Eylül '12 Arşivi |
30 Eylül - 6 Ekim 2012 |
|
TARSUS AMERİKAN KOLEJİ TARİHİ TOPRAĞA MI GÖMÜYOR? Şu sıralar Amerikan Koleji, eski Askerlik şubesinin olduğu yerde bir yeni bina yaptırmaya başladı. Bu binanın olduğu yer çok büyük bir alan ve Gözlükule ye yakın olması nedeniyle de buranın altında tarihi eser olduğu iddiaları gündemde. Bu hususta bazı basın yayın organlarında da iddialar yer aldı. Ancak bu iddia ve haberlere her nedense yetkililer bir cevap vermedi. Şu an buranın sismik fotoğrafları var mı, altta tarihi eser bulunuyor mu, eser çıkabilir mi, neden tam kazı yapılmadan sadece sondaj yada çakma usulü beton dökülüyor gibi sorular gündemde. Kafalarda soru işareti kalmaması için bu sorulara açıklama yapılması bekleniyor. Yoksa ileride buranın altında tarihi eser olduğu belirlenecek olursa, kolej yetkilileri zan altında kalacaktır. Tarsus Online Haber, 05 Ekim 2012 |
|
ANTALYA-DEMRE İLÇESİ’NDEKİ AZİZ NİKOLAOS KİLİSESİ KAZI VE ONARIM ÇALIŞMALARI
Aziz Nikolaos Kilisesi’nde 19. yüzyıldan bu yana yapılan en kapsamlı mimari koruma ve onarım çalışmaları, 2012 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Antalya Müzesi başkanlığında, Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Sema Doğan’ın bilimsel danışmanlığında başlatılmıştır. Haziran ayında başlatılan çalışmalar Hacettepe Üniversitesi öğretim üyeleri ve öğrencileri ile Demre’li işçilerle yıl sonuna kadar sürdürülecektir. Kilisenin daha önce tamamlanmış olan koruma ve onarım projesi ile tamamlanmak üzere olan yeni çevre düzeni projesi, 2012 yılı Europa Nostra Koruma ve Onarım Ödülü sahibi Mimar Cengiz Kabaoğlu-KA.BA Mimarlık tarafından hazırlanmıştır. Restorasyon çalışmaları Türkiye’deki çok sayıda onarım projesini hayata geçirmiş olan Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Bekir Eskici yönetiminde Restoratör Aslan Çakır ve ekibinin uygulayıcılığıyla yürütülmektedir.
Kilise’de devam eden koruma ve onarım çalışmalarının yanı sıra bu yıl ilk kez ziyaretçilere yönelik gezi güzergahı, açıklama panoları gibi müze düzenlemeleri yapılmış, yeni bir rehber kitabın yayım hazırlıklarına başlanmıştır.
Antalya ili Demre (antik Myra) İlçesi'ndeki Aziz Nikolaos Kilisesi Ortodoks inancının en kutsal kişilerinden olan Aziz Nikolaos’a adanmıştır. Aziz Nikolaos, 4. yüzyılda Patara’da doğmuş, Myra’da piskoposluk yapmış ve bu kentte ölmüştür. Yaşamı boyunca denizcilerin, fakirlerin, çocukların ve gençlerin koruyucusu olan aziz, mucizeleriyle yaşadığı dönemde iz bırakmıştır. Ölümünden sonra mezarına çok sayıda ziyaretçi gelmeye devam etmiştir. Daha sonra Azizin mezarı üzerine inşa edilen Kilise 6. yüzyıldan bu yana Hıristiyanların ve özellikle Ortodoksların çok önemli bir ziyaret yeri olmuştur.
19. yüzyılda Rus Arkeoloji Enstitüsü’nün kazı çalışmaları sonucunda Kilise topraktan arındırılmış ve üst örtüsü yenilenmiştir. 20. yüzyılda Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Antalya Müzesi yapıda bir süre çalışmalara devam etmiştir.
Kilise’deki kazı çalışmaları, 1989 - 2009 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi, Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. S. Yıldız Ötüken’in başkanlığında sürdürülmüştür. Kazılarda kilisenin çevresinde Ortaçağ’da inşa edilen manastır kuruluşunun çeşitli ek yapıları bulunmuştur. Bu yapılar 11. yüzyıl sonu-12. yüzyıl başlarında Myros Çayı’nın taşması sonucu yaşanan sel nedeniyle yaklaşık 6 m. yüksekliğindeki toprak altından ortaya çıkarılmıştır. Yapılar arasında Piskoposluk Sarayı (Episkopeion), kutsal gömü yeri, mür yağının kutsandığı tören odası (Myrophylion) ve kutsanmış yağların muhafaza edildiği bölüm (Myrophylakion), keşişlerin kaldığı ya da hacıların konakladığı mekanlar öne çıkar.
Aynı yıllarda kazı çalışmalarıyla eş zamanlı restorasyon ve mimari belgeleme yapılmıştır. Kilisenin güneydoğu mezar odasında ve iç nartekste Aziz Nikolaos’un yaşamını ve mucizelerini konu alan duvar resimlerinin koruma ve onarım çalışmaları Restoratör Rıdvan İşler tarafından, mimari belgeleme Cengiz Kabaoğlu KA.BA Mimarlık tarafından tamamlanmıştır. Mimari belgeleme ve duvar resimlerinin onarımları Vehbi Koç Vakfı, Onassis Vakfı ve Samuel Kress Vakfı’nın destekleriyle gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte bilimsel araştırmalara ağırlık verilmiş, Prof.Dr. Yıldız Ötüken’in danışmanlığında sonuçlanan çok sayıda doktora tezi kilisenin mimari ve kazı buluntularını konu almıştır.
Son yıllarda giderek artan ve 2011 yılında 500 binin üzerinde ziyaretçinin geldiği yapının acil koruma ve onarım ihtiyacı ortadadır. Prof.Dr. Sema Doğan, Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü, 05.10.2012 |
|
HAMAMDA YAP-BOZ MU UYGULANIYOR?
|
|
TARİHİ CAMİ SİT ENGELİNE TAKILDI
İzmir'in merkez camilerinden olan ve onlarca Müslüman’ın ibadet için geldiği, her gün yüzlerce turistin de ziyaret ettiği, İzmir'in merkezi Saat Kulesi’nin karşısındaki tarihe meydan okuyan Konak Camii'ne gelen vatandaşlar tuvaletin bulunmaması, bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle ibadetini yapamıyor. Camiyi geliştirmek, ihtiyaçlarını gidermek için kurulan dernek yetkililerinin ise cami imamı tarafından kapı dışarı edildiği iddia edilirken, caminin sit alanı içinde olması dolayısıyla tadilatının mümkün olmadığı öğrenildi.
Mehmet Paşa kızı Ayşe Hatun tarafından 18'inci yüzyılda Konak Meydanı’nda inşaa edilen, çinileri ve sekizgen planıyla dikkatleri çeken, İzmir’in en zarif camilerinden Yalı (Konak) Camii'nde tuvaletin bulunmaması vatandaşların tepkisini çekiyor. Yapıldığı dönemde tuvaletli olarak inşaa edildiği öğrenilen ancak daha sonra yıkılan ve yerine yenisi yapılmayan tuvalet nedeniyle camiye ibadet için gelen onlarca vatandaş geri dönmek zorunda kalıyor. Çünkü camide abdest alınamıyor. Görenleri de şaşkına çeviren tarihi camideki bu eksiklik akıllara “Tuvaletsiz cami olur mu” sorusunu getiriyor. 8 köşeli olma özelliğiyle Türkiye'de ilk olan Yalı Cami belediyeler tarafından da kapsam dışı bırakılınca, İzmir göz göre göre önemli bir tarihi değerini daha kaderine terk ediyor. Camide herhangi bir bakım, onarım veya tadilat yapılamıyor çünkü cami SİT alanı içinde yer alıyor.
Konuyla ilgili yardımda bulunmak üzere Ayşe Hatun Camii ve çevresi güzelleştirme derneğini kurduklarını anlatan ve bununla ilgili yetkili birimlerden de destek isteyen ancak isteklerinin karşılıksız kaldığını ifade eden 73 yaşındaki emekli tarih öğretmeni Yaşar Tanrısevdi, “Amacım camiye gelen vatandaşların rahat ve huzurlu bir ortamda abdest alarak, ibadetlerini yerine getirebilmeleri. Ancak beni ve dernek üyelerimizi camiye almıyorlar. Tuvaletsiz cami mi olur? Türkiye'nin 8 köşeli belki de tek tarihi camisi olan bu caminin daha güzelleştirilmesini istiyoruz” dedi.
Konak Müftüsü Zeki Aksoy ise emekli öğretmen Tanrısevdi'nin caminin dahi ismi olmayan bir dernek adı altında para talep ettiğini bu yolla farklı camilerden de izinsiz para topladığının öğrenildiğini belirtti. Farklı bir isimle kurulan dernek için para toplanmasının doğru olmadığını ve camide herhangi bir talimatın gerçekleşebilmesi için birçok kurul kararı gerektiğinin altını çizen Aksoy, “Alınması gerekenler, raporlar olmadan orada tadilat yapmak istiyorlar. Durumu anlattık ancak anlamak istemiyorlar. Proje olarak hazırlanmalı, kurullardan geçip onaylanmalı biz de ona göre destek olabiliriz. Camilere gidip farklı camilerden onaysız para topladığı da öğrenildi. Hisar Camisi’ne bile tuvalet yapamıyoruz çünkü sit alanı. Ayrıca Konak Meydanı’ndaki caminin tuvaletinin ne zaman yıkıldığı da bilinmiyor ayrıca Valiliğin önüne, Belediye'nin önüne kimse tuvalet yapmaya da razı olmaz” diye konuştu. Gazete Yenigün, 05.10.2012 |
|
MANİSA'DA TARİHE MAKYAJ
Manisa İl Müftüsü Sinan Cihan, kentin tarihi bir yerleşim yeri olduğunu, il genelinde Anadolu Beylikleri ve Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma çok sayıda caminin bulunduğunu anlattı.
''Kent genelinde tespit ettiğimiz 65 tarihi caminin restorasyonu için çalışma başlattık'' diyen Cihan, şöyle devam etti: ''Bu camilerle ilgili bir dosya hazırlayarak liste halinde Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ve İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne gönderdik. Vakıflar İzmir Bölge Müdürü Kenan İba ile çalışmanın başlamasına ilişkin bir değerlendirme toplantısı yapacağız. Bu toplantının ardından bakım ve onarıma ihtiyacı olan camilerin ele alınmasını en kısa sürede sağlayacağız.''
Restorasyon çalışması yapılacak tarihi camilerin aslına uygun olarak muhafaza edileceğini ifade eden Cihan, bu çalışmaların Manisa'nın turizmine de olumlu yansıyacağını dile getirdi.
Camilerin restorasyonunun ilgili izinler alınmasının ardından belli bir sıra içinde yapılacağını, ödenek konusunda sıkıntı yaşanması halinde bunun aşılabileceğini kaydeden Cihan, şöyle konuştu:
''Eğer ödenek konusunda bir problemle karşılaşırsak bunu da camilerdeki cemaatimizin, halkımızın huzuruna getiririz. Derdimizi onlarla paylaşırız. Halkımız da gerekli ilgiyi gösterir ve bu problemler aşılır. Manisa halkı bu noktada son derece duyarlı. Ben ümit ediyorum ki resmi prosedür tamamlandıktan sonra iş eğer ödeneğe kaldıysa, ödeneksizlik problemi ile karşı karşıya kalmışsak çalışmaların en azından bir kısmını halkımızın katkılarına başvurarak temin edebiliriz.''
Cihan, restorasyon yapılacak camiler arasında Saruhanlı İshak Çelebi tarafından 1366'da yaptırılan Manisa Ulucami, Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Ayşe Hafsa Sultan tarafından 1522 yılında yaptırılan Sultan Camisi ile 3. Murad'ın Mimar Sinan'a 1585 tarihinde yaptırdığı Muradiye Camisi'nin de yer aldığını sözlerine ekledi. Gazete Yenigün, 05.10.2012 |
|
TÜRKİYE ÇAĞDAŞ SANATI PARİS VİTRİNİNDE
Radikal, 05.10.2012 |
|
|
HAYDARPAŞA KORUNACAK YAPI LİSTESİNE ALINDI
ABD merkezli Dünya Anıtlar Fonu (WMF) Haydarpaşa Tren Garı’nı koruma listesine aldı.
Her 2 yılda bir dünya çapında korunması gereken alan ve yapıları World Monuments Watch adlı program çerçevesinde seçen kurum bu yıl 41 ülkeden 67 yer belirledi.
Milliyet, 05.10.2012 |
BOZDOĞAN İHALESİ BU AY
Fatih'te tarihi Bozdoğan Kemeri'nin restorasyonun proje ihalesi bu ay yapılacak. Yıl sonuna kadar hazırlanan projeler, onaylanması halinde restorasyon başlayacak. Kurulun onay vermesi halinde, tarihi su kemeri, seyir amacıyla hizmet verecek. Kemerin her iki yakasında bulunan parklardan giriş ve çıkış yapılacak. Kemere engelli vatandaşların da çıkması sağlanacak. Sabah, 05.10.2012 |
|
İŞTE MONA LİSA!
Leonardo Da Vinci'nin başyapıtı Mona Lisa tablosunun kahramanı olan kadının iskeletinin Floransa'da bulunduğuna inanılıyor. Aziz Ursula Manastırı'nın bodrum katında bulunan iki iskeletten birinin Mona Lisa'ya ait olduğu tahmin ediliyor. Ünlü ressama modellik yaptığı söylenen Mona Lisa Gherardini'nin 1542'de hayatını burada kaybettiği biliniyor. Ancak modellik yapan kişinin sanıldığı gibi Gherardini olduğunu bilimsel olarak kanıtlamak için iskeletin tam olarak incelenmesi gerekiyor. Şimdiye kadar yedi iskelet bulduklarını belirten kazı başkanı Silvano Vinceti, "Eğer her şey planlandığı gibi giderse Gherardini'yi burada bulmayı ve ileri teknolojik yöntemler sayesinde iskeletinden yüzünü oluşturmayı başarmayı umut ediyoruz" dedi. Yüz iskeletini oluşturdukları takdirde hata yapma olasılığının yüzde 4-8 oranında olacağını belirten Vinceti, "Böylece Leonardo'nun Gherardini'yi model olarak kullanıp kullanmadığından emin olabileceğiz" dedi. Sabah, 05.10.2012 |
|
VAKIF ESERLERİ MÜZESİNİ BEKLİYOR
Osmanlı’nın ilk başkenti Bursa’da selatin camiler, tarihi türbeler, eski medreselerden çıkan onlarca hat yazı, kurmalı saat, tombak şamdanlar ve el işi seccadeler, sergileneceği müze mekanını bekliyor. Bursa Valisi Şahabettin Harput’un da yakından ilgilendiği Bursa Vakıf Eserleri Müzesi için en uygun mekan olarak görülen Muradiye Medresesi’nin yıl sonuna kadar İl Halk Sağlığı Müdürlüğü’nden tahliyesi istendi.
Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü bünyesinde toplanmaya başlayan eserler arasında dünyaca ünlü hattatlarımızın imzasını taşıyan levhalarda bulunuyor. Özellikle büyük camilerden depolara alınan Bakkal Arif Efendi, Mustafa İzzet Efendi, İsmail Zühdi, Naim Efendi gibi hattatlarımızın paha biçilemeyen levhaları tozlu raflardan, görücüye çıkacakları günü bekliyorlar.
Bursa için büyük bir kültür hazinesi hükmündeki eserleri, 5 yılı aşkın süredir depolarda tutulmasını bir eksiklik olarak değerlendiren Hattat Mahmut Şahin, "Bursa bir an önce vakıf eserleri müzesine kavuşmalıdır. Muradiye Külliyesi’nde Büyükşehir Belediyesi’nin başlattığı restorasyonla birlikte, Vakıf Müzesi olarak düşünülen Muradiye Medresesi’nin de elden geçirilmesi gerekiyor. Medresenin sahibi Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü tarafından müzeye uygun forma kavuşturulması lazım. Vakıfların elinde bulunan eski hatların kimlere ait oldukları, neler yazdıkları konusunda detaylı incelemeler, yapmaya da Bursa’daki hattatlar olarak hazırız. Bizim için büyük önem arz eden vakıf malı hatların, teşhirinin vakıflardan sorumlu siyasetçilerimizin olduğu bu dönemde çözülmesi de çok münasip olacaktır" diye konuştu.
Bursa Olay, 04.10.2012 |
|
"OSMANLI ŞEHİRCİLİK MİRASI YOK EDİLİYOR"
Prof.Dr. Cemal Kafadar, önceki gece katıldığı televizyon programında İstanbul ’da ve başka kentlerde sürdürülern kentsel projelerin Osmanlı şehircilik mirasını yok ettiğini söyledi. Kafadar, bu konuda ses çıkaran herkesi de ‘kamuoyu oluşturmaya’ çağırdı.
Çok büyük bir kamu hazinesi olarak gördüğüm, kamu hakkı olarak savunmak istediğim, Osmanlı şehircilik mirası yok ediliyor. Bununla ilgili olarak şu veya bu projeye ses çıkartanların kamuoyu oluşturmak için çalışmalarını öneriyorum.” Cumhriyet’in ilk yıllarında Osmanlı tarihine yönelik bir ‘diyet’ uygulandığını söyleyen Prof. Kafadar, “Şimdi ise bir tarih oburluğu var. Hatta obeziteye doğru gidiyor. Tarih hızla metalaşıyor” yorumlarını yaptı. Radikal, 04.10.2012 |
|
MÜZEKART'A KAZA SİGORTASI DA EKLENDİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Türkiye Seyahat
Acenteleri Birliği (TÜRSAB)’nin uygulaması
Müzekart’a kaza sigortası da eklendi.
Müzekart satın alan kişiler, sigorta kapsamlarını ve diğer olası sorularını 444 0 665 numaralı çağrı merkezini arayarak öğrenebiliyorlar.
Müzekart'ın satış fiyatları şöyle: Müzekart+ (50 TL), Turizm Gazetesi, 04.10.2012 |
|
|
FAHREL NİSA ZEYD TABLOLARINA REKOR FİYAT
Lordra’daki Bonhams Müzayede Evi’nde düzenlenen İslam ve Hint Sanatı Açık Artırması’nda satışa sunulan Fahrelnisa Zeid tabloları 2 milyon paunddan fazla bir fiyata alıcı buldu.
Zeid’in ailesinin eski bir çalışanı tarafından bulunan ve ressamın 1940’tan 1970’lere kadar ürettiği defter ve taslaklarının da olduğu 150 parçalık koleksiyonun hepsi satıldı.
Bunun Zeid için bir rekor olduğunu belirten müzayede evi başkanı, koleksiyon duyurulur duyurulmaz salonda amansız bir rekabetin başladığını, telefon ve internetten de satışa katılanlar olduğunu söyledi. Radikal, 03.10.2012 |
TIP TARİHİNİN İLK PROTEZLERİ BULUNMUŞ OLABİLİR
İngiltere’nin Manchester Üniversitesi’nde araştırmacı olan Dr. Jacky Finch, keşfedilen parmakların kozmetik amaçlara mı hizmet ettiğini, yoksa kullanan kişinin yürümesine mi yardımcı olduğu konusunda araştırma yaptı. Bilim insanları, antik Mısırlıların ölen kişinin mezarına geleneksel olarak sahte vücut parçaları koyduğunu bilse de, bu parçaların sadece bir ritüelin parçası olmakla kalmayabileceği ileri sürüldü.
Finch, araştırması hakkında, “Bulunan parmakların hangi amaca hizmet ettiğini anlamak için Mısır bilimi uzmanlarına danışmanın yanı sıra protezlere ilişkin bilgisayar modellerine dayanan analizler gerçekleştirmemiz lazım” dedi. Finch, ayak baş parmağı olmayan iki gönüllünün yardımıyla, bulunan sahte parmakların insan ayağına uyup uymadığını kontrol etti.
Salford Üniversitesi’nin Rehabilitasyon ve İnsan Performansı Aratırma Merkezi’ne bağlı Gait Laboratuvarı’nda gerçekleştirilen testlerde, antik sahte parmakları kullanan gönüllülerin nasıl hareket ettiği kameralar ve bilgisayar programlarıyla takip edildi.
Gönüllülere, ilk olarak ayakkabıyla 12 metre yürümeleri söylendi. Ardından, sahte parmakların yer aldığı sandaletleri giyerek aynı mesafeyi yürümeleri istendi. 10 özel kamara deneklerin hareketini takip ederken, üzerinde yürüdükleri özel mat, adımların basıncını ölçtü. Ölçümler sonucunda, sol ayağa dayandırılan en iyi 10 yürüyüş tespit edildi.
Ölçümler, ilk denek ezilmiş kağıttan yapılan parmağı sandaletli ve sandaletsiz olarak giydiğinde, sol ayak baş parmağının sağladığı bükülme kabiliyetinin yüzde 87’sini sağladığını gösterdi. Ahşap-deri yapımı olan üç parmakla yapılan test ise yüzde 78 başarı oranında kaldı. İkinci deneğin testinde ise sandalet olsun olmasın, protezlerle yüzde 60-63 arasında bir bükülme kabiliyeti elde edildi.
Protez parmakları giydikleri zaman, deneklerin basınç hareketleri aşırı bir değer göstermedi. Bu bulgu, protezlerin kullanımında gerçek dokulara zarar oluşturacak bir olumsuzluğun bulunmadığını gösterdi. Ancak protezlerle beraber kullanılan sandalet tek başına giyildiğinde, ayakta rahatsızlık hissi oluştu.
Finch, “Basınç verileri, ayak baş parmağı eksik olduğu zaman antik Mısırlıların sandalet giymekte zorlandıklarına işaret etti... Tabii ki daha rahat yürümek için çorap veya ayakkabı giyiyor olabilirlerdi. Ancak araştırmalarımız, protez parmaklarla sandalet giymenin çok daha rahat olduğunu gösteriyor” dedi.
Denekler, testlerin sonucunda ezilmiş kağıttan yapılan ve iyi bir kozmetik aksesuarı olduğu bilinen antik parmakla yürümenin daha rahatsız edici olduğunu söyledi. Öte yandan, ahşap-deri parmaklar son derece rahat bulunurken, gönüllülerden bir tanesi böyle bir protez kullanmaya başlayabileceğini ifade etti.
Finch, “Elde edilen sonuçlara bakılırsa, antik Mısır’a ait bazı orijinal eserlerin protez amaçlı kullanılmış olduğunu söyleyebiliriz” dedi. Ntvmsnbc, 03.10.2012 |
|
AKM SORUNU
Önce “yıkılsın!” diye bir gündem oluşturuldu; sonra “yapılsın!” diye; sonunda da “hayır yapılmasın!” diye. Üstelik hepsi de yaygaracı salvolardı. Önce nedendir bilinmez, bir “asık surat” lafı çıktı, “yıkılsın!” yaygarasıyla; oysa bina tam da olması gereken yerdeydi, on küsur milyonluk metropolün tam ortası da sayılan en cazibeli, kozmopolit, ve zengin-fakir, çoluk-çocuk, bütün sınıf ve tabakaları buluşturan boşluğunda, üstelik bu tür binalarda sık rastlanmayan şekilde fuayelerini, yani seyir-dışı avarelik alanlarını o cazip ve esrarengiz boşluğun parıltılı kozmopolitliğine doğru alçakgönüllü cömert ve davetkarca açarak ve beslendiği meydanınkine kendi parıltısını da katarak. İşleviyle uyumlu mekan ve donatı kalitesi ile refah ortamını, meydanın doğası gereği aylaklığa yatkın salaş standartları ile cesurca yüz yüze getiriyordu. Neyse tehlike atlatıldı, ardından binanın yeterli bakım görmemekten eskidiği ve teknik desteğe ihtiyacı olduğu keşfedildi. Üstelik yapacak kişi de piyangodan çıkma bir şansla Ortalıktaydı. Binayı yapan Hayati Tabanlıoğlu’nun mimar oğlu Murat; pekala mimar olmayabilirdi, olsa da ortada olmayabilir bu çetrefil işten kaçıp saklanabilirdi, riskleri ve iş yüküyle üstlendi mirası. 40 yıl öncenin sorumlu uzmanlarını Avrupa’nın köşe-bucağında buldu. Sürpriz bir kaynak da vardı: 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmuştu İstanbul; üstelik müsamere için değil, bu türden işleri üstlenmesi için yapılmıştı; sadece mali kaynağı değil, Korhan Gümüş gibi akıl, mantık ve vicdana gönül koymuş yöneticileri de vardı. İnsanüstü bir gayretle ve devlet bürokrasisindeki enerjik kişilerin de desteğiyle 2010 kaynağının gerekli miktarının AKM’ye ayrılma kararı verildi, ama çilesi bitmemişti binanın! Nasıl olur da diğerleri yetmiyormuş gibi Cumhuriyet’in “Modernin İcrası” projesinin restorasyonu da bu iktidara nasip olurdu, bir bityeniği olmalıydı bu işte, oynanan oyun açığa vurulmalıydı; işte binayı yıkamayan, “Modernin İcrası”na taş koyamayan örümcek kafalı gericiler restorasyon perdelemesiyle yok edeceklerdi hem binayı hem de misyonunu.
İşte oyun apaçık ortadaydı: İstanbul’un en nefes kesici açılarından olan çatı katı, bale çalışma salonu yerine lokanta ve seyir terasına dönüşüyordu; giriş katına da CD, kitap müzik, hediyelik kırtasiye satan bir satış noktası bile yerleşecek; yetmiyormuş gibi Taksim manzaralı fuayeleri Baudellaire’e nazire yaparcasına gösteri ve konser dışında da Taksim’in ve Beyoğlu’nun aylaklarına ve daima aylak kalacaklarına açılacaktı.
Giriş katında dolaşımı engelleyen ve mekanın organizasyon mantığına da ters yerleştirilmiş vestiyer kenara çekilerek akış kolaylaştırılıyordu. Zamanında özel imalatla elde edilmiş aydınlatma elemanları ve duvardaki seramiklere kadar yeniden imal etmeye üşenmeyen proje performansının vestiyer kararı proje iptali talebinin gerekçesi yapılarak yüksek mahkemeye kadar gidiliyordu. İptal istemiyle yargıya giden de maalesef ülkedeki kamu yararı önceliğinin son militan savunucularından Mimarlar Odası gibi bir kurum oluyordu. Yalnız ve desteksiz kalmanın küskünlüğünün rövanşını proje çizimlerini yüksek mahkemelere sunulacak birer hukuki doküman ve delilden ibaret görerek alıyordu adeta Oda. Mimarlıkla zıtlaştığı aşikar bir deformasyonun esiri oluyordu bu tutumuyla, aklıselimiyle hep güven kaynağı olmuş Mimarlar Odası.
Böylece meslektaş babayla kurduğu empati kadar, çocukluğu ve gençliğinin başat mevzuu binayı iyi okumaya olan güvenine de dayanarak riski ve angaryası bol bir işe cesurca ve hesapsızca girişen Murat Tabanlıoğlu gibi Türkiye'nin en kapasiteli mimarlık ekiplerinden birini kurmuş, en iddialı, performansı yüksek ve lider karakterli üyelerinden biriyle karşı karşıya kalmış oluyordu Oda. Peki, ne malum teknik olarak yerinde kararlar aldığı ve Oda'nın binaya ve proje paftalarına yeterli dikkat ve konsantrasyonu veremediği? Tartışmasız kanıtı denemese de, mimaride çoğu zaman rastlanamayacak türden apaçık bir belirtisi Karaköy'de ve önündeki caddeye adını vermiş görkemli binanın dördüncü katında duruyor. Garanti Bankası'nın kültürel etkinlikler düzenlemek üzere kurduğu SALT'ın Galata binası olarak kullanılan Bankalar Caddesi, No. 11'deki eski Osmanlı Bankası Binası'ndaki Kalebodur desteği ve Tabanlıoğlu- Mimarlık katkılarıyla, Pelin Derviş&Gökhan Karakuş küratörlüğündeki "Modernin İcrası: ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ: 1946-1977" sergisindeki 1/60 ölçekli, burada fotoğrafını da bastığım maketten sözediyorum. İki önemli şeyi sergiliyor bu maket: birincisi, tasarlayan mimarın binayı nasıl görerek tasarladığını; ikincisi mimarın, mimarlığın en yoğun emek gerektirdiği kadar en meşakkatli eylem alanı da olan ve anlama ve tasarım becerilerine de sahip olmayı gerektiren işi restorasyona başlamak için sahip olması gereken vizyonu, yani bakış açısını. Mekanı kurmak kadar anlamak için de gerekli formasyonun parçası olan bu mimar bakışı, mekanın hiçbir deneyimlenme açısıyla ve pozisyonuyla örtüşmez. Ama öte yandan da hepsiyle birden ve tek seferde örtüşüverir; her yeri, her şeyi birden, üstelik daha ortada hiç bir şey yokken yani hayat başlamamışken, deneyimlenemezken görüverir; bu nedenle de mimardan başka kimseyle paylaşamayacağı en mahrem dünyasıdır ve bu dünyayı bu kadar cesurca ortaya dökmek kadar dökebilmek de her mimarın harcı değildir.
Evet mimarlığın profesyonellerine yetkin ifade tekniği nedeniyle, amatörlerine de bir mimarın binayı tasarlarken nasıl bir şey gördüğünü sezmeleri için tavsiye ediyorum bu maketi görmelerini; serginin tamamı ise birkaç yıldır kafa şişiren AKM konusunun uğultulu parazit etkisinden uzaklaşmaya teşvik eden yatıştırıcı etkisi nedeniyle görülmeye değer. Sergi 6 ocak'a kadar açık. Peki, Tabanlıoğlu ne yapmış oluyor bu maketi tasarlamakla? Öncelikle yaptığı projenin ve aldığı kararların kanıtı ve teminatı olarak soyadı ile ve binanın çetrefil tarihinin çocukluk yıllarına vurduğu damgayla yetinmeyip projeyi yapanın vizyonuyla kendilerininkinin paralelliğini sunuyor kamuoyuna kanıt olarak. Mimari tasarım düşüncesinin en mahrem katmanını alenileştirerek müttefik arıyor ekibine, bu haklının iziyle haksızın izinin birbirine dolandığı gürültünün orta yerinde. Peki, Oda, onun müttefiki kimlerdi? Önce kendilerini on küsur milyon evsahibi hemşehrinin ve bir o kadar da yerli/yabancı turist misafirin yerine koyup kullanıcı temsilciliğine soyunan bir avuç sanatçının sendikası; sonra da bu konulara doğası gereği uzak olacak yüksek yargının yargıçları. Unutmayalım: bir de, son yüzyıl yapıları korunma deneyiminden yoksun olduğundan, 16. yüzyıl normlarını her katmana taşımaktan başka yapacağı olmayan bir ortamın, bu çaptaki iş deneyimleriyle de pek alışverişi olmamış, tesadüfen biraraya gelmiş birkaç uzman/bilirkişi etiketi. Yeri gelmişken, benzeri işlerde mimari tasarıma ve işin ölçeğine daha alışık formasyon sahipleri ve teknik bilgi/beceri kapasitesi yüksek bilirkişi seçmek gereğini de söylemiş olayım. Mimarın ne yaptığının bile bilinmediği bir ortamda nasıl düşündüğü alenen sergileniyorsa görmeye değer, anlamamaktan korkmadan ve mutlaka destek aranıyorsa; refakatçi olarak bir mimarın ya da mimarlık öğrencisinin eşliğinde
Peki, netice? İma ettiğim gibi yüksek mahkemenin projeyi iptal kararı ve sonrasında, yine süresi dolmuş 2010 Ajansı ile Kültür Bakanı'nın dirayetine bağlı bir hamleyle, tartışmalı kararlardan vazgeçilerek yeniden onaylatılan proje. Yıllar önce tamamen gönüllü olarak zamanında Sakıp Sabancı tarafından Hayati Tabanlıoğlu'na verilmiş bir maddi destek sözü ve her ikisi de bu dünyadan ayrıldıktan sonra bu sözün gönül borcu olarak restorasyon bütçesinin yarısını bakanlıkla paylaşan Güler Sabancı liderliğindeki Sabancı grubundan da aldığı destekle binanın tehlike arzeden teknik donatısını, binanın ilk proje ortağı uzmanları bularak yenileyen Tabanlıoğlu grubu. İki soyadı: Tabanlıoğlu/Sabancı. İki aileden ve iki kuşaktan iki çift özne Hayati/Sakıp, Murat/Güler. Bitince yeniden, korkmadan, gidebiliriz AKM'ye seyretmeye ve dinlemeye.
Bir de Banka: Garanti. Öncelikli vazifesi olmayan bir işle daha uğraşıp bu güngörmüş binanın hikayesini getiriyor sessizce ayağımıza. Son bir sahne daha var, sergiden önce hikayeyi tamamlayan. Bakanlık bürokrasisi binanın sahibi sıfatıyla müelliflik yarışına kalkışıyor Tabanlıoğlu ile Herşey fazlasıyla bile konu oluyor ama Korhan Gümüş ve Serhan Ada'nın tüm çabalarına karşın yeterince konuşulmamış tek şey kalıyor, o da binanın iyi yaşamasının hayati konusu olan: işletme modeli. Bertolt Brecht'in "Kafkas Tebeşir Dairesi" ile sorduğu ve bilge Azdak'a yanıtlattığı sorusunu sorma zamanıdır: "Çocuk (burada AKM) kimindir?" biyolojik annenin mi, ona bakıp büyüten sosyal annenin mi?.. İşte Mimarlar Odası'nın tarihine ve misyonuna uygun bir müelliflik problemi AKM'nin müellifi kimdir? Bakalım Azdak olabilecek mi Oda? Azdak çocuğu iki kolundan anne adaylarına çektirtmiş ve canı yanmasın diye ilk bırakana vermişti. En sonunda artık bilgelik zamanı. 60 yıllık tecrübe akıllı ve makul bir annelik testi kurgulamaya yetse gerek; Murat Tabanlıoğlu sorumluluktan nasıl kaçılmayıp üstüne gidileceğinin iyi ve sağlam bir örneğini vermişti, sıra Oda'da... Taraf, Yazı: İhsan Bilgin, 03.10.2012 |
|
TAKSİM'E KAZMA VURULURSA...
Sorum, İstanbul’da yaşayan veya yolu düşenlere... Son zamanlarda hiç Feriköy-Dolmabahçe tünelini kullandınız mı? Ya da Çağlayan Adliyesi’nden Mecidiyeköy’e yürüdünüz mü?
PROJENİN
ONAYI
NEREDE? Milliyet, Yazı: Mehveş Evin, 03.10.2012 |
|
TARİHİ TÜRBE RESTORE EDİLECEK
Hasankeyf girişinde bulunan İmam Abdullah Türbesi restore ediliyor. Türbe ve minaresinde yapılan yenileme çalışmalarında Ankara’dan gelen dört mimarın görev aldığı belirtildi. Minare kısmında ciddi tahribatın olduğu, türbe güçlendirme ve restorasyon çalışmalarının ardından türbenin tekrar ziyarete açılacağı bildirildi. Güçlendirme ve restorasyon çalışmalarında orijinal malzemelerin kullanıldığını söyleyen Batman Üniversitesi Öğretim Görevlisi Serdar Akgönül, türbenin Osmanlıların son dönemine kadar birçok kez onarılarak günümüze kadar ulaştığını belirtti. Akgönül açıklamasında, Kültür Bakanlığınca tescilli olan İmam Abdullah Zaviyesi'nin, Hasankeyf ve yöre köylüleri tarafından her yıl Haziran ayının ilk haftasında anıldığını ve hafta boyunca türbe çevresinde adaklar adanarak dilekler dilendiğini ifade etti. Batman Gazetesi, 03.10.2012 |
|
GÖBEKLİTEPE ÇALIŞTAYI
''Göbeklitepe Çalıştayı'' kapsamında yurt içi ve dışından gelen arkeologlardan oluşan grup, Göbeklitepe kazı alanını ziyaret etti.
Prof.Dr. Klaus Schmidt,
bölgede 17 yıldan bu yana kazıların devam ettiğini
anımsatarak, insanlık
tarihine yön verici buluntulara rastladıklarını
söyledi. Kazı alanında elde ettikleri verileri
meslektaşlarıyla paylaştıklarını dile getiren
Schmidt, şunları kaydetti: Diyarbakır'ın Bismil
İlçesi'ndeki ''Kortik
Tepe'' de gerçekleştirilen kazı heyetinde yer alan
Dr. Marion Benz de Göbeklitepe'de insanlık tarihini
değiştirecek buluntulara rastlandığına değinerek,
kazıların sonuçlarını merakla beklediğini,
buluntuların daha da artmasının muhtemel olduğunu
vurguladı. Dr. Benz, özellikle Neolotik döneme ait
kalıntıların bulunduğu alanın dünyanın en önemli
kazı bölgelerinin başında geldiğini ifade etti. |
|
HALİÇ MANZARALI KARAKÖY PALAS İÇİN BUTİK OTEL MARKALARI KUYRUĞA GİRDİ
Karaköy'de Haliç manzarasına karşı tarihi Karaköy
Palas'tan Ataşehir'e taşınan Halk GYO'nun yerine
şimdilik Halk Faktoring geçiyor. Ancak şirketin
Ataşehir'de hayata geçireceği Finanskent projesi
birkaç sene içinde tamamlanınca Halk Bank ve tüm
kurumları Ataşehir'de toplanacak. Grubun geride
bırakacağı Karaköy'deki tarihi bina ise şimdiden
butik otelcilerin markajında. Halk GYO Genel Müdürü
Kazım Şimşek, birkaç sene sonra boşalacak bina için
şimdiden teklif almaya başladıklarını belirterek,
'Ahu Aysal'ın sahip oldiği Les Ottoman's, The House
Hotel's, Dedeman gibi şirketler binaya şimdiden ilgi
gösteriyor' dedi. Levent'teki arazisine yapılacak
otel yatırımı için Dedeman Grubu ile anlaşan Halk
GYO'nun elindeki en büyük proje ise finans merkezi
projesi. Kazım Şimşek, bu projeyi 'Halk GYO'yu 5 kat
büyütecek ve GYO pazarında ilk 5'e taşıyacak' bir
atılım olarak nitelendiriyor.
Otel için düşünülen başka binalar da var mı? Akşam (Kısaltarak), Haber: Şenay Köşdere, 02.10.2012 |
|
TARİHİ HÜKÜMET KONAĞI RESTORE EDİLECEK
Taşköprü İlçesi'nde Osmanlı Devleti`nin son döneminde yapılan ve Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk`ün 29 Ağustos 1925`te ziyaret ettiği Taşköprü Hükümet Konağı binası restore edilecek.
Taşköprü Kaymakamı Ali Yılmaz, gazetecilere yaptığı açıklamada, 19. yüzyılın sonlarında inşa edilen tarihi binanın doğal görünümüne kavuşması ve günün ihtiyaçlarını daha iyi karşılayabilmesi amacıyla restore edileceğini söyledi.
Yılmaz, ihalenin gerçekleşmesinin ardından yüklenici firmanın 70 iş günü içinde restorasyonu tamamlamasının beklendiğini kaydetti. Kastamonu Postası, 02.10.2012 |
|
HAYDARPAŞA GARI'NIN 'MUHAFAZASI Restorasyonunu yüklenen taşeron firmanın çıkardığı yangınla 'finanslaşmanın' kucağına düşeceği belli olan Haydarpaşa Garı, taşıdığı bütün 'tarihsel ruhuyla' satılığa çıkartılıyor.
Akşam, Yazı: Nihal Kemaloğlu, 02.102.2012 |
|
SELİMİYE CAMİSİ'NİN RÖLÖVESİ ÇIKARTILACAK
Edirne'de
Vakıflar Bölge
Müdürlüğü ve Kültür Bakanlığı'nca
restore edilmiş birçok eser bulunduğunu, diğer
eserleri de restore etmek istediklerini ifade eden
Vali Duruer, ''İlk olarak Hasan Sezai Hazretleri'nin
türbesine başladık. Daha sonra camisini inşa
edeceğiz, sonra da çevresini düzenleyeceğiz. Çok
önemli bir yer. Burasını, Edirne'ye yakışır hale
getireceğiz'' dedi. Yapı, 02.10.2012 |
|
TARİHİ ESERLER TEHLİKEDE
İslam
Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (ISESCO)
Kahire'de düzenlediği kongreye,
Suriye, Ürdün, Filistin,
Tunus ve
Suudi Arabistan'dan uzmanlar katıldı. Cnn Türk, 02.10.2012 |
|
TÜRKİYE'YE 'KÜLTÜREL ŞANTAJ' SUÇLAMASI
Dan Bilefsky imzalı haberde Türkiye’nin bölgenin zengin geçmişinden kalan bir sfenksi ve birçok altın hazineyi geri almayı başardığı vurgulandı. Son olarak Türk yetkililerin bu yaz ‘yasadışı kazılarla elde edildiği’ gerekçesiyle New York’taki Meropolitan Sanat Müzesi’ndeki 18 parça hakkında suç duyurusu yaptığı belirtildi. Yazıya göre, Eylül 2011’de Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü başkanlığındaki bir heyet, 2014’teki bir sergi için ödünç verilecek eserleri görüşmek üzere geldikleri New York’ta ‘şaşırtıcı bir ültimatom’ verdi. Süslü, bir şey ödünç vermeden önce Metropolitan Müzesi’nin koleksiyonundaki 18 eser hakkında bilgi edinmek istediklerini söyledi. New York Times, Türkiye’nin bu ültimatomu şimdi uygulamaya geçirdiğini öne sürdü.
Perge antik kentinden kaçırıldıktan 31 yıl sonra ABD’den Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bindiği uçakla getirilen ’Yorgun Herakles’ (Herkül) heykelinin üst kısmı daha sonra Antalya’daki alt kısmıyla birleştirilmişti.
Troya antik kentinden çıkarıldığı belgelenen 24 altın takı da geçtiğimiz aylarda ABD’Deki Penn Müzesi’yle yaqıyan işbirliği kapsamında Türkiye’ye iade edilmişti. Hürriyet, 01.10.2012 |
|
POMPEİOPOLİS ANTİK KENTİNDE KAZI SEZONU SONA ERDİ
Taşköprü İlçesi'nde bulunan Pompeiopolis antik kentinde 2012 yılı kazı sezonunun sona erdiği bildirildi.
Kastamonu Üniversitesi (KÜ) Öğretim Üyesi ve kazı başkanı Prof.Dr. Latife Summerer, yaptığı açıklamada, bu yıl Kastamonu Arkeoloji Müzesi bünyesinde sürdürdükleri kazı çalışmalarının sona erdiğini belirterek, çalışmaların yaklaşık 2 ay sürdüğünü söyledi.
Bu yılki kazılarda ortaya çıkarılan eserlerin, Pompeiopolis`in ne kadar önemli ve büyük bir kent olduğunu gösterdiğini ifade eden Summerer, şöyle konuştu: ``Daha önce jeofizik çalışmaları sırasında tespit edilen yerde yaptığımız açma çalışması sonucunda, bir antik tiyatronun mermer basamaklarını bulduk. Tiyatronun mimari koruma durumu çok iyi. İlerleyen yıllarda buradaki kazı çalışmalarını devam ettireceğiz. Amacımız tiyatro bölümünü tamamen ortaya çıkartmak olacak. Daha tarihleyici somut bir veri elimize geçmemekle beraber, duvarların çok özenle yapılmış olan yapı tekniği ve kalite nedeniyle milattan önce 2. yüzyıl erken Roma döneminde bu yapının yapıldığını düşünüyoruz``
Kazı çalışmalarına 7 ayrı ülkeden uzman ve arkeologların katıldığını vurgulayan Summerer, kazılarda çeşitli üniversitelerde eğitim gören Kastamonulu öğrencilerin çalıştığını sözlerine ekledi.
Taşköprü Belediye Başkanı Hüseyin Arslan da yerel yönetim olarak kazılara ellerinden gelen desteği verdiklerini ifade ederek, özellikle bu yılki bulgulardan oldukça mutlu olduklarını kaydetti. Kastamonu Postası, 01.10.2012 |
|
İLK OSMANLI PULLARINI TÜRKİYE ALSIN
Ağaoğulları, “Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk pulları dünyanın en nadir pulları arasında. Kültürümüzün en değerli parçalarından birinin bir müzayedede dağılması Türk toplumu için bir eksiklik olur” dedi.
Pulları krizde kaybetti
“Tuğralı Pullar haricindeki koleksiyonları sattılar. Ama en değerli tuğralı pullar henüz tek parça. Devletimiz buna sahip çıkmalı. Tek arzum bunu Kültür Bakanlığı’nın alması. Bakan Ertuğrul Günay yurtdışından çok önemli tarihi eserleri vatanımıza kazandırdı. Tuğralı pulları bakanlık alıp bir müze kursa, masrafı 10-15 yılda geri alır. PTT ve holding vakıfları da buna sahip çıkabilir.” Milliyet, 01.10.2012 |
|
MÜZELER ARTIK CEPTEN GEZİLEBİLECEK
Muhteşem Yüzyıl dizisiyle ünü
Türkiye dışına kadar taşınan
Topkapı Sarayı, cep telefonlarıyla yurtdışına
açıldı. İlk olarak
Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi,
Arkeoloji Müzeleri ve Kariye Müzesi’nde
başlatılan uygulama özellikle yabancı turistlerden
yoğun ilgi gördü. İki ay önce başlatılan uygulamayı
İsviçre’den
Hindistan’a, 78 farklı ülkeden 22 bin kişi
kullandı. Cep telefonuna 3.99 TL karşılığında
indirilen uygulamayı en çok kullanan ülke ise
Amerika oldu. Milliyet, Haber: Gizem Karakış, 01.10.2012 |
|
ÇÜRÜYEN KÖŞK
Mustafa Kemal Atatürk'ün Bursa'ya giderken gördüğü ulu çınarın altında 1929 yılında yaptırdığı köşk kaderine terk edilmiş bir şekilde çürüyüp gidiyor. İnşaat sırasında çınar ağacının dalları manzarayı kapatınca ağaca kıyamayan Atatürk'ün talimatıyla yapımı tamamlanmak üzere olan köşk raylarla temelinden 5 metre öteye kaydırıldı. Köşk bu nedenle 'Yürüyen Köşk' diye anılmaya başlandı. Atatürk'ün bir ağaç dalını kesmemek için raylar üzerinde yürüttüğü ve o günden beri bir çevrecilik abidesi olarak anılan köşk yıllarca bakımsız kaldı. 1998'de restore edilen köşk ertesi yıl 17 Ağustos 1999 depreminde ağır hasar gördü. 2005'te Yalova Belediyesi'ne devredilen köşk, dönemin Yalova Belediye Başkanı Barbaros Binicioğlu'nun girişimleriyle bakım ve onarımı yapılarak ziyarete açıldı. Hatta Köşk yanında bulunan kapalı alanda restoran hizmeti verilmeye başlandı. Atatürk'ün mirası tarihi köşk aradan geçen yıllarda kaderine terk edildi. Dış boyaları dökülen ahşap köşk hem dışarıdan hem yüksek nem nedeniyle hem de içten çürümeye yüz tutarken, camlarının örümcek bağladığı, dış aydınlatma tesisatının da çürüdüğü görüldü.
'AOÇ'un üçte ikisi yok edildi'
Alçın iddialarına şöyle devam etti: 'Bugün Ankara'nın akciğeri AOÇ'ta yapımına başlanan 'Başkanlık Sarayı' binası bir başka deyişle Beyaz Saray inşa edilcek. Yapılanlar göstermektedir ki gelecekte AOÇ tamamen yok edilecek. Atatürk Orman Çiftliği'nin başına gelenler aslında Türkiye'de olan bitenlerin de bir aynasıdır.' Akşam, Haber: Osman Hökemen, 01.10.2012 |
|
FENERBAHÇE STADYUMU SİT OLUYOR
Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı'nın sit alanı ilan edilmesi için harekete geçildi. Stadın altında antik Khalkedon'a ait kalıntıların olduğu tahmin ediliyor.
Beşiktaş’ın İnönü Stadı’nın yıkılıp yeniden yapılması kararı tartışılırken stadın altındaki tarihi eserler gündeme gelmişti. Şimdi aynı durum Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı için de geçerli. Stadın bulunduğu alanın altında antik Khalkedon şehri olduğu gerekçesiyle sit alanı yapılmak isteniyor.
Ayrıca şehre ait tiyatro, hipodrom, Constanius Sarayı, Ayai Eufemiave, Ayaios Yeoryios kiliseleri ile çeşitli yapıların varlığı bilinse de bugüne yerüstünde herhangi bir kalıntı ulaşmamıştı. Ancak Altıyol civarı ile 1970li yıllarda Osmanağa Camii yakınlarında yapılan çeşitli inşaat kazılarında pişmiş toprak ve mermerden su künkleri ile sur duvarlarına rastlanmıştı. Bazı altyapı ve inşaat çalışmaları sırasında rastlanan arkeolojik kalıntılar nedeni ile İstanbul Arkeoloji Müzeleri az sayıda kurtarma kazısı yaptı. Bu kazılardan MÖ 6. yüzyıl (Arkaik Dönem) ile Roma Dönemi’ne (MÖ 1-MS4. yüzyıl) tarihlenen birçok eser ortaya çıkartılmıştı ve bunlardan bir bölümü halen müzenin ‘Çağlar Boyu İstanbul’ sergi salonunda teşhir ediliyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 01.10.2012 |
|
HALEP'İN TARİHİ ÇARŞISI KÜL OLDU |
|
İNEBOLU HAMİDİYE CAMİSİ'NİN RESTORASYONU BAŞLADI
Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit tarafından 1885`te yaptırılan caminin restorasyonu için Kastamonu Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından açılan restorasyon ihalesini kazanan mimar Ahmet Sevgilioğlu, çalışmalara başladı.
İhale kapsamında, tarihi caminin çatısı ile pencerelerinin değiştirileceği, boyasının yapılacağı öğrenildi.
İnebolu İlçe Müftüsü Mehmet Uzun, çalışmalar tamamlanıncaya kadar caminin ibadete kapalı kalacağını açıkladı. Kastamonu Postası, 01.10.2012 |
|
FİLYOS'A ARKEOLOJİ BÖLÜMÜ AÇILMASI İSTENDİ
Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi’ne bağlı Filyos Beldesi Belediye Başkanı AKP'li Ömer Ünal, beldede boşaltılan askeri bina ve lojmanların üniversiteye tahsis edilmesini istedi. Başkan Ünal, böylece Bülent Ecevit Üniversitesi Arkeoloji bölümünün, Filyos’taki teion antik kentinin günyüzüne çıkarılmasına katkı sağlayabileceğini belirtti.
Çaycuma İlçesi’ne bağlı Filyos Beldesi’nde MÖ 7′nci Yüzyıl’da kurulan ‘Karadeniz’deki Efes’ olarak adlandırılan Teion antik kentinin gün yüzüne çıkarılması için çalışmalar devam ediyor. Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy başkanlığında yapılan çalışmalarda bu yıl 300 bin lira harcandı. Kazı çalışmalarında Filyos-Çaycuma karayolunda yapılan antik kazı çalışmasında Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen değirmen taşı bulundu. Ayrıca Filyos kalesinde yapılan çalışmalarda yine Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen bir tapınak ortaya çıkarıldı.
Filyos Belediye Başkanı Ömer Ünal, yaklaşık 300 bin lira harcanan kazı çalışmalarının bir veya en fazla bir buçuk ay sürebildiğini, kazıların hızlı şekilde ilerlemesi için Bülent Ecevit Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nün Filyos’ta eğitim ve öğretim vermesi gerektiğini söyledi. Deniz Kuvvetlerinin radar üssü olarak kullandığı, 2 bin metrekarelik alanda okula dönüştürülebilecek bir bina ve 48 lojmanı boşalttığını anlatan Başkan Ünal şöyle konuştu:
“Bülent Ecevit Üniversitesi’nde kurulmuş olan Arkeoloji bölümü var. Filyos’ta bu bölüme verebilecek uygun, devletin tahsis yapabileceği binalar var. Bunlar üniversitemize tahsis edildiği zaman üniversitemiz burada arkeoloji bölümü açıp, öğrencilerle birlikte uygulamalı kazı yapabilir. Böylece hem kazılar çabuk biter, hem de tarih daha hızlı gün yüzüne çıkar. Bu yıl antik tiyatro ve Filyos kalesinde kazı yapıldı tabii. Ama yapılan çalışmalar çok az. Burada Arkeoloji bölümü olsa, kazı çalışmaları 12 ay boyunca devam eder. Biz bir buçuk ay kazı çalışması yapıp burayı kapatıyoruz ve gelecek yılı bekliyoruz. Bunun için BEÜ Arkeoloji bölümünü beldemize kazandırabilirsek çok mutlu olacağız.” haberler.com, 30.09.2012 |
|
HAT SANATI YÜKSELİŞTE
Türk sanat piyasasında, son yıllarda çağdaş sanat eserlerinin yükselişinin yanında, hat sanatına olan talep de artıyor. Son 5 yılda Türk sanat piyasasının üçte biri büyüklüğü yakalayan hat eserlerinin fiyatları da milyon liraları yakaladı. Sonbahar müzayedelerinde de hat eserlerinin fiyatlarının yükselmesi bekleniyor.
Dünyada 75 milyar dolar büyüklüğe ulaşan, Türkiye’de de 300 milyon dolara yaklaşan sanat piyasasında, hat sanatı eserleri dikkat çekmeye başladı. Son yıllarda çağdaş sanat eserlerinin yükselişinin yanında, hat sanatı eserleri de en çok talep gören eserler arasına girdi. Son 5 yılda Türk sanat piyasasının üçte biri büyüklüğü yakalayan hat sanatı eserlerinin fiyatları da milyon liraları yakaladı. Hat sanatındaki yükselişin en göze çarptığı satış ise Kazasker Mustafa İzzet’in bir hilye-i şerifinin 1 milyon 150 bin liraya satılması oldu. Hat eserleri için önümüzdeki yıllarda çok yüksek fiyatların ortaya çıkacağı belirtiliyor. Ekimde başlayacak sonbahar müzayedelerinde, hat eserleri de önemli yer tutacak.
30 bin eser kataloglarda Antik A.Ş. Yönetim Kurulu üyesi Olgaç Artam, Türkiye’de yaklaşık 35 müzayede evinin faaliyet gösterdiğini, 100’ün üzerinde de müzayede yapıldığını belirterek, şunları söyledi: “Antika ve sanat eserlerine ilgi arttıkça müzayedelerin sayısı da artıyor. Eserlerin kalitesindeki yükseliş de önem taşıyor. Türkiye’de satışa çıkan eser sayısı için kataloglarda yer alan lot sayısı olarak bakacak olursak 30 binin üzerinde diyebiliriz. Avrupa ve Osmanlı döneminden 18. 19 ve 20. yüzyıla ait antika ve sanat eserleri, porselenler, gümüşler, bronz heykeller, mobilyalar, mücevherler, klasik ve çağdaş tablolar, hat, levha, değerli kitaplar müzayedelerde en çok satışa sunulan eserler arasında sıralanabilir.”
Hat sanatına ilgi var Klasik ve çağdaş eserlerin dışında son yılların bir gözdesi daha var; hat sanatı. Olgaç Artam, bu yükselişi şöyle açıkladı: “Geçtiğimiz müzayede sezonlarında Hoca Ali Rıza, İbrahim Çallı, Şevket Dağ, Nazmi Ziya, Halil Paşa gibi birçok klasik Türk ressamı 1 milyon lira sınırını aşarak rekor kırdı. Kazasker Mustafa İzzet, Hafız Osman gibi önemli hattatların eserleri de 1 milyon lirayı aştı. Bu rekor fiyatların oluşmasındaki en önemli etken üst düzey nitelikteki eserlerin çok zor bulunuyor olabilmesi ve sahip olmak isteyen koleksiyoner sayısındaki artış.”
Beyaz Müzayede’nin kurucusu Aziz Karadeniz ise “Hat, bütün dünyada talep görebilecek bir sanat. Ortadoğu da dahil ilgi görüyor. Klasik Türk resmi ise dünyadaki koleksiyonerlerin ilgisini çekmiyor. Çünkü dünyada akım yaratmış bir sanat değil” dedi.
Her kesime eser var Türkiye’deki koleksiyonerlerin profilini de değerlendiren Olgaç Artam, şöyle konuştu: “Şu anda alıcıları, koleksiyoncular, özel müzeler, yatırım amaçlı fonlar ve hobi için alan bireysel alıcılar olarak ana gruplara ayırabiliriz. Öncelikle hobi olarak ya da yatırım amaçlı başlayan alımlar, alınan eserler hakkında bilgi sahibi olundukça, benzerlerini görüp araştırma yaptıkça bir tutkuya dönüşüyor. Müzayedelerde her kesime göre eserler bulunuyor. 500 liraya da 500 bin liraya da eserler görülebilir. Bir sanatçının en iyi döneminden başyapıt niteliğindeki eserleri rekor fiyatlara satılırken daha orta çaplı eserleri halen çok uygun fiyatlara müzayedelerde satılıyor.”
Koleksiyonerler yaşı genç eserleri satışa vermiyor Beyaz Müzayede’nin kurucusu Aziz Karadeniz, Türkiye’de koleksiyonerlerin aldığı eser tarzının değişmeye başladığını belirterek, şu bilgileri verdi: “3-5 yıl önceki müzayedelerde satın alınan eserlere değil de genç sanatçılara ve yeni eserlere yöneliyorlar. Yabancı eserler de almaya başladılar. Sanat, belirli bir kültürel alt yapı gerektiriyor. Çağdaş sanatta büyüme olmasına rağmen milli gelire oranı ufak. Türkiye’de sanat piyasasını İstanbul taşıyor. Müzayedelere gelip eser satın alan 500-1000 kişi var. Türkiye’deki koleksiyonların da yaşı genç. Son 10 yıldır eser topluyorlar. Koleksiyoner sayısı arttıkça müzayedelere gelen eser sayısı da artıyor. Ancak Türk koleksiyonerler şu anda toplama aşamasında olduğu için satışa eser vermiyorlar.” Hürriyet, Haber: Meltem Kara, 30.09.2012 |
|
TÜRK ÇAĞDAŞ SANATININ ERGENLİK SİVİLCELERİ
Yerli ve yabancı medya yazıyor: İstanbul’un çağdaş sanatın çekim merkezi olacağına vurgu yapılıyor, ‘Türk sanatı Londra’yı salladı’ diye başlıklar atılıyor. Ancak tüm bunlara ressam Bedri Baykam’ın itirazı var. Müzayedeye girenlerin borsa refleksi taşıdıklarını, eskiden kanepeye göre ayarlanan resim alanların bile daha samimi olduklarını söylüyor. İşte Baykam’ın ‘çağdaş sanat başarısı’na itirazları...
Çağdaş sanat piyasası mı dediniz? Bizim kuşak ve bir öncekinin eseri. 30 sene önce, Türkiye’de resim denince akla gelen rekabet, klasik ve empresyonist resimlerdi. Bugünse özel müzelerimiz, koleksiyoncu holding patronlarımız, galerici koleksiyonerlerimiz var. Müze kuracak daha da büyük koleksiyonerlerimiz mevcut. Gazetelerde, milyonlar uçuşuyor, müzayede evleri Türk resmini Dubai ve Londra’ya taşıyor; koleksiyonerler de akın ediyor!
RESİM DÜNYASINI BİR TÜR İMKB SANANLAR Bir yapıt, ‘koleksiyon parçası’ olma vasfını
nasıl taşır? Bu yanıt gelmeden, her şey havada
kalır. Senet toplar veya yeni zenginlere kütüphane
doldurur gibi oluşturulan koleksiyonlar, çoğunlukla
müzayedelerde, ‘toplu ayinlerde’ herkesin göz ucuyla
heyecan dalgasını süzdüğü oturumlarda yapılıyor.
Resimler podyumda güzeller gibi gezdirilirken, bu
yapıtları on saniye süzen gözlerin, onlar hakkında
ne kadar bilgi sahibi olduğu tartışmalı.
Müzayedelere girenlerin çoğunun ‘Menkul Kıymetler
Borsası’ refleksleri taşıdıklarını görüyoruz: “Hangi
hisse iniyor, hangisi şişmiş?” En tehlikelileri,
resme kısa vadeli yatırım gözüyle bakan, beşe alıp,
altıya satmaya kalkanlar...
‘KANEPEYE UYGUN RESİM’ ALANLAR DAHA SAMİMİYDİ Hani 1980’ler hatta 1990’larda “Kanepesine uygun resim alıyor” diye dalga geçilenler vardı ya? Daha samimiydiler. Çünkü, olmadıkları biri kalıbına sığmaya çalışmıyorlardı! “Bu resmi sevdik, kanepemle de asorti” diyorlardı tüm saflıklarıyla! Bugün cahil-ukalalıklara bürünmüş, ‘mal’ merakıyla kokteyllerde fink atanlardan, daha sempatik geliyorlar!
GERÇEK KOLEKSİYONER KİMDİR? -Rüzgara karşı alım yapar. İlk resmini satan
genci bulabilir. Hürriyet, Yazı: Bedri Baykam, 30.09.2012 |
|
BİTPAZARI RENOIR'I ÇALINTIYMIŞ
ABD’NİN Virginia eyaletinde bir müzayede evi, ünlü Fransız izlenimci ressam Renoir’ın bir tablosunun satışını iptal etti. İptalin, tablonun, Baltimore Sanat Müzesi’nden çalınmış olabileceğine dair itiraz üzerine geldiği belirtiliyor. Renoir’ın 1879’da yaptığı “Paysage Bords de Seine - Seine Nehri Kıyısından Manzara” adlı tablo, bir bitpazarından sadece 7 dolara alınmıştı. Eseri üç oyuncakla birlikte alan kadın, tabloyu kontrol edince Renoir’ın imzasını görmüş yerel müzayede salonuna başvurmuştu. Uzmanlar da tablonun orijinalliğini onaylayarak 100 bin dolar (180 bin lira) değer biçmişti. Hürriyet, 29.09.2012 |
|
ÇÖPLÜKTEKİ TARİHE BAKAN EL KOYDU
İzmir'in Menderes
İlçesinin Görece mevkiindeki boş bir arsaya atılmış
durumdaki tarihi eser kalıntılarını kamuoyunun
gündemine taşıyan Yeni Asır'ın dünkü manşet haberi
haberi ses getirdi.
Yeni Asır, Haber: Fatih Şendil - Fatih Abacıoğlu, 29.09.2012 |
|
ÜNİVERSİTELİ MEVSİMLİK İŞÇİLER
Çeşitli üniversitelerin arkeoloji bölümlerinden mezun olan ancak atanamayan bazı arkeologlar, yılın sadece 2 ayını kazılarda mevsimlik işçi olarak çalışıyor.
Arkeoloji ile ilgili kurumlara yılda yaklaşık 16 kişinin alındığını belirten arkeologlar, kendi işlerini yapamamaktan yakınıyor. Bazı arkeologlar, Anadolu’nun zengin kültürel birikimini açığa çıkarmak için devam eden kazılarda yılın sadece 2 ayı çalışma şansı elde ederken, yılın geri kalan kısmında ise kendi alanlarının dışında çalışmak zorunda kaldıklarını belirtiyor.
Seslerini duyurmak ve konuya dikkat çekmek için bir sosyal paylaşım sitesinde “Atanamayan Arkeologlar Platformu” adıyla imza kampanyası başlatan arkeologlar, daha sonra topladıkları imzaları, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a iletmeyi hedefliyor.
Diyarbakır Müzesi başkanlığında Bismil İlçesi'nde yürütülen Kortiktepe arkeolojik kurtarma kazılarında çalışan ve atanamayan bir grup arkeolog adına konuşan Sedat Ateş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, geçen yıl Dicle Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden mezun olduğunu belirterek, son yapılan KPSS sınavları sonucunda sadece 16 meslektaşının atandığını söyledi.
Mezun arkeologların daha fazla atanmasını istediklerini, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile belediyeler, Devlet Su İşleri ve Karayolları gibi kurumlarda da arkeologların görev yapması gerektiğini ifade eden Ateş, “Kazmanın vurulduğu her yerde arkeologların bulundurulması lazım. Bu nedenle önümüzdeki yıllarda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın arkeolog alımı için çalışma yapmasını istiyoruz” dedi.
Ateş, Türkiye’deki arkeoloji bölümlerinden yaklaşık 5 bin kişinin mezun durumda bulunduğunu, son KPSS sınavları sonucunda sadece 16 kişinin işe alındığını belirterek, şöyle konuştu: “Geri kalanların hepsi boşta. Oysa liselere de arkeoloji dersi konulmalı. Çünkü zengin kültürel birikimimizin gelecek kuşaklara aktarılması çok önemli. DSİ, Karayolları, belediyelerde de arkeologların bulunması gerekiyor. Ben de KPSS’ye girdim. Türkiye sıralamasında 32. oldum. Ancak hala yerleştirilmedim. Yeterli kadro bulunmadığı için benim gibiler başka alanlara yönelmek zorunda kalıyor. Pazarcılık yapan da var, inşaatlarda çalışan da var. Şu anda 5 bin mezun arkeolog var. Bunlardan hiç biri kendi işini yapamıyor. Başka alanlara yöneliyorlar. Biz de sesimizi duyurmak için Facebook’ta ‘Atanamayan Arkeologlar Platformu’ oluşturduk. Bununla birlikte imza kampanyası başlattık. 4 bin imzaya ulaşmayı hedefliyoruz. Yeterli sayıya ulaşınca Kültür ve Turizm Bakanı sayın Ertuğrul Günay ile görüşeceğiz. Daha fazla arkeolog alınması için talepte bulunacağız. İnşallah olumlu sonuç alırız.”
Geçen yıl DÜ’den mezun olduğunu belirten Kemal Sırlan da Kortiktepe kurtarma kazı çalışmasında yer aldığını ifade ederek, “Ama sadece yılın 2 ayı çalışmak istemiyorum. Sadece 2 ay değil tüm yıl bilim yapmak istiyorum” şeklinde duygularını dile getirdi.
“Kendimizi mevsimlik bilimci olarak görmek istemiyoruz” diyen Sırlan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Hala gün ışığına çıkmayan, zengin kültürümüz çok geniş bir alanda saklı. Bunu gelecek nesillere aktarmak için yılın 12 ayı bilim yapmamız gerekiyor. Onun için sayın Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay’ın gereken katkıyı esirgememesi lazım. Türkiye’de yılda yaklaşık 100 bin memur alınıyor. Aralarında sadece 10-15 arkeolog var. Bizim de mesleğimizi yapabilmemiz, çalışabilmemiz için arkeolog atamalarının daha çok olması gerekiyor. Bu konuda çok mağduruz. Sanat tarihçisi arkadaşlarımız arkeolog unvanları alarak bizim önümüze geçmeye çalışıyorlar. Türkiye’de yılda yaklaşık bin arkeolog mezun oluyor. Bunlardan sadece 10-15′i istihdam şansı buluyor. Sayın bakanımızdan bize destek olmasını istiyoruz. Biz 12 ayın sadece 2 ayında bilim yapmak istemiyoruz. Kendi alanlarımızda çalışmak istiyoruz.” haberler.com, Haber: Meral Özdemir - Ümit Özdal 28.09.2012 |
|
8 BİN YILLIK KAYA RESİMLERİ TAHRİP EDİLDİ
Aktüel Arkeoloji Dergisi’nin haberine göre, Aydın'ın Söke İlçesi Söğütözü mevkiinde bulunan 8 bin yıllık kaya resimleri tahrip edildi.
Stil ve konu açısından eşsiz olan kaya resimleri Batı Anadolu kaya sanatının ilk örnekleri kabul ediliyor.
Bölgede bulunan en iyi korunmuş eser olarak öne çıkan kaya resmi, kimliği belirsiz kişilerce tahrip edildi. Aktüel Arkeoloji Dergisi'nin edindiği bilgilere göre resmin tamamı üzerine yağ sürülerek tamamen tahrip edilmiş.
Anneliese Peschlow tarafından çalışmaların sürdürüldüğü bölgede, kaya resimleri ilk kez 1994 yılında keşfedilmişti. Türkiye'de ve Yakın Doğu'da benzeri olmayan eserler bir anlamda insanoğlunun belleği durumundalar.
İlk kez 1994 yılında keşfedilen ve bugün 170’e yükselen bilinen resim sayısı ile Türkiye’nin ve neredeyse dünyanın en özgün kaya resimlerinden birini barındıran Latmos Dağları, bugün birçok acıdan tehlikenin eşiğinde. Stil ve konu açısından eşsiz olan prehistorik süslemeler, Batı Anadolu kaya sanatının ilk örnekleridir. Türkiye’de veya Yakın Doğu’da başka bir yerde benzeri yoktur.
Artan feldispat maden ve taş ocakları, kayalık alanı tahrip etmekte ve kaya resimlerini tehlikeye sokmaktadır. Latmos, tüm bunlardan dolayı, UNESCO’nun Dünya kültürel Miras Listesi’ne dahil edilmeli, hiç değilse Doğal Tarihi bir park olmalıdır. Bu amaçlara yönelik başvurular 1990 yılından beri birçok defa yapılmıştır fakat bugüne kadar herhangi bir başarı elde edilememiştir.
Yıllardır bu resimler üzerinde bilimsel çalışmalarını derinleştirdi ve bunların 8 bin 500 yıl öncesine gittiğini belgeledi.
Peschlow taşocaklarına izin verilmeye başlanınca
yaz başından beri elinde GPRS cihazıyla dağ tepe
gezerek resimlerin bulunduğu alanları harita
üzerinde işaretlemeye başladı. 350 ayrı noktada tam
1050 resim tespit edildi. Dr. Peschlow UNESCO ile
Muğla ve
Aydın Koruma Kurulları’na alanın kurtarılması
için rapor hazırlıyor. GPRS cihazı ile harita
üzerinde koordinatları belirleyerek bu noktaların
koruma altına alınmasını istiyor. Dr. Anneliese Peschlow’un hazırladığı rapordan
bazı satırbaşları şöyle:
Yerleşik düzene geçişle aile ve aile içinde de yaşamın sağlayıcısı olarak kadın önemli bir yer tutmaktadır. Bu da kaya resimlerinin konusudur: İnsan topluluğu, aile, erkek-kadın ilişkisi, anne ve çocuk. Bu resimlerde gerek insana gerekse hayvanlara karşı bir şiddet sahnesi bulunmamaktadır. Kaya resimlerinin buluntu yerleri dağ zirvesi etrafına dağılmıştır ve dolayısıyla oradaki bereket kültüyle bir ilişkisi bulunmaktadır. Resimlerin yapıldığı yerler doğal oluşum veya aşınma sonucu oluşan kaya iç yüzeyleridir ve bu nedenle de kaya resimlerini bu dağlık yörenin çocuğu olarak adlandırmak yanlış olmaz. Latmos kaya resimlerinin konusu ve resim dili, dünyadaki kaya resim sanatında biricik olma özelliğine sahiptir ve bu nedenle de ‘Latmos kültürü’nden söz edebiliriz.
İçinde oldukça önemli kaya resimlerinin de
bulunduğu Bafa Gölü’nün doğu ve kuzeydoğusundaki
8700 hektarlık büyük bir alan parsellere ayrılmış
olup buralarda maden ocaklarının açılması
öngörülmektedir. Hangi şartlarda olursa olsun hemen
engellenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde henüz
turizme tam açılmamış, kültürü ve tabiatıyla tek
olma özelliği taşıyan ve bir nevi prehistorya açık
hava müzesi olan bu yörenin doğası bir daha geri
gelmeyecek şekilde kaybolacaktır. Radikal, Haber: Ömer Erbil, 30.09.2012
Radikal, 02.10.2012 |
|
KANALİZASYON KAZISINDAN TARİH ÇIKTI Milas Arkeoloji Müzesi Müdürü Ali Sinan Özbey, gazetecilere yaptığı açıklamada, buluntulara rastlanmasıyla alandaki kanalizasyon çalışmasının arkeolojik kurtarma kazısına döndüğünü söyledi.
3. derece arkeolojik sit alanında yaptıkları denetimli çalışma ile Roma dönemine ait bir mimari yapı kalıntısına rastladıklarını anlatan Özbey, ''Kurtarma kazısının tamamlanmasıyla üst kurula bir rapor hazırlanacak. Burada başladığımız basit bir çalışma, bir kültür varlığının ortaya çıkmasıyla Milas'ta daha önce yaptığımız uygulamalar gibi kurtarma kazısına dönüştürüldü'' dedi.
Özbey, çalışma kapsamında tespitlerini yapıp buradaki mimari dokunun özelliklerini içeren bir tescil önerisiyle raporlarını en kısa zamanda koruma kuruluna sunacaklarını kaydetti. Sabah, 28.09.2012 |
|
BU DA İLK MONA LİSA
Merkezi Zürih'te bulunan Mona Lisa Vakfı, 35 yıl
süren araştırmalar sonucu usta ressamın "Isleworth
Mona Lisası" adlı eserini başyapıtından yaklaşık 11
yıl önce tamamladığını ileri sürdü. Radikal, 27.09.2012 |
|
OSMANLI'NIN İLK KALESİ YAKILMADAN FETHEDİLMİŞ Bugün, 27.09.2012 |
|
İSOS ANTİK KENTİNDE 1700 YIL ÖNCE KULLANILAN KANDİL BULUNDU Bugün, 27.09.2012 |
|
HAYDARPAŞA GARI ÖZELLEŞTİRME İDARESİ'NE DEVREDİLİYOR!
Haydarpaşa Garı’nın yok edilmesi projesi hız kazanıyor. TCDD Yönetim Kurulu sit alanı olarak tescillenen tarihi garın içinde bulunduğu 1.000.000 metrekarelik alanı “gelir getirecek bir proje yapılması amacıyla” ÖİB’ye bildirdi. Haydarpaşa Port projesinin bir gün sonra onaylandığı göz önüne alındığında TCDD'nin kararı bir gün önceden bilerek böyle bir kararı aldığı ortaya çıktı. TCDD’den ÖİB’ye gönderilen yazıda şu ifadeler yer aldı.
Mecliste, 1/5000 ölçekli Haydarpaşa Garı ile Kadıköy Meydanı ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı teklifi oylamaya sunulurken, teklif, CHP'nin ret oyu vermesine karşın AKP'li meclis üyelerinin oylarıyla kabul edilmişti.
Alınan kararla, 2007 yılında yapılan protokolle ilk adımı atılan ''Haydarpaşa Port'' projesinin 2009'da başlanan planlama çalışmalarıyla ilgili düzenlemeler için gerekli onay verildi. Böylece plan düzenlemesi tamamlanan projenin ihale ve uygulama çalışmalarına start verilecek. Projenin hayata geçmesi için önünde engel kalmadı.
Sol Haber, 26.09.2012 |
23 - 29 Eylül 2012 |
|
AYIP SÜRÜYOR
Kiminin çocuklarının bir avuç su içmesi için mola verdiği, kimilerinin de güvercinlere yem atarak büyüdüğü ve duvarlarında bir tarihi, İzmir’in hatta İzmirli olmanın ruhunu barındıran Saat Kulesi'nde vatandaşları şoke eden manzaralar saymakla bitecek gibi değil. Kubbelerde bakır alemlerin çalınmasıyla ayyuka çıkan Saat Kulesi krizi gittikçe acı bir hal almış durumda. Muslukların tek tek söküldüğü kulede, mermerlerinin de bir bir kırıldığı dikkat çekerken, çöp içinde kalan lavabolar da görenleri hayrete düşürüyor. İçler acısı manzara bununla da kalmıyor. Kulenin duvarlarına vurdumduymazca yazılan yazılar, ve kuleden düşerek yerlerde gezen granit taşlar da İzmirlinin acısını bir kat daha artırıyor.
Peki, bu durum karşısında yetkililer ne yapıyor? İzmir’in ayıbı olarak nitelenebilecek kentin göbeğindeki bu çirkin manzara karşısında günlerce hiçbir şey yapılmadı. Konudan sorumlu İzmir Büyükşehir Belediyesi ise, burnunun dibindeki bu ayıba kayıtsız kalarak vatandaşın tepkileri toplamaya devam ediyor. Vatandaşlar EXPO 2020 gibi dünya çapında büyük bir organizasyona hazırlanan kentin böylesine bir soruna bile el atmamasına tepki göstererek, “Saat Kulesi komple yıkılınca mı belediye burayı hatırlayacak? Daha yanı başındaki soruna çözüm bulamayan Belediye EXPO’ya nasıl hazırlanacak. Metroyu ve temiz Körfez'i geçtik, en azından elimizdeki değerlere sahip çıkalım, tarihimizi yitirmeyelim” dediler. Yenigün, 27.09.2012 |
|
KAZI BAŞKANI DEĞİL
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 27.09.2012 |
|
VAN KALESİ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI Sabah, 26.09.2012 |
|
BOZDOĞAN KEMERİ İSTANBUL'UN SEYİR TERASI OLUYOR İstanbul'la özdeşleşen tarihi yapılardan birisi olan Fatih'teki Bozdoğan Kemeri'ne turizm işlevi kazandırmak için çalışma başlatıldı. Tarihi Bozdoğan Kemeri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Koruma Çevre Müdürlüğü tarafından yapılan ön çalışma ile turizme açılacak.
4. yüzyılda Roma İmparatoru Valens tarafından kentin su ihtiyacını karşılamak için Fatih'te inşa ettirilen Bozdoğan Kemeri, İstanbul'un yeni seyir teraslarından birisi olacak.
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayına sunulacak proje, ihale aşamasına geldi. Proje tamamlandığında İstanbul halkı ile yerli ve yabancı turistler, İstanbul'u 30 metre yüksekliğindeki kemerden farklı bir açıdan seyretme imkanına kavuşacaklar.
Ziyaretçiler, tarihi yapının her iki tarafındaki parklarda güvenlik işlemlerinden geçtikten sonra kemere çıkabilecekler. Böylece, kemere kontrolsüz çıkışlar da engellenmiş olacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 26.09.2012 |
|
İNŞAAT KAZISINDAN TARİH ÇIKTI
Tarsus İlçesi'nde
kurulacak
Tarsus Müze Müdürü
Mehmet Çavuş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Eski
Ömerli
20 gün önce bir firmanın
yaptığı temel kazısı sırasında
Şu an tam olarak ne
olduğu belirlenemeyen haberciniz.com, Haber: Selahattin Özbozkurt - Kerem Kocalar, 26.09.2012 |
|
MÜZE TADİLATA ALINDI
Geçen yıl açılışı yapılan Batman Turizm ve Kültür Müdürlüğü bünyesindeki binanın Müze kısmı tadilata alınıyor. 1500 metrekare büyüklüğünde olan müzenin tadilatı için 300 bin lira muhammen bedelli ihale yapılırken, işi alan firmanın tadilat çalışmasına başladığı belirtildi. 1 yıl sürecek onarımla ilgili açıklama yapan İl Kültür ve Turizm müdürü Şehmus Kartal “Müzemize ait eserleri tadilat bitene kadar Diyarbakır ve Mardin müzelerine emanet olarak gönderdik. Müzemizin bitmesinden sonra emanette olanlar dışında geçmiş yıllarda başka illere gönderilen tarihi eserleri de geri isteyerek Batman’a getireceğiz. 1500 metrekarelik müzemizde şimdiye kadar elde edilen buluntular sergilenecektir” dedi. Şehmus Kartal, tadilatın önümüzdeki Haziran-Temmuz aylarında tamamlanarak hizmete açılacağını söyledi. Batman Gazetesi, 26.09.2012 |
|
ANTİK ANAVARZA'DA KAZILAR BAŞLIYOR
Radikal, 26.09.2012 |
|
WARHOL'UN PORTRELERİ KRALİYET KOLEKSİYONUNDA
Andy Warhol’un Kraliçe Elizabeth’in 1977’de
çekilmiş taçlı ve kolyeli bir fotoğrafından yola
çıkarak yaptığı renkli
portreler kasım ayında Windsor Şatosu’nda
açılacak “Portraits of a Monarch” adlı sergide de
yer alacak.
Habertürk, 25.09.2012 |
|
|
VAN GOGH BAŞKA BİR MÜZEYE TAŞINDI
Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi, yedi aylığına kapandı ve müzedeki 75 eser Amsterdam’daki Hermitage Müzesi’ne nakledildi.
Vincent Van Gogh’un birçok önemli başyapıtının bulunduğu Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi, yenilenme çalışmaları kapsamında yedi aylığına kapandı ve müzedeki 75 eser Amsterdam’daki Hermitage Müzesi’ne nakledildi. Nakliye işlemleri geçtiğimiz pazar gecesi, son ziyaretçilerin müzeyi terk etmesinin ardından başladı ve sabaha kadar devam etti. Tablolar ısı değişimlerine ve darbelere dayanıklı özel korunaklı kutuların içinde taşındı. Van Gogh Müzesi 25 Nisan 2013’te yeniden açılacak, tablolar bu süre içinde Hermitage Müzesi’nde sergilenecek. Habertürk, 25.09.2012 |
İBRADI'DA 134 TARİHİ YAPI, KÜLTÜR VARLIĞI OLARAK TESCİL EDİLDİ
Antalya’nın İbradı İlçesi'nde asırlık konak ve düğme evler ile hamam, çeşme, cami ve kıraathane gibi toplam 134 tarihi yapının kültür varlığı olarak tescil edilmesi, Antalya’da yeni bir Safranbolu yaratacak.
Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun İbradı ilçe merkezinde geçtiğimiz Mayıs ayında başlattığı tespit ve tescil çalışmaları tamamlandı. Temmuz ayında İbradı’yı 'kentsel sit' ilan eden Koruma Kurulu, Ağustos ayında İbradı’daki toplam 56 tarihi yapıyı 'kültür varlığı' olarak tescilledi. Bu kararla, 2005 yılında kentsel sit ilan edilmiş Ormana beldesindeki 49 düğmeli ev ve 2011 yılında kültür köyü ilan edilmiş Ürünlü Köyündeki 29 düğmeli evin tescilli bulunduğu İbradı İlçesi, kültür varlığı olarak tescilli toplam 134 mimari yapı ile ‘Antalya’nın Safranbolusu’ olma fırsatına kavuştu.
İbradı ilçe merkezinde tescillenen tarihi
yapılardan 16’sı, horasan harcı ile sıvanmış taş ve
ahşap hatıllarla 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın
başında yapılmış konak. 29’u da sadece taş ve ahşap
hatılla harçsız olarak yapılmış “düğmeli ev”.
Tescilli diğer yapıların dağılımı şöyle: 3 bağ evi,
2 cami, 2 çeşme, 1 hamam, 1 su kemeri ve su yolu, 1
demirci dükkanı, 1 kıraathane, 1 belediye binası, 1
lojman, 1 köprü ve 1 mezarlık. Yapı, 25.09.2012 |
|
TROAS ARKEOLOJİ BULUŞMASI İZ BIRAKTI
Çanakkale il sınırları içinde gerçekleştirilen arkeolojik kazıların ve kazı sonuçlarının sunumlar ve barkovizyon eşliğinde kentli ile paylaşıldığı etkinlikte son gün Doç.Dr. Lucienne Şenocak, Prof.Dr. Havva İşkan Işık ve Prof.Dr. Fahri Işık konuk oldu. Arkeoloji alanına kattıkları ve yaptıklarıyla emek veren ve 10 yıl süre boyunca Seddülbahir ve Kumkale’de yaptığı araştırmaları paylaşan Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Lucienne Şenocak yayınladığı Ottoman Women Builders Hadice Turhan Sultan (Ashgate Press, 2006) kitabının da konusu olan Osmanlı saray kadınlarının mimari eserlere hamiliği konusunda yaptığı çalışmalar hakkında bilgi verdi. 1997 yılından beri Çanakkale’de 17. yüzyıldan kalma Osmanlı kalelerinin mimari ve tarihi açıdan belgelenmesi konusu ile uğraşan ve Seddülbahir’deki kalenin restorasyonu projesinde eş başkanlık yapan ve Şenocak proje kapsamındaki araştırmalarını paylaştı. Şenocak kadınlar ve saltanat ile Seddülbahir konularında yaptığı incelemeler sonucunda 15.yüzyıl Mihri Hatun Divanı ve Ahmet Refik Altınay’ın Kadınlar Saltanatı kitaplarından da örnekler vererek kadınların Osmanlı’da devlet yönetme konusunda sanılandan daha etkin olduğunu belirtti. Şenocak Muhteşem Yüzyıl’daki gibi kadınların sadece dedikodu yapan ve entrika çeviren kişiler olmadığını, bu yanlış algı ve anlayışın bu devire kadar taşındığını ve popülerliğini koruduğunu ifade etti. Şenocak kadınların diplomatik temaslarda bulunan, etkin kişiler olduğunu belirterek, arşivlerden örneklemeler sundu. Hürrem Sultan, Mihrimah Sultan, Nurbanu’nu tarafından yapılan uluslararası yazışmaları ve mektup örneklerini paylaşan Şenocak o yüzyılda sunulan karşılıklı egzotik hediyeleri anlattı. Şenocak sunumunda Çanakkale’de 1658-1660 tarihleri arasında Turhan Sultan zamanında yapılan mimari projeleri paylaştı. Seddülbahir Kalesi ve Kumkale’nin Turhan Sultan tarafından imparatorluğu korumak amacıyla yaptırıldığını ifade eden Şenocak 2.Abdülhamit’in koleksiyonundan ve askeri arşivlerden döneme ait fotoğrafları ve belgeleri paylaştı. Prof.Dr. Havva İşkan Işık Patara kazıları ile ilgili bir sonraki Arkeoloji Buluşmaları’na tekrar davetli olarak katılarak ayrıntılı sunum yapacağı sözü verirken gecenin onur konuğu Prof.Dr. Fahri Işık ise konuşmasında : “Öyle değerler vardır ki o topraklarla özdeşleşir, önemli olan geride iz bırakacak eserler ortaya koymaktır. Tıpkı Manfred Koffman gibi” derken 12.yüzyıl Ege göçlerini ve ticari hayatı anlattı. Kültürel göç konusunu anlatan ve tarihsel süreçte doğru bilinen yanlışlar olduğunu ifade eden Işık : “Sonu sosla biten her şeyi Yunanca sanıyoruz, aslında bunlar Lubice ve Anadolu kültürü” diyerek araştırmalarından örnekleri izleyicilerle paylaştı. Seddülbahir Kalesi’nin önemine vurgu yapılan ve Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın da izlediği Troas Arkeoloji Müzesi Buluşması’nın son gününde konuşmacılar Seddülbahir Kalesi’nin koruma altına alınıp, onarılması ve işlev kazanması temennisinde bulundu. Prof.Dr. Havva İşkan Işık Patara ile yer alırken, Prof.Dr. Fahri Işık son günün onur konuğu olarak galada yer aldı. Çanakkale Olay, 24.09.2012 |
|
TARİHİ KERKENES HARABELERİNİN ORİJİNAL SURLARI GÜN IŞIĞINA ÇIKTI
Kültür ve Turizm Bakanlığı
ve Yozgat Müze Müdürlüğü tarafından
desteklenen kazılarda, 2 bin 600 yıllık kendi
tarihindeki yerleşim alanlarından en uzun sura sahip
olarak bilinen tarihi kentin orijinal surları gün
yüzüne çıkıyor. Star Gündem, 24.09.2012 |
|
HAYDARPAŞA'DA HIRİSTİYANLIĞI İKİYE BÖLEN KİLİSE
ARANACAK
Taraf Gazetesi'nden Ertan Altan'ın köşesinde yer alan yazıya göre Haydarpaşa Port projesi çerçevesinde bölgedeki kalıntılar için bir kazı çalışması başlatılacak ve bu kazılarda ortaya çıkan eserler sergilenecek.
Haydarpaşa Garı ve Liman Dönüşüm Projesi için nihai düzenleme kararı, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde kabul edildi. Böylece projenin hayata geçmesinin önünde engel kalmadı.
Anıtlar Kurulu’nda onay bekleyen proje için yapılacak ihalenin ardından Haydarpaşa’ya ilk kazma vurulacak. Belediye Meclisi’nde, AK Partili üyelerin oylarıyla kabul edilen ve CHP tarafından dava edilen planın yeniden ele alınmasının sebebi, ilk planda yer alan idari sınır ile SİT sınırı arasındaki uyumsuzluktu.
Onaylanan planla birlikte Haydarpaşa’ya gökdelenler dikileceği ve garın otel yapılacağı söylentileri boşa çıkarıldı ancak Haydarpaşa Port Projesi geçen yıl Belediye Meclisi’ne geldiğinde bu köşede gündeme getirdiğim, “Bölgedeki arkeolojik kalıntıların durumunun ne olacağı” sorusuna açık bir cevap verilmemişti. Bu sorunun cevabını Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara’dan aldım. Kara; Hıristiyan tarihi araştırmaları, Türk turizmi ve arkeoloji dünyası açısından müjde niteliğinde açıklamalar yaptı. Haydarpaşa Garı’nın hemen arkasında, muhtemelen rayların altında Bizans imparatorlarının yazlık sarayının kalıntıları bulunuyor. 17 yaşında Doğu Roma İmparatoru olan 395–408 yılları arasında hüküm süren Arcadius döneminde yapıldığı tahmin edilen bu saray, merasim ve seferden dönen orduyu karşılama amacıyla kullanılıyordu. Bu sarayla birlikte Haydarpaşa Port alanındaki en önemli arkeolojik kalıntılar ünlü Kadıköy Konsili’nin toplandığı Sainte Euphemie Kilisesi ile Saint Christophe Kilisesi’ne ait. Özellikle Kadıköy Konsili’nin toplandığı Sainte Euphemie Kilisesi Hıristiyan dünyası için büyük önem taşıyor. Bu kilisede, 451 yılının 8 ekiminde başlayarak 1 kasıma kadar devam eden konsilde Hıristiyanlıkla ilgili önemli kararlar alınmış bu kararlar doğrultusunda Hıristiyan dünyasında büyük bir bölünme yaşanmıştı.
Bu bölünme İsa'nın hem tanrı hem insan tabiatlı olduğuna inanan diofizitler ve İsa'nın tek bir tabiatı olduğuna inanan monofizitler arasındaydı. Milliyet, 24.09.2012 |
|
OSMANLI'NIN ÇILGIN PROJELERİ
Metropoliten Metro TasarımlarıMetropollerde yerleşim sıklığından kaynaklı olarak yeraltında açılan tünellere ray döşenmesi ve trenlerin işletilmesi fikri ilk olarak Londra'da hayata geçirilmişti. 1875 senesinde açılan dünyanın ikinci metrosunun adresi ise İstanbul olacaktı. Bu projenin fikir babası ise İstanbul için birçok proje geliştiren Henri Gavand isimli bir Fransız mühendistir. 1867 senesinde İstanbul'u ziyaret eden Gavand, Pera ve Galata'yı birbirine bağlayan Yüksek Kaldırım ve Galip Dede caddelerini günde yaklaşık 40.000 kişinin kullandığını belirlemişti. Böylece Gavand, asansör tipinde bir yer altı yolu ile kullanıcıları yokuş inip çıkmaktan kurtaracaktı. Tasarımcı, Fransız hükümeti tarafından finansmanı sağlanacak projeyi 1868 senesinde Osmanlı hükümetine sundu, ancak proje başta kabul edilmedi. 1869'da sözleşme imzalandı fakat türlü olumsuzluklar sonucu, İngiliz desteğinin alınmasıyla 1875 senesinde hizmete açıldı. Bu projenin hayata geçirilmesiyle, Abdülhamid'in de bu konuda desteği sayesinde saraya çok daha cesur projeler sunulmaya başlanır. Bu projelerden ilki yine Gavand'dan gelecektir.
Yeni ŞehirYaklaşık dört sene süren tünel çalışmaları sırasında İstanbul'a dair projeler geliştirdiği bilinen Gavand, 1876'da bu kez İstanbul'u kuzey-güney doğrultusunda kat eden ve büyük bir kısmı yeraltında olacak bir metro ile, Yedikule-Sarayburnu arasındaki sahilin doldurulmasıyla büyük bir liman oluşturulması ve doldurulan alana yeni bir şehrin kurulmasına ilişkin projesini sultana sundu. Gavand'a göre projenin yapımı Haliç'te bulunan limanın ihtiyaca yanıt verememesi, Osmanlı donanmasının oldukça büyümesi, İstanbul'a yolcu taşıyan ya da ticaret amacıyla gelen gemilerin sayısında artış olması sebeplerinden ötürü gerçekleştirilmeliydi. Haliç ve Boğaziçi'nin fiziki yapısı mevcut limanların büyümesini engellemekteydi. Burada kıyıya kadar inen yerleşim yükleme ve boşaltmayı zorlaştıracağı ve buraya liman yapılmasının ciddi maliyetleri beraberinde getireceği için Yedikule ile Sarayburnu arasındaki doğal girintinin doldurulup yeni bir liman yapılması gündeme getirildi. Gavand projenin Haliç'i sadece askeri amaçlı kullanabilme özgürlüğü, kurulacak şehirdeki liman ve depolarla dünyanın en önemli denizcilik şehirlerinden biri olacağı ve Yeni Şehir'de kurulacak merkezi bir gümrük ile bazı gelirlerin ikiye katlanacağını öngörmüştü.
Gavand yeni kurulacak şehrin iskeleler ve demiryolları ile kentin diğer bölgelerine bağlanmasını da öngörmüş ve metro ve tüp geçişleri tasarlamıştı. Kumkapı'dan başlayacak raylı sistem, Tarihi Yarımada'yı yeraltından kat edecek, Eminönü'nde yer üstüne çıkacaktı. Araçlar Haliç'i geçmek için yeni Galata Köprüsü'nü kullanacak, sonrasında yine yeraltından ilerleyecekti. Projeye göre toplam tünel uzunluğu 4.300 metreydi. Metro Kilyos'a kadar uzanacaktı ancak Beşiktaş'tan itibaren yapılacak tüneller hakkında bilgi verilmiyordu.
Yeni Şehir'in sadece Avrupa Yakası'yla değil, Anadolu Yakası'yla da bağlantılı olması öngörülmüş, böylece Sarayburnu'ndan Üsküdar'a Boğaz'ı geçecek bir tünel projesi tasarlanmıştı. 1877 Rus Savaşı'ndan sonra Gavand'ın projesi rafa kaldırılmış ancak birçok projeye öncü olmuştur.
Bahçekapı-Beyazıd MetrosuRus Savaşı'ndan 11 sene sonra, 1887 senesinde bu kez Osmanlı uyruklu Boğos Efendi, Bahçekapısı'ndan Beyazıd'a kadar uzanacak bir metro yapma imtiyazını 99 yıl süreyle talep etti. Kendisi sermayeyi tedarik etmeye hazır olduğunu belirterek, hükümetin uygun gördüğü bir bankaya taahhüt yatıracağını beyan etti. Ancak teklifi kabul edilmedi.
Aynı proje 1898 senesinde tekrar gündeme geldi. Bu sefer teklifin sahibi Namık Paşazade Tahir Bey, Bahçekapı-Çarşıkapı-Beyazıd istikametinde öngörülen metro projesi için imtiyaz teklif etti. Bu teklif de böyle bir hattın bölgedeki emlakın değerini düşürüceği, esnafı ve devleti zarara uğratacağı gerekçesiyle reddedildi.
Üsküdar-Bağlarbaşı MetrosuProjeler sadece Avrupa Yakası'yla sınırlı kalmamış, Mösyö Kırbis 1894 senesinde Üsküdar Meydanı'ndan Bağlarbaşı'na çıkan dik yokuşu kullanan kalabalık kitle için, Tünel Metrosu'nun benzeri bir proje sunmuştu. İmtiyaz talep eden Mösyö Kıbris, gerekirse Osmanlı Anonim Şirketi kuracağını beyan etmiş, ilgili komisyon da teklifini olumlu değerlendirdiklerini bildirmişti.
Taksim-Kabataş Füniküler HattıBu kez Arkeoloji Müzeleri Müdürü Osman Hamdi Bey, 1895 senesinde Taksim-Kabataş hattında bir metro projesi fikri sunmuştu. Bu teklifin de yine Galata-Pera arasındaki Tünel Metrosu'ndan esinlenerek oluşturulduğu düşünülüyor.
Beyazıd-Şişli Metro HattıBundan 13 sene sonra ise Agence Generale Panhard & Levassor Şirketi, Salıpazarı'ndan Beyoğlu'na çıkacak ve buhar gücüyle çalışacak, vagonların kablolarla çekileceği bir demiryolu hattının teklifini yaptı. Projeleri kabul edildiği takdirde 50 senelik imtiyaz istiyorlardı. Demiryolu hattını gerçekleştirmek için kurulacak şirketin ismi ise "Salıpazarı-Beyoğlu Osmanlı Füniküler Şirketi" olacaktı.Tünel Şirketi bu imtiyaz teklifini duyunca antlaşmalarını öne sürerek, Tünel civarında sonradan yapılacak demiryolu hatları ile ilgili olarak Tünel Şirketi'nin hak sahibi olduğunu belirtti. Böylece teklif reddedildi. Ancak şirket güzergahı Taksim-Fındıklı arasında değiştirerek tekrar teklif sundu. Bu kez de Beyazıd-Şişli arasında metro yapımını üstlenmiş olan Beyazıd-Şişli Metropolitan Demiryolu Şirketi ile yapılan antlaşma doğrultusunda Taksim-Fındıklı hattında metro yapmak mümkün olmuyordu.
Beyazıd Şişli Metropolitan Demiryolu Şirketi için 1912 senesinde imtiyaz fermanı çıkmış, 1913 senesinde ise mukavelesi imzalanmıştı. Projeye göre, Beyazıd-Şişli arasında bir ana hat yapılacak, tali hatlar üç noktadan ana hatta bağlanacaktı. Tali hatların merkez noktası ise Beyazıd İstasyonu olacaktı. Beyazıd'dan bir hat Yenikapı'ya, bir hat da Eyüp'e ulaşacak, ayrıca Eyüp'te Dolmabahçe'ye bir başka hat daha inşa edilecekti. Bu büyük proje dönemin siyasi ve mali dengesizlikleri sonucu rafa kaldırılacaktı. Sonrasında bu konuda ısrarlar devam edecek, Mösyö Moray ve teklif sahibi, Lacey Sillar-Leigh Westminster ise projenin mühendisleri olarak imtiyaz teklif edeceklerdi. Ancak Moray mali gücünü ispat edemediği için kendisine imtiyaz verilmeyecekti. Arkitera, Kaynak: Şahin, T., 2012. Osmanlı'nın Çılgın Projeleri, Yitik Hazine Yayınları, İstanbul., Derleyen: Betül Atasoy, 24.09.2012 |
|
LOUVRE MÜZESİ İSLAM SANATLARI BÖLÜMÜ'NE YENİ TASARIM
Toplam 100 milyon Euro'ya mal olan projeye Fransız devleti 31 milyon, Katar Emirliği 17 milyon destek verirken, Fas Kralı 6. Muhammed, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev, Kuveyt emiri ve Oman Sultanı ile Fransız şirketleri Total, Lafarge ve Bouygues İnşaat da projeye sponsor oldu.
Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande'ın yaptığı açılışta Türkiye'nin istediği ve 2. Selim'in Turbesi'nden çalındığı iddia ettiği edilen çini panonun da yer alması "çalıntı eser sergileniyor" polemiğine yol açtı.
Louvre'da 3 bin metrekarelik alanda sergilenen 3 bin eserlik yeni 'İslam Sanatı Salonu'nunu açılışına Cumhurbaşkanı Hollande'in yanı sıra eşi Valerie Trierweiler, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve eşi Mihriban Aliyeva, Fas, Katar ve Umman Sultanlığı temsilcileri, eski ve yeni kültür bakanları ve çok sayıda diplomatik temsilci katıldı. Hollande yaklaşık 100 milyon Euro'ya mal olan İslam Sanatları Salonu projesine destek veren isimlerin yanısıra, Louvre ile ortak çalışma yürüten Sabancı Müzesine de teşekkür etti. Müze müdürü Henri Loyrette, İslam sanatlarının artık hak ettiği geniş alana kavuşmasından büyük mutluluk duyduklarını söyledi.
Açılışı yapan cumhurbaşkanı Hollande ise, Amerikalı Kıpti kökenli bir yönetmenin Hz. Muhammed'e hakaret eden filmi nedeniyle dünyada yaşanan protesto gösterilerine değinmeden dini mekanlara saldırıları kınadı. Hollande, "islami medeniyet, onu suistimal edenlerin söylediğinin tersine, en eski, en yaşayan ve en hoşgörülü, onurlu bir medeniyettir. Biz Fransa'da, insanlık onuru yada ifade özgürlüğüne karşı her saldırıya karşı olacağız. Fanatizme karşı en büyük silah yine islamın kendi içindedir" dedi. Hollande, "Dünyanın en büyük Müzesi'nde, İslam sanatları da hakettiği yeri bulmuştur. François Mitterand tarafindan öne atılan, Chirac'ın devam ettiği, 'Büyük Louvre Savaşı" 30 yıl sonra, Kültür Bakanlarının da kararlılığı sayesinde amacına ulaşmıştır. Tüm kültür bakanlarının kararlı tutumu sayesinde bu mücadele amacına ulaşmıştır" dedi.
Hürriyet'in müze yetkililerinden edindiği programa göre, Müze'nin yıl boyu düzenleyeceği en önemli Türk etkinliği Cem ayini ve semah gösterisi yer alacak. Cem ayini 13 Nisan 2012 akşamı, Semah gösterisi ise 14 Nisan akşamı yapılacak. Türkiye'den ayrıca özellikle Benim Adım Kırmızı eserinde islam yazı sanatına geniş yer veren Türkiye'nin tek Nobel ödüllü yazarı Orhan Pamuk da yıllık programda yer alıyor. Pamuk, 27-28 Ekim tarihlerinde İslam Sanatları Salonu'nda iki gün boyunca konferans verecek ve kitabından bölümler okuyacak.
Önümüzdeki Cumartesi günü halka açılacak olan İslam Sanatları Salonu'nda Türkiye'nin çalıntı olduğunu öne sürerek Fransa'dan istediği "Çini Panonun' da sergilenmesi "çalıntı eser sergileniyor" polemiği başlattı. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın "Türkiye'ye getirmek en büyük hayalim" dediği Çini panonun 2. Selim'in Türbesi'nden çalındığı belirtiliyor. Ancak müze yetkilileri İslam sanatları koleksiyonunda çalıntı eser olmadığını dile getiriyor. Arkitera, Kaynak: VOA Amerika'nın Sesi, Derleyen: Derya Gürsel, 24.09.2012 |
|
ANTİK KENTE RÜZGAR TÜRBİNİ
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 24.09.2012 |
|
SMYRNA'NIN TİCARET ANAYOLU BULUNDU
Yeni Asır, Haber: Fatih Abacıoğlu, 23.09.2012 |
|
İZNİK'TE 'KÜLTÜR ENVANTERİ ÇALIŞMASI'
Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, İznik kent merkezinde Ayasofya karşısında bulunan bir arsada yapılan sondaj kazısında ortaya çıkan kalıntıların, tarihi Senato Sarayı’nın kalıntıları olduğunu düşündüklerini bildirdi.
Tarihi yapıların ortaya çıkarılması ve günümüz kent planı üstüne işlenerek gelecek çalışmalara yön göstermesi için UÜ tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle Bursa ve ilçelerini kapsayan “Kültür Envanteri Çalışması”, İznik İlçesi'nde sürüyor.
Prof.Dr. Şahin, gazetecilere, tarihi Senato Sarayı’nın yeri konusunda açıklamalarda bulundu. Bu konuda, çeşitli görüşlerin ve tartışmaların olduğunu hatırlatan Şahin, şunları kaydetti: “Bugüne değin gerek tesadüfen, gerek Müze Müdürlüğü tarafından yapılan sondaj kazıları esnasında çıkarılan eserler ve mimari kalıntılar günümüz kent planı üzerine işlendi. Antik dönemdeki İznik kenti planının ortaya çıkarılması düşüncesi ile başladığımız çalışmalarda kent merkezinde Ayasofya karşısında bulunan bir arsada yapılan sondaj kazısında ortaya çıkan kalıntıların tarihi Senato Sarayı’nın kalıntıları olduğunu düşünüyoruz. Yıllardır konuşula gelen Senato Sarayı’nın göl sahil bölgesinde olması mümkün değildir. Bu tip özel yapıların genellikle şehir merkezinde veya merkeze yakın bölgelerde bulunduğu bir gerçektir. Ortaya çıkarılan yapının mimari özellikleri incelendiğinde, bu yapının Senato Sarayı kalıntıları olduğu kuvvetle muhtemeldir.”
İznik İlçesi'nde 325 yılında 1. Konsil’in toplandığı Senato Sarayı’nın yer tespiti için 2010 yılında “Uluslararası Lokalizasyon Çalıştayı” yapılmış, bu çalıştayda da Senato Sarayı’nın yıllardır bilenlerin aksine sahil bölgesinde değil merkeze yakın bölgelerde olduğu belirtilmişti.
İznik’teki çalışmalara, Prof.Dr. Mustafa Şahin’in yanı sıra Prof.Dr. İbrahim Hakan Mert, Prof.Dr. Christof Berns, öğretim görevlisi Reyhan Şahin ve bakanlık temsilcisi olarak İznik Müzesi’nde görevli arkeolog Kemal Çibuk katılıyor. haberler.com, 23.09.2012 |
|
100 MİLYONLUK TABLO KAYIP
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, ağustos
başında 'bomba' gibi açıklama yapıp Ankara Resim
Heykel Müzesi'nden yüzlerce eserin kaybolduğunu
açıklamıştı. Ama yaz sıcağı, oruç, bayram ve tatil
derken konu da eserler gibi yoğun gündem arasında
kaybolup gitti. Oysa Türk resim ve heykel sanatının
seçkin örneklerini barındıran müzede, 2011'de
tamamlanan çalışma sonucunda sayım ve tespit
komisyonu tarafından düzenlenen rapor korkunç bir
gerçeği gün yüzüne çıkardı. Rapora göre müzede 4 bin
108 adet envanter numarasına kayıtlı 185 eserin (302
parça) mevcut olmadığı ve/ veya sahte olduğu tespit
edilmişti. Sahte eser sayısının 46 olduğu, mevcut
eserlerden 27'de kuşkulu bulundu. Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 23.09.2012 |
|
HİSLERİ 40 MİLYON TL KAZANDIRDI
İngiliz koleksiyoner
Jonathan Weal’in, sekiz yıl önce, İngiltere’nin
Doğu Sussex bölgesindeki bir golf kulübünde
düzenlenen açık artırmada 3 bin 700 sterline (10.900
TL) satın aldığı yağlıboya tablonun ünlü İngiliz
ressam
JMW Turner’ın kaybolan bir yapıtı olduğu ortaya
çıktı. Habertürk, 23.09.2012
|
|
|
LİKYA'NIN İKİNCİ SİNAGOGU BULUNDU
Antalya'daki Limyra antik kentinde bu yıl yürütülen kazı çalışmalarında, Likya kentlerinin ikinci sinagogu ortaya çıkarıldı.
Finike'ye bağlı Turunçova beldesinde yer alan Limyra antik kentinde bu yıl yürütülen kazı çalışmalarında Likya kentlerinin ikinci sinagogunun bulunduğu bildirildi.
Star Gündem, Haber: Mehmet Çakmak, 23.09.2012 |
RESİM HEYKEL 'ÇAĞDAŞ SANAT' MÜZESİ OLACAK Adı ‘İstanbul Antrepo 5 Çağdaş Sanatlar Müzesi’ olan proje, bize talihsiz resim heykel müzemizin gelecekte nasıl bir yer olacağını da gösteriyor. Dünyanın her tarafındaki yarışmalarda ödüller toplayan Emre Arolat mimarlık ofisi, bu projeyle Dubai’deki Cityscape Awards for Emerging Markets 2012 ödüllerine katılıp geleceğin Kültür Yapıları kategorisinde finale kalmış. (Aynı yarışmada finale kalan dört projesi daha var.)
Beş farklı projeyle, çeşitli kategorilerde finale kalmış. Çağdaş Sanatlar Müzesi ise Geleceğin Kültür Yapıları kategorisinde ödüle aday.
Türkiye sanat dünyasının acıklı hikayelerinden birinin kahramanı olan Resim Heykel Müzesi, 8 yıldır kapalı. Çünkü restorasyonda. 1937’de Atatürk’ün talimatıyla Dolmabahçe’deki Veliaht Dairesi’nde kurulan müze, Mimar Sinan Üniversitesi’ne bağlı. Sekiz bin eserlik koleksiyonu, Türk sanat tarihinin temel taşı kabul ediliyor. 2006 yılında çatısını bile onaramayan müzeye hükümetten destek gelmiş, çıkan ödenekle restorasyon başlamıştı. İnşaat bir türlü bitmeyince geçen yıl Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün müdahalesiyle müzenin kaderi değişti. Radikal’de çıkan Abdullah Kılıç imzalı haberden, müzeyi ziyaret eden Cumhurbaşkanı’nın taşınma kararı aldığını, Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla Denizcilik Müsteşarlığı’na bağlı 5 numaralı Antrepo’nun müzeye tahsis edildiğini öğrenmiştik. Tabii müzenin 75 yıllık mekanından ayrılacak olmasına tepki gösterenler de olmuş, bu küçük sarayın Cumhurbaşkanı’na tahsis edilmesi için müzenin çıkartıldığı görüşü dile getirilmişti.
Belki Veliaht Dairesi müzeye bağlı kalabilirdi ama buranın çağdaş bir müze için uygun olmadığı da açık. Yıllardır İstanbul Bienali dahil pek çok sanat etkinliğini ağırlayan 5 numaralı Antrepo’nun bu işe tahsis edilmesi de akla yatkın. Yanındaki İstanbul Modern’le bir ‘müze adası’na dönüşecekler. Tabii, Galataport projesinin bu iki müzenin geleceğini nasıl etkileyeceği hala tam belli değil ve bu konuda elimizde sadece Başbakan Erdoğan’ın “İstanbul Modern kalacak” yönündeki eski açıklaması var.
Yeni müzemize dönecek olursak, Emre Arolat’ın şeffaf bir bina tasarladığını görüyoruz. Tüm duvarları soyulup sadece beton kolonlardan oluşan ızgara benzeri yapısı korunmuş. Emre Arolat, projeye dair hazırlanan metinde bu ızgara benzeri ‘grid’i koruyarak binanın kentsel bellekteki yerini ve Sedad Hakkı Eldem’in eski Türk mimarlığındaki ‘çatkı’ya yaptığı referansı koruduğunu anlatıyor…
Tüneller şeffaf olacak
Binanın caddeye bakan cephesinin ise, ‘media-mesh’ denilen bir tür görüntülü duvarla kaplanması planlanıyor.
Modern ve klasik Türkiye resmini ağırlayacak ‘çağdaş’ bir müze tasarlanmış. Tabii bu müzenin yapılması için gerekli kaynak henüz ortada yok. Ne var ki Başbakan Erdoğan’ın da projeyi görüp onayladığı söyleniyor ve Mimar Sinan Üniversitesi artık sürecin başlamasını bekliyor Radikal, Haber: Cem Erciyes,22.09.2012 |
|
EFES KAZILARINDA BİR İLK... Samanyolu Haber, 22.09.2012 |
|
KİBYRA ANTİK KENTİNDEKİ KAZILAR
Gölhisar İlçesi'nde bulunan ve gladyatörler şehri olarak bilinen Kibyra antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümü tamamlandı.
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kibyra Antik Kenti Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yıl 70 kişilik bir ekiple yürüttükleri kazılarda daha çok koruma, onarım ve sergileme çalışmalarına ağırlık verdiklerini söyledi.
Bu yılki kazı çalışmalarında yeni alanlardan kentin ana caddesine inen merdivenler açıldığını ifade eden Özüdoğru, iki büyük yapı olan stadyum ve odeon alanında ise kazı çalışmalarının tamamlandığını belirtti.
Stadyumun doğu tarafındaki kısmı açtıklarını ve onarım yaptıklarını anlatan Özüdoğru, odeon yapısının ise tamamen önünün açıldığını ve kazısının bitirildiğini kaydetti.
Kazısı bitirilen yapıların restorasyon çalışmalarının başlayacağını dile getiren Özüdoğru, şöyle devam etti: “Agorada korumaya yönelik çalışmalarda mozaik zemin döşemeyi tamir ettik. Kentin ana kanalizasyon sistemini temizleyerek, gezilebilecek şekilde sergiye açtık. Onun dışında tatlı ve atık su sistemlerinin restorasyonlarını tamamladık. Özellikler Geç Roma Dönemi’ne ait hem atık hem de tatlı su sisteminin konservasyonu tamamlanarak koruma altına alındı. Odeonun önünde yer alan Roma hamamında ise çalışmalar bitirildi ve sergiye açıldı.”
Özüdoğru, yapılan kazılarda Roma dönemine ait günlük yaşamda kullanılan kaplar, seramik kırıntılar, sikkeler, gözyaşı şişeleri gibi buluntuların da ortaya çıkarıldığını belirtti.
Bu yıl Batı Akdeniz Kalkınma Ajansınca (BAKA) kentin tanıtımı için projelerin yapıldığını ifade eden Özüdoğru, şunları kaydetti: “BAKA’nın kentle ilgili projesi var. Bunun birinci ayağını kültür projesi oluşturuyor. Proje kapsamında kentin tanıtımına ağırlık verilecek. Kentin yapılarının önüne İngilizce ve Türkçe tanıtıcı levhalar konulacak. Bu şekilde yapıyla ilgili bilgilendirme yapılacak. Bunun yanında çevre kavşaklara Denizli, Fethiye ve Söğüt yönlerinde 17 tane bilgilendirici totem kurulacak. Projenin ikinci ayağında ise Türkiye’nin yerinde sergilenen en sağlam mozaiği ile ilgili restorasyon ve sağlamlaştırma çalışmaları yapılacak.”
Özüdoğru, bu yılki kazıların genel olarak verimli geçtiğini vurgulayarak, “Başta Kültür ve Turizm Bakanlığı, Burdur Valiliği, belediye, kaymakamlıklar, BAKA ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne verdikleri desteklerden dolayı teşekkür ediyorum” dedi. haberler.com, Haber: Volkan Poliçe, 22.09.2012 |
|
ATASOY, HAREM'İN EKONOMİSİNİ ANLATTI Bugün, Haber: Perihan Çakıroğlu, 22.09.2012 |
|
MİLO VENÜSÜ'NÜ GERİ İSTEYELİM
Makzume, ‘İtalyanlar Fransa’dan Mona Lisa’yı geri istiyor’ haberini okuyunca heyecanlanmış: “Louvre Müzesi’nin en ünlü eserlerinden biri Mona Lisa ise diğeri de Milo Venüsü’dür. İtalyanlar Mona Lisa’yı geri istiyorsa biz de Osmanlı topraklarından kaçırılmış Venüs heykelini isteyebiliriz.”
Makzume, Milo Venüsü’nün nasıl kaçırıldığını araştırıp bir de bununla ilgili bir makale kaleme almış: “1820’de Milos Adası’nda Yorgos Kentrotas adındaki bir köylü tarlasında çalışırken Yunan mitolojisinde Afrodit diye bilinen tanrıçanın heykeliyle karşılaşıyor. Kaidesindeki imza incelenince Antakyalı Alexandros’a ait olduğu anlaşılıyor. Ada açıklarındaki Fransız donanmasında görevli bir subay heykelden haberdar olup Fransız Büyükelçi’yi eserin Fransa’ya kazandırılması için ikna ediyor.”
Heykel zarar görüyor ve elma tutan sol kolu kopuyor. Fransızlar Yunanlı yetkililere büyük paralar ödeyerek satışı durduruyor. Hasarlı heykel Fransız l’Estafette korvetine 26 Mayıs 1820’de yüklenip Osmanlı gümrüğüne beyan edilmeden kaçırılıyor. Louvre Müzesi’nde altı ay süren bir restorasyondan sonra XVIII Louis’ye sunuluyor. O da heykeli müzeye bağışlıyor.” Hürriyet, Haber: Gila Benmayor, 22.09.2012 |
|
TELMESSOS'UN İLK HARCI GÜNAY'DAN
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, önceki gün Muğla'nın Fethiye İlçesi'nde 2. yüzyılda yapılan 2 bin 500 kişi kapasiteli Telmessos Antik Tiyatrosu'nun restorasyonu için düzenlenen törene katıldı. Yaklaşık 5 milyon liraya mal olacak restorasyonda onarım işinin ilk kaya parçasını yerleştiren Bakan Günay, ilk harcı da koydu. Yüklenici firmanın çalışmaları bitirmesi için 2014 yılı Şubat ayına kadar süresi olduğunu dile getiren Bakan Günay, "Ama ben bu süreyi biraz uzun buluyorum. Bu nedenle biz bunu 2013 yılının Ekim ayında bitirmeyi hedefliyoruz. İnşallah bir yıl içerisinde Telmessos'un üzerindeki bu tozu kaldırıp, yaklaşık 2 bin kişinin dinletiler izleyebileceği bir kültür mekanını hep beraber ayağa kaldıracağız" dedi. Yeni Asır, Haber: Erdoğan Cankuş - Mehmet Akdemir, 21.09.2012 |
|
ESERİ İÇİN TELİF İSTİYOR
80 yaşındaki Celia Giménez, kuzey
İspanya ’daki Borja kasabasında bulunan kilise
freskini kendi kafasına göre restore etmeye
çalışmış, sonuçta İsa freski maymunu andıran bir
görüntüye bürünmüştü.
Guardian gazetesinden Barry Neild’ın haberine
göre, “kontrolden çıkan” bu restorasyonun kilisedeki
ziyaretçileri artırdığını gören Giménez, şimdi
kiliseden telif istiyor.
Bölgeye özel uçuşlar düzenleniyorÖte yandan insanlar, bütün alaylarına rağmen eseri benimsemiş gibi görünüyor. Ucuz biletler satan Ryanair havayolu şirketi, kiliseye en yakın olan Zaragoza şehrindeki havaalanına, bu resmi görmek isteyenler için özel uçuşlar koydu. Twitter ’da da @FrescoJesus adıyla açılan bir hesap, yeni eserin ağzından tweet’ler yapıyor. Profil bilgilerinde “Önceleri yakışıklı bir freskti, şimdi ise kirpiye döndü” yazan Twitter hesabının 7.171 takipçisi bulunuyor. Radikal, 21.09.2012 |
16 - 22 Eylül 2012 |
|
BU KONAKLAR ONARILIYOR MU?
Malatya'da Beşkonaklar'ın karşısındaki eski konaklarda restorasyon çalışmaları devam ederken, bazıları çok ciddi anlamda yıpranmış olan konaklarda gereken onarımın yapılmadığı, sadece "yeni" bir görüntünün ortaya çıkması için çaba gösterildiği iddia ediliyor.
Semte adını veren ve yıllar önce restore edilen Beşkonaklar'da yapılan özenli çalışmanın, bu konakların karşı sırasında bulunan ve bu yıl çalışma yapılan konaklarda olmadığı, çok yıpranmış olan bu konaklarda sağlamlaştırıcı ve dayanıklılığı artırıcı bir işlem yapılmadığı, sıva ve boya ile görüntünün yenileştirildiği öne sürülüyor.
Bu arada Gündüzbey beldesinde sokak sağlıklılaştırılması çalışması kapsamında restore edildiği belirtilen özgün mimarili eski evlerde de dayanıklılığı artıracak onarımlar yapılmadığı, ahşap unsurların boya- vernik vs. ile yenileştirilmeye çalışıldığı eleştirileri dile getirilmişti. Malatya Haber, 21.09.2012 |
![]() |
EFES ANTİK TİYATRO HAYATA DÖNDÜ
İmparator Cladius döneminde inşa edilmeye başlanan ve MS 117 yıllarında tamamlandığı belirtilen, çok süslü ve üç katlı sahne binası 24 bin kapasiteli oturma basamaklarıyla antik dünyanın en büyük tiyatrosunun restorasyonunu yürüten ekibin başı Türk Restoratör Mimar Esin Tekin, bu süreçte bir çok koruyucu müdahalelerin yapıldığını söyledi. Tiyatronun özgün malzemesinin güçlendirildiğini söyleyen Restoratör Mimar Esin Tekin, bundan sonra korunması için de bazı önlemler alınması gerektiğinin altını çizdi. Esin Tekin, “Tiyatronun gördüğü yıkım nedeniyle statik yapısının sağlamlaştırılmasını yaptık. Yapının uzun yıllar daha ayakta kalması için koruyucu tedbirler aldık. Efes Festivali'ne, İzmir Kültür Sanat Festivali'ne ev sahipliği yapan, birçok ünlünün konserler verdiği antik tiyatronun yaşatılması için kullanılması gerekir. Ancak bunu yaparken çok dikkatli ve kısıtlayıcı tedbirler alınmalıdır. Örneğin kişi sayısı 2200 ile sınırlandırılmalı, ses güçlendiriciler kullanılmamalı, büyük dekorlar kurulmamalı. Çok hassas yapıya günlük turizm hareketliliğinden daha fazla zarar verecek hareketlilik olmamalıdır. Tiyatronun içindeki yürüyüş yollarını düzenleyerek mümkün olduğunca tarihi dokuya zarar verilmemesi için çaba gösteriyoruz. Giriş çıkışlar ve yürüyüş yollarının sadece tiyatro için değil, Efes antik kentinin tümü için düzenlenmesi gerekir” dedi.
Bugüne kadar dünyanın en ünlü orkestraları, Sting, Elton John, Joan Baez, Mikis Theodorakis, Ray Charles, Jose Carreras gibi dünya starlarına ev sahipliği yapan Efes Antik Tiyatrosu şimdi de Berlin Flarmoni Orkestrası'nı ağırlamaya hazırlanıyor. Dört yıldır kazı ve restorasyon çalışmaları sürdürülen Efes Antik Tiyatro'nun belli bölümleri, 26. Uluslararası İzmir Festivali özel konseri için açılacak. Dünyanın en iyi orkestralarından biri olarak kabul edilen, Sir Simon Rattle yönetimindeki Berlin Filarmoni Orkestrası (Berliner Philharmoniker) 28 Eylül Cuma günü saat 20.00'de Efes Antik Tiyatro'da çalacak. Dünyanın hayran olduğu harika kardeşler Efe ve Fora Baltacıgil konsere solist olarak katılacak. Kazı Heyeti ve Efes Müzesi Müdürlüğü Antik Tiyatronun kendilerince saptanan belli bölümlerinin sadece bu konser için açılabileceğini Bakanlığa bildirdi. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın özel izniyle Antik Tiyatro Berlin Filarmoni Orkestrası Konseri için açıldı.
Hürriyet, Haber: Latif Sansür, 21.09.2012 |
|
ANTİK DÖNEMİN EN BÜYÜK MASKLARI BULUNDU
Stratonikeia antik kenti kazı Başkanı Söğüt, bulunan maskların antik dönem mimarisi ile ilgili ipuçları da verdiğini belirterek, “Bunlar tiyatroda bulduğumuz yazıtlar ile birebir aynı. 15 bin kişilik antik tiyatronun restorasyonunun tamamlanmasının ardından kazılarda ortaya çıkan masklar tiyatronun girişinde sütunları ve tüm üst yapısı ile birlikte yerlerine konulacak. Bulunan masklar antik dönem mimarisi ile ilgili yeni sonuçlar da ortaya koyuyor ve şimdiye kadar söylenenler değişiyor. Antik dönemde tiyatroya gelen dönemin zenginleri ve elit tabakası, girişte yer alan bu maskların arasından geçerek tiyatroya geliyordu. Kazılarda ortaya çıkarılan masklar yine tiyatro girişinde gelen ziyaretçileri karşılayacak. Stratonikeia’da yerin altı ile üstü barışık ve burası yaşayan bir arkeoloji kenti. Gören herkes buraya hayran kalıyor. Bana göre hayran olmakta çok da haklılar. Her geçen gün ortaya çıkan eserler ile bu daha da perçinleniyor” diye konuştu. Yenigün, 20.09.2012 |
|
MİLAS'TA TARİHİ ESER OPERASYONU
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, bir istihbaratı değerlendiren Milas Jandarma Bölük Komutanlığı'na bağlı ekipler, ilçeye bağlı Pinar Köyü'nde muhtarlığa ait lojman olarak yapılan ve kaba inşaatı henüz tamamlanmış evde arama yaptı.
Milas Müze Müdürlüğü yetkililerinin de katıldığı aramada, kutular içinde küçük heykelcik, günlük yaşamda kullanılan eşyalar, 300'ün üzerinde sikke ve bir el yazması Kur'an-ı Kerim ele geçirildi. Evin, Türkiye Kömür İşletmeleri'ne ait ocakta mezar yapılarına rastlanmasının ardından başlatılan kazı çalışmalarında 2010 ve 2011 yıllarında görev alan H.E. adlı arkeolog tarafından depo olarak kullanıldığı öne sürüldü. Ev içindeki tarihi eserlerin ise kutulandığı ve kutuların üzerine, içinde hangi parçaların bulunduğunun yazılı olduğu görüldü.
H.E'nin görevine geçen yıl son verildiği ve bunun üzerine işe geri dönmek için hukuki mücadele başlattığı öğrenildi. Jandarma ekipleri H.E'nin yakalanması için çalışma başlattı.
Pinar Köyü Muhtarı Ömer Kıvrak, AA muhabirine yaptığı açıklamada, H.E'nin daha önce Hüsamlar Köyü'nde bir evde ikamet ettiğini anlattı. Kıvrak, H.E'nin kaldığı evin istimlak edilerek yıkılması yönünde karar alındığını, bunun üzerine H.E'nin kendisinden, köy lojmanı olarak yapılan ancak kaba inşaatı bitmiş evi depo olarak kullanmayı istediğini söyledi. Yardımcı olmak amacıyla evi H.E'ye tahsis ettiklerini belirten Kıvrak, "Ortaya çıkan tablo bizi şok etti" dedi.
Milas Müze Müdürü Sinan Özbey de eserler tek tek inceledikten sonra hangi döneme ait olduklarının belirleneceğini söyledi. Manşet Gazetesi, 20.09.2012 |
|
ABD'Lİ ARKEOLOG KERKENES HARABELERİNİ 19 YILDIR KAZIYOR
Chicago Üniversitesi'nden ABD'li Arkeolog Dr. Scott Branting, Yozgat'ın Sorgun İlçesi'ne bağlı Şahmuratlı Köyü'ndeki Kerkenes Harabeleri'nde 19 yıldır kazı çalışmalarında yer alıyor.
Branting, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, 1993 yılında Şahmuratlı Köyü
Kerkenes Dağı üzerindeki bir zamanların demir çağ
başkentinde çalışmalara başladığını söyledi.
Şahmuratlı Köyü'nün dünya çapında öneme sahip bir kültürel miras yerleşimine sahip olduğunu anlatan Branting, yaptıkları araştırmalarda bir çok bulguya rastladıklarını bildirdi.
Yapılan kazı çalışmaları sırasında MÖ 600 yıllarına ait kovanlı demirden yapılmış ok uçları ve ocak bulduklarını anlatan Branting, bölgenin MÖ 547 yılında Persler tarafından zapt edildiği, halkının esir alınarak kentin yakıldığı ve surlarının yıkıldığı bulgusuna ulaştıklarını ifade etti.
Arkeolog Scott Branting, kazı çalışmaları sırasında bulunan bir adet fildişi süsleme parçasının Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilendiğini, bazı eserlerin de Yozgat Müzesi'nde bulunduğunu vurguladı.
Branting, bölgede
yaşayan medeniyetlerin büyük bir yangın olayının
geçirdiği bulgusuna da ulaştıklarını hatırlatarak,
buldukları tarihi eserlerin demir çağ dönemine ait
bulgulardan oluştuğunu dile getirdi.
Kazı çalışmalarına tekrar başlayacaklarını anlatan Baran, ''Arkeolog Dr. Scott Branting ile elimizdeki bütçe imkanlarına göre kazı çalışmalarımıza devam edeceğiz. Kendisiyle oldukça uyumlu şekilde çalışıyoruz. 2 yıl boyunca toplamda 25 kişilik bir ekiple çalışacağız. Ağırlıklı çalışma noktalarımız, geçen yılki ekibin yaptığı çalışmaların devamı şeklinde olacak. Onların eksik bırakıp tamamlayamadıkları işleri tamamlayacağız'' dedi.
Ziyaretçilerin tarihi alana daha rahat ulaşabilmesi için yön levhaları yapacaklarını vurgulayan Baran, şöyle devam etti: ''Kerkenes çok büyük bir kent. 1.5 kilometre eni 2.5 kilometre uzunluğu olan toplam 7.5 kilometre sur uzunluğu bulunan Anadolu'nun en büyük kenti şu an. Erken dönemlerdeki en büyük Anadolu kentidir. Tabii sonraki Roma kentleri, klasik kentler ayrı. Burası Anadolu'nun yerli insanlarının yaşadığı bir yer. Persler gelmiş, MÖ 600 yıllarında Firigler tarafından kurulmuş bir kent. Kurulmasının üzerinden 50-60 yıl geçmesinin ardından büyük bir savaş yaşamış ve çıkan yine çok büyük bir yangınla kent tahrip olmuş. Yani kent bu 6. yüzyılın başlarındaki dokusuyla kalmış. Bu yüzden arkeolojik anlamda dünyanın en önemli merkezlerinden birisi. O dönemi, o dokuyu burada rastladığımız izlerden görebiliyoruz.'' Akşam, 20.09.2012 |
|
DÖNMEZ'İN YENİ HEDEFİ AYVALIPINAR HÖYÜK
Doç.Dr. Şevket Dönmez, sistematik arkeolojik kazılarda Ayvalıpınar ile Assur ticaret kolonisi olan Turhumit eşliği sorusuna çözüm getireceklerini açıkladı.
Amasya Oluzhöyük’te 6 yıldır arkeolojik kazı yapan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Şevket Dönmez, aynı bölgede bulunan Ayvalıpınar’da yakın gelecekte başlayacakları sistematik arkeolojik kazılarda Ayvalıpınar ile Assur ticaret kolonisi olan Turhumit eşliği sorusuna çözüm getireceklerini açıkladı.
Oluzhöyük’ün 6 kilometre güneyinde, Amasya Ovası’nın küçük bir modeli özelliğindeki Gediksaray Ovası’nın orta kesiminde yer alan Ayvalıpınar Höyüğü’nün sınırları henüz belirlenememiş aşağı kenti ile Amasya’nın en önemli antik yerleşimlerinden birisi olduğunu belirten Doç.Dr. Dönmez, “Bugüne değin sistematik arkeolojik çalışmalar gerçekleştirilmemiş olmasına karşın yerleşmeden geldiği bilinen ve Amasya Müzesi’nde korunmakta olan taş bir silindir mühür ile kabartmalı bir Hitit çömlek parçası Ayvalıpınar’ın Anadolu arkeolojisindeki önemine işaret etmektedir. MÖ 1950-1750 yılları arasında Kuzey Mezopotamya’daki Assur ile Kayseri yakınlarındaki Kaneş (Kültepe) merkezli bir ticaret dönemi yaşayan Anadolu’da yazının başlaması ve anıtsal mimarinin ortaya çıkması gibi önemli gelişmeler olmuştur. Söz konusu ticaret döneminde Assurlu tüccarların çok yoğun bir bakır ticaret hacmine sahip olduğu Hitit dönemindeki adıyla Turmitta olan Turhumit’in yeri bugüne değin bulunamamıştır. Kültepe metinlerinde adı çok geçen kentlerden biri olan ayrıca Karum denilen bir alışveriş merkezine sahip Turhumit’in bir kralı ve sarayı olduğu bilinmektedir” diye konuştu.
Ayvalıpınar’ın silindir mühür ve kabartmalı çömlek parçası gibi dönemin özel ve belirleyici buluntularının yanı sıra eskiçağ bakır madeni yatakları ve üretim alanlarına sahip olan Merzifon Tavşandağı ile Gümüşhacıköy yöresine yakın konumu ile Karum içerdiği düşünüşen aşağı kentiyle Thurmit’le eşlenebilecek en uygun yerleşme durumunda olduğunu vurgulayan Dönmez, yakın gelecekte başlayacak sistematik arkeolojik kazılarda Ayvalıpınar-Turhumit eşliği sorusuna çözüm bulmaya çalışacaklarını kaydetti. haberler.com, 20.09.2012 |
|
6 BİN YILDIR ÖYLECE DURUYOR Habertürk, 20.09.2012 |
|
BURSA'DA BİR TARİH DAHA GÜN YÜZÜNE ÇIKTI
Büyükşehir Belediyesi'nin kentin kültürel mirasına sahip çıktığını söyleyen Başkan Altepe, "Bursa'nın köşe taşlarını, şehir ziynetlerini öne çıkarıyoruz. Osmanlı külliyelerini teker teker restore edip, bakımlarını yapıyoruz. 2 yıldır uzun uğraşlardan sonra külliyeleri Büyükşehir Belediyesi uhdesine aldık. Bu külliyelerin eksiklerini gideren faaliyetlerimizi sürdürüyoruz" dedi. Başkan Altepe, Cıkcık Hamamı'nın tarihiyle ilgili bilgiler de vererek, hamamın Bursa'nın fethinden 30 yıl sonra 1366 yılında inşa edildiğini ve bölgedeki medrese öğrencileri ve çevredeki bekarlar tarafından kullanıldığını hatırlattı. Başkan Altepe, uzun yıllar deformasyona uğrayan Cıkcık Hamamı'nın komple ele alındığını ifade ederek, "Hamamın rekonstrüksiyon çalışmaları yapılıyor. Orijinaline yakın olarak dizayn edilen hamamın çevre düzenlemesinin de tamamlanmasıyla çalışmalarımız sona erecek. Son hazırlıklarımızı yapıyoruz. Gerek iç, gerekse dış mekan düzenlemesiyle kısa zamanda Cıkcık Hamamı'nı hizmete açacağız" diye konuştu.
Hüdavendigar Külliyesi'nin bir parçası olan Cıkcık Hamamı, Osmanlı Sultanı Murad-ı Hüdavendigar tarafından 1366 yılında yaptırılan 1. Murat Camii'nin medrese olarak kullanılan üst katında eğitim gören talebelerin kullanması amacıyla yaptırıldı. Ücretsiz olması sebebiyle 'Gir-Çık Hamamı' olarak adlandırılan tarihi yapın günümüzde 'Cıkcık Hamamı' olarak biliniyor. Caminin üst katı 1914 yılına kadar medrese olarak kullanılırken, caminin hemen yanında bulunan ve önceleri öğrencilere, daha sonraları ise bekarlara hizmet veren hamam, zaman içinde deprem ve yangınlarda kısmen yıkıldı. Geçmişte hamam ve tuvalet olarak kullanılan yapıda yine hamam, tuvaletler ve abdest alma üniteleri yer alacak. Restorasyon çalışmaları kısa sürede tamamlanacak. Bursa Hakimiyet, 20.09.2012 |
|
ÇAĞDAŞ SANATIN BÜYÜK KAYBI
Amerikalı sanatçı Sergi Spitzer, 1950 yılında Bükreş’te doğmuştu, New York ’ta yaşamaktaydı. Kuşağının önde gelen sanatçılarından biri olan Spitzer’in yapıtları MOMA’dan Folkwang Museum’a, Henri Moore Institute’dan Palais de Tokyo’ya kadar uzanan pek çok önemli sanat kurumunda ve müzede sergilendi, sayısız özel ve müze koleksiyonunda yer aldı.
Radikal, Haber: Esra Nilgün Mirze, 20.09.2012 |
|
|
ATATÜRK'ÜN KAHVE İÇTİĞİ MEKAN YENİDEN YAPILACAK
Büyükçekmece Mimarsinan'da Mustafa Kemal Atatürk'ün 1937'de bölgeyi ziyaret edip kahve içtiği mekan orijinal haline dönüşüyor. Mekanı aslına uygun hale getirmeyi hedefleyen Büyükçekmece Belediye Başkanı Dr. Hasan Akgün, ilk önce Anıtlar Kurulu'na bu yerin tescilini yaptırdı. Daha sonra, tarihi mekanın yerine, geçmiş dönemde yapılmış olan İskele Restorant'ın yıkımına başlandı. Yıkımın tamamlanmasının ardından tarihi yerin bire bir aynısının yapılacağını belirten Başkan Akgün, "Yapılacak bu mekan, daha evvelden yaptırdığımız Atatürk heykeli ve yemek yiyip, kahve içtiği masa ve kişilerin birebir çalışması olan rölyefle bütünlük sağlayacak" diye konuştu. Sabah, Haber: Hasan Ay, 20.09.2012 |
LOUVRE'DAN SABANCI'YA TEŞEKKÜR
Paris’teki ünlü Louvre Müzesi’nin 18 bin eseri barındıran İslam Sanatları Bölümü’nde 2008’den bu yana süren yenileme çalışmaları tamamlandı. Louvre İslam Sanatları Bölümü için müzeyle işbirliği yapan kurumlara teşekkür etmek amacıyla Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın ev sahipliğinde düzenlenen bir davet verildi. Davete, İslam Sanatları Bölümü’ne bilimsel, mesleki ve eğitsel konularda katkıda bulunan Sakıp Sabancı Müzesi adına SSM Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı da katıldı. Güler Sabancı, “ İslam Sanatları Bölümü’nün daha önce hiç sergilenmemiş eserlerle tekrar ziyaretçilerle buluşmasına katkıda bulunan kurumlar arasında yer alıyor olmamız, yakın ve uzun dönemli işbirliğimizin bir sonucudur” diye konuştu. Hat koleksiyonunun, 2000 yılında sergilenmesiyle başlayan Louvre ve Sakıp Sabancı Müzesi arasındaki işbirliği, 2008 yılında yürürlüğe giren ‘Kültürel ve Bilimsel İşbirliği Protokolü’nün imzalanmasıyla da pekiştirildi. Protokolle eşzamanlı olarak, ‘Louvre Koleksiyonlarından Başyapıtlarla İslam Sanatının Üç Başkenti: İstanbul , İsfahan, Delhi’ konulu sergi, SSM’de açılmıştı. Radikal, 20.09.2012 |
|
OSMANLI ARŞİVİ TEK MERKEZDE TOPLANIYOR
Kağıthane'de, TOKİ'nin 165 milyon liralık yatırımla yaptığı Milli Arşiv Sitesi inşaatı yıl sonunda tamamlanacak. Binanın teşrif ve donanım işleminin ardından İstanbul'da 4 farklı mekanda tutulan 100 milyon belge, 370 bin defterden oluşan Osmanlı arşivi, siteye taşınacak. Taşınma işlemi 3 ay sürecek. İnşaatın tamamlanmasının ardından, Osmanlı Arşiv Sitesi'nin teşrif ve donanım işlemi yapılacak. Daha sonra da özel yöntemlerle güvenlik eşliğinde belgeler taşınacak. Sultanahmet ve Bağcılar'daki 4 farklı mekanda bulunan, padişah fermanlarından antlaşmalara kadar yaklaşık 100 milyon belge, özel yöntemler ve güvenlikle Kağıthane'deki siteye taşınacak. Taşınma işlemine, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'nde görevli konservatörler ve uzmanlar nezaret edecek. 2013 yılı ortasında hizmete girmesi beklenen Milli Arşiv Sitesi sayesinde Osmanlı arşivleri tek bir merkezde toplanmış olacak. Sabah, Haber: Hasan Ay, 20.09.2012 |
|
"İNŞALLAH GELECEK YIL KAZI ÇALIŞMASI YAPILACAK"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, ''Sepastapolis antik kentinde inşallah gelecek yıl kazı çalışması yapılacak'' dedi.
Günay, Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nin açılışı için geldiği Tokat'ta, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sulusaray İlçesi'nde bulunan Sebastopolis Antik Kenti kazı çalışmaları için yeterli kaynaklarının olduğunu belirterek, ''Sebastopolis'te kazı çalışmalarının başlaması gecikti. Bu sene oradaki buluntularla ilgili temizlik çalışması yapılacak. Sepastapolis antik kentinde inşallah gelecek yıl kazı çalışması yapılacak'' diye konuştu.
Mükemmel kazı çalışması
için üniversitenin arkeolojik kazıya talip olması
gerektiğini ifade eden Günay, şöyle konuştu:
Roma İmparatorluğu döneminde çok az şehrin sahip olduğu zenginliğinin bir göstergesi olarak para basma yetkisine sahip olduğu ifade edilen Sebastopolis'in, büyük savaşlar, yıkımlar, afetler ve geçiş yollarının değişmesi sonucu eski önemini kaybettiği, zamanla unutulduğu kaydediliyor.
İlk kazı çalışmaları 1987-1991 yılları arasında yapılan, o tarihlerde yapılan kazılarda hamam, kilise ve mimari parçalar ortaya çıkarılan Sebastopolis antik kentinde, şehrin gün yüzüne çıkarılarak turizme kazandırılması amacıyla yıllar sonra yeniden çalışma başlatılmıştı. Geçen yıl antik kentte temizlik çalışması yapılmıştı. Akşam, 19.09.2012 |
|
EFES KAZILARINDA 117 YILA ULAŞILDI
Ocak ayında başlanılan 2012 kazı sezonun toplam 11 ay devam edeceğini belirten Ladstätter, kazı sezonunun aralık ayında bitirileceğini kaydetti.
Bu yılki kazı sezonunun odak noktasını arkeolojik kazı çalışması, konservasyon ile ören yerinin sunumu ve tanıtılmasına yönelik çalışmalar oluşturduğunu belirten Ladstätter, Meryem Kilisesi’nin güneyinde kalan ve 1500 metrekare büyüklüğündeki yapının kazı çalışmalarına odaklandıklarını, şimdiye kadar yapılan kazı çalışmaları ile bu büyük yapının sadece çeyreğini oluşturacak bölümünün açığa çıkarıldığını kaydetti. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü ve Efes Kazıları Başkanı Doç.Dr. Sabine Ladstätter; “Şüphesiz ki bu büyük yapı Efesli bir aristokratın konutu idi. 5. yüzyıl başında inşa edilen verulanus galerisi olarak adlandırılan yapı konut olarak kullanılmıştır. Yapı son derece lüks bir şekilde donatılmıştır. 80 metrekare büyüklüğündeki opus sectile tabanı, duvar resimleri ile dekore edilmiş yemek salonu ve kabul odasıyla birlikte 100 metrekarelik bir mozaik taban açığa çıkarılmıştır. Ayrıca kazı buluntuları evin sahibinin yüksek statüde biri olduğunu yansıtmaktadır. Örneğin demir bir kılıç bir nişan gibi kabul odasının duvarına asılı idi. Çok sayıda bronz ve küçük giysi parçası ile yaldızlı toka buluntuları elde edilmiştir. Geç 7. yüzyılda yapı bir depremle yıkılmış ve bir yangın da geçirmişti. Ortaçağda ise yapının belli bölümleri tarımsal amaçlı kullanılmıştır. Yapının duvarı üzerine sonradan yerleştirilen yuvarlak planlı yapı 12. ve 14. yüzyılda tahıl deposu olarak kullanılıyordu” dedi.
Efes’te çok mutlu olduklarını, her yıl 1.5 milyon avro kaynak geldiğini, bu yıl çok önemli sponsorlar olduğunu, ama bu sponsorlardan en önemli olanının Efes vakfı olduğunu ifade eden Avusturya Arkeoloji Enstitüsü ve Efes Kazıları Başkanı Doç.Dr. Sabine Ladstätter, “Antik Efes Kent merkezinin ortasında bulunan ve Serapis olarak adlandırılan anıtsal tapınağın 20. yüzyılda kazısı yapılmış, ancak tapınakla ilgili günümüze kadar başka bir bilimsel araştırma yapılmamıştı. Günümüzde Efes Vakfı’nın finansal desteği ile tapınakta büyük bir araştırma projesi başlamıştır. Mimar ve arkeologların yaptıkları iki sezonluk araştırma çalışması, tapınağın anıtsal mermer cephesinin rekonstrüksiyonunun mümkün olduğunu göstermiştir. Yapım tarihi 2. yüzyıl olan Tapınak, Geç Antik Dönemde yeniden kilise olarak inşa edilmişti. Ortaçağ’da geçirdiği büyük bir deprem ile yıkılan tapınak, 1044 metrekare ve 29,2×36,7 metre ölçülerindeki merdivenli bir podyum üzerinde yükselmekteydi. Tapınağın ön cephesinde 14 metre yüksekliğinde 8 sütunlu, alınlıklı ve çatı örtülü bir avlu yer alır. Yapının rekonstrüksiyonunun yapıldığını düşündüğümüzde ön cephenin toplam yüksekliği 22 metre civarında olacaktır. Sütunlar monolit bloklardan olup mermeri Prokonnesos Adası'ndan ithal edilmiştir. 1.7 metre yüksekliğindeki korinth düzenindeki sütun başlığı eros ve çeşitli hayvan figürleri ile dekore edilmiş, frizi ile özellikle etkileyici ve dikkat çekicidir.
Ancak şuan bu tapınağın hangi tanrıya adanmış olduğunu kesin olarak söylemek için henüz erken. Fakat Anadolu genelinde anıtsal ve son derece büyük bir tapınak olduğu kesindir. Benzer diğer bir örneği sadece Lebanon Baalbek’teki Jupiter Tapınağı’dır. Son derece iyi korunmuş durumda olması tapınağın anastlosisini mümkün kılmasından dolayı özellikle etkileyici ve heyecan vericidir” diye konuştu.
Yamaç Ev 2 duvar resimleri ve mermer salon konservasyon çalışmalarının da devam ettiğini hatırlatan Ladstätter; “Efes Vakfı’nın finansal desteği ile yürütülen duvar resimleri konservasyon projesi kapsamında 6 odanın duvar resimlerinin konservasyonu tamamlanmıştır. Meryem Kilisesi’nin konservasyon çalışmalarına 2012 yılı sonbahar döneminde de devam edilecek ve 2013 yılında çalışmaların tamamlanması planlanmaktadır” dedi.
Efes kazılarında büyük ekiple görev aldıklarını, bu yılki kazılarda 200 uzman, 60′a yakın da işçiyle çalıştıklarını kaydeden Ladstätter, “Efes antik tiyatrosunun konservasyon çalışmalarının ilk adımı 2012 yılı kasım ayında tamamlanacak ve tiyatro tekrardan belli sayıda etkinlikler için kullanılabilir hale gelecektir” ifadelerini kullandı. haberler.com, 19.09.2012 |
|
TEMEL KAZISINDA TARİHİ MOZAİKLER BULUNDU
Milas İlçesi Hacıilyas Mahallesi Ulusal Egemenlik Caddesi'ndeki bir inşaatın temelinin kazılması sırasında tarihi mozaik kalıntılarına rastlandı. Mozaiklerin bulunduğu alanda inceleme yaptıklarını belirten Milas Müze Müdürü Ali Sinan Özbey, “Daha önce bu alanda tescil değeri taşımayan bir yapı vardı. 3'üncü derece sit alanı olan yerdeki yapı mal sahibinin talebi doğrultusunda imar mevzuatına göre belediye ekiplerince yıkıldı. Yeni bir yapının inşası için de geçtiğimiz hafta içerisinde sondaj çalışmaları başlatıldı. Milas eski bir yerleşim yeri ve sit alanı geniş olan bir ilçe olduğu için sondaj çalışmaları müze görevlilerinin gözetiminde gerçekleştiriliyor. Bu çalışma sırasında açılan çukurların bir kısmında mozaikler bulundu” dedi.
Milas Müze Müdürlüğü olarak, çıkan mozaik kalıntılarının ardından vakit kaybetmeden kurtarma kazısı çalışmasına başladıklarını ifade eden Özbey, “Bu alandaki mozaiklerin anlaşılmasına yönelik bir çalışma yürütüyoruz. Bu çalışmaları kısa sürede tamamlayarak Muğla Koruma Kurulu'na ayrıntılı bir rapor sunacağız. Daha sonra buradaki yapılar, koruma kullanma dengesi içinde değerlendirilerek uygun projeler üretilecek ve korunmasına yönelik çalışmalar başlatılacak” diye konuştu.
Mozaiklerin Roma dönemine ait olduğuna düşündüklerini belirten Özbey, “Daha önce de Cumhuriyet Caddesi'nde yapılan kanalizasyon çalışmaları sırasında benzer mozaikler çıkmıştı. Ama buranın ne için yapıldığını şu anda anlamak çok zor. Konut olduğu kanaatindeyiz. Alanı tamamen açtıktan sonra kesin fikrimizi ortaya koyacağız” dedi. Hürriyet, Haber: Oktay Çayırlı, 19.09.2012 |
|
MİMARLIK TARİHİ SÖYLEŞİLERİ: GÜLRU NECİBOĞLU Gülru Necipoğlu: Önce sanatçı olarak başladım işe aslında. Burada lise boyunca özel resim dersleri aldım. Bir de annemin amcası, ressamlarımızdan Hakkı Anlı, o sırada Paris'teydi. İki yaz onun atölyesinde çalıştım. Burada da çeşitli hocalardan özel resim ve çizim dersleri aldım. Sonra sanat tarihi ile sanatçılığı birleştirmek istedim. Her ikisinin birarada çalışılmasının hem Türkiye'de hem de Fransa'da zor olacağını gördüm. Hakkı amcam Paris'e gelmemi istiyordu. Ama Amerika'da iki sahanın kolay birleştirilebileceğinin farkına varınca, oradaki üniversitelere başvurdum. Burada kalma ihtimalim doğrultusunda mimarlık bölümlerine girmek üzere de sınava girdim ve Teknik Üniversite'ye girebiliyordum. Fakat sonunda Amerika'ya gittim 1975 yılında. Oradaki lisans eğitimim boyunca çalışmalarımı her iki branş üzerinde sürdürdüm. O sırada Osmanlı ve İslam mimarisine ilgim yoktu. Ağırlıklı olarak Geç Ortaçağ ve İtalyan Rönesans mimarisi üzerine yoğunlaştım. Lisans tezim Papa II. Pius'un 15. yüzyıl ortalarında kurduğu Pienza şehri ve İtalyan Rönesans "ideal" şehir planı kavramları üzerineydi. İkinci tez çalışmam bir yıl sonu sergisiydi. Gravür yapıyordum ve bitirme tezi olarak bu dal içinde bir tema seçmem gerekiyordu. "Kadınlar ve Korseler" konulu 10 gravürden oluşan bir seri hazırladım. Gerçekten de son dakikaya kadar, ilerideki planlarım için her iki taraf da ağır basıyordu. Ancak dünya çapında bir sanatçı olmanın güçlüklerini, bilhassa Amerika'da bulunan biri olarak gözlemledim. Sonuç olarak sanat tarihine yönelmeye karar verdim. Ancak İtalyan Rönesans'ı konusunu herkes ne kadar çok çalışmış, ne yapabilirim derken, hocalarım İslam sanatının nisbeten gelişmeye muhtaç olduğunu ve Ortadoğu dillerini öğrenirsem bu sahaya epey katkılarımın olacağını söylediler. Ön araştırmalarım neticesinde bu konu bana çekici gelmeye başladı. Böyle dolambaçlı bir yoldan geldim sonunda seçtiğim konuya. Ama Avrupa sanatını çalışmış olmak yararlıydı, çünkü aşağı yukarı aynı dönemlerde "hem Avrupa'da hem de Osmanlılarda ve İslam dünyasında mimari alanında ne gibi gelişmeler ve etkileşimler olmuş?" sorusuyla uğraşmaya başladım.
Doktora eğitimim (1979-86) Harvard Üniversitesi'nin Sanat ve Mimarlık Tarihi Bölümünde "İslam sanatı ve mimarisi" konusundaydı ve ortaçağ ağırlıklıydı, çünkü danışmanım Oleg Grabar verdiği derslerde 12-13.cü yüzyıl ötesine pek geçmiyordu. Ancak ben kendi araştırmalarımı erken-yeni çağ tarihine çekmeye çalışarak, yani İtalyan Rönesansı ile aynı tarihlerde, 15.-17. yüzyıl arasına ağırlık verdim. Avrupa ile ilgili çalışmalarımı da bir yandan sürdürdüm (bilhassa ikinci tez danışmanım James Ackerman ile). Ama İran'da Safeviler ve Hindistan'da Babürlüler üzerine de yoğunlaştım. Bu sırada Harvard'daki Ağa Han İslam Mimarisi Programı, öğrencilere gezi bursu imkanları sağlıyordu. Önce 1979'da burs ile İran'a gidecektim ama "Hostage Crisis" çıkınca, onun yerine Hindistan ve Pakistan ile Keşmir'e gittim. Bir ay kadar gezerek araştırmalar yaptım. Bu ilham verici gezi Türkiye doğusundaki seyahatlerimin ilki oldu ve Hindistan'daki sarayları incelemek Topkapı Sarayı üzerine 1986'da yazdığım doktora tezime karşılaştırmalı bir bakış açısı getirdi.
BA: Çalışmalarınızı çok geniş bir perspektifte ele alıyorsunuz. Örneğin Mimar Sinan'ın dönemini incelerken, bir yandan da "İtalya'da aynı dönemdeki gelişmeler nelerdir?" gibi bir soru ile yola çıkabiliyorsunuz. Bu bakış açısını size kazandıran ne oldu? Bu tarz bir nedenselliği merak etmek çok kolay olmasa gerek diye düşünüyorum.GN: Doğru tabii. Bir açıdan Amerika'daki eğitim sisteminin epey etkisi oldu. Örneğin sanat tarihi bölümünde bütün dünya sanatları öğretiliyor ve onların içerisinde İslami sanatlar sadece bir branş. Burada okusaydım, çalışılan ana konular Türkiye coğrafyasını ilgilendiren konular ya da modern sanat olacaktı. Gerek lisans gerekse doktora derslerinde insan sadece kendi sahasında yoğunlaşamıyordu, yani diğer alanlarda ve disiplinlerde (felesefe, bilim tarihi, tarih, sanat antropologisi gibi) dersler alınarak geniş bakış açıları geliştirmek amaçlanıyordu. Ayrıca yabancı dillere özellikle önem veriliyordu; doktora programına girenlerin Fransızca ve Almanca sınavlarını ilk yılda geçmesi gerekiyor, sonra da konuya göre Arapça, Farsça veya Osmanlıca gibi dilleri çalışmak öngörülüyordu. Derslere devam ettikçe, bir yandan hep sorguluyordum "Bizim kültürümüz burada nereye oturuyor, niye bu kadar marjinal?" İslam sanatı deyince de akıllara daha çok Arap, sonrasında da İran sanatı geliyordu o günlerde. Osmanlı sanatı son dönemlerde moda oldu ama, 1979'da inanın ne orada ne de burada hiç de revaçta değildi. Burada sadece küçük bir grup bu konunun uzmanıydı, koleksiyonculuk ise daha başlamamıştı. O sıralarda "Avrupa'ya ve İslam dünyasının diğer bölgelerine bakınca, Osmanlı görsel kültürü nasıl bir gelenektir?" gibi sorulardan hareket ederek başladım araştrmalarıma. Günümüzde ise sanat tarihinde daha geç dönemlere eğilim giderek arttı. Ortaçağı artık eskisi kadar merak eden yok. Ortaçağı geçtim erken yeni çağ bile fazlasıyla "eski" sayılıyor ve genellikle 19. yüzyıl sonrası ilgi çekiyor. Biz bu dar bakışlı akıma Amerika'da "presentism" (bugüne odaklılık) diyoruz. Oysa benim öğrencilik yıllarımda diyebilirim ki, İslam sanatı sahasında Harvard'da 12.-13. yüzyıldan sonrayı konu alan hiçbir dersim olmadı. Hepsi Emeviler, Abbasiler, Fatimiler, İran Selçukluları gibi erken ortaçağ geleneklerini kapsıyordu. Bir şansım Doğan Kuban'ın MIT'de bir yıllığına ders vermeye gelmesi oldu, ondan Osmanlı mimarisi ve şehirciliği üzerine faydalı ve zevkli dersler aldım. Rahatlıkla söyleyebilirim ki, ilgi alanlarımı, Safeviler ve Babürlüler dahil olmak üzere, kendi çabalarımla oluşturdum. Biraz öyle oluyor zaten doktora aşamasında; her istediğin konuda ders verebilecek hocalar bulamıyorsun. Diğer bir şansım ise, Harvard'daki donanımlı sanat ve mimarlık tarihi bölümünde, Rönesans mimarisi uzmanlarından James Ackerman'ın varlığıydı. İtalya, Michelangelo-Palladio-Sinan ilişkileri, villalar ile yalılar arasındaki benzerlikler gibi sorulara çok açık ve ilgili bir kişiydi. Kendisi yıllar sonra İstanbul'a geldiğinde "Burayı daha önce görseydim, muhakkak daha başka olurdu İtalyan Rönesans mimarisine bakışım" dedi. Bende bir şekilde sezgisel olarak doğan meraklar, doğru yerde olduğum için gelişip serpilebildi.
BA: Peki Mimar Sinan konusunda çalışmaya nasıl karar verdiniz? Bakıldığında Türkiye'de kutsal, dokunulmaz bir mimar profili belki de. Mimar Sinan'ı çalışmak da cesaret gerektiren bir konu diye düşünüyorum. Bunun dışında Mimar Sinan ile ilgili çalışmalara bakıldığında sadece "binaları ve açıklamaları" şeklinde bir kurguya sahip olduğunu görüyoruz. Sizin çalışmanızda ise dönemin sosyal ve ekonomik girdilerinin yanı sıra İtalya ve Doğu ülkelerindeki aynı dönem faaliyetler de işleniyor. Bu kadar interdisipliner bir çalışma alanı yaratmak da zor olsa gerek. Son dönemlerde de çok tartışılan bir konu oldu. Kısacası bu çerçevede neleri eksik gördünüz?GN: Avrupa ve Amerika'da mimarlık tarihi interdisipliner bir çalışma alanı olduğu halde, Türkiye'de daha çok mimarlar ve restoratörlerin ağırlıklı olduğu Mimarlık Fakültelerinde yer alan bir disiplin. Bu durumun doğurduğu eksikliği telafi etmek arzusuyla Sinan üzerine bir kitap yazmaya cesaret ederek, değişik bir kurgu vermeyi amaçladım. İtalya'da Electa Yayınevi'nin bir monografi serisi vardır; meşhur dünya mimarlarını ele alan. Bana 1992'de Sinan hakkında bir kitap yazmamı teklif ettiler. Sinan konulu o kadar çok eser yazılmış ki, benim ne gibi bir katkım olabilir diye düşündüm. O dönemde ilk iki kitabımı tamamlamıştım, tam da yeni olarak ne çalışsam düşüncesi aklımı kurcalıyordu. Birinci kitabım tezimin konusu olan 15.-16. yüzyıllarda Topkapı Sarayı ile ilgiliydi, öteki kitap ise 15. yüzyılda Timurlu mimarisinde kullanılan geometrik çizimleri içeren bir rulo hakkındaydı (daha önce bilinmeyen bu rulonun adını Topkapı Scroll koydum). Sinan monografilerinde benim merak ettiğim ve cevabını bulamadığım konulara niye değinmeyeyim dedim. Zaten o zamana kadar yapmış olduğum araştırmalarda hep Sinan ve İstanbul bir rol oynamıştı. Büyük mimarların çalışma biçimi genelde gençlik dönemi, olgunluk dönemi, ve zirve dönemi şeklinde çizgisel bir kronoloji şeklinde ele alınıyordu. Sinan'ın da daha çok bu tarzda Batı sanatında gelişmiş normlara göre ele alındığını gördüm. Hassa Mimarları teşkilatı ne gibi bir yaratıcılığa imkan tanıyordu? Sinan'ın bir yandan çok yaratıcı, gerçekten dahi yönleri olduğuna inanıyordum. Ancak getirdiği yenilikleri nasıl izah edebiliriz diye soruyordum. Sinan hep kendi sanatsal gelişim çizgisi açısından ele alınmıştı. Fakat onun tek başına yapmak istediğini kısıtsız bir şekilde yapmasına izin veren bir toplumda yaşamıyordu. Bu limitler ve "adab kuralları" nelerdi? O dönemdeki Osmanlı toplumunun kendi normları çerçevesinde Sinan'a baktığımızda nasıl bir görüş açısı elde edebiliriz sorusuyla yaklaştım konuya. Dolayısıyla, onun ekonomik, sosyo-politik ve dinsel-ideolojik gelişmeler, toplumsal katmanlaşmalar, ve imparatorluk coğrafyasındaki jeopolitik hiyerarşiler bağlamı içinde nasıl bir görsel dil oluşturduğunu incelemeye koyuldum. İtalya ve Türkiye arşiv kaynakları; dini, edebi ve tarihi metinler; Sinan tezkireleri; hamilerinin vakfiyeleri, kitabeler, Osmanlı minyatürleri gibi birincil kaynaklara dayanan yeni bir görsel kültür okuması yapmaya giriştim. Yarattığı eserleri banilerin statüleriyle ve dünya görüşleriyle ilişkilendirerek Sinan'ın yaşadığı dönemin zihniyet portresini çizmeyi amaçladım.
Ancak dediğiniz gibi, The Age of Sinan: Architectural Culture in the Ottoman Empire adlı kitabımın ilk baskısı 2005'te Londra'da (ikinci baskı 2011) yayınlandıktan sonra son senelerde epey tartışmalar oldu, bunu beklemiyordum. Benim bu kitabı yazışımı bir yandan Electa'nın teklifi tetikledi, öteki yandansa "Bu kadar Sinan'ı büyütüyoruz ama aslında dünya mimarlık tarihine gerçek anlamıyla oturtulmuş bir konumu yok" demem oldu. Önemli dünya mimarları kendi bağlamları ve kültürel perspektifleri içerisinde çalışılmıştır, Sinan içinse böyle bir çalışma yapılmamış diye gözlemleyerek kitabımın yönünü belirledim. Yayınevi olarak Electa'dansa benim benimsediğim bağlamsal perspektiflere ağırlık veren Reaktion Books'u tercih ettim.
Günümüzde Sinan konusu ciddi bir karmaşa içinde. Örneğin, Uğur Tanyeli Sinan'ın sadece bir "mit" ve bir Cumhuriyet ideolojisi "yaratısı" olduğu şeklinde yorumlar yapıyor. Bu da tabii dönemin birincil yazılı kaynaklarını yeterince bilmemek ve bilinenleriyse önemsememekten doğuyor. Türkiye'de genel bir tavır olarak mimarlık tarihçileri Osmanlı yazılı kaynaklarını biraz ilkel, beklentilerimize pek cevap vermeyen ve "Sinan olgusunu" anlamaya yaramayacak kaynaklar olarak algılayagelmişler. Osmanlıca (ayrıca Farsça ve Arapça) okuyamamanın da bu kanının oluşmasında katkısı büyük. Bense, kendi döneminde "Sinan'ı nasıl algılamışlar?" sorusunu önemli buluyorum. Sinan, İslam dünyasında otobiyografisini yazdırmış tek mimar. Bu da onun İtalyan Rönesans mimarlarından aşağı kalmayacak bir kimlik ve benlik bilinci olduğuna işaret ediyor. Kendini ne şekilde anlatmayı ve kurgulamayı seçmiş? Tabii ki Sinan'ın yapıtlarının üslupsal, yapısal ve tipolojik analizlerinin hepsi son derece değerli; zaten benim kitabımda da biçim analizleri ve mimari çizimler oldukça ön planda yer alıyor. Fakat acaba neden karşımızda bu formlar var? Neden ve nasıl soruları niçin sorulmuyor? Sinan'ın mitleştirilmesi, onun deha olarak Cumhuriyet döneminde milli mimarımız haline gelmesinden çok daha önce başlıyor. İşte ben burada ayrılıyorum Tanyeli'den. Sinan'ın kendi kendisini kurgulayan otobiyografisiyle başlıyor bu iş, sonra da 17. yüzyılda Evliya Çelebi ve 18. yüzyılda Ayvansarayi gibi yazarlar tarafından devamı getiriliyor. Zaten 1873 tarihli Usul-i Mi'mari-i Osmani'den başlayarak, ilk basılan yayınlardan itibaren daha da sistematik kullanılan bu otobiyografik metinlerin ana teması, Sinan'ın kendi eseri olarak listelediği eserler ve kendi dehasının anlatısından ibaret. Geç Osmanlı döneminde yeniden biçimlenen Sinan historiyografisi Cumhuriyet döneminde yön değiştirerek, bir "imparatorluk mimarisi" ifadesinden, giderek "Türklük" dehası söylemine doğru evriliyor. Bu tarihi gelişimi gözardı eden ve Sinan'ın sonradan yaratılmış bir mit olduğunu savunan görüşe katılmam mümkün değil doğrusu.
BA: Sedefkar Mehmed Ağa'nın biyografisi nerede kalıyor? Biraz daha methiye niteliğinde ama...GN: Evet, o methiye ağırlıklı ve biraz daha değişik; ayrıca "klasik-sonrası" döneme denk geliyor. Sultanahmet, bu çapta büyük bir cami külliyesi yapımının son örneği. Sedefkar Mehmed Ağa'nın kendisi biyografisini yazdırmaya girişmiyor. Onun biyografisi birinci tekil şahıs ağzından da yazılmamış, ve yazma kararını hanesine yıllarca bağlı olan Cafer Efendi kendi başına vermiş. Mehmet Ağa ile yakın ilişkisinden kaynaklanan, biyografik bir "menakıpname" metni yazmış. Eserinin sonuna Osmanlıca-Arapça-Farsça bir sözlük katan yazarın kökeninin mimarlık pratiğiyle pek ilgisi olmadığı hemen anlaşılıyor. Sinan'ın otobiyografik metinleri bence çok daha iddialı. Kendi yaratısının özelliğini, öncekilerden üstünlüğünü, ve Osmanlı mimarisine bireysel katkılarını ön plana koyması açısından bilhassa önemsiyorum. Yine daha geniş bir perspektiften bakıldığında (Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti perspektifinden çıkıp) dünya sanat tarihi bağlamında bu otobiyografik metinler çok özel bir yere oturuyor. Genelde İslam toplumlarında birey kavramı gelişmemiştir gibi Oryantalist varsayımlar vardır, dolayısıyla otobiyografi yazımı da yoktur düşüncesi yaygındır. 16. yüzyılın ikinci yarısında, Sinan'la tam aynı dönemde, Vasari'nin İtalyan mimar-sanatçı biyografilerinden oluşan meşhur eseri ile Michaelangelo'un hanesine bağlı Condivi tarafindan yazılan (otobiyografik) biyografisinin yepyeni bir tür olarak ortaya çıktığını unutmamak gerekir. Her şeyden önce bu, Sinan'ın İtalya'daki benzer gelişmelerden haberdar olduğunu düşündürüyor; olmasa dahi aynı çizgide söylemler geliştirdiğini ortaya koyuyor. Böyle bir yazım geleneği İslam dünyasında ne o zamana kadar var olmuş, ne de sonradan devamı gelmiş.
BA: Peki Avrupa'da böyle bir gelenek söz konusu mu?GN: Hayır orada da yeni. Ortaçağda böyle bir yazım geleneği yok, Rönesans ile birey-mimar ortaya çıkıyor. Halbuki Uğur Tanyeli ve başkaları bizde Cumhuriyet dönemine kadar birey-mimar olmadığını iddia ediyorlar. Böylece ister istemez Oryantalist varsayımları kabul etmiş oluyorlar. Sinan döneminde "deha" kavramının olmadığı fikrini de savunuyorlar. Peki öyleyse neden Sinan böylesine bireysel ve kendini ön plana çıkaran bir metin yazdırma ihtiyacını duydu? (Editör olarak Muqarnas Supplements serisinde yayınladığım metinlerin 5 değişik versiyonu, Sinan'ın şair ve nakkaş dostu Mustafa Sai tarafindan, onun sözel anlatılarından kaynaklanarak kaleme alınmış; dolayısıyla bunlara otobiyografik biyografiler denebilir). Tabii ki Sinan'ın İtalya'daki meslektaşları "hassa mimarları" gibi bir kollektif kuruluşa mensup değillerdi ve bu açıdan daha bağımsızdılar. Ama yine de Sinan'ın failliği çok şeyi yeniden biçimlendirdi. Osmanlı bağlamı içerisinde kendi bireyselliğini ortaya koyabildi ve o günün yazılı tarihi kaynaklarında (Eyyubi ve Celalzade'ninkiler gibi) hiç şüphesiz bir "dahi" olarak betimlendi. "Sonrasında neden başka mimarların böyle bir otobiyografik metin girişimi ve "dahi" statüsü olmadı?" sorusu sorulabilir ve sorulmalı da.
BA: Aslında dediğiniz gibi Cumhuriyet'ten önce, örneğin Celal Esad Arseven'in "Türk Sanatı" kitabında da geç dönem Osmanlı mimarisi anılmıyor. Sinan'ın eserleri zirve yapılar olarak addediliyor. Sedefkar da, Sultanahmet Camisi ile Sinan'dan daha üstün olmaya çalışmakla yeriliyor. Cumhuriyet öncesinde oluşmaya başlamış bir yargı o halde...GN: Usul-i Mi'mari-i Osmani çok önemli bir metin bu açıdan. Bir kere Sinan'ın Tezkiretü'l Ebniye'sinin, üç dilde (Osmanlıca, Fransızca, Almanca) birer nüshası içinde basılıyor. Bir de oradaki söylemi, Cumhuriyet döneminde çıkan söylemin "Osmanlı" öncül versiyonu olarak okuyorum. Usul, İslami imparatorluk bakış açısından yazılmış ve padişah tarafından 1873'te Avrupa'da Osmanlı mimarisini yücelterek tanıtmak için emredilmiş. Bu eserde şöyle bir söylem var: Osmanlı sanatı Bizans etkileriyle Bursa'da çıktı. Sonrasında Sinan bu geleneği süzgeçten geçirip kurallara bağlayarak kristalleştirdi. 18. yüzyılla birlikte dejenerasyon ve kontaminasyon başladı. Sinan'ın başardığı sadeleştirme ve pürifikasyon 18. yüzyılda bozuldu; bozanlarsa Avrupa mimarisinin yabancı etkileri ile bu etkilerin taşıyıcısı olan Ermeni mimarlar. Fakat Sultan Abdülaziz desteğiyle yepyeni bir "Rönesans" ile Osmanlı mimarisi tekrar diriltildi. Bu söylemin "Sinan Türk'tü, Türk dehasını ortaya koydu" şeklinde bir söyleme "tercüme" edilmesiyle Cumhuriyet döneminin bugün de devam eden milliyetçi takıntıları mimarlık tarihi yazımında ifadesini buldu. Benim için dünya sanat tarihinde Sinan'ın yeri oldukça anlamlı. Çünkü İslam mimarisi ve sanatı eğitimindeki önyargılı varsayımlarla biçimlenmiş bir eğitim süreci yaşadım. Oryantalist söylemlere göre, ortaçağdan (y. 1250) sonraki sanat ve mimari, İslam'ın "altın çağında" oluşmuş normların, yaratıcı olmayan bir "düşüş dönemi" varyantıdır. Aynı görüşe göre, İslam'da bu gerileme sonucu modernite önce İtalyan Rönesans'ı ile başlayıp sadece Batı'da gelişti; doğu toplumlarıysa statik kaldı. Benim bu tip varsayımlara karşı kişisel bir savaşım oldu denebilir. Bu bağlamda Sinan'ın öneminin yadsınamayacağını düşünüyorum. Dünyaca kabul edilen bir değer. Biz istersek o deha değildi ve başka mimarların hakkı çiğnendi diyelim. Sinan döneminde yaratılan olağanüstü eserler dünya çapında kabul görmüş değerler. Ama bu sadece Osmanlı "klasik mimarisi" üstündür demek değil, tabii ki. Zaten sorun o şekilde ele alınmasından kaynaklanıyor. Bütün bunlara ve haklı eleştirilere rağmen, "klasik dönem" kavramının yadsınması gerektiğini kesinlikle düşünmüyorum. Her geleneğin bir klasiği vardır. Sorun yalnız klasiğin değerli olarak yüceltilmesi, öncesi ve sonrasının değersiz olduğu düşüncesidir. Bu da zaten fazla söylenmiyor artık, kesinlikle aşılmış bir saplantı. Kısacası, benim için Sinan hala canlı bir konu ve bu yeni tartışmaların doğması nedeniyle de, aslında ne kadar önemli olduğunu bir kere daha gördüm diyebilirim.
Bu arada, 2006 Fuat Köprülü Kitap Ödülü ve 2005 Albert Hourani Kitap Mansiyon Ödülü'ne layık bulunan İngilizce kitabım, Sinan Çağı: Osmanlı İmparatorluğu'nda Mimari Kültür olarak Türkçe'ye çevrildi ve Bilgi Üniversitesi tarafından birkaç ay içinde yayınlanacak. Türkçe'ye çevrilen metin üzerinde yaklaşık bir buçuk sene bizzat çalıştım. Osmanlıca kaynakların sanıldığı gibi klişelerle dolu metinler olmadıklarını Türkçe okuyucularıma göstermek ümidiyle, 16. yüzyıl metinlerinden yaptığım alıntıları genişletttim. Ayrıca Sinan konusunda son yıllarda çıkan tartışmalara dair kişisel cevaplarım da kitapta yer alıyor. Ana metni fazla değiştirmedim, ancak konunun güncelliğine dair noktalar ve dipnotlar ekledim. Yoğun bir süreç oldu benim için, ama kitabı yazdığım zamanki bağlamla şimdikinin oldukça değişmesi nedeniyle buna ihtiyaç duydum. Kitabım Sinan'ın sadece camileri ve cami külliyelerini ele aldığı için, yine güncel bir konu olan, Türkiye'deki "selatin camii" inşaatı özlemlerinin neden tarihi gelenek ve estetik değer açısından sorunlu olduğunu dolaylı olarak ima ediyor.
BA: Mimarlıktan gelen ya da belki Türkiye'de tarih yazımı eğitimi almış diyebileceğim kişiler "neden" sorusunu çok iyi ifade edemiyor diye düşünüyorum. Yani bir ürünü sadece ürün olarak değerlendirip, fiziksel özelliklerini tanımlıyorlar. Sosyal ve ekonomik girdiler işin içerisine katılmadan strüktürel, bezemesel açılardan analiz yapılıyor. Bu konuda galiba siz de bana katılacaksınız. Bu bağlamda Türkiye'deki tarih yazımı konusunda düşünceleriniz nelerdir?GN: Evet size katılıyorum. Gözlemlediğiniz olgu Amerika'daki mimarlık okullarında da geçerli bir tavır, çünkü mimariyi enstrümantalize eden bir yaklaşım söz konusu. "Bugün biz geçmişten ne gibi dersler çıkarabiliriz?"; "Gerek restorasyon, gerek strüktür, biçimler ve bezeme unsurları bugünkü mimariye ne gibi dersler öğretebilir?" şeklinde sorular sorulyor ve genelde tarihsel bağlamın sosyo-ekonomik boyutları işin içine katılmıyor. Harvard'da bulunduğum sanat ve mimarlık tarihi bölümü, fen ve edebiyat fakültesi içinde yer alıyor. Ancak mimarlık fakültesi ayrı ve profesyonel eğitim veren bir fakültedir. Biz beşeri ve sosyal bilimler ve tarihle aynı çatı altındayız. Türkiye'de mimarlık tarihinin daha çok profesyonel eğitime yönelik mimarlık fakülteleri kapsamında yer alması dikkate değer sanırım. Çok az üniversitemizde sanat tarihi veya tarih bölümlerinin bünyesinde mimarlık tarihi yazımı üretilmekte. Boğaziçi Üniversitesi tarih bölümü buna istisna olarak gösterebileceğim nadir örneklerden biri. İstanbul Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi'nin sanat tarihi bölümleri oldukça geniş kapsamlı. Ancak sanat tarihi bölümlerinde mimarlık tarihi genellikle "ikincil" konumda. Daha çok diğer sanatlar ve arkeolojiye ağırlık veriliyor. Bu yüzden de bir ikilem doğuyor. Resim, çini, kumaş veya hat sanatlarını çalışan kişiler mimarlığı kendi dışlarında görme eğilimindeler. Mimarlık çalışan kişilerse yapılardaki çinileri, hat levhalarını, kalem işlerini pek fazla önemsemiyorlar. Strüktür ve form ağırlıklı çalışıyorlar. Her iki taraf da yapıtları "ürün" olarak betimliyor ve kültür tarihinin bütüncül çerçevesini bölücü yaklaşımlar egemen.
Türkiye'deki Osmanlı tarihçileri de, mimarlık ve şehircilik tarihini ele aldıklarında görsel unsurlara ve "neden" sorusuna genelde değinmiyorlar. Hatta kitaplarında bir tek resim veya plan dahi bulunmadığını görüyorsunuz. Kesin bir iş bölümü yapılmış: tarihçiler mimarlık tarihçilerine havale ediyor "ürün" betimlemesini; mimarlık tarihçileriyse arşivlere ve yazma kütüphanerine girip bizzat kaynak araştırması yapmıyor (çünkü hem bu metinlerin diline aşina değiller, hem de bu iş tarihçilerin işi olarak belirlenmiş). Sanat ve mimari tarihi arasındaki kopukluğun yanısıra, disiplinler arası bölünmeler Türkiye'de oldukça net ve aşılması zor engeller oluşturuyor. İşte tarih yazımındaki birçok sorun buradan kaynaklanıyor. Bu teşhis konulduktan sonra ne yapmalı sorusu daha çetrefil. Üniversitelerin geleneksel yapısı uyarınca, sahalar arası ilişkileri irdelemek burada pek mümkün olmuyor. Bu durum nasıl aşılır bilemiyorum. Türkiye'de azınlıkta kalan bazı bilim insanları ancak kendi kişisel çabaları ve meraklarıyla bu tür engelleri aşabiliyor. Birkaç örnek haricinde, yeni özel üniversiteler de varolan eğitim sistemini sorgulamaktansa yeniden üretiyor ve kalite konrolu giderek azalıyor eskisine göre. Üstelik dil eğitimine önem verilmemesi dış dünyadaki yayınların takip edilmesini giderek güçleştiriyor ve kendi içine dönük "yerel" bir bilim anlayışının yaygınlaşmasını hızlandırıyor.
BA: Mimarlık tarihi ve tarih de keskin hatlarla ayrılıyor çoğu kişi tarafından. "Neden?" sorusunu sormamak bu açıdan büyük bir kayıpmış gibi geliyor. Sizin çalışmalarınız da tersine son derece interdisipliner. Biraz da araştırma ve çalışma yöntemlerinizden bahsedebilir misiniz?GN: Lisans yılları bence çok önemli. Dediğim gibi, ben o sırada sanat tarihinin yanısıra hem stüdyo hem de diğer disiplinlerden seçmeli dersler alarak interdisipliner bir sistem içinde eğitimimi tamamladım. Mesela sanat sosyolojisi, sanat antropolojisi ve estetik dersleri aldım felsefe bölümünden. Kendi ilgilerime göre serbest bir şekilde bu dersleri alma fırsatım oldu. Böyle bir serbestiyet tabii ne yapmak istediğini bilmeyen bir kişinin kaybolmasına da yol açabilir, ama çok büyük bir imkan. Sanırım bu yüzden Avrupa dahil dünyanın birçok yerinde Amerikan üniversite sistemi model alınarak taklit ediliyor.
Bir konuyu araştırmaya başladığımda kendimi o konuyla kısıtlı görmüyorum. Her araştırma projesi yeni bir interdisipliner macera oluyor, yepyeni sorular ve dünyalar açıyor. Kitaplarımı onar yıllık aralarla yazdım, ve yazma eser kütüphaneleriyle arşivlerde derinlemesine araştırma yapmaktan hoşlanıyorum. Sinan'ı çalışıyorsam, diğer mimarlarla ilgili yapılmış çalışmaları okuyorum ve kullanmasam da bunlar bana çok boyutlu perspektifler kazandırıyor. Bir de hangi konuyu ele alırsam alayım, ideal olarak o konu ve dönemle ilgili elime ne geçerse hepsini okumalıyım diye hissediyorum. Tabii ki imkansız ama, o dönemde yapılmış ve yazılmış her şey benim için o konuyla potansiyel olarak ilgilidir, hiçbir şeyi peşinen dışlamamak gerektiğine inanıyorum. Gerçekten hiç beklemediğiniz yerlerde, birden bire müthiş bağlantılar ve ilham kaynakları buluyorsunuz. Bilhassa kendi tarihimizde dinden felsefeye, edebiyattan müziğe, neredeyse her alanda eksikliğimiz olduğunu itiraf etmek lazım. Türkiye'de tarih eğitimi hala ilkel bir seviyede ve ideoljik çarpıtmalardan muzdarip. Bu nedenle insanlar televizyonlardan ve romanlardan tarih meraklarını tatmin etmeye çalışıyorlar. Bizlerin lisede şikayet ettiğimiz tarzdaki çağdışı kitaplar malesef hala yönetmelik ile okutuluyor. Yenileri yazılıyor ancak hiçbir zaman Milli Eğitim Bakanlığı'nın listesine giremiyor. Aslında insanların soru soruş biçimleri bu erken yaşlarda oluşuyor, üniversitelerde değil. Ciddi bir bir eğitim devrimi yapılması gerektiğini düşünüyorum. Eğitim çok ama çok önemli, birçok sorunumuzun kendi tarihimizi bilmemekten ve öğretilen yarım yamalak bilgilerle havada kalan bilgi birikimsizliğinden kaynaklandığını düşünüyorum. İlk ve orta eğitim ile liselerde sanat ve mimarlık tarihi hiçbir zaman verilmediğinden, genelde görsel konularda büyük bir boşluk hakim. Oysa bu konulara susamışlık ve merak olağanüstü boyutlara ulaşmış durumda, belki de bu boşluk yüzünden. Düşünsenize bir kere, eğer üniversitede sanat ve mimarlık eğitimi yapmıyorsanız, görsel kültür alanında başka hiçbir eğitim alma şansınız olmuyor Türkiye'de!
BA: Tarihe karşı eleştirel bir bakış açısı geliştiremiyoruz. Önemli olayların isimlerini, hangi tarihte gerçekleştiklerini biliyoruz ancak olayları analizde veya eleştirel bakışta oldukça zorlanıyoruz diye düşünüyorum.GN: Bu tür eleştirel bakış açıları geliştirememek lise ve öncesi eğitim kalitesi ile ilgili. Bizde hala erken eğitim ve bilhassa tarih eğitimi ağırlıklı olarak ideolojik ve ezbere dayalı. Sorgulama ve eleştirme yerine, kendi tarihini yüceltme eğilimleri ağır basıyor, hatta eleştirel yaklaşımlar vatan hainliği olarak bile damgalanabiliyor. "Türk'ün Türk'e söylemi" yaklaşımından kurtulmak şöyle dursun, bu "neo-Ottomanizm" furyasında giderek arttığını görüyoruz. Kritik bakış ve analiz yapabilme geleneği Avrupa'dan (bilhassa Almanya) aldığımız merkezi devletçi eğitim sisteminde, Amerika'ya kıyasla daha az gelişmiş. Amerika'da "Liberal Arts Education" (lisans eğitimi) tamamen interdisipliner ve devlet konrolüne tabi olmayan bir sistem. Aslında çok lüks bir şey, çünkü uzmanlaşma bu aşamadan sonra başlıyor ve gençler donanımlı bilgi birikimine ilaveten serbest düşünme ve yeri geldiğinde hocalarını bile sorgulama alışkanlıkları ediniyorlar. Bizde ise "hocam, hocam" saygılılığı ve hiyerarşisi almış yürümüş durumda.
BA: Mimarlık pratiği içerisindeki birinin mimarlık tarihi ürünlerini deneyimlemesi gerekli midir? Deneyimlemeleri öngörülecekse bu, pratikteki mimarlara nasıl fayda sağlayabilir?GN: Harvard'a öğrenci olarak gittiğimde, Amerikan üniversitelerinin mimarlık bölümlerinde mimarlık tarihi eğitimini vurgulayan bir yaklaşım vardı. "Geçmişten neler öğrenebiliriz?" diye bir yaklaşım söz konusuydu. Mısır piramidlerinden modern çağa kadar gelişmeleri ele alan, bütün yıl süren bir ders almaları şarttı. Yavaş yavaş bu tür dersler elimine edildi. Tarih yerine daha çok soyut teorik yaklaşımlar ön plana çıktı 1990'lardan itibaren. Şu anda Harvard dahil, Amerika'da mimarlık fakültelerinde dünya mimarisine dair dersler verilmiyor. Böyle konular artık "historisist" olarak addediliyor. Şu anda "global, yeni bir düzene nasıl kendimizi adapte edebiliriz?" sorusu üzerinden mimarlik pratiği eğitimi veriliyor. Bu yaklaşım içinde tarih marjinalize olmuş durumda. "Benim kısa ömrüm içerisinde niye böylesine büyük bir değişim oldu?" diye sorduğumda şöyle bir çıkarım yapıyorum: Global bir dünyada tarihsel bağlam incelikleri aslında insanlar ve kültürler arasındaki farklılıkları barizleştiriyor. Halbuki bugün istenen şey bütün kültürler arasındaki ortak paydayı yakalamak. Tarihsel detaylara girmezseniz tüm dünyanın daha kolay anlayacağı bir ortak mimarlık dili oluşturabilirsiniz. Mimarlar bu şekilde hareket etmeyi yeğliyor, yapacakları bina Çin'de mi, Amerika'da mı, ya da İstanbul'da mı fark etmiyor ve aynı biçimde tasarlanıyor. Sonuç olarak kültürel farklılıklar silinip "yer duygusu" olmayan birbirinin benzeri yapılar yaratılıyor. İstanbul'da gökdelenlerin yapılma furyası daha çok Katar veya Abu Dhabi gibi global gelişmelere sahne olan ülkeleri örnek almaktan kaynaklanıyor, yerel ve tarihi özellikler bu bağlamda dışlanmaya mahkum. Oralarda tarihi doku olmadığından çöl üzerinde alabildiğine gökdelenler dikebilirsiniz, ama İstanbul öyle değil. Bu eşsiz şehrin tarih ve doğa değerleri hesaba katılmadan son yıllarda uygulanan "gelişme" politikaları, mimarlar ve binaları finanse edenlerin kısmen mimarlık tarihi ürünlerini okumamasından kaynaklanıyor. Bu tür binalar artık Batı'da prestij sembolü olmaktan çıkmış, sadece tarihi dokuları olmayan Doğu ülkelerinde "marka" mimarlara yaptırılmakta.
Postmodernite tarihe dönük incelikli referanslara önem verdiğinden, görece tarihsel eğilimli bir akımdı. Globallik yepyeni, kültürsüz bir tüketim ideolojisine hizmet ediyor. Global kapitalist para ekonomisi şu anda bütün dünyayı sarmış durumda ve halen de sarmakta. Bu olguya kritik bir şekilde bakmak yerine, ona uymaya çalışmak, "Ne şekilde bu treni kaçırmayız?" şeklinde bir yaklaşım söz konusu. Kritik yaklaşımlar ve sorgulamalara pek fazla yer yok.
Sonuç olarak tarihe karşı olan bir durum hakim. Ne kadar "glocal" (yani global-local) denilse de "global" biteviyelik ön planda. Bu açıdan Türkiye ilginç bir çelişki içinde. Global mimari perspektifinden bakıldığında tarih önemini yitirmiş vaziyette. Oysa Türkiye'de müthiş bir tarih merakı patlaması var. Bu bilgisiz ve bilinçsiz tarih merakı yapılan taklitçi camiler ve diğer kamusal binalarda, sözde-Osmanlı mobilya ile süs eşyalarında yansımasını buluyor. Bu da yine mimarlık ve sanat tarihi bilgisi kıtlığıyla bağlantılı, çünkü bunları talep edenler ve tüketenler "kitch" ile sanat değeri taşıyan ürünler arasındaki farkı anlamaktan aciz.
Bu zevksizlik olgusu, günümüz Türkiye'sinde tarih konusunda daha kritik bakış açıları geliştirilmesi gerektiğini düşündürüyor. Selçuklu veya Osmanlı eserlerini sadece biçimsel ürünler olarak değil, içerikleri ve onları meydana getiren süreçler bağlamında anlamaya yönelik tarih eğitimi kanımca elzem. Örneğin, mimarlık tarihçiliğimizde süregelen biçimci yaklaşımların günümüz cami mimarisinde gözlemlenen bilinçsiz tutumları bire bir etkilediğini düşünmemek elde değil. Dolayısıyla tarihi anıtlarda sergilenen yaratıcılık ve adab kavramlarının tarihsel bağlamlarının daha iyi anlaşılıp değerlendirilmesi gerekiyor. Bu, mimarlara birçok pratik faydalar sağlamaktan öte, biçimlerin zaman ve mekana bağlı olarak nasıl süreçler içinde geliştiklerini gözlemleme, ve kendi pratiklerinin temellerini sorgulama firsatını verecektir. Bu sadece akademik bir gereksinme değil, herkesi ilgilendirecek bir kültür meselesi haline gelmiş durumda. Kanımca acilen orta ve lise eğitimine dünya sanat-ve-mimari tarihi dersleri katılarak hakim görsel kültür eksikliği giderilmeli.
Popüler tarih merakı var ama daha bilinçli bir tavır geliştirmek gerekir. Televizyondaki tarih programları hakkında ne düşünüyorsunuz diye bana sorular geliyor. Dönemin uzmanı olarak, Muhteşem Yüzyıl dizisini arada sırada bilim-kurgu seyreder gibi izliyorum. Ancak toplumumuzda bu dizi büyük bir merakla adeta gerçekleri yansıtan bir tarih belgeseliymişcesine izleniyor, çünkü tarih bilinmiyor. Bu tür bir dizi Batı ülkelerinde alay konusu olurdu, çünkü belirli bir eğitimi olan herkes kıyafetlerle detayların uydurukluğunu görerek fazla ciddiye alamazdı. Popüler tarih merakı "neo-Ottoman" Türkiye'ye has yepyeni bir fenomen. Televizyondaki tarih söyleşi programlarında bir konudan öbürüne dedikoduvari şekilde atlanıyor. Bari her seferinde tutarlı bir tema seçilse de, hiç olmazsa insanlar birşeyler öğrense. Tarihe yönelik eleştirel ve tartışmalı yaklaşımlar sunmak yerine, bilgi fetişizmi yapmak tercih ediliyor.
BA: Alev Erkmen, Hayden White'ın tarihyazımı anlayışını değerlendirdiği yazısında, "hiçbir tarihsel olgu, kendi doğası içinde trajik, komik veya romantik değildir... ancak belirli bakış açısı veya strüktürel bağlam içerisinde bu değeri edinir" diyor. Bu doğrultuda tarih yazımı ne kadar imgeleme dayalıdır, kurgusaldır? Tarih yazımı kişiseldir denilebilir mi?GN: Güzel bir soru... Hayden White ben lisans eğitimimi sürdürdüğüm Wesleyan Üniversite'sinde hocaydı. Geliştirdiği "metahistory" kavramı kendi düşüncelerim üzerinde etkileyici olmuştur ve historiyografiye olan merakımı beslemiştir. White'tan sonra tarihin objektif bir bilim olma iddiası olamayacağı giderek daha çok kabul gördü. Tarih yazımında, edebiyat gibi, imgeleme dayalı bir kurgusallık ve kişisellik olduğu muhakkak. Herhangi bir insan tarihle uğraştığında kendi perspektifinden ve kendi merakları çerçevesinden yorumlar yapar, çünkü sorduğumuz sorular sübjektivitemizle bağlantılı. Fakat bu gözlem, tarih ile roman arasındaki disipliner bağları yoketmek isteyenler gibi uç bir noktaya götürmedi beni. Ben o derece dekonstrüktivist değilim. Pozitivist olmadan, belirli metodolojik normların hem öğrenilebileceğini hem de öğrenilmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum. Zaten bunun için eğitime bu kadar önem veriyorum. Bence tarihi olguları anlamaya çalışmak, kendi çarpıtmalarımızın bilincinde olmak şartıyla, hala geçerli bir uğraş. Mimarlık tarihçisi olarak ben de edebiyatçı gibi kurguluyorum yazdığım metinleri ve kişisel yorumlarımı. Hayal gücü yaratıcı araştırma yapmak için de muhakak lazım, yoksa bilinenleri aşmak, verileri zorlamak ve hatta keşifler yapmak mümkün olmuyor. Yine de eskiden geliştirilmiş tarihi kaynak okuma ve hermeneutik yorum yapma usullerini göz ardı edemezsiniz. Kaynak ve anlam bilimi vardır, okuduğunuz metni istediğiniz gibi yorumlayamazsınız yani. Verileri birleştirip bir perspektif oluşturduğunuzda da sürdüğünüz izleri açıklamanız gerekiyor, metin içinde veya dipnotlarda. "Şu nedenlerle, bu konuyu bu şekilde yorumladım, şu kaynakları okudum" diye kendinize göre tutarlı nedenlerle okuyucu karşısına çıkmanız beklenir. BA: "The Concept of Islamic Art: Inherited Discourses and New Approaches" başlıklı makalenizde "İslam Sanatı" kavramında ve sergilenmesinde 70'ler itibariyle değişen bakış açılarını ele alıyorsunuz. Bundan kısaca söz edebilir misiniz?GN: Bu makale ile kendi eğitimim içinde sorunlu bulduğum "İslam Sanatı" kavramını irdelemek istedim ve bu kavramın müzecilik boyutunu eleştirdim. Dünyada çeşitli ülkelerde, bilhassa Arap ülkelerinde yepyeni İslam sanatı müzeleri yaratıldı ve yaratılmakta. Bu "prestij" müzelerinde 19. yüzyıl kökenli Oryantalist ve milliyetçi kavramlar sorgulanmadan yeniden canlandırılmakta. Ancak konu burada özetlemek için biraz karmaşık. Türkiye'de daha kritik yaklaşımlar olabiliyor. Örneğin, makalemin bir versiyonunu Boğaziçi Üniversitesi'nde bir seminer konuşmasında sunduğumda, dinleyicilerden biribrisi Oryantalist bir konstrüksiyon olduğu bilinen "İslam sanatı ve mimarisi" kavramıyla Türkiye'de neden ilgilenelim ki sorusunu sordu. Bu konuyla ilgilenilmesi gerektiğini düşünmemin bir sebebi akademik kariyerimi Batı'da sürdüren bir kişi olmam. Oradaki disipliner çerçeveler içerisinde, burada üretilen bilgiler genellikle marjinal kalıyor. Türkiye'de yapılan değerli çalışmaların dünya bilimi üzerinde etkisi olmasını istiyorsak, yazdıklarımızın belirli global parametreler içerisinde nereye oturduğunu bilmemiz gerekir. Türk sanatı ve mimarisi, hangi dönemi ele alırsak alalım, uluslararası perspektiften coğrafi olarak belirlenmiş "İslam" dünyası paradigmaları içine oturuyor. "İslam sanatı diskuru bizi ilgilendirmez, Türkiye coğrafyasıyla ilgiliyiz" derseniz daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmak mümkün olmaz. Makalemde bu sahanın historiyografik sorunlarına işaret ederek, bunların farkına varırsak eski paradigmaları daha kolay aşabiliriz fikrini savunuyorum.
Bu sorun o kadar da önemsiz değil, dünyanın her yerinde dünya sanatı tarihi okutuluyor, bunun içerisinde de İslam sanatıyla mimarisi yer alıyor. Dünya sanatı tarihi kitaplarında İslam sanatı daima Ortaçağ bölümünün içinde yer alıyor. Selimiye veya Taj Mahal gibi yapılar anakronik olarak Ortaçağ-Bizans ile bir arada gruplandırılıyor. Bu paradigmanın dekonstrüksiyonunu yapmaktan öte, konstrüktif yeni paradigmalar üretmeye yönelik düşüncelerimi yazdım. Yaygın paradigmaların nasıl aşılabileceğine dair bazı önerilerim oldu. En önemli öneri ise İslam sanatının tarihi olmayan, durağan bir gelenek olarak algılanmasını engellemek üzere zaman ve mekan içindeki değişimlerini vurgulayan, bağlamsal yaklaşımların ön plana çıkarılması. Arkitera, 19.09.2012 |
|
TAKSİM'DE BİR CAMİ VARDI...
Bazı binalar vardır, asırlarca yaşar. Bazısının ise
ömrü kısadır. Ya bir afete uğrar, ya da kazmaların
hışmına... Taksim Kışlası da bu yapılardan biridir.
Ömrü bir asrı bile bulmamıştır. Daha yakınlarda
ortadan kaldırılmış olmasına rağmen, hakkında çok az
malumat vardır.
Türkiye Gazetesi, Yazı:Prof.Dr. Ekrem Buğra Ekinci, 19.09.2012 |
|
|
'ÇIĞLIK' TABLOSU NEW YORK'TA
Norveçli dışavurumcu ressam Edvard Munch’un 1895 tarihli ‘Çığlık’ adlı tablosu, New York'ta müzede sergilenecek.
Mona Lisa’dan sonra dünyada en çok bilinen tablo olarak kabul edilen Norveçli dışavurumcu ressam Edvard Munch’un 1895 tarihli ‘Çığlık’ adlı tablosu, müzede sergilenecek.
Munch’ın bir açık artırmada satılan en pahalı sanat eseri olan “Çığlık’’ adlı tablosu, 24 Ekim’den itibaren 6 ay boyunca New York Modern Sanat Müzesi’nde (MoMA) sergilenecek.
"Çığlık", geçen mayıs ayında New York’taki Sotheby’s müzayede evinde düzenlenen açık artırmada 119.9 milyon dolara satılarak ‘bugüne kadar en yüksek fiyata satılan tablo’ unvanını almıştı. Habertürk, 19.09.2012 |
DA VİNCİ'NİN ŞİFRESİ ÇÖZÜLDÜ MÜ?
Harvard Üniversitesi’nden Hıristiyanlık Tarihi Profesörü Karen King, dördüncü yüzyıldan kalma bir parşömen kağıdında Hz.İsa’nın bir kadından “karım” diye bahsettiğini öne sürdü. King’in aktardığına göre, Hz İsa’nın ‘eşim’ diye bahsettiği kadının adı ‘Mary’ yani ‘Meryem.
King, parşömende “İsa onlara, ‘benim’ eşim dedi” diye bir ifadenin yer aldığını söylüyor. Roma’da yapılan kongrede konuşan Amerikalı araştırmacı, “Hıristiyan geleneği ikna edici kanıt olmasa da Hz. İsa’nın evli olmadığını kabul ediyor. Bu yeni belge, Hz.İsa’nın evli olduğunu kanıtlamıyor, ama bize cinsellik ve evlilik konusunda hararetli bir tartışma olduğunu gösteriyor. Çok önceden beri, Hıristiyanlar İsa’nın evliliği konusunda anlaşmazlık yaşadı, ancak Hz.İsa’nın ölümünden bir asır sonra onun medeni durumu konusunda tutumlarını destekleyen bir pozisyona sahip oldular” dedi.
Parşömen üzerindeki yazıların Mısır Hıristiyanlarının kullandığı Kıpti dilinde yazıldığı, papirüsün büyüklüğünün 3.8 santimetreye 7.6 santimetre olduğu bildirildi. Ancak belgenin gerçek olduğunun anlaşılması için başka kimyasal testlerin de yapılması gerektiği belirtildi.
Dan Brown, tüm dünyada büyük ses getiren “Da Vinci Şifresi” isimli kitapta Hz.İsa’nın soyunun Mecdelli Meryem aracılığıyla devam ettiğini öne sürüyordu. Hatta Da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” tablosundaki havarilerden birinin Mecdelli Meryem olduğunu iddia ediyordu.
Da Vinci Şifresi’ndeki iddianın sorulması üzerine Dr. King, ne şifre ile ne de yazarıyla muhatap olmak istediğini belirterek, “Sonuçta, bunun (parşömenin) Dan Brown’u doğruladığını söyleyemeyiz” dedi. Hürriyet,19.09.2012 Radikal, 19.09.2012 |
|
AVUSTRALYA'YA İLK İSLAM MÜZESİ
Avustralya’nın ilk İslam müzesi, gelecek yıl kasım ayında Melbourne kentinde açılacak.
Gezici müzelerden çağdaş İslami sanatın sergileneceği alanlara, İslam eserleri kütüphanesinden çeşitli İslami filmlerin gösterileceği sinemaya kadar birçok unsuru kapsayan Avustralya’nın ilk İslam müzesi, gelecek yıl kasım ayında Melbourne kentinde açılacak.
Müzeye Avustralya Devleti 1.5 milyon dolar, Viktorya hükümeti de 500 bin dolar destek verdi.
Avustralya İslam Müzesi projesi yaklaşık 10 milyon dolara mal olacak. Habertürk, 19.09.2012 |
|
![]() |
149 METREKARELİK ROMA MOZAİĞİ
Antalya'nın Alanya İlçesi yakınlarındaki antik kentte, ABD'nin Nebraska-Lincoln Üniversitesi'nden arkeologlar, MS 4'üncü yüzyıla ait Geç Roma döneminden kalma eşsiz büyüklükte bir mozaik taban buldu. Roma İmparatorluğu'nun en zirvede olduğu dönemden kalma tarihi eser, Alanya'nın 60 kilometre doğusundaki Antiochia ad Cragum antik kenti yakınlarında keşfedildi. Döneminin lüks bir banyo kompleksini süsleyen mozaik, yedi metre uzunluğundaki bir havuza bitişik durumda, 149 metrekarelik büyük bir alanı kaplıyor. Sabah (Kısaltarak), 19.09.2012 |
DAMİEN HİRST, TATE'TE ZİYARETÇİ REKORU KIRDI
Çağımızın en çok tartışılan sanatçılarından Damien Hirst’ün Tate Modern’da 4 Nisan’da açılan retrospektif sergisi 9 Eylül’de kapılarını kapadı. Sanatçının 20 yıllık kariyerinden işlerin yer aldığı sergi rekorlara imza attı. Hirst, 463 bin 87 kişiyle galeri tarihinde en fazla ziyaret edilen solo sergisi ve şimdiye dek en fazla bilet kesilen ikinci serginin sahibi oldu. Birinci sırada 467 bin 166 kişiyle 2002’de açılan Picasso ve Matisse sergisi yer alıyor. Hirst böylelikle 2004’te 429 bin 909 ziyaretçinin geldiği Edward Hopper ve 2010-11’de 420 bin 686 kişiyi galeriye çeken Gauguin sergilerinin rekorlarını geride bırakmış oldu. Sergi, 2012 Londra Olimpiyatı sırasında şehre gelenlerin de uğrak yerlerinden biriydi. 14 sterlin’den (40 TL) satılan biletlerin galeriye 6 milyon sterlin (yaklaşık 17.5 milyon TL) kazandırdığı tahmin ediliyor. Radikal, 19.09.2012 |
|
![]() ![]() |
BELEDİYENİN PARK ÇALIŞMASINDA LAHİT BULUNDU
Selçuk Belediyesi'nin 14 Mayıs Mahallesi Polis Tepesi mevkiinde dün başlattığı park çalışması sırasında lahit bulundu. 14 Mayıs Mahallesi polis tepe mevkiinde çalışmalara dün başlayan Selçuk Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü'nde görevli ekipler, alandaki çalışmalarına başladı.
Konun Efes Müzesi Müdürü Cengiz Topal’a bildirilmesi üzerine alanda incelemeler başlatıldı. Efes Müzesi Arkeologların mezar üzerinde başlattığı temizlik çalışması devam ederken, üzerinde mermer kapağı bulunan mezarı açarak; mezarın içinde çalışmalar başlatıldı. Selçuk Bölge Haberleri, 18.09.2012 |
SİDE ANTİK KENTİNDEKİ KAZI DÖNEMİ SONA ERDİ
Manavgat İlçesi'ne bağlı Side beldesindeki antik kentte yapılan 2012 yılı kazı dönemi sona erdi.
Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yıl kazı çalışmasını yerli ve yabancı 70 kişiyle gerçekleştirdiklerini söyledi.
Kazılarda önemli değerlere ulaşıldığını ifade eden Alanyalı, bu yıl kazı programında Doğu kapısı, Athena Tapınağı, kuzeybatı alanında çalışmalar yaptıklarını anlattı.
Doğu kapısında yapılan kazıların Avusturya Graz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Peter Scherrer ve 15 kişilik ekibi tarafından yürütüldüğünü bildiren Alanyalı, “Doğu kapısı Side için önemli. Çünkü burayı açarak şehirde yeni bir anıtın ortaya çıkmasını sağlayacağız. Bunun yanında antik kentteki gezi planını daha anlaşılır hale getireceğiz. Bu yönde de bir alan planlaması yapacağız” dedi.
Alanyalı, Athena Tapınağı’nda dağınık ve yıkık durumdaki sütun ve sütun başlıklarının yapı dışındaki bir alana taşınarak yüzeydeki çakıl tabakasının temizlendiğini belirterek, Side Müzesi’nin kuzeybatısında, sarnıçların yanında ve Üç Gözlü Çeşme’nin hemen arkasındaki alanda Doç.Dr. Feriştah Alanyalı ve arkeolog Kaan Kırçın başkanlığında arkeolojik kazı çalışmaları yapıldığını söyledi.
Tiyatro ve çevresinin tarihsel süreç içindeki dönüşümüne açıklık getirmek, Dionysos Tapınağı ve otopark alanında yapılan arkeolojik çalışmaların sonuçları ile karşılaştırmak ve bu yerin şehrin bütünü içindeki yerini anlayabilmek amacıyla bu alanda çalışmalar yapıldığını dile getiren Alanyalı, 2.5 yıldır sürdürdükleri Tykhe Tapınağı restorasyonunu tamamlanarak ay sonunda açılışı yapılacaklarını kaydetti.
Doç.Dr. Alanyalı, antik kentte 1947 yılından bu yana aralıklarla kazıların sürdüğü bildirdi. haberler.com, 18.09.2012 |
|
4 BİN YILLIK TARİHİ ALANDA YANGIN ÇIKTI
Kayseri’de 4 bin yıllık geçmişi olan ve ilk ticari yazılı tabletlerin bulunduğu Kaniş-Karum kazı alanında yangın çıktı.Çıkan yangına, yapılan ihbar sonrasında Kayseri Büyükşehir Belediyesi itfaiye ekipleri müdahale etti. Tarihi kazı alanındaki kuru otların tutuşması sonrasında çıkan yangın kazı yapılan alanlara ulaşmazken, itfaiye ekipleri alevleri söndürmekte oldukça zorlandı.
Kayseri Gündem, 18.09.2012 |
|
7 BİN YILLIK SERAMİK ÇÖPLÜĞÜ ORTAYA ÇIKTI
Prof.Dr. Takaoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Apollon Smintheion Tapınağı'nın en büyük özelliklerinden birisinin bölgenin Prehistorik yerleşim yeri olmasından kaynaklandığını söyledi.
Bölgede, radyo karbon tahlilleriyle günümüzden yaklaşık 7 bin yıl öncesine ait yerleşim izlerine rastladıklarını dile getiren Takaoğlu, ''Burası Çanakkale bölgesi için kazısı yapılan en eski Prehistorik yerleşim yerlerinden birisi. Daha çok Çanakkale Troia ile biliniyor. Troia, günümüzden yaklaşık 5 bin yıl öncesine uzanıyor. Bu da demek ki Troia'daki ilk iskandan 2 bin yıl önce, bu coğrafyada bir takım eski köy yerleşimleri bulunuyordu'' dedi.
Takaoğlu, 2004 yılından bu yana bölgede
arkeolojik kazıların sürdüğüne işaret ederek,
''Bölgenin ''Bunların yanında burada yaşayan insanların
besin ekonomisiyle ilgili, ne yediklerini, ne
içtiklerini ortaya koyan buluntular elde edildi.
Bununla en azından Çanakkale bölgesinde
günümüzden 7 bin yıl önce nasıl bir köy
yaşantısı, ne tür bir mimari içinde yaşayan
insanlar olduğunu anlamak
Prof.Dr. Takaoğlu, kazı yaptıkları alanda pek çok ceviz ağacının bulunduğunu, ele geçen toprak bir kabın imalatı sırasında, konulan yere yapışmaması için altına serilen ceviz yaprağının bıraktığı izin önemli olduğunu belirterek, bu yaprak izlerinin ceviz ağaçlarının bölgede binlerce yıldır yetiştiğini kanıtladığını kaydetti. Akşam, 18.09.2012 |
|
BEŞ ASIRLIK TARİHİ HAN MÜZEYE ÇEVRİLDİ
Eski İpek Yolu'nun geçtiği Kastamonu-Durağan
arasında, kervanların
Topuz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 22
yıl önce bulduğu bir sikkeyle birlikte başlayan
merakla,
Topladığı tarihi ve eski yaklaşık bin parçalık koleksiyonunu bir müze ya da teşhir salonunda sergilemek istediğini ifade eden Topuz, bu amaçla ilk olarak belediye binasının zemin katında teşhir salonu açtığını ifade etti.
Bu yılın başında Kastamonu Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün ilçe merkezinde bulunan Gökçeağaç Hanı'nın restorasyonunu tamamlayarak, ilçe belediyesine kiraladığını aktaran Topuz, ''Belediye de hanı müze açmam için bana tahsis etti. Bende bugüne kadar biriktirdiğim eserleri han içerisine taşıyarak, müze haline getirdim. Müzede antika değeri olan 100'e yakın silah, kama ve kılıç, testi, radyo, plak ve pikap gibi eserler ile Osmanlı ve yabancı ülkelere ait sikkeler yer alıyor. Taş parçaları, mermerden oluşan heykelcikler, bakır parçalar ve yöremizde kullanılan bakır malzemeler de müzemizde mevcuttur'' dedi.
Moloz taşından yapılan hanın boyu 20 metre 50 santimetre, eni 11 metre, yüksekliği 3 metre 50 santimetredir. Duvar kalınlıkları birer metredir. Hanın yuvarlak kemerli kapısından içeri girince 4 adet paye bulunmaktadır. Dört köşe olan bu payelerin alt kısımları kesme taştan üst tarafları da enli tuğlalardan yapılmıştır. Tavanlar bir nevi tekne tonozludur. Pencereleri restorasyonun ardından korumalı şekilde yapılmıştır. 18.09.2012 |
|
|
FRANSIZLARIN
Paris’in göbeğindeki
Zafer Çeşmesi’nin üzerine yazılan Kamil yazısı
Fransızları şaşkına çevirdi. Habertürk, Haber: Zafer Aktaş, 18.09.2012 |
TARİHİ CAMİLERE ALMAN HİJYENİ
Cemaatten ve tur
Selatin camileri gümüş iyonu adı verilen
yöntemle temizlenmeye çalışıldı. Rutubet kokusu bir
türlü giderilemedi. Şikayetler sürünce gül suyu
kokusu camilere sıkılmaya başlandı ama yine çare
olmadı. Günde yaklaşık 40 bin kişinin ziyaret ettiği
Sultanahmet Camii'nden çok sayıda şikayet gelince
Oluşturulan komisyonun kararı doğrultusunda
Almanya'da bulunan bir firmadan camilerin temizliği
için yardım istendi. Şirketin Türkiye temsilcisi
Hüseyin Amasyalı, Sultanahmet ve Kadıköy Osmanağa
camilerinde inceleme yaptı. İnceleme sonunda
Sultanahmet, Süleymaniye, Mihriban Sultan,
Sehzadebaşı ve Osmanağa'nın da aralarında bulunduğu
25 Akşam, Haber: Ercan Sarıkaya, 18.09.2012 |
|
18 BİN ESER SERGİLENECEK
Dünyanın en çok ziyaret edilen müzesi Louvre’da bugün 18 bin İslam eserinin yer aldığı 3 bin metrekarelik yeni ‘İslam Sanatı Salonu’ açılıyor. Yaklaşık 100 milyon Euro’ya mal olan yeni İslam Sanatları Salonu’nun açılışını, pek çok devlet temsilcisinin katılımı ile Fransız Cumhurbaşkanı François Hollande yapacak. İslam Sanatları Salonu’nda Türk-Alevi kültürünün iki önemli unsuru olan cem ayini ve semah gösterisi de düzenlenecek. Louvre’un elinde bulunan İslam sanatına ait eserlerin dünyanın en önemli koleksiyonu olduğu ve ayrı bir bölümde sergilenmeyi hak ettiği düşüncesiyle 2008’de başlattığı proje, 5 yılda tamamlandı.
Avrupa’nın en büyük koleksiyonu Müze Müdürü Henri Loyrette, “İslam sanatlarını müzede marjinal bir sanat olarak küçük bir alanda sergilemektense, kalitesi ve zenginliğine yaraşır, hak ettiği büyüklükte bir salonda yer almasını istediğimiz için bu projeyi gerçekleştirdik” dedi. Yeni bölümün sorumlusu Sophie Makaryu ise “Louvre’un yeni İslam Sanatı Salonu, Avrupa’nın en büyük İslam sanatları koleksiyonunu bir araya getiriyor” dedi.
Orhan Pamuk konferans verecek Müzenin yıl boyu düzenleyeceği en önemli Türk etkinliği cem ayini ve semah gösterisi olacak. Cem ayini 13 Nisan 2013 akşamı, semah gösterisi ise 14 Nisan akşamı yapılacak. Türkiye’den ayrıca özellikle ‘Benim Adım Kırmızı’ romanında İslam minyatür sanatına geniş yer veren Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk da yıllık programda yer alıyor. Pamuk, 27-28 Ekim tarihlerinde İslam Sanatları Salonu’nda iki gün boyunca konferans verecek ve kitabından bölümler okuyacak.
En büyük destek Katar Emiri’nden Toplam 100 milyon Euro’ya mal olan projeye Fransız devleti 31 milyon, Katar Emirliği 17 milyon Euro destek verirken, Fas Kralı 6’ncı Muhammed, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev, Kuveyt Emiri ile Fransız şirketleri Total, Lafarge ve Bouygues İnşaat da projeye sponsor oldu.
Piramit’e rakip olacak çatı Yeni Salon’un cam tavanı, güneşin renklerini yansıtması için özel mimari teknikle hazırlanan 2 bin 350 üçgen parlak alüminyumdan oluşturuldu. Düz değil, ‘uçan halı formunda’ hazırlanan yeni tavanın, ünlü mimar Leoh Ming Pei’nin 1989’da yaptığı Louvre’un ünlü piramid girişinin güzelliğini geçeceği yorumları yapılıyor. Hürriyet, Haber: Arzu Çakır Morin, 17.09.2012 |
|
KÜLTEPE KAZILARINA DEDEMAN'DAN DESTEK
Kayseri Valisi Şerif Yılmaz, Kültepe Kaniş-Karum Kazıları Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, Kayseri İl Kültür ve Turizm Müdürü Sayın İsmet Taymuş ve Dedeman Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Murat Dedeman’ın katılımıyla gerçekleştirilen toplantıda kazı alanıyla ilgili en güncel bilgiler paylaşıldı.
Kayseri’nin sadece 20 km kuzeydoğusunda yer alan ve günümüzden 4 bin yıl önceye dayanan bir geçmişi bünyesinde barındıran Kültepe, MÖ 2.000’de, Kaniş Krallığı’nın merkezi ve Anadolu’daki Asur Ticaret Kolonileri sisteminin başşehri idi. Bugün Kültepe olarak anılan yerin eski adı, çivi yazılı belgelere göre Kaniş veya Neşa. Mezopotamya yazılı belgelerine göre Kaniş aynı zamanda MÖ 3.000 yılının son çeyreğinde Anadolu’nun en eski krallığı. Arkeoloji literatüründe Kültepe adı ise çeşitli Avrupa müzelerine ve eski eser pazarlarına dağılan ve “Kapadokya tabletleri” olarak tanımlanan çivi yazılı belgelerin ilk ortaya çıktığı 1871 yılından beri biliniyor.
Kültepe’deki ilk sistemli kazılar, 1948 yılında, Türk Tarih Kurumu adına Prof.Dr. Tahsin Özgüç tarafından başlatıldı. Bu bilimsel arkeolojik kazılarda, günümüzden 4 bin yıl öncesine ait çok önemli anıtsal, idari ve özel yapı açığa çıkartıldı. Bu yapıların içlerinde bulunan 25.000’e yakın çivi yazılı tablet, Anadolu’nun ilk yazılı belgeleri olması itibariyle, Anadolu’da “tarihi devirleri” başlatmakta. Söz konusu bulgulara göre Anadolu insanı ilk kez okuma-yazmayı Kültepe’de öğrenmiş.
Kültepe kazıları “Anadolu tarihine ışık tutan“ çok önemli ve özel bir proje. Anadolu tarihini başlatan bu kazılarda keşfedilen 100 binin üzerindeki arkeolojik ve filolojik eser, Kültepe’nin Anadolu ve Yakındoğu arkeolojisinin en önemli birkaç merkezinden biri olduğunu gösteriyor. Keşfedilen arkeolojik ve çivi yazılı belgelerden öğrenilen sistemli ticaret organizasyonu ve Anadolu insanının 4 bin yıl önceki yaşantısı gibi bilgilerin yanısıra, Anadolu’nun ilk uluslararası antlaşmaları hakkındaki veriler, sadece Anadolu tarihini değil, tüm Önasya tarihini aydınlatmasıyla da önem kazanıyor.
Kazılardan elde edilen veriler, sistemli olarak öncelikle Türkçe olmak üzere en az iki dilde yayınlanıyor. Bu nedenle Kültepe kazıları tüm dünya bilim dünyası tarafından dikkatle takip ediliyor. Kültepe’den çıkartılan 10 binlerce eser, başta Kayseri Arkeoloji Müzesi’nde olmak üzere Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.
Özel sektörden ilk destek Prof.Dr. Tahsin Özgüç başkanlığında başlatılan ilk sistemli Kültepe kazıları, onun 2005 yılındaki vefatından sonra Ankara Üniversitesi adına Prof.Dr. Kutlu Emre ve Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu tarafından sürdürülmekte. Öncelikle ülkemiz üniversitelerinde görev yapan çok saygın bilim insanları olmak üzere, dünyanın çeşitli üniversitelerinden gelen uzmanların katkılarıyla interdisipliner bir anlayışla, yüksek teknoloji kullanılarak sürdürülmekte olan Kültepe Kazıları, 2012 yılına kadar başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı, Ankara Üniversitesi ve Türk Tarih Kurumu tarafından desteklendi. Bir ilk olarak bu yıl Kültepe Kazıları özel sektör tarafından da destek gördü.
Toplantıda Murat Dedeman’a teşekkür plaketi veren Kayseri Valisi Sayın Şerif Yılmaz: “Kayseri’nin Eski Anadolu tarihindeki yerinin önemini vurgulayarak, bu önemli merkezde sürdürülen kazıların önümüzdeki yıllarda daha da geliştirileceğini belirtirken, ev sahipliğini üstlenen Kültepe Kaniş-Karum Kazıları Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu: “Sistemli kazılarda keşfedilen çivi yazılı tabletlerin Anadolu tarihini başlatttığı yer olan Kültepe’de sürdürülen kazılar, sadece Anadolu’nun değil, aynı zamanda tüm eski Önasya’nın tarihine ışık tutmaktadır” diyerek örenyerinin öneminden bahsetti.
Dedeman Holding Yönetim Kurulu Başkanı Murat Dedeman ise; “Dedeman Topluluğu olarak, doğanın verdiği güzelliklerden kopmayarak hem yeraltı hem yeryüzünün zenginliklerini ortaya çıkarmak amacıyla turizm ve madencilik sektörlerinde faaliyetlerimizi sürdürmekteyiz. Bu sektörlerde yatırımlar gerçekleştiren bir kurum olarak, dünya tarihi için büyük önem taşıyan Kültepe kazılarına bu yıl destek vermekten büyük gurur duyuyoruz. Böylesine önemli bir değerin memleketim olan Kayseri’de bulunması da benim için ayrı bir övünç kaynağı. Kayseri’ye ve ülkemize bir değer katmanın bizler için büyük bir mutluluk kaynağı olduğunu bilmenizi isterim. Sözlerimi rahmetli babam Mehmet Kemal Dedeman’ın, sözü ile sonlandırmak istiyorum; “Ecdada vefa, yarınlara hoş seda, Kayseri’ye ve Kayseriliye hizmet için, barış içinde yarış lazım” dedi. Turizm Habercisi, 17.09.2012 |
|
ZEUGMA'DAN TARİH FIŞKIRIYOR Sabah, 17.09.2012 |
|
MONET'NİN İZİNDE
Giverny’deki evi ve bahçesi Monet, Paris’e 80 km mesafedeki Giverny adlı köye 1883’te taşınmış. Belli ki bu kararında kalabalık ailesiyle yaşayacağı bir büyük ev ihtiyacı kadar, kendine ait bir doğa kurma tutkusu da etkili olmuş. Önceleri kiracısı olduğu evi, zenginleşince satın almış. Bahçesini tamamen çiçeklerle donatıp yanındakileri de alarak genişletmiş. Artık olmayan bir tren yoluyla bölünen bahçe, Clos Normand ve Su Bahçesi olarak ikiye ayrılıyor. Evin önü, güneşin hareketine ve renklerine göre gruplanmış güller, zambaklar, papatyalar, gelincikler ve pek çok egzotik çiçekle kaplı. Sonbaharda bile renkleri ve kokularıyla insanı etkileyen bir mekan. Su bahçesi ise, Monet’nin yaptırdığı gölet, üzerine kurulu iki Japon köprüsü, salkım söğütler ve nilüferlerden oluşuyor. Sanatçı ömrünün tam ortasında, 43 yaşında taşındığı bu evde kendi çalışma alanını yaratmış. Kayıkla gölette dolaşıp nilüferleri istediği gibi gruplar, bir el arabasına doldurduğu tuvallerinin her birine günün bir başka saatini resimleyerek çalışırmış. İstanbul ’daki sergi de sanatçının bu bahçeden esinlenerek yaptığı ya da bu evde yaşadığı dönemde ürettiği resimlerden oluşacak. Evin içinde sanatçıya ilham veren 211 parçalık Japon baskıları koleksiyonu da sergileniyor. Duvarları mavi ve sarı gibi canlı renklerle boyalı evde sanatçının atölyesi, yatak ve yemek odaları hatta mutfağı aynen duruyor. Öyle ki, mutfağın duvarlarında asılı kalaylı tencereler bile Monet’den kalma.
Marmottan Monet Müzesi Bir zamanlar av köşkü olan tarihi bina onu
Fransız Güzel Sanatlar Akademisi’ne bağışlayan
ailenin adını taşıyor. Sanatçının son varisi Michael
Monet, 1966 yılında babasından kalan koleksiyonu
buraya verince, müze büyük önem kazanmış ve adına
‘Monet’yi de eklemiş. Ellerinde seksen kadar Monet
resmi var ve bunun neredeyse yarısını
İstanbul ’a yollayacaklar. Marmottan,
kapılarının dışına ilk kez böyle büyük bir sergi
çıkartıyor.
İstanbul ’daki serginin de küratörlüğünü
üstlenen Marianne Mathieu, Sabancı Müzesi’nde
başyapıt düzeyinde Monet tabloları göreceğimizi
anlattı. Büyük boyutlu nilüferler, salkımsöğütler ve
çeşitli peyzajlardan oluşacak sergi; sanatçının
ilham kaynağı kır evi Giverny’e odaklanıyor. D’Orsay’da Cezanne, Renoir, Degas, Sisley gibi Monet’nin de çok sayıda önemli resmi sergileniyor. Mesela Monet’nin karısı Camille’i şemsiyesiyle çiçekler arasında gösteren resimleriyle yatağında ölü vaziyette yatarken yaptığı son portresini mutlaka görmek gerek. Ailesi Monet’nin zamanına göre cesur ve özgür bir yaşam tarzı benimsediği söylenir. İlk karısı Camille’den iki oğlu oldu. Camille’in hastalığı sırasında evlerinde kaldıkları, koleksiyoncu Ernest Hoschede’in karısı Alice’le yakınlaştı. Camille’in ölümünden sonra Ernest de iflas edip Fransa ’dan kaçınca Alice ve Monet birlikte yaşamaya başladılar, sonra da evlendiler. Alice’in altı çocuğuyla birlikte büyük bir aile sahibi olan Monet, otoriter ama çocuklarıyla ilgili bir babaydı. Marmottan Müzesi’nde tanıştığımız torunu Philip Piguet, dedesi Monet’yle ilgili şunları anlattı:
Paris’in kalbinde, Tuileries Bahçeleri’nde, Monet’nin nilüferlerine adanmış bir müze. Sanatçının 1922’de, 1. Dünya Savaşı’nın kötümserliğine karşı ‘Fransız halkına’ armağan ettiği devasa tabloları sergileniyor. Monet’nin 1914’ten itibaren üzerinde çalıştığı seri, sekiz panoramik resimden oluşuyor. Giverny’deki evinin küçük göletinde yer alan nilüferler, Japon köprüleri ve salkım söğütlerden ilhamını alan resimler, Monet sanatının zirvesi sayılıyor. Kendileri için tasarlanmış iki odada ‘Sabah’, ‘Bulutlar’, ‘Günbatımı’ gibi adlarla günün farklı saatlerini anlatıyorlar. Monet’nin bu resimlerinde ne ufuk çizgisi var ne de bir zemin. Sadece konusuna odaklanan bu resimler, figürlerini biraz gösteren ama kompozisyonu alabildiğine soyutlayarak daha çok bir renk ve ışık duygusu yaratan işler. Nilüferler serisi 1927’de ilk kez sergilenmeye başlandığında aslında pek ilgi çekmemiş. 2. Dünya Savaşı sonrası ise baş tacı edilmiş. Çünkü dönemin gözde soyut tablolarının ilham kaynaklarından birinin Monet olduğu anlaşılmış... Nilüferler’in alt katında sergilenen Walter-Guillaume Koleksiyonu’nu da mutlaka görmek gerek. 30’larda ölen ünlü galerici, kendi döneminin bütün ustalarını toplamış. Renoir, Picasso, Cezanne, Matisse, Modigliani, Utrillo... Paris’in altın çağına dair insanı yormayan, derli toplu hem de zengin bir sergi. Radikal, Haber: Cem Erciyes, 17.09.2012 |
|
90 YILLIK CAM VAZO AÇIK ARTTIRMADA REKOR KIRDI
İngiltere'nin Newcastle kentinde cam bir vazonun tam 815 bin TL'ye satılması herkesi şaşkına çevirdi. Sabah, 17.09.2012 |
|
URARTULARA AİT 2800 YILLIK ÇEŞME ORTAYA ÇIKARILDI
Kültür ve Turizm Bakanlığı adına Aygaz Genel Müdürlüğü’nün sponsorluğunda Van Kalesi’nde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında yapılan kazı çalışmaları devam ediyor. Van Kalesi’nin güneyinde Urartu Krallığı’na ait 2800 yıllık çeşme ortaya çıkarıldı. Urartu Kralı 1. Sarduri tarafından MÖ 8′inci yüzyılda inşa ettirilen Van Kalesi, uzun süre birçok medeniyetlere ev sahipliği yaptı. Birinci dünya savaşı sonrasında Rus işgali ile büyük zarar gören kale ve eski Van şehri, 2010 yılında Urartu uygarlığını gün yüzüne çıkarmak amacıyla kazı çalışmaları başlatıldı. Kazılar yoğunlaştıkça Urartulara ait eserle de birer birer gün yüzüne çıkartılıyor. Bu çalışmalarda kalenin güney kısmında Urartular tarafından kullanılan 2800 yıllık çeşme gün yüzüne çıkarıldı. Çeşmeden akan su ise bir şelaleyi andırıyor.
Kazı çalışmaları ile ilgili basın mensuplarına bilgi veren Konyar, bu yıl yürüttükleri kazı çalışmalarının bir ayağının ise Horhor bölgesi denilen alanda olduğunu söyledi. Horhor bölgesi aslında Van halkı tarafında mesire alanı olarak kullanılan bir bölge olduğunu, burada yaklaşık milattan önce 8′inci yüzyıla ait Urartuların kullandığı bir çeşmeyi ortaya çıkarıp aktif hale getirdiklerini ifade eden Konyar, “Bu çeşmeden de anlaşılıyor ki aslında Urartular döneminden beri bu horhor bölgesi halk için bir mesire yeri. Biliyorsunuz Urartular suya çok önem veriyorlardı. Bu alana birden fazla su sisteminin olduğunu düşünüyoruz. Bu çeşmenin de diğer bir özelliği milattan önce 8′inci yüzyılda belki 20′nci yüzyılın başına kadar kullanılmış olmasıdır. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde horhor suyunun iki değirmeni çevirebilecek güçte bir su kaynağına sahip olduğunu belirtiyor. Biz de kanımızca bu çeşmenin belki Evliye Çelebi’nin bahsettiği çeşme olduğunu ve 20. yüzyılın başlarına kadar kullanıldığını düşünüyoruz. Çünkü çeşmenin hemen kanal kısmının sonunda o döneme ait 2 adet küp bulduk. Burası az önce söylediğim gibi mesire alanı. Muhtemelen buraya dinlenmeye gelen insanlar su ihtiyaçlarını o küplerden karşılıyorlardı” dedi. haberler.com, 17.09.2012 |
|
ANAVARZA'DAN BİR EFES ÇIKAR MI?
Kozan İlçesi'nde bulunan ve Yaşar Kemal'in
romanlarına da konu olan Anavarza Antik Kenti ve
Kalesi'nde, resmi kazı çalışması için hazırlıklara
başlandı. Çalışmalarda ilk olarak antik tiyatroya
ulaşılması hedefleniyor. Radikal, Haber: Volkan Varan, 16.09.2012 |
|
NOEL BABA DÜNYA KÜLTÜR MİRASI LİSTESİ'NE HAZIRLANIYOR
Antalya'da turizmin en büyük gelir kaynakları
arasında yer alan Noel Baba Müzesi'nde restorasyon
ve onarım çalışmaları Hacettepe Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Sema Doğan başkanlığında yürütülüyor. Çalışmalarımızda öncelikle yapıyı ayakta tutmaya, sağlamlaştırmaya çalışıyoruz. Noel Baba Müzesi şu anda UNESCO Dünya Kültür Mirası Aday Listesi'nde yer alıyor. Bizim asıl hedefimiz yapıyı esas listeye aldırmak" dedi.
Cnn Türk, 16.09.2012 |
|
MAHMOUD SAİD'İN TABLOLARINA REKOR FİYAT!
Sanatçının "El Zar" ve "Pecheurs a Rossette" adını verdiği tabloları ilk kez bir müzayede satışa çıkacak. Eserlere yapılacak tekliflerin sırasıyla 200 Bin Dolar ve 600 Bin Doları bulacağı tahmin ediliyor.
Said, geleneksel Mısır kültürünü ve kendi memleketi Alexandria'yı yansıttığı çalışmalarında manzaralara ve portrelere daha çok yer veriyor. "Alexandria'nın boya fırçası" olarak da bilinen Said, tablolardaki çizgilerle ve görüntülerle Mısır'ın en çok konuşulan ressamlarından birisi.
Bu Ekim ayında Christie's Müzayede evinde açık artırmaya çıkarılacak bu iki resim, Said'in tarihi ve kültürel mirasına duyduğu sevgiyi ve hayranlığı yansıtıyor.
400.000 dolar ile 600.000 dolar arasında satılması beklenen "Pecheurs a Rossette" tablosu bir balıkçının Nil nehri yataklarında, yakaladığı balıkları boşaltmasını resmediyor.
"El Zar" tablosunda ise gelenekler ön plana çıkıyor ve kadınların dini bir ritüeli yerine getirme anında kendinden geçmeleri ve dansları görülüyor.
Modern ve Çağdaş Arap, İran ve Türk Sanatı Müzayesi 23- 24 Ekim 2012 tarihlerinde Dubai'de Jumeirah Emirates Towers Hotel'de yapılacak. Habertürk, 16.09.2012 |
|
|
ERIC CLAPTON'DAN SATILIK TABLO
Kanada asıllı İngiliz Blues gitaristi Clapton, açık artırmalara hiç de yabancı değil. Ünlü şarkıcı, geçtiğimiz sene New York'ta hayır için yapılan bir açık artırmada 70'ten fazla gitarını satışa çıkarmıştı. Clapton, buradan elde ettiği 2.15 milyon dolarlık geliri Antigua'da uyuşturucu ve alkol kullananlar için kendisinin kurduğu Rehabilitasyon Merkezi için kullandı.
Richter'ın "Abstraktes Bild (809-4)" adlı tablosunun, 12 Ekim'de Londra'da yapılacak çağdaş sanat müzayedesinde öne çıkan eserlerden biri olması ve 14 ile 19 milyon dolar arasında satılması bekleniyor.
"Abstraktes Bild (809-4)" adlı tablo Richter'in 1990'lı yılların ortasında ürettiği dört tablodan oluşan serinin bir parçası. Serinin üç tablosunu 11 yıl önce Clapton almıştı. Dördüncüsü ise İskoçya'daki Tate and the National Galleries'in ortak koleksiyonuna ait. Habertürk, 16.09.2012 |
LENİN'İN HEYKELİ AHDAMAR'A HAÇ MI OLDU?
Mavi bir gökyüzünün altında masmavi bir deniz gibi görünüyor Van gölü. Vanlıların ‘deniz’ demesi bu yüzden olsa gerek. Ve haksız da sayılmazlar. Yüzenler, sörf yapanlar, kanoyla yarışanlar... İskelede sıralanan teknelerin biri gidiyor, biri geliyor. Los Angeles’tan, Sydney’den, Almanya ’dan, İstanbul ’dan gelen Ermeniler ayin için Ahtamar Adası’nın yolcusu.
|
|
NEHİR KENARINDA ANTİK TİCARET MERKEZİ BULUNDU
Zonguldak'ın Filyos beldesinde antik kent kazı çalışmalarını sürdüren kazı ekipleri, Gökçebey İlçesi Üçburgu mevkiinde Roma Dönemine tarihlendirilen antik kalıntılar buldu. Kdz. Ereğli Müzesi ve Filyos Tios Kazı ekibi ortak yürüttükleri bir araştırma ve temizlik çalışması gerçekleştirdi.
Çalışmalar sonucunda bütün alan, sel sularının getirdiği birikintilerden, ağaç kalıntılarından, bitkilerden ve çöplerden temizlendi. Türkiye'de ilk defa nehir kıyısında antik bir ticaret merkezinin ortaya çıktığını söyleyen yetkililer, bir yıl sonrası yapılması planlanan kazı için de Kültür Bakanlığı'yla irtibata geçti.
Filyos nehrinin taşımacılıkta ve ulaşımda kullanıldığını antik kaynaklardan bilindiğini ifade eden Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Şahin Yıldırım, bulgular ile ilgili şunları kaydetti: "Filyos nehrinde odun, kereste, üzüm, şarap, tahıl gibi ürünler büyük kayıklarla nehrin ağzında bekleyen yelkenli gemilere taşınıyordu. Nehrin, denizden 20 kilometre kadar içine tekneler ile ulaşım sağlanması mümkündü. Gökçebey'deki Üçburgu'da bulunan yapı temellerinin ve ahşap iskele kalıntılarının, bu nehirlerde ticari malları taşıyan kayıkların mallarını boşalttığı, ticaretle ilişkili depo yapılarına ait oldukları anlaşılmaktadır. Tios (Filyos) kenti ile Gökçebey Üçburgu mevkii arasında büyük bir antik yol bulunmaktadır. Bu yol Tios kenti ile Klaudiupolis (Bolu) kentini birbirine bağlamaktadır. Bu günkü Filyos, Çaycuma ve Devrek bölgeleri, gerek nehir ve gerekse kara yolu ile Üçburgu'daki ticaret merkezine mallarını getiriyor ve satıyorlardı. Aynı şekilde yine buraya gelen malları satın alıyorlardı. Gökçebey Üçburgu mevkiinde ortaya çıkarılan depo temelleri, taş döşeli yol, sikkeler, çanak çömlekler, ok uçları, kandiller, kurşun dirhem ve yazıtlı bir taş, arkeolojik ve tarih açısından oldukça ilginç bilgiler verdi. Bunların değerlendirilmesi sonucunda, Roma döneminde MS 2. ve 4. yüzyıllar arasında, Gökçebey'de büyük bir ticaret merkezi, ticaret borsası olduğu, burada çeşitli kentlerden gelen malların alıp satıldığı ortaya çıkmıştır. Yazıtlı taş üzerinde bir gümrük kurallarına ait beş satırlık bir yazı bulunmaktadır. Bu yazıtın tercümesi henüz tamamlanmamıştır. Kurşun dirhem üzerinde Tios kentinin adı yazılıdır. Bu dirhemin biçimi Roma döneminde başka yerlerde yoktur. Gökçebey'e özgü bir formdur".
Alanda kaçak kazılara karşı önlem alınması gerektiğini söyleyen yetkililer, 2012 yılında kurtarma kazısı gerçekleştirilmesi planlıyor. Kurtarma kazılarının başlaması ile birlikte yapıların işlevlerinin net şekilde anlaşılacağı, bölgenin ne derece önemli bir geçmişe sahip olduğunun da ortaya çıkması bekleniyor. haberler.com, 15.09.2012 |
|
PARİS'İN KARANLIK YÜZÜNE TURİST AKINI Sabah, 15.09.2012 |
|
KARAT KARAT OSMANLI TARİHİ
Sanat tarihi profesörü Gül İrepoğlu, ‘Osmanlı Saray Mücevheri-Mücevher Üzerinden Tarih Okumak’ kitabını yayınladı ve Osmanlı’nın iktidar, ihtişam ve gösterişini anlatan bir tarih okuması yaptı.
- Mücevher üzerinden tarih okunur mu?
- En ‘süslü’ padişah, en süslü
hanımsultan kim? Hürriyet Cumartesi, Haber: Şermin Terzi, 15.09.2012 |
|
TARİHE ENGEL OLAMAYACAK
Erzurum Kalesi ve Saat Kulesi’nin Cumhuriyet Caddesi’nden görünmesini engelleyen 10 katlı SGK binası yıkılacak.Daha önce 5 katının yıkılacağı açıklanan binanın tamamının yıkılması için AKPli Başkan Ahmet Küçükler’in girişimleri sonuç verdi. Erzurum Büyükşehir Belediyesi’nin yürüttüğü 500 milyon liralık Kültür Yolu Projesi kapsamında binanın yıkılmasına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı da onay verdi. Binanın yıkılmasıyla Lalapaşa Cami, Yakutiye Medresesi, Kale ve Saat Kulesi’nin Cumhuriyet Caddesi’nden görülmesi sağlanacak.Hürriyet, 15.09.2012 |
|
TAŞKÖPRÜ'DE 2 BİN 200 YILLIK TİYATRO BULUNDU
Pompeiopolis Antik Kenti Kazı Başkanı ve Kastamonu Üniversitesi (KÜ) Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife Summerer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yıl ki kazı çalışmalarının çok başarılı geçtiğini belirterek, 6 yıldır kazdıkları villa kalıntısında büyük bir bölümü açmayı başardıklarını söyledi.
Daha önce jeofizik çalışmaları sırasında tespit edilen yerde yaptıkları açma çalışması sonucunda bir antik tiyatronun mermer basamaklarını bulduklarını aktaran Summerer, tiyatronun mimari koruma durumunun çok iyi olduğunu belirtti.
İleri ki yıllarda buradaki kazı çalışmalarını devam ettireceklerine vurgulayan Summerer, "Amacımız tiyatro bölümünü tamamen ortaya çıkartmak olacak. Daha tarihleyici somut bir veri elimize geçmemekle beraber, duvarların çok özenle yapılmış olan yapı tekniği ve kalite nedeniyle MÖ 2. yüzyıl erken Roma döneminde bu yapının yapıldığını düşünüyoruz" diye konuştu.
Summerer, bu yıl ki çalışmalarda ilk defa jeoradar kullandıklarını ve bunun sayesinde bir podyum tapınağı tespit ettiklerini ifade ederek, önümüzdeki yıllarda burada da kazı çalışması yürüteceklerini söyledi.
Kazı çalışmalarına 7 ayrı ülkeden uzman ve arkeologların katıldığını vurgulayan Summerer, kazılarda çeşitli üniversitelerde eğitim gören Kastamonulu öğrencilerin çalıştığını sözlerine ekledi.
Taşköprü Belediye Başkanı Hüseyin Arslan da özellikle Kazı başkanı Prof.Dr. Latife Summerer`in Münih Üniversitesi`nden Kastamonu Üniversitesi`ne geçmesiyle bu yıl Pompeiopolis kazılarının büyük ivme kazandığını ve sonuçların tüm Taşköprülüleri mutlu ettiğini ve umutlandırdığını kaydetti. Kastamonu Postası, 14.09.2012 |
|
BAKAN GÜNAY, TAKSİYARHİS KİLİSESİ'Nİ İNCELEDİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Ekim-2011 tarihinde restorasyonu başlayan 180 yıllık Ortodoks Kilisesi olan Taksiyarhis'de yapılan çalışmaları yerinde inceleyen Bakan Ertuğrul Günay, kilisenin kültürel ve sanatsal faaliyetleri için kullanılacağını söyledi. Ziyarette Bakan Günay'a; AKP Balıkesir Milletvekilleri Tülay Pabuşçu ile Ali Aydınlıoğlu, Balıkesir'in çiçeği burnunda yeni Valisi Ahmet Turhan, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü, Balıkesir İl Kültür Müdürü Abdullah Soykan, il ve ilçeden çok sayıda daire amiri, Ayvalık Belediye Başkanı Hasan Bülent Türközen, Burhaniye Belediye Başkanı Fikret Akova, Küçükköy Belediye Başkanı Mesut Ergin, Altınova Belediye Başkanı Asım Sürer, Ayvalık Ticaret Odası Başkanı Rahmi Gençer, Ayvalık Kültür ve Sanat Vakfı Başkanı Prof. Filiz Ali, AKP Balıkesir İl Başkanı Mahmut Poyrazlı, AKP Ayvalık İlçe Başkanı Melih Çakırca, çok sayıda partililer ve vatandaşlar eşlik etti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ihale edilerek özel bir firmanın 2 milyon 305 bin lira bedel ile kazandığı ihaleyle çalışmalarının sürdürüldüğü Taksiyarhis Kilisesi'nin restorasyon maliyetinin bugüne kadar yapılan imalat artışlarıyla birlikte yaklaşık 3 milyon liraya ulaşacağı tahmin edilirken, restore çalışmalarının konservasyon kısmında Balıkesir Üniversitesi Ayvalık Meslek Yüksekokulunun Restorasyon bölümü öğrencilerinin de görev aldığı kaydedildi.
Tarihi kilisede yaptığı incelemeler sırasında severek yediği Ayvalık'a has Sakızlı Kurabiye'yi büyük ilgi gösterdiği gözlenen Bakan Günay'a İtalyan desinatörlerin de görev yaptığı kilisede, yapılan çalışmalarla ilgili sinevizyon gösterimli brifing de verildi.
Uzun yıllar Tekel Deposu olarak kullanılan tarihi kiliseyi, Türk turizmine kazandırmak için uzun süreden beri yoğun çalışmalar yaptığı öğrenilen Bakan Ertuğrul Günay, yaklaşık 1 yıl önce başlayan tarihi değerin restorasyon çalışmalarının 2011 yılının sonunda tamamlanmasını beklerken, çeşitli nedenlerle çalışmaların 2012 yılının sonuna yaklaşılmasına rağmen tamamlanmamasından üzüntü duyduğunu kaydederek, "Ayvalık'ın ve ülkemizin önemli tarihi değerlerinden biri olarak kabul ettiğimiz bu kiliseyi restorasyon çalışmaları sona erdikten sonra binanın akustik özelliklerini göz önünde bulundurarak, kültürel ve sanatsal faaliyetlerin sergilendiği bir alan olarak kullanmayı planlıyoruz" dedi.
Birkaç yıl önce Ayvalık'ı ziyaret ettiğinde Cunda Adası'nda bulunan birçok tarihi binanın olduğunu gözlemlediğini kaydeden Bakan Ertuğrul Günay, "Ayvalık doğal güzelliklerinin yanı sıra bozulmamış tarihi dokusu nedeniyle bizim çok önemli. Bu güzel ilçede birkaç yüksek tarihi binada yapacağımız restorasyon çalışmalarıyla, bu ender özgün dokuyu koruyabileceğimize inanıyorum. Biz, Türkiye'de turizmi kültürle buluşturmak istiyoruz. Kültür, şehir mimarisi, yemek lezzeti gibi değerleri iç içe katarak, Türkiye'yi, marka değeri yüksek bir turizm destinasyonu haline getirmeyi hedefliyoruz. Bu yüzden de, ben Ayvalık'ta Taksiyarhis Kilisesi'ni gördüğüm zaman burasının akustiği ve içindeki ikona zenginliği ile çok özel bir kültür ve sanat merkezi olabileceğini düşündüm. Ancak kilisenin çevresinde, bakanlığımıza ait olmayan birkaç alanın kamulaştırılması sorunu nedeniyle restorasyon biraz uzadı. Bu yılın sonuna kadar restorasyonu bitirmeyi amaçlıyoruz. Bugün burada gördüğüm kadarıyla restorasyon çalışmaları son derece iyi gidiyor. Bu bina tamamen kültür meraklıların büyük bir istekle gezebileceği özelikleri taşıyor. Belki burayı kültür ve sanat merkezi haline getirdiğimizde küçük bedellerle burada yapılacak faaliyetlerden gelir getirebilmeyi planlayabiliriz. Örneğin Ayvalık'ta faaliyet gösteren ve gerçekten çok özel ve güzel işler yapan Uluslar arası Müzik Akademisi'nin (AİMA) sanatsal faaliyetlerini sergileyebilecekleri salon sorununun çözümlenmesi yönünde de bu kiliseyi kullanabiliriz. Tüm bunlar için buradaki restorasyon sona erdikten sonra Valimiz, Kaymakamımız ve AİMA yetkilileriyle oturup, bu özel binanın değerlendirilmesi konusunda bir karar vererek, burasını Türkiye'nin yakinen bildiği bir kültür ve sanat merkezi haline dönüştüreceğiz" ifadelerini kullandı.
Ayvalık'a bağlı Cunda Adası'nda ki bir dönemler Çocuk Esirgeme Kurumu olarak kullanılan ve 'Despot'un Evi' olarak isimlendirilen deniz kıyısındaki tarihi binanın ihaleye çıkmasına rağmen herhangi bir restorasyonunun yapılmadığını üzüntüyle gördüğünü belirten Günay, "Ankara'ya döndüğümde bu binanın da bir an önce turizme kazandırılması için çalışmalar başlatacağım" diye konuştu. haberler.com, 14.09.2012 |
|
TARİHİ KENTTE DEFİNEYE ULAŞILDI Radikal, 14.09.2012 |
|
"MÜZAYEDELER EN İYİ DÖNEMLERİNİ YAŞIYOR"
Artam, sanat eserlerinin fiyatlarındaki
yükselişin pazarı da her geçen gün büyüttüğünü
belirterek “Her müzayedemizde yeni rekorlar
oluşuyor. Türk müzayede piyasası en iyi dönemlerini
yaşıyor. Fakat yurtdışı piyasalarıyla kıyaslarsak iç
piyasamızın henüz yolun çok başında olduğunu
görüyoruz. Geçtiğimiz aylarda 120 milyon dolara
satılan Norveçli ressam
Edvard Munch’un ‘Çığlık’
tablosunun fiyatının Türkiye’nin bütün sanat
piyasasına eşit olduğunu düşünürsek, sanat
piyasamızın boyutları ortaya çıkıyor” dedi. Habertürk, 14.09.2012 |
|
![]() |
İLK URARTU SARAYI GÜN YÜZÜNE ÇIKTI
İstanbul Üniversitesi (İÜ) öğretim üyelerince Van Kalesi zirvesinde yürütülen kazılarda, Urartu Krallığı'na ait ilk saray yapısı bulundu.
Radikal, 14.09.2012 |
7 DOLARA ALDIĞI RENOIR'I 100 BİN DOLARA SATACAK
ABD’nin Virginia Eyaleti’nde yaşayan bir kadının iki yıl önce evinin duvarını süslemek için bitpazarından 7 dolara (12.7 TL) satın aldığı kır tablosunun, Fransız ressam Pierre-Auguste Renoir’ın orijinal bir yapıtı olduğu anlaşıldı. Adının açıklanmasını istemeyen kadın tabloyu 29 Eylül’de düzenlenecek açık artırmada satacak.
1919’da ölen empresyonist ressamın tablosu 1925’te Fransa’daki bir galeriden ABD’li bir koleksiyoner tarafından satın alınmıştı. Tablonun bitpazarına nasıl düştüğü ise bilinmiyor. Habertürk, 14.09.2012 |
![]() |
ARKEOLOGLAR 'KAYIP KRAL'I BULDUKLARINI DÜŞÜNÜYORLAR Hürriyet, 13.09.2012 |
|
MAĞARALARDA ŞAMAN İZLERİ BULUNDU
Kahramanmaraş ve çevresinde bulunan kültürel unsurların envanterini çıkartmak amacıyla 2006'da hayata geçirilen proje kapsamında Elbistan ve çevresinde de çalışmalara başlandı. Daha önce Döngel Köyü'ndeki Direkli Mağarası'nda çalışmalar yapan Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Cevdet Merih Erek ve çalışma grubu, 2006 yılından bu yana bölgede incelemelerini sürdürüyor. Ekip, yerleşim olarak oldukça eski olan Elbistan İlçesi ve 69 köyünü araştırıyor. Elbistan'a 40 kilometre uzaklıktaki Keçemağara, Karamağara köylerinde bulunan mağaraları inceleyen Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Cevdet Merih Erek, Keçemağara'da hayvan sığınağı olarak kullanılan bir mağaranın duvarında Şamanistler tarafından hazırlanmış olabilecek resimler görüldüğünü anlattı.
Mağara yakınlarında Çakmaktaşı arayan ekip, köylülerle sohbet ederek köyün tarihi ile ilgili bilgiler aldı. Erek'in başkanlığında yürütülen çalışmalar kapsamında Ekinözü, Elbistan ve Nurhak ilçelerinde bulunan mağaralar incelendi. Yetkililerden izin alınarak yapılan araştırma ve envanter çıkarma çalışması ile ilgili bilgiler veren Yrd. Doç.Dr. Cevdet Merih Erek, "Bizim amacımız 2006 yılından beri Kahramanmaraş ilinin ve ilçelerinin her tarafında Yontma Taş Çağı insanının yaşadığı alanları tespit etmek. Sadece mağarada değil ama dönemin, Yontma Taş Devri'nin insanının yerleşim yeri olarak seçtiği en önemli doğal oluşumlardan birisi mağaralardır. Her mağara yerleşime müsait olmuyor. Keçemağarası gibi çökme riski çok yüksek olan mağaralara genellikle yerleşim söz konusu olmuyor. Ama yine de biz bölgede yaptığımız bir nevi istihbarat diyeyim, köylülerle yaptığımız konuşmalar, coğrafi ve jeomorfozik haritalardan edindiğimiz bilgilerle bölgeleri ziyaret ediyoruz. Hem mağaraları hem de Çakmaktaşı yataklarının araştırmasını yapıyoruz." bilgisini verdi.
Çakmaktaşının, Yontma Taş Çağı insanının hayatını idame ettirmedeki en önemli unsurlardan birisi olduğuna değinen Erek, sözlerine şöyle devam etti: "Avlanmada günlük hayatını, işlerini halletmede bıçak, delgi, ok uçları gibi bütün malzemesini çakmaktaşından üretiyor. Öncelikli olarak mağaralar ve mağaraların yakınlarındaki çakmaktaşı yataklarının araştırmasını yapıyoruz. Şu ana kadar yaptığımız araştırmalarda Elbistan İlçesinin oturduğu coğrafya üzerinde çok verimli çakmaktaşı yataklarına rastlamadık. Bulunan çakmaktaşı yatakları da boyut olarak küçük ham maddelerden kaynaklandığı için yontmaya çok elverişli değiller. Coğrafya üzerinde mağaraların masif kayaların içine oyulmuş, doğal olarak oyulmuş mağaraların çok fazla olmadığını da gördük. Çünkü bölge çoğunlukla su altında kaldığı delilleriyle dolu. İçinde bulunduğumuz mağaranın ön tarafının çökmüş olması, yapısındaki kalsiyum karbonatın suyla çok gevrek hale gelerek zamanla ağırlığa dayanamayarak çökmesini akla getiriyor. Ancak bulunduğumuz Keçemağarası Köyü'nde eski bir kaya mezarı ya da dini bir alan olarak kullanılmış olabileceğini gördüğümüz bir takım duvar resimlerine rastladık. İncelemesini, değerlendirmesini daha sonra tekrar yapacağız. Ama şu ana kadar Yontma Taş Çağı ile ilişkilendireceğimiz bir şey olmadı." haberler.com, 10.09.2012 |
|
BİSMİL'DE 12 BİN YILLIK DOKUMA İZLERİ BULUNDU
"Ilısu Baraj Gölü Altında Kalacak Kültür Varlıklarının Kurtarılması" projesi kapsamında, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve DSİ'nin işbirliğiyle, Diyarbakır Müze Müdürlüğü başkanlığında, 2000 yılından bu yana devam eden kurtarma kazılarından Körtiktepe, tarihe ışık tutmaya devam ediyor.
Diyarbakır-Batman sınırında, Dicle Nehri ve Batman Çayı'nın kesiştiği yerde bulunan Körtiktepe'deki kazılarda günümüzden 12 bin yıl öncesinde bölgede dokuma yapıldığına dair kanıtlar bulundu. Kazıda iskelet ve kullanılan eşyalar üzerinde dokumanın incesinden, kalınına varıncaya kadar bütün evrelerini gösteren desen izleri ortaya çıkarıldı.
Körtiktepe kazı ekibi ve Dicle Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Vecihi Özkaya, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Körtiktepe'de bir çok ilkin örneklerine tanık olduklarını söyledi.
Sosyal yaşamı, somut, soyut dünyayı ilgilendiren bir çok kavramın Körtiktepe'de gelişmiş haliyle görüldüğünü belirten Özkaya, "Neolitik dönem, insanlığın uygarlığa adım attığı dönemdir. Bu yılki çalışmalarımızın doğrultusunda Körtiktepe, bilinenin aksine akeramik neolitik dönem, (neolitik dönemin önceki evresi) ikinci buzullanma dönemini izleyen dönemde, en erken yerleşim evresinde yerleşmiş bir kent" dedi.
Özkaya, Körtiktepe'nin bu dönemde tek başına olmadığını, Doğu Akdeniz dünyasında, Anadolu'nun güneydoğusunda, Orta Anadolu ve daha sonraki dönemlerde yerleşildiğini, bu dönemler içerisinde yerleşik düzene geçmiş merkezlerin varlığının arkeolojik olarak bilindiğini ifade ederek, beslenme ve barınma sorunlarını gidermiş insanların varlığının söz konusu olduğunu anlattı.
Körtiktepe'de farklı olarak, başlangıçta beslenme, daha sonra barınma ve sosyal yaşam, sosyal yaşamın gerekliliği olan sosyal kültürün doğuşu, inanç değerlerinin gelişmesi, en önemlisi bireysel beslenme ve modern dünyada algılanan tarzda bireysel yaşam tarzına geçildiğini anlatan Özkaya, şöyle konuştu: "Bu dönemde toplu beslenme söz konusu ve bunların hiç birisi tarıma bağlı olmaksızın gelişmiştir. Bu değerlerin tamamı, insanlığın tarıma geçişi ile birlikte başladığı kabul edilirdi. Körtiktepe, bilinenleri zenginleştirmesi yanı sıra, bilinmeyenlere yeni yaklaşımlar ve Anadolu arkeolojisinin levant bölgesi, Doğu Akdeniz bölgesi yanındaki cılızlığını inkar etti, ortadan kaldırdı. Anadolu'nun kültür yarışında önemli bir yeri olduğunu, özellikle Dicle ve Fırat'ın suladığı Yukarı Mezopotamya topraklarında uyarlığın ilklerinin çekirdekten atıldığını göstermesi, ayrıca çağdaşlarına göre daha ileri düzeyde olması ki bu da şuna yorumlanır; o zaman acaba doğduğu yer mi- çok büyük bir iddia olmakla birlikte Körtiktepe, bunu büyük bir iddia olmaktan ziyade bir olasılık olarak gündeme getirmiştir. Bir çok alanda çalışmalarımız var. Bunların sonuçlarını bekliyoruz. Daha önce bunu söylemek mümkün değildi. Şimdi korkusuzca şunu söyleyebiliyoruz; Anadolu'nun güneyi, Mezopotamya'nın kuzeyi uygarlığın ilklerine tanıklık ettiği gibi lokomotiflik de etmiştir."
Körtiktepe'de tahıla ve su ürünlerine dayalı beslenmenin her türlüsü ile beslenme çeşitliliği ve estetik değerlerin geliştiğini, burada estetik değerlere çok fazla önem verildiğini belirten Özkaya, ölüler ile günlük kapların estetik bezeklerle donatıldığını kaydetti.
Özkaya, tekstilin de bu özelliğin bir parçası olduğunu ifade ederek, "Gördüğümüz, izlediğimiz kalıntılarını algıladığımız cesetler, iskeletler üzerinde kullandıkları eşyalar üzerinde algıladığımız tekstil örnekleri, tek düze, tek tip değil. Günümüzden 12 bin yıl öncesinde birden fazla teknikte dokuma yapılmış. İri, ince, hassas dokuma ve bütün bunların örnekleri var. Daha önceki dönemlerde de benzeri ürünler olmakla birlikte tek tip dokuma ve kaba dokuma, hasır örgüsü gibi bir dokuma söz konusu. Burada dokumanın incesinden, kalınına varıncaya kadar bütün evreler var. Gelişmişlik açısından ilklerin olduğunu söyleyebiliriz. Tekstilin geliştiğini ve birden fazla kalınlıkta dokuma yapıldığı aşikar. Çağdaşlarına göre dokuma türlerinin farklı ve çeşitli olması nedeniyle gelişkin" diye konuştu.
"Nesnelerin dili var, iskeletler bizimle konuşurlar. Yeter ki onlarla ilişki kurabilelim" diyen Özkaya, iskeletlerin korunma şekilleri, ölü gömme törenleri ve bunlarla ilgili uygulamaların tarih için önemli ip uçları verdiğini, bunların toparlandığı zaman yaşamsal dünyanın aynası olduğunu söyledi.
Özkaya, "İskeletlerin ve mezarlardan algıladığımız, yaşamsal dünyanın bütün inceliklerini, soyut ve somut olarak algılamamızı sağlamaktadır ki bu konuda tüm Ortadoğu dünyasında son 50 yılda elde edilen iskeletlerin yaklaşık 100 katı elimizde. Bizim mezarlar iyi konuşur ve mezarları konuşturmaya devam ediyoruz. Hiç bir akeramik neolitik dönem, Körtiktepe gibi bugüne kadar bütün Ortadoğu dünyasında aşama aşama, kültürel gelişimin her evresinde aşama aşama olarak veren ikinci bir yerleşik yok. Dolayısıyla bir çok sorunun çözümüne de ön ayak olmuştur" dedi.
Prof.Dr. Vecihi Özkaya, bugüne kadar Diyarbakır Müzesi'ne binlerce eser kazandırdıklarını ifade ederek, Diyarbakır'ın yeni müzesi tamamlandığında, Diyarbakır Müzesi'nin bilimsel turizme açılmasının en büyük lokomotifinin Körtiktepe ve Hilar bulguları olacağını sözlerine ekledi. haberler.com, Haber: Meral Özdemir - Ümit Özdal, 08.09.2012 |
9 - 15 Eylül 2012 |
|
SEYAHATNAME'DEKİ CAMİ BULUNDU
Mersin’deki Silifke Kalesi’nde sürdürülen kazı çalışmalarında, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’de bahsettiği caminin kalıntılarına ulaşıldı.
Kazı Başkanı Selçuk Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ali Boran, varlığı tartışılan Osmanlı dönemine ait 500 yıllık Bayezid Camii’nin kalıntılarını kalenin tam orta bölümünde yapılan kazılarda bulduklarını bildirdi. Boran, “Komutan konutu olarak adlandırdığımız bölümün yakınında, Türkler için son derece önemli olan ve o bölgenin Türk-İslam hakimiyetine geçtiğinin bir göstergesi olan Bayezid Camisi’ne ait kalıntılara ulaştık. Caminin kalenin tam ortasında bulunması bölgedeki Türk-İslam hakimiyetinin etkinliğini ve gücünü gösteriyor. Cami yapı itibarıyla dikdörtgen planlı ve ortasında mihrap nişi bulunuyor. Ayrıca camide Türk İslam sanatını temsil eden Rumi ve geometrik geçmeli taş kapı süslemesi de tespit ettik” diye konuştu. Hürriyet, 14.09.2012 |
![]() |
İNŞAAT KAZISINDA ŞAŞIRTAN BULUNTU Bugün, 13.09.2012 |
|
TARİHİ ERKEK LİSESİ GÜNYÜZÜNE ÇIKTI
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Bayram Vardar, Erkek Lisesi Mezunlar Derneği Başkanı Recep Cenkçiler ve Okul Müdürü Muammer Tezcan´la birlikte tarihi lise çevresinde sürdürülen çalışmaları inceledi.
Bursa Olay (Kısaltarak), 13.09.2012 |
|
YERALTI MEZARINDA TADİLAT BAŞLIYOR
Duvarlarını kazarak arkasında hazine arayan definecilerin tahrip ettiği iki tavus kuşu freski ve rutubetten dökülen geometrik şekillerin onarımı için bakanlık ödenek çıkardı. Projesi tamamlanıp ihalesi yapılan Elbeyli yeraltı mezarının (hipoje) restorasyonuna başlanıyor. Hesbekli mevkiindeki yeraltı mezarı, koruma çalışmalarının yetersizliği ile özelliğini kaybetmeye başlamıştı. Tarihi mezar odasının kurtarılması için Elbeyli Belediyesi’nin teşebbüsleri netice verdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın hipojenin restorasyonu için 200 bin lira ödenek tahsis ettiği öğrenildi.
Rutubet ve definecilerin yol açtığı tahribat yüzünden duvarlarındaki fresklerin döküldüğünü belirten Elbeyli Belediye Başkanı Şakir Yıldız. "Restorasyon 105 gün sürecek. Mezar odasının duvarlarındaki tahrip olmuş tavus kuşu ve geometrik freskler onarılacak. Böyle bir hizmeti beldemize kazandırdığımız için mutluyuz. Hesbekli yeraltı mezarının restorasyonu tamamlandığında ilçe turizmine büyük katkı sağlayacağı kanaatindeyim” dedi. Bursa Olay, 13.09.2012 |
|
TARİHİ KAZILAR AMASYA'NIN TARİHİNE IŞIK TUTUYOR
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Şevket Dönmez ile Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Emel Emine Dönmez bu yılki etapları tamamlanan kazıların sonuçlarını Amasya Valisi A. Celil Öz ile paylaştılar.
6 yıldır sürdürülen Oluzhöyük kazılarında 4 ana kültür katı saptandığını ve Kuzey Kappadokya Krallığı, Frig ve Pers dönemlerine, Hitit Büyük Krallık dönemine ve İlk Tunç Çağı dönemine ait bulguların tespit edildiğini belirten Doç.Dr. Şevket Dönmez, “Ortaya çıkarılan Pers kültürüne ait mimari kalıntılar, çanak, çömlek ve küçük buluntuların Oluzhöyük’ün bugüne değin Kappadokya’da saptanan tek Pers yerleşmesine sahip olduğunu gösteriyor” dedi.
Dönmez, “Oluzhöyük’ün jeostratejik ve jeopolitik konumu ile yakın çevresindeki geniş düzlükler bir imparatorluk ordusunun toplanması ve organize olabilmesi için elverişlidir. Arkeolojik kalıntılar ile tarihi coğrafya verileri birlikte değerlendirildiğinde Kritalla-Oluzhöyük eşleşmesinin uygunluğu ortaya çıkmaktadır” diye konuştu.
Kral Kaya Mezarları’nın eteğindeki Kızlar Sarayı kazılarındaki buluntularda çok sayıda İslami dönem öncesine ve sonrasına tarihlenen çeşitli teknikte sırlı, sırsız seramikler ortaya çıkarıldığını anlatan Yrd. Doç.Dr. Emel Emine Dönmez’de, İslami dönem öncesi Geç Demir Çağı’ndan başlayarak Helenistik, Roma ve Bizans seramikleri, İslami dönem sonrası Selçuklu, beylikler ve Osmanlı dönemine ait seramikler ile buna paralel seledonlar ve porselen parçalarının ortaya çıkarıldığını kaydetti.
Çalışmalarıyla Amasya’nun tarihine ışık tuttukları Dönmez çiftine teşekkür eden Vali Öz, çalışmalar Amasya’nın tanıtımına ve turist sayısının artışına katkı sağladığını vurguladı. haberler.com, 13.09.2012 |
|
KEKOVA'NIN TARİHİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR
Kekova Adası’nın batı ucundaki ’Dolichiste antik kenti’ ile kuzeyindeki ’Batık Kent’in karada ve denizdeki tarihi araştırılıyor. Konya Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sualtı Arkeolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Erdoğan Aslan, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan sualtı arkeoloğu Kenan Beşaltı ve üç arkeoloji öğrencisinin yer aldığı 5 kişilik ekip, iki antik kentte çalışma yürütüyor.
Kekova Adası’ndaki iki yerleşim biriminden biri olan Batık Kent, 700 metre uzunluğunda. Antik kentte 3 - 4 kata varan, teras biçiminde Roma ve Bizans yapıları yer alıyor. Kekova Adası’ndaki ikinci yerleşim alanı, adanın batısındaki Tersane Koyu’nda yer alan Dolichiste antik kenti. Bu antik kentte tespit edilen Hellenistik Dönem’e ait bir kule, liman ve liman yapıları bulunuyor. Antik kentte üç büyük kilise ve iki şapel yer alıyor.
Çalışma Grubu Başkanı Dr. Erdoğan Aslan, çalışmalarını Tersane Koyu’nda sürdürdüklerini belirterek, "Buradaki yerleşimin, kentin planlarını çıkarıyoruz. Diğer taraftan eş zamanlı, sualtı ekibi olarak buranın limanında ve çevresinde sualtı araştırmaları yapıyoruz. Burada Hıristiyanlık dönemi ağırlıklı olmak üzere, Helenistik Dönem’den başlayan bir yapılaşma söz konusu. Şu anda yaklaşık 150-200 kadar konut, işlik, sarnıç, kent dokusu tespit etmiş bulunmaktayız" diye konuştu.
Kekova Adası’nın doğusundaki bölgede 13 - 20 metre derinlikte, MÖ 3’üncü yüzyıldan kalma Rodos tipi amforalar belirlediklerini aktaran Dr. Erdoğan Aslan, "Ayrıca MS 5-6’ncı yüzyıldan kalma çok sayıda Bizans amforası tespit ettik. Bu amforalara göre, Rodos’tan kalkan ve Myra’ya gelen bir geminin burada battığını tahmin ediyoruz" dedi. Posta, 13.09.2012 |
|
8 BİN YILLIK TARİHİ DİNAMİTLİYORLAR
Dağın her tarafında
sürekli çoğalarak açılan maden ocaklarında
patlatılan dinamitlerin, kayaların altındaki
prehistorik pek çok kaya resmini tahrip ettiği öne
sürülüyor. Bilim insanlarınca dünyada eşi benzeri
olmadığı söylenen kaya resimlerinin geleceği tehdit
altına girdi. Kaya resimleri ile ilgili çalışma
yapan Alman bilim insanı Dr. Anneliese Peschlow,
Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü ile Kuşadası
Ekosistemi Koruma ve Doğasevenler Derneği (EKODOSD),
bir yandan kaya resimlerinin bulunduğu Beşparmak
Dağları’nın ‘UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Miras
Aday Listesi’ne alınması için müracaat ederken, bir
yandan da dağın etrafındaki maden ocaklarının
kapatılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak
üzere, tüm kurum ve kuruluşları, sivil toplum
kuruluşlarını ve duyarlı insanları göreve çağırdı.
EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, “Bu dağlarda maden
kamyonları değil, kaya resimlerini görmek için gelen
eko-turistleri taşıyan tur otobüsleri dolaşmalıdır”
dedi. Beyaz Gazete, 13.09.2012 |
|
Bir Tahribatın Yorumsuz Foto Haberi |
|
Yer: İstanbul, Fatih, İhvan Sokak, Gelenbevi Anadolu Lisesi Arkası Yıl: 1982 Hava Fotoğrafı ![]() Yer: İstanbul, Fatih, İhvan Sokak, Gelenbevi Anadolu Lisesi Arkası Yıl: 2011 Uydu Fotoğrafı ![]() Yer: İstanbul, Fatih, İhvan Sokak, Gelenbevi Anadolu Lisesi Arkası Yıl: 2012 Yüzey Fotoğrafı ![]() ![]() ![]() ![]() TAY Haber, Fotoğraf: Gencer Emiroğlu, 13.9.2012 |
|
HAYDARPAŞA PORT PROJESİNE YENİ ONAY Habertürk, 13.09.2012 |
|
ÇAYYOLU HÖYÜĞÜ ARKEOPARK OLACAK
Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Özgür Özarslan, Çayyolu Höyüğü’nde süren arkeolojik kazı alanının önemini vurgulayarak, “Bu çalışmalar sadece Ankara’nın değil, bölgenin de tarihi, kronolojisi açısından önemli bir arkeolojik çalışma vasfını taşıyor” dedi. Çayyolu mevkisinde geçen yıl yapılan kazılar sonucunda bulunarak arkeolojik kazı alanı haline getirilen Çayyolu Höyüğü’nü gezen Özarslan, çalışmaları inceledi. Özarslan, şöyle konuştu:
Özarslan, iki plankarede çalışılan sahanın bir yerleşim alanı olduğuna değinerek, mimari yapı, ağırşaklar, seramik parçaları, kap kacak parçaları, saç iğneleri, damgalar, hayvan figürleri, boncuk, çıngırak gibi o dönem insanlarının yaşam tarzlarını yansıtacak buluntuların elde edildiğini açıkladı.
Çalışmanın amacını
bilimsel çalışmalarla tarihi gerçekleri ortaya
çıkarmanın yanı sıra, “insanları tarihle iç içe
getirmek” olarak ifade eden Özarslan, şunları
söyledi: Hürriyet, 13.09.2012 |
|
TUTANKAMON HAKKINDA ŞOK İDDİA Doktor Ashrafian'a göre Tutankamon bu hormonlar yüzünden geçici epilepsi hastalığına yakalandı. Bu hormonlar ayrıca Tutankamon'a başka sinirsel rahatsızlıklar da verdi. Tutankamon'un gündüz vakti halisülasyonlar gördüğünü iddia eden doktor bu yüzden Tutankamon'un kendisini ilahi şeyler gördüğüne inandığını söyledi. Genç yaşta ölen
Tutankamon'un mumyalanmış vücudunu inceleyen doktor
Tutankamon'un kırık bir bacağa sahip olduğunu bunun
da epilepsi hastalığına bir gösterge olduğunu iddia
etti. Sabah, 13.09.2012 |
|
TRALLEIS'TE 2 BİN YILLIK CADDE YENİLENİYOR
Aydın'da 2 yıl aradan
sonra Aydın Müze Müdürlüğü gözetiminde bu yıl
yeniden başlanılan Tralleis antik kenti Kazı
Danışmanı Adnan Menderes Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Aslı Saraçoğlu,
kazılarda çıkarılan ve çoğu sağlam olan sütün ve
başlıkların restore edilerek tarihi caddenin yeniden
ayağa kaldırılacağını söyledi. Tralleis'te 2 yıl ara
verilen kazılarının Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
gönderdiği 120 bin TL ödenekle 2012 yılında tekrar
başlatıldığını vurgulayan Saraçoğlu, geçen temmuz
ayında başladıkları kazı çalışmalarında iyi bir
mesafe aldıklarını kaydetti. |
|
MÜCEVHERLERE BAKARAK TARİHİ OKUYABİLİRSİNİZ
‘Kitabımda en parlak örnekleriyle Osmanlı sarayının mücevherleri yer alıyor. Çoklukla padişahların ve saray kadınlarının kullandıkları, kimi zaman da çevresinin, devlet adamlarının mücevherleri bunlar… 600 yıl sürmüş bir imparatorluktan günümüze gelen çeşitli mücevher eşyalar ve mücevher takılar tarihleri, ayrıntıları, kullanımları, belgeleriyle dizili sayfalarda… Mücevherlerle örülmüş bir panorama bu. Belki de Osmanlı sarayında mücevherin öyküsü demek daha doğru’…
‘Gölgemi Bıraktım Lale Bahçelerinde’,
‘Cariye’, ‘Fiyonklu
İstanbul Dürbünü’ gibi romanlarıyla yakından
tanıdığımız mimar, sanat tarihçisi ve romancı
Prof.Dr. Gül İrepoğlu, bu sözlerle anlatıyor yeni kitabı
‘Osmanlı Saray Mücevheri – Mücevher Üzerinden Tarihi
Okumak’ı… Bilkent Kültür Girişimi Yayınları’ndan
çıkacak yeni kitabında, tam 16 yıldır üzerinde
çalıştığı Osmanlı mücevherinin bilinmeyenlerini
paylaşan İrepoğlu ile sohbete oturmadan önce Topkapı
Sarayı Hazinesi’ni gezip kitabında bahsettiği
parçaları gördük. Yazı çekmecesi, tespih, matara,
beşik, sürahi, bardak, çatal, ayna, tarak, kılıç,
hançer, kalkan, nargile, sineklik, yelpaze, şemsiye,
kemer, terlik, yüzük, bilezik, sorguç… Ne ararsanız
hepsinin bol miktarda mücevherlisi Osmanlı’da
mevcut!
Altın tören matarası Radikal, Haber: İpek İzci, 13.09.2012 |
|
KARADENİZ'İN BAĞCILIĞIN MERKEZİ OLDUĞU KANITLANDI
Yapılan çalışmalar
Oxford'da arkeoloji alanında önde gelen "British
Archaelogical Reports" serisinde "Hadrianopolis
I: Inschriften aus Paphlagonia" adıyla
yayınlandı. Ortaçağ Arkeolojisi Anabilimdalı
Başkanı Doç.Dr. Ergün Laflı, "Bulunan
kalıntılar, günümüzde Karadeniz'de sürdürülen
fındık ve çay gibi yoğun kitle tarım
faaliyetlerinin kökenlerinin Antik Çağ'a
dayandığını gösteriyor" dedi. Star, 13.09.2012 |
|
GÜNAY: VAN-URARTU MÜZESİ, TÜRKİYE'NİN GELECEĞİNİ AYDINLATACAK
Günay, burada yaptığı konuşmada, müzenin
Van için ve Türkiye için büyük bir değer olacağını
belirterek, "Biz nice sorunlu, sıkıntılı, acılı 12
Eylül'ler yaşadık. Allah'a şükürler olsun ki bir 12
Eylül günü Türkiye'nin çok güzel bir yerinde, tarihi
Van Şehri'nde, Van Kalesi'nin eşiğinde Türkiye'nin
geleceğini aydınlatacak eserlerden birinin temelini
atmanın bahtiyarlığını yaşıyoruz. Böyle güzel günler
de gördüğümüz için Allah'a şükrediyorum. Depreme
rağmen hedeflerimizden vazgeçmeyeceğimizi, Van için
neyi planlamışsak, aynısını yapmaya devam
edeceğimizi konuştuk ve onun gereğini bugün yerine
getiriyoruz" dedi. "Biz bu topraklarda hiçbir ayırım
yapmıyoruz" diyen Günay, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Tarihin hangi döneminden kalmışsa, kiliseye,
medreseye, manastıra, camiye, hepsine sahip
çıkıyoruz. Ama bize ait olan, bizim inancımıza,
kültürümüze daha yakın olanları da ihmal etmememiz,
daha hızla yukarıya çıkarmamız gerekiyor. Bir yandan
bu Urartu Kalesi'ni ayağa kaldırıyoruz. Bir yandan
da camilerimizi, medreselerimizi, bizim tarihimize
yakın olanları ayağa kaldırmaya çalışacağız." Sabah, 13.09.2012 |
|
TARİHİ CAMİNİN ALTINI OYDULAR
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 13.09.2012 |
|
FENER RUM PATRİKHANESİ, BURSA'DA KİLİSE SATIN ALDI
Radikal, 12.09.2012 Sabah, 13.09.2012 |
|
![]() |
BURSA ULU CAMİ'DE ŞOK!
Habertürk, 12.09.2012 |
ERKEKLER 10 BİN 500 YIL ÖNCE DE KADINLAR İÇİN SAVAŞIYORMUŞ
Kazı Başkanı Liverpool Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Douglas Baird,
çöplükte bulunan kafataslarının, erkeklerin
kadınlar için yaptığı kavgalar sonrası güç
göstergesi amacıyla kesilerek getirilen
kafatasları olduğunu söyledi. Star, 12.09.2012 |
|
ÇANAKKALE'DE BÜYÜK SKANDAL! 90 YIL KİMSE GÖRMEDİ
Çanakkale’de düşman donanmalarını perişan eden toplar, 90 yıl sonra hatırlandı! Kumkale Beldesi ve Halileli Köyü'nde oluşturulan topçu gruplarına ait bataryalara yerleştirilen 22, 24 ve 26 cm çapındaki Krupp ve Obüs topları,18 Mart 1915 günü düşman gemilerine ateş açarak hayatı onlara zehir etmişti.1919 Mondros Mütarekesi'yle bölgeye çıkan İngilizler’in bazı parçalarını söktüğü toplar, yıllarca arazilerin mısır ve buğday tarlası olarak kullanılmasıyla toprak altında kaldı.Çanakkale Valiliği de bu toplar için harekete geçti.Düşmana hayatı dar eden atışlar yapan Mehmetçiğin terleriyle ıslanmış 5 top toprak altından çıkarıldı. Türk tarihine altın harflerle yazılan Çanakkale Savaşları’ndaki Mehmetçiğin ağır batarya toplarıyla hiç kimsenin 90 yıl boyunca ilgilenmemesi, bir skandalı da ortaya çıkardı.Ayrıca, topların hurdacılar tarafından dinamitlerle parçalanması da kazı ekibini hüzünlendirdi. Hürriyet, Haber: Ersan Küçükkuru, 12.09.2012 |
|
128 YILLIK ÇİVİSİZ CAMİ!
Habertürk, 12.09.2012 |
|
'MOR GABRİEL'İ KORUYUN' ÇAĞRISI Sabah, Haber: Bilge Eser, 12.09.2012 |
|
SİDE'DE TAPINAKLAR KORUMA ALTINDA Sabah, 11.09.2012 |
|
KAÇAK KAZILARIN TAHRİP ETTİĞİ BAZİLİKA ARKEOLOGLARA EMANET
Aksaray 'ın Eskil
İlçesi'nde kaçak kazılarla
tahrip edilen bölgede erken Hıristiyanlık dönemine
ait bazilikanın mozaikleri açığa çıkarıldı. Radikal, Haber: Öner Taş, Fotoğraf: AA, 11.09.2012 |
|
4 AY SONRA CEVAP: CAMİ AHIR OLMADI
CHP’liler kaymakamlık, müftülük ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nde kapsamlı araştırma yaptılar. 4 ay süren araştırma sonunda caminin ahır olarak kullanıldığına dair belge ve bilgiye rastlanmadı.
Kocaeli Büyükşehir Belediye Meclisi’nin mayıs toplantısında, Büyükşehir Belediye Başkanı AKP’li İbrahim Karaosmanoğlu’nun, Mimar Sinan’ın İzmit’teki eserleri Yeni Cuma Camisi’nin CHP döneminde ahır olarak kullanıldığı iddiasının gerçek olmadığını CHP’liler resmi belgeyle kanıtladı. CHP’li Meclis üyesi Fahri Örengül’ün başvurusu üzerine araştırma başlatan İzmit Kaymakamlığı, Kocaeli Müftülüğü ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Yeni Cuma Camisi’nin, Cumhuriyet döneminde ahır olarak kullanıldığına dair herhangi bilgi ve belgeye rastlanmadığını resmi yazıyla bildirdi. Fahri Örengül, Yeni Cuma Camisi’nin çok kıymetli bir tarihi eser olduğunu, korunması gerektiğini belirterek şunları söyledi: “Büyükşehir Belediyesi bu külliyenin hemen
önünde, çelik köprüler inşa etti. Belediye Meclisi
toplantısında, fiyatı da belli olmayan bu köprünün,
Yeni Cuma’ya, yani Pertev Paşa Külliyesi’ne uygun
olmadığını söyledik. Tartışmada söyleyecek şeyleri
kalmayınca, Sayın Belediye Başkanı, ‘Biz daha
Müslümanız’ intibaı uyandırmak amacıyla ‘Siz zaten
Yeni Cuma Camisi’ni, Atatürk’ten sonra ahıra
çevirdiniz. Ahır yaptınız’ dedi. Kocaeli
Müftülüğü’ne başvurdum ve sonuç yazılı Hürriyet, Haber: Mustafa Bağdiken, 11.09.2012 |
|
3000 YILLIK KEŞİF İsrail Antika İdaresi (IAA), MÖ Birinci yüzyılda inşa edildiğine inandıkları su deposu, İlk Tapınak Dönemi’ne işaret ettiğine dikkat çekti. Kral Süleyman’ın tapınağı olarak kabul edilen bu yapı, MÖ 957’de inşa edilmiş ve MÖ 586’da Babilliler tarafından yok edilmişti.
Şukron, “Anlaşılan o ki, İlk Tapınak döneminde Kudüs’ün tek su kaynağı Gihon Nehri değildi. Şehirdeki su kaynakları da halkın ihtiyacını karşılıyordu” dedi.
Arkeologlar, antik su deposunun alçısındaki işaretlerden ve İlk Tapınak döneminden kalma diğer su depolarına olan benzerliğinden yaşını doğru hesapladıklarını düşünüyor. Antik yapı hakkındaki sunum, 6 Eylül’de yıllık Antik Kudüs Çalışmaları konferansında sunuldu. Mescid-i Aksa, Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından kutsal kabul edilen Harem-i Şerif’te yer alıyor. Milliyet, 11.09.2012 |
|
66 YIL SONRA YİNE EĞİTİM YUVASI Sabah, Haber: Hasan Ay, 11.09.2012 |
|
AKM'DE YANGIN! Radikal, 11.09.2012 |
|
TÜRK SANAT ESERİ 54 YIL SONRA YİNE MOMA'DA
Çağdaş sanatçı Hüseyin Bahri Alptekin'in "H-Fact: Hospitality/Hostility/H-Faktörü: Misavirperverlik/Husumet" eseri New York'taki ünlü Modern Sanat Müzesi'nin (MoMA) daimi koleksiyonuna 54 yıl sonra kabul edilen ilk Türk eseri oldu. Alptekin'ni eseri, üç boyutlu otel tabelalarından oluşan 7 sanat eserini kapsıyor ve otel adları kaynağını dünyanın dört bir köşesindeki şehirlerden alıyor. Alptekin'in eseri, Zühtü Müridoğlu'nun "Bilinmeyen Siyasi Esir" adlı heykelinden 54 yıl sonra MoMA'nın resim ve heykel koleksiyonuna kattığı ilk iş olma özelliğini taşıyor. Sabah, 11.09.2012 |
|
2 ASIR SONRA YENİDEN İBADETE AÇILIYOR
Van Rölöve ve Anıtlar Bölge Müdürü Mimar Cemil Karabayram, yaptığı açıklamada, İshak Paşa Sarayı ve çevresinin de Van Rölöve ve Anıtlar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edildiğini ifade eden Karabayram, ''İshak Paşa Sarayı'nda ve ikinci avlunun hemen karşısında bulunan İshak Paşa Sarayı Camisi'nde restorasyon çalışmalarımız çok ciddi bir şekilde devam etmektedir. Bu yıl güçlendirme ve çatı işlemlerini tamamlamaya çalışıyoruz'' dedi.
Caminin 130 yıl boyunca saraya hizmet ettiğini belirten Karabayram, ''1800'lü yıllarda yaşanan olaylar ve gelişmeler sonucunda İshak Paşa Sarayı Camisi ibadete kapatılmıştır. Kapandığı dönemden bugüne cami hiçbir şekilde ibadete açılmamış. Restorasyon çalışmaları yıl sonunda tamamlanacak. İshak Paşa Camisi artık ibadete açılabilecek. Bütün camiler nasıl simgeyse bu camimiz de bu bölgenin, İshak Paşa Sarayı'nın simgesidir. Bu dağın yamacında o görkemli, o saygın yerini bulup ibadete açılacak'' diye konuştu. Ağrı Kent Haber, 10.09.2012 |
|
RESTORASYON SIRASINDA YANAN KARACABEY ULU CAMİİ YENİDEN RESTORE EDİLİYOR Yapı, Fotoğraf: Ayhan Fidan / AA, 10.09.2012 |
|
DİYARBAKIR'DA KÜLTÜREL MİRASIN KORUNMASINI HEDEFLEYEN 6 PROJE TANITILDI
Kalkınma
Bakanlığı Cazibe Merkezlerini Destekleme Programı
kapsamında hazırlanan Diyarbakır'ın kültürel
mirasının tanıtımı ve korunmasını hedefleyen
6 proje, düzenlenen basın toplantısıyla
tanıtıldı. Burada konuşan Diyarbakır Valisi
Mustafa Toprak, Diyarbakır'ın turizm
altyapısının geliştirilmesi, kültürel mirasının
korunması ve tanıtım çalışmalarının sağlanmasının,
ilin sosyoekonomik kalkınmasına çok büyük katkı
sunacağını belirtti. Yapı, 10.09.2012 |
|
BURSA'DAN UNESCO DÜNYA MİRASI LİSTESİ İÇİN YENİ ADAYLAR Yapı, 10.09.2012 |
|
KAYIP CAMİ 54 YIL SONRA KARAKÖY YOLUNDA Sabah, Haber: Hasan Ay, 10.09.2012 |
|
![]() |
BİT PAZARINDAN RENOIR ÇIKTI
ABD’de bit pazarından birkaç eşya ile birlikte 50 dolara satın alınan bir tablonun ünlü ressam Pierre-Auguste Renoir’a ait olduğuna inanılıyor.
Tablo, bu ay yapılacak açık artırmada 100 bin dolara satışa çıkacak. ABD’de bir bit pazarından kelepir fiyattan satın alınan bir tablonun Fransız resim ustası Pierre-Auguste Renoir’a ait olabileceği bildirildi. Bir kadın bit pazarında yaptığı alışverişte, söz konusu tablonun yanı sıra bir oyuncak bebek ve bir plastik ineğin de içinde bulunduğu kutu için 50 dolar ödedi. Tabloyu Virginia’daki bir müzayede salonuna götüren kadına, resim uzmanları, tablonun büyük olasılıkla Renoir’ın 1879’da yaptığı ‘Paysage Bords de Seine’ adlı eseri olduğuna inandıklarını söyledi. Tablonun 1926 yılında, Paris’teki bir resim galerisinden satın alındığı düşünülüyor. Hürriyet, 09.09.2012 |
TOZ ZERRESİNDEKİ TRUVA ARSENİĞİ
Alman arkeolog Ernst Pernicka, bizim Truva’nın Indiana Jones’u. 3 yıl önce sessiz sedasız ABD’ye gitti.
Penn Müzesi’nin bir antikacıdan alıp ve fakat kaynağını bilmediği altın takılara bakmak için. Takının tekinde toz zerresi vardı. Almanya’ya götürdü, analizini yaptı; arsenik çıktı. Buraların arseniği. Böylece altınlar bize geldi. Ama Pernicka itiraz ediyor: “Muhtemelen Truva’ya ait dedim. Yunan da olabilir”.
Bana sorarsanız, Truvalı Helen, Truvalı filan değildir.
Homer'in İlyada destanında Truva Prensi Paris'e kaçıp savaş çıkaran güzel kadın olması sebebiyle "Truvalı" diye anılır, hepsi bu.
Habertürk, Haber: Ayşe Özek Karasu, 09.09.2012 |
|
TEŞEKKÜRLER KOMŞU! İsmini vermek istemeyen bir
Bakanlık yetkilisi, bunun sonucunda İngiltere’deki
Victoria ve Albert Müzesi yetkililerinin 27 Eylül’de
Türkiye’ye gelmek zorunda kaldıklarını söyleyerek,
“Turizmdeki işbirliğimiz kültüre de yansıdı. Eserin
sergilendiği Victoria ve Albert Müzesi
yetkililerinin uygunluk ziyaretinin ardından eserin
Türkiye’ye iade edilmesini bekliyoruz” diye konuştu.
Yetkili bundan sonraki dönemde daha büyük çalıntı
eserlerin Türkiye’ye iadesi konusunda UNESCO
üzerinden aynı yolun izleneceğini de sözlerine
ekledi. Habertürk, Haber: Ünsal Ereke, 09.09.2012 |
|
KAMU YARARINA MİLYON DOLARLIK OFİSLER
Tarlabaşı’nda metal perdelerle kapatılmış yıkım
alanının hemen karşısındaki GAP İnşaat satış
ofisinde müşterileri yeni Tarlabaşı’nın ışıklı bir
maketi ve parlak broşürler bekliyor. Şimdilik
yalnızca 360 No’lu adada yapılacak ‘360fis’ adlı
binadaki ofisler satışta. Metrekaresi 7 bin 500
dolardan satılan 54 ofisin yaklaşık üçte ikisi 2.5
ayda tükenmiş. Geriye kalan en küçük ofisin (107
metrekare) fiyatı 800 bin dolar artı KDV. Oysa aynı
cadde üzerinde, hem de ‘kültür varlığı’ olarak
tescil edilmiş 5 katlı bir bina yalnızca 761,000
TL’ye kamulaştırılmıştı. Binanın sahibi
Ramazan Akkuzey, kamulaştırılan 5 katlı tarihi
binasının yerine 360fis’ten 100 metrekarelik bir
ofis bile alamıyor.
Radikal, Haber: Elif İnce, 09.09.2012 |
|
TARİH VEFA BEKLİYOR |
|
TROYA'NIN HAZİN ÖYKÜSÜ
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 09.09.2012 |
|
ANTİK TİYATRODA SOYLULARIN OTURMA ALANI ORTAYA ÇIKTI
Bursa İl Özel İdaresi'nin çevre düzenlemesini yapıp zeminindeki molozları kaldırdığı Roma tiyatrosu yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. 1900 yıl önce şaşalı günlere sahne olan tiyatronun oturma alanında dönemin valisi ve soyluların izlediği işlemeli nişli alan ortaya çıktı. Valinin yanı sıra önemli devlet adamlarının buradan sanatçıları ve halkı selamladığı sanılıyo. Mermer oturma alanının ince niş işlemeleri hayranlık uyandırıyor. İl Özel İdare'nin şu ana kadar 400 bin lira ödenek ayırarak yürüttüğü temizlik çalışmalarının ardından arkeolojik kazıların başlatılacağı öğrenildi.
Bursa Hakimiyet, 08.09.2012 |
|
MONA LISA'MIZI VERİN ARTIK
İtalya'da sanatseverler, dünyanın en ünlü tablosu, Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sının “evine” geri dönmesi için 150 bin imza topladı.
İmza kampanyasını organize eden Tarihi, Kültürel Çevre Mirası Ulusal Komitesi, Mona Lisa’nın 20’nci yüzyılda sergilendiği İtalya’daki Uffizi müzesine iade edilmesi gerektiğini açıkladı. Komite Başkanı Silvano Vincenti, Fransız Kültür Bakanlığı’na eserin iadesi için resmi başvuruda bulundu. Vincenti, “Tablonun iadesi tarihi önemde, sembolik ve ahlaki olacak” dedi. Mona Lisa’nın sergilendiği dünyaca ünlü Louvre Müzesi ise komitenin isteğini daha önce reddetmişti. Hürriyet, 08.09.2012 |
|
NYSA KAZILARINDA SEZON TAMAMLANDI
2011 yılında kazı çalışmaları durdurulan Sultanhisar’daki Nysa antik kenti kazı çalışmalarında 2012 sezonu sona erdi. Bu yıl 2 ay devam eden Nysa antik kenti kazılarının sona ermesinin ardından Nysa’da incelemelerde bulunan Sultanhisar Belediye Başkanı Ertegün Ünal ve Sultanhisar Belediye Meclis üyeleri, Nysa Ören Yeri Kazı Sorumlusu Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Arkeoloji hocası Yard. Doç.Dr. Serdar Hakan Öztaner tarafından bilgilendirildi.
Başkan Ünal ve Meclis üyelerine Nysa antik kentinde 2012 döneminde ortaya çıkarılan eserler ve yapılan çalışmalar hakkında bilgi veren Nysa Ören Yeri Kazı Sorumlusu Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Arkeoloji hocası Yard. Doç.Dr. Serdar Hakan Öztaner, “NysatTurizme büyük katkı sağlanmıştır. Gelecek yıl için Nysa, Sultanhisar İlçesinin turizm de önemli adımlar atılarak yabancıların ilk tercih alanları içinde Nysa olacaktır. Bu yıl yapılan çalışmalar bunlardır” dedi.
Öztaner ve ekibine çalışmaları için teşekkür eden Belediye Başkanı Ertegün Ünal da, “Yrd. Doç.Dr. Serdar Hakan Öztaner’e teşekkür ediyorum. 2 yıl ara verilen kazılarımızın açığını hocamız kısa sürede kapattı. Başarılı ve yeni teknik çalışmalar yaparak bizleri adeta şaşırtmıştır. Yol çizgisi, Tünel, Korkuluklar, yön tabelaları ve kazıların hızlı bir çalışmayla turizm önemli katkıda bulunmuştur” dedi.
Kazı alanını gezen Meclis üyeleri, Nysa kazılarının ulaştığı seviyeye hayran kalarak Yrd. Doç.Dr. Serdar Hakan Öztaner’e teşekkür ettiler. Meclis üyelerine gezi sırasında Öztaner tarafından tarihi ve teknik bilgiler verildi.
Aydın’da 2011 yılında kazı çalışmaları durdurulan Tralleis ve Nysa Antik Kentlerindeki kazı çalışmalarına 2012 yılında tekrar başlanmıştı. Aydın’ın tarihsel zenginliğinin gün yüzüne çıkarılması için kazılara destek veren Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nce Aydın merkez Tralleis antik kenti kazı çalışması için 120 bin TL, Sultanhisar İlçesi'ndeki Nysa antik kenti kazı çalışması için 120 bin TL, Kuşadası İlçesi'ndeki Kadıkalesi kazı çalışması için 110 bin TL ve Germencik İlçesi'ndeki Magnesia kazı çalışması için de 130 bin TL olmak üzere toplam 480 bin TL’lik ödenek Aydın İl Özel İdaresi hesaplarına aktarılmıştı. haberler.com, 08.09.2012 |
|
ÇAVDARHİSAR'DAKİ KAZILARDA 17 TANE İSKELET BULUNDU
Doç.Dr. Özer, “Aizonoi antik kentinde bizden önce de çalışmalar devam etmekle birlikte Nekropol’de herhangi bir çalışma gerçekleşmemiş. Uzmanlık alanım ölü gömme adetleri olduğu için Nekropol’de çalışma gerçekleştirmek istedik.” dedi.
Nekropol’de çok değişik mezarlar bulduklarını ifade eden Özer, şunları kaydetti: “Frigya kapı tipi mezar taşlarını her yerde görüyorduk ama insütü olarak geçmemişti elimize. Biz Aizonoi antik kentinde ilk kez kapı tipi mezarlar bloklarını insütü olarak tespit ettik. İçerisinden de tam 17 tane iskelet çıktı. Bir aileye ait, bir jenarasyona ait bireyler tespit ettik. Diğer tespit etttiğimiz mezarlarda toprak Gömü ve kramasyon vardı. Bunlar enteresan ve çok şaşırtıcıydı. Gladyatör tasfirleri bulunan kandil tasvirleri vardı. Gladyatör mezar taşları olması, stadyumda gladyatör oyunları olduğunu bilmemiz, bu kandilleri de bulmamız belki de burada yatan insanların gladyatör olabileceğini düşündü. Bunların mezarlarını gladyatör mezarı demek için çok erken. Yakın zamanda bu mezarlarla ilgili daha net bilgilere ulaşabileceğiz.”
Doç.Dr. Elif Özer, antik çağda öteki dünyada yaşama inancı olduğunu, mezarlarda çok sayıda ölen kişiye ait eşyalar bulunduğunu ifade etti. Ölen kişinin, cinsiyetine göre sevdiği eşyalarla gömüldüğünü anlatan Özer, bir horoz figürü ile herme olarak adlandırdıkları küçük bir heykel bulmanın sevindirici yaşadıklarını vurguladı.
Kazı Grubu Başkanı Doç.Dr. Özer, Aizonoi antik kentine ait taşların yöre halkı tarafından kullanıldığına dair iddialara da açıklık getirdi. Türkiye’de antik kent olan tüm yörelerde bu tür devşirme taşların kullanıldığını vurgulayan Özer, şunları kaydetti: “Yöre halkının buradaki taşları özel olarak kullandığı ile ilgili bir iddia çok yanlış. Böyle bir iddiayı kim hangi bir sebeple ortaya atıyor, anlaşılabilir bir durum değil. Türkiye’de antik kent olan bütün kırsal yerleşimlerde devşirme malzeme olarak taşların belirli bir kısmı ne yazık ki kullanılmıştır. Bu günümüze özgü bir durum değildir. Antik çağdan ihtibaren sürekli bu devşirme durumu ile karşılaşırız." haberler.com, 08.09.2012 |
|
![]() |
KİLİS'TE CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ'NCE HİTİT DÖNEMİNE AİT KALINTILAR BULUNDU
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Cumhuriyet Üniversitesi (CÜ) tarafından Kilis’te yapılan arkeolojik kazılarda Hitit dönemine ait tablet ve kalıntılar bulundu. Sivas Haber, 07.09.2012 |
BİSMİL'DE 12 BİN YILLIK DOKUMA İZLERİ BULUNDU
Diyarbakır Müzesi başkanlığında Bismil İlçesi'nde yürütülen Körtiktepe arkeolojik kurtarma kazılarında önemli gelişme...
Diyarbakır-Batman sınırında, Dicle Nehri ve Batman Çayı'nın kesiştiği yerde bulunan Körtiktepe'deki kazılarda günümüzden 12 bin yıl öncesinde bölgede dokuma yapıldığına dair kanıtlar bulundu. Kazıda iskelet ve kullanılan eşyalar üzerinde dokumanın incesinden, kalınına varıncaya kadar bütün evrelerini gösteren desen izleri ortaya çıkarıldı. Akşam, 08.09.2012 |
|
KYBELE, MACERAYA BAŞLADIĞI YER OLAN FOÇA'YA GERİ DÖNDÜ
Kybele, Fransa’da düzenlenen “Türkiye Mevsimi” etkinliklerine katılmak üzere 7 Haziran 2009 tarihinde Foça’dan yola çıktı. Antik çağda takip edilen rotaları izleyerek Yunanistan ve İtalya limanlarına uğrayarak 54 gün sonra Fransa’nın Marsilya Limanı’na ulaştı. Projenin başladığı günlerden itibaren Türkiye karşıtı lobilerin hedefi haline gelen Kybele, aynı yıl 23 Ekim’de Marsilya Limanı’nda batırıldı. Ekibin projeyi sürdürme inadı ve kararlılığı ile 4 gün sonra Kybele tekrar yüzdürüldü. 2 Mart 2010 tarihinde, Turkonlıne firmasına ait Murat K. adlı konteyner gemisiyle yola çıkan Kybele, Türkiye’ye getirilip, İstanbul Pendik’teki Marin Türk’e çekilip, onarıldı. 2010 yılında, “Istanbul Avrupa Kültür Başkenti” etkinlikleri,İTÜ Denizcilik Fakültesi Mezuniyet Töreni ve Kabotaj Bayramı kutlamalarına katıldı.
İki yıldır İstanbul’de bekleyen gemi, 30 Ağustos’ta ilk yolculuğuna başladığı Foça’ya dönmek üzere yola çıktı. Antik gemi, 8 günlük yolcuğun ardından Foça’ya ulaştı. Chp’li Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ ve Foça Merkez Su Ürünleri Kooperatifi Başkanı Ceyhan Çetin tarafından karşılanan Kybele’nin yarın başlayacak ve 3 gün sürecek Foça Kültür ve Sanat Festivali etkinliklerine katılacağı bildirildi. Kybele’nin eğlence ve konser bölümleri iptal edilen festivalin ardından Urla’ya döneceği öğrenildi.
Arkeolog Osman Erkurt Kybele’nin asıl amacının Foça’yı ve Türkiye’yi tanıtmak olduğunu söyledi. Erkurt, “Kybele yapıldığı günden beri amacına uygun olarak Foça’yı ve ülkemizi olumlu şekilde tanıtmaya devam ediyor. Foça Marsilya yolculuğumuz sırasında Yunanistan ve İtalya limanlarında öylesine iyi ve samimi olarak karşılandık ki kendimizi yurdumuzda, evimizde hissettik. Çok güzel şeyler duyduk. Marsilya’da İstanbul Ticaret Odası mensupları ve Fransız meslektaşlarını buluşturan bir mekan oldu. Buradaki tatsız olay bile Fransız gazetelerinde lehimize haberlerin çıkmasına neden oldu. Tarih ve kültürün insanlığın ortak malı olduğu, yapılanın çok yanlış ve affedilmez olduğu vurgulandı. Hatta oralarda “Diasporayı İkiye Bölen Proje” olarak bile tanımlandı. Biz bu kötü olaylarla değil dostluk ve barışla ve Foça’yla anılmak için yola çıktık” dedi.
Teknede eşi Mualla Erkut’la birlikte 6 kişilik bir ekip olduklarını belirten Erkurt, “İstanbul’dan hava şartlarına bağlı olarak zaman zaman bir teknenin yardımıyla, çoğunlukla da yelken açarak Foça’ya ulaştık. Teknede her hizmeti paylaşarak birlikte yaptık” diye konuştu.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Hayat Erkanal’ın Onursal Başkanlığı’nda proje başkanlığını Arkeolog Osman Erkurt’un yaptığı projede yer alan Kybele, 360 derece Tarih Araştırmaları Grubu’nca aslına uygun olarak Urla’da yaptırılmıştı. haberler.com, 06.09.2012 |
2 - 8 Eylül 2012 |
|
KESİK KÖPRÜ KURTULUŞ İÇİN BELEDİYEYİ BEKLİYOR
Sivas Hürdoğan, 07.09.2012 |
|
KAPALIÇARŞI'NIN ÇATISINDA KORSAN TUVALET
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 07.09.2012 |
|
KUSTURİCA'YA 'TARİHİ TAHRİP' TEPKİSİ
Drina Köprüsü yakınlarına, tarihin çeşitli dönemlerini temsil edecek ve 50 taş binadan oluşacak "Andriçgrad" adlı "kent projesi" için tarihi bir kalenin taşlarının kullanmasına tepkiler devam ederken, yönetmen Emir Kusturica'nın şimdi de Avusturya-Macaristan döneminde yapılan bir tren istasyonunun taşlarını sökerek götürdüğü iddia edildi.
Bosnalı Sırplar, tarihi binaların taşlarının sökülerek film çekimi için kullanılacak kent projesine taşınmasına sert tepki gösterdi.
Hürriyet, 06.09.2012 |
|
MISIR TANRIÇASI SEKHMET YENİDEN AYAĞA KALDIRILDI
Törene Bergama Belediye
Başkanı Mehmet Gönenç, İzmir İl Kültür ve Turizm
Müdürü Abdülaziz Ediz, Almanya Federal Cumhuriyet
İzmir Başkonsolosu Margit Haberle, Alman Arkeoloji
Enstitüsü Müdürü Bergama Kazı Başkanı Prof.Dr. Felix
Pirson ve ve Müdür Vekili Dr. Ing. Martin Bachmann
katıldı. Star, 06.09.2012 |
|
ZİNCİRLİ HÖYÜK'TE 7. ETAP KAZILARI BAŞLADI
Chicago Üniversitesi öğretim üyesi Prof Dr. David Schloen başkanlığında ABD, Kanada gibi yabancı üniversitelerden ve Türkiye'den öğrenci ve arkeologların bulunduğu 22 kişilik uzman ekip ile bölgeden 50 işçi kazıya başladı. Çalışmalar, 40 hektarlık 6 ayrı alanda devam ediyor.
Bu yıl ekim ayının ilk haftasında sona erecek kazıların 5 bin yıllık bir tarihi kapsayan "Sam'al kenti"nin ortaya çıkarılması, şehrin mimari yapısı ve savunma mimarisinin nasıl inşa edildiğini görebilmek için aşamalı olarak iç kısımda çalışmaların devam ettiğini belirten kazı yetkilileri, 2008 yılında MÖ 800 yılına ait Zincirli Höyük'te çıkarılan ve Amerika'da "Yılın en önemli 10 arkeolojik buluşu" arasında yer alan yazıtın ışığında, yeni bir sürpriz beklediklerini kaydetti.
Kent ilk kez MÖ 1300 yıllarında, surlarla çevrilmiş ve kent alanının merkezinde yer alan yükseltinin üzerinde bir kale kurulmuş, kalenin içinde ise bir saray inşa edilmiş. Sonraki dönemlerde iki saray daha eklenmiş ve kentin etrafını çevreleyen çember biçimindeki sur, ikinci bir duvarla takviye edilmişti.
İlk olarak 1880 ve 1902 yılları arasında, erken Tunç çağından Roma dönemine kadar yerleşimin görüldüğü Zincirli Höyük, Alman arkeologlar tarafından kazılmış ve yapılan kazılar sonucunda kentin sarayları, önemli yapıların yer aldığı akropolisi ve dış surları ortaya çıkarılmıştı. haberler.com, Haber: Zekeriye Şimşek - Zeynep Yücetaş, 06.09.2012 |
|
SAKALLI DERVİŞ GİTTİ, SEMAZEN GELDİ Radikal, Haber: Mehmet Kayhan Yıldız, 06.09.2012 |
|
DİYANET BAŞKANI'NDAN CAMİ AÇIKLAMASI
Diyanet İşleri Başkanı
Prof.Dr. Mehmet Görmez, Diyanet İşleri
Başkanlığı ve
Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi işbirliğiyle 2-5 Ekim
tarihleri arasında İstanbul'da yapılacak 1. Ulusal
Cami Mimarisi Sempozyumu'na ilişkin Hidiv Kasrı'nda
düzenlediği basın toplantısında, günümüzde temel
sorunların başında ''anlam kaybı''nın geldiğini
söyledi. Habertürk, 06.09.2012 |
|
SEFERLİ KOĞUŞU'NA RESTORASYON
Topkapı Sarayı
Seferli Koğuşu’nun
restorasyonu,
padişah elbiseleri ve tekstil eserlerinin teşhiri,
tanzimi ve depo düzenlemesiyle ilgili protokol dün
Mecidiye Köşkü’nde Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay ile Türkiye Tekstil İşverenleri Sendikası
(TÜTSİS) Başkanı Halit Narin arasında imzalandı. Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 06.09.2012 |
|
BOĞAZIN SULTANINA ÖZEL AYDINLATMA
İstanbul Boğazı'nın en görkemli yapılarından biri olarak bilinen Adile Sultan Sarayı'nın aydınlatması yenilenecek. İstanbul İl Özel İdaresi tarafından yapılacak çalışma kapsamında Boğaz siluetinin simge eserinin aydınlatması yeniden tasarlanacak. 4 Eylül'de ihalesi yapılan çalışma 3 ay içerisinde tamamlanacak. Sabah, 06.09.2012 |
![]() |
KARS TABYALARI YOK OLUYOR
Anadolu’nun savunulması ve bölgenin korunması için 18. yüzyıldan itibaren yapımlarına başlanan ve sayıları 46'ı bulan Kars tabyalar, günümüzde adeta can çekişiyor. Özellikle Kars Kalesi’nin bulunduğu bölgede yapılan tabyalar askeriyenin bu bölgeyi boşaltmasıyla birlikte bir anda talan edildi. Tabyaları korumak, kollamak ve restorasyonunu yaptırmakla mükellef olan kurumlar ise tarihi tabyaların yıkılmasına adeta çanak tutuyor.
Ani Harabeleri’nin tam karşısında Ermenistan taş ocaklarında dinamit patlatılmadığını, Ermenilerin menuel olarak taş ocaklarında çalıştıklarını ve Ani’ye zarar vermediklerini ileri süren yetkililer, tarihi tabyaların da tahrip edilmesine her nedense sessiz kalıyor.
Kars Kalesi’nin karşısında bulunan Kerimpaşa, Karadağ, İnönü ve Arap Baba tabyaları tamamen tahrip edilirken, durumlarının da içler acısı olması buraları ziyaret edenleri kara kara düşündürüyor.
Özellikle Kars’taki tabyaları gezmek için gelen çok sayıda yerli ve yabancı turist; “Kars her tarafıyla buram buram tarih kokuyor. Ama tarih kokan kentin tarihi değerlerine sahip çıkılmıyor. Tabyalar çoğunu gezdik. Durumları içler acısı. Bir çoğu hayvan barınağı olmuş. Bir çoğunun içerisi kazılmış, bazıları tamamen kullanılmaz durumda bulunuyor. Yazık bunlara bir şehirin tarihi değerlerine bu kadar zarar verilmez. İnşallah yetkililer işin bilincinde olurlar ve buraları biran evvel koruma altına alırlar” dediler.
Yıllarca askeriyenin denetiminde kalan ve korunan tabyalar askeriyenin kalenin bulunduğu bölgeden çıkmasıyla birlikte sahipsiz kaldı. Askeriyenin cephanelik olarak kullandığı tabyanın içerisi ise adeta savaş görmüş. Betonlarına kadar kırılan tabyanın içerisi iş makinesi ile her tarafı kazılmış. Kars’ta 46 tabya yetkililerin ilgisini bekliyor.
Kars Valisi Eyüp Tepe’nin Kars’ın kurtuluşu için 1 milyon eskerin şehit düştüğü tabyalarla ilgili gerekli girşimleri yapmasını bekleyen vatandaşlar, dedelerin şehit düştüğü tabyaların biran evvel koruma altına alınmasını umut ediyorlar. Vali Tepe’nin Kars’taki tabyaları tek tek gezmesini isteyen vatandaşlar, Vali Tepe’nin tabyaların halini gördükten sonra tarihi tabyaları koruma altına aldıracağına inanıyorlar. Kars Kent Haber, 05.09.2012 |
|
![]() |
HARRAN SURLARINDA ARKEOLOJİK KAZI
İl Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, Harran Şehir Surları'nda yapılan arkeolojik kazıların 1. etabının tamamlandığını bildirdi.
Yıldız, yaptığı yazılı açıklamada, şubat ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün ''29.05.2012 tarih ve 118676 Kazı ve Sondaj İzin Belgesi'' üzerine, kazı ve temizlik çalışmalarının 1. etabına başlandığını hatırlattı. Çalışmaların 2. etabına eylül ayında başlanacağını belirten Yıldız, şunları kaydetti: ''Kazı ve temizlik çalışmaları Şanlıurfa Müze Müdürü Müslüm Ercan başkanlığında, Uzman Arkeolog Nedim Dervişoğlu'nun kazı alan sorumluluğunda, Harran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Mehmet Önal, Araştırma Görevlisi İrem Öğütle ve üç arkeoloji öğrencisinin katılımıyla sürdürülmüştür. Harran dış sur kazısı, surların restorasyon öncesi açığa çıkartılarak, yapılacak olan restorasyonun verimli ve sağlıklı şekilde yapılabilmesi amacıyla sürdürülmüştür. İlk etap da Halep kapısından başlanarak güneye doğru 300 metrelik bir alan açığa çıkartılmış, 2012 yılı içerisinde 1 kilometrelik bir alanın açığa çıkartılması hedeflenmektedir.'' GAP Gündemi, 05.09.2012 |
MÜZE BÖYLE OLACAK Malatya Haber, 05.09.2012 |
|
TARİHİ GÜVERCİNLİKLERE RESTORE
Uçhisar Belediye Başkanı Osman Süslü Uçhisar beldesinde tarihi Romalılar dönemine kadar uzanan iki büyük güvercinlerin barındığı güvercin evlerinin restore edileceğini söyledi.
Romalılar döneminden başlayarak Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemi ile Cumhuriyet döneminde de tarımda ciddi anlamda güvercin gübresinin kullanımının yaygın olduğu bölgede, güvercin yetiştirilmesinin de oldukça farklı bir sanat kolu olarak algılandığını vurgulayan Uçhisar Belediye Başkanı Osman Süslü, özellikle Sansar tehlikesine karşı yumuşak tüf kayalar üzerinde çıkılması ve ulaşılması zor olan birimlerde güvercinlerin daha rahat bir yaşam sürmeleri için güvercin evlerinin yapıldığını ifade etti.
Süslü, Uçhisar Belediyesi tarafından projelendirilen Güvercinlik Vadisi’ndeki 3 er katlı iki büyük güvercinlik evinin restorasyon projesinin Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylandığını ifade ederek, yaklaşık 20 bin TL’lik bir harcama ile önümüzdeki günlerde bu kapsamlı çalışmaların başlatılacağını söyledi. Nevşehir Kent Haber, 05.09.2012 |
![]() |
![]() |
İNŞAAT KAZISINDAN TARİHİ SU KANALI ÇIKTI
Tarsus İlçesi'nde bir inşaatın temel kazısı çalışmaları sırasında Roma dönemine ait olduğu belirlenen su kanalı bulundu.
Alınan bilgiye göre, Eski Ömerli Mahallesi 27 Aralık Stadyumu yanında bulunan alanda bir inşaat firması tarafından temel kazısı başlatıldı. Çalışmalar sırasında, Roma dönemine ait olduğu belirlenen su kanalı ortaya çıkınca kazı durduruldu.
Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu üyeleri, Tarsus Müze Müdürlüğü ve Tarsus Belediyesi yetkilileri söz konusu alanda inceleme yaptı.
Su kanalının Antik Berdan nehrinin kolunun olduğunun tahmin edildiğini belirten yetkililer, yaptıkları ön incelemenin ardından sondaj çalışması ve kurtarma kazılarının başlanılmasına karar verildiğini kaydettiler. haberler.com, Fotoğraf: İHA, 05.09.2012 |
TARİH CANLANIYOR
Yapılan çalışmalarda sokakların geçmişte sahip oldukları özgün dokunun ortaya çıkarıldığını belirten Vali Orhan Düzgün, binaların özgün hallerine dönüştürülmesi yönünde önemli bir mesafe alındığını belirtti.
Vali Orhan Düzgün, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayladığı proje doğrultusunda, çerçeve, dış cephe boyaları ve çatıların orijinal hallerine dönük olarak gerekli restorasyonların yapıldığını ifade ederek, “Binaların iyileştirme çalışmaları yapılırken aynı zamanda sokak ve zemin döşemesine yönelik de bir çalışma yapılıyor. Sokakların sahip olduğu eski taş dokuya göre yeniden döşemesi yapılacak. Menekşe Sokak'ta bu çalışma yapıldı. Şimdi Sıtkıcan Caddesi'nde de benzer bir çalışma devam edecek” dedi.
Halen Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen sokak sağlıklaştırma çalışmalarının sürdüğü alanda bir yıl önce ihale edilen tarihi evlerin restorasyonu aslına uygun bir görüntüye kavuşmaya başladı. 15 Ekim tarihine kadar bitirilmesi amaçlanan çalışmalarda 13 tarihi ev restore edildi.
Buradaki restorasyon çalışmalarının bitirilmesinin ardından yeni bir ihale yapılarak Taşbaşı Mahallesi'nde bulunan 15 adet tarihi evin restorasyonu başlayacak. Ordu Kent Haber, 05.09.2012 |
|
BAKAN GÜNAY'DAN ŞAŞIRTICI AÇIKLAMA!
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, görevinde 5 yılı geride bıraktığını belirterek bunun bir 6 yıl daha sürmeyeceğini, bakanlık olarak bir üçüncü dönem daha düşünmediğini açıkladı.
Günay, Topkapı Sarayı Seferli Koğuşu'nun Restorasyonu, Padişah Elbiseleri ve Tekstil Eserlerinin Teşhiri, Tanzimi ve Depo Düzenlemesiyle İlgili Protokol imza töreninde gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Siyasetten hiçbir zaman emekli olunmayacağını ifade eden Günay, bugünlerde herkesin böyle çarpıcı açıklamalar yaptığını dile getirerek, hedefindeki işlerin bu dönemde bitmesini istediğini söyledi ve şöyle devam etti: "Geçen dönem arkadaşlarımızla birlikte Topkapı Sarayı'nda önemli işler yaptık. Saray avlusundan gecekondu çıkarmaktan Milli Savunma Deposu çıkarmaya kadar burada radikal adımlar attık. Şimdi ne yapacağımızı biliyoruz.''
Ayrıca Günay, ikinci dönemin başında olduğunu, ikinci dönemin sonuna kadarki zamanın ona yettiğini belirterek yerel yönetime geçmeyi asla düşünmediğini kaydetti.
Günay, tamamen tarihle, kültürle, arkeolojiyle ilgili özel meraklarıma dönük işler yapmak istediğini söyledi. Habertürk, 05.09.2012 |
|
TAKSİM'DE KAZMA ONUN ELİNDE
Taksim'de yayalaştırma projesi adı altında Meydan'a çıkan bütün yolları birer otobana çevirecek olan proje için ilk kazma bu ay vurulacak. İstanbulluları Başbakan'a "one minute" demeye çağıran mimarlar dünyadaki örneklerle birlikte Taksim Projesi'ni Taraf'a değerlendirdi.
Konuyla ilgili olarak Taraf 'a konuşan Prof.Dr. İhsan Bilgin, çok geç olmadan projeden vazgeçilmesi gerektiğini belirterek şöyle konuştu: "İstanbul metrosu gibi Cumhuriyet tarihinin en önemli projesini hayata geçirmesi nasip olmuş bir iktidarın onu kenara koyup Taksim ve kanal gibi fiyasko olacağı belli işlerle uğraştığına inanamıyorum. Kadir Topbaş'ı tanır, dostane duygu beslerim, demokrat, ölçülü, hümanisttir. Böyle saçma proje ile uğraşmaz, sanırım Başbakan'ın çevresinde kendini vizyoner satan ve mimari ve kent açısından ciddi olmayan insanlar var ve açıkça yalan söylüyorlar. Sivil topluma önerim derhal randevu alıp Başbakan'la görüşmeleri ve geç olmadan, Taksim ve kanal yerine metroyla ilgilenmeye çağırmaları. 'Taksim'e kazma' deniyor. Henüz Taksim rezil ve geç olmadan şu kazma kimdeyse emin yere saklansa, sağduyu çalışsa..." Teşhis yok, ameliyat varMimar Korhan Gümüş, dünyada başarılı dönüşüm projeleri olduğunu belirterek, şunları kaydetti: "Kahire'de El Ezher bölgesi kentin içinde terk edilmiş ve mezbelelik halinde bir kamu alanıydı. Selahaddin Eyyubi surlarının yanında yer alan bu önemli alan işlevsiz kalmıştı. Belediye ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği ile El Ezher Parkı kentin tarihi merkezine canlılık kazandıran, yaşam kalitesini arttıran bir özellik kazandı. Taksim'de öngörülen proje kendisine iş çıkarmak için, teşhis koymadan hastayı ameliyata alan acemi doktorlar gibi davranan kişilerin eseri. Hep birlikte İstanbullular olarak Başbakan'a 'one minute' diyelim. Proje uygulandıktan sonra tartışmak istemiyoruz. Kadir Topbaş kendisiyle Taksim projesini konuşmak isteyenlere 'Sizinle konuşacak bir şey yok. Başbakan istiyor, yapılacak' diyor. Bir belediye başkanı düşünün; kentin meydanına yapılacak bir proje için dahi başbakandan talimat alsın. Eğer bir kentte mimari projelere, heykellere, sanat eserlerine başbakan karar verirse, demokratik bir yönetimden söz edilebilir mi?" 70'lerin mühendislik modeliMimar İpek Akpınar ise Taksim projesinin bir ıssızlaştırma projesi olduğunu söyleyerek şöyle konuştu: "Kentliye büyük haksızlık. Trafiği yeraltına almak 70'lerde uygulanan bir mühendislik projesi. Bunun ne kadar ölü ve ıssız mekanlar yarattığını Sütlüce ve Haliç'te gördük. Bu proje tarihe kara leke olarak geçecek. Aynı trafik yoğunluğu Londra'da da var. Trafalgar Meydanı projesinde bizzat çalıştığım için biliyorum. Sorun, otobüsleri meydandan alarak, servis otobüslerinin durmasını engelleyerek, küçük bir iki rötuşla, trafik yeraltına alınmadan, meydan ıssızlaştırılmadan çözüldü."
Çamlıca'ya cami projesi jet gibiİlk duyurusu 24 temmuzda yapılan Çamlıca Camii projesi jet hızıyla ilerliyor. Çamlıca Tepesi'ne inşa edilecek cami projesi için Türkiye'nin değişik yerlerinden 47 mimar başvuruda bulundu. İstanbul Cami ve Eğitim-Kültür Hizmet Birimleri Yaptırma Derneği Başkanı Vahap Kanıtoğlu, "92 kişi dosya satın almıştı. 47 tanesi yarışmaya katılmak için proje gönderdi. Seçici kurul, projeleri değerlendirecek. Sonuçlar 10 eylülde açıklanacak'' dedi.
İŞTE TRAFALGAR ÖRNEĞİMimar Asu Aksoy, dünyadaki başarılı dönüşüm örneklerine ilişkin olarak şunları söyledi: "Londra'daki Trafalgar Meydanı (üstte), kentin önemli bir kesişme ve gezi alanıdır. Burada akşamları bazı etkinlikler de yapılır. Orada otobüsler birikiyordu, trafik yoğunluğu vardı. Londra Belediyesi geniş bir çember çizerek çevreyi ele alan bir plan yaptı. İnşaat yapmak yerine yoğunluğu azalttı. Yan yolları, otoparkları yeniden ele aldı ve yayalara daha fazla alan açtı. Böylece meydan daha iyi kullanılır hale geldi. Bir de Marsilya örneği var. Burada da kamu alanlarını geri kazanmak için bir alan yönetimi oluşturuldu. AB fonları kullanılarak, işlevsiz kalmış endüstri mirası alanlarına yeniden işlev kazandırıldı." Taraf, Haber: Serkan Ayazoğlu, 05.09.2012 |
|
JANDARMA KAPIYI KAPTIRMADI
Çanakkale'nin Lapseki
İlçesi'nde, tarihi değeri olduğu bildirilen manastır
kapısı ile 18 adet sikke ele geçirildi.
Bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, ellerinde tarihi eser bulunduğu öne sürülen A.B ile F.U.T'yi Çardak beldesinde yakaladı. Akşam, 05.09.2012 |
|
MİMAR MI KÜS, DİYANET Mİ?
Evet, insanlararası ilişkilere karışılmasın; peki neye karışılsaydı? Mesela nesnelere veya dolaylı olarak insanların nesnelerle ilişkilerine mesela din insanlarının barınma/ kreş/ yuva/ vb.. sosyal sorunları ve haklarıyla ilgilenselerdi..
Ötesi de var; mesela eski/ yeni camilerle ilgilenselerdi o pek övünülen "muhteşem yüzyıl" külliyelerinin perişan restorasyon uygulamaları mimar olarak içimi acıtmıştır hep, içinde ruhen/ zihnen/ bedenen en çok heyecanlanıp ilham verici bulduğum Edirne II. Beyazıt Külliyesi'nin herhalde dünyanın ilk ruh/ sinir hastalıkları hastanesi bölümünün üniversite tarafından tıp müzesine çevrilişine tanık olmuştum; içine ilkokullara asılan iskelet resmi ve herhangi bir diş hekiminde bulunan alet-edevat konmuştu. Rektörlüğü arayacak vakit ve halim olmadığından, duvarları delerek doğalgaz boruları döşeyen tesisatçının başına patlamıştı kabak. Tabii iş durmadı ve mavi borular döşenmeye devam etti; bir seferinde de pek kıymetli Alman hocama hediye olarak Alp'in eşliğinde Gebze Çoban Mustafa Paşa'ya gittiğimizde; minibüs yığınınca kuşatılması bir yana, avluya çapraz düzende traverten döşendiğine tanık olmuştuk. Muhtemelen mahalle berberiyle döşerken pazarlık edilip külliye avlusuna da aynı desenle devam etmeye anlaşılmıştı. Bu sefer de olan mermer taşeronuna oldu, hatta hocam şaşırdı: hangi yetkiyle, kim olarak, böyle bağırıp-çağırıyorsunuz? diye. Biz de mimar yetkisi bizde geniştir diye kandırmadık onu. İşte iki külliye, işte iki cami en kıymetlilerinden hem de, sadece mimari çözümlerin mükemmelliğine değil, Osmanlı'nın erken kurumsal medeniyetine de tanıklık edecek iki örnek. Hocam da zaten mimari kadar gelişkin kurumlaşma işaretlerini görmüş ve Ortaçağda ne büyük fark varmış Avrupa'yla aranızda demişti. Devri ve oranları II. Beyazıt ile paralel Floransa Rönesans manastır komplekslerinin durumuna bakılırsa, fark epeyce kapanmış!..
Artık sorma zamanı geldi: camiye, külliyeye küsen kim? Mimar mı? Devlet adına Diyanet İşleri mi? Evet insanlarla insanların ilişkileriyle uğraşıp denetleyeceklerine sonuçta birer bina olan camilerle ilgilenip kaliteyi iş edinselerdi eski/ yeni camiler bu halde olur muydu? Duayenlerimizden Doğan Hasol, cumartesi Cumhuriyet'te cami yaptırma derneklerinin mimarı camiden uzak tuttuğunu ima etmiş, katılmıyorum. 50 yıldır bu işlerin içindeyim, devletin bir cami mimari yarışmasına tanık olmadığım gibi, işinin mimarca ehli Ayşe Orbay'ın yaptığı Süleymaniye Külliyesi Rabi ve Sali medreseleri restorasyonu hariç hiç ciddiyet emaresine rastlamadım; ama ötesi var: 80'lerde Alevi dernekleri Cemevi tip proje yarışması açmışlardı ki bu, bina/ mimari geleneği olmayan yapı tipi için takınılabilecek yegane ciddi ve akıllı tutumdu. Yaşlı/ genç tüm mimarları konu üzerine düşündürüp Aleviliği derinliğiyle öğrettiler, devlet düşündürmeye kalksa Mimarlık fakültelerine ders koyup ilişkiyi ebediyen koparırdı herhalde.
Denecek ki bizim eski camilerle ilgimiz yok. Onlar Vakıfların denetiminde, mesele de orada zaten devlet ilgilenip kurum ve kural koydukça sakarlık yayılıyor. İmam atamalarıyla uğraşacağınıza bu kadar yeni cami yapılıyor, fikir elde edelim deyip mimarların odası, fakülteleri, dernekleri ve vakıfları ile işbirliği yapıp, cami yaptırma derneklerini de bir kongrede biraraya getirip, bina olarak camiyi sivil toplum gündemi yapsaydınız, fena mı olurdu? Evet, Alevileri örnek alma/ özenme sırası Sünnilerde demek. AK Parti'nin reform bagajına bir paket daha: "cami mimarisi" İstanbul metrosu gibi Cumhuriyet'in en büyük ve anlamlı projesini bırakıp hala Taksim ve kanal gibi manasız işlerle uğraşacaklarına, bir de bu konuyla ilgilenseler; üstelik Kadir Topbaş gibi mimar- başkan kozu varken ellerinde, işte siyaseten risksiz, kolay bir misyon. Bakın; Nevzat Sayın, Bilgi-Mimarlık-master atölyesinde iki dönem cami çalıştıktan ve Alp'le de işbirliği yaptıktan sonra Malatya'da nasıl ancak çok hassas bir ilgiyle olacak iş çıkardı, yeter ki Mehmet Kavuk gibi aydınlık bir hayır sahibi, vali gibi devlet görevlisi, belediye başkanı gibi, seçilmiş olsun, ve biraraya gelip, mimariyi önemsemede anlaşsın, en kolayı mimar. Tabii herkes Nevzat değil, ama tek küsmeyen de o değil. Bilmeyenlere: Nevzat Sayın Malatyalı hayır sahibi için belediye ve valilik desteğiyle çok ayaklı bir ahşap cami projesi tasarlamış, ben de projenin ilk iç perspektif imajını burada yayımlamıştım, bugün de dış görünüşü ile kubbeli tavanın yerini alan ahşap tavanın teknik çizimleri var. Barışıklığımı toplam birkaç haftamın ikisini ayırarak gösteriyorum.
Tekrar: Camiye mimarlar mı küs Diyanet mi? Bilmeyenlere: Diyanet İşleri Başkanı, "mimarlar 80 yıldır camiye küs!" demiş. Bu cehalet ya da görgüsüzlük değil, mimarın yaptığı işi bilmeyen çok ama, asgari mantık dozu bile, iş verilmeden kendi kendine bina yapmayacağını kestirmeye yeter. Taraf: Yazı: İhsan Bilgi, 05.09.2012 |
|
|
TOPKAPI SARAYI'NDAKİ
Topkapı Sarayı'nda ziyaretçilerin kullandığı 11 tuvalet, Çanakkale Seramik'in Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yürüttüğü ortak proje kapsamında yenilendi. Sabah, 05.09.2012 |
CAMİDE ŞARAP FESTİVALİ İPTAL!
İsrail'de tarihi Beersheva (Bi'r Seba) Camisi avlusunda düzenleneceği planlanan içki festivalinin cami avlusu dışında yapılacağı açıklandı.
Türkiye Gazetesi, 04.09.2012 |
![]() |
TRAKYA'DAN ALTEPE'YE TEŞEKKÜR
Lüleburgaz Belediyesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen Marmara Belediyeler Birliği Encümen heyeti toplantısı için Kırklareli’nde bulunan Birlik Başkanı ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Lüleburgaz Belediye Başkanı Emin Halebak’ın davetiyle Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi restorasyon çalışmalarını inceledi. Lüleburgaz Belediyesi’nin öz kaynaklarıyla restorasyonu yapılan çalışmayla ilgili bilgi veren Lüleburgaz Belediye Başkanı Emin Halebak, “Osmanlı’nın Rumeli seferlerinin ardından konaklama yeri olan ve yapımına 1557 başlayarak 1564’te tamamlanan Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi ve Hamamı, Mimar Sinan’ın en önemli eserlerinden biridir. Çalışmalara başlayalı üç hafta oluyor ve bir sene içerisinde bitirmeyi hedefliyoruz. Bu konuda çok önemli çalışmalar yapan Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin restorasyon çalışmaları, bizlere de ilham kaynağı oldu. Bursa’yı bu konuda örnek alıyoruz, Recep Altepe’ye teşekkür ediyoruz” dedi. Marmara Belediyeler Birliği ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe de, “Ecdadın almak için bu kadar emek verdiği ve böyle güzel eserler bıraktığı şehirlerimize hizmet etmek, biz belediye başkanları için büyük onur. Bir ilçe belediyesi olan Lüleburgaz Belediyesi’nin, öz kaynaklarıyla Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi’nin restorasyonuna başlaması, Lüleburgaz Belediye Başkanı Emin Halebak’ın vizyonunu ortaya koymaktadır” diye konuştu. Bursa’da başta Osmanlı dönemi olmak üzere, Cumhuriyet dönemi, Roma İmparatorluğu ve Bitinya Krallığı’na ait tarihi eserlerin tümü bir bir ayağa kaldırıldı. Osmanlı Medreseleri, hanları ve camilerinin neredeyse tümü tadilattan geçerek hizmete açıldı. Bursa’daki hamam, kale surları ve kapıları, tarihi köprüler, su yolları ve çeşmeler ile tarihi çarsı ve han restorasyon çalışmaları büyük dikkat çekmişti. Bursa Olay, 04.09.2012 |
|
TÜRK SANAT PİYASASI 300 MİLYON DOLARA YAKLAŞTI
Habertürk, 04.09.2012 |
|
TROYA TAKILARI AİT OLDUKLARI TOPRAKLARDA
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Dokunsalar ağlarım" dedi. Öyle de oldu. Kültür Bakanı, 4 bin 500 yıllık Troya hazinelerinin yanı başında gözyaşlarına güçlükle hakim oldu.
Haksız sayılmaz. 19'uncu yüzyılda Çanakkale'deki kaçak kazılarla yurt dışına kaçırıldılar. Osmanlı Devleti, bu hazine için dava açtı, peşine düştü. Yıllarca dünayda arandılar ama bulunamadılar. Ta ki 2009 yılında, Kültür Bakanlığı uzmanları bir makalede izlerine rastlayana kadar.
Makalede ele alınan eserlerin Troya'ya ait olduğu tespit edildi. Bakanlık hemen makaleyi yayınlayan Pensilvanya Üniversitesindeki arkeologlarla görüşmeye başladı. Üniversiteyle varılan işbirliği sonucunda 1 Eylül Cumartesi günü, 24 parça altın antik eser Türkiye'ye iade edildi.
Hangi eserler getirildi? Çanakkale'de 9 ayrı tarihi döneme ait Troya kent kalıntılarının 2'inci katmanında ortaya çıktılar. 4 bin 500 yıl ve daha önce yaşamış soylu Troyalılara ait altın kolyeler, kolye uçları, altın yapraklarla bezeli küpeler, yüzük ve bilezikler. Kültür Bakanlığı'nın üç ayrı ülke ile görüşerek bir araya getirmeye çalıştığı efsanevi Troya hazinelerinin şu ana kadarki önemli bölümünü oluşturuyorlar.
Çanakkale'de önümüzdeki yıl inşaatına başlanacak Troya Müzesi'nde sergilenecekler. O tarihe kadar, Ankara'da Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde görülebilecekler. Cnn Türk, 04.09.2012
ABD ve Türkiye arasında sürdürülen ve 24 parça Truva altınının Türkiye’ye gönderilmesi sonucunun çıktığı tarihi eser anlaşmasının perde arkası ABD’de yayımlanan Washington Post gazetesinde geniş yer buldu.
Görüşmeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ABD’nin Pennsylvania Arkeoloji ve Antopoloji Müzesi arasında bir yıldır yürütülüyordu. Tunç Çağı’nın başlarına ait 24 parça eser, müze tarafından 1966 yılında ele geçirilmişti. Küpe, kolye gibi Truvalı soylu kadınların kullandığı aksesuarları kapsayan eserler, o dönem “kaynağı belli olmayan eserlere müze tarafından el konulmasını öngören uygulama” gereği sahiplenilmişti. Fakat, 2009 yılında eserler üzerinde yapılan incelemelerde Türkiye’nin Truva antik kentinden kalıntılarla benzerlik gösteren tozlara rastlanmıştı.
Bu bulguların açıklanmasının ardından iki ülke arasında geçen yıl iade görüşmeleri başlamıştı. Buna göre, süresiz olarak ödünç verilen eserler Çanakkale yakınlarındaki Truva antik kenti bölgesinde iki yıl içinde açılacak olan müzede sergilenecek. Buna karşılık antik kalıntıları verilen Kral Midas’ın mezarının bulunduğu Ankara yakınlarındaki Gordion höyüğünde de Penn Müzesi kazı çalışmalarına devam edebilecek. Bu işbirliği, 2016 yılında müzede açılacak sergi için Gordion kökenli eserlerin gönderilmesini de kapsıyor. 1957’de keşfedilen MÖ 7 ve 8’inci yüzyıla ait bu kalıntıların o döneme özgü geleneklere ışık tutması bekleniyor. Milliyet, 06.09.201 |
|
ÇÖPLÜK SARAYI
Radikal, Haber: Ömer Şahin, 04.09.2012 |
|
ARTIK TESCİLLİ YAPILAR KADERİNE TERK EDİLMEYECEK
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığının 15 Temmuz 2005 tarihli ve 25876 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ‘Taşınmaz Kültür Varlıklarının Onarımına Yardım Sağlanmasına Dair Yönetmelik’ kapsamında, Korunması Gerekli Kültür Varlığı olarak tescillenmiş yapılara proje ve uygulama yardımı yapıldığı bildirildi.
Akhisar Belediyesinden yapılan yazılı açıklamada şu ibarelere yer verildi: “Kentimiz içersinde yer alan tescilli yapıların da bu yardımdan faydalanabilmeleri amacıyla Kültür Bakanlığından Belediyemize iletilen yazı Tescilli yapı sahiplerine ulaştırılmıştır. Tescilli yapıların geri ödemesiz proje yardımlarından faydalanabilmeleri için son başvuru tarihi 28 Eylül 2012’dir. Daha önceki yıllarda Mimar Fatma Kocabıyıkoğlu tarafından yapılan iki konut başvurusu bakanlıkça kabul edilmiş ve projeler mal sahiplerinden hiçbir bedel alınmadan hazırlanıp onaylatılmıştır. Onaylanmış projelerin takip eden yıllarda başvuru yapılması halinde yapı sahiplerine yine geri ödemesiz olacak şekilde tamir için uygulama yardımı da yapılabilecektir. Mal sahipleri istedikleri takdirde onaylı projelerle kendileri de yapılarında onarım yaptırabileceklerdir. Bu sayede tescilli yapıların kaderine terk edilmesinin de önüne geçilmesi sağlanacaktır. Yapıların proje yardımından faydalanabilmeleri için yapıya ait tescil kararı, tapu kaydı, mimari rapor, dilekçe, kimlik bilgileri ve müdürlükçe belirlenen özellikte bir fotoğraf albümü istenmektedir. Uygulama yardımından yararlanacak yapılar için ise bunlara ek olarak koruma kurulundan onaylı restorasyon projeleri ve yaklaşık maliyet hesapları istenmektedir. Akhisar Haber, 03.09.2012 |
|
BİZANS VAFTİZHANESİ BULUNDU
İstanbul
Mimar Sinan Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü öğrencilerinden oluşan
Doç.Dr. Haluk Çetinkaya
başkanlığındaki ekip, Mimar Sinan Üniversitesi
mezunu Kosovalı arkeolog Elvis Shala ile birlikte 70
gün gibi kısa bir süre içinde 250 metrekarelik
alanda yapılan kazılarda 6'ncı Yüzyıl'dan kalan
antik kentin önemli bir bölümünü buldu. Türk
arkeologların gün yüzüne çıkardığı tarihi
vaftizhaneyi, Kosova Kamu Yönetimi Bakanı Mahir
Yağcılar, Türkiye’nin Kosova Büyükelçisi Songül
Ozan, Hollanda’nın Kosova Büyükelçisi R.E. Bosch,
Kosova Kültür Bakanlığı temsilcileri ile Kosova
Müzeler Müdürü ziyaret etti.
Doç.Dr. Haluk Çetinkaya, 2 Temmuz itibariyle
başlattıkları kazı çalışmaları sonucunda daha
önceden tahmin ettikleri yerlerde yapı
kalıntılarının çıktığını söyledi. Böylece 6. yüzyıla
ait vaftizhanenin ortaya çıktığını kaydeden Doç.Dr.
Çetinkaya, şöyle dedi: Bugün, 05.09.2012 |
|
TÜRK ÇAĞDAŞ SANATI GÜNEY KORE'DE
6 -26 Eylül 2012 tarihleri arasında düzenlenecek olan “Encounters: Turkish Contemporary Art in Korea (Karşılaşmalar: Türk Çağdaş Sanatı Kore’de)” sergisi Türk çağdaş sanatını Uzakdoğu’nun kültür ve finans merkezlerinden biri olan Seul’de tanıtmayı ve Güney Kore’de Türkiye çağdaş sanat alanında pazar yaratmayı amaçlıyor.
Contemporary İstanbul’dan yapılan açıklamada, başarılı genç sanatçıların ve dünya çapında saygınlığa sahip Türk sanatçıların eserlerinin ilk defa geniş kapsamlı bir seçkiyle Güney Kore’nin başkenti Seul’de yer alacağı, düzenlenecek serginin Türk çağdaş sanatının uluslararası ölçekteki değerini artıracağı ve 54 sanatçının yaklaşık 100 eserinin bu sergide yer alacağı kaydedildi.
Serginin küratörü Hasan Bülent Kahraman da sergiyle ilgili şunları söyledi: “Encounters (Karşılaşmalar) sözcüğü hem 1950’lerden bugüne çok çeşitli düzeylerde devam eden Türkiye-Güney Kore buluşmasını ve etkileşimini anlatmakta, hem de kendi coğrafyasında sürekli olarak Doğu-Batı ikilemi yaşamış, kendi modernleşme sürecinde bütün parametrelerini Batı’ya göre ayarlamış Batı’daki en Doğu’lu ülkenin, şimdi Doğu’daki en Batı’lı ülkeyle olan temasını vurgulamaktadır. Serginin en önemli yanı Türk sanatının ‘çocukluk hastalıklarından’ kurtulduğunu gösteren yapıtlardan oluşması.’’
KATILAN SANATÇILAR Sergide Ardan Özmenoğlu, Aslımay Altay Göney, Arslan Sükan, Ayça Telgeren, Bahar Oganer, Bedri Baykam, Burçak Bingöl, Burcu Aksoy, Burcu Perçin, Burhan Doğançay, Can Kurucu, Can Ertaş, Cevdet Erek, Çınar Eslek, Deniz Üster, Ebru Uygun, Ekrem Yalçındağ, Elif Uras, Elif Boyner, Erol Akyavaş, Ferhat Özgür, Filiz Azak, Gökçe Erhan, Haluk Akakçe, Hüsamettin Koçan, Ilgın Seymen, İrem Tok, Jale Çelik, Kemal Seyhan, Kezban Arca Batıbeki, Komet, Maide Bulak, Murat Germen, Nazif Topçuoğlu, Nejat Satı, Nermin Er, Nezaket Ekici, Orhan Cem Çetin, Osman Dinç, Seçkin Pirim, Sevim Sancaktar, Seydi Murat Koç, Seza Paker, Sıtkı Kösemen, Sümer Sayın, Tuğberk Selçuk, Yaşam Şaşmazer, Yağız Özgen, Yeşim Akdeniz, Yıldız Şermet, Zeynep Kayan gibi Türkiye’den çağdaş sanatın güçlü isimlerinin eserleri yer alacak. Habertürk, 03.09.2012 |
|
MARDİN'E 6 DİLLİ EL-CEZERİ MÜZESİ
Çocuklar müzede bilime ‘dokunacak’ Bölgedeki El-Cezeri ruhunun yeniden
canlandırılması gerektiğini dile getiren Ergün,
Kasımiye ile salt bir müze anlayışının ötesinde bu
yerleri günün modern bilim merkezlerinde olduğu gibi
gençlerin bilime dokunacakları birer mekanlar haline
getirmeyi düşündüklerini söyledi. Ergün, “İnşallah,
Kasımiye Medresesi’nde yapacağımız bu yeni konsept
yapıyla Mardinimizin, bölgemizin tarihi ve kültürel
zenginliğine bir zenginlik daha katmış olacağız.
Böylece, adı sadece terörle anılan bölgemiz, farklı
bir zenginliğe ve yeni bir vizyona kavuşmuş
olacaktır” diye konuştu.
Şeffaf giysili kadınlar tartışma yaratmıştı Artuklular döneminde yapımına başlanan, Akkoyunlular döneminde tamamlanan Kasımiye Medresesi, I. Dünya Savaşı’na kadar işlevini sürdürdü. Medrese, 2010’da düzenlenen bienalle yeniden gündeme geldi. Bienal ‘şeffaf giysili’ kadınların yer alması nedeniyle tepki çekerken 2010’da Cemil İpekçi’nin yapmak istediği defile ‘medresinin içinde cami de olduğu’ gerekçesiyle protesto edildi. Defile, yoğun güvenlik önlemleri altında yapıldı , hemen ardından yapının ‘tüm Ortadoğu ’ya hitap edecek bir bilim müzesi haline getirileceği’ açıklandı. Radikal, Haber: Neşe Karanfil, 03.09.2012 |
|
8 MİLYON TL'LİK DENİZ YILDIZI FOSİLİ
İstanbul Kadıköy'de düzenlenen bir operasyonda milyonlarca yıllık olduğu tahmin edilen 8 adet deniz yıldızı fosili ele geçirildi. Soruşturma kapsamında bir kişi gözaltına alındı. Deniz yıldızı fosillerinin tanesinin 1 milyon TL'yi bulduğu belirtiliyor. Soruşturmada gen mühendisliği incelemelerinde kullanılan fosillerin yurtdışına pazarlanmaya çalışıldığı iddia edildi. İstanbul Emniyeti'ne götürülerek sorguya alınan Doğuş Y., paha biçilemeyen deniz yıldızı fosillerini nereden temin ettiğini açıklamadı. Sabah, Haber: Alper Sancar, 03.09.2012 |
DRAGOS SAHİLİNDE TARİHİ KAZI
Kartal Belediyesi tarafından Dragos sahilinde sürdürülen arkeoloji kazılarında Bizans dönemine ait hamam ve kilise kalıntılarına ulaşıldı. Kartal Belediye Başkanı Altınok Öz, belediye olarak tarihi değerlere sahip çıkmaya devam edeceklerini belirterek, "Burası geç Roma erken Bizans dönemine ait bir hamam kalıntısı. İlk çalışmalar 1974'te yapılmış. Hamamı tamamen ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Deniz kıyısında ise bir de kilise var" dedi. Sabah, 03.09.2012 |
ABD'DEKİ LAHDİ TÜRKİYE'YE İADE ETTİREN İLGİNÇ TESADÜF
Tarihi eserlerin iadesinde görev alan Barbaros Karaahmet ABD'deki bir lahitin Türkiye'ye nasıl geldiğini anlattı.
New York’ta çok tanınmış bir müzede büyük bir lahit vardı. Bu eski eserin iadesine ilişkin bir talebimiz olmuştu. “Aidiyetini ispatlayın” dediler. Eğer müzeden çalınmamışsa, envanter kayıtları yoksa, kazılar neticesinde çalınan eski eserlerin bulunması gerçekten çok zor. Bizim eksperlerimiz, “Bu lahit Türkiye’den çıkmıştır” diyor. Onlar da, “Hayır böyle bir şey olmadı. Çok tanınmış birisi bu lahiti müzeye bağışladı” diyor. Eksperlerden biri lahitin kapağını kıpırdatıyor. Lahitin içinde sabitlemek için herhalde köşelerine yerleştirilmiş Milliyet, Hürriyet gibi Türk gazetesi nüshaları çıktı. Bu paha biçilmez eserin iadesini bu tesadüfün de yardımıyla gerçekleştirdik. Ve o lahit Türkiye’ye geldi. Milliyet, 03.09.2012 |
|
KARTAL DRAGOS SAHİLİNDE TARİH YATIYOR
Kartal Belediyesi tarafından Dragos sahilinde sürdürülen arkeoloji kazılarında Bizans dönemine ait hamam ve kilise kalıntılarına ulaşıldı. Kartal Belediye Başkanı Altınok Öz, tarihi değerlere sahip çıkmaya çalıştıklarını söyledi.
Geçtiğimiz yıllardan başlanan kazılara hız veren
Kartal Belediyesi, tarihi yapıların tamamını gün
yüzüne çıkartmak için çalışıyor. Kartal
Belediye Başkanı Op. Dr. Altınok Öz,
belediye olarak tarihi değerlere sahip çıkmaya
devam edeceklerini belirterek, "Burası geç Roma
erken Bizans dönemine ait bir hamam kalıntısı.
İlk Mynet Haber, 02.09.2012 |
|
IBM TÜRK'LE HATAY'IN KÜLTÜREL MİRASI SANAL DÜNYAYA AÇILDI
Dünya bilişim devi IBM, eğitim, toplum, ekonomik
ve sosyal kalkınma, sağlık, okuryazarlık, çevre, dil
ve kültür gibi toplumsam sorunlara yönelik
girişimlerin geliştirilmesine destek veriyor.
Türkiye'de sayısız projeye imza atan IBM'in destek
verdiği en dikkat çekici işlerden biri de kuşkusuz
Hatay'a ait kültürel zenginlikleri dünyaya tanıtmak
üzere sanal müze projesi oluşturulması oldu. IBM
Türk Kurumsal İlişkiler ve Kurumsal Sosyal
Sorumluluk Yöneticisi Burçak Semerci, projenin
detaylarını Akşam Ekonomi'ye anlattı...
Akşam, Haber: Aylin Löle, 02.09.2012 |
|
GÜMÜŞLÜK'TE SELÇUKLU İZLERİ
Bodrum’a bağlı
Gümüşlük beldesindeki Myndos antik kentinde süren
kazı çalışmalarında Selçuklu dönemine ait 2 adet
sikke bulundu. haberler.com, Haber: Gökmen Yüce, 01.09.2012 |
|
ANADOLU'NUN EN ESKİ VE EN İYİ KORUNAN STADYUMU haberler.com, 01.09.2012 |
|
MUĞLA'DAKİ KAZILARDA 'GYMNASİON' HEYECANI Trt Haber, 01.09.2012 |
|
SURİYE'DEKİ TARİHİ ESERLERİMİZ DE TEHLİKEDE
Türk Tarih Kurumu (TTK) Başkanı Prof.Dr. Mehmet Metin Hülagü, Suriye'deki savaşın binlerce yıllık geçmişe sahip ortak kültür miraslarının da yok olmasına neden olduğuna dikkati çekti.
Akşam, 01.09.2012 |
|
![]() |
HİTİT KRALI ŞUPPİ 2013'DE TURİZME DOPİNG ETKİSİ YAPACAK
Hatay'da bulunan Hitit Kralı Şuppiluliuma'nın (Şuppi) üç bin yıllık heykeli, Türkiye'nin 2013 tanıtımlarında kullanılacak. Bu karar turizm sektöründe büyük heyecan yaratırken sektör temsilcileri, "Önümüzdeki yıl kültür turizmine ağırlık verilecek. Kültür turizmi yıllardır hak ettiği yerde değildi. Kral Şuppi ile yapılacak tanıtım özellikle müze girişlerini artırır" dedi. Sabah, 01.09.2012 |
AFRODİSİAS KAZILARINDA İKİ SÜRPRİZ
Türkiye'deki en görkemli antik kentlerden biri olan ve bu özelliğiyle UNESCO'nun Dünya Miras Geçici Listesi'nde yer almaya hak kazanan Afrodisias'taki kazı çalışmalarında, kaidesi ile 1 metre 76 santim, kaidesiz ise 1 metre 68 santim uzunluğunda, sağ eli göğsünde, sol elinde ise rulo tutan mermer heykel bulundu. Habertürk, 01.09.2012 |
![]() |
İZNİK'TE OSMANLI DÖNEMİ'NDEN KALAN MAVİ-BEYAZ İŞLEMELİ KASE BULUNDU
İstanbul Üniversitesi'nden çeşitli uzman ve öğrencilerin oluşturduğu 20 kişilik bir ekip ve İznikli 15 işçinin katıldığı kazılar tamamlanmak üzere. 22 Temmuz'dan beri süren kazılar sırasında gerek desen, gerekse form açısından daha önce örneği görülmemiş çok sayıda ünik parçanın ele geçtiği belirtildi. Roma, Bizans ve özellikle Osmanlı dönemine ait çini ve seramikler arasında, mavi-beyaz olarak adlandırılan ve İznik Osmanlı çiniciliğinin en kaliteli grubunu oluşturan teknikle yapılmış bir kase bulundu. Bu parçalar arasındaki kapaklar ise büyüklükleriyle dikkati çekiyor.
Kazı başkanı Yard. Doç.Dr. V. Belgin Demirsar Arlı, eylül ayının ilk haftasında bitirilmesi planlanan kazılarda bulunan parçaların her yıl olduğu gibi İznik Müzesi'ne teslim edileceğini ve müzenin restorasyonu tamamlandıktan sonra eskisine göre çok daha modern bir mekanda ziyaretçilerle buluşacağını söyledi. Bursa Hakimiyet, 31.08.2012 |
|
İŞTE 'BARBAR CONAN' GERÇEĞİ
Balıkesir’in Edremit
İlçesi’ne bağlı Altınoluk Beldesi’ne dört kilometre
uzaklıkta bulunan Antandros antik kentinde 2001’de
başlatılan kazı çalışmaları başarıyla sürüyor. Kazı
başkanı Doç.Dr. Gürcan Polat, Antandros’un
’Kimmeryalı Conan’ ile anılması konusunda, "Barbar
Conan sadece sanal bir kahraman. Antandros’ta Kimmer
ismi geçince Conan’la magazinel bir şekilde
örtüştürüldü" dedi. |
|
'KAZI VE ARAŞTIRMALARI' SEMPOZYUMU KİTAPLAŞTIRILDI
Çorum Hatti ve Hitit tarihinin araştırılmasına
yönelik Boğazkale-Hattuşaş kazıları yanında,
Alacahöyük, Ortaköy-Şapinuva, Eskiyapar, Resuloğlu
ve Bayat Derekutuğun kazılarının yer aldığı ‘Çorum
Kazı ve Araştırmaları Sempozyumu’ kitaplaştırıldı. Timetürk, 31.08.2012 |
|
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE... Vatan, 31.08.2012 |
|
VALİLİK DEFİNECİ AVINDA
Vali Yardımcısı Bayrak yaptığı açıklamada, “Her gittiğimiz tarihi alanlarda yapılan izinsiz kazıların ve verilen tahribatları görüyoruz. Artık izinsiz kazı yapanların peşindeyiz. İnsanlığa ait olan bu eserlerin insanlığa sergilenmesi adına gerekli olan her türlü adımı atıyoruz. Bunun karşısında kendine menfaat elde etmek isteyenlere prim verilmeyecektir” dedi.
Vali Yardımcısı Yemen Bayrak, toprağın altındaki bir eserin, bir asır da kalsa özelliğini kaybetmeyeceğini ifade ederek, “Maalesef arkeolojik özellikleri olan yerlere gittiğimizde oralarda daha öncelerden yapılmış tahribatlarla karşı karşıya kalıyoruz. Kaya, tapınaklar ve kurullarda bunları gördük. Bizden önce bu konuda izinsiz olarak birilerinin kendi şahsi menfaatleri düşüncesi ile hunharca kazı yapılmış. Bu insanlar sadece kendileri için maddi değeri olabilecek belli eserleri aramışlar ve bulamamışlar ancak verdikleri tahribat çok fazladır. Onlar için değerli olmayan çanaklar çömlekler anıtlar bizler için arkeologlar ve sanat severler için çok değerli olabiliyor” diye konuştu.
İzinsiz yapılan kazıların verdiği tahribatın tarifinin mümkün olmadığını kaydeden Vali Yardımcısı Bayrak, konuşmasını şu sözleriyle sürdürdü: “İzinsiz yapılan kazıların meydana getirdikleri tahribatın tarifi mümkün değildir. Bu alanlarda yapılan izinsiz kazıları gördükçe inanın ki çok üzülüyoruz. Çünkü toprak en iyi muhafaza aracıdır. O toprak altında kalan eserler asırlar geçse de özelliğini korumaktadır. Gittiğimiz yerlerde ağaçlar kesilmiş, kazılar yapılmış. Bu konuda suç duyurularında bulunduk. Bundan sonra vatandaşlarımızdan özellikle isteğimiz, bu konuda hassas davransınlar. Bu alanlarda kazı yapanı ya da şüphelendiklerinde ihbarda bulunsunlar. Artık izinsiz kazı yapanların peşindeyiz. İnsanlığa ait olan bu eserlerin insanlığa sergilenmesi adına gerekli olan her türlü adımı atıyoruz. Bunun karşısında olanlara buna kendine menfaat elde etmek isteyenlere prim verilmeyecektir.” Ordu Kent Haber, 28.08.2012 |
![]() |
TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B 34345 Kuruçeşme İstanbul Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298 e.posta: info@tayproject.org |
Copyright©1998 TAY Projesi |