanthos antik kentindeki kazılar, 1952 yılında
Fransız arkeologlar tarafından başlatıldı. 2010
yılına kadar Fransız arkeologların yürüttüğü
kazılar, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Burhan Varkıvanç’a
devredildi.
1988 yılında Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan
ve Likya Uygarlığı’nın 5 büyük kentinden biri olan
Xanthos antik kentindeki kazılarda, 10 bilim
insanı, 8 arkeoloji öğrencisi ve 25 işçi görev
alıyor. 2.5 ay sürecek kazılarda Roma Agorası, Batı
Kilisesi, Likya yapısı, Güneydoğu sektör ve
Nereitler Anıtı’nda çalışma yapılacak. Daha önceki
kazı dönemlerinden kalan moloz yığınları
kaldırılarak antik kentin büyük bölümünde görsel
anlamda düzenleme ve temizlik çalışmaları yapılacak.
Çalışmalar kapsamında Harpyler Anıtı ve Lykia Kule
Mezarı’nın çevresinde de temizlik yapılacak.
Kazı programı hakkında bilgi veren Prof.Dr. Burhan
Varkıvanç, kazıların 5 alanda 7 farklı noktada
yürütüldüğünü söyledi. Prof.Dr. Varkıvanç,
çalışmalar kapsamında ziyaretçilerin gezdikleri
bölgeleri görsel olarak şekillendireceklerini
kaydetti. Prof.Dr. Varkıvanç, "Tabii ki amacımız
yeni kalıntılara ulaşmak ve bunları kültür dünyamıza
kazandırmak. Roma Agorası’nın kuzey kanadını
açıyoruz. Bunun yanında hemen batısında yer alan
Bizans dönemi kilisesi, büyük olasılıkla bir
tapınağın üzerine oturuyor. Bu yapıyı ulaşmak
istiyoruz. Yani burada yeni yapılar arıyoruz. Yine
’Likya Kapısı’ olarak adlandırdığımız ve kentin
Klasik Dönemi’ne ait bir konutu araştırıyoruz" diye
konuştu.
Vatan, 27.07.2012
|
KADI KALESİ'NDE EZBER BOZAN KAZI

Kuşadası'nda Kadı Kalesi'ndeki kazı
çalışmalarında
İstanbul'un Sultanahmet Semti'ndeki Yerebatan
Sarnıcı'nın küçük bir kopyası bulundu. Sarnıcın
tamamen ortaya çıkartılması için çalışmaların
sürdüğü bildirildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kuşadası Belediyesi ve
Ege Üniversitesi İşbirliği'yle, Kadı Kalesi'nde, 11
yıl önce başlayan kazı çalışmalarında arkeologların
ezberini bozacak kalıntılara ulaşıldı. Kazılara
başkanlık eden Ege Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı ve Bizans
Sanatı Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Zeynep
Mercangöz, Kale kazısı diye başladıkları
çalışmaların buluntularla farklı bir yola girdiğini
söyledi.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Mercangöz, manastır
kazıları sürerken çok sayıda çömlek, kuyumculuk
kalıpları, cam-seramik üretim malzemeleri
bulduklarını belirterek, “Manastır'ın altında
bulduğumuz anıtsal yapı ise en büyük keşfimiz. 2011
yılındaki kazı çalışmalarımızda kilisede büyük bir
altyapı bulduk. Kiliselerde yaygın olarak kutsal
mezarların bulunduğu kripto görürüz. Efes'teki
Yuannis Bazilikası ve Saint Jean Kiliselerinin
altında Yahya'nın mezarı vardır. Ama buradaki
kilisenin altındaki bulduğumuz böyle büyük anıtsal
yapısı yok. Belki burası da böyle bir mezara ev
sahipliği yapıyor. Fakat henüz mezarı bulamadık.
Burada küçük bir mezar alt yapısının dışında büyük
bir anıtsal alt yapı var. Olasılıkla 5 ya da 6.
yüzyılda bu alt yapının üzerine bir sütunlu bazilika
inşa edilmiş. Ancak daha sonra Bizans'ın son
yıllarında bu bazilika biraz plan değişikliğine
uğramış sütunları duvar içine saklanmış. Yapının
biraz daha batıya mekanlar eklenmiş. Güneybatı
köşeye sarnıç ve şapel yapılmış, boyutlar büyümüş.
Farklı mimari farklı plan ortaya koymuşlar. Belki de
önceki yıllarda höyük üzerine kurulan bu yapı
depremde yıkıldı. Orta Bizans'ta bu yapı
güçlendirilerek yeniden kullanma gereği duyulmuş. Bu
yıllarda kilisenin de anlamı değişiyor. Burası
piskoposluk merkeziyken 13. yüzyılda başpiskoposluğa
yükseliyor. Dolayısıyla anıtsal yapıyı daha görkemli
kılıyorlar ki biz bunu mimari yapısıyla daha iyi
algılayabiliyoruz. Buradaki yapı henüz tam
açılmamasına karşın Yerebatan Sarnıcı'nın küçük bir
kopyası” dedi.
Batı Anadolu arkeolojisine yeni ve önemli veriler
kazandıran Kadı Kalesi kazılarında bir ilkin ortaya
çıktığını belirten Prof.Dr. Mercangöz, “Genellikle
kilise kalıntılarında rahiplerin, din adamlarının
mezarlarına rastlanır. Oysa buradaki kazıda kadın ve
çocuk mezarları da bulduk. Kilise yapısının üst
bölümlerinde sıradan vatandaşların bulunduğu
mezarlar açtık. Mekanlar açığa kavuştukça burasının
özellikle bir mezar yapısına dönüştüğünü bulduk.
Altın sırma işlemeli piskoposluk atkıları ile
pek çok değerli kalıntı bulduk. 13'ncü yüzyılın
sonunda yaşanan depremde bu alan kullanılmaz hale
gelen kale yıkıntıları kaldırmadan üzerine tekrar
bir seramik, cam üretimi ayrıca kuyum üretiminin
yapıldığına dair kuyum kalıplarına ulaştık. İkona
üretimini sıradan insanlar yapmaz. İkona
manastırlarda üretilir. Burada önemli ikona
örnekleri de bulduk” dedi.
Kale ve içindeki kilisede buldukları insan
kemiklerini DNA testine göndererek bir gen haritası
çıkarmaya çalışacaklarını da anlatan Mercangöz,
şunları söyledi:
“Kadıkalesi kazı çalışmalarımızda normalde açtığımız
her mezardaki kemikler antropolojik olarak
değerlendirilip ölünün kimliğiyle ilgili araştırma
yapılıyor. Geçen yıldan burada yaptığımız kazılardan
çıkan 5 ölüden alınan DNA, Türkiye de diğer antik
kentlerde ve ören yerlerinden toplananlarla
karşılaştırılmak üzere gönderildi.
İstanbul'dan gelen bir hekim arkadaşımız
aramızda. Kendisi bir cerrah ve kendi ekibiyle gen
araştırması yapıyor. Kazılarımızda çıkan mezarlarda
araştırmalar yaparak çalışmalarımıza bir özgünlük
kazandırıyor.”
Kadı Kalesi kazıları, 50 işçi, 10 uzman ile
yürütülüyor.
Hürriyet, Haber: Latif Sansür, 27.07.2012
|
TARİH AŞKI SICAK DİNLEMİYOR

Pamukkale Üniversitesi Öğretim üyesi
Doç.Dr.
Bilal Söğüt başkanlığında Muğla'nın Yatağan
İlçesi'ndeki Stratonikeia antik kentinde sürdürülen
kazılar, 50 dereceyi aşan sıcakta da sürdürülürken,
110 kişilik ekip, güneşin yakıcı etkisinden korunmak
için örtü altında çalışıyor.
Hissedilen hava sıcaklığının 45, toprak ve mermerin
sıcaklığı ile 50 dereceye ulaşılan bir ortamda kazı
yapan öğrenciler, yeni buluntulara ulaşabilmek için
gün boyunca toprakla savaşıyor.
Hellenistik, Roma, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet
döneminden izleri içinde barındıran Stratonikeia
antik kentinde değişik branşlarda 110 kişinin
çalıştığı belirten, Kazı Başkanı, Pamukkale
Üniversitesi Öğretim üyesi Doç.Dr. Bilal Söğüt, "Bu
yılki çalışmalar, geçtiğimiz yıllara göre çok daha
sıcak altında geçiyor. Bu arada kazılarımız ramazana
da rastladı. Dini vecibelerini yetire getirmek
isteyen arkadaşlarımız oruçlarını tutuyor. Kimsenin
kimseye bir dayatması yok. Oruç tutmayan öğrenci
arkadaşlarımız da oruç tutanlara saygı göstererek
gerekli şekilde davranıyor. Fakat sıcak hava son
günlerde kendini iyice hissettirdi. Toprak ve
mermerin de ısınmasıyla hissedilen sıcaklık anormal
değere yükseliyor. Arkadaşlarımız örtü altında
çalışmalarını sürdürüyor" dedi.
Staj için geldiği Stratonikeia antik kentinde kazı
çalışmalarına katılan Diyarbakırlı Batman
Üniversitesi Kültür Varlıkları Koruma ve Onarım
Bölümü 4. Sınıf öğrencisi Birgül Efe, 50 dereceye
varan sıcaklığın kendilerini etkilediğini
belirterek, "Doğup büyüdüğüm Diyarbakır da çok
sıcak. Ama buradaki sıcaklığa toprak ve mermerin
ısınması da eklenince hissedilen sıcaklık 50
dereceye ulaşıyor. İnancım gereğince de hem orucumu
tutmak hem de işimi yapmak zorundayım. Geçtiğimiz
yıl İtalya'da 10 ay staj yaptım. Şimdi son stajımı
Stratonikeia antik kentinde tamamlıyorum. Yaptığım
işin de kutsal olduğuna inanıyorum. Bizim gibi
sıcakta çalışan ve oruç tutan herkese Allah yardımcı
olsun" dedi.
Yeni Asır, Haber: Bekir Tosun, 27.07.2012
|
YERALTINDAKİ 5 ASIRLIK MEDRESE GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Bursa Büyükşehir Belediyesi, sadece doğu beden
duvarı günümüze ulaşan ve tamamı yıkılarak toprak
altında kalan Hançerli Fatma Sultan Medresesi’ni gün
yüzüne çıkarmak için proje çalışmalarını başlattı.
Osmanlı ilk dönem eserlerinden olan medresenin ayağa
kaldırılması için gerekli çalışmalarını
başlattıklarını dile getiren Başkan Altepe, yaklaşık
5 asırlık medresenin kültürel, sosyal ve sanatsal
etkinliklerin yapılacağı bir merkez olarak bölgeye
kazandırılacağını söyledi.
Bursa’nın yaşayan canlı bir müze kent olması
amacıyla 8500 yıllık Arkeopark’tan 2300 yıllık
Bitinya surlarına, 600-700 yıllık Osmanlı
eserlerinden Cumhuriyet dönemi sivil mimarlık örneği
yapılara her alanda yoğun bir çalışma yürüten
Büyükşehir Belediyesi, şimdi de 5 asır önce
yaptırılan bir Osmanlı medresesini gün yüzüne
çıkarıyor. Sıracevizler, Musababa ve Piremir
Mahallelerinin kesişme noktasında ayakta kalmayı
başaran tarihi bir duvar kalıntısından yola çıkan
Büyükşehir Belediyesi tarihi ve kültürel miras
uzmanları vakfiye kayıtlarında yaptıkları
incelemelerde söz konusu alanda II. Beyazıd’ın
torunu Fatma Sultan tarafından 1500’lü yılların
başında yaptırılan Hançerli Fatma Sultan
Medresesi’nin bulunduğunu belirledi. 14 oda ve bir
derslik olarak inşa edilen ancak zaman içinde yangın
ve depremlerden dolayı yıkılarak tamamı toprak
altında kalan ve zaman zaman otopark olarak da
kullanılan medresenin yeniden Bursa’ya
kazandırılması için Büyükşehir Belediyesi’nce
çalışmalara başlandı. Vakıflar mülkiyetinde olan
medrese alanı onarım karşılığı vakıflardan
alınırken, Müze Müdürlüğü denetiminde yapılan
araştırma kazılarında medreseye ait tüm izler gün
yüzüne çıkarıldı.
Kazı alanında incelemelerde bulunan Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Altepe, Tarihi ve Kültürel
Miras Projeler Koordinatörü Aziz Elbas’tan
medresenin tarihi hakkında bilgiler aldı. Üç
mahallenin de kesişme noktasında geniş bir alan
üzerinde bulunan medresenin sadece doğu beden
duvarının günümüze ulaştığını ve kalan bölümlerinin
ise toprak altında bulunduğunu dile getiren Başkan
Altepe, “Arkadaşlarımız yaptıkları araştırma
kazısında 14 odanın da bulunduğu noktaları
belirledi. Tarihi medresenin tam anlamıyla ortaya
çıkarılması için kazı çalışmalarına hız verilecek.
Bir taraftan da restitüsyon ve restorasyon
projelerini hazırlayacağız. Bu medreseyi restore
edildikten sonra her türlü sosyal, kültürel ve
sanatsal etkinliklerin yapılabileceği bir merkez
olarak bölgeye kazandıracağız” diye konuştu.
Bursa Büyükşehir Belediyesi, 27.07.2012
|
KALENİN EN YÜKSEK
KULESİ ONARILIYOR

Selçuk İlçesi'nin
simgesi olarak bilinen ve her yönden Selçuk
İlçesi'ne gelenlere ihtişamlı görüntüsü ile “hoş
geldin” diyen Selçuk Kalesi’nde 2012 yılı onarım
çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Kazı Başkanı
Büyükkolancı, kule onarımların tamamlanıp Kale’nin
ziyarete açılabileceğinin müjdesini verdi.
5. Dönem kazı ve
onarım çalışmalarının I. Etabı’nın Mayıs ayında
başladığını söyleyen Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr.
Mustafa Büyükkolancı, ikinci etap çalışmalarının
3 Temmuz’da başladığını ve Kasım Ayı sonuna
kadar devam edeceğini belirtti. Bu dönemde geçen
yıllarda başlanan Kale Batı Sur duvarları ve
kulelerindeki onarımların tamamlanıp Kale’nin
ziyarete açılabileceğinin müjdesini verdi.
Geçen hafta tüm
hızıyla başlayan onarım çalışmalarında Kalenin
en yüksek kulesi olan ve güneye bakan 2 Numaralı
Büyük Kule’nin geçen 50 yıl içinde Yıldırım
düşmeleri sonucu zarar gördüğünü, zarar gören
üst bölümlerinin onarımı ve tehlikesiz hale
gelmesi için Kulenin batı kısmına şimdiye kadar
kurulan en yüksek ahşap iskelenin kurulduğunu
ifade eden Büyükkolancı, 20 metre yükseklikteki
bu ahşap iskele ile onarımların gerçekleşeceğini
kaydetti. Büyükkolancı, Projeli onarım
çalışmalarının yanı sıra Kale ve Takip Kapısı
yanındaki sarnıçlarda kazı çalışmalarına da
başladıklarını, bu çalışmaların Eylül ayı sonuna
kadar devam edeceğini söyledi.
Kazı ve onarım
çalışmaların Kültür ve Turizm Bakanlığı
ödenekleri ile yapıldığını, Selçuk Belediye
Meclisi ve Encümeni’nden geçen Kale onarımlarına
ilişkin işçi ve malzeme katkısının önümüzdeki
günlerde devreye gireceğini hatırlatan Kazı
Başkanı Büyükkolancı; “Selçuk Belediyesi ile
işbirliğimiz hem malzeme ve hem de proje bazında
devam ediyor” dedi.
Selçuk Bölge Haberleri,
24.07.2012
|
22 - 28 Temmuz 2012
|

Prof.Dr. Engin Akdeniz
başkanlığında Akhisar Tepe Mezarı Bazilikası'nda
yapılan kazı sırasında genç Roma dönemine ait
iskelete rastlandı.
İskeletin yaklaşık 1.60
boylarında tahminen 17 ya da 18 yaşlarında bir
bayana ait olduğu, yanında ise bebeğine ait
iskeletin bulunduğu kaydedildi. Sabah saatlerinde
kazı alanının doğu kısmında iskelete
rastlanılmasının ardından kazı ekipleri yaklaşık
olarak 10 saat fırçalarla süren çalışmalardan sonra
iskeleti zarara uğramadan yer altından çıkardı.
İskeletin üstünde çıkan
tahta parçaları ve doğu batı yönünde bulunmuş olması
iskeletin semavi dinlerden birine ait olabileceği
şeklinde yorumlanırken; kazı antropoloğu iskeletin
bir takım testlere tabi tutulacağını bu testler
sonrasında daha net bulgulara ulaşacaklarını
belirtti.
Kazı başkanı Akdeniz;
kazı çalışmalarının henüz çok başında olduklarını bu
nedenle henüz çok fazla kayda değer bulgulara
rastlanılmadığını belirtti. Kazıların en erken 10
yıl; kısıtlı kaynaklarla devamı halinde ise 20 yıl
sürmesi planlanıyor.
Akhisar Haber,
27.07.2012
|
ŞAPİNUVA'DA HİTİTLERDEN
ÖNCEKİ DÖNEM ARAŞTIRILIYOR

Kazı
çalışmalarını yürüten Prof.Dr. Mustafa Süel, bu yıl
kazı çalışmalarına tepelerarası mevkiinde bulunan A
binasından başladıklarını belirterek, bölgede çevre
düzenlemesi yaptıklarını söyledi.
Şapinuva’nın
Hititlere 100 yıla yakın başkentlik yapmış bir şehir
olduğunu dile getiren Süel, “Şu anda Hititler’den
önceki dönemi araştırıyoruz. En son ve en modern
çalışmaları yapıyoruz. Artık jeoradar ve jeofizik
çalışmalarla araştırmaları yapıyoruz. Ağılönü
mevkiinde yaptığımız jeoradar ve jeofizik
çalışmalarımızda yeni bir yapı tespit ettik” dedi.
Ortaköy İlçesi'ndeki
Şapinuva kazı alanında kavurucu sıcaklara rağmen
kazı çalışmaları devam ediyor.
Tarihi kentte kazı
çalışmaları Tepelerarası mevki adı verilen A binada
devam ederken, kazı çalışmalarında bu yıl erkek
işçilerin yanı sıra yine kadın işçiler de görev
aldı. Güneşten korunmak için yazmalarının üzerine
şapka takan ve rahat hareket etmek için şalvar giyen
kadınlar, kendilerine verilen görevleri titizlikle
yerine getiriyor.
Kazı çalışmalarını
yürüten Prof.Dr. Mustafa Süel, bu yıl kazı
çalışmalarına tepelerarası mevkiinde bulunan A
binasından başladıklarını belirterek, bölgede çevre
düzenlemesi yaptıklarını söyledi.
Şapinuva’nın Hititlere
100 yıla yakın başkentlik yapmış bir şehir olduğunu
dile getiren Süel, “Şu anda Hititler’den önceki
dönemi araştırıyoruz. En son ve en modern
çalışmaları yapıyoruz. Artık jeoradar ve jeofizik
çalışmalarla araştırmaları yapıyoruz. Ağılönü
mevkiinde yaptığımız jeoradar ve jeofizik
çalışmalarımızda yeni bir yapı tespit ettik. Büyük
bir yapı gözüküyor. Çalışmalarımıza buradan sonra
orada devam edeceğiz” dedi.
Çorum Haber, 27.07.2012
|
TARİHİ HAN TURİZME
AÇILDI

Eski ipek yolunun
geçtiği Kastamonu-Durağan arasında kervanların
konaklama yeri olarak kullandığı Tarihi Han Vakıflar
Bölge Müdürlüğü tarafından restoresi yapıldı.
Restorenin ardından
Hanönü Belediyesine teslim edilen Tarihi Han
ilçe belediyesinde Yazı İşleri Müdürü olarak
görev yapan Tarihi Eser Koleksiyoncusu Erdoğan
Topuz’a turizme açılması için tahsis edildi.
Tarihi Han’ı müze
haline getiren kolleksiyoner Erdoğan Topuz
yaptığı açıklamada, ilçenin adını aldığı Tarihi
Han’ın restore edilmesinin ardından belediye
binasının altında bulunan Tarihi Eserlerimi
buraya yerleştirdim. Bütün tarihi eserler benim
kendime ait, zaten ben aynı zamanda bir
kolleksiyonerim. Bütün fuarlarda Hanönü
Belediyesi adı altında stand açıyorum ve en
beğenilen stantlar arasında gösteriliyoruz.
Han’ın sıcak yaz aylarında gayet serin olduğunu
belirten Topuz, Han’da arkeolojik eserler, eski
silahlar, antika eşyalar ve Gökçeağacın
Kilimleri yer almaktadır dedi.
Restoresinin
ardından farklı bir görünüm kazanan Tarihi
Han’da doğum yeri Hanönü olan Büyük Veli Hz. Pir
Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerine ait bir yer
yapılıp, ziyaretçilerin namaz kılması
sağlanacak.
Tarihi Han Moloz
taşından Horasandan yapılmıştır. 3.50 x 1.50
ebadında olan giriş yeri bulunmaktadır. Han’ın
Yuvarlak kemerli kapısından içeri girince 4 adet
paye bulunmaktadır. Dört köşe olan bu payelerin
alt kısımları kesme taştan üst tarafları da enli
tuğlalardan yapılmıştır.
Tavanlar bir nevi tekne
tonozludur. Pencereleri restorenin ardından
korumalı şekilde yapılmıştır. Han’ın boyu 20.50
eni 11.00 metre, yüksekliği 3.50 metredir. Duvar
kalınlıkları birer metredir. Vakıflar Bölge
Müdürlüğü tarafından 2012 yılında aslına uygun
şekilde restoresi yapılarak Hanönü Belediyesine
teslim edilmiştir.
Hanönü yakınlarında
bulunan Arapça yazılı bir kitabe Kastamonu
Üniversitesi Tarih öğretmeni Cevdet Yakupoğlu
tarafından okutularak Türkçeye çevrildi.
Kitabede Tarihi Han’ın kim tarafından
yaptırıldığı gün ışığına çıkarıldı.
Hanın kitabesi
Arapça’dır. Kitabede hanın yerinin nerde olduğu
yazılmamıştır. Ancak kitabe o yörede bulunduğuna
göre ve civarda başka bir han olmadığına göre
ilçe merkezindeki hana ait olduğunu % 99
söyleyebiliriz.
Arapça kitabenin
Türkçe özeti:
“Bu han, gelen-geçen
yolcuların kalması için hayır amaçlı olarak,
Candaroğlu beylerinden İsfendiyar Bey (ölümü
Şubat 1440)’in hükümdarlığı zamanında, onun eşi
Tatlu Hatun tarafından miladi 1437 yılında
yaptırılmıştır.”
Açıklama: Han,
günümüzden yaklaşık 575 yıl önce bir kadın hayır
sahibi tarafından yaptırılmıştır. Candaroğulları
Beyliği dönemi eseridir. Yani Osmanlıların
Kastamonu’yu ele geçirmelerinden 23 yıl önce
yapılmıştır diye belirtilmiştir.
Kastamonu Postası
(kısaltarak),
Haber: Hasan Yılmaz, 26.07.2012
|
|
KASTABALA'DA HÜKÜMLÜLER
ÇALIŞACAK
Kastabala antik kentinde
açık ceza infaz kurumu hükümlülerine arkeolojik kazı
öğretilecek.
Osmaniye ilinin 12 km
kuzey-kuzeybatısında, Cevdetiye-Karatepe yolu
üzerinde, Kesmeburun, Bahçe ve Kazmaca köylerinin
ortasında, Ceyhan nehrinin yakınlarında küçük bir
ovaya hakim kaya çıkıntısı üzerinde yükselen Ortaçağ
kalesi çevresinde gelişen Kastabala antik kentinde
2012 yılı arkeolojik kazı ve araştırma çalışmaları 2
Temmuz’da başladı, kazı 30 Eylül’e kadar devam
edecek.
Toprakkale Açık Ceza
İnfaz Kurumu İşyurdu Müdürlüğü bünyesinde çalışan
hükümlülere arkeolojik kazıyı öğretmek, meslek
edindirmek ve onların geleceğe güvenle bakmalarını
sağlamak, aynı zamanda Kastabala’daki arkeolojik
kazı çalışmalarında ihtiyaç duyulan insan gücünün
temin etmek amacıyla Kastabala kazı başkanlığınca
bir çalışma başlatıldı.
Turizm Habercisi,
26.07.2012
|
NYSA KAZILARI YENİDEN
BAŞLADI
Aydın'ın Sultanhisar
İlçesi'nde bulunan Roma döneminden kalma 5 bin
yıllık Nysa antik kentinin günyüzüne çıkartılması
için kazılar yeniden başladı. Sultanhisar Belediyesi
ile Yaşar Holding tarafından araç desteği verilen
kazı çalışmalarına, Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından da 145 bin TL ödenek sağlanıyor.
1907 yılında Almanların bıraktığı kazılara 1990
yılında Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya
Bölüm Başkanı Vedat İdil tarafından devam edilmişti.
20 yıl süren kazılar ilk Türk kazısı olarak
biliniyordu. Geçen yıl durdurulan kazılar 2012
yılında Sultanhisar Kaymakamı Cevdet Ertürkmen ve
Sultanhisar Belediye Başkanı Ertegün Ünal'ün
girişimleri sonucu yeniden başladı. Aydın Müzesi
başkanlığında, Ankara Üniversitesi öğretim
görevlilerinin yürüttüğü kazılarda, bilimsel sorumlu
Prof.Dr. Musa Kadıoğlu ve Yrd. Doç.Dr. Serdar Hakan
Öztaner'in yanı sıra 10 teknik personel ve 35 işçi
yer alıyor. Önceki gün Nysa Antik Kenti'ne giderek
çalışmalarını inceleyen Kaymakam Ertürkmen ve Başkan
Ünal, kazı sorumlusu Öztaner'den bilgi aldı.
Yeni Asır, Haber: Ali
Soydemir, 26.07.2012
|
|
ANTİK KENTTE ÇEŞME
BULUNDU

Tokat'ta Roma ve
Hellenistik döneme ait
izlerin bulunması amacıyla Komana antik kentinde
yürütülen kazı çalışmaları kapsamında, Roma
dönemine ait olduğu tahmin
edilen çeşmenin bir bölümü ortaya çıkarıldı.
ODTÜ
Mimarlık Fakültesi
Yerleşim Arkeolojisi Anabilim Dalı
Öğretim
Üyesi ve kazı heyeti başkanı Doç.Dr. Burcu Erciyas,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, Komana antik
kentinde havuz olarak adlandırdıkları
bölgede restorasyon öncesi çalışmaları
yaptıklarını söyledi.
Önümüzdeki yıl
restorasyon çalışmasına başlamayı planladıklarını
belirten Erciyas, ''Daha önce havuz olarak
adlandırığımız bölge
yaptığımız ön çalışmada bir çeşme yapısı olduğunu
düşünüyoruz. Biz bu yapıda kazı çalışmalarımızı son
iki yıldır geniş çaplı olarak sürdürdük. Kazı
çalışmalarında çeşmenin su sistemini
ortaya çıkardık. Amacımız bu çeşmeyi ayağa
kaldırarak çalışır hale getirmek'' diye konuştu.
Restorasyon çalışması öncesi belgeleme çalışmasını
tamamladıklarını ifade eden Erciyas, şunları
kaydetti:
''Bu çeşme yapısının Roma
dönemine
ait olduğunu düşünüyoruz. Çeşmenin kamusal bir
alanda olduğunu tahmin ediyoruz. Anadolu'da böyle
altıgen yapılı bir çeşme yok. Onun için önemli bir
mimariye
sahip. Bu çeşmenin örneklerine Kıbrıs ve Tunus'ta
rastlıyoruz. Hamamlarda veya kiliselerin avlularında
bu şekilde anıtsal altıgen çeşmelerin, havuzların
yer aldığını görüyoruz. Restorasyon çalışmasını
önümüzdeki 3 yıl içinde tamamlamayı planlıyoruz. Su
kaynaklarından birisini eski sisteme bağlayarak
çeşmeyi halkın kullanımına açmayı
planlıyoruz.''
Doç.Dr. Erciyas, ''Büyüklerin anlatımından hem de
mimari olarak ön
incelememizde burada bir çeşme yapısının
olduğunu görüyoruz. Komana antik kentinin, Bizans
döneminde yerleşim yeri olarak yoğun bir
şekilde kullanıldığını
biliyoruz'' ifadelerini kullandı.
Çeşmeye suyun geldiği
boru hattına ilişkin tarla içlerinde başka
kalıntılar da olduğunu anlatan Erciyas, ''Çeşmenin
Roma dönemine ait olması
daha yüksek görünüyor. Çeşme, sisteminin sağlam
olmasından dolayı Cumhuriyetin ilk yıllarında da
çeşme olarak kullanılmış.
Çeşmede künk sistemi kullanılmış.
Pişmiş topraktan borularla suyu
getiriyorlar. Bu pişmiş toprakları bir
araya getirdiklerinde su geçirmeyen harç
kullanıyorlar. Bu sistemi de toprak altına
gömüyorlar. Bu sistemden su
getiriyorlar'' diye konuştu.
-Komana Antik Kenti-
Kaynaklarda, Mitridat Krallığı'nın yönetiminde
önemli bir kültür merkezi olan ve Roma
İmparatorluğu döneminde
de özerkliğini koruyan Komana antik kentinin,
''Anadolu tanrısı Ma''ya adanmış kutsal alan olduğu
belirtiliyor.
Aynı zamanda çevre
bölgeler için ticaret merkezi görevi gördüğü
ifade edilen bölgenin, o
dönemde kutsal alanda düzenlenen
festivaller, zengin pazar yeri ve kenti
çevreleyen verimli
arazisiyle Anadolu'nun her tarafından
ziyaretçi aldığı kaydediliyor.
ODTÜ ve TÜBİTAK
tarafından da desteklenen ''Komana Pontika
Arkeolojik Araştırma
Projesi'', Orta Karadeniz
Bölgesi'nin klasik çağ kenti Komana'nın
konumunu belirlemek ve kentsel dokusunu anlamak
amacıyla 2004 yılında başlatılmıştı. Gümenek
Hamamtepe bölgesindeki
yüzey araştırmalarının
ardından antik kentin gün yüzüne çıkartılması için
kazılara başlanmıştı.
Akşam, 26.07.2012
|
DENİZLİLİ INDIANA JONES'A
MONAKO PRENSİ'NDEN BÜYÜK ÖDÜL

Denizli'de, insanın
atası olarak bilinen "Homo Erectus" (dik durabilen
insan) kafatası fosilini bulan Pamukkale
Üniversitesi (PAÜ) Mühendislik Fakültesi Jeoloji
Mühendisliği Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mehmet Cihat
Alçiçek, Monako İnsanlık Paleontoloji Enstitüsü
tarafından ödüllendirilecek. Türkiye'nin ilk Homo
Erectus fosilini bularak bilim dünyasına adını altın
harflerle yazdıran Alçiçek'e ödülünü Monako Devlet
Başkanı Prens II. Albert verecek. Ünlü film
karakteri "Indiana Jones"a benzerliğiyle söz edilen
genç bilimadamının başarısı taktir topladı.
Honaz'ın Kaklık beldesindeki mermer ocakları
yakınlarında 10 yıl önce bir araştırma yapan Doç.Dr.
Alçiçek, bir kafatası fosili bulmuştu. Maceraperest
film karakteri arkeoloji profesörü Indiana Jones
gibi doğadaki araştırmalarıyla tanınan Alçiçek,
araştırmalarının son serisiyle büyük yankı
uyandırdı. Araştırmada fosilin insanın atası olarak
bilinen 500 bin yıllık Homo Erectus olduğu
belirlenmiş, tüberküloz mikrobunun atasını ortaya
çıkarması ve ilk insanların dünyaya dağılışı
konusunda önemli bilgiler vermesi nedeniyle tüm
dünyanın gözü Denizli'ye çevrilmişti. Bilim
dünyasına adı altın harflerle yazılan Doç.Dr.
Alçiçek, bu önemli buluşu ve batı Anadolu'da
sürdürdüğü çalışmaları nedeniyle Türkiye Bilimler
Akademisi (TUBA) tarafından "Üstün Başarılı Genç
Bilim İnsanı" ödülünü almaya hak kazanmıştı. Fosil,
üzerinde yapılan araştırmaların tamamlanmasının
ardından Denizli Müze Müdürlüğü'ne teslim edilirken,
Doç.Dr. Alçiçek bu yılın başında Hollanda Ulusal
Doğa Tarihi Müzesi tarafından güney batı
Anadolu'daki canlı çeşitliliğine koyduğu katkı
dolayısıyla ikinci bir araştırma ödülü ile
onurlandırıldı.
Monako Prensi III. Rainier'in kurduğu ve dünyanın
sayılı kurumlarından olan İnsanlık Paleontoloji
Enstitüsü, insanlığın tarih öncesi Anadolu'daki
yayılışı ve yaşam tarzına katkılarından dolayı
Alçiçek'i ödüle layık gördü.
ÜÇÜNCÜ ÖDÜL
Aralık ayında Monako'da düzenlenecek törende Doç.Dr.
Alçiçek'e ödülünü Monako Prensi II. Albert verecek.
Alçiçek, "Ben aslında klasik jeoloji ile
uğraşıyorum. Araziye çok gittiğim için fosillerle
karşılaşıyorum. Daha önce deve kuşu, zürafa ve
değişik hayvan fosilleri buldum" dedi.
Alçiçek sözlerine şöyle devam etti: "Mermer işçileri
taşları keserken Homo Erectus fosilini görüp bir
kenara ayırmış. Oraya üç gün geç gitseydim o fosil
çöpe gidebilirdi. Diğer parçaları zaten çöpe gitmiş.
Bir insana ait olduğunu görünce bu konuda uzman
olmadığım için fosili Jeolojik Mirası Koruma
Derneği'ne gönderdim. 500 bin yıllık olduğu ortaya
çıkan fosili dünyaya duyurmuş olduk."
İnsanlık tarihine
ışık tutuyor
500 bin yaşındaki kafatası fosili, ilk insanların
dünyaya dağılışları konusunda bilim dünyasına önemli
ipuçları sağladı. Fosil, dünyadaki bütün insanların
Afrika kökenli olduğu ve diğer kıtalara buradan
dağıldıkları, bu sırada Ortadoğu ve Anadolu'dan
geçtikleri yönündeki tezleri destekledi. Fosilin ait
olduğu kişide D vitamini eksikliği tespit edildi.
Ekvator bölgesinden kuzey enlemlere doğru göç eden
siyah derili insanların, deri yapısından dolayı
vücutlarında daha az D vitamini oluştuğu, bunun da
iskelet ve bağışıklık istemini zayıflattığı, böylece
tüberküloz dahil hastalıklara kolay yakalandıkları
tespit edildi. Homo Erectus üzerinde tüberküloz
bulunması, bu hastalığın insanlık tarihi kadar eski
olduğunu da kanıtladı.
Yeni Asır, Haber: Ufuk
Soyhan, 26.07.2012
|
5000 YILLIK FİRAVUN
TEKNESİ

Fransız arkeologlar,
Mısır'ın Ebu Rawash kentinde yaptıkları kazı
çalışmasında, yaklaşık 5 bin yaşında olduğunu tahmin
ettikleri firavun güneş teknesi buldu.
Mısır Tarihi
Esereler Bakanı Muhammed İbrahim, bulunan güneş
teknesinin 5 bin yıl önce hüküm sürmüş ilk hanedan
dönemlerinden biri olan Firavun Den dönemine ait
olduğunu bildirdi.
Eserin durumu hakkında bilgiler veren İbrahim,
teknenin boyunun 6 metre, eninin ise 1,5 metre ve
hala kullanılabilir durumda olduğunu, müzede
sergilenmeden önce güvertede yenileme çalışmalarının
yapılacağını açıkladı.
Uzmanlar, ölüme yaklaştığını anlayan firavunların
ahirete yolculuk yapmak için “güneş tekneleri”ni
kullandığını ve inançlarına göre bu sayede ahirete
ulaştığını belirtti.
Mısırlı arkeologlar, 1954 yılında Firavun Khufu'nun
4 bin 500 yıllık 43 metre boyundaki sedirden
yapılmış güneş teknesini Giza Piramitleri'nde
bulduktan sonra aynı yerde sergiye açmışlardı.
Radikal, 26.07.2012
|
BATHONEA KAZILARINA
VALİLİK DESTEĞİ
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’yu
ziyaret eden Bathonea Kazısı Başkanı Şengül Aydıngün
başkanlığındaki bir heyet Vali Mutlu’ya teşekkür
ziyaretinde bulundu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı adına yürütülen Bathonea
kazısında İstanbul’un Geç Roma Döneminde inşa
edilmiş bir saraya ait olabilecek kalıntılara
ulaşıldığı bilgisi kazı başkanı tarafından Vali
Hüseyin Avni Mutlu’ya verildi. Vali Mutlu,
Küçükçekmece Göl Havzası’nda sürmekte olan Bathonea
Kazısı’nın yılın 12 ayı devam etmesi ve ören yeri
olması için maddi manevi tüm desteği vereceklerini
söyledi.
Kocaeli Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesinden.Yr. Doç.Dr. Şengül Aydıngün, ile
beraberindeki kazı bilim heyetinden bir gurup ve
Bakanlık Temsilcisi Uğur Serden, İl Genel Meclisi
üyesi Sebahattin Özçelik ve Erhan Bozan’ın da
katıldığı ziyarette, Aydıngün, İstanbul Valisi
Mutlu’nun geçen yıl kazı ziyaretinden sonraki
gelişmeler hakkında bilgiler verdi.
2011 yılında kazıyı ziyaret eden Vali Mutlu,
İstanbul İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya,
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Prof.Dr. Ahmet
Emre Bilgili’nin de aralarında olduğu bir heyetle
basın toplantısı yaparak kazıya destek verileceğini
bildirmişti. Aydıngün 2012 yılında İstanbul İl Özel
İdaresi’den ayrılan kaynakla kazıda önemli
gelişmeler kaydettiklerini belirterek, destekleri
için Vali Mutlu’ya ve onun nezdinde İstanbul il
İdaresi’ne teşekkür etti. İl Kültür Turizm Müdürlüğü
ile koordineli olarak bölgenin Ören yeri olması
konusunda çalışmalar başlatıldığını açıkladı.

Vali Mutlu, Bathonea kazı alanından çok etkilendiği
belirterek, 2012 yılı kazı çalışmaları hakkında
bilgi aldı. Kazı Başkanı Şengül Aydıngün, 2012 yılı
kazılarına Mayıs ayında başladıklarını, geçen yıl
ortaya çıkarılan açık sarnıç ve kale kalıntısı
içindeki sütunlu ve mozaikli yapı topluluklarının
giderek birleşmesi sonucunda birbirleriyle
bağlantılı bir Geç Roma dönemi Saray kompleksi
oluşturduğunu düşündükerini açıkladı.
Aydıngün, Bathonea’nın göl kıyısı boyunca uzanan
duvar sıralarında yapılan çalışmalarının
ilerlediğini, bu yapı unsurunun Bathonea’nın koruma
duvarlarına ait olduğu sonucuna vardıklarını
aktardı.
Aydıngün, şöyle devam etti:
“Göl tarafından koruma/savunma duvarlarıyla çevrili
olduğu anlaşılan yerleşimin, küçük liman
bölgesindeki çalışmalarda da Geç Roma dönemine ait
yeni yollar ortaya çıkarıldı. Yollardan biri, daha
önce bulunan ve tarihin en önemli ticaret ve ulaşım
yollarından biri olan Via Egnetia’ya bağlandığı
tahmin edilen Roma yoluyla keşisiyor ve keskin bir
dönemeçle küçük liman yoluyla birleşiyor. 2012 yılı
kazılarının başlangıcındaki yeni bulgular, kazı
ilerledikçe Bathonea’nın fotoğrafını daha da
belirginleştirecek. Kazılarda ortaya çıkarılan
yapıların duvar örme teknikleri ve duvarlarda
kullanılan yapı, yapılan kazı açmaları
birbirleriyle birleştikçe düzgün ve oldukça sağlam
duvarlara sahip sütunlu yapılar, mutfak,
kanalizasyon gibi birimlerden oluşan yapıların
kalıntıları belirdi. Bathonea yerleşiminde bir saray
kompleksinin bulunduğunun ipuçlarını veriyor. Kültür
ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay’ın
destekleriyle kazılarına başlanılan Bathonea’nın
keşfi sürdükçe, sadece bir antik kente değil; bu
antik kentin mimari özelliklerine, bölgenin askeri
ve ticari önemine, limanlarla Via Egnetia üzerinden
Avrupa’ya uzanan ticaret bağlantısına, Bathonea’da
yaşayanların kazılarda bulunan seramik, bronz ve cam
eşyalar üzerinden sanat anlayışlarına, ne yiyip
içtiklerine, nasıl gömüldüklerine ve İstanbul’da
meydana gelen depremler ve tahribatları hakkında
önemli bilgilere ulaşılacak."

Aydıngün, İstanbul’un gelişim sürecinde Neolitik
döneme tarihlenen buluntularla birlikte Hellenistik,
Roma, Bizans ve Osmanlı dönemi eserlerine ev
sahipliği yapan Bathonea’nın 11. yüzyılda 8
şiddetinde bir depremle toprağa gömüldüğünün
anlaşıldığını da anlattı.
Aydıngün, “2012 kazı sezonun başında, Kocaeli
Üniversitesi’nden deprem uzmanı Prof.Dr. Şerif Barış
ve Prof.Dr. Oya Çakın’in yaptığı araştırmalara göre
Bathonea, İstanbul’da denizde meydana gelen şiddetli
bir depremin sonucunda yıkılmış olabileceği gibi,
yine deprem sonucunda heyalanla toprak altında
kalmış olabilir” dedi.
Aydıngün, İstanbul Vali Hüseyin Avni Mutlu’nun
sorusu üzerine Neolitik döneme tarihlenen
buluntuların kentin taş devrine ait yaşam izleri
olduğunu ve bu buluntuların ilk İstanbulluların
yaşadıkları Yarımburgaz Mağarasıyla aynı dönemlere
tarihlendiğini, o zamandan bugüne kazı alanı ve
çevresindeki bölgede yaşamın devam ettiğini ifade
etti.
Kazı heyetinden Petra Turnowski ise bölgedeki flora
ve faunanın zenginliğine dikkat çekerek, “Kazı
bölgesi, İstanbul’un yapılaşmayan ender
bölgelerinden biri. Ekip üyelerimiz sadece bu
bölgede yaşayan kelebekler tespit etti. Bathonea ve
çevresi, arkeolojik öneminin yanı sıra, endemik
bitkilere ve göçmen kuşlara da ev sahipliği yapan
önemli bir doğal alan. Kentin ortasında doğal ve
arkeolojik park olabilecek böyle bir değerin
keşfedilmesi İstanbul için büyük bir şanstır ve
bölgenin değerini arttıracak bir unsurdur. Bathonea
ve çevresi, turizm açısından da İstanbul’a çok
önemli katkı sağlayacak” dedi.
Vali Mutlu da, Bathonea gibi bir yerleşimin ortaya
çıkarılmasında emeği geçen herkese teşekkür ederek
il yöneticileri olarak kazının 12 ay sürmesi ve
bilimsel açıdan mümkün olan en kısa zamanda
Bathonea’nın tümüyle ortaya çıkarılması ve bu süreç
sürerken bir taraftan da ören yeri ilan edilmesi
için destek olacakarını söyledi.
Mutlu, “İstanbul’un kültür tarihine ışık tutan bu
tür çalışmaların, turizme büyük katkı sağlayacağına
inanıyorum. Sizlerin nasıl özveriyle çalıştığınızı
biliyorum. Bathonea ve benzeri buluşlar kültür
turizmi açısından yeni cazibe merkezleri
yaratabilir ve turistlerin İstanbul’daki 2-3 günle
sınırlanan kalış sürelerini uzatabilir” dedi.
Vali Mutlu, “Bu çalışmalar ayrıca bölge halkına
gelir sağlayacağı gibi, fedakarca çalışmalarınız
sonuçta İstanbul’a bir katma değer olarak geri
dönecek ve ‘İstanbul Markası’ daha da güçlenecektir”
şeklinde konuştu.
Turizm Gazetesi,
26.07.2012
|
İŞÇİLERİN 2000 YILLIK
İMZASI

Çine İlçesi'nde bulunan
2 bin 300 yıllık
Alabanda antik kentinde
çalışan ustaların ücretlerini alabilmek için
yapılardaki taşlara isimlerini kazıdığı belirlendi.
Kazı Başkanı
Adnan Menderes Üniversitesi
(ADÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Suat Ateşlier,
MÖ 2. yüzyılda inşa edilen meclis binasının taşları
üzerinde bazı harflere rastladıklarını, bunların
binanın inşası sırasında çalışan ustaların
isimlerinin baş harfleri olduğunu söyledi.
Meclis binasının inşası sırasında görev alan
ustaların ne kadar iş yaptıklarını kanıtlamak
amacıyla taşların üzerine isimlerini kazıdıklarını
belirten Ateşlier, ''Belli ki inşa sırasında bazı
tartışmalar olmuş. O yüzden herkes ne kadar taş
işlediyse günün sonunda onun hesabını alabilmek için
taşların üzerine isimlerini, kimisi tek harfini,
daha yoğun isme sahip olanlar da iki harfini
işaretlemiş. Hangi işi yaptıklarını, ne kadar iş
yaptıklarını kanıtlamak için, bunun karşılığında
ücretlerini alabilmek için böyle bir yola
başvurmuşlar'' diye konuştu.

Doç.Dr. Ateşlier,
taşların üzerindeki isim baş harfleri sayesinde o
döneme ait bazı bilgileri edinme imkanı
bulduklarını, duvar işinde çalışan işçilerin
isimlerini de tahmin edebildiklerini söyledi.
Aynı isimleri yapının içindeki bloklarda da
görebildiklerini belirten Ateşlier, ''Böylece bir
ustanın inşaatta kaç blokta çalıştığını saptamış
oluyoruz. Kaç usta çalışmış, her usta kaç blok
işlemiş bu konuda da bilgi sahibi oluyoruz. Çalışan
ustaların sayısı, nitelikleri, yoğunluğu konusunda
bize bilgi veriyor'' dedi.
Doç.Dr. Ateşlier, MÖ 2. yüzyılda inşa edilen meclis
binasının
Alabanda antik kentinin
en önemli yapıtları arasında yer aldığını belirtti.
Meclis binasının MÖ 1. yüzyılda da yoğun olarak
kullanıldığını kaydeden Ateşlier, ''Alabanda meclis
binası çok önemli bir yapı. Anadolu'nun belki de en
erken meclis binalarından, en iyi korunmuşlarından
biri. Çok önemli hatipler burada konuşmalar
yapmışlar. Mimari olarak da çok büyük özelliklere
sahip. Belki de duvarlarının üzerinde sahne
düzenlemesini görebileceğimiz, sahne izlerini
görebileceğimiz en önemli yapı'' diye konuştu.
Habertürk, 26.07.2012
|
TARİH YENİDEN AYAĞA KALKIYOR
Türkiye'nin en köklü
kurumlarından olan Vakıflar Genel Müdürlüğü, son 10
yıl içinde büyük bir atılıma geçti. Yapılan
atılımlarla birlikte çok sayıda vatandaşımıza
istihdam sağlanırken tarihi eserler de ayağa
kaldırıldı.
Büyüyen Türkiye'nin haberine göre asırlardan beri
medeniyetlere ev sahipliği yapan Türkiye
topraklarında yer alan vakıf eserleri son 10 yılda
ihya edildi. Vakıf eserleriyle ilgili çalışmalar
yapan Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 'Hizmette Son 10
Yıl' adlı dergisinde yer alan bilgilere göre; söz
konusu dönemde 3 bin 600 civarında vakıf eseri ayağa
kaldırıldı.
Müdürlük bünyesinde Kaçakçılıkla Mücadele Bürosu
kurularak vakıf eserlerinin her birine envanter fişi
düzenlendi. Böylelikle çalınmaların büyük ölçüde
önüne geçildi. Çalınan eserlerin yurt içi ve yurt
dışı takibi de yapılarak bir çoğu geri alındı. Bu
bağlamda çalınan 750'den fazla eser kurtarıldı.
Depolarda bekleyen eserler de gün ışığına çıkarıldı.
Müzelerde koruma altına alınan eserler,
vatandaşların görebilmesi için sergilenmeye başladı.
Sınır ötesinde de faaliyetlerini sürdüren kurum,
2008 yılında Dış İlişkiler Daire Başkanlığı kurdu.
Kurulan bu birim sayesinde, ülke sınırları dışında
kalan kültür varlıklarının tespiti ve tescili
yapıldı. Kültür varlıklarının, restorasyonları da
başlatılarak ayağa kaldırıldı.
Çalışmalar neticesinde ekonomiye 3 milyar liralık
katkı sağlanırken, çalışmalarda 70 bin vatandaşımız
görev aldı.
Sosyal güvencesi olmayan yüzde 40 ve üzeri engelli
vatandaşlar ile yetimlere muhtaç aylığı vermeye
devam eden kurum, 15 bin civarında öğrenciye de
eğitim yardımında bulunuyor. Vakıflar Genel
Müdürlüğü tarafından adrese teslim edilen kuru gıda
yardımlarından 20 binden fazla aile faydalanıyor.
sondakika.com, 26.07.2012
|
TAŞHAN'DA RESTORASYON SÜRÜYOR

Amasya Valisi A. Celil
Öz, bir yıl önce restorasyon çalışmalarına başlanan
tarihi Taşhan’da incelemelerde bulundu.
250 yılı aşkın tarihi
bulunan binanın yeniden ayağı kaldırılmasına yoğun
çaba sarf edildiğini belirten Vali Öz, “Yapı ve
statik olarak çok çürüktü. Görünen kısmın dışında
görünmeyen çalışmalar çok yoğun. Çok farklı
teknikler kullanıldı binanın mukavemeti ve
statiğinin sağlanması için. Onlar yapıldıktan sonra
artık görünür kısımlarında restorasyonlar başladı.
Özellikle üst kısmında restorasyon yapılıyor” dedi.
Restorasyon işlemlerinin
en geç Kasım ayında bitirilmesinin hedeflendiğini
vurgulayan Öz, “Yılbaşından önce kira işlemlerini
başlatıp burayı artık Amasya’nın bir ticaret merkezi
haline getirmek istiyoruz. Bu bölge Amasya’nın
yoğunluğundan, ticari hareketliliğinden, turizminden
yeterince yararlanamıyor. Taşhan, bunun ilk
başlangıcı olacak” diye konuştu.
Restorasyon
çalışmalarına yaklaşık 7 milyon TL harcanacağını
anlatan Öz, tarihi binanın içerisinde yöresel ürün
ve hediyelik eşyaların satılabileceği iş yerlerinin
yer alacağını ayrıca kafeterya ile restoranın da
bulunabileceğini kaydetti.
Bölgedeki esnaflarla da
görüşen Öz’ün incelemelerine İl Özel İdaresi Genel
Sekreteri Mustafa Bolat, Kültür ve Turizm İl Müdürü
Ahmet Kaya ile Milli Eğitim Müdürü Gıyasettin Taş da
katıldı.
Amasya Kent Haber,
25.07.2012
|
KAPADOKYA TARİHİNİ DEĞİŞTİREN KEŞİF

Kapadokya'nın dünyaca ünlü vadisi Ihlara'da
yanyana kayalara oyulmuş
cami ve
kilisenin bulunmasıyla, vadide bilinenin aksine
Hristiyanlarla aynı dönemde Müslümanların da
yaşadığı belirlendi.
Aksaray Müze Müdürü Yusuf Altın, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Ihlara Vadisi'ndeki kültür
varlıklarını belirleme ve projelendirme
çalışmalarının devam ettiğini söyledi.
Ihlara Vadisi'nde daha önce yapılan çalışmalarda
tespit edilen tescilli kültür varlığı sayısının
yürütülen bu çalışmayla 12'den 45'e yükseldiğini
ifade eden Altın, tescil edilen kültür
varlıklarından birinin
cami olmasının kendilerini heyecanlandırdığını
vurguladı.
Vadide ilk kez bir kaya
oyma
camiye rastlandığını, bunun
Kapadokya'nın en büyük yerleşimi olan Ihlara
Vadisi hakkında şimdiye kadar bilinen birçok şeyi
değiştirdiğini belirten Altın, ''Bu
caminin yakınında bir kaya
oyma
kilise bulundu. Bu da Ihlara'da Hristiyanlarla
aynı dönemde Müslümanların da yaşadığını ortaya
çıkarıyor. Üstelik ibadethaneleri birbirine çok
yakın'' dedi.
Habertürk, 25.07.2012
|
TARİHİ CAMİ KADERİNE TERK EDİLDİ
Tekirdağ'ın Çorlu
İlçesi'nde en eski iki tarihi
yapıdan birisi olan, Fatih Sultan Mehmet'in süt
annesi Daye Hatun tarafından 1453 yılında yaptırılan
Fatih Camii'nde başlanan
restorasyon işlemleri durdu. Geçtiğimiz mayıs
ayı başında başlanan
restorasyon işlemleri bir ay devam etti. Camide
yaklaşık 2 aydır
restorasyon işlemi yapılmıyor. 559 yıllık tarihi
cami kaderine bırakıldı.
Caminin dış ve iç cephesinde bulunan sıvalar
yüklenici firma Taksim Yapı tarafından mayıs ayı
sonuna kadar bitirildi. Cami etrafına kurulan
iskelelerin bir kısmı söküldü. Minare ve caminin
bazı bölümlerinde ise kurulan iskeleler hala
duruyor. Cami duvarlarından çıkarılan molozlar ise
cami avlusunda bırakıldı. Caminin yanından geçerken
avlusunda bulunan molozları gören vatandaşlar
ellerinde bulunan su ve ayran petlerini buraya
atıyor. Cami avlusu tam bir çöplük ve başıboş
köpekler cami avlusunda bulunan tarihi mezarların
üzerinde uyuyor.

Kapı ve pencereleri açık olan caminin pencere
camlarının birçoğu kırık. Restorasyon için sıva
sıyırma işlemi yapılırken caminin restorasyona
girmeyen bir kısmının mermerleri de yüklenici firma
personeli tarafından kırılmış. İçerisinde 559
kitabe, minber ve yazıtlar bulunan tarihi camiinin
inşaat alanını koruyan kimse yok.
Tarihi caminin
restorasyon işlemi ihalesini alan Taksim Yapı
yetkilisi ve mimarı Sevilay Uludağ, caminin
restorasyonunun sonucunu merak edenlerin Vakıflar
Genel Müdürlüğü'ne sorması gerektiğini söyledi.
Kendilerinin parça başı iş aldıkları, caminin
sıvasının kazıma işini tamamladıklarını, Anıtlar
Yüksel Kurulu'nun yapılan işi gördükten sonra eğer
isterlerse kazımadan sonra yapılacak işlemi
kendilerinin yapacağını belirten Uludağ, "Şu aşamada
bizim yapabileceğimiz başka bir şey yok.’’ dedi.
Cami avlusuna kendi elemanları tarafından dökülüp,
kaldırılmayan molozlar için ise bir açıklama
yapmadı.
Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 25 Mayıs
2010 tarihinde aldığı kararla restorasyonunun
yapılmasına karar verilen tarihi Çorlu
Fatih Camii'nin restorasyonu 745 bin TL'ye mal
olacak. Restorasyonun Aralık 2012 sonunda bitmesi
planlanıyor.
Cami, 1453 yılında inşa edildikten sonra ilk
tamiratı ikinci Mahmut'un sadrazamı Benderli Mehmet
Selim Paşa tarafından 1824 yılında yapılmış.
Bugün, 25.07.2012
|
KAZILARDA ÖYLE BİR HEYKEL BULUNDU Kİ...

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
Anadolu’daki bir arkeolojik kazıda çok önemli bir
heykel bulunduğunu, bu konudaki basın açıklamasını
gelecek hafta kazının yapıldığı bölgede, kazı
ekibiyle birlikte yapacağını söyledi.
Antalya’nın Demre
İlçesi’nde DHA muhabirinin
sorularını yanıtlayan Bakan Günay, çeşitli illerdeki
arkeolojik kazıların sürdüğünü ve önemli buluntular
elde edildiğini belirtti. Bakan Günay, "Kazılarda
yeni heykeller buluyoruz. Bu arada çok yeni bir
buluntumuz var. Önümüzdeki hafta onu basınla
paylaşacağım. Bu bir Roma heykeli değil. Çok önemli
bir heykel. 1.5 ton ağırlığında, bir omuzdan yukarı
insan başı. Bir Anadolulu heykeli. Bu açıdan çok
özgün. Anadolu uygarlıklarına ait olan, dışarıdan
gelmiş olan değil, çok önemli bir heykel. Onu da
önümüzdeki günlerde basınla paylaşacağım" dedi.
Bakan Günay, açıklamayı kazının yapıldığı
bölgede, kazı ekibiyle birlikte yapacağını kaydetti.
Bakan Günay, geçen yıldan beri dünyanın en önemli
kazılarından birinin Muğla’nın Milas İlçesi
yakınlarında sürdüğüne işaret ederek, burada
Hekatomnos Anıtı’nın kazısının sürdüğünü, kazı
bölgesi ve çevresinde çok büyük kamulaştırmalar
yaptıklarını belirtti.
Son yıllarda Roma, Likya, Frigya, Lidya dönemine
ait kazıların yanı sıra, Anadolu Selçuklu eserlerini
de ayağa kaldırmaya çalıştıklarını vurgulayan Günay,
şu bilgileri verdi:
"Şimdi Milas’ta Hekatomnos anıtının ve lahdinin
kazısını yapıyoruz. Bir açık hava müzesi yapmaya
çalışıyoruz orada. Bir yandan da hemen 10 kilometre
mesafede Berçin Kalesi’nde çalışıyoruz. Ben
istiyorum ki Anadolu Selçuklu Uygarlığı’nın
izlerini, tıpkı Roma gibi ayağa kaldırabilelim.
Kubadabad Sarayı var Beyşehir yakınlarında.
Kubadabad Sarayı, Alaaddin Keykubat’ın, göl
kıyısındaki yazlık sarayıdır. Sarayın izlerinden ne
olduğu anlaşılamıyordu. Beyşehirli turizmci Ali
Akkanat ile önemli bir sponsorluk anlaşması yaptık.
Sarayı restore ettiriyoruz. Birkaç yıl içinde
bölgeye gelenler için kalıntıların anlaşılmasını
sağlayacağız."
Dünyanın en büyük Türk- İslam mezarlığının
Bitlis’in Ahlat İlçesi’nde olduğunu dile getiren
Günay, orada yapılan çalışmalarla yaz mevsimi
sonunda Ahlat’ın yüzünün önemli bir biçimde
değişeceğini ifade etti.
Hürriyet, 25.07.2012
|
MAHVEDİLEN İSTANBUL

Marmara Denizi kıyısında konumlanan Yenikapı,
İstanbul'un yanı sıra dünyanın en önemli tarihi
yerleşim bölgelerinden biridir. 2004 yılında, burada
yer alacak metro istasyonu için yapılan kazılar
esnasında, bir Bizans Limanı'nın yanı sıra 36
geminin de içinde bulunduğu çok sayıda kalıntı
ortaya çıkarıldı. Gemilerde yer alan kargo ve yükler
bile tek başına Ortaçağ'da bölgedeki yaşam hakkında
özgün bir rehber niteliği taşıyor.
Harvard Üniversitesi tarih profesörü Michael
McCormick kalıntılardan "bizim dönemimiz için
piramitlerin keşfi" olarak bahsetmişti. Bölgede
yapılan kazılarda aynı zamanda geç neolitik döneme
ait 8.000 yıllık insan kalıntılarının bulunması,
İstanbul Boğazı oluşmadan yani kara Avrupa ve Asya
olarak ikiye bölünmeden önce de bölgede yerleşim
olduğunu ortaya çıkardı.
Günümüzde İstanbul'a verilen hasar, 4. Haçlı
Seferi sırasında Haçlıların Konstantinapolis'e
verdiği hasarla boy ölçüşebilir. 1202'de Bizans
döneminde Latin istilacılar şehri din adı altında
yağmaladılar, günümüzde ise şehir ilerleme ve kazanç
adı altında yağmalanıyor.
Birçok büyük şehir gibi İstanbul'da modern
metropolün çok geniş altyapısal ihtiyaçlarının,
tarihi geçmişinin dar geçitleri arasına
sıkıştırılmaya çalışılmasının problemleri ile
yüzleşiyor. 2004 yılında bulunan kalıntıların
ardından itibarlarını göz önünde bulundurarak şehir
otoriteleri, arkeologların çalışmalarını
tamamlayabilmeleri için büyük bir ihtiyaç olan metro
istasyonunun yapmının ertelenmesine sancılı bir
süreç sonunda karar verdi.
Ve yine itibarı için 2010 yılında Belediye,
Yenikapı'nın sadece tünel ve metro istasyonu olarak
değil aynı zamanda şehrin altında gömülü 1.000
yıllık geçmişin vitrini olacak arkeolojik bir park
olarak yeniden ele alınarak inşa edilmesi için
uluslararası bir yarışma organize etti. Nisan ayının
ortalarında kazanan üç proje açıklandı ve
kazananlara bir araya gelerek bir konsorsiyum
oluşturmaları ve ortak bir plan hazırlamaları teklif
edildi.
Fakat sonrasında merkezi hükümetten gelen bir
emirle, belediye bomba niteliğinde bir açıklama
yaptı. Oldu bittiye getirilmiş plana göre
Yenikapı'da mitingler, gösteriler ve açıkhava
etkinlikleri için kullanılmak üzere 270 bin metre
kare büyüklüğünde denizin doldurulması ile
oluşturulacak bir meydan yaratılacaktı.
Tarihi Yarımada'nın kıyısında bu şekilde dairesel
bir büyüme yaratmayı istemek ciddiye alınamayacak
kadar budalaca bir istek. Böyle bir şeyi istemenin
Sen Nehri'ni düzlemekten veya Colosseum'u futbol
stadına çevirmekten bir farkı yok.
Neden birileri Ayasofya ve Sultanahmet Camii gibi
şahaserlerlerin yanıbaşında böylesine korkunç
büyüklükte, metruk, boş bir alan yaratmak ister ki?
Cevabı kimse bilmiyor çünkü Yenikapı için önerilen
bu proje Ankara'da kapalı kapılar arkasında, kamunun
bilgisi dışında tezgahlandı.
Makul olmak için fazla bayat olan bir açıklama şu
şekilde, İstanbul çevresinde devam eden çok sayıdaki
kazı ve tünel çalışmasını sürdüren müteahhitlerin
molozları boşaltmak için boş bir alana ihtiyaçları
var.
Bİr diğer açıklama ise projenin bir güç
gösterisi, Erdoğan hükümetinin İstanbul'da kalıcı ve
görünür bir işaret bırakmak için son teşebbüsü
olduğu şeklinde. Yapılıyor çünkü yapılabilir.
Arkitera, Kaynak: New York Times, Haber: Andrew
Finkel, Çev: Merve Taşpatlatan, 25.07.2012
|
TARSUS'TAKİ
ÖRENYERLERİNİ 36 BİN 748 KİŞİ ZİYARET ETTİ

Tarsus Müze
Müdürlüğü’nün 2012 yılı ilk altı aylık faaliyet
raporu açıklandı. Müze Müdürü Mehmet Çavuş
tarafından yapılan açıklama şöyle:
“7500- 8000 yıllık
kesintisiz bir kültür dokusuna sahip bulunan Tarsus
İlçesi, bölgemizin en önemli antik dönem metropol
kenti konumundadır.
Önemli bir kültür ve
turizm potansiyeline sahip Tarsus kentimiz, tarihi
ve kültürel değerlerimizin sunulabilmesi için Tarsus
Müze Müdürlüğümüze bağlı, Tarsus Arkeoloji Müzesi,
St.Paul Anıt Müzesi ve St.Paul Kuyusu Örenyeri olmak
üzere yerli ve yabancı ziyaretçilere hizmet veren üç
birime sahip bulunmaktadır.
Tarsus Arkeoloji Müzesi
Pazartesi günleri haricinde yerli ve yabancı
ziyaretçiler tarafından ücretsiz olarak ziyaret
edebilmektedirler.
Müdürlüğümüz birimleri
olan St.Paul Anıt Müzesi'nin giriş ücreti 5 TL.,
St.Paul Kuyusu'nun giriş ücreti ise 3 TL. olup
haftanın 7 günü ziyarete açıktır.
Ayrıca St.Paul
Kuyusunda, Türkiye genelinde Bakanlığımıza bağlı
müze ve örenyerlerini 1 yıl süre ile sınırsız
ziyaret etme imkanı sağlayan geçici müze kart satışı
yapılmaktadır.
Bakanlığımıza Bağlı Müze
ve Örenyerlerine Girişlerde Uygulanacak Usul ve
Esaslar Hakkında Yönerge uyarınca Müzekart’ın fiyatı
30 TL olup, belirtilen tarife Milli Eğitim Bakanlığı
kimlik kartını haiz öğretmenler ile 18 yaş
üzerindeki öğrenciler için % 50 indirimli
uygulanmaktadır.
2012 yılının İlk altı
aylık dilimi içerisinde Tarsus Arkeoloji Müzesi,
St.Paul Anıt Müzesi ve St.Paul Kuyusu Örenyerini
11.624 kişi yabancı, 25.124 kişi yerli olmak üzere
toplam 36.748 kişi ziyaret etmiş ve 52.255,00TL
gelir elde edilmiştir.
St.Paul Anıt Müzesi'nde
bir çok ülkeden seyahat acenteleri ile gelen gruplar
altı aylık dilimde 62 dini ayin gerçekleştirmiştir.”
Tarsus Haber, 25.07.2012
|
'MİMAR BAŞKAN'IMIZ
FSM ve Haliç köprülerindeki
bezdiren “onarım tıkanıklığı”ndan bu yana okurlar
daha sık sormaya başladılar:
“Kadir Topbaş’ı neden hiç eleştirmiyorsun?”
Aslında Topbaş’ı da sorgulayan yazılarım oluyor,
ama doğrudan “mimar başkan”a yönelik olanı az...
Nedenini ben de düşündüm; acaba “meslektaş
dayanışması” psikolojisine girmiş olabilir miyim?
Belki de oda başkanlığı yıllarımdaki “tüm
üyeler”i koruyup gözetme anlayışımın etkisinde
kalmışımdır?..
Nitekim Topbaş ilk seçildiğinde de “Dünya
görüşüne katılmasam da mimar olduğundan İstanbul’a
yararlı işler yapabilir” diye yazmıştım.
Aslında, direndiğimiz ne kadar büyük rant projesi
ve kenti olumsuz etkileyen çıkarcı yatırım varsa,
hemen tümünün “Ankara kökenli” olması, eleştirilerin
hep iktidara yönelmesine neden oldu.
Galataport’tan Haydarpaşa’ya, 3’üncü köprüden
otomobil tüp geçişine kadar tümü, Ankara’nın
İstanbul’u pazarlaması değil midir?
Nitekim 3’üncü köprü için Topbaş demişti ki:
“Yetki bizde değil Ulaştırma Bakanlığı’nda; proje
onların...”
Kentin halk adına temsilcisi, hatta “sahibi”
denebilecek bir kurumun başı olarak Topbaş’ın,
bunlara “boyun eğme”sini yeri geldikçe eleştirdim;
hükümet kaynaklı talan projeleriyle mücadele
etmesinin “demokratik görev”i olduğunu defalarca
vurguladım.
Projelerin Ankara kökenli olduğu kısmen doğru,
ama yine örneğin 3’üncü köprünün İstanbul planlarına
işlenmesini neden onayladı? İmza atmayabilir ve
‘tıpkı’ Başbakan Erdoğan’ın vaktiyle aynı
makamdayken yaptığı gibi “Bu köprü İstanbul’a
zararlıdır; uygun görmüyoruz” diyebilirdi...
Şimdi de Çamlıca’ya cami için diyor ki: “Sit
alanı olduğu için planını Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı yapıyor; yetki onlarda...”
Oysa yasaya göre yerel yönetimin de “evet” demesi
lazım! Büyükşehir belediye meclisi, mimar
başkanlarıyla birlikte ve “oybirliği” ile
“Çamlıca’nın İstanbul siluetindeki konumunu
bozamayız” kararı alsa; hangi bakanlık, hatta hangi
başbakanlık o camide diretebilir ki?
Bu nedenle Topbaş’tan asıl beklenen “Çamlıca’ya
Osmanlı bile cami yapmadı; çünkü orası doğal haliyle
yaşatılması gereken, şarkılarıyla kent kültüründe
yer etmiş bir mesire alanıdır” demesiydi...
Köprü işkencesi
“Mimar başkan”ımızın FSM ve Haliç köprülerindeki
trafik bunalımı karşısındaki tutumuna gelince...
Onarımın başlamasından neredeyse 1 ay sonra akla
gelen sözde önlemlerden çok daha fazlası ve “doğru”
olanları, aslında “önceden” alınmalıydı.
Örneğin Boğaz’ı denizden geçiş olanaklarının
çoğaltılması için neden bu kepazelik beklendi?
Ya da TIR ve kamyonların her iki köprüden de
“gece”leri geçmesi için ille de bu işkencenin
çekilmesi mi gerekiyordu?
Ama “mimar başkan” bakın ne diyor: “..bakalım
3’üncü köprüye karşı çıkanlar şimdi ne diyecek?”
Kamuoyundaki “acaba bu eziyet, 3’üncü köprüye
destek için mi yaratıldı” sorusuna bundan açık
“evet” olabilir mi?
Hele Yenikapı ile Üsküdar’da kentin geçmişini
binlerce yıl geriye götüren arkeolojik kazıların,
Marmaray’ı geciktirmesinden “şikayet”çi olmasını ise
mimarlığı bir yana, belediye başkanlığıyla da
bağdaştırmak olanaksız.
Oysa “Kültür Başkenti’nin başkanı” demeliydi ki:
“İstanbul’un dünya kenti niteliğini emsalsiz kılan
bir büyük geçmiş artık gün ışığında... Arkeolojik
çalışmalar onurumuzdur.”
Topbaş bütün bunlar için ne düşünür bilemem; ama
sevgili okurlarımın gönüllerini aldığımı
sanıyorum...
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 25.07.2012
|
ANTİK NEKAİA KENT ÇÖP
TEHDİDİ ALTINDA

Ödemiş’e bağlı Türkönü
Köyü, Yeladı Mevkii yakınlarındaki modern çöp
depolama tesisinin yanı başında bulunan Roma
döneminden kalma antik Nekaia Kenti’nde
incelemelerde bulunan Alman Madencilik Müzesi
Madencilik Arkeolojisi ve Arkeometalurji Uzmanı
Prof.Dr. Ünsal Yalçın, antik kentin koruma altına
alınmasını istedi.
Almanya’nın Bochum
kentinde bulunan müzede görev yapan Prof. Yalçın,
Roma döneminden kaldığı tahmin edilen antik kentin
içinde bulunan cıva madenini de gezerek, bölgede
detaylı bir çalışma yapılması gerektiğini
belirterek, çöp depolama tesisine izin verilmemesi
gerektiğini söyledi. Çöp tesisinin yapım çalışmaları
sürerken, antik kent Neikaia’da kazı çalışmalarının
sürdüğüne dikkat çeken Prof. Yalçın, beraberinde çöp
tesisine karşı mücadele veren Prof.Dr. Veli Sevin ve
Ödemiş Müzesi yetkilileri olduğu halde, antik kentte
bulunan cıva madenini de gezdi. Burada bir takım
incelemelerde bulunan Yalçın, raporu Ödemiş
Müzesi’ne de sundu.
Prof. Yalçın, antik
kentteki maden galerilerinin yakın zamana kadar
kullanıldığını belirterek, “Niğde-Kestel ve
Tokat-Kozlu gibi prehistorik maden işletmelerinde
benzer çukurlara rastlanmıştır. Çevrede yapılacak
bir yüzey araştırmasında buna benzer diğer çukurlara
ve el taşlarına dikkat edilmeli. Bu çok çukurlu
cevher kırma taşları, tarih öncesi maden
işletmelerinde çok yaygın gözlemleniyor. Dolayısıyla
buradaki cıva madenciliğinin tarihi öncesi dönemlere
uzandığını düşünmek mümkün” ifadelerini kullandı.
Bölgede daha detaylı bir
araştırma yapılması gerektiğinin altını çizen Ünsal,
açıklamalarını şöyle sürdürdü: “Yazılı kaynaklarda
da bu bölgedeki madenin en geç Roma Dönemi’nden yana
işletildiği yer alıyor. Bilindiği gibi zencefre o
dönemlerde doğal boya olarak ve bazı hastalıkların
tedavisinde kullanılıyordu.Tüm bunları yanı sıra
bölgenin altın madenciliğinin merkezi konumundaki
Sart’a yakınlığı da bölgede bulunan cıva madeninin
önemini artırıyor. Çünkü Romalıların cıvayı altın
zenginleştirirken kullandıkları da biliniyor.
Bölgedeki cıva yatakları bu kapsamda ele alınmalı.
Neikaia antik kentininn bir sağlık merkezi olması ve
300 yıl boyunca kendi sikkesinin bulunması bölgedeki
cıva madeniyle ilgisini gösteriyor. Tüm bu
nedenlerden dolayı işletmelerin bulunduğu alanın
korunması Küçük Menderes havzasının kültür tarihi
açısında büyük önem taşıyor.”
haberler.com, 26.07.2012
|
KAZILAR, TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARIYOR

Batı Akdeniz Bölgesi’ndeki kültürel mirasın
korunması ve gelecek nesillere aktarılmasının
sağlanması için yaz döneminde 16′sı Antalya’da,
toplam 23 bölgede arkeolojik kazı çalışmaları
yürütülüyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle Antalya, Burdur, Afyonkarahisar, Isparta ve Muğla’nın Fethiye İlçesi’nde bu yıl 23 ören yerinde tarihi değerlerin gün yüzüne çıkarılması için kazı çalışmaları başlatıldı. Deniz, güneş ve kumun yanı sıra binlerce yıllık tarihi antik kentleriyle turistlerin ilgisini çeken Antalya’da 135 ören yerinden 16′sında kazı
yapılıyor. Antalya’da bu yıl 14 antik kentte Türk, 2
antik kentte ise yabancı bilim adamlarının
başkanlığında kazılar yapılıyor.
Antalya’nın Alanya İlçesi’nde Selçuklu Sultanı
Alaaddin Keykubat tarafından 1221 yılında kentin
alınmasından sonra yeniden inşa ettirilen Alanya
Kalesi’nde kazı ve restorasyon çalışmaları, Prof.Dr. Bekir Deniz yönetimindeki 12 kişilik ekip
tarafından yürütülüyor.
Alanya’ya 37 kilometre uzaklıktaki ‘Alara
Kalesi’ndeki kazıya ise Prof.Dr. Osman Eravşar
başkanlık yapıyor.
Tiyatro, stadyum, hamam, su sarnıcı, kaya
mezarları ve lahitleriyle dev bir açık hava müzesi
olan Finike’deki ‘Arykanda antik kentinde 1971′den
bu yana devam kazılar, Prof.Dr. Vahit Macit
Tekinalp başkanlığında yürütülüyor.
Demre’de, Klasik Dönem’in en büyük uygarlığı
Likya’nın Myra ve Andriake kentlerindeki kazılar
Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat
Çevik başkanlığında devam ediyor. 1989- 2009 yılları
arasında Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölüm
Başkanı Prof.Dr. Yıldız Ötüken başkanlığında
oluşturulan ekip tarafından sürdürülen ancak 2 yıl
önce Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
durdurulan Demre’deki Noel Baba Müzesi kazıları ise
bu yıl Antalya Müze Müdürlüğü sorumluluğunda
Prof.Dr. Sema Doğan’ın bilimsel danışmanlığında
yürütülüyor.
Döşemealtı’ndaki Karain Mağarası’ndaki
çalışmalar, 1985′ten bu yana Ankara Üniversitesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Işın Yalçınkaya
başkanlığında sürdürülüyor. 500 bin yıldır insan
yaşamında yer alan Karain’deki eserler, Antalya
Müzesi’nde ve Karain’de sergileniyor.
Döşemealtı Suluin Mağarası’ndaki kazılar ise
Prof.Dr. Harun Taşkıran yönetiminde yapıyor.
Kumluca’daki Olympos
antik kentinde bu yılki
kazılara Prof.Dr. Yelda Olcay Uçkan, ilçeye 2.5
kilometre kuzeyinde tepe üzerine kurulu Rhodiapolis
Antik Kenti kazılarına da Doç.Dr. İsa Kızgut
başkanlık yapıyor.
Prof.Dr. Havva İşkan Işık başkanlığında 55
akademisyen ve arkeoloji öğrencisi ile 60 işçi
tarafından sürdürülen Antalya’nın Kaş İlçesi’ndeki
Patara antik kentinde bu yılki yaz dönemi
kazılarında İmparator Titus’un bir portresi bulundu.
Kaş’ın Kınık Beldesi yakınlarındaki Xanthos
antik kentinde de bu yılki kazı çalışmaları Prof.Dr.
Burhan Varkıvanç başkanlığında sürüyor.
unesco’nun Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’nde
bulunan Perge antik kentinde kazı çalışmaları ise
66′ncı yılına girdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Haluk
Abbasoğlu tarafından yürütülen Perge kazıları klasik
arkeoloji alanında Türkiye’nin yaptığı en uzun ve
sürekli kazı özeliğini taşıyor. Prof.Dr. Abbasoğlu,
kentin tarihinin, son çalışmalar ışığında MÖ
4200′e kadar uzandığının ortaya çıktığını belirtti.
Side antik kentindeki kazılara ise
Doç.Dr.
Hüseyin Sabri Alanyalı başkanlık ediyor.
Elmalı Ovası’nın tek kazısı olması nedeniyle önem
taşıyan Hacımusalar Höyüğü kazıları, 1994′ten bu
yana Bilkent Üniversitesi’nden Doç.Dr. İlknur Özgen
başkanlığında devam ediyor.
Gazipaşa’da ‘Antiocheia Ad Cragum
antik kentindeki kazılar Nebraska Üniversitesi’nden
Prof.Dr. Michael Charles Hoff, Finike’ndeki Limyra
antik kentindeki çalışmalar ise Avusturya Arkeoloji
Enstitüsü’nden Dr. Martin Seyer başkanlığında
sürdürülüyor.
Burdur’un Gölhisar İlçesi’ndeki Kibyra
antik kentinde Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nden Yrd.
Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru’nun yürüttüğü kazı
çalışmalarında, Anadolu’nun en sağlam şekildeki en
büyük mozaik yapısı ortaya çıkarıldı. Yüzde 95′i
sağlam olan mozaik yapının, MS 249- 253 yılları
arasında yaptırıldığı belirlendi.
Burdur’da Hacılar Höyüğü’nde ise 50 yıl aradan
sonra geçen yıl yeniden başlatılan arkeolojik
kazılarda, insan kafatası ve kemikten yapılan
aletler bulundu. 1957- 1961 yılları arasında İngiliz
bilim adamı James Mellaart tarafından başlatılan
kazılar Ön Asya Arkeolojisi Anabilim Dalı Başkanı
Prof.Dr. Gülsün Umurtak başkanlığında yürütülüyor.
Ağlasun İlçesi’ndeki Sagalassos
artik kentinde
ise kazı çalışmaları Belçikalı Prof.Dr. Marc
Waelkens başkanlığında devam ediyor.
Isparta’nın Yalvaç İlçesi’nde Pisidia Antiocheia
antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarının bu
yılki bölümü 26 Haziran’da başladı. Bakanlar Kurulu
kararıyla 2008 yılında başlayan kazı çalışmalarına
Süleyman Demirel Üniversitesi’nden Doç.Dr. Mehmet
Özhanlı başkanlık yapıyor.
UNESCO’nun Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer
alan Muğla’nın Fethiye İlçesi’ne yaklaşık 40
kilometre uzaklıktaki Tlos antik kentinde kazı
çalışmaları Prof.Dr. Taner Korkut başkanlığında
sürdürülüyor.
Kumluova Beldesi Hürriyet Mahallesi sınırları
içerisinde yer alan Letoon antik kentindeki kazı
çalışmaları ise Doç.Dr. Sema Atik Korkmaz
öncülüğünde ve Kumluova Belediyesi’nin de desteğiyle
devam ediyor.
Afyonkarahisar’ın Emirdağ
İlçesi’ndeki Amorium
antik kentinde kazı çalışmaları İngiliz Dr.
Christopher Lightfott başkanlığında başladı.
TARİHİ ÖDENEK
Diğer yandan, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
izniyle 2011 yılında, toplam 479 arkeolojik çalışma
yapılırken, 2012′de bu sayının 594′e çıkması
bekleniyor. Bakanlar Kurulu izniyle, 95 Türk, 30
yabancı kazısı, 17 Türk, 9 yabancı yüzey
araştırması, 29 müze kazısı ve 104 kurtarma kazısı
yürütülüyor. Söz konusu kazılardan Türk bilim
insanları ve müze müdürlüklerince
gerçekleştirilenlere Döner Sermaye İşletmesi Merkez
Müdürlüğü’nden, yatırım bütçesinden, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden, DSİ’den
ve GAP idaresinden toplam 48 milyon 182 bin 598 lira
ödenek aktarıldı.
haberler.com, 24.07.2012
|
TOPKAPI SARAYI'NDA DEVİR TESLİM

Topkapı Sarayı Müzesi Başkanlığı düzenlenen
törenle el değiştirdi. Saray'da yaklaşık 7 yıldır
görev yapan
Prof.Dr. İlber Ortaylı, görevi
Doç.Dr. Haluk Dursun'a bıraktı.
Törende konuşan
Doç.Dr. Haluk Dursun, İlber Ortaylı'nın nev-i
şahsına münhasır, yeri doldurulamayacak bir şahsiyet
olduğunu söyledi. Dursun şöyle konuştu: "Sarayla çok
özdeş bir şahsiyet. Kendi tabiriyle saraya çok
hizmet etti. Bu hizmet yarışında, bir bayrak yarışı
olarak, ben de hizmet için geldim." dedi.
Saray geleneklerinde
Topkapı Sarayı'nın Enderun Avlusu'na Edirnekapı
Sarayı, İbrahim Paşa Sarayı yada Mekteb-i
Endurun'dan (Galatasaray) gelindiğini belirten
Dursun, kendisinin ve İlber Ortaylı'nın da
Galatasaray'dan geldiğini belirtti.
Topkapı Sarayı'nın bulunduğu bölümün Tarihi
Yarımada'daki müzeler yarımadası olduğunu belirten
Dursun, müzelerin birlik ve koordinasyon içinde daha
ileriye götürülmesi için ellerinden gelen her şeyi
yapacaklarını ifade etti. Konuşmanın ardından İlber
Ortaylı ve Haluk Dursun tokalaştı.
Dursun devir-teslim merasiminin anısına saray adeti
olan akide şekerlerini İlber Ortaylı ve İl Kültür,
Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili ve basın
mensuplarına takdim etti.
Habertürk, 24.07.2012
|
NEANDERTALLERİN KATİLLERİ TANIDIK ÇIKTI

Bilim insanlarının gerçekleştirdiği bir
araştırma, modern insanın atalarının, Avrupa'da bir
dönem beraber yaşadığı Neandertaller için büyük bir
tehdit oluşturduğunu, hatta nüfuslarının azalmasına
neden olduğunu gösterdi.
Ntvmsnbc'nin haberine göre, Proceedings of the
National Academy of Sciences dergisinde yayımlanan
araştırma, İngiliz bilim insanların volkanik küllere
dayanarak elde ettikleri bulgulara dayanıyor.
Avrupa’da yaşanan en büyük yanardağ patlamasının,
Neandertallerin yok olmasının ardından yaşandığı
düşünülüyor.
Yaklaşık 40 bin yıl önce yaşanan Campanian
Ignimbrite (CI) patlamasının geride bıraktığı
kalıntıları
Yunanistan ,
Ege Denizi,
Libya ve Avrupa’daki dört büyük mağarada
araştıran bilim insanları, “soğuyan hava ve yanardağ
patlamasının etkilerinin, hem Neandertal hem de
modern insanlar için olumsuz etkiler ortaaya
koyduğunu” belirtti.
Araştırmada, her ne kadar doğal afet ve iklim
değişikliğinin etkisi olsa da, “modern insanın
atalarının Neandertallere çok daha büyük bir tehdit
oluşturduğu” belirtildi. Bulgulara göre, Neandertal
nüfusu CI patlamasından çok önce azalmaya başladı ve
Homo sapiens’in giderek yayılan ve mağaraları işgal
eden nüfusu Neandertalleri çevresel faktörlerden çok
daha olumsuz etkiledi.
Avrupa, Orta Asya ve
Ortadoğu ’da yaklaşık 300 bin yaşayan
Neandertaller, 50-30 bin yıl önce yok oldu. Çoklu
gruplar halinde yaşamaları ve sürekli hareket
halinde olmaları ömürlerini uzattı ancak nihayetinde
yeryüzünden silinmekten kurtulamadılar. Geçmişte öne
sürülen teoriler, Neandetallerin en çok aşırı soğuk
kış şartları nedeniyle hayatta kalmayı
başaramadıklarını savunuyordu.
Radikal, 24.07.2012
|

|
TARİHİ EL YAZMASI DUA KİTAPLARI ELE GEÇİRİLDİ
İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerince "2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu"na muhalefet suçuna yönelik olarak 23.07.2012 günü Bolu İl Merkezinde yapılan operasyon neticesinde Kültür ve Tabiat Varlıkları kaçakçılığı yaptığı değerlendirilen İ.Ç ve F.D isimli şahıslar yakalanarak gözaltına alındı.
Yakalanan şüpheli şahıslardan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamına giren dış kapakları deri, siyah mürekkeple Arapça el yazısı ile yazılmış 4 adet dua kitabı ele geçirildi.
Bolu'nun Sesi, 24.07.2012
|
MİNİ ÇILGIN PROJE BAŞLADI
Altımızdan yeşil-kahve yosun rengini yansıtan ama
çok berrak bir su akıyor. Yanıbaşımdaki Kağıthaneli
hanım hafifçe zıplayarak “İşte, işte...” diye bir
balık sürüsünü gösteriyor. “15 gündür var bu
balıklar. Akıntının tersine doğru yüzüyorlar...”
Kağıthane Belediyesi’nin önündeki köprüde duruyoruz.
Önümüzde 1721 yılında yapılan 110 metrelik meşhur
Cetvel-i Sim (Gümüş Cetvel) kanalı... Arkamızda,
hafifçe solda, eskinin Sadabad Sarayı şimdinin
Kağıthane Belediye Binası....
Daha gerilerde
Kağıthane Deresi’nin kenarına halıfleks gibi
serilmiş yeşil çimler ve mangalcılar. Bu çimliklere
inen sırtlarda 1960’larda köyken şimdi nüfusu 422
bine varan Kağıthane’yi saran yüksek konutlar ve en
geride de Kağıthane Deresi’nin döküldüğü
Haliç var. Veya artık yeni haliyle söylemek
gerekirse ‘Kağıthane boru hattı’nın döküldüğü
Haliç ...
Kayık fantezisi
Türkiye geçen yılı Karadeniz’i Marmara’ya
bağlayacak Kanalistanbul’u (Çılgın Proje) konuşarak
geçirdi. Ama Kanalistanbul konuşulurken, çılgın
projenin bir benzeri, küçük bir modeli Kağıthane’de
hayata geçirildi bile...
İSKİ ve Büyükşehir Belediyesi’nin 3.5 yıldır
üzerinde çalıştığı belirtilen proje, temmuz başında
nispeten sessiz sedasız hayata geçirildi. Büyükdere
Çayırbaşı’ndan alınan deniz suyu, Kağıthane Deresi
üzerinden
Haliç ’e akıtılmaya başlandı.
Belediye önünde dalgın dalgın 2 dakika suya bakmam
yetiyor. Arkamda önce bir ‘izahatçı’ sonra bir, iki,
üç derken epey meraklı bir kalabalık birikiyor.
Balıklar için “Kefal” diyorlar.
Temmuz-ağustos aylarında zaten kuruyan derenin
yatağında şu anda 15-20 santimetrelik bir su
görünüyor. Ama proje tam hayata geçirildiğinde
Kağıthane’den
Haliç ’e kayıklarla gidilebileceği söyleniyor.
“Böylece
Haliç ’e taze su girişi sağlanacak, koku
bitecek, biyolojik çeşitlilik artacak” deniliyor.
Haliç ’ten dereye girip yukarılara tırmanan
balıklar bunun ilk işareti olabilir.
Bu sırada Osmanlı’nın bir dönemine damga vuran,
1960’lara kadar verimli bağları, bostanları ve
balıklarıyla hatırlanan Kağıthane Deresi’ne ne
olacak? Hidrobiyolog Levent Artüz’e “Dereye deniz
suyu verildiğinde ne olur?” diye sorduk. Artüz,
“Tuzlu su belli bir oranı aştığı zaman biyolojik bir
değişiklik ve çok ciddi bir biçimde çürüme olacak.
Ne tatlı ne tuzlu su balığı hiçbir şey yaşamayacak”
diyor. Deniz haline getirilen Kağıthane’de deniz
suyunun öncesinde canlılık ne düzeydeydi, şu anda ne
düzeyde? Artüz’ün elinde kesin bir veri yok.
İSKİ’den ise yanıt bekliyoruz.

Rüyalara hapsolan Kağıthane
‘İsmail Hakkı Güler, Manastır doğumlu. 1956’da
Kağıthane’ye geldi. Esnaf.
Derede ilk ne zaman balık tuttunuz?
8-10 yaşlarında falandım. Atleti çıkarır, iki
tarafından tutup akıntıya doğru yürürdük. Envai
çeşit balık çıkardı. Süs havuzlarındaki gibi,
kırmızı beyaz, parmak kadar balıklar. Yılanbalığı.
Kumbalığı. Sazan, turna balığı çıkardı. Mandalar
suya girerdi. Biz de arkasından. Mandalar suyu
bulandırırdı. Yukarı çıkan balıkları kuyruğundan
tutup kıyıya atardık. 12-13 yaşında oltaya geçtik.
Ucuna solucan, çekirge takardık. Tutar, eve
getirirdim. Yerdik, annem komşuya dağıtırdı. Kerevit
çıkardı....
Bu balıklar hala var mı?
Bu dere bizim eski deremiz değil ki. Dere eski
yatağında değil bir kere. Eskiden yılan gibi
kıvrılır gelirdi. Tüylerim diken diken oluyor
hatırladığımda.
Balık gördünüz mü hiç yakında derede?
5-6 yıl önce kefaller vardı.
Haliç ’ten geliyorlardı. Daha sonra kayboldular.
Şimdi yeniden gelmişler.
Elinizde sihirli değnek, gücünüz olsa,
Kağıthane’yi nasıl değiştirirdiniz?
Yetmez ki. Zaman zaman rüyalarıma girer eski
Kağıthane, sokaklarında dolaşırım. Yolların
kenarında bodur ağaçlar... Bütün binaları, bütün
fabrikaları yıksam, yine de eskisi gibi bağ bahçe
yapamam. O dereyi eski yatağına getirsem... Eski
suyu getirsem. Biz eskiden susayınca eğilip içerdik
o suyu.
Rüyaları ‘süsleyen’ Kağıthane
Kağıthane, emlak sitelerinde genelde şu ifadelerle
tanıtılıyor:
“Plazaların gölgesinde gelişen Kağıthane’de eski
fabrikalar lüks residence ve ofis projelerine
dönüşüyor. Avrupa yakası merkezde iş merkezi olacak
bölge kalmazken Kağıthane Levent’e birkaç km
uzaklıkta ve kentsel dönüşüm içinde tek bölge.
Kağıthane’nin pek yakında kaliteli konut, ofis, AVM
projeleriyle ticaret, kültür ve fuar merkezine
dönüşeceği öngörülüyor.”
Radikal, Haber: Emel Alptekin, 24.07.2012
|
TABAL KRALLIĞI'NIN ANA MERKEZLERİNDEN BİRİ BULUNDU
Nevşehir’in Gülşehir
İlçesi'ne bağlı Ovaören beldesi
sınırları içerisinde kalan Ovaören arkeolojik
yerleşim alanı içerisinde, Yassıhöyük kazısı
sırasında Tabal Krallığının ana merkezlerinden
birisi ortaya çıkarıldı.
Gülşehir’e bağlı Ovaören beldesi sınırları içerisinde kalan Ovaören arkeolojik yerleşim alanı içerisindeki Yassıhöyük kazısının çalışmalarını incelemek üzere düzenlenen geziye Vali Abdurrahman Savaş ve eşi Hafize Savaş, Gülşehir Kaymakamı Mesut Yakuta, Nevşehir Belediyesi Başkan Yardımcısı Yücel Menekşe, Müze Müdür Vekili Mevlüt Coşkun ve yetkililer katıldı. Bilimsel başkanlığını Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Yücel Şenyurt’un yaptığı, 25 arkeolog ve öğrenci ile 30 işçiden oluşan bir ekiple yürütülen Ovaören beldesindeki Yassıhöyük kazısının bu yılki bölümünün 15 Ağustos’a kadar devam etmesi planlanıyor.
Yürütülen kazı çalışmaları ile ilgili bilgiler
veren Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölüm Başkanı Prof.Dr. S. Yücel Şenyurt, Ovaören
beldesinin yaklaşık 2 kilometre güneydoğusunda yer
alan Ovaören arkeolojik alanının zengin tarihi
potansiyeli ile ön plana çıktığını dile getirdi.
Bölgede 2007 yılından beri sürdürülen kazı
çalışmaları ile Kalkolitik Çağ’da başlayıp
(MÖ 5500) Demir Çağı sonuna kadar (MÖ 330)
kesintisiz şekilde devam eden bir yerleşimin
varlığını saptadıklarını belirten Şenyurt,
günümüzden 7500 yıl önceye kadar dayanan bu tarihsel
zenginliğin, bölgenin jeopolitik konumundan
kaynaklandığını belirtti.
Yüzeyden 4 metre derinliğe kadar indiklerini ve
Hitit dönemi tabakalarına ulaştıklarını belirten
Şenyüz şöyle konuştu: “Bu yıl en alt tabakalara
kadar inmeyi planlıyoruz. Öyle inanıyorum ki elde
edebileceğimiz yazılı belgeler, Ovaören Anadolu
arkeolojisinin son 30 yıl içerisindeki en önemli
kazı alanlarından birisi olacaktır. Kral Yolu ve
İpek Yolu’nu, Anadolu’nun orta kesiminde birbirine
bağlayan doğal bir güzergah üzerinde yer alan
bölgede ayrıca Alayhan Kervansarayı, Suvasa
Hiyeloglif Yazıtı, Zeus Kaya Anıtı, Geç Antik döneme
ait Osiana yerleşmesi ve Ortaçağ’a ait Filiköreni
gibi kültürel kalıntılar bulunuyor. Bölge Anadolu
tarihi açısından vazgeçilmez bir öneme sahiptir.
Yassıhöyük’te 5 yıldan beri Demir Çağı tabakalarında
yoğunlaştırılan kazı çalışmaları ile Tabal
Krallığının ana merkezlerinden birisini ortaya
çıkardık.”
haberler.com, 23.07.2012
|
ENEZ'DE KAZI ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR
Edirne’nin Enez İlçesi'nde kazı çalışmaları son hızıyla devam ediyor.
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Enez Arkeoloji Kazı Başkanı Prof.Dr. Sait Başaran önderliğinde süren çalışmalarda, Enez’in tarihiyle ilgili önemli eserlere rastlanıyor.
Enez İlçesi girişinde bulunan Su Terazisi ile Kralkızı Nekropolü'nde sürdürülen kazı çalışmalarında 65 kişi görev alırken, çalışmalarda İlk olarak daha önceki yıllarda kazı yapılan alanları temizleniyor. Daha sonra ise yapılan kazılarda, Arkaik ve Klasik Döneme ait keramik eserlere rastlandı.
Yapılan çalışmaları yerinde inceleyen Enez Kaymakamı Fatih Baysal ise, Enez Arkeoloji Kazı Başkanı Prof.Dr. Başaran’dan çalışmalar hakkında bilgi aldı.
Enez’de çıkarılan tarihi eserler, Edirne’deki arkeoloji müzesinde sergileniyor.
Mynet Haber, 23.07.2012
|
 |
HASANKEYF'TE TEHDİT SÜRÜYOR, MÜCADELE BÜYÜYOR

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “2015 yılında bitecek”
dediği Hasankeyf barajı çalışmaları hızlandırıldı.
Bir yandan baraj yapımı sürerken diğer yandan da
tarihi ilçenin sular altında kalmaması için çevre
örgütleri ve demokratik kitle örgütlerinin
mücadelesi sürüyor. Hafta sonları yaklaşık 10 bin
turistin ziyaret ettiği Hasankeyf’te ‘Neolitik Çadır
Kamp’ kuran çevreciler, herkesi Hasankeyf’te çadır
kurmaya davet etti.
Hasankeyf Kalesi’nin belli saatlerde
ziyaretçilere açılması esnafı da zor durumda
bırakıyor. Uzun yıllardır Hasankeyf çarşısında
esnaflık yapan M. Şah Öztekin, kiralarını bile
ödemekte zorlandıklarını belirterek, “Daha önce
Hasankeyf yerleşkesinde bulunan Dicle nehri
kenarında çardaklar vardı. Dışarıdan gelen yerli ve
yabancı konuklarımızı burada konaklıyorduk. Bizim
isteğimiz bir an önce Dicle kenarının açılmasıdır.
Dicle Nehri’nin kenarının kapanmasından kaynaklı
dışarıdan kimse gelmiyor.” dedi.
Yapılacak olan Ilısu Barajı’nı protesto etmek
için Hasankeyf’te Dicle Nehri kenarında ‘Neolitik
Çadır Kamp’ kuran ve Hasankeyf’in yok olmasını
istemeyen herkesin Hasankeyf’te bir çadır kurması
çağrısı yapan Batman Turizm Tanıtım Derneği Başkanı
Emin Bulut, “Madem Hasankeyf’in karşısında yeni bir
Hasankeyf’i inşa ediyorlar, biz de Hasankeyf’in
tarihini, doğasını, kültürünü, Dicle’nin kenarına
böylesine bir kamp oluşturalım dedik” şeklinde
konuştu. Bulut, “Çadır kente neolitik kent adını
kullanarak tarihi neolitik döneme varan bir sembol
isimle bu kampı kurduk. Ulusal, uluslararası ve
yerel ölçekte ciddi anlamda destekler alıyoruz.
Amacımız yeryüzündeki bütün insanlığın eşit, adil ve
yaşanabilir bir dünya için farkındalık yaratmaktır.
Kampımız süresiz açık olacak. Burada ateş kuyumuzdan
tutun, doğal anfi tiyatromuza kadar birçok sanatsal
ve kültürel aktivitemizi de devam ettireceğiz. Eylül
ayında Sezen Aksu’nun, Ekim ayında da Tarkan’ın
gelme olasılığı var. Biz doğa adına, tarih adına,
kültür adına bir sembol oluşturma adına adımlarımızı
atmış bulunuyoruz” dedi.
Yaklaşık 3-4 yıldır sürekli Hasankeyf’e gelen
Amerikalı Araştırmacı-Yazar John M. Crofoot ise,
“Hasankeyf’te vakit geçirmek benim için çok keyifli,
çok iyi bir fırsat. Hasankeyf benim için küçük bir
Türkiye gibi. Hasankeyf kitap, müze ve tatil olarak
görülebilir. Ben Hasankeyf’le ilgileniyorum. Baraj
yüzünden Hasankeyf tehdit altında kalıyor” şeklinde
konuştu.
Evrensel, 23.07.2012
|
SAGALASSOS KAZILARINDA ANTİK GIDA PAZARINA ULAŞILDI

Burdur’un Ağlasun
İlçesi'nde Sagalassos antik kentinde yapılan kazılarda Macellum (gıda pazarı’a
ulaşıldı.
Bu yıl Sagalassos kazısı 3 Temmuz 2012 tarihinde başladı. Daha önce yapılan kazı çalışmalarında Macellum gıda pazarı araştırmalara rağmen bulunamamıştı. Macellum’un antik kentte yer almasına rağmen kazılarda ortaya çıkarılamadığını belirten İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Tanır, “Sagalassos antik kentinde Yukarı Agora’nın güney doğusunda yer alan gıda pazarının (et-balık pazarının) uzun zamandır giriş kapısı bulunamıyordu. Bu yıl yapılan kazılarda giriş kapısına ulaşıldı. Sütunlar üst üste yıkılmış bulundu. Ayrıca sütunların yanında yazıtlara rastlandı.” dedi.
Çözümlemeden sonra yazıların ne anlama geldiğinin
ortaya çıkacağını anlatan Müdür Mehmet Tanır,
kazılarda kapının ortaya çıkarılmasıyla
Sagalassos’un biraz daha şekilleneceğini aktardı.
Macellum’un, Yukarı Agora’nın güneydoğusunda,
meydandan daha alt bir kotta yer aldığı bilgisini
veren Müdür Tanır, bu anıttan ilk defa 19′uncu
yüzyılın sonlarında Polonyalı gezgin Kont
Lanckoronski’nin bahsettiğini söyledi. Çalışmaların
titizlikle sürdürüldüğünü vurgulayan Tanır,
Sagalassos’un Burdur’un parlayan yıldızı olmaya
devam ettiğini ifade etti.
haberler.com, 23.07.2012
|
5 ASIRLIK KURAN-I KERİM'E ÖZEL ODA
Kanuni Sultan Süleyman'ın şeyhülislamı, hukukçu
ve tefsirci
Ebussuud Efendi'nin,
İstanbul'dan doğduğu topraklar olan
Çorum'un
İskilip İlçesi'ne gönderdiği 5 asırlık 2 el
yazması
Kuran-ı Kerim'den biri, ilçe kütüphanesinde
oluşturulan özel korunaklı odada 529 nadir el
yazmasıyla muhafaza ediliyor.
Anadolu'nun köklü kütüphanelerinden biri olan
İskilip Halk Kütüphanesi, biri
Ebussuud Efendi'nin
İstanbul'dan gönderdiği
Kuran-ı Kerim başta olmak üzere 529 nadir el
yazması eser ile toplam 47 bin 777 kitaba ev
sahipliği yapıyor. Osmanlı döneminden kalma
kanunnamelerin de içinde yer aldığı pek çok el
yazması eserin bulunduğu kütüphane, geçmişi yaklaşık
700 yıla dayanan el yazması eserleri bünyesinde
barındırıyor.
Tarihi kütüphanenin en kıymetli eserlerinden biri,
Kanuni Sultan Süleyman döneminin şeyhülislamı
Ebussuud Efendi'nin memleketi
İskilip'e gönderdiği el yazması
Kuran-ı Kerim.
İskilip Halk Kütüphanesi'ne 40 yıl hizmet veren
emekli müdür Metin Kalyoncu, yaptığı açıklamada,
Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde ilçede
71 adet sıbyan mektebi, 6 yüksekokul, 1 idadi, 2
rüştiye bulunduğunu, 8 Aralık 1924 yılında bu
okullardaki kitapların o dönemin kaymakamı ve ileri
gelenleri tarafından toplanarak
Cacabey Medresesi'ne yerleştirildiğini söyledi.
Şeyhülislam
Ebussuud Efendi'nin medresesinin olduğu alana
bugünkü kütüphane binasının inşa edildiğini belirten
Kalyoncu,
Ebussuud Efendi'nin ilçenin yetiştirdiği alim
zatlardan biri olduğunu dile getirdi.
Ebussuud Efendi'nin ilminin yanı sıra vakıf
eserlerine önem veren bir kişilik olduğuna dikkati
çeken Kalyoncu, ''Kendisi
İskilip'e çok bağlıdır. İlçeye babasının adıyla
Şeyh Yavsi Camisi'ni yaptırmıştır. Ayrıca medrese,
şifahane gibi vakıf eserleri inşa ettirmiştir.
Babasının ve dedesinin kabirleri ilçemizde
bulunmaktadır'' dedi.
Altın varaklı 5 asırlık el yazması
Kuran-ı Kerim
Kalyoncu, adı ilçeyle anılan Şeyhülislam
Ebussuud Efendi'nin ilçeye yadigar bıraktığı en
önemli eserlerden birisinin de altın varaklı, nadir
el yazması Kuran'ı Kerim olduğunu kaydetti.
Ebussuud Efendi'nin
İstanbul'da şeyhülislamlık yaptığı dönemde
doğduğu topraklar olan
İskilip'e iki adet
Kuran-ı Kerim gönderdiğinin bilindiğini
vurgulayan Kalyoncu, şöyle devam etti:
''Bunlardan birinin Şeyh Yavsi Camisi'nde
okunmasını, diğerinin de ilçedeki medresesinde
okunmasını istiyor. Şeyh Yavsi Camisi'ndeki
Kuran-ı Kerim muhafaza edilmekte zorlanılınca
Çorum Müzesi'ne gönderildi. Diğer
Kuran-ı Kerim ise bu kütüphanede muhafaza
ediliyor.
Kanuni Sultan Süleyman döneminden kalma bu eseri
hattatları incelikle işlemiş. Altın varaklı
Kuran-ı Kerim'in mürekkebi, geçen asra rağmen
hiç bozulmamış, solmamış. Mürekkebi çok özel,
duracaklar çok güzel şekilde belirtilmiş. Bu
Kuran-ı Kerim, Türkiye'deki nadir el yazması
Kuran-ı Kerim'lerden biri. Kütüphanemizde
yapılan yeniliklerle son derece muazzam şekilde
korunuyor.''
Yadigar eserlere özel korunaklı oda
Kütüphane müdürü
İsmail Tahtacı ise kütüphanenin, 2008 yılından
itibaren özel yöntemlerle ve yerleştirilen güvenlik
kameralarıyla 24 saat kontrol altında tutulduğunu
dile getirdi.
Aralarında
Ebussuud Efendi'nin yadigarı Kuran-ı Kerim'in
bulunduğu 529 el yazması eser için özel korunaklı
bir oda oluşturulduğunu ifade eden Tahtacı, çelik
konsorsiyum ve kapılarla desteklenen odada muhafaza
edilen bu eserlerin özel havalandırma sistemiyle
korunduğunun altını çizerek, ''24 saat esasına göre
güvenlik kamerası ile izlenen kütüphanemizde olası
bir yangın karşısında muhafaza altında tutulan
kıymetli el yazması eserlere bir zarar gelmesi söz
konusu değil. Bu özel odada nemlendirme ve
havalandırma sistemleri de mevcut'' diye konuştu.
Tahtacı, çocuk ve yetişkin bölümlerinin de yer
aldığı kütüphanenin alt katında ise ünlü şair ve
ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu anısına açılmış sergi
salonunun yer aldığını sözlerine ekledi.
Ebussuud Efendi'nin hayatı
Ebussuud Efendi, 1490 yılında İskilip'te doğdu.
Sultan II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim,
Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim zamanında
yaşadı. Fetvaları ile bilinen Ebussuud Efendi, 30
yıla yakın şeyhülislamlık yaptı. Ebussuud Efendi,
1574'te
İstanbul'da hayatını kaybetti. Alim, hukukçu ve
tefsirci Ebussuud Efendi'nin çok sayıda ilmi eseri
bulunuyor. Döneminin en önemli eseri olarak kabul
edilen ''Ebussuud Tefsiri'' ise 2010 yılında
Türkçe'ye çevrildi.
Habertürk, 23.07.2012
|
 |
İKİ BİN YILDIR PARMAK ARASI TERLİK GİYİYORUZ
İzmir'de, kentin tarihine, kazılarda gün ışığına çıkarılan eserlerle damga vuran Agora'da bu kez, bir heykelin kopan parçası olduğu sanılan, Romalı bir genç kızın ayağının bulunması, kazı ekibinde heyecan yarattı.
Arkeologlar bulunan 2 bin yıllık Romalı genç kızın ayak parmaklarının son derece zarif olduğunu belirterek, "Romalı kızın giydiği terlik günümüzde moda olan, hem kadın hem de erkeklerin giydiği parmak arası terliğin nedereyse aynısı. Üstelik üzerinde tokayı andıran bulgular da var.
Romalı kızın ayağı müzede sergilendiğinde büyük ilgi görecek. Kazdıkça karşımıza sürpriz eserler çıkıyor. Geçtiğimiz hafta da 35 metre uzunluğunda bir su kanalı bulmuştuk" bilgisini verdi.
Habertürk, 23.07.2012
|
SEDEFKAR MEHMET AĞA
Sultanahmet Camisi’nin mimarı
Sedefkar Mehmet Ağa’yı soran okurlarım oldu.
Şüphesiz Sinan en büyük mimarımızdır ama tek
değil elbette. Osmanlı medeniyetinin en ihtişamlı
yönü mimaridir, diyebiliriz.
Mimar Sinan “Hassa Mimarlar Ocağı” denilen
imparatorluk mimarisi bürosunun başkanıdır,
mimarbaşıdır. Sanat tarihçimiz Metin Sözen’e göre
Sinan imparatorluk coğrafyasında 471 eser
bırakmıştır! Bunun 111’i cami, 121’i ise anıtsal
nitelikte sosyal tesislerdir, su kemerleri,
hamamlar, kervansaraylar, imaretler gibi.
Prof. Sözen, Sinan’la Rönesans İtalya’sındaki
Michelangelo’yu karşılaştırır: Bütün imparatorluk
coğrafyasında çalışan Sinan ve belirli İtalyan site
devletlerinde az sayıda eserin “ayrıntılarına”
odaklanan Michelangelo...
Sinan’ın eserleri daha “mimarca”dır; öbüründe fresk
ve tezyinat öne çıkar.
Emperyal Mimarlar Ocağı
İmparatorlukta imar ve inşa işlerinin “Hassa
Mimarlar Ocağı” yani emperyal bayındırlık bürosu
tarafından yönetilmesi burada çalışanlara Sinan’ın
öğrencisi olma imkanı vermiştir. Bunların başında,
Sinan’dan sonra mimarbaşı olan Davut Ağa gelir.
Eminönü’ndeki Yeni Cami’nin ve Sirkeci’deki
Sepetçiler Kasrı’nın ve birçok eserin mimarı...
Onun çırağı ve öğrencisi mimarbaşı Dalgıç Ahmet
Ağa’dır.
Sultanahmet Camisi’ni yapan Sedefkar Mehmet Ağa da
bunların, Davut ve Dalgıç Ahmet ağaların çırağı ve
öğrencisidir. Dalgıç Ahmet’in ölümü üzerine 1606’da
mimarbaşı olduğunda, ustalarının yanında 21 yıllık
eğitim ve tecrübe kazanmıştı.
Tarihçi Yılmaz Öztuna, Sedefkar Mehmet Ağa’nın 5
padişah döneminde imparatorluğun çeşitli yerlerinde
mimar ve idareci olarak çalıştığını, diğer
mimarbaşılar gibi onun da “Suyolları nazırlığı”
yaptıktan sonra mimarbaşı olduğunu anlatır.
‘Su medeniyeti’
Akdeniz ve Ortadoğu coğrafyasında suyolları,
sulama ve şehirlere su temini imparatorlukların çok
önemli bir görevidir. Roma, Bizans ve Osmanlı su
kemerlerini, İstanbul’a su temini için II.
Bayezid’den itibaren yapılan bentleri hatırlayınız.
Sedefkar da kendi “hayır ve hasenat”ı için kendi
cebinden iki eser yapmıştı: Biri mescit, öbürü
çeşme...
Çeşme maalesef kaybolmuş fakat kitabesi müzede
muhafaza ediliyor.
Değişik kültürler
Başta Doğan Kuban ve Metin Sözen gibi sanat
tarihçilerimiz olmak üzere, bütün tarihçiler Osmanlı
medeniyetinde mimarinin önemini anlatırken,
mimarların değişik medeniyetlerle temaslarının
önemini belirtirler. Sinan ve diğer mimarbaşılar
orduyla birlikte veya ayrı görevlerle imparatorluk
coğrafyasında İran, Arap ve Balkan mimari eserlerini
tanıyarak, inceleyerek, esinlenerek, yeni sentezler
yaratarak yetiştiler.
Metin Sözen’e göre, Kayserili Sinan’ı yetiştiren
mimari kültürü Selçuklu ve Anadolu beyliklerinin
mimari eserleriyle Erciyes Dağı’nın siluetidir.
Avrupa mimarisini de çok iyi incelemişti.
İyi mimar olmanın şartı hem geleneği hem dünya
mimarisini iyi bilmek olsa gerek!
Enderun mektebi
19. yüzyıla kadarki bütün Osmanlı mimarları
Enderun’dan yetişmiştir, çoğu devşirmedir, Türk
imparatorluğunun çok renkli kültürüyle yetişmiş,
medeniyetimize büyük hizmetler yapmışlardır.
Niye medrese değil? Çünkü medresede basit matematik
dersi bile okutulmazdı. Süleymaniye’nin,
Sultanahmet’in mimari çizimleri ve statik hesapları
için gereken geometri ve matematiği düşünün.
Sultanahmet’in temel kazımı, birkaç bin işçiyle 30
gün sürmüş. Getir buldozerleri üç günde bitirsin!
Ondan sonra da övün Sinan’ı, Sedefkar’ı geçtik diye!
Geçeceksen onlar kadar yaratıcı olarak geç,
makineyle değil.
Hürriyet, Yazı: Taha Akyol, 23.07.2012
|
MEĞER MAÇO DEĞİLMİŞ
Modern kültürde tipik “mağara adamı” kalıbını yaratan tarih öncesi insan türü Neandertallerin erkeklerinin “evcimen” oldukları ortaya çıktı.
İngiltere’deki Cambridge Üniversitesi araştırmacıları geleneksel olarak “maço avcılar” olarak bilinen Neandertal erkeklerinin mağaralarda her gün saatlerce hayvan derisi yüzüp, dikiş diktiklerine dair belirtiler keşfetti. Afrika’dan Avrupa’ya göç eden ve 30 bin yıl önce nesilleri tükenen Neandertallerin evcimen yaşamı bulunan iskeletlerde yapılan incelemelerde ortaya çıktı.
Araştırmacılar Neandertal erkeklerinin sağ kol kemiklerinin fazla gelişmiş olduğunu gördü. Modern insanın sağ kolu soldan yüzde 15 daha güçlü iken bu rakamın Neandertallerde yüzde 50 olduğu belirlendi. Araştırmacılar hepsi de sağ taraflarını kullanan bir grup deneğe mızrak atma ve deri yüzme hareketleri yaptırdı. Elektroanalizlerde kaslara binen yük incelendi. Sonuçta mızrak atan deneklerin sağ değil sol kollarında daha fazla kas gücü oluştuğu ispatlandı. Deri yüzme hareketi yapanların ise sağ kollarında aşırı güç oluştuğu görüldü.
Hürriyet, 23.07.2012
|
 |
|
ARKEOLOGLAR ÇALINAN MOZAİKLERİN PEŞİNDE
Türk arkeologlar
Türkiye'den çalınarak yurtdışına kaçırılan tarihi
eserlerin iadesi için bir kampanya başlattı. ABD,
Fransa ve Avustralya'ya satılan Şanlıurfa Edessa
Mozaikleri'nin iadesini isteyen arkeologlar,
Anadolu'nun en eski mozaiklerinden olan Orfeus
mozaiğinin iadesi için de Dallas Müzesi'ne başvurdu.
MÖ 132 ile MS 244 yılları arasında Şanlıurfa
merkezli kurulan Edessa Krallığı'na ait mozaikler,
1952'de bulundu. Parça parça yurtdışına kaçırılan bu
eserlere Batılıların ilgisini görenler de antik
bölgeleri talan etmeye başladı. Aktüel Arkeoloji
Dergisi öncülüğünde bir kampanya yürüten Türk
arkeologlar, mozaiklerin iadesi için çalışmalara
start verdi. Son olarak ABD'nin Dallas Müzesi'ne
başvuran Türk arkeologlar, bu müzede sergilenen
Orpheus mozaiğinin iade edilmesini istedi. Arkeolog
Murat Nagis "Anadolu'nun tarihine saygılı herkesin
aynı dilekçe ile Dallas Müzesi'ne başvurmasını
istiyoruz. Böylece Türkiye'nin geçmişine saygılı
olduğunu görüp iade sürecini başlatacaklar" dedi.
Sabah, Haber: Fatih Ulaş, 23.07.2012
|
RHODİAPOLİS ANTİK KENTİ YAKINLARINDAKİ ANIT MEZAR
RESTORE EDİLDİ
Kumluca İlçesi'ndeki Rhodiapolis
antik kenti yakınlarında geçen yıl ortaya çıkarılan
anıt mezarın restorasyonunun tamamlandığı ve
ziyarete açıldığı bildirildi.
Rhodiapolis Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı ve
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. İsa Kızgut, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, 7 yıldır devam eden
Rhodiapolis kazılarında, Opramoas anıt mezarının
benzeri olan bir anıt mezar ortaya çıkarıldığını
hatırlattı.
Geçen yıl kazı ekibinin anıt mezarı bulduklarında
çok heyecanlandıklarını ifade eden Kızgut, alanda
yaptıkları çalışmalarda mezarın 2 veya 3. yüzyılda
yaşadığı tahmin edilen bir aileye ait olduğunu
tespit ettiklerini bildirdi.
Yrd. Doç.Dr. Kızgut, “Bu anıt mezar Hristiyanlık
dönemine ait bir anıt mezar. Geçen yıl kazısını
tamamladığımızda oldukça kötü haldeydi. Yaptığımız
çalışmalar sonunda buranın bir aile mezarlığı
olduğunu, 5. yüzyılda ise şarap işliği olarak
kullanıldığını tahmin ediyoruz” dedi.
Anıt mezarı özelliklerini koruyarak restore
ettiklerini söyleyen Kızgut, anıt mezarın iç
mimarisinin çok farklı olduğunu, bundan dolayı
yapının Opramoas anıtına rakip olarak görüldüğünü
bildirdi.
Kızgut, yapının ziyarete açıldığını kaydetti.
Mynet Haber, Haber: Mehmett Çakmak - Hatice
Özdemir, 22.09.2012
|
'LAODİKYA KİLİSESİ' ŞEKLİNDE ASILAN TABELA DEĞİŞTİ,
TARTIŞMA BİTMEDİ

Mesih'in Kilisesi Derneği tarafından Esnaf
Sitesi'nde 'Laodikya Kilisesi' adıyla açılan
kilisenin yarattığı tartışmalar üzerine, tabela
değiştirildi ve dernek temsilciği tabelası
asıldı.Kilisenin tabelasının değiştirilmesi,
tartışmaları sona erdirmedi. MHP İl Başkanı Mehmet
Fevzi Yeniçeri, kilisenin açılmasıyla ilgili süreçte
Denizli Belediyesi'nin tavrının yanlış olduğunu
belirterek, belediye yönetimini eleştirdi.
Merkezi Ankara'da bulunan Mesih'in Kilisesi
Derneği'nin temsilciliği olarak Esnaf Sitesi'nde bir
dairenin düzenlenmesiyle açılan Laodikya Kilisesi
tartışmalara yol açtı. Konu Denizli Belediye
Meclisi'nde gündeme geldi. MHP grubu soru
önergesiyle kilisenin açılmasına belediyenin izin
verip vermediğini sordu. Site yönetimi ise kilisenin
kapatılması için Valilik ve Belediyeye dilekçe
verdi. Tartışmalar ve tepkiler üzerine kilisenin
pastörü Denizlili İsmail Serinkan yazılı açıklama
yaparak, "İsteğimiz yalnızca inancımızın gereği olan
ibadetimizi, bizim için kutsal mabet olan
kiliselerde yerine getirebilmektir. Denizli bir avuç
Hıristiyan'ı kendi içinde barındıramayacak mı?"
dedi. Kilise talebasını indirerek çalışmaları dernek
temsilciliği olarak yürüteceklerini belirtti.
Pastör İsmail Serinkan'ın yaptığı yazılı açıklamadan
iki gün sonra Esnaf Sitesi'nde bulunan kilise
tabelası indirildi ve yerine Mesih'in Kilisesi
Derneği Denizli Temsilciliği tabelası asıldı.
Kilisenin tabelası değişti ancak tartışmalar
bitmedi. MHP İl Başkanı Mehmet Fevzi Yeniçeri,
düzenlediği basın toplantısında Denizli
Belediyesi'ni eleştirdi ve kilise açılması sürecinde
belediyenin tavrının yanlış olduğunu söyledi. MHP'li
Belediye Meclis üyeleri İbrahim Açıkgöz, Özcan Acar
ve Ali Lütfi Eren'le birlikte basın toplantısı
düzenleyen Yeniçeri, "Esnaf Sitesi'nde açılan kilise
Denizli Belediye Meclisi'nde MHP tarafından gündeme
getirilmiştir. Gündeme getirirken de kesinlikle
provokasyon amacı gütmedik. Altını çizerek olayın
çok farklı olduğunu söyledik. Din ve vicdan
hürriyetine inancımız sonsuz. Biz soru önergesi
verdiğimizde oturumu yöneten başkan yardımcısının
`Biz de konuyu basından duyduk' demesi son derece
dikkat çekicidir ve Denizli başıboş değildir. İlin
mülkü amiri vardır, belediye başkanı vardır" diye
konuştu.
Kilise açmanın yasal bir prosedürü olduğunu belirten
Yeniçeri, "Kilise açılacaksa kanunlar çerçevesinde
açılmalıdır. Din ve vicdan özgürlüğüne lafımız yok.
Ancak kuralları içerinde olması gerekir. Orada var
burada olsa ne olur denmesi devleti devlet olmaktan
çıkarır. Olay sadece kilise açılması olayı değildir.
Kilise açılması için belediyeye başvuru yapılmışsa
bu başvuru nerededir? Böyle bir başvuru varsa
konunun belediye meclisine gelmesi gerekir. Şimdiye
kadar neden getirilmemiştir. Kilise olarak açıldığı
söylenen yer imar planında konut olarak
görünmektedir. Başvuru varsa meclise getirilip
ibadethane olarak imar planına işlenmelidir. Denizli
Belediyesi'nin bu olaydaki tavrı çok yanlıştır. MHP
olarak tavrımız nettir. Her şeyin yasalar
çerçevesinde Denizli halkını rahatsız etmeyecek
şekilde olmasıdır" dedi.
Türkiye Turizm, 22.07.2012
|
ANTALYA SİON HAZİNESİ'Nİ BEKLİYOR
Kumluca
İlçesi'nde bir köylünün tesadüfen bulduğu, daha sonra
bir bölümü yurt dışına kaçırılan tarihi eserlerin
iade edilmesi için çalışmalar sürüyor.
Kumluca Kaymakamı Salih Işık, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Kumluca’nın Hacıveliler Köyü
yakınlarındaki Bizans kilisesi kalıntılarında 1963
yılında köylü bir kadın tarafından tesadüfen bulunan
tarihi eserlerin bir bölümünün yapılan kaçak kazılar
sonucunda yurt dışına kaçırıldığını belirtti.
Tarihi eserlerin kalan bölümünün Antalya
Müzesi’nde sergilendiğini anlatan Işık, yurt dışına
kaçırılan eserlerin Türkiye’ye iadesi için çalışma
yürütüldüğünü kaydetti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından Kumluca
Kaymakamlığı’na ABD’deki Dumbarton Oaks Müzesi’nde
bulunan eserlerin Sion Hazinesi’ne ait olduğuna dair
destekleyici bilgi ve belgeye ihtiyaç duyulduğunu
yönünde yazı gönderildiğini ifade eden Işık,
eserlerin oldukça değerli olduğunu, Türkiye’ye geri
kazandırılmasının hem Türkiye hem de Kumluca
açısından çok önemli olduğunu söyledi.
Eserlerin Türkiye’de bulunması, çıkarılmasıyla
ilgili elde edilebilecek ve tarihe ışık tutacak her
türlü bilgiye ihtiyaç duyduklarını dile getiren
Işık, böylece hazinelerin Türkiye’ye ait olduğunun
bir an önce ispat edebileceklerini kaydetti.
Işık, vatandaşlardan ellerindeki her türlü bilgi
ve belgeyi çekinmeden kendilerine getirmelerini
isteyerek, “Umut ediyorum çalışmalar lehimize
sonuçlanır ve daha önce benzer şekilde kazandığımız
tarihi eserlerimiz gibi Sion hazinesini de ülkemize
kazandırırız” diye konuştu.
Antalya Müze Müdürü Mustafa Demirel ise
uzmanlarca hazırlanan rapora göre Sion hazinesinden
Antalya Müzesi’nde iki kupa, iki tepsi, üzeri altın
kakmalı, kabartmalı zincirle asıla buhurdan ve
çeşitli Gümüş malzemelerin yer aldığını belirtti.
Oluşturulan bilim heyetinin 1991 yılında
Dumbarton Oaks Müzesi’ni ziyaret ederek Sion
hazinesinin orada bulunan bölümünü incelediklerini
anlatan Demirel, “Bu sırada yapılan görüşmelerde müze yetkilileri
eserlerin Türkiye’den kanunsuz yollarla
götürüldüğünü kabul etmişlerdi. Ancak eserlerin
iadesine olumsuz baktılar” dedi.
-Sion hazinesi-
Kumluca yakınındaki Korydalla
antik kentinde
1963 yılında bir köylü tarafından tesadüfen bulunan
Sion Hazinesi, kandil, buhardanlık, İncil kapağı,
tepsi gibi Gümüş kilise eşyaları ve bazı kaplama
levhalardan oluşuyor.
Bulunduğu yıl bir bölümü yurt dışına kaçırılan ve
MS 6. yüzyıla ait Sion Hazinesi’nin bazı parçaları
üzerindeki yazıt ve maden kontrol damgalarından
antik Myra civarındaki Sion Manastırı’na ait olduğu
saptandı.
Antalya Müzesi’nde bir bölümü sergilenen
hazinenin kalan kısmı Washington’daki Dumbarton Oaks
Bizans Araştırmaları Enstitüsü’nde sergileniyor.
haberler.com, 22.07.2012
|
"BİZE DUR DİYEN YOKTU"

Saraçhane’deki
İstanbul Büyükşehir Belediyesi binasının tam
karşısında, Park ve Bahçeler Müdürlüğü tarafından
‘Fatih Anıt Park’ düzenlemesi yapılıyor. Tarihi
Bozdoğan kemerinin dibinde, 524 yıllarında yapıldığı
bilinen Juliana Sarayı’nın çaprazında, Polyeuktos
Kilisesi’nin bitişiğinde yer alan parktaki kazılar
sırasında sütun, sütun başları, tanbur gibi tarihi
mimari yapılar çıktı.
Tarihi Yarımada’da içinde iş makinesiyla hafriyat
yapması için Arkeoloji Müzesi ile Koruma Kurulu izni
gerekiyor. Ancak bu kazıda ne müzeden ne de Koruma
Kurulu’ndan uzman çağrıldı. İş makinesiyla hafriyata
başlandı.
İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları 22 Mayıs
günü ihbar edilen yere geldi. Parkın etrafı demir
paravanlarla çevrilmiş, içinde 2 iş makinesi toprağı
kazıyordu. Uzmanlar inşaatın durdurulmasını taşeron
firma yetkililerinden derhal isteyerek incelemeyi
rapora geçirdiler. Raporda ‘‘Alanın çeşitli
bölgelerinde havuz yapımına yönelik makine ile kazı
yapıldığı, parkın orta bölümünde kazı yapılan
alanlardan birinde Horasan harçlı duvar izlerinin
görüldüğü, kazı sırasında duvarın üst bölümünden
sıyrıldığının anlaşıldığı, parkın batı kanadında
yapılan kazılar sırasında ortaya çıkmış yoğun
seramik ve cam dolgulu alanın tespit edildiği,
çalışma yapılan alanın kuzeybatı kısmında yer alan
ve taşeron firma tarafından kullanılan
konteynırların önünde toprak altından yeni çıktığı
anlaşılan ve iş makinası ile çıkarıldığı için
üzerinde tahribat izleri görülen mermerden yapılmış
kompozit düzende bir sütun başlığının yer aldığı
görüldü’’ denildi.
Müze tutanak raporunu
İstanbul 2 Numaralı Yenileme Alanları Koruma
Kurulu’na gönderdi. Kurul, 6 Haziran’da inşaatın
durdurulması için hazırladığı yazıyı ilgili
kanunlara atıfta bulunarak hem müze hem de ilgili
belediyeye gönderdi. Ancak uyarılara rağmen inşaat
durmadı.
Çukurlar dolduruldu, süs havuzu için gerekli
betonarme yapılar bitirildi. İki iş makinesi geçen
hafta alana gittiğimizde de harıl harıl çalışmaya
devam ediyordu.
İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne ‘‘Denetliyor
musunuz’’ diye sorduğumuz da ‘‘Bize bildirilmedi.
İhbar üzerine alana gittik ve inşaatın
durdurulmasını istedik. Ancak yeniden ihbar geldi.
İnşaat devam ediyor. Bu durumu da Koruma Kurulu’na
bildirdik’’ yanıtını aldık.
‘Tutanak tuttular, durdurun demediler’
Yerinde incelediğimiz alanla ilgili İBB Park ve
Bahçeler Müdürlüğü’ne de iddiaları sorduk. Gelen
açıklama şöyle:
‘‘Fatih Parkı düzenleme çalışmalarına ait Avan Proje
İstanbul II Numaralı Yenileme Alanları ve Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun
14.06.2011 tarih 2425 sayılı kararıyla uygun
bulunmuş ve uygulama projelerinin hazırlanarak
Belediyesi ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü görüşü ile
kurula iletilmesine karar verilmiştir. Söz konusu
park düzenlemesine ait Uygulama projeleri Koruma
Kurulu’na sunulmuştur. Arkeoloji Müzesi uzmanları
22.05.2012 tarihinde çalışma mahallinde inceleme
yapmışlar ve tutanak tutmuşlardır. Ancak çalışmanın
durdurulması yönünde bir tebligat yapılmamıştır.
Çalışma, Koruma Bölge Kurulu’nun 12 Temmuz 2012
tarihli yazısı üzerine durdurulmuştur. Söz konusu
park alanında yüzeysel bir düzenleme çalışması
yapılmaktadır. Yüzeysel çalışma yapılan alanda
kalıntı bulunmamaktadır.’’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 22.09.2012
|
KİLİSE ONARIMI İÇİN ÖDENEK
Malatya’daki Ermeni Taşhoron Kilisesi’nin onarım ve restorasyonunun yapılması için İl Özel İdaresi’nden ödenek aktarıldığı bildirildi.
Taşhoron Kilisesi'nin bulunduğu belediyeye ait arsa payını 20 bin TL ile İl Özel İdaresi bütçesinden satın alan Malatya Valiliği, bu kez kilisenin restorasyon çalışması için İl Özel İdaresi bütçesinden kaynak aktardı.
İl Encümeni tarafından alınan karara göre, Taşhoron Kilisesi ve diğer taş yapıların onarım ve restorasyonlarının Merkez Köylere Hizmet Götürme Birliği tarafından gerçekleştirilmesi için, İl Özel İdaresi Kültür Varlıkları Onarım ve Restorasyon kaleminden ihale bedellerinin aktarılması karar verildi. Ancak, alınan kararda kilisenin onarımı için ayrılan rakam belirtilmedi.
Malatya Haber, 22.07.2012
|

|
2 BİN YILLIK MEZAR ODASI AÇILDI

Kütahya'nın
Çavdarhisar
İlçesi'ndeki
Aizanoi antik kentinde yürütülen kazılarda gün
ışığına çıkarılan 2 bin yıllık mezar odasında,
ölümden sonra yaşama inanıldığını gösteren kapı,
kapı kilidi ve ayna motifli süslemelerle insan
iskeletleri bulundu.
Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Elif Özer başkanlığındaki kazılarda
görev alan aynı bölümden araştırma görevlisi Murat
Taşkıran, antik kentteki çalışmaları geçen hafta
kazı alanına getirilen kule vinçle sürdürdüklerini
söyledi.
Roma döneminden kalma nekropol diye bilinen yapıda
çalışırken kısa sürede mezar odasına ulaştıklarını
belirten Taşkıran, şöyle devam etti:
''Burası bir mezar odası. İçinden insan iskeleti,
kandil, seramik kap ve sikkeler çıktı. Antik dönemde
bu tür mezar odası örnekleri olduğunu biliyoruz. Bu
mezar odası, diğer bölgelerde bildiğimiz
benzerlerinden biraz farklı; duvarlarında kapı, kapı
kilidi, ayna motifleri yanında baklava şekilli
süslemeler var. Kapı şeklindeki süslemeleri,
bölgeyi, bölgenin mezar taşlarını biliyoruz. Ancak
bu süsler tamamen bölgeye özgü. Aizanoi'deki
yapılarda çok fazla şekilde karşımıza çıkan bir süs
şekli olmasına rağmen bir mezar odasında bu süslere
ilk kez rastlandı.''
Taşkıran, mezar odasında ele geçirilen buluntuların,
Aizanoi'de yaşayanların ölümden sonra yaşama
inandığını gösterdiğini ifade etti.
''Öbür dünyanın kapısını bir şekilde mezara
işlemişler'' diyen Taşkıran, antik dönem insanının,
öldükten sonra yaşamın sürdüğüne inandığını ve bunu
olabildiğince benimsediğini anlattı.
Antik dönem insanının, ölüm sonrası yaşam bilinciyle
ömürlerini geçirdiğini dile getiren Taşkıran,
şunları kaydetti:
''Öldükten sonra bir hayat bilincinde olduklarından
dolayı hem mezarlarına hem gömü şekillerine hem de
ölüler için yaptıkları törenlere bunu bir şekilde
yansıtıyorlar. Buradaki mezar odası da bu anlayışın
en güzel örneği olarak karşımıza çıktı. Bu bakımdan
bölge için zengin ve yeni bir buluntu olarak
karşımıza çıkıyor. Mezar odasını bulduğumuz için çok
mutluyuz. Bunun heyecanıyla çalışmalarımıza devam
ediyoruz. Buna benzer örnekleri daha çok
bulacağımıza inanıyoruz.''
Habertürk, 22.07.2012
|
500 YILLIK MİRAS ONARILMAYI BEKLİYOR

Bursa'da yaklaşık 500 yıllık bir geçmişe sahip
olan Kiremitçi
Sinan Bey Camiisi'nin içler acısı hali herkesin
tepkisini çekiyor.
Bursa'da
Doğanbey Kentsel Dönüşüm alanı içinde kalan
Kiremitçi
Sinan Bey Camii ve müştemelatı restorasyon
bekliyor. Caminin yatakhane ve sosyal tesise
dönüştürülmesi eleştiri topluyor. MHP Yerel
Yönetimlerden Sorumlu Osmangazi İlçe Başkan
Yardımcısı Dr. Mehmet Hasanoğlu ve Osmangazi
Belediye Meclis Üyesi
Cemil Aydın, caminin bir an önce onarımdan
geçirilmesini istedi. Aydın tarafından defalarca
gündeme taşınan Kiremitçi
Sinan Bey Camii'nin restorasyonu bir netice
beklerken, tarihi eser sevenler ise caminin şu anki
halinin içler acısı olduğunu söylediler. Tarihi
özelliği olan ve betonlaşmaya karşı direnen caminin
ilgisizlikten dokusunu yitirmeye başladığını
kaydeden Aydın, "Tarihi eserleri gün yüzüne
çıkarmakla övünenler ve Doğanbey projesine
eleştiriye tahammül edemeyip her şeyine sahip
çıkanlar bu acı gerçek karşısında nasıl bir savunma
psikolojisi içine gireceklerdir, merak ediyoruz? Bu
rezalete son vermek için acilen göreve davet
ediyoruz. Bu konunun ısrarla takipçisi olacağız"
dedi.
Kiremitçi Mahallesi'nde yer alan cami, kiremit
örtülü ahşap çatılıdır. Eser 1524 yılında Sinan Bey
tarafından yaptırıldı. İnşa tarihi bilinmemekle
beraber 1864 senesinde tamir edildiği onarım
kitabesinden anlaşılır. Yapının banisi olan
Pir Mehmet Bey oğlu Sinan Bey'in mezarı da
haziresinde yer almaktadır. Yeni baştan yapıldığı
için hiçbir özelliği kalmayan mabedin sadece
haziresi ve burada bulunan birkaç tane mezar taşı
orijinal olarak günümüze gelebilmiştir.
Habertürk, 22.07.2012
|
ASSOS ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Ayvacık İlçesi'ndeki Assos
antik kentinde bu yılki
kazı çalışmaları başladı.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ)
Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Assos Antik Kenti Kazı
Heyeti Başkanı Prof.Dr. Nurettin Arslan, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, eylül ayına kadar
sürecek kazıların yurt içi ve dışından farklı
üniversitelerden arkeolog, mimar, topoğraf ve
restoratörlerden oluşan 40 kişilik ekip tarafından
gerçekleştirildiğini söyledi.
Prof.Dr. Arslan, kazı çalışmalarının Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın izni ve maddi desteğiyle
sürdürüldüğüne işaret ederek, “Kazılar, Anadolu Efes
ve Yeşim Tekstil tarafından da destekleniyor. Kentin
siyasi ve ticari merkezi olan agoranın kuzeyinde yer
alan iki katlı stoa, konut bölgesi ve kentin batı
kapısına bağlanan ana caddede kazı çalışmaları
gerçekleştirilecek” dedi.
Ziyaretçilerin en çok gezdiği alan olan
akropoliste Bizans dönemi yapılarının temizliği ve
onarımının yapılarak bu alandaki eski kazı
topraklarının atılmasının yanı sıra akropolis ile
kent merkezi arasındaki gezi yolu için projeler
hazırlanacağını belirten Arslan, “Kazılar ve onarım
programının yanında kentin tarihsel süreç içindeki
gelişimin belirlenmesi ve yüzeydeki tüm kalıntıların
sayısal haritaya aktarılmasının yanında kentte yüzey
ve ölçüm çalışmaları da yapılacak. Bu çalışmayla
kentte kısa süre yaşayan Aristoteles’in Politika
adlı eserindeki ideal kent önerilerinin dikkate
alınıp alınmadığı tespit edilecek” diye konuştu.
Prof.Dr. Arslan, Assos’un iyi korunmuş tarihi
yapıları, doğal özellikleri ve mavi bayraklı
kıyılarıyla her yıl daha fazla sayıda ziyaretçiyi
ağırladığını, antik kenti 2011′de 110 bin kişinin
ziyaret ettiğini kaydetti.
haberler.com, 22.07.2012
|
OSMANLI ABİDELERİNİN İSİMSİZ KAHRAMANLARI

Mimar Sinan'ı hepimiz biliriz.
Osmanlı İmparatorluğu'nun her tarafında yaptığı
bir köprüye, camiye veya medreseye mutlaka
rastlamışızdır.
Mimar Sinan'ın inşa ettiği eser sayısı 350
civarındadır. Geniş bir imparatorlukta bu kadar çok
eseri
Mimar Sinan'ın baştan sona inşa etmesi
imkansızdır. Bu eserlerin bir kısmının sadece
planını çizip, projeleri üzerinde çalışmış
olmalıdır.
Mimar Sinan'ın bu kadar esere imzasını atması,
yanında çalışan onlarca hassa mimarı sayesindedir.
Fatma Afyoncu'nun "XVII. Yüzyılda Hassa Mimarları
Ocağı" isimli eserinde hassa mimarlarıyla ilgili
teferruatlı bilgi bulabilirsiniz.
HASSA MİMARLARI OCAĞI
Mimarbaşının emri altındaki hassa mimarları ocağı,
sarayda ve imparatorluktaki inşaat ve tamirat
işlerini süratle yürütürdü. Hassa mimarbaşının
emrindeki hassa mimarlar ocağında birçok mimar,
mermerci, taşçı, sıvacı, neccar ve nakkaş gibi
görevliler bulunmaktaydı.
Hassa mimarları, Topkapı Sarayı hasbahçesi,
acemioğlanlar ocağı gibi yerlerden yetişirdi. Ayrıca
devletin çeşitli birimlerinde (cebeci ocağı, top
arabacıları vs.) görev yapanlardan mimarlığa
kabiliyetli olanlar da ocağa alınırdı. Şakird, yani
çırak olarak ocağa girenler mimarbaşının ve kıdemli
mimarların nezaretinde yetiştikten sonra hassa
mimarları arasına tayin edilirdi. Mimarların
yetişmeleri için tatbikatın yanında nazari bilgiler
de verilmekteydi. Mimar adayları, sedefkarlar
karhanesinde nazari olarak hendeseye dair okunan
kitaplardan sonra, tecrübeli mimarların yanında
yıllarca fiili olarak çalışarak mesleğin esasını
öğrenirdi.
GAYRİMÜSLİM MİMARLAR
Hassa mimarları ocağının mevcudu zamana ve ihtiyaca
göre değişmiştir. 1525 yılında 17 olan ocak mevcudu
1548'e gelindiğinde 8'e kadar düşmüştür. 16.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren artan inşa
faaliyetlerine paralel olarak hassa mimarları
ocağının sayısı da artmıştır. 1605'te 39 kişiden
oluşan kadro, 1633'te 43 kişiye çıkmış; 1697'de ocak
mevcudu 13 kişiye düşmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu, kendi sahalarında uzman
kişileri dinine bakmadan devlet kademelerinde
istihdam ederdi. Birçok gayrimüslim (Rum, Ermeni
vs.) mimar da hassa mimarları ocağında görev
yapmıştır. 1525 yılında 17 kişiden oluşan hassa
mimarları ocağında gayrimüslim mimara rastlanmazken,
1533'te 13 kişilik ocak mevcudundan ikisinin
gayrimüslim olduğu görülür. 17. yüzyıla gelindiğinde
ocak içindeki gayrimüslim mimar sayısı epeyce
artmıştır. 1605'te 39 kişilik ocak mevcudunun yüzde
41'i gayrimüslimdir.
Hassa mimarları ocağı 19. yüzyıla kadar aynı isimle
varlığını devam ettirmiştir. Sultan II. Mahmud
döneminde, 1831 yılında mimarbaşılık, şehreminliği
ve kıla nezareti hizmeti birleştirilerek "ebniye-i
hassa müdürlüğü" adında yeni bir memuriyet ihdas
edilmiştir. 1881 yılında ise "sanayi-i nefise
mekteb-i alisi" kurularak mimari ilmini tahsil eden
Türk mimarları buradan yetişmeye başlamıştır.
ÖMÜR BOYU MİMARBAŞILIK
Mimarbaşılar, bu göreve genellikle suyolu
nazırlığından veya hassa mimarları ocağı içinden
gelirlerdi. Hassa mimarbaşı göreve tayin olduktan
sonra, 17. yüzyıla kadar kayd-ı hayat şartıyla, yani
ölene kadar görevini ifa ederdi. Böylece imar ve
inşa gibi tamamıyla ihtisas isteyen bir alanda
istikrar sağlanmış, sık sık yapılacak
değişikliklerin doğuracağı aksaklıklar önlenmiş
oluyordu. Bu durum Sultan İbrahim devrinde bozulmuş,
Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa 1644'te idam
edilince, Mimarbaşı olan Kasım Ağa görevinden
azledilmiş, hapse atılmış, mallarına el konulmuş ve
yerine de Meremmetçi Mustafa Ağa atanmıştır.
Mimarbaşıların görevden azledilmelerine, Kasım Ağa
gibi siyasete karışmalarının yanı sıra, bazı inşa
işlerinde yapılan yüksek harcamalar da sebep
olabiliyordu. Mesela, Sultan İbrahim, Kasım Ağa'nın
yerine mimarbaşı olan Meremmetçi Mustafa Ağa'dan,
Üsküdar Sarayı'nda Kasım'ın yaptığı ahıra benzer bir
ahır yapmasını istemişti. Biten ahırın masrafları
ile Mimarbaşı Kasım'ın yaptığı masraflar
karşılaştırılınca, Mustafa Ağa'nın masrafları çok
fazla bulunmuş ve bunun üzerine Mustafa Ağa
görevinden azledilerek Kasım Ağa tekrar mimarbaşı
olmuştur.
Şehir mimarları
Mimarbaşı ve emrindeki hassa mimarlarının
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki bütün inşaat
işlerinde çalışmaları veya bu inşaatların kontrolünü
sağlamaları mümkün değildi. Bu yüzden başlangıçta
Edirne, Bursa gibi büyük şehirlerde, daha sonra ise
imparatorluğun her tarafında mimarbaşının emrinde
çalışan şehir mimarları teşkilatı oluşturulmuştu.
Büyük şehirlerde birden fazla şehir mimarı bulunur
ve bunların bir de mimarbaşısı (Belgrad mimarbaşısı
vs.) olurdu.
Şehir mimarları, bulundukları yerlerdeki inşaat
esnafını denetler ve inşaatta kullanılan malzemenin
belirlenen ölçülere uygun olmasına dikkat ederdi.
İnşaat yapacaklar, şehir mimarının izin ve ruhsatını
almadan inşaata başlayamazdı. Bunlar, inşaat esnafı
arasındaki problemleri çözmek, devlete veya
şahıslara ait inşaatlarda keşif yapmak gibi
görevleri de ifa ederlerdi.
Sultanın mimarları
Osmanlı İmparatorluğu'nda devlette kadrosu olan
mimarlara hassa mimarları denirdi. Osmanlı devlet
teşkilatında "hassa" tabiri, padişahlara ve saraya
mahsus hizmetler hakkında kullanılır. Ancak hassa
mimarları, padişahın hususi hizmetlerinin yanı sıra
bütün imparatorlukta vazife yaparlardı.
Sanatkar ağalar
Hassa Mimarları Ocağı'nın amiri olan mimarbaşı,
"Ser-Mimaran-ı Hassa" ya da "Mimar Ağa" isimleriyle
de zikredilmektedir. Mimarbaşı, Osmanlı devlet
teşkilatında "Ağayan-ı Ehl-i Hiref", yani
sanatkarların ağaları zümresinde yer almaktaydı.
Bugün, Yazı: Erhan Afyoncu, 22.07.2012
|
GRE AMER HÖYÜĞÜ'NÜN 3 BİN 700 YILLIK TARİHİ
AYDINLANIYOR
Batman’da, Garzan Çayı kenarındaki
Gre Amer Höyüğü'nde 3 yıldır devam eden kazı
çalışmalarıyla buradaki yerleşimin 3 bin 700 yıllık
tarihi aydınlanıyor.
Kazı başkanlığını yürüten Koç Üniversitesi
Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Gül Pulhan, Ilısu Barajı kurtarma kazıları
kapsamındaki kazıyı, 2009 yılından beri
yaptıklarını, baraj su tutuncaya kadar iki yaz
dönemi daha çalışmalarını hızlı bir şekilde
sürdüreceklerini söyledi.
Çalışmayı civar köylerden işçilerle
yürüttüklerini anlatan Pulhan, bu yıl 70 kişiden
oluşan 4 ekip halinde çalıştıklarını belirterek
“Arkeoloji ekibimizin içinde Koç Üniversitesi ve
diğer üniversitelerden lisans, yüksek lisans ve
doktora öğrencileri ile insan ve hayvan kemikleri
üzerinde çalışan uzmanlar var” dedi.
Buranın yerleşim tarihini ortaya çıkarmanın
amaçlarından biri olduğunu belirten Pulhan, şimdiye
kadarki kazı sonuçlarından milattan önce 1700-500
yılları arasında burada 4 ayrı tabakada yerleşim
olduğunu belirlediklerini ifade ederek şunları
söyledi:
“Gre Amer Höyüğü'nde en eski tabaka olan Orta ve
Geç Tunç çağları tabakalarının Mitani devletiyle
bağlantılı olduğunu düşünüyoruz. Erken Demir Çağı ve
en üst tabakada da MÖ 500′e ait
muhtemelen Pers Akamenit İmparatorluğu ile
bağlantılı bir tabaka olduğunu düşünüyoruz.
Özellikle Pers dönemine ait en üst tabakada taş
sandık olan bir mezarlık alanı da bulduk. Bu
mezarlarda ölünün yanına koydukları sürahiler, bronz
su tasları yine bronz bilezik yüzük gibi buluntular
var. Kazıda bulduğumuz ev genelde atölye ve içlik
gibi yerlerdir.”
Gül Pulhan, höyükten çok güzel seramikler
çıktığını, bu nedenle burada seramik atölyesi
olduğunu düşündüklerini ancak henüz seramik atölyesi
kalıntısı bulamadıklarını da belirterek,
“Buluntularımız arasında bıçaklar, ok uçları, buraya
has üçgen boyalı seramikler, testiler ve sürahiler
var. Bazen bunları tüm halde de buluyoruz. Çok iyi
kalitede bulduğumuz 100′ün üzerinde eseri, Mardin
Müzesi’ne verdik. Bunların arasında çoğu seramik
kaplar, küpler, büyük testiler ile özellikle
bronzdan yapılmış kaseler, silahlar, ok uçları ve
boncuk gibi buluntular var” diye konuştu.
Kırık bulunan eserlerin onarılarak diğer tüm
eserlerle birlikte Mardin Müzesi’ne götürüldüğünü
anlatan Pulhan, önümüzdeki aylarda Mardin
Müzesi’nin, Ilısu kazılarıyla ilgili bir teşhir
salonu açmayı planladığını, gelecekte Batman
Müzesi’nin de teşhir salonu oluşturulduğunda
eserlerin Batman’da da sergileneceğini dile getirdi.
Yrd. Doç.Dr. Pulhan, Gre Amer
Höyüğü'nün nasıl
bir yerleşim birimi olduğunu ve buranın tarihini
anlamak için on binlerce seramik parçası üzerinde
çalıştıklarını söyledi.
Yerleşimlerdeki yapıların yerini daha net tespit
edebilmek için bu yıl jeofizik radarla yüzey
araştırması yapacaklarını da kaydeden Pulhan,
bunların çizimlerinin yapıldığını, fotoğraflanıp
katalog şekline getirildiğini bildirdi.
Çeşitli uzmanlık alanlarına göre İngiltere ve
Fransa’dan ekipleri olduğuna da değinen Pulhan,
mezarlardan çıkardıkları kemikleri bir uzmana
gönderip yaş, cinsiyet ve bir hastalıkları varsa
onlarla ilgili bilgileri öğrendiklerini, benzer
şekilde tahıl örnekleri buluntularını da bitki
uzmanlarına göndererek elde ettikleri bilgiyi ve
uzmanlığı bir araya getirerek buranın hem tarihini
hem de nasıl bir yerleşim birimi olduğunu anlamaya
çalıştıklarını sözlerine ekledi.
haberler.com, 22.07.2012
|
CAMİ YAPMAK
Ataşehir’de
açılan Mimar Sinan Camisi’ne ne kadar sıcak
duygularla bakıyorsam, Çamlıca’da “en büyük” cami
yapılmasına da o kadar tedirginlikle bakıyorum.
Aklımdan Sultanahmet Camisi çıkmıyor.
Son derece
dindar ve mütevazı bir insan olan Sultan I. Ahmet’e
önce Cağaloğlu semti teklif edildi fakat vazgeçildi.
Yoğun bir meskun mahal olduğu için inşaat
çevresindeki insanları rahatsız etmesin diye...
Sonra, bugünkü yeri uygun bulundu, kısmi
istimlakler yapıldı. Fakat bu defa da Şeyhülislam
Sunullah Efendi itiraz etti, “devlet parasıyla
yapmayın” diye, çünkü cami yapmak bir hayır işidir.
Bu şart yerine getirildi ve inşaata başlandı.
Mimar Sedefkar Mehmet Ağa’nın şaheseri olan bu
cami, kocaman bir ibadethane değildir, ruhaniyeti ve
mimari kişiliği olan bir selatin camisidir.
Selatin, yani ‘sultanlar’ın yaptırdığı cami;
sembolizmi çok yüksektir, mükemmel olmalıdır. Mimar
Sedefkar Mehmet Ağa, bir tasavvuf ehlidir, sedef
sanatçısıdır, aynı zamanda musikişinastır. Selatin
camilerinin ihtişamla birlikte estetiğe sahip
olması, Osmanlı yüksek sınıflarının sahip olduğu
rafine kültürün yansımasıdır.
6 minareye eleştiri
Sultanahmet Camisi’nin 6 minareli olması o zaman
çok eleştirilmiş... Neden?! Mekke-i Mükerreme’deki
caminin de 6 minaresi vardı da ondan!
Padişahın 6 minare yaptırması, “kibir” hatta
“küstahlık” alameti sayılmıştı. Bunun üzerine Sultan
Ahmet Han, Mekke’de bir minare yaptırarak sayısını
7’ye çıkarmıştı.
Rafine Osmanlı yüksek kültüründeki estetik,
ihtişam ve tevazu değerleri böyle mimari harikası
camiler inşa ederek taşa ruh ve güzellik vermiştir.
Şimdi Çamlıca’ya nasıl bir cami düşünülüyor?
En büyük, en uzun
Kahramanmaraş’ta Abdülhamid Han Camisi’ni yapan
ama Sultan Hamid’in mütevazı Yıldız Camisi’ndeki
estetiği yakalayamayan mimar Hacı Mehmet Güner,
Çamlıca’da yapmak istediği camiyi bakın nasıl
anlatıyor:
“Ecdadın yaptığından da geniş kubbe kullanacağız.
Minareleri, yapılmışlar içinde en yüksek olacak,
kubbe ölçüleri en geniş olacak. 150 metreyle
Medine-i Münevvere’nin minarelerini geçiyor
inşallah!”
Sultan Ahmed’in 6 minare yaptırmasını “kibir” ve
“küstahlık” sayan maneviyat ahlakı, bu laflara ne
derdi?!
Hadi biz kültürümüzdeki hikmetli bir uyarıyı
hatırlatmakla yetinelim:
- Edeb Ya-Hu!
Bilene, az söz değildir bu!
‘Dev gibi cami’ olmaz!
Elinde bilgisayar, teknolojinin en ileri
imkanları, iş makineleri, çimento ve bilmem kaç bin
ton demir... Ve sen Sinan’ı, Mehmet Ağa’yı, Davut
Ağa’yı, Kasım Ağa’yı geçeceksin!
Öyle “en büyük, en geniş, en uzun” camiyi yapacaksın
ki, İstanbul deyince Sinan’lar, Mehmet Ağa’lar,
Davut Ağa’lar gölgede kalacak! Sen üste çıkacaksın!
Çamlıca gibi nadir bir tepede böyle “dev gibi bir
cami binası” ortaya çıkmasına meydan verilmemelidir,
dua değil beddua çeker! Bundan sakınılmalıdır.
Mimar Sinan Camisi
Ataşehir’de Mimar Sinan Camisi’nin yapılmasını ve
ramazanın ilk günü muazzam bir katılımla ibadete
açılmasını ruhani bir huzur duygusuyla karşıladım.
Çevrede böyle bir camiye ihtiyaç vardı... Adının
Sinan olması saygı ve kadirşinaslık işaretiydi...
Dahası “en büyük, en uzun” falan gibi kibirlerden
uzaktı.
Bu caminin mimarı Muharrem Hilmi Şenalp’in
yaptığı camileri, kasırları ve “Türk mahallesi” gibi
eserleri işten anlayanlar başarılı buluyor. Mimari
tarihi hakkındaki bilgisi ve musikişinas olması da
‘sanatkar ruhu’na sahip olduğunu düşündürüyor.
Çamlıca konusunda esip gürlemiyor, mimari diliyle
konuşuyor...
Çamlıca’ya cami yapma konusu çok iyi müzakere
edilmelidir. “Dev gibi” değil, zarif, sevimli bir
cami düşünülmeli, kararı mimari dünyasının saygın
isimleri vermelidir. Herhalde İstanbul’un siluetinde
selatin camileri kalmalıdır...
Hürriyet, Yazı: Taha Akyol,
21.07.2012
******
MİMARİNİN CAMİ İLE İMTİHANI
Başbakan Erdoğan’ın
Çamlıca Tepesi’ne
İstanbul’un her yerinden görülebilecek bir cami
yapılacağını açıklaması ile kamuoyunda bir tartışma
başladı. Aslında tartışma yeni değil; Taksim
Meydanı’na yapılması düşünülen cami ya da Ataşehir’e
Selimiye Cami’nin bir benzerinin yapılması gibi
vesilelerle konu farklı şekillerde ama sürekli
gündeme geliyor. Ancak Ataşehir’e yapılacak caminin
bir kopya olması eleştirilirken, Çamlıca Tepesi’ne
yapılacak caminin dünyanın en yüksek minaresine ve
en geniş kubbesine sahip olacağının açıklanması ile
çıta daha da yükseltildi.
İstanbul siluetini etkileyecek bir yapının kamuya
danışılmadan, tepeden inme bir kararla yapılmak
istenmesi, üst ölçekli planlarının bakanlık
tarafından yapıldığı için sit alanı olan bölgede
kuruldan izin alınmasına gerek olmaması gibi
demokratik olmayan karar süreçleri meselesine
girmeyeceğim. Fakat muhafazakar kesim cami
mimarisine sığ bir geleneksellikle yaklaşırken,
mimarlık entelijansı tarafından dile getirilen
Osmanlı cami geleneğinden ayrı, modern camiler
yapılması gerektiği eksenli tartışmaların ideolojik
boyutunun anlaşılması önemli.
Zafiyeti anlamak
Konu sadece mesleki bir tartışma gibi görünebilir.
Ancak Başbakan Erdoğan ’ın bir heykeli “ucube”
olarak nitelendirirken, camiye yaklaşımının bir
taklit ve nicelik meselesinden öteye geçemediği
Türkiye’de, son 50 yıl içinde inşa edilen yaklaşık
100 bin camiye de mimarlık eliti tarafından benzer
bir şekilde “garabet” denmesi ama şimdiye kadar
yapılmış modern cami örneğinin çok az olması
tartışmanın daha derinlere inen ideolojik bir yönü
olduğunu gösteriyor.
Cumhuriyet tarihi boyunca cami mimarisi, entelektüel
mimarlık bilgisi üretiminin dışında bırakıldı.
Bugünkü iktidarın camiye yaklaşımı ise ortada.
Aslında sokaktaki insanı, cami olgusu ve geleneksel/
modern tartışması neredeyse hiç ilgilendirmiyor.
Bugün Türkiye ’de cami mimarisinin gündeliği, her
iki ideolojinin de görmezden geldiği koşullar
içinden kendiliğinden üretilen bir pratiktir. Her
iki tarafın da dışladığı şey ise Türkiye ’de caminin
toplumsal ve gündelik gerçeği ile hesaplaşma arzusu.
Peki bu zafiyetin nedeni nedir?
Bu zafiyeti anlamak için 1923’e dönmek ve sorunun
nasıl bir ideolojik aygıtın ürünü olduğuna bakmak
gerekli. Cumhuriyet’in ilanı ile insanlardan
yüzyıllardır bildikleri yaşam pratiklerini, düşünme
şekillerini bırakmaları istendi. Her devrimin doğası
gereği geçmiş ile bağını koparmak zorundaydı.
Devrimin tersi olarak evrim geniş zaman kipine ve
sindirme sürecine sahip değildi. Böylelikle
Cumhuriyet elitleri Türkiye ’yi Türklük ve laiklik
kavramları temelinde yeniden şekillendirdi. Ama
burada değişmeyen bir durum vardı. Osmanlı
elitlerinin yerini Cumhuriyet elitleri aldı, toplum
yine dışarıda bırakıldı.
İdeolojik tercih
Bu noktada bir parantez açmak gerekli. Avrupa
modernleşmesi ile Türkiye modernleşmesi arasındaki
fark şu: Batıda modernleşme süreci belirli bir
sermaye birikiminin ardından, feodal yapılanmaların
çözülmesiyle ortaya çıkan toplumsal ve ekonomik
taleplerin baskısıyla oluşmuş ve enerjisini tabandan
alan bir süreçtir. Türkiye modernleşmesi ise
Osmanlının son dönemlerinden beri Batı’ya dahil
olmaya çalışan bir devlet elitinin projesidir ve
burada toplumsal bir talep değil ideolojik bir
tercih vardır.
Mimarlar, Osmanlı’dan beri bu elit geleneğin bir
parçası oldu. Osmanlı’da mimar, devletin halk
üzerinde tahakküm kurmasındaki önemli aktörlerden
biriydi. Modern Türkiye Cumhuriyeti ’nin ilanından
sonra bir anda “eski olan” kötü ve köhne olarak
nitelenirken “yeni olan” mutlak doğru olarak kabul
edildi. Mimarlar da bu sefer yeni oluşan elitin
ideolojisini görünür kılma görevi edindi. Dönemin
mimarlık ve ev dergilerine bakıldığında modern
konutun ve yaşamın nasıl övüldüğünü görmek mümkün.
Her planda bir köşeye piyano kondu, verilecek
partiler için geniş teraslar konutun bir parçası
haline geldi. Ancak henüz ortada bu modern yaşamı
doğuracak toplumsal bir talep yoktu.
50’li yıllar kendi sermaye birikimini oluşturan
taşranın taleplerini yüksek sesle telaffuz etmeye
başladığı ilk yıllardır. Türkiye ’nin siyasi tarihi
mevcut ideolojiye göre muhafazakar ama bir o kadar
da pragmatik olan taşra ile devlet elitleri
arasındaki mücadelenin tarihidir. Ancak taşranın
talepleri basit bir geri dönüş talebi değildir. Tam
tersine modern ve kapitalist dünyanın
zenginliklerinden pay alma hatta yön verme
talebidir. Mimarlık bu yeni dünyanın bir parçası
olamadı, kendi elit geleneğinin düşünce tabanından
gelen talebi anlamakta yetersiz kaldı.
Yukarıdan bakmak
Cumhuriyet, cami mevzunu dışlar ve bu konuda hiçbir
entelektüel üretim yapmazken, iktidara gelen
muhafazakar kesim cami mimarlığını kesintiye
uğradığı 1923’ten sonra ele alıyor ve geçmişin
taklidinden öteye geçemiyor. Muhafazakar kesimin
eliti de Cumhuriyet elitleri gibi olaya yukarıdan
bakıyor ve yine toplumun reel ihtiyaçlarını anlamak
istemiyor. Durum böyle olunca da boş bırakılan alan
anlık, basit, gelişi güzel reflekslerle
dolduruluyor.
Bu yüzden bugün el yordamı ile günlük ihtiyaçlara
cevap vermek için yapılan her cami, bir garabet
olarak niteleniyor.
Evet belki gerçekten öyledir ama bir yandan da çok
basit, gündelik pratiklerle üretiliyorlar. Hemen
birkaç basit gerçek sıralayalım: Kapitalist ekonomi
içinde arsa bir metadır ve kent içindeki ekonomik
değeri sadece bir camiye ayrılamayacak kadar
büyüktür. Böylelikle dokunulmaz sayılan cami
geleneği ve programı, pratik bir şekilde zemin
katındaki bir çarşıyla birleşebilir. Ya da caminin
toplum nezdindeki dokunulmazlığı kolayca kentin
çeperlerinde imar izni olmadan oluşan ve sürekli
yerlerinden edilme korkusu yaşayanların, hemen bir
cami inşa ederek meşruluklarının olmasa bile
dokunulmazlıklarının aracı olabilir. Bu düşüncenin
en ironik şekli herhalde Melih Gökçek’in geçmişte,
Ankara’da havaalanından kente ulaşan yol üzerindeki
gecekonduları kentin girişini bozdukları gerekçesi
ile yıktığında, bu yıkıntının ortasında bir cami
minaresinin tek başına ayakta bırakılmasıdır. Kısaca
söylemek gerekirse Türkiye’de mimarlık kendi
tarihinden gelen konvansiyonlar nedeni ile
dönüşemezken, cami mimarisi çok pragmatik temeller
üzerinde değişti ve içinde mimarlığın ol(a)madığı
bir şekle büründü.
Sürekli mimarlığın Türkiye ’de bir meşruluk sorunu
olduğundan bahsediyor, pek çok kentsel kararda
mimara bir aktör olarak yeterince önem verilmediğine
değiniyoruz. Bunu da düşünmeden, anlamadan daha çok
veryansın ederek yapıyoruz. Sanırım cami konusunda
(ve aslında her alanda) mimarlık toplumsal ve
gündelik olana elit ve uzak bakışını bırakmadıkça bu
konuda atılan her adım biçimlerin ve sığ
tartışmaların dışına çıkamayacak.
Radikal İki, Yazı: Hakkı Yırtıcı / İstanbul
Kültür Üni., Mimarlık Fak., öğretim üyesi,
22.07.2012
******
SULTAN'IN CAMİSİ
Ataşehir’de açılan devasa Mimar Sinan Camii, hem
mimari açıdan, hem de Başbakan’ın açılıştaki sözleri
nedeniyle tartışılıyor...
Erdoğan, “Avrupa
yakasında bir
Süleymaniye var, Mimar Sinan’ın
İstanbul’daki ilk eseri Şehzadebaşı Camisi var.
Bir diğer tarafta
Sultanahmet ve Fatih camileri var. Fakat bu
yakada böyle bir cuma camisi, bir selatin camii
mevcut değildi. Arzu ettik ki, bu yakada da birkaç
tane selatin cami, cuma camisi olması lazım. Bu
kararı verdik” diyor.
Ancak ‘selatin camii’nin anlamını bilenler, bu
sözlere iki açıdan itiraz ediyor:
1. Selatin (sultanlar) camii, Osmanlı’da padişahın,
şehzadelerin, hanım sultanların kişisel
servetleriyle yaptırdıkları camilere denir. Saltanat
kalktığı, bildiğimiz kadarıyla
Türkiye bir Cumhuriyet olduğu için, ne
Ataşehir’deki Mimar Sinan Camii, ne de bundan sonra
yaptırılacak herhangi bir camii, selatin camii
olamaz!
2. İstanbul’un sadece Avrupa değil,
Asya yakasında da selatin camileri var. Mehmet
Tezkan hatırlatıyor; Selimiye, Mihrimah Sultan,
Beylerbeyi Camii gibi... Dolayısıyla “Anadolu
yakasında selatin camii yok” demek, büyük bir hata.
Tartışmayı “Başbakan kendini sultan mı zannediyor?”
üzerinden yapmanın bir anlamı var mı, bilemiyorum.
Zira Başbakan’ın selatin camii derken aslında
“büyük, daha büyük ve daha çok sayıda cami” hayalini
kast ettiği ortada. Çamlıca’ya yapılması planlanan
camiye bir ön hazırlık diyelim.
Hoş, aynı gafı eskaza bir başka bir siyasetçi,
mesela
Kemal Kılıçdaroğlu yapsaydı, basına kimbilir
nasıl yansırdı? Kılıçdaroğlu, “selatin camii nedir
onu BİLE bilmiyor” diye herhalde yerden yere
vurulurdu, iş Aleviliğe kadar getirilirdi!
Fakat özne Başbakan olunca “eh o kadarcık hata
yapıversin” deniliyor ve görmezden geliniyor... Yani
Erdoğan’ın kendini padişah ilan etmesine gerek yok,
etrafındakiler ve
medya, zaten ona “sultan” muamelesi yapıyor.
Ne de olsa arzu etmişler, yetmemiş “lazım” demişler,
kararı vermişler ve bu camiyi yaptırmışlar. Neye
göre? Bilinmiyor! Daha da yaptıracaklarmış, “Zira
bir olmaya, birlikte olmaya, birlikte Türkiye’yi ve
İstanbul’u inşaya mecburuz” diyor Erdoğan...
Bir olmak, birlikte olmak güzel mesajlar da, buradan
nasıl ‘Türkiye’yi ve İstanbul’u inşaya mecburuz’a
bağlanıyoruz, anlamak mümkün değil!
Bu da böyle biline
Türkiye’nin inşası maşallah, zaten yıllardır tam gaz
gidiyor... İstanbul, Tayyip Bey’in belediye
başkanlığı döneminden bu yana nüfusunu ikiye
katladı. İnşaat sektörü kaça katlandı, yeni yapılar
depreme ne kadar dayanıklı, işte onu da bilemiyoruz.
Bugün kişi başına düşen yeşil alan ve dolayısıyla
oksijen miktarının dünya metropollerine kıyasla
yerlerde süründüğü İstanbul; üçüncü köprü,
Taksim Gezi Parkı’nın katliamı, 2-B yasası,
Çamlıca’ya dev cami (selatin camii!) gibi projelerle
artık dönülmez sona yaklaşıyor.
Gelişmeyi, yoğun nüfus+çok beton olarak
değerlendiren bir zihniyet hakim olduğu sürece... Bu
zihniyet eleştirilemezken ve şehircilik, kültür,
kamusal alan, vatandaşlık hakkı “lüzumsuz
ayrıntılar” olarak görülürken... Camiler de,
köprüler, yollar, binalar ve AVM’ler de “arzu etme
ve en tepeden karar verme” kriterlerine göre yapılır
elbet. Yeter ki daha büyük, daha gösterişli olsun..
O nedenle tahminim şu ki: Çamlıca’da bir “selatin”
cami yapılacak, adı da R.T. Erdoğan Camii olacak,
içinde de muhtemelen bir türbe bulunacak. Bu da
böyle biline!
LOGOYA ATAŞEHİR’İ KOYUN!
* İstanbul, 2020’de Olimpiyat kenti olmak için
adaylığını koydu. Logomuz da hazır;
Kız Kulesi,
Galata Kulesi ve
Ayasofya’nın iki lale yaprağı (Boğaz’ın iki
yakası?) arasındaki tasviri...

* Madem ustalık dönemi deniyor... İstanbul
yeniden inşa ediliyor, yeni camiler, finans ve
alışveriş merkezleriyle donatılıyor...O zaman neden
logoda eski İstanbul’un simgeleri kullanılıyor?
* Mesela tarihi yarımadanın arkasından bıçak gibi
çıkan
Zeytinburnu’ndaki üç kuleyi veya Ataşehir’deki
gökdelenlere eşlik eden camiyi, yani AKP hükümetinin
“kendi eserleri” neden böyle bir logoda yer
bulamıyor?
* Cevabı basit: 1- İstanbul’u İstanbul yapan,
tarihi, kültürü ve korunabilen dokusu... Yeni
yapılan hiçbir şey, bu değerlerle boy ölçüşemiyor.
2- Gökdelenler, büyük yapılar, dünyanın her yerinde
var. Logoya “yeni
İstanbul”u koymaya kalksanız, İstanbul mu
Dubai mi, anlaşılmaz! Başka kentlerle ayrışmaz,
logoyu özel kılmaz.
Milliyet, Yazı: Mehveş Evin, 23.07.2012
******
MİMAR SİNA'IN SÖYLETTİKLERİ
Sinan söylencelerini daha önce çocuklar için
yazmıştım.
Bir gün büyükler için de yazacağım usuma düşmemişti…
“Büyükler daha çocukluklarından bütün bunları
biliyorlardır.” diye düşündüm hep.
Bu söylencelerin kimi yetişkinlerin kulağına da
gitmesi iyi olurdu oysa…
Mimar Sinan, kimi davranışlarıyla, söyledikleriyle
çağdaşlarına uyarılarda bulunuyor. Ama bunu yaparken
günümüzün kimi kişilerine de yüzyıllarca önceden yol
göstereceğini bilemezdi elbette.
Mimar Sinan’ın yaşadığı çağda bir caminin harcına
tek kuruşluk “haram” karışsa, orada kılınacak namaz
geçerli sayılmazmış.
Bu nedenle Mimar Sinan’ın, bir işçisinin ya da
ustasının ödenmeyen bir kuruş alacağı için kapı kapı
dolaştığı söylenir.
Bir emekçinin gündeliğinin ödenmemesini kazanç
sayanlar, onların yöneticileri, bunu anlayabilirler
mi?
Son yıllarda cami olarak yapılan yapıları düşünün…
Değindiğim ölçüte göre, “Bugün yapılan camilerde
kılınan namazlar geçerli sayılır mı?” diye
düşünmekten kendini alamıyor kişi.
Sinan’ın, Süleymaniye’nin yapılacağı yerde bulunan
iki ev için çok uğraştığı söylenir. Biri için,
oturanının istediği yerde yeni bir ev alınmasını
sağlamış. Ötekinin oturanı mahallesinden ayrılmak
istememiş. Ona da oralardaki boş bir arsada yeni bir
ev yapılmış… Böylece caminin yapım yeri
boşaltılabilmişti…
Daha sonra Selimiye camisinde de benzer bir olay
yaşanmıştır…
Sinan’ın yapım için düşündüğü yerin içinde bir küçük
bahçe vardır. Ters bir kişi burada laleler
yetiştirmektedir. Cami yapmak için gönül kırmak o
günlerde olacak iş değildir.
Sinan diller döker, karşılıklar gösterir. Sonunda
yapıya onun bir imini (işaretini) koyacağına söz
verir. Gerçekten de bir mermer direğin üzerine
kabartma olarak lale işletir. Bu lale adamın
tersliğini anlatmak için ters işlenmiştir.
“Ters lale” öylesine ünlüdür ki…
Bu gün bile Edirne’ye gidip de ters laleyi görmeyen
Edirne’yi görmüş sayılmaz…
Bütün bunlar “kıssadan hisse” alınması için
üretilmiş anlatılardır. Gerçek olup olmadıkları
değil düşündürdükleri önemlidir.
Bunları anımsayınca, bu günün ortamı içinde, ister
istemez düşünüyorsunuz:
Bilmem ne tepesinde cami yapılmasının ardında kimin
ne çıkarı var?
Yapım düşünülen yer kimin?
Kamunun (hazinenin) mu?
Kamunun malı ona sorulmadan kullanılabiliyor mu 21.
yüzyılda?
Evrensel, Yazı: Cengiz Bektaş, 23.07.2012
******
MİMARİ GELENEKSEL, AVİZELER POSTMODERN, ŞADIRVAN
DEVRİMCİ
- İLK HİS: Selimiye’ye girince “vay be”
diyorsun... Süleymaniye’ye girince şöyle bir
sersemliyorsun... Ataşehir’deki Mimar Sinan Camii’ne
girince ise yeni yapılmış inşaat kokusu ile
kullanılmamış halı kokusunun ortasında kalıp “iyi
bir işçilik çıkarmışlar” diyorsun. Ötesi yok...
- ŞEHİR: Eskiden şehirler camilerin etrafında
büyürmüş. Bu cami ise büyümüş bir şehrin ortasına
kondurulmuş. Hem de etrafta ne var ne yok diye hiç
bakılmadan, çevreye uyum pek gözetilmeden... “TOKİ
estetiği” diye bir şey var mı, bilmiyorum. Ama eğer
varsa bu cami o estetik anlayışının bir ürünü
gibi...
- DERUNİ Mİ? Siz bakmayın fotoğraflarda “mukaddes
emanetler karşısında etki altında kalmış Ertuğrul
Özkök bakışı”nı taklit edip uzaklara dalmama...
Deruni bir etki altında kalmadım camide... Sadece
yapılan zanaatkarlığı takdir ettim, o kadar.
- MİMARİ: Mimari açıdan tamamen geleneksele sırtını
dayamış cami... Biraz Selimiye, biraz Süleymaniye...
Betonarme tekniğiyle Mimar Sinan’ı taklit
etmişler... Fakat Mimar Sinan camilerinde
rastlanılan harika akustik bu camide yok... Yine
Mimar Sinan camilerinde görülen doğal klima sistemi
de yok bu camide... Ve yine Mimar Sinan camilerinde
görülen doğal aydınlatma sistemi de yok.
- ATAŞEHİR: Ataşehir’e şöyle bir bakınca “bu cami
çok bile” dediğim de oldu... Düzensiz, intizamsız,
göz yoran, estetik kaygısız bir şehir Ataşehir...
Böyle bir yere yapılacak caminin “çok yüksek bir
sanat eseri” olmasını beklemek ne kadar gerçekçi?
- AVİZELER: Caminin içinde sadelik egemen... Tavan
süslemeleri görkemli ama bağırmıyor. Mihrap, minber,
kürsü... Üçü de vakur ama gösterişçi değil... Ama
sıra avizelere gelince orada durmak gerek...
Avizeler dizayn ürünü gibi... Alabildiğine
postmodern... Bu caminin selatin camilerden farklı
tek yanı avizeleri diyebilirim.
Ahali pek memnun
Caminin ziyaretçisi çok...
Ataşehir’den geçerken “Tayyip Bey’in yaptığı camiyi
bir gezelim bakalım” diye mola veriyorlar.
Bazılarıyla konuştum, “Nasıl buldunuz camiyi?” diye
sordum.
Hepsi ama hepsi “mükemmel” diyordu. “Allah razı
olsun yapanlardan” diyordu. “Şahane bir eser”
diyordu.
“Kopya” diyen, “taklit” diyen, “Mimar Sinan’ın
kemikleri sızladı” diyen, “aradan 4 yüz yıl geçmemiş
gibi olmuş” diyen, “Yahya Kemal” diyen bir kişi bile
yoktu.
Kendimi bir an Yakup Kadri romanlarından fırlamış
“halkına yabancı aydın” gibi hissetmeyeyim mi?
ŞADIRVAN: Biz alışmışız
şadırvanların cami avlusunda yer almasına... Mimar
Sinan Camii’nde şadırvan konusunda hayli devrimci
bir tutum takınılmış... Şadırvan “eksi ikinci
kat”ta... Hemen söyleyeyim: “Eksi ikinci kat”tan
caminin içine giden merdivenler var... Yani abdest
alınan yerler, biraz “mahrem” bir alana çekilmiş ve
gayet de iyi olmuş.
En çok tartışılan
konu
Camide VIP olayına
açıklık getiriyorum.
Mimar Sinan Camii’nin açılış töreninde Başbakan
Tayyip Erdoğan, yurtdışından gelen konuklarını
ağırlamıştı.
Haber bültenlerinde olay şöyle anlatılmıştı:
“Başbakan konuklarını caminin VIP bölümünde
ağırladı”.
Bu cümle nedeniyle kıyamet koptu:
“Camide VIP olur mu?”
* * *
Konuya açıklık getiriyorum:
Camideki VIP bölümünün, caminin namaz kılınan
bölümüyle hiçbir ilgisi yok.
VIP bölümü dedikleri, alt katta... “Eksi bir”de...
Havaalanlarındaki “VIP” bölümlerine benziyor.
Camilerde “imam odası” denilen bölümler vardır ya...
Öyle bir şey.
Ama tabii daha konforlu, daha şatafatlı...
İlginç bir nokta
Duvardaki Fatıma
BİZİM camilerin duvarlarında Allah, Muhammed,
Ebubekir, Ömer, Osman, Ali yazar.
Bazılarında “Hasan” ile “Hüseyin” de yer alır.
Ama ben hiç “Fatıma” yazısına rastlamadım.
Ali Bulaç’ı aradım:
“Ben de rastlamadım” dedi.
Ardından da ekledi:
“Ama iyi olmuş...”
CAMİDEN NOTLAR
- Caminin bazı bölümleri tamamlanmamış. İç
merdivenlerde ve alt katlarda eksikler var.
- Alt katlar alışveriş merkezi havasında...
- Caminin avlusunda namaz kılacaklar için bir örnek
hasırların yer aldığı bir depo var.
- Caminin tam ortasında küçük bir şadırvan var.
Şadırvandan gülsuyu akıyor.
- Ayakkabı koyma bölümleri ahşap ve pratik.
- Cami büyük ama kapıları küçük...
- Alt katlarda asansör mevcut... Her biri 14 kişilik
dört adet asansör hizmet veriyor.
- Caminin yanı başında büyük, çok büyük bir park
var... 46 bin metrekare diyeyim de büyüklüğü
anlaşılsın.
- Caminin bir tarafı E-5 karayoluna bakıyor, bir
tarafı parka, bir tarafı ise gökdelenlere bakıyor.
Yani gökdelenler arasında sıkışmışlık hissi her
açıdan söz konusu değil.
- Otopark ücretsiz.
- Caminin duvarlarından birinde Başbakan Tayyip
Erdoğan imzalı bir metin yer alıyor. Metin kötü,
metnin duvara işlenme biçimi kötü, koskocaman
duvarın tamamen bu metinle kaplanması kötü.
- Camide iki imam, üç müezzin görev yapıyor.
İmamlardan İbrahim Urgancı 34 yaşında. İlahiyat
mezunu... İngilizce ve Arapça biliyor.
Hürriyet, Yazı: Ahmet Hakan, 24.7.2012
******
UZMANLARI İKİYE BÖLDÜ
Başbakan Erdoğan’ın,
açılışı yapılan Mimar Sinan Camii için ‘selatin
cami’ demesi tartışma başlattı. Mimar Sinan Genim,
“Selatin camii, sultanların yaptığı cami anlamına
gelir. Sultan mı var, selatin deniliyor” dedi.
Prof.Dr. Suphi Saatçi de, ‘selatin cami’nin protokol
cami anlamına kullanılabileceğini söyledi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Ataşehir’de
geçtiğimiz günlerde açılışı yapılan Mimar Sinan
Camii için ‘selatin cami’ nitelemesi yapması
tartışma yarattı. Osmanlı’da padişahların yaptırdığı
Süleymaniye, Selimiye, Sultanahmet gibi camilere
‘selatin cami’ adı veriliyordu. Erdoğan’ın, bu adı
genel bağlamından kopararak, protokol cami
şeklindeki bir adlandırmaya dönüştürmesi uzmanları
ikiye böldü. Kimisi bu ismin protokol cami kastıyla
kullanılabileceğini söylerken kimileri de buna karşı
çıktı.
Sakıncası yok
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Rektörü Prof.Dr. Suphi Saatçi: “Selatin camileri
sultanların yaptığı cami anlamına gelir. Fakat bu
aslında o kentin devlet adamlarının, en yüksek
düzeydeki devlet başkanlarının, protokolün gittiği
cami anlamına gelir. Bir zamanlar Fatih’ti, sonra
Sülaymaniye, Sultanahmet oldu. Şu anda birçok devlet
adamı Dolmabahçe Camii’ne gidiyor. Bunu illa sultan
yaptırdı şeklinde algılamak doğru değil.”
Sultan yok ki
Mimar Sinan Genim: “Selatin lugat anlamıyla
sultanlar, padişahlar demektir. Selatin camileri,
padişahlar, hanım sultanlar ve şehzadeler tarafından
yaptırılan camiler. Selatin caminin, bugün büyük,
protokolün gittiği cami anlamında da kullanılamaz.
Yanlış anlama gelir ve birbirinin yerine oturan
kavramlar değil. Ortada sultan yok ki selatin cami
olsun. Cuma cami, büyük cami denilebilir. Ya da
başka kelime çıkarmak lazım.”
Benzerlik anlamında
Mimar Mehmet İşçi: “Ben konuya yaptıran kişi
açısından bakmıyorum. Doğru selatin camilerini
sultanlar yaptırıyor. Ben fonksiyon açısından
değerlendiriyorum. Memlekette sultan olmadığına göre
selatin cami gibi denmek isteniyor. Bu konuda
selatin camileri büyük, benzerlik anlamında
kullanılıyor. Çünkü, sultanlar kendi arazilerine,
kendi paralarıyla camiyi yaptırıyorlar.”
Vatan, Haber: Nebahat
Koç, 26.07.2012
******
MİMAR SİNAN CAMİİ
Öteden beri savunduğum
görüş şudur: İslam dünyasında asırlar boyunca
sanatta yaratmanın ve dünyayı güzelleştirme
iradesinin temel ilkelerini veren bir estetik, bu
estetiğin kendine has kurumları ve aktarım usulleri,
dolayısıyla köklü bir geleneği vardı. Zamanla
kurumlar ortadan kaldırıldığı için gelenek kesintiye
uğradı, geriye içleri boşaltılmış formlar kaldı.
Geleneğin içinden
gelenler, tevarüs ettikleri değerleri yaşatmak
ve yeni kuşaklara aktarmak için çalışıp
didinmişlerdir. Ancak şartlar zamanla öyle bir
noktaya gelmişti ki, geleneğin kendini üretmesi
artık imkansızdı. Son elli yıl içinde yaşanan
siyasi, sosyolojik ve kültürel gelişmelerle
talep canlandı; fakat arz artık eskisi gibi
mümkün değildi. Arz edilen kubbe, kemer, tonoz
vesaireydi. Hiç kimse, gelenek devam ediyor
olsaydı ve mesela Sinan günümüzde yaşasaydı
nasıl cami yapardı diye düşünmedi. Bu yüzden
dört bir yanımız ilk bakışta geleneğin
devamıymış gibi görünen, fakat aslında gelenekle
bazı mimari elemanların müsrifçe kullanılmış
olması dışında hiçbir münasebeti bulunmayan
camilerle doldu. Hemen tamamı eskilerin tenasüb
dedikleri proportiondan, yani nisbetler
arasındaki uyumdan mahrum yapılardı.
Bu konularda
düşünenler, yazıp çizenler geleneği kesildiği
noktada yakalayıp özümseyerek yaratıcı
hamlelerle içinde yaşadığımız çağın şartlarını
ve eğilimlerini de yok saymayan eserler
verilmesini, çok kullanılan tabirle geleneğin
yeniden üretilmesini istiyorlar. Bu, meşru ve
saygı duyulması gereken bir istektir. Ancak
biliyorlar ki, iki yüz küsur yıl önce kesintiye
uğrayan geleneği keşfetmeden, dayandığı dünya
görüşüne nüfuz edip dilini çözmek için gayret
göstermeden yapılacak denemeler -özellikle cami
mimarisinde- büyük riskler taşır. Sonunda
İslam'ın ruhuna bütünüyle yabancı, frapan,
oryantalist yapılar ortaya çıkabilir.
Başkalarını bilmem, ama ben çok başarılı
olduğunu söyleyebileceğim modern bir cami
görmedim. Daha doğrusu gördüklerim arasında beni
etkileyen, "İşte bu!" dedirten olmadı.
Bu meseleler, Yüksek
Mimar Muharrem Hilmi Şenalp'ın Ataşehir'de
yaptığı, kısa bir süre önce Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan tarafından törenle açılan Mimar
Sinan Camii vesilesiyle yeniden tartışılmaya
başlandı. Ben bu tartışmaları, bilgiyle ve iyi
niyetle yapıldığı takdirde çok faydalı ve
lüzumlu görenlerdenim. Fakat İstanbul'da her gün
yüzlerce çirkinlik abidesi yükseltilirken
seslerini çıkarmayanların Ataşehir'deki şeddadi
dikitler arasında bir nilüfer gibi açan,
proportion ve işçilik bakımından kusursuz, bütün
unsurları birbirine cevap veren, her detay
üzerinde inceden inceye düşünülmüş ve çalışılmış
bir camiye, ilk bakışta Selimiye'yi andırdığı
için insafsızca hücum etmelerine mana
veremiyorum.
Evet, Ataşehir'deki
camiyi önceki gün köşe bucak gezdim ve mimarına,
"Azizim, senin bu eserin için Selimiye'nin bire
bir taklidi diyorlar, doğru mu?" diye sordum.
"Keşke, Mimar Sinan'ı taklit edebilecek seviyeye
ulaşabilsem!" dedi ve amacının geleneği
kesildiği noktada yakalayıp eğer bu kırılma
yaşanmasaydı mimarimiz nasıl devam ederdi
sorusuna doğru cevap bulmak olduğunu, özetlemek
gerekirse, gelenekle teknolojiyi bütünleştiren,
modern inşaat teknolojisiyle Osmanlı üslubunu
mezceden bir mimarinin peşine düştüğünü söyledi.
"Sinan betonarme mi kullandı?" eleştirisine de,
"Betonarme tekniği vardı da, Sinan mı
kullanmadı?" diye cevap veren Hilmi Bey, aynı
yapıyı taş kullanarak da yapabileceğini, ancak
bunun maliyeti ikiye, hatta üçe
katlayabileceğini sözlerine ekledi. Peki, Mimar
Sinan Camii'nde farklı olan ne idi?
Hilmi Bey, eğer
Sinan'ın ömrü vefa etseydi mutlaka deneyeceği
altıgen planın ilk defa bu ölçekte bu camide
çözümlendiğini, iç mekanda tezyinatı mümkün
olduğu kadar sadeleştirilerek hat ve mimarinin
ön plana çıkarıldığını, plan kurgusundan cephe
nisbetlerine, hatların kalem kalınlığından
doğramaların pahına kadar arşın ölçüsünün
uygulandığını, mukarnasların ilk defa hem ana
kubbede, hem yarım kubbelerde bu ölçekte
birlikte kullanıldığını ve çok etkili bir mimari
unsur olarak vurgulandığını, yine ilk defa bu
camide halısından aydınlatma araçlarına,
minberinden çinilerine kadar üslup, zevk ve
mimari dil birlikteliğinin sağlandığını söyledi.
"Peki," diye sordum
Hilmi Bey'e, "eserinizi eleştirenlere bunları
anlatmıyor musunuz?" Güldü, "Anlatıyorum, ama,"
dedi, "ya anlamıyor yahut niyetleri
itibarsızlaştırmak olduğu için anlamak işlerine
gelmiyor. Bu cami, hiç şüphesiz klasik Osmanlı
mimarisi üslubunda tasarlanmış bir yapıdır. Bu
çabanın adı taklit, yani replika değil,
stilistik rekompozisyondur. Şöyle de
diyebilirim: Bu cami, heyet-i umumiyesinden en
ince detaylarına kadar Osmanlı klasik dönem
mimarisine bire bir uymakla beraber, hemen her
detayı orijinal, bu binaya mahsus olmak üzere
tasarlanmış ve hiçbir eski caminin taklidi
olmayan orijinal bir yapıdır."
Az kalsın
unutuyordum: Muharrem Hilmi Şenalp'tan,
belirlenmiş bir arazi üzerine böyle bir cami
yapması istenmiş. Bir caminin mimarisine o
camiyi kullanacak olanların karar vermesinden
daha tabii ne olabilir. Şunu anladım ki, cami
mimarisi, cemaatinin zevk ve alışkanlıklarıyla
fazla didişmemeli... Mimar Sinan Camii'ni
heyecan ve hayranlıkla gezenlerin gözlerindeki
ışıltılar bu gerçeğe işaret ediyordu.
Zaman, Yazı: Beşir
Ayvazoğlu, 26.07.2012
|
İSTANBUL'DA SİKKE OPERASYONU
İstanbul
Gaziosmanpaşa’da yapılan operasyonda Ağrı’dan
getirilen 30 sikke ele geçirildi. Gözaltına alınan 3
şüphelinin üzerinden gerçeğine benzer basılan 720
sikke ile bir heykel çıktı. İbrahim K., Erkan Ç.,ile
Şevket Ç. adlı şüphelilerin sikkeleri Ağrı’daki
M.A.’dan aldıklarını söylediği öğrenildi. Sikkeleri
tanesini 280 TL satmaya çalışan şüphelilerin,
pazarlık sırasında gerçek sikkeleri gösterip
sahtelerini verdikleri kaydedildi. Şüpheliler
emniyetteki işlemlerinin ardından adliyeye
sevkedildi.
Vatan, 21.07.2012
|
16. YÜZYILA AİT MUSHAF BULUNDU
Erzincan'ın Kemah İlçesi'ndeki tarihi kalede
yürütülen kazı çalışmaları sırasında, aralarında 16.
yüzyıla ait olduğu tahmin edilen Mushaf-ı şerifin de
bulunduğu çok sayıda el yazması eser bulundu. Ele
geçen yazmalar, özel bir beze sarılı olarak dolgu
zemininden 2 metre aşağıda ortaya çıkarıldı.
Türkiye Gazetesi, 21.07.2012
|
'İSTANBUL'UN İLK CAMİSİ' BU PAZAR AÇILIYOR

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden yapılan açıklamaya
göre, caminin restorasyon ihalesi
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı
tarafından gerçekleştirildi. İki kurumun
işbirliğinde gerçekleştirilen onarım, restorasyon ve
çevre düzenleme çalışmaları, ajansın kapandığı Mayıs
2011'den itibaren Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce
yürütüldü.
Yarın teravih namazında yapılacak cami açılışına
Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç 'ın da katılması bekleniyor.
Beyoğlu 'nda Arap Camisi Mahallesi'nde bulunan
Arap Camisi,
Haliç 'in Galata yakasındaki en büyük cami
olarak dikkati çekiyor. Dikdörtgen planlı ve gotik
tarzdaki caminin içinde mihrap bölümünde gotik
mimarisinin en başta gelen özelliği olan kaburgalı
tonozlar bulunuyor.
İstanbul fethedildiğinde burada bir kilisenin
olduğu ve bu kilisenin Fatih Sultan Mehmet
tarafından Galata Camii adıyla 1475 yılında camiye
dönüştürüldüğü bilinmekte. 1492'de Endülüs'ten göç
eden Müslüman Araplar bu cami etrafına
yerleştirildikten sonra Arap Camii ismini aldı.
Dönem dönem tamirat görmüş ve bazı değişikliklere
uğradı. 1913'te yapılan tamirat sırasında zeminden
çıkan Ceneviz'lilere ait kitabeli ve armalı mezar
taşları Arkeoloji Müzesi'ne taşındı. Camide son
olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce 2008 yılında
başlatılan restorasyon çalışmaları, bir süre önce
tamamlandı.
Radikal, 21.07.2012
******
ARAP CAMİİ İBADETE
AÇILDI
Başbakan
Yardımcısı
Bülent Arınç ile Gümrük ve Ticaret Bakanı
Hayati Yazıcı, restorasyonu tamamlanan
İstanbul'un ilk camisi "Arap Cami"nin açılışına
katıldı.
İstanbul'u kuşatmaya gelen İslam orduları tarafından
717 yılında yapıldığı belirtilen Beyoğlu Perşembe
Pazarı'ndaki Arap Camisi, restorasyonunun
tamamlanmasının ardından yeniden ibadete açıldı.
Açılışa, Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç ile Gümrük ve Ticaret Bakanı
Hayati Yazıcı da katıldı.
Teravih namazı öncesi yapılan açılışta konuşan
Arınç, "Vakıflar Genel Müdürlüğü, ecdat
yadigarlarını bir bir restore ediyor. Son 10 yılda 4
bine yakın cami, külliye, imaret, kervansaray ve
bunların benzerleri imar edildi, restore edildi ve
açıldı. Katrilyonluk bir sermayeyi bu açılışlar için
kullandık. Allah işimize bereket verdi ve böyle
güzel eserleri ayağa kaldırmak için büyük bir
gayretle çalıştık" diye konuştu.
Arap Camisi'ni ilk duyduğunda nerede olduğunu
bilemediğini ifade eden Arınç, şöyle konuştu:
"Karaköy'e geldim ama (Bu dükkanların arasında böyle
cami olur mu?) diye tereddüt ettim. Adeta bir
istiridye içindeki inci gibi kendini saklamıştı.
Buraya girdiğimizde bu muhteşem eseri gördük ve
ecdattan bugüne, daha doğrusu Müslümanların
İstanbul'u kuşatma altına aldığı tarihten bu yana,
pek çok defalar restorasyon geçirmiş, yanmış,
zelzeleden zarar görmüş. En sonunda da biz, bu güzel
eseri ihya etmişiz."
Caminin, Haliç'in Galata yakasındaki en büyük cami
olduğunu söyleyen
Bülent Arınç, İstanbul Kültür Başkenti
Ajansı'nın caminin onarımı için 3 milyon liraya
yakın harcamada bulunup birinci etabı tamamladığını,
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün de 2 milyon liralık
harcamayla ikinci etabı tamamlandığını söyledi.
İkinci müjdelerinin Trabzon'daki Ayasofya Camisi'nin
açılması olduğunu ifade eden Arınç, şunları söyledi:
"Trabzon Ayasofya Camisi de, bugüne kadar aslında
aslında hiç olmadığı şekliyle maalesef müze haline
getirilmiştir. Bizim dönemimizde böyle bir şey
olamaz. Camiler Allah'a ibadet edilen yerlerdir,
hiçbir kanun onu asıl maksadından başka bir yere
götüremez. İnşallah en kısa zamanda Trabzon Ayasofya
Camisi'ni hep beraber açarız. Başkanım bizi hep
beraber otobüslere koyar, Trabzon'a gideriz bir cuma
namazı da inşallah orada, ecdadımızın camisinde
'Allahu Ekber' diyerek, saf tutarız."
Arınç'a daha sonra, Arap Camisi Yardımlaşma Derneği
tarafından bir hediye sunuldu. Arınç, camide namaz
kıldıktan sonra, teravih namazına katılmayarak
ayrıldı.
Gümrük ve Ticaret Bakanı
Hayati Yazıcı da, Arap Camisi'nin, İstanbul ile
simgeleşmiş bir yapı olduğunu belirterek, "Burada
çok önemli bir arzum var. Başbakanımız da sanırım
öyle düşünüyor. Belki Başbakan Yardımcım söz etti,
tekrar olacak. Ama bu caminin, denizle bütünleşmesi
lazım, şu sahille bütünleşmesi lazım. Dolayısıyla bu
caminin önünün, tabii ki oradakileri mağdur etmeden,
onların da hakkı, hukuku ne ise hukuk ölçüleri
içerisinde gözetmek suretiyle bu muhteşem eseri, şu
cadde ile şu Haliç ile bütünleştirmeliyiz"
ifadelerini kullandı.
Habertürk, 22.07.2012
******
HEM CAMİ HEM MÜZE OLSUN
İstanbul'un ilk İslam
ibadethanesi olarak kabul edilen Arap Camii, iki
yıldır süren restorasyon çalışmalarının ardından
yeniden ibadete açıldı. Camide bulunan Rönesans
tarihine ışık tutacak fresklerin sıvalarla
kapatılması ise tartışmalara neden oldu. Taraf 'a
konuşan Sanat Tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu,
Arap Camii'nin ibadethane olarak kullanılmasının
yanı sıra müze olarak da ziyaretçilere açılması
gerektiğini söyledi.
Arap Camii'nin İstanbul'un en kadim yapılarından
biri olarak kabul edildiğini belirten Göncüoğlu,
"Yapının kiliseden çevrildiği kabul edilir ve bu
doğrudur. Ancak şöyle bir şey vardır, bu da Evliya
Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde geçer: Daha önceden
İstanbul, Arap orduları tarafından kuşatılıyor.
Beyoğlu, Galata bölgesinde bir Müslüman mahallesi
kuruluyor. Müslümanlar İstanbul'u kuşatıp, şehri ele
geçiremiyorlar ama Bizans İmparatorluğu'ndan bir
taviz koparıyorlar. Galata bölgesinde bir Müslüman
mahallesi kuruyorlar ve o mahallenin bir mescidi
oluyor" dedi.
Birçok döneme ait izleri camide görebildiğimizi
söyleyen Göncüoğlu, "Yapı, 13. yüzyılda Latinler
tarafından bir kilise olarak kullanılıyor ve bu
döneme ait dini freskolar var. Bunu gözardı etmemek
lazım. Üç ilahi dini kutsal kabul eden bir
ibadethane göremezsiniz. Kudüs'te bile yoktur. Arap
Camii'nde böyle kadim freskolar ortaya çıkınca haklı
olarak bunun müzeye çevrilmesi ve freskoların
Hıristiyanlar tarafından ziyaret edilmesi konusunda
özellikle Katolikler tarafından bir kulis yapıldı.
Bugün Fethiye Camii hem müze hem ibadethanedir. Arap
Camii de Müslümanlar için ibadethane olarak
değerlendirilip öbür taraftan bir müze olarak belli
saatlerde açılabilir" diye konuştu.
Marmara depreminde caminin kıble tarafındaki
sıvaların düştüğünü ve fresklerin gün yüzüne
çıktığını hatırlatan Göncüoğlu, "Cami restorasyona
girinceye kadar insanlar oradaydı ve altında namaz
kılıyorlardı" dedi. Göncüoğlu şöyle konuştu: "Eğer
bu freskolar korunabilecek vaziyette ise
sergilenmeli. Rusya'da şöyle bir şey yapmışlar.
İbadet zamanı jaluzi indirilir. Turistik olarak
ziyaret edildiği zaman da o jaluziler açılır. Böyle
bir şey yapılabilir."
Taraf, Haber: Dicle Baştürk, 23.07.2012
******
ARAP CAMİİ'NİN SIRRI
İstanbul'un ilk camii
denilse de o aslında bir Dominiken kilisesi.
Restorasyonu sırasında sanat tarihini etkileyecek
önemde freskler bulundu ama üzerleri 500 sene önce
olduğu gibi sıvayla kapatıldı.

En son 1913 yılında onarım gören Arap Camii için Vakıflar Genel Müdürlüğü 2008 de restorasyon kararı almıştı. Onarım sırasında ortaya çıkan tarihi freskler sıvayla kapatıldı.
Önceki
gün
Bülent Arınç ’ın katıldığı bir törenle tekrar
ibadete açılan Arap Camii, sanat tarihini
değiştirecek önemde fresklere de sahip. Ancak,
restorasyon sırasında bulunan bu fresklerin üzeri
tekrar kapatıldığı için kimsenin haberi yok.
İstanbul
Beyoğlu ’nda bulunan cami, 2010 Avrupa Kültür
Başkenti kapsamında restorasyona alınmış ve
yenilenmişti. Freskleri nisan ayında gündeme getiren
NTV Tarih Dergisinin Yayın Yönetmeni Gürsel Göncü,
“Bunlar Rönesansın dünyada bilinen en önemli
habercileri” diyor. Göncü’nün verdiği bilgiye göre
freskler 1999 depreminde sıvalar dökülünce ortaya
çıkmış.
Cemaat, yaklaşık 10 yıl boyunca freskleri
perdeyle örterek ibadetini yerine getirmiş. Vakıflar
Genel Müdürlüğü 2008 yılında, en son 1913’te onarım
gören cami için restorasyon kararı alınca uzmanlar
da inceleme fırsatı bulabilmiş.
Aslında Arap Camii’nin Araplarla bir ilgisi yok.
İstanbul ’un ilk camii olduğu söylense de
gerçekte burası bir Dominiken kilisesi. Fetihten
sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye
dönüştürülmüş, kimilerine göre Granada’dan kaçan
Araplar bu civara yerleştirildikleri için cami Arap
Camii adını almış.
Yapının kiliseden camiye çevrilmesini ‘dönemin
koşulları içerisinde’ normal olarak değerlendiren
Göncü, çok değerli fresklerin beş asır sonra tekrar
sıvayla kapatılmasını yanlış buluyor. Bu fresklerin,
Bizans döneminden kalma bazı yapılarda görülen çok
kıymetli eserler olduğunu, ayırt edici tarafınınsa
yapılış tarihi itibariyle örneğin Ayasofya’da
görülen Bizans fresklerine benzemediğini söyleyen
Göncü, “Bu fresklerde hem boyut hem ışık var. Bu
bakımdan Rönesans’ın dünyada bilinen en önemli
habercileri kabul ediliyorlar” diyor. Göncü,
bilimsel görüşlere ve hatta Anıtlar Kurulu’nun
kararına rağmen fresklerin sergilenmesi için bir yol
bulmak yerine üzerlerinin kapatılmasını ise “
İstanbul ’a marka değeri açısından büyük bir
kayıp” olarak niteliyor.
Radikal, Haber: Elif
Ekinci, 24.07.2012
|
BİN 600 YIL 'MAYA'LANMIŞ
Orta Amerika ülkesi
Guatemala'nın Meksika sınırındaki ormanlarda, 'gece
güneşine adanmış' piramit bir mezarın tepesinde
Mayalara ait bin 600 yıllık tapınak bulundu.
Bölgedeki kazıyı yürüten ekibin başında yer alan
Prof. Stephen Houston, tapınağın içinde dekorasyon
amaçlı 1.5 metre boyunda maskeler ve güneşin doğudan
batıya hareket evrelerini gösteren muhteşem freskler
bulunduğunu açıkladı.
Akşam, 21.07.2012
|
|
2 BİN YILLIK MEZAR ODASINDA ÖLÜMDEN SONRA YAŞAM
İNANCI İZLERİ
Kütahya’nın Çavdarhisar
İlçesi'ndeki
Aizanoi antik kentinde yürütülen kazılarda gün
ışığına çıkarılan 2 bin yıllık mezar odasında,
ölümden sonra yaşama inanıldığını gösteren kapı,
kapı kilidi ve ayna motifli süslemelerle insan
iskeletleri bulundu.
Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr.
Elif Özer başkanlığındaki kazılarda görev alan aynı
bölümden araştırma görevlisi Murat Taşkıran, AA
muhabirine, antik kentteki çalışmaları geçen hafta
kazı alanına getirilen kule vinçle sürdürdüklerini
söyledi.
Roma döneminden kalma nekropol diye bilinen
yapıda çalışırken kısa sürede mezar odasına
ulaştıklarını belirten Taşkıran, şöyle devam etti:
“Burası bir mezar odası. İçinden insan iskeleti,
kandil, seramik kap ve sikkeler çıktı. Antik dönemde
bu tür mezar odası örnekleri olduğunu biliyoruz. Bu
mezar odası, diğer bölgelerde bildiğimiz
benzerlerinden biraz farklı; duvarlarında kapı, kapı
kilidi, ayna motifleri yanında baklava şekilli
süslemeler var. Kapı şeklindeki süslemeleri,
bölgeyi, bölgenin mezar taşlarını biliyoruz.
Ancak
bu süsler tamamen bölgeye özgü. Aizanoi’deki
yapılarda çok fazla şekilde karşımıza çıkan bir süs
şekli olmasına rağmen bir mezar odasında bu süslere
ilk kez rastlandı.”
Taşkıran, mezar odasında ele geçirilen
buluntuların, Aizanoi’de yaşayanların ölümden sonra
yaşama inandığını gösterdiğini ifade etti.
“Öbür dünyanın kapısını bir şekilde mezara
işlemişler” diyen Taşkıran, antik dönem insanının,
öldükten sonra yaşamın sürdüğüne inandığını ve bunu
olabildiğince benimsediğini anlattı.
Antik dönem insanının, ölüm sonrası yaşam
bilinciyle ömürlerini geçirdiğini dile getiren
Taşkıran, şunları kaydetti:
“Öldükten sonra bir hayat bilincinde
olduklarından dolayı hem mezarlarına hem Gömü
şekillerine hem de ölüler için yaptıkları törenlere
bunu bir şekilde yansıtıyorlar. Buradaki mezar odası
da bu anlayışın en güzel örneği olarak karşımıza
çıktı. Bu bakımdan bölge için zengin ve yeni bir
buluntu olarak karşımıza çıkıyor. Mezar odasını
bulduğumuz için çok mutluyuz. Bunun heyecanıyla
çalışmalarımıza devam ediyoruz. Buna benzer
örnekleri daha çok bulacağımıza inanıyoruz.”
haberler.com, 21.07.2012
|
"BİLİRKİŞİNİN YAŞI YETMEZ"

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Mor Gabriel
Manastırı’nı ‘Hazine arazisinde işgalci sayan’
kararının gerekçesini de açıkladı. Gerekçeli
kararda, manastırın bu arazilerin kendisine ait
olduğunu ‘duraksamaya yer bırakmayacak’ şekilde
kanıtlayamadığı belirtildi. Bilirkişi olarak
dinlenen kişilerin de arazilerin manastıra ait
olduğu yönündeki ifadelerine, ‘yaşları nedeniyle’
itibar edilmediği vurgulandı.
2008 yılında Mardin’in Midyat İlçesi'nde kadastro
çalışmaları yapılırken, Yayvantepe, Eğlence ve
Çandarlı Köyleri, Mor Gabriel Manastırı’nın
kendilerine ait 276 dönümlük araziyi işgal ettiğini
savunarak Hazine’ye başvurdu. Hazine 276 dönüm
arazinin Hazine’ye tescil edilmesi için Midyat
Kadastro Mahkemesi’ne ‘tapu tescili’ davası açtı.
Midyat’taki mahkeme manastırın 1937 yılından bu yana
söz konusu arazilerle ilgili vergi ödediğini,
‘kadimden beri’ kilisenin malı olduğunu belirterek
davayı reddedetti.
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin
kararını bozdu. Yerel mahkeme ilk kararında
direnince konu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu gündemine
gitti. Genel Kurul'da kararı oy birliğiyle bozdu.
Kurulun merakla beklenen karar gerekçesi tamamlandı.
Gerekçeli kararda, Mor Gabriel Vakfı tarafından 17
Temmuz 1935 tarihinde verilen beyannamede 20 parça
susuz tarla, 2 bağ, 10 su kuyusu ve manastırın bina
müştemilat ile tapuya bağlanmamış arazisini
bildirdiğinin görüldüğü belirtilerek şu görüşler
sıralandı:
“Beyannamede taşınmazların yüzölçümleri, yeri ve de
sınırları açıkça belirtilmemiştir. Bu durumda dava
konusu edilen 12 parça taşınmazın davalı vakıf
tarafından verilen beyannamede yazılı olan
taşınmazlardan olduğu duraksamaya yer bırakmayacak
şekilde kanıtlanmalıdır.
2009 yılında keşif yapılırken dinlenilen yerel
bilirkişi A. Demir, çekişme konusu taşınmazların
davalı vakıf tarafından verilen beyannamede
gösterilen taşınmazlardan olduğunu bildirmiştir.
Diğer yerel bilirkişi de benzer beyanda bulunmuştur.
Bilirkişilerden A. Demir, 1960 doğumlu, diğer yerel
kişi ise 1950 doğumludur. 1935 yılında verilen
beyannamede sınırı, miktarı, yeri bildirilmediği
halde çekişme konusu taşınmazların beyannamede yer
alan taşınmazlardan olduğunu bilmeleri hayatın
olağan akışına uygun düşmemektedir. Tanık ve yerel
bilirkişilerin sadece soyut beyanlarına değer
verilemez.”
Gerekçeli kararda manastırın 1961 yılında açtığı
davaya da atıf yapılarak, o dönem, bugün tartışma
konusu olan arazilerden bahsedilmediği belirtildi.
Kararda vakıfların mal edinmeleri sınırsız bir hak
olmadığı da belirtilerek, “Başkasına ait olan bir
malın ele geçilerek bu şekilde kullanılması vakfın
amacına uymaz” denildi.
Mor Gabriel Manastırı Vakfı Başkanı Kuryakos Ergün,
gerekçeli kararda bilirkişilere ilişkin yapılan
değerlendirmelerin ‘zorlama’ olduğunu savundu:
“Mahkemece bilirkişi olarak dinlenilen kişiler
buraları adım adım bilen kişiler. Bölgeye son derece
hakim kişiler. Ayrıca buranın tarihini de bilen
kişiler. ‘Bunların yaşı yetersiz, kiliseye ait
araziyi bilemezler’ demek gerçekten çok zorlama bir
yorum. Yargıtay’a göre biz haklılığımız kanıtlamak
için 120 yaşında bir bilirkişi mi bulacağız? Bu
yorum açıkça ‘Siz ne yaparsınız yapın ben bu araziyi
manastıra vermeyeceğim’ demekten başka bir şey
değildir. Kararda ‘Dava konusu 12 parça arazinin
yüzölçümeleri, yeri belirtilmemiştir’ deniliyor. O
zaman biz de ‘Beyannamede belirtilen arazilerimiz
nerede?’ diye soruyoruz. Madem bu araziler bize ait
değil peki beyannamede yer verilen arazilerimiz
nerede? Dolayısıyla gerekçeli kararın zorlama
olduğunu düşünüyoruz.”
Radikal, Haber: Mesut Hasan Benli, 21.07.2012
|
72 YIL SONRA İLK ÇİVİ

Türkiye’de 1940’lı yıllarda kurulmaya başlanan ve
bir dönem eğitim sistemine damgasını vuran, halen
tartışma konusu olan Köy Enstitüleri ayakta kalmaya
çalışıyor. Hasanoğlan Köy Enstitüsü Güzel Sanatlar
Binası restorasyon, rölöve, ve restitüsyon
çalışmaları için Elmadağ Belediyesi ve Hasanoğlan
Atatürk Öğretmen Okulu Mezunları Derneği’nce tören
düzenlendi. Çalışmalar, Kültür Varlıkları Genel
Müdür Yardımcısı Serhat Akcan ve Elmadağ Belediye
Başkanı Gazi Şahin’in vurduğu çekiç ile başladı.
Törene Kaymakam Resul Kır, Belediyesi Başkanı Gazi
Şahin, Kültür Bakanlığı Kültür Varlıklarını Koruma
Genel Müdür Yardımcısı Abdullah Kocapınar, Ankara
Mimarlar Odası’ndan Tezcan Karakuş Candan ve İmran
Karaman Çankaya Belediyesi Başkan Yardımcısı Ali
Ulusoy, Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu Mezunları
Derneği Başkanı Nermin Yıldırım ile çok sayıda eski
mezun katıldı. Törende konuşan Başkan Şahin, Elmadağ
İlçesi’nin tarihine sahip çıktıklarını belirterek,
şöyle dedi:
"Hasanoğlan Köy Enstitüsü binalarının uzun yıllar
atıl durumda beklemesinin burukluğunu yaşıyorduk.
Durumu Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a iletip, olumlu
sonuç aldık. Bugün burada 3 kültür binamızın
restorasyon çalışmalarının hep birlikte yapıyoruz.
Bu ilk, tüm binaları atıl durumdan kurtarmak için
gereken çalışmaların devamını getireceğiz."
Elmadağ’ın turizm bölgesi ilan edilmesinin müjdesini
veren Başkan Şahin, "2009 yılından bu yana
girişimlerimiz sonucu Elmadağ İlçesi ve Hasanoğlan
bölgesi resmen turizm bölgesi olarak 6 B’den 8 B’ye
yükseltildi."
Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu Mezunları Derneği
Başkanı Nermin Yıldırm ise Cumhuriyet tarihinin
tarihsel ve kültürel mirası Hasanoğlan Köy Enstitüsü
yerleşkesi üzerinde bulunduklarını belirtirken,
şöyle konuştu:
"Baba ocağımız olarak gördüğümüz bu mekanın yok
edilmesine vijdanımız hiç bir zaman el vermedi.
Umuyorum bu yerleşke içindeki atıl durumda kaderine
terk edilmiş binalar onarılır. Buraya gelen
mezunlarımızın gözyaşları da dindirilmiş olur. Biz
Hasanoğlan mezunları olarak her zaman geçmişimize ve
geleceğimize sahip çıkmaya devam edeceğiz."
Restorasyon çalışmaları için 72 yıldan bu yana atıl
durumda bekleyen 60 binadan biri olan sinema
binasına ilk çekiç vurulmaya başladı. Bina
içerisinde Ankaralı ressam Nevzat Akoral’a ait 1952
imzamı mozaik çalışması bulunuyor.
Vatan, Haber: Hüseyin Özbalı, 21.07.2012
|
 |
HERAKLIA HİERONU AYAĞA KALDIRILACAK
Kızılcabölük Belediye Başkanı Abdülkadir Uslu, ilçe sınırları içindeki Roma dönemine ait anıtsal mezar Herakleia Hieronu'nun ayağa kaldırılacağını bildirdi.
Uslu, gazetecilere yaptığı açıklamada, Kızılcabölük beldesinde turizm potansiyelinin harekete geçirilmesi için başta arkeolojik yapıtlar olmak üzere beldenin geleneksel mimarisi, üretim kültürü ve anıtsal ağaçlarını ön plana çıkaran bir planlama yapıldığını ifade etti.
Bu kapsamda Roma dönemine ait anıtsal mezar yapısı Herakleia Hieronu'na ilişkin röleve, restitüsyon, restorasyon, çevre düzenleme ve aydınlatma projelerinin hazırlandığını, gelecek yıl uygulamaya geçilmesiyle beldenin önemli bir turistik zenginliğe sahip olacağını dile getiren Uslu, anıtsal yapı üzerinde yer alan Artemis, Heracles, Pan, Dionysos, Menad gibi tanrı ve tanrıçaların kabartmalarının büyük ilgi çektiğini söyledi.
Habertürk, 21.07.2012
|
71 YIL SONRA GÜN IŞIĞINA MERHABA
Hazine avcısı
olarak bilinen Amerikan Odyssey Marine Exploration
şirketi, geçen yıl İrlanda açıklarında yerini tam
olarak tespit ettikleri batıktan 37 milyon dolar
değerinde gümüş çıkardı. İkinci Dünya Savaşı
sırasında bir Alman denizaltısı tarafından batırılan
İngiliz ‘SS Gairsoppa’ gemisinden 43 ton külçe gümüş
su yüzeyine çıkarılırken, şu ana kadar bir gemi
enkazından çıkarılan en büyük metal olarak
nitelendirilen hazine
İngiltere ’ye götürüldü. Bölgede 4 bin 700 metre
derinlikteki batıkta halen 170 tonun üzerinde gümüş
olduğu tahmin ediliyor. 1941’de
Hindistan’dan dönerken yakıtı bitince
İrlanda’ya ulaşmaya çalışan gemi Almanlar tarafından
batırılmış, 85 kişilik mürettebattan sadece bir kişi
hayatta kalmıştı.
Radikal, 21.07.2012
|
|
 |
HIRKA-İ ŞERİF CAMİSİ'NE BÜYÜK RESTORASYON
Hz. Muhammed'in hırkasının sergiye açılması nedeniyle ramazan ayının en önemli ziyaret merkezlerinden biri olan Hırka-i Şerif Camisi'nin restorasyonu için hazırlanan projede son aşamaya gelindi. Yılbaşında başlanan restorasyon projesi hazırlık çalışmaları ramazan bayramı sonrasında tamamlanarak koruma kuruluna teslim edilecek. Kurulun onayının ardından 2013'ün ramazan bayramı sonrasında tamamen restore edilecek cami, ibadete kapatılmayacak. Rölöve, restitüsyon ve zemin etüdü projeleri hazırlanan Hırka-i Şerif Camisi, 2013 yılı içinde, İstanbul İl Özel İdaresi tarafından restore edilecek. Hazırlanan proje ile caminin mevcut hali belgelenerek, yapının özgün halinin çizimi yapılmış olacak. Caminin aynı zamanda uygulamaya yönelik restorasyon projesi de çıkarılacak. İstanbul İl Özel İdaresi tarafından incelenecek rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri onay için Anıtlar Kurulu'na gönderilecek. Kuruldan proje onayı alındıktan sonra restorasyon ve uygulama işi ihale edilecek. 2010'da konservasyon çalışmaları tamamlanan camide, Hırka- i Şerif'in bulunduğu oda ile odaya bağlanan koridorların özel iklimlendirme yöntemiyle korunması sağlanarak, bakteri ve böcek önleyici sistem kurulmuştu. Hırka-i Şerif Camii, 1851 yılında, mübarek Hırka-i Şerif'in muhafaza edilmesi amacıyla Sultan Abdülmecid tarafından Fatih'te yaptırılmıştı.
Sabah (Kısaltarak), Haber: Zeynel Yaman, 21.07.2012
|
KABE'NİN REVAKLARI ÇAMLICA CAMİİ'NE

Hükümet, Çamlıca’ya cami projesinde kararlı.
İstanbul ’a kalıcı bir ‘eser’ bırakmak isteyen
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ,
İstanbul ’un simgesi olabilecek cami için önemli
bir adım atmaya hazırlanıyor. Suud hükümetinin
yıkmak istediği Kabe’deki Osmanlı revaklarının
Çamlıca Camii’nin etrafını çerçevelemesi gündemde.
Kabe’deki revakların
Türkiye ’ye taşınacağı söyleniyor. Bunun için
Suud hükümeti nezdinde görüşmelerin başladığı, cami
projesiyle ilgilenen bazı isimlerin de Mekke’ye
giderek revakları incelediği gelen bilgiler
arasında.
Türkiye ’den gelen taleplere karşın Suud
yönetimi şu ana kadar revakların taşınmasına sıcak
bakmamıştı. Geçen ay Kral Abdullah’ın arazisinin
olduğu ‘Sevda Tepesi’ne imar izninin verilmesinin
revakların taşınmasının önünü açtığı iddia ediliyor.
Suudi yönetiminin, hacda alan genişlemesi yapmak
için revakları yıkma isteği birkaç yıldır tartışma
konusu.
Türkiye , Osmanlı döneminde yapılan revakların
yıkılmasını istemiyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan nisan ayında Suudi
Arabistan’a yaptığı ziyarette konuyu gündem getirmiş
ve revakların yıktırılmayacağı sözünü almıştı. Suudi
Kralı, revakların
Türkiye ’ye taşınmasına ise yeşil ışık
yakmamıştı. Çamlıca’ya yapılacak cami için
çalışmalar da hız kazandı. Milyonlarca dolara mal
olacak caminin finansmanı hayırsever işadamlarınca
karşılanacak. Murat Ülker, Abdullah Tivnikli, Mehmet
Torun, Fettah Tamince, Cihan Kamer’in yanı sıra çok
sayıda işadamının finansör olarak adı geçiyor. Cami
için hayırseverlerin üye olacağı bir dernek
kurulacak.
Çamlıca’ya yapılacak cami projesini Gürsoy Grup’un
üstlenmesi bekleniyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’ın dün açılışını
yaptığı Mimar Sinan Camii’ni de bu grup yapmıştı.
Gürsoy Şirketler Grubu, Galata ve Yenikapı
Mevlevihanesi restorasyonu ile
Mısır Başkonsolosluk binası gibi işlere de imza
attı.
Radikal, Haber: Ömer Şahin, 21.07.2012
|
MÜZE YOLCULUĞU
Önceki gün bir grup meslektaşımızla
birlikte İzmir'in Konak Belediye Başkanı Hakan
Tartan'ın düzenlediği bir geziye katıldık. İlk
durağımız Altınpark arkeolojik kazı alanı
oldu. Konak Belediyesi "ilçe" kimliğiyle Türkiye'de
bir ilki gerçekleştirerek, dört dönemdir bu kazının
bütçesini karşılıyor.
Antik Smyrna, günümüzde
Konak İlçesinin Kadifekale, Çankaya, Kemeraltı,
Cicipark dolaylarında, büyük ölçüde modern kent
dokusunun altında kalmış konumda. Şimdi bu bölgede
Namazgah'daki Agora'nın yanına, Altınpark arkeoloji
alanı eklendi. Bu alan, antik Smyrna'nın iki kent
kapısından birisi olan Magnesia Kapısı'ndan
çıkan ve Kemer mevkisinde, Yeşildere üzerindeki
modern Kemer Köprüsü'nün altında bulunan köprüye
uzanan antik yolun üzerinde yer alıyor.
Altınpark alanındaki kazılar 11 metre üst
seviyesinde başlamış, şu an 8.70 metre alt
seviyesine kadar inilmiş. Kazıda, 20. yüzyılın
başından Erken Hellenistik Döneme (MÖ 4 - 3.
yüzyıl) kadar olan uzun bir sürece ait pek çok
buluntu ele geçmiş. Değerli bilim insanı Akın
Ersoy'un başkanlığında yürüyen bu anlamlı
çalışma için Hakan Tartan'ı kutlamak gerekir.
Tartan, bu kazı alanına bir Arkeopark kurmak
istediklerini vurguladı, önceki gün bir kez daha.
Ayrıca insanların Atina'daki Akropol Müzesi'nde
olduğu gibi, camdan bölümlerin üzerinde
gezerek, altta bulunan tarihi alanı
izleyebileceklerini, kent tarihi ile bilgilerin
görsellik eşliğinde aktarılacağı noktaların
olacağını anlattı, Hakan Tartan. Gerçekten güzel bir
proje. Böylece yapılacak çevre düzenlemeleriyle
birlikte İzmir tarihsel mirasına sahip çıktığı yeni
bir güzellik daha kazanacak. Aynı alanın biraz
ilersinde ise Konak Belediyesi, satın aldığı eski
sarmaşıklı bir binada da Dünya Demokrasi Tarihi
Müzesi kuracakmış. Yine Basmane'deki Oteller
Sokağı'na yakın bir noktada, belediyenin satın
aldığı tarihi bina restore edilerek kente
kazandırıldıktan sonra, Kadın Müzesi'ne
dönüştürülecek.
Elbette Oteller Sokağı ile yenilenen bölge,
daha cazip bir noktaya ulaşacak. Aynı bölgede ya da
farklı bir noktada bulacakları eski bir tarihi
binayı da dönüştürmek istediklerini ifade eden
Tartan, Kent Tarihi Müzesi'ni de kurmak
istediklerini belirtiyor. Bu arada sürpriz bir proje
ise İzmir'de bir Büyük İskender Müzesi
kurmak.
Konak Belediyesi'nin Oyun ve Oyuncak Müzesi
ile başlayan müze yolculuğu, Mask Müzesi, Neşe ve
Karikatür Müzesi ile sürmüştü. Önceki günkü
gezimizde Mask Müzesi'ni de, Neşe ve Karikatür
Müzesi'ni de bir kez daha gezdik. Yaz dönemi
olmasına rağmen, çok canlıydı. Her iki müzeyi de
sembolik bir ücret karşılığında ziyaret edenlerin
günlük sayısı ortalama 40-50 arasındaymış. Her iki
müze de gezilecek güzellikte. Övgüye değer.
Konak Belediyesi'nin kentte yaptığı fiziki
çalışmaları dönem dönem bu köşede siz sevgili
okurlara yansıtmıştık. Bu müze çalışmalarına, bazen
"Acaba mı?" gibi sorular eşliğinde, kaygıyla
yaklaşan İzmirliler oluyor. Saygıyla karşılıyorum
ama eksik bir bakış açısı. Tam aksine, butik
müzelerin çoğaltılmasını desteklemek gerekir.
Çünkü EXPO 2020'ye aday İzmir'in eğer bir dünya
kenti olmasını istiyorsak, ünlü dünya kentlerindeki
"butik müzeciliğin" önemini unutmamak gerekiyor.
Örnek vermek gerekirse, İzmir'in EXPO yolculuğundaki
önemli rakiplerinden biri olan Rusya'nın üçüncü
büyük şehri ve kültür başkentlerinden biri olan
Ekaterinburg'da bile 50'nin üzerinden birbirinden
farklı, irili ufaklı müze bulunuyor. Yani Konak
Belediyesi doğru olan anlayış ile kente bu alanda,
anlamlı bir hizmet sunuyor. Oyuncak Müzesi'ni
kurulduğu günden bu yana binlerce insanın gezmesi
de, yapılan işin doğruluğunun göstergesi.
Sabah Ege, Yazı: Ünal Ersözlü, 21.07.2012
|
MİMARLIĞIN İÇİ DIŞI
Aslında bu hafta için yazımı,
mimarın tarihine ve bugünkü işlevine ilişkin daha
uzun eleştirel bir yazıyla birlikte yayınlamak üzere
hazırlanmıştım ancak yer ve mizanpaj sınırları
nedeniyle tek başına bu yazıyı kullanmak durumunda
kaldım.
İşin dışında olanların farketmediği ama içinde
olanları çileden çıkaran bir soru var: "mesleğiniz
ne?", "mimar", devam: "iç mi? dış mı?" Haydi iç
neyse de dış neyin nesi oluyor? Binanın dış kabuğu
mu? Oysa bina da tıpkı öteki 'iş'ler (work) gibi
parçalanamaz bir bütün: bir film düşünün uzak
planlarını Godard, yakın planlarını Fassbinder
çeksin; nasıl bir ucube çıkardı kimbilir ortaya. Ya
da bir roman, monologları yani iç konuşmaları,
Adalet Ağaoğlu, dış sesleri, yani diyalogları Orhan
Pamuk yazsın, sonuçtan ikisi de dehşete düşerdi
herhalde. Ya da beste, tiz sesleri biri pesleri
öteki bestelese... Sorun iki ayrı kişinin uyum
sorunu da değil, ürünün parçalanmışlığı: hiçbir ürün
böyle iç ve dış diye ikiye ayrılamıyor. Peki nereden
çıkıyor o zaman bu ayrım? Birbiriyle alakasız iki
ayrı yerden: birincisi endüstri. Her türlü nesneyi
ve nesne grubunu mıknatıs gibi kendine çekip kendine
tabi kılan endüstri, mobilyaları ve iç mekan
donatılarını da dışarıda bırakmadı ve standardize
ederek ve birbirlerinin türevi haline getirerek
yepyeni gramerler oluşturdu. Öyle ki mobilya ve
donatı işi de zamanla mimarlıktan uzaklaşıp endüstri
tasarımına yaklaştı, 20. yüzyıl başı Almanya'sında,
donatı ve yapımda endüstrileşmenin savunulmasına
öncülük eden Werkbund örgütlerinin bile hesaba
katamadığı, dolayısıyla pozisyon alamadığı bir
gelişmeydi bu.
İlk standart ve endüstri işi mobilyayı 19. yy.
ortasında Avusturyalı Thonet biraderler yapmıştı.
Evet, bugün antika diye eskicilerden toplanan Thonet
sandalyeler ilk endüstriyel mobilyalardı ve
montaj/paketleme kolaylığı nedeniyle sinema tiyatro
gibi toplu seyir alanlarında da tercih konusuydu
(meraklısı için Viyana MAK müzesinde iyi bir Thonet
kolleksiyonu mevcut ).
Endüstrinin temel mantığını
anlayıp bunun yeni (zanaattan farklı) bir form dili
de gerektirdiğini farkederek tasarlanmış olması,
Thonet'in yakın zamana kadar üretimine devam
edilmesinin ve iç mekan, dış mekan, konutlar,
işyerleri, eğlence mekanları vs düşünebildiğimiz her
yerde tercih edilmesinin başlıca nedeniydi.
Ayrım suni de gözükse iç mimarlığı mümkün kılan
ve vareden ikinci gelişme 20. yüzyılda tahayyül
edilemez biçimde yükselen refah seviyesi ve tüketim
standartları oldu. Öncelikle de Amerika'da ve batı
Avrupa'da, özellikle de Amerika'da iş o hale geldi
ki oturulan, yaşanan evi kurcalamak ve değiştirmek,
sıradan bir hobi uğraşısına dönüştü. TV'lerin yemek
pişirme benzeri ev döşeme programları bunun
kanıtıdır. 1920'lerden itibaren refahın yükselmesi
profesyonel hizmet talebini de artırdı, evde
değişiklik yapmak, mutfağı, banyoyu, havuzu ve bahçe
peyzajını yenilemek orta sınıfın sıradan bir tüketim
alışkanlığına dönüştü. Öyle ki ev kadınları
kendilerini farklı ve iyi hissetmek için kuaför
yerine dekoratöre gider hale gelebildiler. O kadar
ki bugün standart bir Amerikalı ailenin düzenli
hizmet aldığı bir psikoloğunun, avukatının ve
dekaratörünün bulunması bir norm haline gelmeye
başladı. Amerikan dizileri bu eğilimlerin manupüle
edildiği ve izlenebileceği elverişli ortamlardır.
Ayrıca son dönemde inşaat ve şantiye süreçlerinin
esnemesi, dairelerin donatıları tam bitirilmeden
kullanıcı tercih ve zevkine bırakılarak satılması
imkanını doğurmaktadır ki bu da başlıbaşına yeni bir
iş kapasitesi anlamına geliyor. Binaların
artık/fazlalık köşe-bucaklarının değerlendirilmesi
de başlıbaşına yaratıcı bir iş kapasitesi demektir.
İyi bir örnek Teşvikiye'deki Maçka Sanat
Galerisi'dir. Bir apartmanın ilk bakışta garaj, depo
ya da tesisat dairesinden başka bir şey olamayacağı
düşünülecek karanlık ve havasız zemininden
Türkiye'nin kayda değer mimarlarından Mehmet
Konuralp tarafından tek malzeme (mat beyaz seramik)
kullanılarak türetilmiş yaratıcı bir iç-mimari
üründür ve de herhalde Türkiye'nin en cazip sanat
galerilerinden biridir.
Ne yazık ki yine Teşvikiye-Shütte civarlarında
yine zemin katında ama bu kez beyaz değil, parlak
siyah seramikle şekillendirdiği Sevim-Butik
yıkılmıştır.
Dolayısıyla iç-mimar vardır ama bunun dışı
yoktur, ona düpedüz mimar denir. İç mimarlığı da
daha ziyade yekunu hiç de küçümsenmemesi gereken
tadilat işleriyle ve mobilya ve donatı sistemlerinin
endüstrileşmeye yatkın kanallarıyla ilgilenen
bağımsız bir meslek olarak görmek gerekiyor. Bu
ayrım, ayrışmanın bu biçimi, hem üretim süreçleriyle
hem de tüketim kalıbı eğilimlerinin değişimiyle
uyumlu olduğundan iç-dış gibi absürd değil, mantıklı
ve gerçekçidir. "Peki bu dekoratör de kim?" sorusu
akla gelmiştir mutlaka. İşi, zevki ve piyasa
bilgisiyle mevkiler ile evlerin döşenmesinin
denkliğini ve uyumunu sağlamak olan bu meslek, 19.
yüzyıl öncesinde soylulara sonra da burjuvazinin
soylulara özenebilen elit kesimine hizmet veriyordu.
Dekoratörün yerini "iç mimar"ın alması ise refahın
yükselmesiyle bu hizmetin 1920 ve 50'lerden itibaren
orta sınıflar içinde de yayılmasının işaretidir.
Ama hepsi bu kadar da değil, yapılı çevre
üretimindeki işbölümünü anlayacaksak bir de inşaat
mühendisi var ama onun binanın mekan düzeni ve şekil
grameriyle ilgisi yok. O mimar tarafından
tasarlanan, şekillendirilen binanın dengeli biçimde
ayakta duruşunu garantiye alacak hesapları yapmaktan
ve taşıyıcı sistem unsurlarını (iskelet sistemi vb.)
boyutlandırmaktan sorumlu oluşuyla yapı üretiminin
vazgeçilmez rol sahiplerindendir. Ve mimarın
işbirlikçisi ve destekçisidir. Tıpkı binanın
elektrik ve mekanik yüklerini hesaplayıp tasarlayan,
elektrik ve makina mühendisleri gibi.
Peki ya müteahhit, dendiğini duyar gibiyim, o da
inşaatın gerçekleşmesinin ticari sorumluluğunu
üstlenen yani başta ayrılan kaynak ile sonda elde
edilen ürün arasındaki dengeyi ve uyumu sağlayan bir
piyasa aktörü olarak adlandırılabilir ya da
gayrımenkulün piyasaya sürülen meta değeri ve
maliyeti arasındaki dengeyi sürecin başından
itibaren gözeten bir piyasa aktörü. Tüm bu
işbölümünün ve ayrımların izinin en fazla 19.
yüzyıla kadar sürülebildiğini, diğer bir kırılma
noktasının da refahın hızla artmaya başladığı
1950'ler olduğunu ve tümünün modern dünyanın
yenilikleri olduğunu hatırlatayım. Ondan önce çok
daha düşük bir hız ve miktarda gerçekleşen yapılı
çevre ve mobilya üretimi loncaların marifetiyle
gerçekleşiyordu.
Taraf, Yazı: İhsan Bilgin, 18.07.2012
******
MİMARIN ZAMANI

Geçen haftaki yazımdan mimarın sosyal rolü ve iş
yapma biçimi ezel-ebet aynıymış da, sanki sadece
iç-mimar, dekoratör sonrasında mutasyona uğramış
gibi bir sonuç çıkmış olabilir. Oysa gazetenin yer
ve mizanpaj kısıtları ile uyumlu olup
yayınlayamadığım “Mimarın Zamanı” başlıklı
mimarlık mesleğinin tarihini ve bugününü kritik
gözle konu eden uzun yazımı da okutabilseydim, asıl
mutasyona uğrayanın mimar olduğunu göstermiş
olacaktım, o zaman yazının özetini yaparak telafiye
çalışayım.
Taraf’ta bir süre önce NewYork
Times’a atıfla verilmiş bir haber vardı:
Sinan, dünyanın ilk “yıldız mimarı” seçilmiş.
Bu, zamanları şaşırıp bir dönemin olgularını
alakasız bir döneme taşımak demek olan anakronizm
hatasının tipik bir örneği. “Yıldız” sıfatı ancak
geç-kapitalizmin günümüzdeki son evresinde bazı
mimarlara da uygun görülen bir yakıştırmadır ve
Sinan gibi çağdaşımız olmayan bir mimarın böyle
adlandırılmasının herhangi bir anlam taşımaz. İkon
bina, gayrımenkul ve inşaat sektörü ile bina
metaının piyasaları egemenliği altına aldığı
günümüzde “gösterişçi tüketim” nesnesi haline gelen
eksantrik binalara takılan isimdir ve bunları
tasarlayan mimarlara da yıldız sıfatı takılmaktadır.
Bu sıfatın tabii ki Hollywood’dan başlayıp önce
başta spor, her tür gösteri alanına ardından da
diğerlerine sıçrayan yakıştırma, asıl anlamı olan
ışıma ve parıldama vaatleri ile mimarlık mesleğini
de kuşattı ve ikonları yapacak iş alma kapasiteli
mimarlar yıldız olarak anılmaya başladı. Tabii en
önemli soru hala cevaplanmadı: bu vaatler, bunları
yaparken köklü bir mesleğin zihinsel ve tinsel
tatminlerinden vazgeçmeye ve ayrıca da bu görgüsüz
prestij yarışının ta 1400’lerdeki yangından beri
morfolojisini korumuş dayanıklı Ortaçağ Londra’sı
“City”yi bile darmadağın edebilen tahribatına
ortak olmanın itibar kaybını telafi eder mi?
Sinan’ın olmadığı öteki şeyle, yani kendi çağdaşı
olmasına rağmen Rönesans dönemi ticaret
kapitalizminin tamamen gönüllülük ve karşılıklılık
esaslı rekabetçi piyasa ilişkilerinin mümkün kıldığı
sivil-toplum ortamının ürünü (*) Vicenzalı
Palladio benzeri bağımsız meslek insanı mimarla
da farkının altını çizmek gerekiyor.
Sinan, güçlü bir imparatorluk devletinin yapı ve
bayındırlık işlerinden sorumlu teşkilatının
zirvesindeki pozisyonuyla, Sokullu'nun devlet
politikalarının sonucu olan işlerle vazifeli biçimde
becerisini ve mesleki tecrübesini edinmiş, devlet
türevli bir mimardı. Dolayısıyla formasyonu
itibariyle, çağlar sonrası kadar, çağının başka
yerlerindeki mimarlarından da farklıydı. Sonuç
olarak, erken ticaret kapitalizmi kadar; güçlü
emperyal devlet bürokrasisi ve geç- sanayi
kapitalizminin küresel işleyişi de formasyonu
işlerinin kaynağı ve iş yapma biçimiyle birbirinden
farklı mimarlar üretebilmişlerdi; ki bu değişimin
sadece iki yüzyıl içinde dekoratörden iç-mimara
dönüşen bir mesleğe oranla çok daha radikal bir
mutasyon olduğuna kuşku yok. Bu değişim genellikle
gözardı edilip; mimar sanki tarih boyunca ve her
yerde bugün yaptığının benzeri işleri benzer şekilde
yaptığı kanısı yaygındır. O kadar ki,
tarihsel-maddeciliğin mucidi Karl Marx bile
kapitalist işbölümünü çözümlediği ünlü analojisinde,
petek yapan arı ile bina yapan mimarı kıyaslayıp
insanı ayırdedenin güdüleri yerine, zihnini
kullanmak olduğunu söylerken, kastetmeden de olsa
mimarın da arı gibi sabit bir fenomen olduğunu ima
etmişti. Tabii bu sürçmede yapım teknolojisinin ve
mimarın sanayi kapitalizmi ile geçirmesi beklenen
radikal dönüşümün Marx analizini yaparken değil,
politik erk kadar, Bauhaus ve Werkbund gibi bu
işleve adanmış örgütlerin de zorlamasıyla ancak yüz
yıllık bir gecikmeyle gerçekleşmesinin payı olsa
gerek.
Tabii bu arada, resim ve yapım zanaatlarından
kopmuş her Rönesans ve sonrası mimarının da yazdığı
kitaplar, ve akademik angajmanı kadar, Veneto'nun
kentlileşmeye hevesli kır aristokrasisinin kendisine
iş verme yarışından, kendine özgü bir üslup
çıkartan, üslubu kadar çeşitlemelerini de türetme
iradesi, hırsı ve bireysel yeteneğe yatırımı ve
deneyciliğiyle; ve neo-'ları yüzyıllar boyunca ve
Britanya'ya kadar yayılan çağımızın modern ve
nihayet postmodern mimarının atası olmaya en fazla
yaklaşan proto-modern mimar Andrea Palladio
(1508-1580) olmadığını unutmamak gerekiyor. Tabii
bir de en az diğer çağdaşları kadar Palladio'nun da
yıldız unvanıyla bir alakası olamayacağını.
Sinan'a gelince, Ataşehir'deki yerini şaşırmış
camiye adı verileli işler iyice karıştı, gözüküyor,
neredeyse, Üsküdar'da bürosu olan, TOKİ gözdesi
mimar muamelesi görecek.
(*) Rönesans'ta
neyin değiştiğini, bu gelişmeleri tetikleyecek neler
olduğunu Türkçeye çevrilmiş mükemmel bir kaynaktan
izlemek için: King,Ross; Brunneleschi'nin Kubbesi,
YEM Yayınevi; Rönesans ve sonrası mimarın tarihi
için iyi bir kaynak Kostof, Spiro (derl.): The
Architect.
Taraf, Yazı: İhsan
Bilgin, 25.07.2012
|
15 - 21 Temmuz 2012
|
BİR YANDA RESTORASYON, BİR YANDA KAÇAK YAPI
Doğu Antakya da restorasyonlar yapılarak güzelleştirme sağlamaya çalışılırken, kaçak yapılarında yapılması beraberinde çirkinlikleri oluşturmaya devam ediyor. Antakya belediye başkanı Lütfü Savaş yaptığı toplantılarda Doğu Antakya'da 1150 civarında tarihi ve geleneksel yapıların mevcut olduğunu Hatay Valiliğinin önderliğinde bu tarihi mekanların planladıkları projelerle restorasyonunu sağladıklarını. Kurtuluş Caddesi'nde, Çankaya ve Örnek Sokakta çalışmaların devam ettiğini. Uzun Çarşı ve Habib-i Neccar Camii ve çevresi ile ilgili alt yapı çalışmaların aralıksız sürdüğünü. Bir taraftan tarihi dokuya sahip çıkarken bir yandan da şehrin alt ve üst yapısında etkin çalışmalar gerçekleştirdiklerini. Antakya'yı geleceğe hazırladıklarını, demesine rağmen bu bahsedilen çalışmaların hassasiyetini yeni yapılan kaçak betonarme odacıkların, çıkmaların yapılmamasına gösterilmesi gerekmiyor mu? Yetkililerin bu konulara gerekli çalışma ve denetimlerini bir an önce yaparak çirkinliklerin ve plansızlaşmanın önüne geçerek daha sonra telafisi zor olacakların önüne geçmiş olacaklardır.
Hatay Gazetesi, 20.07.2012
|
 |
BEDESTEN RESTORE
EDİLECEK

Tarihi Bedesten
Çarşısı’nın restorasyonu için ilk adım atıldı.
Belediye Başkanı Burhanettin Çoban’ın öncülüğünde,
Vali İrfan Balkanlıoğlu başkanlığında, çarşı esnafı
ve mülk sahipleriyle istişare toplantısı yapıldı.
2004 yılında projesi
çizilerek Eskişehir Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Kurulu’ndan gerekli izinleri alınan Bedesten
Çarşısı’nın restorasyonu, devlet- vatandaş
işbirliğinde gerçekleştirilecek. Restorasyon
giderlerinin büyük bölümü Afyonkarahisar Valiliği
ile Afyonkarahisar Belediyesi, kalan kısmı ise
dükkan sahipleri tarafından karşılanacak. Tarihi
Bedesten’in restorasyonu için hem fikir olan çarşı
esnafı en kısa sürede dernek kuracak. Kurulacak
dernekle birlikte oluşturulacak yönetim,
restorasyon için daha somut adımlar atabilecek. 2004
yılında kabul edilen restorasyon projesi kapsamında
çarşının çatı ve dış cephe iyileştirmeleri
yapılacak.
Konuyla ilgili
açıklamalarda bulunan Vali İrfan Balkanlıoğlu
Bedesten Çarşısı’na acilen el atılması gerektiğine
dikkat çekti. Vali Balkanlıoğlu mülk sahipleri ve
çarşı esnafına hitaben, “Bedesten Çarşısı,
Afyonkarahisar’ın güzellik abidesi olabilecek iken,
yılların ihmali ile şu anda istenilen görüntüyü
vermiyor. Restorasyon için sizlere çıkabilecek mali
külfetin büyük bölümünü devlet olarak biz
üstleneceğiz. Çarşı esnafı olarak bir dernek
kurmanız gerekiyor. Kuracağınız dernekle restorasyon
için daha somut adımların atılacağına inanıyorum”
diye konuştu.
Restorasyon projesinin
2004 yılında hazırlandığını ve kuruldan geçtiğini
hatırlatan Belediye Başkanı Burhanettin Çoban ise
projenin tamamlanması halinde çarşının muhteşem bir
cazibe merkezi haline geleceğine dikkat çekti.
Restorasyonun, Bedesten’in ticari hayatına çok ciddi
katkılar sağlayacağını belirten Başkan Çoban, çarşı
esnafı ve mülk sahiplerine “birlik olun” çağrısında
bulundu. Afyonkarahisar Belediyesi’nin ilk kez
böyle bir projeye destek olacağını ifade eden Başkan
Burhanettin Çoban, Valilik, Belediye ve vatandaş
işbirliği ile Bedesten’i yeniden canlandırmayı
amaçladıklarını söyledi.
Afyon Haber, 20.07.2012
|
HARRAN YENİDEN AYAĞA
KALKACAK

Dünyanın en eski
yerleşim yerleri arasında bulunan, Asur ve
Emeviler'e bir dönem başkentlik yapan ve ilk İslam
Üniversitesi'nin kalıntılarının bulunduğu Harran'da,
tarihi kalıntılar, restore edilecek.
Şanlıurfa Müze
Müdürü Müslüm Ercan, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Harran İlçesinin MÖ 6 binli
yıllardan günümüze kadar kesintisiz bir yerleşim
yeri olma özelliğine sahip olduğunu belirtti.
Kentin bir çok
yerindeki tarihi eserleri ayağa kaldırmak
amacıyla arkeolojik kazılar yürüttüklerini ifade
eden Ercan, şu an harabe durumda bulunan
Harran'ı eski dönemine yeniden taşımak için
çalışmalara başladıklarını bildirdi.
Ercan, Harran ören
yerinde de ilk olarak, 4 kilometrelik şehir
surlarının bir kilometrelik bölümünü restore
etmek istekilerini söyledi. Kısa süre önce
restore çalışmalarını başladıklarını bildiren
Ercan, ''İnşallah il düzeyinde, İl Özel
İdaresi'nin ve bir çok kurumun el ele vererek
yaptığı çalışmalarla Harran o eski günlerine
yeniden kavuşacak diye ümit ediyoruz'' dedi.
Müslüm Ercan, restorasyon çalışmalarının hızlı
bir şekilde yürüdüğünü dile getirerek, şu ana
kadar 150 metrekarelik sur alanın temizlendiğini
aktardı.
Amaçlarının surların
ihtişamını ziyaretçilere göstermek olduğunu
anlatan Ercan, şunları kaydetti: ''Yapılan ön
çalışmalarda surun temel bölümünden en üst
seviyesindeki mesafenin, 12 metreyi
bulabileceğini düşünüyoruz. Emevi döneminde
yapılmış bu surların 1 kilometresinde yapılan bu
kazı sonucunda, restorasyon ihale edilecek ve
kazı bu restorasyonu yönlendirecek. Çıkardığımız
bulgular sonucunda restorasyon
gerçekleştirilecek ve gelen ziyaretçiler
yaklaşık 1 kilometrelik alanda Emeviler'e ait
sur kalıntısının nasıl olduğunu, o ihtişamı
görme imkanı bulacaklar.''
Bakan Günay,
yakından ilgileniyor
Müslüm Ercan,
ilçedeki restorasyon çalışmalarının başlamasına
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın büyük
önem verdiğini vurguladı.
Kazı çalışmalarında,
Harran Üniversitesi (HRÜ) Arkeoloji Bölümü
Başkanı Doç.Dr. Mehmet Önal, HRÜ Araştırma
Görevlisi İrem Öğütle, Müze Müdürlüğünde görevli
arkeolog Nedim Dervişoğlu ve arkeoloji bölümünde
okuyan öğrenciler ile 29 işçinin görev yaptığını
aktaran Ercan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Hızlı ve bilimsel bir kazı yürütüyoruz, kısa
zamanda restorasyon işi ihale edilecek, gelen
misafirler burada ciddi bir surla karşı karşıya
gelecekler. Sur kazısının başlamasında Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın büyük katkısı
var. Harran'a özellikle önem veriyor. Sur
kazısından sonra inşallah Harran Ulu Cami ve İç
Kale'de de bir çalışmamız olacak. Oradaki
çalışmada yine restorasyona altyapı oluşturacak
ve kazılardan sonra restorasyon işi başlamış
olacak.''
Ercan, ilçede
gerçekleştirilen restorasyon amaçlı kazılarda
bir takım yeni bulgulara da rastladıklarını
bildirerek, inşaat çalışmaları başlayan
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi'nde bölgede bulunan
eserleri sergilemeyi planladıklarını
söyledi.
Müslüm Ercan,
bölgenin Türkiye'nin en sıcak illerinin başında
gelmesi nedeniyle, yaz aylarında sıcakların
çalışmaları zorlaştırdığını da vurguladı.
Çalışmalara sıcağın daha az etkili olduğu
sabahın erken saatlerinde başlayıp, sıcaklığın
yoğunlaşmaya başladığı saatlerde bıraktıklarını
belirten Ercan, ''Şu anda Harran'da sıcaklık 45
derece civarında, arkadaşlar alanda aktif olarak
çalışıyor. Normalde bu sıcaklıklarda arkeolojik
kazı yapmak çok zor. Ama Harran'ı özellikle
önemsiyoruz. Zor şartlarda da olsa kazının 1
kilometrelik alanını biran önce sonuçlandırıp
restorasyon amaçlı ihale etmek istiyoruz.''
Gap Gündemi, 20.07.2012
|
 |
HÖYÜĞÜ KÜÇÜKLER DE KAZACAK
Bornova’da ilk yerleşimin 8 bin 500 yıl öncesine ait olduğunu gösteren Yeşilova Höyüğü’nde 2012 kazı sezonu açıldı.
Bugüne kadar Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin’in başkanlığında Ege Üniversitesi öğrencileri tarafından devam eden kazılara bu sezon ilköğretim çağındaki çocuklar da katıldı. Yaz sezonu boyunca her hafta 25 ilköğretim okulu öğrencisi kazı alanında tarihi eser arayacak.
2012 yılı kazı sezonu açılışı Bornova Belediye Başkanı Prof.Dr. Kamil Okyay Sındır ve Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin’in ev sahipliğinde çocuklarla birlikte yapıldı. Açılışın ardından Zafer Derin çocuklara Yeşilova Höyüğü minyatürü üzerinde bilgiler verirken, Başkan Sındır da Höyük’te yapılacak projeleri anlattı. Kazılar Eylül ayı sonuna kadar devam edecek. Başkanı Sındır çocukların tarihi yaşayarak öğrenmeleri için projeyi başlattıklarını söyledi, “Bu sayede küçük yaşlardaki çocuklarımız dokunarak, koklayarak, hissederek tarihin içinde ‘tarihlerini’ öğrenecekler” dedi.
Hürriyet, 19.07.2012
|
TRİPOLİS'İ AYAĞA KALDIRMAK İÇİN GÜÇBİRLİĞİ

Denizli Valiliği, belediye, Pamukkale
Üniversitesi ve İl Özel İdaresi, Buldan sınırları
içindeki tarihi antik kent Tripolis'i ortaya
çıkarmak için güçlerini birleştirdi.
Denizli İl sınırları içinde bulunan 19 antik kent
arasında ilk üç sırada yer alan ve adı Hierapolis,
Laodikya ile birlikte anılan, Buldan'ın Yenicekent
Beldesi yanındaki Tripolis antik kentinde kazılar
başladı. Pamukkale Üniversitesi'nden Prof.Dr. Celal
Şimşek başkanlığında ve kontrolünde, Yrd. Doç.
Bahadır Duman tarafından yürütülen kazıları yerinde
görmek için Denizli protokolü, antik kente gitti.
Denizli Valisi Abdulkadir Demir, Denizli
AKP Milletvekilleri Nihat Zeybekçi, Nurcan
Dalbudak, Denizli Belediye Başkanı
AKP'li Osman Zolan, Pamukkale Üniversitesi
Rektörü Hüseyin Bağcı, Denizli Esnaf ve Sanatkarlar
Odası Başkanı Musa Çelikkol, Denizli İhracatçılar
Birliği Başkanı Süleyman Kocasert, Buldan Belediye
Başkanı
AKP'li Mustafa Şevik, Denizli İl Özel İdaresi
Genel Sekreteri Adem Oklu, Denizli İl Kültür ve
Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz olmak üzere Tripolis
antik kentinde inceleme yaptı.
Yrd. Doç. Bahadır Duman, protokol üyelerine antik
kentin tarihi ve kazılar hakkında bilgi verdi.
Tripolis'in milattan önce 2. yüzyılda Bergama
Krallığı tarafından kurulduğunu belirten Duman, “Bu
kentte daha sonra Romalılar ve Bizanslılar hüküm
sürmüşler. Denizli Bölgesindeki üç önemli kentten
biri. Zamanında bu kentte 50 bin kişi yaşamış. Kent
çok geniş bir alana yayılmış durumda. Yamaç bir
bölgede kurulduğundan dolayı, alüvyonlar kenti
tamamen kapatmış. Ancak güzel bir tarafı kent çok
güzel korunmuş. Kazılar bittiğinde Türkiye'deki en
güzel antik kentlerden biri ortaya çıkacak” dedi.
Vali Abdülkadir Demir ise, antik kentte ilk olarak
1993 yılında kazı başladığını ve kazıların kısa
sürdüğünü belirterek, “Şu anda Denizli bölgemizde 6
yerde kazı çalışmaları sürmekte. Burada kazı
yapabilmek için Bakanlar Kurulu kararı gerekmekte.
Bu çok uzun bir süreç. Biz bir an için kazıyı
başlatabilmek için müze kazısı olarak bakanlığa
müracaat ettik ve izni aldık. Tripolis bu bölgedeki
üç önemli kentten biri. Bu kentler Hierapolis,
Laodikya ve Tripolis. Hierapolis ve Laodikya'da
kazılar uzun bir zamandır sürmekte. Zinciri
tamamlamak için Tripolis'i de ayağa kaldırmamız
gerekiyordu. Buradaki çalışmalarımızı yılın 12 ayı
sürdürmek istiyoruz. İl Özel İdare olarak şimdilik
Tripolis kazıları için 400 bin TL ayırdık. Ayrıca
Toplum Yararına Çalıştırma Projesi kapsamında iş
arayan ve çalışmak isteyen insanlarımıza burada iş
imkanı sağlıyoruz. Bizim için bu kentin ortaya
çıkarılması çok önemli. Üniversitemiz, Belediyemiz
ve İl özel İdaremiz olarak tüm desteğimizi vereceğiz
ve bu kenti meydana çıkaracağız” diye konuştu.
Protokol üyeleri daha sonra antik kenti gezerek
inceledi.
Hürriyet, Haber: Özcan Durusoy, 19.07.2012
|
AMERİKALI ARKEOLOĞUN CESEDİ BULUNDU
Manisa’nın
Salihli İlçesi’ndeki Bintepeler mevkisine araştırma
yapmak için gelen Boston Üniversitesi’nden 27
yaşındaki Chad Micheal Gillis Digregolio, Spil
Dağı’nda mağaraları incelerken kayboldu. Genç
arkeoloğun bulunması için çalışma başlatıldı.
ABD’den bir grupla Manisa’nın Salihli İlçesi’ndeki
Bintepeler mevkisine araştırma yapmak için gelen
Boston Üniversitesi’nden Chad Micheal Gillis
Digregolio, mağaraları gezmek için dün 35 DUJ 12
plakalı otomobili kiralayıp kent merkezine gitti.
Digregolio, Çobanisa Beldesi yakınlarında otomobili
park edip Spil Dağı’na tırmandı. Genç arkeolog
Digregolio’dan dün saat 17.00’den bu yana haber
alamayan arkadaşları, jandarmaya haber verdi. Arama
Kurtarma Derneği’nin (AKUT) Manisa ve İzmir
ekipleri, Manisa Sivil Savunma Müdürlüğü ve İl
Jandarma Komutanlığı ekipleri, hızla arama
çalışmalarına başladı.
AKUT Manisa İl Temsilcisi Hakan Özcan, "Kaybolan
arkeolog dün izinliymiş. Araç kiralamış ve bu
taraflara gelmiş. Kendisinden bir daha haber
alınamamış. Arkadaşları, kiralama yerinden aracın
nerede olduğunu sormuş, şirket de bu mevkiyi
belirlemiş. Geldiklerinde aracı burada bulmuşlar.
Bize de olayın hemen akabinde haber verdiler, yardım
talep ettiler. Ekimizle geldik, geceden beri
buradayız ve mağaraları aramaya başladık. İzmir
AKUT’tan da köpek istedik. Burada çok miktarda
mağara var, en azından köpeğin bize gösterebileceği
bir yön, bir çoğunu elememizi sağlayacak. İnşallah
telefonu başka bir yere düşmüştür, o yüzden cevap
vermiyordur. Telefonu çalıyor fakat iki baz
istasyonu olduğu için yeri tespit edilemiyor. Burası
2.5 kilometrelik bir yay, aramada köpek çok büyük
rol oynayacak" diye konuştu.
Öte yandan arama çalışmalarına bir askeri
helikopterin de katıldığı bildirildi.
Manisa’nın Salihli İlçesi’ndeki Bintepeler mevkiine
araştırma yapmak için gelen ve dün de mağaraları
gezmek için Spil Dağı’na çıktıktan sonra kaybolan
Boston Üniversitesi’nden 27 yaşındaki Chad Micheal
Gillis Digregolio’nun, bugün saat 16.00 sıralarında
Yarıkkaya mevkiinde cesedi bulundu. Yaklaşık 20
metrelik uçurumdan düştüğü tahmin edilen genç
akeoloğun bulunduğu yerden alınabilmesi için AKUT
ekipleri çalışma başlattı.
Vatan, 19.07.2012
|
1600 YILLIK BAZİLİKADA KAZILAR YENİDEN BAŞLIYOR

Büyükorhan İlçesi'ne bağlı Derecik
Köyü'nde 2001
yılında bir çiftçinin tarlasını sürerken bulduğu
Bizans döneminden kalma 1600 yıllık bazilikadaki
kazılara 2 yıllık bir aranın ardından yeniden
başlanıyor.
Uludağ Üniversitesi ile İsviçre'nin Lozan
Üniversitesi iş birliğiyle 2007 yılında başlatılan
kazı çalışmaları her yıl Bursa Müze Müdürlüğü'nden
alınan izinle Temmuz-Ağustos dönemlerinde
yapılıyordu. İzin yetkisinin Bakanlar Kurulu'na
devredilmesi sebebiyle kazılar 2 yıldan bu yana
yapılamıyordu. Derecik Köyü'nde bulunan bazilika
için Bakanlar Kurulu'ndan alınan izin ile 2012 yılı
kazı çalışmalarına 2 yıllık bir aradan sonra yeniden
başlanacak. Kazılar İsviçre'nin Lozan Üniversitesi
öğretim görevlisi Prof.Dr. Michael Ernst Fuchs
başkanlığında 20 kişilik bir ekip ve bakanlık
yetkilisi tarafından gerçekleştirilecek.
2007 yılında Uludağ Üniversitesi-İsviçre Lozan
Üniversitesi ve Bursa Müze Müdürlüğü iş birliğiyle
gerçekleştirilen kazı çalışmaları çerçevesinde 1600
yıllık bazilika kalıntılarında, Hıristiyanlığa ait
son derece önemli bulgulara rastlanmıştı. Bazilika
içinde bulunan kilisenin, Hıristiyanlığın Doğu Roma
İmparatorluğu tarafından resmi din olarak kabul
edilmesinden sonra yapılan ilk kilise olduğu ortaya
çıkmıştı.
Bursa Hakimiyet, 19.07.2012
|
"DÜNYANIN EN GÜZEL KİLİSESİ" ERDEK'TE

Türkiye'nin ilk ''Arkeopark Ada
Müzesi'' olan Erdek Zeytinliada'daki Meryem Ana
Kilisesi, 2006'dan bu yana yürütülen kazı
çalışmalarıyla turizme kazandırılıyor
Antik kaynaklarda
''Dünyanın en güzel kilisesi'' olarak geçtiği
belirtilen
Erdek İlçesi'ne bağlı
Zeytinliada'daki
Meryem Ana Kilisesi, 2006'dan bu yana yürütülen
kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkarılıyor, turizme
kazandırılıyor.
Zeytinliada Adası'nda yürütülen kazının başkanı
Erzurum Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Nurettin Öztürk, kazılara 2006 yılında Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Müze Müdürlüğü ve
Erdek Belediyesi desteğiyle başladıklarını
söyledi.
Doç.Dr. Nurettin Öztürk, 2009'da Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay'ın ziyarete geldiğini ve
adanın arkeopark yapılması konusunda öneride
bulunduğunu ifade ederek, ''Böylece çalışmalarımız
bu yönde hızlandı. Din turizmi açısından çok önemli
bir yer. Erken Bizans dönemine ait tarihi bir
yapıdır. Yapılış hikayesi Ayasofya ile aynıdır.
Türkiye'nin ilk Arkeopark Ada Müzesi olacak.
Sponsorlar aracılığıyla başarmak istiyoruz. Bunlar
turizm adına önemli gelişmeler'' dedi.
Habertürk, 19.07.2012
|
MONA LISA'NIN SIRRI YAKINDA ÇÖZÜLECEK
İtalyan bilim adamları, Leonardo da
Vinci’nin “Mona Lisa” tablosunda resmettiği kadının
kim olduğunu bilimsel olarak kanıtlamaya çok
yaklaştı
Floransa kentinde,
St. Ursula Manastırı’ndaki kazılarda, ünlü
ressama modellik yaptığı düşünülen
Lisa Gherardini’ye ait olduğu tahmin edilen
kafatasının ardından şimdi de bir iskelet bulundu.
Arkeologlar, iskeletin ve kafatasının
Floransalı ipek tüccarı Francesco del
Giocondo’nun eşi
Lisa Gherardini’ye ait olduğunu düşünüyorlar.

Kazı ekibinin başındaki Silvano Vinceti,
öncelikle Gherardini’nin çocuklarının mezarından
alınan örneklerle DNA testi yapılacağını açıkladı.
Kadının Gherardini olduğu belirlenirse bilim
adamları resmini çizecek ve tablodaki kadınla
karşılaştıracak. Böylece
Mona Lisa’nın kimliği kesinlik kazanacak.
Habertürk 19.07.2012
|
SALTANAT VAGONU PAYLAŞILAMIYOR

Yunanistan’ın başkenti Atina ile Selanik, Sultan
Abdülaziz’in “Saltanat vagonu”nu paylaşamıyor.
Selanik Belediye Başkanı Yiannis Butaris, şehrin
kurtuluşunun 100’üncü yılı etkinlikleri çerçevesinde
Atina’daki Demiryolu Müzesi’nde bulunan “Saltanat
Vagonu’nun Selanik’e iadesini istedi. Atina’dan
henüz cevap verilmedi.
“Saltanat Vagonu” 1979 yılına kadar Selanik’te
muhafaza ediliyordu. Atina’da ilk Demiryolu Müzesi
açılınca Yunan başkentine nakledildi. 1996 yılında
kurulan Selanik Demiryolu Müzesi görevlisi Efthimios
Kontopulos, beş vagondan oluşan Sultan Abdülaziz’in
“Saltanat Treni”nin açık vagonunun 1912’de Yunan
askerleri tarafından ele geçirildiğini, diğer 4
vagonun ise bulunamadığını söyledi.
Kontopulos,“Saltanat Treni”nin 1870 yılında
Fransa İmparatoriçesi Eugenie’nin
İstanbul’da çok iyi ağırlamasına karşılık olarak
Sultan Abdülaziz’e hediyesi olduğunu da belirtti.
Yiannis Butaris, Selanik’e Türk ve Yahudi
turistleri çekebilmek için özel kampanya yürütüyor.
Atatürk’ün doğduğu ev sayesinde her yıl binlerce
kişi Türkiye’den Selanik’e gidiyor. Yine Selanik,
bir zamanlar bölgenin en yoğun Yahudi nüfusuna ev
sahipliği yapması dolayısıyla İsrailli ve Yahudi
turistlerin rağbet ettiği bir cazibe merkezi.
Hürriyet, Haber: Yorgo Kirbaki, 19.07.2012
|
AYNI RESSAM AYNI TABLO İKİ FARKLI MÜZEDE


Neşet Günal, Bağbozumu , 137x250 cm., Hacettepe Sanat Müzesİ (üstte) Neşet Günal, Bağbozumu , 137x250 cm., Ankara Resİm Heykel Müzesi (altta)
Ankara ’da aralarında 1 km. bile mesafe olmayan
iki müze... Ulus’taki
Ankara Resim Heykel Müzesi ve Sıhhiye’deki
Hacettepe Sanat Müzesi. Başkentin iki saygın müzesi
olmalarının yanında bir ortak özellikleri daha var:
Aynı anda Neşet Günal’ın ‘Bağbozumu’ adlı dev
boyuttaki başyapıtına ev sahipliği yapıyorlar. Evet,
yanlış okumadınız 2002’de hayata veda eden Günal’ın
1956 tarihli tablosu, şu sıralar hem Hacettepe Sanat
Müzesi’nde hem de
Ankara Resim Heykel’de sergileniyor. Yan yana
koyup ‘aralarındaki 7 farkı bulun’ mantığıyla
bakmazsanız iki resim de aynı. Üstelik boyutları da
birebir tutuyor: 137x250 cm. Ama iki resim detaylı
incelendiğinde figürler aynı olmakla birlikte
bulutların şekillerinde, arkadaki peribacalarında,
ağaçtan asılan çocuğun giysisinde, ağaç
yapraklarında küçük farklar var.
Elbette ilk akla gelen şey, ‘Hangisi sahte?’ sorusu.
Ama bu kararı vermek o kadar kolay değil. Çünkü çok
sık rastlanan bir durum olmasa da bazı ressamların
aynı resmi birden fazla ürettiği biliniyor. Edward
Munch’ün dört adet olan ünlü ‘Çığlık’ tabloları.
Türkiye ’de toplumsal gerçekçi resmin büyük ismi
Neşet Günal da resimlerinde benzer kompozisyonları
tekrarlayan bir ressam. Ama ‘Bağbozumu’ tablosundan
iki adet olduğu bilinen bir durum değil. En azından
taradığımız kaynaklarda böyle bir bilgiye
rastlayamadık.
Gelelim ikiz ‘Bağbozumu’nun hikayesine... Birbirine
çok yakın iki müzede sergilenen iki resim arasındaki
benzerliği fark eden kişi, Hacettepe Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcısı Mustafa
Salim Aktuğ.
Ankara Resim Heykel’i ziyareti sırasında
‘Bağbozumu’nu gören Aktuğ, ‘Bu resmin aynısı bizim
müzede de var’ diye içinden geçirip önce şaşırıyor,
sonra da her iki resmi yakından inceliyor.
Birden çok kez çalıştı
“Neşet Günal’ın aynı kompozisyonu birden çok kez
çalıştığı bilinen bir şey ama boyutlarının da aynı
olması bana enteresan geldi” diyen Aktuğ, şöyle
devam ediyor: “İki resmi de yakından inceledim,
kataloglara ve kitaplara baktım. Ben iki resmin de
orijinal olduğu kanaatindeyim. Resim Heykel’deki
resim Günal’ın sağlığında yayımlanan katalog ve
kitaplarda geçiyor. Hacettepe Müzesi’ndeki resimle
ilgili de Neşet Günal’la annesini o resmin önünde
gösteren fotoğraf var.
Resim Heykel’deki daha ustaca
boyanmış, daha sadeleştirilerek resmedilmiş,
renkleri daha parlak. Hacettepe’deki resim daha
soluk. Sanıyorum uzun süre Tıp Fakültesi
Hastanesi’nin girişinde sergilendiği için zaman
içinde hırpalanmış olabilir. İkisi de şaheser. Neşet
Günal’ın toplumsal gerçekçi üslübunun oturduğu
dönemin ilk şaheserleri bunlar. Ama sonuçta ben
Neşet Günal uzmanı değilim. Onun uzmanı kişilerin
değerlendirmesi daha doğru olur.”
Geçmiş dönemlerde sık sık sahte tablolarla gündeme
gelen
Ankara Resim Heykel Müzesi’nin müdürvekili Ali
İhsan Gürsoy, müzelerindeki ‘Bağbozumu’nun
orijinalliğiyle ilgili hiçbir kuşkusunun olmadığını
vurguluyor: “Üniversitelerden uzman ekipler
eşliğinde 2010-2011 yıllarında yapılan sayım ve
incelemelerde Hacettepe’den profesörler de gördü bu
resmi. O yüzden orijinalliğiyle ilgili en ufak bir
kuşkum yok. Bu resmin en az 20 yılını biliyorum
müzemizde. 90’lardaki sayımlarda da vardı, çeşitli
sergilere de gönderildi. Ancak müze yenilendikten
sonra yeni teşhir edilmeye başladı bu tablo. Daha
önce müzenin deposunda bekliyordu. Bildiğim
kadarıyla Devlet Resim Heykel Yarışmaları’ndan gelen
tablolardan biri. Orijinalliği konusunda en ufak bir
kuşkum yok.”
Müzelerindeki tablonun orijinalliği konusunda,
Hacettepe Sanat Müzesi’nin müdür yardımcısı sanat
tarihçi Dilek Şener’in de içi çok rahat: “Neşet
Günal sağlığında bu resmi Hacettepe Çocuk
Hastanesi’ne bağışladığını söylemişti. 2000’lerin
başında Galeri Selvin’de açılan
Ankara ’daki son sergisi sırasında da hastaneye
gelip bu resmi görmüştü. Ayrıca resmin Hacettepe’de
sergilendiğine dair 1957 tarihli fotoğraflar var
elimizde. O dönem tıp fakültesinde öğrenci olan
Prof. Talat Göğüş verdi bu fotoğrafları. Yine bizde
sergilenen tablonun önünde Neşet Günal’ın annesiyle
birlikte çektirdiği fotoğraf var. 2005 yılında
hastaneden müze koleksiyonuna dahil edildi.
Orijinalliği konusunda hiçbir terettüdüm yok.
Ankara Resim Heykel’deki tabloyu biliyorum ama
incelemedim. Devlet Resim Heykel Müzeleri deyince
soru işareti uyanıyor ne yazık ki. 2012 itibariyle
durum ortada. Ben 88’de öğrenci olarak
Ankara ’ya geldiğimde bu müze bize klavuzluk
etmişti. Ama günümüzde çağdaş Türk resmi konusunda
sanat öğrencilerine kılavuzluk edebilir mi,
kuşkuluyum.”
İkisini de görmek gerek
Daha önce Neşet Günal kitabı hazırlayan Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden Prof. Kemal
İskender, Günal’ın resimlerinde benzer
kompozisyonları tekrarladığını ancak ‘Bağbozumu’
tablosundan iki adet olduğunu bilmediğini söyledi.
İskender, “
Ankara Resim Heykel Müzesi açılırken 300’den
fazla tablo bizim müzeden (
İstanbul Resim Heykel Müzesi) gitti. Eğer bizden
gidenlerden biriyse kuşku duymamak gerekir. Kesin
orijinaldir. Sizin gönderdiğiniz belgelere baktım,
Hacettepe’nin de sağlam kanıtları var. İkisi de
orijinal gibi görünüyor. Neşet bey 60’lardan sonra
benzer konular çalıştı ama böyle ikiz resimler
yapmadı.” diye konuştu.
İstanbul Modern’in şef küratörü Levent
Çalıkoğlu’na da iki resim arasındaki benzerliği
nasıl yorumladığını sorduk. Günal’ın anıtsal
koleksiyonlarında çözüme kavuşturduğu figürlerini
farklı resimlerinde tekrarladığını ve erken
döneminde üslubunu sağlamlaştırmak için aynısını
yeniden yapmış olabileceğini belirten Çalıkoğlu,
“Fernand Leger
etkili erken tarihli sözkonusu her
iki resim, küçük farklılıklarla neredeyse birbirinin
aynısı. Hangi gerekçeyle iki resim tamamlamış
olacağına ilişkin bir yorumda bulunmam mümkün değil”
dedi.
Orijinalliğini, sahteliğini işin uzmanlarına
bırakalım.
Ankara ’da birbirine çok yakın iki müzede Neşet
Günal’ın erken dönem iki şaheseri sergileniyor,
görmek gerek.
İki ‘Bağbozumu’ arasındaki 7 fark
1) Hacettepe’deki resimde imza sol üstte
‘NeşetGünal56’ diye,
Ankara Resim Heykel’deki tabloda imza sağ altta
‘N.Günal56’ diye.
2) Üstte çocuğun kazağında düğme yok, altta var.
3) Üstte adamın kafasına bitişik bir yaprak var,
altta yok.
4) Üstteki bulutla alttaki bulutun şekli farklı.
5) Üstte peribacasına bitişik bulut yok, alttaki
resimde var.
6) Üstte kadının omzuna bitişik iki peribacası
kovuğu yok, alttakinde iki adet var.
7) Üstte üç pencere var, altta beş pencere
görülüyor.
Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 19.07.2012
|
MATISSE'İN
ÇALINAN TABLOSU
BULUNDU
Fransız ressam Henri
Matisse'in 10 yıl önce Venezuela'da çalınan "Kırmızı
Pantolonlu Cariye" tablosu, ABD'de bulundu.
Amerikan Federal Soruşturma Bürosu (FBI) ajanları, çalıntı tabloyu Miami'de ele geçirdi.
Kendini sanat simsarı olarak tanıtan ajanlar, ünlü tabloyu 740 bin dolara almak üzere anlaştı.
Çalıntı tabloyla ilgili 46 yaşında bir Amerikalı ile
50 yaşında bir Meksikalı kadın tutuklandı.
Habertürk 19.07.2012
|
|
KANİŞ KARUM'DA KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

Kültepe Kaniş-Karum arkeolojik kazı çalışmaları
30 Haziran’da Onursal Başkan Prof.Dr. Kutlu Emre ve
Kazı Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu yönetiminde
başlandı.
2009 yılından itibaren kazı çalışmalarına başlanılan Kültepe Kaniş-Karum arkeolojik kazı çalışmalarına bu yıl da ara vermeden 30 Haziran’da başlandı. Kazı çalışmalarında İlk Tunç Çağı’nı açmaya çalıştıklarını ifade eden kazı alanının sorumlusu Adıyaman Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Sabahattin Ezer, “İlk Tunç Çağı’nı açmaya çalışıyoruz. 2010 yılında keşfettiğimiz büyük anıtsal nitelikte bir yapımız var. Ön Asya’daki çağdaşlarından belki de hacim olarak çok büyük bir yapıda. Bu bizi çok heyecanlandırıyor.” dedi.
2012 kazı çalışmalarına 30 Haziran’da
başladıklarını ifade eden Ezer, “Kalabalık bir
ekiple çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Şu anda farklı
bilim dallarından, bilim insanlarının da olduğu 63
kişilik bir gurupla çalışacağız. Bunların içinde
antropologlar, zoologlar, arkeobotanikçiler,
mimarlar ve restoratörlerin de olduğu ve biz ekip
olarak arkeologların da olduğu bir grupla
çalışmalarımızı sürdüreceğiz.” ifadelerinde bulundu.
Kazı çalışmaları hakkında bilgi veren Ezer, “2009
yılından itibaren tepe kısmında çalışmalarımızı
yoğunlaştırdık. Kültepe’nin bilinen Asur’dan daha
eski çağlara inmeyi ve orda ki kalıntıların ortaya
çıkartılarak, o dönemdeki bilgilerin edinilmesi için
alt tabakalara inmeye başladık. Kazıya geçen sezon
başladık ve o dönemde ürünlerin saklandığı bir
çukurla karşılaştık fakat bu çukur daha sonra çöp
çukuru olarak kullanılmış. Bu çukurun anıtsal yapıya
zarar verdiğini de tespit ettik. Önceliğimiz bu
çukurun tamamen çıkartılıp içindeki kalıntıların
belgelenmesidir. Bu çukurun kazısının ardından daha
alt katmanlardaki İlk Tunç Çağı’nın devamını
görmektir.” şeklinde konuştu.
Kültepe Kaniş-Karum kazı çalışmalarında diğer
arkeolojik kazı sahalardan farklı olarak GNSS adlı
bir cihaz da kullanıldığını ve cihazla kazı
çalışmalarında kolaylık sağladığını belirten Ezer,
“Cihaz, işaretlediği noktayı koordinatlarıyla
beraber dünya haritasına iletiyor. Böylelikle kazı
sahasında işaretlediğimiz bir yer nerede olduğuna
bakıp, işimizi kolaylaştırıyor.” diye konuştu.
Kazı çalışmalarının Ekim ayına kadar süreceği
bildirildi.
haberler.com, 18.07.2012
|
FATİH CAMİSİ RAMAZANA HAZIR
Fatih Sultan Mehmed
tarafından Atik Sinan'a yaptırılan ve kısa bir süre
önce restore edilen Fatih Camisi, 5 yıl süren
restorasyon sonrasında ilk ramazana hazırlandı.
Fatih Camisi İmamı Osman Şahin, İstanbul'un fethinin
simgesi olan caminin ramazanda ve özel günlerde
yoğun ilgi gördüğünü dile getirdi. Caminin 5 yıldır
restorasyonda olduğunu anımsatan Şahin, teravih
namazlarının diğer selatin camilerinde olduğu gibi
enderun usulü ile kılınacağını ifade etti. Şahin,
vaazların verileceği camide ikindi namazından önce
ve sonra mukabele okunacağını belirtti. Camide 5-7
bin arasında kişinin aynı anda namaz kılabildiğini
ifade eden Şahin, "Camimiz ramazan boyunca sabahtan
akşama kadar halkımıza hizmet verecek" dedi. Şahin,
caminin yapım hikayesini de anlatarak, caminin tarih
içinde bir çok deprem yaşadığını, 1766 yılındaki
depremde kubbesinin çöktüğünü ve o dönemde bugünkü
şekliyle aynı temeller üzerinde kısmen büyütülerek
caminin yeniden yaptırıldığını anlattı.
En son 1999 depreminden sonra da camide çatlaklar
oluştuğunu kaydeden Şahin, daha sonra caminin 5 yıl
süren bir restorasyon geçirdiğini anımsattı.
"Restorasyondan sonra ilk ramazan olacak, onun
heyecanını ve coşkusunu yaşıyoruz" diyen Şahin,
caminin yanındaki medreselerin de restore
edildiğini, bittikten sonra Fatih Külliyesi'nin
görkemli haline kavuşacağını ifade etti.
Sabah, 18.07.2012
|

|
PLAJDA DEFİNE ARIYORLAR
Düzce'de iki iş adamı, Akçakoca Plajı'nda define aramak amacıyla müze görevlilerinin gözetiminde kazı çalışması başlattı.
Akçakoca Limanı mevkisindeki plajda define bulunduğunu belirten iş adamları Hasan ve kardeşi Murat Aydın, kazı izni için Düzce Konuralp Müze Müdürlüğü'ne müracaat etti. Yetkilerden gerekli izni alan define meraklıları, Konuralp Müze Müdürlüğü ve Akçakoca Kaymakamlığı yetkililerinin gözetiminde plajda iş makineleriyle kazı çalışması başlattı.
Polisin güvenlik kordonuna aldığı bölgede define arama çalışması sürdürülüyor.
Çalışmaların 2 gün süreceği belirtildi.
Bugün, 18.07.2012
|
TAHTA DURSUN ÇIKTI

Topkapı Sarayı Müze Başkanlığı görevine
Prof.Dr.
İlber Ortaylı’nın yerine Ayasofya Müzesi Başkanı
Doç.Dr. Haluk Dursun getirildi.
Radikal , Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ’ın bizzat ilgilendiği göreve en
yakın adayın Dursun olduğunu geçen hafta duyurmuştu.
Ayasofya’da yaklaşık 7 yıldır görev yapan Dursun,
Topkapı’da hem müze başkanı hem de müdür olarak
görev yapacak. Çift başlılık meydana getirdiği için
müze başkanlığı sistemine sıcak bakmayan Bakan
Günay, Topkapı Sarayı’na Dursun’u müdür yetkilerini
vererek atadı. Böylelikle imza yetkisi olmayan müze
başkanlığı sistemi son buldu.
Ne yaptı, ne yapacak?
Ayasofya Müze Başkanlığı görevinden ayrılan Haluk
Dursun
Radikal ’e şunları söyledi: ‘‘Bakan Bey’in
açıklamasından öğrendim. Henüz resmi bir yazı
gelmedi. Doçentlik tezim Osmanlı kurumları
üzerineydi. Topkapı Sarayı da bu kurumlardan biri.
Ayasofya Müzesi’ni akademik bir kurum gibi yönettik.
Bahçedeki Sıbyan Mektebi müdür lojmanıydı. Burayı
Ayasofya Araştırmaları Merkezi yaptık. İlk dersi
Prof.Dr. Semavi Eyice ile beraber verdik. Ayasofya
yıllığını çıkardık. Topkapı Sarayı’nın da benzer
ihtiyaçları var. Bir Bilimsel Danışma Kurulu
oluşturulmalı. Tarihçi, sanat tarihçi,
turizmcilerden oluşan bilimsel kurul müzenin daha
iyi yönetilmesini sağlayacaktır.
’’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 18.07.2012
|
AYVALIK'IN 'HANNIBAL'İ

Ayvalık
Cunda Adası’ndaki Taksiyarhis ya da Aya Nikola
Kilisesi uzun yıllardır harabe haldeydi. İşadamı
Rahmi Koç kilisenin restorasyonunu üstlendi. 3
ay önce de restorasyon için düğmeye basıldı.
Restorasyonu üstlenen Ark İnşaat, Zeugma mozaikleri
ve Zeyrek Camii dahil yurtiçi ve yurtdışında pek çok
restorasyon projesinde çalışan Dr. Celal Küçük ile
anlaştı. Ancak kilisenin bahçesindeki müştemilatı
2000 yılından beri Zehra Teyzenin Pansiyonu olarak
işleten Hasan Başbuğ ‘razı olmadı’.
Başbuğ 3 ay önce şantiyede çalışacak işçiler için
konteynir getiren kamyon şoförünü dövmüş, tehditler
savurmuştu. Olayın olduğu cumartesi günü elinde
demir boru ile gelen Başbuğ, Küçük’e ‘‘Burayı terk
et, yoksa size Ayvalık’ı dar ederim’’ tehditleri
savurdu. Küçük de ‘‘Sen kim oluyorsun, çık dışarı’’
dedi. Başbuğ yumrukla Küçük’e saldırdı. İşçiler
araya girdi. 20 dakika sonra polis geldi. Küçük,
“Şikayetçiyim’’ dedi. Bundan sonra yaşananları
Küçük’ün ağzından aktaralım;
‘‘Bana ‘Seni görmesin, şantiyeye gir’ dediler. İçeri
girecekken polislerin arasından elindeki demir boru
ile üstüme doğru koşmaya başladı. Demir boruyu
başıma doğru salladı, sıyırıp geçti. İkinci hamleyi
yaparken boruyu tuttum. Bir anda başparmağımı
ısırmaya başladı. Boruyu bıraksam bu kez de kafama
vuracaktı. Bu yaklaşık 1 dakika sürdü. Acıyla
parmağımı ağzından kurtarmaya çalışıyordum.
Parmağımın birinci boğumdan koptuğunu gördüm.
Karşımda ağzında parmağımın parçasıyla duruyordu.
Sonra parmağı kenara tükürdü. Polisler onu
sakinleştirmeye çalışırken ben kopan parmağı da alıp
hastaneye doğru yola çıktık. Bir restorandan buz
torbası alıp kopan parçayı içine koyduk. Ayvalık
Devlet Hastanesi’nde sadece tampon yaptılar. Oradan
İzmir ’e hastaneye geldik. 3,5 saat süren bir
ameliyat sonucunda parmağımı yerine diktiler.’’
Daha önce de ısırmış
Hasan Başbuğ ise polis tarafından ifadesi alınarak
serbest bırakıldı. Başbuğ’un ısırma hadisesi aslında
yeni değil. Daha önce ücrete itiraz ettiği için
pansiyonda kalan müşterisinin kulağını ısırdığı,
2010 yılında da bir avukatın yanağını ısırdığı ve bu
yüzden hakkında ertelenmiş 20 ay hapis cezası olduğu
ileri sürüldü.
‘Herkesi korkutmuş’
1873 yapımı kilise onarımdan sonra müze yapılacaktı.
Dr. Celal Küçük müştemilatın da restore edilmesi
gerektiğini, kilisenin müştemilattan ayrı
tutulamayacağını dillendirmeye başlamıştı.
Küçük iş göremez raporu aldıktan sonra dava açtı.
Küçük’ü en çok üzen şey ise olayın yaşandığında
10’dan fazla işçi olmasına rağmen hiç birinin
poliste ifade vermek istememesi. “Bir adam herkesi
korkutmuş durumda. Ark İnşaat orada iş yapamamaktan
korkar hale geldi. Hasan Başbuğ, kilise harabeyken
Yunanistan ’dan gelen büyük gruplara geceleri
gizli ayin yaptırıp büyük paralar kazanıyormuş.
Şimdi bu kapı kapanacak. Sanırım bu kadar çok
sinirlenmesinin anlamı bu.’’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 18.07.2012
******
AYVALIK'TA KORKU PANSİYONU AÇMIŞ
Ayvalık’ın
Cunda Adası’nda Taksiyarhis Kilisesi’nin
restorasyonunu yapan Celal Küçük’ün parmağını
ısırarak koparan Hasan Başbuğ’un yeni marifetleri
ortaya çıktı. ‘Korku pansiyonu’ haline gelen Zehra
Teyze Pansiyonu’nun müşterilerinin de daha önce
Başbuğ’un saldırısına uğradığı anlaşıldı.
İzmir Büyükşehir Belediyesi avukatlarından
Bahadır Coşkun nişanlısı ile gittiği pansiyonda
ısırıldı ve neredeyse parmağını kaybediyordu. 2006
yılında Ömer Yalçınkaya’ya da saldıran Başbuğ,
Yalçınkaya’nın çenesinin altını ısırarak bir parça
kopardı.
Her iki olaydan dolayı açılan davalardan hapis
cezasına çarptırılan Başbuğ son olayla ilgili olarak
‘özür diledi. “Ruh sağlığım iyi değil” diyen Başbuğ
diğer kavga ettikleri kişilerle ilgili olarak da
‘‘Sebepsiz değildi’’ savunmasını yaptı.
Ayvalık
Cunda Adası’nda 1873 yılında inşa edilen
Taksiyarhis Kilisesi’ni restore etmek için giden Dr.
Celal Küçük kilise bahçesindeki müştemilatta
pansiyon işletmeciliği yapan Hasan Başbuğ’un
saldırısına uğradı. Küçük’ün baş parmağını ısırarak
koparan Başbuğ’u
Radikal 2 gün önce ‘Ayvalık Hannibali’ başlığı
ile duyurdu. O haberden sonra Hasan Başbuğ’un
ısırdığı diğer mağdurlar gazetemize ulaştı.
Mağdurlar Başbuğ’un bir şekilde hapse girmediğine ve
çok sayıda yabancı turistin de kaldığı pansiyonun
kapatılmadığına dikkat çekiyorlar.
‘Isırdı ve odunla vurdu’
Nişanlısı ile birlikte
Cunda ’ya tatile gelen Coşkun çifti paralarının
çalınması üzerine pansiyondan ayrılmak istemişti.
Bundan sonrasını Coşkun şöyle anlattı:
“Hasan Başbuğ 3 günlüğüne geldiğimizi 3 günün
parasını almadan ayrılamayacağımızı söyledi. Ağız
münakaşası yaptık. Kredi kartımdan 3 günlük para
çekmeye kalktı. Ben kartı elinden alınca o da içinde
ziynet eşyaları dolu nişanlımın çantasını kapıp
kaçtı. Peşinden gittim. Merdivenlerde boğuşmaya
başladık. O sırada parmağımı ısırmaya başladı.
Ağzına yumruk atarak parmağımı kurtardım. Neredeyse
kopmak üzereydi. Çıkarken de odunla kafama vurdu.’’
Hasan Başbuğ ise kendisini şöyle savundu: ‘‘Avukat 3
gece kalıp paramı ödemeyeceğini, ekstraların çok
olduğunu söyledi. Ben de kendisiyle tartıştım. Bu
sırada ‘Oğlum bırak gitsinler’ diyen anneme tekme
attı. Ben de saldırdım. Ancak kesinlikle parmağını
ısırmadım.’’
Çenesini kopardı
Ömer Yalçınkaya da 2006 yazında Zehra Teyze
Pansiyonu’nda kaldı. Ancak memnun kalmaz ve ilk
geceden sonra komşu Altay Pansiyon’a geçer. Hasan
Başbuğ, bunu öğrenince Yalçınkaya’ya telefon açarak
sinkaflı küfürler eder. Bunun üzerine ikili arasında
boğuşma yaşanır. Yalçınkaya’yı çene altından ısıran
Başbuğ, bir parçayı koparır. Bu olaydan sonrada
Başbuğ 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılır. Hükmün
açıklanmasının ertelenmesine karar verilir.
Hasan Başbuğ bu olayın da çarpıtıldığı görüşünde:
‘‘Ömer Yalçınkaya pansiyonumda kaldı ancak 2 milyar
alacağımı ödemeden çıktı gitti. Ben de kendisini
dışarıda gördüm. Neden kaçtığını sordum.
Küfürleşince kavgaya tutuştuk. Isırıp ısırmadığımı
bilmiyorum.’’
Hakkında 5 savcılık dosyası bulunan Başbuğ son
yaşanan olaydan dolayı pişman. Başbuğ, Celal
Küçük’ten özür dileyecek:
‘‘Türk insanının ruh sağlığı bozuk. Benimki de
bozuk. Suçsuzum demiyorum ama her olayın bir nedeni
var. Celal Hoca’nın adamı uygunsuz hareketler
yapıyordu. Şantiyeye onu işten çıkarmasını söylemek
için gittim. ‘Seni ilgilendirmez’ diye bana yumruk
attı. Polis geldi. Polisin yanında 4 adamıyla bana
saldırdı. Parmağını ısırdığımı hatırlamıyorum şuurum
yerinde değildi. Ancak yine de bu kadar değerli bir
hocamızdan ben özür dileyeceğim, ellerini öpeceğim.
İsterse yine mahkemeye versin. Üzerimde çok büyük
baskı var. Pansiyonumu satmamı istiyorlar. Kredi
borcum var. Belalar hep beni buluyor. Ruh sağlığım
bozuk tedavi olacağım.’’
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 20.07.2012
|
MURADİYE TÜRBELERİ RESTORASYON ÇALIŞMALARI İLE
İHTİŞAMA KAVUŞUYOR

Daha önce Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesinde
bulunan Sultan Külliyeleri’nin bakım, onarım,
güvenlik gibi sorumluluklarını üzerine alan
Büyükşehir Belediyesi, Muradiye Külliyesi’ndeki
restorasyon çalışmalarıyla ilgili ihaleyi yaptı.
‘Muradiye Türbeleri Restorasyon ve Çevre Düzenleme’
uygulamasıyla tarihi türbeler, geceleri de ayrı bir
ihtişamla bölgeye değer katacak.
Osmanlı başkenti Bursa’nın açık hava müzesine
dönüşerek, turizmden alınan payın artırılması
amacıyla bu dönem tarihi ve kültürel miras
çalışmalarına büyük önem veren Bursa Büyükşehir
Belediyesi, bugüne kadar yeterli ilgi gösterilmemesi
nedeniyle bakımsız hale gelen Sultan Külliyeleri
için de çalışmalara başladı. İlk olarak Sultan
Külliyeleri’nin sorumluluklarını Kültür ve Turizm
Bakanlığı’ndan devralan Büyükşehir Belediyesi,
Sultan 2. Murad tarafından 1425-1426 yılları
arasında yaptırılan ve bulunduğu semte adını veren
‘Muradiye Külliyesi’ ile ilgili projeleri tamamladı.
Fatih Sultan Mehmed’den itibaren 100 yılı aşkın bir
dönem içinde peyderpey yaptırılan ve Fatih Sultan
Mehmed’in annesi Hüma Hatun (Hatuniye) Türbesi, II.
Murad’ın oğlu Şehzade Alaaddin Türbesi, Şehzade
Ahmet Türbesi, Fatih’in oğlu şehzade Mustafa (Cem
Sultan) Türbesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu
Şehzade Mustafa Türbesi, Sultan II. Bayezid’in eşi
Şirin Hatun Türbesi, II. Bayezid’in diğer eşi Gülruh
Hatun Türbesi, Fatih Sultan’ın ebesi Ebe Hatun
(Gülbahar Hatun) Türbesi, II. Bayezid’in oğlu
Şehzade Mahmud Türbesi, II. Bayezid’in gelini
Mükrime Hatun Türbesi, Fatih Sultan’ın eşlerinden
Gülşah Hatun Türbesi ile saraya mensup kimselerin
(cariyelerin) gömülü olduğu Cariyeler/Saraylılar
Türbesi olmak üzere, toplam 12 türbenin bulunduğu
bölgedeki restorasyon çalışmalarıyla ilgili ihale
geniş bir katılımla yapıldı.
Muradiye türbeleri restorasyon ve çevre düzenleme
uygulama inşaatı kapsamında, aynı zamanda türbelerin
bulunduğu alanın ışıklandırması da yapılacak.
Ulucami, Emir Sultan Camii, Yeşil Türbe ve Saat
Kulesi gibi tarihi mekanları, ışıklandırma
sistemleri ile gece de farklı bir görüntüyle şehir
siluetine kazandıran Büyükşehir Belediyesi, benzer
uygulamayı Muradiye Türbeleri’nde de hayata
geçirecek.
Yerli ve yabancı turistlerin en fazla ziyaret ettiği
mekanlar arasında yer alan Muradiye Külliyesi,
çalışmaların ardından hem gündüz hem gece bölgeye
ayrı bir değer katacak.
Türkiye Turizm, 17.07.2012
|
İSTANBUL'A ÇİFTE MODERN

İstanbul 2 Numaralı Koruma
Kurulu İstanbul Modern ile ilgili son kararını
verdi. Kurul, İstanbul Modern'in bulunduğu
Karaköy'deki 4 No'lu Antrepo'da kalmasına, yanındaki
5 No'lu Antrepo'nun ise Resim ve Heykel Müzesi
yapılmak üzere planlara kültürel tesis olarak
işlenmesine karar verdi. Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı tarafından yapılan ve geçtiğimiz ay
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Kurulu
gündemine gelen Salı Pazarı Kruvaziyer Limanı
(Galataport) planları çerçevesinde İstanbul Modern
binasının kaldırılarak yeşil alan yapılması gündeme
gelmişti.
Kurul, 4 Nisan günü Türkiye Denizcilik
İşletmeleri'nde düzenlenen toplantıda İstanbul
Modern'in de içinde bulunduğu Nusretiye Saat Kulesi
ve çevresinin yeşil alan olarak düzenlenmesine bu
alanın deniz bağlantısının sağlanmasına karar verdi.
Bu, İstanbul Modern'in içinde bulunduğu 4 No'lu
Antrepo'nun yıkılması anlamına geliyordu. Koruma
Kurulu, kararı yazılı hale getirmediği için henüz
resmiyet kazanmamıştı. Sabah konuyu 11 Nisan'da
kamuoyuyla paylaşınca ortalık karıştı. Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay duruma el koydu. Koruma Kurulu'na
talimat vererek kararın yazılmamasını ve yeniden
müzakere edilmesini istedi. Kurul Başkanı Mete Tapan
kamuoyuna yaptığı açıklamada müzakerelere devam
edeceklerini açıkladı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da konuya müdahil
oldu. Erdoğan bir AVM açılışında kendisi Başbakan
olduğu sürece İstanbul Modern'in yerinde kalacağını
söyledi. Erdoğan, "Ben bu ülkede Başbakan olduğum
sürece İstanbul Modern yerinde duracaktır. Çünkü bu
sözü veren biziz" dedi. Başbakan Erdoğan'ın bu
çıkışından sonra toplanan İstanbul 2 Numaralı Koruma
Kurulu Galataport planlarını Özelleştirme İdaresi'ne
geri iade ederken planlarda düzeltilmesini istediği
noktaların da altını çizdi. Kurul İstanbul Modern'in
bulunduğu 4 No'lu Antrepo'da kalmasını yanında
bulunan 5 No'lu Antrepo'ya da Resim ve Heykel Müzesi
olmak üzere kültürel Tesis olarak planlara
işlenmesini istedi. Kurul kararında şu satılar
yeraldı: "4 Numaralı Antrepoda yer alan İstanbul
Modern Sanat Müzesi ile Resim ve Heykel Müzesi
olması öngörülen 5 Numaralı Antreponun kendi kontur
ve gabarisinde olacak şekilde Kültürel Tesis Alanı
olarak ayrılmasına karar verildi."
Özelleştirme İdaresi, Galataport planlarını
Koruma Kurulu'nun uyarılarını dikkate alarak geri
iade edilen planı yenileyecek. Yenilenen planlar
tekrar Koruma Kurulu gündemine gelecek. Kurul
planları onaylarsa Özelleştirme İdaresi, Galataport
için ihaleye çıkabilecek.
Sabah, Haber: Nazif Karaman, 17.07.2012
|
7 TEPELİ KENTİN TARİHİ ALANLARI AYAĞA KALKIYOR

İstanbul'un tarihi
dokusuna Roma modeli geliyor. SABAH, İstanbul'u da
kapsayan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın tarihi
alanlarla ilgili projesine ulaştı. Tarihi alanların
"rant" alanına dönüşmemesi için kar amacı güdülmeden
yürütülecek proje, finansmanını uluslararası yatırım
fonlarından sağlayacak. Süleymaniye, tarihi
yarımada, Galata ve Haliç gibi tarihi eser
bakımından zengin merkezlerin öncelikli ele
alınacağı projenin esin kaynağı Avrupa'nın tarih ve
kültür başkenti Roma oldu. Özel mimari
yarışmalarıyla belirlenecek projeler için uzun
vadeli ve yüzde 8-9 faizli geri dönüşümle
uluslararası fonlardan finansman sağlanacak.
Projelerin tamamı Çevre Bakanlığı'nda bu proje için
özel kurulan "Kentsel Tasarım Daire Başkanlığı"
tarafından yönetilecek. Proje sonunda gelir,
finansmanı karşılayacak düzeyin üzerine
çıkarılmayacak ve "Tarihi Dönüşüm" hiçbir kurum veya
kuruluşa rant sağlamayacak. Projenin yönetsel ayağı
ise tüm tarihi merkezlerin çarpık ve görünümü bozan
binalardan kurtarılmasını ve her bölgeye bir tarihi
meydan kazandırılmasını hedefliyor. Bakanlık
projelerin yapılacağı merkezlerdeki tüm binaları ön
görünüm, dış cephe ve restorasyon kriterlerine göre
yeniden ele alacak. Yıkımlarla sağlanacak meydanlar,
tarihi mimari içindeki butik otelleri ve
restoranlarıyla kültürel ve turistik cazibe alanları
haline getirilecek. Yönetmelikle desteklenecek proje
çerçevesinde bu yerlerde daha önce yapılmış dokuyu
ve silueti bozan binalar gerekirse yıkılacak. Proje
için Bakanlıkta çok özel çalışmalar devam ederken,
İller Bankası da aynı yöntemle İstanbul'un tarihi
dönüşümde yer almak için çalışma başlattı.
ROMA MODELİ İLE TARİHİ SİLUET
Roma'da tarihi dönüşümün kamusal teşebbüsler
üzerinde kar amacı güdülmeden gerçekleştirildiğini
tespit eden Bakanlık ve İller Bankası, aynı modeli
İstanbul'a uygulamak için harekete geçti. Ayrıca
Roma modelini Avrupa'nın yükselen turizm
merkezlerinden Hırvatistan'ın Dubrovnik şehri de
uyguladı. Öncelikle tarihi merkezler için özel
mimari projeler hazırlanacak. Ardından tarihi
yapıların etrafındaki eski binalar temizlenecek.
Belli bir dönemin öncesinde yapılmış tüm binalara
özel restorasyon kriterleri gelecek. Projenin en
önemli ayağında ise tüm tarihi merkezlere birer
meydan kazandırılması var. Özel yönetmelikle
desteklenecek proje kapsamında restorasyon, dış
cephe ve ön görünüm kriterleri getirilecek. Silueti
bozan, tarihi binaları ve eserleri gölgede bırakan
binalar yıkılacak.
MEYDANLAR TARİH KOKACAK
Proje, İstanbul'da her yıl turist sayısının
artmasına rağmen şehirdeki meydan sıkıntısını da
çözecek. Avrupa'nın önemli turistik merkezlerinde
olduğu gibi tarihi ana binanın önünde meydan
kazanılması hedeflenecek. Tarihi binanın önünde
kurulacak meydanın etrafında aynı mimari
restorasyonla butik oteller, kafeler, restoranlar ve
sanat galerileri yer alacak. Yoğunluğun ve çarpık
yapılaşmanın tamamen önüne geçilmesi ile İstanbul
yeni turistik cazibe merkezlerine kavuşacak. Ayrıca
meydan çevresinin bitişik nizam olması durumunda tüm
binalara eşit yükseklik zorunluluğu gelecek. Galata,
Süleymaniye, Tarihi Yarımada ve Haliç öncelikli
olarak ele alınacak.
SIRADA BURSA VE DİYARBAKIR VAR
Bakanlık, projenin ikinci ayağında Anadolu'da
kaybolmaya yüz tutmuş eserleri kurtaracak. Özellikle
Bursa ve Diyarbakır Anadolu'da öncelikli ele
alınacak yerler olacak. Bursa'da Ulu Cami ve çevresi
ile Diyarbakır için çok özel projeler hayata
geçirilecek. Ayrıca Anadolu'daki Osmanlı ve Selçuklu
eserlerinin yoğun yer aldığı bölgeler de aynı
çerçevede ele alınarak her ile turist çekecek
Osmanlı ve Selçuklu mahalleleri kazandırılacak.
Sabah, Haber: Mehmet Ali Berber, 17.07.2012
|
MUDANYA'DA ANTİK LİMAN KALINTILARI BULUNDU
Mudanya’da sahil kenarındaki eski akaryakıt
tanklarının bulunduğu alanda yapılmak istenen
alışveriş merkezi kazısında, antik limana ait dükkan
kalıntıları ve döşemeler ortaya çıktı.
Mudanya Belediyesi, sahil kenarında Bursa Kültür
Varlıkları Koruma Kurulu kayıtlarında 3. derece
arkeolojik sit bölgesi olarak gözüken eski
akaryakıt tanklarının olduğu 9 kilometrelik
alana alışveriş merkezi ruhsatı verdi. Tesco
grubunun hipermarket yapmak için satın aldığı
alandaki ilk inceleme kazısında, bir bronz
heykel ile antik limanın dükkanları olarak
değerlendirilen yapılar ortaya çıktı.
Mudanya’da tarihi antik bir limanın ilk
kalıntılarının bulunması, eski eser sevenleri
heyecanlandırdı. Bronz heykel, bölgenin eski bir
yerleşim bölgesi olduğu tezini kuvvetlendirdi.
Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu bölgede
antik bir liman olduğu kanaatini taşıdıklarını
açıklarken, temel atma işlemleri durdurularak
binanın oturulacağı alanın tamamında araştırma
kazısı yapıldı. Bursa Müze Müdürlüğü ekiplerinin
nezaretinde yapılan kazıda ortaya çıkan bütün
bulgular tek tek fotoğraflandırıldı. Önümüzdeki
aylarda toplanacak kurul, eldeki bilgilere göre
kararını verecek.
Antik limanın dükkanları olduğu tahmin edilen
taş yapıların ve bronz heykelin çıkmasından
sonra alışveriş merkezi yapılacak alan tam
kontrol altına alındı.
Kazılarda bulunan eksiksiz orijinal bronz heykel
de Bursa Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim
edildi. Mudanya’daki vatandaşların bile bilgi
sahibi olamadığı kazılarla alakalı, Bursa Müze
Müdürlüğü arkeologlarının önümüzdeki günlerde
bir rapor hazırlayıp Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu’na verecekleri öğrenildi. Bu arada
alışveriş merkezi ruhsatının antik limanın
durumuna göre şekil değiştirip değiştirmeyeceği
de belli olacak.
Bursa Olay, 17.07.2012
|
TARİHİ MEYDAN HAKETTİĞİ
YERE GELİYOR

Selçuk Belediyesi
Temmuz Ayı Meclis toplantısının gündem maddeleri
içerisinde yer alan İş Bankası Binası’nın yıkımı
ile ilgili karar alınarak İstasyon Meydanı
alanına kazandırılması konusunda çalışmalara
başlanacağı belirtildi. Yedi yıl önce alanda
başlatılan kamulaştırma ve yıkım çalışmalarını
iki binanın daha kamulaştırılmasıyla hızlandıran
Selçuk Belediyesi, İş Bankası Binası’nın yıkımı
için Temmuz ayı meclis toplantısında karar aldı.
Su kemerlerinin
bitişiğinde Aksoy Oteli ve Efes Mandırası olarak
bilinen binanın ve İş Bankası binasının belediye
tarafından kamulaştırma çalışmalarının
yapıldığını ve mülkiyetinin Selçuk Belediyesi’ne
geçtiğini dile getiren Selçuk Belediye Başkanı
Hüseyin Vefa Ülgür “Bu iki yapıdan önce de bu
alanda farklı mülkiyetleri kamulaştırarak bu
alana dahil ettik. Şimdi sıra kamulaştırılan bu
binaların yıkımında. Bugünkü meclis
toplantımızda İş Bankası binasının yıkımı
konusunda komisyonumuz karar aldı ve mecliste
onaylandı.15 Ekim 2012 tarihinde inşaat
yasağının sona ermesi ile birlikte binanın yıkım
işlemlerine başlayacağız. Daha sonra ise Efes
Mandıra binası olarak bilinen binada da yıkım
çalışmalarına başlanılacak. Binaların
yıkılmasının ardından bu alandaki her şeyi
yeniden gözden geçireceğiz. Önümüzdeki yıl bu
meydanda yer alan bütün iş yerlerinin
levhalarından tutunda masa sandalyesine kadar
yeniden her şeyi tanımlayacağız.” dedi.
Selçuk Kentsel yenileme
çalışmaları kapsamında Atatürk meydanının
genişletilerek tarihi yapıların daha kolay
algılanabilmesi ve meydana işlevsellik
kazandırılması amacıyla proje çalışmalarına devam
ettiklerini dile getiren Başkan Ülgür “Hazırlanacak
olan proje ile Kent Belleği Merkezi olarak hizmete
girecek olan Eski Tekel Binası, Carpouza Cafe Binası
ve Tarihi Bizans Su Kemerleri aynı meydan içerisinde
tasarlanacak. Tren İstasyonunda bulunan binalar
meydanla bütünleştirilerek var olan üst geçidin
kullanımı daha kolay hale getirilecek. Projede su
kemerleri ile Carpouza Cafe arasında meydanın
işlevini daha da arttıracak bir etkinlik alanı
yaratılacak. İstasyon Meydanındaki aydınlatma,
peyzaj, zemin kaplamaları baştan aşağı yenilenecek.
Alanda yapılacak düzenlemelere uygun olarak bütün
çevredeki esnafın dış cepheleri, kullandıkları masa,
sandalye ve şemsiyeleri ile ilgili bir konsept
oluşturularak özel bir uygulama yapılacak. Ekim
ayından sonra alanda uygulamalara başlayacağız.
Yapacağımız tüm bu çalışmalar sayesinde alanda
bulunan bütün tarihi yapıların birbiri ile ilişkisi
kurulmuş olacak ve bu çalışma tarihi alanı daha da
değerli kılacak. Hızlı tren Selçuk’a geldiğinde ise
kente gelen misafirlerimizi bu muhteşem alan
karşılayacak” dedi.
Selçuk Bölge Haberleri,
16.07.2012
|
TÜRKİYE'DEN TARİHİ ADIM
Türkiye
Etiyopya’nın Necaş
Köyü’nde bulunan Hz. Necaşi
ile 12 sahabe türbesini restore ettirip çevre
düzenlemesini yaptırıyor.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Etiyopya
temasları sırasında Necaş Köyü'ne geçerek buradaki
türbeyi ziyaret etti ve çalışmaları izledi.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ Etiyopya gezisinde
Addis Ababa’dan özel uçakla Mekele’ye geldi.
Karayoluyla Necaş Köyü’ne gelen Bozdağ, Hz Necaşi
olarak bilinen Habeş Kralı Asham’ın türbesi ile
sahabe türbelerini ziyaret etti. Bozdağ, türbenin
yanında bulunan camiyi d ziyaret ederek, avludaki
çocuklara şeker dağıttı.
Hz. Necaşi ve sahabe türbeleri TİKA tarafından
restore edilip çevre düzenlemesi yapılacak. Başbakan
Yardımcısı Bozdağ, türbede yapılabilecekleri
yerinde incelerken, TİKA yetkilileri de çalışmalar
hakkında bilgi verdi.
Başbakan Yardımcısı Bozdağ, yaptığı açıklamada
Türkiye’nin Hz. Necaşi ile sahabe türbelerini
restore edeceklerini belirtirken “TİKA, Etiyopya’da
Necaş Köyü’nde Hz. Necaşi ile sahabe türbelerinin
restorasyonu ve çevre düzenlemesi için hareket
geçti. İlk Müslümanlara kucak açan Habeş kralının
türbesi ile sahabe türbelerine Türkiye olarak sahip
çıkıyoruz. Türkiye olarak sadece ecdad yadigarı
eserlere değil, bizim kültürümüze ve dinimize ait
eserlere de sahip çıkıyor ve yaşatmaya çalışıyoruz.
Bu Türkiye’nin büyüklüğünün göstergesidir. İlk
hicret eden sahabelerin türbelerinin Türkiye
tarafından restore edilecek olması bizim için büyük
onur ve şereftir. Hz. Peygamberin sahabelerinin
türbelerini restore etmek Türkiye’ye nasip
olacaktır” dedi.
Bozdağ’a, Addis Ababa Büyükelçisi Uğur Kenan İpek,
TİKA Başkanı Dr. Serdar Çam,
Kızılay Başkanı Ahmet Lütfi Akar,
Diyanet İşleri Başkanlığı Dış İlişkiler Genel
Müdürü Prof.Dr. Mehmet Paçacı, AFAD Başkan
Yardımcısı Mehmet Sinan Yıldız,
Sağlık Bakanlığı Acil Hizmetler Genel Müdürü
Ali Coşkun da eşlik etti.
Milliyet, 16.07.2012
|
KASTAMONU TURİZM HAZİNESİ
Kastamonu İl Kültür ve Turizm Müdürü Ziver Kaplan ,
Kastamonu’nun önemli bir turizm bölgesi olduğunu da
belirterek, “ Kastamonu’yu tarihi olarak
değerlendirdiğimiz de 7 bin yıllık bir geçmişe sahip
olduğunu görüyoruz. Biz Kastamonu’yu Ilgaz dağının
arkasında ki saklı hazine olarak değerlendiriyoruz.
Kastamonu, turizm çeşitliliği açısından her türlü
olanak sağlayan bir ilimiz. Yaklaşık 170 km. ile
Karadeniz’in en uzun sahiline sahibiz. %70 orman ile
kaplıyız. Türkiye’nin en önemli Mağaraları,
kanyonları Kastamonu sınırları içerisinde yer
alıyor. Dünyanın en büyük ikinci mağarası olan
Ilgarini mağarası ve dünyanın en büyük kanyonu olan
Valla kanyonu da ilimizde bulunuyor ve ayrıca yayla
turizmi açısından da son derece önemli bir bölgeyiz.
Kış turizmi bakımından da önemli bir bölgeyiz. Ilgaz
dağları Türkiye’nin sahip olduğu önemli milli
parklar arasında. Örneğin Küre dağları ve Ilgaz
dağları Türkiye’nin ender milli parklarından bir
tanesidir. Ayrıca buraları bu yıl Pan parks olarak
ilan edilmiştir. Küre dağları Türkiye’de tek Pan
parks alanıdır. Bozulmamış dokumuz oldukça fazladır.
Ayrıca bunun yanında Kültürel varlıkları bakımından
da nüfusu oranına göre önemli bir hazineye sahibiz.
Bin Beş yüzün üzerinde kültür varlığımız var.
Geçmişte ki 7 bin yıllık tarihin izlerini hala
yaşıyoruz. Kastamonu, Romalılar döneminden tutun,
Bizans dönemine kadar ve bu dönemlerden sonra
beylikler döneminde de önemli yer tutmuştur. Ayrıca
Kastamonu Candaroğulları Beyliğinin de başkentliğini
yapmıştır. Yine Osmanlı döneminden de kalan çok
sayıda esere de ev sahipliği yapmaktayız.
Hanlarımız, Hamamlarımız, camilerimiz,
külliyelerimiz bakımından da oldukça zenginiz.Bir
diğer konumuz ise inanç turizmi. İnanç turizmi
açısından da Kastamonu çok önemli bir yere sahip.
Bölgemiz bu konu da yoğun ilgi görmektedir.
Kastamonu tüm bunlarla birlikte çok önemli bir
yerde. Bu konuda da hareketliliği görüyoruz” diye
konuştu.

Kastamonulular turizme yenİ yeni alıştıklarını
belirten Kaplan, Kastamonu’nun Akdeniz ve Ege’de
olduğu gibi turizmi tam olarak yaşayabilmeleri için
en az 20 yıla ihtiyaçlarını olduklarını da
belirtirken, “ Bununla birlikte yeni turizm
tesislerinin açılması kültürel varlıkların turizme
kazandırılması ile Kastamonu haklı da yavaş yavaş
turizme alışmaya başladı” dedi.

Kültür ve Turizm Bakanlığından gereken yardımı
aldıklarına da dikkat çeken Ziver Kaplan, “ Kültür
ve turizm bakanlığının 2006 yılında başlattığı 2863
sayılı kanuna göre eski tescilli binaların sivil
mimari örneklerine proje ve uygulama yardımı
çerçevesinde bakanlıktan en çok yardım alan iliz.
Toplam 2006 ve 2010 yılı arasında bakanlığın toplam
yardımının % 22’sini biz aldık. Gerek kültür ve
Turizm Bakanlığımızın desteği, gerekse
personelimizin duyarlı girişimleri sonucunda bu
pastadan önemli yardım payını aldık” diye konuştu.
Türkiye Turizm
(Kısaltarak), 16.07.2012
|
BURSA'NIN TARİHİ ESERLERİNE İLAÇ GİBİ ÖDENEK
Vali
Şahabettin Harput, İl Özel İdaresi tarafından Temmuz
ayından itibaren 12 milyon TL’lik yeni bir harcamayı
Bursa’daki tarihi eserlerin restorasyonuna
ayırdıklarını belirterek, “Bize düşen görev, o
muhteşem mirası bütün asaletiyle korumaktır” dedi.
Bursa’nın en önemli belirleyici vasfının tarih,
kültür ve medeniyetler şehri olduğunu belirten
Vali Şahabettin Harput, bu zenginliği korumak,
yaşatmak ve gelecek kuşaklara aktarmanın önemli
olduğunu ifade etti. Eskişehir Hamamı’ndan tutun
Köylü Pazarı’na varıncaya kadar bütün bu tarihi
yapıların restorasyonunda valilik olarak bu
hizmeti seve seve yapmanın mutluluğunu
yaşadıklarını ifade eden Harput, şu anda
kullanılmayan ve kullanılmakta olan 8 milyon 270
bin TL ödeneğin olduğunu söyledi. Bu yıl 12
milyon TL’lik ayrı ödenek aktaracaklarını
söyleyen Harput, “Tarihi eser noktasında
restorasyon ihtiyacı olup da yasal prosedüre
göre normal müracaatını yapan ve Tabiat
Varlıklarından uygun görüşünü alan her tarihi
yapıya cami, çeşme, kale, han, tarihi ev, tarihi
sokak gibi mekanlardır. Hepsine yardım
yapabilecek imkanımız vardır. Elbette hepsinin
tamamını karşılayacak değil ama belli imkanlarda
yardım yapma imkanımız vardır. Bu vesileyle
belediyelerimizin, ilçelerimizin bu noktada
kendi bölgelerindeki tarihi eserlerin Kültür ve
Tabiat Varlıkları içerisinde kalması kaydıyla
bize müracaatları halinde örneğin İznik’teki
tarihi hamama, tarihi anfi tiyatroya yaptığımız
yardım gibi diğer ilçelerimize yardım
yapabilecek durumdayız” dedi.
İl Özel idaresi eliyle Temmuz ayından itibaren
12 milyon TL’lik yeni bir harcamayı bölgedeki
tarihi eserlerin restorasyonuna ayırdıklarını
ifade eden Harput, “Belediyelerimizin bu yönde
gelecek taleplerini de değerlendirerek bu yönde
yeni ödeneklerle bu çalışmaları takviye etmeye,
destek vermeye devam edeceğiz. Ben emeği geçen
bütün arkadaşlarıma tarihe karşı bir saygının
bir vefanın güzel bir örneği olarak bu noktada
hizmet yapan tüm arkadaşlarıma teşekkür
ediyorum. Bursa’nın kimliğini yeniden ayağa
kaldırma, Bursa’nın kimliğine yeniden saygı
duyma ve onu Bursa’ya iade etme çok önemlidir.
Eğer 2008 yılında İngiltere Kraliçesi Elizabeth
buraya geldiyse, Bursa’ya Yeşil Bursa diye
gelmedi. Modern Bursa diye gelmedi. Bursa’nın
tarihi kimliğini görmeye, Osmanlı’nın mührünü
görmeye, Osmanlının 130 yıl başkentlik yapmış
Bursa’sının o ilk döneminin estetik mimarisini
görmeye bunun asaletini hayranlıkla seyretmeye
geldi. Bize düşen o muhteşem mirası bütün
asaletiyle, bütün zarafetiyle korumak ve
yaşatmaktır” ifadelerini kullandı.
Bursa Olay, 16.07.2012
|
MALATYA'DA KAYIP ŞEHİR ARANACAK

Malatya Valiliği, Darende'deki tarihi
'Aslantaş' heykellerinin çevresinde arkeolojik kazı
çalışması başlatarak kayıp Hitit şehrini arayacak.
İlçeye bağlı Yenice Köyü'ne 3 kilometre uzaklıkta
bulunan Aslantaş heykellerinin Hitit Dönemi
eserlerinden olduğu ve kayıp Hitit şehirlerinden
birinin kapısı olduğu düşünülüyor.
Malatya Valisi Ulvi Saran'ın talimatıyla, Koruma
Uygulama ve Denetim Bürosu (KUDEB) ve Malatya
Arkeoloji Müzesi tarafından Ağustos ayında kazı
çalışmalarının başlayacağı belirtildi.
15-20 gün sürecek kazı çalışmasında 'Aslantaş'
heykellerinin çevresinde kalan bölümlerdeki
noktalarda çalışma yapılacak. Yapılacak kazı
çalışması sonrası kayıp Hitit şehrinden birisinin
olup olmadığı tespit edilecek.
Hititler'in şehirlerinin girişine insan başlı, aslan
gövdeli, kartal kanatlı sfenks ya da girişin iki
tarafına aslan figürü koydukları bilindiğinden,
Yenice'de bulunan 2 aslan figürünün bir şehrin
girişindeymiş gibi yan yana durması, 2 metreyi bulan
yükseklikleri kayıp Hitit şehri tezini
güçlendiriyor.
Malatya
Arkeoloji Müzesi yöneticileri ile Türkiye'nin
önemli akademisyenlerinin yürüteceği kazıya, Malatya
Valiliği Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu Başkanı
(KUDEB) Sanat Tarihçisi Levent İskenderoğlu
başkanlık edecek.
MÖ 1500-2000'li yılların başında yontulduğu tahmin
edilen ve Hitit İmparatorluğu dönemine ait olduğu
sanılan Aslantaş heykelleri, Yenice Köyünde kuzey
güney yönünde ayakta durur vaziyette ve kaya taşının
yontulmasıyla yapılmış. Aralarında yaklaşık olarak 4
metre civarında mesafeler bulunan heykeller,
birbirlerine paralel olarak, başları kuzeye bakar
şekilde duruyor. Taştan yapılan heykellerin her biri
yaklaşık olarak 4-5 ton ağırlığında bulunuyor.
Malatya'nın, MÖ 1750 yıllarında Hitit kralları II.
Mursilis, Muvatalli ve III. Hattusilis dönemlerinde
kuzey
Suriye ile Anadolu arasında önemli yol
kavşağında olması nedeniyle Hitit birliğine girdiği
ve bir Hitit şehri olduğu sanılıyor.
Cnn Türk, 16.07.2012
|
TEOS'TA 2 BİN YIL ARADAN SONRA İLK KONSER
Kazı çalışmaları devam eden Teos’ta, gün yüzüne çıkan antik meclis salonunda tam 2 bin 200 yıl sonra yeniden bir sanat olayı yaşandı.
Sanatçılar Kenti olarak bilinen ve 12 İyon kentinden biri olan Teos’ta düzenlenen konserde, violinde Serkan Gürkan, çelloda Fazıl Hakan Gürkan, katılımcılara müzik ziyafeti yaşattı. Kazı Başkanı Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Fakültesi Öğretim Üyesi Dç. Dr. Musa Kadıoğlu, Teos’u ören yeri haline getirerek, benzer müzik dinletilerini geleneksel hale getirmek istediklerini söyledi. Kadıoğlu; “ Bulunduğumuz meclis salonu 2200 yıl öncesine denk geliyor. Anekreon MÖ 6 yüzyılda yaşamış ünlü şair ve Teos’lu. Umarım yakın gelecekte burası Anekreon şiir dinletileri yapılabilecek hale gelecek” dedi.
Hürriyet, Haber: Zeynel Lüle, 16.07.2012
|
 |
TEPECİK HÖYÜĞÜ'NDE KAZILAR BAŞLADI
Çine’nin
Karakollar Köyü'nde bulunan ve bölgenin en eski
tarihine ışık tutan Tepecik Höyüğü'nde 9. yıl kazı
çalışmaları başladı.
Tepecik Höyüğü'ndeki kazılar, Ankara Hacettepe
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim üyesi Profesör Dr. Sevinç Günel
başkanlığında yürütülüyor.
Kazıda iki restoratör, bir mimar, bir
arkeojeolog, Milas Müzesi’nden bir bakanlık
temsilcisi, Prof.Dr. Günel’in öğrencileri,
arkeologlar ve Çine’nin Soğukoluk Köyünden 15 işçi
çalışıyor.
Kültür Bakanlığı ödenekleriyle gerçekleştirilen
ve 2 ay sürecek 9. yıl kazılarına Türk Tarih Kurumu
da ekonomik destek veriyor.
Prof.Dr. Günel, gazetecilere yaptığı açıklamada,
bugüne kadar yaptıkları kazılar neticesinde MÖ
3000′e kadarki tarih kronolojisini oluşturmaya
çalıştıklarını, bu yıl bunu devam ettireceklerini
söyledi.
Kazılarda bugüne kadar iki tane mühür baskısı
bulunduğunu anlatan Günel, şunları kaydetti:
“Bulduğumuz mühür baskılar çok önemli. Çünkü Batı
Anadolu’da hakemli dergilere dayalı bilgiler oldukça
sınırlı. Arkeolojik kanıtlara dayalı çok az sayıda
bilgi ve belge var elimizde. Hititlerin bölgeyle
bağlantısını kanıtlayan iki mühür baskısını ele
geçirmiş olduk. Bu mühür baskılardan biri Alman
dergisinde yayınlandı. Üzerinde Arzawa Ülkesi’nin
kralının adı yazılı. Batı Anadolu’da Menderes
Havzasının güneyinde yer alan bir yer Tepecik. Bunu
anlamış oluyoruz. Mühür İ.Ö 1300, 1200 tarihleri
arasında kullanılmış. Diğer mühürde de Hitit kralı
tasviri yer almakta. Bu iki mühür Hititlerin bölgede
etkin olduğunun kanıtıdır.”
Bulunan eserlerin Tepecik ile Yunanistan’ın
bağlantısı olduğunu ortayı çıkardığını ifade eden
Prof.Dr. Günel, “3. binde höyük belli bir süre de
olsa mezarlık olarak kullanılmış. Pitos mezarları
ele geçirdik. 3 aylık bir bebeğe ait bir Pitos mezar
bulgusu ile karşılaştık. O dönemde ölüler daha çok
çömlek mezarlara gömülüyor. Yetişkin bireylere de
ait çömlek mezar söz konusu. Geçen yıl tespit ettik
ve üzerini kapattık. Mezarın bir kısmı korunmuş.
Bazı mezarların içinde birkaç bireyin iskeleti
bulunabiliyor. Şu an kazmakta olduğumuz İ.Ö 3000
yılına ait bir Pitos mezarı var. İki çömleği ağız
ağza getirip kapatmışlar. Bir Bebek mezarı ama
duvarın altında kalıyor” diye konuştu.
Prof.Dr. Günel, höyükte güneye doğru
kamulaştırmanın devam edeceğini belirterek, Ağustos
başında Almanya’dan bir jeofizik ekibinin geleceğini
belirterek, “Ölçüm için burada olacaklar. Radar
ölçümü yapacaklar. Yapıların toprak altındaki
uzantılarını tespit edecek, çizimlerini yapacaklar.
Böylelikle Tepecik’in toprak altındaki değerlerini
tespit etmiş olacağız” şeklinde konuştu.
haberler.com, 16.07.2012
|
TURGUTREİS'TE ASPAT-TERMA'YI KURTARMA KAZI
ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Turgutreis Akyarlar Köyü’nde yer alan, Aspat ve
Eski Mandıra Köyü bölgesinde bulunan, Bodrum
yarımadasının en büyük antik kenti olduğu düşünülen
Aspat-Termera antik kentinde kurtarma kazıları
başladı. Aspat-Termera’nın, tamamen gün ışığına
kavuşabilmek için sponsor olabilecek kuruluşların
ilgisini bekliyor.

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi ve Muğla
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü işbirliği ile Bölüm
Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler’in bilimsel
danışmanlığında yapılan kazılara Turgutreis
Belediyesi finansal ve lojistik destek veriyor.
Geçtiğimiz günlerde kurtarma kazılarında önemli
bulgulara ulaşılan Termera’da bulunan eserler,Bodrum
Sualtı Arkeoloji Müzesi Konservasyon bölümüne teslim
edildi.

Belediye Başkanı Mehmet Dinçberk ve
Prof.Dr. Adnan
Diler kazı alanında gazetecilerle bir araya gelerek
çalışmalar hakkında kapsamlı bilgi verdiler.
Prof.Dr.Diler’in belirttiğine göre; 200 yıldır Karia
araştırmacılarının dikkatini çeken Termera’da ilk
kazı çalışmaları 1800’lü yıllarda İngiliz
arkeologlar tarafından yapılmış, elde edilen eserler
British Museum’a götürülmüş ve orada
sergilenmektedir. Geçen zaman içinde kaçak kazılar
yapılmış ve önemli bulgular çıkarılarak
kaçırılmıştır. Prof.Dr. Diler kurtarma kazısının
amacını, tahribatın boyutlarını tespit etmek, açılan
mezarlardan eserler çıkartmak olarak açıkladı. Basın
toplantısında Başkan Dinçberk, bölgenin büyük bir
kültürel değere sahip olduğunu, belediye olarak bu
çalışmalara daha fazla nasıl destek verilebileceğini
araştırdıklarını belirtti. 3 yıl önce konunun Prof.
Dr Adnan Diler tarafından dile
getirildiğini, 2 yıldır Bakanlıkla izin
yazışmalarının yapıldığını ve artık çalışmaların
başladığını dile getirdi.
Kazıların tamamlanmasından sonra meydana
çıkarılacak olan antik kent Termera’nın, Bodrum
yarımadasına Turizm açısından büyük bir katkı
sağlanacağını belirten Belediye Başkanı Mehmet
Dinçberk, Belediye olarak her türlü desteği
vereceklerini belirterek sponsor olmak isteyen firma
veya şahısların, Turgutreis Belediye’sine
başvurabileceklerini söyledi.
Türkiye Turizm, 16.07.2012
|
 |
KİKLAD TEKNESİ EGE'YLE BULUŞTU
Mora Yarımadası’nın doğusunda yer alan adalar topluluğunda MÖ 3000-2000’de hüküm süren Kiklad uygarlığınca kullanılan Kiklad tekneleri, 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği’nin projesiyle İzmir’de yeniden denizle buluştu.
Ege’nin bilinen en eski deniz ulaşım aracı olan bu tekneleri seramik çömleklerdeki çizimlerden bulduklarını belirten Dernek Başkanı Osman Erkurt, dönemin tekne yapım yöntemlerini kullanarak üç tekne inşa ettiklerini söyledi. İlk teknenin İstanbul’da mayıs ayında Sabancı Müzesi’nde sergilendiğini hatırlatan Erkurt, serginin açılışına katılan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ve eski Yunanistan Kültür Bakanı Pavlos Yeroulanos’un beğenisiyle projenin uluslararası boyuta taşındığını ifade etti.
Hürriyet, 16.07.2012
|
DEFİNE BULMA UMUDUYLA KAZDIĞI KUYUDA ÖLDÜ

Bolu'da, define bulma umuduyla kazı yapan 35
yaşındaki Nadir Kuyucu, yaklaşık 10 metre
derinliğindeki kuyunun içinde jeneratörden çıkan
gazdan zehirlenerek hayatını kaybetti.
Olay, dün akşam saatlerinde, Abant Tabiat Parkı yolu
üzerinde bulunan Yavurambarı mevkiinde meydana
geldi. İstanbul’dan define aramak için gelen Nadir
Kuyucu, Naim Kahriman ve Selçuk İnalgaç ormanlık
alanın içerisinde kazı yapmaya başladı. Yaklaşık 2
metre genişliğinde, 10 metre derinliğinde kazı yapan
üç arkadaş, daha sonra kuyunun dibinden iç tarafa
doğru kazıya devam etti. Nadir Kuyucu jeneratörden
çıkan gazdan zehirlenerek baygınlık geçirdi. Naim
Kahriman ve Selçuk İnalgaç kuyunun içerisinde Nadir
Kuyucu’nun hareketsiz yattığını görünce jandarmaya
ihbarda bulundu. İki kişi zehirli gaz nedeniyle
kuyudan çıktı.
Jandarma ve 112 Acil ekipleri ormanlık alanın
içerisinde yaklaşık bir saat olay yerini aradı.
Güçlükle olay yerine gidilirken, Nadir Kuyucu’ya
ulaşamayan ekipler, İl Afet ve Acil Durum
Müdürlüğü’nden yardım istedi. Kazı alanına ulaşan
AFAD ekibi, kuyunun içerine inerek Nadir Kuyucu’nun
cansız bedenini çıkardı. Kuyunun içerisinde kazı
yapmak için kullanılan malzemeler de çıkarıldı.
Nadir Kuyucu’nun cansız bedeni patika yollardan
güçlükle aşağıya indirilerek otopsi yapılmak üzere
Köroğlu Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.
İstanbul’dan define aramak için bölgeye geldiklerini
belirten Naim Kahriman, "Burada define olduğu
söylendi. Kazı yapıyorduk, bu olay başımıza geldi.
Umut dünyası" dedi.
Jandarma soruşturma başlatırken, Naim Kahriman ve
Selçuk İnalgaç ifadeleri alınmak üzere Abant
Jandarma Karakolu’na götürüldü.
Radikal, 16.07.2012
|
SİLİFKE'DE OLBA KAZISI BAŞLADI

Mersin’in Silifke
İlçesi'ne bağlı Uzuncaburç
beldesinin doğusunda bulunan Olba olarak
adlandırılan Örenköy – Uğra bölgesinde 2012 yılı
arkeolojik kazıları başladı.
TC Bakanlar Kurulu kararıyla Gazi Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi
Prof.Dr. Emel Erten başkanlığındaki kazılarda
Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi olarak Adana
Koruma Kurulu’ndan Arkeolog Suat Şahin görev alıyor.
Bu çalışma döneminde, Olba’da tiyatro, manastır ve
kült alanlarında arkeolojik kazıların yapılması
planlanıyor.
Türkiye’de arkeolojik kazılarla tek süreli,
bilimsel yayın olan uluslararası Seleucia Dergisi de
bilim dünyasına Olba bölgesini tanıtıyor.
Olba Kazısında Prof.Dr. Emel Erten ile birlikte
Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim
elemanlarından Okutman Murat Özyıldırım, Gazi
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden aynı zamanda
doktorasını yapmakta olan Öğretim Görevlisi Tuna
Akçay ile Yüksek Lisans öğrencisi arkeologlar; Yavuz
Yeğin, Muzaffer Yılmaz, Zeynel Şimşek, Ebru Yıldırım
ve arkeolog Tayfun Eşki ile Recep Sezer Taşkıran,
Ahmet Sayalı, Burak Erdem ve 40 işçi görev alıyor.
haberler.com, 16.07.2012
|
BAKAN GÜNAY'DAN ATATÜRK EVİ İSYANI

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
Selanik’teki Atatürk Evi’nin durumuna isyan etti.
“Atatürk’ün evini görünce dehşete düştüm” diyen
Bakan Günay, içerideki bazı kıyafetler dışında
hiçbir eşyanın Atatürk’le ilgisi olmadığını söyledi.
* Hiçbir eşyanın Atatürk’le ilgisi yok.
* Piyasadan alınmış, Atatürk’e aitmiş gibi
sergileniyor.
* Serdar Bilgili sponsor oldu, yeni proje yapılıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Dışişleri
Bakanlığı’nın,
Yunanistan hükümeti ile uzun süren temaslarının
ardından, Selanik’teki Atatürk Evi’nin işadamı
Serdar Bilgili sponsorluğundaki restorasyon
çalışmaları geçen ay başladı. Bakan Günay,
restorasyon öncesinde Atatürk Evi ile ilgili olarak
Hürriyet’e çarpıcı değerlendirmeler yaptı.
“Selanik’e 2-3 yıl önce gittim. Atatürk’ün evini
görünce dehşete düştüm” diyen Günay şöyle devam
etti:
“Koltukların kolluk yerleri yırtılmış. Peki niye
yırtılmış. Bu piyasadan alınmış bir koltuk.
İstediğin ustayı çağır o koltukların yüzünü yenilet.
Bu tarihi eşya değil. Kullandığı bir tek eşya yok.
Son derece eskimiş, çağ dışı kalmış bir teşhir var.
Bir kere o ev Selanik Belediyesi tarafından bize
1930’lu yıllarda verilmiş. İçinde daha önce
başkaları oturmuş. O yüzden ev bir kuru yapı olarak
verilmiş ve içerideki hiçbir eşyanın Atatürk’le
ilgisi yok. Atatürk’e ait birkaç giyim eşyası
dışında, bardak, çanak, tabak, karyola, koltuk,
hiçbir şey özgün değil. Piyasadan toplanmış; fakat
sanki Atatürk’e aitmiş gibi de yırtılmış koltuk
yüzleri bile yenilenmeden eskimiş biçimde
sergileniyor.
Kronolojik sergileme
Yeni baştan bir proje yaptık. O proje 1880 ve
1940’larda, yani 19’uncu yüzyılın sonu ile 20’inci
yüzyılın arasında Balkanlarda ve Türkiye
coğrafyasında ne oldu. Bu coğrafya içinde
Manastır’dan Selanik’ten çıkan bir çocuk, askeri
okul öğrencisi çağı dönemi dünyayı ne ölçüde
etkiledi ve değiştirdi. Ancak bunu etrafındaki bütün
bilgilerle birlikte; yani Balkanlarda,
Yunanistan’da, Türkiye’de ne oldu ve bu evden
çıkan çocuk bu dünyayı nasıl değiştirdi daha
kronolojik, daha bilgi derinliği olan farklı çağdaş
bir konsept ile sergilemeyi düşünüyoruz.
Bilgili sponsor oldu
Multivizyon gösterileri olacak. En az İngilizce,
Yunanca ve Türkçe üç dilli olacak. Biz bununla
ilgili bir proje hazırladık. Dışişleri Bakanlığı da
bu projeyi bizimle paylaştı. İki bakanlık ve
Yunanistan, üç merciden geçtiği için çok zaman
kaybettik. Ben rica etmiştim bir özel teşebbüsten
bir birimle çalışırsak işlerimiz daha modern ve
hızlı gider diye. Serdar Bilgili sponsorluğu
yüklendi. Orada yaptıklarımızın bir örneğini de
Akaret’lerdeki Zübeyde Hanım’ın evinde yapacak.
Bütün formaliteler bitti. Bu yaz içinde görmeye
gideceğim.”
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 15.07.2012
|
TÜRKİYE KAÇIRILAN SANAT ESERLERİNİN PEŞİNDE

Türkiye'nin, başta Almanya olmak üzere Avrupa
ülkeleri ve ABD'ye kaçırılan tarihi eserleri geri
istemesi bu ülkelerde sıkıntıya yol açtı.
Cumhuriyetin kuruluşunun 100'üncü yılına
rastlayan 2023'de dünyanın en büyük müzesi olarak
Ankara'da 25 bin metrekare alan üzerinde inşa
edilecek Medeniyetler Müzesi'nin donanımında
kullanılacak eserler arasında, yaklaşık 100 yıl önce
Türkiye'den çeşitli yollarla yurtdışına götürülen
tarihi eserler de yer alacak.
Bu nedenle Türkiye Kültür Bakanlığı, ilgili
ülkelerde Türkiye kökenli tarihi eserleri
belirledikten sonra bu ülkelerden eserleri resmen
talep etti.
Eserlerin iadesi ile ilgili uluslararası
sıkıntıya yol açmak istemediklerini belirten Kültür
Bakanı Ertuğrul Günay, iadelerin gerçekleşmemesi
durumunda yabancı arkeologların Türkiye'deki
çalışmalarına son verilebileceğini söyleyerek, Türk
hükümetinin bu konudaki kararlılığını ortaya koydu.
Ayrıca, uzman hukukçulardan oluşturulan yeni bir
ekibin sadece bu işle görevlendirilmesi ise
Türkiye'nin kararlılığını daha da belirgin hale
getirdi. Buna karşın, Türkiye kökenli eserlerin
sergilendiği müze yönetimlerindeyse tedirginlik
hakim.
Berlin'de Bergama'dan kaçırılan antik kentin
sergilendiği Pergamon Müzesi yönetimi, baskılar
üzerine geçen yıl bir sfenksi Türkiye'ye iade
etmişti. Ancak müzede sergilenen neredeyse tüm
eserlerin Türkiye'den getirilmiş olması nedeniyle
Pergamon yönetimi bu eserleri de iadeye mecbur
kalmaktan endişe ediyor.
Sadece Pergamon Müzesi değil, yine Berlin'de çok
sayıda Türkiye kökenli tarihi eseri barındıran
Prusya Kültür Mirasları Vakfı da sıkıntılı. Türkiye
bu müzeden de bazı eserleri resmen talep etti. Buna
göre 2000 yıllık Afrodisyas Balıkçısı adlı mermer
heykel, 13. yüzyıla ait Konya'dan götürülen bir
seccade ve Ortaçağ mezar süsleri Almanya'dan istenen
bazı tarihi eserler.
ABD'den ise Los Angeles'teki Getty Museum'dan 10
eser, Washington'daki Dumbarton Oaks Müzesi'nin en
kıymetli eseri olan altıncı yüzyıldan kalma bir
tabak isteniyor.
Cleveland Museum of Art'dan ise aralarında 5000
yıllık mermer figürü ve Hz. İsa'nın bir heykelinin
de bulunduğu 22 tarihi eser resmen talep edildi.
Ancak Türkiye'nin taleplerine karşın Avrupa ve
ABD'li yetkililerin yanıtlarının ne olacağı tam
olarak bilinmiyor.
Hürriyet, 15.07.2012
|
KÜLTÜRÜN DİĞER ADI: İTALYA
‘Coşkun Aral ile Avrupa Notları’ programını
tasarlarken aklımıza gelen ilk ülke İtalya, ilk konu
da ‘kültürün korunması çalışmaları’ydı. Ve sonunda
yıllardır çekmek istediğimiz belgesel konusunu
işleme fırsatı bulduk. Çekim bölgelerimiz Roma,
Greve ve Floransa’ydı.
Avrupa’nın karanlık ortaçağında bir ışık gibi
yükselen Rönesans’ın doğduğu topraklar, kıtayı tir
tir titreten Osmanlı’ya karşı bir umut ışığı
olmuştu. Eski Yunan ve Roma kültürünün canlanarak
dönem koşullarıyla tekrar hayat bulması, özellikle
resim ve heykel sanatında büyük bir atılım yarattı.
Sanatın tekrar doğduğu bu çağ, aynı zamanda özgür
düşüncenin ve yüksek bilim seviyesinin de ayak
sesleriydi.
Roma’sız başlangıç olmaz
Ekip
olarak, İtalya gibi görkemli bir ülkenin kültürüne
ve kültürü koruma çalışmalarına saygı duyuyorduk.
Yola nereden başlayacağımızı düşündük. Ama zaten
‘bütün yollar Roma’ya çıktığı’ için ilk durağımız
kendi kendini belirledi! Roma’sız bir başlangıç
düşünülemezdi.
Roma İmparatorluğu’nun bu eşsiz başkenti, asırlar
boyu dünyanın en güçlü şehriydi. İmparatorluğun
gücü, antik dönemin en görkemli şehri Roma’da vücut
buldu.
Bizi Roma’ya çeken bir unsur daha vardı: İstanbul.
Roma İmparatorluğu’nun iki başkenti oldu. Biri Roma,
diğeri İstanbul.
Sonu gelmeyen iktidar mücadelesinden ve
imparatorluğun sınırlarını korumakta yaşanan
sorunlardan ötürü imparatorluğun iki merkezden
yürütülmesine karar verildikten sonra yeni bir
başkent arayışına girilmişti. Öyle ya, Batı Roma’nın
başkenti belliydi. Doğu Roma’nın başkenti aranırken
İmparator Konstantin’in bir şartı vardı: “Roma gibi
yedi tepeli olsun.” Çünkü pagan kültüründe yedi
kutsaldı, uğurluydu. Yeni başkentin uzun yıllar
dayanacak kadar bereketli ve uğurlu olması şarttı!
Önce Truva ikinci başkent yapılmak istendi. Sonra
Konstantin, Nikomedya’ yı, yani bugünkü İzmit’i
düşündü. Ama sonunda tam da istedikleri yer bulundu.
Doğuya yakın, korunması kolay, büyük bir doğal
limana sahip (Haliç) ve hem de yedi tepeli! Doğu
Roma İmparatorluğu’nun bu yeni başkentine
kurucusunun adı verildi: Konstantinopolis (MÖ 330).
Bu arada ‘Bizans’ değil, ‘Doğu Roma İmparatorluğu’
diyorum, çünkü Alman tarihçi Hieronymous Wolf,
‘Bizans’ adını ilk kez 1557’de yazdığı bir makalede
kullanmıştır. Yani Doğu Roma, Osmanlı’nın tabiriyle
‘Rum İmparatorluğu’, sona erdiği gün hiç kimse
Bizans’tan haberdar değildi.
Batı Roma yıkıldıktan sonra yeni başkentte devam
etti Roma İmparatorluğu. Roma şehri de derin bir
sessizliğe büründü. Prensliklere bölünen İtalya,
asırlar süren çekişmelere sahne oldu (İtalya’nın
yeniden birleşmesi ancak 1886’da gerçekleşti). Fakat
Roma’nın bir şansı vardı: Vatikan’la birlikte
Hıristiyanlığın başkenti olmuştu. Çevresindeki
çekişmelerden Papalık sayesinde nispeten korunmuştu.
Ama ikinci başkent İstanbul tüm ihtişamıyla
yükselmişti. Roma’nın gücü artık
Konstantinopolis’teydi. Ama gün geldi, o da gücünü
yitirdi. 1453’te Osmanlı himayesine girmişti.
Türklerin Avrupa’yı baskı altına aldığı bu dönemde
Doğu Romalı sanatçılar, özellikle mozaik sanatçıları
(Doğu Roma, mozaik alanında eşsiz eserler
bırakıyordu), önce Sicilya, sonra da tüm İtalya’ya
yayıldılar. Özellikle Palermo’da yaptıkları
mozaiklerle, unutulan Roma ve Yunan sanatı yeniden
vücut buldu. Buna dönemin koşul ve imkanları da
eklenince Avrupa’da Rönesans başladı. Roma
Konstantinopolis’i doğurmuştu, o da Avrupa
kültürünün tekrar oluşumunu, yani Rönesans’ı
doğurdu.

Tarihi korumak deyince...
Bir de Roma’nın kuruluşunun hikayesi var tabii… Roma
ikinci başkentini ararken, ilk olarak Truva’yı
düşündü demiştim. Neden mi?
Çünkü Eski Roma’nın kuruluş efsanesi (Romulus ve
Remus) Anadolu’da, Truva’da başlar. Meşhur Truva
Savaşı’ndan kaçan Hektor’un kuzeni Aeneas ve
Truvalılar yeni bir yurt ararlar kendilerine. Birçok
yere kısa süreli konuk olduktan sonra şimdiki
Roma’nın çevresine yerleşirler. Uzun süren taht
kavgalarının sonunda Aeneas’ın torunları Romulus ve
Remus, Roma’yı kurarlar. Yani Roma’da bir Anadolu
parmağı vardır! Nereden bakarsanız bakın aslında
birbirine çok yakın iki halkız!
İşte bu ilişkiler yüzünden belki de Türklerin
kendini en yakın hissettiği ülkedir İtalya.
Özellikle Roma sokaklarında dolaştığınızda
İstanbul’dan izler görürsünüz. Ama tek farkla;
Roma’da tarih özenle korunur. İtalya’nın en büyük
zenginliği, geçmişidir.
İtalya, yılda 45 milyon turist ağırlayan dünyanın en
önemli turizm ülkelerinden biri. İtalya, turizm
gelirinin neredeyse tamamını kültüre borçlu. Tarih,
sanat, yemek, yaşam... İtalya, modern yaşamla
geçmişi harmanlamış bir ülke. Özellikle restorasyon
konusunda yapılan çalışmalarda çok başarılı.
Yüzlerce yıllık eserler her zaman bakımda.
Ziyaretçilere engel olmadan yapılan çalışmalar,
tamamen bilimsel yöntemlerle sürdürülüyor.
Restorasyonda çalışacak kişiler zor bir eğitim
sürecinin sonunda özenle seçiliyor. En az beş yıl
süren bu eğitimi alanlar, restorasyon çalışmalarına
katılıyor. Çok aradık ama müteahhide verilen bir
restorasyonu en ücra köşelerde bile bulamadık! Demek
ki bu konuda dünyadaki tek örnek Türkiye!
Firenze’den başkası yalan
İtalya’da bir sonraki durağımız, Dante’nin,
Michelangelo’nun, Medici ailesinin şehri ve
Rönesans’ın doğum yeri olan muhteşem Firenze, yani
Floransa’ydı! Sanatın ve kültürün her köşede karşıma
çıktığı bu büyülü şehre ilk kez yolum düştü. Ve
artık benim için ‘old town’ (eski şehir) kavramı
bitti. Floransa’nın olduğu bir dünyada, Prag,
Viyana, Varşova, Budapeşte, Paris gibi diğer tüm
şehirlerin ‘eski şehri’ sıradan.
Sadece kültür, binalar, resim, heykel değil...
Özellikle yemekle beraber ortaya çıkan büyük bir
kültüre sahip İtalya. Güçlü ‘fast food’
zincirlerinin giremediği ülkede hiç kötü yemek
yemedik. Sakin ve yavaş ama her malzemesi kaliteli,
muhteşem tatlar... İtalyan mutfağını korumak için
yapılan çalışmaların en önemli adımı da organik
kalmaya çalışmaları. Özellikle Toskana bölgesinde
organik restoranlar bulmak mümkün. Ayrıca organik
ürünler satan dondurmacı, makarnacı vb. birçok
dükkan da mevcut.


Programa başlarken Coşkun Aral, Roma’daki ‘Aşk
Çeşmesi’ne dilek parası atmıştı. Rivayete göre,
çeşmeye para atanlar tekrar gelirmiş Roma’ya! Biz de
anons sırasında 6-7 kere para attık. Herhalde tekrar
gelişimizi garantilemişizdir. Zira doyamadık
muhteşem İtalya’ya!
Toskana Vadisi’nde keyifli bir
‘cittaslow’ deneyimi yaşamak
İtalya’daki duraklarımızdan biri de ‘cittaslow’
(sakin şehir) ve ‘slow food’ (yavaş yemek)
kavramlarını ortaya koyan İtalyan kasabası
Greve’ydi. Tüm dünyayı sararak geleneksel kültürleri
tehdit eden ‘fast food’ kavramına karşı çıkanlar,
önce ‘slow food’ akımını başlattılar. Greve’nin eski
belediye başkanı Paolo Saturnini’nin 1999’da
başlattığı ‘Cittaslow’ hareketiyle de ‘cittaslow’
kavramı geliştirildi. Şimdi dünyada 25 ülkede
150’den fazla üyesi bulunan bu akımı Türkiye’de
takip eden yerler de mevcut: Seferihisar, Akyaka,
Gökçeada, Taraklı, Yenipazar, Yalvaç. Greve’de yaşam
gerçekten de sakin ve bir o kadar da sağlıklı.
Toskana bölgesinin bu küçük kasabası, keyifli ve
kaliteli yaşamın nasıl gerçekleşebildiğinin kanıtı.
İlla ki havanın kurşun gibi ağır olması
gerekmiyormuş yaşamak için! Keyifli ve sağlıklı
yaşamak da mümkünmüş. Hem de modern hayata devam
ederken...

Medici ailesinden İtalya’ya miras kalan bir
gelenek
1966’da yaşadığı son büyük sel felaketinin ardından
neredeyse tüm sanat eserleri sel suları altında
kalan Floransa, restorasyon konusunda dünyanın en
önemli şehri. 13. ve 17. yüzyıllar arasında
Floransa’da yaşamış en güçlü ailelerden olan
Medici’ler sayesinde ortaya çıkan ‘burjuva’
kavramının hala sürdüğü bu şehri yakından izlemek
gerek. Zira 1966’da sel sularına maruz kalan eserler
hala restore ediliyor. Yıllar süren ve milyonlarca
euroya mal olan bu çalışmalar, sadece devletin ve
AB’nin desteğiyle yapılamayacak kadar büyük
maliyette! İşte burada Medici ailesinden gelen bir
gelenek ortaya çıkıyor. Ülkedeki güçlü aileler,
eserlerin restorasyonunu yüklenerek tüm masraflarını
karşılıyor. Bu sayede yüzlerce eser kurtulurken,
Floransa da şaşaalı günlerine döndü.
Radikal, Haber: Vedat Atasoy, 15.07.2012
|
TESADÜFLE BAŞLAYAN KAZI ARKEOPARK OLUYOR
İzmir Urla'nın İskele
Mahallesi'nde 13 yıl önce hava fotoğrafında görülen
lekelerin ne olduğunun merak edilmesiyle başlayan
Türkiye'nin ilk sualtı kazı macerasında, yeni bir
aşamaya gelindi. Limantepe Kazı Başkanı Prof.Dr.
Hayat Erkanal, buranın insanoğlunun avcı toplayıcı
dönemden üretici topluma ilk kez dönüştüğü yerlerden
birisi olduğunu, Roma dönemine kadar 6 bin yıllık
kesintisiz yerleşimin bulunduğunu söyledi. Erkanal ,
"Özellikle turistlerin ilgisi çok fazla. Biz de bunu
bir programa bağladık. Acenteler belli günlerde
turistleri getiriyor. Ayrıca gruplar önceden randevu
alarak ziyarette bulunabiliyor. Bu ilgi bizi
arkeopark projesini yapmaya yöneltti. Urla
Belediyesi 11 dönümlük bir alanı tahsis etti. Koç
Vakfı desteğiyle bir arkeopark oluşturacağız" dedi.
Sabah, 15.07.2012
|
|
KAYIP LAHİT BAHÇEDE BULUNDU

İstanbul Avcılar’daki Tahtakale
Mahallesi’nde, İstanbul Arkeoloji Müzesi
uzmanlarınca ‘Spradon’ antik kenti
olarak nitelendirilen 1. derece
arkeolojik sit alanı ile ilgili kavga
büyüyor. Toplu Konut İdaresi (TOKİ)
konut alanı olarak ayrılan arazinin sit
alanı olmasına karşı çıkarak müzeyi
yalan rapor hazırlamakla suçladı. Hatta
bir arkeolog ve iki sanat tarihçisine
araziyi inceleten TOKİ, Spradon ismiyle
bir antik kent olmadığını, lahit
kapağının da ‘hayal ürünü’ olduğunu
ileri sürdü. İstanbul 1 No’lu Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu üyeleri ise
yerinde yaptıkları incelemede lahit
kapağının yerinde olmadığını saptadı.
Müze zor durumda kaldı. Planlarda lahit
kapağı gösteriliyordu, ancak tarihi
kapak sırra kadem basmıştı. Gece gündüz
aylarca kapağın izini takip ettiler.
Sonunda kapak bulunması gereken yerden 1
kilometre uzakta, bir çobanın evinin
bahçesinde ortaya çıktı. Lahit kapağı
bulunmuş, müze onurunu kurtarmıştı. Ve
şimdi tüm arazi kazılmaya başlandı.
TOKİ dalga geçti
İstanbul Arkeoloji Müzesi ile TOKİ
arasında Avcılar İlçesi Tahtakale
Mahallesi Ispartakule mevkiinde sit
kavgası 2 yıldır sürüyor. Müze
uzmanlarının “Spradon antik kentinin
bulunduğu alanın komşu parsellerinde
yüzey buluntularının bu adalara doğru
yayılım gösterdiği belirlenmiştir. Çok
sayıda kaçak define kazısı ve kaçak
çukurlara rastlanılmıştır. Bir adet
kireç taşı sütun başlığı, bir adet blok
üzerinde haç motifi parça, bezemeli
mimari yapı elemanları tespit edilmiş.
Buluntuların antik kentin 501, 508, 509
adaların batısına doğru yoğunluk
gösterdiği, yüzeydeki mimari
buluntuların da insitü olmadığı
belirlenmiştir” şeklinde verdikleri
rapor ile arazide arkeolojik sit alanı
genişletildi. Ancak TOKİ müzenin bu
raporuna itibar etmeyerek bağımsız bir
rapor hazırlattı. Arkeolog Prof.Dr.
Sümer Atasoy, sanat tarihçiler Yrd.
Doç.Dr. Ahmet Vefa Çobanoğlu ile Hayri Fehmi
Yılmaz hazırladıkları raporda İstanbul
Arkeoloji Müzesi uzmanlarının Spradon
antik kenti olarak tespit ettiği yerin
Spradon olmadığını ileri sürdü. Raporda
lahitle ilgili de şöyle denildi: “3.
derece sit alanı olarak karar verilen
alanda karar eki haritada lahit olarak
belirtilen yerde lahte ait bir veri
yoktur. Haritaya işlenen bu bilgi somut
bir veriye de dayanmamaktadır. Sözü
edilen lahit kapağının varlığı, ne zaman
bulunduğu, ne zaman bölgeden
uzaklaştırıldığı ve sonrasındaki akıbeti
de meçhuldür. Sözlü bilgiye göre varlığı
düşünülen ve kolayca taşınabildiği
anlaşılan bu lahit/lahit kapağının
bölgede ve çevresinde bugün izlenebilen
kalıntılarla bir bağı kurulamadığı için
bölgeye daha önce dışarıdan getirilmiş
olabileceği de göz ardı edilmemelidir.’’
Arkeoloji Müzesi suçlandı
Tüm bu gelişmeler üzerine TOKi Koruma
Kurulu’na başvurarak arazinin sit
alanından çıkarılmasını istedi. Kurul
bağımsız raporu gündeme almadı. Ancak
TOKİ bu kez Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na hem kurulu hem de müzeyi
şikayet etti. Bakanlık devreye girince
de Koruma Kurulu üyeleri araziye çıkarak
yerinde incelemede bulundu. Yapılan
incelemede kurul üyelerinin de aklı
karışmıştı. Çünkü TOKİ raporunda da
iddia edildiği gibi lahit kapağı
planlarda işlendiği yerde görülmüyordu.
Yine planlarda varlığı gösterilen mimari
parçalar, arkeolojik buluntular ortada
yoktu. Arazinin hemen her köşesi
defineci çukuru ile doluydu. Koruma
Kurulu ilk toplantıda konuyu gündeme
aldı. İstanbul Arkeoloji Müzesi olmayan
lahit kapağını sit haritalarına
işletmekle suçlandı.
Çobanın evinin bahçesinde
bulundu!
İstanbul Arkeoloji Müzesi bu durumu
onur mücadelesi haline getirdi. Lahit
kapağını plana işleten 2 uzmana
ulaşıldı. Uzmanlardan biri üniversiteye
geçmiş, diğeri ise lisans eğitimi için
İngiltere’ye gitmişti. Her iki uzmanda
lahit kapağını gördüklerini ileri
sürüyordu. Ancak tonlarca ağırlıktaki
tarihi kapak yer yarılmış sanki içine
girmişti. Müze kapağı bulamaz ise TOKİ
haklı çıkacak, arazi sit alanından
çıkacaktı. Hem bir antik kent yok
edilecek hem de müzenin imajı yerle bir
olacaktı. Müze uzmanları lahit kapağı
için tüm gücüyle araştırmaya başladı.
Bölge didik didik arandı. Definecilerin
uğrak yeri olan antik kentte müzenin
tahmini definecilerin çaldığı
yönündeydi. Uzmanlar çevredeki evlerin
bahçelerini, dere yataklarını dip köşe
aramaya başladı. Geçen haziran ayının
son haftasında ilk görüldüğü yerden
yaklaşık 1 kilometre uzaklıktaki bölgede
çobanlık yapan Adem Yiğit isimli şahsın
evinin bahçesinde bulundu. Müze
uzmanlarının görüştüğü Adem Yiğit “Ben
getirmedim, bir sabah burada olduğunu
gördüm, ne işe yaradığını da bilmem”
dedi. Müze uzmanları hemen rapor tuttu.
Raporda şöyle denildi: “Lahit
kapağının bulunduğu Adem Yiğit isimli
şahsın Süphan Sokak No: 18 Avcılar
adresine gidilmiştir. Evin dış kısmında
bulunan, yerel taştan yapılmış olan
lahit kapağı semer damlı ve köşe
akroterlerine sahip olup, 1.90 m
uzunluğunda, 0.95 m genişliğinde ve 0.60
m yüksekliğindedir. Eser sağlam durumda
olmakla birlikte üzerinde aşınma ve
tahribat izi görülmektedir. İşleniş
özellikleri ile Roma - Geç Roma dönemine
ait olduğu anlaşılmakta olan lahit
kapağının herhangi bir zarar görmemesi
ve güvenliğinin sağlanması ilgili
adreste bulunanlara bildirilmiş olup
lahit kapağının güvenliği için acilen
müzemize getirilmesi gerekmektedir.”
Hem onur hem antik kent
kurtuldu!
Müze hem onurunu hem de bir antik
kentin yok oluşunu kurtardı. Lahit
kapağının bulunması üzerine arazide
kurtarma kazıları da yeniden başladı.
Lahtin bulunduğu alanda yeni mezar
buluntuları çıkmaya başladı. Bir süre
daha devam edecek kazılar sonunda alanın
1. derece arkeolojik sit olarak kalması
yönünde rapor hazırlanarak Koruma
Kurulu’na sunulacak. Kurul aksi yönde
karar vermez ise TOKİ’nin bu bölgede
konut yapma hayalleri de son bulacak.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 15.07.2012
|
FATİH'TE SAĞLIK MERKEZİ KAPATILDI, HALK İSYAN ETTİ

Fatih’te 70 yıldır Merkez Sağlık Ocağı ve
İstanbul Verem Savaş Dispanseri olarak
faaliyet gösteren 450 yıllık Semiz Ali Paşa
Medresesi, sağlık faaliyetine son verilerek, 49
yıllığına
AKP’li eski vekil Turan Kıratlı’nın başkanı
olduğu Bilim ve İnsan Vakfı’na devredildi.
Sağlık ocağına 15 gün önce Vakıflar Bölge
Müdürlüğü ve kiracı vakıftan yetkililer gelerek
merkezi mühürlemek istedi. Bölge halkının olayı
duyup toplanması ve doktorların girişimiyle
tarihi binayı boşaltmak için 20 Temmuz’a kadar
süre verildi.
Karar, Fatih sakinlerini isyan ettirdi,
toplanan binlerce imza Fatih Belediye Başkanlığı
ve Sağlık Bakanlığı’na verildi.
İstanbul’da yurt binaları ve Kuran akademisi
bulunan, Kuran kursları düzenleyen Bilim ve
İnsan Vakfı’nın başkanı Turan Kıratlı binanın
medrese olduğunu hatırlatarak, “Yap-işlet-devret
modeliyle kiraladık. Vakıf kültür merkezi
olacak, konferanslar verilecek, eğitim amaçlı
kullanılacak” dedi.
Fatihlilerin en eski sağlık merkezi olan
Merkez Sağlık Ocağı’nın kapatılması süreci,
tarihi binanın kubbelerindeki kurşunların geçen
yıl çalınmasıyla başladı. Hırsızlığın ardından
zaten uzun süredir tamirat bekleyen tarihi
binanın sahibi Vakıflar Genel Müdürlüğü, Sağlık
Bakanlığı’ndan binayı onarmasını istedi.
Restorasyon için bakanlıktan ses çıkmayınca
Vakıflar tarihi binayı başka kuruluşa kiralama
arayışına girdi. Bina 3 ay önce 49 yıllığına
Bilim ve İnsan Vakfı’na kiralanırken, kararın
Başbakan
Tayyip Erdoğan tarafından onaylandığı
bildirildi.
15 gün önce sağlık ocağına gelen Vakıflar
Bölge Müdürlüğü ve kiracı Bilim ve İnsan
Vakfı’ndan yetkilileri sağlık merkezini
mühürlemek istedi. Çevredeki esnaf ve halk tepki
gösterinde polis çağrıldı, gerginlik yaşandı.
Binanın boşaltılması için 20 Temmuz 2012’ye
kadar süre verildi. Taşıma kararının geri
alınmasını istedi ancak sağlık merkezinin yeni
yeri olarak tarihi binaya yakın bir binanın
arandığı belirtildi.
Mimar Sinan’ın eseri
Semiz Ali Paşa ya da Zincirlikuyu Medresesi
olarak bilinen bina Mimar Sinan’ın eseri.
1558-1559 tarihlerinde inşa ettiği biliniyor.
Fatih’in kalbi Fevzi Paşa Caddesi üzerinde
bulunan medreseyi Kanuni Sultan Süleyman’ın
veziriazamlarından Bosna Hersek doğumlu Semiz
Ali Paşa yaptırmış. Kanuni’nin kızı Mihrimah
Sultan, eşi Rüstem Paşa’nın ölümünden sonra
iriliği ve esprili kişiliği ile ünlü Semiz Ali
Paşa’yla evlenmek istemiş ama Paşa bu teklifi
reddetmiş. 1729 Balat yangını ve 1894 depreminde
hasar görüp onarılan bina,
İstanbul Verem Savaş Dispanseri ve Fatih
Sağlık Ocağı olarak hizmet verdi. Binada 5 aile
hekimi görev yapıyor ve yaklaşık 25 bin SSK’lı
bu ocaktan yararlanıyor.
Tarihi dokuya uygun kullanacağız
Tarihi binanın yeni sahibi Bilim ve İnsan
Vakfı, başkanı ve faaliyetleriyle dikkat
çekiyor. Vakfın internet sitesinde,
“Faaliyetlerine 2006’da başlayan Bilim ve İnsan
Vakfı bir varlık olarak insanın bütün yönleri
ile toplum içerisinde gelişimini sağlayacak her
türlü sosyal, kültürel ve dini değerlerin
kazanımına öncülük etmeyi hedefliyor” deniliyor.
Dini gerekçelerle yardım ve burs talep eden
vakfın Özel Hicret Yüksek Öğretim Öğrenci Yurdu,
Özel Aydos Orta Öğretim Erkek Öğrenci Yurdu,
Özel Başakşehir Orta Öğretim Erkek Öğrenci Yurdu
adını taşıyan yurtları var. Elmalılı M. Hamdi
Yazır Kur’an Akademisi adıyla bir okulu bulunan
vakıf, Başakşehir’deki iki caminin Kuran kursuna
yardım yapıyor. Süleymancılar olarak bilinen
cemaate ait vakfın başkanı ise 23. Dönem
AKP Kırıkkale Milletvekili Turan Kıratlı.
Kıratlı, “Bina bize tahsis edildi.
Yap-işlet-devret modeliyle kiraladık. Orayı
restore edip vakıf kültür merkezi yapacağız.
Orası medresedir, tarihi dokusuna uygun
kullanacağız, el sanatları sergilenecek,
konferanslar düzenlenecek, eğitim faaliyeti
yürütülecek” dedi.
Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 15.07.2012
|
SAKIZ'DA HOMEROS'LA BULUŞMA
Dünü ve yarını bir kenara koydum, yüzüm
Anadoluya dönük, taşa oturdum. Gözlerimi kapadım. Az
sonra sağ omuzumda bir elin ağırlığını hissettim.
Ardından Homeros'un sesini duydum: "Hoşgeldin"
Yazmayı çok sevdiğim halde epeydir elim
tutulmuştu adeta, başladığım yazılar bitmiyordu.
Bilgisayarımı her açışta birkaç satırlık taslaklar
bana haince göz kırpıyor, bu yüzden duyduğum sıkıntı
günden güne artıyordu. Ta ki Homeros bir gece bana
görünene kadar. ‘İlyada’, ‘Odyssea’ gibi devasa
metinlerin babası olan üstat bir gece rüyama girdi.
Rüyamda, ikimiz Sakız Adası’nda bir kayada
oturuyorduk. Gözleri görmeyen Homeros bir elinde
lirini tutuyordu, öbür elini omuzuma atmıştı,
birlikte karşı kıyıdaki Eritrai’ye, yani Ildırı’ya
bakıyorduk. Üstat tam eğilip kulağıma bir şey
söyleyecekken uyandım. İlk yaptığım şey sana rüyamı
anlatmak oldu, arkasından hemen Sakız Adası’na bir
yolculuk ayarladık. İyi de, Sakız koca bir ada,
Homeros’u onlarca köyden hangisinde bulacağız? Sana
rica ettim, gözünü kapatıp elindeki kalemi haritanın
üzerine gezdirdin, rastgele bir yere koydun,
kalacağımız köyü seçtik: Vrondatos.
Sabah Çeşme’den feribota bindik, bir saatte Sakız’a
vardık. Adanın adı Yunanca’da Xios idi, Batı
dillerinde ise Chios. Limanın hemen yanındaki
şirketten araba kiralayıp önce Sakız kasabasını
gezdik. Adanın
Anadolu ’ya uzaklığı 10 milin altında idi, en
yakın yerde mesafe dört mile iniyordu. Hava açıktı,
kıyıdan bakınca Çeşme sahilleri, dağlar, tepeler,
Ildırı’dan Karaburun’a, yani kuzeye giden yollar net
olarak görünüyordu. Adada dükkanların başköşelerini
hala, yüzyıllardır adanın temel zenginlik kaynağı
olan sakız ürünleri süslüyordu: Kozmetikler,
yiyecekler... Başka yerli ürünler de vardı
vitrinlerde: Zeytinyağı, uzo,
şarap ... Dükkan turunu dönüşe bırakıp kuzeye
yöneldik, birkaç kilometre ötede, Vrontados’taki
otelimize yerleştik.
Öğretmenin kayası
Otelin hemen
yakınında bir tabela vardı: Daskalopetra. Bu ismin
anlamını öğrendiğimizde bu köye gelişimizin hikmeti
belli oldu. Yunanca “öğretmenin kayası” anlamına
gelen Daskalopetra’nın bir adı da “Homeros’un
kayası” idi. Homeros’un memleketi olduğu iddia
edilen yedi yerden birinin
İzmir , bir diğerinin Sakız olduğunu biliyordum.
Sakızlılar üstadın burada bir okul kurduğunu, elinde
liriyle kayasının üzerinde öğrencilerine dersler
verdiğini söylüyorlardı. Sen Daskalopetra’nın harika
plajında denize girerken, ben hemen yakındaki
Daskalopetra’yı ziyarete gittim. Orada beni yeni bir
sürpriz bekliyordu: Tabelaya göre burası aynı
zamanda bir Kibele tapım yeriydi. Kaya milattan
kimbilir kaç yüzyıl önce yuvarlak bir plato şeklinde
düzenlenmişti. Batısında görkemli yüksek dağlar,
doğusunda çamlar arasından görünen deniz, karşıda
Çeşme - Ildırı kıyıları ve denizden gelen meltem ile
burası benzersiz bir mekan olmuştu. Çevrede oturma
sıralarının kalıntıları vardı, ortada ise bir
zamanlar bir heykel olduğu anlaşılan, ama bugün
epeyce aşınmış bir çıkıntı dikkat çekiyordu. Daha
sonra öğrenecektim ki bu kaya anıtı kaydeden ilk
Batılı gezgin Richard Chandler, 1765’te gördüğü bu
çıkıntıyı iki yanında ve arka yüzünde aslanlar
bulunan bir Kibele heykeli olarak yorumlamış.
Dünü ve yarını bir kenara koydum, yüzüm
Anadolu ’ya dönük, taşa oturdum. Gözlerimi
kapadım. Az sonra sağ omuzumda bir elin ağırlığını
hissettim. Ardından Homeros’un sesini duydum:
“Hoşgeldin. Foça’da yaşarken bana yatacak yer,
yiyecek veren, karşılığında şiirlerimi kaydeden
Thestorides’in bir gün gizlice Sakız’a göçtüğünü
duydum. Daha sonra işittim ki benim şiirlerimi
kendisininmiş gibi okuyup hem para, hem ün kazanmış.
Bunun üzerine Eritrai’li denizcilerin yardımıyla
Sakız’a geldim. Okul kurdum, gençlere dersler verdim
burada. Sakız bana yaradı, burada evlendim, çoluk
çocuk sahibi oldum. Bu kaya aslında bir ana
tanrıçanın mekanıydı, adı Rea mıydı, Kibele mi tam
hatırlamıyorum. Ama onunla aramız çok iyiydi. Uzun
yaz günleri ikindi vakti dersi keser öğrencileri
gönderirdim. Yalnız başıma, yüzüm denize dönük
otururken ana tanrıçanın varlığını hissederdim.
Meltemle birlikte o da bir esinti halinde gelir,
elini omuzuma atar, yumuşak bir sesle bana eski
masalları anlatmaya başlardı. O an benim kör
gözlerim de açılırdı, karşı kıyıyı görmeye
başlardım.” Benim gözlerimse hala kapalıydı.
İçimden, “Ah,” dedim, “Karşı kıyıda da böyle bir
kaya olsa, oraya oturanların da gözleri meltemle
açılsa, buraları, adaları görebilir hale gelseler.
Eminim o zaman iki yaka arasında hiç fark olmadığını
anlarlardı.”
Geldiğimize değdi
Sakız’da gezecek çok köy vardı. Birkaçını sayayım:
Seramik merkezi Armolia, ilginç duvar desenleriyle
Pirgi, ortaçağ kalesinin dehliz gibi sokaklarıyla
Mesta, 1822 kıyımında halkı topluca yamaçtan atlayıp
intihar etmiş ıssız Anavatos, adanın batı
kıyısındaki harika koyu ile Lithi. Ama hepsinden
önce, Sakız kasabasına 15 km. uzaklıktaki Nea
Moni’den söz etmek gerek. UNESCO’nun kültür mirası
listesindeki Nea Moni’nin adı Yeni Manastır demek.
Fakat burası manastırdan öte bir yer, çepeçevre
yemyeşil tepelerin ortasında dini, daha doğrusu
ruhani bir merkez. Konstantin IX, gençliğinde sürgün
edildiği bu bölgede ilerde Bizans’a imparator
olacağını bilen rahiplere verdiği sözü tutmuş, bu
manastırı kurmuş, tarih: 11. yüzyıl. Daha sonra
manastır büyümüş, gelişmiş, el yazması kitapların
çoğaltıldığı bir kültür merkezi olmuş. Bugün de
mozaikleriyle tanınıyor. Adada bir günümüzü buraları
gezerek geçirdik.
Dönüş feribotunda ikimiz de yorgunduk. Bu kez
omuzumda senin elin vardı. Kulağıma fısıldadın:
“Geldiğimize değdi mi?” Sana, “Değdi” dedim, “Çünkü
kayada birlikte otururken Homeros bana bir sır
verdi.” Ardından üstadın sözlerini tekrarladım:
“Başlangıçtaki emrin ‘oku’ olduğunu söylerler ama bu
yanlıştır. Yazılmış bir şey yoksa neyi okuyacaksın?
Gerçekte ilk emrin ‘yaz’ olduğunu unutma.” Eve dönüp
klavyenin başına oturana kadar bu öğüdün yararı
olacağından emin değildim, ama bu yazıyı
bitirebildiğime göre öğüt işe yaradı demektir.
Radikal İki, Yazı: Caner Fidaner, 15.07.2012
|
ERDOĞAN SİLUETİ

Televizyon programlarında, gazete köşelerinde
Başbakan Erdoğan ’ın isteğiyle planlanan Çamlıca
camisi için “Bir dini eseri laiklik-şeriat ekseninde
değil, içeriğiyle, mimarisiyle tartışabiliyoruz”
diye mutlu olunabiliyor. Bu bile bir mutluluk
vesilesi olabiliyorsa, tartışalım. Hele de
Çamlıca’nın zemini üzerinde yükselecek yapının
şeklini şemalini tartışmak bizi tali zeminlere
taşımayacaksa...
Örneğin gerçek zemindeki
“Üsküdar’da bu ölçekte bir camiye ihtiyaç var mı?”
sorusuna cevap verebilecek ise...
İstanbul ’un en yüksek tepesine inşa edilecek
şey, mevcut kentsel sit statüsünün gerektirdiği gibi
bir park ya da din dışındaki bir ihtiyacı
karşılamaya yönelik bir kamu binası olsaydı bu
mutlulukla da müşerref olamayacaktık.
Gelgelelim Çamlıca cami için “Başbakanımızın
Kandilli El Sanatları Merkezi’nin açılışında
söylediklerinin dışında hiçbir beyanatı yok” diyen
Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara’ya göre
“caminin mimarisini tartışmaya açan” isim bizzat
Başbakan Erdoğan (CNNTürk, Ne oluyor, 5 Temmuz).
Başkan’ın bu iki cümleyi aynı anda sarf etmesi çok
ilginç. Çünkü Erdoğan’ın o konuşmada konu hakkında
söylediği yegane şey “Çamlıca’da 15 bin metrekare
üzerinde bir cami yapacağız” ve “İnşallah bu dev
cami
İstanbul ’un her yerinden görünecek şekilde
dizayn edildi”. Tasarımı hakkında fikir beyan
edebilme fikri bile mutluluk kaynağı bir cami,
halihazırda zaten “dizayn edilmiş” ise, mutlu olma
olasılığını dev Çamlıca camisinden daha küçük
ölçeklerde aramaktan başka çare kalmıyor.
Doğrusu Başbakan’ın mimari kaygıları olduğu
konusunda emin değilim. Ama, Erdoğan’ın bu caminin
“15 bin metrekareye oturması, devliği ve
İstanbul ’un her yerinden görünmesine duyduğu
tutkunun, yine kendi tabiriyle en az “
İstanbul aşkı” kadar derin olduğundan şüphem
yok. Kahramanmaraş’ta yaptığı Abdülhamit Han Camii
Erdoğan tarafından çok beğenilmesi üzerine
İstanbul ’a transfer edilen ve 20 gündür proje
üzerinde çalışan Mimar Hacı Mehmet Güner
“Başbakanımızın basında açıkladığı bilgiler
çerçevesinde hareket ediyoruz” dediğine göre caminin
mimarı Erdoğan’dır. Kalfalarından, ustalık dönemini
taçlandıracak bir cami istiyor.
Kalfalık dönemi
Ustanın kalfalık ve hatta çıraklık dönemlerini
hatırlayalım. Her iki dönem de bizi onun Maçka’daki
Süzer Plaza, daha çok bilinen takma ismiyle
Gökkafes’i yükseltmemek için mücadele ettiği günlere
götürüyor. Söylediğim gibi, Erdoğan’ın mimari
kaygıları olup olmadığından emin değilim. Ama
belediye başkanlığı döneminde yıktırmak için
uğraştığı, Başbakanlığında da adımını atmayarak
kendinden mahrum ettiği Gökkafes, Erdoğan’ın tavır
koyduğu tek mimari örneği olduğu için önemli.
Bakın, 1998’de İBB Başkanıyken konuk olduğu Milliyet
gazetesi yazarlarına Gökkafes için neler söylüyor:
“Sahibine [Mustafa Süzer] yalvardığım, durdurun
dediğim günler oldu. Ama maalesef 41 kat iddiası
var. Bıktım ama hukuki mücadelemi sürdürüyorum.
Yetkim olsa canına okuyacağım.” (Milliyet, 6 Ağustos
1998) Erdoğan’ın doğrudan Gökkafes’in
İstanbul ’un siluetine “katkısı”yla ilgili bir
beyanatına rastlamadım. Gelgelelim memurları onun
adına “siluet sıkıntısını” dile getirdiler:
“Büyükşehir Belediye yetkilileri,
İstanbul ’da çevre kirliliği yaratan, silueti
bozan Gökkafes’in yıkılması için hukuki
mücadelelerini sürdüreceğini kaydetti.” (Milliyet, 5
Ağustos 1998) Kalfalık dönemine denk gelen 2004’te
ise, Erdoğan’ı vekaleten Sermaye Piyasası Kurulu ve
Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneği’nin
Gökkafes’teki toplantısına katılan Başkaban
Yardımcısı Abdüllatif Şener şunu söylüyor: “Gökkafes
dışarıdan bakınca
İstanbul ’un güzelliğini kapatıyor” (Zaman, 10
Kasım 2004). Görünüşe göre Gökkafes, bakanından
yerel yöneticisine hemen tüm
AKP bürokratlarının içine dert oldu. Diplomalı
mimar
Kadir Topbaş , Büyükşehir Belediye Başkanı
seçildikten sonra verdiği ilk röportajlardan birinde
Ahmet Tulgar’ın “Süleymaniye’nin sahibi bir şehrin
mimar belediye başkanı olarak, size gerekli araçları
verseler çok bina yıkar mısınız?” sorusuna şu cevabı
veriyor: “Siz bizi takip edin.
İstanbul ’un silueti olan tarihi yarımada da,
Galata bölgesi de bozuldu. Buna Hilton Oteli,
stadyum, Swiss Otel, Park Otel, Gökkafes, Odakule
dahil.
Galata Kulesi ’yle yarışan her şey dahil. Bunlar
yanlış ama zamanında yapılmış” (Milliyet, 11 Nisan
2004).
Maalesef diplomalı mimarı da takip ettik. O da,
belki de kendisi için
Galata Kulesi ’nden daha muteber Süleymaniye
Camii’nin minareleri arasından Zeytinburnu’ndaki
Onaltı Dokuz gökdelenlerinin yükselişini ve kentin
klasik siluetinin delinişini izledi. Sonra da
“Öngörülememiş demek ki... Maalesef orada bir şeylik
var” dedi. Oysa İBB’nin Planlama Müdürlüğü’nde
çalışan memurları öngörmüş ve uyarmıştı:
“...parseldeki yapılaşmanın
İstanbul ’un siluetini nasıl etkileyeceği
anlaşılamamaktadır” demişlerdi. Topbaş takibinden de
elimizde maalesef, yargının engellediği Dubai Towers
hariç, her iki kıtada da altüst edilen bir
İstanbul silueti kaldı.
Buradan yalvarıyorum
Benim de yetkim yok. Ama tıpkı merhum Süzer’e
yalvardığı gibi ben de Erdoğan’a yalvarabilirim.
“Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçları kışla inşası için
kesme. Çünkü testere senin elinde. Yeni
Sulukule’ler, yeni mağduriyetler yaratma. Çünkü
kentsel dönüşümü hazırlayan kanun yapıcı da senin
elinde. Süleymaniye Camii kara tarafından
gökdelenlerle, deniz tarafından da metro köprüsüyle
kuşatılıyor. Çok önemsediğin ecdadının mütevazı
siluetini Çamlıca’daki replikasına değişme. Çünkü
gönye de ölçek de senin elinde” diyebilirim.
Mimar Hacı Mehmet Güner’e göre Çamlıca’daki yapı
dünyanın en geniş kubbeli ve en yüksek minarelere
sahip (altı adet) camisi olacak. Çamlıca’ya değil
dünyanın en yüksek minarelerini, bir çınar ağacı
dikseniz
İstanbul ’un siluetinde söz sahibi olur. Ama
memleketin bugünü gibi
İstanbul ’un silueti de Erdoğan’a emanet. Hani
“Yetkim olsa” diyordu 1998’de. 2012’de, meselenin
yetki sahibi olmamakta değil bizzat yetkide olduğunu
düşünmememiz için hiç neden yok. Bugün Erdoğan’a
rağmen kadim kentin siluetine katkıda bulunabilecek
bir güç yok. Geçmişte sahip olmadığı yetkisini
kullanıyor Başbakan. Ve anlaşılan o ki
İstanbul aşkı da kendi silüetiyle sınırlı.
Radikal, Yazı: Gökhan Tan / Bilgi Üniv.,
15.07.2012
|
GÜMÜŞLÜK'TEN TARİH FIŞKIRIYOR

Muğla’nın Bodrum İlçesi Gümüşlük Beldesi’nde
yürünerek ulaşılabilen Tavşan Adası’nda yapılan
kazıların bu yılki bölümünde yeni yerleşim
mekanları, MÖ 5’inci yüzyıl ile MS 3’üncü yüzyıl
dönemleri arasındaki tapınağa ait sütunlar ve
kilisede üst düzey görevli din adamlarının yaşadığı
evler gün ışığına çıkarıldı. Kazı Başkan Yardımcısı
Arkeolog Ufuk Gürdal, "Yüzlerce, binlerce yıl toprak
altında kalan tarihi değerler Antik Halikarnassos ve
Myndos kentinin geleceğine de önemli ışık tutacak.
Özellikle Bizans döneminde Hıristiyanlığı yaymaya
çalışanlara uygulanan zulüm ve vahşet bu kazılarda
gözler önüne serildi. Devam eden kazılarda buna
benzer vahşet görüntülerinin ortaya çıkmasını
bekliyoruz. Kazı çalışmaları iki yıl içerisinde
tamamlanarak, ada kültür turizmine kazandırılacak"
dedi.
Gümüşlük Beldesi’nde Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Gümüşlük Belediyesi ve Uludağ Üniversitesi Fen ve
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü tarafından
sahilden 150 metre uzaklıktaki Tavşan (Asar)
Adası’nda 2009 yılında başlatılan kazı çalışmaları
sürüyor. Prof.Dr. Mustafa Şahin başkanlığında
yürütülen kazıların bu yılki çalışmalarına da devam
ediliyor. Toprak altından kilise, kiliseye ait depo
ve sarnıçlar, kral yolu ve MS 3’üncü Yüzyıl’da
Hristiyanlığı yaymaya çalışan ilk önder din adamları
ve yakınlarının katledildiği mezarlar, çivi çakılmış
kafatasları ve döneme ait seramik parçaları bulundu.
Kafalarına çivi çakılarak gövdelerinden ayrılan ve
farklı yerlere gömülen din adamlarının
Hıristiyanlığın önder din adamlarından olma
ihtimalinin çok yüksek olduğu belirtildi.
Eylül ayı sonuna kadar devam edecek bu yılki
kazılarda da yeni yerleşim mekanları, MÖ 5. yüzyıl
ile MS 3. yüzyıl arasındaki tapınağa ait sütunlar
ve kilisede üst düzey görevli din adamlarının
yaşadığı evler gün ışığına çıkarıldı.
ADA ÖNEMLİ BİR KARAKOL
Uzman arkeolog ve kazı başkan yardımcısı Ufuk
Gürdal, Uludağ, Tekirdağ, Adnan Menderes ile Ahi
Evran Üniversitesi Arkeoloji Bölümleri’nden 25
öğrenci ile 10 işçinin, 45 derece güneş altında
yaptığı çalışmalarda, adanın 2 bin 500 yıl önce
antik Halikarnassos kentinin kralı Mousolos’un en
önemli ileri karakollardan biri olarak görev yaptığı
ortaya çıktı. Kazı Başkan Yardımcısı Ufuk Gürdal,
Tavşan adasında yüzlerce binlerce yıldır tavşanlar
yaşadığını, adayı ziyarete gelen milyonlarca insanın
tarihi eserlerin üzerinde gezindiğini ve kimsenin bu
zenginliğin farkına varamadığını söyledi. Gürdal,
şöyle dedi:
"Asırlardır toprak altında kalan tarihi değerler
Antik Halikarnassos ve Myndos kentinin geleceğinede
önemli ışık tutmaya, bilinmeyenleri veya yanlış
bilinenleri ortaya çıkarmaya başladı. Özellikle
Bizans döneminde Hıristiyanlığı yaymaya çalışanlara
uygulanan zulüm ve vahşet bu kazılarda gözler önüne
serildi. Devam eden kazılarda buna benzer vahşet
görüntülerinin ortaya çıkmasını bekliyoruz. Kazı
çalışmaları iki yıl içinde tamamlanarak, ada kültür
turizmine kazandırılacak. Ada Ege’deki bir Efes ve
Meryemana gibi kültür turizminin en önemli
noktalarından biri haline gelecek."
"BİZ DE ŞAŞIRDIK"
Ortaya çıkarılan aserlerin ihtişamının kendilerini
de şaşkına çevirdiğini kaydeden Gürdal, "Devam eden
çalışmalarda her an kentin tarihini önemli oranda
etkileyecek ve yeni bilgiler verecek eserlerle karşı
karşıya kalabiliriz. Hıristiyanlık tarihini
aydınlatacak daha detaylı bilgilere ulaşma fırsatını
yakaladık. Bu nedenle Tavşan Adası turizme
açıldığında muhtemelen önce Hıristiyanların büyük
ilgisini çekecek ve yoğun bir şekilde dini
ziyaretler başlayacak, ada yabancı turist akınına
uğrayacak. Bu kazılar ile Bodrum’un kaderi her an
değişebilir" dedi.
Vatan, 15.07.2012
|
 |
A.Ü. BÖLGE TARİHİNİ AYDINLATIYOR
Atatürk Üniversitesi öğretim üyeleri tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın gözetiminde geçtiğimiz yıl yürütülen ve Kemah Kalesinin tüm kültürel ve tarihi varlığını açığa çıkarmayı hedefleyen arkeolojik kazı çalışmaları tekrar başladı.
Kemah Kalesi'nde ilk olarak 2011 yılı yaz aylarında başlatılan kazı çalışmalarına bu yıl kaldığı yerden devam ediliyor.
Atatürk Üniversitesi öğretim üyeleri tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın gözetiminde geçtiğimiz yıl yürütülen ve Kemah Kalesinin tüm kültürel ve tarihi varlığını açığa çıkarmayı hedefleyen arkeolojik kazı çalışmaları tekrar başladı. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümü öğretim üyeleri Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş ve Prof.Dr. Haldun Özkan’ın başkanlığında 22 öğrenci ve 17 işçi ile yürütülen kazı çalışmalarının ilk etapta yaklaşık 1 ay sürmesi planlanıyor. Çalışmaların ilk bölümünün sonunda büyük seyyah Evliya Çelebi’nin de Seyahatname’sinde bahsettiği büyük cami ile hamamın tamamen gün yüzüne çıkarılması hedefleniyor. Birkaç yıla yayılması planlanan kazı çalışmalarının nihayetinde ise büyük sarayın, dehlizlerin, çarşıların ve evlerin kalıntılarının tamamen açığa çıkarılması ve neticede 2000 yıllık bir maziye sahip olduğu tahmin edilen Kemah Kalesi'nin bir bütün olarak kültürel mirasımıza kazandırılarak ziyarete açılması planlanıyor.
Erzurum Gazetesi, Haber: Fatih Gülnahar, 14.07.2012
|
BAŞKANIN KONAĞI MÜZE YAPILACAK
Tarih sayfalarına 29
Ekim 1923'te Meclis kürsüsünden söylediği
"Cumhuriyet ilan edilmiştir" sözleriyle geçen eski
TBMM Başkanvekili ve Çorum Milletvekili Abdullah
İsmet Eker'in memleketi Çorum'da bulunan konağı,
Valilik tarafından Tarım ve Kırsal Yaşam Müzesi'ne
dönüştürülüyor. Merkeze bağlı Bayat Köyünde yer alan
ve Türk mimarisinin en güzel örneklerini barındıran
konak, 1926'da kentin önemli yapı ustalarından
Muttalip Ağa tarafından yapıldı. Konağın bir benzeri
Ankara Kalesi içinde bulunuyor.
Sabah, 14.07.2012
|
|
HİTİT ANITININ ÇEVRESİ DEĞİŞTİ

Konya’nın Beyşehir
İlçesi'ne bağlı Sadıkhacı
beldesinde bulunan tarihi Eflatunpınar Hitit Anıtı
ve havuzu, yapılan çevre düzenlemesi ve restorasyon
çalışmaları ile bambaşka bir görüntüye kavuştu.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
Konya gezisinde ziyaret ederek son
görüntüsünü beğendiği tarihi anıt ve
çevresinin çehresi,
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün yürüttüğü
çevre düzenlemesi ve restorasyon
çalışmalarının ardından adeta değişti.
Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli, anıt ve
çevresinde İstanbul Alman Arkeoloji
Enstitüsü’nden mimar-arkeolog Martin Bachman
tarafından hazırlanan ve Konya Kültür
Varlıkları Koruma Bölge Kurulu tarafından da
kabul edilen restorasyon projesinin
uygulandığını belirtti. Hazırlanan
restorasyon projesine 2011 yılı Ekim ayında
başlandığını vurgulayan Benli, kazı
esnasında restorasyonda kullanılmak üzere
ayrılan taşların yerine oturtulduğunu
söyledi. Havuzun orijinal taşlarının
restorasyon ilkeleri gereği öncelikle
kullanıldığını kaydeden Benli, “Daha sonra
yeni taşlar proje doğrultusunda
kullanılmıştır. Müteakiben çevre düzenleme
projesi uygulanmıştır” dedi.
Restorasyonda kullanılan taşların
yüzeylerinin taraklanması ve kabartma
yüzeylerinin işlenmesinin daha sonraya
bırakıldığını belirten Benli, “Orijinal
taşlarla yeni kullanılan taşlar arasındaki
renk farkı taşların tabiat şartlarına maruz
kalmalarından kaynaklanan yıpranma ve
deformasyondan kaynaklanmaktadır. Havuzun
orijinal üst sıra taşları tabiat
şartlarından ve kullanımdan dolayı
bozulmalar ve katman katman kalkmalar
olduğu, bunun korunması için onu koruyacak
bir üst sıra taşa ihtiyaç olup projede bu
uygulanmıştır. Bu yıl yapılan çalışmalar ile
özellikle anıtın etrafında ve havuz içinde
temizlik çalışmaları yapılmıştır. Geçen yıl
işlenmeyen taşların üzerlerinde kabartma
satıhlar işlenmeye başlanmış olup çalışmalar
devam etmektedir. Eflatunpınar Hitit Anıtı
ve havuzu çevresinde bulunan parsellerle
ilgili olarak kamulaştırma ile ilgili
gerekli çalışmalar da başlatılmıştır” diye
konuştu.
Yusuf Benli, tarihi mekanın tarihçesi
hakkında da bilgiler aktardı. Sadıkhacı
beldesine 4 kilometre mesafedeki
Eflatunpınar Hitit Anıtı’nın ilk kez 1837’de
arkeoloji dünyasına W.J. Hamilton tarafından
bildirildiğini ifade eden Benli,
“Eflatunpınar Hitit Anıtı ve havuzunun, MÖ
yaklaşık 1200 yıllarında Geç Hitit döneminde
Kral IV. Tutalya tarafından yaptırılmış
olduğu anıtın en üst taşında bulunan krala
ait simgeden anlaşılmaktadır.
1837 yılından beri 3,5 metre yüksekliğinde
bir yapı olarak tanınmışken, Konya Müze
Müdürlüğü tarafından 1996-1997 ve 1999-2001
yılları arasında yapılan kazılar sonucunda 7
metre yüksekliğinde olduğu ve anıta
bağlantılı olarak yapılmış 30X34 metre
boyutlarında kutsal havuzunun bulunduğu
ortaya çıkarılmıştır. Anıtın cephesinde 19
taş blok üzerinde çeşitli figürler yer alır.
En üstte kanatlı güneş kursu IV. Tutalya’nın
simgesi, altında iki güneş kursu ve hemen
alt sırada tahtında oturur konumda Güneş
Tanrıçası ve Fırtına Tanrısı bulunmaktadır.
Bu iki tanrının aralarında ve yanlarında ise
göğü taşıyan kanatlı cinler ve boğa adamlar,
en alt sırada ellerini göğsünde kavuşturan
beş adet tanrıdan sağ ve sol baştakiler dağ
tanrılarını ortadaki üçü ise yer altı su
kaynağı tanrılarını tasvir etmekte olup dini
törenlerde eteklerindeki deliklerden fıskiye
şeklinde su akıtılmakta olduğu
düşünülmektedir. Anıtın iki yanında havuzun
kuzey duvarı üzerinde iki adet pınar
tanrıçası bulunmaktadır.
Anıtın karşısında havuzun güney duvarına
bitişik platform önünde anıta yönelik tahtta
oturur durumda tanrı-tanrıça, (güneş
tanrıçası-fırtına tanrısı) çifti yer
almaktadır. Havuzun doğu duvarı ortasında
tanrı-kral kabartması bulunmaktadır. Havuzun
dışında kalan tek blok halindeki üçlü boğa
protonu, havuzun batı duvarının güney ucunda
bulunan boşluk için hazırlanmış olmalıdır.
Boğa kabartmalı bloğun yerleştirilmemiş
olması ile anıtın tamamlanamadığı
muhtemeldir” şeklinde konuştu.
Konya Hakimiyet, 13.07.2012
|
SUMBAS'TA ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMASI ÇALIŞMALARI
Sumbas'ta Kültür ve Turizm Bakanlığı ve
Kocaeli Üniversitesi işbirliği ile Taşınmaz
Kültür Varlıkları Envanteri Projesi kapsamında
"Arkeolojik Yüzey Araştırması" çalışması
sürdürüldüğü bildirildi.
Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Anabilim
Dalı Başkanı Doç.Dr. Füsun Tülek ile Kültür ve
Turizm Bakanlığı Temsilcisi Binnur Karadağ, İlçe
Milli
Eğitim Müdürü Yılmaz Kırpık'ı ziyaret ettiler.
Tülek, ziyarette yaptığı konuşmada, çalışmadaki
amaçlarının 2005 yılından bu yana
Osmaniye ve ilçelerinde tespit edilebilen
arkeolojik varlıkların belgelemesini, tescilli
varlıkların ise
bilgi ve belge güncellemesini
sağladıklarını söyledi.
Tülek, bu kapsamda ilçede 4 Ağustos'a kadar
çalışmaların süreceğini ve bu tarihten sonra diğer
ilçelerde devam edileceğini ifade etti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel
Müdürlüğü izni ile yürütülen çalışmaya Kocaeli
Üniversitesi Bilimsel Araştırma Proje Birimi ve
Osmaniye Valiliği'nin
destek verdiğini anımsatan Tülek, şunları
kaydetti:
"Gittiğimiz her yerde başta halkımız olmak üzere,
yerel yöneticilerimizden her türlü ilgi ve desteği
görmemiz bize şevk veriyor. Arkeolojiye sahip
çıkmalıyız. Vatandaşlarımızın bilinçlenmesi
bakımından arkeolojinin milli eğitim müfredatına
girmesi gerektiğine inanıyorum. Arkeolojik varlığa
sahip çıkmamak, o toprağa saygı göstermemek
demektir. Kültürümüzü ve tarihimizi gelecek
nesillere doğru ve sağlıklı bir şekilde aktarmamız
gerekiyor. Bunun için de arkeolojiye ve tarihe sahip
çıkmak gerekiyor. Tarihine sahip çıkmayan toprağına
sahip çıkmamış olur. Biz toprağımıza sahip
çıkmazsak, başkaları sahip çıkar.
Destek verenlere teşekkür ediyoruz."
Milli Eğitim Müdürü Yılmaz Kırpık ise çalışmaya
gerekli desteğin verileceğini belirterek, ekibe
çalışmalarında başarılar diledi.
Mynet Haber, Haber: Mustafa Yorulmaz - Menderes
Özat - Mutlu Bozdağ,
13.07.2012
|
OLUZ HÖYÜK'TEKİ ARKEOLOJİK KAZILAR
İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü
Öğretim
Üyesi ve Oluz Höyük Kazı Başkanı Doç.Dr. Şevket
Dönmez, "Tahminlerimiz doğruysa Anadolu'ya giren
öncü göçebe Türklere ait ilk somut arkeolojik
bulgulara ulaşmış durumdayız" dedi.
Dönmez, AA muhabirine yaptığı açıklamada, merkeze
bağlı Toklucak Köyü yakınlarında 2012 yılı Oluz
Höyük arkeolojik kazılarının yarın 10 akademisyen,
15 arkeoloji öğrencisi
ve 50 kişiden oluşan işçilerin katımıyla
başlayacağını söyledi.
Kazıların bu yıl 70 gün süreceğini ve 200 bin
liralık bütçeye sahip
olduklarını belirten Dönmez, 2007 yılında
başlayan 6'ncı yılındaki Oluz Höyük arkeolojik
kazılarında önemli bilgi
ve bulgulara ulaşmayı umduklarını ifade etti.
Bugüne kadar sürdürdükleri kazılarla
ilgili
değerlendirmelerde
bulunan Dönmez, "Kazılarımızın ilk 5 yılı oldukça
verimli ve sürprizlerle geçti. Oluz Höyük, Amasya
için çok önemli bir yerleşim. Kazıların sonuçlarında
bunu gördük. Amasya çok köklü bir tarihe sahip. Oluz
Höyük'teki 5 yıllık kazılarda çok
sağlam bir tabakalaşmayla 9 mimari tabaka
içinde İlk Tunç Çağı'ndan Orta Çağ'a kadar çok
sağlam bir kronoloji ortaya çıkmaya başladı"
diye konuştu.
Oluz Höyük'teki en erken
zamanlı kentin İlk Tunç Çağı'na ait
olduğunu vurgulayan Dönmez, şöyle devam etti:
"Bu kenti yamaçlardan takip edebiliyoruz. Ama
onun üzerindeki Hitit kenti kuvvetli bir yangında
tahrip olmuş. Hitit kentinin üzerinde oldukça kalın
bir kültür birikintisi var. Bu nedenle bu yıl Hitit
kentinin araştırmalarına ağırlık vereceğiz. Daha
sonra bir Frig kenti var. Bu kentle
ilgili çok önemli verilere ulaştık.
Friglerin ana tanrıçası Kubaba (Kibele) ile
ilgili ilginç önemli bir yapıya ulaştığımızı
hissettik. Bu yapıyla ilgili
çalışmamız
bu yıl devam edecek. Bunun bir şapel ya da tapınak
olduğunu düşünüyoruz. Bu yapının yakınında bir
Kubaba heykelciği bulduk. Yine kemik eserler bulduk
bu kültürle ilgili. Bu konudaki araştırmamız devam
edecek."
Kazıda şaşırtıcı olan durumun, söz konusu yerde
bir Pers yerleşmesi bulunması olduğunu anlatan
Dönmez, bir Akamenit sülalesine ait Pers yerleşmesi
kültürüne ait anıtsal yol keşfettiklerini, bu yolun
bir malikaneye ulaştığını hissettiklerini, bu yılki
kazılarda bunun üzerinde duracaklarını söyledi.
-Anadolu'ya giren öncü göçebe Türklere ait ilk
somut arkeolojik bulgular-
Doç.Dr. Dönmez, Oluz Höyük'teki son bulgularda,
Pers dönemi kültür tabakası içinde buldukları
yaklaşık 100 mezarın İslami tarzda gömüldüğünü
belirterek, şöyle konuştu:
"Bu mezarları yorumlamamız 3-4 yıl sürdü.
Özellikle 2011 yılındaki çalışmalar bu mezarların
sahiplerinin İslami tarzda gömüldüklerini bize
gösterdi. Yalnız bu mezarlardan birinde çeşitli
buluntulara ulaştık. 6 yaşlarında bir kız çocuğuna
ait bir mezar bu. Sol kulağında basit halka
biçiminde küpe, sağ kulağında halkaya takılmış muska
biçiminde bir küpe ve göğüs kısmında da bir beze
sarılmış bir fibula (çengelli iğne) bulundu ki
İslami tarzdaki gömülerde pek bu tür buluntu ele
geçmez. Bu mezarlar üzerinde araştırmalarda
bulunduk. Bu mezarların göçebe insanlara ait
olduğunu düşünmeye başladık. Özellikle kış dönemi
yaptığımız çalışmalarda 6 yaşlarında bulunan bu kız
çocuğunun iskeleti üzerinde yoğunlaştık. Biz bu
mezarlığın ilk tarihlemelere göre buluntulardan da
yola çıkarak 10 ve 11. yüzyıla ait olduğunu
düşünüyoruz. Bunlar büyük olasılıkla Anadolu'ya
giren ilk öncü Türklere ait. Ama kesin tarihleri
için henüz karbon 14 testleri yapmadık. Bunları da
yaptıktan sonra daha kesin bir değerlendirme
yapacağız. Tahminlerimiz doğruysa Anadolu'ya giren
öncü göçebe Türklere ait ilk somut arkeolojik
bulgulara ulaşmış durumdayız. Bu seneki
kazılarımızda da bu mezarların devamını, yeni
mezarları keşfetmeyi umuyoruz."
Söz konusu mezarın önemini vurgulayan Dönmez,
şunları kaydetti:
"İslami gelenekteki gömüler, göçebelerin hayat
tarzlarıyla, yaşamlarıyla ilgili çok somut verilere
bizi ulaştırıyor. Bu bağlamda bu kadar erken
dönemdeki Türklerin Müslümanlığı kabul etmiş
olmaları tabi çok doğal ama bununla beraber kendi
geleneklerini de terk etmediklerini anlıyoruz. Hem
İslami gelenekleri kabul etmişler ve bununla ilgili
ölü gömme geleneklerini uyguluyorlar, bir yandan da
bu ölü gömme gelenekleri içinde kendi geleneklerini
yaşatmaya devam ediyorlar. Bu ilginç bir nokta.
Burada İslamiyet'e geçiş aşamasını yaşıyoruz."
Dönmez, bu yılki kazılarda önemli bilgi ve
bulgulara ulaşmayı hedeflediklerini sözlerine
ekledi.
haberciniz.biz, Haber: Fatih Mehmet Kürkçü,
13.07.2012
|
ANTİK KENTTE AMAZON SAVAŞÇILARININ İZLERİNE
RASTLANDI

Stratonikeia
Antik Kenti
Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, kazı
çalışmalarında ata binen bir Amazon kadınının tasvir
edildiği heykel parçası ile bin 600 yıllık toprak
kandil bulunduğunu bildirdi.
Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
öğretim üyesi ve Stratonikeia Antik Kenti Kazı
Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, yaptığı açıklamada, bu
yılki kazı çalışmaları sırasında, antik kentin
batısındaki sur civarında 25-30 santim boylarında
bir heykel parçasına rastladıklarını söyledi.
Gün ışığına çıkarılan mermer heykelin, at üzerinde
bir Amazon kadınını tasvir ettiğine değinen Söğüt,
Stratonikeia'da ilk kez bir Amazon kadınına ait
heykele rastladıklarına işaret etti. Mermer heykelin
yaklaşık bin 900 yaşında olduğunu kaydeden Doç.Dr.
Söğüt, ''Bu heykel Stratonikeia'lıların Amazonları
çok sevdiğini gösteriyor. Heykelin kalan
parçalarının da kazılar sırasında bulunacağını
düşünüyoruz'' dedi.
Amazonların anaerkil bir topluluk olduğunu anlatan
Bilal Söğüt, mitolojide de Amazonlar'ın, savaş
tanrısı Ares'in kızı olarak tanımlandığını söyledi.
Sögüt, Amazonların savaşçı bir toplumun fertleri
olduklarını, ok, yay, kalkan taşıdıklarını ve at
üzerinde dolaştıklarını belirterek, şöyle konuştu:
''Amazon kadınlarının iyi ok atabilmek için tek
göğüslerini kestirdikleri bilinmektedir. Truva
Savaşı'na katılmış ve Anadolu'nun savunmasında
kahramanca mücadele vermişlerdir. Amazonların
kraliçesi, Penthesileia Akhilleus tarafından
öldürülmüştür. Akhilleus bir kadını öldürdüğü için
çok üzülmüş ama sonuç değişmemiştir. Amazonlar en
büyük savaşı Greklere karşı yapmıştır. Pek çok
yapıda Amazon-Grek savaşı yer almaktadır.''
Kartal kafalı, aslan başlı kandil
Doç.Dr. Bilal Söğüt, kazı çalışmaları sırasında bir
de toprak kandilin günışığına çıkarıldığını
bildirdi. Kandillerin mezar hediyesi ve kehanet
aracı olarak kullanıldığını anlatan Söğüt, toprak
altından çıkarılan kandilin, öncekilerden farklı
olduğuna işaret etti.
Kandilin gövdesinin, kartal kafalı ve kanatlı, aslan
gövdeli ''Griffon'' adlı mitolojik yaratık şeklinde
tasarlandığını belirten Bilal Söğüt, ''Yaklaşık bin
600 yıl önce aydınlatma aracı olarak kullanılan bu
kandil, bölgede bulunan nadir eserlerden birisi.
Daha önce Stratonikeia'da bu şekilde bir kandil
bulunmamıştı. Kalıpta yapılmış kandilin çok özel bir
amaç için kullanıldığını düşünüyoruz. Bizim için çok
sevindirici'' diye konuştu.
Sabah, 13.07.2012
|
ANTİK KENTTE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

Gazipaşa'nın Güney Köyü’nde bulunan Antiocheia Ad
Cragum antik kentinde kazı çalışmaları başladı.
Gazipaşa Belediye Başkanı Cemburak Özgenç, Güney
Köyü’nde bulunan Antiocheia Ad Cragum antik kentinde yapılan kazı çalışmalarını yerinde
inceledi. Başkan Özgenç, Nebraska Üniversitesi tarih
bölümü öğretim üyelerinden Prof.Dr. Michael Hoff,
aynı üniversiteden Doç.Dr. Ece Erdoğmuş, Clack
Üniversitesi’nden öğretim görevlisi Rhys Townsend ve
Atatürk Üniversitesi’nden Yrd. Doç.Dr. Birol
Can’dan kazı çalışmaları hakkında bilgi aldı.
Özgenç, yaptığı açıklamada, "Güney Köyü’ndeki bu
alan çok önemli bir yerleşim ve kazı yapılıyor
olması, hayallerimizin gerçekleşmesini sağlıyor"
dedi. Başkan Özgenç, kazı heyetinin talep ettiği
konularda mutlaka yardımcı olacaklarını ve bu dünya
kültür mirasının tüm insanlığa sunulması konusunda
ellerinden gelen katkıyı sağlayacağını ifade etti.
Gelişmelerin heyecan verici olduğunu belirten
Özgenç, "Kültürel gelişim olmadan tek başına güneş,
kum ve deniz hiçbir şey ifade etmez" diyerek
sözlerini tamamladı.
Güney Köyü Nohutyeri
mevkiinde bulunan Dağlık
Kilikya uygarlığının önemli kentlerinden birisi
olan Antiochis Ad Cragum antik kentinde kazı
çalışmaları devam ederken, antik kentin bin 700
yıllık hamamında kazı çalışmaları başladı. 500
metrekare olduğu tahmin edilen hamamın zemininde
bulunan mozaikler gün ışığına çıkıyor, tarihi
hamam restore edilip üstüne çatı yapılarak,
mozaikler yerinde sergilenecek.
Haber Alanya, 12.07.2012
|
TARİH FIŞKIRIYOR

Salihli Sart'da yapılan kazılarda Geç Roma
Dönemi'ne ait olabileceği düşünülen toplu mezar
alanı bulundu. Nekropolis büyük merak uyandırdı.
Salihli'ye bağlı Sart beldesinde geçtiğimiz eylül
ayında yürütelen çalışmalar sırasında bulunan lahit
mezarın çıkarılmasının ardından devam eden kazılarda
Genç Roma Dönemi'ne ait olabileceği düşünülen toplu
mezar alanı bulundu.Sart antik kentinde devam eden
kazı çalışmalarında da Bizans Dönemi'ne ait
mezarlar, Lidya Krallığı'na ait teras ve üzerinde
üzüm ve kuş figürü bulunan duvar parçası ortaya
çıkarıldı.
Sart Beldesi'nde lahit mezarın bulunmasından sonra
sürdürülen kazı çalışmaları sonrası Genç Roma
Dönemi'ne ait toplu mezar alanı bulunduğunu
açıklayan kazı başkanı Prof.Dr. Nicholas Dunlop,
“Şuana kadar yedi mezar ortaya çıkarıldı. Ayrıca,
yine zeminden bir metre kadar aşağıda tuğla ve taş
karışımı bir duvar tespit edildi” dedi.
Sart antik kentinde devam eden kazı çalışmalarında
da Bizans Dönemi'ne ait mezarlar, Lidya Krallığı'na
ait teras ve üzerinde üzüm ve kuş figürü bulunan
duvar parçası ortaya çıkarıldı. Kazı başkanı
Prof.Dr. Nicholas Dunlop, 1 Haziran'da başlatılan
çalışmaların tarihi dokuya zarar vermemek için çok
titiz sürdürüldüğünü söyledi. Prof.Dr. Dunlop
“Kazılarda elde ettiğimiz bulguları
laboratuvarımızda temizledikten sonra
birleştiriyoruz. Kültürün nasıl değiştiğini
belirlemeye çalışıyoruz. Sart antik kenti, Lidya
kültürünü ortaya çıkarılabileceğimiz en uygun yer”
diye konuştu.
Hürriyet, Haber: Emre Saçlı, 10.07.2012
|
8 - 14 Temmuz 2012
|
SPRADON ANTİK KENTİ, TOKİ KONUTLARINA DÖNÜŞTÜRÜLMEK İSTENDİ!

Kayıp lahit bir gecekondunun bahçesinde bulundu
İstanbul Avcılar'da TOKİ'nin konut yapacağı bölgenin "antik kent" olduğunu belirten İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin verdiği mücadele bir antik kent alanının TOKİ konutlarına dönüşmesini engellerken, süreç içinde yaşanan gelişmeler İstanbul'da tarihi eserlerin nasıl hiçe sayıldığını da gözler önüne serdi.
İstanbul'da TOKİ'nin konut yapmak istediği yerin antik kent olduğunu belirten ve eldeki tek kanıtın yok olmasının ardından mücadeleyi bırakmayan İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları, bir antik kent alanının TOKİ konutlarına dönüşmesini engelledi.
Radikal gazetesinden Ömer Erbil'in haberine göre, İstanbul Avcılar'daki Tahtakale Mahallesi'nde, İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanlarınca 'Spradon' antik kenti olarak nitelendirilen 1. derece arkeolojik sit alanı ile ilgili kavga büyüyor. Toplu Konut İdaresi (TOKİ) konut alanı olarak ayrılan arazinin sit alanı olmasına karşı çıkarak müzeyi yalan rapor hazırlamakla suçladı. Hatta bir arkeolog ve iki sanat tarihçisine araziyi inceleten TOKİ, Spradon ismiyle bir antik kent olmadığını, lahit kapağının da 'hayal ürünü' olduğunu ileri sürdü. İstanbul 1 No'lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu üyeleri ise yerinde yaptıkları incelemede lahit kapağının yerinde olmadığını saptadı. Müze zor durumda kaldı. Planlarda lahit kapağı gösteriliyordu, ancak tarihi kapak sırra kadem basmıştı. Gece gündüz aylarca kapağın izini takip ettiler. Sonunda kapak bulunması gereken yerden 1 kilometre uzakta, bir çobanın evinin bahçesinde ortaya çıktı. Lahit kapağı bulunmuş, müze onurunu kurtarmıştı. Ve şimdi tüm arazi kazılmaya başlandı.
TOKİ dalga geçti
İstanbul Arkeoloji Müzesi ile TOKİ arasında Avcılar ilçesi Tahtakale Mahallesi Ispartakule mevkiinde sit kavgası 2 yıldır sürüyor. Müze uzmanlarının "Spradon antik kentinin bulunduğu alanın komşu parsellerinde yüzey buluntularının bu adalara doğru yayılım gösterdiği belirlenmiştir. Çok sayıda kaçak define kazısı ve kaçak çukurlara rastlanılmıştır. Bir adet kireç taşı sütun başlığı, bir adet blok üzerinde haç motifi parça, bezemeli mimari yapı elemanları tespit edilmiş. Buluntuların antik kentin 501, 508, 509 adaların batısına doğru yoğunluk gösterdiği, yüzeydeki mimari buluntuların da insitü olmadığı belirlenmiştir" şeklinde verdikleri rapor ile arazide arkeolojik sit alanı genişletildi. Ancak TOKİ müzenin bu raporuna itibar etmeyerek bağımsız bir rapor hazırlattı. Arkeolog Prof. Dr. Sümer Atasoy, sanat tarihçiler Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vefa Çobanoğlu ile Hayri Fehmi Yılmaz hazırladıkları raporda İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanlarının Spradon antik kenti olarak tespit ettiği yerin Spradon olmadığını ileri sürdü. Raporda lahitle ilgili de şöyle denildi: "3. derece sit alanı olarak karar verilen alanda karar eki haritada lahit olarak belirtilen yerde lahte ait bir veri yoktur. Haritaya işlenen bu bilgi somut bir veriye de dayanmamaktadır. Sözü edilen lahit kapağının varlığı, ne zaman bulunduğu, ne zaman bölgeden uzaklaştırıldığı ve sonrasındaki akıbeti de meçhuldür. Sözlü bilgiye göre varlığı düşünülen ve kolayca taşınabildiği anlaşılan bu lahit/lahit kapağının bölgede ve çevresinde bugün izlenebilen kalıntılarla bir bağı kurulamadığı için bölgeye daha önce dışarıdan getirilmiş olabileceği de göz ardı edilmemelidir.''
Arkeoloji Müzesi suçlandı
Tüm bu gelişmeler üzerine TOKi Koruma Kurulu'na başvurarak arazinin sit alanından çıkarılmasını istedi. Kurul bağımsız raporu gündeme almadı. Ancak TOKİ bu kez Kültür ve Turizm Bakanlığı'na hem kurulu hem de müzeyi şikâyet etti. Bakanlık devreye girince de Koruma Kurulu üyeleri araziye çıkarak yerinde incelemede bulundu. Yapılan incelemede kurul üyelerinin de aklı karışmıştı. Çünkü TOKİ raporunda da iddia edildiği gibi lahit kapağı planlarda işlendiği yerde görülmüyordu. Yine planlarda varlığı gösterilen mimari parçalar, arkeolojik buluntular ortada yoktu. Arazinin hemen her köşesi defineci çukuru ile doluydu. Koruma Kurulu ilk toplantıda konuyu gündeme aldı. İstanbul Arkeoloji Müzesi olmayan lahit kapağını sit haritalarına işletmekle suçlandı.
Çobanın evinin bahçesinde bulundu
İstanbul Arkeoloji Müzesi bu durumu onur mücadelesi haline getirdi. Lahit kapağını plana işleten 2 uzmana ulaşıldı. Uzmanlardan biri üniversiteye geçmiş, diğeri ise lisans eğitimi için İngiltere'ye gitmişti. Her iki uzman lahit kapağını gördüklerini ileri sürüyordu. Ancak tonlarca ağırlıktaki tarihi kapak yer yarılmış sanki içine girmişti. Müze kapağı bulamaz ise TOKİ haklı çıkacak, arazi sit alanından çıkacaktı. Hem bir antik kent yok edilecek hem de müzenin imajı yerle bir olacaktı. Müze uzmanları lahit kapağı için tüm gücüyle araştırmaya başladı. Bölge didik didik arandı. Definecilerin uğrak yeri olan antik kentte müzenin tahmini definecilerin çaldığı yönündeydi. Uzmanlar çevredeki evlerin bahçelerini, dere yataklarını dip köşe aramaya başladı. Geçen haziran ayının son haftasında ilk görüldüğü yerden yaklaşık 1 kilometre uzaklıktaki bölgede çobanlık yapan Adem Yiğit isimli şahsın evinin bahçesinde bulundu. Müze uzmanlarının görüştüğü Adem Yiğit "Ben getirmedim, bir sabah burada olduğunu gördüm, ne işe yaradığını da bilmem" dedi.
Müze uzmanları hemen rapor tuttu. Raporda şöyle denildi:
"Lahit kapağının bulunduğu Adem Yiğit isimli şahsın Süphan Sokak No: 18 Avcılar adresine gidilmiştir. Evin dış kısmında bulunan, yerel taştan yapılmış olan lahit kapağı semer damlı ve köşe akroterlerine sahip olup, 1.90 m uzunluğunda, 0.95 m genişliğinde ve 0.60 m yüksekliğindedir. Eser sağlam durumda olmakla birlikte üzerinde aşınma ve tahribat izi görülmektedir. İşleniş özellikleri ile Roma - Geç Roma dönemine ait olduğu anlaşılmakta olan lahit kapağının herhangi bir zarar görmemesi ve güvenliğinin sağlanması ilgili adreste bulunanlara bildirilmiş olup lahit kapağının güvenliği için acilen müzemize getirilmesi gerekmektedir."
Hem onur hem antik kent kurtuldu
Müze hem onurunu hem de bir antik kentin yok oluşunu kurtardı. Lahit kapağının bulunması üzerine arazide kurtarma kazıları da yeniden başladı. Lahtin bulunduğu alanda yeni mezar buluntuları çıkmaya başladı. Bir süre daha devam edecek kazılar sonunda alanın 1. derece arkeolojik sit olarak kalması yönünde rapor hazırlanarak Koruma Kurulu'na sunulacak. Kurul aksi yönde karar vermez ise TOKİ'nin bu bölgede konut yapma hayalleri de son bulacak.
SoL Haber, 15.07.2012 |
ATATÜRK'ÜN ZİYARET
ETTİĞİ TARİHİ HÜKÜMET KONAĞI KADERİNE TERKEDİLDİ
Daday İlçesi'nde bulunan
ve 30 Ağustos 1925 tarihinde Mustafa Kemal
Atatürk`ün ziyaret ettiği tarihi hükümet konağı
binası kaderine terk edildi.
Daday İlçesi'nde bulunan
tarihi hükümet konağının 1891 yılında dönemin
Kastamonu Valisi Abdurrahman Paşa tarafından temeli
atıldı.
25 Kasım 1891`de Vali
Vekili Muharrem Bey tarafından hizmete açıldı.
Tarihi konak uzun yıllar Kaymakamlık, Mal Müdürlüğü,
Nüfus Müdürlüğü ve Adliye olarak hizmet verdi.
2008
yılında burada bulunan kurumların yeni yapılan
hükümet binasına taşınmasının ardından kaderine terk
edildi. Yetkililerden alınan bilgiye göre, Daday
Kaymakamlığının geçtiğimiz yıllarda Kastamonu İl
Kültür Müdürlüğü`ne binanın restore edilmesine
yönelik başvuruda bulunulduğu ama olumsuz yanıt
geldiği bildirildi. Kaderine terk edilen tarihi
hükümet konağı, restore edileceği ve hizmete
gireceği günü bekliyor.
Kastamonu Postası,
13.07.2012
|
AKM'YE 'ZARAFET' GELECEK

2008’den bu yana kapalı
duran Taksim’deki
Atatürk Kültür Merkezi
’nin (
AKM ) restorasyonu
nihayet başladı. Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay,
tadilat çalışmaları konusunda ruhsatın alındığını
belirterek, Cumhuriyet’in 90. yılında
AKM ’nin
perdelerini açacağını söyledi. Günay, 69 milyon
lirayı bulan restorasyon çalışmalarına Sabancı
Topluluğu’nun da 30 milyon lira destek vereceğini
hatırlattı.
Bakan Günay, Sabancı Topluluğu temsilcileri ve
ihaleyi alan yüklenici firmalarla birlikte dün
AKM ’nin önünde bir
basın toplantısı düzenledi. Hazırladıkları bir
önceki projenin mahkeme tarafından iptal edildiğini
anlatan Günay, “Biz de başka bir proje hazırladık.
Yeni projede kaynak bulmakta zorlandık. Akıl veren
çok ama para verme yok maalesef. Sabancı
Topluluğu’yla birlikte bir çalışma yapmaya karar
verdik. Güler Sabancı’yla kendi aramızda konuştuk,
değerlendirdik. 30 milyon lira destekleyeceklerini
söyledi. İhtiyacımızın yüzde 40’ını karşılayan bir
kaynak oldu. İhale süreci başladı. Teknik
eksiklikler giderildi. İhaleyi Yeni Yapı ve Taca
firması aldı. Ciddi bir indirim yaptı. Maliyet 69
milyon lira olacak. Süre 540 gün. 2013 yılında
Cumhuriyet’in 90. yılına yetiştireceğiz. Bu kaynağın
karşılığında ana konser salonunun adı Sabancı Salonu
olacak. Onun dışında bir şey rica etmediler” dedi.
Binanın estetik görünüme kavuşması için yenileme
çalışmalarının yapılacağını belirten Günay, “İçinde
bin 200 kişilik bir konser salonu var. 500 kişilik
ve 200 kişilik başka salonlar var. Bu salonlar
çağdaş teknolojiye uygun şekilde yenilenecek.
Isıtma, soğutma, teknik aksam, sahne mekanikleri
kötüydü. Güçlendirme ihtiyacı vardı. Akustik
kötüydü. Bina eskimişti. Sadece onarmayalım, daha
iyileştirelim diye çalışıyoruz. Kuruldan geçti.
Belediyeden onaylandı. Ruhsat verildi ve çalışmalar
başladı. Hem güçlendireceğiz hem işin içine estetik
katmaya çalışacağız. Binanın dünyadaki diğer kültür
merkezleri ile kıyaslandığında estetik zarafetten
yoksun olduğu konusunda yakınmalar vardı” diye
konuştu. Basın toplantısının ardından Günay,
AKM ’yi gezerek
yetkililerden çalışmalar hakkında bilgi aldı.
Radikal, Haber: Serkan
Ocak, 13.07.2012
|
120 MİLYON $'LIK
'ÇIĞLIK'IN SAHİBİ BELLİ OLDU: KOLEKSİYON DELİSİ LEON
BLACK!

Mayısta 120 milyon
dolara satılan ve dünyanın en pahalı tablosu
unvanını alan Munch'ün Çığlık isimli eserinin
sahibini Wall Street Journal ortaya çıkardı. 'Norveç
dışındaki' tek Çığlık, 750 milyon dolarlık
koleksiyonun sahibi Black'in olmuş.
Norveçli Edvard Munch'un
'Çığlık' tablosunu rekor fiyatla satın alan kişinin
ismi sonunda belli oldu: Leon Black. Mayıs başında
gerçekleşen müzayede sonrasında, Çığlık'ı satın alan
kişi adının açıklanmasını istememişti. Eser,
Sotheby's'deki açık artırmada sadece 12 dakika
içinde alıcı bulmuş ve 119.9 milyon dolara (yaklaşık
212 milyon TL) el değiştirmişti.
Peki kim bu Leon
Black?
60 yaşındaki ABD'li işadamı, ABD'de özelikle
sanat eserlerine yaptığı cömert yatırım ve
yardımlarla tanınıyor. Black, New York merkezli
Apollo Global Management LLC'nin kurucusu ve CEO'su.
105 milyar dolarlık bir varlığı yöneten Black'in
serveti, Apollo'nun Mart 2011'de halka açılmasıyla
zirve yaptı.
Bugüne kadar sanat alanında kırılan rekorların
çoğunun altında da Black'in imzası var. 2009 yılında
Raphael'in 'Head of a Muse' isimli çizimine 47.6
milyon dolar ödeyen Black, 2005 yılında da
Constantin Brancusi'nin Bird in Space isimli
heykeline 27 milyon dolar ödemiş, bu eser de o dönem
tarihin en pahalı heykeli unvanını almıştı.
3.4 milyar dolarlık servete sahip olan Black'in
sanat koleksiyonunun değerinin ise 750 milyon dolar
civarında olduğu konuşuluyor.
Bu arada Black, mart ayı içinde eşi Debra Black ile
birlikte, mezun olduğu üniversitenin bir görsel
sanat merkezi inşa etmesi için tam 48 milyon
dolarlık bağışta bulunmuştu.
Reelde en pahalısı
hala Picasso
Çığlık, 120 milyon dolarlık satışla tarihin en
pahalı tablosu olmuştu. Tabii hatırlatmakta fayda
var. Reel fiyatlar geçerli olduğunda yani işin içine
enflasyon da katıldığında, Munch'un tablosu ikinci
sıraya iniyor. Reel fiyatlara göre, tarihin en
pahalı tablosu, 2004'te 104 milyon dolara satılan
Picasso'nun 'Boy with a Pipe' isimli eseri.
Müzeler savaş için
bekliyor
Tabloya sahip olan kişinin Black olması,
ABD'deki iki müze arasındaki gerilimi de artıracak.
Bunun nedeni de Black'in hem New York'taki
Metropolitan Museum of Art hem de Museum of Modern
Art'ta yönetim kurulu üyesi olması. Şimdi iki müze
'Çığlık'ı kapmak için yarışacak...
1895 yılında yaptı
Norveçli ressam Edvard Munch'ün tartışmasız en
popüler eseri Çığlık (Norveççe Skrik), dünyanın da
en ikonik resimlerinden. Munch'ün 1895 yılında
yaptığı ve kırmızı bir gökyüzü önünde duygusal acı
çeken bir insan figürünü gösteren resim,
ekspresyonizm akımının alametifarikası olarak kabul
ediliyor. Resim, Munch'ün yaptığı bir yürüyüş
sırasında 'gökyüzünün kırmızıya dönmesiyle
hissettiği ve doğadan gelen' bir çığlıktan çok
etkilenmesiyle ortaya çıkmış. Ressamın akıl
sağlığını kaybetme korkusunu yansıttığı 'Çığlık',
'modernlikte bunalan insan' mitinin sembolü haline
gelmiş durumda.

Munch'ün imzasını
taşıyan 'Çığlık'ın yağlı boya, pastel ve taşbaskıdan
oluşan dört versiyonu var. Satışa konu olan tablo
pastel olanı.
Akşam, 12.07.2012
|
BURSA'NIN SURLARI
TARİHİN İZİNİ TAŞIYOR

TMMOB Mimarlar Odası
Bursa Şube Başkanı Nizamettin Kaya, ’Bazı
akademisyenler ve meslektaşlarımızla yaptığımız
incelemeler sonucunda, Bursa Kent Surları üzerinde
değişik tarihi dönemlere tanıklık eden yapım ve
onarım evrelerinin mevcut olduğunu tespit ettik’
dedi.
Kaya, Bursa Akademik
Odalar Birliği (BAOB) Yerleşkesi’nde düzenlediği
basın toplantısında, Bursa’daki surlar hakkında
bir süredir çalışma içerisinde olduklarını
hatırlattı.
Bu çalışmalar sonucunda surların tarihi
özellikleri konusunda önemli bilgiler elde
ettiklerini belirten Kaya, ’Bazı akademisyenler
ve meslektaşlarımızla yaptığımız incelemeler
sonucunda, Bursa Kent Surları üzerinde değişik
tarihi dönemlere tanıklık eden yapım ve onarım
evrelerinin mevcut olduğunu tespit ettik’ diye
konuştu.
Kaya, söz konusu surların üzerinde Helenistik,
Roma, Doğu Roma ve kısmen Osmanlı izleri
taşıyan, bu sürece tanıklık eden yapım ve onarım
evrelerinin mevcut olduğunu anlatan Kaya, şöyle
devam etti:
’Surların sağlam korunan bölümlerinde bu izleri
hala net bir şekilde izlemek mümkün. Bursa
Tophane yamaçlarında bulunan surların yer yer
deprem etkisiyle bozulduğu ve Doğu Roma ve
Osmanlı dönemlerinde onarımlar geçirdiği
anlaşılmaktadır. İri traverten bloklar
Helenistik örgünün devamı olarak günümüze
ulaşmış, Doğu Roma onarımları sonraki onarımlar
daha küçük taş bloklarla, Geç Osmanlı onarımları
moloz taş ve tuğla hatıllarla yapılmıştır.’
Kaya, Türkiye’nin restorasyon ve konservasyon
projelerinde uluslararası temel ilkeleri
oluşturan ’Venedik Tüzüğü’ne imzasının
bulunduğunu anımsatarak, bu kapsamda yapılacak
koruma, onarım ve kazı işlerinde kesin
belgelerin hazırlanması gerektiğini sözlerine
ekledi.
Bursa Olay, 12.07.2012
|
KOMANA ANTİK KENTİ GÜN
YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Tokat'ta Roma ve
Helenistik döneme ait izlerin bulunması amacıyla
Komana antik kentinde yürütülen kazı çalışmaları
devam ediyor.
ODTÜ Mimarlık
Fakültesi Yerleşim Arkeolojisi Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Burcu Erciyas
başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarının,
2012
yılı etabı başladı. Kazı heyeti başkanı Erciyas, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Komana antik kentinde
geçen yıl Hamamtepe ve havuz
bölgesinde çalışmalarını sürdürdüklerini
hatırlattı. Bu yılki kazı çalışmalarına 28
Haziran'da başladıklarını belirten Erciyas,
şunları kaydetti: ''Ağustos
ayının ortasına kadar çalışmalarımız devam edecek.
Hamamtepe bölgesinde 2
alanda çalışmalarımızı yoğunlaştırdık. İlk olarak
'İçlikler' dediğimiz bölgede
devam ediyoruz.
Burada 11. yüzyıla ait küçük bir sanayi sitesi
olduğu düşündüğümüz bölgede
yoğunlaştık. Bu çalışmalarımızın amacı 11.
yüzyıldaki üretim
faaliyetlerini anlayabilmek, Hamamtepe'de
üzerinde yerleşimin hangi kısmının yer aldığını
tespit edebilmek. İkinci alanımız tepeyi
çevreleyen sur
duvarındaki çalışma. Sur
duvarının içliklerle bir
sistem oluşturduğunu düşünüyoruz. 11.
yüzyılda orta Bizans döneminde
sıklıkla rastladığımız, kırsal yerleşimin surlarla
çevrili akropolü (yüksek
yeri) niteliğinde burası.
Surlarla, içliklerle belki idari yapılara da
rastlarsak, orta Bizans
döneminde Tokat'ta Komana'nın bu
dönemdeki yerleşimine dair
bilgiler edineceğiz.'' Havuz
bölgesinde bu sene kazı
çalışmalarını durdurduklarını, restorasyon ön
çalışması yaptıklarını anlatan Erciyas, ''İnşallah
ileride havuzun da
restorasyonunu tamamlayıp tekrar suyla buluşturup
kullanıma açmayı
düşünüyoruz'' ifadelerini
kullandı. İçlikler denilen
bölge hakkında
bilgi veren Erciyas,
''Tepenin nekropol (mezarlık-toplu mezar yeri)
olduğu görülüyor. Yani üzeri mezarlık alanı olarak
kullanılmış. Mezarlığın
altında da Bizans yapılaşmasına rastlıyoruz'' diye
konuştu. Hamamtepe'de
geçen sene buldukları iskeletlerin Hacettepe
Üniversitesi'nde
incelendiğini belirten Erciyas, incelemelerin
tamamlandığını ifade ederek, ''Halkın tarımla
uğraşan mütevazi insan topluluğu olduğunu söylemek
mümkün'' dedi.
-Komana Antik Kenti-
Kaynaklarda, Mitridat Krallığı'nın yönetiminde
önemli bir kültür merkezi olan ve Roma İmparatorluğu
döneminde de özerkliğini
koruyan Komana Antik Kenti'nin, ''Anadolu tanrısı
Ma''ya adanmış kutsal alan olduğu belirtiliyor.
Aynı zamanda
çevre
bölgeler için
ticaret merkezi görevi
gördüğü ifade edilen bölgenin,
o dönemde kutsal alanda
düzenlenen
festivaller, zengin
pazar yeri ve kenti çevreleyen
verimli arazisiyle Anadolu'nun her tarafından
ziyaretçi aldığı kaydediliyor. ODTÜ ve TÜBİTAK
tarafından da desteklenen,
''Komana Pontika Arkeolojik Araştırma Projesi'',
Orta Karadeniz Bölgesi'nin
klasik çağ kenti Komana'nın konumunu belirlemek ve
kentsel dokusunu anlamak amacıyla 2004 yılında
başlatılmıştı. Gümenek Hamamtepe
bölgesinde yüzey
araştırmalarının ardından antik kentin gün ışığına
çıkartılması için kazılara başlanmıştı.
Haber 7, 12.07.2012
|
ANTİK KENTTE KAZI
ÇALIŞMALARI BAŞLADI

Gazipaşa'nın Güney
Köyü’nde bulunan Antiocheia Ad Cragum antik kentinde
kazı çalışmaları başladı.
Gazipaşa Belediye
Başkanı Cemburak Özgenç, Güney Köyü’nde bulunan
Antiocheia Ad Cragum antik kentinde yapılan kazı
çalışmalarını yerinde inceledi. Başkan Özgenç,
Nebraska Üniversitesi tarih bölümü öğretim
üyelerinden Prof.Dr. Michael Hoff, aynı
üniversiteden Doç.Dr. Ece Erdoğmuş, Clack
Üniversitesi’nden öğretim görevlisi Rhys Townsend ve
Atatürk Üniversitesi’nden Yrd. Doç.Dr. Birol Can’dan
kazı çalışmaları hakkında bilgi aldı. Özgenç,
yaptığı açıklamada, "Güney Köyü’ndeki bu alan çok
önemli bir yerleşim ve kazı yapılıyor olması,
hayallerimizin gerçekleşmesini sağlıyor" dedi.
Başkan Özgenç, kazı heyetinin talep ettiği konularda
mutlaka yardımcı olacaklarını ve bu dünya kültür
mirasının tüm insanlığa sunulması konusunda
ellerinden gelen katkıyı sağlayacağını ifade etti.
Gelişmelerin heyecan verici olduğunu belirten
Özgenç, "Kültürel gelişim olmadan tek başına güneş,
kum ve deniz hiçbir şey ifade etmez" diyerek
sözlerini tamamladı.
Güney Köyü Nohutyeri
mevkiinde bulunan Dağlık Kilikya uygarlığının
önemli kentlerinden birisi olan Antiochis Ad
Cragum antik kentinde kazı çalışmaları devam
ederken, Antik kentin bin 700 yıllık hamamında
kazı çalışmaları başladı. 500 metrekare olduğu
tahmin edilen hamamın zemininde bulunan
mozaikler gün ışığına çıkıyor, tarihi hamam
restore edilip üstüne çatı yapılarak, mozaikler
yerinde sergilenecek.
Haber Alanya, 12.07.2012
|
TBMM BİNASI KÜLTÜR
VARLIĞI OLDU

Ankara
Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu,
TBMM Ana Binası'nı, ''Korunması Gerekli Taşınmaz
Kültür Varlığı'' olarak
tescilledi.
TBMM Başkanlığı,
Meclis'in orijinal mimarisinin korunması, izinsiz
inşaat ve tadilat çalışması
yapılmaması için Ankara Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu'na başvurdu.
Başvuruyu değerlendiren
Ankara Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu, Çankaya 7559 ada, 5 parselde bulunan TBMM
Genel Kurul Salonu ve
komisyon salonlarının da
yer aldığı Meclis Ana Binası'nı ''Korunması Gerekli
Taşınmaz Kültür
Varlığı'' olarak tescilledi.
TBMM, bundan sonra
sadece gerektiğinde değil yapacağı her türlü tadilat
ve onarımda kurula müracaat edecek.
Meclis binasında, Koruma
Yüksek Kurulu'nun ilke kararları
çerçevesinde koruma bölge
kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, esaslı
onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya tamamen
yıkma, yakma, kazı veya benzeri işler gibi inşa ve
fiziki müdahalede bulunulamayacak.
İdari, Mali ve Teknik
Hizmetlerden Sorumlu TBMM Genel Sekreter
Yardımcısı Haydar Çiftçi, ''Resmi prosedürü
yerine getirmiş olduk. Doğrusu da bu'' diye
konuştu.
Akşam, 12.07.2012
|
ÇÖPLÜKTEN 2 BİN YILLIK
BURÇ ÇIKTI
Kafe yapmak amacıyla
''Antalya'nın tarihi çekirdek kenti'' olarak
nitelendirilen Kaleiçi'nde satın aldıkları konakta
temizlik yapan inşaat mühendisi çift, çöplük olarak
kullanılan konağın arkasındaki alanda 9.5 metre
yüksekliğinde, Helenistik döneminden kalma yaklaşık
2 bin yıllık burçla karşılaştı.
Yıllardır farklı
binalara şekil veren inşaat mühendisleri
Emine Girgin ile
eşi
Gökhan Girgin,
kendilerine ait bir binaya yaşam kazandırmak için
tarihi Kaleiçi'nden bir konak satın aldı. Konağı
Kaleiçi'nin tarihi özelliklerini yansıtacak şekilde
şekillendirmek isteyen Girgin çifti, burada temizlik
yapmaya başladı.

Konağın arka tarafında bulanan ve çöplük olarak
kullanılan bölümde yaptıkları temizliğin ardından
burç şeklinde yapı gören Girgin çifti, tarihi eser
olabileceğini düşünerek Antalya Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü yetkililerine
haber verdi. Yetkililerin yaptıkları incelemede 9.5
metre yüksekliğindeki burçların
Helenistik
döneminden kaldığı ve yaklaşık 2 bin yıllık geçmişi
olduğu tespit edildi.
Konağın arka tarafına
bitişik olan ve kapı şeklindeki açıklıktan
girilebilen dikdörtgen şeklindeki burcun yan
duvarları 4 metre genişliğinde.

Girgin, yaptıkları çalışmalar ile burcu kafe ile
bütünleştirdiklerini ve kafeye ''Sur
Lounge'' adı verdiklerini dile getirerek,
şunları söyledi:
''Burcun sit alanı içinde yer alması nedeniyle bakım
ve onarım yapamıyoruz. Ama temizleyerek tarihi
dokusunu halkımızın görmesini sağladık. İlgili
kurumların izniyle mekanın tarihi dokusunu bozmadan
çeşitli sergilere ev sahipliği yapıyoruz. Ancak
burcun daha iyi korunabilmesi için bakım ve onarım
yapılması gerekir. Bu konuda yetkililerden destek
bekliyoruz.''
Burcun kafeye gelen insanların da ilgisini çektiğini
belirten Girgin, ''Otantik bir yapısı var. Kafeye
gelenler burcu görünce şaşırıyor. Oldukça dikkat
çekiyor. Tarihi bir mekanı ortaya çıkardığımız için
biz de mutluyuz'' dedi.
Antalya Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü
yetkilileri ise Girgin çiftinin kafe olarak
işlettiği konağın arkasında kalan burcun bilgileri
dahilinde kullanıldığını, ancak burçta tarihi dokuya
zarar verecek bir işlemin yapılamayacağını
kaydettiler.
Habertürk, 12.07.2012
|
MYRA'DA ZEMİN VE
DUVARİÇİ ISITMALI HAMAM BULUNDU

Antalya’nın Demre
İlçesi’ndeki, Likya Birliği’nin en büyük beş önemli
kentinden birisi olan Myra Antik Kenti ve Andriake
antik kentinde yaz dönemi kazıları başladı.
Tarihi MÖ 4’üncü yüzyıla uzanan ve ’Yüce tanrıçanın
yeri’ anlamına gelen Myra’daki kazılar üç ay
sürecek.
Hristiyan
misyonerlerinin en ünlüsü ve hatta en etkilisi
olarak kabul edilen Aziz Paul’ün Antakya’dan
başladığı yolculuğunda gemisini değiştirdiği,
Myra’nın liman kenti Andriake’nin de dahil olduğu
kazı çalışmaları dördüncü yılına girdi.
Myra-Andriake Kazıları’nın başkanlığını
Akdeniz
Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik
yürütüyor. Kazıların Bizans Bölümü Başkanlığı’nı
İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Engin Akyürek, sualtı arkeolojisi
araştırmalarını Konya Selçuk Üniversitesi’nden Dr.
Erdoğan Aslan üstlendi. Bu yılki kazılarda 10 bilim
adamı, 17 arkeolog, 36 öğrenci ve 30 işçi görev
yapıyor.
LİKYA MÜZESİ KURULACAK
Kazıların bu yılki yaz döneminde, Myra Antik
Tiyatrosu’nun sahne bölümünde ve tiyatronun batı
galerisinde çalışmalar yapılacak. Andirake antik
kentindeki agorada, B kilisesinde çalışmalar
yapılacak. Daha önce kazısı başlamış olan Küçük
Hamam’ın iç bölümü kazının ilk günlerinde ortaya
çıkarıldı. Küçük Hamam’ın iç bölümünde ilginç
bulgulara ulaşıldı. Mermer kaplı palestra havuzları
(hamamlarda egzersiz hareketlerinin yapıldığı alan),
soğuk su havuzları, ateşleme sistemleri ve hamama su
sağlayan kanallar bulundu. Kazı boyunca bu hamam
restore edilerek korumaya alınacak, Likya Müzesi
kurma çalışmaları başlayacak, yapılar restore
edilecek.
ZEMİNDEN ISITMALI HAMAM
Kazı Ekibi Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik,
yaptığı açıklamada, üç ay sürecek Myra-Andriake
Kazıları’nın çok yoğun geçeceğine dikkat çekerek, şu
bilgileri verdi:
"Bu en yoğun üç ay sürecek kazı dönemidir. Bu kazı
döneminde daha önce başladığımız tiyatro, en büyük
projemiz olarak devam edecek. Andriake’de agorada
çalışmalarımız devam edecek. Bu yıl bir ilk proje
olarak başladığımız Andriake Küçük Hamamı kazıları
da sürüyor. Bu sezon bunu bitirmeyi amaçlıyoruz.
Küçük hamam enteresan buluntular verdi. Özellikle
hamam mimarlığı bakımından, hamamdaki alttan ve
duvar içi ısıtma sistemleri konusunda in-sutu
buluntular (Hiç bozulmaksızın, binlerce yıl önce
konulduğu yerde aynen duran) bize bir hayli
aydınlatıcı bilgiler verdi. Hamam çalışmaları da
devam ediyor. Andirake’nin tamamı açık hava müzesi
olacağı ve granarium da (Antik Dönem’deki büyük
limanlarda, ardiye, antrepo, silo olarak kullanılan
bina) müze binası olacağı için, Andriake’nin cazibe
alanları hem bilimsel sonuçlara ulaşmak hem de
müzecilik alanında kalıntıların kazılmış ve
sağlamlaştırılmış olarak bu yeni müze alanına katkı
vereceğini düşünüyorum."
Radikal, Haber: Ahmet
Acar, 12.07.2012
|
SİNAN'IN 'GÜNEŞ VE AY'I İNŞAAT GÖLGESİNDE EZİLDİ

Zeytinburnu’nda üç dev gökdelenin dikilmesiyle
İstanbul ’un tarihi siluetinin bozulmasından
sonra
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarihi silueti
korumak için tarihi yarımadada inşaatlara yükseklik
sınırı getirmişti. Bu sınıra göre
İstanbul Bayrampaşa’da yapılacak binaların
maksimum 20-90 metre arasında olması karara
bağlandı.
18 katlı bir ‘hançer’
Ancak bu karara rağmen Gül İnşaat tarafından,
Topkapı surlarının hemen bitişiğinde, Bayrampaşa
Belediyesi’ne bağlı Orta Mahalle’de Temmuz 2007
tarihinde yapımına başlanan 18 katlı bir inşaatın
yükselmesi engellenemedi. İnşaat Edirnekapı’daki
tarihi
Mihrimah Sultan Camii’ni etkiledi. 2927 No’lu
ada üzerinde, 12 parsellik alanda yapılan inşaat,
Mimar Sinan tarafından Edirnekapı’da Kanuni Sultan
Süleyman’ın kızı
Mihrimah Sultan için yapılan caminin tarihi
yarımada silueti içindeki görünümünü bozdu.
Gül İnşaat tarafından yapılan yapı dikkat çekti. Ama
Mihrimah Sultan Camii’nin tarihi yarımadadaki
varlığını gölgeleyen tek bina da bu değildi.
Caminin silüet içindeki görünümü Bayrampaşa’da 2009
yılında yapılan Silkar Holding’e ait binayla da
bozulmuştu. Bayrampaşa Belediyesi İmar ve Şehircilik
Müdürü Şükrü Çalım “Bahsi geçen inşaatların olduğu
bölge, Koruma Kurulu’na tabi olmadığı için kurula
sormadık.
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin siluet
ile ilgili aldığı bir karar var. Bu binaların
ruhsatı meclisin. Siluetle ilgili aldığı karardan
önce verilmiş dolayısıyla yapacak bir şey yok. Fakat
daha sonra bize gelen projeleri incelerken
İstanbul ’un siluetini dikkate aldık.’’
Eski Koruma Kurulu üyesi Doç.Dr. Feridun Özgümüş
tepkili: “Modern mimariler yapılacağı zaman yapının
nereye yapılacağına dikkat etmek lazım. Modern
yapılar tarihi yapıların görüntüsünü bozmamalı. Eğer
modern bir yapı tarihi bir yapının dokusunu
bozuyorsa Koruma Kurulu’na şikayette bulunulur.
Tarihi bir yapının dokusuna zarar veren böyle bir
proje kurulda benim önüme gelse, asla altına imza
atmam.”
Yerel yönetim ‘görmüyor’
Şehir Plancıları Odası
İstanbul Şube Başkanı Tayfun Kahraman ise yerel
yönetimi eleştirdi:
“İBB Meclisi’nin siluet ile ilgili aldığı karardan
önce yapılan binalar maalesef hem
İstanbul siluetine hem de tarihi yarımadanın
dokusuna zarar verdi. Ancak burada önemli olan
nokta, yerel yönetimin bu binalara izin verirken
binaların ileride sorun yaratacağını
kestirememesi.’’
Radikal, Haber: İdris Emen, 12.07.2012
|
BRİAS SARAYI KALINTILARI IŞIĞA KAVUŞTU
İstanbul Kartal'da, Cevizli Tekel Fabrikası'ndaki tarihi kalıntılar gün yüzüne çıkartılıyor. Erken Bizans dönemine ait olan Brias Sarayı'nın kalıntılarının bulunduğu kazı alanı, Kartal Belediyesi'nce medyaya tanıtıldı. 1974-1977 yılları arasında kazı ve buluntu çalışması yarım bırakılan Brias Sarayı kazısı, İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Kartal Belediyesi işbirliğiyle 2010'da başlatıldı. Üç ayrı alanda sürdürülen kazılarda arkeolog ve sanat tarihçisi 15 kişi çalıştı.
Kazıda, sikkeler, çok sayıda amfora parçaları, damgalı tuğla ve çatı kiremitleri, kemeraltı başlıkları, mermer, mendirek kalıntılarına, pencere parmaklığı ve camlara rastlandı. Deniz kenarında kuzey-güney yönlü mendirek kalıntılarının bulunduğu Dragos kazısında insan iskeleti de bulundu. İstanbul Arkeoloji Müzeler Müdürü Zeynep Kızıltan, katılımcılara slayt eşliğinde teknik bilgiler aktardı. Heyet, kazı alanında incelemeler yaptı. Programa sanat tarihçisi Prof.Dr. Semavi Eyice de katıldı.
Sabah, Haber: Mesut Altun, 12.07.2012
|
 |
BODRUM'DA HALİKARNAS MUAMMASI

Bodrum’daki Halikarnas Disco, 2 yıllık bir
bekleyişin ardından ‘yenilenmiş haliyle’ 18
Temmuz’da kapılarını açacak. Ancak 3 . Derece
Arkeolojik Sit Alanı’nda bulunan Halikarnas’taki
tadilat çalışmalarının Koruma Kurulu’ndan izinsiz
olduğu ortaya çıktı. İçinde eski bir Bodrum evi de
bulunun diskodaki inşaat faaliyetleri, inşaat yasağı
başlamış olmasına rağmen son sürat devam ediyor.
Kurulun onayı olmalı
Bodrum’un simgelerinden Halikarnas Disco, 2 yıl önce
tadilat çalışmalarına başladı. Diskonun etrafı dev
perdelerle çevrildi ve içeride yoğun bir yıkım
çalışmaları başladı. İçeride ne gibi çalışmalası
yapıldığı bilinmiyor. Eski Muğla Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Başkanı Oktay
Ekinci, Bodrum’un tamamının 3. Derece Arkeolojik Sit
Alanı olduğunu belirterek yapılan her türlü inşaat
faaliyetinde Koruma Kurulu onayının olması
gerektiğini belirtti.
İskelede de hazırlık
Halikarnas Disco’nun önündeki iskele de geçen kış
fırtınadan dolayı yıkıldı. Fırtınanın yıktığı iskele
için de Halikarnas yeni bir çalışma başlattı. Kazık
çakma makinesi getirildi. Kazıklar çakıldı. Ancak
çalışma durduruldu.
Mavi Yol Girişimi de Halikarnas’taki inşaatlarla
ilgili Bodrum Belediyesi’nin cevaplaması istemiyle
bir dilekçe hazırladı. Ancak Bodrum İmar Müdürü ve
Belediye Başkanı yapılan operasyonla tutuklanınca,
dilekçeyi cevaplayacak muhatap kalmadı.
Radikal ’in ulaştığı Bodrum Belediyesi Yapı
Kontrol sorumlusu Emin Gümüş, Halikarnas’ta yapılan
tadilatla ilgili şunları söyledi: “Eski binalarında
tadilatlar yapılıyor. Bir genişleme söz konusu
değil. Bu yıl açılacak. Büyüme yok. Tamirat
yapılıyor. Çok kötüydü, yıkılma tehlikesi olan
yerleri yıktılar. Güçlendirme yaptılar. Belediyenin
izni var. Eski yapı deniliyor ancak tescilli yapı
yok. Eski bir yapı var sadece. Tescilli yapı
olmadığı için kurula gitmesine gerek yok. Bodrum’un
tamamı 3. derece statüsünde. Yeni yapılaşma yok.
İskele konusunda da çalışma Kıyı Kanunu’na tabi
yapılardan olduğu için müracaatlarını yaptılar.
Ankara ’da şu anda izin bekliyor.” Halikarnas’ın
sahibi Süleyman Demir’e ise uzun süredir
ulaşılamıyor. Halikarnas’ın diğer yetkilileri ise
açılışla birlikte tüm iddialara karşı bir basın
açıklaması yapılacağını söylemekle yetindi.
Radikal, Haber: Serkan Ocak, 12.07.2012
|
TARİHİ CAMİYE RESTORE

Candaroğulları döneminde
İsmail Bey tarafından 1451 tarihinde yapılan ve
Karabük'ün en eski camilerinden biri olan Eflani
Kürei Hadid Camisii restorasyon çalışmaları büyük
bir hızla devam ediyor. 1880 yılında dönemin
Kastamonu Valisi tarafından restore edilen camii 132
yıl sonra yeniden restore ediliyor.
179 bin TL karşılığında
imzalanan sözleşme ile tadilat çalışmalarına
başlanan ve Kontrolörlüğünü Vakıflar Bölge
Müdürlüğü'nün yaptığı Kürei Hadid Camisi'nin
restorasyonunun 21.10.2012 tarihinde bitirilmesi
planlanıyor. Eflani Kaymakamlığı döneminde Küre-i
Hadid Camisi'nin restorasyonu konusunda büyük
gayretler sarf eden ve Karabük Valisi olarak göreve
başladığında restorasyon çalışmalarını başlatan Vali
İzzettin Küçük, Eflani Demirli Köyü'nde restorasyon
çalışmaları devam eden tarihi camide incelemelerde
bulundu.
Kürei Hadid Camisi'nin,
Karabük’ün en eski camilerinden bir tanesi olduğunu
belirten Vali Küçük, “1451 yılında Candaroğulları
döneminde yapılmış bir camidir. Bu tür eserler bizim
tapu senetlerimizdir. Bu coğrafyada çok uzun
senelerdir, asırlar boyu yaşadığımızın sembolüdür.
Bu anlamda bizim için çok önemlidir. Bugün itibari
ile restorasyon ve tadilat çalışmaları büyük bir
hızla devam ediyor. Bu yıl sonunda bitirilmesi
hedefleniyor” dedi. Karabük’ün ilçeleriyle birlikte
önemli turizm kaynaklarına sahip olduğunu ifade eden
Vali İzzettin Küçük, turizmde doğanın ön plana
çıkarılması gerektiğini vurgulayarak şunları
söyledi:
“Doğal güzelliklerimizi
gelen ziyaretçilerin kullanımına hazır hale
getirmemiz gerekiyor. Biz bunun için çalışmalar
yapıyoruz. Aslında muhteşem bir hazinenin üstünde
oturuyoruz. Sadece yapmamız gereken o hazinenin
üstündeki tozu silmek ve insanların beğenisine
sunmak. Benim Eflani Kaymakamlığı yaptığım dönemdeki
en büyük hayallerimden biri olan bu camiinin, bugün
restorasyonunun yapılıyor olmasından çok mutluyum.”
Vali İzzettin Küçük,
Küre-i Hadid Camiindeki incelemelerin ardından
İncüğez Mahallesinde bulunan eski su değirmenlerini
gezdi.
Karabük Kent Haber,
11.07.2012
|
GAZİANTEP KALESİ ALARM
VERİYOR

Restore çalışmaları
süren tarihi Gaziantep Kalesi’nin duvarlarının
önemli bölümünde yıkılma tehlikesi yaşanıyor. Türk
usulü yöntemlerle duvarları korumaya alan
yetkililerin henüz harekete geçmemiş olması
tepkilere neden oluyor.
Gaziantep Kalesi’nin alt tarafından turistik
işletmesi bulunan Beyhan Ölçal, kale duvarlarında
yaşanan tahribatın her geçen gün biraz daha
arttığına dikkat çekti. Yetkililerin şu ana kadar
kalede sadece asma köprünün taban tahtalarını
değiştirdiğine dikkat çeken Ölçal, “Yetkililer hemen
harekete geçmese, kale duvarlarının yıkılması an
meselesi olacak. Benim işletmemin bulunduğu duvarı
her gün kontrol ediyorum. Her kontrolümde ise
gözlemlediğim tek bir şey var oda, kale duvarının
yavaş yavaş kayma içerisinde olduğu” diye konuştu.
Günümüzden en az bin 500 yıl önce yapıldığı iddia
edilen Gaziantep Kalesi artık üzerindeki toprak
yığınının ağırlığını taşıyamıyor. Bu yıl
Gaziantep’in çok fazla yağış alması nedeniyle,
mağara üzerindeki yerleşim yerlerinde ve mezarlıkta
yaşanan çökmelerin ardından Gaziantep Kalesi de
yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Kalenin ana dış
duvarının bazı bölümleri yıkılırken tehlike arz eden
duvarın bir kısmı da tahtalarla desteklenmeye
çalışılıyor. Özel İdare’nin yıllardır sürdürdüğü
restorasyon çalışmaları turizm potansiyeli açısından
amacına ulaşmazken Gaziantep’in simgelerinden biri
olan kale adeta yıkılacağını günü bekliyor. Ziyarete
kapalı olan kalenin kerestelerle desteklenmiş halini
görenler şaşkınlıklarını gizleyemezken kaleye bir an
önce hakkettiği değerin verilip kentin bu en büyük
simgesinin bir an önce turizme kazandırılmasını
istiyorlar.
Gaziantep kalesinin belli bölümlerindeki duvarlarda
çökmeler oluştu. Ortaya ise hoş olmayan görüntüler
çıktı. Duvarların bazı bölümlerinde çatlaklar
oluştu. Yetkililer ise yıkılma tehlikesi devam eden
duvarlara ise Türk usulü korumaya aldı. Kerestelerle
yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya olan duvarlar
desteklendi. Yaklaşık 30 metrelik dubar keresteler
yardımı ile ayakta duruyor. Keresteler dışında
farklı bir tedbir alınmaması ise dikkat çekiyor.
Özellikle o bölgede oturan vatandaşlar ve turistler
ise tedirgin.
Gaziantep Olay,
11.07.2012
|
300 YILLIK KAYITLAR GÜNÜMÜZE KAZANDIRILIYOR

Dicle Üniversitesi (D.Ü) İlahiyat Fakültesi'nden
bir ekip, Karacadağ Kalkınma Ajansı'nın desteğiyle
başlattıkları proje kapsamında, Diyarbakır'ın 300
yıllık tarihi kayıtlarını günümüz Türkçesine
çeviriyor.
Projenin koordinatörü ve yürütücüsü D.Ü İlahiyat
Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Abdülkerim Ünalan, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, bu konuda çalışma
yapmak üzere yola çıktıklarında üniversite
yönetiminden destek aldıklarını, ancak
hizmet alımları da olacağından Karacadağ
Kalkınma Ajansı'nın devreye girerek projeyi
desteklediğini söyledi.
Osmanlı devletinin yüzyıllarca hükmettiği
topraklarda, bünyesinde farklı dinlere mensup çok
sayıda millet olduğuna değinen Ünalan, tarihi
hakkında çok bilgi bulunan Osmanlı'da, ayrıca çok
sağlıklı bilgiler içeren ve günümüzün noter
kayıtları derecesinde olan siciller bulunduğunu
kaydetti.
Çalışmalarının Diyarbakır ve o zaman bağlı tüm
ilçelerinin sicillerini kapsadığını belirten Ünalan,
bu sicillerin orijinallerini
İstanbul Cağaloğlu'daki Osmanlı arşivleri
merkezinde bulduklarını bildirdi.
Diyarbakır sicilleri hakkında bilgiler veren
Ünalan, bu sicillerin 17. asırdan başlayarak 20.
yüzyılın başlarına kadar olan tarihleri kapsadığını
belirterek, şunları söyledi:
''Bu siciller toplam 34 bin 471 sayfa tutuyor.
Bir de ahkam defterleri dediğimiz mahkeme kararları
var. Onlar da 2 bin 300 sayfa tutuyor yani
kayıtların toplamı 37 bin sayfa. Bunu baskıya
hazırladığımızda üçe katlanacak yani hepsini
basacaksak 100 bin sayfa tutacak ve yaklaşık 150
cilt tutuyor. 10-15 cilt sadece ahkam defterlerinden
oluşacak. Biz bunun transkripsiyonunu yapacağız yani
Latin harfleriyle yazacağız ve orijinal Osmanlı
metinleri de oraya koyacağız. İsteyen, bilen kişi bu
metinleri fiilen de karşılaştırabilecektir. Çok
titiz bir çalışma yapıyoruz, ancak okunması mümkün
olmayan kısımlar da var oraları mecburen boş
bırakacağız.''
Söz konusu kayıtlar katiplerin el yazısıyla
yazıldığından Arap alfabesi bilinse dahi herkesin
okuyup yararlanamadığına değinen Ünalan, bu
belgeleri halka açmayı ve araştırmacıların
yararlanabileceği hale getirmenin öncelikli amaçları
olduğunu dile getirdi.
Ünalan, sicillerin, mikrofilmleri çekilerek
CD'lere aktarıldığını belirterek, kendileri
transkripsiyonu yaparken bu 37 bin sayfanın orijinal
halinin CD'lere aktarılmakta olduğunu söyledi.
-Sicillerde neler var-
Prof.Dr. Ünalan, mahkeme sicillerinde miras
davalarından cinayetlere kadar, hatta en basit
meselelerin bile kayıtlarının bulunduğuna işaret
etti.
Kayıtların, zengin içeriğiyle bilimsel çalışma
yapanlara çok yardımcı olacağını, projenin bu
yönüyle ve Osmanlı'daki toplumsal ilişkileri
gözönüne sermekle çok değerli olduğunu belirten
Ünalan, şunları söyledi:
''Gayrimüslim gelmiş Müslüman olmuş, Ulu Caminin
tuvaletine bakan şahıs görevi bırakmış yerine kim
olacağı kayıtlara geçmiş, miras davaları, boşanmalar
vesaire çok çeşitli kayıtlar var. Osmanlı
Devleti'nin hayat yapısını, kültür yapısını, hangi
toplumların birbirine nasıl muamele ettiklerini,
aralarındaki ilişkileri yansıtan belgelerdir bu
siciller...
Bunlar aynı zamanda günümüzün noterleri görevini
de görüyor. Bu siciller hem İslam hukukçuları hem
beşeri hukukçular hem sosyologlar için her yönüyle
bir kültür hazinesi. Bu çalışma özellikle bilimsel
çalışma yapanlara çok yardımcı olacak, son derece
yararlı bir proje. Bunlar, Osmanlı Devleti'nin nasıl
bir idare olduğunu ortaya koyacak belgelerdir.''
-Yer ve şahıs isimlerinin okunması zor-
Ünalan, çalışmalarında en büyük sıkıntının
metinlerde geçen ve günümüzde bilinmeyen yer
isimleri ile aşina olmadıkları yabancı şahıs
isimleri olduğunu bildirdi.
Osmanlıca ya da Arapça bir metni okurken
özellikle Arap alfabesinde sesli harf
bulunmamasından kaynaklanan bu sorunu aşmak için
eski yer isimleriyle ilgili çalışmalar aradıklarını,
ancak dar kapsamlı bir tez çalışması dışında kaynak
bulamadıklarına değinen Ünalan, ''Bazen önceden
duymadığınız bir ismi okumanız oldukça zor. Bizde
yer isimleri çok değişmiş, Diyarbakır ve
çevresindeki yer mahalle isimleriyle ilgili yapılmış
çalışma soruşturduk, ancak valilik ve
kaymakamlıklarda bu konuda yapılmış bir çalışma
bulamadık. Bu konuda bir tez çalışması vardı ondan
kısmen yararlandık'' dedi.
Ünalan, projede görev alan fakültelerinden 4 ve
İstanbul'dan 5 kişiyle yaklaşık 6 ayda 3-4 ciltlik
malzemeyi baskıya hazır hale getirdiklerini de
belirterek, 2 haftaya kadar 1. cildi çıkarmayı
düşündüklerini, fakülte bünyesinde her türlü teknik
malzemeyle donatılmış bir proje ve teknik büro
kuracaklarını, Diyarbakır sicillerini bitirdikten
sonra başka işleri yapabileceklerinin sözlerine
ekledi.
Akşam, 11.07.2012
|
|
TARİHİ BİNA YENİ KİMLİĞİNE KAVUŞUYOR
Cumhuriyet
döneminin ilk yapılarından Basmane Tekel Tütün
Deposu binası, İzmir İl Emniyet Müdürlüğü ve Konak
Belediyesi arasında imzalanan protokolle yeni
kimliğine kavuşmak için gün sayıyor. 1930'lu
yılların başında inşa edilen, hizmet dışı kalana dek
tütün deposu olarak kullanılan Basmane Tekel Tütün
Deposu binasında restorasyon çalışmalarında önemli
yol alındı. Başkan Tartan, 10 bin metrekarelik
alanda yürütülen çalışmalar sonucunda İzmir'e
yeniden hizmet vermeye başlayacak binanın, tarihi
özellikleri korunarak modern bir yapıya
dönüştürüldüğünü hatırlattı. Tartan, binanın kısa
bir süre sonra yenilenmiş yüzüyle hizmet vermeye
başlayacağını söyledi.
Yeni Asır, 11.07.2012
|
DİNLERE KARŞI HOŞGÖRÜLERİN SEMBOLÜ OLARAK İLGİ
ÇEKİYOR

Antalya Müzesi'nde sergilenen ve bir kiliseye ait
olduğu sanılan ''Gabriel'' bloku, Anadolu
Selçuklular'ın diğer dinlere karşı hoşgörülerinin
sembolü olarak ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.
Antalya Müze Müdürü Mustafa Demirel, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, ''Ölü Kültü''
salonunda sergilenen ''Gabriel'' blokunun tarihsel
ve arkeolojik öneminin yanı sıra taşıdığı dinsel
tolerans açısından da önemli olduğunu anlattı.
Demirel, yaklaşık 1 metre yüksekliğindeki mermerden
yapılmış Gabriel blokunun, Antalya Müzesi'nin ilk
kayıtlı eserleri arasında yer aldığını ve Antalya
Kaleiçi'ndeki bir kiliseye ait olduğunun
düşünüldüğünü bildirdi.
Alçak kabartma olarak işlenen Ortaçağ eseri
blokun farklı dönemlerde yeniden oyularak
kullanıldığını belirten Demirel, blokun bir yüzünde
alçak kabartma bir haç, diğer yüzünde ise elinde
madalyon tutan melek Gabriel'in yarım gövde
halindeki betimlemesinin yer aldığını, ayrıca blokun
sol üst köşesinde de Grekçe harflerle ''Gabriel''
yazısının yer aldığını kaydetti.
Anadolu Selçuklular'ın, Antalya'yı topraklarına
katmalarının ardından Gabriel kabartmasının elindeki
madalyonun üzerine, Arapça ''Allah'' yazısını
eklediklerini belirten Demirel, şöyle konuştu:
''Hristiyanlık'ta baş melek olarak bilinen
Gabriel, İslam dinin de dört büyük meleğinden biri.
Hazreti Peygamber'e vahiy getiren ve onlara Allah'ın
emir ve yasaklarını bildirmekte vazifeli Cebrail
olarak karşımıza çıkmaktadır. Hristiyanlık'ta baş
melek Gabriel'in betimlemesinin yapıldığı blok,
Anadolu Selçuklular tarafından tahrip edilmeden
elindeki küre üzerine yalnızca 'Allah' yazısı
eklenerek günümüze ulaştırılmıştır.''
Selçuklular'ın farklı dinlerdeki insanlara ve
onların eserlerine büyük saygı gösterdiklerine
vurgulayan Demirel, hoşgörü ve sanata olan saygının
bir göstergesi olan bu blokun bugün müzeyi ziyaret
edenlerin de dikkatini çektiğini anlattı.
Demirel, ''Ziyaretçiler haçlıların farklı
mezheplerdeki Hristiyanlık eserlerine bile zarar
verdiği bir dönemde Selçukluların, sadece ufak bir
ekleme ile kilise eserine saygı duymalarına ve onu
bugüne kadar korumalarına şaşırıyorlar. Bunları
rehberlerimizden ve bizlerden öğrenerek
şaşkınlıklarını dile getiriyorlar'' diye konuştu.
-Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat'ın
bilinen ilk portresi-
Antalya Müzesi mühür baskılar bölümünde sergilenen
ve kaçak kazı sonucu bulunduğu belirlenen Selçuklu
Sultanı Alaaddin Keykubat'ın portresinin bulunduğu
mührün de ziyaretçilerin ilgisini çeken eserler
arasında yer aldığını belirten Demirel, mührün
Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat'ın ilk
somut portresi olduğunu açıkladı.
Demirel, 2001 yılında müzeye getirilen mührün ön
yüzünde, ortada Sultan'ın portresi, çevresinde de
Arapça olarak, ''Es Sultan El Muazzam Ala El Dünya
Veddin Keykubat bin Keyhüsrev'' yazısının yer
aldığını, arka tarafında da, ortada başını arkaya
çevirmiş aslan betimlemesi ile çevresindeki halka
arasında ''Ebul Feth. Essultan El Muazzam Alaaddin
El Dünya Veddin Keykubat Bin Keyhüsrev''
ifadelerinin yer aldığını kaydetti.
Mührün, 1221-1227 yılları arasında Sivas veya
Konya'da basıldığının sanıldığını anlatan Demirel,
Sultan Keykubat'ın karşıya bakan yüzünün yanı sıra
saçlarının topuz şeklinde olmasının dikkati
çektiğini ifade etti.
Akşam, 11.07.2012
|
HİLAR MAĞARALARI TURİZME KAZANDIRILIYOR

Ergani İlçesi'nde, milattan önce ve
sonrasında kaya mezarları olarak kullanılan Hilar
Mağaraları'nın turizme kazandırılmasına yönelik
çalışmalar sürüyor.
Dicle Kaymakamı
Çağlayan Kaya ve Diyarbakır Müze Müdürü
Nevin Soyukaya ile birlikte
Hilar Mağaraları'nı gezen Ergani Kaymakamı
Erdinç Yılmaz, burada yaptığı açıklamada, Hilar'ın
önemli bir kültürel ve turistik değer, medeniyet
merkezi olduğunu söyledi.
Hilar Mağaraları ile ilgili çalışmalarının devam
ettiğini belirten Yılmaz, ''Şimdiye kadar yapılan
çalışmalarda yüzde 20'si gün yüzüne çıkarılmış.
Öncelikle burayı koruma altına almak için Hilar'ı
kullanma hakkını kaymakamlığımıza alırsak daha
etkin, daha verimli olacağını düşünüyoruz. Şu anda
öyle bir çalışma yapıyoruz'' dedi.
Diyarbakır Müze Müdürü Soyukaya da,
Hilar Mağaraları'nın daha önce köylüler
tarafından ahır olarak kullanıldığına dikkati
çekerek, ''2006 yılında hem Çayönü hem de Hilar'ın
yeniden turizme açılması için müze olarak çalışma
başlattık. İl Genel Meclisi ve İl Özel İdaresi'nce
mali destek aktarılması için projemizi sunduk.
Ayırdıkları ödeneklerle 2006 ve 2010 yılları
arasında kazı çalışması yaptık'' diye konuştu.
Kazı çalışmalarından önce 3 kaya mezarı açıkta iken,
bu sayıyı 22'e çıkardıklarını anlatan Soyukaya,
şunları söyledi:
''Ortaya çıkardığımız bu mezarların düzenlemesini
yaptık. Mağaraların içi yosun kaplı idi. Tüm
bunların koruma, temizliği ve yollarını yaparak,
mağaraya ulaşımı sağladık. Doğal halini bozmadan
arkeolojik alana uygun olarak bir düzenleme yaptık.
Müze müdürlüğü olarak yine Ergani Kaymakamlığı ve
Ergani Belediyesi'nden yapılan yardımlarla ve Çayönü
kazı başkanının da katılımıyla aynı şekilde kazı
alanlarını düzenledik. Çevre düzenlemesini ve yürüme
yollarını doğasına uygun olarak düzenledik. Ödenek
sıkıntısından dolayı bazı çalışmalarımız eksik
kaldı. Yeniden bir çalışma yapıyoruz. Kaymakamla da
konuştuk yerelin burayı devralması en doğru uygulama
olur.''
Soyukaya, Hilar Mağaraları'nın bugünkü haliyle Roma
döneminde, MÖ 1. yüzyıldan milattan sonra 1. yüzyıla
kadar yaklaşık 200 yıl boyunca kaya mezarı olarak kullanıldığını da belirterek, kazı
için planladıkları işlerin bittiğini bundan sonra
bilim adamlarını buraya çekmeye çalışacaklarını
sözlerine ekledi.
Habertürk, 11.07.2012
|
TARİHİ TRİLYE HAMAMI RESTORE EDİLİYOR

Mudanya’nın Tirilye beldesinde, Osmanlı dönemi
yapılarından olan ve 1980 yılına kadar hamam olarak
faaliyet gösteren Avlulu Hamam, Tirilye
Belediyesi’ne İl Özel İdaresi’nden aktarılan 180 bin
TL’lik kaynakla restore ediliyor.
Tarihi dokusu ve plan şeması korunarak
restorasyon projeleri hazırlanan 400 yıllık Tirilye
Hamamı’nda restorasyon çalışmaları başladı. Tirilye
Belediye Başkanı Ali Turan, restorasyonun geçen yıl
Bursa İl Özel İdaresi Koruma Uygulama Denetim
Bürosu’na sunulan proje kapsamında bu yıl Tirilye’ye
aktarılan 180 bin TL’lik katkıyla yapıldığını
hatırlatarak, ihale bedelinin 250 bin TL olduğunu
söyledi.
Tarihi hamamın restorasyon ve çevre düzenlemesi
bittikten sonra “kent müzesi” ya da her türlü kültür
ve sanat faaliyetlerinin yapılacağı bir mekan haline
getirileceğini belirten Turan, “Hamamın restorasyon
işiyle birlikte diğer parselde eski hoca evi denilen
evin de kamulaştırılmasına karar verildi. Üç binayı
restore edip güzel bir alan oluşturacağız.
Çalışmaları yıl başına kadar bitirmeyi hedefliyoruz”
dedi.
Bursa Hakimiyet, 11.07.2012
|
GEVALE KALESİ GÜN IŞIĞINA ÇIKARTILIYOR

Gevale Kalesi; arkeolojik kazı çalışmaları için
Kültür ve Turizm Bakanlığından izin alındı. Kazı
çalışmaları için bilim heyeti oluşturuldu.
Konya'nın korunmasında önemli yeri olan Gevale
Kalesinin yüzeysel kazı çalışmalarına bu yıl
başlanacak.
Selçuklu Belediyesi tarihi mekanlara hayat
vererek şehrin turizmine katkı sağlayama devam
ediyor. Sille de yer alan camiler, hamam ve
kiliseler başta olmak üzere Zazadınhan gibi
önemli yere sahip tarihi mekanların ardından
Selçuklular döneminde büyük bir öneme sahip
Gevale Kalesi restore ediliyor.
Hititliler dönemine kadar uzandığı belirtilen
Takkeli Dağının bir yamacında sarp ve sivri tepe
üzerinde bulunan Gavale Kalesi restore ediliyor.
Selçuklular döneminde bölgenin kilit noktası
olarak kullanılan kale, haçlı seferlerinde
Selçuklu sultanları tarafından savunma amaçlı
olarak kullanılan, Gevale kalesi ayrıca
Selçukluların siyasi suçlularının hapsedildiği
mekan olarak da kullanılmıştır.
Zamanla yıkıma uğrayan tarihi kalenin
restorasyon çalışmaları için Selçuklu Belediyesi
tarafından bilim heyeti oluşturuldu. Oluşturulan
heyet içerisinde Prof.Dr. Ahmet Çaycı, Prof.Dr. Mikail Bayram,
Doç.Dr. İbrahim Kalaycı,
Doç.Dr. Güngör Karaoğuz, Yard. Doç.Dr.
Zekeriya Şimşir, Öğretim Görevlileri i. Mete
Mimiroğlu,
Mustafa Ertekin Doksanaltı, Vare Bulgurlu, İlhan
Koç, Yunus İnce ve Erkan Aygör yer alıyor.
Kurulun kazı başkanı olarak Prof.Dr. Ahmet
Çaycı görev yapacak.
AKP Konya Milletvekili Mustafa Kabakçı ile
Selçuklu Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay,
restore edilecek Gevale Kalesi kazı alanında
incelemelerde bulundu. AKP Konya
Milletvekili Mustafa Kabakçı, ''Matrakçı
Nasuh'un (1535) eserinde yer alan Gevale kalesi
minyatürü beni heyecanlandırmıştı. Turizmin
önemini dünyada kavramamak mümkün değil. Dünya
genelinde 940 milyon kişinin turist olarak
ülkeden ülkeye gezmekte. Maddi karşılığı 930
milyar dolar civarındadır. Konya’ya yılda 2
milyon civarında turist geldiğini fakat bu
oranın konaklama sayısında çok düşük olduğu,
bunun için turistlerin görebileceği enteresan
bulacağı yapıları tekrar gün yüzüne çıkarmak
gerekir. Sayın Belediye Başkanımıza değerli
çalışmalarından dolayı teşekkür ederim''dedi.
Selçuklu Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay
açıklamasında :''Konya için önemli bir eserin
başlangıcını yapıyoruz. Konya bilindiği üzere
Selçuklu başkenti. Bizde Selçuklu ismini taşıyan
belediye olarak; Selçuklularla ilgili birçok
proje yürütüyoruz.'Selçuklu eserleri fotoğraf
albümünü yaptık. Cumhurbaşkanlığı himayesinde
Dünyada Selçuklu eserleri albümü yapıyoruz.
Takkeli dağ ve Gevale kale ve saray
kalıntılarının önce yüzey tespiti sonra
arkeolojik kazılarının yapılması ve yerinde
inşası ile birlikte Konya iki önemli eseri
kazanmış olacak. Matrakçı Nasuh'un Konya
minyatüründe; Takkeli dağ ve Gevale dağın
üzerinde bulunan kalelerin kazı çalışmalarına
başlanacak. Eylül ayı itibariyle Takkeli Dağ da
kazı çalışmalarına başlıyoruz. Gevale Dağında da
arkeolojik kazı çalışmaları için izinler
alınıyor. Bu işin gündeme getirilmesi
çalışmalara başlanmasından desteklerini
esirgemeyen Konya Milletvekilimiz Mustafa
Kabakçı'ya desteklerinden dolayı teşekkür
ederim''dedi.
Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Ahmet Çaycı Selçuklu Belediye Başkanı
Uğur İbrahim Altay'ı ziyaretinde; '' Selçuklu
Belediyesinin desteği ile Eylül ayında yüzey
kazı çalışmalarına başlayacağız. Konya'nın batı
cihetinde yer alan Selçuklu tarihinin çok önemli
muhafız kalelerinden olan yapının gün yüzüne
çıkartılması için çalışmalar başlatılmıştır.
Arkeolojik kazı çalışmalarını mimar, jeolog ve
arkeolog olarak geniş bir ekiple devam edecek.
Bu hususta çalışmalarını esirgemeyen Selçuklu
Belediye Başkanımıza teşekkürlerimi
sunarım''dedi.
Konya Hakimiyet, 11.07.2012
|
MANASTIR ARAZİSİ HAZİNEYE
Yargıtay, yerel
mahkemeye sunulan belgelere rağmen, “Süryanilerin
ikinci Kudüs’ü olarak anılan Mardin’deki Mor Gabriel
Manastırı arazisinin Hazine’ye ait olduğuna karar
verdi
Mardin’in
Midyat İlçesi'nde 2008’de kadastro çalışmaları
yapılırken, Yayvantepe, Eğlence ve Çandarlı
köylerinin muhtarları,
Mor Gabriel Manastırı’nın köylülere ait 276
dönümü işgal ettiğini savunarak Hazine’ye başvurdu.
Hazine, 276 dönüm arazinin Hazine’ye tescil edilmesi
için Midyat Kadastro Mahkemesi’nde “tapu
tescili” davası açtı.
Vergileri ödendi
Hazine dava dilekçesinde, arazilerin taşlık ve
kayalık alanlar olduğunu, tarıma elverişli
olmadığını, bu nedenle devletin tasarrufu altında
bulunduğunu belirtti. Manastır yaptığı savunmada
1937 yılından bu yana arazinin tüm vergilerini
ödediklerine dikkat çekerek, vergi kayıtlarını ve
vakıf beyannamesini sundu. Mahkeme “Dava konusu 276
dönüm de dahil, kilisenin tüm arazilerinin kadimden
beri kilisenin mülkiyetinde olduğu, yasal olarak
1936’dan önce arazilerin beyannamesini sunduğu,
1937’den sonra da düzenli olarak vergilerini verdiği
belirlenmiştir” diye karar verdi.
Hazine’nin temyiz başvurusu üzerine
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin
kararını “1937’den beri vergilerin ödendiği iddia
edilmektedir, oysa taşınmazlarla ilgili hiçbir vergi
kaydı ibraz edilmemiştir; 1936’da
Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bildirim yapıldığı
iddia edilmektedir, oysa bununla ilgili evrak ibraz
edilmemiştir” gerekçeziyle bozdu.
Belgeler yeniden dosyada
Manastır yetkilileri, davanın başladığı 2009’da
vergi kayıtlarını ibraz etmelerine rağmen kararı
görünce şaşırdı. Dosyanın içinde belgelerin
olmadığını gören yetkililer, Yargıtay’a karar
düzeltme talebinde bulundu. 20. Daire’nin “yok”
dediği iki belge, avukatlar tarafından yeniden
üzeltme talebine konuldu.
Milliyet, 11.07.2012
******
BERABER BÜYÜDÜK BU ÜLKEDE

Kampanyayı, Cengiz Aktar, Tuma Çelik ve Tuma Özdemir tanıttı.
‘Süryanilerin Kudüs’ü sayılan Mor Gabriel
Manastırı arazisinin Hazine’ye bırakılması yönündeki
Yargıtay kararına karşı imza kampanyası başlatıldı.
300 yazar ve sanatçının katıldığı kampanyanın
detaylarını Sabro Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Tuma Çelik, Prof.Dr. Cengiz Aktar ve Tuma Özdemir
açıkladı.
Cezayir Restoran’daki toplantıda konuşan Çelik,
Türkiye ’de 20 bin Süryani yaşadığını
hatırlatarak, “Biz Süryaniler birlikte yaşamak
istiyoruz. Hoşgörü istemiyoruz. Bir hatadan,
eksiklikten dolayı hoşgörülür. Bizim isteğimiz
özgürce, kardeşçe bir arada yaşamak” dedi. 1600
yıllık manastırın ekonomik değil manevi değeri
olduğunu belirten Çelik, “Bu karar, son yıllarda
geri dönmeye başlayan Süryanilerin istenmediği
algısını yarattı” dedi.
Tuma Özdemir ise Mor Gabriel Manastırı’nın
Süryaniler için ‘Mescid-i Aksa’ özelliği taşıdığını
belirterek Süryanicenin ayakta kalabilmesinin de
manastır sayesinde olduğunu söyledi. ‘
Türkiye Süryanilerin vatanıdır ve Mor Gabriel
Manastırı işgalci değildir’ başlığını taşıyan ve 300
sanatçı, yazar, akademisyenin imzaladığı kampanyanın
detayları www.beraberbuyudukbuulkede.com adresinde
yer alıyor.
Hazine’nin Mor Gabriel Manastırı arazisi üzerindeki
hak talebinde yaşanan skandalı ise
Radikal ortaya çıkarmıştı. Dünkü gazetemizde
‘Manastırın Kayıp Belgeleri’ başlığıyla yer alan
habere göre, Mor Gabriel’in, Midyat’ta köylülere ait
276 dönümü işgal ettiği iddiasıyla açılan davayı
yerel mahkeme reddetti. Ancak Yargıtay, ‘arazilere
ilişkin 1937’den beri vergi ibraz edilmediği’
gerekçesiyle bu kararı bozdu. Söz konusu belgeler
2009’da yeniden dosyaya eklendiği halde Yargıtay
bozma kararında direnmişti.
Radikal, 11.07.2012
******
MOR GABRİEL 7 BİN
YILDIR SÜRYANİLERİN
Yargıtay Mardin’in Midyat
İlçesi'nde bulunan
Süryanilere ait Mor Gabriel Manastırı’nın arazisinin
hazineye ait olduğuna hükmetti. Midyat’a bağlı
Yayvantepe, Eğlence ve Çandarlı köylüleri 2008’deki
kadastro çalışmaları yapılırken, Mor Gabriel
Manastırı’nın köylerine ait 276 dönümü işgal
ettiğini savunarak Hazine’ye başvurmuştu.
Hazine, yapılan başvuru üzerine 276 dönüm arazinin
Hazine’ye tescil edilmesi için Midyat Kadastro
Mahkemesi’nde ‘tapu tescili’ davası açtı. Hazine
dava dilekçesinde, arazilerin taşlık ve kayalık
alanlar olduğunu, tarıma elverişli olmadığını, bu
nedenle devletin tasarrufu altında bulunduğunu
belirtti.
İstanbul Taksim’de bulunan Cezayir Lokantası’nda bir
araya gelen çeşitli sivil toplum örgütleri ile
demokratik kitle örgütleri Yargıtay’ın kararını
protesto etti.
MANASTIR 7 BİN YILDIR SÜRYANİLERİN
Sokra Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Tuma
Çelik; "Mor Gabriel konusunda ortaya çıkan
gelişmelere karşı yapılan yanlışlıkların bir şekilde
eleştirilmesi, bir şekilde haksızlıkların
durdurulması için imza kampanyası başlattık.
Süryanilere yapılan haksızlıklara sessiz
durmayacağımızı gösteremeye çalışıyoruz. Bu
çalışmamızın sebebi ise; Süryaniler yaklaşık 7000
yıldır bu topraklarda yaşıyorlar. 7000 yıldır
yaşarken birçok değerler yarattılar. Ama orada
yaşayan, bu değerleri yaratan insanlara zarar vermek
isteniyor. Tüm bunlara rağmen Süryaniler hala ayakta
durabiliyorlar. Fakat bu son dönemde Süryanileri
istemedikleri hissini uyandırıyorlar bizde. Bizim
elimizden topraklarımız alınmak isteniyor. Bu
toprakların ekonomik olarak değerleri o kadar da
önemli değiller ama manevi değerleri var, siyasi
olarak değerleri var. Yargıtay, Süryanilerin
Mardin'de ki Mor Gabriel Manastırı konusunda bir
karar aldı. Bu karar hem hukuki hem de etik anlamda
içinde bir çok eksiklik taşımaktadırlar. Yaşanan bu
durum Süryanilerin karşılaştıkları ilk olay
değildir. Daha öncede Süryaniler birçok konuda
olumsuzluklarla karşılaştı" dedi.
KARAR GÖZDEN GEÇİRİLMELİ
Prof.Dr. Cengiz Aktar; "Türkiye
Süryanilerinde vatanıdır. Çünkü bu topraklarda
Süryaniler 100 yıldır yaşıyorlar ama vatandaş
sayılmıyorlar. Bu ülkede inişli çıkışlı işler
yapılıyor, özelliklede keyfi işler yapılıyor. Rum
kiliseleri iade ediliyor ama öteki taraftan Mor
Gabriel topraklarına el konuyor. Süryaniler Lozan'ın
üvey evlatlarıdır. Her ne kadar 38 ve 43. maddeler
arasında gayrimüslim olmalarından dolayı dolaylı
olarak azınlık statüsüne giriyor olsalar da artık
günümüzde azınlık hakkından vatandaşlık hakkına
geçilmelidir. Pozitif ayrımcılık olmadan "treni
tekrar rayına oturtmak mümkün değildir" dedi.
Mezopotamya Kültür ve Dayanışma Derneği başkanı Tuma
Özdemir; "Biz bu ülkenin çocuklarıyız hep beraber bu
ülkede yaşamak istiyoruz. Sırf bu yüzden beraber
yaşadık biz bu ülkede adı altında site kurduk ve
imza kampanyamızı buradan yapıyoruz." diyerek basın
açıklamasını bitirdi.
BELGELERE RAĞMEN HAZİNE’YE DEVREDİLDİ
Manastır yetkilileri, davanın başladığı
2009 yılında vergi kayıtlarını ibraz etmelerine
rağmen Yargıtay 20. Dairesi’nin verdiği bozma
kararını görünce şaşırdı. Dosyanın içinde kararda
bahsedilen belgelerin olmadığını gören yetkililer,
Yargıtay’a karar düzeltme talebinde bulundu.
Yargıtay 20. Daire’nin ‘yok’ dediği iki belge,
talebe ek olarak yeniden düzeltme talebine konuldu.
20. Daire ise bu karar düzeltme talebine ret cevabı
vererek, “Dairemiz kararı bu konulara cevap teşkil
edecek nitelikte olduğu gibi, usul ve yasaya da
uygundur” dedi. Yerel mahkemenin direnme kararı
nedeniyle dava dosyası Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu’na geldi. Kurul, 13 Haziran günü yaptığı
toplantıda yerel mahkemenin kararını oybirliğiyle
bozdu. Böylece hukuk mücadelesi, Süryanilerin
aleyhine sonuçlandı.
Hazine ise kararı temyiz etti. Temyiz incelemesini
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi yaptı. Daire, yerel
mahkemenin kararını bozarken şu ifadeleri kullandı:
"1937’den beri vergilerin ödendiği iddia
edilmektedir, oysa taşınmazlarla ilgili hiçbir vergi
kaydı ibraz edilmemiştir ve 1936 yılında Vakıflar
Genel Müdürlüğü’ne bildirim yapıldığı iddia
edilmektedir, oysa bununla ilgili evrak ibraz
edilmemiştir."
Birgün, Haber: Gizem Uysal,
11.07.2012
SÜRYANİLER MANASTIR
İÇİN AİHM'NE GİDİYOR
Mardin’in Midyat
İlçesi'ndeki Süryaniler’e ait Mor Gabriel Manastırı
(Deyrulumur) ile Hazine arasında süren arazi
davasında, Yargıtay 20’nci Hukuk Dairesi, Hazine
lehine karar verdi. Yargıtay’ın arazinin hazineye
ait olduğu yönündeki kararına Süryaniler tepki
gösterdi. Süryaniler, Yargıtay’ın bu kararını Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) götüreceklerini
açıkladı. BDP’nin Süryani asıllı Mardin Milletvekili
Erol Dora, “Biz hem BDP olarak hem de Süryani halkı
olarak da uluslararası hukukta mücadelesini
vereceğiz” dedi.
Hürriyet, Haber: Mehmet
Halis İş, 13.07.2012
|
TARİHİ SARAYI HIZLI TRENDE CANLANDIRDILAR
Fransa başkenti Paris'te bulunan hızlı tren sistemi tarihi saray süslemeleri ile renklendi. Yenilenen trenler, başkentin 20 kilometre batısında bulunan Versay Sarayı gibi süslendi. Tren vagonlarının tavanları sarayın tavanlarına benzetilirken koltuklar da şimdi müze olan tarihi binadakiyle aynı olarak tasarlandı. Sarayda bulunan kütüphanenin bir benzeri de vagonların duvarına resmedildi. 1661'de yapımına başlanan saray 1789 Fransız devrimine kadar ülkenin politik merkezi olarak kalmıştı.
Sabah, 11.07.2012
|

|
EV PARASINA DEFİNE ARAMA DEDEKTÖRÜ

Bir zamanlar en çok
definecilerin ilgi gösterdiği dedektörler, artık
yenilenen asfaltların altındaki rögar kapaklarını
bulmadan tutun da yerin metrelerce altındaki su
kaynakları ile demir, çinko, bakır gibi madenlerin
yerini saptamaya kadar birçok alanda kullanılıyor.
Askeriye, yasadışı örgütler tarafından yola döşenen
mayınları bulmada yararlanıyor dedektörlerden. Hal
böyle olunca dedektörlerin fiyatı da 200 bin liraya
kadar fırladı. Mühendislerse yer altı katmanlarını
görüntülemek için dedektörlerin daha gelişmişi
GPR'ları (yer altı radarları) tercih ediyor. "Şöyle
keseme uygun bir dedektör alayım" derseniz mutlaka
birkaç firmayı dolaşmalısınız. Biz de öyle yaptık,
birçok dedektör firmasının kapısını çaldık. Gördük
ki bu cihazların fiyatı 500 liradan başlıyor, 200
bin liraya kadar çıkıyor. "Kim verir bu kadar
parayı?" demeyin. Define avcıları belki vermez ama
bu işi hobi olarak yapan 'A sınıfı' dediğimiz
zenginler pekala veriyor. Uğradığımız ilk yer
Üsküdar'daki Uğur Elektronik. Firma sahibi Aziz
Sandıkçıoğlu, pahalı cihazların daha çok
satıldığını, parası olmayanların da beş altı kişi
bir araya gelip iyi bir cihaz almaya çalıştığını
anlatıyor. "O kadar rağbet var ki artık yurtdışına
ihraç ediyoruz" diye ekliyor.
YERALTINA 3 BOYUTLU BAKIŞ
Bu cihazlar, toprağın altında 3 metreye kadar hangi
madenin olduğunu gösteriyormuş. Dedektörlerin daha
gelişmişi GPR'lar da (Görüntülü Bilgisayarlı
Sistemler), halk arasında yer altı radarları olarak
biliniyormuş. Toprak altını üç boyutlu olarak
bilgisayar ekranına aktaran bu cihazların fiyatları
da 12 bin ila 90 bin lira arasında. Aziz Bey devam
ediyor: "Şu an Türkiye'de çok yaygın değil ama
rezistivite cihazları da üretilmeye başlandı. Bu
cihazlar maden sektöründe kullanılıyor. Maden
katmanlarını, yapısını, kömür katmanlarını, doğalgaz
yataklarını tespit eder. Bu cihazların fiyatı 80 bin
dolar ile 80 bin euro arasında. Aynı işlemi gören
Türk rezistivite cihazları ise 30 ila 60 bin lira
arasında. Bu cihazları zengin insanlar, dedektörleri
de orta tabaka insanlar tercih ediyor."
KİRALIK DEDEKTÖR DEVRİ
Fiyatlar pahalı olunca firma sahipleri de çözümü
bulmuş: Kiralık dedektörler. İstanbul Dedektör'ün
sahibi Engin Yılmaz, "Definecilikle ilgisi olmayan
kişilerin sadece şüphelendikleri yerlere bakabilmesi
amacıyla kiraya veriyoruz. Adam evinin altından,
bağından bahçesinden şüpheleniyor. Satın almak
pahalı. Biz de böyle bir uygulama başlattık. Genelde
haftalık, bazen günlük kiralıyoruz. Haftalık kira
bedeli 300'den başlıyor, bin liraya kadar çıkıyor"
diye konuşuyor ve ekliyor: "Zenginlerin uğraştığı
meslek haline geldi definecilik. Özellikle radarlar
zengin işi. Onlar bu işi hobi olarak yapıyorlar."
Daha önce konuştuğum Aziz Sandıkçıoğlu, 'Alan Tarama
Çubuk Sistemleri' diye bir çubuktan bahsetmişti.
Ucunda kurşuna benzer sarı renkli iki demir var.
İncecik tel gibi iki çubuk ve iki elinizle
tutuyorsunuz. Definenin yerini söylemese de bu cihaz
o bölgeye sizi yaklaştırıyormuş. 500 ila 900 lira
arasında fiyatı. Aziz Bey, bu çubuğun teknolojik
olmayan versiyonunun halk arasında çok yaygın
olduğunu anlatmıştı. Söylediklerine inanmadım,
kalktım Üsküdar'dan Çatalca'ya gittim. Bu bölgede
bakır çubuklar sık kullanılıyormuş. Birkaç köy
dolaştıktan sonra Selim Y.'ye ulaştım. Bakır
çubukları define aramakta kullandığını söylemekten
kaçınıyor, ama yeraltında suyun nereden aktığını,
kaç metre derinlikte olduğunu bulabileceğini
söylüyor. Bir de çubukları kullanan kişide pozitif
enerji olması gerekiyormuş, yoksa bu çubuklar ne
suyun ne de madenlerin yerini gösterirmiş, öyle
diyor.
KAN GRUBUN SIFIR OLACAK
İnsan zihninin oluşturduğu güçlü manyetik akım,
bu çubukları etkiliyormuş. Arazide ne aramak
istiyorsanız (define, su vs) ya da zihniniz neye
yönelmişse çubuklar oraya doğru yöneliyormuş.
İnanmadığımı görünce evinden getirdiği çok sayıda
çubuğu alarak beni boş bir araziye götürüyor. Bu
çubuklar, 0 kan grubu olanlarda daha iyi çalışırmış.
Çubukların içine civa koyunca uzaktan bile suyun
geçiş noktalarını bulurmuşuz. Trakya'da 130'a yakın
noktada su bulduğunu ve herkesin duasını aldığını
anlatıyor. Çubuklar arazide suya rastladığı zaman
kapanıyormuş. Ben deniyorum tık yok. Kan grubumun
farklı olduğunu söyleyen Selim Bey eline alıyor
çubukları ve yürümeye başlıyor. "İşte bakın çubuklar
kapandı. Şimdi tam altımdan su geçiyor. Tarla
sahibine kaç metreden suyun geçtiğini de söylüyorum"
diyor. Elimden tuttuğu gibi beni daha önce su
bulduğu bir villaya götürüyor. Selami Sapma'nın
evine gidiyoruz. Selami Bey bana, "Bahçe için su
çıkarmak istedim. Mühendisler geldi. Bana gülüp
geçtiler. Sonra Selim Y. çubuklarla geldi ve 45
metreden dediği yerde su çıktı" diyor. Gazetenin
şoförüne "Kan grubun ne?" diye soruyorum. 0 grubu
cevabını alınca, tutuşturuyorum eline çubukları.
Şoförün elindeki çubuklar bir süre sonra kapanınca
şaşırıyorum. Neyse, iyisi mi fazla karıştırmayayım
bu işi...
Dedektöre ruhsat geliyor
Türkiye 'de yapılan kaçak kazılarla tarihi eserlerin
tahrip edilmesini ve yurtdışına kaçırılmasını
önlemek isteyen Kültür ve Turizm Bakanlığı,
definecilerin kullandığı metal dedektörlerin
kullanımına sınırlandırma getiriyor. Bakanlık
uzmanlarının hazırladığı yasa taslağına göre,
tanımlamaları yapılacak cihazlar için ruhsat ve
arama izin belgesi verilmesi planlanıyor. Cihaz
ruhsatlarının belli aralıklarla yenilenmesi,
denetlenmesi ve ruhsat amaçları dışında kullananlar
hakkında cezai düzenlemeler yapılması öneriliyor.
Düzenlemede bu cihazların arkeolojik sit alanlarında
kullanılmasını ve kültür varlığı aranmasını
özendirecek reklamların yasaklanmasına ilişkin
yaptırımlara da yer verildi.
Dedektör almanın incelikleri
Kulanımı, hayatında eline hiç dedektör almamış
birinin bile 10 dakikada öğreneceği kadar basit
olmalı. Satın aldığınız cihazı mutlaka firmaya test
ettirin. Toprak ayarını mutlaka yaptırın. Toprakta
yürüdüğünüz zaman cihazınızın ayarı bozuluyorsa
değerli metalleri göstermesini beklemeyin. Hangi
maddeden yapılmış, içinde neler var? Garanti
belgesiyle aldığınız cihazının üzerindeki özellikler
aynı mı? Bunları kontrol edin. '1 yıl garantilidir'
yazan garanti belgesini mutlaka kaşelettirip
imzalatın.
Sabah, Haber: Ali Oktay - Hasan Ay, 11.07.2012
******
DEFİNECİLER ORMANA KARARGAH KURMUŞ

Her şeyi en ince
ayrıntısına kadar düşünen yağmacılar, dağ başında
kamufle edilmiş karargah dahi kurmuş. Stratejik
kararları burada alıp kral mezarını parçalayan,
merdivenle surlarda define arayan define avcıları,
mola yerinde çay demleyerek tatil keyfi de sürmüş.
Çatalca bölgesinde definecilerin surları talan
ettiklerini, o bölgede yoğun olarak kazı
yaptıklarını duymuştum. Soluğu Çatalca'da aldım.
Köylüler define efsanelerini ayrıntısıyla
anlatıyorlar, yabancıları da jandarmaya ihbar
ediyorlardı. Uğradığımız bir köy kahvesinde
otururken Selami Şengelir'le tanıştım. Definecilerin
mola yerlerini sordum. Definecilerin talan ettiği
surlar ile kamufle korunaklardan bir tanesinin
yerini gösterebileceğini söyledi. Selami Bey'i aldık
arabaya, çıktık Çatalca dışındaki ovaya. İki üç köy
geçtik. Sonra bir patikadan ilerleyip tırmanışa
geçtik. 100 metreden sonra bir adım tırmanıp, iki
adım geri kaymaya başladım. Kollarım bacaklarım da
dikenli otlardan çizilmiş, her yerim acımaya
başlamıştı.
MEZAR VARDI, PARÇALADILAR
Üç tarafı uçurumla çevrilmiş bir bölgeye
gelmiştik. Selami Ağabey bu bölgenin binlerce yıl
önce birkaç medeniyete ev sahipliğini yaptığını
söyledi. Dediğine göre kral mezarını parçalamışlar.
Uçurumun tepesinde, sanki sonradan insan eliyle
konmuş gibi duran, tonlarca ağırlığındaki bir
kayanın hemen arkasındaki yeri kazmışlardı. Sık
çalılıkların arasında ise mola yerleri vardı.
Çalılıklar arasında yürürken adının Halil Ünsal
olduğunu öğrendiğimiz bir çobana rastladık. "Kral
mezarı varmış burada" dedim. "İlerde, 100 metre
ötedeki açıklık alanda. Ama mezarı defineciler
parçaladı" diye cevap verdi çoban. Yaklaşık 60
tonluk koca bir kaya parçası, dört parçaya
ayrılmıştı. Kayayı parçalayanların bir şey bulup
bulmadığını kimse bilmiyordu. Kandıra'daki
manzaranın bir benzeriyle burada da karşılaştık.
Parçalanmış kayanın tam arkasında bir çukur vardı.
Yağmacılar burayı kalbura çevirmişti. Kimse görmesin
diye kazılan çukurların üstü de çalılarla
örtülmüştü. "Fazla eğlenmeyin, daha gezecek yer çok"
dedi Selami Ağabey. O sırada, uçurumdan nasıl
ineceğimizi düşünüyorum. Yürürken sık ağaçlıklı bir
alana geldik. Yeşil bir çadır, o kadar güzel
gizlenmişti ki 10 metre öteden görmek imkansızdı.
Yağmurdan ve hayvanlardan korunmak için üstü dallar
ve brandayla örtülmüş. İçeride bir bank, düşmesin
diye çiviyle ağaçlara çakılmıştı. Yerde bir çift
terlik, ortada küçük bir masa, tepemde dallara
iliştirilmiş bir çaydanlık ve bir su bidonu vardı.
Büyük olasılıkla, "Yakalanırsak ne yaparız? Daha ne
kadar kazacağız?" gibi stratejik kararları bu
karargahta alıyorlardı.
SURDA MERDİVENLİ DEFİNE AVI...
Ardından uçurumdan inmeye başladık. Ama aynı yoldan
değil. Kurumuş bir dere yatağından. Dere kenarında
bir mağara gördük. Ne yazık ki yağmacılar buraya da
uğramıştı. Selami Ağabey, "Sadece tarihçiler ve
köylüler bilir. İhsaniye köyüne giderken surlar var.
Ortasından eski Edirne asfaltı geçiyor. Uzunluğu ne
kadar bilmem. Ama dışarıdan bakıldığında sur mur
görülmüyor. Otlar, sarmaşıklar, ağaçlar, çalılıklar
surları kapatmış. Nerde tarih varsa, defineciler
orda. Gelin bir de oranın halini görün" dedi.
Defineciler, suru da talan etmiş, çıkamadıkları yere
bir de merdiven uzatmıştı. Yani orada da manzara
aynıydı...
Define kanunu ne diyor?
Define Yönetmeliği'ne göre, 2863 Sayılı Kanun'a
uygun olarak herkese 'define arama hakkı' tanınmış.
Bir yerde define bulacağından şüphelenen kişinin,
bağlı bulunduğu en yakın valilik ya da kaymakamlığa
başvurması gerekiyor. Definecinin dilekçesi, mülki
amirlik tarafından o bölgedeki müzeye gönderiliyor.
Müze yetkilileri, gerekli görürse defineyi çıkarmak
için elinizi cebinize atmanız gerekiyor. Önce
aranacak yerin 1/500 ölçekli bir haritası
çıkarılıyor. Bu haritanın, belediye tarafından İl
Bayındırlık Müdürlüğü'ne onaylatılması gerekiyor.
Define aranacak bölgenin çeşitli açılardan
fotoğraflarını haritayla birlikte dosyaya eklemeyi
unutmuyorsunuz. Define aranacak bölge size ait
değilse arazinin gerçek sahibinin noter onaylı
muvafakatname vermesi gerekiyor. Kazı yapacağınız
yer Hazine arazisi ise bu kez Orman veya İl Milli
Emlak Müdürlüğü'nden muvafakatname almanız
gerekiyor. Sizinle ilgili dosya, bölgedeki Müze
Müdürlüğü'ne gidiyor. Müze uzmanı, dosyanızı ve
defineyi bulmayı umduğunuz araziyi inceliyor. Uzman
onayının ardından müracaatınız uygun görülürse
'Define Arama Ruhsatı' veriliyor.
Sabah, Haber: Ali Oktay, 12.07.2012
******
HARİTA SAHTE AMA
KİMİN UMURUNDA
Define avcıları için önemli olan, ellerine
geçirdikleri bir işareti ya da haritayı inceleyip
anlam çıkarmaya çalışmak. 'Da Vinci Şifresi'nde
olduğu gibi işaret dilini hatasız çözerek hayalini
kurdukları defineye ulaşmak. Definecilerin dilini
çözmek için Taksim Tarlabaşı'nda ışık sistemleriyle
uğraşan Zeki B.'nin yanına gidiyorum. Aynı zamanda
bozuk dedektörleri tamir ediyormuş. Gazeteci
olduğumu öğrenince biraz çekiniyor. Dedektör ve
sahte haritalar konusunda bilgi almaya geldiğimi
söyleyip kendisini sakinleştirmeye çalışıyorum.
Başta konuşmak istemiyor.
"ORİJİNALİ BENDE"
Sonra üç yıldır sakladığı bir haritayı çıkarıp
gösteriyor. Harita bangır bangır "Ben sahteyim"
diyor. İki gazete sayfası büyüklüğünde. Bakıyorum
haritaya, elle çizilmiş. Şurada şu define var,
burada bu define var. İnandırıcı olsun diye Türkçe
yazıların altına Bulgarca ve Yunanca yazılmış. Zeki
Amca, o haritanın gerçek olduğuna o kadar inanmış
ki... "Ama bu fotokopi" diyorum. "Orijinali bende.
Sana göstereceğimi mi sandın?" diye cevap veriyor.
Karşılık vermiyorum, çok güvendiği haritada işaretli
"Yüzde yüz define var" dediği yerleri gösteriyor. O
sırada Hatay'dan geldiğini söyleyen 55 yaşlarında
birisi kapıda beliriyor. "Özel görüşebilir miyiz?"
diye soruyor. Zeki Amca da, (beni işaret ediyor ama
gazeteci olduğumu söylemiyor) "Onlar bizden. Ne
istemiştiniz?" diye soruyor. Kirli sakallı ve
gözlükleriyle bir işadamını andıran bu zat, "Sizde
çubuk varmış, bendeki dedektör bozuldu da. O kadar
yere tuttuk. Lanet olası dedektör definenin yerini
bir türlü göstermedi" diyor. Zeki Amca, "Şimdi çubuk
yok. Sipariş üzerine yapıyorum. Bir çifti 500 liraya
olur sana" karşılığını veriyor. Bu sözler alıcının
moralini bozuyor. "Sonra uğrarım" diyerek yanımızdan
ayrılıyor. Böylece bakır bir çift çubukla define
arandığını öğreniyorum. Çubuklar nokta atışı
definenin yerini size gösteriyormuş. Zeki Amca'nın
elindeki sahte haritanın fotoğrafını çekemeden
yanından ayrılırken -çünkü onun için milyonlar
değerinde bu harita- "Bu haritayı sana kim getirdi?"
diye soruyorum. Biraz duraksıyor ve "Bulgaristan'dan
geldi. Türkiye'de sadece birkaç kişide var bu
harita. Bana bayağı masraflı oldu. Üç yıl önce 500
lira verdim ben buna" diyor. Sahte olup olmadığı,
onu ilgilendirmiyor aslında. O haritanın üzerinde
yazan efsanelere inanıyor. Daha sonra Kartal'a
gidip, birlikte Kandıra yolculuğu yaptığım Mahmut D.
ile buluşuyorum. Ona, Zeki Amca diye birisiyle
görüştüğümü ve cebinden bir harita çıkarttığını
anlatıyorum. "Fotoğrafını çekemedim. Büyükçe bir
şeydi. Sahte haritalar hep böyle büyük kağıda mı
çizilir?" diye soruyorum.
SAHTESİ GIRLA
Mahmut D., çantasından bir tomar fotokopi,
fotokopilerin arasından da bir harita çıkarıp
masanın üstüne yayıyor. Zeki Amca'nın gösterdiği
haritanın aynısı Mahmut Bey'de de var. Hakında kaçak
kazıdan iki ayrı dava açılan Mahmut D., haritayı
önüme koyuyor ve "Çek, başka kimse sana göstermez.
Haritada yerler işaretli ama şifresi bende" diyor.
"Sana bu harita nerden geldi?" diye sorunca,
Eminönü'nde bir arkadaşından aldığını söylüyor. Üç
beş kuruş vermiş tabii. Anlıyorum ki bu haritalar
piyasada cirit atıyor. Definecinin aralarında
konuştukları işaret diline geliyor sıra. Mahmut D.
öyle şeyler anlatıyor ki hiçbir bilimsel açıklaması
yok. Tamamen uydurma. Örneğin papazlara göre bir
adım 68 santimetreye, Ermeniler'e göre bir adım bir
metreye denk düşüyormuş.
DEFİNECİLERİN ÖZEL DİLİ
Mahmut D., "Başkaları olsa bu işaretlerin
ölçülerini inan vermez. Bir kayada tüfek kabartması
görürsen gösterdiği yöne doğru 90 adım demektir.
Defineciler bilir. Patlamamış tabanca 45 adım,
patlamışı 27 adım. Yani '27 adım önünde mal ara'
demektir" diye konuşuyor. Ay kapalı mağarayı,
kaplumbağa kuyuyu, balık baktığı yönü işaret
edermiş. Anlattıkları tam 25 yılın tecrübesiymiş.
Hangi defineciye sorarsan sor hepsinin aynı cevabı
vereceğini söylüyor. Tabii çözülemeyen işaretler de
var. İşte gizemli işaretler ve anlamlarından
bazıları: Çıngıraklı yılan (mal karşıdaki taşlıkta),
Tavuk (istikamet baktığı yer, 20 adım ilerde küçük
çakıl yığını, para altında), Terazi (dereyi geç,
karşı sırtta dikkatli arama yap), Kama (7 adım
önünde mal ara bir adım=68 cm'dir), Tek kulplu tava
(Şekle sırtını dön ve 30 adım ileri git, malı ara),
Bıçak (40 adım önünde mal ara), Tümülüs (Kapılar
doğudan ve batıdan olur. Girişleri oldukça zor olup
tuzaklıdır. Birden çok odaları vardır. Lahitteki
işaretlere göre işlem yapılır), Çerçeve içinde tek
tavuk (Kayayı kır, civcivlerin baktığı istikamette
arama yap).
NERELERDE KAZI YAPILMAZ?
Resmi kazı izni de alınsa definecilerin
kazamayacağı yerler var. Türkiye'de kazılar,
müzelerle birlikte Türk ve Yabancı Bilim
Kurumları'nın başkanlığında 'kurtarma ve sondaj'
kazıları şeklinde yürütülüyor. Denizde korunması
gerekli bir kültür varlığının yeri tespit edilirse o
bölge çevriliyor. Hani ben denizin dibinden giderim,
o esere ulaşırım falan sökmüyor. Örneğin bir batık..
Fi tarihinden kalma... Kültür Bakanlığı korunması
için talimatları veriyor. Batığın ve eğer varsa
içindeki hazinenin su üstü ve altı her tarafı koruma
altına alınıyor. Bu tür yerlerde sportif amaçlı dahi
olsa dalış yapamıyorsunuz. Karada durum biraz
farklı. Kazı yapılamayacak yerlerin adı tek tek
sıralanmış yönetmelikte. Buna göre mezarlıklarda,
camilerde, mescitlerde, türbelerde, sit alanı içinde
kalan yerlerde, Milli mücadele ve Türkiye
Cumhuriyeti'nin kuruluşunda büyük tarihsel olaylara
sahne olmuş binalar ve tespit edilecek alanlar ile
Atatürk'ün kullandığı evlerde ve korunması gerekli
kültür varlıklarında define aramak kesinlikle yasak.
Sabah, Haber: Ali Oktay,
13.07.2012
|

|
HEYKELİN PENİSİNE SANSÜR
İtalyan heykeltıraş Michelengelo’nun “David- Apollo” adlı yapıtı, Çin Devlet Televizyonu tarafından sansürlendi.
Çin Ulusal Müzesi’ndeki Rönesans sergisinin tanıtıldığı haberin görüntüsünde, heykel penisi sansürlenerek gösterildi.
Habertürk 11.07.2012
|
ACEMHÖYÜK TARİHE IŞIK TUTUYOR

Aksaray’ın Yeşilova beldesinde bulunan
Acemhöyük’te bu yılki kazı çalışmaları yeniden
başladı.
Kazı başkanı Prof.Dr. Aliye Öztan, Acemhöyük’ye kazı çalışmalarının, 1948 yılında Kayseri Kültepe’de yaptığı arkeolojik kazıda Koloni Çağı’na ait çivi yazılı belgeler bulan ve Aksaray’da Koloni Çağı’na ait önemli krallıkların yaşandığını tespit eden Prof.Dr. Tahsin Özgüç’ün tespiti üzerine 1962 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nimet Özgüç başkanlığında başlatıldığını anlatarak, kendisinin de o tarihlerde Özgüç’ün öğrencisi olduğunu, sonrasında asistanı olduğunu ve bugün ise kazı başkanı olduğunu söyledi. Acemhöyük’ün birçok krallığa ev sahipliği yaptığını belirten Prof.Dr. Öztan, “Acemhöyük 1962 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nimet Özgüç tarafından araştırılmaya başlanmış, Orta Anadolu’nun önemli bir yerleşim yeri. Nimet hocamızın burada kazıya başlamasının değişik nedenleri var. Bunlardan bir tanesi daha önce Prof. Tahsin Özgüç’ün Kayseri’de yer alan Kültepe’de yapmış olduğu kazılarda birlikte çalıştıklarında ele geçen Koloni çağına ait fazlaca çivi yazılı belgede Anadolu’nun değişik yerlerinde, özellikle bu bölgede de Koloni çağına ait bir önemli krallığın, krallıkların olduğu ama bunlardan bir tanesinin büyük krallık olduğu yazılıydı. Bu belirlenen kayıtlardan, bilgilerden hareketle Nimet Özgüç hoca Aksaray’daki Acemhöyük’ün söz edilen yerleşimlerden biri olması gerektiğini ve bunun da en önemli kent olarak söz edilen Puruşhattum kenti ile özleştirerek burada kazı yapmaya başlamış. Ben daha sonra kendisinin asistanı olarak burada öğrenci olarak kazıya başladım. Sonra asistanı olarak devam ettim. Hocam 1988 yılına kadar burada kazı yaptı ve şu anda içinde bulunduğumuz anıtsal yapıların yerleşimdeki Asur Ticaret Kolonileri çağına ait anıtsal yapılardan 3 tanesini açığa çıkardı. 89 yılından sonra ben kazılara devam ettim. Ben de aynı üniversitenin aynı bölümünde halen görev yapıyorum. Bir kere Asur Ticaret Kolonileri Çağı, yani günümüzden 4 bin yıl öncesinde Orta Anadolu’nun bu bölgesinde önemli bir şehir devletinin krallığın merkezi olduğu yapılan kazılarda anlaşıldı. İçinde bulunduğumuz bina bu kralın ikametgahı. İdari ve aynı zamanda konutu olarak kullanılmış. Burada kentin henüz adının kesinlikle ne olduğunu bilecek bir verimiz, yazılı belgemiz yok. Buna karşılık ele geçen bütün buluntular bizim bu önemli kentin Puruşhattum olması yönündeki görüşleri doğrular nitelikte. Şöyle ki, bir kere içinde bulunduğumuz yapı gibi 2 katlı ancak Orta Anadolu’nun karakterine uygun kerpiç ve ahşapla inşa edilmiş bir yapı söz konusu. Bu yapı da bir kere mimarlık tarihi, Anadolu’nun mimarlık tarihi ve mühendislik tarihi açısından önemli bir yapı. Çok sonraki dönemlerde orta çağda veya 19. yüzyılda da Anadolu’nun pek çok yerinde kullanılmış olan ahşap kerpiç karışımı bağdadi tekniğin ilk örneklerinden biri olarak bu yapı karşımıza çıkıyor. Bugün elimizde olan alt katındaki odalara göre de 53 odalı. Bunun bir de üst katını düşünürsek, 2 katı büyüklüğünde bir alanı, bir oda sayısına ulaşıyor. Yapının içinde değişik malzemeler ele geçti. Bunların arasında en önemlisi tarihi belge olarak karşımıza çıkan çağdaşı özellikle bugünkü Suriye ve Irak’ta yaşayan çağdaşı krallıklarda buradaki yöneticinin, kralın yakın ilişki içinde olduğunu gösteren bazı buluntularımız var. Örneğin bunların arasında eski Asur devrinin ünlü kralı Şamşadat’a ait değişik mühür baskıları mevcut. Öte yandan, o zamanki adı Hapla, günümüzdeki adıyla Halep’te bir krallık olarak karşımıza çıkan Halep Kralı’nın aynı şekilde mühür baskıları bulunuyor. Bunların yanında Kargamış Kralı ya da bir takım Suriye’deki farklı krallıkların kraliyet ailesine, mesela prenseslere ait aynı özellikteki buluntular var. Onların yanında fildişinden yapılmış çok önemli eserler elimizde ki bunların büyük bir kısmı parçalar halinde bulunmasına karşın bir mobilyaya ait taht ya da kraliçenin sandalyesi olarak düşünebileceğimiz bir mobilyanın parçaları olarak hazırlanmış. Bunların dışında obsidyen kuvars gibi işlenmesi zor, günümüzde bile işlenmesi zor ancak o dönemin tekniği ile çok başarılı bir şekilde işlenmiş olan taştan yapılmış kaplar, özellikle sarayın gözde, lüks eşyaları arasında yer alıyor. Buradaki yöneticin Koloni Çağı’na ait olan bu kentin yöneticilerini büyük ölçüde bölgeye, bölge yakınındaki kendi hakimiyet alanları içindeki maden yataklarına bağlı olarak maden ticaretinin önde gelen bir kenti konumuna getirdikleri anlaşılıyor. Zaten eğer Puruşhattum kenti ise, ki henüz yazılı belge olmamasına karşılık büyük ölçüde arkeoloji kanıtlar bunu göstermekte; daha önceki dönemlere ait de aynı nitelikte bir takı buluntularla karşı karşıyayız. Koloni Çağı’na ait örneğin gümüş külçeler değişim malzemesi olarak kullanılan külçeler, bunun yanında daha önceki döneme ki milattan önce bu kez eski Tunç Çağı’na, milattan önce 2300 – 2400 yıllarına ait olan, yani günümüzden 4400 yıl öncesine ait olan dönemlerinde de kentin önemli bir yerleşim yeri olduğu anlaşılıyor. Bu önemi özellikle geçen yıl karşımıza çıkan eski Tunç Çağı tabakaları içinde karşımıza çıkan 5,5 metre genişliğinde ancak 33 metresini açabildiğimiz bir sur ile çevrili olmasıyla da zaten büyük ölçüde kanıtlanmış gibi. Ama ümit ediyoruz ki önümüzdeki yıllarda bu döneme ait bir çivi yazılı belgeyle bütün bu öngörülerimiz gerçekleşebilecek” dedi.
Başlayan kazı çalışmalarında şu an için 38
kişinin çalıştığını ve ilerleyen günlerde bu rakamın
artacağını ifade eden Prof.Dr. Öztan, kazı
çalışmalarında Yeşilovalı halkın da çalıştığını ve
hatta bayanların da çalıştığını belirterek, bundan
çok mutlu olduğunu aktardı. Kendilerinin temel bir
ekibi olduğunu belirten Prof.Dr. Öztan, “Şimdi
kazıda bizim bir temel ekibimiz var, kazı ekibimiz
var. Onun yanında ki bunlar öğretim üyesi ya da
arkeologlardan oluşan bir grup. Bunun dışında
stajyer öğrencilerimiz var. Ankara’dan bizim kendi
bölümümüzün, anabilim dalımızın öğrencileri veya
başka üniversitelerin arkeoloji bölümlerinde okuyan
öğrenciler. Onların dışında tabi ki büyük ölçüde
Yeşilovalı hanımları ve beyleri çalıştırıyoruz. Şu
anda 38 kişi ile çalışıyoruz. İşimizi birazcık
terazisine koyunca daha da artacaktır bu sayı.
Yeşilova’nın çalıştığımız işçilerinden de şöyle
böyle 20 yıla yakın zamandır birlikte
çalıştıklarımız var. Ben bu işe çok seviniyorum. Son
6 – 7 yıldır Yeşilovalı hanımlar çalışıyorlar bizde.
Ekonomik açıdan evlerine katkı sağlıyorlar. Şu anda
10 tane hanım çalıştırıyoruz. Yani 38 kişinin 10
tanesi bayan, 28′i bey. Çünkü beylerin yapacağı
işler biraz daha farklı. Özellikle hanımların
kazılarda çalışması iyi oluyor. Çünkü bizim her
işimiz çıkan toprağın belli seviyelerde çok güzel
süpürülmesi. Ancak bir takım buluntuları o zaman
rahat, duvarları falan seçme imkanımız oluyor.
Hanımlar alışık olduğu için süpürmeye, onun için de
çok memnunum” şeklinde konuştu
haberler.com, 11.07.2012
|
TOPKAPI'NIN TAHTINA KİM
ÇIKACAK?

Topkapı Sarayı Müze
Başkanlığı görevi haziran ayı sonunda biten Prof.Dr.
İlber Ortaylı’nın yerine
Kültür ve Turizm Bakanlığı
yeni bir isim arayışına girdi. Müdürlük koltuğu da
vekaleten yürütülen müzenin başkanlığı için Bakan
Ertuğrul Günay
bizzat ilgileniyor.
Konya
Mevlana Müzesi
Müdürlüğü görevinden alınarak Topkapı Sarayı
Müdürlüğü görevine getirilen Yusuf Benli’nin 3.
Selim’e ait tahtı lojmanına taşıtmaya kalkmasıyla
yaşanan skandal
Kültür ve Turizm Bakanlığı
’nı zor duruma düşürmüştü. Bu nedenle yeni bir
skandal yaşamak istemeyen bakanlık İlber Ortaylı
yerine getirilecek isimde ince eleyip sık dokuyor.
Bakan Günay, çift başlılık oluşturan müze başkanlığı
statüsünün de kaldırılmasından yana. Bu nedenle
Topkapı Sarayı’na aslında başkan değil müdür arıyor.
Topkapı Sarayı’na büyük önem veren Bakan Günay, müze
için yaptığı çalışmaların da heba olmasını
istemiyor. Sur-ı Sultani Projesi’ne destek verecek
bir müdür için de birebir görüşmelere dahil oluyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı
bu güne kadar pek çok isme teklif götürdü. Doç.Dr.
Ahmet Turan Alkan, Prof.Dr. İskender Pala, Doç.Dr.
Erhan Afyoncu, Doç.Dr. Mustafa Küçükaşçı, Prof.Dr.
Gül İrepoğlu ve Doç.Dr. Haluk Dursun görüşülen
isimler arasında. Ahmet Turan Alkan ve İskender
Pala’nın teklifi nazikçe geri çevirdi.
Görüşülen isimler
Marmara Üniversitesi
Tarih Bölümü’nde öğretim üyesi olan Mustafa
Küçükaşçı da görüşme yapılan isimler arasında yer
alıyor. Diğer yandan UNESCO
Türkiye Milli
Komisyonu Yönetim Kurulu üyesi Prof.Dr. Gül İrepoğlu
ile Bakan Günay müze başkanlığı için bir araya
geldi. Görüşmeden olumlu ya da olumsuz henüz bir
cevap çıkmadı. En güçlü aday olarak Ayasofya Müze
Başkanı Haluk Dursun ön plana çıktı. Başkanlık
görevini Ayasofya’da başarı ile yaklaşık 7 yıldır
sürdüren Dursun, başkanlığa en yakın isim. Bakanlık
yakından tanıdığı Dursun ile Ayasofya’daki görevinde
sorun yaşamadı. Lakin
Kültür ve Turizm Bakanlığı
’nın çift başlılık oluşturan Müze Başkanlığı
sistemini lağvedip müdürlük olarak devam edilmesini
istemesi en büyük sorun olarak duruyor. Dursun’un
müze müdürlüğüne sıcak bakmadığı, başkanlık olarak
devam ederse kabul edeceği belirtiliyor.
Müze Başkanlık sistemi 2004’de gündeme geldi. 19
müze ‘Ulusal Müze’ olarak belirlenmişti. Bu müzeler
bir başkan ve ona bağlı iki müdürce idare
edilecekti.
Üçlü yapının başındaki
başkan, her türlü işleyişinde koordinasyon görevini
üstlenirken, ulusal ve uluslararası ilişkiler ile
projelerin onaylanmasından sorumlu olacaktı. Ancak
bu bir türlü gerçekleşmedi. Müze müdürü ve müze
başkanı arasında sürekli yetki karmaşası yaşandı.
Ortaylı’nın ayrılmasıyla başkanlık sistemi sadece
Ayasofya’da kaldı.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 10.07.2012
|
GUELL PARKI TURİSTLERE PARALI OLACAK

UNESCO tarafından korunan eserler arasında yer alan
dünyaca ünlü Katalan mimar Antonio Gaudi'nin fikri
ve dizaynı ile 1910-1914 yılları arasında inşa
edilen Güell Parkı, ekonomik krize karşı finansman
yaratmak için alınan kararların kurbanı oldu.
Barcelona'nın en çok ziyaret edilen yerlerinin
başında gelen Güell Parkı'nı dolaşmak isteyen
turistler gelecek sonbahardan itibaren 5 avro ödemek
zorunda kalacak. Barcelona'da ikameti bulunanlar ise
şimdiye kadar olduğu parka bedava girebilecek.
Barcelona Belediyesi meclis üyelerinden Maite
Fandos, "İki sebepten dolayı Güell Parkı'na girişi
turistler için paralı yaptık. Birincisi, girişi
kontrol altında tutmak için, ikincisi de bu parkın
korunması için yapılan harcamaların artık Barcelona
vatandaşının cebinden çıkmaması gerektiğini
düşündüğümüzden" dedi.
2008-2011 yılları arasındaki verilere göre, parkın
yüzde 86 turist, yüzde 14'te Barcelonalılar
tarafından ziyaret edildiğini kaydeden Fandos,
belediye olarak parka yapılan harcamaların "çok
fazla" olduğunu savundu.
Türkiye Gazetesi, 10.07.2012
|
HACILAR BÜYÜK HÖYÜK KAZILARI 20 TEMMUZ'DA BAŞLAYACAK
Burdur’un Hacılar
Köyü'nde bulunan Hacılar Büyük
Höyük kazılarının 20 Temmuz’da başlayacağı
bildirildi.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Tanır, yaptığı
yazılı açıklamada, kazıların, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Protohistorya ve
Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Gülsün Umurtak başkanlığında yapılacağını
belirtti.
Kazıların 20 Temmuz’da başlayacağını ifade eden
Tanır, bu yıl Kuruçay, Bademağacı ve Karataş
Semayük’teki kazılara ağırlıklık verileceğini
kaydetti. Geçen yılki kazılarda silo, çanak, çömlek,
madeni iğne ve damga mühürlerin ortaya çıkarıldığını
hatırlatan Tanır, Hacılar Büyük Höyük kazılarının
Türkiye arkeolojisine önemli katkılar sağlayacağını
vurguladı.
Tanır kazıların 20 Eylül’e kadar süreceğini
bildirdi.
haberler.com, 10.07.2012
|
İDRİS-İ BİTLİSİ TEPESİ OLUYOR

AKP Bitlis Milletvekili Vahit Kiler
tarafından gündeme getirilen İstanbul’un gözde
mekanlarından Pierre Loti Tepesi isminin İdris’i
Bitlis olarak değiştirilmesi tartışmaları sürerken,
Bitlis Belediye Başkanı Fehmi Alaydın Bitlis’in en
hakim tepesi olan Şerifbey Tepesi’ne bu isminin
vereceklerini açıkladı.
İstanbul’un gözde mekanlarından olan ve 1934
yılından sonra Pierre Loti olarak değiştirilen İdris
Tepesi isminin iadesi için AKP Bitlis
Milletvekili Vahit Kiler girişimlerde bulundu. Bu
konudaki çalışmalar sürerken, Bitlis Belediyesi
Bitlis’in en hakim bölgesinde bulunan Şerifbey
Tepesi isminin ’İdris’i Bitlis Tepesi’ olarak
değiştirmek için çalışma başlattı. Bitlis Belediye
Başkanı Fehmi Alaydın Şerif Tepesi’nde çalışmaların
başlatıldığını belirterek, kafeterya ve parkın
tamamlanmasından sonra isminin İdris’i Bitlisi
olarak değiştirileceğini söyledi. Başkan Alaydın,
şöyle dedi:
"Geçmiş yıllarda İdris-i Bitlisi tepesi olarak
bilinen İstanbul’daki tepenin ismi Pierre Loti
olarak değiştirilmiş. Bu ismin değiştirilmesi için
çabalar sürüyor. Ama biz şimdiden bu ismi kullanmaya
başlayacağız. Çalışmalar sürüyor. İnşallah bu isme
layık bir mekan olacak. Bitlis’i özellikle akşamları
çok güzel görebileceğimiz bu hakim noktadan kendini
daha iyi tanıtacağız."
İdris’i Bitlisi’nin önemli bir şahsiyet olduğunu
anlatan Belediye Başkanı Alaydın, şöyle dedi:
"İdrisi Bitlis’i alim ve şeyhlerden biri olan
Mevlana Şeyh Hüsameddin Ali Bitlisi’nin oğludur.
Akkoyunlu ve Osmanlı Devletleri’ne 25 yıldan fazla
yönetim kademelerinde hizmet eden, Osmanlı tarihini
ilk kez Farsça olarak kaleme alan büyük devlet adamı
ve alim. Akkoyunlu sarayında hükümdar çocuklarına
lalalık yapan, bundan dolayı ’Kutlu Müderris’ olarak
övülen bir isim. Osmanlı siyasetinde aktif bir rol
üstlenmiş. Mısır’ın fethinden sonra bu ülkenin
yönetimi konusunda Yavuz Sultan Selim’e yardımcı
olan biri. Ayrıca aralarında Risale-i Hazaniyye’nin
de olduğu 28 eseri olan tarihi bir kişilik. Ülkeye
bu kadar yararları dokunmuş bir şahsiyet."
Vatan, Haber: Özcan Çiriş, 10.07.2012
|
TANRIÇA ÇANAKKALE'DEN ÇIKTI

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Erzurum Atatürk
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim Üyesi Prof.Dr. Cevat Başaran başkanlığında yürütülen ve
Türkiye'nin değişik üniversitelerinden öğrencilerin
staj gördüğü arkeolojik kazı çalışmaları bu yıl
antik kentin nekropol, tiyatro, odeon, hamam, yamaç
ve sondaj yapısı olmak üzere altı ayrı bölgesinde
devam etti. Kazı yapılan bölgelerden Odeion'da
(konser salonu-küçük tiyatro) parçalar halinde bir
mermer heykel ortaya çıkarıldı. Günümüzden bin 800
yıl öncesine ait giysili kadın heykelinin, elinde
tuttuğu ok ve yay ile yanında duran hayvan başları,
kazı ekibine heykelin Tanrıça Artemis'e ait olduğu
hakkında ip uçları verdi.
Kazı heyeti başkanı Prof.Dr. Cevat Başaran,
"Heykelin yaklaşık bir metre 70 santimetre boyunda,
kaliteli beyaz mermerden yapılmış olması dikkatimizi
çekti. Heykelin Tanrıça Artemis'e ait olduğu
kanısına yanında bulduğumuz hayvan başlarından
vardık. Tanrıçanın elinde tuttuğu ok ve yay da
heykelin avcı tanrıça Artemis olduğunu gösteriyor"
dedi.
Başaran, Parion'daki kazıların 15 Ağustos'a kadar
süreceğini açıkladı
Vatan, 10.07.2012
|
KAN DONDURAN KEŞİF
İskoçya sahilinin açıklarında, farklı insan
bedenlerinden alınan parçalarla oluşturulmuş,
dünyaca ünlü roman 'Frankeştayn'a konu olan yaratığı
anımsatan mumyalar bulundu.
Araştırmacılar, mumyalama işlemini yapan kişilerin
bu sayede atalarının cesetlerinden kalan parçaları
tek bir ırkta bir araya getirmeyi amaçlamış
olabileceğini söyledi.
Araştırma sonuçlarını yorumlayan bilim insanları, bu
kurgunun kendilerine, mezar ve mahzenlerden toplanan
ceset parçalarıyla oluşturulan roman kahramanı
Frankeştayn'ı anımsattığını belirtti.
Mumyalar ilk kez 2001 yılında İskoçya'nın batı
kıyısındaki Güney Uist adasında, Cladh Hallan isimli
bir Bronz Çağı Köyü'nde bulunan 3 bin yıllık bir evin
altında bulunmuştu. Bu keşiften sonra,
araştırmacılar aynı bölgede kazı çalışmalarına devam
etti.
Araştırmacıların bu çalışmalarda bulduğu insan
mumyaları arasında bir genç kıza ve üç yaşındaki bir
çocuğa ait cesetler vardı. Ayrıca, bunlardan çok
daha farklı görünümde yetişkin bir kadın ve erkeğe
ait cesetler de, cenin pozisyonunda, sıkıca
mumyalanmış bir vaziyette keşfedildi.
ÜÇ FARKLI İNSANDAN TOPLANAN KEMİKLER...
Bilim insanları, erkeğe ait mumyanın üç farklı
kişiye ait kemiklerden oluştuğunu fark etti. Cesedin
gövdesiyle kol ve bacakları bir erkeğe, kafatası ve
ensesi başka bir erkeğe, alt çenesi ise muhtemelen
bir kadına ait. Alt çenenin tüm dişleri yerindeyken,
üst çenede bir tek diş bile bulunmuyor.
Kadın cesedini de inceleyen araştırmacılar, bu
mumyanın alt çenesinin, kol ve uyluk kemiklerinin
farklı insanlara ait olduğunu anladı. Kadının üst
çenesindeki iki dişinse çekilerek ellerine konduğu
görüldü.
MUMYALAMANIN MISIR'A ÖZGÜ OLMADIĞI ANLAŞILDI
Frankenştayn'ı anımsatan bu karma uzuvlu cesetlerin
kadına ait olanının MÖ 1130-1310, erkeğe ait
olanınınsa MÖ 1260-1440 yılları arasında
oluşturulduğu tahmin ediliyor.
Büyük Britanya'da böylesi mumyalama işleminin
uygulanıyor olmasının ortaya çıkması da başlı başına
tarihi bilgileri değiştiren bir gelişme olarak
nitelendiriliyor. Bulunan cesetler, Mısır dışında da
mumyalama işlemi yapıldığının önemli bir kanıtı
olarak gösteriliyor.
Vatan, 10.07.2012
|
TOPKAPI SARAYI'NA 'SARAYLI' KOLEKSİYONU
Çanakkale
Seramik, İstanbul Rölöve ve Anıtlar
Müdürlüğü ile 26 Haziran Salı günü Topkapı
Sarayı Müzesi mutfak teşhir alanı tanziminin ve
tuvaletlerin restorasyonunun yapılması ile ilgili
protokol imzaladı. Kale Grubu Yapı Ürünleri Grubu
Pazarlamadan Sorumlu Başkan Yardımcısı
İhsan
Karagöz ile Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı
İlber Ortaylı’nın katılımı ile
gerçekleştirilen imza töreni ile Topkapı Sarayı,
Saraylı Koleksiyon ile yenilenecek.
Kale Grubu Yapı Ürünleri Grubu Pazarlamadan Sorumlu
Başkan Yardımcısı İhsan Karagöz
törende yaptığı açıklamada, “Çanakkale Seramik
markamız ile Türkiye’deki trendleri yakından takip
ediyoruz. Ürünlerimizi geliştirirken tüketicilerin
talepleri doğrultusunda, bizzat onların yorumlarını
da alarak tasarımlarımızı üretiyoruz. Tasarladığımız
yeni ürünlerde tekil üründen ziyade banyo mekanı ve
bütünsel tasarım yaratmaya odaklanıyoruz. Osmanlı
kültürünü ve ruhunu yansıtan gözalıcı seramik
karoları, banyo mobilyası ve vitrifiye ürünleriyle
şık ve bütünsel çözüm sunan Saraylı Koleksiyonu’nu
geliştirirken, tasarım ekibimiz Topkapı Sarayı’nda
çok zaman geçirerek oradan aldığı ilhamı özellikle
kadın kullanıcılarla yaptığımız dirsek temasımız ile
geliştirerek Saraylı Koleksiyonu’na yansıttı.
Dünyanın en görkemli ve ihtişamlı müzelerinden biri
olan Topkapı Sarayı her yıl dünyanın çeşitli
ülkelerinden milyonlarca kişi tarafından ziyaret
edilmektedir. Osmanlı kültürü ve mirasının en önemli
temsilcisi olan Topkapı Sarayı’nın, o dönemin
kültürünü ve geleneksel öğelerini yansıtan serimiz
Saraylı Koleksiyonu ile yenilenmesi bizim için bir
gurur kaynağıdır” dedi.
Görev süresi yakın zamanda dolan Topkapı Sarayı
Müzesi Başkanı İlber Ortaylı da,
“Topkapı Sarayı’nı günde yaklaşık 15 bin kişi
ziyaret ediyor ve sarayın yoğun kullanımdan dolayı
oldukça yıpranmış, sağlıksız ve yetersiz durumda
olan tuvaletleri ile şu an ziyaretçi kullanımında
olmayan II. Avlu Bab-üs Sade - Akağalar tuvaletini
de kapsayan toplam 24 bayan 20 erkek 1 engelli
tuvaletinin yenilenmesi ile ilgili Kaleseramik ile
sponsorluk protokolü imzaladık. Bakanlık tarafından
da onaylanan bu sponsorluk kapsamında Kaleseramik
Saray tuvaletlerinin yenilenmesinin yanı sıra
Topkapı Sarayı Mutfaklar bölümüne ait teşhir tanzim
projesinde yer alan yükseltilmiş modüler paslanmaz
çelik döşeme ile yoğun kullanıma dayanıklı özel
seramik döşeme kaplama yapımını üstlenmiştir. Tüm bu
sponsorluk kapsamında Kaleseramik yenilenecek
mekanları Topkapı Sarayı’nın tarihi dokusuna uygun
bir yapıya kavuşturacaktır” dedi.
İmzalanan protokol kapsamında Çanakkale Seramik,
Topkapı Sarayı’nın tuvaletlerinin restorasyonunun
yapılması konusunda tasarımcı
Zeynep
Fadıllıoğlu ile işbirliği yapacak.
Yenilenecek mekanların dekorasyonu Saraylı
Koleksiyonu’nun reklam filmi mekanını da tasarlayan
Zeynep Fadıllıoğlu tarafından gerçekleştirilecek.
Yenilenecek mekanlarda tarihi dokuya sadık kalınarak
yapılacak olan dekorasyonda Saraylı Koleksiyonu’nun
çeşitli ürünleri kullanılacak. Topkapı Sarayı’nda
daha önce hiç sergilenmemiş olan mutfak ürünlerinin
ziyarete açılacağı bölümü oluşturan Mutfak Teşhir
Alanı zeminleri de Çanakkale Seramik ürünleriyle
özel olarak dekore edilecek.
Yapı, 10.07.2012
|
SİDE'DE TAPINAKLAR BÖLGESİ KORUMA ALTINA ALINDI
Antalya Side antik
kentinde Anadolu Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü'nün 4 dönem yaz kazıları başladı.
Tarihi antik kentte kazı çalışmaları Anadolu
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Side Kazı Başkanı
Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı tarafından 100 kişilik
ekiple yürütülüyor. Kazının Kültür ve Turizm
Bakanlığı temsilciliğini ise Pınar Arsel yapıyor.
Avusturya Graz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı
Prof.Dr. Peter Scherrer'in 15 kişilik ekibiyle
şehrin Doğu Kapısı'nda kaza çalışması yapıyor. Kazı
Başkanı Alanyalı, çalışmaların eylül ayı sonuna
kadar devam edeceğini söyledi.

Alanyalı, bu sene kazı çalışmasını Side Müzesi
belirli bir alanı ile tapınaklar bölgesinde Apollon,
Athena ve Bazalika Kilisesi'nde koruma ve
konservasyon amaçlı olacağını söyledi. 2012 yaz
yazılarında Apollon Tapınağı bölgesini tamamen
koruma altına alacaklarını anlatan Alanyalı,
bölgenin yıllarca vahşice kullanıldığını tapınaklar
bölgesinde motosiklet ve kamyonla geçişin dünyada
tek yapıldığı yerin Side Antik Kent olduğunu
kaydetti.
Side antik kentinde toplamda 9 alanda kazı çalışması
yapacaklarını belirten Alanyalı, Side Belediyesi'nin
katkılarıyla yapılan Tyche Tapınağı ayağa kaldırma
çalışmaları bu sene eylül ayı sonunda tamamlanarak
açılışının Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
tarafından yapılacağını ifade etti.
Bugün, 10.07.2012
******
SİDE ANTİK TİYATRO J KAPISI ASLINA UYGUN ŞEKİLDE
YAPILDI

Antalya Side Antik Tiyatro J galeri kapısı aslına
uygun bir şekilde restore edildi. Side Antik
Tiyatro’da 20 kapının daha aslına uygun bir şekilde
restore edilerek kültür turizmine kazandırılması
bekleniyor. Antik dönemde olduğu gibi Sedir
ağacından yapılan J kapısının maliyetinin 40 bin
lira olduğu belirtildi.
Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Feriştah Alanyalı, yaptığı açıklamada, tarihi tiyatroda kültür turizmine kazandırılmayı bekleyen 20 kapının daha bulunduğunu söyledi. J kapısının aslına uygun bir şekilde yapılması ve insanlık kültür mirasına kazandırılmasında Side Belediyesi’nin katkısının yüksek olduğunu belirten Alanyalı, 20 kapının aslına uygun bir şekilde yapılarak kültür turizmine kazandırılmasında gönüllü destekçilere ihtiyaçlarının olduğunu ifade etti.
Feriştah Alanyalı, “Tiyatronun J kapısını antik
dönemde olduğu gibi aslına uygun bir şekilde
onardık. Kapının toplam maliyeti 40 bin lira. Antik
tiyatroda bulunan 20 kapının yapılması için gönüllü
sponsor olmasını bekliyoruz. Kapının tahta
kaplamasını antik dönemde olduğu gibi Sedir
ağacından yaptık. Kapı aslına uygun yapıldığı için
ince işçilik ve mimari estetiği büyüleyici.” dedi.
Alanyalı, kapının açılışını Side Belediye Başkanı
Abdulkadir Uçar ile birlikte yapacaklarını söyledi.
haberler.com, 10.07.2012
|
RUMKALE İÇİN KOLLAR SIVANDI
Fırat Nehri kıyısında tarihi ve doğal
güzellikleri buluşturan Rumkale, dünya turizmine
kazandırılıyor. Günümüzde 3 yanı baraj gölüyle
çevrili yarım ada görünümünde olan ve Hristiyanlar
açısından kutsal yerlerden sayılan Rumkale'de,
ikinci etap restorasyon kapsamında Aziz Nerses
Kilisesi restore edilecek, taş evler butik otel
olacak ve doğu tarafından yürüme yolu tamamlanacak.
İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Cafer Yılmaz,
Rumkale'nin kültür-inanç turizmini içinde
barındırdığını, doğa turizmine uygun olduğunu ifade
ederek, Fırat havzasında Karkamış, Zeugma ve
Rumkale'nin birlikte önemli bir kültür mirası
olduğunu vurguladı. Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'ın, Rumkale'de yapılan restorasyon
çalışmalarını yerinde gördüğünü belirten Yılmaz,
"Sayın Bakanımız'ın talimatıyla da Rumkale'yi,
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne almak için
çalışma başlatacağız. Gerçekten Rumkale birçok kişi
tarafından görüldüğünde hayranlıkla seyredilen ve
'Türkiye'de böyle bir yer var mıymış' gibi tepki
gösterilen, o kadar beğenilen bir alan. Biz orayı
gerek yurt içi gerekse yurt dışı turizme açmamız
lazım. Bunun için de yolumuz olması lazım, konaklama
tesisleri olması lazım ve restorasyonu bitirmeniz
lazım" dedi.
Rumkale'de birinci etap
restorasyon çalışmaları kapsamında kalenin duvarı ve
burçlarının güçlendirildiğini, çevresinin
düzenlendiğini, kalenin içindeki cami ve değişik
dönemlere ait kiliselerin restore edildiğini, batı
tarafından yürüme yolunun yapıldığını anlatan
Yılmaz, ikinci etap restorasyonun 2013 yılında
tamamlanacağını ifade etti. Yılmaz, ''İkinci
etapta özellikle Aziz Nerses Kilisesi restorasyonu
tamamlanacak ve yürüme yolları bitirilecek. Şimdi
kalenin doğu tarafından yürüme yoluna başlandı.
Doğudan batıya doğru yol birleştirilecek. Kalenin
içindeki 10-11 tane taş ev restore edilerek, butik
otel veya kafeterya olarak kullanılacak. Seyir
terası yapılacak'' dedi.
Gaziantep 27, 10.07.2012
|
3 BİN YILLIK HAMAM

Yozgat'ın Sarıkaya
İlçesi Belediye Başkanı
Ali Osman Erbir, ilçede bulunan ve yaklaşık 3
bin yıllık tarihe sahip olan,
Roma hamamında kazı çalışmalarının devam
ettiğini söyledi.
Tarihi
Roma Hamamı'nın ilçe turizmine kazandırılması
için 4 yıldır çalışmaların devam ettiğini belirten,
Başkan Erbir, "Yozgat
Müze Müdürlüğü'müzün koordinesinde kazı
çalışmalarımız 4 yıldır devam ediyor ve belli bir
aşamaya gelindi. Hamamın etrafında İl Özel İdare'ye
ait iki bina ve mülkiyeti özel kişilere ait olan
bazı binaların kamulaştırılarak kazı çalışmaların
devam etmesi gerekiyor. Biz de bu kamulaştırılacak
binalar için valimizle görüştük özel idareye ait bu
tek katlı olan iki binanın kaldırılacağı söylendi.
Tarihi
Roma Hamamı'nın Türkiye ve dünyaya tanıtılması
sosyal ve ekonomik açıdan Sarıkaya adına çok önemli
bir gelişme olacaktır." dedi.
Tarihi Roma Hamamı'nın özelliğinin termal su
kaynaklı olması olduğunu ifade eden Başkan Erbir,
halk arasında söylenen efsaneyi ise şöyle anlattı:
"Efsaneye göre Roma kralının kızı bir gün
hastalanıyor. Hastalıktan kurtulması için kral
çareler arıyor ve en sonunda kızı buradan çıkan
termal su sayesinde sağlığına kavuşuyor. Bunun
üzerine buraya bir hamam yaptırıyor. Şuan taşların
üzerinde görülen resim figürlerinden de anlaşılacağı
üzere hem boğa hem de yılan figürü var. Boğa figürü
gücü temsil ediyor, yılan ise günümüzde tıpta sembol
olarak kullanıldığı gibi sağlığı temsil etmektedir.
Bu nedenle buranın suyunun bir şifa kaynağı olduğunu
bu resimlerden de anlayabiliriz. Amacımız 3 bin
yıllık Tarihi Roma Hamamı'nın ilçemiz ve ülkemiz
turizmine kazandırılmasını sağlamaktır."
Habertürk, 09.07.2012
|
SULUKULE VE BALAT'TA DÖNÜŞÜME DEVAM

Binlerce yıllık tarihiyle
İstanbul'un en eski yerleşimlerinden Fatih, kentsel
yenileme projelerine 2005'te başlayarak dönüşüme ilk
adımı atan yerlerden. Süleymaniye, Sulukule,
Fener-Balat, Ayvansaray, Yalı Mahallesi ve dünyanın
ilk alışveriş merkezi Kapalıçarşı'da yenileme
projelerine devam eden Fatih Belediyesi, bazı
bölgelerde çalışmalarını tamamladı, bazılarında ise
süreç hala devam ediyor. Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir, 52 bin binanın bulunduğu bölgede 6
kentsel yenileme projesinde 4-5 yıl içinde 2 bin 600
binayı yenilemeyi hedeflediklerini açıkladı.
Belediyenin yürüttüğü çalışmaların başında 90 bin
metrekare alan üzerinde yapılan ve hak sahiplerinin
yüzde 98'iyle uzlaşma sağlanan Sulukule
Bölgesi'ndeki 620 yapı geliyor. Yapıların inşasının
tamamlandığı hatta kuraların bile çekildiği
Sulukule'de yürütmeyi durdurma kararı çıkmış ve
süreç tıkanmıştı. Başkan Demir, davanın kentsel
yenilemeyi ilgilendiren 5.366 sayılı yasaya değil,
imar yasasına dayandırılarak açıldığını söyleyerek
"Sulukule'de yürütmeyi durdurma kararı alınan avan
projeden sonra biz inşaattan kaynaklanan
değişiklikler nedeniyle yeni bir proje sunmuştuk. Bu
proje daha Kurul'dan onay bekliyor. Dava açılan avan
proje ise bir önceki proje. Dolayısıyla son
sunduğumuz avan proje Kurul'dan onay alırsa yolumuza
devam edeceğiz" diye konuştu. Demir, Sulukule'de hak
sahiplerin yerinde kalacağını, kiracılara ise
TOKİ'nin Taşoluk ya da Kayabaşı gibi yerlerde
yaptığı konutlarda yer verdiklerini açıkladı.
700 BİNA DÖNÜŞECEK
Aynı konunun Fener - Balat'ta 700 binada yapılacak
kentsel yenileme projesi için de geçerli olacağını
söyleyen Demir, "Fener-Balat projesinde de yürütmeyi
durdurma kararı çıktı. Üç adada uzlaşma sağladık,
yıl sonunda ise inşaat başlayacaktı. Kurul
tarafından onaylanan projede yenilik yapıp yolumuza
devam edeceğiz" diye konuştu.
'EL DEĞİŞTİRMELER OLACAKTIR'
Yüzde 85 oranında uzlaşmanın sağlandığı
Ayvansaray yenileme projesinde ise 52 bina ve bir
otelin yer alacağını söyleyen Demir, yapıların
16'sının tescilli olduğunu hatırlattı. Demir,
bölgede mahalle dokusunu koruyup korumayacakları ile
ilgili sorular üzerine "Mahalle dokusu mimariyle
korunacak. Ancak yenilendikten sonra belli bir değer
artışı yaşanacak. Bu nedenle de el değiştirmelerin
olacağını düşünüyoruz" diye konuştu. Belediyenin
gündeminde ayrıca Yalı Mahallesi'nde ise 305 binayı
yenilemek var.
KAPALIÇARŞI'DA AVM GİBİ YÖNETİM OLACAK
Yıllardır yenilenmesi gündemde olan ancak
bir türlü uzlaşılamayan tarihi Kapalıçarşı'nın ise
Kentsel Dönüşüm Yasası olarak bilinen kanunun 15.
maddesiyle yenilenmesinin önü açıldı. Demir,
uzlaşmaya engel olan yönetim sorununun bu madde ile
ortadan kalkacağını söyleyerek "Kapalıçarşı da artık
AVM gibi yönetime sahip olacak. Bu yönetim 2 bin 400
dükkan sahibini uzlaştırarak tarihi Çarşı'nın
yenilenmesine öncülük edecek" dedi.
SÜLEYMANİYE'DE 400 KONUTLUK PROJE
Demir'in şimdi gündemindeki en büyük
proje ise Süleymaniye'de 1 milyon metrekare arazi
üzerinde yapılacak ve bölgenin tarihi yapısına uygun
olarak yeniden yapılacak 400 konutluk dönüşüm. Hak
sahiplernin yüzde 60'ıyla uzlaşma sağlanan yüzde
40'ı ise kamulaştırılan alanda KİPTAŞ ile birlikte
proje yürütülecek.
ÜÇ SEÇENEK SUNULUYOR
Demir, kentsel yenilemenin yapılacağı
bölgedeki hak sahiplerine üç seçenek sunduklarını
söyleyerek seçenekleri şöyle sıraladı: 'Biz projeyi
çizelim, yıkımı ve yenilemeyi siz yapın', Başka bir
adadan size yer verelim', "100 metrekare ev yerine
70 metrekare gibi seçenei kabul etmezlerse o zaman
aradaki farkı yeni değer üzerinden ödeyin."
Sabah, Haber: Dilek Taş, 09.07.2012
|
180 YILLIK ŞİFA YUVASI ENGEL TANIMIYOR

Padişah II. Mahmud'un fermanıyla 1832'de
Ermenilere yardım ve tedavi için kurulan Surp Pırgiç
Hastanesi, bugün her milliyetten hastalara
kapılarını açıyor. Zihinsel engelli çocukların
rehabilitasyonunun ücretsiz sağlandığı hastanede 350
huzurevi sakini de ağırlanıyor.
Bundan tam 180 yıl önce 1832 yılında Ermeni
cemaatine has bir hastane olarak kurulan Aziz
Kurtarıcı anlamına gelen Surp Pırgiç, hala hastalara
şifa dağıtıyor. Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi
Vakfı'nın çabalarıyla ayakta tutulan hastane, bugün
sadece Ermenilere değil Türkiye'nin dört bir
yanından gelen her milliyetten kişiye hizmet
veriyor.
Ermeni cemaatinin önde gelen kişilerinden Maliye
Nazırı Kazaz Artin Amira Bezciyan'ın öncülüğünde
kurulan hastane, dönemin önde gelen isimlerinin yanı
sıra Ermeni toplumunun her kesiminden pek çok
insanın fedakar katkılarıyla iki asra yaklaşan
ömrünü sürdürüyor.
SGK'ya bağlı vakıf hastanesi olarak teşhis
ve tedavi hizmeti veren hastanenin 180. yılı
nedeniyle bahçesinde özel bir fotoğraf sergisi
açılmış. Sergide, hastanenin tarihinin fotoğraflarla
anlatıldığını dile getiren Vakıf Yönetim Kurulu
Üyesi Kirkor Döşemeciyan, 'Bu hastane ilk olarak
huzurevi, yetimhane ve akıl hastaları için hizmet
verilse de, ardından yöneticileri ve dünyanın en
önemli doktorlarının da çabasıyla evrensel tıbbın
uygulandığı bir yere dönüştü' dedi.
Hizmetlerin Ermeni cemaatinin maddi katkılarıyla
yürütüldüğünü ifade eden Kirkor Döşemeciyan, şöyle
konuştu: Hem tarihi kimliği korumayı hem de büyük
bir hızla gelişen teknolojik yenilikleri bünyemize
uyarlamayı hedefliyoruz...
Vakıf Yönetim Kurulu Başkanı Bedros
Şirinoğlu da, yardımlaşma ve dayanışma kavramının
hastanenin kurumsal kimliğini belirleyen unsurlardan
biri olduğuna dikkat çekiyor. Şirinoğlu, 180.
kuruluş yıl sebebiyle yazdığı yazıda, 'Tarihimiz
boyunca hastane bünyesinde faaliyet gösteren zanaat
atölyeleri, huzurevi, okul, ruhban okulu, zihinsel
engelliler okulu gibi kurumlar yardımlaşma ve
dayanışma ruhunu somutlaştırdı' ifadesini
kullanıyor.
Hastanede, 75 çocuk zihinsel engelli
çocuklar rehabilitasyon merkezinde, tinerci çocuklar
bağımlılık tedavi merkezinde ücretsiz tedavi
görüyor. Yaklaşık 350 kişi de huzurevinde yine para
alınmadan ağırlanıyor. Koşullar elvermediği için
daha fazla kişiyi kabul edemediklerini anlatan
Kirkor Döşemeciyan, 'Salgın hastalıklar, yangınlar
ve depremler geçiren; sayısız savaş, işgal gören
Surp Pırgiç, 180 yıldır bu toplumun dayanışma ve
hayırseverlik değerleriyle ayakta duruyor' dedi.
Sebze bahçesine kuruldu
Surp Pırgiç, Yedikule'de Leblebicioğlu
Bostanı olarak bilinen bir sebze bahçesine kuruldu.
Surların hemen dışındaki bölge salgın hastalıkların
uzağında özellikle havasının temizliği nedeniyle
seçilmiş. Sultan II. Mahmud'un fermanıyla kurulan
hastanenin Galata Kadısı Kazasker mühürü, hala
hastanenin müzesinde saklanıyor.
- Türünün Osmanlı topraklarındaki ilk
örneklerinden biri olan ameliyathane bu hastanede
kuruldu.
- Fransa'da Marie Curie'nin yanında asistanlık yapan
Dr. Zakar Tarver, İstanbul'un ilk röntgen cihazını
hastaneye getirdi.
- Başhekimlerden Dr. Peştemalciyan ve arkadaşları
Hilal-i Ahmer'in (Kızılay) kuruluşuna öncülük etti.
- Hastanenin başhekimlerinden biri Napolyon III'ün
doktorluğunu yapmış, Amerikan İç Savaşı'na
(Kuzey-Güney) katılıp ardından İstanbul'a dönmüş.
Akşam, Haber: Türkan Yılmazer, 09.07.2012
|
TARİHE IŞIK TUTACAK

Batman'a 14 kilometre uzaklıktaki Oymataş
Köyü
yakınlarında dünyanın en eski höyükleri arasında yer
aldığı belirtilen Kuriki Höyüğü'nde yürütülen ve 90
kişinin görev aldığı kazı çalışmalarında Part Roma
dönemine ait 7 sanduka mezar ile mezarlar içinde
tunçtan yapılmış bilezik, kolye taneleri ve boyalı
yonca ağzı testicikler, yivli kap parçaları ile
çanak ve çömlekler bulundu. Kazılara başkanlık yapan
Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü'nden Yrd.Doç.Dr. Elif Genç, Kültür
ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü'nün izinleri ile DSİ'nin maddi
desteği ile 2009'dan beri kazının sürdüğünü söyledi.
Önemli höyüğün Ilısu ve HES kapsamında yer aldığı
için çalışmaları hızlandırdıklarını anlatan
Yrd.Doç.Dr. Genç,
"Kazı çalışmalarında MÖ bin sonları ve MS bin
başlarına tarihlenen büyük bir yapı gün ışığına
çıkarıldı. Taş ve kerpiç yapılarda odaların hiçbir
yerlerinde kapı yerleri belirlenememiştir. Az sayıda
erken demir çağ yivli kap parçalarına rastlanıldı.
Çanak, çömlek üzerine yapılan incelemelerde MÖ
2'nci Yüzyıl ile MS 2'nci Yüzyıl'a arasına ait
önemli bulgulara rastlanıldı" dedi.
Önemli eserlerin
gün yüzüne çıkarıldığını belirten Yrd.Doç.Dr. Elif
Genç, şöyle konuştu:
"Birden fazla bireyin gömüldüğü mezarlarda küpe,
bilezik, kolye taneleri ve boyalı yonca ağızlı testi
bulundu. İlk yerleşim olan geç kalkolotik erken tunç
çağının geçiş evresinden sonra uzun bir boşluk
yaşanmış. Demir çağda yeniden yerleşilmiş ve
Part-Roma döneminde de yerleşimin devam ettiği
anlaşılmıştır. 3 yıllık kazı sonuçları Dicle, Batman
Ovası yerleşim sistemi içinde Kuriki Höyüğü önemini
ortaya koyuyor. Önümüzdeki yıllarda yapılacak
arkeolojik çalışmalar yerleşimin kültürel geçimine
katkıda bulunacak. Bölgenin geçmiş tarihine ciddi
ışık tutacaktır."
Yrd.Doç. Elif Genç, 45 dereceyi bulan bunaltıcı
sıcakta kazıların sürdüğünü belirterek, Dicle Nehri
ile Batman Çayı'nın birleştiği bölgedeki Kuriki
kazısında bölgenin önemli bir ticaret güzergahının
olduğunun işaretlerinin ortaya çıktığını söyledi.
Yrd.Doç.Dr. Genç, "Burası çok önemli bir höyük. Taş
sanduka mezarlarda çalışmalarımız sürüyor.
Mezarlardaki gömülerde tunçtan küpe, bilezik ve
takılar dikkat çekiyor. Bir yerde öbür dünyaya
gidenler yanlarına önemli gördükleri eşyalarını da
bırakmışlar. Burası tarım alanı olduğundan hasar
görmüş.Kazıları büyük bir titizlikle sürdürüyoruz"
dedi.
Vatan, Haber: Arif Arslan, 08.07.2012
|
50 YIL SONRA: GAME OVER
Medeniyetin beşiği,
bereketli Konya Ovası, yanlış tarım politikaları
yüzünden tükenme noktasında. Büyük paralar
harcanarak yapılan tünel, ovayı kurtarmayacağı gibi
başka doğal alanları kurutacak. Oysa akıllıca
davranılsa bunların hiçbiri yaşanmaz.

TEMA Vakfı'nın çalışma yaptığı
Karapınar mikro havzası, tamamen çölleşen alanın
tekrar kullanabilir hale geleceğini kanıtladı.
Bundan dokuz bin yıl kadar önce, Konya’nın
güneydoğusu Çatalhöyük’te büyük bir medeniyet
yeşerdi. Konya Ovası, o devirde muhteşem bir sulak
alandı. İnsan evladı o zaman tarımla uğraşmıyordu,
avcılık ve toplayıcılıkla hayatını sürdürecek kadar
bereketliydi topraklar.
Yani bugünkü iklim ve doğa koşulları olsaydı,
Çatalhöyük olmayacaktı! Geçen hafta dünya mirası
listesine alınan Çatalhöyük için Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay şöyle diyordu: “Kuzey Mezopotamya ve
Anadolu coğrafyası, insanlığın ilk ayak izlerinin
bulunduğu coğrafyalardan. Çünkü iklim buna çok
uygun. Bu, Allah’ın verdiği bir imkan.”
Ne var ki insan evladı, ‘Allah’ın verdiği imkan’ları
har vurup harman savurmaktan her şeyi yok etme
noktasına getirdi. Özellikle son 60 yılda tarım ve
su politikalarında yapılan vahim yanlışlar, ovadaki
gölleri kuruttu, milyarlarca metreküple ifade edilen
yer altı sularını bile tükenme noktasına getirdi.
Akla zarar bir tünel
Konya’nın sulak alanlarının tükenmesi, ülkenin
‘tahıl ambarı’nın sonu demek. Devletimiz, elbette
‘önlem’ almaya çalışıyor. Ama nasıl? ‘Mavi Tünel’
gibi akla zarar projelerle Anadolu’nun başka
yerlerinden su taşımaya kalkılıyor. Tabii ki bu su,
Konya Ovası’na yetmeyeceği gibi taşındığı Göksu’yu
da mahvedecek. Dinleyen kim? Hızlı para kazanmak
varken, iptidai ve çevreyi katledecek yöntemler her
daim baskın çıkıyor. Var olan yanlışlar
düzeltileceğine (mesela şekerpancarı gibi Konya’ya
uygun olmayan, aşırı su isteyen bitkilerin yoğun
biçimde ekilmesinin önüne geçilmesi) üzerine yeni
yanlışlar ekleniyor.
Bugünkü kafada ısrar edilirse, Konya 50 yıl sonra
tarım yapılamayacak hale gelecek. Yani Konya’da
yaşam bitecek!
TEMA Vakfı’nın üç yıldır Konya Karapınar ile Ereğli
ve Karaman’da yürüttüğü çalışma bunu kanıtladı.
Mitsui Çevre Fonu desteği ve Çukurova
Üniversitesi’yle uygulanan CROP-MAL (Marjinal Kurak
Alanların Korunması İçin Rasyonel Fırsatların
Yaratılması Projesi), Konya’nın var olan
kapasitesiyle kendini yenilemesine fırsat vermeyecek
kadar yoğun ve yanlış su tükettiğini ortaya koydu.
Yer yarıldı!
Bütün bunları yerinde görmek için geçen hafta TEMA
ile Konya-Karapınar’ı dolaştım. Aşırı su tüketiminin
gözle görülebilir etkileri var. Mesela ‘obruk’
denilen oluşumlar, yeraltı su seviyesinin aşırı
azalıp toprağın aniden büyük bir patlamayla
çökmesiyle meydana geliyor.
Öyle ki Karapınar çevresinde 2006-2011 yılları
arasında 22 çökme obruğunun oluştuğu saptanmış. Bu
anormal bir artış! Bilim insanları, 2006’dan sonraki
obrukları ‘insan etkisi’yle açıklayabiliyor. Öyle
küçük çökeltilerden bahsetmiyorum. Çapı 70,
derinliği 90 metreyi bulan obruklar var. Bir
tanesini ‘ziyaret’ ettim. Yanına yaklaşınca bile
dibini göremeyecek kadar derin ve korkutucu.
Tarlaların ortasında birdenbire krater gibi bir
çökmenin oluştuğunu düşünün! Aynı şey bir yerleşim
biriminin veya karayolunun altında olsa, facia
demek...
Peki biz ne yapıyoruz? Faciaya koşar adım gidiyoruz.
Ancak sel, heyelan, erozyon gibi felaketler can
alınca sorguluyoruz. Sonra da kaldığımız yerden
aynen devam ediyoruz.

Cilalı Taş ve Bakır Çağı
yerleşim yeri olan Çatalhöyük, MÖ 7500'lerde böyle
bereketli bir alanda kurulmuştu...
RAKAMLAR
KONUŞSUN
* Son 10 yılda Konya kapalı havzasında sulu tarım
alanlarının yüzeyi yüzde 40 arttı.
* 1974-2009 arasında yer altı su kaynakları, 20-25
metre azaldı.
* Aşırı ve yanlış sulama yüzünden yer altı su düzeyi
her yıl 70 cm. azalıyor.
* DSİ verilerine göre Konya’da emniyetli su rezervi,
1 milyar 150 milyon m3. Tüketilen, 1 milyar 786
milyon m3! Bunun anlamı her yıl bir Tuz Gölü’nü
dolduracak kadar suyun heba edilmesi demek.
KONYA NASIL
KURTULUR?
Peki Konya’nın kurtulma ümidi var mı? Konya
Karapınar Mikro Havzası’na odaklanarak hazırlanan
‘Arazi Kullanım Modeli’i şöyle:
* Sulu tarım yerine kuru tarım yapılmalı,
* Su tüketimi yüksek ürünler yerine kuraklığa
dayanıklı ürünler seçilmeli,
* Aşırı su tüketiminden vazgeçilmeli, etkin ve
sürdürülebilir sulama teknikleri benimsenmeli,
* Tarımda gübre ve kimyasal kullanımı azaltılmalı,
* Biyoçeşitliliği korumak için mikro havzada biyo
rezerv alanları oluşturulmalı,
* Mera alanlarında mevcut geven türleri korunmalı.
Milliyet Cadde, Yazı: Mehveş Evin, 08.07.2012
|
TARİH İHMAL Mİ EDİLDİ?
Erzurum’un Gürcükapı
semtinde bulunan tarihi İhmal Cami’inde sürdürülen
restorasyon çalışmaları sürüyor. Caminin sadece dört
duvarının dışında tamamının yıkılması vatandaşların
tepkisine neden oluyor. “Böyle restorasyon olur mu”
diye soran vatandaşlar, tarihi caminin adeta yerle
bir edildiğini öne sürdüler.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce yürütülen restorasyon
çalışmalarını endişeyle izlediklerini anlatan
vatandaşlar, “İhmal Cami Erzurum’un en eski
camilerinden birisidir. Cami son yollarda çok
bakımsız bir durumdaydı. Restorasyon çalışması
yerinde oldu. Ancak yapılan restorasyon çalışması
ile tarihi cami sanki yeniden inşa edildi” diye
konuştular.
Erzurum Gazetesi, 08.07.2012
|
|
TARİHİ AYASOFYA MÜZESİ'NİN ÇEVRE DÜZENLEMESİ PROJESİ
ANITLAR KURULU'NDAN GEÇTİ
Trabzon Belediyesi'nden yapılan açıklamada,
Trabzon Belediyesi ile
TOKİ'nin
ortaklaşa yaptıkları Ayasofya Kentsel
Dönüşüm Projesi kapsamında hazırlanan
'Ayasofya Müzesi'nin Etrafının Çevre
Düzenlemesi Projesi'nin
Anıtlar
Kurulu'nun onayından geçtiği
belirtildi. Müze çevresindeki rekreasyon
düzenlemesinin yapım ihalesi hazırlıklarının devam
ettiği anlatılan açıklamada, müze çevresindeki 44
binadan 35'inin yıkılıp hak sahiplerine 35 milyon
lira ödendiği kaydedildi.
Trabzon Belediye Başkanı
Orhan Fevzi
Gümrükçüoğlu, konuya ilişkin olarak yaptığı
açıklamada, kentin önemli tarihi mekanlarından olan
Ayasofya Müzesi'nin etrafını çarpık kentleşmeden
kurtarmak için başlattıkları Ayasofya Kentsel
Dönüşüm Projesi'nde kamulaştırma ve yıkım
çalışmalarının büyük oranda tamamlandığını anlattı.
Gümrükçüoğlu,
açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
''Hazırlanan rekreasyon projesi Anıtlar Kurulu'ndan
geçti. Yapım ihalesi hazırlıkları devam ediyor.
Kentsel Dönüşüm Projesi yapım çalışmaları
bitirildiğinde müze etrafı adeta bir seyir balkonu
olarak yerli ve yabancı turistlerin hizmetine
sunulacak.''
Yapı, 08.07.2012
|
"BAKANLIK BENDEN
BIKTI, BEN DE ONLARDAN"

Ünlü tarihçi Prof.Dr.
İlber Ortaylı 7 yıl sürdürdüğü Topkapı Sarayı Müze
Başkanlığı görevinden ayrıldı. Ayrılık sebebi olarak
65 yaş gösterildiyse de Hoca bunu pek inandırıcı
bulmuyor. Üniversitede 67 yaşına kadar
çalışabildiğini, dolayısıyla 2 yıl daha memur olarak
görev yapabileceğini söylüyor. Gerçek sebep neydi
diye sorduğumda ise ‘‘Ben onlardan bıkmıştım, onlar
da benden’’ diye cevaplıyor. ‘Saraydan Taht Kaçırma’
haberimizden başladık, ‘Akide şekeri mi lokum mu’
tartışmasına kadar hemen her şeyi konuştuk. Hoca’ya
göre Libyalı terorist saldırısında Levent Astsubay
(Levent Torğut) olmasa bugün müze hala kapalı
kalırdı. Çünkü Libyalı teröristin hedefi avludaki
turistlere ateş açmaktı ve avlu turist doluydu.
İstanbul İl Kültür
Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili,
Beyoğlu Atlas
Pasajı’ndaki müdürlük binasında Ortaylı’ya
kullanması için bir oda tahsis edebileceğini
söyledi. Diğer yandan Milli Saraylar Daire Başkanı
Yasin Yıldız da ne zaman isterse kendisine
Dolmabahçe’de oda tahsis edebileceklerini
belirtiyor. Kısacası Ortaylı’ya telep çok. Şimdiki
düşüncesi
Galatasaray
Üniversitesi’nde öğretim üyeliğine devam etmek.
Üniversite
hocalığından sonra Topkapı Sarayı’nda başkanlık
yaptınız. Nasıl oldu, kim size teklifte bulundu?
Doğrudan doğruya sınıf arkadaşım olan Atilla Koç
teklif etti. Bizim sınıf arkadaşlığımız öyle sıradan
sınıf arkadaşlığı değildi. Konuşuyorduk,
tartışıyorduk. Şunu da söyleyeyim, düşünce
birliğimiz yüzde 50 bile değil. Atilla fevkalade
dürüst bir adamdır. İlke ve prensipleri olan bir
adamdır. Böyle bir teklif Atilla Koç’tan gelince ben
de bu görevi mecburi bir hizmet, bir askerlik görevi
olarak gördüm ve kabul ettim. 7 sene böyle geçti.
Topkapı’dan, geçmiş yıllar içerisinde sergi diye
buradaki malzemeleri alıp götürüyorlardı. Bu benim
çok sinirlerime dokunuyordu. Burası bir müze değil
burası bir saray.
Müze
başkanlığı ile müze müdürlüğü arasındaki fark
nedir?
Erkan Mumcu ile Mustafa İsen Bey’e sorun. Nasıl
icat etmişlerse onların projesi bu. Bir başkan ve üç
müdür olsa anlarım. Sanat işleri, halkla ilişkiler
ve ekonomik tarafı, mali tarafı olur. Ama öyle bir
kadro, teşkilatlandırma yok. Bugün Çorum Valisi olan
Nurullah Bey ilk geldi. Allahtan Nurullah Bey’in
hukuk misyonu var. İdareci olarak tecrübeli bir
arkadaş. İkimiz de bu işi fazla problem olmadan
götürebildik. Fakat üstüne gelen (Yusuf Benli) için
aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Biliyorsunuz bütün
dünyaya maskara olduk.
Ne demek istemişti
‘akide şekeri’ açıklamasıyla?
Vallahi herhalde benim istediğim olur demek
istiyor. Hiçbir şekilde tecrübesi olmayan insanları
böyle yerlere getirmek doğru değil. Yani ondan bir
kere vazgeçmeleri lazım. Çok büyük problemler çıktı.
Neticede bu arkadaş kendi kendine gitmiş oldu.
Taht olayından sizin
haberiniz var mıydı ?
Hayır. Benden habersiz iş yapılıyor, çok kötü.
Bu iki başlı yönetimi affedemiyorum. Burada bana
sormadan işler yapıldı. Bana sormadan mesela sergi
hazırlanıyor. Bir tezhip sergisi çıktı, üç gün kaldı
ve satışlıydı. Burada satışlı sergi olmaz.
Amacı neydi Hocam
lojmana tahtı götürmekle?
Lojmana tahtı götürmenin amacı beni hiç
ilgilendirmez. Demirbaşa kayıtlı eserler lojmana
gitmez, lojman lojmandır.
Başka eserler de var
mıydı lojmanda?
Onu bilemiyorum. Benim bıraktığım lojmanda
yoktu. Yani lojmanı ben biliyorum ve bir yazı
yazdım. ‘Lüften lojman statüsünden çıkarın’ diye ve
onlar da ‘Evet’ dedi. Fakat sonra ne olduysa yine
lojman olarak kaldı. Bir müzeyi bir kişi idare eder.
Fakat iki başlı idare geldiğinden beri bizim
memurlarımız olmadık işler yapıyorlar. Yani insan
hakikaten hayret ediyor.
Yağmurlu bir havada
çekyat taşır gibi taşınmıştı...
Çünkü gelip emir veriyor. Müzede apar topar iş
yapılmaz onu herkes öğrenir. Girip de ‘Bu depoyu
boşaltın’ diyemezsiniz. Bunun kaydı vardır, numarası
vardır, fotoğrafı vardır, ön fotoğrafı vardır. Öyle
acele iş yapamazsın. ‘Alın bunu oradan oraya
taşıyın’ diyemezsiniz. Ondan sonra rapor çıktı. Bir
dostum bile, tarihçi bir arkadaşım, bakana ‘Bu
kanepe’ demiş. Ben sana stili sormuyorum, burası
mobilya dükkanı değil. O taht diye kayıtlı, bu kadar
basit.
Mesele taht değil, mesele bir müzenin idaresi,
devlet ayağıyla ve umumi memurlukla ilgili
kurallardır. Çok açık bunu ben gördüm, buradaki
kurallar ihlal ediliyor. Herkes bazı işleri yavaş
yapıyorsa tembelliğinden savsaklığından değil burası
bakkal dükkanı değil. Buradaki objeler mobilya
mağazasının objeleri de değil. Burası müzede değil
aslında, burası doğrudan doğruya Osmanlı sarayının
kendisidir.
Darphane binalarında
Tarih Vakfı ile karşı karşıya geldiniz...
Bu Tarih Vakfı benim için çok büyük sorun oldu.
Beklemiyordum bunu. Ben de vakfın kurucularındanım,
Nazan Ölçer de kurucusudur. Bu arkadaşlar her şeyi
bildiklerini sanıyorlar, hiçbir şeyi bilmiyorlar,
İstanbul’u da
bilmiyorlar, müze de bilmiyorlar. Biz orayı doğrudan
doğruya Topkapı Sarayı’nın atölyeleri olarak
kullanacaktık. Bugün ise sağda solda barakalar
kuruluyor artık atölye diye. Barakaların hiçbir
atölyeye benzer tarafı yok. Şüphesiz her zaman
atölyeye ihtiyacımız var. Hatta bu arkeoloji ile
müşterek atölye olabilir. Ama orada teşhir olmaz.
Gene aynı şekilde Sultanahmet’teki binaların sorumlu
sorumsuz otel olarak verilmesine fevkalade karşıyım,
gereği yok. Babıali’nin arkasındaki arşivi
üniversiteye vermek devlet veya vakıf hiç
ilgilendirmez lüzumsuz bir şeydir. Yani
büyükannemizi bronşunu 12 yaşındaki çocuğa takmamız
gibi bir şeydir. Hiçbir toplumun böyle bir lüksü
yoktur. Babıali’yi bir üniversiteye terk etmek
hiçbir şekilde akıllı bir seçim değildir. Onun
fonksiyonu bellidir.
Müzede güvenlik
problemi var mı?
Her müzenin güvenlik problemi vardır. Çünkü St.
Petersburg Müzesi öyle bir soyuldu ki hem de
soyulmuşmuş devamlı. Sonunda ilan üzerine mafya
acıdı paket içerisinde çöpe bıraktı eserleri.
Müzelerin malları orada ikon mafyası yarattı.
Avrupa’da insanlar birbirini öldürüyor bunun için.
Bu sarayda öyle bir yağma da yok. Ama çok teknik bir
gözle bakarsan var tabii. Güvenlik kamera ihalesi
yapılamadı ama yapılması lazım. Güvenlik
görevlilerinin eğitime alınması lazım. Müzede
yetişmeyen insanların buraya alınmaması lazım. Fakat
şirketler özelleşince personel de değişiyor. Mesela
müzeci alınmıyor. 30 yıldır bu alanda imtihan
yapılmıyor. Şimdi süratle bunu düzeltmemiz lazım
çünkü memlekette çok iyi gençler var ve bunlar
işsiz.
Hocam terörist saldırısı olduğu gün
müzede miydiniz? Neler yaşadınız?
O gün müzedeydim. Şurada orta kapıda dışarıyı
seyrediyorduk. Ve aniden 1. Avlu boşaltıldı. Ordan o
adam 2. Avlu’ya girseydi en az 5-10 kişiyi öbür
tarafa yollayabilirdi. Ve burası biterdi. Bu yılki
turizm de biterdi. Ha aşağıda jandarma bölüğü var ya
. Çok kişinin bilip bilmeden laf ettiği bölük.
Oradan Başçavuş Levent çıktı. Ağacın arkasına geçti,
1 saate yakın oyaladı adamı. Adam ön kapıya
giremedi. Ondan sonra polis gelip işi bitirdi.
Siz mi
ayrılıyorsunuz, siyasi bir karar mı yoksa 65 yaş
sınırı mı?
65 yaş sınırı benim için kriter değil. Ben
üniversiteden kadroluyum. Burada üniversiteden
kadrolu başka arkadaşlar da var. Biz 67’ye kadar
memuruz. Kontrat her sene uzatılıyor. Ben artık
bıktım, anlaşılan bakanlık da bıktı benden. Onun
için ben gidiyorum.
Bu siyasi bir tercih
mi?
İstenmemişim, bu kadar basit. Bunun açıklamasını
size söylemek zorunda değilim. Önemli olan kibarca
ayrılmamız. Eksik olmasınlar çok kibar bir şekilde
çalıştık. Kibar bir şekilde ayrılıyoruz. Kimse
kimseyi de kırmadı.
7 yılda 2 bakan
gördünüz. Atilla Koç mu,
Ertuğrul Günay mı?
Hangisiyle daha çok anlaşırdınız?
İkisini de tanıyorum. Ama Atilla daha yakın
arkadaşımdı. Atilla ile ben okul arkadaşıyım.
Mülkiye’de sabah akşam beraberdik. O fevkalade
esprili bir çocuktur. Bak çocuktur diyorum.
Bakanlarla hiç karşı
karşıya geldiğiniz oldu mu?
Hayır olmadı. Ama Atilla ile çatışma içindeyiz.
Zaten doğru dürüst konuşulmaz, hep itiş kakış
içindeyiz ama o bizim tarzımızdır. Büyük gerilimlere
düştüğümüzü zannetmiyorum.
7 yıldır buradasınız.
Ve
Ankara tercihli
ayrılıyorsunuz. Burada biraz daha kalmak ister
miydiniz?
Tercih edilmediğim için kalamam. Çünkü burada
bir sürü iş var ve iş bitmez. Onlar için sağ olsun
bakanın bir önerisi var, bana özel bir yetki
verecek, o işlerime devam edeceğim. O yetkiyle
Avusturya sergisini
yapmak istiyorum. Çini sergileri var, o aralıkta
başlıyor. Çini sergiler için bize Topkapı Sarayı
dışında bina lazım. Mesela Pera Müzesi’nde
Topkapı’nın çalışmaları sergilenebilir. Böyle şeyler
de yapmak lazım illa herkes buraya gelmesin.
Topkapı’da ben ne öğrendim?
“Biz tarihçilerin hiçbir şekilde pratikle ilgisi
yoktur. Bütün dünyada bu böyledir. Objeyi üvey evlat
olarak görürüz. Öz evladımız belgedir. Halbuki obje
çok önemlidir. Bu bakış açısını bana burası
(Topkapı) verdi ve bu sayede dış müzeleri gezmeye
başladım. Objeye bakarak tarih yapma alışkanlığını
biraz edindim. Bu da benim için mektep oldu.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 08.07.2012
|

|
CARAVAGGIO'NUN 100 ESERİ ÇIKTI
Ünlü İtalyan Rönesans ressamı, Barok akımının ilk ustası Michelangelo Merisi da Caravaggio’nun, çıraklık döneminde daha sonra resimlerinde kullandığı 100 adet eskizi Milano’da bulundu.
Caravaggio’ya ait 100 adet eskizin değeri 700 milyon Euro (1.5 milyar TL) olarak açıklandı.
İtalyan medyasına göre, eskizlerin sanatçının öğrencilik yaptığı dönemlere ait olduğu düşünülüyor.
Habertürk, 07.07.2012
|
MAYINLI SAHADAKİ TARİHİ KÖPRÜYE KORUMA

Nusaybin İlçesi'nde Suriye sınırındaki mayınlı
alanda bulunan tarihi
Bağdat Köprüsü,
Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Müdürlüğü'nce, ''Korunması Gerekli Taşınmaz
Kültürel Varlık'' olarak tescil edildi.
Nusaybin Belediyesi'nin, tarihi
Bağdat Köprüsü'nün koruma altına alınması için,
Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Müdürlüğü'ne yaptığı başvuru kabul edildi.
Koruma Kurulu yaptığı değerlendirmede, köprünün
''Korunması Gerekli Taşınmaz Kültürel Varlık''
olduğunu belirterek, 1. grup yapı olarak
tescillenmesine karar verdi.
Nusaybin Belediye Başkanı
Ayşe Gökkan, ilçede kültürel mirasın korunmasına
yönelik, projeler hazırladıklarını bölgedeki
kültürel varlıkların korunması ve gelecek kuşaklara
aktarılması için, çaba sarf ettiklerini söyledi.
Tescil edilen köprünün Türkiye-Suriye sınırını
ayıran dikenli tellerle çevrili mayınlı alanda
bulunduğunu bildiren Gökkan, tarihi eserin
restorasyonunu önemsediklerini ifade etti.
Köprünün çevresinde gözetleme kulelerinin de
bulunduğunu kaydeden Gökkan, şöyle konuştu:
''Başvurumuz ve elimizdeki belgeler üzerine,
Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Müdürlüğü köprüyü tescilledi. Ancak köprünün
mayınlı sahada bulunması nedeniyle askeriye tel örgü
çekmiş, direk dikmiş. Üçüncü ve dördüncü kemer
gözleri tamamıyla tahrip edilmiş, yerine betonarme
gözler dikilmiştir. Köprünün aslına döndürülmesi
için bir an önce etrafındaki mayınların temizlenmesi
ve dikenli tellerin kaldırılması gerekiyor.''
Gökkan, köprü civarındaki askeri kulelerin
çekilmesiyle, restorasyon çalışmalarına
başlayabileceklerini bildirdi.
İLÇENİN ARKEOLOJİK POTANSİYELİ YÜKSEK
Nusaybin Belediyesi'nde çalışan arkeolog
Abdurrahman Oruç da
Bağdat Köprüsü'nün bir kısmının Nisibis Höyük
sınırları içinde kaldığını belirtti. Başlattıkları
Kültür Envanteri Projesi kapsamında, taşınmaz kültür
varlıkların tespit ve tescil çalışmalarını aralıksız
devam ettiklerini kaydeden Oruç, ilçenin arkeolojik
potansiyelinin yüksek olduğunu vurguladı.
Köprünün, ilçenin kültürel tarihi açısından çok
önemli olduğunu dile getiren Oruç, şunları
söyledi:''Nusaybin
birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Özellikle
Roma, Bizans, Eyyubiler ve İslami dönemlerinde, imar
faaliyetlerine büyük önem verilmiş ve birçok anıtsal
yapı inşa edilmiştir. Bu yapıların önemli bir
grubunu oluşturan bu köprü
Nusaybin doğusunda günümüze ulaşan yapı
kalıntılardan sadece biridir.
Bağdat Köprüsü veya 4. Murat Köprüsü olarak da
bilinen bu köprü, dönemin mimari özelliklerini
üzerinde taşımaktadır.
Bağdat Köprüsü, Musul'dan gelen kervanların bu
köprüyü kullanarak kente girişi sağlamış oldukları
bilinmektedir. Ne yazık ki son zamanlarda tarih ve
doğa insanlar tarafından bilinçsiz bir şekilde
tahrip edilmektedir. Bu tür tahribatları önlemek
için, tüm tarihi ve doğa varlıklara sahip çıkmaya,
korumaya çalışmaktayız.''
Oruç, Seyyah İbn-i Cübeyr'in Rıhle eserinde, 12
gözlü olan köprüden bahsettiğini, ''Nehrin üzerinde
şehrin güney kapısı bitişi, sert taşlardan inşa
edilmiş kemerli bir köprü bulunmaktadır'' şeklinde
yazısının yer aldığını aktardı.
Habertürk 07.07.2012
|
TARİHİ MEDRESE 2015'DE AÇILACAK
Vakıflar Bölge Müdürü Kenan Ungan, İl Koordinasyon
kurulunda yaptığı konuşmada tarihi medresenin
Ramazan bayramı sonunda açılayacağı şeklindeki
ifadenin yanlış anlaşıldığını belirterek, “Ben ihmal
Camii için bu ifadede bulunmuştum. Çifte Minareli
Medrese restorasyonu 2015 yılında tamamlanacak.”
diye konuştu.
Bu arada tarihi Çifte Minareli medrese’yi görmek
için yurt içi ve yurt dışından gelen ziyaretçiler
tarihi medreseye giremeden dışarıdan tarihi eseri
görebiliyorlar. Restorasyonun 4 yıl sürmesinin
turizm açısından da olumsuz bir durum oluşturacağını
kaydeden vatandaşlar, restorasyon çalışmalarının
uzun sürmesini eleştirdiler.
Erzurum Gazetesi, 07.07.2012
|
|
HACETTEPE'DEN KÜLTÜREL MİRASA KATKI
Hacettepe
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü, eğitim
çalışmalarının ve etkinliklerinin yanı sıra
arkeoloji ve sanat tarihi kazıları, yüzey
araştırmaları ve müze çalışmalarıyla kültürel mirasa
katkıda bulunuyor.
Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof. M. Sacit Pekak, modern – çağdaş sanat derslerinin ilk kez 1970’lerde, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti modernleşmesi ve sanatı içerikli derslerin ise 1990’da eğitim – öğretim programına alındığını hatırlattı. Prof. Pekak, Osmanlı tebaası olarak yaşayan gayrimüslimlerin sanat eserlerini konu edinen ‘Osmanlı Dönemi Hıristiyan Sanatı’ başlıklı derslerin Hacettepe’de lisans ve yüksek lisans programlarına dahil edildiğini belirtti. Anadolu coğrafyasındaki Bizans sanatı birikimini, arkeoloji disiplini içindeki kazılarda çıkan katmanlar olarak değerlendirmenin dışında ele alan, ilk kazı ve kurtarma çalışmalarının Hacettepe tarafından başlatıldığını kaydeden Prof. Pekak, “Görece yeni bir alan olan modern sanat araştırmaları, 18. yüzyıldan günümüze kadarki 300 yılı aşkın bir süreci kapsıyor ve süreklilik arzediyor” dedi. Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Murat Tuncer’in kendilerine her türlü desteği verdiğini bildiren Prof. Pekak şunları söyledi:
“Bu alanda çok sayıda lisans ve yüksek lisans
tezi yönetilmiştir. Bu yenilik diğer üniversitelere
de örnek oluşturmuş, Ankara Üniversitesi, Mimar
Sinan Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi sırayla
benzer ders içeriklerini ders programlarına ekledi.
Bugün birçok sanat tarihi bölümünde hala bu
konularda dersler ve bu dersleri verecek öğretim
elemanları bulunmuyor. Bölümümüz belli aralıklarla
ders programlarını gözden geçirerek güncellemekte,
bir çok sanat tarihi bölümünün müfredatında yer
almayan konu ve sorunları, çağdaş içeriklerle
yeniliyor. Hacettepe Sanat Tarihi Bölümü’nün bir
diğer özelliği, anabilim dallarının kapatılmasına
karşın, sanat tarihinin bir çok kültür ve uygarlığı
içeren süreçlerinde anabilim disiplini içinde
uzmanlaşmayı gözetmesidir. Yaklaşık 2 bin yılı
kapsayan bir süreçteki kültür ve sanat birikimini,
tarihini, konularında uzman öğretim elemanlarıyla
aktarmayı amaçlaması, bu bölüm öğrencilerine
nitelikte ve sanata yaklaşımlarında önemli bir
ayrıcalık kazandırmaktadır. Bölümüz, kuramsal
bilgiler dışında, öğrencilerin iş yaşamındaki
pratiklere de hazırlıklı olmaları için mezuniyet
için zorunlu olarak staj programı koymuştur.
Stajlarını çeşitli kurum, kuruluş ve araştırma
projelerinde tamamlayan öğrencilerin gösterdikleri
uyum ve başarının olumlu geri dönüşleri memnuniyetle
izlenmektedir. Bölümümüzün yetiştirdiği öğrenciler,
Türkiye’nin bir çok üniversitesinde görev almış,
sanat tarihi disiplinine farklı ufuklar kazandırmış,
yeni alanlara yeni bilgiler sundu.”
Öte yandan Hacettepe Sanat Tarihi Bölümü’nün
sıklıkla gerçekleştirdiği uluslararası sempozyumlara
bu yıl Kasım ayında bir yenisi ile devam edeceğini
açıkladı. ‘Osmanlı Dünyasındaki Kültürel
Karşılaşmalar ve Sanatsal Yansımaları’ başlıklı
uluslararası sempozyum 14 – 16 Kasım 2012
tarihlerinde yapılacak. Prof. Pekak, Hacettepe
Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Birimi ve TÜBİTAK
tarafından desteklenen ve arazi çalışmaları
tamamlanmış olan ‘Kapadokya Bölgesi Hıristiyan
Sanatı’ konulu yüzey araştırmasının sonuçlarının da
yayına hazırlandığını bildirdi. Prof. Pekak, “Bu
çalışma ile özellikle 18. ve 19. yüzyılda Osmanlı
tebaası olarak yaşayan gayrimüslim vatandaşların,
1923 Lozan Antlaşması ile terk ettikleri yerler ilk
kez topluca ele alınmış ve bilim dünyasına
tanıtılmış olacak” dedi.
Mynet Haber, 07.07.2012
|
HÖYÜKLER TARLA ALTINDA

Gordion antik
kentinde kazı çalışması yürüten
arkeolog Ayşe Gürsan Salzmann, “Tümülüsler ve
höyükler tarlalarla çevrili. Bu durumda tarihi
kaybetmiş oluyoruz. Her gün yüzlerce ve binlerce yıl
kaybolmuş oluyor” dedi.
Polatlı'ya bağlı Yassıhöyük
Köyü'ndeki Gordion
antik kentinde kazı çalışması yürüten Pennsylvanya
Müzesi’nin uzmanlarından arkeolog Ayşe Gürsan
Salzmann, Gordion’da bulunan tümülüsler ve
höyüklerin tarlalarla tamamen çevrildiğini ve
tarlaların bunların üstüne çıktığını belirterek, “Bu
durumda tarihi kaybetmiş oluyoruz. Her gün yüzlerce
ve binlerce yıl kaybolmuş oluyor” dedi.
Tarihi kaybediyoruz
Gordion antik kentinde kazı çalışması yürüten
Pennsylvanya Müzesi uzmanları, Polatlı Belediyesi
Meclis Salonu’nda sunum gerçekleştirdi. Salzmann,
sunumunda, Yassıhöyük Köyü'nde bulunan Frig
medeniyetinin başkenti Gordion ören yerinde
yürütülen arkeolojik, botanik ve koruma çalışmaları
hakkında katılımcıları bilgilendirdiklerini söyledi.
Salzmann, “Kaygımız şu, Gordion’da bulunan
tümülüsler ve höyükler maalesef tarlalarla tamamen
çevrilmiş ve tarlalar bunların üstüne çıkmış
durumda. Bu durumda tarihi kaybetmiş oluyoruz. Her
gün yüzlerce ve binlerce yıl kaybolmuş oluyor. Onun
için de belediye ile el ele çalışmak ve bunu
durdurmak istiyoruz” dedi.
Yavaş ilerliyor
Gordion’daki kazının klasik dönem kazısı
olmadığını, bu nedenle yavaş ilerlediğini belirten
Salzmann, “Kazılar sonunda büyük binalar, hamamlar,
stadyumlar ortaya çıkmayacak. Yapılan, o dönemde
bulunan ekosistem ve binaların tespitidir.
Yassıhöyük’te bundan sonra da kazılar yapılacak,
yapılmaya devam edecek” ifadelerini kullandı.
Tarlalar sürülmemeli
Dr. Naomi Miller ise sunumunda, tümülüslerin
üstünde veya yakınındaki tarlaların sürülmemesi
gerektiğini belirterek, bu tümülüsleri koruyarak
çevre ekonomisini zenginleştirmeyi ve turizmi
artırmayı istediklerini söyledi. Miller, “Şimdi çok
kritik bir süre içindeyiz. Tarihsel manzarayı
korumak için, bütün tümülüsleri korumalıyız.
Tümülüsleri sürmek ve sulamak, onların illegal
kazılmasından daha zararlıdır. Banliyölerin ve tarım
alanlarının plansız gelişmesi çevre ekolojisini
dramatik bir şekilde değiştirdi. Dileğimiz, bölge
ekonomisinin bu zengin tarihi peyzaj ile birlikte
kalmasıdır. Şimdi geç de olsa küçük tümülüsleri
koruma vakti geldi” diye konuştu.
Hürriyet, 07.07.2012
|
AZERBAYCAN, ŞEKİ HAN SARAYI'NIN YAPIMININ 250.
YILINI KUTLUYOR

Azerbaycan'da, ülkenin mimari incisi
sayılan Şeki Han Sarayı'nın
yapımının 250. yılı çeşitli etkinliklerle kutlandı.
Azerbaycan Kültür Bakanlığı ve Şeki Valiliyi
tarafından tarihi Yukarı Kervansaray'da düzenlenen
etkinliğe, Azerbaycan Kültür Bakanı Ebülfes Garayev,
Şeki Valisi Elhan Usubov, milletvekilleri, Brezilya,
Pakistan, Küba, Litvanya'nın büyükelçileri ve birçok
ülkenin diplomatik misyon temsilcileri katıldı.

UNESCO uzmanları tarafından,
Dünya
Kültür Mirası listesine alınmak üzere
incelemelerin başlatıldığı Şeki Han Sarayı,
Azerbaycan Ortaçağ mimarisinin en önemli
anıtlarından sayılıyor. Han Sarayı, Şeki Hanlığının
kurucusu Hacı Çelebi Hanın torunu
Muhammed Hüseyin Han Müştag
tarafından 1762 senesinde yazlık ikametgah olarak
inşa edildi. Şeki'nin Çar ordusu tarafından
işgalinden sonra Ruslar tarafından çeşitli amaçlarla
kullanılan saray, Sovyetler döneminde müze olarak
kullanılmaya başlandı. Bu dönemde birkaç kez
restorasyon yapılmasına rağmen bakımsız kalan
sarayda, Azerbaycan bağımsızlığını elde ettikten
sonra kapsamlı çalışmalar yapılarak eski güzelliğine
kavuştu.
Çevresi surlarla çevrili , iki kat, altı oda ve iki
aynalı balkondan oluşan sarayın salon ve oda
duvarları renkli işlemeler, motifler, savaş
sahnelerinin yansıtıldığı duvar resimleriyle süslü.

Ahşap çıtalar
arasına çeşitli renklerde cam monte edilerek yapılan
geometrik desenli saray pencereleri, "şebeke" adı
verilen el sanatlarının en nadir örneklerinden.
Pencerelerdeki şebekelerin her metrekaresi birbirine
geçmiş beş bin çıta ve cam parçasından oluşuyor.
Odalarda bulunan savaş ve av tasvirleri mekana
farklı bir güzellik katıyor. Sarayın önemli
özelliklerinden biri de yapımında çivi veya herhangi
bir yapıştırıcı madde kullanılmamış olması.
Saray önünde bulunan ve "Han Bağı" adı verilen
bahçedeki havuzun iki yanında, yaşı saraydan da eski
olan, 1530 senesinde dikilmiş ve halk tarafından
"Han Çınarı" diye isimlendirilen biri 34, diğeri 42
metre yüksekliğinde iki çınar ağacı bulunuyor.
Yapı, Fotoğraflar:
Vugar
Novruzoğlu / AA, 06.07.2012
|
CAMİ DEĞİL, ÇAMLIK OLSUN

Çamlıca'ya yapılacak caminin Osmanlı'yla
yarışacağı açıklamasına tepki gösteren duayen sanat
tarihçisi Semavi Eyice, "Osmanlı-Türk mimarisinde
bir cami hiyerarşisi var. Bu geleneği bozuyorlar"
dedi.
Çamlıca Tepesi'ne yapılması planlanan caminin mimarı Mehmet Güner'in,
yeni caminin Osmanlı'nın yaptıklarıyla boy
ölçüşeceği yönündeki açıklamalarına mimarlar ve
şehir plancıları tepki gösteriyor. Türkiye'nin en
tanınmış Bizantolog ve sanat tarihçisi Semavi Eyice,
ilan edilen projenin Osmanlı-Türk mimari
geleneğindeki cami hiyerarşisine uygun olmadığını
söyledi.
Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara ise Mehmet
Güner'in Çamlıca'ya yapılacak cami için avan proje
hazırlayan dört mimardan biri olduğunu belirterek,
henüz kesinleşmiş bir mimari çalışma olmadığını
açıkladı.
Osmanlı, cami mimarisinin zirvesi
Mimarlar, şehir plancıları ve tarihçilerin
yaptığı eleştirilerin başında, cemaatin bulunmadığı
uzak bir tepe olan Çamlıca'ya büyük bir cami inşa
etmenin gereksiz olduğu geliyor. Mimari projelerden
birini hazırlayan Mehmet Güner'in, "Ecdadın
yaptığından da geniş kubbe kullanacağız. En az altı
minaresi olacak ve minareleri dünyadaki en yüksek
cami olacak" şeklindeki açıklamaları ise Osmanlı'ya
saygısızlık olarak değerlendiriliyor.
Osmanlı'nın, özellikle de Mimar Sinan döneminin
cami mimarisinin zirvesi olduğunu belirten
Türkiye'nin duayen sanat tarihçisi Semavi Eyice,
Osmanlı'yı aşma çabasının anlamsız olduğu görüşünde.
Çamlıca'ya yapılacak camiyle ilgili Taraf'a
değerlendirmelerde bulunan Eyice, şunları söyledi:
"Edirne'deki Selimiye Camii mimari bir şaheserdir.
İç dekorasyonu bakımından mütevazı bir cami olan
Selimiye'nin yapıldığı dönemde Türk çini sanatının
en güzel örnekleri verilirken, gösterişten uzak
durmak adına bunlar kullanılmadı. Bu açıdan
Selimiye'ye meydan okumak mimari açıdan hoş bir
davranış değil."
Cami hiyerarşisine uymaz
Osmanlı-Türk mimari geleneğinde bir cami
hiyerarşisi olduğunu belirten Semavi Eyice, şöyle
devam etti: "Örneğin selatin camileriyle ilgili bir
kural vardı; en az iki minareli yapılır. Minare
sayısı altıya kadar çıkabilir. Ancak Osmanlı minare
sayısına çok dikkat etmiştir. Örneğin Sultanahmet
Camii yapılırken Kabe'ye saygısızlık olmaması için
Kabe'nin altı olan minare sayısı yediye çıkarıldı.
Sonra Suudi yönetimi birçok Osmanlı eseriyle
birlikte bu minareleri de ortadan kaldırdı. Ayrıca
selatin camileri yapılırken cemaatin olduğu yerlerin
seçilmesine dikkat edilmiştir."
Çamlıca'da çam yetiştirilsin
Çamlıca tepesinin ilan edilen büyüklükte bir cami
için uygun olmadığını belirten Semavi Eyice'ye göre,
İstanbul'a bakan en yüksek tepe olan Çamlıca'ya
yapılacak bir cami bu alanın işlevine uygun değil.
Semavi Eyice Çamlıca'nın geçmişte olduğu gibi çam
yetiştirilen bir bölge olması gerektiğini belirterek
şunları söyledi: "Cami, cemaatin olduğu yere
yapılır. Çamlıca bir mesire yeri, öyle de kalmalı.
Ayrıca Üsküdar'da her biri birer sanat eseri olan
camiler var; örneğin, Mihrimah Sultan Camii, Valide
Camii, Yeni Valide Camii... Bunları korusak daha
anlamlı bir şey yapmış oluruz. Çünkü bu camiler
korunmaya muhtaç. Adını andığım camilerin hepsinden
çok değerli çiniler çalındı. Bunları koruyamazken
yeni camiler yapmak doğru değil."
Kesinleşmiş bir proje yok
Mimar Mehmet Güner'in hazırladığı projenin henüz
kesinleşmediğini belirten Üsküdar Belediye Başkanı
Mustafa Kara, Güner'in Çamlıca için bir avan proje
çizdiğini ifade etti. Büyük bir cami yapılacağı
yönündeki haberlere açıklık getiren Kara şunları
söyledi: "Bizim yaklaşımımız Osmanlı'yla rekabet
değil. Bugünkü medeniyetimizi temsil edecek bir cami
inşa etmek. Caminin büyüklüğü ve bu bölgede cemaatin
olmadığı yönündeki eleştiriler gerçeği yansıtmıyor.
Çamlıca'ya 250 bin metrekarelik bir rekreasyon alanı
yapıyoruz. Bu alanın yalnızca 15 bin metrekaresi
camiye ayrıldı. Oransal olarak yüzde altıya tekabül
ediyor. Ayrıca cami yapılırken yeşile, ağaçlara
zarar verileceği söyleniyor. Ancak cami için ayrılan
alanda şu an tek bir ağaç bile yok."
Taraf, 06.07.2012
******
'ÇAMLICA'DA CAMİ'YE ŞARTLI DESTEK
Çamlıca'ya yapılması düşünülen
cami ile ilgili tartışmaları Kültür ve Turizm
Bakanı
Ertuğrul Günay,
Habertürk Manşet programında
Abdullah Kılıç'a değerlendirdi.
Devasa bir
cami yerine zerafetiyle öne çıkacak, yeşili
bozmayacak bir projeden yana olduğunu belirten
Günay, şunları söyledi:
"Projenin yapı strüktürü açısından bir bilgi
sahibi olmamakla birlikte yeri ile ilgili bilgi
sahibi oldum. Üsküdar Belediyesi yeşili bozmayacak,
yeşili bir fon olarak kullanan bir yapı
düşünüldüğünü söyledi. Bununla ilgili bir çekincem
yok. Devasa bir yapı mı yapmalıyız yoksa zerafetiyle
öne çıkacak bir yapı mı yapmalıyız, onu arkadaşlar
konuşacak. Bize de fikrimizi sorarlarsa
söyleyeceğiz. Ama Üsküdar Belediyesi'nin
açıklamaları beni rahatlattı. Arkadaki anten
kirliliğinin kaldırılacağı da söylendi. Çevreye
başka mekanlar getirilmezse güzel bir projeye
dönüşebilir diye düşünüyoruz. Her zaman gösteriş
değil zerafet olmalı".
Daha önce Başbakan Erdoğan'a da anlattığı
düşüncesini programda aktaran Günay, Boğaz'daki
Valide Sultan, Molla Çelebi, Nusretiye, Kılıç Ali
Paşa gibi camileri gölgeleyen yapıların ortadan
kaldırılması gerektiğini söyledi.
Günay, "Bence İstanbul'a yakışan şeyler
yapmalıyız. Aksi takdirde tarih bize hesap sorar"
dedi.
Habertürk, 11.07.2012
|
TIEION ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI
BAŞLAYACAK
Çaycuma İlçesi'ne bağlı Filyos beldesindeki
Tieion antik kentinde kazı çalışmaları 10 Temmuz'da
başlayacak.
Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı
Ekibi Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, kazı çalışmaları için 170 bin
lira ödenek aktarıldığını söyledi.
Bu yılki çalışmaların tarihi hamam, tapınak ve
Bizans kilisesinde yapılacağını anlatan Prof.Dr.
Atasoy, ''Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 120 bin
lira, İl Özel İdare Müdürlüğü'nden de 50 bin lira
kazılar için kaynak aktarıldı. 8 uzman, 7 öğrenci
kazılarda görev yapacak'' diye konuştu.
Prof.Dr. Atasoy, 2006-2012 yılı kazı çalışmalarıyla
ilgili hazırladıkları kitabın da yıl sonunda Kültür
ve Turizm Bakanlığı tarafından basılacağını
kaydetti.
Beyaz Gazete, Haber: Hüseyin Tıraş - Erdinç
Aksoy, 06.07.2012
|
THYATEİRA'DA KAZI ÇALIŞMALARI
Manisa Valiliği, Adnan Menderes Üniversitesi ve
Akhisar Belediyesi arasında imzalanan protokol ve
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından verilen izinle
sürdürülen kazıların ilk bölümü 21 Eylül 2011
Çarşamba günü başlamıştı. İkinci aşama kazılara ise
4 Temmuz'da başlandı. Hastane Höyüğü'nde yapılmakta
olan kazı çalışmalarını yerinde inceleyen Akhisar
Kaymakamı Kamil Köten, 'Manisa Valiliği, Adnan Menderes Üniversitesi ve
Akhisar Belediyesi'nin ortaklaşa sürdürdüğü, Kazı
Kurulu Başkanı Prof.Dr. Engin Akdeniz
başkanlığındaki kazı çalışmamız iki gündür kalabalık
bir ekip halinde başladı. MÖ 3 bin
yıllarına dayanan İlk Tunç Çağı'nın kalıntılarının
burada bulunması bekleniyor. Daha önceki bazı
çalışmalarda bu döneme ilişkin seramik parçaları
saptanmış. Kazı çalışması yapan ekibe Sağlık Grup
Başkanı Dr. Selin Köksal, eski hastanenin
kullanılmayan 112 Acil Servis alanını kullanmaları
için tahsis etti. İl Genel Meclis üyesi Kültür ve
Turizm Komisyon Başkanı Veteriner Hekim Kefayettin
Öz ve Bekir Pehlivanoğlu, ilköğretim okulu
öğretmenlerinden tarih araştırmacısı Mustafa Kuzucuk
kazı kuruluna büyük destekler vermektedir. Biz
kaymakamlık olarak her şeyimizle kazı kurulu
başkanımızın yanındayız ve her türlü desteği
vereceğiz. Kazı çalışmalarında verimli ve bol
şanslar diliyorum. Arkeoloji, antropoloji ve
jeofizik ekibine Hastane Höyüğü'nde yaptıkları kazı
çalışmalarında başarılar diliyorum' dedi.
Adnan Menderes Üniversitesi, Ege Üniversitesi,
İstanbul Üniversitesi, Hatay Mustafa Kemal
Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve Mersin
Üniversitesi'nden 25 kişilik öğrenci grubu ve 15
kişilik öğretim üyesiyle Thyateira Antik Kenti ve
Hastane Höyüğü'nde çalışmalara devam edeceklerini
belirten Adnan Menderes Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Engin Akdeniz ise,
'Akhisar Kaymakamı Sayın Kamil Köten'e büyük
desteklerinden dolayı teşekkür ediyorum. Manisa
Valiliği, Adnan Menderes Üniversitesi ve Akhisar
Belediyesi'nin imzaladığı protokol kapsamında
Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün verdiği
izinle yapılan bu kazı çalışmalarının 2012 sezonuna
iki gün önce başladık. Yaklaşık 2 ay sürecek
çalışmamızda iki alanda çalışacağız. İlki Tepe
Mezarlığı, diğeri de ondan çok daha eski bir
yerleşim olan Hastane Höyüğü olarak adlandırılan
Prehistorik yerleşimdir. Üzerinde bulunduğumuz
Hastane Höyüğü, Kuzey Ege'nin bu kesiminin İlk Tunç
Çağı kültürlerinin anlaşılmasına katkı sağlayacak
bir konumdadır. Daha eski bazı kazı çalışmalarında
yaklaşık günümüzden 5 bin yıl öncesine tarihlenen
seramik parçalarının saptandığı bu yerleşimde daha
ayrıntılı sonuçlara ulaşmayı umut ediyoruz. Hastane
Höyüğü'nde iki ayrı noktada çalışmalarımızı
sürdüreceğiz. Höyük, daha sonraki dönemlerde akropol
ve hatta bir süre nekropol (mezarlık) sahası olarak
da kullanılmış. Zaman içersinde kademeli ve planlı
bir şekilde bu çalışmalara devam edeceğiz. Ekibimize
arkeologlar dışında sanat tarihi, epigrafi, Bizans
sanatı, antropoloji, jeofizik ve mimari konusunda
uzman çok sayıda bilim insanı görev almakta. Farklı
dallardan bilim insanlarının katkılarıyla daha
ayrıntılı bilgi sahibi olacağız. Böylece Akhisar'ın
geçmişine katkı sağlamayı planlıyoruz. Kazı
çalışmalarımızın ikinci kısmını oluşturan Tepe
Mezarlığı'nda ise geçen sene başlattığımız ve önceki
kazılardan kalma moloz toprağın atılması ile
başlayacağız. Takip eden zaman içerisinde Tepe
Mezarlığı'nda farklı noktalarda çalışmalarımızı
sürdüreceğiz' diye konuştu.
Sabah, 06.07.2012
|
ARKEOLOJİ KRALINA TAÇ

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
“Ankara’nın başına büyük bir arkeoloji müzesiyle
güzel bir taç takmamız gerekir. Çünkü Türkiye,
arkeoloji konusunda gerçekten bence dünyanın
kralıdır. Başındaki tacı da Ankara’ya takmak
yakışır” dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, beraberindeki yetkililerle Ulus
Bentderesi’nde yürütülen Roma antik tiyatronun
restorasyon ve kazı çalışmalarını inceledi.
Çalışmaları yürüten Bakanlık ve Büyükşehir
Belediyesi yetkililerinden bilgi alan Günay,
incelemelerinin ardından basın mensuplarının
sorularını cevapladı. Tiyatro alanındaki
çalışmaların 2009’dan beri devam ettiğini belirten
Günay, “Burada bir tiyatro alanının olduğu daha önce
biliniyordu ancak Bakanlık, arkeolojik alana bir
bina yapmıştı. Biz bunu 2009’da
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin iş birliğinde
yıktık. Büyükşehir Belediyesi’nin sponsorluğunda ve
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin iş birliğinde
çalışmaları başlatarak tarihin özgün parçalarından
birisini ortaya çıkarmaya başladık” diye konuştu.
Ankara’nın, Roma Dönemi’nin önemli yerleşim
merkezlerinden birisi olduğunu hatırlatan Günay,
şunları kaydetti:
“Burası
Ankara’nın tarihte yerleştiği bir alan. Aşağıda
bir Roma Hamamı var, burada bir tiyatro var,
Vilayet’in önünden bir Roma yolu çıktı. Bunun
üzerine toprak atılması, çöp atılması, hatta
Bakanlığın bir bina yapmış olması geçmiş yıllarda ne
kadar duygusuz, duyarsız, bilinçsiz bir kültür
politikası izlediğimizin çarpıcı örneklerinden bir
tanesiydi. Şimdi alandaki kazı ve restorasyon
çalışmaları tamamlandığında antik tiyatro, çeşitli
kültür sanat etkinliklerinde kullanılacak bir kültür
mekanına dönüştürülecek. Bu yılın sonunda tiyatro,
Ankaralılar’ın kullanımına sunulacak.
Ayrıca alanda çıkan tarihi eserler de Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’nde değerlendiriliyor.
Ankara’nın tarihsel, kültürel olarak geçmişinin
çok eskilere dayandığının bilinmesi sanıyorum şehre
en az alışveriş festivali kadar, hatta ondan daha
uzun süreli katkı yapabilir. Onun için güzel bir iş
birliği yapıyoruz Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve
Büyükşehir Belediyesi ile.” Yakında yurt dışına
kaçırılan eserlerle ilgili yeni bir gelişme
olacağını da belirten Günay, gelecek günlerde
sürecin netleşeceğini bildirdi.
AKM’ye müze projesi
Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) bulunduğu alana
yapılacak yeni müzeyle ilgili Büyükşehir Belediyesi
ile protokol imzaladıklarını, Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nın AKM’ye yapılacak müzenin planının
kullanılması konusunda onay vermesiyle de çalışma
başlatacaklarını bildiren Günay, 2013 yılında fiilen
çalışıyor olacaklarını söyledi. Türkiye gibi bir
ülkenin Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin 10 misli
büyüklükteki bir müzeye ihtiyaç duyduğunu vurgulayan
Günay, son zamanlarda başkente tarihi dokuyu
iyileştirme, kültür ve sanat merkezlerini geliştirme
konusunda önemli gayretler olduğunu dile getirdi.
Günay, “Ankara’nın başına büyük bir arkeoloji
müzesiyle güzel bir taç takmamız gerekir çünkü
Türkiye, arkeoloji konusunda gerçekten bence
dünyanın kralıdır. Başındaki tacı da
Ankara’ya takmak yakışır” ifadesini kullandı.
Hürriyet, 06.07.2012
|
KAPADOKYA'DA SAKLI KENT KEŞFEDİLDİ
Nevşehir Belediye Başkanı Hasan Ünver,
Nevşehir Kalesi'nin altında büyük bir
yeraltı şehri tespit ettiklerini belirterek,
''Burası, Türkiye'nin dünyaya sunacağı önemli ören
yerlerinden ve
yeraltı
şehirlerinden biri olacak'' dedi.
Türkiye'nin peribacaları ve
yeraltı
şehirleri ile ünlü önemli turizm merkezlerinden
olan ve yılda ortalama 2,5 milyon yerli ve yabancı
turistin ziyaret ettiği Kapadokya bölgesinde, ören yerlerinin
yanısıra
Derinkuyu,
Kaymaklı, Tatlarin ve Özkonak
yeraltı
şehirleri turistlerin önemli uğrak yerleri
arasında bulunuyor.
Bölgede her geçen gün yeni mekanlar keşfedilirken 'Nevşehir
Kalesi ve Çevresi Kentsel Dönüşüm Projesi'
kapsamında yürütülen çalışmalarda,
Nevşehir Kalesi'nin altında birbiriyle
bağlantılı olduğu düşünülen ve yaklaşık 785 bin
metrekarelik bir alanı kaplayan yeni bir
yeraltı şehri tespit edildi.

Başkan Ünver, yaptığı açıklamada,
Nevşehir Kalesi ve çevresinde Başbakanlık Toplu
Konut İdaresi (TOKİ) ve belediye işbirliğinde 2006
yılından bu yana ciddi bir çalışma yürüttüklerini ve
bu bölgede yaşayan vatandaşları TOKİ tarafından
yapılan 2600 konuta taşıdıklarını söyledi.
Kale çevresinde bine yakın konutun yıkımını
gerçekleştirdiklerini anlatan Ünver, buranın altında
785 bin metrekarelik alanın çok büyük bölümünde bir
yeraltı şehri fark ettiklerini ve 110 metre
kotta bu alanın tespit edildiğini belirtti.
7 KİLOMETRE UZUNLUĞUNDA
TÜNEL BULUNDU
Ünver, tespit edilen bölgenin dünyanın en büyük
yeraltı şehirlerinden biri olduğunu ifade ederek,
''Uygulamanın başladığı alan ile kale arasında 110
metre kot var. 110 metreye ne kadar kat sığarsa, onu
şu ana kadar biz de tam olarak tespit edemedik.
Ayrıca Göre beldesinden
Nevşehir Kalesi'ne kadar da 7 kilometrelik bir
tünel tespit ettik. Osmanlı arşivlerinden de
bölgede 30 adet su yolunun olduğunu belirledik''
diye konuştu.



BİLİNEN TARİHİ DEĞİŞTİREBİLİR!
Yeraltı şehrinin içerisinde kısmi olarak kaba
temizliğini yaptıkları yerler olduğunu ifade eden
Ünver, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Nevşehir
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü
tarafından da büyük bir bölümü tescil edildi.
Valimizin koordinatörlüğünde bir ekip kurduk ve
tescilli yapılar tespit edildi. O yapılarımızı
ileride restore edeceğiz. Burasının Türkiye'nin
dünyaya sunacağı önemli ören yerlerinden ve
yeraltı
şehirlerinden biri olacağı kanaatindeyim. Hemen
yanında da Osmanlı Devleti'nin Anadolu'da yaptığı en
son külliye olan
Damat İbrahim Paşa Külliyesi'nin restorasyonu da
yapılacak. Burada ciddi bir tarihi ve kültürel
konsept olacak. Bu da
Nevşehir için hayırlı olur diye düşünüyorum.
Yeraltı
şehirleri genelde erken Hitit dönemine kadar
gidiyor. Kalenin tarihi de Selçuklular'a dayanıyor.
Yeraltı şehrinin
Nevşehir tarihini en az 5 bin yıl ötelediği
kesin. Şu anda arkeologlar bu konu ile
ilgili çalışmalar yapıyor. Hem Türk turizminin hem
de Türk kültür hayatının dünyaya armağan edeceği
güzel bir eserin başlangıcındayız. Ülkemize,
milletimize şimdiden hayırlı uğurlu olsun.
Önümüzdeki günlerde tarih, kültür, ülkemiz ve ilimiz
açısından Nevşehir önemli çalışmalara gebe.''
"20'YE YAKIN GİRİŞ CIKIŞ VAR"
Bulunan yeraltı şehrinin çok farklı girişlerinin
olduğunu ancak kaç tane olduğunu bilemediklerini
anlatan Ünver, ''Genelde yeraltı
şehirlerinde bir yerden girilip bir başka yerden
çıkılıyor. Şu ana kadar biz 20'ye yakın giriş çıkış
tespit ettik. Daha ne kadar var bilmiyoruz, çünkü
alan çok geniş. Bölge enteresan bir hüviyet
kazanıyor. Ben de eski bir gazeteci olarak merakla
bekliyorum. Bazen bir gazeteci refleksi ile
bakıyorum olaya, çok heyecanlanıyorum. Çalışmaların
neticelenmesini sabırsızlıkla bekliyorum. Hem
ülkemize hem dünyaya böyle güzide bir varlığı
kazandırmak için Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu Müdürlüğü, valiliğimiz, belediyemiz,
milletvekillerimiz tamamen el ele bu heyecanı
yaşıyoruz. Çok da titiz hareket ediyoruz, acele
etmiyoruz'' şeklinde konuştu.


Başkan Ünver,
Damat İbrahim Paşa Külliyesi'nin restorasyonun
ve yeraltı şehrinin ortaya çıkarıldığında Nevşehir'e
daha fazla turistin gelmesini beklediklerini
sözlerine ekledi.
Habertürk, 06.07.2012
|
TARİHİ İSKALYON BİNASINA RESTORASYON
Karabük
Valisi İzzettin Küçük ve Çevre ve
Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma (ÇEKÜL) Vakfı
ile Tarihi Kentler Birliği Danışma Kurulu Başkanı
Prof.Dr. Metin Sözen, restorasyon
çalışmalarına başlanan
İskalyon binasında
incelemelerde bulundu.
Metin Sözen, inceleme sırasında gazetecilere yaptığı
açıklamada, bir dönem ara verilse de Karabük Valisi
izzettin Küçük'ün yoğun gayretleriyle Safranbolu
İlçesi'nde restorasyon çalışmalarının yeniden
canlandığını belirterek, bugün de İskalyon binasının
restorasyonunu başlattıklarını söyledi. İskalyon
binasının yeniden kazandırılmasının çok önemli bir
proje olduğunu aktaran Sözen, binanın, restorasyonun
ardından Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü hizmet binası
olarak kullanılacağını bildirdi.
Sözen, şöyle konuştu: ''İskalyon binasının restorasyonu tamamlanınca
Türkiye'nin en özgün ve iddialı kurul binası olacak.
İskalyon binasının yanında daha önce restore edilen
bir bina daha var. Bu iki bina birleştirilerek
kurulumuz burada hizmet verecek. Bizim kurullara
eleştirimiz sonsuz. Kurullarımızın en iyi yerlerde
en doğru şekilde oturmasını istiyoruz. Oturdukları
yerlerde kendi aralarında doğru ilişki kurdukları
zaman doğru kararlar çıkar. O bakımdan burada hizmet
verecek kurulumuzdan eğri karar çıkmayacağına
inanıyoruz.'
Karabük
Valisi İzzettin Küçük ise
kamulaştırılan binanın restorasyonun 1 yıl içinde
tamamlanacağını ve çevresindeki bir çok yapınında
onarılarak önemli bir alanı turizme katacaklarını
kaydetti.
İncelemelere, Safranbolu Kaymakamı Gökhan Azcan,
Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Müdürü Mustafa Sucu, belediye ve ÇEKÜL
yetkilileri katıldı. İskalyon binasının daha önce
kilise külliyesi, askeri depo ve marangozhane olarak
kullanıldığı bildirildi.
Yapı, Fotoğraf: Ahmet Özler/AA, 06.07.2012
|
SİRKELİ KAZILARI BAŞLADI
Adana’nın Ceyhan
İlçesi'ne
bağlı Sirkeli Köyü'nde 2006 yılından bu yana devam
eden kazı çalışmalarının yeniden başladığı
bildirildi.
İsviçre’nin Bern Üniversitesi öğretim üyelerinden
Prof.Dr. Miroslav Novak başkanlığında Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Görevlisi Yrd. Doç Dr. Ekin Kozal ve Kültür
Bakanlığı’ndan Arkeolog Hüseyin Toprak’tan oluşan
bir heyet Ceyhan Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü’yü
makamında ziyaret etti.
Sirkeli Höyüğü’nde kazı çalışmalarını 2006
yılından bu yana belirli dönemlerde sürdürdüklerini
söyleyen Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç Dr. Ekin
Kozal, 1 Temmuz itibarıyla yeni dönem kazı
çalışmalarına başladıklarını söyledi.
Kozal, bundan önceki kazı çalışmalarında önemli
bulgular elde edildiğini belirterek, “Sirkeli
Höyüğü, tarihsel olarak doğu Çukurova’nın en önemli
yerleşim birimlerinden biridir. Ceyhan Nehri’nin
kıyısında bulunan bu höyük, aynı zamanda ticari ve
doğal yolların kesişme noktasında olması nedeniyle
büyük önem taşıyor. Tarihsel açıdan bölgedeki en
büyük höyüklerden biri. Buradaki çalışmalarımızda,
höyüğün insanlık tarihi açısından önemini ortaya
koymaya çalışıyoruz” dedi.
Sirkeli Höyüğü’nü değerli kılan en önemli
özelliklerden birinin de Anadolu’nun en eski Hitit
kabartması olduğu belirtilen Hitit Kralı 2.
Muwatalli’nin kaya üzerine yapılan rölyefi olduğunu
dile getiren Kozal, “Birkaç gün önce başladığımız
2012 yılı kazı çalışmalarına bilimsel olarak bir
hafta sonra başlayacağız. Bu konuda Belediye
Başkanımızı da kazılarımızı yerinde görmesi için
davet ediyoruz” dedi.
Ceyhan Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü ise
ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek,
“Bölgemizde Tatarlı Höyüğü çalışması ve Sirkeli
Höyüğü çalışması var. Bize düşen görev neyse yapmaya
hazırız. İnşallah en kıza zamanda Sirkeli’deki
kazıyı da yerinde inceleme fırsatı bulurum. Tarihi
gün yüzüne çıkarmaya çalışan ekibe başarılar
diliyorum” dedi.
haberler.com, 05.07.2012
|

|
GEMLİK'TE LAHİT BULUNDU
Gemlik’te mezarlık yolundan çevre yoluna çıkan bölgede BUSKİ tarafından yapılan kazılarda tarihi bir lahit bulundu.
Lahdin hangi döneme ait olduğu henüz bilinmezken, kazılan bölgede kemikler de bulundu. Müze yetkililerine haber verilirken, mermerden yapılmış lahit itinayla topraktan çıkarıldı. Üzerindeki yazıların lahidin ait olduğu döneme ışık tutması bekleniyor. Lahidin bulunduğu çevrede daha fazla kalıntı olabileceği tahmin ediliyor.
Bursa Hakimiyet, 05.07.2012
|
TARİHİ ESERLER CAN ÇEKİŞİYOR

Bolu'da Küçükberk Köyü’nde yol kenarına bırakılan ve
Eski Roma Dönemi’ne ait olduğu düşünülen tarihi
taşlar, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Haftalardır bölgede bulunduğu öğrenilen ve hiçbir
yetkilinin yardım eli uzatmadığı tarihi eserlere
vatandaşlar da duyarsız.
Küçükberk Köyü Mezarlığı’nın
yanından geçen yolun kenarından bulunan tarihi eser
niteliğindeki taşlardan bölgede yaşayan vatandaşlar
ile yetkililer neredeyse habersiz. Bolu Express
Gazetesi Haber Merkezinin dikkatinden kaçmayan
manzarada kim ya da kimlerce bölgeye bırakıldığı
bilinmeyen taşlar objektiflerimize böyle yansırken,
yetkililerin bu taşlar için günlerdir herhangi bir
çalışmada bulunmamış olması akıllarda soru
işaretleri bıraktı.

Üzerinde Roma Dönemi’ne ait
olduğu düşünülen eski yazıların olduğu göze çarpan
taşların kim ya da kimlerce yeryüzüne çıkarıldığı ve
bölgeye nasıl bırakıldıkları bilinmiyor. Öte yandan
her gün yanı başından geçtikleri taşlara alışmış
gözlerle bakan vatandaşlar için ise bu tarih pek bir
anlam ifade etmemeyi sürdürüyor.
Benzer örneklerine Bolu
Valiliği ile İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
bahçelerinde karşılaştığımız taşlar için
yetkililerin ilerleyen günlerde nasıl bir tutum
sergileyecekleri merakla bekleniyor.
Haber merkezimizce
görüntülenen tarihi taşlar için duyulan tek endişe
ise, bu tarihi taşların bir an önce
kurtarılamaması.
Bolu Ekspres, Haber: Mehmet Korkusuz, 04.07.2012
|
1 - 7 Temmuz 2012
|
TAY BİR DOSTUNU KAYBETTİ...

"Ölüm, sonsuzlukla evliliğimizdir..." Greg (Gregory Michael Kiez) |
ASPENDOS UCUZ KURTULDU
Antalya’nın Serik İlçesi Belkıs beldesindeki
Aspendos Antik Tiyatrosu’nun yanında dün sabah
belirlenemeyen nedenle orman yangını çıktı.
Yangına
Antalya Orman Bölge
Müdürlüğü’ne bağlı 1 uçak havadan, Serik Orman
İşletme Müdürlüğü’ne bağlı arazözler, orman işçileri
ve itfaiye ekipleri karadan müdahale etti. Antik
tiyatroya ulaşmadan kontrol altına alınan yangında
1.5 hektar makilik alan kül oldu.
Hürriyet, Haber: Namık Kemal Kılınç,
06.07.2012
|
|
JOHN CAGE 100 YAŞINDA
20. yüzyılın en orijinal
bestecilerinden
John Cage'in 100.
yaşı dünyanın her köşesinde kutlanıyor.
Kuad Galeri de "Fluxus
50"
sergisinin hemen
ardından bu öncü sanatçıyı anmak amacıyla çeşitli
disiplinlerden sanatçıların katıldığı bir
sergi düzenliyor.
Cage'in çalışmalarının dökümünü çıkarmaya
kalkıştığımızda başka hiçbir sanatçıda
göremeyeceğimiz, şaşırtıcı biçimde birbirine
eklemlenen bir çeşitlilikle karşılaşırız. İlkin
bestecidir elbette; ama sadece sesleri,
sessizlikleri, gürültüleri bestelemekle yetinmez,
asıl hüneri karşılaşmaları, dostlukları,
rastlantıları bestelemektir. Schönberg'ten dersler
almış, sonrasında kendi tarzında çok uzaklara
gitmeyi bilmiştir. Yolu Robert Rauschenberg ve
Jasper Johns'la kesiştiğinde her birini ayrı ayrı
etkileyen o uzun süreci hemen öngörebilmiştir. Merce
Cunnigham, Morton Feldman, David Tudor ve Christian
Wolff'la azılı dostluklar kurmuş, Buckminster
Fuller, Marshall McLuhan gibi vizyonerlerle fikir
tokuşturmuştur. Marcel Duchamp'la karşılaşması belki
de yapıtı üzerinde en büyük etkiyi bırakandır: Ondan
üçe kadar saymayı ve bekar kalmayı öğrenmiştir.
Cage ilgi duyduğu her şeyi yapıtına davet etti.
Dersler verdi, kitaplar yazdı, konuşmalar yaptı,
performanslar
sergiledi; başta
Fluxus sanatçıları
olmak üzere birçok kuşağı derinden etkiledi.
Kuad Galeri'deki sergiye katılan sanatçıların
neredeyse tamamı ilk kez aynı mekanda yan yana
geliyor. Michael Snow daha önce Centre Pompidou'da
sergilenen bir ses yerleştirmesiyle katılıyor
sergiye; Sarkis doğrudan Cage'e gönderen neonlu bir
işiyle yer alacak; Peter Downsbrough her zaman
olduğu gibi yine mekana müdahale ediyor; Esther
Ferrer iki Eric Satie portresi gönderdi; Cage'in
öğrencilerinden Tom Johnson notasyon desenleriyle
katılıyor; Su-Mei Tse siyah-beyaz bir fotoğraf seçti
Cage için; Stéphane La Rue'den Morton Feldman
kağıtları geldi; Teoman Madra altmışlarda yaptığı
ışık oyunlarını sergileyecek; Tolga Tüzün Fontana
Mix'e gönderen interaktif bir iş üretti; Lynn
Criswell keçe üzerine yaptığı bir çalışmayla yer
alıyor sergide; Taldans'ın eski bir egzersiz
videosunu izleyeceğiz; Ilgım Veryeri Alaca bir
sanatçı kitabı hazırlıyor. Ayrıca, serginin son
günlerinde galeri mekanında çeşitli etkinlikler,
performans gösterileri, ve 4 Eylül'ü 5 Eylül'e
bağlayan saatlerde küçük bir konser
gerçekleştirilecek.
Habertürk, 05.07.2012
|
FİLİSTİN'DEKİ DOĞUŞ
KİLİSESİ DE DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NDE
Türkiye, Birleşmiş
Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Teşkilatı'nın (UNESCO)
Filistin
topraklarındaki
Doğuş Kilisesi'ni
(Nativity) Tehlike Altındaki
Dünya Mirası listesine
almasını memnuniyetle karşıladı.
Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, 25
Haziran–6 Temmuz arasında St. Petersburg'da
gerçekleşen
UNESCO 36. Dünya
Miras Komitesi Toplantısı'nın 29 Haziran tarihli
oturumunda,
Filistin'in Dünya
Miras Listesi'ne acilen kaydolmak üzere sunduğu,
''İsa'nın Doğum Yeri:
Doğuş Kilisesi ve
Hac Yolu, Beytüllahim'' başlıklı başvuru dosyasının
oy çoğunluğuyla kabul edilmesi ve Tehlike Altındaki
Dünya Miras Listesi'ne kaydedildiği hatırlatılarak,
bu gelişmenin memnuniyetle karşılandığı bildirildi.
Açıklamada, geçen yıla kadar
UNESCO'da gözlemci
olan
Filistin'in, 36.
UNESCO Genel
Konferansı'nda (Ekim 2011)
UNESCO'ya üye
''Devlet'' olarak kabul edildiği, bu karar ile de
Filistin'in BM
sisteminde ilk kez devlet olarak tanındığı
vurgulanarak,
Filistin'in,
UNESCO'ya
üyeliğinin ardından, 1972 tarihli
UNESCO Dünya Doğal
ve Kültürel Mirasının Korunması Sözleşmesi'ne de
taraf olduğu, daha sonra Dünya Miras Listesi'ne
kaydolmak üzere ''İsa'nın Doğum Yeri:
Doğuş Kilisesi ve
Hac Yolu, Beytüllahim'' başlıklı bir başvuru
dosyasını Dünya Miras Merkezi'ne sunduğu aktarıldı.
Açıklama şöyle:
''Filistin'in
UNESCO'ya üye devlet olarak kabulünden sonra devlet
olarak uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını
ilk kez kullanmasını teşkil etmesi nedeniyle bu
başvuru ve neticesinde alınan karar kültürel ve
tarihi açıdan bölgede
Filistin lehine
önemli bir kazanım teşkil etmektedir.''
Hristiyanların Hz. İsa'nın doğduğu yerde yapıldığına
inandıkları
Doğuş Kilisesi'nin
Filistin'in en çok turist çeken yeri olduğu, burayı
2010'da 1 milyon 500 bin, 2011'de ise yaklaşık 2
milyon turistin ziyaret ettiği bildiriliyor.
Filistin, UNESCO Genel Kurulu'nda teşkilatın 195.
üyesi olmuştu. ABD ve İsrail, Filistin'in UNESCO
üyeliğine büyük tepki göstermiş, hatta ABD teşkilata
yaptığı yardımı kesmişti.
Habertürk, 05.07.2012
|
 |
PAHA BİÇİLMEZ KİTAP GARAJDAN ÇIKTI
İspanya'nın kuzeybatısındaki Santiago Compostela Katedrali'nden 2011 Temmuz ayında çalınan, ''Codice Calixtion'' adlı paha biçilemeyen kutsal bir kitap garajda bulundu.
İspanyol polisi, ''Codice Calixtion''un, çalınmasıyla bağlantılı gözaltına alınan bir elektrikçinin evinin garajında yapılan aramada, çimento torbalarının yanındaki plastik bir torbada bulunduğunu açıkladı.
Daha önce Santiago Compostela Katedrali'nde çalıştığı belirtilen elektrikçi ile eşi ve çocuğunun da gözaltına alındığı bildirildi.
12. yüzyıla ait el yazması ''Codice Calixtion'', parşömene yazılı 5 ayrı kitabın birleşmesinden ve 225 sayfadan oluşuyor. Hristiyanlık açısından önem taşıyan, ''Santiago Yürüyüşü'' olarak bilinen bölgedeki, ''Kutsal yürüyüşü yapacak hacılara bir nevi rehber olacak bilgilere sahip olduğu'' ifade edilen kitap, güvenlik nedeniyle sadece iki kez katedral dışına çıkarılmıştı.
Habertürk, 05.07.2012
|
YENİ MÜZE HEYECAN
UYANDIRACAK

Hatay Valisi Mehmet
Celalettin Lekesiz, Yeni Arkeoloji Müzesi inşaatında
incelemelerde bulunarak İl Özel İdare Genel
Sekreteri Muhittin Şahin ve diğer ilgililerden bilgi
aldı. Lekesiz, çalışmaların titizlikle devam etmesi
ve zamanında bitirilmesi talimatını verdi.Müzik
eşliğinde ışık oyunları ile farklı bir atmos-fere
sahip olacak müzenin, tarihe ve arkeolojiye merak
duyan herkeste derin bir heyecan uyandıracağını
kaydeden Lekesiz, 2 adet işlik ve uygulama alanı, 2
adet sözel kurs salonu, çocuk müzesi gibi eğitim
alanları ile birlikte sosyal aktiviteleri de
bünyesinde barındırarak ilin kültür hayatına katkıda
buluna-cağını, 249 m2.lik kütüphane ve arşiv
bölümüyle araştırmacılara daha kaliteli hizmet
vereceğini söyledi.
Sayısız kültürel mirasa
sahip olan ilimizde, bu değerlerin sergilenmesi ve
gelecek kuşaklara aktarıl-ması amacıyla Maşuklu
Beldesi'nde yaptırılan müzede çalışmalar devam
ediyor.4 Şubat 2011 tari-hinde ihalesi yapılan ve
Mayıs 2011'de temeli atılan müze, mozaik sergi alanı
açısından dünyanın en büyük müzelerinden biri
olacak. 53,5 dönümlük alanda bodrum+zemin+1 kat, 4
kısım ve 16 bloktan oluşan müzeyi aynı anda 800
ziyaretçi gezebilecek.
Yeni Arkeoloji Müzesi,
ilimizin ilk çağlardan Ortaçağa kadar geçmiş
yerleşimlere ve kültürlere tanıklık eden arkeolojik
malzemelerin korunduğu, onarıldığı, araştırıldığı,
yorumlandığı, öğrenme ve bireysel gelişim için
toplumun her kesiminin dikkatine ve beğenisine
sunulduğu yeni müzecilik anlayışının fiziksel ve
içeriksel tüm gerekliliklerini bünyesinde
barın-dıran bir kültür kurumu, içerdiği ve sunduğu
koleksiyonlar itibarıyla yalnızca ülkemizin değil,
dünyanın sayılı arkeoloji müzelerinden biri olacak.
Tarihe ve arkeolojiye merak duyan herkeste heyecan
uyandıracak
Müzede, hediyelik eşya satış merkezleri, kapalı
sergileme alanları, bahçesinde lahitler, sütun
başlıkları, büyük taş eserler, gezinti yolları, çok
amaçlı yeşil alanlar, spor alanları, kafeterya,
mutfak, dinlen-me alanları, toplantı salonu ve
otopark bulunacak.
İş programına göre 7 Temmuz 2013 tarihinde
bitirilmesi planlanan müzenin titiz çalışmalar
sonucunda daha erken bitirilmesi hedefleniyor.
Hatay Gazetesi,
05.07.2012
|
JAPON ARKEOLOGLAR HASANKEYF'TE
Japon arkeologlar Hasankeyf kazılarında iş başı yapıyor. Yaklaşık 3 yıldır Batman- Hasankeyf kazılarında görevli Japon arkeolog Doç.Dr. Yutaka Mıyake ve beraberindeki 17 Japon arkeolog bugün start alacak olan Hasankeyf höyüğünde kazılara başlıyor. Doç.Dr. Mıyake kazı öncesi Batman Üniversitesi Rektörü ve aynı zamanda Hasankeyf kazı başkanı olan Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam'ı makamında ziyaret etti. Rektör Prof.Dr. Uluçam Hasankeyf kazılarının perşembe günü başlayacağını belirterek “Japon arkeologlar 3 yıldır Hasankeyf kazılarında görev yapıyor.
Japonya'nın Tsukuba Üniversitesi akademisyenlerinden ve Batmanlıların 3 yıldır tanıdığı Doç.Dr. Yutaka bu yıl da Hasankeyf kazılarında görev yapacak. 17 Japon arkeolog bu seneki Hasankeyf höyüğünde kazılara başlıyor” dedi. Japon arkeolog Mıyake, Rektör Prof.Dr. Uluçam'a üniversitelerine ait logolu tişört hediye etti.
Batman Gazetesi, 05.07.2012
|
 |
KİBYRA ANTİK KENTİNDE
1700 YILLIK 560 METREKARELİK DEV MOZAİK
Burdur’un Gölhisar
İlçesi’ndeki
antik kent
Kibyra’da
Mehmet Akif Ersoy
Üniversitesi’nin yürüttüğü kazı çalışmalarında,
Anadolu’nun en sağlam şekildeki en büyük mozaik
yapısı ortaya çıkarıldı.
Yüzde 95’i sağlam olan
mozaik yapının, MS 249-253 yılları arasında
yaptırıldığı belirlendi.
Gölhisar’da Burdur
Müzesi öncülüğünde kazı ve araştırmalara başlanılan
Kibyra antik kentinde, 2009’dan itibaren
Bakanlar Kurulu
kararı ile Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nce Yrd.
Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru tarafından devam ettirilen
kazı çalışmalarında, dönemin tarihini aydınlatan
önemli eserler gün yüzüne çıkartılıyor

Kibyra’nın MÖ 330’lu
yıllarda kurulduğu ve Hellenistik dönemde bölgenin
egemen şehri
olduğunu belirten Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr.
Özüdoğru, antik kentte stadyum,
müzik evi, meclis
binası, hamam, agora ve tiyatro yapılarının oldukça
iyi korunarak günümüze ulaştığını kaydetti.
Yapılan kazılarda müzik
evinin ön tarafındaki alanda 560 metrekarelik mozaik
yapı bulunduğunu söyleyen Yrd. Doç.Dr. Özüdoğru, söz
konusu mozaiğin, Anadolu’da yerinde sergilenen ve
tamamıyla sağlam durumdaki en büyük mozaik yapı
özelliğini taşıdığını söyledi. Mozaiğin küçük küp
şeklindeki taşlardan 15 farklı geometrik desenli
panolar halinde yapıldığını anlatan Yrd.Doç.Dr.
Özüdoğru, üzerindeki yazıttan Kibyralı iki kardeş
tarafından MS 249 ile 253 yılları arasında
yaptırıldığının anlaşıldığını kaydetti.
Yüzde 95’i bozulmamış
olarak ortaya çıkartılan mozaiğin üzerinde ise
yaptıran kardeşler adına ’Vatanımıza söz verdiğimiz
gibi bu mozaiği yaptırdık’ yazısı yer alıyor.
Orkestra bölümünün
zemininde ise kırmızı, yeşil,
mavi, gri ve beyaz
üzeri mavi damarlı mermer plakalardan yapılmış
Medusa resminin açığa çıkarıldığını kaydeden Yrd.
Doç.Dr. Özüdoğru, antik dönemde gözlerine bakanı
taşa çevirdiğine inanılan mitolojik yaratık olan
Medusa betimlemesinin, mozaiklerde antik dünyada
sevilerek kullanılan ve sıkça tekrarlanan bir motif
olduğunu anlattı.
Yrd. Doç.Dr. Özüdoğru,
kanatlı başlığı, dalgalı saçları ve boynuna dolanmış
yılanları ile oldukça etkileyici olan Medusa’nın,
ilk kez ince ve renkli mermer plakalardan yapılmış
bir örneğine rastlanıldığını açıkladı.
Milliyet, Haber: Mehmet
Çınar, 05.07.2012
|
10 EURO'YA MÜZE Mİ GEZİLİR?
Topkapı Sarayı Müzesi
Başkanlığı’ndan yaş haddinden dolayı ayrılan
Prof.Dr. İlber Ortaylı, “Dünyada 10 Euro’ya Topkapı gibi
bir yere girilmez, ancak dondurma yenilir” dedi.
A Haber’de yayınlanan Selin Ongun’un “Bir Sormak
Lazım” programına konuk olan Prof.Dr. Ortaylı,
şöyle konuştu:
“Müze giriş ücretleriyle ilgili sendikacılar ve
seyahat acenteleri baskı yapıyor. Ama lütfen
yapmasınlar. Dünyada her şey onlara göre değil.
Müzenin içi hiçbir şeyden anlamayan ama grubun
içinde oraya getirilmiş ziyaretçiyle dolu. Böyle
müzecilik olmaz. Müzeye merak eden gelir. Topkapı
bir saray ve komplike bir müze. Biraz eğitim
gördükten sonra, lise çağında falan gelinmesi lazım.
Lise çağında falan gelmesi lazım. Bizim şimdiki
bakan, Ertuğrul Bey bu işi iyi halletti aslında.
Müzekart’ı çıkardı. Bu fevkalade büyük bir
ucuzluk, bedavaya yakın. O yüzden vatandaşın
şikayeti olamaz. Ama dış fiyatı çok komik buluyorum.
Dünyada 10 Euro’ya Topkapı gibi bir yere girilmez,
ancak dondurma yenilir.”
Dünyada müzelere giriş ücretleri
Fransa
- Louvre Müzesi: 22 TL (26
yaş altına ücretsiz)
- Orsay Muzesi: 20.5 TL ( 18-25 yaş için 14.5 TL,
18 yaş altına ücretsiz)
- Rodin Müzesi: 13.5 TL (18 yaş altına ücretsiz)
İngiltere
- British Museum: Ücretsiz
- Doğa Tarih Müzesi: Ücretsiz
İspanya
- La Sagrada Familia: 29.5 TL
- El
Prado Müzesi: 27 TL
ABD
- Ulusal
Sanat Müzesi: Ücretsiz
- Metropol Sanat Müzesi: 45 TL
Milliyet, 05.07.2012
|
MEHMET GÜN'DEN ÇANKAYA'YA 17 TABLO
Türk resminin
üstalarından Mehmet Gün’ün 17 tablosu
Cumhurbaşkanlığı tarafından satın alındı. Ressam
Gün, “Bu resimlerin 9’u hediye verilmek üzere satın
alındı. Mesela biri Kraliçe Beatrix’e hediye edildi”
dedi.
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, Türk resminin ustalarından, soyut
dışavurumcu akımın en
önemli temsilcilerinden Mehmet
Gün’ün 17 resmini satın aldı.
Müzayede satışlarında da sıklıkla karşımıza
çıkan Mehmet Gün’ün eserlerinin satışı için
sanatçıyla Cumhurbaşkanlığı
İstanbul Köşk Müdürlüğü bağlantı kurdu. Uzun
yıllardır
Almanya’da yaşayan ve 14 yıldır
Türkiye’ye gelmeyen Mehmet Gün, yaptığımız
görüşmede ilk olarak şunları belirtti: “Benden
resim istediklerinde ilk başta sayı daha azdı.
Ama sonra yaptığımız görüşmelerde resim sayısı 17’ye
yükseldi. Bu resimlerin 9’u
Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi hediyesi olarak
satın alındı. Mesela Abdullah Gül bu 9 resimden
birini
Hollanda Kraliçesi Beatrix’e
hediye etti. Diğer sekiz resmin bir kısmı
Ankara’da bir kısmı İstanbul’da köşkte kalıyor.”
Gün, Cumhurbaşkanlığı’nca özellikle son dönem
resimlerinin tercih edildiğini dile getirdi: “Ben
Abdullah Gül’ü şahsen tanımıyorum, yüz yüze konuşmuş
da değilim. Ama sanıyorum eşi resme çok meraklı. İyi
takip ettiğine de eminim. Çünkü mesela benden
istenen resim talepleri, benim çok iyi takip edilmiş
olduğumu gösteriyordu. Daha doğrusu yaptığım
teknikleri, hangi
tarz resim yaptığımı, siyah tuval mi beyaz tuval
mi, bütün bunları detaylarına kadar söylediler,
biliyorlardı. En son dönem resimlerimin yanı sıra
kendileri için de özel olarak da resim ürettim.
Çünkü tamamıyla yeni boyutlarda resimler de
istediler. Ben de onların istediği boyutlarda
resimler yaptım. Resimlerin boyutları da 50x150,
100x150, 100x100 cm’ydi.”
Mehmet Gün’ün Türkiye’de eserlerinin satış rakamı
ortalama olarak 12 ila 25 bin TL arasında değişiyor.
Sanatçı bu satışta Cumhurbaşkanlığı’na özel bir
indirim yapmadığını söyledi: “Satış rakamları
tamamıyla normal rakamlardır. Şu andaki raicim neyse
ondan satıldı. Bu da yaklaşık 8 bin euro civarıdır.”
Bu yıl içinde Türkiye’de büyük bir
sergi yapmayı planladığını ve halen onun
hazırlığına sürdürdüğünü sanatçı “Ben çok uzun
zamandır Türkiye dışında yaşıyorum ama beni oldukça
iyi tanıyor Türk
sanat izleyicisi. Fakat ilk kez Türkiye
Cumhuriyeti’nin resmi bir makamı tarafından böyle
bir ilgiyle karşılaştım. Bu da beni çok sevindirdi,
çünkü böyle bir şeyi hiç ummuyordum. Bugüne kadar
böyle bir saygı da Türkiye’den hiç görmediğimi
söylemek zorundayım. Bu benim için hem büyük bir
sürprizdi hem de çok güzel bir şey” dedi.
Mehmet Gün kimdir?
1956 yılında doğdu. 1983’te
Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdi.
Yapıtlarında kavramsal anlayışı temel alan Gün,
beyaz zemin üzerinde leke ve kaligrafi kullanarak
eserlerini yorumluyor.
İtalya,
Fransa,
New York,
Roma ve
Berlin’de çalışmalarını yürüttü. Pek çok sergiye
imza atan sanatçı Berlin’de yaşıyor.
Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 05.07.2012
|
"OSMANLI'YLA YARIŞ KAZANILMAZ"

Çamlıca Tepesi’ne yapılması planlanan caminin
projesini çizen mimar Hacı Mehmet Güner’in, ‘Ecdadın
yaptığından da geniş kubbe kullanacağız. En az 6
minaresi olacak ve minareleri dünyadaki en yüksek
cami olacak’ açıklamalarına meslektaşları sert tepki
gösterdi...
Milliyet’in dün
Çamlıca Tepesi’ne yapılacak cami projesinin
ayrıntılarına ilişkin haberi yankı uyandırdı.
Kahramanmaraş’ta yaptığı caminin Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan tarafından beğenilmesi
üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müşaviri
olarak
İstanbul’a atanan ve ekibiyle birlikte projeyi
çizmeye başlayan mimar Hacı Mehmet Güner, caminin
büyüklüğüne ilişkin iddialı açıklamalarda
bulunmuştu. Güner, yapılacak caminin en az 6
minareli olacağını, minare sayısında bir sürprizin
de gerçekleşebileceğini, kubbe genişliği bakımından
da caminin ecdadın yaptığından da geniş olacağını
söylemişti. Güner, cami minarelerinin de Medine-i
Münevvere’yi aşacağını ve dünyadaki en uzun
minareler olacağını açıklamıştı. Güner’in projesine
mimarlar tepki gösterdi.
Milliyet’in dün
Çamlıca Tepesi’ne yapılacak cami
projesinin ayrıntılarına ilişkin
haberi yankı uyandırdı.
Kahramanmaraş’ta yaptığı caminin
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan tarafından
beğenilmesi üzerine Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı Müşaviri olarak
İstanbul’a atanan ve ekibiyle
birlikte projeyi çizmeye başlayan
mimar Hacı Mehmet Güner, caminin
büyüklüğüne ilişkin iddialı
açıklamalarda bulunmuştu. Güner,
yapılacak caminin en az 6 minareli
olacağını, minare sayısında bir
sürprizin de gerçekleşebileceğini,
kubbe genişliği bakımından da
caminin ecdadın yaptığından da geniş
olacağını söylemişti. Güner, cami
minarelerinin de Medine-i
Münevvere’yi aşacağını ve dünyadaki
en uzun minareler olacağını
açıklamıştı. Güner’in projesine
mimarlar tepki gösterdi.
SÜLEYMANİYE’Yİ BÜYÜK YAPAN
MİNARESİ DEĞİL
Prof.Dr. UĞUR TANYELİ (Mimarlık
tarihi uzmanı): Şaka gibi. Caminin
boyutları üzerinden bir inatlaşmanın
kutsallığa saldırı olduğunu bile
söyleyebilirim. Herkes istediği
biçimde cami yapar ama Osmanlı
camileriyle
yarışma beklentisinin gülünç
olduğunu söyleyebilirim. Osmanlı
camilerinin tarihi yarımadada
tepenin üzerinde konumlandığını
biliyoruz. İstanbul’da kalan en
yüksek tepenin üzerine cami yapma
halinin Osmanlı camileriyle yarışma
isteğine işaret ettiğini
söyleyebilirim. Bu gülünç. Caminin
kalitesi boyutuyla tanımlı değildir.
Büyük kubbe, yüksek minare yapmak
metrekareyi artırmak marifet değil.
Marifet başka şey. Süleymaniye’yi
Süleymaniye yapan şey metrekaresi ve
minarenin büyük oluşu, tepenin
üzerinde konumlanışı değil. Osmanlı
camileriyle yarış kazanılmaz. Sadece
taklit bir Osmanlı camisi daha olur.
BÜYÜKLÜK MARİFET DEĞİL
MİMAR HÜSREV TAYLA (Kocatepe ve
Şakirin camilerinin mimarı):
Cahillik. Selimiye’yi yapan Sinan’ın
haddi mi yoktu? Ya da Kanuni’nin
parası mı yoktu? Kocatepe’yi yaptım
ama Selimiye’nin yarısı kadar bile
değil. Haddini bilmek lazım. Gidip
Sinan’la yarışacak mıyım?
Selimiye’den büyüğünü yapmaya ne
haddimiz var. Büyüklükle
güzellik olmaz. Büyüklük marifet
değildir. Zarafeti gider bir defa.
Göremeyeceğim parayı verseler yine
yapmam. Ayıptır utanmak lazım.
İnşallah rezil olmazlar. 150 metre
genişliğinde bir kubbenin altında
namaz kılabilir misiniz? Korkarsın.
Çamlıca’ya cami yapılmasına karşı
olduğunu daha önce Zaman
gazetesindeki köşesinde yazan A.
Turan Alkan da
CNN Türk’te projeyi şöyle
değerlendirdi:
“Cami mimarisini medeni bir
başarısızlık olarak görüyorum.
Ecdadın yaptığı camiler gözümüze hoş
görünüyor. Bunları bire bir taklit
ve ilham alarak yeni şeyler yapmak
konusunda müthiş bir başarısızlık
içerisindeyiz. Bunun iki nedeni var.
Birincisi
proje çizen mimarlarımız
gelenekten kopuk. İkincisi camiyi
yaptıran
Müslüman kitlenin şehircilik ve
medeniyet beklentisi ıslaha ve
eleştiriye muhtaç. Öteden beri
sadece cami mimarlığına ilişkin
tenkitler kaleme alıyorum.
Müslüman cemaatin estetik seviyesini
düzeltmek hem de mimarlarımızı dini
mimarlığa yaklaştırmak için mesafe
almamız gerekiyor. En çok
öfkelendiğim nokta şu: Başbakan tek
başına ‘Maraş’ta böyle bir cami
gördüm bu aynen yapılsın’ diyor.
Peki bizim söz hakkımız nerede? 75
milyonun söz hakkı nerede? Sadece
camiyle de sınırlı değil. Bunların
yeniden gözden geçirilmesi lazım.
Özellikle cami gibi toplumun hassas
olduğu konuda sayın Başbakan’dan
beklentimiz en çok sayıdaki insanın
tasvibini, olurunu, olmazını,
eleştirilerini alması gerekiyor.
Tek seçicilik işi öteden beri
asabımı bozuyor. Bu tek
parti dönemine mahsus birşey.
İsmet Paşa gezi parkı düzenlemesini
ve stadyumu yaptırırken tek partinin
lideriydi. Biz tek parti dönemi
geçti diye biliyoruz. Kaldı ki bu
binalar namaz kılsın kılmasın
hepimizi ilgilendiriyor, hepimizin
göz zevkini karşılıyor. Ayrıca
Maraş’taki camiyi güzel bulmadığımı
da ifade etmiştim.”
MUKADDESLİĞİ ALTI YA DA
SEKİZ MİNAREDEN GELMEZ
MİMAR SİNAN GENİM (2009 yerel
seçimlerinde
AKP
Kadıköy Belediye Başkan adayı):
Büyüklükle, kubbe genişliğiyle,
betonarmeyle, 6 minareyle, 8
minareyle bir
mimari yapıt yapmak söz konusu
değildir. Büyüklük de geleceğe
kalacak bir mimarlık için yeterli
bir veri değildir. Çağdaş olması ve
geleceğe mesajlar taşıması gerekir.
Üstelik Osmanlı coğrafyasında
Sultanahmet Camii dışında 6
minareli cami yapılmamıştır.
Sultanahmet 6 minareli yapılınca bir
nevi Sultanahmet’in
Kabe’ye hakaret ettiği gibi
algılanmış ve daha sonra Kabe’ye
minare eklenmiştir. Dinimiz için
mukaddes olan bir mekanla
yarışmıyoruz. Onun mukaddesliği 6
minareden 8 minareden gelmez. Bu tür
yarışmanın ben doğru olduğuna
inanmıyorum. Bugün yapılacak caminin
günümüzün mesajlarını taşıması
gerektiğini düşünüyorum. Geçmişin
kopyasını vermenin taraftarı
değilim.
HALDUN HÜREL (Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi İstanbul
Tarihi Öğretim Görevlisi): En az 6
minareyse Sultanahmet’e rakip
olacak. Sultanahmet 6 minare olarak
dünyada tektir. Yapıldığı dönemde
Mekke’de bir cami oldu. Oraya
gidilip oraya bir minare eklenmiş ve
oradaki minare sayısı 7’ye
çıkarılarak 6 minareli tek cami
olması sağlanmış. Sultanahmet’e bir
rakip çıkartmak için Çamlıca gibi
bir yerde yapılması İstanbul silüeti
açısından çok da insanın içine sinen
bir durum değil. Açıkçası benim
içime sinmiyor. Rekabet etmek, büyük
yapmak gibi şeyler doğru bir şey
değil.
Çünkü Mimar Sinan bile
Ayasofya ile yarışmamış.
Selimiye 4 minareli ve onun kubbesi
biliyorsunuz Mimar Sinan’ın elinde
bir oyuncaktı. Onu daha büyük
tutabilirdi Ayasofya’dan. Santim
farkıyla geride kalır Ayasofya’dan
düşünün işte. Teknolojik olarak
görkemli eserlerimizi boyut olarak
geçebilirsiniz. Ama o taş yapıların
güzelliğiyle yarışmak mümkün değil.
Mimarlar Odası dava açıyor
Cami yapılacak alanın Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’nca yapılan
planlarına dava açacaklarını
belirten Mimarlar Odası Genel
Başkanı Eyüp Muhçu da, “Bu planın
yüzde 100 yargı tarafından
engelleneceğini düşünüyoruz. Oldu
bittilerin yaşanmaması için
iktidarın yargı sürecini beklemesi
gerekir” dedi.
Çamlıca Tepesi’ndeki plan
tadilatının Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nca Kanun Hükmünde
Kararname’ye(KHK) dayanarak
yapıldığını belirten Muhçu şunları
kaydetti:
“Bu plan şu an askıda ve biz de alıp
inceledik. Planda, 1. derecede doğal
sit ve İstanbul silüetinde kalan
alana, ticaret, turizm,
konaklama ve dini tesis alanı
fonksiyonları verilmiş. Alanın geri
kalan yüzde 50’lik bölümü de
tesislerin bahçesi olarak ayrılmış.
Tepenin Boğaz’a ve Marmara’ya bakan
panoramik kesimleri yapılaşmaya
açılıyor. Ticari alanlar için 2 kat
yükseklik sınırı konulmuş, dini
tesis için de ‘Avan projeye göre
yapılır’ denilerek sınır
getirilmemiş. İlgili bakanlık her ne
kadar KHK’ya göre plan yapmış olsa
da, 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu ve
2863 sayılı Koruma Kanunu’na göre
korunması gereken Çamlıca Tepesi’nin
yapılaşmaya açılması söz konusu
olamaz. Bunun yasal olarak
yapılabilmesi söz konusu değil.
Planın iptali amacıyla dava
açacağız. Zaman kaybetmek
istemiyoruz. Plana itiraz edersek 60
gün süre kaybı olacak. Yürütmeyi
durdurma isteyeceğiz. Bu kararın
yüzde 100 yargı tarafından
engelleneceğini düşünüyoruz. Oldu
bittilerin yaşanmaması için
iktidarın yargı sürecini beklemesi
gerekir.”
İslam felsefesine aykırı
Cami projesinin gündeme gelmesine
rağmen plana baktıklarında bir rant
projesiyle karşılaştıklarını ifade
eden Muhçu şöyle devam etti:
“Ayrıntıları paylaşılan cami
projesinde tarihe açık bir
saygısızlık var. Tarihle yarışmak
değil, tarihi birikime sahip çıkmak
gerekiyor. Açıkça meydan okuma var.
Güç ve otoriter yaklaşımı topluma
dayatmak gibi bir yaklaşım var.
İslam inancına göre inanç yapıları
kentlerle bütünleşiktir, kentlerden
koparılmış bir camiyi görmek mümkün
değildir. Burada yeni bir yaklaşım
dayatılıyor. Bu yaklaşımın İslam
inancı ve felsefesine de aykırı
olduğunu düşünüyorum. Tarihe
baktığınızda mütevazilik, sadelik ve
çevreyle uyum Sinan yapılarının en
önemliözelliklerindendir.”
Milliyet, Haber: Gürkan Akgüneş, 05.07.2012
|
HARPUT'A İLGİ ARTIYOR

Elazığ'ın eski yerleşim
yeri Harput, son dönemde yapılan restorasyon ve
çevre düzenleme çalışmalarıyla, bölgenin turistik
cazibe merkezlerinden biri haline geldi.
Tarihi kaynaklara göre,
ilk yerleşimi MÖ 2000`li yıllarda Hurriler'e uzanan
Harput'ta, sırasıyla Hititler, Urartular,
İlhanlılar, Dulkadiroğulları, Akkoyunlular ve
Safeviler, 1516 yılında Çaldıran Savaşı`ndan sonra
da Osmanlı İmparatorluğu hüküm sürdü. Farklı
devletlerin hüküm sürdüğü mekan, Harput Kalesi,
tarihi camileri, kilisesi ve türbeleriyle, burayı
ziyarete gelenlere farklı bir atmosfer yaşatıyor.
Elazığ Kültür ve Turizm
Müdürü Tahsin Öztürk, yaptığı açıklamada, Harput`un
hem maddi hem de manevi miras olduğunu ve kent
turizmde önemli bir yere gelecekse, bunun kültür
turizmiyle gerçekleşebileceğini, bunun da temelinin
tarihi yerleşim yeri olacağını söyledi.
Tarihi yerleşim yerinin
1920`lere kadar aktif olduğunu, daha sonra ise hızla
terk edildiğini belirten Öztürk, “Terk edilirken de,
yapılan yeni evlerde Harput`taki evlerinin ahşap
malzemelerini kullanmak zorunda kalmışlar. O yıllar,
malum yokluk yılları. Baba evlerinin çatılarını
pencerelerini sökerek yeni evlerinde kullanmışlar.
Daha sonra da terk edilmiş bir şehirde belediye
hizmetleri olmayınca, yollar, sular bozulunca,
sayısı çok az sınırlı aileler kalmış” dedi.
Öztürk, Harput'ta 41'in üzerinde tescilli tarihi
kültürel varlığın olduğunu ve buranın 2005 yılında
Kültür Turizm Gelişme Bölgesi ilan edildiğini ifade
ederek, bununla birlikte koruma amaçlı bir imar
planı hazırlandığını, bunun da "Harput'un kurtuluşu"
olarak değerlendirdiğini kaydetti.
İl Özel İdaresi
aracılığıyla, 2,5 milyon liradan fazla bir kaynakla
Harput`un girişinde görülen alt yapıyı
gerçekleştirdiklerini dile getiren Öztürk, şunları
söyledi:
"Bunun projesini İl Özel İdaresi çizdi, uygulamaya
koydu ve ödeneğini Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak
biz verdik. Harput`un asfalt olan, tarihi dokuya
uymayan caddeleri hızla kaldırıldı ve dokuya uygun
olan bahsettiğim o plan çerçevesinde alt yapısı
yapıldı. Harput`ta girişteki evler belediye
tarafından restore edildi ve kısmen eski günlere
dönüşün ilk adımları atılmış oldu”.
Öztürk, restore edilen
Harput Evlerinin bazılarının apart otel olarak
kullanılmasının düşünüldüğünü, bazılarının ise kürsü
başı gecelerinin yapılacağı, geleneksel yemeklerin
sergileneceği evler olarak tasarlanacağını aktardı.
Eski yerleşim yeri ile özdeşleşen, MÖ 8. yüzyıl
başlarında Urartu Krallığı zamanında yaptırılan ve
harcına süt karıştırıldığı rivayetiyle `Süt Kalesi`
olarak da bilinen Harput Kalesi'ne de değinen
Öztürk, şu bilgileri verdi:
"Bizim Harput Kalesi`nde
son 4 yılda 4,5 milyon liralık bir yatırımımız oldu.
Surlar biliyorsunuz tehlike arz ediyordu, hepsini
kurtardık. Sonra Elazığ Arkeoloji ve Etnoğrafya
Müzesi tarafından 5 yıl boyunca kalenin içerisinde
bilimsel kazılar yaptırdık çünkü bu kazılar yasal
olarak 5 yıl sürüyor. Bu kazılardan sonra ortaya
çıkarılan eserlerin restorasyonu çok önemli. Yerin
altı çok önemli ve doğal bir koruyucudur. Bunları
yeryüzüne çıkarıp koruyup restore edemezseniz onları
yıkıma terk edersiniz. Biz de bu anlamda önemli bir
proje hazırlayarak Bakanlığımıza sunduk ve inşallah
ortaya çıkarılan eserlerimiz restore edilecek."
Elazığ Kent Haber,
04.07.2012
|
SARAY HAMAMI GÜN SAYIYOR
Kemah İlçesi'ndeki tarihi kalede yürütülen kazı
çalışmaları kapsamında ''Saray Hamamı''nın gün
yüzüne çıkarılması hedefleniyor.
Dünyanın sayılı doğal kalelerinden biri olma
özelliğine sahip tarihi Kemah Kalesi'nde 2. dönem
kazısı başladı. Yaklaşık 60 metre yüksekliğindeki
kalede 45 kişilik ekiple, Kültür ve Turizm Bakanlığı
adına Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü tarafından yürütülen kazı çalışmaları,
1 Ağustos'ta sona erecek.
Kazılar sonucunda, Evliya Çelebi'nin
Seyahatnamesi'nde bahsettiği Bey Camisi ile hamamın
gün yüzüne çıkarılması hedefleniyor. Atatürk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü
Öğretim Üyesi ve Kemah Kalesi Kazı Başkanı Prof.Dr.
Hüseyin Yurttaş, yaptığı açıklamada, kalede kazılara
geçen yıl başladıklarını anımsattı.
Bu yılki kazılar kapsamında iki alanda çalışma
yapacaklarını anlatan Yurttaş, ''Kültür Bakanlığı
adına, Erzurum Atatürk Üniversitesi adına burada
kazı yapıyoruz. 2 profesör, 1 doçent, 1 yardımcı
doçent ve bunların dışında öğrenci ve işçiler olmak
üzere 45 kişilik ekiple bu yıl çalışıyoruz. Geçen
sene başladığımız Kemah Kalesi'ndeki 'Bey Camii'
kazısına bu sene devam ediyoruz. Çalışmalarda
caminin doğu duvarı da ortaya çıkarıldı. Bir diğer
kazı alanımız da kalenin hemen kuzey batı
köşesindeki, sarayın ise güney kesiminde yer alan
hamam kısmı. Biz buraya 'Saray Hamamı' olarak ad
verdik. Şimdilik bu alanda sıcaklık kısmı, soyunma
kısmı, bir de ılıklık olarak tanımladığımız
bölümlerin ortaya çıkarılması için çalışma
yapıyoruz. Herhalde bu hamamı bu sezon tamamen
ortaya çıkaracağız. Büyük bir ihtimalle Bey Camisi
de tamamen ortaya çıkacak. Belki ileri ki aşamada
bunların konservasyon işlemleri yapılabilir. Belki
ileride de bunların restorasyon çalışmalarıyla ayağa
kaldırılmasını sağlayabiliriz. Bu yıl kazılarımız
1,5 ay sürecek'' diye konuştu.
Yaklaşık 2000-3000 yıllık bir maziye sahip olduğu
tahmin edilen Kemah Kalesi'ndeki kazı çalışmalarının
yıllara yayılması planlanıyor. Kazı çalışmaları
sonucunda, tarihi kaledeki kalıntıların ortaya
çıkarılarak kültürel mirasa kazandırılması
hedefleniyor.
Aritera, Haber: Derya Gürsel, 04.07.2012
|
MANİSA ARKEOLOJİ VE ETNOGRAFYA MÜZESİ'NİN YAPIM
PORTOKOLÜ İMZALANDI
Ertuğrul Günay Manisa'da
sponsor desteği ile yaptırılacak olan arkeoloji ve
etnografya müzesi için İl Özel İdaresince tahsis
edilen arsada incelemelerde bulunarak valilik
binasında düzenlenen müze yapımı protokol imza
törenine katıldı.
Bakan Günay törende yaptığı konuşmada, 5 yıla
yaklaşan bakanlık görev süresinde en heyecanlı
anlarından birini yaşadığını ifade ederek,
''Manisa'nın böyle bir müzeye ihtiyacı vardı'' dedi.
Türkiye'nin çok engin ve çok zengin arkeolojik
alanlara sahip olduğunu dile getiren Günay müzeler
konusunda bir yandan Ankara, İstanbul, Antalya'daki
mevcut eski müzeleri iyileştirdiklerini, bir yandan
da Akhisar'da, Gaziantep'te, Hatay'da, Bafra'da,
Urfa'da yeni müzeler yaptıklarını, yaptıkları
müzelerin dünya çapında büyük projeler olduğunu dile
getirdi.
Manisa'da yaptıkları gibi sponsorluk desteğiyle
Eskişehir'de Eti Arkeoloji Müzesi'ni açtıklarını
kaydeden Günay Gaziantep'te dünyanın en büyük mozaik
müzesini oluşturduklarına ve son 4-5 yıl içinde 4
binden fazla eserimizi dünya müzelerinden ve
koleksiyonlarından geri topladıklarına dikkat
çekerek ''Yakın tarihlerde göreceksiniz,
İngiltere'den, Amerika'dan başka yerlerden yeni
eserlerin Türkiye'ye döndüğüne tanık olacaksınız''
dedi.
Çatalhöyük'ün UNESCO Dünya Mirası kalıcı
listesine girmesine de değinen Günay, bu alanların
daha önce Türkiye'de unutulduğunu, bundan sonra her
yıl yeni yerlerin listeye girmesi için
çalışacaklarını sözlerine ekledi.
''Manisa Anemon Arkeoloji ve Etnografya Müzesi''
adını taşıyacak müzenin yapımına ilişkin protokol,
Bakan Günay, Manisa Valisi Halil İbrahim Daşöz ve
sponsor firma olan Anemon Oteller zincirinin sahibi
İsmail Akcura tarafından imza altına alındı.
Arkitera, Haber: Derya Gürsel, 04.07.2012
|

|
170 MİLYON YAŞINDA
Bilim adamları, Almanya'nın Bavyera eyaletinde et yiyen dinozorların ilk örneği olduğunu düşündükleri tüylü bir yavru fosili buldu.
National Academy of Sciences’ın (Ulusal Bilim Akademisi) çalışmasına göre fosil Jura Devri’nin sonlarından (170 milyon yıl önce) kalma.
Bütün vücudu tüylerle kaplı olduğu sanılan fosilin, ağzı açık büyük bir kafatası, kısa arka bacakları ve başının üzerinden uzanan bir kuyruğu var.
Radikal, 04.07.2012
|
YETİMHANEYE 'BABA' ARANIYOR
Tam 45 yıl boyunca patrikhanenin tapusunu almak
için mücadele ettiği iki asırlık Rum Yetimhanesi, bu
kez Yunanistan'daki ekonomik krize takıldı. Yıllarca
kaderine terk edilen Avrupa'nın en büyük ahşap
binasının restorasyonu için patrikhane sponsor
arıyor...
Büyükada sırtlarında görkemli görüntüsüyle tüm
güçlüklere rağmen ayakta duran 200 yıllık Rum
Yetimhanesi, yıllar sonra sahibine kavuştu ama bu
kez ekonomik krize karşı ayakta durmaya çalışıyor.
1964 yılında boşaltılan tarihi bina için Fener Rum
Patrikhanesi hukuk mücadelesine girişti. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi, 2010 yılında binanın
tapusunun patrikhaneye teslim edilmesine karar
verdi. 45 yıllık mücadele sonucu patrikhane, binanın
tapusunu teslim aldı. AİHM aynı kararında
Türkiye'nin toplam 26 bin Euro tazminat ödemesine de
hükmetmişti.
Patrikhane tapuyu aldıktan sonra binayı 'Dinlerarası
diyalog ve dini odaklı bir ekoloji merkezi' haline
dönüştürülmeyi öngördü. Merkezde, İslam,
Hıristiyanlık ve Musevi din adamlarının çalışması
planlandı. Restorasyon için yaklaşık 50 milyon
dolarlık bütçe çıkarıldı. Ancak aradan geçen
yaklaşık iki yıllık süre içinde tarihi binaya tek
bir çivi bile çakılamadı.
Patrikhane, yaşanan ekonomik kriz nedeniyle
Yunanistan'dan ekonomik destek alamadı. Gereken
kaynak bulunamadı. Bunun üzerine sponsor arayışına
girdi. Patrikhane yetkilileri sponsor arayışını
doğrularken açıklama için detayların kesinleşmesini
beklediklerini söyledi.
Avrupa'nın en büyük, dünyanın ise ikinci en büyük
çok katlı ahşap binası 1898-1899 yılları arasında
otel olarak inşa edildi. Mimarlığını Alecandre
Vallaury'nin üstlendiği bina II. Abdülhamid
döneminde hizmet dışı bırakıldı. 1902'de Rum bir
bankerin eşi olan Eleni Zarifi, 10 bin sarı lira
karşılığında binayı satın aldı. Bunun üzerine
çıkarılan ferman ile binanın yetimhane olarak
kullanılmasına izin verildi. 1964'te ise bina
boşaltıldı.
Huber Köşkü'nün restorasyonunda görev alan İTÜ
Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Afife
Batur binanın restorasyonunun özen ve ciddiyet
istediğini belirterek şunları söyledi: En az iki yıl
çalışma gerektirir. Dönem özellikleri dikkate
alınmalı. Kurtarılabilecek olan parçalar kurtarılır,
olmayanlar yenisi ile değiştirilir. Çok meşakkatli
bir iş. Huber Köşkü'nde çalışırken malzeme uzmanları
ile parçaları teker teker inceledik. Yetimhane ise
büyüklüğü nedeniyle zor bir alan diyebilirim.
Mimar Mehmet Alper, 'Büyük bir bütçe gerektirir,
kolay bir iş değil. Deniz aşırı bir yer. Birden
heyecan veren bir alan gözüyle bakılmıyor. Ben
burayı 22 yıl önce projelendirmiştim. Ancak yine
otel olarak tasarlamıştım. Aslını fazla bozmadan
yine özgün detaylarıyla yeniden restore edilmesi
gerekiyor. Kopan bölümleri orijinaline yakın bir
şekilde onarılmalı. Binanın alt katında çok değerli
salonlar var.Özgün yapıyı görebiliyoruZ' dedi.
Akşam, Haber: Bülent Şanlıkan, 04.07.2012
|
'THE LOCK' 22.4 MİLYON STERLİNE SATILDI
İngiltere'de 18. ve 19. yüzyıllarda yaşamış ünlü ressamlardan John Constable'ın bir tablosu, Londra'da yapılan açık artırmada 22,4 milyon sterline (63 milyon 392 bin TL) satıldı.
Christie's müzayede evinden yapılan açıklamada, özellikle yaptığı manzara tablolarıyla tanınan romantik ressam Constable'ın, Stour vadisini resmettiği ünlü 6 yağlı boya tablosunun sonuncusu olan, 1824 yılında yaptığı "The Lock" adlı eserinin, ünlü ressamın şimdiye kadar en çok fiyattan alıcı bulan eseri olduğu belirtildi.
Açıklamada, Barones Carme Thyssen-Bornemisza'nın özel koleksiyonunda bulunan eserin dün akşam Londra'da, açık artıramaya telefonla katılan isminin açıklanmasını istemeyen bir kişi tarafından satın alındığı kaydedildi.
Radikal, 04.07.2012
|
 |
DENİZDEN TARİH ÇIKTI

Antalya'nın Alanya
İlçesi
Okurcalar beldesinde deniz içerisinde Roma
döneminden kalma MS 2. veya 3. yüzyıla ait büyük
bölümü medusa ve eros figürleri işlenmiş lahit
bulundu. Çevresinde 1 ve 3'üncü derece sit alanı
Justinianopolis antik şehri bulunan lahitin çıktığı
bölgede tatil yapan yüzlerce turistte lahitin
çıkartılmasını izledi. Karaburun mevkiinde dalgıç
Hakan Güleç, 20 gün önce dalış yaptığı sırada kum ve
kaya parçası ile örtülü lahit buldu. Güleç, denizden
çıkarmaya çalıştığı eserin lahit olduğunu fark
edince üzerindeki figürlerin fotoğrafını çekerek
Alanya Müze Müdürlüğü'ne götürdü. İncelemeler
sonunda eserin bulunduğu yerden çıkarılmasına karar
verildi.
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar
Yıldız ve 6 kişilik arkeolog dalış ekibinin
desteğiyle lahit çevresindeki kum ve kayalar 6
saatte temizlenerek denizden çıkarıldı.
Sabah, 04.07.2012
******
"LAHDİ ÇIKARMASAK
TURİSTLER KIRACAKTI"
Antalya'da kıyıdan sadece iki metre uzaktan
çıkarılan lahit, gözleri Alanya'ya çevirdi. Önceki
gün Justinianopolis antik kenti yakınlarında bulunan
antik lahit, plajdaki turistlerin şaşkın bakışları
altında sudan çıkarılmıştı. Lahdin kaldırıldığı
Alanya Müze Müdür Vekili arkeolog Akif Gaffaroğlu,
MS 1-2'nci yüzyıla ait olan, yaklaşık bin 800 yıl
öncesine ait lahdin su altında çok iyi şekilde
korunduğunu söyledi. Gaffaroğlu, "Bunu çıkarma
nedenimiz otelin önündeki plaja çok yakın olmasıdır.
Turistler dokunup zarar verebilirdi. Parça koparmaya
çalışabilirlerdi" dedi. Üzüm salkımları, bitki
çelenkleri, kadın figürleri ile süslü lahdin üst
kısmında da Medusa başı yer alıyor.
Sabah,
Haber: Bilge Eser, 05.07.2012
|
MAĞARAYA ZİYARETÇİ AKINI
Gümüşhane’nin Torul
İlçesi'ne bağlı Cebeli Köyü sınırlarında bulunan
dünyaca ünlü damlataşı Karaca Mağarasında yoğun
ziyaretçi trafiği yaşanıyor.
İl Özel İdaresi Genel
Sekreteri Ekrem Akdoğan, kurum tarafından işletilen
mağaranın 15 Nisan tarihinden bugüne kadar 16 bin
779 kişi tarafından ziyaret edildiğini, bir önceki
yıl aynı döneme göre ziyaretçi sayısında yüzde
32’lik artış meydana geldiğini söyledi.
Yaptığı açıklamada,
Haziran ayında mağarayı bin 29’u yabancı toplam 10
bin 318 turistin ziyaret ettiğini, bir önceki yıla
göre bu ayda ziyaretçi sayısının yüzde 63 arttığını
dile getiren Akdoğan, geçtiğimiz yıl mağarayı 47 bin
122 kişinin ziyaret ettiğini hatırlatarak bu yıl bu
rakamın 50 bin’in üzerine çıkmasının beklendiğini
belirtti.

Akdoğan, bu yıl ki
ziyaretçi oranlarına bakıldığında yabancı turist
sayısında patlama meydana geldiğini belirterek,
geçtiğimiz yıl aynı dönemde 519 olan yabancı turist
sayısının bu yıl aynı dönemde bin 199 olduğunu ve
yüzde 132’lik bir artış yaşandığını ifade etti.
Haziran ayı rakamlarına göre ise yabancı turist
sayısının yüzde 252 artığını sözlerine ekleyen
Akdoğan, “Gümüşhane turizminin bel kemiği
noktasındaki Karaca Mağaramız bu yıl her zamankinden
daha fazla ilgi görüyor. Özellikle Arap turistlerin
bölgemizi sık sık ziyaret ettiği dönemde yaşanan bu
artış ilimiz adına önemli bir gelişme. Bizde
elimizden geldiği ölçüde mağaranın oluşumuna zarar
vermeden, teknolojinin imkanlarını da kullanarak
mağaranın turizme hizmetinin devamı noktasında
çalışmalarımızı sürdürüyoruz.” dedi.
KARACA MAĞARASI
Gümüşhane kent merkezine
17 kilometre uzaklıkta, denizden bin 550 metre
yükseklikte bulunan mağaranın damlataşı şekilleri,
sarkıtları, dikitleri, sütunları, bayrak şekilleri,
org desenli duvarları, mağara çiçekleri, incileri ve
traverten basamakları eşine az rastlanır
güzelliklerdendir. Mağaranın toplam alanı bin 500
metrekare, tavan yüksekliği 18 metre ve uzunluğu 105
metredir. Yatay olarak gelişme göstermiş ve yaklaşık
elipse benzeyen dört ayrı salonun birbiri ile
birleşmesinden meydana gelmiştir. Bu salonlardan,
ikisi çatlak sistemlerden sızan suların oluşturduğu
duvar damlataşları ile ikiye bölünmüş ve böylece
salon sayısı altıya çıkmıştır. Damlataşları
oluşumları bakımından hem çok zengin renk ve
şekilleri arz eder. 1996 yılında turizme açılan
mağara içerisinde sarkıtlar, dikitler, sütunlar,
bayrak şekilleri, org desenli duvarlar, mağara
çiçekleri, mağara incileri, traverten havuzları ve
traverten basamakları görmek mümkündür.
Gümüşhane Kent Haber,
03.07.2012
|
İSTANBUL'UN KAYIP ADASI ORTAYA ÇIKARILDI

Bin yıl önce meydana gelen depremle suların
altında kalan Vordonisi Adası gizemini koruyor.
Bostancı sahilinin 500 metre açığında bulunan İstanbulluların pek
bilmediği kayıp ada Vordonosi'ye Milliyet muhabiri
Gökhan Karakaş ünlü bilim adamı Prof. Şener
Üşümezsoy'la daldı.
Beklenen İstanbul depremiyle ilgili farklı
görüşler ileri sürülürken Marmara Denizi'nin
ortasında olmasına rağmen yaklaşık bin yıl önce
meydana gelen depremle suların altında kalan
Vordonisi Adası gizemini koruyor. Vordonisi'ye
Milliyet ekibiyle dalış yapan İstanbul Üniversitesi
Jeoloji Mühendisliği Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Şener Üşümezsoy, alüvyon tabakası üzerinde
yükselen adanın şiddetli bir sarsıntının ardından
meydana gelen çökme sonucu sular altında kaldığını
söyledi. Üşümezsoy, granit kayalıklar üzerinde
yükseldikleri için diğer adaların bir depremle sular
altında kalma ihtimalinin olmadığını da belirtti.
İstanbul'un bilinen 9 adasının yanında bir depremle
Marmara Denizi'nin suları altında kalan gizemli
adasının izlerini aramak için dalış yaptık. Doğu
Roma İmparatorluğu döneminde Patrik İgnazius'un
(797-877) üzerinde büyük bir manastır yaptırdığı
Vordonisi adası, 1010'da meydana gelen bir depremle
sular altında kalırken, günümüzde tartışmaları süren
İstanbul depremi hakkında da ipuçları veriyor.
Denizcilerin Bostancı kayalıkları adını verdiği
Vordonisi'nin alüvyonlu bir çukurluk alanda
kurulduğunu belirten Prof. Üşümezsoy, 1010'daki
depremle adanın denize gömüldüğünü belirtirken,
diğer adaların granit kayalar üzerine kurulduğu için
etkilenmediğini vurguladı.
Roma haritalarında var
Prof. Üşümezsoy, İstanbulluların gereğinden fazla
korkutulduğunu belirtirken Vordonisi'yi sular altına
gömen fayın hareketli olmadığını belirtti.
Üşümezsoy, "Adalar Fayı, Kuzey Anadolu Fayı'nın
uzantısı değildir. Adalar fayı aktif değildir. Asıl
ana fay Yalova ve Çınarcık'tan ilerler. Roma
haritalarında görülen Vordonisi, 1010'da meydana
gelen depremle sular altında kalmıştır. Deniz
seviyesinin 3-8 metre altında kalmıştır. Eğer
Vordonisi deprem sonucu çökmediyse suların
yükselmesiyle oluşmuştur. Ama bu ihtimalin izlerini
göremiyoruz. Bu nedenle Vordonisi çok önemli. En
önemli detay Vordonisi'yi denize gömen depremi
yaratan Adalar Fayı'nı ölü olmasıdır. Yani bu fayın
İstanbul için bir tehlike oluşturmadığıdır" dedi.
Batık manastır kayalıkları: Vordonisi
Vordonisi'nin tam karşısında ve çok yakınında
bulunan Küçükyalı Arkeolojik Alanı'nda 12 yıldır
araştırmalar yapan Koç Üniversitesi ve İtalya
Salerno Üniversitesi Ortaçağ Latin Araştırmaları
Bölümü öğretim üyelerinden Dr. Alessandıra Ricci de
adanın sualtı arkeolojisi temsilcileriyle
araştırılması gerektiğini vurguladı. Ricci,
Vordonisi Adası'nın Küçükyalı Manastırı'nın tam
karşısına denk geldiğini belirtirken, üzerinde
çalıştıkları manastırın da 9. yüzyılda deniz
kıyısında olduğunu ve zamanla uzaklaştığını söyledi.
Ricci, "Vordonisi Adası'nda sürgün olan Patrik
Fotius ile Küçükyalı'daki Patrik İgnazius arasında
büyük çekişme yaşanıyor. Rekabet sonucu Patrik
Fotius, adanın üzerine bir manastır yapınca da,
Patrik İgnazius da aynı manastır yaptırıyor.
Vordonisi'nin bulunması, Küçükyalı'daki Satyros
manastırının da önemini artırıyor. Bizans'ta
Adalar'da rahipler yaşardı. Vordonosi adasında ufak
çaplı da olsa yerleşim olabilir. Ada üzerinde
kubbeli bir kilise yapısının olduğunu biliyoruz. Bu
küçük adanın kalıntılarının tespiti için sualtı
arkeolojik araştırmaların yapılması son derece
önemli.
'Yıllardır fırsat kolluyordum'
Sualtı kamuoyunun yakından bilmesine rağmen
yetkililerin gerekli ilgiyi göstermediği Vordonisi
Adası'nı 19. yüzyıl haritalarından birinde gördüğüm
zaman harekete geçtim. Zaten, kıyı balıkçılarının ve
denizcilerin "Döküntü" ya da "Bostancı Çakarı"
dedikleri bölgeyi araştırmak için yıllardır fırsat
kolluyordum. Türkiye'nin ilk balıkadam kulübü olan
ve sualtı araştırmaları yapan Caddebostan
Balıkadamlar Spor Kulübü ve doğayla ilgili pek çok
projede yer alan Prof.Dr. Şener Üşümezsoy'un
katılımıyla dalışa başladık. Deneyimli dalış amiri
Ramazan Alkan'ın idaresinde dalarken yanımızda usta
sualtı fotoğrafçısı Alp Baranok da yer alınca
ekibimiz tamamlandı. Denize indiğimiz anda şiddetli
poyraz bizi zorlamaya başladı. Karadan esen rüzgar
bizim dalmamızı zorlaştırırken en önemlisi görüş
mesafesi de düşürdü. İlk metrelerde kayıp adanın
izlerini görmeye başladık. Bin yıl önce güneşle
buluşan kayalar, hızla yok ettiğimiz Marmara
Denizi'nin karanlığında karşımızdaydı.
Arkitera, Haber: Selin Biçer, 03.07.2012
|
ÜSKÜDAR BALABAN TEKKESİ'NE YENİDEN KAVUŞTU
İstanbul'un önemli kültür merkezlerinden 400 yıllık
Balaban Tekkesi, yeniden kültür dünyamıza
kazandırıldı.
20. yüzyılda ortadan kalkan ve eski fotoğraflar ile
vakıf kayıtlarından yararlanılarak yeniden inşa
edilen bina, kültür ve sanat merkezi olarak
Üsküdarlılara hizmet verecek. Bina 1630'lu yıllarda
mescit olarak inşa edilmiş, sonradan tekkeye
çevrilmişti.
Son yıllarda kültür dünyamızda güzel gelişmelere
şahit oluyoruz. Unutulan, unutturulmaya çalışılan
değerlerimiz yeniden iltifata mazhar oluyor.
Yıkılan, ortadan kalkan, harap olan kültür
merkezleri yeniden ayağa kaldırılıyor ya da restore
ediliyor ve bir şekilde hizmete kazandırılıyor.
Bunun son örneği Üsküdar'daki dört asırlık Balaban
Tekkesi. 17. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına değin
kesintisiz sala geleneğini yaşatan ve icra eden
önemli bir mekan olan tarihi Balaban Tekkesi de ihya
edildi. Üsküdar Belediyesi tarafından eski
fotoğraflarından ve vakıf kayıtlarından
yararlanılarak yenilenen ve kamuya kazandırılan
bina, bir kültür ve sanat merkezi olarak
Osmanlı'nın son dönem tasavvuf erbabından olan,
nüktedanlığıyla da tanınan Balaban Tekkesi Şeyhi
Hasan Hüsnü Efendi, pek çok tarikatten icazet aldığı
gibi kendisi de pek çok kimseye icazet vermiş.
Zamanın Meclis-i Meşayih reisi Hüdai Dergahı Şeyhi
Gülşen Efendi'ye 'parayla icazet veriyor,
icazetnameyi kendisi yazarsa 4 mecidiye, yazılmış
olarak getirirler, tasdik amacıyla mühürlemesini
isterlerse 2 mecidiye alıyor' diye şikayet etmişler.
Gülşen Efendi, bu konuyu kendisine sorunca nüktedan
bir şahsiyet olan Hüsnü Efendi, tasavvuf terbiyesi
görmüşlere has hoşgörüyle hiç bozulmadan ve
sinirlenmeden "Şeyhim efendim hazretleri insaf
buyursunlar" demiş, "İki mecidiyelik icazeti gidip
de Bayezid-i Bestami'den alacak değiller ya, elbette
bu fakire gelecekler."
Hüsnü Efendi'nin hizmet ettiği Balaban Tekkesi,
Üsküdar'ın ve İstanbul'un önemli kültür
merkezlerinden biri. Tahminen 1630'lu yıllarda
mescid olarak inşa edilmiş, 140 sene sonra da Sadi
Tekkesi haline gelmiş. Ardından farklı tarikatlere
hizmet etmiş. Tekkenin son şeyhi Hüsnü Efendi,
devrinin tanınmış pek çok tasavvuf erbabından icazet
almış. Eserler kaleme almış, Mesnevi okutmuş.
İstanbul'un en meşhur duahanıymış. Merasimlerde dua
etmesi için gelmesini hasretle beklerlermiş.
Tekkeler kapandıktan sonra Hasan Hüsnü Efendi
geçimini sağlamak için Nuhkuyusu Şüheda Mezarlığı
bekçiliği yaparken, Balaban Tekkesi de zaman içinde
ortadan kalkmış.
Restorasyon çalışmalarında görev alan şehir
tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu, tekkenin eski
günlerindeki gibi kültürel hayata katkı sunacağını
söylüyor. Tekkede musiki akşamları düzenleneceğini
belirten Göncüoğlu, "Balaban Tekkesi, Üsküdarlı veya
yolu Üsküdar'dan geçmiş düşünür, yazar, sanatçı,
bilim insanı ve entelektüellere kapısını açmıştır."
diyor. Göncüoğlu, Balaban Tekkesi'nin 20. yüzyıl
başlarında tamamen ortadan kalktığını, tarihi tekke
binası ve hazire alanının uzun yıllar içkili
mekanlara hizmet veren müesseseler tarafından
kullanıldığı bilgisini veriyor.
Binanın onarımının tamamlanmasının ardından
açılış için gerçekleştirilen musiki akşamında
Üsküdar Musiki Cemiyeti ve Amir Ateş'in ilk defa
seslendirdikleri pek çok eser icra edildi. Geceye
Prof.Dr. İsmail Kara, Günseli Kato, Beşir
Ayvazoğlu, Prof.Dr. Musa Duman, Dursun Gürlek,
Prof.Dr. Süleyman Kızıltoprak, Ahmet Turan Alkan,
Vedat Samur, Semih İrteş'in de aralarında olduğu pek
çok bilim adamı, sanatçı, yazar ve siyasetçi
katıldı.
Arkitera, Haber: Selin Biçer, 03.07.2012
|
DEFİNECİLER KAZDI, KÜLTÜR MÜDÜRLÜĞÜ BULDU

Yozgat İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü, daha önce definecilerin kaçak kazı
yaparak define aradığı höyükte yapılan kazı
çalışmasında, Roma dönemine ait 10'un üzerinde
tarihi eser ve insan kemikleri buldu.
Yozgat İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Yozgat'ın Sorgun
İlçesi'ne bağlı Bahadın kasabasında daha önce
definecilerin kaçak kazı yaparak define aradığı
Zeynel Höyüğü'nde, 25 Haziran'da kazı çalışması
başlattı. Yapılan kazıda; bir vazo, bir çanak, bir
seramik, saça takıldığı sanılan bir altın yaprak,
saç iğnesi, boncuklar, kupa ayağı, ayna, diş ve
birçok insan kemiği bulundu.
Bahadın Belde Belediye Başkanı Dilaver Özcan,
kasaba sınırları içerisinde bulunan Zeynel
Höyüğü'nün Turizm Bakanlığı tarafından öncelikle
kazı yapılacak yerler arasına alındığını ve Haziran
ayının 25'inde de kazıların başladığını belirtti.
Özcan, "Zeynel Höyüğü define arayanların adeta
uğrak yeri halindeydi. Geçen yıl defineciler
kalabalık bir grupla buraya gelmiş, burada büyük bir
çukur kazmış ancak kazdıkları tünelde ortaya çıkan
metan gazı nedeniyle zehirlenmişlerdi.
Definecilerden biri jandarma karakolunu arayarak,
'Komutanım bizi kurtarın. Biz sizin daha önce
yakaladığınız define arayanlarız. Yine Bahadın'da
daha önce yakaladığınız yerdeyiz' diye yardım
istemişlerdi. Bu olay tüm ulusal basın ve televizyon
kanallarında çıkmıştı. Ben de o dokümanları toplayıp
Kültür ve Turizm Bakanlığına götürdüm ve acilen
burada açma yapılması talebinde bulundum.
Bakanlığımız da bu durumu inceledi, gerekli ödeneği
çıkararak burada kazı çalışmaları yapılmasına karar
verdi" dedi.
25 Haziran'da başlayan kazı çalışmalarında önemli
tarihi eserler çıkarıldığını ifade eden Özcan, "Biz
Bahadın Belediyesi olarak buradaki kazı
çalışmalarının tamamen sonlandırılmasının ardından
burayı turizme kazandırmak amacıyla proje hazırlayıp
Sivas'a, Anıtlar Yüksek Kurulu'na başvuruda
bulunacağız. Önümüzdeki yıllarda burası kasabamızın
ziyarete açılan önemli tarihi yerlerinden biri
olacak" diye konuştu.
Yozgat Müze Müdürü Hasan Şenyurt ise, arkeolog
Bahar Hasırcı başkanlığındaki kazı ekibinin çok
önemli bir iş başardığını ve çok isabetli bir
kararla hiçbir esere en ufak zarar vermeden bu
kazıda arzu edilen amaca ulaştıklarını söyledi.
Şenyurt, bu
büyüklükteki tümülüslerde sadece bir mezar
olacağını, bunun çok daha büyüklerinde birden fazla
mezar bulunacağını ifade ederek, "Tümülüsün güney
tarafından 10 metre ve yukarıdan aşağıya 6 metre
derinliğinde bir galeri açıldı. Kazıların
başlamasından 8 gün sonra mezara ulaştık. Dikine
kazılan bir mezar, daha sonra ana kanal içerisinde
bir lahit hazırlanmış. Kuzey yönüne doğru giden
lahit içerisinde bir vazo, bir çanak, bir seramik,
saça akıldığını sandığımız bir altın yaprak ile
bunun teli, saç iğnesi, boncuklar, kupa ayağı, ayna,
diş ve bir çok insan kemiği bulduk. Elde edilen bu
bulgulardan bu mezarın bir prenses veya burada
yaşayan kavimin en önemli kadınlarından birine ait
olduğun söyleyebiliriz. Çıkarılan parçaların MÖ 30
yıllarına ait olduğunu sanıyoruz. Bu da demektir ki,
en az 2 bin yıllık eserler. Kazılarımız 2 gün daha
sürecek. Bu kazılarda şayet para da bulursak o zaman
hangi döneme ait olduğunu daha rahat söyleyebiliriz"
ifadelerini kullandı.
Yeni Şafak, 03.07.2012
|
|
'BİNBİR GECE' AVRUPA TURUNDA
Özbek ressam Legim
İbrahimov’un ‘Binbir Gece’ adlı dev tablosu önce Çek
Cumhuriyeti, ardından da diğer Avrupa ülkelerinde
sergilenecek.
Tablo, bir olimpik yüzme havuzundan büyük ve
yapılması iki yılı aldı. İbrahimov’un tablosu 8
metre eninde, 66 metre uzunluğunda. Eserdeki 1000
çizimin her biri tek başına bir resim niteliğinde
ancak bir araya getirildiklerinde klasik Doğu halk
masalını anlatan, kendi içinde devamlılığa sahip bir
tablo mahiyetine bürünüyor.
Tablonun yerleştirilmesi
için 20 tonluk ağırlıkla baş edebilecek bir ekipman,
2.4 kilometrelik çelik kablo ve en az 500
metrekarelik bir alan gerekiyor. Proje, Guinness
Rekorlar Kitabı’na da ‘dünyanın en büyük tablosu’
olarak sunuldu.
Hürriyet, 03.07.2012
|
BİBLOYU ARTEMİS HEYKELİ DİYE SATTILAR
Amasya'nın Suluova
Beldesi'nde dört yıl önce Sadık G.'ye bir defineyi
çıkarmak için ortaklık teklif eden üç kişi,
topraktan çıkarıp altın olduğunu iddia ettikleri
Artemis heykelciğini satmak için İstanbul'a
gideceklerini söyleyerek 12 bin TL aldı.
Daha sonra çeşitli bahanelerle para isteyen şüphelilerin banka hesaplarına 82 bin TL yatıran Sadık G., dolandırıldığını anlayınca şikayetçi oldu.
Müzede incelenen heykelciklerin altın değil, pirit denilen sarı madenden yapıldığı ve hediyelik eşya olarak satıldığı bildirildi. Ali T., Mehmet Ö. ve Adnan I. adlı şüpheliler, Sadık G. tarafından teşhis edildi.
Sabah, Haber: Orhan Yurtsever, 03.07.2012
|
|
 |
YUNAN BAKAN O TABLOYU İSTEDİ
Yunanistan’ın eski başbakanlarından Yorgo Papandreu’nun, dışişleri bakanı olduğu dönemde mevkidaşı İsmail Cem’e jest olsun diye ofisinden çıkarılmasını istediği 1912 Türk-Yunan Deniz Savaşı’nı konu alan tablo, yaklaşık 13 yıl sonra yeniden eski yerine asılacak.
Ta Nea gazetesine göre Dimitris Avramopulos, dışişleri bakanlığı koltuğuna oturduktan sonra bakanlık binasını dolaşırken bir diplomatın ofisinde ressam Vasilis Hacis’in “Elli’nin Deniz Savaşı” adlı tablosunu gördü ve çok beğenip yeniden eski yerine asılmasını istedi. Tablonun, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun eylülde yapacağı Atina ziyaretinde Avramopulos’un ofisinde olup olmayacağı merak konusu. Avramopulos’un önceki gün Kıbrıs sorunundan bahsederken Türkiye’nin “tehditlerinden ve saldırgan tavrından” şikayet etmesi de dikkat çekti.
Hürriyet, Haber: Yorgo Kirbaki, 03.07.2012
|
GÖRÜNÜR HALE
GETİRİLECEKLER

Tarihi İpek Yolu
güzergahında bulunduğu bildirilen, Selçuklu
döneminden kalma 8 kervansarayın korunur ve görünür
hale getirileceği bildirildi.
Malatya Valisi Ulvi Saran, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Tarihi İpek Yolu güzergahındaki
Malatya-Nemrut karayolunda Selçuklu döneminden kalma
8 kervansaray bulunduğunu söyledi.
Kervansarayların gün ışına çıkarılması, korunur hale
getirilmesi, yerli ve yabancı ziyaretçilerin
ilgisine sunulması için çalışma yürüttüklerini
kaydeden Saran, ilk olarak Yaygın beldesinde toprak
altında kalmış Sevserek Han'ı (fotoğrafta) kazı
çalışması ile gün yüzüne çıkardıklarını hatırlattı.
Sevserek Han için koruyucu nitelikte bir restorasyon
çalışması yaptıklarını belirten Saran, ''Amacımız
asli yapısına tümü ile kavuşturacak ve onun
sıfırdan, yıkılmamış halindeki gibi tamamlanmış
şekle getirilmesi değil. Şu anki hali ile orayı
koruyarak muhafaza etmek, ziyaretçilerin
görebilecekleri bir şekilde değerlendirmek
arzusundayız'' dedi.
Mimari restorasyonda bir ikinci yaklaşımın, büyük
bölümü yıkılmış tarihi yapıların oldukları gibi
korunarak, cam bir muhafaza içerisinde veya bir çatı
altında eski kalıntı şekilleri ile ziyaretçilere
açık tutulmaları olduğunu anlatan Saran,
Malatya-Nemrut karayolundaki kervansaraylar için de
bu yaklaşımı benimsediklerini söyledi.
Restorasyon projesinin bitmek üzere olduğunu
kaydeden Saran, ''Amacımız Malatya-Nemrut
karayolundaki tüm kervansarayları elden geçirip,
açığa çıkarmak, koruma altına almak'' diye konuştu.
Malatya Haber,
02.07.2012
|
ÇİN PORSELENLERİ
MEMLEKET ZİYARETİNE GİDİYOR

Türkiye, örnekleri
Çin'de bile bulunmayan Çin porselenlerini
sergilenmesi için Şanghay'a gönderiyor.
Topkapı
Sarayı'nda sergilenen dünyanın en değerli
Çin porselenleri, memleketlerine yolculuğa
çıkıyor. Çin'in, örnekleri Çin'de bile
bulunmayan eserleri ülkesinde sergileme
talebi Türkiye tarafından kabul edildi.
Kültür ve Turizm
Bakan Yardımcısı Abdurrahman Arıcı'nın
verdiği bilgilere göre, Çin devleti uzun
süreden bu yana Topkapı Sarayı'nda
sergilenmekte olan 6 adet benzersiz Çin
porselenini ülkelerinde sergilemek için
talepte bulunuyordu. Türkiye, başka
ülkelerden de gelen bu yöndeki taleplere
sıcak bakmıyordu. Çin Kültür Bakanlığı
yetkilileri, Şanghay Müzesi'nin açılışına
katılan Abdurrahman Arıcı'ya taleplerini
yineledi. Türkiye, bu kez olumlu cevap
verdi. Önümüzdeki günlerde Şanghay Müzesi'ne
doğru yola çıkacak olan 6 adet Çin
porseleninin dünyada eşi benzeri bulunmuyor.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, padişahlara
Çin'den hediye olarak gelen porselenlerin
örneklerinin Çin'de bile bulunmadığı
belirtiliyor. Çin porselenlerinin Topkapı
Sarayı'na ilk kez Yavuz Sultan Selim
zamanında girdiği ve Kanuni Sultan Süleyman
döneminde daha popüler olduğu ifade
ediliyor.
Bakanlık, diğer
ülkelere gönderilen eserlerde olduğu gibi,
Çin'e gidecek porselenlerin sigortası,
korunması, eksiksiz iadesi gibi konularda
karşı tarafla sözleşme yaparak, eserlerin
hiçbir zarar görmeden geri gelmesini
sağlayacak. Eserler yıl sonuna kadar Şanghay
Müzesi'nde sergilenecek. Bakan Yardımcısı
Abdurrahman Arıcı, ayrıca Çin ile gelişen
ilişkiler sonucu, Şanghay'da da kültür
turizm müşavirliği açılacağını söyledi.
Haber Vakti, 02.07.2012
|
AKİBETİ BİLİNMEYEN BİR MÜZE GİRİŞİMİ: İSTANBUL SU
MEDENİYETLERİ MÜZESİ TERKOS POMPA İSTASYONU
30 Haziran 2012'de Kalebodur sponsorluğunda
düzenlenen ARKİV Buluşmaları'nın 19. ayağı 2012
yılında verilen 13. Ulusal Mimarlık Ödülleri'nde
Yapı Dalı/Koruma-Yaşatma Başarı Ödülü sahibi
İstanbul Su Medeniyetleri Müzesi Terkos Pompa
İstasyonu'nda yapıldı.
Buluşma'ya İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nden
Yrd.Doç.Dr. Gülsün Tanyeli ve Yrd.Doç.Dr. Nurbin
Paker Kahvecioğlu önderliğinde Plan A Mimarlık'tan
Elif Özdemir ve Sinan Logie, İstanbul Teknik
Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nden Araştırma
Görevlisi Burçin Kürtüncü, Ömer Kanıpak, Eylem
Erdinç, Defne Önen, Kalebodur'dan Pelin Özgen ve
Arkitera Mimarlık Merkezi'nden Ömer Yılmaz, Emine
Merdim Yılmaz ve Selin Biçer ile Uğur Ceylan
katıldı. Ayrıca
https://twitter.com/#!/mimarlikarsivi adresinden
düzenlediğimiz yarışmanın talihlisi olan Said
Saidoğlu da Buluşma'daki yerini aldı.
Gezi sırasında Gülsün Tanyeli ve Nurbin Paker
Kahvecioğlu yapıların hikayelerini anlattı.
Tanyeli ilk olarak bölgenin tarihinden bahsetti,
1880'lerde inşa edilmiş olan bir su tesisi olduğunu
ve 19. yüzyılın ortalarında projelendirilmeye
başlandığını söyledi. Terkos'tan suyun pompalarla
getirilmesi için bir girişimcinin imtiyaz aldığını
belirten Tanyeli daha sonra Paris'te çok sayıda
üyesi bulunan bir şirkete devredildiğini açıkladı.
Bu yüzden donanımların çoğunlukla Fransa ve
İsviçre'den getirtildiğini ve projelerin yurtdışında
hazırlatıldığını belirtti. Bu tesisin detaylı plan,
kesit ve görünüşlerini içeren proje kitapçığının
kendilerinde bulunduğunu ifade eden Tanyeli, bunun
gibi başka malzemelerin de İSKİ tarafından
arşivlendildiğini sözlerine ekledi. Bu arşivden çoğu
kimsenin haberdar olmadığının da altını çizdi.

Gülsün Tanyeli, 1880'lerde bu alana getirilen 3
çift su pompasının halen korunduğunu, zamanla yeni
kazan ve pompalara ihtiyaç duyuldukça tesisin
uzatıldığını anlattı. Tesisite B yapısı olarak
adlandırılan yapının İdare Binası olduğunu, bu
yapının özgün olarak tek katlı olmasına rağmen
sonradan bir ek kat eklendiğini açıkladı. Özgün
donanımlara sahip olmayan binalardan Kalıp Atölyesi
/ Marangozhane'nin C Binası ve Dökümhane'nin D
Binası olarak adlandırıldığını sözlerine ekledi. D
Binası'na Döküm Ocağı'nın daha sonradan eklendiğine
değindi.
Bunun dışında bu parselin içinde kendilerinin
proje konusu olmayan elektrik ile ilgili bir bina
olan İndirme Merkezi'nin bulunduğunu belirten
Tanyeli proje kapsamı dışında kalmasının nedeninin
hala daha işlev sahibi olmasından kaynaklandığını
belirtti.
Gülsün Tanyeli, İstanbul'un ihtiyacının bu
tesisin kapasitesini aştığı 1970'lerin ortasına
kadar çalıştığını da ekledi. Daha sonra 2000 yılında
Osmangazi Popma İstasyonu'nun inşa edildiğini
anlattı. Arada ihtiyacı giderilmek için başka bir
istasyonun yapıldığını ve şu an yedek olduğunu
açıkladı.
Konuyla ilgili ilk kez 2000 yılında bu alan
Tanyeli ve ekibi tarafından ziyaret edilmiş. Hem
binalar hem de içindeki donanımlar iyi durumda
değillermiş. İSKİ'ye bir dizi uyarı yaptıktan sonra
birtakım önlemler alınmış.
2005'ten itibaren proje süreci başlamış. Daha
önce ekibin Cendere'deki tesis için bir projeleri
varmış. Müze işlevine doğru bir ilgi olunca iki
proje zaman içinde birleşip malzemelerin hem
muhafaza edilebileceği hem de sergilenip kamuoyuyla
paylaşabileceği "İstanbul Su Medeniyetleri Müzesi"ne
dönüşmüş.
İSKİ'nin elinde kültür varlığı olarak "su yapısı"
kapsamında çok sayıda bina bulunuyormuş ve bu
binaların çoğu Osmanlı Dönemi'ne aitmiş. Bu
yapıların gezilmesi, binalar hakkında bilgi alınması
ve keşfedilmesi için bir tanıtım merkezine ihtiyaç
varmış ve başlangıç noktası olarak Cendere Pompa
İstasyonu seçilmiş.
Terkos ise kendi bütünlüğü içinde olduğundan bu
yapılar arasındaki önemli istasyonlardan biriymiş.
Daha önceden Yüksek Lisans tezi olarak ana bina
çalışıldığı için projenin bir başlangıcı mevcutmuş.
Müze işlevi için hazırlanan proje İSKİ tarafından
onaylanmış ve proje ekibi daha kapsamlı bir hale
gelmiş. İTÜ'den bir ekip oluşturulup restorasyon
projeleri hazırlanmış ve yeni binaların tasarımları
yapılmış.

Tanyeli, 2006 yılında projenin Kurul'a
sunulduğunu ve 2007'de daha kapsamlı uygulama
projelerini çalıştıklarını anlattı. Mühendislik
projelerinin yanı sıra sergilenen nesnelerin grafik
tasarımlarına kadar geniş yelpazede projelerin
kendilerinden istendiğini belirten Tanyeli Kurul'un
tekrar onayını aldıktan sonra İSKİ tarafından
ihaleye çıkarıldığını söyledi. Bu ihaleye Cendere
projesinin de eklendiğini ve bu alanın 2009 yılında
tamamlandığını ifade etti. Terkos'ta ise proje
süresince pürüzler yaşanmış.
Yönetim değişiklikleri sonucunda şu anda görevde
olan genel müdürün işletmenin nasıl olacağı
konusunda kararları verecek kişi olduğunu belirten
Tanyeli, İstanbul Su Medeniyetleri Müzesi'nin
akıbiyetinin ne olacağını bilmediklerini üzülerek
anlattı.
Tanyeli konuyla ilgili şunları söyledi:
"Binaları yaptık. Tanımladığımız çerçevede
ihaleye çıktı, uygulama gerçekleşti. Sorumlu
olduğumuz tüm mesleki denetimleri düzenli olarak
yaptık. Projelerin revizyonlarını hazırladık. Bizim
dışımızda gelişen konular yüzünden hala projelerde
eksiklikler var. Maliyetle ilgili hala çözülmemiş
konular var. Kesin kabuller yapılamdığı için süreç
uzayabilir.
Burası çok özel bir bölge, su ve yeşil var.
Bakılmadığı zaman doğanın işgali söz konusu.
Özellikle binaların içine giren kuşların ciddi
zararlara neden oluyor. Donanımlar açısından
başlangıçtan daha kötüye gidebiliriz."
"Özel Müze Onayı İptal Edilebilir"
Donanımlar konusunda İSKİ'nin ihale yöntemi
kullanmak durumunda kaldığı için zorluklar
yaşadığına değinen Tanyeli, müze işlevi devreye
girerse çoğu durumun düzeleceğini söyledi. Bu alanın
gerçekten bir müze olduğunu ve Kültür Bakanlığı'nın
"özel müze" onayını verdiğini anlattı. Bu süreçte
eğer bir müze olamazsa bu onayın iptal edilebileceği
konusunda endişeleri olduğunu belirtti.
Restorasyon süresince belgeleme ve araştırma
yapıldığını, tüm bu bilgilerin restitüsyon
projelerinde yansıtıldığını ve bu doğrultuda
projelerin yönlendiğini ifade eden Gülsün Tanyeli
binalardan örnekler göstererek bu durumu açıkladı.
Değiştiremeyecekleri durumlar olduğunun altını çizen
Tanyeli, özgün girişin şu andaki haliyle alakasız
olduğunu zaman içinde yol kotunun yükseltiğini
örnekleyerek anlattı.
Pompalar ve kazanların yerlerini ve işleyiş
biçimlerini anlatan Tanyeli, Titanic'in pompalarının
bir benzerinin burada yer aldığını söyledi.
Bu tesisin zamanında hem kendi hem de
çevresindeki yerleşimin elektiriğini ürettiğini de
sözlerine ekledi.
Daha sonra Nurbin Paker Kahvecioğlu, yeni
binalara ait detaylar hakkında bilgiler verdi.
Mevcutta var olan depoların üzerine yapılan
birbirine L şeklinde duran yönetim yapısı bloklar ve
kentten uzaklığı nedeniyle bir kafeterya yapılması
söz konusu olduğunu belirten Paker, mimari açıdan en
büyük 3 işleve sahip yeni yapıların ve sergileme
işlevinin mekan bulduğu A. B. C ve D Binaları'nın
yanı sıra yürüme yolları, ekipmanların düzenlenmesi
gibi şeylerin yeni mimari projenin parçaları
olduğunu vurguladı. Peyzaj projesinin DS ve Trafo
Mimarlık'ın ortak çalışmaları sonucunda ortaya
çıktığını anlattı. Doğa içinde olduğundan mümkün
olduğunca cephe kaplama malzemesi olarak bakırın
kullanıldığına değindi.
Restorasyon yapılmış binaların içinde en büyük
mimari müdahalenin "kutu" olduğunu vurgulayan
mimarlar, bunun sökülmüş olan kazanların yerine
yapıldığını ve tüm dökümanların kilimatize edilerek
burada sergilendiğini anlattılar.
Arkitera, Haber: Selin Biçer, 02.07.2012
|
SÜMELA MANASTIRI'NDA YİNE AYİN

Trabzon Valisi Recep Kızılcık, Trabzon'un Maçka
İlçesi'ndeki Karadağ'ın eteklerinde yer alan, 88 yıl
aradan sonra ilk kez 2 yıl önce Hristiyan
Ortodoksların ayin yapmasına izin verilen Sümela
Manastırı'nda bu yıl 15 Ağustos'ta tekrar ayin
yapılacağını bildirdi.
Vali Kızılcık, KTÜ'deki Atatürk Kültür
Merkezi'nde, üniversite öğrencilerine yönelik
düzenlenen "Ortadoğu ve Avrasya Yaz Okulu" başlıklı
eğitim festivalinde yaptığı konuşmada, Türk
milletinin tarihte insanlık, medeniyet, barış ve
kardeşlik adına mücadele ettiğini ve bir değer
yaratmanın peşinde olduğunu söyledi.
Türk milletinin, bulunduğu yerde insanların
birbirini severek, dünya barışına katkı sağlayacak
şekilde yaşamalarını temin etmek için çaba
gösterdiğini belirten Kızılcık, "Bu coğrafyada
yaşayanların 24 saat uyanık ve tüm antenlerinin
alıcıları açık ve 360 derece dönüyor olması
gerekmekte" diye konuştu.
Vali Kızılcık, 2008'den itibaren dünyada finansal
kriz olarak başlayan, daha sonra ekonomik krize
dönüşen ve özellikle batı dünyasında çok ciddi
olarak etkisini gösteren krizin Türkiye'de daha
hafif şekilde hissedilerek geçtiğini anımsatarak,
artık Türkiye'nin uluslararası camiada kendisinden
beklenilen rolü oynamaya başladığını dile getirdi.
21. yüzyılda coğrafyanın 19. yüzyılda olduğu gibi
dış politikada, güç dengesinde tekrar ön plana
çıkmaya başladığını anlatan Kızılcık, tarih ve
turizm kenti olan Trabzon'da son yıllarda kentin
diplomasi üssü olması açısından da önemli adımlar
atıldığını ifade etti.
Kızılcık, "Trabzon'un, tarihi ve kültürel
zenginliğine paralel olarak çeşitli inançların
geçmişte beraber yaşadığı, hoşgörünün yüksek olduğu,
misafirperverliğiyle nam salmış bir il olduğunu"
vurgulayarak, şöyle konuştu:
"Trabzon aynı zamanda Ortodoks dünyasının kutsal
saydığı Meryemana Manastırı'na da ev sahipliği yapan
bir kent. Dolayısıyla uluslararası alanda özellikle
Ortodoks inancına sahip ülkelerin Sümela'da ayin
taleplerinin uzun yıllar gündemde tutulduğunu, hem
Avrupa Parlamentosu'nda, hem çeşitli uluslararası
platformlarda dile getirildiğini biliyoruz. Biz tüm
inanışlara, renklere saygılı, hoşgörülü olduğumuzun
bir göstergesi olarak Sümela'nın senede bir gün, 15
Ağustos tarihinde, o dine mensup olan kişilerce
ayine açılmasına, Dışişleri Bakanlığı'nın
koordinesinde Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca müsaade
ettik."
Sümela Manastırı'nda ilk ayinin 2 yıl önce
yapıldığını, bu yıl da 15 Ağustos'ta ayin
yapılacağını belirten Kızılcık, şöyle konuştu:
"Sümela'daki ayin huzur ve barış içinde gerçekleşti.
Ayin sonrası Başbakanımız ve Dışişleri Bakanımız,
başta Yunanistan ve Rusya olmak üzere bunu talep
eden ülkelerden 'siz de orada yaşayan azınlıkların
hakları olan caminin açılmasına, başta Selanik olmak
üzere müsaade edin' diye uluslararası alanda talepte
bulundu. Biz o güne kadar devamlı sıkıştırılan, 'siz
belirli inançları baskı altında tutuyorsunuz'
denilen ülke konumundan, kendine güvenen bölgesel ve
küresel güç olma yolunda emin adımlarla ilerleyen
bir ülke olarak bir adım öne geçip, artık talepte
bulunan ülke konumuna geldik. Böylece uluslararası
ilişkilerde psikolojik üstünlüğü bu alanda ele
geçirmiş olduk."
Vali Recep Kızılcık, dış politikanın, iç politika
uygulamalarıyla desteklenmesi halinde dış politikada
söz söyleyebilme ve söylenilen sözün dinlenilebilme
oranının arttığını da sözlerine ekledi.
Türkiye Gazetesi, 02.07.2012
|
MARDİN KALESİ TURİZME AÇILIYOR
Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, NATO radar tesislerinin
Mardin Kalesi'nden kaldırılacağını bildirdi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bugün
Ankara'nın Nallıhan İlçesi'ne bağlı Çayırhan
beldesinde kazı çalışmaları gerçekleştirilen
Juliopolis nekropülünde incelemelerde bulundu.
Bakan Günay incelemeler sırasında bir gazetecinin
Mardin Kalesi'nde bulunan NATO radarının ne zaman
kaldırılacağı ve kalenin Kültür Bakanlığı'na ne
zaman devredileceğini sorması üzerine, "Orada Milli
Savunma'nın tesislerinin kaldırılması için aramızda
bir görüşme var. Sanıyorum Milli Savunma bizden
kaynak beklemeden o radarın başka yere taşınması
sorununu halledecek. Biz de Mardin Kalesi'ni
Mardin'in kültür yapısına katacağız" diye konuştu.
Arkitera, Haber: Derya Gürsel, 02.07.2012
|
TABLOLARINA YER ARANIYOR!
Türkiye’nin 27’nci
zengini olan Salih Tatlıcı’nın, geride bıraktığı 3
milyar dolarlık mirası ile ilgili açılan ‘tereke’
davasının görülmesine İstanbul Sulh Hukuk
Mahkemesi’nde devam edildi.
Mirastan mahrum kalan davacılar ile mirasa konan
davalıların avukatlarının hazır bulunduğu duruşmada
ele alınan ana konulardan biri de baba Tatlıcı’dan
kalan tablolar ile tarihi eserler oldu.
Dört bine yakın tablo, 2009’da oğlu Mehmet
Tatlıcı’nın Sarıyer 1. Sulh Hukuk Mahkemesi ’ne
başvurarak, babasından kalan mal varlığının tespit
edilmesini istemesiyle ortaya çıkmıştı.
Mahkeme, ilk olarak Salih Tatlıcı’nın Yeniköy’deki
yalısına gitti. Burada bulunan ve 5.5 milyon TL
değer biçilen 150 ’ye yakın tablo kayda alındı.
İkinci olarak da Kağıthane’deki eski “Pilma” pil
fabrikasının binasına giden mahkeme heyeti, burada
da 650 tablo buldu. Daha çok ’modern’ döneme ait
olan bu tablolara da yaklaşık 1 milyon TL değer
biçildi. Tatlıcı’nın sayısı 4 bine ulaştığı öne
sürülen tablolarının geri kalanı da Beykoz
Konakları’ndaki malikanesinde bulundu. Tablolarla
birlikte çok sayıda tarihi eser de kayıt altına
alındı. Tüm tablolar ve tarihi eserlerin maddi
değeri ise onlarca milyon dolara ulaştı.
Mahkeme, özel şartlarda korunmaları gereken tablolar
ile tarihi eserlerin muhafaza edilip
edilemeyeceğinin, edilecekse bedelli mi yoksa
bedelsiz mi olacağı sorularının yanıtlanması
talebiyle, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ile Kültür ve Turizm
Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğü ’ne ayrı ayrı
müzekkere yazılmasına karar verdi. Her iki kamu
kuruluşundan gelecek yanıt, baba Tatlıcı’nın değeri
on milyonlarca doları bulan tablo ve tarihi
eserlerinin nerede ve hangi şartlarda korunacağını
belliedecek. Aile fertleri arasında, birbirlerine
karşı açılmış mirasla bağlantılı 20’ye yakın dava
bulunuyor.
Vatan, Haber: Cahit Yüce, 02.07.2012
|
MONET'NİN TABLOSUNA YUMRUK ATTI
Fransız ressam Claude Monet’nin 1874’te yaptığı 8 milyon sterlin değerindeki yağlı boya tablosu ‘Argenteuil Basin with a Single Sailboat’, İrlanda’nın başkenti Dublin’de sergilendiği Ulusal Galeri’de saldırıya uğradı.
47 yaşındaki bir adam, galeride tabloya yumruk attı. Ulusal Galeri Direktörü Sean Rainbird, tabloda delik oluştuğunu, zararın ciddi olduğunu açıklayarak “Şok edici, beklenmeyen bir olaydı” dedi. Saldırgan gözaltına alınırken, galerinin güvenliği sağlayamaması tepki çekti.
Hürriyet, 02.07.2012
|

|
KÖŞK'TEN SANAT ATAĞI

Çankaya Köşkü'ndeki dünyaca
ünlü tablolar restorasyona alındı. Yanlış koruma
yöntemleri sonrasında deforme olan 250 tablo,
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül'ün
girişimiyle restore ediliyor. First Lady'in
isteğiyle başlayan çalışmalara Hollanda Kraliçesi
özel ekibini gönderdi. Tablolar, bilimsel
yöntemlerle restore edildikten ve doğru şekilde
koruma altına alındıktan sonra kamuoyuna
tanıtılacak. Bunun için Çankaya Köşkü tarihinde de
bir ilk gerçekleşecek. 250 tablonun fotoğraflarının
ve bilgilerinin yer alacağı bir kitap hazırlanacak.
KRALİÇE'NİN EKİBİ GELDİ
Çankaya Köşkü'ndeki tabloların onarımı için bu
konuda ekol haline gelen Hollandalı bilim
adamlarıyla işbirliği yapıldı. Onarım konusundaki
tercihin Hollanda'dan yana kullanılmasında ise Gül
çiftinin, nisan ayında bu ülkeye yaptığı ziyaret de
belirleyici oldu. First Lady, Hollanda Kraliçesi'yle
birlikte Kraliyet Müzesi'ni gezerken buradaki
tablolarda yapılan restorasyonlardan etkilendi.
Kraliyet Müzesi'nin tablolarını onaran ekip Çankaya
Köşkü'ndeki eserleri de inceleyerek bir rapor
hazırladı. Restorasyon çalışmalarına geçen hafta
başlandı. Onarımın yaklaşık 1 yıl süreceği
belirtiliyor.
KAYIP TABLO KÖŞK'TE
Restore edilecek tablolar arasında dünyaca ünlü
Fransız ressam Jean Leon Gerome'un da eserleri
bulunuyor. Bunlardan en önemlisi ressamın kayıp
olduğu sanılan "Yatan Aslan" tablosu, 1.5 milyon
dolar değerindeki eser onarıldıktan sonra tüm
dünyada sanat tarihi derslerinin yeni bir konusu
olacak. Dolmabahçe Sarayı'na hediye edilen tablo,
Atatürk tarafından sergilenmek üzere 1930'lu
yıllarda Köşk'e getirilmişti. Yanlış koruma
yöntemleriyle saklandığı için oldukça zarar gören
tablonun onarımı için yaklaşık 2 hafta üzerinde
çalışılacak. Gerome, ünlü Türk ressamı Osman Hamdi
Bey'in de hocası olarak biliniyor.
SIRADA TOPKAPI SARAYI VAR
Amsterdam Üniversitesi'yle yapılacak işbirliği
çerçevesinde, Topkapı Sarayı'ndaki eserlerin de
onarılması planlanıyor. Restorasyon konusunun
Türkiye'de daha bilimsel yöntemlerle yapılması için
üniversitelerle işbirliğine gidilecek. Bunun için
Gül çifti, YÖK'e bir mektup yazarak restorasyon
konusunda yapılacak her türlü eğitimin
Cumhurbaşkanlığı makamı tarafından teşvik
edileceğini söyledi.
Sabah, Haber: Ceyda Karaaslan, 02.07.2012
|
YİNE MAYA TAKVİM, YİNE 21.12.2012
Yeni bulunan
Maya yazıtına göre dünyanın sonu yine 21 Aralık
2012’de. Tulane Üniversitesi ve Valle De Guatemala
Üniversitesi arkeologlarının Guatemala’da bulduğu
metinler dünyanın sonu için aynı tarihi veren ikinci
Maya yazıtı.
Diğer yazıt ise Meksika Tortuguero’da bulunan
Monument 6. Arkeologlardan Marcello Canuto’ya göre
tarih yeni bir çağın başlangıcını da kastediyor
olabilir. Bin 300 yıllık merdivene kazılı olan metin
aynı zamanda bulunduğu La Corona bölgesinin 200
yıllık geçmişini anlatıyor.
Hürriyet, 01.07.2012
******
DÜNYANIN SONU
GELMİYOR
Yeni keşfedilen bir Maya metni, Maya takviminin
“bitiş günü”nü ortaya koyuyor. Ancak genel kanının
aksine Mayalılar, dünyanın sonunun o tarihte
geleceğine inanmıyorlardı.
Tulane Üniversitesi
Orta Amerika Araştırma
Enstitüsü direktörü Marcello Canuto “Bu metin bir
kehanet değil bir politik tarih metni” diyor. “Yeni
bulunan metne bakılırsa 13 bak’tun
tarihi önemli bir gündü ama Mayalılar bu
güne dair kıyamet kehanetlerine sahip değillerdi.”
Maya takvimi bak’tun adı
verilen 144.000 günlük döngülerden oluşuyor.
Kış döngüsü günü olan 21 Aralık 2012, 13. bak’tun’un
son günü olarak addediliyor ve bir tam yaratılış
döngüsü olarak kutlanıyor.
Bazı New Age takipçileri ve kıyamet meraklıları
21 Aralık 2012′ye büyük
anlam yüklüyorlar. Birinci grup bütün
dünyada derin bir ruhani olay
gerçekleşeceğini düşünürken, ikinci grup ise
kıyametin o gün kopacağı kanısında.
Akşam, 03.07.2012
|
ÇATALHÖYÜK DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NE GİRDİ

21 ülkeden uzmanlardan oluşan Dünya Mirası
Komitesinin kararında, Kültür ve Turizm Bakanlığınca
Dünya Mirası Listesine aday gösterilmiş olan
Çatalhöyük’ün Dünya Mirası Sözleşmesinin temel
şartlarını karşıladığı, otantikliğini ve bütünlüğünü
koruduğu ve ‘’evrensel seçkin değer’’e sahip olduğu
belirtildi.
Karara esas olan raporda, tarihi MÖ 7400 yıllarına
uzanan Çatalhöyük’ün Neolitik Dönemin belli bir
aşamasının eşsiz bir tanıklığını teşkil ettiği ve
insanlık tarihinde önemli bir aşamayı temsil eden
bir yerleşim tarzı ile toplum anlayışı ve eşitlik
ideallerine dayanan bir kentsel plana sahip olduğu
da vurgulandı.
Çatalhöyük’ün koruma durumu iyi olmakla birlikte,
deprem ve artan turizm riskiyle karşı karşıya
olduğu belirtilen Dünya Miras Komitesi kararında, bu
miras alanının yönetim planının en kısa süre içinde
tamamlanması istendi. Alanın sürdürülebilir mali
kaynağa sahip olmasının gereğine işaret edilen
kararda Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay 'ın bu konuda Komite Başkanına
yazdığı mektuba atıfta bulunuldu.
Çatalhöyük’ün Dünya Mirası Listesine girmesiyle
Türkiye ’nin Dünya Mirası Alanlarının sayısı
onbire yükselmiş oldu.
Dünya Mirası Komitesi geçen yıl da Edirne Selimiye
Camii ve Külliyesini listeye kaydetmişti. Çatalhöyük
Neolitik Kenti, Kültür ve Turizm Bakanlığınca Dünya
Mirası Listesine aday gösterilmişti.
‘DÜNYA MİRASI LİSTESİNDEKİ ÖNEMLİ BİR EKSİK
GİDERİLDİ’
UNESCO uzmanları, Çatalhöyük Neolitik Kentinin
listeye girmesinin, Dünya Mirası Listesindeki önemli
bir eksikliğin tamamlandığı ve Listenin insanlığın
bütün dönemlerini kapsaması bakımından önemli bir
gelişme teşkil ettiğini ifade ediyorlar.
Dünya Mirası Komitesinin St. Petersburg’da yapılan
toplantısında
Türkiye ’yi Dışişleri ve
Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri ile
UNESCO
Türkiye Milli Komisyonu uzmanlarından oluşan bir
heyet temsil etti.
Dünya Mirası Listesine zemin oluşturan UNESCO Dünya
Mirası Sözleşmesinin bu yıl 40. yıldönümü
kutlanıyor.
Halen arkeolojik kazıların sürdüğü Çatalhöyük, Konya
sınırları içinde bulunuyor.
Radikal, 01.07.2012
|
İLBER ORTAYLI'DAN TOPKAPI'YA YAŞ HADDİNDEN VEDA
Prof. İlber Ortaylı'dan Saray'a veda... 2005
yılından bu yana Topkapı Sarayı Müzesi Başkanlığı'nı
yürüten İlber Ortaylı, yaş haddinden emekliye
ayrıldı. Ortaylı, bugün Topkapı Sarayı Mecidiye
Köşkü'nde verilecek kokteylin ardından görevi
bırakaak. Kokteyle, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay da katılacak.
Ortaylı, 1947 yılında Avusturya'da bir göçmen
kampında Kırım Tatarı bir ailenin çocuğu olarak
dünyaya geldi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi (1968) ile Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih, Coğrafya Fakültesi Tarih bölümünü bitiren
Ortaylı, Viyana Üniversitesi'nde Slavistik ve
Orientalistik okudu. Yüksek lisans çalışmasını
Chicago Üniversitesi'nde Prof. Halil İnalcık ile
yapan Ortaylı, 1989'da profesör oldu.
15 AYRI DİL BİLİYOR
Ortaylı, 1989-2002 yılları arasında Siyasal Bilgiler
Fakültesi'nde İdare Tarihi Bilim Dalı Başkanı olarak
görev yaptı, 2002'de Galatasaray Üniversitesi'ne, 2
yıl sonra Bilkent Üniversitesi'ne geçti. Ortaylı,
Osmanlıca, Arapça, Farsça, Almanca, Fransızca,
İtalyanca, Latince, Yunanca, Rusça, Slovakça,
Romence, Sırpça, Hırvatça ve Boşnakça biliyor.
Akşam, 01.07.2012
******
ORTAYLI İÇİN VEDA
KOKTEYLİ
Topkapı Sarayı Mecidiye Köşkü, dün akşam Topkapı
Sarayı Müzesi Başkanı Prof. . İlber Ortaylı’nın
sevenleriyle doluydu. Tam 7 yıldır sürdürdüğü
görevinden yaş haddinden emekli olan Ortaylı’yı
uğurlamaya gelmişti
sanat ve siyaset dünyasından pek çok isim.
Ortaylı için düzenlenen veda kokteylinde
TBMM Başkanı
Cemil Çiçek, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik,
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TURSAB)
Başkanı
Başaran Ulusoy,
Hürriyet gazetesi yazarı
Taha Akyol, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür ve
Sanat İşletmesi Genel Müdürü M. Özalp Birol,
İstanbul Kültür Sanat Vakfı Genel Müdürü Görgün
Taner’in aralarında bulunduğu pek çok isim yer aldı.
Gecede Ortaylı’ya ilk veda konuşmasını İstanbul İl
Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili yaptı.
Bürokrasiyi tanıdım
Ardından Ortaylı kürsüye gelerek veda ve teşekkür
konuşması yaptı. Konuşmasında aslında saraydaki
görevinden ayrılıyor oluşunun bir emeklilik
olmadığını şu sözleriyle dile getirdi:
“Sadece saraya yapmaya çalıştığım hizmetin sınırlama
zamanın geldiğine inanıyoruz. Asli müesseseme,
Galatasaray Üniversitesi’ne dönüyorum. Şunu
samimiyetle beyan etmek istiyorum biz üniversite
camiasının mensupları Türkiye’yi ve Türk
bürokrasisini kağıt üzerinde tanıyoruz.
Çok kısa gözlemlerim dışında Türkiye bürokrasisi
sandığımdan daha menfi, müsbet, göz yaşartıcı ve
gurur verici yönlerini de bu görev sırasında
tanıdım. Bürokrasiden yetişmediğim için benim bazı
istisnai görünen tavırlarıma tahammül edenlere
teşekkür ederim.”
Topkapı Sarayı’nın sadece Türkiye’nin değil bütün
doğu dünyasının, geniş bir alemin merkezi olduğuna
dikkat çeken Ortaylı şöyle devam etti:
“Hiçbir zaman iş bitmez, buraya gelenlerin Topkapı
Sarayı’nı sevmesi lazım. Basit bir hizmetkar olması
gerekir. Biz buranın efendisi değiliz, efendisi olan
sadece buranın zamanının padişahlarıdır. Buraya
geldiğimde Bab-ı Humayun otobüslerin daha da beteri
damperli kamyonların geçtiği bir yerdi. Aya İrini
ile
Ayasofya’nın arası gecekondularla doluydu.
Bugün orada ilk
Roma ve ilk
Bizans dönemi ile ilgili kazılar yapılıyor.
Saat, silah seksiyonlarımız kuruldu, çevredeki
restorasyonlarımız sürüyor. Restorasyonlar bitmeyen
faaliyetler ama asıl önemlisi Topkapı Sarayı’nın dış
dünya ile kurduğu temas, yurtdışı ile yaptığımız
sergiler.”
Ortaylı’nın ardından söz alan Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay da “Sadece Topkapı Sarayı
Müzesi Başkanı sıfatıyla değil bir tarih bilgili
olan dostumuza hizmetlerine teşekkür için toplandık”
dedi.
Konuşmaların ardından sıra hediyelere geldi. İlk
hediye Ortaylı’nın çalışma arkadaşlarından
geldi. Topkapı Sarayı Müzesi çalışanlarının hediyesi
olan gümüş yazı takımını Müze Müdür Vekili Ayşe
Erdoğdu Ortaylı’ya takdim etti.
İkinci hediye Topkapı Sarayı’nın komşusu
Ayasofya Müzesi’nden geldi. Hediyeyi Ayasofya
Müzesi Müdürü Haluk Dursun sundu. Gecenin son
hediyeleri Bakan Günay’dan geldi. Günay hediyenin
fonksiyonel olanını sevdiğini belirterek Ortaylı’ya
iki armağan takdim etti.
Milliyet, Haber: Yasemin
Bay, 02.07.2012
******
İLBER ORTAYLI SARAYDAN
AYRILDI
Değerli tarihçi İlber Ortaylı, 7 yıldır
sürdürdüğü Topkapı Sarayı Müzesi Başkanlığı’ndan
pazar günü ayrıldı. ‘Tarihçi’ üslubuyla güzel bir
konuşma yaptı:
“Biz buranın efendisi değiliz. Sadece zamanın
padişahları buranın efendileriydi. Anlı şanlı
paşalar dahil, hepimiz hizmetkarlarız.”
Ve hizmetlerinin çok kısa bir özetini verdi:
Damperli kamyonların geçiş ve park yeri olan Babı
Hümayun asli hüviyetine kavuşturulmuştu. Aya İrini
ile Ayasofya arasındaki gecekondular kaldırılarak
Roma ve Bizans dönemine ilişkin arkeolojik
çalışmalar başlatılmıştı. Hırka-i Saadet dairesi
restore edilerek ziyarete açılmıştı... Birçok
bölümde restorasyon çalışmaları sürüyordu.
Dünya saraylarıyla ilişkiler
Prof. Ortaylı dünya tarihçiler camiasında da
saygın bir isimdir. Bildiği çok sayıdaki yabancı
dil, Avrupa, Rusya ve İran arşivlerinde yaptığı
çalışmalar, yayınlar ona hak ettiği bir itibar
kazandırmıştır.
Bu itibarını Türkiye ve Topkapı için kullandı:
Kremlin-Topkapı sergisi bunun örneklerinden biridir.
İran, Çin ve Japonya ile aynı şekilde karşılıklı
sergiler açıldı. Avusturya ile de anlaşma yapılmak
üzere. Asırlara damga vuran Osmanlı-Habsburg
rekabeti çağımızda geçmişte kaldı, bu sergide
zamanımıza bıraktıkları kültürel mirası göreceğiz.
Ortaylı için düzenlenen törene Meclis Başkanı Cemil
Çiçek, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ve eski Milli
Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’le birlikte çok sayıda
davetli katıldı. Ertuğrul Günay, Topkapı çevresinde
yapılan çalışmaları anlatırken, “Sultanahmet Meydanı
ve çevresini bir yarımada-müze haline getiriyoruz”
dedi, buna çok sevindim.
Tarihçi olmak...
Bu vesile ile İlber Ortaylı’nın eserlerinden
bahsetmek isterim. Bir listesini vermek bile bu
sütuna fazla gelir. Merhum Ahmet Refik Altınay’dan
sonra, herhalde “tarihi sevdiren adamlar” listesinde
Ortaylı’nın önemli bir yeri vardır. Ortaylı’nın
özelliği, çok sayıda dil bilgisi ve yabancı
arşivlerde çalışmış olmasıdır.
Onun için akademik eserleri bilhassa değerlidir:
Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu,
İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Osmanlı’da Değişim
ve Anayasal Rejim Sorunu, Osmanlı Toplumunda Aile ve
son olarak Cedit Yayınları’ndan genişletilmiş
baskısı çıkan Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi adlı
eserlerini özellikle tavsiye ederim.
Kitaplarının bu konuları bile Ortaylı’nın bir
‘siyasi tarih’ yazarı değil, ekonomik, sosyal ve
kurumsal tarih alanlarında yetkin bir tarihçi
olduğunu gösterir.
Prof. Ortaylı, tarihçilikle tarih-bilgiçliği
arasındaki farkı şu sözleriyle çok iyi anlatmıştır:
“Tarihçilik müzik, resim, şiir gibi doğal yetenek
ister... Tarihçi doğmayan tarihçi olmaya
çalışabilir, belki uluslararası iyi bir araştırıcı
da olabilir. Gerçek tarihçi olmak için öncelikle
mütefekkir olmak gerekir.”
Anadolu tarihi?
İlber Ortaylı ile son bir çalışmamız vardı, yarım
kaldı. Ben soruyorum o anlatıyordu: Antik çağlardan
itibaren Anadolu’nun etnik, kültürel, kurumsal ve
siyasi tarihi... Bizden önce Anadolu’da kimler
vardı? Türkler ve Kürtler Yukarı Mezopotamya’da
nasıl buluşmuştu... Ermeniler, Süryaniler,
Selçuklular, Anadolu’nun Türkleşmesi... Osmanlı’nın
kuruluşuna kadar birinci cilt olacaktı.
İkimizin de meşguliyeti tamamlamamızı engelledi.
Ortaylı veda törenindeki konuşmasında “Asli
mesleğime, Galatasaray Üniversitesi’ne dönüyorum”
dedi. Artık kendisinden yine büyük eserler
bekliyoruz. Ben özellikle yarım kalmış bu çalışmayı
akademik bir eser olarak yazmasını çok arzu
ediyorum.
Hürriyet, Yazı: Taha Akyol, 03.07.2012
|
TÜRKİYE'DEN KAÇIRILAN İKİ ESER TAVAN ARASINDA
BULUNDU

Türkiye 'nin Washington Kültür ve Tanıtma
Müşavirliği'ne, Roma dönemine ait olduğu tahmin
edilen iki tarihi eser iade edildi.
Eserlerin iade edilme hikayeleri ise hayli ilginç.
Washington Kültür ve Tanıtma Müşaviri Mesut Özbek,
eserlerden birinin antik bir yazıtın parçası
olduğunu düşündüklerini söyledi.
Bu eserle ilgili Washington eyaletinde yaşayan Mark
adlı bir Amerikalı'dan e-posta aldıklarını belirten
Özbek, Amerikalı'nın şunları yazdığını aktardı:
“Merhaba,
Babam, 1964-1996 yılları arasında Yalova
yakınlarındaki Karamürsel Hava Üssü'nde görev
yapmıştı. Marmara Denizi gezisi sırasında bulduğu bu
antik eseri ABD 'ye getirmişti. Üzerindeki yazılar
soluk, ama 1000-2000 yıllık olduğunu düşünüyoruz.
Babam birkaç yıl önce vefat etti ve şimdi de annemi
bir bakım evine yerleştirmemiz gerekti. O nedenle
Güney Carolina'daki evlerini temizlerken bu eseri
bulduk. Bunun Türkiye 'ye ait olduğunu hissettik.”
Özbek, ekte eserle ilgili fotoğrafların da bulunduğu
e-postayı alır almaz harekete geçtiklerini ve eseri
müşavirliğe getirdiklerini kaydetti.
POSTADAN TARİHİ ESER ÇIKTI...
Özbek, diğer tarihi eser olan heykel başının ise
kendilerine postayla ulaştığını söyledi.
Bir Amerikalı'nın eseri, “çatıda temizlik yaparken
bulduk” ibaresiyle postayla Türkiye 'nin Washington
Büyükelçiliği'ne gönderdiğini belirten Özbek,
incelemeleri tamamladıktan sonra iki eseri de Kültür
ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğüne gönderdiklerini bildirdi.
Özbek, Amerikalıların eserleri iade etmesiyle ilgili
olarak, “Bu durum gösteriyor ki yeni nesil tarihi
eserlere karşı daha duyarlı ve dürüst. Bu iki
Amerikan vatandaşına, eserlerimizi iade ettikleri
için teşekkür borçluyuz. Tabii artık müzelerin
nereden geldiği belli olmayan eserleri almak
istememesi de etkili” dedi.
“5 YILDA 3616” ESER MEMLEKETİNE GERİ DÖNDÜ
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat
Süslü de yaptığı açıklamada, Türkiye olarak kültürel
mirasının korunmasına büyük önem verdiklerini
hatırlatarak, “Bu çerçevede birçok çalışma
yürütüyoruz. Örneğin, bilimsel kazı ve araştırmalar
yapılıyor; restorasyon, konservasyon projelerini
destekliyoruz; yeni müzeler inşa ediyoruz; eski
müzelerin çağdaş müzecilik anlayışı doğrultusunda
revize edilmesini sağlıyoruz; ülkemiz kökenli kültür
varlıklarının yerinde korunabilmesi amacıyla
iadelerinin sağlanması için çalışmalar yürütüyoruz”
dedi.
Son 10 yılda yurt dışındaki Türkiye kökenli
eserlerin iadesi faaliyetlerinin büyük ivme
kazandığına dikkati çeken Süslü, 2007-2012 yıllarını
kapsayan son 5 yılda 3616 eserin Türkiye 'ye geri
dönmesinin sağlandığını kaydetti.
Radikal, 01.07.2012
|
DÜNYA MİRASINI KAZMAYLA PARÇALADILAR

Mali'nin kuzeyini ele geçiren El Kaide'yle
bağlantılı İslamcı Ansar Dine örgütü üyelerinin
UNESCO'nun dünya mirası listesine aldığı
Timbuktu'daki Müslüman evliyalara ait türbeleri dün
kazmalarla parçalamaya başladıkları belirtildi.
Yerel Sufi evliyalara ait yüzlerce yıllık türbelerin
parçalanmasını izleyen şok olmuş yerli halkın
silahlı militanlara bir şey yapamadığı öğrenildi.
Saldırılar, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve
Kültür Organizasyonu'nun (UNESCO) türbelerin tehlike
altında olduğunu açıklamasından iki gün sonra
meydana geldi. Sahra çölünde eski ticaret yolları
üzerinde bulunan Timbuktu şehri, çamurdan ve
ahşaptan yapılma çok özgün eserleriyle meşhur.
Timbuktu, 333 evliya şehri olarak da biliniyor.
Mali'de hükümete bağlı birliklerin, 22 Mart'tan
sonra yapılan darbeden beri etkisiz olduğu
biliniyor. Malili gazeteci Yeya Tandina, "Sidi
Mahmud Ben Amar ve iki diğer evliyanın türbeleri
şimdiden yıkıldı. Militanlar, tüm gün çalışıp
16'sını birden yok edeceklerini söylüyor" dedi.
Nisanda Tuareglerle beraber ülkenin üçte ikisini ele
geçiren Ansar Dine, daha sonra diğer gruba karşı
üstünlüğü sağlamıştı. UNESCO dün yaptığı açıklamada,
saldırıları "trajik" olarak niteledi.
Sabah, 01.07.2012
******
MALİ TALİBANI'NDAN CAMİYE DE KAZMA

Batı Afrika
ülkesi Mali’de Ensar el Din grubuna bağlı militanlar
BM Dünya Kültür Mirası listesine alınan 7 türbeyi
yıktıktan sonra dün de 15’inci yüzyıldan kalma Sidi
Yahya camisinin türbelere açılan tarihi kapısını
kazmalarla kırdı.
Bazı kent sakinleri hiç açılmayan ve “açılırsa
dünyanın sonu olur” diye inandıkları kapının
kırılışını ağlayarak izledi. Militanlar türbeleri
putperestlikle eş anlamlı görüyorlar. BM ve İslam
İşbirliği Teşkilatı yıkımı kınarken, Uluslararası
Ceza Mahkemesi savcısı Fatou Bensouda, eylemi,
“Soruşturma yetkimiz olan bir savaş suçu” diye
niteledi.
Hürriyet, 03.07.2012
******
TARİHİ TÜRBELER
İÇİN UNESCO'YA ÇAĞRI
UNESCO
Dünya Miraslarını Koruma Komitesi, dünya mirası olan
Mali'deki Timbuktu türbelerinin yıkılmasını kınadı.
Ensar Dine militanlarından tahribatı bir an önce
sona erdirmesini isteyen komite, UNESCO Genel
Sekteri'ne de Mali'ye araştırmacı bir misyon
gönderme çağrısı yaptı. Ülkedeki geçici hükümetse,
türbelere zarar veren El Kaide bağlantılı grupların
bölgeden temizlenmesi için girişimlerde bulundukları
açıkladı.
Sabah, 04.07.2012
******
DÜNYA MİRASINI
YIKIYORLAR
Mali’nin
kuzeyini ele geçiren radikal İslamcı militanlar,
‘haram’ olduğu gerekçesiyle Timbuktu şehrinin
türbelerini birer birer yerle bir ediyor. Yıkılan
türbe sayısı dörde ulaşırken Uluslararası Ceza
Mahkemesi ‘yapılanlar savaş suçu’ dedi.
El Kaide bağlantılı radikal
İslamcı Ensar Din örgütü, ülke yönetimi ve
uluslararası toplumdan gelen tepkilere rağmen
UNESCO’nun dünya mirası kabul ettiği Timbuktu
kentindeki yüzlerce yıllık türbeleri yıkmaya devam
ediyor. Türbelerin şeriata göre haram olduğunu
savunan Ensar Din, “333 evliya şehri” olarak anılan
Timbuktu’daki tüm türbeleri yok edene kadar
durmayacaklarını söylüyor.
Geçen hafta 600 yıllık Şeyh
Mahmud Türbesi’ni yerle bir eden militanlar, önceki
gün Şeyh Moktar ve Alpha Moya türbelerini yıktı, dün
de Şeyh el-Kebir Türbesi’ni hedef aldı.
Milliyet, 05.07.2012
|
TERK EDİLMİŞ EVDE HAZİNE
Fransa’nın başkenti Paris’te Birinci Dünya Savaşı
sırasında terkedilmiş bir halde kalan evden çıkan
tablo 2.1 milyon euroya satıldı.
Zamanının en güzel kadınlarından olarak ünlenen
Marthe de Florian'ın Paris'teki dairesi torunu
tarafından almnalar Fransa'yı işgal edilince terk
edilmiş. Evi olduğu gibi kilitleyip biırakan genç
kadın İtalya'ya yerleşmiş ve bir daha da dönmemiş.
İlginçtir ki öldüğü güne kadar dairenin kirasını
ödemeye devam etmiş. O da vefat edince evin
boşlatılması gündeme gelmiş ve yetkililer tarafından
açılan eve girdiklerinde büyük bir sürpriz yaşanmış.

İçeri ilk giren yetkilinin cümlesi durumu gayet
güzel açıklıyor: Uyuyan güzelin şatosuna girmiş gibi
hissettim, zaman adeta donmuştu.
Ev 2010'da tekrar açıldığında içindeki eşyalar ve
hikayesi dünyada büyük yankı buldu. O sırada ev
içinde keşfedilen gizemli bir kadın portresi de
oldukça ilgi çekti. Yapılan araştırmalarda bu
portrenin dönemin güzel oyuncularından Marthe de
Florian'ı resmettiği ortaya çıktı. Portre ünlü
ressam Giovanni Boldini tarafından yapılmıştı. Pek
çok zengin ve nüfuzlu erkeğin o dönem peşinde
koştuğu Florian, Boldini'nin ilham kaynağı ve
metresiydi.
Habertürk 01.07.2012
|
ROMA'NIN SON GARNİZONU SATALA, TURİZM İÇİN
KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR

Roma İmparatorluğu'nun doğudan gelecek
saldırılara karşı Anadolu’nun kuzeyine kurduğu
stratejik garnizonlardan birisi olan Satala
keşfedilmeyi bekliyor.
Gümüşhane’nin Kelkit İlçesi'ne 26 kilometre mesafede
bulunan Sadak Köyü sınırları içerisinde yer alan
Satala antik kenti, toprağın altından gün yüzüne
çıkacağı günleri sayıyor.
Roma Dönemi öncesi eski Tunç ve Demir Çağları'na ait
bulgular bulunan antik kentte, bugüne kadar
gerçekleştirilen tek kazı çalışmasının 1974 yılında
'Biliotti' adlı tarihçi tarafından yapıldığı
biliniyor. 1800’lü yıllarda 'Hogart ve Yorke' adlı
tarihçilerin araştırması sonucu bulunan Roma 15.
Lejyon'a ait mühürler ise bölgenin tarihsel önemini
ortaya koyuyor.
Zigana üzerinden Satala’ya ve Satala’dan İzmit’e
uzanan büyük Roma anayolu durakları arasında yer
alan tarihi kentten çıkarılan en önemli eser,
“Afrodit” büstü ve zafer tanrıçası Nike kabartması.
Londra British Museum’da sergilenen 36 santimetre
genişliğinde, 93 santimetre çapındaki büstün yapılan
çalışmalar sonucu milattan önce II. yüzyılın geç
dönemlerine ait olduğu tespit edildi.
Afrodit büstü, birçok tarihi eser gibi yasal olmayan
yollardan yurt dışına çıkartılırken, antik kentten
toparlanan eserlerin bir kısmı Erzurum Arkeoloji
Müzesi'nde, aplik ve sikkelerden oluşan bir bölümü
ise Gümüşhane Müzesi'nde sergileniyor.
Bölgede yapılan kaçak kazılar sonucu birçok tarihi
eser kültür mirasına kaydedilemezken, antik kentin
kalıntılarını Sadak Köyü içerisinde, bina
duvarlarında ve sokak aralarında görmek mümkün.
Roma kaynaklarında sıklıkla geçen Satala, batıya
açılmada Persler için çıkış yolu olurken, batıdan
Anadolu içlerine girip Doğu’ya doğru yayılan Roma
İmparatorluğu için de önemli bir sınır garnizonu
olarak görev yaptı.
Milattan Sonra 62-72 yılları arasında inşa edildiği
tahmin edilen yapıdan günümüze; çeşme, hamam ve kale
duvarları başta olmak üzere, çok sayıda askeri ve
sivil mimariye ait eser kalmıştır. Bu eserlerin en
önemlilerinden bir tanesi de, 47 kemerli yapıldığı
bilinen ancak günümüzde sadece 5 kemerinin ayakta
kalabildiği su kemeridir.
Sistematik bir kazı yapılmayan ve yalnızca
arkeolojik yüzey araştırmasına tabi tutulan Satala,
geçtiğimiz Ocak ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından öncelikli kazı alanı olarak ilan
edilmişti. Bugüne kadar 2 bin yıllık bölgeyle ilgili
herhangi bir çalışma yapılmazken, kazı
çalışmalarının ne zaman başlayacağı da merak konusu
oldu .
Türkiye Turizm, 01.07.2012
|

|
BALIKÇI AĞINA TARİH TAKILDI
Erdemlide balıkçılık yaparak geçimini sağlayan Ramazan Kayan (50) trol ile avlanmak için denize açıldı. 13 mil açıkta serptiği trolü toplayan Kayan, 300 metre derinlikte ağına yaklaşık 300 yıllık olduğu tahmin edilen amfora takıldı. Ağlara takılan amforayı zarar vermeden teknesine alan Kayan, tarihi değerinin çok yüksek olduğunu bildiği için Erdemli Balıkçı barınağına getirerek, polise haber verdi. Amfora Erdemli İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Büro Amirliği'nde görevli polis ekipleri tarafından koruma altına alındı.
Daha önceleri de Antalya'da Akdeniz açıklarında amfora bulduğunu belirten Kayan, Bu tür eserler az bulunan eserler. Ben tarihin çıkmasına yardımcı oldum. Şimdi Mersin müze görevlileri tarafından incelenip, gerekli işlemleri yapılacak. Bu tür eserlerin zarar görmemesi için balıkçıların daha dikkatli ve duyarlı olmaları gerek. Ben bir vatandaş olarak üstüme düşüne yaptım dedi.
Bolu Havadis, 30.06.2012
|
TESADÜFEN ANTİK KENT BULUNDU

Altın Oran Düşünce ve Sanat Platformu Kurucusu,
fotoğraf sanatçısı Dr. Haluk Uygur, Adana'nın Kozan
İlçesi'nde Torosların eteklerinde dolaşıp endemik
(yaşam alanı belirli bir bölgeyle sınırlı)
çiçeklerin fotoğraflarını çekerken daha önce
bilinmeyen antik kent bulgularına rastladı.

Altın Oran Düşünce ve Sanat Derneği Doğa Fotoğrafı
Atölyesi üyeleri, Dr. Haluk Uygur öncülüğünde Toros
Dağları'nın nadide çiçeklerini fotoğraflayıp
belgelendirmek için geçen hafta Adana'nın Kozan
İlçesi'nin Göller Yaylası'na gitti. Dr. Uygur,
bölgede Almaderesi Kayalıkları'nda çiçek fotoğrafı
çektiği sırada, kayalıkların insan eliyle
şekillendirildiğini düşündüğü bazı bulgular fark
etti. Kayalık bölgede fark ettiği kapı, sarnıç ve su
yolları izlerini fotoğraflayan Dr. Haluk Uygur,
Kültür ve Turizm İl Müdürü Nuh Yıldız'a da bilgi
verdi. Nuh Yıldız aldığı bilgiler üzerine Dr. Uygur
ile birlikte Göller Yaylası'na giderek bölgede
inceleme yaptı.
Bölgenin ilk bakışta doğal bir alanmış gibi
göründüğünü belirten Dr. Uygur, "Kayalıklarda insan
eli değmişlik hissini alıyoruz. Bu kayaların ismi
Konglomera yani çakıl taşlarının doğal bir
birleştirici maddeyle kayalık haline gelmesi. Bu
kayalar işlemeye çok uygun. Yaptığımız gezide gördük
ki kapılar ve sarnıçlar var. Tarihini bilmiyoruz
fakat çok eski zamanlarda olma ihtimali var. Eğer
burada yapılacak teknik ve arkeolojik çalışmalar
sonucu bir antik kent çıkarsa Kozan için çok önemli
bir değer olacaktır. Ben burada bir antik
yapılanması çıkacağına neredeyse eminin. İnsan eli
değdiği çok açık ama yılı nedir bilemiyorum" dedi.
Kültür ve Turizm İl Müdürü Nuh Yıldız ise Dr.
Uygur'un Adana'nın tanıtılmasındaki çalışmalarını
takdir ettiğini belirterek, "Ben burayı bilmiyordum.
Gördükten ve inceledikten sonra tarihi bir dokunun
olduğu tahminim var ama buna teknik elemanlarımız
karar verecek. Arkeologlarımız ve teknik
elemanlarınız burada incelemeler yaparak bir rapor
hazırlayacak. Eğer tarihi bir doku veya insan
yaşantısı izlerine rastlanırsa bunu tescilleştirmek
ve gelecek nesillerimize aktarmak için harekete
geçeceğiz" diye konuştu.
Habertürk, 30.06.2012
|
ÇALINAN DALİ GERİ POSTALANDI
Geçen hafta New
York'taki bir galeriden çalınan Dali tablosu, zarar
verilmeden geri postalandı.
Salvador Dali'nin 1949 yılında yaptığı "Cartel de Don Juan Tenirio"adlı suluboya tablo geçtiğimiz hafta New York'taki bir galeriden çalınmiştı.
Birkaç gün önce kimliği belirsiz bir kişi tarafından galeriye gönderilen ve tablonun geri postalandığını belirten mail umutları artırmıştı.
Sahte bir isim ve adresle Avrupa'dan postalanan
tablo, Cuma günü galeriye ulaştı.Hırsızlığa dair
haberlerin medyada geniş yer bulması, eserin
karaborsada satılmasını zorlaştırdığı için geri
postalandığı tahmin ediliyor.
Habertürk, 30.06.2012
|
|
LALENİN KÖKÜ BİZDE

Denizli'deki Laodikya
antik kentinde devam eden
kazı çalışmalarında 1700 yıllık lale motifli bir
mozaik bulunduğu bildirildi.
Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek,
gazetecilere yaptığı açıklamada, Hollanda ile
özleşen lalenin, Anadolu'da 1700 yıl öncesinde
yetişen bir çiçek olduğunu belgeleyen kalıntılara
ulaşıldığını söyledi.
Lale motifli mozaik zeminin, kazı çalışmalarında
ortaya çıktığını ifade eden Şimşek, kazı ve
restorasyon çalışmaları devam eden Laodikya'da
ortaya çıkan eserlerin, tarihe ışık tutmayı
sürdürdüğünü belirtti.
Lale bitkisinin 1700 yıl önce Denizli bölgesinde
yetiştirildiğinin kazı çalışmalarında ortaya
çıktığını kaydeden Şimşek, şöyle devam etti:
''Mozaik üzerine işlenmiş lale bitkisinin figürünü
ortaya çıkardık. Bu figürün bulunması çok önemli ve
tarihe ışık tuttuğunun bir kanıtıdır. Lale, antik
çağda da saflık, temizlik, kutsal ruh, zenginlik ve
Hz. Meryem'i temsil ediyordu. Günümüzde de gerek
Hristiyanlar, gerekse Müslümanlar için kutsal
sayılan bir bitkidir.''
Habertürk, 30.06.2012
|
KOPYA CİNAYETLER

Sinan'ın beton kopyalarının kopyası olan camiler
için mimarinin 'kopya cinayetler'i diyebiliriz.
Türkiye’nin en eski mimari tartışmalarından biri camiler. Çarşamba
Radikal Hayat’ta bu konuyla ilgili bir dosya
yayımladık. Mimar Ahmet Turan Köksal’ın hazırladığı
‘camigor’ adlı blog hakikaten ilginç. İçinde neler
var neler; herkes güzel ya da absürd bulduğu
camilerin fotoğraflarını yüklemiş. Ama neye göre
güzel ya da absürd? Böyle de bir mesele var.
Başbakan’ın Çamlıca Tepesi’ne devasa
bir cami yaptırma fikri, bütün
çılgın projelerinden farklı bir
yerde duruyor. Çünkü bu, neredeyse
bir ‘selatin camii’ projesi.
Malum, ‘selatin camileri’ Osmanlı
padişahlarının kendi adlarına
yaptırdıkları o görkemli yapılara
verilen ad. Sultanın gücünü ve
ihtişamını gösteren bu yapılar, aynı
zamanda yaptıranların İstanbul’un
siluetinde kalıcı birer yer
edinmelerini de sağlar.
Fakat bu ihtişam meselesinin de
İslam’ın ruhuna pek uymadığı ortaya
çıktı. Muhafazakar kesimin etkili
kalemlerinden Ahmet Turhan Alkan’ın
“Başbakan’ı severim; Çamlıca’yı daha
çok severim” başlıklı Zaman’daki
yazısını okuyun, anlarsınız.
Kendisinden dünkü dosya için
beğendiği ve beğenmediği camilerin
bir listesini istedik. Ankara’da
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın
yaptırdığı cami de Alkan’ın ‘olumsuz
örnekler’ listesinde yer alıyordu.
Oysa ben, o camiyi gördüğümde
beğenmiştim.
Ne de olsa Sinan taklidi değildi
ve özgün bir mimarlık arayışı
gösteriyordu. Ama belli ki Ahmet
Turan Alkan, öncelikle ‘görkemli’
olduğu için bu camiyi hiç sevmemiş.
Yıllardır seri şekilde üretilip
çevremizi saran camilerin çoğu,
Sinan’ın beton kopyalarının da
kopyaları. Bu nedenle onları
mimarlık adına ‘kopya cinayetler’
diye tanımlamak büyük olmaz gibi
geliyor bana. Kopya cinayetlere
dahil olmayan, mesela Vedat
Dalokay’ın İslamabad’daki Şah Faisal
Camii, yıllardır bir efsanedir.
Ankara’daki kopya cinayet Kocatepe
Camii yerine bir ara onun yapılması
düşünülmüş... Ama Dalokay’ın bu ‘çok
modern’ camisini de beğenmeyenler
var. Mesela mimarlık çevrelerinin
önemli isimlerinden Uğur Tanyeli,
gereksiz ve anlamsızca kubbeyi yere
koyduğu’ için bu caminin de makbul
olmadığı görüşünü savunuyor. Tanyeli
bu fikri, mimar Turgut Cansever’e
referansla aktarıyor...
Benden geçer not alan Diyanet
Camii, belli ki ne Ahmet Turan
Alkan’ın ne Uğur Tanyeli’nin gözüne
girebilir. Yani hepimiz, ‘kopya
cinayetler’e karşıyız, ama yerine ne
konacağı tartışmalı. Mesela yine
dünkü dosyada görüşü yer alan mimar
Emre Arolat’ın da bir cami projesi
var. Büyükçekmece’deki Sancaklar
Camii sadece birkaç duvardan ibaret
gibi görünüyor çünkü neredeyse
tamamen yeraltına doğru iniyor.
Gerçekten çok farklı bir proje, ama
eminim Sancaklar Camii’ni de
beğenmeyecek çok kişi vardır.
Camiler ibadet etsin ya da
etmesin herkesi ilgilendiriyor. En
eski, zamana en çok direnen
yapıların dini yapılar olduğu
ortada. Yani bu büyük yapılar, bir
kez inşa edildikten sonra belki
yüzlerce yıl yaşadığımız kentin
görüntüsünü belirleyen en önemli
unsurlar olarak kalıyor. Bir mimari
tartışma olarak bu işin daha çok
uzun zaman devam edeceği muhakkak.
Ama şimdilik ‘kopya cinayetler’e
karşı çıkıp, ihtişamdan kaçınmak
konusunda bir ortak akıl oluşmuş
görünüyor. Bakalım Çamlıca’da neler
olacak.
Arkitera, Yazı: Derya Yazman, 29.06.2012
|
ROMA'YI YAKANLAR VE AGORA'YI YIKANLAR
Hayır, bu
hafta sanat yaz(a)mayacağım. Agorası olmayan şehrin
sanatı olamaz. İstanbul'un bir agorası varsa,
Tarlabaşı var diye var. Tarlabaşı yoksa, agora da
yok.
Siz, agorayı yıkıyorsunuz.
Halbuki bize dediniz ki, yıkmayacağız.
Yıkmayacaktınız da şayet, dozer hatası mı
gördüklerimiz? Sağından bakıyorum, solundan
bakıyorum, altına geçip bakıyorum, üstüne çıkıp
izliyorum, göz var izan var, olmuyor. Söylediğinizle
yaptığınız birbirini karşılamıyor. Her açıdan siz,
agorayı yıkıyorsunuz.
Halbuki bize dediniz ki, koruyacağız.
Koruyacaktınız da şayet, kim çaldı o rölyefleri,
payandaları, pirinç kapıları, giyotin pencereleri,
volta tavan döşemelerini balyozla indirerek mi
koruyorsunuz agorayı? İçlerine girip dışarıya
bakıyorum, dışarıya çıkıp içeriyi izliyorum, aklın
yolu bir, tutmuyor. Her açıdan siz, agorayı
yıkıyorsunuz.
Halbuki bize dediniz ki, kültürel miras. Kültürel
miras ise şayet, hangi arkeoloji, hangi tarih, hangi
mimari, hangi sosyoloji, hangi antropoloji, hangi
psikoloji açıklayabilir bu kültürel katliamı? İki
gözümü birden kapatıyorum, ruh gözüm görüyor. Bu
kente verdiğiniz tarihsel zarar hiçbir kültürel
miras anlayışına uymuyor. Her açıdan siz, agorayı
yıkıyorsunuz.
Bir süredir ciddi ciddi tazminat davası açmak
istiyorum, savaş suçudur demek istiyorum, cinayettir
demek istiyorum, talandır demek istiyorum, ama tüm
bunları desem dahi size kimsenin dokunmayacağını iyi
bildiğim için Allah'a havale ediyorum. Allah'ın
kitabında var mı medeniyet yıkmak?
Medeniyet yıkıyorsunuz.
20. yüzyılın Doğu Avrupa'daki en emsalsiz sivil
komplekslerini yerle bir ediyorsunuz. Üstelik buna
çağdaş kent anlayışı diyorsunuz. Hayatınızda hiç
"çağdaş kent" gördünüz mü(?) bilmem. Görmek
isterseniz şayet, İstiklal Caddesi'ne döşediğiniz
kaldırım taşlarının üzerinde biraz yürüyün derim, o
yüzen taşların altından paçalarınıza sıçrayan ÇAMUR,
sizi çağdaş kentte hissettirecek.
Haletiruhiyesine vurulduğum için senelerdir
(itinayla) o mahalleye yakın yaşamama rağmen, yine
de hiçbir zaman Tarlabaşı'nın olduğu haliyle kalması
gerektiğini savunanlardan olmadım. Çünkü malum hali
de bir başka BÜYÜK TALANIN sonucuydu ve Cumhuriyet
Dönemi'nin burada yarattığı tahribatın arkasında
durmayı vicdanıma yediremezdim. Geçirdiğim tüm
ikilemlere rağmen duvarları geleceğe taşımayı,
oradaki direnişe yeğledim. Yeter ki duvarlar,
kurtulsundu... Çünkü o duvarlara bir özür borcumuz
vardı.
Siz duvarları da bırakmadınız.
Yıkıma, son dönem yapısı olan eski Akbank binası
ile başladınız, o noktaya kadar olası görünmekteydi,
fakat geçtiğimiz haftalarda yukarıda gördüğünüz
sıradaki binaların sağdan ilk üçünü de yıktınız!
O evler sağlamdı, döşemeleri sağlamdı, bazı
dairelerde tavan işlemeleri dahi durmaktaydı,
biliyoruz ki hepsi Anıtlar Kurulu'nun
korumasındaydı, en azından ana cephelerini
yaşatacağınızı söylemiştiniz, üstelik bizlere
gösterdiğiniz proje maketlerinde bu üç bina (da)
sapasağlam ayaktaydı.
O apartmanları neden yıktınız?
Arka sokaklarda durum görünenden de vahim,
anlıyoruz ki siz her şeyi yıkma noktasındasınız.
Binaların bir kısmı verdiğiniz zarardan dolayı şu
anda zaten kendiliğinden yıkılmaya başladı, ayakta
kalmayı başaranların ise statiği tamamen bozulmuş
durumda...
Organik malzeme kullanılarak yapıldıklarını
bildiğiniz halde o binaları yağmur altında aylarca
çıplak bıraktınız, bilerek çatılarından devasa
delikler açtınız ve iç döşemelerini balyozlarla
kırarak su almalarını sağladınız. Şimdi hepsi
yıkılıyor! Halbuki bizlere hiç böyle
anlatmamıştınız.
Bilinçli yapıyorsunuz ve süreç gösteriyor ki; gün
be gün dayanamadılar diyeceksiniz, süreç gösteriyor
ki; dozer hatasına getireceksiniz, süreç gösteriyor
ki; sağdakini yıkarken soldakini "yanlışlıkla"
yitireceksiniz. Süreç, sizi işaret ediyor.
Sayın Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah
Demircan, size söylüyorum.
Siz her sabah kumral saçlarınıza fön çektirirken,
siz her hafta Beyoğlu Konakları denen dekor
müsveddelerini yeniden açarken, üç beş sonradan
görme modacıyla el ele veren siz, Serdar-ı Ekrem
Caddesi'nden ibaret sandığınız bu semti hepimizden
çok sever ve sahiplenirken, hatta şu sıralar Amberin
Zaman ile bir olup Galata'da gençler siesta yapıyor
diye cinnet nöbetleri geçirirken, başkanı olduğunuz
ilçenin agorası YIKILIYOR! Bir yüzyılın hafızası
dozerlerin altında kalıyor, bu semt tarihinin en
büyük işgal ve talanını yaşıyor. Siz varken.
Tarlabaşı Projesi ile bu şehri fena halde
kandırdınız. Bu şehir size hiç yalan söylememişti
üstelik, tüm çıplaklığıyla anlatmaktaydı derdini,
ilacı belliydi, hiç zor değildi.
Buraların öksüz kızıydı Tarlabaşı. Siz o kızı
evlat edinip sahiplenmek yerine, sırtından
hançerlediniz.
Ne diyeyim? Vebali var bunun... Boynunuzda.
Arkitera, Yazı: Bahar Bayhan, 29.06.2012
|
ALLİANOİ İÇİN DERS GİBİ KARAR

Sular altında bırakılan Allianoi ören yerinin
adının, yapılması planlanan kültür ve turizm
projesine verilmesine Danıştay karşı çıktı.
TMMOB Şehir Plancıları Odasi'nın açtığı,
"İzmir-Bergama-Allianoi-Manisa-Soma-Menteşe Termal
ve Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi"
projesinin iptali davası sonuç verdi. Danıştay 6.
Dairesi'nin verdiği kararda, "burada önemli nokta,
davanın konusunu oluşturan Kültür ve Turizm Koruma
Gelişim Bölgesi'nin adını Allianoi'den almasıdır.
Ancak baraj gölü ile birlikte Paşa Ilıcası da yok
edilmektedir. Bu durumda Kültür ve Turizm Koruma ve
Gelişim Bölgesi'ni hiçbir anlamı kalmamaktadır'
denildi.
Birinci derecede sit alanı olan Allianoi geçtiğimiz
yıl, yurtiçinden ve yurtdışından gelen tepkilere
rağmen Yortanlı barajının su tutmasıyla yok
edilmişti. Çevre ve Orman Bakanlığı, Allianoi'yi
sular altında bırakırken, Kültür ve Turizm Bakanlığı
ise Allianoi'nin ismini kullanarak, bölge için proje
hazırladı.
Allianoi Plan Dışında Bırakıldı
1/25.000 ölçekli çevre düzenleme planına göre,
Allianoi antik termal ve sağlık yerleşimi ile proje
aynı alanda bulunuyor. Buna karşın Yortanlı baraj
gölü ve Allianoi 1/25.000 ölçekli çevre düzenleme
planının dışında bırakıldı. Oysaki Paşa Ilıcası
olarak bilinen ve İzmir 11 numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu'nun 14 Mayıs 2003 tarihli
kararı ile belirlenen Allianoi 1. derecede sit alanı
ve Yortanlı Barajı suları altında bırakıldı.
Danıştay 6. Dairesi de verdiği kararda, plan içinde
yer alan 1. derecede sit alanı Allianoi bir yandan
yok edilirken, bölgede kültür ve turizm kuruluşu
yapılmasının geçerliliği olmadığı ifade edildi.
Geçerliliği olmayan proje
Kararda şu görüşlere yer verildi: "Bilirkişi
Kurulumuz,
İzmir-Bergama-Allianoi-Manisa-Soma-Menteşe Termal ve
Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi'nin hangi
nedenlerle belirlendiğini anlayamamaktadır. Bölgenin
en kuzeydoğu ucunda bulunan erişimi zor, su debisi
ancak kendisine yetebilen, düşük nitelikteki Menteşe
Kaplıcası dışında bir termal merkezi besleyebilecek
kaynak ya da kaynaklar bulunmamaktadır. Bölgenin en
güney ucunda ise Paşa Ilıcası olarak ve Allianoi
kentinin temelini oluşturan kaynak baraj gölü
altında kalmaktadır. Dolayısıyla
İzmir-Bergama-Allianoi-Manisa-Soma-Menteşe Termal ve
Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi'nin
temelini ve adını oluşturan kaynak yok olmaktadır."
Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 29.06.2012
|

|
BİLİM DÜNYASI ŞAŞKIN
"Science" dergisinde yayımlanan makalede, Ciangsi eyaletinin Şianrendong Mağarası’nda bulunan çömlek parçalarının yaklaşık 20 bin yıllık olduğu belirtildi.
Çömleğin yemek pişirmek ve mayalı içecekler hazırlamak için kullanıldığı sanılıyor.
Kısa süre öncesine kadar ilk çanak ve çömleklerin yaklaşık 10 bin yıl önce, insanoğlunun ataları bir yerde uzun süre kalıp tarımla uğraşmaya başladıktan sonra yapıldığı düşünülüyordu.
Toprak kap yapımının sanılandan 10 bin yıl önce ilk kez Çin’de başladığını gösteren çömleğin 20 santimetre yüksekliğinde ve 15-25 santimetre çapında olduğu düşünülüyor.
Habertürk, 29.06.2012
|
TARİH İZNİK'TE YÜKSELİYOR

Üç ayrı medeniyete başkentlik yapmış İznik, Roma
Tiyatrosu ile dünya turizmine açılmayı hedefliyor.
Çalışmalarla ilgili bilgi veren Harput,
restorasyonun tiyatroyla sınırlı kalmayacağının da
müjdesini verdi.
Vali Şahabettin Harput’un talimatı ve İl Özel
İdaresince başlatılan çalışmalarla gün yüzüne
çıkarılan İznik Antik Roma Tiyatrosu’nda sona
yaklaşılıyor. Bursa’yı dünya turizmine açmanın en
önemli unsurlarından birinin de İznik Antik Roma
Tiyatrosu’nun gün yüzüne çıkarılması olacağını
belirten Vali Harput, “Hıristiyan alemi için
stratejik öneme sahip Roma Tiyatrosu başta olmak
üzere ilçenin diğer tarihi eserleri Bursa’nın
turizminin yeni yüzünü oluşturacaktır. Bu kültür
mirasının 800 yıl aradan sonra gün yüzüne
çıkarılması insanlık adına önemli bir gelişmedir.
İznik’in etrafını çevreleyen surların da bu yıl
onarımına başlamak istiyoruz. Ancak çıkan bazı
kamulaştırma prosedürlerinin mahkemece
neticelenmesini bekliyoruz.” dedi.
Öte yandan, antik tiyatroda İl Özel İdaresi’nce 400
bin lira ödenek sağlanmasıyla devam eden
çalışmalardaki kazı ve temizleme işlemleri sırasında
enteresan bulgulara da rastlanıyor. Tiyatronun
içinde ve çevresinde gladyatörlerin kaldığı özel
odalar ve sanatçıların kaldığı kulis odaları ortaya
çıkarıldı. Çevre güvenliği alınarak büyük bir
titizlikle çalışmaların sürdürüldüğünü belirten İl
Özel İdaresi Genel Sekreteri Bilal Çelik, Buradaki
çalışmanın bittiğinde, sadece İznik’e ilk etapta 200
bin turistin gelmesini umut ediyoruz. Asıl hedef
yılda İstanbul’a gelen 15 milyon turistin önce İznik
dolayısıyla da Bursa’ya bir kısmının gelmesini
sağlamaktı” diye konuştu.
Bursa Hakimiyet, 29.06.2012
|
NİĞDE KINIK HÖYÜK'TE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Niğde’nin Yeşilyurt beldesi sınırları içerisinde
bulunan Kınık Höyük’te 2012 yılı kazı çalışmaları
başladı.
Niğde Üniversitesi’nden (NÜ) yapılan açıklamaya
göre, Niğde Valisi Alim Barut, İtalya’nın Türkiye
Büyükelçisi Gianpaolo Scarate ve Rektör Yardımcısı
Prof.Dr. Murat Alp, kazı çalışmalarını yerinde
inceleyerek bilgi aldı.
NÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm
Başkanı Yrd. Doç.Dr. Mehmet Ekiz, 2012 yılı Kınık
Höyük kazılarının ikinci yılının daha önceki
açmalara ilave edilen yeni açmalarla 2011 yılından
beri devam ettiğini, ilk yıllarda yapılan yüzey
araştırmaları ile jeo-magnetik ve jeo-radar
ölçümleri doğrultusunda tespit edilen alanlar da
kazının sürdürüldüğünü belirtti.
Farklı alanlarda devam den kazılardan ilkinde,
Kınık Höyüğü’nün kuzey yamaçlarındaki yerleşimi
çevrelediği düşünülen anıtsal sur duvarlarına ait
ilk izlerin devamının ortaya çıkarılmaya
çalışıldığını ifade eden Ekiz, höyüğün tepe
kesiminde ki ikinci alanda ise jeo-manyetik ve
jeo-radar ölçümlerinde varlığı görülen anıtsal büyük
yapının ortaya çıkarılmasına devam edildiğini
belirtti.
Ekiz, bu alanın doğusundaki bölümde yapılan
kazıda ise yeni duvarların ortaya çıkarıldığını
vurguladı.
haberler.com, 28.06.2012
|
AĞLI'DA ARKEOLOJİK
ÇALIŞMALAR

Ağlı`nın Selmanlı
Mahallesi sınırları için izinsiz yapılan bir kazı
sonucunda ortaya çıkan tarihi eserler gün yüzüne
çıkarılıyor.
Kastamonu
Vali Erdoğan Bektaş Ağlı`ya gelerek Kaymakam ve
Belediye Başkanı'yla birlikte tarihi eserleri
inceledi. Yetkililerden bilgi aldı. Valimizi
bilgilendiren Kastamonu Müzesi Müdüresi Nimet Bal ve
Karabük Üniversitesi arkeologları çevrede başka da
tarihi eserlerin çıkabileceğini belirterek farklı
noktalarda da kazı çalışması başlatacaklarını
belirttiler. Zonguldak Kömür İşletmeleri'nden gelen
mühendisler alanın röntgenini çektiler. Çalışmasını
tamamlayarak ilçeden ayrılan bu ekip yaklaşık 10 gün
içinde bir rapor hazırlayarak yetkililere
sunacaklarını belirttiler. Kendisiyle görüştüğümüz
konunun uzmanları buradan gelecek rapor
doğrultusunda "Çalışmalarımız farklı alanlarda
yoğunlaşabilir" dediler.
Kastamonu Postası,
28.06.2012
|
.. |
TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org |
Copyright©1998 TAY Projesi |
|