24 Şubat - 10 Mart 2013
|
800 YIL ÖNCE OTOPSİ
Bilim
insanları, yaklaşık 800 yıl önce otopsi yapılmış bir
insanın kalıntılarını buldu. Fransız "Archives of
Medical Science" dergisinde yayımlanan çalışmaya
göre, yetişkin bir erkeğe ait kafatasının üst kısmı
şaşırtıcı derecede ileri tıbbi teknikler
kullanılarak açılmış ve beyni incelenmek üzere
çıkarılmış. Fransa'daki R. Poincare Üniversite
Hastanesi'nden Dr. Philippe Charlier kalıntının MS
1200-1280 yıllarına ait olduğunu belirterek,
otopsiyi yapanların renk vererek dolaşım sistemini
incelemek için atardamarları balmumu, kırmızı cıva
ve kireçten oluşan bir karışımla doldurduğuna işaret
etti. Keşif Ortaçağ'da tıp biliminin sanılandan
ileri olduğunu ortaya çıkardı.
Sabah, 08.03.2013
|
|
|
YILDIZ CAMİSİ'NE RESTORASYON
Son dönem
Osmanlı mimarisinin önemli eserlerinden 127 yıllık
Yıldız Hamidiye Camisi, Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından restore edilecek. İstanbul Vakıflar Bölge
Müdürlüğü, Sultan 2. Abdülhamid tarafından 1886
yılında yaptırılan Yıldız Hamidiye Camisi'ni restore
ettirmek için çalışma başlattı. 25 Mart'ta belli
istekliler arasında düzenlenecek ihalede firmaların
ön yeterlilikleri değerlendirilecek. Daha sonra
yeterli bulunan firmalar, restorasyon için teklif
verecek. En uygun görülen teklifi veren firma,
restorasyona başlayacak. Restorasyonun 550 gün
sürmesi planlanıyor.
Sabah, Haber: Hasan Ay, 08.03.2013
|
TURİSTLER SULTANAHMET'E
TEK TİP KIYAFETLE GİRECEK
İstanbul'un önemli tarihi mekanlarından Sultanahmet
Camisi'ni ziyaret eden turistlerin, manevi ortama
uygun kıyafetle camiye girme konusundaki çalışmalar
tamamlanmak üzere. Turistler, girişe konulacak
kıyafetleri giyerek camiye girecek. Tasarım
konusunda çalışmaların sürdüğünü belirten cami imamı
İshak Kızılaslan, tek parça ve önden fermuarlı
kıyafete kadınlar için şal ekleneceğini söyledi.
Kızılaslan ayrıca, akustiği bozulan caminin ses
düzeninin Kabe'nin ses sistemini yapan firma
tarafından yenileneceğini belirtti.
Kış aylarında günde yaklaşık 10 bin, yazın ise
yaklaşık 40 bin ziyaretçiyi ağırlayan Sultanahmet
Camisi'nin imamı İshak Kızılaslan, tarihi camide
yapılacak yenilikler hakkında bilgi verdi. Özellikle
yabancı turistlerin cami içindeki manevi ortama
uygun bir kıyafet konusunda çalışma yapıldığını
söyleyen Kızılaslan, çalışmanın Kültür Turizm İl
Müdürlüğü, müftülük, belediye, cami görevlileri ve
diğer ilgili yerlerin katılımıyla bir konsensüs
halinde yürütüldüğünü ifade etti. Bu arada, camiye
gelen turistler de kıyafet konusunda uyarıları
dikkate alıyor. Almanya'dan gelen bir turist, kendi
ülkesinde de kiliseye giderken kıyafet konusunda
kuralları dikkate aldıklarını belirterek uygulamayı
yadırgamadığını ifade etti.Yeni uygulamalardan biri
de Cuma saatinden iki saat önce camiye turistler
alınmayacak olması. Turistler, Cuma namazı
sonrasında yeniden camiye girebilecek.
İmam İshak Kızılaslan, ziyaretçi yoğunluğu nedeniyle
camide oluşan koku problemine karşı da bazı
tedbirlerin alındığını ifade etti. Bu kapsamda
camide özel bir naylon sistemi kullanılacak.
Sistemin halıya zarar vermediğini, namaz kılanlar
için rahatsız edici bir yanının bulunmadığını
anlatan Kızılaslan, cemaatin rahatsız olmaması için
bütün hassasiyetin gösterildiğini kaydetti.
Sabah, 07.03.2013
|
ÖĞRENCİLER TARİHİ ESER KATLİAMINA 'DUR' DEDİ!
Fatih Belediyesi tarafından park düzenlemesi sırasında parçaları tahrip edilen Bizans Zafer Takı için İstanbul Üniversitesi öğrencileri eylem yaptı. Eylemde ‘Tarihi eserler sahipsiz değildir’ sloganı atan öğrenciler, belediye tarafından düzenlenen park alanına girip incelemede bulundu.
İÜ Fen Edebiyat Fakültesi’nin tam karşısında bulunan takın parçalarının kırılıp üzerinin betonla kapatılmasını Radikal gazetesinin 22 Şubat 2012 tarihinde, ‘Bizans Zafer Takı’nın üstüne beton’ haberiyle duyurmuştu. Radikal’in haberinden sonra sosyal medya üzerinden örgütlenen İÜ Arkeoloji, Prehistorya, Prehistorya ve Önasya Arkeolojisi, Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım ile Sanat Tarihi bölümü öğrencileri dün Bizans Takı’nın bulunduğu alanda eylem yaptı.
‘Müdahil olacağız’
Basın açıklamasında “Bizler, kültür varlıklarının tahribatı söz konusu olduğunda eğitim gördüğümüz bilim alanlarından edindiğimiz her türlü bilgiyi kullanarak müdahil olmaktan kaçınmayacağız’’ diyen öğrenciler park alanında inceleme yaptıktan sonra dağıldı.
Radika, Haber: İdris Emen, 07.03.2013
|
 |
OSMANLI ŞEHİRLERİNİN
KABUSU: YANGIN
Osmanlı şehirlerini tehdit eden üç afet vardır:
1-Yangın, 2-Zelzele, 3-Sel. Bunların yanında bir de
arizi, yani insan eliyle gelen felaketi
zikretmelidir. O da hicret, yani göçtür. İki göç,
bir yangına bedeldir. Bunlar, sadece can ve mal
kaybına sebep olmakla kalmaz. Nice kitaplar,
vesikalar, sanat eserleri bu afetlerde yok olmuştur.
Lodos duvarı
Patlıcan mevsimi, yangınların da habercisidir.
Patlıcanı tavada unutanların çıkardığı yangınlar az
değildir. Hatta bir zamanlar gazetelerde “Patlıcan
mevsimi geldi. Hanımlar yangına dikkat!” diye
ikazlar çıkardı. Dalgın tütünkeşler de çok yangına
sebebiyet vermiş, bu sebeple padişahlar tütün
içilmesini sert cezalarla yasaklamıştır.
Osmanlı şehri ahşaptandır. Bunun da iki mühim sebebi
vardır. Birincisi Anadolu zelzele mıntıkasıdır. Eğer
binalar kargir yapılırsa, yıkıldığı zaman insanların
kurtulması zordur. Ama ahşap ev zelzelede beşik gibi
sallanır, ama hemen yıkılmaz, insanlara kaçacak
zaman verir. Zelzele aniden olur, kaçıp kurtulmak
çok müşküldür. Yangın ise zelzeleye nispetle daha
kendisini haber veren bir afettir. Bu sebeple
zelzele yangına tercih edilmiş ve evler kargir
yerine, ahşaptan yapılmıştır.
Bir başka sebep de Anadolu’da zengin taş
yataklarının bulunmamasıdır. Kaldı ki ahşap, o zaman
için taş malzemeye nispetle daha ucuz ve nakliyesi
kolaydır. Bundan dolayı Osmanlılar, Avrupalıların
aksine, mabed, medrese, hastane, köprü gibi kamu
binalarını taştan; evlerini ise ahşaptan yapmıştır.
Ahşabın ömrü umumiyetle yüz senedir. Bu sebeple
memleketimizde bir asır öncesine ait sivil mimari
örneği bulmak pek zordur.
İnsan bir afetle karşılaştığında, elbette önce
canını düşünür. Mal da canın yongasıdır. Yangın,
zelzele ve sel gibi afetler geçtikten sonra geride
artık ne kalırsa kurtarılır. Yangının bir hususiyeti
vardır. Her zaman aniden çıkıp etrafını kül etmez.
Geleceğini haber verir. İstanbul, Bursa gibi
şehirlerde evler ahşap olduğu gibi, yer darlığı ve
arazinin kıymetli oluşu sebebiyle bitişik nizamda
yapılmıştır. Dolayısıyla bir evde çıkan yangın,
kolaylıkla komşu evler vasıtasıyla diğer evlere
ulaşır. Hatta lodos gibi yardımcılar varsa binlerce
evin yanıp yok olmasına yol açabilir. Bunun için yan
evdeki yangının kendilerine sirayet etmemesi için
bazı evler lodos duvarı yaptırır.
“Yangında önce kurtarılacak”
Bir evde yangın çıktı mı, yangına karşı
mütehassıs şehirliler hemen havanın vaziyetine ve
mahallenin pozisyonuna bakarak yangının kendilerine
sirayet edip etmeyeceğini kestirir. Ondan sonra
hemen el birliği ile evdeki eşyalar dışarıya
çıkarılır. Gerçi evler kalabalıktır. Komşunun
yardımına ihtiyaç duyulmadan çoğu zaman evi tahliye
etmek mümkündür. Ama bu telaşta ne kadar eşya dışarı
çıkarılır? Nereye yığılır? Bunlar da birer
meseledir.
Yangın her zaman geleceğini haber vermez. Aniden
evde çıkar. İnsanlar neye uğradığını anlamadan her
şey olup bitiverir. Bu halde hemen canı kurtarmak
lazımdır. Maldan da en elzem kurtarılması gerekenler
önceden tespit edilmiştir. Şimdi devlet dairelerinde
bazı dolapların üzerinde “yangında en önce
kurtarılacaktır” yazar. Onun gibi her evin yangında
kurtarmayı elzem gördüğü eşyası vardır. Bunlar yükte
hafif, pahada ağır şeylerdir.
Hakkı, malı, serveti kağıtla ispat etme adeti çıkalı
beri, Osmanlı halkı resmi vesikaları saklamaya
gayret göstermiştir. Cihan Harbi esnasında işgal
edilen şehir ve kasabalar tahliye edilmişti. O
hengamede tapu defterleri de at arabalarına,
kağnılara, hatta eşeklerin sırtına yüklenerek bin
bir zahmetle kaçırılmıştı. Bu sebeple Türkiye’nin
pek çok kazasında işgal görüp ateşe verilen şehir ve
kasabalarda nüfus defterleri zayi olduğu halde, tapu
kayıtları başından beri mevcuttur. Nüfus yazımı
şifahi tahrir, yani sözlü beyan üzerine yapılmıştır.
Bir tercih gerekmektedir. Kurtarıcılar haklı olarak
tapu defterlerini tercih etmiştir. Zaten Şark
dünyasında nüfus, maliye ve adliye arşivi ürkütür.
Bunlar vergi, askerlik veya hapis gibi bir
mükellefiyeti getirir.
Aile fertlerine ait mücevherleri unutmamak gerekir.
Klasik Osmanlı cemiyetinde kadın ziynetleri gümüşten
olur. Her biri emsalsiz bir sanat taşıyan gerdanlık,
küpe, bilezik, taç, köstek, broş gibi mücevherler,
umumiyetle kadınların üzerindedir. Altının ziynet
olarak kullanılması Müslümanlar arasında adet
değildir. Altın tasarruf vasıtasıdır. Kadın-erkek
altın saklar. Yangında da eriyip yok olabilir. İşte
bunlar yangında ilk kurtarılacaklar arasındadır.
Çünki yangın sonrası geçirilmesi kuvvetle muhtemel
sıkıntılı devrede bu altınlar imdada yetişecektir.
Her evde umumiyetle demirden yapılmış bir yangın
kutusu vardır. Kolayca taşınabilecek ve
saklanabilecek ebattadır. Şimdiki deprem çantası
gibidir. Artık sivil mimari değişmiş, yangın, sel ve
göç korkulacak afet olmaktan çıkmıştır. Yangın
kutuları da unutulmuştur.

1908 İstanbul yangınından kalanlar.

İstanbul’un incilerinden Çırağan Sarayı 1910’da
yanmıştı.

1912 yangınzedeleri Sultanahmed’de...
Türkiye Gazetesi, Yazı: Prof.Dr. Ekrem Buğra Ekinci,
06.03.2013
|
TARİHİ YALILARDA YIKIM
KORKUSU

Mudanya’nın simgesi
haline gelen sit alanı içindeki 200-300 yıllık
tarihi yalıların tapusu, Kıyı Kanunu gerekçe
gösterilerek “yıkılmak üzere” iptal edildi.
Eski Telif Hakları Genel
Müdürü Ömer Tuncer, konuyu AİHM’e taşıdı. Tuncer,
“Mülkiyet hakkının ihlal edildiği” gerekçesiyle
tazminat kazandı. Ancak Tuncer, tapusunu henüz geri
alamadı.
Tuncer’in başvurusuyla
Mudanya’da 300’e yakın tarihi evin yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıya olduğu ortaya çıktı. Buna
göre Hazine, Kıyı Kanunu gereği kıyı kenar
çizgisinde kaldığı gerekçesiyle birçok evin tapusunu
iptal etti. Konuyu
Anayasa Mahkemesi’ne
taşıyan Tuncer’in itirazları reddedildi. Yüksek
Mahkeme’den “Kıyılar devletin hüküm ve tasarruf
altında bulunmaktadır” denilerek olumsuz yanıt alan
Tuncer, son olarak konuyu AİHM’e taşıdı. Başvuruyu
haklı bulan AİHM, Tuncer’e tazminat ödenmesine karar
verdi.

AİHM’in kararı üzerine
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bir yazı gönderen
Tuncer, tarihi evlerin iptal edilen tapularının
iadesini istedi. “Bize yapılan olumsuz ayrımcılık
dolayısıyla oluşan mağduriyetimiz giderilsin” diyen
Tuncer, dilekçesinde
İstanbul
Boğazı’ndaki yalıların da özel bir kanunla
korunmasını talep etti. Tuncer’e bakanlıktan gelen
yanıt şöyle oldu:
“Kıyıda kalması
nedeniyle tapusu iptal edilen taşınmazlar için
mevcut kıyı mevzuatı uyarınca yapılacak herhangi bir
işlem bulunmamaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin
benzer konudaki kararında kıyıda kaldığı için tapusu
iptal edilen taşınmazların maliklerine bu
taşınmazlar üzerindeki mülkeyit hakkı sona
erdirilirken tazmin niteliğinde bir bedel ödenmesi
gerektiği, bu tazminatın taşınmazın tam değerini
karşılamak zorunda olmadığına hükmedilmiştir.”
İlgili kanun
çerçevesinde konunun incelendiğine vurgu yapan
bakanlık yetkilileri, “Kanunlar neyi gerektiriyorsa
o uygulanıyor. Bu çerçevenin dışına çıkılması söz
konusu değil” bilgisini verdiler. Birçoğu sit alanı
içinde olan ve tarihi eser olarak tescilli olan bu
yapılar içinde Mudanya’nın tarihi tren istasyonu da
bulunurken, Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı
tarihi yapı ise kıyının gerisinde kaldığı için
düzenlemenin dışında kaldı.
Hürriyet, Haber: Erdinç
Çelikkan, 06.03.2013
|
İZMİR'DE TARİHİ LİSELER
TEHDİT ALTINDA

İki yıldır gündemde
olan “liseleri kampüs alanlarına taşıma” projesi
için İzmir’de adım atılmaya başlandı. Bakanlık,
tarihi okullara “değer biçmek” üzere müfettişler
yolluyor.
Kampüslerle birlikte
devlete ait kıymetli okul arsaları ranta açılırken
hem öğrenciler kent yaşamından uzaklaştırılacak hem
de velilere yüklenen eğitim masrafı artacak.
soL Gazetesi’nden
Aslı İnanmışık’ın haberine göre, Milli Eğitim
Bakanlığı’nın lise öğrencileri için planladığı
“Eğitim Kampüsleri” projesi kapsamında öncelikle,
Adana, Kocaeli, Aydın, Şanlıurfa, Erzurum, Muğla,
İstanbul ve İzmir’de 8 kampüs inşa edilmesi
düşünülüyor. Liseleri de kendi içerisinde bölüp
yeniden gruplandırarak 100 bin metrekarelik ayrı
bölgelere taşıyacak olan plana göre, meslek
liselerinin sanayi bölgelerine, diğer liselerinin de
şehir merkezinin dışındaki kampüslere taşınması
gündemde.
Kentlerde gömülü olan
binlerce liseyi şehrin dışına taşımak, buralarda
okuyan milyonlarca öğrenci ve aileleri bakımından ek
maliyetler yaratacak. Proje aynı zamanda,
öğrencilerin alıştıkları yaşam alanlarının ve günlük
kent yaşamının dışına çıkartılmasını da beraberinde
getirecek. Her ne kadar bu çerçevede boşaltılacak
okulların ilk ve orta öğretim kurumlarına tahsis
edileceği vaat edilse de, arsası değerli pek çok
tarihi lisenin rant elde edilmek üzere
satılabileceği ihtimali pek çok kişiyi huzursuz
ediyor.
Meslek liseleri
sanayi bölgesine
İzmir’de de arsası ve binası değerli okulların
satışı daha önce gündeme gelmiş, bakanlıktan gelen
müfettişlerin bazı okulları, “değer biçmek” üzere
gezdiği, bazı okul yönetimleri tarafından da
doğrulanmıştı.
Kampüslerin tekrar
gündeme gelmesi üzerine, kentte bulunan tarihi
liselerin öğretmen ve öğrencileri, okulları için
yeniden endişelenmeye başladı. İzmir İl Milli Eğitim
Müdürü Vefa Bardakçı, “Çalışma, merkezdeki tüm
okulları kapsıyor ama bunların içinde özellikle
yoğunlaştığımız 25 civarında okul var. Bu okullar da
sanayi ve eğlence bölgelerinde kalan, yerleşimin az
olduğu okullar” dese de, yaklaşık 25 bin öğrencinin
durumdan etkilenmesi bekleniyor.
Menemen, Çiğli, Buca
Kaynaklar, Limontepe, Güzelbahçe, Seferihisar ve
Torbalı’da kampüs inşa edilecek arsaların tespit
edildiği belirtiliyor. Turizm okullarının turistik
bölgelere, endüstri meslek liselerinin büyük bir
kısmının da Kemalpaşa’da sanayi bölgesi yakınında
ayrılan 200 dönümlük alana taşınacağı konuşuluyor.
Geriye kalan liselerin büyük bir bölümünün ise Buca
Kaynaklar’a taşınması bekleniyor.
Projede ilk etap
bitti bile
Milli Eğitim Bakanlığı’nın sitesindeki bilgilere
göre, 30-50 arası okulun bulunacağı kampüslerde,
yüzme havuzundan alışveriş merkezlerine, sağlık
ünitelerinden eğitim binalarına, spor alanlarına
kadar pek çok yapı inşa edilecek. Aynı kampüs içinde
farklı lise çeşitleri bir arada eğitim verecek.
Kampüsleri pazarlamak adına gündeme getirilen
detaylardan biri de, okulların ihtiyaç duyduğu
enerjinin kampüs içinde üretilmesine yönelik
projeler geliştirilebileceği.
Türkiye genelinde 33
tane yapılması planlanan eğitim kampüslerinin
projeleri, mimari yarışma yöntemiyle belirleniyor.
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılan ve ilk
etabı tamamlanan “Eğitim Kampüsleri Ön Seçimli
Ulusal Mimari Proje Yarışması” için, 156 adet
yarışmacı mimari ekip, başvuruda bulundu. Başvuru
dosyalarını ise, MEB İnşaat ve Emlak Grup Başkanlığı
bünyesinde oluşturulan bir komisyon inceliyor.
"Semtler,
içerisindeki liselerle anılır"
Gerçekleştirilmesi planlanan düzenlemenin,
kentteki eğitim hayatı ve öğrenim gören gençler
üzerinde yapacağı etkiyle ilgili görüşlerine
başvurduğumuz Eğitim-Sen İzmir 1 No’lu Şube Başkanı
Abdullah Tunalı, projenin İzmir’deki Atatürk Lisesi,
Bornova Anadolu Lisesi, Kız Lisesi, Karataş Lisesi
gibi tarihi binaya sahip çok sayıda okulun talan
edilmesi anlamına geleceğini belirterek, “Bu
düzenleme İzmir’in kent dokusuna yapılan bir
saldırıdır. Liseler, bir kentin tarihinin ve
kültürünün önemli bir parçasıdır. Kentte bulunan
semtler bile, içerisindeki liselerle birlikte
anılırlar. İnsanlar buluşma yeri olarak bu binaların
yakınını seçerler” diyor.
"Gençler kent
yaşamında sosyalleşir, örgütlenir"
Tarih boyunca kentlerin kendi doğal gelişim
süreci dahilinde inşa edilen ve onlarca yıldır
öğrencilere evsahipliği yapan liselerin bu dokudan
koparılmasına itiraz eden Tunalı, “Bu liselerde
okuyan gençler, kentin sanatsal, kültürel ve siyasal
faaliyetlerinin bir parçası olurlar, dahası
örgütlenir ve mücadele ederler. Gençlerin insani
gelişimleri için kentteki bu devinimin bir parçası
olmaları gerekir” diyor.
'Öğrencileri adeta
kışlalara hapsedecekler’
“Öğrencileri dağın başında adeta kışla
denebilecek yerlere hapsetmek, AKP’nin eğitimden ne
anladığını gözler önüne seriyor” diyen Tunalı,
kampüslerde eğitim yapılmasının eğitimin niteliğini
artıracağı konusundaki görüşlerin doğru olmadığı
görüşünde. Tunalı, İzmir’de halihazırda var olan
Nevval Salih İşgören Eğitim Kampüsü’nü örnek
göstererek, bu okulun düzenlemenin riskleri
açısından önemli bir örnek olduğunu, burada başta
çevre düzenlemesi olmak üzere pek çok sorun olduğuna
dikkat çekiyor.
Taşeronlaşma ve rant
kapısı
Kampüs projesinin eğitimin piyasalaştırılması
süreciyle birlikte düşünülmesi gerektiğini belirten
Abdullah Tunalı, oluşturulacak kampüslerde
hizmetlerin taşeronlaştırılacağını, spor tesisleri,
yemekhane ve kantinlerin şirketlere devredileceğini
vurguluyor. Tunalı’ya göre, liselerin şehir dışına
taşınması nedeniyle velilere yüklenen ulaşım
giderleri artarken bir de özelleştirilen bu
hizmetlerin pahalanmasıyla eğitim masrafları iyice
ağırlaşacak.
Haber Sol, 06.03.2013
|
150 YILDIR KAZI
ÇALIŞMASI YAPILAN ANTİK KENT
Çanakkale'nin
Tevfikiye Köyü sınırları içerisinde bulunan ve 150
yıldır kazı çalışması yapılan Troia antik kentinin,
2 ya da 3 asır daha kazılacak arkeolojik potansiyele
sahip olduğu bildirildi.
Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi
(ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Rüstem Aslan, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Troia'nın, 150 yılda, 5 ayrı
arkeolog tarafından kazıldığını söyledi.
İlk kazıların 1863
yılında Frank Calvert ile başladığını ifade eden
Aslan, son olarak Manfred Osman Korfmann'ın 1988
yılında başlattığı kazıların pek çok alanda yenilik
getirdiğini bildirdi. Korfmann'ın ardından
çalışmalara Prof.Dr.
Ernst Pernicka'nın
devam ettiğini, ancak yeterli kaynak bulunamamasının
aksamalara neden olduğunu ve daha az kazı
yapıldığını belirten Aslan, kendisinin de 25 yıldır
Troia'daki kazılara katıldığını ifade etti.
Korfmann döneminde Troia
Vakfı, onun ölümü sonrasında da
Çanakkale
Belediyesi ve ÇOMÜ'nün desteğiyle
Türkiye'nin en iyi
arkeoloji kütüphanelerinden birisinin kurulduğunu
anımsatan Aslan, "Çanakkale'de,
artık Troia kazılarını devam ettirebilecek birikim
ve altyapı mevcut" diye konuştu.
1,5 asırdır süren
kazıların, hem arkeoloji tarihi hem
Ege arkeolojisi hem
Anadolu
arkeolojisinde ve siyasi gelişmelerin paralelinde
birçok şeyi ortaya koyduğunu kaydeden Aslan,
Troia'nın, tarih öncesi arkeolojisinin doğuş yeri
olduğunu bildirdi.
Tabakalanma kazısının
ilk kez uygulandığı yerin Troia olduğunu vurgulayan
Aslan, şöyle konuştu:
"Troia, Homeros
Destanı'nın ilk kez arkeolojik verilerle
ispatlandığı, yani böyle bir kentin hayal
olmadığının arkeolojiyle sınanmasıdır. Arkeolojinin
bilim olduğu yer. 1,5 asırdır kazılar devam ediyor
ve bu son çeyrek asırda da ben bu kazılarda yer
aldım. 150 yıllık çalışmalar sonucunda gelinen en
önemli noktalardan birisi, Troia'nın çevresinin
1996'da milli park olması, bir diğeri ise 1998
yılında UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmesidir.
Bunlar önemli. Son 15 yıldır da Troia Müzesi hayali
konuşuldu. Bence bu, 150 yılda gelinen zirvedir.
Müzeyle ilgili projelerin çok somut bir hale
gelmesi, projenin bitirilmiş olması ve inşaat
çalışmalarının yakında başlayacak olmasıdır."
Troia Müzesi'nin,
Türkiye'ye büyük
bir prestij kazandıracağını belirten Aslan,
Çanakkale'den,
Troia'dan, dünyanın farklı ülke ve koleksiyonlarına
kaçırılan eserlerin müzenin tamamlanmasıyla geri
isteneceğini ifade etti. Aslan, şöyle konuştu:
"Troia Müzesi ile
Çanakkale ve batı
turizmi yeni bir aşama kazanacak. Bu yıl ki kazıları
planladık, başvurumuzu yaptık ÇOMÜ olarak. Diğer
ülkelerden gelen uzmanlar da olacak. 150 yıldır
kazılıyor. Bir 300 yıl daha kazabilirsiniz. Çünkü
Troia'nın şu an gezilen yeri kalesi. Aşağı şehir
değimiz yerde kazılmamış çok yer var. Bu nedenle
birkaç 150 yıl daha kazılabilir. Bitmeyen bir tarih
Troya... İki ya da 3 asır daha kazılacak arkeolojik
potansiyele sahip. Troia Müzesi olduğunda da kazılar
daha verimli daha kolay organize edilir bir boyuta
ulaşacak."
haberler.com, Haber:
Fikriye Susam Uyar, 06.03.2013
|
 |
TARİHİ KONAK GÜN SAYIYOR!
Bursa'nın Mudanya İlçesi'nin en eski tarihi yapılarından biri olan Tahir Paşa Konağı'nın restorasyonunda sona gelindi.
Restorasyonu üstlenen hayırsever iş adamı Agah Bursalı, Mudanya ve Mudanyalıları çok sevdiğini, onlar için yapamayacağı bir şeyin olmadığını söyledi. Dedesi Tahir Paşa tarafından 18. yüzyılda yaptırılan ve günümüze kadar gelebilmeyi başaran Tahir Paşa Konağı'nın restorasyonunun tamamlanmak üzere olduğunu öğrenen Bursalı, ailesi ile birlikte Mudanya'ya gelerek, Mudanya Belediye Başkan Yardımcısı Seçil Pınar İncecikle beraber Müze ve Sosyal Kültürel Merkezi olarak hayata geçirilmesi planlanan konaktaki çalışmalar hakkında bilgi aldı.
Lale Devri'nin en güzel örneği
18. yüzyıl mimarisiyle inşa edilen konağın iç duvar ve tavanlarına yansıyan çiçek kabartmalı gravürleri günümüze kadar gelmeyi başardı. İrili ufaklı 18 odaya sahip olan Tahir Paşa Konağı yıllarca kapalı duruyordu. Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk'ün girişimleri sonucu Kültür Bakanlığı'ndan Mudanya Belediyesine devredilen konağın restorasyonunun sonuna gelindiği belirtildi.
Yapı, 06.03.2013
|
KANATLI DENİZATI BROŞU
TÜRKİYE'YE İADE EDİLDİ

Uşak Arkeoloji Müzesi'nden
çalınan Karun hazinesinin en önemli parçası
Kanatlı Denizatı broşu
Türkiye'ye iade edildi.
Karun hazinesinin en
önemli parçası olarak kabul edilen ve
Uşak Arkeoloji Müzesi'nde
sahtesiyle değiştirilerek çalınan denizatı broşu,
Alman makamları tarafından Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü
Osman Murat Süslü'ye
teslim edildi.
Karun hazinesine ait som altın olan milyonlarca lira
değerindeki mücevher Kanatlı Denizatı, Almanya'nın
Hagen kentinde bulunmasının ardından Alman makamları
tarafından merkez bankası kasalarında saklanıyordu.
Eser, 2006 yılından bu yana yurtdışında Interpol
aracılığıyla aranıyordu.
Bir dizi temaslarda bulunmak üzere Almanya'nın
başkenti Berlin'de bulunan Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik'in broşun iadesiyle ilgili açıklamayı
Uluslararası Berlin Turizm Borsası Fuarın'da
yapacağı öğrenildi.
Habertürk, 06.03.2013
******
GÖZLER KARUN HAZİNESİ
SORUŞTURMASINDA
Uşak Müzesi’nden çalınan
Karun Hazinesi’ne ait Kanatlı Denizatı broşu
Almanya ’da bulundu
ve dün Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine
teslim edildi. 8 yıl sonra gelen bu sevindirici
haber, kültür varlıklarını yurtdışına kaçırmaya
çalışanlara ciddi bir darbe oldu.
Türkiye eserlerine
sahip çıkıyor ve aradan uzun yıllar da geçse peşini
bırakmıyor. Lakin üzerine gidilmesi gereken asıl
mesele şimdi şu; bu eseri kim ya da kimler ve hangi
yollarla yurtdışına kaçırdı?
Türkiye, 20 Nisan 2005 günü Milliyet’in ‘Karun
Hazinesi soyuldu’ manşetiyle milyonlarca lira
ödenerek Amerika’dan getirilen hazinenin en önemli
parçasının Uşak Müzesi’nden çalındığını öğrendi.
Günlerce konuşulan ve yabancı basının da ilgisini
çeken olayın ayrıntıları daha sonra ortaya çıktı.
Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu eseri organize bir
şekilde çalmakla suçlandı.
Buna göre Akbıyıkoğlu eserin bir kopyasını yaptırdı,
müze vitrininde sergilenen gerçeği ile değiştirildi.
Akbıyıkoğlu ve beraberindekiler çaldıkları broşla
birlikte
İstanbul ’a
geldiler, 1.5 milyon dolar pazarlıkla Kapalıçarşı’da
eseri satmaya çalıştılar. Ancak istedikleri alıcı
çıkmayınca eserle birlikte geri döndüler. 15 gün
sonra yeniden İstanbul’da Sultanahmet’te Majestik
Otel’de alıcılarla buluşuldu. Lakin eseri Uşak’tan
getirenler buluştukları alıcılar tarafından gasp
edildi. İşte o tarihten itibaren de eser bir daha
bulunamadı.
Müze müdürü hapiste
Dönemin müze müdürü Kazım Akbıyıkoğlu ve
beraberindekiler yargılanmaya başlandı. Nitelikli
zimmet, görevi ihmal ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıkları’nı Koruma Kanunu’na muhalefet ettiği
iddiasıyla, Uşak Ağır Ceza Mahkemesi’nce yargılanan
Akbıyıkoğlu dava sonunda 17.5 yıl hapse mahkum
edildi. Akbıyıkoğlu kararı temyize götürdü. Dosyayı
inceleyen Yargıtay 5’inci Ceza Dairesi, Uşak Ağır
Ceza Mahkemesi’nin Kazım Akbıyıkoğlu hakkında
verdiği 17.5 yıl hapis cezasını onadı. Tutuklu
yargılanan Akbıyıkoğlu 6 yıl daha hapis yatacak.
Kasım 2012’de müjdeli haber Almanya’dan geldi. Eşsiz
broşun Alman savcılığına teslim edildiği ortaya
çıktı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yurtdışına
kaçırılan eserlerin iadesi için son yıllarda verdiği
mücadele meyvesini vermişti. Artık Batılı
koleksiyonerler Anadolu kökenli yasadışı yollarla
getirilen eserlere itibar etmiyorlardı. Eseri
satamayacağını anlayanlar da avukat aracılığıyla
eseri Alman savcılığına bıraktı.
Alman makamları 3 aydır soruşturma yürütüyor. O
soruşturmanın detayları eserin Almanya’ya nasıl
gittiğini ortaya çıkaracak. Türkiye’de bu önemli
eserin kaçırılmasında rol oynayan isimler kimler?
Interpol aracılığıyla tüm dünyada aranan eser hangi
yollarla yurtdışına kaçırıldı? Bu sorulara cevap
bulunursa nasıl Batılı koleksiyonerler artık Anadolu
kökenli eser almaya çekiniyorlarsa, ülkemizde bu işi
meslek haline getirenler de aynı çekingenliği
yaşayacak. Sonuç olarak Atilla Koç döneminde
çalınan, Ertuğrul Günay döneminde getirilmesi için
çok uğraş verilen Kanatlı Denizatı’nı anavatanına
getirmek de çiçeği burnunda Bakan Ömer Çelik’e nasip
oldu.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 07.03.2013
|
ABİDİN DİNO 100 YAŞINDA

Galeri
Nev, yaklaşık otuz yıldır düzenli olarak temsil
ettiği, Türkiye’de sanatın belki de en “ikonik”
figürü
Abidin Dino’yu, yüzüncü doğum yıldönümünde, yüz
desenin yer alacağı bir sergiyle anıyor.
Koleksiyoner Bekir Akbaş’ın on yılı aşkın bir zaman
içinde tutku ve sebatla topladığı, ancak hiç
sergilemediği desenler, “Yüz Yıl, Yüz Desen”
dolayısıyla ilk kez gün yüzüne çıkıyor.
Eserler aynı
zamanda, Akbaş Koleksiyon’nun oluşma serüvenine
tanıklık eden tarihçi İlhan Alemdar’ın kaleme aldığı
metin eşliğinde
Galeri Nev yayınlarından çıkacak bir katalogda
da bir araya geliyor. Söz konusu katalog,
koleksiyonu belgelemekle kalmıyor, bu eserlerin
çoğunluğunu oluşturan, Yaşar Kemal’in “Deniz Küstü”
romanı ile Nazım Hikmet’in “Kuvvayi Milliye
Destanı”nın da aralarında bulunduğu, Abidin’in yakın
dostlarının elinden çıkma edebi başyapıtlar için
gerçekleştirdiği illüstrasyonların izini de sürüyor.
Sergiyle eş zamanlı olarak, Sanat Dünyamız Dergisi
de, Dino’nun hayatının ve çalışmalarının belli
dönemlerine odaklanan özel bir dosya yayımlıyor.
Deniz Artun’un,
Abidin Dino ile
Galeri Nev’in “Nev-i Şahsına Münhasır”
ilişkisini NevArşiv belgelerine dayanarak kaleme
aldığı yazısı ile, Bora Gürdaş’ın sanatçının
eserlerini 1960’lı yılların toplumsal ve kültürel
dinamikleri ekseninde değerlendiren yazısı dosyanın
ana başlıklarını oluşturuyor.

Abidin Dino, ilk desenlerini 1931’de “Artist”
dergisinde yayımladı. 20 yaşında D Grubu’nu, 26
yaşında Liman Grubu’nu kurdu. 1934’te Sovyetler
Birliği’ne davet edildi, Lenfilm Stüdyoları’nda
ressam olarak çalıştı, Sovyet yönetmenlerle film
çekimlerine katıldı, Stanislavski için sahne
krokileri çizdi. 1937’de Paris’te Gertrude Stein ile
bir operanın dekorları üzerine çalıştı. 1941’de
Anadolu’ya sürgün edildi.
1951’ de Venedik Bienali’ ne katıldı. 1952’de
Paris’e yerleşti; kısa bir süre Tristan Tzara’nın
aracılığı ile girdiği Picasso’nun Valluaruis’deki
atölyesinde çalıştı. 1955’te Galerie Kleber’de
açtığı ilk kişisel sergisini takip eden yarım asırda
eserleri New York, Moskova, Amsterdam, Atina, Prag,
Zürih, Milano, Roma ve Paris’in de aralarında
bulunduğu pek çok farklı kentte izlendi. Paris,
Musée de l’Art Moderne de la Ville, Adibin’in
resimlerini koleksiyonuna kattı.
Türkiye’deki ilk sergisi 1964’te, İstanbul’da
bulunan Galeri 1’de düzenlendi. Abidin’in kişisel
sergileri daha sonra Ankara, İstanbul ve İzmir’de
devam etti, ayrıca eserleri farklı temalar etrafında
düzenlenen sayısız karma sergide yer aldı.
“Goal” adlı uzun metraj belgesel filmi, 1966 yılında
British Academy tarafından Robert Flaherty Belgesel
Ödülü’ne layık görüldü. 1979 yılında Fransız Plastik
Sanatlar Birliği’nin Onursal Başkanlığına seçildi.
1984’te Galeri Nev, Abidin Dino’nun “El”
desenleriyle açıldı. Aradan geçen zamanda Nev,
sanatçının on yedi ayrı kişisel sergisine ev
sahipliği yaptı ve eserlerini otuz farklı kitap ve
katalogda bir araya getirdi.
Habertürk, 05.03.2013
|
2 BİN YIL SONRA YENİDEN DOĞDU
Doktorlar, biyomedikal mühendisler ve bir antropologdan oluşan grup, bilgisayarlı tomografi kullanarak, 2 bin yıl önce ölen 22 yaşındaki kadını 3 boyutlu ‘canlandırdı’...
Sağlık sektöründe 1963’ten beri kullanılan ve vücudu dilim dilim bölmek suretiyle iç derinliklerine kadar görüntüleme imkanı sunan, bilgisayarlı tomografi sistemi, artık 3 boyutlu olarak tarayıcı ve yazıcılarda da kullanılıyor. Geçtiğimiz ay, 1.5 günde üç boyutlu kulak kıkırdağı çıktısı alan Weill Cornell Tıp Fakültesi doktorları ve Biyomedikal Mühendislik Fakültesi uzmanları bu kez Kanadalı bir antropologun da katıldığı yeni bir çalışmaya imza attılar. Mısır’da 2 bin yıl önce ölen ve Hawara Piramidi’ne çok yakın bir mesafede altın bir tabutta bulunan kadın mumyası, sistemle yeniden hayat buldu. Uzmanlar, 22 yaşında 1.58 metre boyundaki kadının birebir görüntüsünü elde ettiler. Görüntü 120 çeşit plastik türevi kullanılarak, kadının günümüze dönmesini sağladı. Kadının üç boyutlu çıktısı, Kanada Montreal’deki McGill Üniversitesi, Redpath Müzesi’nde sergileniyor.
Hürriyet, Haber: Mustafa Küçük, 04.03.2013
|
 |
AHIR OLAN MAĞARALAR MÜZE OLUYOR

Gaziantep'te, geçmişte ahır olarak kullanılan
mağaralar, tarihin her döneminden kesitlerin yer
alacağı Tarih Müzesi'ne dönüştürülecek.
Kentin Çıksorut bölgesindeki mağaralar, Gaziantep
Büyükşehir Belediyesi'nin başlattığı çalışma
kapsamında müze haline getirilecek. Yaklaşık 10 bin
metrekarelik mağara alanına yapılacak müzede, tarih
öncesi ve sonrasından görseller yer alacak.
Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey yaptığı
açıklamada, şehrin batı girişinde bulunan
mağaraların canlı hayvan ticaretinin yapıldığı
1970'lerde, ahır olarak mülk sahiplerine verildiğini
anımsattı.Kentin büyümesi ve canlı hayvan
ticaretinin gerilemesiyle ahırların şehrin
merkezinde kaldığını ve kötü bir görüntü
oluşturduğunu ifade eden Güzelbey, şöyle devam etti:
'Kötü görüntünün ötesinde insan sağlığını tehdit
eden bir tablo da vardı. Ahırları oradan kaldırarak,
bölgenin bazı alanlarına da konut yaptık.
Mağaraları temizleyip rekreasyon alanı yapmayı
düşünüyorduk. Fakat içine girdiğimizde mağaraların
hepsinin birbiriyle irtibatlı olduğunu gördük.
Ortaya 10 bin metrekarelik bir alan çıktı.'
Güzelbey, mağara alanına kültürel bir proje yapmayı
düşündüklerini ve müzede karar kıldıklarını dile
getirdi.Müzeyle ilgili çalışmalarının devam ettiğini
aktaran Güzelbey, şunları kaydetti: 'Arkadaşlarımız
Fransa'daki tarih müzesini görmeye gidecek. Ondan
sonra projeyi başlatacağız. Mağaralar çökebilir mi,
güçlendirilmesi mi lazım, bunlara da bakacağız. Eğer
böyle durumlar ortaya çıkarsa 2014 yılının
başlarında projeye başlarız diye düşünüyoruz.
10 bin metrekarelik alana tarihin her evresinin
anlatıldığı müze yapacağız.'Müzede Taş devrinden,
Yontma Taş ve Cilalı Taş devrine kadar bölümler
olacağına işaret eden Güzelbey, 'Neolitik Devir,
Paleolitik Devir, sonra milat, milattan sonraki
dönemler ve Osmanlı'ya kadar geleceğiz. Ortaya bir
göl yapacağız, göl içerisine canavarlar koyacağız.
İnsanlar gezerken canavarlar su püskürtecek. İçinde
raylı sistemle insanları gezdirmeyi de planlıyoruz'
diye konuştu.
'10 müze yapıldı, 4'ü devam ediyor'
Güzelbey, kültüre verdikleri önem gereği kentte
10'un üzerinde müze yaptıklarını, 4 müzenin de
yapımının devam ettiğini söyledi. Atatürk'ün
Gaziantep'e geldiğinde konuşma yaptığı mekanda
'Atatürk Müzesi' yaptıklarını belirten Güzelbey,
şunları anlattı:'Buna da 'iki gazinin buluşması'
diyoruz. Bu da Türkiye'de olmayan bir müze. 3D
tekniğini kullanacağız. Atatürk'ün, Türkiye'de
olmayan anatomik robotunu yaptırdık. Konuşan bir
robot. Atatürk gibi gelecek ve 'Ben Anteplilerin
gözlerinden nasıl öpmem ki...' diyecek ve kendi
sesinden kendi görüntüsünden ve o balkondan... Her
şeyimiz hazır, en kısa zamanda hizmete açacağız. Bu
da Zeugma Mozaik Müzesi kadar ses getirecek bir
müze.'
Güzelbey, yapımı tamamlanan 'Oyuncak Müzesi'nin
de en kısa zamanda hizmete sunulacağını, 'Hamam
Müzesi' çalışmalarının ise devam ettiğini sözlerine
ekledi.
Yapı, 04.03.2013
|
 |
TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI YAKALANDI
Şanlıurfa'nın Birecik İlçesi'nde tarihi eser kaçakçılığı yaptığı öğrenilen 3 şahıs yanlarındaki tarihi eserler ile kıskıvrak yakalandı.
Şanlıurfa’dan Gaziantep iline tarihi eser kaçırılacağı bilgisini alan Birecik İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileri, edindikleri bilgi dahilinde D-400 karayolu üzerinde çalışma başlattı. Tespit ettikleri 27 plakalı bir aracı durdurmak isteyen İlçe Emniyet görevlileri, aracın durmayarak kaçması üzerine kovalamaca başladı. Kovalamaca sonucu durdurulan araçta M. E.Ç (24), A.C. (38) ve M.D (61) isimli şüpheliler kıskıvrak yakalandı.
Araçta yapılan aramada ise paha biçilemez değerde olan çeşitli ebatlarda toplam 260 parça tarihi eser ve bu tarihi eserleri bulmada kullandıkları çok amaçlı bir detektör ele geçirildi. Olayla ilgili şahısların gözaltına alındığı ve ele geçirilen dedektör ve tarihi eserlere el konulduğu öğrenildi. Olayla ile ilgili soruşturma devam ediyor.
Akşam, 04.03.2013
|
SULUKULE'YE RESTORASYON
Başbakanlık
Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ),
Sulukule olarak bilinen Fatih Neslişah ve Hatice
Sultan mahallelerindeki kentsel dönüşüm projesinin
ardından, şimdi de bölgedeki 24 tescilli taşınmaz
kültür varlığını restore edecek.
Özel hukuka tabi gerçek ve tüzel kişilerin
mülkiyetinde bulunan korunması gerekli tescilli
taşınmaz kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve
restorasyonu için kredi imkanı sunan
TOKİ, bunların restorasyonu için proje ihalesine
de çıkıyor.
Sulukule’de sivil mimari örneği 24 binanın
röleve, restorasyon ve restitüsyonu için hazırlanan
projenin ihalesi yapılarak, sözleşmesi 7 Şubat’ta
imzalandı.
Proje tamamlandığında restore edilen binalar ilk
günkü görünümlerine kavuşacağı gibi bölge de çarpık
binalardan temizlenecek. TOKİ, 2005’ten itibaren
tescilli taşınmaz kültür varlıklarının bakımı,
onarımı ve restorasyonuna katkı sağlamak için kredi
uygulaması başlattı. Bu kapsamda 466 projeye
yaklaşık 39 milyon lira kredi açıldı.
Habertürk, 04.03.2013
|
KAPALIÇARŞI'NIN ÇEHRESİ DEĞİŞECEK
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne aday olan tarihi
Kapalıçarşı, tümüyle yenileniyor. Projenin
ihalesinin yapıldığını açıklayan Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe, sonbahar aylarında
tamamlanacak çalışmalarla Kapalıçarşı’nın yeni
yüzüyle Bursa’ya yepyeni bir vizyon katacağını
söyledi.
Bursa Tarihi Kapalıçarşı yenileniyor. Her gün
yerli ve yabancı binlerce kişinin ziyaret ettiği
Kapalıçarşı’nın tepeden tırnağa yenilenmesini
öngören projenin ihalesi yapıldı. Önümüzdeki
günlerde sonuçlanacak ihalenin ardından başlatılacak
ve sonbahar aylarında tamamlanması planlanan
çalışmalar, çarşıyı vizyon bölge haline getirecek.
Bursa’ya gelen tüm yerli ve yabancı turistlerin ilk
durağı olan Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi’nin
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmasına yönelik
çalışmaların devam ettiğini belirten Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Altepe, hanlar bölgesi
sınırları içinde yer alan ve 1958’deki yangından bu
yana tadilat görmeyen Kapalıçarşı’nın ıslah
edilmesinin zorunluluk haline geldiğini söyledi.
Bölge esnafıyla çarşının düzenlemesine yönelik
toplantılar yaptıklarını ve taslak bir proje
üzerinde uzlaştıklarını hatırlatan Başkan Altepe,
üzerinde uzlaşılan projenin ihalesinin geçtiğimiz
günlerde yapıldığını açıkladı. İhale sürecinin
birkaç gün içinde tamamlanacağını ve çalışmalara
başlayacaklarını söyleyen Başkan Altepe, şöyle
konuştu:
“Yıllardan sonra Kapalıçarşı, hak ettiği
düzenlemelere kavuşacak. Proje dahilinde; başta
çatılar olmak üzere cepheler, zemin, giriş ve
çıkışlar değişecek. Çatılar çini desenli olarak
hafif metalden özgün mimariye uygun şekilde
yapılacak. Cepheler traverten taş kaplama ve
vitrinlerle birlikte tümüyle yenilenecek. Tabelalar
tek tip ve düzenli hale getirilecek. Çalışmalar
tamamlandığında, Kapalıçarşı Bursa’ya yakışır hale
gelecek. Esnafımız, çarşımız ve Bursa’mız için
önemliydi. Şimdiden hayırlı uğurlu olsun.”
Büyükşehir Belediyesi’nin Kapalıçarşı’da
başlatmayı düşündüğü proje hakkındaki görüşlerini
dile getiren Bursa Tarihi Hanlar Birliği Başkanı
Bülent Erginal, çarşıların restorasyonu ve
sağlıklaştırması çalışmalarından sonra sıranın
Kapalıçarşı’ya gelmesinin kendilerini sevindirdiğini
kaydetti. Tamamlanacak çalışmanın bölge ticaretini
artıracağını, çarşının yeni yüzüyle Bursa’ya ve
turistlere daha iyi hizmet verir hale geleceğini
söyleyen Erginal, “Kapalıçarşı Bursa’nın sembolü,
oraya yapılacak her türlü katkı şehre katkıdır.”
diye konuştu.
Zaman, Haber: Fatih Karakılıç, 04.03.2013
|
'SANTRALİSTANBUL VAKASI'

Santralistanbul'un koleksiyonunu
elden çıkarması tartışılıyor ama Santralistanbul,
Türkiye'de kültür sanat alanında gelişmemiş olan
kamusal davranışı kendi öz kaynakları yettiği kadar
uygulayabilmişti.
Santralistanbul müze koleksiyonunun bir kısmının
satışa sunulması hem
Türkiye ’de hem de uluslararası basında ve sanat
çevrelerinde haklı bir tepkiyle karşılandı. Müze
yönetmenin ve sanat eserlerine sahip olmanın bir
sorumluluk olduğunun altı çizildi. Uluslararası
Müzeler Konseyi (ICOM), müzeler için geliştirdikleri
‘Etik Kodlar’ rehberine ve Modern ve Çağdaş
Müzelerin Koleksiyonlarından Eserleri Elden Çıkarma
(deaccessioning) Koşullarını Düzenleyen Genel
İlkeleri’ne işaret ederek, yapılacak satışın hiçbiri
ile uyuşmadığını belirtti. ‘Elden çıkarma’ ulusal
düzenlemelere uygun olarak ve etik boyutlar dikkate
alınarak yapılmalıdır, denildi.
Elden çıkarma kriterleriICOM’un
yukarıda bahsedilen rehberlerinde izah edilen, etik
olarak müzelerin sorumluluğu nedir, sorusunun cevabı
birçok konuyu içeriyor. Meseleye sadece ‘elden
çıkarma’ başlığından baktığımızda bile önümüze
Türkiye’de yeterince tartışmadığımız ve
geliştirmediğimiz, dolayısıyla da kurumsal
düzenlemelere ve pratiklere yansıtmadığımız
uluslararası kabul görmüş bir
dizi kurallaşmış ilke çıkıyor. Bu
yüzden de literatürün ‘elden çıkarma’ bahsinde
‘Santralistanbul vakası’ olarak bu konu maalesef
yerini alacak. ICOM’un etik kodlarının ikinci
başlığı ve ICOM’un Modern Sanat Müzeleri ve
Koleksiyonları Komitesi’nin (CIMAM) eser düşürmeye
ilişkin etik ilkeleri bizim vaka analizimiz için iki
ana başlığı ortaya koyuyor: Birincisi, koleksiyon
sahibi müzeler toplumun yararı ve gelişimi için
koleksiyonlarını yönetirler. İkincisi, sanat
eserlerinin müzeler tarafından koleksiyonlarından
çıkarılması gerektiğinde, bu eserlerin kamusal
alanda kalması için uğraşmak ve dolayısıyla ilk
olarak başka müzelere teklif edilmesi, müze
yönetimlerinin aldıkları sorumluluğun önemli bir
parçası. Bu etik ilkelerin üzerinde birleştiği temel
konu, müzelerin kamusal sorumluluk taşıdıkları.
Bilgi Üniversitesi Sanat Kültür Yönetimi hocalarının
ve ilgililerinin rektörlüğe yazdıkları değerlendirme
yazısında belirttikleri gibi, eser elden çıkarma
işlemi kamunun çıkarlarında herhangi bir yitime yol
açmamalı, elden çıkarılan eserler öncelikle yine
müzelere ya da kamu yararı gözeten başka kültür,
sanat ve eğitim kurumlarına önerilmeli ve elde
edilen gelir tekrar müze koleksiyonu için
değerlendirilmeli.
Geçtiğimiz günlerde müze koleksiyonunun bir kısmının
özel şahıslara satışının gerçekleşmesi ile birlikte
‘Santralistanbul vakası’ ortaya çıkmış oldu.
İstanbul’dan bir grup bağımsız
sanatçı, küratör ve eleştirmenler adına konuşan
Nazlı Gürlek’in belirttiği gibi, 20. yüzyıl Türkiye
sanatı eserlerinden oluşan kamuya açık bir
koleksiyon kamusal erişimden çıkmış oldu. Vakanın
önemi, uluslararası sanat ve müzecilik camiasındaki
yukarıda bahsettiğimiz etik duruşla ters düşmesi.
Ancak, Santralistanbul’a hesabı kesmek ile konu
etraflıca anlaşılmış olacak mı?
Özel müzeler düzenlemesiTürkiye’de
özel müzelerin açılmasını denetleyen
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yönetmeliği özel
müzelerin kuruluş amaçlarını ‘kendi hizmet
konularında veya amaçlarının gerçekleştirilmesi’
şeklinde tanımlayarak özel müze misyonunu kurumsal
hedeflerle ilişkilendirdi. Bu tanımlamada kamu
yararı, topluma karşı sorumluluklar gibi kamusal
beklentiler yer almıyor. Özel müze kurmak
isteyenlerin aldıkları sorumluluğa ve topluma nasıl
hizmet etmelerinin beklendiğine ilişkin bir uyarıcı
ve yönlendirici metin, bakanlık tarafından kaleme
alınmamış. Yönetmeliğe göre eserlerin satışında da
bir sorun yok: ‘Özel müzeler, koleksiyonlarındaki
her türlü taşınır kültür ve tabiat varlığını,
Bakanlıktan onay almak ve koleksiyonun bütünlüğünü
korumak şartı ile kendi aralarında değiştirebilir
veya satabilir.’ Ali Artun ‘Haraç Mezat Koleksiyon’
başlıklı yazısında ‘Özel bir sermaye kuruluşu ya da
şirket mahiyetini edinmiş vakıf gibi bir başka
kurum, eğer özel servetine ait sanat varlıklarını,
genellikle olduğu gibi kurumsal iletişim amacıyla
veya başka bir amaçla bize teşhir ediyorsa, onu
kamusallaştırıyor olamaz’ diyor.
Kamusallaştırabilmesi için, diye eklemesi gerekirdi,
kamu çıkarını temsil eden kamu idaresinin bu
beklentiyi, bizzat bünyesindeki kurumlardan
başlayarak, bağımsız kurumlara benimsetmek için
uğraşması, özel müzelerin kamu yararına yönelik
sorumluluk altına girdiklerini anlatması gerekirdi.
Sadece anlatmakla da kalmayıp, özel müzelerin kamu
yararına yönelik olarak çalışabilmelerini
kolaylaştırmalı ve önünü açmalıydı. Kamusallık
kültürü ancak bu şekilde, kamu idarelerinin sahip
çıkmasıyla yerleşebilir. Santralistanbul’un
müzeleşme deneyiminde gördüğümüz ise kamu
yönetiminin bu süreçte sadece mekanı sağlayan, özel
müze yetkisi veren ve denetleyen konumunun ötesine
geçmemesiydi.
Benzeri bir şekilde, aslında kültür sanat aktörleri
de bakanlıktan ve devletten kamusal sorumlulukları
destekleyecek düzenlemeler yapmasını ve teşvik
mekanizmaları geliştirmesini talep edemedi. Bunun
sebebi Türkiye’de devlet ile kamu kavramlarının
birbirinin içine girmiş olması olabilir.
Avrupa Kültür BaşkentiBunun
ispatı, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’dir. Bu
devasa programın sonunda özel müzelerin ayakta
kalmalarını sağlayacak ve kamusal işlevlerini yerine
getirmelerini destekleyecek bir tek uygulama ortaya
çıkmadı. Santralistanbul altından nasıl kalkıldığına
şimdi bile inanamadığımız ‘Modern ve Ötesi’ gibi
sergilerini kendi kaynaklarıyla ve sponsorluklarla
kotarmayı başarmıştı. Kamusallık aslında müzenin
kendi kendisine atfettiği ve kendi kaynakları
yettiği sürece devam ettirebildiği bir misyondu.
Santralistanbul Türkiye’de kültür sanat alanında
gelişmemiş olan kamusal davranışı kendi öz
kaynakları yettiği kadar uygulayabilmişti. Cebi
derin ve arkası sağlam olmayan bağımsız kültür
aktörlerinin tek başlarına yüklenebilecekleri
sorumluluk demek ki bu kadardı. Bu nedenle bugün
santralistanbul’un koleksiyonunu elden çıkartmak
zorunda kalması karşısında tepki gösterirken
Türkiye’de kamusallık kültürünün ve dolayısıyla
kurumsal kamu pratiklerinin de zayıf kaldığına
dikkat etmek gerekiyor. ‘Kamusal olan; kamunun
mülkiyetinde olan, daha da önemlisi, kamunun
iktidarı altında olan varlıklardır’ diyen Ali
Artun’un söylediğinin aksine kamusallık kültürü
bağımsız aktörlerin kamu yararına bağımsız hareket
edebilmelerinin önünün açılması ve desteklenmesi
suretiyle yeşerecektir. Bu da kültür sanat aktörleri
ile vatandaşların birlikte ve dayanışma içinde
devlet ile kamusallığın ne olduğuna dair yapacakları
müzakerenin konusudur.
Radikal İki, Haber: Asu Aksoy, 03.03.2013
|
BİNLERCE YIL ÖNCE DİYARBAKIR'DA TAŞLARA KAZINAN
BARIŞ ÖZLEMİ

Diyarbakır Surları, kentte hüküm
süren tüm medeniyetlerin izlerini gözler önüne
seriyor.
Surlardaki semboller arasında bulunan
zeytin ağacı ve güvercinler, barışa özlemin 10 bin
yıl önce başladığını ve günümüze kadar devam
ettiğini gösteriyor.
UNESCO’nun tarihi eserler mirası aday listesine
girmesi için büyük çaba harcanan, 5.5 kilometre
uzunluğundaki, 3-5 metre genişliği ve yer yer 10
metreye varan yüksekliği ile
Diyarbakır Surları, tarih boyunca kentte hüküm
süren onlarca medeniyetin izlerini günümüze kadar
taşıyor.
Güç, kuvvet ve hakimiyeti temsil edem hayvan
figürleri, sanat, siyasal ve barışa verilen önemin
de figür ve sembollerle kazındığı tarihi surlar,
sadece güvenlik amaçlı bir kaleden çok, günümüze
kadar gelen dünyadaki ender tarihi eserlerden biri
konumunda bulunuyor.
Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve
Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Vecihi Özkaya,
ihtişamlı Diyarbakır surlarındaki doğan, şahin, çift
başlı kartal ve arslan figürlerinin her birinin özel
anlam taşadığını söyledi. Tarih boyunca, kente
hükmeden medeniyetlerin kendi gelenek, inanç,
siyasal ve sosyal yaşamlarını, hüküm sürdükleri
dönemlerde, kenti çepe çevre saran tarihi sur
taşlarına nakşettiğini anlatan Prof.Dr. Özkaya,
şöyle dedi:
"Diyarbakır, Dicle Vadisi’nde pek çok kuş türü
bulunmasına rağmen surlarında genellikle çift başlı
kartal, şahin ve doğan figürlerini sıkça görmek
mümkün. Bunun yanı sıra pek çok burçta arslan ve az
da olsa at ile boğa figürleri de bulunuyor. Tabii bu
surlara nakşedilen her hayvan figürü, ayrı anlam
ifade ediyor. Onlar sadece görsellik anlamında oraya
işlenmiş, sıradan figürler değildir. Bunlar
Mezopotamya uygarlıklarında, başlangıç aşamasında
dinsel, daha sonraki aşamalarda ise dinsel, hem de
siyasal egemenlik sembolleri haline gelmişlerdir.
Kartal, şahin ve doğan; göklerin hakimleridir.
Arslan ise yeryüzünün en güçlü, kuvvetli ve kudretli
hayvanıdır. Dolayısıyla bunlar, tanrının yeryüzü ve
gökyüzü hakimiyetinin birer sembolüdür."
ZEYTİN DALI BARIŞI, GÜVERCİN İSE DİNİ
İNANCININ GÖSTERGESİ
Genellikle karşılıklı figürlerin arasında zeytin
ağacı bulunduğunu, bu sembolün de Diyarbakır’ın
tarih boyunca barışa önem verilmesinin göstergesi
olduğunu anlatan Prof.Dr. Özkaya, bu sembollerin
Sümerler’e kadar uzandığına dikkat çekerek, şöyle
dedi:
"İslami dönemlerde tasfir yasağına rağmen bu yırtıcı
hayvanların figürleri yapılmış ise, bunlar siyasal
egemenlik anlamında yapılmıştır denebilir. Şema
olarak eski Yakındoğu uygarlıklarında, Sümerler’den
başlamak kaydıyla, yine ortada zeytin ağacı ve 2
yanda hayvan ve güvercinler de dinsel bir tasarım
olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna örnek olarak da
Hz. Nuh, güvercini saldığında gagasında bir zeytin
dalı ile gelir. O Allah ile kulları arasındaki
barışın bir sembolü olarak kabul ediliyor. Ulu
Cami’nin batı cephesindeki kapının üzerinde bulunan
ve Anka kuşu olarak lanse edilen figür de, dinsel
bir olaydır. Siyasal olarak da devletin ilelebet
devamıdır. Yani kendi küllerinden varoluş,
kendiliğinden doğmaktır."
UNESCO TARİHİ ESERLER LİSTESİNE ADAY
Diyarbakır Yerel Gündem 21 Kent Konseyi Genel
Sekreteri Av. Metin Kılavuz, Cumhurbaşkanlığı’nın
himayesine girişi ile UNESCO tarihi eserler mirası
aday listesine girmek için kampanya başlatıldığını
hatırlattı. Kılavuz, "Binlerce yıldır Mezopotamya’da
yaşamın kesintisiz devam ettiği, dünya insan
ailesinin ürettiği tarihi yapıtlarla Diyarbakır
Surları’nın günümüze gelen bütünsel yapısı
korunarak, gelecek kuşaklara aktarılması, bizlerin
sorumluluğudur. Diyarbakır Surları, sadece
Diyarbakırlılara değil,
Türkiye ve dünya insanlık ailesinin ortak
değeridir" diye konuştu.
İSLAM ALEMİ’NİN 5’İNCİ KUTSAL KENTİ
Elazığ, Bingöl, Muş, Batman, Mardin, Şanlıurfa ve
Adıyaman illerine komşu olan Diyarbakır’ın kuruluş
tarihi, MÖ 10 binli yıllara dayanıyor. Ana
yolların ve tarihi İpek Yolu’nun merkezi noktasında
bulunması itibarıyla, her dönemin ticaret ve inanç
merkezi konumunda oldu.
Müslüman Araplar tarafından
kuşatılan kentin fethi sırasında şehit olan Halid
Bin Velid’in oğlu Hz. Süleyman ile 27 Sahabe
Türbesi’nin bulunduğu İçkale’deki Hz. Süleyman ve 27
Şehit Sahabe Camii ile İslam aleminin 5’nci Harem’i
Şerif’i olarak kabul edilen Diyarbakır şehri, Mekke,
Medine, Kudüs ve Şam’dan sonra 541 sahabe mekanıyla
İslam aleminin en çok sahabe mezarının bulunduğu
5’nci kent olarak kabul ediliyor.
Radikal, Haber: Selim Kaya, 03.03.2013
|
TARİHİ SİDE BÜYÜKHAMAM'I KÜLTÜR TURİZMİNE
KAZANDIRILACAK

Kültür
ve Turizm Bakanlığı'nın Antalya Side Belediyesi'ne
tahsis ettiği MS 2. yüzyılda yapılan Side
Büyükhamam'ı restore edilerek kültür turizmine
kazndırılacağı belirtildi.
Side Belediyesi, turizm beldesinde 5 kent müzesi
açarak tarihi kentte kültür, tarih, sanat ve
arkeoloji turizmini yaygınlaştırmayı hedefliyor.
Belediye, Tüke, Athena ve Apollon Tapınağı'da
yenileme, güçlendirme, restorasyon ve ayağa kaldırma
çalışmalarına 2 bin yıllık Büyükhamam'ı da ekledi.
Belediyenin tarihi Büyükhamam'ı restore ettirerek
müze haline getireceği belirtildi. Bugüne kadar
büyük kısmı ayakta kalan hamamda Apodyterium(soyunma
odası), Caldarium(sıcaklık),Tepedarium(ılıklık) ve
Frigidarium(soğukluk) odaları bulunmakta. Pamfilya
bölgenin en büyük hamamı olan Büyükhamam'ın MS 5.
yüzyılda büyütülerek daha güçlü hale getirildiği
ifade etti.
Side Belediye Başkanı Abdulkadir Uçar, bakanlığın
belediyelerine tahsis ettiği tarihi hamamı restore
ettirerek en kısa zamanda kültür turizmine
kazandıracaklarını söyledi. Tarihi hamamı kent
müzesi haline getireceklerini belirten Uçar, Side'yi
deniz,kum ve güneş turizmi yanı sıra tarihi
kimliğini de ön plana çıkartarak kültür, sanat,
tarih ve arkeoloji turizminde dünyada marka haline
getirmek olduğunu kaydetti. Uçar, "Side'yi dünya
turizmde marka yapan en önemli değer tarih ve kültür
mirası zengini olması. Bu zenginliklerden biri de
tarihi Büyükhamam. Bakanlık hamamın tahsisini
belediyemize yaptı. Biz de restore ettirerek kültür
turizmine yönelik hizmet vermesine öncülük
edeceğiz." diye konuştu.
Zaman, Haber: Abdurrahman Büyükkeskin, 03.03.2013
|
AYASOFYA'NIN ALTINDAKİ GİZEMLİ TARİH GÜN YÜZÜNE
ÇIKTI
Göksel Gülensoy ve ekibi Ayasofya'nın altında yatan
gizemli tarihi ve efsaneleri araştırdı. Ekip
araştırmalarını fotoğraflayarak sergiledi.
Göksel Gülensoy ve ekibi yaklaşık 15 yıldır proje
üzerine çalıştı. Ayasofya'nın altında yatan gizemli
tarihi keşfetmek için yola çıkan ekip,
karşılaştıklarını Cihan Haber Ajansı'na (Cihan)
anlattı. Ayasofya'nın altındaki efsanelerin peşine
düştüklerini belirten Gülensoy, "1994 yılında bir
belgesel çekmiştim. Günün birinde çektiğimiz
belgesel uluslararası birkaç ödül aldıktan sonra
ipuçları ondan geldi. Bu projenin başlamasının en
önemli nedenlerinden biri de odur. Ayasofya'nın
altında sarnıçlar olduğu ve bu sarnıçların da çok
önemli olduğunu bildiğimiz için bu proje
başladı.1998 yılında araştırmalarımız başladı. Ne
olduğu konusunda bilgiler topladık." ifadelerini
kullandı.
'İSTANBUL EFSANELERİNDEN BAZILARININ
GERÇEK OLDUKLARINI ANLADIK'
Gülensoy, Ayasofya'nın altından dolaşırken,
efsaneleri araştırdıklarını söyledi. Gülensoy, "Ne
yazık ki elimizde yeterli bilgi yoktu. O dönemlere
ait elimizde efsaneler vardı, başka hiçbir şey
yoktu. Biz de bu efsanelerin, ya gerçekse diye
peşine düşerek başladık. Hakikatten de yavaş yavaş
gerçek olduklarını anladık. Şöyle söyleyeyim; bir
insan vücudunu incelerken ne görürseniz biz de
İstanbul'da onu gördük. Bu Ayasofya'nın altındaki
bir nevi kanallardı zaman zaman su kanalı olarak
kullanılmış kimi zaman imparatorların kullandığı
yollar olarak kullanılmış. Ayasofya'nın altından
dışarı çıkan tüneller gördük.1998, 2009 ve 2013
dalışları diye 3'e ayırabiliriz projemizi. Buradan
da çeşitli efsanelerin kimileri doğru kimileri de
yanlış olduğunu tespit etmeye çalıştık. Bilim
adamlarından yardımlar aldık. " dedi.
Ekip lideri Gülensoy, yerin altına inerken her
türlü riski kabullendiklerini belirtti.. Gülensoy
sözlerine şöyle devam etti: " Kültür Bakanlığımızdan
izin konusunda sıkıntımız olmadı. Biz onlara şöyle
bir taahhütte bulundum. Bütün ekibin sorumlusu
bendim. Ölümcül bir şeyle karşılaştığımızda
sorumlusu bendim. Can kaybı korkumuz ilk olarak
metan gazı, ikincisi ise girilmemiş yerlere
giriyorsunuz. Akrep, yılan, sıkışma çökme gibi
riskler vardı. Öte yandan herhangi bir göçük
durumunda sizi kurtarmaları neredeyse imkansız."
'BİZ AYASOFYA'NIN ALTINDAKİ EFSANELERİ
TESTE TABİ TUTTUK'
Ekibinin baş aktörlerinden Kutsi Akıllı,
kitaplarda yazan efsaneleri teste tabi tuttuklarını
söyledi. Akıllı, yerin altında bazı efsaneleri
farkettiklerin ama bazı efsanelerin ise gerçek
olmadığı gördüklerini anlattı: " Biz Ayasofya'nın
altına girmeden önce, yerin altında birilerinin
gömülü olup olmadığı bile efsane konusuydu. İlk defa
bizim çektiklerimizle altta gömülü olan birilerinin
olduğu ortaya çıktı. Hipoje odasının varlığı bile
bir efsaneydi. Hani birisi yazmış, çizimi yok. Var
olduğu söyleniyor. Bu tip efsaneler vardı. Biz
Ayasofya'nın altında ki efsaneleri testte tabi
tuttuk. Kimi gerçekmiş kiminin ise gerçekle alakası
yokmuş. Ayrıca bunun yanında yeni sorular ortaya
çıktı. Çünkü bir şeyleri araştırırken başka sorular
ortaya çıkıyor. Bir sürü efsane sayfasını yırttık.
Yerin altında katakomplar ve hipojeler bulduk.
Katakomp, raflardan oluşmuş mezar odaları.Hipojede
ise toprağın altına gömülü mezar odaları. Aralarında
ki fark sadece katakomplarda raflar olması ve biz
Ayasofya'nın altına girmeden önce yerin altında
birilerinin gömülü olup olmadığı bile efsane
konusuydu. İlk defa bizim çektiklerimizle altta
gömülü olan birilerinin olduğu ortaya çıktı. Hipoje
odasının varlığı bile bir efsaneydi. Hani birisi
yazmış, çizimi yok. Var olduğu söyleniyor.Bu tip
efsaneler vardı. Biz Ayasofya'nın altında ki
efsaneleri testte tabi tuttuk. Kimi gerçekmiş
kiminin ise gerçekle alakası yokmuş. Ayrıca bunun
yanında yeni sorular ortaya çıktı. Çünkü bir şeyleri
araştırırken başka sorular ortaya çıkıyor. Bir sürü
efsane sayfasını yırttık."
Zaman, 03.03.2013
|
YILDIZ SARAYI 1926'DA KUMARHANE OLMUŞTU
Hafta içerisinde, Fransa’ya ve İtalya’ya gittim.
Gezmek, tatil yapmak yahut kafa dinlemek için değil,
üzerinde çalıştığım ve ancak birkaç sene sonra
bitirebileceğim bir kitaba kaynak arayıp belge
toplamak maksadıyla...
Birkaç gün boyunca, Güney Fransa’nın bir zamanlar
hemen bütün devrik hanedanlarına sürgün başkentliği
etmiş olan Nice ile hemen ilerisindeki İtalyan sahil
kasabası Sanremo arasında gidip geldim. Oralarda
yaşayan tarihçi dostlarımla buluştum, çalıştığım
konu hakkındaki bilgilerine müracaat ettim, fikir
teatisi yaptık ve yeni yayınları elde etme imkanı
buldum.
ÜZERİNDE ÇALIŞILMADI
Ve, İtalya’da henüz çıkmış olan bir kitap, beni
hayretten hayrete düşürdü!
Kitabın konusu kumarhaneler tarihi idi. Kumarhane
işinin 1900’lerin ilk senelerinden itibaren dünya
çapında nasıl örgütlendiğini anlatıyor, İtalya’da
mafyanın yanısıra bazı siyasi grupların bu alanda
yaptıkları işbirliğinden sözediyordu. Yayının beni
asıl hayrete düşüren tarafı da, Sultan Abdülhamid’in
meşhur
Yıldız Sarayı’nın Cumhuriyet’in ilk senelerinde
“gazino”, yani bildiğimiz “kumarhane” haline
getirilmesinin öyküsünü ve ayrıntısını yazması
idi...
Yıldız Sarayı’nın Cumhuriyet’ten hemen sonra
kısa bir müddet için bile olsa kumarhane olarak
kullanılması ile ilgili olarak, bildiğim kadarı ile
bizde şimdiye kadar yapılmış hiçbir çalışma yoktu.
Bazı yayınlarda konudan sadece bir-iki satır ile
bahsedilmiş ama ayrıntılar hiçbir şekilde ortaya
çıkmamış ve çıkması için de zaten çalışılmamıştı...
İKİ ÖNEMLİ KİTAP
İtalyan tarihçi ve felsefeci dostum Riccardo
Mandelli, hadiseyi “Al Casino con Mussolini” yani
“Mussolini ile Kumarhane” isimli kitabında
anlatıyordu...
Mandelli, bundan iki sene önce, son dönem
tarihimizi konu alan çok önemli bir başka kitap daha
yayınlamıştı: “L’ultimo Sultano. Come l’Impero
Ottomano Mori a Sanremo”; Türkçesi ile “Son Sultan.
Osmanlı İmparatoru Sanremo’da Nasıl Öldü?”...
ARŞİVDEKİ BELGELER
Kitapta, hayata 1926’da Sanremo’da veda eden
Sultan Vahideddin’in ölümü ile ilgili olarak 80
küsur sene boyunca tasnif edilmeden kalmış olan
belgeleri kullanıyor ve son padişahın ölümünün pek
olağan şekilde olmadığını, işin içerisinde başka
sebeplerin de bulunabileceğini ifade ediyordu.
Mandelli, Sultan Vahideddin’in en yakınları
tarafından bile her an aldatıldığını, padişahın
yanıbaşındaki bazı maiyet mensuplarının Ankara’ya
neredeyse hemen her gün ihbar mektupları
gönderdiklerini belgeleri ile aktarıyor ve
hükümdarın ölümünün ardından adamlarının yaşadıkları
maceraları da yine arşivdeki yayınlanmamış belgelere
dayanarak naklediyordu. Kitabın Türkçe’ye tercümesi
devam ediyor ve önümüzdeki aylarda bizde de
yayınlanacak... Yıldız Kumarhanesi’nin macerasını
anlatmadan önce, tarihçi arkadaşlara küçük bir
hatırlatma yapayım: Başbakanlık’a bağlı Cumhuriyet
Arşivleri’nde,
Yıldız Sarayı’nın kumarhane haline getirilmesi
ile ilgili bazı belgeler vardır...
BELEDİYE KİRAYA VERDİ
28 Haziran 1925 tarihli bir belge Yıldız
Parkı’ndaki bazı binaların eğlence ve oyun salonu
haline getirilmesi için İstanbul Belediyesi
tarafından bir şirkete kiraya verildiğini, aynı
senenin 13 Aralık’ının tarihini taşıyan belge kira
sözleşmesinde yapılan değişikliklerin onaylandığını,
8 Ağustos 1926 tarihli bir diğer belge de saraydaki
eşyaların kumarhaneye kiralandığını göstermektedir.
Sarayın kumarhane haline getirilmesi de
milletvekillerinin tepkisini çekmiş ve soru
önergeleri verilmiştir...
Sultan Abdülhamid’in 33 sene boyunca hilafet ve
saltanat merkezi olarak kullandığı
Yıldız Sarayı’nın 1920’lerde kumarhane haline
getirilmesinin ayrıntılarını aşağıdaki kutuda
okuyabilirsiniz...
Kumarhaneler, 20. yüzyılın ilk senelerinden itibaren
dünya çapında örgütlenmiş çokuluslu şirketler haline
gelmeye başladılar.
İşin öncülüğünü İtalyan mafyası yaptı. Ülkenin
büyük bankaları ile mali kuruluşlarının yanısıra
devleti de arkasına alan mafya, 1922’de başbakanlığı
elde eden Faşist lider Benito Mussolini’nin
desteğini sağladı ve sektör giderek daha da
güçlendi. Sanremo’da kurulan ve faaliyetine hala
devam eden kumarhane, zincirin ilk ve en güçlü
halkalarından biri idi...

Sultan Vahideddin’in Villa Manolya’da 1926’da
haczedilen tabutu.
MÜCEVHER VE KUMARHANE
İtalyan kumarhaneleri zamanla Türkiye’den, o
günlerin genç Cumhuriyet’inden de çalışma müsaadesi
almayı, hatta 1926’da uzun seneler boyunca hilafet
ve saltanat merkezi olmuş olan
Yıldız Sarayı’nı da kumarhane haline getirmeyi
başardılar.
Türkiye’nin Yıldız’ın kumarhane yapılması iznini
hangi düşünce ile verdiğini, mesela 1789’daki
Fransız İhtilali’nin ardından bazı saraylarla
kiliselerin uygunsuz mekanlar haline getirilmesi
gibi işlerden mi ilham alındığını bugün maalesef
bilmiyoruz. Ama, Ankara’nın Fransız mücevher şirketi
Rozanes’e 1927’de Topkapı Sarayı’nın hazinelerini
satma teklifinde bulunması, eski rejimle tuhaf bir
hesaplaşmaya girilmiş olduğunu gösteriyor.
Aşağıda, İtalyan kumarhanecilik tarihini yazan
Riccardo Mandelli’nin kitabında
Yıldız Sarayı’nın kumarhane haline getirilmesi
ile ilgili bölüm, özet şeklinde yeralıyor:
“...Son padişahın Sanremo’da fırtınalı bir gecede
ölümünden sonra alelacele yapılan ve ölümün kalp
krizinden kaynaklandığını ifade eden otopsi, işin
içinde başka şeylerin, mesela zehirlenmenin bulunup
bulunmadığını kesin şekilde öğrenmeyi imkansız hale
getirmişti...
KUMARHANECİ BANKALAR
Osmanlı borçları üzerinde söz sahibi olan
Commerciale Italiana Bankası’nın yanısıra işadamı
Giuseppe Volpi ile Selanikli mason dostları artık
daha rahat şekilde faaliyette bulunabilirlerdi.
Entrikalar, İstanbul’da rulet masaları ile donanmış
bir kumarhane açılması ile neticelendi.
Kumarhanenin kurucusu, Mario Serra adında bir
İtalyan idi... Çok meşhur bir dalgıcın dört oğlunun
en küçüğüydü ve o yıllarda yıldızı henüz parlamakta
olan Benito Mussolini’ye oldukça yakın olan ailesi
batık gemi çıkarma işinden büyük paralar kazanmıştı.
YILDIZ PARKI REZALETİ
Mario kumarhane işletmeciliğine 1914’te merak salmış
ama dünya savaşının çıkması üzerine ara vermek
zorunda kalmıştı. Daha fazla para kazanmak hırsı ile
yine kumarhane sektörüne döndü, şirketler ve
bankalar arasında finans zinciri kurarak yüklü bir
sermayeye sahip oldu. Çanakkale Savaşı sırasında
batırılan savaş gemilerini çıkartma bahanesi ile
1925’te Türkiye’ye gitti ama bu işten vazgeçerek
İstanbul’da lüks bir kumarhane kurmanın yollarını
aramaya başladı ve bir sene içerisinde gereken
izinleri aldı!
Yıldız Sarayı kumarhane olacak, işletmesini de
Mario’nun şirketi yapacaktı...
Kumarhane, 1926’nın 26 Eylül’ünde açıldı. Mario
Serra işi daha da büyütecek, Yıldız’da kumarhanenin
yanısıra dans salonları, tenis kortları, binicilik
alanları ve golf klübü açmaya heveslenecek, üstelik
bu kadarla da kalmayacak, enkaz halindeki Çırağan
Sarayı’nı da milletlerarası bir otele
dönüştürecekti...
Yıldız’daki kumarhaneye Türkler’in girmesi
yasaktı ama yasak sadece kağıt üzerinde idi.
İstanbul sosyetesi rulette her gece servetler
kaybediyor, Balkanlar’dan lüks trenlerle getirilen
müşteriler de Serra’nın gelirini kat kat
arttırıyorlardı... Mario artık ayda bir milyon liret
kazanıyor ve kazandığından fazlasını otel projesine
yatırıyordu. Ama, 1927 Eylül’ünde kumarhanenin
kapısında yaşanan bir hadise Mario’nun rüyalarının
da, Yıldız Gazinosu’nun da sonunu getirdi. İçeriye
girmesine izin verilmeyen kumar meraklısı bir subay
reddedilmeyi şeref meselesi yaptı, silahını şakağına
dayayıp tetiği çekti ve oracıkta can verdi! Ankara,
haberi alınca kumarhaneyi hemen kapattı! Mario
bankalara sekiz milyon liret borçlanmıştı,
sözleşmeye uymadığı iddiası ile Türkiye’yi dava etti
ama davayı kaybetti ve tam o günlerde İtalya’da
hakkında iki ayrı tutuklama kararı çıktı. İstanbul’u
terketti, sahte kimlikle İtalya’ya girmeye
çalışırken yakalandı ve tutuklanıp hapsedildi.
UÇAKLA KUMAR TURU
Bir zamanlar hilafet merkezi olan Yıldız
Sarayı’ndaki kumarhane kapanmış ama İstanbul’daki
diğer kumarhaneler milletlerarası bir zincirin
halkası haline getirilmişti... İşin ardında İtalyan
bankaları ile büyük şirketler ve bizzat Mussolini
vardı ve organizatörler zengin müşteri bulabilmek
için bu defa hükümetin de desteği ile başka bir yol
denediler: O senelerde yeni yeni yaygınlaşan yolcu
uçakları ile İstanbul’a zengin kumarbazları para
almadan taşımaya, yani kumar turları yapmaya
başladılar... Brindizi’de ve Atina’da şanslarını
deneyen kumarbazlar uçakla İstanbul’a getiriliyor,
İstanbul’dan da Rodos’a götürülüyorlardı...”.
İstanbul’a 1920’li senelerde hakim olan
uluslararası kumar endüstrisinin ne zaman ve nasıl
son bulduğu ise, hala meçhul!
Habertürk, Yazı Murat Bardakçı, 03.03.2013
|
1.5 MİLYON YILLIK SIR!

Denizli'deki bir mermer fabrikasında traverten
kesimi yapan işçilerin dikkati, yaklaşık 1 milyon
500 bin yıl öncesinden kalma gergedan fosilini
ortaya çıkardı.
Denizli Kaklık beldesi
Ballıkboğazı mevkisinde bulunan ve daha önce de
pek çok fosilin bulunduğu bilinen traverten
ocakları, tabiat tarihi açısından çok değerli bir
bulguyu daha gün ışığına çıkardı.
İhracata yönelik üretim yapan bir mermer firmasına
ait fabrikada travarten bloku kesimi yapıldığı
sırada, işçilerin dikkati sayesinde 1,5 milyon
yaşında olduğu tespit edilen gergedan fosili
bulundu.
Habertürk, 03.03.2013
|
BİZANS SARAYI'NIN ÜSTÜNDE OTURUYOR!

Milli Gazete Yazarı Mehmet Şevket Eygi’nin
oturduğu ev başına dert açtı. Vatan Gazetesi'nin
haberine göre, hazine, Eygi’nin 30 yıldır ikamet
ettiği Sultanahmet Kutlugün Sokak’taki evini altında
Bizans Magnaura Sarayı kalıntıları olduğu
gerekçesiyle boşaltmasını istedi. Eygi’nin tapusunun
iptali de isteniyor.
80 yaşındaki Eygi Hazine’nin gönderdiği tebligatı
alınca şaşkına döndü: “Tapusu bana ait olan evimi,
altında Magnaura Sarayı kalıntıları olduğu
gerekçesiyle istimlak parası ödenmeden boşaltmam
isteniyor. Magnaura kalıntıları 1 kilometre
uzunluğunda olup oturduğum evin hemen yanında birkaç
parça kalıntısı da bulunuyor. Tarihi yarımadanın
altı tarihi kalıntılarla dolu. Kazmayı vurduğunuz
yerden fışkırır. Koca Suriçi’nde sadece benim evimin
seçilmesi manidar geliyor.”
Oturduğu binanın üç katlı olduğunu belirten Eygi,
şunları anlattı: “Benimle birlikte diğer oturanlar
da mağdur olacak.
Hazine, Bizans kalıntılarını bahane ediyor. Ancak
tapu sahiplerine istimlak bedeli verilmeyeceği,
mahkeme yolunun açık olduğu yazan tebligatlar
gönderildi. Bu yaştan sonra mahkeme sonucunu görmeye
yetecek ömrüm olur mu bilemiyorum! Oturduğumuz
binanın bitişiğinde kemer şeklinde birkaç yıkık
tarihi eser ve parça bulunuyor. Bu tarihi kalıntılar
izinsiz olarak restore edildi. Kimse gelip de
buralarda ne oluyor demedi!”
Mehmet Şevket Eygi, rant mafyasından endişeli
olduğunu söylüyor: “Devlet tapulu meskenimin
iptalini istiyor. Üstelik istimlak bedeli vermeden.
Mahkeme masrafı da bana ait olacakmış. Madem mülkümü
alıyorsun bari değerini ödensinler. Endişem rant
mafyası. Elimizdeki mülkün arazi rantçılarına peşkeş
çekilmesinden endişeliyim.”
Yapı, 02.03.2013
******
'BİZANS SARAYI'
ÜZERİNDE OTURANLARA 'ÇIKIN' DENDİ, TEPKİ GELDİ

Sultanahmet’te Bizans
döneminden kalan ve aralarında Magnaura Sarayı’nın
da olduğu büyük saray üzerindeki yapı sahiplerine,
Hazine’den “evleri boşaltın” tebligatı gönderildi.
Hazine’nin gönderdiği tebligatlar Kutlugün
Sokak’taki Kutlugün Apartmanı sakinlerinin eline
ulaştı. Aralarında Milli Gazete yazarı
Mehmet Şevket Eygi’nin
de olduğu apartman sakinlerinin bedelsiz bir şekilde
evlerini boşaltmaları istendi. Sokakta oturan ve
işyeri olan vatandaşlar tebligatın kendilerine de
gönderilmesinden endişe ediyor.
Mimarlar ve şehir
plancıları Hazine’nin büyük saray üzerindeki
yapıları bedelsiz boşaltamayacağını dile getirdi.
Uzmanlar, yapıların şimdiki mülk sahipleri
tarafından yapılmadığını belirterek Hazine’nin ya da
Belediye’nin evleri boşaltılacak kişilere yeni yer
göstermeleri gerektiğini ifade etti. Uzmanlar ayrıca
saray kalıntıları üzerinde yer alan evlerin
İstanbul’a yerleşen İngiliz, Alman ve Fransızlar
tarafından yapıldığını söyledi.
Sokak sakinleri
tedirgin
Hüseyin İstemil’in
Taraf’taki haberine göre, Kutlugün Sokak ve civar
sokaklarda oturan ya da işyeri sahibi olan
vatandaşlar tedirgin bir bekleyiş içinde. Aynı
sokakta işletmeci olan
Nazmi Toprak,
“Sultanahmet bölgesinin altı tamamen tarihi Bizans
kalıntısıyla dolu. Bütün alanı yıkmaları gerekir.
Bir de bu binalar çok uzun zaman önce yapıldı” dedi.
Evinin Kutlugün Sokak’ta
bulunduğunu söyleyen
Mehmet Sait Altuncu, “Tebligatlar henüz bize
gelmedi ama duruma bakılırsa bize de gelecek gibi.
Ancak daha önce aynı sokağa lüks bir otel yapıldı;
yeni binalar inşa edildi kimse ‘sen ne yapıyorsun’
demedi” şeklinde konuştu.
Mehmet Şevki Eygi
de konuyla ilgili daha önce yaptığı açıklamada,
“Tapusu bana ait olan evimi, altında Magnaura Sarayı
kalıntıları olduğu gerekçesiyle istimlak parası
ödenmeden boşaltmam isteniyor. Magnaura kalıntıları
bir kilometre uzunluğunda olup oturduğum evin hemen
yanında birkaç parça kalıntısı da bulunuyor. Tarihi
yarımadanın altı tarihi kalıntılarla dolu. Kazmayı
vurduğunuz yerden fışkırır. Hazine, Bizans
kalıntılarını bahane ediyor. Ancak tapu sahiplerine
istimlak bedeli verilmeyeceği, mahkeme yolunun açık
olduğu yazan tebligatlar gönderildi” diyerek karara
tepki göstermişti.
Bizans sarayı, 100 bin
metrekare bölgeyi kapsıyor
Uzman Arkeolog
Ali Rıza Gökçe,
alanda bulunan evlerin altında bir arkeoloji
çalışması yapılması durumunda sarayın geri kalan
kalıntılarının da ortaya çıkacağını söyledi.
Gökçe, sözlerine şöyle
devam etti: “Alanda bulunan evlerin neredeyse tamamı
saray kalıntıları üzerinde yer alıyor. Sarayın çok
daha geniş bir alana yayıldığı apaçık. Bölgede bir
arkeoloji kazısı yapılırsa sarayın geri kalan
kalıntıları da bulunabilir.”
Magnaura Sarayı Doğu
Roma’yı kuran Constantinus tarafından İstanbul’a
yerleştikten sonra günümüzde Sultanahmet alarak
bilinen yerde inşa edilen dört büyük saraydan en
büyüğü. 100 bin metrekare alan üzerine kurulmuş olan
saraylar arasında en büyüğü olan Magnaura Sarayı, 1.
Constantinus tarafından Milattan önce 337 ve 324
yılları arasında elçilerin kabul edilip
toplantıların düzenlediği yer olarak kullanılmıştı.
T24, 05.03.2013
|
GÜN YÜZÜNE ÇIKARILMAYI BEKLEYEN "KENT"
Kastamonu'nun Çatalzeytin
İlçesi'ndeki Ginolu
Kalesi'nin 15 mil açığında, Karadeniz'in 103 metre
derinliğinde olduğu belirlenen 'batık kent', gün
yüzüne çıkarılmayı bekliyor.
Çatalzeytin Belediye Başkanı Musa İhsan Uğuz, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, tarihi MÖ 5.
yüzyıla kadar uzanan Ginolu bölgesinin 15 mil
açığında 2010 yılında yapılan ön araştırmalarda 103
metre derinlikte 2 bin 100 metre uzunluğunda batık
kent olduğunun tespit edildiğini söyledi.
Sular altındaki yerleşim yerinin tarihi hakkında
net bilgi bulunmadığını belirten Uğuz, şöyle
konuştu:'Batık kentin gün yüzüne çıkarılmasının
insanlık tarihine ışık tutacağına inanıyoruz.
Geçtiğimiz yıllarda batık kentte yer alan mermer
sütunların bir bölümü karaya vurdu. Tamamen el
işçiliğiyle yapıldığı gözlenen bu sütunu ilçe
merkezindeki tarihi hamamın bahçesinde sergiliyoruz.
Kentin gün yüzüne çıkarılması konusunda destek
bekliyoruz. Ön araştırmalarda denizin dibinde en sığ
yeri 93 metre olmak kaydıyla 2 bin 100 metre
uzunluğunda ve 100 metre genişliğinde bir batık kent
tespit edildi.İsteğimiz bu batık kentin
ayrıntılarıyla incelenerek gün yüzüne
çıkarılmasıdır. Yerel imkanlar ölçüsünde çalışma
yapmamız mümkün değil. Yetkililerimizden bu konuda
destek bekliyoruz.'
'Akdeniz, Karadeniz'e akmıştır'
Batık kentin detaylarıyla incelendiğinde tarihe
yön verecek bulguların elde edileceğini savunan
Uğuz, Akdeniz'in Karadeniz'e aktığını iddia etti.
Çatalzeytin'in ilk yerleşim yerinin düz bir alan
olduğunu anımsatan Uğuz, 'Batık kentin detaylarıyla
araştırılması Karadeniz tarihine de ışık
tutacaktır.Burası gün yüzüne çıktığında Akdeniz,
Karadeniz'e mi akmış, yoksa tersi bir durum mu
olmuş, bu soru da netlik kazanacak. Düşüncemize göre
Akdeniz, Karadeniz'e akmıştır. İnanıyoruz ki buradan
tarihe yön verecek bulgular elde edilecektir'diye
konuştu. Araştırmacı Hayati Tahsin Yılmaz da
denizden çıkan tarihi kalıntıların batık kentin
göstergesi olduğunu söyledi.'Geçmişte, İstanbul ile
Sinop arasında insanların yaşamış olabileceği
düzlüklerin bulunduğunu biliyoruz' diyen Yılmaz,
'Böyle bir düzlük Abana ile Ayancık arasında da var.
Denizden çıkartılan sütunlar ve tarihi kalıntılar
bölgede batık bir kent olduğunun göstergesi
niteliğindedir. Bu konuda birçok örnekler var ancak
net bilgiler batık kentin güz yüzüne çıkartılmasıyla
birlikte elde edilecektir' şeklinde konuştu.
Yapı, 02.03.2013
|
MERDİVEN ALTINDAN TARİH ÇIKTI!
Osmaniye’nin Kadirli İlçesi'nde polisin düzenlediği operasyonla bir evde saklanan ve Roma dönemine ait olduğu sanılan işlemeli bronz lahit ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre Kadirli polisinin yaptığı çalışmalar sonucu kurtuluş mahallesinde İ.K. ye ait evde tarihi eser olduğu bilgisine ulaşan ekipler harekete geçti. Polisin eve düzenlediği operasyonda merdiven altına battaniye arasına gizlenmiş Roma dönemine ait olduğu sanılan üzerinde tanrıça işlemeleri bulunan bronz lahit ele geçirildi.
Olay ile ilgili olarak daha önce de tarihi eser kaçakçılığı suçundan sabıkası bulunan ev sahibi İ.K. gözaltına alındı. El konulan tarihi eser incelenmesi için Osmaniye il müze müdürlüğü yetkililerine teslim edildi.
Olay ile ilgili gözaltına alınan İ.K. emniyette ki işlemlerinin ardından adli makamlara sevk edilecek.
Milliyet, 02.03.2013
|

|
MISIR'DA FİRAVUNDAN KİRALIK PİRAMİT
Mısır ülkenin borçlarından kurtulma sürecini
hızlandırmak adına başta piramitler olmak üzere pek
çok turistik öğeyi 200 milyar dolara kiralamaya
hazırlanıyor. Mısır Maliye Bakanlığı, Kültür ve
Tarih Bakanlığına gönderdiği mektupla, ülkeyle
özdeşleşen tarihi değerleri, uluslararası turizm
şirketlerine kiralayarak, ekonomisini düzeltmeyi
amaçlıyor.
Söz konusu uygulamanın uluslararası turizm
şirketleri arasında yapılacak açık artırma ile
gerçekleştirileceği belirtiliyor. Mısır'ın bu
operasyondan 200 milyar doları kasasına kazandırması
halinde ülke borçlarını ödeyip, onlarca yıl boyunca
ekonomik kriz çekmeden varlığını sürdürebilecek.
Bu kararın uygulamaya geçilmesiyle birlikte ülke
ekonomisindeki kriz sürecini çok daha hızlı bir
şekilde yönetileceği belirtilirken, kiralamaya en
yakın ismin ise Körfezin en zengin ülkelerinden
Katar olduğu öne sürülüyor. Mısır'ın eski Başbakanı
Hüsnü Mübarek'in görevi bırakması için yoğun destek
veren Katar, Mısır'ın böyle bir düzenlemeyi harekete
geçirmesi halinde 200 milyar dolar karşılığında bu
tarihi yerleri 5 yıllığına kiralamak için
hazırlandığı iddia ediliyor.
Ülkenin söz konusu hazırlığını doğrulayan Mısır
Yüksek Tarih Kurulu Adel Abdel Sattar Katar ya da
diğer Körfez ülkelerinin söz konusu uygulama ile
ilgilendiği iddialarını reddederek, "Ocak ayı
başında ülkenin Maliye Bakanı tarafından bana
gönderilen planı gördüğümde büyük bir sürpriz
yaşadım. Mısır Anıtlar Kurulu'na gelen öneride, Giza
piramitleri, Sfenksler, Abu Simbel Tapınağı ve Luxor
tapınağının uluslararası turizm şirketlerine
kiralanması yer alıyor" diye konuştu.
Büyük Piramit, 145,75 metreydi ama şimdi 10
metresini kaybettiği kabul ediliyor. 43 yüzyıl
boyunca dünyanın en yüksek yapısıydı, ancak 19.
yüzyılda geçilebildi. Yüzeyi yumuşak ve
düzleştirilmiş taşlarla kaplıydı, kalıntısı hala
görülebilmektedir. Eğimi 54 derece 54 dakikadır.
Tabanının dörtkenarı tam ölçüldüğünde ve yönleri
belirlendiğinde kusursuzdur.
Yedi harikadan biri
Mısır'ın en önemli tarihi öğesi olan Gize
Piramitleri, Keops, Kefren ve Mikerinos'tan
oluşuyor. Bu üç piramitten sadece Keops (Khufu
olarak da bilinir) Dünya'nın yedi harikası'ndan
biri. Genel kanı, Giza piramitlerinin üçünün de 7
Harika kapsamına alındığıdır ama belirtilen piramit,
4. Hanedan'dan Mısır Firavunu Khufu'nun, bilimsel
saptamalara göre anıt-mezar olarak MÖ 2560'ta
yaptırdığı Büyük Piramit'tir.
Mısır'da yaşanan halk ayaklanması Mübarek'in
devrilmesiyle sonuçlanırken bu süreçte yaşanan
karışıklıklar turizm gelirlerinin 2011 yılında yüzde
30 azalmasına neden oldu. 2010 yılında 14.7 milyon
turist çeken Mısır'da bu rakam 2011 yılında 9.8
milyona geriledi. Turizm gelirleri ise 2010 yılında
12.5 milyar dolardan, 8.8 milyar dolara indi. 2012
yılı içinse 14.7 milyon turist ve 12.5 milyar dolar
gelir açıklanması bekleniyor.
Sabah, 02.03.2013
|
KATAR SARAYLARINDA BİR TÜRK RESSAM

Katarlı Al-Thani ailesinin
saraylarının dizaynında Osmanli Imparatorlugunu konu
alan sayısız eserler üreten türk ressam Haydar
Hatemi'ye danışılıyor.
Haydar Hatemi, Avrupa,
Amerika ve Ortadogu ülkelerinin pek çoğunda
eserleri sergilenen dünyaca ünlü bir Azeri
kokenli Türk ressamı. Şimdiye kadar Osmanli
Imparatorlugunu konu alan sayısız eserler
üreten Hatemi, başarısının sırrını 'kendi
kültürüne sadık kalma ve sahip çıkma' olarak
özetliyor. Sanat hayatına klasik
minyatür tekniğiyle başlayan Haydar,
kısa zamanda Osmanlı
imparatorluğunu konu alan
tablolarıyla Orta Doğu'da geniş bir hayran
kitlesine sahip olmuş. Üniversite eğitimi
sırasında ilk İran Kraliçesi, Farah Diba'nın
dikkatini çeken Haydar, İran hükümeti tarafindan
Prenses Diba'nin tavsiyesiyle
ödullendirilmiş.
Haydar Hatemi su anda
sanat hayatına Katar,
İstanbul ve Amerika arasında mekik
dokuyarak devam ediyor. Hatemi, Katar kraliyet
ailesine son
15 senedir sayısız eserler üretmekte ve üretmeye
devam ediyor. Atölyesini 1997 yılında
Türkiye'den Amerikaya taşıyan
sanatçı, Türkiye
ile olan bağını hiç kesmemis. Katarlı Al-Thani
ailesinin saraylarının
dizayninda Haydar Hatemi'ye danışıyor ve
Osmanlı saraylarını kendilerine örnek alıyorlar.
Üretilen eserler genelde klasik tarzda ve
Osmanlı İmparatorluğu ve
İstanbul'un ihtisamını konu alıyor.
Haydar Hatemi Katar Kraliyet
ailesini Türk
sanatını anladığını ve beğenisinin çok
yüksek olduğunu dile getirerek, “beğeni düzeyi,
gerçek sanatı
ayırt edebilme içgüdüsü çok yüksek. Bu nedenle
muzadelerde devamlı sanat
eserleri satın alıyorlar.
Dünya'da sanata en
cok yatırım yapan
ülke Katar ” Haydar Hatemi, yine Osmanlı
İmparatorluğunu konu alan
projelerini önümüzdeki
günlerde Amerika'ya ve
Avrupa ülkerine taşıyacak.
Haber 7, 01.03.2013
|
ASLAN YÜREKLİ RICHARD'IN YÜREĞİ AÇILDI!

İngiltere tarihinin efsane
krallarından Aslan Yürekli Richard'ın yüreğine, ölüm
nedeni belirlemek üzere yaklaşık 800 yıl sonra ilk
kez otopsi yapıldı. Otopsi, tarihte yazılanların
aksine Aslan Yürekli'nin zehirli ok yarasından
ölmediğini ortaya koydu.
BBC 'nin haberine göre, 3. Haçlı
seferlerinin en önemli ismi olan ve
İngiltere Kralı olmasına rağmen
hayatının büyük bölümünü
Fransa 'da geçiren Aslan Yürekli
Richard'ın yüreği, 1839 yılında, kurşun bir
kutu içinde Fransa'nın Rouen bölgesindeki
Notre Dame katedralinde bulunmuştu.
Aslan Yürekli'nin öldüğü tarihte gelenek
olduğu üzere, cesedi parçalara ayrılmış ve
yüreği Rouen'deki katedrale gömülürken, iç
organları orta Fransa bölgesindeki Limoges
yakınlarında bulunan Chalus'a, gövdesi ise
kuzeyde Fontevraud Abbey'e gömülmüştü.
Bir zahirli ok yarasıyla öldürüldüğü sanılan
I. Richard'ın yüreği 1839 yılında yapılan
bir kazıda bulunduktan sonra aynı kilisede
saklanmaya devam etmişti.
Poincare Üniversitesi Hastanesi'nden Dr.
Philippe Charlier başkanlığındaki bir adli
tıp heyeti Aslan Yürekli'nin yüreğine ilk
kez otopsi yaptı.
Otopsi sonucunda Aslan Yürekli Richard'ın
zehirli bir ok yarasıyla öldüğüne dair bir
bulguya rastlanmadı.
Dr. Charlier, "Yürek üzerinde mikroskobik,
toksikolojik ve polen analizi yapıldı.
İncelememizde hiçbir siyanür ya da başka bir
zehire rastlanmadı. Yürek üzerinde nisan,
mayıs ya da haziran aylarında öldüğünü
gösteren polen izlerine rastlandı" diye
konuştu.
Radikal, 01.03.2013
|
TOKAT'TA LAHİT MEZAR ELE GEÇİRİLDİ
Tokat'ta, kamyonette samanların arasına gizlenmiş
lahit mezar ele geçirildi, 1 kişi gözaltına alındı.
Tokat Valiliği'nden yapılan yazılı yazılı
açıklamaya göre, İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık
ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü
ekipleri, yaptıkları yol kontrolünde E.A. isimli
şahsa ait kamyoneti durdurdu.
Kamyonette yapılan aramada, samanların içine
gizlenmiş ve MÖ 330'lu yıllara ait, Hellenistik
dönemi yansıttığı bildirilen lahit mezar ele
geçirildi. E.A. isimli şahıs jandarma ekiplerince
gözaltına alındı.
Mezar, Tokat Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.
Zaman, 01.03.2013
|
 |
KLEOPATRA'NIN KIZKARDEŞİ EFES'TE
Dünyanın en güzel kadın ikonlarından biri olarak kabul edilen eski Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın öldürttüğü kız kardeşi Prenses Dördüncü Arsinöe'nin mezarının İzmir'de olduğu iddia edildi.
İddianın sahibi ise Avusturya Bilimler Akademisi'nden arkeolog Dr. Hilke Thuer. Daha önce de Arsinöe'nin mezarının İzmir Efes Harabeleri'nde bulunduğunu öne sürdüğünü belirten Thuer, "Şimdiye kadar kemiklerin üzerinde sağlıklı bir DNA testi yapamadık. Çünkü 2 bin yıl önce öldürülen Arsinöe'nin kalıntıları fazlasıyla tahriş olmuştu. Yeni nesil adli tıp yöntemleri ile bunu kanıtlayacağız. Örneğin 3 boyutlu çizimler gibi" diyor. Babalarının ölümünden sonra oluşan iktidar kavgasında Roma İmparatoru Jül Sezar, Kleopatra'ya destek verdi. Arsinöe de Roma ordusuna direnenlerin tarafını seçti. Savaşı Kleopatra ve Sezar kazanınca Arsinöe de Efes'e sürgüne gönderildi. İnanışa göre Kleopatra, daha sonra kendisine tehdit olarak gördüğü kız kardeşi Arsinöe'yi yeni aşkı olan Mark Antony'ye öldürttü.
Sabah, 01.03.2013
|
HEYKELLERİ KORUMAK İÇİN ÖRTTÜLER

Ordu’da, kimliği belirsiz kişi veya kişiler
tarafından sprey boyayla tahrip edilen 6 heykel,
önce temizlendi. Ardından 4’ü MOBESE kameralarının
bulunduğu parklara yerleştirildi. Diğer 2’si ise
bulunduğu parkta örtüyle korunmaya alındı. Ordu
Belediye Başkanı
CHP ’li Seyit Torun, heykellerin örtüyle
korunduğunu, 15 gün sonra kaldırılıp başka yerlere
yerleştirileceğini söyledi.
Ordu Belediyesi’nin geçen yıl Ağustos ayında
2’ncisini düzenlediği Uluslararası Taş Heykel
Sempozyumu’nda 8 heykeltraş tarafından yapılan 12
heykelden 6’sı, Bahçelievler Mahallesi’ndeki Tayfun
Gürsoy Parkı’nda sergilendi. Heykellerin 6’sı ise
kentin değişik noktalarındaki çeşitli parklara
yerleştirildi. Ancak Tayfun Gürsoy Parkı’nda bulunan
6 heykel kimliği belirsiz kişiler tarafından sprey
boyalarla tahrip edildi. Üzerlerine müstehcen
cümleler yazan kişiler, heykellere zarar verdi.
Bunun üzerine belediye tarafından temizlenen
heykellerin 4’ü MOBESE kameralarının da bulunduğu
parklara yerleştirilirken, 2 heykel Tayfun Gürsoy
Parkı içerisinde bırakıldı. Heykellerin yeniden
tahrip edilmemesi için bu kez tedbir alan Ordu
Belediyesi, örtüyle 2 heykeli korumaya aldı.
Ordu Belediye Başkanı Seyit Torun, sprey boya ile
daha önce tahrip edilen heykellerin, Erzurum
Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Heykel Bölümü Yüksek Lisans öğrencileri tarafından
temizlendiğini hatırlatarak, "Tayfun Gürsoy
Parkı'mızda 2 heykelimiz bulunuyor.
Temizliği
yapıldı, yaklaşık 15 gün sonra heykeller buradan
taşınacak. Birini Boztepe’ye, diğerini de başka bir
parka koymayı planlıyoruz. Daha önce heykeller
tahribata uğradığı için bu kez örtüyle taşınıncaya
kadar koruma altına aldık. Diğer heykellerin
bulunduğu parklarda ağırlıklı olarak MOBESE
kameraları bulunuyor. Bu şekilde heykelleri
koruyoruz" dedi.
Başkan Seyit Torun, heykellerin turizme de katkı
sağladığına dikkat çekerek, "Kente kazandırdığımız
bu güzelliklerin korunması gerekiyor. O nedenle
hemşerilerimizin bu eserlere sahip çıkıp
korumalarını istiyoruz" diye konuştu.
Radikal, Haber: Nedim Kovan, 28.02.2013
|
ASIRLIK EL YAZMALAR
BURADA MUHAFAZA EDİLİYOR
İçlerinde Abdullah
el-Hatib Tebrizi tarafından 677 yıl önce yazılan
''Işıkların Kaynağı'' adlı el yazmasının da
bulunduğu 6 bin 600 adet Osmanlıca, Arapça ve Farsça
eser, Erzurum'daki Yazma Eserler Kütüphanesi'nde
muhafaza ediliyor.
Erzurum Yazma Eserler
Kütüphanesi Müdürü Selahattin Durgun, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, 1336 yılında yazılan ''Işıkların
Kaynağı''nın günümüze kadar ulaştığını belirterek,
kitabın kütüphanede bulunan en eski eser olduğunu
ifade etti.
Dili Arapça olan kitabın
üslubunun ağır olduğunu ve 411 sayfadan oluştuğunu
ifade eden Durgun, ''Kitap, hac, dünya, keramet gibi
insanların bugün de ihtiyaç duyduğu 410 konu
içeriyor. İl Halk Kütüphanesi Müdürlüğü'ne 1914
yılında hediye olarak verilmiş'' dedi.
Durgun, tarihin bütün
ilmini kitapta görmenin mümkün olmadığını ancak,
asırlar önce yazılan kitabın günümüz konularıyla
yakından ilişkili olduğunu belirterek, şunları
kaydetti:
''İlimlerin kendi
arasında konuları vardır. Bu eser ilimlerin bir
kısmını içeriyor. İçeriğinde hayatla ilgili konular
var, mesela hesap, hac, dünya, keramet, temizlik,
yemek yeme adabı ve şiir gibi daha birçok konuda
okurlara ufuk açan kitapta, 410 farklı konudaki
konuya ışık tutuluyor.''
Yazma eserler içinde
edebiyat, tarih, matematik, astronomi, din, felsefe,
mantık sosyal ve fen bilimleri konularının
bulunduğunu anlatan Durgun, eserleri korunma oranı
en yüksek odalarda muhafaza ettiklerini kaydetti.
Eserlere dokunulmadığına
ve temizliğinin de yapılmadığına dikkati çeken
Durgun, sözlerini şu şekilde sürdürdü: ''Çünkü
asırlık eserlerin temizlikten göreceği zarar
orijinalitelerini bozmakta. Dışarı çıkaramıyoruz,
özel muhafaza ediyoruz. Isıdan zarar görecekleri
için nemlendirilmesi özel yapılıyor. Güneş görmeyen
yerde bulunuyor. Kütüphanede Arapça, Farsça ve
Osmanlıca yazılmış toplam 6 bin 600 eser
bulunuyor.''
El yazması eserlerin
fotoğraflanarak dijital ortamda kullanıcılara
sunulduğunu belirten Durgun, ''Yazma ve basılmış
eserlerin tümüne yakınını bilgisayar ortamına
aktardık. Bu kitaplara hemen ulaşabilme imkanını
sağladık. Eserlerden akademisyenler, doktora ve
yüksek lisans öğrencileri faydalanıyor.'' dedi.
Durgun, Doğu Anadolu
Bölgesi'nde tek yazma eser kütüphanesi bulunduğuna
dikkati çekerek, ''Ağrı, Ardahan, Artvin, Erzurum,
Kars, Muş, Rize ve ilçe merkezlerindeki yazma ve
basma eserlerin bilgileri geldi, bunlar Erzurum'da
toplanacak. Ayrıca vatandaşların da elinde bulunan
el yazması ve basma eserleri satın alma yoluyla
temin edip kullanıcıların istifadesine sunacağız''
diye konuştu.
Manşet Gazetesi,
28.02.2013
|
STADYUMDA 2 UYGARLIĞA AİT 11 İSKELET
Peru'nun Başkent Lima'da Peru Spor Köyü'nün içinde bulunan Huaca Tupac Amaru arkeolojik kazı bölgesinde iki ayrı medeniyete ait 11 iskelet ortaya çıkarıldı. Peru futbol takımının antrenman yaptığı stadyuma birkaç metre uzaklıkta yapılan kazı çalışmasının sorumlusu arkeolog Fernando Herrera, üç iskeletin MS 200-700 yıllarına, diğer sekizinin ise MS 1000-1400 yılları arasında yaşamış Yschma kültürüne ait olduğunu söyledi.
Sabah, 28.02.2013
|
TAKSİM TOPÇU KIŞLASI İÇİN SON KARAR VERİLDİ

Hürriyet Gazetesi’nden Fatma Aksu’nun haberine
göre Gezi Parkı’nın yerine 1940 yılında yıkılan
Topçu Kışlası’nın yeniden yapılmasına ilişkin
projeyi “Gezi Parkı’nın tarihe tanıklık ettiği”
gerekçesiyle uygun bulmayarak oybirliğiyle reddeden
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu’nun kararı, Koruma Yüksek Kurulu’ndan döndü.
Koruma amaçlı imar planları ile bunların her türlü
değişikliklerini inceleyip onaylama yetkisine sahip
olan Yüksek Kurul’un kararı, aynı zamanda nihai
karar sayılıyor.
Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat
varlıklarıyla ilgili hizmetlerin, bilimsel esaslara
göre yürütülmesini sağlamak üzere kurulan ve üst
kurul olarak kabul edilen Kültür Bakanlığı’na bağlı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu,
Topçu Kışlası’nın yapımını onaylamış oldu. Yasaya
göre, Koruma kurum ve kuruluşları (belediyeler
dahil) ile gerçek ve tüzel kişiler, Koruma Yüksek
Kurulu ve koruma kurullarının kararlarına uymak
zorunda.
Koruma kurullarınca alınan kararlar nedeniyle
uygulamada doğan genel sorunları değerlendirerek
nihai görüş veren Koruma Yüksek Kurulunun tabii
üyeler dışındaki altı üyesi, koruma kurulu
başkanları arasından Kültür Bakanı tarafından
belirleniyor.
Koruma Yüksek Kurulu yılda en az iki defa
toplanıyor. Bakanlık gerekli gördüğünde kurulu
olağanüstü toplantıya çağırabiliyor. Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ile Koruma
Kurulları Yönetmeliği’nde, üst kurulun görevleri
şöyle sıralanıyor:
“Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat
varlıklarının korunması ve restorasyonuyla ilgili
işlerde uygulanacak ilkeleri belirlemek. Koruma
kurulları arasında gerekli koordinasyonu sağlamak.
Uygulamada doğan genel sorunları değerlendirerek
görüş vermek suretiyle Bakanlığa yardımcı olmak.
Bakanlıkça tespit edilen veya ettirilen, korunması
gerekli kültür ve tabiat varlıkları ile Vakıflar
Genel Müdürlüğünce tespit edilen korunması gerekli
kültür ve tabiat varlıklarının tescilini ve
gruplandırılmasını yapmak. Korunması gerekli
taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının koruma
alanlarının tespiti yapmak. Korunması gerekli
taşınmaz kültür varlıklarından özelliklerini
kaybetmiş olanların tescil kaydını kaldırmak.
Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat
varlıkları ve bunların koruma alanlarının
kullanılmaları, kullanma şeklinin değiştirilmeleri
ile bu alanlar içinde inşaat ve tesisat yapılıp
yapılmayacağı konusunda karar almak. Naklinde
zorunluluk bulunan korunması gerekli kültür
varlıklarının uygulamaya yönelik işlemleri hakkında
görüş vermek. Korunması gerekli taşınmaz kültür
varlığı parsellerinde, taşınmaz kültür varlıklarının
mahiyetlerine tesir etmeyecek şekilde ayrılma ve
birleştirilmelerine ilişkin karar almak.”
Koruma Yüksek Kurulu ve koruma kurulları kararlarına
karşı İdari Yargıya süresi içinde itiraz
edilebiliyor. Bu tür kararlara karşı açılan
davalarda, İdari Yargı mercilerince iptal veya
yürütmenin durdurulması kararı verilmedikçe, koruma
kurulları başvuruları değerlendirebilir.
Öte yandan, Yüksek Kurul’un kararıyla ilgili
görüşlerini sorduğumuz İBB yetkilileri ise, resmi
yazı kendilerine ulaşmadan herhangi bir açıklama
yapamayacaklarını belirttiler.
2 NOLU KURUL NE DEMİŞTİ: GEZİ PARKI TARİHE
BELGELİK EDİYOR
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu’nun verdiği kararda şu ifadeler yer almıştı:
“Söz konusu alanda yapılan incelemeler sonucunda
ortaya konulan değerlendirmelerde, bu alanda
günümüzde mevcut olmayan Topçu Kışlası’nın yapım
yılı, mimarı, plan özellikleri, yapım detayları tam
olarak bilinmeyen ve söz edilen alanın tarihsel
olarak kullanımında kısmen mezarlık, daha sonra 1794
yılında yanan topçu kışlası, III. Selim döneminde
1803-1804 yıllarında yerine yapılan ikinci dönem
topçu kışlası, 1860’larda Abdülaziz döneminde
kapsamlı değişim ve dönüşüm sürecinde soğan
kubbeleri ve süslü cepheleri ile Hint ve Rus
mimarisini çağrıştıran özellikleri gösteren üçüncü
dönem, daha sonra yapının ortasında ilk milli
maçların oynandığı Taksim Stadı isimli
futbol sahası olarak kullanılan ve 1939-40
yıllarında yıkılan yapının yerine, günümüzde 60-70
yıllık kullanım değeri ile tarihe belgelik eden bir
nitelik kazanmış ve geçen sürede dönemin şehircilik
anlayışına uygun bir kararla İstanbulluların
kolektif belleğinde yer etmiş Taksim Gezi Parkı
kullanımının sıralandığı görülmektedir.”
KÜLTÜR BAKANLIĞI AÇIKLAMA YAPMIŞTI
Kültür ve Turizm Bakanlığı ise yaptığı açıklamada,
“Projenin oy birliği ile reddedildiği şeklindeki
haberlerin gerçeği yansıtmadığını belirtip, şu
açıklamada bulunmuştu: “İstanbul 2 Numaralı Kültür
Varlıkları Koruma Bölge Kurulu 11 Aralık 2012
tarihinde almış olduğu kararla ‘projede yapının
özgün mimarisini oluşturan iç mekan kurgusu, süsleme
özellikleri ve elemanları, yapının yapım dönemleri,
yapılan müdahaleler ve önceki dönemlerine ait
izlerle ilgili bilgi ve belgelerin eksik olması
nedeniyle Taksim Gezi Parkı’nı dikkate alacak
şekilde Cumhuriyet Caddesi’ne cepheli kesimde,
meydan ve çevresi ile işlevsel olarak uyum sağlayan
alternatif tasarım önerilerinin hazırlanarak Taksim
Gezi Parkı ve Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi
ile bütüncül olarak ele alınan Kentsel Tasarım
Projesinin birlikte iletilmesi halinde konunun
değerlendirilmesine’ hükmetmiştir. Taksim Meydanı
Kentsel Tasarım ve Topçu Kışlası Restitüsyon ve Yeni
Kullanım Projeleri bu hususlar doğrultusunda
hazırlandıktan sonra koruma bölge kurulunda yeniden
değerlendirilecektir.”
Radikal, 27.02.2013
******
TOPÇU KIŞLASI İÇİN SON KARAR VERİLDİ
Taksim Yayalaştırma Projesi'nin en önemli
ayağı Topçu Kışlası'na Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Yüksek Kurulu'ndan onay çıktı. Gezi Parkı'nın
yerine 1940'ta yıkılan Topçu Kışlası'nın yeniden
yapılmasına ilişkin projeyi "Gezi Parkı'nın tarihe
tanıklık ettiği" gerekçesiyle uygun bulmayarak
oybirliğiyle reddeden İstanbul 2 Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun kararı, Koruma
Yüksek Kurulu'ndan döndü. Koruma amaçlı imar
planları ile bunların her türlü değişikliklerini
inceleyip onaylama yetkisine sahip olan Yüksek
Kurul'un kararı, aynı zamanda nihai karar sayılıyor.
Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat
varlıklarıyla ilgili hizmetlerin, bilimsel esaslara
göre yürütülmesini sağlamak üzere kurulan ve üst
kurul olarak kabul edilen Kültür Bakanlığı'na bağlı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu,
Topçu Kışlası'nın yapımını onaylamış oldu. Yasaya
göre, Koruma kurum ve kuruluşları (belediyeler
dahil) ile gerçek ve tüzel kişiler, Koruma Yüksek
Kurulu ve koruma kurullarının kararlarına uymak
zorunda. Kurul'un kararının ardından İBB
yetkilileri, resmi yazı kendilerine ulaşmadan
açıklama yapamayacaklarını belirttiler.
Sabah, 28.02.2013
******
TOPÇU KIŞLASININ ASLINI YAPMAK MÜMKÜN DEĞİL

Topçu Kışlası'na dair elde bulunan tek belge
mühendis Jaques Pervititch'in çektiği fotoğraflar.
Bu fotoğraflarla kışlanın aslını yapmak mümkün
değil.
İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu, Taksim'e
yapılacak Topçu Kışlası projesini reddederken
tartışmaya yer bırakmayacak bir gerekçe açıklamıştı:
"Projede yapının özgün mimarisini oluşturan iç mekan
kurgusu, süsleme özellikleri ve elemanları, yapının
yapım dönemleri, yapılan müdahaleler ve önceki
dönemlerine ait izlerle ilgili bilgi ve belgelerin
eksik olması."
Başbakan'ın "Reddi reddedeceğiz"
açıklamasının ardından, üyelerinin büyük bir kısmı
bürokratlardan oluşan Yüksek Koruma Kurulu,
kendisine verilen talimatı yerine getirdi.
Daha önce de yazmıştım; şehir plancılığı açısından,
tamamen yok olmuş bir anıtın yeniden yapılması
gerekebilir. Ancak böyle bir durumda
rekonstrüksiyonun gerçekleşebilmesi için binalarla
ilgili teknik verilerin, içi yapıya ait detaylı
grafik kayıtların mevcut olması gerekir.
İstanbul'da Topçu Kışlası ile ilgili bu tür
kayıtların olmadığını biliyoruz. Ancak iktidarın ne
denli gülünç bir işe giriştiğini daha iyi
anlayabilmek için, 2 Numaralı Koruma Kurulu'nun
"binayla ilgili bilgi ve belgeler eksik"
ifadeleriyle özetlediği durumu somutlaştırmak
gerekiyor.
Bu konuda yaptığım kısa bir araştırma, Taksim
Meydanı'na nasıl bir ucube inşa edileceğini ortaya
koyuyor.
Klasik Osmanlı mimarisinin dışında bir bina
Vaktiyle Topçu Kışlası'nın bulunduğu alan,
İstanbul'un yerleşim yerlerinin dışında kaldığı için
mezarlıklara ayrılmıştı. Bu mezarlıklar Beşiktaş'a
kadar uzanıyordu. Bu alanda ahşap bir bina olarak
inşa edilmiş bir kışla yer alıyordu. Kışlada yangın
çıkınca Sultan III. Selim 1800'lerin hemen başında
muhtemelen Balyan Ailesi'ne bir bina yaptırdı. II.
Mahmut devrinde yangın geçiren bina Sultan
Abdülmecit döneminde restore edildi. Nedendir
bilinmez, bu restorasyon sırasında, benzerlerine
eski Babür şehirlerinde rastlanabilecek, Hint,
Moğol, Rus mimarisinden esintiler taşıyan eklemeler
yapıldı. Ortaya çıkan kışla, Osmanlı mimari
üslubunun bir hayli dışındaydı. Özellikle kışlanın
köşelerine eklenen soğan kubbeli kuleler, Taksim'de
bir Agra havası estiriyordu.
Kışla, yalnızca sigorta için fotoğraflandı
Bu son derece güzel kışla binasının o yıllarda
nasıl göründüğünü, İstanbul'da yaşayan Hırvat asıllı
harita mühendisi Jacques Pervititch sayesinde
biliyoruz. Son derece ilginç bir hayat hikayesi olan
Pervititch 1920'li yıllarda İstanbul'da bir sigorta
şirketi için çalışıyordu. İstanbul'daki önemli
binaların fotoğraflarını çeken ve topografya
çizimleri yapan Pervititch'in çalışmaları sigorta
şirketleri tarafından yapıların çevresindeki
riskleri saptamak için kullanılıyordu. Bu çizimler
ve fotoğraflar mimari amaçlı olmadığı için binayla
ilgili pek bir detay vermiyordu.
Koruma Kurulu "bilgi ve belge" eksik derken
aslında tam olarak bu durumu kastediyordu.
Topçu Kışlası'nın son olarak nasıl göründüğünü
Pervititch sigorta şirketi için yaptığı çalışmadan
biliyoruz. Binayla ilgili başka hiçbir şey
bilinmiyor.
Büyükşehir Belediyesi binayı yeniden inşa etmek
için yalnızca bu fotoğraflardan yararlanmak zorunda.
Bu konuyu Jacques Pervititch üzerine detaylı
araştırmalar yapan Tarih Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi
Şehir Plancısı Murat Güvenç ve İCOMOS'un eski
başkanı Mimar Cevat Erder'le de konuştum.
Alanlarında değerli çalışmalara imza atan iki isim
de Pervititch'ten günümüze ulaşan görsellerle bir
rekonstrüksiyon yapılamayacağı görüşünde. Hatta
Murat Güvenç'e göre bırakın rekonstrüksiyonu eldeki
verilerle kışlanın bir benzerini bile yapmak mümkün
değil.
Taksim Meydanı'na bir ucube geliyor.
Taraf, Haber: Ertan Altan, 04.03.2013
******
KIŞLANIN ORİJİNALİNDE
HİNT USULÜ SOĞAN KUBBELER VAR
Taksim Topçu Kışlası'nın
sadece eski fotoğraflar üzerinden hazırlanacak bir
projeyle yapılacak olmasıyla ilgili tartışmalar
sertleşiyor.
Son olarak Tarih Vakfı
Yönetim Kurulu Üyesi Şehir Plancısı Murat Güvenç
"Eldeki verilerle bırakın rekonstrüksiyonu kışlanın
bir benzerini yapmak bile mümkün değil" dedi.
Tartışmayı konunun taraflarına sorduk. İşte
yanıtları:
"Yeniden Yapımı
Mümkün Değil"
Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu:
"Projenin mimarı bize detaylı bir sunum yaptı.
Bilimsel gerçekler Topçu Kışlası'nın bu bilgi ve
belgelere bağlı olarak yeniden yapılmasının mümkün
olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Binanın
tarihi, cephe, plan iç mekan görünüşleri, üzerindeki
süslemelerin daha önceden tespit edilmiş ve
belgelenmiş olması gerekir. Koruma kurulu da
kararında bütün bunların eksikliğinden bahsetmiştir.
Ne projeyi yapan, ne onay veren yüksek kurul, ne de
başka ilgili bir kurum koruma kurulunun bu tespitini
ortadan kaldıracak ilave belge, bilgi ve doküman
ortaya koyamamıştır."
"Cephe Fotoğrafıyla
Olmaz"
Eski Koruma Kurulu Başkanı Prof.Dr. Mete Tapan:
(Projeye ret kararını veren 2 No'lu kurulun eski
başkanı) "Bölge kurulunun projeyi reddetmesinin
sebebi yeterli belge ve bulgunun olmamasıydı. Var
olan fotoğrafların da hangi döneme ait olduğunun çok
iyi belirlenmesi lazım. Çünkü binanın geçirdiği
değişimler var. Eldeki dokümanların sağlıklı olması,
sadece fotoğraflar değil planlarının da ortaya
çıkarılması gerekir. 2 No'lu Bölge Koruma Kurulu'nun
aldığı karar fevkalade bilimsel bir karardır. Sadece
cephe fotoğrafları üzerinden cephe oranlarını ve
süslemelerini uygulamanız yetmez."
"Belge ve Bilgiler
Sergilenecek"
Proje mimarı Halil Onur: "Eleştiriler sadece
yorumdan ibaret. Topçu Kışlasfyla ilgili belgelerin
çok büyük bir bölümü ilgili bölge koruma kurulu ve
sonrasında ek belge ve bilgilerle yüksek kurula
sunuldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Topçu
Kışlası'nın yeniden inşası projesine kaynaklık eden
belge ve bilgileri sergileme kararı aldı. Yakın bir
zamanda Taksim Meydanı'nda açılacak bir bilgi
merkezinde kamuoyuyla paylaşılacak. O zaman daha
objektif bir tartışma ortamının doğacağına
inanıyorum."
Habertürk, 06.03.2013
|
BÜYÜK İSKENDER YAPTIRDI, BÜYÜKŞEHİR ONARIYOR

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Makedonya
Kralı Büyük İskender'in inşa ettirdiği Kadifekale
surlarının restorasyon çalışmalarını Eylül ayından
bu yana sürdürüyor. Uzman bir ekibin yürüttüğü proje
kapsamında 1120 metre sur duvarı, 18 adet kule ve 5
adet destek duvarında sağlamlaştırma ve temizleme,
1420 metrelik koruma duvarında da onarım ve
tamamlama yapılacak.
Kadifekale'deki heyelan bölgesinin temizlenmesi
çalışmalarını tamamlayan ve tarihi Kale'nin çevreden
"görünür" hale gelmesini sağlayan İzmir Büyükşehir
Belediyesi, MÖ 334 yılında Pagos Dağı'nda
Makedonya kralı Büyük İskender'in isteği üzerine
yaptırılan tarihi Kadifekale sur duvarlarını da
restore ediyor. Eylül 2012'de İzmir Büyükşehir
Belediyesi tarafından başlatılan çalışmalar sonunda,
Kadifekale surları onarılarak sağlamlaştırılacak ve
temizlenecek.
Sanat tarihi, kimya, mimari ve restorasyon gibi pek
çok farklı alanda uzmanlaşmış bir ekip, 1120
metrelik sur duvarı, 18 adet kule ve 5 adet destek
duvarında sağlamlaştırma ve temizleme; 1420 metrelik
koruma amaçlı çevre duvarında ise onarım ve
tamamlama çalışmaları yapıyor. Kadifekale
surlarındaki çalışmaların yaklaşık 2 yıl içinde
tamamlanması öngörülüyor.
Sur Duvarları restorasyon çalışmasına başlanmadan
önce, çok titiz bir çalışmayla sur duvarlarının tüm
kotu, yüksekliği, yüzeydeki yapıları ve çevredeki
ağaçlar farklı açılardan ölçüldü. Ayrıca yüzeyde
görünen her taş parçası için tam ölçümler yapılıp en
küçük parçasına kadar düz bir şekilde görülebildi ve
buna göre proje çizimleri gerçekleştirildi. Malzeme
analizi ile sur duvarlarında kullanılan malzemeler
net biçimde ortaya konulurken, hangi dönemde neler
yapıldığı ve nasıl uygulandığı da bilimsel ve
sayısal olarak ortaya çıkarıldı.
186 m. yüksekliğindeki Pagos Dağı eteklerinde bir
tepe üzerinde bulunan Kadifekale, ilk defa MÖ 334
yılında Anadolu'yu Pers egemenliğinden kurtaran
Makedonya Kralı Büyük İskender'in (MÖ 356-323)
isteği ile yapıldı. Kale, Roma döneminden sonra
Ortaçağ'da Timur orduları tarafından 1402'de tahrip
edildi; bunu İzmir'deki 1668 yılında olan deprem
izledi ve günümüze kadar pek az kalıntı gelebildi.
Bugünün İzmir'inde görülen kalıntılar, daha çok
Ortaçağ'a ait.
Ortaçağ kale duvarlarının altında
yapılan araştırmalarda ise Hellenistik döneme (MÖ
330-MS 20) ait duvar kalıntıları ile karşılaşıldı.
Günümüze gelen kalıntılardan, kalenin moloz taş,
kesme taş ve tuğladan yapıldığı anlaşılıyor.
Kadifekale'den günümüze, yalnızca kalenin
batısındaki beş kulesi ile güneyindeki duvarlarından
bir bölümü kaldı. Bunlara dayanılarak, kalenin
uzunluğunun 6 km olduğu ve sur duvarlarını
destekleyen kulelerin 20-35 m yüksekliğinde olduğu
anlaşılıyor. Kalenin bunun dışında kalan doğu ve
kuzey kısımları tamamen yıkılmış durumda. Kale
içerisinde ise bir dehliz ve bir de su sarnıcı
kalıntısı görülüyor.
Kadifekale surlarının bir bölümünün, Çelebi Mehmet
tarafından yıktırıldığı biliniyor. Yalnızca Doğu
yönündeki surlardaki rektangonal (çok iri taşlar)
parçalardan bir iki adedi, Basmane Garı'ndan
Tilkilik'e uzanan ve Altınpark'a giden yolun başında
bulunuyor.
Star, 27.02.2013
|
TOBB'UN 'DEFİNELİ' ARSASI İÇİN 5 FİRMA YARIŞIYOR
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), ‘define’
bulunduğu söylentileri ile anılan arsasını
değerlendirmek için 5 firmadan teklif aldı. 6 ay
kadar önce başlayan sürecin 2 hafta içinde
tamamlanması bekleniyor. 10’ar milyon TL teminat
mektubu veren firmaların sunduğu proje tekliflerine
ilişkin son kararı TOBB Yönetim Kurulu verecek.
Teklif veren firmalardan birinin hazırlattığı rapora
göre projenin satışında elde edilecek gelir 575
milyon TL olarak hesaplandı.
TOBB’un 5 yıl önce 392 milyon TL’ye satın aldığı
arsanın değerlendirilmesi için süreç geçtiğimiz yıl
ortasında başladı. İlana çıkan TOBB, yerli-yabancı
isteklilerden teklif aldı. Teklif veren 5 firma 10
milyon TL’lik de geçici teminat mektubu verdi. TOBB
ödeme işlemleri için “Zeytinburnu Hasılat Hesabı”
adında bir banka hesabı açtı.
Edinilen bilgilere göre, uygun görülen projeye
ilişkin son sözü TOBB Yönetim Kurulu verecek.
Sürecin Mart ayı ortasına kadar tamamlanması
bekleniyor. Projeye ilişkin, ‘Hasılat Paylaşım
Modeli’nin’ benimsendiği öğrenildi.
Projeye teklif veren firmalardan birinin
hazırlattığı fizibilite raporuna ise Hürriyet
Dünyası ulaştı. 26 Eylül 2012 tarihini taşıyan
rapora göre, proje alanında rezidans, otel ve karma
kullanım alanları bulunuyor. Rapora göre inşaatın
toplam maliyeti 291.913 bin
dolar. Projenin satışında elde edilecek gelir
ise 575.381 bin TL olarak hesaplandı.
Zeytinburnu’ndaki 72 dönümlük arsayı TOBB 5 yıl
önce Emlak
Konut GYO’nun düzenlediği ihalede satın almıştı.
TOBB anılan arsayı yüzde 18 KDV hariç 392 milyon
TL’ye almıştı. Söz konusu arsa için defineli olarak
da anılıyor. Define iddialarının gerisinde ise,
Almanların Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmesi
yatıyor. İddialara göre, Almanlar yenilgi ihtimalini
düşünerek hazinelerinin bir kısmını Yavuz ve Midilli
Zırhlısı ile
İstanbul’a gönderdi. Altınlar da bu alan
içindeki mağaralara gömüldü. Almanlar savaşı
kaybedince hazine burada kaldı. Altınların değerinin
ise 10 milyar dolar olduğu rivayet ediliyor.

TOBB'un 72 dönümlük arsası Zeytinburnu sahilde bulunuyor.
TOBB’a satılan arsanın tapusuna da Emlak Konut’un
“Define bulunması halinde bu definenin yüzde
50’sinin devlete, yüzde 25’nin arsa sahibine ve
yüzde 25’inin de Emlak Konut’a ait olacak” şerhini
koyduğu bilgisi gündeme gelmişti.
Hürriyet, Haber: Dinçer Gökçe, 27.02.2013
|
TARİHİ MEZAR TAŞLARI AYAĞA KALDIRILACAK

Konak, han, hamam, çeşme ve cami gibi korunarak
günümüze kadar ayakta kalan tescilli yapıların
bulunduğu Dünya Miras Listesi'ndeki Safranbolu'da
yaşamış büyük şahsiyetlerle yaşadıkları döneme iz
bırakan insanlardan şehrin yöneticilerine kadar
herkesin izlerini taşıyan ve tarihe ışık tutan Şehir
Mezarlığı'ndaki yüzlerce mezar taşı, önce Türkçe'ye
çevrilerek kayıt altına alınacak sonra restorasyonu
yapılarak korunacak.
III. Selim'in
sadrazamlarından Safranbolulu İzzet Mehmet Paşa'nın
mezar taşı 2005 tarihinde Manisa'dan alınarak
Safranbolu'ya getirilmiş ve İzzet Mehmet Paşa
Camisi'nin avlusuna yerleştirilmişti.
Safranbolu Belediye Başkanı Necdet Aksoy,
kaybolan her mezar taşının şehrin tarihinden silinen
bir satır olarak gördüklerini, bu nedenle mezar
taşlarına sahip çıkmanın öncelikli görevleri
arasında yer aldığını söyledi.
Kaybolan ve kaybolmaya yüz tutmuş tarihi izleri
gün yüzüne çıkarmak için yeni bir çalışma
başlattıklarını ifade eden Aksoy, şöyle dedi:
'Osmanlı'nın izlerini her köşesinde taşıyan
ilçemizin mezarlığındaki tarihi mezar taşları kayıt
altına alınacak. Mezar taşlarındaki işçilik ve
üzerinde yazılanlar orijinal haliyle korunacak.
Tarihi mezar taşları, yapısı üzerindeki yazıları ve
süslemeleriyle bir sanat abidesi niteliğinde. Taş
kitabelerdeki yazıların orijinal ve tercüme edilmiş
hali basılacak. Ölen kişinin kimliğini ve dünya
görüşünü yansıtan yazıların yer aldığı mezar taşları
sanatsal açıdan da önemli bir değere sahip.
Süslemeleriyle Türk taş oymacılığı sanatının önemli
örneklerini teşkil eden taş kitabelere, bu dünyadan
göç etmiş kişiye ait bilgilerin yanı sıra ayrılığın
verdiği hüzün, özlem, dünyanın fani oluşu, dua
talebi konuları büyük bir ustalıkla işlenmiş.'
"Tapu senedi, mezar taşlarımız"
Her yıl 'Kültürel Miras ve Korumacılık' ana
temasıyla düzenlenen ve bu yıl 6-8 Eylül tarihleri
arasında yapılacak '14. Uluslararası Altın Safran
Belgesel Film Festivali'nin alt temasının 'Tapu
Senedi, Mezar Taşlarımız' olarak belirlendiğini
hatırlatan Aksoy, 'Festivalin ilçeye bir takım
kazanımlar bırakması için her yıl çeşitli alt
temalar belirliyoruz. Bu yıl ise mezar taşlarının
kurtarılması ve korunmasına katkı yapması için
festivalin temasını bu yönde belirledik. Bu bağlamda
bilimsel seminer, toplantı ve konferanslar
yapılacak. Çalışmalar için ödenek bulunacak. Tapu
senedi, mezar taşlarımıza sahip çıkarak gelecek
kuşaklara aktarmalıyız. 3 bin yıllık mezarlar var.
Bu eserlerimizi korumalıyız. Bu yıl yapacağımız
festivalimizin kazanımı da bu olacak' diye konuştu.
|
BOYABAT KONAKLARI ASLINA UYGUN RESTORE EDİLİYOR

Sinop’un
Boyabat İlçesi'ndeki tarihi konaklar, aslına uygun
restore ediliyor. İlçede Osmanlı dönemine ait olduğu
tecil edilen 187 tarihi konak bulunuyor.
Boyabat Kalesi çevresindeki yamaçlarda bulunan
tarihi konaklar, restore edilerek turizme
kazandırılacak. Tarihi evler genelde zemin kat üzeri
2 kat olmak üzere toplam 3 katlı olarak inşa
edilmiş. Karma sistemde inşa edilen konutların zemin
katlarında, ahşap hatıllı, taş duvarlı, kagir yığma
sistem, üst katlarında ahşap taşıyıcılı, kagir
dolgulu ya da dolgusuz sistem kullanılarak yapılmış.
Tarihi doku ve mirasın gelecek nesillere
ulaştırılması adına ilçede bulunan tarihi Boyabat
evlerinde başlatılan restorasyon çalışmalarının
ilçeye ayrı bir değer kazandıracağını belirten
Belediye Başkanı Mehmet Ermiş, bir kısmının restore
edildiğini, kalanlar için de çalışma başlatılacağını
söyledi.
Restorasyonu tamamlanan Mahmut Hüdai Konağı ve
Köylere Hizmet Götürme Birliği’nce restorasyon
çalışmaları devam eden evlerin Boyabat’ta olumlu bir
hava oluşturduğunu ifade eden Ermiş, Osmanlı
dönemine ait olduğu tescilli 187 yapının 17
tanesinde restorasyon çalışmalarının devam ettiğini
söyledi. Evlerin restorasyonu ile ilçede turizm
hareketliliği yaşanacağını söyleyen Ermiş, “Ahşap
yapıların günümüzde bile sağlık açısından önemi ve
depreme dayanıklılığı da göz önünde bulundurulacak
olursa Boyabat halkını ya da Boyabat’a dışarıdan
gelen yerli ve yabancı misafirlere, bu tarz
restorasyonlarla ahşap yapılara özendirip Türkiye
genelinde ve Yurtdışında ahşap yapı estetiğini ve
mimarisini ön plana çıkarmak en büyük önceliğimiz.”
dedi.
Zaman, Haber. Mustafa Tarhan, 27.02.2013
|
İŞTE İSTANBUL'UN ÇÖPE ATTIĞI TARİH

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin
karşısında Bizans döneminden kalma Theodosius
Zafer Takı’nın Fatih Belediyesi’nin park
düzenlemesi sırasında parçalandığını, tarihi
eserlerin üzerine beton atıldığını geçen
günlerde duyurmuştuk. Koruma kurulundan izinsiz,
üstelik
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin
‘‘Durdurun’’ ikazına rağmen tahrip edilen Zafer
Takı nedir? Dünyada eşi benzeri var mıdır?
İstanbul için önemi nedir? Ünlü mimar Sinan
Genim tarafından yeniden yapımı düşünülen tarihi
eserin özellikleri neler? İşte cevapları.
Doğu
Roma ’nın imar atağı
MS 324’ten başlayarak Constantinus ile Roma’nın
pagan üst tabakası arasındaki görüş
farklılıkları giderek büyür ve İstanbul 328’de
Roma İmparatorluğu’nun yeni yönetim merkezi
olarak ilan edilir. Cibali ile Samatya arasında
yeniden yapımına başlanan surlar şehrin üçüncü
defa büyütülmesini sağlar. Bu dönemde iki önemli
meydan Augusteion (Ayasofya) ve Forum
Constantinus (Çemberlitaş) inşa edilir.
11 Mayıs 330’da görkemli bir törenle Roma’yı en
ince ayrıntılarına kadar taklit eden şehrin
açılışı kutlanır. Daha sonraları Constantinus’un
halefleri tarafından devam ettirilen uzun süreli
inşaat döneminde, İmparator Valentinianus
(368-373) tarafından yaptırılan Valens
(Bozdoğan) Su Kemeri, V. yüzyılın başında
yapımları tamamlanan Forum Tauri (Beyazıt
Meydanı, 380-393), Forum Bovis (Aksaray Meydanı)
ve Forum Arcadii (402-421) şehrin genel
görünümünü simgeleyen düzenlemeler olarak
günümüze kadar varlıklarını sürdürürler.
Forum Tauri’nin en önemli yapısı ise İstanbul’un
Roma döneminden kalma sayısız yapı arasında
boyutlarını ve genel görünümünü
saptayabildiğimiz nadir eserlerinden olan
Theodosius Zafer Takı’dır.
Zafer Takı’nın 34 metre uzunluğunda, 7 metre
genişliğinde, orta açıklığı geniş, yan
açıklıkları dar, her açıklığın dörder sütunla
taşındığı düşünülüyor. Caddenin ana geçişinin
sağlandığı orta açıklık 7 metre genişliğinde
olup kilit taşının 18 metre yükseklikte olduğu,
dar geçitlerin ise 3.80 metre genişliğinde olup
kilit taşlarının yüksekliğin de 9.50 metreye
ulaştığı tahmin ediliyor. Marmara adalarından
getirilen mermer ile yapıldığı, Roma Zafer
Takı’na benzer biçimde inşa edildiği biliniyor.
Genim proje ‘hediye etti’
Benzerlerine Roma, Atina gibi Avrupa
şehirlerinde rastlanan zafer takı için Mimar
Sinan Genim 2005 yılında İstanbul Valiliği’ne
proje
hediye etti. Genim, projenin
gerekliliği için şu cümleleri kullanıyor:
‘‘Yapım faaliyeti sırasında bütün dünyanın
ilgisini çekecek böylesi bir anıtın Beyazıt
Meydanı’nın uygun bir yerine yeniden kurulması,
hem kültür hem mimarlık hem de halkla ilişkiler
açısından inanılması güç büyüklükte bir fayda
doğuracaktır.’’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 27.02.2013
|
'İNÖNÜ STADI 2014'E YETİŞEMEZ...'

Radikal'in ulaştığı rapora göre
yeni İnönü Stadı'nın 2014'e yetişmesi, hatta
yapımına izin çıkması bile güç: "Bölge 8 metre
kazıldığında tahliye tünelleri zarar görür ve
Dolmabahçe Sarayı'nı sel basar. Saray fore kazıklar
çakılırken büyük zarar görür."
Uzun yıllardır İnönü Stadı tartışmaları sürüyor.
Yıkılıp yeniden yapılması birkaç kez gündeme
gelmesine rağmen Koruma Kurulu ve imar yasaları izin
vermediğinden her defasında değiştirilip yeniden
gündeme getirildi. Önceki gün
Beşiktaş Kulübü’nce açıklanan yeni proje de çok
tartışılacağa benziyor. Yerin 8 metre altına
inilmesi, altaki tarihi eserlerin varlığı ve stadın
yüksekliği tartışmaların başında geliyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nın
ortaklaşa hazırladığı rapora göre; en büyük tehlike,
stadın altında hala faal olan yağmur sularını
tahliye tünellerinin yıkılması halinde tarihi
Dolmabahçe Sarayı’nın sel felaketi ile karşı karşıya
kalacak olması. Ayrıca 8 metre aşağıya inebilmek
için çakılacak olan fore kazıkların oluşturduğu
sarsıntıdan Dolmabahçe Sarayı’nın büyük zarar
göreceği belirtiliyor.
Son proje açıklandı
Beşiktaş Spor Kulübü yeni stadın ayrıntılarını
açıkladı. Proje mevcut yerinden 23.50 metre geri
çekilerek ve 8 metre aşağı inilerek yapılacak.
Stadın toplam seyirci kapasitesi 40 bin kişi olacak.
2 bin 123 metrekare kapalı restoran alanı, 2 bin 520
metrekare teras restoran alanı, 600 araçlık VIP
otoparkı bulunacak. 8 bin 123 metrekare civarında da
VIP salonları, catering salonları ve restoranlar yer
alacak. Deniz tarafındaki tarihi duvar korunacak.
Yeni statta bir de müze bulunacak.
Sarayla birlikte inşa edildi
Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ‘‘İnönü
Stadı’nı yıktırmam, yıkılırsa altından arkeolojik
tarihi kalıntılar çıkar’’ demişti. Bakanlık daha
sonra burayla ilgili bir araştırma yaparak rapor
hazırladı.
Bakanlık bu rapor doğrultusunda
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nü
görevlendirerek, jeoradar ve jeofizik teknikleriyle
Dolmabahçe Sarayı çevresinde yeraltı ve yerüstündeki
kültürel varlıkların tespitinin yapılmasını istedi.
İÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden Yrd. Doç.Dr.
Fethi Ahmet Yüksel jeoradar yöntemiyle incelemeler
yaptı. Bu incelemelerde Dolmabahçe Sarayı’nın
önünden denize dökülen kanalların cadde boyunca
devam ettiği ve stadın altına doğru gittiği görüldü.
Bu kanalların halen faal olduğu ve Dolmabahçe
Sarayı’nı sel baskınlarından koruduğu belirtildi.
Raporda şöyle deniliyor: ‘‘Sarayın inşası sırasında
hem yüksek noktalardaki Taksim, Nişantaşı, Fulya,
Ihlamur’dan gelen suların saraya zarar vermeden
tahliye edilip denize ulaştırılması hem de saray
zemininin havalandırılması amaçlı yeraltı tünelleri
yapılmıştır. Bu tüneller 80 santimetre ile 6 metre
çapında farklı ebatlardadır. En büyüğü olan 6 metre
genişliğinde, 3 metre yüksekliğindeki tünel
Nişantaşı-Maçka istikametinden gelip, İnönü Stadyumu
altından geçerek Dolmabahçe Saat Kulesi ile Valide
Sultan Camii arasından denize kavuşan tüneldir.
İnönü Stadı’nın kapısının önünden girilen bu büyük
tünelin girişinin üzeri asfalt ile kaplanmış
olduğundan girilmesi mümkün olamamaktadır. Tünelin
kısmi olarak görülebildiği tek nokta ‘saat
kulesinin’ önündeki otoparkın zeminindeki 1 m x 1 m
ebadındaki mazgaldan görülen kısmıdır. Saray
içindeki diğer tünellerin kapakları mevcut
olduğundan gerekli durumlarda girilmesi mümkün
olabilmektedir. Ancak buralardaki su seviyesi de
oldukça yüksektir.’’
Bundan sonra ne olacak?
Beşiktaş Kulübü hazırlanan projeyi 3 Nol’u Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu’na sunacak. Kurul projeyi
hem 2863 Sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Yasası
çerçevesinde hem de 2960 sayılı Boğaziçi Yasası
açısından değerlendirecek. 2863 Sayılı Yasa’ya göre
dehlizlerin kültür varlığı olup olmadığının yanı
sıra tarihi eser statüsündeki tescilli Dolmabahçe
Sarayı’na vereceği zararlar tartışılacak. Ayrıca
kurulun tartışması beklenen sorunlardan biri de 8
metre derine inebilmek için çakılacak fore
kazıkların tarihi binada uyandıracağı etki olacak.
Daha önce sarayın Beşiktaş tarafından tütün deposu
yapılırken çakılan kazıklar çatlamalara neden
olmuştu. 2960 Sayılı Boğaziçi Yasası açısından da
öngörünüm alanında kalan yeni stadın yüksekliği de
kurulun en çok tartışacağı meselelerden biri olacak.
Her ne kadar dağıtılan projede deniz tarafından
çekilen fotoğraflarda bu etkinin en aza indirildiği
izlenimi verilse de çatı örtüsü sarayın üzerinde
farklı bir görünüm oluşturuyor.
Ortada bir ‘onay’ yok
Beşiktaş Kulübü stadı şehri içinden başka yere
taşımak istemiyor. Buna öncelikle taraftar grubu
olan Çarşı karşı çıkıyor. Sirkeci-1. Boğaz Köprüsü
arasında, karşıya geçiş güzergahı üzerinde bulunan
stadın, maç günlerinde İstanbul trafiğini etkilediği
bilinen bir gerçek. Koltuk sayısı bugünkünün iki
katı olacak yeni stat ise altyapı açısından da büyük
sıkıntılara neden olacak. Trafik keşmekeşinin yanı
sıra 40 bini aşkın kişinin aynı anda stattan çıkması
da mümkün görünmüyor.
Fikret Orman, mayıs ayında stadın yıkım
çalışmalarına başlanılacağını ve 2014 Ekim ayında
açılış olacağını duyurdu. Henüz yeni stadın
restorasyon, restitüsyon ve röleve projeleri 3 Nolu
Koruma Kurulu’na ulaşmış bile değil. Kamuoyunda
tartışılan bir projenin jet hızıyla geçirilip onay
verilmesi tepkilere neden olacağından kurulun
değerlendirmesini tamamlamasının 6 ayı bulabileceği
belirtiliyor. Bu durumda da stadın 2014 sezonuna
yetişmesi imkansız gibi...
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 26.02.2013
******
ŞEHİR MERKEZİNDE, HELE Kİ DOLMABAHÇE'DE STAD OLMAZ!

Dolmabahçe Stadı tek parti
devrinin eseridir. Doğru dürüst stadyumu olmayan
şehre bir stadyum yapılması için mimar Paolo Vietti
Violi’ye proje ısmarlanmıştır. İlk temel 1939’da
atılmış, bütçe sıkıntılarından ikinci temel 1943’te
atılmıştır.
Türkiye’de iki tesis vardır ki gelmiş geçmiş
bütün iktidarların bilgisizlik ve lağarlığının
eseridir. Bunların başında
Ankara Esenboğa
Havaalanı gelir. Esenboğa Havaalanı
CHP devrinden kalmadır. Başlangıç, yanlış yer
seçimi, laubali rasat denemeleri o devre aittir.
Çobanların “Beyim burada sisten geçilmez, sürüyü
kaybederiz” sözünü köylülerin yalancılığına ve
tayyare meydanı istememelerine hamlederek
yorumlamışlardır. Sonraki iktidar devrinde de tutum
devam etmiştir. Ankaralıların Esenboğa’nın sisiyle
ilgili acı tecrübeleri olmasına rağmen yeni
havaalanı tesisleri de oraya yapılmıştır.
Bu havaalanı Orta
Anadolu’nun
Konya,
Eskişehir gibi yörelerine çok
uzak kaldığı gibi, o bölgedeki il merkezlerinin de
alanla bağlantısı çok pahalı olduğundan
tamamlanamamıştır. Sis el’an bir problemdir.
Yer seçimi baştan sona faul
Problemli ikinci yapı Dolmabahçe Stadı’dır. Tek
parti devrinin eseridir. Doğru dürüst stadyumu
olmayan şehre hoş bir stadyum yapılması için proje,
mimar Paolo Vietti Violi’ye ısmarlanmıştır. Binanın
cephesi bronz kabartmalarlarla süslenecekti. 1939’da
birinci defa temel atılmış; bütçe sıkıntılarından
1943’te ikinci kere
temeli atılmıştır.
Stadın denize bakan cephesindeki taştan ve bronzdan
monolit yüksek kabartmalar Vali Lütfi Kırdar’ın
övüncüydü çünkü onları tamamen kaldırmak istemişler,
o ısrarla bir kısmının yapılmasını sağlamıştı. Ne
var ki stadın yer seçimi baştan sona bir fauldür.
Bir kere gazhanenin orada bulunuşu planı daraltmış.
Bundan başka adı üzerinde Dolmabahçe Sarayı da dolgu
saha üstünde yapılmıştır. Bu saray
Avrupa saraylarının en büyüğü değildir. Hatta en
mütevazısıdır.
Topkapı Sarayı 19’uncu asır devletinin hem de
büyük Avrupa devletleri arasında yer alan birinin
protokolünü ve dış
dünyaya karşı temsilini sağlayacak durumda
olmadığından Dolmabahçe’nin yapımı şart olmuştu.
Birkaç sene evvel
Louis Vuitton şirketi yıllık ziyafet için
Topkapı Sarayı’nı seçme talebini hemen reddettik.
Çünkü onların davet edeceği 60 kişiye göre kurulacak
bir ziyafet masasını ve orkestrayı alacak kapalı
mekan Topkapı Sarayı’nda yoktur. Aslında Dolmabahçe
Sarayı da saraylıların dar mekanlarda yaşadığı
(bugün de
Galatasaray Üniversitesi o sarayın bölümlerinden
birinde olduğu için durumu yaşayarak biliyoruz) bir
yerdir. Bu sarayın içindeki muayede salonu devlet
ihtişamının ve protokolün dış dünyaya karşı
zevahiri kurtardığı tek geniş mekandır.
Gerçi üst katta da sefirlerin itimatname sundukları
bir sefaret salonu vardır.
Saray tiyatrosu da umumi tuvalet yapıldı
Dolmabahçe’nin bütün ihtişamı denizden bakıldığında
cephesinde görülür. Bu hatırlatıldığında eski
CHP’lilerin cevabı hazırdı; “Efendim saltanat
makamının güzelliğini mi düşüneceğiz?” Onun için
Dolmabahçe Stadı inşa edildi. Stadın olduğu yerdeki
tavla ve saray ahırları ortadan kaldırıldı. Daha da
beteri Osmanlı medeniyetinin girdiği yeni safhanın
bir eseri olan saray tiyatrosu da zamanla yıkıma
terk edilmiş hatta umumi tuvalet yapılmıştı. Bu
inşaatla birlikte ortadan kalktı. Yol açılmıştı.
Avrupa saraylarının yanında bulunan Dolmabahçe’nin
park alanı da buradaydı ve hoyratça birtakım
binalara bırakıldı ve sözde eski eser bilincinin
yerleşmeye başladığı bir dönemde Özal hükümeti ve
Bedrettin Dalan’ın belediye başkanlığı döneminde
evvala Swiss Hotel ardından
Süzer Plaza bütün alanı kapladı. Dolmabahçe’nin
havalandırma kanallarını
Swissotel’i inşa ederken betonla doldurmuşlardı.
Sarayda rutubet ve küflenme başladı. Dolma alanın
üzerine böyle binalar yapılır mı diyenlere çok
bilmişin biri cevap yapıştırıyor; “Bu asrın
teknolojisi varken...” O dediğin
teknoloji herhalde bedavaya oluyor. Sorun statik
hesaplarla da değil, sorun devletin evi ve son
yüzyıl Türkiye tarihinin başlıca abidesinin
çirkinliklerle gölgelenmesidir. Bu asrın
Türkiye’sinin geçmişini böyle gölgeleme hakkının
olmaması gerekir. Üstelik yeşil alanı az bir şehirde
Maçka Parkı’ndan yer alınmamalı.
Yükü tabii Beşiktaş takımının üstüne atmayalım;
Beşiktaşlıların statları var. İyi ve eski kulüp
oldukları için onların da büyük bir stadyuma sahip
olma hakları vardır. Eski Turizm Bakanı’mız; “Burayı
bırakın” demiş. Tabii “neyle bırakalım, nasıl
bırakalım”a cevap vermeden. Şehir merkezinde stadyum
olmaz. Ama öbür büyük takımlarınki gibi uygun bir
yerde bağışlar ve devlet desteğiyle bu iş
gerçekleştirilmeli.
Galatasaray Stadı’nın açılışında Başbakan’a yapılan,
yerinde olmayan protesto yüzünden hükümet de yerinde
olmayan bir kırgınlık içinde. Oysa kurtulması
gereken çevre ve anıt
bizim tarihimizi temsil ediyor.
Beşiktaş da bizim köklü takımlarımızdan.
Lütfen olgunluktan uzak davranış
ve politikaları bırakalım. Dolmabahçe’nin sahasını
mutlaka olması gerekli ama
orada olmaması gereken tesis ve
otellerden arıtalım.
Dipnot: Dolmabahçe Stadı’nın 1943’teki orijinal
projelerinin az sayıda basıldığı biliniyor. Ben
Sayın
Murat Bardakçı’daki nüshayı görmüştüm.
Milliyet Pazar,
Yazı: İlber Ortaylı, 03.03.2013
|
DİDİM'DE TARİHİ ESERLER SULAR ALTINDA KALDI

Aydın Didim'e bağlı Balat
Köyü'ndeki Milet antik kentinden çıkan eserlerin sergilendiği Milet
Müzesi'nin bahçesiyle Selçuklulardan kalma tarihi
eserlerinin yer aldığı külliye ve cami sular altında
kaldı. Yetkililer, baskının Çine Barajıkapaklarının
açılmasından kaynaklandığını bildirdi.
Barajın doluluk oranının artması üzerine riski
önlemek için kapakların açılmasıyla Menderes Nehri
yatağında taşmalar yaşandı. İlk olarak Batı
Anadolu'nun güçlü beyliklerinden Menteşeoğulları'nın
son hükümdarı İlyas Bey'in yaptırdığı ve geçen yıl
restorasyonu tamamlanarak açılışı yapılan cami,
medrese, imaret, çifte hamam ve çarşıdan oluşan
İlyas Bey Külliyesi sular altında kaldı. 2012 AB
Kültürel Mirası Ödülü kazanan İlyas Bey
Külliyesi'nin yanı sıra tarihi Milet antik kentinde
bulunan Milet Müzesi'nin bahçesi de zarar gördü.
Müze ile külliye girişleri kapatıldı.
İl Kültür Müdürü Nuri Aktakka ile DSİ 21'inci Bölge
Müdürü Kaya Yıldız, su baskını meydana gelen
yerlerde inceleme yaptı, çalışmalar hakkında bilgi
aldı.
Aktakka, DSİ ile irtibata geçerek araç ve ekipman
desteği istediklerini söyledi. Yıldız da aşırı yağış
nedeniyle Çine Barajı'nda oluşan riski önlemek için
kapakların açıldığını belirtti. Yıldız, İlyas Bey
Külliyesi içindeki suların tahliye edileceğini,
barajda da aynı sorunun tekrarlamaması için çalışma
yapılacağını belirterek, "Mart'ta yağışların bitip
suyun çekilmesinin ardından, DSİ'nin hazırlayacağı
proje İl Turizm Müdürlüğü'ne sunulacak. Bu projeyle
de Milet'teki taşkına kesin çözüm bulunacak" dedi.
Yeni Asır, Haber: Ediz Verdioğlu, 26.02.2013
|
TARİHİ KÖPRÜ KORUMA
ALTINDA

Tokat'ta Selçuklular
dönemine ait tarihi Hıdırlık Köprüsü'nün koruma
altına alındığı bildirildi.
Tokat Belediye Başkanı
Adnan Çiçek, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Yeşilırmak üzerine 1250 yılında yapılan tarihi
köprünün taşıt trafiğine kapatıldığını bildirdi.
Hıdırlık Köprüsü'nün 763
yıldır Tokat'ın yükünü taşıdığını belirten Çiçek,
"Şehrimizi ikiye bölen Yeşilırmak üzerinde bulunan
ve Selçuklular döneminden kalan Hıdırlık Köprüsü
artık dinlenmeye alındı. 30-40 yıl önce yoğun olarak
şehir merkezinden Karşıyaka'daki bağlara gidiş yolu
olarak kullanılırdı. Son 30-40 yıldır da çok ciddi
bir trafik yükünü kaldırıyordu" dedi.
Köprüden önceki yıllarda
ağır tonajlı taşıtların ve otobüslerin de geçtiğini
ifade eden Çiçek, şunları aktardı: "Ama son yıllarda
sadece küçük araçların trafiğine tek yönlü olarak
açıktı. Elbette ki köprünün yapılışı ağır taşıt
trafiğini kaldırabilecek özellikte değildi. Biz bunu
düşünerek şehir merkezini Karşıyaka'ya bağlayan 7
köprü inşa ettik ve en son yaptığımız Gaziosmanpaşa
Köprüsü ile de Karşıyaka'yı şehir merkezine
bağladık. Hıdırlık Köprüsü sadece yaya trafiğine
açılmış oldu. Bundan sonraki süreçte Hıdırlık
Köprüsü turizme kazandırılacak, nostaljik olarak
yayaların gelip geçeceği bir köprü olacak."
İlerleyen süreçte
ışıklandırılacak köprünün, üzerinde kitabesi olan
nadir tarihi köprülerden biri olduğunu belirten
Çiçek, buranın binlerce yıl daha yayalara hizmet
edebileceğini vurguladı.
Adnan Çiçek, köprünün
restorasyonu için hazırladıkları projeyi
Karayolları'na gönderdiklerini ve cevap beklendiğini
sözlerine ekledi.
Tokat Kent Haber,
26.02.2013
|
TAKSİM'DE KAZI
ÇALIŞMASI DURDU

Taksim'deki altgeçit kazısı hızla devam ederken
Cumhuriyet Caddesi'nde tarihi bir kemer açığa çıktı.
Dün çekilen fotoğrafta, yerin yaklaşık bir metre
altında Osmanlı dönemine ait olduğu sanılan taş örme
bir duvar ve duvara bağlı bir kemer net şekilde
görülüyor.
İBB'nin sekiz ay içinde tamamlamayı hedeflediği
altgeçit kazısının durdurulması ve Arkeoloji
Müzesi'nin ortaya çıkan yapıyı korumaya alması
bekleniyor.
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu, Aralık ayında ihaleyi alan Kalyon İnşaat
yetkililerini çağırarak kazının müze denetiminde
yapılması gerektiğini ve iş makinelerindan önce
arkeologların el yordamıyla sondaj kazısı yapacağını
bildirmişti.
Radikal'in 'Taksim Elle Kazılacak' haberi üzerine
dönemin Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay kazının yavaşlatılmayacağını
söylemiş, "Önce arkeologların nezaretinde iş
makinesi girecek, kültür varlığına rastlanırsa o
zaman arkeologlar elle kazacak. Arkeologlarımız gece
gündüz hafriyatın başında duracak" demişti.
2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma yasası
gereği, hafriyatın hemen durması ve arkeologların
çıkacak tarihi eserin boyutlarını görebilmesi için
kazı yapması bekleniyor. Kazı sonucunda çıkan
yapının tüm ayrıntılarıyla Koruma Kurulu'na
sunulması, ve kurulun 'yerinde koruma' ya da
'kaldırılarak koruma' kararı alması gerekiyor. Eğer
'yerinde koruma' kararı çıkarsa, projenin tamamen
durdurulması ya da başka bir yöne söz konusu
olacak...
Radikal, Haber: Elif İnce, Fotoğraf: Yücel Tunca,
25.02.2013
******
TAKSİM'DE TARİHİ KEMER BULUNDU

Alt geçit çalışmalarının hızla devam ettiği
Taksim Cumhuriyet Caddesi'nde kazı sırasında tarihi
bir kemer açığa çıktı.
Yaklaşık 100 yıllık olduğu tahmin edilen Osmanlı
dönemine ait taş örme duvar ve duvara bağlı kemerin
üzeri toprakla kapatıldı.
Taksim Meydanı'nda süren yayalaştırma çalışmaları
sırasında Topçu kışlasına ait olduğu iddia edilen
bir kemer bulundu. Kazılar sırasında tarihi kemer
bulunması üzerine çalışmalar bir süre durduruldu.
Basın mensuplarının bulunan kemere ilgi göstermesi
üzerine şantiye çalışanları kemeri toprakla kapattı.
Kazı çalışmaları esnasında tarihi kemerin
bulunduğunu belirten şantiyenin iş güvenliği
yetkilisi Ali Aslan, "Çalışmaların başında sürekli
Arkeologlar bulunuyor. Kemerin üzeri dışarıdan
dikkat çekmemesi için toprakla örtüldü." dedi.
Suların taksim edildiği, yani dağıtıldığı, yer
olması sebebiyle Taksim'in adının 'Taksim' olduğunu
belirten İsmail Sıtkı Ören ise, kemerin de büyük
ihtimalle Taksim'e su getiren su kanallarından biri
olduğunu vurguladı.
Sabah, 26.02.2013
******
TAKSİM'DE TÜNEL KAZISI ORTAÇAĞA ÇARPTI
Taksim Cumhuriyet Caddesi’ndeki altgeçit kazısı
sırasında tarihi eserler açığa çıktı.
İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları, kazının
durdurulduğunu söyledi. Arkeologlar Derneği İstanbul
Şubesi Başkanı Necmi Karul, “Büyük olasılıkla
ortaçağdan kalma Bizans ya da Osmanlı yapı
kalıntıları. Müze yetkilileri tarafından
kalıntılarda tahribata yol açıldığı görülünce
çalışma durduruldu ve ilgili birimlere
haber verildi” dedi.
Müzenin hazırladığı ön inceleme raporuna göre kazı
alanında yaklaşık 2 metre yüksekliğinde ve 20 metre
uzunluğunda bir duvar örgüsü, ayrıca erken dönem
Osmanlı’dan kaldığı tahmin edilen tonozlu bir yapıya
rastlanıldı. Fotoğraflarla hazırlanan ön inceleme
raporu Koruma Kurulu’na iletildi.
İBB yetkilileri ise “Çalışma durdurulmadı,
kalıntının ne olduğunu anlamak için müzenin
çalışmaları devam ediyor. Anlaşılınca ne
yapılacağına karar verilecek” dedi.
2863 Sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Yasası gereği
ise hafriyatın durması ve arkeologların ‘ön’ kazı
yapması gerekiyor. Kazı sonucunda çıkan yapının tüm
ayrıntılarıyla Koruma Kurulu’na sunulması ve kurulun
‘yerinde koruma’ ya da ‘kaldırılarak koruma’ kararı
alması öngörülüyor. Eğer ‘yerinde koruma’ kararı
çıkarsa, projenin durdurulması ya da revize edilmesi
gerekecek.
İstanbul 2 Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu, aralık ayında ihaleyi
alan Kalyon İnşaat yetkililerini çağırarak iş
makinelerinden önce arkeologların sondaj kazısı
yapması gerektiğini bildirmişti. Bunun üzerine
bakanlıktan “İş makineleri, arkeolog eşliğinde
çalışacak, eğer herhangi bir tarihi bulguya
rastlanırsa elle kazı yapılacak” açıklaması
gelmişti.
Radikal, Haber: Elif İnce, 26.02.2013
******
TAKSİM'E ARKEOLOG ELİ

Taksim Cumhuriyet Caddesi’ndeki dalış tüneli
kazısı sırasında ortaya çıkan tarihi yapının
etrafındaki kazı çalışması şimdilik durduruldu.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre
Bilgili,
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep
Kızıltan ve koruma kurulundan raportörlerin
incelediği kemerin geç Osmanlı döneminden kaldığı
tahmin ediliyor. Yapının kaderini 2 Numaralı Koruma
Kurulu tayin edecek. Şantiyeyi dün ziyaret eden
Bilgili şu bilgileri verdi:
“Topçu Kışlası’nın su gideri olduğunu tahmin
ediyoruz. Şu anda yalnızca yapının etrafındaki
inşaat durdu, diğer yerlerde devam ediyor. Bugün
koruma kurulunun raportörleri fotoğraf çekerek bir
rapor hazırladı, mesele yarın (bugün) kurulun
gündeminde tartışılacak. Eğer kurul ‘Elle kazılsın
ve yapının tüm unsurlarını görelim’ derse yolun
üzerindeki asfalt makineyle alındıktan sonra yapının
etrafı arkeologlarca kazılacak. Yine kurulun kararı
doğrultusunda yapının buradan kaldırıp
kaldırılmayacağı belli olacak. Projeyi geciktirecek
bir durum görünmüyor.”
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü
Zeynep Kızıltan da “Yapı aşağıya doğru meyilli
olduğu için su gideri olma ihtimalini yüksek
görüyoruz. Ama bu su giderinin ne tarafa doğru devam
ettiğini çözmek için etrafını açmamız gerekiyor.
Bunu da kurulun kararı doğrultusunda uygulayacağız”
dedi.
Elle kazılacaktı
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu, aralık ayında trafiğin yeraltından geçeceği
tünel ihalesini alan Kalyon İnşaat yetkililerini
çağırarak kazının müze denetiminde yapılması
gerektiğini ve iş makinelerinden önce arkeologların
el yordamıyla sondaj kazısı yapacağını bildirmişti.
Radikal’in ‘Taksim elle kazılacak’ haberi üzerine
dönemin Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay kazının yavaşlatılmayacağını
belirterek, “Önce arkeologların nezaretinde iş
makinesi girecek, kültür varlığına rastlanırsa
arkeologlar elle kazacak. Arkeologlarımız gece
gündüz hafriyatın başında duracak” demişti.
Radikal, Haber: Elif İnce, 27.02.2013
******
KÜLTÜR VARLIKLARINI KORUMA KURULU: TAKSİM ELLE
KAZILSIN

Taksim’deki tünel inşaatı sırasında, önceki
günlerde ortaya çıkan tonozlu yapı ile ilgili
İstanbul 2 No’u Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu kararını verdi. Kurul, eserin,
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nce elle
kazı yapılarak ortaya çıkarılmasını istedi. Bu süre
içinde de kültür varlığının bulunduğu alanda inşa
faaliyetlerinin durdurulmasını, diğer alanlarda ise
çalışmaların devam etmesini istedi.
2 Nolu Koruma Kurulu kararında şöyle denildi:
“Tespit edilen kültür varlığının mimari
özelliklerinin ve fonksiyonunun kesin olarak
anlaşılabilmesi için İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Müdürlüğü denetiminde gerekli güvenlik denetimleri
alınarak kazı ve belgeleme çalışması yapılarak
kalıntıların dışındaki alanlarda inşai çalışmaların
devamına karar verilmiştir.”
Taksim’de devam eden trafiği yer altına alma
çalışmaları sırasında geçtiğimiz pazar günü müze
arkeologlarının olmadığı bir günde eski
THY ofisinin tam önüne denk gelen yerde yapılan
hafriyatta yolun 70 cm altından tuğla örgülü tonozlu
bir yapı ortaya çıkmıştı. Daha sonra İstanbul
Arkeoloji Müzesi uzmanları kültür varlıklarının
çıktığı noktada, inşaatı geçici olarak durdurmuş,
yapılan ön incelemede kültür varlığının geç Osmanlı
dönemi su gideri olduğu anlaşılmıştı. Koruma
Kurulu’nun vereceği karar bekleniyordu.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 27.02.2013
******
TAKSİM 'ELLE' KAZILACAK

Taksim tünel inşaatında önceki günlerde ortaya
çıkan tarihi yapıyla ilgili
İstanbul 2 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu, kararını dün verdi. Kurul,
İstanbul Arkeoloji Müzesi
tarafından elle kazılarak eserin ortaya
çıkarılmasını istedi. Bu süre içinde kültür
varlığının bulunduğu alanda inşaat faaliyetlerinin
durdurulması kararını veren Kurul, diğer alanlarda
ise çalışmaların devam edebileceğine hükmetti.
İstanbul Arkeoloji Müzesi önce tarihi yapının
üzerindeki asfalt tabakayı iş makinesiyle ile
sökecek, daha sonra el yordamıyla yapının etrafı
temizlenecek. Yapı ortaya çıkarıldıktan sonra yolun
altına doğru devam ediyorsa inşaat şantiyesi boyunca
kazılacak. Arkeologlar işçilerin yardımıyla
yaptıkları bilimsel kazılar sonucunda bir rapor
hazırlayarak 2. No’lu Koruma Kurulu’na sunacak.
Kurul buna göre yapının yerinde korunması ya da
arkeologların denetiminde kaldırılarak açığa
çıkarılmasına karar verebilecek. Yetkililer
çalışmaların tünel inşaatı projesinin uzamasına yol
açmayacağını belirtiyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 27.02.2013
******
TAKSİM'DE BİR DİSNEYLAND...
Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi
(ICOMOS) Türkiye Milli Komitesi, Taksim Gezi
Parkı’nın tarihsel mimari önemi bağlamında
İstanbul’un en önemli ve korunmaya değer
varlıklarından biri olduğunu belirterek, “Ortadan
kaldırılması bir yana, restore edilerek asli
özellikleri iade edilmeli” dedi.
Taksim’de eski Topçu Kışlası’nın yeniden inşasına
yönelik onaylanan projeye ilişkin ICOMOS tarafından
yapılan yazılı açıklamada, Taksim Gezi Parkı’nın
yıkılmasına karşı çıkıldı.
Açıklamada, Topçu Kışlası'nın, şehir açısından,
yeniden insasını gerektirecek kadar önemli bir
tarihi yapı olmadığı belirtilerek "Bu koşullarda
yeniden yapımı, tarihsel korumacılık ilkeleri
açısından, Taksim’de bir “Disneyland” inşa etmekten
daha anlamlı ve ciddi bir sonuç vermeyecektir"
denildi.
Açıklamanın devamında şu ifadelere yer verildi:
Taksim Gezi Parkı, tarihsel mimari önemi
bağlamında -sadece bir yeşil alan olmanın
ötesinde- İstanbul’un en önemli ve korunmaya
değer varlıklarından biridir.
Onyıllardır
kayıtsızlık ve duyarsızlıkla tahrip edilmeye ve
aşındırılmaya devam etmesine rağmen, hala
önemini yitirmiş değildir. Dünyaca bilinen bir
tasarımcı olan Henri Prost tarafından
projelendirilmiştir ve Türkiye’de
anıtsal-eksensel park planlama yaklaşımına sahip
tek kamusal yeşil alandır. Ortadan kaldırılması
bir yana, restore edilerek, asli özellikleri
iade edilmeli ve Türkiye kültür tarihinde hak
ettiği yere yerleştirilmelidir.
Gezi Parkı ortadan kaldırılarak onun yerinde
rekonstrüksiyonu hedeflenen Topçu Kışlası’nın
yeniden yapımı koruma-restorasyon disiplininin
ilkeleri bağlamında sorunludur.
Topçu Kışlası’nın yeniden yapımının koruma-
restorasyon disiplininin ilkeleri bağlamında sorunlu
olduğu belirtilen açıklamada şu ifadelere yer
verildi:
“Birinci sorun şudur: Yok olmuş tarihsel
yapıların rekonstrüksiyonu, ancak mimari, inşai,
estetik düzey ve tarihsel anılar taşımak gibi
gerekçelerle kaybının çok büyük olması halinde
meşrudur. Taksim Kışlası ise kaybı bu kadar
büyük anlam taşıyan bir yapı değildir. Şayet
yerinde duruyor olsaydı, kuşkusuz, korunması
gerekecekti. Fakat bu yitirilmiş yapının kent
belleğindeki önemi, yerine bir replikasını
yapmayı gerektirecek kadar derinlikli ve güçlü
değildir. İkinci sorun ise yapının
rekonstrüksiyonunu yapmanın ortaya sadece eskisi
gibi gözüken, ama hiçbir rasyonel koruma
ölçütüne göre tarihsel eser sayılmayacak bir
yeni yapı çıkaracak olmasıdır. Sadece bazı çok
zorunlu hallerde hoşgörülebilir bir taklit yapı
inşa etme girişimi olarak nitelenir. Eski Taksim
Topçu Kışlası için elde yalnızca bazı dış mekan
fotoğrafları vardır. Bu koşullarda yeniden
yapımı, tarihsel korumacılık ilkeleri açısından
Taksim’de bir ‘Disneyland’ inşa etmekten daha
ciddi bir sonuç vermeyecektir.”
Haber Sol, 04.03.2013
******
TAKSİM'DE TÜM
GÖZLER ONUN ÜSTÜNDE

Taksim’deki çalışmalar sırasında,
Cumhuriyet Caddesi’nde tarihi bir kemer
kalıntısı bulunmuş, arkeolojik kazı başlatılmıştı.
Uzmanlar, çalışmaları 2 günde tamamladı. Taş yapı
tamamen ortaya çıktı. Şimdi Koruma Kurulu’nun kararı
bekleniyor.
Taksim Yayalaştırma Projesi kazı çalışmaları
sırasında bulunan taş duvar ve
tarihi kemerle ilgili geçtiğimiz günlerde
başlatılan arkeolojik kazı çalışmasında yaklaşık 50
metre uzunluğundaki
tarihi kemer ortaya çıkartıldı. 2 No’lu Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, taş duvar ve
tarihi kemer için İstanbul Arkeoloji Müzesi
Müdürlüğü denetiminde kazı ve belgeleme yapılmasına
karar vermişti. Bu karar üzerine hemen harekete
geçen İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları, planlama
yaptıktan sonra kazı işlemine başladı.

Cumhuriyet Caddesi üzerinde ortaya çıkan taş
yapı ve kemerlerin bulunduğu bölgede ilk iş olarak
hafif iş makineleriyle yapının üzerindeki 70-80
santimetre kalınlığındaki asfalt ve beton tabaka
kaldırıldı. İşçiler tarafından yapılan bu çalışma
arkeolog ve uzmanlar tarafından da denetlendi.
Geçtiğimiz cuma günü hafif iş makineleri ve elle
başlatılan kazı çalışmalarının ardından 2 gün içinde
taş yapı tamamen ortaya çıktı. İstanbul Arkeoloji
Müzesi’nin görevlendirdiği arkeolog ve mimarlar
hazırladıkları raporu tekrar Koruma Kurulu’na
sunacak. Koruma Kurulu, yapıya tarihi değer
verilmesi halinde korunması için gerekli yöntemleri
belirleyecek.
Taş yapı ve tarihi kemer ortaya çıkartılırken,
Taksim’deki inşaat da son hızla devam ediyor. Taksim
Meydanı’na bariyerler dikildiği gözlenirken,
hafriyat araçları sürekli şantiyeden toprak taşıyor.
Çalışmalar haftasonu da sürüyor. Dün pazar günü
olmasına rağmen işçiler yoğun bir şekilde çalıştı...
Habertürk, Haber: Güngör Karakuş, 04.03.2013
******
TAKSİM'İN ALTINDE GİZEMLİ TÜNELLER!
İstanbul’da Taksim
Yayalaştırma Projesi kazı çalışmaları sırasında
ortaya çıkartılan taş duvar ve tarihi kemerin içini
HABERTÜRK görüntüledi.
Taksim’i yayalaştırma
çalışmaları sırasında, tarihi kemerlerin ortaya
çıkmasıyla gözler bir kez daha Taksim’e çevrildi.
Kemerlerin bulunmasının ardından, 2 numaralı Koruma
Kurulu kararıyla arkeolojik kazı yapıldı ve yapı
tamamıyla ortaya çıkarıldı. Habertürk, kazı alanında
ortaya çıkarılan
tünellerin içlerini görüntüledi. Fotoğraflarda,
tarihi kemerlerin altındaki
tüneller görülüyor. Kazı yapılan Cumhuriyet
Caddesi’nin altında çok sayıda
tünel bulunuyor. Bu
tünellerin nereye gittiği bilinmiyor, sonu
gözükmüyor.

Tünellerin çevresinde çok sayıda kemik de bulundu.
Bölgenin bir dönem mezarlık olarak kullanıldığı da
biliniyor. Arkeoloji Müzesi’nden arkeologların eşlik
ettiği çalışmalar sonucunda ortaya çıkarılan tarihi
kemer ile ilgili karar, önümüzdeki günlerde
verilecek.
Habertürk, Haber: Sorel Dağıstanlı, 05.03.2013
******
TAKSİM KARARI:
KALINTILAR KALDIRILSIN
İstanbul Arkeoloji
Müzesi tarafından kazıları yapılan ve hazırlanan
rapor ile birlikte Kurul dün kararını açıkladı. Geç
Osmanlı dönemi su gideri ile set duvarı
özelliğindeki kalıntıların Arkeoloji Müzeleri
gözetiminde kaldırılacağı belirlendi.
Kurulun kararında şöyle denildi; ‘’İstanbul İli,
Beyoğlu İlçesi, Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi
kapsamında yapılan çalışmalarda tespit edilen ve Geç
Osmanlı dönemine tarihlenen set duvarı özelliği
gösteren duvar kalıntısı ile gider kanalı olduğu
düşünülen kalıntılara ilişkin İstanbul Arkeoloji
Müzeleri Müdürlüğünün raporu ile rölövenin
Kurulumuzca incelendiğine; kalıntıların inşa
tekniğini anlayabilmek için harç ve sıva
örneklerinin alınarak, hazırlanacak rapor ile
düzenli duvar örgüsü gösteren kesimde (duvar
kalıntısının kuzey ucundan başlayarak yaklaşık 10
m.lik kısım) duvar yapım morfolojisini belgeleyen
analitik rölövenin hazırlanmasına, ayrıca harita
üzerinde kalıntıların konumunu sabitleyen ölçümlerin
yapılmasına, kazılan alanın doğu kesiti içinde
görülen duvar parçasının da plana işlenmesine, söz
konusu belgelerin Kurulumuza iletilmesinden sonra
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde
kalıntıların kaldırılabileceğine karar verildi.’’
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 07.03.2013
******
TAKSİM'DEKİ TARİHİ
KALINTILAR İÇİN KARAR VERİLDİ!
Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü'nden
yapılan yazılı açıklamada,
Taksim
Meydanı'ndaki kazı çalışmaları sırasında ortaya
çıkan
tarihi kalıntıların
kaldırılmasına karar verildiği duyuruldu. Bölgenin
yayalaştırma projesi çerçevesindeki çalışmalar devam
edecek.
Söz konusu karar şu ifadelerin yer aldığı yazılı
açıklamayla duyuruldu.
"Bilindiği üzere
Taksim Meydanındaki
Yayalaştırma Projesi kapsamında yapılan çalışmalar
esnasında birtakım buluntulara rastlanılmıştı. II
Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
yaptığı incelemeler sonucunda dün konuyu karara
bağlamak amacıyla toplandı. Akşam saatlerinde sona
eren toplantı neticesinde Geç Osmanlı dönemine ait
olan buluntuların kaldırılması yönünde karar alındı.
Karar şu şekilde
açıklandı:
"…İstanbul İli, Beyoğlu İlçesi,
Taksim Meydanı
Yayalaştırma Projesi kapsamında yapılan çalışmalarda
tespit edilen ve Geç Osmanlı dönemine tarihlenen set
duvarı özelliği gösteren duvar kalıntısı ile gider
kanalı olduğu düşünülen kalıntılara ilişkin İstanbul
Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğünün raporu ile rölövenin
Kurulumuzca incelendiğine; kalıntıların inşa
tekniğini anlayabilmek için harç ve sıva
örneklerinin alınarak, hazırlanacak rapor ile
düzenli duvar örgüsü gösteren kesimde (duvar
kalıntısının kuzey ucundan başlayarak yaklaşık 10
m.lik kısım) duvar yapım morfolojisini belgeleyen
analitik rölövenin hazırlanmasına, ayrıca harita
üzerinde kalıntıların konumunu sabitleyen ölçümlerin
yapılmasına, kazılan alanın doğu kesiti içinde
görülen duvar parçasının da plana işlenmesine, söz
konusu belgelerin Kurulumuza iletilmesinden sonra
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde
kalıntıların kaldırılabileceğine karar verildi."
Habertürk, 07.03.2013
******
'KAL OSMANLI'
DENEBİLİRDİ
Taksim Meydanı
yayalaştırma projesi kapsamında Cumhuriyet Caddesi
üzerinde bulunan kalıntılar için
İstanbul 2 Nolu
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu “Kaldırılsın”
kararı verdi. İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından
kazıları yapılıp hazırlanan raporla birlikte jet
hızıyla alınan karar önceki gün açıklandı. Geç
Osmanlı dönemi su gideri ile set duvarı
özelliğindeki kalıntıların arkeoloji müzeleri
denetiminde kaldırılacağı belirtildi. Bunun da
anlamı şu: Tarihi duvarlar iş makineleriyle yok
edilecek.
Kurul kararında
şöyle denildi:
“Geç Osmanlı dönemine tarihlenen set duvarı özelliği
gösteren duvar kalıntısı ile gider kanalı olduğu
düşünülen kalıntılara ilişkin İstanbul Arkeoloji
Müzeleri Müdürlüğü’nün raporu ile rölevenin
kurulumuzca incelendiğine; kalıntıların inşa
tekniğini anlayabilmek için harç ve sıva
örneklerinin alınarak, hazırlanacak rapor ile
düzenli duvar örgüsü gösteren kesimde (duvar
kalıntısının kuzey ucundan başlayarak yaklaşık 10
m.lik kısım) duvar yapım morfolojisini belgeleyen
analitik rölevenin hazırlanmasına, ayrıca harita
üzerinde kalıntıların konumunu sabitleyen ölçümlerin
yapılmasına, kazılan alanın doğu kesiti içinde
görülen duvar parçasının da plana işlenmesine,
belgelerin kurulumuza iletilmesinden sonra İstanbul
Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde
kalıntıların kaldırılabileceğine karar verildi.”
‘İnanılmaz baskı var’
İstanbul’un tarihi semtlerinde su giderleri ya da
temiz su taşıyıcıları gibi bu türden birçok geç
Osmanlı yapısına rastlamak mümkün. Marmaray’ın
Yenikapı ve Üsküdar kazılarında da benzer mimari
yapılar bulunmuş ve usulüne uygun kaldırılmıştı.
Fakat konuştuğumuz pek çok mimar ve uzmana göre
kurul farklı bir karar alabilirdi. Usulüne uygun
şekilde özellikle de tonozlu olan yapı arkeologların
gözetiminde taşları numaralandırılarak
kaldırılabilir ve daha sonra tünel inşaatı bitince
ya tünelin içinde ya da yayaların Taksim Meydanı’na
çıkış güzergahında cam koruma içinde
sergilenebilirdi. Uzmanlar kurulun bu kararına
rağmen
İstanbul Büyükşehir Belediyesi
’nden ‘geçmişe saygı’ adına bu tavrı göstermesini
bekliyor.
2 Nolu Koruma Kurulu’nun Radikal’e konuşan bir üyesi
de aynı görüşte. Hatta bu konuda kurulda
tartıştıklarını ancak çoğunluk tarihi yapının
korunmasından yana tavır almadığı için
vazgeçildiğini söyleyen üye, ‘‘Belediye projesi
aksayacak diye kurul üyelerinin üzerinde inanılmaz
bir baskı var, özellikle Topçu Kışlası kararının
yüksek kuruldan dönmesi üyelerde tedirginliğe neden
oldu” dedi.
Diğer yandan kurulun bu kadar hızlı karar alması da
tartışılıyor. Kurullarda, arsasında bu tür yapılar
çıktığı için inşaatları aylarca bekleyen vatandaş
dosyaları var. Bir dosya da iki yıldır karar için
bekliyor.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 08.03.2013
|
İSTANBUL'UN TARİHİ YOK EDİLİYOR

Fatih Belediyesi tarafından 2005 yılında ‘kentsel
yenileme alanı’ ilan edilen Ayvansaray’da tarihi
Osmanlı Mahallesi’nde kepçelerle tarihi binaların
yıkımı devam ediyor. Projeye göre 20’nci yüzyıl
başından kalan evlerin bulunduğu mahallede tescilli
evler restore edilecek, yeni yapılar da bu yapılara
uyumlu olarak inşa edilecekti. Ama uygulama böyle
olmadı.
Yenileme ihalesini Şener İnşaat adına alan
Altınboynuz Turizm İnşaat Şirketi, son bir ayda
Osmanlı sivil mimarisinin özgün örneklerinden
sayılan üç ahşap binayı kepçelerle tek tek yıktı.
Yıkımın bir an önce durması gerektiğini belirten
uzmanlar, bunun gerekçelerini anlattı:
Nasıl olmalıydı?
Prof.Dr. Gül
Akdeniz (Mimar): Bu binaları görünce
çocukluğumdaki
İstanbul ’un muhteşem konaklarını ve halk tipi
ahşap evlerinin tarif edilemez estetik biçimlerini
hatırladım. Teknolojinin bu kadar geliştiği bir
dönemde bu binaların restore edilmeyip yıkılması
beni şaşırtıyor. Eğer restore edilmiyorsa da
binaların tahtaları tek tek sökülmeli ve yeni
yapılacak binada kullanılmalı.
Ancak
Türkiye ’de restorasyon ve restitüsyon mantığı
olmadığı için özgün mimariye sahip binalar yıkılıp
yerine dümdüz tahtadan evler yapılıyor. Bu işleme de
restorasyon deniliyor maalesef.
Prof.Dr. Semavi Eyice (Sanat tarihçisi):
Kentsel dönüşüm adı altında tarihi binalar yıkılıp
yerine dev binaların yapılması kentin kültürünü ve
dokusunun yok olmasına neden oluyor. Eskiden
İstanbul’un kendisine has bir mimari kimliği vardı.
Şimdi şöyle dışarı çıkıp İstanbul’a baktığımda dev
gökdelenler dışında bir şey göremiyorum. Osmanlı
mimarisinin özgün örnekleri olan bu evlerin
yıkılması mahalle kültürünün yok olmasına neden
oluyor. Ben yaklaşık 40 yıl boyunca koruma kurulunda
görev yaptım. Ancak son dönemlerde olduğu kadar
acımasız bir yıkım görmedim. Bu evlerin yıkılması
kabul edilemez.
Prof.Dr. Oktay Ekinci (Mimarlar Odası eski
başkanı): Sivil mimari açısından özel bir
önem taşıyan ‘Sur kenarı’ dediğimiz bu yapılar,
özellikleri ve konumlarıyla İstanbul’un tarihsel
kent dokusunu oluştururlar. Ayrıca bu yapılar, ait
oldukları dönemden bu yana yoksul halk konutları
olmaları nedeniyle de toplumsal tarih bakımından çok
önemlidirler. Dolayısıyla bu yapılar mutlaka restore
edilmeli. Kaldı ki Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek
Kurulu’nda bu gibi binaların sanat tarihi değerine
değil, tarihsel çevreyi oluşturma değerlerine önem
verilerek korunması yönünde ilke kararları vardır.
Bütün bunlara hiç uyulmadığı görülen bu uygulamada
koruma hukuku nezdinde suç işlenmiştir. Dolayısıyla
bu yıkım hakkında derhal soruşturma açılmalı.
Radikal, Haber ve Fotoğraf: İdris Emen,
25.02.2013
|
HİTİTLER DE BAŞLIK PARASI ALIYORMUŞ
Hitit tabletleri ve diğer tarihi
kaynakları inceleyen araştırmacılar,
Hititlerden günümüze uzanan örf ve adetler
arasında sadece başlık parasının
değil iç güveylik, çeyiz götürme, söz kesme
ve nişanlılık gibi bir çok geleneklerinde yer
aldığını tespit etti. Hititlerle ilgili dikkat çeken
bir başka gelenek ise 'lavirat evlilik' olarak tabir
edilen kocasını kaybeden dul kadınlarla ilgili
evlilikler. Günümüzde de zaman zaman hala uygulama
alanı bulan bu tür evliliğin o dönemde de geçerli
olduğu gözlerden kaçmıyor.
Hitit Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim
Üyesi Yar. Doç.Dr. Özlem Sir Gavaz, Hititçe çivi
yazılı metinlerde
başlık parasının karşılılığının 'kušata'
kelimesi olduğunu söyledi.
Bununla ilgili olarak Hititlerin kanun metinlerinde
'Eğer genç bir kadın bir adama bağlanmışsa ve onun
için o başlık ödediyse ve ondan sonra baba ve anne
buna karşı çıkarlarsa o zaman onu adamdan ayırırlar,
ama o başlığın iki katı tazminat verirler' gibi bir
ifade mevcut olduğunun altını çizen Yrd. Doç.Dr.
Özlem Sir Gavaz, 'Bu uygulama halen Anadolu'nun bir
çok yerinde maalesef uygulanmaktadır. 'Eğer erkek
kızı hala almadıysa, o zaman kendisi için onu
reddedebilir, ama ödediği başlıktan o zaman
vazgeçer' Görüldüğü gibi hiçbir ayrıntı
unutulmamıştır' dedi.
Gavaz, bebeklerin daha beşikte iken ailesi
tarafından nişanlandırma adetinin de (beşik
kertmesi) Asur Ticaret Kolonileri çağında Hitit
öncesi dönemde de rastlanan adetler arasında yer
aldığını açıkladı.
Bugün Anadolu'da erkek tarafının kız tarafını
ziyareti ile gerçekleşen ve erkek tarafının kızın
evlenmesine razı olacak kişiye hitaben 'Allah'ın
emri ve Peygamberin kavliyle kızınızı oğlumuza
istiyoruz' ifadesinin Hitit İmparatorluk devri
krallarından III. Hattušili'nin otobiyografisinde
'Tanrının emriyle, Rahip Bentipšarri'nin kızı
Puduhepa'yı zevceliğe aldım' ifadesiyle karşılarına
çıktığını anlatan Gavaz, burada geçen 'Tanrı'nın
emriyle' ifadesinin günümüze 'Allah'ın emriyle'
olarak yansıdığını kaydetti.
Hititlerde 'söz kesilmesi, nişa'' merasimleri,
çeyiz, iç güveylik hakkında da bilgi veren Gavaz,
'Eğer bir kız bir adamla nişanlanmışsa ve eğer bir
başkası onu kaçırırsa, onu kaçırdığı anda birinci
adam ona ne verdiyse o zaman o diğeri ona tazmin
etsin. Baba ve anne tazmin etmezler. Eğer baba ve
anne onu başka bir adama verirlerse, o zaman baba ve
anne tazmin etsinler. Eğer baba ve anne
reddederlerse, o zaman o kadın ondan ayrılsın. Böyle
bir durumda, günümüzdeki töre cinayetleri
düşünüldüğünde Hititler Dönemi Anadolu'sunun daha
'medeni' bir durum sergilediği herhalde aşikardır.
Çeyiz konusunda; eğer bir adam karısını alır (onu
evine) götürürse, onun çeyizini de kendisi için
oraya taşır. Eğer kadın orada ölürse o zaman adamın
malı yanar, adam onun çeyizini kendisi için alsın.
Ve eğer o babasının evinde ölürse ve kendi çocukları
varsa onun çeyizini adam almasın. İç güveyliğe
gelince bugün Anadolu'da halen özellikle kırsal
kesimlerde rastlanan zengin bir ailenin kızına fakir
ya da kimsesiz bir genci alması ve erkeğin kızın
ailesi ile birlikte yaşaması yani iç güveylik
uygulaması Hititlerde de görülmekteydi. Eski Hitit
döneminde kral Huzziya'dan sonra tahta geçen kral
Telepinu taht kavgalarına son vermek için kaleme
aldırdığı metinde, Hitit kralı Telepinu'nun kendi
durumunu da meşrulaştırmak için koyduğu tahta çıkma
kuralları, Hititlerdeki iç güveylik uygulamalarının
saray mensupları arasında da var olduğunu
göstermektedir. Telepinu metnine göre; 'Birinci
Prens kral olsun. Birinci dereceden prens yoksa,
ikinci dereceden bir oğul kral olsun. Eğer tahta
geçecek bir erkek çocuk yoksa, birinci dereceden bir
prensese bir içgüveyi koca versinler ve o kral
olsun!' Burada şunu belirtmeliyiz ki Telepinu
kendinden önce tahtta bulunan kral Huzziya'nın ilk
kız kardeşi ile evliydi' dedi.
Levirat evlilik hakkında açıklamada bulunan Gavaz,
'Levirat bilindiği gibi, kocasını kaybeden dul bir
kadının kocasının erkek kardeşiyle evlenmesi ya da
evlendirilmesi anlamına gelmektedir.
Günümüzde hala
uygulama alanı bulan bu evlilik türünün ta
Hititlerden günümüze hala geçerliliğini koruduğunu
Hitit kanun metninde bulunan bir madde bize açıkça
göstermektedir: 'Eğer bir adam karısı olarak bir
kadına sahipse ve adam ölürse, karısını onun erkek
kardeşi alır, (erkek kardeş ölürse) sonra onun
babası onu alır. Şayet sonra onun babası da ölürse
kadını erkek kardeşinin oğlu alsın, cezaya değer bir
eylem değildir' bu madde aynı zamanda Hitit
Devleti'nde soyun devamlılığının önemine de vurgu
yapmaktadır' şeklinde konuştu.
Sabah, 25.02.2013
|
ELAZIĞ'DA TARİHİ ESER OPERASYONU
Elazığ'da jandarma ekiplerince yapılan çalışmalarda
67 sikke ve çeşitli objeler ele geçirildi.
İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Baskil İlçesine
bağlı Köroğlu Köyü'ndeki bir evde yaptıkları aramada,
3 toprak testi, 5 toprak obje, 2 çakmak taşı,
14 maden karışımlı tas ve 1 sikke buldu.
Ekipler, ayrıca merkez Harput Mahallesi'nde park
halindeki bir araçta yaptıkları aramada, 66 sikke
ele geçirdi.
Sikkelere ve objelere, Elazığ Müze Müdürlüğü'ne
teslim edilmek üzere el konulduğu bildirildi.
Öte yandan, Arıcak İlçesi Küplüce Köyü Akyıldız
mezrasındaki mezarlıktan, üzerinde Arapça yazılar
bulunan, 200-300 yıllık olduğu
tahmin edilen
mezar taşları çalındı. Olayla ilgili soruşturma
başlatıldı.
Zaman, 25.02.2013
|
2 BİN 500 YILLIK KABARTMA YOK EDİLDİ

Balıkesir'in
Ayvalık İlçesi'nde, geçen yıl MÖ 330'lu yıllara
ait olduğu tahmin edilen ve yaklaşık 2 bin 500
yıllık olduğu öne sürülen bir kitabenin sırra kadem
basmasının ardından aynı bölgede bulunan Doğu
Roma İmparatorluğu'nun simgesi Romus Romülüs
kabartması da tahrip edilerek yok edildi.
Balıkesir'in
Ayvalık İlçesi'nde, Lale Adası'nda bulunan Turizm
Otelcilik, Ticaret Meslek Lisesi ile Pakmaya Kenan
Kaptan Denizcilik Meslek Lisesinin denize bakan
kısmında bulunan Kültür ve Turizm Bakanlığınca 2.
derecede Antik Kent olduğu açıklanan kayalık alanda
bulunan MÖ 330'lu yıllara ait olduğu savunulan
tarihi bir kitabenin ardından, aynı bölgedeki
kayalıklarda bulunan Doğu Roma dönemine ait olduğu
savunulan Romus Romülüs kabartması da tahrip
edilerek yok edildi. Geçen yıl; üzerinde Roma
dönemine ait Latince harflerin bulunduğu yaklaşık
100X40 ebatlarındaki kitabenin sır olması gibi Doğu
Roma İmparatorluğunu kuran Romus ve Romülüs
kardeşleri, dişi bir kurdun emzirmesini simgeleyen
kabarmanın da, kim ya da kimler tarafından tahrip
edilerek yok edildiği ise bilinmiyor.
Sırra kadem basan yazıt
gibi Romüs Romülüs kabartmasının da yaklaşık 3 yıl
önce çekilen fotoğrafları 'Kültürel Turizme' aday
Ayvalık'ın tarihi bir değerinin daha
yitirdiğinin kanıtı olarak arşivlerdeki yerini almış
görünüyor. Hiçbir korumanın olmadığı Lale Adası'ndaki
tarihi kayalıkların üzerinde teneffüs saatlerinde
her iki lisenin onlarca öğrencisinin neşe içinde
gezindiği gözlenirken, söz konusu alanın bir
kısmında Pakmaya Kenan Kaptan Denizcilik Lisesi'nin
de eğitim amaçlı bir tersane yapılabilmesi için
girişimlerinin olduğu biliniyor. Kayalıklarda
bulunan ve Helenistlik döneme ait olduğu sanılan
gülen insan maskının ise ne zaman yitirileceği merak
konusu olarak nitelendiriliyor.
Yaklaşık iki yıl önce
muhabirimizin keşfettiği ve o dönemler inşaat
halindeki iki okulun inşaatına ait molozların
döküldüğü antik kent ile ilgili
haberlerin ülke genelinde yüzlerce yayın
kuruluşu tarafından kamuoyuna duyurulmuştu.
Yayınların ardından dönemin CHP
Balıkesir Milletvekili
Hüseyin Pazarcı tarafından TBMM gündemine,
dönemin Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'ın cevaplandırması koşuluyla
Ayvalık'taki antik kayalıklara moloz
dökülmesinin nedeni ve bu kayalıkların akibetiyle
ilgili yapılacak çalışmalar hakkında bir soru
önergesi verilmişti.
Önergenin verilmesinden
yaklaşık iki ay kadar sonra TBMM Genel Kurulunda,
Bakan
Ertuğrul Günay'da, Pazarcı'nın sürü önergesini
cevaplandırarak,
Ayvalık Lale Adası'ndaki kayalıkların Porsedelene
dönemine ait 2. derecede Antik Sit Alanı olduğunu
doğrulamış ve ilgili kurumlara bakanlıkça yazılan
yazılarla söz konusu alana moloz dökülmesini
durdurmuş, daha önceden dökülen molozların
kaldırılması talimatını verdiğini açıklayarak, söz
konusu kayalıkların koruma altına alınacağını
vurgulamıştı. Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'ın bu açıklamalarının ardından,
Lale Adasındaki molozlar kaldırılmış ancak, aradan
geçen süre içinde halen daha antik kayalıkların
koruma altına alınmaması nedeniyle de geçen yıl 2
bin 500 yıllık olduğu iddia edilen kitabenin
kaybolup, sıra kadem basmasının ardından bu yıl da;
Doğu Roma dönemine ait Romus Romülüs kabartmasının
tahrip edilerek, yok olduğu gözleniyor.
Bursa Anıtlar Kurulunun da kayalık arazinin
korunmasında pasif kaldığını kaydeden vatandaşlar
ise duruma oldukça tepkili görünüyor. Geçen yıl
kitabenin kayıplara karışması sırasında, Romüs
Romülüs kabartmasının da keski ve çekiç gibi
aletlerle oyularak yerinden çıkarılmaya
çalışıldığını hatırlatan bazı vatandaşlar, antik
kayalıkların hemen yakınındaki okulların geçtiğimiz
yıl Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan bir
yönetmelikle satışının gündeme geldiğine dikkat
çekiyor.
Türkiye genelinde emlak açısından arsası değerli
olan okulların satılarak, elde edilen gelir ile
arsası daha ucuz yerlerde okul kurulmasına ilişkin
planlama kapsamda derslik başına düşen öğrenci
sayısının da azaltılması amaçlandığını savunan
vatandaşlar, Lale Adası'ndaki okulun arsasının
konumu itibarıyla en prestijli alanda bulunması ve
MEB'in okul satışıyla ilgili planlamasıyla örtüşmesi
Ayvalık'ta satış söylentilerini güçlendirdiği de
iddia ediliyor. Söz konusu alanda olası bir satışta
Koç ve Sabancı ailelerinin şimdiden talip
olabileceklerine dair spekülasyonlara da dikkat
çekildiği gözleniyor.
Öte yandan Lale Adası'ndaki
sakinler ile antik kayalıklara sık sık gelen
balıkçılar, bölgenin koruma altına alınması için
yetkililere sözlü olarak serzenişlerde
bulunduklarını ancak hiç kimsenin kendilerini
dikkate almadığını kaydediyor. Kayalık arazinin eski
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay tarafından 2. derecede antik sit
olduğuna ilişkin açıklanmasının ardından, özellikle
define avcılarının akınına uğradığını
gözlemlediklerini savunan küçük balıkçılar, "Bu
alanda geçen yıl yok olan kitabe gibi bu yılda Romus
Romülüs kabartması yok edildi. Bunların yanı sıra
Helenistlik dönemine ait olduğu varsayılan gülen
insan figürü, korsan maskı, uçan ejder
gibi figürlerin dışında sonradan birileri tarafından
çizilmiş yeni tarihli sembollerde vardı. Bu yüzden
de söz konusu define avcıları bölgenin tarihi bir
yer olmadığı yaygarasını çıkarmışlardı. Bazı
gazetelerde bu alanın Bakan Günay'ın açıklamalarına
rağmen tarihi olmadığını yazmışlardı.
Böylelikle
hedef saptıran uyanık define avcıları, kamuoyunun
dikkatinin kayalıklardan uzaklaşmasını sağlayarak,
eski yunanca Latin harflerinin bulunduğu kitabeyi
çaldıktan sonra bu yılda efsaneye göre Romus ve
Romülüs kardeşleri emziren dişi kurt kabartmasını
tahrip edip, yok ettiler. Yazık oldu. Eğer bu alan
ve
Ayvalık'taki diğer benzeri antik bölgelerde
tedbirler alınmazsa, bu gibi tarihi zenginlikler bir
bir yitirilmeye devam edecektir. Kültürel Turizme
talip olan
Ayvalık'ımızda bu tür değerlerin acilen koruma
altına alınması gerekiyor" şeklinde konuşmaları
dikkat çekti.
haberler.com, 24.02.2013
|
AYASOFYA KURUL HUZURUNDA!

Ayasofya
Müzesi Müdürü restorasyonu VATAN'a değerlendirdi.
Müze Müdürü Hayrullah Cengiz, tarama
yaptıklarını, yeni melekler çıkarsa durumu Koruma
Kurulu’na soracaklarını söyledi.
Ayasofya Müzesi Müdürü Hayrullah Cengiz, 119 yıldır
yapılan en kapsamlı restorasyondan, 160 yıl sonra
gün yüzüne çıkan Serafim Meleği’ne benzer melek
figürlerinin olup olmadığından Ayasofya’nın tarihi
önemine kadar bir çok önemli konuyu VATAN’a anlattı.
Hürrem’in oğlu 2.Selim’in daha hayattayken türbesini
Ayasofya Külliye’sinin içine yaptırdığını ancak
tamamlanamadan öldüğünü söyledi. İşte Cengiz’in
ağzından Ayasofya’nın bilinmeyenleri:
1894’ten sonraki en büyük onarımları yapıyoruz. İç
bölümdeki dört yüzü de onaracağız. Ayasofya’nın şu
an ki haliyle bile 7 şiddetinde bir depreme
dayanabileceği söyleniyor. 3 milyon 250 bin
ziyaretçisi oldu”
“Ayasofya’yı değerlendirirken Emevi Dönemi’ndeki
(674-678) İstanbul kuşatmalarının da ele alınması
gerekir. Hz. Eyüp, kuşatma sırasında Bizans
İmparatoru’nun izniyle Ayasofya’yı ziyaret edip
namaz kılmıştır. Fatih’in ilk ziyaret ettiği yer
Ayasofya’dır. Zemin taramamız bittiğinde kubbenin
çemberine kadar çıkmış olacağız. O aşamaya
geldiğimizde üç meleğin figürüne rastlarsak konuyu
Koruma Kurulu’na götürürüz oradan çıkacak kararı
uygularız.”
Ayasofya Müdürü Cengiz (üstte), “İçeride dört tane
melek var. Hristiyanlık inancına göre dünyayı
koruyan melekler. Geçen yıllarda Serafim Meleği’nin
(sağda) yüzü açıldı. Yıpratma yapmadığımız görüldü.
Diğerlerinin içinde var mı yok mu bilmiyoruz.
Açılırsa göreceğiz“ diye konuşuyor.
Vatan, Haber: Mustafa Uçar Altuntaş, 24.02.2013
|
HAYDARPAŞA GARI OTEL OLACAK MI?
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali
Yıldırım, Haydarpaşa Garı'nın otel yapılıp
yapılmayacağı ile ilgili soruyu cevapladı.
Bakan Yıldırım, Haydarpaşa Garı'nı da içerisine
alan projeye ilişkin bir soru üzerine ''Haydarpaşa
Garı otel değil, halka açık olarak hizmet vermeye
devam edecek'' ifadelerini kullandı.
Haydarpaşa Garı'nı da içerisine alan projeye
ilişkin bir soru üzerine ise Yıldırım,
''(Haydarpaşa'da) Sorun yok. 2006'dan beri
çalışılıyor. Her türlü süreçten geçti.
Belediyelerden geçti. İtiraz süreçleri de son erdi.
Haydarpaşa'nın, bölgenin doğal yapısını koruyacak,
tarihi değerlerini muhafaza edecek ve fazla yoğun
yapılaşmaya izin vermeyen, tarih ve tabiat
varlıklarını koruma kurullarının da onayladığı proje
gerçekleştirilecek. Haydarpaşa Garı otel değil,
halka açık olarak devam edecek'' ifadelerini
kullandı.
Zaman (Kısaltarak), 24.02.2013
|
BALIKESİR'DEKİ TARİHİ EVLER RESTORE EDİLECEK

Kamu
kurumları ve özel sektör desteğiyle Balıkesir’in
geçmişini sembolize eden tarihi evler birer birer
onarılacak. Öncelikle envanteri çıkarılacak binalar
arasında saat kulesi, tarihi şadırvan ve dönemini
sembolize eden konak ve evler yer alıyor.
Balıkesir Kültür ve Turizm İl Müdürü Abdullah
Soykan, tarihi evlerin restore edilerek şehrin
dokusunun canlı kalmasını sağlayacaklarını söyledi.
Soykan, bu kapsamda Balıkesir şehir merkezindeki
tarihi yapıların envanterini çıkarıp Çevre ve Kültür
Değerlerini Koruma ve Tanıtma (ÇEKÜL) Vakfı Başkanı
Prof.Dr. Metin Sözen’e gönderdiklerini kaydetti.
Soykan, “Her şey yolunda giderse bir yıl sonra
çalışmalara başlamayı planlıyoruz.” dedi. Geçen yıl
göreve geldiğinde tarihi evlerin restorasyonuyla
ilgili bir çalışma başlattıklarını ifade eden İl
Müdürü Soykan, konuyla ilgili detaylı bir araştırma
yaptıklarını ifade etti. Proje için öncelikli olarak
tarihi şadırvan ve saat kulesi ile birlikte Kazım
Özalp Sokağı ve Zağnos Paşa Camii karşısındaki ikiz
konakların restore edileceğini kaydeden Soykan,
şöyle konuştu: “Çalışmalarımız, Paşa Konağı ve
çevresini de içine alıyor. Bu alanlar için sokak
sağlıklılaştırması planlıyoruz. Valimiz de konuyla
yakından ilgileniyor. Bu çalışmanın sadece Kültür ve
Turizm İl Müdürlüğü bünyesinde yürütülmesi çok zor.
Valiliğin katkısı çok önemli; ancak belediye ve
diğer kurumların da desteği gerekiyor. Proje aşaması
bittikten sonra finansman konusunda Balıkesir’in
ileri gelenleri de destek olabilir.”
Restorasyon için öncelikle bölgenin
envanterinin çıkarılması gerektiğine işaret eden
Abdullah Soykan, kaç tane binanın restore
edileceğinin tespitinin yapıldığını vurguladı.
Soykan, şu bilgileri verdi: “Son sözü ÇEKÜL Vakfı
söyleyecek. Bunun için hazırladığımız raporu
Prof.Dr. Sözen’e gönderdik ve kendisini Balıkesir’e davet
ettik. Yapacağı ön incelemenin ardından ilimize
gelecek. Süreç yaklaşık sekiz aydır devam ediyor.”
Bu tür projelerin hazırlanıp hayata
geçirilmesinin zor olmadığına dikkat çeken Soykan,
şöyle devam etti: “Bu tarz restorasyon projelerini
daha ziyade belediyeler yapıyor. Bizler birer
bileşen olarak sadece kolaylaştırıcı olabiliriz.
Balıkesir, 2014 yılından itibaren büyükşehir olacak.
Bu durum bizim için büyük avantaj olur. Bu tür
projeleri hayata geçirmek daha kolay olacaktır.
Çünkü büyükşehir belediyelerinin imkanları daha
fazla.”
Vali Ahmet Turhan’ın, göreve geldiği günden
beri projesi hazır binaların restorasyonu için
talimat verdiğini belirten Soykan, “Bunun için İl
Özel İdaresi’nin destek olacağını söyledi.
Restorasyon çalışması için projelendirme 6 ay
sürebilir. Kuruldan geçmesinin de 6 ay kadar
alacağını düşünüyorum. Balıkesir’deki binaların
restorasyonuna başlamak için yaklaşık bir yıl zaman
olduğunu planlıyoruz. Bunun için büyük bir ekip
gerekiyor.” dedi.
Projenin hayata geçirilmesinin, Balıkesir’in
sosyal ve kültürel hayatına ciddi katkıları
olacağını söyleyen İl Müdürü Soykan, “Bu tür
projelerin hayata geçirildiği şehirlerde gece
insanlar aileleriyle dışarıya çıkıyorlar. Şehir
hayatına canlılık geliyor. Ayrıca turizm de bundan
payını alıyor.” dedi.
Zaman, Haber: Melih Gasgar, 24.02.2013
|
 |
VEZİRKÖPRÜ'DE TARİHİ EVLERİN RESTORASYON AŞAMASINDA SONA GELİNDİ
Samsun İl Özel İdaresi Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu (KUDEB) tarafından yürütülmekte olan Vezirköprü Sokak Sağlamlaştırma Projesi kapsamında yapılan birinci etap çalışmalarında sona gelindi.
Projenin ilk etabında, ikisi tarihi eser olarak tescilli olan ve 17 tanesi geleneksel olan toplam 19 tarihi binanın restorasyon çalışmasının bitmek üzere olduğunu belirten Samsun Valisi Hüseyin Aksoy, eski kent dokusunu tekrar hayata geçirmek amacıyla yapımı başlanan ve 4 etaptan oluşan projenin tamamlanmasıyla toplamda 110 binanın restoresinin yapılacağını kaydetti.
Projenin ikinci etabında ise üçü tarihi eser olarak tescilli olan 23’ü geleneksel 26 tarihi binanın restorasyonuna geçtiğimiz sene ekim ayında başlandığını sözlerine ekleyen Vali Aksoy, “Yakın zamanda tamamlanacak olan birinci ve ikinci etap çalışmaları sonucunda toplamda beşi tarihi eser olarak tescilli olan bina ve 40 tanesi geleneksel olan binanın restorasyon çalışması bitmiş olacak. Önümüzdeki dönemde başlayacak olan üçüncü ve dördüncü etap çalışmalarında ise toplamda 65 tarihi binanın sağlamlaştırması yapılacak.
Zaman, Haber: Muzaffer Altunay, 23.02.2013
|
KALDIRIMDA TARİHİ TOP HEYECANI
Şişli Esentepe Mahallesi
Kore Şehitleri Caddesi'nde kaldırıma bırakılmış
yaklaşık 150 cm uzunluğunda tarihi bir topu gören
vatandaşlar durumu polise bildirdi. Olay yerine
bomba uzmanı, olay yeri inceleme ve önleyici
hizmetlere bağlı polis ekipleri geldi.
Bomba uzmanı ve olay yeri inceleme polisleri
herhangi bir tehlikenin olmadığını tespit etti.
Ancak müzelerde gördükleri tarihi topu cadde
üzerinde kaldırımda gören vatandaşlar şaşkınlığını
gizleyemedi. Bazıları cep telefonu ile görüntü
çekti.
Tarihi top, emniyete bağlı araç çekicisi ile
incelenmek üzere götürüldü. Onlarca kilogram
ağırlığındaki tarihi topun kaldırıma nasıl geldiğini
araştıran polis çevredeki güvenlik kamerası
görüntülerini incelemeye aldı.
Milliyet, Haber: Zeki Günal, 22.02.2013
|
|
KAYA: MRYLEİA ANTİK KENTİNDEKİ İNŞAAT DURDURULMALI
Bursa'nın Mudanya
İlçesi'ndeki Mryleia antik kentinde
devam eden inşaata yönelik mimarların tepkisi
sürüyor. Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı
Nizamettin Kaya, "Yasalarla kabul ettiğimiz
ve tüzüklere uymak yükümlülüğümüz varken, 2863
Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Yasası'na aykırı olarak Apameia (Myrleia) Antik
Kenti üzerinde yapılmakta olan inşaatın devamına
izin vermek, tarihi ve kültürel değerlerin yok
edilmesine ve sermaye' ye rant sağlanmasına
yöneliktir" dedi.
Mudanya'da Bursa Asfaltı üzerinde bulunan alana AVM
yapmak için başlanılan çalışmalarda antik kent
kalıntıları çıkması üzerine Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından
durdurulmuştu. Kararın revize edilmesiyle inşaat
çalışmaları yeniden başladığına dikkat çeken
Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Nizamettin Kaya,
düzenlediği basın toplantısında antik kentteki
inşaatın durdurulması gerektiğini söyledi. Bursa'nın
ilkçağlardan günümüze kadar insanlık tarihinin
geçirdiği evrelere ait, insanlık tarihi açısından
büyük önem taşıyan kültür varlıklarına sahip bir
kent olduğuna işaret eden Kaya, Bursa'nın Marmara
denizi kıyısındaki en önemli ilçelerinden biri olan
Mudanya'da bulunan Mryleia antik kenti ise tarihi MÖ 700'lü yıllara kadar uzanan, varlığı bilinen
fakat yakın zamana kadar toprak altında kalmış
evrensel olarak önem taşıyan bir kültür varlığıdır.
Kentin limanının bugün Petrol Ofisi dolum
tesislerinin altında kaldığı anlaşılmaktadır.
Yapılaşmanın bu kısma doğru ilerlemesi nedeniyle
burada yapılması düşünülen alışveriş merkezi inşaatı
öncesinde 2009 yılında Bursa Müze Müdürlüğü
tarafından açılan sondaj çukurunda henüz yüzeyde
olunmasına rağmen hemen temel kalıntılarına
ulaşılmış olup bu sondaj sırasında Klasik ve
Hellenistik Çağa çok sayıda ait seramik kırıkları ve
bir heykel buluntular arasındadır. 2010 tarihinde
alan kısmen Arkeolojik Sit Alanı kapsamına alınmış
olmakla birlikte koruma alanı son derece dar
tutulmuştur" diye konuştu.
Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof. Mustafa Şahin'in hazırlayarak Koruma Kurulu'na
sunduğu rapora göre arkeolojik sit alanının çok daha
geniş tutulması gerektiğine dikkat çeken Kaya, antik
limanın ve kentin kalıntılarının var olması
ihtimalinin çok güçlü olduğu bölgenin bir kısmının
1. derece arkeolojik sit alanı olarak korumaya
alınmadığı ve üzerine alışveriş merkezi inşaatı
yapılmasına izin verildiğini açıkladı. Oda Başkanı
Kaya şunları söyledi: "Bursa Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun
20.05.2010 tarih ve 106205 sayılı kararı ile sit
kapsamına alınan alanda yapılan incelemelerde
Yapılan sit incelemesinde dikkati çeken; alanın çok
dar tutulduğudur. Bu nedenle Bölge Koruma Kurulu'na
sit sınırlarının genişletilmesi konusunda başvuruda
bulunulmasına karar verilmiştir. Tarihi ve Kültürel
değerler, geçmişten geleceğe taşınması gereken
insanlığın ortak miraslarıdır ve hem dünya da hem de
ülkemizde uluslararası ve ulusal düzeyde yasalarla
koruma altındadır. Yasalarla kabul ettiğimiz ve
tüzüklere uymak yükümlülüğümüz varken, dahası 2863
Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Yasası'na aykırı olarak Apameia (Myrleia) Antik
Kentin üzerinde yapılmakta olan inşaatın devamına
izin vermek tarihi ve kültürel değerlerin yok
edilmesine ve sermaye' ye rant sağlanmasına
yöneliktir. Üstelik 2014 yılı için UNESCO Dünya
Kültür Miras Listesi'ne girmeye aday durumunda olan
Bursa Kenti için ciddi bir çelişki de
oluşturmaktadır. Mudanya, Bursa' nın Marmara
denizine açılan kapısıdır ve tarihi bir kenttir.
Antik kent üzerine Alışveriş Merkezi ve Benzin
İstasyonu projesinin acilen ve tamamen iptal
edilmesi, bölgede arkeolojik çalışmaların süratle
başlatılması, Apameia (Myrleia) antik kentinin gün
yüzüne çıkarılması ve müze haline getirilmesi
gerekmektedir."
Bugün, 22.02.2013
******
ANTİK KENTİN ÜZERİNE AVM İZNİ ÇIKTI

Bursa'da temelinden antik
Myrleia kentinin duvarları çıkınca durdurulan AVM
inşaatı için koruma kurulu kararını verdi: İnşaat
devam, duvarlar içeride cam içinde sergilensin.
3. derece arkeolojik sit alanında temel kazma
çalışmaları sırasında Myrleia antik kenti duvarına
rastlandığı için inşaatı durdurulan
alışveriş merkezi için Bursa
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu
kararını verdi. Kurul, Myrleia kent duvarının cam
çerçevede alışveriş merkezi içinde sergilenmesine ve
antik kent üzerinde yapılan AVM inşaatının devam
etmesine karar verdi.
Uludağ Üniversitesi, 2010 yılında Bursa’nın Mudanya
İlçesi'nde 1. derece sit alanı olan bölgenin
yakınında yaptığı yüzey çalışması sırasında yoğun
seramik parçalarına rastlayınca Bursa Kültür ve
Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’na bölgenin 1.
derece sit alanı ilan edilmesini önerdi. Öneri
üzerine bölgede incelemelerde bulunan koruma
kuruluysa tarihi limanı 3. derece arkeolojik sit
alanı ilan ederek imara açtı.
Bölgenin imara açılmasıyla Tesco Kipa Kitle
Pazarlama Şirketi de 23 Eylül 2012 tarihinde aldığı
ruhsatla bölgede AVM yapmak için inşaat
çalışmalarına başladı. Ancak AVM’nin temel kazıları
sırasında antik kentin MÖ 7. yüzyıla ait duvarı
ile taş heykellere rastlanınca bölge halkı AVM
inşaatının durdurulması için koruma kurulu ile müze
müdürlüğüne başvurdu.
Şikayetler sonucunda bölgede incelemede bulunan
Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge
Kurulu, bölgede yeniden değerlendirme yapmak üzere 3
Aralık 2012 tarihinde inşaatı durdurma kararı aldı.
Ancak inşaat alanında incelemede bulunan kurulun
kararında herhangi bir değişiklik olmadı. 2 ay
süreyle bölgede incelemede bulunan koruma kurulu,
tarihi Myrleia kentinin 3. derece sit alanı olarak
kalmasını
uygun bularak kent üzerine yapılan
alışveriş merkezinin devam ettirilmesi için inşaat
izni verdi. Temel kazıları sırasında bölgede çıkan
tarihi eserleri müzeye nakleden kurul, ayrıca
Myrleia kent duvarlarının cam çerçevelerde korunarak
alışveriş merkezi içerisinde sergilenmesi kararını
aldı.
Kurul tarafından inşaatın devam etmesi için izin
kararı verilmesi
çevre örgütlerini ayağa kaldırırken, alışveriş
merkezi yapmak isteyen Tesco Kipa Kitle Pazarlama
Şirketi ise AVM’nin bir an önce bitmesi için inşaat
çalışmalarına başladı.
‘Kuzuyu kurda emanet ettiler’
Bölgede yüzey incelemelerinde bulunarak limanın 1.
derece sit alanı ilan edilmesi için kurula öneride
bulunan Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Anabilim Dalı
Başkanı Mustafa Şahin, bölgede yeterli düzeyde
sondaj çalışması yapılmadan kararın alındığını
söyledi. Şahin, “Bölgede yeteri kadar sondaj
çalışması yapılmadan inşaata izin verilmesi suçtur”
derken Mudanya Halk Meclisi sözcüsü Levent Kayak ise
“Kurul aldığı bu kararla kuzuyu kurda emanet
etmiştir. Tarihi eserlerin bir firmanın malıymış
gibi alışveriş merkezi altında sergilenmesi son
derece yanlış bir karar. Halk meclisi olarak bütün
yasal yollara başvuruda bulunacağız” diye konuştu.
İnşaata devam kararının koruma kurulunca verildiğini
belirten Bursa Müze Müdürlüğü ise gün yüzüne
çıkarılan eserlerin müze envarterine geçirildiğini,
duvar kalıntılarınınsa yağmurdan zarar görmemesi
için örtüyle kapatıldığını bildirdi. Kötü hava
şartlarından dolayı
restorasyon yapamadıklarını bildiren müze
yetkilileri, temel kazısında bulunan Myrleia
duvarını yazın restore edeceklerini bildirdi.
Radikal, Haber: İdris Emen, 06.03.2013
******
AVM İNŞAATINDA ORTAYA
ÇIKAN KALINTILARA 'CAMEKAN' ÇÖZÜMÜ
Bursa’nın Mudanya
İlçesi’nde alışveriş merketinin inşaatı sırasında
ortaya çıkan, MÖ 7’nci Yüzyıl’a ait Myrleia antik
kentinin duvarlarına rastlandı. O döneme ait bronz
heykellerin de bulunduğu kazılar Bursa Anıtlar
Kurulu tarafından durduruldu. Yapılan çalışmaların
ardından Anıtlar Kurulu, antik kent duvarı ve
bulunan tarihi eserlerin bölgede camekanlar ile
korunması şartı ile alışveriş merkezinin inşaat
çalışmalarına izin verdi.
Mudanya’nın Demirhane Mevkii’nde bir alışveriş
merkezinin temel atma çalışmaları sırasında, MÖ
7’nci Yüzyıl’a ait Myrleia antik kentinin duvarları
ortaya çıktı. Duvarların dışında bölgede, o döneme
ait bronz heykeller ve çeşitli başka kalıntılar
bulundu. Tarihi eserler Bursa Müze Müdürlüğü’ne
teslim edilirken, Bursa Anıtlar Kurulu, bölgenin
eski bir liman olduğunu tesbit etmişti. Yapılan
çalışmaların ardından Bursa Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararını verdi.
Kurul, bölgenin 3’üncü derece sit alanı olarak
kalacağını, tarihi duvarların camekanlar içine
alınarak korunup, yapılacak alışveriş merkezinin
içinde sergilenmesine karar verdi.
Mudanya Belediye Başkanı AKP’li Hasan Aktürk,
konuyla ilgili yaptığı açıklamasında, "Alışveriş
merkezinin inşaat çalışmaları sırasında, tarihi
kalıntılar ortaya çıktı. Alışveriş merkezinin inşaat
çalışmaları, tarihi eserler cam fanus içersinde
korunup sergilenme koşulu ile devam edecek. Bu
proje, ilçemizin tarihinin ortaya çıkmasının yanında
Mudanya’nın ekonomisini de olumlu yönde
etkileyecektir. Markete alışverişe gelen vatandaşlar
cam fanus ve camekanlar içinde yer altında bulunan
tarihi kalıntıları da inceleme fırsatı da
bulacakları için yapılan çalışmanın doğru bir
çalışma olduğunu belirtmek isterim" dedi.
Toplam 9 bin 312 metre kare arsa üzerine kurulacak
olan ve 2 bin metrekare kapalı alandan oluşacak tek
katlı alışveriş merkezinden bir süper market ve üç
mağaza bulunacak. Alışveriş merkezine 150 araç
kapasiteli kapalı otopark yapılacak.
Radikal, Haber: Tarık
Arslan, 07.03.2013
|
TARİHİ KAPLICA SATILIYOR
Bursa’da 456 yıl önce
Sadrazam Rüstem Paşa tarafından Kanuni Sultan
Süleyman’ın tedavisi için yaptırılan ve son yıllarda
termal otel ve hamam olarak kullanılan Yeni Kaplıca,
Bursa 5’inci İcra Müdürlüğü tarafından,
ortaklarından birinin banka borcu nedeniyle satışa
çıkarıldı.
Yeni Kaplıca’nın 36
hissedarından biri olan Tomris Ete’ye ait 10
hissenin satış ihalesi, 11 Nisan tarihinde
gerçekleşecek.
Klasik dönem Osmanlı
mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan ve 1555
yılında Sadramazan Rüstem Paşa tarafından Kanuni
Sultan Süleyman için inşa ettirilen Yeni Kaplıca,
merkez Osmangazi İlçesi’ne bağlı Kükürtlü
Mahallesi’nde bulunuyor.
Yeni kaplıca, tavanı 12
metre çapında iki büyük kubbeyle örtülü olan ve
hamamın içindeki halvetlere su, soğumadan ulaştığı
için sıcaklığı 84 dereceyi bulan termal sularıyla
kentin önemli kaplıca merkezleri arasında yer
alıyor. Üçü büyük olmak üzere, toplam on kubbeyle
örtülü kırk kurnanın bulunduğu geniş havuzu, tarihi
çinileriyle önemli bir tarihi zenginlik olan ve 36
hissedarı bulunan Yeni Kaplıca, tarihi kayıtlara
göre Kanuni Sultan Süleyman’ın tedavi olduğu yer
olarak biliniyor.
Sadrazam Rüstem Paşa
tarafından yaptırılan Yeni Kaplıca’nın
hissedarlarından birinin bankaya olan borçları
nedeni ile tarihi yapı, icradan satışa konuldu.
Bursa 5’inci İcra Müdürlüğü’nün ilk ihalesini 11
Nisan’da yapacağı satış Bursa Adalet Sarayı’nda
yapılacak. Yeni Kaplıca’nn 36 ortağından Tomris
Ete’nin banka bonçları nedeniyle sahip olduğu 10
hisseye ilk satışta 351 bin 705 TL bedel belirlendi.
İlk ihalede alıcı
çıkmaması durumunda bu hisselerin, belirlenen
bedelin yüzde 40’ına fiyata satılacağı belirtildi.
Bursa Kent Haber,
22.02.2013
|
17 - 23 Şubat 2013
|
BAŞBAKAN OLUNCA MİMAR DA OLURSUN
Paran çoksa...
Mimarların yaptığı projeleri “bu değil,
bu değil, bu hiç değil” diye fırlatıp
atacak kadar özgüven sahibi olursun...
*
Başbakan olursan...
Tıpkı paran çokmuş gibi davranma lüksüne sahip
olabilirsin.
- Çamlıca’ya cami yapacağım diye tutturabilirsin.
- Proje yarışması açarsın...
- Selatin camileri taklit eden bir projeye
birincilik verirsin.
- Birinci gelen o projeyi önüne koyup kafana göre
düzenlemeler yaparsın.
- Kubbeleri yumuşatır, revakları kaldırır, kapıları
büyütürsün...
- Kendini bir Mimar Sinan kadar yetkin hissedersin.
Denklem basittir çünkü:
Başbakan olunca otomatikman
“mimar”
da olmuş olursun.
*
Bu ülkede...
Paran çoksa ya da başbakansan...
- En uzağa sen gidersin, en yakından sen dönersin.
- En iyi ekonomist sen olursun...
- Uzay teknolojisinden de sen çakarsın, nüfus
planlama hareketlerinden de...
- Sosyolojiye sen vakıfsındır, tıbbı hekimlere
öğretirsin.
- Pedagojik formasyon alanında kimse eline su
dökemez...
- En iyi yönetmen sensindir, en iyi tiyatrocu
sen...
- Sanat eleştirmeni olursun, heykellerden süper
anlarsın...
- İlber Hoca da kim oluyormuş, en iyi tarihçi
sensindir...
*
Ben şunu bilir, şunu söylerim:
Bu ülkede rahat etmek istiyorsan...
Ya paran olacak ya da iktidarın...
İkisi olunca her şey olursun...
Hürriyet, Yazı: Ahmet Hakan, 22.02.2013
|
ERDOĞAN'IN ÇAMLICA'SI
İstanbul’da yapılacak Çamlıca camisi için “AKP’nin simge eseri” diyen Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, projede pek çok değişiklik yapıldığını söyledi. Dün Hürriyet’i ziyaret eden Bakan Bayraktar, projenin, Başbakan Erdoğan’ın başkanlık ettiği bir heyet tarafından değiştirildiğini açıkladı.
İstanbul’da Çamlıca Tepesi’ne yapılacak olan caminin projesi sil baştan değişiyor. Yeni projenin detaylarını Hürriyet’e açıklayan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bakan Bayraktar, “Mimarlarla yaptığımız çalışmada camide sayamayacağım kadar değişiklik oldu. Sivri olan kubbeler daha basık ve oval oldu. Kapılarını genişlettik büyüttük. Revaklar vardı onları kaldırdık” dedi.

“Çamlıca’daki caminin oluşturulma gayesi AKP’nin iktidarı döneminde bir simge eser bırakmaktır” açıklamasında bulunan Bayraktar, “Orası sadece cami, sadece namaz kılınacak bir yer değil büyük bir kültür kompleksidir” dedi. Bayraktar, Hürriyet’e yaptığı ziyarette Çamlıca Camisi ile ilgili şu açıklamalarda bulundu:
“Burası eğitim, kültür, turizm ve müze alanı olacak. Yarışmada 82 proje değerlendirildi. Bunların arasında ikincisini uygulamayı uygun gördük. Ama Sayın Başbakan bunun tartışmaya açılmasını istedi. Mimar Sinan Üniversitesi’nden ve İTÜ’den bir grup mimarla üç saat çalıştık. Projeyi ciddi anlamda eleştirdiler. Birçok yerini değiştirdik. Burada Mimar Sinan’ın eserleri, Selçuklu ve Osmanlı döneminin camilerinden ciddi anlamda esinlenme var. Onların silueti olarak devam niteliğinde olmasını arzu ettik. Ama kesinlikle konsept ve yapı aynı değil.

Binada fabrika gibi üç bodrum var. Bodrumlarında hat sanatları, kültür yerleri, fuar alanları, dershaneler ve seyir terasları olacak. Dünyada beşinci büyüklükte bir cami olacak. Üç gidiş üç geliş yol ve tünel yapacağız. Turizm merkezi, seyir terası ve yeşil alan yapacağız. Caminin dışında bina hemen hemen hiç yok. Kubbeleri, kapıları, değişti. Camide sayamayacağım değişiklik yapıldı. Altı minare var, yedinci minare vardı onu kaldırdık. Mimarlar öyle uygun gördüler. Kubbeler daha basıldı daha oval oldu. Sivriliklerini biraz azalttık. Kapılarını genişlettik, teraslarını değiştirdik.
Birtakım revaklar vardı onları kaldırdık. Başbakan’ın başkanlığındaki heyet, alanında uzman mimarlarla toplam üç seans yaptık. Görüşmelerimiz devam edecek. Daha da değişiklikler olabilir. Başbakan, Osmanlı ve Selçuklu kültüründe yetişmiş. Yetiştiği kültürü istiyor. O kültürü seviyor.”
YENİSİ
Kubbeler tıraşlandı.
Kapılar genişletildi.
Revaklar kaldırıldı.
Teraslar değiştirildi.
Şadırvan yeniden dizayn edildi.
Girişler tekrar düzenlendi.
Hürriyet, Haber: Erdinç Çelikkan, 20.02.2013
|
TARİHİ BİNA İLGİ BEKLİYOR

Yığılca’nın Tıraşlar
Köyü'nde bulunan 200 yıllık
tarihi yapı keşfedilmeyi bekliyor. Osmanlı Döneminde
inşa edilen yapının kültür turizmine kazandırılması
isteniyor.
AKP Yığılca İlçe Başkanı Muzaffer Yiğit
tarihi binayı kültür turizmine kazandırmak için
çalıştıklarını belirtti. Bina içerisinde hala eski
dönemlerde kullanılmış eşyaların bulunduğunu dile
getiren Yiğit, 10 odalı yapının her odasında bir
osmanlı hamamı, kiler ve ocağın yer aldığını
kaydetti.
Yiğit, tarihi dokuya zarar vermeyecek bir
restorasyonla yapının büyük ilgi göreceğine
inandıklarının da altını çizdi.
Konak sahiplerinin kökeninin Karamanoğullarına
dayandığını söyleyen Yiğit “Yığılca Tıraşlar Köyü
merkez mahallede bulunan bu yapı yaklaşık 200
yıllık. Osmanlı döneminde inşa edilmiş ancak
Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyor. Ev
sahiplerinin kökeni Karamanoğulları’na dayanıyor.
İlçe merkezine yaklaşık 1 kilometre uzaklıkta” dedi.
ŞİMDİYE KADAR NASIL KEŞFEDİLMEDİ?
Restorasyon yapılması halinde konağın büyük ilgi
göreceğine inandıklarını ifade eden Yiğit şöyle
devam etti: “Bu evi ve çevresindeki tarihi yapıları
Yığılca ve Düzce kültür turizmine kazandırmak
istiyoruz. Burayı sanatsal faaliyetlerde kullanmayı
planlıyoruz. Tarihi dokuya zarar vermeyecek bir
restorasyonla evin gerçekten büyük ilgi göreceğine
inanıyoruz. Evin bulunduğu alan da tarihi bir alan.
Buradan adeta tarih fışkırıyor. Bugüne kadar nasıl
keşfedilmediğini gerçekten çok merak ediyorum.”
Tarihi yapıyı kültür turizmine kazandırmaya
çalıştıklarını dile getiren Yiğit şunları söyledi:
“Tarihi yapıların yanı sıra bu köy gerçekten bir
cennet. Doğal güzellikleri ile de dikkat çekiyor.
Tarihi ev özelliğini korumuş. Kurtuluş savaşında
ülke savunması yapan Hüseyin Çavuş bir dönem bu evde
oturmuş. Evin şu anki varisleri de Hüseyin Çavuş’un
torunları. Ev içerisinde kullanılan malzemeler bile
hiç bir şekilde bozulmamış. Biz bu evi ve
çevresindeki tarihi yapıları kültür turizmine
kazandırmak için elimizden geleni yapacağız. Bu
konuda halkımızdan ve yetkililerden de destek
bekliyoruz.”
Muzaffer Yiğit, binanın tüm odalarında osmanlı
hamamı, kiler ve ocak olduğunu, ayrıca bina
içerisinde bir de seyir odasının bulunduğunu ifade
ederek “Bu tarihi binada yaklaşık 10 kuşak yaşamış.
Bütün odalarda ocak ve Osmanlı hamamı var. Ev 10
odalı. Ayrıca bütün odaların içinde kiler var.
Binanın diğer bir özelliği de çevreyi
izleyebileceğiniz bir seyir odasının olması. Ayrıca
kilit ve güvenlik sistemi akıllara durgunluk verecek
şekilde yapılmış. Sistemi bilmeyen kapıyı açamaz.
Konağın yakınında birde tarihi pınar var. Osmanlı
paşalarının bu çevrede sürekli konakladığı
söyleniyor” diye konuştu.
Düzce Damla, 22.02.2013
|
465 YIL ÖNCE İNŞA EDİLEN KAPLICA İCRADAN SATIŞTA
Bursa İcra Müdürlüğü tarihi 1555 yılında inşa edilen
son yıllarda termal otel ve hamam olarak da
kullanılan bir yapıyı icradan satışa çıkardı. Bir
bankanın alacağı nedeni ile satışa çıkardığı yerin
icra ihalesi 14 Nisan’da yapılacak. 456 yıl önce
inşa edilen yer Kanuni Sultan Süleyman’ın tedavi
olduğu yer olarak biliniyor.
Bursa 5. İcra Müdürlüğü'nün icradan satışını
istediği termal otel Orhangazi Kükürtlü
Mahallesi'nde bulunuyor. Kanuni Sultan Süleyman'ın
niksir hastalığına tutulduğu sırada tedavi için
gittiği yer icradan satışa çıkarılan Yeni Kaplıca
olur. Kanuni burada banyo yaparak iyileşir ve
İstanbul'a döner.
Kanuni, iyileştiği bu yerin yeniden tamir
edilmesi için Sadrazam Rüstem Paşa'ya talimat verir.
Tadilat masraflarını da kendisisi ödediği için bu
kaplıca Rüstem Paşa Kaplıcası olarak da anılır.
Hürriyet, Haber: Dinçer Gökçe, 22.02.2013
|
700 GÜMÜŞ SİKKEYLE YAKALANDILAR
Emevi dönemine ait 700 gümüş sikke yapılan operasyonda ele geçirildi.
Kocaeli Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Şube ekiplerinin gerçekleştirdiği operasyonda, Emevi dönemine ait olduğu belirlenen 700 gümüş sikke ele geçirildi. Tarihi eserlere el konulurken bir kişi gözaltına alındı.
Aldığı bir ihbarı değerlendiren ekipler, İzmit Otobüs Terminali'nde 38 yaşındaki C.M.G. adlı bir kişinin çantasında yaptığı kontrolde Emevi dönemine ait olduğu belirlenen 700 gümüş sikke ele geçirildi. Yaklaşık 1400 yıllık olduğu sanılan gümüş sikkeler, Müze Müdürlüğü'ne teslim edilirken gözaltına alınan C.M.G., ifadesi alınmak üzere İl Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.
Akşam, 22.02.2012
|
 |
|
400 YILLIK CAMİ
YENİLENİYOR
İstanbul’un sur dışındaki tek padişah camii olan
400 yıllık
Gençosman Camii’nde restorasyon çalışmaları başladı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Güngören’deki cami için geçtiğimiz günlerde ihaleye çıkmıştı.
İhale sonucu çalışmalar başladı.
Restorasyona, camiye sonradan eklenen bölümlerin yıkılmasıyla başlandı.
Çalışmaların bu yılın sonuna kadar tamamlanması planlanıyor.
Habertürk, 22.02.2013
|
BİZANS ZAFER TAKI'NIN ÜZERİNE BETON DÖKMÜŞLER

İÜ'nün karşısında, onlarca
arkeoloji hocası ve öğrencisinin gözü önünde Bizans
takı parçalanıp beton döküldü. 'Tarih cinayeti'ni
çanta satan bir esnaf gördü.
Bizans Zafer Takı’nın parçaları kırılıp kenara
atıldı. Altından çıkan tuğla yapılı mimari yapının
da üzerine beton döküldü. Tüm bunlar
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin tam
karşısında oldu. Yani onlarca arkeoloji hocasının ve
yüzlerce arkeoloji bölümü öğrencisinin gözü
önünde... Bu durumu ne şikayet ettiler ne de merak
edip baktılar.
Deri çanta satan bir esnaf İstanbul Arkeoloji
Müzesi’ni arayıp ihbar etti ‘‘Tarihi eserleri iş
makinesiyle kırıyorlar’’ diye. Müzeden ihbar üzerine
giden görevli arkeolog, ‘‘İnşaatı durdurun’’ dedi ve
tutanak tuttu. İstanbul 4 No’lu Kültür Varlıkları
Koruma Kurulu’na tutanak ivedilikle gönderildi ama
Fatih Belediyesi dün alelacele tarihi eserlerin
üzerine beton dökmeye başladı.
Lego gibi parça parça bulunmuştu
Bizans döneminde Beyazıt Hamamı, Simkeşhane, Beyezit
Külliyesi ile Beyazıt Meydanı’nı kaplayan alanda
Theodosius Meydanı bulunuyordu. 1927 yılında Ordu
Caddesi’nin genişletilmesi sırasında D.Talbot Rice
başkanlığındaki İngiliz Arkeoloji Heyeti, Simkeşhane
avlusunda bir kazı çalışması yaptı. Bu çalışmalar
sırasında meydan girişinin (tak) kalıntıları
bulundu.
1956 yılında aynı caddenin tekrar genişletilmesine
karar verildi ve Simkeşhane’nin ana caddeye komşu
blokları yıkıldı. Bu yıkım sırasında takın birçok
parçası ortaya çıktı. Ardından yapılan arkeolojik
çalışmalarda taka ait pek çok buluntu elde edildi.
Bu buluntuların bir kısmı İstanbul Arkeoloji
Müzesi’ne götürülürken bir kısmı da yerinde
bırakıldı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi’nin karşısında sergilenen Zafer Takı’nın
parçalarına ne yapılacağına bir türlü karar
verilemedi.
Marmara adalarından getirilen mermerle
yapıldı
Bizans Zafer Takı, Marmara adalarından getirilen
mermer ile yapılmış, üç adet geçiş koridoru bulunan
kavisli bir yapıydı.
Roma ’da bulunan zafer takına benzer biçimde
inşa edilen bu eserin ortasındaki geçiş koridoru
kenardakilere göre daha büyüktü. Ortasında I.
Theodosius’un heykeli bulunan takın iki yanında I.
Theodosius’un oğulları Arcadius ve Honorarius’un
heykelleri bulunurdu.
Ortadaki geçiş koridorunu taşıyan ve bu koridorun
iki yanında bulunan Herkül figürleri ile süslü
dörder adet de sütun yer alırdı.
Bugün Ayasofya’nın önünden başlayarak batı yönünde
ilerleyen cadde (bugünkü adıyla Ordu Caddesi)
geçmişte şehrin ana hattını şekillendirirdi. Bu
cadde Theodosius Zafer Takı’nın içerisinden geçerek
Trakya’ya doğru devam eder ve Balkanların dışına
kadar ulaşırdı. Zafer Takı’nın gerek Haçlı
istilaları gerekse depremler sonucu ağır hasarlar
aldığı ve İstanbul’un fethinden önce harabeye
döndüğü de biliniyordu.
Son çalışmalarla taktan kalanlar da tahrip edilmiş
oldu. Oysa tarihi yarımadanın içinde bu tür
düzenlemelerin öncelikle koruma kuruluna
bildirilmesi gerekiyordu. Hafriyata ise kurulun izni
dahilinde İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden bir
arkeoloğun gözetiminde başlanabilirdi. Ancak son
dönemde muze ve koruma kurulu izni olmaksızın
başlatılan çalışmalar dikkat çekiyor.
Belediye: Biz haber verdik, yanıt gelmedi
Fatih Belediyesi “Müzeye haber verdik gelmediler”
diyor ama onlar gelmeden neden çalışmalara
başladıklarını açıklayamıyorlar.
İşte Fatih Belediyesi’nin cevabı:
‘‘Mevcut parkta bir tane zabıta kontrol noktası, bir
baraka ve bir gecekondu kulübe vardı. Bunlar zaten
kaçak yapılar ve yıkım için kuruma kurulundan izin
almamız gerekmiyor. Ancak park düzenlemesi için
kurula yazı yazdık onlar da bize cevap vermedi daha.
Parkta yer üstü eserleri var. O eserler de park
düzenlemesi sırasında bir kenara kaldırıldı.
Kaldırılan eserler düzenlemeden sonra yerine
konulacak. Dolayısıyla orada bir kazı yok. Park
düzenlemesi sırasında alanda gözlem yapması için
müze yetkililerden bir arkeolog gönderilmesini talep
ettik. Ancak bu yöndeki talebimize müze henüz cevap
vermedi.’’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 22.02.2013
|
DİYARBAKIR, BERGAMA, BURSA...
UNESCO Dünya Mirası
Listesi’ne aday kentlerimizin ortak sorunu
‘uygunsuz’ yapılaşma.
Dünyadan 1000’e yakın anıtın yer aldığı “UNESCO
Dünya Mirası Listesi”nde, örneğin 200 yıllık
ABD’nin bile 20’den fazla eseri varken “bin
yılların ülkesi Türkiye”den sadece 11 miras
bulunmasının temel nedenleri tarihsel
zenginliklerimize duyarsızlığımız; listeyi
önemsememiz; hatta -az sayıdaki- başvurumuzun da
yeterli özenden yoksun olması.
Şimdiye dek İstanbul (Tarihi Yarımada), Kapadokya,
Divriği Ulu Cami, Hattuşaş, Nemrut Dağı, Pamukkale,
Ksantos-Letoon, Safranbolu, Troya, Selimiye Cami ve
Çatalhöyük listeye girebildiler... İstanbul’un ise
korunamadığı(!) için onur kırıcı olan “Tehlike
Altındaki Miras” sayılması da 5 yıldır UNESCO
gündeminde.
Yeni başvuran Diyarbakır, Bergama ve Bursa’da ise
umutlu bir bekleyiş var. Geçen yıllarda “kültürel
çeşitliliğini yeterince vurgulamadı”ğından
başvurusu geri çevrilen Mardin’in durumuna düşmemek
için dosyalarını “eksiksiz” hazırladıklarını
belirtiyorlar.
Diyarbakır Surları
Diyarbakır, MÖ 3000’lerdeki “Hurriler”
döneminden kalan “5 km. uzunluktaki surları”yla
aday. STK’lerle yürütülen çalışmalar için Sur
Belediye Başkanı Abdullah Demirtaş diyor ki:
“Taşlarımız kara ama bahtımız kara olmayacak.”
Başkan, Çin Seddi’nden sonra dünyanın en uzun tarihi
duvarı için gerçekleştirilen “çevresini kaçak
yapılardan temizleme” çabalarına umut bağlıyor.
Sürdürülen restorasyonlar ile Sit Alanı Koruma Planı
da şanslarını yükseltiyor.
Ancak plansız ve özensiz yapılaşma UNESCO’nun “bütüncül
koruma” ilkesiyle çelişiyor. Kimliksiz
apartmanların işgalindeki kent, bu çirkinliği
durdurup “tarihle uyumlu” davranabilirse, hak
ettiği “Dünya Mirası” unvanını alabilir.
Bergama 500 sayfa
Çağlar boyu adı değişmeyen Bergama’nın 500 sayfalık
dosyası 2 yılda hazırlandı. Belediye Başkanı
Mehmet Gönenç yüzlerce fotoğraf, harita ve
belgenin kenti tanıtmaya yetmediğini belirterek
diyor ki: “Roma ve Helen tapınakları,
tiyatroları, su yolları ve sağlık merkezlerinin en
ünlülerine sahip uygarlıklar başkentinin listeye
girmesi, diğer arkeolojik varlıklara da güç
katacak.”
Herhalde bu sözleri Yortanlı Barajı’nda boğulan
antik Allianoi hüzünle dinliyordur... Kenti
inceleyecek UNESCO uzmanları sit alanını kuşatan “tarihle
uyumsuz” apartmanlaşmayı sorgulamazlarsa,
Bergama’nın şansı da yüksek görünüyor.
Bursa’nın ‘Prusias’ı da var
Kimliğini yitirmeyen Osmanlı köyü Cumalıkızık’la
birlikte Hüdavendigar, Yıldırım, Yeşil ve
Muradiye’deki Sultan külliyeleri ve Hanlar
Bölgesi’nin Orhan Gazi Külliyesi’yle şansını deneyen
Bursa’nın dosyasının adı “Osmanlı’nın Doğuşu..”
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
dosyaya kentin zengin tarihsel dokusunu tanıtan bir
belgesel eklediklerini de belirtiyor. Ne var ki MÖ
700’lerde kaleyi inşa eden Bithynia Kralı
Prusias’tan adını alan antik dokunun giderek yok
edilmesine UNESCO’nun soğuk bakacağı ortada.
Gerçi kale kapıları son yılların önemli
restorasyonlarıyla yaşatılıyor; ancak Suriçi’ndeki
arkeolojiyi gözden çıkaran yapılaşma izinleriyle “Osmanlı
öncesi”nin apartmanlar altında bırakılması, “Dünya
Mirası” ilkeleriyle çelişiyor.
Bu nedenle sadece Osmanlı’yla yetinilmeyip
düzenlenebilecek “arkeo-park”larla Bithynia,
Roma ve Bizans mirasını da gözeten bir imar
anlayışıyla Prusias’ın “kent kültürü belleği”ne
kazandırılması gerekiyor.
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 21.02.2013
|
POP ART'IN KRALI LONDRA'DA
Pop-art akımının kralı
unvanıyla anılan Amerikalı temsilcisi Roy
Lichtenstein’ın eserleri yeniden sergileniyor.
Londra Tate Modern Gallery’de görülebilen sergi
sanatçının ölümünden sonra düzenlenen en büyük çaplı
sergi olma özelliğini taşıyor. Sergide sanatçının
uzun yıllar içinde verdiği çeşitli dönemlere ait
eserlerinden geniş bir yelpaze görülebiliyor.
Lichtenstein özellikle gücü ve idealize edilen
güzelliği alaya alan birçok eseriyle tanınmış ve
geniş kitlelere ulaşmıştı.
Londra’daki serginin küratörü Sheena Wagstaff
Lichtenstein’ı 20. yüzyılın en büyük resssamlarından
biri olarak nitelendiriyor:
“Bu adam büyük ressamlar geleneğinden geliyor. Bence
20. asrın en büyük modern ressamlarından biri.
Picassoların Matisselerin yanında düşünebilirsiniz.
60’lı yıllarda onun yanında Oldenburg ve Warhol’u
sayabiliriz. Jasper Johns, Robert Rauschenberg…
Tabii onun tarzının bu dört isimden çok farklı
olmasına rağmen. O aslında büyük bir geleneğin onu
altüst eden bir takipçisi oldu.”
Roy Lichtenstein 1997 yılında 75 yaşındayken
aramızdan ayrılmıştı. Sanatçının ölümünden sonra
açılan bu en geniş kapsamlı sergi uluslararası
turuna önümüzdeki aylarda devam edecek.
Lichtenstein’ın eserleri Londra’nın ardından
Chicago, Washington ve Paris’te sanatseverler
tarafından görülebilecek.
Euronews, 21.02.2013
|
CUMALIKIZIK ASLINA DÖNÜYOR

Tarihi evleri ve eşsiz
sokaklarıyla filmlere plato olan 700 yıllık Osmanlı
köyü Cumalıkızık aslına dönüyor.
Tarihi geçmişi ve
dokusuyla Yıldırım İlçesinin en şirin yerleşim
yerlerinden biri olan ve ünü ülke sınırlarını aşan
Cumalıkızık ayağa kaldırılıyor. Osmanlı köyü olan
Cumalıkızık'da sivil mimarinin en güzel örneklerini
görmek mümkün. Tarihi dokusuyla adeta bir açık hava
müzesi olan Cumalıkızık'daki evlerin korunmasını ve
yaşatılmasını ise Yıldırım Belediyesi önderliğinde
2007 yılında başlatılan bir çalışmayla Mimarlar
Odası
Bursa Şubesi ve İl Özel İdaresi üstlendi.
Yıldırım Belediyesi,
UNESCO'nun dünya mirası listesine aday gösterdiği
Cumalıkızık'ta 17'si sivil mimari örneği, 5'i anıt
yapı, 3'ü de doğal anıt olan toplam 184 adet
tescilli yapıyı başlatılan restorasyon ve çevre
düzenlemesi çalışmaları ile gelecek nesillere
aktarıyor.
Cumalıkızık'ın yaşatılması
ve gelecek nesillerin de bu güzel köyü görmeleri
gerektiğini söyleyen Yıldırım Belediye Başkanı
Özgen Keskin, sık sık köyü ziyaret ederek, yol,
ışıklandırma, temizlik ve restorasyon çalışmalarını
denetliyor.
Ahududu festivalinin yanı
sıra "3. Bin Yılda Yaşayan Osmanlı Köyü Projesi" ile
Cumalıkızık'ı dünya sahnesine çıkardıklarını,
BEBKA'nın desteklediği "Zaman Tünelinde Kaybolmayan
Tarih Bekçileri Cumalıkızık Projesi" ile tarihe
verdikleri önemi gösterdiklerini belirten Başkan
Keskin, "Cumalıkızık bizim gözbebeğimiz. Geleneksel
hale getirdiğimiz ahududu şenlikleriyle yetinmeyerek
köy sakinlerinin cebinden para çıkmadan restorasyon
yapıyoruz. Cumalıkızık'ı aslına döndürüyoruz.
Restorasyon çalışmalarımızda adeta iğne ile kuyu
kazıyoruz. Maksadımız Cumalıkızık'ı 3. bin yıllara
taşımak" diye konuştu.
haberler.com, 21.02.2013
|
ERMENİSTAN'DAN GÖK MESCİD İÇİN UNESCO ATAĞI

Ermenistan, başkent Erivan'ın merkezinde yer alan
tarihi cami Gök Mescid'i UNESCO Kültür Mirası
listesine aldırmak için girişimde bulunuyor.
Ermeni yayın organı Armenpress'te yer alan habere
göre, Kültür Bakanı Hasmik Poghosyan ilgili yayın
organına verdiği demeçte, söz konusu kararı İran'a
gerçekleştirdiği bir ziyaret sırasında verdiğini
belirtti. İran'ın Ermeni tarihi eserlerini tamamıyla
koruyan bir ülke olduğunu söyleyen Poghosyan,
Ermenistan'ın da İran eserlerine sahip çıkması
gerektiğini dile getirdi. Ermeni bakan, Bu yüzden
Gök Mescid'in dünya kültür mirası olarak korunması
gerektiğini dile getirdi.
Ermeni tarafının girişimlerini büyük takdirle
karşıladıklarını söyleyen İran Büyükelçiliği Kültür
Ataşesi Mihran Şiravand ise bu konuda İran'ın da
üzerine düşeni yapacağını söyledi. İran'ın
Ermenistan'ı en yakın komşu olduğunu belirten
Şiravand,ülkesinin Ermenilere yönelik sevgisinin
ikili ilişkilere yansıdığını dile getirdi.
Ermenistan'da İran camisi olarak adlandırılan ve
1765 yılında Türk yönetimi Revan Hanlığı'nı idare
eden Hüseyin Ali Han tarafından inşa edilen tarihi
cami geniş bir külliyeye, 24 metre uzunluğunda
minareye ve 26 tane eğitim odasına sahip.
1990'lı yıllarda İran tarafından restore edilen
cami, 1930'lu yıllarda Ermeni yazar Yeghishe
Charents'in çağrısıyla korumaya alındı. Sovyet
yönetiminin ibadet merkezlerine yönelik yıkım
politikasına karşı çıkan Charents, Erivan'da yıkılan
onlarca cami arasından Gök Mescid'in kurtarılmasında
önemli bir rol üstlendi. İran hali hazırda mescid'de
Farsça dil eğitimi ve kültür merkezi çalışmalarını
sürdürüyor.
Zaman, Haber: Mehmet Fatih Öztarsu, 21.02.2013
|
İLK PORNOGRAFİK RESİMLER!
 
 
 
Çin'in Şincan özerk bölgesinde, 3 bin yıl
öncesine ait pornografik çizimler bulundu. Mağara
çizimleri bugünün anlayışıyla dünyanın ilk
pornografik resimleri olarak
değerlendirildi.
Daily Telegraph'ın
haberine göre, Şincan'ın başkenti Urunçi'ye 45
kilometre uzaklıkta bulunan Tiyenşan bölgesinde
ortaya çıkarılan mağara resimlerinin doğurganlığı
artırmak için yapılan orji törenlerini tasvir ettiği
sanılıyor. MÖ 2000'li yıllarda yapıldığı tahmin
edilen ve boyları birkaç santimden bir metreye kadar
değişen 100 kadar duvar çizimleri arasında kadın ve
erkek figürlerinin yanında bugünkü anlayışla
transseksüelleri temsil eden çizimler de bulunuyor.
Habertürk, 21.02.2013
|
TARİHİ DE JONGH KÖŞKÜNÜN KADERİ BELLİ OLDU

49 yıllığına kiralandığı belirtilen asırlık
ağaçlarla kaplı, 45 bin metrekare alanda kurulu De
Jongh Köşkü’nün; yeni sahipleri Şifa Üniversitesi
tarafından 4 Mart’tan itibaren hem Buca Eğitim ve
Sağlık Yerleşkesi hem de poliklinik olarak
kullanılacak olması, tartışmaları da yeniden
alevlendirdi.
Buca Belediyesi'nin CHP'li Meclis Üyeleri Ali
Rıza Kaya, Levent Köstem, Osman Ergündoğar ve Erkut
Tamay, tarihi binanın Buca’nın tarihi dokusuna uygun
olarak kamuya hizmet verecek bir amaçta kullanılması
için yıllardır çaba gösterdiklerini, ancak bunun
gerçekleşmediğini belirterek, son gelişmeden dolayı
üzgün olduklarını dile getirdiler.
Buca Belediyesi CHP’li Meclis üyeleri Levent
Köstem, Osman Ergündoğar ve Erkut Tamay da
yaptıkları açıklamada, şu ifadeleri kullandı:
“Tarihi köşkün restore edilerek Buca’nın kültür ve
sosyal yaşamına katılmasını beklerken, bu binanın
Şifa grubuna poliklinik olarak kullanılması amacıyla
49 yıllığına kiraya verildiğini öğrendik. Bina şu
anda teslim edilmiş durumda. İki gün önce Selanik
Göçmenleri Derneği’nin Yaylacık mahallesinde
yaptığımız toplantıda, insanların böyle bir
kiralamaya ciddi olarak tepki gösterdiğini
gözlemledik. Yine toplantıya katılanlardan, bu
binaya komşu olarak oturanların, köşkün arka
bahçesinden motorlu hızar sesleri geldiği ve ağaçlar
kesiliyor diye çok endişe ettiklerini gördük.
Bucalılar, bu kararın geri alınması ve bu köşkün
Buca’nın sosyal ve kültürel yaşamına katkı yapacak
bir alan haline getirilmesini istiyor.
Bu haklı
isteği biz de destekliyoruz. Buca’ya hastane
yapılmasına karşı değiliz. Şifa grubunun Buca’ya
hastane kurmak istemesi de ayrıca çok güzel bir
olay. Ama sağlık bakanlığının bile merkezdeki
hastaneleri şehrin dışında trafiğinin rahat olduğu
bölgelere taşıma amacı varken böyle bir kararı doğru
bulmuyoruz. Kaldı ki Köşk’ün olduğu bölge, trafiğin
en yoğun olduğu bölgelerin başında gelmektedir.
Umarız bu karardan dönülür ve Buca’nın tarihini
oluşturan Köşklerden biri olan De Jongh, ilçenin
kültürel dokusuna uygun olarak bir müze haline
getirilir.”
Levent Köstem, ayrıca Buca’nın tarihi tren garı
için de satış/kiralama gibi duyumlar aldıklarını
belirterek, ‘Umarız böyle bir olay gerçekleşmez.
Burası butik bir kültür merkezi ya da etnografik bir
müze yapılmalıdır. Bu konuda tüm Meclis üyelerinin
parti gözetmeksizin çaba sarf edeceğine inanıyorum’
dedi.
Yapı, 21.02.2013
|
BALIK AVLAYAN EROS MOZAİĞİ BULUNDU

Adana’da arka kısmı balık kuyruğu olan at
üstünde balık avlayan Eros figürü tasvir edilmiş
mozaik bulundu. Mozaiğinin dünyada benzerinin
olmadığı söyleniyor.
Adana’nın Yumurtalık İlçesi’nde arka kısmı balık
kuyruğu olan at üstünde balık avlayan Eros figürü
tasvir edilmiş mozaik bulundu. Yunan mitolojisinde
‘Hippocampus’ adı verilen, yarısı balık yarısı at
olan hayvan üzerine balık avlayan Eros mozaiğinin
dünyada bir benzerinin olmadığı ileri sürüldü.
İlçenin Ören Mahallesi’ndeki denize sıfır noktada
üç yıl önce varlığı fark edilen mozaik
kalıntılarının bulunduğu bölgede Adana Müze
Müdürlüğü arkeologları tarafından
kazı çalışması başlatıldı.
Yaklaşık bir haftadır
arkeolog Oya Arslan ve yanındaki ekibin sürdürdüğü
çalışmada bir villaya ait arazide mozaik saptandı.
Dönemin üst düzey devlet görevlisine ait olabileceği
düşünülen villanın bir bölümü açıldığında Eros
figürü tasvir edilmiş mozaik ortaya çıkartıldı.
Mermer, cam ve taş kullanılarak yapılan mozaiğin Geç
Roma ya da Erken
Bizans dönemine ait olabileceği bildirildi.
Yüksek kalitede olduğu vurgulanan yarısı balık
yarısı at olan hayvan üzerine balık avlayan Eros
mozaiğinin dünyada bir benzerinin olmadığı
söyleniyor.
Mozaik Müzesi kurulabilir
Kazı çalışmalarını takip eden Yumurtalık Belediye
Başkan Yardımcısı Erol Erden, mozaiklerinin 3 yıl
önce tesadüf eseri fark edildiğini, 1 haftadır
yapılan kazıda dünyada örneği olmayan mozaik
bulunduğunu söyledi.
Erden, mozaiklerin Yumurtalık için tarihi bir hazine
olduğunu, başka mozaiklerin de bulunması halinde
bölgeye müzeye dönüştürebileceklerini sözlerine
ekledi.
Milliyet, Haber: H. Bahadır Laçin, 21.02.2013
|
BARBAROS HAYRETTİN PAŞA'NIN TÜRBESİ YENİLENİYOR

İstanbul İl Özel İdaresi'nden yapılan açıklamaya
göre, Mimar Sinan tarafından yapılan türbede
yürütülen restorasyon çalışmaları kapsamında,
kubbenin kurşun işleri ve içeride sıva raspası
yapıldı. Türbenin dış cephe temizliği, çevre ve
hazire düzenlenmesi ise devam ediyor.
Türbenin geçen yıl sonunda başlatılan restorasyon
çalışmalarının, bu yıl içinde tamamlanması
hedefleniyor.
Klasik biçimde sekizgen planlı ve kesme taştan
yapılan türbenin kapısının önünde, üstü ayna tonozlu
iki sütuna dayanan bir revak bulunuyor. Bu tonoz
örtüsü, mermerden baklava başlıklı sütunlar ve sivri
kemerler üzerine oturuyor. Sekizgen gövdenin bütün
yüzleri birbirinin aynı. Kubbe sekizgen alçak bir
kasnak üzerine oturuyor.
Sade görünüşlü cephe teşkilatı türbenin içinde de
devam ediyor. Kubbe ortasında besmeleyle birlikte
altın yaldızla yazılmış Araf suresinin 89. ayeti,
bir madalyon halinde yer alıyor.
Türbe içindeki dört sandukada Barbaros Hayrettin
Paşa dışında, Cafer Paşa, Cezayirli Hasan Paşa ve
Barbaros'un eşi Bala Hatun'un kabirleri yer alıyor.
Türbe dışındaki hazirede ise Barbaros'un yakınları
bulunuyor.
Türbe içinde, sandukalar dışında iki büyük şamdan,
bir ahşap Kur'an mahfazası, bir sakal-ı şerif ve
arabesk süslemeli bir metal vazo ile 1816 tarihli
Seyyid İbrahim imzalı bir hat levhası yer alıyor.
Sabah, 20.02.2013
|
BÜTÜN İŞARETLER ONU GÖSTERİYOR

Türk bilimadamlarına göre Kur’an ve Tevrat’ın
yanı sıra Süryani ve Hristiyan kaynakları ile yerel
kaynaklar Nuh'un gemisinin Cudi dağında olduğunu
gösteriyor.
Tufandan sonra Hz. Nuh’un gemisinin
nerede durduğuna yönelik kapsamlı bir araştırma
yapan bilim adamları, bütün kaynakların geminin
Cudi Dağı’na indiğine işaret ettiğini ortaya
çıkardı. Konu ile ilgili yıllardır çalışma yapan
Şırnak Üniversitesi öğretim üyeleri, kutsal
kitaplardan Kur’an ve Tevrat’ın yanı sıra
Süryani ve
Hristiyan kaynakları ile yerel kaynaklarda
geminin Cudi’ye indiğinin anlaşıldığını belirtti.
Araştırmada Cudi Dağı ile Şırnak bölgesindeki birçok
köy ve bölge isimlerinin de Hz. Nuh’un soyundan ve
gemisinden geldiğini belirlendi.
Yapılan araştırma hakkında bilgi veren Şırnak
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Arap Dili ve Belagatı Anabilim Dalı Başkanı Yrd.
Doç.Dr. Abdulmuttalip Arpa, kutsal metinler ile
dilbilimsel bulgulardan yola çıktıklarını belirterek
Hz. Nuh’un gemisinin Cudi’ye yerleştiğini, Hz.
Nuh’un da
Cizre civarında yaşadığını belirlediklerini
söyledi. Tevrat ve Kur’an-ı Kerim’de Hz. Nuh’un
günümüz
Suriye ve
Irak’ın birleştiği yerde yani Mezopotamya’da
yaşaması ve tufanın da Mezopotamya merkezli
olmasının muhtemel olduğunu anlatan Arpa,
“Mezopotamya’daki en yüksek dağlardan biri olan Cudi
ise suların yeryüzünden çekilmesinden sonra Hz.
Nuh’un gemisinin inmesi için en müsait yerdir” dedi.
Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Arap Dili
ve Belagatı Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç.Dr.
Abdulmuttalip Arpa, tufanın izlerinin eski
Mezopotamya sakinleri olan Sümer, Akad ve Asur
medeniyetleri ile Babillilere ait Gılgamış
destanının yanı sıra eski
İran ve Yunan tarihlerinde olduğunu kaydetti.
Arpa, şunları söyledi: “Esas önemlisi ise
Yahudilik,
Hristiyanlık ve
İslam dinlerine ait kutsal metinlerin tufanı
ayrıntılarıyla anlatmasıdır.
Neticede tufanla ilgili bilgilerin detaylarında
farklılıklar bulunsa da, kadim milletlerin tufanla
ilgili hafızasının temelinde, Allah’a ve onun
peygamberi Hz. Nuh’a uymayan zalim ve inkarcıların
tufanla cezalandırılması yer almaktadır. Kur'an-ı
Kerim tufanı anlatırken Hz. Nuh’un kavmini merkeze
almaktadır. Hz. Nuh zamanında, yeryüzünde vahiyle
muhatap başka canlı grubunun olup olmadığı
bilinmemektedir. Bu nedenle Hz. Nuh’un kavminin ve
onların yaşadığı bölgelerin tufana muhatap olduğu
kesin olarak bilinmektedir. Böylece Hz. Nuh
zamanında bilinen dünya olan Mezopotamya’nın sular
altında kaldığı açıktır.”
Hz. Nuh’un gemisinin tufandan sonra karaya
oturduğu yer ile ilgili tartışmaların nedeninin ise
Tevrat’ın Yaratılış bölümünde ‘Gemi yedinci ayda,
ayın on yedinci gününde Ararat dağlarına oturdu’
ifadeleri olduğunu kaydeden Arpa, buradaki Ararat
dağlarının gemi için belirli bir yeri göstermekten
ziyade Urartuların toprakları içinde yer alan dağlar
silsilesine işaret ettiğini kaydetti.
Arpa, “Nitekim MÖ 900-600 yıllarında
Van Gölü merkezli hüküm süren Urartular,
Mezopotamya’da bulunan Asurlular’a komşu ve rakip
bir krallıktır. Urartular günümüz
Ermenistan ve
Azerbaycan Batı kesimi ile İran’ın Urmiye
bölgesini ve
Dicle Nehri'nin kuzeyini içine alan bir
coğrafyadır. Dolayısıyla Ararat dağlarından söz eden
Tevrat’taki ifadeler, Cudi Dağı’nı da içine alan
geniş bir alana yayılmış dağları ifade etmektedir.
İşte bu nedenle Tevrat’ın Yaratılış bölümündeki
‘Ararat dağları’ ifadesi, Arami ve Süryani
çevirilerinde Van Gölü’nün güneydoğusunda bulunan
Ture Kardu yani ‘Kürdistan'ın
dağları’ olarak çevrilmiştir. Bu konu ile ilgili en
açık ifade ise Kur'an-ı Kerim’de ‘Sular çekildi ve
gemi Cudi’de karaya oturdu’ (Hud Suresi, 11/44)
ayetinde geçen Cudi ismidir. Ararat dağları, Van
Gölü’nün güneyinden başlayıp Cudi Dağı’nın da
bulunduğu Dicle Nehri’ne kadar uzayan dağ silsilesi
olarak düşünüldüğünde Tevrat ve Kur'an-ı Kerim’deki
ifadelerin birbiriyle örtüştüğü görülür.” şeklinde
konuştu.
ERTAŞ: BÜTÜN İŞARETLER CUDİ’Yİ GÖSTERİYOR
Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam
Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Kasım Ertaş ise
Cudi Dağı’nın tüm
Ortadoğu ve Mezopotamya’da İslam hakimiyetinin
kurulduğu yedinci yüzyıldan itibaren İslam
coğrafyacıları tarafından Hz. Nuh’un gemisinin
karaya oturduğu yer olarak kabul edildiğini söyledi.
Cudi Dağı ve çevresinin, tufan ve Hz. Nuh’un yaşamı
ile ilgili günümüze kadar ulaşan birçok olguya sahip
olduğunu anlatan Ertaş, “Mevcut belgelerin yanında,
Hz. Nuh’un gemisinin Cudi’ye indiğine tanıklık
edecek mahiyette tarihi rivayetler, şehirler,
ziyaret yerleri ve makamlar da bulunmaktadır.
Tufandan sonra geminin Cudi’ye indiği ve Hz. Nuh’un
yaşamını Cudi etrafında devam ettirdiğinin işareti
sayılabilecek belirgin unsurlar var.” dedi. Arpa ile
Ertaş’ın yaptığı araştırmada geminin Cudi’de
olduğunu gösteren bulgulardan bazıları ise şöyle:
Cudi Dağı, Mezopotamya’nın en yüksek dağlarından
biridir. Tufanın önemli safhalarının anlatıldığı
Kur'an-ı Kerim’de Hz. Nuh’un gemisinin Cudi’ye
ineceği tufan devam ederken belirlenir. Çünkü Hz.
Nuh tufan sırasında gemide bulunurken “Rabbim
beni bereketli bir yere indir” (Müminun Suresi,
23/29) sözleriyle Allah’a duada bulunur. Sonunda Hz.
Nuh’un duasına karşılık olarak “Selam ile
nice bereketlere kavuşmak üzere yanındakilerle
beraber gemiden in” (Hud Suresi, 11/48) vahyi Allah
tarafından indirilir. Bundan böyle bu dağ, cömertlik
anlamına gelen ‘Cudi’ adını alır.” Cudi Dağı’nda 2
bin metrenin üzerinde olan dört doruk vardır. 2017
metre yüksekliğindeki bir doruğun üzerinde “Nuh
peygamber ziyaret tepesi” yer alır. Ziyaret
tepesinin ortasında etrafı taşlarla çevrili bir alan
ise “Sefine” yani gemi ismiyle bilinir. Gemiden inen
Nuh ve beraberindekiler Cudi Dağı’nın eteğinde
“Semanin” yani
Seksenler Köyü adında bir köy kurmuş ve
yanındakilerle beraber buraya yerleşmiştir.
Şırnak isminin esas hali olan Şera Nuh, zamanla
Şehri Nuh ve Şırnex ve son olarak da Şırnak haline
gelmiştir. Şera Nuh kelimesi Süryanicede “Nuh
istirahat etti, iskan etti” cümlesinin isimleşmiş
halidir.
Cizre’nin kuruluşu da Hz. Nuh tufanından sonraya
denk gelmektedir. İlçede Yafes Mahallesi vardır.
Yafes tufandan sonra insanlığın soyundan geldiği Hz.
Nuh’un üç oğlundan biridir. Cizre’de vefat eden Hz.
Nuh’tan sonra onun çocukları ve tufandan kurtulan
diğerleri hayatlarına Mezopotamya bölgesinde devam
etmişlerdir. İşte bu nedenle Cizre’ye en yakın
yerleşim yerlerinden biri konumunda olan Bazebday’ın
kuruluşu Hz. Nuh’a ve çocuklarına dayanır, günümüzde
ise buranın ismi İdil olarak değiştirilmiştir.
Tarihi kayıtlara göre Hz. Nuh, Bazebday’ın güzel
iklimi ve tatlı sularını beğenmesinden dolayı tufan
sonrası yaşamının bir kısmını burada sürdürmüştür.
Bazebday şehri tufandan kurtulanlarla yakın bir
ilişki içinde olmasından dolayı şehrin güneyinde
eski bir yapı olan “Kasru’l-Kuvel” isminde bir kasır
vardır. Ayrıca kuvel ismi şehrin mahallelerinden
birine verilmiş ve “Kuvel Mahallesi” geçen yüzyıla
kadar kullanılagelmiştir. Bu isimlerde dikkatleri
çeken “kuvel” ismi Süryanice bir kelime olup gemi
manasına gelmektedir.
Milliyet, 20.02.2013
|
DİVRİĞİ ULU CAMİİ VE DARÜŞŞİFASI RAPORLARI ANKARA'DA
ELE ALINACAK

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve
Kültür Örgütü'nün (UNESCO) 'Dünya Kültür
Mirası Listesi'nde yer alan
Divriği Ulu
Camii ve Darüşşifası'nın korunmasına
yönelik çalışmalar kapsamında restorasyon ve çevre
düzenlemesine dair projelendirme işlemlerinde sona
yaklaşıldığı bildirildi. Divriği Kaymakamı
Mehmet Nebi Kaya, Divriği Ulu Camii ve
Darüşşifası'nın korunmasına yönelik çalışmalar
kapsamında hazırlanan proje ve raporları
değerlendirmek üzere bugün Ankara'da
Anıt
Eser Kurulu Toplantısı yapılacağını
söyledi.
Kaya, ''Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nı geleceğe
en iyi şekilde taşımak, bu konuda sorumluluğu
bulunan herkesin omuzlarındaki en ağır yüktür. Zira
eserimizin bir başka örneği yok. Yapılacak müdahale
hatalı olursa telafisi güç ve imkansız bir sonuç
doğuracaktır. Bu nedenle atılacak adımlar, tabiri
caizse kılı kırk yararak gerçekleştirilmektedir''
diye konuştu.
Çalışmaların nihayete varması hususunda irade
birliği olduğunu aktaran Kaya, şunları kaydetti:
''Ayrıca mali kaynak hususunda herhangi bir sıkıntı
söz konusu değildir. Ancak yapılacak restorasyon ve
çevre düzenlemesi, yapının özgün dokusuna müdahaleyi
mümkün olduğu kadar minimize etmeli, özgün yapım
tekniği kullanılmalı ve yine yapının malzemesine
uygun onarım yapılmalıdır. Bu nedenle hazırlanan
proje ve raporların uzmanlar tarafından
değerlendirilmesi önemlidir. Ankara'da
gerçekleştirilecek Anıt Eser Kurulu Toplantısı'nda
hazırlanan projeler ve raporlar
değerlendirilecektir. Restorasyon ve çevre
düzenlemesine dair projelerin onaylanmasının
ardından uygulama sürecine geçilecektir. Herkesin
arzusu bir an önce çalışmaların başlatılması. Fakat
bu sıradan bir restorasyon veya çevre düzenlemesi
projesi değil. Muazzam bir esere sahibiz ve ona
sahip olmanın bedeli sabırlı olmak ve ona yakışanı
yapmaktır''.
Yapı, 20.02.2013
|
TARİH SULAR ALTINDA

Ege Bölgesi'nde son bir haftadır etkili olan
yağışlar nedeniyle taşan Büyük Menderes
Nehri'nin sularından tarih de nasibini aldı.
Aydın'ın Didim İlçesi'nde tarihi Milet Antik
Kenti sınırlarında yer alan Kültür ve Turizm
Bakanlığı korumasında olan Milet Müzesi ve 600
yıllık tarihi İlyasbey Külliyesi sular altında
kaldı. DHA'nın haberine göre, müze ve tarihi
cami etrafında herhangi bir yağmur suyu kanalı
çalışması yapılmadığından dolayı ortaya çıkan
manzara görenleri şaşkına çevirdi.
Müze çalışanlarının bile su birikintisinden
zorlanarak içeri girdiği, müzeye gelen turistlerin
ise içeri girmeden geri döndüğü öğrenildi. Müzeye
giriş yapmak isteyen vatandaşların araçlarını
müzenin giriş kapısına kadar yanaştırarak
girebildikleri görülürken, müzenin arka tarafında
bulunan jeneratör ve diğer depo alanlarının da
tamamen sular altında kaldığı görüldü.
Geçen yıl Milet Müzesi'ni ziyaret ederek bir dizi
incelemelerde bulunan dönemin Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, müzenin duvarında oluşan
nemlenme için müdürlük görevlilerine kızarak önlem
alınmasını istemişti.
Yapı, 20.02.2013
|
KAZI ÇALIŞMASINDA ROMA DÖNEMİNE AİT KİREMİT MEZAR
BULUNDU

Sakarya'nın Serdivan
İlçesi'nde kazı çalışması
sırasında geç Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen
kiremit mezar bulundu.
Sakarya Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon
İdaresi (SASKİ) ekiplerinin Hızırilyas Tepesi'nde
yaptığı kazı çalışması sırasında, Roma dönemine ait
olduğu tahmin edilen kiremit mezar bulunması üzerine
çalışmalar durduruldu.
Sakarya Müze Müdürlüğü görevlileri, kazı yerine
gelerek mezarı inceledi. Çalışmaların
tamamlanmasının ardından kiremit mezar müze
müdürlüğü görevlilerince bulunduğu yerden alındı.
Sakarya Müze Müdür Vekili arkeolog Murşit Yazıcı,
Cihan Haber Ajansı'na (Cihan) yaptığı açıklamada,
kazı çalışması sırasında ortaya çıkan kiremit
mezarın geç Roma dönemine ait olabileceğini söyledi.
Mezarın bulunduğu alanda yaptıkları çalışmada başka
bir mezara rastlanılmadığını kaydeden Yazıcı,
"Bulunan mezarın bir kısmı kazı çalışması
sırasında zarar görmüş. Mezarda tarihlendirici bir
unsur yok. Bu tür kiremit mezarlar milattan sonra 4.
ve 5. yüzyıllarda bu bölgede var. Geç Roma dönemine
ait olduğu düşünüyoruz." dedi.
Bugün, 19.02.2013
|
AKSARAY MEYDANI PLANINA 'PERVITICH ŞARTI'
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından
yayalaştırma projesi kapsamında yeniden düzenlenecek
Aksaray Meydanı'nın nihai plan onayı belediye
meclisinden geçti. Tarihi dokunun ortaya çıkarmasını
amaçlayan plana göre, Yusufpaşa ve Aksaray tramvay
istasyonlarının iptal edilerek, orta kısımda tek
durak olarak düzenlenecek. İki üst geçidin yanı sıra
deprem riski taşıyan iki viyadük kaldırılacak.
Tarihi Valide Sultan Camisi, Muratpaşa Camisi ile
Zübeyde Hanım Parkı'nın çevresini de kapsayan
düzenlemeyle ilgili olarak Koruma Kurulu, Jacques
Pervitich haritalarına uyulması şartını getirdi.
1929'da İstanbul'un haritalarını hazırlamak üzere
görevlendirilen İstanbullu mimar Jacques Pervitich
tarafından çizilen dokuya uygun görünüm
kazandırılacak. Sürekli meydana gelen yangınlar
nedeniyle sigorta şirketleri tarafından kentin
yangın haritasını çıkarmak üzere görevlendirilen
Pervitich, Tarihi Yarımada, Beyoğlu, Kadıköy'ün
haritalarını çıkardı. Haritalar İstanbul'un tarihi
görünümünü de kayıt altına aldı.
Sabah, Haber:
Zeynel Yaman - Mesut Er, 19.02.2013
|
ÇİVİSİZ CAMİ 200 YILDIR AYAKTA

Osmanlı Padişahı 2. Mahmud tarafından 1834 yılında
Hemşin Köyü'nde inşa edilen Cuma Camisi, birbirine
geçirilen kerestelerden oluşan yapısıyla görenleri
büyülüyor. İki katlı caminin alt kısmı yığma
taşlardan oluşurken, üst kısmı ise ahşap olarak inşa
edildi.
179 yıl önce inşa edilen, çevre köylerin cuma
namazı için toplandığı özel bir ibadet mekanı olan
cami, restorasyonun ardından yerli ve yabancı
turistlerin ziyaretine açıldı.
Orhan Gazi döneminde çandı yöntemiyle inşa edilen
Orhangazi Camisi de ilçedeki tarihi ibadet mekanları
arasında yer alıyor. Çayağzı Köyü'ndeki Osmanlı Mezarlığı'nda 1323 yılında inşa edilen tarihi cami, 2009 yılındaki
restorasyonun ardından yeniden ibadete açıldı. 8 metre eninde ve 12 metre yüksekliğindeki cami,
ziyaretçilerin uğrak mekanları arasında bulunuyor.
Ahşap mimaride tomrukların veya
kerestelerin içine derin çentikler açılarak, çandı
tekniği ile oluşturulan dörtgen kasnak, bir çeşit
temel oluşturur. Temeli olmadan inşa edilen yapılar,
iri taşların üzerine kasnakların yerleştirilmesiyle
sağlamlaştırılır. Hiç çivi kullanılmaması, bu
yapıların en büyük özelliği olarak biliniyor.
Çandı yönteminde kerestelerin daha dayanıklı ve
uzun ömürl ü olması amacıyla çivi tercih edilmiyor.
Türkiye Gazetesi, 18.02.2013
|
TARİHİN İLGİNÇ SANSÜR ÖRNEKLERİ
Sansür… İlk
örnekleri milattan öncesine dayanan, sanat tarihinin
en eski ve tartışmalı uygulamalarından biri…
Bin yıllardır üzerine konuşuluyor olsa da,
günümüzde hala sıcak bir tartışma başlığı olma
özelliğini koruyor.
Kritik soru : Sanat her şeyi söyleyebilir
mi? Gösterebilir mi?
Bu soruyu "Hayır" diye yanıtlayanların birden çok
dayanağı var: Tek tanrılı dinler, siyaset, toplum
ahlakı, toplum düzeni, kültürel normlar…
Dili olsa da konuşsa, "Hayır" yanıtını verecek
olan en ezici hakikat ise tarihin ta kendisi
olcaktır! Çünkü sansür tekerrür etmiştir, etmektedir
ve illaki edecektir!
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE, SANAT ALANINDA
GERÇEKLEŞTİRİLEN İLGİNÇ SANSÜR ÖRNEKLERİ
*Masaccio’nun ‘Cennetten kovulan Adem ve
Havva’sına asma yaprağı giydirildi. Tarih: 1674.
Yer: Floransa’daki Brancacci Şapeli.

Cennetten Kovulan Adem ve Havva
*Mikelanj’ın en ünlü eserlerinden ‘The Last
Judgement’ta, İsa Peygamber dahil çıplak tasvir
edilen 400 kişiden bir kısmına sonradan kıyafet
çizildi. Emri veren Papa IV. Paul, giysileri
resmeden kişiyse, adı bu sansürden sonra
"pantoloncu"ya çıkan Daniele da Volterra’ydı. Tarih:
16. yüzyıl. Yer: Roma’daki Sistine Şapeli.
*İngiltere’deki Kraliyet Sanat Akademisi’nin
reklam amacıyla metro istasyonuna astığı Lucas
Cranach imzalı, 1532 tarihli ‘Venus’ tablosunun
afişi, "müstehcen" bulunarak kaldırıldı. Tarih:
2008. Yer: Londra metrosu.
"BU NÜLERİN KILLARI VAR"
*İtalyan ressam ve heykeltıraş Amedeo
Modigliani’nin tabloları, Paris’te bir galeride
skandala yol açtı ve duvardan indirildi. Galeri
sahibi komisere bu kararın nedenini sorunca, "Bu
nülerin kılları var" yanıtını aldı. Tarih: 1917

Beyaz Yastıktaki Nü - Modigliani
*Fransız yönetmen Jaques Tati'nin anısına açılan
serginin reklam afişi, yönetmenin en önemli
filmlerinden 'Vacances de M. Hulot'daki ana
karakterin purolu fotoğrafı kullanıldığı için
sansürlendi. Böylece, sansür tarihinin en komik
örneklerinden birine de imza atışmış oldu. Bisiklet
üstündeki aktörün ağzındaki puro rüzgar gülüne
dönüştürüldü. Tarih: Nisan 2009. Yer:
Fransa
*Rus performans sanatçısı Oleg Kulik, 21.
yüzyılda insanlığın durumuna dikkati çekmek için
Paris’te, Modern Sanat Fuarı Fiac’ın yapıldığı
sırada, dört ayak üstünde çıplak şekilde gösteri
yapınca polis müdahale etti. Tarih: 2008

Oleg Kulik
EKONOMİK SUÇ!
*Facebook’tan Gustave Courbet’nin ünlü tablosu
‘Dünyanın Geldiği Yer’i paylaşan internet
kullanıcısının Facebook hesabı geçici olarak
kapatıldı. Yer: Danimarka.
*Çinli sanatçı Ai Weiwei, yolsuzluk ve insan
haklarının ihlaline karşı tepkisini eserleri ve
blogu aracılığıyla ifade edince, Şangay’daki
atölyesi tahrip edildi ve sanatçı tutuklandı.
Polisin bu eylemine bulduğu sebepse akla ziyan;
ekonomik suç! Tarih: 2011, Yer: Pekin.

Ai Weiwei
METAFORİK MASTÜRBASYON
*Ünlü yazar James Joyce’un, 1914-1921 yılları
arasında kaleme aldığı Ulysse romanı, İngiltere’de
yasaklandı. Metaforik bir dille ana karakterin
mastürbasyon yaptığının anlatıldığı bölümü
yayımlayan bir Amerikan dergisi mahkemelik oldu.
ABD, romanının pornografik olmadığına ancak
1934’te karar verilebildi. İngiltere de yine
1930’larda yasağı kaldırdı.
*Gustave Flaubert’in eseri Madame Bovary, 1856
yılında La revue de Paris tarafından bölüm bölüm
yayımlandığında, savcılar tarafından, "müstehcenlik"
gerekçesiyle topa tutuldu. 1857’deki son duruşmada
Flaubert’in aklanmasından sonraysa ‘best seller’
oldu.
VATİKAN BİLE "ŞAPŞALLIK" DEDİ
*İtalyan ressam G. Battista Tiepolo'nun ünlü
tablosu 'Time Unveiling Truth'un bir
röprodüksiyonundaki çıplak kadın göğsü "örtüldü".
Dönemin başbakanı Silvio Berlusconi'nin basın
açıklaması yapacağı salonun duvarını süsleyen ve
Berlusconi tarafından bizzat seçilen tablonun
"müstehcen" bulunması, Vatikan'ın Müzeler Müdürü
Antonio Paolucci'nin bile tepkisini çekti. Müdür,
olayı "şapşallık" olarak nitelendirdi. Tarih: 2008.
Yer:
İtalya Meclis Binası.

'Time Unveiling Truth'un sansürlenmiş hali
*Ünlü Fransız oyuncu Audrey Tautou'nun Coco
Chanel'i canlandırdığı "Coco avant Chanel" filminin
reklam afişleri polemik konusu oldu. Afişlerdeki
sigaralı görüntüler sansürlenmek istendi. Sonuçta,
Tautou'nun sigaralı pozuna ek olarak, iki yeni afiş
daha basıldı. Sigaralı olan, bunlarla beraber
kullanıldı. Tarih: Nisan 2009. Yer: Paris
TEORİ İLE PRATİK UZLAŞAMIYOR
Bunlar, sanata uygulanan sansürün bir avazda akla
gelen örneklerinden sadece birkaçı...
Teoride, sansürün olduğu yerde sanatın
barınamayacağı, yüzyıllardır süren polemiğin daha
ağır basan savı.
Oysaki pratikte, sanatın, düşüncenin olduğu yerde
sansürün eksik olmadığını görüyoruz.
Bin yıllar önce baldıran zehiriyle başladı,
bugün, toplum "zehirlenmesin" diye hala
uygulanıyor...
Hürriyet, 18.02.2013
|
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ, TARİHİ HALET ÇAMBEL YALISINI
ARAŞTIRMA MERKEZİNE DÖNÜŞTÜRÜYOR

Prof.Dr. Halet Çambel'in Boğaziçi Üniversitesi'ne
bağışladığı Arnavutköy'deki tarihi 'Kırmızı Yalı',
Boğaziçi Üniversitesi tarafından "Halet Çambel ve
Nail Çakırhan Arkeoloji ve Geleneksel Mimarlık
Araştırmaları Merkezi"ne dönüştürülecek.
Arkeoloji alanında Türkiye ve dünyanın sayılı isimlerinden Prof.Dr.
Halet Çambel'in Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışladığı
Arnavutköy'deki tarihi 'Kırmızı Yalı', Boğaziçi
Üniversitesi tarafından, Kalkınma Bakanlığı
desteğiyle gerçekleştirilecek restorasyon çalışması
kapsamında 'Halet Çambel ve Nail Çakırhan Arkeoloji
ve Geleneksel Mimarlık Araştırmaları Merkezi'ne
dönüştürülecek.
Boğaziçi Üniversitesi, Kalkınma Bakanlığı
desteğiyle sürdürmekte olduğu Tarihi veKültürel
Miras konulu araştırma projeleri kapsamında
Arnavutköy'de yer alan ve 'Kırmızı Yalı' olarak da
bilinen tarihiHalet Çambel Yalısı'nı restoreederek
yalıyı bir araştırma merkezi ve arşiv haline
getirecek.
1830'lara, Sultan II. Mahmud dönemine tarihlenen
yalı, arkeoloji alanında Türkiyeve dünyanın sayılı
isimlerinden Prof.Dr. Halet Çambel ve ailesi
tarafından 1930'lu yıllardan bu yana kullanılıyor.
Çambel, AğahanMimarlık Ödülü sahibi eşi Nail
Çakırhanile birlikte yarım asırdan fazla bir süre bu
yalıda yaşamış ve çift 2004 yılında yalıyı Boğaziçi
Üniversitesi'ne bağışlamışlardı.
'Kırmızı Yalı' olarak da bilinen tarihi yapı,
restorasyonun ardından Halet Çambel ve Nail Çakırhan
Arkeoloji ve Geleneksel Mimarlık Araştırmaları
Merkezi adıyla Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde
araştırmacılara hizmet verecek.
Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Barbarosoğlu:
Kültür dünyamız için çok önemli bir kazanım
Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Gülay
Barbarosoğlu ve yalının restorasyonunda çalışan
proje ekibinin katılımıyla düzenlenen bir toplantıda
restorasyon için hazırlanan rölöve çizimleri
Prof.Dr. Halet Çambel'e sunuldu. Rektör
Barbarosoğlu, Halet Çambel Yalısı'nın restorasyon
sürecinden sonra bir araştırma merkezi ve arşiv
olarak bilim ve kültür dünyasına yeniden
kazandırılacak olmasının çok önemli bir kazanım
olduğuna dikkat çekti. Barbarosoğlu,yapılacak
çalışmanın bu görkemli yapıyı sadece tarihi
özelliğiyle değil, içinde yaşatılmakta olan kültürel
birikimiyle de koruyarak yaşatmayı amaçlayan
birrestorasyon olacağını vurguladı.
Prof.Dr.Aslı Özyar : Amacımız yalıyı, yaşayan
bir araştırma merkezi haline dönüştürmek
Projenin koordinatörlüğünü üstlenen Boğaziçi
Üniversitesi Tarih Bölümü'nden Prof.Dr. Aslı Özyar
ise Halet Çambel Yalısı'nın ve bahçesinin, içindeki
mevcut kütüphane, belgeler ve eşyaları ile muhafaza
etmenin ve gelecek nesillere aktarılmasını sağlamanın
en güvenilir yolunun bu yapıyı canlı bir merkez
olarakişlevlendirmek olduğunu belirtti.
Restorasyon sürecinin hazırlıklarının 2007
yılında başladığını söyleyen Prof.Dr.Özyar, sürecin
ilk adımı olarak BoğaziçiÜniversitesi Tarih bölümü
öğretim üyelerinden Doç.Dr. Paolo Girardelli
yönetiminde yalının mimarlık ve yerleşim tarihi
bağlamında araştırıldığını ve aynı proje kapsamında
bir envanter çalışmasına başlandığını ekledi. Özyar,
restorasyonun ardından bir araştırma merkezi olarak
faaliyet gösterecek bu mekanda Halet Çambel ve Nail
Çakırhan'ın kişisel arşiv ve dokümanları ile
arkeolojik kazı arşivlerinin yanı sıra, Boğaziçi
Üniversitesi kurucu rektörü, ünlü mimarlık tarihçisi
Prof.Dr. Aptullah Kuran arşivi başta olmak üzere
üniversiteye bağışlanmış ve Türkiye'nin kurumsal ve
akademik belleğini farklı yönleri ile temsil eden
pek çok önemli arşivin bu merkez kapsamında
araştırmacılara açılacağını belirtti.
Halet Çambel Yalısı'nın restorasyonu sürecinde
Floransa Üniversitesi Mimarlık Bölümü ve Boğaziçi
Üniversitesi arasında ortak çalışma ve araştırmaya
dayalı bir işbirliği de gerçekleştiriliyor.
Peyzaj ve bahçesiyle 19. yy ortasından günümüze
dek korunmuş nadir bir yapı
Halet Çambel Yalısı, bahçesinde sakız ve defne
ağaçlarının da yer aldığı 335 ağaçtan oluşan
sekiz dönümlük bahçe alanıyla da dikkat çekiyor.
Yalının hem mimari özellikleri hem de bahçe tasarımı
açısından son derece nadir ve iyi korunmuş bir mekan
olduğunu belirten Doç.Dr. Paolo Girardelli ise
20.yüzyıl'da yapılan ve Batılılaşan mimari
özellikleri ortaya çıkaran değişikliklere
rağmen mevcut binanın Geç Osmanlı yerleşim düzeni,
mimari kültürü, peyzaj/bahçeanlayışı ve kentsel
yaşam tarzını yansıtması açısından benzersiz bir
örnek olduğunu vurguluyor.
Boğaziçi'nde restorasyon geçiren pek çok tarihi
yalı ve bina olduğunu ifade eden restorasyon
projesinin mimari koordinatörü ve müellifi Yük.Müh
ve Mimar Z. Ayşe Güngör ise; Halet Çambel Yalısı'nın
Boğaziçi'nde mimari anlamda özgün yapısını koruyarak
bugüne dek gelebilmiş nadir yapılardan biri
olduğunun altını çiziyor.
Arkitera, Yazı: Derya Bayhan, 18.02.2013
İlgili Haber:
http://www.tayproject.org/Haber.fm$Retrieve?ID=101&html=haber_detail_tu.html&layout=web
|
ANTİK KENTE DİNAMİTLİ ZULÜM

Muğla'daki Thera antik kentini definecilerin tahrip
ettiği ortaya çıktı. Araştırmacılar, "Kaçak kazı
yapılmayan yer kalmamış. Tiyatroyu bile dinamitle
patlatmışlar" dedi.
Muğla'nın Ula İlçesi'nde, 2011 yılında tarihi
kalıntıları gün yüzüne çıkarmak için başlatılan
yüzey araştırmasında MÖ 2. yüzyıla dayanan Thera
antik kenti bulundu. Kazı heyetinin yaptığı temizlik
çalışmaları sırasında bölgede büyük ölçüde kaçak
kazı yapıldığı da ortaya çıktı. Define avcıları,
Helenistik ve Roma dönemlerine ait anıt ve kaya
mezarlarını tahrip ederek, kaçak kazı yapılmadık yer
bırakmamış. Stratonikeia antik kentinden sonra en
büyük yerleşim yeri olarak gösterilen alandaki antik
tiyatro ise dinamitle patlatılmış.
Muğla Müze Müdürlüğü denetiminde Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu'ndan alınan izinle Ula
Belediyesi ile Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi (MÜ),
Ekim 2011'de Okkataş mevkiinde çevre temizliği ve
yüzey araştırmasına başlandı. Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan da kurtarma kazısı için 8 bin lira
ödenek gönderildi. Bölgeyi kaplayan bitki örtüsü,
Ula Açık Cezaevi'ndeki mahkumlara temizletildi.
Muğla-Marmaris karayolu üzerinde bulunan Thera'daki
altı aylık yüzey araştırmalarında kale, antik
tiyatro ve anıt mezarları başta olmak üzere çok
sayıda tarihi eser gün yüzüne çıkarıldı. Ula
Belediyesi'nin bütçesinin kısıtlı olması sebebiyle
yeterli maddi desteği bulamayan kazı ekibi,
çalışmalarına son verdi. Yaklaşık 350 dönümlük geniş
bir alanda bulunan antik kent de kendi haline terk
edildi.
MÜ Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr.
Abdülkadir Baran, "Bölgedeki tahribat büyük. Bitki
örtüsünden istifade edilerek kaçak kazı yapılmayan
yer kalmamış. Tiyatroyu bile dinamitle
patlatmışlar." dedi.
Ula Belediye Başkanı Nadi Şenkal ise kısıtlı
bütçeleri sebebiyle çalışmaların durduğunu söyledi.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Kamil Özer de, "Thera'nın
antik kent kazı başkanlığı yapılabilmesi için
Bakanlar Kurulu kararı ve kazı heyeti gerekiyor."
dedi.
Emlak Güncel,
18.02.2013
|
|
İRAN'DA 'BUDA' SATIŞI YASAKLANDI
İran , Buda heykelciklerini ’Kültürel işgalin
sembolü’ olarak tanımlarken, başkent Tahran’daki
mağazalarında satılan heykelcikleri toplamaya
başladı.
İran Kültürel Eserleri Koruma Kurumu Başkanı Said
Caberi Ensari, Buda heykellerinin bir dini inancı
yaymakta olduğunu savunarak Tahran’da bu tip
heykellere el koyduklarını söyledi. Ensari, "Düşman,
bu tip sembolleri yayarak halkın dini inanç ve yaşam
stilini değiştirmek istiyor" dedi.
İran, Batı kültürünü özendirdiği gerekçesiyle geçen
yıl da Barbie, Simpsons ve Sindy oyuncaklarının
satışını yasaklamıştı.
Radikal, 18.02.2013
|
KAZIDIKÇA TARİH ÇIKIYOR
İzmir Büyükşehir Belediyesi, bölgedeki Antik Roma
Tiyatrosu'nun gün yüzüne çıkarılması amacıyla
başlattığı kamulaştırmalarda bugüne kadar 8 milyon
liranın üzerinde bedel ödedi.
Kadifekale'de gecekondular arasına sıkışıp kalan
tiyatronun çıkarılması için yaklaşık 12 bin 972
metrekarelik alan üzerinde bulunan 164 adet parsel
için İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından
kamulaştırma kararı alınmıştı. Büyükşehir
Belediyesi, bugüne kadar 7 bin metrekarelik alanın
tapusunu aldı. Bölgedeki yıkımlarına da başlayan
Belediye, bugüne kadar 12 binanın yıkımını
gerçekleştirdi.
Proje kapsamında öncelikle, arkeolojik yüzey
araştırması yapılarak tiyatroya ve sur duvarlarına
ait antik arkeolojik mimari kalıntılar ile Antik
Tiyatro'nun gerçek yeri tam olarak tespit edildi.
İzmir 1 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu'na (KTVK) sunulan 'Antik Tiyatro ve
Kadifekale 1.'inci derece arkeolojik sit alanının
genişlemesi' önerisi Kurul tarafından kabul edildi
ve tiyatro ile Kadifekale'nin 1.'inci derece
arkeolojik si alanı genişledi.
Sit sınırlarının değişmesi sonucunda, antik tiyatro
alanında bilimsel kazı çalışmalarının yapılabilmesi,
Kadifekale ve antik tiyatronun kente kazandırılması
amacıyla imar plan revizyonları yapıldı ve yeni imar
planları hazırlandı. Ayrıca bölgede yaşayan
vatandaşların bilgilendirilmesi, katılımı ve
görüşlerini almak için iki toplantı düzenlendi.
1/1000 ölçekli uygulama amaçlı imar planı, Antik
Roma Tiyatro alanı olarak belirlenen alanda kalan
zemin ve zemin üstü kamulaştırmaların yapılabilmesi
için '7. Beş Yıllık İmar Programı'na dahil edildi.
Bu kararın alınması ile birlikte alandaki
kamulaştırmaların önü açılmış oldu.
Kadifekale'deki antik tiyatro ile ilgili en
ayrıntılı bilgi, 1917 - 1918 yıllarında Otto Berg ve
Otto Walter'ın araştırmalarında ve araştırmalarına
yönelik hazırladıkları plan ve kesitlerde bulunuyor.
16 bin kişi kapasiteli olduğu düşünülen tiyatronun
kalıntılarının Roma dönemi özellikleri taşıdığı, pek
çok araştırmacının ilettiği de bu bilgiler arasında
yer alıyor.
Eski kaynaklarda, Erken Hıristiyanlık yani Roma
İmparatorluğu'nun paganizm döneminde İzmirli St.
Polikarp'ın bu tiyatroda öldürüldüğü ve tiyatronun
tarihin trajik sahnelerine şahitlik ettiği öne
sürülüyor.
Sabah, 18.02.2013
|
ERDOĞAN REJİMİ
Bakın İstanbul'un ortasına
bırakın cami yapılmasına, caminin nasıl yapılacağına
da o karar veriyor.
Önünde duramazsınız. İcraat yapmak istiyor.
Aklındakinin gerçekten herkes için en doğrusu
olduğuna inanıyor. Engellenmeye tahammülü yok.
Marmaray kazısını geciktiren arkeolojik
kalıntılardan ‘çanak, çömlek’ diye bahsetmesi
bundan. İstediği anayasayı elde etmesini
engelleyecek herkesi de ‘çanak, çömlek’ olarak
görüyor. Sokaktan geldiği için de bıçak kemiğe
dayandığında ‘çanak, çömleğin’ patlayacağını ve bu
patlamadan kendisinin kazançlı çıkacağını biliyor.
Taksim inşaatı koca memleket için
fazla öneme sahip olmayan, ufak bir
mesele olarak görülebilir. Ancak
Taksim inşaatına Başbakan’ın
yaklaşımı anayasanın nasıl
kotarılacağının ve daha önemlisi
yeni anayasa sonrası nasıl
yaşayacağımızın ipuçlarını veriyor.
Malum Taksim Meydanına eski Topçu
Kışlası’nın bir kopyası yapılacak,
içinde buz pateni, alışveriş
merkezi, otel vs. olacak.
İstanbul II Numaralı Koruma Kurulu
ise yetkisi dahilindeki bu işe
bakarak, Topçu Kışlası’nın
kopyasının inşasını reddetti. Sebep
olarak ise Gezi Parkı’na dikkat
edilmesini ve kopya inşaatın mimari
projesinin kışlanın ‘özgün
mimarisine dair yeterli bilgi ve
belge’ içermemesini gösterdi.
Başbakan Erdoğan bu tür
kurulların kendi aklına gelen şahane
projeleri engellemesini bir tür
vesayet rejiminin ispatı olarak
algılıyor. O nedenle de Koruma
Kurulu’nun kararını reddedeceğini şu
sözlerle ilan etti: “Topçu
Kışlası’nı yapacağız. Üst kurul
reddetmiş. Biz de reddi
reddedeceğiz.”
Taksim Meydanı’na cami de
yapılacak biliyorsunuz. Meşhur mimar
Ahmet Vefik Alp’in hazırladığı bir
proje mevcut. Başbakan o projeyi
fazla modern bulduğu için reddetti.
Sayın Alp projesini geleneksel
Osmanlı cami mimarisini göz önünde
bulundurarak elden geçirecek.
Bu Taksim meselesi Erdo-ğan’ın
nasıl düşünüp ne şekilde hareket
ettiğinin küçük bir örneği.
Erdoğan’ın icraatları hiçbir surette
engellenemez. Engellemeye çalışanın
kararı reddedilir.
Yargı ya da özerk kurumların
yürütme üzerindeki denetimi asgariye
indirilmeli ve hatta pratikte
ortadan kaldırılmalıdır. Zira en
demokratik çözüm milli iradeye
dayanmaktadır.
Mahkemeler de
halkoyuyla seçilmediğine göre
Başbakan’ın kararları mahkeme ve
kurulların kararlarından daha
demokratiktir. Zaten seçim yoluyla
iktidarı ele geçiremeyen odaklar
yargı ve özerk kurumlar aracılığıyla
her şeye rağmen iktidara ortak
olmaya çalışmaktadır. Bu yüzden yeni
anayasada başkanlık rejimi
getirilmeli ve yargı mensuplarını da
demokratik iradenin tecelligahı olan
başkan ve adamları belirlemelidir.
Bu gidişata karşı olanlar ise
şabloncu ezberciler tarafından
vesayetçi, darbeci diye biraz aklı
çalışanlar tarafından ise
korporatist diye suçlanacak.
Fakat gidişat her şeye Erdoğan’ın
karar verdiği çünkü her şeyin
iyisini onun bildiği bir rejimdir.
Bakın İstanbul’un ortasına bırakın
cami yapılmasına, caminin nasıl
yapılacağına da o karar veriyor.
Kişiler, kurullar, kendi partisi,
sivil toplum örgütleri, İstanbul
Belediyesi, milletvekilleri
vesairenin katkısını aramayın.
Bizzat o karar veriyor.
Yeni rejimin adını ne koyarsanız
koyun. Yeni rejim Erdoğan rejimidir.
Neden bakanlardan benim bakanım
diye bahsettiğini zannediyorsunuz?
Biz de onun vatandaşlarıyız. Eğer
şahane fikirlerini onaylar ve ses
çıkartmazsak hep beraber
büyüyeceğiz. Kendisine direnilmesine
bu denli kızması ve her fikrine
katılmayanda bir nankör görmesi
bundan.
Şimdiden herkese hayırlı olsun.
Radikal, Yazı: Özgür Mumcu, 18.02.2013
|
OSMANLI RESİMLERİ RUSYA'DA ORTAYA ÇIKTI

Rusya'dan ve çeşitli İslam beldelerinden toplanıp
müzede koruma altına eserlerin 18. ve 19. yüzyılın
sonlarına ait olduğu ortaya çıktı. Rusya gündemi ile
Türkçe yayın yapan www.haberrus.com haber portalı
St. Petersburg'da doktora eğitimi alan Ebubekir
Şahin'in araştırmasını yayınladı.
Rusya'nın St. Petersburg şehrinde bulunan Dinler
Tarihi Müzesi (GMİR)'nde yer alan eserler arasında
Ayasofya'nın Cami olarak kullanıldığı dönemi
yansıtan fotoğraflar da bulunuyor. Koleksiyonla
ilgili açıklama yapan Doç.Dr. Tatyana Stetskeviç,
müzede saklanan eserlerin bin bir güçlükle
toplandığını ifade etti. Müslüman toplumun, sahip
oldukları dini temalı tarihi eserleri satmakta
oldukça gönülsüz olduklarını ifade eden Stetskeviç,
"Ancak özellikle Rus seyyahlar İslam ülkelerine
yaptıkları geziler sonrasında, yanlarında o
toplumlara ait çeşitli eşyalar getirmiş. Ayrıca
Rusya'da çeşitli dönemlerde yaşayan bazı imamların
da müzemize hediye ettiği İslam eserleri var. Biz
bunları yıllar boyunca sakladık, şimdi de insanların
hizmetine sunuyoruz." şeklinde konuştu.
HZ. OSMAN KUR'AN-I'NIN 115 YILLIK KOPYASI
Müzede sergilenen büyük Kuran-ı Kerim hakkında da
açıklama yapan Stetskeviç, "Bu Kur'an, şu an
Taşkent'te bulunan Hz. Osman'ın Kur'an'ının 1905
yılında yapılan bire bir kopyası. Hz. Osman'a ait
olduğu belirtilen Kuran'ı Kerimler dünyanın birçok
yerinde olduğunu biliyoruz. Ama yine de Müslümanlar
Hz. Osman'ın Kur'anını görmek isterlerse müzemize
gelebilirler." şeklinde konuştu.
I. ABDÜLHAMİT'İN KÜTÜPHANESİ
Müzede koruma altına alınan eserler arasında
Peygamberimizin kabrini gösteren gravürler de
bulunuyor. Ayrıca, Osmanlı Sultanı I. Abdulhamit'in
ve Vezir Ragıp Paşa'nın 18. yüzyıla ait gravürleri
de müzede saklanan eserler arasında.
Müzenin en değerli parçaları arasında ise 19.
yüzyılın son döneminden kalma Mevlevi cübbesi yer
alıyor. Üzerinden Allah'ın 99 ismi olan Esma-i Hüsna
işlemeli cübbe de, ayrıca Kuran-ı Kerim'den çeşitli
ayetler yer alıyor. Koleksiyonda ayrıca, Filistin ve
İstanbul'u tasvir eden bir çok gravür, 18. ve 19.
yüzyıldan kalma hat eserleri ve minyatürler koruma
altına alınmış durumda.
ESERLER ÜZERİNDEKİ ARAŞTIRMALAR GÜNÜMÜZDE DE DEVAM EDİYOR
Stetskeviç müzede sergilenen İslam eserleri ile
ilgili olarak, "Biz müzeyi kurduktan sonra,
Rusya'nın birçok bölgesindeki müzelerden, özellikle
Moskova'daki müzelerden İslamiyet'le ilgili birçok
eser geldi. Ne yazık ki, biz eserlerin birçoğunun
hangi yüzyıla ait olduğunu bilmiyoruz. Kime ait
olduğu, ya da nerden geldikleri hakkında tam olarak
bilgimiz yok. Ancak bu konudaki uzmanlarımız
araştırma yapıyor ve tespit edilen eserleri
kaydediyor." şeklinde konuştu.
Rusya'nın St. Petersburg şehrinde bulunan dinler
tarihi müzesinden, İslamiyet dahil bir çok din
ayrıntılı olarak ziyaretçilere tanıtılıyor. Müze
Salı günü hariç haftanın 6 günü ziyaretçilerini
ağırlıyor.
Sabah, 18.02.2013
|
MISIR'DA KÜLTÜREL TAHRİBAT DEVAM EDİYOR
Mısır Kültür Bakanlığından yapılan açıklamada, Minya'da Taha Hüseyin heykelinin başının çalındığı, Ümmü Gülsüm'ün Mansura'daki heykeline ise peçe takıldığı kaydedildi.
''Kültür ve sanatın önde gelen kişilerini simgeleyen heykellere gerçekleştirilen saldırıların şiddetle kınandığı bakanlık açıklamasında, ''Saldırıları, cehaletleri veya hoşgörü kültürümüze uymayan düşünceleriyle bilinç yoksunu kişiler gerçekleştirmiştir'' ifadesi yer verildi.
Bakanlık ayrıca Mısır halkına, ülke değerlerini simgeleyen heykelleri, kültür ve sanatı hedef alan ''kötü ellerden'' koruma çağrısı yaptı.
Yapı, 18.02.2013
|

|
KREDİ KARTI MÜZEKART OLACAK
İş Bankası ve TÜRSAB-MTM iş Ortaklığı'nın Kültür ve
Turizm Bakanlığının desteği ile gerçekleştirdiği iş
birliği sonucunda Maximum özellikli İş Bankası kredi
kartları Müzekart özelliği kazandı. Maximum Kart
sahipleri 300'ü aşkın müze ve ören yeriniher yıl bir
ay boyunca ziyaret edebilecek.
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, İş Bankası Genel
Müdürü Adnan Bali ve TÜRSAB Başkanı Başaran
Ulusoy'un katıldığı basın toplantısı İş Bankası
Genel Müdürlüğünün yer aldığı İş Kulelerinde
gerçekleştirildi.
Basın toplantısında konuşan Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik, kredi kartının aynı zamanda müze kart
olacağını belirterek, “Bizim istediğimiz kültürel
sorumluluk projelerine daha çok yer verilmesidir. Bu
kart ile İş Bankası yeni bir yüz kazanmış oldu.
İnsanlarımızın ayağına kültürü götürecek projeler
bekliyoruz. Kültüre katkı marka değerini artırır.
Biz İş Bankasından her sene daha çok kültürel proje
bekliyoruz. Vatandaşımızın gündelik hayatına dokunan
projeler bekliyoruz. Sosyal hayatla köprüler Kur'an
projeler istiyoruz. Bir müze kartı ile 1 ay müze
geçebiliyorsunuz" diye konuştu.
İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali ise "Biz banka
olarak birçok projeye katkıda bulunduk. Pek çok
konuda kaynaklarımızı seferber ettik. Kültür bizim
için çok önemli o nedenle bizim için değerli bir
proje. Maximum kartı ile yaşamı zenginleştirecek bir
hüviyet tanımlamak istiyoruz. İlave bir işlem
yapılmadan 6 milyon müşterilerimizin kartı müze
kartına dönüşmüş durumdadır. Kullanılan tarihten
itibaren bir ay süreyle kart müşterileri müze kartı
kullanabilecek. Turnike ve post cihazları
kullanılarak kartlı geçiş yapmak mümkün olacak"
dedi.
Son birkaç yıldır müze standartlarını yükselterek
dünya kalitesine çıkartmak istediklerini ve
eserlerin teşhiri, yönlendirme levhaları, personel
kalitesinin kendileri için önem taşıdığını ifade
eden DÖSHİM Genel Müdürü Murat Usta da
" Müzekart uygulaması büyük bir kolaylık getirdi. 3
milyon 600 bin vatandaşımız Müzekart kullanıyor.
Müzekart sahipleri 3.5 milyona yaklaşan kart
kullanımı ile müzelerimize ulaşmış durumdalar.
Yabancı ziyaretçilerimiz için pas kart uygulamasına
başladık. Otellerde bunun satışını yapıyoruz. 2012
yılında 28.700 kişiyi müze ve ören yerlerinde
ağırladık. Bakanlığımız 2012 yılında müzelerden 280
milyon gelir elde etmiştir. DÖSHİM 2012 yılında 335
milyon gelir elde etti. Ülkemizin yurt dışında
tanıtılması için bu kaynakları kullanıyoruz. Bugün
yapmış olduğumuz işbirliği ile prestijli bir iş
ortaya konuluyor. Burada iki önemli kartı bir araya
getirmekten dolayı mutluluk duyuyorum" şeklinde
konuştu.
Kredi kartı ile yeni uygulama nasıl olacak?
Bankası kredi kartlarının taşıyacağı Müzekart
özelliği her bir takvim yılı içinde 1 aylık süre
için geçerli olacak. 1 aylık süre müze veya ören
yerinde kart sahibinin kartını ilk olarak kullandığı
ve ücretsiz giriş yaptığı gün başlıyor ve kart
sahibi bu tarihten itibaren bir ay boyunca
Müzekart'ın geçerli olduğu müzeleri ücretsiz olarak
ziyaret edebiliyor. Maximum Kart ile müze ve ören
yerlerine ücretsiz olarak giriş, turnikeli
noktalarda İş Bankası'na özel ayrılmış
turnikelerden, diğer noktalarda ise POS cihazlarında
kartın okutulması yoluyla gerçekleşiyor. Bir aylık
süre zarfında aynı müze ve ören yeri yalnızca iki
kez ücretsiz olarak ziyaret edilebiliyor. Bu
hizmetten İş Bankası'nın Maximiles ve MercedesCard
dahil tüm Maximum özellikli kredi kartı sahipleri
faydalanabiliyor.
Turizm Gazetesi, 18.02.2013
|
GALATA KULESİ RESTORE EDİLECEK
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Galata Kulesi'ni
restore edecek. Tarihi kulenin statik, restitüsyon
ve restorasyon projelerinin hazırlanarak, imalatın
gerçekleştirilmesi için gerekli onay çıktı. Belediye
meclisi tarafından kabul edilen projeye göre,
bütçenin yüzde 95'ini İl Özel İdaresi karşılayacak.
MS 507 yılında Roma İmparatoru
Justinianus döneminde inşa edildiği belirtilen
tarihi yapının aslına uygun restorasyonu için teknik
ve statik incelemeleri tamamlandı. Cenevizliler
tarafından gözetleme amaçlı kullanılan kule, 1348'de
bugünkü haline dönüştürüldü. Deprem, yangın ve kötü
hava şartları nedeniyle yıpranan kule, birkaç kez
onarımdan geçirildi. Turizm amacıyla kullanılan kule
Tarihi Yarımada'yı panoramik seyretme imkanı
sağlıyor.
Sabah, Haber:
Zeynel Yaman, 18.02.2013
|
KANUNİ KÖPRÜSÜ KORUMA ALTINA ALINDI
Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan'a
yaptırılan Büyükçekmece'deki Kanuni Sultan Süleyman
köprüsü ve çevresindeki yapılaşma sınırlandırılarak
koruma altına alındı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi
tarafından 2010'da tarihi köprünün çevresindeki
restoran ve kaçak yapılar yıkıldı.Tarihi yapının
yeniden kaçak yapılaşma ile karşı karşıya kalmaması
amacıyla koruma amaçlı imar planı hazırlandı. Plan,
belediye meclisinde oybirliğiyle kabul edilerek
onaylandı.
Sabah, Haber:
Zeynel Yaman, 18.02.2013
|
ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ YAĞMALANDI!

Üzerinde inşa edilen yeni Başbakanlık binası ile
gündeme gelen Atatürk Orman Çiftliği’nin yıllar
içerisinde nasıl “yağmalandığı” Sayıştay raporunda
kalem kalem sıralandı. Cumhuriyet Gazetesi'nden
Fırat Kozok'un haberine göre, Sayıştay’ın henüz
kamuoyuna açıklanmayan raporuna göre, çiftlik
arazisi tam bir “devlet çiftliği” haline geldi.
Tekel’den Milli Savunma Bakanlığı’na; Tarım
Bakanlığı’ndan Ankara Belediyesi’ne;
kooperatiflerden üniversitelere ve yöredeki
çiftçilere kadar onlarca kurum araziden yararlandı.
2011 sonu itibarıyla çiftlikte meydana gelen kayıp
22 bin 240 hektara ulaştı. Bu rakam çiftliğin yüzde
40’ına eşit. Sayıştay, parsel parsel dağıtılan
arazilerin bir bölümünün geri alınmasını istedi.
Sayıştay’ın AOÇ ile ilgili 2011 değerlendirme
raporunda Atatürk Orman Çiftliği’nin 1937 yılında
yaklaşık 55 bin 539 dekar olan arazilerinin 2011
yılı sonu itibarıyla 33 bin 256 dekara gerilediği
bildirildi. Raporda, Atatürk’ün vasiyetinin
gerçekleştiği 1937 yılından 2011 yılı sonuna kadar
satış ya da devir yoluyla arazi alan kurumlar şöyle
sıralandı: “Tekel, Milli Savunma Bakanlığı, Türkiye
Zirai Donatım Kurumu, Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı, TRT, Sümerbank, Hazine, Devlet Demir
Yolları, Orman Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel
Müdürlüğü, Ankara Belediyesi, Etibank, Makine ve
Kimya Endüstrisi, Toprak Mahsulleri Ofisi, Ankara
EGO, Maden Tetkik Arama, Bayındırlık Bakanlığı, Gazi
Üniversitesi, Kauçuk Sanayi, çeşitli kooperatifler,
özel kişiler, yöredeki çiftçiler.”
Özel yasa çıkarılarak yapılan satışların dışında
da çiftlik arazisinden arazi kayıpları meydana
geldiğine dikkat çekilen raporda, bunların mahkeme
kararıyla çeşitli şahıslara verilen araziler olduğu
ifade edildi. Raporda, çiftlikte yağmanın boyutu
şöyle anlatıldı: “2011 yılı sonu itibarıyla çeşitli
sebeplerle çiftlik arazilerinde meydana gelen kayıp,
22.240 dekara ulaşmış bulunmaktadır. Bu miktar,
toplam çiftlik arazisinin yüzde 40’ına karşılık
gelmektedir. Meydana gelen arazi kayıpları, Atatürk
Orman Çiftliği’nin arazi bütünlüğünü bozduğundan,
halen çiftliğin elinde bulunan parçalı alanlar
işletilmesi bazı sorunlar yaratan mekanlar haline
dönüşmüştür.”
Raporda, çeşitli şahıs ve kuruluşların işgali
altında olan arazi miktarının 2010 yılında 601 dekar
olduğu, bunun 2011’de bazı sözleşmeler ve lehte
sonuçlanan davalarla 133 dekara indiği
belirtilirken, “AOÇ arazilerindeki tüm işgallerin
sonlandırılması için azami dikkat ve gayretin
gösterilmesi önemli görülmektedir” denildi.
‘Geri alınmalı’
Raporun “öneriler” bölümünde çiftlik arazisinden
bazı kurumlara dağıtılan arsaların “geri alınması”
istendi. Raporda şu öneriler sıralandı:
• Tohum ıslah istasyonunun kurulması için Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na aktarılan ve
bakanlıkça daha sonra Türkiye Zirai Donatım
Kurumu’na devredilen, kurumun özelleştirilmesi
aşamasında da Özelleştirme Yüksek Kurulu kararıyla
Devlet Personel Başkanlığı, Ankara Üniversitesi
Rektörlüğü ve Sakarya Vilayeti Özel İdare
Müdürlüğü’nün kullanımına verilen, Atatürk Orman
Çiftliği Müdürlüğü’nce atıl durumda olduğu ve/veya
amaç dışı kullanıldığı tespit edilen arazilerin,
• Ankara Bira Fabrikası’nın kurulması için TEKEL
Genel Müdürlüğü’ne devredilen, özelleştirme
nedeniyle alkol üretimi ile dağıtımı sona eren ve
halen Gayrimenkul Anonim Şirketi mülkiyetinde
bulunan arazi ve tesislerin,
• Mülkiyet devrinde belirtilen kullanım
amaçlarının ortadan kalktığı, arazilerin bulunduğu
bölgenin birinci derece tarihi ve doğal sit alanı
olduğu, ayrıca Atatürk’ün büyük öneme sahip
mirasının korunması ve bir bütün halinde çiftliğin
kuruluş amacına uygun olarak yönetilmesinin daha
uygun olacağı da dikkate alınarak, Atatürk Orman
Çiftliği Müdürlüğü’ne iade edilmesi için başlatılan
çalışmaların sürdürülerek, arazilerin geri alınması
sağlanmalı.
Yapı, 18.02.2013
|
|
DAVUD'A DA SANSÜR GELDİ
TRT 1 son olarak +13
uyarısıyla gece yarısı yayınlanan Son Umut filmini
sansürledi.Hz Davud’un tartışmalara neden olan
heykelini sansürleyen TRT’nin bu sansürü dikkatli
izleyicilerin gözünden kaçmadı.
Hz Davud’un sünetsiz heykeli Japonya’daki
muhafazakarları çileden çıkartmıştı. Ünlü Rönesans
sanatçısı Michelangelo’nun başyapıtlarından Davut
Heykeli’nin bir kopyası, Okuizumo kasabasına
dikilecekti ancak Japonya’daki bazı grupların
heykelin cinsel organın kapatılmasını istediler.
Vatan, 18.02.2013
|
HALİÇ METRO SİLUETİ
 
 
 
Taksim-Şişhane-Unkapanı-Şehzadebaşı-Yenikapı
hattının önemli bir parçası olan ve Şişhane
eteklerinde Azapkapı’da yeryüzüne çıkarak köprü
üzerinde Haliç’i geçtikten sonra Süleymaniye
eteklerinde tekrar yer altına giren Haliç metro
geçişi sona yaklaştıkça, etkileri de daha görünür
oluyor.
2005'te Koruma Kurulu’nca
onaylanmasından itibaren yoğun tartışmalara neden
olan ve Tarihi Yarımada siluetini
bozacağı gerekçesiyle eleştirilen köprü projesinde
taşıyıcı kule uzunluğu başlangıçta 82 metre olarak
tasarlanmıştı. UNESCO tarafından
İstanbul'un Dünya Miras Listesi'nden çıkarılarak
'risk altındaki dünya miras listesine'
alınabileceğini ifade etmesi ve Koruma Kurulu’nun bu
yüksekliği kabul etmemesi üzerine, kule
yükseklikleri önce 65 metreye, sonra 55 metreye
kadar düşürülmüş ve uygulama bu şekilde
başlatılmıştı.
Elbette köprünün denizde kalan kısmının siluete
etkisi tek endişe kaynağı değildi; bugün çektiğimiz
fotoğraflarda, projenin Galata Kulesi ve ortaçağ
yerleşmesini sınırlayan surlardan geriye kalanlar,
üzerinde Ceneviz dönemi kitabesi taşıyan tarihi
Harup Kapı ve Mimar Sinan'ın yaptığı Yeşildirek
Hamamı üzerinde nasıl bir etki yarattığı açık
biçimde görülüyor.
Yapı, Fotoğraflar: Mesut Tufan, 18.02.2013
|
60 YIL SONRA HİSARİÇİNE MAHALLE

İstanbul'un en görkemli tarihi yapılarından biri
olan Rumeli Hisarı'nın içindeki mahalle yeniden inşa
edilecek. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından
yapılan çalışma kapsamında tarihi hisarın içindeki
evler aslına uygun olarak yeniden restore edilecek.
Kültür ve turizm amaçlı kullanıma açılacak olan
tarihi yapılar, halkın hizmetine sunulacak.
Kadir Topbaş'ın talebiyle Büyükşehir Belediyesi'ne
devredilen Rumeli Hisarı ve hisar içindeki Hisariçi
Türk Mahallesi'nin bir bütünlük içinde korunması,
ihyası, kültürel-fonksiyonel amaçlarla kullanımı
için konsept bir proje çalışması hazırlandı. Bu
kapsamda öncelikle söz konusu alanla ilgili eski
fotoğraf, gravür, resim, fotokart, kartpostallar,
bina izlerini barındıran eski haritalar, ölçü
krokileri, eski kadastral paftalar gibi bilgi ve
belgeler ışığında 15 binanın yeniden inşa
edilebileceği tespit edildi. Projenin yapımı için
gerekli bütçenin yüzde 95'i İstanbul İl Özel İdaresi
tarafından sağlanacak.
Sabah, Haber:
Zeynel Yaman, 18.02.2013
|
TCDD: SİRKECİ GARI OTEL OLMASIN
TCDD
Genel Müdürlüğü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi
tarafından hazırlanan ve Sirkeci Garı'nın yarısını
turizm tesis alanı (otel) olarak ayıran, Tarihi
Yarımada Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı'na itiraz
etti. TCDD, Sirkeci İstasyonu alanı için getirilen
'Turizm, Kültür Tesisi Alanı', 'Kültürel Tesis Alanı
ve Yeşil Alan' fonksiyonları ile mevcut banliyö
hattının, 'Cadde Tramvayı' düzenlenmesinin iptal
edilerek, mevcut kullanıma göre, 'TCDD Alanı' olarak
fonksiyon verilmesini talep etti. İstanbul
Büyükşehir Belediye Meclisi, Yedikule - Sirkeci DDY
banliyö güzergahının, yaya aksları ile desteklenmek
şartı ile Yüzeysel Toplu Taşıma Sistemleri (Cadde
Tramvayı) olarak düzenleneceğini gerekçe göstererek,
TCDD'nin itirazını reddetti.
Sabah, Haber: Erhan
Öztürk, 18.02.2013
|
|
BÜYÜK MABEYN KÖŞKÜ KİMDE KALACAK?

Büyük Mabeyn Köşkü, yabancı
devlet adamlarını ağırlamak üzere elden geçiriliyor.
Ama köşkün Başbakanlığa mı yoksa Cumhurbaşkanlığına
mı devredileceği hala belirsiz.
Yıldız Sarayı Büyük Mabeyn Köşkü yabancı devlet
adamlarını ağırlamak için süratle yenileniyor.
Devlet Konukevi olarak düzenlenen Cumhurbaşkanlığı
ya da Başbakanlık tarafından kullanılacak tarihi
köşkün yıllar içinde dağılan eşyaları çeşitli
kurumlardan toplandı.
İstanbul Arkeoloji Müzesi, Topkapı Sarayı, Sait
Halim Paşa Yalısı ve Askeri müzeden toplam 117 eşya
getirildi. Köşkün kendisine ait 142 eseri de vardı.
Koltuk, sandalye, çalışma masası, avize, ayna gibi
antik değeri yüksek eşyalar Büyük Mabeyn Köşkü’nün
altındaki atölyelerde konservasyon çalışmaları
sürüyor. Ancak köşkün Başbakanlık mı
Cumhurbaşkanlığına mı devredileceği henüz netlik
kazanmış değil.
Yıldız Sarayı’nın en ihtişamlı binası, yan yana
duran iki ana giriş olan Valide Sultan Kapısı’na ve
Saltanat Kapısı’na yakın olduğundan dışarıdan da
görülebilen Büyük Mabeyn Köşkü. Köşk, 1866 yılında
Sultan Abdülaziz döneminde dinlenme köşkü olarak
mimar Serkis Balyan’a yaptırılmış. II. Abdülhamit
resmi toplantılarını, bazı ziyaret ve davetleri
Büyük Mabeyn’ de vermiş. Cuma Selamlığındaki
törenleri izlemek üzere gelen yabancı diplomatlar
için de yanı başındaki Seyir Köşkü tasarlandı.
Avusturya -Macaristan Veliahtı Rudolf ve eşi
1884 yılında; Alman İmparatoru 2. Wilhelm ise 1889
yılında, 2. Abdülhamid tarafından bu binada
ağırlanmıştır. 2. Meşrutiyet’in ilanına tanık olan
Büyük Mabeyn Köşkü’nde, Osmanlı-Rus savaşının
kararları da alındı.
1920 yılının sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun
son padişahı Vahdeddin’in ayrılmasının ardından
köşk, 3 yıl boş kaldı. Cumhuriyet döneminde
Atatürk ’ün emriyle 1924 yılında Harp
Akademileri Komutanlığı’na tahsis edildi. 1978
yılına kadar hizmet veren köşk, daha sonra Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na devredildi.
Uzun süre kapalı kalan ve daha sonrada restore
edilen Büyük Mabeyn Köşkü bir kaç Türk filmi için
kullanıldı. Yabancı devlet adamlarını İstanbul’da 5
yıldızlı oteller hariç ağırlayacak mekan arayan
Cumhurbaşkanlığı devreye girerek buranın kendilerine
devrini istedi. İçindeki eşyaların pek çoğu yıllar
içinde dağıldığından öncelikle bu eşyaların
toplanması için başta Askeri Müze ve Orduevleri
olmak üzere pek çok yerden eşyalar talep edildi.
Topkapı Sarayı Müzesi’nden 71, Askeri Müze’den 16,
Sait Halim Paşa Yalısı’ndan 7, İstanbul Arkeoloji
Müzesi’nden 4 eşya getirildi.
Canan Akhüsük dikkat çektiği konularda biri de 2.
Abdülhamid döneminde bazı eşyaların üzerindeki
armaların sökülmüş olması. Akhüsük, ‘‘Ay ve yıldız
ile Osmanlı arması bulunan eşyaların üzerindeki bu
armalar sökülüp yerlerine uyduruk mermerden
kaplamalar konumuş. Askeri Müze’den gelen eserler
genelde böyle. Bunların da orjinal hale
getireceğiz’’ dedi.
Yeni kapı açılacak
Eşyalar orjinal olmasına rağmen kullanım
sırasında gördüğü onarımlarla pek çoğu harabeye
dönmüştü. Köşkün alt katında oluşturulan atölyelerde
onarıma başlandı. Cumhurbaşkanı’nın eşi Hayrünnisa
Gül de bir kaç kere onarımları denetledi. Ancak bu
sırada Başbakanlık devreye girdi ve Büyük Mabeyn
Köşkü’nün Devlet Konukevi statüsünde kullanılacağı
açıklandı. Yabancı devlet adamlarını ağırlamak
düşüncesinde olan Başbakanlık için Yıldız Sarayı
kapısının yanından ayrı bir kapı açılacak.
Orjinalinde de var olan kapı için çalışmalara
başlandı.
Bütün eşyalar aslına uygun olarak onarımdan
geçiriliyor
Kullanım hakkı Başbakanlığa mı
Cumhurbaşkanlığına mı devredileceği henüz belli
olmasa da köşkte yabancı misafirlerin ağırlanacağı
kesin. Bu nedenle tüm eşyaların retorasyon ve
konservasyonları yapılıyor. İşinin ehli uzmanlarca
titiz bir çalışma gerçekleştirilen tarihi eşyalarda
en ufak bir parça dahi heba edilmiyor.
Kullanılabilir tüm parçalar konservasyonu yapılan
eşyaların üzerinde orjinal haliyle bırakılıyor.
Kumaşları özel dokutulan eşyaların, kamera ve
fotoğraf makinalarında nasıl sonuç verdiğine kadar
en ince ayrıntılar tasarlanarak hazırlanıyor. Ekibin
başında bulunan Konservatör Mimar Canan Akhüsük
çalışmalar hakkında bilgiler verdi: ‘‘Her eşyanın
perpektifli olarak çizimleri yapıldı. En ufak bir
ayrıntı atlanmıyor. Eşyalarda orjinalden kalıp
kullanılacak her parçayı değerlendiriyoruz.
Konservasyon çalışmaları 6 ay daha sürecek. Bazı
eşyalar orjinalinden çok uzak halde atölyeye
getirildi. Bazılarını fotoğraflardan bazılarını da
orjinallerine bakarak yapıyoruz. Yeni yaptığımız
müdahalelerin üzerine de günümüzün tarihini
atıyoruz.’’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 18.02.2013
|
 |
AKBAŞ ŞEHİTLİĞİ YENİLENİYOR
Çanakkale Savaşları'nda en büyük iki hastane şehitliğinden birisi olan "Akbaş Şehitliği"nde, yenileme çalışmaları başlatıldı. Bir akaryakıt şirketinin, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda 7 yıldır sürdürdüğü "Tarihe Saygı Projesi" kapsamında, 10 bin metrekarelik Akbaş Şehitliği'nde başlatılan çalışmalarda ilk olarak, şehit askerlerin isimlerinin yazılı olduğu temsili mezar taşları bulundukları yerden çıkarıldı. Eceabat-Yalova köyü yolundaki şehitliğin etrafının çevrili olduğu duvarın ön bölümü yıkıldı, şadırvan, mescit ve tuvaletlerin yapımı için altyapı çalışmalarına başlandı. Yeni düzenlemeyle zeminde 806 mezar taşı bulunacak. 100 metrekarelik rölyef duvar kabartmalarının üzerinde ise 536 şehidin ismi yer alacak. Çevre düzenlemesi ve ziyaretçilerin dolaşabilmesine uygun düzenlemeler yapılacak olan şehitlik, çalışmaların ardından ağustos ayında ziyarete açılacak.
Sabah, 18.02.2013
|
SARAYDA HER YER GEZİLEBİLECEK

Otopark olarak kullanılan Hasbahçe tarihi
işlevine dönüyor. Saltanat arabaları ve porselen
koleksiyonu depolardan çıkıyor. Topkapı Sarayı’nda
yıl sonunda kapalı bir tek alan kalmayacak.
Topkapı Sarayı’nda restorasyon çalışmaları sona
yaklaştı.Yıllardır
VIP otoparkı olarak kullanılan Hasbahçe tarihi
işlevine dönerken Sofa ve
Bağdat köşkleri yenilendi.50’ye yakın saltanat
arabası ve 10 bin
Çin porselen koleksiyonu yakında depolardan
çıkıyor. Sarayın arşivi de ziyarete açılıyor.
Hasbahçe ve avlulara 150 bin kırmızı lale, 150 bin
gök rengi sümbül ve gül dikildi. Gülhane’ye de
Isparta’dan kokulu gül ve gül suyu
üretim tesisi geliyor.
Topkapı Sarayı Müze Başkanı Doç.Dr. Ahmet Haluk
Dursun bu yılın sonunda sarayda ziyarete kapalı yer
kalmayacağını söyledi. Sarayda halen 15 ayrı birimde
restorasyon çalışması olduğunu belirten Dursun, “Bu
tarihi bir rekor. Tabii bu iş yoğunluğu kış olduğu
için var. Nisana kadar çok sıkı çalışmamız
lazım”dedi.
Hafta içi Ahmet Haluk Dursun ile Hasbahçe’de
buluştuk. Restorasyon çalışmalarını, sarayın
güvenliğini konuştuk. Padişahların Hasbahçesi’nin
yıllarca sarayı ziyarete gelen devlet büyüklerinin
araçlarına tahsis edilen otopark olarak
kullanıldığını belirten Dursun,yapılan çalışmaları
şöyle anlattı:
“Haremin ve Has odanın hemen altında olduğu için
padişah kısa sürede buraya gelebiliyordu.
Şehzadelerin kılıç eğitimi gördüğü, padişahın
ailesinin geldiği yerdi.Ayrıca Enderun Mektebi’nin
seçme öğrencileri de cirit, ok gibi yarışmalara
katılıyorlardı.
Bundan böyle burada tarih canlandırılacak. Cirit,
ok gibi, o dönemin sportif faaliyetleri yapılacak.
Ayrıca koku bahçesi de olacak. Çevresine leylak
ağaçları dikiyoruz.
İnsanlar dönemi yaşayıp anlamaya çalışacak.”
Hürrem’e büyük ilgi
Ahmet Haluk Dursun’un verdiği bilgiye göre, sarayda
en büyük ilgiyi
Harem ve Hürrem
Sultan ile ilgili detaylar görüyor. Sonra da Has
Oda va Hazine Bölümü geliyor. Bunun
Muhteşem Yüzyıl dizisinin rüzgarı olduğunu
ifade eden Dursun, “Özellikle kadınlar Hürrem
Sultanla ilgili konuları
nerede yatıyor nerede yıkanıyor, odası hangisi)
merak ediyor.”dedi. Dursun,yıl sonuna kadar
yapılacakları da şöyle sıraladı:
“Zülüflü Baltacılar Ocağı restorasyonu bitti.
Saraydaki koğuş sisteminin yani gece yatılan gündüz
yaşanan bir alanın olduğu tek yer. İçinde yatak
yerleri çubuk odası mescidi,hamamı var. Çok yakında
açılıyor.
Dünyadaki en zengin porselenler bizde. 10 binden
fazla Çin koleksiyonu var. Bunların bir
kısmını 6. aydan itibaren ortaya çıkaracağız.
Padişahların ve hanımlarının kulandığı farklı
dizayndaki 50 civarındaki arabasının
restorasyonları sürüyor. Onlarda yakında sarayı
renklendircek.
Yazma eserler kütüphanesi açılıyor. Dileyen istediği
kitabın digital kopyasını alabilecek.
Sarayın yani devletin arşivi de açılıyor. İsteyen
dönemle ilgili devlet belgelerini görebilecek.
300 bin çiçek dikildi
Avlulara 150 bin kırmızı lale, 150 bin gök rengi
(mavi) sümbül, gül dikildi,15 Mart’tan itibaren
saray rengarenk olacak, sümbül bitecek lale açacak.
Lale bitecek gül başlayacak. Her yer leylak kokacak.
Binicilik Federasyonu Başkanı’yla görüştüm.
Belli günlerde At getireceğiz.
Gülhane için de planım şu, Gülhane adını herkes gül
bahçesi zannediyor. Oysa gül yağı ve gül suyu üretim
tesisi demek. Onun küçük bir örneğini yaptıracağız
Bu ticari olarak da müthiş bir ürün olacak. Topkapı
Sarayı’nın güllerinden meydana gelmiş bir gül yağı
gül suyu. Bunun icin Isparta Valisi ve belediye
başkanıyla pazarlık halindeyiz.
Milliyet, Haber: Tunca Bengin, 17.02.2013
|
OKÇU TEKKESİ YENİDEN
Yüzyıllcar Osmanlının meşhur okçularını yetiştiren 'Okçuluk Mektebi' de tesisle yeniden hayat buluyor. Başbakan Erdoğan'ın talimatıyla başlayan proje için Okmeydanı Spor Eğitim Vakfı kuruldu. Tesisi Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan ve Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın oğlu Hüseyin Topbaş'ın mütevelli heyetinde bulunduğu vakıf yönetecek. Tesiste, 120 metrelik olimpik-uluslararası yarış sahası, kütüphane, hünkar köşkleri, müze, konferans salonları, ok ve yay imalat atölyesi, mescit ile zemin altında kapalı spor salonları, antrenman sahaları yer alıyor. Proje, Mimar Sinan Genim imzası taşıyor.
Başbakan Erdoğan ve Topbaş'ın da yakından ilgilendiği vakfın Başkanı Ali Haydar Yıldız tesisi şöyle anlattı: 1950'li yıllara kadar kalıntıları buradaydı. Sonrasında ilgisizlikten harabeye döndü. Başbakanımız ve Büyükşehir Belediye Başkanımızın ilgisiyle restorasyonu yapıldı. Türkiye Okçuluk Federasyonu'ndan ziyaretçilerimiz, dünya çapında böyle bir okçuluk tesisi olmadığını ifade etti.
Akşam (Kısaltarak), 17.02.2013
|
 |
MESCİD-İ AKSA'NIN KAZI 'ÇİLESİ'

İsrail'in
Mescid-i Aksa civarında arkeolojik araştırmaları
gerekçe göstererek yürüttüğü tünel kazıları
Filistinlilerle İsrail yönetimini sık sık karşı
karşıya getiriyor.
Filistin yönetimi, kazılar nedeniyle
Mescid-i Aksa'nın altının oyulduğunu ve yıkılıp
çökme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu
belirtiyor. İsrail ise tünellerin varlığını inkar
ederek, çalışmaları sadece
Ağlama Duvarı'nın paralelinde yapılan kazı
çalışmaları olarak açıklıyor. Mescid-i Aksa
yakınlarında bunun dışında bir tünelin olmadığını
savunuyor.
AA muhabiri, İsrailli bir arkeolog eşliğinde özel
izinle girdiği Ağlama Duvarı paralelinde açılan
tüneli görüntüledi. Uzunluğu yaklaşık 500 metreye
ulaşan tünelde, kazılar yerin 30 metre altında tüm
hızıyla devam ediyor.
Kazılar, Mescid-i Aksa'yı kale gibi
çevreliyor
Ağlama Duvarı'ndan Mescid-i Aksa'ya açılan Tenzekiye
Medresesi ve Silsile Kapısı'nın altından geçerek
Pamukçular Kapısı'nın altına uzanan kazılar, buradan
Katolik Ermeni Kilisesi'nin tam altına ulaşıyor.
Ardından sola kıvrılan tünel, Mescid-i Aksa'nın bir
diğer kapısı Babu'l-Hıtta'ya ulaşmadan Hristiyanlar
tarafından Hz. İsa'nın sırtında bir çarmıhla
yürütüldüğüne inanılan ''Via Dolorasa''nın (Çile
yolu) başında son buluyor. Tünel, Emeviler,
Eyyubiler, Memlüklüler ve Osmanlılardan kalma pek
çok tarihi yapının altından geçerek Mescid-i Aksa'yı
adeta bir kale gibi çevreliyor.
Yahudiler, kazı çalışmalarının yapıldığı alanda Hz.
Süleyman'ın yaptırdığı mabedin ana giriş
merdivenlerinin olduğunu, fakat buranın Babil ve
Roma saldırıları sonucu yıkılarak yok olduktan sonra
Müslümanların Kudüs'ü fethiyle, yıkılan batı
duvarının enkazı üzerine Müslüman mahallesinin
kurulduğuna inanıyor. Bu nedenle de kazılarda, eski
mabedin ana giriş kapısı ve merdivenlerinin ortaya
çıkarılması hedefleniyor.
İsrailli yetkililer, kazı çalışmasının uzun yıllar
süreceğini belirtiyor. Zaman zaman tünelin
tavanından sızan su damlalarının oluşturduğu büyük
su birikintileri dikkati çekiyor. Tünelin tavan
yüksekliklileri bazen 2 metrede kalırken, bazı
yerlerde ise 5 metreye kadar çıkabiliyor. Tünelde
çok iyi bir ışıklandırma mevcut ve çelik kolon
destekler göze çarpıyor.
Sabah, 17.02.2013
******
İSRAİL'İN MESCİD-İ
AKSA'DAKİ YERALTI TÜNELİ

Mescid-i Aksa civarında arkeolojik çalışma
iddiasıyla yürütülen ve Filistinliler’in eleştirdiği
tünel kazıları ilk kez Anadolu Ajansı tarafından
görüntülendi.
Filistin yönetimi, kazılar nedeniyle Mescid-i
Aksa’nın altının oyulduğunu ve yıkılıp çökme
tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtiyor.

İsrail ise çalışmaları sadece Ağlama Duvarı’nın
paralelinde kazı çalışmaları olarak açıklıyor.
AA muhabiri, İsrailli bir arkeolog eşliğinde özel
izinle girdiği Ağlama Duvarı paralelinde açılan
tüneli görüntüledi.

Uzunluğu 500 metreye ulaşan tünelde, kazılar
yerin 30 metre altında tüm hızıyla devam ediyor.

Ağlama Duvarı’ndan Mescid-i Aksa’ya açılan
Tenzekiye Medresesi ve Silsile Kapısı’nın altından
geçerek Pamukçular Kapısı’nın altına uzanan kazılar,
Katolik Ermeni Kilisesi’nin tam altına ulaşıyor.

Ardından sola kıvrılan tünel, Mescid-i Aksa’nın
bir diğer kapısı Babu’l-Hıtta’ya ulaşmadan Hz.
İsa’nın sırtında bir çarmıhla yürütüldüğüne inanılan
“Çile yolu” başında son buluyor.

Tünel, Emeviler, Eyyubiler, Memlüklüler ve
Osmanlılardan kalma pek çok tarihi yapının altından
geçerek Mescid-i Aksa’yı adeta bir kale gibi
çevreliyor.

Yahudiler, kazı alanında Hz. Süleyman’ın
yaptırdığı mabedin ana giriş merdivenlerinin
olduğunu, fakat buranın Babil ve Roma saldırıları
sonucu yıkılarak yok olduktan sonra Müslümanların
Kudüs’ü fethiyle,yıkılan batı duvarının enkazı
üzerine Müslüman mahallesinin kurulduğuna inanıyor.

Bu nedenle de kazılarda, eski mabedin ana giriş
kapısı ve merdivenlerinin ortaya çıkarılması
hedefleniyor.


Sabah, 18.02.2013
|
"ANTİK KENT MÜZE OLSUN"

Mryleia Antik Kent Platformu üyeleri,
Mudanya’daki tarihi mekanın gün yüzüne çıkartılarak
müze yapılmasını istedi.
Platform üyelerinin Mudanya İskelesinde
düzenlediği “Mryleia Günyüzü’ne Çıkarılsın, Müze
Olarak Düzenlensin” yürüyüşüne Bursa Barosu,
Bursa Kent Konseyi Arkeoloji Çalışma Grubu,
Bursa Tabip Odası, Çağdaş Hukukçular Derneği,
ÇGD gibi STK temsilcileri katıldı.
Bursa Asfaltı üzerinde bulunan alana AVM yapmak
için başlanılan çalışmalarda antik kent
kalıntıları çıkması üzerine Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından
durdurulmuştu. Antik kentin ilçeye
kazandırılması gerektiğine dikkat çeken TMMOB
İKK Sekreteri Fikri Düşünceli, “Marmara Denizi
kıyısındaki en önemli ilçelerinden Mudanya’da
Mryleia antik kenti ise Bursa’da bulunan en
önemli tarihi ve kültürel mirastan biri olarak
toprak altında kalmış önemli bir antik kenttir.
Tarihi ve kültürel değerler, geçmişten geleceğe
taşınması gereken insanlığın ortak mirasıdır ve
hem dünyada hem de ülkemizde uluslar arası ve
ulusal düzeyde yasalarla koruma altındadır.
Ancak bu değerlerin yeterince korunduğunu
söylemek mümkün değildir. Birçok tarihi ve
kültürel miras yanlış kentleşme ve rant amaçlı
projelerle yok edilmektedir. Tarihi ve kültürel
değerlerin yok edilmesine ve sermayeye rant
sağlanmasına yönelik olan bu proje aynı zamanda,
2014 yılı için UNESCO Dünya Kültür Miras
Listesi’ne girmeye aday durumunda olan Bursa
kenti için ciddi bir çelişki de oluşturmaktadır”
dedi.
Düşünceli, Bursa halkının tarihine ve geleceğine
sahip çıktığını ifade ederek, “Antik kentin
üzerinde yapılmak istenen bu AVM ve benzin
istasyonu projesine de itiraz ediyor. Bu yanlış
proje ile ilgili olarak, Çağdaş Hukukçular
Derneği Bursa Şubesi’nin, Bursa Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna başvurusu
üzerine, Kurul kararı ile (yeniden yapılacak bir
değerlendirmeye kadar) inşaat durduruldu. Bizler
projenin iptal edilmesini istiyoruz. Bölgede
arkeolojik çalışmaların süratle başlatılması ve
antik kentin gün yüzüne çıkarılmasını ve
bölgenin Mryleia Antik Kent Müzesi olarak
düzenlenmesini talep ediyoruz”
Bursa Olay, 17.02.2013
|
1.2 MİLYON YILLIK FOSİL

Esenler’de yaklaşık 1 Milyon 200 bin yıllık
olduğu iddia edilen ‘balık
fosili’ bulundu.
Geçimini mermercilikle sağlayan Mustafa Çalışkan, 1
yıl önce Bilecik’ten doğal mermer taşı getirtirdi.
Aldığı mermerleri dükkana yerleştirmek için kolileri
açan Mustafa Çalışkan, mermerin çerisinde
fosil olduğunu fark etti. Balık
fosilini fark ettiğinde ne yapacağını
bilemediğini söyleyen Çalışkan, mermeri hemen
İstanbul Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği'nde
incelettirdiğini söyledi. İncelemede mermerin 1
Milyon 200 bin yıllık olduğunun ifade edildiğini
belirten Çalışkan, “Mermeri üniversite istedi ama
ben daha farklı düşündüğümden vermek istemedim.
Benim paraya ihtiyacım var. Sonuçta soğuk taştan
sıcak çorbasını çıkaran insanlarız. Sıkıntılarım da
var. Eğer pazarını bulabilirsem değerlendirmeyi
düşünüyorum” dedi.
Çalışkan, “Mermeri aldığım yeri aradığımda ‘mermeri
geri ver, ben sana bir kamyon taş yükletip
gönderiyim’ dedi. Ama ben kabul etmedim. İmkanlarım
olsa gönlüm Koç, Sabancı Müzesi’nde durmasından yana
ama imkanlarım el vermiyor“ diye konuştu.
Balık
fosiline ilgi duyanlara çağrıda bulunan
Çalışkan, “Bizim kapımız herkese açık. Gelsin
baksınlar, bol bol fotoğraf çektirsinler. Hakkı ve
değerini verirlerse satarım. Araştırdığım kadarıyla
da yüz bin lira civarında da bir fiyatı var” dedi.
Öte yandan, daha önce de Avusturya, Çin ve İtalya’da
"uçan balık fosili" bulunmuştu.
Habertürk, 17.02.2013
|
 |
TÜRKİYE KASEYİ KAYBETTİ
Türkiye’de yapılan kaçak kazılarda ortaya çıkarılıp, 1980’de Almanya’ya giden, Frigya ve Bizans dönemine ait 5 tarihi bronz kasenin kaderi belli oldu.
Frankfurt Yüksek Eyalet Mahkemesi, antik kaseleri antikacı Bernd G.’de kalabileceğine hükmetti. Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı antik kaselerin Türkiye’ye ait olduğunu ve kültür eserlerini koruma yasası gereği de bronz kaselerin Türkiye’ye iadesi için 2010’da Bernd G.’ye dava açtı. Mahkemenin, 2011’de “Antik kapların Bernd G.’de kalmasında hukuki açıdan bir engel yok” kararına Türkiye itiraz etti. Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi, Türkiye’nin itirazını, 4 Şubat’ta karara bağlayarak, “Yabancı ülkelere ait kültür eserlerine sahip olmak kesinlikle ahlak dışı bir hareket olarak değerlendirilemez. Tarihi kaselerin de Türkiye topraklarında bulunduğu net olarak ispat edilememiştir” dedi. 15 bin euro tutarındaki mahkeme masraflarını da Türkiye’nin ödemesi kararlaştırıldı.
Türkiye, 7 Mart’a kadar, Federal Anayasa Mahkemesi’ne itirazda bulunabilecek. Kaselerin Türkiye’den getirildiği yönünde bilirkişi raporu hazırlayan Dr. Michael Müller-Karpe, “Bu karar Almanya’da alınmış en yüksek mahkeme kararlarını hiçe sayıyor” dedi.
Hürriyet, Haber: Yüksel Uludağ, 16.02.2013
|
TAKSİM CAMİ PROJESİNDE REVİZYON
 
 

Taksim Cami Projesi'yle ilgili hummalı çalışma
sürüyor. Bölgede, Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından kiraya verilen işyerlerine tahliye
tebligatları ulaşmaya başladı. Taksim Maksemi'nin
(Tarihi Su Deposu) arkasındaki otopark da işletmeye
kapatıldı.
'Taksİm Cumhuriyet Camii & Dinler Müzesi Projesi'
kabul edilen kentbilimci ve yüksek mimar Prof. Ahmet
Vefik Alp ise eseriyle ilgili revizyon çalışmasına
başladı. İşte o detaylar...
Başbakan'ın 7 katı zemin altında, 17
bin metrekare kapalı alanı içeren projeyi 'Fazla
modern' bulduğu iddia ediliyor. Erdoğan'ın
tercihinin, yeni projenin klasik cami izlerini
taşıması yönünde olduğu öğrenildi. Bunun üzerine Taksim Cami Kültür ve Sanat Vakfı Başkanı
Emekli Tuğgeneral Mehdi Sungur, Başbakan'a hitaben
bir mektup gönderdi. İstenirse Ahmet Vefik Alp'in
eser üzerinde değişiklikler yapabileceğini ifade
etti. Proje üzerinde çalışmaya başlayan Alp'in yeni
yorumunun yaklaşık bir ay sonra ortaya çıkacağı
öğrenildi.
Vakfın Genel Sekreteri Mustafa İmamoğlu, projeye
ilgili şu bilgileri verdi: Hukuksal ve teknik
herhangi bir engel yok. Projemiz Sayın
Başbakanımızın önünde. Caminin yapılacağı bölgedeki
istimlak çalışmaları sürüyor. Vakıflar Genel
Müdürlüğü'nce kiraya verilen dükkanlara boşaltılması
için tebligatlar gönderildi. Orada bir otopark vardı
o da kapatıldı. Gelişmeleri bekliyoruz.
Projenin mimarı Ahmet Vefik Alp, Diyanet İşleri
Başkanı Prof. Mehmet Görmez'le görüştüğünü
belirterek, ekledi: Sayın Görmez'in minarenin
bitimindeki hilaller ve serbest çubukların dağılımı
konusunda önerileri oldu. Orada 4 küçük hilal
halifeleri, büyük hilal ise İslam dini ve kültürünü
simgeliyordu. Sayın Görmez minare bitişinin daha
toplu tasarlanması noktasında görüşünü ifade etti.
Bu değişikliklerin yanı sıra eserin klasik cami
kopyası olmayan ancak içinde klasik Osmanlı cami
mimarisinden yorumlar barındıran revizyonlar
üzerinde çalışmalarımız sürüyor.
Akşam, 16.02.2013
|
LOUVRE BU KONUDA HASSAS
Fransa’nın Nazi döneminde
yağmalanan, çalınan ya da herhangi bir müzeye tahsis
edilen eserleri iade projesi kapsamında, 1930’lu
yıllarda Yahudilerden alınan yedi tablo,
sahiplerinin hayattaki akrabalarına geri verildi.
İade edilen eserler arasında Paris’teki Louvre
Müzesi’nin duvarlarını süsleyen dört tablo da yer
alıyor.
Eserlerin altısı, Fransa’dan ayrılmak için
koleksiyonunu ederinin çok altında bir fiyata satmak
zorunda kalan Avusturya Yahudi’si Richard Neumann’a
ait. Diğeri ise Yahudi banker Josef Wiener’dan
Prag’da çalınmış. Tüm tablolar ise Adolf Hitler’in
Avusturya’da büyüdüğü şehir Linz’e yaptırmak
istediği sanat galerisinde sergilenmek üzere
ayrılmış.
Akşam, 16.02.2013
|
|
İSTANBUL RESİM HEYKEL MÜZESİ'NİN İSMİ DEĞİŞİYOR

Yıllarca
kapalı kalan İstanbul Resim Heykel Müzesi,
Tophane’deki Antrepo No5’te yeni bir hayata
başlamaya hazırlanıyor. Fakat başka bir isimle…
Henüz resmi bir açıklama yapılmamış olsa da binanın
cephesine “Çağdaş Sanat Müzesi” ifadesinin yer
aldığı tabela çoktan asıldı. Sanat dünyası konuyu
tartışıyor.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne
(MSGSÜ) bağlı İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde
sular durulmuyor. Dolmabahçe Sarayı Veliaht
Dairesi'nden geçtiğimiz yıl taşınan müze,
Tophane'deki Antrepo No5'te yeni bir hayata
başlamaya hazırlanıyor. Ama nasıl? Başka bir isimle…
Henüz resmi bir açıklama yapılmamış olsa da bu konu
üniversitenin gündeminde. Müzenin ismi, Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi Çağdaş Sanat Müzesi
olarak değişiyor. Yeni ismin bulunduğu afiş, projesi
tamamlanan ve yakında inşaatın başlayacağı Antrepo
No5'e de asıldı. Müzenin plan ve maketini gören
akademisyenler, ismin istişare edilmeden
değiştirilmesinden şikayetçi. Geç Osmanlı'dan modern
Türk resmine uzanan ve 12 bin eserden oluşan müze
koleksiyonu ‘çağdaş' sıfatıyla anılmaya müsait
değil. Geçtiğimiz yıl; “Antrepo No5'i ilk etapta
depo olarak kullanacağız ama orası da elden geçecek
ve müzemizin bir parçası olacak.
… Eski yerimizden
feragat etmemiz kesinlikle söz konusu değil.
Restorasyon, altyapı sorunları ve eksiklikler
giderildiğinde, takriben 2 sene içinde eski binamıza
geri döneceğiz." açıklamasını yapan MSGSÜ Rektörü
Prof. Yalçın Karayağız, şu anda bilgi vermeyeceğini,
gelişmeleri bir basın toplantısıyla duyuracağını
söylüyor ama sanat dünyası konuyu tartışmaya çoktan
başladı.
Hasan Bülent Kahraman: Bu akademik, büyük
bir hata
“Çağdaş sanatla modern sanatın ilişkisi çok
tartışıldı ama netleşti. Çağdaş sanatın bugün
anladığımız aşamaya gelmesi 80'lerin ortalarından
itibaren başlar. Dolayısıyla çağdaş sanat; bugün
içinde yaşanan, devam eden sanattır. İstanbul Resim
Heykel Müzesi'nin içinde, onu çağdaş sanat müzesi
diye nitelendirmeye izin verecek bir birikim yoktur.
Ayrıca bir ülkenin her şeyini çağdaş sanata
bağlaması kadar yanlış bir şey olamaz. Çağdaş sanat
bir gecede ortaya çıkmadığı gibi bir moda da
değildir. Türkiye'nin bir modernleşme dönemi sanatı
vardır ve bu birikim İstanbul Resim Heykel
Müzesi'ndedir. Bu birikimi yok sayıp orayı, olmadığı
halde, bir çağdaş sanatın müzesi olarak
nitelendirmek yanlıştır. Bu, bence hem o müzenin
tarihine saygısızlıktır hem de çağdaş sanat
konusunda zihinlerin bulanmasına yol açacak
akademik, büyük bir hatadır.”
Zeynep İnankur: Bilimsel açıdan doğru
değil
“İstanbul Resim Heykel Müzesi taşındı ve yeni bir
yapılanmaya gidiyor. Rektör Bey de, bildiğim
kadarıyla, koleksiyona çağdaş sanat yapıtları
eklemeyi arzu ediyor ve bu düşünceyle, gayet iyi
niyetle, orayı çağdaş sanat müzesi olarak
isimlendiriyor. Ama bir müzenin ismi keyfi olarak
değişemez. İsim değiştirmek öyle afiş asmakla da
olmaz. Şu anda, bildiğim kadarıyla, resmiyete
dökülmüş bir şey yok. Sadece bir niyet var. Ama
böyle bir değişiklik bilimsel açıdan doğru olmaz.
Uzun vadede müzeye çağdaş yapıtlar alınsa bile doğru
olmaz. Belki o zaman İstanbul Resim Heykel Müzesi
ve… şeklinde bir ekleme olur sonuna. Ama ismi
değiştirmek araştırmacıları yanıltır, referans
verirken de karışıklığa sebep olur. Kaldı ki şu anda
müzenin elinde çağdaş sanat yapıtı yok. En son alım
80'lerde yapıldı. Sonrasında, hele 2000'lerde bir
şey alındığını hiç zannetmiyorum.”
Devrim Erbil: Bunu hiçbir mantık
açıklayamaz
“İstanbul Resim Heykel Müzesi 20 Eylül 1937'de
bizzat Atatürk'ün katılımıyla açıldı. Atatürk'ün bir
müze kurmayı düşünmesi, üstelik de bunu Türk
sanatçıları onurlandıracak bir şekilde saray
yapılarında yapması gurur verici. Müzenin yerinin
değişmesi beni çok üzmüştü. Milli Saraylar idaresi
benim müdürlük dönemimde de, sonraki yıllarda da hep
o binaları almaya çalıştı. Oysa o yapılarla müzenin
koleksiyonu öyle güzel bir paralellik oluşturuyordu
ki… Müzenin oradan çıkması zaten büyük bir yanlıştı.
Adının değişmesini ise aklım almıyor. Üstelik de
Yalçın (Karayağız) benim öğrencimdir. Umarım bu
konuda mantıklı bir açıklaması vardır. Gerçi hiçbir
mantık, müzenin adının değiştirilmek istenmesini
açıklayamaz.”
Beral Madra: Bilgisizlik ve art niyet var
“Türkiye'nin modern resim mirası Cumhuriyet
döneminde DGSA'ya emanet edilmiştir; yani emanettir,
kurumun malı değildir. Bu resimler Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarına aittir. Koruyucu olarak,
doğal olarak, birçok resmin sahibinin de hocalık
yaptığı akademi seçilmiştir. Bugünkü MSGSÜ de
resimlerin emanetçisidir. Dolayısıyla bu resimleri
korumak ve topluma gösterilecek duruma getirmekle
yükümlüdür. Bu resimlerin nasıl korunduğu konusunda
maalesef bugüne değin inandırıcı bir yanıt alamadık!
Bu koleksiyon modern resim koleksiyonudur ve çağdaş
sanat yapıtları değildir. Eğer MSGSÜ çağdaş sanatlar
müzesi kuracaksa ki bu başlık da fevkalade yanlış…
Çağdaş sanatlar merkezi olabilir-müze başka bir
şey... Ancak üniversitenin, söz konusu mirasın ne
adını değiştirmeye ne de onu bugünkü koşullarda
depolarda çürümeye bırakmaya hakkı vardır. Bu olayda
şiddetli bir bilgisizlik ve art niyet izlemekteyim.”
Zaman, Haber: Jülide Güngör, 16.02.2013
|
TARİHİN SIFIR NOKTASINA KORUMA KALKANI

Dünyanın en eski tapınak merkezi olarak kabul
edilen ve bu yönüyle ‘Tarihin sıfır noktası’ olarak
da nitelendirilen Göbeklitepe’nin etrafı kontrolsüz
girişleri önlemek için tel örgüyle çevrelendi.
Göbeklitepe’de, Prof.Dr. Klaus Schmidt
başkanlığında Şanlıurfa Müzesi ve Berlin Alman
Arkeoloji Enstitüsü’nce, 1995 yılından bu yana kazı
çalışması yürütülüyor.
UNESCO’nun Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer
alan ve 12 bin yıl öncesine ait anıtsal mimarı
yapılarıyla dikkat çeken Göbeklitepe’yi, her yıl çok
sayıda yerli ve yabancı turist ziyaret ediyor.
Kazı çalışmalarının başladığı yıllarda ’1.
derecede SİT alanı’ ilan edilen bölge için
arkeolojik kazı ekibi geçen yıl alanın etrafının tel
örgüyle çevrilmesi amacıyla bir proje hazırladı.
Şanlıurfa Bölge Koruma Kurulu’na sunulan ve kabul
edilen projeye Küresel Miras Fonu’ndan (Global
Heritage Fund) kaynak aktarıldı.
3,5 ayda tamamlanan çalışmalarla Göbeklitepe
yaklaşık 6 kilometrelik tel örgüyle çevrelendi.
‘En uzun tel örgü çalışması’
Bölgede incelemede bulunan Küresel Miras Fonu
Türkiye Yöneticisi Mustafa Gönen, bölgede 5 bin 950
metrelik bir tel örgü çalışması yaptıklarını
belirterek, ‘Bu aynı zamanda Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın bu tür ören yerlerinde yapmış olduğu
en uzun tel örgü çalışmasıdır’ dedi.
Tel örgülerin, kazı alanında hayvan otlatılması
veya piknik yapılmasını önlemek amacıyla çekildiğini
vurgulayan Gönen, 3,5 ay süren çalışmalarda
köylülerin de görev aldığını söyledi. Gönen, yaklaşık 135 bin TL’ye mal olan tel
örgünün kurulumunun tamamlandığını dile getirdi.
Göbeklitepe Kazı Başkanı
Prof.Dr. Klaus Schmidt
de kazı alanının iki yıldan bu yana gece görüşlü
kamera sistemiyle izlendiğini belirterek, şunları
kaydetti: ‘Sit alanı çevresine yapılan tel örgünün çevreden
alana kontrolsüz girişleri, hayvan otlatma
işlemlerini sona erdireceğini ve güvenlik için
yardımcı bir unsur olacağını ummaktayız. Ayrıca
Göbeklitepe’nin taş ocaklarıyla çok geniş bir alanı
kapladığının algılanmasında da tel örgünün faydalı
olacağını düşünüyoruz.’
Göbeklitepe
Neolitik döneme ait yerleşim yeri Göbeklitepe,
Şanlıurfa’nın 18 kilometre kuzeydoğusundaki Örencik
Köyü yakınlarında bulunuyor. İlk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago
üniversitelerinden görevlilerinin yüzey
araştırmaları sırasında fark edilen Göbeklitepe’deki
kazı çalışmalarını, 1995 yılından bu yana Şanlıurfa
Müzesi ve Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü ortaklaşa
yürütüyor.
Kazı çalışmalarında şimdiye kadar Neolitik döneme
ait yabani hayvan figürlü ‘T’ biçimli dikili taşlar,
8-30 metre çapında dairesel ve dikdörtgen şekilli
dünyanın en eski tapınak kalıntıları, çok sayıda
yabani hayvan figürü, insan heykeli, dikili taşlar
ve yaklaşık 12 bin yıl öncesine ait olduğu
belirtilen 65 santimetre uzunluğunda insan heykeli
gibi tarihi eserler bulunmuştu.
Dünyanın en eski ‘tapınak merkezi’ olduğu
belirtilen Göbeklitepe, bir süre önce UNESCO Dünya
Mirası Geçici Listesi’ne alınmıştı.
Yeni Şafak, 15.02.2013
|
2 BİN YAŞINDA KEDİ MUMYASI!

2 bin yıllık
kedi mumyası bir evin çatı katından çıktı.
İngiltere'de yaşayan Robert Gray, çatı katını
temizlediği sırada bu mumyayı bulduğunu ve hemen
müzeye götürdüğünü belirtiyor.
Mısırlıların mezarlarına mumyalanan ev hayvanlarını
da gömdürdükleri biliniyor.
Bozulmadan günümüze kadar durduğu belirlenen mumya
İngiltere Cornwall Kraliyet Müzesi'nde sergileniyor.
Bundan 5 bin yıl önce Nil Vadisi’nde tarım yaparak
yaşayan insanlar, ürünlerini depoladıkları ambarları
haşare ve fare basınca kedilerin fareleri
yakaladığını fark ettiler. Kedilerin Mısır’da
kutsallaşmaya başlaması bu tarihlerde oldu. Fare
nüfusunun artmasıyla Firavun kedileri korunması için
üstün yaratıklar ilan etti. Bütün kediler Firavun’un
olduğu için kediyi incitmek ya da öldürmek de çok
büyük suç sayıldı. Kedi öldürenlerse idam edildi. Ev
yansa önce kedi kurtarılırdı çünkü insanlar sadece
insandı ama kediler Firavunlar gibi
yarı-tanrıydılar. Kedi eceliyle öldüğünde öteki
dünyada birlikte olabilmek için hemen mumyalanırdı.
Öykülere, efsanelere konu olan kediler, Tanrılık
katına çıkartıldı. Nil Vadisi’nin insanları, kediyi,
neşe ve müziğin, güzel şarkıların, kıvrak dansların
temsilcisi kedi kafalı tanrıça Bastet (Bast) ile
özdeşleştirdiler. İnanışa göre, kedi miyavladıkça
evin içi tanrıçanın insanlara hediyesi sayılan
neşeyle dolarmış. Mısır mitolojisine göre Bastet,
tanrılar tanrısı Ra’nın ve İsis’in kızıydı.
Habertürk, 15.02.2013
|
İŞTE GERÇEK MONA LİSA!

Uzmanlar, Rönesans'a
damgasını vuran İtalyan ressam Leonardo
Da Vinci'nin ünlü
Mona Lisa tablosunun ikinci bir versiyonu olup
olmadığına dair araştırmalarının sonucunu açıkladı:
"İddialar doğru, bir
Mona Lisa daha var. İsviçre'de, Cenevre'deki
tablo orijinal bir
Da Vinci tablosu,
Mona Lisa'nın ilk versiyonu."
İsviçre
Mona Lisa Vakfı tarafından yapılan araştırmaya
göre bu ülkedeki tablo,
Da Vinci'nin Fransa'nın başkenti Paris'teki
Louvre'da sergilenen "Mona
Lisa"dan daha önce yaptığı bir tablo. Başka
deyişle Paris'te sergilenen
Mona Lisa tek değil, İsviçre'de bir ikinci
versiyonu var. 90 yıl öncesine kadar İngiliz
koleksiyoner Hugh Blakes'in malikanesinin duvarında
asılı olan ve bu nedenle malikanenin bulunduğu
Isleworth'ün adıyla anılan tabloyu inceleyen
uzmanlardan David Feldman, "Elimizde tablonun
Da Vinci'ye ait, orijinal tablo olduğuna dair
bilimsel kanıtlar var. Isleworth Mona Lisası'nın
geometrisi İtalyan ressamınkiyle örtüşüyor" dedi.

Habertürk, 15.02.2013
|
AMERİKA'NIN 'ÖZGÜRLÜK'Ü YATAĞAN'DAN GİTMİŞ

Dünyanın en tanınan abidelerinden birisi ve
Amerika'nın simgesi olan Özgürlük Heykeli'nin,
Muğla'nın Yatağan İlçesi'ne bağlı Turgut beldesinde
bulunan Lagina antik kenti kazılarında bulunan Ay
Tanrıçası Hekate heykelinden örnek alındığı ortaya
çıktı. Turgut Belediye Başkanı AKPli Salih
Özen, "Heykellerin kıvrımları bile tıpa tıp aynı.
Örnek buradan gitmiştir. Böyle bir heykel buradan
çıktığı için gurur duyuyoruz. Bunu tüm dünyaya
duyurmak istiyoruz" dedi.
Başkan Özen, "Hekate heykeli belediye önünde
sergileniyordu. Hizmet binamızın restorasyonu
nedeniyle Muğla Müzesi'ne teslim ettik. Kültür ve
Turizm Bakanı yeni değiştiği için tanışma fırsatı
bulamadık. En kısa zamanda tanışıp bu konuyu dile
getireceğiz. Heykelin başı Washington müzesinde
sergileniyor. Bakanlığımızla yapacağımız görüşme
sonrasında heykelin başını geri isteyeceğiz. Kazı
Başkanlarımız da heykelin buradan örnek alındığını
söylüyor. Heykellerin rölyeflerindeki hareketlilik,
kıvrımlar bile aynı" diye konuştu.
Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Sratonikeia Antik
Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, "Hekate
kültürünün kökü Anadolu'dur. En büyük tapınağı da
Lagina'dır. Özgürlük heykelinin yapıldığı yıllar
sanatçıların antik eserlerden en çok etkilendiği
yıllardır. Sanatçı Anadolu'dan Hekate kültüründen ve
inancından esinlenmiş olabilir. İki heykel arasında
önemli benzerlikler var. Hekate'nin yüzlerce
heykelinde üçlü betimlemeler vardır. Başında hilal
figürü olan betimlemeler çoğunluktadır. Bunun
dışında elinde meşale, kırbaç, ok ve yay
betimlemeleri de vardır. Özgürlük heykelini yapan
sanatçı bu betimlemelerden sadece başında oklu taç
bulunan betimlemeyi almış olabilir. Hekate'nin küçük
büyük yüzlerce heykeli var ve Anadolu'da birçok ilin
müzelerinde sergileniyor" dedi.
Yeni Asır, Haber: Osman Akça - Kenan Gürbüz,
14.02.2013
|
İŞÇİLERİN BULDUĞU ODA MEZAR KLASİK ÇAĞLARA AİT İLK
ÖRNEK ÇIKTI

Soli-Pompeiopolis Antik Kentini Koruma ve
Tanıtma Derneği Genel Sekreteri Cem Civaoğlu,
geçen günlerde
Mersin'in merkez Mezitli
İlçesi'nde elektrik
direği için kazı yapan işçiler tarafından
bulunan oda mezarın bölgedeki klasik çağlara ait
ilk örnek olduğunu bildirdi.
Konuyla ilgili
yazılı bir açıklama yapan Cem Civaoğlu, mezarın
klasik dönemin ölü ikonografisi ve kültünü
yansıttığını belirtti. Civaoğlu, mezarda hem
doğuda yaygın olarak kullanılan Fenike tipi
amphoranın hem de Yunan kökenli lekythosların
bir arada ölü armağanı olarak kullanıldığını
ifade etti. Mezarda ele geçen 2 bin 500 yıl
öncesine ait olan buluntuların Yunanlıların
burada yaşadığını gösterdiğini kaydeden
Civaoğlu, "Bu mezar bölgede bugüne kadar bulunan
klasik çağlara ait ilk mezar örneğidir. Ama
bölgedeki farklı kültürlere ait izlerin
şehirleşme politikaları nedeniyle burası tahrip
edilmiş. Antik kentleri koruma politikalarının
sadece sit bölgeleriyle sınırlı bırakılmasından
dolayı bu alanlar dışındaki uygarlık izleri
kaderlerine terk edildi" dedi.
Bölgemizde farklı kültürlere ait izlerin
olduğunun bilinen bir gerçek olduğunu vurgulayan
Civaoğlu, açıklamasını şöyle sürdürdü: "Nitekim
Tarsus'tan Anamur'a kadar yapılan arkeolojik
kazılarda çok çeşitli dönemlere ait
uygarlıkların izleri gün ışığına
çıkarılmaktadır. Ancak şehirleşme politikaları,
bu antik uygarlıkların izlerini her geçen gün
daha fazla tahrip etmektedir. Son birkaç yıl
içinde Mezitli sınırları içerisinde Kuyuluk,
Atatürk Mahallesi,
Mersin
Üniversitesi civarında antik mezarlar ortaya
çıkmıştır. Bu durum, Soli-Pompeiopolis antik
kentinin hinterlandının ne kadar geniş
olduğunun açık bir göstergesidir.
Soli-Pompeiopolis antik kenti de 1. derece sit
alanı ilan edilen 300 dönümlük bir araziyle
sınırlı değildir. Bu konuda tüm yetkilileri
göreve davet ediyoruz."
Star Gündem, 14.02.2013
|
"AYASOFYA AÇILSIN" TALEBİ MECLİS GÜNDEMİNDE
Meclis Dilekçe Komisyonu’na son günlerde yapılan
başvuruların önemli bir bölümünü ‘Ayasofya
Müzesi’nin camiye çevrilerek ibadete açılması’
talepleri içeriyor.
Dilekçelerle ilgili çalışma yapmaya hazırlanan
komisyon, çeşitli kurumlarla yazışarak konuya
ilişkin bir karar verecek. Komisyon Başkan Vekili
Halil Ürün, vatandaşların taleplerine destek verdi.
Ayasofya’nın 1935 yılında müzeye dönüştürüldüğünü, o
tarihe kadar ibadethane olarak kullanıldığını
hatırlatan Ürün, 12 Eylül darbesi öncesinde Hünkar
Mahfili’nin ibadete açıldığını ancak darbenin hemen
ardından restorasyon gerekçesiyle kapatıldığını
söyledi. Ayasofya’nın tapusunun Fatih Sultan Mehmet
Vakfı’na tescilli olduğunu, Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın buraya imam ve müezzin atadığını
kaydeden Ürün, Ayasofya’nın İstanbul’un fethi
sırasında alındığında bedelinin yeni kilise
yapılması için Patrikhane’ye ödendiğini de
vurguladı.
Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla ilgili
vatandaşın haklı talepleri karşılandığında Batı
dünyasından eleştiriler geleceğine işaret eden Halil
Ürün, bu eleştirilere karşı İspanya’da kiliseye
çevrilen Kurtuba Camii’nin örnek gösterilebileceğini
ifade etti. Ürün, şöyle konuştu: “Ayrıca
Türkiye’deki Rum Ortodoks vatandaşların memnuniyeti
açısından Aya İrini Kilisesi ibadete açılarak denge
sağlanabilir. Rum vatandaşların memnuniyeti
sağlanabilir. Şahsi görüşüm Ayasofya kesinlikle
ibadete açılmalı, bundan kimse rahatsız olmaz.
Ayasofya camiye çevrildi ama bedeli ödendi. Kaldı ki
defalarca restorasyondan geçirildi. Ayasofya, Mimar
Sinan’ın kıymetli restorasyonlarıyla ayakta duruyor.
75 milyon, Ayasofya’nın ibadete açılmasını istiyor.”
Zaman, Haber: Habib Güler, 14.02.2013
|
ANTİK DİLLERİ HAYATA DÖNDÜRECEK YAZILIM

Bilim insanları, yok olmaya yüz tutan dilleri
kurtarmak için eşi benzeri olmayan bir yazılım
geliştirdi. Yazılım, antik dillerden türeyerek
günümüze ulaşan dilleri tarayarak, orijinleri olan
en eski dilleri yeniden ortaya çıkarmak için
kullanılıyor.
Araştırmacılar, bugün sadece birkaç kişinin
konuştuğu antik dilleri hayata döndürmek için
yazılım geliştirdi. Kanada'nın British Columbia
ve ABD'nin Berkeley Üniversiteleri tarafından
geliştirilen bilgisayar programı, antik
dillerden türeyen modern dillerin kelimelerini
tarıyor, bu şekilde yok olmak üzere olan eski
dilleri yeniden ortaya çıkarıyor.
CNET'in
haberine göre, 'bir nevi dilbilimsel zaman
makinesi görevi gören' yazılım, Hawaii dili,
Cavaca, Malayca, Tagalog dili gibi Kuzey
Amerika, Güneydoğu Asya, Avustralya ve Pasifik
bölgelerindeki antik dilleri canlandıracak.
Yazılım, normalde insan zekası ve becerisiyle
yapılan ve iki dili karşılaştırarak çok uzun bir
sürede gerçekleştirilen yeniden yapılandırma
sürecini önemli ölçüde azaltacak.
Proceedings of the
National Academy of Sciences dergisinde
yayımlanan araştırma hakkında konuşan Berkeley
Üniversitesi'nden Dan Klein, “Bu yazılım,
dilbilimcilerin tarihsel yeniden yapılandırma
hakkındaki fikirlerini bir araya topluyor ve
yeni bir ölçekte sunuyor: Daha az zamanda daha
fazla veri, daha çok kelime, daha fazla dil”
ifadesini kullandı.

BASİTLEŞTİREREK TARAMA
Dil keşfi programı, Markov zinciri olarak
bilinen ve sayılabilir olası durumlar
arasında geçişler yaparak tarama yürüten
algoritmayı kullanıyor. Bu algoritma,
Avustralasyalı yüzlerce yeni dili tarayarak
binlerce yıl önceki basit haline indirgemeyi
başarıyor. Burada temel alınan bilgisayar
modeli, kelimelerin bir soy ağacından
türüyormuş gibi ortaya çıktığını kabul eden
dilbilim teorisine dayanıyor.
Araştırmacılar, şu
ana kadar 140 bin kelime tarayarak, 600
antik Avustralasyalı dili yeniden
yapılandırmaya başladıklarını belirtti.
Ayrıca, yeniden yapılandırma sürecinin yüzde
85'inin, bugüne kadar araştırmacıların kendi
çabalarıyla keşfettiği kelimelerden yola
çıkılarak yapıldığına dikkat çekildi.
DİLLERİN
DEĞİŞİMİNİ DE GÖSTEREBİLİR
Bilgisayar bilimci Klein, “Dilbilimcilerin
endişelenmesi gereken bir durum yok. Bu
yazılım onların işini bilgisayarlara verecek
değil” dedi. Klein, “İnsanlar için
kelimeleri ve dilleri karşılaştırarak
yeniden yapılandırma yapmak pratikte son
derece zor bir iş” diyerek bilgisayarlara
ihtiyaçları olduğunu vurguladı.
ABD'li araştırmacı,
“Bilgisayarlı teleskoplar gök bilimcilerin
yerini almadı. Ancak gök bilimciler yeni
teleskoplar kullanmaya başladı. Aynısının
dilbilimciler için geçerli olmasını
umuyoruz” dedi.
Araştırmada yer
alan Berkeley Üniversitesi Bilgisayımsal
Mantık Bilim Laboratuvarı'ndan Tom
Griffiths, ‘geliştirilen yazılımın, dillerin
gelecekte uğrayacağı değişimi de
gösterebileceğini' ifade etti. Bilim
insanları, ‘zaman makinesi' yazılımlarıyla
belki de birçok değişikliğe uğrayan dillerin
binlerce yıl sonra ne hale geleceğini
görebilecek.
Manşet Gazetesi, 14.02.2013
|
RESTORASYON ÇALIŞMASI YETMEZ

Hasankeyf’teki İmam Abdullah Türbesi'nin restore
edilerek açılmasına yönelik basın açıklaması
düzenleyen Doğa Derneği üyeleri, tarihi eserlerin
sular altında bırakılmasına göz yumulmamasını ve
Ilısu baraj projesinin iptal edilmesini talep etti.
Konuyla ilgili açıklama yapan Doğa Derneği Hasankeyf
Kampanya Koordinatörü Dicle Tuba Kılıç “Hasankeyf
kazı başkanı Abdüsselam Uluçam’ın raporlarına göre
Hasankeyf’te günümüze kadar toplam 63 adet taşınmaz
kültür varlığı tespit edildi. Bu tescilli eserler
son yıllarda büyük bir hızla restore edilmeye
başlandı. Hasankeyf Kalesinin kapatılmasına ve
turizmin gelişmesi için yeterli çalışmaların
yapılmamasına rağmen bu bölgeye olan yoğun ilgi
devam ediyor ve bunun sonucunda da restorasyon
ihtiyacı doğuyor. Uzmanlar da taşınmaz kültür
varlıkları olarak tescil edilen bu eserleri
korumanın tek yolunun barajı iptal ederek eserleri
yerinde muhafaza etmek olduğunu söylüyor” dedi.
Kılıç Hasankeyf’teki taşınmazların restore
edilmesinin yeterli olmadığını vurgulayarak
“Hasankeyf ve Dicle Vadisi, UNESCO’nun 10
kriterinden 9’unu sağlayan Dünya üzerindeki tek
bölge. Bu nedenle, Hasankeyf’teki taşınmaz eserlerin
restore edilmesi yeterli değil bu eserlerin
korunması için Ilısu baraj projesinin iptal edilmesi
ve bölgenin ivedilikle UNESCO Dünya Mirası ilan
edilerek koruma altına alınması gerekiyor”
ifadelerini kullandı.
Batman Gazetesi, 12.02.2013
|
10 - 16 Şubat 2013
|
URARTU MÜZESİ 2013
SONUNA YETİŞECEK

Beraberindeki heyetle
inşaatı devam eden Urartu müzesinde incelemelerde
bulunan Van Valisi Münir Karaloğlu, müzenin 2013'ün
sonuna yetiştirileceği müjdesini verdi.
12 Eylül 2012 tarihinde
Kültür ve Turizm Bakanlığının katkılarıyla müze
temellerinin atıldığını hatırlatan Vali Karaloğlu,
şu ana kadar ciddi bir ilerlemenin söz konusu
olduğunu söyledi. Çetin kış şartlarına rağmen
çalışmaların devam ettiğini söyleyen Karaloğlu,
"İnşallah bu açılış törenine söz verdiğimiz gibi
2013'ün sonunda, Van Urartu Müzesi'ni açmaya
çalışıyoruz. Bittiğinde bölgenin en büyük müzesi
olacak. En önemli müzesi olacak. Urartu denince
herkesin gelip görme ihtiyacı hissettiği bir müze
olacak. Kültür Turizm Bakanlığımız, Müzeler Genel
Müdürlüğümüz de çok yakından takip ediyor müzemizi.
Bu müzenin kaynağı Kalkınma bakanlığımız tarafından
Cazibe Merkezleri fonunca sağlanıyor. Ondan dolayı
Kalkınma bakanımız Sayın Cevdet Yılmaz'a teşekkür
ediyorum. Çok ciddi kaynaklar aktarılıyor bu müze
için. İnşallah bittiğinde hepimizin gurur duyacağı
bir eser olacak" dedi.
Müze maliyetinin
yaklaşık 13 milyon TL olduğunu aktaran Karaloğlu,
müzenin bitmesi halinde diğer illerde bulunan Urartu
eserlerin Van'a getirilmesinin söz konusu olduğunu
kaydetti.
Haber Diyarbakır,
Haber: Fırat Arslan, 15.02.2013
|
|
ISLEWORTH MONA LISA'SI
DA DA VINCI'NİNMİŞ
Leonardo
Da Vinci’nin “Mona
Lisa” tablosunun tek olmadığı ortaya çıktı.
Geçtiğimiz yıl eylül, “Mona Lisa” tablosunun bir
benzeri olan ve
İsviçre’de yer alan
eserin Leonardo Da Vinci’ye ait olduğu iddiaları
doğrulandı.
The Guardian’da yer
alan habere göre, İsviçre
Teknoloji
Enstitüsü’nden bir yetkili ile dini
sanat eserlerinin
geometri bilgisi konusunda bir uzman, eser hakkında
fiziki ve bilimsel incelemeleri yaptıktan sonra,
“Isleworth Mona Lisa’sı” olarak da bilinen eserin Da
Vinci’ya ait olduğunu netleştirdi. “Araştırmalar
ardından, eserde Leonardo’nun baskın izlerine
rastladık. Bu izlerin bazılarını esere bakan
herhangi bir insan da görebilir” ifadeleri yer
aldı.
Milliyet, 15.02.2013
|
"DİYARBAKIR'DAKİ TARİHİ
CAMİLER YENİDEN AÇILMALI"
Diyarbakır'da tarihi
değerlerin restorasyon çalışmalarında Camiilerin
geri plana atılmasına halk tepki gösteriyor.
Vatandaşlar kapalı camilerin yeniden faaliyete
geçirilmesini ve bu tarihi mekanlarda ibadet yapmak
istediklerini ifade ediyorlar.
Diyarbakır Diyanet-Sen
Şube Başkanı Ömer Evsen, yetkililerin tarihi yerleri
topluma kazandırırken camileri de topluma
kazandırmaları gerektiğini belirtti.
Diyarbakır ilim
kentidir
Diyarbakır'daki
tarihi camilerle ilgili yazılı açıklama yapan Evsen,
"Diyarbakır, dünyanın en kadim kentlerinden
biridir.33 Medeniyete ev sahipliği yapmış, bu
medeniyetlerin ev sahipliğiyle beraber bu
medeniyetleri yönlendirmiş bir ilim, sanat, ticaret
ve üretim kenti olmuştur."dedi.
Diyarbakır'ın dünya
yüzünde birçok özelliğiyle ayakta duran ender
kentlerden biri olduğunu belirten Evsen, " Bağrında
barındırdığı 7 peygamber ile Peygamberler şehriyken,
541 Sahabe ile Sahabeler Kenti, Onlarca Aziziyle
Azizler Kenti, Medreseleriyle ve Camileriyle İlim
İrfan Kenti gibi birçok özelliğiyle kendine münhasır
bir şehirdir" ifadelerini kullandı.
Mervani Mescitleri
esas hüviyetine kavuşturulmalıdır
Akkoyunlular tarafından yapılan Hamza Bey
Mescidinin ve Mervaniler tarafından Dağkapının iç
kapısı üstüne yaptırılan Mervani Mescitlerinin bu
gün esas hüviyetlerine döndürülmeyi beklediklerini
ifade eden Evsen, " Dini yapılarla ilgili
hassasiyeti bilinen hükümetin bu iki Mescidin tekrar
eski hüviyetlerine kavuşturulması noktasında gerekli
hassasiyetleri göstereceğine eminiz. Şuan Mülkiyeti,
Kültür Bakanlığına ait olan bu iki yapının tekrar
Mescit hüviyetine kavuşturulması, İlim, İrfan ve
İslam Şehri olan Diyarbakır için vazgeçilemez bir
olaydır." dedi.
Dağkapı Burcu
üzerindeki cami yeniden faaliyete geçirilmelidir
Dağkapı Burcu üzerinde bulunan tarihi yapının
geçmişte camii olarak kullanıldığını ifade eden 80
yaşındaki Ahmet Amca, " Dağkapı Burcu'nun üzerinde
bulunan bu cami 70 yıl evvel açıktı. Bu camiyi
hatırladığım kadarıyla 1945'ten sonra kapattılar.
Cami kapandıktan sonra ilgisizlikten dolayı harabeye
dönmüştü. Yetkililerin restore etmesi bizi
sevindirdi. Sevincimizin kursağımızda kalmaması için
yetkililerin camiyi tekrar faaliyete geçirmeleri
gerekir." dedi.
Haber Diyarbakır, Haber:
M. Sait Adıyaman, 14.02.2013
|
DALAMAN TREN İSTASYONU
DÜNYADA İLK VE TEK

20. yüzyılın
başlarında en yakın tren bağlantısına 200 km.
mesafedeki Muğla Dalaman'a, dünyanın hiç tren
uğramayan ilk ve tek istasyonu yapıldı.
Bir dönem karakol olarak
hizmet veren yapı, bugün Tarım İşletmeleri Genel
Müdürlüğü (TİGEM)'ne ait hizmet binası olarak
kullanılıyor.
Dalaman Belediye Başkanı Sedat
Yılmaz, Hıdıvi Abbas Hilmi Paşa
tarafından yaptırılan istasyonun yeniden restore
edildiğini, TİGEM idari binası olarak kullanıldığını
söyledi. Osmanlı Devleti'nin
Rodos,
Kıbrıs ve Kuzey
Afrika ülkelerini
fethetmesiyle buralardan 1526 ile 1530 yılları
arasında toplu göçler olduğunu anlatan Yılmaz,
"Rodos ve Girit'ten Rumlar, Kuzey Afrika'dan Araplar
ve daha önce yörede yaşayan Türkler, Dalaman'ın ilk
yerleşik topluluklarıdır.” dedi. Başkan Yılmaz, 1905
ile 1928 arasında Kavalalı Mehmet Ali Paşa'dan sonra
Mısır valiliğine verilen unvanın Hıdıv olduğunu ve
vali soyundan kişilere Hıdıvi dendiğini kaydederek,
"Hıdıvi Abbas Hilmi Paşa, 23 yıllık sürece kişiliği,
zekası, başarısı ve yöreye kazandırdıklarıyla
damgasını vurmuştur. 1905 yılı öncesine kadar
devlete ait araziler, yörede yaşayan feodal ağalar
tarafından işlenmiş. Bunun en açık örneği, Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın
özellikle Akdeniz kıyılarında bulunan verimli
ovaları, toprakları sahiplenmesidir. Bu nedenle daha
önce Sultan 3. Selim'in valiliğini Mihrişah Sultan'a
verdiği Dalaman Çiftliği'ne sahip çıkmasıdır.
Kendisi ve eşinin vasiyeti üzerine adı geçen
çiftlik, torunları Abbas Hilmi'ye hediye edilmiş."
ifadelerini kullandı.
Abbas Hilmi Paşa'nın, kendisine hediye edilen bol
sulu çayı ve verimli toprakları görünce kendisini
bir anda Nil Nehri kenarında kabul ettiğini belirten
Yılmaz, "Hemen ovanın ıslahı ve ziraata açılması
için işe koyulur. Yol sorunu çözülür çözülmez
Sarsala İskelesi'ne indirilen malzeme, araç gereç ve
makineler deve, eşek ve kölelerin sırtında Dalaman'a
taşındı. Mısır’dan ziraatçılık dalında uzman bir
kadro ile yeteri miktarda köle alarak Hıdıvi adı
verilen çiftçiliğin sınırları belirlendi. Çiftliğin
işletilmesi için 'Nimetullah' isimli gemisine
gerekli eşyaları yükleterek Salsala'ya getirtti.
1913 yılına kadar en verimli ve rahat yıllarını
yaşamasına rağmen olumsuz olayların peşpeşe
gelmesiyle çiftlikten tamamıyla elini ayağını çekmek
zorunda kaldı." diye konuştu.
Başkan Yılmaz,
Hıdıvi Abbas Hilmi Paşa'nın
son iş olarak Dalaman'a bir av köşkü yaptırmak için
harekete geçtiğini anlattı: "Aynı günlerde
Hıdıvi'nin Mısır'a da bir tren istasyonu projesi
vardır. Her iki projeyi Fransız mimarlara verdi. İki
binanın da projesi hazırlandı ve Fransa'dan biri
Dalaman'a, diğeri de Mısır'a olmak üzere iki gemi
yola çıktı ancak malzeme ve projeler yanlış gemilere
yüklendi. Mısır'a gitmesi gereken tren istasyonu
Dalaman'a, av köşkü projesi ise Mısır'a gitti. Vakit
kaybedilmeden binanın inşasına başlandı ve kısa
sürede bitirildi. İnşaat bitince de Dalaman'da bir
tren istasyonu, Mısır'da da o yıllar içinde oldukça
modern ve mükemmel bir av köşkü ortaya çıktı. Plana
göre yapılan binanın hatalı olduğunu fark etmeyen
işçiler, önüne bilet gişesi yaptı ve ray döşedi.
Dalaman'a geldiğinde yanlışlığı anlayan Abbas Hilmi
Paşa, bitmiş binayı yıktırmadı ancak gişe bölümü ve
rayları kaldırttı. İleriki yıllarda istasyonun
yanında bir de cami inşa ettirdi. Çiftlik, 1928
yılına kadar kendi mülkiyetinde kaldı. Sonuç olarak
en yakın tren bağlantısına yaklaşık 200 kilometre
mesafedeki Dalaman, dünyanın hiç tren uğramayan ilk
ve tek istasyonuna sahip oldu." şeklinde konuştu.
PAŞADAN SONRA HIDIVİ ÇİFTLİĞİ
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Hıdıvi Çiftliği'nin
bankaya yüklü kredi borcu olması sebebiyle özel bir
kanunla Atatürk tarafından 1928 yılında Hıdıvi'den
alınarak, Gros adlı Fransız şirketine kiralık
verildi. 10 yıl bu şirket tarafından işletilen
çiftlik, Atatürk'ün vasiyeti üzerine 1943 yılında
Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu'na devredildi. 22
yıl bu kurumda kalan çiftlik, 1980'de Devlet Üretme
Çiftlikleri Genel Müdürlüğü bünyesine alındı.
Bugün, 14.02.2013
|
İKİ GÜN BEKLEYEMEDİLER
 
 
 
Kocaeli'de Yüksek
Hızlı Tren (YHT) Projesi çalışmaları sırasında
bulunan
Roma Dönemi'ne ait
1800 yıllık tarihi oda tipi mezar,
müze yetkililerinin
uyarısına rağmen yıkıldı. Olay polise bildirilirken,
müteahhit firma çalışanları hakkında suç duyurusunda
bulunuldu.
Cumhuriyet Mahallesi
Mithatpaşa Caddesi'nde, YHT projesi nedeniyle
yıkılan Mithatpaşa Köprüsü'nün bulunduğu alanda,
yüksek hızlı tren çalışması
sırasında bir yapıya rastlandı. Çevrede oturan
vatandaşlar yapıyı görünce
Müze Müdürlüğü'ne
bildirdiler.
Müze Müdürlüğü
yetkilileri, saat 11.00 sıralarında bölgeye gelerek
yapıda inceleme yaptı.
Müze yetkilileri,
yapının tarihi niteliği olduğunu belirterek
çalışmaların durdurulmasını istedi. Ardından resmi
yazı yazılması için görevliler
müze müdürlüğüne
dönerken, müteahhit firma çalışanları ise saat 14.00
sıralarında uyarıya rağmen yapıyı yıkmaya başladı.
Müze Müdürü
İlksen Özbay ve İl
Kültür Müdürü Adnan Zamburkan, bu durumu haber
alınca müteahhit firma çalışanlarına vatandaşlar
vasıtasıyla telefonla ulaşarak derhal çalışmanın
durdurulmasını istedi. Ancak şantiye sorumlusu,
yapının tarihi olmadığını öne sürüp
yıkıma devam etmesi
için operatöre talimat verdi. Müze Müdürlüğü
ekiplerinin de olay yerine gelip yaptığı tüm
uyarılara rağmen
yıkım
gerçekleştirildi. Ardından Müze Müdürü
İlksen Özbay ve İl
Kültür Müdürü Adnan Zamburkan olay yerine gelerek
tarihin yok edildiği gerekçesiyle polis çağırdı.
İzmit İlçe Emniyet Müdürü Güner Yılmaz ve çok sayıda
ekipte bölgeye geldi. Müteahhit firma yetkilileri,
kendilerinin devlet işi yaptıklarını ve Devlet
Demiryolları'ndan bir yetkili gelmeden ifade de
vermeyeceklerini ve yapının da su kanalı olduğunu
iddia ettiler. Müze Müdürlüğü yetkilileri tarafından
müteahhit firma hakkında 'tarihi
esere zarar vermek' suçundan Cumhuriyet
Savcılığı'na suç duyurusunda bulunuldu.
"2 GÜN İÇERİSİNDE
MÜZEYE ALACAKTIK, TARİHİMİZ YOK OLDU"
İlksen Özbay, "Bize saat 11.00'de haber geldi.
Oraya gittik, 3. yüzyıl, Roma Dönemi'ne ait oda tipi
mezar olduğunu gördük. Rapor tanzim etmek için Müze
Müdürlüğü'ne geldik. Tarihi eserimizi numaralandırıp
2 gün içerisinde müzeye alacaktık. Tarihimiz yok
oldu. Biz devletin yasalarını uyguluyoruz. Ama
müteahhit firma çok hoyratça davrandı, tarihi yok
etti. Gerekli hukuki işlemleri başlattık, müteahhit
firma hakkında cumhuriyet savcılığına suç
duyurusunda bulunduk" dedi.
Habertürk, 14.02.2013
|
VEHBİ KOÇ VAKFI, "ÇAĞDAŞ SANAT MÜZESİ" YAPTIRIYOR
Vehbi Koç Vakfı (VKV) Genel Müdürü Erdal Yıldırım, 2007’de Türk-İslam ve Arkeoloji koleksiyonlarının yanısıra bir çağdaş sanat koleksiyonu da oluşturma kararı aldıklarını belirtti.
Milliyet'in haberine göre, Yıldırım, şunları kaydetti. “Bugün 700’e yakın eserden oluşan bir çağdaş sanat koleksiyonumuz var. 2010 yılında Beyoğlu’nda çağdaş sanat galerisi olarak Arter’i açtık. Bu esnada biz de artık tek bir kültürel kampüste hem Sadberk Hanım Müzesi’ni hem de çağdaş sanat müzemizi gerçekleştiremeyeceğimizi gördük. Projeyi ikiye böldük.”
Çağdaş sanat müzesinin inşaatına 2013’te başlayacaklarını kaydeden Yıldırım, “Dolapdere’de var olan bir binayı yıkıp yeni bir bina inşa edeceğiz” dedi.
Müzenin, modern bir sivil mimari projesi olarak da İstanbul’a önemli bir katkı olacağını belirten Yıldırım, “Kültür alanında 2012’de kararını alıp önemli mesafe katettiğimiz proje çağdaş sanat müzesi oldu. Çok büyük olasılık ile müze 2016’ya yetişecek” diye konuştu.
Yapı (Kısaltarak), 14.02.2013
|
 |
VAKIFLAR TAŞHAN'I
DEVRETTİ

2012 yılında restorasyon
çalışmaları tamamlanan Taşhan (Bedesten) Erzurum
Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden kiralanarak Bayburt
Belediyesi'nin kontrolüne geçti.
Yıkılmaya yüz tutmuş Taşhan’ın kendi girişimleri ile
yeniden eski itibarını kazandığını dile getiren
Belediye Başkanı Hacı Ali Polat, Taşhan’ın artık
bundan sonra Bayburt Belediyesi kontrolünde
olacağını söyledi.
Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde, ‘gayet süslü ve
zarif’ diye tabir edilen Taşhan’da incelemelerde
bulunan Belediye Başkanı Polat, burada yaptığı
açıklamada, “Bundan 1000 sene önce ticari hayatın
devam ettiği, sosyal hayatın devam ettiği bir
mekanda bulunuyoruz. Burada tarihin kokusunu
hissediyoruz. Biz göreve başladığımız zaman burası
içler acısı bir durumdaydı. Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün bağlı olduğu bakanımız Faruk Çelik,
2010 yılında Bayburt’a geldiği zaman Ulu Camii’nde
namaz kılmak üzere giderken ben kendisini buraya
getirdim. Sayın Bakanımız da buraya baktı ve burayla
yakından ilgilendi. Gereğinin yapılması hususunda
Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Vakıflar Bölge
Müdürlüğü’ne gereken talimatı verdi. 2011 yılında
buranın ihalesi yapıldı. 2011 ila 2012 yılında
yapılan çalışmalarla Taşhan bu hale geldi. Taşhan’ı
kurtarmış olmanın, Taşhan’ı orijinal haline
döndürmüş olmanın ve buna aracı olmanın huzurunu
yaşıyoruz” dedi.
‘Bundan sonra Taşhan ne olacak?’ sorularıyla sık sık
karşılaştığını belirten Belediye Başkanı Polat,
şunları söyledi:
“Bayburt Belediyesi olarak Taşhan’ı Vakıflar Bölge
Müdürlüğü’nden kiraladık. Zira buranın her şeyden
önce bir kurumun kontrolü altında olması
gerekmektedir. Burada ne yapılacağı hususunda henüz
bir karar vermiş değiliz. Sosyal, kültürel ve
sanatsal etkinliklerde kullanmayı düşünüyoruz.
Saygıdeğer Başbakanımızla 2012 Aralık ayında
yaptığımız toplantıda buranın Bayburt Belediyesi’ne
bu amaçlar doğrultusunda kullanmamız için
kendisinden talep etmiştim. Kendisi de gereken
talimatı ilgililere verdi. Taşhan bundan sonra artık
Bayburt Belediyesi’nin kontrolündedir. Taşhan’da ne
yapalım sorusunu bütün hemşehrilerimize soruyorum.
Onlar bize tavsiyelerini, bildiklerini ve
tekliflerini aktarsınlar. Buradan mutlaka doğru bir
sonuç çıkacaktır. Bizimde aklımızdan geçen
düşünceler var ama kamuoyunu da dikkate alarak
Taşhan’ı en uygun şekliyle kullanacağız. Taşhan şu
anda ayakları üzerinde dimdik dikiliyor. Buradaki
ses akustiği de çok güzel sağlanmış durumdadır.
Burada çok güzel şeyler yapacağız. Özellikle
Bayburt’a dışardan gelen ziyaretçilere
gösterebileceğimiz bir Taşhanımız var demenin
mutluluğunu da yaşayacağız.”
Erzurum Gazetesi,
14.02.2013
|
BEDRİ RAHMİ'NİN EVİNDEN 'KÜLTÜR HAZİNESİ' ÇIKTI

Şair ve ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun
İskilip'te yaşadığı evdeki arşivinde Orhan Veli gibi
25 şair ve yazarın sesinin yer aldığı bir plak
bulundu.
Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun Kanadalı gelini Hughette
Eyüboğlu, 1975'te vefat eden ünlü şair ve ressam
Bedri Rahmi'nin arşivinden çıkan eserlerin
yayınlanması için çalışma yaptıklarını dile getirdi.
Hughette Eyüboğlu, arşivden en son Türk edebiyatı ve
kültürünün ünlü isimlerinden 25 önemli sanatçının
seslendirdiği bir plak çıktığını belirtti. Ünlü
ressamın Çorum İskilip'teki evinde bulunan plak
kaydının, yarım asrı aşkın bir süre önce Türkiye'de
yapıldığını anlatan Eyüboğlu, şöyle devam etti:
"Kayıt Fikret Otyam tarafından gerçekleştirildi.
Plağın ilginç tarafı Türk edebiyatı ve kültürünün
saygıdeğer isimleri kendi sesleriyle kendi
aralarında bir bölüm okuyor. Plakta Ahmet Hamdi
Tanpınar, Aşık Veysel, Sabahattin Eyüboğlu, Bedri
Rahmi Eyüboğlu, Orhan Veli ve Oktay Rifat'ın sesleri
yer alıyor. Dinlenildiği zaman çok heyecan verici
bir plak. Yaklaşık 2 saatlik bir kayıt yapılmış. Şu
anda hazırlanıyor." Ünlü şairin yazdığı mektupların
da sergileneceğini anlatan Eyüpoğlu, "Ortalama bine
yakın mektup eski Türkçeden yeni Türkçeye aktarıldı.
Bu mektuplar iki bölüme ayrıldı. Fikret Mualla'dan
tutun da İlhan Koman, Turan Erol ve Abidin Dino gibi
ünlü isimlerle yapılan muazzam mektuplaşmalar ve
ilginç tartışmalar var" diye konuştu.
Sabah, 14.01.2013
|
CAMİLER ALLAH'A EMANET!
İstanbul’da olası büyük
deprem riskine karşı önlemler tartışılırken camiler
unutuldu. Konuyu gündeme getiren CHP’nin ilahiyat
kökenli İstanbul Milletvekili İhsan Özkes, TBMM’ye
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanıtlaması
istemiyle verdiği soru önergesinde “İstanbul’daki
camiler depreme dayanıklı mı” diye sordu. Özkes’e
Başbakan adına cevap veren Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağ, “Diyanet İşleri Başkanlığı’nda camilerin
depreme dayanıklı olup olmadığı yönünde herhangi bir
bilgi ve belge bulunmamaktadır” ifadesini kullandı.
İstanbul’da 3 bin 186 cami olduğunu belirten Bozdağ,
“Diyanet İşleri Başkanlığı’na cami ve mescitlerin
sadece yönetim görevi verilmiştir. Diyanet İşleri
Başkanlığı’nda camilerin depreme dayanıklı olup
olmadığı yönünde herhangi bir bilgi ve belge
bulunmamaktadır” ifadelerini kullandı.
Sultanahmet bile tehdit altında
İstanbul Aydın Üniversitesi Afet Egitim, Uygulama ve
Arastırma Merkezi Başkanı Yrd. Doç. Dr. Kubilay
Kaptan’ın İstanbul’un risk haritası isimli raporunda
deprem durumunda kentteki camilerin durumunu
belirten çalışmasında ortaya çıkan tablo ürkütücü:
270 tarihi caminin yüzde 2’si 7.5 büyüklügünde bir
deprem sırasında göçme riski altında. 270 tarihi
caminin yüzde17’sinde ise orta veya ağır hasar görme
riski taşıyor. Bunlar arasında Sultanahmet Camii de
var.
Akşam, Haber: Mert İnan,
14.02.2013
|
BEYOĞLU BELEDİYESİ
BİNASI HABERİMİZE BEYOĞLU BELEDİYESİ'NDEN CEVAP
 
 

Beyoğlu Belediyesi,
belediyenin tarihi binasında süren inşaat ile ilgili
basın açıklaması gönderdi.
10 Ocak 2013 tarihinde yayınlanan, Beyoğlu
Belediyesi binasında süren inşaat konusundaki
endişelerimizi dile getirdiğimiz "Beyoğlu
Belediyesi'nin Tarihi Binasına Neler Oluyor?"
başlıklı haberimiz üzerine Beyoğlu Belediyesi'nden
açıklama geldi. Tarihi ana binanın Anıtlar
Kurulu'ndan onaylanan bir proje ile restore
edildiğini belirten açıklama metni şu şekilde:
Altıncı Daire-i
Belediye / Beyoğlu Belediye Başkanlığı Binası
Restorasyon Uygulaması
Günümüzde Şişhane
Meydanı, Beyoğlu İlçesi, 282 Ada, 1 parselde yer
alan ve 1879-1883 yılları arasında İtalyan kökenli
mimar Giovanni Battista BARBORİNİ tarafından inşa
edilen Altıncı Daire-i Belediye / Beyoğlu Belediye
Başkanlığı binası Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk
belediye binası olma özelliğini taşımaktadır.
Tanzimat döneminde, Batı'dan esinlenilerek çağdaş
kent anlayışı doğrultusunda Galata-Beyoğlu bölgesine
hizmet götüren ve Altıncı Daire-i Belediye adıyla
bilinen belediyecilik eylemlerini bünyesinde
barındıran bina Neoklasik anlayışta düzenlenmiş
cephe kurgusu ile dikkat çekmektedir. Geniş kat
silmeleri, saçaklar, köşe plastrları, pencere
balustrad (korkuluk) ve frontonları (alınlık) ile
dönemin mimari anlayışına örnek oluşturur. Zemin
katta aksiyal bir giriş holü ve giriş aksına dik
gelişen koridor sistemi ve bu koridor üzerinde yer
alan, ofis olarak işlev gören odalar kat planlarını
oluşturur. Giriş aksının tam karşısında düşey
ulaşımı sağlayan merdiven bulunmaktadır.
Binada zaman içerisinde ortaya çıkan gereksinimler
doğrultusunda ahşap olan döşemelerin betonarmeye
çevrilmesi ve ara kat ilaveleri gibi müdahaleler söz
konusu olmuş, bu müdahaleler sonucunda bina özgün
mimari karakterini belli ölçüde kaybetmiştir.
Seksenli yılların başında önemli bir tadilat geçiren
binada mevcut çatı katı, çatının yükseltilmesi ile
normal kata dönüştürülmüş, bu uygulama sırasında
çatı katı cephesi geriye çekilerek şevli bir görünüm
kazandırılmıştır. Bu uygulamalar sonucunda duvar ve
tavanlarda bulunması olası iç mekan süslemeleri
tamamen yok olmuştur.
Günümüzde binanın özgün karakterini kaybetmesi ve
çağdaş gereksinimlere cevap verememesi nedeniyle
kapsamlı bir koruma-onarım uygulamasına ihtiyaç
duyulmuş ve hazırlanan rölöve, restitüsyon ve
restorasyon projeleri, İstanbul I Numaralı Yenileme
Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun
31.10.2012 tarih, 411 sayılı kararıyla onaylanarak
projeler doğrultusunda koruma uygulamalarına
başlanmıştır.
Koruma uygulamasında öncelikle yapının niteliksiz
eklerden ayıklanması hedeflenmiş, bu doğrultuda tüm
ara katlar ve özgün olmayan mekan bölünmeleri
kaldırılmıştır. Sadece betonarme kaset döşemelerin
yapıdan uzaklaştırılması yapı statiği açısından
sakıncalı bulunmuş, bu nedenle döşemelere
dokunulmamış, zemin kat tonoz döşemeleri ise
güçlendirilerek korunmuştur. Düşey ulaşım amaçlı
çift asansör kullanımı öngörülmüş, mevcut merdiven
ise yenilenmiştir. Cephe koruma uygulamaları malzeme
bazında yürütülmekte, çatlak onarımları
gerçekleştirilmekte ve imitasyon cephe mimari
elemanları özgün malzeme kullanılarak
yenilenmektedir. Binanın arka cephesinde yer alan ve
arka set duvarına dayanak oluşturan sarnıç yapısı
ise sanat galerisi olarak işlevlendirilmiş, ayrıca
sarnıç ile bina arasında bulunan mekanda çelik ve
cam kullanılarak çok amaçlı, çağdaş bir ek
oluşturulması hedeflenmiştir.
Tanzimat döneminde çağdaş kent anlayışı
doğrultusunda Galata-Beyoğlu Bölgesi'ne hizmet
götürmesi amaçlanan bu binada, günümüzde de gene
aynı anlayış çerçevesi içerisinde Beyoğlu Bölgesi'ne
yakışır bir hizmet sunması anlayışı kapsamında
koruma uygulaması gerçekleştirilmektedir.
Arkitera, Haber: Bahar
Bayhan, 13.02.2013
|
SATILIK TARİH!

İç savaşın derinleştiği
Suriye'de hem rejim yanlıları, hem de bazı muhalif
gruplar, müzelerden çaldıkları tarihi eserleri,
Ürdün'deki pazarlarda satıyor. Suriyelilerin 30
dolara sattıkları nadide eserler, Batı'da 50 bin
dolara alıcı buluyor.
Beşar Esed rejimine
karşı yaklaşık üç yıldır savaşan Suriyeli
direnişçiler ve ülkeden kaçanlar bugüne dek
defalarca silah ve mühimmat eksiklerini dile
getirdi. Ancak sesleri dünyada bugüne dek pek yankı
bulmadı. Direnişçiler de silah ve mühimmat
eksikliğini giderebilmek için çareyi tarihi ve
arkeolojik kalıntıları çıkarıp, karaborsada satmakta
buldu. 'Ülkenin geleceğini kurtarmak için geçmişini
satmaktan başka çareleri kalmadığını' belirten bazı
direnişçiler kendilerini 'Gündüz savaşçı, gece
arkeolog' olarak nitelendiriyor. Amerikan Washington
Post gazetesine konuşan Ebu Muhammed Hamdi adlı bir
direnişçi 'Tam donanımlı bir orduya karşı dünya
tarafından silahsız, parasız ve yardımsız'
bırakıldık sözleriyle durumu açıkladı.

PİŞMAN DEĞİLLER
Ülkenin güneyindeki
kaçakçılık rotalarını yürütenlerden bir olan Ebu
Macid isimli bir Suriyeli de, 'İnsanlar bizi
yargılayabilir ve bize hırsız diyebilir. Ancak bazı
durumlarda geleceği kurtarmak için geçmişi kurban
vermek zorunda kalabilirsiniz' diye kendini savundu.
Özgür Suriye Ordusu'nun
bugüne dek yaptığı tarihi alanların korunması
yönündeki tüm çağrı ve çabalarına karşın ülkeden
kaçırılan eserlerin satıldığı karaborsalar gün
geçtikçe büyüyor. Bazı tarihi eserler ise Türkiye ve
Lübnan'da el değiştiriyor ancak en büyük karaborsa
her gün yaklaşık 2 bin mültecinin geldiği Ürdün'ün
baikenti Amman'da kurulmuş durumda.
YOK PAHASINA SATILIYOR
Başkent Amman'daki
karaborsada tarihi eserler her gün 50 bin dolar
karşılığında el değiştiriyor. Batıda on binlerce
dolara alıcı bulan bir tarihi vazo Amman'da 30
dolara satılıyor. Paha biçilmez bir arkeolojik
tabletin karaborsa değeri ise sadece 3 bin dolar.
Amman'da antikacılık yapan Muhammed Halil'in sözleri
yaşananları özetliyor: 'Her gün Suriye'den gelen
mozaikler, heykeller, altın paralarla ilgili
haberler alıyoruz, burada Suriye parça parça
satılıyor' Ürdün polisinin geçen cumartesi, Amman'da
yaptığı baskında bir apartmanda Suriye'deki
müzelerden getirilen büyük miktarda kaçak tarihi
eser bulundu ve 40 kişiyi tutuklandı.

GÜNDÜZ SAVAŞÇI AKŞAM
ARKEOLOG
Bir direnişçi, Maarat el
Numan kentinde, geçen yıl Esed'e bağlı jetlerin
bombaladığı Alma Arra Müzesi'nin zarar gören
mozaiklerini incelerken görülüyor.

Suriye'deki 36 müzeden
22'sinden tarihi eserler kaçırıldı. Fotoğrafta geçen
yıl yağmalanan Halep Müzesi görülüyor.

Halep Arkeoloji
Müzesi'ndeki Hitit döneminden kalma 'Tarhunzas
Tanrısı' isimli bu heykelin akibeti bilinmiyor.
Irak gibi mi olacak?
UNESCO'nun Amman Ofisi
Müdürü Ann Paolini, 'Suriye'de bugüne kadar
yaşananları göz önüne aldığımızda ülkenin tarihi
mirasının yağmalanma riski çok yüksek' dedi.
Suriye'deki durumun henüz Irak'ta yaşananlar kadar
vahim olmadığını söyleyen Ürdün Turizm ve Arkeolji
Bakanı Neyef Fayez ise, 'Ancak ülkedeki güvenlik
eksikliği göz önüne alınırsa, şu an olanların
gelecekte çok daha büyük ölçekte yaşanacağını
bekleyebiliriz' uyarısında bulundu. Suriye Antik
Dönemler Direktörü Mamun Abdülkerim de, 'Sadece
Suriye tarihi değil, tüm insanlık tarihi tehlikede'
diyerek önlem alınması çağrısı yaptı. AP'ye konuşan
Abdülkerim, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne
de tarihi eser kaçakçılığının yasaklanması konusunda
karar alma çağrısında bulundu.
Yeni Şafak, Haber: Fatih
Aça, 13.02.2013
|
GEÇ ROMA DÖNEMİNE AİT
CAM BİLEZİKLER BULUNDU

Konya'da, Ortaçağ'dan
Günümüze Konya ve Güneybatı İlçeleri Yüzey
Araştırması kapsamında yapılan çalışmalarda Geç Roma
dönemine ait 3 adet cam bilezik bulundu.
Selçuk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ali Boran başkanlığında,
Kültür ve
Turizm Bakanlığı
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün
izni ile yürütülen "Ortaçağ'dan Günümüze Konya İli
ve Güneybatı İlçeleri Yüzey Araştırması"nın 2012
yılı ilk dönem araştırmaları tamamlandı.
Meram ve Selçuklu ilçe merkezleri ile il sınırları
içerisinde yer alan Gökyurt (Kilistra) Köyü ve
Kızılören beldesinde gerçekleştirilen,
Geç Roma-Bizans ve Türk dönemine ait mimari pek çok
eserin ortaya çıkarılarak kayıt altına alındığı
çalışmada, Geç Roma dönemine ait 3 adet cam bilezik
bulundu. Prof.Dr. Ali Boran, yaptığı açıklamada,
Gökyurt'taki arazi çalışmaları esnasında bir
höyükte, toprak üstünde 3 adet Geç Roma dönemine ait
cam bilezik tespit ettiklerini belirtti.
Bileziklerin antik çağ kadınının vazgeçemediği
ziynet eşyalarından birisi olduğunu vurgulayan
Boran, "Siyah opak cam malzemeden yapılmış olan
bu bilezikler, halka formlu, içte ve dışta
düzleştirilmiş, kesitli birleşme yerleri dışta
belirgin olarak yapılmıştır. Benzer örneklerden yola
çıkarak MS 5 ve 7. yüzyıla ait olduğunu düşündüğümüz
bu bilezikler toprak zemin üzerinde
mevcut durumlarıyla fotoğraflanarak, envanter
kayıtları yapılmış ve Konya
Arkeoloji Müzesi'ne
teslim edilmiştir" diye konuştu.
Boran, Konya İli ve Güneybatı İlçeleri Yüzey
Araştırması'nın bölgenin kapsadığı geniş alan göz
önünde bulundurulduğunda, oldukça başarılı geçtiğini
ve beklenilen sonuçların ilk yıl itibariyle
fazlasıyla elde edildiğini dile getirdi.
Cnn Türk, 13.02.2013
|
TARİHİ SU KULESİNDEN MODERN KONUTA

1867'de inşa edilen su kulesi modern bir konuta
dönüştürüldü.
Projenin geliştiricisi Leigh Osborne, 145 yıllık
eski yapıyı dönüştürdükleri projelerini, kentin en
müsrif ve ilginç konut yapısı olarak tanımlıyor.
Osborne ve ortağı Graham Voce bir yıldan kısa bir
sürede 3,2 Milyon Dolar harcayarak Gotik tarzdaki su
kulesini kendine has bir konuta çevirdi.
8 katlı
su kulesi, yakınındaki Lambeth Fakirhanesi ve
Hastanesi için inşa edilmişti. 1867 yılında inşaatı
tamamlanan bina, Londra'da döneminin en yüksek su
kulesiydi. 20. yüzyılda ise kullanımı durdurulan
kule, köhne bir yapıya dönüşmüştü.

Binanın yeni tasarımında modern bir mutfak,
oturma odası, 4 adet yatak odası, geniş banyolar,
çatı terası ve spor odası yer alıyor . Orijinal
merdivenlerin yanına ise yeni biri asansör inşa
edildi.
Daha önce 750,000 galon su alan kulenin
tepesindeki geniş alan ise 360 derecelik açıyla
Londra manzarasına hakim bir oturma odasına
dönüştürdü.
Arkitera, Kaynak: Inhabitat, Yazı: Bahar Baytan,
13.02.2013
|
PERU'DA 5000 YILLIK TAPINAK BULUNDU

Perulu arkeologlar, başkent Lima'nın kuzeyindeki
ünlü El Paraiso arkeolojik yerleşim alanında 5000
yıl öncesine ait olduğu düşünülen bir tapınak
keşfetti.
Peru Kültür Bakanlığı tarihin tam
olarak doğrulanması halinde, söz
konusu tapınağın, dünyanın en eski
yerleşim yerleri arasına
girebileceğini açıkladı. Bakanlık,
keşfin çok önemli olduğuna vurgu
yaparak, Lima ve
çevresinin insanlığın en eski
tarihlerinde bir uygarlık merkezi
olabileceğini belirtti.
El Paraiso piramidinin kanatlarından
birini oluşturan ve
arkeologlarca, "Ateş Tapınağı" adı
verilen tapınakta bulunan fırının,
ateş yakma törenlerinin işaretçisi
olduğuna inanılıyor. Araştırma
ekibinden Marco Guillen, o dönemde
insanların Tanrıyla
duman aracılığıyla iletişim
kurduğunu ve fırının da bu amaçla
kullanılmış olabileceğini kaydetti.
Peru'nun tam orta noktasında yer
alan 50 hektar alana sahip El
Paraiso, dünyanın en büyük yerleşim
alanlarından biri olarak kabul
ediliyor.
Cnn Türk, 13.02.2013
|
TARİHİ AGORANIN ETRAFINA DUVAR ÖRÜLECEK

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Smyrna Agorası'nın
etrafını özel tasarımlı duvarla çevrelemeye
hazırlanıyor. 3 metre yüksekliğindeki duvarın
uzunluğu 810 metre olacak.
Agora'nın arkeolojik zenginliğini gözler önüne
serecek şekilde tasarlanan koruma duvarı, hem
şehirlilerin hem de ziyaretçilerin dinlenmesine
imkan veren oturma alanlarına da sahip olacak.
CHA'nın haberine göre, uygulama alanın 1. derece
arkeolojik sit olması sebebiyle kazı gerektiren
imalat mümkün olduğunca az tutulacak ve duvar,
yerden yükseltilerek zeminden bağımsız yapılacak.
Büyükşehir Belediyesi, ilk kamulaştırmalarına
1997 yılında başlanan, ilk yıkımı ise 2005 yılında
yapılan bu tarihi alanda, "Agora ve Çevresi Koruma,
Geliştirme ve Yaşatma Projesi" çerçevesinde bugüne
kadar 26 milyon 808 bin 987 liralık kamulaştırma
bedeli ödedi. Agora'da yıllardır atıl duran,
kullanılmayacak durumda, yıkılmaya yüz tutmuş tarihi
yapılardan birini, İzmir Kalkınma Ajansı'nın destek
programından yararlanarak "Agora Kazıevi" olarak
restore etti. Ayrıca İkiçeşmelik Caddesi'ndeki diğer
iki tescilli bina, "Agora Müzeevi" olarak
kullanılmak üzere restore ediliyor.
Çalışmaların
tamamlanmasının ardından, Agora ören yerinden
çıkarılan eserlerin de sergilenebileceği bir cazibe
alanı olacak. Büyükşehir Belediyesi'nin destek
verdiği arkeolojik kazılar, Dokuz Eylül Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü'nden Yrd. Doç. Dr. Akın Ersoy
başkanlığındaki ekip tarafından yürütülüyor.
Yapı, 13.02.2013
|

|
TOPKAPI SARAYI'NDA RESTORASYON
İstanbul’un simgelerinden biri olan Topkapı Sarayı’nda sürdürülen restorasyon DHA muhabiri Murat Öztürk tarafından havadan görüntülendi.
Osmanlı sultanlarının ikametgahı, devletin yönetim merkezi ve sultanların eğitim merkezi olan Topkapı Sarayı, 1460-1478 yılları arasında yaptırıldı ve Osmanlı padişahları tarafından 19. yüzyıl ortalarına kadar kullanıldı. Müze yetkilileri, Topkapı Sarayı’nda inşa edilmiş en son yapı olan 1840 yılında Abdülmecid tarafından yaptırılan Mecidiye Köşkü ile Harem dahil 15 bölümde restorasyon ve yenileme çalışması olduğunu belirttiler.
Hürriyet, 13.02.2013
|
HASAN PAŞA HAMAMI'NDA
RESTORASYON ÇALIŞMALARI BAŞLATILDI
Mudanya'daki tarihi
Hasan Paşa Hamamı, kültür merkezi olarak restore
edilecek.
Hasanbey
Mahallesi'nde 1600 yılında Osmanlı'nın Mısır
Bölge Komutanı Hasan Paşa tarafından yaptırılan,
400 metrekare kapalı alana sahip hamam ve
çevresindeki bin metrekare alanda, restorasyon
çalışmalarına başlandı.
Bursa
Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe, çalışmaların başlaması
dolayısıyla düzenlenen törende yaptığı
konuşmada, hamamın eski ihtişamına kavuşup,
özgün ve orijinal haline tekrar döneceğini
söyledi.
Mudanya'nın kalbinin
attığı sosyal ve kültürel etkinliklerin
yapılacağı güzel bir kültür merkezinin, bu şirin
ilçeye kısa zamanda kazandırılacağını belirten
Altepe, şöyle dedi:
"Bu hamam 400 küsur
yıllık tarihi ile mutlaka Mudanya'mıza
kazandırmamız gereken bir eserdi. Adeta harabe
görünümü olan bu eser, artık canlandırılıyor.
Hamamın restorasyonunda, fuaye, çok amaçlı
salon, sergi salonu, depo, kazan dairesi banyo
ve tuvaletlerle kafeterya yer alacak. 400
metrekarelik kapalı alandaki kültür merkezi
olarak işlevlendirilecek hamam, sosyal kültürel
ve sanatsal etkinliklerin merkezi olacak.
Hamamın yanı sıra yanındaki bin metrekarelik
park alanı da düzenlenerek, amfi tiyatro, çocuk
oyun bahçesi, basketbol sahası, çardak ve çay
büfesi yapılacak, Mudanya gerçek bir merkez
kazanacak. Mudanya'mızı, gerçek bir turizm kenti
ve vizyon bir kent olması yolunda bu eseri
kazandırıyoruz."
Altepe,
katkılarından dolayı hayırsever iş adamı Agah
Bursalı'ya da teşekkür etti.
Mudanya
Kaymakamı
Adem Öztürk de Mudanya'nın yapılan tarihi
canlandırma çalışmaları ve hizmetleriyle Türkiye'nin
parlayan yıldızı olacağını bildirdi.
İlçe Belediye
Başkanı Hasan Aktürk ise 1,3 milyon liraya ihale
edilen restorasyonun, 365 günde tamamlanacağını
söyledi.
"Mudanya ve Bursa
Büyükşehir Belediyesi'nin işbirliğiyle
gerçekleştirilen büyük projeleri
birleştirdiğimiz zaman görüyoruz ki Mudanya,
devletten de aldığı destekle bu dönem itibariyle
çok şanslı" diyen Aktürk, "Hasan Paşa Kültür
Merkezi restore edilerek, 1 yıl içerisinde
hizmete girecektir. Yine Büyükşehir
belediyemizin desteğiyle eski adıyla Tahir Paşa
günümüzde Nur Hamamı olarak bilinen hamamın da
restorasyonuna, önünüzdeki günlerde başlayarak,
halkımıza bir sosyal alan daha oluşturacağız"
ifadelerini kullandı.
Mynet Haber, Haber:
Ömer Bilik - Fikriye Susam Uyar, 13.02.2013
|
KONAK ELDEN GİDİYOR

Altınoluk’ta 150 yıllık
Abdullah Efendi konağı kirası ödenemediği için
Turizm ve Kültür Bakanlığı tarafından boşaltılması
istendi. Altınoluk’ta Tarihi Antandros şehrini
kurtarma, koruma ve yaşatma derneği tarafından aylık
kira bedeli ödenemeyen Abdullahefendi konağı için
“tahliye edilmesi” istendi. Kültür ve Turizm
Bankalığı tarafından tahsisli olan Müze, kira
bedelinin çok yüksek olması nedeniyle gelirleri
yetersiz olan dernek tarafından işletiliyordu.
Bakanlık hazıra kondu
Bakımsızlıktan tekrar
harap olmuş ve içinde zeytin işçilerinin kaldığı
konak Kültür ve Turizm Bakanlığına bağışlanan
Abdullahefendi konağı, restorasyon için
beklerden Kültür Bakanlığı tarafından Tarihi
Antandros Şehrini Kurtarma, Koruma ve Yaşatma
Derneği’nin çalışmaları dikkate alınarak dernek
merkezi ve kültür evi olarak kullanılmak üzere
derneğe tahsis etmişti. Dernek tarafından 2001 Şubat
ayından itibaren konağı kendi imkanlarıyla onarmaya
başlamış çatının bozulması sonucu içeri akan yağmur
sularından zarar gören yerler elden geçirilerek,
temizlenmiş ve bahçe düzenlenerek ziyarete
açılmıştı. Dernek tarafından karşılanan masraflar
sonucunda Altınoluk Belediyesi Kültür ve sanat
çalışmalarını Dernek aracılığı ile bu konakta
yapmaya başlamıştı. 2001 yılının Aralık ayından
itibaren Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla konağın
bütün pencere doğramaları değiştirilmiş ve çatı
onarımları yapılmış ve Dış cephesinin yenilenmesi
ve yukarı katlarda bozulan tavan tezniyatları da
uzmanlarca dernek gözetiminde ve mümkün olduğunca
aslına uygun olarak yapılmıştı. Konak 2001 yılından
bu yana bir kültür merkezi olarak sanatseverlere
kapısını açmaya ve ayakta kalmaya çalışıyordu.
Abdullah Efendi
Konağı
Abdullah Efendi
Konağı’nın geçmişi, 150 yılın üzerinde bir tarihe
dayanmaktadır. Konağın ilk sahibi o tarihte var olan
Papazlık Kilisesi’nin rahibidir. I.Dünya Savaşı
sonu, Kurtuluş Savaşı öncesinde rahibin Midilli
Adası’na göç etmesi ve mallarını Midilli Adası’ndan
Abdullah Efendi ile değiş tokuş yapması nedeni ile
konağın sonraki sahibi Abdullah Efendi olmuş ve
konak, o tarihten sonra Abdullah Efendi Konağı
olarak anılmıştır. Konağın Osmanlı Mimari üslubu
temel alınarak Rum ve Türk ustalara yaptırıldığı
sanılmaktadır. Tavan tezniyatı (rozet ve kasetler)
ocak üstü (şömine) dekorlarında Osmanlı yanında
Avrupa etkileri de görülmektedir. Dolaplarda yüklük
kavramı ağır basmaktadır. Dış yüzeydeki tahta
kaplamalar, pencere sistemleri ( özellikle en
üstteki aydınlatma birimleri – fener pencereler) ve
cumba altındaki kalem işlemeleri dikkate değer.
Körfezin Sesi,
13.02.2013
|
BİR MİMARIN
PİŞMANLIKLARI...

Zamanında Edirne’deki
Rüstempaşa Kervansarayı’nı yıkılmaktan kurtaran ama
aynı kararlılığı İstanbul Aksaray’daki Sim-keşhane
için gösteremeyen mimar Ali Saim Ülgen’in arşivi
açıldı.
Araştırmacı, mimar ve
restoratör Ali Saim Ülgen’in (1913–1963) arşivi
açıldı. Ailesi tarafından özenle saklanan ve
Türkiye’nin kültür mirasına dair pek çok önemli
bilgi içeren arşiv, 8 Şubat-24 Mart tarihleri
arasında SALT Galata’da görülebilir. Arşivde;
Ülgen’in hayatı boyunca Türk kültürel mirası ve
kökenlerini korumak adına biriktirdiği fotoğraf,
broşür, makale ve gazete kupürleri yanı sıra
ürettiği rölöve ve krokiler bulunuyor. Bir dönemin
mimarlık tarihi ile restorasyon yaklaşımları ve
koruma politikalarına da ışık tutan arşiv için
Ülgen’in oğlu Suha Bey, “Amacımız bu yaşantının,
tecrübenin ve birikimin bugünkü uygulamalara olumlu
bir şekilde yansıması.” diyor.
1960 öncesi
Türkiye’sinde kültür varlıklarının durumu ve dönemin
restorasyon çalışmaları hakkında birinci elden
belgeler içeren arşivden; Ülgen’in pişmanlıklarını,
dolayısıyla yok yere kaybettiğimiz kültürel
mirasımızı da öğreniyoruz. Süleymaniye Camii’nin
1960 öncesi restorasyonunu yapan Ülgen’in genel bir
üzüntüsü var; o da sivil mimarimizin Rumeli ve
Anadolu’daki örneklerine amirlerinin ilgisini
yeterince çekememiş olması... Edirne’deki Rüstempaşa
Kervansarayı’nı son anda kurtarmış olsa da Ülgen;
Vakıflar Umum Müdürlüğü’nde çalıştığı dönemlerde
Ankara yakınlarındaki Sultan Han ile İstanbul
Aksaray’daki Simkeşhane’nin yıkılmasına engel
olamadığı için ömrü boyunca pişmanlık çekmiş.
Dönemin düşünürlerinden Reşit Saffet Atabinen,
Ülgen’in ölümünün ardından yazdığı makalede bu
pişmanlıkları tek tek açıklamış.
SİMKEŞHANE
Beyazıt'ta Ordu Caddesi
üzerinde bulunan Simkeşhane, fetihten sonra
İstanbul'da inşa edilen ve Fatih Sultan Mehmet
tarafından inşa ettirilen yapılardan biri. Darphane
olarak inşa edilen yapı, Sultan Fatih'in fetihten
sonraki ilk altın sikkelerini kestirdiği yer.
Yangınlarla tahrip olan ve 1707 yılında yenilenerek
'Simkeşhane-i Amire' ismini alan bina, 1913 yılından
sonra terk edilmiş ve 1958'de Beyazıt-Aksaray
yolunun genişletilmesi sırasında kısmen yıkılmış.
Zaman, Haber: Jülide
Güngör, 12.02.2013
|
KÜLTÜR BAKANLIĞI NEREDE?

Anadolu-Avrupa
Mitolojik, Tarihi Birliktelik: Castro & Antandros
projesi sahipsiz bırakıldı. İtalya’da düzenlenen
etkinliğe üst düzeyde katılım olurken, Türkiye’de
düzenlenen proje tanıtım etkinliğine Vali bile
katılmadı!
Avrupa Birliği Bakanlığı
tarafından desteklenen Altınoluk Antandros Şehrini
Kurtarma, Koruma ve Yaşatma Derneği ve Pro Loco
Castro ortaklığıyla, Türkiye & Avrupa Birliği, Sivil
Toplum Diyaloğu II, Kültür Sanat Hibe Programı
kapsamında yürütülmekte olan “Anatolia Europe
Mythological – Historical Connection: Castro &
Antandros” isimli bu proje ilgisizlik yüzünden
tıkandı! Proje kapsamında Kazdağları kerestelerinden
yapılacak tekne ile Roma İmparatorluğunun
kurulmasına öncülük eden Aneas’ın Altınoluk’tan
(Antandros) İtalya’nın Castro şehrine yolculuk
yeniden canlandırılacaktı. Proje kapsamında
Altınoluk’un tarihi önemi ve Antandros’un yeniden
tarih turizmi için kazandırılması planlanıyordu.
Aneas’ın Antantros’tan
çıkış hikayesi MÖ 10 – MÖ 70 yılları arasında
yaşamış Romalı yazar Publius Vergilius Maro
tarafından yazılmış olan Aeneas kitabı
oluşturmaktadır. On iki bölümden oluşan bu kitabıyla
Vergilius, Troialı kahraman Aeneas efsanesini
günümüze taşımıştır. Vergilius, yanmakta olan
Troia’dan, babası, oğlu ve savaştan sağ
kurtulanlarla birlikte ayrılan Aeneas’ın, Roma
yakınlarına varıp yerleştikleri zamana kadar
başlarından geçen olayları anlatmaktadır.
İlk
toplantı Castro’da yapıldı

Altınoluk Antandros
Tarihi Şehrini Kurtarma, Koruma ve Yaşatma Derneği
ve Altınoluk Belediyesi’nin birlikte yürüttüğü
Avrupa Birliği Projesi olan “Anadolu Avrupa
Mitolojik Tarihsel Birliktelik: Castro&Antandros”
isimli proje çerçevesinde Kardeş Kent Castro’ya bir
ziyaret gerçekleştirildi. Altınoluk Belediye
Başkanı Hasan ÖZPOLAT, beraberindeki meclis üyeleri
ve Antandros Kazı Başkanı Doç.Dr. Gürcan POLAT'ında
aralarında bulunduğu 10 kişilik bir heyet ile
gerçekleştirilen ziyarette, Castro Belediye Başkanı
Alfonso CAPRARO ile de bir araya gelindi.
İkinci toplantı Altınoluk’ta yapıldı.
Toplantıya Altınoluk
Belediyesinin kardeş kenti Castro Belediye Başkanı
Prof.Dr. Luigi Carrozzo, Castro Kazı Başkanı
Prof.Dr. FrancescoD’Andria, Altınoluk Belediye
Başkanı Hasan ÖZPOLAT, Antandros Kazı Başkanı
Doç.Dr. Gürcan POLAT, Altınoluk Tarihi Antandros
Şehrini Kurtarma, Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı
Vecdi GÜRELİ katıldı.
Toplantıda, Derneğin
hazırladığı “Anadolu Avrupa Mitolojik ve Tarihsel
Birliktelik: Castro ve Antandros Projesi”nin AB
Kültür ve Sanat Hibe Programından katkı almaya hak
kazandığı belirtildi. Projenin amacı ise,
Türkiye’nin Anadolu ile Avrupa’nın Mitolojik ve
Tarihsel birlikteliğine vurgu yaparak farkındalık
yaratmak ve AB yolunda olan Türkiye’nin tarihsel
süreçte bu birlikteliğin içinde olduğunun
vurgulanması ve yörenin öneminin ortaya konması
olarak açıklandı.
Projenin amacı

Savaş sonrasında
Troia’dan kaçmayı başaran Aenas da, burada
yaptırdığı gemiyle Ege ve Akdeniz’e açılacaktır.
Antandros, tersaneleri, gemileri, keresteleri ve
stratejik konumuyla, her zaman önemini koruyan bir
kent olmuştur. Yaptırdığı gemilerle Antandros’tan
ayrılan Aenas ve arkadaşları Roma yakınlarında
Lavinum kentini kurarlar; Roma’nın kurucusu Remus ve
Romulus ise Aenas’ın torunlarıdır.
“Castro-Antandros
Projesi” antik dönemde gerçekleştirilen bu
yolculuğun inşa edilecek teknelerle günümüzde de
tekrarı yoluyla Anadolu Avrupa Tarihsel ve mitolojik
birlikteliğine dikkat çekmeyi de amaçlamaktadır.
Dönemin özelliklerine uygun olarak yapılacak
’Tempest Gemisi’ yalnızca yelken ve kürekle MÖ
700’lü yıllarda kullanılan rotayı takip edecek;
Altınoluk, Ege adaları ve Yunanistan kıyıları
üzerinden İtalya’nın Castro kentine sürecek tarihi
yolculuğu tekrarlayacak.
Antandros kentinin
ziyarete açılması; Truva’ya kadar çok önemli
mitolojik merkezleri bünyesinde barındıran Asoss’a
kadar uzanan Kaz Dağları’nın Dünya Mirası olma
özelliğini de destekleyecektir. Aynı zamanda AB
yolunda olan Türkiye’nin tarihsel süreçte bu
birlikteliğin içinde olduğunun vurgulanması yoluyla
Mitolojinin kaynağı İda Dağları nedeniyle Dünya
Mitoloji Merkezi olarak tanımlanan yörenin tanıtımı
için alt yapı oluşmasına önemli katkılar
sağlayacaktır.
Körfezin Sesi,
12.02.2013
|
TAKSİM GEZİ PARKI'NIN İKI YAKASINI BİRBİRİNE
BAĞLAYAN TARİHİ YAYA KÖPRÜSÜ BİR GECEDE YIKILDI!
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi,
Taksim Gezi Parkı'ndaki tarihi yaya köprüsünün
yıkılmasıyla ilgili kamuoyu açıklaması yayınladı.
Taksim Gezi Parkı'nı Asker Ocağı Caddesi üzerinden karşıya bağlayan ve
Prof. Henri Prost tarafından tasarlanan 70 yıllık
yaya köprüsü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi
tarafından yıkıldı.
II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu tarafından Taksim Topçu Kışlası
Projesi'nin onaylanmaması üzerine Başbakanın "ret
edeni bizde ret ediyoruz" demesinden sonra
kamuoyundan gizlenerek köprünün yıkılması
düşündürücüdür.
1936 yılında İstanbul Belediyesi, Paris
Şehircilik Enstitüsü Öğretim Üyelerinden Prof. Henri
Prost'u, İstanbul'un planlanması çalışmalarını
yönetmek üzere davet etmiştir. Prost, 1936'dan
Aralık 1950'ye kadar, İstanbul Belediyesi İmar
Müdürlüğü'nde Şehircilik Uzmanı olarak çalışmıştır.
İstanbul'un ilk planı, Henri Prost'un imzasını
taşıyan plandır. Bu plan, 1939 yılında yürürlüğe
giren İstanbul yakasının 1/5000 ölçekli nazım
planıdır. Bu planda yer alan "2 No.lu Park",
Konferans Vadisi'nin bir parçası olarak Taksim
Cumhuriyet Meydanı'nı Spor Sergi Sarayına bağlayan
aks üzerinde İnönü Gezisi adı ile 1937 yılında yine
Henri Prost tarafından tasarlanmıştır. Topçu
Kışlası'nın 1940 yılında yıkılmasından sonra
başlanan inşaat kısa sürede tamamlanmış ve 1943
yılında Belediye Başkanı Dr. Lütfi Kırdar tarafından
açılmıştır.
1980'li yılların ortalarına kadar adı İnönü Gezi
Parkı olan Taksim Gezi Parkı, 2 No.lu Parkın
başlangıç noktası olarak tasarlanmış, Cumhuriyetin
ilk yıllarının çağdaşlaşma projesinin bir parçası
olarak gündeme gelmiş ve yaşama geçmiştir. Bu proje,
insanı merkezine alması nedeniyle Cumhuriyet
tarihinin en çağdaş projeleri arasında gösterilmekte
ve mimarlık tarihi literatüründe yerini almaktadır.
Taksim Gezisi, hem 70 yıllık ağaçları ile yoğun
kent dokusu içinde nefes alma ihtiyacının
karşılandığı bir alan olarak hem de semt dışından
gelenler için bir buluşma alanı olarak bugün de
hizmet vermeye devam etmektedir.
Parkın tasarlandığı tarihte sınırlı sayıda trafik
aracı olmasına rağmen, Prof. Henri Prost geleceği
planlama düşüncesinden hareketle, parkı bölen Asker
Ocağı Caddesi üzerinde yaya yürüyüşünde sürekliliği
sağlamak amacı ile projenin bir parçası olarak bir
yaya köprüsü de tasarlamıştır. İnsanı temel alan
çağdaş düşüncenin ürünü tarihi yaya köprüsü, mimari
özgünlüğü nedeniyle de özel bir öneme sahiptir.
Gezi Parkı, İstanbul I Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 07.07.1993 tarih,
4720 sayılı kararı ile belirlenen "Kentsel SİT
Alanında" yer almaktadır. Gezi Parkı ayrıca İstanbul
l Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu'nun 12.03.2001 tarih ve 12665 sayılı
kararında "Taksim Cumhuriyet Alanı"nın niteliklerini
tanımlayan alanlar içinde yer almaktadır. Gezi Parkı
yine, İstanbul II No.lu Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu'nun 22.09.2010 tarih ve 3791 sayılı
kararı ile onaylı, 1/1000 ölçekli "Beyoğlu Kentsel
Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planında" da
tanımlanmaktadır.
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu uyarınca alınmış yukarıda anılan kurul
kararları ortada iken, Topçu Kışlası Projesinin ret
edilmesinden sonra, Şubat ayının ilk günlerinde Gezi
Parkı'nın bir parçası olan, insanların trafikle
karşılaşmadan ve engelsiz olarak park içinde
dolaşımına olanak veren yaya köprüsünün, yıllar
içinde altından geçen yük kamyonlarının çarpması
sonucu gördüğü hasarın onarılması beklenirken,
kamuoyundan da gizlice yıkılması oldukça
düşündürücüdür.
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi olarak
bu yıkımın sorumluları hakkında 2863 sayılı Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca işlem
yapılmasını beklediğimizi kamuoyu ile paylaşıyoruz.
Arktera, Ekleyen: Bahar Bayhan, 12.02.2013
|
"DA VİNCİ'NİN ŞİFRESİ İSLAM BİLİMİNDE SAKLI"
İslam tarihi üzerine
araştırmalar yapan dünyaca ünlü, 90 yaşındaki
akademisyen Prof.
Fuat Sezgin, Müslüman bilimcilerin buluşlarıyla
ilgili çok tartışılacak açıklamalar yaptı.
İşte
Fuat Sezgin'in o açıklamaları...
“DA VİNCİ'NİN ŞİFRESİ İSLAM BİLİMİNDE SAKLI"
Da Vinci'nin şifresi İslam biliminde saklı. Dikkat
edilirse Avrupa'daki büyük keşiflerin çoğu hep
İtalya'da oldu. Çünkü İtalya Suriye'den, Mısır'dan
gümrük kapısı gibiydi. Da Vinci, akıllı bir adamdı.
Birçok aletin modelini veriyordu ama hiçbirinin
modelini yapamadı. Geçtiğimiz günlerde çok başarılı
bir akademisyen arkadaşım bana şöyle dedi:
Avrupa'nın dimağını dolduran yanlış isimler var.
Bunların gerçek yerlerinin ne kadar az olduğunu
gösteremediğimiz sürece İslam bilginlerinin hakları
yenmiş olacaktır.
AMERİKA KITASINI MÜSLÜMANLAR KEŞFETTİ
Müslümanların yüzyıllar boyu bir çok önemli buluşlar
yaptığını anlatan Sezgin şöyle devam etti: Aslında
Yunan bilginlerinin kitaplarını Latin dünyası da
tanıyordu, kitapları Latince'ye tercüme de ettiler
ama bu eserler onlara tesir etmedi.Ancak Müslümanlar
bu kitapları tanıdıktan sonra büyük bir aşkla
bunları anlamaya çalıştılar ve yaratıcı olmaya
başlayarak büyük şeyler yarattılar. Amerika kıtası
da Müslümanlar tarafından keşfedildi. Christophe
Colomb, Müslümanlar tarafından yapılan Dünya
haritasına dayanarak Amerika'ya değil, Asya'ya
ulaşmak istiyordu.
MODERN HARİTALAR İLK OLARAK İSLAM DÜNYASINDA
YAPILDI
Sezgin, İslam coğrafyası ve denizciliği üzerine 26
yıl çalıştığını söyleyerek vardığı sonuç için:
"Modern haritaları Avrupalıların yaptığı bilgisi
tamamen yanlış. Modern haritalar ilk olarak İslam
dünyasında yapıldı. Bunu ispat ettim. 18. yüzyıla kadar
Avrupa'da enlem-boylam derecesine dayanan harita
yapma geleneği yoktu. Bunu İslam dünyasından
öğrenmişler ama uzun yıllar doğru tatbik
edememişler", dedi.
İSLAM DÜNYASININ BÜYÜK HARİTALARINI PİRİ
REİS YAPMADI
Piri Reis haritasının ne olduğunu Türkler henüz
bilmiyorlar. Piri Reis İslam dünyasının bir parçası
ama İslam dünyasının büyük haritalarını Piri Reis
yapmadı. Piri Reis'in İslam haritacılığına katkısı
şudur: Akdeniz haritacılığında bazı adaları tanzim
etmek. Bunu asla küçümseyemeyiz ancak Piri Reis
Akdeniz'in dışına çıkmadı.
BİLİMLER TARİHİ İSLAM DÜNYASINDAKİ
YARATICILIĞI BİLMİYOR
Piri Reis önemli bir halka ama haritacılık Piri
Reis'le başlamadı, onunla da bitmedi. Müslümanlar
13. yüzyılda Güney Kutbu'na ulaştılar. Hint
Okyanusu'nda Afrika ile Sumatra arasındaki mesafeyi
22 dakika farkla ölçtüler. Bunlar maalesef
bilinmiyor. Sadece Türkler, Araplar da değil
bilimler tarihi de İslam dünyasındaki yaratıcılığı
bilmiyor. Bilmediği için de İslam bilimleri bir
çıkmaz sokaktadır.
Habertürk (Kısaltarak), 12.02.2013
|
'BAKİRE KRALİÇE'NİN SERT YÜZÜ

Tudor Hanedanlığı'nın ünlü
kraliçesi 'Elizabeth I'in hiç görülmemiş bir
portresi ortaya çıktı.
Portrede, kraliçeyi 'genç ve
zarif' gösteren resimlerin aksine gerçekçi bir
görünüm var.
Yaşamı boyunca hiç evlenmediği için ‘Bakire
Kraliçe’ olarak adlandırılan,
İngiltere tahtına oturmuş en önemli isimlerden
biri olarak nitelendirilen Elizabeth I’in daha önce
hiç görülmemiş portresi ortaya çıktı.
Resmi ilginç kılan ise portredeki detaylar. Tudor
Hanedanlığı’nın ünlü ressamı Marcus Gheeraerts
tarafından resmedilmiş portrede, kraliçeyi ‘genç ve
zarif’ gösteren resimlerin aksine gerçekçi bir
görünüm var. Portrede kraliçenin kırışıklıkları
hayli dikkat çekerken, yüzünün de zamana yenik
düştüğü görülüyor.
Portre, Elizabeth Gardens’ın küratörlüğünde,
Washington DC’deki Shakespeare Kütüphanesi’nde
sergilenmeye başladı.
Radikal, 12.02.2013
|
'MAVİLİ ADAM' 9 MİLYON DOLARA SATIŞA ÇIKIYOR
Çağdaş sanatın beş usta İngiliz sanatçısının
eserleri yarın gece Londra’da Christie’s Müzayedeevi
tarafından satışa sunulacak.
Christie’s Savaş
Sonrası &
Çağdaş Sanat Bölümü Avrupa Başkanı Francis
Outred, müzayedede “20. yüzyıl İngiliz sanatının en
simgesel sanatçılarının çok özel eserlerinden özgün
bir grubu bir araya getirdik” dedi.
Müzayedede eserleri yer alacak
Francis Bacon,
Allen Jones,
David Hockney,
Peter Doig ve
Damien Hirst
çağdaş sanat alanında dört farklı kuşağın
temsilcileri olarak kabul ediliyorlar.

Francis Bacon’ın “Man in Blue VI /Mavili Adam
VI” adlı 1954 tarihli, tuval üzerine yağlıboya
eserine 6 ile 9 milyon dolar arası bir değer
biçiliyor.

Peter Doig’in 1991 tarihli epik eseri “The
Architect’s Home in the Ravine / Mimarın Vadideki
Evi”ne biçilen değer de 6.1 ile 9 milyon dolar
arasında.

David Hockney’in 1963 yılında, 26 yaşındayken
Mısır’a yaptığı ilk gezinin anısına yaptığı “Great
Pyramid at Giza with Broken Head from Thebes” adlı
eserine ise 3.8 ile 5.3 milyon dolar arasında bir
fiyat biçiliyor.

Allen Jones’un 1969’da yaptığı ve kariyerini en
üst noktalara taşıyan “Table, Chair, Hatstand”
(Masa, Sandalye, Şapkalık) adlı eserine biçilen
değer ise 2.3 ile 3.1 milyon dolar arasında.

Damien Hirst’ün
mükemmel bir orantıdaki iki adet minimalist tankın
içinde sakince duran bir koyunu gösteren “Away from
the Flock (Divided) / Sürüden Ayrı (Bölünmüş)” adlı
eserinin de 2.8 ile 3.8 milyon dolar arasında alıcı
bulması bekleniyor.
Habertürk, 12.02.2013
|
BİN YILLIK TAPULU KALESİNE LAHANA EKTİ

Rize’nin az sayıdaki tarihi yerlerinden bir
tanesi olan, aynı zamanda Rize’nin Gündoğdu Beldesi
Bozkale Mahallesi’ne ismini veren Bozkale’nin tapusu
köy sakinlerinden Hasan, Hüseyin ve Armağan Ertan
kardeşlerde bulunuyor. Bin yıllık geçmişi olduğu
tahmin edilen kalenin Cenevizliler’den, Rum Pontus
İmparatorluğu’na ardından Trabzon’un fethi ile
Osmanlı’ya geçtiği tahmin ediliyor. Tapusu Ertan
kardeşlerde bulunan kale ilgisizlik ve bakımsızlık
yüzünden yok olma tehdidi ile karşı karşıya
bulunurken, yaklaşık 2 dönümlük arazi üzerinde
kurulu olduğu tahmin edilen kaleden geriye kalan ise
birkaç sur duvarı. İHA'nın haberine göre, kalenin
tapusunu elinde bulunduran Hasan Ertan şimdilik
kalenin içerisinde lahana yetiştiriyor.
Kale Dededen Kalmış
Tarihi ve geçmişi hakkında net bilgiler
bulunmayan kalenin Ertan kardeşlere dededen miras
kaldığı öğrenildi. Yaklaşık 40 yıl önce Ertan ailesi
tarafından köye vakfedilen kale arazisi daha sonra
köy tarafından satışa çıkartılmış. Araziyi vakfeden
Ertan ailesi ihaleye girerek araziyi tekrar geri
almış. Köy heyetinin oluşturduğu bir komisyon ile
satış gerçekleştirilerek kale ve arazisi Ertan
kardeşlerin üzerine tabu edilmiş. Şuan ki resmi
kayıtlarda da kale ve arazisi üç kardeşin üzerinde
görülüyor.
Ertan Kardeşler Kaleyi Satmayı Düşünmüyor
Konuyla ilgili açıklama yapan arazi sahibi Hasan
Ertan (55) “Kale bize dededen, babadan miras kaldı.
Tarihi hakkında fazla bilgiye sahip değiliz. Şu anda
içerisinde lahana ve fasulye yetiştiriyoruz. Eğer
bize teşvik ve destek verilirse bu kaleyi turizme
kazandırmak istiyoruz. Kesinlikle satmayı ve
kamulaştırılmasını istemiyoruz” dedi.
Yapı, 12.02.2013
|
TATLICI KOLEKSİYONUNA TOPKAPI SARAYI AMBARGOSU

Topkapı Sarayı Müzesi, Seferli Koğuşu’nda koruma
altında tutulan Mehmet Salih Tatlıcı’nın
koleksiyonunda yer alan ve milyonlarca değerindeki
tarihi eserin nakli için mahkemeye başvurdu. Mahkeme
“Yetkim yok” dedi
Ünlü işadamı Mehmet Salih Tatlıcı’nın 4 yıl önce
ölümüyle geride bıraktığı 3 milyar dolarlık serveti
arasında yer alan 241 tarihi eser ile ilgili devam
eden davada, milyonlarca lira değerindeki eserlerin
nerede tutulacağı konusu tartışma konusu oldu.
Kültür Bakanlığı
Tatlıcı Koleksiyonu’nda yer alan 71 tarihi
eserin ‘korunması gerekli taşınabilir kültür
varlığı’ olduğunu belirterek, devlet müzelerinde
sergilenmesi gerektiğini bildirdi. Eserler Topkapı
Sarayı Müzesi Enderun Avlusu’nda bulunan sergi
salonu olarak kullanılan Seferli Koğuşu’nda koruma
altına alındı. Ancak müze müdürlüğü eserlerin çok
önemli bir mekanı işgal ettiğini belirterek,
mahkemeden acilen başka bir yere nakledilmesini
istedi. Mahkeme bu isteği “Takdir yetkim yok”
diyerek, reddetti. Tatlıcı’nın paha biçilmez
koleksiyonu bine yakın ferman, hat levha, resim ve
ahşap eserden oluşuyor.
Koleksiyonda ferman ve hat
levhalardan başka Süleyman Seyyit, Hüseyin Zekai
Paşa, Neşet Günal, İbrahim Çallı, Avni Lifij, Hoca
Ali Rıza, Ayvazovski, Sami Yetik, Hamit Görele,
Fikret Mualla, Cihat Burak, Nurullah Berk gibi
ressamların çok sayıda eseri yer alıyor. Milyonlarca
lira değerindeki koleksiyon, Salih Tatlıcı’nın
ikinci eşinden olan oğlu
Uğur Tatlıcı’nın Kağıthane’deki Pil Şirketi’nde
gizli bölmelerde polis tarafından yapılan aramalarla
ele geçirilmişti. Tarihi eserleri gizlemek ve
başkalarına satmakla suçlanan
Uğur Tatlıcı, suçlamaları reddetmişti. Sağlıksız
koşullarda, gelişi güzel bir vaziyette istiflenen
tabloların bir kısmı 2009 yılında Topkapı Müzesi’ne
yediemin olarak teslim edilmişti. Yine
Uğur Tatlıcı’ya ait Yeniköy ve Beykoz’daki
villalarda da çok sayıda tarihi eser bulunmuştu.
Habertürk, Haber: Hayati Arıgan, 12.02.2013
|
METROPOLITAN MÜZESİ'NİN MARDİNLİ KÜRATÖRÜ

Aslen Mardinli olan
Deniz Beyazıt, bugün dünyanın en önemli
sanat müzelerinden
biri olan
New York
Metropolitan Müzesi'nde çalışan ilk ve tek Türk
küratör. Yaklaşık 3 yıldır müzede görev yapan
Beyazıt, kendisine sunulmuş bir lütuf olarak
değerlendirdiği müzeyi, "Sanat
tarihiyle ilgilenen herhangi biri için dünyada
çalışılabilecek en güzel yer." diye nitelendiriyor.
Deniz Beyazıt'ın Mardin'den
New York'a uzanan ilginç bir yaşam öyküsü var.
İlk ve orta öğrenimini İsviçre'de tamamlayan
Beyazıt, üniversite eğitimini Paris'te, Sorbonne
Üniversitesi'nin Sanat
Tarihi ve Arkeoloji bölümünde alır. Ardından aynı
bölümde doktora eğitimine başlar. Bu süreçte
Zürih'te bazı üniversite ve müzelerde çalışmaya
devam eder. Daha sonra İstanbul Fransız Araştırma
Merkezi'nde görev almak için Türkiye'ye gider ve
araştırmalarını Mardin üzerine yoğunlaştırır.
Ortaçağ'dan kalma saray ve köşkler üzerinde
çalışmalar yapar. Bir süre Türkiye'de bulunduktan
sonra araştırmalarına Oxford Üniversitesi'nde devam
eder. Bu sırada
New York'taki
Metropolitan Müzesi'ne iş başvurusunda bulunur.
Kısa süre sonra müzeden gelen olumlu cevap, onu en
büyük hayali olan
Metropolitan Müzesi'ne taşır.
Metropolitan Müzesi'nde çalışmayı kendisine
sunulmuş büyük bir lütuf olarak gören
Deniz Beyazıt, kariyerindeki en büyük adımı
New York'a gelmekle attığını söylüyor. İslam
dünyasının her köşesinden eserlerin sergilendiği bir
departmanda çalıştığını hatırlatan Beyazıt,
"Arabistan, Türkiye, İran, Orta Asya ve Güney Asya
bölgelerindeki İslam sanatını
anlatan yaklaşık bin 200 eserimiz var. Her eserin
kendi tarihi ve geçmişi var. Hepsine ayrı hayranlık
duyuyorum. Çünkü eserler kendi dönemlerini anlatıyor
bize. Bu ortamda çalışan ilk ve tek Türk küratör
olmak beni ayrıca mutlu ediyor." diye aktarıyor
düşüncelerini.
Sergilenen eserlerin altı ayda bir değiştirildiğini
belirten Beyazıt, "Müzede eserlerin muhafaza
edilmesi için çok uygun şartlar hazırlanıyor. Hava,
nem, sıcaklık ve ışık gibi etkenlerin eserler
üzerinde ciddi etkisi var. Müzemiz bunları çok
dikkatli hesaplayarak eserleri koruyor. Dünyanın en
profesyonel müzesinin burası olduğunu
söyleyebilirim."
'İSLAM DÜNYASI
SANAT GALERİSİ'Nİ GÜNDE 2 BİN 500'DEN FAZLA
KİŞİ ZİYARET EDİYOR
İslam coğrafyasına ait
sanat eserlerinin sergilendiği 15 farklı
galeriyi her gün 2 bin 500 den fazla insan ziyaret
ediyor. Müze yetkililerinden alınan bilgiye göre 15
ay önce açılan İslam Sanatları
galerisini şu ana kadar 1 milyondan fazla kişi
ziyaret etti.
New York
Metropolitan Müzesi'nin yıllık ziyaretçi sayısı
ise 5 buçuk milyondan fazla. İslam
Sanatları
galerisinin kısa bir süre içinde bu kadar ziyaretçi
görmesi büyük bir başarı olarak değerlendiriliyor.
Galeride Osmanlı dönemine ait 16. ve 17. yüzyıldan
kalma eserler büyük ilgi topluyor.
Habertürk 11.02.2013
|
İŞTE KABE'NİN SON HALİ
 
 
 
Suudi Arabistan'da
Harem'in genişletmesi projesi kapsamında
Kabe'nin tavaf alanında başlatılan çalışmalar
aralıksız devam ediyor...
Projede; Misfalah ve Ecyad tarafından
Harem'in genişletilmesi,
Kabe'de tavaf alanının genişletilmesi ve
Mescid-i Haram'ın meydanları etrafında 63 otel
kulesinin inşa edilmesi öngörülüyor.
Suudi Okaz Gazetesi'nde yer alan haberde
çalışmaların üç ana eksen etrafında devam ettiği
belirtildi.
İlk olarak Harem'in genişletilmesi çalışması
çerçevesinde 1 milyon kişinin bir anda namaz
kılabilmesi için alan hazır hale getirilecek.
İkincisi dış avlular; lavabolar, koridorlar,
tüneller ve giriş-çıkışlar çoğaltılacak.Üçüncüsü ise
alan hizmetleri, klima, elektrik santralleri, su
tesisleri ve benzeri imkanlar genişletilecek.
Genişletme çalışmalarının toplam alanının 750 bin
metrekare olacağı, genişletme projesinin Harem'in
avlularını kapsayacağı belirtiliyor.
Tavaf alanının genişletilmesi kapsamında Osmanlı
döneminde yapılan genişletme çalışmalarının ve
revakların bir kısmı kaldırıldı.
Kral Abdülaziz Vakfı Projesi'nin merkezi klima
binası faaliyete girdikten sonra Kabe'nin klima
ihtiyacı buradan karşılanacağı ve Ecyad tarafında
bulunan eski klima binasının yıkılacağı dile
getirildi.
Habertürk, 10.02.2013
|
İTALYAN USULÜ KENTSEL DÖNÜŞÜM
Dünyadaki her
faşist, Mussolini’nin parlak ya da sönük bir
kopyası olmaya mahkumdur.
Dünyadaki her faşistin
“my way” sandığı yol, mutlaka Mussolini
tarafından çizilmiş ve geçilmiştir. Dünyadaki her
faşist, bilerek ya da bilmeyerek Mussolini’nin daha
önce yaptığını tekrarlamak zorundadır. Mussolini’nin
kim, faşizmin ne olduğunu bilmeyen alaylı faşistler
-ki, onlara despot diyoruz- yumurtadan çıktıktan
sonra hiç şaşırmadan denize koşan kaplumbağa
yavruları gibi, içgüdüsel bir doğaçlamayla onun
yolunu tutar, onun yaptığını yaparlar.
Başka bir deyişle gökyüzünün altında faşizme dair
yeni bir şey yoktur. Mussolini’nin modeli çok taklit
edilmiş ama temel prensipleri aşılamamıştır.
Çünkü bilgiyi kulaktan dolma yöntemiyle, tercihen
zeytinyağlı tüketen çoğunluğun sandığı gibi
“Faşizm”in kurucusu Hitler, beşiği de
Almanya değildir. “Faşizm”in gerek kuram,
gerekse kurucu babası Benito Amilcare Andrea
Mussolini olup, beşiği de İtalya’dır.
Mussolini, antik Roma İmparatorluğu’nu örnek alıp
yenisini kurmayı amaçlayan bir devlet modeli
kurgulamış, zaten ideolojisinin adını da antik Roma
cellatlarının baltalarını tutan değnek demeti,
Latince “fascis” kelimesinden türetmiştir.
***
Dünyanın gelmiş geçmiş tüm faşistlerinin sektirmeden
uyguladığı Mussolini yöntemlerinden biri, belki de
en başarılı politikası olduğu için “kentsel
dönüşüm projesi”dir.
İtalya’yı köhne binaların yıkılıp yenilerinin
yapıldığı muazzam bir inşaat şantiyesine çeviren
kentsel dönüşüm seferberliği, 1925 yılında ilan
edildi. Dönüşümün üç amacı vardı.
Bir: Eski bir sosyalist olarak iyi tanıdığı
lumpenlerin kentlerde yoğunlaşmasını tehlikeli bulan
Mussolini, yoksulları periferiklere inşa edilen
sosyal konutlara taşıyarak kentlerden uzaklaştırmayı
hedefliyordu.
İki: Devletin cömert desteğiyle dopinglenen inşaat
sektörünün istihdamıyla işsizliğin biteceği
hesaplanıyordu.
Üç: Lumpenlerden temizlenen eski, bakımsız ama çok
merkezi semtlerdeki binaların yıkılıp yerine lüks
konutların inşasıyla elde edilecek büyük rant
sayesinde hem faşist parti yandaşlarından oluşan
zengin bir sınıf yaratmak, hem de inşaat sektörüne
verilen devlet desteğinin geri alınması
amaçlanıyordu!
Çünkü Mussolini’nin kurduğu faşist rejimin ekonomisi
elbette ki liberaldi ve Duce, “Devlet,
ekonomik üretimden çıkmak, tekelleri özelleştirmek
zorundadır, çünkü bu işleri patronlar kadar iyi
beceremez!” diyecek kadar serbest piyasa
yanlısıydı. Ama yoksulları da aç biilaç bırakmayacak
kadar akıllı bir kapitalizmdi, İtalyan faşizmi:
Halka doğrudan yardım, evlere torba torba ihtiyaç
dağıtımı konsepti, her yerden önce faşist İtalya’da
uygulandı.
***
Yiğidi öldür, hakkını yeme: Mussolini zamanında tüm
ülke modern otoyollar ve demir ağlarla örüldü.
Görkemli adalet ve belediye sarayları, posta
binaları, kiliseler, spor salonları, havuzlar,
Faşist Gençlik Evleri, hastaneler, dispanserler
yapıldı. Her biri birer kunt mimari örneği olan bu
gösterişli yapılarla, Mussolini rejiminin “ebedi
gücü” vurgulanıyor, modernleştirilen kentler
belki de böylece, artık kaçınılmaz hale gelen savaşa
hazırlanıyordu.
Faşist İtalya’nın “kentsel dönüşüm projesi”
1940’lara kadar sürdü. Bugün Putin’in yaptığı gibi
her fırsatta yarı beline kadar soyunup atletik
vücudunu sergilemeyi pek seven Mussolini’nin en çok
sayıda fotoğrafı, gömleğinin kollarını kıvırmış,
kazma küreğe sarılmış olarak çekildi.
Ama İtalya’ya
muazzam eserler ve dünya faşistlerine yol gösterecek
bir büyüklük, bir görkem ölçüsü olarak “Mussolini
mimarisi” diye anılan bir biçem bıraktı.
Dolayısıyla “üstadın” izinden giden her
despotun, ister sağdan gelsin ister soldan, sonuçta
faşizme varan baskı rejiminin bir bacağı mutlaka
imar politikası olup hepsinin illa ki birer
“kentsel dönüşüm projesi” vardır!
Eğer bildiğiniz bir ülkenin “kentsel dönüşüm
projesi” faşist mimarinin en ve boy ölçülerini
bile aşıyor, ama sonuç İtalya’daki estetiği
tutturamıyorsa, sorun istem eksikliği değil, görgü
yokluğudur.
G NOKTASI
Hitler, Alman Nazizmini İtalyan Faşizmi’nden
esinlenerek kurgulamış ve iktidarının ilk yıllarında
ağası Mussolini’ye hayrandı.
Elbette Hitler’in de bir “kentsel dönüşüm projesi”
vardı. Onu da 5.05.2011 tarihli Cumhuriyet’te
yayımlanan “Germania’dan İstanbul’a Sıyırtmak”
başlıklı yazımda anlatmıştım.
Ne var ki kentsel dönüşüm ne Mussolini ne de
Hitler’e yaradı. İkisi de bırakın saraylarını,
yataklarında bile ölemediler!
Mussolini, kaçmaya çalışırken köylüleri tarafından
linç edildi ve cesedi tepetaklak, bacağından asıldı
bir ağaca. Hitler ise yaptırdığı saraylara hiç
benzemeyen bir sığınakta intihar etti.
Çünkü ekilen biçilir. Eden bulur.
“Mimari, harabesi bile güzel olan sanattır.”
AUGUSTE PERRET
Cumhuriyet, Yazı: Mine G. Kırıkkanat, 10.02.2013
|
İŞÇİLER 'ODA MEZAR' BULDU

Mersin'de elektrik direği için iş makinesi ile
kazı yapan işçiler, içinde insan iskeleti ve bazı
tarihi eşyaların bulunduğu oda şeklinde mezar buldu.
Merkez Mezitli İlçesi Atatürk Mahallesi 104.
Cadde üzerinde elektrik direklerini değiştiren
işçiler, iş makinesi ile çukur kazmaya başladı. Kazı
sırasında iş makinesi bir anda boşluğa girdi. Çukura
bakan işçiler insan iskeleti, iki küp ile çok sayıda
bardak şeklinde metal parçaya rastladı. İşçiler
durumu polise bildirdi.
Olay yerine gelen polisler, çevreyi güvenlik
şeridiyle çevirdi, müze müdürlüğü yetkililerine
bilgi verdi. Alana gelen bazı meraklı vatandaşlar,
ellerindeki ucuna metal bağlanmış ağaç çubuklarla
tarihi eserleri incelemeye çalıştı. Vatandaşlar,
çubukla içeriden çıkardıkları bir eseri polisin
uyarısı üzerine tekrar yerine bıraktı. Oda mezar
olduğu tahmin edilen yerdeki eserler, yapılan
incelemelerin ardından müze müdürlüğüne teslim
edilecek.
Milliyet, 10.02.2013
|
İSTANBUL'UN SURLARI SATILACAKTI

İstanbul, tarih boyunca dışarıdan gelen
saldırılardan korunmak için surlarla çevrildi.
Bizans döneminde yapılan surlar, Romalılar zamanında
birkaç defa yenilendi. İmparator Septimius Severus,
Konstantin ve Teodosius şehri surlarla kuşattı.
Bugünkü surlar Teodosius'un yaptırdığı ve Osmanlı
döneminde tamiratlar geçiren surlardır.
Surları önce yıktık, sonra tamir ettik
Surlar, İstanbul'u tarih boyunca dışarıdan gelen
saldırılardan korudu. Fatih'ten önceki Osmanlı
kuşatmaları surları aşamadı. II. Mehmed, surları
geçmek için yıllarca hazırlandı, Rumeli Hisarı'nın
tamamlanmasından kısa bir süre sonra 30 bin kişilik
bir kuvvetle ansızın şehir surları önüne gelerek üç
gün incelemelerde bulundu. Sultan, keşiften sonra
kuşatma taktikleriyle ilgili kitaplar okudu ve
kuşatma planları yaptı. Yapılan hazırlıklar ve
sultanın iradesiyle İstanbul, 29 Mayıs 1453'te
fethedildi.
Şehrin surları kuşatma sırasında harap olmuştu.
Fetihten sonra Karıştıran Süleyman Bey ve
İstanbul'un ilk kadısı Hızır Çelebi surları tamirle
görevlendirildiler. Yapılan tamiratla surlar eski
haline kavuştu. Ancak en büyük düşmanı deprem,
surları sık sık yıkacaktı.
Yıkık surlar kapı gibi kullanıldı
Osmanlı döneminde yıkılan surlar sık sık tamir
edildi. 1800'de III. Selim tebdilen kale kapısından
şehre girerken, surların yıkık kısımlarından bazı
kimselerin girip çıktıklarını gördü. Bu durumun
uygun olmadığını, gümrük mallarının da buralardan
kaçırılabileceğini ifade edip, surların yıkılmış
yerlerinin mimar vasıtasıyla keşif yapılıp, tamir
edilmesini emretti.
Deniz tarafındaki surları dalgaların tahribini
önlemek için ilginç bir yöntem izlenmişti. Deniz
tarafındaki
sur duvarlarının önüne taşlar dökülerek
dalgaların etkisi azaltılırdı. Bunun için her gemi
yüzlerce kiloluk büyük beş taş getirirdi. Taşlar,
şehremini ve başmimar vasıtasıyla gerekli yerlere
konulurdu.
Satılık surlar
II. Meşrutiyet döneminde 1909'da ordunun ihtiyacı
için surların satılarak kaynak meydana getirilmesi
düşünüldü. Surların eski eser olan kısımlarının
haricindeki yerleri
müzayede yoluyla antik eser meraklısı
taliplerine satılacaktı. Birinci ve üçüncü orduda
inşa edilecek binaların inşaat masrafları buradan
gelecek gelirle karşılanacaktı. Ancak bu mesele
gündeme gelince surların tamamının asar-ı atika,
yani eski eser olup olmadığı tartışıldı.
Müze-i Hümayun Müdürlüğü, surların tamamımın
fevkalade tarihi öneme sahip olduğu ve bu yüzden
muhafaza edilip, asli şeklinde bırakılması gerektiği
ve hiçbir cihetinin yıkılmasının caiz olmadığı
yönünde görüş bildirdi. Müzenin şiddetli muhalefeti
sayesinde surlar kurtuldu. Surların yıkılıp
satılması, yerine gereken yerlerinin tamir edilip
muhafazasına karar verildi.
Surlar ve deprem
1509 depreminde İstanbul surlarında bulunan
burçlardan 49'u ya yıkılmış ya da ağır hasar
görmüştü. Depremde yıkılmayan, ancak yıkılma
tehlikesi bulunan bina ve duvarlar ise çevresindeki
insanlara korkulu günler yaşatmaya devam etmişti.
Depremden sonraki imar faaliyetleri sırasında şehrin
surları, köprüler Rumeli ve Anadolu hisarlarının
tahrip olan yerleri, Kız Kulesi, evler, camiler,
medreseler, hanlar, çeşmeler ya baştan inşa edildi
ya da tamir edildi.
1556, 1690 depremlerinden de surlar etkilendi. 25
Mayıs 1719 depremi İstanbul'da, İzmit kadar olmasa
da bazı bölgelerde hasara yol açmıştı. İstanbul'daki
surlarda hasar çoktu. Surlardaki 27 burç yıkılmıştı.
1754 depreminde ise Yedikule'nin burçlarından biri
yıkıldı.
1766 depreminde şehrin surları da depremden
etkilenip, surlarda yer yer yıkılmalar meydana
geldi. Surların yıkılması ona bitişik veya yakınında
bulunan ev, dükkan, değirmen gibi binaların hasar
görmesine sebep oldu. 1894 depreminde de şehrin
surları harap oldu.
31 Mart'ın perde arkası ve II. Abdülhamid'le
ilgili bilinmeyenler
Son yıllarda İkinci Abdülhamid'le ilgili
araştırmalar arttı. Sultanbeyli Belediyesi
tarafından yayımlanan, editörlüğünü Dr. Coşkun
Yılmaz'ın yaptığı "Sultan II. Abdülhamid ve Dönemi"
isimli kitap İkinci Abdülhamid'le ilgili bilinmeyen
pek çok konuyu ortaya koyuyor. 31 Mart Vak'ası başta
olmak üzere ve önemli olayların, uluslararası
oyunların Osmanlı İmparatorluğu'na ve sultana karşı
oynanan gizli oyunların aktörlerini anlatıyor.
Özellikle Zekeriya Kurşun'un 31 Mart Vak'ası ile
ilgili yazısı bu meseleyi çok farklı açıdan ele alan
bir araştırma.
Vefatının 95. yılında Sultan İkinci Abdülhamid ve
dönemiyle ilgili çok önemli çalışmaların yer aldığı
kitapta, ülkemizin önde gelen ilim adamlarının şu
çalışmaları yeralıyor: İkinci Abdülhamid'in
kişiliği, döneminde muhalefet ve din, sultanı tahta
çıkaran ve indiren fetvalar, 31 Mart Olayı'nın
arkasındakiler, sultanın yönetim, din ve devlet
anlayışı, dış politikası, hukuki reformları,
muktesitliği, İkinci Abdülhamid'in sağlığı ve sağlık
hizmetleri, dönemindeki eğitim, kütüphanecilik, hat
ve tezyinat sanatlar, İkinci Abdülhamid ve Haremeyn,
devlet-tarikat münasebetleri,1894 Depremi,
İstanbul'un imarı, döneminde futbol ve İkinci
Abdülhamid'in Kuzey Yunanistan'da yaptırdığı mimari
eserlerden bugüne ulaşanlar.
Sultanbeyli Belediyesi'nin desteğiyle 10 Şubat 2013
Pazar günü (bugün) ise saat 9.30'dan itibaren
Darülaceze'de "Vefatının 95. Yıldönümünde II.
Abdülhamid Sempozyumu" düzenleniyor. Ülkemizin önde
gelen tarihçilerinin sunacağı birbirinden ilginç
tebliğleri dinlemek ve özellikle Irak petrollerinin
İkinci Abdülhamid dönemindeki durumunu öğrenmek
isteyenler bu sempozyumu takip etsinler.
Fıçılarla kapatılan surlar
Bizanslılar İstanbul kuşatması sırasında top
ateşleri sonucunda açılan gedikleri kapatıp,
surların yıkılan kısımlarını fıçılar, toprak ve
diğer malzemelerle doldurmuşlardı. Türkler ise büyük
bir cesaretle çengelleri kullanarak yıkılmış surlar
üzerine yerleştirilen fıçıları yere düşürerek
gedikleri tekrar açmaya çalışmışlardı.
Top Yıkduğu Mahallesi
Fatih'in askerleri, Topkapı'ya yakın bir yerden
savaşarak şehre girmişlerdi. Nitekim bu bölgenin
ismi de, surların gördüğü tahribat sebebiyle,
fetihten sonra Top Yıkduğu Mahallesi olarak
anılmıştır. Nitekim fetihten sonraki tamirat
sırasında yaklaşık 25 metre boyunda, 17 metre eninde
Topkapı yakınlarındaki bir gedik de tamir edilmişti.
Bugün, Yazı: Erhan Afyoncu, 10.02.2013
|
KUR'AN'IN İLK MUSHAF PARÇALARI ÇÜRÜYOR

Yemen’deki Cami-ül Kebir’in mahzeninde ortaya çıkan
Kur’an’ın ilk Mushaflarının çürümeye terkedildiği
ortaya çıktı.
Nüshaları inceleyen
Prof.Dr. Altıkulaç, “Hiç
çalışma yapılmadın yıllardır bekletiliyor. Tarihi
vesikalar bakım bekliyor” dedi.
Kuran'ı Kerim'e ait ilk ve en eski Mushaf parçaları
Yemen'in başkenti Sana'daki Cami-ül Kebir'in
mahzenlerinde bulundu. Peygamber Efendimiz Hz.
Muhammed'in emriyle inşa edilen Cami-ül Kebir'in
çaktı katında ve mahzeninde yapılan tadilat
sırasında bulunan sandıklar dolusu Mushaf
parçalarını incelemek için Yemen'e giden Diyanet
İşleri eski Başkanı Prof.Dr. Tayyar Altıkulaç,
bulunan varakların Kuran'ın günümüze kadar
bozulmadan geldiğini gösteren en eski tarihi
vesikalar olması bakımından çok önemli olduğunu
söyledi.
YILANLARLA DOLU
MAHZENDEN ÇIKTI
Mushafları görmek için 4 kere Yemen'e giden Prof. Dr
Altıkulaç parçaların uzun süre önce bulunduğunu,
fakat üzerinde gerekli çalışmanın yapılamadığını
söyledi. Mushaf parçalarına, Cami-ül Kebir'in
çatısında meydana gelen çökme sonrası başlatılan
tadilatta ulaşıldığını belirten Altıkulaç şöyle
konuştu:
"Çalıyanlar, mahzeni açtıklarında, içeride Mushaf
parçaları dolu olduğunu görüyor. Niçin parçaları
diyoruz? Çünkü İslam'ın ilk dönemlerinde Mushaflar
bol olmadığı için cemaat parçalayarak kısım kısım
okuyor. Elden ele kullanılarak bunlar yıpranıyor.
Yazının gelişmesinden sonra Mushaflar çoğalınca, bu
parçalar sağda solda kalmasın diye depolanıp bir
yerde saklanıyor. Mahzenin kapısını açınca yılanlar
dışarıya hücum etmiş. Mahzenin bir de çıkış
penceresi gibi bir yeri var, oradan da sular giriyor
içeri. Bu çok değerli tarihi vesikaların bir kısmı
bu şekilde çürümüş ve kirlenmiş. Hatta güvercinler
bu mahzene yuva yapmış."
BİR KISMI LONDRA'DAKİ
MÜZAYEDELERDE SATILMIŞ
Bulunan tarihi Mushaflar'ın nasıl gün yüzüne
çıktığını dönemin yetkililerinden İsmail El Akva'dan
dinlediğini de belirten Altıkulaç, "Yemen'deki
yetkililer bunları bulunca toplayıp bir yerde
muhafaza etmiş. Ama maalesef zamanın bazı
idarecileri bunların bazı kısımlarını alıp Londra
müzayede salonlarında satmış. Bu defa da camiinin
çatısının altında duvardan taşlar düşünce tadilat
yapmak için çatıya çıkıldığında oradaki bölmede de
öbek öbek Mushaf parçalarının dolu olduğunu tespit
ediyorlar. Buradaki Mushafları da 20 çuvala
doldurulup depolanıyor" dedi.
SAHABE DÖNEMİNE AİT
OLANLAR DA VAR
Mushaf parçalarının Yemen Kültür Bakanlığı
sorumluluğunda olduğunu ifade eden Altıkulaç,
"Bunlar tek tek ele alınıp tasnif edilmeli,
bakımları yapılmalı ve üzerinde çalışılmalıdır"
dedi. Varakların karışık olduğunu vurgulayan
Altıkulaç, "Sahabe dönemine ait olanlar da var,
ikinci ve üçüncü asra ait olanlarda bulunuyor.
Sahabe dönemine ait Mushaf parçaları akademik dünya
tarafından incelenip bugünkü Mushaf'la aralarındaki
herhangi bir farklılığın olmadığını gösterebilecek
önemli bir kaynak. Bu Kuran'ı Kerim'in değişmeden
günümüze kadar geldiğini ortaya koyulması açısından
çok önemli olacaktır."
Prof.Dr. Altıkulaç, Alman heyetin üzerinde çalışma
yaptığı Mushaf varakları dışında halen sandıklar
dolusu Mushaf parçaları bulunduğunu kaydetti.
Çalışmalarır nedeniyle yetkililerin kendisini
Yemen'e davet ettiğini belirten Altıkulaç, "Yemen'e
gittiğimde metal sandıklar dolusu parçaların
üzerinde hiç çalışma yapılmadan beklediğini gördüm.
Şu anda o tarihi vesikalar bakım bekliyor. Bir çöp
konteynırına gelişi güzel nasıl doldurulursa, bu
tarihi Kur'an parçaları da öylece bu kocaman
sandıklara doldurulup, bırakılmış" dedi.
ALMANLAR 35 BİN
PARÇAYI TASNİFLEMİŞ
Prof.Dr. Altıkulaç, Yemenliler'in Mushaf
parçalarının korunması ve işlevsel hale getirilmesi
için bir çalışma başlatmak istediklerini ifade etti.
Danimarkalı uzmanlarla temasa geçildiğini belirten
Altıkulaç, "Ancak parçaları Danimarka'ya
getirmelerini istiyor. Yemenliler bunu kabul
etmiyor. Ardından Almanlar'la görüşüyorlar ve
Almanlar Yemen'e bir heyet gönderiyor. Alman
Hükümeti ödenek tahsis ediyor bu çalışma için. Bu
heyetin başında oryantalist ve Kuran tarihi üzerine
çalışan Gerd R Puin adında bir profesör bulunuyor.
Almanlar bu çalışmada 35 bin çekim yapmış" dedi.
DETAYLI İNCELENMELİ
Altıkulaç, Yemen'de bulunan bu en eski Mushaf
parçalarını derinlemesine incelemek ve bakımını
yapmak için ilerde bir çalışma yürütmeyi
düşündüklerini ifade etti. Parçaların ciddi bir
programla ele alınması ve üzerinde çalışılması
gerektiğini ifade eden Altıkulaç şunları söyledi:
"İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi
Direktörü Halit Eren'le birlikte Yemen'e giderek
oradaki Mushaf parçalarını nasıl değerlendirileceği
konusunda ilgililerle konuşmak üzere bir çalışma
yapmayı planlıyoruz. Baktığım parçaların
günümüzdekilerle karşılaştırmasını yaptığımda
Kuran'ın hiç değişikliğe uğramadığı açıkça
görülüyor. Burada bulunan Mushaf parçaları arasında
İslam'ın ilk yıllarına ait, hicretin ilk dönemlerine
uzanan çok sayıda Mushaf parçaları var."
Yemen’e giden ilk
sahabeler
Tarihi Mushaflar, gözleri Yemen’e giden sahabelerin
üzerine çevirdi. Allah’ın Resulü, ashablarından Hz.
Ali, Hz. Ebu Musa El-Eş’ari, Hz. Muaz Bin Cebel ve
Hz. Halit Bin Velid gibi isimleri sağlığında Yemen’e
gönderdi. Yemenliler’in İslam’a girmesinde özellikle
Hz. Ali’nin irşad faaliyetlerinin büyük etkisi oldu.
Hz. Ali’nin Yemen’e gitmesiyle halk kitleler halinde
İslam’a geçti
Sana Camii olarak da bilinen Cami-ül Kebir, İslam
tarihinin de 3. camisi. Hicretten sonra tahminen
627-630 yılında yapılan bu cami, Peygamber
Efendimizin emriyle inşa edilmiş. O yıllardan beri
defalarca onarılan caminin dikdörtgen avlu ve
sütunları üstüne oturtulmuş düz tavanı İslam öncesi
mimarisiyle dikkat çekiyor.
Bugün, Haber: Kamil Maman, 10.02.2013
******
BÜYÜK HAZİNE SAHİPSİZ KALMAYACAK
BUGÜN, Kuran'ı
Kerim'e ait ilk ve en eski Mushaf parçalarının
Yemen'in başkenti Sana'daki Cami-ül Kebir'in
mahzenlerinde bulunduğunu ortaya çıkardı. Cami-ül
Kebir'in çatı katında ve mahzeninde yapılan tadilat
sırasında bulunan 20 çuval Mushaf parçaları metal
sandıklara gelişi güzel doldurulmuş. Uzmanlar,
tarihi belgelerin Kuran’ın değiştirilmeden günümüze
ulaştığının en önemli kanıtlarından biri olduğuna
dikkat çekti. Ayrıca İslam Tarih, Sanat ve Kültür
Araştırma Merkezi (İRCİCA) Yemen’de bulunan en eski
Kuran Mushaf parçaları için harekete geçti. Türk
uzmanlar Yemen’e giderek ilk olarak Mushaf
parçalarını bakımını yapacak. Ardından Mushafları
tasnif ederek karşılaştırmalı olarak inceleyecek.
BAKIMI İRCİCA'DAN
İRCİCA Genel Direktörü Dr. Halit Eren Yemen’de
bulunan en eski Mushafları incelemek için San’a
şehrine gideceklerini söyledi. “Dünyada Mushaflarla
ilgili çalışmayı ilk biz başlattık" diyen İRCİCA
Direktörü Eren, şunları söyledi:“İlk olarak Topkapı
Sarayı’nda bulunan Mushafların tıpkı basımını
yaptık. Projenin başında Tayyar Altıkulaç vardı.
Ardından da Kahire’de bulunan bir Mushaf’ı
yayınladık" diye konuştu.
Yemen’de bulunan Mushaf parçaları ile ilgili ise
şunları söyledi: “İlk asır Mushafların teker teker
okunup günümüzdekiyle karşılaştırması 1400 yıldır
yapılmamıştı. Yemen'de bulunan Mushaflar işlenmiş
ceylan derileri üzerine yazılmış varaklardan
oluşuyor. Burada binlerce Mushaf parçası bulunuyor.
Bu Mushaflar İslam’ın ilk dönemine ait ve en eski
Mushaf parçaları. Bulunan Mushafları görmek için
Tayyar Altıkulaç hocamızla birlikte Yemen’in San’a
şehrine gittik. Mushaf parçalarını Yemen
Kütüphanesi'ne götürmüşler.
Buradaki yetkililer bizden bu Mushaf parçalarının
tasnif, bakım ve incelenmesini istediler. Çok sayıda
varak bulunduğu için bunun tasnifi ve çalışması uzun
süre zaman alacaktır. Bu konuda Tayyar Altıkulaç
hocamızla birlikte bu projeyi gerçekleştirmeyi
düşünüyoruz. Önümüzdeki günlerde de tekrar Yemen’e
gitmeyi planlıyoruz."
BÜTÜN DİNLER İÇİN
ÖNEMLİ
Prof.Dr. İlber Ortaylı, Yemen’de bulunan
Mushafların sadece İslam dünyası için değil bütün
dinler için de önemli olduğunu belirtti. Ortaylı, bu
konuda en iyi bilgisi olan kişinin Tayyar Altıkulaç
olduğunu söyleyerek, "Yıllardır Kuran’ın ilk ve en
eski nüshalarının nerede olduğu tartışma konusuydu.
Bu ilk nüshaların Yemen’in San’a şehrinde olduğu da
söyleniyordu. Kuran’ın ilk nüshaları her zaman
önemlidir. Bu sadece İslam dünyası açısından değil,
Hristiyanlardan tutun da Budistler için bile önem
arz etmektedir. Kuran zaten hiç değişmeden
gelmiştir" dedi.
KURAN’IN
BOZULMADIĞININ RESMİDİR
Diyanet İşleri eski Başkanı Prof.Dr. Süleyman Ateş
bulunan ilk Mushaf parçalarının, Kuran’nın hiç
değişmediğini göstermesi bakımından önemli olduğunu
belirtti. Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzeleri
Başkanı Prof.Dr. Haluk Dursun, “IRCICA daha önce
başka mushaflarla ilgili de çalışma başlatmıştı.
Burada bulunan mushaflarla ilgili de gerekli
çalışmayı yapacaklarını düşünüyorum. Yemen’de
bulunan mushaf parçaları ana kaynağın orijinalliğini
koruduğunu göstermesi bakılımdan önemli tarihi
kaynaklardır” diye konuştu.
Bugün, Haber: Kamil Maman, 11.02.2013
|
İMRAHOR İLYAS BEY HAYATA DÖNECEK
Bizans döneminde Studios Manastırı adıyla bilinen ve
Sultan İkinci Bayezid döneminde camiye çevrilen
İmrahor İlyas Bey, 100 yıl sonra yeniden ibadete
açılacak.
"İstanbul'un en eski dini yapısı" olarak
tanımlanan cami için Vakıflar Genel Müdürlüğü
harekete geçti. Onarım çalışmaları bittiğinde cami
yeniden hizmet verecek. İstanbul'un Yedikule
semtinde 454 yılında kilise olarak kurulan ve
sonrasında camiye dönüştürülen İmrahor İlyas Bey
Camisi, 1782'de çıkan yangın ve 1894 depreminde
büyük zarar gördü. En son 1920'de tadilat gören yapı
93 yıl aradan sonra ilk kez onarımdan geçecek.
Deprem ve yangınla hayli yıprandığı saptanan camide
özellikle çöken çatısı ve ciddi zarar gördüğü
saptanan mozaiklerinin yenilenmesi için çalışma
yürütülecek.
Sabah, Haber: Burcu
Çalık, 10.02.2013
|
|
TARİH GÖZ GÖRE GÖRE YIKILIYOR

Fatih Belediyesi tarafından 2005
yılında yenileme alanı ilan edilen Ayvansaray'da,
korunması gereken tescilli binalar teker teker
yıkılıyor. Kepçelerle yıkılan iki katlı tarihi ahşap
bir binadan geriye bina enkazı kaldı.
Fatih Belediyesi’nce ‘kentsel yenileme alanı’
ilan edilen Ayvansaray’ın tarihi Türk Mahallesi’nde
skandallar bitmek bilmiyor. Belediyeden yenileme
projesinin ihalesini alan Altınboynuz Turizm İnşaat
Şirketi, 20. yüzyılın başından kalma tescilli
Osmanlı evlerini teker teker yıkıyor.
2005’te Fatih Belediyesi tarafından
kentsel dönüşüm alanı ilan edilen Ayvansaray
yenileme projesi ihalesini, ‘Şener Grup’ adına
Altınboynuz Turizm İnşaat Şirketi aldı. Şirket, 16
adet tarihi binanın röleve -
restorasyon - restitüsyon çalışmaları ile 32
adet yeni binanın yapılması planlanan projeye bir
türlü sadık kalmadı. ‘Osmanlı evleri’ ile tanınan
mahallede yeni yapılacak projenin de adına ‘Türk
Mahallesi’ adı verildi. Amaç tescilli evleri restore
edip, diğerlerini de bu evlere uygun halde yapmaktı.
Gelin görün ki uygulama böyle olmadı. Tarihi evler
yıkılmaya başlandı. Şirkete ait kepçeler geçen sene
mart ayında, Koruma Kurulu ve Arkeoloji Müzesi’nin
izni olmadan tarihi alanda hafriyat çalışmalarına
başlamıştı.
Radikal gazetesi bu olayı 26 Mart 2012
tarihinde, ‘Sur dibinde kepçeyle operasyon’ başlıklı
haberiyle kamuoyuna duyurdu. Bunun üzerine tarihi
yarım adadaki izinsiz kazı durduruldu.
Osmanlı eviydi
Altınboynuz Turizm İnşaat Şirketi’ne ait kepçeler,
bu kez de Kuruma Kurulu tarafından tescillenmiş
başka bir tarihi binayı yıkarak Ayvansaray’daki
kentsel dönüşüm skandallarına yenisini ekledi. ‘2868
ada’ üzerinde bulunan tescilli binanın yıkıldığına
dair ihbar üzerine Radikal, olay yerine giderek
ahşap binanın kepçelerle yıkımını görüntüledi. 20.
yüzyıl Osmanlı Türk mimarisinin özgün örneklerinden
biri sayılan iki katlı ahşap binadan geriye enkazı
kaldı. Öte yandan 30 Aralık 2012 tarihinde
Altınboynuz Turizm İnşaat firması tarafından
yıkımına başlanan ve tepkilerden dolayı yıkımı yarım
kalan bir başka tarihi binayı yıkmak için iş
makineleri dün tekrar iş başındaydı. Öte yandan aynı
mahallede bulunan bir başka tescilli bina için
ihaleyi alan firmanın ekiplere yıkım talimatı
verdiği öğrenildi. Yıkım talimatı verilen tescilli
binada bulunan eşyaların dışarıya çıkartıldığını ve
yıkım öncesinde firma yetkilileri tarafından binanın
fotoğraflarının çekildiği gözlemlendi. Ancak olay
yerinde olduğumuzu ve yıkılan binanın fotoğraflarını
çektiğimizi öğrenen firma yetkililerinin, binanın
yıkımını ileri bir tarihe ertelediği öğrenildi.
Binaların yıkımıyla ilgili herhangi bir ihbar
almadıklarını söyleyen Koruma Kurulu ise tescilli
binaların sağlam olmaması durumunda tescillerinin
iptal edilerek bu tarz binaların yıkılabileceğini
söyledi.
Kentsel dönüşüm kapsamında yenileme alanı ilan
edilen Ayvansaray’da yaşanan bir başka skandal ise
projedeki çifte standart krizi olmuştu.
Sehven çifte standart
Radikal gazetesi, Ayvansaray yenileme projesi
kapsamına giren bir parsel için projeye evini vermek
istemeyen vatandaşa iki, müteahhide üç kat izin
verildiğini de haberleştirmişti. Haberi yalanlayan
Fatih Belediyesi proje için ‘sehven olmuş’ dedikten
sonra Radikal gazetesi hakkında suç duyurusunda
bulunmuştu. Savcı ise “
Haber
belgelere dayanıyor. Basının görevi kamuoyu adına
elde ettiği olgulara dayanan bilgi ve fikirleri
açıklamaktır’’ diyerek kovuşturmaya yer olmadığına
karar vermişti. Altınboynuz Turizm İnşaat firmasının
sahibi Kadri Şener, daha önce Ayvansaray’da tescilli
bir binanın yıkımını haber yapan Radikal muhabiri
Elif İnce ile Fener - Balat - Ayvasaray Derneği
sözcüsü Çiğdem Şahin’e yaptığı saldırıyla da gündeme
gelmişti.
Radikal, Yazı ve Fotoğraf: İdris Emen, 10.02.2013
|

|
6. KEZ ONARIMDA
1883 ve 1963 yıllarında 5 kez onarımı yapılan Cezayirli Gazi Hasan Paşa Kışlası’nda restorasyon devam ediyor.
Kışla, günümüzde Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’nın karargahı olarak kullanılıyor. Kışlanın içinde yer alan camide de ibadet devam ediyor. 1782 yılında “Kalyoncu Kışlası” adıyla Cezayirli Gazi Hasanpaşa tarafından yaptırılan yapıya kullanılış amacına göre Kasımpaşa Kışlası, Bahriye Kışlası, İstanbul Kışlası ve son olarak da Cezayirli Gazi Hasan Paşa Kışlası isimleri verildi. Kışla ve içerisinde yer alan cami, İstanbul İl Özel İdaresi tarafından 8 milyon 642 bin TL’lik bir bütçe ile yenileniyor. Yapı üç katlı ve 160 odalı.
Milliyet, Fotoğraf: Murat Öztürk, 09.02.2013
|
PARA BİTTİ, 40 BİN ESER ORTADA KALDI

Marmaray Projesi kapsamında
başlatılan ve İstanbul'un tarihini 8500 yıl geriye
götüren arkeolojik kazılar, kaynak bittiği
gerekçesiyle durduruldu. Eserlerin bulunduğu depolar
mühürlendi.
Yenikapı’da devam eden ve
İstanbul ’un tarihini 8500 yıl geriye götüren
arkeoloji kazıları ‘Bütçe bitti’’ denilerek
durduruldu. Ulaştırma Bakanlığı Devlet Limanları ve
Hava Meydanları (DLH) tarafından maddi destekle
sürdürülen Yenikapı kazıları faks emriyle resmen
sonlandırıldı. 40 bin kasa eserin tutulduğu
depoların kapılarına mühür vuruldu. Konservasyonu
yapılması gereken ve özel ilaçlı sularda bekletilen
gemi donanımları, makaralar, yelken plangaları,
halatlar, deri sandaletler, taraklar, fildişi ve
kemik neolitik dönem tarihi eserleri şimdi yeni
kararı bekliyor. 2004 yılından bu yana DLH desteği
ile devam eden bilimsel kazılarda sonuç aşamasına
gelinmişti. Kazı ekibine faksla gönderilen yazıda,
‘‘Yeni kredi alınamadığı için bütçemiz bitmiştir,
kendi bütçenizle geri kalan işleri tamamlayın’’
denildi. Kazı ekibinde çalışan 20 bağımsız arkeolog
işten çıkarıldı, kapılar mühürlendi, kazı ekibi
alanı terk etti. Kültür Bakanlığı sorunu çözmek için
DLH ile görüşmelere başladı.
Kazılar 2004’te başladı
Ulaştırma Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir
Belediyesi tarafından hazırlanan ve
Türkiye ’nin en büyük raylı toplu ulaşım ağını
oluşturan Marmaray ve metro projeleri kapsamında
Üsküdar, Sirkeci ve Yenikapı’daki istasyonların
inşası sırasında yapılan kazılarda açığa çıkan
arkeolojik bulgular üzerine İstanbul Arkeoloji
Müzeleri Müdürlüğü başkanlığında 2004 yılında
başlayan arkeolojik kazılar son aşamasına gelmişti.
Yenikapı’da 58 bin metrekare alanda deniz
seviyesinin 3 metre üzerinde çalışmalar başladı.
İstanbul tarihinin en kapsamlı arkeolojik
kazılarında -1 metre ile -6,30 metre arasında, Erken
Bizans Dönemi’nin en büyük liman olan Theodosius
Limanı gün ışığına çıkarıldı. Marmaray kazı alanında
13, metro kazı alanında 22 olmak üzere değişik ölçü
ve tipte 5-11. yüzyıllara tarihlendirilen 35 batık
tekne bulundu.
İstanbul’un tarihi değişti
Theodosius Liman tabanı dolgusu altında devam eden
kazılar sırasında, günümüz deniz seviyesinin
yaklaşık -6,30 metre altında neolitik döneme ait
basit taş temelli dal örgü mimari kalıntılar ile bu
kalıntıların çevresinde büzülmüş pozisyonda (Hoker)
ve urne gömülerin tespit edilmesi bölgenin
Neolitikleşme sürecini ortaya çıkardı. 2011 yılı
başlarında Yenikapı Metro kazı alanı içinde neolitik
dönem mezar mimarisi içinde oldukça nadir görülen
ahşap kullanımı ile karşılaşıldı. Yenikapı neolitik
yerleşmesi ile Tarihi Yarımada’nın yerleşim tarihi
günümüzden yaklaşık 8500 yıl geriye taşındı.
Neolitik dönem İstanbul’unun ilk yerlilerine ait 390
ayak izi tespit edildi. Yaklaşık 9 yıldır süren
kazılarda neolitik dönemden başlayıp, kesintisiz
olarak günümüze kadar ulaşan ve kent tarihine ışık
tutan 35 bin eser belgelenerek bilimin hizmetine
sunuldu. Bu çalışmalar sırasında ayrıca antik kent
Theodosius Liman kalıntıları ile neolitik kültür
katı arasında tabakalaşmış deniz dolguları, Marmara
Denizi’nin son 10 bin yıl içinde geçirdiği
değişimlerin anlaşılabilmesi açısından son derece
önemli bulgular sundu.
İlaçlı sularda bekletiliyordu
Kazılar sürerken araziden çıkan malzemelerin tasnif
işi de aynı anda devam ediyordu. Arkeologlar araziyi
bir an önce DLH’ye teslim etmek için hızlıca kazıp,
bilimsel verileri daha sonra toplamak ve
değerlendirmek üzere laboratuvarlara almışlardı.
Amaç devam eden inşaata engel olmamaktı. Ortaya
çıkarılan malzemelerin tasnifi, bakımı, bilimsel
çalışmalarının yapılması şimdi ortada kaldı. DLH
adeta ‘‘öküz öldü ortaklık bitti’’ dedi. Çünkü metro
arazisinin kazısı bitirilip DLH’ye teslim edildi.
Aylık gider 100 bin lira
20 bağımsız arkeoloğun maaşları ve bilimsel
konservasyon için havuzlardaki suların kimyasal ilaç
paraları ile laboratuvar aşamasında kırtasiye
malzeme alımının toplam maliyetinin 100 bin lirayı
geçmediğini belirten kazı çalışanları, Kültür
Bakanlığı’nın sorunu bir an önce çözmesini istedi.
Kültür Bakanlığı yetkilileri ise sorunun çözümü için
Ulaştırma Bakanlığı ile görüşmelerin başlatıldığını,
eserlerin ortada kalmaması için gerekenin
yapılacağını söylediler.
Eserler tasnif bekliyor
Tasnif edilmeyi bekleyen 40 bin kasa malzeme var.
Bunların envanterlik, etütlük olarak ayrılmaları,
bilimsel verilerin alınması, eserlerin
fotoğraflarının çekilmesi, restore edilmeleri
gerekiyor. Organik küçük buluntuların
konservasyonları yapılamadı. Özel ilaçlı sular
içinde bekletiliyor. Periyodik olarak sularının
değişmesi, bakımlarının yapılması ihtiyacı varken
yaklaşık 2 aydır bütçe yok deniliyor. Dünyanın en
geniş organik eser koleksiyonunu oluşturmak
mümkünken şimdi çürümeye terk edildi. Bu eserler
arasında gemi donanımları, makaralar, yelken
plangaları, halatlar, deri sandaletler, taraklar,
fildişi ve kemik eserler yer alıyor.
Kazı ekibi en fazla altı ay içinde tüm çalışmaların
bitirileceğini söylüyor. DLH’nın daha önce,
‘‘Araziyi teslim edin, biz laboratuvar aşamasında da
size destek vermeye devam edeceğiz’’ dediğini
hatırlatan kazı ekibi, ‘‘25 maddelik kazı
protokolünde de kazı sonuçları tamamlanıncaya kadar
ekonomik desteğin verileceği belirtiliyordu. DLH’nin
böyle yapacağını tahmin edemedik. Her buluntuyu
değerlendirdikten sonra kazılara devam etmemiz
gerekirken, inşaata engel olmamak için buluntularla
ilgili sonuçları sona bıraktık’’ dedi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 09.02.2013
******
MÜHÜRLER SÖKÜLÜYOR, KAZIYA DEVAM

Marmaray Projesi kapsamında yapılan ve ödenek
bittiği için durdurulan Yenikapı’daki arkeolojik
kazılar için Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik
devreye girdi. Kazılar yeniden başlıyor.
‘Para bitti kazı paydos’ manşetiyle gündeme
getirdiğimiz kazıların durdurulduğu ve 40 bin kasa
eserin bulunduğu depoların mühürlendiği haberi
arkeoloji dünyasını ayağa kaldırdı.
Haber üzerine Kültür ve Turizm
Bakanlığı da harekete geçti. Bakan Ömer Çelik
devreye girdi. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ı
telefonla arayıp, durumu anlattı. Bakan Yıldırım, ek
kaynak ayırdıklarını açıkladı. Yenikapı’da yapılan
arkeoloji kazılarda sorun çözüldü mühürler
sökülüyor.
15 dakikada çözüldü
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Ulaştırma Bakanı
Binali Yıldırım ile telefonla görüşerek sıkıntının
giderildiğini
Radikal ’e açıkladı. ‘‘Ulaştırma Bakanlığımız ek
bütçe hazırladı, biz de yeni planlama yaparak
kaldığımız yerden devam ediyoruz’’ diyen Bakan Ömer
Çelik şunları söyledi: ‘‘Sayın Bakana teşekkür
ediyorum. Sorunu 15 dakikada çözdü. Konuya büyük
hassasiyetle eğildi. Ek bütçe çıkardıklarını,
planlamamızı yapmamızı istedi. Yeni bir planlama ile
kaldığımız yerden devam etme kararı aldık. Ulaştırma
Bakanlığımız ile uzun yıllardır süren çok iyi bir
işbirliğimiz var. 150 milyon liraya yakın kazılar
için harcama yapılmış. İki bakanlık ortak çalışıyor.
Şu ana kadar zarar gören bir eser yok. Kaldığımız
yerden devam ediyoruz. Yenikapı kazılarına
bakanlığımız özel bir hassasiyet gösteriyor.’’
İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden
Prof.Dr. Mehmet Özdoğan da en masraflı dönemin
aşıldığını, şimdi en az masrafla en değerli
bilgilerin elde edilme aşamasına gelindiğini
söyledi. Özdoğan şöyle konuştu: ‘‘İstanbul Arkeoloji
Müzesi yıllardır bilimsel düzeyde çok iyi bir kazı
dönemi geçirdi. Örnek bir çalışma yaptılar. Şimdi
semeresinin alınacağı dönemdeler. Mutlaka
laboratuvar ortamında değerlendirme çalışmalarının,
analizlerin yapılması gerekir. İstanbul için, Türk
arkeolojisi için büyük kazanımlar elde edilecek. Bu
bilimsel çalışmalar yapılmadan kazı tamamlanamaz.
Toplanan malzemelerin bilime kazandırılması,
kullanılabilir hale gelmesi için laboratuvar aşaması
büyük önem taşıyor.’’
Belgelemenin devamı şart
Öte yandan kazı ekibi de çalışmalarla ilgili bir
açıklama yaptı. Yapılan açıklamada şunlar dile
getirildi: “ Yenikapı ve Sirkeci kazılarının
tamamlanması zorunludur. Sadece Yenikapı’da ortaya
çıkan, ulusal ve uluslararası bilim çevreleri ile
yazılı ve görsel medyada büyük yer bulan buluntuları
düşünmemiz bu konuyu anlamak için yeterlidir.
Yaklaşık 35 bin müzelik değerde eser, onlarca antik
dönem gemi kalıntısı, binlerce organik eser, sayısız
günlük kullanıma dair obje bu listede yer
almaktadır. Belgeleme çalışmalarının tamamlanamaması
şimdiye kadar elde edilen bilimsel bulguların yarım
kalmasına neden olacaktır. Daha önce benzer biçimde,
bir projeye bağlı olan çalışmalar benzer biçimde
arazi çalışmaları sonrası belgeleme çalışmalarını
tamamlamış ve bu süreçte projenin ortakları
konumundaki bakanlıklar finansal desteklerini
çalışmaların sonuna kadar sürdürmüştür. Toprak
altından çıkarılan buluntuların değerlendirilmesi,
belgelenmesi ve dünya kültür mirasına kazandırılması
son derece önemlidir ve devlet kurumlarının asli
görevleri arasında yer aldığı yasalarla
belirlenmiştir.’’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 10.02.1013
******
ÇANAK ÇÖMLEK PATLATAN GELİŞMELER
Başbakan Erdoğan’ın, yerin 42 metre altında, üç
mumlu pastayı üfleyerek 57 yaşına girdiği gün
(malum, Marmaray denetimi) kurduğu cümleleri
hatırlayalım önce:
“Yok arkeolojik çömlek çıktı, yok buluntu çıktı. Bunlarla önümüze
engeller kondu...”
Yeri bir metre kazdılar, geç Osmanlı dönemine ait
bir sokak, binalar, işlikler çıktı.
Beş metre daha kazıldığında meşhur Theodosius
Limanı’na ulaşıldı, asırlar sonra...
Üç ayrı bölgede toplam 35 gemi kalıntısına ulaşıldı.
Her biri medeniyet tarihini değiştirecek türden
buluntuların sayısı nihayetinde 40 bini bulacaktı.
MS 4-5’inci yüzyıla tarihlenen gemi bile bulundu.
MS 12-13’üncü yüzyıla ait kilise kalıntısı bulundu.
Bir ahşap mezarda büzülmüş vaziyette vücut bulundu,
İstanbul’un neolitik dönemi pırıl pırıl aydınlandı.
Hatta İstanbul’un tarihi 8 bin 500 yıl geriye
taşındı bulunanlar ışığında.
Toplamda 35-40 bine ulaştı buluntu sayısı.
Kazıları yürüten İstanbul Arkeoloji Müdürlüğü’nün
ifadesiyle:
“Bu çalışmalar sırasında Yenikapı’da gün ışığına
çıkarılan Theodosius limanı ve kalıntılar Neolitik
yerleşme, Sirkeci ve Üsküdar kazılarında tespit
edilen Osmanlı ve Bizans dönemine ait buluntular
kent tarihi açısından olduğu kadar, dünya kültür
tarihi açısından da önemli sonuçlar vermiştir.
Özellikle içinde yaşadığımız kentin 8500 yıllık
süreç içinde geçirdiği kültürel, sanatsal ve
jeolojik değişimi, gemi teknolojisi, kent
arkeolojisi, jeo-arkeoloji, osteo-arkeoloji,
arkeo-botanik, sanat tarihi, deniz ticareti,
filoloji ve dendrokronoloji konularında önemli
belgeler sunmuştur...”
NTV Tarih’in Şubat 2013 tarihli 49’uncu sayısında
Yenikapı’nın son sürprizini Hayri Fehmi Yılmaz’ın
haberi sayesinde tanıdık: “İstanbul’da bulunan en
eski İslam hatırası”.
Muhtemelen bir devenin kürek kemiği üzerinde kufi
karakterde Arapça bir yazı.
Günümüz Arapçasından farklı, okunması güçlük yaratan
türden.
Ama “Ben nimetlerine şükrü sana da hatırlatarak...
Konstantınıyye...” gibi ifadeler okunuyor mesela.
Kimi uzman (Günay Paksoy) bunun Müslüman evlerine
veya gemilere asılan türden bir koruyucu dua
olabileceği görüşünde.
Kimi uzman (Ahmet Tekin) bir Müslüman’ın bir başka
Müslüman’a yazdığı mektup olduğu iddiasında.
Emevilerin 7’nci yüzyıl sonları, 8’inci yüzyıl
başlarında düzenledikleri Bizans seferine çıkmış bir
gemiden de olabilir...
Görüşler farklı olsa da herkes bu kemik üzerindeki
Arapça yazının önemi konusunda mutabık. İstanbul’un
Bizans yönetiminde olduğu yıllardan bir İslam tarihi
parçası, her arkeoloğun tatlı rüyası...
Radikal’den Ömer Erbil ve CNN Türk, kazılarla
ilgili yakın takipleri ve titiz habercilikleriyle bu
süreçte muhakkak anılmalı.
Dün Erbil’den şöyle bir haber aldık:
“İstanbul ’un tarihini 8500 yıl geriye götüren
arkeoloji kazıları ‘Bütçe bitti’ denilerek
durduruldu. Ulaştırma Bakanlığı Devlet Limanları ve
Hava Meydanları (DLH) tarafından maddi destekle
sürdürülen Yenikapı kazıları faks emriyle resmen
sonlandırıldı. 40 bin kasa eserin tutulduğu
depoların kapılarına mühür vuruldu...”
DLH’nin bahanesi kredi alınamaması, bütçe
yaratılamaması vesaire.
Erbil diyor ki: “DLH adeta ‘Öküz öldü ortaklık
bitti’ dedi. Çünkü metro arazisinin kazısı bitirilip
DLH’ye teslim edildi.”
Bitmesine çok az kalmıştı çalışmaların. Altı ay
kadar.
“Yaratılamayan bütçe ne kadar?”diye merak ederseniz
eğer...
20 bağımsız arkeoloğun maaşı, kırtasiye faturaları,
bulunanları koruma amaçlı kimyasalların bedeli
derken ayda 100 bin lira.
İşi biten DLH’nin esirgediği para bu kadar.
Kültür Bakanlığı eserlerin ortada kalmaması için
Ulaştırma Bakanlığı ile görüşme yapıyormuş şimdi.
Kıymeti maddiyatla ölçülemeyecek eserlerin
kurtarılması için, aylık 100 bin lira için.
Çanak çömlek patlatan gelişmeler böyle sevgili okur.
Mutlu pazarlar.
Hürriyet, Yazı: Kanat Atkaya, 10.01.2013
|
DİNOZORLAR NE ZAMAN YOK OLDU

Bilim insanları dinozorların
neslinin tükenmesi ile ilgili en doğru tarihi
belirlediklerine inanıyor. Dinozorların yok olma
dönemini tespit etmek üzere uluslararası bir ekip
oluşturuldu.
Kaya ve kül örneklerinden yola çıkarak tarih
tespitinde bulunan araştırmacılar, 11 bin yıl
yanılma payı da bırakarak, yaklaşık 66 milyon 38 bin
yıl önce dinozorların neslinin tükendiğini ortaya
koydu. Bu tahmin, dinozorların neslinin tükenmesini
tetikleyen olay olarak görülen göktaşı ya da
kuyruklu yıldızın dünyaya çarptığı tarih ile de
örtüşüyor.
Bu konuda değişik ihtimaller gözönünde
bulunduruluyor: Dinozorlar çarpmanın etkisiyle hızla
mı yok oldular; yoksa çarpma sırasında zaten
sayıları azalmakta mıydı; ya da çarpma dinozorlar
ortadan kalktıktan 300 yıl sonra mı gerçekleşti?
Science adlı bilim dergisinde yayımlanan çalışmayı
İskoçya,
ABD ve
Hollanda üniversitelerinden araştırmacılar
yürüttü.
Dinozorların yok oluşunu göktaşı çarpması ile
açıklayan teoriler ilk kez 1980'de ortaya atıldı.
Meksika'nın Karaip Denizi kıyısındaki Yucatan
bölgesinde bulunan 180 km çapındaki kraterin bu
çarpmanın etkisiyle oluştuğu düşünülüyor.
Chicxulub adı verilen bu krateri yaratan nesnenin 10
km çapında olduğu ve çarpma sonucu savrulan
parçaların hala dünyanın değişik yerlerinde
bulunabileceği ifade ediliyor.
Uluslararası ekip geçen yıl, camsı tektit, kuvars,
ve iridyum içeren toz tabakası gibi bu gezegen dışı
maddelerin son dinozor fosilleri yakınlarında
bulunduğu yerlerde arkeolojik incelemelerde bulunma
kararı almıştı.
''ÇARPMA BÜYÜK ETKEN'
Bu çerçevede Haiti'den tektit örnekleri ile çok
sayıda çarpma öncesi ve sonrası dinozor fosilinin
bulunduğu Montana'daki Hell Creek Oluşumları'ndan
fosil örnekleri incelendi.
Örnekler önce, ABD'de "argon-argon tarih tespiti"
yöntemi kullanılarak incelendi. Daha sonra bu
örnekler İskoçya'daki Glasgow Üniversitesi'ne
gönderilerek bağımsız bir incelemeden daha geçti.
Doğal radyoaktif madde olan postasyumun zamanla
yavaş yavaş çürüyerek argona dönüşmesinden hareket
eden bu yöntemle, herhangi bir maddenin ne kadar
zamandır çürümekte olduğunu en doğru şekilde tespit
etmek mümkün olabiliyor.
California Üniversitesi'nden Profesör Paul Renne iki
olayın eşzamanlı geliştiğini ifade ederek,
"dinozorların yok olmasında çarpma büyük rol oynadı,
ama muhtemelen tek etken bu değildi" diyor.
Radikal, 09.02.2013
|
ÜNÜ DE ZİYARETÇİSİ DE ARTIYOR

Resmi
açılışının gerçekleştiği 9 Eylül 2011'de Tunus Bardo
Müzesi'nden, ''dünyanın en büyük mozaik müzesi''
sıfatını devralan ve geçen yıl ''Cumhurbaşkanlığı
Kültür ve Sanat Büyük Ödülü''ne layık görülen müzeyi
2012'de, 175 bin kişi ziyaret etti.
İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Mehmet Aykanat, AA
muhabirine yaptığı açıklamada,
Zeugma Mozaik Müzesi'nin sergilenen 2 bin 464
metrekare mozaik ile dünya çapında önemli bir müze
olduğunu söyledi.
Müzenin, ''Çingene Kızı'' mozaiği başta olmak üzere
Mars Heykeli, bir kısmı kazı alanında çalınan
Dionysos-Ariadne'nin Düğünü Mozaiği, yaklaşık 150
metrekarelik duvar resmi, 4 Roma dönemi çeşmesi, 20
sütun, mezar stelleri ile dikkat çektiğini ifade
eden Aykanat, müzenin geçen yıl 3 ödülle
taçlandırıldığını belirtti.
Zeugma Antik Kenti ve Müzesi'ne, arkeoloji alanında
2012 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük
Ödülü verilmesinin sevinçlerini arttırdığını, 2012
yılının, Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi'nin yılı
olduğunu ifade eden Aykanat, ''Geçen yıl Temmuz
ayında 'En iyi Kültür ve Turizm Yatırımı' ödülü alan
müzemiz, ekim ayında dünyada önemli seyahat
sitelerinden olan 'TripAdvisor Mükemmellik' ödülüne
layık görüldü. Son olarak da 'Cumhurbaşkanlığı
Kültür ve Sanat Büyük Ödülü' ile sevincimiz ve
övüncümüz katlandı'' diye konuştu.
GEÇEN YIL 175 BİN KİŞİ ZİYARET ETTİ
Ünü Türkiye sınırlarını aşan müzenin ziyaretçi
sayısının her geçen gün artığına işaret eden
Aykanat, 2011'in Eylül ayında Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın katılımıyla açılan müzeyi geçen yıl gerek
yurt içi gerekse yurt dışından 175 bin kişinin
ziyaret ettiğini söyledi.
Müzeyi yeni açılmasına rağmen yüksek olarak
nitelendirilebilecek düzeyde ziyaretçinin gezdiğini,
bu sayının giderek artacağına inandığını dile
getiren Aykanat, ziyaretçi sayısını arttırmaya
yönelik çalışmalar yaptıklarını ifade etti.
Ziyaretçi artışının kendilerini memnun ettiğini
vurgulayan Aykanat, ''Ama bu sayı bizim için yeterli
değil. Bunun için hedef büyütmemiz gerekiyor. Şu
anda mevcut bulunan tanıtım materyalleriyle gerek
yurt içi gerekse yurt dışında çalışmalarımız
sürüyor. Ayrıca kentimizdeki kurum ve kuruluşlarla
işbirliği içerisinde materyallerin güncellemesini
yaparak, en uç noktalara kadar ulaştırmayı
amaçlıyoruz'' dedi.
''YEMEK KÜLTÜRÜYLE BİLİNEN GAZİANTEP, MÜZELERLE ANILACAK''
Aykanat, ''Gaziantep'' denilince sanayinin yanı sıra
yemek kültürünün akla geldiğini belirterek, şunları
kaydetti:
''Her ne kadar sanayisi ve yemek kültürüyle bilinse
de Gaziantep, 'müzeler şehri' olma yolunda adım adım
ilerliyor. Artık yemek kültürüyle anılan Gaziantep,
müzelerle de anılacak. Çünkü değişik alanlarda
değişik müzeleri ilimizde görmek mümkün. Başta
Zeugma Mozaik Müzesi olmak üzere Gaziantep, gerek
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ve belediyelere bağlı
müzeler, gerekse özel müzelerle her geçen gün daha
fazla kuşatılıyor. Zeugma Müzesi'ni görmek için
kente gelenler, diğer müzeleri de görme şansına
sahip oluyor.''
HER ESERİN AYRI HİKAYESİ VAR
Gaziantep Mozaik Müzesi, 9 Eylül 2011'de açılmasıyla
Tunus Bardo Müzesi'nden, ''dünyanın en büyük mozaik
müzesi'' sıfatını devraldı.
Müzede sergilenen mozaiklerin renk armonisi
Tunus'takilerden fazla. Tunus mozaiklerinde 9 renk
armonisine karşılık, Zeugma'daki mozaiklerde 13 renk
armonisi vardır. Mozaikler, özelliklerini
yitirmemeleri için özel sistemlerle korunuyor.
Zeugma Mozaik Müzesi'nde, define talanı ile eksik
olan 2 bin yıllık mozaiklerin parçaları, sanal
ortamda ışık oyunları ile tamamlanıyor. Böylece
ziyaretçiler mozaikleri tam olarak görebiliyor.
Zeugma Mozaik Müzesi'nin birçok bölümünde eski eser
kaçakçıları ve define avcılarının mozaiklere
verdikleri zararın boyutları vurgulanarak, gelen
ziyaretçilerin bu konudaki duyarlılıklarının
arttırılması amaçlanıyor.
Her biri ayrı hikaye barındıran eserlerden en ilgi
çekeni ise Çingene Kızı mozaiği. Gaziantep'in Nizip
İlçesi'nde yer alan Zeugma antik kentinde, 1998'de
yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ve saç örgüleri,
çıkık elmacık kemikleri nedeniyle ''Çingene Kızı'
olarak adlandırılan mozaik, müzenin simgesi haline
geldi. Çingene Kızı mozaiği, hangi açıdan bakılırsa
bakılsın ziyaretçiye bakıyormuş izlenimi vermesiyle
dikkat çekiyor.
Müzede sergilenen önemli eserlerden biri de Roma
Dönemi'ne ait 1.50 metre boyundaki Mars heykeli.
Roma'da, bereketi ve gücü simgeleyen önemli bir
tanrı olan Mars'ın en önemli özelliği, elinde
tuttuğu mızrağıdır. Bir elinde mızrak ve diğer
elinde bahar dalı bulunması nedeniyle hem savaşı hem
de barışı temsil eden Mars heykeli, 2000'de sabaha
kadar süren bir çalışma sonucunda ortaya çıkarıldı.
Savaşçı genç bir erkeğin betimleyen Mars heykelinin
özellikle bakışları dikkati çekiyor. Miğferli
heykelin ortadan ayrılan kıvırcık bukleler halindeki
kabarık gür saçları, alın ve yüzünü çevreleyerek
ensesine yapışıyor. Göz bebeği gümüş ve altından
yapılan Mars heykelinin yüzünde öfke ve kızgınlık
hakim.
Nizip'teki Zeugma antik kentinde 1992'de bulunan ve
1998'de büyük bir bölümü çalınan
''Dianysos-Ariadne'nin Düğünü'' mozaiği de müzede
sergilenen eserler arasında yer alıyor.
Dionysos villası salonunun taban mozaiği olan ve
üzerinde üçlü örgü bordürü ile çevrili dikdörtgen
panoda Dionysos ve Ariadne'nin düğünün resmedildiği
mozaiğin üçte ikisi, yerinde teşhir edildiği 1998
yılında, tarihi eser kaçakçıları tarafından
sökülerek çalındı.
Mozaiğin çalınan bölümüm halen aranırken,
''Dianysos-Ariadne'nin Düğünü'' mozaiğinin çalınan
kısmı, boş bir şekilde sergileniyor. Çalındığına
dikkat çekmek için boş olan bölüm, ziyaretçiler
yaklaştığında projektör aracılığı ile yansıtılıyor.
Sabah, 09.02.2013
|
'ÖZGÜRLÜK'E SALDIRI
Fransız Devrimi’nin simge
tablosu ‘Özgürlük’ vandalizm kurbanı oldu. Ünlü
Louvre Müzesi’nin
Fransa ’nın Lens şehrinde yeni açılan şubesinde
sergilenmeye başlayan Eugene Delacroix imzalı
tablonun üzerine graffiti çizen bir kadın, Fransız
polisince tutuklandı. Delacroix’nın
euro ve eski Fransız Frankı üzerinde kullanılan
resmi,
New York ’taki Özgürlük Anıtı’na da ilham
vermişti. Önceki gün gerçekleşen olayda, 28 yaşında
bir kadın, tablonun üzerine 11 Eylül komplo
teorilerine gönderme yapan bir graffiti çizerken
yakalandı. Müze yetkilileri eserin kolayca
temizlenebileceği ve bir sanat restoratörünün
incelemesine sunulacağı açıklaması yaptı.
Radikal, 09.02.2013
|
|
EROS'UN YANINDA MOZAİK BULUNDU

Adana'nın Yumurtalık
İlçesi'nde, bir ev inşaatı
için yapılan kazıda ortaya çıkarılan 36 metrekarelik
Eros mozaiğinin 5 metre kadar yakınında, duvar
yapısı ve yeni mozaik izlerine rastlandı.
DHA'nın haberine göre, tarihi Ortaçağ'a kadar
uzanan ve Antik Kilikya'nın en önemli liman kenti
olan, ünlü kaşif Marko Polo'nun da iki kez ziyaret
ettiği yer olarak bilinen Yumurtalık'taki Ayas
Mahallesi'nde ortaya çıkartılan boyalı taban
süslemeleri heyecan yarattı. Adana Müze Müdürü Kazım
Tosun'un gözetiminde yapılan kazıda iki balık
figürlü mozaik gün yüzüne çıkarıldı. Tosun, "Eros
mozaiğinin bulunduğu alanı programa aldık, kazı
çalışmaları devam edecek. İnanıyorum ki önemli
eserlere ulaşacağız" dedi.
Tosun, Yunan mitolojisinde geçen 'Aşk Tanrısı
Eros'a ait 36 metrekarelik mozaiğin genç Roma
dönemine ait, 1500- 1600 yıllık olduğunun tahmin
edildiğini kaydetti. Tosun, "Mozaikte Aşk Tanrısı
Eros'un dört adet figürü yer alıyor. Eros,
gençlikten yaşlılığa doğru tasvir edildiği bu
figürlerin ikisinde oltayla diğer ikisinde ise ağla
balık avlarken resmedilmiş. Mozaiğin orta bölümü
hasar görmüş, ancak bu kısımda yılan başlı Medusa
resmi olduğunu düşünüyoruz. Bu mozaik çok önemli.
Çünkü diğer mozaiklerden çok farklı ve ayrıca
işçiliği çok kaliteli. Bu mozaiğin üzerini koruma
amaçlı toprakla örttük. Kazı programına göre ortaya
çıkacak diğer eserlerle birlikte koruma altına
alacağız" diye konuştu.
Yapı, 09.02.2013
|
ADANA'DA 132 PARÇA
TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

Adana'da jandarma
ekiplerinin yaptığı operasyonda, 132 parça tarihi
eser ele geçirildi. Konuyla ilgili bir kişi
tutuklandı.
Ceyhan Jandarma Komutanlığı ekipleri, Tatarlı
Köyü'nde ikamet eden K.Ü.'nün evinde kaçak kazı
sonucu elde edilmiş tarihi eser bulunduğu bilgisine
ulaştı. Bunun üzerine şahsın evine yapılan
operasyonda, tarihi nitelikte olan; 77 eski para, 2
madeni mühür, 16 süs eşyası obje, 36 metal eşya, bir
ok ucu ele geçirildi.
Ayrıca evde yapılan aramalarda; Hatay'ın
Dörtyol İlçesi'nden
çalındığı tespit edilen bir ruhsatsız tabanca, 11
adet tabanca mermisi, 1 çift kırma ruhsatsız av
tüfeği, 1 ruhsatsız pompalı av tüfeği, 2 adet tarihi
eşya arama dedektörü ve kulaklığı da bulundu.
Ele geçirilen tarihi eserler Adana Müze Müdürlüğü'ne
teslim edilirken, şüpheli K.Ü. ise sevk edildiği
adli makamlarca tutuklanarak cezaevine konuldu.
Hatay Gündem, 08.02.2013
|
7 ASIRLIK CAMİNİN HAZİN SONU
 

Düzce'nin
Yığılca İlçesi'nde Orhan Gazi döneminde inşa
edildiği belirtilen Şeyh İsmail Camisi, restore
edilmeyi bekliyor.
Kent merkezine 51
kilometre uzaklıktaki Gaziler Köyü'nde bulunan,
1300'lü yıllarda inşa edilen tarihi ahşap cami,
bakımsızlık nedeniyle yıkılma riski taşıyor. Köy
muhtarı Tahir Kurnaz, yaptığı açıklamada, Şeyh
İsmail Camisi'nin eski dönemlerde 12 köyün
sakinlerinin cuma ve bayram namazlarını kıldığı
tarihi bir cami olduğunu belirterek, ''Camimiz
ilgisizlik yüzünden yok olmaya yüz tuttu. Camimizin
restore edilerek ibadete açılmasını istiyoruz''
dedi.
Caminin yıkılma tehlikesi taşıdığına dikkati çeken
Kurnaz, 1950'li yıllarda bir hayırsever aracılığıyla
caminin restore edildiğini söyledi. Caminin Anıtlar
Kurulu'nca tescil edilmesi için müracaat
ettiklerini, yetkililerin bir süre önce camide
inceleme yaptıklarını anlatan Kurnaz, ''Camimiz
restore edilir ve çevresi düzenlenirse, hem tarih
gün yüzüne çıkar hem de bölgeye gelen ziyaretçilerin
faydalanması sağlanır'' ifadelerini kullandı.
Habertürk, 08.02.2013
|
DÜNYANIN GELDİĞİ YÜZ

Gustave Courbet imzalı ünlü tablo ‘Dünyanın
Geldiği Yer’in (L’Origine du Monde) devamı olduğu
iddia edilen bir resim ortaya çıktı.
Fransa ’da yayımlanan Paris - Match dergisinin
kapaktan verdiği habere göre, ‘Dünyanın geldiği yer’
tablosu Courbet’ye poz veren kadının yüzünün
bulunduğu bir tablo ortaya çıktı. Haberde yer alan
iddiaya göre söz konusu kadın, İrlandalı olduğu
tahmin edilen ve o dönem Courbet’nin diğer resimleri
için de poz veren Joanna Hiffernan. Kadın yüzünün
bulunduğu imzasız tablo, 2010’da amatör bir
koleksiyoner tarafından bin 400 avroya satın alındı.
Koleksiyoner, 33×41 cm boyutlarındaki yağlı boya
eserin büyük bir ustaya ait olabileceğinden şüphe
ederek, araştırmaya başladı ve resmin kesilmiş
olduğu, başka bir resmin parçası olabileceği
anlaşıldı. Resmin arkasındaki yarı silinmiş kaşe,
1860’larda tabloyu satan kişinin kimliğini ele
verdi. Bu ipucunu elde ettikten sonra uluslararası
resim uzmanlarına tabloyu incelettiren koleksiyoner,
renklerin ve stilin Courbet’ninkine benzediği
yanıtını aldı. Uzmanlar habere şüpheyle yaklaşırken,
tablonun sergilendiği Paris Orsay Müzesi ise konuyla
ilgili henüz bir açıklama yapmadı.
Radikal, 08.02.2013
|
ROMA'NIN TANRI HEYKELLERİ İZMİT ARKEOLOJİ MÜZESİ'NDE
SERGİLENİYOR
Yerleşim birimi olarak geçmişi 3 bin yıl öncesine
kadar dayanan, ayrıca MS 3′üncü yüzyılda da bir süre Roma İmparatorluğu’na başkentlik yaptığı bilinen İzmit’te çeşitli tarihlerde gün yüzüne çıkarılan o dönemin tanrı heykelleri İzmit Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi’nde sergileniyor. Bu heykellerin en değerli parçaları olan Herakles (Herkül) ile sonbahar ve yazı simgeleyen 2 çıplak heykeldeki kırıkların depremlerde veya çıkarılıp taşınırken de kırılmış olabileceği belirtildi.
İzmit Müzesi’nde sergilenen ve Türkiye’de bugüne
kadar bulunanların en büyüğü olarak bilinen tanrı
heykellerinden Herakles (Herkül) heykeli, birkaç yıl
önce hafriyat döküm alanına atılmış halde bulundu.
Başı olmayan ve kaidesiyle birlikte 4 metreye
yaklaşan bu heykelin, inşaat kazısı sırasında
çıktığı ancak, inşaat sahibinin çalışmanın durmaması
için kimseye haber vermeden bunu hafriyat torağının
arasına gizleyip bulunduğu alana attığı sanılıyor.
Yanında bir de boğa başı heykeli bulunan Herakles’in
başı hala bulunamadı.
İzmit’te çeşitli tarihlerde bulunan Romalıların
mevsimleri simgeleyen sonbahar, kış ve yaz
heykelleri de, müze binasının kapı girişinde
sergilenirken, çıplak olan sonbahar ve yaz
heykellerinde de kırık olduğu göze çarptı.
Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürü İlksen
Özbay, bunların yaklaşık 2 bin yıllık heykeller
olduğunu, belki de bu bölgede onlarca çok şiddetli
depremler geçirdiklerini söyledi. Özbay, “Bunların
hepsi birer tarihi eserdir. Roma döneminde
genellikle tanrıları simgeleyen erkek heykeller
çıplak olarak yapılmış. Hepsi kıymetli heykeller”
dedi.
İzmit Müze Müdürlüğü’nün bahçesi ile bina içinde
sergilenen heykel ve diğer tarihi eserler, Pazartesi
hariç her gün ziyarete açık.
haberler.com, 07.02.2013
|
TROİA ANTİK KENTİNİN ÇEHRESİ DEĞİŞİYOR
Çanakkale’ye 32 kilometre mesafedeki Hisarlık
mevkiinde bulunan ve UNESCO Dünya Kültür Mirası
listesinde yer alan Troia antik kentinde, bakım ve
onarım çalışması başladı.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne
bağlı İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü
tarafından ihalesi tamamlanıp onarım ve yenileme
çalışmaları başlanan, 4 bin yıllık tarihi geçmişi
bulunan ve dünyanın en ünlü arkeolojik alanları
arasında yer alan antik kent, misafirlerini yeni
yüzüyle ağırlayacak.
Çanakkale Kültür ve Turizm İl Müdürü Şinasi
Haznedar, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Homeros’un İlyada destanında Truva Savaşı’nın
yapıldığı antik kent olarak geçen, tüm dünya
tarafından tanınan ve her yıl yüzlerce yerli ve
yabancı misafir tarafından ziyaret edilen antik
kentte başlatılan yenileme çalışmalarıyla daha
modern ve çağdaş bir görüntünün oluşacağını söyledi.
Troia’nın dünya kültür mirası olduğunu hatırlatan
Haznedar, “Troia antik kenti çevre düzenleme işi
olarak başlayan çalışmalar kapsamında, kentin
yürüyüş yollarından tuvalet alanlarına kadar çok
sayıda bölümde yenileme yapılacak. Daha önce toprak
ve taşlı olan yol, kilitli parke taş dediğimiz
taşlarla yeniden döşenecek. Yürüyüşte büyük kolaylık
sağlanacak. Ayrıca özellikle yoğun sezonda yetersiz
kalan tuvaletlerimizin de yeri değiştirilecek, bu
alan da kullanıma açılacak. Yeni tuvaletlerin yeri
giriş bölgesine yakın yapılacak. Antik kentin birçok
bölümünde tarihi eser kalıntılarına rastlanacağı
için tuvaletlerin yapılacağı yeni bölümde eğer bir
tarihi bulguya rastlanılırsa durum anıtlar kuruluna
bildirilecek” dedi.
Gişe bölümünün biraz daha geri alınacağını ve
giriş turnike sayısının da arttırılacağını ifade
eden Haznedar, şöyle devam etti:
“Troia antik kentine giriş kapımız yer
değiştirecek. Ayrıca girişte kullanılan turnike
sayımız arttırılacak. Çevre düzenlemeleri kapsamında
yeni çalışmalar yakın zamanda yapımı başlanacak
Troia Müzesi ile entegre olarak gerçekleştirilecek.
Troia Atı’nın zamanla yıpranan ahşap bölümleri
onarılıp yenilenecek. Ayak bölümünde oluşan ve
çürüyen kısımlarda yeni parçalarla değiştirilecek.
Kent içinde misafirlerin gezi alanındaki zemin tek
bir teraziye oturtturulacak. Böylelikle özellikle
yağışlı havalarda su birikintilerinin oluşması
engellenecek, su giderleri yapılacak. Ahşap gezi
yollarının yıpranan yerleri de yenilecek. Daha hoş
bir görüntüyle gelen yerli ve yabancı misafirler
gezebilecekler.”
1 milyon 915 bin lira ihale bedeli ile Alay
İnşaat tarafından yapımına başlanan ve restorasyon
uzmanları Yüksek Mimar Birsen İncel ve Seçkin Tan’ın
görev yaptığı projenin 27 Temmuz 2013 tarihinde
bitirilmesi planlanıyor.
haberler.com, 07.02.2013
|
İSTANBUL'UN TARİHİ SURLARI
İstanbul'un surları
acaba Doğu Roma İmparatorluğu zamanında yapıldığı
için mi önemsemiyor, restore etmiyor, ilgilenmiyor
ve tinercilerin, sapıkların, katillerin yaşadığı
mekanlar olmasına ses çıkarmıyoruz?
Bütün dünya İstanbul'u merak ediyor, Ayasofyası'ndan
Çemberlitaş'ına, saraylarından surlarına görmek için
ilk fırsatta bu şehre geliyor, gördüğü güzellikleri
herkesle paylaşmak için fotoğraf çekiyor, daha
iyisini çekmek için çekinmeden yapıların olduğu
yerlere gidiyor ve başına olmadık işler geliyor.
Çünkü oralarda ne güvenlik var, ne bakım ne koruma.
Günlerdir ekranda izlediğimiz surların perişan hali
İstanbul'un ayıbıdır. Nerede bu şehrin yetkilileri,
yerel yöneticileri, koruyucuları? Yıllardır bu
şehirde yaşamıyorlar mı? Yıllardır bu şehri
yönetmiyorlar mı? Hiç mi geçmediler surlardan?
Farkında değiller mi o bölgelerde bırakın kadınları,
erkeklerin bile dolaşmaya çekindiğini? Görmedikleri
gibi bölge halkının şikayetlerini de duymazlıktan
gelmişler.
NEDEN YENİLENMİYOR?
İstanbul'un her yerine özellikle de Kadıköy'e veya
Taksim'e cami yapılması gündeme gelir, İstanbul'un
en güzel tepelerinden biri olan Çamlıca'ya cami
yapmak içi harekete geçilir ama Milat'tan 638 sene
evvel şehrin kurucusu Vizas tarafından yapılmaya
başlanan Küçük Bizans Surları, ardından bütün
imparatorların kendi dönemlerinde yapmayı
sürdürdükleri surları korumak ve restore etmek
gündeme gelmez.
Ne zaman ki Amerikalı bir turist ölür, surların hali
sanki ilk kez görüyormuycasına hepimizin ilgi odağı
haline gelir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş, Amerikalı kadın cinayetinin ardından
gözlerin surlara çevrilmesi üzerine restorasyan ve
düzenleme çalışmalarının devam ettiğini, 2013'ün
sonuna kadar planı yapılmamış alan kalmayacağını
söyledi.
Ama işte, bütün dünya Kültür ve Medeniyet Şehri
İstanbul'un tarihi surlarının nasıl bir mezbeleye
dönüştüğünü izledikten sonra...
VATANDAŞA ÖNEM
Bir konuyu daha gündeme getirdi Amerikalı Sarai
Siera. İnsana verilen değeri. Bu ülkede her gün
onlarca, yüzlerce çocuk, kadın, erkek kayboluyor.
Her gün cinayetler işleniyor. Kiminin katili belli,
yakalanıyor ama birkaç sene içinde dışarı çıkıyor.
Kimilerinin katili ise ipuçları ortada olmasına
rağmen önemsenmediği için ortada kalıyor. Kimi de
kim vurduya gidiyor. Ne bir olay yeri inceleme, ne
bir araştırma. Ama Amerikalı kadın için günlerdir
olay yeri inceleniyor? Neden? Olayı duyar duymaz
ülkemize gelen ve soruşturmaya dahil olan FBI
nedeniyle mi? Çünkü biliyorsunuz ABD, vatandaşlarına
dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar koruma
güvencesi verir. Dirini ya da ölünü ailene teslim
ederiz duygusunu aşılar. Her bir vatandaşının
hesabını sorar, kökeni ne olursa olsun. Ya da biz
kendi vatandaşımıza göstermediğimiz ilgiyi dünya
kamuoyu izliyor diye yabancı birine mi gösteriyoruz?
Bu ikinci olasılık bence daha vahim.
Yeni Asır, Yazı: Seda Kaya Güler, 07.02.2013
******
LÜTFEN SURLARI RESTORE ETMEYİN

Esrarengiz bir cinayete kurban giden ABD'li Sarai
Sierra'nın cesedinin Cankurtaran'daki bir sur
dehlizinde bulunması İstanbul surlarını yeniden
gündeme getirdi. Bir zamanlar İstanbul'u çevreleyen
26 kilometrelik surların bugün yalnızca yedi
kilometrelik bölümü ayakta. Ancak ayakta kalan
surlar da can çekişiyor. Sierra cinayetinin ardından
öğrendik ki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş, "surların ihya edilmesi için" talimat
vermiş, proje henüz olgunlaşmadığı için kamuoyuyla
paylaşılmıyormuş. Belli ki sivil topluma, uzmanlara
kapalı bir şekilde "olgunlaştırıldıktan" sonra
kamuoyuna dayatılacak projelerden biri daha geliyor.
İstanbul surları Doğu Roma döneminde inşa
edildiğinden bu yana birçok onarımdan geçti.
Ortaçağ'da surların önemi düşünüldüğünde bu
onarımlar kuşkusuz işlevseldi. Ancak 1950'den sonra
artık harabe durumunda olan surların restorasyonu
gündeme gelince dünyada endişeyle izlenen bir süreç
başladı. Özellikle 1986-1989 yılları arasında yani
Bedrettin Dalan döneminde uzmanlara göre "vahşet"
sayılabilecek işlere girişildi. Topkapı ve Yedikule
taraflarındaki surlar adeta yeniden inşa edilerek,
tarihe modern çağın "Türk surları" kazandırıldı.
İstanbul'u yüzyıllarca "düşmanlardan" koruyan
surlara tarihin en büyük düşmanlığı yapıldı.
Son günlerde, hükümetin ve İstanbul yönetiminin
kamuoyuna açıklamadan "olgunlaştırdığı" bütün
projeleri endişeyle izlediğimiz için Topbaş'ın
talimatını verdiği "surların ihya edilmesi" talimatı
da kamuoyunda kaygı uyandırdı.
Bu konuyu Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli
Bizantolog olan Semavi Eyice ile konuştum. Semavi
Eyice, ABD'li Sarai Sierra'nın cesedinin bulunduğu
dehlizlere ilk olarak 1938 yılında Bizans tarihine
meraklı bir ortaokul öğrencisiyken girmiş. Daha
doğrusu girmeye çalışmış. Dehlizlerin içinde
"birtakım karanlık adamlar" görünce çekinerek geri
çıkmış. O sırada sahilde piknik yapan denizci
subayları görünce yanlarına giderek yardım istemiş
ve birlikte dehlizlere girmişler. Aradan geçen
onlarca yılda surların sakinleri hep bu "karanlık
adamlar" oldu.
Sur restorasyonu diye bir şey olmaz
Kadir Topbaş'ın surlarla ilgili talimatını
hatırlattığım Semavi Hoca'ya surların korunmasıyla
ilgili evrensel yaklaşımların ne olduğunu sordum.
Aldığım cevap gayet basit; "Sur restorasyonu diye
bir şey olmaz." Surun yıkılma tehlikesi olan
bölümleri varsa yalnızca yıkımın engellenmesi için
koruma ve güçlendirme çalışmaları yapılır.
Mimari ve şehir plancılığı açısından ilk ve
ortaçağ surlarının günümüze ulaştığı bütün
şehirlerde temel yaklaşım budur. İstanbul gibi suru
olan şehirlerde zorunluluk olmadıkça surların
arasındaki boşluklar tamamlanmaz. Restorasyon
yalnızca sağlamlaştırma, dondurma ve tarihsel
özelliklerin korunması şeklinde olur. Semavi Hoca,
Ayvansaray ve Yedikule'de surlardan kopartılarak
bağımsız birer "şato" görünümü kazanan kulelerin
durumuna da dikkat çekti. Surlara yapılan en büyük
kötülüklerden biri de bu kulelerin sur bütününden
koparılması oldu.
İstanbul surlarının restorasyonu gibi son derece
önemli bir konu yıllarca bir inşaat faaliyeti gibi
algılandı. Topkapı'da yükselen yepyeni duvarlar
nedeniyle İstanbul, Dünya Miras Listesi'nden
çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
Semavi Eyice, surların korunmasıyla ilgili önemli
ve çok da üzerinde durulmayan bir konuya daha dikkat
çekti: Surların büyük bir bölümünde fetih döneminde
Türk topçusu tarafından açılan gedikler var. Bu
gedikler de tarihi birer belge ve aynen korunmaları
gerekiyor.
Surları lütfen restore etmeye kalkışmayın.
Çevresindeki çöküntü alanlarını ortadan kaldırın
yeter.
Taraf, Yazı: Ertan Altan, 11.02.2013
******
SURLARI KORUMANIN YOLU HALKA AÇMAK

Tarihi yarımadayı çevreleyen surların çevresinin
güvenli hale getirilmesi için alınacak acil
tedbirler arasında ilk sırada aydınlatma ve güvenlik
kameralarının yerleştirilmesi geliyor. Ancak halkın
kullanımına açılmayan, kuytu bölgelerdeki aydınlatma
tek başına güvenliğin sağlanması için yeterli
olmuyor. Surların tamamen halkın kullanabileceği
sosyal alan olarak kullanılabilmesinin gerektiğini
belirten Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, "İlçe
sınırları içinde 22 kilometre surumuz var. Sur
dediğiniz şey üç aşamalı bir yapı. Uzun zamandan
beri aydınlanıyor zaten. Ama her tarafını
aydınlatsanız bile bu işten nemalananlar veya
mekansızlar onların hakkından da geliyor. Biz ne
kadar güvenlik tedbiri alırsak alalım gerçek anlamda
halkımızı oraya taşıyamadığımız sürece yeterli
olmaz" diye konuştu. '
BÜTÜN OLARAK ELE ALINSIN'
Surların parça parça restore edilmesinin yanlış
olduğunu belirten Anıtlar Kurulu Eski Başkanı
Prof.Dr. Mete Tapan da bütüncül bir yaklaşımla sorunun
çözülmesi gerektiğini belirtti. Surların
restorasyonu için özel bilim çalışması gerektiğini
belirten Tapan, "Dünyada bu kadar alanı surla
çevrili çok az alan var. Bütüncül ve bilimsel bir
yaklaşımla ele alınması gerekiyor. Bu çalışma normal
ihale yasalarıyla olmaz" yorumunu yaptı. İstanbul'un
tarihi surlarıyla ilgili restorasyon çalışması ilk
olarak eski belediye başkanı Bedrettin Dalan
zamanında yapıldı. Mevcut surlara tuğla ekleyerek
yapılmaya çalışılan restorasyon çalışması
arkeologlar tarafından başarılı bulunmadı.
İstanbul'un surlarının tamamıyla ilgili ilk
restorasyon çalışması ocak ayında başladı. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi tarafaından başlatılan çalışma
kapsamında, surlar ve çevresinin rehabilitasyonu
için ön analiz raporu ve avan projesinin
hazırlanmasına başlandı. Nisan ayında tamamlanacak
rapor ve proje sonrasında ilk olarak surların ne
durumda olduğu tespit edilecek. Ardından mevsim
koşulları, deprem etkisi, altyapı çalışmaları
nedeniyle yıkıma uğrayan tarihi surların hangi
arkeolojik çalışmalarla korunması gerektiği
belirlenecek. Restorasyon maliyeti ise İstanbul İl
Özel İdaresi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi
tarafından üstlenilecek.
Topbaş: Koruma kullanma dengesi gözetilecek
Sur bandını aktif kullanıma açmayı
düşündüklerini söyleyen İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Topbaş şunları söyledi: "Yarımadayı
çeviren surlarda 2013 sonuna kadar planlanmamış alan
kalmayacak. Plan ve projelendirme çalışmalarımız
devam ediyor. Surların korunarak geleceğe taşınması
için çok hassas davranıyoruz. Özellikle
koruma-kullanma dengesini koruyacak projeler
geliştirmeye çalışıyoruz. İstiyoruz ki bu tarihi
surlar hem turizm açısından katkı sunsun, hem de
korunsun." Surların güvenliği için ilçe belediyeleri
de çalışma yürütecek. Kör noktaların aydınlatılması
dışında güvenlik kameraları da yerleştirilecek.
Zeytinburnu Belediyesi, surların Topkapı'dan sahile
kadar olan kısmına gece görüşlü ve yüksek
çözünürlüklü MOBESE kameralar yerleştirecek.
Sabah, Haber:
Zeynel Yaman, 11.02.2013
|
ORYANTALİZM VE ARKEOLOJİ

Son dönemde yurtdışı güncel basında en fazla
duyulan “
Türkiye Kültür Savaşı Açtı” iddiası, 21 Ocak’ta
The Guardian’da çıkan bir yazıyla devam ediyor.
(www.guardian.co.uk/world/2013/jan/21/turkey-cultural-war-archaeological-treasure)
Görünen o ki, Avrupa hala oryantalizmden
kurtulabilmiş değil. O yüzden amaç sadece The
Guardian’a cevap vermek değil, farklı bakış açıları
da ortaya koyarak, Türkiye’nin eserlerinin peşinde
olmasının acaba haklı bir gerekçeleri de olup
olmadığını anlamaya çalışmak olmalı.
Öncelikle bugün itibarıya konuşmak
gerekirse,Türkiye’nin dünyadan talep ettiği ve geri
getirilmesini sağladığı eserlerin hangileri olduğuna
bir göz atmalıyız. Berlin’den dönen Hitit Boğazköy
Sfenks’i tartışmanın başlangıcı olması açısından
önemli. 1916-17 yıllarında Almanların Boğazköy’de
(yani Hitit İmparatorluğu’nun başkenti olan
Hattuşşa) yürütülen kazılar esnasında parçalanmış
halde buldukları sfenks, onarılması ve bilimsel
çalışmasının yapılması için geri gönderilmek şartı
ve binlerce parça pişmiş
toprak yazıt ile
Almanya ’ya gönderildi.
Asar-ı Attika Nizamnamesi
Osman Hamdi Bey 1884’te Asar-ı Attika Nizamnamesi’ni
yürürlüğe koyduğunu da hatırlatalım. Bu karar şunu
açıkça söylüyordu: Bu topraklarda bulunan her türlü
arkeolojik ve kültürel mirasın sahibi, yine bu
toprakların kendisiydi. Aradan yaklaşık 32 yıl
geçmişti ve Osmanlı ilk kez olmasa da bir eserinin
sınırları dışına çıkmasına izin veriyordu. Asıl
sebep ise o yıllarda müttefik olan Osmanlı Padişahı
II. Abdülhamit ile Alman İmparatoru II. Wilhelm’in
arasındaki iyi ilişkilerdi.
Sfenksin onarımı ve
bilimsel çalışması, 1924’te tamamlandıysa da eser
bir türlü Boğazköy’e geri dönmedi. Nasıl olsa
Anadolu’da bir savaş vardı ve bu eserin peşinde mi
koşulacaktı? Aradan neredeyse 100 yıl geçti ve artık
sfenksin geri verilmesi gerekmiyor mu? Eseri geri
vermemek kınanmıyor da isteyince mi ayıp etmiş,
tehdit etmiş oluyoruz?
Herakles heykeli
Gelelim Herakles heykeline! Yasal olmayan yollarla
Anadolu’da kaçak kazılar yapılması ve ele geçen
eserlerin dünyanın farklı müzelerine oldukça yüksek
fiyatlara satılması, Avrupa ve Batı müzelerinin
teşvik ettiği bir yol ise ve The Guardian’da bunu
savunuyorsa, ortada ciddi bir hukuk sorunu var
demektir. Herakles heykeli kaçak kazı ile çıkarıldı
ve birçok farklı alıcı yolu ile en son Boston Müzesi
tarafından New York’lu koleksiyoner Leon Levy’den
satın alındı. Hikayenin öncesi ve sonrası yazıldı.
Hikayenin sonuç bölümü dramatikti. Perge Kazı
Başkanı Prof.Dr. Jale İnan eserin Perge’de çıkan
bir Herakles heykelinin parçası olduğunu tespit etti
ve eser 50 yıl sonra diğer parçası ile
birleştirilmek üzere kendi topraklarına geri döndü.
Ve son olarak çok yakın bir zamanda geri getirilen
Orpheus Mozaiği ise esirin tamamlayıcısı olabilir.
1960 sonrası, Türkiye’de arkeolojik alanların en
fazla tahrip edildiği ve batı müzelerine eserlerin
taşındığı bir dönemdi. Bu dönemde Urfa’da bilimsel
araştırmalar yapanlar tarafından mezarlık bir alanda
mozaikler tespit edildi ve yayımlandı. Kısa bir süre
sonra bu mozaikler yerlerinden sökülerek çalındı ve
bir kısmı havaalanında yurtdışına çıkarılırken
yakalandı. Yakalanamayanlar ise Dallas Müzesi gibi
müzelerde sergilenmeye başladı. Sonuç olarak eser
istemek sürecin son kısmı, öncesi ise The Guardian
tarafından gözardı ediliyor. Yani Avrupa ve Batı
müzeleri “bu eserlere nasıl sahip olmuş” kısmı
sorgulanmıyor.
Osman Hamdi bey
Avrupa, Sanayi Devrimi sonrasında inanılmaz bir
hızla büyük bir değişimin içerisine girdi. Kısa bir
süre içerisinde, büyük bir ekonomik özgüven ve
ardından “sanat seviciliği” dönemi başladı. Sanat
olarak tanımladıkları ise antik çağlardan kalan
arkeolojik eserlerdi. Bu eserlere sahip olabilmek
için Mısır, Anadolu, Yunanistan veya dünyanın
herhangi bir noktasına gitmek yetiyordu. 18. yüzyıl
ile başlayan eser toplama yarışı, 19. yüzyılda iyice
kızıştı. İngiltere, Fransa’nın ve Almanya’nın en
güzel ve en çok esere ulaşmak için yaptığı
çalışmalar, artık devletlerarası bir tür savaşa
dönüşmüştü. Bu sürecin sonunu hazırlayan ise, Osman
Hamdi Bey oldu. 1884’te Asar-ı Attika yasasını
çıkardı ve yurtdışına eser çıkarılmasının önüne
geçti. Ama bu hiç de kolay bir süreç değildi. Osman
Hamdi, artık Osmanlı İmparatorluğu’nun bir müzeye
sahip olması gerekliliğinden yola çıkarak, bugünkü
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin temelini attı. O
sırada Fransa’nın misyon ve bilim insanı, Fenike
kültürü üzerine uzman, Doğu’nun düşmanı büyük
oryantalist Ernest Renan, Osmanlı’daki bu
gelişmeleri küçümsüyordu. Öyle ki Renan, “Türklerin
Avrupa’ya yerleşmesi son barbar istilası” diyordu.
İstanbul’da, Osman Hamdi Bey’in yeni bir müze
kurulması için başlattığı çalışmaları, Fransız
Büyükelçisi Marquis de Noilles “tarih ve
arkeolojiyle bağlantılı tüm bilim alanları açısından
talihsiz bir olay olarak görüyor”, konuyu
değerlendirmesi için Ernest Renan’a bilgi veriyordu.
Ernest Renan, Fransız Milli Eğitim Bakanı Armand
Fallieres’e yazdığı ve bugün Fransız Dışişleri
Bakanlığı Arşivi’ndeki mektubunda şöyle diyordu:
“Türk hükümetinin bilimsel konulardaki çocuksu
düşüncelerinin üzücü bir kanıtı olan bu nizamname,
arkeolojik araştırma tarihinde talihsiz bir gün
olarak anılacaktır. Eski eserlerin milli bir müzede
toplanması, mütevazı büyüklükte ve bir anlamda
arkeolojik bütünlüğe sahip bir ülke için
düşünülebilir. Ancak Yunanistan’dan, Anadolu’dan,
Suriye’den, Arabistan’dan, Yemen’den ve Osmanlıların
hakim olduklarını sandıkları bütün diğer
topraklardan gelen objeleri karmakarışık bir şekilde
içeren bir müzeye ne demeli?” (Geçmişe Hücum, 2011,
Ara Nağme, Salt / Garanti Kültür).
Tehdit değildir
Ernest Renan ve dönemin Fransız Büyükelçisi ve bugün
The Guardian’ın da ifade ettiği gibi bizler,
eserlerimizi bu toprakların geçmişini korumak,
çalınmasını engellemek ve iadesini talep etmekle
Batı’ya savaş açmış oluyoruz. Ernest Renan’ın 130
yıl önce ortaya koyduğu düşünce bugün hala devam
ediyor. Bu toprakların soyulan eserlerini geri
istemek tehdit etmek değildir. Çünkü hukuki olarak
götürülen birçok eser zaman aşımına uğradığı için
Batı müzeleri yasal olarak eserleri geri vermeme
haklarını ellerinde bulunduruyorlar. Türkiye’den bu
işleri takip etmek için görevlendirilen birim ise,
sadece müzeleri ikna ederek eserleri alma yoluna
gidiyor. Yani isteseler vermeyebilirler. Yavuz
hırsızlık bundan daha güzel ifade edilemez. Bunlar
gibi binlerce eser yurtdışındaki müzelerde
sergileniyor ve geri getirebilmek için on yıllarca
çaba gerekiyor. Her ne kadar sizin olduğunu ispat
etseniz de.
Dönem değişti
Bugün Anadolu’da dünyanın her yerinden bilim
insanları arkeolojik kazılara ve araştırma
projelerine katılıyor. Her yıl yaklaşık 250’ye yakın
kazı yapılıyor ve bunların neredeyse yarısı yabancı
bilim heyetleri tarafından yürütülüyor. 30 yıldır
sadece kazı yapan ama bir taş üstüne taş koymayan,
hiç restorasyon, konservasyon ve analiz yapmayan
kazı ekipleri var. Çıkarılan her mimari yapı kısa
sürede ayağa kaldırılıyor ve sergileniyor. Artık
dönem değişti
ve sadece kazı yapılan bir dönem değil, kazı sonrası
çalışmalara da özen gösterilen bir dönem başladı. Bu
nedenle Kültür ve Turizm Bakanlığı biraz da bu
nedenle kazıları sıkıştırıyor ve uzun yıllardır
yapmadıklarını yapmaları isteniyor.
Avrupa ve Batı müzelerinin korkması gereken asıl
mesele ise kaçak yollarla götürdükleri eserlerden
sonra, yasal yollarla götürdüklerinin iadesini
istememiz. Ve elbette Allianoi ile Hasankeyf bizim
elimizi zayıflatan, Türkiye’nin arkeolojik kültürel
mirası ile ilgili olarak önümüze sürülen kötü
örnekler. Keşke onları da koruyabilseydik.
* Aktüel Arkeoloji Dergisi
Radikal İki, Yazı: Murat Nağış, 07.02.2013
|
3 - 9 Şubat 2013
|
Boğaz'da temelleri güçlükle bulunan iki yalı,
kuruldan onay çıkarsa 'ihya edilecek'. Büyükşehir
Belediyesi, "Yalılar, kamu yararına kullanılacak"
dedi.
İstanbul
Üsküdar’daki Paşalimanı Parkı’nda 3 noktada
toprak altüst edildi. Kazılan yerlerde bir havuz
izi, bir merdiven bir de temel görülüyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na (İBB)
ait inşaat tabelasında, ‘Üsküdar Serasker
Hüseyin Avni Paşa Yalısı ve Arapzade Yalısı
Temel Araştırma Kazısı’ yazıyor. Hassa Mimarlık
tarafından yürütülen kazı çalışması, Türk İslam
Eserleri Müzesi tarafından kontrol ediliyor.
Arapzade Yalısı, Üsküdar İlçesi, Hacı Hesna
Hatun Mahallesi, 512 ada, 5 parselde
bulunmaktaydı. 19’uncu yüzyılın son çeyreğine
tarihlenen yalı, yok olan kültür varlıklarından
biri olarak kayıtlara geçti. Serasker Hüseyin
Avni Paşa Yalısı da yine aynı yerde 512 ada, 43
parselde yer almaktaydı. İstanbul Boğazı’nın
karakteristiğini oluşturan yalılar arasında
sayılan bu kültür varlıklarının yeniden
İstanbul’a kazandırılabilmesi amacıyla İBB
tarafından planlanan çalışma için 5 Temmuz
2011’de ihale açıldı. Çalışma, 10 Mayıs 2012’de
başlatıldı.
Kazının amacı, iki yalıyı ‘ihya etmek ve kamu
yararına kullanmak’. İBB tarafından
Radikal ’e
yapılan açıklamalara göre elde eserlerle ilgili
çok fazla doküman mevcut. Kültür Varlıkları
Koruma Kurulu’nun incelemesi sonunda ve onay
çıkarsa iki eser de ihya edilecek.

‘Boğaz’da 10-15
yapı ihya edilebilir’
İBB, Basın Dairesi, yalıların ihya edilmesi
halinde kamuya açık ve kamu yararına
kullanılacağını belirtirken arazilerin İstanbul
Büyükşehir Belediyesi mülkiyetinde olduğunu
vurguladı. İBB yetkililerinin verdiği bilgiye
göre her iki yalı, yol yapımı sırasında
mirasçılardan alındı. İstimlak şartlarından biri
de ‘özel amaçlı kullanımın kısıtlanması’ydı.
Hassa Mimarlık’ın sahibi Muharrem Hilmi Şenalp
Boğaziçi mimarisini yansıtan eserlerin ihyasının
çok önemli olduğunu belirtti ve kıyı boyunca
yaklaşık 10-15 arası eserin ihyasının gerekli
olduğunu söyledi: “Hüseyin Avni Paşa Yalısı
büyükçe bir bina. Tütün ambarları ile birlikte
kültür merkezi olsun düşüncesi vardı... 1 ay
önce kazıyı bitirdik. Biraz uzun sürdü. Çünkü
önce bulamadık. Sonra radyolojik tarama yaptık.
O zaman çıktı havuz ve bodrum kat temeli. Şimdi
rölevesini yapıyoruz. Sonra ilgili Kültür
Varlıkları Koruma Kurulu karar verecek.”
Serasker Hüseyin
Avni Paşa Yalısı
Eski ismi Öküz Limanı olan mevkide yer alan
büyük bir yapıydı. Sağ ilerisinde Abdurrahman
Ağa Camii ve Yarımca Baba Bektaşi Tekkesi,
karşısında ise Hüseyin Avni Paşa’nın 1874-75
tarihinde yaptırdığı muhteşem çeşme bulunuyordu.
Bölge Piyale Paşa Sahilsarayı yapıldıktan sonra
Paşalimanı ismini aldı.
Arapzade Yalısı
Paşalimanı ile Kuzguncuk arasında ve Fethi
Ahmet Paşa Yalısı’nın sol tarafındaydı.
Radikal, Kaynak:
Üsküdar Belediyesi
internet
sitesi, Haber: Enis Tayman, 08.02.2013
|
OSMANLI'NIN KATERİNA'YA VERDİĞİ ÇADIR HALA AYAKTA
Osmanlı Sultanı III. Selim tarafından Rus Çariçesi II. Katerina'ya hediye edilen Osmanlı çadırı ilk kez görüntülendi. Osmanlı devletinin Kırım'ı almak için 19 Ağustos 1787'de Rusya'ya açtığı savaş sonunda imzalanan Yaş Anlaşması dolayısıyla Rusya'ya hediye edilen çadır, St. Petersburg'daki bir müzede korunuyordu. Dönemin Osmanlı Sefiri Mustafa Rasih Paşa tarafından, 1793'te St. Petersburg'da Çariçe II. Katerina'ya sunulan wçadır, 220 yıl boyunca sapasağlam ayakta kalmayı başarmış. Ermitaj Müzesi'nden Galina Serkina, Çar ailesi üyelerinin çadırı daha çok askeri seferler, avlanmak ve bazen de piknik yapmak için kullandığını ifade etti. Serkina, "Bu çadır diplomatik olarak hediye edilen ve günümüze kadar ulaşan tek çadır" dedi. Serkina, çadırın duvarlarının 6 metre genişliğinde ve 2 metre yüksekliğinde olduğunu da sözlerine ekledi. Titizlikle korunduğu ve renginden hiçbir şey kaybetmediği gözden kaçmayan çadır direkleri, kurulamadığı için çadırın hemen yanı başında yerlere dizilmiş. Serkina, çadırın yakın bir zamanda fotoğraflanmak için yeni baştan kurulacağını ve o zaman çadırı tüm ihtişamıyla görmenin mümkün olacağını söyledi.
Sabah, 08.02.2013
|
 |
FATİH'İN DİKTİRDİĞİ ULU
ÇINAR BAKIMDA

Zonguldak'ın Ereğli İlçesi'nde İstanbul'un fethinin
ardından dikilen çınarlar, Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan alınan izinle
restorasyona alındı.
Ereğli Belediyesi Park ve Bahçeler Sorumlusu Sezgin
Okumuş, gazetecilere yaptığı açıklamada, ilçenin
belirli noktalarındaki anıt ağaçların bak ım ve
restorasyonu için çalışma başlattıklarını söyledi.
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan,
geçen yıl 10 anıt ağaçtan 7'sinin bakımı için
istediklerini iznin gelmesi ardından çalışmalara
başladıklarını ifade eden Okumuş, şöyle konuştu:
"Biz bu çınar ağaçlarının bakım ve restorasyona
ihtiyacı olduğunu gördük. 1 yıl önce, Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na ağaçların
restorasyonuyla ilgili izin için başvurmuştuk.
Gerekli izinleri aldıktan sonra İstanbul'da bu işi
yapan firmaya ulaştık. Firma yetkilileri olaya
duyarlı yaklaştılar ve ağaçların restorasyonu
işlemlerine başladık. Teknik anlamda ağaçların
zamanla odun dokuları çürümektedir, çürüyen kısı
mları arkadaşlarımız kesici aletlerle kazıyor. Doğal
yollardan çamın damıtılmasıyla çam katranı elde
ediliyor. Bu da kazınan yerlere sürülüyor. Bunun
amacı da bir daha bu yerlerde mantar ürememesidir.
Bu ağaçların yaklaşık 500 yıllık olduğu
belirtiliyor. Bu yapılan işlemi bu bölgede ilk kez
biz başlattık. İnşallah diğer belediyelere örnek
olur."
Ereğli Belediyesi Başkanlık Danışmanı Raif Tokel de
Fatih Sultan Mehmet tarafından resmi olarak
dikildiği bilinen çınarların bakımının Türkiye'de
ilk kez gerçekleştirildiğini belirterek,
"Literatürde doğal anıt, anıt ağaç olarak tabir
edilen bu ağaçlar biyolojik ve kültürel özellikleri
açısından kültür varlığı olarak tescil edilmiştir.
Karadeniz Ereğli'de 10 tane tescil edilmiş ağaç
bulunmaktadır. Şu anda yaşamlarında çok ciddi
sıkıntı gördüğümüz ağaçları ele aldık. Bölgede bu
ağaçların restorasyon tedavisine yönelik çalışmayı
ilk kez Ereğli Belediyesi yapıyor" diye konuştu.
Çınarlardan 7'sinde sıkıntı olduğuna dikkati çeken
Tokel, sö zlerini şöyle tamamladı: "Bu ağaçlar, 9
Eylül 1982 tarihinde tescil edilmiş. 1987 yılında bu
karar bir daha gözden geçirilmiş. Tescillerinin
devamına karar verilmiş. 1987 yılından bu yana da
ciddi anlamda bu ağaçlara müdahale yapılmamış. Doğ
aya ve doğadaki tüm varlıklara saygıyı öne çıkaran
Ereğli Belediyesi ve Belediye Başkanı Halil
Posbıyık, bu anlamda müdahil oldu. Bu ağaçların
tedavisine başlayacağız. Ağaçların ömürleriyle
ilgili bir belgeye dayalı yaş belirlenir. Bir de
bilimsel bir araştırma vardır. Bu da denta
kronolojik denilen bilimsel çalışmadır. Ağa çlar
bizim kültürümüzde bir anıdır. Bir şeyin yıl dönümü
ve kutlanmasıyla ilgili dikilir. Ağaç sevgisi
Anadolu insanının çok eski sevgisine dayalıdır. Bu
ağaçların tarihinde de Fetih Çınarları olarak
geçiyor. Yapılan araştırmada da Fatih Sultan
Mehmet'in Ereğli'yle ilgili çok ciddi ilişkisi
olmuştur. Çünkü Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u
almadan önce kuşatma evresinde Ereğli'deki su
duvarlarındaki bazı blok taşlarını taşıyıp
İstanbul'daki Rumeli Hisar'ını yapmıştır. O anlamda
da Ereğli'ye nazire olsun diye çınar dikmiştir.
Çünkü çınarın tarihsel adı vardır. 'Köklü çınar',
'ulu çınar' diye edebiyata da girmiştir. Bu nedenle
bu ağaçlar ulu çınar ya da 'Fetih çınarı' olarak
bilinir."
Türkiye Gazetesi, 07.02.2013
|
TARİHİ ULU CAMİYE MODERN
DİZAYN
Hatay'da 6. yüzyılda
Memlükler döneminde yaptırılan Ulu Cami restore
edildi.
Birçok dinden ve inançtan insanların huzur içinde
yaşadığı bir kent olarak dikkati çeken Hatay'da,
Memlükler döneminden kalan ve kentin en eski camisi
olarak bilinen Ulu Cami, yeni görünümüyle kapılarını
ibadete açmaya hazırlanıyor.
Yaklaşık 6 aydır süren ve 1 milyon 413 bin lira
harcamayla restore edilen Ulu Cami, restore
çalışmalarının ardından avlusu, minaresi, cami
içerisinde bulunan türbeler ve medrese odaları adeta
görenleri tarihi bir yolculuğa davet ediyor.
Hatay Vakıflar Bölge Müdürlüğünce restoresi
üstlenilen camideki taş dokularının üzerindeki
boyalar temizlendi. Böylelikle tarihi değeri daha ön
plana çıkartılan camideki çalışmalar, günümüz modern
ihtiyaçlarına da cevap verebilir hale getirildi.

Bu kapsamda engelli vatandaşların merdivenleri
kullanmasının zor olacağını dikkate alınarak, üç
kapısı bulunan caminin giriş ve çıkışlarına
engelliler için rampalar yapıldı.
Daha önce erkeklerle kadınların aynı mekanda ibadet
etmesine "perdeyle" çözüm bulunduğu camide, kadınlar
için taştan tarihi görünümlü ayrı bir mescit
yapıldı.
Ayrıca camide bulunan aşevi, sağlamlaştırılarak,
aşevi önünde ibadete gelen vatandaşlar için dinlenme
bölümleri oluşturuldu.
Aydınlatma sistemleri de yenilenen caminin, bu ay
içerisinde yenilenen yüzüyle ibadete açılacağı
bildirildi.
Hatay Gündem, 07.02.2013
|
YAKINDA SULTANAHMET
CAMİİ'NE MERDİVENLE İNECEĞİZ!

Birçok medeniyetin
gelip geçtiği ve insanlık tarihine köklü miras
bırakan İstanbul’daki tarihi yapılar, “kot farkı”
nedeniyle toprak altında kalabilir.
Kot farkının
Sultanahmet Camii
ile
Ayasofya arasında
rahatlıkla görülebileceğini anlatan İstanbul İl
Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, “Ayasofya
1500 yıllık bir yapı. Sultanahmet ise Osmanlı
döneminde yapılmış bir cami. Şu anda
Sultanahmet Camii’ne
biz merdivenle çıkıyoruz. Ama
Ayasofya’ya
merdivenle iniyoruz. Bu iki yapıda kot yükselmesini
görebiliriz. Demek ki
Ayasofya’nın kot
yükselmesi ile birlikte önündeki meydan yükselmiş
ama kendisi çukurda kalmıştır. Aksaray’da Valide
Sultan Camii’nde de aynı şeyi görürsünüz. Bu, tarihi
yapıların İstanbul’da karşılaştığı bir sorun”
ifadelerini kullandı. İnsanların meydanları yaparken
kolayıcılığa kaçtığını, eski malzemelerin üzerine
yeni malzemenin döşendiğini kaydeden Bilgili,
“Birike birike kot yükselmesi oluşmuş” dedi.
Doğu Roma’daki adıyla Hipodrom, Osmanlı dönemindeki
adıyla At Meydanı’nda Ayasofya’nın hemen
karşısındaki iki yıl önce toprak altında bulunan 300
yıllık çeşmeyi örnek gösteren Bilgili, “Yapı, klasik
dönem Osmanlı çeşmesi. Şu anda çeşmenin sadece üst
kısmını görebiliyoruz. O da zemin yenilemesi
yaparken, tesadüfen ortaya çıkmış. Altında 3 gözlü
kocaman bir çeşme var. Biz çeşmenin üzerinde
geziyormuşuz da haberimiz yokmuş. İşte bu da kot
yükselmesinin çok somut bir sonucu. Eğer buna biz
bugünden itibaren tedbir almazsak 50 yıl sonra bütün
eski yapılarımıza örneğin
Sultanahmet Camii’ne,
Süleymaniye Camii’ne merdivenle iner hale geleceğiz”
şeklinde konuştu.
Habertürk, 07.02.2013
|
 |
OTO YIKAMADAN TARİH ÇIKTI
Bursa’daki bir oto yıkama dükkanından satılmak üzere bekletilen tarihi heykeller çıktı.
Osmangazi İlçesi'ndeki bir oto yıkama dükkanına düzenlenen baskında biri 37X45 santimetre ebadında kafa bölümü olmayan 4 heykel, gözyaşı sikkesi ile birlikte 10 parça tarihi eser ele geçirildi. Heykelleri satmak isteyen 2 kişi gözaltına alındı. Emekli binbaşı Mehmet K. (56) ve Mehmet P. (54) çıkarıldıkları nöbetçi mahkemece tutuklanarak cezaevine konuldu. Tarihi eserleri Mehmet K.'nin Çanakkale'den getirdiği öğrenildi.
Akşam, 07.02.2013
|
MUSTAFA AYAZ, MÜZESİNİ
KÜLLİYEYE DÖNÜŞTÜRECEK
Çağdaş Türk resminin
önemli isimlerinden Mustafa Ayaz, 2007’de açtığı ve
kendi ismini taşıyan müzeyi, bir ‘Sanat Külliyesi’ne
dönüştürmeyi hedefliyor.
Altı yıldır çok sayıda
yerli, yabancı ressamın sergisine ev sahipliği yapan
Mustafa Ayaz Müzesi bin 720 metrekarelik bir alana
kurulu. 7 kattan oluşan ve toplam kullanım alanı 5
bin metrekare olan müzede hobi atölyelerinin yanı
sıra Ayaz’ın değişik dönemlere ait eserleri de
sergileniyor.
Müzenin 2009’da vakıf
olarak faaliyete geçtiğini belirten Mustafa Ayaz,
“Şimdiki hedefim, müzeyi ‘kamuya yararlı’ vakıf
haline getirmek. Bunun için başvurumuz var. Müzeye
bir konferans ve müzik salonu ekleyeceğiz. O zaman
hayalimdeki ‘Ayaz Sanat Külliyesi’ni tamamlamış
olacağız” dedi.
Hürriyet, Haber: Uğur
Ergan, 07.02.2013
|
|
MODIGLIANI'NIN PORTRESİ
42,1 MİLYON DOLARA SATILDI

İtalyan ressam ve heykeltıraş Amedeo Modigliani'nin
portresi, İngiltere'nin başkenti Londra'da yapılan
açık artırmada 42,1 milyon dolara satıldı.
Christie's Müzayede Evi,
Modigliani'nin sevgilisi Jeanne Hebuterne'nün
1919'da tamamladığı portresini açık artırmaya
telefonla katılan ve adının açıklanmasını istemeyen
bir koleksiyoncunun satın aldığını açıkladı.
1884'te
İtalya'nın Livorno
kentinde doğan Modigliani, maskeye benzeyen yüzlerin
yer aldığı eserleriyle tanınmıştı. Modigliani,
1920'de Paris'te henüz 35 yaşındayken tüberküloz
menenjit nedeniyle hayata veda etmişti.
TOPLAM 214 MİLYON
DOLARLIK SATIŞ YAPILDI
Christie's Müzayede Evi'nde bugün yapılan
“Empresyonist ve Modern Sanat” açık artırmasında
toplam 214 milyon dolarlık satış yapıldı.
19 ülkeden koleksiyoncuların katıldığı müzayedede
19. yüzyıl izlenimcilerinden Berthe Morisot'un
“Apres le dejeuner” adlı eseri, 10,9 milyon dolara
alıcı buldu.
Sotheby's Müzayede Evi'nin düzenlediği “Empresyonist
ve Modern Sanat” açık artırması da büyük çekişmelere
sahne oldu.
Toplam satışın 228 milyon dolara ulaştığı müzayedede
İspanyol ressam
Joan Miro'nun “The Farmer and his Wife” adlı tablosu
9,3 milyon dolara, Salvador Dali'nin 1943 tarihli
“Portrait of Mrs. Harrison Williams” adlı eseri ise
3,6 milyon dolara satıldı.
Radikal, 07.02.2013
|
MİLLİ ARŞİV SİTESİNİN
İNŞAATI TAMAMLANDI

Paha biçilemeyen Osmanlı
tarihi eserlerinin saklanacağı “Milli Arşiv
Sitesi”nin yapımı tamamlandı. Osmanlı arşivi,
Kağıthane’de 57 bin metrekare araziye, 9
büyüklüğündeki depreme dayanıklı 16 blokta
saklanacak.
TOKİ, 150 milyon dolar
(264 milyon lira) maliyetle arşivcilik için özel
olarak tasarlanan Milli Arşiv Sitesi’nin inşaatını
tamamladı. 100 milyon belge ve 375 bin kayıt defteri
ile dünyanın en büyük arşivi olan Osmanlı arşivi,
Kağıthane’de parmak izi ile girilebilen odalarda
saklanacak.
Sabah Gazetesi'nin
haberine göre, binanın yapımı sırasında kullanılan
tüm malzemelerin yangına dayanıklı malzemelerden
seçildiği ifade edildi. Binada ısı ve nem
değerlerini belli noktada tutan bir iklimlendirme
sisteminin de gerçekleştirildiği belirtildi.
36 bin metrekarelik
depolara yapılacak rafların toplam uzunluğu120
kilometre olacak. Sitedeki 120 depoya şifre ve
parmak izi ile girilebilecek. 800 kişilik kongre
merkezi, iç ve dış bükey akustik ahşap elemanlarla
bir ses stüdyosu gibi donatıldı. Sitenin içindeki
arşiv galerisinde, ısı ve nem değerlerini
dengeleyen özel vitrinlerde orijinal belgeler
sergilenecek.
Osmanlı arşivleri mart
ayından itibaren özel önlemlerle taşınmaya
başlanacak. Milli Arşiv Sitesi’nin İstanbul’un
fethinin yıldönümü olan 29 Mayıs’ta açılması
planlanıyor.
Yapı, 07.02.2013
|
|
RODIN İLE BACON BİRARADA
Britanyalı ressam Francis Bacon'la Fransız
heykeltraş Auguste Rodin'in eserleri bu cumadan
itibaren Londra'nın Ordovias galerisinde beraber
görücüye çıkacak.
Britanyalı ressam
Francis Bacon’la Fransız heykeltraş Auguste Rodin’in
eserleri bu cumadan itibaren
Londra ’nın
Ordovias galerisinde beraber görücüye çıkacak.
‘Hareket ve Yerçekimi: Rodin ve Bacon Diyaloğu’
başlıklı sergi Fransız heykeltraşın Britanya sanatı
üzerindeki etkisine odaklanıyor. Bacon’ın üç
resmiyle Rodin’in üç bronz heykelinin yer aldığı
sergide ressamın daha önce görücüye çıkmamış 1967
tarihli ‘İnsan Bedeninden Üç Form Çalışması’
adındaki tablosu da bulunuyor. Resimde bir insanın
üç farklı dönemi temsil ediliyor. Sergi, Rodin
heykellerindeki insan bedeni yorumunun Bacon’ı nasıl
etkilediğini araştırıyor.
Radikal, 07.02.2013
|
BERGAMA DÜNYA KÜLTÜR
MİRASI ADAYLIĞI DOSYASINI TESLİM ETTİ

Bergama, Dünya Kültür
Mirası Listesi adaylığı için Dünya Miras Komitesi'ne
başvuru yaptı. Başvurunun 2014 yılında sonuçlanması
bekleniyor.
Bergama Belediye Başkanı
Mehmet Gönenç,
yaptığı yazılı açıklamada, 2011 nisan ayında
Dünya Kültür Mirası
ön listesine giren
Bergama'nın
adaylık dosyasının hazırlanması için belediye
bünyesinde kurulan birimin çalışmalarını
tamamladığını kaydetti. 500 sayfadan oluşan bilgi,
belge ve fotoğrafların yer aldığı dosyanın
Dünya Miras Komitesi'ne
teslim edildiğini ifade eden Gönenç, Bergama ve
çevresinin kültürel değerlerinin tasniflendiği ve
kültürel varlıklarının ortaya konduğu dosyanın
UNESCO Dünya Miras
Komitesi tarafından en az 1,5 yıl
inceleneceğini kaydetti.
Mustafa Gönenç, 2014 Haziran ayında UNESCO teknik
heyetinin Bergama'ya gelerek incelemelerde
bulunacağını belirterek, şunları belirtti:
''2014 yılında sonuca ulaşacak sürecin kalıcı
listeye girmekle sonuçlanmasını umuyoruz. Bundan
sonraki dönemde heyecanla neticeyi bekleyeceğiz.
Roma ve Helen dönemi tapınaklarına, tiyatrolarına,
su yollarının ve sağlık merkezlerinin en ünlülerine
sahip bir başkent olan ve antik dönem sonrası
yaşamın kesintisiz olarak devam ettiği Bergama'nın
Dünya Miras Listesi'ne girmesi, listede yer alan
diğer arkeolojik varlıklara da güç katacaktır.
Bölgemiz turistik anlamda yeni bir döneme
girecektir. Bergama'da var olan potansiyelin UNESCO
tarafından tescil edilmesi kenti yakın gelecekte bir
dünya markası haline getirecektir.''
Yapı, 07.02.2013
|
MUHAFAZAKAR JAPONLAR DAVUT'TAN RAHATSIZ
Japonya’da heykel krizi... Ünlü Rönesans sanatçısı
Michelangelo’nun başyapıtlarından Davut Heykeli’nin
bir kopyası, Okuizumo kasabasına dikilecekti.
Ancak kasaba yetkilisi Yoji Morinaga, AFP’ye
yaptığı açıklamada, heykelin bazı yaşlı ve
muhafazakarların tepkisini çektiğini söyledi:
“Cinsel organın kapatılmasını istediler. Çocukların
heykelden korktuğunu söyleyenler var.”
Hürriyet, 07.02.2013
|
|
İSRAİL OSMANLI
ESERLERİNİ YIKIYOR
İsrail'in, Mescid-i
Aksa'ya 50 metre mesafedeki Ağlama Duvarı (Burak
Duvarı) yanında başlattığı
yıkım çalışmaları
devam ediyor.
Yıkımı devam eden
eserler arasında
Osmanlı döneminden
kalma tarihi kemer ve binalar da bulunuyor.
Yıkıma karşı çıkan
El Aksa Vakfı yaptığı yazılı açıklamada, ''İşgal
güçleri, ikinci gününde Mescid-i Aksa'nın 50 metre
uzağındaki Burak duvarının kuzeyinde bulunan tarihi
kemer ve binaları yıkmaya devam ediyor'' ifadesini
kullandı.
İsrail yönetiminin,
yıkım yaptığı
bölgeye sinagog, polis merkezi ve müze gibi yeni
binalar inşa etmeyi planlandığı belirtiliyor.
Mescid-i Aksa içinde ve
çevresinde ibadet etmeleri yasaklanan Yahudiler
tarihte ilk kez Kanuni Sultan Süleyman'ın çıkardığı
izinle mülkiyeti El-Aksa Vakfı'nda kalmak şartıyla
Ağlama Duvarı'na gelerek ibadet etmeye başladı.
Yahudilerin ibadet ettikleri Ağlama Duvarı'nın
yenileme çalışmasını Kanuni döneminde Mimar Sinan
yapmıştı.
Yahudilere, Kanuni Sultan Süleyman'dan önce sadece
tarihi şehrin karşısındaki Zeytin Dağı'nda bulunan
Yahudi mezarlıklarında dua etme izni veriliyordu.
İsrail, 1948
savaşında Ağlama Duvarı'nı tamamen işgal ederek
çevresinde bulunan Selahaddin Eyyubi'nin kurduğu ve
Faslı göçmenlerin yaşadığı Silvan mahallesini yıkıp,
duvara açılan alanı kanunsuz bir şekilde
genişletmişti
Habertürk, 07.02.2013
******
MESCİD-İ AKSA'NIN YANINA
SİNAGOG YAPILACAK

İsrail'e ait buldozerler, Mescid-i Aksa'nın
yakınında bulunan Burak sahasının kuzeyindeki tarihi
bina ve kemerleri yıkmaya devam ediyor. Yıkım
çalışmalarına tepki gösteren El-Aksa Vakıf ve Kültür
Mirası Kurumu, yıkım işleminin Mescid-i Aksa'nın 50
metre uzağında gerçekleştirildiğini açıkladı.
Yıkımın tamamlanmak üzere olduğunun belirtildiği
açıklamada, İsrail'in içerisinde sinagog, karşılama
salonu, polis merkezi, müze ve hamamların bulunduğu
çok yönlü bir kompleks bina etmeyi planladığı iddia
edildi. İsrail ordusu, 28 Ocak'ta izinsiz olduğu
gerekçesiyle Mescid-i Aksa'nın güneyindeki Silvan
Mahallesi'nde Filistinlilere ait bir ev ve üç
bahçeyi kullanılamaz hale getirmişti. Tel Aviv
yönetimi, geçtiğimiz ay Batı Şeria'nın El-Halil
kentinde bir camiyi yıkmış, 26 Aralık 2012'de ise
Beytüllahim, El-Halil ve Nablus kentlerinde
Filistinlilere ait 51 ev için yıkım kararı almıştı.
Türkiye Gazetesi, 07.02.2013
|
AKSARAY MÜZESİ KAPATILDI

Yaklaşık 1 milyon liraya
düzenleme ve tadilat çalışması yapılacak Aksaray
Müzesi ziyarete kapatıldı.
Aksaray Müzesi'nin
tanzim ve teşhir düzenlemeleri ile daha verimli
kullanılması amacıyla yapılan projenin yaklaşık 1
milyon lira bedelli ihalesinin tamamlanmasının
ardından çalışmalara başlandı.
Yapılacak düzenlemeyle
ilk kez müzede etnoğrafik eserler ile mozaikler
oluşturulacak özel alanlarda sergilenmeye
başlanacak. 12 bin metrekarelik müzenin sekizgen
yapısından kaynaklanan sergileme sorunları
uygulanacak projeyle ortadan kaldırılacak.
Yaklaşık 8 ay sürecek
çalışmalar nedeniyle Müze yaz mevsimi sonuna kadar
ziyarete kapatıldı. Proje kapsamında Müzenin birinci
katı arkeolojik eserlerin sergilenmesi için
bölümlere ayrılacak. Bu katta mumyaların yanı sıra
Aksaray'da devam eden üç önemli kazıdan çıkan
eserler ve Roma, Bizans dönemine ait buluntular ile
sikkeler ayrı bölümlerde sergilenecek.
Müzenin en dikkat çekici
eserlerinden mumyalar için özel bir bölüm
oluşturulacak. Bin yıllık mumyalar son teknoloji
ürünü cam bölmeler içinde korunacak.
İdari bölümün bulunacağı
ikinci katta ilk kez etnoğrafik eserler sergilenmeye
başlanacak. Aksaray kültürünü yansıtan eserlerin
yanı sıra antika halı ve kilimler de bu bölümde yer
alacak.
Aynı katta özel bir
salonda geçen sene Eskil İlçesi civarında yapılan
kazılarda bulunan 196 metre karelik mozaikler
sergilenecek.
Çalışmalar
tamamlandığında ziyaretçiler müzeyi gezerken
Kapadokya'nın en önemli parçalarından biri olan
Ihlara Vadisi'ni de ekranlardan canlı olarak
izleyebilecekler.
Aksaray Kent Haber,
06.02.2013
|
ERTUĞRUL GÜNAY: İSTANBUL'DA SULTANAHMET MEYDANI'NA
BİLE AVM YAPACAK BİR YAKLAŞIM VAR
Kültür ve Turizm
eski Bakanı Ertuğrul Günay, CNN Türk’te yayınlanan
360 derece programında Şirin Payzın’ın sorularını
yanıtladı. Günay, Sarai Sierra’nın öldürülmesi ile
gündeme gelen
İstanbul surları hakkında konuya ilişkin
değerlendirmelerde bulundu. İstanbul’un surlarının
22 kilometrelik bir alanı kapsadığını belirten
Günay, "Şu anda konuştuğumuz Topkapı Sarayı’nın
eteğindeki surlarda bunların bir bölümü" diyerek
şunları kaydetti: "Ama İstanbul’un surları bundan
çok daha geniş bir alan. Ayvansaray’a kadar gidiyor.
Kara tarafından dolaşıyor Yedikule’ye kadar gidiyor,
Marmara tarafından Ahırkapı’ya geliyor, oradan
Sirkeci tarafına ve Gülhane’ye geliyor. Surların,
Ahırkapı’dan Sirkeci’ye gelen bölümü, hem İstanbul
Surları’nın bir parçası hem de Topkapı Sarayı’nın,
Suri Sultaniye’nin bir parçası. Şu anda konuştuğumuz
alan İstanbul surlarının sınırlı, ama özel bir
bölümü. Bazı alanlarda korunmuş, bazı alanlarda
yanlış restorasyon, bazı alanlarda da bakımsızlık ve
kötü kullanım var. Çeşitli kamu kurumlarının
denetimine terk edilmiş, hatta denetimsiz kalmış
alan. Topkapı Sarayı’nın çevresindekilere sadece
Suri Sultaniye diyoruz. Sierra’nın ölüsünün
bulunduğu kısım Topkapı Sarayı’nın yani Suri
Sultaniye’nin deniz tarafında ki bölümü. Bu alan ne
yazık ki çok bakımsız bir alan."
NE YAZIK Kİ BİR SONUÇ ALAMADIK
Surların büyük bölümünün İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’ne ait olduğuna vurgu yapan Günay şöyle
devam etti: "Surların deniz tarafı İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nde. Sultanahmet tarafında ki
giriş kapısının iki tarafındaki surlar bakanlığın
koruması altında. Biz orada bir takım
iyileştirmeleri geçmişte yaptık. Ama deniz tarafında
ki, banliyö trenin alt tarafında kalan alanlar
Büyükşehir’in koruması altında olduğu için bizim
oraya müdahale etme şansımızda yoktu. Doğrusu
imkanlarımızda çok yetmiyordu. Topkapı Sarayı’nın
içinde 2008’den bu yana çok büyük iyileştirmeler
yaptık. Saray’ın içinde gecekondular vardı, çeşitli
kurumların işgalleri vardı, otoparklar vardı, spor
kulübü işgalleri vardı, çeşitli bakanlıkların
kullandığı ya da kullanır gibi yaptığı çeşitli
depolar vardı. Bunların hepsini kaldırdık. Deniz
tarafındaki surlar çok korumasız olduğu için ben
bunu yazılı ve sözlü olarak arkadaşlarımdan rica
ettim, ya bizim tarafımızdan ya da kendileri
tarafından iyileştirilmesi konusunda. Ama ne yazık
ki bir sonuç alamadık."
SAYIN BAŞBAKANIMIZA BİR CD VERDİM
Günay, İstanbul’da sorumluların öncelik vermediğini
belirterek, "İstanbul’da çok çalışma yapılıyor,
kimsenin hakkını inkar etmek istemem. Ama Topkapı
Sarayı’nın çevresinin iyileştirilmesi konusunda, bir
an önce burada önlem alınması konusunda uyarmaya
çalıştım arkadaşlarımızı" diyerek sözlerini şöyle
sürdürdü: "Çünkü Topkapı Sarayı içinde tehlike
teşkil ediyor. Oradan içeriye rahat girip çıkılması,
içeride evsizlerin yurtsuzların barınması, bir takım
hurdacıların oraya topladıklarını yığmaya çalışması
sadece surlar açısından ve yoldan geçenler açısından
çirkin ve güvenliksiz bir ortam değil, aynı zaman
yukarıda bizim en büyük hazinemiz olan Topkapı
Sarayı içinde oldukça sıkıntı verici bir alan. Ben
durumun vahametini bir kamera ile tespit ettirdim ve
sayın başbakanımıza bir CD verdim."
SARAY İÇİN GÜVENLİKSİZ
Günay, surların sahil yoluna bakan tarafının
protokol yolu olduğuna vurgu yaparak, sözlerini
şöyle sürdürdü: "Yerli yabancı havalimanına gelirken
giderken o yol kullanılıyor. Hem onlar için
güvenliksiz, hem saray için güvenliksiz. Onun için
belediyeden kendileri yapması ya da bize
devredilmesi konusunda olumlu yanıt alamayınca,
arkadaşlarımı gönderdim. Polisin de yardımıyla
içeriye girildi, işgaller, evsizler yurtsuzlar,
içerideki hurda malzemeler, bütün olanlar, o
dehlizler, tüneller kamera kaydıyla tespit edildi.
Bende o kayıtları sayın başbakana özel bir biçimde
sundum. Aldığım harici bilgilere göre de başbakan
bir an önce ilgilenilmesi konusunda belediyeyede
talimatlandırdı. Ama bu arada bu sevimsiz olayda
vuku buldu. Bizim dilimizde bir söz vardır, ’bir
musibet, bin nasihatten iyidir’ diye. Maalesef böyle
bir musibetle karşı karşıya kaldık."
3 BİN METRESİNİN, 5 BİN METRESİNİN
İYİLEŞTİRİLMESİ YETMİYOR
"İstanbul’un bir konuğunun orada vahim biçimde
canının yitirmesi, İstanbul’un önemli bir sorununa
dikkate almamızı sağladı" diyen Günay, "Bir
haksızlık yapmak istemiyorum. Elbette belediyeler
önemli çalışmalar yapıyorlar. Ama İstanbul’un
surları toplam alanı 22 kilometre. Bunun 3 bin
metresinin, 5 bin metresinin iyileştirilmesi
yetmiyor" diye konuştu.
SİRKECİ’DE MÜCEVHER GİBİ BİR GAR BİNASI
Belediyelerin surları iyileştirecek projelerinin
olduğunu belirten Günay, Marmaray projesine de
dikkat çekerek, "Zaten Yenikapı’dan Sirkeci’ye gelen
demiryolunun kalkması söz konusu. Demiryolu kalkması
sonucu önemli bir kullanım alanı ortaya çıkacak.
Orada yine bizim zorlayarak boşalttırdığımız zührevi
hastalıklar hastanesi var. Oda belediyenin
kontrolünde. Orayı da istedik, ama alamadık.
Belediye orayı istirahat merkezi olarak
değerlendirmeyi planladı, ama henüz bir gelişme
olmadı. Sirkeci’de mücevher gibi bir gar binası var,
önündeki benzin istasyonu kaldırılsın istedik ama
olmadı" dedi.
İSTANBUL’UN YÖNETİMİNDE BUNUN ÖNCELİK
TAŞIDIĞINI DÜŞÜNÜYORUM
Günay, surların onarılmamasında sebebin Bizans
dönemine ait olmaları yönündeki bir soruya ise şu
değerlendirmelerde bulundu: "5 yılı aşkın görev
süremde Anadolu topraklarında hangi dönemden, hangi
inançtan, hangi kültürden kalmış olursa olsu ne
varsa hepsi bizimdir. Hepsi insanlığın bize
emanetidir gözüyle baktım, kiliseyi, camiyi,
medreseyi, manastırı, Pagan tapınağını birbirinden
ayırmaksızın ayağa kaldırmaya çalıştım. Ama bazı
zihinlerin altında bu tür ipotekler olabilir ya da
başka bir öncelik sıralaması olabilir. İstanbul’da
inşaat hamlesi, imar ve ihya hamlesinin biraz
önünden gidiyor. İstanbul’da değil, Taksim
Meydanı’na, Sultanahmet Meydanı’na bile AVM yapacak
bir yaklaşım var. Bunu bakan olduğum süreçte de
söyledim. İstanbul çok değerli bir toprak ama inşaat
faaliyeti çok hızlı gidiyor ve tarihi dokuyu koruma
konusunda biraz geriden gidiyoruz. Bunu kendimi de
katarak söylüyorum. Yapmamız gereken
Türkiye bütününde, İstanbul bütününde çok iş
var. İstanbul Surları UNESCO koruması altında ki
tarihi varlıklardan bir tanesidir. Biz bunları ayağa
kaldırsak inanılmaz bir ziyaretçi kitlesi sadece
İstanbul surları için gelir.
Yedikule tarafındaki Altınkapı sultanların zafer
kazandıkları zaman kullandıkları kapıdır. Ama onun
önündeki bostanları kapıyı engelliyor. Ben
İstanbul’un yönetiminde bunun öncelik taşıdığını
düşünüyorum. Ama başka arkadaşlar sanırım bu
önceliği görmüyorlar. Onların başka öncelikleri
var."
BELEDİYELER, KÜÇÜK OY KÜMELERİNE TAVİZLER
VERMEK ZORUNDA
Günay surların Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
geçmesinin daha doğru olacağını belirterek,
"Surların Kültür ve Turizm Bakanlığı’na geçmesinin
daha doğru olacağını düşünüyorum. Çünkü belediyeler,
küçük oy kümelerine, orada ki işgallere tavizler
vermek zorunda kalırlar. Surların üzerinde binalar
var, bostanlar var, belediyenin işlettiği lokaller
var. Belediyeler bunları çıkarmak konusunda her
zaman mütereddittir. Çünkü orada bir oy grubu
vardır. Daha merkeze bakana bir bakanlık, daha
yaptırım uygulayabilir ve sonuç alabilir" diye
konuştu.
Radikal, Haber: Gülseli Kenarlı, 06.02.2013
|
PICASSO'NUN TABLOSU 44.9 MİLYON DOLARA SATILDI

Londra'da düzenlenen müzayedede, Pablo
Picasso'nun "Pencerenin Yanında Oturan Kadın" adlı
ünlü tablosu 44,9 milyon dolara alıcı buldu.
Dünyaca ünlü
müzayede evi Sotheby's'in,
Londra'da düzenlediği Empresyonist
ve Modern Sanat Müzayedesi'nde,
Picasso'nun 1932 tarihli "Pencerenin
Yanında Oturan Kadın" olarak da
bilinen, sevgilisi Marie-Therese
Walter'dan esinlenerek yaptığı
tablo, 44,9 milyon dolara satıldı.
Sotheby's'in, Avrupa'daki
Empresyonist ve Modern Sanat
departmanı yöneticisi Helena Newman,
Picasso'nun söz konusu tablosunu,
"çarpıcı ve muazzam bir resim"
olarak niteledi.
Newman ayrıca, koleksiyoncuların son
yıllarda Picasso'nun Walter'dan
esinlenerek yaptığı resimlere
ilgisinin arttığını, ünlü ressamın
yine Walter'ı resmettiği "La
Lecture" adlı eserinin de 2011'de 40
milyon dolara alıcı bulduğunu
belirtti.
Pablo Picasso, yaşamını dönüştüren
gizli sevgilisi 17 yaşındaki Marie
Therese Walter'la 1927 yılında
Paris'te tanışmıştı.
Cnn Türk, 06.02.2013
|
CİNAYETTEN ÖNCE SURLARDA 'KORKU FİLMİ'
Topkapı Sarayı'nı çevreleyen surların sahildeki
kısmı belediyedeydi. Kültür Bakanlığı surları istedi
ancak alamadı. Eski Bakan Günay surlardaki 'dehşet'i
filme çektirip Erdoğan'a yolladı.
Topkapı Sarayı’nın hemen altında Amerikalı turist
Sarai Sierra’nın cesedinin bulunduğu ve Sur-u
Sultani içinde kalan alan, cinayetten önce Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni (İBB) karşı
karşıya getirmişti. Tarihi surların bu bölümünün
kontrolü İBB’nin görev alanında. Tarihi surları
Topkapı Sarayı’na katmak için yıllardır mücadele
eden bakanlık ise son altı ayda iki kez eski Bakan
Ertuğrul Günay’ın imzasıyla surları belediyeden
istedi. Bakanlık, cevap alamayınca da surların
içinde yaşayan evsizleri ve bakımsız halini filme
alıp, kayıtları Başbakanlık’a sundu.
Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Topkapı Sarayı,
yaklaşık 380 yıl devletin idare merkezi ve Osmanlı
sultanlarının resmi ikametgahı oldu. Saray 1400
metrelik surlarla çevrildi. Haliç ve Marmara
kıyılarında, şehri çeviren Bizans dönemi deniz
surlarıyla birleşen bu surlara ‘Sur-u Sultani’ adı
verildi. Beş kapısı bulunan surlar, deniz tarafında
kalan kısmı hariç 2008 yılında Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na dahil oldu. Matbaacılık Meslek Lisesi,
öğrenci yurdu ve askeri depolar boşaltılarak Topkapı
Sarayı Müzesi’nin kullanımına bırakıldı. Deri ve
Zührevi Hastalıklar Hastanesi ile surların sahildeki
kısmının kontrolü İBB’de kaldı.
Belediye metroyu bekledi
Marmaray Tüp Geçit metro hattının tamamlanmasıyla
birlikte iptal edilecek Sirkeci-Halkalı banliyo
hattından sonra daha da ıssızlaşacak bölge Topkapı
Sarayı Müzesi’ni tehdit ediyor. Güvenlik riski
taşıyan alanın savunmasını sarayın birinci avlusunda
yer alan Jandarma karakolu yapsa da oldukça uzun ve
ıssız sınır, müzenin korkulu rüyası. 2008 yılından
bu yana pek çok defa resmi yazışmalarla İBB’den
alanın kontrolü istendi. İBB ise banliyo hattı
kalktıktan sonra sahil üzerinde önemli bir kullanım
alanı doğacağı, üstelik tarihi İstanbul Surları ile
bütünlük oluşturduğu gerekçesiyle bu teklife sıcak
bakmadı. İBB metro tamamlandıktan sonra banliyö
hattı kaldırılınca, surların onarılıp
çevre düzenlemesi yapılarak bölgenin turizme
kazandırılacağı görüşünde.
Erdoğan da sıcak baktı
İBB’den olumsuz yanıt alan eski Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, Amerikalı turist Sarai
Sierra’nın cesedinin bulunduğu alanı da kapsayan
sahil boyundaki surların durumunu gösteren bir kısa
film yaptırdı. Dehlizlerde ve sur kulelerinin
içlerinde yaşayan evsiz ve tinerciler de kameraya
kaydedildi. Günay, bu görüntüleri de Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan ’a sunarak surların Topkapı
Sarayı’na dahil edilmesini istedi. Başbakan
Erdoğan’ın da sıcak baktığı proje için düğmeye
basıldı. Kendisini telefonla aradığımız Bakan Günay,
“Göreve geldiğimden beri Sur-u Sultani işiyle çok
uğraştım. Gecekondular vardı, onları kaldırttım.
Sahil tarafının da düzenlenmesi için çaba sarf
ettim. Bu alan güvensizdi. İBB’ye defalarca kendi
imzamla yazı yazıp ‘Bize verin’ dedim. En son Sayın
Başbakanımıza durumu anlattım.”
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 06.02.2013
******
BU ŞEHİRDE SORUMLU BİR YÖNETİCİ VAR MI?
Amerikalı
turist Sarai Sierra’nın cesedinin bulunduğu
Sarayburnu surlarının gazetelerde yayımlanan
fotoğraflarına dikkatle bakmanızı öneririm.
O karelerde adamsendeci kamu yöneticisini, tarihi
değerleri önemsememeyi, ders almamayı göreceksiniz.
Fotoğraflardan anlaşılıyor ki surlar kendi kaderine
terk edilmişler.
1600 yıllık bir tarihi eserden söz ediyoruz,
herhangi bir duvardan değil!
Surların içi mezbelelik olmuş. Madde bağımlılarının,
evsizlerin yurduna dönüşmüş. Surların içindeki
dehlizleri ev gibi kullananlar bile var.
İsveçli, Guatemalalı ve Japon kadın turistlere
burada tecavüz girişimlerinde bulunulmuş. Gazetelere
yansımayan daha kaç vaka var, kim bilir.
Civarda yaşayanlar surların keşlerin yatağı haline
geldiğini söylüyorlar. Polise şikayette bulunanlar
da olmuş, kimse ilgilenmemiş.
İstanbul’da 1600 yıllık surların bulunduğunu,
bunların bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle bir
mezbeleliğe dönüştüğünü, suça açık bir yer haline
geldiğini fark etmemiz için Sarai Sierra’nın
cesedinin oraya atılması gerekiyormuş demek ki! (Bu
son iğneyi de kendime batırıyorum, bir gazeteci
olarak!)
Şimdi bu şehirde bir vali var, surların geçtiği
ilçelerin kaymakamları da! İl emniyet müdürü var,
surların geçtiği ilçelerin emniyet müdürleri de! Bir
kültür ve turizm müdürü var, bakanlığının işlerini
bu kentte o takip ediyor. Surların “sahibi” de
sanırım İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmalı.
Restorasyon diye yeni duvarlar örme işini onlar
yaptığına göre!
Kentin ortasında bir asayişsizlik adası oluşmuş.
Vali ve emniyetin umurunda değil ki hiçbir önlem
alınmıyor. Surları gezecek turistin kelleyi koltuğa
almasının önüne geçecek hiçbir düzenleme de
yapılmamış.
Başkasının elinde olsa önemli bir gelir ve iftihar
kaynağı olacak 1600 yıllık tarih bir mezbelelik
halinde ilk depremde yıkılmayı bekliyor!
Çünkü bu kentte sorumluluklarını bilen bir kamu
yöneticisi ne yazık ki yok!
(İlgili kişiler için not: Lütfen bu yazıyla ilgili
bir açıklama yollamayınız. Ama dilerseniz ve
vaktiniz varsa sizlerle bir bütün gün surları
gezebilirim, durumu hep birlikte tespit edebiliriz.)
Hürriyet, Yazı: Mehmet Y. Yılmaz, 06.02.2013
******
İSTANBUL 'SURLARINI' HATIRLADI
Amerikalı fotoğrafçı Sarai Sierra’nın ölümü,
İstanbul'un tarihi surlarını yeniden gündeme
getirdi. Daha önce pekçok kez yanlış restorasyon
uygulamalarıyla tartışma konusu olan sur bandında,
bu kez de 'güvenlik' ve 'yetki' karmaşası yaşanıyor.
Kadir Topbaş, "İstanbul, güvenli bir kent; surlarda
yetki İBB'de" dedi.
Dün (05 Şubat Salı)
gerçekleştirilen Bayrampaşa Sanayi Alanı
Kentsel Dönüşüm Projesi tanıtım toplantısı
sonrası gazetecilerin sorularını yanıtlayan İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş,
Tarihi Yarımada’yı çevreleyen İstanbul
Surlarındaki planlama ve projelendirme
çalışmalarının bu yıl sonuna kadar tamamlanacağını
açıkladı. İstanbul'u dünyanın diğer şehirlerine göre
güvenli bir şehir olarak değerlendiren Topbaş, Sarai
Sierra cinayetinden duyduğu üzüntüyü dile getirdi ve
başta güvenlik olmak üzere birçok konuda İstanbul
Valiliği ve Emniyet teşkilatı ile ortak çalışmalar
yaptıklarını anımsattı. Surların Kültür Bakanlığı’na
devrinin söz konusu olmadığını vurgulayan Topbaş,
açıklamasını şöyle sürdürdü:
Surlarda yetki belediyede, Kültür
Bakanlığı'na devri söz konusu değil
“Surlarla ilgili yetki belediyemizde. Kısmen bazı
ayrılmış yerler var. Sur-i Sultani bölgesinde ihdas
edilmiş bazı yerleri kaldırdık biliyorsunuz.
Yaptığımız çalışmalar ve düzenlemelerle Tarihi
Yarımada’nın çehresi değişiyor. Fatih Belediyesi ile
müşterek yaptığımız çalışmalar da var. Sur bandı
başta olmak üzere bu çevreyi daha aktif kullanıma
açmayı düşünüyoruz. Koruma kullanma dengesini aktif
hale getirirseniz bu tür sorunlar yaşanmaz. Eğer
buralar boş kalırsa böyle sıkıntılar yaşanır. Sur
bandını aktif hale getirip özellikle Kültür
Bakanlığımızla müşterek çalışmayı yürüteceğiz”.
Planlama ve projelendirme çalışmaları devam
ediyor
Topbaş, tarihi surlarda planlama ve projelendirme
çalışmalarının devam ettiğini belirterek şöyle
konuştu:
“Yarımadayı çeviren surlarda 2013 yıl sonuna kadar
planlanmamış alan kalmayacak. Plan ve projelendirme
çalışmalarımız devam ediyor. Surların korunarak
geleceğe taşınması için çok hassas davranıyoruz.
Hassasiyetten dolayı özellikle koruma kullanma
dengesini koruyacak projeler geliştirmeye
çalışıyoruz. İstiyoruz ki bu tarihi surlar hem
turizm açısından kenti katkı sunsun, bir taraftan da
korunsun. 2013 yılı sonuna kadar burada
projelendirilmemiş alan kalmayacak. Bir konsept
çalışmamız var, zaten Anemas Zindanları, Tekfur
Sarayı başta olmak üzere yer yer restorasyon
çalışmalarımız devam ediyor”.
Günay
surları alamayınca, filme çekip Başbakana gönderdi
Bugün Radikal Gazetesi'nde yer alan
bir haberde ise, Topkapı Sarayı’nın hemen altında
Sarai Sierra’nın cesedinin bulunduğu ve
Sur-u Sultani içinde kalan alanın
cinayetten önce Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni (İBB)
karşı karşıya getirdiği iddia edildi.
Ömer Erbil'in haberine göre,
tarihi surları Topkapı Sarayı’na katmak için
yıllardır mücadele eden bakanlık, son altı ayda iki
kez eski Bakan Ertuğrul Günay’ın imzasıyla surları
belediyeden istedi. Bakanlık, cevap alamayınca da
surların içinde yaşayan evsizleri ve bakımsız halini
filme alıp, kayıtları Başbakanlık’a sundu.
Habere göre, Marmaray Tüp Geçit metro hattının
tamamlanmasıyla birlikte iptal edilecek
Sirkeci-Halkalı banliyo hattından sonra daha da
ıssızlaşacak bölge, Topkapı Sarayı Müzesi’ni tehdit
ediyor. Güvenlik riski taşıyan alanın savunmasını,
sarayın birinci avlusunda yer alan Jandarma karakolu
yapsa da, oldukça uzun ve ıssız sınır, müzenin
korkulu rüyası. 2008 yılından bu yana pek çok defa
resmi yazışmalarla İBB’den alanın kontrolü istendi.
İBB ise banliyo hattı kalktıktan sonra sahil
üzerinde önemli bir kullanım alanı doğacağı, üstelik
tarihi İstanbul Surları ile bütünlük oluşturduğu
gerekçesiyle bu teklife sıcak bakmadı.
Erdoğan da sıcak baktı
İBB’den olumsuz yanıt alan eski Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, Amerikalı
turist Sarai Sierra’nın cesedinin bulunduğu alanı da
kapsayan sahil boyundaki surların durumunu gösteren
bir kısa film yaptırdı. Dehlizlerde ve sur
kulelerinin içlerinde yaşayan evsiz ve tinerciler de
kameraya kaydedildi. Günay, bu görüntüleri de
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’a sunarak surların
Topkapı Sarayı’na dahil edilmesini istedi. Başbakan
Erdoğan’ın da sıcak baktığı proje için düğmeye
basıldı. Radikal Gazetesi'nin telefonla ulaştığı
Günay, “Göreve geldiğimden beri Sur-u Sultani işiyle
çok uğraştım. Gecekondular vardı, onları kaldırttım.
Sahil tarafının da düzenlenmesi için çaba sarf
ettim. Bu alan güvensizdi. İBB’ye defalarca kendi
imzamla yazı yazıp ‘Bize verin’ dedim. En son Sayın
Başbakanımıza durumu anlattım” dedi.
Sur-u Sultani
Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Topkapı Sarayı,
yaklaşık 380 yıl devletin idare merkezi ve Osmanlı
sultanlarının resmi ikametgahı oldu. Saray 1400
metrelik surlarla çevrildi. Haliç ve Marmara
kıyılarında, şehri çeviren Bizans dönemi deniz
surlarıyla birleşen bu surlara ‘Sur-u Sultani’ adı
verildi. Beş kapısı bulunan surlar, deniz tarafında
kalan kısmı hariç 2008 yılında Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na dahil oldu. Matbaacılık Meslek Lisesi,
öğrenci yurdu ve askeri depolar boşaltılarak Topkapı
Sarayı Müzesi’nin kullanımına bırakıldı. Deri ve
Zührevi Hastalıklar Hastanesi ile surların sahildeki
kısmının kontrolü İBB’de kaldı.
Yapı, 06.02.2013
******
İŞTE BAŞBAKAN'A YOLLANAN SUR FİLMİ
Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
Başbakan
Tayyip Erdoğan ’a sunduğu 8 dakikalık
fotoğraflardan oluşan filme ulaştık. ‘Sur-u Sultani’
olarak adlandırılan ve Topkapı Sarayı müzesini
çevreleyen surların içler acısı halini gösteren
filmde surkonduda yaşayan evsizler de yer alıyor.
Eski bakan Günay, ısrarla
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden (İBB)
tahsisini istediği deniz tarafındaki surlarla ilgili
bir sonuç alamayınca çareyi bir ‘film’ çekmekte
buldu. Bakanlık personeli tarafından Topkapı Sarayı
çevresindeki surlar kare kare fotoğraflandı. Bu
fotoğraflardan 8 dakikalık bir kısa film yapıldı.
Bakan Günay bu filmi
Başbakan Erdoğan ’a sundu. ‘Sur-u sultani’ adı
verilen filmde özellikle tarihi surların deniz
tarafındaki durumu çok kötü görünüyor. Topkapı
Sarayı ile de ilişkilendirlen filmde sarayın nasıl
bir tehdit altında olduğuna dikkat çekiliyor.
Ahırkapı Feneri’nden, Gülhane Parkı girişine kadar
Kennedy Caddesi boyunca uzanan surların hem
restorasyona ihtiyacı olduğu hem de ciddi manada
güvenlik endişesi oluşturduğu ortaya çıkıyor. Filmde
surların içindeki yaşam da görüntülenmiş. Bazı
yerler çöp ev gibi. Tarihi surlara ait kulede eşiyle
yaşayan bir evsiz, kullandığı tahta merdivenle
objektiflere yansımış.
Bakan yanlış yerden istemiş
Diğer yandan Günay’ın ısrarla İBB’den istediği
surların kullanım hakkının da İstanbul
Defterdarlığı’nda ait olduğu ortaya çıktı.
Bakanlığın “Bize tahsis edin” diye yolladığı 2012
Aralık tarihli yazıya İBB “Uygun görülmemiştir”
yanıtını verdi. Bakanlığın ısrarı üzerine 29 Ocak
2013’te verilen ikinci cevapta “Deniz surları
bölümlerinin tasarruf hakkının İstanbul
Defterdarlığına ait olduğu belirlenmiştir” denildi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 07.02.2013
******
TARİHİ SURA ÇANAK
İstanbul Surları’nın havadan çekilen fotoğraflarında
bir çok yerinde yapılaşma olduğu bazı bölümlerinde
tarihi dokuya çanak anten bile çakıldığı görüldü.
Surlar hakkında geçtiğimiz gün açıklama yapan
Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş,
2013 sonuna kadar surlar için projelendirme
çalışmasının tamamlanacağını açıklamıştı.
İstanbul’un etrafını çeviren surlar 7. yüzyıldan
inşa edilmeye başlandı. Son yapımı MS 408’den sonra
tamamlandı. II. Theodosius İstanbul Surları,
Sarayburnu’ndan
Haliç kıyısı boyunca Ayvansaray’a ve
Marmara kıyısı boyunca Yedikule’ye, Yedikule’den
Topkapı’ya, Topkapı’dan Ayvansaray’a uzanıyor.
Milliyet, 07.02.2013
******
İSTANBUL SURLARI
KORUNACAK
Tarihi Yarımada’yı
çevreleyen İstanbul Surlarındaki planlama ve
projelendirme çalışmaları yapılıyor. Çalışmalar ile
surlar koruma altına alınacak ve turizme
kazandırılacak.
Tarihi Yarımada'yı çevreleyen İstanbul Surları
hakkında açıklamada bulunan İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş, surlarda planlama ve
projelendirme çalışmalarının devam ettiğini
belirtti. Topbaş, "Yarımadayı çeviren surlarda 2013
yılsonuna kadar planlanmamış alan kalmayacak. Plan
ve projelendirme çalışmalarımız devam ediyor.
Surların korunarak geleceğe taşınması için çok
hassas davranıyoruz. Hassasiyetten dolayı özellikle
koruma kullanma dengesini koruyacak projeler
geliştirmeye çalışıyoruz. İstiyoruz ki bu tarihi
surlar hem turizm açısından kenti katkı sunsun, bir
taraftan da korunsun. 2013 yılı sonuna kadar burada
projelendirilmemiş alan kalmayacak. Bir konsept
çalışmamız var, zaten Anemas Zindanları, Tekfur
Sarayı başta olmak üzere yer yer restorasyon
çalışmalarımız devam ediyor." dedi.
"Dünyanın diğer
kentleriyle mukayese edildiğinde İstanbul güvenli
bir şehir" diyen Başkan Topbaş, "Ancak, son olarak
sur dibinde bir Amerikan vatandaşına yönelik ortaya
çıkan cinayet bizi üzmüştür. Ailesine, ülkesine
yaşanan acı için başsağlığı diliyorum. Failler
mutlaka bulunacak, çalışmalar sürdürülüyor. Biz
İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak güvenlik başta
olmak üzere birçok konuda Valiliğimiz ve Emniyet
Teşkilatımız ile ortak çalışmalar yapıyoruz"
şeklinde konuştu.
Surların Kültür
Bakanlığı'na devrinin söz konusu olmadığını
vurgulayan Topbaş, açıklamasını şöyle sürdürdü;
"Surlarla ilgili yetki belediyemizde. Kısmen bazı
ayrılmış yerler var. Sur-i Sultani bölgesinde ihdas
edilmiş bazı yerleri kaldırdık biliyorsunuz.
Yaptığımız çalışmalar ve düzenlemelerle Tarihi
Yarımada'nın çehresi değişiyor. Fatih Belediyesi ile
müşterek yaptığımız çalışmalar da var. Sur bandı
başta olmak üzere bu çevreyi daha aktif kullanıma
açmayı düşünüyoruz. Koruma kullanma dengesini aktif
hale getirirseniz bu tür sorunlar yaşanmaz. Eğer
buralar boş kalırsa böyle sıkıntılar yaşanır. Sur
bandını aktif hale getirip özellikle Kültür
Bakanlığımızla müşterek çalışmayı yürüteceğiz."
Arkitera, Kaynak: TOKİ
Haber, Der.: Betül Atasoy, 07.02.2013
******
PEKİ YA EVSİZLER?
ABD'li Sierra'nın cesedinin tarihi surlarda
bulunmasının ardından, burayı 'evi' haline getirmiş
evsizlerin surlardan çıkarılması gündeme geldi.
Radikal'e konuşan Şefkat-Der Başkanı Bulan soruyor:
Peki evsizler nereye gitsin?
İstanbul ’un
tarihi surlarındaki güvenlik zaafı, ABD’li
turist Sarai Sierra’nın burada öldürülmüş halde
bulunduğu cumartesiden beri gündemde.
Radikal ’in
önceki günkü haberinde, çok kötü durumdaki
surları gösteren bir videonun eski Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından Başbakan
Tayyip Erdoğan
’a iletildiği ortaya çıkmıştı. Bilindiği ve
videoda da görüldüğü üzere Topkapı Sarayı
Müzesi’ni çevreleyen surlarda evsizler de
yaşıyor. Evsizlerin buradaki ‘güvenlik zaafının’
sebeplerinden olduğu gündeme gelmişken aklımıza
gelen soru şu oldu: “Burada gerçek suçlu bu
bölgedeki evsizler mi yoksa onlara
sığınabilecekleri tesisler sağlamayan ve onların
şiddetle iç içe olmasına zemin hazırlayan
tedbirsizlikler mi?” Söz Şefkat-Der Başkanı
Hayrettin Bulan’da.
Evsizler şiddetle
baş başa
Sokakta yaşayan insanlar toplumun şiddetine
maruz kalıyor. Kadını erkeği, genci yaşlısı
demeden sokakta yaşayan insanlar tecavüze
uğruyor. Bunlar hiçbir zaman gündeme gelmiyor.
Bir kadın cinayetinin yaşanması suçunun,
soğuktan donmamak için surlarda yaşayan
insanların üzerine kalması çok üzücü. Devlet
evsizlere sahip çıkmıyor. Onlara ev açmıyor.
Toplum zaten onlardan kaçıyor. Evsiz insanlar
hiçbir dükkana alınmıyor. Bozuk yiyecek ve
içeceklerle besleniyorlar. Bir tek donarak
ölümler başladığında spor salonlarını açıyorlar.
Evsizler yatmasın diye ATM’lere bile kilit
vurmuşlar. Belediye, valilik ve kaymakamlıklar
evsizlere 24 saat barınabilecekleri sığınaklar
yapmalılar. İnsanlar donmamak için sur
diplerinde yaşıyor. Soğukta ısınmak için belli
maddeler kullanmak zorunda kalıyorlar. O
bölgenin asayiş sorununun sorumlusu evsizler
değil. Toplumun evsizlerden korkmasına gerek
yok. Evsizler toplumdan korkuyor çünkü sürekli
toplumdan şiddet görüyorlar. Konuyla ilgili bir
eylem hazırlığındayız. Evsizleri surlardan
çıkarıyorlar, peki evsizler nereye gitsin?
Radikal, Haber: Ece
Çelik, 08.02.2013
|
BODRUM'UN KAZULETİ YIKILIYOR TARİH YAPILIYOR

Tevekkeli dememişti, Belediye Reisi Kocadon: “Ben
gafaya godum hocam. Ben yıkcem bu çikin [çirkin]
binayı! Çocukluğumdaki eski tarihi kiliseyi tekrar
yapcem!” (Radikal, 16 Ekim 2011). O sevimli Bodrum
aksanıyla “çikin bina” dediği, gerçekten gudubet
bişey: Bodrum’un orta yerinin göbek deliğinde,
Bodrum mimarisine de hiçbir yerim mimarisine de
uymayan, açık yara gibi, sıvası dökük, alttan betonu
ve demir filizi çıkmış kazulet Halk Eğitim Merkezi.
1969 gibi çok yakın bir tarihte önce kazma kürekle,
sonra beceremeyince dinamitle yıkılan tarihi
kilisenin yerine yapılmıştı.
Adı aldatmasın; sokakları tıkamasınlar diye işporta
tezgahlarını buraya tıkarlardı, turistler de
kapısından bakar, bu sakilliğin eşiğinden adım bile
atmazlardı.
Çirkinliğin yıkımı başladı
Prof’luğumdan falan çok önce gelen “Bodrum’un
Eniştesi” sıfatıyla, müjdeyi ben vermek isterim:
Yıkım başladı. Yerine ne mi yapılacak? Tarih
yapılacak! 1923 Mübadelesi’yle giden Bodrumlu Rum
balıkçıların koruyucu azizine adanmış, 232 yıllık
Aya Nikola Kilisesi tekrar inşa edilecek. İkinci bir
Bodrum Kalesi gibi olacak. Adalardan feribotla
günübirlik gelen turist gündüz dua ettikten sonra
akşam lokantaya gidip yemek yiyecek, otelin birinde
geceleyecek. Aylar öncesinden binlerce imza toplamış
Bodrum esnafı bayram ediyor. Kışın da kongre
turizmine hizmet verecek Aya Nikola. Turizm mevsimi
4 aydan bütün yıla yayılacak.
Milletin başına taş düşmesin diye etrafı tahta
perdeyle çevrildi. Çünkü tepesinden başladılar,
aşağı doğru iniyor baretli işçiler. Tarihi
kilisenin, dinamitle bile yıkılamadığı için bugün
yerden 2 metreye kadar yükselen temel duvarlarını
meydana çıkarana kadar inecekler. Zaten, Muğla
Kültür Varlıkları Kurulu’ndan alınan karar,
‘duvarların kontrollü yıkılması’nı istiyor. Bu
karara ilaveten, yıkımın hukuki altyapısı kavi:
Belediye Reisi Mehmet Kocadon, Pamukkale
Üniversitesi’nden “mail-i inhidam” raporu aldı.
Tarih bilmek kötü şey. Bu Arapça terimi duyunca
hemen aklıma, benzetmek gibi olmasın, 1969’daki
‘tarihi’ rezaletin ‘hukuki’ gerekçesi geldi: Rum
kilisesi diye dinamitlemişlerdi.
Malum, o tarihte, zaten 1923 Mübadelesi’nden sonra
cemaatsiz kalan, “günah olmasın diye” mihrabı
yıkılmak şartıyla sinema salonu, sonra da sünger
deposu olarak kullanılan kilise, 1960’lardan
itibaren korkunç bir ‘milli tehlike’ arz etmeye
başladı. Çünkü tek tük de olsa gelmeye başlayan
turistler buraya varınca donup kalıyorlar,
fotoğrafını çekiyorlardı. Bu işin sonunun, gelip,
Bodrum’da bir Rum Devleti kurulmasına dayanacağını
kısa zamanda anlayan vatansever vatandaşlar, durumu
Ankara ’ya ihbar ettiler. Zaten o sırada
İstanbul’da da bir Fener Vatikan Devleti kurulmak
üzereydi, malum. Devletin bürokrasi çarkı işlemeye
başladı. Sonunda, Muğla’dan bir fen memuru geldi ve
rapor yazdı: “Tarihi bir özelliği yoktur; Nikola
adlı biri tarafından yaptırılmıştır. Mail-i inhidam
[çökme ihtimali] vardır”. Onun üzerine, dedim ya,
kazma-kürekle girişilmiş, beceremeyince dinamit
patlatılmış,
Türkiye parçalanmaktan kurtarılmıştı.
100 gün tutuklu kalmıştı
Bilindiği gibi Belediye Reisi Kocadon, geçen yıl 100
gün tutuklu kalmıştı. Suçu: ‘Çetecilik, rüşvet,
ihaleye fesat karıştırmak’ idi. Gerekçeler: Gümbet
pazaryeri yapımına esnaftan bağış olarak çimento vs.
kabul etmek, Almanya’da bir TV programına çıkmak,
bir düğüne davetli giderken bir koli rakı götürmek.
Birinci gerekçe,
AKP’li olmayan bütün belediyelere Demokles
Kılıcı olduğu için pek enteresan değil. İkinci
gerekçe ilginç. “Bodrum’daki otelinin kaçaklarına
göz yummak karşılığında, orada turizm şirketi sahibi
Vural Öger’in yardımıyla Almanya’da TV programına
çıkarak siyasi rant elde etmek”. Bırak Bodrum
Belediye Başkanı’nın siyasi rantı ‘Almanya’daki
seçmenleri’nden elde etmesini, belediye bu otele
önce para cezası kesmiş, sonra yıkım kararı almış,
ardından da savcılığa suç duyurusunda bulunmuş.
Artık üçüncü gerekçeyi tahlil etmemeyim, yazı
uzayacak.
Radikal, Haber: Baskın Oran, 06.02.2013
|
TARİHİ KATLEDENLERİN HATIRA FOTOĞRAFI

Prof.Dr. Nurhan
Atasoy, yenilediği kitabında 1930'larda 400 yıllık
Pargalı İbrahim Paşa Sara-yı'nı yıkıp molozları
arasında hatıra fotoğrafı çektiren dönemin
halef-selef Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlerini
teşhir etti
Prof.Dr. Nurhan Atasoy'un ilk baskısı 40 yıl önce
yapılan "İbrahim Paşa Sarayı" kitabı, eski Kültür
Bakanı Ertuğrul Gü-nay'ın girişimiyle yenilenerek
basıldı. Atasoy, bir dedektif gibi çalışarak sarayın
beş avludan en az iki ya da üç avlusunu yıkanların
fotoğraflarını da bulup son baskıya koydurdu.
Eski hipodrom kademeleri üzerine yapılan sarayın beş
avlusundan en az iki ya da üçü 1930'lu yıllarda,
"Orada ne vardı" sorusuna yanıt bulmak için hipodrom
kazıları yapmak ve İstanbul Adliye Sarayı'nı inşa
etmek için yıkıldı.
ARŞİVDEN ÇIKTI
Tarih Encümeni arşivinde bulunan ve yeni kitaba
konulan fotoğraflarda İbrahim Paşa Sarayı'nı
yıktıran Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürleri Rüstem
Duyuran ve Aziz Ogan molozlar arasında görülüyor.
Gazete Habertürk'e konuşan Prof.Dr. Nurhan
Atasoy, neden o fotoğrafın peşine düştüğünü ve
nasıl ulaştığını şöyle anlattı:
'BİRAZ DA CAHİLLİK'
"İbrahim Paşa Sarayı'nı o kadar benimsedim ki hep
'benim sarayım' diye geziyordum. Annem de, 'Nereden
senin sarayın oluyor, babandan mı kaldı' diye espri
yapardı. 'Acaba benim sarayımı kim yıkmış' diye fena
halde sinirlendim. Çok aradım sonunda buldum. Ahmet
Hamdi Tanpınar buranın yıkılmaması için
uğraşanlardan biri. En çok uğraşan kişi de Mimar
Sedat Çetintaş. Bu yıkımı durdurmak için Tarih
Kurumu'na ve gazetelere o kadar çok yazı yazmış ki
fakat başaramamış. Bu nedenle yeni baskıyı Sedat
Çetintaş'a ithaf ettim. Yıkanları da aynı kitapta
ifşa ettim. Biri dönemin yeni müdürü diğeri bir
önceki müdür. Fotoğraftaki diğer kişi ise mimar
Albert Gabriel. Hepsi değerli insanlar... Ama
yıktırdıkları gibi bir de hatıra fotoğrafı
çektirmişler. Bu biraz da cahilliklerinden
kaynaklanıyor."
'TORUNLARI UTANACAK'
Prof.Dr. Atasoy, bu fotoğrafları neden ifşa
ettiğini de şu sözlerle açıkladı: "Bunları göstermek
çok önemli. Bugün de buna benzer yanlış işler işte
bu şekilde yapılıyor. Ve sanıyorlar ki elimizde
kuvvet var. 'Biz bunu yaparız' mantığı. Yaparsınız
ama işte 4050 yıl sonra bir deli gelir sizi böyle
teşhir eder. Torunlarınız utanır sizin
yaptığınızdan. Ben bunları özellikle bunun için
koydum."
ŞİMDİ İSLAM ESERLERİ MÜZESİ
1522’de yenibaştan yapılan saray, Kanuni’nin damadı
ve ikinci veziri olan
Pargalı Damat İbrahim Paşa’ya tahsis edildi.
Sultanahmet’te daha önce At Meydanı Sarayı olarak
bilinen yapı, günümüzde Türk ve İslam Eserleri
Müzesi olarak kullanılıyor. Saray, başka
sadrazamlara da tahsis edildi, kışla, elçilik
sarayı, defterhane, mehterhane, dikimevi ve cezaevi
olarak da kullanıldı.
Habertürk, Haber: Ümran Avcı, 06.02.2013
|
BANKA İNŞAATI KAZISINDA, 2 BİN YILLIK ŞEHİR ÇIKTI

İzmit'te yeni Merkez Bankası
binasının inşa edileceği alanda tarihi eserlere
rastlandı.
Müze Müdürlüğü yetkilileri daha kazma vurulur
vurulmaz ortaya çıkan mermerlerin taban kalıntısı
olduğunu,
Roma döneminde burada büyük bir şehir olduğu
bilindiğinden çalışmaları hemen durdurduklarını
söyledi.
İzmit’te kent merkezinde bulunan mevcut
Merkez Bankası binasının yerine bugünkü
Öğretmenevi’nin yanındaki arazide yeni bina
yapılması için çalışma başlatıldı. Kazı yapılan
inşaat alanında mermer zemine rastlandı. Durum hemen
Müze Müdürlüğü’ne bildirildi.
Bölgeye gelerek inceleme yapan Müze Müdürü İlksen
Özbay ve arkeologlar, yaklaşık 2 bin yıl önce
bugünkü Sekapark alanından itibaren doğuya doğru
büyük bir Roma kentinin bulunduğu bilindiğine
belirterek çalışmaları hemen durdurdu. Özbay,
bölgenin hemen emniyete alındığını ve yarın sabah
saat 09.00’dan itibaren burada kazı çalışmalarına
başlayacaklarını söyledi.
Özbay, mermer zeminin altından ne çıkacağını
şimdilik kestirmenin zor olduğunu, ancak çıkan
mermerin Roma dönemine ait kalıntıların taban
mermeri olduğunun kesin olduğunu söyledi.
İzmit’in bulunduğu alanda, büyük bir Roma kenti de
bulunuyordu. Bugünkü İzmit, 3’üncü yüzyılda, Roma
İmparatorluğu’na da başkentlik yapmıştı. Kentte
mevcut yerleşim biriminde yapılan inşaat veya
benzeri kazılarda sık sık tarihi eserler çıkıyor ve
bunlar Müze Müdürlüğünde sergileniyor.
Radikal, 05.02.2013
|

 |
PAHA BİÇİLMEZ İKONALAR
ARTIK AYASOFYA'DA
Ayvalık’ta 1844 yılında yaptırılan ve psikoposluk kilisesi olarak bilinen Taksiyarhis Kilisesi’ndeki paha biçilmez 9 aziz ikonası Ayasofya’da sergilenmek üzere İstanbul’a gönderildi.
Resmen açıklanmasa da ikonaların güvenlik nedeniyle gönderildiği tahmin ediliyor.
4’ü daha önce Bursa Müzesi’ne gönderilen ikonalardan biri 1993 yılında çalınmıştı. Balık derisi üzerine işlenen ikonaların bazı bölümleri onarıldı, ardından çivisiz, ahşap çerçeve ile sabitlendi. İkonaların Balıkesir Müze Müdürlüğü tarafından İstanbul’da Ayasofya Müze Müdürlüğü’ne teslim edildiği öğrenildi.
İkonaların ileride Ayvalık’a geri getirilip getirilmeyeceği konusu netlik kazanmadı.
Restorasyonu tamamlanan ve önümüzdeki aylarda açılması planlanan Taksiyarhis Kilisesi’ne ise ikonaların imitasyonları yerleştirildi.
Habertürk, Haber: Nilgün Kaya, 05.01.2013
|
2 BİN 400 YILLIK KOLYE
Rusya’nın
Sibirya bölgesinde 9 yıl önce yapılan bir kazıda
bulunan, AntikMısır’dan günümüze ulaşan 2 bin 400
yıllık cam kolyenin ilk kez fotoğrafı yayınlandı.
17 renkli boncuktan oluşan kolyeye, Rus
arkeologlar “Kleopatra’nın
Kolyesi” adını taktı.
Kolyenin 25 yaşında ölen bir rahibeye ait olduğu tahmin ediliyor.
Habertürk, 05.02.2013
|
|
MİLLİ SARAYLAR'A 'MUHTEŞEM' YASAK
“Muhteşem Yüzyıl” adlı dizinin tartışmaları
sürerken, TBMM Başkanlığı Milli Saraylarda tarihi
küçük düşürücü çekimlere yasak getiriyor.
Değişikliğe göre, Milli Saray ve eklentilerinde
hiçbir şekilde objelerin mekanların ve yapıların
tarihi ve sanatsal değerini kültücü anlam ve
istikamette çekim yapılamayacak. Bu arada, eski ve
yeni milletvekilleri ile dışarıdan atanan bakanların
tedavi yönetmeliğinde de değişikliğe gidiliyor.
Hazırlanan taslak yönetmelikle eski ve yeni
milletvekilleri ile dışarıdan atanan bakanlar için
TBMM'nin ödediği implant sayısı artırılıyor. Mevcut
yönetmelikle 6 implant ücreti TBMM tarafından
ödenirken, yeni düzenlemeyle bu sayı 8'e
yükseltilecek.
Türkiye Gazetesi, Haber: Şükran Kaban, 05.02.2013
|
AHIRA, DEPOYA ÇEVRİLEN CAMİLER BULUNACAK

Başbakan Erdoğan’ın “Ahıra, depoya çevrilen
camilerimiz var. Onlar milletin
camileriydi” diyerek tepki gösterdiği
Türkiye’nin kayıp
camileriyle ilgili,
Vakıflar Genel Müdürlüğü çalışma başlattı.
Satılan
camiler geri alınacak, yıkılanlar yeniden
yapılacak.
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, Cumhuriyet
döneminde imar faaliyetleri nedeniyle yok edilen
camileri satın alıp aslına uygun bir şekilde
yeniden faaliyete geçireceklerini açıkladı.
2 ŞEHİRDE 150 KAYIP
CAMİ
Ertem, özellikle Bursa ve İstanbul çevresinde yok
olan 150 civarında
cami olduğunu söyledi. Müzeye çevrilen
Trabzonʼdaki Ayasofya
Camii ile ilgili Kültür Bakanlığıʼna açtıkları
davayı kazandıklarını belirten Ertem, “Burasının
yeniden
cami olarak hizmet vermesini planlıyoruz. Fatih
tarafından
cami olarak vakfedilmiş bir yer. 1960ʼtan sonra
Bakanlar Kurulu kararı dahi olmadan müzeye
dönüştürülmüş. Vakfiyesine göre
camidir ve
cami olarak ilelebet yaşayacaktır” diye konuştu.
SATILANLAR GERİ ALINACAK
Ertem şöyle devam etti: “Zamanında satılan veya
kaynaklarımızda görülmesine rağmen yıkılarak başka
amaçlarla kullanılan camiler var. Onlarla ilgili
geniş bir araştırma başlattık. Tekrar satın alıp,
aslına uygun olarak faaliyete geçmelerini
sağlayacağız. En somut örnekleri Bursaʼdaki
Zafranlık Camii ve Tavukçu Mescidi var. Neredeyse 73
yıldır ev olarak kullanılan yerler.”
‘11 KİLİSE RESTORE ETTİK’
Ertem, cemaat vakıfları ve yürütülen restorasyon
çalışmaları ile ilgili şunları söyledi: Genel
Müdürlükʼün en önemli görevi vakfiyeleri aslına
uygun yaşatmaktır. Siyasi hiçbir çıkarımız olamaz.
Örneğin Antalyaʼdaki Kesik Minare Camii ile ilgili
Mimarlar Odası ve Kent Konseyiʼnden tepki alıyoruz.
Evveliyatı kilise de olsa Şehzade Korkut tarafından
camiye dönüştürülmüş ve öyle vakfedilmiş. Aslı
nasılsa öyle yaparız. 11 tane de Hıristiyan ve
Musevilere ait kilise gibi eserleri restore ettik.
Cemaat vakıflarına mallarının iadesi konusunda çok
net bir sınır koyduk. 900 civarında taşınmaz için
başvuruldu. Bunun içerisinde yerinin dahi net olarak
belli olmadığı başvurular var. Biz zaten 1936
beyannamesinde yer alan taşınmazların tamamının iade
edilmesi taraftarıyız fakat net bilgilerle gelen
başvuruları değerlendirebiliriz.
‘Ruhban Okulu’nda fonksiyon sorunu var’
Ertem, “Ruhban Okuluʼnda fonksiyon sorunu var.
Kararı da MEB ve YÖK verecek. Fakat mülkiyet
problemi yok. Okulun etrafındaki araziyi Aya Triada
Manastırı Vakfıʼna iade ettik” dedi.
Habertürk, 05.02.2013
|
BEDRİ BAYKAM TARİHİNİN RÖNTGENİ

Bedri Baykam'ın son iki yılda
gerçekleştirdiği yapıtlar 'Tarihin Röntgencisi'
başlığıyla Piramid Sanat Galerisi'nde sergileniyor.
Bu 'tarihi' sergi vesilesiyle Baykam'la kendi
tarihinin röntgenini çektik, ona pek sorulmayan
soruları sorduk.
Son serginiz geçmişteki sergilerinizden
farklı olarak ne sunuyor?
Son iki yılda yaptığım resimler ilk bakışta 1980’li
yılların Yeni Dışavurumculuk’unun yoğun boya
kullanımı gibi görülebilir. Fakat bu resimlerin hem
içeriği hem de yapılış tarzı çok farklı. 80’lerde
yapmış olduğum resimlerin çoğu ister kafamdaki bir
konu olsun ister spontane yapılmış olsun hızlı
çıkarılmış, çoğu da bir oturuşta yapılmış
resimlerdir. Ortalama süreleri ise 5-8 saat
aralığındadır. Son sergimde yer alan resimler ise
üzerinde bazen haftalarca, aylarca çalışılmış
resimler. Aradan geçen her dönemimin izlerini de
taşıyorlar. Son sergimdeki resimlerin en büyük farkı
bu.
Amerika yıllarınızla beraber belki bir
Schnabel veya Kiefer kadar dünyada tanınmak için
verdiğiniz çaba neden istediğiniz sonuçlara
ulaşmadı?
Ben Amerika’da Jean Michel Basquiat ve Sandro Chia
gibi sanatçılarla sürekli aynı anda bir sokak ötede
sergiler açmış biriyim. Ben o zaman denenmesi
gereken tüm yolları denedim. Bu benim başarısızlığım
değil, o yıllardaki Amerikan müze yönetimlerinin ve
Türkiye ’deki boşluğun ayıbıdır. Ben her yolu
denedim ve hatta 1984 yılında Sakıp Sabancı’ya bile
gittim. Hemşeri olduğumuz için beni severdi de.
“Amerika’da her holdingin desteklediği sanatçılar
var, siz de bir genç Türk sanatçıyı destekleyip,
dünyada ön plana çıkmasını sağlayın” dedim. Bana
şöyle cevap verdi; “Bedri Baykam biz seni çok
sevirek ama biz bu resmi anlamirek”. Ben de “Sakıp
Bey ben de sizin 130 şirketi nasıl yönettiğinizi
anlamıyorum, ben sizin beni anlamınızı değil,
güvenmenizi istiyorum” dedim. “Seni gelecek
guşşaklar anlayacak Bedri Baykam” dedi ve sırtımı
sıvazlayarak gönderdi. Ben yaptığım işe güvendim ve
yapmaya devam ettim. Neden olmuyor diye bırakmadım.
Ortaya çıkan sonuçlara bakarsak, açacağım
retrospektifin o dönemdaşlarımın hiçbirinden eksiği
değil fazlası olduğuna inanıyorum.
Bir dünya sanatçısı olmak için arkada güçlü
bir holding mi olması gerekiyor?
Öncelikle Batı’nın kendi komplekslerini yenmesi
gerekiyor. Türk koleksiyonerlerinin ölü ressamdan en
pahalıya, yaşayan ressamdan en ucuza resim kapatma
komplekslerini yenmeleri gerekiyor. Bunlar olunca
holding olmasına da gerek olmaz. Ama öte yandan
arkamızda rakiplerimiz gibi bir kültür bakanlığı
veya dev vakıflar bulunmadığı da acı bir gerçek.
Sizce de çağdaş sanat 1990’lı yıllarda mı
başladı?
Böyle bir şeyi söyleyebilmek için 80’lerin başını ve
hatta 1987 yılında yapılan 1. İstanbul Bienali’ni
yok saymak gerekir. Bugün ‘güncel sanat’ adı altında
sanat alanında öne sürülen ne varsa o sergide zaten
yapılıp bitirilmişti. O sergiden sonra kim ben
çağdaş sanat alanında şunu yaptım veya bunu yaptım
derse desin kendini yalancı çıkarır. Belgeleriyle
her şey yerli yerinde. Tüm multimedia sanat, siyasi
veya güncel sanat dediğimiz her türün tohumu 1.
Bienal’de atılmıştır. Sonradan 50 bin varyasyonunu
yapabilirsiniz ama nereden çıktığı ve başladığı
bellidir. 1990’lı yıllarda Beral Madra ve Vasıf
Kortun’un yaptığı çalışmalar çok önemlidir. Ama
herkes bilsin ki kafamıza göre tarihi
değiştiremeyiz. Tarihte başkasını aşağı çekerek bir
yere varılmaz. Geriye sadece doğrular kalır. I.
Bienal dolayısıyla yazdığım ‘Live Art’ manifestomda
sanatın geleceğinin mutimedia sanatta olduğu daha o
zaman belirttim ve zaten hepsini uyguladım. Belgeler
elimde mevcut. Herkes birbirine ve gerçeklere saygı
duymalı.
Türkiye’de çağdaş sanatı Bedri Baykam
başlattı mı demek istiyorsunuz?
Ben bunu demeyecek kadar zeki ve bilgili bir
insanım. Ben çağdaş sanatın değişimlerinin önemli
bir eklem noktasında bulundum ve o metamorfozu
hızlandırdım. Yoksa tabii ki benle başlamadı. Ben
bugün varsam Osman Hamdi, Namık İsmail, Ali Çelebi,
Fikret Mualla, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Altan Gürman
olduğu için varım. Yahşi Baraz’a gidin sorun,
1980’li yılların başında çağdaş sanat alanında bir
Fikret Mualla, bir Doğançay bir de benim resimlerim
satılıyordu. Fikret Mualla estetiği üzerinden geçiş
yapabildikleri için insanlar Bedri Baykam resmi
alabiliyorlardı. Fikret Mualla olmasaydı bana daha
zor geçiş yapılırdı söylemim bu yüzden. Ben sadece
çağdaş Türk resmindeki ve piyasasındaki değişimleri
hızlandırdım.
Türk resminde Bedri Baykam olmasaydı ne
olurdu?
Kesin çok farklı olurdu. Mütevazı olmak ile gerçekçi
olmak çok farklı şeylerdir. 1980-85 yılları arası
canlı renkler, akıtma, serbest figür ve dev boyutlu
resimleri sadece ben yaptım. Herkes “Bu ne? Ne bu
özensiz resimler? Resme yazı yazılır mı? Resimde
seks olur mu? Resimde politika olur mu? Bu boy resmi
kim alır?” gibi eleştiriler yapıyordu. Ben
1985-86’ya kadar bunları yaptıktan sonra 1986-87’den
itibaren bırakın benden sonraki kuşağı benden önceki
kuşak bile ebatlarını büyüttü, boyasındaki
gerginliği attı, kolajlar girip çıkmaya başladı.
Türk resminde her şey ondan sonra kırıldı. Ben bu
konuda bir standardı küçük ebattan çıkarıp, büyük
ebada getirdiğimi düşünüyorum. Eskiden büyük resim
siparişle Meclise veya devlet sergisine yapılırdı.
Benden önce Türk resminde yazı kullanmak diye bir
şey yoktu. Ben 1980 yılından 86 yılına kadar sadece
ve sadece bu soruların yanıtını verdim, resmimle
ilgili başka bir soru sorulmadı bana. Şimdi gençler
resme çok kolay yazı dahil akıllarına gelen her şeyi
yapıyorlar! Bu 1980’lerde böyle değildi. 84 San
Francisco manifestom olmasaydı Batı karşısında
düşünsel eziklik devam edecekti. Kendini Batılı
sanatçıyla bir ve eşit görmeyi gençler bu kadar
kolay hissedemeyecekti.
Bedri Baykam kendini egosantrik görüyor mu?
Bu çok hassas bir konu. Ben dışarıdan bakıldığında
insanların zihinlerinde yanlış algılara sahip olduğu
biriyim. Mesela, “Bedri Baykam yurt dışına ‘harika
çocuk’ olarak gönderildi de ondan bunları
yapabiliyor” deniyor. Ben yurt dışına devlet
parasıyla gönderilseydim bundan gurur duyardım ama
ben harika çocuklar kanunundan istifade etmedim.
İdil Biret ve Suna Kan gönderildi de kötü mü oldu?
Adım ‘harika çocuk’ olduğu ve en meşhur harika çocuk
ben olduğum için devletin parasıyla yurt dışında
rahat okuma ihalesi bana kaldı! Benim çocukken
meşhur olmuş olmam hala süren bir kıskançlık yarattı
kimilerinde. Sonrasında “Biz de onun gibi Amerika’ya
yollansaydık” diye bir sözle, benim birilerince
gönderildiğim ortaya atıldı! Ben Amerika’ya babam
“Gitme” diye yalvarırken cebimde 800 dolarla
taşındım. Orada tenis ve Fransızca dersi vererek ve
başlarda arkadaşlarımın bisikletiyle okula giderek
okudum. Türkiye’den kuruş gelmediği günlerdi, aç
kaldım. Ben hayatını başkaları için yaşayan bir
insanım. Her geçirdiğim on saatin altısı kendim
yerine kamuya verilmiştir. Tüm Türkiye’de
üniversitelere, liselere gitmek, Silivri’ye gitmek,
sanatçılar girişimi için toplantılar yapmak, Türk
sanatçıların hakları için UPSD ile saatler süren
görüşmeler gerçekleştirmek, çocukların resim
jürilerine girmek gibi yaptığım birçok şey bana para
kazandıran değil, bilakis zaman kaybettiren şeyler.
Zamanımın çoğunu bu şekilde kamu için harcıyorum.
Bir insanın mütevazi olması budur. Toplumu sevmek,
kendine güvenmemek değildir.
Peki, babanızın ününü hiç kullanmadınız mı?
Ben babamın ünüyle gurur duydum. Türkiye’de gençlik
kollarını ilk defa tasarlamış ve kurmuş kişidir.
Ortanın solu söyleminin ilk sözcüsü olmuş. Halk
sektörü kavramını çıkarmış. Ben Suphi Baykam’ın bu
vizyonu sayesinde geliştim. Ben sanatımı Suphi
Baykam’ın parasıyla yapmadım. Ben babamın
cesaretiyle, yaratıcılığıyla, örnek olmasıyla, beyni
ile bunu yaptım. Şunu söyleyebilirim, çok zengin,
trilyarder ailelerin çocukları da sanatta okuyor,
Avrupa’da da yaşıyor, Amerika’da da yaşıyor ama
kendisi zengin veya güçlü hangi insanın oğlu bir
büyük sanatçı olmuştur ki? Bu sorunun yanıtını
düşündüğünüzde Bedri Baykam-Suphi Baykam
ilişkisinin, ün veya politik güç veya para kaynaklı
olmadığını çözersiniz.
Radikal sayfalarında Adnan Çoker ile
yaptığımız söyleşi de Çoker, Ecevit’in iyi bir yazar
olduğunu ama lider olarak sanata tam destek
vermediğini belirtmişti. Sanat-siyaset ilişkisini
yakından bilen biri olarak siz hangi görüştesiniz?
Ecevit’i siyasete sokan kişi Dr. Suphi Baykam’dır
(Bedri Baykam’ın babası). 1950’lerin başında
CHP Gençlik Kolları’nı kurarken Ulus
Gazetesi’nde yazar olan Ecevit’e de teklif
götürüyor. “Ben yazar kalacağım” diye karşı çıkıyor
ve babam onu zorla ikna edip gençlik kollarına dahil
ediyor. Kısmet. Keşke sokmasaymış diyorum. 12
Eylül’den sonra solun 3-5 partiye bölünüp dağılıp
gitmesinin bütün kökeni Ecevit’in yarattığı kişisel
kırgınlıklardır. Ecevit’in öne çıkardığı bir tane
siyasetçi yoktur. Çünkü kendine yaklaşan herkese
şüpheyle bakardı. Ecevit otobüs üstünde gri
kalabalık seven biriydi. Sanat yönüne gelecek
olursak. Ben demeç ve yazılarımda Erdoğan hükümetine
bir sanat müzesi inşa edip destek vermiyor diye
kızıyorum ama Erdoğan 10 yıldır iktidarda. Ya ondan
öncesi? Demek ki bunun içinde Çiller de, Demirel de,
Ecevit de var. Para yoktu denemez çünkü en parasız
olunduğu dönemde
Atatürk , İstanbul Resim Heykel Müzesi’ni açtı.
Ecevit iki kez başbakanlık yaptı. Her ikisinde de
modern sanat müzesi kurulması emrini verebilirdi.
Elinde Atatürk’ünkinden çok daha büyük bütçe vardı!
Radikal, Haber: Oğuz Erten, 05.02.2013
|


|
KEPÇEYE
TARİH TAKILDI
Denizli-Pamukkale yolu üzerindeki, Korucuk Mahallesi'ne yakın köprünün altında genişletme çalışmaları sırasında Hellenistik, Roma ve Erken Bizans dönemlerine ait mezarlar bulundu.
Laodikya antik kentine de bir kilometre uzaklıkta bulunan tarihi eserleri inceleyen Denizli Müze Müdürlüğü uzmanları, mezarların tonozlu, lahit ve örgülü tekne tipi olduğunu belirledi.
Denizli Müze Müdürü Hasan Hüseyin Baysal, "Mezarlarda insan ve hayvan kemiklerine rastladık.
Eğer mezarlar daha önce açılmadıysa, önemli bulgular elde edebiliriz. Kurtarma kazılarımıza başlayacağız.
Mezarlar, Laodikya'dan Colossae antik kentine giden doğu yolu üzerinde bulunuyor.
Yani mezarların olduğu yer tarihi yolun güzergahı" diye konuştu.
Bugün, 05.02.2013
|
TARİHİN ALTI-ÜSTÜ SAYDAMLA BİRLEŞİYOR
Geri
dönüşümü için projeler yapılan Kaleiçi’nin kurtuluş
reçetesi 3 ana başlıkta toplandı. "Alt ve üst tarihi
koruma, saydam zemin ve sakin şehir" şartlarının
arandığı projeye Koç gurubu yaptığı inşaatla örnek
oldu.
Geri dönüşümü için projeler yapılan Kaleiçi'nin
kurtuluş reçetesi 3 ana başlıkta toplandı. 'Alt ve
üst tarihi koruma, saydam zemin ve sakin şehir'
şartlarının arandığı projeye Koç gurubu yaptığı
inşaatla örnek oldu.
Geri Dönüşüm Yarışı
Kaybolan kültürel değerimiz olan tarihi Kaleiçi,
son yıllarda alınan kararlarla yeniden hayat bulmaya
başladı. Tarihin geri dönüşünün olmadığını fark eden
Antalya, Kaleiçi'nde 'geri dönüşüm' yarışına girdi.
Korunma Şartı
Antalya Kültür Varlıkları Koruma Kurulu,
Kaleiçi'nin kurtulma reçetesi olarak hazırladığı
projede, eskisine göre yapılan inşaatların altından
çıkan tarihin de koruması şartı getirdi. Proje buna
göre yapılıyor ve kurulun kararından geçirse inşaat
izni alıyor.
Saydam Zemin
Projeye uygun çalışmayı ilk olarak Koç gurubu
yaptı. Gurubun otel olarak inşa ettiği alanın
altında tarihi kalıntılar çıktı. İnşaat durdu,
yapılan kazı çalışmasında ortaya çıkarılan tarih,
koruma kurulu gözetiminde yapılan inşaatın zemini
saydam ve eskisiyle birebir yapıyla koruma altına
alındı.
Sakin Şehir
Kaleiçi'ndeki yakın tarihten kalan evlerle,
toprağın atında kalan geçmiş tarihi, 'sakin şehir'
projesiyle kurtarmaya çalıştıklarını ifade eden
Antalya Kültür Varlıkları Koruma Kurulu Başkanı
Nevzat Çevik, "Kültür ve tarih beraberinde sağlıklı
turizm getirir" dedi.
"Alt Tarih Üsttekine Emanet"
Çevik, Kaleiçi'nde kurul olanak projede tarihi
yapı üzerine yapılacak binanın kolonlarının nereye
konacağını bile tek tek inceleyip öyle karar
verdiklerini ifade ederken, "Toprak altındaki
kalıntıların hepsinin tarihi değeri var. Ama para
etmez. Biz oradan çıkan tarihi kalıntıların hepsi
sahibinin üzerine zimmet edip kayıt altına alıyoruz.
Başına bir şey gelirse sahibinden hesabını sorarız"
dedi.
Proje Uygun Değilse İzin Yok
İzin verdikleri projelerinde olduğunu ifade eden
Çevik, "Hıdırlık Kulesi'nin yanına gidip bakılırsa
oradaki üzeri cam kaplı tarihi kalıntılar
görülebilir. Alttaki tarihi başka türlü koruyamayız.
Her Sit alanı kendine özgü şartlara sahiptir. Mesela
buranın şartını Perge ile bir tutamazsınız. Oraya
bir çivi dahi çakamazsın. Ama burada üzerine
geleneksel ev yapılmak zorunda. Biz onu yık bunu
koruma diyemeyiz. Geleneksel ev bu kalıntıların
üzerinde. Onun bir zararı yok. Faydası olur hatta.
Elbette çünkü biz bunların hepsini müzeye taşırsak
olmaz" dedi.
"İki Tarihi Yaşatma Çabasındayız"
Projeyle tarih tarihle kapatılıyor algısının
oluşmaması gerektiğini ifade eden Çevik, "Biz iki
tarihi de yaşatmanın çabasındayız. Bir inşaatın
olduğu yerde bir vatandaş 4-5 evi satın aldı.
Evlerin kararını aldı ve evlerin aynısını yapıp
pansiyon yapacaktı. Ama altında kalıntı çıktı.
İnşaatı durdurup hepsini kazdırdık. Alttaki tarih
çıktı. Eğer kalıntıların çıktığı yerin etrafını
boşaltabilseydik hiç ev yaptırılmayacaktı. Ama bu da
bir tarihi katliam olurdu. Çünkü orada 4 tane
geleneksel ev gidecekti. Buna uygun projeyi çiz
getir. Şimdi adam buna uygun projeyi hazırlıyor.
Aynı şekilde üzerinde geleneksel ev göreceksin
altında da tarihi kalıntıları izleyebileceksin. Buna
başka çözüm bulamazsınız" diye konuştu.
"Çözüm Her Katmana Sahip Çıkmak"
Kaleiçi'nin çözümü tarihi her katmanıyla bir
arada yaşatmak olduğuna dikkat çeken Çevik,
"Kaleiçi'nde bazen ayağınla dokunursun tarihi
kalıntı çıkar. Bazen de 4 metre kazarsın anca çıkar.
Erken Cumhuriyet dönemine ait çok az eserimiz kaldı.
Onlara da sahip çıkacağız. Kaleiçi'nde biri
ağladığında ağlayana göre davranmayız. Biz gelen
program ve plana göre davranmalıyız" dedi.
"Orada Yaşam Sürüyor"
Kaleiçi'nde yaşayan insanların olduğunu ve burada
hayatın sürdüğünü ifade eden Çevik, "Bizim
Kaleiçi'ni restore etmeden önce insanları restore
etmemiz lazım. Bizim her şeyden önce insani olarak
iyi bir yapılanmaya ihtiyacımız var. Tarihi ve
doğayı koruyan ne kadar ne kadar kural varsa onun
arkasına düşmemiz lazım. Bize onlar parlak ve güzel
bir gelecek vaat ediyor. Yenisini yapamayacağımız
şeyleri korumamız lazım. Kaleiçi bundan 20 yıl
önceye göre daha iyi" dedi.
"Kesik Minare Varken Dinler Bahçesi Aramaya
Gerek Yok"
Kaleiçi'ndeki projelerinden bahseden Çevik, Kesik
Minare'yle de ilgili görüşünü dile getirdi. Çevik,
"Kesik Minare bana göre Antalya'nın ve Cumhuriyet
tarihinin harika bir müzesidir. Zaten Belek'te
Dinler Bahçesi'ni yapana kadar burada orijinali var.
Burası mutlak suretle müze olması gereken bir
yapıdır. Fikrim kararlaştırılmış bir fikir. Kurulun
kararı müzedir. Buna itiraz edilmiş ve Yüksek Kurul
bizden ayrı bir karar almış cami olabilir demiş. Bu
kararın bizimle ilgisi yok. Yarın öbür gün bir
Hıristiyan kiliseyi kullanmak istiyorum ben dese ben
ne diyeceğim? Orada bir kilise, birde cami var.
İkisini de ayıracak mıyız, bir tarafında Müslümanlar
bir tarafında Hıristiyanlar olsun diye. Kamu yararı
için cami ihtiyaç olan yerler, zaten cami yapılması
için zorluyoruz" dedi.
Gündem Antalya, 04.02.2013
|
BRİTANYA'YI HEYECANLANDIRAN KEŞİF: III. RICHARD
BULUNDU!

Leicester’da geçtğimiz eylül ayında yıkılan bir
kilisenin molozları arasında bulunan iskeletin
Shakespeare’in ünlü oyununa da konu olan Britanya
Kralı III. Richard’a ait olduğu tahmin ediliyor.
Kafatasında ‘Bosworth’ savaşı sırasında aldığı
düşünülen büyük bir yara ve kırılmış omurga
kemiklerinden oluşan kalıntılar uzun zamandır merak
konusuydu. Büyük keşif, Leicester Üniversitesi’nin
bilim insanlarıyla beraber yürüttüğü çalışma
sonucunda elde edilen kesin veriler doğrultusunda
halk ve medyayla paylaşılacak.
Yetkililer yeni gelişmenin ‘onurlu ve saygın’ bir
şekilde paylaşılmasını istiyor. “İnsanların bir
elinde kamera diğer elinde kemik parçaları
tutmalarını istemiyoruz” diyen üniversitenin şirket
işlerini yürüten başkanı Richard Taylor, “3. Richard
olsa da olmasa da o bir insandı, yalnızca merak
olgusu uyandıran bir obje değil”. Taylor, “Hala
kemiklerin nerede sergileneceği ile ilgili
çalışmalarımızı yürütüyorz. Basın açıklaması sonrası
halk da görebilecek. Leicester halkının da bu
keşifte payının olduğunu biliyoruz” diye konuştu.
Kalıntıların krala ait olup olmadığı konusunda bilim
adamları farklı görüşlere sahip. ‘British
Archaelogy’ dergisinin editörü Mike Pitts, DNA
testinde kesin sonuç alınamadığını belirtirken,
tarihsel bulgular, mezarın bulunduğu yer ve çeşitli
testler doğrultusunda kanıtların yeterli
olabileceğini ifade etti. Bristol Üniversitesi’nden
profesör Mark Horton ise, “Bunların krala ait
olduğunu nasıl kanıtlayabilirsiniz? Yıllar boyunca
gayrımeşru bir çok çocuk doğdu” ifadesine bulundu.
Arkeolog Tony Pollard ise “Yıllar öncesinin önemli
bir savaşından kalma kalıntıların bulunması çok
önemli” diye konuştu.
Richard, Leicester’da 1485’te savaş sırasında
ölmüştü. William Shakespeare’in yazdığı tiyatro
literatürünün en önemli oyunlarından ‘III. Richard’,
pek çok kez sinemaya da uyarlanmıştı.
Radikal, 04.02.2013
******
İŞTE KRALIN YÜZÜ!
Bir otoparkta bulunan III. Richard'ın kemikleri
üzerinde yapılan çalışmada, kralın yüzü ortaya
çıkarıldı.
15. yüzyılın sonunda Bosworth Savaşı sırasında
hayatını kaybeden
İngiltere Kralı III. Richard'ın kemiklerini,
geçtiğimiz eylül ayında bir otopartkta bulan
arkeologlar, şimdi de kralın yüz şeklini ortaya
çıkardı.
Leicester Üniversitesi tarafından yapılan
araştırmada, özel bir tarama yöntemi sayesinde
kralın yüz ayrıntıları belirlenirken, eldeki veriler
ışığında yüz yeniden oluşturuldu.
528 yıl önce Henry Tudor'un orduları tarafından
öldürülen III. Richard, Britanya’nın savaş esnasında
ölen son kralı olma özelliğini de taşıyor.
Radikal, 05.02.2013
|
"MERYEM ANA TİRE'DE YAŞADI"
İzmir'in Tire İlçesi Belediye Başkanı Tayfur
Çiçek, Meryem Ana'nın Tire'de yaşadığına dair güçlü
emareler olduğunu belirterek, "İşi belge safhasına
dökmek için çeşitli kiliselerle, Rum Ortodoks
Patrikhanesi ve Vatikan ile yazışmalar yaptık" dedi.
Çiçek, Meryem Ana'nın Efes'e geldiği rivayet edilen
tarihlerde de Tire'de yerleşiminin olduğunu
söyleyerek "Tire'de isminin verildiği, tarihi,
kimsenin bilmediği bir Meryemana Mahallesi var.
Burada kutsal sayılan yerler bulunuyor. Mezarı bile
burada olabilir. Arkeolog ve Teologlarla
görüşüyoruz" dedi.
Sabah, 04.02.2013
|
|
BOZDOĞAN KEMERİ TURİZME AÇILACAK
İstanbul Fatih'te Saraçhane mevkiinde
bulunan Bozdoğan Kemeri turizme açılıyor.
Tarihi Yarımada ve Beyoğlu bölgesinin
panoramik olarak seyredilebileceği Bozdoğan
Kemeri seyir kulesine dönüştürülecek kemer
turizme açılacak.
Roma İmparatoru Valens'ın su taşımak
amacıyla yaptırdığı tarihi Bozdoğan
Kemeri'nin restorasyonu için Koruma Kurulu
onayı alındı.
İmparator Valens'in 4'üncü yüzyılın
sonlarında yaptırdığı İstanbul
Unkapanı'ndaki Bozdoğan Kemeri, Orta Çağ'da
kentin su ihtiyacını karşılıyordu.
Erken Bizans dönemlerinde bir kilometreden
uzun olduğu düşünülen ve yerden 30 metre
yüksek olan kemerin turistler için seyir
terasına dönüştürülmesi için Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan onay
çıktı.
Statik ve arkeolojik yapısı tespit edilen
tarihi yapının restorasyon projesi hazır.
Restorasyon çalışmalarına bu ay başlanacak.
Proje tamamlandığında kemerin her iki
yakasında bulunan parklardan kemere giriş ve
çıkış yapılacak.
Kemere engelli vatandaşların da çıkması
sağlanacak. Ziyaretçiler, güvenlik
işlemlerinden geçirilecek. Proje sayesinde,
kemere kontrolsüz çıkışlar engellenecek.
Yapı İşleri Müdürlüğü'nün ihalesi kapsamında
Eyüp Nişanca Meydanı Haziresi de
düzenlenecek. İki tarihi eserin düzenlenmesi
için 3 milyon lira bütçe ayrıldı.
Turizm Gazetesi, 04.02.2013
|
ERDOĞAN: TOPÇU KIŞLASI'NI YAPACAĞIZ
Başbakan Erdoğan, projesi reddedilen 1940 yılında
yıkılan Topçu Kışlası’nı Taksim’e yapacaklarını
söyledi.
Erdoğan, “Biz de reddi reddedeceğiz.
Yap-İşlet-Devret modelini düşünüyoruz” dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Çek Cumhuriyeti,
Macaristan ve Slovakya’yı kapsayan 4 günlük
ziyaretinin ilk durağı Prag’a haraketinden önce ve
uçakta beraberindeki gazetecilerin sorularını
yanıtladı.
Taksim projesiyle ilgili soru üzerine yapımkonusunda
ciddi olduklarını söyleyen Erdoğan şöyle konuştu:
“Topçu Kışlası’nı yapacağız. Üst kurul reddetmiş.
Biz de reddi reddedeceğiz. Rus mimarisi deniliyor,
ona bakarsanız İstiklal Caddesi de barok mimari.
Kışlanın bir bölümü müze olabilir, ortası yeşil
alan. Diğer bölümünde İstiklal Caddesi’nin devamı
niteliğinde alışveriş merkezi.Üstü rezidans ve otel.
Yap-İşlet-Devret (YİD) modelini düşünüyoruz.”
Bugün (Kısaltarak), Haber: Erhan Başyurt,
04.02.2013
|
 |
NEANDERTALLERİN SOYU BİLİNENDEN ÇOK ÖNCE TÜKENMİŞ OLABİLİR
Avustralyalı ve Avrupalı bilimadamlarının, Neandertallerin son kez mesken tuttuğu İspanya 'dan çıkarılan kemikler üzerinde yaptığı inceleme, bu insan türlerinin soyunun sanılandan çok daha önce tükenmiş olabileceğini gösterdi.
Kemikler üzerinde daha önce yapılan incelemeler, Neandertallerin bölgede en son 35 bin yıl önce yaşadığını ortaya koymuştu.
Bilimadamlarının, kemikleri daha genç gösteren karbon moleküllerinin yol açtığı kirliliği filtreleyen gelişmiş bir yöntemle yaptığı inceleme ise kemiklerin, 50 bin yıl öncesine ait olduğunu ortaya çıkardı.
Araştırma, doğrulanırsa, modern insanlarla Neandertallerin bin yıllık dönemde bir arada var olduğu ve muhtemelen çiftleştikleri yönündeki teoriye gölge düşürecek.
Sonuçları “Proceedings of the National Academy of Sciences” dergisinde yayımlanan araştırma çerçevesinde İspanya'da Neandertallerin yaşadığı bilinen 11 bölgeden 2'sinden çıkarılan kemiklerin incelendiği, bu nedenle Neandertallerin 35 bin yıl öncesine kadar yaşamış olma ihtimalinin tamamen dışlanmadığı belirtildi.
Radikal, 04.02.2013
|
4 BİN YIL
TOMOGRAFİ SIRASI
BEKLEDİ!
ABD'deki Virginia Güzel Sanatlar Müzesi, ilginç bir deneyime ev sahipliği yaptı. Müzenin uzmanları, 4 bin yaşında olduğu tahmin edilen Tjeby adlı Mısır'da bulunan mumyayı, tomografide inceledi.
Tomografi sonucunda Tjeby'nin yaşı ve ölüm nedeni ortaya çıkarılacak.
Sabah, 04.02.2013
|
|
ANİ ÖREN YERİNE KAZI EVİ YAPILACAK
Kars Kültür ve Turizm Müdürü Hakan Doğanay, "Ani'deki eksikliğimiz bir
kazı evinin olmamasıydı. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Turizm ve İşletme bütçesine inşallah koydurduk.
2013-2014 yılında kazı evini de yapacağız" dedi.
Doğanay, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Ani Harabeleri'nin
Kars'a 42 kilometre uzaklıktaki
Arpaçay Nehri'nin batı yakasında,
Ermenistan-Türkiye sınırını ayıran volkanik tül
tabakası üzerine kurulan bir Orta Çağ şehri olduğunu
anlattı.
Ani Harabeleri'nde
yerleşimin MÖ 5000'li yıllara dayandığını ifade eden
Doğanay, "Biz Ani'den bir dünya şehri olarak
bahsediyoruz. Ani bir kara
İpek Yolu kentiydi, ticaret kentiydi ve önemi de
buradan kaynaklanıyor. Ani, Kafkaslar'dan
Anadolu'ya girişteki ilk kentimiz. Ani
Ören Yeri'nde yerleşim 3 safhada, MÖ 5000'lerde,
MS 964'lerde ve 978 ve 989 yılları arasında
olmuştur. 961-1045 yılları arasında Bagrat
hanedanından Ermeni hükümdarlarının başkenti
olmuştur" diye konuştu.
Doğanay, Ani
Ören Yeri'nde sur içinde 8 kilise ve bir caminin
halen ayakta durduğunu belirterek, şöyle devam etti:
"Menuçihr Camisi, Türk
fethinden sonra
Türkiye topraklarında inşa edilen en eski cami
olmasıyla dikkati çeker. Muhtemelen daha eski bir
sivil yapıdan dönüştürülmüş ve 14. yüzyılda ikinci
kez tadilata uğramıştır. Ani
Ören Yeri, 11. ve 12. yüzyıla ait bazı İslam
mimarisi eserlerini de barındırır."
Doğanay, Ani
Ören Yeri'nin
Kars'ın ve bölgenin tanıtımı açısından önemli
bir yere sahip olduğunu belirterek, Ani'deki
çalışmaların devam ettiğini söyledi.
Kentte yapılan bütün
toplantılarda mutlaka Ani'nin konuşulduğunu dile
getiren Doğanay, "Ani'ye giden duble yol Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından yapıldı. Kültür ve
Turizm Bakanlığı 2006 yılından bu yana Ani
Ören Yeri'ndeki çalışmaları yakından takip
ediyor. Bakanlık Ani'ye farklı bir bakış açısıyla
bakıyor ve oradaki çalışmalar hızlı bir şekilde
devam ediyor" dedi.
Doğanay, Ani
Ören Yeri'nde 2012 yılından bu yana 47 günlük
alan kazı çalışmasının yapıldığını anımsatarak,
şunları kaydetti: "Bundan sonraki yıllarda
da burada mutlaka kazı çalışması yapılmalı. Ani'de
bir kazı evimiz yok. Yani kazıdan çıkan eserlerin
sergilenebileceği, tamamlanabileceği ve bunların
müzede sergilenebileceği bir kazı evimizin olmaması
bizim için bir handikaptı. Ani'deki eksikliğimiz bir
kazı evinin olmamasıydı. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Turizm ve İşletme bütçesine inşallah koydurduk.
2013-2014 yılında kazı evini de yapacağız.
Prefabrik üzerine yapılmış olan, 50-60
öğrencinin kalabileceği, çıkan eserlerin
depolanabileceği kombine bir yaşam alanı olacak.
Kalıtsal bir yer yapılmamasının nedeni ise Ani'nin
1. derece arkeolojik sit alanı olması. Ani'de değil
yapı yapmak, çivi çakmak bile Bölge Koruma
Kurulu'nun iznine bağlıdır."
haberler.com, Haber:
Çağlar Sefertaş -Zehra Melek Çat, 03.02.2013
|
HEYKEL ABDÜLMECİD FERMANIYLA ALINDI

Türk avukatlar bulunan Bodrum Halikarnas
Mozolesi’nden alınan heykeller için dava açmaya
hazırlanırken İngilizler ‘Abdülmecit döneminde
verilen imtiyazlarla heykeller alındı’ diyor.
DHA’nın önceki gün yer verdiği bir habere göre,
İngiltere’de British Museum’da bulunan,
Bodrum Halikarnas Mozolesi’nden alınmış
heykellerin ait olduğu ülkeye iadesi için Türk
avukatlar
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) dava açmaya
hazırlanırken, İngiltere’den diplomatik müdahale
geldi. İngiltere’nin
Ankara Büyükelçisi David Reddaway, dava
tarihinden 7 gün önce bir mektup göndererek,
Mozole’de bulunan Osmanlı İmparatorluğu’ndan alınan
yasal izinler ve
ferman ile Bodrum’dan taşındığını bildirdi.
Açıklamada, Reddaway’ın, Mausoleum heykeli ve
parçalarının İngiltere’de olduğuna, heykel ve
parçalarının 1846, 1857 ve 1859 yıllarında padişah
1. Abdülmecid döneminde İngiltere’ye tanınan
imtiyazlar ve alanda kazı yapmaya ve çıkarmaya
yönelik izinleri düzenleyen fermanlarla Bodrum
kalesinden İngiltere Müzesine taşındığını savunduğu
bilgisine yer verildi. Kültür Bakanlığı ise konuyla
ilgili olarak, önceliklerinin
Türkiye’den izinsiz kaçırılan eserler olduğunu
bildirdi. Mozole ile ilgili bu son gelişmeleri,
konunun uzmanlarına sorduk.
‘Gündemde tutulsun’
- Prof.
İlber Ortaylı: İngilizler ellerinde 1.
Abdülmecit döneminden fermanlar olduğunu
bildirmişler. Onlar hep öyle derler, ellerinde bir
ferman vardır konuyla ilgili, eserleri geri
vermezler. Sen de çalınıp çalınmadığına kanıt
oluşturacak şekilde verdiğine yahut vermediğine dair
bir ferman gösteremezsin, iş bir yılan hikayesine
dönüşür. Biz
Berlin Müzesi’ne düpedüz karşılıklı akitlerle,
geçici bir süre için, ya tamirat ya faydalanma ya da
temizleme için geçici olarak verdiğimiz malzemeyi
zor aldık. British Museum’dan Mausoleum
parçalarının gelmesi çok mümkün değil, ama gündemde
olmasında fayda var. Nitekim
Yunanistan da yine British Museum’da bulunan
Elgin Mermerleri’ni gündemde tutuyor.
‘Girişimler değerli’
- Özgen Acar: Konuyla ilgili bir
kitap yazan avukat Remzi Kazmaz, geçtiğimiz
aralık ayında Halikarnassos Mozolesi heykellerinin
İngiltere’deki British Müzesinden geri alınması için
başlattığı kampanyasıyla ilgili beni arayarak
desteğimi istedi. Bu tür girişimler bir
bilinçlenmeyi göstermesi açısından çok değerli.
‘Dava zarar getirebilir’
- Nezih Başgelen (Arkeolog - editör): Türkiye’den
yurtdışına götürülmüş inanılmaz sayıda tarihi
eserimiz bulunuyor. Tarihöncesi çağlardan Osmanlı
dönemine geniş bir sürece ait bu eserlerin ait
olduğu topraklara dönmesi
hepimizin ortak dileği. Ancak Bodrum Mozolesi
gibi Osmanlı döneminde alınan bazı izinler
çerçevesinde giden eserlerin
AİHM’de dava açılıp alınamayacağı baştan
belliyken bu
tarz başarısız olabilecek girişimler bu tip
davalarda şu an kabul gören ulusal haklılığımıza
yarar yerine zarar getirebilir.
Milliyet, 03.02.2013
|
YENİ KABİNENİN ENTELLEKTÜEL BAKANI

Yeni Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik,
kabinenin tek bekarı. İlk gençliğinden beri paraya
değil, bilgiye yatırım yapmış. Bu yatırımının
karşılığını da fikre değer veren bir siyasi
hareketin içinde güçlü bir rol üstlenerek aldı.
"Aşk bitti, şiir bitti, gizem bitti
Söz, gülümseyerek boynunu yağlı urgana uzattı
Kadınlar her şeye rağmen doğurmaya devam ettiler
Yeni doğan çocuklar, ciğerlerine çektikleri soluğun
ilk zerresinin tadına varmaksızın intihar ettiler
Sokak çocuklarının peygamberi, gelişini erteledi
Tedbirsiz ve temkinsiz aşk, başını secdeden
kaldırıncaya kadar
Her kadın ilk doğan çocuğunu kendi elleriyle toprağa
verdi
Çocuklar intihar etmeye devam ettiler."
Yukarıdaki dizeler, yeni Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik'in yıllar önce yazdığı Yenilmiş
Tanrı'nın Çocukları adlı uzun şiirden. Mukayese
için söylemiyorum ama şair Sezai Karakoç'un Monna
Rosa'sı türünden bir şiir Yenilmiş Tanrı'nın
Çocukları. Bir Kültür ve Turizm Bakanı'nın
vaktiyle şiir yazmış olmasında şaşılacak bir şey yok
elbette. Burada kayda değer olan, dolayısıyla haber
değeri taşıyan, vaktiyle Tezkire adlı bir
dergide yayımlanmış olsa da çok az kimse tarafından
bilinen bu şiirin, Çelik'in duygu ve düşünce dünyası
hakkında ipuçları içeren enteresan imgelerle süslü
olması. Şiir; ancak iddialı sanat eserlerinde
görüldüğü üzere aşk, ayrılık, yaşam, ölüm, tanrı,
dinler gibi pek çok temayı aynı anda işliyor.
Sanıyorum Çelik, şiir türünde pek eser vermemiş,
daha çok makale yazmış bir yazar olarak Yenilmiş
Tanrı'nın Çocukları'nı kendi şiirinde bir
başyapıt olarak görüyordur.
TİPİK BİR ADANALI
Çelik, entelektüel birikimini biraz da, pek
çok yazar ve aydın yetiştirmiş olan Adana'da doğup
büyümüş olmasına borçlu. 15 Haziran 1968 tarihinde
doğmuş. Babası Yusuf Ziya Bey, Tarsus yolu
üzerindeki Zeytinli, annesi Dudu Hanım ise Karslı
Köyünden. Çelik, mücadeleciliğini babasından,
entelektüel yönünü ise annesinden aldığı söylüyor.
Annesi Sosyal Sigortalar Kurumu'nda memurluktan
ayrılmış bir ev hanımı. Baba ise Devlet Su
İşleri'nden (DSİ) emekli. Ömer Çelik, Namık Kemal
Mahallesi'nde büyüdü. Çocukluğu yokluk içinde geçti.
Öyle ki motosiklet tamircisinde çıraklık bile yaptı.
Adana Motor Teknik Meslek Lisesi'nde okudu.
Matematiği çok iyiydi, o yüzden dördüncü sınıfta
teknik liseye geçti ve buradan mezun oldu.
Arkadaşlarının verdiği bilgiye göre Çelik, lise
yıllarında, henüz 15 yaşında iken Tevrat, İncil,
Kuran ve Das Kapital'ı aynı anda okuyordu. 1980'li
yılların başında gittiği kitapçılardan aldığı
kitapları okuyarak İslami düşünceye yaklaştı. Ayrıca
benim de çocukluğumun bir bölümünün geçtiği (Babamın
çaycı dükkanı oradaydı) Ulu Camii'nin orada İslami
çevrelerden, camii cemaatinden ağabeylerle çay
içerek bu çevreyle ilişkilerini geliştirdi. Ömer
Çelik, liseden sonra Gazi Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'ne
girdi, buradan mezun oldu. Aynı üniversitenin Sosyal
Bilimler Enstitüsü'nde Siyaset Bilimi alanında
yüksek lisans eğitimi aldı. Öğrencilik yıllarında
Ankara'da önce özel bir yurtta, ardından
Demetevler'de bir öğrenci evinde kaldı. Bu evdeki
arkadaşları, profesör Hicabi Kırlangıç, Vakıflar
Genel Müdürlüğü daimi üyesi Arif Dülger ve mali
müşavir İrfan Can'dı. Adana Erkek Lisesi mezunu Can,
Çelik'in aynı zamanda Adana'dan arkadaşıydı.
Sonradan Ankara'da Faruk Koca, Mücahit Arslan, Agah
Kafkas, Salim Uslu ve Serdar Aydın gibi isimlerle
arkadaşlık kurdu. Çelik, o dönemde samimi olduğu
Mücahit Arslan'ı Başbakan Erdoğan'la tanıştıran
isim. Türkiye'nin yeni bir siyasete ihtiyacının
olduğu fikrinin yeşerdiği mekanlardan biri olan
Ankara Kızılay'daki Girgin Kafe'ye sık giderdi. Kafe
Miz de gittiği mekanlardan biriydi. Ömer Çelik,
Ankara yıllarında Yaşar Kaplan'ın Aylık Dergi
adlı dergisinde ve sonra Hüner dergisinde
yazdı. İstanbul'da ise Ali Bulaç'ın Bilgi ve
Hikmet dergisinde... Zaten Çelik'i Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'la tanıştıran isim de Ali
Bulaç. Ömer Çelik, kahir ekseriyetin paraya yatırım
yaptığı ve maddi tatmine yöneldiği bir devirde
bilgiye yatırım yapmış ve bundan kaynaklanan manevi
tatmine önem vermiş azınlığa mensup insanlardan
biri. Emeğinin karşılığını da fikre değer veren bir
siyasi hareketin içinde güçlü bir rol üstlenerek
ziyadesiyle aldı. Yazıya, Çelik'in, hemen hiç
bilinmeyen şiiri Yenilmiş Tanrı'nın Çocukları'ndan
bir bölümle girdik. Yazıyı, yine aynı şiirden bir
bölümle bitirelim. Ömer Çelik'in, üstteki kutuda
alıntıladığımız yazısından anladığımız kadarıyla
'güzel aşk' için zorunlu taç olarak gördüğü sessiz
ayrılık nidaları -olmaz demeyin, nidanın da sessizi
olur- içeren bir bölümle... "Lübnan'dan
getirdiğim sevdaların kadını Bana en hain sensin
Bana en hain olan sen İhanetin arttıkça bağlılığım
artıyor Şeytanla tanışmadan hiç olan Adem Yasağın
koynuna salınca kalbini Hep olmanın eşiğine, isyanla
geldi Yaratılışta sırrına eremediğin Hayatta da
cahilim sana Lübnan'a... Kan ve barut cehennemine
Götürdüğüm hüzünlerin kadını Hoşçakal."
DIŞ POLİTİKANIN MİMARLARI ARASINDA
Kuruluşundan beri AK Parti Merkez Karar
Yürütme Kurulu (MKYK) üyesi olan Çelik, üç dönemdir
Adana milletvekili olarak parlamentoda. Partide uzun
yıllar Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan
Yardımcısı olarak görev yaptı. Dış politika
konusunda uzman bir isim. Özellikle Avrupa Birliği
ve Ortadoğu konusunda çalışmalar yürüttü. Çelik,
geçtiğimiz hafta yapılan kabine değişikliğinde
Ertuğrul Günay'ın yerine Kültür ve Turizm Bakanı
olarak atandı. Makamı, yurtdışından Türkiye'ye ait
tarihi eserleri, Kanatlı Deniz Atı Broşu'nda olduğu
gibi dedektif titizliğiyle yapılmış araştırmalarla
bulduran ya da kültür diplomasisi ile Türkiye'ye
getirten Günay'dan devraldı. Çelik, bakanlığındaki
ilk törende Türkiye'nin zengin bir tarih mirasına ve
sosyal yapıya sahip olduğunu ve devletin özgürlükler
alanını kültür politikaları ile koruması gerektiğini
belirterek, bakanlıkta izleyeceği siyasete dair
ipucu verdi.
AŞK YAZILARINDA AYRILIĞI ÖVERDİ
Yeni kabinenin hiç evlenmemiş tek bakanı
olan Ömer Çelik, 1990'lı yılların sonunda ve 2000'li
yılların başında, o vakitler benim de çalıştığım
Yeni Şafak gazetesinde 'aşk yazıları' yazardı.
Benzetme ne kadar yerinde olur bilemem ama
şimdilerde Haşmet Babaoğlu kendi okurları için neyi
ifade ediyorsa Ömer Çelik de o dönemde Yeni Şafak
okurları için aşağı yukarı aynı şeyi ifade ediyordu.
Çelik, genç yaşta olmasına rağmen o döneme gelene
kadar, ta lise yıllarından beri yaptığı okumalarla
entelektüel perspektifini derinleştirmişti. Farklı
bir bakışı vardı. Misal ayrılığı, sevmemek şöyle
dursun, övüyordu: "Tutkunun gövdeleşmesinin tek
silahı ayrılıktır. Kıyasıya ayrılık... Tavizsiz,
yakıcı ve fütursuz bir ayrılıktan bahsediyorum. Her
güzel aşk böyle bir ayrılıkla taçlanmalı diyorum.
Çünkü sadece böyle tutkuyu ebedileştirebilir insan."
'JOHN FOWLESSEVER'
Ömer Çelik, iyi bir felsefe ve edebiyat
okuru. Marx'ı da okudu, Nietzsche'yi ve Heidegger'i
de... Kafka'yı da okudu, John Fowles'u da... Bir
'Fowlessever' olduğunu Yenilmiş Tanrı'nın
Çocukları adlı şiirinden anlamak mümkün.
Şiirinde John Fowles'un, "Her olgun erkeğin içindeki
çocuk, gizli örgütler kurar," sözünü alıntılamış.
Ayrıca şiirde Fowles'un başyapıtlarından Fransız
Teğmenin Kadını adlı romanın kadın kahramanı
Sarah'a göndermeler var. Çelik, şiirinde ayrıca
Gennadi Aygi'nin, şu hikmetli sözünü de kullanmış:
"Bizi hiç kimse sevmediği zaman başlarız sevmeye
annelerimizi."
Sabah Pazar, Haber:
Ferhat Ünlü, 03.02.2013
|
BAKANLIK İLE ÜNİVERSİTE HÜLLE YAPTI

Yasaya göre müze envanterine
kayıtlı eserler özel şahıslara satılamıyor. Peki
Santralistanbul Müzesi koleksiyonu nasıl müzayedeyle
satışa çıkarılıyor? İşte Kültür Bakanlığı ile Bilgi
Üniversitesi arasında yaşanan hülleli satışın
öyküsü.
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2007 yılında
açılan Santralistanbul Çağdaş Sanatlar Müzesi’ndeki
eserlerin bir kısmının Maçka Mezat’ın 17 Şubat’ta
düzenleyeceği müzayedede satılacak olmasının
yankıları sürüyor. Müze envanterine kayıtlı
eserlerin nasıl olup da müzayedede satışa çıkacağı
ise sanat dünyasının merakları arasındaki yerini
koruyor. Çünkü yasaya göre müze envanterine giren
bir eser özel şahıslara satılamaz. Peki Bilgi
Üniversitesi yönetimi bu eserleri satışa nasıl
çıkarabildi? İşte Kültür Bakanlığı ile Bilgi
Üniversitesi arasında yaşanan o hülleli satışın
çarpıcı öyküsü...
Eski Silahtarağa Elektrik Santralı’nın arazisinde
Bilgi Üniversitesi tarafından Santralistanbul Enerji
ve Çağdaş Sanatlar Müzesi kuruldu. Birçok sanatçının
eserleri müzenin envanterine kaydedildi. Hatta
içlerinde müzede sergileneceği için yok pahasına
hediye edilenler, bağış olarak verilen sanat
eserleri vardı. Eserler müzeye geldikçe müze
envanterine kaydediliyordu. Her özel müzede olduğu
gibi Topkapı Sarayı Müzesi de Santralistanbul
Müzesi’nin denetiminden sorumluydu.
Özel müzeler, 2863 sayılı kanun ve buna bağlı
çıkarılan ‘Özel Müzeler ve Denetimleri Hakkında
Yönetmelik’ hükümleriyle denetleniyor. Envanter
kayıtları, müzenin işleyişi, görevleri, denetimi bu
yönetmeliğe göre gerçekleşiyor. Yönetmeliğin 9.
maddesinde envanter kaydının nasıl yapılacağı ise
şöyle anlatılıyor: “Özel müzede bulunan kültür ve
tabiat varlıkları bakanlıkça uygun görülecek ve
noterden tasdikli iki nüsha halinde tanzim edilecek
envanter defterlerine özel müze uzmanlarınca
kaydedilir. Bu defterlerden bir nüshası, özel
müzenin denetim açısından bağlı olduğu müzeye
verilir.” Kısacası Santralistanbul, Kültür
Bakanlığı’nın kontrolünde kuruldu ve eser envanter
kaydı da yine bakanlık uzmanlarının tasarrufunda
gerçekleştirildi.
Öncelik devlette
Pek çok sergiye ev sahipliği yapan ve sanat
dünyasının gözde mekanı Santralistanbul Müzesi şimdi
envantere kayıtlı 150 eserden 70’ini satma kararı
aldı. Peki müze envanterine kayıtlı eserler müzayede
yoluyla satılabilir mi? Özel Müzeler Yönetmeliği’ne
göre satılamaz. Yönetmeliğin 10. maddesi şöyle
diyor: “Kültür ve tabiat varlıklarını öncelikli
satın alma yetkisi devlet müzelerine aittir. Özel
müzeler, koleksiyonlarındaki her türlü taşınır
kültür ve tabiat varlığını, bakanlıktan onay almak
ve koleksiyonun bütünlüğünü korumak şartıyla kendi
aralarında değiştirebilir veya satabilir. Satın
almada öncelik bakanlığa bağlı müzelere ait olup
satış ve değiştirme işleminden 15 gün önce, denetim
açısından bağlı bulunduğu müze müdürlüğüne konuyla
ilgili kültür ve tabiat varlıkları hakkında satış
veya devir sözleşmesi örneği gönderilerek haber
verilir.” Özel müzelerin 2863 sayılı yasa kapsamına
giren eserler ile 100 yıl öncesi (1913 yılından
evvelkiler) eserlerin satışını yapmaları mümkün
değil. Envanterlerine kaydettirdikleri eserleri de
yönetmeliğe göre açık arttırma yöntemiyle şahıslara
satamazlar. Bunu bilen Bilgi Üniversitesi yönetimi
de hülle yapma yoluna gitmiş. Envanterine
kaydettirdiği eserlerin envanterlik eserler
olmadığını ve bunları envanterden düşürmek
istediğini Kültür Bakanlığı’na bağlı Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bildirmiş.
Genel müdürlük üniversite yönetimince kendilerine
yapılan başvuruyu değerlendirmek üzere bağlı olduğu
Topkapı Sarayı Müzesi’nden iki uzman görevlendirmiş.
Uzmanlar eserleri yerinde görüp inceledikten sonra
hazırladıkları raporu genel müdürlüğe sunmuşlar.
Komisyon oluşturulmuş ve komisyon eserleri
inceledikten sonra envanterden düşürülecek 70 eser
belirlemiş. Eski Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay ’ın da onayı alındıktan sonra
Bilgi Üniversitesi yönetiminin envanterden
çıkarılmasını istediği eserler müzede satışa hazır
hale gelmiş.
Satışla ilgimiz yok
Santralistanbul Müzesi eserlerinin envanterden nasıl
düşürüldüğünü anlatan bakanlık yetkilisi şunları
söylüyor: “Müze açıldıktan sonra ne buldularsa
envantere kaydetmişler. Oysa 2863 sayılı yasaya tabi
(tarihi eser) olmayan eserleri envantere kaydettirme
zorunluluğu yok. Envanter kaydı olan eserler ancak
devlet müzelerine veya özel müzelere yine
bakanlığımızın onayıyla satılabilir. Üniversite
hangi eserler kanun kapsamında hangileri değil diye
bize sordu. Biz de uzmanlarımıza tespit ettirdik.
Sonra bunların envanterden düşürülmesi için müracaat
ettiler. Komisyon kuruldu ve o eserler envanterden
düşürüldü. Bakanlık olarak bu eserlerin satışı ya da
bir yerlere bağışı bizi ilgilendiren bir durum
değil.”
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 03.02.2013
******
SANTRALİSTANBUL KOLEKSİYONU İÇİN MÜCADELE BAŞLADI
Santralistanbul Çağdaş Sanatlar Müzesi
koleksiyonundaki eserlerin müzayedeye çıkması
üzerine toplanan sanatçı, küratör ve hukukçular;
koleksiyonun bütünlüğü için neler yapılabileceğini
etraflıca tartıştı ve bir ‘Hareket Planı’ belirledi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2007
yılında açılan Santralistanbul Çağdaş Sanatlar
Müzesi koleksiyonundaki eserlerin müzayedeye
çıkmasının tartışmaları sürüyor. Maçka Mezat
tarafından 17 Şubat’ta İstanbul Sofa Hotel’de
yapılması planlanan müzayedede, sanat eleştirmeni
Evrim Altuğ’un tespit ettiği kadarıyla koleksiyona
ait 36 eser yer alıyor. Bilgi Üniversitesi’nden
yapılan açıklamaya göreyse 70 eserin satılması söz
konusu; aralarında Nil Yalter’in ‘Göbek Dansı’,
Yüksel Arslan’ın ‘Arture’ ve Hakkı Anlı’nın
‘İsimsiz’ adlı eserleri de bulunuyor ki bunlar müze
koleksiyonuna bağış yoluyla katılmışlar.
Üniversitenin özellikle vurguladığı tek şey var, o
da müzayedeye çıkan eserlerin envanter dışında
kalması ve satışlarının Kültür Bakanlığı’nca
onaylanması.
Bu konuda, bilhassa koleksiyonun bütünlüğünün
sağlanması için neler yapılabileceği önceki gün
Galatasaray’daki Cezayir Lokantası’nda bir araya
gelen sanatçı, küratör ve hukukçular tarafından
etraflıca tartışıldı. ‘Müzakere’ başlığı altında
gerçekleşen toplantıya Bilgi Üniversitesi ve Maçka
Mezat yetkilileri de davet edildi. Üniversite daveti
kibarca reddedip ilerleyen günlerde yönetim
kuruluyla bir toplantı yapılmasının mümkün olduğunu
bildirirken; Maçka Mezat, bu girişimin rekabet
koşullarına aykırı olduğunu vurgulayan bir e-posta
gönderdi.
ANA HEDEF KOLEKSİYONUN BÜTÜNLÜĞÜ
Toplantı, Sarkis’in, “Santralistanbul Müzesi için
inançla çalışanlardan biriydim. Oradaki yapıtım bir
müze tarafından yaşatılması gereken bir yapıttır,
bir META değildir! Müzayedenin kataloğunda görüldüğü
gibi onu ikiye bölüp satamazsın. Daha önceden bu
kepazelikten haberim olsaydı yapıtımın bana iade
edilmesini isterdim; şu anda onun ne halde olduğunu
bile bilmiyorum!” cümlelerini içeren mektubunun
okunmasıyla başladı ve hukukçu Sadife Karataş
Kural’ın neler yapılabileceğine dair bilgi
vermesiyle devam etti: “Satışa çıkan eserler
envanterden çıkarılmış, o yüzden önlerinde bir engel
yok. Yapılacak şey eser sahiplerinin bireysel olarak
hukuki yollara başvurması. En kuvvetli argüman
sanatçı Sarkis’e ait. Çünkü enstalasyonu üçe
ayrılarak satılmaya çalışılıyor. Yani eserinin zarar
görmesi söz konusu.”
Vasıf Kortun, Gülsün Karamustafa, Zeyno Pekünlü,
Duygu Demir, Özge Ersoy, Murat Morova, Ali Akay,
Seda Yörüker, Lara Fresko, Aslı Çavuşoğlu, Volkan
Aslan, Tayfun Serttaş, Osman Erden, Ali Taptık,
Nazım Dikbaş ve Arzu Yayıntaş’ın yanı sıra Murat
Odabaşı ve Sadife Karataş Kural gibi hukukçuların da
katıldığı toplantının en önemli sorusu koleksiyonun
bütünlüğünün nasıl korunacağı oldu. Vasıf Kortun,
üzerine basa basa “Bir şeyler yapmamız lazım. Başka
türlü bu eserler dağılacak.” derken, Murat Morova,
acilen yeni kültür ve turizm bakanıyla irtibata
geçilmesini önerdi. Sanatçı Tayfun Settaş, “Kamuoyu
oluşturmaya çalışırken acaba eserlerin fiyatlarını
20’ye mi katlıyoruz?” derken; Zeynep Pekünlü,
sembolik bir itibarsızlaştırma kampanyası
başlatmanın mümkün olup olmadığını sorguladı.
Sonuçta ortak bir ‘Hareket Planı’ oluşturuldu.
Plan dahilinde öncelikle koleksiyonda eseri bulunan
sanatçılarla iletişime geçilecek ve bireysel
durdurma kararları üzerinden bir mücadele
başlayacak. Bunu üniversiteyle yapılacak toplantı
izleyecek. Toplantının ana hedefi koleksiyonun
bölünmemesi için neler yapılabileceği olacak.
Bakanlıkla iletişime geçilmesi ve alımların onlar
tarafından yapılması talebi de bir sonraki aşama.
Toplantı ekseninde, internetteki ‘change.org’
sitesinde ‘SantralIstanbulKoleksiyonu’ başlığı ile
dijital bir imza kampanyası da başlatıldı.
Zaman, Haber: Jülide Güngör, 05.02.2013
******
YÜKSEL ARSLAN: MÜZE KOLEKSİYONUNUN SATILMASI ÇOK
KORKUNÇ VE ÜZÜCÜ
Özellikle ‘Das Kapital’ serisiyle
tanınan 20. yüzyıl sanatının büyük ismi Yüksel
Arslan, Santralistanbul koleksiyonundaki 70 eserin
müzayede yoluyla satılacak olmasını “Çok korkunç ve
üzücü bir gelişme” olarak nitelendirdi. Koleksiyonda
pek çok eseri bulunan Arslan, endişelerini basına
gönderdiği açıklamada dile getirdi: “Santralistanbul
Müzesi’nin resim koleksiyonu satışını iki gün önce
duydum. Çok korkunç ve üzücü bir haber! Her resmin
bir satış ve alış fiyatı olursa da bu beklenmedik
haber düşündürüyor beni. Dünyanın bütün
üniversitelerinde özel bir koleksiyon vardır. Bilgi
Üniversitesi için de böyle bir müze düşünülüp
gerçekleşirse çok sevinirim.”
Sanat dünyasında endişe yaratan müze koleksiyonunun
satışıyla ilgili bir araya gelen sanatçı, küratör ve
eleştirmenler konuyu hukukçularla tartıştıktan sonra
koleksiyonda eseri bulunan sanatçılarla iletişime
geçilip mahkemeden bireysel ‘durdurma’ kararı
aldırma yolunu seçti.
Radikal, 05.02.2013
|
DOĞANÇAY'IN MÜZESİ ÇOCUKLARA EMANET
16 Ocak'ta
yitirdiğimiz ressam Burhan Doğançay'ın en önemli
mirası olan müzesinin müdürü Bergin Azer: "Çocuklar
için düzenlediğimiz yarışma, Doğançay için müzenin
en önemli faaliyetiydi. Şimdi amacımız yarışmayı
Türkiye geneline yaymak".Bir
ressam arkasında neler bırakır? Burhan Doğançay için
bu sorunun tek yanıtı resimleri değil. Onun
hayattayken üzerine titrediği, anlatırken gözlerinin
içinin güldüğü bir mirası var: Babası ve kendisi
adına kurduğu Doğançay Müzesi. Müzeyi gezerken hem
Doğançay'ın hayatı hem de eserleri hakkında kapsamlı
bilgi edinebiliyorsunuz. Doğançay'ın müze çatısı
altında düzenlenen faaliyetler arasında en çok önem
verdiği, gençler ve çocuklar için düzenlenen resim
yarışması. Türkiye'den çocukların resimle büyümesi,
resim öğrenmesi, ressamın her fırsatta dile
getirdiği isteğiydi. Biz de onun mirasını yaşatacak
bu müzenin müdürü Bergin Azer'e müzeyi ve Doğançay'ı
sorduk.
- Burhan Doğançay'ın müzeyi kurma amacı neydi?
- Gezdiği ülkelerde tek bir sanatçıya adanmış
kişisel müzeleri gördüğünde, ileride imkanı olursa
Türkiye'de böyle bir müze açmaya karar vermiş.
Başarılı kişilerin, kendilerinden sonra gelen
nesillere bir iz, referans, anı bırakmasının çok
önemli olduğunu söylerdi. Bizde bu gelenek, Batı ile
karşılaştırıldığında daha çok yeni olduğundan, bunun
eksikliğini de hissetmiş. Müze, hem babasının
(ressam ve harita subayı Adil Doğançay) hem de kendi
eserlerinin kalıcı olarak sergilenebileceği bir alan
olduğu için önemli. Buna ilave olarak, doğduğu
topraklara kalıcı bir eser bırakmak da onun için
önemliydi tabii.
- Doğançay Müzesi'nin bu yıl için planları
nelerdir? Burhan Doğançay'ın müzeyle ilgili planları
istekleri nelerdi?
- İstanbul ilköğretim okulları arasında
düzenlenecek resim yarışmamız var. İlk defa Burhan
Bey olmadan yapacağımız için, içimiz buruk elbette.
Hedefimiz, bu yarışmaya katılan, öğrencilerin genç
yaşta sanatı tecrübe edinmeleri. Her şeyden önce,
müzenin ileri nesillere kalması için gerekli tüm
hazırlıkları yapmıştı. Bunun için Doğançay Kültür ve
Sanat Vakfı kuruldu ve müze buna bağlandı. Buna
ilave olarak, çocukların sanat ile tanışmalarını,
hayatlarında mutlaka sanat olması gerektiğini
vurgulardı. Çocukluk yılları yaratıcılığın, hayal
gücünün en verimli olduğu yaşlar olduğu için, Burhan
Bey öğrencilerin müzeye gelmelerinden çok mutlu
oluyordu. Amacımız yarışmayı Türkiye çapına yaymak.
Bunun yanı sıra yabancı müzelerle işbirliği
yapacağız, Doğançay adına yeni sergiler açacağız.
- Müze binasını nasıl satın almış?
- Müze binasını 1999 yılında almış. Hiçbir
destek almadan, uzun ve zorlu restorasyon sürecinden
sonra, müze kapılarını 2004 yılında açmış. Bu süre
içinde, 2002 yılında bir de açık kalp ameliyatı
geçirmiş. New York'taki hastane yatağından bile
çalışmaları yakından takip etmiş.
- Onunla birebir çalışmak nasıldı?
- Burhan Bey ile çalışmak, eğlenceli olduğu
kadar öğretici bir tecrübeydi. 'Hayatı film gibi', o
kadar doğru bir tanımlama ki. Düşünün, üç-dört
yaşında babasının teşvikiyle resim yapmaya başlıyor,
daha sonra Ankara'da Gençlerbirliği takımında futbol
oynuyor. Mimarlık okumak isterken kendisini hukuk
fakültesinde bulduktan sonra, Paris'te doktora
yapmaya gidiyor. Fransızcasını geliştirmek için
gittiği Hornfleur kasabasının star futbolcusu
oluyor. Doktora sını yaparken, para kazanmak için
bir İngiliz filminde oynuyor. Ankara'ya döndüğünde,
basın ve tanıtım dairesinde çalıştığı dönemde
Türkiye'yi pek çok fuarda temsil ediyor, burada
döneminin en önemli isimleri ile tanışıyor. New
York'a atanıyor, diplomatik hayatın
içinde yaşarken, birden yaşamının tüm akışını
değiştirecek, düzenini bozacak kararı verip,
kendisini tamamen resme adıyor. Bu, müthiş bir
özgüven ve cesaret isteyen bir davranış. Zaten
kendisi de derdi 'Ben Everest'in tepesine tırmanarak
çıktım, helikopter ile değil.'
- Eşi Angela Doğançay'la da ilişkisi oldukça
özeldi bildiğim kadarıyla.
- Hayatının en büyük şanslarından, lütuflarından
birisinin, eşi Angela olduğunu hep vurguladı.
Tanışmaları da film gibi: New York'taki The Pierre
Otel'de düzenlenen Macar balosunda, arkadaşları ile
gelen Türk ressam ile salonun diğer ucunda, kız
arkadaşının ısrarı ile hiç istemeden baloya katılan
Alman kızın, davetin sonuna doğru
tanıştırılmaları... Burhan Bey'in dediği gibi her
şey önce kısmet, alınyazısı. Müthiş bir uyum içinde
geçen 40 yıl. Müzede elimizdeki muazzam arşivi de
eşi Angela Doğançay'a borçluyuz.
- Çocuksuz bir çift olmak da tercihleri miydi?
- Kendisi hep 'Ben eğer çocuğun süt parası, okul
parasını düşünmek zorunda olsaydım diplomatlıktan
ayrılma ve ressam olma kararını veremezdim. Çocuk
olduğu takdirde sanat konusundaki tutarlılığımı
devam ettiremezdim.' Tanıştıkları zaman, 1974 gibi,
Burhan Bey'in yolun çok başında olduğu zamanlar.
Beraber kirayı veremedikleri de olmuş. Bu müze de
aslında onların çocuğu.
"Burhan Bey hayvanlara, özellikle kedisi
Rambo'ya çok düşkündü. Diğer kedileri Pelin ve iki
köpekleri Bilo ve Kara'yı da severdi, ancak Garfield
karakterli Rambo'nun yeri onun için başkaydı. Rambo
bebekliğinden beri Burhan Bey ile atölyeye iner ve
çalışmalarını büyük bir dikkat ile incelerdi. Zaten
son çalışmalarından olan Çerçeveli Duvarlar
serisinden birkaç eserde Burhan Bey ona da yer
vermişti."
Sabah Pazar, Haber:
Fisun Yalçınkaya, 03.02.2013
|
PRUSIAS AD HYPIUM ANTİK KENTİNDEKİ ESERLER GÜN YÜZÜNE
ÇIKARILACAK
Düzce’nin Konuralp beldesinde bulunan
“Prusias ad Hypium” antik kentindeki kazı
çalışmalarına yaz aylarında başlanacak.
“Prusias ad Hypium” olarak bilinen bölgede 1.
yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen antik tiyatro,
at figürlü kapı, surlar, su kemerleri ve Roma
Köprüsü yer alıyor.
Halk arasında “40 Basamaklar” adıyla bilinen, 100
metre uzunluğundaki, 74 metre genişliğindeki antik
tiyatronun yarım daire biçimindeki oturma alanı,
aslan pençesi figürleriyle süslenmiş basamakları,
kemerli geçitleri ve sahnesinin bir bölümü bugünlere
kadar ulaştı. Tiyatroya giden ara sokaktaki atlı kapı ise güney
surlarının üzerinde bulunuyor.
Antik kenti çevreleyen güney ve batı bölümündeki
surlar dikkati çekiyor. Beldenin hemen hemen her
sokağında ve yol üzerinde rastlanabilecek surların
Doğu Roma İmparatorluğu döneminde onarıldığı
belirtiliyor.
Kemerkasım Köyü mevkisinden antik kente su temini
amacıyla inşa edilen su kemerlerinden bazıları ile
Doğu Roma İmparatorluğu döneminde yapılan köprü de
antik kentin en fazla ilgi gören yapıları arasında
yer alıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle yaz
mevsiminden itibaren yeni kazı çalışmalarına
başlanmasıyla antik kentteki önemli tarihi eserlerin
gün yüzüne çıkarılması hedefleniyor.
-Eserler, müzede sergileniyor-
Antik kentten çıkarılan eserlerden bazıları belde
girişinde yer alan, 3 teşhir salonu, iki depo,
laboratuvar ve idari bölümden oluşan müzede
sergileniyor. Müzede Bolu’dan getirilen ve “Prusias ad Hypium”
antik kentinden çıkarılan buluntulardan oluşan bin
789 arkeolojik ve 456 etnografik eser ile 3 bin 837
antik para olmak üzere 6 bin 82 eser bulunuyor.
12 Kasım 2003′te hizmete giren müzenin arkeoloji
salonunda Tunç Çağı (MÖ 3000-2000) ve Doğu Roma
(395-1453) dönemine ait eserler, toprak kaplar,
kandiller, toprak ve mermer heykelcikler, metal
eserler, takılar, cam kaplar ve mezar hediyeleri,
kronolojik olarak ziyaretçilere sunuluyor. Ayrıca
Grek, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait altın,
bronz ve gümüş paralara yer verilen 4 sikke bölümü
bulunuyor.
Müzenin etnografya salonunda el işlemeleri,
yöresel kıyafetler, süs eşyaları, mutfak kapları,
aydınlatma araçları, kişisel eşyalar, kılıçlar,
tüfekler gibi eserler sergileniyor. Ayrıca salonda
mankenler, gelin odası ve geleneksel döşenmiş oda
yer alıyor.
Bahçede ise antik kentte gün yüzüne çıkarılan
büyük mimari parçalar, sütunlar, adak yazıtları,
ceset küllerinin konduğu küçük taş lahitler, şehir
yasası yazıtları, büyük depolama kapları, mezar
taşları sergileniyor.
Müze bahçesinde 1. yüzyılda mermerden yapılan
büyük lahit dikkati çekiyor. 1937 yılında gün yüzüne
çıkarılan lahdin üzerinde kabartma öküz başlarının
taşıdığı çelenk ile alt bölümde domuz, aslan, kartal
ve balıkçıl kuşu figürleri yer alıyor.
haberler.com, 02.02.2013
|
550 YILLIK TARİH ÇIKTI

Bursa Büyükşehir
Belediyesi tarafından başlatılan Muradiye Külliyesi
restorasyon çalışmalarında, türbelerin kubbesinde
yer alan Osmanlı motiflerinin, 19'uncu yüzyıl
sonlarında yapılan bir tadilatla sıva ile
kapatıldığı ve üzerine barok desenler işlendiği
ortaya çıktı. Restorasyon uzmanları tarafından
bisturi ile titizlikle yapılan çalışmalar sonrası
ortaya çıkan orijinal desenlerin 550 yıl geçmesine
rağmen ilk günkü canlılığını koruması dikkat çekti.
Büyükşehir
Belediyesi, Bursa'nın 'Tarih Başkenti' kimliğini ön
plana çıkararak, canlı bir açık hava müzesi haline
getirme çalışmaları devam ediyor. Bu zamana kadar
150'nin üzerinde tarihi ve kültürel miras projesini
hayata geçiren Büyükşehir
Belediyesi'nin Muradiye Külliyesi'nde başlattığı
restorasyon çalışmaları, yaklaşık 150 yıllık bir
sırrı ortaya çıkardı. Sultan
2'nci Murad tarafından 1425-1426 yılları arasında
yaptırılan ve Fatih Sultan
Mehmed'den itibaren 100 yılı aşkın bir dönem içinde
peyderpey yaptırılan 12 türbeden oluşan 'Muradiye
Külliyesi'ndeki türbelerin kubbesinde yer alan
görüntünün orijinal olmadığı belirlendi.
Çalışmalara II. Bayezid'in eşi Gülruh Hatun
Türbesi'nden başlayan restorasyon uzmanları, türbe
kubbesinde Barok desenlerle süslü sıvanın hareketli
olduğunu fark edince sondaj çalışması yaptı. Bisturi
kullanılarak büyük bir
titizlikle yapılan çalışmalarda mevcut sıvanın
altında kalan kubbenin aslında Osmanlı motifleriyle
süslü olduğu ortaya çıktı. Bunun ardından II.
Bayezid'in oğlu şehzade Mahmud Türbesi'nde yapılan
çalışmada da aynı
görüntü ile karşılaşıldı.
Tarihi sırrı ortaya çıkaran Restorasyon Uzmanı
Sara Özçelik, “İskeleyi kurup kubbeye kadar ulaşınca
yaptığımız incelemede sıvanın hareketli olduğunu
gördük. Bu bölgede yaptığımız sondajda sıvanın
altında Osmanlı erken dönem tezyinatı olduğunu
anladık. Özellikle 17'nci yüzyılda Avrupa'da
yaygınlaşan barok sanatının etkisi altında
kalınarak, sadece Bursa'da değil, İstanbul'da da
böyle çalışmalar yapıldığını biliyoruz. Bu
türbelerde de 1850'li yıllarda barok sanatının
etkisiyle Osmanlı erken dönem tezyinatının sıva ile
kapatılıp, üzerine barok desenler işlendiğini
sanıyoruz. Biz, yasa gereği sonradan yapılan
düzenlemenin 8'de 1'ini koruma altına alıp, sıvanın
altındaki orijinal desenleri ortaya çıkarıyoruz.
Sıvanın tutması için kubbedeki desenlere zarar
verilmesine rağmen, renkler
hala canlılığını koruyor. Biz orijinal
renklere hiç dokunmayıp, hasarlı yerlere
müdahale edeceğiz. Bu çalışmanın ardından türbeler
ilk günkü orijinal görüntüsüne
kavuşacak" dedi.
Bursa Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Altepe restorasyon
çalışmalarını yerinde inceledi. Restorasyon Uzmanı
Sara Özçelik'ten bilgi alan Başkan Altepe, Gülruh
Hatun Türbesi'ndeki iskeleye çıkarak kubbede yapılan
tahribatı bizzat yerinde gördü. Bursa'nın tarihi ve
kültürel mirasını gün yüzüne çıkarmak amacıyla
yaptıkları çalışmaların önemine vurgu yapan Başkan
Altepe, bu çalışmalar sayesinde tarihi bir gerçeğin
de ortaya çıkarıldığını hatırlattı. Başkan Altepe,
“Her alanda olduğu gibi restorasyon çalışmalarımızda
da alanında uzman ekiplerle çalışıyoruz. Yaklaşık
600 yıllık yorgunluğu bulunan Muradiye
Külliyesi'ndeki çalışmalarımızda da tarihi bir
gerçek ortaya çıktı. Yaklaşık 550 yılını dolduran
türbe kubbesi 19. Yüzyılın sonlarında sıva ile
kapatılmış ve üzerine batının etkisinde kalınarak
barok desenler işlenmiş. Bu çalışma ile gerçek tarih
ortaya çıkıyor ve türbeler orijinal kimliğine
kavuşuyor" diye konuştu.
MURADİYE KÜLLİYESİ
Sultan 2. Murad
tarafından 1425-1426 yılları arasında yaptırılan
“Muradiye Külliyesi" Fatih
Sultan Mehmed'den itibaren 100 yılı aşkın
bir dönem içinde peyderpey yaptırılan 12 türbeden
oluşuyor. Külliyede Fatih Sultan
Mehmed'in annesi Hüma Hatun (Hatuniye) Türbesi, II.
Murad'ın oğlu şehzade Alaaddin Türbesi, şehzade
Ahmet Türbesi, Fatih'in oğlu şehzade Mustafa (Cem
Sultan) Türbesi, Kanuni
Sultan Süleyman'ın oğlu şehzade Mustafa
Türbesi, Sultan II.
Bayezid'in eşi Şirin Hatun Türbesi, II. Bayezid'in
diğer eşi Gülruh Hatun Türbesi, Fatih
Sultan'ın ebesi Ebe Hatun (Gülbahar Hatun)
Türbesi, II. Bayezid'in oğlu şehzade Mahmud Türbesi,
II. Bayezid'in gelini Mükrime Hatun Türbesi, Fatih
Sultan'ın eşlerinden Gülşah Hatun Türbesi
ile Saraya mensup kimselerin (Cariyelerin) gömülü
olduğu Cariyeler/Saraylılar Türbesi bulunuyor.
Akşam, 02.02.2013
|
KÜLTÜR SANAT BÜYÜK ÖDÜLLERİ TÖRENİ
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik,
turizmde yaşanan gelişmelerde Türkiye'nin "özgün
kültür derinliğiyle beslenen imajı"nın büyük payı
olduğunu belirterek, "Ancak sahip olduğumuz en
önemli kültür mirasımız, bunu vurgulayarak söylemek
isterim"...
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik,
turizmde yaşanan gelişmelerde Türkiye'nin
"özgün kültür derinliğiyle beslenen imajı"nın büyük
payı olduğunu belirterek, "Ancak sahip olduğumuz en
önemli kültür mirasımız, bunu vurgulayarak söylemek
isterim birlikte yaşama kültürüdür" dedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
1979 yılından beri yurt içinde ya da dışında icra
ettiği özgün eser, uygulama, yorum veya bilimsel
araştırmalarıyla Türk kültür ve sanatının
gelişmesine katkıda bulunan sanatçılara verilen
"Kültür Sanat Büyük Ödülü" bu yıl da sahiplerini
buldu.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası
(CSO) Konser Salonu'nda Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül,
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç
ile Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'in
katılımıyla ödül töreni düzenlendi.
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü
Rengim Gökmen'in
şefliğinde CSO'nun mini konseriyle başlayan törende
ödül alan sanatçıların hayat hikayelerini anlatan
kısa film gösterildi.
Turizmde yaşanan gelişmelerde
ülkemizin özgün kültür derinliğiyle beslenen
imajının büyük bir payı vardır. Ancak sahip
olduğumuz en önemli kültür mirasımız, bunu
vurgulayarak söylemek isterim birlikte yaşama
kültürüdür. Tarih boyunca kuşaktan kuşağa
aktarılarak gelen bu ortak tecrübe, sahip olduğumuz
en değerli hazinedir. Bu bilinçle ülkemizin
demokrasi kültürünün güçlendirilmesi, birlikte
yaşama kültürümüzün desteklenmesi, birlik ve
kardeşliğimizin yüceltilmesini kültür politikamızın
çatısı olarak gözetmeye devam edeceğiz."
Ödül törenini, tüm hazırlıkları
yapılmış olarak önünde hazır bulduğunu belirten
Çelik, kısa süre önce kendisine bakanlık koltuğunu
devreden Ertuğrul Günay'a,
eserin meydana gelmesindeki katkıları nedeniyle
teşekkür etti.
Ödül verilen sanatçılara baktığında
isabetli bir yaklaşımın benimsendiğini gördüğünü
ifade eden Çelik, "Kültürümüzün zenginliğini ve
çeşitliliğini yansıtmayı amaçlayan bu yaklaşımı yeni
açılımlarla önümüzdeki yıllarda da sürdüreceğiz.
Görülüyor ki bir bayrak yarışı gibi sanatlarımıza ve
kültürümüze hizmet eden ustalar elden ele mirası
taşımakta ve geleceğe aktarmakta. Ustalar yeni
öğrenciler yetiştirmekte, şükürler olsun ki bizler
de her yıl daha fazlasına ödül verme fırsatı
bulmaktayız" diye konuştu.
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik,
geleneksel Türk sanatları alanında ulusal ve
uluslararası etkinliklerde Türkiye'yi
başarıyla temsil ederek üstün yeteneklerini,
yaratıcılıklarını ve emeklerini ortaya koyan,
kültürün yaşatılması ve geleceğe taşınmasında büyük
hizmetleri geçen bu ustalara, aileleriyle
sevdikleriyle ve öğrencileriyle sağlık, başarı ve
mutluluk dolu uzun ömürler diledi.
Konuşmaların ardından, hat sanatı
alanında Yrd. Doç .Dr. Hüseyin Öksüz, minyatür
alanında Cahide Keskiner, tezhip alanında Prof.Dr.
Fatma Çiçek Derman, ebru alanında Alparslan
Babaoğlu, cilt sanatı alanında İslam Seçen ve
sedefkarlık alanında da Salih Balakbabalar'a "2012
Kültür ve Sanat Büyük Ödülü" takdim edildi.
Ödüller Türk tarihi, edebiyatı, dili,
plastik, fonetik ve sahne sanatları, sanat tarihi,
mimarlık, arkeoloji, halk bilimleri, sinema,
kütüphanecilik gibi kültür ve sanat dallarında eser,
uygulama, yorum, sergileme, yayın, araştırma,
inceleme alanlarında ortaya koyduğu üstün nitelikli
eser ve çalışmalarından dolayı Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı olan kişi, topluluk ya da kuruluşlara
veriliyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Şenay Ünal,
30.01.2013
|
MİLLİ PARK'TA 3 ŞAPEL
BULUNDU

Dilek Yarımadası'ndaki
ormanlık alanda Bizans dönemine ait 3 tarihi şapel
bulundu. Şapellerin restore edilerek turizme
kazandırılması için çalışma başlatıldı.
Dilek Yarımadası Milli
Park Müdürü Erdinç Kutsal, Milli Park içinde
yürüttükleri çalışma sırasında tarihi kalıntılara
rastladıklarını, yapılan incelemede yapıların erken
Bizans dönemine ait şapeller olduğunun
belirlendiğini kaydetti.
Tarihi şapellerin kültür
envanterine geçirilmesi için girişimde
bulunduklarını belirten Kutsal, şöyle devam etti:
'Birbirlerinden 1'er kilometre uzaklıkta bulunan
tarihi şapellerin kültür envanterine geçirilmesi
amacıyla Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu yetkililerini Milli Park'a davet ettik.
Şapellerin tescil edilip kayıtlara geçirilmesini
sağladık. Şapellerin her birinin içerisinde odalar,
mutfak ve avlu kısımları bulunuyor. Ayrıca
şapellerin iç kısımlarında mum koyulan yerler ve dua
edilecek kısımlar mevcut. Doğa Koruma Milli Parklar
Genel Müdürlüğü'nden alınacak izinle tarihi şapeller
üzerinde restorasyon çalışması yapılmasında herhangi
bir sakınca yok.'
Aydın Kültür ve Turizm
Müdürü Nuri Aktakka ise Aydın'ın erken Bizans
dönemine ait dini yapıları bünyesinde barındıran bir
şehir olduğunu, Milli Park'taki şapellerin de bu
döneme ait olduğunu belirtti.
Aydın'daki tarihi
yapılara yönelik çalışmaları belli bir plan ve
program dahilinde sürdürdüklerini ifade eden
Aktakka, şunları söyledi: 'Yeni bulunan şapellere
yakın konumdaki, Davutlar Kurşunlu Manastırı'nda
temizlik ve kurtarma kazısı çalışması yapılması için
çalışmalara başladık. Bu aşamadan sonra yeni
şapelleri de gündemimize alabiliriz. Mülkiyet sahibi
kuruluş tarafından restorasyon projesi hazırlatılıp
bunun Kültür Varlıkları Koruma Bölge Müdürlüğü'nce
onaylanması gerekiyor. Onay sonrasında proje
doğrultusunda restorasyon projesi
gerçekleştirilebilir. Tüm bunları takip ederek bu
tarihi yapıları inanç turizmine kazandırmaya
çalışacağız.'
Kuşadası ve Söke
ilçeleri arasında yer alan ve 28 bin hektarlık alana
sahip olan Dilek Yarımadası Milli Parkı, doğa
harikası vadi, kanyon ve koylarıyla biliniyor.
Şapellerin restore
edilmesiyle bölgenin inanç ve kültür turizmi
açısından da bir çekim merkezi olabileceği ifade
ediliy
Aydın Kent Haber,
29.01.2013
|