Haberler logo Ocak '13 Arşivi


27 Ocak - 2 Şubat 2013

2012’DEN KALANLAR


 


TAYHaber'de 2005 Nisan ayından bu yana 22 binden fazla haber derledik. 2012 yılı için ise haber sayımız 2500 civarında.

 

2012 de diğer yıllardan farklı değildi. Türkiye'de sanat, kültür varlıkları ve korunmaları adına ne yazık ki olumlu yönleri de olmasına rağmen çok talihsiz bir yıldı. Geçmişten devam eden sorunlar hem çözülmedi, hem de yenileri eklendi. Tüm bunları bu satırlara sığdırmamız mümkün olamayacağı için gene bir derleme yaptık.

 

Basına yansıyanlar arasında derleme esnasında yakalayabildiğimiz kaçak kazı rakamı bu yıl da aynı, 200 civarında. Bu yıl da antik kentler, mezarlar, tümülüsler ve höyükler kaçak kazıdan nasibini aldı. Amaçlarına ulaşmak için ne dinamit kullanmaktan çekindiler ne de ölümden! Pek çoğu yakalandı, sayelerinde yeni buluntulara ulaşıldı. Örneğin, Afyonkarahisar'ın Sultandağı İlçesi'nde düzenlenen tarihi eser operasyonunda kaçak kazı yapılan yerdeki çalışmalar sonucu Roma dönemine ait 2 bin yıllık örgü mezarın yanı sıra amfora, minyatür kap, testi ve testicik; Yozgat'ın Sorgun İlçesi'ne bağlı Bahadın kasabasında daha önce definecilerin kaçak kazı yaparak define aradığı Zeynel Höyüğü'nde yapılan kazıda bir vazo, bir çanak, bir seramik, saça takıldığı sanılan bir altın yaprak, saç iğnesi, boncuklar, kupa ayağı, ayna, diş ve birçok insan kemiği bulundu. Kastamonu’nun Ağlı İlçesi'nde yapılan kaçak kazıda ortaya çıkan Roma dönemine ait oda mezar, Kastamonu Arkeoloji Müzesi'ne taşındı.

 

Marmaray’ın Yenikapı kazılarında sona gelindi. 2004’te başlayan kazılar, zaman zaman 24 saat boyunca sürdü. 500 işçi ve 60 uzmanla yürütülen çalışmada İstanbul’un tarihini 8 bin 500 yıl öncesine taşıyan, 40 bine yakın sergilenmeye değer eser gün yüzüne çıkarıldı. Alanda yapılan kazılarda çıkarılan en önemli eserlerden biri Bizans dönemine ait Theodosius Limanı. Bu liman içinde Marmaray kazı alanında 13, metro kazı alanında 22 ve trafo alanında bir olmak üzere değişik ölçü ve tipte 5-11. yüzyıllara ait 36 gemi bulundu. Liman dolgusu altında, tarihî yarımadanın en erken yerleşim yeri de ortaya çıkarıldı. Liman dolgusu üzerinde açığa çıkan ve MS 13. yüzyıla ait kilise kalıntısı koruma altına alındı. En şaşırtıcı bulgu ise günümüzden 8 bin 500 yıl öncesine ait ayak izleri oldu. 2 bin 68 ayak izi, silikon kalıplara alınıp lazerle çizildi ve özel olarak kesilerek kaldırıldı. Aynı bölgeden 198 ağaç, binlerce hayvan kemiği de bulundu.

 

Marmaray Projesi kapsamında Pendik’te devam eden tren raylarının iyileştirilmesi çalışmaları Temenye Höyüğü’nün gün yüzüne çıkmasıyla durduruldu. 1908 yılında demiryolu inşaatı sırasında ortaya çıkan höyüğün kurtarılması için bu kez İstanbul Arkeoloji Müzeleri çalışmalarını sürdürüyor. Yenikapı’dan sonra Pendik’te de 8 bin 500 yıllık neolitik insanın izlerine rastlandı. Pendik’teki kazı alanında, evlerin temelleri, çöp kuyuları, mezarlar, kemik kaşık, iğne, balta gibi aletler ortaya çıkarıldı.

 

Hızlı tren çalışmaları nedeniyle tüm tren ve banliyö seferlerinin duracağı Haydarpaşa Tren Garı restorasyon çalışmaları gerekçesiyle Ocak ayında sadece banliyö hattı kalmak üzere ulaşıma kapatıldı. 28 Kasım 2011 tarihinde Haydarpaşa Garı'nda meydana gelen yangınla ilgili soruşturma da tamamlandı. Hazırlanan iddianamede, garda çıkan yangında sabotaj ve kastın bulunmadığı belirtildi. İddianamede, garın çatısında izolasyon çalışması yapan 2 işçi ve şirket sahibinin "taksirle yangına sebebiyet vermek" suçundan 3 aydan 1 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması talep edildi.

 

Emek Sineması'nın yıkımına ilişkin süreç 2012 yılında da devam etti. Emek Sineması ve Serkildoryan binasını içine alan kompleksin dönüşümünü öngören projenin işletmecisi Kamer İnşaat’ın basına yaptığı açıklamaların tutarsızlığı yeni sorular ortaya çıkardı. Binanın mal sahibi olan Sosyal Güvenlik Kurumu ise sessizliğini korudu. Ocak ayında Tartışmalara neden olan Cercle D'oirent ve Emek Sineması projesini üstlenen Kamer İnşaat yetkilileri ve projenin mimari Fatih Kesgün, Emek Sineması'nın kapılarını basın mensuplarına açtı ve Emek Sineması salonundan hiçbir parçanın sökülmediğini, her bir metrekaresinin rölevesinin yapıldığını belirterek Emek Sineması'nın yıkılmayacağını birebir haliyle projede üst kata taşınacağını tekrarladı. Tek bir farkla, alışveriş merkezinin 4. katında, beraberindeki 10 sinema salonuyla birlikte! 1884'te yapılan, İstiklal Caddesi'nin en geniş cepheye sahip bu binası, bir zamanlar bütün Osmanlı elitini bir araya toplayan bir kulüptü. Yakın tarih kitaplarında İngiliz, Rus elçilerinin ülkeyi yöneten Osmanlı paşalarıyla oturup kağıt oynadıkları görkemli günlerine dair çok şey vardır. Arkasındaki İpek Sineması'nı mahveden yangında kullanılmaz hale geldikten sonra terk edilen yapı, hala o eski görkemini taşıyor. Asma katta, yakın zamana kadar kafe olarak kullanılan bölümleri herkes bilir. Birinci ve ikinci katlarda, üyelerin vakit geçirdiği salonlar ya da konakladıkları odalar ise uzun zamandır terkedilmiş durumda. Yine de zemindeki özgün parkeler, duvarları kaplayan süslemeler, görkemli doğramalardan bazıları duruyor. Bu haliyle yok olup gitmiş şatafatlı bir geçmişin simgesi gibi duran binanın aslına en uygun şekilde yenilenmesi planlanıyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Başbakan'ın İstanbul'un siluetini bozan yapıların gerekirse yıkılması için talimat verdiğini açıkladı. Ocak ayında İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Tarihi Yarımada'nın siluetinin korunması amacıyla 10 ilçeye inşa edilecek binaların yüksekliğini sınırlandırdı. Buna göre Tarihi Yarımada'nın ve Tarihi Yarımada'ya etki edecek alanların maketi çıkarılacak. Gökdelen yapıldığında bu maket üzerine oturtulacak. Örneğin siluete etkisi değerlendirildikten sonra imar izni verilecek.

 

Türkiye, Anadolu'dan kaçırılan tarihi eserleri iade etmeyen ünlü İngiliz ve Amerikan müzelerinin geçici sergilerine parça vermeme kararı aldı. Türkiye'nin, başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleri ve ABD'ye kaçırılan tarihi eserleri geri istemesi bu ülkelerde sıkıntıya yol açtı. Aralık ayında Berlin Müze Müdürünün Der Spiegel'de Ertuğrul Günay'ı ve Türkiye'yi hedef alan röportajında “Türklerin söz konusu tarihî eserleri geri istemeleri acaba etik açıdan ne kadar doğrudur?” diye soruyor ve müzelerin söz konusu eserleri saklamak konusunda yetersizliğinden söz ediyordu. Günay ise cevaben Türkiye'nin en iyi müzelere ve sergileme imkanlarına sahip olduğunu, Avrupa müzelerinin ise eskidiğini ve yenilemek için de kaynak bulunamadığına dikkati çekti.  

 

Gelgelelim, modern ve donanımlı binalarda çağdaş müzecilik kuralları ile açılan müzelerden söz ederken eski müzelerin sorunlarını da göz ardı edemeyiz. Örneğin, Türk resim ve heykel sanatının seçkin örneklerini barındıran Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nde, 2011'de tamamlanan çalışma sonucunda sayım ve tespit komisyonu tarafından düzenlenen rapor korkunç bir gerçeği gün yüzüne çıkardı. 2012 yılında açıklanan rapora göre müzede 4 bin 108 adet envanter numarasına kayıtlı 185 eserin (302 parça) mevcut olmadığı ve/ veya sahte olduğu tespit edilmişti. Sahte eser sayısının 46 olduğu, mevcut eserlerden 27'de kuşkulu bulundu.

 

Yurtdışında bulunan eserlerin Türkiye'ye iadesi konusunda taviz vermeyen Ertuğrul Günay’ın bakanlığı döneminde geri dönmeye başlayan eserler 2012 yılında da devam etti. Troya Hazineleri’nin Amerika’da olan bir kısmı, Piyale Paşa Camii’nden çalınan çiniler, Orpheus mozaiği gibi eserler Türkiye müzelerindeki yerlerini aldılar. Birkaç yıl önce gündemi çok meşgul eden Kanatlı Deniz Atı ise Almanya’da ele geçti ve iadesi konusunda anlaşmaya varıldı.

 

Her yıl olduğu gibi Adıyaman ve Malatya arasındaki “Nemrut Dağı bizimdir” çekişmesi 2012’de de devam etti. Hatta TBMM Genel Kurulu'nda, Adıyaman ve Malatya milletvekilleri arasında "Nemrut kimin" tartışması yaşandı. Konu gene sonuçlanmadı.

 

Fatih Belediye Başkanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine Sulukule projesinin iptaline ilişkin açılan üç ayrı dava, aynı gerekçelerle kabul edildi ve işlemin iptaline karar verildi. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun karşı kararına rağmen 2 yılda hızla yükselen inşaatı ne bu süre içinde alınan 3 bilirkişi raporu, ne de dozerin önüne dikilen müze uzmanı arkeolog Şeniz Atik durduramamıştı. Sulukule’nin ardından Fener-Balat-Ayvansaray'da yürütülen kentsel dönüşüm projesi de mahkeme kararıyla iptal edildi. Mahkemenin verdiği tarihi karar uzun süredir bölgenin ihalelerle ranta açılmasına, tarihi dokunun zarara uğratılmasına karşı kazanım niteliğinde bulunuyor.


Öte yandan ulaşım, kamusal alan ve Taksim Kışlası gibi konularla ilgili kararlar içeren ve Taksim Meydanı'nın yayalaştırılmasını öngören proje başladı. Tarlabaşı felaketinden henüz kendine gelememiş olan Taksim, tartışmalar yapıladursun bir anda şantiyeye döndü. Plan tadilatının onaylanmasıyla yeniden gündeme gelen en önemli konu ise 1939 yılında Henri Prost'un planları dahilinde yıkılan Taksim Kışlası'nın yeniden yapılması oldu. Koruma Kurulu itirazları, akademik çevreler, Mimar Odaları, bilumum STK’lar hatta sosyal paylaşım sitelerinin tepkilerine rağmen yeni trafik düzenlemesi ve ortasında bir buz pateni pisti planlanan Topçu Kışlası için çalışmalar son hız sürüyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da Taksim projesinde çıkabilecek tarihi eserlerin iş makineleriyle tahrip edileceği tartışmalarına, "Taksim arkeolojik sit alanı olmadığı için arkeolojik hassasiyet gerekmiyor" yanıtını verdikten sonra vatandaşa sadece yoluna devam edebilmek için bariyerlerin üzerinden atlamak ve her gün değişen bariyerler için fal bakmak dışında bir iş kalmadı.
Yapım yılı, mimarı, plan özellikleri, yapım detayları tam olarak bilinmeyen Topçu Kışlası’nın neye benzeyeceği de pek milli sporumuz sayılmayan buz pistinde kaç kişinin bir yerlerini kıracağı da merak konusu. Taksim camii için, tarihi su maksemin arkasındaki 2 bin 600 metrekarelik alan dini tesis alanı olarak ayrıldı. Caminin yapılacağı alan, Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait. Maksemin arkasındaki 180 metrekarelik mescit de bu alan içinde yer alıyor. Caminin nasıl ve kime yaptırılacağı henüz bilinmiyor.

 

Hep söyleriz, Türkiye’de en çok tahribat yetkili makamlar eliyle yapılır. İşte 2012’den bazı örnekler:

  • Yakındoğu ve Avrupa'nın da en eski buluntu yerlerinden olan ve Türkiye'de insanla ilgili en eski buluntuları tabakalaşmış olarak vermesi bakımından önemli kabul edilen Yarımburgaz Mağarası’nın reyting sevdasına kurban gittiği tespit edildi. “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin bazı sahnelerinin çekimi sırasında mağaranın tahrip edildiği anlaşıldı. Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın tedavi sahnesinin çekildiği mağara daha önce de film çekimleri nedeniyle tahribata uğramıştı.

  • Alman imparatoru II. Wilhelm tarafından İstanbul'a hediye edilen tarihi Alman Çeşmesi de ihmalin kurbanı oldu. Çeşmenin tavanları 2011 yılında tazyikli su ile yıkanınca hat yazıları ile altın varak mozaikleri dökülmüştü. Yapının hangi kurumun sorumluluğunda olduğunun uzun süre belirlenememesi de işe tuz biber ekti. Ancak 2012 yılı boyunca kendi haline bırakıldı, kuşlar, kar suları ve yağmurla biraz daha tahribata uğradı.

  • İzmir'de, Roma döneminde yaptırılan ve bugüne ulaşan önemli tarihi yapılardan olan Roma yolunun, Eşrefpaşa semti için yıllardır pazar yeri olarak kullanılması arkeologların tepkisine neden oldu ve 2100 yıllık yolun üzerine pazar kurulamayacağı belirtildi. Pazar düzenleme çalışmaları sırasında kaldırıldı, bu sefer de vatandaş isyan etti.  

  • İstanbul'un fethiyle camiye dönüştürülen Arap Camii'nde, 700 yıllık freskler, restorasyon çalışmaları kapsamında kapatıldı. Neden sökülerek müzeye taşınmadığı ya da açılı kapanır bir panoyla örtülmediği anlaşılamadı.

  • Konya'daki 5 bin yıllık Aşkar Höyüğü'nün üstüne törenle beton döküldü. Karatay Belediyesi birinci derece sit alanı olan Aşkar Höyüğü'ne park ve süs havuzları yapmak için 21 Mayıs günü 3 milletvekilinin de katıldığı törenle temel attı, yeşillendirildi, çiçekler ekildi, tepenin üzerine kamelyalar yerleştirildi ve süs havuzları yapıldı.

  • Mardin Kızıltepe'de prehistorik döneme kadar giden Tell Ermen Höyüğü’nün iş makinalarıyla tahrip edildiği arkeolog Nezih Başgelen tarafından tesadüfen saptandı. Neredeyse tamamen yapılaşan höyük Ekim ayı içinde Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun aldığı bir kararla sit alanı olarak ilan edildi. Ancak kurul kararında höyüğün doğal yapısını bozan inşaatların yapımının devam edeceği de belirtildi.

  • Bir süredir yıkılması ve yeniden yapılması gündemde olan Beşiktaş Spor Kulübü’nün Dolmabahçe’deki stadı için sonunda Ekim ayında Anıtlar Kurulu'ndan onay çıktı. Umuyoruz yıkma ve kazma aşamasında Dolmabahçe Sarayı’nın bölümlerine ait kalıntılar ortaya çıkar.

Öte yandan İstanbul 2012 yılında bazı yabancı film çekimlerinde de plato olarak kullanıldı.

  • İlk önce “Argo” filminde Kapalıçarşı, Sultanahmet Camii, Süleymaniye Camii gibi tarihi ve dini mekanları da kullanan Amerikalı oyuncu Ben Affleck, bazı sahneleri de Ayasofya Müzesi içinde çekti. Ayasofya'daki çekimler için hazırlıklara başlayan Affleck ve ekibi, Ayasofya'nın ana kubbesinden sarkan dev avizelerdeki led ampullerin yaydığı beyaz ışığı beğenmedi. Kandilliklerin içinde bulunan beyaz ampullerin hem estetik görünmediğini hem de yaydığı güçlü beyaz ışığın mekanın ruhuyla uyuşmadığını belirten Affleck ve ekibi, müze yönetimine avizelerdeki ampulleri değiştirme talebinde bulundu. Konuyu değerlendiren müze yönetimi, ampullerin değiştirilmesine izin verdi.

  • James Bond serisinin 25'incisi olan "Skyfall"un İstanbul'daki çekimleri ise kazayla başladı. Kapalıçarşı'da gerçekleştirilen çekimler sırasında hızını alamayan motosiklet, 330 yıllık tarihi yapının vitrinine zarar verdi. Başvuruları değerlendiren Kurul, çekimlerde oluşan tahribatın "basit onarım" gerektirdiğini belirterek onarımın Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu'nun (KUDEB) denetiminde yapılmasına karar verildi. Onarım sonrası rapor ve fotoğraflar da istendi. Aksi halde suç duyurusunda bulunulacağı belirtildi.

  • Liam Neeson’ın Taken 2 filmi ise sorunsuz bitti. Gelgelelim Türkiye’yi ve Türkleri olduğundan farklı gösterdiği gerekçesiyle tepki çekti.

Azınlık mallarının iadesine yönelik yapılan çalışmalarda süre Ağustos ayında bitti. İlk olarak Galata Rum İlkokulu Vakfı'na ait okul binasının vakfa iade edildi. 2013 Yılı Bütçesi TBMM Genel Kurulu'nda Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın yaptığı açıklamaya göre 2012 yılında 1500 müracaatın 118’inin iade edildiği öğrenildi.

 

UNESCO’nun Türkiye’deki Miras Alanları Listesi’ne 2012 yılında Çatalhöyük de eklendi. Böylece sayı 11’e çıktı. Ayrıca geçici listeye eklenmek üzere ülkemizden 12 kültür varlığı daha Dünya Miras Merkezi'ne bildirildi. Ani Tarihi Kenti (Kars), Aizanoi Antik Kenti (Kütahya), Beçin Ortaçağ Kenti (Muğla), Birgi Tarihi Kenti (İzmir), Gordion (Ankara), Hacı Bektaş Veli Külliyesi (Nevşehir), Hekatomnos Anıt Mezarı ve Kutsal Alanı (Muğla), Niğde'nin Tarihi Anıtları (Niğde), Mamure Kalesi (Mersin), Odunpazarı Tarihi Kent Merkezi (Eskişehir), Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi (Gaziantep) ve Zeugma Arkeolojik Siti (Gaziantep) ile geçici listedeki kültür varlığı sayısı 26'dan 37'ye yükseldi.

 

Ancak İstanbul için tehlike çanları hiç susmuyor. UNESCO Dünya Miras Merkezi ve ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) ortak heyeti inşaatı devam eden Haliç Metro Geçişi Köprü Projesi’ni incelemek için 3 yıl aradan sonra 2012’de İstanbul’a geldi. İnşaatı hızla devam eden köprünün, başta Süleymaniye Camii olmak üzere UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde kayıtlı olan Tarihi Yarımada’nın görüntüsünü bozduğu daha önceki komite raporlarında belirtilmişti. UNESCO, İstanbul’u Dünya Miras Listesi’ne alış gerekçesinde Süleymaniye Camii’ni “İnsan dehasının emsalsiz bir başyapıtı ve Osmanlı yapılarının en üst rütbesi” olarak nitelemişti. İBB’nin kurduğu ‘İstanbul Miras Komitesi’ heyete yaptıkları sunumda daha önce istenen değişikliklere uyularak köprünün pilonlarının ve kablolarının yüksekliğinin azaltıldığını ve ayakların boyutlarının indirildiğini belirtti. İBB, siluetin bozulduğu endişelerine cevaben “Ulaşım sorununu çözmemiz için köprü gerekliydi, artık renk ve ışıklandırma dışında bir değişiklik yapılamaz’’ dedi.
ICOMOS
Türkiye heyetinden akademisyenlerse “Köprü üstün evrensel bir değeri ortadan kaldıracak kadar kötü tasarlandı. Sorun ışık ve renkle çözülemeyecek kadar vahim. Bunu anlamak için teknik bilgiye gerek yok’’ diyerek görüşlerini bildirdi.

 

2012 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından izin verilen Bakanlar Kurulu Kararlı 117 adet Türk, 39 adet yabancı, 117 adet Müze Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen, 115 adet kurtarma, 5 adet Karayolları ve Nabucco, 17 adet Ilısu Barajı ve HES Projesi, 6 adet diğer HES ve baraj olmak üzere toplam 416 adet kazı çalışması,  84 adet Türk, 18 adet yabancı olmak üzere toplam 102 adet de yüzey araştırması yapılmıştır.

 

Pek çok yerde restorasyonlar da başladı, daha önce başlayanlar devam etti. Hepsini sıralamamız mümkün değil ama basında yer alan birkaçına değinmek istiyoruz.

  • Atatürk Kültür Merkezi'nin (AKM) restorasyonu ise nihayet Haziran ayında başladı. Yaklaşık 4 yıldır kapalı olan ve yıkılıp yeniden yapılması da dahil hakkında birçok proje üretilen AKM'nin aslına uygun olarak restore edileceği açıklandı. Kurullar tarafından onaylanan projeye Sabancı Grubu 30 milyon TL destek verdi. Yaklaşık 120 milyon TL'ye mal olması beklenen projenin kalanı Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından finanse edilecek. Güçlendirmesi yapılacak ve teknolojik altyapısı tümüyle yenilenecek olan AKM'de çalışmaların 29 Ekim 2013'te tamamlanması öngörülüyor.

  • Balıkesir'in Ayvalık İlçesi'nde Suzan Sabancı Dinçer'in himayesinde 3 yıldır sürdürülen restorasyonla yenilenen Ayışığı Manastırı törenle açıldı. Daha projeye uyulmadığı ve doğaya zarar verdiği gerekçesiyle mühürlenerek restorasyonu durdurulan manastır bu kez de halka açık olmamasıyla tepki çekti.

  • Atatürk'ün çınar ağacı dalının kesilmemesi için temelinden kaydırttığı, bu yüzden 'Yürüyen Köşk' adı verilen tarihi yapıda, üçüncü kez restorasyon çalışması yapılmasına karar verildi.

  • Ayasofya Müzesi'nde, yaklaşık 17 yıl süren yenileme çalışmalarının bir süre önce tamamlanmasının ardından Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı ve maliyetli restorasyonu yapılacak. Müzenin içerisindeki 1. Mahmud kütüphanesinin restorasyonunun 400 günde tamamlanmasının planlanıyor.  Müzenin batı cephesinin ise yaklaşık 550 günde biteceği tahmin ediliyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "Çamlıca Tepesi'ne cami projesi' açıkladı, tartışma da başladı. Hatta Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay “Böyle bir çalışmadan haberim yok” açıklamasını yaptı. Ancak, tartışmalara neden olan ‘Çamlıca Tepesi'ne cami' için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın 8 Haziran 2012 tarihinde düğmeye bastığı ortaya çıktı. Doğal sit alanı olduğu için tek plan yapma yetkisinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nda bulunduğu bölge için 1/5000'lik Nazım İmar Planı ve 1/1000'lik Uygulama imar planları hazırlandı ve askıya çıkartıldı. Çıkartılan planlarda ise değişikliğin re'sen bakanlık tarafından onandığı bilgisi yer aldı. Gene aklı selim sahibi malum zevat itiraz etti ama kopyanın kopyası (yani Mimar Sinan’ın Şehzade Camii’nin kopyası olan Sultanahmet Camii’nin kopyası) proje onaylandı.

 

Ressam Burhan Doğançay'ın ''Ribbon Mania'' isimli eseri, New York'taki Metropolitan Museum of Art tarafından daimi koleksiyonlarına alındı. Böylece, Burhan Doğançay, Metropolitan Museum of Art'ın daimi koleksiyonunda yer alan ilk Türk sanatçı oldu. Burhan Doğançay'ın eserleri, Boston'daki Museum of Fine Arts, Londra'daki Victoria & Albert Museum, Paris'teki Pompidou Center, Londra'daki The British Museum, Münih'teki The Pinakothek der Moderne, Stokholm'deki Moderna Museet, New York'taki Guggenheim Museum gibi 70 müzede bulunuyor.

 

2012 yılı Türk resim sanatının müzayedelerde en yüksek değerlere ulaştığı " altın yıl" oldu. En değerli eserler listesinin ilk sırasında, 3 milyon 280 bin liraya satılan Osman Hamdi Bey'in "Vazo Yerleştiren Kız" eseri yer aldı. Erol Akyavaş'ın "En-el Hak" isimli eseri, 2 milyar 780 bin liraya Zafer Yıldırım'a satılarak, "çağdaş Türk sanatı rekoru" kırdı. Londra Sotheby's müzayedesinde 2 milyon 100 bin liraya satılan Nejad Melih Devrim'in "soyut" çalışması yurt dışında bugüne kadar satılan en değerli çağdaş Türk eseri rekoruna imza attı.

 

Dünyada ise pek çok büyük sanatçının tablosu müzayedelerde rekor rakamlara alıcı buldu. Ancak Paul Cezanne'ın 1893 tarihli "İskambil Oyuncuları" tablosuna Katar Kraliyet Ailesi tarafından 250 milyon dolar (yaklaşık 440 milyon lira) ödemesinin ardından "İskambil Oyuncuları" en pahalı sanat eseri rekorunu kırmış oldu. Daha önce bu rekor, 2006 yılında 89 milyon Sterlin (yaklaşık 248 milyon lira) ile Jackson Pollock'ın 1948 tarihli No.5 tablosuna aitti.

 

2012 yılı sergiler açısından dolu geçti. Bazıları şöyle:

  • Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM)’nde 22 Şubat – 10 Haziran arasında "Karanlıkla Işığın Buluştuğu Yerde... Rembrandt ve Çağdaşları" başlıklı sergide, Rembrandt'ın yanı sıra; Hollanda resminin en önemli isimlerinin bulunduğu 59 sanatçıya ait 74 tablo, 19 desen ve 18 obje yer aldı.

  • 23.11.2011 – 26.02.2012 arasında da Dali, Tophane-i Amire’ye konuk oldu. Sergide Salvador Dali’nin, “İlahi Komedya”, “Sürrealizm İzleri”, “Gala ile Akşam Yemeği” adlı 3 ayrı başlıktaki 121 eseri yer aldı.

  • 'Işığın Ressamı: Nazmi Ziya Güran' başlıklı sergi ise Rezan Has Müzesi’nde 18 Şubat - 17 Nisan arasında ziyaret edildi.

  • 100. yılında yenilikçi bir projeye imza atan Abdi İbrahim geleneksel sanat ve modern teknolojinin sentezlendiği Van Gogh Alive Dijital Sanat Sergisi'ni getirdi. Sergi 10 Şubat – 15 Mayıs arasında İstanbul’da, 15 Ekim – 30 Aralık arasında da Ankara’da görüldü.

  • 20. yüzyıl sanatını etkileyen İspanyol ressam Francisco de Goya'nın gravür ve yağlıboyalarını içeren "Goya, Zamanının Tanığı, Gravürler ve Resimler" başlıklı sergi, 20 Nisan – 29 Temmuz arasında Pera Müzesi’nde idi.

  • Rönesans'ın 3 büyük dahi ressamı Michelangelo, Leonardo ve Raphael’in bilim ve sanatta nasıl izler bıraktıklarını anlatan The Great Masters sergisi, 1 Haziran - 31 Temmuz tarihleri arasında Tophane-I Amire’de sergilendi.

  • Fransız resminin 19. yüzyıldaki en önemli isimlerinden biri, Claude Monet'nin resimleri 9 Ekim – 20 Ocak tarihleri arasında Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM)’nde sergilendi.

Ne yazık ki birçok büyük ismi de kaybettik. Tarihçi-yazar Taha Toros, çağdaş sanatın önemli isimlerinden İspanyol ressam ve heykeltraş Antoni Tapies, Türk arkeolojisine önemli katkıları olan Bruce Howe, Amerikalı ünlü heykeltıraş ve grafiker Elizabeth Catlett, Amerikalı ressam Thomas Kinkade, İrlanda'nın uluslarası ün kazanmış ressamlarından Louis Le Brocquy, ressam Osman Zeki Oral, Lirik soyutlamanın ustası Fransız ressam Georges Mathieu, Sanat Tarihi eğitimi almış olan yönetmen Metin Erksan, Hititolog Prof.Dr. Ali Dinçol, Amerikalı sanatçı Sergi Spitzer 2012’de kaybettiğimiz bazı değerler.

 

2013 ise hızlı başladı. Biz bu satırları yazana kadar Kültür ve Turizm Bakanı değişti. 2013 yılında neler yazacağımızı şimdiden merak ediyoruz.

TAYHaber, Ayşe Didem Bayvas, 01.02.2013

TARİHİ BURSA KÜLLERİNDEN DOĞUYOR

 

 

Tarihi Bursa yeniden hayat buluyor. Kentin tarihi hafızasını diriltmek için harekete geçen Büyükşehir Belediyesi, çoğu yıkılmaya yüz tutmuş 260 eseri ayağa kaldırıyor. 

 

Hazırlanan restorasyon projeleriyle Roma, Bitinya, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapan Bursa'nın tarihi mimarisi gün yüzüne çıkmaya başladı.

 

İLK AKEOPARK 

Türkiye'nin ilk Arkeoloji Parkı da Bursa'da kuruluyor. Akçalar Aktopraklık Mevkii de, 2004'te İstanbul Üniversitesi'nin başlattığı Güney Marmara Arkeoloji Projesi kapsamında açık hava müzesine dönüşüyor. 

 

Tarihi ve kültürel mirası ayağa kaldırma çalışmalarını “ecdada vefa borcu” olarak gördüklerini belirten Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, bunun aynı zamanda kentin geleceğine yapılan bir yatırım olduğunu söyledi. Bursa'nın gelecek vizyonunu turizm ve hizmet sektörü olarak belirlediklerini kaydeden Başkan Altepe, 'Kentimize gelen turistlerin tamamı ilk olarak tarihi çarşı ve hanlar bölgesini ziyaret ediyor. Çünkü bu değerler hem manevi hem de mimari olarak eşsiz özelliklere sahip. Biz de bu değerlerimizi daha da ön plana çıkarıp, turizm gelirlerimizi artırmayı amaçlıyoruz. Tarihi çarşı ve hanlar bölgesini UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne sokarak, tüm dünyanın dikkatini bu noktaya çekmek istiyoruz' diye konuştu.

 

Şehrin ortasındaki hazine

Kent merkezinde çağdaş konutlar arasında ilk günkü ihtişamıyla yükselen önemli eserin başında Mahkeme Hamamı ve Çandarlı İbrahim Paşa Kültür Merkezi geliyor. 1421 yılında yaptırılan ve 1490, 1953 yıllarında onarım gören tarihi yapı, 591 yıl önceki ihtişamına büründü. Osmanlı mimarisinin tüm güzelliklerini barındıran yapının kadınlar hamamı bölümü yine aslına uygun şekilde hamam olarak, erkekler bölümü ise kültür merkezi olarak yaşayan bir mekan haline getirildi.

 

6 asırlık  AVM

2. Murat döneminde Emir Buhari vakfına gelir temini için yaptırılan, 1608 yılında Celali isyanlarında büyük zarar gören Kütahya Han, 1742 yılında yeniden düzenlendi. 1754'teki yangının ardından 1770 yılında yeniden onarıldı. Her onarımda kimliğini biraz daha yitiren Han, restorasyon çalışmalarıyla yeniden hayat buldu. Tarihi yapı, katlarda sıra sıra dükkanlar ve tam ortasındaki geniş bir ortak kullanım alanıyla 6 asır öncesinin AVM mimarisini gözler önüne seriyor.

Akşam, Haber: Fikret Kocaman, 02.02.2013

AKADEMİK SKANDAL

 

 

Türkiye'nin önde gelen çağdaş sanatçılarının eserlerinin yer aldığı Bilgi Üniversitesi'ne bağlı Santralistanbul Koleksiyonu'ndan eserler, Maçka Mezat tarafından 17 Şubat'ta düzenlenecek müzayedede satışa çıkacak.

Yurtdışında ya da ülkemizde müze koleksiyonuna giren bir eserin bir daha satışa çıkması sık rastlanan bir durum değil. Eserleri satışa çıkan sanatçılar koleksiyonun satışa çıkmasına büyük tepki gösterdi. Sanatçı Sarkis, "Bu terbiyesizlik, kepazelik, kültürsüzlüktür. Bir müzenin eserleri açık artırmaya koyması düşünülemez. Üstelik 2005'te Aksanat'ta sergilenen ve üç parçadan oluşan tek enstelasyon eserimi üç parça olarak satıyorlar. Oysa o tek bir eser. Müze bizden o eserleri rica ile aldı. Biz de çocuklara faydalı olacak diye, eğitime değer veren ve bir üniversitenin güvencesi altında olan bu müzeye güvenerek eserlerimizi verdik. Hem yeni bir müzeye hem de eğitime destek vermek istedik" dedi. Ressam Mehmet Güleryüz ise "Müzenin eserleri ticari satışa sokabileceğini düşünmedik. Hakkımızda araştırma yapanlara bu müzeyi gösteriyor eserleri orada bulabileceklerini söylüyorduk. Oysa şimdi onlara yapıtımız şurada diyebileceğimiz bir yer yok. Bu tür kurumlar sanatı kendilerine yol olarak seçip yer edinmek için kullanıyor sonra da işleri bitince ilgilerini kesiyorlar" diyerek durumu özetliyor. Ressam Selma Gürbüz ise, "Ankara Galeri Nev ben ve diğer sanatçılardan sembolik fiyatlara bu eserleri alarak gerçekleştirilmesi düşünülen müzeye verdi. Aradan geçen yıllarda müze kurulamadı. Şimdi ise bu eserlerin müzayede yoluyla satışa sunulduğunu görüyorum. Bu sözün bittiği yer" diye konuştu.

Santralistanbul eski müdürü Oğuz Özerden ise konuyla ilgili şunları söyledi: "Her yönetimin sanata yaklaşımı farklıdır. Olumlu açıdan bakmaya çalışıyorum. Bu eserler orada bir depoda duracaktı. Oysa şimdi sanatseverlerin duvarlarında olacak. Değerini bilenlere ulaşacak."

Sabah, Haber: Fisun Yalçınkaya, 02.02.2013

 

******


BİR MÜZE KOLEKSİYONU PARÇALANIYOR

 




Sanat dünyasının Santralistanbul düşü çok çabuk bitti. 2007 yılında büyük şaşaa ile açılmıştı Santralistanbul, bizzat Başbakan Erdoğan tarafından. Eski Silahtarağa Elektrik Santralı’nın bulunduğu arazi, 50 yıllığına Bilgi Üniversitesi’ne tahsis edilmiş ve Türkiye ’nin en yetkin mimarları Emre Arolat, İhsan Bilgin, Nevzat Sayın ve Han Tümertekin’den oluşan tasarım ekibi tarafından parmakla gösterilen bir üniversite kampüsüne dönüştürülmüştü. Santralistanbul projesinin belkemiğini ise Emre Arolat tarafından tasarlanan çağdaş sanat müzesi oluşturuyordu. Artık dev sergiler düzenlenebilecek modern anlamda bir müze kazanmıştı Türkiye. Üstelik burası sonradan müzeye dönüştürülenleri ayrı tutarsak Osman Hamdi Bey’in İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden yaklaşık 100 yıl sonra Türkiye’de baştan müze olarak tasarlanıp işlevlendirilen ilk büyük müze binasıydı.

Büyük sergiler art arda geldi. Önce Türkiye sanatının 1950-2000 arasındaki 50 yılına ışık tutan ‘Modern ve Ötesi’, ardından Türkiye sanatının özgün ismi Yüksel Arslan’ın 500 yapıtlık dev retrospektifi geldi. İstanbul’un 100 yıllık mimarlık tarihini ortaya seren ‘İstanbul 1910-2010’un ardından zamanla sergiler küçülmeye başladı. 2012’ye gelindiğindeyse müze binası giriş katı hariç dersliğe dönüştü. Ve şimdi ortaya çıktı ki Santralistanbul’un koleksiyonu Maçka Mezat’ın 17 Şubat’ta düzenleyeceği müzayedede satışa sunuluyor. Bilgi Üniversitesi’nden yapılan açıklamada sadece 70 eserin satılacağı, müzenin kapanmadığı, giriş katının hâlâ sergilere açık olduğu vurgulanıyor. Peki sanat dünyası ne diyor bu duruma? İşte görüşler...  

Sözün bittiği yer  
Selma Gürbüz (sanatçı): Galeri Nev, benden ve diğer sanatçılardan sembolik fiyatlarla müzeye eserler satmıştı. Şimdi ise düşük fiyatlarla alınan ve bağışlanan eserlerin müzayede yoluyla satışa sunulduğunu görüyorum. Bu, sözün bittiği yerdir.  

Hayal kırıklığı  
Taner Ceylan (sanatçı): İlber Ortaylı’nın kütüphanesinin yanmasıyla birlikte Zeki Faik İzer’in resimlerini Resim Heykel Müzesi’ne bağışladığı aklıma geldi. Bugün o müze nerede? AKM nerede? Borusan Art Center kapanıyormuş, tiyatroların durumu malum. Tüm bu gelişmeler sanatçı olarak beni oldukça üzüyor, hayal kırıklığına uğratıyor. Sonuçta unutmayalım ki, Santralistanbul, koleksiyonu yaparken satın alınan eserler bir müze vaadiyle alınmıştı. Yani sanatçılar eserlerini bir müzede sergilenecekleri için satmışlardı! Ortada müze olmadığı gibi yıllar içinde bu konuyla ilgili bir açıklama veya özür de olmadı bildiğim kadarıyla. Merakla bekleyeceğim, en azından müzayedede satılan eserlerden, yasanın sanatçılara hak gördüğü telifler ödenecek mi?  

Büyük utanç  
Osman Erden (AICA Türkİie Başkanı): Genelde bir müzeye girmiş bir eser, artık sanat piyasasından çekilmiş olarak kabul edilir. Birkaç sene önce, bu müze de büyük bir heyecanla oluşturuldu. Türkiye sanat ortamı da heyecanlandı, eserler bağışladı. Şimdi müzenin önemli bir kısmının kapatılıp dersliğe dönüştürülmesi ve koleksiyonun önemli bir kısmının satışa sunulması hem kurum hem de Türk çağdaş sanat ortamı açısından büyük bir utançtır. Umarım 17 Şubat’a kadar gerekli tepkileri gösterebiliriz.  

Etik bulmuyorum  
Haldun Dostoğlu (Galerİ Nev’in kurucusu): Bir üniversite bünyesinde toplanmış, araştırmacılara da açık ve çok önemli eserlerden oluşan bu koleksiyonun, toplu olarak saklanması, korunması ya da bir başka müzeye satılması veya bağışlanması yerine, müzayede yoluyla dağıtılmasını etik bulmuyorum. 

Envantere tescil ettirmiştik, demek ki izin almışlar  
Oğuz Özerden (Santralİstanbul’un kurucularından): Vaktiyle çok uğraşmıştık bu koleksiyonu oluşturmak için. Nejat Devrim’lerin bir kısmını Fransız galerilerden bir kısmını ailesinden almıştık. Danışmanlarımızla tek tek seçmiştik, Türk modernizmi üstüne kurulsun istemiştik yaparken. Eserleri aldığımız insanlar da, müzede sergileneceğini bildikleri için sevinerek verdiler. Hepsinin de parası verildi. Doğrusu çok fazla bağış yok bunların içinde. Biz Nil Yalter’in ‘Göbek Dansı’ gibi nadide bir eserini almıştık, sergiledik, Nil Hanım da bu sergi sırasında yaptığı bir enstalasyonunu bağışlamıştı müzeye. Bir de Osman Kavala’nın bağışladığı Hakkı Anlı tablosu var.

Burada kritik olan, eserlerin satılmasından çok orada sergilenemeyecek hale gelinmesi. Orası derslik oldu. Bu yüzden madem bu eserler orada sergilenemeyecek, o zaman kamunun deposunda duracağına özelin duvarında durması daha iyi.

Tek anlamadığım, biz bu eserleri aldığımız zaman, kamunun elinde olsun diye tescil ettirmiştik, müze envanterine. Her sene teftiş de edilirdi hatta. Ama satılması konusunda izin alınmış demek ki...

Koleksiyonu parçalamak İncil’in ilk kopyasını satmak gibi
Vasıf Kortun (SALT, küratör): Santralistanbul oluşturulurkenki süreç içinde, o zamanki mütevelli heyeti başkanı ciddi miktarda alım yapmıştı bu koleksiyon için. Avrupa’dan da Türkiye’den de çok kritik, tarihsel öneme sahip işler satın alındı. Alımlar yapılırken herkes eserlerin müze için alındığının, ona göre fiyatlandırılması gerektiğinin ve Türkiye tarihine yaptıkları katkıların bilincindeydi. Bu yüzden çok özel koşullarda aktarımlar yapıldı. Herkes iyi niyetle, inanıp güvendikleri, kamusal hizmet veren bir kuruma karşı, tarihi sorumluluklarını yerine getirdi. Aynı zamanda buranın akademik bir kurum olması sebebiyle ayrı bir güven söz konusuydu. Şimdi kimi “Biz bunları parasıyla satın aldık” diyecektir, kimi “Bu müze değil Oğuz Özerden koleksiyonudur” diyecektir; türlü tuhaf ve komik özürler yağacaktır. Ama şu an yönetim el altından, bu koleksiyonun nereden geldiğinin bilgisini vermeden koleksiyonu dağıtıyor. Böyle bir koleksiyonu parçalamak Kral James İncili’nin ilk kopyasını sayfa sayfa satmak gibi bir şey.

Bir yanda bir türlü açılamayan Resim Heykel Müzesi, eserlerinin akıbeti belli olmayan Ankara Müzesi gibi vakalar var. Öte yandan, özel sektöre güvenip devredilen müzecilik örneklerinden biri gözümüzün önünde yok oluyor şimdi. Kamuya güvenemiyorsak, özel sektör de hüsrana uğrattıysa, Türkiye’nin sanat belleğine ne olacak? Tehlikeli bir gidiş olarak görüyorum bunu. Devletten müze ve kamu hizmeti için kiralanan, bu iddiayla yola çıkan bir özel kurumun bu şekilde davranması, başka örnekler için de çok tehlikeli bir öncül olacak. Bunu durdurmamız gerekiyor. Türkiye’deki özel müze statüsünün yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Mevcut yasa o kadar işlevsiz ki, kimse eserleri müze envanterine geçirmek istemiyor. Santralistanbul’da da geçirilmemiş olabilir. Ama envantere geçirilmişse ve bugün böyle satılabiliyorsa o da kafa karıştırıcı bir durum.

Müzayede 17 Şubat’ta Sofa’da
Santralistanbul’un koleksiyonu 17 Şubat Pazar günü, Sofa Hotel’de düzenlenecek müzayedede satışa sunuluyor. Maçka Mezat, müzayededeki 150 eserden sadece 70’inin Santralistanbul koleksiyonuna ait olduğunu söylüyor. Müzayedenin en pahalı tablosu Nejat Melih Devrim’in 400-600 bin lira fiyat aralığından satışa sunulan büyük boy soyut kompozisyonu. Fikret Mualla, Mübin Orhon, Yüksel Arslan, Ömer Uluç, Kemal Önsoy, Nil Yalter, Abdurrahman Öztoprak, Nur Koçak ve Selma Gürbüz gibi sanatçıların eserleri de müzayedede.
Radikal, Haber: Erkan Aktuğ - Elif Ekinci, 02.02.2013

"LEONARDO GAY, DAVUT İĞRENÇ"

 

 

Saadet Parti'li Ramazan Düzen'den 'paldır kültür' İtalya izlenimi: Michelangelo ve Leonardo Da Vinci eşcinsel. Anadan uryan, heykel denilen iğrenç şeyler şehri kuşatmış.

 

Saadet Partisi'nin Eğitim işlerinden Sorumlu Antalya İl Başkan Yardımcısı Ramazan Düzen, iş gezisi için gittiği İtalya'da gördüğü Rönesans sanatçılarını ve heykellerini ağır bir dille eleştirdi. 

 

 

Saadet Partisi İl Başkanı Galip Akın'a ait Hilal Gazetesi'nde köşesinde İtalya gezisiyle ilgili izlenimlerini yazan Düzen, Rönesans'ın iki büyük ustası Michelangelo ve Leonardo Da Vinci için 'eşcinsel' yorumu yaptı. 

 

'HEM DE SÜNNETSİZ!'

Düzen, ardından şu ifadeleri kullandı: Heykelleri şehri kuşatmış durumda. Heykel derken iğrenç şeylerden bahsediyorum. Mesela bir tanesi var ki, iğrenç kelimesinin çok hafif kalacağını düşünüyorum. Bu Michelangelo denilen zat, Floransa'nın göbeğindeki meydana Hazreti Davut'un anadan uryan kocaman bir resmini çizmiş. Hem de sünnetsiz bir şekilde! Doğrusu kanıma dokundu...

 

'İNSANLIK DIŞI BİR OLAY'

Yazıda Avrupa Birliği'ne üyelik girişimlerini de eleştiren Düzen, 'Bir peygamberin fotoğrafını çizmek başlı başına bir meydan okumayken bir de sünnetsiz çıplak bir resmi dev bir şekilde meydana monte etmek ayrıca insanlık dışı bir olaydır. İşte kimlerle bir araya gelmek için takla attığınızı görün' dedi.

 

 

'Çizme'yi karış karış dolaşan Ramazan Düzen, sanat eserlerini şu sözlerle değerlendirdi: Yine bir başka heykel! Güya Vaftizci Yahya (rehberin ifadesi böyle) yani Hz.Yahya yarı çıplak durumdaki Hz. İsa'yı vaftiz ediyor ve kanatlı bayan bir melek de onların yanı başında duruyor. Daha anlatmakla bitiremeyeceğim nitelikte sembol ve figürlerle dolu akıl almaz putlar bütün şehri kuşatmış durumda...

 

Floransa'nın sembolü

İtalyan heykeltraş Michalengo'nun 1504 yılında tamamladığı Davut heykeli, Rönesans heykel sanatının başyapıtı olarak kabul ediliyor. Davut'un Golyat'a saldırmaya karar verdiği anı simgeleyen figürde, 'mükemmel insan oranı' betimleniyor. 5 metrelik mermer heykel, Floransa'nın sembolü olarak da görülüyor.

Akşam, Haber: Mustafa Kozak, 02.02.2013

"150-200 YILLIK RESİM TARİHİNİ SİLEMEZLER"

 

‘Türk resmi diye bir şey yok’ diyen Çebi’nin sözleri sanat dünyasına damga vurdu. Yahşi Baraz’a göre provoke edici: 150-200 yıllık resim tarihini tek kelimeyle birinin silmesi mümkün değil...

 

Türkiye’nin önemli çağdaş hat koleksiyonerlerinden Mehmet Çebi’nin Milliyet gazetesinden Ayşegül Sönmez’e verdiği söyleşide  “Türk resmi diye bir şey yoktur” sözleri tartışma yarattı. “Birisi çıksın desin Türk resmi vardır” diye konuşan Çebi sözlerine, “Türk ressamı diyebileceğiniz tarihte bir adam vardır. O da Hoca Ali Rıza’dır. Yurt dışına da gitmemiştir. Kimsenin etkisi altında da kalmamıştır. Talebelerinden sonra o ekol de kapanmıştır” şeklinde devam etti. İşte Çebi’nin sözlerine, sanat dünyasının önde gelen isimlerinden gelen yorumlar:

 

Uzmanlar kabul ediyor
Yahşi Baraz: Bu provokatif bir konuşma.  Türkiye’de hem çağdaş sanat yapılmış, hem geleneksel sanat yapılmıştır. Her ikisinin de çok değerli olduğu, sanat tarihçiler ve uzmanlar tarafından kabul edilmiştir. Bu bir provokasyon mu yoksa düşmanca bir konuşma mı bilmiyorum ama 150 - 200 yıllık resim tarihini, tek kelimeyle birinin silmesi mümkün değil. Bu ayıp da bir şey aynı zamanda. Çünkü hiçbir sanat tarihçi ya da entelektüel bir insan böyle konuşamaz. Bu, her şeyi yok etmek anlamına gelir. Bizim kendi kültür varlıklarımızla övünmemiz lazım. Kötü bile olsa, onu iyi niyetle eleştirmemiz gerek gelişebilmesi için. Bu belki de boş bulunularak söylenmiş bir laftır.  Çebi’yi tanırım, o kadar da cahil bir adam değildir ama bu büyük bir cehalet örneğidir.  

Sanat birikimi var
Mustafa Ata: Çebi’nin sözleri bence “İslam kaligrafisi yoktur” demekle aynı anlama gelir. Bu coğrafyada yapılan kültür değerlerine bakarsa eğer, çok daha sağlıklı karar verebilir. Bir defa 150 - 200 yıllık bir emek, bir plastik sanatlar birikimi vardır bu ülkede. O ustalara saygı duymak gerek. Bu coğrafyada yaşayan ve üreten bütün sanatçılar, bu ülkenin kültür değerlerini oluşturdular. Türk ressamlarını ayrı ayrı incelemesini tavsiye ederim kendisine.

Biraz karışık bir kavram
Hüsamettin Koçan: O öyle düşünüyor. “Türk resmi” kavramı, biraz karışık bir kavram. Türk resmi ne demektir, ne olursa Türk resmi olur, Türk resminden ne anlıyoruz ya da ne anlamamız lazım gibi bir takım sorular söz konusu olmalı. Evet Türk resminde, birtakım etkilenmeler her zaman var ve olacak da... Ben Çebi’nin söyleşisini okuyunca Türk resmi denen şeyin sınırları nasıl tarif edilmeli, ne gibi özellikleri olursa Türk resmi olur onu düşündüm. Ya da Türk resmi diye böyle bir gelenek olmalı mıdır? Mesela ben geleneksel coğrafyadan ve kültür verilerinden yararlanıyorum. Acaba yararlananlar mı Türk resmi yapıyor? Peki o zaman yararlanmayanların, yani diğerlerinin yaptıkları neye giriyor? Türkiye’den çıkan sanatçıların yaptıkları yapıtlar bizim sanatsal bünyemizle ilişkilidir.Onun için Türk resmi vardır ya da yoktur meselesi başka bir şey... Çok açık da değil aslında Çebi’nin ifadeleri. Önyargıyla da yaklaşmamak gerek. Ben Türk resmi yoktur fikrine katılmıyorum ama bunu nasıl tartışmak lazım.

Bu kadar basit değil
Özdemir Altan: Türk resim sanatının geçmişi olmadığı için bir gelişme gösteremediği bir gerçektir. Yalnız bu kadar kestirme ifadelerle de açıklanamaz konu. Bu konu bu kadar basit değil; zira Çebi’nin söylediklerinde gerçek payı olduğu kadar uzun uzun tartışılması gereken ayrıntılar da vardır.

Milliyet, Haber: Gülden Öktem, 02.02.2013

BURSA'NIN ADAYLIK DOSYASI UNESCO'DA

 

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin Cumalıkızık, Sultan Külliyeleri ve Hanlar Bölgesi’nin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınması yönündeki çalışmaları kapsamında hazırlanan adaylık dosyası UNESCO’ya gönderildi.

 

Büyükşehir Belediyesi’nin çalışmalarıyla Bursa; Hanlar Bölgesi (Orhan Gazi Külliyesi ve Çevresi), Sultan Külliyeleri (Hüdavendigar, Yıldırım, Yeşil, Muradiye) ve Cumalıkızık Köyü tarihi alanları ile Türkiye’nin 2014 yılı için ‘UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi’ne aday oldu. Son şekli verilen adaylık dosyası “Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu’’ ismi ile UNESCO’ya gönderildi.

 

Kültür Bakanlığı’na 30 Eylül’de teslim edilen ve yapılan ön değerlendirme sonucuna göre revizyonları yapılan başvuru dosyası, “Bursa UNESCO Aday Alanları Tanıtım Filmi” ile desteklenerek Kültür Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne iletildi. Dosya 1 Şubat 2013 tarihi itibariyle, UNESCO Dünya Mirası Merkezi Sekreterliği’ne Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla iletildi.

 

UNESCO Dünya Miras Sekreterliğince Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi’ne (ICOMOS) gönderilecek olan dosya ile Bursa, 2014 yılı için UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi’ne girmeye aday durumuna geldi. ICOMOS ilerleyen günlerde bir heyet gönderecek ve aday gösterilen alanlar yerinde incelenecek. İncelemelerin tamamlanmasının ardından UNESCO değerlendirme sonucunu 2014 yılında açıklayacak.

 

Dünya Miras Listesi’ne girebilmek için “her ülke her yıl sadece bir kültürel, bir de doğal varlık ile başvuru yapabiliyor. Bursa’nın da tüm bu özellikleri ve gelinen süreçle birlikte “Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu” başlıklı dosyası ile 2014 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmesi hedefleniyor.

Bursa Büyükşehir Belediyesi, 01.02.2013

ARAP BAHARI TARİHİ ESERLERE YARAMADI

 

 

Kamuoyunda “Arap Baharı” olarak bilinen ve Ortadoğu bölgesinde 2010’da başlayan olaylar bazı ülkelerde diktatörleri yerinden ederken, binlerce yıllık tarihin de yok olmasına neden oldu. Olayların devam ettiği Suriye’de tarihi Halep Çarşısı yanarak kül olurken, Emevi Camisi kısmen yandı, Humus Kalesi zarar gördü.

Tarihi MÖ 3000’li yıllara kadar uzanan ve birçok uygarlığa ev sahipliği yaptığı bilinen Halep’teki tarihi Halep Çarşısı’nda geçen yıl ekim ayında atılan havan mermisi nedeniyle çıkan yangında, ahşap dükkanlar yanarak kül haline gelmişti. Kullanılamaz hale gelen çarşının bulunduğu Halep, 1986’da UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınmıştı. Tarihi Halep Kalesi de geçen yıl ağustos ayında Esad güçleri tarafından düzenlenen saldırıda zarar görmüştü. Türk-İslam kültürünün önemli sanat eserlerinden biri olan, 922 yıllık Selçuklu eseri minaresi ve 800 yıllık Memlük mirası külliyesi olan Halep’teki Emevi Camisi ise geçen yıl Esad güçlerinin saldırısıyla kısmen yanmıştı. Arapça ‘’Camii Haleb el-Kebir’’ (Halep Ulu Cami) olarak bilinen caminin en az 600 yaşında olan minberinin ve ender el yazmalarının akıbetinin de meçhul olduğu bildiriliyor.

 

Mısır’ın başkenti Kahire’de ise Tahrir Meydanı’ndaki Kahire Müzesi’ne 2011’in şubat ayında giren kişiler, müzenin camlarını kırarak 70 kadar tarihi esere zarar vermişti. Kaddafi iktidarının devrildiği Libya’da da Selefi oldukları iddia edilen kimseler buldozerler ve patlayıcılarla Zliten kentinde bulunan 15. yüzyıldan kalma bir Sufi tapınağı ile tapınakta yer alan Abdülselam el-Esmer’in mezarına saldırarak, eserleri yerle bir etmişti.

Habertürk, 01.02.2013

"AŞKIN MABEDİNİ BİZE PADİŞAH VERDİ, VERMEYİZ"

 

 

Bodrum’da çıkarılıp Londra’ya götürülen ‘Aşkın Mabedi’ni geri getirmek için dava açmaya hazırlanan avukat Remzi Kazmaz’a şok bir yanıt geldi. İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi D. Reddaway, eserin İngiltere’ye Osmanlı fermanıyla götürüldüğünü, o nedenle de geri verilmeyeceğini söyledi.

Bodrum’daki Mausolleum, Kral Mausolos tarafından karısı Artemisia’ya duyduğu aşkı dile getirmek, sevgisini ölümsüzleştirmek için MÖ 355 yılında yapıldı. İngiliz araştırmacı Sir Newton Bodrum’da 1856-57 yılları arasında yaptığı kazı sırasında bulduğu kabartmaları, Mausolos ve Artemisia’nın heykellerini, dört atlı arabanın parçalarını British Museum’a götürdü. İddiaya göre bu olaydan önce de İngiltere büyükelçisi Lord Stratford Canning 1846’da Padişah Abdülmecit’ten aldığı izinle Bodrum Kalesi’nin duvarlarında görülen Mausolleum kabartmalarını Londra’ya götürmüştü.

 

 

- ESERİ ALAMAZSINIZ: Aşkın Mabedi’ni Türkiye’ye getirmek için 10 yıldır 30 arkadaşı ile uğraş veren avukat Remzi Kazmaz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) dava açmaya hazırlanırken beklemediği bir yanıt aldı. İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi David Reddaway, gönderdiği bir mektupla, dava yoluyla bu eserleri geri almanın mümkün olmadığını dile getirdi. Daha önce de, yine aynı girişimde bulunan Halikarnas Balıkçısı’na (Cevat Şakir Kabaağaçlı) alaycı bir üslupla yazılan cevap yazısında da bu istek reddedilmişti.

- İADE İÇİN DAVA: İngiliz Büyükelçisi’nin mektubunu aldıktan sonra konuyu uluslararası hukuk açısından değerlendiren Kazmaz, “Bir uygarlıktan başka bir uygarlığa geçen sanat eserleri ait oldukları, dünya mirasına kazandırıldıkları topraklara aittir. İngiliz Büyükelçi’nin öne sürdüğü gerekçelerle birlikte yeniden dosyayı inceleyeceğiz. Ortada bir ferman var mı yok mu bunu bilmiyoruz. Fermanda kazı izni verildiğinden bahsediliyor ama savaş gemileriyle ülkelerine kaçırmışlar. Dolayısıyla UNESCO, Lahey Uluslararası Adalet Divanı, AİHM, Avrupa Arkeolojik Mirasının Korunması Sözleşmesi’ndeki ilgili maddeler bizi destekliyor” dedi. Avukat Remzi Kazmaz 10 yıl önce tarihi ve kültürel varlıkların geri getirilmesi için düzenlediği kampanyada toplanan 118 bin imzayı dönemin Kültür Bakanı Atilla Koç’a teslim etmişti.

ESERLERİ OSMANLI VERDİ
Büyükelçi Reddaway, mektubunda şunları yazdı: “Mausoleum heykeli ve parçaları İngiltere’dedir. Heykel ve parçalar 1846, 1857 ve 1859 yıllarında İngiltere’ye tanınan imtiyazlar ve alanda kazı yapmaya ve çıkarmaya yönelik izinleri düzenleyen fermanlar Osmanlı İmparatorluğu’ndan alınan yasal izinler ile 1857 ve 1859 yıllarında Bodrum Kalesi’nden İngiltere Müzesi'ne taşınmıştır Kazılar arkeolog Sir Charles Newton tarafından masrafları İngiltere tarafından karşılanmak üzere yapılmıştır. Kazıların yapılabilmesi için gerekli izinler İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi S. Canning tarafından sağlanmıştır. Tüm bu süreç o zamanki hukuka uygun olarak yapılmıştır.”

Vatan, Haber: Arif Taşkın, 01.02.2013

ANTİK ROMA TİYATROSUNDA ÇALIŞMALAR HIZ KESMİYOR

 

 

İznik’te, antik Roma tiyatrosunda özel idare kaynaklarıyla yürütülen restorasyon çalışmaları bütün hızıyla devam ediyor.

 

Bursa İl Özel İdare Genel Sekreteri Bilal Çelik ve İl Genel Meclis Başkanı Nedim Akdemir ve beraberindekiler İznik’te çevre düzenlemesi süren antik Roma tiyatrosunu inceledi. Özel idare bütçesinden ayrılan ödenekle 2011 sonunda çevre düzenlemesine başlanan Roma tiyatrosunu gezen heyet, yapılan çalışmaları yerinde gördü. Nedim Akdemir, "Teknik bir ziyaret için buradayız. Tarihi değeri olan hazineyi bugün gün yüzüne çıkarıyoruz. Bu İznik için iyi bir fırsat. Zira 2014’te özel idareler kapanacak" dedi.

 

Bilal Çelik de, "Roma tiyatrosundaki çalışmalar çok iyi gidiyor. Yer altındaki hazineler yer üstüne çıkarılıyor, Kaymakam Nurettin Kakillioğlu ve ki arkeolog arkadaşlarımıza gayretlerinden dolayı teşekkür ediyorum. Görüyorum ki yatırımımız heba olmamış. Şu an kadar bütçemizden ayrılan 600 bin lira ödenekle çalışmalarımız sürüyor. İznik dört medeniyetin izlerini taşıyor. Burasını Turizme kazandırmak istiyoruz" diye konuştu.

Bursa Olay, 01.02.2013

ORDU'DA KADIN FİGÜRLÜ HEYKELLERE SALDIRI

 

 

Ordu'nun CHP'li Belediye Başkanı Seyit Torun, Tayfun Gürsoy Parkı'nda geçen yıl eylül ayından itibaren teşhir edilen 6 mermer heykelin kimliği belirlenemeyen kişi veya kişiler tarafından sprey boyalarla tahrip edildiğini söyledi.

 

Bazılarında kadın figürü bulunan heykellerin üzerine boya ile müstehcen cümlelerin yazıldığını ve çeşitli bölgelerinin de boyandığını belirten Başkan Torun, "Bunu yapan şehir magandasıdır" dedi.

Ordu Belediyesi tarafından geçen yıl Ağustos ayında "2'nci Uluslararası Taş Heykel Sempozyumu" kapsamında 8 heykeltraşın yaptığı 12 mermer heykelden 6'sı Eylül ayından itibaren Bahçelievler Mahallesi'ndeki Tayfun Gürsoy Parkı'nda sergilenmeye başladı.

Diğer 6 heykel ise kentin farklı bölgelerinde bulunuyor.

Aralarında kadın figürlerinin de yer aldığı heykellere geçen hafta kimliği belirlenemeyen kişi veya kişiler tarafından sprey boya ile tahribat yapıldı. Kadın figürlü heykellerin üzerleri boyanırken bazılarının üzerine de yazılar yazıldı. Bir kadın heykelenin altına yazılan 'Edep yahu' yazısı dikkat çekti. Ordu Belediyesi olayın ardından harekete geçti.

"Heykellerin üzerine müstehcen sözler yazılmış"
Heykellerin tahrip edilmesine tepki gösteren CHP'li Belediye Başkanı Seyit Torun, "Bazı heykellerin üzerine mestehcen sözler yazılmış. Bunun kendini bilmezler tarafından yapıldığını düşünüyorum. Bunu yapanı maalesef bir kent magandası olarak ifade ediyorum. Bazı heykellerin üzerine mestahcan cümleler yazılmış. Bunu görmek bizi üzdü" dedi.

Orduluların heykellere sahip çıkmasını isteyen başkan Torun, "Heykellerin hepsi bir sanat eseri. Gerçekten uzun süren bir emekle, düşünceyle yapılmış heykeller. Bugün biz yabancı başka kentlere gittiğimizde kenti simgeleyen, ifade eden kentin gelişmişliğini gösteren önemli sanat eseri bunlar. Bunlara yapılan tahribatı kınıyorum. Böyle bir şeyi tekrar Ordu'nun yaşamamasını diliyorum" diye konuştu.

"Heykellerin yeri değiştirilecek"
Heykellere tahribatın giderilmesi için onarım yapılacağını dile getiren Başkan Torun, "Bu tahribatın giderilmesi için heykellere en kısa zamanda onarım çalışması yapılacak. Şuan kentin çeşitle bölgelerinde kaideler hazırlıyoruz. Kaidelerin tamamlanmasının ardından heykelleri şuanki noktadan alıp kentin belirli yerlerinde sergilemeye devam edeceğiz. Bizim amacımız Ordu'yu kültür ve sanat kenti yapmak. Ama bu yapılan tabii ki Ordu'ya yakışmayan bir hareket" dedi.

Cnn Türk, 01.02.2013

DOĞAL GÜZELLİK TAHRİP EDİLİYOR

 

 

Türkiye’nin en önemli turizm bölgelerinden Kapadokya’da peribacalarına monte edilmiş çanak antenler, görüntü kirliliğine neden oldukları gerekçesiyle tepki çekiyor.

Türkiye’nin en önemli turizm bölgelerinden Kapadokya'da peribacalarının üzerine monte edilmiş çanak antenlerin, görüntü kirliliğine neden olmasının yanı sıra doğal güzelliklere de zarar verdiği belirtiliyor.

 

Müşterilerine peribacasının içerisinde televizyon izleme imkanı sunan bir işletmeci ise 17 yıldır çanak antenin peribacasında takılı olduğunu söyledi. İşletme sahibi, gelen müşterilerin nostaljik bir yapı içerisinde böylesine modern bir hizmet ile karşılaşmaktan dolayı mutlu olduklarını belirterek çanak antenlerin kaldırılması durumunda yetkililerin bu duruma çözüm bulması gerekeceğini vurguladı.

 

Kapadokya'yı ziyaret eden yerli turistler ise çanak antenlerin peribacalarına takılmasından dolayı son derece rahatsız olduklarını dile getirdi. Bir vatandaş ise bu soruna bir çözüm bulunması gerektiğini ifade ederek insanların maddi çıkarları doğrultusunda peribacalarının üzerine çanak anten takarak bu güzelliği tahrip ettiklerini savundu.

Nevşehir Kent Haber, 31.01.2013

"TARİHİ YAPILAR 'ELEKTRİK KONTAĞIYLA' ÖZELLEŞTİRİLİYOR"

 

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi'nin Karaköy'deki binasında biraraya gelerek ortak bir açıklama yapan TMMOB Elektrik ve Makina Mühendisleri Odaları İstanbul Şubeleri ile Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, tarihi yapılar birer birer yangınlarla yok olurken suçlu olarak elektrik kontağının gösterilmesini kınadı.

 

"Tarihi ahşap yapıların yakılarak, yerine apartman yapılması son kırk yılın öyküsüdür. Birçok ahşap konak, geçmişte ve günümüzde apartman yapabilmek için yakılmış, sorumlular hiçbir zaman bulunamamıştır. Yangınlar son yıllarda kamu yapılarına sıçramıştır" denilen açıklamada, suçlu elektrik kontağı olduğu sürece bu yangınların devam etmesi kaçınılmaz olacaktır ifadelerine yer verildi.

Makine Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Zeki Arslan tarafından okunan açıklamada, kamu yapılarının geçmiş yıllarda görülmediği kadar arka arkaya yanmasının, çıkan yangınların hepsinde 'elektrik kontağının' gerekçe olarak gösterilmesinin sorgulanması gerektiği vurgulanırken; İstanbul'da son dönemlerde kamu yapılarında meydana gelen yangınların kamuoyunda 'şüpheli yangınlar olarak değerlendirilmesi'nin de dikkat çekici olduğu ifade edildi.

Uzmanlık gerektiren işler taşeronlaştırılıyor

Özelleştirilmesi planlanan tarihi kamu yapılarında restorasyon sırasında ya da restorasyondan sonra yangınların gündeme geldiğine işaret edilen açıklamada, bu yangınların hepsinin son 10 yılda gündeme gelmesi dikkat çekici olarak nitelendirildi ve diğer çekinceler de şöyle sıralandı:

* Tarihi yapılarda restorasyon sırasında ya da restorasyon gerçekleştirildikten sonra yangın çıkması gerekli denetimlerin yapılmamasının, uzmanlık gerektiren restorasyon işinin niteliksiz ellerde yapılmasının yani taşeronlaşmanın sonucudur.
* Tarihi yapılarda yangını önlemek üzere herhangi bir hazırlık yapılmadığı anlaşılmaktadır.
* Yangınların mimar ve mühendislerin, meslek odalarının denetim sürecinden uzaklaştırıldıkları bir süreçte ve meslek odalarının işlevsizleştirilme çabaları ile at başı gitmesi dikkat çekicidir.
* Artık her yangından sonra yanan yapının otel yapılacağı tartışmasının gündeme gelmesi, bu konuda duyarlı kesimlerce otel yapılmaması için imza kampanyaları açılması düşündürücüdür.

Meslek odaları dışlandı, denetim ticarileştirildi
Çıkan yangınlarda elektrik kontağının hiçbir sorumluluğunun bulunmadığının altının çizildiği açıklamada, denetim konusunda atılan yanlış adımlara dikkat çekildi.

"9 Eylül 2009 yılında değiştirilerek yürürlüğe giren 'Binaların yangından korunması hakkında yönetmelik', yangın öncesinde alınacak tedbirler arasında eğitimi ve denetimi şart koşmakta, yönetmeliğin uygulanmasından ve çıkacak yangından sırası ile yapı ruhsatı vermeye yetkili idare, yapı sahibi, tasarımda, uygulamada ve denetimde yer alan mimarlar, mühendisler, proje kontrol, yapı denetimi ve işletme yetkilileri sorumlu tutmaktadır.

2002 yılı sonrasında meslek odalarının denetim yetkisi adım adım ortadan kaldırılmış, özellikle de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın kuruluşundan itibaren mimar ve mühendisler tasarım, uygulama ve denetim sürecinden dışlanmış, meslek odalarının vermeye çalıştığı meslek içi eğitimler engellenmiş, denetim sürecinde meslek odaları devre dışı bırakılmıştır. Meslek Odalarının denetim dışına çıkarıldığı ortamda yapı denetim firmaları ticarileştirilmiş, sahte mimar ve mühendisler piyasaya hakim kılınmıştır. Bugün mimar ve mühendislerin bilgisi dışında adlarına ruhsatlar düzenlenmekte, inşaatlar yükselmektedir.

Denetim ortadan kaldırılarak mimarların, mühendislerin giremediği bir uygulama süreci hakim kılınmıştır. Mimar ve mühendislerin giremediği restorasyon uygulamaları niteliksiz taşeronların elinde, kalitesiz malzemelerle gerçekleştirilmektedir".

Yapı, 31.01.2013

TARSUS'TAKİ LAHİT MEZARIN ABD'YE KAÇIRILDIĞI İDDİASI

 

 

Tarihçi Cezmi Yurtsever, Tarsus’taki Roma dönemine ait lahit mezarın, 1870 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) kaçırıldığını iddia etti. Yurtsever, lahdin tekrar Türkiye’ye getirilmesi için Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’e çağrıda bulundu.

 

Tarihçi Cezmi Yurtsever, ABD’nin New York kentinde bulunan ‘Metropolitan Sanat Müzesi’nin koleksiyon arşivinde yaptığı araştırmalar sırasında, Tarsus’taki Roma dönemine ait lahit mezarın, yasal olmayan yollarla bu ülkeye kaçırıldığı bilgisine ulaştığını ileri sürdü. Lahdin, ABD’li konsolosluk memurları tarafından kaçırıldığını savunan Yurtsever, “Metropolitan Müzesi 169. salonda teşhir edilen Roma lahit mezarı MS 2. yüzyıla ait ve üzerindeki figürler ile arkeoloji dünyasında bir eşi daha bulunmayan eserler arasında gösteriliyor. Roma lahit mezarı, Tarsus’un antik Roma dönemi tarihini de aydınlatacak özellikler taşıyor” dedi.

 

Yurtsever, lahitin kaçırılması ile ilgili şu bilgileri verdi:

“Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında ve 19. yüzyıl ortalarında Adana eyaletinin en önemli siyasi misyon merkezi Tarsus şehri idi. Yabancı konsolosluklar burada hizmet veriyordu. ABD’nin Tarsus’ta konsolosluk açması 1860’lı yıllara denk geliyor. ABD Konsolosluğu’nda görevli memurlardan Abdo Debbas’ın organize ettiği kaçak kazıda, lahit mezarının bulunmasının ardından, mezar sandığın içine koyularak, çok sayıda öküzün çektiği bir araba yardımıyla Mersin limanına getirildi. Lahit mezar, buradan buharlı bir gemi ile ABD’ye kaçırıldı. Sonrasında 1870 yılında kurulma çalışmaları süren New York Metropolitan Müzesi’ne satıldı. Müzenin koleksiyon envanter defterine ‘Roma dönemi eserler 70.1’ numara ile kaydedilen tarihi eser, Metropolitan Müzesi’nde Roma döneminin en önemli tarihi eserleri arasında sergileniyor.”

 

Yurtsever, yasal olmayan yollarla kaçırıldığını düşündüğü lahit mezar için Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’e de seslendi. Yurtsever, eserin Türkiye’ye getirilmesi için Çelik’ten destek vermesini istedi.

Mynet Haber, 31.01.2013

KARATAY'DA RESTORASYONLAR TAMAMLANMAK ÜZERE

 

 

İlçede yapmış olduğu restorasyon çalışmalarıyla tarihi dokuyu canlandıran Karatay Belediyesi, Aziziye ve Şemsi Tebrizi mahallelerinde bulunan iki tescilli binanın restorasyonunu tamamlamak üzere.

 

Konuyla ilgili bir açıklama yapan Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli, belediye olarak tescilli binaların restorasyon çalışmalarına devam ettiklerini belirtti. Hükümetin çıkarmış olduğu kanun doğrultusunda emlak vergilerinden gelen gelirin %10’u tarihi binaların yenilenmesi için harcandığını ifade eden Hançerli, bu bağlamda restorasyon çalışması devam eden Aziziye ve Şemsi Tebrizi mahallelerindeki 2 tescilli binanın yakın bir zamanda tamamlanarak hizmete sunulacağını dile getirdi. Bu güne dek Karatay’da restoresi yapılan tescilli bina sayısının 10 olduğunu kaydeden Başkan Hançerli, çalışmalar kapsamında daha önceki yıllarda Konya Sokağı olarak tabir edilen Mahmut Dede sokak ve tarihi Köprübaşı Karakolu olarak bilinen evin restorasyonlarının yapılarak Konya kültürüne kazandırıldığını vurguladı. 

Bir kentin kültür kimliğinin üzerinde yoğunlaştığı en önemli öğelerin başında tarihi eserlerin geldiğini belirten Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli, “Tarihi eserlere yapılacak her türlü olumlu müdahale, kültürümüzün korunması ve tanıtılmasına önemli katkılar sağlayacaktır” dedi.

Konya Hakimiyet, 31.01.2013

OSMANLI'NIN ÇILGIN PROJELERİ: YILDIZ BAHÇESİ VE DEMİRYOLU PROJESİ

 

 

Yıldız Sarayı içinde ulaşımı sağlamak için bir demiryolu projesi hazırlanmış olduğunu biliyor muydunuz?
 

Alan II. Abdülhamid'in Yıldız Sarayı'na yerleşmesinden önce ilk olarak Kanuni döneminde av sahası olarak kullanıldığı bilinmektedir. I. Ahmed döneminde hasbahçe olan alanda III. Selim döneminden itibaren yapılaşma faaliyetleri başlar. II. Abdülhamid ise Yıldız Bahçeleri'nde dışarıya kapalı, büyük ve organik yerleşimin hakim olduğu bir kompleks oluşturur.

 

II. Abdülhamid döneminde komplekste, köşkler, kasırlar, Yıldız Camisi, tiyatro, maragozhane, eczane, ahırlar, tamirhane, kilithane, porselen fabrikası, çini atölyesi, kütüphane, silahhane ve servis yapıları yer almaktaydı ancak bu binalar birbirinden kopuk durumda geniş bir alana yayılıyorlardı.

 

Hasbahçe'de ise bir hayvanat bahçesi ve bir de limonluk inşa edilmişti. Ancak 12.000 kişilik bir nüfusu olan bu kapalı komplekste gezi, seyir ya da toplanma alanı yoktu. Birbirinden kopuk yapı birimleri arasındaki ulaşımın sağlanması için bir plan hazırlandı. Buna göre Bahçe, Boğaz'a doğru genişletilecek ve Büyük Mabeyn, Çadır, Malta ve Şale köşkleri yaklaşık 2 kilometre olan bir demiryolu ile birbirine bağlanacaktı. Demiryolu aynı zamanda Ertuğrul ve Orhaniye kışlalarını da birleştirecekti.

 

Çırağan Sarayı'na doğru genişleyen bahçe içerisinde ise, Çadır Köşkü önüne içinde ufak ölçekli bir adası olan büyük bir havuz, iki yamaç arasında kalan vadiye basamaklı şekilde ilerleyen bir şelale, Malta Köşkü'nün kuzeyine ise iki küçük havuzun yapılması öngörülmüştü. Çadır Köşkü önüne yapılacak havuzu ise raylı sistem bir köprü vasıtasıyla geçecekti. "Büyük Köprü" olarak adlandırılan yapı 17 kemer ile taşınacaktı.

Arkitera, Kaynak: Şahin, T., 2012. Osmanlı'nın Çılgın Projeleri, Yitik Hazine Yayınları, İstanbul., Derleme: betül Atasoy, 31.01.2013

SİSTEMİ TAMAMEN DEĞİŞTİ

 

 

İstanbul’da peş peşe çıkan yangınlarla birlikte tarihi eserlerin güvenliği tartışması yaşanırken, Fatih Camii’nde yangına karşı önemli bir tedbir alındı...

Camideki elektrik tesisatının yıllardır değiştirilmediğini fark eden İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü hemen harekete geçti. Müdürlük, camide yapılan restorasyon işlemleri sırasında elektrik tesisatının da yenilenmesi kararı verdi. Fatih Camii’nin elektrik tesisatları sökülerek yerine 30 bin metrelik yanmaz ve ısıya dayanıklı kablolar döşendi. Ayrıca Fatih Caminin aydınlatma sistemi de değiştirildi.

Eski ampullerin yerine 2 bin adet yeni ampul takıldı. Caminin ana kubbe kısmına ABD’den getirilen dev bir hoparlör ile değişik yerlerine 6 adet yeni hoparlör de yerleştirildi. Çok sayıda kamerayla ise caminin tüm noktaları gözlem altına alındı.

Habertürk, 30.01.2013

2300 YILLIK ALTIN ÇELENK BULUNDU

 

Yunanistan'ın ikinci büyük kenti Selanik'te yapılan metro çalışmalarında antik döneme ait bir altın çelenk bulundu.

 

Çelenk, büyük, ama zengin olmayan ve Makedon dönemine ait bir mezarda tespit edildi. Altından olsa da kraliyet atölyelerine has incelikle yapılmadığı için sahibinin üst sınıfta ait olmadığı belirtildi. Arkeologlar, çelengin üzerine yapışmış çamurdan temizleme sürecini tamamladıklarını açıkladı. Bu nedenle çelengin türü henüz belirlenemedi.

Yunanistan'da genellikle zeytin, meşe ve üzüm yaprakları şeklinde erkekler için tasarlanmış ve bayramlarda kullanılan çelenklere rastlanıyor. Öte yandan, mersin çelenkleri, mutluluk dileğiyle düğünlerde gelinlere hediye edilirdi. Söz konusu çelengin bulunduğu mezar, eski bir mezarlıkta bulunuyor.

Milliyet, 30.01.2013

LAODİKYA DA UNESCO DÜNYA MİRASI LİSTESİ ADAYI

 

 

Denizli Belediye Başkanı Osman Zolan, Laodikya antik kentinin UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi'ne alınması için başvuru yaptıklarını bildirdi.

 

Kültür ve Turizm Eski Bakanı Ertuğrul Günay'ın Laodikya'nın Dünya Mirası Listesi'ne aday gösterilecekler listesine alınması için çalışma yapılmasını istediğini anımsatan Osman Zolan, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Denizli Belediyesi, Pamukkale Üniversitesi ve Denizli Valiliği'ne yazı yazarak başvuru için gerekli dosyanın hazırlanıp gönderilmesini talep ettiğini kaydetti. Denizli Belediyesi, Laodikya Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek ve Denizli Valiliği'nin gerekli belgeleri hazırlayarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'na gönderdiğini açıklayan Zolan, şöyle devam etti:

"Bakanlık, Türkiye'den Dünya Mirası Listesi'ne aday gösterilecek 37 kültür mirası arasına Laodikya antik kentini de aldı. Laodikya, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın en güçlü adaylarından biri. Pamukkale'den sonra Denizli'den ikinci bir değerin Dünya Mirası Listesi'nde yer alması gurur kaynağı olacaktır. Gerekli hazırlıklarımızı yaptık ve Laodikya'nın Dünya Mirası Listesi'ne alınmasını için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın istediği belgeleri hazırlandık, gönderdik''.

Laodikya'yı 2012'de 300 bin turist ziyaret ettiğini belirten Zolan, 2013'de ziyaretçi sayısının 1,5 milyona ulaşmasını hedeflediklerini vurguladı.

Yapı, 30.01.2013

HEYKEL 'MEME UCU' MADDESİNE GÖRE BUZLANMIŞ!

 

Fox TV 'nin pazartesi gecesi yayınlanan dizisi Yer Gök Aşk'ın dün akşam ekrana gelen bölümünde gövdesi çıplak kadın figürü olan abajurun buzlanması sosyal medyayı salladı. 
Heykelciğin göğüs bölümüne uygulanan sansür izleyicilerin dikkatinden kaçmazken, uygulama ile ilgili olarak kanalın kurumsal yetkilileri Hürriyet 'e, "RTÜK'te göğüs ucu ile ilgili bir madde var. RTÜK engeline takılmamak için böyle bir uygulama yapıldı. Sigara ve içki paketleri de bu uygulama sebebiyle buzlandı" açıklamasını yaptı.

Radikal, 29.01.2013

AŞK ÇEŞMESİ'NE 2 MİLYON 930 BİN DOLAR ATTI!

 

 

Roma'ya gidenlerin bozukluk atıp dilek tutmak için mutlaka uğradıkları Aşk Çeşmesi'ne bir moda firması tam 2 milyon 930 bin dolar attı.

 

Tabi bu sözün gelişi. İtalya'nın başkenti Roma'daki turistik faaliyetlerin içler acısı olduğunu düşünen Fendi Modaevi kollarını sıvayarak Roma'yı canlandırmaya karar verdi.

 

Firma ilk olarak Türkiye'de Aşk Çeşmesi olarak bilinen Trevi Çeşmesi için harekete geçti.

 

Turistlerin demir para atarak dilekte bulundukları çeşme için 2 milyon 930 dolar harcayacak olan Fendi, tarihi çeşmeyi restore edecek.

 

Geçen yıl 250'nci yılı kutlanan Trevi'nin yanı sıra Quattro Fontane denilen ve karşılıklı bulunan dört çeşme için de 430 bin dolar harcanacak.

 

İtalya geçen yıl Colezyum'un restorasyonu için 30 milyon euro'luk bir projeye start vermişti. Bu projenin 25 milyon euro'su Tod's firması, 5 milyon euro'su ise Diesel tarafından karşılanıyor.

Cnn Türk, 29.01.2013

TAKSİYARHİS KİLİSESİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Bir zamanlar define arayanlarca talan edilen Ayvalık İlçesi'nin Cunda Adası'ndaki, çok kötü durumdaki Taksiyarhis Kilisesi'nde restorasyon başladı.

 

Ayvalık'ın en önemli eski yapılarından biri olan, yıllarca define arayanlarca adeta talan edilen, Aya Nikola olarak da bilinen kilise, Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı'nca müze olarak düzenlenmek amacıyla 49 yıllığına kiralandı. 9 milyon lira harcanarak restore edilmesi planlanan kilise, kültürel ve sanatsal etkinliklerde kullanılacak.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü kontrolünde bir firma tarafından restoresine başlanan kilisedeki çalışmaların 2 yılda tamamlanması planlanıyor.

 

Mimar Ali Erdoğan başkanlığında yürütülen çalışmalar kapsamında, 2004'te askıya alınan ve çatısı güçlendirilen kilisenin, dış cephesi ve iç yüzeyleri aslına uygun olarak restore ediliyor.

 

Kaymakam Nihat Nalbant, tarihi yapıların restorasyonunun Ayvalık için önemli bir kazanç olacağını ifade ederek, “Kilise, restorasyon çalışmaları tamamlanınca kültürel ve sanatsal etkinliklerde kullanılacak. İlçede kültür turizmi canlanacak. Bu yapıların kurtarılması Ayvalık'ın zenginliğini daha da arttırır, kültür turizmini canlandırır” dedi.

TAKSİYARHİS KİLİSESİ

Cunda (Alibey) Adası'ndaki kiliselerin en büyüğüdür. Kilisenin büyük çanı Bergama Müzesindedir.

 

Taksiyarhis Kilisesi, “Kubbeli Bazilikal” plan tipine uygun olarak 1873 yılında inşa edildi. Avlusuna iki sütunla taşınan üçgen alınlıklı anıtsal bir giriş kapısından girilen kilise, dikdörtgen planlı uzun bir yapıdır. Doğu cephesinde yarım yuvarlak şekilde dışarı taşmış ana apsis (kiliselerin sunak odasını kapsayan, çoğunlukla yarım daire ya da çokgen, çok nadir durumlarda dikdörtgen planlı yapı unsuru) bulunmaktadır.

 

Kilisenin ana mekanı dörder taşıyıcı sütunla üç nef'e (kilise mimarisinde apsise dik yada paralel olarak yer alan ve birbirlerinden sütun yada paye dizileriyle ayrılan uzunlamasına mekanlara verilen ad) ayrılmıştır. Sütunlar kemerlerle birbirine bağlıdır. Kilisenin üç nefli naos (ana mekan) planı batı yönündeki “narteks” (ayine gelenlerin kıyafetlerini düzenlediği ve hazırlıklarını yaptığı bölüm) ile sınırlandırılmıştır. Kilisenin giriş kapısı bu narteks üzerindedir.

 

Duvarlar, taştan yığma tekniğiyle inşa edilmiştir. Merdivenler ve pencere kemerleri ile söveleri geleneksel sarımsak taşıdır. 1927–28 yılları arasında minaresiz olarak camiye çevrilen kilisedeki ikonların büyük bir kısmı yerlerinden sökülmüş. Bu tahribata rağmen kilisede hala çeşitli ikonlar bulunmakta. En ilgi çeken ikonlardan biri de Hazreti Yunus'un uzun süre denizde kalıp bir balığın içinde yaşadıktan sonra balığın ağzından çıkışını tasvir edendir.

 

Taksiyarhis Kilisesi, 11 Eylül 2003 tarihindeki fırtınadan sonra ziyaretçi girişine kapatılmıştı.

Hürriyet, 29.01.2013

"BEY SARAYI'NIN KAPISINA RUSYA'DA RASTLADIM"

 

 

Tarihçi-yazar Mustafa Armağan, Bursa'da orduevinin altında bulunan Bey Sarayı'nın orijinal kapısına St. Petersburg'daki bir müzede rastladığını söyledi.

 

Armağan, “Halen orduevinin altında bulunan Bey Sarayı'nın orijinal kapısına St. Petersburg'daki bir müzede rastladım. Osmanlı saraylarının çekirdeğini Bursa Sarayı oluşturuyor. Bu nedenle öncelikle orduevinin altında kalan saray ortaya çıkarılmalı ve ardından o kapı orijinal yerine getirilmeli” dedi.

 

Tarihçi-yazar Mustafa Armağan, Büyükşehir Belediyesi ve Türkiye Yazarlar Birliği Bursa Şubesi'nce düzenlenen söyleşide, kentin sahip olduğu güç ve karizmatik etkinin birçok dünya şehrinden ileride olduğunu ve bu etkinliğini hala sürdürdüğünü söyledi.

 

Bursa'nın 1326'da başkent yapılacak bir konumda bulunmadığını, arkasının geçit vermeyen dağlarla kaplı ve sur içinde küçük bir kasaba görüntüsünde olduğunu belirten Armağan, “Oysa İznik, önemli bir potansiyele sahipti. Hristiyanlık için büyük önemi var ve İncil'in seçildiği yer. İznik, Anadolu Selçuklu Devleti'ne 11 yıl başkentlik yapmış. Bütün bunlara rağmen Osmanlı, İznik'i tercih etmedi. Bursa'yı daha çok sevdi. Belki Bursa daha korunaklı geldi. Orhan Gazi 1337'de sur dışına ilk camiyi yaptı. Osmanlı mimarisi de bu şehirde hayat buldu” diye konuştu.

"KAPISI SAINT PETERSBURG'DA"

Yurt dışı gezilerinde Bursa'ya ait izlere rastladığını dile getiren Armağan, şöyle devam etti:

“Halen orduevinin altında bulunan Bey Sarayı'nın orijinal kapısına St. Petersburg'daki bir müzede rastladım. St. Petersburg'daki bir müzede düzenlenen İslam ve Osmanlı eserleri sergisinde, Yeşil Türbe'de olduğu gibi iki kanatlı, üzeri dantela gibi işlenmiş ahşap bir kapı gördüm. Kapının altındaki notta 'Timurlenk'in Semerkant'taki sarayının kapısı' yazıyordu. Daha sonra İspanyol Seyyah Clavio'nun bir kitabında bu kapının sırrını buldum. İspanyol Seyyah, Timur'un kendisini büyük bir çadırda karşıladığını, bütün çadırların kapısı bez iken bu çadırın kapısının neden ahşap olduğunu Timur'a sorduğunu, Timur'un ise kapının Bursa Sarayı'nın kapısı olduğunu söylediğini yazıyor. Osmanlı saraylarının çekirdeğini Bursa Sarayı oluşturuyor. Bu nedenle öncelikle orduevinin altında kalan saray ortaya çıkarılmalı ve ardından o kapı orijinal yerine getirilmeli.”

Armağan, bu konuda yetkililerin gerekeni yapacağına inandığını sözlerine ekledi.

Hürriyet, 29.01.2013

DALİ'NİN 'EĞLENDİĞİ' TABLO SATIŞTA

 

 

Salvador Dali’nin 1943 yılında yaptığı ve “Mona Bismarck” adıyla bilinen ancak “The Kentucky Countess” olarak da anılan portresi, 5 Şubat’ta Londra’da düzenlenecek açık artırmayla satışa sunulacak.

 

Sotheby’s Müzayede Evi’nin gerçekleştireceği müzeyedede eserin 5 milyon sterline satışa sunulması bekleniyor.


1933’te dünyanın en güzel giyinen kadını seçilen Kontes Mona Von Bismarck giyim tarzıyla birçok önemli isme esin kaynağı olmuştu.

 

Almanya’nın yüksek şansölyelerinden Otto von Bismarck’ın torunuyla evlenen kontesin portresini yaptırmak için Dali’yi seçmesiSotheby’s yetkililerine göre çok ironik. Çünkü kontes, Dali’nin kendi avangart imajını çok iyi yansıtacağını düşünür. Oysa Dali onu bir moda ikonundan çok daha farklı çizecektir ve  bunu yaparken çok da eğlenmiştir.

Milliyet, 29.01.2013

"İADE EDE EDE MÜZELERİMİZDE ESER KALMADI"

 

ABD’nin en etkili gazetelerinden The New York Times (NYT) , Amerikan müzelerinin antik eserleri talep karşılığında iade etmesini ciddi bir sorun yarattığını öne sürdü.

 

NYT, 2006 yılından bu yana ABD’deki koleksiyonlardan 100’ün üzerinde heykel, vazo, mozaik ve antika eserlerin iade edildiğini belirtti. Gazete, müzelerin yasal yollara başvurmadan eserleri Yunanistan, İtalya ve Türkiye gibi ülkelere iade etmesine en önemli örnek olarak Pennslyvania Arkeoloji ve Antropoloji müzesinin 1966’da aldığı 24 parçalık altın takılar vermesini gösterdi.

 

‘Benzeri görülmemiş davranış’
Los Angeles kentinde Getty müzesinin başkanı Stephen Clark “Türkler eserler iade edilene kadar geçici sergilere ödünç eser vermeyeceklerini söylediler” derken NYT çoğu müzenin korkudan talep edilen eserleri hemen verdiğini belirtti. NYT, Türkiye’nin Getty, Metropolitan, British Museum, Louvre ve Victoria and Albert Museum dahil dünyanın en büyük müzelerine rest çektiğinin altını çizdi. British Museum’un yöneticisi “Bütün işbirliğimiz durduruldu, bütün ödünç vermeler askıya alındı. Bu daha önce benzeri görülmemiş bir davranış’ değerlendirmesini yaptı.

İtalya medyayı kullanıyor
2011’de Türkiye, Osmanlı döneminden bu yana aktif olan Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün kazı yapma lisansınnın Almanya’nın talep edilen eserleri iade etmemesi halinde askıya alınacağını duyurması sonuç vermişti. NYT, Türkiye’nin baskısını farklı alanlara taşıdığını da belirtirken İtaya ve Yunanistan’ın medyayı tercih ettiğini belirtti. Gazete sanat eseri yağmacılığına karşı çıksa da müzelerdeki mevcut koruma sisteminin bozulmaması gerektiğini savundu. Yine de sorumluluğun bir parçasının müzelere ait olduğunu teslim eden NYT, Amerikan halkının antik dönemin en güzel eserlerini görme şansının azaldığını ileri sürdü.

Milliyet, 28.01.2013

ATATÜRK'ÜN TABLOSU KATLANINCA YOK OLDU

 

Atatürk’ün ressam Cevat Dereli’ye 1938’de yaptırdığı paha biçilemeyen tablo, Ankara’ya nakledilirken ‘uzman’ Hasan Mutlu tarafından katlanarak bagaja konulunca boyaları döküldü.

 

1938’de Atatürk’ün talimatıyla ünlü Türk ressamı Cevat Dereli’ye yaptırılan Merinos Yün Fabrikası’nın resmedildiği devasa büyüklükteki yağlı boya tablo, “yok” oldu. 2004’te Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne devredilen fabrikanın resmedildiği yaklaşık 6 metrekare büyüklüğündeki paha biçilemeyen tablo, uygun koşullarda taşınmaması nedeniyle büyük hasar gördü ve orijinalliğini yitirdi.


Bursa Merinos Fabrikası 2004’te kapatıldı. Fabrika, 2006’da ÖİB tarafından Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne devredildi. ÖİB, daha sonra 2008’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, fabrikadaki sanat eseri niteliği taşıyan eşyaların himaye altına alınması için başvurdu. Cevat Dereli’ye ait yaklaşık 6 metrekare büyüklüğündeki tablonun da aralarında bulunduğu bazı eşyaların Ankara’ya getirilmesine karar verdi. Genel Müdürlük, daha sonra Dereli’ye ait tablonun Ankara’ya getirilmesi için bakanlığın “uzman” kadrosunda görevli ressam Hasan Mutlu’yu görevlendirdi. Mutlu, tabloyu almak için Bursa’ya gitti. Mutlu burada, Bursa Büyükşehir Belediyesi yetkilileriyle irtibata geçerek tabloyu teslim aldı. Mutlu, belediye yetkililerinin engel olmaya çalışmasına karşın, yaklaşık 6 metrekarelik tabloyu çerçevesinden söküp, rulo yaparak özel otomobilinin bagajında Ankara’ya götürdü. Mutlu, tabloyu Ankara’ya getirdikten sonra, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü yetkililerine teslim etmek istedi.

Boyalar tuval üzerinden döküldü
Rulo yapıldıktan sonra katlanan ve otomobil bagajında Ankara’ya getirilen tablonun açıldığı sırada, boyaları tuval üzerinden döküldü. Tablo büyük oranda hasar gördü. Genel Müdürlük yetkilileri, bunun üzerine Mutlu hakkında öncelikle idari soruşturma başlattı. Soruşturma sonucunda ilk etapta Mutlu’ya, “kınama cezası” verildi. Daha sonra Bakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı olaya el koydu. Teftiş Kurulu’nun görevlendirdiği bilirkişi komisyonu yaptığı inceleme sonucu tablonun orijinalliğini yitirdiğini tespit etti.  Bakanlık, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü öğretim üyelerinden oluşan bir bilirkişi heyetine de tabloyu inceletti. Öğretim üyeleri de hazırladıkları raporda, “tablonun yüzde 80 oranında hasar gördüğünü ve orjinalliğini yitirdiği” yönünde görüş bildirdi.

 

Tablo nasıl getirilmeliydi?
Bakanlık yönetmelik gereğince, sanat eserlerinin nakledilmeden önce, zarar görmeyeceği ve orijinalliğinin bozulmayacağı şekilde özel olarak ambalajlanması gerekiyor. Ambalajlanan eserlerin daha sonra sigortalattırılması zorunluluğu bulunuyor.

 

Konu idare mahkemesinde
Teftiş Kurulu, Mutlu’nun soruşturulması için de başvuru yaptı. Bu başvuru sonrasında, soruşturma izni nedeniyle konu idare mahkemesine yansıdı. Mahkeme “konunun soruşturulması” yönünde karar verirse, savcılık soruşturması başlayacak. Soruşturma sonunda, bir süre önce emekli olan Mutlu’dan tablonun bedelinin tahsil edilmesinin de gündeme getirilebileceği belirtildi.

Milliyet, Haber: Sertaç Koç, 29.01.2013

 

******


CUMHURİYET RESMİNE 'BORU' MUAMELESİ

 

 

Ressam Cevat Dereli'nin yağlıboya tablosu önce rulo yapıldı, sonra 3 yıl depoda bekletildi. Boyaları dökülen eserin 'kurtarılma şansı kalmadı'.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Cevat Dereli’ye ait sanat şaheseri tabloya zarar verenlerin peşini bırakmıyor. Tablonun sadece Bursa’dan Ankara ’ya rulo şeklinde taşınmakla kalmadığı, 3 yıl da müzenin deposunda rulo halinde bekletildiği ortaya çıktı. 309 x 188 cm ebatlarında tarihi yağlıboya tabloyu kurtarma şansının kalmadığı belirlendi.

Türkiye ’nin ilk sanayileşme atılımları çerçevesinde 1938’de Bursa’da hizmete giren Merinos Yün Fabrikası’nın açılışına Atatürk katıldı. Etkilendiği fabrika için ünlü Türk ressamlarından Cevat Dereli’den fabrikanın resmini yapmasını istedi. Yağlıboya tablo uzun yıllar fabrikanın duvarlarını süsledi.

2000 yılında fabrikanın ‘ekonomik ömrünü tamamladığı’ gerekçesiyle kapatılmasına karar verildi. 2004 yılında fabrika özelleştirilirken kuruma ait çok değerli arazi ve üzerindeki taşınmazlar Büyükşehir Belediyesi’ne, müzelik değerde eserlerse Kültür Bakanlığı’na devredildi.

Eseri almak için restoratör ressam Hasan Mutlu görevlendirildi. Lakin Mutlu aracına sığmayacağını düşündüğü 6 metrekarelik eseri rulo olarak katladı. Uyarılara ise “İşimi bana öğretmeyin” diye aldırmadı.

Mutlu, eseri Ankara Resim Heykel Müzesi’ne teslim etti. Milyon dolarlık tabloların çerçevelerini hizmetli kadrosundaki personele soba boyasıyla boyattığı gerekçesiyle görevden alınan Müze Müdürü Osman Ömer Gündoğdu da 3 yıl boyunca eşsiz tabloyu depoda tuttu. Müfettiş raporuna göre resim rulo halde katlanınca bozulmuştu. Ancak resmin bu hale gelmesinin asıl sebebi, rulo halde 3 yıl depoda kalması.

2010’da bakanlık Teftiş Kurulu tarafından başlatılan incelemede müfettiş Oya Hitay depodaki ‘rulo’yu fark etti. Gördüğü manzara korkunçtu. Resmin boyaları dökülmüş, ne olduğu anlaşılmaz hale gelmişti. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ekspertiz heyeti tarihi tablonun yüzde 80 tahrip olduğunu, orijinalliğini yitirdiğini rapor etti.

Nasıl taşınmalıydı?
Müfettiş Hitay, Mutlu’yu savcılığa havale etti. Eski Müdür Gündoğdu hakkında hiçbir işlem başlatılmadı. Bakanlıktan alınan bilgiye göre şimdi hem Gündoğdu hem de müfettiş hakkında inceleme başlatılıyor. Mimar Sinan Üniversitesi’nden Prof.Dr. Semra Germener “Bir sanat eseri hiç rulo yapılarak taşınır mı? Keçe tarzı yumuşak bezlerle sarılır ve yatay biçimde bir yerden bir yere götürülür. Bir de 3 yıl depoda rulo şeklinde saklanması ise tam bir skandal” dedi.

 

Fabrika yangınında eserler kaybolmuştu 
Merinos Yün Fabrikası’nın bulunduğu yerde artık Merinos Sanayi Müzesi var. Müze yetkilileri 2006 yılında şüpheli şekilde fabrikada çıkan yangında çok sayıda tarihi eserin kaybolduğunu belirtti. Yetkililer, Cevat Dereli’ye ait tabloyu ‘rulo halinde’ Ankara’ya götüren uzmanı ise uyardıklarını söyledi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 30.01.2013

HZ. İSA'NIN DİLİ YOK OLUYOR

 

Hz. İsa ve havarileri tarafından konuşulduğuna inanılan Aramiceyi bilenlerin sayısı gün geçtikçe azalıyor. İngiltere'nin Cambridge Üniversitesi dilbilimi uzmanlarından Geoffrey Khan, Aramiceyi kurtarmak için bir girişim başlattı. Khan, Aramicenin halen konuşulduğu toplulukları ziyaret ederek dille ilgili bir veri tabanı oluşturmaya başladı. Profesör Khan, ücra bölgelerdeki Aramice konuşanlara ulaştı. Eski lehçelerin peşinde Gürcistan'a kadar yolculuk eden Khan, yazılı ve sesli metinlerden oluşan bir veri tabanı oluşturuyor. İbranice ve Arapçayla yakından ilgili olan dil, MÖ 539 - M.S. 70 yılları arasında İsrail'in önemli dillerinden biriydi. MS 7'nci yüzyılda, Arabistan'dan gelen Müslümanların bölgeyi fethederek Arapçayı anadil yapması sonucu etkinliğini yitiren Aramice, günümüzde Süryaniler çoğunlukta olmak üzere, 500 bin kişi tarafından konuşulabiliyor.

Sabah, 29.01.2013

"SANAT PİYASASI 100 MİLYONA ULAŞTI, ESERLERE İLGİ ZİRVE YAPTI"

 

 

Yükselişteki Türk sanatına 32 yılın deneyimiyle bakış... ANTİK A.Ş.'nin sahibi Turgay Artam, 'Mavi Senfoni'den'Kaplumbağa Terbiyecisi'ne kilometre taşlarını değerlendirdi:

  • Yükselen Türk sanat piyasası yıllık 100 milyon dolara dayandı
     

  • Kişi ve kurumlar, varlıklarını bankada tutmak yerine keyifle izleyebilecekleri bir eser olarak görmeyi tercih ediyor

Son yıllarda rekor üstüne rekor kırılan Türk resimlerinin satışını gerçekleştiren Antik A.Ş.'nin sahibi Turgay Artam ile  okurları AKŞAM için çok özel bir söyleşi gerçekleştirdik. Antik Palace'taki sohbette Artam, merhum Burhan Doğançay'dan, yeni koleksiyonerlere, Klasik Türk Resim Tarihi'nden sanat yatırımcılığına kadar birçok konuda özel açıklamalarda bulundu...

 

- Türkiye'de antika ve sanat eserlerinin değerlerinin artmasında eşinizle kurduğunuz Antik A.Ş'nin büyük katkıları oldu. 32 yılda bu gelişen süreci yorumlar mısınız?
32 yıl içinde Türk sanat piyasasında çok önemli gelişmeler yaşadık. Sanat eserlerine gösterilen ilginin her geçen yıl arttığını gördük. Son 5 yılda ise ilgi hiç olmadığı kadar yoğun. Sanat eserleri her geçen gün yeni rekor fiyatlarla anılır oldu. Bunun nedeni koleksiyoncu sayısındaki artış. Müzayedelere ilgi de koleksiyoncu sayısıyla doğru orantılı olarak artıyor. Her geçen gün daha çok kişi, sanat eseri almanın keyifli ve prestijli bir yatırım aracı olduğunu fark ediyor. Geçtiğimiz 10 sene içinde koleksiyonculuk konusunda ülkemizde çok önemli adımlar atıldı. Sanat eserlerini tanıdıkça, öğrendikçe ve eserlerin neden değerli olduğu konusunda bilinçlendikçe koleksiyonculuk ön plana çıktı.
- Türk sanatçıların eserleri gerçek değerlerini buldu mu?
Bu en büyük arzumuz... Medyaya yansıyan rekor fiyatlar önde gelen sanatçılarımızın bulunmaz nitelikteki başyapıtları için geçerli olan istisnalar. Hala birçok eser olması gereken fiyatlarda değil. Türk sanat piyasası yükselen, büyüyen bir piyasa özelliği taşıyor. Türkiye'deki yıllık 100 milyon dolara yaklaşan piyasayı dünyayla karşılaştırınca yolun çok başında olduğumuzu daha net görebiliyoruz. Picasso, Gustav Klimt, Monet, Cezanne, Jackson Pollock gibi önemli isimlerin eserleri 100 milyon dolar seviyesini aşmaya başladı. Türkiye'de ise rekor şu ana kadar 5 milyon TL'yle 227. Müzayedemizde sattığımız Osman Hamdi Bey'in 'Kaplumbağa terbiyecisi' adlı eserine ait.
- Geçen hafta kaybettiğimiz Burhan Doğançay'ın birçok eserini değerlendirdiniz...
Burhan Doğançay, hayatını sanatına adamış tam bir dünya sanatçısıydı. Farklı kültürlerin ve ülkelerin şehir duvarlarını tuvallerine yansıtan, fotoğraftan enstalasyona birçok farklı eserlere imza atmıştır. Guggenheim Müzesi'nden British Museum'a dünyanın önde gelen müze koleksiyonlarında en fazla eseri olan Türk sanatçısı... 2004'te Türkiye'nin ilk özel ressam müzesini kurarak çok önemli bir ilke imza atmıştır. Sanatçının müzayedelerde rekor kıran 1977-1992 döneminden kurdeleler ve koniler serilerini, günümüzde üretmesi için kendisine gelen büyük tekliflere rağmen kendini tekrarlamayarak büyük sanatçı duruşu göstermiştir.

- Sanat eserlerini yatırım aracı olarak gören birçok işadamı var? Sizce bu doğru mu?
Pek çok kişi ve kurum, varlıklarını düşük faiz oranlarında bankada tutmak yerine keyifle seyredebilecekleri, heyecan duydukları bir sanat eseri olarak görmeyi tercih ediyor. Hem karlı bir yatırım hem de getirdiği prestiji fark eden bu yeni alıcıların piyasaya girmesini çok olumlu buluyorum.
- Son yıllarda birçok işadamı müze açmak için faaliyetler sürdürüyor...
Koleksiyonerlerimiz kendi duygularını tatmin etmenin ötesinde sanatçıların eserlerine sahip çıkarak gelecek nesillere aktarılmasını sağlıyorlar. Koleksiyonerlikle başlayan sanat tutkusu, sayıları her geçen gün artan özel müzelerin, kar amacı gütmeyen sanat merkezlerinin, vakıfların açılmasına imkan tanıyor. Dünyanın önde gelen müzelerinin temelini her zaman koleksiyonerlerin birikimleri oluşturmuştur. Özellikle İstanbul'un Haliç, Beyoğlu, Karaköy gibi tarihi semtlerinde yoğunlaşacağı öngörülen kültür ve sanat merkezlerinin, Türkiye'nin kültür turizmine ve imajına büyük katkı sağlayacağını unutmamak gerekiyor.

- Son 10 yılda değişen burjuvaziden sonra resme olan ilginin azaldığı söyleniyor. Bu doğru mu?
Tam tersi bir durum var. Müzayedelerimizde rekor üstüne rekor kıran eserlerin tablolar olduğunu düşünecek olursak son 10 yılda resme ne kadar yoğun bir ilgi artışı olduğunu görebiliriz.
- Birçok koleksiyonun satışını yaptınız. En değerlisi hangisiydi?
Bilgi birikimi ve muhteşem bir vizyonla toplanmış İktisat Bankası koleksiyonu satışa sunulan en değerli koleksiyondu. Türkiye'nin günümüz sanat piyasasının oluşumunda rol oynamış ve yeni koleksiyonculara örnek olmuştur.
- Dünyanın en büyük koleksiyonerleri arasında bir Türk girebilir mi?
Şu an için çok zor... Bizde bu gelenek Avrupa'ya göre çok yeni sayılabilir. Avrupalılar 500 yıldır bu işin içerisinde.

- Osman Hamdi'nin 'Vazo yerleştiren kız' tablosunu 3 milyon 200 bin TL'ye Seher Aydınlar satın aldı. Ancak Seher Hanım alışılagelmişin aksine adını gizlemedi...
Alıcılar müzayede sırasında isimlerini gizli tutmak isteyebiliyorlar. Fakat değerli bir şaheseri satın aldığınızda er ya da geç o eserin kimde olduğu öğreniliyor. Koleksiyoncular evlerinde veya işyerlerinde keyif duydukları sanat eserlerini sevdikleriyle ve toplumla paylaşıyorlar. Elinizde ışıldayan bir başyapıtınız varsa bunu uzun süre saklayamazsınız.

- Burhan Doğançay'ın 'Mavi senfoni'si 2.2 milyon TL'ye alıcı buldu. Hayattayken resimlerinin böyle değer bulmasına Doğançay'ın tepkisi ne olmuştu?
Bu tablo, Burhan Bey'in 'başyapıt' olarak tanımladığı çok özel bir eserdi. Sanatçının yüklediği bu değer,  eserin hem medyadan hem koleksiyonculardan büyük ilgi görmesine neden oldu. 2009 Kasım ayında yaptığımız müzayede sonunda Yıldız Holding aldı. Çağdaş Türk resim sanatının ulaştığı en yüksek değerdi. Hemen sonraki aylarda Erol Akyavaş 3 eseriyle bu rekoru egale etse de o dönem için büyük bir rakamdı. Burhan Bey, 'Mavi Senfoni' ve sonrasında 500 bin ila 800 bin TL arasında satılan çalışmalarıyla, hayatını kaybedene kadar 'yaşayan en değerli Türk sanatçısı' unvanını korudu. Amerika'da yaşamanın da getirdiği büyük vizyonla 'en pahalı en değerlidir' fikrini her zaman savundu.

 

Osman Hamdi'nin 'Kaplumbağa Terbiyecisi' tablosu 2004 yılındaki müzayedemizde 5 milyon TL'ye Suna-İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi tarafından satın alınmıştı. Bu çalışma, sanatçının ve Türk resim sanatının en yaygın olarak tanınan eseridir. Her şeyi bir kenara bıraksak dahi sadece toplum içindeki bilinirlik ve ünü bile Kaplumbağa Terbiyecisi'ni Türk sanat piyasasının en değerli eseri yapmaya yetiyor. Şimdi satışa çıksa, değeri 15-20 milyon dolar civarında olur.

- Türkiye'nin önde gelen koleksiyonerleri kimler? Hangi alanlarda ne tür koleksiyonlar yapıyorlar?
Çok farklı alanlarında çok sayıda koleksiyoncumuz var. Tombak, gümüş, tophane, porselen ve klasik Türk resmi gibi birçok alanda en geniş koleksiyon Erdoğan Demirören'de bulunuyor. Klasik ve modern Türk resmi konusunda Cengiz Çetindoğan, Suna-İnan Kıraç,  İbrahim İper, Kemal Bilginsoy, Kaya Turgut, Mustafa Taviloğlu, Yalçın Ayaslı, Ünal Göğüş, Lucien Arkas ve Can Has ilk akla gelenler arasında... Çağdaş sanat alanında da Oya-Bülent Eczacıbaşı, Ömer Koç, Sema Çağa, Can Elgiz, Nesrin Esirtgen, Yunus Büyükkuşoğlu, Nezih Barut, Murat Ülker, Zafer Yıldırım, Füsun Eczacıbaşı'nın koleksiyonları çok değerli.

Akşam, Haber: Orkun Bulut, 29.01.2013

TİMBUKTU'DAKİ ÇATIŞMALARDA TARİHİ EL YAZMALARI KÜL OLDU

 

 

Fransa'nın aybaşından bu yana askeri müdahalede bulunduğu Mali'de çatışmalar, UNESCO Dünya Mirası listesindeki tarihi Timbuktu kentinde devam ediyor. Militanların, bir yıldan fazla süredir ellerinde tuttukları kentten tarihi kütüphanedeki yazma eserlere zarar vererek çekildiği iddia ediliyor. Ancak bu haberler bağımsız kaynaklar tarafından teyit edilemedi. Mali ordusuna bağlı askerler ise Timbuktu Havaalanı'nı ele geçirdi. Kütüphanede yakılan eserler hakkında detay verilmedi. Ancak Timbuktu'nun bir kısmı 12'nci yüzyıla uzanan 20 binden fazla el yazmasına ev sahipliği yaptığı biliniyor. Fransız ve Mali askerlerinin kısa süre içinde Timbuktu kentini tamamen ele geçirecekleri açıklandı. Geçtiğimiz günlerde Goa kentini de ele geçiren Fransız- Mali güçlerinin ülkenin kuzeyine doğru ilerleyişinin süreceği açıklandı.

Sabah, 29.01.2013

 

******


EL YAZMALARIN YÜZDE 90'I KURTARILDI

 

 

Güney Afrika'nın Cape Town Üniversitesi'nden Timbuktu El Yazma Eserleri Projesi Direktörü Shamil Jeppie, Mali'nin kuzeyindeki Timbuktu şehrindeki kütüphanede bulunan tarihi el yazmaların yüzde 90'ının kurtarıldığını bildirdi.

Cape Town Üniversitesi'nden Jeppie, Fransız AFP ajansına yaptığı açıklamada, "El yazma eserlerin büyük bölümü… yüzde 90'ından fazlası kurtarıldı." dedi. Jeppie, Mali'nin kuzeyinde isyancı gruplar gelmeden önce el yazmaların şehirden çıkarıldığını ifade etti.

Timbuktu sakinleri, Fransa operasyonlarının başlaması ile şehirden kaçmadan önce isyancı grupların Ahmed Baba Dokümantasyon ve Araştırma Merkezi'nde yüzlerce tarihi el yazma eseri yaktığını aktarmıştı.

Jeppie, geçtiğimiz yıl Mayıs ayında yaklaşık 30 bin el yazma eserin başkent Bamako'ya götürüldüğünü ve bir kısmının da Timbuktu'da farklı bir yerde saklandığını kaydetti. Güney Afrikalı bilim adamı, Bamako'da el yazmaların nerede olduğunu bilmiyor. Ancak merkeze geçici yer verilen Bamako Üniversitesi'nde olduğunu tahmin ediyor.

Şehirde tam olarak kaç el yazma eser bulunduğu ise bilinmiyor.

Shamil Jeppie, Timbuktu'daki merkezin müdürünün, "bazıları 14. Yüzyıldan kalma 29 bin 900 el yazma eserin kütüphaneden çıkarıldığı" bilgisini verdiğini aktardı.

El yazma eserlerin Timbuktu'dan taşınırken zarar görmüş olabileceğinden de endişe ediliyor.

Sabah, 30.01.2013

BU MÜZEDE TÜM DİNLER BİR ARADA

 

 

Rusya'da bulunan Dinler Tarihi Müzesi her yaştan insanın büyük ilgisini çekiyor.

 

Geçmişten günümüze kadar insanların inançlarının ele alındığı müzede, Hıristiyanlık ve Museviliğin yanında İslam dini de ayrıntılarıyla ziyaretçilere tanıtılıyor.

 

Rusya'nın St. Petersburg şehrinde bulunan Dinler Tarihi Müzesi'nde, inanışlar iki bölüm halinde ziyaretçilere tanıtılmaya çalışılıyor. İlk bölümde çok tanrılı inanışlar anlatılırken, diğer bölüm ise tek tanrılı dinler için ayrılmış. Sergide belli başlı dinlere ait bazı özellikler duvarlara asılan afişlerle ziyaretçilere tanıtılmaya çalışılıyor.

 

Mısır dinlerinin tanıtıldığı bölüm en çok ilgi çeken alanlar arasında. Mısırlı rahiplerin ibadet ederken kullandığı eşyaların yanı sıra, ayrıca bir firavuna ait tabut da sergileniyor. Eski kabilelere ait dinlerin tanıtıldığı bölümde ise büyücülere ait bir çok eşya bulunuyor. Ağaçtan ve farklı materyallerden yapılma heykeller, maskeler ve totemler ayrıntılı bir şekilde ziyaretçilere tanıtılıyor.

 

Yunan ve Roma medeniyetinin tanıtıldığı bölümde, eski Roma ve Yunanistan'da inşa edilen tapınakların bir maketi yer alıyor. Ayrıca Yunan mitolojisinden farklı karakterlerin heykelleri de müzede sergilenen eşyalar arasında yer alıyor.

 

Museviliğin tanıtıldığı bölümde, yedi kollu şamdanlar, Cennet kapısının tasvir edildiği örtü ve altından yapılma çeşitli eşyalar bulunuyor. Ayrıca eski bir Yahudi kralına ait olduğu tahmin edilen altından yapılma ve aslan figürlü bir taç ve içinde Tevrat ayetlerinin yer aldığı toralar ziyaretçilerin beğenisine sunulmuş.

 

Hıristiyan inancının tanıtıldığı bölümde, farklı mezhepler ayrı ayrı bölümlerde tanıtılıyor. Ortodoksluk bölümünde Patriklere ait çeşitli eşyalar ve kutsal su kapları sergilenirken, keşişlerin insani ihtiyaçları bastırması için giydiği "Verigi" adlı demir elbise ilginç eserler arasında yer alıyor. Eski Papa ve Rahiplere ait çeşitli eşyalar ve her biri tarihi eser niteliği taşıyan "İnciller" ise Katolik bölümde.

 

İslam dinine ait eserler ise en çok ziyaretçi toplayan bölüm. İslamiyetle ilgili tanıtıcı bilgiler duvarlarda ziyaretçilere aktarılırken, farklı mezheplere ait eşyalar da ziyaretçilere sunuluyor. Bunların içinde en dikkat çeken eser yarım metre büyüklüğünde el yazması "Kur'an-ı Kerim". Sergide ayrıca, kibrit kutusu büyüklüğünde, üzeri altın ve değerli madenlerden işlenmiş muhafazasıyla birlikte başka bir "Kur'an-ı Kerim" sergileniyor.

 

Sergide dikkat çeken bir diğer obje ise Aleviliğin tanıtıldığı bölümde sergilenen çift ağızlı kılıç. Ayrıca sergide üzerinde Arapça ayetler yazılı büyük ve siyah bir de sancak var.

Bir dervişe ait olduğu düşünülen elbise, matara ve asa da sergide yerini almış. Mevleviliğin tanıtıldığı çeşitli eşyalar, ibrik, üzerinde ayetler işlenmiş olan taslar, Nuh'un gemisi şeklinde yazılmış olan hat yazısı, kılıç, kalkan ve çeşitli askeri eşyalar İslam dini bölümünde ziyaretçilere tanıtılıyor. Müzede ayrıca Sultan Ahmet Cami'ne ait bir de gravür bulunuyor.

Akşam, 29.01.2013

MUHTEŞEM AYMAZLIK!

 

 

Size uzun uzadıya Topkapı Sarayını anlatacak değilim. Yani "ne muhteşem ve eşsiz bir mekandır", "gücü, haşmeti nereden gelir" falan bu malumları ilam edecek değilim. Bütün bunları dünya biliyor çünkü. Bilinmeyen ise bu eşsiz sarayın koynunda yılan olup büyümüş yangın tehlikesi. Karamsarlık çığırtısı yapmak için değil, tekerlek kırılmadan yol gösterici olmak için söylüyorum. Lütfen kulak verin. Topkapı Sarayı ziyaret salonlarına seksiyon adı veriliyor. Bunun dışında depo ve hizmet binaları var. Yangın yönünden 3 kısım altında incelenirse ortaya çıkan şu zafiyetler göze çarpıyor: "Ziyaret salonları genellikle yığma taş şeklinde yapı tarzında ve çatıları beton üzerine kurşun kaplama. Bunlar arasında en riskli olan ünlü Harem Dairesi. Çünkü Harem'in yüzde 80'i çatısı ahşap ve kaplama kurşundan oluşuyor. 450 odadan oluşan Harem kısmının sadece gözdeler kısmında yangın alarmı ve duman dedektörü var. Otomatik yangın söndürme sistemiyse yok."

KURTULMASI İMKANSIZ
1- Sarayın ziyaret salonlarının elektrik tesisatları genelde kurşun çatı üzerinden antigojen kablo şeklinde çekili. Çatı aralarında elektrik kablosu yok. Harem bölümü, gözdeler kısmı, 3. Osman Köşkü, 3. Selim odası, 1. Abdülhamit odası gibi kısımlara acilen pencere ve kapı izolasyonları yapılarak duman-ısı dedektörü, yangın alarmı sistemine bağlı olarak çalışacak uygun otomatik yangın söndürme sisteminin (CO2, FM 200 vb) kurulması şart.
2- Avluda kumaş deposu ve saray arşivinde algılama ve otomatik yangın söndürme sistemi mevcut. Bu kadarcık küçük bölüme kurulan bu sistemlerin külliyeyi kurtarması mümkün değil.
3- Avlu trafo merkezi bitişiğindeki depo içinde ahşap portre ağırlıklı eserler istiflenmiştir. Bu kısımlarda da yangın algılama ve otomatik yangın söndürme sistemi kurulması riski en aza indirecek. Sarayda özellikle avlularda bulunan hidrantların yanına zemine gömülü olan hortum ve dolapların hidranta yakın bir yerde 1 metre yükseklikte duvara monte edilmesi gerekli. Ayrıca Harem civarı ve içindeki hidrantların yanındaki yangın dolaplarına en az 100 metre uzunluğunda acil müdahale hortumu konulması şart... Haa bu arada dün, gizli kahraman itfaiyecilerimizin sıkıntılarından da söz edeceğimi yazmıştım. Gündem çok yoğun. Yerim dar. Sözümü bir başka geniş yazıyla tutacağım çok yakında. İtfaiyecileri 5-6 satırla anlatmaya kıyamam çünkü.

Sabah, Haber: Savaş Ay, 29.01.2013

"BU KÖŞK NE OLACAK?"

 

CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran Başbakan Erdoğan'a, Sultan Vahdettin'in padişah oluncaya kadar kaldığı İstanbul'daki Vahdettin Köşkü'nün akıbetini sordu. Oran TBMM'ye sunduğu soru önergesinde "İstanbul Çengelköy Kuleli Mahallesi'nde Başbakanlık adına veya şahsınıza ait bir konut inşa ettiriyor musunuz", "Konukevi veya malikane yapacağınız mevki, Sultan Vahdettin'in padişah olana kadar kaldığı Vahdettin Köşkü'nün olduğu yer midir", "Orhan Veli'nin 'İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı' adlı şiirini yazdığı 60 dönümlük koru içinde yer alan söz konusu alandaki 4 eski köşkün akıbeti ne olacaktır" sorularını yöneltti.

Habertürk, 29.01.2013

MODIGLIANI UZMANI SAHTECİ ÇIKTI

 

 

Christian Gregori Parisot, sahte Modigliani resimleri sattığı için yakalanana dek İtalyan resim sanatının otoritelerinden birisi olarak kabul ediliyordu. Ünlü İtalyan ressam Legales Amedeo Modigliani’nin resim arşivlerinin başkanı olan Parisot, dünya genelinde Modigliani sergileri düzenliyor ve ‘Modigliani uzmanı’ olarak nitelendiriliyordu. İşin ironik kısmı, Parisot’un aynı zamanda İtalyan Kültür Mirası Koruma Kurumu’na danışmanlık yaptığı gerçeği. İtalyan polisi Parison ve sanat eserleri satan Matteo Vignapiano’u tutuklarken, 59 sahte eseri ele geçirildi.


İtalyan dedektifler, 2010’da Roma ’da ‘Klasisizmden Kubizme Modigliani/Modigliani from Classicism to Cubism’ adlı koleksiyonda fark edilen 22 adet sahte resimden sonra araştırmalara başlamıştı.


İtalyan Kültür Bakanlığı’nda üst düzey memurlardan ve aynı zamanda Parisot’un Modigliani Enstitüsü üyelerinden Claudio Strinati, yıllardır bu gerçeğin açığa çıkmamasını enteresan bulduğunu söyledi.


Bir diğer ilginç nokta ise 2008’de Modigliani uzmanı Parisot’un sahtecilikten cezalandırıldığı iki yıl hapis ve 16 ay işten uzaklaştırma cezasının 8 bin euro para cezasına çevrilmesi.

Radikal, 28.01.2013

FORMÜL ARANIYOR

 

 

Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılabilmesi için Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala başkanlığında oluşturulan özel ekip formül arayışında.

 

Ruhban Okulu’nun yüksekokul düzeyinde açılışına imkan verecek formül üzerinde duruluyor, ancak Patrikhane okulun YÖK’e ya da herhangi bir Türk üniversitesine bağlı olmasına sıcak bakmıyor. Okulun yabancı bir üniversite üzerinden açılması da gündemde.

 

Başban Tayyip Erdoğan, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılabilmesi için yeni seçenekler bulunması talimatı verdi. Erdoğan’ın talimatıyla Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala başkanlığında uzmanlar ve ilgili kurum yetkilileri özel bir ekip oluşturdu. Milli Eğitim Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulu (YÖK) bünyesinde de Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasına yönelik çalışmalar hızlandırıldı.


Kurumların ortak çalışmasında Ruhban Okulu’nun yüksekokul düzeyinde açılışına imkan verecek formül üzerinde duruluyor. Türk cemaatlere de özel dini okul açma izni vermek anlamına gelen lise eğitimi ise ancak anayasa değişikliği ile hayata geçebilecek.

VAKIF ÜNİVERSİTESİ
YÖK bünyesinde çalışan ekip, yeni YÖK yasa taslağı kapsamında, Patrikhane’nin YÖK’e bağlı vakıf üniversitesi ya da kendi ülkesinin mevzuatına bağlı yabancı üniversite olarak kurulmasına imkan tanıyor. YÖK Kanunu’nun kabul edilmesi için anayasa değişikliğinin gerekmesi ve mevcut durumda anayasa değişikliğinin yakın gelecekte gözükmemesi nedeniyle alternatif formül arayışı da sürdürülüyor. Ayrıca, patrikhane ruhban okulunun YÖK’e ya da herhangi bir Türk üniversitesine bağlı olmasına sıcak bakmıyor. Patrikhane daha önce Türkiye’de bir üniversiteye bağlı olarak Ruhban Okulu açmayı reddetmişti.

YABANCI ÜNİVERSİTE
Yeni YÖK Kanun Taslağı, bir şirket üzerinden yabancı üniversite kurulmasına izin veriyor. Yabancı üniversiteler,  YÖK’e değil, kendi ülkesinin mevzuatına bağlı olacak. Böylece Patrikhane’nin Yunanistan ya da başka bir ülkenin üniversitesi üzerinden Türkiye’de yüksekokul açmasına olanak sağlanabilecek.

ANAYASA DEĞİŞİRSE
Heybeliada Ruhban Okulu’nun 1971’de kapandığı statüde yeniden açılması için anayasa değişikliği de bir diğer formül. Ancak özel meslek okulu kapsamında dini okul açma statüsünün ruhban okuluna verilmesi durumunda, diğer azınlık, Musevi ve Ermeni kuruluşları ile Müslüman Türk vatandaşlarına da sağlanması gerekecek. Bu durum ise Türkiye’deki cemaatlerin de MEB’e bağlı olmaksızın özel dini eğitim vermelerinin önünü açacak. Başbakanlık yetkilileri, söz konusu modellerin hepsinin üzerinde çalışıldığını ancak Batı Trakya’daki Türk azınlığının hakları doğrultusunda bu kararların verileceğine dikkat çekti.

PAPAZ KIYAFETİ
YÖK’ün üzerinde çalıştığı ilk  modele göre, bir üniversite bünyesinde kurulacak “Mukayeseli dinler Ana Bölümü Ortodoks Bilim Bölümü Başkanlığı’na” doktora yapmış bir Rum-Ortodoks vatandaşı atanacak. Bulunamazsa dışarıdan gelecek bir bilim adamına Türk vatandaşlığı verilecek. Yabancı öğrenci ve yabancı öğretim görevlileri genel hukuk hükümlerine göre okulda ders verilebilecek. Zorunlu olan İnkılap Tarihi ve Türk Dili dersi mecburiyeti kalktığı için bu dersleri almaları gerekmeyecek. Uygulamalı dersler Heybeliada’daki manastırda verilecek. YÖK’ün kılık-kıyafet yönetmeliğiyle öğrencilere getirilen kılık kıyafet serbestliğiyle papaz kıyafeti giyilmesinin önünde de engel kalmayacak.

Hürriyet, 28.01.2013

 

******


"YABANCI DEĞİLİZ"

 

Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması talimatını değerlendiren Fener Patrikhanesi yetkilileri, bu konuda Başbakan Erdoğan’a güvendiklerini söylediler. Okulun, başka bir ülkenin üniversitesine bağlanmasına karşı çıkan yetkililer, “Biz yabancı değil, yerliyiz” dediler.

 

Fener Rum Patrikhanesi, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması konusunda Başbakan Tayyip Erdoğan’a güveniyor. Hürriyet’e konuşan Patrikhane kaynakları, Başbakan Erdoğan’ın Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması için talimat vermesi konusunda, “Bu yolda uzun zamandır beklentilerimiz vardı. Okulun açılması için şartların olgunlaştığına inanıyoruz. Patrikhane Başbakan’a güveniyor” dediler.


Aynı kaynaklar, Patrikhane’nin Ruhban Okulu’nun Türkiye veya başka bir ülkeye ait bir üniversitenin bünyesinde açılması formülüne katılmadıklarını belirterek, “Okul 41 yıl önce kapandığında da bize ‘İstanbul Üniversitesi’ne bağlanın’ demişlerdi. Biz kabul etmedik. Biz okulumuzun eskisi gibi Milli Eğitim Bakanlığı ya da yasa öngörüyorsa YÖK denetiminde açılmasını istiyoruz. Ayrıca, yabancı bir ülkenin üniversitesine de niye bağlı olalım? Biz yabancı değiliz, yerliyiz” ifadesini kullandılar.

 

AİHM’Yİ İSTEMEDİK

Buna karşı Ruhban Okulu’nun bir vakıf üniversitesi olarak ya da meslek okulu olarak açılmasına itirazları bulunmadığını vurgulayan Patrikhane kaynakları, “Türkiye’de vakıf üniversiteleri var. Dolayısıyla Anayasa değişikliğine de gerek yok” dediler. Aynı kaynaklar şöyle konuştular:
“Bize uluslararası alanda Büyükada Yetimhanesi binasında yaptığımız gibi Ruhban Okulu için de Avrupa İnsan Hakları Mahke-mesi’ne başvurmamız için yoğun telkinler yapıldı. Biz istemedik. Hükümetimizin bu konuda anlayışlı olacağına inandık.”

Hürriyet, Haber: Yorgo Kirbaki, 29.01.2013

 

******


MYO OLSUN

 

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasına ilişkin formül arayışında Rum cemaatinin önde gelen temsilcileriyle yapılan görüşmelerde öne çıkan formül, “Heybeliada Ruhban Okulu Vakfı’na bağlı Meslek Yüksekokulu” açılması oldu. 2 yıllık eğitim veren Meslek Yüksekokulu (MYO) açılması, ilgili yönetmeliklerde yapılacak değişikliklerle de, gerekirse bu sürenin 4 yıla kadar uzatılabilmesi üzerinde duruldu. Cemaatin vakıf üniversitesi yerine MYO’lara sıcak bakmasının en büyük nedeni ise MYO’da, ders programı düzenlemek ve tek alanda eğitim vermenin daha kolay olması. Heybeliada Ruhban Okulu Vakfı’na bağlı Meslek Yüksekokulu açıldığı taktirde YÖK’e bağlı olacak. MYO’da eğitim- öğretim YÖK mevzuatı çerçevesinde yapılacak. YÖK’ün kılık-kıyafet yönetmeliğinde yaptığı değişiklikle öğrencilere kılık- kıyafet serbestliği tanıması nedeniyle de bu okullarda da kıyafet sorun olmayacak, öğrenciler istedikleri kıyafetle eğitim alabilecek.

Hürriyet, Haber: Esra Kaya, 29.01.2013

 

******


HEYBELİADA İÇİN TOP SAMARAS'TA

 

 

Yunanistan’da Batı Trakya’daki Türk azınlığın din adamı ve öğretimi ile ilgili atamaların yapılacağı hafta, Türkiye’de de Ruhban Okulu konusu yeniden gündeme geldi. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan Başbakanı Antoni Samaras ile görüşmesi de iki ülkenin karşılıklı olarak adım atacağı beklentisi doğurdu. Son 10 yıldır Ruhban Okulu’nun nasıl açılabileceği konusunda onlarca yöntem konuşuldu ama bu yöntemlerden herhangi birinin hayata geçmesi siyasi iradenin kararına yani Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ağzından çıkacak “Çözün” talimatına bağlı. Siyasi irade ise Yunanistan’ın Batı Trakya Türklerine yönelik hak ihlallerinden vazgeçmediği için tek taraflı adım atmak istemiyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan, Katar’da Samaras’la görüşmesinden sonra, imarıyla ilgili izin verilmesi halinde Atina’ya camiyi Türkiye’nin yaptırabileceğini belirterek “Yeter ki Atina’ya bu turizmde vesaire gelen Müslümanlar orada ibadet edebilecekleri bir yer kendilerine bulabilsinler dedik. Sayın Samaras olumlu bir yaklaşım gösterdi. Zaten Parlamento’dan da geçtiğini söylediler. Yani bu tür adımların karşılıklı iyi niyet anlayışıyla çözülebileceği noktasında bir mutabakatımız oldu” dedi ardından da bu mutabakatın Heybeliada Ruhban Okulu ile ilgili de olabileceğini ifade etti.

Erdoğan-Samaras zirvesi umut oldu
Erdoğan ile Samaras arasındaki görüşmede, Atina’nın Batı Trakya’daki din adamlarının ataması konusundaki sorun da gündeme geldi. Erdoğan’ın açıklamalarında din adamlarının atamasına ilişkin detay yer almadı ama Yunanistan Başbakanı’nın bu konuda bir açılım yaklaşımı ortaya koymadığı öğrenildi. Ancak, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a bu konuda çalışma yapması talimatı verdiği, Atina’ya cami yapılmasının ardından Türkiye’nin Ruhban Okulu ile ilgili somut adım atabileceği de Ankara’da konuşulmaya başlandı.

‘Siyasi karar yeter’
Ruhban Okulu sorunu Avrupa Birliği’nin 1999’dan beri Türkiye için hazırladığı ‘İlerleme Raporları’nın tamamında yer aldı. Kiminde “Halki (Heybeliada) Ruhban Okulu hala açılmamıştır”, kiminde, “Heybeliada Ruhban Okulu kapalı kalmaya devam etmektedir”, bazılarında da “Heybeliada Rum Ortodoks Ruhban Okulu hala kapalıdır” ifadesi kullanıldı. Benzer bir durum ABD’nin her yıl hazırladığı İnsan Hakları Raporu’nda da yer aldı ve Türkiye ile AB ülkeleri ve ABD yöneticileri arasında yapılan bütün görüşmelerde konu gündemin üst sıralarında yer aldı. Türk tarafı, yaklaşık 10 yıldır, sorunu ‘Türk vatandaşlarının sorunu olarak gördüğünü’, ‘Çözüm için çalışma yürüttüğünü’ açıklasa da herhangi bir adım atılmadı. Sorunun yasal, anayasal kaynağı konusunda bile net bir tavır ortaya konulmadı. Bazen anayasa değişikliği gerektiği, bazen YÖK yasasındaki bir değişiklik ile okulun açılabileceği, bazen de hiçbir değişiklik yapılmadan dahi okulun eğitime başlayabileceği ifade edildi. Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde, son 10 yılda Dışişleri sözcülerinin ve sorumlu bakanların Ruhban Okulu ile ilgili açıklamaları, Türkiye’nin kendi vatandaşlarının sorununun çözümünde Yunanistan’ın Batı Trakya Türk azınlığına yönelik olumsuz tutumu ile doğrudan bağ kurmadığını iddia etse de diplomatik kaynaklar, devletin zirvesinde “Yunanistan adım atmadan olmaz” görüşü hep hakim oldu. Üst düzey bir yetkili, Yunanistan’ın Batı Trakya Türklerine yönelik ayrımcı tutumu sürerken Türkiye’nin adım atmasının Batı Trakya Türk toplumunda büyük bir hayal kırıklığı yaşatacağını savunsa da “Türkiye’de siyasi iktidar karar verirse Ruhban Okulu bir-iki haftada açılır. Ancak hem Türkiye’deki muhalefetin tepkisi, hem Batı Trakya Türklerinin olası reaksiyonu hükümeti zor durumda bırakır. Yunanistan’ın işbirliği yapacağı sinyali vermesi gerek. Atina’da cami yapılması önemli, ancak müftü ataması konusundaki politikanın değişmesi şart” yorumunu yaptı.

Şimdi ne olacak?
Ankara’daki genel görüş, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ‘sorunu çözün’ talimatı ile YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın bugüne kadar yaptığı çalışmalar doğrultusunda kısa sürede yasa tasarısı taslağı sunabileceği, TBMM’den geçmesinin ardından da okulun yüksekokul statüsünde faaliyetlerine başlayabileceği yönünde. Ancak, Erdoğan Yunanistan adım atmadan bu talimatı vermeyecek.

Radikal, Haber: Deniz Zeyrek, 31.01.2013

İSTANBUL'UN CAMİLERİ ALARM VERDİ

 

 

İstanbul Aydın Üniversitesi Afet Araştırma Merkezi’nin (AFAM) Avrupa Birliği fonlarıyla gerçekleştirdiği İstanbul Risk Planı başlıklı araştırma, İstanbul’daki camilerin vahim durumunu ortaya çıkardı. AFAM Müdürü Yrd. Doç.Dr. Kubilay Kaptan, Radikal ’e yaptığı açıklamada “İstanbul’daki toplam cami sayısı 3 binden fazla. 270 de tarihi cami var. Risk altındaki yapıları incelemek üzere Avrupa Birliği kapsamındaki bir projeyi sürdürüyoruz. Pek çok verinin yanı sıra 3 bin camiden depremler nedeniyle yüzde 10’unun tamamen göçme riski altında olduğunu gördük” dedi.


İstanbul’daki tarihi 270 tarihi camiden yüzde 12’sinin (34) 7.5’lik olası İstanbul depremi sırasında göçme riski altında olduğunu söyleyen Yrd. Doç.Dr. Kaptan, yaklaşık 90 caminin ise orta veya ağır hasar riski taşıdığını belirtti.


Kaptan özellikle Tarihi Yarımada’dakilerin yüksek risk taşıdığını vurguladı: “Fatih-Eminönü, imar planları yapılmış ilçeler olmakla birlikte bulundurdukları tarihi miras ve eski yapı stoku nedeniyle koruma amaçlı imar planı yapılmamış ilçelerdir ve buralarda risk çok fazladır. Bu iki ilçenin dışında, Beyazıt ve Çemberlitaş bölgesi ile Haliç kıyıları arasında kalan yerler. Beyazıt- Aksaray-Saraçhane arasındaki alan, Haliç kıyısı deprem sırasında yoğun hasar yaşanacak yerler içindedir. Anadolu yakasında da Üsküdar-Beykoz boğaz hattı risk altındadır” diye konuştu.


Yeni dönem camilerin ise yalnız İstanbul değil tüm Türkiye ’de özellikle son 40 yılda özensiz bir şekilde yapıldığını ifade eden Kaptan, “Kontrolsüz, projesiz ve denetimsiz yapılan camiler çok fazla. Çünkü kıt kanaat imkanlarla yapılmaktadır. Bu durumdaki pek çok cami, yakında yapılmış veya tanıdık bir yerden alınan bir projenin kalfa tarafından yapılacak arsaya ufak değişikliklerle uygulanmasıyla yapılıyor” dedi. 

‘Restorasyon başka güçlendirme başka’ 
Restorasyonu depreme karşı güçlendirme ile karıştırmamak gerektiğini kaydeden AFAM Müdürü Yrd. Doç.Dr. Kubilay Kaptan, “Bu kapsamda bakıldığında güçlendirilen cami sayısı çok az. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi 23 büyük caminin güçlendirme çalışmaları için karar verdi; ama proje kapsamında nasıl bir ilerleme sağlandı bilemiyorum” diye konuştu. “Camilerin korunması için bir an önce tarihi yapı envanteri ve nüfus verileri daha doğru hale getirilmeli. Koruma amaçlı imar planı etkin olarak uygulanmalıdır” diyen Kaptan, geçmişte, bazı tarihi yapıların yanlış çözümler ve uygulamalarla tahrip edildiğini de söyledi.


İstanbul’da beklenen büyük depremin Ayasofya’da ciddi hasara yol açacak gerilme seviyeye ulaşabileceğini belirten Kaptan “Ayasofya’da göçme tehlikesi olmasa da kubbesinin çökmesi riski var” dedi.

Yoğun risk altında olan tarihi yapılar
Sultanahmet Camii, Yeni Camii, Haseki Külliyesi, İmrahor Camii, İskender Paşa Camii, İsmail Ağa Camii, İvaz Efendi Camii, Laleli Camii, Kocamustafapaşa Sümbül Efendi Camii, Rüstem Paşa Camii, Zeynep Sultan Camii, Sinan Paşa Camii, Teşvikiye Camii, Nusretiye Camii, Ayasofya Müzesi

Hangileri güçlendirildi?
Fatih Camii, Süleymaniye Camii, Kurfalı Merkez Camii, Paşa Camii, Osman Ağa Camii

Radikal, Haber: Enis Tayman, 28.01.2013

ALMAN ÇEŞMESİ YENİLENİYOR

 

Prusya Kralı ve Alman İmparatoru II. Wilhelm'in 1898 yılında Osmanlı topraklarına yaptığı ikinci ziyaretin anısına inşa ettirilen ve 1901'de Sultanahmet Meydanı'na yerleştirilen Alman Çeşmesi, 1.1 milyon TL'ye mal olacak restorasyon çalışmasıyla yenilenecek. 15 gün içinde başlayack restorasyon çalışması yıl sonuna kadar tamamlanacak. İl Genel Meclisi Kültür ve Sanat Komisyonu'nun 11 Ocak 2011 tarihli raporunda, tarihi yarımadanın yayalaştırılma çalışmalarında, Alman Çeşmesi'nin basınçlı su ile yıkandığı, bunun derz dokularının ve bazı altın varak mozaiklerin dökülmesine neden olduğu ileri sürülmüştü. Alman Çeşmesi'nin su haznesinin üzerindeki bronz kapakta, birkaç yıl önce çalınmıştı.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 28.01.2013

TARİHİ HAMAM KÜLTÜR MERKEZİ OLACAK

 

 

İnegöl’e bağlı Yenice Beldesi’nde bulunan tarihi hamam kültür merkezine dönüştürülecek.

1600’lü yıllarda yapılan ve yıllardır kullanılmadığı için harap hale gelen hamam restore edilerek Yenice halkını hizmetine sunulacak. AKP Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin, MHP’li Yenice Belediye Başkanı Hasan Aksu’nun talebi üzerine Bursa İl Özel İdaresi ile görüşerek kamulaştırma için gerekli olan ödeneğin çıkarılmasını sağladı. Milletvekili Şahin AKP’nin hizmet ederken siyasi parti ayrımı yapmadığını, doğru buldukları bütün projelere destek verdiklerini belirtti. Şahin, ’Metruk haldeki ata yadigarı bu eser Yenice Belediyemiz tarafından güzel bir kültür merkezi yapılmak isteniyor. Süreci takip etmeye devam edeceğiz restorasyon içinde kaynak bulunması için çaba harcayacağız’ dedi.

 

Yenice Belediye Başkanı Hasan Aksu tarihi hamamın kültür merkezine dönüştürülmesi için yaklaşık 750 bin TL gerektiğini belirtti. Aksu, bu bedelin, Yenice Belediyesi, İl Özel İdaresi Tarihi Eser Fonu ile Vakıflar Bölge Müdürlüğü kaynaklarından karşılanacağı kaydetti.

Bursa Olay, Haber: Sadullah Organ, 28.01.2013

GELENBEVİ SULTANİYESİ RESTORE EDİLECEK

 

Fatih'in Zeyrek Mahallesi'nde 1911 yılından bugüne eğitim görülen Gelenbevi Lisesi İstanbul İl Özel İdaresi tarafından restore edilecek. Proje çizimlerini gerçekleştiren İdare, projenin kuruldan onaylanması ile uygulama sürecine geçecek ve yapı restore edilirken olası depreme karşı güçlendirilmesi de gerçekleştirecek.

 

Gelenbevi Mektebi, 1911'de öğrenime başladı. 1914'de adı Gelenbevi Sultaniyesi olarak değiştirilen okula bir kat ilavesi yapıldı. 1. Dünya Savaşı sırasında hastane olarak kullanılan okul, sonradan eğitim-öğretim hayatına devam etti.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 28.01.2013

MÜZELER HIRSIZLARINI DEŞİFRE EDECEK

 

Ayasofya Müzesi bahçesinde yer alan 2. Selim Türbesi’nden çalınan 16. yüzyıl İznik çinilerinin Louvre Müzesi’nde olduğunu belirten bilgilendirme tabelalarından her müzeye asılacak. Müzeler çalınan eserlerini yurt dışında hangi müzede olduğunu belirten bir kaydı hazırlayıp bakanlığın onayına sunacak. Bakanlık olurundan sonra eserlerin yanına nereden, nasıl, hangi tarihte çalındıkları ve şimdi hangi ülkede olduklarına dair bilgilerin yer aldığı bilgilendirme levhaları İngilizce ve Türkçenin yanı sıra bulunduğu ülkenin dilinde yer alacak. Aynı uygulama ören yerleri için de geçerli olacak. 

3 dilli tabela 
Ayasofya’da 2. Selim Türbesi’ni ziyaret edenleri, 3 dilde yazılmış bir levha karşılıyor: “Önünde
bulunduğunuz bu çiniler kopyadır. Çinilerimizin asılları ise Louvre Müzesi’ndedir. Bu, sanat hırsızlığıdır.”


Bu uygulamayı Radikal geçen ay 25.12.2012 tarihinde ‘‘Ayasofya’da bir levha: Hırsız Louvre’’ başlığı ile duyurmuştu. Bakanlık bu uygulamayı şimdi tüm Türkiye müzeleri ve ören yerlerinde uygulamak istiyor.


Radikal’in duyurduğu haberden sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı Ayasofya Müzesi’ndeki uygulamanın tüm müzelerde olması için düğmeye bastı. Bakanlıktan tüm illerin valiliklerine ‘Tarihi Eser Kaçakçılığı’ başlığı ile gönderilen yazıda, hazırlanacak bilgilerin bakanlık onayına sunulup gerekli onay alındıktan sonra müzelerdeki panolarda yer alması istendi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 28.01.2013

VATANDAŞTAN MECLİS'E AYASOFYA BAŞVURUSU

 

TBMM'ye başvuran Kahramanmaraşlı bir vatandaş, Ayasofya'nın ibadete açılmasını istedi. Talip Bozkurt adlı vatandaş TBMM Dilekçe Komisyonu'na gönderdiği dilekçede, 1935'ten bu yana müze olarak faaliyet gösteren Ayasofya'nın tekrar cami olarak ibadete açılmasını talep etti. Başvuruyu işleme alan Komisyon, ilgili kurumlara görüş soracak. Dünyada en çok ziyaret edilen müzeler arasında yer alan Ayasofya, sanat ve mimarlık tarihi bakımından dünyanın en önde gelen anıtlardan biri olup, dünyanın 8. harikası olarak gösteriliyor. Doğu Roma imparatoru Justinianos tarafından dönemin iki önemli mimarı Anthemios ile İsidoros'a yaptırılan Ayasofya, 916 yıl kilise olarak kullanıldı. Daha sonra, 1453'te Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un fethiyle camiye çevrilen Ayasofya, 482 yıl cami olarak hizmet etti. Ayasofya, 1935'te Bakanlar Kurulu'nun kararı ile müze olarak kapılarını ziyarete açtı.

Sabah, 28.01.2013

MEKANIN RUHU: TARİHİ YARIMADA'DA VENEDİKLİLERİN İZLERİ

 

Doç.Dr. Aygül Ağır 26 Ocak'ta Mimarlar Odası'nda “Ticaret Merkezi İstanbul'dan Bir Kesit: Tarihi Yarımada'da Venedikliler” başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi.
 

Ağır'ın doktora çalışması olan konu Türkiye ve Venedik'teki arşivler üzerinden bir araştırmaya dayanıyor. Venediklileri anlamadan İstanbul'un tarihinin eksik kalacağını düşündüklerini söyleyen konuşmacı, çalışmasında diğerlerinden farklı olarak Bizans ve Osmanlı İstanbul'unu birarada işlemeye çalıştığını ifade etti.

 

"Bizans döneminde Venedik, Bizans'a bağlı bir eyalet konumundaydı. Ticaretle uğraştıkları, denizaşırı ülkelere sıklıkla gidip geldikleri için güçlü bir donanmaya sahip olmuşlardı. Bir süre sonra önemli bir askeri güç olan Venedik, 9. yüzyılda bağımsızlığını kazandı"

 

Bizans'la yoğun ticari ilişkileri bulunan Venedikliler'in İstanbul'da, kendi ticaret kolonileri için bir alana sahip olmalarının 11. yüzyılı bulduğunu belirten Ağır, sanıldığının aksine ilk yerleşimin Galata'da değil, Haliç'in güney sahillerinde, Tahtakale bölgesinde olduğunu belirtti. Ağır, Praktikon denilen, sınırları belirli bir alana yerleşmelerine izin verilen Venedikliler'in en büyük koloni olduğunu dile getirirken, Tarihi Yarımada'da ayrıca Cenevizliler ve Pisalılar'ın da bulunduğunu, 11. yüzyılda buranın Latinler tarafından kontrol edilen bir ticaret merkezi olduğunu ifade etti. Ticaretin Latinlere ait olmasının ise Bizans soylularının ticaret ile ilgilenmeyi onur kırıcı bulmalarından kaynaklandığını belirtti.

 

Tahıl, tuz, zeytinyağı, şarap, kumaş ve esir ticareti yapan Venedikliler'in, bu malları deniz ve kara yoluyla gerekli yerlere nasıl ulaştırdıkları, malların dolaşımı için çeşitli kentlerdeki durakları anlatan Ağır, Venedikliler'in İstanbul ve diğer koloni yerleşimlerinde çok iyi örgütlendiklerini, adeta küçük bir Venedik yarattıklarını dile getirdi.

 

"Alanda bir süreklilik var, hala yoğun ve canlı bir yer. Bu da yerin ruhundan kaynaklanıyor bence. Bugünkü Mısır Çarşısı'nın içinden geçen dar sokak, Hasırcılar Caddesi Venedikliler'in emboloslarına (iki tarafında dükkanların bulunduğu çarşı alanı) ev sahipliği yapıyordu"

 

Venedikliler'in 1082'de Suriçi'ne yerleşmelerine izin verildikten sonra yerleşimlerinin nasıl şekillendiğini anlatan Ağır, 1204-1261 senelerindeki Latin İşgali sırasında, Latinlerle işbirliği içerisinde oldukları için alanlarının çok büyüdüğüne ancak İşgal'in hemen sonrasında tekrar eski bölgelerine çekilirlerken, Bizans'ın Venediklilere güvensizliği nedeniyle 1265 senesinde kadar ticaret yapamadıklarını, 1453'te İstanbul'un Fethi ile de alanın başka bir yönde dönüşüm geçirdiğini ifade etti.

 

Koloni kentinin Bahçekapısı'ndan Odunkapı'ya kadar sınırlarının nerelerde başlayıp, bittiği üzerinde duran Ağır, Venediklilere hazır bir çevre verildiğini ancak zaman içerisinde kendi yapılarının yapılmasına izin verildiğini belirtti. Ağır, Yahudi İskelesi, Büyük İskele, San Marco İskelesi gibi bir ticaret kolonisi için önem taşıyan iskelelerin yanı sıra, diğerlerine göre daha geniş olan kamu yolları, çok dar sokaklar olan "calle"ler, Patriklik Yolu, Kemerciler Yolu ve Embolos'un varlığının altını çizdi. Ağır ayrıca bir tür han olduğu bilinen Fondaco'nun 1204-61 seneleri arasında Venedikliler tarafından inşa edildiğinin bilindiğini, bunun yanı sıra iskeleden gelen malların depolanması için tonozlu depoların (Hasırcılar Caddesi'ndeki dükkanların altlarında hala bu tonozlu depolar izlenebilir) fırınların, bir meyhanenin, balyosun hitap alanı olan loggianın, kiliseden bağımsız olup olmadığı belirlenemeyen meclis yapısı, balyos sarayı, sarnıç, 3 manastır, hastane yapısı ve bugüne hiçbirinin ulaşamadığı 7 kilisenin varlığından söz etti ve kiliselerin tahmini alanlarına konuşmasında yer verdi.

 


Balkapanı Hanı

 

"Osmanlı belgelerinde bu kiliselerle karşılaşılıyor. 'Kafiri' olarak tabir edilen yapılardan bahsediliyor. Balkapı Hanı, Ayasofya Vakfı'na bağlanıyor. Kısacası ilk olarak canlı, takip edilebilien bir Venedik ortamıyla karşılaşıyorlar. Ancak Osmanlı İstanbul'a girdiğinde muhtemelen harap bir alanla karşılaştı. 15. yüzyılda ekonomi kötü durumdaydı. 1453'ün ardından Balyos Minotto tutuklanıp idam edildi. Birçok kişi öldürüldü. Adeta İstanbul'un düşmesine inanamıyorlardı. Bir sene sonrasında yeni bir anlaşma yapıp İstanbul'da ticaret yapma hakkı elde ettiler. Ancak bu tarihten hemen sonra Galata'ya geçip geçmedikleri bilinmiyor. Yahudilerin alana yerleşmesiyle de ticaret el değiştirmeye başlıyor."

 

Ağır son olarak bu dönemden günümüze hangi mimari elemanların kaldığından söz etti. Buna göre Balkapanı Hanı'nın birden fazla zaman katmanıyla, bazı bölümlerinin bu dönemden kalabileceğini, Tahtakale Hamamı'nın restorasyonu sırasında hayli masif bir yapının temellerinin kullanıldığını, arşiv belgelerinden yola çıkarak buranın da Venedikliler'in mirası olacağı belirtildi ve Arkeoloji Müzesi'nde 6. yüzyıldan günümüze ulaşan mimari elemanlar üzerinde duruldu.

Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 28.01.2013

TARİHİ YARIMADA'DA TARİH KALMAYACAK MI?

 

 

Tarihi Yarımada'nın 'Koruma Amaçlı' İmar Planı'na göre tarihi hanlar ve garlar otel oluyor; parklar 'otopark'a dönüştürülüyor, otoyollar genişliyor, anıt eserlerin yanı başında inşaat yapmak kolaylaşıyor...

 

Sulukule, Süleymaniye, Fener - Balat - Ayvansaray gibi tarihi mahallelerdeki kentsel dönüşüm uygulamaları, Tarihi Yarımada’nın korunmasının zorluklarını gündeme getirmişti. Yarımada içinde kalan tarihi yapılar ve eserlerin nasıl korunacağının esasları, belediyelerce hazırlanan ‘koruma amaçlı’ imar planıyla belirleniyor. Tarihi Yarımada için ‘1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı İmar Planı’, kasımda yürürlüğe girmişti. Bundan önceki ‘koruma planı’ 2007’de mahkemece iptal edildiği için yarımada ‘geçiş dönemi’ yapılaşma koşullarıyla yönetiliyordu. Bu yeni plana Mimarlar ve Şehir Plancıları Odası’nın ciddi itirazları var. Oda, geçen hafta planın ‘yürütülmesinin durdurulması ve iptali’ için dava açtı. Odaya göre, hanlar ve garların otel olduğu, yolların genişletildiği, parkların otoparka dönüşeceği plan, yarımadayı koruyamaz.

Peki, planda neler öngörülüyor ve Mimarlar Odası neden karşı çıkıyor? 
Plan: Sirkeci Garı, Kapalıçarşı’nın tarihi hanları, Sultanahmet Adliyesi, Yedikule TCDD Atölyeleri ve Yedikule Gazhanesi’ne otel izni çıkıyor. Bölge sakinlerinin evlerinde pansiyonculuk yapması yasaklanmış durumda.
Mimarlar Odası: Yarımadada yatılı değil günübirlik turizm yapılması gerek, bölgeye yeni konaklama tesisi yapılmasın. Korunması gereken eski konutların yoğun olduğu bölgelerde pansiyonculuk özendirilsin, bu şekilde bölge halkı hem tarihi evlerinin bakımını karşılayabilsin hem de yaşam standardını yükseltsin.

Plan: Cankurtaran sahili ve Haydarpaşa arasında yapılması planlanan ‘Boğaziçi Tüp Geçişi’ projesi plana işlenmiş. Günlük 80 bin araç taşıyacak tüp geçit için sahil yolunun (Kennedy Caddesi) deniz tarafına iki şerit eklenerek yol sekiz şeride
çıkartılacak.
Mimarlar Odası: Planla, sahildeki park alanları yüzde 20 azalacak, kalan alanlara yaya erişimi güçleşecek. Kentin asıl ihtiyacı toplu ulaşıma dönük projelerdir. Bu proje yarımadayı özel araç trafiğinden arındırma hedefiyle tamamen çelişiyor. Tarihi dokunun korunabilmesi için yarımadanın bir transit geçiş alanı olmaktan çıkartılması gerek.

Plan: Çok sayıda yeni katlı otopark ve yeraltı otoparkına yer verilmiş, hatta yeşil alanların da altına otopark yapılması önerilmiş. ‘Tescilli Arkeolojik / Tarihi Sanat Değeri Olan Yeraltı Kalıntıları’ kategorisinde bulunan, dolayısıyla ‘Arkeolojik Park ve Sergi Alanı’ olarak düzenlenmesi gereken birçok alana otopark kullanımı getirilmiş.
Mimarlar Odası: Trafikten arındırılması gereken yarımadaya otopark yapmak, özel araçlara davetiye çıkartmaktır.

Plan: Aksaray meydanı, sahil yolunun (Kennedy Caddesi) bir kısmı, Atatürk Bulvarı ve Ragıp Gümüşpala Caddesi için ‘Kısmen veya tamamen yeraltına alınabilir’ hükmü getirilmiş. Vatan - Millet caddelerinde de ‘Altgeçitler yer alabilir’ notu düşülmüş.
Mimarlar Odası: ’Sıradan çağdaş kentlerde bile artık bat - çık tüneller yapılmazken, neredeyse her kazılan yerden zengin yeraltı hazineleri çıkan yarımadada geri dönülemez tahribata yol açılacaktır.


Plan: Sirkeci İstasyonu, Yedikule Cer Atölyeleri - İETT Yedikule Gazhaneleri alanı içinde ‘siluete aykırı olmama’ koşuluyla ‘kentsel tasarım projeleri’ gerçekleştirilebilecek.
Mimarlar Odası: Bu son derece yuvarlak ifade, ‘silüete aykırı yapı’yı tanımsız bırakıyor. 2005’te onaylanan koruma planına göre, anıt eserlerin yanı başında inşaat yapılacaksa ‘Anıt eserin orijinal saçak yüksekliğini aşmaması’ şartı vardı. Bu madde gitmiş, yerine ‘Saçak kotu dikkate alınmak koşuluyla’ gelmiş. Bu tanım da son derece muğlak.

Plan: ‘2. Derece Koruma Bölgesi’ olan Samatya, Yedikule, Balat, Ayvansaray, Zeyrek gibi tarihi mahallelerde eski binaların civarında yapılacak inşaatlardaki maksimum yükseklik 12.50 metreye kadar çıkartılmış.
Mimarlar Odası: Tarihi Yarımada’nın siluetinin korunması için Fransız mimar ve şehircilik uzmanı Henri Prost’un planına uygun olarak denizden 40 metre yükseklikte kalan yerlerde 9.50 metreden yüksek yapılanmaya izin verilmemeli.

Radikal, Haber: Elif İnce, 27.01.2013

YAKIN, İSTANBUL TARİHİ

 

 

İstanbul'un 'yakın' tarihi, taşınmaz kültür varlıklarını, önce taşınabilir küle sonra da 'belki' başka bir fonksiyonla kullanılabilir hale çevimeyi becerebilen bir koruma/kullanma rejiminin himayesinde.

 

Tarihi boyunca, depremler kadar yangınların da şekillendirdiği bir yer İstanbul . “Ateş ve deprem, Bizans’tan Osmanlı’ya miras iki afet”, tarihçi Necdet Sakaoğlu’nun tabiriyle. Kaba bir hesapla, fetihten Cumhuriyet devrine kadar 350 bin yapının alevler tarafından yutulduğunu tahmin ediyor Sakaoğlu. O alevler, ahşap mimarinin de katkısıyla, 13 Haziran 1918’deki büyük Fatih yangınında olduğu gibi kimi zaman tarihi kentin neredeyse tamamını kül etti.


Yüzyıl öncesinin yangınlarıyla şimdikilerin farkı da bu. Artık daha küçük ölçekte, özellikle tarihi binalarda ve canlı yayın eşliğinde yanıyoruz. 22 Ocak gecesi Ortaköy’de Galatasaray Üniversitesi’nin kullanımındaki Feriye Sarayları’nın yanması gibi. İstanbul’un “yakın” tarihi bu türde ateşlerle dolu. O ateş nasıl düşerse düşşün, taşınmaz kültür varlıklarını, taşınabilir küle çevirmeyi becerebilen bir koruma/kullanma rejimimiz var. 

Kadrolu sorumlu 
Haydarpaşa Garı’nın 28 Kasım 2010 Pazar günü yanışı, sembol yapının kentte hakim bir noktada bulunmasının verdiği avantajla, iki kıtadan canlı yayınlandı. Tarihi bina yangınlarının alışılagelmiş, “kadrolu” sorumlusu elektrik kontağı hemen o gün ifşa edildi! Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’nın (TCDD) 1. Bölge Müdürlüğü olarak kullanılan garın çatısında o sırada “iyileştirme” çalışması yürütülüyordu. (Garı otele mi, sanat galerisine mi yoksa alışveriş merkezine mi dönüştüreceğini henüz anlayamadığımız Haydarpaşa Liman ve Geri Sahası Nazım İmar Planı henüz onaylanmamıştı; plan 15 Kasım 2012’de onaylandı.) Gelgelelim yangın soruşturmasını yürüten Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı, bu iyileştirilmede bildiğiniz alevin tabancasının (pürmüz) kullanıldığını tespit etti. İBB İtfaiye Müdürlüğü, raporunda, yangının elektrik tesisatında meydana gelen kısa devreden kaynaklandığını belirtti. Bilirkişi ve Savcı Selahattin Aydoğdu ise aynı görüşte değil. Savcı, izolasyon çalışması yapan iki işçi ve şirket sahibinin “taksirle yangına sebebiyet verdiğini” iddia ediyor. 

Alevin tabancası 
Oysa TCDD Bölge Müdürü Hasan Gedikli, daha soruşturma tamamlanmadan, 16 Ocak 2011’de katıldığı bir panelde gerçek sorumluyu itiraf etmişti: “Yangının çıktığı gün çatıda tesisat patladı.

Bunun tamiri yapılıyordu. Pazar günü ne Anıtlar Kurulu’nu ne de KUDEB’i (Koruma Uygulama Denetim Bürosu) bulabilirsiniz. Başımızdan aşağı su akıyor. O rezilliği biz yaşıyoruz.” Başlarına su akan TCDD çalışanları, pazar günü başlarının çaresine bakıyordu. Haydarpaşa kendi kendine bakıyordu. Tescilli yapıda Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun zorunlu kıldığı güvenlik (yangın) önlemleri mevcut değildi.


Haydarpaşa’nın üzerinden çok geçmeden 19 Şubat 2011’de Beyazıt Camii Külliyesi Hünkar Kasrı’nın yanışını izledik. Fatih Belediye Başkanı, Vakıflar Bölge Müdürü ve Kültür Bakanı yangının sorumlusu hakkında daha o gün hemfikirdi: Ahşap yapı, elektrik kontağı nedeniyle yanmıştı. “Kadrolu sorumlu”nun ekmeği yine çıkmıştı. Ama eski İstanbul İtfaiye Müdürü Prof.Dr. Abdurrahman Kılıç, elektrik kontağının kadrolu çalıştırılmasına itiraz etti: “Ülkemizdeki tarihi yapıların yüzde 80’inde yangınlar restorasyon, onarım ya da tadilat sırasında çıkıyor. Ama suçlu hep aynı: Elektrik kontağı. Bunu kabul etmiyorum. Tarihi eserlerin katili elektrik kontağı değil, gerekli önlemleri almayan kişilerdir. Aynı şey 1910’da Çırağan yangınında da yaşanmış. Yıllar geçti, değişen bir şey olmamış.” (20 Şubat 2011, Sabah) 

Manzaralı eğitime karşı 
1910’da yanan Çırağan, 1993’te Hotel Kempinsky oldu. O ve Feriye Sarayları ile aynı sahildeki Naime Sultan Yalısı ise 2002’de yandı. 1933’ten, ateş düştüğü 2002’ye kadar İstanbul’un en güzel manzaralı, Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu’ydu. Cumhuriyet Savcılığı ve bilirkişi yangına dair ilk raporda işi yine “kadrolu sorumluya” verdi. Bundan altı ay sonra Polis Kriminal Laboratuvarı tarafından hazırlanan rapor ise binanın benzinle kundaklandığını ortaya koydu. Yanmadan önce de talipleri olduğu bilenen yapı, okul kalamayacak kadar güzel bir manzara ve konuma sahipti. Tıpkı komşusu, 1972’den beri Yüzme İhtisas Kulübü’nün kullandığı Hatice Sultan Yalısı gibi. Nitekim tarihi iki yalı, otel yapılmak üzere 2009’da 25 yıllığına THY Do&Co’ya kiralandı. Bu otel henüz açılmadı.


Hatırlanacağı üzere Feriye Sarayları’ndan önce naklen izlediğimiz son yangın yayını 24 Aralık 2012’de, 19. yüzyıl sonuna tarihlenen, Cağaloğlu’nda Milli Eğitim Müdürlüğü’nün kullandığı binaydı. Resmi elektrik kontağı korosu, Feriye’den önceki son eserini burada seslendirdi.
Şunu anlıyorum: Elektrik kullanmaya mecbur olduğumuz sürece kamuya ait taşınmaz kültür varlıklarımızın yanabilmesi için bir bahanemiz var. Bu peşin hüküm, kesinleşmiş deliller halinde önümüze gelse bile sonuç değişmiyor. İstanbul’un yangına karşı daha savunmasız olduğu uzak tarihi, teknolojik imkanların da aynı amaca (yangın çıksın) hizmet ettiği “yakın” tarihiyle devam ediyor.


Yakın tarih, yakamamanın önüne geçememenin, olası fonksiyonlarını da gösteriyor. Ertuğrul Günay’a göre “O bina [Feriye Sarayı] aynen tamamlanacak”. Ama “bu binaların bütünüyle elden geçirilip, bazılarının belki yeni baştan elden geçirilmesi ve daha yararlı fonksiyonlarla kullanılması, kültür ve kültür turizmi açısından değerlendirilebilir mi ? Bu ayrı bir tartışma.” Elbette bu “daha yararlı fonksiyon” tartışması Beyazıt Camii ve yukarıda ismi geçmese de ondan sekiz gün önce kısmen yanan Kılıç Ali Paşa Camii için geçerli değil. Ya –manzaralı- garlar, eğitim binaları, saraylar, kasırlar?


83 yıl bir hayalet gibi duran Çırağan Sarayı’nın 1993’te otel olarak geri döndüğünü söylemiştim. Bugün o “saray”ın dışarıdan fotoğrafını çekmek için bile, otel yönetiminden izin almanız gerekiyor. Güvenlik önlemleri sıkı yani. Peki Çırağan Sarayı’nın otel olarak hizmet verdiği bugün yanma ihtimali sizce nedir? Soruyu daha geniş yönelteyim: Tarihi özelliği olan kamuya ait bir yapının, özel sektöre devrinden/tahsisinden sonra yandığını duydunuz mu hiç?

Radikal İki, Haber: Gökhan Tan, 27.01.2013

KAYA RESİMLERİNİ KURTARAN GİRİŞİM

 

 

Radikal ’in ‘‘Hangisi Taş Devri’’ başlığı ile duyurduğu Bafa Gölü’nün kıyısında Anadolu ’nun en güzel antik kentlerinden biri olan Herakleia Latmos’taki kaya resimleri taş ocağında mıcır olmaktan kurtuldu. Bu defa yargı ya da çevreciler değil belki de ilk defa bir maden ocağı sahibi kendi rızası ile tarihi değeri olan bir arazideki haklarından feragat etmek için devlete başvurdu. Egamin Mineral Maden Ocağı şirketinin sahibi Enver Erdoğan, tüm yasal izinlerini aldığı, ÇED raporu da olan maden ocağından vazgeçti.


Hem Kültür ve Turizm Bakanlığı hem de alanda bulunan taş ocağı sahibi haberimizden sonra olaya el attı. Bakanlık, alanda sit çalışmaları ve kaya resimlerinin bulunduğu alanların tespitini hızlandırdıklarını belirtirken taş ocağının sahibi Enver Erdoğan ruhsattan vazgeçtiklerini söyledi. Erdoğan, ‘‘Radikal’de haberi okuduktan sonra hemen müracaat ettim. Bu resimler nerelerdeyse orada maden aramayalım. Gerekirse ruhsatımızı iptal edip başka yerde arayalım. Tarihe zarar vermek istemeyiz’’ dedi. Erdoğan ruhsata karşılık devlet tarafından kendisine yeni alan gösterilmesini istiyor.


Herakleia Latmos’u araştıran Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Dr. Anneliese Peschlow-Bindokat, 1990’ların başında bölgede başlattığı yüzey araştırmalarında Beşparmak Dağları’nın çeşitli kesimlerinde bugüne kadar binlerce kaya resmi tespit etti. MÖ 6 bin – MÖ 5 binin ilk yarısına tarihlenen bu kaya resimleri Yakındoğu arkeolojisinin son dönemdeki en büyük keşfi oldu. Ancak son birkaç yıldır bölge taş ocaklarının kuşatması altında kaldı. Dr. Pesclow 350 ayrı noktada tam 1050 resim tespit etti. İnsanlığın bu en eski sanat eserleri taş ocaklarında mıcır olacaktı.

Radikal, Haber: Ömer Erbil 27.01.2013

MÜZEKART FIRSAT SİTESİNE DÜŞTÜ

 

Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB), Türkiye’nin dört bir yanında bulunan müzelere ücretsiz olarak girilmesine imkan veren ‘Müzekart+’ ürününün daha fazla kullanıcıya ulaşması için bir fırsat sitesiyle anlaşma sağladı. Buna göre İstanbul’daki Topkapı Sarayı, Ayasofya, Arkeoloji Müzeleri, Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve 300'ü aşkın müzeyi 1 yıl boyunca sınırsız olarak gezilebilmesine imkan sağlayan Müzekart+ ürünü 50 lira yerine 39 liralık ücretle satışa sunuldu.

 

Konuyla ilgili bilgi veren TÜRSAB Satış ve Pazarlama Direktörü Kibele Eren, iki haftalık sömestr tatilinde öğrencilerin aileleriyle birlikte Türkiye’nin dört bir yanında bulunan müzeleri indirimli olarak dolaşabilmeleri için Groupon sitesiyle anlaşma sağladıklarını belirtti. Kibele, “Anlaşmamız bir müddet daha devam edecek. Böylelikle Müzekart ile daha fazla kişiye ulaşıp, daha çok kişinin müzeleri gezip dolaşmasını amaçlıyoruz” diye konuştu.

Müzekart+ ile 1 yıl boyunca Türkiye’deki Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne bağlı 300'ü aşkın müze ve ören yeri gezilebilirken, bunun yanı sıra sergiler, tiyatro ve opera temsilleri indirimli olarak izlenebiliyor. Kart ile müze alanları içerisinde bulunan kafe ve hediyelik eşya mağazalarındaki alışverişlerden indirim almak mümkün oluyor.

Habertürk, Haber: Ünsal Ereke, 27.01.2013

BAŞINDA FES OLAN BEYAZ TAVŞAN

 




Tasarımcı Selçuklu tarzı bina talep eden işveren karşısında çaresiz kalıyor. İşveren de ortaya çıkanın garabet olduğunu fark etmiyor. İkisi de bilgi fakiri. Demek ki kullanılan Selçuklu kavramı gerçekçi değil.

 

Selçuklu mimarisi, konunun uzmanları dışında pek tanınmaz. Hakkında kolayca ulaşılıp rahatça okunabilecek, genel ve özlü bilgi veren derli toplu bir kitap da bulunmaz. Varolan az sayıda kitap uzmanlara yöneliktir. Nispeten daha yakın bir döneme ait olan Osmanlı mimarisi bile bu durumdan payını alır. Aslına bakılırsa, ‘Anadolu’nun mimarlık tarihi’ henüz ‘tasarım tarihi’ açısından yazılmadı. Türkiye mimari miras açısından çok zengin olmasına rağmen, mimarlık tarihi pek merak edilen bir konu değil. Bu sorunun çeşitli nedenleri var. Her şeyden önce mimari yapıyı bir müzeye yerleştiremezsiniz. Bu durum binaların sanat eseri olarak algılanmasını güçleştirir. Üstelik mimarlık eseri mülkiyet haklarına konu, yani mimari miras, tapu veya vakıf senedi ile denetlenen bir mülk. Yani mimari mekan üzerine tasarruf, arazi üzerine, dolayısıyla mahalle, köy, kasaba, kent ve ülke üzerine tasarruf demek. 

Kültür şovenizmi 
Sonuçta üzerinde ekonomik ve siyasi güç oyunlarının oynandığı bir alan. Mimari eserin ‘sanat yapıtı’ niteliğini benimsetmek kolay değil. Bu da yetmezmiş gibi, problemli bir tarih algısının olduğu, siyasetin kültür şovenizmi yaptığı Türkiye’de, mimarlık tarihi ideolojilerin de kurbanı. Üniversiteler de onu tasarım öğretiminin merkezinde görmez/göremez. Mimarlık tarihinin ‘varoluşunun dayanılmaz ağırlığı’, hiç varolmamış gibi davranılmasına yönlendirir sonunda. 

Kalıp tasarım 
Çağdaş tasarımların gerisinde çok büyük ve etkili bir inşaat endüstrisinin olduğu genellikle görmezden gelinir. Bugün, tüketim ekonomisinin zorlamasıyla, modern malzeme ve teknolojiler aracılığıyla tasarım ön planda. Ekolojik mimarlık geleneksel ve çevreye duyarlı malzemeler ile yerel tasarımın yararlarını gösterse de, yeni malzemelerle çalışmak her zaman daha cazip. Her şeyden önce bunlar kolay ulaşılabilir, ucuz, güncel ve belki de en önemlisi ‘yenilikçi’. Modern teknoloji ürünlerinin kendine özgü ifade biçimleri olduğu da bir gerçek. Bu biçimler de birer ‘kalıp tasarım’ olarak ithal edilir. Bütün dünyada olduğu gibi, ‘yavan ama tatlı cappuccino, yoğun ama acı Türk kahvesini yerinden eder’. Türkiye’de pek az sayıda tasarımcı bölgeselci/bağlamsalcı bir üslubu benimsese veya eskinin kıymetini bilip miras koruma etkinlikleri içinde yer alsa da, sesleri pek cılız çıkar.
Batı’da bugünkü çoğulcu tasarım ortamını besleyen postmodernizm, tarih birikimi bu denli zengin olan Türkiye’de, bağlamsalcı ve rejyonalist (bölgeselci) denemeler için verimli bir dönem olabilirdi. Ne yazık ki, ‘geçmişle karşılaşmalar’ akademik disiplin çizgisine taşınmadı. 

Kültürel geçmiş nerede? 
Bunun sonucunda, postmodernizmin anonim historisizminin etkisi altındaki teatral bina varyasyonları niteliksiz bir kent estetiği doğurdu. Türkiye’de modernizm, aynı zamanda 1940’larda hüküm süren İkinci Milli Mimarlık dönemine tepkiydi. Öte yandan, bu ‘küresel uluslararası üslup’ yerel kültürel ve tarihi duyarlılıkların kaybına neden oldu. Günümüzde postmodernizm neredeyse her yerde hüküm süren bir kültür, tarih ve çevre cehaletiyle tasarlanan dramatik yapaylıkta kalıpçı ürünler anlamına geliyor. Böyle olmak zorunda değildi!

Paul Ricoeur 1961’de şu soruyu sormuştu: “Modernizasyona doğru giden yolda bir ulusun raison d’être’i yani varlık nedeni olan eski kültürel geçmişi, safra gibi atmak gerekli mi?” Bu soruya “gerekli değil” yanıtını verip, yerel/bölgesel mimari ile uluslararası üslubu birbiri içinde başarıyla yorumlayan kaç tasarımcımız oldu? Pek az!


Dünyada F.L. Wright, Louis Kahn, Tadao Ando, Mario Botta, Carlo Scarpa, Türkiye’de ise Turgut Cansever, mimarlık tarihinden esinlenip özgün eserler yarattı. Aslında artık 2000’li yılların çoğulcu ortamında tasarımcıyı birtakım “o doğru, bu değil gibi” tespitlerle kısıtlamak akıl dışı. Mimarların kendi ifade biçimlerini oluşturabilmeleri durumunda tatmin edici tasarımlar kurgulayabildikleri bir gerçek. İyi mimar, sahip olduğu yetenek ve kültür boyutları ile evrensel olmayı başarıp, kendi tarzını yaratabilen kişidir. Yeter ki farklı kaynaklardan beslenebilme cesaretini her şeye (ve herkese) rağmen göstersin. 

Neden Selçuklu mimarisi? 
Bugün, Türkiye’de çalışan bir mimar, “Selçuklu tarzında bina istiyorum” talebiyle gelen muhafazakar bir işverenle karşılaştığı zaman ne yapabilir? Günümüz kültür ortamında, konu üzerine bir müze, sergi veya sergi kataloğu bulunmadığını, tasarım odaklı derli toplu bir yayın olmadığını fark eder. Zaten okulda da bir iki dersle geçiştirilen bu gelenek, zihniyet dünyasında kalıcı bir etki bırakmamıştır. Bu durumda, belki de bu işi benden önce kim yapmış, yani, “Cumhuriyet öncesi mimariyi modern mimariye kim uyarlamış?” sorusuyla yola çıkarak, örnekleri 20. yüzyıl ilk yarısından kalan Milli Mimarlık üslubunu keşfeder. 1910 ve 1920’lerde Mimar Kemaleddin, Vedat Tek ve Arif H. Koyunoğlu’nun, 1950’lerde de Sedat Hakkı Eldem’in yaptığını kabaca taklit etmek, sonuca giden en kısa yol olabilir. 

Kültürel simgeler 
Daha temel bir soru sorarsak: İşveren neden Selçuklu mimarisi peşine düşer? Geçenlerde bir dindar kesim nikahına şahit oldum. Nikah, Kuran okunarak başlıyordu. Türbanlı gelinin yanındaki damadın başında bir fes vardı ve salona girerlerken Katibim şarkısı çalındı. Anlaşılan dindar insanda bir nostalji hali var. Bugününden mutlu değil. Kendisine ait kültürden bir şeylerin kaybolduğunu, bunları geri kazanmak gerektiğini düşünüyor. Kanada’nın doğusunda, ABD sınırı yakınında kovboy şapkaları ile Western dansı yapılan çadırlar var. Kovboy şapkası ve fes benim için farklı şeyleri çağrıştırmıyor. Her ikisi de nostaljik, ama aynı zamanda birer kültürel simge. Mimariden de beklenen aynı simgesel rol olabilir. Tarihte örnekleri var. Öte yandan bu binalar neden bu kadar kötü? Selçuklu mimarisi ile ne ilgileri var? Hiç! Gerçekten hiçbir ilgileri yok. Örneğin Konya Selçuklu Belediyesi Hizmet binası, Adana Müftülüğü, Erzurum İnönü İlköğretim Okulu ve pek çok başkası. Özgün Selçuklu yapıları penceresiz ve sağır, bunlar ise neredeyse delik deşik, ayrıca yüzeyleri girintili çıkıntılı. Selçuklu binalarının çatısında geniş saçaklar bulunmaz, bunların ise Osmanlı tarzı geniş saçakları var.


Selçuklu mimarisinde belli bir oranı olan kemer dizileri (revak) yer alır, bunların kemerleri her telden çalıyor: Kimisi fazla dar, kimisi fazla geniş, bazısı sivri, omuzlu veya yuvarlak. Bu binaların en belirgin özelliği sivri kemerlerle boydan boya geçilen cepheler, ki bunun Selçuklu mimarisi ile uzaktan yakından ilgisi yok. Selçuklu mimarisinin diğer İslam ülkelerinden ayrılan kendine özgü bir estetiği var. Karton kutu gibi kapalı olan bu yapıların iç mekanları, özenli detayları ve yukarıdan gelip ışık/gölge etkileri oluşturan aydınlatma ile “kapalı cephe/zengin iç mekan” karşıtlığı yaratır. ‘Selçuklu’ denilen ama daha çok sivri kemerli özensiz bir topyekun İslam mimarisi çağrışımı yapan bu uygulamaların sahip olduğu ‘simge boyutu’nun ‘mimari eser’ boyutunu ortadan kaldıracak denli güçlü ve ön planda olduğu anlaşılıyor. 

Fesli tavşan 
Buradaki açık gerçek, tasarımcının Selçuklu tarzı bina talep eden işveren karşısında çaresiz kaldığı. İşveren de sonuçta ortaya çıkanın bir garabet olduğunu fark etmiyor. İkisi de bilgi fakiri. Demek ki kullanılan ‘Selçuklu’ kavramı gerçekçi değil. Burada talep edilen başa fes giymek gibi bir ‘asr-ı saadet’ simgesi. Böyle olunca mimari nesne, aslının yerini alan ‘simulakrum’ düzeyine ulaşmış gerçeküstü bir durum. O travma geçirmiş bir ruh halini yansıtan yeni tür bir gerçeklik. Ruh hali kadar gerçeküstü; Disneyland kadar hayali ve çocuksu. Ankara ’da bir projede öngörüldüğü şekilde, Atatürk Bulvarı’nın boydan boya bu ‘Selçuklu’ cepheleri ile giydirildiğini düşünün: Harikalar diyarında, başında fes olan beyaz tavşanın peşindeki Alis olmayı hak edecek ne [çok şey] yaptık!

Radikal İki, Yazı: Prof.Dr. Ali Uzay Peker / ODTÜ, Mimarlık Tarihi, 27.01.2013

İSTANBUL'UN TARİHİ HER AN YANABİLİR

 
Geçen hafta Galatasaray Üniversitesi yerleşkesindeki 142 yıllık tarihi bina yandı. Çıkış nedeni olarak ‘elektrik kontağı’ açıklaması yapıldı. Akıllardaki sorulardan biri de şuydu: Binada yangın önlemi almak mümkün değil miydi? Zira İstanbul , tarihi bina yangınına ilk kez tanık olmuyor. İstanbul’un geçmişi küle dönmüş tarihi bina hikayeleriyle dolu. Bir başka önemli soru: İstanbul’da kaç tarihi bina daha risk altında? Bu sorunun yanıtını Aydın Üniversitesi Afet Eğitim Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Kubilay Kaptan veriyor.

670 yıllık binalar var
Konuyla ilgili hazırlanan rapordan bilgiler aktaran Kaptan’a göre 18 saray, 4 köşk, 14 han, 4 tarihi çarşı, 2 tarihi gar, 5 medrese ve 5’i kasırdan oluşan toplam 52 tarihi yapı ‘her an yangın riski’yle karşı karşıya. Topkapı Sarayı, Mısır Çarşısı, Yıldız Sarayı gibi yapıların da içinde bulunduğu bu listede sadece Dolmabahçe Sarayı’nda tarihi binalara uygun yangın söndürme sistemi var. Kaptan, şunları söylüyor: “Tarihi yapıyı koruyamadığımız ya da kasıtlı biçimde korumadığımız için otel ya da farklı bir şeye dönüştürülmesi tarihe ihanettir. İstanbul’da en eskisi 670 yaşına varan tarihi binalar bulunuyor. İstanbul ne kadar değişirse değişsin bunlar elimizdeki gururumuz. Bu yapılardan bazılarının bugünün mimari özelliklerini yansıtan, yaşama ömrü en fazla 100 yıl olan geçici ve parasal bir değer için korunmaması üzücü. Bunlar korunsa ve devlet eliyle kültürel amaçlar için kullanılsa şahısların kazancı için otel alacağına devletin kasasına girer.”


Risk altındaki binalar
Topkapı Sarayı: Yangın riski
Adile Sultan Kasrı: Yangın riski
Florya Atatürk Köşkü: Deprem, tsunami ve yangın riski
Mısır Çarşısı: Yangın ve deprem riski
Sirkeci Garı: Yangın riski
Feriye Sarayları: Yangın ve deprem riski
Sepetçiler Kasrı: Yangın riski
Yıldız Sarayı: Yangın riski
Dolmabahçe Sarayı: Deprem riski
Aynalıkavak Kasrı: Yangın riski

Radikal, Haber: Enis Tayman, 27.01.2013

103 SENE ARA İLE ÇIKAN BU YANGINLARIN SEBEBİ HİÇ BİTMEYEN LANET OLABİLİR Mİ?

 

Feriye Sarayları’nın bugüne gelebilen son üç binasından biri olan ve Galatasaray Üniversitesi’ne tahsis edilen kısmı bu hafta çatır çatır yandı...

Yangının sebebini bulabilmek için araştırmalar devam edip herkes birşey söylerken en doğru yorumu ilkokulu 1940’lı senelerde Galatasaray Lisesi’nin kullandığı binada okumuş olan Mehmet Şevket Eygi yaptı. Köşesinde “Eskiden binada sobalar vardı, yatakhaneler de soba ile ısıtılırdı” dedi ve “O senelerde sobaların kullanıldığı binada yangın falan çıkmamıştı ama teknoloji bugün bu kadar ilerlemiş iken ve kalorifer de varken şimdi neden yanıyor?” diye sordu.

YIKILDI, YAPILDI; YIKILDI, YAPILDI
Feriye’deki yangının binbir türlü sebebi olabilir ama eski İstanbul’da yaygın bir kanaate göre tek bir sebep vardır: Feriye’nin ve hemen yanıbaşındaki Çırağan Sarayı’nın yükseldiği arazinin eskiden bir “şeyhler mezarlığı” olması ve temellerin altında asırlardan buyana duran mezarlardan bazılarının hala kaldırılmaması...

Çırağan’dan Feriye’ye uzanan yani bir tarafında Çırağan Oteli’nin, diğer ucunda da Kabataş Lisesi’nin kullandığı binanın yeraldığı arazinin macerasını kısaca anlatayım...

Beşiktaş’tan Ortaköy’e uzanan arazide, asırlar boyunca hanedan için saray büyüklüğünde yalılar inşa edildi. Padişahların bazıları bu yalılarda yaşadılar, bazıları binaları kızkardeşlerine hediye etti, yalılar zamanla yıktırıldı ve yerlerine yenileri yaptırıldı...

Bu binaların arasında, şimdi Çırağan Sarayı’nın bulunduğu yerde 1613’ten itibaren bir de Mevlevi tekkesi vardı: Beşiktaş Mevlevihanesi...

ORADAN ORAYA TAŞINDI
Kapdan-ı Derya Ohrili Hüseyin Paşa tarafından kurulan tekke iki buçuk asır boyunca orada idi ama Sultan Abdülaziz’in Çırağan Sarayı’nın inşaatına karar verdiği 1860’ların başında istimlak edildi ve yıktırıldı. Tekke önce Maçka’ya, oradan Tophane’nin ilerisindeki Fındıklı’ya ve nihayet Haliç’teki Bahariye’ye nakledildi.

MEZARLARI BODRUMDA UNUTTULAR
Çırağan’dan Ortaköy’e uzanan sahilde bir asırdan buyana devam ettiğine inanılan tuhaflıklar ve uğursuzluklar, işte bu istimlakle başladı...

Mevlevihane’nin şeyhlerin de defnedildikleri mezarlığı Çırağan Sarayı’nın altında kalmıştı, bazı mezarlar da Feriye tarafında idi ama inşaat yapılırken nakledilmeleri unutulmuş, tekkede şeyhlik yapmış 12 Mevlevi dedesinin kabri de Çırağan’ın bodrumunda kalmıştı.

Saraylar inşa edildi ama felaketler birbirini takip etti ve eski İstanbullular, bu uzun sahildeki binalarda bir asırdan fazla bir zaman boyunca yaşanan yangınları ve diğer felaketleri hep mezarların varlığına ve tekkeleri yıkılan Mevlevi şeyhlerinin bedduasına bağladılar...

MEVLEVİ TÜRBESİ BAR OLDU
1980’lerde Çırağan Sarayı’nın enkazının otel haline getirilmesi sırasında aksaklıklar yaşanıp bir de yangın çıkması üzerine aynı söylentiler yeniden yayıldı ve mezarlar 13 Temmuz 1986’da taşları ile beraber Galata Mevlevihanesi’ne nakledildiler, şeyhler mezarlığı da “bar” yapıldı. Ama, Çırağan’dan Feriye tarafına uzanan arazide de yine eski devirlerden kalma bazı mezarların bulunduğuna, temellerin altında kalan bu mezarların nakledilmesinin unutulduğuna ve mezarlar kaldırılıncaya kadar sıkıntıların devam edeceğine hala inanılıyor.

Bütün bunlar, eski İstanbullular’ın arasında bir buçuk asırdan buyana devam edegelen söylentiler.... Malum sahilde olup bitenleri anlattığım bu sayfadaki kutuyu okuyun ve ortada bir lanetin yahut bedduanın olup olmadığına da artık siz karar verin...

İstanbul yangınlarında asırlardır herşey aynı, değişen birşey yok!


İstanbul’da ahşap binalara musallat olan yangınları en iyi ifade eden yazılardan biri, Türk edebiyatının büyük ismi Refik Halid Karay’ın 1940’larda kaleme aldığı “Çocukluğumun Yangınları” başlıklı makalesidir.

TANRI’YA ADAK GİBİ
İşte, Refik Halid’in bundan 70 sene önce sanki bugünleri anlatırcasına kaleme aldığı yazısının bazı bölümleri:

“...Bazı mahallelerde epeyce yaşlanmış evlere ve konaklara şaşarak bakardık: Nasıl oldu da şimdiye kadar yanmadı diye...

...Ve tuhafı şuydu ki, şehir bir taraftan yanar, öbür taraftan devrin gözdeleri yine otuzar, kırkar odalı ahşap konaklar ve yalılar kurmaktan geri kalmazlardı. Devlet adamlarından hiç kimse ...yangın söndürme vasıta ve aletlerini yoluna koymak düşüncesine kafasında yer vermezdi. Sanki biz, eski zamanlarınkine benzeyen ve gizli tutulan bir din sahibiydik: Nasıl ilahlara ...insan eti verirler, taze kızlar kurban edilirse biz dahi korkunç bir tanrıya yaksın, şenlik yapsın, gönül eğlendirsin diye ev kurar, yapı sunardık. Bu tanrı da vakit vakit kurbanlarımızı kabul eder, birer beşer, bazı zaman yüzer beşeryüzer tutuşturur, seyrine bakar, yatışır ve bir müddet yakamızı bırakırdı.

...Yangına ciddi şekilde karşı koymak, tedbir almak, yangını önlemek, bu gizli din bakımından muhakkak ki insanı cehennemden çıkılmayacak surette ağır bir cezaya çarptıracak günahlardandı. Ne padişah, ne devlet adamları, ne de cami, çeşme gibi hayrat yaptıranlar bu iman dışı işe yanaşabildiler... İtfaiyeye hortum almaktan bile kaçındılar.

İstanbul asırlarca yapıldı, yakıldı, yine yapıldı, yine yakıldı. Sonunda, Meşrutiyet elde kalanın çoğunu yaktı ve hiçbirini yapmadı. O acayip devirden yadigar olarak elde bir dikili ağaç yoktur. Hatta dikili ağaçtan vazgeçtik, Atmeydanı’ndaki (Sultanahmet Meydanı) Dikilitaş’ın bile yerinde nasıl olup da kaldığına şaşarım”.

Bir sahilde ardarda bu kadar çok felaket de yaşanmaz ki!


◊ Çırağan Sarayı’nın inşasını, Sultan Abdülaziz emretmişti. Mimar Balyan’ın eseri olan sarayın yapımına 1863’te başlandı, dört milyon altın harcandı ve saray tam sekiz senede tamamlandı. Sultan Abdülaziz, 1871 Eylül’ünde yapılan resmi açılış töreninde ayağı tökezleyip neredeyse düşmek üzere olmasını hayra yormadı, Çırağan’ı terketti ve saray resmen açılamadı.

◊ Sultan Aziz, beş sene sonra tahtından indirildi; Çırağan’ın hemen ilerisindeki Feriye’ye, şimdi Kabataş Lisesi’nin kullandığı binaya götürüldü ama birkaç gün sonra öldürüldü. Yerine geçen yeğeni Beşinci Murad, tahtta 93 gün kalabildi, o da tahtından indirildi ve Çırağan’a kapatıldı.

◊ 1878 Mayıs’ında, Sultan Murad’ı yeniden tahta çıkarmak isteyen gazeteci Ali Süavi, Çırağan’a girmesinden birkaç dakika sonra kafası sopayla kırılarak öldürüldü. Beşinci Murad, Çırağan’dan Feriye’ye nakledildi, orada 26 yıl hapis yaşadı ve saraydan 1904’te ancak cenazesi çıkabildi.

◊ 1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edildi ve Çırağan Sarayı’nı Meclis-i Mebusan binası yani “parlamento” yaptılar. Ama lanet, meclisin sarayda sadece iki ay çalışmasına izin verdi. 19 Ocak 1910 gecesi çıkan yangın Çırağan’ı yoketti ve sarayın sadece dış duvarları kaldı.

◊ Enkaz, neredeyse 80 sene boyunca öylece kaldı... Düzinelerle işadamı binayı otel yahut müze yapmaya uğraştı ama hiçbiri beceremedi... Eskiyi bilenler, “Mezarlar bodrumda öylece dururken, değil inşaat yapmak, enkaza çivi bile çakılamaz...” diyorlardı...

◊ 1980’lerin sonunda, uluslararası bir konsorsiyumla enkazın otel yapılması konusunda anlaşmaya varıldığında, mezarlar hala bodrumdaydı... İnşaat başladı ama peşpeşe yangınlar çıktı, konsorsiyumdaki şirketlerin bazısı krize girdi ve restorasyonun parasını sağlayan BCCI bankası iflas etti.

◊ İflaslar üzerine ihale el değiştirdi. Mevleviler de, bu arada sarayın mahzenindeki mezarları 1986 Temmuz’unda Tünel’deki, Galata Mevlevihanesi’ne naklettiler. İnşaatın kazasız-belasız tamamlanması için artık engel kalmamıştı ve öyle oldu.

◊ Feriye Sarayları ise şehirde evleri olmayan hanedan mensuplarına lojman olarak verildi. Binalar bir asır boyunca durmadan yandılar ve yanan kısımların yerine yenileri inşa edildi.

◊ Sarayın sakinlerinden biri, Sultan Abdülaziz’in oğlu olan büyük bestekar Şehzade Seyfeddin Efendi idi. Bir ara ticarete merak saldı ama iflas etti ve Feriye’ye gelen icra memurları şehzadenin piyanosuna kadar bütün eşyasını haczedip sattılar.

◊ Feriye’nin bir diğer sakini, sonraki senelerde Osmanlı tahtına geçecek ve imparatorluğun son padişahı olacak Şehzade Vahideddin Efendi idi. Şehzade 8 Haziran 1885’te 24 yaşında iken Abaza Hasan Bey’in 19 yaşındaki kızı Nazikeda ile evlenip Feriye’ye yerleşti ama dairesi 1889’da yandı, kendilerini üzerlerinde gecelik entarileri ile rıhtıma atan Vahideddin Efendi ile hanımı evsiz kaldılar. Şehzadenin yangından kurtarabildiği tek eşya, büyükbabası İkinci Mahmud’a ait tepsisi bağa, hokkası yıldız taşı, tepsi kulpları ve hokka kapakları som altından bir yazı takımı oldu.

Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 27.01.2013

GÜNAY'IN EN ÖNEMLİ BAŞARISI

 
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay günahları ve sevaplarıyla 5.5 yılı geride bıraktı. Tiyatro, sinema, sit alanları gibi bakanlığına bağlı birçok alanda sivri çıkışları, Başbakan’la ters düşen görüşleriyle medyanın önünde olmayı seven bir isimdi. Bakanlıktan düştükten sonra attığı ilk tweet’te “Selimiye Camii ve Çatalhöyük antik şehrin UNESCO listesine girmesini görevimin en onurlu anıları olarak koruyacağım” yazdı. Lakin Günay döneminin en önemli başarısı 19. yüzyıl ortalarından itibaren yasal olmayan yollarla yurtdışına kaçırılan eserlerin teker teker ülkeye iadesini sağlamasıdır. Uzun yıllar bu mesele hiçbir kültür bakanı tarafından gündeme getirilmemişti. Günay, son 2 yıldır yürüttüğü ince diplomasi siyasetiyle hiçbir müzeye dava açmadan çok sayıda eserin iadesini sağlamayı başardı.

Günay neler getirdi?
Almanya ’nın elinde 94 yıldır esaret çeken Hattuşa antik kentinden götürülen Boğazköy Sfenksi Berlin müzesince ülkemize iade edildi. Bakan Günay, “Hattuşa’daki arkeoloji kazılarına devam etmek istiyorsanız bu eseri ülkemize iade edin” tehdidinde bulunmuş, 3 ay sonra eser ülkemize gelmişti. Ardından alt yarısı Antalya Müzesi’nde bulunan Yorgun Herkül heykeli Boston’dan getirildi. Troia hazinelerine ait 24 parça eserin yine ABD Penn Müzesi’nden iadesi sağlandı. Bursa Sinanpaşa Camii’ne ait çinilerin de İngiltere ’den getirilmesi büyük sükseyle Başbakanlık’ta tanıtıldı. Günay’ın döneminde kayıtlara geçen irili ufaklı sikke, mühür gibi toplam 4 bin 983 eser ülkemize getirildi. Kumluca definesi, Getty Müzesi’nden 10 heykel, Victoria Albert Müzesi’nden Eros Başı, Almanya’dan Kanatlı Denizatı Broşu’nun da getirilmesi an meselesi. Yeni Bakan Ömer Çelik’in de eserlerin iadesi konusunda aynı duyarlılığı göstermesi bekleniyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 26.01.2013

'ÇİNLİ KIZ' TABLOSU AÇIK ARTIRMAYA ÇIKIYOR

 

Tüm dünyada en çok kopyalanan ve yarım milyondan çok satan “Çinli Kız” tablosu, açık artırmada satılacak. İngiltere’nin başkenti Londra’daki Bonhams müzayede evi, Rus ressam Vladimir Tretchikoff’un ünlü tablosunun 20 Mart’ta yapılacak Güney Afrika Sanatı açık artırmasında satışa çıkarılacağını açıkladı. Yeşil renkli teni ve kırmızı dudaklarıyla Çinli Kız’ın portresinin, en az 1 milyon dolara alıcı bulması bekleniyor. Rusya’da doğan ve Şanghay’da büyüyen Tretchikoff, 1946’da Güney Afrika’ya yerleşmiş ve amcasının Cape Town’daki çamaşırhanesinde çalışan 17 yaşındaki Monika SingLee’nin portresini 1952’de tamamlamıştı.

Habertürk, 26.01.2013

GÜNAY GÖREVİ ÇELİK'E DEVRETTİ

 

 

Yeni Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, düzenlenen törenle görevi eski Bakan Ertuğrul Günay'dan devraldı. Bakan Çelik, Günay ile halef-selef olmanın kendisi için bir gurur olduğunu ifade ederek, "Sayın Bakan Türkiye'de Bosna Hersek için mücadele eden birkaç kişiden biriydi. Ben o zamanlar öğrenciydim. Satın Bakanımızın birikiminden her zaman faydalanacağız" dedi. Kültür Bakanlığı Ulus makamında gerçekleştirilen devir teslim töreninde Günay ise hiçbir görevin sonsuza kadar baki olmadığını vurgulayarak, Çelik'e sonsuz başarılar diledi.

Sabah, 26.01.2013

 

******


DEVİR TESLİMİN GİZLİ AJANSI

 

Beş yıl önce Ertuğrul Günay göreve geldiğinde ‘Bu ajandayla uyumak mümkün mü?’ diye onu bekleyen meselelerin bir listesini hazırlamıştık. Dönüp o ajandayı gözden geçirdik ve bir nevi eski bakanın karnesini çıkarttık. Kimisi çözülmüş, kimisi unutulmuş, kimisi de yeni gelişmelerle farklı mecralara akmış bu sorunlar şimdi yeni bakan Ömer Çelik’in gündeminde...


KORSANDA KARA LİSTEDEYİZ

2007: Türkiye uluslararası raporlarda ‘izlenmesi gereken ülke’ konumundan kurtulamadı. Üstelik bu dönemde internet üzerinden paylaşım ortaya çıktı. Ve korsan sanal aleme de sıçradı.
2013: Artık ortalıkta fazla korsan kitapçı ve CD’ci görülmese de korsan bitmiş değil. Beş yılda korsan internetten ‘indirilir’ oldu. Bunu engelleyecek yeni yasalar çıkartılıyor ama hala Türkiye’nin bir korsan cenneti olduğu ortada.


MÜZİK PİYASASI ÇÖKTÜ
2007: Albüm satışları çok kötü durumda, bunun en büyük sebebi de internet üzerinden paylaşım. Meslek birlikleri sürekli isyan halinde...
2013: Dünyada ve Türkiye’de paylaşım azaldı, dijital müzik pazarı diye bir şey doğdu. Meslek birlikleri de bu alana uyum sağladı, en son iTunes’un da Türkiye pazarına girmesiyle herkes halinden memnun görünüyor. Tabii o eski satışlar artık hayal.


SİNEMA DESTEKLERİ
2007: Sinema projelerinin desteklenmesi AKP iktidarı döneminde arttırıldı. Ama tartışmaları da hiç eksik olmuyordu.
2013: Türkiye sinemasının ve dizi sektörünün büyük gelişim içinde olduğu gerçek. Ama sektörün bakanlıktan beklediği maddi ve yasal düzenlemeler var. Mesela Sinema Yasası, mesela gişeden kesilen vergilerin Maliye’den bakanlığa aktarılmasında yaşanan sıkıntılar, mesela Sinema ve Telif Hakları’nın ayrılmasıyla ortaya çıkan bürokratik engeller... Ayrıca filmlerin dağıtım sorunlarında da bakanlığın aktif olması sektörün beklentileri arasında. Bizzat bakanlıkça desteklenen filmler bile salon bulamıyor. Aynı şekilde film festivallerine verilen destekler de geçen yıllara oranla düşmüş durumda. Ayrıca Türkiye’nin hala bir ulusal sinema merkezi yok.


AKM YIKILACAK MI?
2007: Atatürk Kültür Merkezi yıkılacak mı yoksa ciddi bir restorasyondan mı geçecek? Atilla Koç’un AKM’nin yıkılıp yeniden yapılacağıyla ilgili açıklamaları hayli tepki çekmişti. AKM meselesi Koç gibi Günay’ı da hayli meşgul edeceğe benziyor.
2013: Evet, bu mesele Günay’ı epey meşgul etti. Yıkımdan vazgeçildiyse de hazırlanan çağdaş yenileme projesinin iptal edilmesi üzerine AKM yıllarca bekledi. Nihayet Bakan Günay, Sabancı’nın sponsorluğunu da alarak kültür merkezini eski haline getirecek çalışmaları başlattı. AKM hala onarımda.


DT MESELESİ
2007: Atilla Koç’un döneminde en çok tartışılan konuların başında Devlet Tiyatrosu geliyordu. Yıllardır tartışılan kapsamlı Devlet Tiyatroları yasası ve özerklik yine gündemde.
2013: DT için gündem epey değişti. Günay döneminde kurum sahne ve turne sayısını, oyun sayısını arttırdı. Ama geçen yıl Başbakan’ın gündeme getirdiği ‘kapatılma’ meselesi bakanın epey başını ağrıttı. Günay, DT’nin aynen devam etmesini sağladı, ama yeni Kültür Bakanı’yla ‘yeni yasa’nın gündeme gelmesi sürpriz olmayacak.


YÖNETİMDE İSTİKRAR
2007: Devlet Opera ve Balesi, Koç döneminde sürekli görevden almalar ve göreve iadelerle gündeme geldi. Aspendos Opera Bale Festivali kan kaybetti.
2013: Beklenen istikrar sağlandı, bakanlığa bağlı kurumlarda görevden alma-iade tartışmaları ve çekişmeleri yaşanmadı.


ÖDENEK VE KADRO
2007: DT, Opera Bale ve Kültür Bakanlığı Orkestraları ciddi biçimde ödenek ve kadro sorunu yaşıyor.
2013: Devletin klasik müzik kurumları sorunlarını aşamadı. Bu dönemde özel orkestraların daha dikkat çektiği, öne çıktığı görüldü.


ÖZEL TİYATROLARA DESTEK
2007: Kültür Bakanlığı’nın özel tiyatrolara destek işi tartışmalı olmaya devam etti. Kim destek aldı, kim almadı tartışmaları ‘Kayıkçının Küreği’ meselesine kadar geldi dayandı...
2013: Özel tiyatroların aldığı destekler tartışma konusu olmaktan çıktı. Bu konuda kurulda yapılan değişiklikler kadar, tiyatro dünyasında yaşanan değişimin de etkisi oldu. Destek peşinde koşmayan, genç, küçük, bağımsız yenilikçi topluluklar tiyatro gündemini belirler oldu.


ÇAĞDAŞ SANAT NE Kİ?
2007: Çağdaş sanata ilişkin devletin bir politikası yok. Mesela bağımsız projelerin desteklenmesine yönelik Batılı ülkelerde olduğu gibi bir mekanizma beklentisi var.
2013: Bu alanda dal kıpırdamadı, aynı aldırmazlık hali devam etmekte.


İSTANBUL RESİM HEYKEL MÜZESİ
2007: Türk sanat tarihinin hafızasını bulunduran müzenin kötü durumu, ilgisizlik, hiç bitmeyen bir problem.
2013: Müze resmen kapandı. Cumhurbaşkanı, Başbakan gibi siyasi aktörlerin de dahil olduğu bir süreçte, problemli tarihi binasını terk edeceği duyuruldu. Antrepolarda yeni bir müze kurulması için Emre Arolat bir proje hazırladı. Projenin uygulanıp uygulanmayacağı, ne zaman başlayacağı belirsiz… Binlerce paha biçilmez resim artık antrepoda bekliyor.


VAH MÜZELER VAH...
2007: Uşak Müzesi’ndeki hırsızlık vakaları, müzelerin kötü fiziksel durumunu ve teşhir problemlerini tekrar gündeme getirdi. Uzmanlar yetersiz, teşhirler kötü, binalar dökülüyor...
2013: Kimi müzelerde iyileştirmeler yapıldıysa da genel sorunlar sürüyor. Bakan Günay’ın bizzat ilgilendiği Gaziantep’teki yeni Zeugma Müzesi beğeni topladı. Günay’ın arkeoloji merakı sayesinde kazılar daha çok gündeme geldi. Kazı ekiplerine restorasyon ve yayın zorunluluğu getirildi. Son beş yılın belki de en önemli atılımı kaçırılan tarihi eserlerin iadesinde sağlandı. Binlerce eser, yurtdışındaki müze ve koleksiyonlardan ait oldukları Anadolu topraklarına döndü. Müze gişelerinin özelleştirilmesi çok tartışıldı. Müzekart uygulaması yaygın kabul gördü.


ANKARA’NIN TAŞINA BAK!
2007: Ankara başlı başına bir sorun. Resim Heykel Müzesi kapalı. Hiçbir sanat müzesi yok. Cer Atölyeleri’nde kurulması tasarlanan Modern Sanat Müzesi yarı yolda kaldı. Salon sorunu var, müzik ve film festivalleri güçlükle yapılabiliyor...
2013: Bu arada Ankara Resim Heykel Müzesi, yenilenip açıldı. Bu kez de envanter sayımlarında ortaya çıkan, kaybolan ve çalınan eserleriyle gündeme geldi. Devletin çeşitli kurumlarına dağıtılan tabloların geri toplanması için bir çalışma başlatıldıysa da sonuçlanmadı…Cer Atölyeleri müze olamadı ama Cer Modern adıyla bir kültür merkezine dönüştü. Kimi iyileştirmelere rağmen halen Ankara’nın 3 milyonluk nüfusuna ve başkent kimliğine yakışır bir kültür sanat ortamı yok.


AYAZAĞA NE OLACAK?
2007: Ayazağa Kültür Merkezi... Türkiye’nin en iyi konser salonu olma iddiasındaki proje, yıllardır terk edilmiş bir inşaat alanı olarak duruyor.
2013: Kültür merkezinden vazgeçildi. İKSV’nin yaptırdığı inşaat yıkıldı ve burada dev bir konser alanı kuracak yeni bir proje hazırlandı. Ne aşamada olduğu belirsiz.


KÜLTÜR MERKEZLERİ
2007: Türkiye’nin dört bir yanındaki kültür merkezleri tamamen atıl durumda. Yarım kalmış onlarca kültür merkezi inşaatı var.
2013: Gerek Atilla Koç’un gerek ondan görevi devralan Ertuğrul Günay’ın çok üzerinde durduğu bu konu, bir şekilde unutuldu.

 

YENİ BAKANI BEKLEYEN DİĞER MESELELER

 

BAŞBAKAN’IN AÇIKLAMALARINI TERCÜME ETMEK

Eski Bakan Ertuğrul Günay’ın en çok zorlandığı başlıklardan biriydi. Başbakan’ın sanat eserleri ve kurumları hakkındaki sert açıklamalarını ‘usulünce’ tercüme etmek. Sanat dünyasından gelen tepkileri savuşturmak gibi zorlu bir görev bekliyor.
EMEK SİNEMASI
Günay’ın önce “Emek Sineması’nın yıkılmasına karşıyım” deyip daha sonra aslında Emek’in yıkımına yol açacak proje için “Yeni proje hiç de fena değil” demesi hayal kırıklığı yaratmıştı. Sinemaseverler için hem duygusal hem de simgesel değeri üst seviyede olan Emek Sineması’yla ilgili Ömer Çelik’in tavrının nasıl olacağı merak konusu.
DİJİTAL YAYINCILIK
Dijital yayıncılık kültür endüstrisinde büyüyen ve büyük potansiyel taşıyan bir alan ancak sektörün yasal düzenleme beklentileri de var. Örneğin telif hakları sorunu, KDV oranı henüz belli değil.
MUHAFAZAKaR SANAT
Geçen yılın tartışma gündemlerinden birisi de ‘muhafazakar sanat’ tartışmalarıydı. Sinema alanında başlayan ve sanatın diğer alanlarını da kapsayacak şekilde devam eden bu tartışmalar, zaman zaman kurumların ve bazı sanat eserlerinin hedefe konulduğu noktalara kadar uzandı. Sinema Genel Müdürlüğü’nün ‘aile ve kahramanlık filmlerine destek’ açıklaması tartışmalar yarattı. Bakan Çelik’in, muhafazakar, çağdaş, liberal, sosyalist... vs. ayrımı yapmadan bütün sanat eserlerinin arkasında duracaklarını, sanatçıları ve kurumları destekleyeceğini hissettirmesi gerekiyor.

Radikal, 26.01.2013

YANGINDA BAŞ ŞÜPHELİ KUŞLAR

 

 

Galatasaray Üniversitesi’nin Beşiktaş yerleşkesindeki tarihi binada çıkan yangının kesin nedeni hakkında elde resmi bilgi bulunmasa da uzmanlar farklı teorilerle bu olayı tartışmayı sürdürüyor. Bu teoriler arasında en ilginci ise eski Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu üyesi mimar Sinan Genim’e ait. Sinan Genim’e göre, çatıdaki, ‘parlayıcı’ özellikteki güvercin ve martı gübresi yangında çatının bir anda alev almasına neden oldu.

Barut yapımında kullanılır
Radikal ’e yaptığı açıklamada Galatasaray Üniversitesi yangını için “Komploya gerek yok” diyen Sinan Genim, yangını söndürmenin herhangi bir söndürme sistemi kurulmuş olsa dahi mümkün olmadığı görüşünde. Çünkü Genim, tecrübelerinin ışığında yangını hızlandıran ve büyüten, dolayısıyla söndürülemez hale getiren en önemli etmenin ‘güherçile’ yani kuş gübresi olabileceğini açıkladı. Genim, teorisinin aslında oldukça basit bir mantık silsilesine dayandığını anlattı:
“Aynı şeyin Milli Eğitim Müdürlüğü binasında da yaşandığını düşünüyorum. Yangın nerede parlıyor? Çatıda. Çünkü orada güvercinler veya martılar yuva yapıyor. Zamanla dışkıladıkları gübre orada birikiyor. Buna güherçile denir. Barut yapmak için kullanılır. Ben Haydarpaşa Lisesi mezunuyum. Çatıda 20-25 santim güherçile vardı. Temizlemek beladır. İnan Kıraç Bey de geçenlerde anlattı Galatasaray Lisesi’nin çatısındaki güvercin gübrelerinin çokluğunu. Eminim burada da çok fazla vardı.”

Yangın duvarın içinden sürüp çatıya çıktı
Yangının güherçileye ulaşması konusundaki teorisini ise ahşap binaların taşıyıcı sistemi olan bağdadiye bağlayan Genim, şöyle konuştu:
“Oraya gelmiş bakmışlar. Zabıt tutulmuş. Odada çıkan ilk yangın söndürülmüş. Ancak demek ki yangın duvarın içinde sürmüş. Zaten 1871 tarihli bir bina. O taşıyıcı sistem öyle bir kurumuştur ki çakıltaşı sürtseniz alev alır. Tahminim çatıya ulaşıp güherçileyle buluşunca yangın parlamış olabilir. Yangın da o zaman görülmüş. Tabii bu arada ahşap bina bu. Ahşap tozları da her yerde. Yani bu yangını kimse söndüremezdi. Yangın söndürme sistemi de engellemezdi.”

 

‘Ne kadar çok kullanıcı, o kadar risk’

Peki ahşap bir yapıda yangını önlemenin hiç yolu yok mu? Sinan Genim, binayı yangına karşı daha güvenli kılmak için önlem alınabileceğini kaydetti. Pera Müzesi için tasarladığı gazlı söndürme sisteminin sergilenen eserleri sudan da koruyabildiğini, Büyük Postane binası için tasarladığı duvardan yağmurlama sisteminin ise tavan süslemelerine zarar vermeyecek biçimde düzenlendiğini belirten Genim, yine de tarihi ahşap binalarda çıkan yangınları söndürmenin neredeyse imkansız olduğunu vurguladı. Ahşap kimi yapılarda bunu engellemek için duvarların kimyevi köpüklerle doldurulduğunu da belirten Genim, “O zaman da zamanla kimyevi buhar çıkıyor. İçinde oturmak mümkün olmuyor” dedi.


Galatasaray Üniversitesi özelinde tarihi binanın kullanılma şeklini de eleştiren Genim, “Bu bina her odasında bir ilki kişinin yaşayacağı şekilde yapılmış. Ama şimdi her odada masalar, kitaplar, öğretim üyeleri var. Öğrenciler girip çıkıyor. Ne kadar çok kullanıcı, o kadar risk” diye konuştu.


Sinan Genim’e göre bu yapıların kagirleştirilmesi gerekiyor: “Ancak bazı kurullar, tarihi binalardaki restorasyonlarda pek çok şeye izin vermiyor. Yangın söndürme sistemleri, yapının kagirleştirilmesi gibi konularda bu nedenle düzenleme yapılması mümkün olamıyor.”

Radikal, Haber: Enis Tayman, 26.01.2013

 

******


GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ'NDE YANGIN

 

 

İstanbul, yangınları dolayısıyla mensup olduğu bütün bir medeniyetin eridiğini gören şehirdir. 17’nci asırdan beri bilinen büyük yangınların başlıca özelliği rüzgarın komutası altında ateşin birkaç gün boyunca etrafı yok etmesidir. Yangın başladığında uzak denen semte bile bigane kalınamazdı zira yangın her yere ulaşabilirdi. Bu büyük yangınlar şehirde yazma kitap, çeyiz sandığında işleme, mücevher kutusunda elmas bırakmamıştır.


Zamanımızın yangınları artık böyle büyük çapta değil. Şehirlerimiz betonlaştı. Lakin eski eserlerin yanması durmak bilmiyor ve en beteri de yananın yerine konan yeninin eskisiyle alakasının olmaması. Genelde yangın birtakım müteahhitler ve emlak spekülasyoncuları için bir nimet. Mal sahipleri ve koruma kurulları arasındaki çekişmeler uzuyor ve sanmayalım ki kurullar her zaman doğru olanı savunuyor, itiraz eden yurttaşlar da her zaman gerçekten hakkı olanı talep ediyor.
Türkiye şehirleri önce bir yangın yeri, ardından da ihmallerin kirlettiği beldelerdi. İmparatorluğun son nesli ve ilk cumhuriyet kuşağı için eski bina yüz karasıydı. Onlara göre ister kubbeli bir 16’ncı asır hamamı, ister ahşap bir paşa konağı olsun yerle yeksan edilesi yerlerdi. Bugün de betonla ucubeleşen şehirler çevreyi karartıyor. Belki de Hindistan’dan sonra eriyip giden, bakılamayan bir eski eser ve civarında da son yetmiş yılın çirkinlikleri yer alıyor.


Galatasaray Lisesi’nin, modern Ortadoğu’nun, dünyanın medar-ı iftiharı bir kurum olduğu açık. Bu okulun yeri için süren rekabet de biliniyor. Şu son asırda modern Türkler eski binaları turizm için kullanıyor. Modern Hintlerin de yaklaşımı aynı. Binaların turizmle ilgisi yoksa harabe olmaya terk ediliyor. Eğer otel olma kapasitesi varsa hayatında otelcilik yapmamış yeni sermayedarlar oraya el atıyorlar. Hatta İstanbul’u tanımayan İstanbullu sanayi burjuvazisinin gençleriyle berikiler bu konuda yarış halinde.


İstanbul’da doğup büyüyen, bu şehrin eliti içinde yaşayanlar bu şehri tanımıyor. Bir tanesinin Selimiye Kışlası için; “Burası nere oluyor?” dediğini hatırlıyorum, cevabını alınca, “Aaa kışla olur mu ama, otel yapılması çok iyi olur” dediğini ise hiç unutmuyorum. Bu havanın içine başkaları da katılmaya başladı. “Kıyılardaki eski saraylar okul olmaz, müze olsun” gibi. Müze olacak okullar var ama kıyıdaki binanın müze olması hiç tercih edilecek bir yol değil. Hazret müzenin ne olduğunu içindeki eşyanın nasıl muhafaza edileceğini pek bilmiyor. Yalnız sözün derinini kazdığınız zaman amaç bir; özlenen ve beklenen oteldir.

Kayıplar zamanla çok can yakacak
Salı akşamı başlayan yangını gecenin yarısında seyrederken aklımdan geçenler bunlardı. Galatasaray Üniversitesi; Dolmabahçe, Çırağan gibi birbirini izleyen sahil saraylar külliyesinin bir parçasıdır. 1870’li tarihlerin başına uzanıyor. Şehzade İbrahim Tevfik Efendi Köşkü’dür. Hanedanın veliahtlığa yakın kıdemlilerine tahsis edilen geniş köşklerden.


Avrupa teamüllerinin tersine en üst katta (yani zeminin üstündeki ikinci kat) hizmetliler değil, efendiler oturduğu için en yüksek tavan, en muhteşem pencereler ve en hoş kalem işleri buradadır. Günümüzde Galatasaray Üniversitesi İdari Bilimler, İktisadi İlimler ve İletişim Fakülteleri burada bulunur. Birinci kat yani binanın orta katıdır, o kadar özenli olmasa da selamlık bölümüdür. Hukuk fakültesi burada yer alır ve en alt giriş katı da eskinin bodrum katı gibidir, idari büroların bulunduğu bölümdür. Bir şey açık; bütün öğrencisi 1500 civarında olan üç fakültenin birkaç yüz öğrencisi buraya fazla girip çıkmaz, sadece hocaların odası buradadır. Derslikler ve büyük kütüphane Çırağan caddesinin öbür tarafında yer alır. Oraya yangın sıçramadı. Geniş sofaların orta yerinde gayet ince geçici bölmelerle bazı kütüphane ve seminer toplantı odaları yapıldı. Bunlardan birinde bizim Hukuk Fakültesi’nin idari tarih ve hukuk tarihine tarafımdan vakfedilmiş 6 bin kitap içeren seminer kitaplığı da bulunur. Yangında önemli tahribata uğrayan bir bölüm de budur.


Öğretim üyelerinin çalışma odaları ve şahsi arşivleri bu binadaydı. Kayıpların zamanla daha çok can yakacağı açıktır. Binanın 19’uncu yüzyıl şartları içerisinde kagir olması, zemin ve tavanın ahşap yapılanmaya dayanması, günümüz binalarına göre yangının etkisini artırmış ama mutlak bir çöküntüyü önlemiş gibi görünüyor.

 


Yangında önemli tahribata uğrayan bölümlerden birinde Hukuk Fakültesi’nin idari tarih ve hukuk tarihine tarafımdan vakfedilmiş 6 bin kitap içeren seminer kitaplığı da bulunur.

 

Bütün yurttaşlar restorasyonu desteklemeli

Bu binanın restorasyonu söz konusu. Koruma kurullarının çalışma tempolarını artırmaları gerekir. Bina üniversite olarak kalmalıdır ve beklenen sadece Galatasaray camiasının değil bütün yurttaşların bu restorasyona ve yenilenmeye ve üniversitenin devamına destek olmalarıdır.


Merhum büyükelçi Coşkun Kırca çok az akademisyende rastlanan bir öngörüşle Türkiye’deki hukuk eğitimini güçlendirmek için Galatasaray Hukuk Fakültesi’nin kuruluş şemasını ortaya koydu ve İnan Kıraç, Yiğit Okur, Erdoğan Teziç, Yıldızhan Yayla, Duygun Yarsuvat, Ethem Tolga ve Barlas Tolon gibi İstanbul Üniversitesi’ndeki Galatasaray kökenli profesör arkadaşlarının desteğiyle Millet Meclisi’ne ve Fransa’daki akademik ve diplomatik kuruluşlara etkisini yaptı. Bu üniversite özgün bir Türkiye kurumudur. Yangının böyle bir kurumu zedelemesine izin vermemek gerekir. Nihayet İstanbul eski bir büyük devletin merkezidir. Boğaziçi’nin sahillerinde okul da kışla da yalılar da bulunur. Her yerde otel görme histeryasından kurtulmalıyız.

Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı, 27.01.2013

 

******


ÜNİVERSİTEYİ ÇÖKMEKTEN KURTARAN MÜTEAHHİT

 

İstanbul'da alevlere teslim olan Galatasaray Üniversitesi'nin restorasyon işini yapan 73 yaşındaki müteahhit Muhittin Erdoğan, "Bina benim bulduğum teknik sayesinde ayakta" dedi. İstanbul'da şimdiye kadar 30'un üzerinde okul inşa eden Erdoğan şöyle konuştu: "O zaman binanın ahşap olan katları arasına tarihi dokuyu bozmadan beton döktük. Önce zemin üzerindeki tahtaları kaldırdık. Yaklaşık 60 santimetre boşluk vardı. Alttaki tahtalara baskı olmasın diye belli bir sistemle demir döşedik. Daha sonra beton döktük. Bu sayede iki kat şu an duruyor. Sadece beton yapmadığımız çatı katı çöktü. Aynı şekilde yanan İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü binasında ise sadece dört duvar kaldı. Başta Dolmabahçe Sarayı olmak üzere diğer tarihi binalar tehlikede. Bu yöntem o binalara da uygulanmalı."

Sabah, Haber: Mesut Altun, 29.01.2013



******


PROFESÖR SORUYOR: İTFAİYE RAPORUNA İHTİYACINIZ MI VARDI?

 

Galatasaray Lisesi'nin şimdilerde Galatasaray Üniversitesi olarak hizmet veren Ortaköy'deki binasının yanıp harap olmasıyla ilgili çok şey yazdım.
Ama en güzelini galiba Profesör Tolga Yarman yazmış.
İlgili bölümünü aynen naklediyorum:
"Değerli Okuldaşlarım,
Birbirinden dokunaklı yazılar yazıldı. Bu yazıları hemen hepimiz, gözlerimiz dolarak okuduk.
Dayanışma gücümüz bayraklaştı.
Bütün bunlar çok hoş elbette.
Şu ki, Tapu Kadastro Dairesi'nden değil, bir 'mühendislik fakültesi' de olan Üniversitemiz'den bahsediyoruz.
İhmal yokmuş. Elinin körü!
İşte, Cengiz Tacer büyüğümüz de yana yakıla yazmış, 'Önlem mi var ki, ihmal olmadığı yolunda boş iddialar, ileri sürülebiliyor!'
İtfaiye rapor yazmışmış, ama rapor bize sunulmamışmış! Keşke sunulsaymışmış!
Allah aşkına, oradaki sıradan görevlinin yazdığı raporda ne olacak ki, sen teknik içeriğini, önerilerini, yapılacak olanları, üstelik ondan kat be kat daha iyi bilemeyebileceksin!.
Öncesini bırakalım, bizler bacak kadar çocuklarken, o binada yangın olursa ne yapacağımızı bilirdik.
Yangına karşı kaç aşamalı mania konmuştu. O kadar ki, kış gecelerinde, cayır cayır sobalar yanar, ama yangın ihtimali, alınmış kırk türlü önlemle, zihinleri tırmalamazdı bile. Arada, düzenli alarm düdükleri çalardı; gecenin bir yarısında, pijamalarla, yangın talimi yapardık.
Aradan geçmiş şu kadar yıl, teknik-teknoloji gelmiş şuraya, eğer o bina, böylesine yanmaya bırakılabiliyorsa, bir de buna, zımnen olsun 'takdir-i ilahi, abi' denebiliyorsa, bu tam anlamıyla 'teknik hödüklüktür'.
Erdemli sorumlular, istifa ederler. Bulunmaz Hint kumaşı hiç değiller...
Camia onlarsız başının çaresine, kuşku yok, çok daha rahat bakar!
Gerçekler acı. Şu ki, alem sersem, hepimiz ise kör hiç değiliz.
Güzel dileklerle, sevgiler, saygılar sunuyorum.
Tolga Yarman, Prof.Dr."

Öğretim üyeleri bana bozulmuş
Geçen günkü yazımda Galatasaray Üniversitesi'nin manzaralı bölümünün öğretim görevlilerine tahsis edilmiş olmasını eleştirilerimin arasına koymam, Galatasaray Üniversitesi'ndeki öğretim elemanlarını, ki pek çoğu mektepten arkadaşım olur, rahatsız etmiş.
Ya da üzmüş.
Onlar adına Hülya Uğur Tanrıöver bir mektup yollamış.
Diyor ki: "Bak Fatih'çiğim, bir üniversitede 3 grup bir arada yaşar: Akademik personel yani öğretim elemanları, idari personel ve öğrenciler. Dolayısıyla binalar da bu kişilere tahsis edilebilir değil mi?
Bizim yanan binamızda da akademik personel ve idari personel çalışıyordu, öğrenciler de kısmen kullanıyorlardı binayı. Derslerin yapıldığı bir amfimizin yanı sıra tez savunma odamız bu binadaydı. Dahası, tüm öğrenci kulüpleri akşam binanın alt katında çalışırlardı. Çıkarken cıvıl cıvıl onların tiyatro provalarının, yoga derslerinin, pinpon antrenmanlarının arasından geçerdik.
Odaları orada olan öğretim elemanlarına gelecek olursak... 3 fakültenin akademisyenleri, her bir odada ortalama 4-5 kişi olmak üzere bu binada, evet 'en güzel, en manzaralı' yerde çalışıyorlardı.
Bu akademisyenler, Fatih, bazılarına özel üniversitelerde ya da genel olarak özel sektörde ne olanaklar sunulurken 'Hayır burası benim yuvam, benim yerim' diyen, mesela benim gibi tam 48 yıl önce, o binada 'Mekteb-i Sultani'yi bir 'yaşam biçimi ve felsefesi' olarak benimsemiş kişilerdir.
Maaşları Avrupa'da, değil meslektaşları, öğrencilerin aldığı burs miktarını bile bulmayan ama yaptıkları çalışmalarla uluslararası alanda adlarını duyurabilen, Sorbonne Rektörü'nün 2 yıl önce yaptığı konuşmada 'Galatasaray'ın bu prestiji yanında benim kurumumun lafı mı olur' demesinde aktif payı olan kişiler yani. O odalarına, bazen bütçe yokluğundan alınamadı diye evlerinden masa taşıyanlar, en güzel bitkilerini getirenler de onlardı.
O kadar ama o kadar kederliyiz ki, neredeyse yarım asırlık çocukluk anılarımız bir yana, 20 yıllık mesleki anılarımızın yasını tutmaya bile vaktimiz yok. Çünkü söz verdik öğrencilerimize; hiçbir şey aksamayacak, aynen devam edeceğiz diye...
Bu çabalarına, çabamıza karşılık 'manzaralı' bir odada çalışıyor olmanın nesi 'abuk sabuk' gerçekten anlamamız mümkün değil!
Binamızda çok kişinin gözü olduğu hepimizce malum. Rant uğruna o binayı bize çok görenler var. Onlara çoktan alıştık.
Ama bir Galatasaraylı olarak senin bu sözlerin bizi çok daha fazla acıttı.
Umarım derdimi anlatabilmişimdir.
Sevgiler, Hülya "
Gayet iyi anladım Hülya.
Ama o odalardan birine koyulan ve büyük ihtimalle o da evden getirilen bir elektrikli sobamsı aletten yangın çıktığını da biliyorum. Tıpkı daha şimdiden o binayı Galatasaray'dan alma girişimlerinin başladığını bildiğim gibi.

Habertürk, Yazı: Fatih Altaylı, 29.01.2013

 

******


SARAYDA İHMAL DİZ BOYU

 

 

Üniversiteye ait tarihi Tevfik Efendi Sarayı'nda tüm kablolar açıkta. Yangın vanaları var ama hotumları yok. Hasar ise tahminlerden daha büyük.

 

Yangınla yok olan Galatasaray Üniversitesi ’ne ait tarihi Tevfik Efendi Sahil Sarayı’nı ilk kez detaylarıyla Radikal görüntüledi. Herhangi bir yangın tertibatının bulunmadığı binadaki klimalar, üçlü prizlerin bolluğu, sarkan kabloların çokluğu dikkat çekici. Bu manzara yangında ihmalin de büyük payı olduğunu gösteriyor.

 

Binada bana izin verilen bölüm binada merdivenlerin hemen başı. Ancak görevlinin kısa süre uzaklaşmasını fırsat bilerek birinci kata hızlı çıkıyorum. Hukuk Fakültesi Dekanlığı’na ait sahanlıkta, boş bir yangın tüpü duruyor. Belli ki işe yaramamış. İkinci kattaki İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’ne çıkan merdiven ise yanık molozlarla kaplı. Görevli molozların çatıdan indiğini söylüyor. Cuma gününden beri iki kez çökme yaşanan binanın zemini hala suyla dolu. Prof.Dr. Erdoğan Teziç, Prof.Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu ve dört öğretim görevlisinin daha paylaştığı odada bir su sebili göze çarpıyor. Su sebili bir üçlü priz ile bağlanmış durumda. Aynı şekilde bir başka duvarın dibinde de üçlü priz bulunuyor.

 

Hukukta hasar büyük
Prof.Dr. Yıldızhan Yayla, Prof.Dr. Erdoğan Bülbül ve üç hocanın daha paylaştığı İdare Hukuku Bölümü’ndeki hasar oldukça büyük. Bu bölümün çatısı çöktüğü için içeri girilemiyor. Odanın girişinden itibaren kömürleşmiş kitaplar insanın içini kanatıyor. Yangının ilk günlerinde konuşan bir öğretim üyesinin de ifade ettiği gibi herkesin kütüphanesi kendine zengin ve özel...
Bir başka odada klima göze çarpıyor. Yangının ilk günlerinde Koruma Kurulu izin vermediği için yangın söndürme sistemi yapılmadığı üniversite yönetimi tarafından açıklanmıştı. Ancak klimalar için Koruma Kurulu’nun izin vermesi herhalde gerekmiyor. Aynı şekilde yine bu odada da üçlü prizler açıkta, bilgisayar kabloları ortada görülüyor.

Yangın tertibatı eksik
Hukuk Bölümü’nde dikkat çeken iki nokta ise yangın tertibatı. Tertibatı şöyle özetlemek mümkün: Tavanda duman detektörleri var. Bazı noktalarda yangın muslukları da bulunuyor. Ama bu muslukların hortumları yok. Bir görevli, hortumlara izin verilmediğini söylüyor. Ancak kimin izin vermediği hakkında bilgisi yok. “İçinde su var mı?” diye sorduğumda ise cevap yine “bilmiyorum” oluyor. İfadelere göre, tarihi binada olası bir yangına müdahale ancak ve ancak tüplerle yapılabiliyor. Ancak sahanlıktaki boş tüp ahşap bir binadaki dehşet verici yangını bir değil on tüpün bile önleyemeyeceğini adeta belgeliyor.

 

İlber Hoca’nın tarihi kitaplığı kül olmuş
Tarihi binanın yanması kadar dikkat çeken bir başka konu İlber Ortaylı Kütüphanesi. Son durumu merak edilen kütüphaneye doğru giderken görevli tarafından durduruluyorum. İnadımı görünce o bölüme dışarıdan götürebileceğini söylüyor. İzin yine merdiven başına kadar. Bir fırsatını bulup odanın tümünü görme şansı yakalıyorum. Yaklaşık altı bin kitaptan bazılarının kurtarıldığı daha önce açıklanmış olmasına karşın, binlerce kitap raflarda ve yerlerde kömürleşmiş halde yatıyor. Bazı kitaplar ise yanmadıkları halde sırılsıklam vaziyette. Bu arada bölümün koridorlarında son derece ilginç ayrıntılar dikkatimi çekiyor. Binada büyük ihtimalle yıllar içinde çok fazla kablo döşenmiş. Duvarlar ve tavanlar adeta bir kablo mezarlığı durumunda. Duvarların içinden geçen kablolar, duvarların kenarından geçen kablolar, duvarların altından geçen kablolar... Her yerde kablolar var. Bunun dışında aydınlatma sisteminin de tarihi bir binaya inat basit ve kabloları dışarıdan çekilmiş fluoresan lambalarla sağlanıyor olması ayrıca dikkat çekiyor. Bu bölümde de tavandan hala sular sızıyor. Merdivenlerdeki süslemeler ise binada belki eski günlerin anısını yaşatan tek ayrıntı. Bir bölümü kararmış olsa da bir iki süsleme halen sağlam görünüyor.

Radikal, Haber: Enis Tayman, 30.01.2013

 

******


O İDDİALAR MECLİS'E TAŞINDI

 

İstanbul Milletvekili Melda Onur, Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’nın Galatasaray Üniversitesi yangını sonrası gündeme getirdiği iddiaları Meclis’e taşıdı İstanbul Milletvekili Melda Onur, Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’nın Galatasaray Üniversitesi yangını sonrası gündeme getirdiği iddiaları Meclis’e taşıdı.

İstanbul Milletvekili Melda Onur’un yazılı soru önergesinde, Galatasaray Üniversitesi yangınından sonra İBB’nin açıklama yaparak yangının araştırıldığını, itfaiyenin sorunsuz çalıştığını ifade ettiği belirtildi. Bu açıklamaların tarihi bina yangınları ve itfaiyenin durumu hakkında doyurucu bir bilgi içermediği kaydedilen önergede, 27 Ocak 2013’te Habertürk Gazetesi’nde Fatih Altaylı’nın köşe yazısında kamuoyuyla paylaşılan bilgiler arasında, Galatasaray Üniversitesi’nde ve Haydarpaşa Garı’nda yaşanan yangında itfaiyenin ihmalleri konusunda bilgilerin açığa çıktığı vurgulandı.

RAPORLAR PAYLAŞILDI MI?
Bu bilgiler ışığında; İstanbul İtfaiyesi’nin Galatasaray Üniversitesi dahil bölgedeki tarihi binaları yangın yönünden incelediği ve birer yangın senaryosu hazırladığının belirtildiği ancak bu raporların üniversite yönetimiyle paylaşılmadığının ortaya çıktığı kaydedilen CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur’un önergesinde, şöyle denildi:

KOMİSYON ÖNERİSİ
Yangın hakkında soruşturma açıldığı bilinmektedir. Tarafımızdan ayrıca tarihi binalardaki yangınların incelenmesi için bir Meclis araştırma komisyonu kurulması önerilmiştir. ‘binaların yangından korunması hakkında’ yönetmelikler ve Belediye İtfaiye Yönetmeliği, dolayısıyla 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda konu hakkında gerekli yasal düzenlemelerde eksiklikler mevcut. İtfaiye Daire Başkanlığı’nın birim olarak nasıl çalıştığı, nasıl denetlendiği konusunda birbirini takip eden sorular lüzum bulmuştur.” Onur, bu ifadelerin ardından, İçişleri Bakanı Muammer Güler tarafından yanıtlanması istemiyle aşağıdaki soruları yöneltti...

ACİL EYLEM PLANI HAZIRLANDI MI?
* Tarihi binalar için İtfaiye Daire Başkanlığı ne şekilde önlem almakta, hangi kriterlere göre acil eylem planı hazırlamaktadır?

* Galatasaray Üniversitesi için İtfaiye Daire Başkanlığı tarafından bir yangın senaryosu, acil eylem planı, yangın risk analizi raporu hazırlanmış mıdır? Hazırlanmış ise bu rapor GSÜ yönetimiyle paylaşılmış mıdır?

* Yangın risk analizi İtfaiye Daire Başkanlığı tarafından hangi standartlara göre hazırlanmaktadır? Bu analiz hangi ekip tarafından yapılmaktadır? Bu ekibin görev tanımları hangi yasal düzenlemede belirtilmiştir?

* İtfaiye Daire Başkanlığı, kurumunda çalışacak personeli belirlerken, hangi şartlarda iş alımlarını gerçekleştirmektedir?

* İtfaiye Eğitim Merkezi (İBİTEM) faaliyetleri hangi kadro ve ekiple çalışmaktadır? Bu eğitim merkezinde çalışan eğitmenler hangi kadro düzenlemesi içinde görev almaktadır? Eğitmen kadrosu kimlerden oluşmaktadır? Yeterli teknik eğitimi verebilecek düzeyde olmasını hangi birim denetlemektedir?

* İtfaiyeciler yeterliliklerini hangi pratik eğitimlerle kazanmaktadır? Bu yeterliliğin ölçülmesi hangi düzenlemeye göre belirlenmektedir?

* İtfaiye Daire Başkanlığı ve İBİTEM bünyesinde itfaiyecilere oranla kaç mühendis ve teknik eleman çalışmaktadır?

* İtfaiyeci hakları hangi yasal düzenlemeyle sağlanmaktadır?

* 2002-2013 tarihleri arasında kaç itfaiyeci yangında görev sırasında hayatını kaybetmiştir? Ölen itfaiyeciler için geride kalan ailelere hangi sosyal güvenceler sağlanmıştır?

Habertürk, 02.02.2013

 

******


TARİHİ BİNAYI ASANSÖR PANOSU KÜL ETTİ

 

Galatasaray Üniversitesi'ni kullanılamaz hale getiren yangınla ilgili itfaiye olay yeri araştırma ekipleri çalışmalarını tamamladı. Yangının çıkışıyla ilgili izlerin araştırılması için gözlem yapan ekiplerin incelemeleri sonucunda, asansör boşluğunun çatıya yakın olan kısmındaki elektrik panosunda yangının çıktığı belirlendi. İtfaiye raporu konuyla ilgili diğer bilgilerin incelenmesinin ardından tamamlanarak savcılığa sevk edilecek.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 02.02.2013

260 YILLIK CAMİYİ ATEŞE VERDİLER

 

 

İstanbul Beyoğlu'nda, 260 yıllık tarihi ahşap caminin imam odasında yangın çıktı. Alevlerin sardığı caminin imam odası kül oldu. Namaz kılınan bölümde de maddi hasar meydana geldi.

SORUŞTURMA BAŞLATILDI
Yangın, 06.30 sıralarında Karaköy Necatibey Caddesi Gümrük Sokak üzerinde bulunan Kemankeş Karamustafapaşa Camisi'nin imam odasında gerçekleşti. Çıkış sebebi henüz belirlenemeyen alevler nedeniyle olay yerine ulaşan Beyoğlu, Fatih ve Şişli itfaiye ekipleri, kısa sürede yangını söndürdü. Alevler, bitişikteki camiye sıçramadan kontrol altına alındı. Polis güvenlik şeridi çekerek bölgeyi yaya ve araç trafiğine kapattı. Tarihi camide, imam evinde ve şadırvanda maddi hasar oluştu. Yangın ile ilgili soruşturma başlatıldı. Kemankeş Karamustafa Paşa Camisi'ne bir şahsın bahçe duvarından inerek tuvaletin kapısını kırdığını ve ateşe verdiğini belirten cami imamı Müsellim Kıran, "Hemen itfaiyeye haber verdim. Benim oturduğum kulübe tamamen yandı. İtfaiye 5 dakikada gelip müdahale etti. Eğer itfaiye geç kalsaydı cami ve hemen arka kısmında bulunan ve tamamen ahşap olan Sahil Sıhhiye Merkezi binası ve Karaköy'deki birçok ahşap bina yanardı. Kulübede özel 35 yıllık notlarım, kütüphanem ve bilgisayarlar yandı. Burada madde bağımlıları ve sarhoşlar çok. Camide 3 ay öncede yine tuvalette hırsızlık olmuştu. Yangın araştırılıyor" dedi.

1'İNCİ MAHMUT'TAN KALMA
Cami tarihçesi ile ilgili bilgi veren Kıran, "Burası saray camisidir. 1'inci Mahmut zamanında Kara Mustafa Paşa adına cami olarak yapılmış. 20 yıl önce restorasyon görmüş fakat yıllara dayanamamış minaresinin şerefiyesi dahi dökülmüş. 2 ay sonra Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından bakıma ve tadilata alınacağı belirtildi" diye konuştu. Cami çevresinde gemi acenteliği yapan ve 55 yıllık Karaköy esnafı olan Cengiz Küçükyılmaz ile milli basketçi Mehmet Baturay, yangını görünce gözyaşlarını tutamadıklarını ve Allah'ın evini yakan insanı anlayamadıklarını söyledi.

Sabah, Haber: Mustafa Kaya - Barış Sözal, 26.01.2013

ÇİN'DE KUŞ VERİMİ TEORİSİNİ ZORA SOKACAK KEŞİF

 

 

Çin 'in kuzey doğusunda, kuş gibi tüylü bir dinozor türüne ait fosilleşmiş kalıntılar bulundu.

Nature Communications adlı dergide yayımlanan fosiller üzerinde yapılan bilimsel çalışmada, yaklaşık 201 ila 145 milyon yıl öncesine ait bir dönemi kapsayan Jura Jeolojik Devrinden kalma kalıntıların bilim dünyasında kabul gören Kuş Evrimi Teorisi'ni zora soktuğu bildirildi.

 

 

Bilimsel araştırmanın yazı heyetinde yer alan İngiltere'deki Southampton Üniversitesi Omurgalılar Fosil Bilimi Bölümü'nden Doç. Gareth Dyke, yeni ortaya çıkarılan 30 santimetre uzunluğundaki dinozora ait fosilin, şimdiye kadar kuşların atası olarak kabul edilen teropotlardan daha eski bir devirden kalma olduğunu belirtti.

Dyke, "Eosinopteryx" adı verilen yeni “kuş dinozoru" fosilinin, 120 ila 130 milyon yıl öncesine ait bir dönemi kapsayan İlk Mezozoik devre ait teropotlardan daha eski bir devirden kalma olduğunu vurguladı.

Yaptıkları keşfin, daha önceden modern kuşların evrimi açısından büyük öneme sahip olduğu dile getirilen, "ilk kuş" adı da verilen meşhur Arkeopteriks fosiline dayanan teori hakkında kuşku yarattığını anlatan Dyke, "Bulgularımız bize uçmanın kökeninin sanıldığından daha karmaşık olduğunu gösteriyor" dedi.

 

 

Araştırmacılar, dinozor fosili hakkında yaptıkları çalışmada Eosinopteryx adlı dinozorun, küçük kanat genişliği ve kanatlarını çırpmasını sınırlayan kemik yapısı nedeniyle uçamadığını belirlediklerini belirtti.

Dinozorun ayrıca toprakta yürümeye elverişli ayak parmaklarının olduğuna işaret eden araştırmacılar, kuyruğunda ve bacaklarının alt kısmındaki, vücutlarının diğer kısımlarına göre daha seyrek tüylerin de bu türün koşmasını daha kolaylaştırdığını kaydetti.

Radikal, 26.01.2013

KARADENİZ HAVZASINDAKİ CENEVİZ KALELERİ İÇİN UKRAYNA İLE ORTAK PROJE

 

 

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü, ''Önümüzdeki dönemlerde Ukrayna ile Karadeniz havzasındaki Ceneviz kalelerini ortak olarak UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi'ne alma önerimiz var, Akçakoca'daki Ceneviz Kalesi de bunların içinde'' dedi.

 

Düzce ziyareti sonrası gazeticilere açıklamalarda bulunan Osman Murat Süslü, Akçakoca'daki Ceneviz Kalesi'nin statik problemleri bulunduğuna dikkati çekerek, sağlayacakları lojistik destekle projelendirme çalışmalarının başlatılacağını bildirdi. Ceneviz Kalesi'nin bakıma ihtiyacı olduğunu anlatan Süslü, şöyle devam etti:

''Yerel yönetimler bize ulaştığı takdirde bunun sağlanması için gerekli enerjiyi sarf edeceğiz. Önümüzdeki dönemlerde Ukrayna ile Karadeniz havzasındaki Ceneviz kalelerini ortak olarak UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi'ne alma önerimiz var, Akçakoca'daki Ceneviz Kalesi de bunların içinde''.

Yapı, 25.01.2013

ÇARMELİK KERVANSARAYI'NDA KAZI ÇALIŞMALARI

 

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız basına yaptığı yazılı açıklamada, Bozova İlçesi'ne bağlı Büyükhan Köyü'ndeki Selçuklu dönemine ait Çarmelik Kervansarayı'nda, Şanlıurfa Müzesi başkanlığında arkeolojik kazı çalışmalarının başlatıldığını belirtti.

 

Bülent Üçdağ nezaretinde yapılan arkeolojik kazılarda, yapının bölümleri ve temelleri ortaya çıktı. İl Özel İdaresi imkanları ile ilk defa Çarmelik Kervansarayı'nın rölöve, restitüsyon, restorasyon, statik sağlamlaştırma ve elektrik projelerini hazırladıklarını kaydeden Yıldız, "Şanlıurfa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu onayından geçen projelerin uygulama işini projelendirerek, Kalkınma Bakanlığı Karacadağ Kalkınma Ajansı'na sunduk. Sunduğumuz proje 'Turizm Alt Yapısı Destekleme Projesi' kapsamında değerlendirilerek 700 bin TL hibe desteği aldı.

Sayın Bakanımız Faruk Çelik beyin, milletvekillerimizin ve Sayın Valimiz Celalettin Güvenç beyin ısrarlı girişimleri sonucunda, Sayın Bakanımız Ertuğrul Günay'ın talimatı ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü gerekli olan ödeneği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü hesabına aktardı ve ihalesi yapıldı. 8 firmanın katıldığı ihaleye, Baran İnş. Tur. San. Ltd. Şti. /Ankara firması 3.989.693,66 TL (KDV hariç) teklifle ihaleyi kazandı. Yüklenici firma ile sözleşme imzalandı.

Çarmelik Kervansarayı'nda 600 yıl sonra, 03.01.2012 tarihinde ilk defa kapsamlı ve projeye dayalı, arkeolojik kazı çalışması ile eşgüdümlü restorasyon çalışması fiilen başladı, restorasyon çalışması 20.10.2014 tarihinde bitirilecek" dedi.

Sabah, 23.01.2013



20 - 26 Ocak 2013

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI DEĞİŞTİ

 

61. Hükümet'te yapılan kabine değişikliği ile Kültür ve Turizm Bakanı değişti. 24 Ocak 2012 tarihinde yapılan açıklamada Ertuğrul Günay'ın yerine Ömer Çelik atandı.

 
AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Adana Milletvekili olan Ömer Çelik, üç dönemdir milletvekili olmakla birlikte, kısa bir süre hariç, sürekli Başbakan'ın en yakın danışmanları arasında yer aldı.

Lisans eğitimini Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'nde tamamlayan Çelik, yüksek lisansını Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Siyaset Bilimi alanında yapmıştır; siyaset bilimci, stratejist ve dış politika uzmanıdır. 22. ve 23. ve 24. dönemde Adana Milletvekili seçilen Çelik, NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu ve TBMM Dışişleri Komisyonu üyelikleri görevlerinde bulunmuştur. Hali hazırda Türkiye – ABD Dostluk Grubu Başkanıdır. AKP kurulduğundan beri Merkez Karar Yürütme Kurulu (MKYK) üyesi olan Çelik, Mart 2010 tarihinde AKP Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olmuştur. Çelik, çok çok iyi düzeyde İngilizce bilmektedir (İnanmayan altyazısız izleyebilir/dinleyebilir: http://www.youtube.com/watch?v=vy9I94gKC10).

Ayrıca AKP ideologlarından olan Sayın yeni Bakan, birkaç yıl önceki bir röportajında "Yeryüzünde üç şey insanın ayağını yerden keser: Puro, aşk ve motosiklet" demişti. Umarız bu yeni görevinde, Cohiba'sı, aşkı ve enduro motoru ile, ayağını yere basarak ama hızlıca, kültür ve doğa varlıkları katliamının, yakılan eski binaların, rant uğruna yok edilen tarihin üzerine de gider. Başarı dileklerimizle...

 

Son söz: TAY Projesi 1993 yılında kurulduğunda görevde Abdülkadir Ateş bulunmaktaydı. Ömer Çelik, 19 yıldaki 30. bakan olacak.

TAYHaber, 25.01.2013

"ILISU BARAJI, 5'İ KORUMA ALTINDA 59 CAMİYİ SULAR ALTINDA BIRAKACAK"

 

CHP İstanbul Milletvekili, emekli müftü, hemşehrimiz İhsan Özkes’in soru önergesini yanıtlayan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Hasankeyf İlçesinin taşınacağını ve tarihi-turistik değerlerinin korunacağını, Ilısu Barajı’ndan vazgeçilmesinin söz konusu olmadığını söyledi. 

CHP Parti Meclisi Üyesi, İstanbul Milletvekili, İslam Konferansı Örgütü Parlamento Birliği Türk Grubu Üyesi, emekli Üsküdar Müftüsü, hemşehrimiz İhsan Özkes, Meclis Başkanlığı’na verdiği soru önergesinde, lısu Barajı’nda su tutulmasıyla kaç caminin su altında kalacağını ve Hasankeyf’in durumunun ne olacağını sordu. 

 

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, İstanbul Milletvekili İhsan Özkes’in soru önergesine verdiği cevapta, Ilısu Barajı’nda su tutulmasının ardından 5’i kültür varlığı olmak üzere 59 caminin sular altında kalacağını Hasankeyf İlçesinin ise taşınarak, tarihi ve turistik değerlerinin korunacağını söyledi. Bakan Eroğlu Ilısu Barajı’ndan vazgeçilmeyeceğini de ifade etti. 

 

Milletvekili Özkes, bölgede bulunan uzmanların ise koruma altında bulunan 60’ın üzerinde Kültür ve Tabiat Varlığı’nın sular altında kalacağını söylediklerini kaydetti. 

 

Özkes’in uzmanlara dayanarak verdiği bilgiye göre, yeri tespit edilmiş, bütçe yetersizliği nedeniyle kazısı başlatılmamış çok sayıda kültür varlığı da sular altında yok olacak. Yine kültür mirası konusundaki cami sayısının da 5’ten fazla olduğu bildiriliyor. 

 

İşte sular altında kalacak tarihi camiler: Kızlar (Eyyubi) Camii (13. yy.), Koç Camii (12. yy.), Mevlana Camii (ortaçağ dönemi), Osmanlı Direkli Cami 15. yy. , Osmanlı Mescidi  15. yy. , Sultan Süleyman Camii (1407), Şab Camii (Eyyubi Dönemi 13. yy.), Er Rızık Cami  (Eyyubi Dönemi 14. yy.), Mardinike Külliyesi içi Cami (Ortaçağ Dönemi).

 

Bakan Eroğlu, Ilısu Barajı ve HES Projesi’nin ise 1200 MW kurulu güç bakımından Türkiye’nin dördüncü büyük barajı olacağını ve dünyanın en büyük su projesi GAP’ın bir parçası olduğunu da, Özkes’e cevabında ifade etti. 

Çorum Haber, 25.01.2013

UTANARAK

 

Çırağan Sarayı yanmadı mı?
Sait Halim Paşa Yalısı’nda yangın çıkmadı mı?

Kapalıçarşı ve Haydarpaşa Garı ikişer def’a tutuşmadı mı?

 

Hangi birini sayayım? Milli Eğitim Müdürlüğü binası’nı daha yeni kaybettik.

Gazi Osman Paşa Okulu’nun nasıl kül olduğunu unutmayın.

Galatasaray Üniversitesi, ciğerimizi yakan son ateştir.

 

***

 

Hep tarihi eser bunlar.

Hünkar Kasrı’ndan tutun Mustafa İzzet Kitaplığına kadar size bir dizi yangın sayabilirim.

Hepsi de anıt ve müze niteliğinde.

Demek ki tarihimize sahip çıkamıyoruz.

Müziğimize mutfağımıza sanki sahip çıkabiliyor muyuz?

 

Önce dil gitti.

Dilimize sahip çıkamadık.Dil gidince gönül de gitti.

Gönül olmayınca geriye bir şey kalmıyor zaten.

 

***

 

Bunca çatışma nereden çıkıyor zannediyorsunuz?

 

-Etnik sorunlar.

-Mezhep çekişmeleri.

-Sağ-sol kavgaları.

 

Daha neler neler.

Bunların hepsi, tarihine dudak büken, kendi değerlerini önemsemeyen, kendi soyuna sopuna sırtını dönen hovarda bir mirasyedi’nin yapacağı işlerdir.Sloganı da “Benden sonra tufan”dır.

 

.........

 

Lafı uzatmayayım.

 

Son 60 yılda kaç dönüm orman yaktığımızı öğrenirseniz, kim olduğumuzu daha iyi anlarsınız.

İçimizden hala Ertuğrul Günay gibi nasıl böyle bir Kültür Bakanı çıkabiliyor da çalınan eserlerimizi dünya müzelerinden tek tek topluyor, vallahi hayretle onu izliyorum...

Hürriyet, Yazı: Rauf Tamer, 25.01.2013

YEDİ TEPE'DEKİ TARİH İÇİN YAKIN KORUMA...

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul'un ardı ardına çıkan yangınlarla gündeme gelen tarihi yapılarını sil baştan ele almak ve eksiklerini saptamak için harekete geçti. Haydarpaşa Garı, İl Milli Eğitim Binası ve son olarak da Galatasaray Üniversitesi'ni küle çeviren yangınlar sonrası, İstanbul'un tüm tarihi binaları oluşturulacak bir komisyonla yeniden ele alınacak.

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen incelemede öncelik İstanbul'un meşhur yedi tepesinde bulunan tarihi yapılara verilecek. Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultanahmet, Süleymaniye, Çemberlitaş Camileri, İstanbul Üniversitesi, Aya İrini, tarihi surlar gibi tarihi zenginlikler mercek altına alınacak. Eksiklikler tespit edilip giderilmesi yönünde çalışma başlatılacak. İncelemenin yapılabilmesi için Kültür Bakanlığı, tüm ilgili kuruluşların bulunduğu bir komisyon oluşturacak. Komisyonda, koruma kurullarından temsilciler, bakanlık yetkilileri, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden uzmanlar, valilik, belediyeler ile akademisyenler yer alacak. Komisyon, her tarihi yapı için yürüttüğü özel çalışmayı raporlaştıracak. Komisyon, tarihi binaları sadece yangına korunaklı olup olmaması açısından ele almayacak. Ayrıca binaların restorasyon ihtiyacı, depreme karşı olan dayanıklılığı, içinde modern önlemlerin alınıp alınmadığı ve ne gibi eksiklikleri bulunduğu gibi unsurları da saptayıp tedbir alacak.

Sabah, Haber: Burcu Çalık, 25.01.2013

HAYDARPAŞA'DAN 2 YIL SONRA İLK KEŞİF

 

 

İstanbul'un simgelerinden Haydarpaşa Garı'ndaki yangınla ilgili 'sürpriz' bir karar çıktı. Mahkeme, Kasım 2010 tarihinde yanan Haydarpaşa Garı'yla ilgili ilk kez keşif yapılmasını istedi.

 

Kadıköy 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nde görülen ikinci duruşmaya, sanıklar Zafer Ateş, Hüseyin Kaboğlu, İhsan Kaboğlu, Mehmet Suavi Güray ve taraf avukatları katıldı. TCDD'de mimar olan Mehmet Suavi Güray, savunmasında şunları söyledi: 'Olay günü hesap kontrolleri için pazar günü olmasına rağmen dairedeydik. Çatı tadilatını yapan firma yetkilileri de son kontroller için gelmişler. Firma yetkilisi Hüseyin Kaboğlu, yukarıda bir kalorifer borusunun patladığını söyleyince tamir etmesini istedim. 35 dakika sonra güvenlik görevlisi yangın olduğunu söyledi. Çatıya çıktım, alev yoktu. Dumandan dolayı da ilerleyemedim. İtfaiyeye haber verdim. Yangının aşırı elektrik ısınmasından çıktığını düşünüyorum.'


Daha sonra söz alan inşaat mühendisi Ayşe Kablan ise 'Bu olaydan sorumlu değiliz' dedi. Mahkeme elektrik ve yangın konusunda uzmanların da aralarında bulunduğu üç kişilik bilirkişinin Gar'da keşif yapmasına karar verdi.

Akşam, Haber: Zana Yavuz, 25.01.2013

BOĞAZIN ALTINA DEV OTOPARK, SAHİL BOYUNA 10 METRELİK DOLGU

 

 

Galataport’un yeni imar planlarına göre denizde 10 metre eninde dolgu alanının açılması ve projenin altına 2 katlı otopark yapılması planlanıyor. İstanbul Modern Müzesi’nin yıkımının önünü açan plana karşı Mimarlar Odası dava hazırlığı yapıyor.

 

Yıllardır gündemdeki yerini koruyan Galataport projesinde yeni imar planları belli oldu. Karaköy rıhtımından Mimar Sinan Üniversitesi’ne kadar olan 112 bin 147 metrekarelik alanı kapsayan projenin yeni imar planında önceki planlara göre önemli değişiklikler göze çarpıyor. Yeni planda 1200 metrelik sahil boyunca 10 metre eninde denize dolgu yapılmasına izin verilirken, rekreasyon alanlarının altına da 2 katlı otopark yapılabilecek. Planda, İstanbul Modern’in de yıkılıp yerine kültürel tesis yapılmasının önü açılıyor.

12 bin m2’lik dolgu
Planlama alanı, Türkiye Denizcilik İşletmeleri mülkiyetindeki 100 bin 280 metrekarelik alan ve 11 bin 867 metrekarelik alana sahip olacak kazıklı rıhtım alanı (dolgu alanı) ile toplam 112 bin 147 metrekarelik büyüklüğe ulaşacak. Alanda halen TDİ Genel Müdürlüğü, Çinili Han, Karaköy Yolcu Salonu, antrepolar ve Paket Postanesi binaları, ofis binası, büfeler, sıralı dükkanlar (nargileciler) ile atölyeler bulunuyor.


Kruvaziyer liman alanında emsal dikkate alınarak hesaplanacak alanın en az yüzde 15’i terminal ve teknik hizmet alanı olarak planlanırken, en az yüzde 25’i ise turizm tesis alanı olarak ayrılacak.


Kalan alanlar ise ticari alanlar olarak değerlendirilecek. Ticaret alanında alışveriş merkezi, yeme-içme alanları, ticaret üniteleri gibi birimler yer alacak. Turizm alanlarında ise konaklama ve dinlenme tesisleri, otel, butik otel yapılacak.


Projede kamunun kullanabilmesi için açık meydan ve yeşil alan olarak değerlendirilecek rekreasyon alanı içerisindeki Nusretiye Saat Kulesi merkez nokta olarak planlanıyor. Arazinin yüzde 12.4’ü yeşil alan olarak bırakılıyor.

İstanbul Modern yıkılabilir
Projeye göre, kültür alanında müze, sergi ve fuar alanları, tiyatro, sinema, konferans ve toplantı salonlarına yer verilecek. Bu kapsamda İstanbul Modern’in de yer aldığı 4 No’lu antrepo yapısı ile resim ve heykel müzesi olarak tahsisli 5 No’lu antrepo yapısı mevcut kontur ve gabarisinde kültürel tesis alanı olarak kullanılabilecek.


Bunların yıkılıp yapılması halinde ilgili kültür varlıklarının koruma bölge kurulunca onaylanması ve kentsel tarihi doku ile çevresel uyumu dikkate alacak avan projeye göre uygulama yapılması öngörülüyor.

 

  

 

‘İzinler alınmadı’
Çevresel Etki Değerlendirme Danışma Kurulu Genel Sekreteri Mücella Yapıcı,  plandaki en kritik noktanın denize yapılacak dolgu olduğunu belirtti. Yapıcı, dolgu alanı için ilgili kurumlardan izin alınmadığını vurgulayarak, “İzinler plan sonrasına bırakıldı” dedi. Yeni planda rekreasyon alanının altına 2 katlı otopark yapımı için de izin çıktığını söyleyen Yapıcı, “Karaköy herhangi bir kazı çalışması için uygun bir alan değil. Aksine tarihi bölge” dedi.


Yapıcı, plana göre limanın yüzde 85’inin turizm ve ticaret alanı olduğunu vurgulayarak, “Limanda bulunan binaları yıkıp burayı kamusal alan olarak kullanıma açmak yerine, yeni yapılan ticari birimlerle içe kapalı bir ticaret alanı oluşturulacak” dedi.





Yeni plana dava yolda
Plana karşı dava sürecini başlattıklarını ifade eden Mücella Yapıcı, “Daha önce Danıştay tarafından iptal edilen planla arasında bir fark yok. Esas mesele de zaten bu. Hukuken reddedilmiş bir plan, tekrar önümüze sunuluyor” dedi. Yapıcı, plana dava açacaklarını belirterek, “Kamu yararı gözetilmedi ve alan tamamen özelleştirildi. Türkiye’nin en önemli özelleştirmelerinden biri olacak” diye konuştu.

 

‘Silueti kapatır’
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi 2. Başkanı Sabri Orcan da, Karaköy’ün kruvaziyer limanı için uygun bir yer olmadığını belirterek, büyük gemilerin limana yanaşmasıyla İstanbul’un siluetinin kapanacağını ifade etti. Orcan, “Şu anda da limana büyük gemiler yanaşıyor ve onların haşmetinden İstanbul’un silueti zayıflıyor” dedi. Limana gemilerin yatay değil, dik yanaşacağını vurgulayan Orcan, “Böyle bir alan yok, Boğaz’ın yapısı uygun değil. Ayrıca boğaz trafiği açısından da büyük gemiler çok büyük sorun yaratıyor, manevra sahasına ihtiyaçları var” dedi.

Milliyet, Haber: Hülya Çaylak, 25.01.2013

TARİHİ AHŞAP CAMİDE YANGIN

 

Beyoğlu Karaköy'deki Kemankeş Mustafa Paşa Cami'nin tuvalet kısmında saat 06.30 sıralarında henüz bilinmeyen bir sebeple yangın çıktı.

 

Tarihi ahşap camideki alevleri gören vatandaşlar hemen itfaiye ekiplerine haber verdi. Olay yerine çok sayıda itfaiye ekibi sevkedilirken, vatandaşlar panik yaşadı. Olay yerine gelen itfaiye ekipleri alevleri kısa sürede söndürmeyi başardı. Yangında caminin imam odası da zarar gördü. Yangın nedeniyle çıkan dumanlar Anadolu yakasından da görüldü. Yangın sırasında camide cemaatin olmadığı öğrenildi. İtfaiyenin çalışmaları devam ediyor.

Hürriyet, 25.01.2013

ÖNCE YANIYOR, SONRA OTEL OLUYOR!

 


 

Uzmanlar, 20 yılda 75 tarihi eser niteliğindeki yapının yandığını ortaya koydu. Boğaz’ın tarihi yapılarının bazılarının çıkan yangınlar sonrasında otele dönüştürülmesi kafalarda soru işareti bırakıyor. Boğaz kıyısında benzer nitelikte 4 ayrı yapı var.

ÇIRAĞAN SARAYI
1990’dan beri otel Sultan 2. Mahmud tarafindan 1834 yılında yeniden yapılan Çırağan Sarayı 1910’da tamamen yandı. 1987’de otel olarak kullanılmak amacıyla Japon Kumagai Gumi ve Türk Yüksel İnşaat tarafından restorasyonuna başlanan bina, 1990’da otel olarak açıldı.

MUHSİNZADE MEHMET PAŞA YALISI
Les Ottomans Otel 1790’da görkemli bir bina olarak yapılan ancak 1933’te büyük bir yangın geçiren Kuruçeşme’deki Muhsinzade Mehmet Paşa Yalısı, işkadını Ahu Aysal’ın 55 milyon dolarlık yatırımı ile Les Ottomans Hotel adıyla Istanbul’un en pahalı butik oteli olarak işletiliyor.

ESMA SULTAN YALISI
The Marmara işletiyor Geçmişi 18. yüzyıla kadar uzanan Esma Sultan Yalısı adını I. Abdülhamid’in 1848 yılına kadar yaşayan kızından alıyor. 1920’lerden büyük bir yangın geçiren yalıyı 1990’lı yıllarda The Marmara Otel Grubu satın aldı. Yalıda halen etkinlikler düzenleniyor.

NAİME SULTAN YALISI DO-CO
Otel Sultan II. Abdülhamid tarafından Gazi Osman Paşa’ya hediye edilen Naime Sultan Yalısı, ilkokul olarak kullanılırken 2002’de yandı. Çatısı ve bazı duvarları çöktü. THY’nin ikram hizmetlerini yapan şirketi Do-Co’ya otel yapması için 2009’da 25 yıllığına kiraya verildi.

20 YILDA 75 TARİH YANDI
Aydın Üniversitesi uzmanlarının hazırladığı rapora göre 1992’den bu yana geçen yaklaşık 20 yılda 75 tarihi eser çıkan yangınlarda hasar gördü.


Bazıları şöyle:
Hünkar Kasrı
Milli Eğitim Müdürlüğü
Haydarpaşa Garı
Kılıç Ali Paşa Camii
Ortaköy Gaziosmanpaşa İlkokulu
Kapalıçarşı
Yıldız Sarayı

Kabataş ve İstanbul Lisesi de risk altında, her an yanabilir
Aydın Üniversitesi’nin İstanbul’daki tarihi yapılarla ilgili hazırladığı yangın raporu tüyler ürpertici. Rapora göre aralarında Feriye Sarayları’nın içinde olduğu 52 tarihi yapı büyük risk altında. Kabataş Lisesi ve İstanbul Lisesi de her an yanabilir

İstanbul Aydın Üniversitesi Afet Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin (AFAM) 2 yıl süren çalışma sonrası hazırladığı “İstanbul’da Yangın Riski Altında Bulunan Tarihi Yapılar Raporu”na göre 52 tarihi eser risk altında. Rapora göre, bu binaların bazılarında sesli yangın alarm sistemi de dahil hiçbir uyarı sistemi yok. Yangın söndürme sistemi ise tarihi eserlerin hiçbirinde bulunmuyor. Elektrik tesisatları, yanar kablolardan yapılmış. Rapora göre Topkapı’dan Beylerbeyi Sarayı’na, Adile Sultan Kasrı’ndan Florya Atatürk Köşkü’ne, Mısır Çarşısı’ndan Sirkeci Garı’na kadar kentteki 18 saray, 4 köşk, 14 han, 4 tarihi çarşı, 2 tarihi gar, 5 medrese ve 5’i kasırdan oluşan toplam 52 tarihi yapı her an yanabilir.

‘FERİYE SARAYLARI EN RİSKLİ’
Raporu hazırlayan AFAM Başkanı Yard. Doç.Dr. Kubilay Kaptan, “Feriye Sarayları, hanlar ve yoğun olarak düğün vs organizasyonlarda kullanılan kasırlar bizim tespitlerimize göre şu anda en riskli grubu oluşturuyor. Feriye’ye acil önlem alınmalı. Bu yapılarda ortak olarak teknolojiyle uyumlu yangın izleme, söndürme ve bildirme teşkilatları yok. Bu konuda en şanslı Dolmabahçe Sarayı ile İbrahim Paşa Sarayı’dır” dedi.

‘İTÜ’YLE ÇALIŞMA BAŞLATTIK’
Kabataş Erkek Lisesi Eğitim Vakfı Başkanı Prof.Dr. Naci Karaağaç, “Galatasaray Üniversitesi’ndeki yangın bize çok ciddi bir uyarıdır. Kabataş’ın çok acil korunaklı hale getirilmesi gerekiyor. Kabataş’ta yangın alarm sistemi var ama söndürme sistemi yok. Fizibilite çalışması yaptırdık. Görülüyor ki şimdiye kadar yaptığımız uygulamalar çok yetersiz. İTÜ’yle çalışma başlattık” diye konuştu.

‘TESİSAT ONARIMINA ONAY YOK’
1854’de Düyun-u Umumiye binası olarak yaptırılan İstanbul (Erkek) Lisesi’nde de durum iç açıcı değil. Bir lise yetkilisi, “Okulumuzda yangın dolapları, içinde söndürme tüpleri ve kovalar var. Onun dışında ne yangın alarm sistemi ne de yangın söndürme sistemi var. 3 yıldır, ‘Elektrik tesisatı acil onarılsın’ diye MEB’e başvuruyoruz. 3 yıldır onay çıkmadı” dedi.

TARİHİ YAPILARDAKİ RİSKLER 
Beylerbeyi Sarayı: Yangın söndürme sistemi yetersiz. Elektrik tesisatı çelik korumalı, kablolar boru içinde değil.
Topkapı Sarayı: Asıl gerekli olan gazlı söndürme sistemi, binanın tamamını izleme sistemi, erken algılama sistemi yok.
Feriye Sarayları: Basit alarm sistemleri dışında gerekli uygun donanımlar yok. Yapılar ciddi risk altında.
Yıldız Sarayı: Detay ve teknolojik yangın söndürme ekipmanları yok.
Dolmabahçe Sarayı: Depo kısımlarında kolay yanıcı pek çok madde bulunuyor.
Sepetçiler Köşkü: Yangın algılama, bildirme, söndürme sistemleri teknolojiden uzak.
Hıdiv Kasrı: Elektrik sistemlerine aşırı yükleniliyor. Koruma önlemi yok.

Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 25.01.2013

RESTORASYON ÇALIŞMASI

 

Düzce’nin Akçakoca İlçesi'nde tarihi ve kültürel varlıklarının değerlendirilmesi ve restorasyonunun yapılması için Vali Adnan Yılmaz ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü bir heyetle incelemelerde bulunmak için Akçakoca’ya geldiler.

 

Vali Adnan Yılmaz beraberinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü ilçe Kaymakamı Aykut Pekmez, Akçakoca Belediye Başkanı Fikret Albayrak ile birlikte bir heyet ile Akçakoca’ya gelerek tarihi Ceneviz Kalesini, Orhangazi İlköğretim Okulunu, sokak sağlıklaştırması yapılacak olan Yukarı Mahalleyi ve orta çarşıyı gezerek incelemelerde bulundular.

 

Genel Müdür Süslü, kurum olarak tarihi ve kültürel değerlerle birlikte ören yerlerini, doku örneklerini ve doğayı bir bütün olarak koruma amaçlı çalışmalara büyük önem verdiklerini vurgulayarak, ”Konuralp’te ve Akçakoca’da tarihi ve kültürel varlıkları ayağa kaldırmak için ne gerekiyorsa yapacağız. Bu konuda yapılması gerekenleri tespit ve yerinde görmek için geldik. Bu iki yöremizde bir an önce yardıma muhtaç ve yok olmak üzere olan varlıkları ayağa kaldırmak için Yerel Yönetimler, Kültür Müdürlüğü, Düzce Üniversitesi STK’lar ve İdare olarak koordineli bir şekilde çalışmalar başlayacağız” dedi.

 

CENEVİZ KALESİ ZAMANLA YARIŞIYOR

Genel Müdür Süslü, Tarihi Ceneviz Kalesine derhal müdahale edilmesi gerektiğini belirterek ”Kale yaşama mücadelesi veriyor ve yardım bekliyor. Bir an önce müdahale gerekli. Kazıyla birlikte mavi bayraklı plajları ile bir bütün olarak ele alınacak projenin uygulamasında Belediye Başkanlığı bize lojistik ve işçi desteği verecek. Kalenin Dünya Mirası listesine alınması için müracaatımız var. Ukrayna ile birlikte tüm Karadeniz’deki tüm Ceneviz kaleleri için bir çalışma yapılıyor” dedi.

 

Vali Yılmaz bölgenin tarihi röntgeninin çekildiğine işaret ederek ”Kadın Girişimciler Kurulunun ziyaretlerinde bu konulara dikkat çeken Yasemin Karslıoğlu ve arkadaşları düğmeye bastılar. Konuralp’ten sonra Düzce’nin parlayan yıldızı, hızla gelişen Akçakoca’da çevreyi ve kültürel değerlerimizi koruma konusunda neler yapabileceğimiz sayı genel müdürüm, kaymakamım ve belediye başkanımızla yerinde inceleyeceğiz. İşbirliği içinde gerekenleri yapacağız” dedi.

 

ORHANGAZİ KÜLTÜR MERKEZİ

Heyet daha sonra Akçakoca’da Orhangazi İlköğretim Okulunu gezdi. Akçakoca’ya bir kültür merkezi yapılmasını talep eden Başkan Albayrak bunun için Orhangazi ilkokul binası ve arazisi çok uygun önerisini yaptı. Vali Yılmaz ve Genel Müdür Süslü bu öneriye sıcak baktı. Daha sonra sokak sağlıklaştırma projeleri uygulanacak alanlar içersinde Yukarı mahallede bulunan 246 adet sit alanına dahil edilmiş evler ve tarihe yenik düşen ahşap evlerde incelemelerde bulunuldu. Yıkılmış tarihi evler gezisinde mahalleli yaşı kadınlar yıkılan binaların kaldırılması konusunda açık sözlülükle dileklerini bildirdiler.

 

Genel Müdür ve Vali Yılmaz bu konuda Belediye destekleriyle gerekeni yapacakların dile getirdiler. Ayrıca tarihi kentsel çarşıda incelemelerde bulunan heyet daha sonra ayrıldılar.

Değişim Medya, 24.01.2013

MİMAR SİNAN'IN AŞKI MÜZEDE YAŞATILACAK

 

 

Amasya Belediyesi tarafından yaklaşık 1 yıl süren proje ve hazırlık çalışması ardından 2.5 ay önce ’Ferhat ile Şirin Aşıklar Müzesi’ inşaatına başlandı.

8 bin metrekarelik alan üzerinde yapılan inşaat çalışması büyük oranda tamamlandı. Müze binasının iç donanımı ile çevre düzenleme çalışmalarının devam ettiği belirtildi. Müzede başta Ferhat ile Şirin olmak üzere, Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Remeo ile Juliet, Mimar Sinan ile Mihrimah Sultan’ın aşk hikayesi ile Anadolu ’da aşıklık geleneği, yavukluluk kültürü ve Mevlana ve Hacıbektaşı Veli’nin felsefesiyle anlatılan ilahi aşkın yer alacağı belirtildi.

Amasya’ya ait olan Ferhat ile Şirin hikayesinin yanı sıra anlatılacak Mimar Sinan’ın Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın kızı olan Mihrimah Sultan’a olan aşkı da ilgi çekti. Müze yapım çalışmaları sürerken bir çok Amasyalının Osmanlı döneminde yaşanan bu platonik aşkın hikayesini merakla beklediği belirtildi.

Amasya Belediye Başkanı AKP’li Cafer Özdemir, 3.5 milyon TL’lik projenin Haziran ayında açılışının yapılmasının planlandığını belirterek, "Müzede insanlara edebiyata yansımış efsaneleşmiş aşkları işlemek istedik. Hikayeler arasında Mimar Sinan ile Mihrimah Sultan aşkı da yer alıyor. Mimar Sinan’ın ile Mihrimah Sultan’a olan platonik aşkını yansıtmak istedik. Biz rölyefler, resimler, müzikler ile bu aşkı müzemizin bir bölümünde canlandırıp insanlara anlatacağız" dedi.

Projenin koordinatörü Amasya Belediye Başkan Yardımcısı Osman Akbaş’ta Mimar Sinan ve Mihrimah Sultan aşkının hikayetini anlattı. Mimar Sinan ve Vezir Rüstem Paşa’nın Mihrimah Sultan’a evlenmek için talip olduklarını söyleyen Akbaş, şöyle devam etti:

"Ama Hürrem Sultan kızı için Rüstem Paşa’yı tercih eder. Mimar Sinan’ın Mihrimah Sultan’a olan aşkını Hürrem Sultan bilmektedir. Buna rağmen Rüstem Paşa Mihrimah Sultan’la evlendirilmiş. Mimar Sinan’a bir fermanla Üsküdar’da Mihrimah Sultan adına bir cami yapılması talimatı verilir. Üsküdar’da iki minareli oldukça büyük dışarıdan görüntü itibariyle kubbelerin dökümü açısından saçları omuzlarına dökülmüş bir kadın silüeti gibi iki minareyle Rüstem Paşa ile Mihriman Sultan’ı anlatmaya çalışır. Miman Sinan ama o kadar büyük bir camide kendi mimari tarzının tersine karanlık bir cami yapar. Bunu da Rüstem Paşa’ya olan kinini veya Rüstem Paşa’nın ne kadar kötü ruhlu bir insan olduğunu anlatmaya çalıştığı ifade ettiği rivayet edilir. Daha sonra herhangi bir talimat olmadan Mimar Sinan Edirnekapı sırtlarında tek minareli Küçük Mihrimah Sultan Camisini yapar. Tek minare ile kendisini anlatır ama koskoca kubbeyi 160 tane pencere ile aydınlık bir cami haline getirir. Bu aydınlıkta Mimar Sinan kendi aşkını ve aydınlığını ifade etmeye çalışmıştır."

Müzede Mimar Sinan ve Mihrimah Sultan aşkındaki 21 Mart tarihinin öneminin yansıtılacağını söyleyen Osman Akbaş, "21 Mart tarihinde Mimar Sinan çok büyük bir hesaplama harikasını gerçekleştirmiştir. Bu tarihte güneşin batışı ile ayın doğuşu aynı ana denk gelir. Ay Üsküdar tarafındaki çift minareli Mihrimah Sultanı camisinin minarelerinin arasından doğarken, güneş Edirnekapı sırtlarındaki tek minareli caminin arkasından batar. Farsça bir isim olan Mihrimah ay ve güneş anlamına gelir. 21 Mart tarihi de Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür. Biz burada Mimar Sinan’ın muhteşem bir mimari gücünü görüyoruz. Mimar Sinan yaptığı iki cami ile Mihrimah Sultan’a olan aşkını anlatmaya çalışmıştır" diye konuştu.

Akbaş, müzede 8 bölümün bulunacağını her bölümde bir aşk hikayesinin anlatılacağı söyledi.
Radikal, Haber: Yaprak Koçer - Savaş Tutak, 24.01.2013

BİR UZAYLI OLARAK ELEKTRİK KONTAĞI

 


Naile Sultan Yalısı

 

‘Sanki elektrik kontağı, uzaydan gelen bir şey. Gelip kültürel mirasımızı alıp götüren Marslı filan’ diyen tarihçi Ahmet Kuyaş’a hak vermemek mümkün değil. Önceki gün de Galatasaray Üniversitesi’nin kullandığı tarihi yapıyı mahveden yangının arkasında yine elektrik kontağı şüphesi kendini gösterdi. Tıpkı daha iki ay önce arkasından bakakaldığımız Milli Eğitim Müdürlüğü binası, yani tarihi Rauf Paşa konağı gibi… Elektrik kontağı, engellenemez uhrevi, kozmik bir şey ya da kaderin bir oyunu sanki. Tıpkı elektriğin kendisi gibi elle tutulup gözle görülemeyen bir şey; ya da elektriğin düşman hali, hem de en canavar ve en yenilmez hali. Tabii aslında ‘İhmal’ adlı kamusal canavarın üstüne serilen bir örtülerin en popüleri. Özellikle tarihi kamusal yapılar söz konusu olduğunda, ortaya çıkan bir örtü.


Daha önce başka yangınlar hakkında dertleştiğimiz, hatta TRT Türk’te birlikte yaptığımız programın bir bölümünü bu konuya ayırdığımız Doç.Dr. Ahmet Kuyaş, Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi. Dün bu kez bizzat kendi okulu için üzülüyordu. İçi tamamen ahşap olan, özgün yapısını, süslemelerinin bir kısmını bugüne kadar koruyabilmiş, 140 yıllık bir binayı yani ‘kültürel mirasımızın’ bir kısmını daha kaybetmenin üzüntüsü içindeydi. 

Yangın kültürel miras gibi 
Yangın, yüzlerce yıldır İstanbul ’un büyük belası. Günümüzde eskinin o silip süpüren yangınlarını yaşamıyoruz. Ama sanki geçmişten gelen bütün yapılarla birlikte yangını da bir kültürel miras gibi koruyoruz. O büyük yangınlardan bize kalan tarihi yapıların önemli bir kısmını da kıymetini bilmeyen bir anlayışla hızla yok ediyoruz. Bugün eski İstanbul’dan Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalanlar ancak ‘müzelik’ olacak kadar az.


Orhan Pamuk’un İstanbul kitabında anlattığı 1950’lerin büyük köşk, konak, yalı yangınları günümüze kadar geldi. Hala tek tük de olsa kentin tarihi mahallerindeki eski, terk edilmiş ahşap yapıların bir gece yanıp gittiğini görürüz. Onlar bir daha asla ayağa kalkmamak, kalksa da eskinin kötü taklidi bile olamamış ucubelere dönüşerek hayatımızdan çekip giderler. Hadi onları terkedilmişlik, aç gözlülük filan yakıp yok ediyor diyelim. Peki kamunun elinde olan eskinin anıtsal yapıları için ne diyeceğiz? Bu yapıları korumanın, yangın ihtimalini ortadan kaldırmanın bir yolu yok mu? Özgün yapısını koruyan o kadar az bina kaldı ki, artık bu yapıları insan kaynaklı felaketlerden korumanın bir yolunu bulmak gerekiyor. Tıpkı depreme karşı uygulanan kampanya gibi, tarihi yapıları da gündeme almalı. Önceki gün İstanbul Valisi Avnu Mutlu, “Tarihi binaların korunması ile ilgili yangın risklerine karşı nasıl bir emniyet tedbiri almamız gerekiyor, bu binaları nasıl korumamız gerekiyor konusu bana göre ciddi bir gündem teşkil etmelidir” dedi. Yangından yangına içi cız edenlerin gündemine bu konu geliyor zaten, mühim olan kamu yöneticilerinin gündeminde yer alması.


Eski ahşap mimarinin bir düşmanı olan yangını bir ihtimal olmaktan çıkartmak da yetmez. Tarihi binaların korunması gereken rant iştahı, restorasyon katliamı, kentsel dönüşüm gibi daha pek çok düşmanı var. Mesela on yıl önce yanıp herkesi pek üzen Ortaköy’deki Naile Sultan Yalısı’nı hatırlıyor musunuz? Hani Gaziosman Paşa İlkokulu olan… Rant iştahı ihtimalini ortadan kaldırmak için bu güzel binanın eski haline getirilip tekrar okul yapılacağı söylenmişti. Sonra ne oldu, uzun süre metruk bekledi ve nihayet kentimizin en şık otellerinden biri olarak yeni bir hayata başlamak üzere. Bu yalıyla ilgili bir ayrıntıyı daha hatırlatayım. Yangından hemen sonra tabii ki ‘elektrik kontağı’ denmiş, ama daha sonraki itfaiye raporunda benzinle tutuşturulduğuna dair bulgulara yer verilmişti!


Şimdi ‘Galatasaray’ ismi, belki de bir zamanlar sahil sarayların bir parçası olan bu eski yapının güzel bir restorasyonla tekrar okul olmasını garanti edebilir. Ama ne yazık ki, ne kadar para harcasalar da bir daha asla ‘eski’, ‘tarihi’ özgün bir yapı olmayacak orası. Eskiymiş gibi yapan yeni bir Galatasaray Üniversitesi yapılacak. Belki sadece ‘gıcır gıcır’ sevenlere iyi gelebilir; ama ‘tarih’ sevenler hep eski binayı hüzünle anacak.

İstanbul’un yangınları
** 1540 Yangını: Eski Saray tamamen yandı.
**1660 Ayazma Kapısı yangını: Kapalıçarşı, 40 hamam, 360 mescit ve cami yandı.
**1756 Cibali Yangını: 70 Hamam, 580 değirmen ve fırın, 10 han, 200 cami ve mescid, 1000 dükkan yandı.
**1775 Yangını: 36 saatte Bab-ı ali, Vezir-i Azam sarayı ve defterdar kapısıyla Mehterhaneyi yaktı.
**1782 Haliç Yangını: Sultan Selim Camii ile Karagümrük ve Hazine-i Şerif arasındaki 7000 bina yandı.
**1870 Beyoğlu yangını: 3000 ev Naum Tiyatrosu ve elçilik binaları yandı.
**1911 Aksaray Yangını: 5500 bina yandı.
**1918 Cibali-Fatih yangını: 7500 bina yandı.

Radikal, Haber: Cem Erciyes, 24.01.2013

TÜM BİLİNENLERİ ALTÜST EDECEK BİR KEŞİF

 

 

Rusya'da bir vatandaş evine yakmak için getirdiği kömürün içinde öyle bir şey buldu ki, tüm Rus bilim adamları bu keşife odaklandı.

300 milyon yıllık kömür depozitine sahip Khakakis bölgesindeki Chernogorodskiy madenlerinden çıkarılan kömürün içinde metal bir obje vardı. Dinozorların bile henüz var olmadığı bu dönemden gelen kömürün içinden çıkan parça hemen incelemeye alındı. Garip nesne, Rus jeologlar tarafından parçalanan kömürün içinden çıkarılarak deneylere tabi tutuldu. Yapılan testler parçanın %98 alüminyum ve %2 oranında magnezyumdan oluştuğunu ortaya çıkardı. Rusya'nın Sesi'nde yer alan habere göre bilim adamları yaptıkları açıklamada bulunan nesnenin alışılmadık şekilde hafif olduğunun altını çizdi. Araştırmacılar şimdi modern çağlarda kullanılan bu parçanın 300 milyon yıllık bir kömürün içinden nasıl çıktığını anlamaya çalışıyor. Yöre halkı ise nesnenin dünya dışı olduğuna inanmış durumda.

 

Gizemli obje araştırmaların devam etmesi için saklı tutuluyor.

Konuyla ilgili görüşlerine başvurulan bir başka jeolag Sharon Hill ise metal parçanın uzaydan geldiğine inanmadığını belirtti. 'Doğal bir oluşum olması mümkün görünüyor' diye konuşan Hill, 'tek bir adamın sözü parçanın uzaydan gelmiş olduğunu göstermez. Yapılması gereken testler var. Bir makale olarak yayınlanmadan buna inanamam' ifadelerini kullandı.

Vatan, 24.01.2013

ÇATALHÖYÜK'E YENİ PLAN

 

Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Çatalhöyük'le ilgili yapılması gereken çalışmalar üzerinde 'Yönetim Planı' hazırlandığını söyledi.

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınan Çatalhöyük'ün geliştirilmesi için Selçuk Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Mimarlar Odası, Konya Kültür Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü çalışmalara başladı.

 

Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Çatalhöyük'le ilgili yapılması gereken çalışmalar üzerinde 'Yönetim Planı' hazırlandığını söyledi. Çatalhöyük'ün, daha çok tanıtılması gerektiğini ifade eden Benli "Buranın enlerinin ortaya çıkarılması ve burayla ilgili yapılması gereken çalışmalar üzerinde bir yönetim planı hazırlandı.

 

Çalışmamız, Çatalhöyük'ü daha fazla nasıl tanıtabiliriz, kazısı, teşhiri çevre etkileri ve çevreye katacağı veriler neler gibi soruların cevabını bulmak" diye konuştu. S.Ü., Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan uzmanlar, İÜ, Mimarlar Odası, Şehir Plancıları, Konya Kültür Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Başkan ve Yardımcısı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden oluşturulan heyetle birlikle çalışmalar yürüttüklerini aktaran Benli, "Şu an eylem planı hazırlanıyor ve hemen uygulanmaya başlanacak. Şu anda Çatalhöyük'te yürüme yolları düzenlenmekte, tanıtım ve çeşitli yönlendirme levhalan düzenlenme çalışma yapılmakta" dedi.

 

Dünyanın ilgi odağı

SÜ Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Öğretim Üyesi Prof.Dr. Levent Zoroğlu ise Çatalhöyük'ün sadece Konya değil tüm dünyanın ilgi odaklarından olduğunu belirterek, şunları kaydetti: "Çatalhöyük, insanların ilk tarım toplumu olarak ev inşa ettikleri, hayvan evcilleştirdikleri ve tohumları ekip biçtikleri bir merkez. Elde edilen verilerin aynı zamanda zi yaretçilere nasıl sunulması gerektiği ile ilgili bir takım dokümanlar hazırlanıyor. Bu dokümanlar Haziran'da UNESCO'ya gönderilecek ve 'Yönetim Planı' tamamlanmış olacak."

Anadolu Ajansı, 24.01.2013

CAMİ ÇATISINDAN ÇIKTI

 

 

Konya'da bir caminin çatısında çok sayıda Kur'an-ı Kerim cüzü, 200-250 yıllık hat levhalar ile 2 el yazması Kur'an-ı Kerim bulundu.

Konya'da bir caminin çatısında temizlik yapılırken bulunan çok sayıda Kur'an-ı Kerim cüzü, 200-250 yıl öncesine ait hat levhalar ile 2 adet el yazması Kur'an-ı Kerim, Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi'ne teslim edildi.

Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Bekir Şahin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kent merkezindeki Şems-i Tebrizi Camisi'nin çatısında temizlik yapıldığı sırada tesadüfen tarihi nitelikte eserler bulunduğunu söyledi.

Tarihi eserleri bulanların daha sonra kendilerini aradığını ifade eden Şahin, ''Bir komisyon oluşturarak, tarihi eserlerin teslim alınması için camiye gittik. Caminin çatısında bulunan, 200-250 yıl öncesine ait, birçoğu el yazması 40 adet hat levha, 32 Kur'an-ı Kerim cüzü ve çok sayıda Kur'an-ı Kerim ile çok nitelikli 2 adet el yazması Kur'an-ı Kerim, tutanak karşılığı teslim alındı'' dedi.

Habertürk, 24.01.2013

MEST EDEN JEST!

 

 

Başbakan Erdoğan'ın jestiyle başlayan 'azınlık vakıflarına mallarının iadesi' sürecinde 111 taşınmazın iadesi, 15'inin bedelinin ödenmesi kararlaştırıldı.

 

Önce Meclis'in 'Cemaat ve azınlık vakıflarına mallarının iadesi' konusunda çıkardığı düzenleme, ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın imzaladığı kararname, birçok vakfın yüzünü güldürdü.


Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç,  azınlık mallarıyla ilgili olarak MHP Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın soru önergesini yanıtladı. Akçay, önergesinde, Vakıflar Kanunu'nda gerçekleştirilen değişiklik çerçevesinde yapılan başvuruları ve taşınmazların hangi gerekçelerle iade edildiği sorusunu yöneltmişti.


Arınç,  28 Ağustos 2012'de sona eren başvuru süresi içinde 116 cemaat vakfı tarafından bin 560 taşınmaz için başvuru yapıldığını belirtti. Arınç şöyle devam etti: 'Vakıflar Meclisi'nce 111 taşınmazın tesciline, 15 taşınmazın bedelinin ödenmesine, 214 taşınmaz başvurusunun uygun bulunmadığına karar verilmiş olup, diğer taşınmazlar ile ilgili değerlendirmeler devam etmektedir.'


ÇOĞUNLUĞU İSTANBUL'DA
Arınç, tazminat ödenmesine karar verilen taşınmazlar için değerlemenin Maliye Bakanlığı tarafından yapıldığının da altını çizdi.


Arınç, ayrıntı vermemesine karşın, taşınmazlardan büyük çoğunluğu İstanbul'da bulunuyor. Diyarbakır, Bursa, Hatay, Balıkesir, Edirne ve İzmir'de de başvurular bulunuyor.

Hem davacı hem hakim
Taşınmazlarla ilgili kararların alındığı Vakıflar Meclisi'ndeki üyelerin durumu da tartışmaya yol açtı. Akçay, mecliste cemaat vakıflarını temsilen tek üye olan Pandeli Laki Vingas'ın Yeniköy Panayia Rum Ortadoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı'nda yönetici olduğunu ve bu vakfın 6 taşınmaz için başvurusu bulunduğunu hatırlattı.

Akşam, 24.01.2013

O POSTER 58 BİN DOLARA SATILDI

 

 

Nazilerin 2. Dünya Savaşı'nda el koyduğu binlerce poster, açık artırmada 2.5 milyon dolara satıldı. Müzayedede 113 yıllık bir poster, 58 bin dolara alıcı buldu.

Guernsey's Müzayede Evi'nde bin 200'den fazla poster için yapılan açık artırmaya çok sayıda koleksiyoncu katıldı.

Bir koleksiyoncunun 58 bin dolar ödediği 1900 tarihli "Kunstsalon Aktuaryus" posteri, en yüksek fiyata satılan poster oldu. 1881 yılında doğan Hans Sachs'a ait posterler, 7 yıllık hukuk mücadelesinin ardından Sachs'ın mirasçısı olan torunu Peter Sachs'a iade edilmişti.

Sachs, küçük bir çocukken poster toplamaya başlamış ve 12 bin posterle ülkenin en önemli koleksiyoncularından biri olmuştu. Naziler, son derece nadir bulunan koleksiyona 1938 yılında el koymuştu. Yıllarca kayıp olan posterler, Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından bir müzenin deposunda bulunmuştu.

Posterleri geri alabilmek için büyük mücadele veren Sachs ailesi, 70 yıl boyunca Almanya'daki bir müzenin deposunda saklanan posterlerin sonunda gün ışığına çıkmasından son derece mutlu olduklarını açıklamıştı.

Habertürk, 24.01.2013

TARİHE 8 YILDA 188 MİLYON HARCADIK

 

 

Arkeolojik kazılara en fazla ödeneğin ayrıldığı yıl 48milyon 182 bin lira ile 2011 yılı olurken, en az ödenek ise 2005 yılında ayrılan 8milyon 548 bin lira oldu.

Bakan Günay, 2013 yılında da kazıları desteklemeye devam edeceklerini vurguladı. 2012’de Bakanlar Kurulu kararı ile 117’si Türk, 39’u yabancı bilim heyetlerince 156 kazı gerçekleştirildiğini ifade eden Günay, müze müdürlüklerince ise 47 bilimsel katılımlı, 144 de kurtarma kazısı gerçekleştirildiğini belirtti.

Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın soru önergesini cevaplayan Günay, kazıların yanı sıra Divriği Ulu Camii ve Şifahanesi, Beyşehir Kubadabat Sarayı, Alanya Kalesi ve Tersanesi, Topkapı ve Yıldız sarayları, Süleymaniye, Bayazıt ve Koca Ragıp Paşa kütüphaneleri başta olmak üzere Türk kültürü ve tarihi alanlarında onlarca araştırma ve onarımçalışmaları yapıldığını da dile getirdi.

Bugün, Haber: Çetin Çiftçi, 24.01.2013

İBRAHİM TEVFİK EFENDİ SAHİL SARAYI

 

Beşiktaş’tan Ortaköy’e uzanan Çırağan Caddesi üzerindeki Feriye Sarayları’ndan biri olan, Galatasaray Üniversitesi yerleşkesindeki İbrahim Tevfik Efendi Sahil Sarayı ile birlikte, bir tarih de dün gece yanarak kül oldu.

 

Çırağan Sarayı'nın müştemilatı olan bina, 1871 yılında Sultan Abdülaziz döneminde, Çırağan Sarayı’nı tasarlayan mimar Balyanlar ailesine mensup Sarkis Balyan tarafından inşa edildi.

 

 

Boğaziçi’nde Osmanlı Hanedanı için yaptırılan ilk saray 1856 yılında kullanıma açılan Dolmabahçe Sarayı’ydı. Daha sonra 1871’de Çırağan Sarayı yaptırıldı. Bu iki saray da yetmeyince, kıyı şeridine ek binalar inşa edildi. Bu binalara “ikincil binalar” ya da “yan binalar” anlamında “Feriye Sarayları” denmesinin nedeni budur.





Uzun yıllar Galatasaray Lisesi'nin kız bölümü dersliği ve yatakhanesi olarak kullanıldıktan sonra Galatasaray İlkokulu'na tahsis edilen bina 1992 yılında üniversiteye devredildi.

 

Neoklasisist bir mimari üslupla inşa edilen yapı, “saray kompleksi” olarak adlandırılabilecek bir bina grubunun içinde yer alıyordu.

 

Yangın sonrasında tanınmaz hale gelen binanın bulunduğu bu “saray kompleksi”, deniz boyunca gelişen üç ana bina, iki katlı küçük bir bina ile cariyeler koğuşundan oluşuyordu.

 

 

Basit bir kurgusu olan iç mekanda ise geniş sofalar vardı ve XIX. yüzyıl özelliğini yansıtan kalem işi tavan süslemeleri ve onları tamamlayan ahşap kaplamaların bazıları günümüze kadar gelmişti.

 

  


Hürriyet, 24.01.2013

PİRİ REİS'İN 500 YILLIK HARİTASI TOPKAPI SARAYI'NDA SERGİLENİYOR

 
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO'nun 2013'ü 'Piri Reis Yılı' ilan etmesi sebebiyle, Topkapı Sarayı Müzesi depolarında muhafaza edilen Piri Reis'e ait harita ve yazma eserler sergilenmeye başlandı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın katılımıyla dün açılışı gerçekleştirilen sergi 23 Ocak-11 Şubat tarihleri arasında ziyaret edilebilecek. 2013'ün sevindirici bir şekilde UNESCO tarafından Piri Reis Yılı ilan edildiğini ifade eden Günay, Piri Reis'in haritasının Topkapı Sarayı kayıtlarında durduğunu belirterek, Piri Reis'in önemli bir denizci ve önemli bir bilim insanı olduğunu söyledi.

Hürriyet, Haber: Ali Şahin, 24.01.2013 

 

******


PİRİ REİS HARİTASI GERÇEK

 

 

Bilkent Kültür Girişimi, Piri Reis'in haritasının 500. yılına özel olarak hayata geçirdiği hediyelik eşya koleksiyonunu, müze mağazalarında tarih severlerin beğenisine sundu.

Koleksiyonun tanıtımı dolayısıyla Topkapı Sarayı Müze Mağazası'nda düzenlenen toplantıda konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 2013 yılının UNESCO tarafından Piri Reis Yılı ilan edildiğini hatırlattı.

Günay, ''Haritamız, Topkapı Sarayı emanetinde duruyor. O haritayla ilgili Enderun Avlusu'nda bir sergimiz var. Haritanın gerçekliği konusunda bir takım spekülasyonlar vardı. Piri Reis haritasının zarar gördüğü, hatta elde olmadığı, replikasının olduğu yönünde bazı spekülasyonlar vardı. Bunlar gerçek dışı açıklamalardır'' diye konuştu.

Arkeolojik kazılar ile çalıntı eserler iki ayrı konu
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bugün basında bir İngiliz gazetesinde çıkan haberlere yer verildiğini, bu haberlerin öncesini de bir Alman dergisindeki röportajın oluşturduğunu belirterek, şu bilgileri verdi:
"Ülkemizden geçmiş yıllarda herhangi bir belgeye dayanarak çıkarılan eserleri şimdiki mevzuat elvermediği için geri istemiyoruz ama bir cami mihrabı, bir lahit kapağı, bir sanduka veya bir medrese süslemesi gibi doğrudan doğruya Türkiye'den yasa dışı yollarla hukuki tabiriyle çalıntı olarak çıkarılmış ve bir biçimde bir müzenin envanterine girmiş olan eser varsa, müzeyle işbirliği yaparak eserin ülkemize iadesini istiyoruz.

Bizim bu talebimiz ile Türkiye'de yapılan bilimsel arkeolojik çalışmalar, tamamen birbirinden ayrıdır. Arkeolojik kazılar ile çalıntı eserlerin ülkemize iadesi tamamen iki ayrı konudur. İkincisini, birincisinin mücadele aracı olarak kullandığımıza ilişkin haksız birtakım nitelendirmeler var''

Habertürk, 24.01.2013

YÜRÜYEN KÖŞK RESTORE EDİLECEK

 

 

Yalova Belediye Başkan Yardımcısı Hikmet Yavuz, "Yürüyen Köşk"ün restore edileceğini bildirdi. 

Yavuz, düzenlediği basın toplantısında, rutubet ve nem nedeniyle dış cephesinde çürümeler meydana gelen "Yürüyen Köşk"te yapılacak restorasyon çalışmasıyla ilgili bilgi verdi.

 

Köşkün restorasyonu için gerekli prosedürlerin yapılması gerektiğini belirten Yavuz, "Bu tür tarihi yapılara istediğiniz zaman, istediğiniz şekilde, keyfekeder, tadilat, tamirat ve bakım yapamıyorsunuz. Bunun bir mevzuatı var. Mevzuat gerçekleşmeden bir tek çivi bile çakamıyorsunuz" dedi.

 

Restorasyonla ilgili proje çalışmasının hazırladığını dile getiren Yavuz, şunları kaydetti: "Rölöve ve restorasyon projesi ile ek raporlar uzman bir ekipçe hazırlanmaktadır. Proje çalışması 7 Şubat'ta bitecektir. Daha sonra proje, Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma BÖlge Kurulu'na sunulacaktır. Kurul onay vermezse proje yeniden yapılmak durumunda. Büyük ihtimalle bu proje kuruldan geçecektir. Ardından da restorasyon çalışmaları başlayacak. Tüm bu çalışmalar şubatın sonunu bulacaktır. Tahminen yapının nisan ayında açılışını gerçekleştireceğiz."

 

Köşkte rutubet nedeniyle çürüme meydana geldiğine işaret eden Yavuz, "Sadece bunu içerinin ve dış cephenin restorasyonu olarak değerlendirmeyin. Restorasyon konusunda iskele ve çevresiyle birlikte kapsamlı ve titiz bir çalışma yapılacak. Binanın deniz kenarında olmasından dolayı nem ve su etkisi var. Köşkün nemden ve sudan korunması için titiz çalışma olacak. Restorasyonla 15-20 yıl yeniden bir çalışma yapılmasına gerek kalmayacak" diye konuştu.

Yavuz, yapı içindeki manevi ve tarihi kıymeti olan eşyalar üzerinde konusunda uzman zanaatkar ve akademik danışmanların yönetiminde çalışma gerçekleştirileceğini, restorasyon süresince eşyaların korunacağını kaydetti.

 

-Yürüyen Köşk-

Atatürk'ün bir yat gezisi esnasında gördüğü ve gölgesinde kahve içerek dinlendiği çınar ağacının yanında inşa edilen köşk 1929'da tamamlandı. Zamanla büyüyen çınar ağacının dallarının köşke zarar vermesi üzerine bahçıvan dalların kesilmesini önerdi. Bunun üzerine Atatürk, dalların kesilmesi yerine köşkün kaydırılması talimatını verdi. Köşk, temeline raylar döşenerek 4 metre doğuya kaydırıldı. Bu nedenle köşke, "Yürüyen Köşk" adı verildi. Halen müze olarak kullanılan köşkte Atatürk'e ait eşyalar ve bal mumu heykel bulunuyor. Yapı, 2006'da restore edilmişti. 

Yalova Kent Haber, 23.01.2013

"ABDÜLAZİZ YANAN BİNADA KATLEDİLDİ"

 

 

Tarihçi Talha Uğurluel, dün akşam çıkan yangın sonucu kullanılamaz hale gelen Galatasaray Üniversitesi kampüsündeki tarihi binanın, Osmanlı döneminde Feriye Sarayları'nın bir bölümü olduğunu belirterek, “Sultan Abdülaziz, Feriye Sarayları olarak bilinen binada katledildi” dedi.


Galatasaray Üniversitesi'nin binası hakkında bilgi veren Uğurluel, Osmanlı döneminde, küle dönen yapının da içinde bulunduğu 4 bloğun Feriye Sarayları olarak isimlendirildiğini anlattı.


Osmanlı'nın Topkapı Sarayı'nda 400 yıl kaldığını hatırlatan Uğurluel, 1856'dan sonra devletin Çırağan Sarayı'ndan yönetildiğini belirtti. Uğurluel, devletin yönetim merkezi konumunda olan Çırağan Sarayı'nın kapasitesinin yetersiz kalması sonucu Çırağan Sarayı ile Ortaköy Camisi arasına 'yan saray' anlamına gelen Feriye Sarayları'nın yapıldığını söyledi.

Feriye Sarayları'nı “Bugün yanmış olan o bina ile solunda bulunan 2 sarı bina, onun yanında bir küçük ahşap yapı, bir de o ahşap yapının Ortaköy Camisi'ne bakan tarafında bulunan 4. bina” olarak tarif eden Uğurluel, 4 binadan müteşekkil Feriye Sarayları'nın Osmanlı'nın son dönemlerine kadar faal olduğunu belirtti.

“ÇIRAĞAN SARAYI'NDA ÖLMEDİ”
Feriye Sarayları'nın acı bir hatırası da olduğunu belirten Uğurluel, “Sultan Abdülaziz, Feriye Sarayları olarak bilinen ve dün geceki yangında kullanılamaz hale gelen binada katledildi” dedi.

Uğurluel, bilinenin tersine Abdülaziz'in Çırağan Sarayı'nda ölmediğini, intihar süsü verilerek Feriye Sarayları'nda katledildiğini ifade ederek, şöyle konuştu:
“Sultan Abdülaziz'in katledildiği yer; bu saraydır. Abdülaziz, Feriye Sarayları'nda katledildi. İnsanımız, Sultan Abdülaziz'in Çırağan Sarayı'nda öldürüldüğünü bilir. Çırağan Sarayı değildir. Bu acı hadise, yangında mahvolan bu binada oldu. Sultan Abdülaziz, Feriye Sarayı'nda, dönemin Sadrazamı Mithat Paşa ve dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Avni Paşa tarafından bilekleri kesilerek öldürülmüştür.

Hadise şöyle; 1876'da bir gece Dolmabahçe Sarayı gemilerle sarılıyor, darbe yapılıyor, Sultan tahttan indiriliyor. Sultan Abdülaziz'i önce Topkapı Sarayı'na kapatıyorlar, 4 gün sarayda kalıyor. Topkapı, çok soğuk bir saray. O günlerde bir yaşantı olmadığı için çok pejmürde. Abdülaziz rahatsız oluyor. 'Beni başka yere götürün' diyor. Alıyorlar, Feriye Sarayları'na götürüyorlar. Abdülaziz, 22 gün kadar Feriye'de kalıyor ve o gece içeriye adamlar sokuluyor. Kendisini öldürmüş süsü verilerek, bu büyük adamı bileklerini keserek öldürüyorlar.”

Cumhuriyet'ten sonra Feriye Sarayları'nı oluşturan binaların okul olarak kullanıldığını anlatan tarihçi Talha Uğurluel, yanan binanın 20 yıldır da Galatasaray Üniversitesi olarak eğitim hayatına devam ettiğini hatırlattı.

Radikal, 23.01.2013

40 BİN YILLIK BACAK KEMİĞİNİN DNA'SINDAN BAKIN NE ÇIKTI

 

 

Araştırmacılar, Çin'e yerleşen ilk modern insanların bazıları ile bölgede günümüzde yaşayanlar arasındaki bağın izini buldu. BBC'nin haberine göre, bulgu, Pekin yakınında bir mağarada bulunan 40 bin yıllık bacak kemiğinin DNA'sından çıkartıldı.

 

PNAS dergisinde yayımlanan sonuçlar, bacak kemiğinin ait olduğu insanın, günümüz Asyalılarının ve Amerikan yerlilerinin atalarıyla akraba olduğunu gösteriyor.


Fosil kalıntılarına göre, büyük ölçüde günümüz insanlarına benzeyen insanlar, Avrasya'da 40 ve 50 bin yıl önceki dönem arasında görülmeye başladı.


Öte yandan, bu ilk modern insanlarla günümüz toplulukları arasındaki genetik ilişkiler konusunda birçok soru işareti mevcut. Örneğin, bazı kanıtlar, son Buz Devri'nin ardından Avrupa'ya geniş kapsamlı göç olduğunu ima ediyor.

Yine Çin'deki Red Dear Mağarası'nda ve Nijerya'da Iwo Eleru'da bulunan fosil kalıntıları, Son Buzul Çağı insanları arasında şimdiye dek değer verilmeyen çeşitliliğe işaret ediyor.

Araştırma ekibi, Tianyun Mağarası'nda 2003'te bulunan bacak kemiğinden genetik materyali yeni bir teknikle çıkarmayı başardı. Bu çerçevede ekip, hücrelerin çekirdeklerinde bulunan DNA türünü ve hücrenin “dinamoları” olan mitokondriden genetik materyali ayıklayarak çıkardı.

Kişinin DNA analizi, günümüz Asyalıları ve yerli Amerikalıların atalarıyla akraba olduğunu gösterirken, araştırmacılardan, Leipzig'deki Max Planck Evrim Antropolojisi Enstitüsü'den Svante Pääbo, Avrasya genelinde ilk modern insanlar hakkında daha fazla araştırmanın, modern insanların Avrupa ve Asya'ya nasıl ve ne zaman yayıldıkları konusundaki malumatlarını daha da geliştireceğini söyledi.

Hürriyet, 23.01.2013

 

******


AMERİKAN YERLİLERİ ÇİNLİ ÇIKTI

 

  

 

Amerikan yerlilerinin atalarının 40 bin yıl önce Çin’de yaşadığı ortaya çıktı.

 

Çin’in başkenti Pekin’deki Tianyuan Mağara’sında bulunan bir kemiğin DNA yapısını inceleyen Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü, genetik analizler sonucunda Amerikan yerlilerinin kökeninin Pekin’de 40 bin yıl önce yaşayan insan topluluklarına dayandığını tespit etti.





Enstitü raporunda, Pekin’de yaşayan ilk modern insanların genetik yapı bakımından Avrupalılardan farklılaşmış olduğu kaydedildi.

 

Enstitü, Pekin yakınlarındaki Tianyuan Mağarası’nda 2003’de ulaştığı 40 bin yıllık insan fosilinden alınan DNA örnekleri üzerinde anatomik ve moleküler incelemeler yürütüyordu.

Hürriyet, Haber: Sadi Kaymaz, 24.01.2013

 


Tüm dünyaya örnek olan sevgi ve hoşgörüsünün yanı sıra, sayısız tarihi ve kültürel mirası ile de dikkat çeken ilimizde, bu değerlerin korunması, sergilenmesi ve gelecek kuşaklara en iyi şekilde aktarılması amacıyla yapılan çalışmalar devam ediyor.

Bu kapsamda Maşuklu Beldesi’nde yapımı devam eden 53,5 dönümlük alanda bodrum+zemin+1 kat, 4 kısım ve 16 bloktan oluşan Arkeoloji Müzesi, mozaik sergi alanı açısından dünyanın en büyük müzelerinden biri olacak.





21 Ocak 2013 Salı günü saat 11.00’de, inşaatı devam eden yeni Arkeoloji Müzesi’nde incelemelerde bulunarak ilgililerden bilgi alan Hatay Valimiz Sayın M. Celalettin Lekesiz, daha sonra faaliyette olan Hatay Arkeoloji Müzesi’ne geçerek, yeni müzede sergilenecek eserlerin taşınması, teşhiri, tanzimi ve restorasyonu görevini üstlenen özel firma yetkilisi Restoratör Celal Küçük’ten yeni Arkeoloji Müzesi’nde yapılacak çalışmalarla ilgili olarak bilgi aldı.

Ardından bir değerlendirme yapan Valimiz Sayın Lekesiz, yeni Arkeoloji Müzesi’nin, sergilenecek eserler bakımından Türkiye’nin en büyük arkeoloji müzesi olacağını ve arkeolojiye merak duyan herkeste derin bir heyecan uyandıracağını ifade ederek, ‘Müzede büyük bir sergi mekanına kavuşacağız. Burada sergilenecek eserler görsel anlamda ziyaretçilerini büyülerken Hatay'ın tarihine de ışık tutacak.’ dedi.

İncelemelere, Vali Yardımcısı Şahin Bayhan, İl Özel İdare Genel Sekreteri Muhittin şahin, İl Kültür ve Turizm Müdürü Yavuz Açıkbaş, Antakya Arkeoloji Müzesi Müdürü Özcan Şimşek ve diğer ilgililer katıldı.

Hatay Gündem, 23.01.2013

ELAZIĞ'DA PICASSO İDDİASI

 

 

Elazığ’da, Pablo Picasso’ya ait olduğu öne sürülen bir tablo ele geçirildi. Malatya’dan Elazığ’a giden İ.H.T’nin, Pablo Picasso’nun “The Harlequin’s Family” tablosunun elinde olduğunu belirtip satmaya çalıştığı, bu yönde pazarlık yaptığı bilgisini alan İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, zanlıyı takibe aldı.

Malatya’ya doğru dönüşe geçen İ.H.T’nin kullandığı otomobil, Kömürhan Köprüsü mevkiinde jandarma ekiplerince durduruldu. Araçta yapılan aramada Pablo Picasso’ya ait olduğu öne sürülen “Harlequin’s Family” adlı tablo ele geçirildi. Tablo, incelenmek üzere Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’ne teslim edildi. Zanlı, ifadesinin alınmasının ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Öte yandan zanlının tablo karşılığında 10 milyon dolar istediği iddia edildi.,

Habertürk, 23.01.2013

"ERZURUM'UN TARİHİ YANDI"

 

 

Tarihi kaynaklara göre 1739 yılında yaptırılan Erzurum’un en eski tarihi evi Zırnıklı Vehbi Bey Konağı kül oldu. Mimari yapısı ve tahta oymacılığının en güzel örneklerinin bulunduğu konakta çıkan yangın tüm motifleri yok etti. Konağın kuzey cephesi de yerle bir oldu.

Tarihi Erzurum Kalesi’nin altındaki Mirza Mehmet Mahallesi Seyif Efendi sokakta bulunan 274 yıllık Zırnıklı Vehbi Bey Konağı artık yok. Yılların ihmaline uğrayan ve sahipsizlik yüzünden viraneye dönen konakta önceki gün bilinmeyen bir sebeple yangın çıktı. Bir anda yükselen alevlere teslim olan tarihi konağın kuzey cephesi yerle bir oldu.

Tarihi kaynaklara göre 1739 yılında yaptırılan ve Erzurum’un en eski evi olan konağın göz göre yok olduğunu belirten Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, konaktaki tavan süslemeleri ve tahta oymacılığının hiçbir örneğinin bulunmadığını söyledi. Tarihi konağının önceden çekilen birkaç fotoğrafının artık kitaplarda kaldığını ifade eden Prof.Dr. Yurttaş, “Çok üzüldüm. Erzurum’un tarihi yandı” dedi.

Erzurum Gazetesi, 23.01.2013

GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DEĞİL DE FERİYE SARAYI YANIYOR DESEYDİK...

 

Fanatik insanların kötücül hastalığı yerini insafa bırakır mıydı acaba?
 

***

 

Dün akşam, şimdi Galatasaray Üniversitesi olan, ama aslen 1870’lerde Feriye Saraylarının bir kısmı olan o tarihi, o masalsı binada yangın çıktı.

 

Çırağan ve Dolmabahçe Sarayları Osmanlı Hanedanı için yapılıp da yetmeyince, bu iki saraya ek olarak yapılan tarihi saraydır Galatasaray Üniversitesi’nin binası aslında.
Feriye Sarayıdır yanan, kül olan!
140 yıllık tarihimizdir yani...

 

O tarihi binanın içinde ne çok öğrenci okudu, yetişti, yetişiyor. Du.

Ne çok Fenerli, Beşiktaşlı, Trabzonlu öğrenci aynı sınıfta okuyup eğitim alıyordu yanyana. Birbirlerinin boğazını sıkmadan!
Hepsinin ortak canı, anıları yandı dün akşam o binada.
Ne çok anı, hikaye vardır kimbilir o koridorlarda.


Koskocaman, içinde eşsiz kitaplar olan bir kütüphane yandı kül oldu, kitaplar yandı cayır cayır...kitaplar...
Kül oldu hepsi...

 

Yanan tarihimizdi cayır cayır, tarih. TarihiMİZ!
Mazimiz yandı a be akılsızlar, vicdansızlar!

 

Oysa birileri sırf adında “Galatasaray” var diye “yansın, beter olsun” gibi şeyler yazıyordu sanal alemde utanmadan.
İnsafsızca...

 

İnsana hikayeler yazdıracak büyüsü olan o tarihi bina, güzel öğrenciler yetiştiren o üniversite, ekranda sönmek bilmeyen alevler içinde yanarken; sosyal medyada da kötü kalpli insanlar yazdıklarıyla yakıyorlardı canımızı.

 

Bu fanatiklik filan olamaz asla. Bu kötü kalplilik hem de en bayağısından.
İnsana kıymazlar, doğaya kıymazlar, tarihe kıymazlar…


Neyi sever bu insanlar?
Neye değer, kıymet verirler?


Tarihimiz, doğamız, insanlarımız değerli gelmiyorsa kendilerine; belli ki esas onlar yanıyorlar sevgisizlik içinde. Dikkat çekmek isteyen sevgisiz kalmış yaramaz çocuklardan farkları yok.

Yazık onlara.


Kül oldu güzelim Galatasaray Üniversitesi, Feriye Sarayı...
Haydarpaşa’nın acısı sönmemişti ki daha...

 

Tarih de aşk gibi küllerinden doğar mı acaba?
Doğsa...

Yonca
“kül”

Hürriyet, Haber: Yonca Tokbaş, 23.01.2013

500 YAŞINDAKİ KIZ

 

 

Bilim insanları, 500 yıl önce kurban edilerek, Arjantin topraklarındaki bir yanardağın zirvesine gömülen Inka mumyasının ölümüne ait sır perdesini kaldırmayı başardı.Arjantin ve Şili arasındaki sınırda deniz seviyesinden 6739 metre yükseklikte Lyulyaylyako Volkanının hemen yanında buzun içerisine gömülmüş 14-15 yaşlarındaki kızın mumyasının sırrı çözüldü!

 

 

Aradan geçen 500 yıla rağmen dün ölmüş gibi canlı duran ve hiçbir organı hatta üzerindeki giysiler bile çürümeyen kız, İnka kabilesine bağlı.

 

 

Kızla birlikte 7 yaşında bir çocuk ve 6 yaşında başka bir kız daha bulundu.

 

 

1999 yılında bulunan bu inanılmaz mumya üzerinde yıllardır araştırmalar yapılıyor.

 

 

Kızın akciğerinde tüberküloza benzeyen akciğer enfeksiyonlarına rastlandı.İlk kez bir mumyada bir enfeksiyon bulundu.

 

DNA testlerinde de bütün hücrelerinin sağlam olduğu belirlendi.

 

New York Üniversitesi`nden bir ekip yıllardın bu kızın nasıl bu kadar sağlam kalabildiğini araştırıyor. Bu konu hala bir sır olarak duruyor. 3 küçük çocuğun yanında bulunan altın, gümüş, giysiler, yiyecekler ve bilinmeyen bir beyaz kuş tüyleri çocukların kurban edilmiş olma ihtimalini arttırıyor.

 

Bilim insanları, 500 yıl önce kurban edilerek, Arjantin topraklarındaki bir yanardağın zirvesine gömülen Inka mumyasının ölümüne ait sır perdesini kaldırmayı başardı.

 

Araştırmalar sonucunda, genç kızın öldüğü sırada akciğerlerinde enfeksiyon bulunduğu tespit edildi.

Sabah, 23.01.2013

"DOLMABAHÇE SARAYI DA TEHLİKE ALTINDA"

 

Yangın sonrası NTV'nin görüşüne başvurduğu NTV Tarih Yayın Kurulu Üyesi Necdet Sakaoğlu başka bir tehlikeye işaret etti.

 

Galatasay Üniversitesi'ndeki yangınla ilgili NTV'ye konuşan NTV Tarih Yayın Kurulu Üyesi Necdet Sakaoğlu, Dolmabahçe Sarayı'nın da tehlike altında olduğunu söyledi.

Galatasaray Üniversitesi'nin Ortaköy'deki tarihi binası dün akşam çıkan yangında kullanılamaz hale geldi.

 

Dolmabahçe Sarayı'nda da bu tür bir yangının yaşanabileceğine değinen Sakaoğlu, şunları söyledi:
"Bu tür yangınlar bizim eski saraylarımızda veya sarayken başka amaçla kullanılan binalarımızda her an, hergün beklenebilir. Yarın başkasının haberini alabiliriz. Bunlar yangından gereği gibi korunamıyor. Korunması da mümkün değil. Hergün yüzlerce öğrencinin girip çıktığı, faal biçimde kullanılan binaların ahşap yapısı ve tarihi dokusu dikkate alınmıyor, alınamaz da...

Böyle afetlere maruz kalmaması için üniversitelere yeni binalar yapılmalı. 21. yüzyılda üniversite ne arıyor, o binalarda işi ne? Üniversite işlevi o binalara nasıl uydurulur, şaşılacak bir şey. Ben asıl daha büyüğünden korkuyorum. En büyük korkum Dolmabahçe Sarayı'nın yanmasıdır. Ora da tehlike altında. Bu tür binaların hepsi günün birinde bu tür afetlere açık.

Bu binalar saray olarak yapılmış. Bunların işlevi ancak, eski saraylık konumlarına uygun bu çağın gerektirdiği faaliyetler olabilir. Buralarda sergiler açılabilir, basit müzeler yapılabilir. Bazı basit eğitim işlevlerine tahsis edilebilir. Üniversite olarak kullanılması son derece gereksiz ve fuzulidir, bir an önce kurtarılmalıdır."

Vatan, 23.01.2013

ÇAMLICA'YA TÜRK İSLAM ESERLERİ MÜZESİ!

 

 

Türkiye'nin '7 minareli ilk camisi' olacak Çamlıca Camisi'nin mimari detay çalışmaları devam ediyor. Statik projesi de tamamlanmak üzere olan Çamlıca Camisi'nin kısa bir süre sonra hafriyat çalışmaları başlayacak. Projeye ek olarak, caminin altına 10 bin 600 metrekarelik Türk-İslam Eserleri Müzesi inşa edilecek.

 

İstanbul Cami ve Eğitim-Kültür Hizmet Birimleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği tarafından geçen yıl düzenlenen yarışmayı kazanan projenin mimarları Hayriye Gül Totu ve Bahar Mızrak öncülüğündeki 5 kişilik ekip, caminin dış mimari detaylarını tamamlamak için bir çalışma yürütüyor.

 

GÜNDÜZ KAZIP, GECE TAŞIYACAĞIZ
Külünk, ''İnşaat alanından 50 bin kamyon (600 bin metreküp) hafriyat çıkacağını tahmin ediyoruz. Bu nedenle hafriyat çalışmaları birkaç ay sürecek. Çamlıca'nın yol koşulları da göz önüne alındığında, bu bölgede yaşayan insanlara rahatsızlık vermemek adına hafriyatı gündüz kazacağız, gece taşıyacağız'' dedi.

 

Şantiye alanının da hazırlandığını anlatan Külünk, yarışmanın duyurusundaki mimari özelliklerin geçerliliğini koruduğunu, yarışmayı kazanan projenin uygulanacağını ifade etti.

 

100 MİLYON LİRAYI GEÇECEK
Projeye ek olarak caminin altına 10 bin 600 metrekarelik Türk-İslam Eserleri Müzesi inşa edileceğini aktaran Külünk, ''Cami için henüz bir isim belirlenmedi. Şu anda Çamlıca Camisi olarak adlandırıyoruz. İlerleyen süreçte farklı bir isim konulabilir. Proje, yaklaşık 100 milyon lirayı geçen bir proje olacak'' diye konuştu.

 

Caminin mimarlarından Bahar Mızrak da projenin mimari detayları üzerinde çalıştıklarını, Türk-İslam Eserleri Müzesi haricinde projenin genelinde büyük bir değişiklik olmadığını aktardı.

 

OTOPARK KAPASİTESİ 3 BİN 500'E ÇIKTI
Türk-İslam Eserleri Müzesi'nin yanı sıra daha önce bin araç kapasiteli planlanan otoparkın kapasitesinin 3 bin 500'e çıkarıldığını anlatan Mızrak, ''Caminin dış detayları üzerinde çalışıyoruz. Caminin kubbe çapı İstanbul'u simgelemesi adına 34 metre, İstanbul'da yaşayan 72,5 milleti simgelemesi adına yerden yüksekliği 72,5 metre, Malazgirt Zaferi'ni simgelemesi adına minare boyu 107.1 metre olacak. Biri caminin dış avlusunda yer alacak sekizgen şeklindeki zaman minaresi olmak üzere toplam 7 minare bulunacak. Şerefeli inşa edilecek bu minarenin üzerinde saat de bulunacak.

 

Cemaat kapasitesi avlu dahil 30 bin metrekare olarak tasarlandı. Cami yaklaşık 15 bin metrekarelik alana oturacak. Eğitim ihtiyacının karşılanmasına yönelik de 50'şer kişilik 10 adet derslik, sosyal kültürel ihtiyaçların karşılanmasına yönelik 750 kişilik konferans salonu, 250 kişilik toplantı salonu, kütüphane, sergi salonu, gasilhane ve yemekhane yer alıyor'' dedi.

Ntvmsnbc, 23.01.2013

MİMARLAR ODASI'NDAN GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ YANGINI ÜZERİNE BASIN AÇIKLAMASI

 

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, dün akşam Galatasaray Üniversitesi'nin tarihi binasında yaşanan yangınla ilgili bir basın açıklaması yayınladı.

Yayınlanan açıklama şu şekilde:

 

Galatasaray Üniversitesi'nin Beşiktaş, Ortaköy'de Sahil Kampüsü'nde yer alan tarihi bina, 22 Ocak 2013 günü saat 19.30 sıralarında çıkan yangın sonucu büyük oranda yanmıştır. Basından öğrendiğimiz bilgilere göre, tarihi ahşap yapının 3. katında çıkan yangın itfaiyenin karadan ve denizden müdahalesine rağmen tüm binayı sarmış ve tüm çabalara rağmen yapının büyük bir bölümü yanmıştır. Yine basından öğrendiğimiz kadarı ile ilk açıklamalar, yangının elektrik kontağı sonucu çıktığı yönündedir.

 

Yangının gerçekleştiği tarihi ahşap bina, Feriye Sarayları olarak da bilinen ve Çırağan Sarayı'nın müştemilatı olan, resmi adı da İbrahim Tevfik Efendi Sahil Sarayı olan binadır. Bu ahşap yapı 1871 yılında, Sultan Abdülaziz döneminde Mimar Sarkis Balyan tarafından inşa edilmiş, uzun yıllar Galatasaray Lisesi'nin kız bölümü dersliği ve yatakhanesi olarak kullanıldıktan sonra Galatasaray İlkokulu'na tahsis edilmiş, 1992 yılından bu yana da Galatasaray Üniversitesi'ne ev sahipliği yapmıştır.

 

Tarihi yapılar birer birer yangınlarla yok olurken tüm yangınların suçlusu elektrik kontağı olarak gösterilmektedir. Bu sefer hangi kültür varlığı elektrik kontağı sonucu yanacak diye endişe ile bekler hale gelinmiştir. Suçlu elektrik kontağı olduğu sürece bu yangınların devam etmesi ve bizlerin de hüzünle izlemesi kaçınılmaz olacaktır.

 

Tarihi Haydarpaşa Garı'nın çatısı, 28 Kasım 2010 tarihinde saat 14.30'da çıkan yangın sonucu büyük oranda tahrip olmuştur. Restorasyon sırasında çıkan yangının elektrik kontağından kaynaklandığı belirtilmiş ve yangının iki işçinin ihmali sonucu çıktığı tespiti ile dosya kapatılmıştır. Mimarlar Odası ve konu ile ilgili uzmanlar basına yaptıkları açıklamada, tarihi yapılarda yangın öncesi alınması gereken tedbirlerin, yani yangını önlemeye yönelik tedbirlerin olmadığını ve İstanbul'daki tüm tarihi yapıları aynı tehlikenin beklediğini belirtmişlerdir. Bu uyarılara rağmen o günden bu yana yeterli önlem alınmamış, tarihi yapılarda yangınlar yaşanmaya devam etmiştir.

 

Haydarpaşa yangınından çok kısa süre sonra, 11 Şubat 2011 günü, Mimar Sinan'ın 1580 tarihinde yaptığı eseri Tarihi Kılıç Ali Paşa Camii'nin restorasyonu sırasında çatısında yangın çıkmış, yapıya fazla zarar vermeden söndürülen yangının sorumlusu olarak elektrik kontağı gösterilmiştir.

 

Bu yangının üzerinden on gün geçmeden, 19 Şubat 2011 tarihinde bu sefer İstanbul'da bulunan Beyazıt Camii'nin avlusundaki tamamen ahşaptan yapılmış Hünkar Kasrı'nda yangın çıkmış, binanın üst katı küle dönmüştür. Bu yangınında ilk inceleme sonucunda, elektrik kontağından çıktığı açıklanmıştır.

 

23 Aralık 2012 tarihinde ise tarihi Kapalı Çarşı'nın Örücüler Kapısı'nda yangın çıkmış, iki gün sonra yani 25 Aralık 2012 günü, sabahın erken saatlerinde bu sefer Cağaloğlu'ndaki 1865 yılında yapılan, 5 katlı İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü binası tamamen yanmıştır. Yangından sonra yapılan açıklamada, 147 yıllık tarihi yapının da elektrik kontağı yüzünden yandığı açıklanmıştır. İl Milli Eğitim Müdürlüğü yangınından sonra Mimarlar Odası yaptığı açıklamalarda tarihi binalarda yangına yönelik gerekli tedbirlerin hala alınmadığı belirtilmiş, yetkililer tekrar uyarılmıştır.

 

Ancak tüm bu uyarılara rağmen bu sefer de Galatasaray Üniversitesi'nin tarihi binası büyük oranda yanmıştır. Yaşanan bu yangının ardından, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi olarak tüm yetkilileri İstanbul'un tarihini yangınlara teslim etmemek için tarihi binaların yangına karşı korunması konusunda gerekli sorumluluğu almaya tekrar çağırıyoruz.

Arkitera, 23.01.2013

İBRADI'DA KORUMA AMAÇLI İMAR PLANINI BAKANLIK YAPTIRACAK

 

 

Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, İbradı ilçe merkezinin 03.07.2012 tarihinde 'kentsel sit' ilan edilmesi üzerine askıya alınan imar planının yerine 'koruma amaçlı imar planı' hazırlanıncaya kadar geçerli olacak 'geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları'nı belirledi. Kurul’un, 17.10.2012 tarih ve 1059 sayılı kararında ayrıca koruma amaçlı imar planı yaptırma görevi, kentsel sit alanının Maşat Yaylası Turizm Merkezi sınırları içinde olması nedeniyle İbradı Belediyesi yerine Kültür ve Turizm Bakanlığı'na verildi.

Tescilli yapılarak izinle onarılacak
Geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarına göre İbradı ilçe merkezindeki 'korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı' olarak tescilli düğmeli ev, konak, bağ evi, kıraathane ve cami gibi 56 yapının çatı ve oluk onarımı, boya ve badana gibi 'tadilat-tamirat' işleri Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü izni ile yapılacak. Bu yapıların 'esaslı onarım'ı ise röleve, restitüsyon ve restorasyon projeleri Koruma Bölge Kurulunca onaylandıktan sonra yapılabilecek. Korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı parsellerinde ilave yeni yapıya sınırlama getiren Kurul, İbradı’da 'kentsel sit' alanında yer alan tescilsiz yapıların bakım ve basit onarımlarının da 2863 sayılı yasanın 57. maddesine uygun olarak Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü izni ile yapılmasını istedi.

Yeni yapılar iki katlı olacak
İbradı’da 'kentsel sit alanı'nda yeni imar parseli oluşturulmasını sınırlayan, parsel sınırlarının düzenlemeleri ve yol terkleri gibi uygulamalar için Koruma Bölge Kurulunun izni alınmasını öngören geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarında belirlenen diğer kurallar şöyle:

- Parsellerin doğal eğimini ve mevcut sokak parsel ilişkisini değiştirecek hafriyat ve dolgu yapılmayacak.
- Yol ile parsel arasında farklı kotların olduğu parseldeki düzenlemeler yakın çevresindeki geleneksel dokudaki biçimlenmeye göre oluşacak.
- Yapılara cephe aldığı sokaktan kot verilecek ve kot binanın orta aksından alınacak.
- Subasman kotu yolun eğimine göre +0.50 m. Veya +1.00 m. Olarak alınacak.
- Geleneksel dokudaki yapı-parsel oranları ve yapı büyüklükleri göz önüne alınarak yeni yapılarda TAKS:0.35; KAKS:0.80 olarak belirlenecek. Yapı taban alanı ise en fazla 120 m2 olacak.
- Yapıların saçak kotu yüksekliği kot aldığı yoldan en fazla 6.5 m. (2 kat) olabilecek. Tescilli yapıların komşu parsellerinde yeni yapının yüksekliği belirlenirken tescilli yapının saçak kotu göz önünde bulundurulacak.
- Arazi eğimi ile kullanılarak kat kazanılamayacak, yapı yüksekliği her cepheden 2 kat olarak gözükecek.
- Yol cephesine açık çıkma yapılamayacak.
- Mimari biçimlenmede geleneksel malzeme, inşa tekniği ve cephe özellikleri göz önünde bulundurulacak.
- En fazla yüzde 33 eğimde ve kiremit örtü olacak çatılar kırma ya da beşik çatı formunda olacak.

Altyapıya da onay alınacak
Yeni yapı projeleri, yapının parsel içindeki yerleşimi ve kot alma noktasının tespit edilebilmesi için parsel ve çevresindeki yapılar ile dokuya ilişkin vaziyet planı, silüet ve fotoğraf albümünün yer aldığı bir etüd ve İbradı Belediyesi’nin imar biriminin görüşü ile birlikte Kurulun onayına sunulacak. Kurul tarafından onaylanarak inşa edilecek yeni yapıların geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarına ve projesine uygun olduğuna dair teknik raporla birlikte Kurul Müdürlüğü'nün uygun görüşü ile yapı kullanma izni verilecek. Geçiş Dönemi Koruma Esasları ve Kullanma Şartlarına göre İbradı ilçe merkezinde yapılacak her türlü alt yapı uygulaması öncesinde Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 'uygun' görüşü alınacak.

Plan için iki yıllık süre
İbradı ilçe merkezinin Maşat Yaylası Turizm Merkezi sınırları içinde olması nedeniyle Koruma Amaçlı İmar Planını yaptırma görevini 2863 sayılı yasanın 17. Maddesi gereğince planlamada yetkili kurum olan Kültür ve Turizm Bakanlığı Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü’nün yapmasını kararlaştıran Kurul ayrıca, İbradı Koruma Amaçlı İmar Planı iki yıllık yasal süresi içinde hazırlanıp Kurula iletilmemesi halinde Geçiş Dönemi Koruma Esasları ve Kullanma Şartları uygulamasını durdurabilecek. İbradı Koruma Amaçlı İmar Planının yapım çalışmalarının başlaması için İbradı Belediyesi’nin ilgili Kurul kararı ile birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığına başvuru yapması gerekiyor. Bakanlık planı kendi yaptırabileceği gibi plan için gerekli kaynağı İbradı Belediyesi’ne tahsis ederek sadece denetimini yapabiliyor.

Yapı, 22.01.2013

GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ'NDE YANGIN

 

 

Beşiktaş ’daki tarihi Galatasay Üniversitesi öğrencilerinde bulunduğu sırada henüz bilinmeyen bir nedenden dolayı alev alev yandı. Saray bölümüden başlayan yangın kısa sürede büyüyerek tüm binayı sardı. Yangına karadan ve denizden müdahale edildi. Öğrenciler, "Yangın alarmı çaldı. En başta pek umursamadık. Daha sonra büyüdü. Bizi dışarıya çıkardılar" dedi. Çırağan Caddesi üzerindeki tarihi Galatasay Ünivesitesi’nde henüz bilinmeyen bir nedenden saat 19.30 sıralarında yangın çıktı. Bu sırada ders gören öğrenciler ve görevliler için yangın alarmı çaldı. Saray bölümünde küçük çapta çıktığı öğrenilen yangın rüzgarın etkisiyle bir anda büyüdü. Bu sırada öğrenciler dışarı çıkarıldı. Çatı sıçrayan alevler tüm binayı sardı.

 

İlk gelen Beşiktaş İtfaiye grubuna bağlı yangına müdahalade yetersız kalınca yardım istedi. Beoğlu ve Şişli ve Kağıthane grubuna bağlı ekipler yangına müdahale etti. Denizden kıyı emniyetine bağlı gemilerle yangına müdahale edildi. Yaklaşık 3 saat süren çalışma sonucu yangın kontrol altına alındı. Vatandaşlar ve dışarıya çıkan öğrenciler itfaiye ekiplerinin çalışmalarını korku dolu bakışlarla izledi. Yangının elektrik kontağından çıktığını tahmin edilirken, öğrenciler, "Yangın alarmı çaldığında biz dersteydik. Küçük çaplı bir yangındı. Rüzgarın etksiyle yangın büyüyünce bizi dışarıya çıkardılar. Burası bizim evimizdi. Bir tarih yandı" dediler. 

 

ZABIT TUTULURKEN YANGIN ÇIKTI
Galatasaray Üniversitesi rektörü Ethem Tolga, yangının önce bir dumanla farkedildiğini ardından hemen süratle yangına müdahale edildiğini söyledi. Ethem, olay yerine gelen itfaiyenin müdahale ettiğini ve yangın olmadığı için zabıt tutulurken çatıdan dumanlar yükseldiğini söyledi.

Tolga yangınla ilgili şöyle konuştu:
"Saat 19.00 civarında bir öğretim üyesinin odasından bir elektrik kontağı marifetiyle işte bir duman söz konusu oluyor. Sonra yangın alarmı çalıyor. Güvenlikçiler hemen gelip müdahale ediyorlar, söndürüyorlar daha doğrusu alev bile yok. Dumanlı yere köpük sıkıyırlar. Sonra itfaiye geliyor, itfaiye yangın söz konusu olmadığı için zabıt tutarken ondan sonra çatıda işte dumanlar çıkıyor daha sora alev alıp gidiyor. Bizim tahminimiz elektrik kablolarından yangının yürümüş olması, yani görünmeyen kısmından yürümüş olması ve çatıya kadar devam etmiş olması. Kagir ama büyük bir kısmı ahşap. Çok eski kuru tahtalarımız var, yani söndürmesi zor oluyor. Şimdi bütün itfaiye, kıyı emniyet hep birlikte çalışıyorlar, umarım kontrol altına alınır. Bu Çırağan Sarayı'na olan kısım henüz kontrol altına alınamadı, umarım o da alınır. Alevler çatıda var ama biraz düşük. Yani o bir saat öncseni göre düşük. İşte uğraşıyorlar. İnşallah kısa zamanda şey olur.

Umarım bir katımız, çatımız ve onun altındaki zarar görmüş olur, daha altta iki katımız, umarım oralara sıçramaz. Burası öğretim üyelerinin ve idarenin olduğu kısım. Öğrencilerin ders yaptığı kısım yolun öbür tarafı oluyor. Şu anda can kaybı gözükmüyor, umarım yoktur. Boşaltılmış. çünkü bina böyle alev alev yanan bir şey değil.

Biz bilgisayar merkezi başka binada, orada onları koruma altına aldık. Bir an önce arşivlerimiz zaten bilgisayar şeyinde, onlarda bir sorun olacağını zannetmiyorum."

Radikal, 22.01.2013



******


142 YILLIK TARİH YANDI

 











 

Beşiktaş'taki Galatasaray Üniversitesi'nin kampusundaki 142 yıllık tarihi bina, dün akşam saatlerinde çıkan yangında cayır cayır yanarak kül oldu. Üniversite rektörü Prof.Dr. Ethem Tolga, yangının çıkış anını şöyle anlattı: Saat 19.30 sıralarında bir öğretim üyesinin odasında duman çıktı. Yangın alarmı çalınca güvenlik görevlileri hemen köpük sıkarak olaya müdahale etti. Bu sırada itfaiyeye de haber verildi. İtfaiye ekiplerinin tutanak tuttuğu sırada çatı katından alevler yükseldi ve bütün binayı sardı."

MÜDAHALE HIZLI OLDU AMA...
İstanbul itfaiyesini alarma geçiren yangına Beşiktaş, Sarıyer, Şişli ve Beyoğlu itfaiye ekipleri, karadan su ve köpükle müdahale etti. Ancak lodos yüzünden alevler bir türlü söndürülemedi.

Öğretim üyelerinin odalarının bulunduğu 3. katta çıkan yangının Kabataş Öğrenci Yurdu'na sıçramaması için de yoğun çaba sarfedildi. İtfaiyenin rahat çalışması için Çırağan Caddesi trafiğe kapatıldı. 110 itfaiye eri, 47 itfaiye aracı ve denizden de 3 söndüren gemisinin katıldığı çalışmalar sonunda yangın 4.5 saatte kontrol altına alınabildi. Ancak alevlere teslim olan tarihi bina küle döndü. Büyük ölçüde ahşap olan binanın çatısında ve ara katlarda ise çökmeler meydana geldi. İtfaiye, yangının elektrik kontağından çıktığını belirlerken, alevlere ilk anda iki görevlinin müdahale ettiği söndüremeyince itfaiyeyi aradığı belirtildi. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu "Tarihi dokunun bu tür yangınlarda heba olması hepimizi üzüyor"dedi.

EŞSİZ KİTAPLAR VARDI
Yanan binada adına bir kütüphane olan Prof.Dr. İlber Ortaylı, büyük üzüntü yaşadığını anlatarak şunları kaydetti: "Bu bina Çırağan Sarayı'nın müştemilatıydı. Boğaz'daki okul olan tarihi binaların ardı ardına yanması düşündürüyor beni. Kütüphanede, birçoğu bir daha bulunamayacak nitelikteki kitaplar vardı. Sadece 6 binini ben bağışlamıştım.

 

TELAFİSİ MÜMKÜN DEĞİL
1992 yılında hizmet vermeye başlayan Galatasaray Üniversitesi'nin kurucu rektörü Prof.Dr. Yıldızhan Yayla, yangını büyük bir üzüntü ile izlediğini belirtti. Rektör Yayla yangınla ilgili olarak şunları söyledi: "Şu anda büyük bir üzüntü ile yangını izlemekteyim. Telafisi mümkün olmayacak bir yangın. Bir tarih kül oldu. Yaşım 75 ve 11 yaşından beri bu binayı biliyorum. Sönmesini bekliyorum ama acım çok büyük."

BİRİKEN TOZLARA DİKKAT
Eski İstanbul İtfaiye Müdürü Metin Demir: "Tarihi binalarımızın yaklaşık yüzde 70'i ahşaptır. Bu tür binaların iç kısımlarında yangın başlamışsa binayı sarmadan belli olmaz. Özellikle çatı katı ve ara bölümlerinde yılların verdiği toz birikmesi olur. Bu tozların birikmesi sonucu barut gibi olur ve en ufak bir kıvılcımda alev alır. Çok sayıda tarihi binamız var. En azından bundan sonra onları korumalıyız."

3 BÜYÜK YANGIN
Cağaloğlu'ndaki İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü'nün tarihi binası, 24 Aralık 2012 tarihinde meydana gelen yangında kül olmuştu. Tarihi Haydarpaşa Garı da, 28 Kasım 2010 tarihinde çıkan yangınla büyük hasar görmüştü. Ortaköy'deki içinde Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu'nunda bulunduğu 119 yıllık iki yalı 13 Temmuz 2002'de "yangında büyük hasar görmüştü.

ÖNCE LİSE BİNASIYDI
Sultan Abdülaziz döneminde 1871 yılında inşa edildi. Uzun yıllar Galatasaray Lisesi'nin kız bölümü dersliği ve yatakhanesi olarak kullanıldı. Bina 1992'den bu yana Galatasaray Üniversitesi'ne ev sahipliği yapıyordu.

Sabah, Haber: Mustafa Kaya - Barış Sözal - Blent Ergun, 22.01.2013



******


VALİ MUTLU: ÇATI YANDI, 1 ALT KATTA HASAR VAR

 

Galatasaray Üniversitesi’ndeki yangının ardından İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu açıklamalarda bulundu.

 

Vali Mutlu özetle şunları söyledi: “Kısa süre önce de Milli Eğitim binamızda yangın yaşandı. Tarihi binaların korunmasıyla ilgili ciddi şekilde oturup düşünmemiz lazım. Bu mirasa iyi sahip çıkabilmek için riskleri minimuma indirmemiz gerekiyor. Bu tür binaları kullanırken, onarımlarını yaparken herkesin çok dikkatli olması lazım. Bütün emniyet tedbirlerinin çok iyi alınması lazım. Bir kıvılcım bu tarihi mirası yok ediyor.

 

PROJELERİ ELİMİZDE

Bu şehrin tarihi dokusu en büyük zenginliğimiz. Şu elbette bir gerçek. Bu binaların restorasyon projeleri, röleveleri elimizde. Bu binalarda yeniden aslına uygun restorasyon çalışmaları yürütmek elimizde. Çok üzüntülüyüz. İtfaiyemiz süratle müdahalesini yaptı. Kıyı emniyetini anında müdahale için yönlendirdik. Bu yangında da çatı tamamen yandı. Çatının 1 altındaki katta yer yer hasarlar var. Bina kısmi olarak yandı. Bir kısmının bile olsa kurtarılmış olması sevindirici. Süratle restorasyon çalışmaları başlayacak.

 

‘ELEKTRİK KONTAĞI’

Büyük ihtimalle bir elektrik kontağı, bilgisayar tesisatı kaynaklı olduğu belirtiliyor. Ama çok bağlayıcı bir şey söylemek istemiyorum. İncelemelerden sonra netleşecek.

 

HELİKOPTER KONUSU

Vali Mutlu, mevcut yangın söndürme helikopterlerinde gece görüş imkanı olmadığını söyledi, bu nedenle havadan müdahale edilemediğini kaydetti: "Elimizde ne varsa onu kullandık”.

 

İTFAİYE İDDİASINA YALANLAMA

Vali Mutlu’ya, ‘itfaiyenin gelip müdahale etmeden gittiği’ iddiası da soruldu. Vali Mutlu bu iddiaları kesin bir dille yalanladı.

 

İLBER HOCA’NIN ARŞİVİ

Tarihçi Prof. İlber Ortaylı arşivde bulunan kitaplara dikkat çekmiş ve kendisinin bağışladığı 6 bin kitabın olduğunu belirtmişti. Ortaylı, bu kitaplardan bazılarının bulunamayacak nitelikte olduğunu kaydetmişti. Vali Mutlu’nun açıklamasına göre binanın 2. katında ciddi bir hasar yok. Kesinleşmemekle birlikte kitapların kurtulmuş olabileceği belirtiliyor.

 

TARİH YANDI, EVİMİZ YANDI

Galatasaray Üniversitesi’nin 1.5 asırlık binasındaki yangın Türkiye’yi yasa boğdu. Galatasaray Üniversitesi öğrencileri söndürme çalışmalarını gözyaşları içinde izledi.

 

Öğrenciler, "Yangın alarmı çaldı. En başta pek umursamadık. Daha sonra büyüdü. Bizi dışarıya çıkardılar" dedi. Çalışmaları korku dolu bakışlarla izleyen öğrenciler,  "Yangın alarmı çaldığında biz dersteydik. Küçük çaplı bir yangındı. Rüzgarın etkisiyle yangın büyüyünce bizi dışarıya çıkardılar. Burası bizim evimizdi. Bir tarih yandı" diye konuştu.

Vatan, 23.01.2013



******


TARİHİ FELAKET

 

Beşiktaş’taki Galatasaray Üniversitesi binası alev alev yandı. Tevfik Efendi Sarayı’nda başlayan yangın kısa sürede büyüyerek tüm binayı sardı. Yangına karadan ve denizden müdahale edildi.


Çırağan Caddesi üzerindeki tarihi Galatasay Üniversitesi’nde dün saat 19.30 sıralarında yangın çıktı. İddiaya göre Prof.Dr. Beril Dedeoğlu’nun odasındaki elektrik kontağından çıkan yangın sonrası binadaki yangın alarmı devreye girdi. Yangın başladığında binanın 2. katında tiyatro çalışmaları yapan öğrenciler ve odalardaki öğretim üyeleri yangına müdahale etti ancak alevlerin tavana sıçramasıyla birlikte binadaki herkes dışarı çıkarıldı.


Binayı kaplayan alevlere ilk olarak Beşiktaş itfaiye grubuna bağlı ekipler müdahalade etti. Yangının büyümesiyle birlikte olay yerine Beyoğlu, Sarıyer, Şişli ve Kağıthane grubuna bağlı itfaiye ekipleri de sevk edildi. Toplam 45 itfaiyenin yanısıra yangına denizden de kıyı emniyetine bağlı gemilerle de müdahale edildi.

5 saatlik çalışma
İtfaiyenin çalışması sırasında, polis de Çırağan Caddesi’ndeki trafiği durdurdu. Yaklaşık 5 saat süren çalışma sonucu yangın kontrol altına alındı.


Yangından geriye ise GSÜ İktisadi İdari Bilimler, Hukuk ve İletişim Fakültelerindeki öğretim üyelerine ait odaların, sekreterliklerin, kütüphanekerin külleri kaldı. Yangına ilk müdahele eden GSÜ öğretim üyelerinden Cemil Yıldızcan, “Beril hocanın odasından dumanlar çıkmaya başlayınca görevlilerle birlikte yangın tüplerini aldık ve söndürmeye çalıştık.


Yangının çıktığı odada ilk olarak yanmaya başlayan tahta masayı söndürüp dışarı attık. Ancak kabloların alev almasıyla yangın tavana sıçradı. İtfaiye ekipleri gelene kadar da yangın büyüdü. Birkaç saat içinde de ilk olarak binanın tavanı çöktü. Koskoca bir tarih yok oldu gitti. Söyleyecek bir şey bulamıyorum” dedi.

‘Alevler çatıya çıktı’
İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi Ece Vitrinel de “Yangının başladığı sırada hemen alt kattaydım. Tam çıkmak üzereyken dumanların geldiğini fark ettim. Üst kata çıktığımda bazı arkadaşlar yangın tüpleriyle söndürmeye çalışıyorlardı. Biz söndüğünü düşünüyorduk fakat alevler önce tavana sonra da çatıya sıçrayınca tüm binayı sardı” dedi.


Üniversitenin hukuk fakültesinde görev yapan araştırma görevlilerinden Mehmet Karlı da “Yangını duyar duymaz okula koştum. Galatasaray’ın sembolüydü bu bina. Bu tür afetlere hazırlıksız olduğumuz bir kez daha ortaya çıktı. Gözümüzün önünde bir tarih kül oldu gitti” diye konuştu.

Yangının çıktığı dakikalarda binada bulunan öğrencilerden Emre Yıldızlar ise “Biz 16 kişilik ekip olarak binanın 2. katında tiyatro çalışması yapıyorduk. Dumanları farkedince panik olduk. On dakika içerisinde göz gözü görmez oldu binanın içerisinde. Kendimizi dışarı zor attık” dedi. Bir diğer görgü tanığı GSÜ öğrencisi Emirhan Altınkaya da yangınla birlikte binada sirenler çalmaya başladı. Hatta eşyalarımızın birçoğu içeride kaldı. Dışarıya çıktığımızda her yer alev alev yanıyordu” dedi.

Aysal: Üzüntüye boğulduk
Galatasaray Kulübü Başkanı Ünal Aysal, tarihi Galatasaray Üniversitesi’nde çıkan yangından ötürü camia olarak derin üzüntü duyduklarını söyledi. Aysal mesajında şunları söyledi:
“Galatasaray Üniversitesi’nde meydana gelen yangın, Camiamızı derin bir üzüntüye boğmuştur. Bütün Galatasaray camiasına büyük geçmiş olsun dileklerimi sunarım.”

 

Yangın sırasında kampüse gelen çok sayıda öğretim üyesi ve üniversite öğrencisi söndürme çalışmalarını gözyaşlarıyla izledi.

 

Galatasaray Üniversitesi rektörü Prof. Ethem Tolga yangının önce bir dumanla fark edildiğini, ardından hemen süratle yangına müdahale edildiğini söyledi. Tolga, olay yerine gelen itfaiyenin müdahale ettiğini ve yangın olmadığı için zabıt tutulurken çatıdan dumanlar yükseldiğini söyledi. Prof. Tolga yangınla ilgili şöyle konuştu: “Saat 19.00 civarında bir öğretim üyesinin odasından bir elektrik kontağı marifetiyle işte bir duman söz konusu oluyor. Sonra yangın alarmı çalıyor.

Güvenlikçiler hemen gelip müdahale ediyorlar, söndürüyorlar daha doğrusu alev bile yok. Dumanlı yere köpük sıkıyorlar. Sonra itfaiye geliyor, itfaiye yangın söz konusu olmadığı için zabıt tutarken ondan sonra çatıda işte dumanlar çıkıyor daha sonra alev alıp gidiyor. Bizim tahminimiz elektrik kablolarından yangının yürümüş olması.”

 

Üniversitenin eski rektörlerinden Erdoğan Teziç ise binanın onarımı için Galatasaray kurumu mensuplarına büyük iş düştüğünü söyledi Teziç “Bina bir şekilde restore edilebilir. Ancak çok zengin bir kitap malzemesi vardı orada. Ben 50 yıllık kitaplarımı oraya bağışlamıştım. Başka yerlerde bulunma imkanı olmayan nadide eserler bulunuyordu. Bunların hepsi herhalde kullanılamayacak hale geldi. Bunların telafisi çok zor” diye konuştu.


NTV’ye konuşan ünlü tarihçi İlber Ortaylı da, Galatasaray Üniversitesi Kütüphanesi’ne sadece kendisinin 6 bin kitap bağışladığını belirterek, “Kütüphanedeki arşivlik birçok değerli kitap yok oldu. Çoğu bir daha hiç bulunamayacak nitelikte” ifadelerini kullandı. Ortaylı, tarihi mekanların peş peşe yanmasının da düşündürücü olduğunu söyledi. 

 

‘Yangına tozlar neden oldu’
Eski İstanbul İtfaiye Müdürü Metin Demir bu tür tarihi binalardaki yangınlara uzun yıllar sonucu biriken tozların neden olduğunu söyledi. Demir şu ifadeleri kullandı: “Tarihi binalarımızın yaklaşık yüzde 70’i ahşaptır. Bu tür binaların iç kısımlarında yangın başlamışsa binayı sarmadan belli olmaz ve yangın anlaşıldığında iş işten geçmiş olur. Çok sayıda tarihi binamız var. Onları korumalıyız.”

 

1 ay içinde 3 tarihi yer yandı
İstanbul’da bir ay içerisinde tarihi mekanlarda üçüncü kez yangın çıktı. Galatasaray Üniversitesi’nden önce Aralık ayında Kapalı Çarşı’da ve Cağaloğu’nda bulunan 150 yıllık İl Milli Eğitim Müdürlüğü binasında yangın çıkmıştı. Yangınlarda tarihi mekanlarda büyük zarar meydana gelmişti. Tarihi Haydarpaşa Garı’nın da çatısı 28 Kasım 2010’da kül olmuştu.

 

 

142 yaşındaydı
1868 yılında Sultan Abdülaziz’in isteği ile Galatasaray Mekteb-i Sultanisi hizmete açıldı. 1924 yılında tarihi okul lise olarak Galatasaray Lisesi adını aldı.


Mimar Sarkis Balyan tarafından 1871 yılında inşa edilen ve resmi adı İbrahim Tevfik Efendi Sahilsarayı olan ana bina, uzun yıllar Galatasaray Lisesi’nin kız bölümü dersliği olarak kullanıldıktan sonra Galatasaray İlkokulu’na tahsis edildi. Mezunlarının desteği ile 14 Nisan 1992 tarihinde, Cumhurbaşkanı Özal ile Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand’ın da katıldığı bir törenle imzalanan uluslararası anlaşmayla üniversite statüsü kazandı.


1992’de üniversiteye devredilen ana bina, günümüzde sadece idari birimlerin bir kısmı ile Hukuk, İİBF ve İletişim Fakülte sekreterliklerini ve bu fakültelerde görevli öğretim üyelerinin bürolarını içeriyordu.

Milliyet, Haber: Samet Akten - Hüseyin Özdemir - Ozan Güzelce- Yunus Dalgıç, 23.01.2013

 

******


PROF. ORTAYLI: YANGINLAR DÜŞÜNDÜRÜCÜ

 

Prof.Dr. İlber Ortaylı, Galatasaray Üniversitesi'ndeki yangınla ilgili olarak tarihi binanın büyük hasar gördüğünü belirterek, “Boğazdaki bu tarihi binaların, okul olanlarının böyle ardı ardına yanması çok düşündürüyor. Bunların tekrardan okul olması lazım” dedi.

 

Prof. Ortaylı, yanan binadaki kütüphaneye altıbin kitap bağışladığını belirterek, bazı kitapların bulunabileceğini ama bazılarının bulunmasının zor olduğunu söyledi.

 

Ortaylı şunları söyledi:

“Allah beterinden saklasın. Üç fakültenin bulunduğu bina. Dolmabahçe Sarayı’nın büyük müştemilatı. Bu yanan binada derslik yok, hocaların odaları var. Öğrenci işlerinin kayıtları var. Kayıtların dolayısıyla kopyaları mevcut.  Şimdi benim orada ikinci katta hukuk fakültesinde kurduğum kütüphane var. Oradaki 6 bin kitabı da ben bağışlamıştım.  Bazı kitaplar bulunabilecek belki ama bazılarının bulunması çok zor. Envanteri var elimizde, bilmiyorum bu sulama işinde, söndürme işinde ne kadarı sağlam çıkacak onu bilemiyorum. Çok, çok üzgünüz.  Binanın da gayet müzeyyen işleri var kalem işi. Artık o bitti. Bu bir ahşap bina değil aslında. Bu kagir olarak yapılmış bina. Bunların ara katları ahşaptır. Çöktü zaten bina. Çok üzücü bir şey. Boğazdaki bu tarihi binaların okul olanların bilhassa böyle ardı ardına yanması çok düşündürüyor. Tekrardan okul olması lazım. “

 

Bu büyük sarayın yani Dolmabahçe Sarayı’nın ve Çırağan’ın müştemilatındadır. Tevfik Efendi Köşkü denir buraya.  Yani veliaht kendisi.  Gördüğünüz gibi aslında iki kattır, bir de altında bodrum katı gibi bir yer vardır. Tavan süslemeleri çok orijinaldi. Yanan üst kat harem ve selamlık dairesiydi, hukuk fakültesi katıydı. Bu 19’uncu asrın tipik bir müştemilatı, ana sarayın müştemilatından, lojman görevi görüyor hanedan üyelerine protokol sırasına göre. Uzun süre Galatasaray Üniversitesi’nin ilk okul kısmıydı, birçok insanın hayatı burada g eçmiştir. Son 10 yıldır Galatasaray üniversitesi’ndeydi. Tek tesellimiz asıl, ana kütüphanenin caddenin öbür tarafında olması. Orada kütüphanemiz kurtuldu, derslikler de orada zaten. Bu ön taraftaki tarihi bina çok zor kullanılacak ama derhal restore edilip okul olarak devam etmesi lazım. Yani bu yangınların tarihi fonksiyonunu değiştirmemesi lazım.”

Hürriyet, 23.01.2013



******


KÜLE DÖNEN BİNA EĞLENCE MERKEZİ OLACAKTI!

 
Galatasaray Üniversitesi'nin 142 yıllık merkez binasının yanmasıyla aynı zamanda bir Osmanlı Sarayı, İstanbul'un geçmişiyle olan köprülerinden biri kül oldu. İbrahim Tevfik Efendi Köşkü  olarak da bilinen bina Feriye Sarayı, Feriye Sarayları veya Feriye Dairesi olarak anılan ve Osmanlı Hanedan mensuplarının yaşadığı yalılar bütününün parçasıydı. Bina, cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra günümüz tabiriyle ilk turizm ve eğlence projesinin içinde yer aldı.

 

Bugün İstanbul'un lüks otelleri ve kalburüstü eğlence mekanlarına ev sahipliği yapan Beşiktaş ile Ortaköy arasındaki binanın 88 yıl önce de aynı amaçla kullanılması düşünüldü. Cumhuriyet ilanından sonra Osmanlı'nın son yıllarında yanmış olan Çırağan Sarayı ve Feriye, Yıldız Parkı'nın içinde kabul ediliyordu. Devlet Arşivleri'ndeki 28 Haziran 1925 tarihli belgeye göre "Çırağan Sarayı ve Feriye Dairesi bina ve arazilerinin eğlence ve oyun salonu olarak düzenlenmek üzere bir şirkete kiraya verilmesi" kararı alındı.

YILDIZ ŞALE, KUMARHANE
Cumhuriyet'in ilk yıllarında mali kaynakların kıtlığı Osmanoğulları'nın ülkeyi terk etmesiyle birleşince, büyük saraylar dışındaki hanedan konutlarından ek gelir yaratma fikri doğmuştu. Bu fikir Feriye ve Çırağan Sarayı için hayata geçmedi ama Yıldız Parkı'ndaki Şale Köşkü kısa bir süreliğine kumarhane olarak kiraya verildi.


Yanan bina 1992'de üniveriste olmadan önce 1967'de Galatasaray Lisesi'nin kız bölümü oldu. Kabataş Erkek Lisesi 1928'de Feriye içindeki kendi binasına taşınmıştı. Feriye'den bir başka bina da 1927'de Denizcilik Okulu'na tahsis edildi.  Çırağan Sarayı ise Beşiktaş tarafından uzun yıllar stad ve antreman sahası olarak kullanıldı. Şimdi Türkiye'nin en lüks otellerinden birine ev sahipliği yapıyor.

Habertürk, Yazı: Seçkin Ürey, 23.01.2013

 

******


KADİR TOPBAŞ GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ YANGINIYLA İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI YAPTI

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Galatasaray Üniversitesi'nde çıkan yangınla ilgili basın açıklamasında bulundu. İtfaiyenin geçiktiğine yönelik iddiaları yalanlayan Topbaş; daha "dikkatli olmayılız" dedi.


İBB'nin resmi sitesinde yayınlanan açıklamanın tamamı şu şekilde;

 

 “İtfaiye gittiği hiçbir yerde tutanak tutmaz. Yıllardan beri yangın mahallinde öncelikle yangına müdahale edilir. Yangınla ilgili rapor birkaç gün sonra hazırlanır. Maalesef koruma kullanma dengesini sağlanmadığı için bunları yaşıyoruz” dedi. Başkan Topbaş şöyle devam etti: “Teknik adam olarak söylemek isterim ki kagir binaların geçmişteki elektrik donatıları daha zayıf yapılmaktaydı. Günümüzün teknolojik aletleri yoktu. Elektronik cihazları yükledikçe, fişlere çok fazla kullanıldıkça yükü çekemeyen kablolar tutuşup çıra gibi yanıyor. Bu tesisatların kagir binalarda yenilenmesi gerekiyor. İtfaiyemiz bu güne kadar birçok olayda canları pahasına başarılı mücadele ederek yangınları söndürmüştür. İtfaiyemiz dünya kalitesinde hizmet ediyor.

Olay yerinde 19.05’te duman gözleniyor. 19.07’de yangın başlıyor ve içerideki görevliler mevcut tüplerle söndürmeye çalışıyor. Bize ancak 19.36’da haber geliyor. Yani yangından 30 dakika sonra itfaiyeye haber geliyor ve itfaiyemiz 6 dakika içinde yangına müdahale ediyor. 6 dakika sonda orada varız biz. 36 araç ve ciddi ekipmanla yangına müdahale ediyoruz.

 

Ekipler ayrıldı sanıyorlar. Bu ekipler uzman ekipler. Nereye nasıl müdahale edeceklerini iyi biliyorlar. Yangın kontrol altına alınıncaya kadar orada kaldılar.

 

Buradan bir uyarı yapacağım. Çok basit gördüğünüz telefonu bile şarj ederken yanabilecek bir malzemenin üzerine bırakmayınız. Buna hassasiyet gösterilmeli. Cihazları şarj ederken gece alışkanlığını da bırakmak gerekiyor. Çünkü herhangi bir durum olduğunda göremeyebilirsiniz. Yanmayacak bir malzemenin üzerine koymak gerekiyor. Kendi cihazlarımı şarj ederken ben böyle yapıyorum. Daha dikkatli olunması gerekiyor."

Yapı, 23.01.2013



******


BELEDİYE DE ÜNİVERSİTE DE SUÇLU

 

İstanbul Aydın Üniversitesi Afet Araştırma Merkezi Müdürü Kubilay Kaptan’a göre, yangında hem okulun hem de belediyenin ihmali var: “Yangın uyarı sistemi var ama ahşap yapıya uygun değil. Söndürme sistemi ise hiç yok. Bu önlemleri almayan üniversite yönetimi suçlu. Ama denetimleri yapmayan Büyükşehir Belediyesi de en az üniversite kadar sorumlu.”

Galatasaray Üniversitesi’nin Ortaköy’deki tarihi binasında çıkan yangının ardından soru işaretleri ve ihmal tartışmaları gündeme oturdu.
 

Uzmanlar, yangının yaşandığı tarihi binada alınan tedbirlerin yetersiz olduğunu dile getirdi. Eski İstanbul İtfaiye Müdürü Metin Demir, tarihi binalardaki yangınlara uzun yıllar sonucu biriken tozların neden olduğunu belirterek; “Tarihi binaların yüzde 70’i ahşap. Bu tür binaların iç kısımlarında yangın başlamış ve binayı sarmışsa iş işten geçmiş olur. Tarihi binaların özellikle çatı katı ve ara bölümlerinde yılların verdiği toz birikmesi olur. Bu tozlar barut gibidir ve en ufak bir kıvılcımda alev alır” dedi.

’Söndürme sistemi yok’
İTÜ Makina Fakültesi Öğretim Üyesi ve Türkiye Yangından Korunma Vakfı Onursal Başkanı Prof.Dr. Abdurrahman Kılıç ise Galatasaray Üniversitesi’ndeki yangında birçok yanlışın olduğunu dile getirip; “Her tarihi yapının şeklinde kullanım alanında tedbirler farklıdır. Üniversitenin ahşap çatısında alev dedektörü yok. Bu tür yapıların çatı katlarında otomatik yangın söndürme sistemlerinin olması gerekiyor” dedi.

 

‘Yanmaz boya yok’
Kılıç duvarlarda yanmayan boyanın kullanılmadığını da söyledi: “Yanmayan boya ürünü ahşap yapılarda kullanılmamış. Bu tür tarihi yapılarda kabloların mutlaka çelik borular içinde muhafaza edilip, geçirilmesi gerekir. Ancak bunun da olmadığı anlaşılıyor. Dolmabahçe ve Çırağan Sarayları, tarihi yapılar arasında yangına karşı en güvenli olanları diyebiliriz. Yanmaz boya kullanılan, her noktasında yangın dedektörü olan yapılar bunlar.”

 

‘Alev dedektörü yok’
İstanbul Aydın Üniversitesi Afet Araştırma Merkezi Müdürü, Yrd. Doç.Dr. Kubilay Kaptan ise korkunç yangında iki kurumun baş sorumlu olduğunu söyledi: ”Galatasaray Üniversitesi’nin yapıldığı tarihlerde betonarme yapı yoktu. Yığma toprak dediğimiz sıkıştırılmış bir harç, katlarda ahşap sıkıştırma kullanılıyordu. Ama duman dedektörleri betonarme binadaymış gibi kullanılmış. Oysa ahşap yapıya uygun olmalıydı. Tavanları yüksek bir yapıda yangın dedektörü dumanı algılayana kadar yangın yayılır. Binaya özel dedektörler konulmalıydı. Duman dedektörü dışında, ateş veya dumanı algılayacak lazer üniteleri de yok. Sayın Topbaş, yangın ihbarını 30 dakika sonra aldık diyor. Oysaki olası yangını merkeze ileten otomatik sistemler olmuş olsa hasar bu boyutta olmazdı.”

 

Yapı hiç denetlendi mi?’
“Siz kalkıp böylesi tarihi bir yapıyı, korunaksız bir şekilde işletmeciye yani üniversiteye veriyorsunuz. Onlar da tabirimi hoş görün tepe tepe kullanıyorlar. Eski ve tarihi yapı olduğunu unutuyorlar. Su ısıtıcıları veya bilgisayar kabloları gelişi güzel prizlere takılıyor. Sisteme sürekli elektrik yükü bindiriliyor. Sonuç küle dönen bir yapı... Peki kenti yönetenler kısmına bakalım. Valilik, Milli Saraylar ve Büyükşehir bu yapıyı denetlediler mi? Üçünün de sorumluluğu var. Ancak en büyük sorumluluk Topbaş’ın başkanlığını yaptığı Büyükşehir Belediyesi. Bu işten üniversite kadar onlar da sorumlu. Belediyeler tarihi binaların bakımını ihaleyle inşaat firmalarına veriyorlar. İhaleye verilen firmalar tarihi yapıyla ilgili mi değil mi araştıran yok.”

 

Gün ışıyınca yürek yandı!
Tarihi üniversite binasında yangın nedeniyle meydana gelen maddi hasar, gün aydınlanınca ortaya çıktı. Binanın çatısının ve içinin tamamen yandığı anlaşıldı. Üçüncü katta başlayarak ahşap çatıya sıçrayan yangında can kaybı yaşanmazken, olayın yaşandığı dakikalarda üniversite binasında bulunan az sayıdaki öğretim görevlisinin binayı boşaltması olası felaketin önüne geçmiş oldu.

Vatan, Haber: Mert İnan, 23.01.2013



******


ÖNDE GELEN İSİMLER YANGINI DEĞERLENDİRDİ

 

Topkapı Sarayı Müdürü Haluk Dursun, Galatasaray Üniversitesi’ndeki yangının ardından hemen Topkapı Sarayı’na koştuğunu söyledi: ”Topkapı Sarayı’nı tekrar gözden geçirdim. Topkapı Sarayı yangına karşı gerekli donanıma bugün için sahip olur, yarın için olmaz. Teknoloji hızlı gelişiyor. Yangın önleyici teknolojileri süratle arttırmak ve önlem kat sayısını yükseltmek zorundayız. Çıkan her olayın bize ders olması lazım” dedi.

Prof.Dr. İlber Ortaylı yangının, Siyasal ve İdari Bilimler ile Ekonomi bölümlerinin bulunduğu üst katta çıktığını anlatarak, buranın binanın en süslü bölümü olduğunu söyledi: ”Yangından kurtulan kitap olsa da suyla yok olacaklardır. Ne kadar bir hasar var, yarın sabah öğreneceğiz. Sonra da kitapların envanterini çıkaracağız. 6 bin önemli kitap vardı. Çok nadide kitaplara fazla bir şey olmadı.”

Yanan binaya gelerek incelemelerde bulunan Galatasaray Eğitim Vakfı Başkanı İnan Kıraç, “Galatasaray bu yangından sonra bütün olmuştur. Bu küllerin üzerinde yeni Galatasaray en kısa zamanda yapılacaktır” dedi. Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül de, “Çok üzüldüm. İstanbul’un tarihi noktalarından biri. Şimdi rektörümüzle konuşacağım, büyük bir kampanya başlatıp el birliği ile tekrar binayı tarihi doğal dokusuna uygun eski haline getirmemiz lazım” dedi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Galatasaray Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ethem Tolga’yı telefonla arayarak, yangın hakkında bilgi aldı ve geçmiş olsun dileğini iletti. Görüşmede, yangından zarar gören tarihi binanın en kısa sürede restore edilerek, eski haline getirilmesi gerektiğini belirten Cumhurbaşkanı Gül’ün bu süreçte her türlü desteğin verileceğini de dile getirdiği kaydedildi.
 

Gazetecilere açıklama yapan Galatasaray Kulübü Başkanı Ünal Aysal, binanın sadece Galatasaraylılar için değil tüm İstanbul için önemli bir yapı olduğunu belirterek, bir an önce onarılıp hizmete sokulması gerektiğini söyledi. Söylenecek çok fazla bir şey olmadığını dile getiren Aysal, ”Kaza ’geliyorum’ demiyor. Aldığımız ön bilgilere göre, olay tamamen bir kazadır. Polisin ve lokal otoritelerin hazırlayacakları raporlar sonucunda olay netlik kazanacak” diye konuştu.

Rektörlükten yapılan yazılı açıklamada, binanın ağır hasar gördüğü belirtilerek, “Eğitim aksama olmaksızın akademik takvimde duyurulduğu şekilde devam edecektir” denildi.

Vatan, 23.01.2013



******


SARKİS BALYAN'IN ESERİ İBRAHİM TEVFİK EFENDİ SAHİL SARAYI ARTIK YOK

 

 

1870'li yılların başlarında Sultan Abdulaziz tarafından mimar Sarkis Balyan'a yaptırılan Feriye Sarayları'nın 3 binasından birisi olan İbrahim Tevfik Efendi Sahil Sarayı 22 Ocak Salı akşamı çıkan yangınla neredeyse kül oldu.
 

Elektrik kontağından çıktığı söylenen yangın, tarihi binanın yanmasına sebep olurken akıllara 12 Ağustos 2011 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Meclisi tarafından onaylanan "Maliye Bakanlığı mülkiyetindeki milli emlak ve hazineye ait binaların turizme kazandırılmasını amaçlayan çalışma kapsamında sahil yolu ile Boğaz arasında kalan kısımlarda bulunan okul ve hizmet binaları gibi yapılar turizme açılması" yönündeki kararı getirdi.

 

Plan hükümlerinde yapılan değişiklikler aşağıdaki gibiydi:


"1) 2.3.Deniz ile Sahil Yolu Arasında Kalan Parseller Hükmünde "b)Sahil Şeridindeki taşınmaz kültür varlıkları kamuya açık kullanışlara tahsis edilebileceği gibi konut olarak da kullanılabilir." kaldırılarak, a) maddesi "Boğaziçi Sahil Şeridinde yeni yapılacak yapılar, kontur gabarileriyle aynen korunacak olanlar ile taşınmaz kültür varlıkları; lokanta, gazino, kafeterya ve otel gibi kamuya açık kullanışlara tahsis edilecektir." şeklinde düzenlenmiştir.

2) 2.(eski) 1.(yeni) maddesine;
"Uygulama İmar Planında işlenmemiş korunması gerekli kültür varlıkları için; fonksiyon ve istikamet değişikliği gerektiren parseller dışında Kültür ve tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu kararı doğrultusunda, Büyükşehir belediye Başkanlığınca onaylanan projeye göre uygulama yapılacaktır." hükmü eklenmiş olup "Evvelce mevcut olup da herhangi bir nedenle ortadan kalkmış olan ve imar planlarında belirlenmemiş olan korunması gerekli kültür varlıklarına ait uygulamalarda 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 48. maddesine göre plan değişikliği teklif edilecektir." hükmü kaldırılmıştır.

Ayrıca planın envanter olarak güncelliğini sağlamak amacıyla "f) Bu planın onayından önce münferiden yapılmış ve Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyon Kurulunca onaylanmış plan tadilatları bir yıl aralıklarla yapılan plan paftalarının güncellenmesi işi kapsamında bilgi amaçlı olarak Büyükşehir Belediye Başkanlığınca planlara işlenir." hükmü de eklenmiştir.

3) 9.34.(yeni) maddesi; "Koruma Bölge Kurulları tarafından onaylanan projesine göre uygulama yapılacak yapılarda, yapının fen ve sağlık şartlarına uygunluğu ile taşıyıcı sistemi hakkında karar vermede İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkilidir." eklenmiştir. " denilerek
Bu bağlamda, yukarıda açıklanan 3 adet plan hükümlerinin değerlendirilerek karar alınmak üzere 2960 sayılı Boğaziçi Kanununun 10.maddesini değiştiren 3194 sayılı İmar Kanununun 48.maddesine göre Büyükşehir Belediye Meclisine havalesi hususu arz olunur.

Komisyon Görüşü: Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgesi Uygulama İmar Planı plan notu tadilatı teklifi incelenmiş olup, 2,3 nolu plan notunun meri planlarda olduğu haliyle korunması, bunun dışındaki plan notlarının Boğaziçi İmar Müdürlüğü tarafından önerilen şekilde düzenlenmesiyle Komisyonumuzca tadilen uygun görülmüştür. Meclisimizin onayına arz olunur."

Şeklinde hazırlanan İmar ve Bayındırlık Komisyonu raporu; İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinin 6. Seçim Dönemi 3. Toplantı Yılı, Ağustos Ayı Toplantılarının 12 Ağustos 2011 tarihli 5. birleşiminde okunarak, müzakereye açıldı. Yapılan müzakere ve işaretle oylama neticesinde raporun aynen ve Oyçokluğu ile kabulü kararlaştırılmıştır."

Arkitera, Haber: Emine Merdim Yılmaz, 23.01.2013

 

******


SNEIJDER'E MİLYONLAR VAR, TARİHİ BİNAYA YOK

 

 

Yaklaşık 150 yıllık Galatasaray Üniversitesi binası yandı. Kesin olmamakla birlikte yangına elektrik kontağının neden olduğu iddia ediliyor. ''Milyonlarca Euro verip Sneijder'ı getirdik, güzel ama kendimizi asli işlerden çok takım meselelerine kaptırdık'' özeleştirisi yapan bir Vakıf yetkilisinin şu sözleri tarihi binadaki ihmali özetliyor: ''Keşke Sneijder'e milyonlarca Euro harcarken bir 50 bin Euro verip de elektrik aksamı yenilenseydi.''

 

Dün gece geç saatlerde Dublin’den döndüm. Salona girerken ekranda yine son dakikaları görünce irkildim. Genelde bizim son dakikalar malumunuz pek tarihi mutlulukları  içermez. Öyle de oldu.

Bu kez yine ‘tarihi’ bir başarıya imza atarak, yine bir tarihi binamızı daha yakma becerisini göstermiştik. Haydarpaşa Garı, İstanbul’daki asırlık Milli Eğitim Binası derken zincirin son halkasına bu kez 150 yıllık Galatasaray Lisesi’nin şimdi üniversite olan o biblo gibi binasını eklemiştik.

 

Yangınlar dünyanın her yerinde tarih boyunca bugün de dahil hep oldu.  Dünya tarihinde bırakın binayı geçmişte koca kentini yakanlar bile var. Ama akıl, teknoloji, bilinç ve geçmişe aidiyeti koruma ruhu geliştikçe bu tür olaylar da ileri ülkelerde artık pek görülmüyor. 'Bu iş kadermiş' deyip işin içinden çıkmak da aczlerin en büyüğüdür. Allah’ın verdiği aklı kullanamamak ve dikkatli olmamak en büyük kadersizliktir.

 

Sabah Twitter’da ‘Şimdi de hedef önce Dolmabahçe ardından Topkapı Sarayı. Ha gayret yak-işlet-devret’ diye yazınca Bülent Mumay bana tebessümlü bir mesaj atarak ‘Çok haklısın bunun üzerine gitmek lazım’ dedi. Allah korusun inşallah böyle ismi Türkiye ile birlikte anılan tarihi yerlerde de yangın ve benzeri facialarla karşılaşmayız. Ama olayı da inşallah diyerek kendi üzerimize düşen sorumluluğu atma kolaycılığından da çıkarmalıyız. Elektrik kontağı ya da bir başka sebep, bu tür eski binalar daima risk altında olduğu için hassas yapılarından dolayı daima her tür alt ve üst yapısı kuralına uygun yenilenmelidir.

 

İstanbul’da bir yetkili ‘Ne var canım elektrik aksamları artık çok tozlanmış, kalas araları iyice kurumuş. Yanması normal’ diye bir şey saçmalıyordu dün gece televizyonda… O zaman bu ilkel mantıkla yüzlerce yıllık binalarda hala günlük yaşamın sürdüğü o Avrupa şehirlerinde her gün binlerce yangının çıkması gerekiyor. Haberler eğer doğruysa dün itfaiye müdürlüğü binanın önünde söndü diye zabıt tutarken asıl yangın o sırada başlamış.  Bu da ‘tarihi bir başarı.’  Rektörün de devam eden yangın sırasında daha soruşturma açılmadan elektrik kontağına işi bağlaması bir mühendislik dehası…

 

Şimdi ortada bazı sorular var. Bunları tarafsızca ve konunun Galatasaray takımıyla ve futbolla hiç alakası olmadığını unutmadan sakince önümüze koyalım. Bunu hatırlattım çünkü dünden beri yanan Galatasaray binasını ‘Galatasaray beter olsun’ diyebilecek kadar alçalanlar var.

 

Şimdi o sorulara dönelim:
- İstanbul’da sayısı giderek hızla azalan bu tarihi binaların bu tür afetlere karşı belirli aralıklarla kontrolü ve yenilenmesi yapılıyor mu?
- Sırf kendi yakın çevresini koruyayım diye sabahtan beri ‘o ne yapsın, bu ne yapsın, biz ne yapalım’ diyenler var. Biri bir şey yapmadığı için bu olay oldu. Acaba ihmaller serisi, binanın bu tür olaylara karşı koruma önlemlerinin alınmamasının altında
*  Rektörün
* Vakfın
* Bağlı derneklerin
* Sorumluluk verildiği halde işini yapmayan alt birimlerin sorumluluk dağılım yüzdesi ne?

 

Tabi bir de sormadan geçemeyeceğim bir soru daha var. ‘Kulüple Vakfın ne alakası var, kulüp ne yapsın?’ deniliyor. Eğer Galatasaray camiası yeri geldiğinde ve kameralar önünde birbirine sırtını dayayabiliyorsa ve birbirinin isminden, varlığından güç alabiliyorsa kusura bakmasın ama burada da ‘senin işin, benim işim’ diye konudan sıyrılamaz.

 

Bugün bir kıdemli vakıf üyesi bana havaalanında ‘Metehan Bey, inanır mısınız şu Sneijder’ı getirdik. Çok da güzel oldu ama vakıf da dahil kendimizi asli işlerden çok takım meselelerine kaptırdık’ diye samimi bir itirafta bulundu.

 

O vakıf yetkilisi son bir soru da ekledi: ''İsteyen kızsın isteyen alkışlasın: Milyonlarca Euro verip Sneijder’ı getirdik çok güzel... Ama keşke birileri 150 yıllık bina bu hale gelmeden önce ön tedbirlerini almayı da düşünecek adımlar atsaydı… Yani elektrik aksamı için bir 50 bin Euro harcayıverseydi…''

 

Dedim ya takımla vakfın ne alakası var meselesi değil, birbiriyle aynı adı taşımak ve gerektiğinde o tarihi binalarda birlikte ‘tarihi poz’ veriyoruz diye yan yana durmanın vicdanıdır bu…

Hürriyet, Haber: Metehan Demir, 23.01.2013

 

******


SIR 30 DAKİKADA GİZLİ

 



Galatasaray Üniversitesi'nin 142 yıllık binası önceki akşam cayır cayır yandı. İstanbullular tarihi hazinenin yokoluşunu çaresiz izledi. İstanbul İtfaiyesi 36 araçla denizden Kıyı Emniyeti'nin "Söndüren" gemilerinin desteğiyle 4 buçuk saatte yangını kontrol altına aldı. Ancak iki önemli yetkili öyle açıklamalar yaptı ki kafalar karıştı. Büyükşehir Belediye Başkanı ve Üniversite Rektörü yangın başladıktan sonra 30 dakikalık süreci iki ayrı şekilde anlattı.

Önce Galatasaray Rektörü Prof. Ethem Tolga konuştu. İtfaiyenin ilk dumanlara müdahale edip tam 30 dakika kaynağını bulamadığını söyledi. Rektör bu ağır iddiayı şu sözlerle dile getirdi: "Bana verilen bilgiye göre saat 19:00 civarında bir öğretim üyemizin odasında bir elektrik kontağı muhalefetiyle bir duman sözkonusu oluyor.Yangın alarmı çalışıyor. Güvenlikçiler hemen müdahale edip söndürüyorlar. Daha sonrası alev bile yok. Sonra itfaiye geliyor. İnceliyor. İtfaiye hatta artık yangın söz konusu değil diye zabıt tutarken çatıda dumanlar çıkıyor."

İstanbul İtfaiyesi'nin bağlı olduğu Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ise bu iddianın sorulması üzerine bambaşka bir senaryo anlattı: "Görgü tanıklarının ifadelerine göre, saat 19.05'te dumanların çıktı. 19.07'de de yangının başladı. 'Oradaki görevlilerin, mevcut tüplerle yangını söndürmeye çalıştıkları söyleniyor. Bize ancak 19.36'da yani yangından yarım saat sonra haber veriliyor. İtfaiyemiz de 6 dakika sonra yerinde müdahale ediyor. 6 dakika sonra orada varız. 36 araçla ve ciddi ekipmanla orada teyakkuz halindeyiz ve çalışmaları yapmışız. Bunların net olarak bilinmesi lazım. Ne zaman ihbar geldi, kaç dakikada oraya gittik, bunların hepsi kayıtlarda var. Bize gelen ihbardan 6 dakika sonra ekibimiz orada müdahale eder durumda. İlk ekip gidiyor ve müdahaleye başlıyor.''

 




Tarihi binadaki yangına neden olan ihmaller zinciri

ÇELİK ZIRHLI KABLO: Binanın ahşabını tutuşturan alevler, elektrik kontağından çıktı. Bunu önlemek için çelik zırhlı kablo gerekiyordu.

ALEV HAPSEDEN BOYA: Tarihi binanın iskelet sistemi ahşaptı ama sonradan alınabilecek tedbirler de alınmamıştı. Örneğin, yangına dayanıklı, alevi hapseden boya tercih edilmemişti.

ÇATIDA DEDEKTÖR YOK: Binaya hassas duman dedektörleri yerleştirildi. Ancak çatıda yoktu. Çatıdaki yangın bu yüzden geç fark edildi.

OTOMATİK SİSTEM: Anında müdahale için otomatik söndürme cihazı gerekiyordu. Uzmanlar, alarm sistemlerinin bekçi uyandırmaktan başka işe yaramadığını söyledi.

Milli Eğitim Müdürlüğü binasıyla aynı kader

Galatasaray Üniversitesi'ndeki yangınla, 24 Aralık'ta Cağaloğlu'ndaki İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü (MEM) yangını arasındaki ilginç benzerlikler dikkat çekti:

* İki bina da kagir ahşap

* İki binada da duman kokusu alan gece bekçileri itfaiyeye haber verdi.

* Olay yerine birkaç dakikada ulaşmayı başaran itfaiye ekipleri, yangının kaynağına uzun süre ulaşmayı başaramadı.

* İstanbul MEM'nin tarihi binasındaki yangında da itfaiye bina dışında tutanak tutmaya hazırlanıyordu ki çatıdaki patlama meydana geldi. Aynı durum Üniversite de yaşandı. İtfaiye ilk incelemeyi yaptı O sırada evinde olan Rektörü Prof.Dr. Ethem Tolga arandı. Tutanak tutulması için hazırlık yapıldığı bildirildi. İtfaiye ekiplerinin 'Yangın yok' diye zabıt tutacağı Rektör Tolga'ya bildirildi. Rektör Tolga'ya itfaiye ekipleri, "Binanın sigortası var mı?" diye bile sordu. Ancak Rektör Tolga, "Binayı iyice inceleyin, sorun çıkmasın" diye karşılık verdi.

Esat Ersoy (Yangın Danışmanı): “Üniversitede de, Milli Eğitim Müdürlüğü’nde de dumanların kaynağının geç tespit edilmesi ahşap-kagir olmalarından. Kaplamaların aralarında ortalama 30-40 cm’lik boşluk vardır. Kalasların arasında oluşan boşluklar, alevlerin görülmesini engeller.”

Aydın Üniversitesi’nden Yard. Doç. Kubilay Kaptan: “İtfaiyenin hatası yangını bekçiye sormak, binayı kapı-baca inceleselerdi hasar bu kadar olmazdı. Orada merak edip sorup bununla yetinmek yerine binayı dolaşıp ısı kontrolü yapmaları gerekirdi. Bu yapılsaydı, daha az hasar olur, bina kurtulurdu.”

Bakan Günay tartışmaya açtı
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Galatasaray Üniversitesi yıkılıp yerine başka bir şey mi yapılacak, eğitime devam mı edecek?” sorusunu şöyle yanıtladı: “Hayır. O bina aynen tamamlanacak, yerine yıkılıp beton bir bina yapılamaz. Bu binaların belki bazılarının, temelden çatıya kadar elden geçirilmesi ve kültür turizmi açısından daha yararlı fonksiyonlarla kullanılması mümkün olabilir mi? O ayrı bir tartışmadır. ‘Biz burayı okul olarak kullanmak istiyoruz’ deniyorsa, elbette aynısı yapılıp okul olarak kullanılır.”

Habertürk, Haber: Sultan Uçar-Bülent Günal-Güngör Karakuş-Ozan Köse-Ayhan Yıldız, 24.01.2013

 

******


SORUN NEREDE?


İstanbul’da son 20 yılda yalılardan camilere tam 75 tarihi eser yanarak kül oldu. Son olarak yaklaşık 150 yıllık tarihi Galatasaray Üniversitesi’nin binası yanarak ağır hasar gördü. Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’nın Teke Tek’te “Birkaç hafta önce yine aynı şekilde Cağaloğlu’ndaki İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün tarihi binası yandı. Aynen bu şekilde yandı. İtfaiye geliyor yangın başlangıcı var. Bir müdahalede bulunuyor ‘Yangın söndü’ diye zabıt tutup çıkarlarken yangın yeniden başlıyor. Aynısı Galatasaray Üniversitesi’nde oldu.

İstanbul İtfaiyesi’nin yetkinliğini tartışmanın zamanı geldi diye düşünüyorum. İki kez aynı hata. İkisi de tarihi bina, ikisinde de itfaiye gidiyor; ‘Yangın yok’ diyor ve arkasından bina yanarak yok oluyor. Birileri, ‘Kardeşim siz itfaiye misiniz yoksa kundakçı mısınız?’ diye bunlara sorar diye umuyoruz” sözleri yeni bir tartışmanın fitilini de ateşledi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, “İtfaiye yarım saat geç çağrıldı” derken, Rektör Ethem Tolga, yangının itfaiyenin binada yaptığı incelemeden sonra, “Yangın yok” raporu tuttuğu sırada başladığını kaydediyor.

"Tarihi yapılarda söndürme sistemi yok"
İTÜ Öğretim Üyesi ve eski İstanbul İtfaiye Müdürü Prof.Dr. Abdurrahman Kılıç: Yangının söndürülmesi yangın başlamadan olur. Yangın itfaiye ile söndürülmez, sadece genişlemesi, diğer binalara geçişi önlenir. Döşemeleri ahşap bir binanın içinde yangın çıkmışsa dünyanın en iyi itfaiyesi bile olsa yangının söndürülmesi çok zor. Bu yangında ihmal olduğu kesin ama bu ihmal itfaiyeden kaynaklı bir ihmal değil. Bu yangın neden genişledi sorusunu düşünmemiz lazım. Bu binada otomatik söndürme sistemi olmaması, dökme demir boruların kullanılmaması, elektrik sistemlerinin yangına dayanıklı kablolardan olmaması gibi bir ihmal durumu var. O binada olanları bilerek söylüyorum. Türkiye’deki tarihi yapıların tamamında sadece algılama sistemi var, söndürme sistemi yoktur. Bu sadece bu binaya özel değildir. Türkiye’de hala deniz itfaiyesinin olmaması da büyük bir eksikliktir. Üniversite yangınına müdahale eden Kıyı Emniyeti’nin römorkörlerini söndürme gemisi gibi görmek mümkün değil.

‘Deniz suyu kullanımı hatalı’
İTÜ Mimarlık Bölümü Restorasyon Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Prof.Dr. Kemal Kutgün Eyüpgiller: Ahşap binaların her yıl düzenli olarak kontrolleri ve bakımlarının yapılması şart. Bu bakımlarda elektrik tesisatı en başta gelen konu. Çatı tamamen yandı. Çatı çöktüğü için 3. kat kullanılamaz halde. 1. ve 2. katlarda ise hala deniz suyu var. Yangın söndürmede deniz suyu kullanımına da bu nedenle diyecek birşey bulamıyorum. Yangın söndükten sonra tuzun yaratacağı problemler mutlaka olacaktır. İsterdik ki hazırlıklı olunsun, daha modern, daha çağdaş, kuru tozlu yangın söndürme sistemleri hazırda bulunsun ve onlar devreye girsin ama olmadı. Restorasyon çalışmaları ve binanın tekrar kullanıma girmesi biraz zaman alacak.

'New York İtfaiyesi ile eşdeğer ekipman ve güce sahibiz'
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş: Çok ciddi anlamda araç gereç aldık. Beşiktaş İlçesi’nde Galatasaray Üniversitesi de dahil olmak üzere 57 bina üzerinde yangın senaryoları yapmıştık. Ne tedbirler alınması gerektiğini inceledik. İtfaiyemize karşı birtakım yargısız infazı kabul etmem mümkün değil. Görevlilerin ellerindeki mevcut tüplerle söndürmeye çalıştığı söyleniyor. Bize 19.36’da haber veriliyor. İtfaiye 6 dakika sonra olay yerine gidiyor. 36 araçla çalışma yapıldı. Yani “Söndürebiliriz” zannı ile kendilerince mevcut malzemelerle müdahale edip söndürdük sanmışlar. Hepsi kayıtlarda var. Bizim açımızdan bir ihmal yok.

‘İdari bir örgütlenme olmaması yangını büyütmüş’
Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu: Türkiye’de kültür varlıklarına yönelik hem kamu yöneticileri hem de kullanıcıların bir özensizlik içinde olduğu ve yeterince sahip çıkılmadığı bir gerçek. Geçmişte de pek çok kültür varlıklarını yangınlarda kaybettik. Birinci grup tescilli tarihi yapılarda dahi gerekli yangın söndürme sistemleri kurulmamıştır. Basit yangın söndürme sistemi, hortum, kova vs. sistem konuluyor. Sistemin sorumlusu yangın sırasında nasıl davranacağıyla ilgili bir önlem de almıyor. Yangın söndürmeyle ilgili idari bir örgütlenme olmaması da yangını büyütmüş. Teknolojiyi kullanma bilincimiz yok.

‘Yılda bir kez yasal olarak denetlenmesi zorunludur’
İstanbul Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Beyza Metin: Nedenini bilmedikleri her noktada elektrik kontağına suç atıyorlar. Bilirkişi raporu incelenmeden detaylı bir şey söylemek mümkün değildir. Biz bunun denetimsizlikten kaynaklı olduğunu düşünüyoruz. Yılda bir kez kamu binalarının elektriklerinin yasal olarak denetlenmesi gerekiyor. Galatasaray Üniversitesi tarihi bina olması dışında kamu binasıdır. Ahşap, kagir binalarda kabloların çelik borular içerisinden geçmesi gerekir. Dışında çelik olduğu için bu yangının çıkmasını engelleyebilir. Yangına karşı dayanıklı yani kolay tutuşmayan kablolar kulanılmalıdır. Yangın alarmı tesisatları olmalı ve modern tesisatlar olmalıdır. Daha modern sistemler kurulması gerekirdi. Bilirkişi raporu çalışmasında odamızdan da bir temsilci yer alacak.

‘Topyekun hata içeriyor’
İstanbul Aydın Üniversitesi Afet Eğitimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Başkanı Yard. Doç.Dr. Kubilay Kaptan: Yangınlara dikkatli bakıldığında topyekun hata içeriyor. Yöneticilerimizin söylemleri bize, “Aslında biz böyle bir yangına karşı hazır değildik, tedbir almadık, yangın başladı” diyor. Tarihi binalarda kablolara ek yapılması yasaktır. Yangında bunlar kaçak verir. Maalesef bu binada da böyleydi. Ayrıca binada erken uyarı sistemi yok. Erken uyarı sistemi dumanı algılayabilen ve bunu ilgili merkeze yani itfaiyeye, valiliğe, belediyeye aynı anda ileten sistemdir. Bu sistem şimdilik kısmi olarak Dolmabahçe Sarayı’nda var. Müzeler ve tarihi yapılar şu anda ciddi yangın riski altında. Görevli bildirmezse kimsenin haberi olmayacak.

Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 24.01.2013

 

******


TARİH KÜLLERİNDEN DOĞACAK

 

Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz'in 1871'de yaptırdığı ve önceki gün çıkan yangından çok ağır hasar gören Galatasaray Üniversitesi (GSÜ) binasının aslına uygun şekilde yeniden inşası için devlet kurumları, üniversiteler, öğrenciler, öğretim görevlileri, eski mezunlar ve sivil toplum kuruluşları kenetlendi.

Binanın yeniden yapımı için harekete geçen Galatasaray Eğitim Vakfı, bağış kampanyası başlattı. Galatasaray camiası adına başlatılan kampanyada, GSÜ'deki binanın ağır hasar gördüğü belirtilerek, "Gün; birlik, beraberlik ve dayanışma günüdür. Yanan binanın küllerinden daha güçlü bir Galatasaray çıkacaktır" denildi. Açıklamada, isteyenlerin Galatasaray Eğitim Vakfı'nın "IBAN no: TR 67 0006 7010 0000 0088 3090 50" hesabına bağış yapabileceği de bildirildi. Galatasaray Eğitim Vakfı Başkanı İnan Kıraç da binaya gelerek incelemelerde bulundu. Kıraç, gazetecilerin sorusu üzerine "Yeni Galatasaray, küllerinin üzerine en kısa zamanda yapılacak" dedi. GSÜ Mezunları Derneği de yaptığı açıklamada "Binadaki yangın ilk gençlik yıllarımızın anılarıyla beraber, İstanbul tarihinin en önemli saraylarından birini de yok etmiştir" ifadelerine yer verdi.

GÜNAY: ÖNLEM ALINACAK
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, yanarak büyük hasar gören GSÜ binasının yerine yeni bir beton bina yapılmasının söz konusu olmadığını belirterek "Kamuoyunda 'GSÜ'nün yanan binasının yerine, yeni bir bina mı yapılacak' şeklinde bir merak var. O bina aynen tamamlanacak. Ama tabi bu binaların bütünüyle elden geçirilip, bazılarının belki yeni baştan temelden çatıya kadar elden geçirilmesi ve daha yararlı fonksiyonlarla kullanılması, kültür ve kültür turizmi açısından değerlendirilebilir mi? Bu ayrı bir tartışma. Ama 'Biz burayı okul olarak kullanmak istiyoruz' derlerse elbette aynısı yapılarak okul olarak kullanılır" dedi. Bakan Günay, İstanbul genelinde kullanımda olan tarihi binaların gözden geçirilerek, çağdaş yangın önlemleri alınacağını da belirtti ve kullanımda olan yangına dayanıksız tarihi yapılar için ciddi yeni önlemler alınması gerektiğini ifade etti. Bakan Günay şöyle dedi: "Tabii Haydarpaşa'da çatıda işi kurtarmıştık ama Milli Eğitim binasında çok daha istenmez boyutlara vardı. GSÜ'de de aynı durumu görüyoruz. Bütün bu yapıları yangın düzeni açısından mutlaka elden geçirmek gerekiyor. Bunu şimdi Vali Bey'den de rica ettim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü, bizim koruma kurullarımız ve o binaları kullananlar, birlikte çağdaş yangın önlemleri açısından elden geçirmek gerekiyor."

ÜNİVERSİTELERDEN DE DESTEK...
Bahçeşehir Üniversitesi, yangın sonrası GSÜ'de eğitimin aksamaması için kampanya başlattı. "Üniversitem Üniversitendir" kampanyası kapsamında, Bahçeşehir Üniversitesi'nin Beşiktaş ve Galata'da yer alan derslikleri ile Beşiktaş'ta yer alan Barbaros Kütüphanesi, GSÜ öğrenci ve akademisyenlerinin kullanımına açılacak. Boğaziçi ve Hacettepe Üniversiteleri de "GSÜ'nün yanında olacağız" mesajı verdi.

'TARİHİ BİNALAR İÇİN ÖZEL YÖNETMELİK GEREK'
Galatasaray Üniversitesi'ndeki yangın, 'Tarihi binalar yangına karşı nasıl korunuyor' sorusunu gündeme getirdi. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Öğretim Üyesi ve Türkiye Yangından Korunma Vakfı Onursal Başkanı Prof.Dr. Abdurrahman Kılıç, tarihi binaların yangına karşı korunması için özel bir yönetmelik çıkarılmasının şart olduğunu söyledi. Kılıç, Avrupa'daki tarihi binaların 100 yıl önce çıkarılan yönetmelikle özelliklerine ve kullanım amaçlarına göre koruma altına alındığını, Türkiye'de ise hala özel bir yangın yönetmeliğinin olmadığına dikkat çekti. Sait Halim Paşa Yalısı'nda, Beylerbeyi ve Dolmabahçe Sarayı'ndaki çalışmalara katıldığını söyleyen Kılıç, Haydarpaşa Garı'nda çıkan yangından sonra orayla ilgili de bundan sonra nasıl korunması gerektiğine dair rapor hazırladığını kaydetti. Kılıç, örneğin Beylerbeyi Sarayı'nda yangına karşı her türlü çağdaş sistemin yapıldığını, yağmurlama sisteminin bile oluşturulduğunu kaydetti. Dolmabahçe'de ise bodrumun tamamen yangına dayanıklı boyalarla boyandığını belirten Kılıç, İstanbul'daki birçok tarihi binada inceleme yaptığının altını çizerek, "Şu bina risk altında diye isim veremem" diye konuştu.

'SİGORTALARDA SORUN ÇIKIYORDU'
İlk bulgulara göre yangının odasından çıktığı saptanan Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Beril Dedeoğlu şunları anlattı: "Yangının benim odamdaki bilgisayar kablolarından çıktığı söyleniyordu. Tabii ben yangın saatinde odamda değildim. Nasıl çıktığını dolayısıyla bilmiyorum. Bildiklerimi anlatmak üzere karakola kendim gidip ifade verdim. Ara sıra okulun sigortalarında sorunlar çıkıyordu. Tamir ediliyordu. Sorun ortadan kalkıyordu. Bazen bilgisayar sistemleriyle bazen de elektrikle ilgili sorunlar yaşadığımız oluyordu. Bu olay tam da 'her önlemi alırsınız ama fare gelir kabloyu yer' durumu gibi."

'GÖZYAŞLARI İÇİNDE İZLEDİM'
Yangın sonrası 2 ve 3'üncü katları neredeyse yok olan G.Saray Üniversitesi mezunları, mevcut öğrencileri ve akademik kadro, dün soluğu okul binasında aldı. Çalışmalar devam ettiği için, artık evleri gibi olan binayı parmaklıkların ardından gözyaşları içinde izlediler. Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ali Faik Demir de yangını ağlayarak izlediklerini ifade ederek, "Evimizin yanmasından daha acı. Çünkü evimizden daha özel bir yer" dedi. Doç.Dr. Demir, üniversitede çıkan yangınla ilgili açıklama yaptı. Kendi odasının bulunduğu bölümde yangının çıktığını ve olaydan hemen haber aldığını söyleyen Demir, duygularını, "Çok kısa bir süre sonra yangının söndürüldüğü söylendi. Sonra televizyonlarda çatının alev aldığını ve okulu tamamen yanar halde gördük. Bunu ağlayarak izledik. Ben 1980'de Galatasaray Lisesi'ne girdim ve 1994'ten beri öğretim üyesiyim. Tüm arkadaşlarımız, tüm mezunlarımız son derece üzgün" diye dile getirdi.

GÜL'DEN GEÇMİŞ OLSUN MESAJI
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Galatasaray Üniversitesi kampusundaki tarihi binadaki yangına ilişkin, zarar gören yapının eski haline getirilmesi için her türlü desteğin verileceğini söyledi. Cumhurbaşkanı Gül, Galatasaray Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ethem Tolga'yı da telefonla arayarak, yangın hakkında bilgi aldı ve geçmiş olsun dileğini iletti. Görüşmede, Gül'ün bu süreçte her türlü desteğin verileceğini dile getirdiği kaydedildi. Öte yandan Galatasaray Üniversitesi öğrencileri, geliri yanan binanın onarımında kullanılması amacıyla "Gücümüz Sevgimiz Fonu" kurdu.

104 YIL SONRA YİNE LODOS
Galatasaray Üniversitesi'nin aynı müştemilat içinde bulunduğu Çırağan Sarayı 1909'da yanmıştı. Eylülde sarayı 5 saatte yakıp kül eden yangının büyümesinin en büyük nedeni ise yine lodostu. Tarihçi Pars Tuğlacı'nın sarayın mimarı Balyan'ları anlattığı kitabında yangında çok değerli eşyaların yok olduğu belirtiliyor. Özel hükümet belgeleri ile Osmanlı Meclisi'nin ilk toplantısının tutanakları da yanmıştı.

ZARAR 20 MİLYON DOLAR
Akademik kadro ve öğrencilerin eğitim yuvalarındaki manzara karşısında gözyaşlarını tutamadığı okuldaki zararın 20 milyon dolar olduğu bildirildi. Dün biraraya gelen okul yönetimi, GS Eğitim Vakfı ve GS kulübünün yöneticileri zararı karşılamak için elbirliği kararı aldı. 10 milyon TL'yi Eğitim Vakfı'nın, 10 milyon TL'yi kulübün geri kalanı da işadamlarının karşılayacağı bildirildi.

Sabah, Haber: Mustafa Kaya - Mesut Altun - Barış Sözal - Hasan Ay - Zeynel Yaman - Ali Şahin - Gül Kireklo - Bilge Eser, 24.01.2013

 

******


GALATASARAY'DA SAAT SONSUZ

 

22 Ocak saat 19.30 – Bir zamanların İbrahim Tevfik Efendi Sahilsarayı, başka zamanların Galatasaray Lisesi kız bölümü dersliği, öbür zamanların Galatasaray İlkokulu, şimdinin Galatasaray Üniversitesi ana binası... Üçüncü katından yanmaya başladı. Küçük bir alev topu.

Saat 19.45 – O alev topu, okulun güvenlik görevlilerinin sıktığı yangın köpüğüyle sinmiş gibiydi.

Saat 19.55 – Beşiktaş Belediyesi’nin itfaiye araçları üniversite kampüsüne girdi. Yangın kontrol altına alınmıştır şeklinde bir tutanak hazırlanırken... O alev topu, peşine kendinden büyüklerini de alarak hareketlenmeye başladı.

Saat 20.15 – Yangın dev binanın çatısını sarmıştı. İtfaiye araçlarından sıkılan tazyikli su binanın camını çerçevesini indiriyor, öğretim üyelerinin odalarının bulunduğu bölümü darmadağın ediyor ama alevlere kar etmiyordu.

Saat 21.00 – Öğretim görevlileri bahçede birikmiş, bazıları itfaiye aracı bir adım öteye gidebilsin, büyüdükleri bina sönsün diye balyozla babaları kırıyordu. Bazıları dizlerine kadar suya batmıştı.

Saat 21.30 – Deniz itfaiyesi sonunda geldiğinde... Artık 140 yıllık bu bina, boğazın karşı yakasından bakıldığında felaketin havai fişeği gibi kıvrıl kıvrıl yanıyordu.

Saat 22.00 – Çırağan Caddesi trafiğe kapatılmıştı. Ortaköy tarafında biriken öğrenciler polise yalvarıyordu: “N’olur bırakın geçelim.” Polis, “Arkadaşlar, sizin güvenliğiniz için izin veremeyiz” dedikçe genç kız ağlıyordu. “Bizim güvenliğimiz orası. Evimiz orası. Okulumuz orası. Bırakın geçelim.”

Saat 22.10 – Galatasaray Lisesi’nin müdürü, lisenin bina yönetimi soluğu üniversitede almıştı. Televizyonda yangını görüp koltuğunda oturmayı sürdüremeyen lisenin onyıllar önceki mezunlarıyla birlikte.

Saat 22.15 – Talih bu ya, Galatasaray Başkanı Ünal Aysal o gece yönetim kurulu üyeleriyle yemek yiyordu. Haber gelince yemek mi kaldı! Tekneyle açılıp okula yaklaşmaya çalıştılar. Fazla ileri gidemediler. Ve küçük bir ilkokul öğrencisi olarak okuduğu binanın cayır cayır halini, tazyikli suyla dövülüşünü boğaz sularından izlemek zorunda kaldı Başkan Ünal Aysal.

Saat 22.30 – Üniversitenin bahçesinde itfaiye ve ambulans araçlarının arasında, artık takat kalmadığından, üzüntü direnç bırakmadığından birbirine yaslanıyordu Galatasaray Üniversitesi hocaları. Aynı ana kapının önünde polis kordonunun ardında birikmiş öğrencileri gibi ağlıyorlardı.

Saat 23.00 – Çatı kül olup çökmüş, itfaiye mecalsiz bir halde son birkaç odağı da söndürmeye çalışırken... Yangının elektrik kontağından çıkmış olabileceği kuvvetli ihtimal olarak konuşuluyordu. Tabii tarihi binaların hangi amaçla kül edildiğini, kül olduktan sonra nasıl sonuçlarla karşılaşıldığını, otellerin, AVM’lerin, lümpen zenginlere özel sitelerin devrini idrak etmiş akıllı insanlar olarak biliyorlardı.

Saat 23.30 – Hocalar ve öğrencileri sabah sağ salim girdikleri okullarından isli bir enkaz bırakarak, nasıl bitkin, nasıl tatsız yürümeye başladılar. Tek tekrar ettikleri şuydu: Yarın sabah erkenden gelelim. Öğrencilerin morali bozulmasın. Okul sahipsiz kalmasın. Kitaplarımız da gitti tabii. Neyse. Yahu! Ulan! Sınav kağıtları da gitti. Olsun abi, buluruz bi çaresini. Yarın olsun da...

 

Ben o gece, bir felaketin ortasında sadakat gördüm. Bir mektebi en yakın dostunmuş, ananmış, babanmış gibi sevmek, sakınmak gördüm.

Radikal, Yazı: Ezgi Başaran, 24.01.2013

 

******


GALATASARAY BİNASI OTEL OLMAYACAK

 

 

Galatasaray Üniversitesi’nin Beşiktaş Kampüsü’ndeki 142 yıllık tarihi binada, önceki gece çıkan yangında 20 milyon liralık hasar meydana geldiği açıklandı. Yangında boğaza nazır binanın çatısı çöktü. Mülkiyeti Galatasaray Eğitim Kurumları’na ait olan binada üniversitenin idari birimleri, öğretim üyelerinin büroları ve kütüphane bulunuyordu.


Dün medyada yangın nedeni, söndürmede ihmal ve yanan binanın otel yapılabileceği yönündeki spekülasyonlar konuşulurken Galatasaray camiası yardım kampanyası başlattı.


Galatarasay Eğitim Vakfı Başkan Yardımcısı Adnan Öztürk “Bina tamamen Galatasaray Eğitim Kurumları’nın malıdır. Buraya kimse otel yapamaz. Çivisine kadar her şeyiyle bizimdir. Okul olarak kalacaktır” dedi. 

1) NASIL YANDI? 

Yangın, önceki gün saat 19.00 sularında başladı. Gece yarısına doğru kontrol altına alınabildi. 110 itfaiyeci, 47 araç ve 2 söndürme gemisiyle kara ve denizden müdahale edildi.
İddialara göre önce 3. katta, Prof.Dr. Beril Dedeoğlu’na ait odada yangın bilgisi geldi. İlk müdahale güvenlik görevlilerince yapıldı. İtfaiye “Yangın yok” açıklaması yapacakken çatı aniden alev aldı. Vali Hüseyin Avni Mutlu geç müdahale ve yangının sönüp yeniden başladığı iddialarını yalanladı. 

2) NEDEN YANDI? 

Henüz resmi bir rapor veya tutanak yok. Ancak Vali Mutlu, “İtfaiyemizin ilk değerlendirmesi, elektrik kontağı olma ihtimalinin yüksek olduğu şeklinde” dedi. 

3) ELEKTRİK KONTAĞI AÇIKLAMASI MANTIKLI MI, BİNADA YETERLİ KORUMA VAR MIYDI? 

Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Beyza Metin “Elektrik kontağı iddiaları kulağa komik geliyor” derken tarihi binanın nasıl korunduğu sorusu gündeme geldi.
Galatasaray Eğitim Vakfı Başkan Yardımcısı Adnan Öztürk “Binanın bir eksiği yok. Yangın dedektörleri ve alarmı vardı. Tavandan su fışkırtan bir söndürme sistemi yoktu. Bunlar tarihi binalarda olamıyor” dedi.


İTÜ Öğretim Görevlisi ve Yangın Uzmanı Prof.Dr. Abdurrahman Kılıç ise “Günümüzde bütün bina tiplerinde yangınları önleyebilen sistemler var. Yangının söndükten sonra yeniden başladığı iddiası binada ve özellikle çatıda uyarı tertibatının bulunmadığını akla getiriyor” diye itiraz etti. 

3) BİNA NASIL KORUNMALIYDI? 

Radikal’e konuşan uzmanlar, tarihi binalarda elektrik kabloları çelik borular içinden geçirilmeli. Buatlar demir olmalı. Mutlaka halojen free isimli yanmaz kablo kullanılmalı. Su ısıtıcısı, elektrikli ısıtıcı kullanılmamalı. Her odada duman detektörü ve söndürme aparatları mutlaka bulunmalı. Güvenlik alarm sistemi tablosu binanın dışında bir yerden takip edilmeli. 

4) ŞİMDİ NE OLACAK? 

Yetkililer, binanın aynen korunacağını ve sonuçta üniversite olarak hizmete devam edeceğini söyledi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Üniversite Rektörü Prof.Dr. Ethem Tolga’yı arayarak geçmiş olsun dileğini iletti. Gül, yapının eski haline getirilmesi için her türlü desteğin verileceğini söyledi.


Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay “Yerine başka bir bina yapmak mümkün değildir. Aynen tamamlanacak, yerine yıkılıp beton bir bina yapılamaz” dedi. Vali Mutlu da “Neticede rölöve ve restorasyon projeleri elimizde olan bu eserlerin yeni baştan ihyası da tarihin üzerimize yüklediği çok önemli bir görevdir. Bina, eski haline mutlaka kavuşturulacaktır” dedi. 

5) BİNA KİMİN MALI? 

Galatarasay Eğitim Vakfı Başkan Yardımcısı Adnan Öztürk “Bina tamamen Galatasaray Eğitim Kurumları’nın malıdır. Buraya kimse otel yapamaz. Çivisine kadar her şeyiyle bizimdir. Okul olarak kalacaktır” dedi.


6) NEDEN HAVADAN MÜDAHALE EDİLMEDİ? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş “Gece uçuşu yapılabilen, yangına müdahale edebilecek helikopterle ilgili bir çalışmamız var” açıklaması yaparken Yangın Uzmanı Prof.Dr. Kılıç “Şehir içinde havadan müdahale, yerden yapılan çalışmaları olumsuz etkileyebilir” dedi.

Komşu üniversiteden de destek
Boğazdaki yangın ‘Bina otel mi olacak’ spekülasyonlarına yol açarken yangınla ilgili kampanya üstüne kampanya başlatıldı.


Galatasaray Eğitim Vakfı Başkanı İnan Kıraç “Yeni Galatasaray, küllerin üzerine en kısa zamanda yapılacak” dedi. Başkan Yardımcısı Öztürk de tahmini 20 milyon TL hasar olduğunu belirterek “Bunun 10 milyon TL’sini vakıf karşılayacak. Geri kalanın da dernekler, kulüp derken tamamlanacak” dedi. 


Galatasaray camiası adına yapılan açıklamada “Camia eğitim kurumları, eski öğrencileri, kulübü, dernekleri, vakıfları ve taraftarlarıyla en kısa sürede hasar gören binalarını kendi mali imkanlarıyla yeniden yapmak üzere harekete geçmiştir” denildi.


Üniversitenin Gençlik Konseyi ‘Gücümüz Sevgimiz’ fonunu kurdu.


Galatasaray Üniversitesi Rektörlüğü “Eğitim-öğretim hiçbir aksama olmaksızın akademik takvimde duyurulduğu şekilde devam edecektir” denilirken Bahçeşehir Üniversitesi, ‘komşu üniversite’de eğitimin aksamaması için ‘Üniversitem üniversitendir’ kampanyası kapsamında dersliklerini Galatasaray Üniversitesi’ne açtı.


Kafa karıştıran yarım saat
Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş: “Saat 19.05’te duman çıktığı söyleniyor. 19.07’de yangın başlıyor. İçeridekilerin yangın tüpleriyle yangını söndürmeye çalıştıkları söyleniyor. Bize ancak 19.36’da yani yarım saat sonra haber veriliyor. İtfaiyemiz de 6 dakika sonra müdahale ediyor. Büyükşehir İtfaiyesi açısından ihmal yok. Yalnız yarım saate yakın bir süre içinde gecikmeli bize bildirilmesi söz konusu.

Tarihi ‘elektrik hata’ları arttı!
Mimarlar Odası İstanbul Şubesi, son dönemlerde yaşanan ve ‘elektrik kontağı’na bağlanan yangınlara dikkat çekti:
28 Kasım 2010: Haydarpaşa Garı’nın çatısı yandı.
11 Şubat 2011: Kılıç Ali Paşa Camii restorasyonunda yangın çıktı.
19 Şubat 2011: Hünkar Kasrı’nın üst katı küle döndü.
23 Aralık 2012: Kapalı Çarşı Örücüler Kapısı yandı.
25 Aralık 2012: Cağaloğlu’nda Milli Eğitim Müdürlüğü binası kül oldu.

Radikal, Haber: Enis Tayman, 24.01.2013



******


DAHA KAÇ TANESİ BÖYLE KÜL OLACAK?

 

Galatasaray Üniversitesi’ne ait tarihi mirasın yok olduğu yangına gece uçuşu yapabilecek bir hava aracı bulunmaması nedeniyle havadan müdahale edilemedi. Binadaki yangın önlemlerinin yeterli olmadığı ortaya çıktı.

 

 

Beşiktaş Çırağan Caddesi üzerinde yer alan Galatasaray Üniversitesi’ne (GSÜ) ait Tevfik Efendi Sarayı önceki akşam çıkan yangınla kullanılamaz hale geldi. İktisadi ve İdari Bilimler, Hukuk ve İletişim fakültelerinin öğretim üyeleri ve idari kadrolarınca kullanılan tarihi binaya alevlerin verdiği hasarın boyutları gün aydınlanınca ortaya çıktı. Söndürülmesi 7 saat süren yangın, binanın çatısını ve 3. katını tamamen küle döndürdü. İkinci katta da bazı bölümler göçerken, 142 yıllık yapının tamamı isle kaplandı. Elektrik kontağından çıktığı tahmin edilen yangının itfaiye ekipleri binadayken ve söndürüldü zannedilirken büyümesi akıllarda soru işaretleri bıraktı. Uzmanlar binadaki yangının kısa sürede büyümesini binanın yapısına bağladı.

 

‘Bağdadi’ çıra gibidir
İBB eski İtfaiye Daire Başkanı Sabri Yalın yanan binanın ‘bağdadi’ denilen kagir görünümlü ancak içi ahşap bir yapı olduğunu belirterek, şöyle konuştu:
“Böyle bir binada duvarın içinde bir yanma meydana gelirse alevler kendine müthiş bir yayılma alanı bulur. Alevler yukarıya yükseldiği için çatıya doğru yükselir ve kendine bulduğu ilk boşluktan dışarı çıktığında oksijenle birleşerek bir patlama meydana getirir. Duvarın içindeki yangını farketmek ve durdurmak çok zordur. Ekipler yangını söndürdük zannederken alevler duvarın içinden sinsice ilerlemeye devam eder. Bağdadi ve ahşap binalar çıra gibidir. Bunlara çok dikkat edilmesi gerek. Bu tip binalarda önlem alınması gerekir. Erken uyarı sistemleri ve yangın söndürme sistemleri ile önlem alınabilir. Erken uyarı sistemleri duvarın ısısını ölçerek içeride bir yangın varsa bunu bildirebilir. Binaların kullanılması ve düzenli olarak bakımlarının yapılması binaların sağlamlığının korunması açısından çok önemlidir. Bağdadi binaları kullanan gerek özel sektör, gerekse resmi kurumlar binalarını gözden geçirmeli.”

 

Çatıda dedektör olmalıydı
İTÜ Makina Fak. Prof.Dr. Abdurrahman Kılıç da toz etkisini dikkat çekerek, “Özellikle çatı tarafında zamanla ahşabın tozlanması, yongalanmaşası ve bu tozların çatı arasında birikmesi yangın riskini artırıyor. 1990’ların başlarında Dolmabahçe Sarayı’nın çatısından tonlarca toz toplayıp attık. Bu tür binalarda biriken toz barut etkisi yaratır ve en ufak kıvılcım yangına dönüşebilir. Binada yangının geç farkedilmesinin sebebi uygun tarzda algılama sisteminin bulunmamasıdır. Eğer çatı arasında dedektör bulunsaydı yangın yükselmeden farkedilebilirdi. Eksiklik çatıda dedektör bulunmaması” dedi. Mimarlar Odası yöneticisi Mücella Yapıcı da, “Bu yangınların sorumlusu olarak ya elektrik kontağı ya restorasyonlarda yapılan bir takım hatalar gösteriliyor, ama asıl sorun özensizliktir” diye konuştu. Önlemlere ilişkin bir eleştiri de İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’dan geldi. “Bu tür binaları kullananların nasıl bir tarihi mirasın içerisinde görev yaptıklarını bilerek, kullanım konusunda çok hassas görev yapmaları lazım. Tarihi mirasa sahip çıkmak, onu kullanırken de iyi koruyabilmekten geçiyor” diyen Mutlu, yanan yapının yeniden ihya edileceğini söyledi.

 

 

‘Maalesef imkan yok’
Mutlu, müdahale eksikliğine ilişkin iddiaları yanıtlarken de ‘imkansızlık’ itirafında bulundu. Geç müdahale ve sönen yangının büyümesi gibi değerlendirmelerin çok yanlış olduğunu söyleyen Mutlu, “İtfaiyemiz çok süratle olay yerine gitmiştir. Artı Kıyı Emniyeti de 3 güçlü römorkörüyle müdahale etmiştir. Bir de gece ‘Helikopter veya farklı araçlarla müdahale etmek mümkün olabilir miydi?’ şeklinde değerlendirmeler var. Ülkemizde şayet böyle bir imkan olsa zaten kullanılır. Böyle bir imkanımız olmadığı için gece uçuş şartlarında bu tür yangınlara müdahale edebileceğimiz bir yeteneğimiz maalesef olmadığından bu kullanılamamıştır. Ama şu anda büyükşehir belediyemiz gece şartlarında müdahale edebilme imkanına yönelik hizmet satın alma aşamasında” dedi.

 

Ertuğrul Günay: Elden geçmeli

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, binanın yıkılmayacağını belirterek, “Şimdiki koruma mevzuatımız buna imkan vermiyor. Onun yerine başka bir bina yapmak mümkün değildir. O bina aynen tamamlanacak. Yerine yıkılıp beton bir bina yapılamaz. Ahşap ve kagir yapılar yangına dayanıksız.


Yeni dönemlerde bu binalar kullanılıyorsa çok ciddi önlemler almak gerekiyor. Haydarpaşa’da çatıda işi kurtarmıştık. Ama olay, Milli Eğitim binasında çok daha istenmez boyutlara vardı.
Bugün GSÜ’de de aynı durumu görüyoruz. Tamamen bir kat yandı. Bütün bu yapıları restore ederken yangın düzeni açısından mutlaka yeniden elden geçirmek gerekiyor.   O binaları kullananlar çağdaş önlemleri almış mıdır diye elden geçirmek gerekiyor” dedi.

 

Eğitim aksamayacak

Galatasaray Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ethem Tolga, “Üniversiteyi kısa zamanda eski durumununa getireceğiz. Akademik takvimde en ufak bir şaşma olmayacak. (Binanın yeniden yapımı için 20 milyon lira toplandığına ilişkin olarak) Galatasaray camiası böyle bir şeyi öngörüyor. Tabii ki burası devlet üniversitesi. Devletimizin bu konuda öncülüğü alacaktır. Galatasaray camiası da dayanışmacı bir camiadır. Sadece Galatasaray camiası değil kültürel varlığımıza duyarlı tüm milletimizin katkılarıyla bu bina yine eski durumuna dönüştürülecektir” dedi.

 

Galatasaray Eğitim Vakfı Başkanı İnan Kıraç, “Yeni Galatasaray, küllerin üzerine en kısa zamanda yapılacak” dedi. Galatasaray camiası adına yapılan açıklamada da binanın yeniden yapımı için bir bağış hesabı açıldığı duyurularak, “Galatasaray camiası, eğitim kurumları, eski öğrencileri, kulübü, dernekleri, vakıfları ve taraftarlarıyla en kısa sürede hasar gören binalarını kendi mali imkanlarıyla yeniden yapmak üzere harekete geçmiştir. Gün; birlik, beraberlik ve dayanışma günüdür. Yanan binanın küllerinden daha güçlü bir Galatasaray çıkacaktır” denildi. Öğrenciler de, geliri yanan binanın onarımında kullanılması amacıyla “Gücümüz Sevgimiz Fonu” kurdu. Boğaziçi Üniversitesi ve Bahçeşehir üniversiteleri ise GSÜ’ye destek olacaklarını açıkladı. Her iki üniversitede dersliklerini ve imkanlarını GSÜ’ye açtıklarını duyurdu.

 


Vali Hüseyin Avni Mutlu, “Kütüphanede yangın söz konusu değildir” dedi. Ancak üniversiteye 6 bin kitabını bağışlayan Prof.Dr. İlber Ortaylı, “Asistanım Başak Karaman içeriye girdi. 6 bin kitabımın bulunduğu kütüphanedeki kitaplarımın büyük bir kısmı yanmış, ıslanmış, telef olmuş durumda. Odam daha iyi durumda” diye konuştu.

 

Olay anını yaşayanlar şöyle konuştu:
* Dr. Esra Atuk: Yangının çıktığı kattaydık. Duman kokusu gelmeye başladığında odamızdan çıktık. O sırada güvenlik görevlileri yangının başladığı odanın kilitli kapısını açmaya çalışıyorlardı. Odadan çok yoğun bir duman çıktı. Güvenlik görevlileri ve diğer öğretim üyeleri yangına müdahale etti. Ben kapıdan ışık tuttum, içerisi dumandan görünmediği için. İtfaiyenin gelmesiyle birlikte de kendimizi dışarı attık.
* Öğretim Üyesi Cemil Yıldırcan: Yangının çıktığı odayı 5 öğretim üyesi paylaşıyordu. Odaya ilk girdiğimizde kabloların yandığını gördüm. Daha sonra alevler tavana yükseldiğinde müdahalelerimiz yeterli olmadı. 10 15 yangın tüpü harcadık itfaiye gelene kadar.
* Araştırma Görevlisi Alp Birol: Yangına su ile mücadele edilmesi yanlıştı. Elektrik kontağından çıkan yangınlara su ile müdahale edilmemesi gerektiğini biliyorum. Köpükle müdahale edilmesi gerekiyordu.

 

Sonları düğün salonu!

* Esma Sultan Yalısı: Tarihi 18. yüzyıla kadar uzanıyor. 1975’te geçirdiği yangından sonra harabeye döndü. Yapının kalıntıları 1990’lı yıllarda The Marmara grubu tarafından satın alınarak dört duvarın içine cam ve çelik konstrüksiyon giydirildi. Şimdi toplantılar ve düğünler için kullanılıyor.
* Sait Halim Paşa Yalısı: Mısır Hidivi Abbas Halim Paşa tarafından 1890’da inşa ettirildi. 12 Kasım 1995’te restorasyon çalışması yürütülürken yandı. 2007’den beri Yeniköy Turizm Yatırımları ve Tic. A.Ş tarafından işletiliyor. Düğün, davet gibi organizasyonlar için kullanılıyor.
* Ahmet Rasim Paşa Mektebi: 19. yüzyılda Kanlıca’da yaptırılan yalı 1970’e kadar okul olarak kullanıldı. Şimdi ise otel.
* Yenikapı Mevlevihanesi: Zeytinburnu’nda 17. yüzyılda inşa edilen bina yangında kül oldu. Geriye sadece dedegan hücreleri ile matbahı kaldı. Bu yapılar da 1997’de kundaklandı. Restore edilen yapı Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Medeniyetler İttifakı Enstitüsü’nün kullanımına tahsis etti.
* Kandilli Kız Lisesi (Adile Sultan Sarayı): 1986’daki yangına kadar Kandilli Kız Lisesi olarak kullanılan yapı restore edildikten sonra Kandilli Kız Lisesi Kültür ve Eğitim Vakfı olarak kullanıma açıldı. Sarayda düğün, toplantı gibi organizasyonlar düzenleniyor.
* İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü Binası: 1865 tarihli Hocapaşa Yangını’nda yanan Rıfat Paşa’nın ahşap konağının yerine yapılan ahşap bina 24 Aralık 2012’deki yangında tamamen kül oldu.
* Haydarpaşa Garı: 1908’de inşa edilen tren garının 8 Kasım 2010’daki yangında çatısı çöktü, 4. katı kullanılamaz hale geldi. Binanın Haydarpaşa Port projesine dahil edilmesi gündemde.
* Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu (Naime Sultan Yalısı): 1876’da yaptırıldı ve 2002’deki yangına kadar Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu olarak kullanıldı. Turizm amaçlı kullanılmak üzere 25 yıllığına Turkish Do&Co İkram Hizmetleri’ne kiralandı.
* Galata Mevlevihanesi: Tarihi 1491 yılına dayanan mevlevihane 1765’deki yangında harap oldu. Şimdi Divan Edebiyatı Müzesi olarak kullanılıyor.
*  Aynalıkavak Kasrı: Kaptan-ı Derya Halil Paşa tarafından 1613’te yaptırıldı. 4. Mehmet zamanında çıkan yangında kül oldu, yeniden yaptırıldı. Günümüzde araştırma merkezi ve müze olarak kullanılıyor.

Milliyet, Haber: Samet Akten - Ceren Büyüktetik, Fotoğraflar: Ozan Güzelce, Hüseyin Özdemir, Yunus Dalgıç, 24.01.2013

 

******


YANGIN VE SEL

 

Galatasaray Üniversitesi’ndeki yangında en büyük kayıp, yanan binlerce kitap ve belgedir. İlber Ortaylı’nın ve Erdoğan Teziç’in elli yılda topladıkları binlerce cilt de bu yangında kül oldu.
 

İlber Ortaylı yanan kitapları için, “Bunların birçoğunu artık bulmak mümkün değil” diyor. Avrupa’da matbaanın icadından, bizde Müteferrika’dan sonra basılan ilk kitaplar, elyazmaları, tarihi vesikalar kül oldu.


Erdoğan Teziç de çok üzgün. “Artık bir daha bulunamayacak, yerine konulamayacak kitaplarım da yandı” diyor. Osmanlıca ve Fransızca... Teziç Hoca’nın bir tesellisi var:
“Ragıp Sarıca’nın bana emanet ettiği Yassıada evrakını ve bazı tarihi hukuk belgelerini önümüzdeki günlerde oraya taşımayı düşünüyordum, henüz taşımamıştım. Onlar bari kurtuldu. Fakat bunları ne yapacağım, bilmiyorum!”


Teziç Hoca, elindeki kitap ve belgeleri emanet edeceği “güvenli bir yer” arayacak.


Başbakan’a açık mektup
Kitap ve belgeler için “güvenli yer” deyince, Başbakan’a seslenme ihtiyacını duydum.


Geçen hafta tarihçiler Feridun Emecen ve Abdülkadir Özcan’la CNN Türk’te bir program yapmıştım. Sohbet ederken ikisi de feryat eder gibi, imdat diye bağırır gibi, endişelerini belirttiler:
- Osmanlı Arşivi, Kağıthane Deresi’nin yakınında inşa edilen binalara taşınacak! Bir yağmur afeti olduğunda binaları sel basmasından, milyonlarca tarihi belgenin zayi olmasından çok endişeliyiz!
İlgili makamlarla konuşmuşlar fakat “Binaları çok sağlam yaptık” diye cevap almışlar. Depreme dayanıklı, tamam... Ama sel basıp beş yüzyıllık tarihimizin belgeleri zayi etmeyeceğinin garantisi var mı?


İklim değişmesi yüzünden yağışların gittikçe düzensizleştiği bir çağda, bunun garantisini kim verebilir?


Tarihçiler bu konuya Başbakan’ın dikkatini çekmemi istediler. Ben de bu endişeyi kamuoyu önünde Başbakan’a iletiyorum; tarihe de not düşüyorum. Hiç olmazsa kamuoyuna teknik bir açıklama yapılmalı.

 

ELEKTRİK KONTAĞI!

Binalar sel bassın diye yapılmadığı gibi, elektik tesisatları da kontak yapsın, yangın çıksın diye yapılmaz. Ama oluyor işte!


Galatasaray Üniversitesi’nin 1871 yılında yapılmış bu binası elektrik kontağından yandı! Binasıyla, nadir kitaplarıyla, bulunmaz belgeleriyle bir tarih yok oldu!


28 Kasım 2010’da Haydarpaşa Garı’nın çatısı da elektrik kontağının tecrit maddesini tutuşturmasından çıkmamış mıydı?!


Kılıç Ali Paşa Camisi restore edilirken yine elektrik kontağından 11 Şubat 2010 günü yangın çıkmıştı, değil mi?!


19 Şubat 2011’de Beyazıt Camisi’nin Hünkar Kasrı’nın da elektrik kontağından yanıp kül olduğunu hatırlıyor muyuz?!


Daha bir ay önce, 23 Aralık’ta Kapalı Çarşı’nın Örücüler Kapısı’nın, iki gün sonra da Milli Eğitim Müdürlüğü binasının yine elektrik kontağından yandığını unuttuk mu yoksa?!


Allah korusun, sırada ne var, kim garanti verebilir?!

 

TARİH BİLİNCİ?

Tarihi binalarda bir yandan tesisatın eskiliği, öbür yandan kabloların bir kontak anında çıra gibi yanması yangın tehlikesini arttırıyor. Herhalde merkezi bir organizasyonla tarihi binalarda elektrik tesisatlarının elden geçirilmesi, kabloların yenilenmesi, yangına karşı otomatik cihazların devreye girmesi gibi tedbirlerin süratle alınması gerekiyor. 


Bu topraklarda antik medeniyetlerden, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinden kalan çakıl taşını korumak için azami dikkati göstermeliyiz.

Hürriyet, Yazı: Taha Akyol, 24.01.2013


******


"BİNA HER AN ÇÖKEBİLİR"

 

İstanbul Aydın Üniversitesi’nden Yrd. Doç.Dr. Kubilay Kaptan, küle dönen Galatasaray Üniversitesi’yle ilgili uyardı, “Dış cephede çökme tehlikesi var. Şayet kalabalık bir gazeteci grubu içeri girerse bina her an çökebilir” dedi.

Galatasaray Üniversitesi’nin Ortaköy’deki tarihi binasının küle dönmesinden sonra, ortaya çıkan manzara yavaş yavaş netleşmeye başladı. İstanbul Aydın Üniversitesi Afet Araştırma Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Kubilay Kaptan, yangından sonra Galatasaray Üniversitesi’nde yaptığı incelemeleri şöyle anlattı: “Elektrik kablolarının ek yerlerinden bile kıvılcım çıkar. Kablolar dışarı korumasız konulmuşsa yangın bu sebepten meydana gelmiştir. Bir fare bile kabloyu kemirmiş ve yangını tetiklemiş olabilir. Oyma işçilikler, özel eserler, kütüphaneler, eski ahşap eserler ve döşemeler küle dönmüş. Sadece dış cephe duruyor. Dış cephenin de çökme tehlikesi bulunuyor. Şayet kalabalık bir gazeteci grubu görüntü almak için içeri girerse bina çökebilir. Yetkililer dışında kimsenin binaya girmemesi lazım. Üst tavandan geriye hiçbir şey kalmamış. Bire bir restore etmek için her şeyin envanterinin çıkarılmış olması lazım.”

 

Son 20 yıl içinde 75 tarihi eser yandığına dikkat çeken Kaptan, Kabataş Lisesi ve Feriye Lokantası’nın olduğu tarihi yapıların da riskli yerler arasında olduğunu söyledi: “Çırağan Caddesi’ndeki Dolmabahçe Cami’nden Ortaköy Cami’ne kadar olan kısımdaki yapıları inceledik. Dolmabahçe dışındaki yapılar riskli. Ama daha vahimi İstanbul’un tarihi yarımadasındaki yapılardır. Bu tarihi yapıların deprem ve yangına karşı tek tek elden geçirilmesi gerekir.”

 

‘Ortaylı’nın kütüphanesi yandı’
Galatasaray Üniversitesi’nin yangın sonucu kül olan Ortaköy’deki tarihi binasında 40 yıldır öğrenci ve öğretim görevlisi olarak bulunan GS İletişim Fakültesi’nden Gülsün Güvenli’nin de 3. kattaki odası küle döndü. Güvenli, dehşet gecesini VATAN’a anlattı: “Okulun içine girdim. Üçünkü kat tamamen yanmıştı. Bazı odaların yangın nedeniyle çöktüğünü gördüm. Alt katların kurtulma şansı yüzde 40 deniyor. En üst kat harabe halinde. İlber Hoca’nın kütüphanesi tamamen yanmış. Duvarlar dışında içeride bir şey kalmadı. Galatasaray Eğitim Vakfı ve tüm camia kenetlendik. 20 milyon lira ve 1 yıllık gayretli çalışmadan söz ediliyor. Hem öğrenciler ve mezunlar hem de hocalarımız gerekirse inşaatta çalışıp tuğla taşıyacaklarını söylediler. Herkes duvar içinden geçen elektrik kablosunun yanmaya devam ederek çatıya ulaşıp yangını alevlendirdiğini düşünüyor. 40 yıldır okuldayım. Soba çatır çatır alevler çıkarırken bile okul yanmamıştı. Eğitim aksamaz. Dersler yolun karşısında bulunan binada yapılıyor. İdari kayıtların hepsi kül oldu. Yazılı belgeler gitti, ancak bilgisayara kayıtlı evrak ve dökümanları kurtaracağız.”

‘Ekibimiz binadan ayrılmadı’
Galatasaray Üniversitesi’ndeki yangınla ilgili İstanbul İtfaiyesi ön çalışma raporunu açıkladı. Raporda, “İhbar saat 19:37’de İtfaiye Komuta Merkezimize yapılmış, Beşiktaş İtfaiye grubu ekipleri tam takım halinde saat 19:38’de hareket etmiş ve saat 19:43’te meydana gelen yangına müdahaleye başlamıştır. Olay yerinden ayrılmış ya da ayrılmaya teşebbüs etmiş her hangi bir ekibimiz yoktur” ifadeleri yer aldı.

Son 3 yıldaki tarihi yangınlar

- 28.11.2010: Haydarpaşa Garı’nın üst katları yandı.
- 19.02.2011: 500 yıllık Beyazıt Camisi’nin içinde yer alan Hünkar Kasrı’nın 2’nci katında yangın çıktı
- 23.12.2012: Fatih’teki Tarihi Kapalıçarşı’da Örücüler kapısı yandı.
- 25.12.2012: İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü binası, yangında harabeye döndü.
- 13.07.2012: Ortaköy’de Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu’nun bulunduğu 110 yıllık tarihi Naime Sultan Yalısı yandı.
- 22.01.2013: Galatasaray Üniversitesi Beşiktaş kampüsündeki 142 yıllık ahşap binası yandı.

Hangi tarihi binalarda risk var?
İstanbul Aydın Üniversitesi Afet Eğitim, Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından hazırlanan “İstanbul’da yangından dolayı risk altında bulunan tarihi yapılar” raporunda yer alan yerler ise şöyle:

SARAYLAR
- Büyük Saray
- Mangana Sarayı
- Tekfur Sarayı
- Brias Sarayı
- Eski Saray
- Kavak Sarayı (Üsküdar Sarayı)
- Davutpaşa Sarayı
- Topkapı Sarayı
- Paşa Sarayı
- Feriye Sarayları
- Adile Sultan Sarayı
- Neşetabat Sarayı
- Beyhan Sultan Sahil Sarayı
- Yıldız Sarayı
- Dolmabahçe Sarayı
- Beylerbeyi Sarayı

KÖŞKLER
- Sepetçiler Köşkü
- Florya Atatürk Deniz Köşkü
- Aynalı Kavak Yazlık Köşkü
- Filizli Köşk

HANLAR
- Balkapanı Hanı
- Burmalı Hanı
- Büyük Valide Hanı
- Ali Paşa Hanı
- Büyük Yeni Hanı
- Cebeci Hanı
- Hasan Paşa Hanı
- Kalcılar Hanı
- Küçük Yeni Hanı
- Serpuş Hanı
- Taşhan
- Saksı Hanı
- Yıldız Hanı

Ortaylı’nın nadide kitapları da yandı
Galatasaray Üniversitesi’nin tarihi binasını kül eden yangında, Prof.Dr. İlber Ortaylı’nın bağışladığı 6 bin kitaplık nadide eserlerin bulunduğu kütüphane de yok oldu. Tarihi kitaplarının yanmasına çok üzülen Prof. Ortaylı, üzüntüsünü twitter’da takipçileriyle paylaştı:

“Kütüphane kullanılamaz durumda. Bu gece ziyaret edeceğim. Yazık.. Yanan sadece kütüphane değil, tarihimiz... Osmanlı’nın son yüzyılından izler.. Umudumuz binanın hızla restore edilmesi.. Çırağan Sarayı Oteli’nin yangın tertibatına bir bakın bir de yanındaki GSÜ’nün. Tarih ‘para’ ediyorsa değer veriyoruz. GSÜ’nün derhal restore edilip okul olarak devam etmesi lazım. Bu yangınlar tarihi fonksiyonları değiştirmemeli. Galatasaray Üniversitesi İlber Ortaylı Kütüphanesi’nde başka yerlerde olmayan nadide eserler vardı. Birtakım okumuş cahiller tarihi eserler okulda olmaz diyor. Olur efendim bal gibi de olur. Kimse otel için heveslenmesin... Otelden de, saraydan da, müzeden de anlamayan kasabalı bir güruh ortaya çıktı. Sahilde okul olmaz, otel olurmuş. Yeni hedefleri Selimiye. Burada ‘askeriye’nin ne işi var? diyorlar. Eee ne olacak. ‘Otel’ olsunmuş. Başka isteğiniz var mı? GSÜ ananesi olan bir okuldur. Burada birçok insanın anısı vardır ve buraları korumak bir ülkenin kalitesini gösterir. Müteahhitler her yere gökdelen dikmeyi bıraksın. Çamlıca’ya cami kadar Süleymaniye’nin önüne yapılan metroyu da tartışalım. Benim merak ettiğim Galatasaray camiası bu okula sahip çıkabilecek mi? Bürokrasiye karşı durabilecekler mi? Bir imparatorluğun arşivi Suriçi’nde olur, Kağıthane’de olmaz. Otellere yer var da, arşive mi yer yok?”

Vatan, Haber: Mert İnan, 24.01.2013



******


YANGINDA DENETİME FREN

 

O madde cımbızla seçiliyor ve Bakanlar Kurulu tarafından Yangın Denetim Yönetmeliği’nden çıkarılıyor. Sekiz ay önce.
 

Önceki akşam Galatasaray Üniversitesi yönetim binası çıkan yangınla enkaza dönüşüyor.

Tarihsel bir varlık. Türkiye malum, tarihsel varlıklarını korumakta mahir değil. Bununla birlikte, korumaya dönük çabalar da eksik değil. Ancak, o çabalardan biri geçen nisan ayında ağır darbe alıyor.


1989’da epey uğraş sonrasında eski İstanbul İtfaiye Müdürü Abdurrahman Kılıç öncülüğünde yangına karşı koruma yönetmeliği yürürlüğe giriyor. Orada bir madde var:
“Binalarda projeler uygulanmadan önce itfaiyeden görüş alınır”.


Görüşün anlamı, zorunlu yangın merdiveni, söndürme sistemi gibi yangına karşı pratik önlemler dizisi ve bunların denetimi.

 

TOKİ VE BELEDİYELER

1989’dan beri yürürlükte olan bu madde geçen nisan ayında Bakanlar Kurulu kararıyla yönetmelikten çıkarılıyor. Sadece bu madde.


Yani, artık yangına karşı denetimde, binalar yapılırken itfaiyeden görüş alınmıyor. Eskiden yapılan binaları kapsamıyorsa da, o madde iptal.


Önceki akşam Skytürk’te katıldığım programda, konu Galatasaray Üniversitesi yangınına geliyor. Biz programdayken yangın devam ediyor. Programa Abdurrahman Kılıç bağlanıyor ve bu çarpıcı bilgiyi aktarıyor. Dün ben kendisiyle uzun bir sohbet yapıyorum. Kılıç halen İTÜ’de hoca.


O madde iptal ediliyor, geriye birkaç soru kalıyor:
1- Bundan sonra binaları yangına karşı korumakta proje aşamasında kim denetleyecek? Yanıtını hemen veriyorum, hiç kimse.
2- Bu madde yönetmelikten cımbızla seçilip neden çıkarılıyor? Yanıtını hemen veriyorum. Rivayet muhtelif. TOKİ’den tutun da pek çok belediyeye kadar, bu maddeye itiraz edildiği öne sürülüyor. Kentsel rantın alıp başını gittiği bir yerde, itfaiye ya da bilmem ne gibi denetimlerle uğraşacak zaman yok.

 

NEDEN BÜYÜDÜ

Abdurrahman Kılıç’ın dikkat çektiği bir başka nokta, “Yangın neden çıktı değil, neden büyüdü” sorusu. Evet, neden büyüdü? Tıpkı bir süre önce yanan Milli Eğitim Müdürlüğü gibi, neden büyüdü? İtfaiye Müdürlüğü’nün görüşü vardır herhalde.


Yangın sabıkası az değil Türkiye’nin. Ormanlar yanıyor, inşaata açılıyor. Tarihsel varlıklar yanıyor, yerine otel ya da otopark yapılıyor.


Haydarpaşa Garı, Kapalı Çarşı, Milli Eğitim Müdürlüğü... Hangi büyük yangında bizleri tatmin edici neden ve sonuç var? Sigara izmariti, elektrik kontağı, çatıdaki çatlak gibi ezberlerin dışında, o yangınların nedeni belli mi? Ya da sonuçları?


“Bir yangının külünü yeniden yakıp geçerken” İstanbul’un saraylarını düşünüyorum. Dolmabahçe, Beylerbeyi, Topkapı, Yıldız sarayları, Florya, Hidiv, Emirgan köşkleri, Küçüksu Kasrı, daha yüzlerce tarihsel varlık, müzeler, köşkler, çarşılar... İçim titriyor.


Daha 90’ların başında Viyana İtfaiyesi’nde doktoralı on dört itfaiyeci var. Sizde ne var? Yönetmelik iptali var.

Hürriyet, Yazı: Yalçın Doğan, 24.01.2013

 

******


TARİHİ BİNANIN SON DURUMU

GSÜ Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Mehmet Şakir Ersoy binanın son durumuyla ilgili şu bilgileri verdi:


GİRİŞ YASAK: Polis ve itfaiyenin çalışmaları sürdüğü için içeriye girişlere izin verilmiyor.
ALT KAT AZ HASARLI: Alt katta çok büyük hasar yok. Orta katta yüzde 50 civarında bir hasar var. Üst kat maalesef çok kötü.
ÇÖKME RİSKİ YOK: Binada çökme tehlikesi yok ancak en üst katta İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dekanlığı’nın önündeki büyük salon kısmen çökmüş durumda. Ama diğer katlarda büyük hasar yok.

DEĞERLİ MATERYAL: Hasarın bir materyal tarafı var, bir de tarihi boyutu var. Burası eski bir saray müştemilatı. Çok değerli tavan süslemeleri, bir tarih var. Onlar restore edilecek ama nasıl olacak, onu bilemiyoruz.

'Topbaş yanlış bilgilendirilmiş'
Galatasaray Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Mehmet Şakir Ersoy, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın “Yangına geç müdahale yok, geç ihbar var” açıklamalarına yanıt verdi. Ersoy şöyle konuştu: “Belki Sayın Topbaş da yanlış bilgilendirilmiş olabilir. Çünkü o sırada ben sürekli telefon görüşmesi yapıyordum. İtfaiyenin sirenlerini telefonumdan duyuyordum. Yangına ilk olarak güvenlik elemanları müdahale etmiş. Duman alarm sistemi var. O sistem çalışmış. Güvenlikçiler tüplerle müdahale etmişler. Kısmi yangını söndürmüşler. O arada itfaiye gelmiş. İtfaiyenin geç gelmesi gibi bir durum yok.” Prof. Ersoy, bir basın mensubunun, “İtfaiyenin zabıt tuttuğu iddialarına ilişkin neler söyleyeceksiniz?” sorusuna, “Spekülasyon olabilir. Benim gözümle görmediğim şeyler hakkında yorum yapmam doğru olmaz” yanıtını verdi.

İtfaiye: Ayrılma yalan
İstanbul İtfaiyesi yangınla ilgili ön raporunu açıkladı. İtfaiye, “İlk anda çıkan dumanlara müdahale edildi. Yangının kaynağı bulunamadı. Tutanak tutulurken çatı yanmaya başladı” iddialarına şöyle yanıt verdi: Olay müdahale prosedürümüz içerisinde olay yerinde tutanak tutmak diye bir işleyiş yoktur. Olaylar ile ilgili olarak hazırladığımız raporlar olay anı ve rasında detaylı inceleme ve araştırma yapıldıktan sonra zırlanmaktadır. Mezkur olayda da olay yerinden ayrılmış ya ayrılmaya teşebbüs etmiş hangi bir ekibimiz yoktur.

Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 25.01.2013

 

******


İÇTEN İÇE YANAN AHŞAP YİNE PARLADI

 

GSÜ Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Mehmet Şakir Ersoy, Galatasaray Üniversitesi binasında için için yanan ahşabın dün yine alevlendiğini ve itfaiyenin müdahalesiyle söndürüldüğünü açıkladı. Ersoy özetle şunları söyledi:


"İtfaiye ekipleri o akşam olay yerindeydi. Fakat Kadir Topbaş yanlış bilgilendirilmiş olabilir. Geç müdahale yoktu fakat çatıdaki sirayetin genişlemesinde geç kalındı.

Tarifsiz bir acı içindeyiz. Maddi zarar karşılanır fakat manevi zarar karşılanamaz. Biz buranın restorasyonunda çok hassas çalışma yaptırdık. Dolmabahçe'nin ustası tarafından salon tavanları ve işlemeleri eskisi gibi restore edildi. Tavan süslemeleri yapıldı. Avizeler elden geçirildi. Tarihi dokusuna uygun hale getirilmişti. Sadece tavanın çalışması 3.5 ay sürdü. Bunları kafamıza göre yapamıyoruz. Anıtlar Kurulu kararıyla yapılabiliyor.

Daha önceki restorasyon çalışmaları sırasında tavan kısmına yangın ve diğer felaket olasılıkları düşünülerek beton yapılması yolunda düşünce ortaya atılmıştı fakat Anıtlar Kurulu bunu kabul etmeyerek birebir aynı çalışma yapılmasını istedi. Tavan kısmı beton yapılsaydı bu kadar hasar olmayacaktı.

İlber Ortaylı ve başka hocalar tarafından bağışlanan 6 bine yakın kitap tamamen yok olmamış fakat kısmen hasar görmüş."
Sabah, Haber: Mustafa Kaya, 25.01.2013

 

******


DİJİTAL PAHALIYDI, KİTAPLAR KÜL OLDU

 

 

Galatasaray Üniversitesi Beşiktaş kampüsündeki 142 yıllık tarihi binada çıkan yangın yalnızca mekana zarar vermedi, binlerce kitap da yok oldu. Yangında en önemli hasarı Prof.Dr. İlber Ortaylı’nın Hukuk Fakültesi’ne bağışladığı kitaplar aldı. Ayrıca İktisadi İdari Bilimler, İletişim ve Hukuk Fakültelerinde görevli akademisyenlerin de kişisel arşivlerini oluşturan ve kimisi 1873, 1908, 1913, 1926 gibi tarihlere kadar uzanan kitaplar da ya yandı ya da söndürme çalışmaları sırasında hasar gördü.


6 bine yakın kitabı yangında ve söndürme çalışmalarında hasar gören Prof.Dr. İlber Ortaylı, Radikal’e yaptığı açıklamada “Koleksiyon bitti. Benim hukuk tarihi bölümüm bitti. Tamamen gitti. Seriler gitti. Birbiriyle ilintili kitaplardı. Yazık oldu” dedi. Ortaylı, yangından kurtulan kitapların ise söndürme çalışmaları sırasında zarar görme ihtimaline de değindi ve “Dün su sıkıldı. Bugün yine su sıkılıyor. Kalan da ıslanır” diye konuştu. Ortaylı, yanan ve hasar gören kitaplarla ilgili şu bilgileri verdi:


“Matbu hukuk tarihi ve tarih kitapları vardı. Almanca, Fransızca lügatler vardı. Çok güzel bir kitaplıktı. Osmanlı döneminden kalan eserler de vardı. Yüz yılı aşan eserlerin de bulunduğu kitaplardı.” 

Kitapların envanterinin elinde bulunduğunu da hatırlatan Ortaylı, hiçbir eserin dijital ortama aktarılmadığını da belirterek, “Dijitali kitap için pahalı. Topkapı’yı zor geçiriyoruz dijitale” dedi.


Galatasaray Üniversitesi’nden Doç.Dr. Ali Faik Demir ise en büyük koleksiyon İlber Ortaylı’ya ait olsa da pek çok akademisyenin kişisel arşiv ve kütüphanelerinin yok olduğunu söyledi. Demir, “İktisadi İdari Bilimler, Siyaset, İşletme, Uluslararası İlişkiler, İletişim bölümlerinin kitaplıkları tamamen yandı. Çok ciddi anlamda zarara uğradık. Hem şahsi hem bölüm kitapları tamamen yok oldu” dedi.


Demir, yangının öğretim üyelerinin veya çalışanların dikkatsizliği sonucu çıktığı yönündeki iddialara ise şu sözlerle tepki gösterdi:
“Bina, üniversite halini aldıktan sonra ihtişamlı görüntüsüne kavuştu. Ondan önce yılların erozyonunu üzerinde taşıyan bir yapıydı. Üniversitemizin eli değdikten sonra ilk haline dönüştürülmüş oldu. Projelendirildi. Kalem işleri yeniden yapıldı.” 

Rapor nereye gitti? 
Öte yandan, bir yıl önce İstanbul İtfaiye Müdürlüğü tarafından hazırlanan bir raporda üniversiteye yangınla ilgili risklere dair uyarı yapıldığı iddia edildi. İstanbul Büyükşehir yetkilileri, bu raporun İstanbul Valiliği’ne ve üniversite yönetimine teslim edildiğini belirtti. Fakat İstanbul Valiliği ve Galatasaray Üniversitesi yönetimi böyle bir raporun kendilerine ulaşmadığını savundu. Raporda tarihi binanın elektrik tesisatı ve kablolarının tehlike içerdiğine dair bilgiler bulunduğu ifade ediliyordu. Galatasaray Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Şakir Ersoy, “Yapı İşleri’nden arkadaşlarıma sordum, böyle bir raporun gelmediğini söylediler. Yine de kesin konuşmak doğru değil. Şimdi araştırıyoruz” dedi.

İtfaiye: Olay yerini terk etmedik
İstanbul İtfaiyesi, yangınla ilgili ön çalışma raporunu hazırladı. Yangının detaylarıyla anlatıldığı rapor şöyle:


Üniversitedeki angın ihbarı saat 19.37’de İtfaiye Komuta Merkezimize yapılmıştır. Beşiktaş İtfaiye grubu ekipleri tam takım halinde saat 19.38’de hareket etmiş ve saat 19.43’te meydana gelen yangına müdahaleye başlamıştır. Toplamda 36 araç ve 120 personel ile söndürme çalışmaları yapıldı.


Yangının ilk fark edildiği nokta olan 2. katta Uluslararası İlişkiler öğretim üyeleri tarafından kullanılan odadaki yangına müdahale edilmiştir.


Odanın kuzey kısmının üstünde bulunan çatı arasında alev tespit edilmiş ve müdahale bu bölümde yoğunlaştırılmıştır.


Meydana gelen çökme esnasında bir kısım personelimiz tehlike atlatmıştır.


Olay yerinde tutanak işleyişimiz yoktur. Bu olayda da olay yerinden ayrılmış ya da ayrılmaya teşebbüs etmiş bir ekibimiz yoktur. Bir ekibimiz bina hakkında bilgi almaya çalışırken diğer ekibimiz müdahaleye devam etmektedir. Yangın 3 saatte kontrol altına alınmıştır.

CHP yangını Meclis’e taşıdı
CHP, Galatasaray Üniversitesi’nde çıkan yangının nedenlerinin araştırılması ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasını istedi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin ve arkadaşları tarafından TBMM Başkanlığı’na verilen önergede, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Haydarpaşa Tren Garı ve Kapalıçarşı yangınları da hatırlatılarak, “Galatasaray Üniversitesi’nin rant uğruna kasıtlı olarak yakılıp yakılmadığı araştırılmalıdır” denildi.

Radikal, Haber: Enis Tayman, 25.01.2013

"TÜRKİYE ŞANTAJ YAPIYOR"

 

İngiliz The Guardian gazetesi, Türkiye’nin yurt dışındaki müzelerde bulunan arkeolojik eserleri geri almak için yabancı ülkelerin müze ve arkeologlarına şantaj yaptığını öne sürdü. Gazete ayrıca Kültür Bakanlığı’nı "kültürel şovenizm" uygulamakla suçladı.

The Guardian, yasa dışı yollarla yurt dışına çıkarılan yabancı ülkelerdeki kültürel varlıklarını Türkiye’ye getirmek için son birkaç yılda adeta seferberlik başlatan Eruğrul Günay liderliğindeki Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca talep edilen kültür varlıklarını iade etmek istemeyen Berlin, Paris ve New York’un müze ve arkeoloji adamlarını, Türkiye’de arkeolojik kazı yapma izinlerini yenilememekle tehdit etti. Bakanlık ayrıca bu kentlerdeki müzelere hiçbir sanat ve kültür eserini ödünç vermeme tehdidinde bulunduğini öne sürdü. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın girişimleri için ’Türkiye kültür savaşı açtı’ ifadesini kullanan gazete, 1829’dan bu yana Türkiye’nin en önemli arkeoloji alanlarında kazılar yapan Alman Arkeoloji Enstitüsü, Berlin Müzesi’nde bulunan 3 bin 300 yıllık dev Hitit sfenksin verilmemesi halinde Türkiye’nin kendilerini yeni kazı izni vermemek veya izinlerini uzatmamakla tehdit ettiğini öne sürdü. Enstitü, sfenksin Türkiye’ye iade edilmesinden sonra bazı kazı izinlerinin yenilendiğini iddia etti.

Berlin’de bulunan ve ünlü Bergama Tapınağı’nın sergilendiği Bergama Müzesi’nin bağlı olduğu Prusya Kültürel Miras Vakfı Başkanı Hermann Parzinger de, Ankara’yı ’Kirli siyasi oyunlarla bilimsel çalışmaların geleceğini tehlikeye atmakla’ suçladı. Parzinger, "Türkiye bize arkeologlarımızı ülkeden dışarı atma şantajı uyguluyor. Son olarak arkeolojik kazı alanlarına alt yapı hizmeti vermemekle tehdit ettiler" dedi.

The Guardian, Türkiye’nin arasının bazı arkeolojik eserleri geri vermeyi reddeden Paris’teki Louvre Müzesi ve Ankara’nın yasa dışı yollara yurtdışına çıkarıldığını söylediği 18 parçalık Norbert Shimmel koleksiyonunu iade etmeyen New York Metropolitan Muzesi ile de kötü olduğunu belirterek, "Ankara bir süre önce Paris’e Fransız arkeologların kazı izinlerini iptal ederek misilleme yaptı" diye yazdı.

Vatan, 22.01.2013

 

******


YAVUZ HIRSIZLARA KARŞI İŞBİRLİĞİ

 

Sz hiç çaldığı malı, çalıntı olduğu aleni olan malı pazar yerinde, üstelik de bağıra çağıra, reklam vererek satan hırsız gördünüz mü? "Görmedim" demeyin. En azından duymuşsunuzdur. Birkaç tane var bunlardan. En bilineni British Museum adıyla meşhurdur. İngilizlerin dünyanın dört bir yanında çalıp getirdikleri tarihi eserleri sergiledikleri yerdir British Museum.


Anadolu’dan çalınıp götürülmüş pek çok şey de burada sergilenir.


En bilineni Bodrum’dan götürdükleri Halikarnas Mausoleum’udur.


Hatta rivayete göre Cevat Şakir, kraliçeye bir mektup yazıp “O mausoleum British Museum’un gri duvarları arasında değil, Bodrum’un masmavi göğünün altında yaşamak üzere inşa edilmiştir” diyerek kibarca geri verilmesini talep eden bir mektup yazmış. Kraliçe de cevabi yazısında “Uyarınıza teşekkürler. Sergilendiği salonu maviye boyattık” demiştir.


Demiş midir, dememiş midir bilmem.


Rivayet budur.


Türkiye şimdi, özellikle de bu dönemde iyice artan bir arzuyla dünyanın çeşitli müze ve koleksiyonlarındaki Anadolu’dan çalınmış mallarını geri istemeye başladı.


Türkiye’nin bu isteği ve bunu yer yer yargıya taşıması İngilizlerde ciddi bir korkuya yol açmış olmalı ki, son birkaç ay içinde ikinci kez İngiliz gazetelerinde Türkiye’yi suçlayıcı haberler çıkıyor.


Şimdi de Guardian Gazetesi, “Türkiye dünya müzelerine şantaj yapıyor” diyerek Türkiye’nin mallarını geri istemesini eleştiren bir haber yayınladı.


Türkiye’nin, “Ya bu çaldıklarınızı verin ya da yeni kazılar için arkeologlarınıza izin vermeyiz” demesi İngiliz gazetesini rahatsız etmiş.


“Ne hakla bunu yaparlar?” demeye getiriyor.


“Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” cümlesinin tam karşılığı bu olsa gerek.


Türkiye bu konuda haklı ve doğrusunu yapıyor.


Fakat bir eksik var.


Hazır Mısır’da Mursi gibi Türkiye dostu bir adam iktidardayken ve ilişkiler bu kadar iyiyken, Mısır’ı da Türkiye benzeri bir tavır alma konusunda ikna etmeliyiz.


Çünkü Mısır ve Türkiye’nin ortak tavrı, dünyada arkeolojinin ölmesi anlamına gelir.


Bugün dünyada süren arkeolojik kazıların hemen hemen yüzde 60’ı Mısır’da.


Geri kalanın da ciddi bir bölümü Türkiye’de.


Bu iki ülke ortak hareket ederse çok daha güçlü olurlar.


İngiliz hırsızların paniğini asıl o zaman görün.

Hırsızlara teşekkür de etmek lazım

Aslında Anadolu’daki arkeolojik eserleri çalıp yıllardır saklayan, bakımını yapan İngilizlere ve Almanlara bir yandan çok da kızmamak lazım.
Hatta teşekkür bile edebiliriz.


Çünkü bir yandan bizim için faydalı bir iş de yapmışlar.


Onlar bu eserleri bulmasalardı...


Buldukları eserleri alıp götürmeselerdi...


Alıp götürdükleri eserlerin bakımını yapmasalardı...


Bakımını yaptıkları eserleri yıllardır büyük bir özenle korumasalardı...


Büyük ihtimalle bugün o eserlerin hiçbiri mevcut olmayacaktı.


İster Londra’da British Museum’dakiler olsun, ister Berlin’de Bergama müzesindekiler olsun, büyük ihtimalle bizim köy evlerinde inşaat malzemesi olarak kullanılmış, kırılıp dökülmüş, parçalanmış, gecekondu malzemesi olmuş olacaklardı.


Bu yüzden onlara teşekkür etmeliyiz.


Ama zaten bu hizmetlerinin karşılığında yıllardır o eserleri gördüler, gösterdiler.


Artık bizim de “bilincimiz” var.


Eserler yuvalarına dönebilir.

Habertürk, Yazı: Fatih Altaylı, 23.01.2013

 

******


GÜNAY ŞANTAJ İDDİALARINA YANIT VERDİ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye’nin yurtdışındaki müzelerde bulunan arkeolojik eserleri geri almak için yabancı ülkelerin müze ve arkeologlarına şantaj yaptığı iddialarına ilişkin, “Avrupa basınında bu haberlerin yayılmasına sebep olanlar Türkiye’de de geçmişte çalışmış ve bizimle diyalogları olan arkadaşlar. Müze envanterlerini korumak için anladığım ama hak vermediğim direnç gösteriyorlar.  Anlıyorum çünkü, birçok Avrupa müzesinin envanterinde herhangi bir belgeye dayanmayan çok çalıntı eser var” dedi.

Günay, yabancı arkeologların Türkiye’deki kazı çalışmalarının engellendiği yönündeki söylentilerle ilgili ise şunları söyledi: “Geçen sene, uzun yıllardır ülkemizde kazı yapan kazı ekiplerine ‘Alanınızda bir çekidüzen çalışması yapın’ dedik. Yıllardır kazıp ürünleri ortalığa bırakıp gidiyorlar, kazıları durdurduk diye bir şey yok.”

Habertürk, 23.01.2013

BAKAN GÜNAY PATARA HEYKELİNİ TANITTI

 

     

 

Patara antik kentinde yürütülen kazılarda geçen yaz bulunan bronz Herme heykeli, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından tanıtıldı.

 




Antalya’nın Kaş İlçesi'nde Patara antik kentinde Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Havva İşkan Işık başkanlığında yürütülen kazılarda geçen yaz bulunan bronz Herme heykeli, Ertuğrul Günay tarafından basın toplantısıyla tanıtıldı.

 

Toplantıda konuşan Prof.Dr. Işık, 95.5 cm yüksekliğindeki, 15.5 cm enindeki Herme heykelinin Antalya Müzesi’nde restore edildiğini kaydetti. Işık, “Herme, sütun biçiminde olan, kolları bacakları olmayan, sadece baş taşıyan bir heykel türüdür. Çok rastlanan bir tür değil. Yaptığımız araştırmalarda ne dünya müzelerinde ne de Türkiye’de eşine rastlamadık. Roma Dönemi eser olduğunu düşünüyoruz” dedi.





“Hayırlı olsun, daha niceleri çıksın ortaya” diyerek heykelin üzerindeki örtüyü kaldıran Günay ise, heykeldeki figürün yöre insanına benzediğine dikkati çekerken, yanına Gelemiş (Patara) Köyü muhtarı Arif Otlu’yu çağırarak, “Aynen çizgiler sana da benziyor. Mutlaka buradaki insanların kanları birbirine karışmıştır” diye espri yaptı.

Hürriyet, 22.01.2013

GÜLBURNU CAMİİ RESTORE EDİLECEK

 

Espiye İlçesi Gülburnu Köyü'nde denizin üzerinde bulunan tarihi caminin restore edileceği bildirildi.

 

Espiye Kaymakamı Osman Bilgin, yaptığı açıklamada 1951 yılında Aziz Güler, İzzet Eraslan’ın öncülüğünde ve köy halkının yardımlarıyla yapılan tarihi caminin restore edileceğini söyledi.

 

Bilgin, 70 metre kere alan üzerinde bulunan mevcut caminin ihtiyaca cevap veremediği için, imam lojmanıyla birlikte yıkılarak yerine bir dönüm üzerine kubbeli, minareli, iki katlı caminin yapılmak istendiğini, ancak, Trabzon anıtlar kurulunun izin vermediği için restore edileceğini kaydetti.  

 

Gülburnu Köyü Muhtarı Talat Çakır, caminin yıkılarak yerine yeni cami yapmak istediklerini, ancak, anıtlar kurulunun izin vermediği için restore edileceğini kaydetti.

Yöremiz Gazetesi, 22.01.2013

TÜRK İSLAM ESERLERİ YAĞMALANDI

 

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, İslam medeniyetine ait eserlerin yok olduğunu belirtti. İİT'den yapılan açıklamada, İhsanoğlu'nun, İslam dünyasında birçok ülkede meydana gelen rejim değişiklikleri ve olaylar sebebiyle İslam medeniyetine ait eserlerin yok olduğunu söylediği ifade edildi. Açıklamada, 31 Ocak'ta Mısır'ın başkenti Kahire'de Genel Sekreter İhsanoğlu'nun yanı sıra Mısır Tarihi Eserler Bakanı Muhammed İbrahim, İslam Tarihi, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Genel Müdürü Halit Eren'in katılacağı bir sempozyum düzenleneceği bildirildi. İhsanoğlu, özellikle Mali, Suriye, Tunus ve Irak gibi ülkelerde birçok tarihi eserin yağmalandığını kaydetti. İşgal altındaki Filistin topraklarında Yahudileştirme çalışmalarına da vurgu yaparak, özellikle Kudüs'te büyük tehditler yaşandığını kaydetti.

Türkiye Gazetesi, 22.01.2013

HASANKEYF KALESİ SAĞLAMLAŞTIRILACAK

 

Antik kentte bulunan kalenin sağlamlaştırılmasına yönelik hazırlanan proje, start aldı. Proje kapsamında antik kenti ziyaret eden DSİ 16.Bölge Müdürü Mahmut Dündar, Barajlar ve HES Daire Başkan Yardımcısı İlkan Aydoğan, Proje Müdürü Salih Bilgin Akman ve teknik personeller,  Hasankeyf kalesi, Darphane ve Dere Vadisinin korunması konularında Kaymakam Ceyhun Dilşad Taşkın’dan bilgi aldılar. DSİ tarafından ihalesi gerçekleştirilen Mardin-Hasankeyf Antik Kentinin Jeolojik-Jeoteknik Bakımdan Araştırılması ve Güçlendirilmesi Proje Yapım işini üstlenen HES proje mühendislik şirketine yer teslimi yapıldı.  Proje kapsamında Hasankeyf Kalesi,  Darphane Kayalığı, Şaab Vadisi ve Dere Vadisi kesimlerinde mevcut kaya yapısı, tarihi değerlerin zeminlerini oluşturan jeolojik yapının araştırılması ve kale bölgesinin sağlamlaştırılmasına yönelik çalışmaların yürütüleceği belirtildi.

Batman Gazetesi, 22.01.2013

AKSARAY'A YENİ MEYDAN!

 

 

İstanbul’un en önemli ve en yoğun semtlerinden Aksaray’ın çehresini değiştirecek yeni meydan düzenleme projesi hazırlandı. Buna göre meydandaki viyadükler kaldırılacak. Yeni Aksaray Meydanı, 62 bin metrekarelik yayalaştırılmış alanıyla, 22 bin metrekarelik Çağlayan Meydanı’nın yaklaşık üç katı büyüklüğünde olacak...

İstanbul’un önemli noktalarından Aksaray Meydanı’nın çehresi değişiyor. İstanbul’un ana ulaşım bölgesi olan Aksaray için yeni meydan projesi hazırlandı. Kente yeni meydanlar kazandıran İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Çağlayan Meydanı’ndan sonra bir yandan Taksim, Beyazıt, Beşiktaş, Aksaray, Üsküdar meydanları için kolları sıvarken, diğer yandan da Maltepe ve Yenikapı’ya dolgu meydan projelerini tamamladı.

 

VİYADÜKLER KALKACAK: Aksaray Meydanı’nın çehresini değiştirecek yeni düzenlemeye göre, Atatürk Bulvarı üzerindeki araç üst geçitleri ile viyadükler kaldırılacak. Meydan, mevcut yol seviyesinin altında kalan tarihi Valide Sultan Camii’nden başlayarak Muratpaşa Camii ile Zübeyde Hanım Parkı’nın çevresini kapsayacak. Projeyle, Ordu Caddesi, Ceylan Sokak, Şair Efendi Sokak, Mesihpaşa Caddesi’nin tamamı yayalaşacak.

YERALTI ÇARŞISI KALIYOR: Aksaray Meydanı yeni düzenlemesiyle 62 bin metrekarelik yayalıştırılmış bir alana ev sahipliği yapacak. Böylece yeni Aksaray Meydanı, 22 bin metrekarelik Çağlayan Meydanı’nın yaklaşık üç katı büyüklüğünde olacak. Aksaray’daki yeraltı çarşısının kalacağı yeni meydan düzenleme projesinde, Vatan Caddesi üzerinden gelen araç trafiğinin sinyalleri azaltılarak yaya geçiş öncelikli düzenleme olacak. Yusufpaşa ve Aksaray tramvay istasyonları iptal edilerek, tek durak olarak düzenlenecek.

ULAŞIMIN CAN DAMARI: Aksaray’a yapılacak yeni düzenlemeyle, İstanbul’un ulaşımına fonksiyonellik kazandırılması da hedefleniyor. Metro ve tramvayın buluşma noktası olan Aksaray, Marmaray, İDO, Taksim, Bağcılar metro hattının aktarma merkezi olan Yenikapı ve Yenikapı’ya yapılacak dolgu alana yakın mesafesiyle de ulaşıma katkı sağlayacak.

Bu arada, yeni meydan düzenlemisini sağlayacak imar planları, Eylül ayındaki İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi oturumlarında oy çokluğu ile kabul edilmişti.

Vatan, Haber: Nebahat Koç, 22.01.2013

NEANDERTAL BEBEK DOĞURABİLİR MİSİN?

 

ABD Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden bir genetik profesörü, son buzul çağında yaşayan ve ilkel insanı simgeleyen Neandertallerin günümüzde yaşayabileceğini ileri sürdü. Profesör George Church, Neandertal DNA'sını yeniden yapılandırabileceğini ve 33 bin yıl önce nesli tükenen ilkel insanı taşıyıcı bir anne yardımıyla modern dünyada yaşatabileceğini söyledi.

Spielberg'in Jurassic Park'ta dinazorları canlandırmasına benzetilen proje için gönüllü bir kadın arayan Prof. Church, DNA'nın kök hücrelere yerleştirileceğini böylece insan embriyosu haline dönüşebileceğini belirtiyor.

Sabah, 22.01.2013

ARKEOLOJİ 'MÜTEAHHİT'E EMANET EDİLDİ

 

 

'Dünya Mirası'ndaki tarihi surların dibi inşaat için kazıldı. Koruma Kurulu'nun müteahhide ''Tarihi eser çıkarsa haber ver'' dediği ortaya çıktı.

 

UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan Tarihi Yarımada sınırları içinde tüm hafriyat çalışmalarının müze denetiminde yapılması gerekirken iş makineleri günlerdir Silivrikapı’da tarihi surlara 100 metre mesafede dev bir çukur kazdı. Fatih Belediyesi tarafından kız yurdu yapılmak üzere ihale edilen proje için başlanan hafriyatta müzeden tek bir uzman yer almadı. Firma “Koruma Kurulu’ndan izinliyiz” diyor. Tarihi Yarımada için bir ilk olan bu karara arkeologlar tepkili.
Fatih Belediyesi tarafından Veledi Karabaş Mahallesi 1409 ada 9 parselde Silivrikapı Kız Yurdu inşaatına başlandı. Kentsel ve tarihi sit alanı olarak belirlenen arazi İstanbul Surları’na da çok yakın. Yüklenici firma ASL İnşaat. 3 katlı Osmanlı konağı mimarisi ile düşünülen proje, UNESCO Dünya Miras Alanı sınırları içinde, Fatih Sultan Mehmet’in topçubaşısı Bala Süleyman Ağa Tekkesi’nin de yanı başında.


Yaklaşık 7 metre derinliğe inilen Silivrikapı Kız Yurdu inşaat çalışması için yüklenici firma müzeden hiç kimsenin olmamasını Koruma Kurulu kararına bağlıyor. Biz de kurul kararının peşine düştük.

Şaşırtan karar
Sır gibi saklanan İstanbul 2 Nolu Yenileme Alanları Koruma Kurulu’nun 27.11.2012 tarihli, akıllara durgunluk veren kararına ulaştık. Kurul, Tarihi Yarımada sınırları içinde bir başka örneği olmayan ve ilk defa şöyle bir karar almış:
‘‘Hafriyat sırasında 2863 sayılı kanun (Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası) kapsamında herhangi bir bulguya rastlanılması halinde anılan kanunun 4. maddesi (Haber verme zorunluluğu) kapsamında söz konusu çalışmanın durdurularak İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’ne haber verilmesi gerektiğine karar verildi.’’


Oysa Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’na ait plan notlarının 1.16 maddesinde ‘‘Tarihi Yarımada bütününde inşaat ruhsatı aşamasında taşınmazda müze denetiminde kazı yapılacak” deniyor.


Bugüne kadarki uygulamalar plan notunda olduğu gibi tüm hafriyat çalışmaları müze denetiminde yapılıyordu. Yenikapı Marmaray arkeolojik kazıları da plan notlarındaki bu maddeden dolayı müze denetiminde gerçekleşmişti. Aksi çalışmalar ‘kaçak kazı’ statüsüne alınıyor ve 2863 Sayılı Yasa’ya muhalefetten işlem görüyordu.


Koruma Kurulu yetkilileri arazinin tarihi ve kentsel sit olduğunu, arkeolojik sit olmadığı için bu kararın alındığını savunuyorlar. Oysa Dünya Miras listesi kapsamında kalan alanlarda UNESCO ‘tüm kazıların müze denetiminde olmasını’ tavsiye olarak bildirmiş ve bu durumu denetim altına almıştı.

Müzeden kimse yok!
İstanbul Arkeologlar Derneği üyesi arkeologlar koruma kurulunun kararına tepki gösteriyor.
Hiçbir müteahhidin hafriyatta kültür varlığı çıktığını söylemeyeceğini belirten arkeologlar, ‘‘Kazı yapılan arazide çıplak gözle bile bakıldığında kültür katmanlarını görmek mümkün. Tarihi surların dibinde. Binlerce yıllık Osmanlı, Bizans yerleşim yerinin üzeri. Burada müze denetimsiz kazı yapmak bir cinayettir. Arkeoloji Müzesi derhal müdahale etmelidir’’ diyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 22.01.2013

ORTAÇAĞ'DA DÜNYAYA RADYASYON YAYILDI

Alman Jena Üniversitesi bilim insanları, 8'inci yüzyılda samanyolu galaksisinde iki kara delik ya da nötron yıldızının çarpışması sonucu gamma ışını patlaması olduğu ve dünyanın büyük bir radyasyon dalgasına maruz kaldığı tespitine vardı. Bilim insanları, Japonya'daki yüzlerce yıllık sedir ağaçlarında radyoaktif maddeli karbona, Antarktika buzullarında da radyoaktif madde içeren berilyuma rastlamıştı.

Sabah, 22.01.2013

MUSİKİNİN KALBİ BU KÖŞKTE ATACAK

 

 

23 Ocak 2012'de kurulan Osmanlı Dönemi Müziği Uygulama ve Araştırma Merkezi (OMAR)'nin Baltalimanı'nda faaliyette bulunacağı tarihi Mirgün Köşkü bugün törenle açılıyor.

İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Müzikoloji Bölümüne bağlı olarak bu yıl açılan Osmanlı Dönemi Karşılaştırmalı Müzik Lisans Programı ve ülkemizin en eski müzik topluluğu olan Türk Musıkasi İcra Heyeti’nin çalışmaları da bu mekanda sürdürüyor.

Kökü  ülkemizin en eski resma müzik okulu olan Darü’l-elhan’a dayanan bu müzik geleneği, ülkemizin en eski üniversitesinin bünyesinde yeniden yapılandırılarak tariha ve bilimsel malzemeye dayalı eğitim- araştırma ve icra faaliyetleri devam ediyor.

Mirgün Köşkü’nün resma açılışı İstanbul Üniversitesi Rektörümüz Prof.Dr. Yunus Söylet tarafından 23 Ocak 2013 Çarşamba günü 15.00’te gerçekleştirilecek.

İstanbul Üniversitesi Osmanlı Dönemi Müziği Uygulama ve Araştırma Merkezi'ne (OMAR) bağlı olarak Gönül Paçacı yönetiminde çalışmalarını sürdürüyor.

Habertürk, 22.01.2013

ZEHİRLENEN DEFİNECİ KUYUDA ÖLDÜ

 

Aksaray'da define aramak için iki arkadaşıyla birlikte kazdıkları kuyuya inen H.I., metan gazından zehirlenerek hayatını kaybetti. H.I., M.G. ve A.U. adlı üç arkadaş define aramak için Aksaray'ın Gökçe Köyü'nde 2 metre genişliğinde, 10 metre derinliğinde kuyu kazdı. Kuyuya ip merdivenle inen H.I. içerde biriken metan gazından zehirlendi. Olay yerine gelen sağlık ekipleri, H.I.'nın hayatını kaybettiğini belirledi. Jandarma ekiplerince başlatılan çalışmada, kazı yapan M.G. ve A.U., kazı malzemeleri ile birlikte yakalandı. M.G. ve A.U. hakkında kaçak kazı yapmaktan adli işlem başlatıldı. Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.

Sabah, 22.01.2013

SURLARDA YIKILMA TEHLİKESİ

 

 

Niksar Belediye Başkanı Duran Yadigar, Niksar Kalesi'ndeki surların yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu bildirdi.

 

Yadigar, gazetecilere yaptığı açıklamada, Niksar Kalesi'nin Türkiye'nin 2. büyük kalesi olduğunu söyledi.

 

Kalenin güney cephesindeki surlarda eriyen kar sularının tahliye edilemediğini belirten Yadigar, "Kaledeki surlar yıkım tehlikesi oluşturuyor. Söz konusu duvarlara acil müdahale edilmezse bir afet durumu söz konusudur" dedi.

 

Duran Yadigar, mevcut durumu 16 Ocak tarihinde resimleyerek Kayseri Rölöve ve Anıtlar Bölge Müdürlüğü'ne ilettiklerini ifade ederek, "Aynı gün projeyi yapan Bakanlığın müteahhidiyle temas kurarak buraya müdahale edilmesini talep ettik. Çünkü gerçekten bir an önce müdahale edilmezse şehrin hemen ortasında ve yaklaşık 80 rakım yüksekliğindeki bu kale duvarları Niksar'da bir sıkıntı yaratabilir. Bir an önce müdahale edilmesi gerekmektedir. Biz Niksar Belediyesi olarak güvenlik tedbirlerini aldık. Gerekli resmi başvurularımızı yaptık. İnşallah bu başvurularımız sonrasında müdahale edilerek tamiri yönüne gidilecektir" diye konuştu.

 

Yıkılma tehlikesi olan surların restore edilmesinin ardından bu şekilde sorun yaşandığını dile getiren Yadigar, şunları kaydetti:

"Niksar halkı adına kısa zamanda yetkililerin ilgi göstermelerini istiyoruz. Kaleyi restore eden inşaat firmasının mühendisleri alanı inceleyerek brandayla kapattı. Belediye olarak da insanların tehlikeden uzaklaşması için şerit çektik ve kale yolunu araç trafiğine kapattık. Heyelanın yaşandığı bölgede, duvarın zeminle arası açıldı ve surlarda çatlaklar meydana geldi."

Tokat Kent Haber, 22.01.2013

WARHOL'UN GÖRÜLMEMİŞ İŞLERİ ORTAYA ÇIKTI

 

 

Pop-Art baskılarıyla bilinen Andy Warhol'un sanata başladığı ilk yıllarda çizdiği 300 parça desen, önümüzdeki hafta Danimarka'daki Louisiana müzesinde sergilenmeye başlayacak.

 

Alışılageldik Warhol işlerinden çok farklı olan ve sanatçının naif yanlarını ortaya çıkaran desenler, Danimarka ve Hollanda'da sergilendikten sonra satışa sunulacak.

 

Koleksiyonerlerin dört gözle beklediği desenlerin, rekor fiyatlara satılacağı öngörülüyor.

 



Habertürk, Fotoğraflar: Andy Warhol,  silverpoint baskı © The Andy Warhol Foundation for the Visual Arts, Inc, 21.01.2013

İSTİKLAL SAVAŞI'NIN SEMBOL CAMİSİ RESTORE EDİLECEK

 

 

Mehmet Akif Ersoy'un Milli Mücadele Dönemi'nde verdiği vaazlarla İstiklal Savaşı'nın sembolleri arasında yer alan tarihi Nasrullah Camisi, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2013 restorasyon programına alındı.

Nasrullah Kadı tarafından 1506 yılında yaptırılan ve şehrin ilk Osmanlı çağı eseri olan Nasrullah Camisi, Milli Mücadele Dönemi'nde milli şair Mehmet Akif Ersoy'un vaazlarına ev sahipliği yaparak önemli bir misyon üstlendi.

Mehmet Akif, tipik Osmanlı mimarisini yansıtan camideki en önemli vaazını 5 Kasım 1920'de verdi. Akif'in verdiği bu vaaz, Anadolu 'da yankı uyandırırken, işgale karşı direniş inancı bütün Türkiye 'ye yayıldı.

Araştırmacı-yazar Erdal Arslan, istiklal şairi Akif'in, verdiği vaazın yurt genelinde büyük yankı uyandırdığını ifade ederek, şöyle konuştu:
“Vaazın özetinin öncelikle yayınlandığı Sebil'ür-Reşad Dergisi, 3 sefer basılmıştır. Ardından bu da yetmemiş, Diyarbakır 'da El Cezire Kumandanlığı tarafından Diyarbakır Matbaası'nda bastırılarak, Doğu ve Güneydoğu illerindeki mutasarrıflıklara, valiliklere ve halkın yoğun olarak bulunduğu tüm vilayetlerle cephelere gönderilmiştir. Bu şekilde Türk halkı işgallere karşı bilinçlendirilmiş ve mücadeleye teşvik edilmiştir. Yani Mehmet Akif Ersoy, Milli Mücadele'nin manifestosunu Nasrullah Camisi'nden yazmıştır”

İsmi Kastamonu ile özdeşleşen Nasrullah Camisi'nin Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyon projesi kapsamına alındığını belirten Arslan, “2013 yılında başlayacak restorasyon, 2014 yılında bitecek” diye konuştu.

Arslan, Kastamonu'daki vakıf eserlerinin 1998'de bölge müdürlüğünün kurulmasıyla hızla ayağa kalkmaya başladığını dile getirerek, “13 yıllık süreç içerisinde Kastamonu'daki bütün vakıf eserleri onarılmış, birkaç eserle Nasrullah Camisi sona bırakılmıştır” dedi.

 

Bu önemli eserin sona kalmasının aslında bir plan dahilinde gerçekleştiğini kaydeden Arslan, “Öncelikle çevresindeki eserlerin ve ibadethanelerin onarımıyla bu camiye olan yoğun ibadet sirkülasyonunun diğer camilere yayılması ve halkın ibadet açısından sıkıntı çekmemesi için Nasrullah Camisi'nin restorasyon işi sona bırakılmış” diye konuştu.

AKİF'İN NASRULLAH CAMİSİ'NDEKİ VAAZININ BİR BÖLÜMÜ
Akif'in, “Ey mü'minler, size ellerinden gelen fenalığı yapmaktan çekinmeyen, bu hususta hiçbir fırsatı kaçırmayan, dininize yabancı kimseleri kendinize mahrem-i esrar, dost, arkadaş ittihaz etmeyiniz” diye başlayan vaazının bir kısmı şöyle:

“Bunların sureti haktan görünerek size güler yüz göstermelerine, hayrınızı ister gibi tavırlar takınmalarına asla kapılmayınız. Onların gece gündüz isteyip durdukları sizin felaketinizden, izmihlalinizden, esaretinizden başka bir şey değildir. Baksanıza, size karşı kalplerinde besledikleri düşmanlık o kadar dehşetli ki, bir türlü zaptedemiyorlar da ağızlarından kaçırıyorlar. Halbuki yüreklerinde kök salmış olan husumet, ağızlarından taşan ile kabili kıyas değildir, ondan çok fazladır, çok şiddetlidir. İşte bütün hakikatleri, sizlere açıktan açığa tebliğ ediyoruz, bildiriyoruz.”

Radikal, 21.01.2013

KAPADOKYA'DA KAYBOLAN TARİH

 

     

 

Aksaray'a bağlı Gökçe Köyü'nde kaya oyma yaşam alanı ile kiliselerin bulunduğu tarihi yerleşim yeri tahribattan kurtarılarak, turizme kazandırılması için ilgi bekliyor.


Kapadokya bölgesinin Aksaray sınırları içinde kalan Güzelyurt, Ihlara, Selime ve Yaprakhisar'daki yer altı şehirleri ve kaya oyma mekanlar her yıl yaklaşık 300 bin kişi tarafından ziyaret ediliyor.

 

 

Bu bölgede yer almasına rağmen Aksaray'a 22 kilometre uzaklıktaki Gökçe Köyü'nde hemen hiç bilinmeyen önemli bir tarihi yerleşim yeri bulunuyor. Kapadokya'nın keşfedilmeyi bekleyen bu tarihi yerleşimi, bölgedeki diğer şehirlerle benzer özellikler gösteriyor.

 

 

Büyük kaya kütleleri oyularak inşa edilmiş odaların bazıları tünellerle birbirine bağlanırken, toprakla kapanan kimi girişler ise bölgede açılmayı bekleyen yer altı şehirleri olabileceğine ilişkin ipuçları veriyor. İçindeki dini resimleri tahrip edilmiş sütunlu kiliselerin de bulunduğu tarihi şehirde, bakımsızlığın yanı sıra define avcılarının neden olduğu zarar da göze çarpıyor.

 

 

Yakın zamana kadar içinde hayvancılık yapılan kaya oyma odaların duvarlarındaki tarihi resimlerin çoğunun kazınarak anlaşılmaz hale getirildiği görülüyor. Eski adı “Mamasun” olan köyde kayalara oyulmuş haç planlı Saint Michel Kilisesi'ndeki resimler ve desenler dikkati çekiyor.

 



 

Gökçe Köyü Muhtarı Ramazan Erginer, köyün hemen yanı başındaki tarihi şehrin uzun yıllar köylüler tarafından çeşitli amaçlarla kullanıldığını söyledi.

Yakın zamana kadar da ahır olarak kullanılan bu mekanların hayvancılığa ilgi azalınca boş kaldığını belirten Erginer, “Sadece bir kaç aile bazı kaya oyma mekanları depo olarak kullanıyor. Fakat çoğu boş durumda” dedi.

Radikal, 21.01.2013

KORUMA KURULLARI KİMİ KORUYOR?

 

Atatürk Orman Çiftliği alanlarında TBMM Kongre Kültür Merkezi yapılmasına ilişkin ilgili ada parsellerinin 1.Derece Doğal Sit alanından çıkartılması girişimini Mimarlar Odası Ankara Şubesi tepkiyle karşıladı.
 

Atatürk Orman Çiftliği alanlarında, TBMM Kültür Kongre Merkezi yapılması için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğü'nün TBMM Kongre Kültür Merkezi yapılmasına ilişkin ilgili ada parsellerin 1.Derece Doğal Sit alanından çıkartılmasına yönelik Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nden tepki yağdı.

 

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Hakkan "1/10.000 ölçekli Nazım İmar Planı davamız devam ederken, davalık bir plana uygun olduğu gerçeğiyle, TBMM tesislerinin yapılmasına izin verilmesini doğru bulmuyoruz. Söz konusu davada yayınlanan bilirkişi raporu, Koruma Amaçlı Nazım İmar Planının kamu yararı içermediğini ifade etmiştir. Bu alınan kararlar kamu yararına yönelik bir yarar değildir, sadece seçilmiş milletvekillerinin kullanımına açılmaktadır, kamu yararı içermemektedir. AOÇ bugün halkın ulaşamadığı yollarla bölünen bir alan haline gelmiştir. 440 milletvekiline yapacakları bu alan milletin yarına değil, vekillerin yararınadır. Yargının acilen bu talanı durdurması gerekmektedir" dedi.

 

Mimarlar Odası Ankara Şube Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi Tezcan Karakuş Candan "Sit derecesinin kaldırılmasının teklif edilmesi yapılacak talanın boyutunu göstermektedir. Plan davalıktır, bilim insanları bizim hassasiyetlerimizi doğrulamış planın kamu yararı içermediğini açıklamıştır. Atatürk Orman Çiftliği'nde yapılan talana yönelik toplumsal olarak hassasiyet çoğaldıkça, talan için gaza basılıyor. Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, Avusturyalı Mimar, Ernest Egli'nin yapılarının da bulunduğu alanın 1.Derece Doğal Sit alanından çıkartılmasını istemesi, dava sürerken, bilirkişi raporu lehimize gelmişken, yangından mal kaçırmaktır. Koruma kurulları kimi koruyor, bu ağırlığı taşıyamayacaklarsa hemen istifa etmeliler. Süreci yargıya taşıyacağız "dedi.

Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 21.01.2013

 

******


AOÇ'YE İNŞAAT İZNİ!

 

 

Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) üzerine TBMM Eğitim, Arşiv ve Kongre Merkezi yapılması için izin çıktı. Ankara 1 Nolu Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu, AOÇ’de, arazi üzerindeki 1. derece sit alanı şerhinin kaldırılmasına ve arazinin ‘Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı’ olarak tesciline karar verdi.


Mülkiyeti Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri A.Ş’ye ait araziyle ilgili kararda ‘Arazinin eğitim, arşiv ve kongre merkezi fonksiyonlarını içeren resmi kurum alanı yapılmasında kamu yararı bulunduğu’ sonucuna vardı. Söz konusu parsellerin; üzerinde yapılar olduğu, bitki dokusu insan eliyle oluşturulan yapay bir çevre olduğu için 1. derecede doğal sit özelliği taşımadığı vurgulandı.


Karar, bakanlık makamının onayına sunulmak üzere Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne gönderilecek.


Ankara Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu da 3 Şubat 2012’de, arazinin ‘kamu kurumları alanı’ olarak değiştirilmesinin uygun olduğunu kararlaştırmıştı.


AOÇ, 1925’te, Atatürk’ün talimatıyla ‘Türk tarımına öncülük etmesi’ amacıyla Ankara’nın tarıma en elverişsiz topraklarında kuruldu. 1937’de Atatürk tarafından Hazine’ye bağışlandı. 1950’lerden itibaren fabrika, depo, üniversite, turistik tesis ve trafolara tahsis edilen arazileriyle parça parça küçüldü. 1992 yılında çiftlikten kalan arazi, 1. derecede tarihi ve doğal sit alanı olarak tescil edildi.


Halen çiftlikte ve arazideki işleme tesislerinde inek ve keçi sütü, yoğurt, tereyağı, peynir, dondurma, bal, sebze ve meyve suları, turşu, sirke ve şarap üretiliyor.

 

AOÇ, daha önce Başbakanlık binası yapılacağı iddiasıyla da gündeme geldi. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ise yeni binanın çiftlik arazisine değil, yanında yer alan ve halen üzerinde Orman Genel Müdürlüğü’nün binaları bulunan araziye yapılacağını açıkladı. 650 milyon liralık yeni Başbakanlık binası 2014’te bitecek.

Radikal, 22.01.2013

KAYAKÖY'E 300 YATAKLI OTEL!

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında imzalanan protokolle Fethiye'de bulunan tarihi Kayaköy'de yeni bir dönem başlıyor. Yeni düzenleme ile tarihi kalıntıların yer aldığı bölge turizme açılırken, diğer bölgeye de kısmi inşaat serbestliği getirildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 5 bin yıllık Rum evlerini barındıran Kayaköy'ün korunması için kolları sıvadı. Başbakan'ın onayına sunulan yeni çalışma ile Kayaköy'e 300 yatak kapasiteli otel yapılacak. Kayaköy'ün üçte birlik kısmını kapsayacak oteli işleten firma, tarihi köyün kalan kısımlarının da onarımını sağlayacak. Yok olmaya yüz turmuş Rum evleri aslına uygun olarak onarılarak turizme kazandırılacak.

ESKİ EVLER SANAT ATÖLYESİ OLACAK
AKP Fethiye İlçe Başkanı Mustafa Ali Türkan, Kayaköy ile ilgili müjdenin Bakan Ertuğrul Günay tarafından Antalya'da verildiğini kaydetti. Bakan Günay'ın Kayaköy'ün metruk haline üzüldüğünü dile getirdiğini anlatan Türkan, yakında 300 yatak kapasitesini barındıran bir ilan unsuru yayınlayacaklarını açıkladığını ifade etti. Yeni düzenleme ile bölgeye yapılacak turizm tesisinin tarihi bölgenin üçte birlik bölümünü kapsayacağını dile getiren Mustafa Ali Türkan, "Başbakan'ın onay vermesi sonrasında ihale süreci başlayacak. İhaleyi kazanan firma tarihi mekanın kalan üçte ikilik kısmın da restorasyon çalışması yapacak. Bu alan ziyaretçilere açık olacak yine. Yapılacak restorasyon ile 5 bin yıllık tarihi Rum evleri sergi alanı, sanat atölyeleri, yerel müzeler, el sanatları atölyeleri yer alacak. Bu şekilde yok olmaya yüz tutmuş Kayaköy'ün kurtuluşu sağlanacak. Bu bölge ekonomisine ve orada yaşayan insanlara ek kazan ve getiri sağlayacak." dedi.

Habertürk, 21.01.2013

TÜRK VAKIFLARINA BİZANS OYUNU

 

Yunanistan, Batı Trakya'da baskıyı artırdı. Atina, Gümülcine'deki 400 yıllık Türk mallarının tescilini istedi. Vakıf, mahkeme kararıyla bunu yaptı. Ancak tapu ve maliye yetkilileri, tescil için yaklaşık 1 milyon euro talep etti. Geliri sınırlı olan vakıf parayı ödeyemedi. Vakfı borçlandıran maliye, haciz için hazırlıklara başladı.

 

Türkiye'de Rum azınlığa ait vakıf malları tek tek iade edilirken, Yunanistan, Batı Trakya'daki Türk vakıflarına ait bazı gayrimenkulleri geri vermediği gibi, mevcut olanlara da tekrar tescil şartı getiriyor. Yunan maliyesi, Türkiye'de alınmayan tescil için yüksek ücret talebinde bulunuyor. Yunanistan hükümeti, Gümülcine'deki vakıf yetkililerinden mevcut 400 yıllık Türk vakıf mallarının tescilini istedi. Vakıf yetkilileri onbinlerce euro masraf ederek yıllarca süren titiz çalışmalar neticesinde gayrimenkullerini mahkeme kararıyla tekrar öz varlıkları olduğunu ispatladı. Karar, resmen şehirdeki tapu idaresine bildirildi. Ancak tapu ve maliye yetkilileri, tescil işleminin yapılması için milyon euroları bulan yüksek ücret talebinde bulundu.

 

Türkiye'deki Rum vakıflarından sadece emlak vergisi alındığı halde Yunanistan maliyesinin Türk vakıflarından yüzde 20 civarında gelir vergisi alması hakkaniyete de uymuyor. Lozan anlaşmasına göre azınlık vakıflarından sadece mahalli idareler tarafından emlak vergisi tahsil edilebiliyor. Bu kurala Türkiye'de riayet edilirken Yunanistan hükümeti, ülkesindeki Türk vakıflarından milyon avroyu bulan tescil vergisi talep ediyor. Gelir vergisini ise en yüksek oranda tahsil edip, ödeme imkanı olamadığı takdirde vakıf mallarını ipotek altına alıyor.Daha önce Gümülcine'deki Türk vakıflarına 5 milyon euro hayali borç çıkaran Yunan maliyesi, itiraz üzerine bu borcu 1 milyon euroya düşürdü. Bu bilgiyi de sözlü olarak vakıf yönetimine bildirdi. Ancak. borçların düşürülmesine dair belgeyi seneler geçmesine rağmen yönetime vermedi.

 

Vakıf yetkilileri, her an eski borçların tekrar önlerine getirilerek haciz işleminin başlatılmasından endişe ediyor. Türkiye'de Vakıflar Meclisi, Ortodoksların din adamı yetiştirme merkezlerinden biri olan Heybeliada Ruhban Okulu'nun çevresindeki 190 dönümlük koruluğu Aya Triada Manastırı Vakfı'na önceki hafta iade etmişti. Şimdi gözler, kamulaştırdığı bazı Türk vakıflarını asıl sahiplerine geri vermesi için Yunan idarecilerinde.

Türkiye Gazetesi, 21.01.2013

TÜRKİYE BU İŞİ İYİ YAPIYOR

 

Marmaray ve Metro projeleri kapsamında Yenikapı’daki istasyonun inşası vesilesiyle yapılan arkeolojik kazı malumunuz.
 

İstanbul Arkeoloji Müzeleri başkanlığındaki bu kazı bitmek üzere.
58 bin metrekarelik alanda 400 işçi, sayıları 100’ü bulan arkeolog, mimar, sanat tarihçi, restoratör çalıştı.
8 yıldır kazılıyor. Normalde arkeolojik kazılarda sadece yazın 2-3 ay kazı yapılır. Burada ise 12 ay aralıksız çalışıldı. Bazı dönemlerde 3 vardiya, gece bile...

Neler bulundu neler...
Erken Bizans Dönemi’nin en büyük limanı olan Theodosius gün yüzüne çıkarıldı.
Onun altından neolitik dönem kalıntıları çıktı. İnsanoğlunun ilk yerleşik hayata geçtiği MÖ 5500’lü yıllar...
Dallarla örülmüş çadır evlere ait direklerin yuvaları, buğday başakları, silahlar, alet edevatlar bulundu. Toprağın balçık yapısı sayesinde ahşap malzemeler yok olmamış.


Mezarlar bulundu. 8.500 yıllık bir kadın iskeleti ortaya çıkarıldı.
Balina, fok, zürafa ve değişik tipte maymun kemikleri...
450 bin kasa çanak çömlek...
37 gemi bulundu. Hatta bunların biri yüküyle batmış, battığı haliyle toprakta muhafaza edilmiş.
En bombası ayak izleri...
Ayak izleri ortaya çıkarılırken bir çadır kuruldu, 50-60 kişi 100 metrekarelik bir çadırda çalıştı.
Aynı günde Osmanlı, Bizans, Helen ve neolitik buluntuların çıktığı oldu.
Bir metro inşaatı vesilesiyle toprağı kaza kaza geçmiş medeniyetlerden izlere ulaşıldı.

Dünyanın en iyi arkeolojik kazılarından biri bu. Hem de kadro yerel. Sadece bilimsel çalışmalarda yabancıların işe dahli oldu.
Metro projesi olmasaydı ne bu kazıya böyle bir bütçe ayrılır (350 milyon dolar) ne de burada kazı yapılırdı.
Gönül isterdi ki kazı metronun kaplayacağı alanla sınırlı olmasın, etraftaki binalar da kamulaştırılsın, Kültür Bakanlığı “Al kardeşim burayı da kaz” desin. Ne de olsa toprak altındaki Theodosius Limanı kazı alanıyla sınırlı değil.
¡
İyi-kötü Yenikapı’daki kazı Türkiye için çok iyi bir model oluşturdu. Ciddi para ve ciddi alan sağlayınca arkeolojik anlamda ne kadar büyük kazanımlar elde edebileceğimizi gördük.
Artık göğsümüzü gere gere “Türkiye bu işi iyi yapıyor” diyebiliriz.

Proje bazlı arkeolojik kazılar yine olacak.
Bu Türkiye’nin olmazsa olmazı.
Ama bu işler arkeoloji müzelerinin yan işleri gibi yürütülmez.
Müzelerin ana faaliyeti müzecilik. Eser gelir, teşhir eder, sergi yapar. Tek odağı kazı değil, olamaz.
Kazılar tek işi bu olan birilerince yapılsa çok daha profesyonelce olur.
Önümüzde hazır bir Fransa örneği var.
Fransa’da 1800 kişilik arkeoloji ekibi doğrudan hükümete bağlı çalışıyor. Özerk ama tam bağımsız değil. Politik baskıdan arınmış ama işin kalitesi anlamında denetlenebilir. Bir yerde inşaat yapacaksanız gidip parasını yatırıyorsunuz, ekip geliyor, tıkır tıkır işinizi yapıp gidiyor.
Bizde de bu deneyim kurumsallaşmalı, sistematik hale gelmeli.

Tabii bu da yetmez.
Esas, zihniyetler değişmeli.
Yoksa, siz istediğiniz kadar kazın...
Gidip de ihtişamıyla nam salmış İstanbul surlarının önüne gökdelen dikerseniz olmaz.

Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 21.01.2013

AKLIMDAKİ SORULAR - MİMAR SİNAN'IN ŞİFRELİ İMZASI

 

 

Yazar Mehmet Coral, Sinan’la Mihrimah Sultan’ın aşkını kendisinin kurguladığını ancak bu konuda bazı ipuçları bulunduğunu anlattı. Mehmet Coral, yukarıdan bakıldığında Süleymaniye’nin sağ alt köşesinde bulunan Sinan’ın türbesinin rönesans çağındaki ressamların imzası gibi yer tuttuğunu söyledi.

 

“Yeni Mimar Sinan’lara ihtiyacımız var. Bize tek bir Mimar Sinan yetmez.” Bu sözler, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ait. Geçen hafta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Ankara Spor Salonu’nda düzenlenen çevre yatırımları açılış töreninde söyledi.


Mimar Sinan’ın ölümünden 425 yıl sonra onun camilerini birebir kopya ederek ikinci bir mimari deha çıkarabilir miyiz, meçhul.


20. yüzyılın en büyük mimarlarından biri olan Frank Lloyd Wright’a kalırsa, hiç uğraşmayalım zaten. Diyor ki Wright, “Yeryüzüne iki mimar gelmiştir. Biri Osmanlı mimarı Sinan, öteki de ben.”
Mehmet Coral, Mimar Sinan’a tutkun bir yazar. Önce “Işıkla Yazılsın Sonsuza Adım” romanında Sinan’ı konuk etti, şimdi ise onun hikayesi üzerine kurulu bir roman yazdı: “Ben, El Fakir-ül-Hakir Sinan”. Yeni Sinanlar yetişir mi sorusunu konuşmak üzere Süleymaniye Camii’nde buluştuk.
İçeride, o muazzam kubbenin altında otururken sırtında özel güvenlik yazan biri geldi ve “Buradan çıkın” dedi bana. “Efendim?”

“Buraya kadınların girmesi yasak”.


Burası dediği, hünkar mahfilinin tam önü. Ancak kadınlar mahfilinde durabilirmişim. Koca Süleymaniye’nin en arka bölümündeki, birkaç metrekarelik alanı işaret ediyor.


Dakikalar süren tartışmayı ben kazanmış olabilirim ama yüzlerce yıldır süren tartışmanın çoktan kaybedildiği de aşikar. 425 yılda yeni bir Mimar Sinan’ın neden yetişmediğini hala bilmiyor muyuz?

 

Üzerinde yazar imzası olmayan, ama romanın kahramanın imzası olan bir kitap. Nedir Sinan’ın imzasının sırrı?
- Resmi sayıya göre 477, gayriresmi sayıya göre 524 ise adet, içlerinde Şehzade, Süleymaniye, Selimiye camileri gibi dünyanın mimarlık tarihini değiştirmiş eserlere imza atmış bir kişi, hiçbir eserine imza atmamış. Ne bir imza ne de bir sembol. Tek bir yerde imzası var; Kanlıca’daki İskenderpaşa Cami ve hamamı. Oradaki imza, kitabın kapağında gördüğünüz: “El fakir -ül -hakir Sinan”.


Siz niye kendi adınızı yazmadınız kapağa?
- Hiçbir eserine imza atmamış; kendini bu kadar damıtabilmiş, inceltebilmişse Allah’la kul arasındaki yolu en hızla kat etmiş ve en kısa noktaya indirmiş adamın Sinan olduğunu düşünüyorum. O yüzden de kitabın kapağında onun imzasının altına kendi imzamı atmayı istemedim. İlk defa da kapağında yazarın imzası olmayan  bir kitap çıktı ortaya. Sinan bu kadar hiçleşiyorsa, onun romanını yazmaya kalkışmış adamın da tek ödülü hiçleşmek olmalı.

Biraz önce türbesinin önünde fotoğraf çektirirken bir sembolden söz ettiniz, kendi yaptığı mezar taşının üzerindeki zambaktan... Ne anlatıyor o zambak?
- Önce türbenin hikayesini anlatayım. Sinan’ı yazarken elli, belki de yetmiş kere geldim, buralarda dolaştım. Gecenin köründen şafak vaktine kadar... Bir imza ya da sembol, olsa olsa son istirahatgahında olabilir diye düşündüm. Daha önce ne yapıp edip Süleymaniye’nin en yüksek minaresinin en yüksek şerefesine çıkmıştım. O zaman kameramla etrafı çekmiştim. Aynı zamanda amatör pilotum, İstanbul’un üzerinde çok uçup, fotoğraf çektim. Bu kitabı yazarken o fotoğrafı karıştırdım tekrar. Bir baktım ki, türbe tam sağ alt köşesinde Süleymaniye’nin. Hatırladım ki Rönesans çağı sanatçılarının hepsi imzalarını eserlerinin sağ alt köşesine atarlar. Türbesi bir imza. Zambağı açıklamak için ise önce Mihrimah Sultan ile aşkını anlatmalıyım.


Mimar Sinan ile Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan arasında bir aşk mı var?
- Ben yazana kadar yoktu.


Nasıl?
- Ben Sinan’ı ilk “Işıkla Yazılsın Sonsuz Adım” romanımda yazdım. 2001 yılında çıktı. O tarihten önce istediğiniz kadar kaynak tarayın, Mihrimah Sultan’la Sinan arasında bir aşka dair tek satır yok. Edirnekapı’daki Sinan’ın yaptığı Mihrimah Sultan Camii’ni gördüyseniz; içeride hiçbir cami formasyonuna uymayan renkler vardır. Mint yeşilleri, saman sarıları, güvercin beyazları... İçeri 232 tane pencere koymuş; günün bütün saatlerinde caminin içi ışıklarla yüzüyor. Kadın formunun taşlanmış halini yaratmış bir insanın içinde platonik bir aşk olduğuna inandım. Tamamen benim kurgum.


Ama bu aşk o romanda kalmadı...
- Sonra iş dallanıp budaklandı ve bana bu aşkın kanıtı olduğunu söyleyen mailler gelmeye başladı. Arkasından iki üç kitap yazıldı bu aşka dair. Yahu ben icat ettim bunu, kurgu. Zambak formu ise şöyle... Türbedeki taşına bakarken tam orta yerinde bir zambak gördüm ve sonra zambağın içindeki ikinci zambağı keşfettim. İç içe geçmiş iki zambak figürü. Düşünüyorum ki Mihrimah’a aşkını burada söylüyor.

Bugünün siyasette kullanılan ustalık tabirini Sinan eserleri için kullanıyor. Şehzade Camii için çıraklık eserim diyor, Süleymaniye kalfalık ve Selimiye ustalık. Bütün bunları yaparken aslında hedefinde Ayasofya’yı aşmak mı var?
- Herkesin hedefinde Ayasofya var. Çünkü Ayasofya o güne kadar mimaride ulaşılabilmiş en büyük zirve. Ayasofya’yı mimarlar değil, bir geometri bilginiyle bir fizik bilgini yapıyor. Herkesin hedefi onu aşmak. Özellikle de Müslüman-Hıristiyan çatışmasında hem ruhani hem cismani rol oynuyor. Müslümanlar cismani üstünlük kurabiliyorlar. Savaş kazanıyor, topraklarını genişletiyorlar. Ama Hıristiyanlar onlara diyor ki, “Bileğin kuvvetli, kılıcın keskin ama sanatta hiçbir zaman bizimle yarışamazsın. Çok biliyorsan Ayasofya’nın kubbesinden daha büyük kubbe yap”. Zaten Kanuni Sultan Süleyman da Sinan’a böyle talimat veriyor: “Ayasofya’yı aş”.


Daha önce nasıl denemeler var?
- Fatih’le başlayan kavga Beyazıd’la devam ediyor. Acem Ali bir kubbe, iki yarım kubbe planını yapıyor, olmuyor. Fatih’in camii zaten tamamen zayıf, mimarı Atik Sinan’ın ellerini kestiriyor. Kanuni’nin en büyük şansı Sinan. Tamamen kendi kendini yaratmış bir mimar. 24 yaşında devşirildiği söyleniyor. Hayatının aşağı yukarı 25 yılı yeniçeri olarak geçiyor. Savaşıyor, bütün seferlere katılıyor. O seferlerde toprağı tanıyor. Bizans ve Roma imparatorluklarından kalan eserleri görüyor. Sinan bir anonim isim. Asıl adı Josef. Devşirilenlere, özellikle yeniçeri olanlara Sinan diyorlar. Dinin mızrağı demek.


Sinan aştı mı Ayasofya’yı?
- Selimiye’nin kubbesi, 31,5 metre çapında ve mükemmele yakın bir küreselliktedir. Oysa Ayasofya yayvandır, kısa çapı 31 metreden küçük, uzun çapı 33 metredir. Kendi kitabı Tezkiretü’l-Bünyan’da Sinan, Selimiye’nin kubbesini Ayasofya’nınkinden iki zira daha büyük yaptığını söyler. Ancak bu doğru değil. Bu hatayı bilim adamları kitabın yazarı olan Mustafa Sai Çelebi’ye atfediyorlar.

 


Sinan’ın türbesi, Süleymaniye’ye atılmış bir imza... Rönesans sanatçılarının imzası gibi eserinin sağ alt köşesinde duruyor.

 

Mimar Sinan’ın Ermeni olduğu söylenir. Sizin kitabınızda ise Rum. Hangisi doğru?
- Hiçbiri. Sorunun tek ve kısa yanıtı: Sinan Osmanlı’dır. Osmanlı İmparatorluğu’nda 42 etnisite var, hepsinin birleşmesinden oluşuyor. İsmi Türk imparatorluğu değildi, Osmanlı’ydı. Sinan’ın Rum, Ermeni, Türk ve Yahudi olduğuna dair iddialar var. Türk ve Yahudi iddiaları çok zayıf. Sinan, Kayseri Ağırnaslı. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, o köyde bir tane Ermeni yoktur, tamamen Rum köyüdür der.


Bir de kafatasının çıkarılıp ölçüldüğüne dair hikayeler var. Aslı var mı?
- O doğru, kayıtlar var. 1936’da Türkün aidiyetini belli etmek için kafatasları çıkartılıyor mezarlardan ve resmen faşizan bir biçimde -kimse kızmasın, aynı şeyi Hitler ve Mussolini de yapıyor- ölçülüyor, biçiliyor. Ve tamam diyorlar, bu brakisefal, Sinan Türk’tür. Sonra alıyorlar, Etnografya Müzesi’ne koyuyorlar ve kim bilir ne ihmallerle bütün o kafatasları kayboluyor.


Şu anda Sinan’ın kafatası mezarda değil mi?
- Hayır, kafatası kayıp.


Peki Sinan’ın soyuna, torunlarına dair bilgi var mı?
Nasıl Osmanlı’nın ya da Mevlana’nın torunlarını tanıyorsak onu da bilmemiz gerek ama bilmiyoruz. İki oğlu var. Biri İnebahtı savaşında şehit oluyor. Diğer oğlundan olan torunun mezarını biliyoruz. Ama ailesini, hayır. Belki kayıtlar vardır ama Süleymaniye kitaplığının diplerinde gizli.

 

Ölümünün üzerinden 425 yıl geçti. Bir Mimar Sinan daha yetişir mi?
- Hayır, sanmıyorum. Bunu ben söylemiyorum. Frank Lloyd Wright diyor ki, “Dünyada tarihe kalacak tek bir mimar vardır, o da Mimar Sinan”. Michelangelo San Pietro’yu yaptı, kubbesi çöktü. Ama Sinan’ın yapıları sonsuzlukla yarış ediyor.


Mehmet Akif’in dizelerini hatırlıyorum: “Sade sen gösteriver ‘İşte bu dur kubbe’ diye/İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye./Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat, o zaman/Bir Süleyman daha lazım yeniden, bir de Sinan”. Bir Sinan daha olması için önce bir Süleyman mı gerek?
- Öyle. Bu, Bizans tarihinde de böyledir. Bir Justinyanus daha olmadığı için Bizans ilerleyemedi ve battı. Bir Süleyman daha olmadığı için Osmanlı tepe noktasından düşe düşe en sonunda tarihten silindi. Ben İstanbul Belediye Başkanı olsam, tam Sultanahmet parkının içine Justinyanus’la Kanuni Sultan Süleyman’ın heykellerini koyarım. İkisinin büyük ortak özellikleri var. Gönlümden geçen bir başka şey ise bir Süleymaniye Oratoryosu ya da senfonisi. Bunu başaracak kişi de Fazıl Say’dır.

Mimar Sinan’ın eserleri bugün nasıl kullanılıyor sizce?
- Çok hoyratça kullanılıyorlar. Son on senede epey kaynak aktarılıyor restorasyonlara. Yalnız bunlar sadece bir müteahhitlik şirketinin üstesinden geleceği işler değil. Ya çok hızlı yapılıyor ya yavaş. Ayasofya’da restorasyon iskelesi 27 sene kaldı, Ayasofya’nın sıfırdan inşa edilmesi altı sene. Süleymaniye’nin akustik sisteminin farkında olmadan üzerini sıvayla kapadık, sonra da hocanın sesi duyulmuyor diye 130 hoparlör koyduk. Bakın 300 tane devekuşu yumurtası varmış kandillerin kasnağında. Bugün altı tanesini hala görebiliyoruz. Çünkü devekuşu yumurtası, insan burnunun duyamadığı bir koku salıyor ve örümceği uzaklaştırıyor. Bunu dahi düşünüyor Sinan ve 500 yıldır örümceğe mani oluyor.


Kitapta da yer vermişsiniz. Acem Şahı’nın yardım için gönderdiği hazineyi Kanuni’nin Süleymaniye’nin temeline döktürdüğü doğru mu?
- Temeli açıp bakarsak bulabiliriz. Anlatılanlar bu yönde. Hatta Sinan’ın oradan aldığı on değerli taşı Cevahir minaresine yerleştirdiği ve minarenin 1800’lerin sonuna kadar parladığı söyleniyor.

Milliyet, Haber: Miraç Zeynep, 21.01.2013

OSMANLI MİMARİSİ KARAKOLLAR GELİYOR

 

  

 

Polis karakolları, Osmanlı ve Selçuklu mimarisine göre yeniden düzenlenecek.

 

Emniyet Genel Müdürlüğü’nde kurulan özel ekip, arşivleri taradı. Üniversitelerin mimarlık ve mühendislik fakültelerinde, Osmanlı ve Selçuklu dönemindeki karakolları anlatan 15 doktora tezi incelendi. Proje kapsamında Türkiye genelindeki 81 il ve 870 ilçedeki bin 300 polis merkezinin yeni mimariye göre düzenlenmesine 2013 yılında başlanacak.






Emniyet Genel Müdürlüğü İnşaat Emlak Daire Başkanlığı bünyesinde başlatılan çalışmalar kapsamında Ankara, İstanbul, İzmir başta olmak üzere bazı üniversitelerin mimarlık ve mühendislik fakültelerindeki 15’e yakın doktora tezinden de faydalanıldı. Konuyla ilgili “Tarihten Günümüze Türk Polis Teşkilatının Mimari Yapılanması Projesi” adı altında çalışmalar başlatıldı. Çalışma sonrası emniyetin arşivindeki tarihi karakol fotoğraflarından esinlenilerek inşa edilecek polis binalarının örnek mimari projeleri hazırlanırken, “polis merkezi”, “karakol” ve “zırhlı nöbet kulübesi” şeklinde hazırlanan binaların, engelli vatandaşların ulaşımına da uygun hale getirileceği bildirildi.

 

TARİHİ ZIRHLI BİNALAR
2013 yılı içinde başlatılacak proje kapsamında, polis merkezleri ve karakolların yanı sıra terör olaylarını yoğun yaşandığı illere öncelik verilmek üzere zırhlı nöbet kulübeleri de inşaa edilecek. Taş ve mermer ağırlıklı malzemelerden yapılacak olan zırhlı nöbet kulübeleri hem teknolojik tüm imkanlara sahip olacak hem de dokuya zarar vermeden emniyet teşkilatının asırlık mimarisini günümüze taşıyacak.

Hürriyet, Haber: Fevzi Kızılkoyun, 21.01.2013

BURSA'NIN ORTA YERİNDE BİR GARİP TURİST OLMAK!

 

Tarihe meraklı değilseniz, geçmişe dair en küçük bir merak veya ilgi duymuyorsanız “Bursa’da yerli turist olmanın” bünyeye zararı yok.. Yok eğer tam tersiyse.. İşte o zaman seni büyük bir azap bekliyor.. Kaçacak yer yok..

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Manevi çehresi gelecek zamanlar içinde hiçbir şekilde değişmeyecek şekilde tescil edilmiş şehir..” diye tarif ettiği Bursa’nın içindeyiz ve nereye gideceğini bilemeyen dört yerli turistiz..

Başımızı nereye çevirsek grinin elli tonunda yığma beton binalar görüyoruz..

Çoğu apartman..

Her iki yakası doğal otopark gibi kullanılan caddelerin üstüne sıralanmış bu beton binaların yüzleri birbirlerine dönük..

Şehrin orijinal dokusunu yok etme işinde birbirlerine “yardım ve yataklık” yaptıkları için bu beton binaların cümlesi suskun..

Başları öne eğilmiş sanki.. Söyleyecek sözleri olmadığından birbirlerinden gözlerini kaçırıyorlarmış gibiler..
 

***


O avare şaşkınlığın içinde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Bursa hakkında söyledikleri geçiyor aklımdan..

“Tarih bu şehre damgasını o kadar kuvvetle basmıştır ki kendi ritmi ve özel zevki her adımda karşınıza çıkar.. Bir türbe, bir cami, bir mezar taşı, bir çeşme, bir han, bir çınar..”

Ve ben “Hani nerede?” diye bakınıyorum..

Gördüğüm şey, iki milyon insanı nasıl istifleyeceğim diye düşünürken bu “beton çözümü” bulmuş bir şehir..

Birbirlerine kabadayılık yaparak, caddelerinde yol bulmaya çalışan otomobiller..

Yaşadıkları şehrin zaman içindeki anlamından, derinliğinden habersiz oradan oraya koşturan kalabalıklar..

YEŞİL TÜRBE
Arkeolog ve tarihçi olan Hanımefendi’nin sinirleri henüz sağlam.. Ayrıca yıllarca turizm sektöründe çalışmış.. Böyle kıyım manzaralarına karşı metanetli..

Oradan gelen pratikliği ile “Yeşil Cami’den başlayalım..” diyor.. İtiraz etmeden takılıyoruz peşine..

Bir eyyam yürüyüp, bir sürü yokuş çıkıp, daracık yollara maharetle park edilmiş otomobil zincirlerinin arasından süzülüp Yeşil semtine ulaşıyoruz..

Aha Yeşil Cami göründü.. Araya giren asfalt yolun öte yakasında da Yeşil Türbe var..

Türbeden başlayacağız..

Sessizce yürüyüp türbenin kapısına kadar geliyoruz.. Burada Osmanlı’yı “Fetret Devri’nden..” çıkaran beşinci padişah Sultan Çelebi Mehmet Han yatıyor..

Moğol bozgunundan sonra kardeşleriyle savaşa savaşa, yenile yene tahtı hak etmiş..

Her ölümlü gibi tahtı cebine koyup götüremediğinden geride bırakmış.. Türbenin içinde, beyaz mermerden bir sandukanın kim bilir kaç metre altında sessizce yatıyor..

Huzurlu mu acaba? Elinde kardeşlerinin, yeğenlerinin kanı yokmuş gibi mermerin beyazlığında en masumdan daha masumane görüntülü bir huzur..

Kızları Selçuk Sultan, Ayşe Sultan, Hafsa Sultan, Sitti Sultan ile çocuklarının süt anneleri Daye Hatun hemen dizinin dibindeler..

Oğulları Mahmut ile Mustafa ise süt annenin sandukasının manevi alanına emanet edilmiş..

Türbenin girişinde veya çıkışında Çelebi Mehmet dönemini anlatan ne minyatürle bezeli bir pano var.. Ne çocuklarının nasıl yaşadığına, nasıl öldüklerine dair bir not..

“Turistin meraklısı bizi ilgilendirmez..” soğukkanlılığının resmi yüzüdür bu kayıtsızlık..
 

***


Yapanlar türbenin ötesine adını yeşilden alan bir imaret ile bir de hamam inşa etmişler.. Hamamın görevi külliyeye gelir getirmek..

İmaretin görevi de toplanan akçaları bedava dağıtmak..

Bir de Yeşil Medresesi var külliyenin ki 1975’ten beri “Türk İslam Eserleri Müzesi” olarak hizmet veriyor..

Tanpınar’a göre ölümün zihnimizdeki anlamını değiştiren Yeşil Türbe “Ben hayatın susan ve değişmeyen kardeşiyim.. Yaşayanların alnına bir sükunet çelengi gibi uzanırım..” diye konuşuyor..

Çevrenin etkisinden olacak biz böyle hissetmedik..

Türbeyi tavaf ettikten sonra camiye doğru hareketleniyoruz.. Caminin dış cephesi yeşil değil de sanki turkuvaz..

İçindeki çinilerin de aynı tonda olduğunu sonradan göreceğiz..

VE YEŞİL CAMİ..

Caminin Çelebi Mehmet’in emriyle 1419’da başlanan inşaatı 1424’te tamamlanmış ama sultan bittiğini görmemiş.. O mutluluk İkinci Murat’a nasip olmuş..

Kapısındaki Arapça kitabeye göre eserin mimarı Hacı İvaz Paşa.. (Hacı İvaz bin Ahi Beyazıt) Tezyin yani süsleme işini de Nakkaş Ali yapmış.. Benzersiz çinileri ise devrin ustalarından Mecnun Mehmet’in eseri.. (Kime lazım ki anlatıyorum bunları?)

Minarelerindeki yeşil süslemeler yüzünde caminin adı böyle tescil edilmiş belleğimize..

Lakin 1855’deki deprem o minareleri yok edince geriye efsanesi kalmış..

Fransız düşünür ve yazar Andre Gide için Yeşil Cami‘yi en iyi anlayan insan odur, derler..

Andre Gide de bu eser için “Olgunlaşmış insan zekasının en sağlıklı ürünü..” diye yazar..

Biz caminin kapısına doğru yürürken yanımızdan geçen dörtlü grubun bundan haberi yok tabii..

Grubun lideri, Alfa erkeği, arkasından seyiren kadınlara “Buraya yazın sık sık gelmeli..” diye bilgiççe akıl verip, ekliyor..

“Bu çimenlere yatıp bir güzel uyuyacaksın..”

İyi! Uyanınca belki mangal da yaparsınız..

***


Bizim vatandaşın Andre Gide’den ayrıldığı nokta bu..

Andre Gide burasını zekanın ulaştığı en yüksek nokta diye tarif ederken, vatandaşımız bahçenin şekline göre değerlendirip piknik alanı olarak görüyor..

Caminin mihrabı on bir metre yüksekliğinde..

Çinileri, mermer işçiliği, ahşap oymaları, zarif minare ve hat süslemeleri benzersiz..

Yine Tanpınar’a göre İstanbul’un selatin camilerinden Süleymaniye ve Sultanahmet’tekinden daha üstün bir tarafı var..

O da kapısından girene verdiği benzersiz huzur..

Camiden çıktık..

Sırada Muradiye Külliyesi var.. Onu haftaya anlatacağım..

Şimdilik yeniden modernleştirilmiş (!) şehrin çirkinliğine karışmış, yürüyoruz..

Vatan, Yazı: Selahattin Duman, 20.01.2013



******


BURSA'DA OSMANLI'NIN DİBACESİNİ SEYRETMEK...

 

Artık sadece hukuki metinlerde kalan Dibace sözcüğü “Başlangıç..” anlamına gelir.. “Hitam” sözcüğü ise son, bitim.. Bursa’da turist olarak gezen birinin dibaceyi görebilmesi biraz gayret istiyor.. Hitam ise beton bina kılığında her yerde..

Bursa içindeki turistliğimiz devam ediyor.. Rotamızda “Muradiye Külliyesi” var..

Keçecizade Fuat Paşa’ya göre bu külliye ve çevresi “Osmanlı tarihinin dibacesi..” yani başlangıcı sayılır..

Çekirge’den Muradiye’ye doğru yürüyoruz.. Elimizde fotoğraf makineleri..

Neyi görsek Japon turist gibi çekiyoruz..

Gördüğümüz de birbirine yapışmış apartmanlar, kaldırıma taşıp, yayalara geçit vermeyen arabalar..

Muradiye Külliyesi’ne dair kimi binalar nihayet göründü, rahatladık..

Bir cami, bir medrese, imaret, hamam ve on üç ayrı türbe.. Padişah, şehzade ve sultanların türbeleri..
 

***


Bursa bu açıdan bir hüzün şehri.. Önce Edirne’ye sonra İstanbul’a taşınan başkent ölümden ölüme hatırlanır olmuş..

Kanuni’nin boğdurduğu evladı Şehzade Mustafa, ki ahalimiz onu TV dizisinden dolayı iyi bilir, bu türbelerden birinde yatıyor..

İkinci Beyazıt’ın öldürttüğü Fatih’in evladı Cem Sultan’da burada defnedilmiş..

Yavuz Selim, taht için katlettiği kardeşi Şehzade Ahmet’i burada toprağa vermiş..

Hatuniye Sultan, Gülcan hatun, Mükrime Hatun, Ebe Hatun, Şirin Hatun türbeleri, Saraylılar Türbesi. Gülnur Sultan Türbesi..

Hepsi burada.. Tabii sultan İkinci Murat’ın şehzadeleri Alaattin, Ahmet ve Orhan ve kızı Hatun Sultan ile birlikte yattığı Muradiye Türbesi..

RESMİ SABOTAJ

On sekiz yaşında tahta çıktığında, çocuk sayılan iki kardeşi Mahmut ile Yusuf’un gönül gözlerini açan (gözüne mil çektirip kör eden) Sultan Murat bu yapılar için para ve emek harcarken kim bilir neler düşündü..

Kendi türbesi için de vaziyet etmiş.. En sevdiği oğlu Alaattin’in yanı başında, sandukasız olarak gömülmek istemiş..

Benden kalan oğlumdan kalana karışsın, diye..

Vasiyetinin bir şartı da gömüldüğü yerin üstünün açık kalması.. “Yağmur suyu naaşıma değsin isterim..” demiş..

Vasiyeti bizde kim sallar ki?

Türbenin üstü kapalı.. Toprak sadece mermer lahdinin üzerinde.. Türbe ile camiye giden yolun solunda iki metreye üç metre panolar var..

Belediye’nin paşası “Her halde iyi bir şey yapıyorum..” diye koydurmuştur o panoları..

1951 yılına kadar harabe halinde kalan ve sonra defalarca restore edilen külliyenin son kez elden geçirilmesini gösteren fotoğraflar..

Size o panoları koyma aklını “Harika olur başkanım..” diye kim verdiyse Allah onu bildiği gibi yapsın..

Böyle bir çirkinliği az gördüm..

Şu güzelim külliyeye öyle bir şey yap ki eski harabe halinden beter olsun, dense anca öyle panolar konulabilir..

Yetiş ya görgü.. Yetiş ya edep.. Yetiş ya izan..

Sayın Başkan, tarihe birazcık saygın varsa o panoları yok edersin.. O akılları vereni de.. Sen bilirsin..

Külliye’nin içindeki türbelerde yatan şehzadelere, sultanlara, padişaha hizmet etmiş nice devlet kulu varsa onların mezarları da açık alanda..

Mezar taşları birer hazine.. Ancak öğrendiğime göre mezarların sahibinden ayrı dikilmişler.. Öyle yapmışlar düzenlemesini..

Taşlara iki ayrı alanda saf tutturmuşlar.. Buna da razıyız..
 

***


Ölümden ölüme hatırlanan payitaht olmanın ağırlığı Bursa’nın bu toprağında iliklere kadar hissediliyor..

Mezar taşları ziyaretçilere “Bizden uzaklaşıp ancak ölümlerde dönüyorsunuz.. Bize de ağlamak düşüyor..” der gibiler..

Türbenin hemen yakınında devrilmiş yatan beş asırlık bir çınar ağacının üç metre çapındaki gövdesi bile böyle sultani bir hüzün içinde..

Muradiye Camii’ni de ziyaret edip, yönümüzü Ulucami’ye çeviriyoruz ki bu mabet Evliya Çelebi’nin deyişiyle “Bursa’nın Ayasofyası..” sayılır..

İŞTE ULU CAMİ

İslam uleması, 1402’de Yıldırım Beyazıt tarafından yaptırılan Ulucami’yi Müslüman aleminin mertebece en önemli beş ibadethanesinden biri sayar..

Birincisi Mekke’deki Mescid’i Haram’dır.. İkincisi Medine’deki Mescid’i Nebevi’dir.. Üçüncüsü Kudüs’teki Mescid’i Aksa’dır..

Dördüncüsü Şam’daki Emevi Camii’dir..

Beşincilik makamı ise Bursa ve Diyarbakır’daki ulucamiler arasında paylaştırılmıştır..

İki minareli, yirmi kubbeli bu cami Osmanlı ibadethanelerinin namaza kabul ettiği insan sayısı bakımından en büyüğüdür..

Üç bin yüz altmış beş metrekarelik binanın duvarları iki metre kalınlığındadır..

İşe bakın ki Yıldırım Beyazıt bu eseri halkına armağan ettiği yıl Timur belasına uğrayıp hem tahtını hem özgürlüğünü kaybetmiş..

Devlet kardeş kavgaları içinde yıllarca çalkalanmış..

İçini dikkatlice gezdik, inceledik..

Mihrabın sağ yanında kalan ahşap süslemeler şaşırtıcı..

Çünkü üzerinde Güneş ve Güneş Sistemi’nde yer alan dokuz gezegenin kabartmaları var.. Gezegenlerin güneşe olan uzaklıkları yüzde yüz doğrulukla şekillendirilmiş.. Yine görüntünü çevresinde ise devrin bilinen yedi galaksisi (Yıldız toplulukları) betimlenmiş.. Galaksiler sedef süslemelerle tasvir edilmiş..

***


Dikkatinizi çekerim.. Bu caminin yapım tarihi 1402.. İçinde güneş sisteminin tasviri var.. Dünya ve gezegenler yuvarlak çizilmiş..

Dünya’nın yuvarlak olduğunu söylediği için başı belaya giren Galileo ise bu caminin yapımından 162 sene sonra doğmuş.. Yetmiş sekiz sene yaşamış yine de Papa’yı dünyanın yuvarlak olduğuna ikna edememiş..

Camiden çıktığımızda üç Japon turist içeri girmek için dil döküyordu.. Kapıya namaz saatinde gelen turistleri savmak için dikilen görevli ise “Praying.. Praying..” sözcüğü ile (dua, ibadet etmek) turisti cümle kapısından uzak tutuyordu..

İki tekrar kelime ile kurulan cümle.. Tek kelime İngilizce ile gelen devlet memurluğu..

Bu ihtişamlı tarihi ne kadar hak ettiğimizi gösteren harika bir sahne.. Yarınki yazıda şu meşhur Koza Han’ı da anlatıp, öyle bitireyim turistliğimi..

Vatan, Yazı: Selahattin Duman, 22.01.2013

 

******


YEŞİL BURSA'NIN İÇİNDE BETONDAN GÜLLER AÇMIŞ

 

Aşık Kul Hasan Bursa’yı överken maddi ve manevi güzellikleri “gül” sözcüğünde toplayıp “Bahçe bizde, gül bizdedir..” demiş.. Bakmışlar ki gül dikilecek bahçe kalmamış.. Şehri TOKİ’nin beton gülleri ile donatmışlar..

 

“Seyrek Bıyıklı Asabi Şahsiyet” bir televizyon dizisiyle cenge tutuştuğunda “Biz ecdadımızı böyle bilmiyoruz..” demişti..

İfadesinden kopya çekip “Biz de ecdadın yadigarı Bursa’yı böyle bilmiyorduk..” diyelim..

Bursa’ya dair güzelleme döktürmüş ne kadar şair ne kadar yazar, edip varsa yazdıklarını okuyun..

Evliya Çelebi’den girip, bin üç yüz sene evvel Bursa’yı gören seyyah İbni Batuta’dan çıkın..

Sonra Uludağ eteklerine gidin, şehrin panoramasına şöyle bir bakın..

Bu son bakış, artık güzellikleri o yazılarda kalan Bursa’nın ruhuna rahmet okumak içindir..
 

***


Divan edebiyatının büyük isimlerinden Lami‘i bu şehir için yazdığı manzumesinde Bursa’yı baharın başladığı yer olarak tarif eder..

Ab-ı Hayat Yaylalığı, Molla Alanı, Saru Alan, Kurt Bılanı, Doğu Baba, Şakım Efendi Pınarı, Binyaylak, Kırkpınar, Karagöl, Hızırbey Yurdu, Kuş Oynağı..

Padişah Dördüncü Murad’ın Şeyh Vani Efendi’ye hediye ettiği Kastel Köyü dahil hepsi beton altında..

Muradiye, Yeşil, Nilüfer Hatun, Konuralp, Geyikli Baba ve Emir Sultan..

Bursa’yı tarihin bir parçası yapan sultani isimli mahalleleri.. Bunlar TOKİ’den de önce betona aşık müteahhitlere teslim edilmiş..

TOKİ BİRİNCİ..

Hakkını vermek icap ediyorsa bu konuda şampiyon tartışmasız TOKİ’dir.. Yukarıdaki fotoğraf ise lafın bittiği yerdir..

TOKİ’yi “Biz ecdadımızı böyle bilmezdik..” diyenlerin vicdanına havale ediyorum..

Ecdat dedik de.. Bursa’ya damgasını vuran gazi hünkar İkinci Murat’ın Osmanlı hanedanı içinde şiirle uğraşan ilk padişah olduğunu bilir misiniz?

On iki yaşında ilk savaşına katıldı.. On sekiz yaşında tahta çıktığında karnında koca bir kılıç yarası vardı..

Orta boylu, ak tenli, koyu ela gözlü, kumral, seyrek dişli ve yüzü her daim gülen bir padişahtı..

Keyfi ve eğlenmeyi severdi.. Bir şiirinde beyan ettiği gibi içki de içerdi..

“Saki! Getir, götür yine dünkü şarabımı .. / Şöyle dile getir çenkü rebamını.. / Ben var iken gerek bana bu zevkü bu sefa.. / Bir gün gele ki görmeye kimse türabımı..”

Nasıl olsa bir gün ölüp, toprak olacağım.. Sağlığımda zevk ve sefa edeyim, öldükten sonra türabımı (toprağımı) kimse görmese de olur, demeye getiriyor..

Zaman içinde türabının (toprağının yani mezarının) beton binalar arasında kaybolup gideceğini bilmiş gibi..

***


Evliya Çelebi buraları anlatırken şehirde iki yüzen fazla Osmani Çeşme’nin bulunduğu yazar, tek tek sayar..

Lafını da “Velhasıl Bursa sudan ibarettir..” diye bağlar.. Şimdi ara ki o çeşmelerden ayakta kalan bir ikisi karşına çıksın..

Yağmalanmış çeşmelerin kitabeleri, kurnaları kimbilir hangi zenginin hanesinde, ona asalet katıyor.. Su kaynakları ise asfalta yenik düşmüş..

KOZA HAN’DAYIZ

1491’de İkinci Beyazıt tarafından yaptırılmış olan Koza Han da şehrin simgelerinden biri.. Mimarı Abdül Ula bin Polatşah..

Ulucami’ye çok yakın ve merkezi bir yerde.. Nasıl olduysa korunup bu günlere gelebilmiş..

İki avlusu, büyük avlusunun ortasında da üstü minnacık mescitli bir şadırvanı var..

Lokantalarıyla, kahveleriyle bir yeme içme merkezi..

Ancaak.. Muradiye Külliyesi’ni propaganda panoları ile berbat eden zihniyet buraya da yetişmiş..

Ne kadar lokanta ve kafe varsa açık alanları berbat güneşliklerle kaplı.. Gazozcusu, meşrubatçısı, kahvecisinin işletmelere beleş verdiği güneşlikler..

Çiy renklerin, zevksizliğin, kalitesizliğin buluşması..
 

***


Çok şehrimizde yolların iki yakasını işgal eden teneke tabela çirkinliğini burada kumaş yapıp, o tentelere giydirmişler..

Sanki filanca lokantanın tentesi avluya sarkmasa bir yerleri eksilecek..

Burası için renk curcunası yaratmayan, tarihi yapıya uygun bir güneşlik sistemi düşünülürse Koza Han kurtulur..

TOKİ’nin bu harika beldenin orta yerine diktiği beton tüyün ise hiç çaresi yok..

O akıllar Allah’a havale..

Vatan, Yazı: Selahattin Duman, 23.01.2013

ANDRİAKE'DE YARIM TONLUK TAŞLARLA TARİHİ PUZZLE

 

 

Antalya’nın Demre İlçesi'nde yapımına devam edilen Likya Müzesi’nin inşaatında her biri yarım tonu bulan yüzlerce antik taş tek tek özenle işlenip ait olduğu yerlere yarleştiriliyor.

Likya’nın önemli uygarlıklarından olan Myra şehrinin limanı Andriake’de bulunan Granarium (Tahıl Ambarı) ve çevresindeki yapıların orijinal haliyle müzeye dönüştürülmesi için kazılarda ortaya çıkarılan taş blokların her birinin yerlerine yerleştirilmesi, bir saati bulan özenli bir çalışma sonucu gerçekleşiyor.

Sadece bir taş bloğun yerine yerleştirilmesi için bir profesör, bir doçent, dört arkeolog, bir restaratör, iki duvar ustası ve bir vinç operatörü olmak üzere toplam on kişinin işbirliği gerekiyor.

Kazı çalışmalarını yürüten Prof.Dr. Nevzat Çevik, öncelikle kazı bölgesinde bulunan taşların düşüş ve bulundukları yere göre gruplandırıldığını, ardından numaralandırılıp arşivlendiğini ve bu sırada da akademisyenlerin günlüklerine notlar aldığını söyleyerek, "Böylelikle o bölge hakkında mimari bir derinliğe sahip oluyoruz. Bir Likyalının Andriake’de yolda yürürken nelerle karşılaştığını tahmin ederek bilgisayarlarımızda üç boyutlu proje oluşturuyoruz. Ve ardından arşivlenen taşlar gibi kesilen yüzlerce karton parçasına aynı numaralar veriliyor. Arkeolog ve akademisyenlerden oluşan bir ekip önceden çizilen proje üzerinde puzzle oyunu oynar gibi bu parçaları birleştirmeye çalışıyor" dedi.

Her bir antik taşın ait olduğu yeri bildiklerinin altını çizen Çevik, eksik kalan yerler için ise yeni taşlar kesildiğini belirtti. Çevik, Likya Müzesi’nin yüzde 95 oranla orijinal taşlara sahip olacağı bilgisini de verirken müzenin inşası bittiğinde dünyada bu özellikleri ile tek müze olacağının da altını çizdi.

skyturk360.com, 20.01.2013

1850 YILLIK KUTSAL AGORAYA AİT SÜTUNLAR AYAĞA KALDIRILDI

 

Laodikya Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, 2011 yılında bulunan, 2012 yılında restorasyon çalışmalarına başladıkları 1850 yıl öncesine ait Kuzey (Kutsal) Agora Doğu Portiğine ait mermer sütunların ayağa kaldırıldığını bildirdi.

 

Şimşek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Laodikya kazı ve restorasyon çalışmalarının uzman ekiplerle 2008 yılından itibaren 12 ay üzerinden devam ettiğini belirtti.

 

Bu yıl kazı ve restorasyonda iki alana önem verdiklerini dile getiren Şimşek, "Laodikya'nın kalbi" diye adlandırdıkları Kutsal Agora Doğu Portik alanında, 2011 yılında bulunan 1850 yıl öncesine ait mermer sütunlar, kaideler, korinth tipi başlıklar, arşitrav ve frizler ile geison blokları gibi sütunların üzerine gelen yatay elemanların öncelikle 3 boyutlu çizimlerinin yapıldığını ve bunların bilgisayar ortamında ayağa kaldırılmasıyla 2012 yılında restorasyona başlandığını ifade etti.

 

Şimşek, şöyle konuştu:

"Projenin koruma kurulunca onayından sonra restorasyon çalışmalarına başlanıldı. Doğu portikte, 11 metre yüksekliğinde bulunan mermer sütunlar, Türkiye'de bir ilk diyebileceğimiz anıtsal büyüklüğü sahip. Önümüzdeki Mart ayı içerisinde sürdürdüğümüz çalışmalarımızı bitireceğiz. Türkiye'de bir ilk olan bu büyüklükteki anıtsal alan, hem Türk arkeolojisine hem de turizmine kazandırılmış olacak. Biz, daha az kazı daha fazla restorasyon üzerinde duruyoruz. Yani kazdığımız alanların tamamında restorasyon yapıyoruz. Kenetlerin birleştirilmesinde çelik ve kurşun kullanıyoruz. Çizdiğimiz çizimler doğrultusunda tamamıyla orijinal mermerlerin eksik kısımlarının, ustalar tarafından bire bir aynısı yapılıyor."

 

Laodikya Kilisesi'nin ise dünyadaki en önemli dini mimarilerin başında geldiğini anlatan Şimşek, uzman restoratör ve arkeologların hummalı bir çalışma yürüttüklerini, kilisenin bu yılın sonunda ziyarete açılmasını hedeflediklerini söyledi.

 

Kilisede kendi alanında uzmanlaşmış 8 restoratör ve ustaların çalıştığını dile getiren Şimşek, "Kilisedeki duvar resimleri, mozaikler çok renkli. Bunlar zamanında 'opus sectile' diye adlandırdığımız geometrik dizaynla mermerlerle yapılmış. Biz de mermerlerin restorasyonlarını yapıyoruz, eksik olan bölümler bire bir tamamlanıyor. Laodikya Kilisesi'ndeki restorasyon çalışmaları bittiğinde Türkiye'de bir ilk olacak. Çünkü 2 bin metrekare bir alanı kaplıyor, kilise çok devasa bir yapı ve antik dünyanın en eski kiliselerinin başında geliyor. Yine kilisede yer alan mozaikler çok renkli ve geometrik dizayn ile bitkisel süslemelerden, örgü motiflerinden meydana geliyor. Bu mozaiklerde bire bir restorasyon ve sağlamlaştırma yapılıyor."

 

Şimşek, kilisenin İmparator Büyük Konstantin zamanında MS 4. yüzyılda yapıldığını, Laodikya'nın Erken Bizans dönemi için Hristiyanlığın yayıldığı en erken alanlardan birisi olması, bunun yanında İncil'de geçen bir kent ve yapıldığı 4. yüzyıl ile kentin terk ediliş dönemi olan 7. yüzyıl arasındaki dini mimari ve buna bağlı üretilen sanat eserlerini barındırması açısından çok önemli olduğunu bildirdi.

 

4. yüzyıl itibariyle Laodikya'da hac güzergahı yapıldığını ve buna bağlı olarak da dünyanın her yerinden insanların hacı olmak için Laodikya'ya geldiğini anlatan Şimşek, sözlerini şöyle tamamladı:

"Gerçekten Laodikya kilisesi restorasyonu bittiğinde dünyada çok büyük ses getireceğine inanıyorum. Türk arkeolojisi içinde yeni bir ivme kazanmış olacak. Çünkü hem mozaikler hem mermer döşemeler hem de birebir restorasyon olduğu gibi antik dönemin tüm izleri korunarak yapılıyor. Bu yönüyle de gerçekten bizim, Türk arkeologların ve hepimizin birlikte gururlandığı bir alan olacak. Biz Laodikya'da hiç ara vermeden kazı ve restorasyon çalışmalarını sürdürüyoruz.

Tabii ki, bunda başta Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, özellikle Denizli Belediyemizin ve üniversitemizin sağladığı destekler üzerinden kazı çalışmaları yürütüyoruz. Laodikya kazıları süreç ve büyüklük bakımından Türkiye'de ilk ve tektir."

Mynet Haber, 20.01.2013

CELLAD DEDİĞİN NİNJA GİBİ DEĞİL NORMAL GİYİNİRDİ SÜSLERİ DE İŞKENCE ALETLERİYDİ

 

 

Muhteşem Yüzyıl’ın Ninja kıyafetli celladları ellerinde kemendlerle Topkapı Sarayı’nda cirit attılar, koridorları arşınlayıp Pargalı’nın uyuduğu odaya girdiler ve Paşa’yı bir güzel boğdular... Celladları bu şekilde Ninja kılığına büründürmek seyircinin alakasını çekmek için başvurulmuş güzel bir buluştu, tamam; ama Osmanlı zamanında can almanın üstadı olan celladların bu şekilde giysilere büründüklerini sakın ola ki düşünmeyin! O zamanlarda devletin resma memurları olan celladlar da devrin kıyafetlerini giyerlerdi. Yani şalvarı andıran geniş pantolonları, bellerinde kuşakları ve başlarında serpuşları vardı; giyim ve aksesuvar konusunda sıradan insanlardan tek farkları ise, nizamın bozulmasını önlemek maksadıyla etrafa korku salmak için yanlarında kemend yahut pala gibi can alma aletleri ile envai çeşit işkence gereçlerini taşımaları idi.

 

EDEPSİZE GÖZDAĞI
“Cellad” kelimesi, Arapça’da “kırbaçlamak” demek olan “celd” masdarından gelir. Zira eski devir celladlarının can alma dışında bir vazifeleri daha vardır: Mahkemeye çıkartılacak olan suçluları itirafa ve idamlarından önce bazı konularda mutlaka bilgi vermeleri gereken mahkumları da konuşmaya zorlamak için işkence yapmak! Her daim yanlarında taşıdıkları işkence aletleri işte hem bu işe yarar, hem de halka “Bir edepsizlik edecek olursanız akıbetiniz böyle olur haaa!” diye gözdağı vermeye yarardı.

Evliya Çelebi, meşhur “Seyahatname” sinde celladlık mesleğinin parinin Hazreti Muhammed’- in huzurunda bir katilin kafasını kesen Eyyub- i Basra olduğunu yazar. İslam Tarihi’nin bilinen bu ilk celladı, Evliya Çelebi’nin anlattığına göre idam edeceği kişiyi önceden yıkatmış, abdest aldırmış, güzel sözlerle tesella edip kelime-i şehadet getirtmiş, sonra kıbleye çevirmiş, kılıcını iki eli ile kullanarak kelleyi vücudundan ayırmış ve infaz anında orada bulunanlara da daha sonra katilin ruhu için Fatiha okutmuştur!

Avrupa’da geçmişin önde gelen celladları hakkında dünya kadar çalışma bulunmasına rağmen, bizde tarihimizdeki celladlar üzerine doyurucu hiçbir araştırma yapılmadı; konu eski senelerde dergilerde yayınlanmış olan tektük yazılarla sınırlı kaldı.

İBRET TAŞINDAKİ KELLE
İşte, bundan 70 sene kadar önce yine bir dergide yayınlanmış olan bir yazıdan yaptığım aşağıdaki alıntı da, celladları konu alan tek-tük araştırmalardan biri:

“...Osmanlı Devleti’nin resmi cellad teşkilatı, bir celladbaşının idaresinde, sayıları devre göre değişen celladlardan meydana gelirdi. Bunların hepsi Kıpta idi ve Bostancıbaşı Ağa’nın emrinde çalışırlardı. İdam emri Bostancıbaşı’ya verilir, o da yerine göre bazen bizzat nezaret ederek hükmü yerine getirirdi. Eğer canı alınacak kişi önemli bir şahıssa Bostancıbaşı idamda mutlaka bulunur, hükmü ‘cellad yamağı’ denilen ve maharetine en fazla güvendiği iki cellada uygulatırdı...

Siyasa mahkumlar, yağlı kemendle boğulurlardı. Bazısının başı, idamdan sonra ‘şifre’ denen çok keskin ve özel bir usturayla gövdesinden ayrılır, ya bir ‘ibret taşı’nın üstüne konur, yahut da sarayın şehre açılan büyük kapısının önüne atılırdı. Sabıkalı hırsızlar, özellikle de gece hırsızları, şehrin kalabalık yerlerinde ama genellikle suçu işledikleri semtte ve özellikle de girdikleri evin, dükkanın veya hanın kapısında asılırlardı.

Katiller, işkenceyle öldürülürdü. Askerlerin başları kesilir, cesedleri de ayaklarına taş bağlanarak denize atılırdı. Mahkumlara, sakladıkları malların yerini söyletmek için idamlarından önce işkence yapıldığı da olurdu.

İdam edilecek olanlar haklarında ferman çıkıncaya kadar Bostancıbaşı tarafından tevkif edilirler, buna ‘Bostancıbaşı hapsine verilmek’ denirdi. Bu hapisten sağ kurtulanlar çok azdı ve Sadrazam Rauf Paşa, bunlardan biriydi. Paşa’yı idam etmeye karar verip hapse gönderen İkinci Mahmud, sonra ‘O genç ve güzel başa kallavi kavuk pek güzel yakışıyor, kıyamam’ diyerek kararından vazgeçmiş ve hayatını bağışlamıştı.

İşkenceyle idamın ise üç korkunç şekli vardı: Çengel, çarmıh, kazık. Çengele, genellikle eşkiya ve korsanlar çarptırılırdı. Kaptanpaşalar donanmalarıyla Akdeniz’den dönerlerken yanlarında bir miktar ‘idamlık’ korsan da getirirler, bunların bir kısmını limana girmeden önce gemilerinin direklerine astırarak şehirde korku havası yaratırlar, geri kalanları da Eminönü’nde kurulu çengele gönderirlerdi.

BİLEK KALINLIĞINDAKİ AĞAÇ
Çarmıh, eşkiyaya ve casuslara uygulanırdı. Bir çarmıha yüzükoyun sımsıkı bağlanan suçlunun omuz başları ve kaba etleri bıçakla oyulur, buralara iri yağ mumları dikilerek yakılır ve çarmıh bir devenin üzerinde şehrin bir ucundan öteki ucuna kadar gezdirilirdi. Mahkum can vermezse, o gün öğleden sonra asılırdı.

Kazık cezası ise, yol kesenlere ve korsanlara verilirdi. Elleri ve ayakları bağlanan mahkum bilek kalınlığında ve gayet sert ağaçtan yapılmış olan yağlı kazığa çakılır ama ‘itina ile’ oturtulur, omuzlarına çarmıhta olduğu gibi bir çift yağ mumu dikilir ve şehirde dolaştırılırdı.

Osmanlı Tarihi’nde nam salmış celladların başında, 17. asırda yaşamış olan Kara Ali’yle yamağı Hammal Ali ve Kara Ali’den sonra celladbaşı olan Süleyman gelirdi...”

Palavraya bak! İbrahim’in Hürrem’e aşkı Solakzade’nin neresinde yazılı?


Tarihçi mi, tarihi roman yazarı mı, neci olduğunu pek bilmediğim bir zat, Muhteşem Yüzyıl’da Pargalı’nın idam sahnesinden sonra keramet savurmuş ve İbrahim Paşa’nın Hürrem Sultan’a, yani Kanuni Sultan Süleyman’ın hanımına gizliden gizliye aşık olduğunu iddia etmiş...

Hazretin buyurduğuna göre, Paşa meğerse bu yüzden idam edilmişmiş ve bu malumat “Solakzade Tarihi”nde yazılıymış!

DÜŞÜNÜLMESİ BİLE İMKANSIZ
Burada, Solakzade Tarihi’nin İbrahim Paşa’nın idamının yeraldığı 492. sayfasını görüyorsunuz. Solakzade idamın sebepleri ile ayrıntılarını anlatmaya bir önceki sayfadan başlıyor, Paşa’nın idamına sebep olan hatalarını ardarda sıralıyor amamaddemadde anlattığı bu hataların arasında “Padişahın hanımına alaka duyduğu” yahut “aşık olduğu” gibisinden değil bir ifade, ima bile yok! Olması da zaten imkansız, zira Osmanlı devrinde padişahın hanımı ile alakalı bu şekilde bir ilişkinin değil yazılması, düşünülmesi ve hatta işitilmesi bile imkansızdır; olmaz yaaa, işitilmiş olsa bile böyle bir tuhaflığı kayda geçirmeye en başta “edep”manidir!

UYDURAN REZİL OLUR
Tarihçi mi, tariha roman yazarı mı, neci olduğunu pek bilmediğim zatın bu tuhaf iddiasını işitince “Solakzade’de hakikaten böyle birmalumat var da acaba farketmeyip atladıkmı?” diye meraka düştüm; Solakzade’nin idamdan bahseden sayfalarını okudum ve iddia edildiği gibi bir ifadeye tabii ki rastlayamadım.

Metinde “Hazret-i Süleyman’ın mührüne hıyanet eden dav (dev) gibi velanamet-i ırzını sıyanet (velanametinin ırzını korumak) hatırına gelmedi” şeklinde, Süleyman Peygamber ile peygamberin mührünü çalan dev efsanesine atıf yapan bir cümle vardı. “Bu zat acaba Hazreti Süleyman’ı Kanuna Süleyman zannetti, ‘mühür’ kelimesini ‘mihir’ okuyup hemen ilerisinde geçen ‘ırz’ sözünü de görünce bunlarla Hürrem Sultan arasında bir bağlantı mı kurdu?” diye düşündüm ama iddia sahibini tanıyan arkadaşlar, o zatın eski harflere Solakzade’yi okuyacak seviyede aşina olduğunu işitmediklerini söylediler.

Dolayısı ile, bu şekilde tuhaf bir iddiada bulunabilmek için geriye tek bir sebep kalıyor: “Gündeme geleyim de, nasıl olursa olsun” hevesi... Solakzade Tarihi de bu hevese alet ediliyor, hemen her tarih meraklısının kütüphanesinde varolan eser sanki hiç bulunmayacak, kimselerin ulaşamayacağı, nadirin de nadiri bir kitapmış gibi gösteriliyor ve atılan palavra bu kitaba dayandırılıyor...

Netice mi? İşte böyle rezil olmak!

Eski devirlerde idamın envaa çeşidi vardı, idamlık her suçun infaz şekli farklı olurdu ve büyük suç işlemiş olan din adamlarının idam biçimi de farklı idi: Kafaları dibekte ezilirdi.

 
Osmanlı İmparatorluğu’nda din adamlarının idam edilmemelerine mümkün olabildiğince itina gösterilmiş, hatta büyük suç işlediklerinde bile mallarına el konarak uzak diyarlara sürgün edilmeleri ile yetinilmiş ama sarayı ve idareyi çileden çıkartacak derecede işler yapmış olanlarının idamlarından başka çare kalmadığı zamanlarda, devreye “dibek” girmişti.

Büyük bir havanı andıran dibek mermerden yapılmıştı ve Topkapı Sarayı’nın avlusunda bulunurdu. Mahkum kafası aşağıya gelecek şekilde dibeğin içerisine sarkıtılır, celladlar ellerindeki irice mermer tokmaklarla dibeğin içerisindeki kafayı yavaş yavaş ezmeye ve kelleyi macun haline getirmeye başlarlardı...

Din adamlarının büyük acı veren böyle bir şekilde idam edilmelerinin sebebi, kanunu ve “günah” kavramını bildikleri halde gene de suç işlemekten çekinmemeleri ve dolayısı ile canlarını da büyük azap içerisinde alma ve otoritenin halka korku salma düşüncesi idi.

Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 20.01.2013

SAĞANAK YAĞIŞLA ORTAYA ÇIKTI

 

 

Çanakkale'nin Erenköy beldesindeki heyelan, Roma dönemine ait olduğu belirlenen 1800 yıllık tarihi duvarı gün yüzüne çıkardı.

 

Erenköy beldesi yakınındaki viyadüğün çevresinde aşırı yağışlar heyelana yol açtı. Heyelan sonrasında tarihi kalıntıların çıktığı bilgisi üzerine olay yerine giden Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Doğan Perinçek, alanda inceleme yaptı.

 

Viyadük yapılmadan önce kullanılan Çanakkale-İzmir karayolunun yamacındaki taş duvarın ortaya çıktığını fark eden Prof.Dr. Perinçek, Arkeolog Candan Kozanlı'ya durumu anlattı. Yapılan incelemelinin sonrasında taş duvarın, Roma dönemine ait istinat duvarı olduğu belirlendi.

 

Prof.Dr. Doğan Perinçek, gazetecilere yaptığı açıklamada, son iki gündür süren yağış nedeniyle killi toprağın suya doyduğunu ve yol kenarlarındaki yüksek eğimli yamaçlarda heyelan yarattığını söyledi.

 

Viyadüğün yakınındaki yamaçta yaşanan heyelanın bir duvar ortaya çıkardığını belirlediklerini anlatan Perinçek, "Bu istinat duvarının arkeolog Candan Kozanlı'dan gelen değerlendirme sonucu Roma dönemine ait olduğu saptadık. Çünkü bu yolun arkasında Ofrenion antik kenti yer alıyor.

Yine bu bölgedeki bir dere içinde de eski Roma Köprüsü var. Bu köprü ve duvarın çağdaş yapılar olduğu düşünülmektedir. Heyelanın ortaya çıkardığı duvarın da bu köprüyle ilgili olduğu kanısına vardık" dedi.

 

Perinçek, 1800 yıl önce inşa edilen istinat duvarının kademeli olarak yapılıp, yolun dışına doğru eğim verildiğini belirterek, şunları kaydetti: "Oysa geçtiğimiz günlerde Çanakkale-İzmir karayolunun Dümrek Köyü mevkisindeki duble yol çalışması kapsamında yapılan istinat duvarının 90 derece düşey yapıldığını ve bu yanlış uygulama sonucu yolda çatlamalar meydana geldiğine şahit olmuştuk. Günümüzde düşey bir istinat duvarı yapıyoruz. Oysa günümüzden 1800 yıl önce istinat duvarı yoldan dışa doğru eğimli olarak yapılmış. Bu istinat duvarı o dönemdeki mühendislikle ilgili çok güzel bir örnek. Ayrıca bir bakıma heyelana da teşekkür etmek lazım. Çünkü heyelan sayesinde istinat duvarını görme şansı bulduk."

Cnn Türk, 20.01.2013

"TERBİYECİ EN AZ 10 MİLYON DOLAR EDER"

 

 

Geçtiğimiz ay Türk resminin en önemli isimlerinden Osman Hamdi Bey'e ait 'Vazo Yerleştiren Kız' adlı eser rekor fiyatla satıldı. Antik A.Ş'nin düzenlediği müzayedeyle satışa çıkan 47x25 santimetre boyutlarındaki tabloya 3 milyon 280 bin lira ödendi. Bu rakam ünlü ressamın sekiz yıl önce satılan ünlü eseri Kaplumbağa Terbiyecisi'ni hatırlattı. 222x122 boyutlarındaki dünyaca ünlü bu tablo da 5 milyon liraya alıcı bulmuştu. İktisat Bankası Koleksiyonu'nda yer alan ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından satışa çıkarılan tabloyu Sunaİnan Kıraç Vakfı'nın kurduğu Pera Müzesi evine götürmüştü. Pera Müzesi'nde sergilenen Kaplumbağa Terbiyecisi, o dönemde her gün binlerce sanatseverin mekana akın etmesine neden olmuştu.

DEĞERİ İKİYE KATLANDI
Pera Müzesi Müdürü Özalp Birol tablonun değerinin bugün ikiye katlanarak en az 10 milyon dolar olduğunu söylüyor. Tablonun stratejik bir yatırım olduğunun altını çizen Birol, "Bu yatırım sayesinde müze daha açılmadan gündemdeydi. Açılış öncesinde tabloyu almıştık. Hem resim değer kazandı hem de kurum. Günde bin 500 kişi sırf bu resmi görmek için geliyordu. Şimdi de ünü yurtdışına yayıldı. Turistler Pera Müzesi'ne uğrayıp tabloyu görmeden gitmiyor. Bu yüzden tabloya 'Pera Müzesi'nin Mona Lisa'sı" demek yanlış olmaz" diyor.

1 MİLYON DOLARLIK PORTRE
12 milyon lira bütçeli Suna-İnan Kıraç Vakfı'na ait 3 büyük koleksiyon var: 10 bin parçalı Anadolu ağırlıkları ve ölçüleri koleksiyonu, 800 parçalı Kütahya çini ve seramikleri koleksiyonu ve Osmanlı eksenli oryantalist resim koleksiyonu. Özalp Birol, "En son değeri 1 milyon doların üzerinde olan Yusuf Agah Efendi'nin portresini aldık" diyor.

'SUNA İSTEDİ, ALIN'
Kaplumbağa Terbiyecisi'nin müzeye kazandırılmasında Özalp Birol'un da rolü var. Bu tür yatırımlarda son kararı her zaman vakfın kurucularının verdiğini söyleyen Birol, süreci şöyle anlatıyor: "Yönetim kurulu olarak tablonun alınmasını istedik. İnan Bey, 'Suna bu resmi istiyor, alacaksınız' talimatını verdi. Müzayede 3.5 milyon dolara gelince durduk. Ama bizim oldu. Bu yatırımın kredisini Suna-İnan Kıraç'a vermek lazım."

Diğer müzeleri nasıl buluyor?

Koç Müzesi: Rahmi Koç Müzesi, sanayi konseptiyle baktığımızda türünün yegane temsilcisi. Üstelik çok başarılı. Yeri son derece avantajlı. Haliç'in kıyısında ve ana artere paralel bir konumu var.

Sabancı Müzesi: Kültür-sanat dünyasına nitelikli katkıları olan, uluslararası sergi projeleriyle dikkat çeken bir müze. Son yıllarda vakıf koleksiyonlarına da odaklandı. Deneyimli bir müzeci tarafından yönetiliyor. Konumu da çok avantajlı.

İstanbul Modern Müzesi: İsmiyle müsemma bir yer. İstanbul'daki tüm güncel sanat etkinliklerine ışık tutmayı hedefleyen, hatta paralel organizasyonlar yapan bir müze. Modernden güncele geçiş dönemlerine de ev sahipliği yapıyor.

Pera Müzesi: Eklektik diyebileceğimiz bir yapıya sahip. Her katında ayrı bir keyif bulabilirsiniz. Sabancı ve İstanbul Modern'e kıyasla daha küçük bir alana kurulu olsa da hoş koleksiyonlara sahip. Çok stratejik sergilere de imza atıyor.

Sadberk Hanım Müzesi: Çok güzel bir binada. Koleksiyonları da son derece iyi. Tek sıkıntısı yoğun yaya trafiğinin ortasında konumlanmış. Sarıyer'e müze gezmeye gitmek çok da kolay değil. Aynı binayı ışınlayıp Beyoğlu'na koysanız ziyaretçi sayısı 10 katına çıkar.

Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 20.01.2013

UNESCO'YA ADAY TARİHİ KALEDE DUVAR YAZILARI SİLİNİYOR

 

     

 

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girebilmek için başvuru yapılan Alanya Kalesi'nde duvarlara yazılan çeşitli yazıların silinmesi için bir proje kapsamında çalışma başlatıldı.


Alanya Belediyesi ve Alanya Müze Müdürlüğü, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girmeye hazırlanan Alanya Kalesi'nde tarihi yapılara yazılan duvar yazılarının silinmesi amacıyla çalışma başlattı. Tarihi yapıdaki yazıların silinmesi için Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü Başkanı Doç.Dr. Bekir Eskici'nin raporu doğrultusunda çalışma yürütülüyor.

 

Alanya Müze Müdürü Seher Türkmen, yaptığı açıklamada, duvar yazılarının tarihi yapılara büyük zarar verdiğini vurgulayarak, Alanya Kalesi'nin hem doğası ve barındırdığı Anadolu Selçuklu anıt yapılarıyla hem içinde yaşayanlarla önemli bir değer olduğunu söyledi.

Kalenin içindeki mahallede insanların yaşadığını, turistlerin geldiğini, dolayısıyla yoğun bir insan trafiği olduğunu dile getiren Türkmen, “İnsanlarda bir alışkanlık var. Duvarlara, ağaçlara yazı yazmak gibi. Tarihi duvarlara yazılan aşklar, aşkı ölümsüzleştirmiyor. Ama böyle bir gelenek var. Bu gelenek tarihi duvarlara yazıldığında büyük tahribat oluşturuyor” dedi.





Duvarlardaki yazıların silinmesi için ilk çalışmanın Selçuklu dönemine ait süslemelerde yapıldığını bildiren Türkmen, “Alanya Kalesi'nin görselliğini yükselten Selçuklu dönemi eserlerindeki duvar yazıları hem alttaki tabakayı hem de görüntüyü bozuyor. Açıkçası tahribat yapıyor. Bu değerli süslemelere yazı yazılmamasını rica ediyoruz” diye konuştu.

Türkmen, Alanya Kalesi'nin büyük bir alanı kapladığı için kontrolünün zor olduğunu ifade ederek, çözümün bilinçlenmeden geçtiğini söyledi. Herkese görev düştüğünün altını çizen Türkmen, “Duvara yazanlar ihbar edilmeli, uyarılmalı ki bunun önüne geçelim. Değerlere sahip çıkmak adına duyarlı olmak gerekiyor” dedi.

Duvar yazılarının 2 dakikada yazıldığını, ancak silinmesinin meşakkatli ve masraflı olduğuna, orijinal boya ve yazıların büyük zarar gördüğüne dikkati çeken Türkmen, tarihi ve kültürel yapılara zarar verenlere yaptırım uygulamak gerektiğini kaydetti.

Türkmen, bu tarz uygulamaları önlemek için kaleye uyarı levhaları yerleştirileceğini belirtti.
“Bugün siliyoruz, yarın bir bakıyorsunuz yine isim yazılmış”.

Alanya Belediyesi Kültür Müdürü Nimet Hacıkura ise Alanya Kalesi'nde duvarlara yazılan yazıların silinmesi için ilk etap çalışmaya başladıklarını söyledi.





Tarihi yapılara sonradan yazılmış yazıların silinmesi için Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Bekir Eskici'nin raporu doğrultusunda çalışma yürütüldüğünü anlatan Hacıkura, şunları kaydetti:
“Sur duvarlarına sonradan yazılmış yazıların silinmesi için konservasyon raporu hazırladılar. Bu kapsamda sonradan yazılmış tüm yazıların silinmesi için etap etap neler yapılması gerektiği, hangi tekniklerin kullanılacağı belirlendi. Kalede çalışmalara başladık. İlk etap çalışma Kale Kapısı'nda yapıldı. Buradaki yazılar silindi. Etap etap tarihi eserlere yazılmış tüm yazıların silinmesi için çalışacağız.”

Hacıkura, alınan önlemlere rağmen tarihi duvarlara yazı yazılmaya devam edildiğini dile getirerek, “Bugün siliyoruz, yarın bir bakıyorsunuz yine isim yazılmış. Oysa kültür varlıklarına, yapıya tahribat veriliyor. Bunu önlemek için güvenlik kamerası çalışması da yapıyoruz. Böylece kaleyi 24 saat güvenlikli bir hale getireceğiz” diye konuştu.

 

Alanya Kalesi
Alanya Kalesi, ilçe merkezinde Toros Dağları'nın Akdeniz'e doğru uzandığı bir yarımada üzerinde, deniz seviyesinden 250 metre yükseklikte bulunuyor. Kalenin tarihi yaklaşık 2 bin yıl öncesine dayanıyor. Kalede Helenistlik, Roma, Selçuklu beylikleri, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminin izlerine rastlanabiliyor.

Alanya Kalesi'nin Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alabilmesi için düzenleme çalışmaları yapılmasının ardından müze müdürlüğünce 31 Ocak 2012'de dosya ilgili kurumlara sunuldu. Dosyada belirtilen unsurların var olup olmadığının tespiti için UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi'nden bir heyet geçtiğimiz aylarda Alanya'ya gelerek inceleme yaptı. İnceleme sonucunda hazırlanacak rapor, Dünya Kültür Miras Komitesi toplantısında değerlendirilecek.

Radikal, 19.01.2013

PAŞALİMANI UN FABRİKASI SİNPAŞ'IN

 

 

Osmanlı padişahı III. Selim'in yaptırdığı Paşalimanı Un Fabrikası, 15.5 milyon euroluk bir operasyonla sessiz sedasız satıldı. Fabrika, "Tekel depoları" adıyla bilinen ve şu anda İstanbul Devlet Tiyatroları tarafından kullanılan binanın tam yanında yer alıyor. 10 bin metrekarelik arsa içindeki binanın kapalı alanı 5 bin metrekareyi buluyor. Fabrika tekstil sektörünün duayenlerinden Akın Tekstil'in sahibi Nuri Akın ve ortaklarına ait İnterser Dış Ticaret Servis ve Turizm İşletmeleri Anonim Şirketi'ne kayıtlıydı. Akın ve ortakları, fabrikanın satışını şirket devri şeklinde gerçekleştirdi. Böylece Paşalimanı Un Fabrikası'nın yeni sahipleri Avni, Ömer Faruk ve Ahmet Çelik kardeşler oldu.

Bosforce Yönetici Ortağı Ulvi Özcan, fabrika için iki yılda üç müşteriyle görüştüklerini anlattı. Özcan, "En son Eskidji'den Arzu Acar ile tanınmış bir turizmci görüştü ve anlaştı. Ancak dosya inceleme sürecindeyken Sinpaş'a satıp bize de telefonla bilgi verdiler. Boğaz'da nadir yerlerden biri. Bildiğim kadarıyla arka parsel de Sinpaş'a ait" dedi.

Büyükada ve Cibali Değirmeni'yle birlikte Osmanlı'nın ilk üç sanayi tesisinden biri olarak kabul edilen Paşalimanı Un Fabrikası'nın yeni sahibi Çelik ailesi oldu. Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı Avni Çelik'in yaptığı Sinpaş'ın bölgede 33 bin 168 metrekarelik arazisi bulunuyor.

Sabah, Haber: Seda Tabak 19.01.2013

SİNAGOG YERİNE TİCARİ İMARA VİZE ÇIKMADI

 

 

İstanbul Bakırköy'de sinagogun yer aldığı araziye ticaret merkezi yapılmasına, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nden vize çıkmadı. 1964'te Beyoğlu Musevi Hahamhanesi mülkiyetine geçen Zeytinlik Mahallesi 2 ada parselde yer alan arazide ticaret merkezi inşa edilmesi amacıyla başvuru yapılmıştı.

İmar planında kültürel tesis alanı olarak görünen arsanın ticaret alanına dönüştürülerek ekonomik olarak değerlendirilmesi amacıyla yapılan başvuruyla ilgili Şehir Planlama Müdürlüğü'nden görüş istendi. İmar ve Bayındırlık Komisyonu'na verilen görüş yazısında, kültürel tesis alanında yer alan arsanın ticaret alanına dönüştürülmesi durumunda sosyal donatı alanının azalacağı ifade edildi.

 

Hali hazırda arsa üzerinde sinagog bulunduğuna dikkati çeken müdürlük, değişikliğin yapılmaması gerektiğini belirtti. Beyoğlu Musevi Hahamhanesi, Bakırköy'ün merkezinde 459 metrekare büyüklüğündeki arsadaki imar değişikliğini, ekonomik gelir elde etmek için talep ediyordu. Ancak Büyükşehir Belediye İmar Komisyonu, talebin reddedilmesine karar verdi.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 19.01.2013

TAKSİM PLATFORMU GELİŞMEYE ÜMİTLE BAKIYOR

 

Topçu Kışlası projesi, İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından yapılan incelemeler sonucunda uygun bulunmayarak, oy birliği ile reddedildi. Taksim Platformu da konuyla ilgili bir açıklama yaptı.
 

Açıklama aşağıdaki gibidir:

 

"Taksim Platformu gelişmeye ümitle bakıyor ve sürecin takipçisi olmaya devam ediyor!

Gezi Parkı'nı yok eden Topçu Kışlası projesi, II Numaralı Koruma Kurulu tarafından oybirliğiyle reddedildi. Kararın dağıtımı bugün yapılıyor.

 

Bir yılı aşkın süredir çalışan Taksim Platformu, 5 tünelin tek tünele indirilmesi ile ilgili kurul kararı ve Topçu Kışlası'nı reddeden kararı umutla karşılıyor. Platform, karar uygulama süreçlerinin takipçisi olmaya devam edecek. Kararın, projeyi isteyenler ve istemeyenler arasında, yeni bir kutuplaşmaya meydan verilmeksizin, birlikte tartışılmasını bekliyoruz.

TAKSİM HEPİMİZİN!
info@ taksimplatformu.org"

Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 18.01.2013



******


KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI'NDAN AÇIKLAMA: "TOPÇU KIŞLASI PROJESİNİN OY BİRLİĞİ İLE REDDEDİLDİĞİ ŞEKLİNDEKİ HABERLER GERÇEKLERİ YANSITMIYOR"

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Taksim Topçu Kışlası ile ilgili açıklaması...

"Taksim Topçu Kışlası Restitüsyon ve Yeni Kullanım Projesi ile ilgili olarak basında 'İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun Gezi Parkı'nın yerine Topçu Kışlası'nın yeniden yapılmasıyla ilgili projeyi uygun bulmayarak oybirliğiyle reddettiği' şeklinde haberler yer almaktadır.

 

'Projenin oybirliğiyle reddedildiği' şeklindeki haberler gerçekleri yansıtmamaktadır.

 

İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 11.12.2012 tarihinde almış olduğu kararla 'projede yapının özgün mimarisini oluşturan iç mekan kurgusu, süsleme özellikleri ve elemanları, yapının yapım dönemleri, yapılan müdahaleler ve önceki dönemlerine ait izlerle ilgili bilgi ve belgelerin eksik olması nedeniyle Taksim Gezi Parkı'nı dikkate alacak şekilde Cumhuriyet Caddesi'ne cepheli kesiminde, meydan ve çevresi ile işlevsel olarak uyum sağlayan alternatif tasarım önerilerinin hazırlanarak Taksim Gezi Parkı ve Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi ile bütüncül olarak ele alınan Kentsel Tasarım Projesinin birlikte iletilmesi halinde konunun değerlendirilmesine' hükmetmiştir.

 

Taksim Meydanı Kentsel Tasarım ve Topçu Kışlası Restitüsyon ve Yeni Kullanım Projeleri yukarıda bahsedilen hususlar doğrultusunda hazırlandıktan sonra koruma bölge kurulunda yeniden değerlendirilecektir.

 

Kamuoyunun dikkatine saygı ile sunulur."

Arkitera, Haber: Emine Merdim Yılmaz, 18.01.2013



******


KORUMA KURULU İÇİN TOPÇU KIŞLASI REHBERİ

 

 

İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu, Taksim'deki Gezi Parkı'nın yerine yapılması planlanan Topçu Kışlası'na "özgün mimarisi"ne dair yeterli bilgi bulunmadığı gerekçesiyle onay vermedi. Ancak Ermeni asıllı tarihçi Pars Tuğlacı'nın 22 yıl önce yazdığı "Osmanlı mimarisinde Balyan Ailesi'nin rolü" adlı kitapta, binanın özel fotoğrafları yer alıyor. İşte o kitaptan Topçu Kışlası'nın tarihi:

Taksim Topçu Kışlası 1780'de Osmanlı Padişahı III. Selim zamanında Tophane Müşiri Halil Paşa tarafından yaptırıldı. 1794'te büyük bir yangınla yerle bir olan kışlanın yeniden inşası için dönemin önde gelen mimarlarından Kirkor Balyan görevlendirildi 1806'da bitirilen, Hint ve Rus mimarilerinden esinlenilen binanın ortası dev bir talim alanı olarak düzenlendi. Dikdörtgen şeklinde binalardan oluşan kışlaya, 11 topçu taburu yerleştirildi. Aradan geçen yıllar, çıkan yangınlar kışlada tahribata neden olurken, birçok kez restore edildi. Kışla, tarihe 31 Mart İsyanı olarak geçen olayın da merkeziydi. İsyandan sonra askeri olmayan amaçlar için kullanılan kışla 1940'ta belediye tarafından yıktırıldı.

Öte yandan, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Koruma Kurulu'nun, Gezi Parkı'na Topçu Kışlası'nın yeniden yapılmasıyla ilgili projeyi uygun bulmayarak oy birliğiyle reddettiği yönündeki haberleri yalanladı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise kurulun, projeyi reddettiği yönündeki haberlere ilişkin, "Bu eserin dışında başka bir yapının oraya yapılması koruma mevzuatına göre şu anda mümkün değil ama yeniden yapılanma için şu anda eldeki bilgi ve belgeler de kurulun kararına göre yeterli bulunmadı. Bölgedeki yapılaşmayla uyumlu bir proje geliştirilirse yeniden değerlendirecek'' bilgisini verdi.

Türkiye'nin ilk futbol sahası kışlanın ortasındaki arsaya kuruldu. Türkiye bu çamur sahada, 29 Ekim 1923'te ilk milli maçını Romanya ile oynadı ve 2-2 berabere kaldı. Dünyada uçuş denemeleri yapan Fransız mühendis-pilot Louis Bleriot, 1910'da uçağıyla kışladan havalandı. Ancak rüzgarlı bir havada kalkan uçak kontrolü kaybederek yakınlardaki bir evin çatısına düştü. Bleriot kazayı kaburga kırıkları ve iç organlarında hasarla atlattı.

Sabah, Haber: Bilge Eser, 19.01.2013

 

******


KARAR DOĞRU, İBB İTİRAZ ETMEMELİ

 

Topçu Kışlası'na konulan engele tam destek... 'Koruma Kurulu kararı doğru' diyen uzmanlar: İstanbul Büyükşehir Belediyesi karara sahip çıkmalı.

 

Taksim Meydanı'nın yayalara açılmasını öngören 'Yayalaştırma Projesi'yle ilgili polemik sürüyor. Proje kapsamında 'kültür ve sanat merkezi' şeklinde yeniden yapılması planlanan Topçu Kışlası'na 2 No'lu Koruma Kurulu'ndan onay çıkmamasına uzmanlar destek verdi...


- Eyüp Muhçu (Mimarlar Odası Genel Başkanı): Taksim Meydanı Gezi Parkı'yla bütün. Parkın yok edilerek yerine Topçu Kışlası'nın yapılması hukuken mümkün değildi. Projenin tarafı olan kuruluşlar, kurul kararına sahip çıkıp baskı yapmaktan vazgeçmeliler. Kadir Topbaş da kurul kararına ve Gezi Parkı'na sahip çıkacağını açıklamalı.  
- Cemal Gökçe (İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı): Kurul kararı doğru. Kayıtlarda yeterli bilgisi olmayan bu kışlanın tekrar yapılması doğru değildi. Orijinal şekline sahip olma şansı yok. İBB, üst kurula itiraz edebilir veya Anıtlar Yüksek Kurulu'na gidebilir. Sonuç alınmazsa mahkemeye taşınabilir. Umarım böyle olmaz. 
- Prof.Dr. Mete Tapan (2 No'lu Koruma Kurulu eski Başkanı): Başından beri herkesin söylediği buydu. Ben de projeye karşıydım. Taksim Meydanı ile Gezi Parkı bütündür. Proje bu bütünü kapsamalıydı. İBB karara itiraz etmeden bir proje hazırlayarak başvuru yapacaktır. Bu da tüm meydanı kapsayan ulusal bir mimarı yarışmasıyla yapılmalı.

İBB Meclisi'nin bir grup CHP'li üyesi, Anıtlar Kurulu'na dilekçe yazarak kışla projesine itiraz etmişti. Bu konuda yeni bir öneri getiren CHP'li üyeler şunları kaydetti: Topçu Kışlası'nın benzeri mutlaka yapılmak isteniyorsa en uygun yer Kasımpaşa'daki Recep Tayyip Erdoğan Stadyumu'nun alanıdır.

Akşam, Haber: Ercan Öztürk, 19.01.2013

10 ASIRDA 4 KEZ CAMİ 4 KEZ KİLİSE OLDU

 

 

Kars'ta 937 yılında 12 Havariler adına yaptırılan kilise, ayakta durduğu bin 76 yılda 4 kez cami 4 kez de kilise olarak kullanıldı.

Kars Kültür ve Turizm Müdürü Hakan Doğanay, Bargatlı Krallığı tarafından 12 Havariler adına yaptırılan Havariler Kilise'nin günümüzde Kümbet Camisi olarak kullanıldığını söyledi.

Bargatlı Krallığı'nın bu tarihler arasında Kars'ı başkent yaptığını ifade eden Doğanay, “Bu kilise 1064 yılında Selçuklu Devleti'nin Anadolu 'yu fethetmesinden sonra Selçuklu Sultanı Melikşah tarafından camiye çevriliyor. Anadolu'da fethedilen yerlerde bulunan yapıların en büyüğü camiye çevrilirdi” dedi.

Doğanay, Selçukluların esere Kümbet Camii adını verdiğini anımsatarak, şunları kaydetti:
“1064 yılında Selçuklular burayı terk ettikten sonra eser tekrar kiliseye çevriliyor. Belli bir zaman geçtikten sonra Osmanlılar Kars'a hakim oluyor. 1579'da Lala Mustafapaşa Kars'ı yeniden imara geldiğinde yeniden camiye dönüştürülerek ibadete açılıyor. Burası camiye çevrildikten sonra 1877-1879 Osmanlı-Rus savaşında Kars 40 yıl Rus esareti altında kaldı. Ruslar döneminde burası Ortodoks Kilisesi oluyor ve 1890 yılında yanına çan kulesi yapılıyor.”

Doğanay, Rusların Kars'ı hakimiyeti sırasında yapılan çan kulesinin ise 1918 yıkıldığını belirtti.

Kars'ın yeniden Osmanlı hakimiyetine girdiğini anlatan Doğanay, bu tarihte yapının camiye çevrildiğini ifade etti. 1919 yılından sonra Kars'ın 2 yıl Ermenilerin esareti altında kaldığını belirten Doğanay, şunları kaydetti:
“1919 ve 1921 yılları arasında cami Ermeniler tarafından tekrar kiliseye çevriliyor. Cumhuriyet dönemine yaklaştıktan sonra Kars 30 Ekim 1924'te kurtuluyor ve Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katılıyor. Kilise sonra da camiye çevriliyor. Yani 4 dönem boyunca kilise-cami olarak kullanılıyor. Burası 1970-1990 yılları arasında Kars Etnografya Müzesi olarak kullanılıyor. Daha sonra müzeye fiziki alan olarak yetersiz kalan yapı 9 yıl kadar kendi kaderine terk ediliyor. Burası 1999 yılında da Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün emrine geçiyor. Vakıflar Bölge Müdürlüğü eseri restore ediyor ve cami olarak kullanılmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı'nın emrine tahsis ediyor. Yapı şu anda cami olarak kullanılıyor.”

Radikal, 18.01.2013

ANTİK HAMAMIN 2. KATI DA BULUNDU

 

Antik Smyrna Kazı Başkanı Yard. Doç.Dr. Akın Ersoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Antik Smyrna'nın kent merkezinde kamu yapıları bulunduğunu, bu yapılardan birinin de bin metrekarelik alana sahip hamam olduğunu belirtti.

Antik kaynakların İzmir'de çok sayıda hamamın varlığına işaret ettiğini dile getiren Ersoy, ''Kaynaklarda adı geçen hamamlardan birine, belki de ilkine rastladık. Bu hamamın en önemli özelliklerinden biri alttaki galerileri. Üstteki hamamda sıcaklık, soğukluk gibi kısımlar var, alttaki galerilerin de depo ve yaşam alanı olarak kullanıldığını tahmin ediyoruz. 2 katlı hamam yapısı bugüne kadar başka yerde tespit edilebilmiş değil'' dedi. 

Star Gündem, 17.01.2013

ANTİK KENTLERDEKİ ŞEHİRCİLİK GÜNÜMÜZ KENTLERİNE ÖRNEK OLUYOR

 

Yalvaç İlçesi'ndeki Pisidia Antiocheia antik kentinde uygulanan, birbirini dik kesen ve karmaşıklıktan uzak bir yapılaşma sistemi olan Hippodamik kent planının bugün Avrupa'daki çoğu kentte uygulandığı bildirildi.

 

Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Antiocheia Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Pisidia Antiocheia antik kentinin, antik dönemdeki en büyük kentlerden biri olduğunu söyledi.

 

Antik çağda kentin kurulacağı yerin düşman saldırılarına karşı tepede bulunması, hayvancılık ve tarım alanları, su kaynakları ve kentin poyraz rüzgarı alıp almamasına göre belirlendiğini anlatan Özhanlı, Pisidia Antiocheia antik kentinin bu gerekliliklerinin hepsini barındırdığını vurguladı.

Kentin batıya bakan bir yamaç üzerine kurulduğunu bildiren Özhanlı, birbirini dik kesen kuzey-güney ve doğu-batı doğrultusunda iki ana caddede kurulu antik kentte Hippodamik kent planının uygulandığını ifade etti.

 

Kentin su ihtiyacının karşılanması amacıyla su kemerlerinin kurulduğuna değinen Özhanlı, "Kent, İstanbul gibi yedi tepe üzerine kurulu. En yüksek tepeye kentin en büyük tanrısının tapınağı inşa edilmiş. Kentin ana caddeleri kuzey-güney ve doğu-batı yönünde kesişiyor. Diğer bütün sokaklar bu caddelerle birleşmektedir. Kamusal binalar da bu caddelerin belirli noktalarına kurulmuş durumda" dedi.

 

Özhanlı, yaptıkları kazılarda kentteki bütün sokakların altında 2 metre derinliğinde bir kanalizasyon sistemi bulduklarına dikkati çekerek, şunları söyledi:

"Bu kanalizasyon ağı, ana caddelerle birlikte bütün yan sokaklarda da bulunuyor. Bütün sular ana kanalizasyonda birleşip kentin dışına taşınıyor. Yağmur yağdığında Pisidia Antiocheia'da ayağınızın ıslanma imkanı yok. Çünkü bütün sokakların tabanı yaklaşık 1,5 metre yüksekliğinde taşlarla döşeli. Yanlarda kaldırımlar var. Teraslanmış yapıda hiçbir bina, diğerinin ışığını kesmiyor. Kentteki dükkanların hepsi aynı büyüklükte, yani tam bir demokrasi uygulanmış. O çağda buraya gelinmiş olsaydı, dantel gibi işlenmiş bir kent dokusuyla karşılaşırdınız."

 

Kentte yaptıkları kazılarda Hippodamik kent planının çok iyi şekilde uygulandığını gördüklerini dile getiren Özhanlı, "Antik kentte 15 bin kişilik bir stadyum var. Antik dönemde bir yerin kent olabilmesi için o yerde tapınak, meclis binası, kamusal binaların olması gerekiyordu. 6 bin kişilik tiyatrosu var. Bunlar açılmış olanlar. Kentin sadece yüzde 5'i kazılmış durumda" diye konuştu.

 

Doç.Dr. Özhanlı, Türkiye'nin bazı kentlerde zaman zaman su baskınları yaşandığını kaydederek, şöyle dedi:

"Eğer ülkemizde iyi şehircilik planı uygunlanması gerekiyorsa, antik kentlerin bilinmesi yeterli olacaktır. Bugün Yalvaç İlçesinin kurulduğu alan, o dönemde antik kentin tarım arazisiydi. Isparta ve Türkiye'deki birçok şehir de maalesef tarım arazileri üzerine kuruldu. Bugün, antik dönemde bir kent yapılırken gösterilen hassasiyetin hiç dikkate alınmadığını görmekteyiz. Bu da bize sahip olduğumuz değerleri yeterince tanımadığımızı göstermektedir."

 

"Hippodamik kent planı Avrupa ve Amerika'nın bütün kentlerinde uygulanıyor" diyen Özhanlı, "Türkiye'de bu kent planı uygulanmıyor. Ancak uygulanabilir. TOKİ'nin kentsel dönüşüm kapsamında yaptığı düzenlemelerde Hippodamik plan uygulanabilir. Süleyman Demirel Üniversitesi olarak yürüttüğümüz kazıların Türkiye'nin gelecek 10 yılına çok büyük katkıları olacağını, geleceğin kentleşmesinde, şehrin kültürel değerlerine etki yapacağına inanıyoruz" diye konuşu.

 

-Hippodamik kent planı-

MÖ 5. yüzyılda birbirlerini dik kesen sokak ve caddelerin oluşturduğu eşit parsellerden meydana gelen kent modeli, ilk olarak ünlü mimar Hippodamos tarafından Anadolu'da Ionia kenti olan Miletos'da uygulanmıştı. İlk uygulayan kişinin adıyla anılan Hippodamik kent planı, daha sonra Priene gibi bölgedeki diğer kentlerde de uygulanmış, Hellenistik ve Roma döneminde ise geliştirilerek tüm Akdeniz dünyasında uygulanan bir kent modeli olmuştu.

 

Hippodamik kent planında şehir, yapılaşma karmaşasından uzak oluyor. Tüm kamusal binalar herkesin kolayca ulaşabilmesi için kentin ortasında yer alıyor. Caddelerin birbirini dik olarak kestiği kent yapısında kanalizasyon hatları da iyi ayarlandığı için su baskınları pek fazla görülmüyor.

haberler.com, Haber: Murat Yolcu, 16.01.2013


13 - 19 Ocak 2013

KORUMA KURULU, TAKSİM TOPÇU KIŞLASI PROJESİNİ REDDETTİ!





Taksim’e Topçu Kışlası’nın yapılması öngörülen proje Koruma Kurulu tarafından reddedildi. Koruma Kurulu’nun bugün açıkladığı kararda projenin bölge için uygun olmadığı belirtilerek yeni projenin hazırlanması gerektiği ifade edildi.

Taksim Gezi Parkı’nın yağmalanarak Topçu Kışlası’nın yeniden inşa edilmesiyle ilgili AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yürüttüğü proje hakkında Koruma Kurulu’ndan ret kararı çıktı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı İstanbul 2 No.lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu proje hakkında bugün açıkladığı kararında projenin uygun olmadığını belirtti. Kurul, yeni bir projenin değerlendirilebileceğine karar verdi.

İstanbul 2 no.lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun açıkladığı karar şu şekilde:

“Yapının özgün mimarisini oluşturan iç mekan kurgusu, süsleme özellikleri ve elemanları, yapının yapım dönemleri, yapılan müdahaleler ve önceki dönemlere ait izlerle ilgili bilgi ve belgelerin bulunmadığı anlaşılmıştır, bu aşamalar incelendiğinde ve kent tarihi açısından değerlendirildiğinde alana ilişkin kurulumuza sunulan restitüsyon projesinin uygun olmadığına;

Gezi Parkı’nı dikkate alacak şekilde Cumhuriyet Caddesi’ne cepheli kesiminde meydan ve çevresiyle işlevsel olarak uyum sağlayan alternatif tasarım önerilerinin hazırlanarak Taksim Gezi Parkı ve Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesiyle bütüncül olarak ele alınan kentsel tasarım projesinin birlikte kurulumuza iletilmesi halinde konunun değerlendirilebileceğine karar verildi.”

Taksim Topçu Kışlası projesi nedir? İstanbul Büyükşehir Belediyesi adına projeyi hazırlayan mimar Halil Onur’un hazırladığı tasarıya göre, tarihi kışlanın yeni halinin yapılması öngörüldü.

Kışlanın ortasında buz pistinin de yapılması hedeflenen projeyle Gezi Parkı tamamen ortadan kaldırılıyor. Kışlanın içerisinde kafeterya, kitapçı, sanat galerisi ve sergi alanı da yapılması hedefleniyordu. Ancak bu projeye Koruma Kurulu’nun kararı beklenmeden Gezi Parkı’nın ağaçları kesilmiş, parkta bulunan 15 yıllık çay bahçeleri kapatılmıştı.

Taksim Dayanışması ise projenin durdurulması için Aralık ayında 50 bine yakın imza toplayarak Koruma Kurulu’na teslim etmişti.

soL Haber Merkezi, 18.01.2013



******


KIŞLAYA ONAY YOK!

 

 

Gezi Parkı’nın yerine yapılması planlanan Topçu Kışlası projesi, II Numaralı Koruma Kurulu tarafından reddedildi. Dün dağıtıma giren kararda, Mimar Halil Onur’un hazırladığı projenin 1800’lerde yapılan Topçu Kışlası’nın ‘özgün mimarisi’ne dair yeterli bilgi ve belge içermediği belirtiliyor. Koruma Kurulu’na Kültür Bakanlığı tarafından atanan 7 üye kışla projesine ret oyu verdi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Beyoğlu Belediyesi’nin temsilcileri ise kışlanın uygun olduğu yönünde oy kullandı. Kararda Taksim Gezi Parkı’nı “dikkate alarak” hazırlanacak, meydan ve çevresi ile “uyum sağlayan” alternatif tasarım önerilerinin değerlendirilebileceği yazılı.

Projenin mimarı Halil Onur, Radikal ’e yaptığı açıklamada “Elbette projede yeterli bilgi ve belge vardı ama karar kurulun takdiridir” dedi. Onur, yeni bir proje hazırlanıp hazırlanmayacağına ise İBB’nin karar vereceğini belirtti.

GEZİ PARKI'NI DİKKATE ALMALI
Kararın tam metni şöyle: “Yapının özgün mimarisini oluşturan iç mekan kurgusu, süsleme özellikleri ve elemanları, yapının yapım dönemleri, yapılan müdahaleler ve önceki dönemlerine ait izlerle ilgili bilgi ve belgelerin bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu aşamalar incelendiğinde ve kent tarihi açısından değerlendirildiğinde, alana ilişkin kurulumuza sunulan restitüsyon projesinin uygun olmadığına; Taksim Gezi Parkı’nı dikkate alacak şekilde, Cumhuriyet Caddesi’ne cepheli kesiminde, meydan ve çevresi ile işlevsel olarak uyum sağlayan alternatif tasarım önerilerinin hazırlanarak, Taksim Gezi Parkı ve Taksim Meydanı yayalaştırma projesi ile bütüncül olarak ele alınan kentsel tasarım projesinin birlikte kurula iletilmesi halinde konunun değerlendirilebileceğine karar verildi.”

 

Kurul kararında Gezi Parkı'na atfen "Günümüzde 60-70 yıllık kullanım değeri ile tarihe belgelik eden bir nitelik kazanmış" ve "İstanbulluların kolektif belleğinde yer etmiş" ifadeleri kullanıldı.

Gezi Parkı’nın korunması için bir yıldır mücadele eden Taksim Platformu üyeleri, kurul kararını umutla karşıladıklarını ve sürecin takipçisi olmaya devam edeceklerini söyledi. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da kışlanın yapılmasını istemediğini söylemiş, “İstanbul’da aradığımız şey yeşil alan. Yeşili yok etmek pahasına o yapıdan kültür merkezi çıkmaz” demişti.

Topçu Kışlası’na kuruldan onay çıkmamasına rağmen geçtiğimiz aylarda Gezi Parkı’nın bütün kiracılarına dükkanları boşaltmaları için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden uyarılar yollanmış, buna gerekçe olarak da ‘Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi’ gösterilmişti. Parkın içine altgeçit inşaatı için bir de şantiye kuruldu.

BUZ PİSTİ DE VARDI
Radikal kasım ayında Kışla projesinin detaylarını ‘Gezi Parkı buz kesti’ başlığıyla haberleştirmişti. Projeye göre, Gezi Parkı’nı çepeçevre kaplayacak kışlanın yüksekliği 5 katlı, kulelerin yüksekliği ise 10 katlı bir apartmana denk geliyor. Kışlanın zemin katı lokanta, cafe ve ‘kitap satış’ dükkanları; üst katı ise ‘müze’ olarak planlanmıştı. Projede kışlanın ortasında bir de buz pisti görülüyordu.

Radikal, Haber: Elif İnce, 17.01.2013

BURHAN DOĞANÇAY'I KAYBETTİK!

 

 

Türkiye'nin en önemli ressamlarından Burhan Doğançay 84 yaşında tedavi gördüğü Amerikan Hastanesi’nde bu sabah hayatını kaybetti.

Burhan Doğançay, Cuma günü Teşvikiye Camii’nde öğle namazını müteakip kılınacak cenaze namazının ardından kendi vasiyeti üzerine Cumartesi günü Bodrum Turgutreis’te bulunan Karabağ Mezarlığı’nda defnedilecek.

 

Doğançay yaşayan en pahalı Türk ressam olarak kabul ediliyordu.

 

BURHAN DOĞANÇAY KİMDİR?
1929 yılında dünyaya gelen sanatçı, sanat eğitimini ilk olarak babasından ve tanınmış ressam Arif Kaptan’dan aldı.

Babasının teşvikiyle başlayan resim çalışmaları, Ankara Üniversitesi’nde aldığı hukuk eğitiminin ve 1955’te Paris’te bitirdiği ekonomi doktorasının önüne geçerek sanat serüveninin başlangıcı oldu.

Paris’teki öğrencilik yıllarında La Grande Chaumiere’de resim çalışmalarına katıldı. 1961’de 22. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’ne beş resmi kabul edildi. 1962 yılımda New York’a gitti. New York duvarlarıyla başlayacak önemli esin kaynağı olan ‘’Duvarlar’’ serisine de aynı yıllarda başladı.

1975 yılında buradan yola çıkan sanatçı, 114 ülkeyi kapsayacak olan  "Dünya Duvarları" fotoğraf projesine başladı. 1982’de bu projenin ürünlerini, Paris’te Georges Pompidou da "Fısıldayan Duvarlar" adı altında ilk kez sergiledi. 1983’te Fransa’nın ünlü halı merkezi Aubusson’dan sanatçının tasarımları duvar halısı olarak dokunmaya başlandı. 1986’da büyük bir onarım geçiren Brooklyn Köprüsü’nün 19 adet büyük boy fotoğrafı New York kentinin 100.yıl kutlamalarında (1998) JFK Uluslararası Havaalanı’nda iki yıla yakın bir süre sergilendi. Daha sonra bu fotoğraflar ‘’Walls of the World’’ adı altında kitap olarak yayınlandı.

2001 yılında Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı desteği ile ilk Retrospektif Sergisi’ni İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleştirdi. 2003 Haziran ayında sanatçının, ‘’Hat Sanatına Saygı’’ isimli çalışması Brüksel’deki yeni Avrupa Parlamentosu binasına asıldı.

Eserlerinin Bulunduğu Müzelerden Bazıları:
Danimarka, Louisiana Museum of Modern Art,
Fransa, Museé de Grenoble, Centre Georges Pompidou,
Rusya, St. Petersburg, State Russian Museum,
USA; Houston, Museum of Fine Arts,
Los Angeles, Los Angeles County Museum,
Newark, The Newark Museum,
New York, The Brooklyn Museum, The Museum of Modern Art, The Solomon, R. Guggenheim Museum, The Metropolitan Museum of Art,
Washington D.C., The Library of Congress, The National Gallery of Art,
Pittsburg, Carnegie Museum of Art,
Cleveland, The Cleveland Musuem of Art,
Athens, Ohio, Kenddy Museum of Art
Kanada, Victoria, Art Gallery of Greater Victoria
Yunanistan, Atina, Benaki Museum
Belçika, Brüksel, European Parliament

Doğançay ve Eserleri Hakkında Yayınlanan Kitaplar:
Walls of the World., Kerber Verlag, 2003, Almanya
Dessine-Moi l’Amour. Syros-Alternatives, 1992, Fransa
Bridge of Dreams. Hudson Hills Press, 1999, USA
Dogançay. Hudson Hills Press, 1986, USA
Dogançay: A Retrospective. Duran Editions, 2001, Türkiye
Burhan Dogançay: Works on Paper 1950-2000., Hudson Hills Press, 2003, USA

Aldığı Ödüllerden Bazıları
1964- New York Kenti Takdir Belgesi
1984- ENKA Sanat ve Bilim Ödülü
1992- Rusya Kültür Bakanlığı Takdir Madalyası
1995- T.C. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü ve Madalyası
2004- Ankara Hacettepe Üniversitesi ‘’Sanatta Onursal Doktora’’ Belgesi
2005- Art Forum Ankara Plastik Sanat Fuarı ‘’Sanat Onur Ödülü’’

Habertürk, 16.01.2013

 

******


BURHAN DOĞANÇAY'LA İLGİLİ HERŞEY

 

Gençlerbirliği futbolcusu... Dublör... Ekonomi doktoru... Andy Warhol'ün sergi ortağı... 'Duvarların ressamı'... Yaşarken eseri en yüksek fiyatla satılan Türk ressam...

 

 

1929: Burhan Doğançay, ressam ve orduda harita subayı olan Adil Doğançay ile eşi Hediye’nin üç çocuğunun ilki olarak İstanbul ’da dünyaya gelir.

1933–50: Dört yaşında çizim yapmaya başlar. Babası onu teşvik eder ve sık sık taşradaki iş gezilerine götürür. Ankara ’daki lise yıllarında tıpkı babası gibi çizim üzerinde yoğunlaşmış ünlü bir ressam olan Arif Kaptan’dan dersler alır. Ankara’da Gençlerbirliği takımında futbol oynar.

1950: Eğitimine devam etmek üzere Paris’e gider. Bir zamanlar empresyonist sanatçılarıyla ünlü bir kıyı kasabası olan Honfleur’de kalır. Burada kasabanın takımıyla futbol oynar, resim yapar ve suluboya tablolarını Madame Boutiron’un balık dükkanında sergiler.

1951: Fransızcasını ilerlettikten sonra Paris Üniversitesi’nde ekonomi okumak ve La Grande Chaumière Akademisi’nde resim çalışmalarına katılmak üzere Paris’e geri döner.

1952: Yetersiz harçlığıyla geçinebilmek için İngiliz filmi ‘Innocents in Paris’te Ronald Shiner’ın dublörlüğü, Amerikan Yurdu’nda gece bekçiliği, barmenlik, hatta Amerikan kilisesinde yerleri süpürmek gibi ek işler yapar.
Danimarka, İsveç, Almanya, İsviçre ve İtalya’ya seyahat eder.

1953: Paris Üniversitesi’nde ekonomi doktorasını tamamlar.

1954: Sağ akciğerindeki kalsiyum birikimi operasyonla alınır. Paris yakınlarında bir sanatoryumda geçirdiği altı aylık iyileşme dönemi sırasında çevresinin suluboya resimlerini yapar.

1955: Ankara’ya dönerek Ticaret Bakanlığı’nda çalışmaya başlar. Ankara Sanatseverler Kulübü’nde babasıyla ilk ortak sergisini açar.

1958: Brüksel’deki Dünya Fuarı’ndaki Türk Pavyonu’nun direktörü olarak, Monako Prensesi Grace, Belçika Kralı Baudouin, Hollanda Prensi Bernhard ve Hollanda Prensesi Beatrix gibi birçok ileri gelen isim ve ünlüyle tanışır.

1959: Ankara Sanatseverler Kulübü’nde babasıyla üçüncü ortak sergisini açar. Turizm Genel Müdürlüğü’ne atanır. Manila’daki (Filipinler) XIV. Dünya Turizm Konferansı’nda Türkiye ’yi temsil eder. İşi gereği yurtdışı gezilerini sürdürür ve ilk kez ABD’ye gider.

1961: Ankara’daki 22. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’ne beş resmi kabul edilir.

1962: Türk Turizm ve Enformasyon Ofisi Müdürü olarak New York’a gönderilir. Beşinci Cadde, 500 numaranın sekizinci katında geçen uzun ve yoğun günlere rağmen Doğançay, sanatına ayıracak zaman bulur; Manhattan silüetini resmetmek için gece geç saatlerde ofise döndüğü bile olur. Suluboya kent silüetleri beğeniyle karşılanır.

1963: New York’taki Washington Square Galleries’de, Jasper Johns, Andy Warhol ve Willem de Kooning gibi tanımış isimlerin de yer aldığı World Show sergisinde Türkiye’yi temsil eder. Çalışmalarında tekrarlayan bir motif olarak kent duvarlarını seçer ve Manhattan sokaklarında karşılaştığı duvarları kağıt yüzeyinde yeniden yaratır. Genel Kent Duvarları Serisi böyle başlar. Bu noktadan sonra Burhan Doğançay ‘duvar sanatı’ terimini sanat dünyasının dağarcığına dahil etmek için çalışır.

1964: Ressam olmaya dair çocukluk hayalini gerçekleştirmek için görevinden istifa eder. Kolajları ve düzenlemeleri için ilham ve hammaddeyi New York sokaklarında aramaya başlar. ABD’deki ilk kişisel sergisini New York’taki Ward Eggleston Galerisi’nde açar. Sergi önemli bir başarı olsa da, eserler satılmaz. New York’u betimleyen 80 resimden oluşan koleksiyon için, New York Kenti Takdir Belgesi’yle ödüllendirilir. Solomon R. Guggenheim Müzesi Direktörü Thomas M. Messer ile tanışır ve dost olur. Doğançay’ı New York’ta kalıp şehrin zorluklarına göğüs germeye teşvik eden Messer’in sanatçının kariyerinde önemli bir etkisi vardır.

1965: New York suluboyaları Journal American dergisinin 3 Ocak ve 8 Ağustos sayılarına kapak olur. Afiş Panosu (1964), Solomon R. Guggenheim Müzesi koleksiyonuna dahil olur. Böylece Doğançay’ın ilk kez bir yapıtı bir müzenin kalıcı koleksiyonuna alınır.

1966: Bir başka New York suluboyası daha Journal American dergisinin 27 Şubat sayısına kapak olur. Kapılar Serisi kapsamında üç pencere yaratır. Bunların ikisi sonradan Münih’teki Pinakothek der Moderne, biri ise Minneapolis’teki Walker Sanat Merkezi tarafından alınır.

1967: New York’un çoğu metro istasyonunun graffiti sanatçılarının saldırısı altında olduğu bu dönemde New York Metro Duvarları Serisi’ne başlar.

1969: New York’taki Metropolitan Sanat Müzesi’nin 20. yüzyıl sanatı bölümünün şefi Henry Geldzahler, Doğançay’a Los Angeles’taki Tamarind Taşbaskı Atölyesi için burs verir.

1970: Doğançay New York’taki Bank Street Atölyesi’nde Duvarlar 70 için 15 taşbaskı gerçekleştirir.

1972: 70’ler boyunca devam edeceği Hücum Serisi’nin ilk çalışmasını üretir. Hücum Serisi’nin ayırt edici özelliği, iki kat kağıtta alttaki katın üstteki yüzeye hücum ederek onu yırtması ve üstte kalan kağıdın kıvrımlarının çarpıcı bir üç boyutluluk izlenimi vermesidir. Bu seri, sonradan gelecek Kurdeleler ve Koniler serilerinin habercisidir. Kurdeleler Serisi, kurdeleyi andıran yırtılmış kağıt parçaları görünürde duvardan dışarı fırlayarak, kaligrafik biçimleri andıran gölgeler oluştururlar.
Müstakbel eşi Angela Haussmann’la New York’taki Hotel Pierre’de düzenlenen Macar Balosu’nda tanışır.

1974: UNICEF, Doğançay’ın Ortaya Çıkış adlı yapıtını tebrik kartına basar.

1975: İsrail gezisi, Doğançay’ın Dünya Duvarları fotoğraf projesinin başlangıcı olur. Bu belgesel arşiv 100 ülkeden 30 bin duvarın fotoğrafını içermektedir.

1976: Türkiye’nin önde gelen galericilerinden Yahşi Baraz, Doğançay’ın 15 yıl sonra İstanbul’daki ilk sergisini düzenler. Yapıtlar uluslararası galeri fiyatlarından satışa çıkar ve hepsi satılır. 2011’de hayata veda eden eski İKSV başkanı Şakir Eczacıbaşı, bu serginin Türk sanat ortamının olgunlaştığına işaret eden tarihi bir kilometre taşına dönüşeceğini tahmin eder.
1977’ye kadar İsviçre’de yaşar ve Dünya Duvarları projesi için seyahat eder.

1978: New York’a geri döner ve Angela Hausmann’la evlenir. New York’taki Gimpel&Weitzenhoffer Gallery’de kişisel sergi açar.

1979: ABD vatandaşlığına kabul edilir ve Türk hükümetinin izniyle çift pasaporta sahip olur.

1982: Paris’teki ünlü Centre Georges Pompidou’da Dünya Duvarları projesinden doğan ‘Fısıldayan Duvarlar’ adlı bir kişisel sergisi açılır.

1983: Fransa Aubusson’daki ünlü Raymond Picaud Atölyesi’nde Kurdeleler Serisi’nden birkaç duvar halısı yapar. Jean-François Picaud, “Duvar halısı sanatı 21. yüzyılda liderini Burhan Doğançay ile bulmuştur” der. Burada toplam 14 duvar halısı üretir.

1984: Enka Sanat ve Bilim Ödülü’nü kazanır. Dünya Duvarları projesi için Kuzey ve Batı Afrika’ya gider.

1984–1986: New York’ta gökdelen inşasını fotoğraflarla belgeler. Manhattan’daki gökdelenlere tırmanmak ve demir işçilerini çalışırken görüntülemek için özel izin alır. Demir işçileriyle kurduğu dostluk onu 1986’da büyük bir onarım geçiren Brooklyn Köprüsü’ne götürür ve Doğançay, güvenlik ağlarıyla kaplanan köprünün fotoğraflarını çekme fırsatını elde eder. Hudson Hills Press’ten Paul Anbinder bu imgeleri, “Çağımızda Brooklyn Köprüsü’ne verilen en güçlü ve en ciddi sanatsal tepkilerden biri” olarak nitelendirir.

1986: Hakkındaki ilk monografi olan “Doğançay”, Roy Moyer’ın editörlüğünde ve Thomas M. Messer’in giriş yazısıyla, New York’taki Hudson Hills Press tarafından yayımlanır.

1987: Koniler Serisi’nden Mimar Sinan, Muhteşem Çağ ve Mavi Senfoni yapıtlarıyla 1. İstanbul Bienali’ne katılır.

1988: New York’un SoHo semtinde çok renkli, tuğla bir duvar görür. Duvarın üzerinde graffiti sanatçısının imzası olan GREGO yazısı vardır. Böylece GREGO Duvarları Serisi’ne başlar. GREGO, Doğançay’ın çalışmaları aracılığıyla duvarların nasıl yoldan geçenlere hitaben bir şeyler söylediğini göstermesine imkan verir. Dünya Duvarları projesi için Avustralya, Güneydoğu Asya, Uzakdoğu, Çin, Doğu Avrupa ve Orta ve Güney Amerika’ya seyahat eder. Fransız dergisi Décoration Internationale, Ekim ayı sayısının kapağında Doğançay’ın Aubusson duvar halılarından birine yer verir.

1989: Şili’nin Valparaiso kentinde düzenlenen IX. Uluslararası Sanat Bienali’ne katılır.

1990: 1990’lar, Doğançay’ın sanat kariyerinin en üretken dönemlerinden biridir. On yılın ilk yarısında iki önemli seriye imza atar. Çifte Gerçeklik Serisi’nde buluntu nesneleri yapıta dahil ederek gölgelerin gerçek olup olmadığı ilk bakışta belli olmayacak biçimde ışık ve gölge oyunları yapar. Formula 1 Serisi’nde ise Formula 1 yarışları sırasında yarışçıların dikkatini dağıtmaması için kısmen siyah plastikle kaplanan Monako duvarlarından esinlenmiştir.
Babası Adil Doğançay vefat eder. Dünya Duvarları projesi için Orta Amerika ve Küba’ya gider.

1991: Dünya Duvarları projesi için Togo, Benin, Güney Afrika, Namibya, Zimbabve ve Rusya’ya gider. Johannesburg’un merkezindeki duvarların fotoğraflarını çekerken saldırıya uğrar ve fotoğraf makinesi bıçak zoruyla çalınır ancak sivil polisler sayesinde makinesini gelir alır ve olayı yalnızca birkaç sıyrıkla atlatır. İstanbul’da Artess Çamlıca Baskı Atölyesi’nde Süleyman Saim Tekcan’ın gözetiminde Duvarlar-1980 çalışması için 10 adet ipek baskı gerçekleştirir.

1992: Ona Takdir Madalyası veren Rusya Kültür Bakanlığı’nın davetlisi olarak, St Petersburg’daki Rus Devlet Müzesi’nde bir kişisel sergi açan ilk ‘batılı’ sanatçı olur (Duvarlar ve Kapılar 1990-91). Sergi daha sonra Moskova’daki Sanatçılar Birliği’ne taşınır.

1993: 30 yılını Manhattan’da iki odalı bir apartman dairesinde geçirdikten sonra sonunda SoHo Singer binasında gösterişli bir çatı dairesine taşınabilir.

1994: New York, SoHo’daki Nicholas Alexander Gallery’de kapı ve duvar resimlerinden kapsamlı bir seçkiyi sergiler. UNICEF, servis altlığı olarak kullanmak üzere Doğançay’ın resimlerinden birini seçer. Ünlü Fransız yayıncı Gallimard, Julian Barnes’ın ‘Aşk Vesaire’ romanının kapağı olarak Doğançay’ın resimlerinden birini seçer.

1995: Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’yle onurlandırılır. Bu, Türkiye’de bir sanatçıya verilen en önemli ödüldür. Dünya Duvarları projesi için Vietnam, Burma, Nepal, Bangladeş, Sri Lanka, Bahreyn, Katar, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen, Lübnan ve Suriye’ye gider. The Paris Review, Doğançay’ın Uzun Yıl V (1994) yapıtını 134. sayısına kapak yapar.

1996: Dünya Duvarları Serisi’nden iki fotoğrafı UNICEF kartlarına basılır. New York’ta Singer binasının 8. katındaki yeni bir atölyeye taşınır.

1997: Dünya Duvarları projesi için Azerbaycan, Ukrayna ve Makedonya’ya gider.

1998: New York kentinin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde, JFK Uluslararası Havalimanı’nda Doğançay’ın Daha Önce Hiç Görülmemiş Haliyle Brooklyn Köprüsü sergisi açılır. Büyük boyutlu 19 fotoğrafı içeren sergi, uluslararası geliş terminalinde iki yıl boyunca açık kalır. Aynı fotoğraflar ertesi yıl Hudson Hills Press tarafından yayınlanan Bridge of Dreams (Hayaller Köprüsü) kitabında da yer alacaktır.

1999: Beyoğlu’nda harap durumda, beş katlı bir binayı satın alır ve değerli dostları Oktay Duran ile Cem Bahadır’ın desteğiyle üç yıllık restorasyon süreci başlar. Restorasyonun tamamlanmasından sonra burada Burhan ve Adil Doğançay’ın çalışmalarından temsili bir kesitin sergilenmesi planlanır. New York Kenti Müzesi’nin düzenlediği New York Yüzyılı: Dünya Başkenti, Kentimiz, 1999-2000 sergisinde Doğançay’ın da bir Brooklyn Köprüsü fotoğrafı sergilenir.

2000: Dünya Duvarları projesi için Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan’a gider.

2001: İlk retrospektif sergisini Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı sponsorluğunda İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleştirir.

2002: 2000’li yıllardan itibaren müzelerin Doğançay’ın yapıtlarına ilgisi artar. Sonraki yıllarda alım yapanlar arasında şu müzeler vardır: Kunstmuseum, Basel; Museum Moderner Kunst, Viyana; Moderna Museet, Stockholm; Staatsgalerie Stuttgart; Solomon R. Guggenheim Müzesi, New York; Whitney Amerikan Sanatı Müzesi, New York; British Museum, Londra. Doğançay açık kalp ameliyatı geçirir.

2003: Ameliyatın ardından tamamen iyileşen Doğançay, İstanbul’a taşınarak Doğançay Müzesi’nin tamamlanması için işleri yürütür. Eski takımı Gençlerbirliği tarafından onur madalyası ile ödüllendirilir. Türkiye hükümetinin desteğiyle, Doğançay’ın Kaligrafiye Saygı (1981) projesi Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu’nda sunulur. Dünya Duvarları projesi için Gürcistan’ın Batum kentine gider. Böylece seyahat ettiği toplam ülke sayısı 113 olur. ‘Burhan Doğançay: Works on Paper: 1950-2000’ (Burhan Doğançay: Kağıt Üzerine İşler: 1950-2000) New York’taki Hudson Hills Press tarafından yayınlanır. İstanbul’daki İş Bankası, Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı’na yardım amacıyla Kibele Sanat Galerisi’nde Doğançay’ın New York’un Mavi Duvarları Serisi’nden 18 tuval ve 15 kağıt üzerine işin yer aldığı bir sergi düzenler.

2004: Tamarind’de ürettiği 10 taş baskıdan oluan Duvarlar V portfolyosunun alınmasıyla, Metropolitan Sanat Müzesi’nin daimi koleksiyonuna giren ilk çağdaş Türk ressam olur. Mart’ta seçim öncesinde duvarları görüntülemek için bir kez daha Atina’ya ve ardından Kıbrıs’a gider ve böylece ziyaret ettiği ülke sayısı 114’e yükselir. 6 Ekim’de Doğançay Müzesi resmi olarak açılır. Mart ayında Ankara’daki Sanat Kurumu’ndan Yılın Ressamı Ödülü’nü kazanan Doğançay, Aralık ayında Hacettepe Üniversitesi’nden onursal doktora unvanı alır.

2005: İstanbul Fransız Kültür Merkezi, Doğançay’ın dokuz Aubusson duvar halısını içeren bir sergiye ev sahipliği yapar. Sergiyle aynı dönemde Thomas M. Messer, Doğançay Müzesi ve Bilgi Üniversitesi tarafından, modern sanat müzelerinin rolü ve sorumlulukları üzerine üniversitede bir konuşma yapması için İstanbul’a davet edilir. Artforum Ankara Plastik Sanatlar Fuarı’nın Sanatçı Onur Ödülü’nü alır. 7 Aralık’ta ise Art İstanbul Uluslararası Çağdaş Sanat Buluşması’nın Sanata Katkı Ödülü’ne layık görülür.

2006: Contemporary İstanbul Sanat Fuarı’ndan sanata katkıları dolayısıyla ödül alır.

2007: Bodrum Turgutreis’te bir atölye açar: Villa Angela.

2008: Pera Müzesi’nde Jacques Villeglé ile ortaklaşa Collage-Décollage: Doğançay-Villeglé sergisini açar. Bu sergi 2009 yılında İsviçre’nin Biel kentindeki CentrePasquArt’a taşınır. Brandon Taylor’ın yazdığı ‘Urban Walls: A Generation of Collage in Europe and America’ (Kent Duvarları: Avrupa ve Amerika’da Bir Nesil Kolaj) adlı kitap Thomas M. Messer’in önsözüyle New York’taki Hudson Hills Press tarafından yayınlanır. Modern kolajın tarihini inceleyen kitabın odağında Doğançay’ın çalışmaları yer alır.

2009: Doğançay’ın önemli yapıtlarından olan ‘Mavi Senfoni’ (1987) düzenlenen bir açık artırmada, yaşayan bir Türk sanatçısına verilen en yüksek fiyattan (2.2 milyon lira) alıcı bulur. Ankara’daki Sanat Kurumu’ndan ‘Yılın Ressamı’ ödülünü alır.

2010: Doğançay Müzesi’nin sahibi ve işletmecisi olan Burhan–Angela Doğançay Sanat, Kültür ve Eğitim Vakfı kurulur. Ohio Üniversitesi Siegfried Hall Sanat Galerisi, Ohio eyaletinin Athens şehrindeki Kennedy Sanat Müzesi’nden ödünç alınan yapıtlarını sergiler.

2011: İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından ‘Onursal Elçi’ seçilir. ABD’de Altın Türk Ödülü’nü alan 18 isim arasına girer. Daha Önce Hiç Görülmemiş Haliyle Brooklyn Köprüsü’nden 25 siyah-beyaz fotoğraf Floransa’da Aria Sanat Galerisi’nde sergilenir.

2012: Ribbon Mania (1982) isimli çalışması, New York’taki Metropolitan Sanat Müzesi’nin daimi koleksiyonuna eklenen ilk Türk çağdaş sanat yapıtı olur. Türkiye’de 60. yılını kutlayan UNICEF’e yardım amacıyla düzenlenen İstanbul’un Yıldızları Projesi’ne Çerçeveli Duvarlar Serisi’nden bir yıldız tasarımıyla katkıda bulunur. İstanbul Modern’de ‘Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı: Burhan Doğançay’ başlıklı büyük bir retrospektif sergi açılır.

Radikal, 16.01.2013

 

******


KALBİ DUVARLARDA ATAN RESSAM

 

 

Dün kaybettiğimiz, Türk resminin önemli ismi Burhan Doğançay'ın resimlerinde izlediğimiz görsel birikim, dünyada kent yaşamının son 40-50 yıllık zaman dilimine ilişkin ipuçları da verir.

 

Eski bir Doğançay yazısına Eski Yunan’da cenazelerde ölenin ardından sorulduğu rivayet edilen bir soruyla başlamışım: “Tutkulu bir insan mıydı?”


Bu soru sanki bugün sorulmuş gibi de devam etmişim: “Yaşına çok yıllar ekleyip de yaşlanmayan bir adam, dünyanın dört bir yanında sokakları arşınlıyor; kent duvarlarının fotoğraflarını çekiyor; duvarlara yapıştırılmış broşürleri, afişlerin kıvrık köşelerini, solmuş görüntüleri biriktiriyor; ceplerini kent duvarlarının artıklarıyla dolduruyor, bu torbalar dolusu kent birikintisine hem mecazi hem gerçek anlamda yeniden hayat veriyor...” Tutku değilse nedir bu? Yıl 2002’ydi o zaman; Doğançay 73 yaşındaydı. Gençmiş!.. Şimdi o soruyu gerçekten sormanın vakti gelmiş. Doğançay 84 yaşında öldü.


Bir gençlik fotoğrafı, tutkusunun Doğançay’ı nasıl yönlendirdiğini çok iyi ifade eder: Takım elbiseli şık bir adam görürüz; yirmili yaşlarında. Paris’te ekonomi doktorasını yeni bitirmiş, Ankara ’da Ticaret Bakanlığı’nda çalışmaya başlayacak. Ne var ki başka bir ilgi alanı var belli: O resmi haliyle sokakta kaldırıma oturmuş desen çiziyor. Sanat eleştirmeni Richard Vine’ın yorumu pek yerinde: “Bu kadar rafine bir adamı, hoyrat ve azılı bir biçimde kentsel olana çeken neydi gerçekten?”


Doğançay, 1953’te Paris’ten Türkiye ’ye döndükten sonra da resim yapmayı hiç bırakmaz; babasıyla birlikte açtığı sergiler epey ilgi de görür. Doğançay’ın esas sanat öğretmenidir harita subayı olan babası Adil Doğançay (1900-1990); küçük yaşlarından itibaren gezi ve sanat merakını ona aşılayan kişidir. Adil Doğançay ile Burhan Doğançay, birlikte ilk sergilerini açtıkları günlerden itibaren farklıdırlar birbirlerinden. Ama ortak bir noktaları vardır; ‘izlenim yakalamak ve yaratmak’ merakı. Adil Doğançay geleneksel bir doğa izlenimcisidir; Burhan Doğançay ise yıllar geçtikçe ‘izlenim’ kavramının sınırlarını genişleten çağdaş bir kent izlenimcisidir.

 

Bürokrasi ve sanat arasında

Doğançay, 1962’de Turizm Bakanlığı’nın New York Ofisi’nin başına geçmek üzere ABD ’ye gittiğinde de bürokrasiyle sanat arasında bir ‘çifte hayat’ yaşar. Fakat 1964’te buradaki görevinin sona ermesi ve Paris’e transfer edilmesi söz konusu olduğunda karar anı gelmiştir; hayatındaki tutku da o zaman somutluk kazanır. Paris’e gitmeyi tercih etmez; işsiz kalmayı, dahası New York’taki binlerce adsız sanatçıdan biri olmayı göze alır. Bir süre epey zorluk çeker. Sanatsal açıdan, Paris’teki görevi kabul etmemesinin üzerinde durmak gerekir. 1960’lı yıllarda Paris, dünyadaki gelişmeler açısından olmasa da Türkiyeli sanatçılar için hala sanatın merkezidir.

1950’li yıllardan itibaren oraya yerleşenler arasında Fahrelnissa Zeid, Nejad Devrim, Selim Turan, Avni Arbaş, Mübin Orhon, Tiraje, Abidin Dino, Hakkı Anlı gibi sanatçılar vardır; sanat eğitimi açısından da tercih edilen başlıca şehirdir. New York’ta olup bitenlerse Türkiye sanat ortamına çok uzaktır. Türkiye’de bu yıllarda kısır bir yerel-evrensel tartışmasının etrafında biçime temelli yaklaşımların hem sanatçılar hem sanat yazarları tarafından geleneksel hat sanatının, yerel ve folklorik motiflerin bir tür yansıması olarak görüldüğü bir dönem yaşanmaktadır. Giderek yükselen bir sosyal hareketlilik içinde ‘kent’ değil ‘köy’ olgusu ön plandadır.


Doğançay’ı Doğançay yapan olguların başında ise kent olgusu ve New York gelir. Kendisi de “New York’a gelmeseydi, duvarlara yönelik böylesi bir tutku geliştireceğinden şüphe ettiğini” söyler. Doğançay’ın 1960’larda bu kentte bulduğu sanatsal ortam da bu tutkuyu besler.

Rauschenberg, Warhol, Lichtenstein, Rosenquist, Indiana gibi öncü Pop sanatçılarının döneme damgasını vurduğu yıllarda kent olgusu, duvarlardan billboard’lara, afişlerden gündelik tüketim nesnelerine tüm cepheleriyle başroldedir. Hazır-imgeye ve popüler kültür imgelerine dayanan, soyut dışavurumculuğa, pentür geleneğine alternatif bir sanat yapma biçimi olarak ortaya çıkan bir modernist kırılma yaşanmaktadır. İngiltere ve ABD’de Pop akım, Fransa’da Yeni Gerçekçilik gibi yaklaşımlar, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki süreçte ‘kent’ olgusunun çeşitli cepheleriyle gündeme gelmesine yol açmıştır. İçe bakan bir soyut dışavurumcu ressamlar kuşağının yerini, dış dünyayı gözlemlemekte olan genç kuşak sanatçılar almaktadır.


Doğançay’ın kendi kişisel arayışları, sanattaki bu dönüşümle aynı zamana denk gelir. Pentür geleneğini ve kaygıları itibariyle modern sanat çizgisini sürdüren bir sanatçı olmasına rağmen, kendi içsel kırılmasını, tıpkı dönemin diğer çağdaş ressamları gibi, etrafına bakarak, bu dönemde yaşamaya başlamıştır. Böylece Doğançay, salt kendi izlenimlerinden oluşan daha geleneksel kent görünümlerini terk edip, başlı başına bir kavramsal arayış olarak ‘iz’ olgusu üzerine gitmeye başlamış ve bu şekilde kendi özgün üslubuna kavuşmuştur. Doğançay’ın 1960’lardan günümüze her biri birbirinden beslenen ‘Kent Duvarları’, ‘Kapılar’, ‘Sapaklar’, ‘New York’un Mavi Duvarları’, ‘Kurdeleler’, ‘Çifte Gerçeklik’ gibi farklı resim serileri bu sürecin ürünüdür. Tüm bu serilerin dikkat çekici bir özelliği, temel bir sanatsal problem olarak gerçeklik ile temsil arasındaki gelgit üzerinde kurulmuş olmalarıdır. ‘Kurdeleler’ gibi ‘soyut’ resimleri de dahil olmak üzere Doğançay’da gördüğümüz her imgenin gerçek hayatta bir karşılığı ve hemen hepsinin fotografik bir eskizi vardır.

Öte yandan Doğançay, duvarlarda kültürün ve doğanın yarattığı izlerin estetik yönüne çekim duyduğu kadar, bu duvarların anlattığıyla da yoğun olarak ilgilenen bir sanatçı olmuştur.


Doğançay’ın resimlerinde izlediğimiz görsel birikim dünyada kent yaşamının son 40-50 yıllık zaman dilimine ilişkin ipuçları verirken, bu resimlere kaynaklık eden fotoğraflar, o zaman dilimine ilişkin başlı başına alternatif bir antropolojik görsel tarihtir. 1982’de Pompidou’da açılan ‘Fısıldayan Duvarlar’ sergisinden sonra ressamlığının yanı sıra fotoğrafçılığıyla da tanınmaya başlayan Doğançay’ın dünya duvarları arşivi, onun hem özgünlüğünün hem de güncelliğinin temeltaşı olarak görülebilir. ‘Arşiv’ olgusunun resmi tarih oluşumundaki rolünü sıkça sorguladığımız şu günlerde Doğançay’ın 1960’lardan bu yana oluşturduğu dünya duvarları arşivi, resmi tarih yerine duvarlara insanın bıraktığı izlerle, resimlerle, yazılarla şekillenen gayri-resmi bir tarihi gözlerimizin önüne getirir, bir ülkenin kalbinin duvarlarında attığını söyleyen ve kuşkusuz önce bu cümleyle hatırlanacak bir görsel birikimi geride bırakan sanatçıyı doğrular.


Son yıllarda Doğançay her ne kadar sanat piyasasında resimlerinin ‘kırdığı rekorlarla’ gündeme gelse de bu yalnızca küçük bir çevreyi ilgilendiren bir meseledir. O rekor fiyatlar nedeniyle gördüğü yoğun ilgi, ölümünden önce kendi birikimini sergilemek üzere açtığı Doğançay Müzesi’ni yaşatmaya yetecek midir; yoksa orası bugün de olduğu gibi genellikle ıssız mı kalacaktır, izlemeye değer.

 

1953, PARİS

Bu gençlik fotoğrafı, tutkusunun Doğançay’ı nasıl yönlendirdiğini çok iyi ifade eder: Takım elbiseli şık bir adam görürüz; yirmili yaşlarında. Paris’te ekonomi doktorasını yeni bitirmiş, Ankara’da Ticaret Bakanlığı’nda çalışmaya başlayacak. Ne var ki başka bir ilgi alanı var belli: O resmi haliyle sokakta kaldırıma oturmuş desen çiziyor.

Radikal, Haber: Ahu Antme, 17.01.2013

 

******


KENT DUVARLARI BÜYÜK RESSAMINI KAYBETTİ

 

 

84 yaşında hayata veda eden Burhan Doğançay, kent duvarlarıyla ilgili resim serileri ve 114 ülkeyi kapsayan 'Dünya Duvarları' fotoğraflarıyla alanında dünyanın sayılı sanatçılarından biriydi.

 

Burhan Doğançay’ınki başka türlü bir tutku hikayesi... Sene 1964... Yaş 35... Üst düzey bir bürokrat olarak önünde parlak bir kariyer vardır Doğançay’ın. Türkiye ’nin New York Turizm Enformasyon Müdürü olan genç bürokratın tayini Paris’e çıkmıştır. Ama o ‘duvarlarına’ hasta olduğu, New York’u bırakıp Paris’e gitmek istemez. ‘Güvenli bir burjuva kariyer’ edinmesini isteyen babasına rağmen her şeyi elinin tersiyle itip önünde yeni ‘kapılar’ açacak hayatının kararını verir: Görevinden istifa eder. Ve küçük yaştan beri tutkusu olan resmi hayatının merkezine yerleştirir.


Dün 84 yaşında hayata veda eden Burhan Doğançay’ın hayatındaki kırılma anı böyle... Peki ya resimdeki kırılma anı... Her şey, 1963 yılında New York, Manhattan 86. Cadde’de dolaştığı bir gün gözüne takılan bir ayrıntıyla başlıyor: “Hayatımda gördüğüm en güzel soyut resimdi bu.” Bu görüntüyle çarpılan Doğançay, hemen cebinden eskiz defterini çıkarır ve gördüklerini defterine çiziktirir. Sonra hemen atölyesine dönüp çalışmaya başlar. Böylece kent duvarları aracılığıyla kendisini modern sanatın ana akımına yerleştirecek süreç de başlamış olur.


Doğançay’ın tema olarak kent duvarlarını şeçmesi elbette tesadüfi değildi. Bunu anlamak için onun çocukluk, gençlik yıllarında kısa bir gezinti yeterli. 1929’da İstanbul ’da doğan Doğançay’ın babası, dönemin ünlü ressamı ve orduda harita subayı Adil Doğançay. Küçük Doğançay, dört yaşında çizim yapmaya başlar. Babası da oğlunu bu konuda teşvik eder ve birlikte çizim yapabilmek için onu sık sık Anadolu’daki iş gezilerine götürür. Ancak babası, Doğançay’ın sanat okuluna gitmesine izin vermez, eğitimini ‘burjuva kariyer’ edinecek şekilde devam ettirmesini ister.
Gençliğinde futbola da merak saran ve bir dönem Gençlerbirliği kulübünde profesyonel olarak futbol oynayan Doğançay, Ankara Üniversitesi’nden hukuk diploması aldıktan sonra Paris’e gider. Paris Üniversitesi’nde ekonomi doktorası yaparken bir yandan da La Grande Chaumiere Akademisi’nde resim çalışmalarına katılır. Yetersiz harçlığıyla geçinebilmek için filmlerde dublörlük, gece bekçiliği, kilisede yerleri süpürmek gibi ek işler yapar.


1955’te Ankara’ya döner dönmez Ticaret Bakanlığı’nda göreve başlar Doğançay. İşi gereği pek çok ülkeyi gezer. Bir yandan da resim yapmayı sürdürür, babasıyla birkaç ortak sergi açar Ankara’da. 1962’de Türk Turizm Ofisi Müdürü olarak New York’a atanır. Beşinci Cadde’deki ofisin manzarası, Doğançay’ın resim yapma isteğini daha da kamçılar. Manhattan siluetini resmetmek için gece geç saatlerde ofise döndüğü bile olur.


1964’te resmi görevinden istifa edip resmi hayatının merkezine yerleştirme kararı alır ama önünde başka ‘duvarlar’ da vardır. Göçmen ressam olarak 1960’lar New York’unun rekabetçi sanat ortamında ayakta kalmak o kadar da kolay değildir. Tam kendine güvenini kaybetmek üzereyken ünlü New York Guggenheim Müzesi’nin o dönemdeki yöneticisi Thomas Messer imdada yetişir. 1964’te tanışıp dost olduğu Messer’in kendisiyle yaptığı cesaret verici konuşma, Doğançay’ın umutsuzluğunu yenmesine yardımcı olur, aynı zamanda ona birçok kapı aralar. ‘Aşk Panosu’ adlı tablosu Guggenheim Müzesi’nin daimi koleksiyonuna dahil edilir.


‘Genel Kent Duvarları’ serisini, ‘Kapılar’, ‘Sapak’, ‘New York Metro Duvarları’, ‘Hücum’, ‘Kurdeleler’, ‘Koniler’, ‘Gemiler’ serileri izler.


‘Ortaya Çıkış’ adlı yapıtı UNICEF tarafından tebrik kartına basılan Doğançay’ın 1975’te çıktığı İsrail gezisi, ‘Dünya Duvarları’ fotoğraf serisinin de başlangıcı olur. Zaman içinde 114 ülkeyi kapsayan ve 30 binden fazla fotoğrafı içeren dev bir belgesel arşiv oluşur. Alanında belki de dünyanın en büyük arşivi olan ‘Dünya Duvarları’ndan bir seçki, 1982’de ‘Fısıldayan Duvarlar’ başlığıyla Paris’teki ünlü Centre Pompidou’da sergilenir.


Daha ziyade yurtdışında parlak kariyer edinen Doğançay, 1976’da Türkiye sanat gündemine de tabir yerindeyse ‘bomba’ gibi bir giriş yapar. Türkiye’nin önde gelen galericilerinden Yahşi Baraz, Doğançay’ın 15 yıl aradan sonra İstanbul’daki ilk sergisini düzenler. Yapıtlar uluslararası galeri fiyatlarından satışa sunulur ve tamamı satılır. O dönemde Şakir Eczacıbaşı, bu serginin “Türk sanat ortamının olgunlaştığına işaret eden tarihi bir kilometretaşı” olduğunu söyler.


1980’li yıllarda Fransa’da ‘Kurdeleler’ serisindeki motiflerle 14 adet Aubusson duvar halısı üreten Doğançay, 1986’da büyük bir onarım geçiren ünlü Brooklyn Köprüsü’nün fotoğraflarını çeker. Bu fotoğraflar, New York kentinin 100. kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında JFK Havalimanı’nda iki yıl boyunca sergilenir.


1995’te Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü’yle onurlandırılan Doğançay, Türkiye’deki ilk retrospektif sergisini 2001’de Nejat Eczacıbaşı Vakfı sponsorluğunda Dolmabahçe Sarayı’nda açar. 2000’li yıllarda uluslararası müzelerin Doğançay’ın yapıtlarına olan ilgisi artar. Aralarında Victoria&Albert, Pompidou Center, British Museum ve Metropolitan’ın de olduğu 70’e yakın prestijli müze, koleksiyonlarına onun tabloları katar.


1987’de 1. İstanbul Bienali’nde sergilenen ‘Koniler’ serisinden üç büyük tablosundan ‘Mavi Senfoni’, 2009’da 2.2 milyon liraya satılır ve yaşayan bir Türk ressamının en yüksek bedelden satılan tablosu olarak Türk resim tarihine geçer. Bu tablo üzerine Kamran İnce, bir senfoni bile besteler. Türkiye’deki en büyük sergisi ise geçen yıl İstanbul Modern’de ‘Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı: Burhan Doğançay’ başlığıyla açılır.


Akademik sanat eğitiminden geçmediği için belli bir süre özellikle Türkiye’deki sanat ortamından dışlanan Doğançay, “Bugüne dek sanatçılarla hiç dostluk etmedim. Çünkü çok daha farklı bir çevreden geliyordum. Her zaman bireyci olup kendi yolumu bulmak istemişimdir. Kimsenin etkisinde kalmak istemedim” diyordu.


Duvarlar aracılığıyla çağdaş kent kültürünün dönüşümünü araştıran Doğançay’ı duvarlara çeken onların güzelliği, kendiliğindenliği ve dolaysızlığıydı: “İnsanların kendilerini özgürce ifade ettikleri tek yer duvarlardır”.

 
Doğançay, dün sabah tedavi gördüğü Amerikan Hastanesi’nde 84 yaşında hayata veda etti. Şimdi dünyanın bütün kent duvarları yasta!


Doğançay’ın cenazesi yarın öğle vakti Teşvikiye Camii’nde kılınacak cenaze namazının ardından cumartesi günü Bodrum’da toprağa verilecek.

 

Türk resmine yeni ufuklar açtı


Oya Eczacıbaşı (İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı): 2012 yılında İstanbul Modern’de yarım yüzyıllık sanatsal kariyerini yansıtan retrospektifini sunduğumuzda, yıllardır özlemini dile getirdiği bir hayaline ortak olmuştuk. Sanatçı duruşuyla örnek teşkil eden, gelecek için çocukların ve gençlerin sanat eğitimine büyük önem veren, enerjisi, samimiyeti ve heyecanıyla herkesi etkileyen Burhan Doğançay ülkemizin yetiştirdiği önemli vizyoner kişiliklerden biriydi.


Bülent Eczacıbaşı (İKSV Başkanı): Türkiye’nin kültür sanat yaşamında doldurulması güç bir yere sahip, çok değerli dostum Burhan Doğançay’ı kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyim. Burhan Doğançay’ın çağdaş sanatımızın bugünkü konumuna gelmesindeki katkıları hiç unutulmayacaktır.
Levent Çalıkoğlu (İstanbul Modern Şef Küratörü): Keskin zekasıyla insanları onurlandırmayı, her yaştan insanla samimi bir ilişki kurmayı çok iyi bilen, özel bir insandı Doğançay. Türkiye’nin kültür politikaları konusunda her zaman yol gösterici bir tutum sergiledi. Dünyanın en önemli müzelerine çalışmaları kabul edilmesine rağmen bunu kişisel bir tutum olarak değil Türkiye’nin başarısı olarak anlattı, dillendirdi. Sanat tarihimiz için çok büyük bir kayıp.


Hüsamettin Koçan (Ressam): Yetişmesinin temel ve yerel akademik yapı dışında olması ve sanatçı kimliğini uluslararası ortamda kabul ettirmiş olmasından dolayı son derece önemli bir insandı. Sanatını deneyen, yenilik arayan, yenilikten vazgeçmeyen bir kimlik. Türkiye’de çağdaş sanatın popülerleşmesi, bilgi ve pazarın oluşması konusunda son derece önemli etkileri oldu. Çok önemli bir sanatçıyı kaybettik.


Mehmet Güleryüz (Ressam): Uzun bir süreye yayılan yaşamında da, sanatının bütün evrelerinde düşüncesinin gereği ve enerjik yapısıyla resminin düşüncesini ulaştırabilmiş önemli bir ressamdı. Umarım yapıtları kendinden sonra da gerekli ilgiyi görür.


Balkan Naci İslimyelİ (Ressam): Burhan Doğançay’ın önemi Türk resmine ve onun yeni kuşaklarına büyük bir özgüven kazandırmasıydı. Onun mücadelesi sadece kendi resmi için değildi. Türk sanatını dünya çapında iyi yerlere getirmeyi amaçladı yaşamı boyunca. Bu konuda birçok kapıyı araladı. Üslubu, alternatif bir dil kullanması ve duvar resminin önemini vurgulayarak kendi geleneğimizle harmanlaması onu çok önemli kılıyordu.


Yahşi Baraz (Galerici): Burhan Doğançay, galerimi açtığım yılın ertesinde, 1976’da ilk büyük sergisini açtığım çok önemli bir sanatçımızdı. O zamanlar çağdaş resme ilgi azdı, birlikte mücadele verdik bu konuda. Evrensel olabilmek için dünyanın sanat merkezlerinde atölye açıp oradaki sanat ortamına girmeye çalışmış, 50’nin üzerinde dünya müzesinde yerini almış, belki bu kadar büyük etkinlik yapmış tek sanatçımızdır.


Murat Ülker (Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkanı): Burhan Bey’i evvelden beri takip ederdim. Bende iki özel hatırası mevcut. Birincisi, aile bireylerimizin kendi çizimlerinden oluşan bir kolaj çalışması. Bir de eski reklam materyallerinden şirket için hazırladığı bir başka kolaj. Doğançay’ı tanımanın, onun özgün sanatçı yaklaşımına tanıklık etmenin hayata bakışımızı farklılaştırdığını düşünüyorum. Duvarlar için diyor ki: “İnsanların kendilerini özgürce ifade ettikleri tek yer duvarlardır. 20 bin yıl önce de böyleydi, bugün de.” Onun duvar çalışmalarını gördükten sonra kent duvarlarına başka bir gözle bakma alışkanlığını edinmemek mümkün değil.


İlhan Cavcav (Gençlerbirliği Kulübü Başkanı): Doğançay, Gençlerbirliği’nde Türk futbol tarihi için son derece önemli olan Orhan Şeref Apak, Halim Çorbalı, Sarı Kemal (Kaya) gibi isimlerle futbol oynadı. Kendisi dünyaca ünlü ressamımız, aynı zamanda da futbolcumuzdu.

Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 17.01.2013

 

******


BİR DOST RESSAMIN ARDINDAN...

 

Birçok sanatçı, edebiyatçı dostumla ne zaman tanıştım, dostluğumuz ne zaman başladı sorularının yanıtını veremem. Sanki onlarla doğduğumdan beri dostmuşum gibi gelir bana.
 

Burhan Doğançay da onlardan biriydi.

Rengi, ışığı arayışını görürsünüz birçok eserinde. Hepsinde de en güzelini bulup gösterir Doğançay.

Beyoğlu Balo Sokağı’ndaki müzesini gezerken, benim en hoşuma giden, girer girmez ressam babası Adil Doğançay’ın resimlerini sergilemesiydi.

Kişisel müzeler benim için önem taşır. Çünkü, bir sanatçının yaratıcı serüvenini izleyebilirsiniz.

Kişisel müzesinde, kitaplar da var. Onları okuduğunuzda, sanatının kaynaklarını ve sanatçılığını besleyen unsurları da keşfedebilirsiniz.

 

* * *

 

Yurtdışında yaşayan kimi sanatçılar, ülkeleriyle, onun gündelik sorunlarıyla pek ilgilenmezler. Burhan Doğançay, kilometrelerce uzakta, denizaşırı bir ülkedeyken bile her zaman Türkiye’yi izledi.

Fotoğraf karelerine yansıyan Anadolu’daki yoksul çocukların yüzleri belleğinden gitmemiş. Onlara, özellikle güneydoğuya okul yapılması için girişimlerde bulunmuştu. Ne yazık ki sonucunu bilmiyorum...

İyi, uluslararası değerde bir Türk sanatçısı, o alanın yabancı ünlülerini de kendi ülkesine çeker. Nitekim 2001 yılında açılan retrospektif sergisi için, sanat dünyasının ünlü otuz adı da Türkiye’ye çağırılmıştı. Gelenler, Türk resim ve heykelini de tanıma fırsatı elde etmişlerdi.

Resimleri kadar, bir başka estetiği yansıtan fotoğrafları da benim ayrı ilgimi çekmiştir.

En son İstanbul Modern’de düzenlenen Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı başlıklı sergisinin bende uyandırdığı bir kentin tarihini duvarlardan okuyabileceğimi göstermesidir.

Onun resimleri, fotoğraflarının bendeki izdüşümü, simgelerin dilinin şifrelerini taşımasıdır.

Bazı tabloları var ki, her görüşünüzde, onunla ilgili başka bir yorum yapabilirsiniz, çok gördüğünüz halde gene de sergide ona bakmadan geçemezsiniz. Hep ilk defa görüyormuşçasına yeni fikirler uyandırır zihninizde...

Kapılar Serisi’nin başında yer alan Mevlana Celaleddin Rumi’nin sözünü gene anımsatayım:

 

 “Kapılar ve pencereler gönülden gönüle, zihinden zihine açılır derler.
Ancak duvarlar olmasa kapı ve pencerelere de gerek kalmaz”.

Resim meraklıları dışında birçok kişinin gördüğü Mavi Senfoni de, bir sanatçının, sanat tarihine kalması için yeterli bir eserdi.

Üstelik onun esiniyle Kamran İnce’nin bestesi, bu resmi türler arası bir mertebeye yükseltmiştir.

 

* * *

 

Burhan Doğançay’ın resimlerini yeniden görün, kitapları okuyun, katalogları gözden geçirin.

O, sanat tarihinde ustalar arasında yaşayacak.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 17.01.2013

ŞEHİR ORTASINDA DEFİNE AVI

 

 

Görele İlçe Otogar yanında her Salı günü kurulan semt pazarı alanında define kazısı yapıldı. Ancak kazıda bir şey çıkmadı. 


Define işleri ile uğraşan Ali Mumcu, 1982 yılında ilçede bulunan Rum evinin kalıntılarının arasında Osmanlı Dönemi’ne ait sikkelerin bulunduğunu iddia ederek sikkeleri bulmak için İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, İlçe Milli Emlak ve Görele Kaymakamlığı’ndan kazı için gerekli izni aldı.

Arkeolog Abdurahman Demir, başkanlığında yürütülen çalışma kapsamında ilçeye bağlı Kumyalı Pazaryeri’nde iş makinesi defineci Ali Mumcu’nun tarif ettiği alanda kazı çalışmasına başladı. İş makinesinin yaklaşık bir gün süren çalışması sonucu gösterilen alan yaklaşık 5 metre derinliğinde kazıldı. Bu arada ilçelerindeki pazaryerinde define kazısı yapılacağını duyan ilçe halkı pazaryerine akın etti.


İş makinesinin kazı çalışmaları ilçe sakinleri tarafından büyük bir dikkatle takip edildi. Polis ise muhtemel bir olumsuzluğa karşı kazının yapıldığı alanda güvenlik tedbiri aldı. Kazı çalışmasını seyreden yaşlılar, kazı yapılan alanın kumsal olduğunu belirterek o yıllarda bu alanda top oynadıklarını söyledi. Zaman zaman bu tür duyumları aldıklarını belirten ilçe sakinleri dedeleri ve babalarından bu alanda altın gömü bulunduğuna dair herhangi bir duyum almadıklarını kaydetti.
İlçe halkı kazının boşu boşuna yapıldığını ve pazaryerinde herhangi bir definenin çıkmayacağını iddia etti. Yapılan kazının ardından define çıkmayınca açılan çukur tekrar doldurularak kazıya son verildi.

Giresun Gazetesi, 18.01.2013

PARGALI'NIN UTANDIRAN MEZARI

 

 

Muhteşem Yüzyıl’da bir devir kapandı. Okan Yalabık’ın canlandırdığı Pargalı İbrahim Paşa, dizinin çarşamba akşamı yayınlanan bölümünde Sultan Süleyman’ın emriyle öldürüldü. Altı yaşındayken köle pazarında satılan ve Kanuni’yle Manisa’da sancak beyliği yaptığı dönemde tanışan İbrahim Paşa’nın İstanbul Fındıklı’daki kabri de şimdilerde dizi tutkunları tarafından sıkça ziyaret edilmeye başlandı.

Veziriazam iken öldürülen ve en görkemli dönemindeyken hayata gözlerini yuman Pargalı İbrahim Paşa’nın kabrinin harap hali, ziyarete gelenleri şoke ediyor. Habertürk’ün tiryakilik yaratan programı Murat Bardakçı’nın hazırlayıp, Erhan Afyoncu ve Prof.Dr. Nurhan Atasoy’la birlikte sunduğu Tarihin Arka Odası da, yarın akşam ekrana gelecek bölümünde Pargalı’nın idamı ve kabri konusunu masaya yatıracak.

Habertürk, 18.01.2013

SEVDA TEPESİ'NE İZİN

 

Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın 28 yıl önce satın aldığı İstanbul Boğazı'na hakim Sevda Tepesi'ne son onay da çıktı. 57 dönümlük arazi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlık ettiği Boğaziçi İmar Yüksek Yüksek Koordinasyon Kurulu'nda onaylandı. Plan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Boğaziçi İmar Müdürlüğü'ne gönderildi. 1984 yılında 9545 ada, 172 pafta, 12 parselde yer alan arazi, merhum Turgut Özal döneminde Suudi Veliaht Prens Abdullah Bin Abdülaziz'e 27 milyon dolara karşılığında satılmıştı. Özal'ın imar sözü verdiği halde bir türlü gerekli imar iznini çıkarttıramadığı için bir dönem satışa çıkarılan araziye yapılacak konaklama ve turizm projesinin planları, bu onayın ardından Boğaziçi İmar Müdürlüğü'ne gönderildi.

Sabah, 18.01.2013

TARİHİ MEZARLIĞIN SIRRI NE?

 

 

İzmir’in Kemalpaşa İlçesi'ne bağlı Ansızca Köyü'nde, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan tarihi bin yıllık mezarlığa muhtar ve köy halkı sahip çıktı.

 

Çevre düzenlemeleri ile çok geniş bir alana yayılmış mezarlığın tarihi dokusu yer üstüne çıkarılmaya çalışılıyor. Ansızca Köyü Muhtarı Hüseyin Doğan, köyde yaşayan yaşlıların, İzmir’e göç eden Yörüklerin ilk yerleştikleri yer olan köylerindeki mezarlığın, yaklaşık bin yıllık olduğunu anlattıklarını belirtti. Doğan, bunun üzerine tarihi mezarlıkta çevre temizliği yaparak, kabirleri ve üzerilerinde anlayamadıkları yazıların bulunduğu mezar taşlarını ortaya çıkarmaya çalıştıklarını söyledi.

 

Doğan, şunları dile getirdi: “Köyümüz, İzmir’e göç eden Yörüklerin ilk yerleştiği bölge. Fakat bu konuda tarihi bilgimiz çok fazla bulunmuyor. Ancak köyümüzde yaşayan yaşlılarımız bu mezarların en az bin yıllık olduğunu söylüyor. Köy Muhtarlığı ve ihtiyar heyeti olarak yok olmaya yüz tutmuş bu mezarlık alanını temizleyerek mezarları ve üzerindeki mezar taşı yazılarından tarihini öğrenmeye kararlıyız. Çevre temizliği tamamlanıp mezarlar ortaya çıktığında, bu konuda yardım alabileceğimiz makamların ve yetkililerin desteğini bekliyoruz. Mezarlara zarar vermemek için biz sadece çevre temizliğini yapabiliyoruz. Özellikle mezar taşlarının üzerindeki yazıların neler anlattığı merak konusu. Tahminimiz bu yazılar okunur ve çözülebilirse Yörükler hakkında önemli bir tarih aydınlanacak. Ayrıca köyümüzde araştırıldığında çok değişik yerlerde de mezar taşları görüyoruz.”

 

Yöre halkı, tarihi eser kaçakçılarına direnerek günümüze kadar dimdik ayakta kalan tarihi mezarların, dış tahribatlara ve tarihi eser kaçakçılarının verdiği tahribatlara daha fazla dayanamayacağını belirterek, bir an önce koruma altına alınması gerektiğini ve tarihleri hakkında bilgi edinmek istediklerini ifade ettiler. 

İzmir Kent Haber, 17.01.2013

ONARILAN TÜRBE YILLLAR SONRA AÇILDI

 

Araplar'ın 668'deki İstanbul kuşatmasında şehit düşen ve Eyüp Sultan'ın sancaktarlığını yaptığı bilinen Abdurrahman Eş Şami'nin Sultanahmet'teki makam türbesi ziyarete açıldı. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, 1985'te, türbeyi Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden kiraladı ve küçük bir müzeye dönüştürdü. Türbe, kurumun, uzmanlık alanı olmaması sebebiyle uzun yıllar ziyarete kapalı kaldı. Abdurrahman Eş Şami Türbesi, 2004'te hayırsever vatandaşlar tarafından, tekrar bakıma alındı. Sultanahmet'teki türbe, çevre düzenlemesinin ardından ziyarete açıldı. Türbe, pazartesi günleri hariç, 08.30 ile 17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek.

Sabah, 17.01.2013

SİLLE'DE TARİHİ MORMİ VE ORTA CAMİ'NİN RESTORASYONU TAMAMLANDI

 

 

Selçuklu Belediyesi, tarihi mekanların gün yüzüne çıkarılarak turizme kazandırılması amacıyla Aya Elenia Müzesi'nin ardından Mormi ve Orta Cami restorasyonlarının tamamlandığını açıkladı.

Sille, devam eden dini yapı restorasyonları, Sille Barajı projesi ve imar çalışmalarıyla birlikte hoşgörü ve inanç turizminin önemli merkezlerinden biri olmaya doğru ilerliyor. Selçuklu Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, Sille'nin tarihi dokusunun yanı sıra engin bir kültür hazinesine sahip olduğunu dile getirerek "Günümüze kadar tarihi ve kültürel varlığını koruyabilen; abideleri, mabetleri, sosyal yaşamı ile geçmişte olduğu gibi günümüzde de önemini koruyan Sille, zengin bir tarih ve kültür vadisidir. Sille'nin tarihi ve kültürel değerlerini, el sanatlarını, folklorik yapısını yeniden canlandırmak ve geliştirmek için önemli projeler başlattık. Bu projelerden biri de restorasyon çalışmalarıdır. Başta Aya Elenia Müzesi ve tarihi camiler olmak üzere restorasyon çalışmalarını sürdürüyoruz. Hızla devam eden restorasyon çalışmaları başarılı sonuçlar vermeye başladı. Aya Elenia Müzesi'nin yanı sıra Tarihi Mormi ve Orta camilerinin restorasyonu tamamlandı. Tarihi yeniden canlandırıp, gelecek kuşaklara aktarmak istiyoruz." dedi.

Selçuklu Belediyesi tarafından başlatılan tarihi Mormi ve Orta Cami restorasyon çalışmaları tamamlandı. Camilerin duvarlarında bulunan derin çatlaklar restorasyonda sıkça kullanılan dikişleme metodu ile onarıldı. Yapıların statiğinde bulunan sorunlar uygulanan proje ile giderildi. Camilerin alt ve üst katlarında bulunan döşemeler aslına uygun olarak değiştirildi. İç ve dış sıvalar ile çatı kısmında bulunan saç kaplamalar, kurşun kaplama ile değiştirildi. Camilerde bulunan minber, mihrap, kürsü ve mahfil gibi mimari öğelerin konservasyonu yapıldı. Sille'nin kuzeyinde bulunan ve 1794 yılında yapımı tamamlanan Mormi Cami 445 bin 830 TL'ye mal olurken, adını bulunduğu mahalleden alan Orta Camii 187 bin TL'ye mal oldu.

Sille'de bulunan bir çok tarihi eserin restorasyon çalışmalarına ve çevre düzenlemesine devam edileceğini söyleyen yetkililer, hayata geçirilen bu proje kapsamında; Sille koruma amaçlı imar planında 3. Etap taş kaplama yapılması ve PTT ve elektrik hatlarının yer altına alınması, Sille kentsel sit alanında peyzaj düzenlemesi, Sille Deresi'nde su tutma ve çevre düzenlemesi,1. Etap sokak sağlıklaştırma ve 25 nolu evin restorasyonu ve 2013 yılında yaklaşık 70 civarında evin restorasyonu, Şapel restorasyonu, Çay Cami ve Ak Cami restorasyonlarına devam edildiğini ifade etti.

Konya Hakimiyet, 17.01.2013

MİMAR SİNAN'A SAYGI MEKTUBU

 

 

Sevgili Sinan Usta,
Sana yazmak, seni hatırlamak İstanbul’da şaşılacak bir olay değil. Her taşını hesapladığın hamamlar, mescitler, çeşmeler hemen gözümüzün ilişeceği bir yerde. Bu emeğinin güzelliğini
değerlendirdiğimiz falan yok. Göğün her milimetresini çeşit çeşit kulelere açtık. İstanbul’un görüntüsü en iyi nasıl silinir ölçümleri yapıyoruz.


Ustam,
Seni ailenden, cemaatinden ayıran ve Anadolu’dan da çocuk devşirmeyi öngören yeni yasayı uygulayanlar zekanı, yeteneğini fark etmiş olmalı. Anadolu’nun ortasından yeni bir yaşam için koparılıp İstanbul’a getirildiğinde yıl 1512’ymiş. Beş yüz yaşın yeni bitti ustam. Heyecanlandın mı İstanbul’a geldiğinde bilmiyorum. Hangi ulustandın, hangi cemaatten onu da bilmiyorum. Ama Anadolu dediğimiz bu milletler, inançlar denizinin sayısız üyesi öylesine birbirine girmiş ki...


Kim önce gelmiş, kuralları hangisi koymuş o bile belli değil. Yapmayı becerebilsem bir çocuğun ailesinden kopup yeni bir hayata başlamasını anlatmak isterim. Kimi zaman bir yemek özlercesine annesini özlemesini, ailesinin dar olanaklarını beğenerek hatırlamasını... Koğuşların kalabalığını, yeni bir adı ve inancı yadırgamasını yazabilmek benim özlemim.


Seni devşirenler okullara gidecek gruba ayırmamışlar seni. O zaman kalem efendisi olurdun. Ne yaman bir diplomat olurdun, düşünülebilir. Ama o zaman bu çeşit çeşit kubbeyi yapmak bir başka Sinan’a kalırdı. Senden önceki mimarımız da bir Sinan çünkü: Atik Sinan.


Hatta Şehit Atik Sinan. (Bilirsin idam edilenlerin mezar taşında şehit ya da şehide yazar). Kumrulu Mescit’tedir mezarı galiba.


Kayseri’yi ilk gördüğümde aklıma sen düştün. Çıraklarından Cengiz Bektaş’ın anlattığı bir öykü. Üç taş yontucun varmış ya. Aldıkları ücretler birbirine denk olmayan. “Ne yapıyorsun” diye sorulduğunda biri  “Taş yontuyorum”  diğeri “Caminin kapısını yontuyorum”, sonuncusu “Camiyi yontuyorum” diyen. Ağırnas’ın halkının Kıbrıs’a yerleştirilmemesi, göç yollarına düşürülmemesi için padişaha başvurun çıkmıyor aklımdan. Bir şey daha var içimi acıtan:  kocaldığında padişah bağışı olan bir musluk suyun komşularınca sana çok görülüşü. Evinde akarsu oluşunun dönem padişahına şikayet edilişi. Ve elinde padişah fermanı olmadığı gerekçesiyle suyunun kesilişi.
Sevgili Ustam Sinan, yapıların mimarlık bakımından olduğu kadar mühendislik bakımından da önemli. İstanbul’un su sorununu çözmekle görevlendirildiğinde, bentleriyle, tünelleriyle, su yolları ve su yolu kemerleriyle, biriktirme ve dağıtma yapılarıyla uzunluğu 50 kilometreyi aşan ve Kırkçeşme adıyla bilinen su yapılarını gerçekleştirmiştin. (O musluk diye andığım su bu yüzden, isteğin üzere, bağışlanmıştı sana). Bu yaptığın iş yalnız mimar değil mühendis olduğunu da gösterir. Yapılarının (elbet imar adına yıkmadıysak) çoğu 400 yıl sonra bile ayakta duruyor, hatta kullanılıyor olması, onların taşıyıcı sistemlerine olduğu kadar temellerine de özen gösterilmiş olmasından. Sana “ser mimaran-ı cihan ve mühendisan-ı devran” (dünyadaki mimarların ve dönemin mühendislerinin başı) lakabı boşuna verilmedi.


Sevgili Ustam Sinan, vakıf senedinde, mahallelinin ihtiyaçlarına kadar düşünülerek gelirinden para ayrılarak ihtiyaca harcanmasını istemişsin. “Kıyamete kadar sürdürülmesini istediğin bir başka konu da “Her sene vakfın gelirinden 300 akçe ayrılarak mübarek muharrem ayının onuncu gününde vakfın Süleymaniye imareti yakınındaki büyük evinde çeşitli yemekler hazırlanarak fukaraya dağıtılmasıymış.”


Ne yazık isteğin hatırlanmıyor ustam. T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü bir kez olsun senin eski mahallene bir güzellik yapıp, mahallenin eksiklerini tamamlayıp bunun senin isteğin olduğunu hatırlatabilir. Senin yüzyıllar öncesi komşuluk hakkını düşünmen toplumla ilgili tasarıların olduğunun da kanıtı.


Bu arada binaların değeri arttı ustam. Belediyeler vergi borçlarını yarım kalmış camilerin tapularıyla ödüyor. Senin yaşadığın topraklarda yaşamaktan gurur duyuyorum, ustam.

Evrensel, Yaz: Sennur Sezer, 16.01.2013

TARAKLI, UNESCO DÜNYA KÜLTÜR MİRASI LİSTESİ'NE ADAY

 

 

Osmanlı'dan kalan tarihi evleriyle ünlenen, Cittaslow tarafından ''sakin kent'' ilan edilen Taraklı İlçesi, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girebilmek için başvuru yaptı.

Taraklı Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilçenin tarihi eserleri ve doğal güzellikleriyle bilindiğini belirterek, uluslararası alanda tanınırlığının artırılması amacıyla UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girebilmek için başvuru yaptıklarını söyledi.

İlçedeki nüfusun 7 bin civarında olduğunu dile getiren Özkaraman, ''300 tarihi evden 110'u tescilli. Şu anda birçok binada restorasyon çalışması devam etmektedir. Taraklı, şehrin gürültüsünden uzakta, huzurlu ve sakin bir ilçe. Türkiye'nin 8 sakin şehrinden bir tanesidir. Bu açıdan baktığımızda UNESCO'nun listesinde yer almayı umut ediyoruz. İlçemizin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından turizmde öncelikli yöre ilan edilmesi sağlandı'' diye konuştu.

 

Özkaraman, ilçeyi geçen yıl 100 bin turistin ziyaret ettiğini belirterek, ''Mümkünlü'' reklamlarının ilçenin tanıtımını sağladığını sözlerine ekledi.

Arkitera, Haber: Selin Biçer, 16.01.2013

YENİKAPI'DAKİ DOLGUYA DAVA

 

 

Yenikapı’da deniz doldurularak inşa edilecek 1 milyon kişilik dev meydan için hazırlanan imar planlarına Şehir Plancıları, İnşaat Mühendisleri ve Mimarlar Odası dava açtı. Odalar, dolgu meydanın Tarihi Yarımada’nın doğal form ve siluetini bozacağı, arkeolojik ve tarihi miras alanlarını tahrip edeceği ve trafikten arındırılması gereken yarımadaya daha fazla araç çekeceği kanaatinde.

Projenin İstanbul ’un uluslararası kamuoyunda saygınlığını zedeleyerek, başarısız bir kültür yönetimi örneği olarak gösterileceği ve proje sebebiyle Tarihi Yarımada’nın ‘UNESCO Tehlike Altındaki Dünya Miras Listesi’ne alınma ihtimalinin artacağı belirtiliyor.


İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca onaylanan planlara göre Yenikapı sahilinde yaklaşık 90 futbol sahasına tekabül eden (546 dönüm) bir dolgu yapılacak. Doldurulacak meydanda eğlence alanları, lokanta ve gazinoların yanında satış birimleri, sergi ve fuar yerleri için de toplam alanın %3’ünü geçmeyecek şekilde iki kat yapılaşma izni çıkmış. Odalar, doldurulacak yerin ‘yeşil alan/sosyal donatı’ olarak kodlanmasının ‘göstermelik’ olduğu ve aslında burada 3621 sayılı Kıyı Kanunu’na aykırı şekilde yapılaşmanın önünün açıldığını belirtiyor. Odaların dolgu planına itirazları özetle şöyle:


Üst ölçekli planlarda ve İstanbul için hazırlanan tüm rapor çalışmalarında, Tarihi Yarımada’nın araç trafiğinin azaltılması önerilirken; 1 milyon kişi kapasiteli meydanla ulaşım talebi arttırılarak yaya ulaşımı ve turistik faaliyetler olumsuz yönde etkilenecek.


Alanın hemen ardında yer alan Marmara Denizi Surları ve Yenikapı’da ortaya çıkan neolitik döneme uzanan arkeolojik miras tahrip olacak.


Tarihi Yarımada’da verilecek kararlardan sorumlu 1 Numaralı Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ise daha önce projeyi uygun bulmayarak ‘Siluet ve topografyayı bozar, uluslararası sözleşmelere aykırı’ diye görüş bildirmişti. 

Savunma: Dolgu denize yapılacak! 
Ancak dolgunun ‘sit alanına değil denize’ yapılacağı gerekçesiyle kurul yetkisiz bırakılmış, plan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan bu şekilde geçirilmişti. Odalar, dava dilekçelerinde kentsel ve tarihi Sit alanı olan Tarihi Yarımada’da Koruma Kurulu onayı olmadan hiçbir karar alınamayacağını da belirtti. Projenin ilk etabı olan denize temel atma işi, 2012 Ocak’ta yaklaşık 31 milyon TL bedelle Nas İnşaat, Nuhoğlu İnşaat ve Uğraş İnşaat’tan oluşan iş ortaklığına ihale edilmişti.

Radikal, Haber: Elif İnce, 16.01.2013

HZ.İSA'NIN JAPONYA'DAKİ MEZARINA ZİYARETÇİ AKINI

 

Japonya'nın Aomori kentinde bulunan ve Hz. İsa'ya ait olduğuna inanılan bir mezar, her yıl binlerce insan tarafından ziyaret ediliyor. Ülkenin kuzey kesimindeki ormanlık bir alanda yer alan mezara yakın bölgelerde Hz. İsa'nın soyundan geldiğini iddia eden insanlar da yaşıyor.

 

Hıristiyanlık inancına göre, Kudüs'te çarmıha gerildikten sonra göğe yükseltildiğine inanılan Hz. İsa'nın, Japonya yolculuğu hakkında ise bazı efsanelerin dışında ciddi ilmi veriler bulunmuyor. Budistlerle Şintoistlerin çoğunluğu oluşturduğu 128 milyon nüfuslu Japonya'da, Hıristiyanların oranı yüzde 1 civarında olsa da, Hz. İsa ile ilgili efsane, herkes tarafından biliniyor. Hz. İsa'nın çarmıha gerilmekten kurtulduktan sonra çiftçilik yapmak için Japonya'ya geldiğine, sarımsak yetiştirmeye başladığı bahçenin sahibinin kızı Miyuko'ya aşık olduktan sonra da buraya tamamen yerleştiğine inanılıyor. Efsaneye göre, Hz. İsa'nın Miyuko'dan 3 çocuğu oldu. 106 yaşında öldüğünde de erkek kardeşi Isukiri tarafından Aomori'ye defnedildi.

Bu efsaneyi konu alan, "Greatest Story Ever Told / Anlatılmış En Büyük Hikaye" adlı filmde, Hz. İsa'nın 21 yaşındayken dini ilimler tahsil etmek için Japonya'ya geldiği belirtiliyor. Filme göre, 12 yıl boyunca Japonya'da kalan Hz. İsa, daha sonra Fas üzerinden yeniden Filistin'e dönerek, 33 yaşında Kudüs'te çarmıha gerilmiş. Yılın her mevsimi Hz. İsa'nın ziyaretçilerini ağırlayan Aomori'de ise Hıristiyanların yaşamadığı belirtiliyor. Bahar aylarında düzenlenen "İsa Festivali"ne katılımcıların hepsi turistler olduğu gibi, bölgedeki en yakın kilise de mezara en az 50 kilometre mesafede bulunuyor.

Sabah, 16.01.2013

GİRESUN ADASI'NDA BULUNAN İSKELET SAYISI 124'E ÇIKTI

 

 

Giresun Adası'nda 2011 yılından bu yana yürütülen kazı çalışmalarında bulunan iskelet sayısı 124'e çıktı. Adada Bizans dönemine ait sikkeler de bulundu.

 

2011 yılında Giresun Müze Müdürlüğü ve Konya Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nce ortaklaşa başlatılan kazılarda, ilk yıl 72 insan iskeletinin yer aldığı 32 mezar ve çeşitli tarihi kalıntılar ortaya çıkarıldı. Geçen yıl yürütülen kazılarda da, kuzey mezar şapelinde, kilisede görev yapan din adamlarına ait 52 insan iskeleti bulundu ve adada bulunan iskelet sayısı 124'e ulaştı. Mezarlarda da Bizans dönemine ait olduğu belirlenen üç çukur ve bir bronz sikke ile bir yüzük gün yüzüne çıkarıldı.

 

Konuya ilişkin açıklama yapan Giresun Valisi Dursun Ali Şahin, Doğu Karadeniz'in üzerinde insan yaşayabilen tek adası olan ve tarihte "Aretias" olarak adlandırılan Giresun Adası'nda yapılan kazıların, tarihin aydınlatılmasında büyük önem taşıdığını ifade ederek, bölgede ilk defa böylesine önemli ve ayrıntılı bir arkeolojik kazı yapıldığını kaydetti. Vali Şahin, şunları söyledi:

"Batı mekan ve güney şapelde yer alan iskeletlerin çıkarılması için yapı temel seviyesinin alt kotuna inildi. Mezarların tespiti yapıldı, gerekli arkeolojik veriler elde edilip yapılan çalışmalar belgelendirildikten sonra bu bölümler, yapının temel seviyesine kadar toprak ile dolduruldu.

Yapının duvarlarında zarar görmüş yerlerin iyileştirilmesi ve eksik bölümlerin tamamlanması için çalışmalar yürütüldü. Ayrıca kilisenin yer yer korunabilmiş, taşlardan oluşturulmuş zemininde de sağlamlaştırma ve tamamlama yapıldı. Çevresi tel örgü ile çevrilerek kuzey ve güney yönünde iki kapı bırakıldı ve kapılarda kilitlenerek kazı alanı koruma altına alındı."

haberler.com, 15.01.2013

TARİHİ 'AŞK YOLU' KORUMA ALTINA AINACAK


 

Denizli'de Tavas İlçesi'nin Kızılcabölük Beldesi'ndeki 1'inci yüzyıldan bu yana antik kentler arasında kullanıldığı sanılan 'Aşk Yolu' koruma altına alınacak.

 

Belediye Başkanı MHP’li Abdülkadir Uslu’nun isteği üzerine beldeye giden Denizli Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu, Aşk Yolu’nda yürüyerek inceleme yaptı.

Kızılcabölük Belde Belediye Başkanı Abdülkadir Uslu, beldedeki tabiat varlıklarını olarak başta Aşk Yolu olmak üzere Killi Pınarı Meydanı ile Çınartürk Çınarı’nın koruma altına alınması için Denizli Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu’na başvurdu. Ali Aygören başkanlığındaki Denizli Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu üyeledi Kızılcabölük Belediyesi’nin talebini değerlendirmek için beldede incelemelerde bulundu. Tescilli 3 anıt ağacın bulunduğu Kızılcabölük’te talebi değerlendirmek üzere inceleme yapan komisyon başkanı Ali Aygören ve üyelere Kızılcabölük Belediye Başkanı Abdülkadir Uslu, rehberlik yaptı. Uslu, 1’inci Yüzyıl’dan bu yana asırlardır kullanıldığı bilenen Aşk Yolu’nun antik kentler Afrodisias-Hieropolis ve Leodikya yol güzergahında olduğunu anlattı. 

 

Uslu, İbn-i Batuda, Evliya Çelebi, Katip Çelebi gibi gezginlerin de bu yoldan geçtiğinin tahmin edildiğini belirterek, "Dolayısıyla bu yol; korunan ağaçların oluşturduğu doğal yapısının yanında tarihi ve kültürel değerleri de olan bir yoldur. İki yanı tarihe meydan okumuş çalı ve meşe ağaçlarıyla kaplı olan bu yolun korunması bence geleceğe bırakılacak en güzel miraslarımızdan birisi olacaktır" dedi.

Komisyon başkanı Ali Aygören ise, günümüzde sayıları azalmış olan bu tabiat varlıklarının korunması sorumluluk olduğunu belirterek, "Biz gerekli incelemeleri yaptık. Notlarımızı aldık. Gereğini yapacağız" dedi.

Radikal, Haber: Ramazan Çetin, 15.01.2013

OTOYIKAMACIDAN ÇIKAN HAZİNE

 

 

Antalya'da bir oto yıkamacıda Antik Yunan ve Hellenistik döneme ait tarihi eserler ele geçirildi. Tarihi değerlerinin çok yüksek olduğu belirtilen eserler, Antalya Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.

 

Antalya Emniyeti Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Şube Müdürlüğü (KOM) Kaçakçılık Büro ve Mali Şube Müdürlüğü dedektifleri, ihbar üzerine Yükseliş Mahallesi'ndeki bir oto yıkamacıya baskın düzenledi. Baskında, oto yıkamacının yazıhanesinde müşteriye satılmak üzere bekletilen Antik Yunan dönemine ait 1.53 boyunda, 45 santim genişlik ve 24 santim derinliğinde kadın kabartma büstü, altından yapılma demos çelengi ve bronz bileklik, Hellenistik döneme ait bir mezar stili ile bir gümüş sikke ele geçirildi.

 

Olayla ilgili işyeri sahibinin de aralarında bulunduğu 30 yaşındaki Ş.U., 23 yaşındaki H.D., 31 yaşındaki A.Ş. ve 40 yaşındaki S.A. gözaltına alındı. Şüpheliler ilk ifadelerinde, tarihi eserleri Afyonkarahisar'da kaçak kazı yapanlardan aldıklarını, Antalya'da görüştükleri bir iki müşteriye satmak için girişimde bulunduklarını belirtti. Gözaltına alınan 4 şüpheli, ifadelerini ardından adliyeye sevk edildi. Tarihi değerlerinin çok yüksek olduğu belirtilen eserler ise Antalya Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi

haberler.com 15.01.2013

İSHAK PAŞA SARAYI'NDA DEFİNE ARAYANLARA SUÇÜSTÜ

 

 

Doğubayazıt’a 5 kilometre uzaklıktaki İshak Paşa Sarayı’nın dün akşam kapı kilidini kıran Celal Uçar, Hüseyin Akkuş ve kuzeni İbrahim Halil Akkuş, buraya kendi kilitlerini taktı. Sarayın kütüphane bölümünde define aramak maksadıyla kazı yapmaya başlayan üç kişinin çıkardığı sesler sarayı görmeye gelenlerce duyulunca jandarmaya haber verildi. İhbar üzerinde saraya gelen jandarma ekiplerinin ’Teslim ol’ çağrısına uymayan defineciler, kaçmaya kalkıştı. Kısa süreli kovalamacanın ardından yakalanan defineciler gözaltına alındı.

Definecilerin yanlarında getirdiği merdiven, balyoz, kazma, kürek, demir kesme makası ve levyeye el konuldu. Doğubayazıt Adliyesi’ne götürülen Celal Uçar, Hüseyin Akkuş ve İbrahim Halil Akkuş savcılıkta define aramak için saraya girdiklerini itiraf etti. Üç kişinin adliyedeki sorguları devam ediyor.

İSHAK PAŞA SARAYI
1685 yılında Çıldır Atabeklerinden Çolak Abdi Paşa tarafından yapımına başlanan saray, 99 yıl sonra Küçük İshak Paşa zamanında tamamlanmıştır. Yaklaşık 7 bin 600 metrekare alan üzerine kurulu sarayda koridor ve salonlarla birlikte 360 oda bulunuyor. Sarayın bazı kısımları bodrumlarla birlikte üç katlı yapılmış. Arazinin doğal yapısına uygun olarak doğudan batıya doğru inşa edilen İshak Paşa Sarayı, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmektedir.

Radika, Haber: Sedat Budak, 15.01.2013

SÜMELA TAVANINDA BU KEZ DE TOP İZİ

 

Trabzon'daki Sümela Manastırı'nın tavanında bulunan 13'üncü havari Yahuda'nın freksi, geçen yıl manastırı gezen bir vatandaş tarafından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e benzetilmişti. Şimdi de Yahuda'nın freskinin hemen alt tarafında, bir futbol topu izi olduğu öne sürüldü. Trabzon Kültür ve Turizm Müdürü İsmail Kansız, açıklama yaparak, "O tavana bugüne kadar hiç dokunulmadı. Ama inceleyeceğiz" dedi.

Sabah, 15.01.2013

ABD'DEN TERSİNE ESER GÖÇÜ

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Avrupa ve ABD ’den pek çok eserin geri getirilmesi için girişimlerini sürdürüyor. Amerikan gazetesi LA Times, Türkiye ’nin Amerikan müzelerinden geri istediği eserlerin listesini geçtiğimiz aylarda yazdı. Habere göre bakanlık, J. Paul Getty Müzesi, New York’taki Metropolitan Sanat Müzesi (Met), Cleveland Sanat Müzesi ve Harvard Üniversitesi’nin Dumbarton Oaks Araştırma Kütüphanesi ve Koleksiyonu’nda bulunan toplam 67 eserin iadesini istedi.


Kültür ve Turizm Bakanlığı 1 yıldan fazla bir süredir Avrupa ve Amerika müzelerindeki eserlerin iadesi için titiz diplomatik bir süreç yürütüyor. Müzesinde Anadolu kökenli eserler bulunduran kurumlarla sergi dahil pek çok konuda işbirliğine gitmiyor. “Önce eserleri iade edin, sonra masaya oturup konuşalım’ tavrını sürdüren bakalık diğer yandan da bilimsel olarak ispat ettiği eserler için diplomatik yollardan iade girişimlerinde bulunuyor. Bu nedenle Batılı müzelerde yoğun bir telaş var. Ancak Kültür Bakanlığı bu panik havasından çok hoşnut değil. Olumlu esen rüzgarın tersine dönmesinden de çekinen bakanlık, batılı müzeler ile yaptığı görüşmeleri ve yazışmaları kamuoyu ile paylaşmıyor. Yıl başında tüm müze müdürlüklerine gönderilen yazıda kaçırılan eserler konusunda, basına bilgi verilmemesi, bu konuda sadece bakanlığın yetkili olduğu vurgulandı.


Türkiye’nin Getty Müzesi’nden istediği 10 eserin değeri 1 milyon doların üstünde. Basilica Galerisi’nde sergilenen dört mermer mitolojik peri heykeli ile bronz heykellerin müze kayıtlarına göre büyük çoğunluğu, kaçakçılıkla ilgileri olduğu bilinen tarihi eser tüccarları Elie Borowski ve Nicolas Koutoulakis’ten alınmış.


Metropolitan Sanat Müzesi’nden istenen 18 eserin tamamı 1990’da ölen koleksiyoner Norbert Schimel’e ait. Müze Schimel’in koleksiyonunu 1989’da almış ve eserlerin çoğunluğu şimdi müzenin Antik Yakın Doğu Galerisi’nde sergileniyor.


Dumbarton Oaks’da Sion Hazinesi olarak bilinen 18 parça antik gümüş tabak ve diğer dekoratif eserler de Türkiye’nin geri almaya çalıştığı eserler arasında.


Cleveland Müzesi’nden 21 tarihi eser istendi. British Museum, Victoria Albert, Louvre Müzesi, Kopenhag David’s Samling Koleksiyonu, Berlin Pergamon Müzesi ile de eser iadesi konusunda bakanlığın görüşmeleri sürüyor.


Getty eserleri geri ver!
Aktüel Arkeoloji dergisi Getty Müzesi’ndeki eserlerin iadesi için kampanya başlattı. Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nden Dr. Tarkan Kahya imzasıyla yayımlanan yazıda Getty Müzesi’ndeki bazı eserlerin Kremna ve Bubon antik kentlerinden götürülüş öykülerine yer verildi. Yazıda ‘‘Kremna’dan kaçırılan en az 40 mermer heykel vardı. 4 tanesinin yaklaşık 1800 yıllık ilham perisi heykelleri olduğunu ve Getty Müzesi’nce satın alındığını biliyoruz. Getty, heykellerden ilk ikisini 1968’de Sotheby’s Londra’dan satın almıştı. İlkine 13 bin 122 dolar, diğerine 9 bin 185 dolar ödedi. Üçüncü heykel koleksiyonuna 1971’de katıldı. Son heykel 1994 yılında 550 bin dolara satın alındı” deniliyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 15.01.2013

MİMARLAR ODASI, AOÇ'DEKİ BİRA FABRİKASI VE KOMPLEKSİ İÇİN KORUMA KURULU'NA BAŞVURDU

 

 

Mimarlar Odası Ankara Şubesi Atatürk Orman Çiftliği'ndeki talana karşı yürüttüğü mücadelesine devam ediyor.
 

TBMM Kültür Kongre Merkezinin AOÇ'de yapılması planlanan alanında bulunan Bira fabrikası ve kompleksinin tamamı için Mimarlar Odası Ankara Şubesi rapor hazırlayarak Koruma Kuruluna başvuru yaptı. Başvuru ile ilgili Mimarlar Odası Ankara Şube Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi Tezcan Karakuş Candan şunları söyledi. "Atatürk Orman Çiftliği'nde yürütülen talan politikasına karşı hem hukuksal hemde eylemli olarak yürüttükleri mücadelede her yolu denediklerini, TBMM Kültür Kongre Merkezi yapılması düşünülen alanda bulunan Bira fabrikası ve kompleksinin çok özel bir alan ve yapı bütünlüğü içerisinde olduğunu, alan içerisinde Bira Fabrikası, Bira Fabrikası Hamamı, Memur ve İşçi Konutları, Ülkü Evi, Lokanta ve Hububat Silosu olduğunu, Hububat Silosunu tescilli olduğunu ifade ederek alanda bulunan yapıların korunması için rapor hazırladıklarını ve Koruma Kuruluna Başvuru yaptıklarını söyledi.

 

Candan "Cumhuriyet'in ilanından önce Türkiye'de çok da tüketilmeyen biranın, Cumhuriyet Dönemi'nde insan sağlığına zarar veren ağır içkiler yerine tercih edilmesini sağlayacak hafif bir halk içkisi olarak yaygınlaştırılmasının gündeme gelmesi ve biranın aynı zamanda ziraat alanında da yeni bir gelir kaynağı olması gerekçeleriyle, Türkiye'de İstanbul'daki ve İzmir'deki fabrikalarda üretim devam ederken, 1934 yılında Ankara'da, Atatürk Orman Çiftliği'nde de yeni bir bira fabrikası kurumasına karar verildiğini, fabrikanın çevresiyle birlikte ele alınarak planlanması görevini Ankara'nın plancısı Hermann Jansen'e verildiğini, Jansen planlarında bira fabrikası, yönetim birimleri, memur-işçi konutlarının bir bütün olarak planlandığını, Avusturyalı mimar Ernst Egli'nin, hazırlanan Jansen planlarının konutlarında değişiklik yaptığını, bu değişiklik ile birlikte Egli ve Jansen işbirliğinde hazırlanan planlarla bira fabrikası, memur- işçi konutları, hamam ve lokantanın projeleri 1937 yılında hazırlanarak uygulandığını" söyledi.

 

"Fabrika Cumhuriyet döneminin üretim ilişkileri çerçevesinde, üretim ve insan odaklı bir mekansal düzenlemeyi beraberinde getirdiğini söyleyen Candan bu alanın Avrupa örneklerinde olduğu gibi bir endüstri alanı ve işçi mahallesi kurgusuyla yapılmış küçük bir örneğidir" dedi. Candan Bu alanda Bira Fabrikasının yıkılarak, milletvekillerine sosyal tesis yapılmasına karşı çıktıklarını ifade etti. Bu nedenle Alanın ve yapıların tescillenmesi için Koruma kuruluna başvurduklarını söyleyen Candan , Ayrıca Avusturya Büyükelçiliği , Alman Kültür Merkezi ve milletvekilleri ile de ilişkiye geçtiklerini ifade ederek bu yapılarla ilgili geniş çaplı bir kampanyanın ilk adımlarını attıklarını söyledi. Hükümetin sürekli Atatürk orman Çiftliğine yönelik Parçalama ve yok etme yaklaşımının ideolojik olduğunu söyleyen Candan.Atatürk Orman Çiftliği'nin, üretim ilişkileri insan ve mekan ilişkilenmesi açısında dünyada özel bir örnek alan olduğunu, bu açıdanda Kültürel Peyzaj alanı olması için UNESCO'ya başvurulmasını istediklerini ancak bakanlığın hiç de bilimsel olmayan genel geçer söylemlerle bu süreci red ederek engellemeye çalıştığını,söyledi.

 

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Hakkan'da Yapıların yıkılmaması ve AOÇ'deki talanın durmasına karşı milletvekileri ile yaptığımız görüşmeler sonucunda, mecliste 110 milletvekilin imzasıyla bu alanda TBMM kültür kongre merkezi yapılmasını istemediklerini ifade eden bir dilekçeyi hazırlayarak milletvekillerine ulaştırdıklarını, imzaların geçen hafta meclis başkanına teslim edildiğini ifade etti. Hakkan Atatürk Orman Çiftliği'ndeki bu talanın durdurulması için her yolu deneyeceklerini, söyledi.

Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 14.01.2013

BİR GÜN DİKİLİTAŞ'I GERİ İSTERLERSE...

 

Heykellerle ilgili gündem yaratma konusundaki ustalığını iyi bildiğimiz Başbakan Erdoğan’ın hedefinde bu kez Senegal’in Goree Adası’nda, köle ticaretini sembolize eden bir heykel vardı.

Kölelerin Batı'ya taşındığı "Dönüşü Olmayan Yol" müzesini ziyaret eden Erdoğan, Fransa tarafından hediye edilen ve giyotine giden bir köleyi anlatan heykelin Fransa'ya iade edilmesi gerektiğini söyledi. Ancak Erdoğan'ın gözden kaçırdığı bir şey vardı; heykel Fransa için, köleci geçmişiyle bir yüzleşme anlamı taşıyordu. Yani Fransa bu heykelle, Senegal halkına yaşattığı acılardan dolayı bir anlamda özür dilemişti.

 

Türkiye'nin "heykeller ve emperyalizm" konusundaki milli hassasiyeti, dünya müzeleri tarafından da bir süredir endişeyle izleniyor. Kültür Bakanlığı'nın, British Museum ve Louvre'da sergilenen Anadolu'ya ait antik eserlerin iadesi için yürüttüğü ısrarlı çalışmalar önemli bir aşamaya geldi.

Türkiye, Londra'daki British Museum'da sergilenen bazı heykellerin iadesi talebiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde dava açmaya hazırlanıyor. Üstelik mahkeme heyetine izletmek için Türkiye'nin eski eserleri nasıl kaybettiğini ortaya koyan bir belgesel de hazırlanıyor.

 

Türkiye'nin bu girişimleri dünya müzeleri tarafından haklı olarak endişeyle izleniyor. 2012'nin son günlerinde İngiltere'de haftalık olarak yayımlanan The Observer gazetesinde bu konuyla ilgili bir yorum yer almıştı. Gazetenin görüşlerine başvurduğu İngiliz insan hakları hukukçusu Gwendolen Morgan, Türkiye'nin savunmasını büyük bir olasılıkla Fransa ve İngiltere tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "Her gerçek ve tüzel kişi, maliki olduğu şeyleri barışçıl bir biçimde kullanma hakkına sahiptir" diyen 1. protokolünün 1. maddesini ihlal edilmesi üzerine kuracağını söylemişti. Çok sayıda eseri British Museum'da sergilenen Yunanistan başta olmak üzere pek çok ülke Türkiye'nin girişimlerini merakla izliyor. AİHM'den çıkacak eserlerin iadesi yönünde bir karar dünya müzecilik sistemini altüst edebilir.

 

Bu konunun iki boyutu var; tarih boyunca savaşların doğal sonuçlarından biri ülkelerdeki kültür mirasının yağlamaması oldu. Yenenler, zaferlerinin bir sembolü olarak işgal ettikleri topraklardaki kültür mirasını yerinden söküp götürdü. Antik çağlardan bu yana dünyadaki pek çok eser binlerce kilometre yol kat ederek, sömürgeci başkentleri süsledi. Bir de mafya ve kaçakçılar eliyle ören yerlerinden ve müze depolarından çalınarak satılan eserler var. Bu kaçakçılar İnterpol tarafından zaten dünyanın her yerinde aranıyor yakalandıklarında ellerindeki eserleri iade edecekleri gibi yargı önüne de çıkarılacaklar. Ancak tarih boyu savaşlarla yer değiştirmiş eserleri geri almak için yürütülen ısrarlı çalışmaları anlamlı bulmuyorum.

 

Geçen yıl eylül ayında Herakles heykeli ABD'den geri alındığında benzer bir tartışmayı Rahmi Koç başlatmıştı. Koç, Türkiye'den kaçırılmış tarihi eserler için "Onlar zaman zaman Türkiye'ye dönüyor, döneceği yerlerde Türk malı olarak teşhir edilmesi çok daha mühim. Çünkü Türkiye'ye geldiği zaman birkaç ay bir alaka oluyor, ondan sonra yavaş yavaş bu alaka ortadan kalkıyor ve bu güzel eserler tozlanmaya mahkum oluyor. Halbuki buralarda bırakılsa -tabii bizim malımız olarak bırakılsa- Türkiye'nin imajını dünya çapında çok daha yükseltir diye düşünüyorum" demişti. Bu sözler geçen yıl sanat tarihçileri arasında tartışılmıştı.

 

Osmanlı'nın son dönemlerinde anlaşma, hile, savaş, her ne sebeple olursa olsun bu topraklardan götürülen ve dünyanın saygın müzelerinde sergilenen eserler orada kalmalı. Bu eserler 19. yüzyıl sonu 20. yüzyılın başına ait özel koşullar sonucu bu topraklardan götürüldü. Nasıl Yunanistan'dan Selanik'i geri isteyemezsek İngiltere'de Almanya'da, Fransa'da sergilenen antik eserleri de geri isteyemeyiz.

 

Antik Yunan ve Roma topraklarının sahibi olan Türkiye'de de savaş ganimeti olarak getirilen pek çok eser var. Günün birinde Mısır Doğu İmparatoru Theodosius'un 390 yılında İstanbul'a getirdiği Sultanahmet'teki Dikilitaş'ı geri isterse ne cevap vereceksiniz?

Taraf, Yazı: Ertan Altan, 14.01.2013

AKM, TAKSİM'İN MABEDİ MİDİR?

 

 

12 Aralık 2012 günü Argos in Cappadocia'da yapılan "Kalebodurla Mimarlar Konusuyor" etkinliğine Can Çinici, Nevzat Sayın ve Dücane Cündioğlu konuşmacı olarak katıldı.

"21. yüzyılda neden hala Çamlıca Camisi gibi camiler istiyoruz" ana temasında yola çıkan tartışmada ilk söz Nevzat Sayın'nın oldu.

 

Sayın onlar ve bizim diyerek ayrımlar yaratmanın, kısıtlamalar yarattığına değinerek, görgü kavramı üzerinde yaptığı sorgulamalardan bahsetti. "Gelenek öyle tuhaf bir şey ki bir ömür içerisinde üretilebilecek birşey değil. Konuştukça içi boşalır. Ancak içinde yaşadıkça varlığı artan birşeydir. Bir gelenek üretemezsiniz," diyerek üretimin çeşitliliğinin geleneğin içinde aranabileceğine dair ipuçları verdi.

 

Konuşmacılardan Dücane Cündioğlu "Belki cami konuşmaları bir sene sonra bizi mabet konuşmaya, mabet şehri ve daha sonra dünya konuşmaya yöneltecek," diyerek sözlerine başladı.

 

Mabetin geçmişte sehir merkezi, müminleri çevresinde toparlayan, dolayısıyla maabetin de şehri toparlayan demek olduğunu izleyiciler ile paylaşan Cündioğlu, "Sizce şimdi cami şehrin merkezinde yer alabilir mi? Şehrin merkezinde ne olmalıdır? Bence örneğin AKM Taksim'in mabetidir," dedi.

 

Bugün yapılanların "Cumhuriyet tarihinin mecbur sonucu" olduğunu söyleyen Cündioğlu, "kendisinden mahrum bırakılanları" geri almak olarak değerlendirirken, caminin mimarlık sözlüğüne girmesinin bile büyük bir kazanım olduğunu söyledi.

 

Konuşmacılardan Can Çinici ise iktidarın Çamlıca Camisi hamlesinin çok tahmin edilebilir bir hamle olduğunu, kitle kültürünü yönetmek adına toplumun hazır olduğunu bildiklerinin belirtti.

 

Asıl sorunun modern repertuarın yenilenmemesinde olduğuna, dolayısıyla modern cami konusunda "soyutlama" zorunluluğu doğduğuna dikkat çeken Çinici "Mimarlar repertuvarı çok rasyonel bir şekilde okuyor ve dolayısıyla çok tipik tipolojiler yaratıyor. Bunun en beter örneği Çamlıca Camisi. Bunu bir de irrasyonel şekilde düşünelim. Araştırmaya açalım, yeni tipolojiler yaratalım" dedi.

 

Panelin ilk oturumu sonunda salondaki izleyicilerin soruları alındı. İlk söz alan Celal Abdi Güzer, caminin günümüzde yaşanan kültürel çatışmanın yansıma alanı olduğu, kendini semboller üzerinden ifade etmeye çalışan politik bir durum olduğunu belirterek konunun esasının bu doğrutuda çizilmesi gerektiğini belirtti.

 

Nevzat Sayın kavramsal ve tipolojik sıkışmışlıktan çıkmanın yolunu "atlayarak daha da eskiye gitmek olduğunu" belirterek, geçmişte tüm bunların çözümlerinin bulunabileceğini, yakınlaşmanın içeriden bakmanın önemi için "Dışarıdan bakanlar için hala bu konuların bizlere çok enteresan gelmesi çok normal," dedi.

 

Selçuklu'dan Osmanlı'ya gelen cami pratiklerinden nasıl bir araştırma yaptıklarını anlatan Sayın, "Malatya'daki Mehmet Kavuk Camisi'nde bütünüyle yeni bir şey söylemeye aday bir cami yaptığımıza inanıyorum," dedi.

 

TBMM Camisi'ndeki uzlaşma sürecinin nasıl olduğu hakkında gelen bir soru üzerine Can Çinici "Babamla benim aramda sürekli tartışılmayla gelişen bir projeydi, fakat gelişi o kadar da büyük bir olay olmamış" dedi.

 

Tasarımın başta 4 şemadan oluştuğunu, sona kalan ikilinin, birinin modernist eğitim almış biri tarafından diğerinin İslami eğitim almış biri tarafından yapılmış şemalar olduğundan bir çarpışma yaşandığını belirten Çinici, "Yaşanan çarpışmayı çözmesi için Sibel Bozdağan'ı bile çağırmıştık,"dedi. Fakat genel olarak işverenin baskıcı veya buyurgan bir tavrı olmadığını belirtti.

 

İzleyicilerden Arkitera Mimarlık Merkezi'nden Ömer Yılmaz camiyi sembol üzerinden okuyacaksak Aleviler konusuna da eğilmek gerektiğini, geçmişe bakmakla çözüm bulunamayacağını, camiyi bir sembol olmaktan çıkarıp bir ihtiyaç olarak kabul etmek gerektiğini böylece günümüzdeki yeni standartları anlamaya başlamanın gerektiğini belirtti.

Ayrıca Cündioğlu'nun yaşananların tek sorumlusunun "Kemalizm olduğu" görüşüne katılmadığını, şayet öyle olsaydı bunun "Hilmi Şenalp'ın her yaptığının bir açıklaması olmayacağını" belirtti.

 

Söz alan Ertuğ Uçar da günümüz ihtiyaçlarına vurgu yaparak "Asıl sorun 500 yıl öncesinin formlarıyla değil 500 yıl öncesinin programlarıyla hareket ediliyor olmasıdır," dedi.

Arkitera, Yazı: Derya Gürsel, 14.01.2013

TARİHİ ESER KAÇIRANLARA CEZALAR YETERSİZ KALIYOR

 

Myra-Andriake Kazı Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, tarihi eserlerin korunması için yeni düzenlemelere ihtiyaç olduğunu belirtti. Nevzat Çevik, son dönemlerde Anadolu'dan kaçırılan eserlerin iadelerinin çoğalmasına sevindiklerini söyledi. Özellikle Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın çabalarıyla dönen eser sayısında müthiş bir artış olduğunu dile getiren Çevik, güçlü ülkelerin eserlerine sahip çıkabildiklerini vurguladı. Çevik, günümüzde kazılardan eser götürülmediğini, ancak kazı dışı ortamlarda küçük eserlerin kaçakçılar tarafından ülke dışına çıkartılabileceğine dikkati çekti. Türkiye'de eski eserlerin korunmasına yönelik yeni düzenlemelere ihtiyaç olduğunu vurgulayan Çevik,

"Günümüzde yeniden düzenlenen Ormancılık Yasası'na göre ağaç kesen, hatta önceden kesilmiş odun parçasını arabasına koyan kişi hakkında hapis cezasıyla ciddi miktarda para cezası var. Ancak bir lahide zarar veren veya kaçıran hakkında ciddi bir kanuni yaptırım yok. Kaçak kazıları yapanlar elini kolunu sallayarak geziyor. Bir ağaç kesene ceza var, bir lahit kırana ceza yok. Tarihi eserlerler konusunda özellikle 2863 sayılı yasada düzenlemeler yapılmalıdır" diye konuştu.

Sabah, 14.01.2013

DÜNYANIN EN BÜYÜK MERMER KENTİ

 

 

Yatağan'da bulunan ve dünyanın en büyük mermer kenti olduğu belirtilen Stratonikeia antik kentinin ''UNESCO Kültürel Miras Geçici Listesi''ne kazandırılması için çalışma başlatıldı.

Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Sratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Karia bölgesinin en önemli kentlerinden biri olan Stratonikeia'nın, Anadolu'nun yerli halkı olan Karialılar ve Leleglere ait bir yerleşim yeri olduğunu söyledi.

Söğüt, Hellenistik, Roma, Bizans, Anadolu beylikleri, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde de önemini sürdürdüren ve dünyanın en büyük mermer kenti olan Stratonikeia'nın ''UNESCO Kültürel Miras Geçici Listesi''ne önerileceğini bildirdi.

Kentte yapılan kazı çalışmalarında her yıl önemli verilere ulaştıklarını anlatan Söğüt, "Stratonikeia yaşayan bir arkeoloji kenti. Bunun bir benzeri yok. Antik dönemden günümüze yapıların bir bütün olarak korunduğu, Osmanlı dönemi taş döşeli yollarda yürünerek gezildiği başka bir kent bulunmuyor" dedi.

Antik kente gelen her ziyaretçinin kendisi ile ilgili onlarca seveceği konu bulabileceğini dile getiren Söğüt, "Kentin kesinlikle UNESCO Kültürel Miras Geçici Listesi'ne adaylık başvurusunun yapılması gerekir. Bu yıl çalışmaları tamamlayıp Müzeler Genel Müdürlüğü'müz ile gerekli formları teslim edeceğiz" diye konuştu.

2012'DE 725 ESER BULUNDU
Doç.Dr. Söğüt, Stratonikeia Antik Kentinde Haziran ayında başlayan 2012 yılı kazı çalışmalarının 8 ayrı üniversiteden 50 öğretim elemanı ve öğrenci ile 40 işçiden oluşan bir ekip tarafından gerçekleştirildiğini bildirdi.

Her öğretim elemanının kendi uzmanlık alanlarına bağlı farklı yapı ve alanlarda çalışma yürüttüklerini vurgulayan Söğüt, kazı çalışmalarının ağırlıklı olarak tiyatro, gymnasion (spor okulu), bazilika, mezarlar ve sur duvarlarında gerçekleştirildiğini, antik kentin içindeki farklı tarihlere ait yapıların gezilebilecek duruma getirildiğini dile getirdi.

Antik kentin tamamının Osmanlı dönemi taş döşeli yollarda dolaşarak gezilebilecek durumda olduğuna dikkati çeken Söğüt, Stratonikeia'da Grekçe, Latince ve Osmanlıca yazıtların hepsinin aynı yapı üzerinde görülebildiğini, kentin bu anlamıyla bir kültür zenginliği olduğunu vurguladı.

Söğüt, 2012 yılı kazı çalışmalarında 725 adet eserin bulunduğunu ve bunların tamamının konservasyon ve restorasyon çalışmalarının yapıldığını anlatarak, ''Bu eserlerden 225'i doğrudan vitrine konulabilecek nitelikte. Tüm koruma restorasyon çalışmaları tamamlandı ve Muğla Müzesi'ne teslim edildi. Ayrıca yapılardaki konservasyon ve restorasyon çalışmalarına devam edildi. Bulunan batı caddenin sütunlarından sağlam olanlar ayağa kaldırıldı. 10 metre genişliğindeki bu caddeye bakmak, antik dönemde Stratonikeia'nın ihtişamını anlamak için yeterli'' diye konuştu.

KANALİZASYON SİSTEMİ KULLANILABİLECEK DURUMDA
Kentteki tiyatronun, üst terasında bulunan tapınak ile birlikte düzenlenerek inşa edildiğine işaret eden Söğüt, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Stratonikeia, Anadolu'da tapınak ve tiyatro ilişkisinin en iyi görüldüğü yerlerden biri. Yaklaşık 15 bin kişilik olduğu tahmin edilen tiyatronun alt kaveasının (seyircilerin oturduğu basamaklar) ve girişin her iki yanındaki terasların kazısı tamamlanarak bu alanda konservasyon çalışmaları gerçekleştirildi. Bugüne kadar yapılan çalışmalara göre tiyatrodaki en erken düzenlemelerin MÖ 4. yüzyıla ait olduğunu söyleyebiliriz. Depremlere bağlı olarak düzenleme ve eklemelerin olduğu anlaşılan tiyatro Roma döneminde 3 katlı sahne binası ile ihtişamlı bir görüntüye sahipti.

Tiyatroda antik dönemin en mükemmel kanalizasyon sistemi bulundu. Bu bizim için en sevindirici olaylardan birisi oldu. Çünkü bugün de aynı kanalizasyon sistemi su direne etmemek için kullanılabilecek durumda."

Söğüt, Stratonikeia içinde bulunan Hasan Şar Evi'nin restorasyonu ile ilgili ödeneğin Muğla Valiliği tarafından ayrıldığını, 2013 yılı içerisinde çalışmanın tamamlanacağını kaydetti.

Kazılarda yaklaşık 3 bin 600 metre uzunluğundaki sur duvarının kuzey ve batı bölümünde önemli kısımların ortaya çıkarıldığını bildiren Söğüt, ''Ziyaretçiler günümüzden yaklaşık 2 bin 350 yıl önce Stratonikeia kentini düşman saldırılarından korumak için inşa edilen 2,5 metre genişliğindeki mükemmel sur duvarını görebiliyor'' diye konuştu.

Muğla Kültür Turizm Müdürü Kamil Özer de söz konusu listede Muğla'dan Letoon Antik Kenti, Beçin Kalesi ile Milas Heketomlos Mezar Lahdi'nin bulunduğuna işaret ederek, bu yıl da Stratonikeia antik kentini listeye önereceklerini kaydetti. Özer, bu tarihi yerlerde yapılan kazılarla gelecek yıllarda Muğla'da kültür turizminin çok daha önem kazanacağını ifade etti.

Habertürk 14.01.2013

AMAZONLAR SAMSUN'DA DEĞİL, KAZAKİSTAN'DA YAŞADI

 

Mitolojiyle arkeolojinin uzlaşamadığı 'Amazonlar yaşadı mı?' sorusunun yanıtını ABD'li arkeolog Jeannine Davis Kimball veriyor. 'Evet yaşadılar ama efsanelerin söylediği gibi Samsun Terme'de değil, Kazakistan'da.' Kimball'ın yeni çıkan kitabında 'Altın Elbiseli Adam' hakkında da çarpıcı iddialar var.

 

Spottaki iddialar, İleri Yayınları'ndan çıkan 'Savaşçı Kadınlar Amazonlar' adlı kitaptan... ABD'li arkeolog Dr. Jeannine Davis-Kimball'ın yazdığı kitap, klasik bir arkeoloji kitabı değil. Hatta Türkiye'de tarihçi ve uzmanların itiraz edeceği farklı yorumları var. Bunlar bilimsel platformda tartışılacak şeyler; dolayısıyla biz haberimize Kimball'ın iddiaları, bulguları, anlatımı ve yazım biçimiyle bir bütün olarak kitabını konu edeceğiz...


1929 doğumlu Kimball, aslında geç karar vermiş arkeolog olmaya. Üç evlilik ve altı çocuktan sonra seçmiş hayatının mesleğini. Bu arada Kaliforniya'da hemşirelik, hastane yöneticiliği, Bolivya ve İspanya'da öğretmenlik ve Güney Amerika'da sığır çiftçiliği yapmış... Hayli renkli bir hayat. 49 yaşından sonra Kaliforniya Devlet Üniversitesi Tarih bölümüne girmiş. Antropoloji eğitimi almış ve Mezopotamya şehir devletleriyle ilgilenirken Avrasya konargöçerlerine ait parçalar gördüğünde çok şaşırmış.


'Merakım Mezopotamya krallıklarının katı hiyerarşileri ve bağnaz kralları yerine, özgürlüğü hayat tarzı edinmiş olan Doğu komşularına, karmaşık sanat eserleri yaratan konargöçerlere kaymıştı' diye anlatıyor durumunu...


Bozkır tarihi ve Sovyetler (ki o sıralarda henüz dağılmamışlardı) özel ilgi alanı olur. Bu konuda doktora yapar. İsrail'deki Tel Dor kazılarından sonra da alanda çalışmanın zevkini alır.
Ancak kazıların yorumlanma biçiminin kestirmeci olması biraz canını sıkar. Örneğin mezarda hançer bulunduğunda o mezar sahibinin erkek olduğuna tartışılmaksızın karar verilmesi gibi...

 

KADININ TARİHTE DE ADI YOK
'Tarihteki kadın varlığı üzerine çalışma yapan tarihçi ve arkeolog sayısının azlığı da beni hüsrana uğratmıştı...' diyor.


Ve kararını verir, alanda çalışacaktır; üstelik bulguları onu kadınlara tarihin efsanevi kadın kahramanları Amazonlar'a ulaştırır.


1980'lerin sonunda mühendis ve gezgin eşi sayesinde iki kez Özbekistan seyahati yaparlar. O yıllarda bölgede turist olmak çok ama çok zordur. Kazakistan seyahati, içinde KGB'nin Komünist Parti Sekreterliği'nin adının geçtiği bir polisiye gibidir... Sonuçta zordur oralarda çalışmak. Kazak Enstitüsü ile ortak çalışma, kazı yapma daveti alır ama Kaliforniya Üniversitesi'ni yani kendi kurumunu ikna edemez. Sonuçta ABD'de Rus olmayan Sovyet halklarını tanıyan pek kimse yoktur...

 

SAVAŞÇI-SOYLU KADINLAR
1991'de bir Rus arkeologla birlikte Sarmatlar ve Sarmatyalılar ile ilgili çalışır. Sonra Ural Bozkırları'nın güneyinde Pokrovka'daki kazıları organize ederler.      

 
1994'te Kazakistan'da ilginç bir gerçekle karşılaşır. Buldukları kurganlardan çıkan iskeletlerin büyük çoğunluğu kadınlara aittir! Oklar, ok başları, çizmeler, küpeler, muskalar. Yüzlerce. Kemikler ve takılara bakılırsa mezarlar savaşçı kadınlara aittir. Savaşçı ve soylu. Bu, mezarlarının düzenlenmesinden net bir şekilde anlaşılmaktadır.


Bu arada bölgeyi de uzun uzun gezer; Kazak konargöçerleri yakından inceler ve MÖ 4'üncü yüzyıldaki geleneklerin (kıyafetler, takılar vs gibi) yaşadığını tespit eder. Çevredeki kimi göçerlerin sarışınlığı dikkatini çeker, üstelik harika at binen kadınlardır bunlar. Buldukları korugandan çıkan kadın DNA'sı ile bölgedeki sarışın Kazaklar'dan küçük Meryemgül'ün DNA'ları yüzde 99,99 aynı çıkar. Yani 2 bin 400 yıl önce yaşamış o savaşçı kadınla Kazak kızı Meryemgül yakın akrabadır.

 

ALTIN ELBİSELİ HAYAT AĞACI
Kitapta, bölgedeki mağara resimlerinden mezarlara ve bugüne yaşayan geleneklere kadar kadın egemenliğinin izin süren ABD'li arkeolog başka bir efsaneyi de kökünden sarsıyor. Güney Kazakistan'da Issık Bölgesi'nde çıkan 'Altın Elbiseli Adam'ın adam olmadığını iddia ediyor.


Çünkü öncelikle bu iskelet bir erkek için fazla küçük. Başlığındaki Hayat Ağacı tasvirleri, kuşlar, güçlü kadınların kullandığı türden simgeler. Yüksek başlık doğurganlıktır. Yanında kadınların kullandığı küpeler ve kolyeler bulunmuştur. Tarihi feminist bir bakış açısıyla yorumlamak olarak da karşılanabilecek bu fikri bilimsel bir makale olarak yayınladığında beklediği gürültü kopmaz ama itiraz eden de olmaz.


Doktor Kimball, tarih boyunca kadınların etkinliklerinin nasıl yer değiştirdiğini, doğurganlık sembolü yüksek koni şapkaların ortaçağa doğru cadı külahına dönüşmesinin ve Keltlerden Moğollara iktidarı belirleyen kadınların peşinde İpek Yolu boyunca 330 sayfalık bir yolculuk yapıyor.

Akşam Pazar, Haber: Gülay Altan, 13.01.2013

ECDADA BÜROKRASİ

 

  

 

İstanbul'un en eski Osmanlı eserlerinden Fatih Hamamı acınacak halde. Yıllardır restorasyon için uğraşan belediye her seferinde 'Koruma Kurulu'ndaki bürokrasiye takıldı. Bir arpa boyu yol alınamadı.

 

Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'un fethi öncesi surların hemen yanı başına askerler için yaptırdığı hamam bakımsızlıktan yıkılmak üzere. Zeytinburnu Kazlıçeşme'deki 550 yıllık hamam, 1992'de 'korunması gereken kültür varlığı' olarak tescillendi. Ancak bu karardaki 'koruma' aradan yıllar geçmesine rağmen bir türlü gerçekleşemedi


Yıllarca bölgede faaliyet gösteren deri atölyeleri taşınınca atıl kalan tarihi yapı, şimdi duvarına bitişik inşa edilmiş olan barakayla kaderine terk edilmiş durumda.


15. yüzyılda inşa edilen hamamı restore etmek için proje hazırlayan belediye ise her defasında bürokrasiye takıldı.





İLK ONAY ÇIKTI
Tarihi hamamın kaderini değiştirmek için ilk olarak 2009'da harekete geçen Zeytinburnu Belediyesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü'ne müracaat etti. Ardından incelemeler ve arkeolojik kazılar yapıldı ve projeye onay çıktı. Zeytinburnu Belediyesi, 2011'de Rölöve, tarihi hamamın Restitüsyon ve Restorasyon projelerini hazırlayarak Anıtlar Kurulu 4 No'lu Koruma Kurulu'na sundu. Ve bürokrasinin 'tarihi' direnişi başladı.

 

BİR ARPA BOYU YOL ALINAMADI
Belediye gerekli çalışmayı yapmak için Anıtlar Kurulu 4 No'lu Koruma Kurulu'yla resmi yazışmaya başladı. Tam 20 ay süren yazışmanın sonunda projede bir arpa boyu yol alınamadı. 4 No'lu Koruma Kurul raportörleri, her defasında projeyi yerinde inceyip 'düzeltme' istedi. Belediye, projeleri revize etti ancak aradan geçen bunca zamana rağmen, yıkılmak üzere olan Fatih Sultan Mehmet'in hatırası hamama bir çivi bile çakılamadı.

 

BELEDİYE ENDİŞELİ
Kurulun onayının daha da gecikmesi halinde tarihi hamamın yıkılmasından endişe eden Zeytinburnu Belediyesi, bu defa da projede 'düzeltme' istenirse konuyu son çare olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'na taşıma kararı alacak.

 

Yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olan tarihi hamamla ilgili yapılan yazışmalar ve kurulun cevapları baş döndürdü fakat hala bir sonuç yok;


- Fatih Hamamı Rölöve projesi 14. 4. 2011'de, Restitüsyon ve Restorasyon projeleri 02.04.2011'de 4 No'lu Koruma Kurulu'na iletildi
- Proje Kurul'a iletildikten 5 ay sonra kurul raportörü yerinde incelemeye geldi ve rölövede düzeltme istedi.
- Düzeltmelerİ yapılarak 1 ay sonra, 26.10.2011'de kurula iletildi.
- Kurul 8 ay sonra, 07.06.2012'de proje kontrolü için tekrar yerinde incelemeye geldi ve raportör düzeltme istedi.
- Düzeltmeler 1 ay sonra yapılarak, 24. 07. 2012'de yeniden kurula iletildi.
- Kurul 3 ay sonra yani 04.10.2012'de, kurul raportörü yerinde incelemeye geldi ve yine rölövede düzeltme istedi.
- Beledİye, Kurul'un istediği düzeltmeleri yaparak 25 gün sonra yani 30.10.2012'de yeniden müracaat etti.
- Kurul, bir ay sonra yani 29. 11. 2012'de yerinde incelemeye geldi ve yine düzeltme istedi.
- Projeden vazgeçmeyen belediye, son olarak 24.12.2012'de hazırlanan restitüsyon-restorasyon düzeltmelerini kurula iletti ve şimdi oradan gelecek cevabı bekliyor.

Akşam, Haber: Ercan Öztürk, 13.01.2013

SAFRANBOLU TABAKHANELERİ TURİZME KAZANDIRILACAK

 

 

Her köşesinde Osmanlı'nın parmak izine rastlanan Karabük'ün Safranbolu İlçesi'nde 1940'lı yıllara kadar kullanılan ve daha sonra atıl kalan tabakhane bölgesi restore edilerek kültür turizmine kazandırılacak.

 

Tabakhane bölgesinde 1800'lü yıllarda kurulan ve 1940'lı yıllara kadar deri üretilen atıl vaziyetteki 84 tabakhane, restore edilecek.

Toplantı salonları, müze, yöresel ürünlerin pazarlanacağı dükkanlar ve dinlenme alanlarının yapılacağı tabakhaneler, kültür turizminin hizmetine sunulacak.

Safranbolu Belediye Başkanı Necdet Aksoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tarihi bölgenin alt kısmında Akçasu ve Gümüş derelerinin birleştiği alandaki tabakhane bölgesinin turizme kazandırılması için çalışma başlattıklarını söyledi.

Bölgedeki atıl tesislerin sahipleriyle yaptıkları görüşmelerin ardından kamulaştırma yapacaklarını vurgulayan Aksoy, “Tabakhane bölgesi, ilçemizin turizmi açısından çok önemli. Geçmişte Osmanlı'nın ekonomisine deri üreterek önemli katkıda bulunan tabakhaneler şimdi kültür turizmine hizmet edecek. Bu alanla alakalı projeler hazırlandı. Alan çok geniş bir bölgeyi kapsıyor. Yer sahipleriyle görüşüyoruz. Kamulaştırma için kaynak ayrılacak. Kamulaştırma tamamlandığında bölgedeki tesislerde restorasyonlar başlayacak. Tarihi yapıların aslına uygun yapılacak restorasyonların sonunda ilçemiz çok güzel bir alan kazanmış olacak” diye konuştu.

Tarihi ilçenin hafta sonu yoğun bir turist akınına uğradığını ancak hafta içi sakin olduğunu belirten Aksoy, şöyle devam etti:
“Amacımız hafta sonu yoğunluğunu hafta içine de yaymak. Bunun için turizm çeşitliliği çok önemli. Bu alanda yapılacak önemli çalışmalardan birisi de tabakhane bölgesinin restorasyonu olacak. Bu alan kültür turizminin hizmetine sunulduğunda hafta içinde de turist gelecektir. Bu alandaki, birkaç büyük tesis toplantı salonuna çevrilecek. Bu sayede kongre turizmi de nasiplenecek.”

Aksoy, restorasyonlara kamulaştırmanın ardından hemen başlanacağını, hazır olan kaynakların yanında bazı kurumlardan kaynak desteğinin de alınacağını kaydetti.

Radikal, 13.01.2013

TARİHİ TEVRAT İÇİN FİLM GİBİ OPERASYON

 

  

 

Adana'da ele geçirilen 8 metre 78 santimetre boyunda ceylan derisi üzerine yazılı, 1900 yıllık Tevrat olduğu tahmin edilen eser için polisin film gibi operasyon düzenlediği ortaya çıktı.

 

Adana Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, iç savaşın sürdüğü Suriye ’den yasadışı yollarla tarihi eser sokulduğu bilgisini alarak harekete geçti.

Oluşturulan özel ekip, araştırmalarını derinleştirip, 1900 yıllık olduğu öne sürülen ceylan derisi üzerine yazılmış Tevrat’ın 30 milyon dolara satılmak istendiğini saptadı. Takibi sürdüren polisler, şüphelilerin satış görüşmesi için merkez Yüreğir İlçesi’ndeki 5 yıldızlı otele geleceğini öğrendi. Bunun üzerine operasyon için hazırlıklara başlandı.

25 Aralık günü, şüphelilerin buluşma noktası otelde bazı polisler garson ve otoparkçı kılığında görev aldı. Otelin güvenlik kameralarının kontrol merkezinde görev alan polisler şüphelilerin her hareketini kaydetti. Otelin dışında da sivil polisler, kameralarla operasyonu baştan sona belgeledi.





Uzunluğu 8 metre 78 santimetre, genişliği 44 santimetre olan ceylan derisi Tevrat’a ’dünyada tek orijinal metin’ diye müşteri arayan coğrafya öğretmeni T.N.’nin otele girmesiyle operasyon start aldı. Garson kılığındaki polis, oteldeki diğer müşterilere fark ettirmeden T.N.’yi gözaltına aldı. Otel önündeki otomobilde bekleyen Ş.C., Y.Ş. ile S.C.D. de otopark görevlisi kılığındaki polisler tarafından yakalandı. Otomobilde yapılan aramada rulo şeklinde sarılmış ceylan derisi Tevrat ele geçirildi.

Tarihi eser kaçakçılığı suçlamasıyla gözaltına alınan 4 şüpheli sorgulanmak üzere Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Suçlamaları kabul etmeyen şüphelilerden Ş.C. "Tevrat’ı eskicilik yapan bir arkadaşımdan aldım. Tarihi olup olmadığını bilmiyorum. Arkadaşım olan T.N.’ye incelemesi için getirdim" dedi.

Coğrafya öğretmeni T.N. de ifadesinde "Arkadaşım beni telefonla aradı, görüşmek istediğini söyledi. Otelin yanında buluştuk. Yanlarında ceylan derisi olduğunu söyledikleri yazıtı getirip incelememi istediler" diye konuştu.

İstihbarat çalışmalarında tarihi Tevrat’ın İsrail’den işgal altındaki Filistin’e götürüldüğü, buradan da Suriye’ye kaçırıldığı, Türkiye’ye sığınan Suriyeliler arasındaki bazı kişilerin de yurda soktuğu kanısı ağır bastı.

Sorgularının ardından adliyeye sevk edilen 4 şüpheli, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Tarihi Tevrat ise uzmanların incelemesi için Ankara’ya gönderildi.

Radikal, Haber: Fatih Karaçalı, 13.01.2013

'SAKİN KENT' AKYAKA UNESCO'YA BAŞVURACAK

 

 

Uluslararası Yavaş Kentler Birliği (Cittaslow) Genel Sekreterliği tarafından 2010 yılında ''Sakin Kent'' ilan edilen Ula İlçesi'ne bağlı Akyaka beldesi, beldedeki biyolojik çeşitliliğinin, tarihi ve kültürel yapının korunması için UNESCO'ya başvurmaya hazırlanıyor.

 

Akyaka Belediye Başkanı Ahmet Çalca, gazetecilere yaptığı açıklamada, beldenin ''Sakin Kent'' seçilmesinden sonra bölgeye gelen ziyaretçi sayısında ciddi artış yaşandığını, Akyaka beldesinin Muğla'nın diğer turizm merkezlerinden farklı olarak kendine özgü bir turizm anlayışı bulunduğunu söyledi.

Büyükşehir Yasası ile beldelerinin Ula İlçesi'ne bağlı bir mahalle haline geleceğini, bu nedenle bazı endişelerinin bulunduğunu belirten Çalca, ''Gökova Körfezi'nin kıyısında yer alan ve aynı zamanda Sakin Şehir unvanı bulunan, pek çok kararla koruma altında tutulan Akyaka'nın ve Gökova Körfezi'nin geleceğini garantiye almak için UNESCO'ya başvuracağız. UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'nde Akyaka'nın Gökova Körfezi ile yer alabilmesi için gerekli endemik bitkilere, kum köpek balığına, su samuruna, Akdeniz foku gibi nesli tükenmekte olan hayvanlara, kuş türlerine, Sedir Adası kumsalına, tarihi ve kültürel özelliklere sahibiz'' dedi.

Akyaka'nın aynı zamanda mavi bayrak sahibi bir belde olduğuna dikkati çeken Çalca, şunları kaydetti:
''Nail Çakırhan Evleri ve Azmakları ile ünlü Akyaka aynı zamanda doğal sit, kentsel sit, arkeolojik sit kararları ile koruma altında ve özel çevre koruma bölgesi. Böyle bir yerin geleceğinden kaygı duymamak gerekir. Ama yasalar, kararlar yetki sahiplerinin, uygulamacıların ellerinde bir anlam kazanır.
O nedenle Akyakalılar olarak beldemizi ve bölgemizi nasıl korumaya devam edebiliriz endişesi ve arayışı içine girdik. Çareyi UNESCO'ya başvurup Dünya Mirası Listesi'nde yer almakta bulduk.''

Bölgede yaşayan vatandaşlar ile toplantılar yaparak bilgilendirdiklerini anlatan Çalca, bölgedeki değerlerin envanterini çıkarmaya başladıklarını, üniversiteler ile işbirliği yaparak başvurularını ilgili kurumlara yapacaklarını ifade etti.

Cnn Türk, 13.01.2013

İSTANBUL'UN NEOLİTİK DÖNEMİ

 

 

İstanbul'un neolitik dönemi hakkında kısıtlı bilgilere sahiptik. Pendik Kazıları'nda neolitik döneme ait 8500 yıllık köyün bulunması arkeologları sevindirdi.

 

İstanbul ’un arkeoloji tarihi denince aklımıza genellikle Roma ve Bizans imparatorlukları gelirdi. Kaynakları biraz karıştırdığımızda ise ilk kurulan yerleşim olarak Megaralıların MÖ 7. yüzyılda kurdukları Yunan kolonisi Byzantion’a ulaşırdık. Çok özel kaynaklarda Yarımburgaz, Fikirtepe kültürü anlatılmıştı ve bu konuda Prof.Dr. Mehmet Özdoğan, Prof.Dr. Şevket Aziz Kansu, Prof. Arif Müfit Mansel ya da Prof. Halet Çambel’in makalelerinde İstanbul tarihinin neolitik döneme uzandığını yakalamak mümkündü. Yenikapı’da bulunan neolitik yerleşimle çağdaş olduğu tespit edilen Pendik yerleşiminde neolitik döneme ait oval biçimli mimari evlerin temelleri ve tabanları ile çöp kuyuları ve evlerin yanındaki mezarlar İstanbul tarihi için büyük keşif olarak nitelendiriliyor. Şimdi İstanbul’daki diğer neolitik dönem yerleşmelerine göz atalım.


YENİKAPI 
Marmaray ve metro projeleri dahilinde Yenikapı’da yapılan arkeolojik çalışmalar, ortaya koyduğu bulgular neticesinde İstanbul tarihini bilinenden çok daha eskilere götürdü. Yenikapı, İstanbul’da daha önce bilinen tarihöncesi devirlere ait yerleşimler olan Pendik, Fikirtepe ve Yarımburgaz mağarasıyla birlikte Tarihi Yarımada olarak bilinen Suriçi bölgesinde ortaya çıkarılan ilk tarihöncesi yerleşim. Fikirtepe ve Pendik bölgesinde daha önce yapılan kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan buluntularla Yenikapı kazılarında ortaya çıkarılanlar çağdaş.


FİKİRTEPE 

İlk olarak 1908 yılında demiryolu görevlisi olan Miliopulos tarafından tesadüfen bulundu. Yüzeyinden toplanan malzeme A.D. Mordtmann tarafından incelendi. Buluntular Pendik - Temenye Höyüğü buluntuları ile birlikte satın alınarak T.J. Arne tarafından Stockholm Milli Müzesi’ne götürüldü. Prof. Çambel ve Prof. Mansel tarafından 1952-54 yılları arasında ilk arkeolojik kazı yapıldı. Neolitik döneme ait evlerin ilk temelleri bulundu.


YARIMBURGAZ MAĞARASI 
Yarımburgaz Mağarası’nda çok düzgün tabakalar halinde İstanbul’un geçmişini izlemek mümkün. Tabakalanmanın, aynı dönemde yaşayan bitki, hayvan ve insan buluntularıyla bir arada incelenebildiği dünyadaki nadir örneklerden. Yarımburgaz’da elde edilen en önemli bulgular
alt paleolitik çağda yaşayan insanların kullandığı taş aletlerdir. Yarımburgaz aynı zamanda neolitik dönemden Roma - Bizans dönemine kadar pek çok tarihi kalıntıyı barındırıyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 13.01.2013

SELEUKİA ANTİK KENTİNDE TARİHİ ESERLERE ZARAR VEREN ÇAMLAR BUDANACAK

 

 

Antalya'nın Manavgat İlçesi'ne bağlı Bucakşeyhler Köyü sınırları içinde bulunan Lyrbe (Seleukeia) antik kentinde tarihi eserlere baskı kuran ve zarar veren çam ağaçlarının budanacağı bildirildi. Tarihi eserler üzerinde uzayan dalların milimetrik kesimlerinin, Manavgat Orman İşletme Müdürlüğü'nden orman mühendislerinden oluşan ekip, orman işçileri ve Side Müzesi arkeologlarının gözetiminde yapılacağı ifade edildi.

 

Manavgat Kaymakamı Emir Osman Bulgurlu, yaptığı açıklamada, Hellenistik ve Roma dönemi eserlerinin yoğunlukta bulunduğu Seleukeia antik kentini kültür turizmine kazandırma çalışmalarına başladıklarını söyledi.

 

Torosların eteğinde çam ağaçları arasında bulunan antik kente kültür turizmine yönelik ilk çalışmayı bölgede çevre düzenlemesi ve temizlik çalışmasıyla başlayacaklarını belirten Bulgurlu, antik kent içinde bulunan çam ağaçlarının tarihi eserler üzerinde baskı ve zarar vermesinin önüne geçmek için Orman İşletme Müdürlüğü ve Side Müzesi'nin düzenleme yapacağını kaydetti.

 

Antik kentin kültür turizmine kazandırılması çalışmasına Antalya Valisi Dr. Ahmet Altıparmak'ın da özel önem verdiğini aktaran Bulgurlu, Manavgat'ta gençleri bölgelerinde bulunan Seleukeia, Selge, Side, Athane, Tüke, Apollon Tapınağı, Side Antik Tiyatro ve Kargıhan gibi tarihi ören yerlerini yakından tanımaları için 'Gençler Tarihle Buluşuyor' projesi kapsamında binlerce öğrenin kendi tarihi, kültürel ve arkeolojik eseri yakından görme imkanı elde ettiğini dile getirdi.

 

Bulgurlu, "Hellenistik ve Roma dönemi eserlerinin çoğunlukta bulunan Selde ve Side Antik Kent kadar önemli olan Seleukeia Antik Kent'i kültür turizmine kazandırma çalışmalarımızı aralıksız sürdürüyoruz. Antik kentin kültür turizmine kazandırma çalışmalarına tarihi ören yerlerinde bulunan çam ağaçlarının tarihi eserler üzerindeki baskıyı kaldırarak başladık." diye konuştu.

 

Manavgat'a 16 kilometre uzaklıkta bulunan antik kentte ilk kazı çalışmasını İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü eski öğretim üyelerinden merhum Prof.Dr. Jale İnan'ın 1972 yılında yaptığı belirtildi.

 

Öte yandan Rus Mobaly Turizm Seyahat Acentesi Sahibi Andrey Baranov, geçen yıl kültür turu kapsamında 750 Rus turisti Seleukeia antik kentine götürdüklerini söyledi. Antik kenti ziyarette yol ulaşımının asfaltlanmasıyla aşıldığını belirten Baranov, tarihi ören yerine ulaşmada bir kilometrelik patika yolun acilen asfaltlaması ve antik kent hakkında Rusça bilgilendirme levhasının eksiklik olduğunu kaydetti.

Mynet Haber, 12.01.2013

İKİ DİLLİ KİTABESİ OLAN KRAL KIZI KAYASI İNCELENECEK

 

Mazıdağı İlçesi'nde üzerinde Akadça ve Aramice yazılar olduğu tahmin edilen Kral Kızı Kaya Kitabesi'nin, Mardin Artuklu Üniversitesi (MAÜ) öğretim üyelerince inceleneceği bildirildi.

 

Mazıdağı'nın Yağmur Köyü'nde bulunan iki dilde yazılmış 5 metre yüksekliğindeki Kral Kızı Kaya Kitabesi'nin incelenmesi için Mardin Artuklu Üniversitesi'nce çalışma başlatıldı.

 

MAÜ Arkeoloji Bölüm Başkanı Yrd. Doç.Dr. Güner Coşkunsu, AA muhabirine, Kral Kızı Kaya Kitabesi'nin üzerindeki yazıların tercüme edilmesi halinde bölgenin geçmişi ile ilgili önemli bilgiler elde edileceğini belirtti.

 

Kaya kitabedeki yazıların bir kısmının Aramice, bir kısmının da Akadça çivi yazısı gibi göründüğünü ifade eden Coşkunsu, şöyle konuştu:

"Kaya üzerinde kabartma tekniğinde yapılmış bazı semboller ve sanki ayakta duran bir insan betimi var. Taşın yüzeyini kaplayan likenler ve hava şartlarına bağlı olarak oluşan diğer bazı aşınımlardan dolayı yazıları ve betimleri net olarak görmek mümkün değil. Büyük bir ihtimalle bu dikili taşın üzerinde bir kitabe var. Yazıları deşifre etmeden ve uygun tarihlendirme yöntemlerini kullanmadan önce yazıtın yaşını tespit etmek şimdilik mümkün değil. Yine de ilk gözlemlerimize göre milattan önce 2 bin yıllarına tarihlendirilebilecek kadar eski bir yazıt olduğunu tahmin ediyoruz. Yüksekliği yaklaşık olarak 5 metreyi geçen üzerinde iki dilli bir yazının ve betimlerin olduğu böylesi devasa bir dikili taşın konumu da en az üzerindeki yazılar kadar önem içermektedir. Taşın neden burada dikildiğini ve üzerinde ne yazdığını anlamamız çok önemlidir."

 

Mazıdağı İlçesi'nin çağlar boyunca çok eski tarihi bir kervan yolu üzerinde olduğunu, bu nedenle eserlerin bulunmasının doğal olduğunu ifade eden Yrd. Doç.Dr. Coşkunsu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bu dikili taşın üzerinde belki de koruyucu tanrı veya tanrılar betimlenmişti. Ancak yazıları okuduğumuzda ve dikili taşın çevresinde arkeolojik yüzey araştırması ve kazı yaptığımız takdirde hem bu dikili taşla ilgili sorularımıza cevap bulabilir hem de bölgenin tarihini daha iyi anlayabiliriz.

En kısa zamanda gerekli izinleri aldıktan sonra taşın üzerindeki likenleri taşa zarar vermeyecek bir yöntemle temizlemeyi ve şimdilik çıplak gözle tam olarak göremediğimiz yazıları ve kabartmaları daha net görebileceğimiz birtakım fotoğraflama ve çizim tekniklerini kullanmayı düşünüyoruz. Dikili taşın bir an önce tescillenmesi, incelenmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması için gerekli koruyucu önlemlerin alınması gerekmektedir."

 

Pek çok kültür ve medeniyeti barındırmış olan Mardin'in acilen arkeolojik çalışmalara ihtiyacı olduğunu ve karış karış kültür envanterinin çıkarılması gerektiğini vurgulayan Coşkunsu, "Ne gariptir ki bu kadar eski ve değerli bir şehrin arkeolojik tarihini hemen hemen hiç bilmiyoruz. Farklı farklı nedenlerden dolayı Mardin ihmal edilmiş. Birkaç arkeolojik kazı ve yüzey araştırmasından elde edilen veriler dışında ne yazık ki tarihin en eski dönemlerini keşfedip anlamamıza destek olacak bilimsel verilerimiz yok" şeklinde konuştu.

 

MAÜ Süryani Dili ve Kültürü Bölüm Başkanı Yrd. Doç.Dr. Mehmet Sait Toprak ise, Kral Kızı Kaya Kitabesi'nin ismini Kürtçe "Keziya Keça Kral"dan (Kral kızının saç örgüsü) aldığını belirterek, kitabenin büyük olasılıkla İslam öncesi döneme ait olduğunu söyledi.

 

Kitabede 2 dile ait yazıların bulunmasının dikkat çekici olduğunu vurgulayan Toprak, şöyle konuştu:

"Üst kısmında muhtemelen çivi yazısının olması ve hemen altında ise özellikle Aramice yer alması muhtemel gözükmektedir. Bu bölgede yaşayan Aramiler belli bir zamana kadar da çivi yazısını kullanmaya devam etmişlerdir. Bu kayanın tarihi 2 bin yıl öncesine kadar gidebilir. Asur İmparatorluğu zamanında Akadça'nın yanında eski Aramice'nin de kullanıldığı biliniyor. Akadça yazıtlarda rastlanan 'Tupşarru Aramaya' ifadesi, Arami kökenli yazıcıların Akad ve Asur imparatorluklarında yazı işlerindeki etkinliğine işaret eder. Bu kayadaki çivi yazılarında görünen harfler var. En azından bu kitabeyi okumak için bize bir şans verebilir."

Haberciniz, Haber: İbrahim Sincar, 12.01.2013

"TÜRKLER YAPACAĞINA YIKILSIN"

KKTC Cumhurbaşkanlığı’nın kararıyla Karpaz’daki Aziz Andreas Manastırı’nın Türkiye’nin finansmanıyla KKTC tarafından restore edilmesi kararından sonra Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II. Hrisostomos’un sözleri tartışma yarattı.

 

KKTC, Hz. İsa’nın 13 havarisinden Aziz Andreas’ın bakımsızlıktan yıkılmak üzere olan Karpaz burnundaki tarihi manastırını kurtarmak amacıyla tek yanlı olarak restorasyona başlayacağını açıkladı. Rum Başpiskopos Hrisostomos karara sert bir tepki göstererek, “Türkler yapacaksa, yıkılsın daha iyi” dedi.

Rum Başpiskopos, daha önce de “Bizim malımız bize iade edin tamir ederiz” diyerek restorasyona itirazda bulunmuştu.

BM Kalkınma Programı (UNDP) aracılığıyla restorasyonu gündeme gelmesi ile de kilise, “Hıristiyanlık mimarisini bilen bir kuruluş yapmalı” diye itiraz etti.

Başpiskopos'un sözlerine tepki gösteren AB Bakanı Egemen Bağış, "Orası yıkılırsa bilsinler ki kendi başlarına yıkılır. Oranın enkazının altında kendileri kalır. Bir kez daha anlaşıldı ki Rum yöneticilerinin nefreti bizim hoşgörü denizimizde boğulur. Rum yöneticiler bakar, Türkler yapar...” dedi.

Habertürk, 12.01.2013

SINIRSIZ MÜZEKART'I SARAYDA PİKNİK SEVDASI BİTİRDİ

 

 

2008 yılında Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından uygulamaya sokulan ve 30 liralık bedelle Türkiye'de devlete ait bütün müzelere girilebilmesine olanak sağlayan Müzekart'a Bakanlık tarafından 1 Ocak'tan itibaren getirilen ‘her müzeye bir kere girilebilir' sınırlanmasının arkasında trajikomik bir neden ortaya çıktı. Alınan bilgilere göre Müzekart'taki giriş sınırlamasına güzel havalarda Topkapı Sarayı'na piknik yapmak için giren ve Ayasofya'daki ücretsiz tuvaletleri kullanmak için girip-çıkanların oluşturdukları yoğunluk nedeniyle son verildi.

Müzekart ile ismini vermek istemeyen bir yetkili ‘sınırsızlık iptali' hakkındaki sorumuza, "Müzekart'ın sınırsız kullanımı amacını aştı. Müze dediğin bir kere gidilir ve biter. Ancak her hafta aynı müzeye gidenler olduğunu farkına vardık" diye konuştu. Aynı yetkili, "Örneğin Topkapı Sarayı'na sanat eserlerini incelemek için değil de güneşli havalarda piknik yapmaya gidenler var. Bunun yanı sıra Ayasofya gibi tarihi mekanın girişinde bulunan ücretsiz tuvaletleri kullanmak için müzeye girip çıkanların olduğunu tespit ettik. Yıllık milyonlarca turisti ağırladığımız müzelerde bu hareketler yoğunluğun artmasına neden oluyor. Bu nedenle böyle bir karar alındı" ifadelerini kullandı.

Habertürk, Haber: Ünsal Ereke, 12.01.2013



******


MÜZEKART'A SINIRLAMA

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Müzekart uygulamasında değişiklik yaptı. Daha önce 30 lira karşılığında 1 yıl boyunca bakanlığa bağlı müze ve ören yerlerine sınırsız ziyaret imkanı tanıyan Müzekart'la bundan böyle aynı müze yıl içinde ikinci kez ziyaret edilemeyecek.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürü (DÖSİM) Murat Usta, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “Müzekart”, “Müzekart “ ve “Museum Pass İstanbul ” adıyla 3 farklı türde kartla hizmet verildiğini söyledi.

1 Ocak 2013'ten itibaren Müzekart'ta, “elektronik turnikeli geçiş kontrol sistemi”ne sahip müze ve ören yerlerinde yılda bir kez ücretsiz ziyaret yapabilme yönünde değişikliğe gidildiğini belirten Usta, 2008'den bu yana satılan Müzekart satış rakamının toplamda 3 milyon 630 bine ulaştığını bildirdi.

Usta, “2012'de satılan Müzekart sayısı 843 bin 19, ziyaretini Müzekart'la gerçekleştiren kişi sayısı da 3 milyon 412 bin 573 oldu” dedi.

REKOR TOPKAPI SARAYI MÜZESİ'NDE
En fazla Müzekart satışı yapılan müzenin 150 bin 766 ile Topkapı Sarayı Müzesi olduğunu belirten Usta, şöyle konuştu:
“Şu anda 54 müzemizde turnike sistemimiz var. Karttaki sınırlama da bu durumdan kaynaklanıyor. Diğer yerlerde yine sınırsız giriş özelliği sürüyor. Bunları kesinlikle ticari kaygılarla yapmış değiliz. Zaten bakanlık açısından Müzekart'ın ticari bir ürün olmadığı ortada ama kültürel varlıklarımızı da korumalıyız. Müzelerin fiziksel taşıma kapasitelerinin zarar görmemesi gerekiyor. Zaten istatistiklere göre Müzekart'ta ortalama kullanım oranı 1,8. Yani aynı ortalamada bir Müzekart en fazla iki müzeyi geziyor. Ayrıca vatandaşımıza daha geniş olanaklar sunan Müzekart 'ın öne çıkmasını istiyoruz. Müzekart 'ta sınırsız giriş imkanı devam ediyor.”

KAPADOKYA, EGE VE ANTALYA'YA ÖZEL BÖLGESEL KARTLAR
Gelecek günlerde başta Kapadokya olmak üzere bölgesel kartlar yapmayı planladıklarını da anlatan Usta, “Antalya ve Ege'deki müzeleri kapsayacak bölgesel kartlarla ziyaretçilere hizmet vermeyi düşünüyoruz. Aynı zamanda yılın Noel, bayramlar, sömestr tatili gibi özel zaman dilimleri için dönemsel kartlar da yapmak istiyoruz” dedi.

FERDİ KAZA SİGORTASI İLGİYİ ARTTIRDI
Müzekart'a getirilen sigorta sisteminin kısa zaman olmasına rağmen satışlara önemli oranda ivme kazandırdığını ifade eden Usta, şunları kaydetti:
“Müzekart daha çok seyahatle ilintili bir kart. Müzekart'a eklenen ferdi kaza sigortası vatandaşa hiçbir şekilde ek külfet getirmiyor. Oradaki sigorta primini biz üstleniyoruz. Vatandaş 30 lira karşılığında Müzekart'ı alıyor ve o andan itibaren 1 yıl boyunca başına gelebilecek kazalara karşı 10 bin liraya kadar sigortalanıyor.”

BAZI MÜZELERDE “RANDEVULU SİSTEME” GEÇİLEBİLİR
Bazı müzelerin mekanlarının tarihi özellik taşıması nedeniyle fiziksel kapasitesinin çok fazla zorlanmaması gerektiğinin altını çizen Usta, Uludağ Üniversitesi'nden bir akademisyenle müzelerdeki ziyaretçi sirkülasyonunu analiz etmeye çalıştıklarını bildirdi.

Tarihi müzeler için gelecek yıl randevulu sisteme geçilebileceğini bildiren Usta, şöyle devam etti:
“Müzelerin daha ferah, daha tercih edilebilir ziyaret imkanının olduğu anlarda farklı fiyatlarla müze bileti edinmeyi olanaklı hale getirebileceğimiz bir model üzerinde çalışıyoruz. Nerelerde yoğunluk var bunları belirlemeye çalışıyoruz. Dolmabahçe Sarayı bunu başarılı bir şekilde uyguluyor. Tüm Türkiye 'de buna bir anda geçmek belki imkansız ancak biz analizlerimizi tamamladıktan sonra kimsenin mağdur olmaması lazım. İstanbul artık yılda 10 milyona yakın yabancı turist ağırlıyor bu çok önemli. 2030'da bunun birkaç misli turist ağırlayabileceğimiz düşünülürse Topkapı Sarayı'nı, Ayasofya'yı büyütemeyeceğimize göre o sirkülasyonu idare edecek başka yöntemler bulmamız gerekecek.”

Bakanlığın hedefinin gelecekte bütün müzelerin ücretsiz hizmet vermesi olduğuna dikkati çeken Usta, “Bakanlık gişe gelirlerine ihtiyaç duymayacak bütçe olanaklarına kavuşursa veya gişe gelirlerini müze içindeki mağaza, kafeterya, sergiler gibi başka kanallarla temin eder hale gelirse bu hedefe ulaşmak mümkündür. Nihai hedef budur ancak şu an bu kararı alacak noktada değiliz” dedi.

MUHTEŞEM YÜZYIL'DAKİ AKSESUARLAR MÜZELERDEKİ SATIŞ MAĞAZALARINDAN
Osmanlı'yı konu edinen dizilerin rüzgarının son dönemde müzelerdeki ziyaretçi sayısına da etki ettiğini kaydeden Usta, “Özellikle Topkapı Sarayı Harem bölümünü doğrudan etkiliyor. Muhteşem Yüzyıl dizisinde kullanılan ürünlerin bazıları da müze mağazalarımızdan gidiyor. Yani dileyenler aynı ürünleri müze mağazalarında bulabiliyor” diye konuştu.

Radikal, 14.01.2013

BORNOVA'DA TARİHİ TEMEL

 

 

Bornova Belediyesi'nin geçtiğimiz aylarda Dünya Mimarlık Festivali'nde ilk 10 mimari kültür projesi arasına giren Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'nin temeli atıldı. Türkiye'de de Tarihi Kentler Birliği'nden 2010 'Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması'nda proje dalında ödül alan Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi, 2013 yılı Kasım ayında tamamlanarak hizmete girecek. Böylece Bornova'nın ve İzmir'in tarihinin 8 bin 500 yıl öncesine dayandığını kanıtlayan Yeşilova Höyüğü'nden çıkarılan eserler Ziyaretçi Merkezi'nde sergilenecek

Dünya Mimarlık Festivali'nden ve Tarihi Kentler Birliği'nden aldığı ödüllerle dünyanın dikkatini çeken Bornova Belediyesi Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi Projesi'nin temeli atıldı. İzmir'in tarihinin 8 bin 500 yıl öncesine dayandığını kanıtlayan buluntuların çıkarıldığı Yeşilova Höyüğü'nün dünya çapında tarihi bir merkez olması için başlatılan Ziyaretçi Merkezi Projesi'nin 7 Kasım 2013'te tamamlanması öngörülüyor. Toplam 4 bin 756 metrekare kapalı alana sahip olacak Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi 8 milyon 469 bin liraya mal olacak.

ZİYARETÇİLER ZAMAN TÜNELİNDEN GEÇECEK
Mimari projesi Umut Başbuğ ile Evren Başbuğ tarafından yapılan ve yaklaşık 4 bin 756 metrekarelik kapalı alana kurulacak Ziyaretçi Merkezi'nde, arkeoloji araştırma laboratuarı, eğitim alanları, kafe restoran, aktivite alanları, ofisler, sergi alanları, konferans salonu teknik odalar, arkeologlar için misafirhaneler yer alacak. Bornova Belediyesi'nin yürüttüğü Zaman Tüneli Projesi için de geniş bir alan bulunacak. Projenin en önemli ve özgün özelliklerinden biri ise uzun duvarıyla, Yeşilova Höyüğü Kazı Alanı'na gelenleri şimdiki zamandan ayıracak.


Bu duvar aynı zamanda şimdiki zamanla eski zaman arasında bir geçiş sağlayacak. Proje alanında birebir ölçülerde bir neolitik dönem köyü de olacak.

Kazı alanından çıkarılan eserler, Arkeoloji Araştırma Laboratuarı'nda değerlendirilerek sergilenecek. Zaman Tüneli Projesi olarak da adlandırılan proje kapsamında, kazı alanına gelenler hem uygarlıkların kurulduğu alanı ziyaret edecek hem de eserleri çıkarıldıkları yerde görebilecek. Kazı bölgesiyle aynı alanda kurulacak olması nedeniyle benzersiz olarak nitelenen Proje'nin inşaatı 2013 yılı başında başlayacak.

Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'ne başından beri büyük önem verdiklerini bu nedenle mimari projesini yarışmayla belirlediklerini ifade eden Bornova Belediye Başkanı Prof.Dr. Kamil Okyay Sındır, "Bornova, verimli toprakları sayesinde tarih boyunca çeşitli medeniyetlere ait yerleşimlerin merkezi olmuş. Bunu İzmir'in tarihini 8 bin 500 yıla kadar götüren buluntulardan anlıyoruz. Bornova şimdi de sanatın, kültürün, eğitimin, ekonominin merkezi konumunda. Biz de böyle büyük bir ilçenin büyüklüğüne yakışır projelerle dünya sahnesinde hak ettiği yere gelmesi için çalışıyoruz. Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi Projesi Singapur'da düzenlenen Dünya Mimarlık Haftası'nda kültür kategorisinde ilk 10'a girdi. Bu gururu hem ilçemize hem de ülkemize yaşattığımız için çok sevinçliyiz. Daha proje aşamasındayken ödüller alarak bizi gururlandıran Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'nin temelini attık. Kısa sürede tamamlayarak Bornova'nın 8 bin 500 yıllık tarihini herkese gösterebileceğiz" dedi.

YEŞİLOVA HÖYÜĞÜ ZİYARETÇİ MERKEZİ PROJESİ DÜNYADA İLK 10'A GİRDİ
Bornova Belediyesi'nin temelini attığı Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi, dünyanın ilk 10 mimari kültür projesi arasına girdi. Singapur'da düzenlenen ve birbirinden ünlü mimarların 501 projeyle katıldığı Dünya Mimarlık Festivali'nde (World Of Architectural Festival) tanıttığı Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'yle büyük ilgi toplayan Bornova Belediyesi, dünya genelinde yarışmaya katılan tek belediye olma başarısını da gösterdi.

Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi, Türkiye'de de Tarihi Kentler Birliği'nden 2010 yılında 'Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması'nda proje dalında ödül almıştı.

Star, 12.01.2013

3500 YILLIK DENİZ TAŞITIYLA NİL'E SEYAHAT EDİLECEK

 

 

Kısa adı ANKÜSAM olan Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi'nde görev yapan bilim insanları 3500 yıl önce kullanılan bir deniz taşıtını onarıp yenileyerek dünyada ilk defa denenecek bir projeyi başlatacak.

 

'Ege'den Mısır'a antik çağlarda denizler aşırı seyahat yolculuğu' adlı proje kapsamında İzmir Urla'dan yola çıkacak olan proje ekibi Nil'e ulaşmaya çalışacak. Proje başarılı olursa asırlar önceki teknolojiye ait bir deniz taşıtıyla tarihin sırları gün yüzüne çıkarılacak.

 

Projeyi daha da ilginç kılacak olan kullanılacak 3500 yıllık deniz taşıtının yanında o dönemin yön bulma aletleriyle söz konusu seyahatin yapılacak olması. Proje ekibi, asırlar önce yön bulma amacıyla kullanılan aletlerin yardımıyla Urla'dan yola çıkarak Nil'e ulaşmaya ve iki bölge arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu kanıtlamaya çalışacaklar.





ANKÜSAM bünyesindeki bilim insanları asırlar önce Anadolu'nun deniz aşırı ülkelerle direkt bağlantısının olduğunu iddia ediyorlar. Onlara göre o dönemde kara ulaşımında kullanılacak taşıtlar yoktu ve insanlar hem seyahat hem de ticaret için deniz taşıtlarını zorunlu olarak kullanılıyordu. Bu durum Anadolu için de geçerliydi ve 'Ege'den Mısır'a antik çağlarda denizler aşırı seyahat yolculuğu' projesinin sonunda Urla'dan Nil'e ulaşılabilirse savunulan fikir de kanıtlanmış olacak.

 

Projenin başındaki ekip, bu yolculuğu 3500 yıl öncesine ait eski bir deniz ulaşım aracını yenileyerek ve yine o dönemde yön bulmak amacıyla kullanılan araçlardan (tarihi navigasyon) faydalanarak gerçekleştirecek.

 Star Gündem, 11.01.2013

"İSTANBUL'DA 'OSMANLI'NIN İCADI"

 

 

"Sinanvari dev bir cami, Oryantalist bir kışlanın ihyası, Fetih anlatımının popüler seviyede kutsallaştırılması, Avrupai bir tabir olan 'altın boynuz' metaforunun bir köprüye iliştirilmesi... Kısacası gayet eklektik bir tarzda Osmanlı geçmişinin tekrar icadı."

 

İstanbul'daki dönüşümü Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Tarih Bölümü'nden Prof.Dr. Edhem Eldem böyle anlatıyor.

 

BÜ'den 20 tarihçi "İstanbul alarm veriyor" diyerek bir bildiri hazırladı; bir hafta içinde çeşitli üniversitelerden öğretim üyelerinin imzasıyla sayı 224'e ulaştı.

 

"İstanbul'da geri dönülmez hasarlar oluşacak" diyen bildiri, Haliç Metro Geçiş Köprüsü, Boğaziçi Karayolu Tüp Geçişi, 3. Boğaz Köprüsü, Taksim ve Yenikapı Meydan Düzenlemeleri, Tarlabaşı, Fener-Balat ve Çamlıca Camii projelerine dikkat çekiyor.

 

Bildirinin çağrıcılardan Edhem Eldem, kent ve tarih ilişkisini İstanbul'daki dönüşüm üzerinden bianet'e anlattı.

 

20 tarihçi bir araya gelip neden bu bildiriyi "şimdi" yazmaya karar verdiniz?

Son zamanlarda çok hızlı bir şekilde İstanbul'a müdahaleler yapıldığı, bunların planları yapılırken ve kararları alınırken çok az kişiye danışıldığı, özellikle de bu konuda belli itirazları olan kişilerin görüşlerine hiç itibar edilmediği bir ortamda bu sürecin ne kadar tehlikeli ve zararlı olabileceğine dikkat çekmek istedik.

 

Başta belediye olmak üzere idareciler genellikle bizleri sadece eğitim ve akademik üretim içinde meşru sayıyorlar; fiili uygulamalar hakkındaki görüşlerimizi duyurmaya çalıştığımız zaman ise bu saygının yerini tam bir ilgisizlik alıyor.

 

Bir yazınızda bugün Türkiye'de Osmanlı'nın yeniden canlandırılmak istenmesinin tarihi tahrif ettiğini söylüyorsunuz; bunu biraz açabilir misiniz? Bugüne kadar kent ve tarih ilişkisi nasıl olmuştur?

1980 askeri darbesinden beri Türkiye'de yeni türden bir muhafazakarlık belirdi. Önce sola karşı İslam, sonra Turgut Özal'ın Türk-İslam sentezi derken artık Türk miliyetçiliğinin, Cumhuriyet'i Osmanlı kültürüyle bağdaştırmayı amaçlayan bir "Osmanlıcı" kurgusuyla karşı karşıyayız.

 

Bu kurgunun en sorunlu tarafı, büyük ölçüde milliyetçi olması ve dolayısıyla bir imparatorluğun karmaşıklığını bir ulus devletin tekdüzeliğine hapsetmeye meyyal olması. Başka bir deyişle aslında yüceltilen Osmanlı tarihi değil, Osmanlı kisvesi giydirilmiş bir Türk tarihi. Bir de buna 1990'lardan beri giderek yaygınlaşan kitsch ve nostaljik bir Osmanlı algısı eklenince netice çok rahatsız edici bir hal alabiliyor. Bir bakıma Panorama 1453 ile Les Ottomans oteli aynı sürecin iki farklı veçhesi halini alabiliyor.

 

Daha önceki iktidarlar İstanbul'a dokunmadı mı?

Geçmiş iktidarların hepsi kaçınılmaz olarak şu veya bu şekilde İstanbul'un tarihi dokusuna ilişmişlerdir. Buna Osmanlı iktidarları da dahildir; fakat Cumhuriyet'le birlikte bu müdahalelerin şiddeti ve etkileri artmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara'nın İstanbul'a küsmesi ve üvey evlat muamelesi yapması bile şehri çok etkileyen bir süreç olmuştur. Ardından da bir yandan Osmanlı dokusuna yapılmış olan çok derin müdahaleler, diğer yandan da Kemalizm'in kendi simgelerini yerleştirme çabaları...

 

Amaç neydi?

Her müdahalenin siyasi olduğunu düşünmemek gerekir, birçoğu tamamen ekonomik nitelikte ya da en genel anlamda belirli bir modernlik anlayışına uyma kaygısından kaynaklanmaktaydı. Bu müdahalelerin bazıları hafif, bazıları çok ağır olmuştur. Bunu belirleyen ise eldeki maddi imkanlar ve siyasi iktidarın derecesi. Adnan Menderes'in 1950'lerde, Bedrettin Dalan'ın ise 1980'lerdeki müdahaleleri bu anlamda en ağırları olmuştur; çünkü yoğun bir iktisadi ve siyasi güçten besleniyorlardı.

 

Bugünkü iktidarın kente bakışının politik bir mesajı var mı?

Şu anda şahit olduğumuz dönüşüm dalgasının da bu nitelikte olduğundan, dolayısıyla da geri dönülmez zararlar verebileceğinden endişeliyiz. Bugünkü müdahaleleri tamamen siyasi bir sürece indirgemek yanlış olur, ama siyasi bir mesaj ya da mesajlar içerdikleri doğrudur. İktidarın şehirde kendi izini bırakmak istemesi kendi kendine siyasi bir olgudur; fakat bunu sadece hizmet veya altyapı üzerinden değil de "konuşkan" binalar ve yapılar üzerinden yapması ayrı bir siyasi katman oluşturuyor. Onun da çok net olmasa bile Osmanlıcılığın muhtelif yorumları üzerinden  yapıldığı anlaşılıyor: Sinanvari dev bir cami, Oryantalist bir kışlanın ihyası, Fetih anlatımının popüler seviyede kutsallaştırılması, Avrupai bir tabir olan "altın boynuz" metaforunun bir köprüye iliştirilmesi... Kısacası gayet eklektik bir tarzda Osmanlı geçmişinin tekrar icadı.

 

İstanbul'da "tarih" yeniden inşa edilirken, başka bir "tarih" mi yok oluyor?

İstanbul gibi katmanlı bir tarihi dokuya sahip bir kentte tarihi korumak hiç de basit bir şey değil. Bir katmanı korusanız diğerini feda etmek zorunda kalıyorsunuz. Bu anlamda Bizans'ın nispeten en "mağdur" katman olması tabi ve kaçınılmazsa da, bazı bilinçli seçimlerle dengeli bir koruma politikası oluşturulabilir.

 

Belediyenin Yenikapı kazılarında gösterdiği sabır ve olgunluk bunun çok iyi bir örneği sayılabilir. Fakat aynı belediyenin İstanbul'un kent siluetine tecavüz eden bir köprünün (Haliç Metro Köprüsü) neredeyse hiç değiştirilmeden inşa edilmesinde ısrar etmesi tam aksi yönde bir meyle işaret ediyor; üstelik zarar gören görüntü Bizans değil, Osmanlı kentinin silueti ve Mimar Sinan'ın iftihar kaynağı camileri.

 

Keza, ortada olan ve korunması ya da kurtarılması gereken onca yapı varken bütün gayretin oryantalist bir kışlayla (Taksim) bir camiye (Karaköy d'Aronco Camii) yönelmesi de anlaşılmaz bir durum. Mükemmel plan yoktur, tarihin tamamın korumanın da imkanı yoktur; bütün mesele sakin bir şekilde ve gereken özeni göstererek olası ihtimallerin arasından bazı seçimleri tartışarak gerçekleştirmek olmalıdır.

 

Bir tarihçi olarak önünden geçerken en çok bakmaya dayanamadığınız yapı hangisi?

Tek bir yapı seçmek zor! Fakat özellikle tarihle ya da tarihi dokuyla olan ilişkisi açısından beni rahatsız eden birkaç örnek verebilirim: Döneminin sorunlu binaları olarak Aksaray Valide Camii, oldukça uyumsuz ve çirkin. Keza Topkapı Sarayı'na kondurulan rokoko tarzı Mecidiye Kasrı; bunlari seçmemin nedeni kötü müdahalelerin sadece günümüze has bir fenomen olmadigini göstermek.

 

Dokuyu veya silueti bozan yapılar olarak Gökkafes ve "boynuzlu" Haliç köprüsü; kötü taklitler olarak başta Haydarpaşa'daki olmak üzere betondan veya Ytong'dan "klasik" camiler; dokuya kitsch saldırılar olarak Demirören Merkezi; berbat restorasyon örnekleri olarak Ayvansaray civarındaki surlar... Saymakla bitmez.

 

Yazınızda 1990'lardan itibaren özellikle tarihi mekanlara duyulan nostaljiden bahsediyorsunuz, bu tarihe hak ettiği değeri yeniden mi iade ediyor? O zaman Tarlabaşı, Fener Balat gibi mahalleler neden yıkılıyor?

Bu nostalji hiçbir zaman masum olmuyor. En basitinden bir mutenalaşma sürecini besleyerek yeni spekülasyonları, yeni rant gelirlerini ve yeni el değiştirmeleri de yanında getiriyor. Dolayısıyla tarihe saygıdan çok söz konusu olan, tarihin bir tür metalaştırılması. Tabii ki bu arada fazla da idealist olmamak lazım: bu tür süreçler büyük ölçüde kaçınılmazdır; asıl önemli olan tamamen başıboş ve kontrolsüz bir şekilde kenti, dokuyu, hatta tarihin kendisini esir almalarına izin vermemenin yollarını aramaktır. Sadece ekonomik gücü elinde tutanların önceliklerine boyun eğmeden daha dengeli bir şekilde değişimin kaçınılmazlığını kontrol altına almaya çalışmaktır.

 

Kentin karar vericileri kimler? Türkiye'nin "katılım, şeffaflık" konusunda karnesi nasıl?

Türkiye'nin karnesinin ne olduğu belli: şeffaflık ve katılımcılık geleneği ve kültürü bizde henüz yerleşmiş değil. Dolayısıyla şimdiye kadar herhangi bir şehircilik hareketinin şeffaf ve katılımcı bir şekilde yapılmış olduğunu söylemek mümkün değil. Ayrıca unutmamak gerekir ki bu tür çalışmalar mütemadi bir referandum gibi de yürütülemez; öyle bir yola girilse tamamen tıkanma riski olur. Mesele bu istişare mekanizmasının yetkin çevrelerin katılımını sağlayacak şekilde ve halkın dışlandığını hissetirmeyecek kadar kamuoyuyla bir paylaşımın yolunun bulunması.

 

İronik olan şu ki bugün AKP iktidarına bu eleştirileri getirmemizin bir nedeni de kendilerinden önce gelenlere nispetle daha katılımcı bir politikaya bizi alıştırmış olmaları. Ne var ki iktidarda kaldıkça Türkiye siyasetinin alışılmış otoriter veya en azından katılımcı olmayan geleneğine yaklaşmaya, seleflerine benzemeye başlıyorlar.

Bianet, Haber: Nilay Vardar, 10.01.2013

HEYKELLER BİR BİR KALDIRILIYOR!

 

CHP İBB Meclis Üyeleri Dr. Hakkı Sağlam ve Serdar Bayraktar hazırladıkları yazılı soru önergelerinde İBB Başkanı Kadir Topbaş’a sordular: “İstanbul’da sanat eserleri heykeller kaldırılmıştır. Kaldırılan heykellerin kaldırma gerekçesi nedir? Kaldırma talimatını kim vermiştir? Bu heykeller şu anda nerede bulunmaktadır?”, “İBB bünyesinde yayın yapan TV’nin, İBB’nin Bütçe görüşmelerinde muhalefet meclis üyelerinin konuşmalarını yayınlamama gerekçesi nedir? Bu konuda herhangi bir talimatınız var mı? Varsa gerekçesi nedir?”, “Miniatürk Parkta hangi illerimizi temsilen eser bulunmaktadır? Eserleri sipariş edildiği halde henüz konulmamış hangi illerin eserleri vardır? Bugüne kadar meydana gelen herhangi bir olay var mıdır? Varsa mahiyeti nedir? Adli ve idari sonuçları nedir?”
İstanbul’da ki sanat eserleri olan heykeller bir bir kaldırılıyor. Gerekçe nedir? Talimatları kim veriyor?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) 2012 yılı Aralık ayı Meclis toplantılarında CHP İBB Meclis Üyeleri Dr. Hakkı Sağlam ve Serdar Bayraktar imzaları ile Meclis Başkanlığına verilen ve oy birliği ile Başkanlık Makamına havale edilen 3 adet yazılı soru önergeleri şöyle;

İstanbul’da sanat eserleri heykeller kaldırılmıştır. Kaldırılan heykellerin kaldırma gerekçesi nedir? Kaldırma talimatını kim vermiştir? Bu heykeller şu anda nerede bulunmaktadır?

Yazılı Cevaplandırılmasını İstediğimiz Sorular:

Yıllardır İstanbulluların görmeye alıştığı heykellere 2010 Avrupa Kültür Başkenti, 2012 Spor Başkenti olan İstanbul’da ya rastlanamamakta ya da bu önemli sanat eserlerine gerekli önemin verilmediği, bakım ve onarımlarının yapılmadığı görülmektedir. Türkiye’nin yetiştirdiği aşağıda belirtilen sanatçılar tarafından Hakkı KARAYİĞİTOĞLUNA ait Lütfi Kırdar Kongre Merkezi önüne, Işılar KÜR’ün Kadıköy’e, Rahmi AKSUNGUR’un Maçka’ya, Ayşe ERKMEN’in Beyoğlu Tünel’e, Meriç HIZAL’ın Üsküdar’a, Ertuğ ALTAN’ın Kabataş’a, Vedat SOMAY’ın Yenikapı’ya, Mümtaz IŞIKGÖR’ün Ihlamur’a, Adem YILMAZ’ın Taksim Gezi Parkı’na, Ümit ÖZTÜRK’ün AHL’nı girişine konulan ve görmeye alıştığımız heykeller yerlerinden kaldırılmıştır. Bu kapsamda;

1. İstanbul’un heykel envanteri nedir? Mevcut envanterde yer alan heykeller kimler tarafından hangi tarihte yapılmış ve nerelere konulmuştur?

2. İBB tarafından 01.04.2004 tarihinden bu yana yaptırılan heykel var mıdır? Varsa hangisidir? Nereye konulmuştur?

3. Kaldırılan heykellerin kaldırma gerekçesi nedir? Kaldırma talimatını kim vermiştir? Bu heykeller şu anda nerede bulunmaktadır?

İBB bünyesinde yayın yapan TV’nin, İBB’nin Bütçe görüşmelerinde muhalefet meclis üyelerinin konuşmalarını yayınlamama gerekçesi nedir? Bu konuda herhangi bir talimatınız var mı? Varsa gerekçesi nedir?
Yazılı Cevaplandırılmasını İstediğimiz Sorular:

Bilindiği üzere İBB bünyesinde TV bulunmakta ve yayın yapmaktadır. Anılan TV İBB Meclisinin en önemli görüşmelerinden biri olan bütçe görüşmelerinde İBB Başkanı Sayın TOPBAŞ’ın konuşmasını naklen yayınlarken; muhalefet meclis üyelerinin konuşmalarını yayınlamadığı, muhalefet meclis üyelerinin konuşmalarından sonra Sayın TOPBAŞ’ın muhalefete cevap vermesini yayınladığı öğrenilmiştir. Bu kapsamda;

1. Bu TV kanalının yayıncılık ilkeleri nedir?

2. İBB’ye ait TV Kanalı hangi meclis çalışmalarını yayınlamaktadır?

3. Bütçe görüşmelerinde muhalefet meclis üyelerinin konuşmalarını yayınlamama gerekçesi nedir? Bu konuda herhangi bir talimatınız var mı? Varsa gerekçesi nedir?

4. Bundan sonraki İBB Meclis çalışmalarının tamamının anılan TV’den yayınlanmasını sağlamayı düşünüyor musunuz?

Miniatürk Parkta hangi illerimizi temsilen eser bulunmaktadır? Eserleri sipariş edildiği halde henüz konulmamış hangi illerin eserleri vardır? Bugüne kadar meydana gelen herhangi bir olay var mıdır? Varsa mahiyeti nedir? Adli ve idari sonuçları nedir?

Yazılı Cevaplandırılmasını İstediğimiz Sorular:

Minyatür eserler parkı olan Miniatürk uzun zamandan beri hizmet vermektedir.

1. Açıldığından bu yana yıllık ziyaretçi sayısı nedir?

2. Yıllar bazında ziyaretçiler tarafından kişi başına ödenen ücret nedir?

3. Giriş ücretinden kimler istisnadır?

4. Parkta şu anda kaç personel görev yapmaktadır? Fazla çalışma saatleri için ödenen mesai saat ücreti nedir? İşyerinde hangi sendika örgütlüdür?

5. Parkta hangi illerimizi temsilen eser bulunmaktadır? Eserleri sipariş edildiği halde henüz konulmamış hangi illerin eserleri vardır?

6. Bingöl ilini temsilen bulunan eser var mıdır? Varsa hangisidir? Yoksa konulması için bir girişimiz var mıdır?

7. Bugüne kadar meydana gelen herhangi bir olay var mıdır? Varsa mahiyeti nedir? Adli ve idari sonuçları nedir?

Gerçek Gündem, 09.01.2013

ESKİ ARAPGİR KORUMAYA ALINIYOR

 

     

 

Arapgir İlçesi'nin ilk yerleşim yeri Eskişehir Mahallesi için koruma amaçlı imar planı hazırlanıyor. 

 

Arapgir Kaymakamı Ercan Turan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Arapgir'in eski yolların geçtiği bir noktada olduğunu söyledi. Tarihi İpek Yolu'nun Arapgir'in içinden geçtiğini kaydeden Turan, Şam'dan, Halep'ten, Bağdat'tan gelen yolların burada birleştiğini belirterek, ''Bu yol, Trabzon Limanı'ndan da Kırım ülkesine, Rusya'ya, Doğu Avrupa'ya açılan bir kapı niteliğinde. Bundan dolayı ilçemiz tarihte birçok açıdan cazibe noktası olmuş. Romalılar buraya yerleşmişler. Romalılar'dan önce de MÖ 3 binli yıllarda yerleşimler var. Eskişehir Mahallesi'nde Romalılara ait bir kale bulunmakta'' diye konuştu. 

 

Eskişehir Mahallesi'nin kurulu bulunduğu Eskişehir Vadisi'nde Türk yerleşiminin 1071 yılından sonrasına dayandığını aktaran Turan, bu mahallede Anadolu Beylikleri, Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde yerleşimlerin olduğunu anlattı. 





Turan, Eskişehir Vadisi'nde Akkoyunlular'dan kalma birçok konak olduğunu dile getirerek, ''Zamanla yenilene yenilene günümüze gelmiş. Burası Akkoyunlular'ın uç beyliğini yapmış. Ondan önce Danişmentliler, Mengücekler gibi beyliklerin de burada bir hakimiyet alanı varmış'' dedi. 

Vadideki 4 tarihi camiden 2'sini restore ettiklerini, diğer birçok eserin de restorasyonu için girişimde bulunduklarını anlatan Kaymakam Turan, mahalledeki Molla Eyüp Kütüphanesi'ne de işaret ederek, ''800 yıl önce bu mahalle, bir ilim ve irfan merkezi olmuş. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü kütüphanenin restorasyon ihalesini yaptırdı. Arapgir insanı okumayı sever. Bunu, ilçenin tarihi derinliklerindeki okuma kültürüne bağlıyorum'' ifadelerini kullandı. 

 

Eskişehir Mahallesi'nin Arapgir Belediyesi'nin hizmet verdiği 21 mahalleden biri olduğunu aktaran Turan, vadiye hayat veren su kaynağından bahsetti. Vadinin hem Romalılar hem de Müslüman Türkler tarafından yerleşim yeri olarak tercih edilmesinde bu su kaynağının önemli bir faktör olduğunu vurgulayan Turan, bu suyun, topraktan yapılmış kanallarla o dönemde Romalılara ait kaleye götürüldüğünü ve insanların kullanımına sunulduğunu belirterek, ''Bu sistemin kalıntıları hala mevcuttur'' diye konuştu. 





Arapgir merkezinde modern binalar bulunduğunu dile getiren Ercan Turan, ancak Eskişehir Mahallesi'nde beton ve yüksek yapılara belediyenin izin vermediğini bildirdi. 

 

Arapgir Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu ise amaçlarının ilçedeki tarihi ve kültürel mirasa sahip çıkarak, onu ayağa kaldırmak olduğunu söyledi. İlçenin ilk yerleşim yeri Eskişehir Mahallesi'nin daha önce hali hazır haritası olmadığını belirten Cömertoğlu, ilk önce bu haritayı hazırladıklarını kaydetti. 

 

Daha sonra mahalleyi koruma amaçlı imar planını hazırlamaya başladıklarını ifade eden Cömertoğlu, ''Koruma amaçlı imar planında Eskişehir Vadisi'nde beton ve yüksek binaların inşasına izin verilmeyeceği belirtilecek. Plan doğrultusunda Eskişehir Vadisi, 3. derece doğal sit alanı olacak. İmar planı 2 yılda tamamlanacak'' dedi. 

Malatya Haber, 08.01.2013

FOSİLLERİN SIRRINI ARAŞTIRIYORLAR

 

 

Burdur'un Kemer İlçesi'nde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ''Karasal memeli hayvanlara ait fosiller'' Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi'nde inceleniyor.

 

Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölüm Başkanı Yrd. Doç.Dr. Arzu Demirel, Burdur'un coğrafya olarak Pliyosen Göl Havzası üzerinde olduğunu belirterek, ''Buradan bakıldığında aslında memeli göçlerinin yer aldığı bir alandan bahsediyoruz. Böyle olunca da Burdur ilinin bu memelilere ev sahipliği yapmış olabileceği son derece akılcı. Nitekim bu fosiller bize bu konuda kanıtları vermekte. Pliyosen döneme, yani yaklaşık 5 milyon yıl öncesine ait çok önemli büyük bir memeli hayvan faunasına sahibiz'' dedi.

 

Aralarında filgiller, gergedangiller, atgiller, otçullar ve kimi kuş türlerine ait kalıntılar ile yumuşakçalara ait bol miktarda kavkı da bulunan fosiller, incelenmenin ardından yapımı süren Doğa Tarihi Müzesi'nde sergilenecek. MAKÜ Rektörü Prof.Dr. Dr. Mustafa Saatcı ''Fosiller üzerinde yapılan incelemeler arttıkça heyecanımız da artıyor. Çok önemli ve değerli fosiller.

5 milyon yıla kadar uzandığı söyleniyor. Çok heyecanlandırıcı bir rakam. Belki de bunlar bu dalda yeni bir çığır açacak fosiller'' dedi.

Burdur Kent Haber, 06.01.2013



6 - 12 Ocak 2013

SANAT YAZISI DEVAM EDİYOR: FORMU DEĞİŞTİ

 

 

Yargıç konumundaki eleştirinin bittiğinden bahsediliyor bugün. Bunu bitiren bir şey varsa eğer, o da sanat yapma biçimlerindeki değişim...

 

Eleştiri üzerine kurulu bir söylem, içinden çıktığı 18. yüzyıla aitti. Burada iki isim var karşımıza çıkan: Biri Kant, eleştiri ve yargıgücü kavramları üzerine bir felsefeyi başlattı; ikincisi ise Diderot, kraliyet dönemi Fransası’ndaki eserler üzerine sanat yazıları yazdı.


Bu döneme ait bir yargıgücü kavramı ortaya atılmıştı. Eleştiri yargıgücünün bir tavrıydı. Sanat eserinin beğeni üzerine kurulu dönemine ait olarak eleştirmen, eserleri yargılamaktaydı ve dolayısıyla dönemindeki sanat kriterlerini belirliyordu. Böylece ‘yargıç olarak bir eleştirmen’ tipi belirdi. Bu dönemde sanatçılar ve eserleri eleştirmenler tarafından desteklenmekteydi. Bu tutum 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etti. 20. yüzyıl sanat eleştirmenleri arasında en çok konuşulanlardan biri olan Clement Greenberg, Amerikan formalist sanatının savunusunu yaparak dönemindeki eleştirel hâkimiyeti kurdu. Eleştiri yapan bir yargıç konumu, aslında belki de, 1960’larda Pierre Restany’nin adını yaygınlaştırdığı ‘Yeni Gerçekçilik’ akımıyla Fransa’da kırılmaya başlamıştı. Hâlâ sanat eleştirisi kavramının geçerli olduğu bir dönemdeydik; ama, aslında, sanatçıların sanat yapma biçimleri gitgide çeşitlenmeye başlamıştı. Sanat dünyası, 1968 dönemine tekabül eden Harald Szeemann’ın ‘Davranışlar Form Olduğunda’ (1969) sergisi sırasında bu çeşitliliği çoktan fark etmişti bile.


1990’lardan itibaren ise eleştirel yargıgücü üzerine kurulu olmayan, yeni bir dönemi başlatan ‘sanat yazısı’ ortaya çıkmaya başladı. Eleştirel yargıgücü neyin hoş, neyin güzel, neyin yüce olduğunu belirliyordu. Yeni sanat yazı yazma biçimi bunların yerine, sanat dilini ön plana çıkardı. Önceleri yapısalcı bir bakışın takibinde ‘gösteren analizleri’ yapılmaya başlandı. Ancak bu analizler hâlâ eleştirel dünyanın izlerini taşımaktaydı. Sanatın iç öğeleri üzerinden bakan bu eleştirinin Türkiye ’deki en belirgin temsilcisi ise, herhalde, Sezer Tansuğ oldu.

Eserden dışarıya taşanlar
Diğer yandan, sanat üzerine başka bir yazı biçimi ortaya çıkmaktaydı. Bu, sanat eserine eleştirel bakış yerine sanatçının diline doğru eğilerek, esere iç özellikleriyle değil, eserin ortaya çıkış koşullarındaki bağlamla analizini iç içe geçiren bir yazı oldu. Bir yandan eserin içine bağlam ve hatta bağlam dışını koymak (Derrida’nın “sadece bağlamlar (contexte) değil, aynı zamanda bağlam dışılıklar (hors texte) vardır” ifadesine yakın bir bakış), diğer yandan ise, ‘gösteren’ üzerine değil ama işaretler ve eserden dışarıya taşmalar üzerine yoğunlaşmaya başlayan bir yazı yazma biçimi. Yazar, eleştiri yapan, yani yargılayan değil; dili sorgulayan, dile sorular soran bir tavır takınmaya başladı. Tabii bunun nedenlerinden birisi de sanat üzerine soruların değişmesiydi. Her malzemenin, hatta her şeyin sanat eseri olabildiği bir dönemde “Sanat nedir” sorusu yerini “Sanat hangi dille ve hangi koşullarda yapılmaktadır” ve “Kim yapmıştır” sorusuna bıraktı. Sanat eserini yargılamaktan çıkan yazı, artık sanat dilinin kime ait olduğunu sormaya başladı. Eseri dışarıya taşıyan bir yazı girişimini başlattı. Artık bir bilgi türü olan sanat hoşlanma ve beğeni kıstaslarından uzaklaştı.


Yargıç konumundaki eleştirinin bittiğinden bahsediliyor bugün. Evet, bunu bitiren bir şey varsa eğer, o da sanat yapma biçimlerindeki değişimdir. Yargılayan eleştiri döneminin bittiği, paradigmatik olarak doğrudur. Ama, sanat üzerine yazı yazmak sadece biçim değiştirmektedir. Bir şeyin bittiği üzerine kurulu bir düşünce her zaman ve her alanda üzücüdür. Bu da üzüntü ve nostalji üzerine kurulu bir romantizm olarak durmakta.


Romantizm ise çok sorunlu bir dönem: Bize ulus-devlet üzerine kurulu, folklorik modern bir savaş dünyasını emanet etti. Bugün bu dönemden çıkışın sancıları yaşanmakta, siyasi alanda olduğu gibi, sanat yazısı alanında da. Tabii ki, eleştiri özsel ve ontolojik bir dünyaya ait değil; insan doğası gibi yazı yazma biçimleri de dönemlere göre değişiyor. Değişim, değişme, değişiklikler ve farklar daha moleküler ve diyalektik olmayan bir bakışa aittir. Ama sanat üzerine yazı yazmanın sonu gelmiş değildir. Yazı tam tersine ileriye doğru bir oluş içine girmiştir. Bırakılan kelime ise eleştirel yargıgücü olmuştur. Mahkemeler kurulup eserler yargılanacağına, yazı başka yerlere kaymaktadır. Bu ise üzüntü verici olmaktan çok uzaktır. Bunun dışında, eleştiri özleyenleri kendileriyle baş başa bırakalım; kendi kendilerine işkence eden, kamçılayan sanat dindarı yargıçlar istediklerini yapsınlar.

Radikal, Haber: Ali Akay, 11.01.2013

RUM VAKFINA EN BÜYÜK İADE

 

Vakıflar Meclisi, Heybeliada Ruhban Okulu'nun sahibi Aya Triada Manastırı Vakfı'na okulun çevresindeki 190 dönümlük koruluğu iade etme kararı aldı. Bu kararla, cemaat mallarının iadesi sürecinin yüzölçümü bakımından en büyük iadesi gerçekleşmiş oldu. 1844'den, kapatıldığı 1971 yıllına kadar Ortodoks dünyasının en önemli "Din adamı yetiştirme" merkezlerinden biri olan Heybeliada Ruhban Okulu'nun sahibi olan vakfa yapılan iade, "en büyük iade" olarak dikkat çekti. Aralarında Heybeliada Ruhban Okulu olarak bilinen "Aya Triada Manastırı" ile patriklerin mezarların da bulunduğu koruluk yeşil alan olarak korunacak.

Sabah, 11.01.2013

İZNİK'E 'YEŞİL MÜZE'

 

     

 

Başkent ve UED Mimarlık tarafından tasarlanan "Yeşil İznik Müzesi" projesi, geçtiğimiz günlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca onaylandı.





Yeşil Cami Mahallesi'nde ortalama 9 bin metrekare yeşil alan içerisinde İznik Müzesi, Yeşil Cami ve Şeyh Kudbeddin-i Camisi bulunuyor.

 

Projede en büyük görsellik İznik Müzesi'ne (Nilüfer Hatun İmareti) ait olacak. Mevcut müze binasının kamulaştırılan batı bölümünde tarihi yapıyı şeffaf camla saran vitrin tarzında modern bir bina inşa edilecek.





Erkeolojik eserlerin sergileneceği yeni binada hologram odaları ile zaman tüneli yer alacak. Mevcut müze binasında da etnografya eserler sergilenecek. Ötesinde ise Osmanlı mezar taşı sergisi ve açık etkinlik alanı, kültür aksı, yeşil alan ve otopark olacak dedi.

Arkitera, Haber: Emine Merdim Yılmaz, 10.01.2013

YAPILAŞMAYA İZİN ÇIKMADI

 

 

Tavuk Adası'na yapılmak istenen günübirlik tesis için Ayvalık Belediye Meclisi oy birliği ile ret kararı aldı.1.derece doğal SİT ve Tabiat Parkı sınırları içindeki Tavuk Adası'nda yapılaşma girişimi Ayvalık'ta kabul görmedi. Meclis İmar Komisyonu, adada yapılacak günü birlik tesis için verdiği olumsuz rapora ayrıca Kıyı Kenar Kanunu'nu da gerekçe gösterdi.Belediye Başkanı Hasan Bülent Türközen, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın 1 Kasım 2012 tarihli yazısında belirtilen Tavuk Adası'nın günübirlik turizm alanına dönüştürülmesi talebine yönelik 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni Plan Değişikliğine esas kurum görüşü isteği bulunduğunu belirterek, " Biz Ayvalık Belediyesi olarak koruma altındaki Tavuk Adası'nın yapılaşmasına kesinlikle karşıyız. Ayvalık Adaları Tabiat Parkı Revizyon Planı için yüksek mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı var" dedi.  

 

Birinci derece doğal sit, arkeolojik sit ve Tabiat Parkı kapsamındaki Tavuk Adası'nın yaklaşık 14 bin metrekarelik kısmına Dikran Masis'e ait İmdat Turizm Şirketi tarafından kurulmak istenen günübirlik tesis için Ayvalık Belediyesi dışında 13 kurumdan daha görüş alınacak.

 

Çevreciler, Ayvalık Belediye Meclisi'nin Tavuk Adası'ndaki yapılaşmayı geri çeviren kararını yerinde bulduklarını söylediler. Ayvalık Adaları Tabiat Parkı Sözcüsü Havva Taylan,"Zaten olması gereken de buydu. Umuyoruz, diğer 13 kurum da Ayvalık'ın tarihsel zenginliği adına aynı hassasiyeti gösterir. Bizler var gücümüzle kentimizi dış müdahalelere karşı korumaya çalışıyoruz. Ayvalık halkından imece usulü toplanan paralarla bilirkişi ücretini ödeyip, Tabiat Parkı Revizyon Planı için yürütmeyi durdurma kararı aldık. Kentimizi talana uğratacak her türlü girişime yönelik kararlı mücadelemizi sürdüreceğiz" diye konuştu. 

Körfezin Sesi, Haber: Oya Uğral, 10.01.2013

FİRAVUN TAPINAĞINDA MEZAR BULUNDU

 

Mısır’da Kral 2. Amenhotep’in tapınağında birden fazla kabrin yer aldığı bir mezarlık ve muhtelif tarihi eser bulundu.

 

Mısır Tarihi Eserler Bakanı Muhammed İbrahim yaptığı yazılı açıklamada, El-Uksur kentinde bulunan Kral 2. Amenhotep’in tapınağında birden fazla kabrin yer aldığı bir mezarlık bulunduğunu belirtti.

 

MÖ 1075 ve 665 yılları arasındaki döneme ait olduğu belirtilen kabirlerin, tarihi eserlerinin bakımı için çalışan İtalyalı bir heyet tarafından ortaya çıkarıldığını ifade eden İbrahim, taştan yapılma mezarların her birinde ahşap tabutlar, büyük heykeller ve kanopik çömleklere rastlandığını ifade etti.

 

Uksur Tarihi Eserler Müdürü Mansur Berik yaptığı açıklamada, bulunan 9 kanopik çömleğin tarihi eserler hazinesine nakledileceğini, keşif çalışmalarının sürdürüldüğünü kaydetti.

 

18. Firavun ailesinin 7. kralı olarak bilinen 2. Amenhotep, MÖ 1427 ila 1401 yılları arasında Mısır’a hükmetmişti.

Bursa Olay, 10.01.2013

DRAKULA'NIN ŞATOSUNDAN KEMİKLER YAĞIYOR

 

    

 

Bram Stroker’ın ünlü Gotik romanı Drakula’nın geçtiği tarihi kilise ve bahçesindeki mezarlık korkunç bir hikayeye daha konu oldu.

 

Geçtiğimiz ay yaşanan yoğun yağışların ardından Whitby’de bulunan St. Mary Kilisesi’nin üzerine kurulu olduğu uçurumda toprak kaymaları yaşandı. Bu da kilisenin bahçesindeki mezarlarda gömülü kemiklerin açığa çıkmasına ve tepenin yamacındaki evlerin üzerine dökülmesine neden oldu.


Yetkililer yaptıkları açıklamada, kemiklerin uçurumun dibinden toplanmakta olduğunu ve yeniden gömülme işlemlerinin kısa süre içinde gerçekleştirileceğini belirtti.

 

Kilisenin papazı David Smith, “Mezarlık 100 yıldan fazladır kapalı. Dolayısıyla herhangi bir mezar açıldıysa bile bunlar sadece kemiklerdir. Eğer bir şey açığa çıktıysa onları toplayıp mezarlığın iç kısımlarındaki alanlara yeniden gömeriz” diye konuştu.

 

Ancak asıl endişe kilisenin kurulu olduğu tepenin önümüzdeki aylarda tamamen göçmesi ihtimalinden kaynaklanıyor. Zira mezarlık 1865’te kapatılmış olsa bile insanlar kiliseyi kullanmaya devam ediyor.


Papaz Smith, “St. Mary, Whitby’de kalan en eski bina. Birinci dereceden tarihi eser ve hala cemaatimiz tarafından kullanılıyor. Yıkılması çok büyük bir kayıp olur” dedi.

 

Kilisenin bir inşaat mühendisiyle anlaşarak bu sorunu çözmek için elinden geldiğini yaptığını da ifade eden Papaz Smith, “Zeminde biriken suyu nasıl boşaltacağımızı çözmeye çalışıyoruz” diye konuştu. Yaşanan toprak kaymasının drenaj borularından birindeki çatlaktan kaynaklandığı tahmin ediliyor.

 

Kilisenin bulunduğu tepede 2000 yılında da toprak kaymaları meydana gelmişti.

Hürriyet, 10.01.2013

AKADEMİSYENLER UYARDI: İSTANBUL SOS

 

Boğaziçi'nden Harvard Üniversitesi'ne 224 akademisyenden uyarı: Tepeden inme dönüşüm projeleri, İstanbul'a geri dönülmez hasar veriyor.

 

Şehir, çevre , mimarlık ve tarih konularında çalışan 224 üniversite öğretim üyesi, ortak bir bildiri yayımlayarak İstanbul ’un tepeden inme projelerle içine girdiği ‘dönüşüm’ sürecini eleştirdi. 3. Köprü, Boğaziçi Karayolu Tüp Geçişi, Tarlabaşı ve Fener-Balat gibi projelerin katılım ve şeffaflık ilkelerine aykırı şekilde planlandığını belirten akademisyenler, bu projelerin kentin tarihi, sosyal yapısı ve doğasına kalıcı hasar vereceği uyarısını yaptı.


Boğaziçi Üniversitesi’nden 48, Bilgi Üniversitesi Mimarlık ve Mimari Tasarım bölümlerinden 55, İTÜ Mimarlık Bölümü’nden 10 öğretim üyesinin yanısıra, ODTÜ, Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ile Harvard ve Oxford Üniversitesi’nden akademisyenler bildiriye imza attı. İmza atanlar arasında Cemal Kafadar, Selim Deringil, Edhem Eldem, Ayşe Buğra, Ahmet Kuyaş, Çağlar Keyder, Şevket Pamuk, İhsan Bilgin, Han Tümertekin, Uğur Tanyeli ve Zeynep İnankur gibi isimler yer alıyor.


‘İstanbul Bildirisi’ başlıklı açıklamada şu noktalara dikkat çekiliyor: 


Haliç Metro Geçiş Köprüsü, Boğaziçi Karayolu Tüp Geçişi, 3. Boğaz Köprüsü, Taksim ve Yenikapı Meydan Düzenlemeleri, Tarlabaşı ve Fener-Balat gibi 5366 Sayılı Yenileme Yasası kapsamındaki projeler ve Çamlıca Camii gibi birçok projenin karar, tasarım ve ihale aşamalarında demokratik katılım, bağımsız denetim ve şeffaflık ilkelerinin ihlal edildiğini, uzman kuruluşlar ve sivil toplumun görüşlerine yer verilmediğini gözlemlemekteyiz.


Kamu yararına yönelik ciddi tehlikeler barındıran bu projeler gerçekleştirildiği takdirde kentin doğal çevresi, sosyal yapısı, tarihi ve fiziksel dokusunda geri dönülmez hasarlar oluşacağı konusunda kamuoyunu uyarmak isteriz.


Bu projelerin İstanbulluların sağlığı ve şehrin geleceği açısından içerdiği tehlikeleri gören bilim insanları olarak yetkilileri kamu yararını ve varlığını dikkate alan, çevresel ve sosyal faktörlere, tarihi ve kültürel değerlere duyarlı gelişim politikaları üretmeye davet ediyoruz. Şehrimiz için büyük bir metropole yakışan, katılımcı ve denetlenebilir çalışma mekanizmalarının hayata geçirilmesini talep ediyoruz.


İstanbul kabusa mı dönüşecek? 
Bir diğer uyarı da mimarlık ve tasarım bienallerinin küratörlerinden geldi. İstanbul Tasarım Bienali ile Rotterdam Mimarlık Bienali küratörleri, şehrin kuzeye doğru genişlemesini hedefleyen projeleri eleştirerek, “İstanbul bir kabusa mı dönüşecek yoksa ilham verici bir örnek mi teşkil edecek? Bu yeni ve son derece iddialı kentsel projeler, eğer söylendiği gibi İstanbul’un coğrafyasına paraşüt gibi iniverecek olursa, birinci senaryo gerçekleşecektir” dedi. Küratörler, İstanbul’un mevcut imar planına göre Marmara Denizi boyunca, yani yatay doğrultuda büyümesinin öngörüldüğünü, bunun da ekolojik değerleri korumak amacı taşıdığını belirtti. Kentin büyümesini kuzeye çeken ‘Çılgın’ kanal projesi, kentin kuzeybatısında yer alacağı söylenen yeni İstanbul şehri projesi, üçüncü havalimanı projesi ve bütün bu altyapıları Boğaz’ı geçerek birleştirecek uluslararası otoyol projesinin yol açacağı hasarları küratörler şöyle anlattı:


İstanbul’un içme suyunun en az yüzde 10’u kaybedilecek ve yerine yeni kaynaklar aranmak durumunda kalınacaktır; bu da suyun giderek daha da uzak yerlerden getirilmeye çalışılması anlamına gelmektedir.


Tarım daha da marjinalleşecek, tarımsal alanlar gayrimenkul yatırımcıları için daha da cazip hale gelecek ve İstanbul bugün sahip olduğu tarım ürünlerini yakınından elde etme şansını kaybedecektir.


Metni 1. İstanbul Tasarım Bienali ‘Musibet’ sergisi küratörü Emre Arolat, 5. Rotterdam Mimarlık Bienali küratörleri Asu Aksoy, George Brugmans, Joachim Declerck, Kristian Koreman and Elma van Boxel, Fernando de Mello Franco, Marta Moreira, Milton Braga, Henk Ovink ile 6. Rotterdam Mimarlık Bienali küratörü Dirk Sijmons imzaladı.

Radikal, Haber: Elif İnce, 10.01.2013

BEYOĞLU BELEDİYESİ'NİN TARİHİ BİNASINA NELER OLUYOR?

 



 

Bugün akıbeti belirsiz bir inşaatın sürdüğü Beyoğlu Belediyesi'nin tarihi binası, 6. Daire-i Belediye olarak, 1879-1883 yılları arasında inşa edilmişti.




Tarihi Beyoğlu Belediyesi binasında uzun zamandır inşaat faaliyetleri sürüyor. Şantiye haline gelen bina ve çevresindeki faaliyet restorasyon olarak açıklansa da bahçedeki ağaçların söküldüğü, binanın her iki yanında da bir inşaata hazırlanır gibi geniş kazılar yapıldığı görülüyor. Akıbeti henüz belli olmayan anıtsal Beyoğlu Belediyesi binasının nasıl bir proje içerisinde değerlendirileceği belirsizliğini koruyor.

Yapı, Yazı: Bahar Bayhan, 10.01.2013

"ANNE BEN BARBAR MIYIM?" ÇOK MASUM BİR SORU

 

 

Teması 'Anne Ben Barbar mıyım?' olarak belirlenen İstanbul Bienali, kentsel dönüşüm üzerinden kamusal alana bakacak. Bienalin çerçevesini küratör Fulya Erdemci ile konuştuk.

 

14 Eylül – 10 Kasım’da gerçekleştirilecek 13. İstanbul Bienali’nin başlığı bir Lale Müldür kitabından alıntılanıyor: “Anne, ben barbar mıyım?” Bienalin küratörü Fulya Erdemci, Müldür’ün tersyüz ettiği haliyle ‘barbar’ tanımını bir anahtar olarak alıyor ve ‘barbarları öteleyen’ kentsel dönüşüm üzerinden kamusal alan kavramını tartışmaya açıyor. Kentsel dönüşümün göbeği Taksim Gezi Parkı’nı da mekanları arasına katmayı planlayan bienali Fulya Erdemci’yle konuştuk.


Bienalin Lale Müldür’den alıntılanan başlığı ‘Anne, ben barbar mıyım?’. Barbarlık ve bienalin çerçevesini oluşturan kamusal alan arasında nasıl bir ilişki var? 
Barbarlığı aslında iki anlamda kullandım. Bir anlamı uygarlığın dışı, sınırı... Oradan da baktığımızda mutlaklığın ötesi, en dışlanan, en zayıf, belki de en hukuk dışı olan demek. Eski Yunancada vatandaşın zıddı anlamına geliyor, barbar. Kentle ilişkisini ise şöyle kurabiliyoruz: Kentsel politikalar, yeni yaşam alanları ve yaşama kültürü oluşturmaktan daha çok ticari bir anlayışla, yani serbest piyasa ekonomisine göre gelişiyor. Gücü ve parası olan, şehrin en iyi yerlerini alabilir duruma geliyor, gücü veya parası olmayan da yavaş yavaş şehrin dışına sürülüyor. Böyle baktığımızda bu sergi kentsel dönüşümün, en zayıf, en dışlanmış vatandaşları ne kadar içerdiğine bakacak.


Kentsel dönüşüm Türkiye ’nin gündeminde peki dünyada sanatsal üretimlerde de baskın bir mesele mi? 
Oldukça baskın. Mesela ABD ’deki son krizin nedeni emlak patlamasıydı. Kentle bu krizler çok yan yana duruyor. Çünkü kentlerin dönüşümüyle hem ek istihdam yaratılıyor hem de ekonomik canlılık yaratılıyor. O yüzden bu sadece İstanbul’la sınırlı değil. Sao Paulo’da, Mumbai’da, Şangay’da da, Avrupa’da da oluyor. Hollanda’da bile var bu. Ama oralarda çok daha planlı, programlı diyebiliriz. Buralarda biraz daha kontrolsüz o anlamda. Daha çok serbest piyasa ekonomisinin parametrelerine göre yapılıyor. Bütün o kentsel dönüşüm, o yapıların spekülasyonla, kullanım değeriyle daha fazla para, kar getiren fonksiyonlara dönüştürülmesi üzerine. Otel, AVM, ofis, konut kuleleri gibi... Ama mesela onun yerine çok eğlenceli bir kütüphane de yapılabilir, San Marco gibi su meydanları da yapılabilir. Ama neoliberal kentsel dönüşüm politikası dediğimiz şey, “nasıl bir yaşam kültürü yaratırız” sorusuna bakmıyor. Aslında kentsel dönüşümü burada bir konu olarak ele alıyoruz. Kamusal alan demek, devletle ticaretin dışındaki sivil alan, devletin yaptığı belli uygulamaların müzakere edildiği, tartışıldığı, eleştirildiği bir alan. Bir nevi emniyet supabı, demokrasi için çok önemli bir parça. Sırf fiziki kentsel döünüşümden bahsetmiyoruz. Daha özgür bir tartışma ortamı ve bu tartışma ortamının sonucunda yukarıdan aşağıya kararların tekrar düşünülüp değerlendirilmesinden söz ediyoruz. Kentsel dönüşüm de çok önemli bir tartışma alanı açabilir.


Atıl kamusal mekanları kullanmanın bu çerçeveye nasıl bir katkısı var? 
Aslında bu iki şeyi gösteriyor. Hem kentsel dönüşümün çapını gösteriyor. Mesela kentin içinde bulunan birçok okul, “Bu bölge çok değerli” denerek kentin dışına doğru itiliyor. Cumhuriyet ya da daha modernist bir kent planlamasına baktığımızda orada meydan vardır. O meydanda da kütüphane, postane, okul vardır. Yani mahalle biriminin en önemli unsurlarından biri de okuldur. Onun etrafında belirlenir yerleşim alanı. Şimdi ise kar veya değer etrafında örgütleniyor. İkincisi, bu mekanlar, herhangi birer sergi mekanı değil, içleri manayla, tarihle dolu. O anlamda da ilginç yerler. Kamu dediğimizde Türkiye’de iki şey anlaşılıyor. Biri devlet, diğeri de aslında halk ya da kamular... Türkiye’de böyle bir kavram kargaşası da var. Burada kamusal mekanlar dediğimiz yerler aslında resmi binalar. Ve bunların birçoğu gerek kamu, özel şirket ortaklıklarıyla ya da doğrudan özel şirket girişimleriyle dönüştürülüyor.

 
Bienalin çerçevesini kamusal alan olarak kurgulama tercihinin sebebi neydi?
Ben zaten uzun zamandır hem kent hem de kamusal alan üzerine çalışıyorum. Ama onun da ötesinde şimdi baktığımızda bu kentsel dönüşüm son 30 yıllık bir olay. Ama 90’larda hızlandı, İstanbul küresel kent önermesiyle. 2000’lerde bir Osmanlı canlandırmasına girdi. Şimdi de 2020’lerdeki hedefi İstanbul’u İslam dünyasının merkezi yapmakmış gibi görüyorum ben. Biraz Dubai, biraz Singapur gibi... Ama acaba biz bunu mu istiyoruz? Bu çok önemli bir şey. Bu dönüştükten sonra hadi tekrar yapalım diyemezsiniz, bu zincirleme etkilerde bulunuyor. Diyelim Gezi Parkı’na, o Osmanlı askeri kışlası kondu. Biraz alışveriş biraz sanat – ki bu da tuhaf bir formül - onun oradan kalkması 50 ya da 100 yıl sürer. Bu da şu demek: Biz zaten onunla yaşayacağız, bizden bir sonraki nesil de onunla yaşayacak. Şunu hepimiz kabul etmeliyiz: Her hükümet iktidar değildir. Bu gerçek anlamda bir iktidar. Her iktidarın aslında görsel bir kültürü vardır. Şimdi iktidarın kültürünün görsel uygulamalarını görüyoruz. Şu an aslında İstanbul çok ciddi bir eşikte. Bunu biraz tartışalım, düşünelim diyoruz.


Bienal bölgelerinin yoğunlaştığı yerler var mı? 
Var, onu dengelemeye çalışıyoruz. Çünkü İstanbul çok büyük bir kent. Orta ölçekli bir Avrupa kenti olsa tamamına yayılınabilir. Ama burada bunu yapamazsınız. Trafikte bir yere gitmek bile saatler alıyor. Taksim’den başlayıp Tarlabaşı’na, hemen Kasımpaşa’nın, tersanenin oraya girip oradan karşıya, eski şehre geçilecek bir yoğunlaşma düşünüyoruz. Ama tabii ki ofis ve konut binalarını da kullanmak istiyoruz. Bu aks üstünde öyle çok yerleşim yok. Onun için daha Levent ve Maslak’a gitmek gerek. Onun için Şişhane’den bir metroyla atlayıp gidilecek yerler de olacak. Ama yani şu anda her şey bir süreç içinde.


Sanatçı seçimlerinde nasıl bir kriter uygulandı? 
Bir yıldır seyahat ediyoruz, araştırıp görüşüyoruz. Bir, kamusal alan üzerine çalışan çok ünlü sanatçılar var. Hepimizin bildiği daha mimari müdahaleler yapan birkaç isim gelecek. Ama direkt sokakla ilişkili çok genç bir nesil de var. 40 yıl önce de kamusal alan tartışıldı. Ben sergide o tarihi perspektifi de koymak istiyorum. Sanatçı ismi vermem şu an güç.


Serginin başlığı neden Lale Müldür’den seçildi? 
Serginin kavramsal çerçevesinde kuramsal bir aks var. Bir de demokratik aygıtın mekansal bileşeni olarak kente bakmak gibi pratik bir aks var. Burada üçüncü anlamlar alanına ihtiyaç var. Yoksa çok akademik bir şey ortaya çıkar. O nedenle sanatsal bir jeste ihtiyaç var. Bu sanatsal jest de dilin ve sözün anlam ile formunun en uç noktası olan şiirden gelebilir diye düşündüm. Lale Müldür’ün kitap başlığı hem kentle ilişkisini kuruyor. hem dünyanın çözüm aradığı bir anda barbarlık ve uygarlık kavramlarını sorguluyor hem de çok kişisel bir cümle de kuruyor.

Radikal, Haber: Erman Ata Uncu, 10.01.2013

ILISU'YA ÇED ŞARTI

 

 

Danıştay, Hasankeyf'i su altında bırakacak Ilısu Barajı'nda yapılan tesisleri ÇED sürecinden muaf tutan genelge maddesinin yürürlüğünü durdurdu.

 

Yargı, Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Barajı için ‘ÇED raporu almak şart’ kararı verdi. Danıştay 14. Dairesi, Başbakanlık tarafından barajın zamanında bitirilmesi için yayımlanan genelgede yer alan ve yapılacak tesisleri çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) sürecinden muaf tutan hükmün yürütmesini durdurdu. Peyzaj Mimarları Odası avukatı Emre Baturay Altunok, “Tesisler mühürlenmeli” dedi.


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından 4 Nisan 2012’de Ilısu Barajı inşaatının zamanında tamamlanması için önerilerin yer aldığı bir genelge yayımlandı. Önlemlerden biri, projedeki bütün altyapı ve üstyapı inşaatlarına gereken, tesislerin ÇED sürecinden muaf tutulması talimatıydı. Genelgede projenin, 7 Şubat 1993’ten önce yatırım programına girdiği ve ÇED Yönetmeliği’nin bu tarihten önceki projelere muafiyet verdiği belirtiliyordu Peyzaj Mimarları Odası ve Mimarlar Odası, bu maddenin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Danıştay’a başvurdu. Danıştay 14. Dairesi, genelgenin ‘ÇED süreciyle ilgili bölümü’ hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi. Kararda, genelge hükmüyle ‘projenin gerçekleştirilmesinde gerekli olan tüm altyapı ve üstyapı tesisleri’ denilerek, bu tesislerin neler olduğu yönünde belirsizlik oluşturulduğu belirtildi. Daire, bu hükümle muafiyetin genişletildiğini, bunun da yönetmeliğin amacını aşması anlamına geldiğini kaydetti ve maddenin yürütmesini durdurdu. Başbakanlık’ın kararın tebliğini izleyen yedi gün içinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na itiraz hakkı bulunuyor. İtiraz halinde karar bu kez de kurulda görüşülecek. Peyzaj Mimarları Odası avukatı Emre Baturay Altunok “Bu karar uyarınca derhal ve her durumda ÇED olmadığı için şantiyelerin Çevre Şehircilik Bakanlığı tarafından mühürlenmesi lazım” dedi.


Gebze - İzmir otoyol projesinin uygulanmasınada da benzer süreç yaşanmıştı. Otoyol için Başbakanlık’ça genelge yayımlanmış, projenin gerçekleştirilmesi için gerekli olan alt ve üstyapı tesisleri ÇED Yönetmeliği’nden muaf tutulmuştu. Danıştay, çevrecileri haklı bulmuştu.

Radikal, Haber: Enis Tayman, 10.01.2013

İSTANBUL'UN EN ESKİ KÖYÜ BULUNDU

 

İstanbul'un en eski köyü Pendik'te. Tren yolu inşaatında ortaya çıkan 8 bin 500 yıllık köyün sakinleri, evlerin altına geçirgenlik için midye kabuğu döşemiş, çöp çukurlarına bakılırsa bolca deniz mahsulü tüketmiş.

 

Yenikapı’dan sonra Pendik’te de 8 bin 500 yıllık neolitik dönem (Taş Devri) insanının izleri bulundu. İstanbul ’un bu en eski yerlileri Pendik’de köy kurmuş. Kazı alanında evlerin temelleri, çöp kuyuları, mezarlar, kemik kaşık, iğne, balta gibi aletler ortaya çıkarıldı. Arkeologlar şimdi Yenikapı sakinleri ile Pendik’te oturanlar arasında akrabalık olup olmadığını araştırıyor. Mezarları ve arkeolojik alanı Radikal ve CNNTürk ilk defa görüntüledi.

 

Marmaray Projesi Gebze-Haydarpaşa hattı Pendik mevkiinde İstanbul Arkeoloji Müzesi denetiminde kazılar sürüyor. İl Kültür Turizm Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili, ‘İstanbul’un tarihinin binlerce yıl geriye gitmesinin büyük bir sevince neden olduğunu, neolitik dönem için yeni bir müze ihtiyacı doğduğunu’ söyledi.


İstanbul’un tarihi her yeni kazıyla biraz daha geriye gidiyor. Marmaray Pendik – Gebze hattında tren yolunun genişlemesi çalışmaları sırasında arkeologlar neolitik dönemden bir köye rastladı. Günümüzden 8 bin 500 yıl öncesinin evlerinin temelleri, yanında çöp çukuru ile mezarlar birlikte ortaya çıkarıldı.


Evlerin altına geçirgenliği sağlaması için midye kabukları yerleştirildiği görüldü. Çöp çukurunda da çok sayıda deniz mahsulleri tükettikleri belirlendi. Pendik’te daha önce Yenikapı’da benzer örneklerine rastlanan 32 neolitik dönem mezarı da ortaya çıkarıldı.








 



İğneler, havanlar, baltalar 

Ölülerin ana rahmindeki gibi ayakları büzülmüş pozisyonda (hocker) gömüldüğü mezarlarda çok sayıda kullanım eşyası da bulundu. El baltaları, kemik kaşık, deri dikmeye yarayan kemik iğne, arpa ve buğday dövmek için havan, öğütme taşı, çakmak taşları, obsidyen kesici aletler, Bizans dönemi çanak çömlek tespit edildi.


Pendik yerleşmesi, Pendik İlçe merkezinin 1.5 km. doğusunda, Kaynarca Tren İstasyonu’nun 500-600 metre batısında, denizden 50 metre uzaklıkta yer alan küçük bir koyun kuzeybatısında, Temenye mevkiinde bulunuyor. İlk olarak 1908 yılında şu an sökülmüş durumdaki rayların inşası esnasında Miliopulos adında bir demiryolu işçisi tarafından bilim dünyasına tanıtılan yerleşmedeki ilk bilimsel kazı Prof.Dr. Şevket Aziz Kansu’nun 1961’de, 4 küçük sondaj yapması ile başladı. Bu çalışmada yerleşimle ilgili kısıtlı bilgi edinildi.


Prof. Kansu’nun açtığı sondajların ardından yerleşmede uzun süre çalışma yapılmadı. 1981 Nisan ayında ise höyük üzerinde yapılaşma nedeni ile yoğun bir tahribat olduğu görülünce kısa süreli bir kurtarma kazısı daha düzenlendi.


Bu çalışmayı İstanbul Arkeoloji Müzeleri ve İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Prehistorya Kürsüsü öğretim elemanları ortaklaşa yürüttü. Kurtarma kazısından 10 yıl sonra, yerleşim alanınında yeniden inşaatların başlaması üzerine, 1992’de müze ikinci bir kurtarma kazısı daha gerçekleştirdi. Alanda üç tabaka saptandı: En üstte klasik çağlara ait bol miktarda çanak çömlek parçası bulunan yüzey tabakası, altında erozyonla tahrip edildiği için bozuk durumda mimari kalıntılar ve mezarlar, en altta 3-6 evreli bir neolitik çağ tabakası bulunuyor.







 

Tren yolunda arkeopark

Kazı alanında yüzlerce işçi, 3 arkeolog gözetiminde çalışıyor. En ufak bir ayrıntı dahi not ediliyor. Bazı mezarlar ise üst üste gömülmüş, kemikler birbirine karışmış. Tren yolunu ayıran duvarın dibinde adeta sıraya dizilmiş neolitik dönem mezarlarının devamının karayolunun altında olduğu tahmin ediliyor. Arkeologlar Green Park Otel’in hemen arkasında kalan karayolunda da kazıların sürmesi gerektiğine dikkat çekiyor. İstanbul İl Kültür Turizm Müdürü Prof. Bilgili de yeni bir müzeden söz ederken aslında yerinde yapılacak bir koruma biçimiyle hem arkeolojik park hem de bir müze Pendik’te farklı bir uygulamayı turizme kazandırabilir. Çünkü tren yolunun üst tarafına doğru höyük devam ediyor ve buradan da çok sayıda mezar ve köy yapısının olduğu tahmin ediliyor.


Marmara bölgesinde Fikirtepe ve Yenikapı kazılarından sonra sadece Pendik’te neolitik dönem izlerine rastlanıldı. Anadolu ’da Çatalhöyük, Göbeklitepe, Amik Ovası’nda Tell Cudeyde, Tarsus - Gözlükule, Mersin Yumuktepe gibi kısıtlı yerlerde neolitik dönem izlerini görüyoruz.

 

İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden arkeolog Sırrı Çömlekçi:

Yenikapı’daki (Neolitik/Taş Devri) dönemi mezar buluntuları ile karşılaştırıyoruz. Aralarında akrabalık bağı var mı, karşılaştılar ya da birbirlerine ziyarete gittiler mi inceliyoruz. Evlerin temelleri, çöp çukurları neolitik dönem için oldukça önemli veriler. İstanbul için önemli bir gelişme.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 10.01.2013

GEÇMİŞTEN GÜN YÜZÜNE...

 

 

Kanada'nın Alberta eyaletine bağlı Fort McMurray kentinde bir yol inşaatında kazı sırasında 110 yıllık olduğu sanılan fosil bulundu.


Alberta Royal Tyrrell Müzesi'nden Dr. Donald Henderson, geçen ay sonunda ortaya çıkan fosilin incelemesinin tamamlandığını açıkladı. 


Dr. Henderson, fosilin 110 ile 114 milyon yaşında, denizlerde yaşayan tam uzun boylu ve Mezozik Zaman'ın 3 alt bölümünden sonuncusu olan Kretase Dönemi'ne ait bir pliozor (deniz sürüngeni) olduğunu söyledi.


Dr. Donald Henderson, pliozorun kafatası ve bir kanatçığı dışında iskeletinin tam olduğunu kaydetti. 


Fosilin, bölgede son 3 yılda bulunan 4. pliozor olduğu bildirildi.

Habertürk, 10.01.2013

LOUVRE, 653 MİLYON DOLARA ABU DABİ'DE

 

Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi’de Fransa’nın başkenti Paris’teki dünyaca ünlü Louvre Müzesi’nin şubesi açılıyor. Müze inşaatının ihalesini Arabtec Holdings kazandı. 2015’te tamamlanacak müze 653 milyon dolara (1 milyar 162 milyon TL) mal olacak. Paris’teki Louvre Müzesi, Arap mimarisinden esinlenerek kubbe şeklinde inşa edilecek şubesinin ilk 10 yılında bazı koleksiyonlarını sergilenmek için Abu Dabi’ye gönderecek.

Habertürk, 09.01.2013

"MOZAİKLER ÇÜRÜYOR"

 

AKP Düzce Milletvekili Osman Çakır, Gaziantep’tekinden daha değerli mozaiklerin Konuralp Müzesi depolarında çürüdüğünü söyledi. Akçakoca’nın da turizm bölgeleri arasından çıkarıldığını hatırlatan Çakır Düzce’nin kültür ve turizm yapısı ile ilgili detaylı bir çalışma başlattığını belirtti.


Konuralp Müzesi deposundaki mozaiklerin bir fabrika inşaatı sırasında dozerlerle kaldırıldığını belirten Çakır bu tahribatın fotoğraflandığını dile getirerek “Şuanda müzede Antep’tekinden çok daha özel mozaiklerimiz var. Ancak depolarda çürüyor maalesef. Batı Karadeniz İznik’ten sonra en yoğun tarihi kalıntıların olduğu alanlardan. Ama tarihin iki düşmanı var. Bunlardan ilki kaçakçılar ikincisi yatırımcılar. Fabrika inşaat alanından harika mozaikler çıkmış ama dozerlerle kaldırılmış. Bunların fotoğrafları var” dedi.

Akçakoca’nın turizm bölgeleri arasından çıkartıldığını söyleyen Çakır, ilçenin yeniden listeye girebilmesi için çalıştıklarını ifade ederek “Akçakoca’da 127 tane tescillenmiş bina var. Biz Düzce’nin tamamı ile ilgili bir proje hazırlayacağız.


Ne yazık ki Düzce Akçakoca turizm bölgeleri arasından çıkartılmış. Kocaali gibi bir yer turizm bölgesi. Müsteşarlık bununla ilgili bir çalışma yapıyor. Büyük ihtimalle 2013 yılında yeniden listeye alınacak” diye konuştu. 

Çakır Düzce’nin kültür ve turizm yapısı ile ilgili detaylı bir çamışma yaptığını kaydederek “Ben Kültür Bakanlığının Komisyonunda katip üyeyim. Düzce’nin kültür yapısıyla alakalı bir çalışmamız var. Ancak şuanda detaylı bir açıklama yapmak istemiyorum. Netleştirdikten sonra kamuoyu ile paylaşacağız” dedi.

Düzce Damla, 09.01.2013

KUDÜS'TE OSMANLI ÇİNİLERİNİ TAHRİP ETTİLER

 

El-Aksa Vakıf ve Kültür Mirası Kurumu, Kudüs’teki tarihi Davud Peygamber Camii’ndeki Osmanlı çinilerinin tahrip edildiğini açıkladı.

 

Kurum tarafından yapılan yazılı açıklamada, Yahudi grupların Mescid-i Aksa’nın güneybatısında bulunan Al ed-Dücani Mahallesi’ndeki tarihi Davud Peygamber Camii’ne saldırdıkları, caminin üç cephesindeki Osmanlı döneminden kalma 17. yüzyıla ait mermerlerin ve çinilerin tahrip edildiği belirtildi. Açıklamada, İsrail’in daha önce tarihi İslam eseri olmasına rağmen ele geçirdiği caminin birinci katını sinagoga dönüştürdüğü ifade edildi.

Habertürk, 09.01.2013

"HALİÇ METRO KÖPRÜSÜ UYKULARIMI KAÇIRIYOR"

 
Türkiye'nin sayılı tarihçilerinden, Harvard Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Cemal Kafadar'la, Türk modernleşmesinden sinemaya, yeni Osmanlı söyleminden politikaya pek çok konuda keyifli bir söyleşi yaptık. Tabii söz döndü dolaştı İstanbul'a geldi. Tarihi miras alanları konusunda İstanbul'da büyük problem yaşandığını belirten Kafadar, "Bedrettin Dalan, yurtdışında ama belediyecilik fikirleri iktidarda" diyor.

 

Haliç'teki metro köprüsüyle ilgili yoğun eleştirileriniz var. Genel anlamda İstanbul'da kültürel mirasla ilgili durum nedir?

Köprüden bin kat daha beter işler oluyor. Ben Affleck'in Argo filmini izledim. Filmin büyük kısmı "İran'da" geçiyor. İran'da çekemedikleri için İstanbul'da çekilmiş. Film hakkında genelde söylenenler, filmin Tahran'a çok benzediği için İstanbul'da çekildiği. Türk gazetelerinde yazılanlara da baktım. Kamu yöneticilerimiz, Ben Affleck ile birlikte kendileri de Hollywood pırıltısına kavuşmuş, şöhret badesi içmiş gibi kameralara bakıp gururla poz veriyorlar. Bu katıksız bir oryantalizm örneğidir. "Şuraya bir köprü, buraya bir yayalaştırma"nın altındaki derin yaranın işaretleri var burada. İstanbul, herhangi bir yeri ikame edecek bir film seti, üç beş görüntü ve hediyelik eşyaya indirgenebilecek bir turizm nesnesi, tarihi kimliğinden soyutlanabilecek bir ambiyans kaynağı değildir. Bu bir kültürel kimlik meselesidir. Ben İran kültürüne hayranım ama İstanbul, Tahran'ın dublörü olabilir mi? "Ha bu İslam toplumu, ha öteki İslam toplumu", "Ha İstanbul, ha Tahran" yaklaşımına prim verirseniz İstanbul'u "noplace"e çevirirsiniz, yani birkaç kartpostallık görüntü dışında her yere benzeyen kişiliksiz bir "yokyer."

 

İstanbul'u nasıl yansıtıyorlar?

Filmin prodüksiyon dizaynırı, tercihini söyle anlatıyor: "İstanbul çarşısındaki çekimler harika oldu. Çünkü İstanbul çarşısı aynen Tahran çarşısı gibi. Zaten aşağı yukarı aynı devirde yapılmışlar."

Tahran çarşısı çok daha yenidir ama böyle incelikler önemli değil, Şark zaten zamanın durduğu yer değil mi? Asıl önemlisi, sinemada Şark'a gitmenin en sık yinelenen öğesi çarsı sahneleridir. Kaotik bir ortam, ne yaptığı belli olmayan, basit stantlarda küçük mallar pazarlayan, pazarlığa düşkün bir sürü kaba saba adam, pitoresk ama patlamaya hazır, vakti geldiğinde kahramanımızın aklıyla ve teknolojisiyle alt edeceği bir iç gıdıklayıcı ilkellik. Hollywood'un Şark'ta tekrar tekrar bulduğu budur. Argo'nun kısa bir bölümü de "gerçekten" İstanbul'da geçiyor. Kamera Yeni Cami'ye bakıyor, casus oğlan Sultanahmet'in avlusuna giriyor ve kendini Ayasofya'da buluyor. Filmdir, olur böyle şeyler, ama daha bir anonim mekanlarda olur. Örneğin San Pietro Kilisesi'ne değme bir yönetmenin bu muameleyi yapacağını sanmam.

 

Haliç Metro Geçiş Köprüsü tartışılırken yükselmeye devam ediyor. Yeterince tartışılabildi mi?

Köprü büyüdü, gitti. Son konuştuğumuzda içimizde aptalca da olsa bir umut vardı. Bu köprü hiç aklımdan çıkmıyor. İki yıldır uykularım kaçıyor. Kısacası bu konularda konuşan yetkilileri ciddiyete davet ediyorum. "Üç metre buradan indiririz, renk ve ışık ayarı yaparız, üst köşede bir detay değiştiririz" gibi bir yaklaşım var. Bu mudur derdimiz? İtirazlar ideolojikmiş. El insaf. Dünyanın abartısız en gözde iki-üç yeri varsa biri muhakkak burasıdır. Buraya şeffaf olmayan süreçlerle dev bir köprü yapılacak ve bu tartışılmayacak mı? Bu tartışmanın önceliği kamu malına kamunun sahip çıkmasıdır, sonra kültürel miras ve kimlik politikalarıdır.

 

Taraf'ta yer alan Hakan Kıran'ın röportajındaki açıklamaları nasıl karşıladınız?

Hakan Bey'in mağdurmuş gibi konuşmasını anlayamıyorum. Sonuç olarak onun köprüsü yapılıyor. Yükseldikçe bağrına bir hançer saplandığını hisseden bizleriz. Ama belki de bu meseleyi ilgili kamuoyu nezdinde kaybettiklerini bildikleri için rahatsızlar. Neden herhangi bir şekilde dünyanın bu işi almak için can atacak mimarlarına bir yarışma imkanı sunulmadı? Akıl akıldan üstündür. Farklı bir köprü yapılabileceğini söyleyenler arasında kariyerli Türk mühendisler var, Prof. Schlaich var. Her eleştiren bir proje sunmak zorunda değil. Roman eleştirmeninin roman yazmasını, film eleştirmeninin film yapmasını bekliyor muyuz? Şu ana kadar şehrin tarihi dokusuna ciddi darbe vuracağını söylemeyen bir Allah'ın kulu olmadı.

 

Kıran, Kadir Topbaş'ın köprünün tasarımında katkıları olduğunu söyledi. Bunu nasıl buldunuz?

Böyle bir mekana mimarlık okulundan mezun herkes bir "iş" kondurabilir mi? Diyelim mücevhercilik eğitimi almış bir kültür bakanımız var, kendi eserini Kaşıkçı Elması'nın yanına astırmak isterse ne düşünürüz? Hakan Bey'in mülakatında okuduğumuza göre, belediye başkanı bir proje tasarlamış, mimar dostuyla konuşmuş, bir takım müzakereler sonucu ortak bir yere varmışlar, işe koyulmuşlar. Jüri yok, rekabet yok, farklı fikir ve projelere kapı açmak yok. Kurullar var ama güç sahibi olanların kendi işleri söz konusu olduğunda kurulları etkileme imkanı da var. Bu yüzden kamu yöneticilerinin belli işlerden uzak durmasını beklemiyor muyuz? Kötü niyetten veya yasadışı işlerden bahsetmiyorum, doğru olanı yapmaktan bahsediyorum. Şimdi doğru olan yapılmış mıdır?

 

Köprü dışında eleştirilen birçok proje var.

Köprü bir sembol, çünkü iki bin yıldır asıl İstanbul orasıdır. Geri kalan yerlere İstanbul deniyorsa, şehre bir tarihi kimlik atfediliyorsa oranın yüzü suyu hürmetinedir. Tabii bütün Büyükşehir bir şantiye alanı gibi oldu. Şantiye alanları olmasına karşı çıkan kimse tanımıyorum. Ama ne yapılıyor, nasıl yapılıyor? Bunların her birini tek tek düşünmezsek, bu şehir elden gidiyor.

Belediyecilik açısından İstanbul'un tarihi yazıldığında, Bedrettin Dalan'dan bugüne ciddi bir devamlılık görülecek. Şimdiki siyasi kadroların hoşuna gitmeyebilir ama belediyecilik açısından bu böyle. Şehrin doğasına, dokusuna pervasızca müdahale etmek, İstanbul'un tarihi dokusunu tanıtma, turizm ve rant tercihlerine kurban etmek, önemli hizmetler yapıyor olmayı kültürel mirasın çarçur edilmesine göz yummamız için yeterli bir argüman sanmak, kesinlikle o günlerin mirasıdır. Dalan, Moldova'da ya da başka bir yerde, ama fikirleri belediyelerde iktidarda.


Tartışmaların biraz da UNESCO üzerinden yürütülmesi ne ifade ediyor?

16-18. yüzyıllarda bütün dünyanın yaşadığını düşündüğümüz çok önemli değişiklikler var. Bu ortaçağdan modern dünyaya geçiş dönemidir. O erken modernitenin beşiklerinden birisi Osmanlı İstanbul'udur. İstanbul'un kemikleşmiş batı-merkezci dünya tarih anlatısını değiştiren bir yeri var. Bunu daha iyi anlamamızı sağlayan yeni bir tarihçilik, sanat tarihçiliği, arkeoloji gelişiyor, çoğu Türkiyeli nice bilim insanı ve yazar-çizer eliyle, dünya çapında sözünü dinleten alimler, yazarlar, sanatçılar... Onların kanaatlerini bir kenara iteceksiniz, hiç dikkate almayacaksınız, ama merak etmeyin "yabancı uzmanlara danıştık", "UNESCO ile mutabakata vardık." Bu da beni çok üzüyor. Bir kamu yöneticisi için UNESCO ile mutabakata varmış olmak kendi kamuoyunu ikna etmekten daha mı önemli? "Biz ne yapsak karşı çıkıyorlar" itirazı hala kimseyi tatmin ediyor mu bilmem. Böyle birileri vardır elbet, her devirde retro tipler vardır ama sözünü ettiğim kamuoyu çoktan aştı oraları. Haliç'in temizlenmesine karşı çıkan mı var? Metro sisteminin yaygınlaşmasından memnun olmayan mı var? Köprüden şehir manzaraları seyredilmesi fikri de çok hoş, ama bu hoşluk köprünün şimdiki şekline bağlı değil.

 

Çamlıca Camii farklı kesimlerden tepki aldı. Başbakan, İstanbul'un her yerinden görüneceğini söyledi.

İstanbul'un her yerinden görünmesinden daha eğlenceli bir kriter olabilirdi, mesela uzaylıların dünyamıza geldiğinde gemilerinden ilk inmek isteyecekleri yer. Şaka bir yana, her yerden görünme kriterini (mübalağa sanatı dışında) ben daha önce duymadım. Daha önemlisi, yine konuşalım, tartışalım yok. "Şu yapacak, şöyle yapacak" deniliyor. Yarışma adına yapılan şey, kamu vicdanında kabul gördü mü? Proje hakkında okuduklarımızda her duyanı güldüren unsurlar var. İstanbul'un plakası 34'müş, o zaman kubbe genişliğini 34 metre yapalım gibi basit literalist yaklaşımlar, kötü şovmen şarkıcıların "sen ve ben" derken kollarıyla bunu resmetmeye çalışması gibi. Ben bundan hicap duyuyorum. Siluet diye tek kelimeye indirgeyip haksızlık ettiğimiz sihirli ve efsunlu manzaralar silsilesi bir kamu hazinesidir. Bu güzellikleri sadece tabiat sunmuyor. Allah vermiş, ecdat da nakış gibi işlemiş. Ecdattan kasıt sadece Sultan Süleyman ve Mimar Sinan değildir. Eremya Çelebi, Yani Usta, Fatma Hatun da İstanbul'u İstanbul yapan ecdadın arasındadır.

 

Yaşadığımız bir tür Türk modernleşmesi mi?

Maalesef Türk modernizmi kadar kendi geleneğine hoyrat olanı az bulunur. Devletin ve siyasilerin ötesinde halk arasında yaygın tercih ve eğilimler de, rant için olsun modern olanın cazibesi için olsun, aynı yönde. Tarihi mirasla yaşama çabası yerine, güncel ihtiyaçlara kestirmeden cevap vermeyi tercih etmişiz.

 

Yeni Osmanlı söylemi yurtiçinde ve dışında çok konuşuluyor. Osmanlı dirilebilen bir şey midir?

Ortalıkta bir Osmanlı hayaleti dolaşıyor. Ama dirilebilen bir şey olduğunu sanmıyorum. Osmanlı kültürüne dair motifleri ve unsurları kullanarak ondan bir şeyler inşa etme çabaları var. Geçen gün mahallede bir fırına girdim. Benden önceki müşteri "Ne çeşit poğaçalar var" diye sordu. Fırıncı, "Peynirli, dereotlu bir de Osmanlı poğaçası var" dedi. "Osmanlı poğaçası nedir" diye sordum tabii. "İçine şunu şunu kattığımız poğaça" imiş. Kısacası bunları küçük işletmelerden, büyük müteahhitlere ve tabii siyasetçilere kadar herkes kullanıyor. Bu sembollerden bir kapital yakalamaya çalışıyoruz. Bir kısmı sevimli modalardır, ama çoğu zaman nostalji endüstrisini veya şişinme ve tahakküm heveslerini besleyen rant araçları, sevmediklerimizi dövmeye yarayan sopalar çıkarıyoruz bu sermayeden.

Taraf, Haber: Serkan Ayazoğlu, 09.01.2013

İSKİLİP ETNOGRAFYA MÜZESİ TARİHE IŞIK TUTACAK

 

 

İskilip Belediyesi tarafından “Etnofya Müzesi” olarak kullanılacak 200 yıllık geçmişe sahip tarihi binada restorasyon çalışmaları devam ediyor. 


İskilip Belediyesi’nce satın alınan tarihi ahşap binanın dış cephe restorasyon çalışmaları uzmanlar tarafından titiz çalışmalar sonucu tamamlandı.


İskilip turizmine alt yapı olarak oluşturacak müzenin iç mekan çalışmaları devam ederken diğer taraftan da müzede sergilenecek eserler hazırlanmaya başladı.


Müzede ilçeye has el sanatları eserleri, ev aletleri, yöresel kıyafetler gibi İskilip’in ve ilçe halkının tarih içinde yaşam tarzlarını yansıtacak orijinal eşyalar bu müzede sergilenecek.


Bu konuda vatandaşlarda destek bekleyen İskilip Belediyesi, evlerinde eski eşyalar bulunan vatandaşların belediyeye müracaat ederek bu eşyaların müzede sergilenmesine yardımcı olmalarını istiyor. Müzede yer alacak eşyalar kişilerin isimleri ile beraber sergilenecek.

Çorum Haber, 09.01.2013

NOEL BABA KİLİSESİ AÇIĞA ÇIKTI

 

 

Antalya Demre’deki Myra antik kentinde çamurların altından çıkan ve 2009 yılından bu yana kazı çalışmaları devam eden Bizans dönemine ait 700 yıllık ‘Noel Baba Kilisesi’ New York Times gazetesine konu oldu.

 

ABD’nin etkili gazetesi New York Times, Antalya Demre’deki Myra antik kentinde çamurların altından çıkan Bizans dönemine ait 700 yıllık ‘Noel Baba Kilisesi’ni yazdı. Tam 800 yıl boyunca Bizans İmparatorluğu’nun önde gelen hac merkezlerinden biri olarak kalan; ancak daha sonra Myra Çayı’nın (Demre Çayı) azgın sularının etkisiyle yaklaşık beş buçuk metre yerin altına gömülen bu tarihi alan, 700 yıl sonra yeniden keşfedilmişti. 2009 yılında başlatılan çalışmayla etrafındaki alüvyonlar temizlenen Noel Baba Kilisesi ve Roma döneminden kalma amfitiyatronun bir kısmıyla bazı mezarlar şimdi yeniden ortaya çıktı.

 

SAĞLAM KALMASI BÜYÜK SÜRPRİZ

Kazı çalışmalarını yöneten Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Nevzat Çevik, sitedeki şapelin yapısal bütünlüğünün büyük ölçüde korunmuş olmasından memnuniyet duyduklarını ifade ederek, “Yani aynı Pompei gibi orijinal kente ulaşmamız mümkün” dedi. Çalışmalarda bulunmamasına rağmen bölgeyi iyi bilen Newcastle Üniversitesi arkeoloğu Mark Jackson ise, “Bu kadar kalın bir çamur tabakası altında olmasına rağmen bu kadar sağlam kalması, gerçekten çok iyi korunan bir enformasyon arşivinin varlığını muştuluyor” şeklinde konuştu.

 

KEMİKLER ÇALINMIŞTI

Asırlar boyu Bizans için önemli bir dini merkez olan Myra, aynı zamanda işgal kuvvetleri için de her zaman dikkat çekici bir alan olmuştu. Yedinci ve dokuzuncu yüzyılda Arapların saldırısına uğrayan Myra, 11. yüzyılda Selçuklu Türkleri’nin eline geçmiş, Aziz Nikola’ya (Noel Baba) ait olduğu düşünülen kemiklerse, kendisini “Papa tarafından gönderildik” diye savunan İtalyan tüccarlarca Bari’ye kaçırılmıştı.

Hürriyet, 09.01.2013

BİZİM 'BARNABAS' 2000 MODEL ÇIKTI

 

Kaçakçılardan ele geçirilen ve 8 yıldır Ankara Adliyesi'nin deposunda tutulan İncil'in sanıldığı gibi "Vatikan'ın yasaklı eseri Barnabas" olmadığı ortaya çıktı. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından koruma altına alınarak incelettirilen eserin bin 500 yıl öncesine ait olmadığı ve 2000 yılında yazıldığı anlaşıldı. İncil, Bakan Ertuğrul Günay'ın verdiği talimatla bir kez daha testten geçirilecek. Hz. İsa'nın öğrencilerinden Barnabas'ın yazdığı İncil, 325 yılında Roma Katolik Kilisesi tarafından yasaklanmıştı.

Sabah, Haber: Burcu Çalık, 09.01.2013

500 YILLIK ESER BULUNDU

 
Isparta Emniyeti Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nce tarihi eser kaçakçılığının önlenmesiyle ilgili yürütülen çalışmalarda, Osmanlı din bilginlerinden İbrahim Halebi'ye ait 'Minyetül Müssali Hanefi Fıkhı' adlı 500 yıllık el yazması kitap ele geçirildi.

 

Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekiplerince tarihi eser kaçakçılığı yaptığı şüphesiyle takibe alınan S.Y. yakalandı. Şüphelinin üzerinde bulunan İbrahim Halebi'ye ait 'Minyetül Müssali Hanefi Fıkhı' adlı el yazması kitabın 500 yıllık ve son derece önemli bir eser olduğu belirtildi.

 

VALİ OĞUZ: ÇOK ÖNEMLİ BİR ESER

Emniyet teşkilatının çok başarılı bir operasyon gerçekleştirdiğini söyleyen Vali Memduh Oğuz, İl Emniyet Müdürü Mehmet Or'un şahsında operasyonu gerçekleştiren emniyet çalışanlarını tebrik ettiğini belirterek şunları söyledi:

 

"Osmanlı alimlerinden İbrahim Halebi'nin en önemli eseri olan Minyetül Müssali Hanefi Fıkhı isimli orijinal el yazması kitap emniyetimiz tarafından ele geçirilmiştir. Hanefi fıkhına dair bu eser, milli kültürümüz açısından son derece önemlidir. Nereden baksanız 500 yılın üzerinde yaşı olan çok değerli bir eser. Bazı milletler böyle bir eserle kendi tarihlerini yaratmak isterler. Bu bir tarih meydana getirebilecek kadar önemli bir eser. Sadece kitabın mahiyeti değil, hazırlanışı, yazılışı ve sunuşu bakımından o dönemde milletimizin geldiği yüksek medeniyet seviyesine işaret etmektedir."

 

Kitabın içeriğinde İbn-i Arabi ile ilgili önemli eleştiriler yer aldığına değinen Vali Oğuz, Muhiddin Arabi'nin Türk tasavvuf dünyasında çok fazla konuşulan bir kişi olduğunu vurguladı. Ele geçirilen kitapta Muhiddin Arabi'nin düşüncelerine yönelik eleştiriler bulunmasının kitabın önemini artırdığına işaret eden Vali Oğuz, şöyle devam etti:

 

"O nedenle kitabın orijinalinin ele geçirilmiş olması çok önemli bir başarı. İl Emniyet Müdürümüzü ve bu konuda görev yapan arkadaşlarımızı tekrar tebrik ediyorum. Böyle bir operasyonun Isparta'da yapılmış olması bizim arkadaşlarımızın ne kadar dikkatli çalıştığını gösterir. Bu kitap bir hazinedir. Çalınmış bir hazine tekrar bulunmuş. İnşallah yerine iade edilecek ve milli kültür hayatımıza yeniden kazandırılmış olacak."

 

Kitap bilim adamları tarafından incelendikten sonra müze müdürlüğüne teslim edilecek

Isparta Kent Haber, 09.01.2013

KANUNİ'NİN KALESİNİ 2000 YILLIK TÜRK HARCI AYAKTA TUTACAK

 

 

Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos Seferi sırasında yaptırdığı Marmaris Kalesi, yaklaşık 2 bin yıllık geçmişe sahip olduğu belirtilen “Horasan harcı” kullanılarak sağlamlaştırılıyor.

Marmaris'in en dikkat çekici tarihi eserlerinin başında gelen 500 yıllık Marmaris Kalesi ile içinde bulunan müzenin onarım ve yeniden tanzim çalışmaları devam ediyor.

Çalışmalar hakkında gazetecilere bilgi veren Marmaris Müze Müdürü Esengül Yıldız Öztekin, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ayrılan 657 bin liralık ödenekle yürütülen onarım ve tanzimin yüzde 30'luk kısmının tamamlandığını söyledi.

Müzenin içinde hizmet verdiği kalede zamanla bazı bozulmalar oluştuğunu, bu nedenle onarıma ihtiyaç duyulduğuna işaret eden Öztekin, “Bunun yanı sıra tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de müzecilik anlamında ciddi gelişmeler oldu. Biz de müzemizi sergileme ve depolama anlamında daha çağdaş bir görünüme kavuşturmayı hedefledik. Bu amaçla hazırladığımız proje, bakanlığımız tarafından kabul edilerek ihalesi gerçekleştirildi.

Çalışmalar nedeniyle Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün aldığı kararla Marmaris Müzesi, 18 Ekim 2012'den 30 Nisan 2013'e kadar ziyarete kapatıldı” dedi.

Teşhir ve tanzim projesinin tarihi bir mekan olan kalenin özellikleri göz önüne alınarak hazırlandığını vurgulayan Öztekin, ayrıca depolarda da muhafaza edilen eserlerin deprem riskine karşı daha sağlıklı korunabilmesi amacıyla yeni dolaplar yapılacağını kaydetti.

 

Her yıl çoğunluğu yabancı yaklaşık 60 bin turistin ziyaret ettiği Marmaris Kalesi ve Marmaris Müzesi'nde yapılacak yenileme çalışmasının ardından ziyaretçi sayısının artacağına inandıklarını belirten Öztekin, bir kimlik kazandırmak amacıyla müzeye, “Marmaris Arkeoloji Müzesi” adını vermeyi planladıklarını bildirdi.

YUMURTA YERİNE HİDROLİK KİREÇ
Onarımı yapan şirketin yetkilisi Adnan Türkyılmaz ise kale surları ve duvarlarının güçlendirilmesi için Horasan harcının uygulamasını yaptıklarını söyledi.

Horasan harcının Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden beri kullanılan ve geçmişi yaklaşık 2 bin yıl öncesine dayanan Türklere özgü bir harç olduğunu anlatan Türkyılmaz, “Bu o dönemler çimento olmadığından yumurta akıyla yapılan bir harçtı. Günümüzde teknoloji geliştiği için harçta yumurtanın yerine hidrolik kireç kullanıyoruz. Bu harcın daha sağlam ve su geçirmez özelliği var. Aslına uygun olarak derz uygulaması gerçekleştiriyoruz” diye konuştu.

MARMARİS KALESİ
Antik kaynaklarda kale ile ilgili ilk bilgileri günümüze aktaran MÖ 490-425 yılları arasında yaşamış ünlü tarihçi Halikarnassoslu (Bodrum) Heredot, Marmaris'te ilk surların MÖ 3 binde yapıldığını yazmıştır. Kalenin yapımından söz eden tek yazılı kaynak ise Evliya Çelebi'nin Seyahatname'si. 17. yüzyılda Muğla çevresini gezen Evliya Çelebi, Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos seferi öncesinde kalenin yaptırılması için emir verdiğinden ve kalenin sefer sırasında askeri üs olarak kullanıldığından söz etmekte.

Kalenin önemli bir kısmı, Birinci Dünya Savaşı sırasında bir Fransız savaş gemisinin top atışlarıyla yıkılmıştır. Cumhuriyet öncesinden başlayarak 1979 yılına kadar kalede Marmarisliler iskan edildi. Marmaris Kalesi'nin içinde 18 konut, bir çeşme ve bir sarnıcın bulunduğu biliniyor.

Marmaris Körfezi'ne uzanan yarımada üzerinde ve limana hakim bir noktada kurulmuş olan kale, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun 14 Ekim 1983 tarihinde aldığı kararla korunması gereken anıtsal yapı olarak tescil edildi. 1980 yılında kalenin onarımına başlanmış ve onarım 1990 yılında tamamlanarak Marmaris Kalesi 18 Mayıs 1991'de müze olarak hizmete açılmıştı.

Radikal, 08.01.2013

ÜSTÜNDE VİLLALAR BULUNAN DAMLATAŞ MAĞARASI ENVANTERDE YER ALMADI

 

 

Ankara'nın Gölbaşı İlçesi'ne bağlı Tulumtaş Mahallesi'nde 1992 yılında ortaya çıkartılan, bir dönem milletvekillerinin de üyesi olduğu kooperatifin sit alanında yaptırdığı villaların altında kalan Türkiye'nin en büyük Damlataş Mağarası, çıkarılan envanterde de yer almadı.

 

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından oluşturulan ’http://www.envanter.gov.tr’ internet sitesinde İstanbul ve Ankara’nın olduğu gibi ilçelerinin de sit alanları, anıtlar gibi birçok değerlerinin envanteri çıkarılırken, Damlataş Mağarası’nın olmadığı ortaya çıktı. Gölbaşı İlçesi Koruma, Geliştirme ve Turizm Derneği (Göl-Der) Başkanı İsa Ömercan, "Damlataş Mağarası sit alanındaydı, neden envanterde görülmüyor, üzerine yapılan villalardan mı kaynaklı?" diye sordu.

Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından Gölbaşı’ndaki sit alanları ile anıtlar da listelendi. SİT alanları arasında Damlataş Mağarası’nın olmadığı görülürken, Hallaçlı girişinde bulunan evin ’Atütürk Evi’ adıyla anıtlar arasında yer aldığı, koruma kurulunun 3 bin 423 sayılı kararıyla tescillendiği belirtildi. Tulumtaş’ta ise, Damlataş Mağarası hiçbir şekilde gündeme getirilmediği, bu mahalleden Yukarı Kapaklı İskan Yeri olarak bir bölgenin sit alanı olarak tescillendiği görüldü.

Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından Gölbaşı için çıkarılan envanterde Gölbaşı’nın değişik bölgelerinde 31 sit alanı olduğu, 126 anıt bulunduğu belirtildi. Anıtlardan Osmanlı dönemi 73 Büyükhöyük 73, 25 Cumhuriyet dönemi Höyük, 19 Ortaçağ ve metropol mezarlık, 3 cami, 3 çeşme ve 1 de ev gösterildi. Anıtların büyük bölümü Karaoğlan bölgesinden çıkan kazılara ait olurken, Boyalık ise ikinci sırayı alıyor.

 

Göl-Der Başkanı İsa Ömercan, Tulumtaş Damlataş Mağarası’nın ilk bulunduğunda 1’inci derece sit alanı olarak ilan edildiğini belirtirken, "Daha sonra 2’nci derece ve sonunda da nasıl olduysa 3’üncü derece sit alanı olarak değiştirildi. Şimdi envanterde bile yer almıyor. Bu durum, mağaranın üzerine yapılan villalardan mı kaynaklıdır?" diye sordu

Radikal, Haber: Bayram Türkmez/DHA, 08.01.2013

BİNLERCE YILLIK İLAÇLAR BULUNDU!

 

Bilim adamları, İtalya'nın Toskana kenti açıklarındaki bir antik Roma gemi batığında buldukları 2 bin yıllık ilaç tabletlerinde çok sayıda farklı bileşene rastladı. "Proceedings of the National Academy of Sciences" dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, küçük bir kutu içinde bulunan 6 tablet, hayvan ve bitki yağlarının yanı sıra çam sakızı ve çinko içeriyor. Tabletlerin göz enfeksiyonunun tedavisi için kullanıldığı sanılıyor.

Pizza Üniversitesi Kimya Bölümünden Prof. Maria Perla Colombini, yaklaşık 2 bin yıllık ilaçların yapımında bu kadar fazla madde kullanılmasının son derece şaşırtıcı olduğunu söyledi.

Tabletlerden aldıkları örnekleri kütle spektrometresi ile incelediklerini belirten Colombini, ilaçlarda antibakteriyal özelliğe sahip çam sakızının yanı sıra, nişasta, havuç, turp, maydanoz ve zeytin gibi bitki yağları, hayvan yağı ve çinko bulduklarını söyledi.

Toskana Arkeoloji Enstitüsü'nden Gianni Giachi ise elde edilen bulguları Theophrastus, Yaşlı Plinius ve Dioscorides gibi tarihçilerin yazdıkları ile karşılaştırdıklarını söyledi. Giachi, tarihçilerin çinkonun özellikle göz hastalıklarının tedavisinde kullanıldığını yazdığını belirtti.

Tabletlerin içinde bulunduğu geminin, MÖ 140-130 yıllarına ait olduğu ve Yunanistan'dan Akdeniz'deki diğer ülkelere ticari mal taşıdığı sanılıyor. Gemi enkazı, 1974'te Toskana kenti açıklarında bulunmuştu.

Habertürk, 08.01.2013

STRATONİKEİA'DA 725 ESER BULUNDU

 

 

Dünyanın en büyük mermer antik kenti durumundaki Yatağan Stratonikeia antik kentinde yaz-kış çalışmalar sürerken, 2012 yılında yapılan kurtarma kazılarında önemli eserler ortaya çıkarıldı.

 

Kazı Başkanlığını Pamukkale Üniversitesi’nden Doç.Dr. Bilal Söğüt’ün yaptığı kazılarda 2012 yılında toplam 725 eser gün yüzüne çıkarıldı.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın en fazla önem verdiği kazıların başında gelen Stratonikeia, ölümüne aşkın yaşandığı, gladyatörlerin kenti olmasının yanında, antik, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemini içinde barındıran nadir kentlerden birisi durumunda. Stratonikeia’da yeni müze deposu ile restorasyon atölyeleri, resotarasyonu tamamlanan Hellenistik döneme ait mezarlar, tiyatro, Gymnasion, Bouleuterion, Batı Cadde ve Aga Evleri ile dikkat çeken Stratonikeia, halen içinde yaşanan bir kent olma özelliğini de taşıyor.

 

KAMULAŞTIRMALAR KAZI ÇALIŞMALARINI ETKİLİYOR

Stratonikeia antik kenti içinde Cumhuriyet dönemine ait olan ve halen içinde oturulan evler bulunurken, yıkılan ve restore edilmesi gereken ev ve kazı çalışması yapılacak alanların özel şahıs malı olması çalışmaları olumsuz etkiliyor. Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, “Antik kent içinde 1. derece Arkeolojik Sit alanında bulunan şahıs arazileri, arkeolojik çalışmaların tam olarak yürütülebilmesi ve mevcut eserler ile ilgili tam koruma önlemlerinin alınması için kamulaştırmanın hızlandırılması gerekiyor. Kamulaştırmalar için antik kenti ziyaret eden Kültür ve Turizm Bakanımız gerekirse yeni düzenlemenin yapılacağını ifade etmiştir. Stratonikeia antik kenti içinde bulunan Selçuk Hamamı ile yakından ilgilenen bakanımız, bu yapının tekil olarak restore edilmesi ile ilgili projelerin devam etmesinden memnun kaldı. Bakanlığımız Stratonikeia’yı 2012 yılında olduğu gibi 2013 yılında da desteklemeye devam edeceklerini ve buradaki çalışmalarda maddi sıkıntı olmayacağını belirttiler” dedi.

 

2012 YILI ÇALIŞMALARI

Stratonikeia 2012 yılı çalışmaları çoğunluğu Pamukkale Üniversitesinden olmak üzere 8 ayrı üniversiteden gelen 50 civarında öğretim elemanı ve öğrenciden oluşan bir ekip ile yürütüldüğünü açıklayan Söğüt, “Her öğretim elemanı kendi uzmanlık alanlarına bağlı olarak farklı yapı ve alanlarda çalıştı. Özellikle ağırlık, Tiyatro, Gymnasion, Bazilika, mezarlar ve sur duvarlarında gerçekleştirildi. Antik kentin içinde antik dönemden günümüze farklı tarihlere ait yapılar gezilebilecek duruma getirildi. Antik kentin tamamı Osmanlı Dönemi taş döşeli yollarda dolaşarak gezilebilecek duruma. Stratonikeia’da Grekçe, Latince ve Osmanlıca yazıtların hepsini aynı yapı üzerinde görülebilmektedir. Bu tam anlamıyla bir kültür zenginliğidir” dedi.

 

725 ESER GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI

Stratonikeia antik kenti kazı başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, 2012 yılı içinde ortaya çıkarılan eserler hakkında verdiği bilgide, “2012 yılı içerisinde Stratonikeia çalışmalarında 725 eser bulunmuş ve bunların 225 tanesi doğrudan vitrine konulabilecek derecededir. Bu eserlerin tüm koruma restorasyon çalışmaları tamamlanırken, Muğla Müzesi’ne teslim edildi. Ayrıca yapılardaki konservasyon ve restorasyon çalışmalarına devam edilirken, bulunan batı caddenin sütunlarından sağlam olanlar ayağa kaldırılmıştır. 10 metre genişliğindeki bu caddeye bakmak, antik dönemde Stratonikeia’nın ihtişamını anlamak için yeterlidir. 2012 yılında Tiyatro, Gymnasion, Batı Cadde, Bazilika, Batı Nekropolü ve Sur Duvarında çalışıldı. Antik kentin içerisine her türlü eserin restore edilebileceği bir alan oluşturuldu. Çalışmalara bu yıl 8 ayrı üniversiteden 50 civarında öğretim elemanı ve öğrenci katılırken, 2013 yılında da aynı şekilde çalışmalara devam edilecek” dedi.

Mynet Haber, 07.01.2013

MATISSE'İN ÇALINAN TABLOSU BULUNDU

 

 

20'nci yüzyılın en önemli ressamlarından Henri Matisse'in, İsveç'te bir sanat galerisinden çalınan 1 milyon dolar değerindeki tablosu 22 yıl sonra bulundu.

 

"Le Jardin" (Bahçe) isimli 1920 tarihli yağlıboya tablo 11 Mayıs 1987'de, Stockholm'deki Modern Sanatlar Müzesi'nden, balyoz kullanan bir hırsız tarafından çalınmıştı.

 

O dönemde, belli bir para karşılığında tabloyu müzeye satma girişimleri olduğuna dair bilgiler gelse de, tablonun yeri bulunamamıştı.

 

Fransız ressam Matisse'in kayıp tablosunun ortaya çıkışı Noel'den kısa bir süre önce gerçekleşti.

Polonyalı bir koleksiyoncu tarafından kendisine "Le Jardin" tablosu gösteirlen Essex'li sanat komisyoncusu Charles Roberts, araştırma yapınca, tablonun Matisse'in çalıntı eseri olduğunu anladı.

 

22 sene önce çalınan parça olduğu uluslararası kayıp ve çalıntı sanat eseri veri arşivi Art Loss Register tarafından doğrulanan tablo, şu an güvenli bir yerde İsveç'e döneceği günü bekliyor.

Hürriyet, 07.01.2013

TROYA MÜZESİ SÜRECİNDE İNŞAAT AŞAMASINA DOĞRU SONA YAKLAŞILIYOR

 

     

 

2011 yılı Şubat ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ulusal yarışma duyurusuyla başlayan Troya Müzesi sürecinde inşaat aşamasına doğru yaklaşılıyor.

2012 yılı Mart ayında Yalın Mimarlık ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında proje sözleşmesi imzalanmıştı. Projeler ve ihale dosyaları 2012 Eylül ayında tamamlanarak Bakanlığa teslim edildi ve akabinde ihale süreci başlatıldı. İhalenin 2013 Ocak ayı içinde sonuçlanması ve Troya Müzesi inşaatının 2014 yılı sonunda tamamlanması hedefleniyor.





Proje Müelliflerinden Uygulama Projesi Süreci...

Mimari uygulama projesi süreci boyunca yarışma projesinde belirlenen esaslara sadık kalarak ilerlendi. Özellikle yapının "sessizlik, yalnızlık" ve yok olmuş bir kültür adına yapılmış bugünden ve mümkün olduğu kadar zamansız bir yapı olabilmesi üzerine yalın derinliği olan bir yapı oluşturulmaya çalışıldı. Bu hassas kırılgan kurgunun yapısal bir düzeni oluşturabilmesi için uygulama projesi başlangıcında zorlu süreç boyunca hem idarenin hem de müellif grubun unutmaması için şu prensipler tekrar tekrar okundu ve hatırlandı:

 

-Yok olmuş, yok edilmiş, izleri çeşitli vesilelerle nerdeyse silinmiş bir uygarlık için bir yapı yaptığımızı aklımızda tutmak...

-Yapı inşa edildiğinde ziyaretçilerin bugünden ama zamansız, Troya'ya ait bir yapının içinde olduklarını hissetmelerini sağlamak.

- Bulunduğu çevreye ve onun terihine duyarlı sessiz, gerektiği yerde gerektiği kadar konuşan bir yapı yapmak.

- Tasarımın ilk çıkış noktasından son üretilecek detaylara kadar yapının her ölçeğinde ve her boyutunda yapısal fazlalıklardan arınmak. Ve bu yolla gereksiz yapısal izlerin ziyaretçilerin düşüncelerini bulandırmasına engel olmak.

-Tıpkı antik dönemlerdeki inşaat sanatında olduğu gibi her yapısal elemanın gerçeğini, olduğu gibi malzemenin doğasını ve üretim biçimini hissettirerek en doğal haliyle işleyerek yapının ayrılmaz bir parçası haline getirmek.





Seçilen malzemeler, detayların bir araya geliş biçimlerinde rafine azaltılmış çözümlere gidilerek, belirli bir döneme referans vermeyen hem biraz geçmişin hem de geleceğin mekanı olabilecek güzel eskiyebilecek bir yapı kurmak hedeflendi.

 

Sergi kurguları eser odaklı değil eserlerin ziyaretçilere aktaracağı bütün bir hikayeye odaklanarak kurgulandı. Katlara yayılan sergi hem kronolojik hem de tematik bölümleri ile alternatif bir sergileme düzeneği olarak kuruldu.

 

Müze bu çerçevede bağlam üstü bir durumu, derin arkeolojik tarihi olan bir çevrenin bir bölümünü ziyaretçiye aktaran bir düzenek olarak düşünüldü. Belki müze için söylenebilecek en doğrudan söz Troya'nın silik anısını ve çevrede dolanan belirsiz hüzün duygusunu incitmeden varolmaya çalışan bir yapı iddiasıdır.

Yapı, 07.01.2013

"O MÜZELERE HIRSIZ DEMİYORUM AMA..."

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay büyükelçilere bakanlığının çalışmalarına ilişkin bilgi verdi. Günay çalıntı eserlerle ilgili son gelişmeleri anlattı, 1993-2007 arasında yaklaşık 1500 eser Türkiye ’ye iade edilirken, 2007’den bu yana 3 bin 700’ün üzerinde eserin iadesini gerçekleştirdiklerini söyledi. Günay, “Müzeler işbirliği yapmak istediğinde, ‘Envanterinizde çalınmış eser varsa yapmayız’ diyoruz. Şu anda kullanılan, Avrupa’nın yazdığı mevzuat değişecek ve yurtdışındaki eserler buraya dönecek. British Museum, Louvre gibi müzelere hırsız demiyorum. Onlar eserleri bağışla ya da parayla almış olabilirler. Asıl onlar kimden almışsa o eserleri, onlara dava açmalı ” dedi. Günay, dış politikadaki sıkıntılar nedeniyle de İran’ dan gelen turist sayısının yüzde 37, Suriyelilerin yüzde 31.4 azaldığını bildirdi.

Habertürk, 07.01.2013

GÜNAY: ARTIK KAZILAR TÜRK EKİPLERE EMANET

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İzmir’de devam eden 5. Büyükelçiler Konferansı’na katılan büyükelçilere Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın çalışmalarına ilişkin bilgi verdi.

 

Günay, 2007’den bu yana yasa dışı yollarla Türkiye’den yurt dışına götürülen 3 bin 700’ün üzerinde eserin iadesini gerçekleştirdiklerini belirterek, “İnsanlığın gerçek hukuku bir gün yazılacak, Avrupa’nın yazdığı mevzuat değişecek ve yurtdışındaki eserler buraya dönecek” dedi.

Günay, Türkiye genelinde kazı çalışması yapılan 161 ören yerinden 119’unda Türk ekiplerin görev aldığını, geçmiş yıllarda yasa dışı yollarla yurtdışına çıkarılmış eserlerin iadesi konusunda azimle çabaladıklarını söyledi.


UNESCO Kültür Mirası listesinin geliştirilmesine yönelik önemli adımlar attıklarını vurgulayan Günay, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan 20 ören yerinin kalıcı liste içine alınmasına yönelik çalışma içinde olduklarını bildirdi. Bakan Günay, İzmir’in, 2020 EXPO mücadelesinin daha zorlu olacağını belirtti.

Milliyet, 07.01.2013

SURLARIN RESTORESİ İÇİN İLK ADIM ATILDI

 

 

İstanbul'un tarihi surlarıyla ilgili restorasyon çalışması için ilk adım atıldı. Surlara ve surların çevresinin rehabilitasyonu için ön analiz raporu ve avan projesinin hazırlanmasına başlandı. Nisan ayında tamamlanacak analiz raporu ve avan projesi sonrasında restorasyon için ihaleye çıkılacak.

Analiz raporu ve avan projesi çalışmaları ilk olarak surların ne durumda olduğu tespit edilecek. Ardından mevsim koşulları, deprem etkisi, altyapı çalışmaları nedeniyle yıkıma uğrayan tarihi surların hangi arkeolojik çalışmalarla korunması gerektiği belirlenecek. Ayrıca, tarihi surlara bitişik veya etki altındaki yapıların tespit edilerek arındırılması için kamulaştırma ve proje maliyetleri de oluşturulacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü tarafından yürütülen analiz raporu ve avan projesi çalışmaları Nisan 2013 tarihine kadar tamamlanacak. Ardından restorasyon için ihale yapılacak. Restorasyon maliyeti analiz raporu çıkarıldıktan sonra belli olacak. Tarihi yarımadanın turistik ve kültürel mirasını koruma amacıyla başlatılan çalışmanın maliyeti İstanbul İl Özel İdaresi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından üstlenilecek.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 07.01.2013

FOSİLLERİN SIRRINI ARAŞTIRIYORLAR

 

 

Burdur'un Kemer İlçesi'nde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ''Karasal memeli hayvanlara ait fosiller'' Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi'nde inceleniyor.

 

Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölüm Başkanı Yrd. Doç.Dr. Arzu Demirel, Burdur'un coğrafya olarak Pliyosen Göl Havzası üzerinde olduğunu belirterek, ''Buradan bakıldığında aslında memeli göçlerinin yer aldığı bir alandan bahsediyoruz. Böyle olunca da Burdur ilinin bu memelilere ev sahipliği yapmış olabileceği son derece akılcı. Nitekim bu fosiller bize bu konuda kanıtları vermekte. Pliyosen döneme, yani yaklaşık 5 milyon yıl öncesine ait çok önemli büyük bir memeli hayvan faunasına sahibiz'' dedi.

 

Aralarında filgiller, gergedangiller, atgiller, otçullar ve kimi kuş türlerine ait kalıntılar ile yumuşakçalara ait bol miktarda kavkı da bulunan fosiller, incelenmenin ardından yapımı süren Doğa Tarihi Müzesi'nde sergilenecek. MAKÜ Rektörü Prof.Dr. Dr. Mustafa Saatcı ''Fosiller üzerinde yapılan incelemeler arttıkça heyecanımız da artıyor. Çok önemli ve değerli fosiller.

5 milyon yıla kadar uzandığı söyleniyor. Çok heyecanlandırıcı bir rakam. Belki de bunlar bu dalda yeni bir çığır açacak fosiller'' dedi.

Burdur Kent Haber, 06.01.2013

ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ'NDE MECLİS YOLUYLA TALAN: TARİHİ TEKEL BİNASININ YERİNE DÜĞÜN SALONU YAPILACAK!

 

 

Cumhuriyet döneminin ilk fabrikalarından, tarım ve tarımsal sanayiye örnek olması amacıyla inşa edilen tarihi Tekel Fabrikası yıkılıyor.TBMM Başkanlığı’nın, Atatürk Orman Çiftliği’ndeki (AOÇ) fabrikanın yerine kongre merkezi ve içinde düğün salonu olan sosyal tesis yapmayı planladığı öğrenildi.

 

Cumhuriyet gazetesinden Sertaç Eş'in haberine göre, Atatürk Orman Çiftliği’nde resmi kurumlara tahsisat yoluyla yapılan arsa dağıtımı, “Tarihi çekirdek alan” olarak bilinen tarihi binalara kadar geldi. Uzmanlar bölgedeki binaların birçoğunun “müze değeri” olduğu ve korunması gerektiğini söylese de, yıkım karar ilgili "koruma kurulları"ndan geçti.

 

TBMM zoruyla kabul edildi
AOÇ’nin tarihi çekirdek alanından TBMM’ye bir bölgenin tahsis edilmesi konusunun koruma kuruluna iki kere geldiği öğrenildi. Yaklaşık 1.5 ay önce gelen tahsisat kararı, “bölgeye düğün salonu yapılacağı” yönündeki tartışma üzerine reddedildi. Ancak ısrarını sürdüren TBMM yönetimi, tahsisat konusunu ikinci kez kurul gündemine getirdi. Bu kez TBMM’den üst düzey bir bürokrat da kurul toplantılarına katıldı. İkinci kez getirilen tahsisat kararında bölgeye yapılacak yapının niteliği kongre merkezi ve sosyal tesis şeklinde tanımlandı. Kuruldaki görüşmelerden sonra karar onaylandı.

 

Tarihi çekirdek alan yıkılıyor
Karar uyarınca bölgede, yaklaşık 100 bin metrekarelik alanda inşaat yapılabilecek. Bu durumda AOÇ’nin tarihi çekirdek alanında bulunan “Eski laboratuvar, eski rakı imalathanesi, eski şarap binası, büro, kazan dairesi, iki adet kurumsal işler müdürlüğü binası, boş iki hangar” yıkılacak. Ayrıca daha önce bölgede Erikli Su AŞ’ye tahsis edilen büro, su deposu, Devlet Tiyatroları’na tahsis edilen depolar da yıkılacak alan kapsamına giriyor.

 

Envantere göre bölgede “yeşil alan” olarak tanımlı 7 parça toplam 24 bin 633 metrekarelik arsa da yapılaşmaya açılıyor.

 

AOÇ’nin Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nın 6. maddesine göre, koruma kurulunun, tarihi çekirdek alanının tümünün 1/1000’lik planını tek seferde onaylaması gerekiyor. Ancak planın “parçacı anlayışla” yapılmasının tarihi çekirdek alanı korumadığına dikkat çekiliyor.

Haber Sol, 06.01.2013

12 YILLIK AYIP SAVCIDA

 

 

Çanakkale’nin Bayramiç İlçesi'nde, İstiklal Marşı’nın yazarı milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un çocukluğunun geçtiği evin izinsiz yıkılmasıyla ilgili savcılık soruşturma başlattı.

 

Camicedit Mahallesi, Şair Mehmet Akif Ersoy Sokak’ta, kentsel sit alanındaki, Reşit Tümer’e ait koruma altındaki, Mehmet Akif Ersoy’un çocukluğunun geçtiği 2 katlı, tescilli kagir ev, 2001 yılında yıkılmıştı. Olay, 12 yıl sonra fark edilince yerel basına yansımıştı. Bayramiç Belediye Başkanı CHP’li İsmail Sakin Tuncer, arşivlerde yaptıkları incelemede, 1 Mart 2001 tarihinde Aytimur Küçükler’in başkan olarak görev yaptığı dönemde Bayramiç Belediyesi olarak, evin yarısının yıkıldığı ve tehlike oluşturduğuna dair tutanak bulduklarını söyledi. Tuncer, durumun Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürü Ertan Korkmaz’a bildirildiğini, müdürün de belediyeye şifaen “Yıkın o zaman” talimatını verdiği belirtti. Tuncer, bu ilginç diyalogun bir gün sonrasında evin yerinde olmadığı fark edilince, belediyenin kurula bir yazı yazıp, evin yıkıldığını bildirdiğinin tutanaklardan anlaşıldığını açıkladı. Tuncer, 7 yıl önce kendisi başkan seçildikten sonra yıkılan ve uzun süreden bu yana otopark olarak kullanılan Mehmet Akif Ersoy’un çocukluğunun geçtiği evin arsasını kamulaştırmak için harekete geçtiklerini söyledi, “Arsayı kamulaştırdıktan sonra üzerine evi yeniden yapacağız” dedi. Bayramiç Cumhuriyet Savcılığı, sit alanındaki evin izinsiz olarak yıkıldığı yönündeki haberler üzerine  soruşturma başlatarak, Bayramiç Belediyesi’nden bu süreçle ilgili belgeleri istedi. Evi yakan veya yakanlar tespit edilmesi halinde haklarında yasal işlem yapılacağı belirtildi.

Hürriyet, Haber: Fatih Daldal, 06.01.2013

'REVAKLARI YIKILIYOR' ASPARAGAS ÇIKTI

 

 

Suudi basınının ‘Osmanlı revakları yıkılıyor’ diye haber yapıp fotoğrafını yayınladığı revaklar, 10 yıl önce yapılan yapay revaklar çıktı. Kabe’nin etrafındaki Osmanlı revakları yıkılmayıp geriye çekilerek tavaf için hacılar daha geniş yer sağlanacak.

Akibeti yılan hikayesine dönen Kabe’deki Osmanlı revakları ile ilgili son iddia dün İngilizce yayın yapan Suudi Arabistan devlet gazetesi Saudi Gazette tarafından ortaya atıldı. Gazetede yayınlanan habere göre Kabe’nin doğu bölümündeki Osmanlı revakları yıkılarak kaldırılmaya başlandı. Gazete yıkımdaki amacın Hac için Kabe’ye gelen Müslümanlara daha büyük tavaf alanı açmak olduğunu ve inşaatın Ramazan’dan önce biteceğini de belirtti. Türk makamları revaklarla ilgili olarak Suudi yetkililerle devamlı görüşmeler yapmış hatta Başbakan Erdoğan, Kral Abdullah’tan revakların yıkılmaması konusunda ricada bulunmuş ve yıkılmayacağına dair söz almıştı. Kabeyi çevreleyen Osmanlı Revakları, Padişah 2. Selim tarafından 1573’de yaptırılmıştı.

“Yıkılanlar yapay revaklar”
Kabe’de yapılan çalışmaları inceleyen Türk makamları ise gazete haberinin gerçeği yansıtmadığını ifade ediyor. Mekke’de genişletme çalışmalarının devam ettiğini belirten Türk yetkililer, Kral Abdullah’ın revkaların yıkılmaması için emir verdiğini belirtiyor. Cidde Başkonsolosluğu’ndan VATAN’a yapılan yazılı açıklamada, “Osmanlı dönemine ait revakların yıkılmayacağı ve bu konuda Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın emir verdiği biliniyor. Tavaf alanı genişletme çalışmalarını bir Türk şirketi 400 kişilik ekip ile başlattı. Yıkılan bazı revakların da 10 yıl önce yapılan yapay revaklar olduğu görülüyor. Yıkımlar Kabe kapısının hemen karşısındaki sa’y bölgesi Merve’nin yanı başında gerçekleşiyor. Yıkımına başlanan revaklar 10 yıl önce Safa ile Merve tepeleri inşaat sahasının yapımı sırasında temel kazımlarında ve inşaat çalışmalarında büyük hasar gören ve parçalananlardan oluşuyor” denildi.

Vatan, Haber: İlker Akgüngör, 06.01.2012

TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Şanlıurfa Belediyesi tarafından, kentin tarihi dokusunun korunması amacıyla "Eski Urfa" olarak adlandırılan Halepli Bahçe ve Tılfındır Mahallesi'nde başlatılan Kızılkoyun Projesi ile, tarih gün yüzüne çıkıyor. 

 

Şanlıurfa Belediyesi tarafından başlatılan Kızılkoyun Projesi kapsamında yaklaşık 400 ev yıkılırken, yıkılan evlerin altından büyüklü küçüklü toplam 59 tarihi mağara gün yüzüne çıktı. Şanlıurfa Belediye Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba'nın "Beni en çok heyecanlandıran proje" dediği Kızılkoyun Projesi'nin tamamlanmasıyla birlikte, Şanlıurfa turizminde yeni bir dönemin başlaması bekleniyor. "Peygamberler Şehri" olarak inanç turizminde turistlerin yoğun ilgisini çeken Şanlıurfa, mağaraları ile de turist çekmeyi amaçlıyor.

 

Duvarlarında bazı hayvan figürlerine rastlanan ve Roma döneminden kaldığı tahmin edilen mağaralara zarar gelmesini önlemek amacıyla, mağaralar özel güvenlik görevlileri tarafından korunuyor. Etrafındaki yapılardan arındırılan mağaralar için Şanlıurfa Belediyesi tarafından proje hazırlanıyor. Proje kapsamında mağaralarda butik otel, kafe ve restoranlar kurulması bekleniyor.

Şanlıurfa Kent Haber, 03.01.2013

İLGİNÇ MEZARLARIN SIRRI ÇÖZÜLDÜ

 

 

Batman Kozluk İlçesi Alıçlı Köyü'nde bulunan, üzerinde ilginç figürlerin bulunduğu mezarlıkta inceleme yapan Batman Müze Müdürlüğü uzmanları; mezarların 17. veya 18. yüzyıla ait olabileceğini ve mezar taşlarındaki işaretlerin Alevi ve Yezidi inancını yansıttığını söyledi.

İlginç mezarlıkta inceleme yapan Batman Müze Müdürlüğü uzmanları, elde edilen bulguları Ege Üniversitesi, Dicle Üniversitesi ve Batman Üniversitesi'ndeki akademisyenlerle paylaştı.

Uzmanlar, mezarlıktaki gömülerin doğu batı yönünde olması, mezar taşlarında çizgisel insan betimi, güneş motifinin yanı sıra Arapça yazıların olması bölgede İslam kültürü ile paralellik gösteren bir anlayışın yansıması şeklinde yorumlanabileceğini ancak İslamiyetin bu tür uygulamalara pek olumlu bakmadığı için daha çok Alevi ve Yezidi geleneğindeki uygulamaları hatırlattığını ileri sürdü.

Özellikle iç içe daireler ve karelerin Alevi ve Yezidi geleneği hakkında ipuçlarını işaret ettiğini belirten Batman Müze Müdürü Tenzile Uysal, Alevi geleneğinde günümüzde bile varlığını sürdüren kökeni Akkoyunlulara kadar inen daha çok 'koç' şeklinde mezar taşları ve üzerinde 'hançer', 'kılıç' gibi betimlemelerin bulunduğu geleneğin sürdürüldüğünü hatırlattı.

İşin sosyolojik ve antropolojik boyutuna kadar inecek bir araştırmaya ihtiyaç olduğuna vurgu yapan Uysal, "Atölye sistemi gelişmemiş ve sosyal açıdan fazla alana yayılmamış köy geleneğine göre böylesi basit insan işlemleri bize daha çok etkileşime girmemiş bir köy geleneğini yansıtmaktadır. Şifai araştırmalar en azından son yüz yıl içinde bu köyde Alevi ve Yezidilerin de yaşamış olduğuna dair bir bilgi yok. Fakat tarihleme konusunda bölgedeki Yezidi yaşamının 1700'lerden sonra göç ve değişik nedenlerle yavaş yavaş yok olduğu, bu bilgiler ışığında mezarlıkların 17. veya 18. yüzyılla tarihlenebileceğinin tahmin edilebilir." diye konuştu.

Mezarlığın koruma altına alınacağını belirten Uysal ayrıca mezarların çok güzel bir tez konusu olabileceğini bu konuda araştırma yapmak isteyenleri yönlendirebileceklerini ifade etti.

Sabah, 03.01.2013

5  BİN YILLIK TARİH AYAĞA KALKIYOR

 

 

Beş bin yıldır çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapan Foça, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin desteklediği kazı ve restorasyon çalışmalarıyla dünyanın önde gelen turizm merkezleri arasına girmeye hazırlanıyor. Antik Phokaia kentinin kalıntıları üzerinde kurulan ilçede Prof.Dr. Ömer Özyiğit başkanlığındaki çalışmalarla, İyon uygarlığından günümüze birçok unsur gün yüzüne çıkarılıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, maddi destek verdikleri çalışmaları Foça Kazıları Başkanı Prof.Dr. Ömer Özyiğit ve Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ ile birlikte inceledi. Başkan Kocaoğlu, Foça'yı dünyadaki önemli ören yerlerinden biri haline getirmeyi hedeflediklerini söyledi. Phokaia antik kenti duvarları restorasyon projesini gözlemleyen Kocaoğlu, Prof.Dr. Özyiğit'in sunumunu izledi.

ATHENA TAPINAĞI, AYAĞA KALKACAK
Yapılan çalışmaları ve 2013 programını açıklayan Özyiğit, surların restorasyonunun büyük ölçüde tamamlandığını, 2 Ceneviz ve 3 Osmanlı kulesinin de yükselmeye başladığını söyledi.

Büyükşehir'in desteğiyle Foça'nın adeta küllerinden doğduğunu belirten Prof.Dr. Özyiğit, önümüzdeki yıl yel değirmenleri projesini tamamlamayı hedeflediklerini söyledi. Kazıları süren Athena Tapınağı'nın restorasyon projelerini tamamlayarak çok önemli bir tarihi değeri ayağa kaldıracaklarını açıklayan Özyiğit, Pers Mezar Anıtı'nın bakım ve onarım çalışmalarının yanı sıra 5 bin yıl önceki ilk yerleşim alanında çevre düzenlemesi yapmayı planladıklarını da söyledi. Özyiğit, sahil yolunda yapılacak düzenleme ile ortaya çıkan dokunun görünürlüğünü artırmayı hedeflediklerini sözlerine ekledi.

Sabah, 03.01.2013

TÜRKİYE ABD'DEN 'İLHAM PERİLERİ'Nİ GERİ İSTİYOR

 

  

 

Aktüel Arkeoloji Dergisi, J. Paul Getty Müzesi'nde yer alan ve Türkiye'ye ait tarihi eserleri geri istiyor. Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Merkezi'nden Dr. Tarkan Kahya, "Getty'de bulunan eserlerin 'gerçek vatanları' Türkiye'ye dönüşlerini sabırsızlıkla bekliyoruz" dedi.

Dr. Tarkan Kahya'nın kaleme aldığı yazı şöyle:

 

"Kaçak kazılarla Kremna kentinden çalınan mermer ilham perileri heykellerinin ve Bubon kenti bronz heykellerinin yurtlarından binlerce kilometre uzakta ABD'de, J. Paul Getty Müzesi'nde tutsak olmaları bölgeyle ilgilenen bir bilim adamı olarak beni harekete geçirdi. İşte istenen eserlerin ve bir zamanlar sahipsiz olan toprakların hikayesi;

1960'ların ortasına doğru bir antika dalgası ortalığı sardı. Köylüler imece yapar gibi 40-50 kişi birden kazma-kürekle kazı yaptı. Öyle ki antika için kazılan bir yerin toprağı örtüldükten sonra yanlışlıkla yeniden kazılmasın, emek boşa gitmesin diye iki taş üst üste konularak işaretlenmişti. Bu ifade 1960'lı yılların başında Burdur İli, Bucak İlçesi merkez bucağına bağlı Girme/Çamlık Köyü - Kremna antik kentinde bir mermer heykel baş bulup satan köylü C.Ö.'ye ait.

 

Cümleleri 1990 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde konu ile ilgili tam sayfa haberine taşıyan ise araştırmacı gazeteci yazar Özgen Acar'dır. Konu ile ilgili ayrıca uluslararası basında Connoisseur'da da ilgi çeken bir makale yayımlamıştır.





9 HEYKELE AİT EKSİK PARÇALAR
Kremna'da daha sonra 1970 yılında bilimsel arkeolojik kazı yapacak Prof.Dr. Jale İnan'ın kurtarma kazısına başlarken amacı antika soygunculuğuna maruz kalmış harabeye Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü adına el konulmasını sağlamaktı. Belki kaçırılan Musa heykellerinden haberi yoktu ama köylüler tarafından kaçak kazı yapılarak meydana çıkarılıp Burdur Müzesi’ne satılan 9 heykele ilişkin eksik parçaları bulmaya niyetliydi. Torsoları meydana çıkararak Burdur Müzesi'ne satanların ifadesine göre başlar bulunamamıştı.

İnan'a göre başların gövdeden ayrıldığı kırık yerler eskiydi. İnan geçen yüzyılda buraya uğrayan antika soyguncuların heykellerin nakline imkan bulamadıklarından başlarla yetinmeğe karar verdiklerine inanmaktaydı.

1906'da harabeyi gezmiş olan H. Rott, Kremna'nın vahşi romantik atmosferinden çok etkilenmişti. Not defterine şöyle kaydetmişti; "Ve heykeller ayakta duruyorlar bana bakıyorlar."

 

Yani Jale İnan'dan yaklaşık 60 sene önce heykeller başları ile birlikte yerli yerindeydiler.

İnsanın aklına bir kaç soru geliyor; Rott'un gördüğü heykeller şimdi nerede? Heykellerin başlarını kopartanlar kimlerdi? Çalınan başlar neredeler? Kremna'dan bilmediğimiz daha kaç heykel kaçırılmıştı?  

Öyle anlaşılıyor ki Kremna'da bildiklerimiz, buz dağının görünen üst kısmı.  1965 senesine kadar yüzeyde bile heykel ele geçiyordu; kentte incelemelerde bulunan İstanbul Teknik Üniversitesi'nden bir bilim ekibi, bir torso bulup Burdur Müzesi'nin koleksiyonlarına kazandırmışlardı.

 

EN AZ 40 MERMER HEYKEL
Özgen Acar'a göre; Kremna'dan kaçırılan en az 40 mermer heykel vardı. Bunların 4 tanesinin yaklaşık milattan sonra 200'e tarihlenen, yani yaklaşık 1800 yıllık ilham perisi heykelleri olduğunu ve Getty Müzesi'nce satın alındığını biliyoruz.  

 

Getty, heykellerden ilk ikisini 26 Kasım 1968'de Sotheby’s Londra'dan satın almıştı. İlkine 13 bin 122 dolar, diğerine 9 bin 185 dolar ödedi. Üçüncü heykel müzenin koleksiyonuna 1971 yılında katıldı. Dördüncü ve son heykel 1994 yılında 550 bin dolara, Varya ve Hans Cohn'dan satın alındı.

 

5 HEYKEL NEREDE?
Peki mitolojide ilham perilerinin Zeus'un 9 kızı olduğunu düşünürsek diğer olası kayıp 5 heykel nerede? Köstebek yuvası gibi delik deşik edilmiş, yağmalanmış Kremna'da toprak altında mı? Hiç sanmıyorum... Batıda bir yerlerde, yine bir müzede, bir koleksiyonda olabilir.

Şimdi Türkiye, bu eserlerini haklı olarak Getty Müzesi'nden geri istiyor.

 

Türkiye’nin Getty’den geri istediği eserler arasında Bubon'unkilere gelince onların hikayesi de bir enterasan. Bubon kenti, Gölhisar İlçesi'ne bağlı İbecik Köyü'nün 2.5 kilometre güneyinde yükselen Dikmen Tepe üzerindedir. 1964 yılında başlayan kaçak kazılar örenyerini perişan bir hale getirir. Akabinde 1967 yılında ABD'de büyük bir bronz heykel grubu ortaya çıkar. Bunlar üstün sanat kalitesi gösteren heykel, torso, baş ve fragmanlardır.

 

14 HEYKEL Mİ? 20 HEYKEL Mİ?
Anadolu'nun güneybatısında yapılan bir kazıdan çıktıkları ama buluntu yerinin kesin bilinmediği öne sürülür ve başlangıçtan beri Bubon'da değil de Kremna'da bir Sebasteion'dan çıktıkları söylentisi yaygındır. Halbuki Burdur Müzesi, 1967'de koleksiyonundaki bronz torsoyu Bubon'da müsadere etmiştir. 10 yıl sonra Jale İnan, bu torso ile ilgili bir makale yayınlar.

 

İnan, Marcus Aurelius torsosunun buluntu yerinin Sebasteion olduğunu bu günlük sayesinde kanıtlamıştır. İnan, 1990 senesinde bronz heykellerin geldiği Bubon Sebasteion'da 11 günlük kurtarma kazısı yapar. İnan, binanın toplamda 14 heykele ev sahipliğini yaptığını ileri sürmüş, C. C. Vermeule ise bina için 20 heykelden oluşan bir liste hazırlamıştır.

GETTY'NİN BRONZLARI
Şimdi Getty'nin bronzlarına bir göz atalım;

Türkiye'nin Getty'den geri istediği eserlerin listesinde yer alan sol ayak burnu parçasının Burdur Müzesi'ndeki Velarianus torsosunun ayağına ait olup olmadığını kanıtlamak için zamanında Jale İnan tarafından deneyler yapılmıştır. Bu parça Getty Müzesi yetkililerinin ısrarlarına rağmen Burdur Müzesi torsosuna ait değildir.

Listedeki MÖ 1. yüzyıla tarihlenen, Hellenistik Döneme ait bir erkek başı ise erken tarihi nedeniyle Sebasteion'a ait olmamalıdır. Bu şaheser, Bubon'da başka bir binaya ait ya da Anadolu'da başka bir kentten geliyor olabilir.

Listede iki baş daha mevcuttur. Biri 1973 senesinde Getty koleksiyonlarına katılan Lucius Verus büstü diğeri yine muhteşem bir bronz baştır.   

Geri istenen diğer bir eser yukarıda bahsi geçen Vermeule'nin listesinin M harfli büyük kartalıdır. Roma Uygarlığı'nın kudretini akla getiren bu bronz kartalın yüksekliği yaklaşık 1 metredir. Milattan sonra 2-3 yüzyıla tarihlendirilir. Müze, kartalı 1972 senesinde bir Fransız şirketinden 200 bin dolara satın alır. Jale İnan, gerek İbecik köylüleriyle yaptığı konuşmalar gerekse kaçakçı günlüğüne dayanarak kartalın Sebasteion’dan kaçırılmadığı kanısına varır. Antik Dönem nümizmatik veriler ışığında Getty kartalının kayıp sol ayağının pençeleriyle bir zamanlar çelenk tuttuğu varsayılabilir.

Getty Müzesi, Lydia Bölgesi orijinli bir esere daha sahip. Tüm bu eserler arasında en erken olanı. Milattan önce 6. yüzyılın sonuna tarihleniyor. Bronz bir kline, tek başına bir araştırma konusu. Müze eseri Nicolas Koutoulakis’ten 150 bin dolara satın aldı.

BİLİMSEL ÇALIŞMALAR HIZLANACAK
Getty'nin bronz heykellerinin bir kısmı Bubon'da Sebasteion'a ait değillerse nerede, nasıl bir yapıyı süslüyorlardı acaba? Heykeller ilk piyasaya çıktığında onları kimse Bubon gibi bir kente yakıştıramamıştı. Kremna ya da o ayarda parlak bir kentten geldikleri düşünülmüştü. Sebasteion kazısı bittikten sonra bile heykellerin bu yapıdan geldiğine inanmak zor.

Ortalıkta dolaşan bronz heykeller hangi atölyelerde üretildi? Ve neden Bubon'da? Bubon'da Sebastos ve Sebaste olarak onurlandırılan imparator ve imparatoriçeler için kült gerçekten Nero döneminde mi başlamıştı? Neden Nero döneminde? Bubon hala gizemlerini koruyor. Kuşkusuz eserlerin geri dönüşü bilimsel çalışmalara ivme kazandıracak.

Kültür Bakanlığı, Sayın Ertuğrul Günay’ın vizyonu ile politikalarında yeni bir sayfa açtı. Onun eser iadesi konusundaki son iki önemli başarısıyla Türkiye cesaret kazandı. Boğazköy sfenksi ve Yorgun Herakles yurtta ilgi gördü, basında büyük ses getirdi. Kültür alanında azimli bir mücadele yürüten ve geleceğe yönelik önemli projeler üreten Sayın Günay, "Ben dünyadaki müze yöneticilerinin tarihe saygılı olduğunu ummak istiyorum" diyor. Ve ekliyor:

"Ülkemizden hukuki bir belgeye dayanmadan bir eser alınmış ise hukuki karşılığı çalınmış demektir."

Anadolu, tarihi hazinelerini teker teker geri alacak gibi görünüyor. Günay'ın 2023'te Cumhuriyet'in başkenti Ankara'da açmak istediği müze, kendilerini 'ansiklopedik müze' olarak tanımlayan Batılı müzelerin yöneticilerini şimdiden paniğe sevketti ve kendi varlıklarını sorgulamaya başlamalarına neden oldu. Getty'de bulunan eserlerin 'gerçek vatanları' Türkiye’ye dönüşlerini sabırsızlıkla bekliyoruz..."

Ntvmsnbc, 02.01.2013

DOKUMACILIĞIN 2 BİN 500 YILDIR SÜRDÜĞÜNÜN KANITI

 

 

Türkiye’nin hala önemli dokumacılık merkezleri arasında yer alan, değişik renk ve motiflerle üretilen kilimleriyle ün yapan Ayvacık İlçesi sınırları içinde yer alan Assos antik kentinde, 2 bin 500 yıllık “ağırşak” adı verilen dokuma ağırlıkları bulundu.

 

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Assos Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Nurettin Arslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ayvacık bölgesinin günümüzde özellikle hayvancılık konusunda Türkiye’nin en önemli merkezlerinden biri olduğunu söyledi.

 

İlçe genelinde küçük ve büyükbaş hayvan varlığının fazla olduğuna dikkati çeken Arslan, “Antik dönem de biz Assos’un en önemli gelir kaynaklarından birisinin hayvancılık olduğunu iddia ettik, bunu savunduk” dedi.

 

Arslan, yörenin coğrafi yapısının hayvancılığa uygun olması nedeniyle, antik kentte en önemli gelir getirici mesleklerden birisinin dericilik olduğunu ifade ederek, “Dericilik, Assos’ta oldukça gelişmiş bir meslek. Sikkeler üzerinde bir inek ya da öküz başının betimlenmiş olması yöredeki hayvancılığın ne kadar önemli olduğunu bizlere göstermekte” diye konuştu.

 

Antik dönemdeki dokuma sanatının günümüzden biraz daha farklı olduğunu anlatan Arslan, şöyle konuştu:

“Dokumacılıkta koyun ve keçi yünleri kullanılıyor. İp üretimiyle ilgili elimizde yeterli bulgu var. Bunun dışında iplerin dokunup, kumaş haline getirilmesinde kullanılan, antik dokuma tezgahlarına ait ‘ağırşak’ dediğimiz, pişmiş topraktan yapılmış üzerinde bir delik olan dokuma ağırlıkları bulduk. Tezgahın üst kısımında yatay olarak bulunan ahşaba ipler bağlanıp, aşağıya doğru sarkıtılıyor. Sonra bunların uçmaması için her ipin ucuna bu ağırlıklar bağlıyorlar. Ağırlıklar aynı zamanda dokuma sırasında iplerin birbirine karışmamasını da sağlıyor. Daha sonra da dokuma işlemi yapılıyor. Antik dönemde dokuma işlemi, günümüzdekinin aksine yukarıdan aşağıya doğru yapılıyordu.”

 

Arslan, yaptıkları yüzey araştırmaları sırasında Antik Tiyatro’nun hemen yakınındaki bir alanda buluntuların fazla olmasının, burada küçük bir dokuma atölyesinin olabileceği konusunda görüşler ortaya çıkardığını bildirdi.

 

Ağırlıkların çeşitli tipleri bulunduğunu dile getiren Arslan, “Kimisi yuvarlak, kimisi küp şeklinde. O dönemdeki insanlar bazen kırılmış bir seramik parçasını bile ortasından delerek ağırlık şeklinde kullanmış. Bu ağırlıkların bazılarının üzerinde damgalar, isimler ya da betimlemeler de bulunuyor. Büyüklükleri de farklı olan bu malzemelerin geçmişi yaklaşık 2 bin 500 yıllık” şeklinde konuştu.

 

Prof.Dr. Nurettin Arslan, dokumacılığın yörede yaklaşık 2 bin 500 yıldır süre gelen bir meslek olduğunu dile getirdi. Antik dönemden 1920′li yıllara kadar bölgenin, Türkiye’nin en önemli palamut ihraç edilen merkezleri arasında yer aldığına işaret eden Arslan, şunları söyledi:

“Assos da antik dönemde uluslararası limanlardan biri. Osmanlı kaynaklarında da bu geçiyor. İhracat yapılan önemli bir liman. Bütün Çanakkale’nin ilçelerinden toplanan palamutlar, develerle buraya getirilip, depolanıyor ve gemilerle ihraç ediliyor. Palamut, dokumada kullanılan liflerin boyanması ile derinin işlenmesinde önemli bir unsur. Dolayısıyla, bölgenin en önemli gelir getirici mesleklerinde kullanılan bir malzeme. Şu anda Ayvacık yöresindeki dokumalar, gerek motif ve renkleri gerekse ipleri, diğer bölgelerdeki dokumalardan farklılık gösteriyor.”

 

Arslan, Ayvacık’ın antik dönemden günümüze kadar kesintisiz devam eden geleneklerin görüldüğü ender merkezlerden birisi olduğunu sözlerine ekledi.

haberler.com, 02.01.2013

AKYURT'TA ROMA DÖNEMİNE AİT TÜMÜLÜS KAZISI SÜRÜYOR

 

 

Akyurt’ta varlığı bilinen fakat yakın zamana kadar üzerinde herhangi bir çalışma yapılmayan Kalaba Tümülüsü, Akyurt Belediyesi’nin girişimiyle geçtiğimiz Kasım ayında Akyurt’un Kalaba Mahallesi sınırları içinde bulunan, 50 m. çap ve 7 m. yüksekliğe sahip tümülüsteki kazı Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü Melih Arslan başkanlığında, arkeologlar Mustafa Metin ve M. Okan Cinemre ile Belediyemizin 25 işçisi tarafından gerçekleştirildi.

 

Kazı çalışmaları iki aşamadan oluşurken birinci aşama alt taraf, ikinci aşama ise tepeden kazı şeklinde yapıldı. Daha önceden kaçak kazılarla tahrip edildiği tespit edilen tümülüste devam eden çalışmalar sırasında 2 adet Osthoteğe (Romalıların ölen kişinin cesedini yaktıktan sonra küllerini koydukları kap) rastlandı. Bunun yanında Roma dönemine ait saydam bir cam matara, parçalı bir iskelet, iskeletin çene kemiği içinde bir gümüş sikke bulundu.

 

Üç bölümden oluşan asıl mezarın ön odasında ise birinin taşı düşmüş iki altın yüzük ile bir altın sikke ele geçirildi. Bunun yanı sıra toprağın elenmesiyle cam, bronz, seramik ve kemik parçalarına rastlandı.

 

Kazıyı inceleyen Kültür Varlıkları Müdürü Murat Süslü’nün talimatıyla koruma amaçlı olarak mezarın üstü naylon örtüyle kaplanarak, daha sonra tekrar açılmak üzere kenar kısımları toprak dolu çuvallarla örtüldü. Bu arada Akyurt’un Anadolu Medeniyetleri’nin her döneminde önemli bir yere sahip olduğu biliniyor.

İl Gazetesi, 01.01.2013





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi