Haberler logo Şubat '13 Arşivi

24 Şubat - 10 Mart 2013

800 YIL ÖNCE OTOPSİ

 

Bilim insanları, yaklaşık 800 yıl önce otopsi yapılmış bir insanın kalıntılarını buldu. Fransız "Archives of Medical Science" dergisinde yayımlanan çalışmaya göre, yetişkin bir erkeğe ait kafatasının üst kısmı şaşırtıcı derecede ileri tıbbi teknikler kullanılarak açılmış ve beyni incelenmek üzere çıkarılmış. Fransa'daki R. Poincare Üniversite Hastanesi'nden Dr. Philippe Charlier kalıntının MS 1200-1280 yıllarına ait olduğunu belirterek, otopsiyi yapanların renk vererek dolaşım sistemini incelemek için atardamarları balmumu, kırmızı cıva ve kireçten oluşan bir karışımla doldurduğuna işaret etti. Keşif Ortaçağ'da tıp biliminin sanılandan ileri olduğunu ortaya çıkardı.

Sabah, 08.03.2013

YILDIZ CAMİSİ'NE RESTORASYON

 

Son dönem Osmanlı mimarisinin önemli eserlerinden 127 yıllık Yıldız Hamidiye Camisi, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilecek. İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Sultan 2. Abdülhamid tarafından 1886 yılında yaptırılan Yıldız Hamidiye Camisi'ni restore ettirmek için çalışma başlattı. 25 Mart'ta belli istekliler arasında düzenlenecek ihalede firmaların ön yeterlilikleri değerlendirilecek. Daha sonra yeterli bulunan firmalar, restorasyon için teklif verecek. En uygun görülen teklifi veren firma, restorasyona başlayacak. Restorasyonun 550 gün sürmesi planlanıyor.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 08.03.2013

TURİSTLER SULTANAHMET'E TEK TİP KIYAFETLE GİRECEK

 

İstanbul'un önemli tarihi mekanlarından Sultanahmet Camisi'ni ziyaret eden turistlerin, manevi ortama uygun kıyafetle camiye girme konusundaki çalışmalar tamamlanmak üzere. Turistler, girişe konulacak kıyafetleri giyerek camiye girecek. Tasarım konusunda çalışmaların sürdüğünü belirten cami imamı İshak Kızılaslan, tek parça ve önden fermuarlı kıyafete kadınlar için şal ekleneceğini söyledi. Kızılaslan ayrıca, akustiği bozulan caminin ses düzeninin Kabe'nin ses sistemini yapan firma tarafından yenileneceğini belirtti.

Kış aylarında günde yaklaşık 10 bin, yazın ise yaklaşık 40 bin ziyaretçiyi ağırlayan Sultanahmet Camisi'nin imamı İshak Kızılaslan, tarihi camide yapılacak yenilikler hakkında bilgi verdi. Özellikle yabancı turistlerin cami içindeki manevi ortama uygun bir kıyafet konusunda çalışma yapıldığını söyleyen Kızılaslan, çalışmanın Kültür Turizm İl Müdürlüğü, müftülük, belediye, cami görevlileri ve diğer ilgili yerlerin katılımıyla bir konsensüs halinde yürütüldüğünü ifade etti. Bu arada, camiye gelen turistler de kıyafet konusunda uyarıları dikkate alıyor. Almanya'dan gelen bir turist, kendi ülkesinde de kiliseye giderken kıyafet konusunda kuralları dikkate aldıklarını belirterek uygulamayı yadırgamadığını ifade etti.Yeni uygulamalardan biri de Cuma saatinden iki saat önce camiye turistler alınmayacak olması. Turistler, Cuma namazı sonrasında yeniden camiye girebilecek.

İmam İshak Kızılaslan, ziyaretçi yoğunluğu nedeniyle camide oluşan koku problemine karşı da bazı tedbirlerin alındığını ifade etti. Bu kapsamda camide özel bir naylon sistemi kullanılacak. Sistemin halıya zarar vermediğini, namaz kılanlar için rahatsız edici bir yanının bulunmadığını anlatan Kızılaslan, cemaatin rahatsız olmaması için bütün hassasiyetin gösterildiğini kaydetti.

Sabah, 07.03.2013

ÖĞRENCİLER TARİHİ ESER KATLİAMINA 'DUR' DEDİ!

 

 

Fatih Belediyesi tarafından park düzenlemesi sırasında parçaları tahrip edilen Bizans Zafer Takı için İstanbul Üniversitesi öğrencileri eylem yaptı. Eylemde ‘Tarihi eserler sahipsiz değildir’ sloganı atan öğrenciler, belediye tarafından düzenlenen park alanına girip incelemede bulundu.


İÜ Fen Edebiyat Fakültesi’nin tam karşısında bulunan takın parçalarının kırılıp üzerinin betonla kapatılmasını Radikal gazetesinin 22 Şubat 2012 tarihinde, ‘Bizans Zafer Takı’nın üstüne beton’ haberiyle duyurmuştu. Radikal’in haberinden sonra sosyal medya üzerinden örgütlenen İÜ Arkeoloji, Prehistorya, Prehistorya ve Önasya Arkeolojisi, Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım ile Sanat Tarihi bölümü öğrencileri dün Bizans Takı’nın bulunduğu alanda eylem yaptı.

‘Müdahil olacağız’ 

Basın açıklamasında “Bizler, kültür varlıklarının tahribatı söz konusu olduğunda eğitim gördüğümüz bilim alanlarından edindiğimiz her türlü bilgiyi kullanarak müdahil olmaktan kaçınmayacağız’’ diyen öğrenciler park alanında inceleme yaptıktan sonra dağıldı.

Radika, Haber: İdris Emen, 07.03.2013

OSMANLI ŞEHİRLERİNİN KABUSU: YANGIN

 

Osmanlı şehirlerini tehdit eden üç afet vardır: 1-Yangın, 2-Zelzele, 3-Sel. Bunların yanında bir de arizi, yani insan eliyle gelen felaketi zikretmelidir. O da hicret, yani göçtür. İki göç, bir yangına bedeldir. Bunlar, sadece can ve mal kaybına sebep olmakla kalmaz. Nice kitaplar, vesikalar, sanat eserleri bu afetlerde yok olmuştur.

Lodos duvarı
Patlıcan mevsimi, yangınların da habercisidir. Patlıcanı tavada unutanların çıkardığı yangınlar az değildir. Hatta bir zamanlar gazetelerde “Patlıcan mevsimi geldi. Hanımlar yangına dikkat!” diye ikazlar çıkardı. Dalgın tütünkeşler de çok yangına sebebiyet vermiş, bu sebeple padişahlar tütün içilmesini sert cezalarla yasaklamıştır.


Osmanlı şehri ahşaptandır. Bunun da iki mühim sebebi vardır. Birincisi Anadolu zelzele mıntıkasıdır. Eğer binalar kargir yapılırsa, yıkıldığı zaman insanların kurtulması zordur. Ama ahşap ev zelzelede beşik gibi sallanır, ama hemen yıkılmaz, insanlara kaçacak zaman verir. Zelzele aniden olur, kaçıp kurtulmak çok müşküldür. Yangın ise zelzeleye nispetle daha kendisini haber veren bir afettir. Bu sebeple zelzele yangına tercih edilmiş ve evler kargir yerine, ahşaptan yapılmıştır.


Bir başka sebep de Anadolu’da zengin taş yataklarının bulunmamasıdır. Kaldı ki ahşap, o zaman için taş malzemeye nispetle daha ucuz ve nakliyesi kolaydır. Bundan dolayı Osmanlılar, Avrupalıların aksine, mabed, medrese, hastane, köprü gibi kamu binalarını taştan; evlerini ise ahşaptan yapmıştır. Ahşabın ömrü umumiyetle yüz senedir. Bu sebeple memleketimizde bir asır öncesine ait sivil mimari örneği bulmak pek zordur.


İnsan bir afetle karşılaştığında, elbette önce canını düşünür. Mal da canın yongasıdır. Yangın, zelzele ve sel gibi afetler geçtikten sonra geride artık ne kalırsa kurtarılır. Yangının bir hususiyeti vardır. Her zaman aniden çıkıp etrafını kül etmez. Geleceğini haber verir. İstanbul, Bursa gibi şehirlerde evler ahşap olduğu gibi, yer darlığı ve arazinin kıymetli oluşu sebebiyle bitişik nizamda yapılmıştır. Dolayısıyla bir evde çıkan yangın, kolaylıkla komşu evler vasıtasıyla diğer evlere ulaşır. Hatta lodos gibi yardımcılar varsa binlerce evin yanıp yok olmasına yol açabilir. Bunun için yan evdeki yangının kendilerine sirayet etmemesi için bazı evler lodos duvarı yaptırır.

“Yangında önce kurtarılacak”
Bir evde yangın çıktı mı, yangına karşı mütehassıs şehirliler hemen havanın vaziyetine ve mahallenin pozisyonuna bakarak yangının kendilerine sirayet edip etmeyeceğini kestirir. Ondan sonra hemen el birliği ile evdeki eşyalar dışarıya çıkarılır. Gerçi evler kalabalıktır. Komşunun yardımına ihtiyaç duyulmadan çoğu zaman evi tahliye etmek mümkündür. Ama bu telaşta ne kadar eşya dışarı çıkarılır? Nereye yığılır? Bunlar da birer meseledir.


Yangın her zaman geleceğini haber vermez. Aniden evde çıkar. İnsanlar neye uğradığını anlamadan her şey olup bitiverir. Bu halde hemen canı kurtarmak lazımdır. Maldan da en elzem kurtarılması gerekenler önceden tespit edilmiştir. Şimdi devlet dairelerinde bazı dolapların üzerinde “yangında en önce kurtarılacaktır” yazar. Onun gibi her evin yangında kurtarmayı elzem gördüğü eşyası vardır. Bunlar yükte hafif, pahada ağır şeylerdir.


Hakkı, malı, serveti kağıtla ispat etme adeti çıkalı beri, Osmanlı halkı resmi vesikaları saklamaya gayret göstermiştir. Cihan Harbi esnasında işgal edilen şehir ve kasabalar tahliye edilmişti. O hengamede tapu defterleri de at arabalarına, kağnılara, hatta eşeklerin sırtına yüklenerek bin bir zahmetle kaçırılmıştı. Bu sebeple Türkiye’nin pek çok kazasında işgal görüp ateşe verilen şehir ve kasabalarda nüfus defterleri zayi olduğu halde, tapu kayıtları başından beri mevcuttur. Nüfus yazımı şifahi tahrir, yani sözlü beyan üzerine yapılmıştır. Bir tercih gerekmektedir. Kurtarıcılar haklı olarak tapu defterlerini tercih etmiştir. Zaten Şark dünyasında nüfus, maliye ve adliye arşivi ürkütür. Bunlar vergi, askerlik veya hapis gibi bir mükellefiyeti getirir.


Aile fertlerine ait mücevherleri unutmamak gerekir. Klasik Osmanlı cemiyetinde kadın ziynetleri gümüşten olur. Her biri emsalsiz bir sanat taşıyan gerdanlık, küpe, bilezik, taç, köstek, broş gibi mücevherler, umumiyetle kadınların üzerindedir. Altının ziynet olarak kullanılması Müslümanlar arasında adet değildir. Altın tasarruf vasıtasıdır. Kadın-erkek altın saklar. Yangında da eriyip yok olabilir. İşte bunlar yangında ilk kurtarılacaklar arasındadır. Çünki yangın sonrası geçirilmesi kuvvetle muhtemel sıkıntılı devrede bu altınlar imdada yetişecektir. Her evde umumiyetle demirden yapılmış bir yangın kutusu vardır. Kolayca taşınabilecek ve saklanabilecek ebattadır. Şimdiki deprem çantası gibidir. Artık sivil mimari değişmiş, yangın, sel ve göç korkulacak afet olmaktan çıkmıştır. Yangın kutuları da unutulmuştur.

 


1908 İstanbul yangınından kalanlar.

 


İstanbul’un incilerinden Çırağan Sarayı 1910’da yanmıştı.

 


1912 yangınzedeleri Sultanahmed’de...


Türkiye Gazetesi, Yazı: Prof.Dr. Ekrem Buğra Ekinci, 06.03.2013

TARİHİ YALILARDA YIKIM KORKUSU

 

 

Mudanya’nın simgesi haline gelen sit alanı içindeki 200-300 yıllık tarihi yalıların tapusu, Kıyı Kanunu gerekçe gösterilerek “yıkılmak üzere” iptal edildi.

 

Eski Telif Hakları Genel Müdürü Ömer Tuncer, konuyu AİHM’e taşıdı. Tuncer, “Mülkiyet hakkının ihlal edildiği” gerekçesiyle tazminat kazandı. Ancak Tuncer, tapusunu henüz geri alamadı.

 

Tuncer’in başvurusuyla Mudanya’da 300’e yakın tarihi evin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu ortaya çıktı. Buna göre Hazine, Kıyı Kanunu gereği kıyı kenar çizgisinde kaldığı gerekçesiyle birçok evin tapusunu iptal etti. Konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşıyan Tuncer’in itirazları reddedildi. Yüksek Mahkeme’den “Kıyılar devletin hüküm ve tasarruf altında bulunmaktadır” denilerek olumsuz yanıt alan Tuncer, son olarak konuyu AİHM’e taşıdı. Başvuruyu haklı bulan AİHM, Tuncer’e tazminat ödenmesine karar verdi.

 

 

AİHM’in kararı üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bir yazı gönderen Tuncer, tarihi evlerin iptal edilen tapularının iadesini istedi. “Bize yapılan olumsuz ayrımcılık dolayısıyla oluşan mağduriyetimiz giderilsin” diyen Tuncer, dilekçesinde İstanbul Boğazı’ndaki yalıların da özel bir kanunla korunmasını talep etti. Tuncer’e bakanlıktan gelen yanıt şöyle oldu:

“Kıyıda kalması nedeniyle tapusu iptal edilen taşınmazlar için mevcut kıyı mevzuatı uyarınca yapılacak herhangi bir işlem bulunmamaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin benzer konudaki kararında kıyıda kaldığı için tapusu iptal edilen taşınmazların maliklerine bu taşınmazlar üzerindeki mülkeyit hakkı sona erdirilirken tazmin niteliğinde bir bedel ödenmesi gerektiği, bu tazminatın taşınmazın tam değerini karşılamak zorunda olmadığına hükmedilmiştir.”

 

İlgili kanun çerçevesinde konunun incelendiğine vurgu yapan bakanlık yetkilileri, “Kanunlar neyi gerektiriyorsa o uygulanıyor. Bu çerçevenin dışına çıkılması söz konusu değil” bilgisini verdiler. Birçoğu sit alanı içinde olan ve tarihi eser olarak tescilli olan bu yapılar içinde Mudanya’nın tarihi tren istasyonu da bulunurken, Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı tarihi yapı ise kıyının gerisinde kaldığı için düzenlemenin dışında kaldı.

Hürriyet, Haber: Erdinç Çelikkan, 06.03.2013

İZMİR'DE TARİHİ LİSELER TEHDİT ALTINDA

 

 

İki yıldır gündemde olan “liseleri kampüs alanlarına taşıma” projesi için İzmir’de adım atılmaya başlandı. Bakanlık, tarihi okullara “değer biçmek” üzere müfettişler yolluyor.

 

Kampüslerle birlikte devlete ait kıymetli okul arsaları ranta açılırken hem öğrenciler kent yaşamından uzaklaştırılacak hem de velilere yüklenen eğitim masrafı artacak.

 

soL Gazetesi’nden Aslı İnanmışık’ın haberine göre, Milli Eğitim Bakanlığı’nın lise öğrencileri için planladığı “Eğitim Kampüsleri” projesi kapsamında öncelikle, Adana, Kocaeli, Aydın, Şanlıurfa, Erzurum, Muğla, İstanbul ve İzmir’de 8 kampüs inşa edilmesi düşünülüyor. Liseleri de kendi içerisinde bölüp yeniden gruplandırarak 100 bin metrekarelik ayrı bölgelere taşıyacak olan plana göre, meslek liselerinin sanayi bölgelerine, diğer liselerinin de şehir merkezinin dışındaki kampüslere taşınması gündemde.

 

Kentlerde gömülü olan binlerce liseyi şehrin dışına taşımak, buralarda okuyan milyonlarca öğrenci ve aileleri bakımından ek maliyetler yaratacak. Proje aynı zamanda, öğrencilerin alıştıkları yaşam alanlarının ve günlük kent yaşamının dışına çıkartılmasını da beraberinde getirecek. Her ne kadar bu çerçevede boşaltılacak okulların ilk ve orta öğretim kurumlarına tahsis edileceği vaat edilse de, arsası değerli pek çok tarihi lisenin rant elde edilmek üzere satılabileceği ihtimali pek çok kişiyi huzursuz ediyor.

 

Meslek liseleri sanayi bölgesine
İzmir’de de arsası ve binası değerli okulların satışı daha önce gündeme gelmiş, bakanlıktan gelen müfettişlerin bazı okulları, “değer biçmek” üzere gezdiği, bazı okul yönetimleri tarafından da doğrulanmıştı.

 

Kampüslerin tekrar gündeme gelmesi üzerine, kentte bulunan tarihi liselerin öğretmen ve öğrencileri, okulları için yeniden endişelenmeye başladı. İzmir İl Milli Eğitim Müdürü Vefa Bardakçı, “Çalışma, merkezdeki tüm okulları kapsıyor ama bunların içinde özellikle yoğunlaştığımız 25 civarında okul var. Bu okullar da sanayi ve eğlence bölgelerinde kalan, yerleşimin az olduğu okullar” dese de, yaklaşık 25 bin öğrencinin durumdan etkilenmesi bekleniyor.

 

Menemen, Çiğli, Buca Kaynaklar, Limontepe, Güzelbahçe, Seferihisar ve Torbalı’da kampüs inşa edilecek arsaların tespit edildiği belirtiliyor. Turizm okullarının turistik bölgelere, endüstri meslek liselerinin büyük bir kısmının da Kemalpaşa’da sanayi bölgesi yakınında ayrılan 200 dönümlük alana taşınacağı konuşuluyor. Geriye kalan liselerin büyük bir bölümünün ise Buca Kaynaklar’a taşınması bekleniyor.

 

Projede ilk etap bitti bile
Milli Eğitim Bakanlığı’nın sitesindeki bilgilere göre, 30-50 arası okulun bulunacağı kampüslerde, yüzme havuzundan alışveriş merkezlerine, sağlık ünitelerinden eğitim binalarına, spor alanlarına kadar pek çok yapı inşa edilecek. Aynı kampüs içinde farklı lise çeşitleri bir arada eğitim verecek. Kampüsleri pazarlamak adına gündeme getirilen detaylardan biri de, okulların ihtiyaç duyduğu enerjinin kampüs içinde üretilmesine yönelik projeler geliştirilebileceği.

 

Türkiye genelinde 33 tane yapılması planlanan eğitim kampüslerinin projeleri, mimari yarışma yöntemiyle belirleniyor. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılan ve ilk etabı tamamlanan “Eğitim Kampüsleri Ön Seçimli Ulusal Mimari Proje Yarışması” için, 156 adet yarışmacı mimari ekip, başvuruda bulundu. Başvuru dosyalarını ise, MEB İnşaat ve Emlak Grup Başkanlığı bünyesinde oluşturulan bir komisyon inceliyor.

 

"Semtler, içerisindeki liselerle anılır"
Gerçekleştirilmesi planlanan düzenlemenin, kentteki eğitim hayatı ve öğrenim gören gençler üzerinde yapacağı etkiyle ilgili görüşlerine başvurduğumuz Eğitim-Sen İzmir 1 No’lu Şube Başkanı Abdullah Tunalı, projenin İzmir’deki Atatürk Lisesi, Bornova Anadolu Lisesi, Kız Lisesi, Karataş Lisesi gibi tarihi binaya sahip çok sayıda okulun talan edilmesi anlamına geleceğini belirterek, “Bu düzenleme İzmir’in kent dokusuna yapılan bir saldırıdır. Liseler, bir kentin tarihinin ve kültürünün önemli bir parçasıdır. Kentte bulunan semtler bile, içerisindeki liselerle birlikte anılırlar. İnsanlar buluşma yeri olarak bu binaların yakınını seçerler” diyor.

 

"Gençler kent yaşamında sosyalleşir, örgütlenir"
Tarih boyunca kentlerin kendi doğal gelişim süreci dahilinde inşa edilen ve onlarca yıldır öğrencilere evsahipliği yapan liselerin bu dokudan koparılmasına itiraz eden Tunalı, “Bu liselerde okuyan gençler, kentin sanatsal, kültürel ve siyasal faaliyetlerinin bir parçası olurlar, dahası örgütlenir ve mücadele ederler. Gençlerin insani gelişimleri için kentteki bu devinimin bir parçası olmaları gerekir” diyor.

 

'Öğrencileri adeta kışlalara hapsedecekler’
“Öğrencileri dağın başında adeta kışla denebilecek yerlere hapsetmek, AKP’nin eğitimden ne anladığını gözler önüne seriyor” diyen Tunalı, kampüslerde eğitim yapılmasının eğitimin niteliğini artıracağı konusundaki görüşlerin doğru olmadığı görüşünde. Tunalı, İzmir’de halihazırda var olan Nevval Salih İşgören Eğitim Kampüsü’nü örnek göstererek, bu okulun düzenlemenin riskleri açısından önemli bir örnek olduğunu, burada başta çevre düzenlemesi olmak üzere pek çok sorun olduğuna dikkat çekiyor.

 

Taşeronlaşma ve rant kapısı
Kampüs projesinin eğitimin piyasalaştırılması süreciyle birlikte düşünülmesi gerektiğini belirten Abdullah Tunalı, oluşturulacak kampüslerde hizmetlerin taşeronlaştırılacağını, spor tesisleri, yemekhane ve kantinlerin şirketlere devredileceğini vurguluyor. Tunalı’ya göre, liselerin şehir dışına taşınması nedeniyle velilere yüklenen ulaşım giderleri artarken bir de özelleştirilen bu hizmetlerin pahalanmasıyla eğitim masrafları iyice ağırlaşacak.

Haber Sol, 06.03.2013

150 YILDIR KAZI ÇALIŞMASI YAPILAN ANTİK KENT

 

Çanakkale'nin Tevfikiye Köyü sınırları içerisinde bulunan ve 150 yıldır kazı çalışması yapılan Troia antik kentinin, 2 ya da 3 asır daha kazılacak arkeolojik potansiyele sahip olduğu bildirildi.

 

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Rüstem Aslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Troia'nın, 150 yılda, 5 ayrı arkeolog tarafından kazıldığını söyledi.

 

İlk kazıların 1863 yılında Frank Calvert ile başladığını ifade eden Aslan, son olarak Manfred Osman Korfmann'ın 1988 yılında başlattığı kazıların pek çok alanda yenilik getirdiğini bildirdi. Korfmann'ın ardından çalışmalara Prof.Dr. Ernst Pernicka'nın devam ettiğini, ancak yeterli kaynak bulunamamasının aksamalara neden olduğunu ve daha az kazı yapıldığını belirten Aslan, kendisinin de 25 yıldır Troia'daki kazılara katıldığını ifade etti.

 

Korfmann döneminde Troia Vakfı, onun ölümü sonrasında da Çanakkale Belediyesi ve ÇOMÜ'nün desteğiyle Türkiye'nin en iyi arkeoloji kütüphanelerinden birisinin kurulduğunu anımsatan Aslan, "Çanakkale'de, artık Troia kazılarını devam ettirebilecek birikim ve altyapı mevcut" diye konuştu.

1,5 asırdır süren kazıların, hem arkeoloji tarihi hem Ege arkeolojisi hem Anadolu arkeolojisinde ve siyasi gelişmelerin paralelinde birçok şeyi ortaya koyduğunu kaydeden Aslan, Troia'nın, tarih öncesi arkeolojisinin doğuş yeri olduğunu bildirdi.

 

Tabakalanma kazısının ilk kez uygulandığı yerin Troia olduğunu vurgulayan Aslan, şöyle konuştu:

"Troia, Homeros Destanı'nın ilk kez arkeolojik verilerle ispatlandığı, yani böyle bir kentin hayal olmadığının arkeolojiyle sınanmasıdır. Arkeolojinin bilim olduğu yer. 1,5 asırdır kazılar devam ediyor ve bu son çeyrek asırda da ben bu kazılarda yer aldım. 150 yıllık çalışmalar sonucunda gelinen en önemli noktalardan birisi, Troia'nın çevresinin 1996'da milli park olması, bir diğeri ise 1998 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmesidir. Bunlar önemli. Son 15 yıldır da Troia Müzesi hayali konuşuldu. Bence bu, 150 yılda gelinen zirvedir. Müzeyle ilgili projelerin çok somut bir hale gelmesi, projenin bitirilmiş olması ve inşaat çalışmalarının yakında başlayacak olmasıdır."

 

Troia Müzesi'nin, Türkiye'ye büyük bir prestij kazandıracağını belirten Aslan, Çanakkale'den, Troia'dan, dünyanın farklı ülke ve koleksiyonlarına kaçırılan eserlerin müzenin tamamlanmasıyla geri isteneceğini ifade etti. Aslan, şöyle konuştu:

"Troia Müzesi ile Çanakkale ve batı turizmi yeni bir aşama kazanacak. Bu yıl ki kazıları planladık, başvurumuzu yaptık ÇOMÜ olarak. Diğer ülkelerden gelen uzmanlar da olacak. 150 yıldır kazılıyor. Bir 300 yıl daha kazabilirsiniz. Çünkü Troia'nın şu an gezilen yeri kalesi. Aşağı şehir değimiz yerde kazılmamış çok yer var. Bu nedenle birkaç 150 yıl daha kazılabilir. Bitmeyen bir tarih Troya... İki ya da 3 asır daha kazılacak arkeolojik potansiyele sahip. Troia Müzesi olduğunda da kazılar daha verimli daha kolay organize edilir bir boyuta ulaşacak."

haberler.com, Haber: Fikriye Susam Uyar, 06.03.2013

TARİHİ KONAK GÜN SAYIYOR!

 

 

Bursa'nın Mudanya İlçesi'nin en eski tarihi yapılarından biri olan Tahir Paşa Konağı'nın restorasyonunda sona gelindi.

 

Restorasyonu üstlenen hayırsever iş adamı Agah Bursalı, Mudanya ve Mudanyalıları çok sevdiğini, onlar için yapamayacağı bir şeyin olmadığını söyledi. Dedesi Tahir Paşa tarafından 18. yüzyılda yaptırılan ve günümüze kadar gelebilmeyi başaran Tahir Paşa Konağı'nın restorasyonunun tamamlanmak üzere olduğunu öğrenen Bursalı, ailesi ile birlikte Mudanya'ya gelerek, Mudanya Belediye Başkan Yardımcısı Seçil Pınar İncecikle beraber Müze ve Sosyal Kültürel Merkezi olarak hayata geçirilmesi planlanan konaktaki çalışmalar hakkında bilgi aldı.

 

Lale Devri'nin en güzel örneği

18. yüzyıl mimarisiyle inşa edilen konağın iç duvar ve tavanlarına yansıyan çiçek kabartmalı gravürleri günümüze kadar gelmeyi başardı. İrili ufaklı 18 odaya sahip olan Tahir Paşa Konağı yıllarca kapalı duruyordu. Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk'ün girişimleri sonucu Kültür Bakanlığı'ndan Mudanya Belediyesine devredilen konağın restorasyonunun sonuna gelindiği belirtildi.

Yapı, 06.03.2013

KANATLI DENİZATI BROŞU TÜRKİYE'YE İADE EDİLDİ

 

 

Uşak Arkeoloji Müzesi'nden çalınan Karun hazinesinin en önemli parçası Kanatlı Denizatı broşu Türkiye'ye iade edildi.

 

Karun hazinesinin en önemli parçası olarak kabul edilen ve Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sahtesiyle değiştirilerek çalınan denizatı broşu, Alman makamları tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü'ye teslim edildi.


Karun hazinesine ait som altın olan milyonlarca lira değerindeki mücevher Kanatlı Denizatı, Almanya'nın Hagen kentinde bulunmasının ardından Alman makamları tarafından merkez bankası kasalarında saklanıyordu. Eser, 2006 yılından bu yana yurtdışında Interpol aracılığıyla aranıyordu.
Bir dizi temaslarda bulunmak üzere Almanya'nın başkenti Berlin'de bulunan Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'in broşun iadesiyle ilgili açıklamayı Uluslararası Berlin Turizm Borsası Fuarın'da yapacağı öğrenildi.

Habertürk, 06.03.2013

 

******


GÖZLER KARUN HAZİNESİ SORUŞTURMASINDA

 

Uşak Müzesi’nden çalınan Karun Hazinesi’ne ait Kanatlı Denizatı broşu Almanya ’da bulundu ve dün Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine teslim edildi. 8 yıl sonra gelen bu sevindirici haber, kültür varlıklarını yurtdışına kaçırmaya çalışanlara ciddi bir darbe oldu. Türkiye eserlerine sahip çıkıyor ve aradan uzun yıllar da geçse peşini bırakmıyor. Lakin üzerine gidilmesi gereken asıl mesele şimdi şu; bu eseri kim ya da kimler ve hangi yollarla yurtdışına kaçırdı?


Türkiye, 20 Nisan 2005 günü Milliyet’in ‘Karun Hazinesi soyuldu’ manşetiyle milyonlarca lira ödenerek Amerika’dan getirilen hazinenin en önemli parçasının Uşak Müzesi’nden çalındığını öğrendi. Günlerce konuşulan ve yabancı basının da ilgisini çeken olayın ayrıntıları daha sonra ortaya çıktı. Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu eseri organize bir şekilde çalmakla suçlandı.
Buna göre Akbıyıkoğlu eserin bir kopyasını yaptırdı, müze vitrininde sergilenen gerçeği ile değiştirildi. Akbıyıkoğlu ve beraberindekiler çaldıkları broşla birlikte İstanbul ’a geldiler, 1.5 milyon dolar pazarlıkla Kapalıçarşı’da eseri satmaya çalıştılar. Ancak istedikleri alıcı çıkmayınca eserle birlikte geri döndüler. 15 gün sonra yeniden İstanbul’da Sultanahmet’te Majestik Otel’de alıcılarla buluşuldu. Lakin eseri Uşak’tan getirenler buluştukları alıcılar tarafından gasp edildi. İşte o tarihten itibaren de eser bir daha bulunamadı.

Müze müdürü hapiste
Dönemin müze müdürü Kazım Akbıyıkoğlu ve beraberindekiler yargılanmaya başlandı. Nitelikli zimmet, görevi ihmal ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları’nı Koruma Kanunu’na muhalefet ettiği iddiasıyla, Uşak Ağır Ceza Mahkemesi’nce yargılanan Akbıyıkoğlu dava sonunda 17.5 yıl hapse mahkum edildi. Akbıyıkoğlu kararı temyize götürdü. Dosyayı inceleyen Yargıtay 5’inci Ceza Dairesi, Uşak Ağır Ceza Mahkemesi’nin Kazım Akbıyıkoğlu hakkında verdiği 17.5 yıl hapis cezasını onadı. Tutuklu yargılanan Akbıyıkoğlu 6 yıl daha hapis yatacak.


Kasım 2012’de müjdeli haber Almanya’dan geldi. Eşsiz broşun Alman savcılığına teslim edildiği ortaya çıktı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yurtdışına kaçırılan eserlerin iadesi için son yıllarda verdiği mücadele meyvesini vermişti. Artık Batılı koleksiyonerler Anadolu kökenli yasadışı yollarla getirilen eserlere itibar etmiyorlardı. Eseri satamayacağını anlayanlar da avukat aracılığıyla eseri Alman savcılığına bıraktı.


Alman makamları 3 aydır soruşturma yürütüyor. O soruşturmanın detayları eserin Almanya’ya nasıl gittiğini ortaya çıkaracak. Türkiye’de bu önemli eserin kaçırılmasında rol oynayan isimler kimler? Interpol aracılığıyla tüm dünyada aranan eser hangi yollarla yurtdışına kaçırıldı? Bu sorulara cevap bulunursa nasıl Batılı koleksiyonerler artık Anadolu kökenli eser almaya çekiniyorlarsa, ülkemizde bu işi meslek haline getirenler de aynı çekingenliği yaşayacak. Sonuç olarak Atilla Koç döneminde çalınan, Ertuğrul Günay döneminde getirilmesi için çok uğraş verilen Kanatlı Denizatı’nı anavatanına getirmek de çiçeği burnunda Bakan Ömer Çelik’e nasip oldu.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 07.03.2013

ABİDİN DİNO 100 YAŞINDA

 

 

Galeri Nev, yaklaşık otuz yıldır düzenli olarak temsil ettiği, Türkiye’de sanatın belki de en “ikonik” figürü Abidin Dino’yu, yüzüncü doğum yıldönümünde, yüz desenin yer alacağı bir sergiyle anıyor. Koleksiyoner Bekir Akbaş’ın on yılı aşkın bir zaman içinde tutku ve sebatla topladığı, ancak hiç sergilemediği desenler, “Yüz Yıl, Yüz Desen” dolayısıyla ilk kez gün yüzüne çıkıyor.

 

Eserler aynı zamanda, Akbaş Koleksiyon’nun oluşma serüvenine tanıklık eden tarihçi İlhan Alemdar’ın kaleme aldığı metin eşliğinde Galeri Nev yayınlarından çıkacak bir katalogda da bir araya geliyor. Söz konusu katalog, koleksiyonu belgelemekle kalmıyor, bu eserlerin çoğunluğunu oluşturan, Yaşar Kemal’in “Deniz Küstü” romanı ile Nazım Hikmet’in “Kuvvayi Milliye Destanı”nın da aralarında bulunduğu, Abidin’in yakın dostlarının elinden çıkma edebi başyapıtlar için gerçekleştirdiği illüstrasyonların izini de sürüyor.

Sergiyle eş zamanlı olarak, Sanat Dünyamız Dergisi de, Dino’nun hayatının ve çalışmalarının belli dönemlerine odaklanan özel bir dosya yayımlıyor. Deniz Artun’un, Abidin Dino ile Galeri Nev’in “Nev-i Şahsına Münhasır” ilişkisini NevArşiv belgelerine dayanarak kaleme aldığı yazısı ile, Bora Gürdaş’ın sanatçının eserlerini 1960’lı yılların toplumsal ve kültürel dinamikleri ekseninde değerlendiren yazısı dosyanın ana başlıklarını oluşturuyor.

 



Abidin Dino, ilk desenlerini 1931’de “Artist” dergisinde yayımladı. 20 yaşında D Grubu’nu, 26 yaşında Liman Grubu’nu kurdu. 1934’te Sovyetler Birliği’ne davet edildi, Lenfilm Stüdyoları’nda ressam olarak çalıştı, Sovyet yönetmenlerle film çekimlerine katıldı, Stanislavski için sahne krokileri çizdi. 1937’de Paris’te Gertrude Stein ile bir operanın dekorları üzerine çalıştı. 1941’de Anadolu’ya sürgün edildi.

1951’ de Venedik Bienali’ ne katıldı. 1952’de Paris’e yerleşti; kısa bir süre Tristan Tzara’nın aracılığı ile girdiği Picasso’nun Valluaruis’deki atölyesinde çalıştı. 1955’te Galerie Kleber’de açtığı ilk kişisel sergisini takip eden yarım asırda eserleri New York, Moskova, Amsterdam, Atina, Prag, Zürih, Milano, Roma ve Paris’in de aralarında bulunduğu pek çok farklı kentte izlendi. Paris, Musée de l’Art Moderne de la Ville, Adibin’in resimlerini koleksiyonuna kattı.

Türkiye’deki ilk sergisi 1964’te, İstanbul’da bulunan Galeri 1’de düzenlendi. Abidin’in kişisel sergileri daha sonra Ankara, İstanbul ve İzmir’de devam etti, ayrıca eserleri farklı temalar etrafında düzenlenen sayısız karma sergide yer aldı.

“Goal” adlı uzun metraj belgesel filmi, 1966 yılında British Academy tarafından Robert Flaherty Belgesel Ödülü’ne layık görüldü. 1979 yılında Fransız Plastik Sanatlar Birliği’nin Onursal Başkanlığına seçildi. 1984’te Galeri Nev, Abidin Dino’nun “El” desenleriyle açıldı. Aradan geçen zamanda Nev, sanatçının on yedi ayrı kişisel sergisine ev sahipliği yaptı ve eserlerini otuz farklı kitap ve katalogda bir araya getirdi.

Habertürk, 05.03.2013

2 BİN YIL SONRA YENİDEN DOĞDU

 

 

Doktorlar, biyomedikal mühendisler ve bir antropologdan oluşan grup, bilgisayarlı tomografi kullanarak, 2 bin yıl önce ölen 22 yaşındaki kadını 3 boyutlu ‘canlandırdı’...

 

Sağlık sektöründe 1963’ten beri kullanılan ve vücudu dilim dilim bölmek suretiyle iç derinliklerine kadar görüntüleme imkanı sunan, bilgisayarlı tomografi sistemi, artık 3 boyutlu olarak tarayıcı ve yazıcılarda da kullanılıyor. Geçtiğimiz ay, 1.5 günde üç boyutlu kulak kıkırdağı çıktısı alan Weill Cornell Tıp Fakültesi doktorları ve Biyomedikal Mühendislik Fakültesi uzmanları bu kez Kanadalı bir antropologun da katıldığı yeni bir çalışmaya imza attılar. Mısır’da 2 bin yıl önce ölen ve Hawara Piramidi’ne çok yakın bir mesafede altın bir tabutta bulunan kadın mumyası, sistemle yeniden hayat buldu. Uzmanlar, 22 yaşında 1.58 metre boyundaki kadının birebir görüntüsünü elde ettiler. Görüntü 120 çeşit plastik türevi kullanılarak, kadının günümüze dönmesini sağladı. Kadının üç boyutlu çıktısı, Kanada Montreal’deki McGill Üniversitesi, Redpath Müzesi’nde sergileniyor.   

Hürriyet, Haber: Mustafa Küçük, 04.03.2013

AHIR OLAN MAĞARALAR MÜZE OLUYOR

 

 

Gaziantep'te, geçmişte ahır olarak kullanılan mağaralar, tarihin her döneminden kesitlerin yer alacağı Tarih Müzesi'ne dönüştürülecek.

 

Kentin Çıksorut bölgesindeki mağaralar, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi'nin başlattığı çalışma kapsamında müze haline getirilecek. Yaklaşık 10 bin metrekarelik mağara alanına yapılacak müzede, tarih öncesi ve sonrasından görseller yer alacak. Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey yaptığı açıklamada, şehrin batı girişinde bulunan mağaraların canlı hayvan ticaretinin yapıldığı 1970'lerde, ahır olarak mülk sahiplerine verildiğini anımsattı.Kentin büyümesi ve canlı hayvan ticaretinin gerilemesiyle ahırların şehrin merkezinde kaldığını ve kötü bir görüntü oluşturduğunu ifade eden Güzelbey, şöyle devam etti: 'Kötü görüntünün ötesinde insan sağlığını tehdit eden bir tablo da vardı. Ahırları oradan kaldırarak, bölgenin bazı alanlarına da konut yaptık.

Mağaraları temizleyip rekreasyon alanı yapmayı düşünüyorduk. Fakat içine girdiğimizde mağaraların hepsinin birbiriyle irtibatlı olduğunu gördük. Ortaya 10 bin metrekarelik bir alan çıktı.'

Güzelbey, mağara alanına kültürel bir proje yapmayı düşündüklerini ve müzede karar kıldıklarını dile getirdi.Müzeyle ilgili çalışmalarının devam ettiğini aktaran Güzelbey, şunları kaydetti: 'Arkadaşlarımız Fransa'daki tarih müzesini görmeye gidecek. Ondan sonra projeyi başlatacağız. Mağaralar çökebilir mi, güçlendirilmesi mi lazım, bunlara da bakacağız. Eğer böyle durumlar ortaya çıkarsa 2014 yılının başlarında projeye başlarız diye düşünüyoruz.

 

10 bin metrekarelik alana tarihin her evresinin anlatıldığı müze yapacağız.'Müzede Taş devrinden, Yontma Taş ve Cilalı Taş devrine kadar bölümler olacağına işaret eden Güzelbey, 'Neolitik Devir, Paleolitik Devir, sonra milat, milattan sonraki dönemler ve Osmanlı'ya kadar geleceğiz. Ortaya bir göl yapacağız, göl içerisine canavarlar koyacağız. İnsanlar gezerken canavarlar su püskürtecek. İçinde raylı sistemle insanları gezdirmeyi de planlıyoruz' diye konuştu.

 

'10 müze yapıldı, 4'ü devam ediyor'

Güzelbey, kültüre verdikleri önem gereği kentte 10'un üzerinde müze yaptıklarını, 4 müzenin de yapımının devam ettiğini söyledi. Atatürk'ün Gaziantep'e geldiğinde konuşma yaptığı mekanda 'Atatürk Müzesi' yaptıklarını belirten Güzelbey, şunları anlattı:'Buna da 'iki gazinin buluşması' diyoruz. Bu da Türkiye'de olmayan bir müze. 3D tekniğini kullanacağız. Atatürk'ün, Türkiye'de olmayan anatomik robotunu yaptırdık. Konuşan bir robot. Atatürk gibi gelecek ve 'Ben Anteplilerin gözlerinden nasıl öpmem ki...' diyecek ve kendi sesinden kendi görüntüsünden ve o balkondan... Her şeyimiz hazır, en kısa zamanda hizmete açacağız. Bu da Zeugma Mozaik Müzesi kadar ses getirecek bir müze.'

 

Güzelbey, yapımı tamamlanan 'Oyuncak Müzesi'nin de en kısa zamanda hizmete sunulacağını, 'Hamam Müzesi' çalışmalarının ise devam ettiğini sözlerine ekledi.

Yapı, 04.03.2013

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI YAKALANDI

 

 

Şanlıurfa'nın Birecik İlçesi'nde tarihi eser kaçakçılığı yaptığı öğrenilen 3 şahıs yanlarındaki tarihi eserler ile kıskıvrak yakalandı.

 

Şanlıurfa’dan Gaziantep iline tarihi eser kaçırılacağı bilgisini alan Birecik İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileri, edindikleri bilgi dahilinde D-400 karayolu üzerinde çalışma başlattı. Tespit ettikleri 27 plakalı bir aracı durdurmak isteyen İlçe Emniyet görevlileri, aracın durmayarak kaçması üzerine kovalamaca başladı. Kovalamaca sonucu durdurulan araçta M. E.Ç (24), A.C. (38) ve M.D (61) isimli şüpheliler kıskıvrak yakalandı.

 

Araçta yapılan aramada ise paha biçilemez değerde olan çeşitli ebatlarda toplam 260 parça tarihi eser ve bu tarihi eserleri bulmada kullandıkları çok amaçlı bir detektör ele geçirildi. Olayla ilgili şahısların gözaltına alındığı ve ele geçirilen dedektör ve tarihi eserlere el konulduğu öğrenildi. Olayla ile ilgili soruşturma devam ediyor.

Akşam, 04.03.2013

SULUKULE'YE RESTORASYON

 

Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ), Sulukule olarak bilinen Fatih Neslişah ve Hatice Sultan mahallelerindeki kentsel dönüşüm projesinin ardından, şimdi de bölgedeki 24 tescilli taşınmaz kültür varlığını restore edecek.

Özel hukuka tabi gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan korunması gerekli tescilli taşınmaz kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve restorasyonu için kredi imkanı sunan TOKİ, bunların restorasyonu için proje ihalesine de çıkıyor. Sulukule’de sivil mimari örneği 24 binanın röleve, restorasyon ve restitüsyonu için hazırlanan projenin ihalesi yapılarak, sözleşmesi 7 Şubat’ta imzalandı.

Proje tamamlandığında restore edilen binalar ilk günkü görünümlerine kavuşacağı gibi bölge de çarpık binalardan temizlenecek. TOKİ, 2005’ten itibaren tescilli taşınmaz kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve restorasyonuna katkı sağlamak için kredi uygulaması başlattı. Bu kapsamda 466 projeye yaklaşık 39 milyon lira kredi açıldı.

Habertürk, 04.03.2013

KAPALIÇARŞI'NIN ÇEHRESİ DEĞİŞECEK

 

UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne aday olan tarihi Kapalıçarşı, tümüyle yenileniyor. Projenin ihalesinin yapıldığını açıklayan Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, sonbahar aylarında tamamlanacak çalışmalarla Kapalıçarşı’nın yeni yüzüyle Bursa’ya yepyeni bir vizyon katacağını söyledi.

 

Bursa Tarihi Kapalıçarşı yenileniyor. Her gün yerli ve yabancı binlerce kişinin ziyaret ettiği Kapalıçarşı’nın tepeden tırnağa yenilenmesini öngören projenin ihalesi yapıldı. Önümüzdeki günlerde sonuçlanacak ihalenin ardından başlatılacak ve sonbahar aylarında tamamlanması planlanan çalışmalar, çarşıyı vizyon bölge haline getirecek. Bursa’ya gelen tüm yerli ve yabancı turistlerin ilk durağı olan Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi’nin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmasına yönelik çalışmaların devam ettiğini belirten Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, hanlar bölgesi sınırları içinde yer alan ve 1958’deki yangından bu yana tadilat görmeyen Kapalıçarşı’nın ıslah edilmesinin zorunluluk haline geldiğini söyledi. Bölge esnafıyla çarşının düzenlemesine yönelik toplantılar yaptıklarını ve taslak bir proje üzerinde uzlaştıklarını hatırlatan Başkan Altepe, üzerinde uzlaşılan projenin ihalesinin geçtiğimiz günlerde yapıldığını açıkladı. İhale sürecinin birkaç gün içinde tamamlanacağını ve çalışmalara başlayacaklarını söyleyen Başkan Altepe, şöyle konuştu:

 

“Yıllardan sonra Kapalıçarşı, hak ettiği düzenlemelere kavuşacak. Proje dahilinde; başta çatılar olmak üzere cepheler, zemin, giriş ve çıkışlar değişecek. Çatılar çini desenli olarak hafif metalden özgün mimariye uygun şekilde yapılacak. Cepheler traverten taş kaplama ve vitrinlerle birlikte tümüyle yenilenecek. Tabelalar tek tip ve düzenli hale getirilecek. Çalışmalar tamamlandığında, Kapalıçarşı Bursa’ya yakışır hale gelecek. Esnafımız, çarşımız ve Bursa’mız için önemliydi. Şimdiden hayırlı uğurlu olsun.”

 

Büyükşehir Belediyesi’nin Kapalıçarşı’da başlatmayı düşündüğü proje hakkındaki görüşlerini dile getiren Bursa Tarihi Hanlar Birliği Başkanı Bülent Erginal, çarşıların restorasyonu ve sağlıklaştırması çalışmalarından sonra sıranın Kapalıçarşı’ya gelmesinin kendilerini sevindirdiğini kaydetti. Tamamlanacak çalışmanın bölge ticaretini artıracağını, çarşının yeni yüzüyle Bursa’ya ve turistlere daha iyi hizmet verir hale geleceğini söyleyen Erginal, “Kapalıçarşı Bursa’nın sembolü, oraya yapılacak her türlü katkı şehre katkıdır.” diye konuştu.

Zaman, Haber: Fatih Karakılıç, 04.03.2013

'SANTRALİSTANBUL VAKASI'

 

 

Santralistanbul'un koleksiyonunu elden çıkarması tartışılıyor ama Santralistanbul, Türkiye'de kültür sanat alanında gelişmemiş olan kamusal davranışı kendi öz kaynakları yettiği kadar uygulayabilmişti.

 

Santralistanbul müze koleksiyonunun bir kısmının satışa sunulması hem Türkiye ’de hem de uluslararası basında ve sanat çevrelerinde haklı bir tepkiyle karşılandı. Müze yönetmenin ve sanat eserlerine sahip olmanın bir sorumluluk olduğunun altı çizildi. Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM), müzeler için geliştirdikleri ‘Etik Kodlar’ rehberine ve Modern ve Çağdaş Müzelerin Koleksiyonlarından Eserleri Elden Çıkarma (deaccessioning) Koşullarını Düzenleyen Genel İlkeleri’ne işaret ederek, yapılacak satışın hiçbiri ile uyuşmadığını belirtti. ‘Elden çıkarma’ ulusal düzenlemelere uygun olarak ve etik boyutlar dikkate alınarak yapılmalıdır, denildi.

 

Elden çıkarma kriterleriICOM’un yukarıda bahsedilen rehberlerinde izah edilen, etik olarak müzelerin sorumluluğu nedir, sorusunun cevabı birçok konuyu içeriyor. Meseleye sadece ‘elden çıkarma’ başlığından baktığımızda bile önümüze Türkiye’de yeterince tartışmadığımız ve geliştirmediğimiz, dolayısıyla da kurumsal düzenlemelere ve pratiklere yansıtmadığımız uluslararası kabul görmüş bir dizi kurallaşmış ilke çıkıyor. Bu yüzden de literatürün ‘elden çıkarma’ bahsinde ‘Santralistanbul vakası’ olarak bu konu maalesef yerini alacak. ICOM’un etik kodlarının ikinci başlığı ve ICOM’un Modern Sanat Müzeleri ve Koleksiyonları Komitesi’nin (CIMAM) eser düşürmeye ilişkin etik ilkeleri bizim vaka analizimiz için iki ana başlığı ortaya koyuyor: Birincisi, koleksiyon sahibi müzeler toplumun yararı ve gelişimi için koleksiyonlarını yönetirler. İkincisi, sanat eserlerinin müzeler tarafından koleksiyonlarından çıkarılması gerektiğinde, bu eserlerin kamusal alanda kalması için uğraşmak ve dolayısıyla ilk olarak başka müzelere teklif edilmesi, müze yönetimlerinin aldıkları sorumluluğun önemli bir parçası. Bu etik ilkelerin üzerinde birleştiği temel konu, müzelerin kamusal sorumluluk taşıdıkları. Bilgi Üniversitesi Sanat Kültür Yönetimi hocalarının ve ilgililerinin rektörlüğe yazdıkları değerlendirme yazısında belirttikleri gibi, eser elden çıkarma işlemi kamunun çıkarlarında herhangi bir yitime yol açmamalı, elden çıkarılan eserler öncelikle yine müzelere ya da kamu yararı gözeten başka kültür, sanat ve eğitim kurumlarına önerilmeli ve elde edilen gelir tekrar müze koleksiyonu için değerlendirilmeli.


Geçtiğimiz günlerde müze koleksiyonunun bir kısmının özel şahıslara satışının gerçekleşmesi ile birlikte ‘Santralistanbul vakası’ ortaya çıkmış oldu. İstanbul’dan bir grup bağımsız sanatçı, küratör ve eleştirmenler adına konuşan Nazlı Gürlek’in belirttiği gibi, 20. yüzyıl Türkiye sanatı eserlerinden oluşan kamuya açık bir koleksiyon kamusal erişimden çıkmış oldu. Vakanın önemi, uluslararası sanat ve müzecilik camiasındaki yukarıda bahsettiğimiz etik duruşla ters düşmesi. Ancak, Santralistanbul’a hesabı kesmek ile konu etraflıca anlaşılmış olacak mı?

 

Özel müzeler düzenlemesiTürkiye’de özel müzelerin açılmasını denetleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı Yönetmeliği özel müzelerin kuruluş amaçlarını ‘kendi hizmet konularında veya amaçlarının gerçekleştirilmesi’ şeklinde tanımlayarak özel müze misyonunu kurumsal hedeflerle ilişkilendirdi. Bu tanımlamada kamu yararı, topluma karşı sorumluluklar gibi kamusal beklentiler yer almıyor. Özel müze kurmak isteyenlerin aldıkları sorumluluğa ve topluma nasıl hizmet etmelerinin beklendiğine ilişkin bir uyarıcı ve yönlendirici metin, bakanlık tarafından kaleme alınmamış. Yönetmeliğe göre eserlerin satışında da bir sorun yok: ‘Özel müzeler, koleksiyonlarındaki her türlü taşınır kültür ve tabiat varlığını, Bakanlıktan onay almak ve koleksiyonun bütünlüğünü korumak şartı ile kendi aralarında değiştirebilir veya satabilir.’ Ali Artun ‘Haraç Mezat Koleksiyon’ başlıklı yazısında ‘Özel bir sermaye kuruluşu ya da şirket mahiyetini edinmiş vakıf gibi bir başka kurum, eğer özel servetine ait sanat varlıklarını, genellikle olduğu gibi kurumsal iletişim amacıyla veya başka bir amaçla bize teşhir ediyorsa, onu kamusallaştırıyor olamaz’ diyor. Kamusallaştırabilmesi için, diye eklemesi gerekirdi, kamu çıkarını temsil eden kamu idaresinin bu beklentiyi, bizzat bünyesindeki kurumlardan başlayarak, bağımsız kurumlara benimsetmek için uğraşması, özel müzelerin kamu yararına yönelik sorumluluk altına girdiklerini anlatması gerekirdi. Sadece anlatmakla da kalmayıp, özel müzelerin kamu yararına yönelik olarak çalışabilmelerini kolaylaştırmalı ve önünü açmalıydı. Kamusallık kültürü ancak bu şekilde, kamu idarelerinin sahip çıkmasıyla yerleşebilir. Santralistanbul’un müzeleşme deneyiminde gördüğümüz ise kamu yönetiminin bu süreçte sadece mekanı sağlayan, özel müze yetkisi veren ve denetleyen konumunun ötesine geçmemesiydi.


Benzeri bir şekilde, aslında kültür sanat aktörleri de bakanlıktan ve devletten kamusal sorumlulukları destekleyecek düzenlemeler yapmasını ve teşvik mekanizmaları geliştirmesini talep edemedi. Bunun sebebi Türkiye’de devlet ile kamu kavramlarının birbirinin içine girmiş olması olabilir.

 

Avrupa Kültür BaşkentiBunun ispatı, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’dir. Bu devasa programın sonunda özel müzelerin ayakta kalmalarını sağlayacak ve kamusal işlevlerini yerine getirmelerini destekleyecek bir tek uygulama ortaya çıkmadı. Santralistanbul altından nasıl kalkıldığına şimdi bile inanamadığımız ‘Modern ve Ötesi’ gibi sergilerini kendi kaynaklarıyla ve sponsorluklarla kotarmayı başarmıştı. Kamusallık aslında müzenin kendi kendisine atfettiği ve kendi kaynakları yettiği sürece devam ettirebildiği bir misyondu. Santralistanbul Türkiye’de kültür sanat alanında gelişmemiş olan kamusal davranışı kendi öz kaynakları yettiği kadar uygulayabilmişti. Cebi derin ve arkası sağlam olmayan bağımsız kültür aktörlerinin tek başlarına yüklenebilecekleri sorumluluk demek ki bu kadardı. Bu nedenle bugün santralistanbul’un koleksiyonunu elden çıkartmak zorunda kalması karşısında tepki gösterirken Türkiye’de kamusallık kültürünün ve dolayısıyla kurumsal kamu pratiklerinin de zayıf kaldığına dikkat etmek gerekiyor. ‘Kamusal olan; kamunun mülkiyetinde olan, daha da önemlisi, kamunun iktidarı altında olan varlıklardır’ diyen Ali Artun’un söylediğinin aksine kamusallık kültürü bağımsız aktörlerin kamu yararına bağımsız hareket edebilmelerinin önünün açılması ve desteklenmesi suretiyle yeşerecektir. Bu da kültür sanat aktörleri ile vatandaşların birlikte ve dayanışma içinde devlet ile kamusallığın ne olduğuna dair yapacakları müzakerenin konusudur.

Radikal İki, Haber: Asu Aksoy, 03.03.2013

BİNLERCE YIL ÖNCE DİYARBAKIR'DA TAŞLARA KAZINAN BARIŞ ÖZLEMİ

 

 

Diyarbakır Surları, kentte hüküm süren tüm medeniyetlerin izlerini gözler önüne seriyor.

Surlardaki semboller arasında bulunan zeytin ağacı ve güvercinler, barışa özlemin 10 bin yıl önce başladığını ve günümüze kadar devam ettiğini gösteriyor.

 

UNESCO’nun tarihi eserler mirası aday listesine girmesi için büyük çaba harcanan, 5.5 kilometre uzunluğundaki, 3-5 metre genişliği ve yer yer 10 metreye varan yüksekliği ile Diyarbakır Surları, tarih boyunca kentte hüküm süren onlarca medeniyetin izlerini günümüze kadar taşıyor.

Güç, kuvvet ve hakimiyeti temsil edem hayvan figürleri, sanat, siyasal ve barışa verilen önemin de figür ve sembollerle kazındığı tarihi surlar, sadece güvenlik amaçlı bir kaleden çok, günümüze kadar gelen dünyadaki ender tarihi eserlerden biri konumunda bulunuyor.

Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Vecihi Özkaya, ihtişamlı Diyarbakır surlarındaki doğan, şahin, çift başlı kartal ve arslan figürlerinin her birinin özel anlam taşadığını söyledi. Tarih boyunca, kente hükmeden medeniyetlerin kendi gelenek, inanç, siyasal ve sosyal yaşamlarını, hüküm sürdükleri dönemlerde, kenti çepe çevre saran tarihi sur taşlarına nakşettiğini anlatan Prof.Dr. Özkaya, şöyle dedi:
"Diyarbakır, Dicle Vadisi’nde pek çok kuş türü bulunmasına rağmen surlarında genellikle çift başlı kartal, şahin ve doğan figürlerini sıkça görmek mümkün. Bunun yanı sıra pek çok burçta arslan ve az da olsa at ile boğa figürleri de bulunuyor. Tabii bu surlara nakşedilen her hayvan figürü, ayrı anlam ifade ediyor. Onlar sadece görsellik anlamında oraya işlenmiş, sıradan figürler değildir. Bunlar Mezopotamya uygarlıklarında, başlangıç aşamasında dinsel, daha sonraki aşamalarda ise dinsel, hem de siyasal egemenlik sembolleri haline gelmişlerdir. Kartal, şahin ve doğan; göklerin hakimleridir. Arslan ise yeryüzünün en güçlü, kuvvetli ve kudretli hayvanıdır. Dolayısıyla bunlar, tanrının yeryüzü ve gökyüzü hakimiyetinin birer sembolüdür."

ZEYTİN DALI BARIŞI, GÜVERCİN İSE DİNİ İNANCININ GÖSTERGESİ
Genellikle karşılıklı figürlerin arasında zeytin ağacı bulunduğunu, bu sembolün de Diyarbakır’ın tarih boyunca barışa önem verilmesinin göstergesi olduğunu anlatan Prof.Dr. Özkaya, bu sembollerin Sümerler’e kadar uzandığına dikkat çekerek, şöyle dedi:
"İslami dönemlerde tasfir yasağına rağmen bu yırtıcı hayvanların figürleri yapılmış ise, bunlar siyasal egemenlik anlamında yapılmıştır denebilir. Şema olarak eski Yakındoğu uygarlıklarında, Sümerler’den başlamak kaydıyla, yine ortada zeytin ağacı ve 2 yanda hayvan ve güvercinler de dinsel bir tasarım olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna örnek olarak da Hz. Nuh, güvercini saldığında gagasında bir zeytin dalı ile gelir. O Allah ile kulları arasındaki barışın bir sembolü olarak kabul ediliyor. Ulu Cami’nin batı cephesindeki kapının üzerinde bulunan ve Anka kuşu olarak lanse edilen figür de, dinsel bir olaydır. Siyasal olarak da devletin ilelebet devamıdır. Yani kendi küllerinden varoluş, kendiliğinden doğmaktır."

UNESCO TARİHİ ESERLER LİSTESİNE ADAY
Diyarbakır Yerel Gündem 21 Kent Konseyi Genel Sekreteri Av. Metin Kılavuz, Cumhurbaşkanlığı’nın himayesine girişi ile UNESCO tarihi eserler mirası aday listesine girmek için kampanya başlatıldığını hatırlattı. Kılavuz, "Binlerce yıldır Mezopotamya’da yaşamın kesintisiz devam ettiği, dünya insan ailesinin ürettiği tarihi yapıtlarla Diyarbakır Surları’nın günümüze gelen bütünsel yapısı korunarak, gelecek kuşaklara aktarılması, bizlerin sorumluluğudur. Diyarbakır Surları, sadece Diyarbakırlılara değil, Türkiye ve dünya insanlık ailesinin ortak değeridir" diye konuştu.

İSLAM ALEMİ’NİN 5’İNCİ KUTSAL KENTİ
Elazığ, Bingöl, Muş, Batman, Mardin, Şanlıurfa ve Adıyaman illerine komşu olan Diyarbakır’ın kuruluş tarihi, MÖ 10 binli yıllara dayanıyor. Ana yolların ve tarihi İpek Yolu’nun merkezi noktasında bulunması itibarıyla, her dönemin ticaret ve inanç merkezi konumunda oldu.

Müslüman Araplar tarafından kuşatılan kentin fethi sırasında şehit olan Halid Bin Velid’in oğlu Hz. Süleyman ile 27 Sahabe Türbesi’nin bulunduğu İçkale’deki Hz. Süleyman ve 27 Şehit Sahabe Camii ile İslam aleminin 5’nci Harem’i Şerif’i olarak kabul edilen Diyarbakır şehri, Mekke, Medine, Kudüs ve Şam’dan sonra 541 sahabe mekanıyla İslam aleminin en çok sahabe mezarının bulunduğu 5’nci kent olarak kabul ediliyor.

Radikal, Haber: Selim Kaya, 03.03.2013

TARİHİ SİDE BÜYÜKHAMAM'I KÜLTÜR TURİZMİNE KAZANDIRILACAK

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Antalya Side Belediyesi'ne tahsis ettiği MS 2. yüzyılda yapılan Side Büyükhamam'ı restore edilerek kültür turizmine kazndırılacağı belirtildi.

 

Side Belediyesi, turizm beldesinde 5 kent müzesi açarak tarihi kentte kültür, tarih, sanat ve arkeoloji turizmini yaygınlaştırmayı hedefliyor. Belediye, Tüke, Athena ve Apollon Tapınağı'da yenileme, güçlendirme, restorasyon ve ayağa kaldırma çalışmalarına 2 bin yıllık Büyükhamam'ı da ekledi. Belediyenin tarihi Büyükhamam'ı restore ettirerek müze haline getireceği belirtildi. Bugüne kadar büyük kısmı ayakta kalan hamamda Apodyterium(soyunma odası), Caldarium(sıcaklık),Tepedarium(ılıklık) ve Frigidarium(soğukluk) odaları bulunmakta. Pamfilya bölgenin en büyük hamamı olan Büyükhamam'ın MS 5. yüzyılda büyütülerek daha güçlü hale getirildiği ifade etti.

 

Side Belediye Başkanı Abdulkadir Uçar, bakanlığın belediyelerine tahsis ettiği tarihi hamamı restore ettirerek en kısa zamanda kültür turizmine kazandıracaklarını söyledi. Tarihi hamamı kent müzesi haline getireceklerini belirten Uçar, Side'yi deniz,kum ve güneş turizmi yanı sıra tarihi kimliğini de ön plana çıkartarak kültür, sanat, tarih ve arkeoloji turizminde dünyada marka haline getirmek olduğunu kaydetti. Uçar, "Side'yi dünya turizmde marka yapan en önemli değer tarih ve kültür mirası zengini olması. Bu zenginliklerden biri de tarihi Büyükhamam. Bakanlık hamamın tahsisini belediyemize yaptı. Biz de restore ettirerek kültür turizmine yönelik hizmet vermesine öncülük edeceğiz." diye konuştu.

Zaman, Haber: Abdurrahman Büyükkeskin, 03.03.2013

AYASOFYA'NIN ALTINDAKİ GİZEMLİ TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

 

Göksel Gülensoy ve ekibi Ayasofya'nın altında yatan gizemli tarihi ve efsaneleri araştırdı. Ekip araştırmalarını fotoğraflayarak sergiledi.

 

Göksel Gülensoy ve ekibi yaklaşık 15 yıldır proje üzerine çalıştı. Ayasofya'nın altında yatan gizemli tarihi keşfetmek için yola çıkan ekip, karşılaştıklarını Cihan Haber Ajansı'na (Cihan) anlattı. Ayasofya'nın altındaki efsanelerin peşine düştüklerini belirten Gülensoy, "1994 yılında bir belgesel çekmiştim. Günün birinde çektiğimiz belgesel uluslararası birkaç ödül aldıktan sonra ipuçları ondan geldi. Bu projenin başlamasının en önemli nedenlerinden biri de odur. Ayasofya'nın altında sarnıçlar olduğu ve bu sarnıçların da çok önemli olduğunu bildiğimiz için bu proje başladı.1998 yılında araştırmalarımız başladı. Ne olduğu konusunda bilgiler topladık." ifadelerini kullandı.

 

'İSTANBUL EFSANELERİNDEN BAZILARININ GERÇEK OLDUKLARINI ANLADIK'

Gülensoy, Ayasofya'nın altından dolaşırken, efsaneleri araştırdıklarını söyledi. Gülensoy, "Ne yazık ki elimizde yeterli bilgi yoktu. O dönemlere ait elimizde efsaneler vardı, başka hiçbir şey yoktu. Biz de bu efsanelerin, ya gerçekse diye peşine düşerek başladık. Hakikatten de yavaş yavaş gerçek olduklarını anladık. Şöyle söyleyeyim; bir insan vücudunu incelerken ne görürseniz biz de İstanbul'da onu gördük. Bu Ayasofya'nın altındaki bir nevi kanallardı zaman zaman su kanalı olarak kullanılmış kimi zaman imparatorların kullandığı yollar olarak kullanılmış. Ayasofya'nın altından dışarı çıkan tüneller gördük.1998, 2009 ve 2013 dalışları diye 3'e ayırabiliriz projemizi. Buradan da çeşitli efsanelerin kimileri doğru kimileri de yanlış olduğunu tespit etmeye çalıştık. Bilim adamlarından yardımlar aldık. " dedi.

 

Ekip lideri Gülensoy, yerin altına inerken her türlü riski kabullendiklerini belirtti.. Gülensoy sözlerine şöyle devam etti: " Kültür Bakanlığımızdan izin konusunda sıkıntımız olmadı. Biz onlara şöyle bir taahhütte bulundum. Bütün ekibin sorumlusu bendim. Ölümcül bir şeyle karşılaştığımızda sorumlusu bendim. Can kaybı korkumuz ilk olarak metan gazı, ikincisi ise girilmemiş yerlere giriyorsunuz. Akrep, yılan, sıkışma çökme gibi riskler vardı. Öte yandan herhangi bir göçük durumunda sizi kurtarmaları neredeyse imkansız."

 

'BİZ AYASOFYA'NIN ALTINDAKİ EFSANELERİ TESTE TABİ TUTTUK'

Ekibinin baş aktörlerinden Kutsi Akıllı, kitaplarda yazan efsaneleri teste tabi tuttuklarını söyledi. Akıllı, yerin altında bazı efsaneleri farkettiklerin ama bazı efsanelerin ise gerçek olmadığı gördüklerini anlattı: " Biz Ayasofya'nın altına girmeden önce, yerin altında birilerinin gömülü olup olmadığı bile efsane konusuydu. İlk defa bizim çektiklerimizle altta gömülü olan birilerinin olduğu ortaya çıktı. Hipoje odasının varlığı bile bir efsaneydi. Hani birisi yazmış, çizimi yok. Var olduğu söyleniyor. Bu tip efsaneler vardı. Biz Ayasofya'nın altında ki efsaneleri testte tabi tuttuk. Kimi gerçekmiş kiminin ise gerçekle alakası yokmuş. Ayrıca bunun yanında yeni sorular ortaya çıktı. Çünkü bir şeyleri araştırırken başka sorular ortaya çıkıyor. Bir sürü efsane sayfasını yırttık. Yerin altında katakomplar ve hipojeler bulduk. Katakomp, raflardan oluşmuş mezar odaları.Hipojede ise toprağın altına gömülü mezar odaları. Aralarında ki fark sadece katakomplarda raflar olması ve biz Ayasofya'nın altına girmeden önce yerin altında birilerinin gömülü olup olmadığı bile efsane konusuydu. İlk defa bizim çektiklerimizle altta gömülü olan birilerinin olduğu ortaya çıktı. Hipoje odasının varlığı bile bir efsaneydi. Hani birisi yazmış, çizimi yok. Var olduğu söyleniyor.Bu tip efsaneler vardı. Biz Ayasofya'nın altında ki efsaneleri testte tabi tuttuk. Kimi gerçekmiş kiminin ise gerçekle alakası yokmuş. Ayrıca bunun yanında yeni sorular ortaya çıktı. Çünkü bir şeyleri araştırırken başka sorular ortaya çıkıyor. Bir sürü efsane sayfasını yırttık."

Zaman, 03.03.2013

YILDIZ SARAYI 1926'DA KUMARHANE OLMUŞTU

Hafta içerisinde, Fransa’ya ve İtalya’ya gittim. Gezmek, tatil yapmak yahut kafa dinlemek için değil, üzerinde çalıştığım ve ancak birkaç sene sonra bitirebileceğim bir kitaba kaynak arayıp belge toplamak maksadıyla...

 

Birkaç gün boyunca, Güney Fransa’nın bir zamanlar hemen bütün devrik hanedanlarına sürgün başkentliği etmiş olan Nice ile hemen ilerisindeki İtalyan sahil kasabası Sanremo arasında gidip geldim. Oralarda yaşayan tarihçi dostlarımla buluştum, çalıştığım konu hakkındaki bilgilerine müracaat ettim, fikir teatisi yaptık ve yeni yayınları elde etme imkanı buldum.

 

ÜZERİNDE ÇALIŞILMADI

Ve, İtalya’da henüz çıkmış olan bir kitap, beni hayretten hayrete düşürdü!

 

Kitabın konusu kumarhaneler tarihi idi. Kumarhane işinin 1900’lerin ilk senelerinden itibaren dünya çapında nasıl örgütlendiğini anlatıyor, İtalya’da mafyanın yanısıra bazı siyasi grupların bu alanda yaptıkları işbirliğinden sözediyordu. Yayının beni asıl hayrete düşüren tarafı da, Sultan Abdülhamid’in meşhur Yıldız Sarayı’nın Cumhuriyet’in ilk senelerinde “gazino”, yani bildiğimiz “kumarhane” haline getirilmesinin öyküsünü ve ayrıntısını yazması idi... Yıldız Sarayı’nın Cumhuriyet’ten hemen sonra kısa bir müddet için bile olsa kumarhane olarak kullanılması ile ilgili olarak, bildiğim kadarı ile bizde şimdiye kadar yapılmış hiçbir çalışma yoktu. Bazı yayınlarda konudan sadece bir-iki satır ile bahsedilmiş ama ayrıntılar hiçbir şekilde ortaya çıkmamış ve çıkması için de zaten çalışılmamıştı...

 

İKİ ÖNEMLİ KİTAP

İtalyan tarihçi ve felsefeci dostum Riccardo Mandelli, hadiseyi “Al Casino con Mussolini” yani “Mussolini ile Kumarhane” isimli kitabında anlatıyordu...

 

Mandelli, bundan iki sene önce, son dönem tarihimizi konu alan çok önemli bir başka kitap daha yayınlamıştı: “L’ultimo Sultano. Come l’Impero Ottomano Mori a Sanremo”; Türkçesi ile “Son Sultan. Osmanlı İmparatoru Sanremo’da Nasıl Öldü?”...

 

ARŞİVDEKİ BELGELER

Kitapta, hayata 1926’da Sanremo’da veda eden Sultan Vahideddin’in ölümü ile ilgili olarak 80 küsur sene boyunca tasnif edilmeden kalmış olan belgeleri kullanıyor ve son padişahın ölümünün pek olağan şekilde olmadığını, işin içerisinde başka sebeplerin de bulunabileceğini ifade ediyordu.

Mandelli, Sultan Vahideddin’in en yakınları tarafından bile her an aldatıldığını, padişahın yanıbaşındaki bazı maiyet mensuplarının Ankara’ya neredeyse hemen her gün ihbar mektupları gönderdiklerini belgeleri ile aktarıyor ve hükümdarın ölümünün ardından adamlarının yaşadıkları maceraları da yine arşivdeki yayınlanmamış belgelere dayanarak naklediyordu. Kitabın Türkçe’ye tercümesi devam ediyor ve önümüzdeki aylarda bizde de yayınlanacak... Yıldız Kumarhanesi’nin macerasını anlatmadan önce, tarihçi arkadaşlara küçük bir hatırlatma yapayım: Başbakanlık’a bağlı Cumhuriyet Arşivleri’nde, Yıldız Sarayı’nın kumarhane haline getirilmesi ile ilgili bazı belgeler vardır...

 

BELEDİYE KİRAYA VERDİ

28 Haziran 1925 tarihli bir belge Yıldız Parkı’ndaki bazı binaların eğlence ve oyun salonu haline getirilmesi için İstanbul Belediyesi tarafından bir şirkete kiraya verildiğini, aynı senenin 13 Aralık’ının tarihini taşıyan belge kira sözleşmesinde yapılan değişikliklerin onaylandığını, 8 Ağustos 1926 tarihli bir diğer belge de saraydaki eşyaların kumarhaneye kiralandığını göstermektedir. Sarayın kumarhane haline getirilmesi de milletvekillerinin tepkisini çekmiş ve soru önergeleri verilmiştir...

 

Sultan Abdülhamid’in 33 sene boyunca hilafet ve saltanat merkezi olarak kullandığı Yıldız Sarayı’nın 1920’lerde kumarhane haline getirilmesinin ayrıntılarını aşağıdaki kutuda okuyabilirsiniz...

 

Kumarhaneler, 20. yüzyılın ilk senelerinden itibaren dünya çapında örgütlenmiş çokuluslu şirketler haline gelmeye başladılar.

 

İşin öncülüğünü İtalyan mafyası yaptı. Ülkenin büyük bankaları ile mali kuruluşlarının yanısıra devleti de arkasına alan mafya, 1922’de başbakanlığı elde eden Faşist lider Benito Mussolini’nin desteğini sağladı ve sektör giderek daha da güçlendi. Sanremo’da kurulan ve faaliyetine hala devam eden kumarhane, zincirin ilk ve en güçlü halkalarından biri idi...




Sultan Vahideddin’in Villa Manolya’da 1926’da haczedilen tabutu.

 

MÜCEVHER VE KUMARHANE

İtalyan kumarhaneleri zamanla Türkiye’den, o günlerin genç Cumhuriyet’inden de çalışma müsaadesi almayı, hatta 1926’da uzun seneler boyunca hilafet ve saltanat merkezi olmuş olan Yıldız Sarayı’nı da kumarhane haline getirmeyi başardılar.

 

Türkiye’nin Yıldız’ın kumarhane yapılması iznini hangi düşünce ile verdiğini, mesela 1789’daki Fransız İhtilali’nin ardından bazı saraylarla kiliselerin uygunsuz mekanlar haline getirilmesi gibi işlerden mi ilham alındığını bugün maalesef bilmiyoruz. Ama, Ankara’nın Fransız mücevher şirketi Rozanes’e 1927’de Topkapı Sarayı’nın hazinelerini satma teklifinde bulunması, eski rejimle tuhaf bir hesaplaşmaya girilmiş olduğunu gösteriyor.

 

Aşağıda, İtalyan kumarhanecilik tarihini yazan Riccardo Mandelli’nin kitabında Yıldız Sarayı’nın kumarhane haline getirilmesi ile ilgili bölüm, özet şeklinde yeralıyor:

“...Son padişahın Sanremo’da fırtınalı bir gecede ölümünden sonra alelacele yapılan ve ölümün kalp krizinden kaynaklandığını ifade eden otopsi, işin içinde başka şeylerin, mesela zehirlenmenin bulunup bulunmadığını kesin şekilde öğrenmeyi imkansız hale getirmişti...

 


KUMARHANECİ BANKALAR

Osmanlı borçları üzerinde söz sahibi olan Commerciale Italiana Bankası’nın yanısıra işadamı Giuseppe Volpi ile Selanikli mason dostları artık daha rahat şekilde faaliyette bulunabilirlerdi. Entrikalar, İstanbul’da rulet masaları ile donanmış bir kumarhane açılması ile neticelendi.

Kumarhanenin kurucusu, Mario Serra adında bir İtalyan idi... Çok meşhur bir dalgıcın dört oğlunun en küçüğüydü ve o yıllarda yıldızı henüz parlamakta olan Benito Mussolini’ye oldukça yakın olan ailesi batık gemi çıkarma işinden büyük paralar kazanmıştı.

 

YILDIZ PARKI REZALETİ
Mario kumarhane işletmeciliğine 1914’te merak salmış ama dünya savaşının çıkması üzerine ara vermek zorunda kalmıştı. Daha fazla para kazanmak hırsı ile yine kumarhane sektörüne döndü, şirketler ve bankalar arasında finans zinciri kurarak yüklü bir sermayeye sahip oldu. Çanakkale Savaşı sırasında batırılan savaş gemilerini çıkartma bahanesi ile 1925’te Türkiye’ye gitti ama bu işten vazgeçerek İstanbul’da lüks bir kumarhane kurmanın yollarını aramaya başladı ve bir sene içerisinde gereken izinleri aldı! Yıldız Sarayı kumarhane olacak, işletmesini de Mario’nun şirketi yapacaktı...

 

Kumarhane, 1926’nın 26 Eylül’ünde açıldı. Mario Serra işi daha da büyütecek, Yıldız’da kumarhanenin yanısıra dans salonları, tenis kortları, binicilik alanları ve golf klübü açmaya heveslenecek, üstelik bu kadarla da kalmayacak, enkaz halindeki Çırağan Sarayı’nı da milletlerarası bir otele dönüştürecekti...

 

Yıldız’daki kumarhaneye Türkler’in girmesi yasaktı ama yasak sadece kağıt üzerinde idi. İstanbul sosyetesi rulette her gece servetler kaybediyor, Balkanlar’dan lüks trenlerle getirilen müşteriler de Serra’nın gelirini kat kat arttırıyorlardı... Mario artık ayda bir milyon liret kazanıyor ve kazandığından fazlasını otel projesine yatırıyordu. Ama, 1927 Eylül’ünde kumarhanenin kapısında yaşanan bir hadise Mario’nun rüyalarının da, Yıldız Gazinosu’nun da sonunu getirdi. İçeriye girmesine izin verilmeyen kumar meraklısı bir subay reddedilmeyi şeref meselesi yaptı, silahını şakağına dayayıp tetiği çekti ve oracıkta can verdi! Ankara, haberi alınca kumarhaneyi hemen kapattı! Mario bankalara sekiz milyon liret borçlanmıştı, sözleşmeye uymadığı iddiası ile Türkiye’yi dava etti ama davayı kaybetti ve tam o günlerde İtalya’da hakkında iki ayrı tutuklama kararı çıktı. İstanbul’u terketti, sahte kimlikle İtalya’ya girmeye çalışırken yakalandı ve tutuklanıp hapsedildi.

 

UÇAKLA KUMAR TURU
Bir zamanlar hilafet merkezi olan Yıldız Sarayı’ndaki kumarhane kapanmış ama İstanbul’daki diğer kumarhaneler milletlerarası bir zincirin halkası haline getirilmişti... İşin ardında İtalyan bankaları ile büyük şirketler ve bizzat Mussolini vardı ve organizatörler zengin müşteri bulabilmek için bu defa hükümetin de desteği ile başka bir yol denediler: O senelerde yeni yeni yaygınlaşan yolcu uçakları ile İstanbul’a zengin kumarbazları para almadan taşımaya, yani kumar turları yapmaya başladılar... Brindizi’de ve Atina’da şanslarını deneyen kumarbazlar uçakla İstanbul’a getiriliyor, İstanbul’dan da Rodos’a götürülüyorlardı...”.

 

İstanbul’a 1920’li senelerde hakim olan uluslararası kumar endüstrisinin ne zaman ve nasıl son bulduğu ise, hala meçhul!

Habertürk, Yazı Murat Bardakçı, 03.03.2013

1.5 MİLYON YILLIK SIR!

 

 

Denizli'deki bir mermer fabrikasında traverten kesimi yapan işçilerin dikkati, yaklaşık 1 milyon 500 bin yıl öncesinden kalma gergedan fosilini ortaya çıkardı.


Denizli Kaklık beldesi Ballıkboğazı mevkisinde bulunan ve daha önce de pek çok fosilin bulunduğu bilinen traverten ocakları, tabiat tarihi açısından çok değerli bir bulguyu daha gün ışığına çıkardı.

İhracata yönelik üretim yapan bir mermer firmasına ait fabrikada travarten bloku kesimi yapıldığı sırada, işçilerin dikkati sayesinde 1,5 milyon yaşında olduğu tespit edilen gergedan fosili bulundu.

Habertürk, 03.03.2013

BİZANS SARAYI'NIN ÜSTÜNDE OTURUYOR!

 

 

Milli Gazete Yazarı Mehmet Şevket Eygi’nin oturduğu ev başına dert açtı. Vatan Gazetesi'nin haberine göre, hazine, Eygi’nin 30 yıldır ikamet ettiği Sultanahmet Kutlugün Sokak’taki evini altında Bizans Magnaura Sarayı kalıntıları olduğu gerekçesiyle boşaltmasını istedi. Eygi’nin tapusunun iptali de isteniyor.

 

80 yaşındaki Eygi Hazine’nin gönderdiği tebligatı alınca şaşkına döndü: “Tapusu bana ait olan evimi, altında Magnaura Sarayı kalıntıları olduğu gerekçesiyle istimlak parası ödenmeden boşaltmam isteniyor. Magnaura kalıntıları 1 kilometre uzunluğunda olup oturduğum evin hemen yanında birkaç parça kalıntısı da bulunuyor. Tarihi yarımadanın altı tarihi kalıntılarla dolu. Kazmayı vurduğunuz yerden fışkırır. Koca Suriçi’nde sadece benim evimin seçilmesi manidar geliyor.”

 

Oturduğu binanın üç katlı olduğunu belirten Eygi, şunları anlattı: “Benimle birlikte diğer oturanlar da mağdur olacak.

 

Hazine, Bizans kalıntılarını bahane ediyor. Ancak tapu sahiplerine istimlak bedeli verilmeyeceği, mahkeme yolunun açık olduğu yazan tebligatlar gönderildi. Bu yaştan sonra mahkeme sonucunu görmeye yetecek ömrüm olur mu bilemiyorum! Oturduğumuz binanın bitişiğinde kemer şeklinde birkaç yıkık tarihi eser ve parça bulunuyor. Bu tarihi kalıntılar izinsiz olarak restore edildi. Kimse gelip de buralarda ne oluyor demedi!”

 

Mehmet Şevket Eygi, rant mafyasından endişeli olduğunu söylüyor: “Devlet tapulu meskenimin iptalini istiyor. Üstelik istimlak bedeli vermeden. Mahkeme masrafı da bana ait olacakmış. Madem mülkümü alıyorsun bari değerini ödensinler. Endişem rant mafyası. Elimizdeki mülkün arazi rantçılarına peşkeş çekilmesinden endişeliyim.”

Yapı, 02.03.2013

 

******


'BİZANS SARAYI' ÜZERİNDE OTURANLARA 'ÇIKIN' DENDİ, TEPKİ GELDİ

 

 

Sultanahmet’te Bizans döneminden kalan ve aralarında Magnaura Sarayı’nın da olduğu büyük saray üzerindeki yapı sahiplerine, Hazine’den “evleri boşaltın” tebligatı gönderildi. Hazine’nin gönderdiği tebligatlar Kutlugün Sokak’taki Kutlugün Apartmanı sakinlerinin eline ulaştı. Aralarında Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi’nin de olduğu apartman sakinlerinin bedelsiz bir şekilde evlerini boşaltmaları istendi. Sokakta oturan ve işyeri olan vatandaşlar tebligatın kendilerine de gönderilmesinden endişe ediyor.

 

Mimarlar ve şehir plancıları Hazine’nin büyük saray üzerindeki yapıları bedelsiz boşaltamayacağını dile getirdi. Uzmanlar, yapıların şimdiki mülk sahipleri tarafından yapılmadığını belirterek Hazine’nin ya da Belediye’nin evleri boşaltılacak kişilere yeni yer göstermeleri gerektiğini ifade etti. Uzmanlar ayrıca saray kalıntıları üzerinde yer alan evlerin İstanbul’a yerleşen İngiliz, Alman ve Fransızlar tarafından yapıldığını söyledi.

 

Sokak sakinleri tedirgin

Hüseyin İstemil’in Taraf’taki haberine göre, Kutlugün Sokak ve civar sokaklarda oturan ya da işyeri sahibi olan vatandaşlar tedirgin bir bekleyiş içinde. Aynı sokakta işletmeci olan Nazmi Toprak, “Sultanahmet bölgesinin altı tamamen tarihi Bizans kalıntısıyla dolu. Bütün alanı yıkmaları gerekir. Bir de bu binalar çok uzun zaman önce yapıldı” dedi.

 

Evinin Kutlugün Sokak’ta bulunduğunu söyleyen Mehmet Sait Altuncu, “Tebligatlar henüz bize gelmedi ama duruma bakılırsa bize de gelecek gibi. Ancak daha önce aynı sokağa lüks bir otel yapıldı; yeni binalar inşa edildi kimse ‘sen ne yapıyorsun’ demedi” şeklinde konuştu.

 

Mehmet Şevki Eygi de konuyla ilgili daha önce yaptığı açıklamada, “Tapusu bana ait olan evimi, altında Magnaura Sarayı kalıntıları olduğu gerekçesiyle istimlak parası ödenmeden boşaltmam isteniyor. Magnaura kalıntıları bir kilometre uzunluğunda olup oturduğum evin hemen yanında birkaç parça kalıntısı da bulunuyor. Tarihi yarımadanın altı tarihi kalıntılarla dolu. Kazmayı vurduğunuz yerden fışkırır. Hazine, Bizans kalıntılarını bahane ediyor. Ancak tapu sahiplerine istimlak bedeli verilmeyeceği, mahkeme yolunun açık olduğu yazan tebligatlar gönderildi” diyerek karara tepki göstermişti.

 

Bizans sarayı, 100 bin metrekare bölgeyi kapsıyor

Uzman Arkeolog Ali Rıza Gökçe, alanda bulunan evlerin altında bir arkeoloji çalışması yapılması durumunda sarayın geri kalan kalıntılarının da ortaya çıkacağını söyledi.

 

Gökçe, sözlerine şöyle devam etti: “Alanda bulunan evlerin neredeyse tamamı saray kalıntıları üzerinde yer alıyor. Sarayın çok daha geniş bir alana yayıldığı apaçık. Bölgede bir arkeoloji kazısı yapılırsa sarayın geri kalan kalıntıları da bulunabilir.”

 

Magnaura Sarayı Doğu Roma’yı kuran Constantinus tarafından İstanbul’a yerleştikten sonra günümüzde Sultanahmet alarak bilinen yerde inşa edilen dört büyük saraydan en büyüğü. 100 bin metrekare alan üzerine kurulmuş olan saraylar arasında en büyüğü olan Magnaura Sarayı, 1. Constantinus tarafından Milattan önce 337 ve 324 yılları arasında elçilerin kabul edilip toplantıların düzenlediği yer olarak kullanılmıştı.

T24, 05.03.2013

GÜN YÜZÜNE ÇIKARILMAYI BEKLEYEN "KENT"

 

Kastamonu'nun Çatalzeytin İlçesi'ndeki Ginolu Kalesi'nin 15 mil açığında, Karadeniz'in 103 metre derinliğinde olduğu belirlenen 'batık kent', gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.

 

Çatalzeytin Belediye Başkanı Musa İhsan Uğuz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tarihi MÖ 5. yüzyıla kadar uzanan Ginolu bölgesinin 15 mil açığında 2010 yılında yapılan ön araştırmalarda 103 metre derinlikte 2 bin 100 metre uzunluğunda batık kent olduğunun tespit edildiğini söyledi.

 

Sular altındaki yerleşim yerinin tarihi hakkında net bilgi bulunmadığını belirten Uğuz, şöyle konuştu:'Batık kentin gün yüzüne çıkarılmasının insanlık tarihine ışık tutacağına inanıyoruz. Geçtiğimiz yıllarda batık kentte yer alan mermer sütunların bir bölümü karaya vurdu. Tamamen el işçiliğiyle yapıldığı gözlenen bu sütunu ilçe merkezindeki tarihi hamamın bahçesinde sergiliyoruz. Kentin gün yüzüne çıkarılması konusunda destek bekliyoruz. Ön araştırmalarda denizin dibinde en sığ yeri 93 metre olmak kaydıyla 2 bin 100 metre uzunluğunda ve 100 metre genişliğinde bir batık kent tespit edildi.İsteğimiz bu batık kentin ayrıntılarıyla incelenerek gün yüzüne çıkarılmasıdır. Yerel imkanlar ölçüsünde çalışma yapmamız mümkün değil. Yetkililerimizden bu konuda destek bekliyoruz.'

 

'Akdeniz, Karadeniz'e akmıştır'

Batık kentin detaylarıyla incelendiğinde tarihe yön verecek bulguların elde edileceğini savunan Uğuz, Akdeniz'in Karadeniz'e aktığını iddia etti.

 

Çatalzeytin'in ilk yerleşim yerinin düz bir alan olduğunu anımsatan Uğuz, 'Batık kentin detaylarıyla araştırılması Karadeniz tarihine de ışık tutacaktır.Burası gün yüzüne çıktığında Akdeniz, Karadeniz'e mi akmış, yoksa tersi bir durum mu olmuş, bu soru da netlik kazanacak. Düşüncemize göre Akdeniz, Karadeniz'e akmıştır. İnanıyoruz ki buradan tarihe yön verecek bulgular elde edilecektir'diye konuştu. Araştırmacı Hayati Tahsin Yılmaz da denizden çıkan tarihi kalıntıların batık kentin göstergesi olduğunu söyledi.'Geçmişte, İstanbul ile Sinop arasında insanların yaşamış olabileceği düzlüklerin bulunduğunu biliyoruz' diyen Yılmaz, 'Böyle bir düzlük Abana ile Ayancık arasında da var. Denizden çıkartılan sütunlar ve tarihi kalıntılar bölgede batık bir kent olduğunun göstergesi niteliğindedir. Bu konuda birçok örnekler var ancak net bilgiler batık kentin güz yüzüne çıkartılmasıyla birlikte elde edilecektir' şeklinde konuştu.

Yapı, 02.03.2013

MERDİVEN ALTINDAN TARİH ÇIKTI!

 

Osmaniye’nin Kadirli İlçesi'nde polisin düzenlediği operasyonla bir evde saklanan ve Roma dönemine ait olduğu sanılan işlemeli bronz lahit ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre Kadirli polisinin yaptığı çalışmalar sonucu kurtuluş mahallesinde İ.K. ye ait evde tarihi eser olduğu bilgisine ulaşan ekipler harekete geçti. Polisin eve düzenlediği operasyonda merdiven altına battaniye arasına gizlenmiş Roma dönemine ait olduğu sanılan üzerinde tanrıça işlemeleri bulunan bronz lahit ele geçirildi.

 

Olay ile ilgili olarak daha önce de tarihi eser kaçakçılığı suçundan sabıkası bulunan ev sahibi İ.K. gözaltına alındı. El konulan tarihi eser incelenmesi için Osmaniye il müze müdürlüğü yetkililerine teslim edildi.


 Olay ile ilgili gözaltına alınan İ.K. emniyette ki işlemlerinin ardından adli makamlara sevk edilecek.

Milliyet, 02.03.2013

MISIR'DA FİRAVUNDAN KİRALIK PİRAMİT

 

Mısır ülkenin borçlarından kurtulma sürecini hızlandırmak adına başta piramitler olmak üzere pek çok turistik öğeyi 200 milyar dolara kiralamaya hazırlanıyor. Mısır Maliye Bakanlığı, Kültür ve Tarih Bakanlığına gönderdiği mektupla, ülkeyle özdeşleşen tarihi değerleri, uluslararası turizm şirketlerine kiralayarak, ekonomisini düzeltmeyi amaçlıyor.

Söz konusu uygulamanın uluslararası turizm şirketleri arasında yapılacak açık artırma ile gerçekleştirileceği belirtiliyor. Mısır'ın bu operasyondan 200 milyar doları kasasına kazandırması halinde ülke borçlarını ödeyip, onlarca yıl boyunca ekonomik kriz çekmeden varlığını sürdürebilecek.

Bu kararın uygulamaya geçilmesiyle birlikte ülke ekonomisindeki kriz sürecini çok daha hızlı bir şekilde yönetileceği belirtilirken, kiralamaya en yakın ismin ise Körfezin en zengin ülkelerinden Katar olduğu öne sürülüyor. Mısır'ın eski Başbakanı Hüsnü Mübarek'in görevi bırakması için yoğun destek veren Katar, Mısır'ın böyle bir düzenlemeyi harekete geçirmesi halinde 200 milyar dolar karşılığında bu tarihi yerleri 5 yıllığına kiralamak için hazırlandığı iddia ediliyor.

Ülkenin söz konusu hazırlığını doğrulayan Mısır Yüksek Tarih Kurulu Adel Abdel Sattar Katar ya da diğer Körfez ülkelerinin söz konusu uygulama ile ilgilendiği iddialarını reddederek, "Ocak ayı başında ülkenin Maliye Bakanı tarafından bana gönderilen planı gördüğümde büyük bir sürpriz yaşadım. Mısır Anıtlar Kurulu'na gelen öneride, Giza piramitleri, Sfenksler, Abu Simbel Tapınağı ve Luxor tapınağının uluslararası turizm şirketlerine kiralanması yer alıyor" diye konuştu.

Büyük Piramit, 145,75 metreydi ama şimdi 10 metresini kaybettiği kabul ediliyor. 43 yüzyıl boyunca dünyanın en yüksek yapısıydı, ancak 19. yüzyılda geçilebildi. Yüzeyi yumuşak ve düzleştirilmiş taşlarla kaplıydı, kalıntısı hala görülebilmektedir. Eğimi 54 derece 54 dakikadır. Tabanının dörtkenarı tam ölçüldüğünde ve yönleri belirlendiğinde kusursuzdur.

Yedi harikadan biri
Mısır'ın en önemli tarihi öğesi olan Gize Piramitleri, Keops, Kefren ve Mikerinos'tan oluşuyor. Bu üç piramitten sadece Keops (Khufu olarak da bilinir) Dünya'nın yedi harikası'ndan biri. Genel kanı, Giza piramitlerinin üçünün de 7 Harika kapsamına alındığıdır ama belirtilen piramit, 4. Hanedan'dan Mısır Firavunu Khufu'nun, bilimsel saptamalara göre anıt-mezar olarak MÖ 2560'ta yaptırdığı Büyük Piramit'tir.

Mısır'da yaşanan halk ayaklanması Mübarek'in devrilmesiyle sonuçlanırken bu süreçte yaşanan karışıklıklar turizm gelirlerinin 2011 yılında yüzde 30 azalmasına neden oldu. 2010 yılında 14.7 milyon turist çeken Mısır'da bu rakam 2011 yılında 9.8 milyona geriledi. Turizm gelirleri ise 2010 yılında 12.5 milyar dolardan, 8.8 milyar dolara indi. 2012 yılı içinse 14.7 milyon turist ve 12.5 milyar dolar gelir açıklanması bekleniyor.

Sabah, 02.03.2013

KATAR SARAYLARINDA BİR TÜRK RESSAM

 

 

Katarlı Al-Thani ailesinin saraylarının dizaynında Osmanli Imparatorlugunu konu alan sayısız eserler üreten türk ressam Haydar Hatemi'ye danışılıyor.

 

Haydar Hatemi, Avrupa, Amerika ve Ortadogu ülkelerinin pek çoğunda eserleri sergilenen dünyaca ünlü bir Azeri kokenli Türk ressamı. Şimdiye kadar Osmanli Imparatorlugunu konu alan sayısız eserler üreten Hatemi, başarısının sırrını 'kendi kültürüne sadık kalma ve sahip çıkma' olarak özetliyor. Sanat hayatına klasik minyatür tekniğiyle başlayan Haydar, kısa zamanda Osmanlı imparatorluğunu konu alan tablolarıyla Orta Doğu'da geniş bir hayran kitlesine sahip olmuş. Üniversite eğitimi sırasında ilk İran Kraliçesi, Farah Diba'nın dikkatini çeken Haydar, İran hükümeti tarafindan Prenses Diba'nin tavsiyesiyle ödullendirilmiş.

 

Haydar Hatemi su anda sanat hayatına Katar, İstanbul ve Amerika arasında mekik dokuyarak devam ediyor. Hatemi, Katar kraliyet ailesine son 15 senedir sayısız eserler üretmekte ve üretmeye devam ediyor. Atölyesini 1997 yılında Türkiye'den Amerikaya taşıyan sanatçı, Türkiye ile olan bağını hiç kesmemis. Katarlı Al-Thani ailesinin saraylarının dizayninda Haydar Hatemi'ye danışıyor ve Osmanlı saraylarını kendilerine örnek alıyorlar.

 

Üretilen eserler genelde klasik tarzda ve Osmanlı İmparatorluğu ve İstanbul'un ihtisamını konu alıyor.  Haydar Hatemi Katar Kraliyet ailesini Türk sanatını anladığını ve beğenisinin çok yüksek olduğunu dile getirerek, “beğeni düzeyi, gerçek sanatı ayırt edebilme içgüdüsü çok yüksek. Bu nedenle muzadelerde devamlı sanat eserleri satın alıyorlar. Dünya'da sanata en cok yatırım yapan ülke Katar ” Haydar Hatemi, yine Osmanlı İmparatorluğunu konu alan projelerini önümüzdeki günlerde Amerika'ya ve Avrupa ülkerine taşıyacak.

Haber 7, 01.03.2013

ASLAN YÜREKLİ RICHARD'IN YÜREĞİ AÇILDI!

 

 

İngiltere tarihinin efsane krallarından Aslan Yürekli Richard'ın yüreğine, ölüm nedeni belirlemek üzere yaklaşık 800 yıl sonra ilk kez otopsi yapıldı. Otopsi, tarihte yazılanların aksine Aslan Yürekli'nin zehirli ok yarasından ölmediğini ortaya koydu.

 

BBC 'nin haberine göre, 3. Haçlı seferlerinin en önemli ismi olan ve İngiltere Kralı olmasına rağmen hayatının büyük bölümünü Fransa 'da geçiren Aslan Yürekli Richard'ın yüreği, 1839 yılında, kurşun bir kutu içinde Fransa'nın Rouen bölgesindeki Notre Dame katedralinde bulunmuştu.

Aslan Yürekli'nin öldüğü tarihte gelenek olduğu üzere, cesedi parçalara ayrılmış ve yüreği Rouen'deki katedrale gömülürken, iç organları orta Fransa bölgesindeki Limoges yakınlarında bulunan Chalus'a, gövdesi ise kuzeyde Fontevraud Abbey'e gömülmüştü.


Bir zahirli ok yarasıyla öldürüldüğü sanılan I. Richard'ın yüreği 1839 yılında yapılan bir kazıda bulunduktan sonra aynı kilisede saklanmaya devam etmişti.

Poincare Üniversitesi Hastanesi'nden Dr. Philippe Charlier başkanlığındaki bir adli tıp heyeti Aslan Yürekli'nin yüreğine ilk kez otopsi yaptı.

Otopsi sonucunda Aslan Yürekli Richard'ın zehirli bir ok yarasıyla öldüğüne dair bir bulguya rastlanmadı.

Dr. Charlier, "Yürek üzerinde mikroskobik, toksikolojik ve polen analizi yapıldı. İncelememizde hiçbir siyanür ya da başka bir zehire rastlanmadı. Yürek üzerinde nisan, mayıs ya da haziran aylarında öldüğünü gösteren polen izlerine rastlandı" diye konuştu.

Radikal, 01.03.2013

TOKAT'TA LAHİT MEZAR ELE GEÇİRİLDİ

 

Tokat'ta, kamyonette samanların arasına gizlenmiş lahit mezar ele geçirildi, 1 kişi gözaltına alındı.

 

Tokat Valiliği'nden yapılan yazılı yazılı açıklamaya göre, İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, yaptıkları yol kontrolünde E.A. isimli şahsa ait kamyoneti durdurdu. 

 

Kamyonette yapılan aramada, samanların içine gizlenmiş ve MÖ 330'lu yıllara ait, Hellenistik dönemi yansıttığı bildirilen lahit mezar ele geçirildi. E.A. isimli şahıs jandarma ekiplerince gözaltına alındı. 

 

Mezar, Tokat Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. 

Zaman, 01.03.2013

KLEOPATRA'NIN KIZKARDEŞİ EFES'TE

 

 

Dünyanın en güzel kadın ikonlarından biri olarak kabul edilen eski Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın öldürttüğü kız kardeşi Prenses Dördüncü Arsinöe'nin mezarının İzmir'de olduğu iddia edildi.

İddianın sahibi ise Avusturya Bilimler Akademisi'nden arkeolog Dr. Hilke Thuer. Daha önce de Arsinöe'nin mezarının İzmir Efes Harabeleri'nde bulunduğunu öne sürdüğünü belirten Thuer, "Şimdiye kadar kemiklerin üzerinde sağlıklı bir DNA testi yapamadık. Çünkü 2 bin yıl önce öldürülen Arsinöe'nin kalıntıları fazlasıyla tahriş olmuştu. Yeni nesil adli tıp yöntemleri ile bunu kanıtlayacağız. Örneğin 3 boyutlu çizimler gibi" diyor. Babalarının ölümünden sonra oluşan iktidar kavgasında Roma İmparatoru Jül Sezar, Kleopatra'ya destek verdi. Arsinöe de Roma ordusuna direnenlerin tarafını seçti. Savaşı Kleopatra ve Sezar kazanınca Arsinöe de Efes'e sürgüne gönderildi. İnanışa göre Kleopatra, daha sonra kendisine tehdit olarak gördüğü kız kardeşi Arsinöe'yi yeni aşkı olan Mark Antony'ye öldürttü.

Sabah, 01.03.2013

HEYKELLERİ KORUMAK İÇİN ÖRTTÜLER

 

 

Ordu’da, kimliği belirsiz kişi veya kişiler tarafından sprey boyayla tahrip edilen 6 heykel, önce temizlendi. Ardından 4’ü MOBESE kameralarının bulunduğu parklara yerleştirildi. Diğer 2’si ise bulunduğu parkta örtüyle korunmaya alındı. Ordu Belediye Başkanı CHP ’li Seyit Torun, heykellerin örtüyle korunduğunu, 15 gün sonra kaldırılıp başka yerlere yerleştirileceğini söyledi.


Ordu Belediyesi’nin geçen yıl Ağustos ayında 2’ncisini düzenlediği Uluslararası Taş Heykel Sempozyumu’nda 8 heykeltraş tarafından yapılan 12 heykelden 6’sı, Bahçelievler Mahallesi’ndeki Tayfun Gürsoy Parkı’nda sergilendi. Heykellerin 6’sı ise kentin değişik noktalarındaki çeşitli parklara yerleştirildi. Ancak Tayfun Gürsoy Parkı’nda bulunan 6 heykel kimliği belirsiz kişiler tarafından sprey boyalarla tahrip edildi. Üzerlerine müstehcen cümleler yazan kişiler, heykellere zarar verdi. Bunun üzerine belediye tarafından temizlenen heykellerin 4’ü MOBESE kameralarının da bulunduğu parklara yerleştirilirken, 2 heykel Tayfun Gürsoy Parkı içerisinde bırakıldı. Heykellerin yeniden tahrip edilmemesi için bu kez tedbir alan Ordu Belediyesi, örtüyle 2 heykeli korumaya aldı.


Ordu Belediye Başkanı Seyit Torun, sprey boya ile daha önce tahrip edilen heykellerin, Erzurum Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Yüksek Lisans öğrencileri tarafından temizlendiğini hatırlatarak, "Tayfun Gürsoy Parkı'mızda 2 heykelimiz bulunuyor.

Temizliği yapıldı, yaklaşık 15 gün sonra heykeller buradan taşınacak. Birini Boztepe’ye, diğerini de başka bir parka koymayı planlıyoruz. Daha önce heykeller tahribata uğradığı için bu kez örtüyle taşınıncaya kadar koruma altına aldık. Diğer heykellerin bulunduğu parklarda ağırlıklı olarak MOBESE kameraları bulunuyor. Bu şekilde heykelleri koruyoruz" dedi.


Başkan Seyit Torun, heykellerin turizme de katkı sağladığına dikkat çekerek, "Kente kazandırdığımız bu güzelliklerin korunması gerekiyor. O nedenle hemşerilerimizin bu eserlere sahip çıkıp korumalarını istiyoruz" diye konuştu.

Radikal, Haber: Nedim Kovan, 28.02.2013

ASIRLIK EL YAZMALAR BURADA MUHAFAZA EDİLİYOR

 

İçlerinde Abdullah el-Hatib Tebrizi tarafından 677 yıl önce yazılan ''Işıkların Kaynağı'' adlı el yazmasının da bulunduğu 6 bin 600 adet Osmanlıca, Arapça ve Farsça eser, Erzurum'daki Yazma Eserler Kütüphanesi'nde muhafaza ediliyor.

 

Erzurum Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Selahattin Durgun, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1336 yılında yazılan ''Işıkların Kaynağı''nın günümüze kadar ulaştığını belirterek, kitabın kütüphanede bulunan en eski eser olduğunu ifade etti.

 

Dili Arapça olan kitabın üslubunun ağır olduğunu ve 411 sayfadan oluştuğunu ifade eden Durgun, ''Kitap, hac, dünya, keramet gibi insanların bugün de ihtiyaç duyduğu 410 konu içeriyor. İl Halk Kütüphanesi Müdürlüğü'ne 1914 yılında hediye olarak verilmiş'' dedi.

 

Durgun, tarihin bütün ilmini kitapta görmenin mümkün olmadığını ancak, asırlar önce yazılan kitabın günümüz konularıyla yakından ilişkili olduğunu belirterek, şunları kaydetti:

''İlimlerin kendi arasında konuları vardır. Bu eser ilimlerin bir kısmını içeriyor. İçeriğinde hayatla ilgili konular var, mesela hesap, hac, dünya, keramet, temizlik, yemek yeme adabı ve şiir gibi daha birçok konuda okurlara ufuk açan kitapta, 410 farklı konudaki konuya ışık tutuluyor.''

 

Yazma eserler içinde edebiyat, tarih, matematik, astronomi, din, felsefe, mantık sosyal ve fen bilimleri konularının bulunduğunu anlatan Durgun, eserleri korunma oranı en yüksek odalarda muhafaza ettiklerini kaydetti.

 

Eserlere dokunulmadığına ve temizliğinin de yapılmadığına dikkati çeken Durgun, sözlerini şu şekilde sürdürdü: ''Çünkü asırlık eserlerin temizlikten göreceği zarar orijinalitelerini bozmakta. Dışarı çıkaramıyoruz, özel muhafaza ediyoruz. Isıdan zarar görecekleri için nemlendirilmesi özel yapılıyor. Güneş görmeyen yerde bulunuyor. Kütüphanede Arapça, Farsça ve Osmanlıca yazılmış toplam 6 bin 600 eser bulunuyor.''

 

El yazması eserlerin fotoğraflanarak dijital ortamda kullanıcılara sunulduğunu belirten Durgun, ''Yazma ve basılmış eserlerin tümüne yakınını bilgisayar ortamına aktardık. Bu kitaplara hemen ulaşabilme imkanını sağladık. Eserlerden akademisyenler, doktora ve yüksek lisans öğrencileri faydalanıyor.'' dedi.

 

Durgun, Doğu Anadolu Bölgesi'nde tek yazma eser kütüphanesi bulunduğuna dikkati çekerek, ''Ağrı, Ardahan, Artvin, Erzurum, Kars, Muş, Rize ve ilçe merkezlerindeki yazma ve basma eserlerin bilgileri geldi, bunlar Erzurum'da toplanacak. Ayrıca vatandaşların da elinde bulunan el yazması ve basma eserleri satın alma yoluyla temin edip kullanıcıların istifadesine sunacağız'' diye konuştu.

Manşet Gazetesi, 28.02.2013

STADYUMDA 2 UYGARLIĞA AİT 11 İSKELET

 

Peru'nun Başkent Lima'da Peru Spor Köyü'nün içinde bulunan Huaca Tupac Amaru arkeolojik kazı bölgesinde iki ayrı medeniyete ait 11 iskelet ortaya çıkarıldı. Peru futbol takımının antrenman yaptığı stadyuma birkaç metre uzaklıkta yapılan kazı çalışmasının sorumlusu arkeolog Fernando Herrera, üç iskeletin MS 200-700 yıllarına, diğer sekizinin ise MS 1000-1400 yılları arasında yaşamış Yschma kültürüne ait olduğunu söyledi.

Sabah, 28.02.2013

TAKSİM TOPÇU KIŞLASI İÇİN SON KARAR VERİLDİ

 

 

Hürriyet Gazetesi’nden Fatma Aksu’nun haberine göre Gezi Parkı’nın yerine 1940 yılında yıkılan Topçu Kışlası’nın yeniden yapılmasına ilişkin projeyi “Gezi Parkı’nın tarihe tanıklık ettiği” gerekçesiyle uygun bulmayarak oybirliğiyle reddeden İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun kararı, Koruma Yüksek Kurulu’ndan döndü. Koruma amaçlı imar planları ile bunların her türlü değişikliklerini inceleyip onaylama yetkisine sahip olan Yüksek Kurul’un kararı, aynı zamanda nihai karar sayılıyor.

Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili hizmetlerin, bilimsel esaslara göre yürütülmesini sağlamak üzere kurulan ve üst kurul olarak kabul edilen Kültür Bakanlığı’na bağlı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu, Topçu Kışlası’nın yapımını onaylamış oldu. Yasaya göre, Koruma kurum ve kuruluşları (belediyeler dahil) ile gerçek ve tüzel kişiler, Koruma Yüksek Kurulu ve koruma kurullarının kararlarına uymak zorunda.

Koruma kurullarınca alınan kararlar nedeniyle uygulamada doğan genel sorunları değerlendirerek nihai görüş veren Koruma Yüksek Kurulunun tabii üyeler dışındaki altı üyesi, koruma kurulu başkanları arasından Kültür Bakanı tarafından belirleniyor.

Koruma Yüksek Kurulu yılda en az iki defa toplanıyor. Bakanlık gerekli gördüğünde kurulu olağanüstü toplantıya çağırabiliyor. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ile Koruma Kurulları Yönetmeliği’nde, üst kurulun görevleri şöyle sıralanıyor:

“Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve restorasyonuyla ilgili işlerde uygulanacak ilkeleri belirlemek. Koruma kurulları arasında gerekli koordinasyonu sağlamak. Uygulamada doğan genel sorunları değerlendirerek görüş vermek suretiyle Bakanlığa yardımcı olmak. Bakanlıkça tespit edilen veya ettirilen, korunması gerekli kültür ve tabiat varlıkları ile Vakıflar Genel Müdürlüğünce tespit edilen korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının tescilini ve gruplandırılmasını yapmak. Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının koruma alanlarının tespiti yapmak. Korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarından özelliklerini kaybetmiş olanların tescil kaydını kaldırmak. Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının kullanılmaları, kullanma şeklinin değiştirilmeleri ile bu alanlar içinde inşaat ve tesisat yapılıp yapılmayacağı konusunda karar almak. Naklinde zorunluluk bulunan korunması gerekli kültür varlıklarının uygulamaya yönelik işlemleri hakkında görüş vermek. Korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı parsellerinde, taşınmaz kültür varlıklarının mahiyetlerine tesir etmeyecek şekilde ayrılma ve birleştirilmelerine ilişkin karar almak.”

Koruma Yüksek Kurulu ve koruma kurulları kararlarına karşı İdari Yargıya süresi içinde itiraz edilebiliyor. Bu tür kararlara karşı açılan davalarda, İdari Yargı mercilerince iptal veya yürütmenin durdurulması kararı verilmedikçe, koruma kurulları başvuruları değerlendirebilir.

 

Öte yandan, Yüksek Kurul’un kararıyla ilgili görüşlerini sorduğumuz İBB yetkilileri ise, resmi yazı kendilerine ulaşmadan herhangi bir açıklama yapamayacaklarını belirttiler.

2 NOLU KURUL NE DEMİŞTİ: GEZİ PARKI TARİHE BELGELİK EDİYOR
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun verdiği kararda şu ifadeler yer almıştı: “Söz konusu alanda yapılan incelemeler sonucunda ortaya konulan değerlendirmelerde, bu alanda günümüzde mevcut olmayan Topçu Kışlası’nın yapım yılı, mimarı, plan özellikleri, yapım detayları tam olarak bilinmeyen ve söz edilen alanın tarihsel olarak kullanımında kısmen mezarlık, daha sonra 1794 yılında yanan topçu kışlası, III. Selim döneminde 1803-1804 yıllarında yerine yapılan ikinci dönem topçu kışlası, 1860’larda Abdülaziz döneminde kapsamlı değişim ve dönüşüm sürecinde soğan kubbeleri ve süslü cepheleri ile Hint ve Rus mimarisini çağrıştıran özellikleri gösteren üçüncü dönem, daha sonra yapının ortasında ilk milli maçların oynandığı Taksim Stadı isimli futbol sahası olarak kullanılan ve 1939-40 yıllarında yıkılan yapının yerine, günümüzde 60-70 yıllık kullanım değeri ile tarihe belgelik eden bir nitelik kazanmış ve geçen sürede dönemin şehircilik anlayışına uygun bir kararla İstanbulluların kolektif belleğinde yer etmiş Taksim Gezi Parkı kullanımının sıralandığı görülmektedir.”

KÜLTÜR BAKANLIĞI AÇIKLAMA YAPMIŞTI
Kültür ve Turizm Bakanlığı ise yaptığı açıklamada, “Projenin oy birliği ile reddedildiği şeklindeki haberlerin gerçeği yansıtmadığını belirtip, şu açıklamada bulunmuştu: “İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu 11 Aralık 2012 tarihinde almış olduğu kararla ‘projede yapının özgün mimarisini oluşturan iç mekan kurgusu, süsleme özellikleri ve elemanları, yapının yapım dönemleri, yapılan müdahaleler ve önceki dönemlerine ait izlerle ilgili bilgi ve belgelerin eksik olması nedeniyle Taksim Gezi Parkı’nı dikkate alacak şekilde Cumhuriyet Caddesi’ne cepheli kesimde, meydan ve çevresi ile işlevsel olarak uyum sağlayan alternatif tasarım önerilerinin hazırlanarak Taksim Gezi Parkı ve Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi ile bütüncül olarak ele alınan Kentsel Tasarım Projesinin birlikte iletilmesi halinde konunun değerlendirilmesine’ hükmetmiştir. Taksim Meydanı Kentsel Tasarım ve Topçu Kışlası Restitüsyon ve Yeni Kullanım Projeleri bu hususlar doğrultusunda hazırlandıktan sonra koruma bölge kurulunda yeniden değerlendirilecektir.”

Radikal, 27.02.2013

 

******


TOPÇU KIŞLASI İÇİN SON KARAR VERİLDİ

 

Taksim Yayalaştırma Projesi'nin en önemli ayağı Topçu Kışlası'na Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'ndan onay çıktı. Gezi Parkı'nın yerine 1940'ta yıkılan Topçu Kışlası'nın yeniden yapılmasına ilişkin projeyi "Gezi Parkı'nın tarihe tanıklık ettiği" gerekçesiyle uygun bulmayarak oybirliğiyle reddeden İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun kararı, Koruma Yüksek Kurulu'ndan döndü. Koruma amaçlı imar planları ile bunların her türlü değişikliklerini inceleyip onaylama yetkisine sahip olan Yüksek Kurul'un kararı, aynı zamanda nihai karar sayılıyor.

Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili hizmetlerin, bilimsel esaslara göre yürütülmesini sağlamak üzere kurulan ve üst kurul olarak kabul edilen Kültür Bakanlığı'na bağlı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu, Topçu Kışlası'nın yapımını onaylamış oldu. Yasaya göre, Koruma kurum ve kuruluşları (belediyeler dahil) ile gerçek ve tüzel kişiler, Koruma Yüksek Kurulu ve koruma kurullarının kararlarına uymak zorunda. Kurul'un kararının ardından İBB yetkilileri, resmi yazı kendilerine ulaşmadan açıklama yapamayacaklarını belirttiler.

Sabah, 28.02.2013

 

******


TOPÇU KIŞLASININ ASLINI YAPMAK MÜMKÜN DEĞİL

 

 

Topçu Kışlası'na dair elde bulunan tek belge mühendis Jaques Pervititch'in çektiği fotoğraflar. Bu fotoğraflarla kışlanın aslını yapmak mümkün değil.

İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu, Taksim'e yapılacak Topçu Kışlası projesini reddederken tartışmaya yer bırakmayacak bir gerekçe açıklamıştı: "Projede yapının özgün mimarisini oluşturan iç mekan kurgusu, süsleme özellikleri ve elemanları, yapının yapım dönemleri, yapılan müdahaleler ve önceki dönemlerine ait izlerle ilgili bilgi ve belgelerin eksik olması."

 

Başbakan'ın "Reddi reddedeceğiz" açıklamasının ardından, üyelerinin büyük bir kısmı bürokratlardan oluşan Yüksek Koruma Kurulu, kendisine verilen talimatı yerine getirdi.

Daha önce de yazmıştım; şehir plancılığı açısından, tamamen yok olmuş bir anıtın yeniden yapılması gerekebilir. Ancak böyle bir durumda rekonstrüksiyonun gerçekleşebilmesi için binalarla ilgili teknik verilerin, içi yapıya ait detaylı grafik kayıtların mevcut olması gerekir.

 

İstanbul'da Topçu Kışlası ile ilgili bu tür kayıtların olmadığını biliyoruz. Ancak iktidarın ne denli gülünç bir işe giriştiğini daha iyi anlayabilmek için, 2 Numaralı Koruma Kurulu'nun "binayla ilgili bilgi ve belgeler eksik" ifadeleriyle özetlediği durumu somutlaştırmak gerekiyor.

 

Bu konuda yaptığım kısa bir araştırma, Taksim Meydanı'na nasıl bir ucube inşa edileceğini ortaya koyuyor.

 

Klasik Osmanlı mimarisinin dışında bir bina

Vaktiyle Topçu Kışlası'nın bulunduğu alan, İstanbul'un yerleşim yerlerinin dışında kaldığı için mezarlıklara ayrılmıştı. Bu mezarlıklar Beşiktaş'a kadar uzanıyordu. Bu alanda ahşap bir bina olarak inşa edilmiş bir kışla yer alıyordu. Kışlada yangın çıkınca Sultan III. Selim 1800'lerin hemen başında muhtemelen Balyan Ailesi'ne bir bina yaptırdı. II. Mahmut devrinde yangın geçiren bina Sultan Abdülmecit döneminde restore edildi. Nedendir bilinmez, bu restorasyon sırasında, benzerlerine eski Babür şehirlerinde rastlanabilecek, Hint, Moğol, Rus mimarisinden esintiler taşıyan eklemeler yapıldı. Ortaya çıkan kışla, Osmanlı mimari üslubunun bir hayli dışındaydı. Özellikle kışlanın köşelerine eklenen soğan kubbeli kuleler, Taksim'de bir Agra havası estiriyordu.

 

Kışla, yalnızca sigorta için fotoğraflandı

Bu son derece güzel kışla binasının o yıllarda nasıl göründüğünü, İstanbul'da yaşayan Hırvat asıllı harita mühendisi Jacques Pervititch sayesinde biliyoruz. Son derece ilginç bir hayat hikayesi olan Pervititch 1920'li yıllarda İstanbul'da bir sigorta şirketi için çalışıyordu. İstanbul'daki önemli binaların fotoğraflarını çeken ve topografya çizimleri yapan Pervititch'in çalışmaları sigorta şirketleri tarafından yapıların çevresindeki riskleri saptamak için kullanılıyordu. Bu çizimler ve fotoğraflar mimari amaçlı olmadığı için binayla ilgili pek bir detay vermiyordu.

 

Koruma Kurulu "bilgi ve belge" eksik derken aslında tam olarak bu durumu kastediyordu.

 

Topçu Kışlası'nın son olarak nasıl göründüğünü Pervititch sigorta şirketi için yaptığı çalışmadan biliyoruz. Binayla ilgili başka hiçbir şey bilinmiyor.

 

Büyükşehir Belediyesi binayı yeniden inşa etmek için yalnızca bu fotoğraflardan yararlanmak zorunda.

 

Bu konuyu Jacques Pervititch üzerine detaylı araştırmalar yapan Tarih Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Şehir Plancısı Murat Güvenç ve İCOMOS'un eski başkanı Mimar Cevat Erder'le de konuştum. Alanlarında değerli çalışmalara imza atan iki isim de Pervititch'ten günümüze ulaşan görsellerle bir rekonstrüksiyon yapılamayacağı görüşünde. Hatta Murat Güvenç'e göre bırakın rekonstrüksiyonu eldeki verilerle kışlanın bir benzerini bile yapmak mümkün değil.

 

Taksim Meydanı'na bir ucube geliyor.

Taraf, Haber: Ertan Altan, 04.03.2013

 

******


KIŞLANIN ORİJİNALİNDE HİNT USULÜ SOĞAN KUBBELER VAR

 

Taksim Topçu Kışlası'nın sadece eski fotoğraflar üzerinden hazırlanacak bir projeyle yapılacak olmasıyla ilgili tartışmalar sertleşiyor.

 

Son olarak Tarih Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Şehir Plancısı Murat Güvenç "Eldeki verilerle bırakın rekonstrüksiyonu kışlanın bir benzerini yapmak bile mümkün değil" dedi. Tartışmayı konunun taraflarına sorduk. İşte yanıtları:

 

"Yeniden Yapımı Mümkün Değil"
Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu: "Projenin mimarı bize detaylı bir sunum yaptı. Bilimsel gerçekler Topçu Kışlası'nın bu bilgi ve belgelere bağlı olarak yeniden yapılmasının mümkün olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Binanın tarihi, cephe, plan iç mekan görünüşleri, üzerindeki süslemelerin daha önceden tespit edilmiş ve belgelenmiş olması gerekir. Koruma kurulu da kararında bütün bunların eksikliğinden bahsetmiştir. Ne projeyi yapan, ne onay veren yüksek kurul, ne de başka ilgili bir kurum koruma kurulunun bu tespitini ortadan kaldıracak ilave belge, bilgi ve doküman ortaya koyamamıştır."

 

"Cephe Fotoğrafıyla Olmaz"
Eski Koruma Kurulu Başkanı Prof.Dr. Mete Tapan: (Projeye ret kararını veren 2 No'lu kurulun eski başkanı) "Bölge kurulunun projeyi reddetmesinin sebebi yeterli belge ve bulgunun olmamasıydı. Var olan fotoğrafların da hangi döneme ait olduğunun çok iyi belirlenmesi lazım. Çünkü binanın geçirdiği değişimler var. Eldeki dokümanların sağlıklı olması, sadece fotoğraflar değil planlarının da ortaya çıkarılması gerekir. 2 No'lu Bölge Koruma Kurulu'nun aldığı karar fevkalade bilimsel bir karardır. Sadece cephe fotoğrafları üzerinden cephe oranlarını ve süslemelerini uygulamanız yetmez."

 

"Belge ve Bilgiler Sergilenecek"
Proje mimarı Halil Onur: "Eleştiriler sadece yorumdan ibaret. Topçu Kışlasfyla ilgili belgelerin çok büyük bir bölümü ilgili bölge koruma kurulu ve sonrasında ek belge ve bilgilerle yüksek kurula sunuldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Topçu Kışlası'nın yeniden inşası projesine kaynaklık eden belge ve bilgileri sergileme kararı aldı. Yakın bir zamanda Taksim Meydanı'nda açılacak bir bilgi merkezinde kamuoyuyla paylaşılacak. O zaman daha objektif bir tartışma ortamının doğacağına inanıyorum."

Habertürk, 06.03.2013

BÜYÜK İSKENDER YAPTIRDI, BÜYÜKŞEHİR ONARIYOR

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Makedonya Kralı Büyük İskender'in inşa ettirdiği Kadifekale surlarının restorasyon çalışmalarını Eylül ayından bu yana sürdürüyor. Uzman bir ekibin yürüttüğü proje kapsamında 1120 metre sur duvarı, 18 adet kule ve 5 adet destek duvarında sağlamlaştırma ve temizleme, 1420 metrelik koruma duvarında da onarım ve tamamlama yapılacak.

 

Kadifekale'deki heyelan bölgesinin temizlenmesi çalışmalarını tamamlayan ve tarihi Kale'nin çevreden "görünür" hale gelmesini sağlayan İzmir Büyükşehir Belediyesi, MÖ 334 yılında Pagos Dağı'nda Makedonya kralı Büyük İskender'in isteği üzerine yaptırılan tarihi Kadifekale sur duvarlarını da restore ediyor. Eylül 2012'de İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından başlatılan çalışmalar sonunda, Kadifekale surları onarılarak sağlamlaştırılacak ve temizlenecek.

Sanat tarihi, kimya, mimari ve restorasyon gibi pek çok farklı alanda uzmanlaşmış bir ekip, 1120 metrelik sur duvarı, 18 adet kule ve 5 adet destek duvarında sağlamlaştırma ve temizleme; 1420 metrelik koruma amaçlı çevre duvarında ise onarım ve tamamlama çalışmaları yapıyor. Kadifekale surlarındaki çalışmaların yaklaşık 2 yıl içinde tamamlanması öngörülüyor.

Sur Duvarları restorasyon çalışmasına başlanmadan önce, çok titiz bir çalışmayla sur duvarlarının tüm kotu, yüksekliği, yüzeydeki yapıları ve çevredeki ağaçlar farklı açılardan ölçüldü. Ayrıca yüzeyde görünen her taş parçası için tam ölçümler yapılıp en küçük parçasına kadar düz bir şekilde görülebildi ve buna göre proje çizimleri gerçekleştirildi. Malzeme analizi ile sur duvarlarında kullanılan malzemeler net biçimde ortaya konulurken, hangi dönemde neler yapıldığı ve nasıl uygulandığı da bilimsel ve sayısal olarak ortaya çıkarıldı.

186 m. yüksekliğindeki Pagos Dağı eteklerinde bir tepe üzerinde bulunan Kadifekale, ilk defa MÖ 334 yılında Anadolu'yu Pers egemenliğinden kurtaran Makedonya Kralı Büyük İskender'in (MÖ 356-323) isteği ile yapıldı. Kale, Roma döneminden sonra Ortaçağ'da Timur orduları tarafından 1402'de tahrip edildi; bunu İzmir'deki 1668 yılında olan deprem izledi ve günümüze kadar pek az kalıntı gelebildi. Bugünün İzmir'inde görülen kalıntılar, daha çok Ortaçağ'a ait.

Ortaçağ kale duvarlarının altında yapılan araştırmalarda ise Hellenistik döneme (MÖ 330-MS 20) ait duvar kalıntıları ile karşılaşıldı. Günümüze gelen kalıntılardan, kalenin moloz taş, kesme taş ve tuğladan yapıldığı anlaşılıyor. Kadifekale'den günümüze, yalnızca kalenin batısındaki beş kulesi ile güneyindeki duvarlarından bir bölümü kaldı. Bunlara dayanılarak, kalenin uzunluğunun 6 km olduğu ve sur duvarlarını destekleyen kulelerin 20-35 m yüksekliğinde olduğu anlaşılıyor. Kalenin bunun dışında kalan doğu ve kuzey kısımları tamamen yıkılmış durumda. Kale içerisinde ise bir dehliz ve bir de su sarnıcı kalıntısı görülüyor.

Kadifekale surlarının bir bölümünün, Çelebi Mehmet tarafından yıktırıldığı biliniyor. Yalnızca Doğu yönündeki surlardaki rektangonal (çok iri taşlar) parçalardan bir iki adedi, Basmane Garı'ndan Tilkilik'e uzanan ve Altınpark'a giden yolun başında bulunuyor.

Star, 27.02.2013

TOBB'UN 'DEFİNELİ' ARSASI İÇİN 5 FİRMA YARIŞIYOR

 

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), ‘define’ bulunduğu söylentileri ile anılan arsasını değerlendirmek için 5 firmadan teklif aldı. 6 ay kadar önce başlayan sürecin 2 hafta içinde tamamlanması bekleniyor. 10’ar milyon TL teminat mektubu veren firmaların sunduğu proje tekliflerine ilişkin son kararı TOBB Yönetim Kurulu verecek. Teklif veren firmalardan birinin hazırlattığı rapora göre projenin satışında elde edilecek gelir 575 milyon TL olarak hesaplandı.

 

TOBB’un 5 yıl önce 392 milyon TL’ye satın aldığı arsanın değerlendirilmesi için süreç geçtiğimiz yıl ortasında başladı. İlana çıkan TOBB, yerli-yabancı isteklilerden teklif aldı. Teklif veren 5 firma 10 milyon TL’lik de geçici teminat mektubu verdi. TOBB ödeme işlemleri için “Zeytinburnu Hasılat Hesabı” adında bir banka hesabı açtı.

 

Edinilen bilgilere göre, uygun görülen projeye ilişkin son sözü TOBB Yönetim Kurulu verecek. Sürecin Mart ayı ortasına kadar tamamlanması bekleniyor. Projeye ilişkin, ‘Hasılat Paylaşım Modeli’nin’ benimsendiği öğrenildi.

 

Projeye teklif veren firmalardan birinin hazırlattığı fizibilite raporuna ise Hürriyet Dünyası ulaştı. 26 Eylül 2012 tarihini taşıyan rapora göre, proje alanında rezidans, otel ve karma kullanım alanları bulunuyor. Rapora göre inşaatın toplam maliyeti 291.913 bin dolar. Projenin satışında elde edilecek gelir ise 575.381 bin TL olarak hesaplandı.

 

Zeytinburnu’ndaki 72 dönümlük arsayı TOBB 5 yıl önce Emlak Konut GYO’nun düzenlediği ihalede satın almıştı. TOBB anılan arsayı yüzde 18 KDV hariç 392 milyon TL’ye almıştı. Söz konusu arsa için defineli olarak da anılıyor. Define iddialarının gerisinde ise, Almanların Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmesi yatıyor. İddialara göre, Almanlar yenilgi ihtimalini düşünerek hazinelerinin bir kısmını Yavuz ve Midilli Zırhlısı ile İstanbul’a gönderdi. Altınlar da bu alan içindeki mağaralara gömüldü. Almanlar savaşı kaybedince hazine burada kaldı. Altınların değerinin ise 10 milyar dolar olduğu rivayet ediliyor.

 


TOBB'un 72 dönümlük arsası Zeytinburnu sahilde bulunuyor.

 

TOBB’a satılan arsanın tapusuna da Emlak Konut’un “Define bulunması halinde bu definenin yüzde 50’sinin devlete, yüzde 25’nin arsa sahibine ve yüzde 25’inin de Emlak Konut’a ait olacak” şerhini koyduğu bilgisi gündeme gelmişti.

Hürriyet, Haber: Dinçer Gökçe, 27.02.2013

TARİHİ MEZAR TAŞLARI AYAĞA KALDIRILACAK

 

 

Konak, han, hamam, çeşme ve cami gibi korunarak günümüze kadar ayakta kalan tescilli yapıların bulunduğu Dünya Miras Listesi'ndeki Safranbolu'da yaşamış büyük şahsiyetlerle yaşadıkları döneme iz bırakan insanlardan şehrin yöneticilerine kadar herkesin izlerini taşıyan ve tarihe ışık tutan Şehir Mezarlığı'ndaki yüzlerce mezar taşı, önce Türkçe'ye çevrilerek kayıt altına alınacak sonra restorasyonu yapılarak korunacak.

 

III. Selim'in sadrazamlarından Safranbolulu İzzet Mehmet Paşa'nın mezar taşı 2005 tarihinde Manisa'dan alınarak Safranbolu'ya getirilmiş ve İzzet Mehmet Paşa Camisi'nin avlusuna yerleştirilmişti.

 

Safranbolu Belediye Başkanı Necdet Aksoy, kaybolan her mezar taşının şehrin tarihinden silinen bir satır olarak gördüklerini, bu nedenle mezar taşlarına sahip çıkmanın öncelikli görevleri arasında yer aldığını söyledi.

 

Kaybolan ve kaybolmaya yüz tutmuş tarihi izleri gün yüzüne çıkarmak için yeni bir çalışma başlattıklarını ifade eden Aksoy, şöyle dedi:

'Osmanlı'nın izlerini her köşesinde taşıyan ilçemizin mezarlığındaki tarihi mezar taşları kayıt altına alınacak. Mezar taşlarındaki işçilik ve üzerinde yazılanlar orijinal haliyle korunacak. Tarihi mezar taşları, yapısı üzerindeki yazıları ve süslemeleriyle bir sanat abidesi niteliğinde. Taş kitabelerdeki yazıların orijinal ve tercüme edilmiş hali basılacak. Ölen kişinin kimliğini ve dünya görüşünü yansıtan yazıların yer aldığı mezar taşları sanatsal açıdan da önemli bir değere sahip. Süslemeleriyle Türk taş oymacılığı sanatının önemli örneklerini teşkil eden taş kitabelere, bu dünyadan göç etmiş kişiye ait bilgilerin yanı sıra ayrılığın verdiği hüzün, özlem, dünyanın fani oluşu, dua talebi konuları büyük bir ustalıkla işlenmiş.'

 

"Tapu senedi, mezar taşlarımız"

Her yıl 'Kültürel Miras ve Korumacılık' ana temasıyla düzenlenen ve bu yıl 6-8 Eylül tarihleri arasında yapılacak '14. Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali'nin alt temasının 'Tapu Senedi, Mezar Taşlarımız' olarak belirlendiğini hatırlatan Aksoy, 'Festivalin ilçeye bir takım kazanımlar bırakması için her yıl çeşitli alt temalar belirliyoruz. Bu yıl ise mezar taşlarının kurtarılması ve korunmasına katkı yapması için festivalin temasını bu yönde belirledik. Bu bağlamda bilimsel seminer, toplantı ve konferanslar yapılacak. Çalışmalar için ödenek bulunacak. Tapu senedi, mezar taşlarımıza sahip çıkarak gelecek kuşaklara aktarmalıyız. 3 bin yıllık mezarlar var. Bu eserlerimizi korumalıyız. Bu yıl yapacağımız festivalimizin kazanımı da bu olacak' diye konuştu.

BOYABAT KONAKLARI ASLINA UYGUN RESTORE EDİLİYOR

 

 

Sinop’un Boyabat İlçesi'ndeki tarihi konaklar, aslına uygun restore ediliyor. İlçede Osmanlı dönemine ait olduğu tecil edilen 187 tarihi konak bulunuyor.

 

Boyabat Kalesi çevresindeki yamaçlarda bulunan tarihi konaklar, restore edilerek turizme kazandırılacak. Tarihi evler genelde zemin kat üzeri 2 kat olmak üzere toplam 3 katlı olarak inşa edilmiş. Karma sistemde inşa edilen konutların zemin katlarında, ahşap hatıllı, taş duvarlı, kagir yığma sistem, üst katlarında ahşap taşıyıcılı, kagir dolgulu ya da dolgusuz sistem kullanılarak yapılmış.

 

Tarihi doku ve mirasın gelecek nesillere ulaştırılması adına ilçede bulunan tarihi Boyabat evlerinde başlatılan restorasyon çalışmalarının ilçeye ayrı bir değer kazandıracağını belirten Belediye Başkanı Mehmet Ermiş, bir kısmının restore edildiğini, kalanlar için de çalışma başlatılacağını söyledi.

 

Restorasyonu tamamlanan Mahmut Hüdai Konağı ve Köylere Hizmet Götürme Birliği’nce restorasyon çalışmaları devam eden evlerin Boyabat’ta olumlu bir hava oluşturduğunu ifade eden Ermiş, Osmanlı dönemine ait olduğu tescilli 187 yapının 17 tanesinde restorasyon çalışmalarının devam ettiğini söyledi. Evlerin restorasyonu ile ilçede turizm hareketliliği yaşanacağını söyleyen Ermiş, “Ahşap yapıların günümüzde bile sağlık açısından önemi ve depreme dayanıklılığı da göz önünde bulundurulacak olursa Boyabat halkını ya da Boyabat’a dışarıdan gelen yerli ve yabancı misafirlere, bu tarz restorasyonlarla ahşap yapılara özendirip Türkiye genelinde ve Yurtdışında ahşap yapı estetiğini ve mimarisini ön plana çıkarmak en büyük önceliğimiz.” dedi.

Zaman, Haber. Mustafa Tarhan, 27.02.2013

İŞTE İSTANBUL'UN ÇÖPE ATTIĞI TARİH

 

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin karşısında Bizans döneminden kalma Theodosius Zafer Takı’nın Fatih Belediyesi’nin park düzenlemesi sırasında parçalandığını, tarihi eserlerin üzerine beton atıldığını geçen günlerde duyurmuştuk. Koruma kurulundan izinsiz, üstelik İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin ‘‘Durdurun’’ ikazına rağmen tahrip edilen Zafer Takı nedir? Dünyada eşi benzeri var mıdır? İstanbul için önemi nedir? Ünlü mimar Sinan Genim tarafından yeniden yapımı düşünülen tarihi eserin özellikleri neler? İşte cevapları.

Doğu Roma ’nın imar atağı
MS 324’ten başlayarak Constantinus ile Roma’nın pagan üst tabakası arasındaki görüş farklılıkları giderek büyür ve İstanbul 328’de Roma İmparatorluğu’nun yeni yönetim merkezi olarak ilan edilir. Cibali ile Samatya arasında yeniden yapımına başlanan surlar şehrin üçüncü defa büyütülmesini sağlar. Bu dönemde iki önemli meydan Augusteion (Ayasofya) ve Forum Constantinus (Çemberlitaş) inşa edilir.


11 Mayıs 330’da görkemli bir törenle Roma’yı en ince ayrıntılarına kadar taklit eden şehrin açılışı kutlanır. Daha sonraları Constantinus’un halefleri tarafından devam ettirilen uzun süreli inşaat döneminde, İmparator Valentinianus (368-373) tarafından yaptırılan Valens (Bozdoğan) Su Kemeri, V. yüzyılın başında yapımları tamamlanan Forum Tauri (Beyazıt Meydanı, 380-393), Forum Bovis (Aksaray Meydanı) ve Forum Arcadii (402-421) şehrin genel görünümünü simgeleyen düzenlemeler olarak günümüze kadar varlıklarını sürdürürler.


Forum Tauri’nin en önemli yapısı ise İstanbul’un Roma döneminden kalma sayısız yapı arasında boyutlarını ve genel görünümünü saptayabildiğimiz nadir eserlerinden olan Theodosius Zafer Takı’dır.


Zafer Takı’nın 34 metre uzunluğunda, 7 metre genişliğinde, orta açıklığı geniş, yan açıklıkları dar, her açıklığın dörder sütunla taşındığı düşünülüyor. Caddenin ana geçişinin sağlandığı orta açıklık 7 metre genişliğinde olup kilit taşının 18 metre yükseklikte olduğu, dar geçitlerin ise 3.80 metre genişliğinde olup kilit taşlarının yüksekliğin de 9.50 metreye ulaştığı tahmin ediliyor. Marmara adalarından getirilen mermer ile yapıldığı, Roma Zafer Takı’na benzer biçimde inşa edildiği biliniyor.

Genim proje ‘hediye etti’
Benzerlerine Roma, Atina gibi Avrupa şehirlerinde rastlanan zafer takı için Mimar Sinan Genim 2005 yılında İstanbul Valiliği’ne proje hediye etti. Genim, projenin gerekliliği için şu cümleleri kullanıyor: ‘‘Yapım faaliyeti sırasında bütün dünyanın ilgisini çekecek böylesi bir anıtın Beyazıt Meydanı’nın uygun bir yerine yeniden kurulması, hem kültür hem mimarlık hem de halkla ilişkiler açısından inanılması güç büyüklükte bir fayda doğuracaktır.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 27.02.2013

'İNÖNÜ STADI 2014'E YETİŞEMEZ...'

 

 

Radikal'in ulaştığı rapora göre yeni İnönü Stadı'nın 2014'e yetişmesi, hatta yapımına izin çıkması bile güç: "Bölge 8 metre kazıldığında tahliye tünelleri zarar görür ve Dolmabahçe Sarayı'nı sel basar. Saray fore kazıklar çakılırken büyük zarar görür."

 

Uzun yıllardır İnönü Stadı tartışmaları sürüyor. Yıkılıp yeniden yapılması birkaç kez gündeme gelmesine rağmen Koruma Kurulu ve imar yasaları izin vermediğinden her defasında değiştirilip yeniden gündeme getirildi. Önceki gün Beşiktaş Kulübü’nce açıklanan yeni proje de çok tartışılacağa benziyor. Yerin 8 metre altına inilmesi, altaki tarihi eserlerin varlığı ve stadın yüksekliği tartışmaların başında geliyor.


Kültür ve Turizm Bakanlığı ile TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nın ortaklaşa hazırladığı rapora göre; en büyük tehlike, stadın altında hala faal olan yağmur sularını tahliye tünellerinin yıkılması halinde tarihi Dolmabahçe Sarayı’nın sel felaketi ile karşı karşıya kalacak olması. Ayrıca 8 metre aşağıya inebilmek için çakılacak olan fore kazıkların oluşturduğu sarsıntıdan Dolmabahçe Sarayı’nın büyük zarar göreceği belirtiliyor.

Son proje açıklandı
Beşiktaş Spor Kulübü yeni stadın ayrıntılarını açıkladı. Proje mevcut yerinden 23.50 metre geri çekilerek ve 8 metre aşağı inilerek yapılacak.


Stadın toplam seyirci kapasitesi 40 bin kişi olacak. 2 bin 123 metrekare kapalı restoran alanı, 2 bin 520 metrekare teras restoran alanı, 600 araçlık VIP otoparkı bulunacak. 8 bin 123 metrekare civarında da VIP salonları, catering salonları ve restoranlar yer alacak. Deniz tarafındaki tarihi duvar korunacak. Yeni statta bir de müze bulunacak.

Sarayla birlikte inşa edildi
Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ‘‘İnönü Stadı’nı yıktırmam, yıkılırsa altından arkeolojik tarihi kalıntılar çıkar’’ demişti. Bakanlık daha sonra burayla ilgili bir araştırma yaparak rapor hazırladı.


Bakanlık bu rapor doğrultusunda İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nü görevlendirerek, jeoradar ve jeofizik teknikleriyle Dolmabahçe Sarayı çevresinde yeraltı ve yerüstündeki kültürel varlıkların tespitinin yapılmasını istedi. İÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden Yrd. Doç.Dr. Fethi Ahmet Yüksel jeoradar yöntemiyle incelemeler yaptı. Bu incelemelerde Dolmabahçe Sarayı’nın önünden denize dökülen kanalların cadde boyunca devam ettiği ve stadın altına doğru gittiği görüldü.


Bu kanalların halen faal olduğu ve Dolmabahçe Sarayı’nı sel baskınlarından koruduğu belirtildi.


Raporda şöyle deniliyor: ‘‘Sarayın inşası sırasında hem yüksek noktalardaki Taksim, Nişantaşı, Fulya, Ihlamur’dan gelen suların saraya zarar vermeden tahliye edilip denize ulaştırılması hem de saray zemininin havalandırılması amaçlı yeraltı tünelleri yapılmıştır. Bu tüneller 80 santimetre ile 6 metre çapında farklı ebatlardadır. En büyüğü olan 6 metre genişliğinde, 3 metre yüksekliğindeki tünel Nişantaşı-Maçka istikametinden gelip, İnönü Stadyumu altından geçerek Dolmabahçe Saat Kulesi ile Valide Sultan Camii arasından denize kavuşan tüneldir. İnönü Stadı’nın kapısının önünden girilen bu büyük tünelin girişinin üzeri asfalt ile kaplanmış olduğundan girilmesi mümkün olamamaktadır. Tünelin kısmi olarak görülebildiği tek nokta ‘saat kulesinin’ önündeki otoparkın zeminindeki 1 m x 1 m ebadındaki mazgaldan görülen kısmıdır. Saray içindeki diğer tünellerin kapakları mevcut olduğundan gerekli durumlarda girilmesi mümkün olabilmektedir. Ancak buralardaki su seviyesi de oldukça yüksektir.’’

Bundan sonra ne olacak?
Beşiktaş Kulübü hazırlanan projeyi 3 Nol’u Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na sunacak. Kurul projeyi hem 2863 Sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Yasası çerçevesinde hem de 2960 sayılı Boğaziçi Yasası açısından değerlendirecek. 2863 Sayılı Yasa’ya göre dehlizlerin kültür varlığı olup olmadığının yanı sıra tarihi eser statüsündeki tescilli Dolmabahçe Sarayı’na vereceği zararlar tartışılacak. Ayrıca kurulun tartışması beklenen sorunlardan biri de 8 metre derine inebilmek için çakılacak fore kazıkların tarihi binada uyandıracağı etki olacak.
Daha önce sarayın Beşiktaş tarafından tütün deposu yapılırken çakılan kazıklar çatlamalara neden olmuştu. 2960 Sayılı Boğaziçi Yasası açısından da öngörünüm alanında kalan yeni stadın yüksekliği de kurulun en çok tartışacağı meselelerden biri olacak. Her ne kadar dağıtılan projede deniz tarafından çekilen fotoğraflarda bu etkinin en aza indirildiği izlenimi verilse de çatı örtüsü sarayın üzerinde farklı bir görünüm oluşturuyor.

Ortada bir ‘onay’ yok
Beşiktaş Kulübü stadı şehri içinden başka yere taşımak istemiyor. Buna öncelikle taraftar grubu olan Çarşı karşı çıkıyor. Sirkeci-1. Boğaz Köprüsü arasında, karşıya geçiş güzergahı üzerinde bulunan stadın, maç günlerinde İstanbul trafiğini etkilediği bilinen bir gerçek. Koltuk sayısı bugünkünün iki katı olacak yeni stat ise altyapı açısından da büyük sıkıntılara neden olacak. Trafik keşmekeşinin yanı sıra 40 bini aşkın kişinin aynı anda stattan çıkması da mümkün görünmüyor.


Fikret Orman, mayıs ayında stadın yıkım çalışmalarına başlanılacağını ve 2014 Ekim ayında açılış olacağını duyurdu. Henüz yeni stadın restorasyon, restitüsyon ve röleve projeleri 3 Nolu Koruma Kurulu’na ulaşmış bile değil. Kamuoyunda tartışılan bir projenin jet hızıyla geçirilip onay verilmesi tepkilere neden olacağından kurulun değerlendirmesini tamamlamasının 6 ayı bulabileceği belirtiliyor. Bu durumda da stadın 2014 sezonuna yetişmesi imkansız gibi...

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 26.02.2013



******


ŞEHİR MERKEZİNDE, HELE Kİ DOLMABAHÇE'DE STAD OLMAZ!

 


Dolmabahçe Stadı tek parti devrinin eseridir. Doğru dürüst stadyumu olmayan şehre bir stadyum yapılması için mimar Paolo Vietti Violi’ye proje ısmarlanmıştır. İlk temel 1939’da atılmış, bütçe sıkıntılarından ikinci temel 1943’te atılmıştır.

 

Türkiye’de iki tesis vardır ki gelmiş geçmiş bütün iktidarların bilgisizlik ve lağarlığının eseridir. Bunların başında Ankara Esenboğa Havaalanı gelir. Esenboğa Havaalanı CHP devrinden kalmadır. Başlangıç, yanlış yer seçimi, laubali rasat denemeleri o devre aittir. Çobanların “Beyim burada sisten geçilmez, sürüyü kaybederiz” sözünü köylülerin yalancılığına ve tayyare meydanı istememelerine hamlederek yorumlamışlardır. Sonraki iktidar devrinde de tutum devam etmiştir. Ankaralıların Esenboğa’nın sisiyle ilgili acı tecrübeleri olmasına rağmen yeni havaalanı tesisleri de oraya yapılmıştır.


Bu havaalanı Orta Anadolu’nun Konya, Eskişehir gibi yörelerine çok uzak kaldığı gibi, o bölgedeki il merkezlerinin de alanla bağlantısı çok pahalı olduğundan tamamlanamamıştır. Sis el’an bir problemdir.

Yer seçimi baştan sona faul
Problemli ikinci yapı Dolmabahçe Stadı’dır. Tek parti devrinin eseridir. Doğru dürüst stadyumu olmayan şehre hoş bir stadyum yapılması için proje, mimar Paolo Vietti Violi’ye ısmarlanmıştır. Binanın cephesi bronz kabartmalarlarla süslenecekti. 1939’da birinci defa temel atılmış; bütçe sıkıntılarından 1943’te ikinci kere temeli atılmıştır.


Stadın denize bakan cephesindeki taştan ve bronzdan monolit yüksek kabartmalar Vali Lütfi Kırdar’ın övüncüydü çünkü onları tamamen kaldırmak istemişler, o ısrarla bir kısmının yapılmasını sağlamıştı. Ne var ki stadın yer seçimi baştan sona bir fauldür. Bir kere gazhanenin orada bulunuşu planı daraltmış. Bundan başka adı üzerinde Dolmabahçe Sarayı da dolgu saha üstünde yapılmıştır. Bu saray Avrupa saraylarının en büyüğü değildir. Hatta en mütevazısıdır. Topkapı Sarayı 19’uncu asır devletinin hem de büyük Avrupa devletleri arasında yer alan birinin protokolünü ve dış dünyaya karşı temsilini sağlayacak durumda olmadığından Dolmabahçe’nin yapımı şart olmuştu.


Birkaç sene evvel Louis Vuitton şirketi yıllık ziyafet için Topkapı Sarayı’nı seçme talebini hemen reddettik. Çünkü onların davet edeceği 60 kişiye göre kurulacak bir ziyafet masasını ve orkestrayı alacak kapalı mekan Topkapı Sarayı’nda yoktur. Aslında Dolmabahçe Sarayı da saraylıların dar mekanlarda yaşadığı (bugün de Galatasaray Üniversitesi o sarayın bölümlerinden birinde olduğu için durumu yaşayarak biliyoruz) bir yerdir. Bu sarayın içindeki muayede salonu devlet ihtişamının ve protokolün dış dünyaya karşı zevahiri kurtardığı tek geniş mekandır.


Gerçi üst katta da sefirlerin itimatname sundukları bir sefaret salonu vardır.

Saray tiyatrosu da umumi tuvalet yapıldı
Dolmabahçe’nin bütün ihtişamı denizden bakıldığında cephesinde görülür. Bu hatırlatıldığında eski CHP’lilerin cevabı hazırdı; “Efendim saltanat makamının güzelliğini mi düşüneceğiz?” Onun için Dolmabahçe Stadı inşa edildi. Stadın olduğu yerdeki tavla ve saray ahırları ortadan kaldırıldı. Daha da beteri Osmanlı medeniyetinin girdiği yeni safhanın bir eseri olan saray tiyatrosu da zamanla yıkıma terk edilmiş hatta umumi tuvalet yapılmıştı. Bu inşaatla birlikte ortadan kalktı. Yol açılmıştı. Avrupa saraylarının yanında bulunan Dolmabahçe’nin park alanı da buradaydı ve hoyratça birtakım binalara bırakıldı ve sözde eski eser bilincinin yerleşmeye başladığı bir dönemde Özal hükümeti ve Bedrettin Dalan’ın belediye başkanlığı döneminde evvala Swiss Hotel ardından Süzer Plaza bütün alanı kapladı. Dolmabahçe’nin havalandırma kanallarını Swissotel’i inşa ederken betonla doldurmuşlardı.


Sarayda rutubet ve küflenme başladı. Dolma alanın üzerine böyle binalar yapılır mı diyenlere çok bilmişin biri cevap yapıştırıyor; “Bu asrın teknolojisi varken...” O dediğin teknoloji herhalde bedavaya oluyor. Sorun statik hesaplarla da değil, sorun devletin evi ve son yüzyıl Türkiye tarihinin başlıca abidesinin çirkinliklerle gölgelenmesidir. Bu asrın Türkiye’sinin geçmişini böyle gölgeleme hakkının olmaması gerekir. Üstelik yeşil alanı az bir şehirde Maçka Parkı’ndan yer alınmamalı.


Yükü tabii Beşiktaş takımının üstüne atmayalım; Beşiktaşlıların statları var. İyi ve eski kulüp oldukları için onların da büyük bir stadyuma sahip olma hakları vardır. Eski Turizm Bakanı’mız; “Burayı bırakın” demiş. Tabii “neyle bırakalım, nasıl bırakalım”a cevap vermeden. Şehir merkezinde stadyum olmaz. Ama öbür büyük takımlarınki gibi uygun bir yerde bağışlar ve devlet desteğiyle bu iş gerçekleştirilmeli.


Galatasaray Stadı’nın açılışında Başbakan’a yapılan, yerinde olmayan protesto yüzünden hükümet de yerinde olmayan bir kırgınlık içinde. Oysa kurtulması gereken çevre ve anıt
bizim tarihimizi temsil ediyor.


Beşiktaş da bizim köklü takımlarımızdan. Lütfen olgunluktan uzak davranış ve politikaları bırakalım. Dolmabahçe’nin sahasını mutlaka olması gerekli ama orada olmaması gereken tesis ve otellerden arıtalım.


Dipnot: Dolmabahçe Stadı’nın 1943’teki orijinal projelerinin az sayıda basıldığı biliniyor. Ben Sayın Murat Bardakçı’daki nüshayı görmüştüm.

Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı,  03.03.2013

DİDİM'DE TARİHİ ESERLER SULAR ALTINDA KALDI

 

 

Aydın Didim'e bağlı Balat Köyü'ndeki Milet antik kentinden çıkan eserlerin sergilendiği Milet Müzesi'nin bahçesiyle Selçuklulardan kalma tarihi eserlerinin yer aldığı külliye ve cami sular altında kaldı. Yetkililer, baskının Çine Barajıkapaklarının açılmasından kaynaklandığını bildirdi.
Barajın doluluk oranının artması üzerine riski önlemek için kapakların açılmasıyla Menderes Nehri yatağında taşmalar yaşandı. İlk olarak Batı Anadolu'nun güçlü beyliklerinden Menteşeoğulları'nın son hükümdarı İlyas Bey'in yaptırdığı ve geçen yıl restorasyonu tamamlanarak açılışı yapılan cami, medrese, imaret, çifte hamam ve çarşıdan oluşan İlyas Bey Külliyesi sular altında kaldı. 2012 AB Kültürel Mirası Ödülü kazanan İlyas Bey Külliyesi'nin yanı sıra tarihi Milet antik kentinde bulunan Milet Müzesi'nin bahçesi de zarar gördü. Müze ile külliye girişleri kapatıldı.


İl Kültür Müdürü Nuri Aktakka ile DSİ 21'inci Bölge Müdürü Kaya Yıldız, su baskını meydana gelen yerlerde inceleme yaptı, çalışmalar hakkında bilgi aldı.

Aktakka, DSİ ile irtibata geçerek araç ve ekipman desteği istediklerini söyledi. Yıldız da aşırı yağış nedeniyle Çine Barajı'nda oluşan riski önlemek için kapakların açıldığını belirtti. Yıldız, İlyas Bey Külliyesi içindeki suların tahliye edileceğini, barajda da aynı sorunun tekrarlamaması için çalışma yapılacağını belirterek, "Mart'ta yağışların bitip suyun çekilmesinin ardından, DSİ'nin hazırlayacağı proje İl Turizm Müdürlüğü'ne sunulacak. Bu projeyle de Milet'teki taşkına kesin çözüm bulunacak" dedi.

Yeni Asır, Haber: Ediz Verdioğlu, 26.02.2013

TARİHİ KÖPRÜ KORUMA ALTINDA

 

 

Tokat'ta Selçuklular dönemine ait tarihi Hıdırlık Köprüsü'nün koruma altına alındığı bildirildi.

 

Tokat Belediye Başkanı Adnan Çiçek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Yeşilırmak üzerine 1250 yılında yapılan tarihi köprünün taşıt trafiğine kapatıldığını bildirdi.

 

Hıdırlık Köprüsü'nün 763 yıldır Tokat'ın yükünü taşıdığını belirten Çiçek, "Şehrimizi ikiye bölen Yeşilırmak üzerinde bulunan ve Selçuklular döneminden kalan Hıdırlık Köprüsü artık dinlenmeye alındı. 30-40 yıl önce yoğun olarak şehir merkezinden Karşıyaka'daki bağlara gidiş yolu olarak kullanılırdı. Son 30-40 yıldır da çok ciddi bir trafik yükünü kaldırıyordu" dedi.

 

Köprüden önceki yıllarda ağır tonajlı taşıtların ve otobüslerin de geçtiğini ifade eden Çiçek, şunları aktardı: "Ama son yıllarda sadece küçük araçların trafiğine tek yönlü olarak açıktı. Elbette ki köprünün yapılışı ağır taşıt trafiğini kaldırabilecek özellikte değildi. Biz bunu düşünerek şehir merkezini Karşıyaka'ya bağlayan 7 köprü inşa ettik ve en son yaptığımız Gaziosmanpaşa Köprüsü ile de Karşıyaka'yı şehir merkezine bağladık. Hıdırlık Köprüsü sadece yaya trafiğine açılmış oldu. Bundan sonraki süreçte Hıdırlık Köprüsü turizme kazandırılacak, nostaljik olarak yayaların gelip geçeceği bir köprü olacak."

 

İlerleyen süreçte ışıklandırılacak köprünün, üzerinde kitabesi olan nadir tarihi köprülerden biri olduğunu belirten Çiçek, buranın binlerce yıl daha yayalara hizmet edebileceğini vurguladı.

 

Adnan Çiçek, köprünün restorasyonu için hazırladıkları projeyi Karayolları'na gönderdiklerini ve cevap beklendiğini sözlerine ekledi.

Tokat Kent Haber, 26.02.2013

TAKSİM'DE KAZI ÇALIŞMASI DURDU

 

 

Taksim'deki altgeçit kazısı hızla devam ederken Cumhuriyet Caddesi'nde tarihi bir kemer açığa çıktı. Dün çekilen fotoğrafta, yerin yaklaşık bir metre altında Osmanlı dönemine ait olduğu sanılan taş örme bir duvar ve duvara bağlı bir kemer net şekilde görülüyor.


İBB'nin sekiz ay içinde tamamlamayı hedeflediği altgeçit kazısının durdurulması ve Arkeoloji Müzesi'nin ortaya çıkan yapıyı korumaya alması bekleniyor.

İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, Aralık ayında ihaleyi alan Kalyon İnşaat yetkililerini çağırarak kazının müze denetiminde yapılması gerektiğini ve iş makinelerindan önce arkeologların el yordamıyla sondaj kazısı yapacağını bildirmişti.


Radikal'in 'Taksim Elle Kazılacak' haberi üzerine dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay kazının yavaşlatılmayacağını söylemiş, "Önce arkeologların nezaretinde iş makinesi girecek, kültür varlığına rastlanırsa o zaman arkeologlar elle kazacak. Arkeologlarımız gece gündüz hafriyatın başında duracak" demişti.

2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma yasası gereği, hafriyatın hemen durması ve arkeologların çıkacak tarihi eserin boyutlarını görebilmesi için kazı yapması bekleniyor. Kazı sonucunda çıkan yapının tüm ayrıntılarıyla Koruma Kurulu'na sunulması, ve kurulun 'yerinde koruma' ya da 'kaldırılarak koruma' kararı alması gerekiyor. Eğer 'yerinde koruma' kararı çıkarsa, projenin tamamen durdurulması ya da başka bir yöne söz konusu olacak...

Radikal, Haber: Elif İnce, Fotoğraf: Yücel Tunca, 25.02.2013



******


TAKSİM'DE TARİHİ KEMER BULUNDU

 

 

Alt geçit çalışmalarının hızla devam ettiği Taksim Cumhuriyet Caddesi'nde kazı sırasında tarihi bir kemer açığa çıktı.

 

Yaklaşık 100 yıllık olduğu tahmin edilen Osmanlı dönemine ait taş örme duvar ve duvara bağlı kemerin üzeri toprakla kapatıldı.

Taksim Meydanı'nda süren yayalaştırma çalışmaları sırasında Topçu kışlasına ait olduğu iddia edilen bir kemer bulundu. Kazılar sırasında tarihi kemer bulunması üzerine çalışmalar bir süre durduruldu. Basın mensuplarının bulunan kemere ilgi göstermesi üzerine şantiye çalışanları kemeri toprakla kapattı.

Kazı çalışmaları esnasında tarihi kemerin bulunduğunu belirten şantiyenin iş güvenliği yetkilisi Ali Aslan, "Çalışmaların başında sürekli Arkeologlar bulunuyor. Kemerin üzeri dışarıdan dikkat çekmemesi için toprakla örtüldü." dedi.

Suların taksim edildiği, yani dağıtıldığı, yer olması sebebiyle Taksim'in adının 'Taksim' olduğunu belirten İsmail Sıtkı Ören ise, kemerin de büyük ihtimalle Taksim'e su getiren su kanallarından biri olduğunu vurguladı.

Sabah, 26.02.2013



******


TAKSİM'DE TÜNEL KAZISI ORTAÇAĞA ÇARPTI

 

Taksim Cumhuriyet Caddesi’ndeki altgeçit kazısı sırasında tarihi eserler açığa çıktı. İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları, kazının durdurulduğunu söyledi. Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Necmi Karul, “Büyük olasılıkla ortaçağdan kalma Bizans ya da Osmanlı yapı kalıntıları. Müze yetkilileri tarafından kalıntılarda tahribata yol açıldığı görülünce çalışma durduruldu ve ilgili birimlere haber verildi” dedi.


Müzenin hazırladığı ön inceleme raporuna göre kazı alanında yaklaşık 2 metre yüksekliğinde ve 20 metre uzunluğunda bir duvar örgüsü, ayrıca erken dönem Osmanlı’dan kaldığı tahmin edilen tonozlu bir yapıya rastlanıldı. Fotoğraflarla hazırlanan ön inceleme raporu Koruma Kurulu’na iletildi.


İBB yetkilileri ise “Çalışma durdurulmadı, kalıntının ne olduğunu anlamak için müzenin çalışmaları devam ediyor. Anlaşılınca ne yapılacağına karar verilecek” dedi.


2863 Sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Yasası gereği ise hafriyatın durması ve arkeologların ‘ön’ kazı yapması gerekiyor. Kazı sonucunda çıkan yapının tüm ayrıntılarıyla Koruma Kurulu’na sunulması ve kurulun ‘yerinde koruma’ ya da ‘kaldırılarak koruma’ kararı alması öngörülüyor. Eğer ‘yerinde koruma’ kararı çıkarsa, projenin durdurulması ya da revize edilmesi gerekecek. İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, aralık ayında ihaleyi alan Kalyon İnşaat yetkililerini çağırarak iş makinelerinden önce arkeologların sondaj kazısı yapması gerektiğini bildirmişti. Bunun üzerine bakanlıktan “İş makineleri, arkeolog eşliğinde çalışacak, eğer herhangi bir tarihi bulguya rastlanırsa elle kazı yapılacak” açıklaması gelmişti.

Radikal, Haber: Elif İnce, 26.02.2013



******


TAKSİM'E ARKEOLOG ELİ

 

 

Taksim Cumhuriyet Caddesi’ndeki dalış tüneli kazısı sırasında ortaya çıkan tarihi yapının etrafındaki kazı çalışması şimdilik durduruldu.


İl Kültür ve Turizm Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan ve koruma kurulundan raportörlerin incelediği kemerin geç Osmanlı döneminden kaldığı tahmin ediliyor. Yapının kaderini 2 Numaralı Koruma Kurulu tayin edecek. Şantiyeyi dün ziyaret eden Bilgili şu bilgileri verdi:
“Topçu Kışlası’nın su gideri olduğunu tahmin ediyoruz. Şu anda yalnızca yapının etrafındaki inşaat durdu, diğer yerlerde devam ediyor. Bugün koruma kurulunun raportörleri fotoğraf çekerek bir rapor hazırladı, mesele yarın (bugün) kurulun gündeminde tartışılacak. Eğer kurul ‘Elle kazılsın ve yapının tüm unsurlarını görelim’ derse yolun üzerindeki asfalt makineyle alındıktan sonra yapının etrafı arkeologlarca kazılacak. Yine kurulun kararı doğrultusunda yapının buradan kaldırıp kaldırılmayacağı belli olacak. Projeyi geciktirecek bir durum görünmüyor.”


İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan da “Yapı aşağıya doğru meyilli olduğu için su gideri olma ihtimalini yüksek görüyoruz. Ama bu su giderinin ne tarafa doğru devam ettiğini çözmek için etrafını açmamız gerekiyor. Bunu da kurulun kararı doğrultusunda uygulayacağız” dedi.

 

Elle kazılacaktı

İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, aralık ayında trafiğin yeraltından geçeceği tünel ihalesini alan Kalyon İnşaat yetkililerini çağırarak kazının müze denetiminde yapılması gerektiğini ve iş makinelerinden önce arkeologların el yordamıyla sondaj kazısı yapacağını bildirmişti. Radikal’in ‘Taksim elle kazılacak’ haberi üzerine dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay kazının yavaşlatılmayacağını belirterek, “Önce arkeologların nezaretinde iş makinesi girecek, kültür varlığına rastlanırsa arkeologlar elle kazacak. Arkeologlarımız gece gündüz hafriyatın başında duracak” demişti.

Radikal, Haber: Elif İnce, 27.02.2013

 

******


KÜLTÜR VARLIKLARINI KORUMA KURULU: TAKSİM ELLE KAZILSIN

 

 

Taksim’deki tünel inşaatı sırasında, önceki günlerde ortaya çıkan tonozlu yapı ile ilgili İstanbul 2 No’u Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu kararını verdi. Kurul, eserin, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nce elle kazı yapılarak ortaya çıkarılmasını istedi. Bu süre içinde de kültür varlığının bulunduğu alanda inşa faaliyetlerinin durdurulmasını, diğer alanlarda ise çalışmaların devam etmesini istedi.

2 Nolu Koruma Kurulu kararında şöyle denildi: “Tespit edilen kültür varlığının mimari özelliklerinin ve fonksiyonunun kesin olarak anlaşılabilmesi için İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde gerekli güvenlik denetimleri alınarak kazı ve belgeleme çalışması yapılarak kalıntıların dışındaki alanlarda inşai çalışmaların devamına karar verilmiştir.”

Taksim’de devam eden trafiği yer altına alma çalışmaları sırasında geçtiğimiz pazar günü müze arkeologlarının olmadığı bir günde eski THY ofisinin tam önüne denk gelen yerde yapılan hafriyatta yolun 70 cm altından tuğla örgülü tonozlu bir yapı ortaya çıkmıştı. Daha sonra İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları kültür varlıklarının çıktığı noktada, inşaatı geçici olarak durdurmuş, yapılan ön incelemede kültür varlığının geç Osmanlı dönemi su gideri olduğu anlaşılmıştı. Koruma Kurulu’nun vereceği karar bekleniyordu.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 27.02.2013

 

******


TAKSİM 'ELLE' KAZILACAK

 

 

Taksim tünel inşaatında önceki günlerde ortaya çıkan tarihi yapıyla ilgili İstanbul 2 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, kararını dün verdi. Kurul, İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından elle kazılarak eserin ortaya çıkarılmasını istedi. Bu süre içinde kültür varlığının bulunduğu alanda inşaat faaliyetlerinin durdurulması kararını veren Kurul, diğer alanlarda ise çalışmaların devam edebileceğine hükmetti.

İstanbul Arkeoloji Müzesi önce tarihi yapının üzerindeki asfalt tabakayı iş makinesiyle ile sökecek, daha sonra el yordamıyla yapının etrafı temizlenecek. Yapı ortaya çıkarıldıktan sonra yolun altına doğru devam ediyorsa inşaat şantiyesi boyunca kazılacak. Arkeologlar işçilerin yardımıyla yaptıkları bilimsel kazılar sonucunda bir rapor hazırlayarak 2. No’lu Koruma Kurulu’na sunacak. Kurul buna göre yapının yerinde korunması ya da arkeologların denetiminde kaldırılarak açığa çıkarılmasına karar verebilecek. Yetkililer çalışmaların tünel inşaatı projesinin uzamasına yol açmayacağını belirtiyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 27.02.2013

 

******


TAKSİM'DE BİR DİSNEYLAND...

 

Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) Türkiye Milli Komitesi, Taksim Gezi Parkı’nın tarihsel mimari önemi bağlamında İstanbul’un en önemli ve korunmaya değer varlıklarından biri olduğunu belirterek, “Ortadan kaldırılması bir yana, restore edilerek asli özellikleri iade edilmeli” dedi.

 

Taksim’de eski Topçu Kışlası’nın yeniden inşasına yönelik onaylanan projeye ilişkin ICOMOS tarafından yapılan yazılı açıklamada, Taksim Gezi Parkı’nın yıkılmasına karşı çıkıldı.

 

Açıklamada, Topçu Kışlası'nın, şehir açısından, yeniden insasını gerektirecek kadar önemli bir tarihi yapı olmadığı belirtilerek "Bu koşullarda yeniden yapımı, tarihsel korumacılık ilkeleri açısından, Taksim’de bir “Disneyland” inşa etmekten daha anlamlı ve ciddi bir sonuç vermeyecektir" denildi.

 

Açıklamanın devamında şu ifadelere yer verildi:

Taksim Gezi Parkı, tarihsel mimari önemi bağlamında -sadece bir yeşil alan olmanın ötesinde- İstanbul’un en önemli ve korunmaya değer varlıklarından biridir.

Onyıllardır kayıtsızlık ve duyarsızlıkla tahrip edilmeye ve aşındırılmaya devam etmesine rağmen, hala önemini yitirmiş değildir. Dünyaca bilinen bir tasarımcı olan Henri Prost tarafından projelendirilmiştir ve Türkiye’de anıtsal-eksensel park planlama yaklaşımına sahip tek kamusal yeşil alandır. Ortadan kaldırılması bir yana, restore edilerek, asli özellikleri iade edilmeli ve Türkiye kültür tarihinde hak ettiği yere yerleştirilmelidir.

 

Gezi Parkı ortadan kaldırılarak onun yerinde rekonstrüksiyonu hedeflenen Topçu Kışlası’nın yeniden yapımı koruma-restorasyon disiplininin ilkeleri bağlamında sorunludur.

Topçu Kışlası’nın yeniden yapımının koruma- restorasyon disiplininin ilkeleri bağlamında sorunlu olduğu belirtilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Birinci sorun şudur: Yok olmuş tarihsel yapıların rekonstrüksiyonu, ancak mimari, inşai, estetik düzey ve tarihsel anılar taşımak gibi gerekçelerle kaybının çok büyük olması halinde meşrudur. Taksim Kışlası ise kaybı bu kadar büyük anlam taşıyan bir yapı değildir. Şayet yerinde duruyor olsaydı, kuşkusuz, korunması gerekecekti. Fakat bu yitirilmiş yapının kent belleğindeki önemi, yerine bir replikasını yapmayı gerektirecek kadar derinlikli ve güçlü değildir. İkinci sorun ise yapının rekonstrüksiyonunu yapmanın ortaya sadece eskisi gibi gözüken, ama hiçbir rasyonel koruma ölçütüne göre tarihsel eser sayılmayacak bir yeni yapı çıkaracak olmasıdır. Sadece bazı çok zorunlu hallerde hoşgörülebilir bir taklit yapı inşa etme girişimi olarak nitelenir. Eski Taksim Topçu Kışlası için elde yalnızca bazı dış mekan fotoğrafları vardır. Bu koşullarda yeniden yapımı, tarihsel korumacılık ilkeleri açısından Taksim’de bir ‘Disneyland’ inşa etmekten daha ciddi bir sonuç vermeyecektir.”

Haber Sol, 04.03.2013

 

******


TAKSİM'DE TÜM GÖZLER ONUN ÜSTÜNDE





Taksim’deki çalışmalar sırasında, Cumhuriyet Caddesi’nde tarihi bir kemer kalıntısı bulunmuş, arkeolojik kazı başlatılmıştı. Uzmanlar, çalışmaları 2 günde tamamladı. Taş yapı tamamen ortaya çıktı. Şimdi Koruma Kurulu’nun kararı bekleniyor.

 

Taksim Yayalaştırma Projesi kazı çalışmaları sırasında bulunan taş duvar ve tarihi kemerle ilgili geçtiğimiz günlerde başlatılan arkeolojik kazı çalışmasında yaklaşık 50 metre uzunluğundaki tarihi kemer ortaya çıkartıldı. 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, taş duvar ve tarihi kemer için İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü denetiminde kazı ve belgeleme yapılmasına karar vermişti. Bu karar üzerine hemen harekete geçen İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları, planlama yaptıktan sonra kazı işlemine başladı.




Cumhuriyet Caddesi üzerinde ortaya çıkan taş yapı ve kemerlerin bulunduğu bölgede ilk iş olarak hafif iş makineleriyle yapının üzerindeki 70-80 santimetre kalınlığındaki asfalt ve beton tabaka kaldırıldı. İşçiler tarafından yapılan bu çalışma arkeolog ve uzmanlar tarafından da denetlendi. Geçtiğimiz cuma günü hafif iş makineleri ve elle başlatılan kazı çalışmalarının ardından 2 gün içinde taş yapı tamamen ortaya çıktı. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin görevlendirdiği arkeolog ve mimarlar hazırladıkları raporu tekrar Koruma Kurulu’na sunacak. Koruma Kurulu, yapıya tarihi değer verilmesi halinde korunması için gerekli yöntemleri belirleyecek. 

 

Taş yapı ve tarihi kemer ortaya çıkartılırken, Taksim’deki inşaat da son hızla devam ediyor. Taksim Meydanı’na bariyerler dikildiği gözlenirken, hafriyat araçları sürekli şantiyeden toprak taşıyor. Çalışmalar haftasonu da sürüyor. Dün pazar günü olmasına rağmen işçiler yoğun bir şekilde çalıştı...

Habertürk, Haber: Güngör Karakuş, 04.03.2013

 

******


TAKSİM'İN ALTINDE GİZEMLİ TÜNELLER!

 

 

İstanbul’da Taksim Yayalaştırma Projesi kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkartılan taş duvar ve tarihi kemerin içini HABERTÜRK görüntüledi.

 

Taksim’i yayalaştırma çalışmaları sırasında, tarihi kemerlerin ortaya çıkmasıyla gözler bir kez daha Taksim’e çevrildi. Kemerlerin bulunmasının ardından, 2 numaralı Koruma Kurulu kararıyla arkeolojik kazı yapıldı ve yapı tamamıyla ortaya çıkarıldı. Habertürk, kazı alanında ortaya çıkarılan tünellerin içlerini görüntüledi. Fotoğraflarda, tarihi kemerlerin altındaki tüneller görülüyor. Kazı yapılan Cumhuriyet Caddesi’nin altında çok sayıda tünel bulunuyor. Bu tünellerin nereye gittiği bilinmiyor, sonu gözükmüyor.





Tünellerin çevresinde çok sayıda kemik de bulundu. Bölgenin bir dönem mezarlık olarak kullanıldığı da biliniyor. Arkeoloji Müzesi’nden arkeologların eşlik ettiği çalışmalar sonucunda ortaya çıkarılan tarihi kemer ile ilgili karar, önümüzdeki günlerde verilecek.

Habertürk, Haber: Sorel Dağıstanlı, 05.03.2013



******


TAKSİM KARARI: KALINTILAR KALDIRILSIN

 

İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından kazıları yapılan ve hazırlanan rapor ile birlikte Kurul dün kararını açıkladı. Geç Osmanlı dönemi su gideri ile set duvarı özelliğindeki kalıntıların Arkeoloji Müzeleri gözetiminde kaldırılacağı belirlendi.

Kurulun kararında şöyle denildi; ‘’İstanbul İli, Beyoğlu İlçesi, Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi kapsamında yapılan çalışmalarda tespit edilen ve Geç Osmanlı dönemine tarihlenen set duvarı özelliği gösteren duvar kalıntısı ile gider kanalı olduğu düşünülen kalıntılara ilişkin İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğünün raporu ile rölövenin Kurulumuzca incelendiğine; kalıntıların inşa tekniğini anlayabilmek için harç ve sıva örneklerinin alınarak, hazırlanacak rapor ile düzenli duvar örgüsü gösteren kesimde (duvar kalıntısının kuzey ucundan başlayarak yaklaşık 10 m.lik kısım) duvar yapım morfolojisini belgeleyen analitik rölövenin hazırlanmasına, ayrıca harita üzerinde kalıntıların konumunu sabitleyen ölçümlerin yapılmasına, kazılan alanın doğu kesiti içinde görülen duvar parçasının da plana işlenmesine, söz konusu belgelerin Kurulumuza iletilmesinden sonra İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde kalıntıların kaldırılabileceğine karar verildi.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 07.03.2013

 

******


TAKSİM'DEKİ TARİHİ KALINTILAR İÇİN KARAR VERİLDİ!

 

Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü'nden yapılan yazılı açıklamada, Taksim Meydanı'ndaki kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkan tarihi kalıntıların kaldırılmasına karar verildiği duyuruldu. Bölgenin yayalaştırma projesi çerçevesindeki çalışmalar devam edecek.

Söz konusu karar şu ifadelerin yer aldığı yazılı açıklamayla duyuruldu.
"Bilindiği üzere Taksim Meydanındaki Yayalaştırma Projesi kapsamında yapılan çalışmalar esnasında birtakım buluntulara rastlanılmıştı. II Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu yaptığı incelemeler sonucunda dün konuyu karara bağlamak amacıyla toplandı. Akşam saatlerinde sona eren toplantı neticesinde Geç Osmanlı dönemine ait olan buluntuların kaldırılması yönünde karar alındı.

 

Karar şu şekilde açıklandı:
"…İstanbul İli, Beyoğlu İlçesi, Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi kapsamında yapılan çalışmalarda tespit edilen ve Geç Osmanlı dönemine tarihlenen set duvarı özelliği gösteren duvar kalıntısı ile gider kanalı olduğu düşünülen kalıntılara ilişkin İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğünün raporu ile rölövenin Kurulumuzca incelendiğine; kalıntıların inşa tekniğini anlayabilmek için harç ve sıva örneklerinin alınarak, hazırlanacak rapor ile düzenli duvar örgüsü gösteren kesimde (duvar kalıntısının kuzey ucundan başlayarak yaklaşık 10 m.lik kısım) duvar yapım morfolojisini belgeleyen analitik rölövenin hazırlanmasına, ayrıca harita üzerinde kalıntıların konumunu sabitleyen ölçümlerin yapılmasına, kazılan alanın doğu kesiti içinde görülen duvar parçasının da plana işlenmesine, söz konusu belgelerin Kurulumuza iletilmesinden sonra İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde kalıntıların kaldırılabileceğine karar verildi."

Habertürk, 07.03.2013

 

******


'KAL OSMANLI' DENEBİLİRDİ

 

 

Taksim Meydanı yayalaştırma projesi kapsamında Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan kalıntılar için İstanbul 2 Nolu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu “Kaldırılsın” kararı verdi. İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından kazıları yapılıp hazırlanan raporla birlikte jet hızıyla alınan karar önceki gün açıklandı. Geç Osmanlı dönemi su gideri ile set duvarı özelliğindeki kalıntıların arkeoloji müzeleri denetiminde kaldırılacağı belirtildi. Bunun da anlamı şu: Tarihi duvarlar iş makineleriyle yok edilecek.

Kurul kararında şöyle denildi:

“Geç Osmanlı dönemine tarihlenen set duvarı özelliği gösteren duvar kalıntısı ile gider kanalı olduğu düşünülen kalıntılara ilişkin İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nün raporu ile rölevenin kurulumuzca incelendiğine; kalıntıların inşa tekniğini anlayabilmek için harç ve sıva örneklerinin alınarak, hazırlanacak rapor ile düzenli duvar örgüsü gösteren kesimde (duvar kalıntısının kuzey ucundan başlayarak yaklaşık 10 m.lik kısım) duvar yapım morfolojisini belgeleyen analitik rölevenin hazırlanmasına, ayrıca harita üzerinde kalıntıların konumunu sabitleyen ölçümlerin yapılmasına, kazılan alanın doğu kesiti içinde görülen duvar parçasının da plana işlenmesine, belgelerin kurulumuza iletilmesinden sonra İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde kalıntıların kaldırılabileceğine karar verildi.”

‘İnanılmaz baskı var’
İstanbul’un tarihi semtlerinde su giderleri ya da temiz su taşıyıcıları gibi bu türden birçok geç Osmanlı yapısına rastlamak mümkün. Marmaray’ın Yenikapı ve Üsküdar kazılarında da benzer mimari yapılar bulunmuş ve usulüne uygun kaldırılmıştı. Fakat konuştuğumuz pek çok mimar ve uzmana göre kurul farklı bir karar alabilirdi. Usulüne uygun şekilde özellikle de tonozlu olan yapı arkeologların gözetiminde taşları numaralandırılarak kaldırılabilir ve daha sonra tünel inşaatı bitince ya tünelin içinde ya da yayaların Taksim Meydanı’na çıkış güzergahında cam koruma içinde sergilenebilirdi. Uzmanlar kurulun bu kararına rağmen İstanbul Büyükşehir Belediyesi ’nden ‘geçmişe saygı’ adına bu tavrı göstermesini bekliyor.


2 Nolu Koruma Kurulu’nun Radikal’e konuşan bir üyesi de aynı görüşte. Hatta bu konuda kurulda tartıştıklarını ancak çoğunluk tarihi yapının korunmasından yana tavır almadığı için vazgeçildiğini söyleyen üye, ‘‘Belediye projesi aksayacak diye kurul üyelerinin üzerinde inanılmaz bir baskı var, özellikle Topçu Kışlası kararının yüksek kuruldan dönmesi üyelerde tedirginliğe neden oldu” dedi.
Diğer yandan kurulun bu kadar hızlı karar alması da tartışılıyor. Kurullarda, arsasında bu tür yapılar çıktığı için inşaatları aylarca bekleyen vatandaş dosyaları var. Bir dosya da iki yıldır karar için bekliyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 08.03.2013

İSTANBUL'UN TARİHİ YOK EDİLİYOR

 

 

Fatih Belediyesi tarafından 2005 yılında ‘kentsel yenileme alanı’ ilan edilen Ayvansaray’da tarihi Osmanlı Mahallesi’nde kepçelerle tarihi binaların yıkımı devam ediyor. Projeye göre 20’nci yüzyıl başından kalan evlerin bulunduğu mahallede tescilli evler restore edilecek, yeni yapılar da bu yapılara uyumlu olarak inşa edilecekti. Ama uygulama böyle olmadı.


Yenileme ihalesini Şener İnşaat adına alan Altınboynuz Turizm İnşaat Şirketi, son bir ayda Osmanlı sivil mimarisinin özgün örneklerinden sayılan üç ahşap binayı kepçelerle tek tek yıktı. Yıkımın bir an önce durması gerektiğini belirten uzmanlar, bunun gerekçelerini anlattı:

Nasıl olmalıydı?
Prof.Dr. Gül Akdeniz (Mimar): Bu binaları görünce çocukluğumdaki İstanbul ’un muhteşem konaklarını ve halk tipi ahşap evlerinin tarif edilemez estetik biçimlerini hatırladım. Teknolojinin bu kadar geliştiği bir dönemde bu binaların restore edilmeyip yıkılması beni şaşırtıyor. Eğer restore edilmiyorsa da binaların tahtaları tek tek sökülmeli ve yeni yapılacak binada kullanılmalı.
Ancak Türkiye ’de restorasyon ve restitüsyon mantığı olmadığı için özgün mimariye sahip binalar yıkılıp yerine dümdüz tahtadan evler yapılıyor. Bu işleme de restorasyon deniliyor maalesef.


Prof.Dr. Semavi Eyice (Sanat tarihçisi): Kentsel dönüşüm adı altında tarihi binalar yıkılıp yerine dev binaların yapılması kentin kültürünü ve dokusunun yok olmasına neden oluyor. Eskiden İstanbul’un kendisine has bir mimari kimliği vardı. Şimdi şöyle dışarı çıkıp İstanbul’a baktığımda dev gökdelenler dışında bir şey göremiyorum. Osmanlı mimarisinin özgün örnekleri olan bu evlerin yıkılması mahalle kültürünün yok olmasına neden oluyor. Ben yaklaşık 40 yıl boyunca koruma kurulunda görev yaptım. Ancak son dönemlerde olduğu kadar acımasız bir yıkım görmedim. Bu evlerin yıkılması kabul edilemez.


Prof.Dr. Oktay Ekinci (Mimarlar Odası eski başkanı): Sivil mimari açısından özel bir önem taşıyan ‘Sur kenarı’ dediğimiz bu yapılar, özellikleri ve konumlarıyla İstanbul’un tarihsel kent dokusunu oluştururlar. Ayrıca bu yapılar, ait oldukları dönemden bu yana yoksul halk konutları olmaları nedeniyle de toplumsal tarih bakımından çok önemlidirler. Dolayısıyla bu yapılar mutlaka restore edilmeli. Kaldı ki Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nda bu gibi binaların sanat tarihi değerine değil, tarihsel çevreyi oluşturma değerlerine önem verilerek korunması yönünde ilke kararları vardır. Bütün bunlara hiç uyulmadığı görülen bu uygulamada koruma hukuku nezdinde suç işlenmiştir. Dolayısıyla bu yıkım hakkında derhal soruşturma açılmalı.

Radikal, Haber ve Fotoğraf: İdris Emen, 25.02.2013

HİTİTLER DE BAŞLIK PARASI ALIYORMUŞ

 

Hitit tabletleri ve diğer tarihi kaynakları inceleyen araştırmacılar, den günümüze uzanan örf ve adetler arasında sadece başlık parasının değil iç güveylik, çeyiz götürme, söz kesme ve nişanlılık gibi bir çok geleneklerinde yer aldığını tespit etti. Hititlerle ilgili dikkat çeken bir başka gelenek ise 'lavirat evlilik' olarak tabir edilen kocasını kaybeden dul kadınlarla ilgili evlilikler. Günümüzde de zaman zaman hala uygulama alanı bulan bu tür evliliğin o dönemde de geçerli olduğu gözlerden kaçmıyor.

Hitit Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yar. Doç.Dr. Özlem Sir Gavaz, Hititçe çivi yazılı metinlerde nın karşılılığının 'kušata' kelimesi olduğunu söyledi.

 

Bununla ilgili olarak Hititlerin kanun metinlerinde 'Eğer genç bir kadın bir adama bağlanmışsa ve onun için o başlık ödediyse ve ondan sonra baba ve anne buna karşı çıkarlarsa o zaman onu adamdan ayırırlar, ama o başlığın iki katı tazminat verirler' gibi bir ifade mevcut olduğunun altını çizen Yrd. Doç.Dr. Özlem Sir Gavaz, 'Bu uygulama halen Anadolu'nun bir çok yerinde maalesef uygulanmaktadır. 'Eğer erkek kızı hala almadıysa, o zaman kendisi için onu reddedebilir, ama ödediği başlıktan o zaman vazgeçer' Görüldüğü gibi hiçbir ayrıntı unutulmamıştır' dedi.

Gavaz, bebeklerin daha beşikte iken ailesi tarafından nişanlandırma adetinin de (beşik kertmesi) Asur Ticaret Kolonileri çağında Hitit öncesi dönemde de rastlanan adetler arasında yer aldığını açıkladı.

Bugün Anadolu'da erkek tarafının kız tarafını ziyareti ile gerçekleşen ve erkek tarafının kızın evlenmesine razı olacak kişiye hitaben 'Allah'ın emri ve Peygamberin kavliyle kızınızı oğlumuza istiyoruz' ifadesinin Hitit İmparatorluk devri krallarından III. Hattušili'nin otobiyografisinde 'Tanrının emriyle, Rahip Bentipšarri'nin kızı Puduhepa'yı zevceliğe aldım' ifadesiyle karşılarına çıktığını anlatan Gavaz, burada geçen 'Tanrı'nın emriyle' ifadesinin günümüze 'Allah'ın emriyle' olarak yansıdığını kaydetti.

Hititlerde 'söz kesilmesi, nişa'' merasimleri, çeyiz, iç güveylik hakkında da bilgi veren Gavaz, 'Eğer bir kız bir adamla nişanlanmışsa ve eğer bir başkası onu kaçırırsa, onu kaçırdığı anda birinci adam ona ne verdiyse o zaman o diğeri ona tazmin etsin. Baba ve anne tazmin etmezler. Eğer baba ve anne onu başka bir adama verirlerse, o zaman baba ve anne tazmin etsinler. Eğer baba ve anne reddederlerse, o zaman o kadın ondan ayrılsın. Böyle bir durumda, günümüzdeki töre cinayetleri düşünüldüğünde Hititler Dönemi Anadolu'sunun daha 'medeni' bir durum sergilediği herhalde aşikardır. Çeyiz konusunda; eğer bir adam karısını alır (onu evine) götürürse, onun çeyizini de kendisi için oraya taşır. Eğer kadın orada ölürse o zaman adamın malı yanar, adam onun çeyizini kendisi için alsın. Ve eğer o babasının evinde ölürse ve kendi çocukları varsa onun çeyizini adam almasın. İç güveyliğe gelince bugün Anadolu'da halen özellikle kırsal kesimlerde rastlanan zengin bir ailenin kızına fakir ya da kimsesiz bir genci alması ve erkeğin kızın ailesi ile birlikte yaşaması yani iç güveylik uygulaması Hititlerde de görülmekteydi. Eski Hitit döneminde kral Huzziya'dan sonra tahta geçen kral Telepinu taht kavgalarına son vermek için kaleme aldırdığı metinde, Hitit kralı Telepinu'nun kendi durumunu da meşrulaştırmak için koyduğu tahta çıkma kuralları, Hititlerdeki iç güveylik uygulamalarının saray mensupları arasında da var olduğunu göstermektedir. Telepinu metnine göre; 'Birinci Prens kral olsun. Birinci dereceden prens yoksa, ikinci dereceden bir oğul kral olsun. Eğer tahta geçecek bir erkek çocuk yoksa, birinci dereceden bir prensese bir içgüveyi koca versinler ve o kral olsun!' Burada şunu belirtmeliyiz ki Telepinu kendinden önce tahtta bulunan kral Huzziya'nın ilk kız kardeşi ile evliydi' dedi.

Levirat evlilik hakkında açıklamada bulunan Gavaz, 'Levirat bilindiği gibi, kocasını kaybeden dul bir kadının kocasının erkek kardeşiyle evlenmesi ya da evlendirilmesi anlamına gelmektedir.

Günümüzde hala uygulama alanı bulan bu evlilik türünün ta Hititlerden günümüze hala geçerliliğini koruduğunu Hitit kanun metninde bulunan bir madde bize açıkça göstermektedir: 'Eğer bir adam karısı olarak bir kadına sahipse ve adam ölürse, karısını onun erkek kardeşi alır, (erkek kardeş ölürse) sonra onun babası onu alır. Şayet sonra onun babası da ölürse kadını erkek kardeşinin oğlu alsın, cezaya değer bir eylem değildir' bu madde aynı zamanda Hitit Devleti'nde soyun devamlılığının önemine de vurgu yapmaktadır' şeklinde konuştu.

Sabah, 25.02.2013

ELAZIĞ'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Elazığ'da jandarma ekiplerince yapılan çalışmalarda 67 sikke ve çeşitli objeler ele geçirildi.

 

İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Baskil İlçesine bağlı Köroğlu Köyü'ndeki bir evde yaptıkları aramada, 3 toprak testi, 5 toprak obje, 2 çakmak taşı, 14 maden karışımlı tas ve 1 sikke buldu. 

Ekipler, ayrıca merkez Harput Mahallesi'nde park halindeki bir araçta yaptıkları aramada, 66 sikke ele geçirdi. 

 

Sikkelere ve objelere, Elazığ Müze Müdürlüğü'ne teslim edilmek üzere el konulduğu bildirildi. 

Öte yandan, Arıcak İlçesi Küplüce Köyü Akyıldız mezrasındaki mezarlıktan, üzerinde Arapça yazılar bulunan, 200-300 yıllık olduğu tahmin edilen mezar taşları çalındı. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

Zaman, 25.02.2013

2 BİN 500 YILLIK KABARTMA YOK EDİLDİ

 

 

Balıkesir'in Ayvalık İlçesi'nde, geçen yıl MÖ 330'lu yıllara ait olduğu tahmin edilen ve yaklaşık 2 bin 500 yıllık olduğu öne sürülen bir kitabenin sırra kadem basmasının ardından aynı bölgede bulunan Doğu Roma İmparatorluğu'nun simgesi Romus Romülüs kabartması da tahrip edilerek yok edildi.

 

Balıkesir'in Ayvalık İlçesi'nde, Lale Adası'nda bulunan Turizm Otelcilik, Ticaret Meslek Lisesi ile Pakmaya Kenan Kaptan Denizcilik Meslek Lisesinin denize bakan kısmında bulunan Kültür ve Turizm Bakanlığınca 2. derecede Antik Kent olduğu açıklanan kayalık alanda bulunan MÖ 330'lu yıllara ait olduğu savunulan tarihi bir kitabenin ardından, aynı bölgedeki kayalıklarda bulunan Doğu Roma dönemine ait olduğu savunulan Romus Romülüs kabartması da tahrip edilerek yok edildi. Geçen yıl; üzerinde Roma dönemine ait Latince harflerin bulunduğu yaklaşık 100X40 ebatlarındaki kitabenin sır olması gibi Doğu Roma İmparatorluğunu kuran Romus ve Romülüs kardeşleri, dişi bir kurdun emzirmesini simgeleyen kabarmanın da, kim ya da kimler tarafından tahrip edilerek yok edildiği ise bilinmiyor.

 

Sırra kadem basan yazıt gibi Romüs Romülüs kabartmasının da yaklaşık 3 yıl önce çekilen fotoğrafları 'Kültürel Turizme' aday Ayvalık'ın tarihi bir değerinin daha yitirdiğinin kanıtı olarak arşivlerdeki yerini almış görünüyor. Hiçbir korumanın olmadığı Lale Adası'ndaki tarihi kayalıkların üzerinde teneffüs saatlerinde her iki lisenin onlarca öğrencisinin neşe içinde gezindiği gözlenirken, söz konusu alanın bir kısmında Pakmaya Kenan Kaptan Denizcilik Lisesi'nin de eğitim amaçlı bir tersane yapılabilmesi için girişimlerinin olduğu biliniyor. Kayalıklarda bulunan ve Helenistlik döneme ait olduğu sanılan gülen insan maskının ise ne zaman yitirileceği merak konusu olarak nitelendiriliyor.

 

Yaklaşık iki yıl önce muhabirimizin keşfettiği ve o dönemler inşaat halindeki iki okulun inşaatına ait molozların döküldüğü antik kent ile ilgili haberlerin ülke genelinde yüzlerce yayın kuruluşu tarafından kamuoyuna duyurulmuştu. Yayınların ardından dönemin CHP Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı tarafından TBMM gündemine, dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın cevaplandırması koşuluyla Ayvalık'taki antik kayalıklara moloz dökülmesinin nedeni ve bu kayalıkların akibetiyle ilgili yapılacak çalışmalar hakkında bir soru önergesi verilmişti.

 

Önergenin verilmesinden yaklaşık iki ay kadar sonra TBMM Genel Kurulunda, Bakan Ertuğrul Günay'da, Pazarcı'nın sürü önergesini cevaplandırarak, Ayvalık Lale Adası'ndaki kayalıkların Porsedelene dönemine ait 2. derecede Antik Sit Alanı olduğunu doğrulamış ve ilgili kurumlara bakanlıkça yazılan yazılarla söz konusu alana moloz dökülmesini durdurmuş, daha önceden dökülen molozların kaldırılması talimatını verdiğini açıklayarak, söz konusu kayalıkların koruma altına alınacağını vurgulamıştı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın bu açıklamalarının ardından, Lale Adasındaki molozlar kaldırılmış ancak, aradan geçen süre içinde halen daha antik kayalıkların koruma altına alınmaması nedeniyle de geçen yıl 2 bin 500 yıllık olduğu iddia edilen kitabenin kaybolup, sıra kadem basmasının ardından bu yıl da; Doğu Roma dönemine ait Romus Romülüs kabartmasının tahrip edilerek, yok olduğu gözleniyor.

 

Bursa Anıtlar Kurulunun da kayalık arazinin korunmasında pasif kaldığını kaydeden vatandaşlar ise duruma oldukça tepkili görünüyor. Geçen yıl kitabenin kayıplara karışması sırasında, Romüs Romülüs kabartmasının da keski ve çekiç gibi aletlerle oyularak yerinden çıkarılmaya çalışıldığını hatırlatan bazı vatandaşlar, antik kayalıkların hemen yakınındaki okulların geçtiğimiz yıl Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan bir yönetmelikle satışının gündeme geldiğine dikkat çekiyor. Türkiye genelinde emlak açısından arsası değerli olan okulların satılarak, elde edilen gelir ile arsası daha ucuz yerlerde okul kurulmasına ilişkin planlama kapsamda derslik başına düşen öğrenci sayısının da azaltılması amaçlandığını savunan vatandaşlar, Lale Adası'ndaki okulun arsasının konumu itibarıyla en prestijli alanda bulunması ve MEB'in okul satışıyla ilgili planlamasıyla örtüşmesi Ayvalık'ta satış söylentilerini güçlendirdiği de iddia ediliyor. Söz konusu alanda olası bir satışta Koç ve Sabancı ailelerinin şimdiden talip olabileceklerine dair spekülasyonlara da dikkat çekildiği gözleniyor.

 

Öte yandan Lale Adası'ndaki sakinler ile antik kayalıklara sık sık gelen balıkçılar, bölgenin koruma altına alınması için yetkililere sözlü olarak serzenişlerde bulunduklarını ancak hiç kimsenin kendilerini dikkate almadığını kaydediyor. Kayalık arazinin eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından 2. derecede antik sit olduğuna ilişkin açıklanmasının ardından, özellikle define avcılarının akınına uğradığını gözlemlediklerini savunan küçük balıkçılar, "Bu alanda geçen yıl yok olan kitabe gibi bu yılda Romus Romülüs kabartması yok edildi. Bunların yanı sıra Helenistlik dönemine ait olduğu varsayılan gülen insan figürü, korsan maskı, uçan ejder gibi figürlerin dışında sonradan birileri tarafından çizilmiş yeni tarihli sembollerde vardı. Bu yüzden de söz konusu define avcıları bölgenin tarihi bir yer olmadığı yaygarasını çıkarmışlardı. Bazı gazetelerde bu alanın Bakan Günay'ın açıklamalarına rağmen tarihi olmadığını yazmışlardı.

Böylelikle hedef saptıran uyanık define avcıları, kamuoyunun dikkatinin kayalıklardan uzaklaşmasını sağlayarak, eski yunanca Latin harflerinin bulunduğu kitabeyi çaldıktan sonra bu yılda efsaneye göre Romus ve Romülüs kardeşleri emziren dişi kurt kabartmasını tahrip edip, yok ettiler. Yazık oldu. Eğer bu alan ve Ayvalık'taki diğer benzeri antik bölgelerde tedbirler alınmazsa, bu gibi tarihi zenginlikler bir bir yitirilmeye devam edecektir. Kültürel Turizme talip olan Ayvalık'ımızda bu tür değerlerin acilen koruma altına alınması gerekiyor" şeklinde konuşmaları dikkat çekti.

haberler.com, 24.02.2013

AYASOFYA KURUL HUZURUNDA!

 

 

Ayasofya Müzesi Müdürü restorasyonu VATAN'a değerlendirdi.

 

Müze Müdürü Hayrullah Cengiz, tarama yaptıklarını, yeni melekler çıkarsa durumu Koruma Kurulu’na soracaklarını söyledi.

Ayasofya Müzesi Müdürü Hayrullah Cengiz, 119 yıldır yapılan en kapsamlı restorasyondan, 160 yıl sonra gün yüzüne çıkan Serafim Meleği’ne benzer melek figürlerinin olup olmadığından Ayasofya’nın tarihi önemine kadar bir çok önemli konuyu VATAN’a anlattı. Hürrem’in oğlu 2.Selim’in daha hayattayken türbesini Ayasofya Külliye’sinin içine yaptırdığını ancak tamamlanamadan öldüğünü söyledi. İşte Cengiz’in ağzından Ayasofya’nın bilinmeyenleri:

1894’ten sonraki en büyük onarımları yapıyoruz. İç bölümdeki dört yüzü de onaracağız. Ayasofya’nın şu an ki haliyle bile 7 şiddetinde bir depreme dayanabileceği söyleniyor. 3 milyon 250 bin ziyaretçisi oldu”

“Ayasofya’yı değerlendirirken Emevi Dönemi’ndeki (674-678) İstanbul kuşatmalarının da ele alınması gerekir. Hz. Eyüp, kuşatma sırasında Bizans İmparatoru’nun izniyle Ayasofya’yı ziyaret edip namaz kılmıştır. Fatih’in ilk ziyaret ettiği yer Ayasofya’dır. Zemin taramamız bittiğinde kubbenin çemberine kadar çıkmış olacağız. O aşamaya geldiğimizde üç meleğin figürüne rastlarsak konuyu Koruma Kurulu’na götürürüz oradan çıkacak kararı uygularız.”

Ayasofya Müdürü Cengiz (üstte), “İçeride dört tane melek var. Hristiyanlık inancına göre dünyayı koruyan melekler. Geçen yıllarda Serafim Meleği’nin (sağda) yüzü açıldı. Yıpratma yapmadığımız görüldü. Diğerlerinin içinde var mı yok mu bilmiyoruz. Açılırsa göreceğiz“ diye konuşuyor.

Vatan, Haber: Mustafa Uçar Altuntaş, 24.02.2013

HAYDARPAŞA GARI OTEL OLACAK MI?

 

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Haydarpaşa Garı'nın otel yapılıp yapılmayacağı ile ilgili soruyu cevapladı.

 

Bakan Yıldırım, Haydarpaşa Garı'nı da içerisine alan projeye ilişkin bir soru üzerine ''Haydarpaşa Garı otel değil, halka açık olarak hizmet vermeye devam edecek'' ifadelerini kullandı.

 

Haydarpaşa Garı'nı da içerisine alan projeye ilişkin bir soru üzerine ise Yıldırım, ''(Haydarpaşa'da) Sorun yok. 2006'dan beri çalışılıyor. Her türlü süreçten geçti. Belediyelerden geçti. İtiraz süreçleri de son erdi. Haydarpaşa'nın, bölgenin doğal yapısını koruyacak, tarihi değerlerini muhafaza edecek ve fazla yoğun yapılaşmaya izin vermeyen, tarih ve tabiat varlıklarını koruma kurullarının da onayladığı proje gerçekleştirilecek. Haydarpaşa Garı otel değil, halka açık olarak devam edecek'' ifadelerini kullandı.

Zaman (Kısaltarak), 24.02.2013

BALIKESİR'DEKİ TARİHİ EVLER RESTORE EDİLECEK

 

 

Kamu kurumları ve özel sektör desteğiyle Balıkesir’in geçmişini sembolize eden tarihi evler birer birer onarılacak. Öncelikle envanteri çıkarılacak binalar arasında saat kulesi, tarihi şadırvan ve dönemini sembolize eden konak ve evler yer alıyor.

 

Balıkesir Kültür ve Turizm İl Müdürü Abdullah Soykan, tarihi evlerin restore edilerek şehrin dokusunun canlı kalmasını sağlayacaklarını söyledi. Soykan, bu kapsamda Balıkesir şehir merkezindeki tarihi yapıların envanterini çıkarıp Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma (ÇEKÜL) Vakfı Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen’e gönderdiklerini kaydetti. Soykan, “Her şey yolunda giderse bir yıl sonra çalışmalara başlamayı planlıyoruz.” dedi. Geçen yıl göreve geldiğinde tarihi evlerin restorasyonuyla ilgili bir çalışma başlattıklarını ifade eden İl Müdürü Soykan, konuyla ilgili detaylı bir araştırma yaptıklarını ifade etti. Proje için öncelikli olarak tarihi şadırvan ve saat kulesi ile birlikte Kazım Özalp Sokağı ve Zağnos Paşa Camii karşısındaki ikiz konakların restore edileceğini kaydeden Soykan, şöyle konuştu: “Çalışmalarımız, Paşa Konağı ve çevresini de içine alıyor. Bu alanlar için sokak sağlıklılaştırması planlıyoruz. Valimiz de konuyla yakından ilgileniyor. Bu çalışmanın sadece Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü bünyesinde yürütülmesi çok zor. Valiliğin katkısı çok önemli; ancak belediye ve diğer kurumların da desteği gerekiyor. Proje aşaması bittikten sonra finansman konusunda Balıkesir’in ileri gelenleri de destek olabilir.”

 

Restorasyon için öncelikle bölgenin envanterinin çıkarılması gerektiğine işaret eden Abdullah Soykan, kaç tane binanın restore edileceğinin tespitinin yapıldığını vurguladı. Soykan, şu bilgileri verdi: “Son sözü ÇEKÜL Vakfı söyleyecek. Bunun için hazırladığımız raporu Prof.Dr. Sözen’e gönderdik ve kendisini Balıkesir’e davet ettik. Yapacağı ön incelemenin ardından ilimize gelecek. Süreç yaklaşık sekiz aydır devam ediyor.”

 

Bu tür projelerin hazırlanıp hayata geçirilmesinin zor olmadığına dikkat çeken Soykan, şöyle devam etti: “Bu tarz restorasyon projelerini daha ziyade belediyeler yapıyor. Bizler birer bileşen olarak sadece kolaylaştırıcı olabiliriz. Balıkesir, 2014 yılından itibaren büyükşehir olacak. Bu durum bizim için büyük avantaj olur. Bu tür projeleri hayata geçirmek daha kolay olacaktır. Çünkü büyükşehir belediyelerinin imkanları daha fazla.”

 

Vali Ahmet Turhan’ın, göreve geldiği günden beri projesi hazır binaların restorasyonu için talimat verdiğini belirten Soykan, “Bunun için İl Özel İdaresi’nin destek olacağını söyledi. Restorasyon çalışması için projelendirme 6 ay sürebilir. Kuruldan geçmesinin de 6 ay kadar alacağını düşünüyorum. Balıkesir’deki binaların restorasyonuna başlamak için yaklaşık bir yıl zaman olduğunu planlıyoruz. Bunun için büyük bir ekip gerekiyor.” dedi.

 

Projenin hayata geçirilmesinin, Balıkesir’in sosyal ve kültürel hayatına ciddi katkıları olacağını söyleyen İl Müdürü Soykan, “Bu tür projelerin hayata geçirildiği şehirlerde gece insanlar aileleriyle dışarıya çıkıyorlar. Şehir hayatına canlılık geliyor. Ayrıca turizm de bundan payını alıyor.” dedi.

Zaman, Haber: Melih Gasgar, 24.02.2013

VEZİRKÖPRÜ'DE TARİHİ EVLERİN RESTORASYON AŞAMASINDA SONA GELİNDİ

 

 

Samsun İl Özel İdaresi Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu (KUDEB) tarafından yürütülmekte olan Vezirköprü Sokak Sağlamlaştırma Projesi kapsamında yapılan birinci etap çalışmalarında sona gelindi.

 

Projenin ilk etabında, ikisi tarihi eser olarak tescilli olan ve 17 tanesi geleneksel olan toplam 19 tarihi binanın restorasyon çalışmasının bitmek üzere olduğunu belirten Samsun Valisi Hüseyin Aksoy, eski kent dokusunu tekrar hayata geçirmek amacıyla yapımı başlanan ve 4 etaptan oluşan projenin tamamlanmasıyla toplamda 110 binanın restoresinin yapılacağını kaydetti.

Projenin ikinci etabında ise üçü tarihi eser olarak tescilli olan 23’ü geleneksel 26 tarihi binanın restorasyonuna geçtiğimiz sene ekim ayında başlandığını sözlerine ekleyen Vali Aksoy, “Yakın zamanda tamamlanacak olan birinci ve ikinci etap çalışmaları sonucunda toplamda beşi tarihi eser olarak tescilli olan bina ve 40 tanesi geleneksel olan binanın restorasyon çalışması bitmiş olacak. Önümüzdeki dönemde başlayacak olan üçüncü ve dördüncü etap çalışmalarında ise toplamda 65 tarihi binanın sağlamlaştırması yapılacak.

Zaman, Haber: Muzaffer Altunay, 23.02.2013

KALDIRIMDA TARİHİ TOP HEYECANI

 

Şişli Esentepe Mahallesi Kore Şehitleri Caddesi'nde kaldırıma bırakılmış yaklaşık 150 cm uzunluğunda tarihi bir topu gören vatandaşlar durumu polise bildirdi. Olay yerine bomba uzmanı, olay yeri inceleme ve önleyici hizmetlere bağlı polis ekipleri geldi.

 

Bomba uzmanı ve olay yeri inceleme polisleri herhangi bir tehlikenin olmadığını tespit etti. Ancak müzelerde gördükleri tarihi topu cadde üzerinde kaldırımda gören vatandaşlar şaşkınlığını gizleyemedi. Bazıları cep telefonu ile görüntü çekti.

Tarihi top, emniyete bağlı araç çekicisi ile incelenmek üzere götürüldü. Onlarca kilogram ağırlığındaki tarihi topun kaldırıma nasıl geldiğini araştıran polis çevredeki güvenlik kamerası görüntülerini incelemeye aldı.

Milliyet, Haber: Zeki Günal, 22.02.2013

KAYA: MRYLEİA ANTİK KENTİNDEKİ İNŞAAT DURDURULMALI

 

Bursa'nın Mudanya İlçesi'ndeki Mryleia antik kentinde devam eden inşaata yönelik mimarların tepkisi sürüyor. Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Nizamettin Kaya, "Yasalarla kabul ettiğimiz ve tüzüklere uymak yükümlülüğümüz varken, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası'na aykırı olarak Apameia (Myrleia) Antik Kenti üzerinde yapılmakta olan inşaatın devamına izin vermek, tarihi ve kültürel değerlerin yok edilmesine ve sermaye' ye rant sağlanmasına yöneliktir" dedi.

Mudanya'da Bursa Asfaltı üzerinde bulunan alana AVM yapmak için başlanılan çalışmalarda antik kent kalıntıları çıkması üzerine Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından durdurulmuştu. Kararın revize edilmesiyle inşaat çalışmaları yeniden başladığına dikkat çeken Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Nizamettin Kaya, düzenlediği basın toplantısında antik kentteki inşaatın durdurulması gerektiğini söyledi. Bursa'nın ilkçağlardan günümüze kadar insanlık tarihinin geçirdiği evrelere ait, insanlık tarihi açısından büyük önem taşıyan kültür varlıklarına sahip bir kent olduğuna işaret eden Kaya, Bursa'nın Marmara denizi kıyısındaki en önemli ilçelerinden biri olan Mudanya'da bulunan Mryleia antik kenti ise tarihi MÖ 700'lü yıllara kadar uzanan, varlığı bilinen fakat yakın zamana kadar toprak altında kalmış evrensel olarak önem taşıyan bir kültür varlığıdır. Kentin limanının bugün Petrol Ofisi dolum tesislerinin altında kaldığı anlaşılmaktadır. Yapılaşmanın bu kısma doğru ilerlemesi nedeniyle burada yapılması düşünülen alışveriş merkezi inşaatı öncesinde 2009 yılında Bursa Müze Müdürlüğü tarafından açılan sondaj çukurunda henüz yüzeyde olunmasına rağmen hemen temel kalıntılarına ulaşılmış olup bu sondaj sırasında Klasik ve Hellenistik Çağa çok sayıda ait seramik kırıkları ve bir heykel buluntular arasındadır. 2010 tarihinde alan kısmen Arkeolojik Sit Alanı kapsamına alınmış olmakla birlikte koruma alanı son derece dar tutulmuştur" diye konuştu.

Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Mustafa Şahin'in hazırlayarak Koruma Kurulu'na sunduğu rapora göre arkeolojik sit alanının çok daha geniş tutulması gerektiğine dikkat çeken Kaya, antik limanın ve kentin kalıntılarının var olması ihtimalinin çok güçlü olduğu bölgenin bir kısmının 1. derece arkeolojik sit alanı olarak korumaya alınmadığı ve üzerine alışveriş merkezi inşaatı yapılmasına izin verildiğini açıkladı. Oda Başkanı Kaya şunları söyledi: "
Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 20.05.2010 tarih ve 106205 sayılı kararı ile sit kapsamına alınan alanda yapılan incelemelerde Yapılan sit incelemesinde dikkati çeken; alanın çok dar tutulduğudur. Bu nedenle Bölge Koruma Kurulu'na sit sınırlarının genişletilmesi konusunda başvuruda bulunulmasına karar verilmiştir. Tarihi ve Kültürel değerler, geçmişten geleceğe taşınması gereken insanlığın ortak miraslarıdır ve hem dünya da hem de ülkemizde uluslararası ve ulusal düzeyde yasalarla koruma altındadır. Yasalarla kabul ettiğimiz ve tüzüklere uymak yükümlülüğümüz varken, dahası 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası'na aykırı olarak Apameia (Myrleia) Antik Kentin üzerinde yapılmakta olan inşaatın devamına izin vermek tarihi ve kültürel değerlerin yok edilmesine ve sermaye' ye rant sağlanmasına yöneliktir. Üstelik 2014 yılı için UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi'ne girmeye aday durumunda olan Bursa Kenti için ciddi bir çelişki de oluşturmaktadır. Mudanya, Bursa' nın Marmara denizine açılan kapısıdır ve tarihi bir kenttir. Antik kent üzerine Alışveriş Merkezi ve Benzin İstasyonu projesinin acilen ve tamamen iptal edilmesi, bölgede arkeolojik çalışmaların süratle başlatılması, Apameia (Myrleia) antik kentinin gün yüzüne çıkarılması ve müze haline getirilmesi gerekmektedir."

Bugün, 22.02.2013

 

******


ANTİK KENTİN ÜZERİNE AVM İZNİ ÇIKTI

 

 

Bursa'da temelinden antik Myrleia kentinin duvarları çıkınca durdurulan AVM inşaatı için koruma kurulu kararını verdi: İnşaat devam, duvarlar içeride cam içinde sergilensin.

 

3. derece arkeolojik sit alanında temel kazma çalışmaları sırasında Myrleia antik kenti duvarına rastlandığı için inşaatı durdurulan alışveriş merkezi için Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu kararını verdi. Kurul, Myrleia kent duvarının cam çerçevede alışveriş merkezi içinde sergilenmesine ve antik kent üzerinde yapılan AVM inşaatının devam etmesine karar verdi.


Uludağ Üniversitesi, 2010 yılında Bursa’nın Mudanya İlçesi'nde 1. derece sit alanı olan bölgenin yakınında yaptığı yüzey çalışması sırasında yoğun seramik parçalarına rastlayınca Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’na bölgenin 1. derece sit alanı ilan edilmesini önerdi. Öneri üzerine bölgede incelemelerde bulunan koruma kuruluysa tarihi limanı 3. derece arkeolojik sit alanı ilan ederek imara açtı.


Bölgenin imara açılmasıyla Tesco Kipa Kitle Pazarlama Şirketi de 23 Eylül 2012 tarihinde aldığı ruhsatla bölgede AVM yapmak için inşaat çalışmalarına başladı. Ancak AVM’nin temel kazıları sırasında antik kentin MÖ 7. yüzyıla ait duvarı ile taş heykellere rastlanınca bölge halkı AVM inşaatının durdurulması için koruma kurulu ile müze müdürlüğüne başvurdu.


Şikayetler sonucunda bölgede incelemede bulunan Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu, bölgede yeniden değerlendirme yapmak üzere 3 Aralık 2012 tarihinde inşaatı durdurma kararı aldı. Ancak inşaat alanında incelemede bulunan kurulun kararında herhangi bir değişiklik olmadı. 2 ay süreyle bölgede incelemede bulunan koruma kurulu, tarihi Myrleia kentinin 3. derece sit alanı olarak kalmasını uygun bularak kent üzerine yapılan alışveriş merkezinin devam ettirilmesi için inşaat izni verdi. Temel kazıları sırasında bölgede çıkan tarihi eserleri müzeye nakleden kurul, ayrıca Myrleia kent duvarlarının cam çerçevelerde korunarak alışveriş merkezi içerisinde sergilenmesi kararını aldı.


Kurul tarafından inşaatın devam etmesi için izin kararı verilmesi çevre örgütlerini ayağa kaldırırken, alışveriş merkezi yapmak isteyen Tesco Kipa Kitle Pazarlama Şirketi ise AVM’nin bir an önce bitmesi için inşaat çalışmalarına başladı.

‘Kuzuyu kurda emanet ettiler’
Bölgede yüzey incelemelerinde bulunarak limanın 1. derece sit alanı ilan edilmesi için kurula öneride bulunan Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Mustafa Şahin, bölgede yeterli düzeyde sondaj çalışması yapılmadan kararın alındığını söyledi. Şahin, “Bölgede yeteri kadar sondaj çalışması yapılmadan inşaata izin verilmesi suçtur” derken Mudanya Halk Meclisi sözcüsü Levent Kayak ise “Kurul aldığı bu kararla kuzuyu kurda emanet etmiştir. Tarihi eserlerin bir firmanın malıymış gibi alışveriş merkezi altında sergilenmesi son derece yanlış bir karar. Halk meclisi olarak bütün yasal yollara başvuruda bulunacağız” diye konuştu.


İnşaata devam kararının koruma kurulunca verildiğini belirten Bursa Müze Müdürlüğü ise gün yüzüne çıkarılan eserlerin müze envarterine geçirildiğini, duvar kalıntılarınınsa yağmurdan zarar görmemesi için örtüyle kapatıldığını bildirdi. Kötü hava şartlarından dolayı restorasyon yapamadıklarını bildiren müze yetkilileri, temel kazısında bulunan Myrleia duvarını yazın restore edeceklerini bildirdi.

Radikal, Haber: İdris Emen, 06.03.2013



******


AVM İNŞAATINDA ORTAYA ÇIKAN KALINTILARA 'CAMEKAN' ÇÖZÜMÜ

 

 

Bursa’nın Mudanya İlçesi’nde alışveriş merketinin inşaatı sırasında ortaya çıkan, MÖ 7’nci Yüzyıl’a ait Myrleia antik kentinin duvarlarına rastlandı. O döneme ait bronz heykellerin de bulunduğu kazılar Bursa Anıtlar Kurulu tarafından durduruldu. Yapılan çalışmaların ardından Anıtlar Kurulu, antik kent duvarı ve bulunan tarihi eserlerin bölgede camekanlar ile korunması şartı ile alışveriş merkezinin inşaat çalışmalarına izin verdi.

Mudanya’nın Demirhane Mevkii’nde bir alışveriş merkezinin temel atma çalışmaları sırasında, MÖ 7’nci Yüzyıl’a ait Myrleia antik kentinin duvarları ortaya çıktı. Duvarların dışında bölgede, o döneme ait bronz heykeller ve çeşitli başka kalıntılar bulundu. Tarihi eserler Bursa Müze Müdürlüğü’ne teslim edilirken, Bursa Anıtlar Kurulu, bölgenin eski bir liman olduğunu tesbit etmişti. Yapılan çalışmaların ardından Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararını verdi. Kurul, bölgenin 3’üncü derece sit alanı olarak kalacağını, tarihi duvarların camekanlar içine alınarak korunup, yapılacak alışveriş merkezinin içinde sergilenmesine karar verdi.

Mudanya Belediye Başkanı AKP’li Hasan Aktürk, konuyla ilgili yaptığı açıklamasında, "Alışveriş merkezinin inşaat çalışmaları sırasında, tarihi kalıntılar ortaya çıktı. Alışveriş merkezinin inşaat çalışmaları, tarihi eserler cam fanus içersinde korunup sergilenme koşulu ile devam edecek. Bu proje, ilçemizin tarihinin ortaya çıkmasının yanında Mudanya’nın ekonomisini de olumlu yönde etkileyecektir. Markete alışverişe gelen vatandaşlar cam fanus ve camekanlar içinde yer altında bulunan tarihi kalıntıları da inceleme fırsatı da bulacakları için yapılan çalışmanın doğru bir çalışma olduğunu belirtmek isterim" dedi.

Toplam 9 bin 312 metre kare arsa üzerine kurulacak olan ve 2 bin metrekare kapalı alandan oluşacak tek katlı alışveriş merkezinden bir süper market ve üç mağaza bulunacak. Alışveriş merkezine 150 araç kapasiteli kapalı otopark yapılacak.

Radikal, Haber: Tarık Arslan, 07.03.2013

TARİHİ KAPLICA SATILIYOR

 

Bursa’da 456 yıl önce Sadrazam Rüstem Paşa tarafından Kanuni Sultan Süleyman’ın tedavisi için yaptırılan ve son yıllarda termal otel ve hamam olarak kullanılan Yeni Kaplıca, Bursa 5’inci İcra Müdürlüğü tarafından, ortaklarından birinin banka borcu nedeniyle satışa çıkarıldı.

 

Yeni Kaplıca’nın 36 hissedarından biri olan Tomris Ete’ye ait 10 hissenin satış ihalesi, 11 Nisan tarihinde gerçekleşecek.

 

Klasik dönem Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan ve 1555 yılında Sadramazan Rüstem Paşa tarafından Kanuni Sultan Süleyman için inşa ettirilen Yeni Kaplıca, merkez Osmangazi İlçesi’ne bağlı Kükürtlü Mahallesi’nde bulunuyor.

 

Yeni kaplıca, tavanı 12 metre çapında iki büyük kubbeyle örtülü olan ve hamamın içindeki halvetlere su, soğumadan ulaştığı için sıcaklığı 84 dereceyi bulan termal sularıyla kentin önemli kaplıca merkezleri arasında yer alıyor. Üçü büyük olmak üzere, toplam on kubbeyle örtülü kırk kurnanın bulunduğu geniş havuzu, tarihi çinileriyle önemli bir tarihi zenginlik olan ve 36 hissedarı bulunan Yeni Kaplıca, tarihi kayıtlara göre Kanuni Sultan Süleyman’ın tedavi olduğu yer olarak biliniyor.

 

Sadrazam Rüstem Paşa tarafından yaptırılan Yeni Kaplıca’nın hissedarlarından birinin bankaya olan borçları nedeni ile tarihi yapı, icradan satışa konuldu. Bursa 5’inci İcra Müdürlüğü’nün ilk ihalesini 11 Nisan’da yapacağı satış Bursa Adalet Sarayı’nda yapılacak. Yeni Kaplıca’nn 36 ortağından Tomris Ete’nin banka bonçları nedeniyle sahip olduğu 10 hisseye ilk satışta 351 bin 705 TL bedel belirlendi.

 

İlk ihalede alıcı çıkmaması durumunda bu hisselerin, belirlenen bedelin yüzde 40’ına fiyata satılacağı belirtildi.

Bursa Kent Haber, 22.02.2013




Tatil 2013



17 - 23 Şubat 2013

BAŞBAKAN OLUNCA MİMAR DA OLURSUN

 

Paran çoksa...

Mimarların yaptığı projeleri “bu değil, bu değil, bu hiç değil” diye fırlatıp atacak kadar özgüven sahibi olursun...

 

*

 

Başbakan olursan...

Tıpkı paran çokmuş gibi davranma lüksüne sahip olabilirsin.

-  Çamlıca’ya cami yapacağım diye tutturabilirsin.

-  Proje yarışması açarsın...

-  Selatin camileri taklit eden bir projeye birincilik verirsin.

-  Birinci gelen o projeyi önüne koyup kafana göre düzenlemeler yaparsın.

-  Kubbeleri yumuşatır, revakları kaldırır, kapıları büyütürsün...

-  Kendini bir Mimar Sinan kadar yetkin hissedersin.

Denklem basittir çünkü:

Başbakan olunca otomatikman “mimar” da olmuş olursun.

 

*

 

Bu ülkede...

Paran çoksa ya da başbakansan...

-  En uzağa sen gidersin, en yakından sen dönersin.

-  En iyi ekonomist sen olursun...

-  Uzay teknolojisinden de sen çakarsın, nüfus planlama hareketlerinden de...

-  Sosyolojiye sen vakıfsındır, tıbbı hekimlere öğretirsin.

-  Pedagojik formasyon alanında kimse eline su dökemez...

-  En iyi yönetmen sensindir, en iyi tiyatrocu sen...

-  Sanat eleştirmeni olursun, heykellerden süper anlarsın...

-  İlber Hoca da kim oluyormuş, en iyi tarihçi sensindir...

 

*

 

Ben şunu bilir, şunu söylerim:

Bu ülkede rahat etmek istiyorsan...

Ya paran olacak ya da iktidarın...

İkisi olunca her şey olursun...

Hürriyet, Yazı: Ahmet Hakan, 22.02.2013

ERDOĞAN'IN ÇAMLICA'SI

 

     

 

İstanbul’da yapılacak Çamlıca camisi için “AKP’nin simge eseri” diyen Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, projede pek çok değişiklik yapıldığını söyledi. Dün Hürriyet’i ziyaret eden Bakan Bayraktar, projenin, Başbakan Erdoğan’ın başkanlık ettiği bir heyet tarafından değiştirildiğini açıkladı.

 

İstanbul’da Çamlıca Tepesi’ne yapılacak olan caminin projesi sil baştan değişiyor. Yeni projenin detaylarını Hürriyet’e açıklayan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bakan Bayraktar, “Mimarlarla yaptığımız çalışmada camide sayamayacağım kadar değişiklik oldu. Sivri olan kubbeler daha basık ve oval oldu. Kapılarını genişlettik büyüttük. Revaklar vardı onları kaldırdık” dedi.





“Çamlıca’daki caminin oluşturulma gayesi AKP’nin iktidarı döneminde bir simge eser bırakmaktır” açıklamasında bulunan Bayraktar, “Orası sadece cami, sadece namaz kılınacak bir yer değil büyük bir kültür kompleksidir” dedi. Bayraktar, Hürriyet’e yaptığı ziyarette Çamlıca Camisi ile ilgili şu açıklamalarda bulundu:

“Burası eğitim, kültür, turizm ve müze alanı olacak. Yarışmada 82 proje değerlendirildi. Bunların arasında ikincisini uygulamayı uygun gördük. Ama Sayın Başbakan bunun tartışmaya açılmasını istedi. Mimar Sinan Üniversitesi’nden ve İTÜ’den bir grup mimarla üç saat çalıştık. Projeyi ciddi anlamda eleştirdiler. Birçok yerini değiştirdik. Burada Mimar Sinan’ın eserleri, Selçuklu ve Osmanlı döneminin camilerinden ciddi anlamda esinlenme var. Onların silueti olarak devam niteliğinde olmasını arzu ettik. Ama kesinlikle konsept ve yapı aynı değil.




Binada fabrika gibi üç bodrum var. Bodrumlarında hat sanatları, kültür yerleri, fuar alanları, dershaneler ve seyir terasları olacak. Dünyada beşinci büyüklükte bir cami olacak. Üç gidiş üç geliş yol ve tünel yapacağız. Turizm merkezi, seyir terası ve yeşil alan yapacağız. Caminin dışında bina hemen hemen hiç yok. Kubbeleri, kapıları, değişti. Camide sayamayacağım değişiklik yapıldı. Altı minare var, yedinci minare vardı onu kaldırdık. Mimarlar öyle uygun gördüler. Kubbeler daha basıldı daha oval oldu. Sivriliklerini biraz azalttık. Kapılarını genişlettik, teraslarını değiştirdik.

 

Birtakım revaklar vardı onları kaldırdık. Başbakan’ın başkanlığındaki heyet, alanında uzman mimarlarla toplam üç seans yaptık. Görüşmelerimiz devam edecek. Daha da değişiklikler olabilir. Başbakan, Osmanlı ve Selçuklu kültüründe yetişmiş. Yetiştiği kültürü istiyor. O kültürü seviyor.”

 

YENİSİ

Kubbeler tıraşlandı.
Kapılar genişletildi.
Revaklar kaldırıldı.
Teraslar değiştirildi.
Şadırvan yeniden dizayn edildi.
Girişler tekrar düzenlendi.

Hürriyet, Haber: Erdinç Çelikkan, 20.02.2013

TARİHİ BİNA İLGİ BEKLİYOR

 

 

Yığılca’nın Tıraşlar Köyü'nde bulunan 200 yıllık tarihi yapı keşfedilmeyi bekliyor. Osmanlı Döneminde inşa edilen yapının kültür turizmine kazandırılması isteniyor.

 

AKP Yığılca İlçe Başkanı Muzaffer Yiğit tarihi binayı kültür turizmine kazandırmak için çalıştıklarını belirtti. Bina içerisinde hala eski dönemlerde kullanılmış eşyaların bulunduğunu dile getiren Yiğit, 10 odalı yapının her odasında bir osmanlı hamamı, kiler ve ocağın yer aldığını kaydetti.


Yiğit,  tarihi dokuya zarar vermeyecek bir restorasyonla yapının büyük ilgi göreceğine inandıklarının da altını çizdi. Konak sahiplerinin kökeninin Karamanoğullarına dayandığını söyleyen Yiğit “Yığılca Tıraşlar Köyü merkez mahallede bulunan bu yapı yaklaşık 200 yıllık. Osmanlı döneminde inşa edilmiş ancak Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyor. Ev sahiplerinin kökeni Karamanoğulları’na dayanıyor. İlçe merkezine yaklaşık 1 kilometre uzaklıkta” dedi.

ŞİMDİYE KADAR NASIL KEŞFEDİLMEDİ?
Restorasyon yapılması halinde konağın büyük ilgi göreceğine inandıklarını ifade eden Yiğit şöyle devam etti: “Bu evi ve çevresindeki tarihi yapıları Yığılca ve Düzce kültür turizmine kazandırmak istiyoruz. Burayı sanatsal faaliyetlerde kullanmayı planlıyoruz. Tarihi dokuya zarar vermeyecek bir restorasyonla evin gerçekten büyük ilgi göreceğine inanıyoruz. Evin bulunduğu alan da tarihi bir alan. Buradan adeta tarih fışkırıyor. Bugüne kadar nasıl keşfedilmediğini gerçekten çok merak ediyorum.”


Tarihi yapıyı kültür turizmine kazandırmaya çalıştıklarını dile getiren Yiğit şunları söyledi: “Tarihi yapıların yanı sıra bu köy gerçekten bir cennet. Doğal güzellikleri ile de dikkat çekiyor. Tarihi ev özelliğini korumuş. Kurtuluş savaşında ülke savunması yapan Hüseyin Çavuş bir dönem bu evde oturmuş. Evin şu anki varisleri de Hüseyin Çavuş’un torunları. Ev içerisinde kullanılan malzemeler bile hiç bir şekilde bozulmamış. Biz bu evi ve çevresindeki tarihi yapıları kültür turizmine kazandırmak için elimizden geleni yapacağız. Bu konuda halkımızdan ve yetkililerden de destek bekliyoruz.”


Muzaffer Yiğit, binanın tüm odalarında osmanlı hamamı, kiler ve ocak olduğunu, ayrıca bina içerisinde bir de seyir odasının bulunduğunu ifade ederek “Bu tarihi binada yaklaşık 10 kuşak yaşamış. Bütün odalarda ocak ve Osmanlı hamamı var. Ev 10 odalı. Ayrıca bütün odaların içinde kiler var. Binanın diğer bir özelliği de çevreyi izleyebileceğiniz bir seyir odasının olması. Ayrıca kilit ve güvenlik sistemi akıllara durgunluk verecek şekilde yapılmış. Sistemi bilmeyen kapıyı açamaz. Konağın yakınında birde tarihi pınar var. Osmanlı paşalarının bu çevrede sürekli konakladığı söyleniyor” diye konuştu.

Düzce Damla, 22.02.2013

465 YIL ÖNCE İNŞA EDİLEN KAPLICA İCRADAN SATIŞTA

 

Bursa İcra Müdürlüğü tarihi 1555 yılında inşa edilen son yıllarda termal otel ve hamam olarak da kullanılan bir yapıyı icradan satışa çıkardı. Bir bankanın alacağı nedeni ile satışa çıkardığı yerin icra ihalesi 14 Nisan’da yapılacak. 456 yıl önce inşa edilen yer Kanuni Sultan Süleyman’ın tedavi olduğu yer olarak biliniyor.

 

Bursa 5. İcra Müdürlüğü'nün icradan satışını istediği termal otel Orhangazi Kükürtlü Mahallesi'nde bulunuyor. Kanuni Sultan Süleyman'ın niksir hastalığına tutulduğu sırada tedavi için gittiği yer icradan satışa çıkarılan Yeni Kaplıca olur. Kanuni burada banyo yaparak iyileşir ve İstanbul'a döner.

 

Kanuni, iyileştiği bu yerin yeniden tamir edilmesi için Sadrazam Rüstem Paşa'ya talimat verir. Tadilat masraflarını da kendisisi ödediği için bu kaplıca Rüstem Paşa Kaplıcası olarak da anılır.

Hürriyet, Haber: Dinçer Gökçe, 22.02.2013

700 GÜMÜŞ SİKKEYLE YAKALANDILAR

 

 

Emevi dönemine ait 700 gümüş sikke yapılan operasyonda ele geçirildi.

 

Kocaeli Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Şube ekiplerinin gerçekleştirdiği operasyonda, Emevi dönemine ait olduğu belirlenen 700 gümüş sikke ele geçirildi. Tarihi eserlere el konulurken bir kişi gözaltına alındı.

Aldığı bir ihbarı değerlendiren ekipler, İzmit Otobüs Terminali'nde 38 yaşındaki C.M.G. adlı bir kişinin çantasında yaptığı kontrolde Emevi dönemine ait olduğu belirlenen 700 gümüş sikke ele geçirildi. Yaklaşık 1400 yıllık olduğu sanılan gümüş sikkeler, Müze Müdürlüğü'ne teslim edilirken gözaltına alınan C.M.G., ifadesi alınmak üzere İl Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.

Akşam, 22.02.2012

400 YILLIK CAMİ
YENİLENİYOR

 

İstanbul’un sur dışındaki tek padişah camii olan 400 yıllık Gençosman Camii’nde restorasyon çalışmaları başladı.

Vakıflar Genel Müdürlüğü, Güngören’deki cami için geçtiğimiz günlerde ihaleye çıkmıştı.

İhale sonucu çalışmalar başladı.


Restorasyona, camiye sonradan eklenen bölümlerin yıkılmasıyla başlandı.

Çalışmaların bu yılın sonuna kadar tamamlanması planlanıyor.

Habertürk, 22.02.2013

BİZANS ZAFER TAKI'NIN ÜZERİNE BETON DÖKMÜŞLER

 

 

İÜ'nün karşısında, onlarca arkeoloji hocası ve öğrencisinin gözü önünde Bizans takı parçalanıp beton döküldü. 'Tarih cinayeti'ni çanta satan bir esnaf gördü.

 

Bizans Zafer Takı’nın parçaları kırılıp kenara atıldı. Altından çıkan tuğla yapılı mimari yapının da üzerine beton döküldü. Tüm bunlar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin tam karşısında oldu. Yani onlarca arkeoloji hocasının ve yüzlerce arkeoloji bölümü öğrencisinin gözü önünde... Bu durumu ne şikayet ettiler ne de merak edip baktılar.


Deri çanta satan bir esnaf İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni arayıp ihbar etti ‘‘Tarihi eserleri iş makinesiyle kırıyorlar’’ diye. Müzeden ihbar üzerine giden görevli arkeolog, ‘‘İnşaatı durdurun’’ dedi ve tutanak tuttu. İstanbul 4 No’lu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na tutanak ivedilikle gönderildi ama Fatih Belediyesi dün alelacele tarihi eserlerin üzerine beton dökmeye başladı.


Lego gibi parça parça bulunmuştu
Bizans döneminde Beyazıt Hamamı, Simkeşhane, Beyezit Külliyesi ile Beyazıt Meydanı’nı kaplayan alanda Theodosius Meydanı bulunuyordu. 1927 yılında Ordu Caddesi’nin genişletilmesi sırasında D.Talbot Rice başkanlığındaki İngiliz Arkeoloji Heyeti, Simkeşhane avlusunda bir kazı çalışması yaptı. Bu çalışmalar sırasında meydan girişinin (tak) kalıntıları bulundu.


1956 yılında aynı caddenin tekrar genişletilmesine karar verildi ve Simkeşhane’nin ana caddeye komşu blokları yıkıldı. Bu yıkım sırasında takın birçok parçası ortaya çıktı. Ardından yapılan arkeolojik çalışmalarda taka ait pek çok buluntu elde edildi. Bu buluntuların bir kısmı İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne götürülürken bir kısmı da yerinde bırakıldı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin karşısında sergilenen Zafer Takı’nın parçalarına ne yapılacağına bir türlü karar verilemedi.


Marmara adalarından getirilen mermerle yapıldı
Bizans Zafer Takı, Marmara adalarından getirilen mermer ile yapılmış, üç adet geçiş koridoru bulunan kavisli bir yapıydı. Roma ’da bulunan zafer takına benzer biçimde inşa edilen bu eserin ortasındaki geçiş koridoru kenardakilere göre daha büyüktü. Ortasında I. Theodosius’un heykeli bulunan takın iki yanında I. Theodosius’un oğulları Arcadius ve Honorarius’un heykelleri bulunurdu.


Ortadaki geçiş koridorunu taşıyan ve bu koridorun iki yanında bulunan Herkül figürleri ile süslü dörder adet de sütun yer alırdı.


Bugün Ayasofya’nın önünden başlayarak batı yönünde ilerleyen cadde (bugünkü adıyla Ordu Caddesi) geçmişte şehrin ana hattını şekillendirirdi. Bu cadde Theodosius Zafer Takı’nın içerisinden geçerek Trakya’ya doğru devam eder ve Balkanların dışına kadar ulaşırdı. Zafer Takı’nın gerek Haçlı istilaları gerekse depremler sonucu ağır hasarlar aldığı ve İstanbul’un fethinden önce harabeye döndüğü de biliniyordu.


Son çalışmalarla taktan kalanlar da tahrip edilmiş oldu. Oysa tarihi yarımadanın içinde bu tür düzenlemelerin öncelikle koruma kuruluna bildirilmesi gerekiyordu. Hafriyata ise kurulun izni dahilinde İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden bir arkeoloğun gözetiminde başlanabilirdi. Ancak son dönemde muze ve koruma kurulu izni olmaksızın başlatılan çalışmalar dikkat çekiyor.


Belediye: Biz haber verdik, yanıt gelmedi
Fatih Belediyesi “Müzeye haber verdik gelmediler” diyor ama onlar gelmeden neden çalışmalara başladıklarını açıklayamıyorlar.


İşte Fatih Belediyesi’nin cevabı:
‘‘Mevcut parkta bir tane zabıta kontrol noktası, bir baraka ve bir gecekondu kulübe vardı. Bunlar zaten kaçak yapılar ve yıkım için kuruma kurulundan izin almamız gerekmiyor. Ancak park düzenlemesi için kurula yazı yazdık onlar da bize cevap vermedi daha. Parkta yer üstü eserleri var. O eserler de park düzenlemesi sırasında bir kenara kaldırıldı. Kaldırılan eserler düzenlemeden sonra yerine konulacak. Dolayısıyla orada bir kazı yok. Park düzenlemesi sırasında alanda gözlem yapması için müze yetkililerden bir arkeolog gönderilmesini talep ettik. Ancak bu yöndeki talebimize müze henüz cevap vermedi.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 22.02.2013

DİYARBAKIR, BERGAMA, BURSA...

 

UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne aday kentlerimizin ortak sorunu ‘uygunsuz’ yapılaşma.
 

Dünyadan 1000’e yakın anıtın yer aldığı “UNESCO Dünya Mirası Listesi”nde, örneğin 200 yıllık ABD’nin bile 20’den fazla eseri varken “bin yılların ülkesi Türkiye”den sadece 11 miras bulunmasının temel nedenleri tarihsel zenginliklerimize duyarsızlığımız; listeyi önemsememiz; hatta -az sayıdaki- başvurumuzun da yeterli özenden yoksun olması.


Şimdiye dek İstanbul (Tarihi Yarımada), Kapadokya, Divriği Ulu Cami, Hattuşaş, Nemrut Dağı, Pamukkale, Ksantos-Letoon, Safranbolu, Troya, Selimiye Cami ve Çatalhöyük listeye girebildiler... İstanbul’un ise korunamadığı(!) için onur kırıcı olan “Tehlike Altındaki Miras” sayılması da 5 yıldır UNESCO gündeminde.


Yeni başvuran Diyarbakır, Bergama ve Bursa’da ise umutlu bir bekleyiş var. Geçen yıllarda “kültürel çeşitliliğini yeterince vurgulamadı”ğından başvurusu geri çevrilen Mardin’in durumuna düşmemek için dosyalarını “eksiksiz” hazırladıklarını belirtiyorlar.


Diyarbakır Surları
Diyarbakır, MÖ 3000’lerdeki “Hurriler” döneminden kalan “5 km. uzunluktaki surları”yla aday. STK’lerle yürütülen çalışmalar için Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirtaş diyor ki: “Taşlarımız kara ama bahtımız kara olmayacak.”


Başkan, Çin Seddi’nden sonra dünyanın en uzun tarihi duvarı için gerçekleştirilen “çevresini kaçak yapılardan temizleme” çabalarına umut bağlıyor. Sürdürülen restorasyonlar ile Sit Alanı Koruma Planı da şanslarını yükseltiyor.


Ancak plansız ve özensiz yapılaşma UNESCO’nun “bütüncül koruma” ilkesiyle çelişiyor. Kimliksiz apartmanların işgalindeki kent, bu çirkinliği durdurup “tarihle uyumlu” davranabilirse, hak ettiği “Dünya Mirası” unvanını alabilir.


Bergama 500 sayfa
Çağlar boyu adı değişmeyen Bergama’nın 500 sayfalık dosyası 2 yılda hazırlandı. Belediye Başkanı Mehmet Gönenç yüzlerce fotoğraf, harita ve belgenin kenti tanıtmaya yetmediğini belirterek diyor ki: “Roma ve Helen tapınakları, tiyatroları, su yolları ve sağlık merkezlerinin en ünlülerine sahip uygarlıklar başkentinin listeye girmesi, diğer arkeolojik varlıklara da güç katacak.”


Herhalde bu sözleri Yortanlı Barajı’nda boğulan antik Allianoi hüzünle dinliyordur... Kenti inceleyecek UNESCO uzmanları sit alanını kuşatan “tarihle uyumsuz” apartmanlaşmayı sorgulamazlarsa, Bergama’nın şansı da yüksek görünüyor.


Bursa’nın ‘Prusias’ı da var
Kimliğini yitirmeyen Osmanlı köyü Cumalıkızık’la birlikte Hüdavendigar, Yıldırım, Yeşil ve Muradiye’deki Sultan külliyeleri ve Hanlar Bölgesi’nin Orhan Gazi Külliyesi’yle şansını deneyen Bursa’nın dosyasının adı “Osmanlı’nın Doğuşu..”


Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, dosyaya kentin zengin tarihsel dokusunu tanıtan bir belgesel eklediklerini de belirtiyor. Ne var ki MÖ 700’lerde kaleyi inşa eden Bithynia Kralı Prusias’tan adını alan antik dokunun giderek yok edilmesine UNESCO’nun soğuk bakacağı ortada.


Gerçi kale kapıları son yılların önemli restorasyonlarıyla yaşatılıyor; ancak Suriçi’ndeki arkeolojiyi gözden çıkaran yapılaşma izinleriyle “Osmanlı öncesi”nin apartmanlar altında bırakılması, “Dünya Mirası” ilkeleriyle çelişiyor.


Bu nedenle sadece Osmanlı’yla yetinilmeyip düzenlenebilecek “arkeo-park”larla Bithynia, Roma ve Bizans mirasını da gözeten bir imar anlayışıyla Prusias’ın “kent kültürü belleği”ne kazandırılması gerekiyor.

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 21.02.2013

POP ART'IN KRALI LONDRA'DA

 

Pop-art akımının kralı unvanıyla anılan Amerikalı temsilcisi Roy Lichtenstein’ın eserleri yeniden sergileniyor. Londra Tate Modern Gallery’de görülebilen sergi sanatçının ölümünden sonra düzenlenen en büyük çaplı sergi olma özelliğini taşıyor. Sergide sanatçının uzun yıllar içinde verdiği çeşitli dönemlere ait eserlerinden geniş bir yelpaze görülebiliyor. Lichtenstein özellikle gücü ve idealize edilen güzelliği alaya alan birçok eseriyle tanınmış ve geniş kitlelere ulaşmıştı.

 

Londra’daki serginin küratörü Sheena Wagstaff Lichtenstein’ı 20. yüzyılın en büyük resssamlarından biri olarak nitelendiriyor:
“Bu adam büyük ressamlar geleneğinden geliyor. Bence 20. asrın en büyük modern ressamlarından biri. Picassoların Matisselerin yanında düşünebilirsiniz. 60’lı yıllarda onun yanında Oldenburg ve Warhol’u sayabiliriz. Jasper Johns, Robert Rauschenberg… Tabii onun tarzının bu dört isimden çok farklı olmasına rağmen. O aslında büyük bir geleneğin onu altüst eden bir takipçisi oldu.”

 

Roy Lichtenstein 1997 yılında 75 yaşındayken aramızdan ayrılmıştı. Sanatçının ölümünden sonra açılan bu en geniş kapsamlı sergi uluslararası turuna önümüzdeki aylarda devam edecek. Lichtenstein’ın eserleri Londra’nın ardından Chicago, Washington ve Paris’te sanatseverler tarafından görülebilecek.

Euronews, 21.02.2013

CUMALIKIZIK ASLINA DÖNÜYOR

 



Tarihi evleri ve eşsiz sokaklarıyla filmlere plato olan 700 yıllık Osmanlı köyü Cumalıkızık aslına dönüyor.

 

Tarihi geçmişi ve dokusuyla Yıldırım İlçesinin en şirin yerleşim yerlerinden biri olan ve ünü ülke sınırlarını aşan Cumalıkızık ayağa kaldırılıyor. Osmanlı köyü olan Cumalıkızık'da sivil mimarinin en güzel örneklerini görmek mümkün. Tarihi dokusuyla adeta bir açık hava müzesi olan Cumalıkızık'daki evlerin korunmasını ve yaşatılmasını ise Yıldırım Belediyesi önderliğinde 2007 yılında başlatılan bir çalışmayla Mimarlar Odası Bursa Şubesi ve İl Özel İdaresi üstlendi.

 

Yıldırım Belediyesi, UNESCO'nun dünya mirası listesine aday gösterdiği Cumalıkızık'ta 17'si sivil mimari örneği, 5'i anıt yapı, 3'ü de doğal anıt olan toplam 184 adet tescilli yapıyı başlatılan restorasyon ve çevre düzenlemesi çalışmaları ile gelecek nesillere aktarıyor.

 

Cumalıkızık'ın yaşatılması ve gelecek nesillerin de bu güzel köyü görmeleri gerektiğini söyleyen Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, sık sık köyü ziyaret ederek, yol, ışıklandırma, temizlik ve restorasyon çalışmalarını denetliyor.

 

Ahududu festivalinin yanı sıra "3. Bin Yılda Yaşayan Osmanlı Köyü Projesi" ile Cumalıkızık'ı dünya sahnesine çıkardıklarını, BEBKA'nın desteklediği "Zaman Tünelinde Kaybolmayan Tarih Bekçileri Cumalıkızık Projesi" ile tarihe verdikleri önemi gösterdiklerini belirten Başkan Keskin, "Cumalıkızık bizim gözbebeğimiz. Geleneksel hale getirdiğimiz ahududu şenlikleriyle yetinmeyerek köy sakinlerinin cebinden para çıkmadan restorasyon yapıyoruz. Cumalıkızık'ı aslına döndürüyoruz. Restorasyon çalışmalarımızda adeta iğne ile kuyu kazıyoruz. Maksadımız Cumalıkızık'ı 3. bin yıllara taşımak" diye konuştu.

haberler.com, 21.02.2013

ERMENİSTAN'DAN GÖK MESCİD İÇİN UNESCO ATAĞI

 

 

Ermenistan, başkent Erivan'ın merkezinde yer alan tarihi cami Gök Mescid'i UNESCO Kültür Mirası listesine aldırmak için girişimde bulunuyor.

 

Ermeni yayın organı Armenpress'te yer alan habere göre, Kültür Bakanı Hasmik Poghosyan ilgili yayın organına verdiği demeçte, söz konusu kararı İran'a gerçekleştirdiği bir ziyaret sırasında verdiğini belirtti. İran'ın Ermeni tarihi eserlerini tamamıyla koruyan bir ülke olduğunu söyleyen Poghosyan, Ermenistan'ın da İran eserlerine sahip çıkması gerektiğini dile getirdi. Ermeni bakan, Bu yüzden Gök Mescid'in dünya kültür mirası olarak korunması gerektiğini dile getirdi.

 

Ermeni tarafının girişimlerini büyük takdirle karşıladıklarını söyleyen İran Büyükelçiliği Kültür Ataşesi Mihran Şiravand ise bu konuda İran'ın da üzerine düşeni yapacağını söyledi. İran'ın Ermenistan'ı en yakın komşu olduğunu belirten Şiravand,ülkesinin Ermenilere yönelik sevgisinin ikili ilişkilere yansıdığını dile getirdi.

 

Ermenistan'da İran camisi olarak adlandırılan ve 1765 yılında Türk yönetimi Revan Hanlığı'nı idare eden Hüseyin Ali Han tarafından inşa edilen tarihi cami geniş bir külliyeye, 24 metre uzunluğunda minareye ve 26 tane eğitim odasına sahip.

 

1990'lı yıllarda İran tarafından restore edilen cami, 1930'lu yıllarda Ermeni yazar Yeghishe Charents'in çağrısıyla korumaya alındı. Sovyet yönetiminin ibadet merkezlerine yönelik yıkım politikasına karşı çıkan Charents, Erivan'da yıkılan onlarca cami arasından Gök Mescid'in kurtarılmasında önemli bir rol üstlendi. İran hali hazırda mescid'de Farsça dil eğitimi ve kültür merkezi çalışmalarını sürdürüyor.

Zaman, Haber: Mehmet Fatih Öztarsu, 21.02.2013

İLK PORNOGRAFİK RESİMLER!

 





 

Çin'in Şincan özerk bölgesinde, 3 bin yıl öncesine ait pornografik çizimler bulundu. Mağara çizimleri bugünün anlayışıyla dünyanın ilk pornografik resimleri olarak değerlendirildi.

 

Daily Telegraph'ın haberine göre, Şincan'ın başkenti Urunçi'ye 45 kilometre uzaklıkta bulunan Tiyenşan bölgesinde ortaya çıkarılan mağara resimlerinin doğurganlığı artırmak için yapılan orji törenlerini tasvir ettiği sanılıyor. MÖ 2000'li yıllarda yapıldığı tahmin edilen ve boyları birkaç santimden bir metreye kadar değişen 100 kadar duvar çizimleri arasında kadın ve erkek figürlerinin yanında bugünkü anlayışla transseksüelleri temsil eden çizimler de bulunuyor.

Habertürk, 21.02.2013

TARİHİ DE JONGH KÖŞKÜNÜN KADERİ BELLİ OLDU

 

 

49 yıllığına kiralandığı belirtilen asırlık ağaçlarla kaplı, 45 bin metrekare alanda kurulu De Jongh Köşkü’nün; yeni sahipleri Şifa Üniversitesi tarafından 4 Mart’tan itibaren hem Buca Eğitim ve Sağlık Yerleşkesi hem de poliklinik olarak kullanılacak olması, tartışmaları da yeniden alevlendirdi.

 

Buca Belediyesi'nin CHP'li Meclis Üyeleri Ali Rıza Kaya, Levent Köstem, Osman Ergündoğar ve Erkut Tamay, tarihi binanın Buca’nın tarihi dokusuna uygun olarak kamuya hizmet verecek bir amaçta kullanılması için yıllardır çaba gösterdiklerini, ancak bunun gerçekleşmediğini belirterek, son gelişmeden dolayı üzgün olduklarını dile getirdiler.

 

Buca Belediyesi CHP’li Meclis üyeleri Levent Köstem, Osman Ergündoğar ve Erkut Tamay da yaptıkları açıklamada, şu ifadeleri kullandı: “Tarihi köşkün restore edilerek Buca’nın kültür ve sosyal yaşamına katılmasını beklerken, bu binanın Şifa grubuna poliklinik olarak kullanılması amacıyla 49 yıllığına kiraya verildiğini öğrendik. Bina şu anda teslim edilmiş durumda. İki gün önce Selanik Göçmenleri Derneği’nin Yaylacık mahallesinde yaptığımız toplantıda, insanların böyle bir kiralamaya ciddi olarak tepki gösterdiğini gözlemledik. Yine toplantıya katılanlardan, bu binaya komşu olarak oturanların, köşkün arka bahçesinden motorlu hızar sesleri geldiği ve ağaçlar kesiliyor diye çok endişe ettiklerini gördük. Bucalılar, bu kararın geri alınması ve bu köşkün Buca’nın sosyal ve kültürel yaşamına katkı yapacak bir alan haline getirilmesini istiyor.

Bu haklı isteği biz de destekliyoruz. Buca’ya hastane yapılmasına karşı değiliz. Şifa grubunun Buca’ya hastane kurmak istemesi de ayrıca çok güzel bir olay. Ama sağlık bakanlığının bile merkezdeki hastaneleri şehrin dışında trafiğinin rahat olduğu bölgelere taşıma amacı varken böyle bir kararı doğru bulmuyoruz. Kaldı ki Köşk’ün olduğu bölge, trafiğin en yoğun olduğu bölgelerin başında gelmektedir. Umarız bu karardan dönülür ve Buca’nın tarihini oluşturan Köşklerden biri olan De Jongh, ilçenin kültürel dokusuna uygun olarak bir müze haline getirilir.”

 

Levent Köstem, ayrıca Buca’nın tarihi tren garı için de satış/kiralama gibi duyumlar aldıklarını belirterek, ‘Umarız böyle bir olay gerçekleşmez. Burası butik bir kültür merkezi ya da etnografik bir müze yapılmalıdır. Bu konuda tüm Meclis üyelerinin parti gözetmeksizin çaba sarf edeceğine inanıyorum’ dedi.

Yapı, 21.02.2013

BALIK AVLAYAN EROS MOZAİĞİ BULUNDU

 

 

Adana’da arka kısmı balık kuyruğu olan at üstünde balık avlayan Eros figürü tasvir edilmiş mozaik bulundu. Mozaiğinin dünyada benzerinin olmadığı söyleniyor.

 

Adana’nın Yumurtalık İlçesi’nde arka kısmı balık kuyruğu olan at üstünde balık avlayan Eros figürü tasvir edilmiş mozaik bulundu. Yunan mitolojisinde ‘Hippocampus’ adı verilen, yarısı balık yarısı at olan hayvan üzerine balık avlayan Eros mozaiğinin dünyada bir benzerinin olmadığı ileri sürüldü.

 

İlçenin Ören Mahallesi’ndeki denize sıfır noktada üç yıl önce varlığı fark edilen mozaik kalıntılarının bulunduğu bölgede Adana Müze Müdürlüğü arkeologları tarafından kazı çalışması başlatıldı.

Yaklaşık bir haftadır arkeolog Oya Arslan ve yanındaki ekibin sürdürdüğü çalışmada bir villaya ait arazide mozaik saptandı.


Dönemin üst düzey devlet görevlisine ait olabileceği düşünülen villanın bir bölümü açıldığında Eros figürü tasvir edilmiş mozaik ortaya çıkartıldı. Mermer, cam ve taş kullanılarak yapılan mozaiğin Geç Roma ya da Erken Bizans dönemine ait olabileceği bildirildi. Yüksek kalitede olduğu vurgulanan yarısı balık yarısı at olan hayvan üzerine balık avlayan Eros mozaiğinin dünyada bir benzerinin olmadığı söyleniyor.

Mozaik Müzesi kurulabilir
Kazı çalışmalarını takip eden Yumurtalık Belediye Başkan Yardımcısı Erol Erden, mozaiklerinin 3 yıl önce tesadüf eseri fark edildiğini, 1 haftadır yapılan kazıda dünyada örneği olmayan mozaik bulunduğunu söyledi.


Erden, mozaiklerin Yumurtalık için tarihi bir hazine olduğunu, başka mozaiklerin de bulunması halinde bölgeye müzeye dönüştürebileceklerini sözlerine ekledi.

Milliyet, Haber: H. Bahadır Laçin, 21.02.2013

BARBAROS HAYRETTİN PAŞA'NIN TÜRBESİ YENİLENİYOR

 

 

İstanbul İl Özel İdaresi'nden yapılan açıklamaya göre, Mimar Sinan tarafından yapılan türbede yürütülen restorasyon çalışmaları kapsamında, kubbenin kurşun işleri ve içeride sıva raspası yapıldı. Türbenin dış cephe temizliği, çevre ve hazire düzenlenmesi ise devam ediyor.

Türbenin geçen yıl sonunda başlatılan restorasyon çalışmalarının, bu yıl içinde tamamlanması hedefleniyor.

Klasik biçimde sekizgen planlı ve kesme taştan yapılan türbenin kapısının önünde, üstü ayna tonozlu iki sütuna dayanan bir revak bulunuyor. Bu tonoz örtüsü, mermerden baklava başlıklı sütunlar ve sivri kemerler üzerine oturuyor. Sekizgen gövdenin bütün yüzleri birbirinin aynı. Kubbe sekizgen alçak bir kasnak üzerine oturuyor.

Sade görünüşlü cephe teşkilatı türbenin içinde de devam ediyor. Kubbe ortasında besmeleyle birlikte altın yaldızla yazılmış Araf suresinin 89. ayeti, bir madalyon halinde yer alıyor.

Türbe içindeki dört sandukada Barbaros Hayrettin Paşa dışında, Cafer Paşa, Cezayirli Hasan Paşa ve Barbaros'un eşi Bala Hatun'un kabirleri yer alıyor.

Türbe dışındaki hazirede ise Barbaros'un yakınları bulunuyor.

Türbe içinde, sandukalar dışında iki büyük şamdan, bir ahşap Kur'an mahfazası, bir sakal-ı şerif ve arabesk süslemeli bir metal vazo ile 1816 tarihli Seyyid İbrahim imzalı bir hat levhası yer alıyor.

Sabah, 20.02.2013

BÜTÜN İŞARETLER ONU GÖSTERİYOR

 

 

Türk bilimadamlarına göre Kur’an ve Tevrat’ın yanı sıra Süryani ve Hristiyan kaynakları ile yerel kaynaklar Nuh'un gemisinin Cudi dağında olduğunu gösteriyor.

 

Tufandan sonra Hz. Nuh’un gemisinin nerede durduğuna yönelik kapsamlı bir araştırma yapan bilim adamları, bütün kaynakların geminin Cudi Dağı’na indiğine işaret ettiğini ortaya çıkardı. Konu ile ilgili yıllardır çalışma yapan Şırnak Üniversitesi öğretim üyeleri, kutsal kitaplardan Kur’an ve Tevrat’ın yanı sıra Süryani ve Hristiyan kaynakları ile yerel kaynaklarda geminin Cudi’ye indiğinin anlaşıldığını belirtti. Araştırmada Cudi Dağı ile Şırnak bölgesindeki birçok köy ve bölge isimlerinin de Hz. Nuh’un soyundan ve gemisinden geldiğini belirlendi.

Yapılan araştırma hakkında bilgi veren Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Arap Dili ve Belagatı Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Abdulmuttalip Arpa, kutsal metinler ile dilbilimsel bulgulardan yola çıktıklarını belirterek Hz. Nuh’un gemisinin Cudi’ye yerleştiğini, Hz. Nuh’un da Cizre civarında yaşadığını belirlediklerini söyledi. Tevrat ve Kur’an-ı Kerim’de Hz. Nuh’un günümüz Suriye ve Irak’ın birleştiği yerde yani Mezopotamya’da yaşaması ve tufanın da Mezopotamya merkezli olmasının muhtemel olduğunu anlatan Arpa, “Mezopotamya’daki en yüksek dağlardan biri olan Cudi ise suların yeryüzünden çekilmesinden sonra Hz. Nuh’un gemisinin inmesi için en müsait yerdir” dedi.

 

Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Arap Dili ve Belagatı Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Abdulmuttalip Arpa, tufanın izlerinin eski Mezopotamya sakinleri olan Sümer, Akad ve Asur medeniyetleri ile Babillilere ait Gılgamış destanının yanı sıra eski İran ve Yunan tarihlerinde olduğunu kaydetti.

 

Arpa, şunları söyledi: “Esas önemlisi ise Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam dinlerine ait kutsal metinlerin tufanı ayrıntılarıyla anlatmasıdır. Neticede tufanla ilgili bilgilerin detaylarında farklılıklar bulunsa da, kadim milletlerin tufanla ilgili hafızasının temelinde, Allah’a ve onun peygamberi Hz. Nuh’a uymayan zalim ve inkarcıların tufanla cezalandırılması yer almaktadır. Kur'an-ı Kerim tufanı anlatırken Hz. Nuh’un kavmini merkeze almaktadır. Hz. Nuh zamanında, yeryüzünde vahiyle muhatap başka canlı grubunun olup olmadığı bilinmemektedir. Bu nedenle Hz. Nuh’un kavminin ve onların yaşadığı bölgelerin tufana muhatap olduğu kesin olarak bilinmektedir. Böylece Hz. Nuh zamanında bilinen dünya olan Mezopotamya’nın sular altında kaldığı açıktır.”

 

Hz. Nuh’un gemisinin tufandan sonra karaya oturduğu yer ile ilgili tartışmaların nedeninin ise Tevrat’ın Yaratılış bölümünde ‘Gemi yedinci ayda, ayın on yedinci gününde Ararat dağlarına oturdu’ ifadeleri olduğunu kaydeden Arpa, buradaki Ararat dağlarının gemi için belirli bir yeri göstermekten ziyade Urartuların toprakları içinde yer alan dağlar silsilesine işaret ettiğini kaydetti.

 

Arpa, “Nitekim MÖ 900-600 yıllarında Van Gölü merkezli hüküm süren Urartular, Mezopotamya’da bulunan Asurlular’a komşu ve rakip bir krallıktır. Urartular günümüz Ermenistan ve Azerbaycan Batı kesimi ile İran’ın Urmiye bölgesini ve Dicle Nehri'nin kuzeyini içine alan bir coğrafyadır. Dolayısıyla Ararat dağlarından söz eden Tevrat’taki ifadeler, Cudi Dağı’nı da içine alan geniş bir alana yayılmış dağları ifade etmektedir. İşte bu nedenle Tevrat’ın Yaratılış bölümündeki ‘Ararat dağları’ ifadesi, Arami ve Süryani çevirilerinde Van Gölü’nün güneydoğusunda bulunan Ture Kardu yani ‘Kürdistan'ın dağları’ olarak çevrilmiştir. Bu konu ile ilgili en açık ifade ise Kur'an-ı Kerim’de ‘Sular çekildi ve gemi Cudi’de karaya oturdu’ (Hud Suresi, 11/44) ayetinde geçen Cudi ismidir. Ararat dağları, Van Gölü’nün güneyinden başlayıp Cudi Dağı’nın da bulunduğu Dicle Nehri’ne kadar uzayan dağ silsilesi olarak düşünüldüğünde Tevrat ve Kur'an-ı Kerim’deki ifadelerin birbiriyle örtüştüğü görülür.” şeklinde konuştu.

ERTAŞ: BÜTÜN İŞARETLER CUDİ’Yİ GÖSTERİYOR

Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Kasım Ertaş ise Cudi Dağı’nın tüm Ortadoğu ve Mezopotamya’da İslam hakimiyetinin kurulduğu yedinci yüzyıldan itibaren İslam coğrafyacıları tarafından Hz. Nuh’un gemisinin karaya oturduğu yer olarak kabul edildiğini söyledi. Cudi Dağı ve çevresinin, tufan ve Hz. Nuh’un yaşamı ile ilgili günümüze kadar ulaşan birçok olguya sahip olduğunu anlatan Ertaş, “Mevcut belgelerin yanında, Hz. Nuh’un gemisinin Cudi’ye indiğine tanıklık edecek mahiyette tarihi rivayetler, şehirler, ziyaret yerleri ve makamlar da bulunmaktadır. Tufandan sonra geminin Cudi’ye indiği ve Hz. Nuh’un yaşamını Cudi etrafında devam ettirdiğinin işareti sayılabilecek belirgin unsurlar var.” dedi. Arpa ile Ertaş’ın yaptığı araştırmada geminin Cudi’de olduğunu gösteren bulgulardan bazıları ise şöyle: Cudi Dağı, Mezopotamya’nın en yüksek dağlarından biridir. Tufanın önemli safhalarının anlatıldığı Kur'an-ı Kerim’de Hz. Nuh’un gemisinin Cudi’ye ineceği tufan devam ederken belirlenir. Çünkü Hz. Nuh tufan sırasında gemide bulunurken “Rabbim beni bereketli bir yere indir” (Müminun Suresi, 23/29) sözleriyle Allah’a duada bulunur. Sonunda Hz. Nuh’un duasına karşılık olarak “Selam ile nice bereketlere kavuşmak üzere yanındakilerle beraber gemiden in” (Hud Suresi, 11/48) vahyi Allah tarafından indirilir. Bundan böyle bu dağ, cömertlik anlamına gelen ‘Cudi’ adını alır.” Cudi Dağı’nda 2 bin metrenin üzerinde olan dört doruk vardır. 2017 metre yüksekliğindeki bir doruğun üzerinde “Nuh peygamber ziyaret tepesi” yer alır. Ziyaret tepesinin ortasında etrafı taşlarla çevrili bir alan ise “Sefine” yani gemi ismiyle bilinir. Gemiden inen Nuh ve beraberindekiler Cudi Dağı’nın eteğinde “Semanin” yani Seksenler Köyü adında bir köy kurmuş ve yanındakilerle beraber buraya yerleşmiştir.

Şırnak isminin esas hali olan Şera Nuh, zamanla Şehri Nuh ve Şırnex ve son olarak da Şırnak haline gelmiştir. Şera Nuh kelimesi Süryanicede “Nuh istirahat etti, iskan etti” cümlesinin isimleşmiş halidir.

Cizre’nin kuruluşu da Hz. Nuh tufanından sonraya denk gelmektedir. İlçede Yafes Mahallesi vardır. Yafes tufandan sonra insanlığın soyundan geldiği Hz. Nuh’un üç oğlundan biridir. Cizre’de vefat eden Hz. Nuh’tan sonra onun çocukları ve tufandan kurtulan diğerleri hayatlarına Mezopotamya bölgesinde devam etmişlerdir. İşte bu nedenle Cizre’ye en yakın yerleşim yerlerinden biri konumunda olan Bazebday’ın kuruluşu Hz. Nuh’a ve çocuklarına dayanır, günümüzde ise buranın ismi İdil olarak değiştirilmiştir. Tarihi kayıtlara göre Hz. Nuh, Bazebday’ın güzel iklimi ve tatlı sularını beğenmesinden dolayı tufan sonrası yaşamının bir kısmını burada sürdürmüştür. Bazebday şehri tufandan kurtulanlarla yakın bir ilişki içinde olmasından dolayı şehrin güneyinde eski bir yapı olan “Kasru’l-Kuvel” isminde bir kasır vardır. Ayrıca kuvel ismi şehrin mahallelerinden birine verilmiş ve “Kuvel Mahallesi” geçen yüzyıla kadar kullanılagelmiştir. Bu isimlerde dikkatleri çeken “kuvel” ismi Süryanice bir kelime olup gemi manasına gelmektedir.

Milliyet, 20.02.2013

DİVRİĞİ ULU CAMİİ VE DARÜŞŞİFASI RAPORLARI ANKARA'DA ELE ALINACAK

 

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) 'Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nın korunmasına yönelik çalışmalar kapsamında restorasyon ve çevre düzenlemesine dair projelendirme işlemlerinde sona yaklaşıldığı bildirildi. Divriği Kaymakamı Mehmet Nebi Kaya, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nın korunmasına yönelik çalışmalar kapsamında hazırlanan proje ve raporları değerlendirmek üzere bugün Ankara'da Anıt Eser Kurulu Toplantısı yapılacağını söyledi.
     
Kaya, ''Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nı geleceğe en iyi şekilde taşımak, bu konuda sorumluluğu bulunan herkesin omuzlarındaki en ağır yüktür. Zira eserimizin bir başka örneği yok. Yapılacak müdahale hatalı olursa telafisi güç ve imkansız bir sonuç doğuracaktır. Bu nedenle atılacak adımlar, tabiri caizse kılı kırk yararak gerçekleştirilmektedir'' diye konuştu.
     
Çalışmaların nihayete varması hususunda irade birliği olduğunu aktaran Kaya, şunları kaydetti:
''Ayrıca mali kaynak hususunda herhangi bir sıkıntı söz konusu değildir. Ancak yapılacak restorasyon ve çevre düzenlemesi, yapının özgün dokusuna müdahaleyi mümkün olduğu kadar minimize etmeli, özgün yapım tekniği kullanılmalı ve yine yapının malzemesine uygun onarım yapılmalıdır. Bu nedenle hazırlanan proje ve raporların uzmanlar tarafından değerlendirilmesi önemlidir. Ankara'da gerçekleştirilecek Anıt Eser Kurulu Toplantısı'nda hazırlanan projeler ve raporlar değerlendirilecektir. Restorasyon ve çevre düzenlemesine dair projelerin onaylanmasının ardından uygulama sürecine geçilecektir. Herkesin arzusu bir an önce çalışmaların başlatılması. Fakat bu sıradan bir restorasyon veya çevre düzenlemesi projesi değil. Muazzam bir esere sahibiz ve ona sahip olmanın bedeli sabırlı olmak ve ona yakışanı yapmaktır''.

Yapı, 20.02.2013

TARİH SULAR ALTINDA

 

 

Ege Bölgesi'nde son bir haftadır etkili olan yağışlar nedeniyle taşan Büyük Menderes Nehri'nin sularından tarih de nasibini aldı. Aydın'ın Didim İlçesi'nde tarihi Milet Antik Kenti sınırlarında yer alan Kültür ve Turizm Bakanlığı korumasında olan Milet Müzesi ve 600 yıllık tarihi İlyasbey Külliyesi sular altında kaldı. DHA'nın haberine göre, müze ve tarihi cami etrafında herhangi bir yağmur suyu kanalı çalışması yapılmadığından dolayı ortaya çıkan manzara görenleri şaşkına çevirdi.

 

Müze çalışanlarının bile su birikintisinden zorlanarak içeri girdiği, müzeye gelen turistlerin ise içeri girmeden geri döndüğü öğrenildi. Müzeye giriş yapmak isteyen vatandaşların araçlarını müzenin giriş kapısına kadar yanaştırarak girebildikleri görülürken, müzenin arka tarafında bulunan jeneratör ve diğer depo alanlarının da tamamen sular altında kaldığı görüldü.

 

Geçen yıl Milet Müzesi'ni ziyaret ederek bir dizi incelemelerde bulunan dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, müzenin duvarında oluşan nemlenme için müdürlük görevlilerine kızarak önlem alınmasını istemişti.

Yapı, 20.02.2013

KAZI ÇALIŞMASINDA ROMA DÖNEMİNE AİT KİREMİT MEZAR BULUNDU

 

 

Sakarya'nın Serdivan İlçesi'nde kazı çalışması sırasında geç Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen kiremit mezar bulundu.

Sakarya Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi (SASKİ) ekiplerinin Hızırilyas Tepesi'nde yaptığı kazı çalışması sırasında, Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen kiremit mezar bulunması üzerine çalışmalar durduruldu.

Sakarya Müze Müdürlüğü görevlileri, kazı yerine gelerek mezarı inceledi. Çalışmaların tamamlanmasının ardından kiremit mezar müze müdürlüğü görevlilerince bulunduğu yerden alındı.

Sakarya Müze Müdür Vekili arkeolog Murşit Yazıcı, Cihan Haber Ajansı'na (Cihan) yaptığı açıklamada, kazı çalışması sırasında ortaya çıkan kiremit mezarın geç Roma dönemine ait olabileceğini söyledi. Mezarın bulunduğu alanda yaptıkları çalışmada başka bir mezara rastlanılmadığını kaydeden Yazıcı, "Bulunan mezarın bir kısmı kazı çalışması sırasında zarar görmüş. Mezarda tarihlendirici bir unsur yok. Bu tür kiremit mezarlar milattan sonra 4. ve 5. yüzyıllarda bu bölgede var. Geç Roma dönemine ait olduğu düşünüyoruz." dedi.

Bugün, 19.02.2013

AKSARAY MEYDANI PLANINA 'PERVITICH ŞARTI'

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yayalaştırma projesi kapsamında yeniden düzenlenecek Aksaray Meydanı'nın nihai plan onayı belediye meclisinden geçti. Tarihi dokunun ortaya çıkarmasını amaçlayan plana göre, Yusufpaşa ve Aksaray tramvay istasyonlarının iptal edilerek, orta kısımda tek durak olarak düzenlenecek. İki üst geçidin yanı sıra deprem riski taşıyan iki viyadük kaldırılacak. Tarihi Valide Sultan Camisi, Muratpaşa Camisi ile Zübeyde Hanım Parkı'nın çevresini de kapsayan düzenlemeyle ilgili olarak Koruma Kurulu, Jacques Pervitich haritalarına uyulması şartını getirdi. 1929'da İstanbul'un haritalarını hazırlamak üzere görevlendirilen İstanbullu mimar Jacques Pervitich tarafından çizilen dokuya uygun görünüm kazandırılacak. Sürekli meydana gelen yangınlar nedeniyle sigorta şirketleri tarafından kentin yangın haritasını çıkarmak üzere görevlendirilen Pervitich, Tarihi Yarımada, Beyoğlu, Kadıköy'ün haritalarını çıkardı. Haritalar İstanbul'un tarihi görünümünü de kayıt altına aldı.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman - Mesut Er, 19.02.2013

ÇİVİSİZ CAMİ 200 YILDIR AYAKTA

 

 

Osmanlı Padişahı 2. Mahmud tarafından 1834 yılında Hemşin Köyü'nde inşa edilen Cuma Camisi, birbirine geçirilen kerestelerden oluşan yapısıyla görenleri büyülüyor. İki katlı caminin alt kısmı yığma taşlardan oluşurken, üst kısmı ise ahşap olarak inşa edildi. 


179 yıl önce inşa edilen, çevre köylerin cuma namazı için toplandığı özel bir ibadet mekanı olan cami, restorasyonun ardından yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açıldı.

 

Orhan Gazi döneminde çandı yöntemiyle inşa edilen Orhangazi Camisi de ilçedeki tarihi ibadet mekanları arasında yer alıyor. Çayağzı Köyü'ndeki Osmanlı Mezarlığı'nda 1323 yılında inşa edilen tarihi cami, 2009 yılındaki restorasyonun ardından yeniden ibadete açıldı. 8 metre eninde ve 12 metre yüksekliğindeki cami, ziyaretçilerin uğrak mekanları arasında bulunuyor.
 

Ahşap mimaride tomrukların veya kerestelerin içine derin çentikler açılarak, çandı tekniği ile oluşturulan dörtgen kasnak, bir çeşit temel oluşturur. Temeli olmadan inşa edilen yapılar, iri taşların üzerine kasnakların yerleştirilmesiyle sağlamlaştırılır. Hiç çivi kullanılmaması, bu yapıların en büyük özelliği olarak biliniyor.
 

Çandı yönteminde kerestelerin daha dayanıklı ve uzun ömürl ü olması amacıyla çivi tercih edilmiyor.

Türkiye Gazetesi, 18.02.2013

TARİHİN İLGİNÇ SANSÜR ÖRNEKLERİ

 

Sansür… İlk örnekleri milattan öncesine dayanan, sanat tarihinin en eski ve tartışmalı uygulamalarından biri…

 

Bin yıllardır üzerine konuşuluyor olsa da, günümüzde hala sıcak bir tartışma başlığı olma özelliğini koruyor.

 

Kritik soru : Sanat her şeyi söyleyebilir mi? Gösterebilir mi?

 

Bu soruyu "Hayır" diye yanıtlayanların birden çok dayanağı var: Tek tanrılı dinler, siyaset, toplum ahlakı, toplum düzeni, kültürel normlar…

 

Dili olsa da konuşsa, "Hayır" yanıtını verecek olan en ezici hakikat ise tarihin ta kendisi olcaktır! Çünkü sansür tekerrür etmiştir, etmektedir ve illaki edecektir!

 

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE, SANAT ALANINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN İLGİNÇ SANSÜR ÖRNEKLERİ

*Masaccio’nun ‘Cennetten kovulan Adem ve Havva’sına asma yaprağı giydirildi. Tarih: 1674. Yer: Floransa’daki Brancacci Şapeli. 

 


Cennetten Kovulan Adem ve Havva

 

*Mikelanj’ın en ünlü eserlerinden ‘The Last Judgement’ta, İsa Peygamber dahil çıplak tasvir edilen 400 kişiden bir kısmına sonradan kıyafet çizildi. Emri veren Papa IV. Paul, giysileri resmeden kişiyse, adı bu sansürden sonra "pantoloncu"ya çıkan Daniele da Volterra’ydı. Tarih: 16. yüzyıl. Yer: Roma’daki Sistine Şapeli.

 

*İngiltere’deki Kraliyet Sanat Akademisi’nin reklam amacıyla metro istasyonuna astığı Lucas Cranach imzalı, 1532 tarihli ‘Venus’ tablosunun afişi, "müstehcen" bulunarak kaldırıldı. Tarih: 2008. Yer: Londra metrosu.

 

"BU NÜLERİN KILLARI VAR"

*İtalyan ressam ve heykeltıraş Amedeo Modigliani’nin tabloları, Paris’te bir galeride skandala yol açtı ve duvardan indirildi. Galeri sahibi komisere bu kararın nedenini sorunca, "Bu nülerin kılları var" yanıtını aldı. Tarih: 1917

 


Beyaz Yastıktaki Nü - Modigliani

 

*Fransız yönetmen Jaques Tati'nin anısına açılan serginin reklam afişi, yönetmenin en önemli filmlerinden 'Vacances de M. Hulot'daki ana karakterin purolu fotoğrafı kullanıldığı için sansürlendi. Böylece, sansür tarihinin en komik örneklerinden birine de imza atışmış oldu. Bisiklet üstündeki aktörün ağzındaki puro rüzgar gülüne dönüştürüldü. Tarih: Nisan 2009. Yer: Fransa 

 

*Rus performans sanatçısı Oleg Kulik, 21. yüzyılda insanlığın durumuna dikkati çekmek için Paris’te, Modern Sanat Fuarı Fiac’ın yapıldığı sırada, dört ayak üstünde çıplak şekilde gösteri yapınca polis müdahale etti. Tarih: 2008

 


Oleg Kulik

 

EKONOMİK SUÇ!

*Facebook’tan Gustave Courbet’nin ünlü tablosu ‘Dünyanın Geldiği Yer’i paylaşan internet kullanıcısının Facebook hesabı geçici olarak kapatıldı. Yer: Danimarka.

 

*Çinli sanatçı Ai Weiwei, yolsuzluk ve insan haklarının ihlaline karşı tepkisini eserleri ve blogu aracılığıyla ifade edince, Şangay’daki atölyesi tahrip edildi ve sanatçı tutuklandı. Polisin bu eylemine bulduğu sebepse akla ziyan; ekonomik suç! Tarih: 2011, Yer: Pekin.

 


Ai Weiwei

 

METAFORİK MASTÜRBASYON

*Ünlü yazar James Joyce’un, 1914-1921 yılları arasında kaleme aldığı Ulysse romanı, İngiltere’de yasaklandı. Metaforik bir dille ana karakterin mastürbasyon yaptığının anlatıldığı bölümü yayımlayan bir Amerikan dergisi mahkemelik oldu. ABD, romanının pornografik olmadığına ancak 1934’te karar verilebildi. İngiltere de yine 1930’larda yasağı kaldırdı.

 

*Gustave Flaubert’in eseri Madame Bovary, 1856 yılında La revue de Paris tarafından bölüm bölüm yayımlandığında, savcılar tarafından, "müstehcenlik" gerekçesiyle topa tutuldu. 1857’deki son duruşmada Flaubert’in aklanmasından sonraysa ‘best seller’ oldu.

 

VATİKAN BİLE "ŞAPŞALLIK" DEDİ

*İtalyan ressam G. Battista Tiepolo'nun ünlü tablosu 'Time Unveiling Truth'un bir röprodüksiyonundaki çıplak kadın göğsü "örtüldü". Dönemin başbakanı Silvio Berlusconi'nin basın açıklaması yapacağı salonun duvarını süsleyen ve Berlusconi tarafından bizzat seçilen tablonun "müstehcen" bulunması, Vatikan'ın Müzeler Müdürü Antonio Paolucci'nin bile tepkisini çekti. Müdür, olayı "şapşallık" olarak nitelendirdi. Tarih: 2008. Yer: İtalya Meclis Binası.

 


'Time Unveiling Truth'un sansürlenmiş hali

 

*Ünlü Fransız oyuncu Audrey Tautou'nun Coco Chanel'i canlandırdığı "Coco avant Chanel" filminin reklam afişleri polemik konusu oldu. Afişlerdeki sigaralı görüntüler sansürlenmek istendi. Sonuçta, Tautou'nun sigaralı pozuna ek olarak, iki yeni afiş daha basıldı. Sigaralı olan, bunlarla beraber kullanıldı. Tarih: Nisan 2009. Yer: Paris

 

TEORİ İLE PRATİK UZLAŞAMIYOR

Bunlar, sanata uygulanan sansürün bir avazda akla gelen örneklerinden sadece birkaçı...

 

Teoride, sansürün olduğu yerde sanatın barınamayacağı, yüzyıllardır süren polemiğin daha ağır basan savı.

 

Oysaki pratikte, sanatın, düşüncenin olduğu yerde sansürün eksik olmadığını görüyoruz.

 

Bin yıllar önce baldıran zehiriyle başladı, bugün, toplum "zehirlenmesin" diye hala uygulanıyor...

Hürriyet, 18.02.2013

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ, TARİHİ HALET ÇAMBEL YALISINI ARAŞTIRMA MERKEZİNE DÖNÜŞTÜRÜYOR

 

 

Prof.Dr. Halet Çambel'in Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışladığı Arnavutköy'deki tarihi 'Kırmızı Yalı', Boğaziçi Üniversitesi tarafından "Halet Çambel ve Nail Çakırhan Arkeoloji ve Geleneksel Mimarlık Araştırmaları Merkezi"ne dönüştürülecek.
 

Arkeoloji alanında Türkiye ve dünyanın sayılı isimlerinden Prof.Dr. Halet Çambel'in Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışladığı Arnavutköy'deki tarihi 'Kırmızı Yalı', Boğaziçi Üniversitesi tarafından, Kalkınma Bakanlığı desteğiyle gerçekleştirilecek restorasyon çalışması kapsamında 'Halet Çambel ve Nail Çakırhan Arkeoloji ve Geleneksel Mimarlık Araştırmaları Merkezi'ne dönüştürülecek.

 

Boğaziçi Üniversitesi, Kalkınma Bakanlığı desteğiyle sürdürmekte olduğu Tarihi veKültürel Miras konulu araştırma projeleri kapsamında Arnavutköy'de yer alan ve 'Kırmızı Yalı' olarak da bilinen tarihiHalet Çambel Yalısı'nı restoreederek yalıyı bir araştırma merkezi ve arşiv haline getirecek.

 

1830'lara, Sultan II. Mahmud dönemine tarihlenen yalı, arkeoloji alanında Türkiyeve dünyanın sayılı isimlerinden Prof.Dr. Halet Çambel ve ailesi tarafından 1930'lu yıllardan bu yana kullanılıyor. Çambel, AğahanMimarlık Ödülü sahibi eşi Nail Çakırhanile birlikte yarım asırdan fazla bir süre bu yalıda yaşamış ve çift 2004 yılında yalıyı Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışlamışlardı.

 

'Kırmızı Yalı' olarak da bilinen tarihi yapı, restorasyonun ardından Halet Çambel ve Nail Çakırhan Arkeoloji ve Geleneksel Mimarlık Araştırmaları Merkezi adıyla Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde araştırmacılara hizmet verecek.

 

Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Barbarosoğlu: Kültür dünyamız için çok önemli bir kazanım

Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Gülay Barbarosoğlu ve yalının restorasyonunda çalışan proje ekibinin katılımıyla düzenlenen bir toplantıda restorasyon için hazırlanan rölöve çizimleri Prof.Dr. Halet Çambel'e sunuldu. Rektör Barbarosoğlu, Halet Çambel Yalısı'nın restorasyon sürecinden sonra bir araştırma merkezi ve arşiv olarak bilim ve kültür dünyasına yeniden kazandırılacak olmasının çok önemli bir kazanım olduğuna dikkat çekti. Barbarosoğlu,yapılacak çalışmanın bu görkemli yapıyı sadece tarihi özelliğiyle değil, içinde yaşatılmakta olan kültürel birikimiyle de koruyarak yaşatmayı amaçlayan birrestorasyon olacağını vurguladı.

 

Prof.Dr.Aslı Özyar : Amacımız yalıyı, yaşayan bir araştırma merkezi haline dönüştürmek

Projenin koordinatörlüğünü üstlenen Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü'nden Prof.Dr. Aslı Özyar ise Halet Çambel Yalısı'nın ve bahçesinin, içindeki mevcut kütüphane, belgeler ve eşyaları ile muhafaza etmenin ve gelecek nesillere aktarılmasını sağlamanın en güvenilir yolunun bu yapıyı canlı bir merkez olarakişlevlendirmek olduğunu belirtti.

 

Restorasyon sürecinin hazırlıklarının 2007 yılında başladığını söyleyen Prof.Dr.Özyar, sürecin ilk adımı olarak BoğaziçiÜniversitesi Tarih bölümü öğretim üyelerinden Doç.Dr. Paolo Girardelli yönetiminde yalının mimarlık ve yerleşim tarihi bağlamında araştırıldığını ve aynı proje kapsamında bir envanter çalışmasına başlandığını ekledi. Özyar, restorasyonun ardından bir araştırma merkezi olarak faaliyet gösterecek bu mekanda Halet Çambel ve Nail Çakırhan'ın kişisel arşiv ve dokümanları ile arkeolojik kazı arşivlerinin yanı sıra, Boğaziçi Üniversitesi kurucu rektörü, ünlü mimarlık tarihçisi Prof.Dr. Aptullah Kuran arşivi başta olmak üzere üniversiteye bağışlanmış ve Türkiye'nin kurumsal ve akademik belleğini farklı yönleri ile temsil eden pek çok önemli arşivin bu merkez kapsamında araştırmacılara açılacağını belirtti.

 

Halet Çambel Yalısı'nın restorasyonu sürecinde Floransa Üniversitesi Mimarlık Bölümü ve Boğaziçi Üniversitesi arasında ortak çalışma ve araştırmaya dayalı bir işbirliği de gerçekleştiriliyor.

 

Peyzaj ve bahçesiyle 19. yy ortasından günümüze dek korunmuş nadir bir yapı

Halet Çambel Yalısı, bahçesinde sakız ve defne ağaçlarının da yer aldığı 335 ağaçtan oluşan sekiz dönümlük bahçe alanıyla da dikkat çekiyor. Yalının hem mimari özellikleri hem de bahçe tasarımı açısından son derece nadir ve iyi korunmuş bir mekan olduğunu belirten Doç.Dr. Paolo Girardelli ise 20.yüzyıl'da yapılan ve Batılılaşan mimari özellikleri ortaya çıkaran değişikliklere rağmen mevcut binanın Geç Osmanlı yerleşim düzeni, mimari kültürü, peyzaj/bahçeanlayışı ve kentsel yaşam tarzını yansıtması açısından benzersiz bir örnek olduğunu vurguluyor.

 

Boğaziçi'nde restorasyon geçiren pek çok tarihi yalı ve bina olduğunu ifade eden restorasyon projesinin mimari koordinatörü ve müellifi Yük.Müh ve Mimar Z. Ayşe Güngör ise; Halet Çambel Yalısı'nın Boğaziçi'nde mimari anlamda özgün yapısını koruyarak bugüne dek gelebilmiş nadir yapılardan biri olduğunun altını çiziyor.

Arkitera, Yazı: Derya Bayhan, 18.02.2013

 

İlgili Haber: http://www.tayproject.org/Haber.fm$Retrieve?ID=101&html=haber_detail_tu.html&layout=web

ANTİK KENTE DİNAMİTLİ ZULÜM

 

 

Muğla'daki Thera antik kentini definecilerin tahrip ettiği ortaya çıktı. Araştırmacılar, "Kaçak kazı yapılmayan yer kalmamış. Tiyatroyu bile dinamitle patlatmışlar" dedi.

 

Muğla'nın Ula İlçesi'nde, 2011 yılında tarihi kalıntıları gün yüzüne çıkarmak için başlatılan yüzey araştırmasında MÖ 2. yüzyıla dayanan Thera antik kenti bulundu. Kazı heyetinin yaptığı temizlik çalışmaları sırasında bölgede büyük ölçüde kaçak kazı yapıldığı da ortaya çıktı. Define avcıları, Helenistik ve Roma dönemlerine ait anıt ve kaya mezarlarını tahrip ederek, kaçak kazı yapılmadık yer bırakmamış. Stratonikeia antik kentinden sonra en büyük yerleşim yeri olarak gösterilen alandaki antik tiyatro ise dinamitle patlatılmış.

 

Muğla Müze Müdürlüğü denetiminde Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'ndan alınan izinle Ula Belediyesi ile Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi (MÜ), Ekim 2011'de Okkataş mevkiinde çevre temizliği ve yüzey araştırmasına başlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan da kurtarma kazısı için 8 bin lira ödenek gönderildi. Bölgeyi kaplayan bitki örtüsü, Ula Açık Cezaevi'ndeki mahkumlara temizletildi. Muğla-Marmaris karayolu üzerinde bulunan Thera'daki altı aylık yüzey araştırmalarında kale, antik tiyatro ve anıt mezarları başta olmak üzere çok sayıda tarihi eser gün yüzüne çıkarıldı. Ula Belediyesi'nin bütçesinin kısıtlı olması sebebiyle yeterli maddi desteği bulamayan kazı ekibi, çalışmalarına son verdi. Yaklaşık 350 dönümlük geniş bir alanda bulunan antik kent de kendi haline terk edildi.

MÜ Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Abdülkadir Baran,  "Bölgedeki tahribat büyük. Bitki örtüsünden istifade edilerek kaçak kazı yapılmayan yer kalmamış. Tiyatroyu bile dinamitle patlatmışlar." dedi. 

Ula Belediye Başkanı Nadi Şenkal ise kısıtlı bütçeleri sebebiyle çalışmaların durduğunu söyledi.  İl Kültür ve Turizm Müdürü Kamil Özer de, "Thera'nın antik kent kazı başkanlığı yapılabilmesi için Bakanlar Kurulu kararı ve kazı heyeti gerekiyor." dedi.

Emlak Güncel, 18.02.2013

İRAN'DA 'BUDA' SATIŞI YASAKLANDI

 

İran , Buda heykelciklerini ’Kültürel işgalin sembolü’ olarak tanımlarken, başkent Tahran’daki mağazalarında satılan heykelcikleri toplamaya başladı.

İran Kültürel Eserleri Koruma Kurumu Başkanı Said Caberi Ensari, Buda heykellerinin bir dini inancı yaymakta olduğunu savunarak Tahran’da bu tip heykellere el koyduklarını söyledi. Ensari, "Düşman, bu tip sembolleri yayarak halkın dini inanç ve yaşam stilini değiştirmek istiyor" dedi.

İran, Batı kültürünü özendirdiği gerekçesiyle geçen yıl da Barbie, Simpsons ve Sindy oyuncaklarının satışını yasaklamıştı.

Radikal, 18.02.2013

KAZIDIKÇA TARİH ÇIKIYOR

 
İzmir Büyükşehir Belediyesi, bölgedeki Antik Roma Tiyatrosu'nun gün yüzüne çıkarılması amacıyla başlattığı kamulaştırmalarda bugüne kadar 8 milyon liranın üzerinde bedel ödedi.

Kadifekale'de gecekondular arasına sıkışıp kalan tiyatronun çıkarılması için yaklaşık 12 bin 972 metrekarelik alan üzerinde bulunan 164 adet parsel için İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından kamulaştırma kararı alınmıştı. Büyükşehir Belediyesi, bugüne kadar 7 bin metrekarelik alanın tapusunu aldı. Bölgedeki yıkımlarına da başlayan Belediye, bugüne kadar 12 binanın yıkımını gerçekleştirdi.

Proje kapsamında öncelikle, arkeolojik yüzey araştırması yapılarak tiyatroya ve sur duvarlarına ait antik arkeolojik mimari kalıntılar ile Antik Tiyatro'nun gerçek yeri tam olarak tespit edildi. İzmir 1 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na (KTVK) sunulan 'Antik Tiyatro ve Kadifekale 1.'inci derece arkeolojik sit alanının genişlemesi' önerisi Kurul tarafından kabul edildi ve tiyatro ile Kadifekale'nin 1.'inci derece arkeolojik si alanı genişledi.


Sit sınırlarının değişmesi sonucunda, antik tiyatro alanında bilimsel kazı çalışmalarının yapılabilmesi, Kadifekale ve antik tiyatronun kente kazandırılması amacıyla imar plan revizyonları yapıldı ve yeni imar planları hazırlandı. Ayrıca bölgede yaşayan vatandaşların bilgilendirilmesi, katılımı ve görüşlerini almak için iki toplantı düzenlendi. 1/1000 ölçekli uygulama amaçlı imar planı, Antik Roma Tiyatro alanı olarak belirlenen alanda kalan zemin ve zemin üstü kamulaştırmaların yapılabilmesi için '7. Beş Yıllık İmar Programı'na dahil edildi. Bu kararın alınması ile birlikte alandaki kamulaştırmaların önü açılmış oldu.

Kadifekale'deki antik tiyatro ile ilgili en ayrıntılı bilgi, 1917 - 1918 yıllarında Otto Berg ve Otto Walter'ın araştırmalarında ve araştırmalarına yönelik hazırladıkları plan ve kesitlerde bulunuyor. 16 bin kişi kapasiteli olduğu düşünülen tiyatronun kalıntılarının Roma dönemi özellikleri taşıdığı, pek çok araştırmacının ilettiği de bu bilgiler arasında yer alıyor.

Eski kaynaklarda, Erken Hıristiyanlık yani Roma İmparatorluğu'nun paganizm döneminde İzmirli St. Polikarp'ın bu tiyatroda öldürüldüğü ve tiyatronun tarihin trajik sahnelerine şahitlik ettiği öne sürülüyor.

Sabah, 18.02.2013

ERDOĞAN REJİMİ

 

Bakın İstanbul'un ortasına bırakın cami yapılmasına, caminin nasıl yapılacağına da o karar veriyor.
 

Önünde duramazsınız. İcraat yapmak istiyor. Aklındakinin gerçekten herkes için en doğrusu olduğuna inanıyor. Engellenmeye tahammülü yok. Marmaray kazısını geciktiren arkeolojik kalıntılardan ‘çanak, çömlek’ diye bahsetmesi bundan. İstediği anayasayı elde etmesini engelleyecek herkesi de ‘çanak, çömlek’ olarak görüyor. Sokaktan geldiği için de bıçak kemiğe dayandığında ‘çanak, çömleğin’ patlayacağını ve bu patlamadan kendisinin kazançlı çıkacağını biliyor.

 

Taksim inşaatı koca memleket için fazla öneme sahip olmayan, ufak bir mesele olarak görülebilir. Ancak Taksim inşaatına Başbakan’ın yaklaşımı anayasanın nasıl kotarılacağının ve daha önemlisi yeni anayasa sonrası nasıl yaşayacağımızın ipuçlarını veriyor.

 

Malum Taksim Meydanına eski Topçu Kışlası’nın bir kopyası yapılacak, içinde buz pateni, alışveriş merkezi, otel vs. olacak. İstanbul  II Numaralı Koruma Kurulu ise yetkisi dahilindeki bu işe bakarak, Topçu Kışlası’nın kopyasının inşasını reddetti. Sebep olarak ise Gezi Parkı’na dikkat edilmesini ve kopya inşaatın mimari projesinin kışlanın ‘özgün mimarisine dair yeterli bilgi ve belge’ içermemesini gösterdi.

 

Başbakan Erdoğan bu tür kurulların kendi aklına gelen şahane projeleri engellemesini bir tür vesayet rejiminin ispatı olarak algılıyor. O nedenle de Koruma Kurulu’nun kararını reddedeceğini şu sözlerle ilan etti: “Topçu Kışlası’nı yapacağız. Üst kurul reddetmiş. Biz de reddi reddedeceğiz.”

 

Taksim Meydanı’na cami de yapılacak biliyorsunuz. Meşhur mimar Ahmet Vefik Alp’in hazırladığı bir proje mevcut. Başbakan o projeyi fazla modern bulduğu için reddetti. Sayın Alp projesini geleneksel Osmanlı cami mimarisini göz önünde bulundurarak elden geçirecek.

 

Bu Taksim meselesi Erdo-ğan’ın nasıl düşünüp ne şekilde hareket ettiğinin küçük bir örneği.  Erdoğan’ın icraatları hiçbir surette engellenemez. Engellemeye çalışanın kararı reddedilir.

 

Yargı ya da özerk kurumların yürütme üzerindeki denetimi asgariye indirilmeli ve hatta pratikte ortadan kaldırılmalıdır. Zira en demokratik çözüm milli iradeye dayanmaktadır.

Mahkemeler de halkoyuyla seçilmediğine göre Başbakan’ın kararları mahkeme ve kurulların kararlarından daha demokratiktir. Zaten seçim yoluyla iktidarı ele geçiremeyen odaklar yargı ve özerk kurumlar aracılığıyla her şeye rağmen iktidara ortak olmaya çalışmaktadır. Bu yüzden yeni anayasada başkanlık rejimi getirilmeli ve yargı mensuplarını da demokratik iradenin tecelligahı olan başkan ve adamları belirlemelidir.

 

Bu gidişata karşı olanlar ise şabloncu ezberciler tarafından vesayetçi, darbeci diye biraz aklı çalışanlar tarafından ise korporatist diye suçlanacak.

 

Fakat gidişat her şeye Erdoğan’ın karar verdiği çünkü her şeyin iyisini onun bildiği bir rejimdir. Bakın İstanbul’un ortasına bırakın cami yapılmasına, caminin nasıl yapılacağına da o karar veriyor. Kişiler, kurullar, kendi partisi,  sivil toplum örgütleri, İstanbul Belediyesi, milletvekilleri vesairenin katkısını aramayın. Bizzat o karar veriyor.

 

Yeni rejimin adını ne koyarsanız koyun. Yeni rejim Erdoğan rejimidir.

 

Neden bakanlardan benim bakanım diye bahsettiğini zannediyorsunuz? Biz de onun vatandaşlarıyız. Eğer şahane fikirlerini onaylar ve ses çıkartmazsak hep beraber büyüyeceğiz. Kendisine direnilmesine bu denli kızması ve her fikrine katılmayanda bir nankör görmesi bundan.

 

Şimdiden herkese hayırlı olsun.

Radikal, Yazı: Özgür Mumcu, 18.02.2013

OSMANLI RESİMLERİ RUSYA'DA ORTAYA ÇIKTI

 

 

Rusya'dan ve çeşitli İslam beldelerinden toplanıp müzede koruma altına eserlerin 18. ve 19. yüzyılın sonlarına ait olduğu ortaya çıktı. Rusya gündemi ile Türkçe yayın yapan www.haberrus.com haber portalı St. Petersburg'da doktora eğitimi alan Ebubekir Şahin'in araştırmasını yayınladı.

Rusya'nın St. Petersburg şehrinde bulunan Dinler Tarihi Müzesi (GMİR)'nde yer alan eserler arasında Ayasofya'nın Cami olarak kullanıldığı dönemi yansıtan fotoğraflar da bulunuyor. Koleksiyonla ilgili açıklama yapan Doç.Dr. Tatyana Stetskeviç, müzede saklanan eserlerin bin bir güçlükle toplandığını ifade etti. Müslüman toplumun, sahip oldukları dini temalı tarihi eserleri satmakta oldukça gönülsüz olduklarını ifade eden Stetskeviç, "Ancak özellikle Rus seyyahlar İslam ülkelerine yaptıkları geziler sonrasında, yanlarında o toplumlara ait çeşitli eşyalar getirmiş. Ayrıca Rusya'da çeşitli dönemlerde yaşayan bazı imamların da müzemize hediye ettiği İslam eserleri var. Biz bunları yıllar boyunca sakladık, şimdi de insanların hizmetine sunuyoruz." şeklinde konuştu.

 

HZ. OSMAN KUR'AN-I'NIN 115 YILLIK KOPYASI
Müzede sergilenen büyük Kuran-ı Kerim hakkında da açıklama yapan Stetskeviç, "Bu Kur'an, şu an Taşkent'te bulunan Hz. Osman'ın Kur'an'ının 1905 yılında yapılan bire bir kopyası. Hz. Osman'a ait olduğu belirtilen Kuran'ı Kerimler dünyanın birçok yerinde olduğunu biliyoruz. Ama yine de Müslümanlar Hz. Osman'ın Kur'anını görmek isterlerse müzemize gelebilirler." şeklinde konuştu.

I. ABDÜLHAMİT'İN KÜTÜPHANESİ
Müzede koruma altına alınan eserler arasında Peygamberimizin kabrini gösteren gravürler de bulunuyor. Ayrıca, Osmanlı Sultanı I. Abdulhamit'in ve Vezir Ragıp Paşa'nın 18. yüzyıla ait gravürleri de müzede saklanan eserler arasında.

Müzenin en değerli parçaları arasında ise 19. yüzyılın son döneminden kalma Mevlevi cübbesi yer alıyor. Üzerinden Allah'ın 99 ismi olan Esma-i Hüsna işlemeli cübbe de, ayrıca Kuran-ı Kerim'den çeşitli ayetler yer alıyor. Koleksiyonda ayrıca, Filistin ve İstanbul'u tasvir eden bir çok gravür, 18. ve 19. yüzyıldan kalma hat eserleri ve minyatürler koruma altına alınmış durumda.

ESERLER ÜZERİNDEKİ ARAŞTIRMALAR GÜNÜMÜZDE DE DEVAM EDİYOR

Stetskeviç müzede sergilenen İslam eserleri ile ilgili olarak, "Biz müzeyi kurduktan sonra, Rusya'nın birçok bölgesindeki müzelerden, özellikle Moskova'daki müzelerden İslamiyet'le ilgili birçok eser geldi. Ne yazık ki, biz eserlerin birçoğunun hangi yüzyıla ait olduğunu bilmiyoruz. Kime ait olduğu, ya da nerden geldikleri hakkında tam olarak bilgimiz yok. Ancak bu konudaki uzmanlarımız araştırma yapıyor ve tespit edilen eserleri kaydediyor." şeklinde konuştu.

Rusya'nın St. Petersburg şehrinde bulunan dinler tarihi müzesinden, İslamiyet dahil bir çok din ayrıntılı olarak ziyaretçilere tanıtılıyor. Müze Salı günü hariç haftanın 6 günü ziyaretçilerini ağırlıyor.

Sabah, 18.02.2013

MISIR'DA KÜLTÜREL TAHRİBAT DEVAM EDİYOR

 

Mısır Kültür Bakanlığından yapılan açıklamada, Minya'da Taha Hüseyin heykelinin başının çalındığı, Ümmü Gülsüm'ün Mansura'daki heykeline ise peçe takıldığı kaydedildi.

''Kültür ve sanatın önde gelen kişilerini simgeleyen heykellere gerçekleştirilen saldırıların şiddetle kınandığı bakanlık açıklamasında, ''Saldırıları, cehaletleri veya hoşgörü kültürümüze uymayan düşünceleriyle bilinç yoksunu kişiler gerçekleştirmiştir'' ifadesi yer verildi.

Bakanlık ayrıca Mısır halkına, ülke değerlerini simgeleyen heykelleri, kültür ve sanatı hedef alan ''kötü ellerden'' koruma çağrısı yaptı.

Yapı, 18.02.2013

KREDİ KARTI MÜZEKART OLACAK

İş Bankası ve TÜRSAB-MTM iş Ortaklığı'nın Kültür ve Turizm Bakanlığının desteği ile gerçekleştirdiği iş birliği sonucunda Maximum özellikli İş Bankası kredi kartları Müzekart özelliği kazandı. Maximum Kart sahipleri 300'ü aşkın müze ve ören yeriniher yıl bir ay boyunca ziyaret edebilecek.
 
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali ve TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy'un katıldığı basın toplantısı İş Bankası Genel Müdürlüğünün yer aldığı İş Kulelerinde gerçekleştirildi.
 
Basın toplantısında konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, kredi kartının aynı zamanda müze kart olacağını belirterek, “Bizim istediğimiz kültürel sorumluluk projelerine daha çok yer verilmesidir. Bu kart ile İş Bankası yeni bir yüz kazanmış oldu. İnsanlarımızın ayağına kültürü götürecek projeler bekliyoruz. Kültüre katkı marka değerini artırır. Biz İş Bankasından her sene daha çok kültürel proje bekliyoruz. Vatandaşımızın gündelik hayatına dokunan projeler bekliyoruz. Sosyal hayatla köprüler Kur'an projeler istiyoruz. Bir müze kartı ile 1 ay müze geçebiliyorsunuz" diye konuştu.
 
İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali ise "Biz banka olarak birçok projeye katkıda bulunduk. Pek çok konuda kaynaklarımızı seferber ettik. Kültür bizim için çok önemli o nedenle bizim için değerli bir proje. Maximum kartı ile yaşamı zenginleştirecek bir hüviyet tanımlamak istiyoruz. İlave bir işlem yapılmadan 6 milyon müşterilerimizin kartı müze kartına dönüşmüş durumdadır. Kullanılan tarihten itibaren bir ay süreyle kart müşterileri müze kartı kullanabilecek. Turnike ve post cihazları kullanılarak kartlı geçiş yapmak mümkün olacak" dedi.
 
Son birkaç yıldır müze standartlarını yükselterek dünya kalitesine çıkartmak istediklerini ve eserlerin teşhiri, yönlendirme levhaları, personel kalitesinin kendileri için önem taşıdığını ifade eden DÖSHİM Genel Müdürü Murat Usta da " Müzekart uygulaması büyük bir kolaylık getirdi. 3 milyon 600 bin vatandaşımız Müzekart kullanıyor. Müzekart sahipleri 3.5 milyona yaklaşan kart kullanımı ile müzelerimize ulaşmış durumdalar. Yabancı ziyaretçilerimiz için pas kart uygulamasına başladık. Otellerde bunun satışını yapıyoruz. 2012 yılında 28.700 kişiyi müze ve ören yerlerinde ağırladık. Bakanlığımız 2012 yılında müzelerden 280 milyon gelir elde etmiştir. DÖSHİM 2012 yılında 335 milyon gelir elde etti. Ülkemizin yurt dışında tanıtılması için bu kaynakları kullanıyoruz. Bugün yapmış olduğumuz işbirliği ile prestijli bir iş ortaya konuluyor. Burada iki önemli kartı bir araya getirmekten dolayı mutluluk duyuyorum" şeklinde konuştu.


Kredi kartı ile yeni uygulama nasıl olacak?

Bankası kredi kartlarının taşıyacağı Müzekart özelliği her bir takvim yılı içinde 1 aylık süre için geçerli olacak. 1 aylık süre müze veya ören yerinde kart sahibinin kartını ilk olarak kullandığı ve ücretsiz giriş yaptığı gün başlıyor ve kart sahibi bu tarihten itibaren bir ay boyunca Müzekart'ın geçerli olduğu müzeleri ücretsiz olarak ziyaret edebiliyor. Maximum Kart ile müze ve ören yerlerine ücretsiz olarak giriş, turnikeli noktalarda İş Bankası'na özel ayrılmış turnikelerden, diğer noktalarda ise POS cihazlarında kartın okutulması yoluyla gerçekleşiyor. Bir aylık süre zarfında aynı müze ve ören yeri yalnızca iki kez ücretsiz olarak ziyaret edilebiliyor. Bu hizmetten İş Bankası'nın Maximiles ve MercedesCard dahil tüm Maximum özellikli kredi kartı sahipleri faydalanabiliyor.

Turizm Gazetesi, 18.02.2013

GALATA KULESİ RESTORE EDİLECEK

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Galata Kulesi'ni restore edecek. Tarihi kulenin statik, restitüsyon ve restorasyon projelerinin hazırlanarak, imalatın gerçekleştirilmesi için gerekli onay çıktı. Belediye meclisi tarafından kabul edilen projeye göre, bütçenin yüzde 95'ini İl Özel İdaresi karşılayacak. MS 507 yılında Roma İmparatoru Justinianus döneminde inşa edildiği belirtilen tarihi yapının aslına uygun restorasyonu için teknik ve statik incelemeleri tamamlandı. Cenevizliler tarafından gözetleme amaçlı kullanılan kule, 1348'de bugünkü haline dönüştürüldü. Deprem, yangın ve kötü hava şartları nedeniyle yıpranan kule, birkaç kez onarımdan geçirildi. Turizm amacıyla kullanılan kule Tarihi Yarımada'yı panoramik seyretme imkanı sağlıyor.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 18.02.2013

KANUNİ KÖPRÜSÜ KORUMA ALTINA ALINDI

 

Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan Büyükçekmece'deki Kanuni Sultan Süleyman köprüsü ve çevresindeki yapılaşma sınırlandırılarak koruma altına alındı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2010'da tarihi köprünün çevresindeki restoran ve kaçak yapılar yıkıldı.Tarihi yapının yeniden kaçak yapılaşma ile karşı karşıya kalmaması amacıyla koruma amaçlı imar planı hazırlandı. Plan, belediye meclisinde oybirliğiyle kabul edilerek onaylandı.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 18.02.2013

ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ YAĞMALANDI!

 

 

Üzerinde inşa edilen yeni Başbakanlık binası ile gündeme gelen Atatürk Orman Çiftliği’nin yıllar içerisinde nasıl “yağmalandığı” Sayıştay raporunda kalem kalem sıralandı. Cumhuriyet Gazetesi'nden Fırat Kozok'un haberine göre, Sayıştay’ın henüz kamuoyuna açıklanmayan raporuna göre, çiftlik arazisi tam bir “devlet çiftliği” haline geldi. Tekel’den Milli Savunma Bakanlığı’na; Tarım Bakanlığı’ndan Ankara Belediyesi’ne; kooperatiflerden üniversitelere ve yöredeki çiftçilere kadar onlarca kurum araziden yararlandı. 2011 sonu itibarıyla çiftlikte meydana gelen kayıp 22 bin 240 hektara ulaştı. Bu rakam çiftliğin yüzde 40’ına eşit. Sayıştay, parsel parsel dağıtılan arazilerin bir bölümünün geri alınmasını istedi.

 

Sayıştay’ın AOÇ ile ilgili 2011 değerlendirme raporunda Atatürk Orman Çiftliği’nin 1937 yılında yaklaşık 55 bin 539 dekar olan arazilerinin 2011 yılı sonu itibarıyla 33 bin 256 dekara gerilediği bildirildi. Raporda, Atatürk’ün vasiyetinin gerçekleştiği 1937 yılından 2011 yılı sonuna kadar satış ya da devir yoluyla arazi alan kurumlar şöyle sıralandı: “Tekel, Milli Savunma Bakanlığı, Türkiye Zirai Donatım Kurumu, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, TRT, Sümerbank, Hazine, Devlet Demir Yolları, Orman Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü, Ankara Belediyesi, Etibank, Makine ve Kimya Endüstrisi, Toprak Mahsulleri Ofisi, Ankara EGO, Maden Tetkik Arama, Bayındırlık Bakanlığı, Gazi Üniversitesi, Kauçuk Sanayi, çeşitli kooperatifler, özel kişiler, yöredeki çiftçiler.”

 

Özel yasa çıkarılarak yapılan satışların dışında da çiftlik arazisinden arazi kayıpları meydana geldiğine dikkat çekilen raporda, bunların mahkeme kararıyla çeşitli şahıslara verilen araziler olduğu ifade edildi. Raporda, çiftlikte yağmanın boyutu şöyle anlatıldı: “2011 yılı sonu itibarıyla çeşitli sebeplerle çiftlik arazilerinde meydana gelen kayıp, 22.240 dekara ulaşmış bulunmaktadır. Bu miktar, toplam çiftlik arazisinin yüzde 40’ına karşılık gelmektedir. Meydana gelen arazi kayıpları, Atatürk Orman Çiftliği’nin arazi bütünlüğünü bozduğundan, halen çiftliğin elinde bulunan parçalı alanlar işletilmesi bazı sorunlar yaratan mekanlar haline dönüşmüştür.”

 

Raporda, çeşitli şahıs ve kuruluşların işgali altında olan arazi miktarının 2010 yılında 601 dekar olduğu, bunun 2011’de bazı sözleşmeler ve lehte sonuçlanan davalarla 133 dekara indiği belirtilirken, “AOÇ arazilerindeki tüm işgallerin sonlandırılması için azami dikkat ve gayretin gösterilmesi önemli görülmektedir” denildi.

 

‘Geri alınmalı’

Raporun “öneriler” bölümünde çiftlik arazisinden bazı kurumlara dağıtılan arsaların “geri alınması” istendi. Raporda şu öneriler sıralandı:

 

• Tohum ıslah istasyonunun kurulması için Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na aktarılan ve bakanlıkça daha sonra Türkiye Zirai Donatım Kurumu’na devredilen, kurumun özelleştirilmesi aşamasında da Özelleştirme Yüksek Kurulu kararıyla Devlet Personel Başkanlığı, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ve Sakarya Vilayeti Özel İdare Müdürlüğü’nün kullanımına verilen, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü’nce atıl durumda olduğu ve/veya amaç dışı kullanıldığı tespit edilen arazilerin,

• Ankara Bira Fabrikası’nın kurulması için TEKEL Genel Müdürlüğü’ne devredilen, özelleştirme nedeniyle alkol üretimi ile dağıtımı sona eren ve halen Gayrimenkul Anonim Şirketi mülkiyetinde bulunan arazi ve tesislerin,

• Mülkiyet devrinde belirtilen kullanım amaçlarının ortadan kalktığı, arazilerin bulunduğu bölgenin birinci derece tarihi ve doğal sit alanı olduğu, ayrıca Atatürk’ün büyük öneme sahip mirasının korunması ve bir bütün halinde çiftliğin kuruluş amacına uygun olarak yönetilmesinin daha uygun olacağı da dikkate alınarak, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü’ne iade edilmesi için başlatılan çalışmaların sürdürülerek, arazilerin geri alınması sağlanmalı.

Yapı, 18.02.2013

DAVUD'A DA SANSÜR GELDİ

 

TRT 1 son olarak +13 uyarısıyla gece yarısı yayınlanan Son Umut filmini sansürledi.Hz Davud’un tartışmalara neden olan heykelini sansürleyen TRT’nin bu sansürü dikkatli izleyicilerin gözünden kaçmadı.

Hz Davud’un sünetsiz heykeli Japonya’daki muhafazakarları çileden çıkartmıştı. Ünlü Rönesans sanatçısı Michelangelo’nun başyapıtlarından Davut Heykeli’nin bir kopyası, Okuizumo kasabasına dikilecekti ancak Japonya’daki bazı grupların heykelin cinsel organın kapatılmasını istediler.

Vatan, 18.02.2013

HALİÇ METRO SİLUETİ

 





 

Taksim-Şişhane-Unkapanı-Şehzadebaşı-Yenikapı hattının önemli bir parçası olan ve Şişhane eteklerinde Azapkapı’da yeryüzüne çıkarak köprü üzerinde Haliç’i geçtikten sonra Süleymaniye eteklerinde tekrar yer altına giren Haliç metro geçişi sona yaklaştıkça, etkileri de daha görünür oluyor.

 

2005'te Koruma Kurulu’nca onaylanmasından itibaren yoğun tartışmalara neden olan ve Tarihi Yarımada siluetini bozacağı gerekçesiyle eleştirilen köprü projesinde taşıyıcı kule uzunluğu başlangıçta 82 metre olarak tasarlanmıştı. UNESCO tarafından İstanbul'un Dünya Miras Listesi'nden çıkarılarak 'risk altındaki dünya miras listesine' alınabileceğini ifade etmesi ve Koruma Kurulu’nun bu yüksekliği kabul etmemesi üzerine, kule yükseklikleri önce 65 metreye, sonra 55 metreye kadar düşürülmüş ve uygulama bu şekilde başlatılmıştı.

Elbette köprünün denizde kalan kısmının siluete etkisi tek endişe kaynağı değildi; bugün çektiğimiz fotoğraflarda, projenin Galata Kulesi ve ortaçağ yerleşmesini sınırlayan surlardan geriye kalanlar, üzerinde Ceneviz dönemi kitabesi taşıyan tarihi Harup Kapı ve Mimar Sinan'ın yaptığı Yeşildirek Hamamı üzerinde nasıl bir etki yarattığı açık biçimde görülüyor.

Yapı, Fotoğraflar: Mesut Tufan, 18.02.2013

60 YIL SONRA HİSARİÇİNE MAHALLE

 

 

İstanbul'un en görkemli tarihi yapılarından biri olan Rumeli Hisarı'nın içindeki mahalle yeniden inşa edilecek. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan çalışma kapsamında tarihi hisarın içindeki evler aslına uygun olarak yeniden restore edilecek. Kültür ve turizm amaçlı kullanıma açılacak olan tarihi yapılar, halkın hizmetine sunulacak.

Kadir Topbaş'ın talebiyle Büyükşehir Belediyesi'ne devredilen Rumeli Hisarı ve hisar içindeki Hisariçi Türk Mahallesi'nin bir bütünlük içinde korunması, ihyası, kültürel-fonksiyonel amaçlarla kullanımı için konsept bir proje çalışması hazırlandı. Bu kapsamda öncelikle söz konusu alanla ilgili eski fotoğraf, gravür, resim, fotokart, kartpostallar, bina izlerini barındıran eski haritalar, ölçü krokileri, eski kadastral paftalar gibi bilgi ve belgeler ışığında 15 binanın yeniden inşa edilebileceği tespit edildi. Projenin yapımı için gerekli bütçenin yüzde 95'i İstanbul İl Özel İdaresi tarafından sağlanacak.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 18.02.2013

TCDD: SİRKECİ GARI OTEL OLMASIN

 

TCDD Genel Müdürlüğü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan ve Sirkeci Garı'nın yarısını turizm tesis alanı (otel) olarak ayıran, Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı'na itiraz etti. TCDD, Sirkeci İstasyonu alanı için getirilen 'Turizm, Kültür Tesisi Alanı', 'Kültürel Tesis Alanı ve Yeşil Alan' fonksiyonları ile mevcut banliyö hattının, 'Cadde Tramvayı' düzenlenmesinin iptal edilerek, mevcut kullanıma göre, 'TCDD Alanı' olarak fonksiyon verilmesini talep etti. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Yedikule - Sirkeci DDY banliyö güzergahının, yaya aksları ile desteklenmek şartı ile Yüzeysel Toplu Taşıma Sistemleri (Cadde Tramvayı) olarak düzenleneceğini gerekçe göstererek, TCDD'nin itirazını reddetti.

Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 18.02.2013

BÜYÜK MABEYN KÖŞKÜ KİMDE KALACAK?

 

 

Büyük Mabeyn Köşkü, yabancı devlet adamlarını ağırlamak üzere elden geçiriliyor. Ama köşkün Başbakanlığa mı yoksa Cumhurbaşkanlığına mı devredileceği hala belirsiz.

 

Yıldız Sarayı Büyük Mabeyn Köşkü yabancı devlet adamlarını ağırlamak için süratle yenileniyor. Devlet Konukevi olarak düzenlenen Cumhurbaşkanlığı ya da Başbakanlık tarafından kullanılacak tarihi köşkün yıllar içinde dağılan eşyaları çeşitli kurumlardan toplandı. İstanbul Arkeoloji Müzesi, Topkapı Sarayı, Sait Halim Paşa Yalısı ve Askeri müzeden toplam 117 eşya getirildi. Köşkün kendisine ait 142 eseri de vardı. Koltuk, sandalye, çalışma masası, avize, ayna gibi antik değeri yüksek eşyalar Büyük Mabeyn Köşkü’nün altındaki atölyelerde konservasyon çalışmaları sürüyor. Ancak köşkün Başbakanlık mı Cumhurbaşkanlığına mı devredileceği henüz netlik kazanmış değil.


Yıldız Sarayı’nın en ihtişamlı binası, yan yana duran iki ana giriş olan Valide Sultan Kapısı’na ve Saltanat Kapısı’na yakın olduğundan dışarıdan da görülebilen Büyük Mabeyn Köşkü. Köşk, 1866 yılında Sultan Abdülaziz döneminde dinlenme köşkü olarak mimar Serkis Balyan’a yaptırılmış. II. Abdülhamit resmi toplantılarını, bazı ziyaret ve davetleri Büyük Mabeyn’ de vermiş. Cuma Selamlığındaki törenleri izlemek üzere gelen yabancı diplomatlar için de yanı başındaki Seyir Köşkü tasarlandı. Avusturya -Macaristan Veliahtı Rudolf ve eşi 1884 yılında; Alman İmparatoru 2. Wilhelm ise 1889 yılında, 2. Abdülhamid tarafından bu binada ağırlanmıştır. 2. Meşrutiyet’in ilanına tanık olan Büyük Mabeyn Köşkü’nde, Osmanlı-Rus savaşının kararları da alındı.
1920 yılının sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahı Vahdeddin’in ayrılmasının ardından köşk, 3 yıl boş kaldı. Cumhuriyet döneminde Atatürk ’ün emriyle 1924 yılında Harp Akademileri Komutanlığı’na tahsis edildi. 1978 yılına kadar hizmet veren köşk, daha sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredildi.


Uzun süre kapalı kalan ve daha sonrada restore edilen Büyük Mabeyn Köşkü bir kaç Türk filmi için kullanıldı. Yabancı devlet adamlarını İstanbul’da 5 yıldızlı oteller hariç ağırlayacak mekan arayan Cumhurbaşkanlığı devreye girerek buranın kendilerine devrini istedi. İçindeki eşyaların pek çoğu yıllar içinde dağıldığından öncelikle bu eşyaların toplanması için başta Askeri Müze ve Orduevleri olmak üzere pek çok yerden eşyalar talep edildi. Topkapı Sarayı Müzesi’nden 71, Askeri Müze’den 16, Sait Halim Paşa Yalısı’ndan 7, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden 4 eşya getirildi.


Canan Akhüsük dikkat çektiği konularda biri de 2. Abdülhamid döneminde bazı eşyaların üzerindeki armaların sökülmüş olması. Akhüsük, ‘‘Ay ve yıldız ile Osmanlı arması bulunan eşyaların üzerindeki bu armalar sökülüp yerlerine uyduruk mermerden kaplamalar konumuş. Askeri Müze’den gelen eserler genelde böyle. Bunların da orjinal hale getireceğiz’’ dedi.

Yeni kapı açılacak

Eşyalar orjinal olmasına rağmen kullanım sırasında gördüğü onarımlarla pek çoğu harabeye dönmüştü. Köşkün alt katında oluşturulan atölyelerde onarıma başlandı. Cumhurbaşkanı’nın eşi Hayrünnisa Gül de bir kaç kere onarımları denetledi. Ancak bu sırada Başbakanlık devreye girdi ve Büyük Mabeyn Köşkü’nün Devlet Konukevi statüsünde kullanılacağı açıklandı. Yabancı devlet adamlarını ağırlamak düşüncesinde olan Başbakanlık için Yıldız Sarayı kapısının yanından ayrı bir kapı açılacak. Orjinalinde de var olan kapı için çalışmalara başlandı.

 

Bütün eşyalar aslına uygun olarak onarımdan geçiriliyor

Kullanım hakkı Başbakanlığa mı Cumhurbaşkanlığına mı devredileceği henüz belli olmasa da köşkte yabancı misafirlerin ağırlanacağı kesin. Bu nedenle tüm eşyaların retorasyon ve konservasyonları yapılıyor. İşinin ehli uzmanlarca titiz bir çalışma gerçekleştirilen tarihi eşyalarda en ufak bir parça dahi heba edilmiyor. Kullanılabilir tüm parçalar konservasyonu yapılan eşyaların üzerinde orjinal haliyle bırakılıyor. Kumaşları özel dokutulan eşyaların, kamera ve fotoğraf makinalarında nasıl sonuç verdiğine kadar en ince ayrıntılar tasarlanarak hazırlanıyor. Ekibin başında bulunan Konservatör Mimar Canan Akhüsük çalışmalar hakkında bilgiler verdi: ‘‘Her eşyanın perpektifli olarak çizimleri yapıldı. En ufak bir ayrıntı atlanmıyor. Eşyalarda orjinalden kalıp kullanılacak her parçayı değerlendiriyoruz. Konservasyon çalışmaları 6 ay daha sürecek. Bazı eşyalar orjinalinden çok uzak halde atölyeye getirildi. Bazılarını fotoğraflardan bazılarını da orjinallerine bakarak yapıyoruz. Yeni yaptığımız müdahalelerin üzerine de günümüzün tarihini atıyoruz.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 18.02.2013

AKBAŞ ŞEHİTLİĞİ YENİLENİYOR

 

Çanakkale Savaşları'nda en büyük iki hastane şehitliğinden birisi olan "Akbaş Şehitliği"nde, yenileme çalışmaları başlatıldı. Bir akaryakıt şirketinin, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda 7 yıldır sürdürdüğü "Tarihe Saygı Projesi" kapsamında, 10 bin metrekarelik Akbaş Şehitliği'nde başlatılan çalışmalarda ilk olarak, şehit askerlerin isimlerinin yazılı olduğu temsili mezar taşları bulundukları yerden çıkarıldı. Eceabat-Yalova köyü yolundaki şehitliğin etrafının çevrili olduğu duvarın ön bölümü yıkıldı, şadırvan, mescit ve tuvaletlerin yapımı için altyapı çalışmalarına başlandı. Yeni düzenlemeyle zeminde 806 mezar taşı bulunacak. 100 metrekarelik rölyef duvar kabartmalarının üzerinde ise 536 şehidin ismi yer alacak. Çevre düzenlemesi ve ziyaretçilerin dolaşabilmesine uygun düzenlemeler yapılacak olan şehitlik, çalışmaların ardından ağustos ayında ziyarete açılacak.

Sabah, 18.02.2013

SARAYDA HER YER GEZİLEBİLECEK

 

 

Otopark olarak kullanılan Hasbahçe tarihi işlevine dönüyor. Saltanat arabaları ve porselen koleksiyonu depolardan çıkıyor. Topkapı Sarayı’nda yıl sonunda kapalı bir tek alan kalmayacak.

 

Topkapı Sarayı’nda restorasyon çalışmaları sona yaklaştı.Yıllardır  VIP otoparkı olarak kullanılan Hasbahçe tarihi işlevine dönerken Sofa ve Bağdat köşkleri yenilendi.50’ye yakın saltanat arabası ve 10 bin Çin porselen koleksiyonu  yakında  depolardan çıkıyor. Sarayın arşivi de ziyarete  açılıyor. Hasbahçe ve avlulara 150 bin kırmızı lale, 150 bin gök rengi sümbül ve gül dikildi. Gülhane’ye de  Isparta’dan kokulu gül ve gül suyu üretim tesisi geliyor.   


Topkapı Sarayı Müze Başkanı Doç.Dr. Ahmet Haluk Dursun bu yılın sonunda sarayda ziyarete kapalı yer kalmayacağını söyledi. Sarayda halen 15 ayrı birimde restorasyon çalışması olduğunu belirten Dursun, “Bu tarihi bir rekor. Tabii bu iş yoğunluğu kış olduğu için var. Nisana kadar çok sıkı çalışmamız lazım”dedi.


Hafta içi Ahmet Haluk Dursun ile Hasbahçe’de buluştuk. Restorasyon çalışmalarını, sarayın güvenliğini konuştuk. Padişahların Hasbahçesi’nin yıllarca sarayı ziyarete gelen devlet büyüklerinin  araçlarına tahsis edilen otopark olarak kullanıldığını belirten Dursun,yapılan çalışmaları şöyle anlattı: 
“Haremin ve Has odanın hemen altında olduğu için padişah kısa sürede buraya gelebiliyordu. Şehzadelerin kılıç eğitimi gördüğü, padişahın ailesinin geldiği yerdi.Ayrıca Enderun Mektebi’nin seçme öğrencileri  de cirit, ok gibi yarışmalara katılıyorlardı.


Bundan böyle burada  tarih canlandırılacak. Cirit, ok gibi, o dönemin sportif faaliyetleri yapılacak. Ayrıca koku bahçesi de olacak. Çevresine leylak ağaçları dikiyoruz. İnsanlar dönemi yaşayıp anlamaya çalışacak.”

Hürrem’e büyük ilgi
Ahmet Haluk Dursun’un verdiği bilgiye göre, sarayda  en büyük ilgiyi  Harem ve Hürrem Sultan ile ilgili detaylar görüyor. Sonra da Has Oda va Hazine Bölümü geliyor. Bunun Muhteşem Yüzyıl  dizisinin rüzgarı olduğunu ifade eden Dursun, “Özellikle kadınlar Hürrem Sultanla ilgili konuları nerede yatıyor nerede yıkanıyor, odası hangisi) merak ediyor.”dedi. Dursun,yıl sonuna kadar yapılacakları da şöyle sıraladı:  
“Zülüflü Baltacılar Ocağı restorasyonu bitti. Saraydaki koğuş sisteminin yani gece yatılan gündüz yaşanan bir alanın olduğu tek yer. İçinde yatak yerleri çubuk odası mescidi,hamamı var. Çok yakında açılıyor.


Dünyadaki en zengin porselenler bizde. 10 binden fazla Çin koleksiyonu var. Bunların  bir kısmını 6. aydan itibaren ortaya çıkaracağız. Padişahların ve hanımlarının  kulandığı farklı dizayndaki 50 civarındaki arabasının restorasyonları  sürüyor. Onlarda  yakında sarayı renklendircek.
Yazma eserler kütüphanesi açılıyor. Dileyen istediği kitabın digital kopyasını alabilecek.
Sarayın yani  devletin  arşivi de açılıyor. İsteyen  dönemle ilgili devlet belgelerini görebilecek.

300 bin çiçek dikildi
Avlulara 150 bin kırmızı lale, 150 bin gök rengi (mavi)  sümbül, gül dikildi,15 Mart’tan  itibaren saray rengarenk olacak, sümbül bitecek lale açacak. Lale bitecek gül başlayacak. Her yer leylak kokacak.


Binicilik Federasyonu Başkanı’yla görüştüm. Belli günlerde At getireceğiz.


Gülhane için de planım şu, Gülhane adını herkes gül bahçesi zannediyor. Oysa gül yağı ve gül suyu üretim tesisi demek. Onun küçük bir örneğini yaptıracağız Bu ticari olarak da müthiş bir ürün olacak. Topkapı Sarayı’nın güllerinden meydana gelmiş bir gül yağı gül suyu. Bunun icin Isparta Valisi ve  belediye başkanıyla pazarlık halindeyiz.

Milliyet, Haber: Tunca Bengin, 17.02.2013

OKÇU TEKKESİ YENİDEN

 

 

Yüzyıllcar Osmanlının meşhur okçularını yetiştiren 'Okçuluk Mektebi' de tesisle yeniden hayat buluyor. Başbakan Erdoğan'ın talimatıyla başlayan proje için Okmeydanı Spor Eğitim Vakfı kuruldu. Tesisi Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan ve Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın oğlu Hüseyin Topbaş'ın mütevelli heyetinde bulunduğu vakıf yönetecek. Tesiste, 120 metrelik olimpik-uluslararası yarış sahası, kütüphane, hünkar köşkleri, müze, konferans salonları, ok ve yay imalat atölyesi, mescit ile zemin altında kapalı spor salonları, antrenman sahaları yer alıyor. Proje, Mimar Sinan Genim imzası taşıyor.

Başbakan Erdoğan ve Topbaş'ın da yakından ilgilendiği vakfın Başkanı Ali Haydar Yıldız tesisi şöyle anlattı: 1950'li yıllara kadar kalıntıları buradaydı. Sonrasında ilgisizlikten harabeye döndü. Başbakanımız ve  Büyükşehir Belediye Başkanımızın ilgisiyle restorasyonu yapıldı. Türkiye Okçuluk Federasyonu'ndan ziyaretçilerimiz, dünya çapında böyle bir okçuluk tesisi olmadığını ifade etti.

Akşam (Kısaltarak), 17.02.2013

MESCİD-İ AKSA'NIN KAZI 'ÇİLESİ'

 

 

İsrail'in civarında arkeolojik araştırmaları gerekçe göstererek yürüttüğü tünel kazıları Filistinlilerle İsrail yönetimini sık sık karşı karşıya getiriyor.

 

Filistin yönetimi, kazılar nedeniyle 'nın altının oyulduğunu ve yıkılıp çökme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtiyor. İsrail ise tünellerin varlığını inkar ederek, çalışmaları sadece 'nın paralelinde yapılan kazı çalışmaları olarak açıklıyor. Mescid-i Aksa yakınlarında bunun dışında bir tünelin olmadığını savunuyor.

AA muhabiri, İsrailli bir arkeolog eşliğinde özel izinle girdiği Ağlama Duvarı paralelinde açılan tüneli görüntüledi. Uzunluğu yaklaşık 500 metreye ulaşan tünelde, kazılar yerin 30 metre altında tüm hızıyla devam ediyor.

Kazılar, Mescid-i Aksa'yı kale gibi çevreliyor
Ağlama Duvarı'ndan Mescid-i Aksa'ya açılan Tenzekiye Medresesi ve Silsile Kapısı'nın altından geçerek Pamukçular Kapısı'nın altına uzanan kazılar, buradan Katolik Ermeni Kilisesi'nin tam altına ulaşıyor. Ardından sola kıvrılan tünel, Mescid-i Aksa'nın bir diğer kapısı Babu'l-Hıtta'ya ulaşmadan Hristiyanlar tarafından Hz. İsa'nın sırtında bir çarmıhla yürütüldüğüne inanılan ''Via Dolorasa''nın (Çile yolu) başında son buluyor. Tünel, Emeviler, Eyyubiler, Memlüklüler ve Osmanlılardan kalma pek çok tarihi yapının altından geçerek Mescid-i Aksa'yı adeta bir kale gibi çevreliyor.

Yahudiler, kazı çalışmalarının yapıldığı alanda Hz. Süleyman'ın yaptırdığı mabedin ana giriş merdivenlerinin olduğunu, fakat buranın Babil ve Roma saldırıları sonucu yıkılarak yok olduktan sonra Müslümanların Kudüs'ü fethiyle, yıkılan batı duvarının enkazı üzerine Müslüman mahallesinin kurulduğuna inanıyor. Bu nedenle de kazılarda, eski mabedin ana giriş kapısı ve merdivenlerinin ortaya çıkarılması hedefleniyor.

İsrailli yetkililer, kazı çalışmasının uzun yıllar süreceğini belirtiyor. Zaman zaman tünelin tavanından sızan su damlalarının oluşturduğu büyük su birikintileri dikkati çekiyor. Tünelin tavan yüksekliklileri bazen 2 metrede kalırken, bazı yerlerde ise 5 metreye kadar çıkabiliyor. Tünelde çok iyi bir ışıklandırma mevcut ve çelik kolon destekler göze çarpıyor.

Sabah, 17.02.2013

 

******


İSRAİL'İN MESCİD-İ AKSA'DAKİ YERALTI TÜNELİ

 

 

Mescid-i Aksa civarında arkeolojik çalışma iddiasıyla yürütülen ve Filistinliler’in eleştirdiği tünel kazıları ilk kez Anadolu Ajansı tarafından görüntülendi.

 

Filistin yönetimi, kazılar nedeniyle Mescid-i Aksa’nın altının oyulduğunu ve yıkılıp çökme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtiyor.

 

 
İsrail ise çalışmaları sadece Ağlama Duvarı’nın paralelinde kazı çalışmaları olarak açıklıyor.

AA muhabiri, İsrailli bir arkeolog eşliğinde özel izinle girdiği Ağlama Duvarı paralelinde açılan tüneli görüntüledi.

 

 
Uzunluğu 500 metreye ulaşan tünelde, kazılar yerin 30 metre altında tüm hızıyla devam ediyor.

 

 
Ağlama Duvarı’ndan Mescid-i Aksa’ya açılan Tenzekiye Medresesi ve Silsile Kapısı’nın altından geçerek Pamukçular Kapısı’nın altına uzanan kazılar, Katolik Ermeni Kilisesi’nin tam altına ulaşıyor.

 

 
Ardından sola kıvrılan tünel, Mescid-i Aksa’nın bir diğer kapısı Babu’l-Hıtta’ya ulaşmadan Hz. İsa’nın sırtında bir çarmıhla yürütüldüğüne inanılan “Çile yolu” başında son buluyor.

 

 
Tünel, Emeviler, Eyyubiler, Memlüklüler ve Osmanlılardan kalma pek çok tarihi yapının altından geçerek Mescid-i Aksa’yı adeta bir kale gibi çevreliyor.

 

 
Yahudiler, kazı alanında Hz. Süleyman’ın yaptırdığı mabedin ana giriş merdivenlerinin olduğunu, fakat buranın Babil ve Roma saldırıları sonucu yıkılarak yok olduktan sonra Müslümanların Kudüs’ü fethiyle,yıkılan batı duvarının enkazı üzerine Müslüman mahallesinin kurulduğuna inanıyor.

 

 

Bu nedenle de kazılarda, eski mabedin ana giriş kapısı ve merdivenlerinin ortaya çıkarılması hedefleniyor.

 





Sabah, 18.02.2013

"ANTİK KENT MÜZE OLSUN"

 

 

Mryleia Antik Kent Platformu üyeleri, Mudanya’daki tarihi mekanın gün yüzüne çıkartılarak müze yapılmasını istedi.

 

Platform üyelerinin Mudanya İskelesinde düzenlediği “Mryleia Günyüzü’ne Çıkarılsın, Müze Olarak Düzenlensin” yürüyüşüne Bursa Barosu, Bursa Kent Konseyi Arkeoloji Çalışma Grubu, Bursa Tabip Odası, Çağdaş Hukukçular Derneği, ÇGD gibi STK temsilcileri katıldı.

 

Bursa Asfaltı üzerinde bulunan alana AVM yapmak için başlanılan çalışmalarda antik kent kalıntıları çıkması üzerine Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından durdurulmuştu. Antik kentin ilçeye kazandırılması gerektiğine dikkat çeken TMMOB İKK Sekreteri Fikri Düşünceli, “Marmara Denizi kıyısındaki en önemli ilçelerinden Mudanya’da Mryleia antik kenti ise Bursa’da bulunan en önemli tarihi ve kültürel mirastan biri olarak toprak altında kalmış önemli bir antik kenttir. Tarihi ve kültürel değerler, geçmişten geleceğe taşınması gereken insanlığın ortak mirasıdır ve hem dünyada hem de ülkemizde uluslar arası ve ulusal düzeyde yasalarla koruma altındadır. Ancak bu değerlerin yeterince korunduğunu söylemek mümkün değildir. Birçok tarihi ve kültürel miras yanlış kentleşme ve rant amaçlı projelerle yok edilmektedir. Tarihi ve kültürel değerlerin yok edilmesine ve sermayeye rant sağlanmasına yönelik olan bu proje aynı zamanda, 2014 yılı için UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi’ne girmeye aday durumunda olan Bursa kenti için ciddi bir çelişki de oluşturmaktadır” dedi.

 

Düşünceli, Bursa halkının tarihine ve geleceğine sahip çıktığını ifade ederek, “Antik kentin üzerinde yapılmak istenen bu AVM ve benzin istasyonu projesine de itiraz ediyor. Bu yanlış proje ile ilgili olarak, Çağdaş Hukukçular Derneği Bursa Şubesi’nin, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna başvurusu üzerine, Kurul kararı ile (yeniden yapılacak bir değerlendirmeye kadar) inşaat durduruldu. Bizler projenin iptal edilmesini istiyoruz. Bölgede arkeolojik çalışmaların süratle başlatılması ve antik kentin gün yüzüne çıkarılmasını ve bölgenin Mryleia Antik Kent Müzesi olarak düzenlenmesini talep ediyoruz”

Bursa Olay, 17.02.2013

1.2 MİLYON YILLIK FOSİL

 

 

Esenler’de yaklaşık 1 Milyon 200 bin yıllık olduğu iddia edilen ‘balık fosili’ bulundu.

Geçimini mermercilikle sağlayan Mustafa Çalışkan, 1 yıl önce Bilecik’ten doğal mermer taşı getirtirdi. Aldığı mermerleri dükkana yerleştirmek için kolileri açan Mustafa Çalışkan, mermerin çerisinde fosil olduğunu fark etti. Balık fosilini fark ettiğinde ne yapacağını bilemediğini söyleyen Çalışkan, mermeri hemen İstanbul Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği'nde incelettirdiğini söyledi. İncelemede mermerin 1 Milyon 200 bin yıllık olduğunun ifade edildiğini belirten Çalışkan, “Mermeri üniversite istedi ama ben daha farklı düşündüğümden vermek istemedim. Benim paraya ihtiyacım var. Sonuçta soğuk taştan sıcak çorbasını çıkaran insanlarız. Sıkıntılarım da var. Eğer pazarını bulabilirsem değerlendirmeyi düşünüyorum” dedi.

Çalışkan, “Mermeri aldığım yeri aradığımda ‘mermeri geri ver, ben sana bir kamyon taş yükletip gönderiyim’ dedi. Ama ben kabul etmedim. İmkanlarım olsa gönlüm Koç, Sabancı Müzesi’nde durmasından yana ama imkanlarım el vermiyor“ diye konuştu.

Balık fosiline ilgi duyanlara çağrıda bulunan Çalışkan, “Bizim kapımız herkese açık. Gelsin baksınlar, bol bol fotoğraf çektirsinler. Hakkı ve değerini verirlerse satarım. Araştırdığım kadarıyla da yüz bin lira civarında da bir fiyatı var” dedi.

Öte yandan, daha önce de Avusturya, Çin ve İtalya’da "uçan balık fosili" bulunmuştu.

Habertürk, 17.02.2013

TÜRKİYE KASEYİ KAYBETTİ

 
Türkiye’de yapılan kaçak kazılarda ortaya çıkarılıp, 1980’de Almanya’ya giden, Frigya ve Bizans dönemine ait 5 tarihi bronz kasenin kaderi belli oldu.

 

Frankfurt Yüksek Eyalet Mahkemesi, antik kaseleri antikacı Bernd G.’de kalabileceğine hükmetti. Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı antik kaselerin Türkiye’ye ait olduğunu ve kültür eserlerini koruma yasası gereği de bronz kaselerin Türkiye’ye iadesi için 2010’da Bernd G.’ye dava açtı. Mahkemenin, 2011’de “Antik kapların Bernd G.’de kalmasında hukuki açıdan bir engel yok” kararına Türkiye itiraz etti. Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi, Türkiye’nin itirazını, 4 Şubat’ta karara bağlayarak, “Yabancı ülkelere ait kültür eserlerine sahip olmak kesinlikle ahlak dışı bir hareket olarak değerlendirilemez. Tarihi kaselerin de Türkiye topraklarında bulunduğu net olarak ispat edilememiştir” dedi. 15 bin euro tutarındaki mahkeme masraflarını da Türkiye’nin ödemesi kararlaştırıldı.

 

Türkiye, 7 Mart’a kadar, Federal Anayasa Mahkemesi’ne itirazda bulunabilecek. Kaselerin Türkiye’den getirildiği yönünde bilirkişi raporu hazırlayan Dr. Michael Müller-Karpe, “Bu karar Almanya’da alınmış en yüksek mahkeme kararlarını hiçe sayıyor” dedi.

Hürriyet, Haber: Yüksel Uludağ, 16.02.2013

TAKSİM CAMİ PROJESİNDE REVİZYON

 





 

Taksim Cami Projesi'yle ilgili hummalı çalışma sürüyor. Bölgede, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kiraya verilen işyerlerine tahliye tebligatları ulaşmaya başladı. Taksim Maksemi'nin (Tarihi Su Deposu) arkasındaki otopark da işletmeye kapatıldı.

 

'Taksİm Cumhuriyet Camii & Dinler Müzesi Projesi' kabul edilen kentbilimci ve yüksek mimar Prof. Ahmet Vefik Alp ise eseriyle ilgili revizyon çalışmasına başladı. İşte o detaylar...

Başbakan'ın 7 katı zemin altında, 17 bin metrekare kapalı alanı içeren projeyi 'Fazla modern' bulduğu iddia ediliyor. Erdoğan'ın tercihinin, yeni projenin klasik cami izlerini taşıması yönünde olduğu öğrenildi. Bunun üzerine Taksim Cami Kültür ve Sanat Vakfı Başkanı Emekli Tuğgeneral Mehdi Sungur, Başbakan'a hitaben bir mektup gönderdi. İstenirse Ahmet Vefik Alp'in eser üzerinde değişiklikler yapabileceğini ifade etti. Proje üzerinde çalışmaya başlayan Alp'in yeni yorumunun yaklaşık bir ay sonra ortaya çıkacağı öğrenildi. 

Vakfın Genel Sekreteri Mustafa İmamoğlu, projeye ilgili şu bilgileri verdi: Hukuksal ve teknik herhangi bir engel yok. Projemiz Sayın Başbakanımızın önünde. Caminin yapılacağı bölgedeki istimlak çalışmaları sürüyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce kiraya verilen dükkanlara boşaltılması için tebligatlar gönderildi. Orada bir otopark vardı o da kapatıldı. Gelişmeleri bekliyoruz. 

 

Projenin mimarı Ahmet Vefik Alp, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez'le görüştüğünü belirterek, ekledi: Sayın Görmez'in minarenin bitimindeki hilaller ve serbest çubukların dağılımı konusunda önerileri oldu. Orada 4 küçük hilal halifeleri, büyük hilal ise İslam dini ve kültürünü simgeliyordu. Sayın Görmez minare bitişinin daha toplu tasarlanması noktasında görüşünü ifade etti. Bu değişikliklerin yanı sıra eserin klasik cami kopyası olmayan ancak içinde klasik Osmanlı cami mimarisinden yorumlar barındıran revizyonlar üzerinde çalışmalarımız sürüyor.

Akşam, 16.02.2013

LOUVRE BU KONUDA HASSAS

 

Fransa’nın Nazi döneminde yağmalanan, çalınan ya da herhangi bir müzeye tahsis edilen eserleri iade projesi kapsamında, 1930’lu yıllarda Yahudilerden alınan yedi tablo, sahiplerinin hayattaki akrabalarına geri verildi. İade edilen eserler arasında Paris’teki Louvre Müzesi’nin duvarlarını süsleyen dört tablo da yer alıyor.
 
Eserlerin altısı, Fransa’dan ayrılmak için koleksiyonunu ederinin çok altında bir fiyata satmak zorunda kalan Avusturya Yahudi’si Richard Neumann’a ait. Diğeri ise Yahudi banker Josef Wiener’dan Prag’da çalınmış. Tüm tablolar ise Adolf Hitler’in Avusturya’da büyüdüğü şehir Linz’e yaptırmak istediği sanat galerisinde sergilenmek üzere ayrılmış. 

Akşam, 16.02.2013

İSTANBUL RESİM HEYKEL MÜZESİ'NİN İSMİ DEĞİŞİYOR

 

 

Yıllarca kapalı kalan İstanbul Resim Heykel Müzesi, Tophane’deki Antrepo No5’te yeni bir hayata başlamaya hazırlanıyor.  Fakat başka bir isimle… Henüz resmi bir açıklama yapılmamış olsa da binanın cephesine “Çağdaş Sanat Müzesi” ifadesinin yer aldığı tabela çoktan asıldı. Sanat dünyası konuyu tartışıyor.

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne (MSGSÜ) bağlı İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde sular durulmuyor. Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi'nden geçtiğimiz yıl taşınan müze, Tophane'deki Antrepo No5'te yeni bir hayata başlamaya hazırlanıyor. Ama nasıl? Başka bir isimle… Henüz resmi bir açıklama yapılmamış olsa da bu konu üniversitenin gündeminde. Müzenin ismi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Çağdaş Sanat Müzesi olarak değişiyor. Yeni ismin bulunduğu afiş, projesi tamamlanan ve yakında inşaatın başlayacağı Antrepo No5'e de asıldı. Müzenin plan ve maketini gören akademisyenler, ismin istişare edilmeden değiştirilmesinden şikayetçi. Geç Osmanlı'dan modern Türk resmine uzanan ve 12 bin eserden oluşan müze koleksiyonu ‘çağdaş' sıfatıyla anılmaya müsait değil. Geçtiğimiz yıl; “Antrepo No5'i ilk etapta depo olarak kullanacağız ama orası da elden geçecek ve müzemizin bir parçası olacak.

… Eski yerimizden feragat etmemiz kesinlikle söz konusu değil. Restorasyon, altyapı sorunları ve eksiklikler giderildiğinde, takriben 2 sene içinde eski binamıza geri döneceğiz." açıklamasını yapan MSGSÜ Rektörü Prof. Yalçın Karayağız, şu anda bilgi vermeyeceğini, gelişmeleri bir basın toplantısıyla duyuracağını söylüyor ama sanat dünyası konuyu tartışmaya çoktan başladı.

 

Hasan Bülent Kahraman: Bu akademik, büyük bir hata

“Çağdaş sanatla modern sanatın ilişkisi çok tartışıldı ama netleşti. Çağdaş sanatın bugün anladığımız aşamaya gelmesi 80'lerin ortalarından itibaren başlar. Dolayısıyla çağdaş sanat; bugün içinde yaşanan, devam eden sanattır. İstanbul Resim Heykel Müzesi'nin içinde, onu çağdaş sanat müzesi diye nitelendirmeye izin verecek bir birikim yoktur. Ayrıca bir ülkenin her şeyini çağdaş sanata bağlaması kadar yanlış bir şey olamaz. Çağdaş sanat bir gecede ortaya çıkmadığı gibi bir moda da değildir. Türkiye'nin bir modernleşme dönemi sanatı vardır ve bu birikim İstanbul Resim Heykel Müzesi'ndedir. Bu birikimi yok sayıp orayı, olmadığı halde, bir çağdaş sanatın müzesi olarak nitelendirmek yanlıştır. Bu, bence hem o müzenin tarihine saygısızlıktır hem de çağdaş sanat konusunda zihinlerin bulanmasına yol açacak akademik, büyük bir hatadır.”

 

Zeynep İnankur: Bilimsel açıdan doğru değil

“İstanbul Resim Heykel Müzesi taşındı ve yeni bir yapılanmaya gidiyor. Rektör Bey de, bildiğim kadarıyla, koleksiyona çağdaş sanat yapıtları eklemeyi arzu ediyor ve bu düşünceyle, gayet iyi niyetle, orayı çağdaş sanat müzesi olarak isimlendiriyor. Ama bir müzenin ismi keyfi olarak değişemez. İsim değiştirmek öyle afiş asmakla da olmaz. Şu anda, bildiğim kadarıyla, resmiyete dökülmüş bir şey yok. Sadece bir niyet var. Ama böyle bir değişiklik bilimsel açıdan doğru olmaz. Uzun vadede müzeye çağdaş yapıtlar alınsa bile doğru olmaz. Belki o zaman İstanbul Resim Heykel Müzesi ve… şeklinde bir ekleme olur sonuna. Ama ismi değiştirmek araştırmacıları yanıltır, referans verirken de karışıklığa sebep olur. Kaldı ki şu anda müzenin elinde çağdaş sanat yapıtı yok. En son alım 80'lerde yapıldı. Sonrasında, hele 2000'lerde bir şey alındığını hiç zannetmiyorum.”

 

Devrim Erbil: Bunu hiçbir mantık açıklayamaz

“İstanbul Resim Heykel Müzesi 20 Eylül 1937'de bizzat Atatürk'ün katılımıyla açıldı. Atatürk'ün bir müze kurmayı düşünmesi, üstelik de bunu Türk sanatçıları onurlandıracak bir şekilde saray yapılarında yapması gurur verici. Müzenin yerinin değişmesi beni çok üzmüştü. Milli Saraylar idaresi benim müdürlük dönemimde de, sonraki yıllarda da hep o binaları almaya çalıştı. Oysa o yapılarla müzenin koleksiyonu öyle güzel bir paralellik oluşturuyordu ki… Müzenin oradan çıkması zaten büyük bir yanlıştı. Adının değişmesini ise aklım almıyor. Üstelik de Yalçın (Karayağız) benim öğrencimdir. Umarım bu konuda mantıklı bir açıklaması vardır. Gerçi hiçbir mantık, müzenin adının değiştirilmek istenmesini açıklayamaz.”

 

Beral Madra: Bilgisizlik ve art niyet var

“Türkiye'nin modern resim mirası Cumhuriyet döneminde DGSA'ya emanet edilmiştir; yani emanettir, kurumun malı değildir. Bu resimler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına aittir. Koruyucu olarak, doğal olarak, birçok resmin sahibinin de hocalık yaptığı akademi seçilmiştir. Bugünkü MSGSÜ de resimlerin emanetçisidir. Dolayısıyla bu resimleri korumak ve topluma gösterilecek duruma getirmekle yükümlüdür. Bu resimlerin nasıl korunduğu konusunda maalesef bugüne değin inandırıcı bir yanıt alamadık! Bu koleksiyon modern resim koleksiyonudur ve çağdaş sanat yapıtları değildir. Eğer MSGSÜ çağdaş sanatlar müzesi kuracaksa ki bu başlık da fevkalade yanlış… Çağdaş sanatlar merkezi olabilir-müze başka bir şey... Ancak üniversitenin, söz konusu mirasın ne adını değiştirmeye ne de onu bugünkü koşullarda depolarda çürümeye bırakmaya hakkı vardır. Bu olayda şiddetli bir bilgisizlik ve art niyet izlemekteyim.”

Zaman, Haber: Jülide Güngör, 16.02.2013

TARİHİN SIFIR NOKTASINA KORUMA KALKANI

 

 

Dünyanın en eski tapınak merkezi olarak kabul edilen ve bu yönüyle ‘Tarihin sıfır noktası’ olarak da nitelendirilen Göbeklitepe’nin etrafı kontrolsüz girişleri önlemek için tel örgüyle çevrelendi.

 

Göbeklitepe’de, Prof.Dr. Klaus Schmidt başkanlığında Şanlıurfa Müzesi ve Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü’nce, 1995 yılından bu yana kazı çalışması yürütülüyor.

 

UNESCO’nun Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan ve 12 bin yıl öncesine ait anıtsal mimarı yapılarıyla dikkat çeken Göbeklitepe’yi, her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turist ziyaret ediyor.

 

Kazı çalışmalarının başladığı yıllarda ’1. derecede SİT alanı’ ilan edilen bölge için arkeolojik kazı ekibi geçen yıl alanın etrafının tel örgüyle çevrilmesi amacıyla bir proje hazırladı. Şanlıurfa Bölge Koruma Kurulu’na sunulan ve kabul edilen projeye Küresel Miras Fonu’ndan (Global Heritage Fund) kaynak aktarıldı.

 

3,5 ayda tamamlanan çalışmalarla Göbeklitepe yaklaşık 6 kilometrelik tel örgüyle çevrelendi.

 

‘En uzun tel örgü çalışması’

Bölgede incelemede bulunan Küresel Miras Fonu Türkiye Yöneticisi Mustafa Gönen, bölgede 5 bin 950 metrelik bir tel örgü çalışması yaptıklarını belirterek, ‘Bu aynı zamanda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu tür ören yerlerinde yapmış olduğu en uzun tel örgü çalışmasıdır’ dedi.

 

Tel örgülerin, kazı alanında hayvan otlatılması veya piknik yapılmasını önlemek amacıyla çekildiğini vurgulayan Gönen, 3,5 ay süren çalışmalarda köylülerin de görev aldığını söyledi. Gönen, yaklaşık 135 bin TL’ye mal olan tel örgünün kurulumunun tamamlandığını dile getirdi.

 

Göbeklitepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Klaus Schmidt de kazı alanının iki yıldan bu yana gece görüşlü kamera sistemiyle izlendiğini belirterek, şunları kaydetti: ‘Sit alanı çevresine yapılan tel örgünün çevreden alana kontrolsüz girişleri, hayvan otlatma işlemlerini sona erdireceğini ve güvenlik için yardımcı bir unsur olacağını ummaktayız. Ayrıca Göbeklitepe’nin taş ocaklarıyla çok geniş bir alanı kapladığının algılanmasında da tel örgünün faydalı olacağını düşünüyoruz.’

 

Göbeklitepe

Neolitik döneme ait yerleşim yeri Göbeklitepe, Şanlıurfa’nın 18 kilometre kuzeydoğusundaki Örencik Köyü yakınlarında bulunuyor. İlk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago üniversitelerinden görevlilerinin yüzey araştırmaları sırasında fark edilen Göbeklitepe’deki kazı çalışmalarını, 1995 yılından bu yana Şanlıurfa Müzesi ve Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü ortaklaşa yürütüyor.

 

Kazı çalışmalarında şimdiye kadar Neolitik döneme ait yabani hayvan figürlü ‘T’ biçimli dikili taşlar, 8-30 metre çapında dairesel ve dikdörtgen şekilli dünyanın en eski tapınak kalıntıları, çok sayıda yabani hayvan figürü, insan heykeli, dikili taşlar ve yaklaşık 12 bin yıl öncesine ait olduğu belirtilen 65 santimetre uzunluğunda insan heykeli gibi tarihi eserler bulunmuştu.

 

Dünyanın en eski ‘tapınak merkezi’ olduğu belirtilen Göbeklitepe, bir süre önce UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınmıştı.

Yeni Şafak, 15.02.2013

2 BİN YAŞINDA KEDİ MUMYASI!

 

 

2 bin yıllık kedi mumyası bir evin çatı katından çıktı. İngiltere'de yaşayan Robert Gray, çatı katını temizlediği sırada bu mumyayı bulduğunu ve hemen müzeye götürdüğünü belirtiyor.

Mısırlıların mezarlarına mumyalanan ev hayvanlarını da gömdürdükleri biliniyor.

Bozulmadan günümüze kadar durduğu belirlenen mumya İngiltere Cornwall Kraliyet Müzesi'nde sergileniyor.

Bundan 5 bin yıl önce Nil Vadisi’nde tarım yaparak yaşayan insanlar, ürünlerini depoladıkları ambarları haşare ve fare basınca kedilerin fareleri yakaladığını fark ettiler. Kedilerin Mısır’da kutsallaşmaya başlaması bu tarihlerde oldu. Fare nüfusunun artmasıyla Firavun kedileri korunması için üstün yaratıklar ilan etti. Bütün kediler Firavun’un olduğu için kediyi incitmek ya da öldürmek de çok büyük suç sayıldı. Kedi öldürenlerse idam edildi. Ev yansa önce kedi kurtarılırdı çünkü insanlar sadece insandı ama kediler Firavunlar gibi yarı-tanrıydılar. Kedi eceliyle öldüğünde öteki dünyada birlikte olabilmek için hemen mumyalanırdı. Öykülere, efsanelere konu olan kediler, Tanrılık katına çıkartıldı. Nil Vadisi’nin insanları, kediyi, neşe ve müziğin, güzel şarkıların, kıvrak dansların temsilcisi kedi kafalı tanrıça Bastet (Bast) ile özdeşleştirdiler. İnanışa göre, kedi miyavladıkça evin içi tanrıçanın insanlara hediyesi sayılan neşeyle dolarmış. Mısır mitolojisine göre Bastet, tanrılar tanrısı Ra’nın ve İsis’in kızıydı.

Habertürk, 15.02.2013

İŞTE GERÇEK MONA LİSA!

 

 

Uzmanlar, Rönesans'a damgasını vuran İtalyan ressam Leonardo Da Vinci'nin ünlü Mona Lisa tablosunun ikinci bir versiyonu olup olmadığına dair araştırmalarının sonucunu açıkladı: "İddialar doğru, bir Mona Lisa daha var. İsviçre'de, Cenevre'deki tablo orijinal bir Da Vinci tablosu, Mona Lisa'nın ilk versiyonu."


İsviçre Mona Lisa Vakfı tarafından yapılan araştırmaya göre bu ülkedeki tablo, Da Vinci'nin Fransa'nın başkenti Paris'teki Louvre'da sergilenen "Mona Lisa"dan daha önce yaptığı bir tablo. Başka deyişle Paris'te sergilenen Mona Lisa tek değil, İsviçre'de bir ikinci versiyonu var. 90 yıl öncesine kadar İngiliz koleksiyoner Hugh Blakes'in malikanesinin duvarında asılı olan ve bu nedenle malikanenin bulunduğu Isleworth'ün adıyla anılan tabloyu inceleyen uzmanlardan David Feldman, "Elimizde tablonun Da Vinci'ye ait, orijinal tablo olduğuna dair bilimsel kanıtlar var. Isleworth Mona Lisası'nın geometrisi İtalyan ressamınkiyle örtüşüyor" dedi.

 


Habertürk, 15.02.2013

AMERİKA'NIN 'ÖZGÜRLÜK'Ü YATAĞAN'DAN GİTMİŞ

 

 

Dünyanın en tanınan abidelerinden birisi ve Amerika'nın simgesi olan Özgürlük Heykeli'nin, Muğla'nın Yatağan İlçesi'ne bağlı Turgut beldesinde bulunan Lagina antik kenti kazılarında bulunan Ay Tanrıçası Hekate heykelinden örnek alındığı ortaya çıktı. Turgut Belediye Başkanı AKPli Salih Özen, "Heykellerin kıvrımları bile tıpa tıp aynı. Örnek buradan gitmiştir. Böyle bir heykel buradan çıktığı için gurur duyuyoruz. Bunu tüm dünyaya duyurmak istiyoruz" dedi.

Başkan Özen, "Hekate heykeli belediye önünde sergileniyordu. Hizmet binamızın restorasyonu nedeniyle Muğla Müzesi'ne teslim ettik. Kültür ve Turizm Bakanı yeni değiştiği için tanışma fırsatı bulamadık. En kısa zamanda tanışıp bu konuyu dile getireceğiz. Heykelin başı Washington müzesinde sergileniyor. Bakanlığımızla yapacağımız görüşme sonrasında heykelin başını geri isteyeceğiz. Kazı Başkanlarımız da heykelin buradan örnek alındığını söylüyor. Heykellerin rölyeflerindeki hareketlilik, kıvrımlar bile aynı" diye konuştu.


Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Sratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, "Hekate kültürünün kökü Anadolu'dur. En büyük tapınağı da Lagina'dır. Özgürlük heykelinin yapıldığı yıllar sanatçıların antik eserlerden en çok etkilendiği yıllardır. Sanatçı Anadolu'dan Hekate kültüründen ve inancından esinlenmiş olabilir. İki heykel arasında önemli benzerlikler var. Hekate'nin yüzlerce heykelinde üçlü betimlemeler vardır. Başında hilal figürü olan betimlemeler çoğunluktadır. Bunun dışında elinde meşale, kırbaç, ok ve yay betimlemeleri de vardır. Özgürlük heykelini yapan sanatçı bu betimlemelerden sadece başında oklu taç bulunan betimlemeyi almış olabilir. Hekate'nin küçük büyük yüzlerce heykeli var ve Anadolu'da birçok ilin müzelerinde sergileniyor" dedi.

Yeni Asır, Haber: Osman Akça - Kenan Gürbüz, 14.02.2013

İŞÇİLERİN BULDUĞU ODA MEZAR KLASİK ÇAĞLARA AİT İLK ÖRNEK ÇIKTI

 

 

Soli-Pompeiopolis Antik Kentini Koruma ve Tanıtma Derneği Genel Sekreteri Cem Civaoğlu, geçen günlerde Mersin'in merkez Mezitli İlçesi'nde elektrik direği için kazı yapan işçiler tarafından bulunan oda mezarın bölgedeki klasik çağlara ait ilk örnek olduğunu bildirdi.

 

Konuyla ilgili yazılı bir açıklama yapan Cem Civaoğlu, mezarın klasik dönemin ölü ikonografisi ve kültünü yansıttığını belirtti. Civaoğlu, mezarda hem doğuda yaygın olarak kullanılan Fenike tipi amphoranın hem de Yunan kökenli lekythosların bir arada ölü armağanı olarak kullanıldığını ifade etti. Mezarda ele geçen 2 bin 500 yıl öncesine ait olan buluntuların Yunanlıların burada yaşadığını gösterdiğini kaydeden Civaoğlu, "Bu mezar bölgede bugüne kadar bulunan klasik çağlara ait ilk mezar örneğidir. Ama bölgedeki farklı kültürlere ait izlerin şehirleşme politikaları nedeniyle burası tahrip edilmiş. Antik kentleri koruma politikalarının sadece sit bölgeleriyle sınırlı bırakılmasından dolayı bu alanlar dışındaki uygarlık izleri kaderlerine terk edildi" dedi.

 

Bölgemizde farklı kültürlere ait izlerin olduğunun bilinen bir gerçek olduğunu vurgulayan Civaoğlu, açıklamasını şöyle sürdürdü: "Nitekim Tarsus'tan Anamur'a kadar yapılan arkeolojik kazılarda çok çeşitli dönemlere ait uygarlıkların izleri gün ışığına çıkarılmaktadır. Ancak şehirleşme politikaları, bu antik uygarlıkların izlerini her geçen gün daha fazla tahrip etmektedir. Son birkaç yıl içinde Mezitli sınırları içerisinde Kuyuluk, Atatürk Mahallesi, Mersin Üniversitesi civarında antik mezarlar ortaya çıkmıştır. Bu durum, Soli-Pompeiopolis antik kentinin hinterlandının ne kadar geniş olduğunun açık bir göstergesidir. Soli-Pompeiopolis antik kenti de 1. derece sit alanı ilan edilen 300 dönümlük bir araziyle sınırlı değildir. Bu konuda tüm yetkilileri göreve davet ediyoruz."

Star Gündem, 14.02.2013

"AYASOFYA AÇILSIN" TALEBİ MECLİS GÜNDEMİNDE

 

Meclis Dilekçe Komisyonu’na son günlerde yapılan başvuruların önemli bir bölümünü ‘Ayasofya Müzesi’nin camiye çevrilerek ibadete açılması’ talepleri içeriyor.

 

Dilekçelerle ilgili çalışma yapmaya hazırlanan komisyon, çeşitli kurumlarla yazışarak konuya ilişkin bir karar verecek. Komisyon Başkan Vekili Halil Ürün, vatandaşların taleplerine destek verdi. Ayasofya’nın 1935 yılında müzeye dönüştürüldüğünü, o tarihe kadar ibadethane olarak kullanıldığını hatırlatan Ürün, 12 Eylül darbesi öncesinde  Hünkar Mahfili’nin ibadete açıldığını ancak darbenin hemen ardından restorasyon gerekçesiyle kapatıldığını söyledi. Ayasofya’nın tapusunun Fatih Sultan Mehmet Vakfı’na tescilli olduğunu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın buraya imam ve müezzin atadığını kaydeden Ürün, Ayasofya’nın İstanbul’un fethi sırasında alındığında bedelinin yeni kilise yapılması için Patrikhane’ye ödendiğini de vurguladı.

 

Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla ilgili vatandaşın haklı talepleri karşılandığında Batı dünyasından eleştiriler geleceğine işaret eden Halil Ürün, bu eleştirilere karşı İspanya’da kiliseye çevrilen Kurtuba Camii’nin örnek gösterilebileceğini ifade etti. Ürün, şöyle konuştu: “Ayrıca Türkiye’deki Rum Ortodoks vatandaşların memnuniyeti açısından Aya İrini Kilisesi ibadete açılarak denge sağlanabilir. Rum vatandaşların memnuniyeti sağlanabilir. Şahsi görüşüm Ayasofya kesinlikle ibadete açılmalı, bundan kimse rahatsız olmaz. Ayasofya camiye çevrildi ama bedeli ödendi. Kaldı ki defalarca restorasyondan geçirildi. Ayasofya, Mimar Sinan’ın kıymetli restorasyonlarıyla ayakta duruyor. 75 milyon, Ayasofya’nın ibadete açılmasını istiyor.”

Zaman, Haber: Habib Güler, 14.02.2013

ANTİK DİLLERİ HAYATA DÖNDÜRECEK YAZILIM

 

 

Bilim insanları, yok olmaya yüz tutan dilleri kurtarmak için eşi benzeri olmayan bir yazılım geliştirdi. Yazılım, antik dillerden türeyerek günümüze ulaşan dilleri tarayarak, orijinleri olan en eski dilleri yeniden ortaya çıkarmak için kullanılıyor.


Araştırmacılar, bugün sadece birkaç kişinin konuştuğu antik dilleri hayata döndürmek için yazılım geliştirdi. Kanada'nın British Columbia ve ABD'nin Berkeley Üniversiteleri tarafından geliştirilen bilgisayar programı, antik dillerden türeyen modern dillerin kelimelerini tarıyor, bu şekilde yok olmak üzere olan eski dilleri yeniden ortaya çıkarıyor.

 

CNET'in haberine göre, 'bir nevi dilbilimsel zaman makinesi görevi gören' yazılım, Hawaii dili, Cavaca, Malayca, Tagalog dili gibi Kuzey Amerika, Güneydoğu Asya, Avustralya ve Pasifik bölgelerindeki antik dilleri canlandıracak.

 

Yazılım, normalde insan zekası ve becerisiyle yapılan ve iki dili karşılaştırarak çok uzun bir sürede gerçekleştirilen yeniden yapılandırma sürecini önemli ölçüde azaltacak.

 

Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlanan araştırma hakkında konuşan Berkeley Üniversitesi'nden Dan Klein, “Bu yazılım, dilbilimcilerin tarihsel yeniden yapılandırma hakkındaki fikirlerini bir araya topluyor ve yeni bir ölçekte sunuyor: Daha az zamanda daha fazla veri, daha çok kelime, daha fazla dil” ifadesini kullandı.

 

 

BASİTLEŞTİREREK TARAMA
Dil keşfi programı, Markov zinciri olarak bilinen ve sayılabilir olası durumlar arasında geçişler yaparak tarama yürüten algoritmayı kullanıyor. Bu algoritma, Avustralasyalı yüzlerce yeni dili tarayarak binlerce yıl önceki basit haline indirgemeyi başarıyor. Burada temel alınan bilgisayar modeli, kelimelerin bir soy ağacından türüyormuş gibi ortaya çıktığını kabul eden dilbilim teorisine dayanıyor.

 

Araştırmacılar, şu ana kadar 140 bin kelime tarayarak, 600 antik Avustralasyalı dili yeniden yapılandırmaya başladıklarını belirtti. Ayrıca, yeniden yapılandırma sürecinin yüzde 85'inin, bugüne kadar araştırmacıların kendi çabalarıyla keşfettiği kelimelerden yola çıkılarak yapıldığına dikkat çekildi.

 

DİLLERİN DEĞİŞİMİNİ DE GÖSTEREBİLİR
Bilgisayar bilimci Klein, “Dilbilimcilerin endişelenmesi gereken bir durum yok. Bu yazılım onların işini bilgisayarlara verecek değil” dedi. Klein, “İnsanlar için kelimeleri ve dilleri karşılaştırarak yeniden yapılandırma yapmak pratikte son derece zor bir iş” diyerek bilgisayarlara ihtiyaçları olduğunu vurguladı.

 

ABD'li araştırmacı, “Bilgisayarlı teleskoplar gök bilimcilerin yerini almadı. Ancak gök bilimciler yeni teleskoplar kullanmaya başladı. Aynısının dilbilimciler için geçerli olmasını umuyoruz” dedi.

 

Araştırmada yer alan Berkeley Üniversitesi Bilgisayımsal Mantık Bilim Laboratuvarı'ndan Tom Griffiths, ‘geliştirilen yazılımın, dillerin gelecekte uğrayacağı değişimi de gösterebileceğini' ifade etti. Bilim insanları, ‘zaman makinesi' yazılımlarıyla belki de birçok değişikliğe uğrayan dillerin binlerce yıl sonra ne hale geleceğini görebilecek.

Manşet Gazetesi, 14.02.2013

RESTORASYON ÇALIŞMASI YETMEZ

 

 

Hasankeyf’teki İmam Abdullah Türbesi'nin restore edilerek açılmasına yönelik basın açıklaması düzenleyen Doğa Derneği üyeleri, tarihi eserlerin sular altında bırakılmasına göz yumulmamasını ve Ilısu baraj projesinin iptal edilmesini talep etti. Konuyla ilgili açıklama yapan Doğa Derneği Hasankeyf Kampanya Koordinatörü Dicle Tuba Kılıç “Hasankeyf kazı başkanı Abdüsselam Uluçam’ın raporlarına göre Hasankeyf’te günümüze kadar toplam 63 adet taşınmaz kültür varlığı tespit edildi. Bu tescilli eserler son yıllarda büyük bir hızla restore edilmeye başlandı. Hasankeyf Kalesinin kapatılmasına ve turizmin gelişmesi için yeterli çalışmaların yapılmamasına rağmen bu bölgeye olan yoğun ilgi devam ediyor ve bunun sonucunda da restorasyon ihtiyacı doğuyor. Uzmanlar da taşınmaz kültür varlıkları olarak tescil edilen bu eserleri korumanın tek yolunun barajı iptal ederek eserleri yerinde muhafaza etmek olduğunu söylüyor” dedi.


Kılıç Hasankeyf’teki taşınmazların restore edilmesinin yeterli olmadığını vurgulayarak “Hasankeyf ve Dicle Vadisi, UNESCO’nun 10 kriterinden 9’unu sağlayan Dünya üzerindeki tek bölge. Bu nedenle, Hasankeyf’teki taşınmaz eserlerin restore edilmesi yeterli değil bu eserlerin korunması için Ilısu baraj projesinin iptal edilmesi ve bölgenin ivedilikle UNESCO Dünya Mirası ilan edilerek koruma altına alınması gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Batman Gazetesi, 12.02.2013



10 - 16 Şubat 2013

URARTU MÜZESİ 2013 SONUNA YETİŞECEK

 

 

Beraberindeki heyetle inşaatı devam eden Urartu müzesinde incelemelerde bulunan Van Valisi Münir Karaloğlu, müzenin 2013'ün sonuna yetiştirileceği müjdesini verdi.

 

12 Eylül 2012 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığının katkılarıyla müze temellerinin atıldığını hatırlatan Vali Karaloğlu, şu ana kadar ciddi bir ilerlemenin söz konusu olduğunu söyledi. Çetin kış şartlarına rağmen çalışmaların devam ettiğini söyleyen Karaloğlu, "İnşallah bu açılış törenine söz verdiğimiz gibi 2013'ün sonunda, Van Urartu Müzesi'ni açmaya çalışıyoruz. Bittiğinde bölgenin en büyük müzesi olacak. En önemli müzesi olacak. Urartu denince herkesin gelip görme ihtiyacı hissettiği bir müze olacak. Kültür Turizm Bakanlığımız, Müzeler Genel Müdürlüğümüz de çok yakından takip ediyor müzemizi. Bu müzenin kaynağı Kalkınma bakanlığımız tarafından Cazibe Merkezleri fonunca sağlanıyor. Ondan dolayı Kalkınma bakanımız Sayın Cevdet Yılmaz'a teşekkür ediyorum. Çok ciddi kaynaklar aktarılıyor bu müze için. İnşallah bittiğinde hepimizin gurur duyacağı bir eser olacak" dedi.

 

Müze maliyetinin yaklaşık 13 milyon TL olduğunu aktaran Karaloğlu, müzenin bitmesi halinde diğer illerde bulunan Urartu eserlerin Van'a getirilmesinin söz konusu olduğunu kaydetti.

Haber Diyarbakır, Haber: Fırat Arslan, 15.02.2013

ISLEWORTH MONA LISA'SI DA DA VINCI'NİNMİŞ

 

Leonardo Da Vinci’nin “Mona Lisa” tablosunun tek olmadığı ortaya çıktı. Geçtiğimiz yıl eylül, “Mona Lisa” tablosunun bir benzeri olan ve İsviçre’de yer alan eserin Leonardo Da Vinci’ye ait olduğu iddiaları doğrulandı.

 

The Guardian’da yer alan habere göre, İsviçre Teknoloji Enstitüsü’nden bir yetkili ile dini sanat eserlerinin geometri bilgisi konusunda bir uzman, eser hakkında fiziki ve bilimsel incelemeleri yaptıktan sonra, “Isleworth Mona Lisa’sı” olarak da bilinen eserin Da Vinci’ya ait olduğunu netleştirdi. “Araştırmalar ardından, eserde Leonardo’nun baskın izlerine rastladık. Bu izlerin bazılarını esere bakan herhangi bir insan da görebilir” ifadeleri yer aldı. 

Milliyet, 15.02.2013

"DİYARBAKIR'DAKİ TARİHİ CAMİLER YENİDEN AÇILMALI"

 

Diyarbakır'da tarihi değerlerin restorasyon çalışmalarında Camiilerin geri plana atılmasına halk tepki gösteriyor. Vatandaşlar kapalı camilerin yeniden faaliyete geçirilmesini ve bu tarihi mekanlarda ibadet yapmak istediklerini ifade ediyorlar.

 

Diyarbakır Diyanet-Sen Şube Başkanı Ömer Evsen, yetkililerin tarihi yerleri topluma kazandırırken camileri de topluma kazandırmaları gerektiğini belirtti.

 

Diyarbakır ilim kentidir

Diyarbakır'daki tarihi camilerle ilgili yazılı açıklama yapan Evsen, "Diyarbakır, dünyanın en kadim kentlerinden biridir.33 Medeniyete ev sahipliği yapmış, bu medeniyetlerin ev sahipliğiyle beraber bu medeniyetleri yönlendirmiş bir ilim, sanat, ticaret ve üretim kenti olmuştur."dedi.

 

Diyarbakır'ın dünya yüzünde birçok özelliğiyle ayakta duran ender kentlerden biri olduğunu belirten Evsen, " Bağrında barındırdığı 7 peygamber ile Peygamberler şehriyken, 541 Sahabe ile Sahabeler Kenti, Onlarca Aziziyle Azizler Kenti, Medreseleriyle ve Camileriyle İlim İrfan Kenti gibi birçok özelliğiyle kendine münhasır bir şehirdir" ifadelerini kullandı.

 

Mervani Mescitleri esas hüviyetine kavuşturulmalıdır
Akkoyunlular tarafından yapılan Hamza Bey Mescidinin ve Mervaniler tarafından Dağkapının iç kapısı üstüne yaptırılan Mervani Mescitlerinin bu gün esas hüviyetlerine döndürülmeyi beklediklerini ifade eden Evsen, " Dini yapılarla ilgili hassasiyeti bilinen hükümetin bu iki Mescidin tekrar eski hüviyetlerine kavuşturulması noktasında gerekli hassasiyetleri göstereceğine eminiz. Şuan Mülkiyeti, Kültür Bakanlığına ait olan bu iki yapının tekrar Mescit hüviyetine kavuşturulması, İlim, İrfan ve İslam Şehri olan Diyarbakır için vazgeçilemez bir olaydır." dedi.

 

Dağkapı Burcu üzerindeki cami yeniden faaliyete geçirilmelidir
Dağkapı Burcu üzerinde bulunan tarihi yapının geçmişte camii olarak kullanıldığını ifade eden 80 yaşındaki Ahmet Amca, " Dağkapı Burcu'nun üzerinde bulunan bu cami 70 yıl evvel açıktı. Bu camiyi hatırladığım kadarıyla 1945'ten sonra kapattılar. Cami kapandıktan sonra ilgisizlikten dolayı harabeye dönmüştü. Yetkililerin restore etmesi bizi sevindirdi. Sevincimizin kursağımızda kalmaması için yetkililerin camiyi tekrar faaliyete geçirmeleri gerekir." dedi.

Haber Diyarbakır, Haber: M. Sait Adıyaman, 14.02.2013

DALAMAN TREN İSTASYONU DÜNYADA İLK VE TEK

 

 

20. yüzyılın başlarında en yakın tren bağlantısına 200 km. mesafedeki Muğla Dalaman'a, dünyanın hiç tren uğramayan ilk ve tek istasyonu yapıldı.

 

Bir dönem karakol olarak hizmet veren yapı, bugün Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM)'ne ait hizmet binası olarak kullanılıyor.

Dalaman Belediye Başkanı Sedat Yılmaz, Hıdıvi Abbas Hilmi Paşa tarafından yaptırılan istasyonun yeniden restore edildiğini, TİGEM idari binası olarak kullanıldığını söyledi. Osmanlı Devleti'nin Rodos, Kıbrıs ve Kuzey Afrika ülkelerini fethetmesiyle buralardan 1526 ile 1530 yılları arasında toplu göçler olduğunu anlatan Yılmaz, "Rodos ve Girit'ten Rumlar, Kuzey Afrika'dan Araplar ve daha önce yörede yaşayan Türkler, Dalaman'ın ilk yerleşik topluluklarıdır.” dedi. Başkan Yılmaz, 1905 ile 1928 arasında Kavalalı Mehmet Ali Paşa'dan sonra Mısır valiliğine verilen unvanın Hıdıv olduğunu ve vali soyundan kişilere Hıdıvi dendiğini kaydederek, "Hıdıvi Abbas Hilmi Paşa, 23 yıllık sürece kişiliği, zekası, başarısı ve yöreye kazandırdıklarıyla damgasını vurmuştur. 1905 yılı öncesine kadar devlete ait araziler, yörede yaşayan feodal ağalar tarafından işlenmiş. Bunun en açık örneği, Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın özellikle Akdeniz kıyılarında bulunan verimli ovaları, toprakları sahiplenmesidir. Bu nedenle daha önce Sultan 3. Selim'in valiliğini Mihrişah Sultan'a verdiği Dalaman Çiftliği'ne sahip çıkmasıdır. Kendisi ve eşinin vasiyeti üzerine adı geçen çiftlik, torunları Abbas Hilmi'ye hediye edilmiş." ifadelerini kullandı.

Abbas Hilmi Paşa'nın, kendisine hediye edilen bol sulu çayı ve verimli toprakları görünce kendisini bir anda Nil Nehri kenarında kabul ettiğini belirten Yılmaz, "Hemen ovanın ıslahı ve ziraata açılması için işe koyulur. Yol sorunu çözülür çözülmez Sarsala İskelesi'ne indirilen malzeme, araç gereç ve makineler deve, eşek ve kölelerin sırtında Dalaman'a taşındı. Mısır’dan ziraatçılık dalında uzman bir kadro ile yeteri miktarda köle alarak Hıdıvi adı verilen çiftçiliğin sınırları belirlendi. Çiftliğin işletilmesi için 'Nimetullah' isimli gemisine gerekli eşyaları yükleterek Salsala'ya getirtti. 1913 yılına kadar en verimli ve rahat yıllarını yaşamasına rağmen olumsuz olayların peşpeşe gelmesiyle çiftlikten tamamıyla elini ayağını çekmek zorunda kaldı." diye konuştu.

Başkan Yılmaz, Hıdıvi Abbas Hilmi Paşa'nın son iş olarak Dalaman'a bir av köşkü yaptırmak için harekete geçtiğini anlattı: "Aynı günlerde Hıdıvi'nin Mısır'a da bir tren istasyonu projesi vardır. Her iki projeyi Fransız mimarlara verdi. İki binanın da projesi hazırlandı ve Fransa'dan biri Dalaman'a, diğeri de Mısır'a olmak üzere iki gemi yola çıktı ancak malzeme ve projeler yanlış gemilere yüklendi. Mısır'a gitmesi gereken tren istasyonu Dalaman'a, av köşkü projesi ise Mısır'a gitti. Vakit kaybedilmeden binanın inşasına başlandı ve kısa sürede bitirildi. İnşaat bitince de Dalaman'da bir tren istasyonu, Mısır'da da o yıllar içinde oldukça modern ve mükemmel bir av köşkü ortaya çıktı. Plana göre yapılan binanın hatalı olduğunu fark etmeyen işçiler, önüne bilet gişesi yaptı ve ray döşedi. Dalaman'a geldiğinde yanlışlığı anlayan Abbas Hilmi Paşa, bitmiş binayı yıktırmadı ancak gişe bölümü ve rayları kaldırttı. İleriki yıllarda istasyonun yanında bir de cami inşa ettirdi. Çiftlik, 1928 yılına kadar kendi mülkiyetinde kaldı. Sonuç olarak en yakın tren bağlantısına yaklaşık 200 kilometre mesafedeki Dalaman, dünyanın hiç tren uğramayan ilk ve tek istasyonuna sahip oldu." şeklinde konuştu.

PAŞADAN SONRA HIDIVİ ÇİFTLİĞİ
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Hıdıvi Çiftliği'nin bankaya yüklü kredi borcu olması sebebiyle özel bir kanunla Atatürk tarafından 1928 yılında Hıdıvi'den alınarak, Gros adlı Fransız şirketine kiralık verildi. 10 yıl bu şirket tarafından işletilen çiftlik, Atatürk'ün vasiyeti üzerine 1943 yılında Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu'na devredildi. 22 yıl bu kurumda kalan çiftlik, 1980'de Devlet Üretme Çiftlikleri Genel Müdürlüğü bünyesine alındı.

Bugün, 14.02.2013

İKİ GÜN BEKLEYEMEDİLER

 





 

Kocaeli'de Yüksek Hızlı Tren (YHT) Projesi çalışmaları sırasında bulunan Roma Dönemi'ne ait 1800 yıllık tarihi oda tipi mezar, müze yetkililerinin uyarısına rağmen yıkıldı. Olay polise bildirilirken, müteahhit firma çalışanları hakkında suç duyurusunda bulunuldu.

 

Cumhuriyet Mahallesi Mithatpaşa Caddesi'nde, YHT projesi nedeniyle yıkılan Mithatpaşa Köprüsü'nün bulunduğu alanda, yüksek hızlı tren çalışması sırasında bir yapıya rastlandı. Çevrede oturan vatandaşlar yapıyı görünce Müze Müdürlüğü'ne bildirdiler. Müze Müdürlüğü yetkilileri, saat 11.00 sıralarında bölgeye gelerek yapıda inceleme yaptı. Müze yetkilileri, yapının tarihi niteliği olduğunu belirterek çalışmaların durdurulmasını istedi. Ardından resmi yazı yazılması için görevliler müze müdürlüğüne dönerken, müteahhit firma çalışanları ise saat 14.00 sıralarında uyarıya rağmen yapıyı yıkmaya başladı.

Müze Müdürü İlksen Özbay ve İl Kültür Müdürü Adnan Zamburkan, bu durumu haber alınca müteahhit firma çalışanlarına vatandaşlar vasıtasıyla telefonla ulaşarak derhal çalışmanın durdurulmasını istedi. Ancak şantiye sorumlusu, yapının tarihi olmadığını öne sürüp yıkıma devam etmesi için operatöre talimat verdi. Müze Müdürlüğü ekiplerinin de olay yerine gelip yaptığı tüm uyarılara rağmen yıkım gerçekleştirildi. Ardından Müze Müdürü İlksen Özbay ve İl Kültür Müdürü Adnan Zamburkan olay yerine gelerek tarihin yok edildiği gerekçesiyle polis çağırdı. İzmit İlçe Emniyet Müdürü Güner Yılmaz ve çok sayıda ekipte bölgeye geldi. Müteahhit firma yetkilileri, kendilerinin devlet işi yaptıklarını ve Devlet Demiryolları'ndan bir yetkili gelmeden ifade de vermeyeceklerini ve yapının da su kanalı olduğunu iddia ettiler. Müze Müdürlüğü yetkilileri tarafından müteahhit firma hakkında 'tarihi esere zarar vermek' suçundan Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunuldu.

"2 GÜN İÇERİSİNDE MÜZEYE ALACAKTIK, TARİHİMİZ YOK OLDU"
İlksen Özbay, "Bize saat 11.00'de haber geldi. Oraya gittik, 3. yüzyıl, Roma Dönemi'ne ait oda tipi mezar olduğunu gördük. Rapor tanzim etmek için Müze Müdürlüğü'ne geldik. Tarihi eserimizi numaralandırıp 2 gün içerisinde müzeye alacaktık. Tarihimiz yok oldu. Biz devletin yasalarını uyguluyoruz. Ama müteahhit firma çok hoyratça davrandı, tarihi yok etti. Gerekli hukuki işlemleri başlattık, müteahhit firma hakkında cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunduk" dedi.

Habertürk, 14.02.2013

VEHBİ KOÇ VAKFI, "ÇAĞDAŞ SANAT MÜZESİ" YAPTIRIYOR

 

 

Vehbi Koç Vakfı (VKV) Genel Müdürü Erdal Yıldırım, 2007’de Türk-İslam ve Arkeoloji koleksiyonlarının yanısıra bir çağdaş sanat koleksiyonu da oluşturma kararı aldıklarını belirtti.

Milliyet'in haberine göre, Yıldırım, şunları kaydetti.  “Bugün 700’e yakın eserden oluşan bir çağdaş sanat koleksiyonumuz var. 2010 yılında Beyoğlu’nda çağdaş sanat galerisi olarak Arter’i açtık. Bu esnada biz de artık tek bir kültürel kampüste hem Sadberk Hanım Müzesi’ni hem de çağdaş sanat müzemizi gerçekleştiremeyeceğimizi gördük.  Projeyi ikiye böldük.”

 

Çağdaş sanat müzesinin inşaatına 2013’te başlayacaklarını kaydeden Yıldırım, “Dolapdere’de var olan bir binayı yıkıp yeni bir bina inşa edeceğiz” dedi.

 

Müzenin, modern bir sivil mimari projesi olarak da İstanbul’a önemli bir katkı olacağını belirten Yıldırım, “Kültür alanında 2012’de kararını alıp önemli mesafe katettiğimiz proje çağdaş sanat müzesi oldu. Çok büyük olasılık ile müze 2016’ya yetişecek” diye konuştu.

Yapı (Kısaltarak), 14.02.2013

VAKIFLAR TAŞHAN'I DEVRETTİ

 

 

2012 yılında restorasyon çalışmaları tamamlanan Taşhan (Bedesten) Erzurum Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden kiralanarak Bayburt Belediyesi'nin kontrolüne geçti.

Yıkılmaya yüz tutmuş Taşhan’ın kendi girişimleri ile yeniden eski itibarını kazandığını dile getiren Belediye Başkanı Hacı Ali Polat, Taşhan’ın artık bundan sonra Bayburt Belediyesi kontrolünde olacağını söyledi.

Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde, ‘gayet süslü ve zarif’ diye tabir edilen Taşhan’da incelemelerde bulunan Belediye Başkanı Polat, burada yaptığı açıklamada, “Bundan 1000 sene önce ticari hayatın devam ettiği, sosyal hayatın devam ettiği bir mekanda bulunuyoruz. Burada tarihin kokusunu hissediyoruz. Biz göreve başladığımız zaman burası içler acısı bir durumdaydı. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bağlı olduğu bakanımız Faruk Çelik, 2010 yılında Bayburt’a geldiği zaman Ulu Camii’nde namaz kılmak üzere giderken ben kendisini buraya getirdim. Sayın Bakanımız da buraya baktı ve burayla yakından ilgilendi. Gereğinin yapılması hususunda Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne gereken talimatı verdi. 2011 yılında buranın ihalesi yapıldı. 2011 ila 2012 yılında yapılan çalışmalarla Taşhan bu hale geldi. Taşhan’ı kurtarmış olmanın, Taşhan’ı orijinal haline döndürmüş olmanın ve buna aracı olmanın huzurunu yaşıyoruz” dedi.

‘Bundan sonra Taşhan ne olacak?’ sorularıyla sık sık karşılaştığını belirten Belediye Başkanı Polat, şunları söyledi:
“Bayburt Belediyesi olarak Taşhan’ı Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden kiraladık. Zira buranın her şeyden önce bir kurumun kontrolü altında olması gerekmektedir. Burada ne yapılacağı hususunda henüz bir karar vermiş değiliz. Sosyal, kültürel ve sanatsal etkinliklerde kullanmayı düşünüyoruz. Saygıdeğer Başbakanımızla 2012 Aralık ayında yaptığımız toplantıda buranın Bayburt Belediyesi’ne bu amaçlar doğrultusunda kullanmamız için kendisinden talep etmiştim. Kendisi de gereken talimatı ilgililere verdi. Taşhan bundan sonra artık Bayburt Belediyesi’nin kontrolündedir. Taşhan’da ne yapalım sorusunu bütün hemşehrilerimize soruyorum. Onlar bize tavsiyelerini, bildiklerini ve tekliflerini aktarsınlar. Buradan mutlaka doğru bir sonuç çıkacaktır. Bizimde aklımızdan geçen düşünceler var ama kamuoyunu da dikkate alarak Taşhan’ı en uygun şekliyle kullanacağız. Taşhan şu anda ayakları üzerinde dimdik dikiliyor. Buradaki ses akustiği de çok güzel sağlanmış durumdadır. Burada çok güzel şeyler yapacağız. Özellikle Bayburt’a dışardan gelen ziyaretçilere gösterebileceğimiz bir Taşhanımız var demenin mutluluğunu da yaşayacağız.”

Erzurum Gazetesi, 14.02.2013

BEDRİ RAHMİ'NİN EVİNDEN 'KÜLTÜR HAZİNESİ' ÇIKTI

 

 

Şair ve ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun İskilip'te yaşadığı evdeki arşivinde Orhan Veli gibi 25 şair ve yazarın sesinin yer aldığı bir plak bulundu.

 

Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun Kanadalı gelini Hughette Eyüboğlu, 1975'te vefat eden ünlü şair ve ressam Bedri Rahmi'nin arşivinden çıkan eserlerin yayınlanması için çalışma yaptıklarını dile getirdi. Hughette Eyüboğlu, arşivden en son Türk edebiyatı ve kültürünün ünlü isimlerinden 25 önemli sanatçının seslendirdiği bir plak çıktığını belirtti. Ünlü ressamın Çorum İskilip'teki evinde bulunan plak kaydının, yarım asrı aşkın bir süre önce Türkiye'de yapıldığını anlatan Eyüboğlu, şöyle devam etti: "Kayıt Fikret Otyam tarafından gerçekleştirildi. Plağın ilginç tarafı Türk edebiyatı ve kültürünün saygıdeğer isimleri kendi sesleriyle kendi aralarında bir bölüm okuyor. Plakta Ahmet Hamdi Tanpınar, Aşık Veysel, Sabahattin Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Orhan Veli ve Oktay Rifat'ın sesleri yer alıyor. Dinlenildiği zaman çok heyecan verici bir plak. Yaklaşık 2 saatlik bir kayıt yapılmış. Şu anda hazırlanıyor." Ünlü şairin yazdığı mektupların da sergileneceğini anlatan Eyüpoğlu, "Ortalama bine yakın mektup eski Türkçeden yeni Türkçeye aktarıldı. Bu mektuplar iki bölüme ayrıldı. Fikret Mualla'dan tutun da İlhan Koman, Turan Erol ve Abidin Dino gibi ünlü isimlerle yapılan muazzam mektuplaşmalar ve ilginç tartışmalar var" diye konuştu.

Sabah, 14.01.2013

CAMİLER ALLAH'A EMANET!

 

İstanbul’da olası büyük deprem riskine karşı önlemler tartışılırken camiler unutuldu. Konuyu gündeme getiren CHP’nin ilahiyat kökenli İstanbul Milletvekili İhsan Özkes, TBMM’ye Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde “İstanbul’daki camiler depreme dayanıklı mı” diye sordu. Özkes’e Başbakan adına cevap veren Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, “Diyanet İşleri Başkanlığı’nda camilerin depreme dayanıklı olup olmadığı yönünde herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır” ifadesini kullandı.

İstanbul’da 3 bin 186 cami olduğunu belirten Bozdağ, “Diyanet İşleri Başkanlığı’na cami ve mescitlerin sadece yönetim görevi verilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda camilerin depreme dayanıklı olup olmadığı yönünde herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır” ifadelerini kullandı.

Sultanahmet bile tehdit altında
İstanbul Aydın Üniversitesi Afet Egitim, Uygulama ve Arastırma Merkezi Başkanı Yrd. Doç. Dr. Kubilay Kaptan’ın İstanbul’un risk haritası isimli raporunda deprem durumunda kentteki camilerin durumunu belirten çalışmasında ortaya çıkan tablo ürkütücü: 270 tarihi caminin yüzde 2’si 7.5 büyüklügünde bir deprem sırasında göçme riski altında. 270 tarihi caminin yüzde17’sinde ise orta veya ağır hasar görme riski taşıyor. Bunlar arasında Sultanahmet Camii de var.

Akşam, Haber: Mert İnan, 14.02.2013

BEYOĞLU BELEDİYESİ BİNASI HABERİMİZE BEYOĞLU BELEDİYESİ'NDEN CEVAP

 





 

Beyoğlu Belediyesi, belediyenin tarihi binasında süren inşaat ile ilgili basın açıklaması gönderdi.

10 Ocak 2013 tarihinde yayınlanan, Beyoğlu Belediyesi binasında süren inşaat konusundaki endişelerimizi dile getirdiğimiz "Beyoğlu Belediyesi'nin Tarihi Binasına Neler Oluyor?" başlıklı haberimiz üzerine Beyoğlu Belediyesi'nden açıklama geldi. Tarihi ana binanın Anıtlar Kurulu'ndan onaylanan bir proje ile restore edildiğini belirten açıklama metni şu şekilde:

 

Altıncı Daire-i Belediye / Beyoğlu Belediye Başkanlığı Binası Restorasyon Uygulaması

Günümüzde Şişhane Meydanı, Beyoğlu İlçesi, 282 Ada, 1 parselde yer alan ve 1879-1883 yılları arasında İtalyan kökenli mimar Giovanni Battista BARBORİNİ tarafından inşa edilen Altıncı Daire-i Belediye / Beyoğlu Belediye Başkanlığı binası Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk belediye binası olma özelliğini taşımaktadır. Tanzimat döneminde, Batı'dan esinlenilerek çağdaş kent anlayışı doğrultusunda Galata-Beyoğlu bölgesine hizmet götüren ve Altıncı Daire-i Belediye adıyla bilinen belediyecilik eylemlerini bünyesinde barındıran bina Neoklasik anlayışta düzenlenmiş cephe kurgusu ile dikkat çekmektedir. Geniş kat silmeleri, saçaklar, köşe plastrları, pencere balustrad (korkuluk) ve frontonları (alınlık) ile dönemin mimari anlayışına örnek oluşturur. Zemin katta aksiyal bir giriş holü ve giriş aksına dik gelişen koridor sistemi ve bu koridor üzerinde yer alan, ofis olarak işlev gören odalar kat planlarını oluşturur. Giriş aksının tam karşısında düşey ulaşımı sağlayan merdiven bulunmaktadır.

Binada zaman içerisinde ortaya çıkan gereksinimler doğrultusunda ahşap olan döşemelerin betonarmeye çevrilmesi ve ara kat ilaveleri gibi müdahaleler söz konusu olmuş, bu müdahaleler sonucunda bina özgün mimari karakterini belli ölçüde kaybetmiştir. Seksenli yılların başında önemli bir tadilat geçiren binada mevcut çatı katı, çatının yükseltilmesi ile normal kata dönüştürülmüş, bu uygulama sırasında çatı katı cephesi geriye çekilerek şevli bir görünüm kazandırılmıştır. Bu uygulamalar sonucunda duvar ve tavanlarda bulunması olası iç mekan süslemeleri tamamen yok olmuştur.

Günümüzde binanın özgün karakterini kaybetmesi ve çağdaş gereksinimlere cevap verememesi nedeniyle kapsamlı bir koruma-onarım uygulamasına ihtiyaç duyulmuş ve hazırlanan rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri, İstanbul I Numaralı Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 31.10.2012 tarih, 411 sayılı kararıyla onaylanarak projeler doğrultusunda koruma uygulamalarına başlanmıştır.

Koruma uygulamasında öncelikle yapının niteliksiz eklerden ayıklanması hedeflenmiş, bu doğrultuda tüm ara katlar ve özgün olmayan mekan bölünmeleri kaldırılmıştır. Sadece betonarme kaset döşemelerin yapıdan uzaklaştırılması yapı statiği açısından sakıncalı bulunmuş, bu nedenle döşemelere dokunulmamış, zemin kat tonoz döşemeleri ise güçlendirilerek korunmuştur. Düşey ulaşım amaçlı çift asansör kullanımı öngörülmüş, mevcut merdiven ise yenilenmiştir. Cephe koruma uygulamaları malzeme bazında yürütülmekte, çatlak onarımları gerçekleştirilmekte ve imitasyon cephe mimari elemanları özgün malzeme kullanılarak yenilenmektedir. Binanın arka cephesinde yer alan ve arka set duvarına dayanak oluşturan sarnıç yapısı ise sanat galerisi olarak işlevlendirilmiş, ayrıca sarnıç ile bina arasında bulunan mekanda çelik ve cam kullanılarak çok amaçlı, çağdaş bir ek oluşturulması hedeflenmiştir.

Tanzimat döneminde çağdaş kent anlayışı doğrultusunda Galata-Beyoğlu Bölgesi'ne hizmet götürmesi amaçlanan bu binada, günümüzde de gene aynı anlayış çerçevesi içerisinde Beyoğlu Bölgesi'ne yakışır bir hizmet sunması anlayışı kapsamında koruma uygulaması gerçekleştirilmektedir.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 13.02.2013

SATILIK TARİH!

 

 

İç savaşın derinleştiği Suriye'de hem rejim yanlıları, hem de bazı muhalif gruplar, müzelerden çaldıkları tarihi eserleri, Ürdün'deki pazarlarda satıyor. Suriyelilerin 30 dolara sattıkları nadide eserler, Batı'da 50 bin dolara alıcı buluyor.

 

Beşar Esed rejimine karşı yaklaşık üç yıldır savaşan Suriyeli direnişçiler ve ülkeden kaçanlar bugüne dek defalarca silah ve mühimmat eksiklerini dile getirdi. Ancak sesleri dünyada bugüne dek pek yankı bulmadı. Direnişçiler de silah ve mühimmat eksikliğini giderebilmek için çareyi tarihi ve arkeolojik kalıntıları çıkarıp, karaborsada satmakta buldu. 'Ülkenin geleceğini kurtarmak için geçmişini satmaktan başka çareleri kalmadığını' belirten bazı direnişçiler kendilerini 'Gündüz savaşçı, gece arkeolog' olarak nitelendiriyor. Amerikan Washington Post gazetesine konuşan Ebu Muhammed Hamdi adlı bir direnişçi 'Tam donanımlı bir orduya karşı dünya tarafından silahsız, parasız ve yardımsız' bırakıldık sözleriyle durumu açıkladı.

 

 

PİŞMAN DEĞİLLER

Ülkenin güneyindeki kaçakçılık rotalarını yürütenlerden bir olan Ebu Macid isimli bir Suriyeli de, 'İnsanlar bizi yargılayabilir ve bize hırsız diyebilir. Ancak bazı durumlarda geleceği kurtarmak için geçmişi kurban vermek zorunda kalabilirsiniz' diye kendini savundu.

 

Özgür Suriye Ordusu'nun bugüne dek yaptığı tarihi alanların korunması yönündeki tüm çağrı ve çabalarına karşın ülkeden kaçırılan eserlerin satıldığı karaborsalar gün geçtikçe büyüyor. Bazı tarihi eserler ise Türkiye ve Lübnan'da el değiştiriyor ancak en büyük karaborsa her gün yaklaşık 2 bin mültecinin geldiği Ürdün'ün baikenti Amman'da kurulmuş durumda.

 

YOK PAHASINA SATILIYOR

Başkent Amman'daki karaborsada tarihi eserler her gün 50 bin dolar karşılığında el değiştiriyor. Batıda on binlerce dolara alıcı bulan bir tarihi vazo Amman'da 30 dolara satılıyor. Paha biçilmez bir arkeolojik tabletin karaborsa değeri ise sadece 3 bin dolar. Amman'da antikacılık yapan Muhammed Halil'in sözleri yaşananları özetliyor: 'Her gün Suriye'den gelen mozaikler, heykeller, altın paralarla ilgili haberler alıyoruz, burada Suriye parça parça satılıyor' Ürdün polisinin geçen cumartesi, Amman'da yaptığı baskında bir apartmanda Suriye'deki müzelerden getirilen büyük miktarda kaçak tarihi eser bulundu ve 40 kişiyi tutuklandı.

 

 

GÜNDÜZ SAVAŞÇI AKŞAM ARKEOLOG

Bir direnişçi, Maarat el Numan kentinde, geçen yıl Esed'e bağlı jetlerin bombaladığı Alma Arra Müzesi'nin zarar gören mozaiklerini incelerken görülüyor.

 

 

Suriye'deki 36 müzeden 22'sinden tarihi eserler kaçırıldı. Fotoğrafta geçen yıl yağmalanan Halep Müzesi görülüyor.

 

 

Halep Arkeoloji Müzesi'ndeki Hitit döneminden kalma 'Tarhunzas Tanrısı' isimli bu heykelin akibeti bilinmiyor.

 

Irak gibi mi olacak?

UNESCO'nun Amman Ofisi Müdürü Ann Paolini, 'Suriye'de bugüne kadar yaşananları göz önüne aldığımızda ülkenin tarihi mirasının yağmalanma riski çok yüksek' dedi. Suriye'deki durumun henüz Irak'ta yaşananlar kadar vahim olmadığını söyleyen Ürdün Turizm ve Arkeolji Bakanı Neyef Fayez ise, 'Ancak ülkedeki güvenlik eksikliği göz önüne alınırsa, şu an olanların gelecekte çok daha büyük ölçekte yaşanacağını bekleyebiliriz' uyarısında bulundu. Suriye Antik Dönemler Direktörü Mamun Abdülkerim de, 'Sadece Suriye tarihi değil, tüm insanlık tarihi tehlikede' diyerek önlem alınması çağrısı yaptı. AP'ye konuşan Abdülkerim, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne de tarihi eser kaçakçılığının yasaklanması konusunda karar alma çağrısında bulundu.

Yeni Şafak, Haber: Fatih Aça, 13.02.2013

GEÇ ROMA DÖNEMİNE AİT CAM BİLEZİKLER BULUNDU

 

 

Konya'da, Ortaçağ'dan Günümüze Konya ve Güneybatı İlçeleri Yüzey Araştırması kapsamında yapılan çalışmalarda Geç Roma dönemine ait 3 adet cam bilezik bulundu.

 

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ali Boran başkanlığında, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün izni ile yürütülen "Ortaçağ'dan Günümüze Konya İli ve Güneybatı İlçeleri Yüzey Araştırması"nın 2012 yılı ilk dönem araştırmaları tamamlandı. 

Meram ve Selçuklu ilçe merkezleri ile il sınırları içerisinde yer alan Gökyurt (Kilistra) Köyü ve Kızılören beldesinde gerçekleştirilen, Geç Roma-Bizans ve Türk dönemine ait mimari pek çok eserin ortaya çıkarılarak kayıt altına alındığı çalışmada, Geç Roma dönemine ait 3 adet cam bilezik bulundu. Prof.Dr. Ali Boran, yaptığı açıklamada, Gökyurt'taki arazi çalışmaları esnasında bir höyükte, toprak üstünde 3 adet Geç Roma dönemine ait cam bilezik tespit ettiklerini belirtti.

Bileziklerin antik çağ kadınının vazgeçemediği ziynet eşyalarından birisi olduğunu vurgulayan Boran, "Siyah opak cam malzemeden yapılmış olan bu bilezikler, halka formlu, içte ve dışta düzleştirilmiş, kesitli birleşme yerleri dışta belirgin olarak yapılmıştır. Benzer örneklerden yola çıkarak MS 5 ve 7. yüzyıla ait olduğunu düşündüğümüz bu bilezikler toprak zemin üzerinde mevcut durumlarıyla fotoğraflanarak, envanter kayıtları yapılmış ve Konya Arkeoloji Müzesi'ne teslim edilmiştir" diye konuştu. 

Boran, Konya İli ve Güneybatı İlçeleri Yüzey Araştırması'nın bölgenin kapsadığı geniş alan göz önünde bulundurulduğunda, oldukça başarılı geçtiğini ve beklenilen sonuçların ilk yıl itibariyle fazlasıyla elde edildiğini dile getirdi.

Cnn Türk, 13.02.2013

TARİHİ SU KULESİNDEN MODERN KONUTA

 

 

1867'de inşa edilen su kulesi modern bir konuta dönüştürüldü.


Projenin geliştiricisi Leigh Osborne, 145 yıllık eski yapıyı dönüştürdükleri projelerini, kentin en müsrif ve ilginç konut yapısı olarak tanımlıyor. Osborne ve ortağı Graham Voce bir yıldan kısa bir sürede 3,2 Milyon Dolar harcayarak Gotik tarzdaki su kulesini kendine has bir konuta çevirdi.

 

8 katlı su kulesi, yakınındaki Lambeth Fakirhanesi ve Hastanesi için inşa edilmişti. 1867 yılında inşaatı tamamlanan bina, Londra'da döneminin en yüksek su kulesiydi. 20. yüzyılda ise kullanımı durdurulan kule, köhne bir yapıya dönüşmüştü.





Binanın yeni tasarımında modern bir mutfak, oturma odası, 4 adet yatak odası, geniş banyolar, çatı terası ve spor odası yer alıyor . Orijinal merdivenlerin yanına ise yeni biri asansör inşa edildi.

Daha önce 750,000 galon su alan kulenin tepesindeki geniş alan ise 360 derecelik açıyla Londra manzarasına hakim bir oturma odasına dönüştürdü.

Arkitera, Kaynak: Inhabitat, Yazı: Bahar Baytan, 13.02.2013

PERU'DA 5000 YILLIK TAPINAK BULUNDU

 

 

Perulu arkeologlar, başkent Lima'nın kuzeyindeki ünlü El Paraiso arkeolojik yerleşim alanında 5000 yıl öncesine ait olduğu düşünülen bir tapınak keşfetti.

 

Peru Kültür Bakanlığı tarihin tam olarak doğrulanması halinde, söz konusu tapınağın, dünyanın en eski yerleşim yerleri arasına girebileceğini açıkladı. Bakanlık, keşfin çok önemli olduğuna vurgu yaparak, Lima ve çevresinin insanlığın en eski tarihlerinde bir uygarlık merkezi olabileceğini belirtti. 

El Paraiso piramidinin kanatlarından birini oluşturan ve arkeologlarca, "Ateş Tapınağı" adı verilen tapınakta bulunan fırının, ateş yakma törenlerinin işaretçisi olduğuna inanılıyor. Araştırma ekibinden Marco Guillen, o dönemde insanların Tanrıyla duman aracılığıyla iletişim kurduğunu ve fırının da bu amaçla kullanılmış olabileceğini kaydetti.


Peru'nun tam orta noktasında yer alan 50 hektar alana sahip El Paraiso, dünyanın en büyük yerleşim alanlarından biri olarak kabul ediliyor.

Cnn Türk, 13.02.2013

TARİHİ AGORANIN ETRAFINA DUVAR ÖRÜLECEK

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Smyrna Agorası'nın etrafını özel tasarımlı duvarla çevrelemeye hazırlanıyor. 3 metre yüksekliğindeki duvarın uzunluğu 810 metre olacak.

 

Agora'nın arkeolojik zenginliğini gözler önüne serecek şekilde tasarlanan koruma duvarı, hem şehirlilerin hem de ziyaretçilerin dinlenmesine imkan veren oturma alanlarına da sahip olacak. CHA'nın haberine göre, uygulama alanın 1. derece arkeolojik sit olması sebebiyle kazı gerektiren imalat mümkün olduğunca az tutulacak ve duvar, yerden yükseltilerek zeminden bağımsız yapılacak.

 

Büyükşehir Belediyesi, ilk kamulaştırmalarına 1997 yılında başlanan, ilk yıkımı ise 2005 yılında yapılan bu tarihi alanda, "Agora ve Çevresi Koruma, Geliştirme ve Yaşatma Projesi" çerçevesinde bugüne kadar 26 milyon 808 bin 987 liralık kamulaştırma bedeli ödedi. Agora'da yıllardır atıl duran, kullanılmayacak durumda, yıkılmaya yüz tutmuş tarihi yapılardan birini, İzmir Kalkınma Ajansı'nın destek programından yararlanarak "Agora Kazıevi" olarak restore etti. Ayrıca İkiçeşmelik Caddesi'ndeki diğer iki tescilli bina, "Agora Müzeevi" olarak kullanılmak üzere restore ediliyor.

Çalışmaların tamamlanmasının ardından, Agora ören yerinden çıkarılan eserlerin de sergilenebileceği bir cazibe alanı olacak. Büyükşehir Belediyesi'nin destek verdiği arkeolojik kazılar, Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Yrd. Doç. Dr. Akın Ersoy başkanlığındaki ekip tarafından yürütülüyor.

Yapı, 13.02.2013

TOPKAPI SARAYI'NDA RESTORASYON

 

İstanbul’un simgelerinden biri olan Topkapı Sarayı’nda sürdürülen restorasyon DHA muhabiri Murat Öztürk tarafından havadan görüntülendi.

 

Osmanlı sultanlarının ikametgahı, devletin yönetim merkezi ve sultanların eğitim merkezi olan Topkapı Sarayı, 1460-1478 yılları arasında yaptırıldı ve Osmanlı padişahları tarafından 19. yüzyıl ortalarına kadar kullanıldı. Müze yetkilileri, Topkapı Sarayı’nda inşa edilmiş en son yapı olan 1840 yılında Abdülmecid tarafından yaptırılan Mecidiye Köşkü ile Harem dahil 15 bölümde restorasyon ve yenileme çalışması olduğunu belirttiler.

Hürriyet, 13.02.2013

HASAN PAŞA HAMAMI'NDA RESTORASYON ÇALIŞMALARI BAŞLATILDI

 

Mudanya'daki tarihi Hasan Paşa Hamamı, kültür merkezi olarak restore edilecek.

 

Hasanbey Mahallesi'nde 1600 yılında Osmanlı'nın Mısır Bölge Komutanı Hasan Paşa tarafından yaptırılan, 400 metrekare kapalı alana sahip hamam ve çevresindeki bin metrekare alanda, restorasyon çalışmalarına başlandı.

 

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, çalışmaların başlaması dolayısıyla düzenlenen törende yaptığı konuşmada, hamamın eski ihtişamına kavuşup, özgün ve orijinal haline tekrar döneceğini söyledi.

 

Mudanya'nın kalbinin attığı sosyal ve kültürel etkinliklerin yapılacağı güzel bir kültür merkezinin, bu şirin ilçeye kısa zamanda kazandırılacağını belirten Altepe, şöyle dedi:

"Bu hamam 400 küsur yıllık tarihi ile mutlaka Mudanya'mıza kazandırmamız gereken bir eserdi. Adeta harabe görünümü olan bu eser, artık canlandırılıyor. Hamamın restorasyonunda, fuaye, çok amaçlı salon, sergi salonu, depo, kazan dairesi banyo ve tuvaletlerle kafeterya yer alacak. 400 metrekarelik kapalı alandaki kültür merkezi olarak işlevlendirilecek hamam, sosyal kültürel ve sanatsal etkinliklerin merkezi olacak. Hamamın yanı sıra yanındaki bin metrekarelik park alanı da düzenlenerek, amfi tiyatro, çocuk oyun bahçesi, basketbol sahası, çardak ve çay büfesi yapılacak, Mudanya gerçek bir merkez kazanacak. Mudanya'mızı, gerçek bir turizm kenti ve vizyon bir kent olması yolunda bu eseri kazandırıyoruz."

 

Altepe, katkılarından dolayı hayırsever iş adamı Agah Bursalı'ya da teşekkür etti.

 

Mudanya Kaymakamı Adem Öztürk de Mudanya'nın yapılan tarihi canlandırma çalışmaları ve hizmetleriyle Türkiye'nin parlayan yıldızı olacağını bildirdi.

 

İlçe Belediye Başkanı Hasan Aktürk ise 1,3 milyon liraya ihale edilen restorasyonun, 365 günde tamamlanacağını söyledi.

"Mudanya ve Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin işbirliğiyle gerçekleştirilen büyük projeleri birleştirdiğimiz zaman görüyoruz ki Mudanya, devletten de aldığı destekle bu dönem itibariyle çok şanslı" diyen Aktürk, "Hasan Paşa Kültür Merkezi restore edilerek, 1 yıl içerisinde hizmete girecektir. Yine Büyükşehir belediyemizin desteğiyle eski adıyla Tahir Paşa günümüzde Nur Hamamı olarak bilinen hamamın da restorasyonuna, önünüzdeki günlerde başlayarak, halkımıza bir sosyal alan daha oluşturacağız" ifadelerini kullandı.

Mynet Haber, Haber: Ömer Bilik - Fikriye Susam Uyar, 13.02.2013

KONAK ELDEN GİDİYOR

 

 

Altınoluk’ta 150 yıllık Abdullah Efendi konağı kirası ödenemediği için Turizm ve Kültür Bakanlığı tarafından boşaltılması istendi. Altınoluk’ta Tarihi Antandros şehrini kurtarma, koruma ve yaşatma derneği tarafından aylık kira bedeli ödenemeyen Abdullahefendi konağı için “tahliye edilmesi” istendi. Kültür ve Turizm Bankalığı tarafından tahsisli olan Müze, kira bedelinin çok yüksek olması nedeniyle gelirleri yetersiz olan dernek tarafından işletiliyordu.

 

Bakanlık hazıra kondu

Bakımsızlıktan tekrar harap olmuş ve içinde zeytin işçilerinin kaldığı konak Kültür ve Turizm Bakanlığına bağışlanan  Abdullahefendi konağı,  restorasyon için beklerden Kültür Bakanlığı tarafından Tarihi Antandros Şehrini Kurtarma, Koruma ve Yaşatma Derneği’nin çalışmaları dikkate alınarak dernek merkezi ve kültür evi olarak kullanılmak üzere derneğe tahsis etmişti. Dernek tarafından 2001 Şubat ayından itibaren konağı kendi imkanlarıyla onarmaya başlamış çatının bozulması sonucu içeri akan yağmur sularından zarar gören yerler elden geçirilerek, temizlenmiş ve bahçe düzenlenerek ziyarete açılmıştı. Dernek tarafından karşılanan masraflar sonucunda Altınoluk Belediyesi Kültür ve sanat çalışmalarını Dernek aracılığı ile bu konakta yapmaya başlamıştı. 2001 yılının Aralık ayından itibaren Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla konağın bütün pencere doğramaları değiştirilmiş ve çatı onarımları yapılmış ve  Dış cephesinin yenilenmesi ve yukarı katlarda bozulan tavan tezniyatları da uzmanlarca dernek gözetiminde ve mümkün olduğunca aslına uygun olarak yapılmıştı. Konak 2001 yılından bu yana bir kültür merkezi olarak sanatseverlere kapısını açmaya ve ayakta kalmaya çalışıyordu.

 

Abdullah Efendi Konağı

Abdullah Efendi Konağı’nın geçmişi, 150 yılın üzerinde bir tarihe dayanmaktadır. Konağın ilk sahibi o tarihte var olan Papazlık Kilisesi’nin rahibidir.  I.Dünya Savaşı sonu, Kurtuluş Savaşı öncesinde rahibin Midilli Adası’na göç etmesi ve mallarını Midilli Adası’ndan Abdullah Efendi ile değiş tokuş yapması nedeni ile konağın sonraki sahibi Abdullah Efendi olmuş ve konak, o tarihten sonra Abdullah Efendi Konağı olarak anılmıştır. Konağın Osmanlı Mimari üslubu temel alınarak Rum ve Türk ustalara yaptırıldığı sanılmaktadır. Tavan tezniyatı (rozet ve kasetler) ocak üstü (şömine) dekorlarında Osmanlı yanında Avrupa etkileri de görülmektedir. Dolaplarda yüklük kavramı ağır basmaktadır. Dış yüzeydeki tahta kaplamalar, pencere sistemleri ( özellikle en üstteki aydınlatma birimleri – fener pencereler) ve cumba altındaki kalem işlemeleri dikkate değer.

Körfezin Sesi, 13.02.2013

BİR MİMARIN PİŞMANLIKLARI...

 

 

Zamanında Edirne’deki Rüstempaşa Kervansarayı’nı yıkılmaktan kurtaran ama aynı kararlılığı İstanbul Aksaray’daki Sim-keşhane için gösteremeyen mimar Ali Saim Ülgen’in arşivi açıldı.

 

Araştırmacı, mimar ve restoratör Ali Saim Ülgen’in (1913–1963) arşivi açıldı. Ailesi tarafından özenle saklanan ve Türkiye’nin kültür mirasına dair pek çok önemli bilgi içeren arşiv, 8 Şubat-24 Mart tarihleri arasında SALT Galata’da görülebilir. Arşivde; Ülgen’in hayatı boyunca Türk kültürel mirası ve kökenlerini korumak adına biriktirdiği fotoğraf, broşür, makale ve gazete kupürleri yanı sıra ürettiği rölöve ve krokiler bulunuyor. Bir dönemin mimarlık tarihi ile restorasyon yaklaşımları ve koruma politikalarına da ışık tutan arşiv için Ülgen’in oğlu Suha Bey, “Amacımız bu yaşantının, tecrübenin ve birikimin bugünkü uygulamalara olumlu bir şekilde yansıması.” diyor.

 

1960 öncesi Türkiye’sinde kültür varlıklarının durumu ve dönemin restorasyon çalışmaları hakkında birinci elden belgeler içeren arşivden; Ülgen’in pişmanlıklarını, dolayısıyla yok yere kaybettiğimiz kültürel mirasımızı da öğreniyoruz. Süleymaniye Camii’nin 1960 öncesi restorasyonunu yapan Ülgen’in genel bir üzüntüsü var; o da sivil mimarimizin Rumeli ve Anadolu’daki örneklerine amirlerinin ilgisini yeterince çekememiş olması... Edirne’deki Rüstempaşa Kervansarayı’nı son anda kurtarmış olsa da Ülgen; Vakıflar Umum Müdürlüğü’nde çalıştığı dönemlerde Ankara yakınlarındaki Sultan Han ile İstanbul Aksaray’daki Simkeşhane’nin yıkılmasına engel olamadığı için ömrü boyunca pişmanlık çekmiş. Dönemin düşünürlerinden Reşit Saffet Atabinen, Ülgen’in ölümünün ardından yazdığı makalede bu pişmanlıkları tek tek açıklamış.

 

SİMKEŞHANE

Beyazıt'ta Ordu Caddesi üzerinde bulunan Simkeşhane, fetihten sonra İstanbul'da inşa edilen ve Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa ettirilen yapılardan biri. Darphane olarak inşa edilen yapı, Sultan Fatih'in fetihten sonraki ilk altın sikkelerini kestirdiği yer. Yangınlarla tahrip olan ve 1707 yılında yenilenerek 'Simkeşhane-i Amire' ismini alan bina, 1913 yılından sonra terk edilmiş ve 1958'de Beyazıt-Aksaray yolunun genişletilmesi sırasında kısmen yıkılmış.

Zaman, Haber: Jülide Güngör, 12.02.2013

KÜLTÜR BAKANLIĞI NEREDE?

 

 

Anadolu-Avrupa Mitolojik, Tarihi Birliktelik: Castro & Antandros projesi sahipsiz bırakıldı. İtalya’da düzenlenen etkinliğe üst düzeyde katılım olurken, Türkiye’de düzenlenen proje tanıtım etkinliğine Vali bile katılmadı!

 

Avrupa Birliği Bakanlığı tarafından desteklenen Altınoluk Antandros Şehrini Kurtarma, Koruma ve Yaşatma Derneği ve Pro Loco Castro ortaklığıyla, Türkiye & Avrupa Birliği, Sivil Toplum Diyaloğu II, Kültür Sanat Hibe Programı kapsamında yürütülmekte olan “Anatolia Europe Mythological – Historical Connection: Castro & Antandros” isimli bu proje ilgisizlik yüzünden tıkandı! Proje kapsamında Kazdağları kerestelerinden yapılacak tekne ile Roma İmparatorluğunun kurulmasına öncülük eden Aneas’ın Altınoluk’tan (Antandros) İtalya’nın Castro şehrine yolculuk yeniden canlandırılacaktı. Proje kapsamında Altınoluk’un tarihi önemi ve Antandros’un yeniden tarih turizmi için kazandırılması planlanıyordu.

 

Aneas’ın Antantros’tan çıkış hikayesi MÖ 10 – MÖ 70 yılları arasında yaşamış Romalı yazar Publius Vergilius Maro tarafından yazılmış olan Aeneas kitabı oluşturmaktadır. On iki bölümden oluşan bu kitabıyla Vergilius, Troialı kahraman Aeneas efsanesini günümüze taşımıştır. Vergilius, yanmakta olan Troia’dan, babası, oğlu ve savaştan sağ kurtulanlarla birlikte ayrılan Aeneas’ın, Roma yakınlarına varıp yerleştikleri zamana kadar başlarından geçen olayları anlatmaktadır.

 
İlk toplantı Castro’da yapıldı

 

 

Altınoluk Antandros Tarihi Şehrini Kurtarma, Koruma ve Yaşatma Derneği ve Altınoluk Belediyesi’nin birlikte yürüttüğü Avrupa Birliği Projesi olan “Anadolu Avrupa Mitolojik Tarihsel Birliktelik: Castro&Antandros” isimli proje çerçevesinde Kardeş Kent Castro’ya bir ziyaret gerçekleştirildi.  Altınoluk Belediye Başkanı Hasan ÖZPOLAT, beraberindeki meclis üyeleri ve Antandros Kazı Başkanı Doç.Dr. Gürcan POLAT'ında aralarında bulunduğu 10 kişilik bir heyet ile gerçekleştirilen ziyarette, Castro Belediye Başkanı Alfonso CAPRARO ile de bir araya gelindi.

 

İkinci toplantı Altınoluk’ta yapıldı.

Toplantıya Altınoluk Belediyesinin kardeş kenti Castro Belediye Başkanı Prof.Dr. Luigi Carrozzo, Castro Kazı Başkanı Prof.Dr. FrancescoD’Andria, Altınoluk Belediye Başkanı Hasan ÖZPOLAT, Antandros Kazı Başkanı Doç.Dr. Gürcan POLAT, Altınoluk Tarihi Antandros Şehrini Kurtarma, Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı Vecdi GÜRELİ katıldı.

 

Toplantıda, Derneğin hazırladığı “Anadolu Avrupa Mitolojik ve Tarihsel Birliktelik: Castro ve Antandros Projesi”nin AB Kültür ve Sanat Hibe Programından katkı almaya hak kazandığı belirtildi. Projenin amacı ise, Türkiye’nin Anadolu ile Avrupa’nın Mitolojik ve Tarihsel birlikteliğine vurgu yaparak farkındalık yaratmak ve AB yolunda olan Türkiye’nin tarihsel süreçte bu birlikteliğin içinde olduğunun vurgulanması ve yörenin öneminin ortaya konması olarak açıklandı.

 
Projenin amacı

 

 

Savaş sonrasında Troia’dan kaçmayı başaran Aenas da, burada yaptırdığı gemiyle Ege ve Akdeniz’e açılacaktır. Antandros, tersaneleri, gemileri, keresteleri ve stratejik konumuyla, her zaman önemini koruyan bir kent olmuştur. Yaptırdığı gemilerle Antandros’tan ayrılan Aenas ve arkadaşları Roma yakınlarında Lavinum kentini kurarlar; Roma’nın kurucusu Remus ve Romulus ise Aenas’ın torunlarıdır.

 

“Castro-Antandros Projesi” antik dönemde gerçekleştirilen bu yolculuğun inşa edilecek teknelerle günümüzde de tekrarı yoluyla Anadolu Avrupa Tarihsel ve mitolojik birlikteliğine dikkat çekmeyi de amaçlamaktadır. Dönemin özelliklerine uygun olarak yapılacak ’Tempest Gemisi’ yalnızca yelken ve kürekle MÖ 700’lü yıllarda kullanılan rotayı takip edecek; Altınoluk, Ege adaları ve Yunanistan kıyıları üzerinden İtalya’nın Castro kentine sürecek tarihi yolculuğu tekrarlayacak.

 

Antandros kentinin ziyarete açılması; Truva’ya kadar çok önemli mitolojik merkezleri bünyesinde barındıran Asoss’a kadar uzanan Kaz Dağları’nın Dünya Mirası olma özelliğini de destekleyecektir. Aynı zamanda AB yolunda olan Türkiye’nin tarihsel süreçte bu birlikteliğin içinde olduğunun vurgulanması yoluyla Mitolojinin kaynağı İda Dağları nedeniyle Dünya Mitoloji Merkezi olarak tanımlanan yörenin tanıtımı için alt yapı oluşmasına önemli katkılar sağlayacaktır.

Körfezin Sesi, 12.02.2013

TAKSİM GEZİ PARKI'NIN İKI YAKASINI BİRBİRİNE BAĞLAYAN TARİHİ YAYA KÖPRÜSÜ BİR GECEDE YIKILDI!

 

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Taksim Gezi Parkı'ndaki tarihi yaya köprüsünün yıkılmasıyla ilgili kamuoyu açıklaması yayınladı.
 

Taksim Gezi Parkı'nı Asker Ocağı Caddesi üzerinden karşıya bağlayan ve Prof. Henri Prost tarafından tasarlanan 70 yıllık yaya köprüsü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yıkıldı.

 

II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından Taksim Topçu Kışlası Projesi'nin onaylanmaması üzerine Başbakanın "ret edeni bizde ret ediyoruz" demesinden sonra kamuoyundan gizlenerek köprünün yıkılması düşündürücüdür.

 

1936 yılında İstanbul Belediyesi, Paris Şehircilik Enstitüsü Öğretim Üyelerinden Prof. Henri Prost'u, İstanbul'un planlanması çalışmalarını yönetmek üzere davet etmiştir. Prost, 1936'dan Aralık 1950'ye kadar, İstanbul Belediyesi İmar Müdürlüğü'nde Şehircilik Uzmanı olarak çalışmıştır.

İstanbul'un ilk planı, Henri Prost'un imzasını taşıyan plandır. Bu plan, 1939 yılında yürürlüğe giren İstanbul yakasının 1/5000 ölçekli nazım planıdır. Bu planda yer alan "2 No.lu Park", Konferans Vadisi'nin bir parçası olarak Taksim Cumhuriyet Meydanı'nı Spor Sergi Sarayına bağlayan aks üzerinde İnönü Gezisi adı ile 1937 yılında yine Henri Prost tarafından tasarlanmıştır. Topçu Kışlası'nın 1940 yılında yıkılmasından sonra başlanan inşaat kısa sürede tamamlanmış ve 1943 yılında Belediye Başkanı Dr. Lütfi Kırdar tarafından açılmıştır.

 

1980'li yılların ortalarına kadar adı İnönü Gezi Parkı olan Taksim Gezi Parkı, 2 No.lu Parkın başlangıç noktası olarak tasarlanmış, Cumhuriyetin ilk yıllarının çağdaşlaşma projesinin bir parçası olarak gündeme gelmiş ve yaşama geçmiştir. Bu proje, insanı merkezine alması nedeniyle Cumhuriyet tarihinin en çağdaş projeleri arasında gösterilmekte ve mimarlık tarihi literatüründe yerini almaktadır.

 

Taksim Gezisi, hem 70 yıllık ağaçları ile yoğun kent dokusu içinde nefes alma ihtiyacının karşılandığı bir alan olarak hem de semt dışından gelenler için bir buluşma alanı olarak bugün de hizmet vermeye devam etmektedir.

 

Parkın tasarlandığı tarihte sınırlı sayıda trafik aracı olmasına rağmen, Prof. Henri Prost geleceği planlama düşüncesinden hareketle, parkı bölen Asker Ocağı Caddesi üzerinde yaya yürüyüşünde sürekliliği sağlamak amacı ile projenin bir parçası olarak bir yaya köprüsü de tasarlamıştır. İnsanı temel alan çağdaş düşüncenin ürünü tarihi yaya köprüsü, mimari özgünlüğü nedeniyle de özel bir öneme sahiptir.

 

Gezi Parkı, İstanbul I Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 07.07.1993 tarih, 4720 sayılı kararı ile belirlenen "Kentsel SİT Alanında" yer almaktadır. Gezi Parkı ayrıca İstanbul l Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 12.03.2001 tarih ve 12665 sayılı kararında "Taksim Cumhuriyet Alanı"nın niteliklerini tanımlayan alanlar içinde yer almaktadır. Gezi Parkı yine, İstanbul II No.lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 22.09.2010 tarih ve 3791 sayılı kararı ile onaylı, 1/1000 ölçekli "Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planında" da tanımlanmaktadır.

 

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca alınmış yukarıda anılan kurul kararları ortada iken, Topçu Kışlası Projesinin ret edilmesinden sonra, Şubat ayının ilk günlerinde Gezi Parkı'nın bir parçası olan, insanların trafikle karşılaşmadan ve engelsiz olarak park içinde dolaşımına olanak veren yaya köprüsünün, yıllar içinde altından geçen yük kamyonlarının çarpması sonucu gördüğü hasarın onarılması beklenirken, kamuoyundan da gizlice yıkılması oldukça düşündürücüdür.

 

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi olarak bu yıkımın sorumluları hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca işlem yapılmasını beklediğimizi kamuoyu ile paylaşıyoruz.

Arktera, Ekleyen: Bahar Bayhan, 12.02.2013

"DA VİNCİ'NİN ŞİFRESİ İSLAM BİLİMİNDE SAKLI"

 

İslam tarihi üzerine araştırmalar yapan dünyaca ünlü, 90 yaşındaki akademisyen Prof. Fuat Sezgin, Müslüman bilimcilerin buluşlarıyla ilgili çok tartışılacak açıklamalar yaptı.

İşte Fuat Sezgin'in o açıklamaları...

“DA VİNCİ'NİN ŞİFRESİ İSLAM BİLİMİNDE SAKLI"
Da Vinci'nin şifresi İslam biliminde saklı. Dikkat edilirse Avrupa'daki büyük keşiflerin çoğu hep İtalya'da oldu. Çünkü İtalya Suriye'den, Mısır'dan gümrük kapısı gibiydi. Da Vinci, akıllı bir adamdı. Birçok aletin modelini veriyordu ama hiçbirinin modelini yapamadı. Geçtiğimiz günlerde çok başarılı bir akademisyen arkadaşım bana şöyle dedi: Avrupa'nın dimağını dolduran yanlış isimler var. Bunların gerçek yerlerinin ne kadar az olduğunu gösteremediğimiz sürece İslam bilginlerinin hakları yenmiş olacaktır.

AMERİKA KITASINI MÜSLÜMANLAR KEŞFETTİ
Müslümanların yüzyıllar boyu bir çok önemli buluşlar yaptığını anlatan Sezgin şöyle devam etti: Aslında Yunan bilginlerinin kitaplarını Latin dünyası da tanıyordu, kitapları Latince'ye tercüme de ettiler ama bu eserler onlara tesir etmedi.Ancak Müslümanlar bu kitapları tanıdıktan sonra büyük bir aşkla bunları anlamaya çalıştılar ve yaratıcı olmaya başlayarak büyük şeyler yarattılar. Amerika kıtası da Müslümanlar tarafından keşfedildi. Christophe Colomb, Müslümanlar tarafından yapılan Dünya haritasına dayanarak Amerika'ya değil, Asya'ya ulaşmak istiyordu.

MODERN HARİTALAR İLK OLARAK İSLAM DÜNYASINDA YAPILDI
Sezgin, İslam coğrafyası ve denizciliği üzerine 26 yıl çalıştığını söyleyerek vardığı sonuç için: "Modern haritaları Avrupalıların yaptığı bilgisi tamamen yanlış. Modern haritalar ilk olarak İslam dünyasında yapıldı. Bunu ispat ettim. 18. yüzyıla kadar Avrupa'da enlem-boylam derecesine dayanan harita yapma geleneği yoktu. Bunu İslam dünyasından öğrenmişler ama uzun yıllar doğru tatbik edememişler", dedi.

İSLAM DÜNYASININ BÜYÜK HARİTALARINI PİRİ REİS YAPMADI
Piri Reis haritasının ne olduğunu Türkler henüz bilmiyorlar. Piri Reis İslam dünyasının bir parçası ama İslam dünyasının büyük haritalarını Piri Reis yapmadı. Piri Reis'in İslam haritacılığına katkısı şudur: Akdeniz haritacılığında bazı adaları tanzim etmek. Bunu asla küçümseyemeyiz ancak Piri Reis Akdeniz'in dışına çıkmadı.

BİLİMLER TARİHİ İSLAM DÜNYASINDAKİ YARATICILIĞI BİLMİYOR
Piri Reis önemli bir halka ama haritacılık Piri Reis'le başlamadı, onunla da bitmedi. Müslümanlar 13. yüzyılda Güney Kutbu'na ulaştılar. Hint Okyanusu'nda Afrika ile Sumatra arasındaki mesafeyi 22 dakika farkla ölçtüler. Bunlar maalesef bilinmiyor. Sadece Türkler, Araplar da değil bilimler tarihi de İslam dünyasındaki yaratıcılığı bilmiyor. Bilmediği için de İslam bilimleri bir çıkmaz sokaktadır.

Habertürk (Kısaltarak), 12.02.2013

'BAKİRE KRALİÇE'NİN SERT YÜZÜ

 

 

Tudor Hanedanlığı'nın ünlü kraliçesi 'Elizabeth I'in hiç görülmemiş bir portresi ortaya çıktı.

Portrede, kraliçeyi 'genç ve zarif' gösteren resimlerin aksine gerçekçi bir görünüm var.

 

Yaşamı boyunca hiç evlenmediği için ‘Bakire Kraliçe’ olarak adlandırılan, İngiltere tahtına oturmuş en önemli isimlerden biri olarak nitelendirilen Elizabeth I’in daha önce hiç görülmemiş portresi ortaya çıktı.

Resmi ilginç kılan ise portredeki detaylar. Tudor Hanedanlığı’nın ünlü ressamı Marcus Gheeraerts tarafından resmedilmiş portrede, kraliçeyi ‘genç ve zarif’ gösteren resimlerin aksine gerçekçi bir görünüm var. Portrede kraliçenin kırışıklıkları hayli dikkat çekerken, yüzünün de zamana yenik düştüğü görülüyor.

Portre, Elizabeth Gardens’ın küratörlüğünde, Washington DC’deki Shakespeare Kütüphanesi’nde sergilenmeye başladı.

Radikal, 12.02.2013

'MAVİLİ ADAM' 9 MİLYON DOLARA SATIŞA ÇIKIYOR

 

Çağdaş sanatın beş usta İngiliz sanatçısının eserleri yarın gece Londra’da Christie’s Müzayedeevi tarafından satışa sunulacak.

 

 Christie’s Savaş Sonrası & Çağdaş Sanat Bölümü Avrupa Başkanı Francis Outred, müzayedede “20. yüzyıl İngiliz sanatının en simgesel sanatçılarının çok özel eserlerinden özgün bir grubu bir araya getirdik” dedi.


Müzayedede eserleri yer alacak Francis Bacon, Allen Jones, David Hockney, Peter Doig ve Damien Hirst çağdaş sanat alanında dört farklı kuşağın temsilcileri olarak kabul ediliyorlar.

 

 
Francis Bacon’ın “Man in Blue VI /Mavili Adam VI” adlı 1954 tarihli, tuval üzerine yağlıboya eserine 6 ile 9 milyon dolar arası bir değer biçiliyor.

 

 
Peter Doig’in 1991 tarihli epik eseri “The Architect’s Home in the Ravine / Mimarın Vadideki Evi”ne biçilen değer de 6.1 ile 9 milyon dolar arasında.

 

 
David Hockney’in 1963 yılında, 26 yaşındayken Mısır’a yaptığı ilk gezinin anısına yaptığı “Great Pyramid at Giza with Broken Head from Thebes” adlı eserine ise 3.8 ile 5.3 milyon dolar arasında bir fiyat biçiliyor.

 

 
Allen Jones’un 1969’da yaptığı ve kariyerini en üst noktalara taşıyan “Table, Chair, Hatstand” (Masa, Sandalye, Şapkalık) adlı eserine biçilen değer ise 2.3 ile 3.1 milyon dolar arasında.

 

 
Damien Hirst’ün mükemmel bir orantıdaki iki adet minimalist tankın içinde sakince duran bir koyunu gösteren “Away from the Flock (Divided) / Sürüden Ayrı (Bölünmüş)” adlı eserinin de 2.8 ile 3.8 milyon dolar arasında alıcı bulması bekleniyor.

Habertürk, 12.02.2013

BİN YILLIK TAPULU KALESİNE LAHANA EKTİ

 

 

Rize’nin az sayıdaki tarihi yerlerinden bir tanesi olan, aynı zamanda Rize’nin Gündoğdu Beldesi Bozkale Mahallesi’ne ismini veren Bozkale’nin tapusu köy sakinlerinden Hasan, Hüseyin ve Armağan Ertan kardeşlerde bulunuyor. Bin yıllık geçmişi olduğu tahmin edilen kalenin Cenevizliler’den, Rum Pontus İmparatorluğu’na ardından Trabzon’un fethi ile Osmanlı’ya geçtiği tahmin ediliyor. Tapusu Ertan kardeşlerde bulunan kale ilgisizlik ve bakımsızlık yüzünden yok olma tehdidi ile karşı karşıya bulunurken, yaklaşık 2 dönümlük arazi üzerinde kurulu olduğu tahmin edilen kaleden geriye kalan ise birkaç sur duvarı. İHA'nın haberine göre, kalenin tapusunu elinde bulunduran Hasan Ertan şimdilik kalenin içerisinde lahana yetiştiriyor.

 

Kale Dededen Kalmış

Tarihi ve geçmişi hakkında net bilgiler bulunmayan kalenin Ertan kardeşlere dededen miras kaldığı öğrenildi. Yaklaşık 40 yıl önce Ertan ailesi tarafından köye vakfedilen kale arazisi daha sonra köy tarafından satışa çıkartılmış. Araziyi vakfeden Ertan ailesi ihaleye girerek araziyi tekrar geri almış. Köy heyetinin oluşturduğu bir komisyon ile satış gerçekleştirilerek kale ve arazisi Ertan kardeşlerin üzerine tabu edilmiş. Şuan ki resmi kayıtlarda da kale ve arazisi üç kardeşin üzerinde görülüyor.

 

Ertan Kardeşler Kaleyi Satmayı Düşünmüyor

Konuyla ilgili açıklama yapan arazi sahibi Hasan Ertan (55) “Kale bize dededen, babadan miras kaldı. Tarihi hakkında fazla bilgiye sahip değiliz. Şu anda içerisinde lahana ve fasulye yetiştiriyoruz. Eğer bize teşvik ve destek verilirse bu kaleyi turizme kazandırmak istiyoruz. Kesinlikle satmayı ve kamulaştırılmasını istemiyoruz” dedi.

Yapı, 12.02.2013

TATLICI KOLEKSİYONUNA TOPKAPI SARAYI AMBARGOSU

 

 

Topkapı Sarayı Müzesi, Seferli Koğuşu’nda koruma altında tutulan Mehmet Salih Tatlıcı’nın koleksiyonunda yer alan ve milyonlarca değerindeki tarihi eserin nakli için mahkemeye başvurdu. Mahkeme “Yetkim yok” dedi

Ünlü işadamı Mehmet Salih Tatlıcı’nın 4 yıl önce ölümüyle geride bıraktığı 3 milyar dolarlık serveti arasında yer alan 241 tarihi eser ile ilgili devam eden davada, milyonlarca lira değerindeki eserlerin nerede tutulacağı konusu tartışma konusu oldu. Kültür Bakanlığı Tatlıcı Koleksiyonu’nda yer alan 71 tarihi eserin ‘korunması gerekli taşınabilir kültür varlığı’ olduğunu belirterek, devlet müzelerinde sergilenmesi gerektiğini bildirdi. Eserler Topkapı Sarayı Müzesi Enderun Avlusu’nda bulunan sergi salonu olarak kullanılan Seferli Koğuşu’nda koruma altına alındı. Ancak müze müdürlüğü eserlerin çok önemli bir mekanı işgal ettiğini belirterek, mahkemeden acilen başka bir yere nakledilmesini istedi. Mahkeme bu isteği “Takdir yetkim yok” diyerek, reddetti. Tatlıcı’nın paha biçilmez koleksiyonu bine yakın ferman, hat levha, resim ve ahşap eserden oluşuyor.

Koleksiyonda ferman ve hat levhalardan başka Süleyman Seyyit, Hüseyin Zekai Paşa, Neşet Günal, İbrahim Çallı, Avni Lifij, Hoca Ali Rıza, Ayvazovski, Sami Yetik, Hamit Görele, Fikret Mualla, Cihat Burak, Nurullah Berk gibi ressamların çok sayıda eseri yer alıyor. Milyonlarca lira değerindeki koleksiyon, Salih Tatlıcı’nın ikinci eşinden olan oğlu Uğur Tatlıcı’nın Kağıthane’deki Pil Şirketi’nde gizli bölmelerde polis tarafından yapılan aramalarla ele geçirilmişti. Tarihi eserleri gizlemek ve başkalarına satmakla suçlanan Uğur Tatlıcı, suçlamaları reddetmişti. Sağlıksız koşullarda, gelişi güzel bir vaziyette istiflenen tabloların bir kısmı 2009 yılında Topkapı Müzesi’ne yediemin olarak teslim edilmişti. Yine Uğur Tatlıcı’ya ait Yeniköy ve Beykoz’daki villalarda da çok sayıda tarihi eser bulunmuştu.

Habertürk, Haber: Hayati Arıgan, 12.02.2013

METROPOLITAN MÜZESİ'NİN MARDİNLİ KÜRATÖRÜ

 

 

Aslen Mardinli olan Deniz Beyazıt, bugün dünyanın en önemli sanat müzelerinden biri olan New York Metropolitan Müzesi'nde çalışan ilk ve tek Türk küratör. Yaklaşık 3 yıldır müzede görev yapan Beyazıt, kendisine sunulmuş bir lütuf olarak değerlendirdiği müzeyi, "Sanat tarihiyle ilgilenen herhangi biri için dünyada çalışılabilecek en güzel yer." diye nitelendiriyor.

Deniz Beyazıt'ın Mardin'den New York'a uzanan ilginç bir yaşam öyküsü var. İlk ve orta öğrenimini İsviçre'de tamamlayan Beyazıt, üniversite eğitimini Paris'te, Sorbonne Üniversitesi'nin Sanat Tarihi ve Arkeoloji bölümünde alır. Ardından aynı bölümde doktora eğitimine başlar. Bu süreçte Zürih'te bazı üniversite ve müzelerde çalışmaya devam eder. Daha sonra İstanbul Fransız Araştırma Merkezi'nde görev almak için Türkiye'ye gider ve araştırmalarını Mardin üzerine yoğunlaştırır. Ortaçağ'dan kalma saray ve köşkler üzerinde çalışmalar yapar. Bir süre Türkiye'de bulunduktan sonra araştırmalarına Oxford Üniversitesi'nde devam eder. Bu sırada New York'taki Metropolitan Müzesi'ne iş başvurusunda bulunur. Kısa süre sonra müzeden gelen olumlu cevap, onu en büyük hayali olan Metropolitan Müzesi'ne taşır.

 

Metropolitan Müzesi'nde çalışmayı kendisine sunulmuş büyük bir lütuf olarak gören Deniz Beyazıt, kariyerindeki en büyük adımı New York'a gelmekle attığını söylüyor. İslam dünyasının her köşesinden eserlerin sergilendiği bir departmanda çalıştığını hatırlatan Beyazıt, "Arabistan, Türkiye, İran, Orta Asya ve Güney Asya bölgelerindeki İslam sanatını anlatan yaklaşık bin 200 eserimiz var. Her eserin kendi tarihi ve geçmişi var. Hepsine ayrı hayranlık duyuyorum. Çünkü eserler kendi dönemlerini anlatıyor bize. Bu ortamda çalışan ilk ve tek Türk küratör olmak beni ayrıca mutlu ediyor." diye aktarıyor düşüncelerini.


Sergilenen eserlerin altı ayda bir değiştirildiğini belirten Beyazıt, "Müzede eserlerin muhafaza edilmesi için çok uygun şartlar hazırlanıyor. Hava, nem, sıcaklık ve ışık gibi etkenlerin eserler üzerinde ciddi etkisi var. Müzemiz bunları çok dikkatli hesaplayarak eserleri koruyor. Dünyanın en profesyonel müzesinin burası olduğunu söyleyebilirim."

'İSLAM DÜNYASI SANAT GALERİSİ'Nİ GÜNDE 2 BİN 500'DEN FAZLA KİŞİ ZİYARET EDİYOR
İslam coğrafyasına ait sanat eserlerinin sergilendiği 15 farklı galeriyi her gün 2 bin 500 den fazla insan ziyaret ediyor. Müze yetkililerinden alınan bilgiye göre 15 ay önce açılan İslam Sanatları galerisini şu ana kadar 1 milyondan fazla kişi ziyaret etti. New York Metropolitan Müzesi'nin yıllık ziyaretçi sayısı ise 5 buçuk milyondan fazla. İslam Sanatları galerisinin kısa bir süre içinde bu kadar ziyaretçi görmesi büyük bir başarı olarak değerlendiriliyor.


Galeride Osmanlı dönemine ait 16. ve 17. yüzyıldan kalma eserler büyük ilgi topluyor.

Habertürk 11.02.2013

İŞTE KABE'NİN SON HALİ

 





 

Suudi Arabistan'da Harem'in genişletmesi projesi kapsamında Kabe'nin tavaf alanında başlatılan çalışmalar aralıksız devam ediyor...

Projede; Misfalah ve Ecyad tarafından Harem'in genişletilmesi, Kabe'de tavaf alanının genişletilmesi ve Mescid-i Haram'ın meydanları etrafında 63 otel kulesinin inşa edilmesi öngörülüyor.

 

Suudi Okaz Gazetesi'nde yer alan haberde çalışmaların üç ana eksen etrafında devam ettiği belirtildi.

 

İlk olarak Harem'in genişletilmesi çalışması çerçevesinde 1 milyon kişinin bir anda namaz kılabilmesi için alan hazır hale getirilecek. İkincisi dış avlular; lavabolar, koridorlar, tüneller ve giriş-çıkışlar çoğaltılacak.Üçüncüsü ise alan hizmetleri, klima, elektrik santralleri, su tesisleri ve benzeri imkanlar genişletilecek.

 

Genişletme çalışmalarının toplam alanının 750 bin metrekare olacağı, genişletme projesinin Harem'in avlularını kapsayacağı belirtiliyor.

 

Tavaf alanının genişletilmesi kapsamında Osmanlı döneminde yapılan genişletme çalışmalarının ve revakların bir kısmı kaldırıldı.

 

Kral Abdülaziz Vakfı Projesi'nin merkezi klima binası faaliyete girdikten sonra Kabe'nin klima ihtiyacı buradan karşılanacağı ve Ecyad tarafında bulunan eski klima binasının yıkılacağı dile getirildi.

Habertürk, 10.02.2013

İTALYAN USULÜ KENTSEL DÖNÜŞÜM

 

Dünyadaki her faşist, Mussolini’nin parlak ya da sönük bir kopyası olmaya mahkumdur.

Dünyadaki her faşistin “my way” sandığı yol, mutlaka Mussolini tarafından çizilmiş ve geçilmiştir. Dünyadaki her faşist, bilerek ya da bilmeyerek Mussolini’nin daha önce yaptığını tekrarlamak zorundadır. Mussolini’nin kim, faşizmin ne olduğunu bilmeyen alaylı faşistler -ki, onlara despot diyoruz- yumurtadan çıktıktan sonra hiç şaşırmadan denize koşan kaplumbağa yavruları gibi, içgüdüsel bir doğaçlamayla onun yolunu tutar, onun yaptığını yaparlar.


Başka bir deyişle gökyüzünün altında faşizme dair yeni bir şey yoktur. Mussolini’nin modeli çok taklit edilmiş ama temel prensipleri aşılamamıştır.


Çünkü bilgiyi kulaktan dolma yöntemiyle, tercihen zeytinyağlı tüketen çoğunluğun sandığı gibi “Faşizm”in kurucusu Hitler, beşiği de Almanya değildir. “Faşizm”in gerek kuram, gerekse kurucu babası Benito Amilcare Andrea Mussolini olup, beşiği de İtalya’dır.
Mussolini, antik Roma İmparatorluğu’nu örnek alıp yenisini kurmayı amaçlayan bir devlet modeli kurgulamış, zaten ideolojisinin adını da antik Roma cellatlarının baltalarını tutan değnek demeti, Latince “fascis” kelimesinden türetmiştir.
 

***


Dünyanın gelmiş geçmiş tüm faşistlerinin sektirmeden uyguladığı Mussolini yöntemlerinden biri, belki de en başarılı politikası olduğu için “kentsel dönüşüm projesi”dir.


İtalya’yı köhne binaların yıkılıp yenilerinin yapıldığı muazzam bir inşaat şantiyesine çeviren kentsel dönüşüm seferberliği, 1925 yılında ilan edildi. Dönüşümün üç amacı vardı.


Bir: Eski bir sosyalist olarak iyi tanıdığı lumpenlerin kentlerde yoğunlaşmasını tehlikeli bulan Mussolini, yoksulları periferiklere inşa edilen sosyal konutlara taşıyarak kentlerden uzaklaştırmayı hedefliyordu.


İki: Devletin cömert desteğiyle dopinglenen inşaat sektörünün istihdamıyla işsizliğin biteceği hesaplanıyordu.


Üç: Lumpenlerden temizlenen eski, bakımsız ama çok merkezi semtlerdeki binaların yıkılıp yerine lüks konutların inşasıyla elde edilecek büyük rant sayesinde hem faşist parti yandaşlarından oluşan zengin bir sınıf yaratmak, hem de inşaat sektörüne verilen devlet desteğinin geri alınması amaçlanıyordu!


Çünkü Mussolini’nin kurduğu faşist rejimin ekonomisi elbette ki liberaldi ve Duce, “Devlet, ekonomik üretimden çıkmak, tekelleri özelleştirmek zorundadır, çünkü bu işleri patronlar kadar iyi beceremez!” diyecek kadar serbest piyasa yanlısıydı. Ama yoksulları da aç biilaç bırakmayacak kadar akıllı bir kapitalizmdi, İtalyan faşizmi: Halka doğrudan yardım, evlere torba torba ihtiyaç dağıtımı konsepti, her yerden önce faşist İtalya’da uygulandı.
 

***


Yiğidi öldür, hakkını yeme: Mussolini zamanında tüm ülke modern otoyollar ve demir ağlarla örüldü. Görkemli adalet ve belediye sarayları, posta binaları, kiliseler, spor salonları, havuzlar, Faşist Gençlik Evleri, hastaneler, dispanserler yapıldı. Her biri birer kunt mimari örneği olan bu gösterişli yapılarla, Mussolini rejiminin “ebedi gücü” vurgulanıyor, modernleştirilen kentler belki de böylece, artık kaçınılmaz hale gelen savaşa hazırlanıyordu.


Faşist İtalya’nın “kentsel dönüşüm projesi” 1940’lara kadar sürdü. Bugün Putin’in yaptığı gibi her fırsatta yarı beline kadar soyunup atletik vücudunu sergilemeyi pek seven Mussolini’nin en çok sayıda fotoğrafı, gömleğinin kollarını kıvırmış, kazma küreğe sarılmış olarak çekildi.

Ama İtalya’ya muazzam eserler ve dünya faşistlerine yol gösterecek bir büyüklük, bir görkem ölçüsü olarak “Mussolini mimarisi” diye anılan bir biçem bıraktı.


Dolayısıyla “üstadın” izinden giden her despotun, ister sağdan gelsin ister soldan, sonuçta faşizme varan baskı rejiminin bir bacağı mutlaka imar politikası olup hepsinin illa ki birer “kentsel dönüşüm projesi” vardır!


Eğer bildiğiniz bir ülkenin “kentsel dönüşüm projesi” faşist mimarinin en ve boy ölçülerini bile aşıyor, ama sonuç İtalya’daki estetiği tutturamıyorsa, sorun istem eksikliği değil, görgü yokluğudur.
 

G NOKTASI

Hitler, Alman Nazizmini İtalyan Faşizmi’nden esinlenerek kurgulamış ve iktidarının ilk yıllarında ağası Mussolini’ye hayrandı.


Elbette Hitler’in de bir “kentsel dönüşüm projesi” vardı. Onu da 5.05.2011 tarihli Cumhuriyet’te yayımlanan “Germania’dan İstanbul’a Sıyırtmak” başlıklı yazımda anlatmıştım.


Ne var ki kentsel dönüşüm ne Mussolini ne de Hitler’e yaradı. İkisi de bırakın saraylarını, yataklarında bile ölemediler!


Mussolini, kaçmaya çalışırken köylüleri tarafından linç edildi ve cesedi tepetaklak, bacağından asıldı bir ağaca. Hitler ise yaptırdığı saraylara hiç benzemeyen bir sığınakta intihar etti.


Çünkü ekilen biçilir. Eden bulur.


“Mimari, harabesi bile güzel olan sanattır.”
AUGUSTE PERRET

Cumhuriyet, Yazı: Mine G. Kırıkkanat, 10.02.2013

İŞÇİLER 'ODA MEZAR' BULDU

 

 

Mersin'de elektrik direği için iş makinesi ile kazı yapan işçiler, içinde insan iskeleti ve bazı tarihi eşyaların bulunduğu oda şeklinde mezar buldu.

 

Merkez Mezitli İlçesi Atatürk Mahallesi 104. Cadde üzerinde elektrik direklerini değiştiren işçiler, iş makinesi ile çukur kazmaya başladı. Kazı sırasında iş makinesi bir anda boşluğa girdi. Çukura bakan işçiler insan iskeleti, iki küp ile çok sayıda bardak şeklinde metal parçaya rastladı. İşçiler durumu polise bildirdi.

 

Olay yerine gelen polisler, çevreyi güvenlik şeridiyle çevirdi, müze müdürlüğü yetkililerine bilgi verdi. Alana gelen bazı meraklı vatandaşlar, ellerindeki ucuna metal bağlanmış ağaç çubuklarla tarihi eserleri incelemeye çalıştı. Vatandaşlar, çubukla içeriden çıkardıkları bir eseri polisin uyarısı üzerine tekrar yerine bıraktı. Oda mezar olduğu tahmin edilen yerdeki eserler, yapılan incelemelerin ardından müze müdürlüğüne teslim edilecek.

Milliyet, 10.02.2013

İSTANBUL'UN SURLARI SATILACAKTI

 

 

İstanbul, tarih boyunca dışarıdan gelen saldırılardan korunmak için surlarla çevrildi. Bizans döneminde yapılan surlar, Romalılar zamanında birkaç defa yenilendi. İmparator Septimius Severus, Konstantin ve Teodosius şehri surlarla kuşattı. Bugünkü surlar Teodosius'un yaptırdığı ve Osmanlı döneminde tamiratlar geçiren surlardır.

Surları önce yıktık, sonra tamir ettik
Surlar, İstanbul'u tarih boyunca dışarıdan gelen saldırılardan korudu. Fatih'ten önceki Osmanlı kuşatmaları surları aşamadı. II. Mehmed, surları geçmek için yıllarca hazırlandı, Rumeli Hisarı'nın tamamlanmasından kısa bir süre sonra 30 bin kişilik bir kuvvetle ansızın şehir surları önüne gelerek üç gün incelemelerde bulundu. Sultan, keşiften sonra kuşatma taktikleriyle ilgili kitaplar okudu ve kuşatma planları yaptı. Yapılan hazırlıklar ve sultanın iradesiyle İstanbul, 29 Mayıs 1453'te fethedildi.

Şehrin surları kuşatma sırasında harap olmuştu. Fetihten sonra Karıştıran Süleyman Bey ve İstanbul'un ilk kadısı Hızır Çelebi surları tamirle görevlendirildiler. Yapılan tamiratla surlar eski haline kavuştu. Ancak en büyük düşmanı deprem, surları sık sık yıkacaktı.

Yıkık surlar kapı gibi kullanıldı
Osmanlı döneminde yıkılan surlar sık sık tamir edildi. 1800'de III. Selim tebdilen kale kapısından şehre girerken, surların yıkık kısımlarından bazı kimselerin girip çıktıklarını gördü. Bu durumun uygun olmadığını, gümrük mallarının da buralardan kaçırılabileceğini ifade edip, surların yıkılmış yerlerinin mimar vasıtasıyla keşif yapılıp, tamir edilmesini emretti.

Deniz tarafındaki surları dalgaların tahribini önlemek için ilginç bir yöntem izlenmişti. Deniz tarafındaki sur duvarlarının önüne taşlar dökülerek dalgaların etkisi azaltılırdı. Bunun için her gemi yüzlerce kiloluk büyük beş taş getirirdi. Taşlar, şehremini ve başmimar vasıtasıyla gerekli yerlere konulurdu.

Satılık surlar
II. Meşrutiyet döneminde 1909'da ordunun ihtiyacı için surların satılarak kaynak meydana getirilmesi düşünüldü. Surların eski eser olan kısımlarının haricindeki yerleri müzayede yoluyla antik eser meraklısı taliplerine satılacaktı. Birinci ve üçüncü orduda inşa edilecek binaların inşaat masrafları buradan gelecek gelirle karşılanacaktı. Ancak bu mesele gündeme gelince surların tamamının asar-ı atika, yani eski eser olup olmadığı tartışıldı.

Müze-i Hümayun Müdürlüğü, surların tamamımın fevkalade tarihi öneme sahip olduğu ve bu yüzden muhafaza edilip, asli şeklinde bırakılması gerektiği ve hiçbir cihetinin yıkılmasının caiz olmadığı yönünde görüş bildirdi. Müzenin şiddetli muhalefeti sayesinde surlar kurtuldu. Surların yıkılıp satılması, yerine gereken yerlerinin tamir edilip muhafazasına karar verildi.

Surlar ve deprem
1509 depreminde İstanbul surlarında bulunan burçlardan 49'u ya yıkılmış ya da ağır hasar görmüştü. Depremde yıkılmayan, ancak yıkılma tehlikesi bulunan bina ve duvarlar ise çevresindeki insanlara korkulu günler yaşatmaya devam etmişti. Depremden sonraki imar faaliyetleri sırasında şehrin surları, köprüler Rumeli ve Anadolu hisarlarının tahrip olan yerleri, Kız Kulesi, evler, camiler, medreseler, hanlar, çeşmeler ya baştan inşa edildi ya da tamir edildi.

1556, 1690 depremlerinden de surlar etkilendi. 25 Mayıs 1719 depremi İstanbul'da, İzmit kadar olmasa da bazı bölgelerde hasara yol açmıştı. İstanbul'daki surlarda hasar çoktu. Surlardaki 27 burç yıkılmıştı. 1754 depreminde ise Yedikule'nin burçlarından biri yıkıldı.

1766 depreminde şehrin surları da depremden etkilenip, surlarda yer yer yıkılmalar meydana geldi. Surların yıkılması ona bitişik veya yakınında bulunan ev, dükkan, değirmen gibi binaların hasar görmesine sebep oldu. 1894 depreminde de şehrin surları harap oldu.

31 Mart'ın perde arkası ve II. Abdülhamid'le ilgili bilinmeyenler
Son yıllarda İkinci Abdülhamid'le ilgili araştırmalar arttı. Sultanbeyli Belediyesi tarafından yayımlanan, editörlüğünü Dr. Coşkun Yılmaz'ın yaptığı "Sultan II. Abdülhamid ve Dönemi" isimli kitap İkinci Abdülhamid'le ilgili bilinmeyen pek çok konuyu ortaya koyuyor. 31 Mart Vak'ası başta olmak üzere ve önemli olayların, uluslararası oyunların Osmanlı İmparatorluğu'na ve sultana karşı oynanan gizli oyunların aktörlerini anlatıyor. Özellikle Zekeriya Kurşun'un 31 Mart Vak'ası ile ilgili yazısı bu meseleyi çok farklı açıdan ele alan bir araştırma.

Vefatının 95. yılında Sultan İkinci Abdülhamid ve dönemiyle ilgili çok önemli çalışmaların yer aldığı kitapta, ülkemizin önde gelen ilim adamlarının şu çalışmaları yeralıyor: İkinci Abdülhamid'in kişiliği, döneminde muhalefet ve din, sultanı tahta çıkaran ve indiren fetvalar, 31 Mart Olayı'nın arkasındakiler, sultanın yönetim, din ve devlet anlayışı, dış politikası, hukuki reformları, muktesitliği, İkinci Abdülhamid'in sağlığı ve sağlık hizmetleri, dönemindeki eğitim, kütüphanecilik, hat ve tezyinat sanatlar, İkinci Abdülhamid ve Haremeyn, devlet-tarikat münasebetleri,1894 Depremi, İstanbul'un imarı, döneminde futbol ve İkinci Abdülhamid'in Kuzey Yunanistan'da yaptırdığı mimari eserlerden bugüne ulaşanlar.

Sultanbeyli Belediyesi'nin desteğiyle 10 Şubat 2013 Pazar günü (bugün) ise saat 9.30'dan itibaren Darülaceze'de "Vefatının 95. Yıldönümünde II. Abdülhamid Sempozyumu" düzenleniyor. Ülkemizin önde gelen tarihçilerinin sunacağı birbirinden ilginç tebliğleri dinlemek ve özellikle Irak petrollerinin İkinci Abdülhamid dönemindeki durumunu öğrenmek isteyenler bu sempozyumu takip etsinler.

Fıçılarla kapatılan surlar
Bizanslılar İstanbul kuşatması sırasında top ateşleri sonucunda açılan gedikleri kapatıp, surların yıkılan kısımlarını fıçılar, toprak ve diğer malzemelerle doldurmuşlardı. Türkler ise büyük bir cesaretle çengelleri kullanarak yıkılmış surlar üzerine yerleştirilen fıçıları yere düşürerek gedikleri tekrar açmaya çalışmışlardı.

Top Yıkduğu Mahallesi
Fatih'in askerleri, Topkapı'ya yakın bir yerden savaşarak şehre girmişlerdi. Nitekim bu bölgenin ismi de, surların gördüğü tahribat sebebiyle, fetihten sonra Top Yıkduğu Mahallesi olarak anılmıştır. Nitekim fetihten sonraki tamirat sırasında yaklaşık 25 metre boyunda, 17 metre eninde Topkapı yakınlarındaki bir gedik de tamir edilmişti.

Bugün, Yazı: Erhan Afyoncu, 10.02.2013

KUR'AN'IN İLK MUSHAF PARÇALARI ÇÜRÜYOR

 

 

Yemen’deki Cami-ül Kebir’in mahzeninde ortaya çıkan Kur’an’ın ilk Mushaflarının çürümeye terkedildiği ortaya çıktı.

 

Nüshaları inceleyen Prof.Dr. Altıkulaç, “Hiç çalışma yapılmadın yıllardır bekletiliyor. Tarihi vesikalar bakım bekliyor” dedi.

Kuran'ı Kerim'e ait ilk ve en eski Mushaf parçaları Yemen'in başkenti Sana'daki Cami-ül Kebir'in mahzenlerinde bulundu. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in emriyle inşa edilen Cami-ül Kebir'in çaktı katında ve mahzeninde yapılan tadilat sırasında bulunan sandıklar dolusu Mushaf parçalarını incelemek için Yemen'e giden Diyanet İşleri eski Başkanı Prof.Dr. Tayyar Altıkulaç, bulunan varakların Kuran'ın günümüze kadar bozulmadan geldiğini gösteren en eski tarihi vesikalar olması bakımından çok önemli olduğunu söyledi.

YILANLARLA DOLU MAHZENDEN ÇIKTI
Mushafları görmek için 4 kere Yemen'e giden Prof. Dr Altıkulaç parçaların uzun süre önce bulunduğunu, fakat üzerinde gerekli çalışmanın yapılamadığını söyledi. Mushaf parçalarına, Cami-ül Kebir'in çatısında meydana gelen çökme sonrası başlatılan tadilatta ulaşıldığını belirten Altıkulaç şöyle konuştu:

"Çalıyanlar, mahzeni açtıklarında, içeride Mushaf parçaları dolu olduğunu görüyor. Niçin parçaları diyoruz? Çünkü İslam'ın ilk dönemlerinde Mushaflar bol olmadığı için cemaat parçalayarak kısım kısım okuyor. Elden ele kullanılarak bunlar yıpranıyor. Yazının gelişmesinden sonra Mushaflar çoğalınca, bu parçalar sağda solda kalmasın diye depolanıp bir yerde saklanıyor. Mahzenin kapısını açınca yılanlar dışarıya hücum etmiş. Mahzenin bir de çıkış penceresi gibi bir yeri var, oradan da sular giriyor içeri. Bu çok değerli tarihi vesikaların bir kısmı bu şekilde çürümüş ve kirlenmiş. Hatta güvercinler bu mahzene yuva yapmış."

BİR KISMI LONDRA'DAKİ MÜZAYEDELERDE SATILMIŞ
Bulunan tarihi Mushaflar'ın nasıl gün yüzüne çıktığını dönemin yetkililerinden İsmail El Akva'dan dinlediğini de belirten Altıkulaç, "Yemen'deki yetkililer bunları bulunca toplayıp bir yerde muhafaza etmiş. Ama maalesef zamanın bazı idarecileri bunların bazı kısımlarını alıp Londra müzayede salonlarında satmış. Bu defa da camiinin çatısının altında duvardan taşlar düşünce tadilat yapmak için çatıya çıkıldığında oradaki bölmede de öbek öbek Mushaf parçalarının dolu olduğunu tespit ediyorlar. Buradaki Mushafları da 20 çuvala doldurulup depolanıyor" dedi.

SAHABE DÖNEMİNE AİT OLANLAR DA VAR
Mushaf parçalarının Yemen Kültür Bakanlığı sorumluluğunda olduğunu ifade eden Altıkulaç, "Bunlar tek tek ele alınıp tasnif edilmeli, bakımları yapılmalı ve üzerinde çalışılmalıdır" dedi. Varakların karışık olduğunu vurgulayan Altıkulaç, "Sahabe dönemine ait olanlar da var, ikinci ve üçüncü asra ait olanlarda bulunuyor. Sahabe dönemine ait Mushaf parçaları akademik dünya tarafından incelenip bugünkü Mushaf'la aralarındaki herhangi bir farklılığın olmadığını gösterebilecek önemli bir kaynak. Bu Kuran'ı Kerim'in değişmeden günümüze kadar geldiğini ortaya koyulması açısından çok önemli olacaktır."

Prof.Dr. Altıkulaç, Alman heyetin üzerinde çalışma yaptığı Mushaf varakları dışında halen sandıklar dolusu Mushaf parçaları bulunduğunu kaydetti. Çalışmalarır nedeniyle yetkililerin kendisini Yemen'e davet ettiğini belirten Altıkulaç, "Yemen'e gittiğimde metal sandıklar dolusu parçaların üzerinde hiç çalışma yapılmadan beklediğini gördüm. Şu anda o tarihi vesikalar bakım bekliyor. Bir çöp konteynırına gelişi güzel nasıl doldurulursa, bu tarihi Kur'an parçaları da öylece bu kocaman sandıklara doldurulup, bırakılmış" dedi.

ALMANLAR 35 BİN PARÇAYI TASNİFLEMİŞ
Prof.Dr. Altıkulaç, Yemenliler'in Mushaf parçalarının korunması ve işlevsel hale getirilmesi için bir çalışma başlatmak istediklerini ifade etti. Danimarkalı uzmanlarla temasa geçildiğini belirten Altıkulaç, "Ancak parçaları Danimarka'ya getirmelerini istiyor. Yemenliler bunu kabul etmiyor. Ardından Almanlar'la görüşüyorlar ve Almanlar Yemen'e bir heyet gönderiyor. Alman Hükümeti ödenek tahsis ediyor bu çalışma için. Bu heyetin başında oryantalist ve Kuran tarihi üzerine çalışan Gerd R Puin adında bir profesör bulunuyor. Almanlar bu çalışmada 35 bin çekim yapmış" dedi.

DETAYLI İNCELENMELİ
Altıkulaç, Yemen'de bulunan bu en eski Mushaf parçalarını derinlemesine incelemek ve bakımını yapmak için ilerde bir çalışma yürütmeyi düşündüklerini ifade etti. Parçaların ciddi bir programla ele alınması ve üzerinde çalışılması gerektiğini ifade eden Altıkulaç şunları söyledi:

"İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi Direktörü Halit Eren'le birlikte Yemen'e giderek oradaki Mushaf parçalarını nasıl değerlendirileceği konusunda ilgililerle konuşmak üzere bir çalışma yapmayı planlıyoruz. Baktığım parçaların günümüzdekilerle karşılaştırmasını yaptığımda Kuran'ın hiç değişikliğe uğramadığı açıkça görülüyor. Burada bulunan Mushaf parçaları arasında İslam'ın ilk yıllarına ait, hicretin ilk dönemlerine uzanan çok sayıda Mushaf parçaları var."

Yemen’e giden ilk sahabeler
Tarihi Mushaflar, gözleri Yemen’e giden sahabelerin üzerine çevirdi. Allah’ın Resulü, ashablarından Hz. Ali, Hz. Ebu Musa El-Eş’ari, Hz. Muaz Bin Cebel ve Hz. Halit Bin Velid gibi isimleri sağlığında Yemen’e gönderdi. Yemenliler’in İslam’a girmesinde özellikle Hz. Ali’nin irşad faaliyetlerinin büyük etkisi oldu. Hz. Ali’nin Yemen’e gitmesiyle halk kitleler halinde İslam’a geçti

Sana Camii olarak da bilinen Cami-ül Kebir, İslam tarihinin de 3. camisi. Hicretten sonra tahminen 627-630 yılında yapılan bu cami, Peygamber Efendimizin emriyle inşa edilmiş. O yıllardan beri defalarca onarılan caminin dikdörtgen avlu ve sütunları üstüne oturtulmuş düz tavanı İslam öncesi mimarisiyle dikkat çekiyor.

Bugün, Haber: Kamil Maman, 10.02.2013

 

******


BÜYÜK HAZİNE SAHİPSİZ KALMAYACAK

 

BUGÜN, Kuran'ı Kerim'e ait ilk ve en eski Mushaf parçalarının Yemen'in başkenti Sana'daki Cami-ül Kebir'in mahzenlerinde bulunduğunu ortaya çıkardı. Cami-ül Kebir'in çatı katında ve mahzeninde yapılan tadilat sırasında bulunan 20 çuval Mushaf parçaları metal sandıklara gelişi güzel doldurulmuş. Uzmanlar, tarihi belgelerin Kuran’ın değiştirilmeden günümüze ulaştığının en önemli kanıtlarından biri olduğuna dikkat çekti. Ayrıca İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (İRCİCA) Yemen’de bulunan en eski Kuran Mushaf parçaları için harekete geçti. Türk uzmanlar Yemen’e giderek ilk olarak Mushaf parçalarını bakımını yapacak. Ardından Mushafları tasnif ederek karşılaştırmalı olarak inceleyecek.

BAKIMI İRCİCA'DAN
İRCİCA Genel Direktörü Dr. Halit Eren Yemen’de bulunan en eski Mushafları incelemek için San’a şehrine gideceklerini söyledi. “Dünyada Mushaflarla ilgili çalışmayı ilk biz başlattık" diyen İRCİCA Direktörü Eren, şunları söyledi:“İlk olarak Topkapı Sarayı’nda bulunan Mushafların tıpkı basımını yaptık. Projenin başında  Tayyar Altıkulaç vardı. Ardından da Kahire’de bulunan bir Mushaf’ı yayınladık" diye konuştu.

Yemen’de bulunan Mushaf parçaları ile ilgili ise şunları söyledi: “İlk asır Mushafların teker teker okunup günümüzdekiyle karşılaştırması 1400 yıldır yapılmamıştı. Yemen'de bulunan Mushaflar işlenmiş ceylan derileri üzerine yazılmış varaklardan oluşuyor. Burada binlerce Mushaf parçası bulunuyor. Bu Mushaflar İslam’ın ilk dönemine ait ve en eski Mushaf parçaları. Bulunan Mushafları görmek için Tayyar Altıkulaç hocamızla birlikte Yemen’in San’a şehrine gittik. Mushaf parçalarını Yemen Kütüphanesi'ne götürmüşler.

Buradaki yetkililer bizden bu Mushaf parçalarının tasnif, bakım ve incelenmesini istediler. Çok sayıda varak bulunduğu için bunun tasnifi ve çalışması uzun süre zaman alacaktır. Bu konuda Tayyar Altıkulaç hocamızla birlikte bu projeyi gerçekleştirmeyi düşünüyoruz. Önümüzdeki günlerde de tekrar Yemen’e gitmeyi planlıyoruz."

BÜTÜN DİNLER İÇİN ÖNEMLİ
Prof.Dr. İlber Ortaylı, Yemen’de bulunan Mushafların sadece İslam dünyası için değil bütün dinler için de önemli olduğunu belirtti. Ortaylı, bu konuda en iyi bilgisi olan kişinin Tayyar Altıkulaç olduğunu söyleyerek, "Yıllardır Kuran’ın ilk ve en eski nüshalarının nerede olduğu tartışma konusuydu. Bu ilk nüshaların Yemen’in San’a şehrinde olduğu da söyleniyordu. Kuran’ın ilk nüshaları her zaman önemlidir. Bu sadece İslam dünyası açısından değil, Hristiyanlardan tutun da Budistler için bile önem arz etmektedir. Kuran zaten hiç değişmeden gelmiştir" dedi.

KURAN’IN BOZULMADIĞININ RESMİDİR
Diyanet İşleri eski Başkanı Prof.Dr. Süleyman Ateş bulunan ilk Mushaf parçalarının, Kuran’nın hiç değişmediğini göstermesi bakımından önemli olduğunu belirtti. Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzeleri Başkanı Prof.Dr. Haluk Dursun, “IRCICA daha önce başka mushaflarla ilgili de çalışma başlatmıştı. Burada bulunan mushaflarla ilgili de gerekli çalışmayı yapacaklarını düşünüyorum. Yemen’de bulunan mushaf parçaları ana kaynağın orijinalliğini koruduğunu göstermesi bakılımdan önemli tarihi kaynaklardır” diye konuştu.

Bugün, Haber: Kamil Maman, 11.02.2013

İMRAHOR İLYAS BEY HAYATA DÖNECEK

 

Bizans döneminde Studios Manastırı adıyla bilinen ve Sultan İkinci Bayezid döneminde camiye çevrilen İmrahor İlyas Bey, 100 yıl sonra yeniden ibadete açılacak.

 

"İstanbul'un en eski dini yapısı" olarak tanımlanan cami için Vakıflar Genel Müdürlüğü harekete geçti. Onarım çalışmaları bittiğinde cami yeniden hizmet verecek. İstanbul'un Yedikule semtinde 454 yılında kilise olarak kurulan ve sonrasında camiye dönüştürülen İmrahor İlyas Bey Camisi, 1782'de çıkan yangın ve 1894 depreminde büyük zarar gördü. En son 1920'de tadilat gören yapı 93 yıl aradan sonra ilk kez onarımdan geçecek. Deprem ve yangınla hayli yıprandığı saptanan camide özellikle çöken çatısı ve ciddi zarar gördüğü saptanan mozaiklerinin yenilenmesi için çalışma yürütülecek.

Sabah, Haber: Burcu Çalık, 10.02.2013

TARİH GÖZ GÖRE GÖRE YIKILIYOR

 

 

Fatih Belediyesi tarafından 2005 yılında yenileme alanı ilan edilen Ayvansaray'da, korunması gereken tescilli binalar teker teker yıkılıyor. Kepçelerle yıkılan iki katlı tarihi ahşap bir binadan geriye bina enkazı kaldı.

 

Fatih Belediyesi’nce ‘kentsel yenileme alanı’ ilan edilen Ayvansaray’ın tarihi Türk Mahallesi’nde skandallar bitmek bilmiyor. Belediyeden yenileme projesinin ihalesini alan Altınboynuz Turizm İnşaat Şirketi, 20. yüzyılın başından kalma tescilli Osmanlı evlerini teker teker yıkıyor.


2005’te Fatih Belediyesi tarafından kentsel dönüşüm alanı ilan edilen Ayvansaray yenileme projesi ihalesini, ‘Şener Grup’ adına Altınboynuz Turizm İnşaat Şirketi aldı. Şirket, 16 adet tarihi binanın röleve - restorasyon - restitüsyon çalışmaları ile 32 adet yeni binanın yapılması planlanan projeye bir türlü sadık kalmadı. ‘Osmanlı evleri’ ile tanınan mahallede yeni yapılacak projenin de adına ‘Türk Mahallesi’ adı verildi. Amaç tescilli evleri restore edip, diğerlerini de bu evlere uygun halde yapmaktı. Gelin görün ki uygulama böyle olmadı. Tarihi evler yıkılmaya başlandı. Şirkete ait kepçeler geçen sene mart ayında, Koruma Kurulu ve Arkeoloji Müzesi’nin izni olmadan tarihi alanda hafriyat çalışmalarına başlamıştı. Radikal gazetesi bu olayı 26 Mart 2012 tarihinde, ‘Sur dibinde kepçeyle operasyon’ başlıklı haberiyle kamuoyuna duyurdu. Bunun üzerine tarihi yarım adadaki izinsiz kazı durduruldu.


Osmanlı eviydi
Altınboynuz Turizm İnşaat Şirketi’ne ait kepçeler, bu kez de Kuruma Kurulu tarafından tescillenmiş başka bir tarihi binayı yıkarak Ayvansaray’daki kentsel dönüşüm skandallarına yenisini ekledi. ‘2868 ada’ üzerinde bulunan tescilli binanın yıkıldığına dair ihbar üzerine Radikal, olay yerine giderek ahşap binanın kepçelerle yıkımını görüntüledi. 20. yüzyıl Osmanlı Türk mimarisinin özgün örneklerinden biri sayılan iki katlı ahşap binadan geriye enkazı kaldı. Öte yandan 30 Aralık 2012 tarihinde Altınboynuz Turizm İnşaat firması tarafından yıkımına başlanan ve tepkilerden dolayı yıkımı yarım kalan bir başka tarihi binayı yıkmak için iş makineleri dün tekrar iş başındaydı. Öte yandan aynı mahallede bulunan bir başka tescilli bina için ihaleyi alan firmanın ekiplere yıkım talimatı verdiği öğrenildi. Yıkım talimatı verilen tescilli binada bulunan eşyaların dışarıya çıkartıldığını ve yıkım öncesinde firma yetkilileri tarafından binanın fotoğraflarının çekildiği gözlemlendi. Ancak olay yerinde olduğumuzu ve yıkılan binanın fotoğraflarını çektiğimizi öğrenen firma yetkililerinin, binanın yıkımını ileri bir tarihe ertelediği öğrenildi. Binaların yıkımıyla ilgili herhangi bir ihbar almadıklarını söyleyen Koruma Kurulu ise tescilli binaların sağlam olmaması durumunda tescillerinin iptal edilerek bu tarz binaların yıkılabileceğini söyledi.


Kentsel dönüşüm kapsamında yenileme alanı ilan edilen Ayvansaray’da yaşanan bir başka skandal ise projedeki çifte standart krizi olmuştu. 

Sehven çifte standart 
Radikal gazetesi, Ayvansaray yenileme projesi kapsamına giren bir parsel için projeye evini vermek istemeyen vatandaşa iki, müteahhide üç kat izin verildiğini de haberleştirmişti. Haberi yalanlayan Fatih Belediyesi proje için ‘sehven olmuş’ dedikten sonra Radikal gazetesi hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. Savcı ise “ Haber belgelere dayanıyor. Basının görevi kamuoyu adına elde ettiği olgulara dayanan bilgi ve fikirleri açıklamaktır’’ diyerek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermişti. Altınboynuz Turizm İnşaat firmasının sahibi Kadri Şener, daha önce Ayvansaray’da tescilli bir binanın yıkımını haber yapan Radikal muhabiri Elif İnce ile Fener - Balat - Ayvasaray Derneği sözcüsü Çiğdem Şahin’e yaptığı saldırıyla da gündeme gelmişti.

Radikal, Yazı ve Fotoğraf: İdris Emen, 10.02.2013

6. KEZ ONARIMDA

 

1883 ve 1963 yıllarında 5 kez onarımı yapılan Cezayirli Gazi Hasan Paşa Kışlası’nda restorasyon devam ediyor.

 

Kışla, günümüzde Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’nın karargahı olarak kullanılıyor. Kışlanın içinde yer alan camide de ibadet devam ediyor. 1782 yılında “Kalyoncu Kışlası” adıyla Cezayirli Gazi Hasanpaşa tarafından yaptırılan yapıya kullanılış amacına göre Kasımpaşa Kışlası, Bahriye Kışlası, İstanbul Kışlası ve son olarak da Cezayirli Gazi Hasan Paşa Kışlası isimleri verildi. Kışla ve içerisinde yer alan cami, İstanbul İl Özel İdaresi tarafından 8 milyon 642 bin TL’lik bir bütçe ile yenileniyor. Yapı üç katlı ve 160 odalı.

Milliyet, Fotoğraf: Murat Öztürk, 09.02.2013

PARA BİTTİ, 40 BİN ESER ORTADA KALDI

 

 

Marmaray Projesi kapsamında başlatılan ve İstanbul'un tarihini 8500 yıl geriye götüren arkeolojik kazılar, kaynak bittiği gerekçesiyle durduruldu. Eserlerin bulunduğu depolar mühürlendi.

 

Yenikapı’da devam eden ve İstanbul ’un tarihini 8500 yıl geriye götüren arkeoloji kazıları ‘Bütçe bitti’’ denilerek durduruldu. Ulaştırma Bakanlığı Devlet Limanları ve Hava Meydanları (DLH) tarafından maddi destekle sürdürülen Yenikapı kazıları faks emriyle resmen sonlandırıldı. 40 bin kasa eserin tutulduğu depoların kapılarına mühür vuruldu. Konservasyonu yapılması gereken ve özel ilaçlı sularda bekletilen gemi donanımları, makaralar, yelken plangaları, halatlar, deri sandaletler, taraklar, fildişi ve kemik neolitik dönem tarihi eserleri şimdi yeni kararı bekliyor. 2004 yılından bu yana DLH desteği ile devam eden bilimsel kazılarda sonuç aşamasına gelinmişti. Kazı ekibine faksla gönderilen yazıda, ‘‘Yeni kredi alınamadığı için bütçemiz bitmiştir, kendi bütçenizle geri kalan işleri tamamlayın’’ denildi. Kazı ekibinde çalışan 20 bağımsız arkeolog işten çıkarıldı, kapılar mühürlendi, kazı ekibi alanı terk etti. Kültür Bakanlığı sorunu çözmek için DLH ile görüşmelere başladı.

Kazılar 2004’te başladı
Ulaştırma Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan ve Türkiye ’nin en büyük raylı toplu ulaşım ağını oluşturan Marmaray ve metro projeleri kapsamında Üsküdar, Sirkeci ve Yenikapı’daki istasyonların inşası sırasında yapılan kazılarda açığa çıkan arkeolojik bulgular üzerine İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü başkanlığında 2004 yılında başlayan arkeolojik kazılar son aşamasına gelmişti. Yenikapı’da 58 bin metrekare alanda deniz seviyesinin 3 metre üzerinde çalışmalar başladı. İstanbul tarihinin en kapsamlı arkeolojik kazılarında -1 metre ile -6,30 metre arasında, Erken Bizans Dönemi’nin en büyük liman olan Theodosius Limanı gün ışığına çıkarıldı. Marmaray kazı alanında 13, metro kazı alanında 22 olmak üzere değişik ölçü ve tipte 5-11. yüzyıllara tarihlendirilen 35 batık tekne bulundu.

İstanbul’un tarihi değişti
Theodosius Liman tabanı dolgusu altında devam eden kazılar sırasında, günümüz deniz seviyesinin yaklaşık -6,30 metre altında neolitik döneme ait basit taş temelli dal örgü mimari kalıntılar ile bu kalıntıların çevresinde büzülmüş pozisyonda (Hoker) ve urne gömülerin tespit edilmesi bölgenin Neolitikleşme sürecini ortaya çıkardı. 2011 yılı başlarında Yenikapı Metro kazı alanı içinde neolitik dönem mezar mimarisi içinde oldukça nadir görülen ahşap kullanımı ile karşılaşıldı. Yenikapı neolitik yerleşmesi ile Tarihi Yarımada’nın yerleşim tarihi günümüzden yaklaşık 8500 yıl geriye taşındı. Neolitik dönem İstanbul’unun ilk yerlilerine ait 390 ayak izi tespit edildi. Yaklaşık 9 yıldır süren kazılarda neolitik dönemden başlayıp, kesintisiz olarak günümüze kadar ulaşan ve kent tarihine ışık tutan 35 bin eser belgelenerek bilimin hizmetine sunuldu. Bu çalışmalar sırasında ayrıca antik kent Theodosius Liman kalıntıları ile neolitik kültür katı arasında tabakalaşmış deniz dolguları, Marmara Denizi’nin son 10 bin yıl içinde geçirdiği değişimlerin anlaşılabilmesi açısından son derece önemli bulgular sundu.


İlaçlı sularda bekletiliyordu
Kazılar sürerken araziden çıkan malzemelerin tasnif işi de aynı anda devam ediyordu. Arkeologlar araziyi bir an önce DLH’ye teslim etmek için hızlıca kazıp, bilimsel verileri daha sonra toplamak ve değerlendirmek üzere laboratuvarlara almışlardı. Amaç devam eden inşaata engel olmamaktı. Ortaya çıkarılan malzemelerin tasnifi, bakımı, bilimsel çalışmalarının yapılması şimdi ortada kaldı. DLH adeta ‘‘öküz öldü ortaklık bitti’’ dedi. Çünkü metro arazisinin kazısı bitirilip DLH’ye teslim edildi.

Aylık gider 100 bin lira
20 bağımsız arkeoloğun maaşları ve bilimsel konservasyon için havuzlardaki suların kimyasal ilaç paraları ile laboratuvar aşamasında kırtasiye malzeme alımının toplam maliyetinin 100 bin lirayı geçmediğini belirten kazı çalışanları, Kültür Bakanlığı’nın sorunu bir an önce çözmesini istedi. Kültür Bakanlığı yetkilileri ise sorunun çözümü için Ulaştırma Bakanlığı ile görüşmelerin başlatıldığını, eserlerin ortada kalmaması için gerekenin yapılacağını söylediler.
 

Eserler tasnif bekliyor

Tasnif edilmeyi bekleyen 40 bin kasa malzeme var. Bunların envanterlik, etütlük olarak ayrılmaları, bilimsel verilerin alınması, eserlerin fotoğraflarının çekilmesi, restore edilmeleri gerekiyor. Organik küçük buluntuların konservasyonları yapılamadı. Özel ilaçlı sular içinde bekletiliyor. Periyodik olarak sularının değişmesi, bakımlarının yapılması ihtiyacı varken yaklaşık 2 aydır bütçe yok deniliyor. Dünyanın en geniş organik eser koleksiyonunu oluşturmak mümkünken şimdi çürümeye terk edildi. Bu eserler arasında gemi donanımları, makaralar, yelken plangaları, halatlar, deri sandaletler, taraklar, fildişi ve kemik eserler yer alıyor.


Kazı ekibi en fazla altı ay içinde tüm çalışmaların bitirileceğini söylüyor. DLH’nın daha önce, ‘‘Araziyi teslim edin, biz laboratuvar aşamasında da size destek vermeye devam edeceğiz’’ dediğini hatırlatan kazı ekibi, ‘‘25 maddelik kazı protokolünde de kazı sonuçları tamamlanıncaya kadar ekonomik desteğin verileceği belirtiliyordu. DLH’nin böyle yapacağını tahmin edemedik. Her buluntuyu değerlendirdikten sonra kazılara devam etmemiz gerekirken, inşaata engel olmamak için buluntularla ilgili sonuçları sona bıraktık’’ dedi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 09.02.2013

 

******


MÜHÜRLER SÖKÜLÜYOR, KAZIYA DEVAM

 

 

Marmaray Projesi kapsamında yapılan ve ödenek bittiği için durdurulan Yenikapı’daki arkeolojik kazılar için Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik devreye girdi. Kazılar yeniden başlıyor.


‘Para bitti kazı paydos’ manşetiyle gündeme getirdiğimiz kazıların durdurulduğu ve 40 bin kasa eserin bulunduğu depoların mühürlendiği haberi arkeoloji dünyasını ayağa kaldırdı. Haber üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı da harekete geçti. Bakan Ömer Çelik devreye girdi. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ı telefonla arayıp, durumu anlattı. Bakan Yıldırım, ek kaynak ayırdıklarını açıkladı. Yenikapı’da yapılan arkeoloji kazılarda sorun çözüldü mühürler sökülüyor.

15 dakikada çözüldü
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ile telefonla görüşerek sıkıntının giderildiğini Radikal ’e açıkladı. ‘‘Ulaştırma Bakanlığımız ek bütçe hazırladı, biz de yeni planlama yaparak kaldığımız yerden devam ediyoruz’’ diyen Bakan Ömer Çelik şunları söyledi: ‘‘Sayın Bakana teşekkür ediyorum. Sorunu 15 dakikada çözdü. Konuya büyük hassasiyetle eğildi. Ek bütçe çıkardıklarını, planlamamızı yapmamızı istedi. Yeni bir planlama ile kaldığımız yerden devam etme kararı aldık. Ulaştırma Bakanlığımız ile uzun yıllardır süren çok iyi bir işbirliğimiz var. 150 milyon liraya yakın kazılar için harcama yapılmış. İki bakanlık ortak çalışıyor. Şu ana kadar zarar gören bir eser yok. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yenikapı kazılarına bakanlığımız özel bir hassasiyet gösteriyor.’’


İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof.Dr. Mehmet Özdoğan da en masraflı dönemin aşıldığını, şimdi en az masrafla en değerli bilgilerin elde edilme aşamasına gelindiğini söyledi. Özdoğan şöyle konuştu: ‘‘İstanbul Arkeoloji Müzesi yıllardır bilimsel düzeyde çok iyi bir kazı dönemi geçirdi. Örnek bir çalışma yaptılar. Şimdi semeresinin alınacağı dönemdeler. Mutlaka laboratuvar ortamında değerlendirme çalışmalarının, analizlerin yapılması gerekir. İstanbul için, Türk arkeolojisi için büyük kazanımlar elde edilecek. Bu bilimsel çalışmalar yapılmadan kazı tamamlanamaz. Toplanan malzemelerin bilime kazandırılması, kullanılabilir hale gelmesi için laboratuvar aşaması büyük önem taşıyor.’’

Belgelemenin devamı şart
Öte yandan kazı ekibi de çalışmalarla ilgili bir açıklama yaptı. Yapılan açıklamada şunlar dile getirildi: “ Yenikapı ve Sirkeci kazılarının tamamlanması zorunludur. Sadece Yenikapı’da ortaya çıkan, ulusal ve uluslararası bilim çevreleri ile yazılı ve görsel medyada büyük yer bulan buluntuları düşünmemiz bu konuyu anlamak için yeterlidir. Yaklaşık 35 bin müzelik değerde eser, onlarca antik dönem gemi kalıntısı, binlerce organik eser, sayısız günlük kullanıma dair obje bu listede yer almaktadır. Belgeleme çalışmalarının tamamlanamaması şimdiye kadar elde edilen bilimsel bulguların yarım kalmasına neden olacaktır. Daha önce benzer biçimde, bir projeye bağlı olan çalışmalar benzer biçimde arazi çalışmaları sonrası belgeleme çalışmalarını tamamlamış ve bu süreçte projenin ortakları konumundaki bakanlıklar finansal desteklerini çalışmaların sonuna kadar sürdürmüştür. Toprak altından çıkarılan buluntuların değerlendirilmesi, belgelenmesi ve dünya kültür mirasına kazandırılması son derece önemlidir ve devlet kurumlarının asli görevleri arasında yer aldığı yasalarla belirlenmiştir.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 10.02.1013

 

******


ÇANAK ÇÖMLEK PATLATAN GELİŞMELER

 

Başbakan Erdoğan’ın, yerin 42 metre altında, üç mumlu pastayı üfleyerek 57 yaşına girdiği gün (malum, Marmaray denetimi) kurduğu cümleleri hatırlayalım önce:
 

“Yok arkeolojik çömlek çıktı, yok buluntu çıktı. Bunlarla önümüze engeller kondu...”

 

Yeri bir metre kazdılar, geç Osmanlı dönemine ait bir sokak, binalar, işlikler çıktı.
Beş metre daha kazıldığında meşhur Theodosius Limanı’na ulaşıldı, asırlar sonra...
Üç ayrı bölgede toplam 35 gemi kalıntısına ulaşıldı.

Her biri medeniyet tarihini değiştirecek türden buluntuların sayısı nihayetinde 40 bini bulacaktı.
MS 4-5’inci yüzyıla tarihlenen gemi bile bulundu.
MS 12-13’üncü yüzyıla ait kilise kalıntısı bulundu.
Bir ahşap mezarda büzülmüş vaziyette vücut bulundu, İstanbul’un neolitik dönemi pırıl pırıl aydınlandı.
Hatta İstanbul’un tarihi 8 bin 500 yıl geriye taşındı bulunanlar ışığında.


Toplamda 35-40 bine ulaştı buluntu sayısı.

Kazıları yürüten İstanbul Arkeoloji Müdürlüğü’nün ifadesiyle:
“Bu çalışmalar sırasında Yenikapı’da gün ışığına çıkarılan Theodosius limanı ve kalıntılar Neolitik yerleşme, Sirkeci ve Üsküdar kazılarında tespit edilen Osmanlı ve Bizans dönemine ait buluntular kent tarihi açısından olduğu kadar, dünya kültür tarihi açısından da önemli sonuçlar vermiştir.
Özellikle içinde yaşadığımız kentin 8500 yıllık süreç içinde geçirdiği kültürel, sanatsal ve jeolojik değişimi, gemi teknolojisi, kent arkeolojisi, jeo-arkeoloji, osteo-arkeoloji, arkeo-botanik, sanat tarihi, deniz ticareti, filoloji ve dendrokronoloji konularında önemli belgeler sunmuştur...”

 

NTV Tarih’in Şubat 2013 tarihli 49’uncu sayısında Yenikapı’nın son sürprizini Hayri Fehmi Yılmaz’ın haberi sayesinde tanıdık: “İstanbul’da bulunan en eski İslam hatırası”.
Muhtemelen bir devenin kürek kemiği üzerinde kufi karakterde Arapça bir yazı.
Günümüz Arapçasından farklı, okunması güçlük yaratan türden.
Ama “Ben nimetlerine şükrü sana da hatırlatarak... Konstantınıyye...” gibi ifadeler okunuyor mesela.
Kimi uzman (Günay Paksoy) bunun Müslüman evlerine veya gemilere asılan türden bir koruyucu dua olabileceği görüşünde.
Kimi uzman (Ahmet Tekin) bir Müslüman’ın bir başka Müslüman’a yazdığı mektup olduğu iddiasında.
Emevilerin 7’nci yüzyıl sonları, 8’inci yüzyıl başlarında düzenledikleri Bizans seferine çıkmış bir gemiden de olabilir...
Görüşler farklı olsa da herkes bu kemik üzerindeki Arapça yazının önemi konusunda mutabık. İstanbul’un Bizans yönetiminde olduğu yıllardan bir İslam tarihi parçası, her arkeoloğun tatlı rüyası...

 

Radikal’den Ömer Erbil ve CNN Türk, kazılarla ilgili yakın takipleri ve titiz habercilikleriyle bu süreçte muhakkak anılmalı.
Dün Erbil’den şöyle bir haber aldık:
“İstanbul ’un tarihini 8500 yıl geriye götüren arkeoloji kazıları ‘Bütçe bitti’ denilerek durduruldu. Ulaştırma Bakanlığı Devlet Limanları ve Hava Meydanları (DLH) tarafından maddi destekle sürdürülen Yenikapı kazıları faks emriyle resmen sonlandırıldı. 40 bin kasa eserin tutulduğu depoların kapılarına mühür vuruldu...”


DLH’nin bahanesi kredi alınamaması, bütçe yaratılamaması vesaire.
Erbil diyor ki: “DLH adeta ‘Öküz öldü ortaklık bitti’ dedi. Çünkü metro arazisinin kazısı bitirilip DLH’ye teslim edildi.”


Bitmesine çok az kalmıştı çalışmaların. Altı ay kadar.
“Yaratılamayan bütçe ne kadar?”diye merak ederseniz eğer...
20 bağımsız arkeoloğun maaşı, kırtasiye faturaları, bulunanları koruma amaçlı kimyasalların bedeli derken ayda 100 bin lira.
İşi biten DLH’nin esirgediği para bu kadar.


Kültür Bakanlığı eserlerin ortada kalmaması için Ulaştırma Bakanlığı ile görüşme yapıyormuş şimdi.
Kıymeti maddiyatla ölçülemeyecek eserlerin kurtarılması için, aylık 100 bin lira için.
Çanak çömlek patlatan gelişmeler böyle sevgili okur.
Mutlu pazarlar.

Hürriyet, Yazı: Kanat Atkaya, 10.01.2013

DİNOZORLAR NE ZAMAN YOK OLDU

 

 

Bilim insanları dinozorların neslinin tükenmesi ile ilgili en doğru tarihi belirlediklerine inanıyor. Dinozorların yok olma dönemini tespit etmek üzere uluslararası bir ekip oluşturuldu.

 

Kaya ve kül örneklerinden yola çıkarak tarih tespitinde bulunan araştırmacılar, 11 bin yıl yanılma payı da bırakarak, yaklaşık 66 milyon 38 bin yıl önce dinozorların neslinin tükendiğini ortaya koydu. Bu tahmin, dinozorların neslinin tükenmesini tetikleyen olay olarak görülen göktaşı ya da kuyruklu yıldızın dünyaya çarptığı tarih ile de örtüşüyor.


Bu konuda değişik ihtimaller gözönünde bulunduruluyor: Dinozorlar çarpmanın etkisiyle hızla mı yok oldular; yoksa çarpma sırasında zaten sayıları azalmakta mıydı; ya da çarpma dinozorlar ortadan kalktıktan 300 yıl sonra mı gerçekleşti?


Science adlı bilim dergisinde yayımlanan çalışmayı İskoçya, ABD ve Hollanda üniversitelerinden araştırmacılar yürüttü.


Dinozorların yok oluşunu göktaşı çarpması ile açıklayan teoriler ilk kez 1980'de ortaya atıldı.
Meksika'nın Karaip Denizi kıyısındaki Yucatan bölgesinde bulunan 180 km çapındaki kraterin bu çarpmanın etkisiyle oluştuğu düşünülüyor.


Chicxulub adı verilen bu krateri yaratan nesnenin 10 km çapında olduğu ve çarpma sonucu savrulan parçaların hala dünyanın değişik yerlerinde bulunabileceği ifade ediliyor.


Uluslararası ekip geçen yıl, camsı tektit, kuvars, ve iridyum içeren toz tabakası gibi bu gezegen dışı maddelerin son dinozor fosilleri yakınlarında bulunduğu yerlerde arkeolojik incelemelerde bulunma kararı almıştı.

''ÇARPMA BÜYÜK ETKEN'
Bu çerçevede Haiti'den tektit örnekleri ile çok sayıda çarpma öncesi ve sonrası dinozor fosilinin bulunduğu Montana'daki Hell Creek Oluşumları'ndan fosil örnekleri incelendi.


Örnekler önce, ABD'de "argon-argon tarih tespiti" yöntemi kullanılarak incelendi. Daha sonra bu örnekler İskoçya'daki Glasgow Üniversitesi'ne gönderilerek bağımsız bir incelemeden daha geçti.
Doğal radyoaktif madde olan postasyumun zamanla yavaş yavaş çürüyerek argona dönüşmesinden hareket eden bu yöntemle, herhangi bir maddenin ne kadar zamandır çürümekte olduğunu en doğru şekilde tespit etmek mümkün olabiliyor.


California Üniversitesi'nden Profesör Paul Renne iki olayın eşzamanlı geliştiğini ifade ederek, "dinozorların yok olmasında çarpma büyük rol oynadı, ama muhtemelen tek etken bu değildi" diyor.

Radikal, 09.02.2013

ÜNÜ DE ZİYARETÇİSİ DE ARTIYOR

 

 

Resmi açılışının gerçekleştiği 9 Eylül 2011'de Tunus Bardo Müzesi'nden, ''dünyanın en büyük mozaik müzesi'' sıfatını devralan ve geçen yıl ''Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü''ne layık görülen müzeyi 2012'de, 175 bin kişi ziyaret etti.

İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Mehmet Aykanat, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 'nin sergilenen 2 bin 464 metrekare mozaik ile dünya çapında önemli bir müze olduğunu söyledi.

Müzenin, ''Çingene Kızı'' mozaiği başta olmak üzere Mars Heykeli, bir kısmı kazı alanında çalınan Dionysos-Ariadne'nin Düğünü Mozaiği, yaklaşık 150 metrekarelik duvar resmi, 4 Roma dönemi çeşmesi, 20 sütun, mezar stelleri ile dikkat çektiğini ifade eden Aykanat, müzenin geçen yıl 3 ödülle taçlandırıldığını belirtti.

Zeugma Antik Kenti ve Müzesi'ne, arkeoloji alanında 2012 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verilmesinin sevinçlerini arttırdığını, 2012 yılının, Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi'nin yılı olduğunu ifade eden Aykanat, ''Geçen yıl Temmuz ayında 'En iyi Kültür ve Turizm Yatırımı' ödülü alan müzemiz, ekim ayında dünyada önemli seyahat sitelerinden olan 'TripAdvisor Mükemmellik' ödülüne layık görüldü. Son olarak da 'Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü' ile sevincimiz ve övüncümüz katlandı'' diye konuştu.
 

GEÇEN YIL 175 BİN KİŞİ ZİYARET ETTİ

Ünü Türkiye sınırlarını aşan müzenin ziyaretçi sayısının her geçen gün artığına işaret eden Aykanat, 2011'in Eylül ayında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın katılımıyla açılan müzeyi geçen yıl gerek yurt içi gerekse yurt dışından 175 bin kişinin ziyaret ettiğini söyledi.

Müzeyi yeni açılmasına rağmen yüksek olarak nitelendirilebilecek düzeyde ziyaretçinin gezdiğini, bu sayının giderek artacağına inandığını dile getiren Aykanat, ziyaretçi sayısını arttırmaya yönelik çalışmalar yaptıklarını ifade etti.

Ziyaretçi artışının kendilerini memnun ettiğini vurgulayan Aykanat, ''Ama bu sayı bizim için yeterli değil. Bunun için hedef büyütmemiz gerekiyor. Şu anda mevcut bulunan tanıtım materyalleriyle gerek yurt içi gerekse yurt dışında çalışmalarımız sürüyor. Ayrıca kentimizdeki kurum ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde materyallerin güncellemesini yaparak, en uç noktalara kadar ulaştırmayı amaçlıyoruz'' dedi.

''YEMEK KÜLTÜRÜYLE BİLİNEN GAZİANTEP, MÜZELERLE ANILACAK''

Aykanat, ''Gaziantep'' denilince sanayinin yanı sıra yemek kültürünün akla geldiğini belirterek, şunları kaydetti:
''Her ne kadar sanayisi ve yemek kültürüyle bilinse de Gaziantep, 'müzeler şehri' olma yolunda adım adım ilerliyor. Artık yemek kültürüyle anılan Gaziantep, müzelerle de anılacak. Çünkü değişik alanlarda değişik müzeleri ilimizde görmek mümkün. Başta Zeugma Mozaik Müzesi olmak üzere Gaziantep, gerek Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ve belediyelere bağlı müzeler, gerekse özel müzelerle her geçen gün daha fazla kuşatılıyor. Zeugma Müzesi'ni görmek için kente gelenler, diğer müzeleri de görme şansına sahip oluyor.''
 

HER ESERİN AYRI HİKAYESİ VAR

Gaziantep Mozaik Müzesi, 9 Eylül 2011'de açılmasıyla Tunus Bardo Müzesi'nden, ''dünyanın en büyük mozaik müzesi'' sıfatını devraldı.


Müzede sergilenen mozaiklerin renk armonisi Tunus'takilerden fazla. Tunus mozaiklerinde 9 renk armonisine karşılık, Zeugma'daki mozaiklerde 13 renk armonisi vardır. Mozaikler, özelliklerini yitirmemeleri için özel sistemlerle korunuyor.

Zeugma Mozaik Müzesi'nde, define talanı ile eksik olan 2 bin yıllık mozaiklerin parçaları, sanal ortamda ışık oyunları ile tamamlanıyor. Böylece ziyaretçiler mozaikleri tam olarak görebiliyor.

Zeugma Mozaik Müzesi'nin birçok bölümünde eski eser kaçakçıları ve define avcılarının mozaiklere verdikleri zararın boyutları vurgulanarak, gelen ziyaretçilerin bu konudaki duyarlılıklarının arttırılması amaçlanıyor.

Her biri ayrı hikaye barındıran eserlerden en ilgi çekeni ise Çingene Kızı mozaiği. Gaziantep'in Nizip İlçesi'nde yer alan Zeugma antik kentinde, 1998'de yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ve saç örgüleri, çıkık elmacık kemikleri nedeniyle ''Çingene Kızı' olarak adlandırılan mozaik, müzenin simgesi haline geldi. Çingene Kızı mozaiği, hangi açıdan bakılırsa bakılsın ziyaretçiye bakıyormuş izlenimi vermesiyle dikkat çekiyor.

Müzede sergilenen önemli eserlerden biri de Roma Dönemi'ne ait 1.50 metre boyundaki Mars heykeli.

Roma'da, bereketi ve gücü simgeleyen önemli bir tanrı olan Mars'ın en önemli özelliği, elinde tuttuğu mızrağıdır. Bir elinde mızrak ve diğer elinde bahar dalı bulunması nedeniyle hem savaşı hem de barışı temsil eden Mars heykeli, 2000'de sabaha kadar süren bir çalışma sonucunda ortaya çıkarıldı.

Savaşçı genç bir erkeğin betimleyen Mars heykelinin özellikle bakışları dikkati çekiyor. Miğferli heykelin ortadan ayrılan kıvırcık bukleler halindeki kabarık gür saçları, alın ve yüzünü çevreleyerek ensesine yapışıyor. Göz bebeği gümüş ve altından yapılan Mars heykelinin yüzünde öfke ve kızgınlık hakim.

Nizip'teki Zeugma antik kentinde 1992'de bulunan ve 1998'de büyük bir bölümü çalınan ''Dianysos-Ariadne'nin Düğünü'' mozaiği de müzede sergilenen eserler arasında yer alıyor.

Dionysos villası salonunun taban mozaiği olan ve üzerinde üçlü örgü bordürü ile çevrili dikdörtgen panoda Dionysos ve Ariadne'nin düğünün resmedildiği mozaiğin üçte ikisi, yerinde teşhir edildiği 1998 yılında, tarihi eser kaçakçıları tarafından sökülerek çalındı.

Mozaiğin çalınan bölümüm halen aranırken, ''Dianysos-Ariadne'nin Düğünü'' mozaiğinin çalınan kısmı, boş bir şekilde sergileniyor. Çalındığına dikkat çekmek için boş olan bölüm, ziyaretçiler yaklaştığında projektör aracılığı ile yansıtılıyor.

Sabah, 09.02.2013

'ÖZGÜRLÜK'E SALDIRI

 

Fransız Devrimi’nin simge tablosu ‘Özgürlük’ vandalizm kurbanı oldu. Ünlü Louvre Müzesi’nin Fransa ’nın Lens şehrinde yeni açılan şubesinde sergilenmeye başlayan Eugene Delacroix imzalı tablonun üzerine graffiti çizen bir kadın, Fransız polisince tutuklandı. Delacroix’nın euro ve eski Fransız Frankı üzerinde kullanılan resmi, New York ’taki Özgürlük Anıtı’na da ilham vermişti. Önceki gün gerçekleşen olayda, 28 yaşında bir kadın, tablonun üzerine 11 Eylül komplo teorilerine gönderme yapan bir graffiti çizerken yakalandı. Müze yetkilileri eserin kolayca temizlenebileceği ve bir sanat restoratörünün incelemesine sunulacağı açıklaması yaptı.

Radikal, 09.02.2013

EROS'UN YANINDA MOZAİK BULUNDU

 

 

Adana'nın Yumurtalık İlçesi'nde, bir ev inşaatı için yapılan kazıda ortaya çıkarılan 36 metrekarelik Eros mozaiğinin 5 metre kadar yakınında, duvar yapısı ve yeni mozaik izlerine rastlandı.

 

DHA'nın haberine göre, tarihi Ortaçağ'a kadar uzanan ve Antik Kilikya'nın en önemli liman kenti olan, ünlü kaşif Marko Polo'nun da iki kez ziyaret ettiği yer olarak bilinen Yumurtalık'taki Ayas Mahallesi'nde ortaya çıkartılan boyalı taban süslemeleri heyecan yarattı. Adana Müze Müdürü Kazım Tosun'un gözetiminde yapılan kazıda iki balık figürlü mozaik gün yüzüne çıkarıldı. Tosun, "Eros mozaiğinin bulunduğu alanı programa aldık, kazı çalışmaları devam edecek. İnanıyorum ki önemli eserlere ulaşacağız" dedi.

 

Tosun, Yunan mitolojisinde geçen 'Aşk Tanrısı Eros'a ait 36 metrekarelik mozaiğin genç Roma dönemine ait, 1500- 1600 yıllık olduğunun tahmin edildiğini kaydetti. Tosun, "Mozaikte Aşk Tanrısı Eros'un dört adet figürü yer alıyor. Eros, gençlikten yaşlılığa doğru tasvir edildiği bu figürlerin ikisinde oltayla diğer ikisinde ise ağla balık avlarken resmedilmiş. Mozaiğin orta bölümü hasar görmüş, ancak bu kısımda yılan başlı Medusa resmi olduğunu düşünüyoruz. Bu mozaik çok önemli. Çünkü diğer mozaiklerden çok farklı ve ayrıca işçiliği çok kaliteli. Bu mozaiğin üzerini koruma amaçlı toprakla örttük. Kazı programına göre ortaya çıkacak diğer eserlerle birlikte koruma altına alacağız" diye konuştu.

Yapı, 09.02.2013

ADANA'DA 132 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

 

Adana'da jandarma ekiplerinin yaptığı operasyonda, 132 parça tarihi eser ele geçirildi. Konuyla ilgili bir kişi tutuklandı.

Ceyhan Jandarma Komutanlığı ekipleri, Tatarlı Köyü'nde ikamet eden K.Ü.'nün evinde kaçak kazı sonucu elde edilmiş tarihi eser bulunduğu bilgisine ulaştı. Bunun üzerine şahsın evine yapılan operasyonda, tarihi nitelikte olan; 77 eski para, 2 madeni mühür, 16 süs eşyası obje, 36 metal eşya, bir ok ucu ele geçirildi.

Ayrıca evde yapılan aramalarda; Hatay'ın Dörtyol İlçesi'nden çalındığı tespit edilen bir ruhsatsız tabanca, 11 adet tabanca mermisi, 1 çift kırma ruhsatsız av tüfeği, 1 ruhsatsız pompalı av tüfeği, 2 adet tarihi eşya arama dedektörü ve kulaklığı da bulundu.

Ele geçirilen tarihi eserler Adana Müze Müdürlüğü'ne teslim edilirken, şüpheli K.Ü. ise sevk edildiği adli makamlarca tutuklanarak cezaevine konuldu.

Hatay Gündem, 08.02.2013

7 ASIRLIK CAMİNİN HAZİN SONU

 



 

Düzce'nin Yığılca İlçesi'nde Orhan Gazi döneminde inşa edildiği belirtilen Şeyh İsmail Camisi, restore edilmeyi bekliyor.

 

Kent merkezine 51 kilometre uzaklıktaki Gaziler Köyü'nde bulunan, 1300'lü yıllarda inşa edilen tarihi ahşap cami, bakımsızlık nedeniyle yıkılma riski taşıyor. Köy muhtarı Tahir Kurnaz, yaptığı açıklamada, Şeyh İsmail Camisi'nin eski dönemlerde 12 köyün sakinlerinin cuma ve bayram namazlarını kıldığı tarihi bir cami olduğunu belirterek, ''Camimiz ilgisizlik yüzünden yok olmaya yüz tuttu. Camimizin restore edilerek ibadete açılmasını istiyoruz'' dedi.

Caminin yıkılma tehlikesi taşıdığına dikkati çeken Kurnaz, 1950'li yıllarda bir hayırsever aracılığıyla caminin restore edildiğini söyledi. Caminin Anıtlar Kurulu'nca tescil edilmesi için müracaat ettiklerini, yetkililerin bir süre önce camide inceleme yaptıklarını anlatan Kurnaz, ''Camimiz restore edilir ve çevresi düzenlenirse, hem tarih gün yüzüne çıkar hem de bölgeye gelen ziyaretçilerin faydalanması sağlanır'' ifadelerini kullandı.

Habertürk, 08.02.2013

DÜNYANIN GELDİĞİ YÜZ

 

 

Gustave Courbet imzalı ünlü tablo ‘Dünyanın Geldiği Yer’in (L’Origine du Monde) devamı olduğu iddia edilen bir resim ortaya çıktı. Fransa ’da yayımlanan Paris - Match dergisinin kapaktan verdiği habere göre, ‘Dünyanın geldiği yer’ tablosu Courbet’ye poz veren kadının yüzünün bulunduğu bir tablo ortaya çıktı. Haberde yer alan iddiaya göre söz konusu kadın, İrlandalı olduğu tahmin edilen ve o dönem Courbet’nin diğer resimleri için de poz veren Joanna Hiffernan. Kadın yüzünün bulunduğu imzasız tablo, 2010’da amatör bir koleksiyoner tarafından bin 400 avroya satın alındı. Koleksiyoner, 33×41 cm boyutlarındaki yağlı boya eserin büyük bir ustaya ait olabileceğinden şüphe ederek, araştırmaya başladı ve resmin kesilmiş olduğu, başka bir resmin parçası olabileceği anlaşıldı. Resmin arkasındaki yarı silinmiş kaşe, 1860’larda tabloyu satan kişinin kimliğini ele verdi. Bu ipucunu elde ettikten sonra uluslararası resim uzmanlarına tabloyu incelettiren koleksiyoner, renklerin ve stilin Courbet’ninkine benzediği yanıtını aldı. Uzmanlar habere şüpheyle yaklaşırken, tablonun sergilendiği Paris Orsay Müzesi ise konuyla ilgili henüz bir açıklama yapmadı.

Radikal, 08.02.2013

ROMA'NIN TANRI HEYKELLERİ İZMİT ARKEOLOJİ MÜZESİ'NDE SERGİLENİYOR

 
Yerleşim birimi olarak geçmişi 3 bin yıl öncesine kadar dayanan, ayrıca MS 3′üncü yüzyılda da bir süre Roma İmparatorluğu’na başkentlik yaptığı bilinen İzmit’te çeşitli tarihlerde gün yüzüne çıkarılan o dönemin tanrı heykelleri İzmit Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi’nde sergileniyor. Bu heykellerin en değerli parçaları olan Herakles (Herkül) ile sonbahar ve yazı simgeleyen 2 çıplak heykeldeki kırıkların depremlerde veya çıkarılıp taşınırken de kırılmış olabileceği belirtildi.

 

İzmit Müzesi’nde sergilenen ve Türkiye’de bugüne kadar bulunanların en büyüğü olarak bilinen tanrı heykellerinden Herakles (Herkül) heykeli, birkaç yıl önce hafriyat döküm alanına atılmış halde bulundu. Başı olmayan ve kaidesiyle birlikte 4 metreye yaklaşan bu heykelin, inşaat kazısı sırasında çıktığı ancak, inşaat sahibinin çalışmanın durmaması için kimseye haber vermeden bunu hafriyat torağının arasına gizleyip bulunduğu alana attığı sanılıyor. Yanında bir de boğa başı heykeli bulunan Herakles’in başı hala bulunamadı.

 

İzmit’te çeşitli tarihlerde bulunan Romalıların mevsimleri simgeleyen sonbahar, kış ve yaz heykelleri de, müze binasının kapı girişinde sergilenirken, çıplak olan sonbahar ve yaz heykellerinde de kırık olduğu göze çarptı.

 

Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürü İlksen Özbay, bunların yaklaşık 2 bin yıllık heykeller olduğunu, belki de bu bölgede onlarca çok şiddetli depremler geçirdiklerini söyledi. Özbay, “Bunların hepsi birer tarihi eserdir. Roma döneminde genellikle tanrıları simgeleyen erkek heykeller çıplak olarak yapılmış. Hepsi kıymetli heykeller” dedi.

 

İzmit Müze Müdürlüğü’nün bahçesi ile bina içinde sergilenen heykel ve diğer tarihi eserler, Pazartesi hariç her gün ziyarete açık.

haberler.com, 07.02.2013

TROİA ANTİK KENTİNİN ÇEHRESİ DEĞİŞİYOR

 

Çanakkale’ye 32 kilometre mesafedeki Hisarlık mevkiinde bulunan ve UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Troia antik kentinde, bakım ve onarım çalışması başladı.

 

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bağlı İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü tarafından ihalesi tamamlanıp onarım ve yenileme çalışmaları başlanan, 4 bin yıllık tarihi geçmişi bulunan ve dünyanın en ünlü arkeolojik alanları arasında yer alan antik kent, misafirlerini yeni yüzüyle ağırlayacak.

 

Çanakkale Kültür ve Turizm İl Müdürü Şinasi Haznedar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Homeros’un İlyada destanında Truva Savaşı’nın yapıldığı antik kent olarak geçen, tüm dünya tarafından tanınan ve her yıl yüzlerce yerli ve yabancı misafir tarafından ziyaret edilen antik kentte başlatılan yenileme çalışmalarıyla daha modern ve çağdaş bir görüntünün oluşacağını söyledi.

 

Troia’nın dünya kültür mirası olduğunu hatırlatan Haznedar, “Troia antik kenti çevre düzenleme işi olarak başlayan çalışmalar kapsamında, kentin yürüyüş yollarından tuvalet alanlarına kadar çok sayıda bölümde yenileme yapılacak. Daha önce toprak ve taşlı olan yol, kilitli parke taş dediğimiz taşlarla yeniden döşenecek. Yürüyüşte büyük kolaylık sağlanacak. Ayrıca özellikle yoğun sezonda yetersiz kalan tuvaletlerimizin de yeri değiştirilecek, bu alan da kullanıma açılacak. Yeni tuvaletlerin yeri giriş bölgesine yakın yapılacak. Antik kentin birçok bölümünde tarihi eser kalıntılarına rastlanacağı için tuvaletlerin yapılacağı yeni bölümde eğer bir tarihi bulguya rastlanılırsa durum anıtlar kuruluna bildirilecek” dedi.

 

Gişe bölümünün biraz daha geri alınacağını ve giriş turnike sayısının da arttırılacağını ifade eden Haznedar, şöyle devam etti:

“Troia antik kentine giriş kapımız yer değiştirecek. Ayrıca girişte kullanılan turnike sayımız arttırılacak. Çevre düzenlemeleri kapsamında yeni çalışmalar yakın zamanda yapımı başlanacak Troia Müzesi ile entegre olarak gerçekleştirilecek. Troia Atı’nın zamanla yıpranan ahşap bölümleri onarılıp yenilenecek. Ayak bölümünde oluşan ve çürüyen kısımlarda yeni parçalarla değiştirilecek. Kent içinde misafirlerin gezi alanındaki zemin tek bir teraziye oturtturulacak. Böylelikle özellikle yağışlı havalarda su birikintilerinin oluşması engellenecek, su giderleri yapılacak. Ahşap gezi yollarının yıpranan yerleri de yenilecek. Daha hoş bir görüntüyle gelen yerli ve yabancı misafirler gezebilecekler.”

 

1 milyon 915 bin lira ihale bedeli ile Alay İnşaat tarafından yapımına başlanan ve restorasyon uzmanları Yüksek Mimar Birsen İncel ve Seçkin Tan’ın görev yaptığı projenin 27 Temmuz 2013 tarihinde bitirilmesi planlanıyor.

haberler.com, 07.02.2013

İSTANBUL'UN TARİHİ SURLARI

 

İstanbul'un surları acaba Doğu Roma İmparatorluğu zamanında yapıldığı için mi önemsemiyor, restore etmiyor, ilgilenmiyor ve tinercilerin, sapıkların, katillerin yaşadığı mekanlar olmasına ses çıkarmıyoruz?


Bütün dünya İstanbul'u merak ediyor, Ayasofyası'ndan Çemberlitaş'ına, saraylarından surlarına görmek için ilk fırsatta bu şehre geliyor, gördüğü güzellikleri herkesle paylaşmak için fotoğraf çekiyor, daha iyisini çekmek için çekinmeden yapıların olduğu yerlere gidiyor ve başına olmadık işler geliyor. Çünkü oralarda ne güvenlik var, ne bakım ne koruma.


Günlerdir ekranda izlediğimiz surların perişan hali İstanbul'un ayıbıdır. Nerede bu şehrin yetkilileri, yerel yöneticileri, koruyucuları? Yıllardır bu şehirde yaşamıyorlar mı? Yıllardır bu şehri yönetmiyorlar mı? Hiç mi geçmediler surlardan? Farkında değiller mi o bölgelerde bırakın kadınları, erkeklerin bile dolaşmaya çekindiğini? Görmedikleri gibi bölge halkının şikayetlerini de duymazlıktan gelmişler.

NEDEN YENİLENMİYOR?
İstanbul'un her yerine özellikle de Kadıköy'e veya Taksim'e cami yapılması gündeme gelir, İstanbul'un en güzel tepelerinden biri olan Çamlıca'ya cami yapmak içi harekete geçilir ama Milat'tan 638 sene evvel şehrin kurucusu Vizas tarafından yapılmaya başlanan Küçük Bizans Surları, ardından bütün imparatorların kendi dönemlerinde yapmayı sürdürdükleri surları korumak ve restore etmek gündeme gelmez.


Ne zaman ki Amerikalı bir turist ölür, surların hali sanki ilk kez görüyormuycasına hepimizin ilgi odağı haline gelir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Amerikalı kadın cinayetinin ardından gözlerin surlara çevrilmesi üzerine restorasyan ve düzenleme çalışmalarının devam ettiğini, 2013'ün sonuna kadar planı yapılmamış alan kalmayacağını söyledi.
Ama işte, bütün dünya Kültür ve Medeniyet Şehri İstanbul'un tarihi surlarının nasıl bir mezbeleye dönüştüğünü izledikten sonra...

VATANDAŞA ÖNEM
Bir konuyu daha gündeme getirdi Amerikalı Sarai Siera. İnsana verilen değeri. Bu ülkede her gün onlarca, yüzlerce çocuk, kadın, erkek kayboluyor. Her gün cinayetler işleniyor. Kiminin katili belli, yakalanıyor ama birkaç sene içinde dışarı çıkıyor. Kimilerinin katili ise ipuçları ortada olmasına rağmen önemsenmediği için ortada kalıyor. Kimi de kim vurduya gidiyor. Ne bir olay yeri inceleme, ne bir araştırma. Ama Amerikalı kadın için günlerdir olay yeri inceleniyor? Neden? Olayı duyar duymaz ülkemize gelen ve soruşturmaya dahil olan FBI nedeniyle mi? Çünkü biliyorsunuz ABD, vatandaşlarına dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar koruma güvencesi verir. Dirini ya da ölünü ailene teslim ederiz duygusunu aşılar. Her bir vatandaşının hesabını sorar, kökeni ne olursa olsun. Ya da biz kendi vatandaşımıza göstermediğimiz ilgiyi dünya kamuoyu izliyor diye yabancı birine mi gösteriyoruz? Bu ikinci olasılık bence daha vahim.

Yeni Asır, Yazı: Seda Kaya Güler, 07.02.2013

 

******


LÜTFEN SURLARI RESTORE ETMEYİN

 

 

Esrarengiz bir cinayete kurban giden ABD'li Sarai Sierra'nın cesedinin Cankurtaran'daki bir sur dehlizinde bulunması İstanbul surlarını yeniden gündeme getirdi. Bir zamanlar İstanbul'u çevreleyen 26 kilometrelik surların bugün yalnızca yedi kilometrelik bölümü ayakta. Ancak ayakta kalan surlar da can çekişiyor. Sierra cinayetinin ardından öğrendik ki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, "surların ihya edilmesi için" talimat vermiş, proje henüz olgunlaşmadığı için kamuoyuyla paylaşılmıyormuş. Belli ki sivil topluma, uzmanlara kapalı bir şekilde "olgunlaştırıldıktan" sonra kamuoyuna dayatılacak projelerden biri daha geliyor.

İstanbul surları Doğu Roma döneminde inşa edildiğinden bu yana birçok onarımdan geçti. Ortaçağ'da surların önemi düşünüldüğünde bu onarımlar kuşkusuz işlevseldi. Ancak 1950'den sonra artık harabe durumunda olan surların restorasyonu gündeme gelince dünyada endişeyle izlenen bir süreç başladı. Özellikle 1986-1989 yılları arasında yani Bedrettin Dalan döneminde uzmanlara göre "vahşet" sayılabilecek işlere girişildi. Topkapı ve Yedikule taraflarındaki surlar adeta yeniden inşa edilerek, tarihe modern çağın "Türk surları" kazandırıldı. İstanbul'u yüzyıllarca "düşmanlardan" koruyan surlara tarihin en büyük düşmanlığı yapıldı.

 

Son günlerde, hükümetin ve İstanbul yönetiminin kamuoyuna açıklamadan "olgunlaştırdığı" bütün projeleri endişeyle izlediğimiz için Topbaş'ın talimatını verdiği "surların ihya edilmesi" talimatı da kamuoyunda kaygı uyandırdı.

 

Bu konuyu Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli Bizantolog olan Semavi Eyice ile konuştum. Semavi Eyice, ABD'li Sarai Sierra'nın cesedinin bulunduğu dehlizlere ilk olarak 1938 yılında Bizans tarihine meraklı bir ortaokul öğrencisiyken girmiş. Daha doğrusu girmeye çalışmış. Dehlizlerin içinde "birtakım karanlık adamlar" görünce çekinerek geri çıkmış. O sırada sahilde piknik yapan denizci subayları görünce yanlarına giderek yardım istemiş ve birlikte dehlizlere girmişler. Aradan geçen onlarca yılda surların sakinleri hep bu "karanlık adamlar" oldu.

 

Sur restorasyonu diye bir şey olmaz

Kadir Topbaş'ın surlarla ilgili talimatını hatırlattığım Semavi Hoca'ya surların korunmasıyla ilgili evrensel yaklaşımların ne olduğunu sordum. Aldığım cevap gayet basit; "Sur restorasyonu diye bir şey olmaz." Surun yıkılma tehlikesi olan bölümleri varsa yalnızca yıkımın engellenmesi için koruma ve güçlendirme çalışmaları yapılır.

 

Mimari ve şehir plancılığı açısından ilk ve ortaçağ surlarının günümüze ulaştığı bütün şehirlerde temel yaklaşım budur. İstanbul gibi suru olan şehirlerde zorunluluk olmadıkça surların arasındaki boşluklar tamamlanmaz. Restorasyon yalnızca sağlamlaştırma, dondurma ve tarihsel özelliklerin korunması şeklinde olur. Semavi Hoca, Ayvansaray ve Yedikule'de surlardan kopartılarak bağımsız birer "şato" görünümü kazanan kulelerin durumuna da dikkat çekti. Surlara yapılan en büyük kötülüklerden biri de bu kulelerin sur bütününden koparılması oldu.

 

İstanbul surlarının restorasyonu gibi son derece önemli bir konu yıllarca bir inşaat faaliyeti gibi algılandı. Topkapı'da yükselen yepyeni duvarlar nedeniyle İstanbul, Dünya Miras Listesi'nden çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

 

Semavi Eyice, surların korunmasıyla ilgili önemli ve çok da üzerinde durulmayan bir konuya daha dikkat çekti: Surların büyük bir bölümünde fetih döneminde Türk topçusu tarafından açılan gedikler var. Bu gedikler de tarihi birer belge ve aynen korunmaları gerekiyor.

 

Surları lütfen restore etmeye kalkışmayın. Çevresindeki çöküntü alanlarını ortadan kaldırın yeter.

Taraf, Yazı: Ertan Altan, 11.02.2013

 

******


SURLARI KORUMANIN YOLU HALKA AÇMAK

 

 

Tarihi yarımadayı çevreleyen surların çevresinin güvenli hale getirilmesi için alınacak acil tedbirler arasında ilk sırada aydınlatma ve güvenlik kameralarının yerleştirilmesi geliyor. Ancak halkın kullanımına açılmayan, kuytu bölgelerdeki aydınlatma tek başına güvenliğin sağlanması için yeterli olmuyor. Surların tamamen halkın kullanabileceği sosyal alan olarak kullanılabilmesinin gerektiğini belirten Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, "İlçe sınırları içinde 22 kilometre surumuz var. Sur dediğiniz şey üç aşamalı bir yapı. Uzun zamandan beri aydınlanıyor zaten. Ama her tarafını aydınlatsanız bile bu işten nemalananlar veya mekansızlar onların hakkından da geliyor. Biz ne kadar güvenlik tedbiri alırsak alalım gerçek anlamda halkımızı oraya taşıyamadığımız sürece yeterli olmaz" diye konuştu. '

BÜTÜN OLARAK ELE ALINSIN'
Surların parça parça restore edilmesinin yanlış olduğunu belirten Anıtlar Kurulu Eski Başkanı Prof.Dr. Mete Tapan da bütüncül bir yaklaşımla sorunun çözülmesi gerektiğini belirtti. Surların restorasyonu için özel bilim çalışması gerektiğini belirten Tapan, "Dünyada bu kadar alanı surla çevrili çok az alan var. Bütüncül ve bilimsel bir yaklaşımla ele alınması gerekiyor. Bu çalışma normal ihale yasalarıyla olmaz" yorumunu yaptı. İstanbul'un tarihi surlarıyla ilgili restorasyon çalışması ilk olarak eski belediye başkanı Bedrettin Dalan zamanında yapıldı. Mevcut surlara tuğla ekleyerek yapılmaya çalışılan restorasyon çalışması arkeologlar tarafından başarılı bulunmadı. İstanbul'un surlarının tamamıyla ilgili ilk restorasyon çalışması ocak ayında başladı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafaından başlatılan çalışma kapsamında, surlar ve çevresinin rehabilitasyonu için ön analiz raporu ve avan projesinin hazırlanmasına başlandı. Nisan ayında tamamlanacak rapor ve proje sonrasında ilk olarak surların ne durumda olduğu tespit edilecek. Ardından mevsim koşulları, deprem etkisi, altyapı çalışmaları nedeniyle yıkıma uğrayan tarihi surların hangi arkeolojik çalışmalarla korunması gerektiği belirlenecek. Restorasyon maliyeti ise İstanbul İl Özel İdaresi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından üstlenilecek.

Topbaş: Koruma kullanma dengesi gözetilecek
Sur bandını aktif kullanıma açmayı düşündüklerini söyleyen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş şunları söyledi: "Yarımadayı çeviren surlarda 2013 sonuna kadar planlanmamış alan kalmayacak. Plan ve projelendirme çalışmalarımız devam ediyor. Surların korunarak geleceğe taşınması için çok hassas davranıyoruz. Özellikle koruma-kullanma dengesini koruyacak projeler geliştirmeye çalışıyoruz. İstiyoruz ki bu tarihi surlar hem turizm açısından katkı sunsun, hem de korunsun." Surların güvenliği için ilçe belediyeleri de çalışma yürütecek. Kör noktaların aydınlatılması dışında güvenlik kameraları da yerleştirilecek. Zeytinburnu Belediyesi, surların Topkapı'dan sahile kadar olan kısmına gece görüşlü ve yüksek çözünürlüklü MOBESE kameralar yerleştirecek.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 11.02.2013

ORYANTALİZM VE ARKEOLOJİ

 

 

Son dönemde yurtdışı güncel basında en fazla duyulan “ Türkiye Kültür Savaşı Açtı” iddiası, 21 Ocak’ta The Guardian’da çıkan bir yazıyla devam ediyor.

(www.guardian.co.uk/world/2013/jan/21/turkey-cultural-war-archaeological-treasure)


Görünen o ki, Avrupa hala oryantalizmden kurtulabilmiş değil. O yüzden amaç sadece The Guardian’a cevap vermek değil, farklı bakış açıları da ortaya koyarak, Türkiye’nin eserlerinin peşinde olmasının acaba haklı bir gerekçeleri de olup olmadığını anlamaya çalışmak olmalı.
Öncelikle bugün itibarıya konuşmak gerekirse,Türkiye’nin dünyadan talep ettiği ve geri getirilmesini sağladığı eserlerin hangileri olduğuna bir göz atmalıyız. Berlin’den dönen Hitit Boğazköy Sfenks’i tartışmanın başlangıcı olması açısından önemli. 1916-17 yıllarında Almanların Boğazköy’de (yani Hitit İmparatorluğu’nun başkenti olan Hattuşşa) yürütülen kazılar esnasında parçalanmış halde buldukları sfenks, onarılması ve bilimsel çalışmasının yapılması için geri gönderilmek şartı ve binlerce parça pişmiş toprak yazıt ile Almanya ’ya gönderildi.

 

Asar-ı Attika Nizamnamesi
Osman Hamdi Bey 1884’te Asar-ı Attika Nizamnamesi’ni yürürlüğe koyduğunu da hatırlatalım. Bu karar şunu açıkça söylüyordu: Bu topraklarda bulunan her türlü arkeolojik ve kültürel mirasın sahibi, yine bu toprakların kendisiydi. Aradan yaklaşık 32 yıl geçmişti ve Osmanlı ilk kez olmasa da bir eserinin sınırları dışına çıkmasına izin veriyordu. Asıl sebep ise o yıllarda müttefik olan Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit ile Alman İmparatoru II. Wilhelm’in arasındaki iyi ilişkilerdi.

Sfenksin onarımı ve bilimsel çalışması, 1924’te tamamlandıysa da eser bir türlü Boğazköy’e geri dönmedi. Nasıl olsa Anadolu’da bir savaş vardı ve bu eserin peşinde mi koşulacaktı? Aradan neredeyse 100 yıl geçti ve artık sfenksin geri verilmesi gerekmiyor mu? Eseri geri vermemek kınanmıyor da isteyince mi ayıp etmiş, tehdit etmiş oluyoruz?

 

Herakles heykeli
Gelelim Herakles heykeline! Yasal olmayan yollarla Anadolu’da kaçak kazılar yapılması ve ele geçen eserlerin dünyanın farklı müzelerine oldukça yüksek fiyatlara satılması, Avrupa ve Batı müzelerinin teşvik ettiği bir yol ise ve The Guardian’da bunu savunuyorsa, ortada ciddi bir hukuk sorunu var demektir. Herakles heykeli kaçak kazı ile çıkarıldı ve birçok farklı alıcı yolu ile en son Boston Müzesi tarafından New York’lu koleksiyoner Leon Levy’den satın alındı. Hikayenin öncesi ve sonrası yazıldı. Hikayenin sonuç bölümü dramatikti. Perge Kazı Başkanı Prof.Dr. Jale İnan eserin Perge’de çıkan bir Herakles heykelinin parçası olduğunu tespit etti ve eser 50 yıl sonra diğer parçası ile birleştirilmek üzere kendi topraklarına geri döndü. Ve son olarak çok yakın bir zamanda geri getirilen Orpheus Mozaiği ise esirin tamamlayıcısı olabilir. 1960 sonrası, Türkiye’de arkeolojik alanların en fazla tahrip edildiği ve batı müzelerine eserlerin taşındığı bir dönemdi. Bu dönemde Urfa’da bilimsel araştırmalar yapanlar tarafından mezarlık bir alanda mozaikler tespit edildi ve yayımlandı. Kısa bir süre sonra bu mozaikler yerlerinden sökülerek çalındı ve bir kısmı havaalanında yurtdışına çıkarılırken yakalandı. Yakalanamayanlar ise Dallas Müzesi gibi müzelerde sergilenmeye başladı. Sonuç olarak eser istemek sürecin son kısmı, öncesi ise The Guardian tarafından gözardı ediliyor. Yani Avrupa ve Batı müzeleri “bu eserlere nasıl sahip olmuş” kısmı sorgulanmıyor.

 

Osman Hamdi bey
Avrupa, Sanayi Devrimi sonrasında inanılmaz bir hızla büyük bir değişimin içerisine girdi. Kısa bir süre içerisinde, büyük bir ekonomik özgüven ve ardından “sanat seviciliği” dönemi başladı. Sanat olarak tanımladıkları ise antik çağlardan kalan arkeolojik eserlerdi. Bu eserlere sahip olabilmek için Mısır, Anadolu, Yunanistan veya dünyanın herhangi bir noktasına gitmek yetiyordu. 18. yüzyıl ile başlayan eser toplama yarışı, 19. yüzyılda iyice kızıştı. İngiltere, Fransa’nın ve Almanya’nın en güzel ve en çok esere ulaşmak için yaptığı çalışmalar, artık devletlerarası bir tür savaşa dönüşmüştü. Bu sürecin sonunu hazırlayan ise, Osman Hamdi Bey oldu. 1884’te Asar-ı Attika yasasını çıkardı ve yurtdışına eser çıkarılmasının önüne geçti. Ama bu hiç de kolay bir süreç değildi. Osman Hamdi, artık Osmanlı İmparatorluğu’nun bir müzeye sahip olması gerekliliğinden yola çıkarak, bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin temelini attı. O sırada Fransa’nın misyon ve bilim insanı, Fenike kültürü üzerine uzman, Doğu’nun düşmanı büyük oryantalist Ernest Renan, Osmanlı’daki bu gelişmeleri küçümsüyordu. Öyle ki Renan, “Türklerin Avrupa’ya yerleşmesi son barbar istilası” diyordu. İstanbul’da, Osman Hamdi Bey’in yeni bir müze kurulması için başlattığı çalışmaları, Fransız Büyükelçisi Marquis de Noilles “tarih ve arkeolojiyle bağlantılı tüm bilim alanları açısından talihsiz bir olay olarak görüyor”, konuyu değerlendirmesi için Ernest Renan’a bilgi veriyordu. Ernest Renan, Fransız Milli Eğitim Bakanı Armand Fallieres’e yazdığı ve bugün Fransız Dışişleri Bakanlığı Arşivi’ndeki mektubunda şöyle diyordu: “Türk hükümetinin bilimsel konulardaki çocuksu düşüncelerinin üzücü bir kanıtı olan bu nizamname, arkeolojik araştırma tarihinde talihsiz bir gün olarak anılacaktır. Eski eserlerin milli bir müzede toplanması, mütevazı büyüklükte ve bir anlamda arkeolojik bütünlüğe sahip bir ülke için düşünülebilir. Ancak Yunanistan’dan, Anadolu’dan, Suriye’den, Arabistan’dan, Yemen’den ve Osmanlıların hakim olduklarını sandıkları bütün diğer topraklardan gelen objeleri karmakarışık bir şekilde içeren bir müzeye ne demeli?” (Geçmişe Hücum, 2011, Ara Nağme, Salt / Garanti Kültür).

 

Tehdit değildir
Ernest Renan ve dönemin Fransız Büyükelçisi ve bugün The Guardian’ın da ifade ettiği gibi bizler, eserlerimizi bu toprakların geçmişini korumak, çalınmasını engellemek ve iadesini talep etmekle Batı’ya savaş açmış oluyoruz. Ernest Renan’ın 130 yıl önce ortaya koyduğu düşünce bugün hala devam ediyor. Bu toprakların soyulan eserlerini geri istemek tehdit etmek değildir. Çünkü hukuki olarak götürülen birçok eser zaman aşımına uğradığı için Batı müzeleri yasal olarak eserleri geri vermeme haklarını ellerinde bulunduruyorlar. Türkiye’den bu işleri takip etmek için görevlendirilen birim ise, sadece müzeleri ikna ederek eserleri alma yoluna gidiyor. Yani isteseler vermeyebilirler. Yavuz hırsızlık bundan daha güzel ifade edilemez. Bunlar gibi binlerce eser yurtdışındaki müzelerde sergileniyor ve geri getirebilmek için on yıllarca çaba gerekiyor. Her ne kadar sizin olduğunu ispat etseniz de.

 

Dönem değişti
Bugün Anadolu’da dünyanın her yerinden bilim insanları arkeolojik kazılara ve araştırma projelerine katılıyor. Her yıl yaklaşık 250’ye yakın kazı yapılıyor ve bunların neredeyse yarısı yabancı bilim heyetleri tarafından yürütülüyor. 30 yıldır sadece kazı yapan ama bir taş üstüne taş koymayan, hiç restorasyon, konservasyon ve analiz yapmayan kazı ekipleri var. Çıkarılan her mimari yapı kısa sürede ayağa kaldırılıyor ve sergileniyor. Artık dönem değişti ve sadece kazı yapılan bir dönem değil, kazı sonrası çalışmalara da özen gösterilen bir dönem başladı. Bu nedenle Kültür ve Turizm Bakanlığı biraz da bu nedenle kazıları sıkıştırıyor ve uzun yıllardır yapmadıklarını yapmaları isteniyor.


Avrupa ve Batı müzelerinin korkması gereken asıl mesele ise kaçak yollarla götürdükleri eserlerden sonra, yasal yollarla götürdüklerinin iadesini istememiz. Ve elbette Allianoi ile Hasankeyf bizim elimizi zayıflatan, Türkiye’nin arkeolojik kültürel mirası ile ilgili olarak önümüze sürülen kötü örnekler. Keşke onları da koruyabilseydik.

* Aktüel Arkeoloji Dergisi

Radikal İki, Yazı: Murat Nağış, 07.02.2013



3 - 9 Şubat 2013

  

 

Boğaz'da temelleri güçlükle bulunan iki yalı, kuruldan onay çıkarsa 'ihya edilecek'. Büyükşehir Belediyesi, "Yalılar, kamu yararına kullanılacak" dedi.

 

İstanbul Üsküdar’daki Paşalimanı Parkı’nda 3 noktada toprak altüst edildi. Kazılan yerlerde bir havuz izi, bir merdiven bir de temel görülüyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na (İBB) ait inşaat tabelasında, ‘Üsküdar Serasker Hüseyin Avni Paşa Yalısı ve Arapzade Yalısı Temel Araştırma Kazısı’ yazıyor. Hassa Mimarlık tarafından yürütülen kazı çalışması, Türk İslam Eserleri Müzesi tarafından kontrol ediliyor.


Arapzade Yalısı, Üsküdar İlçesi, Hacı Hesna Hatun Mahallesi, 512 ada, 5 parselde bulunmaktaydı. 19’uncu yüzyılın son çeyreğine tarihlenen yalı, yok olan kültür varlıklarından biri olarak kayıtlara geçti. Serasker Hüseyin Avni Paşa Yalısı da yine aynı yerde 512 ada, 43 parselde yer almaktaydı. İstanbul Boğazı’nın karakteristiğini oluşturan yalılar arasında sayılan bu kültür varlıklarının yeniden İstanbul’a kazandırılabilmesi amacıyla İBB tarafından planlanan çalışma için 5 Temmuz 2011’de ihale açıldı. Çalışma, 10 Mayıs 2012’de başlatıldı.


Kazının amacı, iki yalıyı ‘ihya etmek ve kamu yararına kullanmak’. İBB tarafından Radikal ’e yapılan açıklamalara göre elde eserlerle ilgili çok fazla doküman mevcut. Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nun incelemesi sonunda ve onay çıkarsa iki eser de ihya edilecek.





‘Boğaz’da 10-15 yapı ihya edilebilir’
İBB, Basın Dairesi, yalıların ihya edilmesi halinde kamuya açık ve kamu yararına kullanılacağını belirtirken arazilerin İstanbul Büyükşehir Belediyesi mülkiyetinde olduğunu vurguladı. İBB yetkililerinin verdiği bilgiye göre her iki yalı, yol yapımı sırasında mirasçılardan alındı. İstimlak şartlarından biri de ‘özel amaçlı kullanımın kısıtlanması’ydı.


Hassa Mimarlık’ın sahibi Muharrem Hilmi Şenalp Boğaziçi mimarisini yansıtan eserlerin ihyasının çok önemli olduğunu belirtti ve kıyı boyunca yaklaşık 10-15 arası eserin ihyasının gerekli olduğunu söyledi: “Hüseyin Avni Paşa Yalısı büyükçe bir bina. Tütün ambarları ile birlikte kültür merkezi olsun düşüncesi vardı... 1 ay önce kazıyı bitirdik. Biraz uzun sürdü. Çünkü önce bulamadık. Sonra radyolojik tarama yaptık. O zaman çıktı havuz ve bodrum kat temeli. Şimdi rölevesini yapıyoruz. Sonra ilgili Kültür Varlıkları Koruma Kurulu karar verecek.”

Serasker Hüseyin Avni Paşa Yalısı
Eski ismi Öküz Limanı olan mevkide yer alan büyük bir yapıydı. Sağ ilerisinde Abdurrahman Ağa Camii ve Yarımca Baba Bektaşi Tekkesi, karşısında ise Hüseyin Avni Paşa’nın 1874-75 tarihinde yaptırdığı muhteşem çeşme bulunuyordu. Bölge Piyale Paşa Sahilsarayı yapıldıktan sonra Paşalimanı ismini aldı.

Arapzade Yalısı
Paşalimanı ile Kuzguncuk arasında ve Fethi Ahmet Paşa Yalısı’nın sol tarafındaydı.

Radikal, Kaynak: Üsküdar Belediyesi internet sitesi, Haber: Enis Tayman, 08.02.2013

OSMANLI'NIN KATERİNA'YA VERDİĞİ ÇADIR HALA AYAKTA

 

 

Osmanlı Sultanı III. Selim tarafından Rus Çariçesi II. Katerina'ya hediye edilen Osmanlı çadırı ilk kez görüntülendi. Osmanlı devletinin Kırım'ı almak için 19 Ağustos 1787'de Rusya'ya açtığı savaş sonunda imzalanan Yaş Anlaşması dolayısıyla Rusya'ya hediye edilen çadır, St. Petersburg'daki bir müzede korunuyordu. Dönemin Osmanlı Sefiri Mustafa Rasih Paşa tarafından, 1793'te St. Petersburg'da Çariçe II. Katerina'ya sunulan wçadır, 220 yıl boyunca sapasağlam ayakta kalmayı başarmış. Ermitaj Müzesi'nden Galina Serkina, Çar ailesi üyelerinin çadırı daha çok askeri seferler, avlanmak ve bazen de piknik yapmak için kullandığını ifade etti. Serkina, "Bu çadır diplomatik olarak hediye edilen ve günümüze kadar ulaşan tek çadır" dedi. Serkina, çadırın duvarlarının 6 metre genişliğinde ve 2 metre yüksekliğinde olduğunu da sözlerine ekledi. Titizlikle korunduğu ve renginden hiçbir şey kaybetmediği gözden kaçmayan çadır direkleri, kurulamadığı için çadırın hemen yanı başında yerlere dizilmiş. Serkina, çadırın yakın bir zamanda fotoğraflanmak için yeni baştan kurulacağını ve o zaman çadırı tüm ihtişamıyla görmenin mümkün olacağını söyledi.

Sabah, 08.02.2013

FATİH'İN DİKTİRDİĞİ ULU ÇINAR BAKIMDA

 

 

Zonguldak'ın Ereğli İlçesi'nde İstanbul'un fethinin ardından dikilen çınarlar, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan alınan izinle restorasyona alındı.

 

Ereğli Belediyesi Park ve Bahçeler Sorumlusu Sezgin Okumuş, gazetecilere yaptığı açıklamada, ilçenin belirli noktalarındaki anıt ağaçların bak ım ve restorasyonu için çalışma başlattıklarını söyledi.
 

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan, geçen yıl 10 anıt ağaçtan 7'sinin bakımı için istediklerini iznin gelmesi ardından çalışmalara başladıklarını ifade eden Okumuş, şöyle konuştu: "Biz bu çınar ağaçlarının bakım ve restorasyona ihtiyacı olduğunu gördük. 1 yıl önce, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na ağaçların restorasyonuyla ilgili izin için başvurmuştuk. Gerekli izinleri aldıktan sonra İstanbul'da bu işi yapan firmaya ulaştık. Firma yetkilileri olaya duyarlı yaklaştılar ve ağaçların restorasyonu işlemlerine başladık. Teknik anlamda ağaçların zamanla odun dokuları çürümektedir, çürüyen kısı mları arkadaşlarımız kesici aletlerle kazıyor. Doğal yollardan çamın damıtılmasıyla çam katranı elde ediliyor. Bu da kazınan yerlere sürülüyor. Bunun amacı da bir daha bu yerlerde mantar ürememesidir. Bu ağaçların yaklaşık 500 yıllık olduğu belirtiliyor. Bu yapılan işlemi bu bölgede ilk kez biz başlattık. İnşallah diğer belediyelere örnek olur."
 

Ereğli Belediyesi Başkanlık Danışmanı Raif Tokel de Fatih Sultan Mehmet tarafından resmi olarak dikildiği bilinen çınarların bakımının Türkiye'de ilk kez gerçekleştirildiğini belirterek, "Literatürde doğal anıt, anıt ağaç olarak tabir edilen bu ağaçlar biyolojik ve kültürel özellikleri açısından kültür varlığı olarak tescil edilmiştir. Karadeniz Ereğli'de 10 tane tescil edilmiş ağaç bulunmaktadır. Şu anda yaşamlarında çok ciddi sıkıntı gördüğümüz ağaçları ele aldık. Bölgede bu ağaçların restorasyon tedavisine yönelik çalışmayı ilk kez Ereğli Belediyesi yapıyor" diye konuştu.
 

Çınarlardan 7'sinde sıkıntı olduğuna dikkati çeken Tokel, sö zlerini şöyle tamamladı: "Bu ağaçlar, 9 Eylül 1982 tarihinde tescil edilmiş. 1987 yılında bu karar bir daha gözden geçirilmiş. Tescillerinin devamına karar verilmiş. 1987 yılından bu yana da ciddi anlamda bu ağaçlara müdahale yapılmamış. Doğ aya ve doğadaki tüm varlıklara saygıyı öne çıkaran Ereğli Belediyesi ve Belediye Başkanı Halil Posbıyık, bu anlamda müdahil oldu. Bu ağaçların tedavisine başlayacağız. Ağaçların ömürleriyle ilgili bir belgeye dayalı yaş belirlenir. Bir de bilimsel bir araştırma vardır. Bu da denta kronolojik denilen bilimsel çalışmadır. Ağa çlar bizim kültürümüzde bir anıdır. Bir şeyin yıl dönümü ve kutlanmasıyla ilgili dikilir. Ağaç sevgisi Anadolu insanının çok eski sevgisine dayalıdır. Bu ağaçların tarihinde de Fetih Çınarları olarak geçiyor. Yapılan araştırmada da Fatih Sultan Mehmet'in Ereğli'yle ilgili çok ciddi ilişkisi olmuştur. Çünkü Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u almadan önce kuşatma evresinde Ereğli'deki su duvarlarındaki bazı blok taşlarını taşıyıp İstanbul'daki Rumeli Hisar'ını yapmıştır. O anlamda da Ereğli'ye nazire olsun diye çınar dikmiştir. Çünkü çınarın tarihsel adı vardır. 'Köklü çınar', 'ulu çınar' diye edebiyata da girmiştir. Bu nedenle bu ağaçlar ulu çınar ya da 'Fetih çınarı' olarak bilinir."
Türkiye Gazetesi, 07.02.2013

TARİHİ ULU CAMİYE MODERN DİZAYN

 

  

 

Hatay'da 6. yüzyılda Memlükler döneminde yaptırılan Ulu Cami restore edildi.

Birçok dinden ve inançtan insanların huzur içinde yaşadığı bir kent olarak dikkati çeken Hatay'da, Memlükler döneminden kalan ve kentin en eski camisi olarak bilinen Ulu Cami, yeni görünümüyle kapılarını ibadete açmaya hazırlanıyor.

Yaklaşık 6 aydır süren ve 1 milyon 413 bin lira harcamayla restore edilen Ulu Cami, restore çalışmalarının ardından avlusu, minaresi, cami içerisinde bulunan türbeler ve medrese odaları adeta görenleri tarihi bir yolculuğa davet ediyor.

Hatay Vakıflar Bölge Müdürlüğünce restoresi üstlenilen camideki taş dokularının üzerindeki boyalar temizlendi. Böylelikle tarihi değeri daha ön plana çıkartılan camideki çalışmalar, günümüz modern ihtiyaçlarına da cevap verebilir hale getirildi.





Bu kapsamda engelli vatandaşların merdivenleri kullanmasının zor olacağını dikkate alınarak, üç kapısı bulunan caminin giriş ve çıkışlarına engelliler için rampalar yapıldı.

Daha önce erkeklerle kadınların aynı mekanda ibadet etmesine "perdeyle" çözüm bulunduğu camide, kadınlar için taştan tarihi görünümlü ayrı bir mescit yapıldı.

Ayrıca camide bulunan aşevi, sağlamlaştırılarak, aşevi önünde ibadete gelen vatandaşlar için dinlenme bölümleri oluşturuldu.

Aydınlatma sistemleri de yenilenen caminin, bu ay içerisinde yenilenen yüzüyle ibadete açılacağı bildirildi.

Hatay Gündem, 07.02.2013

YAKINDA SULTANAHMET CAMİİ'NE MERDİVENLE İNECEĞİZ!

 

 

Birçok medeniyetin gelip geçtiği ve insanlık tarihine köklü miras bırakan İstanbul’daki tarihi yapılar, “kot farkı” nedeniyle toprak altında kalabilir.

Kot farkının Sultanahmet Camii ile Ayasofya arasında rahatlıkla görülebileceğini anlatan İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, “Ayasofya 1500 yıllık bir yapı. Sultanahmet ise Osmanlı döneminde yapılmış bir cami. Şu anda Sultanahmet Camii’ne biz merdivenle çıkıyoruz. Ama Ayasofya’ya merdivenle iniyoruz. Bu iki yapıda kot yükselmesini görebiliriz. Demek ki Ayasofya’nın kot yükselmesi ile birlikte önündeki meydan yükselmiş ama kendisi çukurda kalmıştır. Aksaray’da Valide Sultan Camii’nde de aynı şeyi görürsünüz. Bu, tarihi yapıların İstanbul’da karşılaştığı bir sorun” ifadelerini kullandı. İnsanların meydanları yaparken kolayıcılığa kaçtığını, eski malzemelerin üzerine yeni malzemenin döşendiğini kaydeden Bilgili, “Birike birike kot yükselmesi oluşmuş” dedi.

Doğu Roma’daki adıyla Hipodrom, Osmanlı dönemindeki adıyla At Meydanı’nda Ayasofya’nın hemen karşısındaki iki yıl önce toprak altında bulunan 300 yıllık çeşmeyi örnek gösteren Bilgili, “Yapı, klasik dönem Osmanlı çeşmesi. Şu anda çeşmenin sadece üst kısmını görebiliyoruz. O da zemin yenilemesi yaparken, tesadüfen ortaya çıkmış. Altında 3 gözlü kocaman bir çeşme var. Biz çeşmenin üzerinde geziyormuşuz da haberimiz yokmuş. İşte bu da kot yükselmesinin çok somut bir sonucu. Eğer buna biz bugünden itibaren tedbir almazsak 50 yıl sonra bütün eski yapılarımıza örneğin Sultanahmet Camii’ne, Süleymaniye Camii’ne merdivenle iner hale geleceğiz” şeklinde konuştu.

Habertürk, 07.02.2013

OTO YIKAMADAN TARİH ÇIKTI

 

Bursa’daki bir oto yıkama dükkanından satılmak üzere bekletilen tarihi heykeller çıktı.

 

Osmangazi İlçesi'ndeki bir oto yıkama dükkanına düzenlenen baskında biri 37X45 santimetre ebadında kafa bölümü olmayan 4 heykel, gözyaşı sikkesi ile birlikte 10 parça tarihi eser ele geçirildi. Heykelleri satmak isteyen 2 kişi gözaltına alındı. Emekli binbaşı Mehmet K. (56) ve Mehmet P. (54) çıkarıldıkları nöbetçi mahkemece tutuklanarak cezaevine konuldu. Tarihi eserleri Mehmet K.'nin Çanakkale'den getirdiği öğrenildi.

Akşam, 07.02.2013

MUSTAFA AYAZ, MÜZESİNİ KÜLLİYEYE DÖNÜŞTÜRECEK

 

Çağdaş Türk resminin önemli isimlerinden Mustafa Ayaz, 2007’de açtığı ve kendi ismini taşıyan müzeyi, bir ‘Sanat Külliyesi’ne dönüştürmeyi hedefliyor.

 

Altı yıldır çok sayıda yerli, yabancı ressamın sergisine ev sahipliği yapan Mustafa Ayaz Müzesi bin 720 metrekarelik bir alana kurulu. 7 kattan oluşan ve toplam kullanım alanı 5 bin metrekare olan müzede hobi atölyelerinin yanı sıra Ayaz’ın değişik dönemlere ait eserleri de sergileniyor.

Müzenin 2009’da vakıf olarak faaliyete geçtiğini belirten Mustafa Ayaz, “Şimdiki hedefim, müzeyi ‘kamuya yararlı’ vakıf haline getirmek. Bunun için başvurumuz var. Müzeye bir konferans ve müzik salonu ekleyeceğiz. O zaman hayalimdeki ‘Ayaz Sanat Külliyesi’ni tamamlamış olacağız” dedi.

Hürriyet, Haber: Uğur Ergan, 07.02.2013

MODIGLIANI'NIN PORTRESİ 42,1 MİLYON DOLARA SATILDI

 

 

İtalyan ressam ve heykeltıraş Amedeo Modigliani'nin portresi, İngiltere'nin başkenti Londra'da yapılan açık artırmada 42,1 milyon dolara satıldı.

 

Christie's Müzayede Evi, Modigliani'nin sevgilisi Jeanne Hebuterne'nün 1919'da tamamladığı portresini açık artırmaya telefonla katılan ve adının açıklanmasını istemeyen bir koleksiyoncunun satın aldığını açıkladı.

1884'te İtalya'nın Livorno kentinde doğan Modigliani, maskeye benzeyen yüzlerin yer aldığı eserleriyle tanınmıştı. Modigliani, 1920'de Paris'te henüz 35 yaşındayken tüberküloz menenjit nedeniyle hayata veda etmişti.

TOPLAM 214 MİLYON DOLARLIK SATIŞ YAPILDI
Christie's Müzayede Evi'nde bugün yapılan “Empresyonist ve Modern Sanat” açık artırmasında toplam 214 milyon dolarlık satış yapıldı.

19 ülkeden koleksiyoncuların katıldığı müzayedede 19. yüzyıl izlenimcilerinden Berthe Morisot'un “Apres le dejeuner” adlı eseri, 10,9 milyon dolara alıcı buldu.

Sotheby's Müzayede Evi'nin düzenlediği “Empresyonist ve Modern Sanat” açık artırması da büyük çekişmelere sahne oldu.

Toplam satışın 228 milyon dolara ulaştığı müzayedede İspanyol ressam Joan Miro'nun “The Farmer and his Wife” adlı tablosu 9,3 milyon dolara, Salvador Dali'nin 1943 tarihli “Portrait of Mrs. Harrison Williams” adlı eseri ise 3,6 milyon dolara satıldı.

Radikal, 07.02.2013

MİLLİ ARŞİV SİTESİNİN İNŞAATI TAMAMLANDI

 

 

Paha biçilemeyen Osmanlı tarihi eserlerinin saklanacağı “Milli Arşiv Sitesi”nin yapımı tamamlandı. Osmanlı arşivi, Kağıthane’de 57 bin metrekare araziye, 9 büyüklüğündeki depreme dayanıklı 16 blokta saklanacak.

 

TOKİ, 150 milyon dolar (264 milyon lira) maliyetle arşivcilik için özel olarak tasarlanan Milli Arşiv Sitesi’nin inşaatını tamamladı. 100 milyon belge ve 375 bin kayıt defteri ile dünyanın en büyük arşivi olan Osmanlı arşivi, Kağıthane’de parmak izi ile girilebilen odalarda saklanacak.

 

Sabah Gazetesi'nin haberine göre, binanın yapımı sırasında kullanılan tüm malzemelerin yangına dayanıklı malzemelerden seçildiği ifade edildi. Binada ısı ve nem değerlerini belli noktada tutan bir iklimlendirme sisteminin de gerçekleştirildiği belirtildi.

 

36 bin metrekarelik depolara yapılacak rafların toplam uzunluğu120 kilometre olacak. Sitedeki 120 depoya şifre ve parmak izi ile girilebilecek. 800 kişilik kongre merkezi, iç ve dış bükey akustik ahşap elemanlarla bir ses stüdyosu gibi donatıldı. Sitenin içindeki arşiv galerisinde, ısı ve nem  değerlerini dengeleyen özel vitrinlerde orijinal belgeler sergilenecek.

 

Osmanlı arşivleri mart ayından itibaren özel önlemlerle taşınmaya başlanacak. Milli Arşiv Sitesi’nin İstanbul’un fethinin yıldönümü olan 29 Mayıs’ta açılması planlanıyor.

Yapı, 07.02.2013

RODIN İLE BACON BİRARADA

 

Britanyalı ressam Francis Bacon'la Fransız heykeltraş Auguste Rodin'in eserleri bu cumadan itibaren Londra'nın Ordovias galerisinde beraber görücüye çıkacak.

 

Britanyalı ressam Francis Bacon’la Fransız heykeltraş Auguste Rodin’in eserleri bu cumadan itibaren Londra ’nın Ordovias galerisinde beraber görücüye çıkacak. ‘Hareket ve Yerçekimi: Rodin ve Bacon Diyaloğu’ başlıklı sergi Fransız heykeltraşın Britanya sanatı üzerindeki etkisine odaklanıyor. Bacon’ın üç resmiyle Rodin’in üç bronz heykelinin yer aldığı sergide ressamın daha önce görücüye çıkmamış 1967 tarihli ‘İnsan Bedeninden Üç Form Çalışması’ adındaki tablosu da bulunuyor. Resimde bir insanın üç farklı dönemi temsil ediliyor. Sergi, Rodin heykellerindeki insan bedeni yorumunun Bacon’ı nasıl etkilediğini araştırıyor.

Radikal, 07.02.2013

BERGAMA DÜNYA KÜLTÜR MİRASI ADAYLIĞI DOSYASINI TESLİM ETTİ

 

 

Bergama, Dünya Kültür Mirası Listesi adaylığı için Dünya Miras Komitesi'ne başvuru yaptı. Başvurunun 2014 yılında sonuçlanması bekleniyor.

 

Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, yaptığı yazılı açıklamada, 2011 nisan ayında Dünya Kültür Mirası ön listesine giren Bergama'nın adaylık dosyasının hazırlanması için belediye bünyesinde kurulan birimin çalışmalarını tamamladığını kaydetti. 500 sayfadan oluşan bilgi, belge ve fotoğrafların yer aldığı dosyanın Dünya Miras Komitesi'ne teslim edildiğini ifade eden Gönenç, Bergama ve çevresinin kültürel değerlerinin tasniflendiği ve kültürel varlıklarının ortaya konduğu dosyanın UNESCO Dünya Miras Komitesi tarafından en az 1,5 yıl inceleneceğini kaydetti.

Mustafa Gönenç, 2014 Haziran ayında UNESCO teknik heyetinin Bergama'ya gelerek incelemelerde bulunacağını belirterek, şunları belirtti:
''2014 yılında sonuca ulaşacak sürecin kalıcı listeye girmekle sonuçlanmasını umuyoruz. Bundan sonraki dönemde heyecanla neticeyi bekleyeceğiz. Roma ve Helen dönemi tapınaklarına, tiyatrolarına, su yollarının ve sağlık merkezlerinin en ünlülerine sahip bir başkent olan ve antik dönem sonrası yaşamın kesintisiz olarak devam ettiği Bergama'nın Dünya Miras Listesi'ne girmesi, listede yer alan diğer arkeolojik varlıklara da güç katacaktır. Bölgemiz turistik anlamda yeni bir döneme girecektir. Bergama'da var olan potansiyelin UNESCO tarafından tescil edilmesi kenti yakın gelecekte bir dünya markası haline getirecektir.''

Yapı, 07.02.2013

MUHAFAZAKAR JAPONLAR DAVUT'TAN RAHATSIZ

 

Japonya’da heykel krizi... Ünlü Rönesans sanatçısı Michelangelo’nun başyapıtlarından Davut Heykeli’nin bir kopyası, Okuizumo kasabasına dikilecekti.

Ancak kasaba yetkilisi Yoji Morinaga, AFP’ye yaptığı açıklamada, heykelin bazı yaşlı ve muhafazakarların tepkisini çektiğini söyledi: “Cinsel organın kapatılmasını istediler. Çocukların heykelden korktuğunu söyleyenler var.”

Hürriyet, 07.02.2013

İSRAİL OSMANLI ESERLERİNİ YIKIYOR

 

İsrail'in, Mescid-i Aksa'ya 50 metre mesafedeki Ağlama Duvarı (Burak Duvarı) yanında başlattığı yıkım çalışmaları devam ediyor. Yıkımı devam eden eserler arasında Osmanlı döneminden kalma tarihi kemer ve binalar da bulunuyor.

Yıkıma karşı çıkan El Aksa Vakfı yaptığı yazılı açıklamada, ''İşgal güçleri, ikinci gününde Mescid-i Aksa'nın 50 metre uzağındaki Burak duvarının kuzeyinde bulunan tarihi kemer ve binaları yıkmaya devam ediyor'' ifadesini kullandı.

İsrail yönetiminin, yıkım yaptığı bölgeye sinagog, polis merkezi ve müze gibi yeni binalar inşa etmeyi planlandığı belirtiliyor.

 

Mescid-i Aksa içinde ve çevresinde ibadet etmeleri yasaklanan Yahudiler tarihte ilk kez Kanuni Sultan Süleyman'ın çıkardığı izinle mülkiyeti El-Aksa Vakfı'nda kalmak şartıyla Ağlama Duvarı'na gelerek ibadet etmeye başladı.

Yahudilerin ibadet ettikleri Ağlama Duvarı'nın yenileme çalışmasını Kanuni döneminde Mimar Sinan yapmıştı.

Yahudilere, Kanuni Sultan Süleyman'dan önce sadece tarihi şehrin karşısındaki Zeytin Dağı'nda bulunan Yahudi mezarlıklarında dua etme izni veriliyordu.

İsrail, 1948 savaşında Ağlama Duvarı'nı tamamen işgal ederek çevresinde bulunan Selahaddin Eyyubi'nin kurduğu ve Faslı göçmenlerin yaşadığı Silvan mahallesini yıkıp, duvara açılan alanı kanunsuz bir şekilde genişletmişti

Habertürk, 07.02.2013

 

******


MESCİD-İ AKSA'NIN YANINA SİNAGOG YAPILACAK

 

 

İsrail'e ait buldozerler, Mescid-i Aksa'nın yakınında bulunan Burak sahasının kuzeyindeki tarihi bina ve kemerleri yıkmaya devam ediyor. Yıkım çalışmalarına tepki gösteren El-Aksa Vakıf ve Kültür Mirası Kurumu, yıkım işleminin Mescid-i Aksa'nın 50 metre uzağında gerçekleştirildiğini açıkladı.  Yıkımın tamamlanmak üzere olduğunun belirtildiği açıklamada, İsrail'in içerisinde sinagog, karşılama salonu, polis merkezi, müze ve hamamların bulunduğu çok yönlü bir kompleks bina etmeyi planladığı iddia edildi. İsrail ordusu, 28 Ocak'ta izinsiz olduğu gerekçesiyle Mescid-i Aksa'nın güneyindeki Silvan Mahallesi'nde Filistinlilere ait bir ev ve üç bahçeyi kullanılamaz hale getirmişti. Tel Aviv yönetimi, geçtiğimiz ay Batı Şeria'nın El-Halil kentinde bir camiyi yıkmış, 26 Aralık 2012'de ise Beytüllahim, El-Halil ve Nablus kentlerinde Filistinlilere ait 51 ev için yıkım kararı almıştı. 

Türkiye Gazetesi, 07.02.2013

AKSARAY MÜZESİ KAPATILDI

 

 

Yaklaşık 1 milyon liraya düzenleme ve tadilat çalışması yapılacak Aksaray Müzesi ziyarete kapatıldı.

 

Aksaray Müzesi'nin tanzim ve teşhir düzenlemeleri ile daha verimli kullanılması amacıyla yapılan projenin yaklaşık 1 milyon lira bedelli ihalesinin tamamlanmasının ardından çalışmalara başlandı.

 

Yapılacak düzenlemeyle ilk kez müzede etnoğrafik eserler ile mozaikler oluşturulacak özel alanlarda sergilenmeye başlanacak. 12 bin metrekarelik müzenin sekizgen yapısından kaynaklanan sergileme sorunları uygulanacak projeyle ortadan kaldırılacak.

 

Yaklaşık 8 ay sürecek çalışmalar nedeniyle Müze yaz mevsimi sonuna kadar ziyarete kapatıldı. Proje kapsamında Müzenin birinci katı arkeolojik eserlerin sergilenmesi için bölümlere ayrılacak. Bu katta mumyaların yanı sıra Aksaray'da devam eden üç önemli kazıdan çıkan eserler ve Roma, Bizans dönemine ait buluntular ile sikkeler ayrı bölümlerde sergilenecek.

 

Müzenin en dikkat çekici eserlerinden mumyalar için özel bir bölüm oluşturulacak. Bin yıllık mumyalar son teknoloji ürünü cam bölmeler içinde korunacak.

 

İdari bölümün bulunacağı ikinci katta ilk kez etnoğrafik eserler sergilenmeye başlanacak. Aksaray kültürünü yansıtan eserlerin yanı sıra antika halı ve kilimler de bu bölümde yer alacak.

 

Aynı katta özel bir salonda geçen sene Eskil İlçesi civarında yapılan kazılarda bulunan 196 metre karelik mozaikler sergilenecek.

 

Çalışmalar tamamlandığında ziyaretçiler müzeyi gezerken Kapadokya'nın en önemli parçalarından biri olan Ihlara Vadisi'ni de ekranlardan canlı olarak izleyebilecekler.

Aksaray Kent Haber, 06.02.2013

ERTUĞRUL GÜNAY: İSTANBUL'DA SULTANAHMET MEYDANI'NA BİLE AVM YAPACAK BİR YAKLAŞIM VAR

 

Kültür ve Turizm eski Bakanı Ertuğrul Günay, CNN Türk’te yayınlanan 360 derece programında Şirin Payzın’ın sorularını yanıtladı. Günay, Sarai Sierra’nın öldürülmesi ile gündeme gelen İstanbul surları hakkında konuya ilişkin değerlendirmelerde bulundu. İstanbul’un surlarının 22 kilometrelik bir alanı kapsadığını belirten Günay, "Şu anda konuştuğumuz Topkapı Sarayı’nın eteğindeki surlarda bunların bir bölümü" diyerek şunları kaydetti: "Ama İstanbul’un surları bundan çok daha geniş bir alan. Ayvansaray’a kadar gidiyor. Kara tarafından dolaşıyor Yedikule’ye kadar gidiyor, Marmara tarafından Ahırkapı’ya geliyor, oradan Sirkeci tarafına ve Gülhane’ye geliyor. Surların, Ahırkapı’dan Sirkeci’ye gelen bölümü, hem İstanbul Surları’nın bir parçası hem de Topkapı Sarayı’nın, Suri Sultaniye’nin bir parçası. Şu anda konuştuğumuz alan İstanbul surlarının sınırlı, ama özel bir bölümü. Bazı alanlarda korunmuş, bazı alanlarda yanlış restorasyon, bazı alanlarda da bakımsızlık ve kötü kullanım var. Çeşitli kamu kurumlarının denetimine terk edilmiş, hatta denetimsiz kalmış alan. Topkapı Sarayı’nın çevresindekilere sadece Suri Sultaniye diyoruz. Sierra’nın ölüsünün bulunduğu kısım Topkapı Sarayı’nın yani Suri Sultaniye’nin deniz tarafında ki bölümü. Bu alan ne yazık ki çok bakımsız bir alan."

NE YAZIK Kİ BİR SONUÇ ALAMADIK
Surların büyük bölümünün İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait olduğuna vurgu yapan Günay şöyle devam etti: "Surların deniz tarafı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde. Sultanahmet tarafında ki giriş kapısının iki tarafındaki surlar bakanlığın koruması altında. Biz orada bir takım iyileştirmeleri geçmişte yaptık. Ama deniz tarafında ki, banliyö trenin alt tarafında kalan alanlar Büyükşehir’in koruması altında olduğu için bizim oraya müdahale etme şansımızda yoktu. Doğrusu imkanlarımızda çok yetmiyordu. Topkapı Sarayı’nın içinde 2008’den bu yana çok büyük iyileştirmeler yaptık. Saray’ın içinde gecekondular vardı, çeşitli kurumların işgalleri vardı, otoparklar vardı, spor kulübü işgalleri vardı, çeşitli bakanlıkların kullandığı ya da kullanır gibi yaptığı çeşitli depolar vardı. Bunların hepsini kaldırdık. Deniz tarafındaki surlar çok korumasız olduğu için ben bunu yazılı ve sözlü olarak arkadaşlarımdan rica ettim, ya bizim tarafımızdan ya da kendileri tarafından iyileştirilmesi konusunda. Ama ne yazık ki bir sonuç alamadık."

SAYIN BAŞBAKANIMIZA BİR CD VERDİM
Günay, İstanbul’da sorumluların öncelik vermediğini belirterek, "İstanbul’da çok çalışma yapılıyor, kimsenin hakkını inkar etmek istemem. Ama Topkapı Sarayı’nın çevresinin iyileştirilmesi konusunda, bir an önce burada önlem alınması konusunda uyarmaya çalıştım arkadaşlarımızı" diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: "Çünkü Topkapı Sarayı içinde tehlike teşkil ediyor. Oradan içeriye rahat girip çıkılması, içeride evsizlerin yurtsuzların barınması, bir takım hurdacıların oraya topladıklarını yığmaya çalışması sadece surlar açısından ve yoldan geçenler açısından çirkin ve güvenliksiz bir ortam değil, aynı zaman yukarıda bizim en büyük hazinemiz olan Topkapı Sarayı içinde oldukça sıkıntı verici bir alan. Ben durumun vahametini bir kamera ile tespit ettirdim ve sayın başbakanımıza bir CD verdim."

SARAY İÇİN GÜVENLİKSİZ
Günay, surların sahil yoluna bakan tarafının protokol yolu olduğuna vurgu yaparak, sözlerini şöyle sürdürdü: "Yerli yabancı havalimanına gelirken giderken o yol kullanılıyor. Hem onlar için güvenliksiz, hem saray için güvenliksiz. Onun için belediyeden kendileri yapması ya da bize devredilmesi konusunda olumlu yanıt alamayınca, arkadaşlarımı gönderdim. Polisin de yardımıyla içeriye girildi, işgaller, evsizler yurtsuzlar, içerideki hurda malzemeler, bütün olanlar, o dehlizler, tüneller kamera kaydıyla tespit edildi. Bende o kayıtları sayın başbakana özel bir biçimde sundum. Aldığım harici bilgilere göre de başbakan bir an önce ilgilenilmesi konusunda belediyeyede talimatlandırdı. Ama bu arada bu sevimsiz olayda vuku buldu. Bizim dilimizde bir söz vardır, ’bir musibet, bin nasihatten iyidir’ diye. Maalesef böyle bir musibetle karşı karşıya kaldık."

3 BİN METRESİNİN, 5 BİN METRESİNİN İYİLEŞTİRİLMESİ YETMİYOR
"İstanbul’un bir konuğunun orada vahim biçimde canının yitirmesi, İstanbul’un önemli bir sorununa dikkate almamızı sağladı" diyen Günay, "Bir haksızlık yapmak istemiyorum. Elbette belediyeler önemli çalışmalar yapıyorlar. Ama İstanbul’un surları toplam alanı 22 kilometre. Bunun 3 bin metresinin, 5 bin metresinin iyileştirilmesi yetmiyor" diye konuştu.

SİRKECİ’DE MÜCEVHER GİBİ BİR GAR BİNASI
Belediyelerin surları iyileştirecek projelerinin olduğunu belirten Günay, Marmaray projesine de dikkat çekerek, "Zaten Yenikapı’dan Sirkeci’ye gelen demiryolunun kalkması söz konusu. Demiryolu kalkması sonucu önemli bir kullanım alanı ortaya çıkacak. Orada yine bizim zorlayarak boşalttırdığımız zührevi hastalıklar hastanesi var. Oda belediyenin kontrolünde. Orayı da istedik, ama alamadık. Belediye orayı istirahat merkezi olarak değerlendirmeyi planladı, ama henüz bir gelişme olmadı. Sirkeci’de mücevher gibi bir gar binası var, önündeki benzin istasyonu kaldırılsın istedik ama olmadı" dedi.

İSTANBUL’UN YÖNETİMİNDE BUNUN ÖNCELİK TAŞIDIĞINI DÜŞÜNÜYORUM
Günay, surların onarılmamasında sebebin Bizans dönemine ait olmaları yönündeki bir soruya ise şu değerlendirmelerde bulundu: "5 yılı aşkın görev süremde Anadolu topraklarında hangi dönemden, hangi inançtan, hangi kültürden kalmış olursa olsu ne varsa hepsi bizimdir. Hepsi insanlığın bize emanetidir gözüyle baktım, kiliseyi, camiyi, medreseyi, manastırı, Pagan tapınağını birbirinden ayırmaksızın ayağa kaldırmaya çalıştım. Ama bazı zihinlerin altında bu tür ipotekler olabilir ya da başka bir öncelik sıralaması olabilir. İstanbul’da inşaat hamlesi, imar ve ihya hamlesinin biraz önünden gidiyor. İstanbul’da değil, Taksim Meydanı’na, Sultanahmet Meydanı’na bile AVM yapacak bir yaklaşım var. Bunu bakan olduğum süreçte de söyledim. İstanbul çok değerli bir toprak ama inşaat faaliyeti çok hızlı gidiyor ve tarihi dokuyu koruma konusunda biraz geriden gidiyoruz. Bunu kendimi de katarak söylüyorum. Yapmamız gereken Türkiye bütününde, İstanbul bütününde çok iş var. İstanbul Surları UNESCO koruması altında ki tarihi varlıklardan bir tanesidir. Biz bunları ayağa kaldırsak inanılmaz bir ziyaretçi kitlesi sadece İstanbul surları için gelir.

Yedikule tarafındaki Altınkapı sultanların zafer kazandıkları zaman kullandıkları kapıdır. Ama onun önündeki bostanları kapıyı engelliyor. Ben İstanbul’un yönetiminde bunun öncelik taşıdığını düşünüyorum. Ama başka arkadaşlar sanırım bu önceliği görmüyorlar. Onların başka öncelikleri var."

BELEDİYELER, KÜÇÜK OY KÜMELERİNE TAVİZLER VERMEK ZORUNDA
Günay surların Kültür ve Turizm Bakanlığı’na geçmesinin daha doğru olacağını belirterek, "Surların Kültür ve Turizm Bakanlığı’na geçmesinin daha doğru olacağını düşünüyorum. Çünkü belediyeler, küçük oy kümelerine, orada ki işgallere tavizler vermek zorunda kalırlar. Surların üzerinde binalar var, bostanlar var, belediyenin işlettiği lokaller var. Belediyeler bunları çıkarmak konusunda her zaman mütereddittir. Çünkü orada bir oy grubu vardır. Daha merkeze bakana bir bakanlık, daha yaptırım uygulayabilir ve sonuç alabilir" diye konuştu.

Radikal, Haber: Gülseli Kenarlı, 06.02.2013

PICASSO'NUN TABLOSU 44.9 MİLYON DOLARA SATILDI

 

 

Londra'da düzenlenen müzayedede, Pablo Picasso'nun "Pencerenin Yanında Oturan Kadın" adlı ünlü tablosu 44,9 milyon dolara alıcı buldu.

 

Dünyaca ünlü müzayede evi Sotheby's'in, Londra'da düzenlediği Empresyonist ve Modern Sanat Müzayedesi'nde, Picasso'nun 1932 tarihli "Pencerenin Yanında Oturan Kadın" olarak da bilinen, sevgilisi Marie-Therese Walter'dan esinlenerek yaptığı tablo, 44,9 milyon dolara satıldı.

Sotheby's'in, Avrupa'daki Empresyonist ve Modern Sanat departmanı yöneticisi Helena Newman, Picasso'nun söz konusu tablosunu, "çarpıcı ve muazzam bir resim" olarak niteledi.

Newman ayrıca, koleksiyoncuların son yıllarda Picasso'nun Walter'dan esinlenerek yaptığı resimlere ilgisinin arttığını, ünlü ressamın yine Walter'ı resmettiği "La Lecture" adlı eserinin de 2011'de 40 milyon dolara alıcı bulduğunu belirtti.

Pablo Picasso, yaşamını dönüştüren gizli sevgilisi 17 yaşındaki Marie Therese Walter'la 1927 yılında Paris'te tanışmıştı.

Cnn Türk, 06.02.2013

CİNAYETTEN ÖNCE SURLARDA 'KORKU FİLMİ'

 

Topkapı Sarayı'nı çevreleyen surların sahildeki kısmı belediyedeydi. Kültür Bakanlığı surları istedi ancak alamadı. Eski Bakan Günay surlardaki 'dehşet'i filme çektirip Erdoğan'a yolladı.

 

Topkapı Sarayı’nın hemen altında Amerikalı turist Sarai Sierra’nın cesedinin bulunduğu ve Sur-u Sultani içinde kalan alan, cinayetten önce Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni (İBB) karşı karşıya getirmişti. Tarihi surların bu bölümünün kontrolü İBB’nin görev alanında. Tarihi surları Topkapı Sarayı’na katmak için yıllardır mücadele eden bakanlık ise son altı ayda iki kez eski Bakan Ertuğrul Günay’ın imzasıyla surları belediyeden istedi. Bakanlık, cevap alamayınca da surların içinde yaşayan evsizleri ve bakımsız halini filme alıp, kayıtları Başbakanlık’a sundu.


Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Topkapı Sarayı, yaklaşık 380 yıl devletin idare merkezi ve Osmanlı sultanlarının resmi ikametgahı oldu. Saray 1400 metrelik surlarla çevrildi. Haliç ve Marmara kıyılarında, şehri çeviren Bizans dönemi deniz surlarıyla birleşen bu surlara ‘Sur-u Sultani’ adı verildi. Beş kapısı bulunan surlar, deniz tarafında kalan kısmı hariç 2008 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na dahil oldu. Matbaacılık Meslek Lisesi, öğrenci yurdu ve askeri depolar boşaltılarak Topkapı Sarayı Müzesi’nin kullanımına bırakıldı. Deri ve Zührevi Hastalıklar Hastanesi ile surların sahildeki kısmının kontrolü İBB’de kaldı.

Belediye metroyu bekledi
Marmaray Tüp Geçit metro hattının tamamlanmasıyla birlikte iptal edilecek Sirkeci-Halkalı banliyo hattından sonra daha da ıssızlaşacak bölge Topkapı Sarayı Müzesi’ni tehdit ediyor. Güvenlik riski taşıyan alanın savunmasını sarayın birinci avlusunda yer alan Jandarma karakolu yapsa da oldukça uzun ve ıssız sınır, müzenin korkulu rüyası. 2008 yılından bu yana pek çok defa resmi yazışmalarla İBB’den alanın kontrolü istendi. İBB ise banliyo hattı kalktıktan sonra sahil üzerinde önemli bir kullanım alanı doğacağı, üstelik tarihi İstanbul Surları ile bütünlük oluşturduğu gerekçesiyle bu teklife sıcak bakmadı. İBB metro tamamlandıktan sonra banliyö hattı kaldırılınca, surların onarılıp çevre düzenlemesi yapılarak bölgenin turizme kazandırılacağı görüşünde.

Erdoğan da sıcak baktı
İBB’den olumsuz yanıt alan eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Amerikalı turist Sarai Sierra’nın cesedinin bulunduğu alanı da kapsayan sahil boyundaki surların durumunu gösteren bir kısa film yaptırdı. Dehlizlerde ve sur kulelerinin içlerinde yaşayan evsiz ve tinerciler de kameraya kaydedildi. Günay, bu görüntüleri de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’a sunarak surların Topkapı Sarayı’na dahil edilmesini istedi. Başbakan Erdoğan’ın da sıcak baktığı proje için düğmeye basıldı. Kendisini telefonla aradığımız Bakan Günay, “Göreve geldiğimden beri Sur-u Sultani işiyle çok uğraştım. Gecekondular vardı, onları kaldırttım. Sahil tarafının da düzenlenmesi için çaba sarf ettim. Bu alan güvensizdi. İBB’ye defalarca kendi imzamla yazı yazıp ‘Bize verin’ dedim. En son Sayın Başbakanımıza durumu anlattım.”

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 06.02.2013

 

******


BU ŞEHİRDE SORUMLU BİR YÖNETİCİ VAR MI?

 

Amerikalı turist Sarai Sierra’nın cesedinin bulunduğu Sarayburnu surlarının gazetelerde yayımlanan fotoğraflarına dikkatle bakmanızı öneririm.
O karelerde adamsendeci kamu yöneticisini, tarihi değerleri önemsememeyi, ders almamayı göreceksiniz.
Fotoğraflardan anlaşılıyor ki surlar kendi kaderine terk edilmişler.


1600 yıllık bir tarihi eserden söz ediyoruz, herhangi bir duvardan değil!
Surların içi mezbelelik olmuş. Madde bağımlılarının, evsizlerin yurduna dönüşmüş. Surların içindeki dehlizleri ev gibi kullananlar bile var.


İsveçli, Guatemalalı ve Japon kadın turistlere burada tecavüz girişimlerinde bulunulmuş. Gazetelere yansımayan daha kaç vaka var, kim bilir.


Civarda yaşayanlar surların keşlerin yatağı haline geldiğini söylüyorlar. Polise şikayette bulunanlar da olmuş, kimse ilgilenmemiş.


İstanbul’da 1600 yıllık surların bulunduğunu, bunların bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle bir mezbeleliğe dönüştüğünü, suça açık bir yer haline geldiğini fark etmemiz için Sarai Sierra’nın cesedinin oraya atılması gerekiyormuş demek ki! (Bu son iğneyi de kendime batırıyorum, bir gazeteci olarak!)


Şimdi bu şehirde bir vali var, surların geçtiği ilçelerin kaymakamları da! İl emniyet müdürü var, surların geçtiği ilçelerin emniyet müdürleri de! Bir kültür ve turizm müdürü var, bakanlığının işlerini bu kentte o takip ediyor. Surların “sahibi” de sanırım İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmalı. Restorasyon diye yeni duvarlar örme işini onlar yaptığına göre!


Kentin ortasında bir asayişsizlik adası oluşmuş. Vali ve emniyetin umurunda değil ki hiçbir önlem alınmıyor. Surları gezecek turistin kelleyi koltuğa almasının önüne geçecek hiçbir düzenleme de yapılmamış.


Başkasının elinde olsa önemli bir gelir ve iftihar kaynağı olacak 1600 yıllık tarih bir mezbelelik halinde ilk depremde yıkılmayı bekliyor!


Çünkü bu kentte sorumluluklarını bilen bir kamu yöneticisi ne yazık ki yok!
(İlgili kişiler için not: Lütfen bu yazıyla ilgili bir açıklama yollamayınız. Ama dilerseniz ve vaktiniz varsa sizlerle bir bütün gün surları gezebilirim, durumu hep birlikte tespit edebiliriz.)

Hürriyet, Yazı: Mehmet Y. Yılmaz, 06.02.2013

 

******


İSTANBUL 'SURLARINI' HATIRLADI

 

 

Amerikalı fotoğrafçı Sarai Sierra’nın ölümü, İstanbul'un tarihi surlarını yeniden gündeme getirdi. Daha önce pekçok kez yanlış restorasyon uygulamalarıyla tartışma konusu olan sur bandında, bu kez de 'güvenlik' ve 'yetki' karmaşası yaşanıyor. Kadir Topbaş, "İstanbul, güvenli bir kent; surlarda yetki İBB'de" dedi.

 

Dün (05 Şubat Salı) gerçekleştirilen Bayrampaşa Sanayi Alanı Kentsel Dönüşüm Projesi tanıtım toplantısı sonrası gazetecilerin sorularını yanıtlayan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Tarihi Yarımada’yı çevreleyen İstanbul Surlarındaki planlama ve projelendirme çalışmalarının bu yıl sonuna kadar tamamlanacağını açıkladı. İstanbul'u dünyanın diğer şehirlerine göre güvenli bir şehir olarak değerlendiren Topbaş, Sarai Sierra cinayetinden duyduğu üzüntüyü dile getirdi ve başta güvenlik olmak üzere birçok konuda İstanbul Valiliği ve Emniyet teşkilatı ile ortak çalışmalar yaptıklarını anımsattı. Surların Kültür Bakanlığı’na devrinin söz konusu olmadığını vurgulayan Topbaş, açıklamasını şöyle sürdürdü:

Surlarda yetki belediyede, Kültür Bakanlığı'na devri söz konusu değil 
“Surlarla ilgili yetki belediyemizde. Kısmen bazı ayrılmış yerler var. Sur-i Sultani bölgesinde ihdas edilmiş bazı yerleri kaldırdık biliyorsunuz. Yaptığımız çalışmalar ve düzenlemelerle Tarihi Yarımada’nın çehresi değişiyor. Fatih Belediyesi ile müşterek yaptığımız çalışmalar da var. Sur bandı başta olmak üzere bu çevreyi daha aktif kullanıma açmayı düşünüyoruz. Koruma kullanma dengesini aktif hale getirirseniz bu tür sorunlar yaşanmaz. Eğer buralar boş kalırsa böyle sıkıntılar yaşanır. Sur bandını aktif hale getirip özellikle Kültür Bakanlığımızla müşterek çalışmayı yürüteceğiz”.

Planlama ve projelendirme çalışmaları devam ediyor
Topbaş, tarihi surlarda planlama ve projelendirme çalışmalarının devam ettiğini belirterek şöyle konuştu:
“Yarımadayı çeviren surlarda 2013 yıl sonuna kadar planlanmamış alan kalmayacak. Plan ve projelendirme çalışmalarımız devam ediyor. Surların korunarak geleceğe taşınması için çok hassas davranıyoruz. Hassasiyetten dolayı özellikle koruma kullanma dengesini koruyacak projeler geliştirmeye çalışıyoruz. İstiyoruz ki bu tarihi surlar hem turizm açısından kenti katkı sunsun, bir taraftan da korunsun. 2013 yılı sonuna kadar burada projelendirilmemiş alan kalmayacak. Bir konsept çalışmamız var, zaten Anemas Zindanları, Tekfur Sarayı başta olmak üzere yer yer restorasyon çalışmalarımız devam ediyor”.

 

Günay surları alamayınca, filme çekip Başbakana gönderdi
Bugün Radikal Gazetesi'nde yer alan bir haberde ise, Topkapı Sarayı’nın hemen altında Sarai Sierra’nın cesedinin bulunduğu ve Sur-u Sultani içinde kalan alanın cinayetten önce Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni (İBB) karşı karşıya getirdiği iddia edildi. Ömer Erbil'in haberine göre, tarihi surları Topkapı Sarayı’na katmak için yıllardır mücadele eden bakanlık, son altı ayda iki kez eski Bakan Ertuğrul Günay’ın imzasıyla surları belediyeden istedi. Bakanlık, cevap alamayınca da surların içinde yaşayan evsizleri ve bakımsız halini filme alıp, kayıtları Başbakanlık’a sundu.

Habere göre, Marmaray Tüp Geçit metro hattının tamamlanmasıyla birlikte iptal edilecek Sirkeci-Halkalı banliyo hattından sonra daha da ıssızlaşacak bölge, Topkapı Sarayı Müzesi’ni tehdit ediyor. Güvenlik riski taşıyan alanın savunmasını, sarayın birinci avlusunda yer alan Jandarma karakolu yapsa da, oldukça uzun ve ıssız sınır, müzenin korkulu rüyası. 2008 yılından bu yana pek çok defa resmi yazışmalarla İBB’den alanın kontrolü istendi. İBB ise banliyo hattı kalktıktan sonra sahil üzerinde önemli bir kullanım alanı doğacağı, üstelik tarihi İstanbul Surları ile bütünlük oluşturduğu gerekçesiyle bu teklife sıcak bakmadı.

Erdoğan da sıcak baktı
İBB’den olumsuz yanıt alan eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Amerikalı turist Sarai Sierra’nın cesedinin bulunduğu alanı da kapsayan sahil boyundaki surların durumunu gösteren bir kısa film yaptırdı. Dehlizlerde ve sur kulelerinin içlerinde yaşayan evsiz ve tinerciler de kameraya kaydedildi. Günay, bu görüntüleri de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’a sunarak surların Topkapı Sarayı’na dahil edilmesini istedi. Başbakan Erdoğan’ın da sıcak baktığı proje için düğmeye basıldı. Radikal Gazetesi'nin telefonla ulaştığı Günay, “Göreve geldiğimden beri Sur-u Sultani işiyle çok uğraştım. Gecekondular vardı, onları kaldırttım. Sahil tarafının da düzenlenmesi için çaba sarf ettim. Bu alan güvensizdi. İBB’ye defalarca kendi imzamla yazı yazıp ‘Bize verin’ dedim. En son Sayın Başbakanımıza durumu anlattım” dedi.

Sur-u Sultani
Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Topkapı Sarayı, yaklaşık 380 yıl devletin idare merkezi ve Osmanlı sultanlarının resmi ikametgahı oldu. Saray 1400 metrelik surlarla çevrildi. Haliç ve Marmara kıyılarında, şehri çeviren Bizans dönemi deniz surlarıyla birleşen bu surlara ‘Sur-u Sultani’ adı verildi. Beş kapısı bulunan surlar, deniz tarafında kalan kısmı hariç 2008 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na dahil oldu. Matbaacılık Meslek Lisesi, öğrenci yurdu ve askeri depolar boşaltılarak Topkapı Sarayı Müzesi’nin kullanımına bırakıldı. Deri ve Zührevi Hastalıklar Hastanesi ile surların sahildeki kısmının kontrolü İBB’de kaldı.

Yapı, 06.02.2013

 

******


İŞTE BAŞBAKAN'A YOLLANAN SUR FİLMİ

 

 

Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın Başbakan Tayyip Erdoğan ’a sunduğu 8 dakikalık fotoğraflardan oluşan filme ulaştık. ‘Sur-u Sultani’ olarak adlandırılan ve Topkapı Sarayı müzesini çevreleyen surların içler acısı halini gösteren filmde surkonduda yaşayan evsizler de yer alıyor.

Eski bakan Günay, ısrarla İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden (İBB) tahsisini istediği deniz tarafındaki surlarla ilgili bir sonuç alamayınca çareyi bir ‘film’ çekmekte buldu. Bakanlık personeli tarafından Topkapı Sarayı çevresindeki surlar kare kare fotoğraflandı. Bu fotoğraflardan 8 dakikalık bir kısa film yapıldı. Bakan Günay bu filmi Başbakan Erdoğan ’a sundu. ‘Sur-u sultani’ adı verilen filmde özellikle tarihi surların deniz tarafındaki durumu çok kötü görünüyor. Topkapı Sarayı ile de ilişkilendirlen filmde sarayın nasıl bir tehdit altında olduğuna dikkat çekiliyor. Ahırkapı Feneri’nden, Gülhane Parkı girişine kadar Kennedy Caddesi boyunca uzanan surların hem restorasyona ihtiyacı olduğu hem de ciddi manada güvenlik endişesi oluşturduğu ortaya çıkıyor. Filmde surların içindeki yaşam da görüntülenmiş. Bazı yerler çöp ev gibi. Tarihi surlara ait kulede eşiyle yaşayan bir evsiz, kullandığı tahta merdivenle objektiflere yansımış.

Bakan yanlış yerden istemiş
Diğer yandan Günay’ın ısrarla İBB’den istediği surların kullanım hakkının da İstanbul Defterdarlığı’nda ait olduğu ortaya çıktı. Bakanlığın “Bize tahsis edin” diye yolladığı 2012 Aralık tarihli yazıya İBB “Uygun görülmemiştir” yanıtını verdi. Bakanlığın ısrarı üzerine 29 Ocak 2013’te verilen ikinci cevapta “Deniz surları bölümlerinin tasarruf hakkının İstanbul Defterdarlığına ait olduğu belirlenmiştir” denildi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 07.02.2013



******


TARİHİ SURA ÇANAK

 

 

İstanbul Surları’nın havadan çekilen fotoğraflarında bir çok yerinde yapılaşma olduğu bazı bölümlerinde tarihi dokuya çanak anten bile çakıldığı görüldü.

 

Surlar hakkında geçtiğimiz gün açıklama yapan Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, 2013 sonuna kadar surlar için projelendirme çalışmasının tamamlanacağını açıklamıştı.

İstanbul’un etrafını çeviren surlar 7. yüzyıldan inşa edilmeye başlandı. Son yapımı MS 408’den sonra tamamlandı. II. Theodosius İstanbul Surları, Sarayburnu’ndan Haliç kıyısı boyunca Ayvansaray’a ve Marmara kıyısı boyunca Yedikule’ye, Yedikule’den Topkapı’ya, Topkapı’dan Ayvansaray’a uzanıyor. 

Milliyet, 07.02.2013

 

******


İSTANBUL SURLARI KORUNACAK

 

Tarihi Yarımada’yı çevreleyen İstanbul Surlarındaki planlama ve projelendirme çalışmaları yapılıyor. Çalışmalar ile surlar koruma altına alınacak ve turizme kazandırılacak.

Tarihi Yarımada'yı çevreleyen İstanbul Surları hakkında açıklamada bulunan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, surlarda planlama ve projelendirme çalışmalarının devam ettiğini belirtti. Topbaş, "Yarımadayı çeviren surlarda 2013 yılsonuna kadar planlanmamış alan kalmayacak. Plan ve projelendirme çalışmalarımız devam ediyor. Surların korunarak geleceğe taşınması için çok hassas davranıyoruz. Hassasiyetten dolayı özellikle koruma kullanma dengesini koruyacak projeler geliştirmeye çalışıyoruz. İstiyoruz ki bu tarihi surlar hem turizm açısından kenti katkı sunsun, bir taraftan da korunsun. 2013 yılı sonuna kadar burada projelendirilmemiş alan kalmayacak. Bir konsept çalışmamız var, zaten Anemas Zindanları, Tekfur Sarayı başta olmak üzere yer yer restorasyon çalışmalarımız devam ediyor." dedi.

"Dünyanın diğer kentleriyle mukayese edildiğinde İstanbul güvenli bir şehir" diyen Başkan Topbaş, "Ancak, son olarak sur dibinde bir Amerikan vatandaşına yönelik ortaya çıkan cinayet bizi üzmüştür. Ailesine, ülkesine yaşanan acı için başsağlığı diliyorum. Failler mutlaka bulunacak, çalışmalar sürdürülüyor. Biz İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak güvenlik başta olmak üzere birçok konuda Valiliğimiz ve Emniyet Teşkilatımız ile ortak çalışmalar yapıyoruz" şeklinde konuştu.

 

Surların Kültür Bakanlığı'na devrinin söz konusu olmadığını vurgulayan Topbaş, açıklamasını şöyle sürdürdü; "Surlarla ilgili yetki belediyemizde. Kısmen bazı ayrılmış yerler var. Sur-i Sultani bölgesinde ihdas edilmiş bazı yerleri kaldırdık biliyorsunuz. Yaptığımız çalışmalar ve düzenlemelerle Tarihi Yarımada'nın çehresi değişiyor. Fatih Belediyesi ile müşterek yaptığımız çalışmalar da var. Sur bandı başta olmak üzere bu çevreyi daha aktif kullanıma açmayı düşünüyoruz. Koruma kullanma dengesini aktif hale getirirseniz bu tür sorunlar yaşanmaz. Eğer buralar boş kalırsa böyle sıkıntılar yaşanır. Sur bandını aktif hale getirip özellikle Kültür Bakanlığımızla müşterek çalışmayı yürüteceğiz."

Arkitera, Kaynak: TOKİ Haber, Der.: Betül Atasoy, 07.02.2013



******


PEKİ YA EVSİZLER?

 

 

ABD'li Sierra'nın cesedinin tarihi surlarda bulunmasının ardından, burayı 'evi' haline getirmiş evsizlerin surlardan çıkarılması gündeme geldi. Radikal'e konuşan Şefkat-Der Başkanı Bulan soruyor: Peki evsizler nereye gitsin?

 

İstanbul ’un tarihi surlarındaki güvenlik zaafı, ABD’li turist Sarai Sierra’nın burada öldürülmüş halde bulunduğu cumartesiden beri gündemde. Radikal ’in önceki günkü haberinde, çok kötü durumdaki surları gösteren bir videonun eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından Başbakan Tayyip Erdoğan ’a iletildiği ortaya çıkmıştı. Bilindiği ve videoda da görüldüğü üzere Topkapı Sarayı Müzesi’ni çevreleyen surlarda evsizler de yaşıyor. Evsizlerin buradaki ‘güvenlik zaafının’ sebeplerinden olduğu gündeme gelmişken aklımıza gelen soru şu oldu: “Burada gerçek suçlu bu bölgedeki evsizler mi yoksa onlara sığınabilecekleri tesisler sağlamayan ve onların şiddetle iç içe olmasına zemin hazırlayan tedbirsizlikler mi?” Söz Şefkat-Der Başkanı Hayrettin Bulan’da.

Evsizler şiddetle baş başa
Sokakta yaşayan insanlar toplumun şiddetine maruz kalıyor. Kadını erkeği, genci yaşlısı demeden sokakta yaşayan insanlar tecavüze uğruyor. Bunlar hiçbir zaman gündeme gelmiyor. Bir kadın cinayetinin yaşanması suçunun, soğuktan donmamak için surlarda yaşayan insanların üzerine kalması çok üzücü. Devlet evsizlere sahip çıkmıyor. Onlara ev açmıyor. Toplum zaten onlardan kaçıyor. Evsiz insanlar hiçbir dükkana alınmıyor. Bozuk yiyecek ve içeceklerle besleniyorlar. Bir tek donarak ölümler başladığında spor salonlarını açıyorlar. Evsizler yatmasın diye ATM’lere bile kilit vurmuşlar. Belediye, valilik ve kaymakamlıklar evsizlere 24 saat barınabilecekleri sığınaklar yapmalılar. İnsanlar donmamak için sur diplerinde yaşıyor. Soğukta ısınmak için belli maddeler kullanmak zorunda kalıyorlar. O bölgenin asayiş sorununun sorumlusu evsizler değil. Toplumun evsizlerden korkmasına gerek yok. Evsizler toplumdan korkuyor çünkü sürekli toplumdan şiddet görüyorlar. Konuyla ilgili bir eylem hazırlığındayız. Evsizleri surlardan çıkarıyorlar, peki evsizler nereye gitsin?

Radikal, Haber: Ece Çelik, 08.02.2013

BODRUM'UN KAZULETİ YIKILIYOR TARİH YAPILIYOR

 

 

Tevekkeli dememişti, Belediye Reisi Kocadon: “Ben gafaya godum hocam. Ben yıkcem bu çikin [çirkin] binayı! Çocukluğumdaki eski tarihi kiliseyi tekrar yapcem!” (Radikal, 16 Ekim 2011). O sevimli Bodrum aksanıyla “çikin bina” dediği, gerçekten gudubet bişey: Bodrum’un orta yerinin göbek deliğinde, Bodrum mimarisine de hiçbir yerim mimarisine de uymayan, açık yara gibi, sıvası dökük, alttan betonu ve demir filizi çıkmış kazulet Halk Eğitim Merkezi. 1969 gibi çok yakın bir tarihte önce kazma kürekle, sonra beceremeyince dinamitle yıkılan tarihi kilisenin yerine yapılmıştı.


Adı aldatmasın; sokakları tıkamasınlar diye işporta tezgahlarını buraya tıkarlardı, turistler de kapısından bakar, bu sakilliğin eşiğinden adım bile atmazlardı.

Çirkinliğin yıkımı başladı
Prof’luğumdan falan çok önce gelen “Bodrum’un Eniştesi” sıfatıyla, müjdeyi ben vermek isterim: Yıkım başladı. Yerine ne mi yapılacak? Tarih yapılacak! 1923 Mübadelesi’yle giden Bodrumlu Rum balıkçıların koruyucu azizine adanmış, 232 yıllık Aya Nikola Kilisesi tekrar inşa edilecek. İkinci bir Bodrum Kalesi gibi olacak. Adalardan feribotla günübirlik gelen turist gündüz dua ettikten sonra akşam lokantaya gidip yemek yiyecek, otelin birinde geceleyecek. Aylar öncesinden binlerce imza toplamış Bodrum esnafı bayram ediyor. Kışın da kongre turizmine hizmet verecek Aya Nikola. Turizm mevsimi 4 aydan bütün yıla yayılacak.


Milletin başına taş düşmesin diye etrafı tahta perdeyle çevrildi. Çünkü tepesinden başladılar, aşağı doğru iniyor baretli işçiler. Tarihi kilisenin, dinamitle bile yıkılamadığı için bugün yerden 2 metreye kadar yükselen temel duvarlarını meydana çıkarana kadar inecekler. Zaten, Muğla Kültür Varlıkları Kurulu’ndan alınan karar, ‘duvarların kontrollü yıkılması’nı istiyor. Bu karara ilaveten, yıkımın hukuki altyapısı kavi: Belediye Reisi Mehmet Kocadon, Pamukkale Üniversitesi’nden “mail-i inhidam” raporu aldı. Tarih bilmek kötü şey. Bu Arapça terimi duyunca hemen aklıma, benzetmek gibi olmasın, 1969’daki ‘tarihi’ rezaletin ‘hukuki’ gerekçesi geldi: Rum kilisesi diye dinamitlemişlerdi.


Malum, o tarihte, zaten 1923 Mübadelesi’nden sonra cemaatsiz kalan, “günah olmasın diye” mihrabı yıkılmak şartıyla sinema salonu, sonra da sünger deposu olarak kullanılan kilise, 1960’lardan itibaren korkunç bir ‘milli tehlike’ arz etmeye başladı. Çünkü tek tük de olsa gelmeye başlayan turistler buraya varınca donup kalıyorlar, fotoğrafını çekiyorlardı. Bu işin sonunun, gelip, Bodrum’da bir Rum Devleti kurulmasına dayanacağını kısa zamanda anlayan vatansever vatandaşlar, durumu Ankara ’ya ihbar ettiler. Zaten o sırada İstanbul’da da bir Fener Vatikan Devleti kurulmak üzereydi, malum. Devletin bürokrasi çarkı işlemeye başladı. Sonunda, Muğla’dan bir fen memuru geldi ve rapor yazdı: “Tarihi bir özelliği yoktur; Nikola adlı biri tarafından yaptırılmıştır. Mail-i inhidam [çökme ihtimali] vardır”. Onun üzerine, dedim ya, kazma-kürekle girişilmiş, beceremeyince dinamit patlatılmış, Türkiye parçalanmaktan kurtarılmıştı.

100 gün tutuklu kalmıştı
Bilindiği gibi Belediye Reisi Kocadon, geçen yıl 100 gün tutuklu kalmıştı. Suçu: ‘Çetecilik, rüşvet, ihaleye fesat karıştırmak’ idi. Gerekçeler: Gümbet pazaryeri yapımına esnaftan bağış olarak çimento vs. kabul etmek, Almanya’da bir TV programına çıkmak, bir düğüne davetli giderken bir koli rakı götürmek.


Birinci gerekçe, AKP’li olmayan bütün belediyelere Demokles Kılıcı olduğu için pek enteresan değil. İkinci gerekçe ilginç. “Bodrum’daki otelinin kaçaklarına göz yummak karşılığında, orada turizm şirketi sahibi Vural Öger’in yardımıyla Almanya’da TV programına çıkarak siyasi rant elde etmek”. Bırak Bodrum Belediye Başkanı’nın siyasi rantı ‘Almanya’daki seçmenleri’nden elde etmesini, belediye bu otele önce para cezası kesmiş, sonra yıkım kararı almış, ardından da savcılığa suç duyurusunda bulunmuş. Artık üçüncü gerekçeyi tahlil etmemeyim, yazı uzayacak.

Radikal, Haber: Baskın Oran, 06.02.2013

TARİHİ KATLEDENLERİN HATIRA FOTOĞRAFI

 



Prof.Dr. Nurhan Atasoy, yenilediği kitabında 1930'larda 400 yıllık Pargalı İbrahim Paşa Sara-yı'nı yıkıp molozları arasında hatıra fotoğrafı çektiren dönemin halef-selef Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlerini teşhir etti

Prof.Dr. Nurhan Atasoy'un ilk baskısı 40 yıl önce yapılan "İbrahim Paşa Sarayı" kitabı, eski Kültür Bakanı Ertuğrul Gü-nay'ın girişimiyle yenilenerek basıldı. Atasoy, bir dedektif gibi çalışarak sarayın beş avludan en az iki ya da üç avlusunu yıkanların fotoğraflarını da bulup son baskıya koydurdu.


Eski hipodrom kademeleri üzerine yapılan sarayın beş avlusundan en az iki ya da üçü 1930'lu yıllarda, "Orada ne vardı" sorusuna yanıt bulmak için hipodrom kazıları yapmak ve İstanbul Adliye Sarayı'nı inşa etmek için yıkıldı.

ARŞİVDEN ÇIKTI
Tarih Encümeni arşivinde bulunan ve yeni kitaba konulan fotoğraflarda İbrahim Paşa Sarayı'nı yıktıran Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürleri Rüstem Duyuran ve Aziz Ogan molozlar arasında görülüyor. Gazete Habertürk'e konuşan Prof.Dr. Nurhan Atasoy, neden o fotoğrafın peşine düştüğünü ve nasıl ulaştığını şöyle anlattı:

'BİRAZ DA CAHİLLİK'
"İbrahim Paşa Sarayı'nı o kadar benimsedim ki hep 'benim sarayım' diye geziyordum. Annem de, 'Nereden senin sarayın oluyor, babandan mı kaldı' diye espri yapardı. 'Acaba benim sarayımı kim yıkmış' diye fena halde sinirlendim. Çok aradım sonunda buldum. Ahmet Hamdi Tanpınar buranın yıkılmaması için uğraşanlardan biri. En çok uğraşan kişi de Mimar Sedat Çetintaş. Bu yıkımı durdurmak için Tarih Kurumu'na ve gazetelere o kadar çok yazı yazmış ki fakat başaramamış. Bu nedenle yeni baskıyı Sedat Çetintaş'a ithaf ettim. Yıkanları da aynı kitapta ifşa ettim. Biri dönemin yeni müdürü diğeri bir önceki müdür. Fotoğraftaki diğer kişi ise mimar Albert Gabriel. Hepsi değerli insanlar... Ama yıktırdıkları gibi bir de hatıra fotoğrafı çektirmişler. Bu biraz da cahilliklerinden kaynaklanıyor."

'TORUNLARI UTANACAK'
Prof.Dr. Atasoy, bu fotoğrafları neden ifşa ettiğini de şu sözlerle açıkladı: "Bunları göstermek çok önemli. Bugün de buna benzer yanlış işler işte bu şekilde yapılıyor. Ve sanıyorlar ki elimizde kuvvet var. 'Biz bunu yaparız' mantığı. Yaparsınız ama işte 4050 yıl sonra bir deli gelir sizi böyle teşhir eder. Torunlarınız utanır sizin yaptığınızdan. Ben bunları özellikle bunun için koydum."

ŞİMDİ İSLAM ESERLERİ MÜZESİ
1522’de yenibaştan yapılan saray, Kanuni’nin damadı ve ikinci veziri olan Pargalı Damat İbrahim Paşa’ya tahsis edildi. Sultanahmet’te daha önce At Meydanı Sarayı olarak bilinen yapı, günümüzde Türk ve İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılıyor. Saray, başka sadrazamlara da tahsis edildi, kışla, elçilik sarayı, defterhane, mehterhane, dikimevi ve cezaevi olarak da kullanıldı.

Habertürk, Haber: Ümran Avcı, 06.02.2013

BANKA İNŞAATI KAZISINDA, 2 BİN YILLIK ŞEHİR ÇIKTI

 

 

İzmit'te yeni Merkez Bankası binasının inşa edileceği alanda tarihi eserlere rastlandı.

 

Müze Müdürlüğü yetkilileri daha kazma vurulur vurulmaz ortaya çıkan mermerlerin taban kalıntısı olduğunu, Roma döneminde burada büyük bir şehir olduğu bilindiğinden çalışmaları hemen durdurduklarını söyledi.

İzmit’te kent merkezinde bulunan mevcut Merkez Bankası binasının yerine bugünkü Öğretmenevi’nin yanındaki arazide yeni bina yapılması için çalışma başlatıldı. Kazı yapılan inşaat alanında mermer zemine rastlandı. Durum hemen Müze Müdürlüğü’ne bildirildi.

Bölgeye gelerek inceleme yapan Müze Müdürü İlksen Özbay ve arkeologlar, yaklaşık 2 bin yıl önce bugünkü Sekapark alanından itibaren doğuya doğru büyük bir Roma kentinin bulunduğu bilindiğine belirterek çalışmaları hemen durdurdu. Özbay, bölgenin hemen emniyete alındığını ve yarın sabah saat 09.00’dan itibaren burada kazı çalışmalarına başlayacaklarını söyledi.

Özbay, mermer zeminin altından ne çıkacağını şimdilik kestirmenin zor olduğunu, ancak çıkan mermerin Roma dönemine ait kalıntıların taban mermeri olduğunun kesin olduğunu söyledi.

İzmit’in bulunduğu alanda, büyük bir Roma kenti de bulunuyordu. Bugünkü İzmit, 3’üncü yüzyılda, Roma İmparatorluğu’na da başkentlik yapmıştı. Kentte mevcut yerleşim biriminde yapılan inşaat veya benzeri kazılarda sık sık tarihi eserler çıkıyor ve bunlar Müze Müdürlüğünde sergileniyor.

Radikal, 05.02.2013



PAHA BİÇİLMEZ İKONALAR
ARTIK AYASOFYA'DA

 

   

 

Ayvalık’ta 1844 yılında yaptırılan ve psikoposluk kilisesi olarak bilinen Taksiyarhis Kilisesi’ndeki paha biçilmez 9 aziz ikonası Ayasofya’da sergilenmek üzere İstanbul’a gönderildi.

Resmen açıklanmasa da ikonaların güvenlik nedeniyle gönderildiği tahmin ediliyor.

4’ü daha önce Bursa Müzesi’ne gönderilen ikonalardan biri 1993 yılında çalınmıştı. Balık derisi üzerine işlenen ikonaların bazı bölümleri onarıldı, ardından çivisiz, ahşap çerçeve ile sabitlendi. İkonaların Balıkesir Müze Müdürlüğü tarafından İstanbul’da Ayasofya Müze Müdürlüğü’ne teslim edildiği öğrenildi.


İkonaların ileride Ayvalık’a geri getirilip getirilmeyeceği konusu netlik kazanmadı.

Restorasyonu tamamlanan ve önümüzdeki aylarda açılması planlanan Taksiyarhis Kilisesi’ne ise ikonaların imitasyonları yerleştirildi.

Habertürk, Haber: Nilgün Kaya, 05.01.2013

2 BİN 400 YILLIK KOLYE


Rusya’nın Sibirya bölgesinde 9 yıl önce yapılan bir kazıda bulunan, AntikMısır’dan günümüze ulaşan 2 bin 400 yıllık cam kolyenin ilk kez fotoğrafı yayınlandı.

 

17 renkli boncuktan oluşan kolyeye, Rus arkeologlar “Kleopatra’nın Kolyesi” adını taktı.

Kolyenin 25 yaşında ölen bir rahibeye ait olduğu tahmin ediliyor.

Habertürk, 05.02.2013

MİLLİ SARAYLAR'A 'MUHTEŞEM' YASAK

 

“Muhteşem Yüzyıl” adlı dizinin tartışmaları sürerken, TBMM Başkanlığı Milli Saraylarda tarihi küçük düşürücü çekimlere yasak getiriyor. Değişikliğe göre, Milli Saray ve eklentilerinde hiçbir şekilde objelerin mekanların ve yapıların tarihi ve sanatsal değerini kültücü anlam ve istikamette çekim yapılamayacak. Bu arada, eski ve yeni milletvekilleri ile dışarıdan atanan bakanların tedavi yönetmeliğinde de değişikliğe gidiliyor. Hazırlanan taslak yönetmelikle eski ve yeni milletvekilleri ile dışarıdan atanan bakanlar için TBMM'nin ödediği implant sayısı artırılıyor. Mevcut yönetmelikle 6 implant ücreti TBMM tarafından ödenirken, yeni düzenlemeyle bu sayı 8'e yükseltilecek. 

Türkiye Gazetesi, Haber: Şükran Kaban, 05.02.2013

AHIRA, DEPOYA ÇEVRİLEN CAMİLER BULUNACAK

 

 

Başbakan Erdoğan’ın “Ahıra, depoya çevrilen camilerimiz var. Onlar milletin camileriydi” diyerek tepki gösterdiği Türkiye’nin kayıp camileriyle ilgili, Vakıflar Genel Müdürlüğü çalışma başlattı. Satılan camiler geri alınacak, yıkılanlar yeniden yapılacak.

 

Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, Cumhuriyet döneminde imar faaliyetleri nedeniyle yok edilen camileri satın alıp aslına uygun bir şekilde yeniden faaliyete geçireceklerini açıkladı.

2 ŞEHİRDE 150 KAYIP CAMİ
Ertem, özellikle Bursa ve İstanbul çevresinde yok olan 150 civarında cami olduğunu söyledi. Müzeye çevrilen Trabzonʼdaki Ayasofya Camii ile ilgili Kültür Bakanlığıʼna açtıkları davayı kazandıklarını belirten Ertem, “Burasının yeniden cami olarak hizmet vermesini planlıyoruz. Fatih tarafından cami olarak vakfedilmiş bir yer. 1960ʼtan sonra Bakanlar Kurulu kararı dahi olmadan müzeye dönüştürülmüş. Vakfiyesine göre camidir ve cami olarak ilelebet yaşayacaktır” diye konuştu.

SATILANLAR GERİ ALINACAK
Ertem şöyle devam etti: “Zamanında satılan veya kaynaklarımızda görülmesine rağmen yıkılarak başka amaçlarla kullanılan camiler var. Onlarla ilgili geniş bir araştırma başlattık. Tekrar satın alıp, aslına uygun olarak faaliyete geçmelerini sağlayacağız. En somut örnekleri Bursaʼdaki Zafranlık Camii ve Tavukçu Mescidi var. Neredeyse 73 yıldır ev olarak kullanılan yerler.”

‘11 KİLİSE RESTORE ETTİK’
Ertem, cemaat vakıfları ve yürütülen restorasyon çalışmaları ile ilgili şunları söyledi: Genel Müdürlükʼün en önemli görevi vakfiyeleri aslına uygun yaşatmaktır. Siyasi hiçbir çıkarımız olamaz. Örneğin Antalyaʼdaki Kesik Minare Camii ile ilgili Mimarlar Odası ve Kent Konseyiʼnden tepki alıyoruz. Evveliyatı kilise de olsa Şehzade Korkut tarafından camiye dönüştürülmüş ve öyle vakfedilmiş. Aslı nasılsa öyle yaparız. 11 tane de Hıristiyan ve Musevilere ait kilise gibi eserleri restore ettik. Cemaat vakıflarına mallarının iadesi konusunda çok net bir sınır koyduk. 900 civarında taşınmaz için başvuruldu. Bunun içerisinde yerinin dahi net olarak belli olmadığı başvurular var. Biz zaten 1936 beyannamesinde yer alan taşınmazların tamamının iade edilmesi taraftarıyız fakat net bilgilerle gelen başvuruları değerlendirebiliriz.

‘Ruhban Okulu’nda fonksiyon sorunu var’

Ertem, “Ruhban Okuluʼnda fonksiyon sorunu var. Kararı da MEB ve YÖK verecek. Fakat mülkiyet problemi yok. Okulun etrafındaki araziyi Aya Triada Manastırı Vakfıʼna iade ettik” dedi.

Habertürk, 05.02.2013

BEDRİ BAYKAM TARİHİNİN RÖNTGENİ

 

 

Bedri Baykam'ın son iki yılda gerçekleştirdiği yapıtlar 'Tarihin Röntgencisi' başlığıyla Piramid Sanat Galerisi'nde sergileniyor. Bu 'tarihi' sergi vesilesiyle Baykam'la kendi tarihinin röntgenini çektik, ona pek sorulmayan soruları sorduk.

 

Son serginiz geçmişteki sergilerinizden farklı olarak ne sunuyor? 
Son iki yılda yaptığım resimler ilk bakışta 1980’li yılların Yeni Dışavurumculuk’unun yoğun boya kullanımı gibi görülebilir. Fakat bu resimlerin hem içeriği hem de yapılış tarzı çok farklı. 80’lerde yapmış olduğum resimlerin çoğu ister kafamdaki bir konu olsun ister spontane yapılmış olsun hızlı çıkarılmış, çoğu da bir oturuşta yapılmış resimlerdir. Ortalama süreleri ise 5-8 saat aralığındadır. Son sergimde yer alan resimler ise üzerinde bazen haftalarca, aylarca çalışılmış resimler. Aradan geçen her dönemimin izlerini de taşıyorlar. Son sergimdeki resimlerin en büyük farkı bu.


Amerika yıllarınızla beraber belki bir Schnabel veya Kiefer kadar dünyada tanınmak için verdiğiniz çaba neden istediğiniz sonuçlara ulaşmadı? 
Ben Amerika’da Jean Michel Basquiat ve Sandro Chia gibi sanatçılarla sürekli aynı anda bir sokak ötede sergiler açmış biriyim. Ben o zaman denenmesi gereken tüm yolları denedim. Bu benim başarısızlığım değil, o yıllardaki Amerikan müze yönetimlerinin ve Türkiye ’deki boşluğun ayıbıdır. Ben her yolu denedim ve hatta 1984 yılında Sakıp Sabancı’ya bile gittim. Hemşeri olduğumuz için beni severdi de. “Amerika’da her holdingin desteklediği sanatçılar var, siz de bir genç Türk sanatçıyı destekleyip, dünyada ön plana çıkmasını sağlayın” dedim. Bana şöyle cevap verdi; “Bedri Baykam biz seni çok sevirek ama biz bu resmi anlamirek”. Ben de “Sakıp Bey ben de sizin 130 şirketi nasıl yönettiğinizi anlamıyorum, ben sizin beni anlamınızı değil, güvenmenizi istiyorum” dedim. “Seni gelecek guşşaklar anlayacak Bedri Baykam” dedi ve sırtımı sıvazlayarak gönderdi. Ben yaptığım işe güvendim ve yapmaya devam ettim. Neden olmuyor diye bırakmadım. Ortaya çıkan sonuçlara bakarsak, açacağım retrospektifin o dönemdaşlarımın hiçbirinden eksiği değil fazlası olduğuna inanıyorum.


Bir dünya sanatçısı olmak için arkada güçlü bir holding mi olması gerekiyor? 
Öncelikle Batı’nın kendi komplekslerini yenmesi gerekiyor. Türk koleksiyonerlerinin ölü ressamdan en pahalıya, yaşayan ressamdan en ucuza resim kapatma komplekslerini yenmeleri gerekiyor. Bunlar olunca holding olmasına da gerek olmaz. Ama öte yandan arkamızda rakiplerimiz gibi bir kültür bakanlığı veya dev vakıflar bulunmadığı da acı bir gerçek.


Sizce de çağdaş sanat 1990’lı yıllarda mı başladı? 
Böyle bir şeyi söyleyebilmek için 80’lerin başını ve hatta 1987 yılında yapılan 1. İstanbul Bienali’ni yok saymak gerekir. Bugün ‘güncel sanat’ adı altında sanat alanında öne sürülen ne varsa o sergide zaten yapılıp bitirilmişti. O sergiden sonra kim ben çağdaş sanat alanında şunu yaptım veya bunu yaptım derse desin kendini yalancı çıkarır. Belgeleriyle her şey yerli yerinde. Tüm multimedia sanat, siyasi veya güncel sanat dediğimiz her türün tohumu 1. Bienal’de atılmıştır. Sonradan 50 bin varyasyonunu yapabilirsiniz ama nereden çıktığı ve başladığı bellidir. 1990’lı yıllarda Beral Madra ve Vasıf Kortun’un yaptığı çalışmalar çok önemlidir. Ama herkes bilsin ki kafamıza göre tarihi değiştiremeyiz. Tarihte başkasını aşağı çekerek bir yere varılmaz. Geriye sadece doğrular kalır. I. Bienal dolayısıyla yazdığım ‘Live Art’ manifestomda sanatın geleceğinin mutimedia sanatta olduğu daha o zaman belirttim ve zaten hepsini uyguladım. Belgeler elimde mevcut. Herkes birbirine ve gerçeklere saygı duymalı.


Türkiye’de çağdaş sanatı Bedri Baykam başlattı mı demek istiyorsunuz? 
Ben bunu demeyecek kadar zeki ve bilgili bir insanım. Ben çağdaş sanatın değişimlerinin önemli bir eklem noktasında bulundum ve o metamorfozu hızlandırdım. Yoksa tabii ki benle başlamadı. Ben bugün varsam Osman Hamdi, Namık İsmail, Ali Çelebi, Fikret Mualla, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Altan Gürman olduğu için varım. Yahşi Baraz’a gidin sorun, 1980’li yılların başında çağdaş sanat alanında bir Fikret Mualla, bir Doğançay bir de benim resimlerim satılıyordu. Fikret Mualla estetiği üzerinden geçiş yapabildikleri için insanlar Bedri Baykam resmi alabiliyorlardı. Fikret Mualla olmasaydı bana daha zor geçiş yapılırdı söylemim bu yüzden. Ben sadece çağdaş Türk resmindeki ve piyasasındaki değişimleri hızlandırdım.


Türk resminde Bedri Baykam olmasaydı ne olurdu?
Kesin çok farklı olurdu. Mütevazı olmak ile gerçekçi olmak çok farklı şeylerdir. 1980-85 yılları arası canlı renkler, akıtma, serbest figür ve dev boyutlu resimleri sadece ben yaptım. Herkes “Bu ne? Ne bu özensiz resimler? Resme yazı yazılır mı? Resimde seks olur mu? Resimde politika olur mu? Bu boy resmi kim alır?” gibi eleştiriler yapıyordu. Ben 1985-86’ya kadar bunları yaptıktan sonra 1986-87’den itibaren bırakın benden sonraki kuşağı benden önceki kuşak bile ebatlarını büyüttü, boyasındaki gerginliği attı, kolajlar girip çıkmaya başladı. Türk resminde her şey ondan sonra kırıldı. Ben bu konuda bir standardı küçük ebattan çıkarıp, büyük ebada getirdiğimi düşünüyorum. Eskiden büyük resim siparişle Meclise veya devlet sergisine yapılırdı. Benden önce Türk resminde yazı kullanmak diye bir şey yoktu. Ben 1980 yılından 86 yılına kadar sadece ve sadece bu soruların yanıtını verdim, resmimle ilgili başka bir soru sorulmadı bana. Şimdi gençler resme çok kolay yazı dahil akıllarına gelen her şeyi yapıyorlar! Bu 1980’lerde böyle değildi. 84 San Francisco manifestom olmasaydı Batı karşısında düşünsel eziklik devam edecekti. Kendini Batılı sanatçıyla bir ve eşit görmeyi gençler bu kadar kolay hissedemeyecekti.


Bedri Baykam kendini egosantrik görüyor mu? 
Bu çok hassas bir konu. Ben dışarıdan bakıldığında insanların zihinlerinde yanlış algılara sahip olduğu biriyim. Mesela, “Bedri Baykam yurt dışına ‘harika çocuk’ olarak gönderildi de ondan bunları yapabiliyor” deniyor. Ben yurt dışına devlet parasıyla gönderilseydim bundan gurur duyardım ama ben harika çocuklar kanunundan istifade etmedim. İdil Biret ve Suna Kan gönderildi de kötü mü oldu? Adım ‘harika çocuk’ olduğu ve en meşhur harika çocuk ben olduğum için devletin parasıyla yurt dışında rahat okuma ihalesi bana kaldı! Benim çocukken meşhur olmuş olmam hala süren bir kıskançlık yarattı kimilerinde. Sonrasında “Biz de onun gibi Amerika’ya yollansaydık” diye bir sözle, benim birilerince gönderildiğim ortaya atıldı! Ben Amerika’ya babam “Gitme” diye yalvarırken cebimde 800 dolarla taşındım. Orada tenis ve Fransızca dersi vererek ve başlarda arkadaşlarımın bisikletiyle okula giderek okudum. Türkiye’den kuruş gelmediği günlerdi, aç kaldım. Ben hayatını başkaları için yaşayan bir insanım. Her geçirdiğim on saatin altısı kendim yerine kamuya verilmiştir. Tüm Türkiye’de üniversitelere, liselere gitmek, Silivri’ye gitmek, sanatçılar girişimi için toplantılar yapmak, Türk sanatçıların hakları için UPSD ile saatler süren görüşmeler gerçekleştirmek, çocukların resim jürilerine girmek gibi yaptığım birçok şey bana para kazandıran değil, bilakis zaman kaybettiren şeyler. Zamanımın çoğunu bu şekilde kamu için harcıyorum. Bir insanın mütevazi olması budur. Toplumu sevmek, kendine güvenmemek değildir.


Peki, babanızın ününü hiç kullanmadınız mı? 
Ben babamın ünüyle gurur duydum. Türkiye’de gençlik kollarını ilk defa tasarlamış ve kurmuş kişidir. Ortanın solu söyleminin ilk sözcüsü olmuş. Halk sektörü kavramını çıkarmış. Ben Suphi Baykam’ın bu vizyonu sayesinde geliştim. Ben sanatımı Suphi Baykam’ın parasıyla yapmadım. Ben babamın cesaretiyle, yaratıcılığıyla, örnek olmasıyla, beyni ile bunu yaptım. Şunu söyleyebilirim, çok zengin, trilyarder ailelerin çocukları da sanatta okuyor, Avrupa’da da yaşıyor, Amerika’da da yaşıyor ama kendisi zengin veya güçlü hangi insanın oğlu bir büyük sanatçı olmuştur ki? Bu sorunun yanıtını düşündüğünüzde Bedri Baykam-Suphi Baykam ilişkisinin, ün veya politik güç veya para kaynaklı olmadığını çözersiniz.


Radikal sayfalarında Adnan Çoker ile yaptığımız söyleşi de Çoker, Ecevit’in iyi bir yazar olduğunu ama lider olarak sanata tam destek vermediğini belirtmişti. Sanat-siyaset ilişkisini yakından bilen biri olarak siz hangi görüştesiniz? 
Ecevit’i siyasete sokan kişi Dr. Suphi Baykam’dır (Bedri Baykam’ın babası). 1950’lerin başında CHP Gençlik Kolları’nı kurarken Ulus Gazetesi’nde yazar olan Ecevit’e de teklif götürüyor. “Ben yazar kalacağım” diye karşı çıkıyor ve babam onu zorla ikna edip gençlik kollarına dahil ediyor. Kısmet. Keşke sokmasaymış diyorum. 12 Eylül’den sonra solun 3-5 partiye bölünüp dağılıp gitmesinin bütün kökeni Ecevit’in yarattığı kişisel kırgınlıklardır. Ecevit’in öne çıkardığı bir tane siyasetçi yoktur. Çünkü kendine yaklaşan herkese şüpheyle bakardı. Ecevit otobüs üstünde gri kalabalık seven biriydi. Sanat yönüne gelecek olursak. Ben demeç ve yazılarımda Erdoğan hükümetine bir sanat müzesi inşa edip destek vermiyor diye kızıyorum ama Erdoğan 10 yıldır iktidarda. Ya ondan öncesi? Demek ki bunun içinde Çiller de, Demirel de, Ecevit de var. Para yoktu denemez çünkü en parasız olunduğu dönemde Atatürk , İstanbul Resim Heykel Müzesi’ni açtı. Ecevit iki kez başbakanlık yaptı. Her ikisinde de modern sanat müzesi kurulması emrini verebilirdi. Elinde Atatürk’ünkinden çok daha büyük bütçe vardı!

Radikal, Haber: Oğuz Erten, 05.02.2013



KEPÇEYE
TARİH TAKILDI

 

Denizli-Pamukkale yolu üzerindeki, Korucuk Mahallesi'ne yakın köprünün altında genişletme çalışmaları sırasında Hellenistik, Roma ve Erken Bizans dönemlerine ait mezarlar bulundu.

Laodikya antik kentine de bir kilometre uzaklıkta bulunan tarihi eserleri inceleyen Denizli Müze Müdürlüğü uzmanları, mezarların tonozlu, lahit ve örgülü tekne tipi olduğunu belirledi.

Denizli Müze Müdürü Hasan Hüseyin Baysal, "Mezarlarda insan ve hayvan kemiklerine rastladık.


Eğer mezarlar daha önce açılmadıysa, önemli bulgular elde edebiliriz. Kurtarma kazılarımıza başlayacağız.

Mezarlar, Laodikya'dan Colossae antik kentine giden doğu yolu üzerinde bulunuyor.

Yani mezarların olduğu yer tarihi yolun güzergahı" diye konuştu.

Bugün, 05.02.2013

TARİHİN ALTI-ÜSTÜ SAYDAMLA BİRLEŞİYOR

 

Geri dönüşümü için projeler yapılan Kaleiçi’nin kurtuluş reçetesi 3 ana başlıkta toplandı. "Alt ve üst tarihi koruma, saydam zemin ve sakin şehir" şartlarının arandığı projeye Koç gurubu yaptığı inşaatla örnek oldu.
 

Geri dönüşümü için projeler yapılan Kaleiçi'nin kurtuluş reçetesi 3 ana başlıkta toplandı. 'Alt ve üst tarihi koruma, saydam zemin ve sakin şehir' şartlarının arandığı projeye Koç gurubu yaptığı inşaatla örnek oldu.

 

Geri Dönüşüm Yarışı

Kaybolan kültürel değerimiz olan tarihi Kaleiçi, son yıllarda alınan kararlarla yeniden hayat bulmaya başladı. Tarihin geri dönüşünün olmadığını fark eden Antalya, Kaleiçi'nde 'geri dönüşüm' yarışına girdi.

 

Korunma Şartı

Antalya Kültür Varlıkları Koruma Kurulu, Kaleiçi'nin kurtulma reçetesi olarak hazırladığı projede, eskisine göre yapılan inşaatların altından çıkan tarihin de koruması şartı getirdi. Proje buna göre yapılıyor ve kurulun kararından geçirse inşaat izni alıyor.

 

Saydam Zemin

Projeye uygun çalışmayı ilk olarak Koç gurubu yaptı. Gurubun otel olarak inşa ettiği alanın altında tarihi kalıntılar çıktı. İnşaat durdu, yapılan kazı çalışmasında ortaya çıkarılan tarih, koruma kurulu gözetiminde yapılan inşaatın zemini saydam ve eskisiyle birebir yapıyla koruma altına alındı.

 

Sakin Şehir

Kaleiçi'ndeki yakın tarihten kalan evlerle, toprağın atında kalan geçmiş tarihi, 'sakin şehir' projesiyle kurtarmaya çalıştıklarını ifade eden Antalya Kültür Varlıkları Koruma Kurulu Başkanı Nevzat Çevik, "Kültür ve tarih beraberinde sağlıklı turizm getirir" dedi.

 

"Alt Tarih Üsttekine Emanet"

Çevik, Kaleiçi'nde kurul olanak projede tarihi yapı üzerine yapılacak binanın kolonlarının nereye konacağını bile tek tek inceleyip öyle karar verdiklerini ifade ederken, "Toprak altındaki kalıntıların hepsinin tarihi değeri var. Ama para etmez. Biz oradan çıkan tarihi kalıntıların hepsi sahibinin üzerine zimmet edip kayıt altına alıyoruz. Başına bir şey gelirse sahibinden hesabını sorarız" dedi.

 

Proje Uygun Değilse İzin Yok

İzin verdikleri projelerinde olduğunu ifade eden Çevik, "Hıdırlık Kulesi'nin yanına gidip bakılırsa oradaki üzeri cam kaplı tarihi kalıntılar görülebilir. Alttaki tarihi başka türlü koruyamayız. Her Sit alanı kendine özgü şartlara sahiptir. Mesela buranın şartını Perge ile bir tutamazsınız. Oraya bir çivi dahi çakamazsın. Ama burada üzerine geleneksel ev yapılmak zorunda. Biz onu yık bunu koruma diyemeyiz. Geleneksel ev bu kalıntıların üzerinde. Onun bir zararı yok. Faydası olur hatta. Elbette çünkü biz bunların hepsini müzeye taşırsak olmaz" dedi.

 

"İki Tarihi Yaşatma Çabasındayız"

Projeyle tarih tarihle kapatılıyor algısının oluşmaması gerektiğini ifade eden Çevik, "Biz iki tarihi de yaşatmanın çabasındayız. Bir inşaatın olduğu yerde bir vatandaş 4-5 evi satın aldı. Evlerin kararını aldı ve evlerin aynısını yapıp pansiyon yapacaktı. Ama altında kalıntı çıktı. İnşaatı durdurup hepsini kazdırdık. Alttaki tarih çıktı. Eğer kalıntıların çıktığı yerin etrafını boşaltabilseydik hiç ev yaptırılmayacaktı. Ama bu da bir tarihi katliam olurdu. Çünkü orada 4 tane geleneksel ev gidecekti. Buna uygun projeyi çiz getir. Şimdi adam buna uygun projeyi hazırlıyor. Aynı şekilde üzerinde geleneksel ev göreceksin altında da tarihi kalıntıları izleyebileceksin. Buna başka çözüm bulamazsınız" diye konuştu.

 

"Çözüm Her Katmana Sahip Çıkmak"

Kaleiçi'nin çözümü tarihi her katmanıyla bir arada yaşatmak olduğuna dikkat çeken Çevik, "Kaleiçi'nde bazen ayağınla dokunursun tarihi kalıntı çıkar. Bazen de 4 metre kazarsın anca çıkar. Erken Cumhuriyet dönemine ait çok az eserimiz kaldı. Onlara da sahip çıkacağız. Kaleiçi'nde biri ağladığında ağlayana göre davranmayız. Biz gelen program ve plana göre davranmalıyız" dedi.

 

"Orada Yaşam Sürüyor"

Kaleiçi'nde yaşayan insanların olduğunu ve burada hayatın sürdüğünü ifade eden Çevik, "Bizim Kaleiçi'ni restore etmeden önce insanları restore etmemiz lazım. Bizim her şeyden önce insani olarak iyi bir yapılanmaya ihtiyacımız var. Tarihi ve doğayı koruyan ne kadar ne kadar kural varsa onun arkasına düşmemiz lazım. Bize onlar parlak ve güzel bir gelecek vaat ediyor. Yenisini yapamayacağımız şeyleri korumamız lazım. Kaleiçi bundan 20 yıl önceye göre daha iyi" dedi.

 

"Kesik Minare Varken Dinler Bahçesi Aramaya Gerek Yok"

Kaleiçi'ndeki projelerinden bahseden Çevik, Kesik Minare'yle de ilgili görüşünü dile getirdi. Çevik, "Kesik Minare bana göre Antalya'nın ve Cumhuriyet tarihinin harika bir müzesidir. Zaten Belek'te Dinler Bahçesi'ni yapana kadar burada orijinali var. Burası mutlak suretle müze olması gereken bir yapıdır. Fikrim kararlaştırılmış bir fikir. Kurulun kararı müzedir. Buna itiraz edilmiş ve Yüksek Kurul bizden ayrı bir karar almış cami olabilir demiş. Bu kararın bizimle ilgisi yok. Yarın öbür gün bir Hıristiyan kiliseyi kullanmak istiyorum ben dese ben ne diyeceğim? Orada bir kilise, birde cami var. İkisini de ayıracak mıyız, bir tarafında Müslümanlar bir tarafında Hıristiyanlar olsun diye. Kamu yararı için cami ihtiyaç olan yerler, zaten cami yapılması için zorluyoruz" dedi.

Gündem Antalya, 04.02.2013

BRİTANYA'YI HEYECANLANDIRAN KEŞİF: III. RICHARD BULUNDU!

 

 

Leicester’da geçtğimiz eylül ayında yıkılan bir kilisenin molozları arasında bulunan iskeletin Shakespeare’in ünlü oyununa da konu olan Britanya Kralı III. Richard’a ait olduğu tahmin ediliyor. Kafatasında ‘Bosworth’ savaşı sırasında aldığı düşünülen büyük bir yara ve kırılmış omurga kemiklerinden oluşan kalıntılar uzun zamandır merak konusuydu. Büyük keşif, Leicester Üniversitesi’nin bilim insanlarıyla beraber yürüttüğü çalışma sonucunda elde edilen kesin veriler doğrultusunda halk ve medyayla paylaşılacak.


Yetkililer yeni gelişmenin ‘onurlu ve saygın’ bir şekilde paylaşılmasını istiyor. “İnsanların bir elinde kamera diğer elinde kemik parçaları tutmalarını istemiyoruz” diyen üniversitenin şirket işlerini yürüten başkanı Richard Taylor, “3. Richard olsa da olmasa da o bir insandı, yalnızca merak olgusu uyandıran bir obje değil”. Taylor, “Hala kemiklerin nerede sergileneceği ile ilgili çalışmalarımızı yürütüyorz. Basın açıklaması sonrası halk da görebilecek. Leicester halkının da bu keşifte payının olduğunu biliyoruz” diye konuştu.


Kalıntıların krala ait olup olmadığı konusunda bilim adamları farklı görüşlere sahip. ‘British Archaelogy’ dergisinin editörü Mike Pitts, DNA testinde kesin sonuç alınamadığını belirtirken, tarihsel bulgular, mezarın bulunduğu yer ve çeşitli testler doğrultusunda kanıtların yeterli olabileceğini ifade etti. Bristol Üniversitesi’nden profesör Mark Horton ise, “Bunların krala ait olduğunu nasıl kanıtlayabilirsiniz? Yıllar boyunca gayrımeşru bir çok çocuk doğdu” ifadesine bulundu. Arkeolog Tony Pollard ise “Yıllar öncesinin önemli bir savaşından kalma kalıntıların bulunması çok önemli” diye konuştu.


Richard, Leicester’da 1485’te savaş sırasında ölmüştü. William Shakespeare’in yazdığı tiyatro literatürünün en önemli oyunlarından ‘III. Richard’, pek çok kez sinemaya da uyarlanmıştı.

Radikal, 04.02.2013

 

******


İŞTE KRALIN YÜZÜ!

 

 

Bir otoparkta bulunan III. Richard'ın kemikleri üzerinde yapılan çalışmada, kralın yüzü ortaya çıkarıldı.

 

15. yüzyılın sonunda Bosworth Savaşı sırasında hayatını kaybeden İngiltere Kralı III. Richard'ın kemiklerini, geçtiğimiz eylül ayında bir otopartkta bulan arkeologlar, şimdi de kralın yüz şeklini ortaya çıkardı.

 

Leicester Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada, özel bir tarama yöntemi sayesinde kralın yüz ayrıntıları belirlenirken, eldeki veriler ışığında yüz yeniden oluşturuldu.

528 yıl önce Henry Tudor'un orduları tarafından öldürülen III. Richard, Britanya’nın savaş esnasında ölen son kralı olma özelliğini de taşıyor.

Radikal, 05.02.2013

"MERYEM ANA TİRE'DE YAŞADI"

 

İzmir'in Tire İlçesi Belediye Başkanı Tayfur Çiçek, Meryem Ana'nın Tire'de yaşadığına dair güçlü emareler olduğunu belirterek, "İşi belge safhasına dökmek için çeşitli kiliselerle, Rum Ortodoks Patrikhanesi ve Vatikan ile yazışmalar yaptık" dedi. Çiçek, Meryem Ana'nın Efes'e geldiği rivayet edilen tarihlerde de Tire'de yerleşiminin olduğunu söyleyerek "Tire'de isminin verildiği, tarihi, kimsenin bilmediği bir Meryemana Mahallesi var. Burada kutsal sayılan yerler bulunuyor. Mezarı bile burada olabilir. Arkeolog ve Teologlarla görüşüyoruz" dedi.

Sabah, 04.02.2013

BOZDOĞAN KEMERİ TURİZME AÇILACAK

 

İstanbul Fatih'te Saraçhane mevkiinde bulunan Bozdoğan Kemeri turizme açılıyor.

 

Tarihi Yarımada ve Beyoğlu bölgesinin panoramik olarak seyredilebileceği Bozdoğan Kemeri seyir kulesine dönüştürülecek kemer turizme açılacak.

 

Roma İmparatoru Valens'ın su taşımak amacıyla yaptırdığı tarihi Bozdoğan Kemeri'nin restorasyonu için Koruma Kurulu onayı alındı. 

 

İmparator Valens'in 4'üncü yüzyılın sonlarında yaptırdığı İstanbul Unkapanı'ndaki Bozdoğan Kemeri, Orta Çağ'da kentin su ihtiyacını karşılıyordu. 

 

Erken Bizans dönemlerinde bir kilometreden uzun olduğu düşünülen ve yerden 30 metre yüksek olan kemerin turistler için seyir terasına dönüştürülmesi için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan onay çıktı. 

 

Statik ve arkeolojik yapısı tespit edilen tarihi yapının restorasyon projesi hazır. Restorasyon çalışmalarına bu ay başlanacak. Proje tamamlandığında kemerin her iki yakasında bulunan parklardan kemere giriş ve çıkış yapılacak. 

 

Kemere engelli vatandaşların da çıkması sağlanacak. Ziyaretçiler, güvenlik işlemlerinden geçirilecek. Proje sayesinde, kemere kontrolsüz çıkışlar engellenecek. 

 

Yapı İşleri Müdürlüğü'nün ihalesi kapsamında Eyüp Nişanca Meydanı Haziresi de düzenlenecek. İki tarihi eserin düzenlenmesi için 3 milyon lira bütçe ayrıldı. 

Turizm Gazetesi, 04.02.2013

ERDOĞAN: TOPÇU KIŞLASI'NI YAPACAĞIZ

 

Başbakan Erdoğan, projesi reddedilen 1940 yılında yıkılan Topçu Kışlası’nı Taksim’e yapacaklarını söyledi.

 

Erdoğan, “Biz de reddi reddedeceğiz. Yap-İşlet-Devret modelini düşünüyoruz” dedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Slovakya’yı kapsayan 4 günlük ziyaretinin ilk durağı Prag’a haraketinden önce ve uçakta beraberindeki gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Taksim projesiyle ilgili soru üzerine yapımkonusunda ciddi olduklarını söyleyen Erdoğan şöyle konuştu:

“Topçu Kışlası’nı yapacağız. Üst kurul reddetmiş. Biz de reddi reddedeceğiz. Rus mimarisi deniliyor, ona bakarsanız İstiklal Caddesi de barok mimari. Kışlanın bir bölümü müze olabilir, ortası yeşil alan. Diğer bölümünde İstiklal Caddesi’nin devamı niteliğinde alışveriş merkezi.Üstü rezidans ve otel. Yap-İşlet-Devret (YİD) modelini düşünüyoruz.”

Bugün (Kısaltarak), Haber: Erhan Başyurt, 04.02.2013

NEANDERTALLERİN SOYU BİLİNENDEN ÇOK ÖNCE TÜKENMİŞ OLABİLİR

 

 

Avustralyalı ve Avrupalı bilimadamlarının, Neandertallerin son kez mesken tuttuğu İspanya 'dan çıkarılan kemikler üzerinde yaptığı inceleme, bu insan türlerinin soyunun sanılandan çok daha önce tükenmiş olabileceğini gösterdi.

Kemikler üzerinde daha önce yapılan incelemeler, Neandertallerin bölgede en son 35 bin yıl önce yaşadığını ortaya koymuştu.

Bilimadamlarının, kemikleri daha genç gösteren karbon moleküllerinin yol açtığı kirliliği filtreleyen gelişmiş bir yöntemle yaptığı inceleme ise kemiklerin, 50 bin yıl öncesine ait olduğunu ortaya çıkardı.

Araştırma, doğrulanırsa, modern insanlarla Neandertallerin bin yıllık dönemde bir arada var olduğu ve muhtemelen çiftleştikleri yönündeki teoriye gölge düşürecek.

Sonuçları “Proceedings of the National Academy of Sciences” dergisinde yayımlanan araştırma çerçevesinde İspanya'da Neandertallerin yaşadığı bilinen 11 bölgeden 2'sinden çıkarılan kemiklerin incelendiği, bu nedenle Neandertallerin 35 bin yıl öncesine kadar yaşamış olma ihtimalinin tamamen dışlanmadığı belirtildi.

Radikal, 04.02.2013

4 BİN YIL
TOMOGRAFİ SIRASI
BEKLEDİ!

 

ABD'deki Virginia Güzel Sanatlar Müzesi, ilginç bir deneyime ev sahipliği yaptı. Müzenin uzmanları, 4 bin yaşında olduğu tahmin edilen Tjeby adlı Mısır'da bulunan mumyayı, tomografide inceledi.

Tomografi sonucunda Tjeby'nin yaşı ve ölüm nedeni ortaya çıkarılacak.

Sabah, 04.02.2013

ANİ ÖREN YERİNE KAZI EVİ YAPILACAK

 

Kars Kültür ve Turizm Müdürü Hakan Doğanay, "Ani'deki eksikliğimiz bir kazı evinin olmamasıydı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Turizm ve İşletme bütçesine inşallah koydurduk. 2013-2014 yılında kazı evini de yapacağız" dedi.

 

Doğanay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ani Harabeleri'nin Kars'a 42 kilometre uzaklıktaki Arpaçay Nehri'nin batı yakasında, Ermenistan-Türkiye sınırını ayıran volkanik tül tabakası üzerine kurulan bir Orta Çağ şehri olduğunu anlattı.

 

Ani Harabeleri'nde yerleşimin MÖ 5000'li yıllara dayandığını ifade eden Doğanay, "Biz Ani'den bir dünya şehri olarak bahsediyoruz. Ani bir kara İpek Yolu kentiydi, ticaret kentiydi ve önemi de buradan kaynaklanıyor. Ani, Kafkaslar'dan Anadolu'ya girişteki ilk kentimiz. Ani Ören Yeri'nde yerleşim 3 safhada, MÖ 5000'lerde, MS 964'lerde ve 978 ve 989 yılları arasında olmuştur. 961-1045 yılları arasında Bagrat hanedanından Ermeni hükümdarlarının başkenti olmuştur" diye konuştu.

 

Doğanay, Ani Ören Yeri'nde sur içinde 8 kilise ve bir caminin halen ayakta durduğunu belirterek, şöyle devam etti: "Menuçihr Camisi, Türk fethinden sonra Türkiye topraklarında inşa edilen en eski cami olmasıyla dikkati çeker. Muhtemelen daha eski bir sivil yapıdan dönüştürülmüş ve 14. yüzyılda ikinci kez tadilata uğramıştır. Ani Ören Yeri, 11. ve 12. yüzyıla ait bazı İslam mimarisi eserlerini de barındırır."

 

Doğanay, Ani Ören Yeri'nin Kars'ın ve bölgenin tanıtımı açısından önemli bir yere sahip olduğunu belirterek, Ani'deki çalışmaların devam ettiğini söyledi.

 

Kentte yapılan bütün toplantılarda mutlaka Ani'nin konuşulduğunu dile getiren Doğanay, "Ani'ye giden duble yol Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2006 yılından bu yana Ani Ören Yeri'ndeki çalışmaları yakından takip ediyor. Bakanlık Ani'ye farklı bir bakış açısıyla bakıyor ve oradaki çalışmalar hızlı bir şekilde devam ediyor" dedi.

 

Doğanay, Ani Ören Yeri'nde 2012 yılından bu yana 47 günlük alan kazı çalışmasının yapıldığını anımsatarak, şunları kaydetti: "Bundan sonraki yıllarda da burada mutlaka kazı çalışması yapılmalı. Ani'de bir kazı evimiz yok. Yani kazıdan çıkan eserlerin sergilenebileceği, tamamlanabileceği ve bunların müzede sergilenebileceği bir kazı evimizin olmaması bizim için bir handikaptı. Ani'deki eksikliğimiz bir kazı evinin olmamasıydı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Turizm ve İşletme bütçesine inşallah koydurduk. 2013-2014 yılında kazı evini de yapacağız. Prefabrik üzerine yapılmış olan, 50-60 öğrencinin kalabileceği, çıkan eserlerin depolanabileceği kombine bir yaşam alanı olacak. Kalıtsal bir yer yapılmamasının nedeni ise Ani'nin 1. derece arkeolojik sit alanı olması. Ani'de değil yapı yapmak, çivi çakmak bile Bölge Koruma Kurulu'nun iznine bağlıdır."

haberler.com, Haber: Çağlar Sefertaş -Zehra Melek Çat, 03.02.2013

HEYKEL ABDÜLMECİD FERMANIYLA ALINDI

 

 

Türk avukatlar bulunan Bodrum Halikarnas Mozolesi’nden alınan heykeller için dava açmaya hazırlanırken İngilizler ‘Abdülmecit döneminde verilen imtiyazlarla heykeller alındı’ diyor.

 

DHA’nın önceki gün yer verdiği bir habere göre, İngiltere’de British Museum’da bulunan, Bodrum Halikarnas Mozolesi’nden alınmış heykellerin ait olduğu ülkeye iadesi için Türk avukatlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) dava açmaya hazırlanırken, İngiltere’den diplomatik müdahale geldi. İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi David Reddaway, dava tarihinden 7 gün önce bir mektup göndererek, Mozole’de bulunan Osmanlı İmparatorluğu’ndan alınan yasal izinler ve ferman ile Bodrum’dan taşındığını bildirdi.

 

Açıklamada, Reddaway’ın, Mausoleum heykeli ve parçalarının İngiltere’de olduğuna, heykel ve parçalarının 1846, 1857 ve 1859 yıllarında padişah 1. Abdülmecid döneminde İngiltere’ye tanınan imtiyazlar ve alanda kazı yapmaya ve çıkarmaya yönelik izinleri düzenleyen fermanlarla Bodrum kalesinden İngiltere Müzesine taşındığını savunduğu bilgisine yer verildi. Kültür Bakanlığı ise konuyla ilgili olarak, önceliklerinin Türkiye’den izinsiz kaçırılan eserler olduğunu bildirdi. Mozole ile ilgili bu son gelişmeleri, konunun uzmanlarına sorduk.

‘Gündemde tutulsun’
-  Prof. İlber Ortaylı: İngilizler ellerinde 1. Abdülmecit döneminden fermanlar olduğunu bildirmişler. Onlar hep öyle derler, ellerinde bir ferman vardır konuyla ilgili, eserleri geri vermezler. Sen de çalınıp çalınmadığına kanıt oluşturacak şekilde verdiğine yahut vermediğine dair bir ferman gösteremezsin, iş bir yılan hikayesine dönüşür. Biz Berlin Müzesi’ne düpedüz karşılıklı akitlerle, geçici bir süre için, ya tamirat ya faydalanma ya da temizleme için geçici olarak verdiğimiz malzemeyi zor aldık.  British Museum’dan Mausoleum parçalarının gelmesi çok mümkün değil, ama gündemde olmasında fayda var. Nitekim Yunanistan da yine British Museum’da bulunan Elgin Mermerleri’ni gündemde tutuyor.

‘Girişimler değerli’
-  Özgen Acar:  Konuyla ilgili bir kitap yazan avukat Remzi Kazmaz, geçtiğimiz aralık ayında Halikarnassos Mozolesi heykellerinin İngiltere’deki British Müzesinden geri alınması için başlattığı kampanyasıyla ilgili beni arayarak desteğimi istedi. Bu tür girişimler bir bilinçlenmeyi göstermesi açısından çok değerli.

‘Dava zarar getirebilir’
-  Nezih Başgelen (Arkeolog - editör): Türkiye’den yurtdışına götürülmüş inanılmaz sayıda tarihi eserimiz bulunuyor. Tarihöncesi çağlardan Osmanlı dönemine geniş bir sürece ait bu eserlerin ait olduğu topraklara dönmesi hepimizin ortak dileği. Ancak Bodrum Mozolesi gibi Osmanlı döneminde alınan bazı izinler çerçevesinde giden eserlerin AİHM’de dava açılıp alınamayacağı baştan belliyken bu tarz başarısız olabilecek girişimler bu tip davalarda şu an kabul gören ulusal haklılığımıza yarar yerine zarar getirebilir.

Milliyet, 03.02.2013

YENİ KABİNENİN ENTELLEKTÜEL BAKANI

 

 

Yeni Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, kabinenin tek bekarı. İlk gençliğinden beri paraya değil, bilgiye yatırım yapmış. Bu yatırımının karşılığını da fikre değer veren bir siyasi hareketin içinde güçlü bir rol üstlenerek aldı.

 

"Aşk bitti, şiir bitti, gizem bitti
Söz, gülümseyerek boynunu yağlı urgana uzattı
Kadınlar her şeye rağmen doğurmaya devam ettiler
Yeni doğan çocuklar, ciğerlerine çektikleri soluğun ilk zerresinin tadına varmaksızın intihar ettiler
Sokak çocuklarının peygamberi, gelişini erteledi
Tedbirsiz ve temkinsiz aşk, başını secdeden kaldırıncaya kadar
Her kadın ilk doğan çocuğunu kendi elleriyle toprağa verdi
Çocuklar intihar etmeye devam ettiler."

Yukarıdaki dizeler, yeni Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'in yıllar önce yazdığı Yenilmiş Tanrı'nın Çocukları adlı uzun şiirden. Mukayese için söylemiyorum ama şair Sezai Karakoç'un Monna Rosa'sı türünden bir şiir Yenilmiş Tanrı'nın Çocukları. Bir Kültür ve Turizm Bakanı'nın vaktiyle şiir yazmış olmasında şaşılacak bir şey yok elbette. Burada kayda değer olan, dolayısıyla haber değeri taşıyan, vaktiyle Tezkire adlı bir dergide yayımlanmış olsa da çok az kimse tarafından bilinen bu şiirin, Çelik'in duygu ve düşünce dünyası hakkında ipuçları içeren enteresan imgelerle süslü olması. Şiir; ancak iddialı sanat eserlerinde görüldüğü üzere aşk, ayrılık, yaşam, ölüm, tanrı, dinler gibi pek çok temayı aynı anda işliyor. Sanıyorum Çelik, şiir türünde pek eser vermemiş, daha çok makale yazmış bir yazar olarak Yenilmiş Tanrı'nın Çocukları'nı kendi şiirinde bir başyapıt olarak görüyordur.

TİPİK BİR ADANALI
Çelik, entelektüel birikimini biraz da, pek çok yazar ve aydın yetiştirmiş olan Adana'da doğup büyümüş olmasına borçlu. 15 Haziran 1968 tarihinde doğmuş. Babası Yusuf Ziya Bey, Tarsus yolu üzerindeki Zeytinli, annesi Dudu Hanım ise Karslı Köyünden. Çelik, mücadeleciliğini babasından, entelektüel yönünü ise annesinden aldığı söylüyor. Annesi Sosyal Sigortalar Kurumu'nda memurluktan ayrılmış bir ev hanımı. Baba ise Devlet Su İşleri'nden (DSİ) emekli. Ömer Çelik, Namık Kemal Mahallesi'nde büyüdü. Çocukluğu yokluk içinde geçti. Öyle ki motosiklet tamircisinde çıraklık bile yaptı. Adana Motor Teknik Meslek Lisesi'nde okudu. Matematiği çok iyiydi, o yüzden dördüncü sınıfta teknik liseye geçti ve buradan mezun oldu.

Arkadaşlarının verdiği bilgiye göre Çelik, lise yıllarında, henüz 15 yaşında iken Tevrat, İncil, Kuran ve Das Kapital'ı aynı anda okuyordu. 1980'li yılların başında gittiği kitapçılardan aldığı kitapları okuyarak İslami düşünceye yaklaştı. Ayrıca benim de çocukluğumun bir bölümünün geçtiği (Babamın çaycı dükkanı oradaydı) Ulu Camii'nin orada İslami çevrelerden, camii cemaatinden ağabeylerle çay içerek bu çevreyle ilişkilerini geliştirdi. Ömer Çelik, liseden sonra Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'ne girdi, buradan mezun oldu. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Siyaset Bilimi alanında yüksek lisans eğitimi aldı. Öğrencilik yıllarında Ankara'da önce özel bir yurtta, ardından Demetevler'de bir öğrenci evinde kaldı. Bu evdeki arkadaşları, profesör Hicabi Kırlangıç, Vakıflar Genel Müdürlüğü daimi üyesi Arif Dülger ve mali müşavir İrfan Can'dı. Adana Erkek Lisesi mezunu Can, Çelik'in aynı zamanda Adana'dan arkadaşıydı. Sonradan Ankara'da Faruk Koca, Mücahit Arslan, Agah Kafkas, Salim Uslu ve Serdar Aydın gibi isimlerle arkadaşlık kurdu. Çelik, o dönemde samimi olduğu Mücahit Arslan'ı Başbakan Erdoğan'la tanıştıran isim. Türkiye'nin yeni bir siyasete ihtiyacının olduğu fikrinin yeşerdiği mekanlardan biri olan Ankara Kızılay'daki Girgin Kafe'ye sık giderdi. Kafe Miz de gittiği mekanlardan biriydi. Ömer Çelik, Ankara yıllarında Yaşar Kaplan'ın Aylık Dergi adlı dergisinde ve sonra Hüner dergisinde yazdı. İstanbul'da ise Ali Bulaç'ın Bilgi ve Hikmet dergisinde... Zaten Çelik'i Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la tanıştıran isim de Ali Bulaç. Ömer Çelik, kahir ekseriyetin paraya yatırım yaptığı ve maddi tatmine yöneldiği bir devirde bilgiye yatırım yapmış ve bundan kaynaklanan manevi tatmine önem vermiş azınlığa mensup insanlardan biri. Emeğinin karşılığını da fikre değer veren bir siyasi hareketin içinde güçlü bir rol üstlenerek ziyadesiyle aldı. Yazıya, Çelik'in, hemen hiç bilinmeyen şiiri Yenilmiş Tanrı'nın Çocukları'ndan bir bölümle girdik. Yazıyı, yine aynı şiirden bir bölümle bitirelim. Ömer Çelik'in, üstteki kutuda alıntıladığımız yazısından anladığımız kadarıyla 'güzel aşk' için zorunlu taç olarak gördüğü sessiz ayrılık nidaları -olmaz demeyin, nidanın da sessizi olur- içeren bir bölümle... "Lübnan'dan getirdiğim sevdaların kadını Bana en hain sensin Bana en hain olan sen İhanetin arttıkça bağlılığım artıyor Şeytanla tanışmadan hiç olan Adem Yasağın koynuna salınca kalbini Hep olmanın eşiğine, isyanla geldi Yaratılışta sırrına eremediğin Hayatta da cahilim sana Lübnan'a... Kan ve barut cehennemine Götürdüğüm hüzünlerin kadını Hoşçakal."

DIŞ POLİTİKANIN MİMARLARI ARASINDA
Kuruluşundan beri AK Parti Merkez Karar Yürütme Kurulu (MKYK) üyesi olan Çelik, üç dönemdir Adana milletvekili olarak parlamentoda. Partide uzun yıllar Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. Dış politika konusunda uzman bir isim. Özellikle Avrupa Birliği ve Ortadoğu konusunda çalışmalar yürüttü. Çelik, geçtiğimiz hafta yapılan kabine değişikliğinde Ertuğrul Günay'ın yerine Kültür ve Turizm Bakanı olarak atandı. Makamı, yurtdışından Türkiye'ye ait tarihi eserleri, Kanatlı Deniz Atı Broşu'nda olduğu gibi dedektif titizliğiyle yapılmış araştırmalarla bulduran ya da kültür diplomasisi ile Türkiye'ye getirten Günay'dan devraldı. Çelik, bakanlığındaki ilk törende Türkiye'nin zengin bir tarih mirasına ve sosyal yapıya sahip olduğunu ve devletin özgürlükler alanını kültür politikaları ile koruması gerektiğini belirterek, bakanlıkta izleyeceği siyasete dair ipucu verdi.

AŞK YAZILARINDA AYRILIĞI ÖVERDİ
Yeni kabinenin hiç evlenmemiş tek bakanı olan Ömer Çelik, 1990'lı yılların sonunda ve 2000'li yılların başında, o vakitler benim de çalıştığım Yeni Şafak gazetesinde 'aşk yazıları' yazardı. Benzetme ne kadar yerinde olur bilemem ama şimdilerde Haşmet Babaoğlu kendi okurları için neyi ifade ediyorsa Ömer Çelik de o dönemde Yeni Şafak okurları için aşağı yukarı aynı şeyi ifade ediyordu. Çelik, genç yaşta olmasına rağmen o döneme gelene kadar, ta lise yıllarından beri yaptığı okumalarla entelektüel perspektifini derinleştirmişti. Farklı bir bakışı vardı. Misal ayrılığı, sevmemek şöyle dursun, övüyordu: "Tutkunun gövdeleşmesinin tek silahı ayrılıktır. Kıyasıya ayrılık... Tavizsiz, yakıcı ve fütursuz bir ayrılıktan bahsediyorum. Her güzel aşk böyle bir ayrılıkla taçlanmalı diyorum. Çünkü sadece böyle tutkuyu ebedileştirebilir insan."

'JOHN FOWLESSEVER'
Ömer Çelik, iyi bir felsefe ve edebiyat okuru. Marx'ı da okudu, Nietzsche'yi ve Heidegger'i de... Kafka'yı da okudu, John Fowles'u da... Bir 'Fowlessever' olduğunu Yenilmiş Tanrı'nın Çocukları adlı şiirinden anlamak mümkün. Şiirinde John Fowles'un, "Her olgun erkeğin içindeki çocuk, gizli örgütler kurar," sözünü alıntılamış. Ayrıca şiirde Fowles'un başyapıtlarından Fransız Teğmenin Kadını adlı romanın kadın kahramanı Sarah'a göndermeler var. Çelik, şiirinde ayrıca Gennadi Aygi'nin, şu hikmetli sözünü de kullanmış: "Bizi hiç kimse sevmediği zaman başlarız sevmeye annelerimizi."

Sabah Pazar, Haber: Ferhat Ünlü, 03.02.2013

BAKANLIK İLE ÜNİVERSİTE HÜLLE YAPTI

 

 

Yasaya göre müze envanterine kayıtlı eserler özel şahıslara satılamıyor. Peki Santralistanbul Müzesi koleksiyonu nasıl müzayedeyle satışa çıkarılıyor? İşte Kültür Bakanlığı ile Bilgi Üniversitesi arasında yaşanan hülleli satışın öyküsü.

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2007 yılında açılan Santralistanbul Çağdaş Sanatlar Müzesi’ndeki eserlerin bir kısmının Maçka Mezat’ın 17 Şubat’ta düzenleyeceği müzayedede satılacak olmasının yankıları sürüyor. Müze envanterine kayıtlı eserlerin nasıl olup da müzayedede satışa çıkacağı ise sanat dünyasının merakları arasındaki yerini koruyor. Çünkü yasaya göre müze envanterine giren bir eser özel şahıslara satılamaz. Peki Bilgi Üniversitesi yönetimi bu eserleri satışa nasıl çıkarabildi? İşte Kültür Bakanlığı ile Bilgi Üniversitesi arasında yaşanan o hülleli satışın çarpıcı öyküsü...


Eski Silahtarağa Elektrik Santralı’nın arazisinde Bilgi Üniversitesi tarafından Santralistanbul Enerji ve Çağdaş Sanatlar Müzesi kuruldu. Birçok sanatçının eserleri müzenin envanterine kaydedildi. Hatta içlerinde müzede sergileneceği için yok pahasına hediye edilenler, bağış olarak verilen sanat eserleri vardı. Eserler müzeye geldikçe müze envanterine kaydediliyordu. Her özel müzede olduğu gibi Topkapı Sarayı Müzesi de Santralistanbul Müzesi’nin denetiminden sorumluydu.
Özel müzeler, 2863 sayılı kanun ve buna bağlı çıkarılan ‘Özel Müzeler ve Denetimleri Hakkında Yönetmelik’ hükümleriyle denetleniyor. Envanter kayıtları, müzenin işleyişi, görevleri, denetimi bu yönetmeliğe göre gerçekleşiyor. Yönetmeliğin 9. maddesinde envanter kaydının nasıl yapılacağı ise şöyle anlatılıyor: “Özel müzede bulunan kültür ve tabiat varlıkları bakanlıkça uygun görülecek ve noterden tasdikli iki nüsha halinde tanzim edilecek envanter defterlerine özel müze uzmanlarınca kaydedilir. Bu defterlerden bir nüshası, özel müzenin denetim açısından bağlı olduğu müzeye verilir.” Kısacası Santralistanbul, Kültür Bakanlığı’nın kontrolünde kuruldu ve eser envanter kaydı da yine bakanlık uzmanlarının tasarrufunda gerçekleştirildi.

Öncelik devlette
Pek çok sergiye ev sahipliği yapan ve sanat dünyasının gözde mekanı Santralistanbul Müzesi şimdi envantere kayıtlı 150 eserden 70’ini satma kararı aldı. Peki müze envanterine kayıtlı eserler müzayede yoluyla satılabilir mi? Özel Müzeler Yönetmeliği’ne göre satılamaz. Yönetmeliğin 10. maddesi şöyle diyor: “Kültür ve tabiat varlıklarını öncelikli satın alma yetkisi devlet müzelerine aittir. Özel müzeler, koleksiyonlarındaki her türlü taşınır kültür ve tabiat varlığını, bakanlıktan onay almak ve koleksiyonun bütünlüğünü korumak şartıyla kendi aralarında değiştirebilir veya satabilir. Satın almada öncelik bakanlığa bağlı müzelere ait olup satış ve değiştirme işleminden 15 gün önce, denetim açısından bağlı bulunduğu müze müdürlüğüne konuyla ilgili kültür ve tabiat varlıkları hakkında satış veya devir sözleşmesi örneği gönderilerek haber verilir.” Özel müzelerin 2863 sayılı yasa kapsamına giren eserler ile 100 yıl öncesi (1913 yılından evvelkiler) eserlerin satışını yapmaları mümkün değil. Envanterlerine kaydettirdikleri eserleri de yönetmeliğe göre açık arttırma yöntemiyle şahıslara satamazlar. Bunu bilen Bilgi Üniversitesi yönetimi de hülle yapma yoluna gitmiş. Envanterine kaydettirdiği eserlerin envanterlik eserler olmadığını ve bunları envanterden düşürmek istediğini Kültür Bakanlığı’na bağlı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bildirmiş. Genel müdürlük üniversite yönetimince kendilerine yapılan başvuruyu değerlendirmek üzere bağlı olduğu Topkapı Sarayı Müzesi’nden iki uzman görevlendirmiş. Uzmanlar eserleri yerinde görüp inceledikten sonra hazırladıkları raporu genel müdürlüğe sunmuşlar. Komisyon oluşturulmuş ve komisyon eserleri inceledikten sonra envanterden düşürülecek 70 eser belirlemiş. Eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ’ın da onayı alındıktan sonra Bilgi Üniversitesi yönetiminin envanterden çıkarılmasını istediği eserler müzede satışa hazır hale gelmiş.

Satışla ilgimiz yok
Santralistanbul Müzesi eserlerinin envanterden nasıl düşürüldüğünü anlatan bakanlık yetkilisi şunları söylüyor: “Müze açıldıktan sonra ne buldularsa envantere kaydetmişler. Oysa 2863 sayılı yasaya tabi (tarihi eser) olmayan eserleri envantere kaydettirme zorunluluğu yok. Envanter kaydı olan eserler ancak devlet müzelerine veya özel müzelere yine bakanlığımızın onayıyla satılabilir. Üniversite hangi eserler kanun kapsamında hangileri değil diye bize sordu. Biz de uzmanlarımıza tespit ettirdik. Sonra bunların envanterden düşürülmesi için müracaat ettiler. Komisyon kuruldu ve o eserler envanterden düşürüldü. Bakanlık olarak bu eserlerin satışı ya da bir yerlere bağışı bizi ilgilendiren bir durum değil.”

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 03.02.2013

 

******


SANTRALİSTANBUL KOLEKSİYONU İÇİN MÜCADELE BAŞLADI

 

 

Santralistanbul Çağdaş Sanatlar Müzesi koleksiyonundaki eserlerin müzayedeye çıkması üzerine toplanan sanatçı, küratör ve hukukçular; koleksiyonun bütünlüğü için neler yapılabileceğini etraflıca tartıştı ve bir ‘Hareket Planı’ belirledi.

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2007 yılında açılan Santralistanbul Çağdaş Sanatlar Müzesi koleksiyonundaki eserlerin müzayedeye çıkmasının tartışmaları sürüyor. Maçka Mezat tarafından 17 Şubat’ta İstanbul Sofa Hotel’de yapılması planlanan müzayedede, sanat eleştirmeni Evrim Altuğ’un tespit ettiği kadarıyla koleksiyona ait 36 eser yer alıyor. Bilgi Üniversitesi’nden yapılan açıklamaya göreyse 70 eserin satılması söz konusu; aralarında Nil Yalter’in ‘Göbek Dansı’, Yüksel Arslan’ın ‘Arture’ ve Hakkı Anlı’nın ‘İsimsiz’ adlı eserleri de bulunuyor ki bunlar müze koleksiyonuna bağış yoluyla katılmışlar. Üniversitenin özellikle vurguladığı tek şey var, o da müzayedeye çıkan eserlerin envanter dışında kalması ve satışlarının Kültür Bakanlığı’nca onaylanması.

 

Bu konuda, bilhassa koleksiyonun bütünlüğünün sağlanması için neler yapılabileceği önceki gün Galatasaray’daki Cezayir Lokantası’nda bir araya gelen sanatçı, küratör ve hukukçular tarafından etraflıca tartışıldı. ‘Müzakere’ başlığı altında gerçekleşen toplantıya Bilgi Üniversitesi ve Maçka Mezat yetkilileri de davet edildi. Üniversite daveti kibarca reddedip ilerleyen günlerde yönetim kuruluyla bir toplantı yapılmasının mümkün olduğunu bildirirken; Maçka Mezat, bu girişimin rekabet koşullarına aykırı olduğunu vurgulayan bir e-posta gönderdi.

 

ANA HEDEF KOLEKSİYONUN BÜTÜNLÜĞÜ

Toplantı, Sarkis’in, “Santralistanbul Müzesi için inançla çalışanlardan biriydim. Oradaki yapıtım bir müze tarafından yaşatılması gereken bir yapıttır, bir META değildir! Müzayedenin kataloğunda görüldüğü gibi onu ikiye bölüp satamazsın. Daha önceden bu kepazelikten haberim olsaydı yapıtımın bana iade edilmesini isterdim; şu anda onun ne halde olduğunu bile bilmiyorum!” cümlelerini içeren mektubunun okunmasıyla başladı ve hukukçu Sadife Karataş Kural’ın neler yapılabileceğine dair bilgi vermesiyle devam etti: “Satışa çıkan eserler envanterden çıkarılmış, o yüzden önlerinde bir engel yok. Yapılacak şey eser sahiplerinin bireysel olarak hukuki yollara başvurması. En kuvvetli argüman sanatçı Sarkis’e ait. Çünkü enstalasyonu üçe ayrılarak satılmaya çalışılıyor. Yani eserinin zarar görmesi söz konusu.”

 

Vasıf Kortun, Gülsün Karamustafa, Zeyno Pekünlü, Duygu Demir, Özge Ersoy, Murat Morova, Ali Akay, Seda Yörüker, Lara Fresko, Aslı Çavuşoğlu, Volkan Aslan, Tayfun Serttaş, Osman Erden, Ali Taptık, Nazım Dikbaş ve Arzu Yayıntaş’ın yanı sıra Murat Odabaşı ve Sadife Karataş Kural gibi hukukçuların da katıldığı toplantının en önemli sorusu koleksiyonun bütünlüğünün nasıl korunacağı oldu. Vasıf Kortun, üzerine basa basa “Bir şeyler yapmamız lazım. Başka türlü bu eserler dağılacak.” derken, Murat Morova, acilen yeni kültür ve turizm bakanıyla irtibata geçilmesini önerdi. Sanatçı Tayfun Settaş, “Kamuoyu oluşturmaya çalışırken acaba eserlerin fiyatlarını 20’ye mi katlıyoruz?” derken; Zeynep Pekünlü, sembolik bir itibarsızlaştırma kampanyası başlatmanın mümkün olup olmadığını sorguladı.

 

Sonuçta ortak bir ‘Hareket Planı’ oluşturuldu. Plan dahilinde öncelikle koleksiyonda eseri bulunan sanatçılarla iletişime geçilecek ve bireysel durdurma kararları üzerinden bir mücadele başlayacak. Bunu üniversiteyle yapılacak toplantı izleyecek. Toplantının ana hedefi koleksiyonun bölünmemesi için neler yapılabileceği olacak. Bakanlıkla iletişime geçilmesi ve alımların onlar tarafından yapılması talebi de bir sonraki aşama. Toplantı ekseninde, internetteki ‘change.org’ sitesinde ‘SantralIstanbulKoleksiyonu’ başlığı ile dijital bir imza kampanyası da başlatıldı.

Zaman, Haber: Jülide Güngör, 05.02.2013

 

******


YÜKSEL ARSLAN: MÜZE KOLEKSİYONUNUN SATILMASI ÇOK KORKUNÇ VE ÜZÜCÜ

 

Özellikle ‘Das Kapital’ serisiyle tanınan 20. yüzyıl sanatının büyük ismi Yüksel Arslan, Santralistanbul koleksiyonundaki 70 eserin müzayede yoluyla satılacak olmasını “Çok korkunç ve üzücü bir gelişme” olarak nitelendirdi. Koleksiyonda pek çok eseri bulunan Arslan, endişelerini basına gönderdiği açıklamada dile getirdi: “Santralistanbul Müzesi’nin resim koleksiyonu satışını iki gün önce duydum. Çok korkunç ve üzücü bir haber! Her resmin bir satış ve alış fiyatı olursa da bu beklenmedik haber düşündürüyor beni. Dünyanın bütün üniversitelerinde özel bir koleksiyon vardır. Bilgi Üniversitesi için de böyle bir müze düşünülüp gerçekleşirse çok sevinirim.”
Sanat dünyasında endişe yaratan müze koleksiyonunun satışıyla ilgili bir araya gelen sanatçı, küratör ve eleştirmenler konuyu hukukçularla tartıştıktan sonra koleksiyonda eseri bulunan sanatçılarla iletişime geçilip mahkemeden bireysel ‘durdurma’ kararı aldırma yolunu seçti.

Radikal, 05.02.2013

DOĞANÇAY'IN MÜZESİ ÇOCUKLARA EMANET

 

16 Ocak'ta yitirdiğimiz ressam Burhan Doğançay'ın en önemli mirası olan müzesinin müdürü Bergin Azer: "Çocuklar için düzenlediğimiz yarışma, Doğançay için müzenin en önemli faaliyetiydi. Şimdi amacımız yarışmayı Türkiye geneline yaymak".Bir ressam arkasında neler bırakır? Burhan Doğançay için bu sorunun tek yanıtı resimleri değil. Onun hayattayken üzerine titrediği, anlatırken gözlerinin içinin güldüğü bir mirası var: Babası ve kendisi adına kurduğu Doğançay Müzesi. Müzeyi gezerken hem Doğançay'ın hayatı hem de eserleri hakkında kapsamlı bilgi edinebiliyorsunuz. Doğançay'ın müze çatısı altında düzenlenen faaliyetler arasında en çok önem verdiği, gençler ve çocuklar için düzenlenen resim yarışması. Türkiye'den çocukların resimle büyümesi, resim öğrenmesi, ressamın her fırsatta dile getirdiği isteğiydi. Biz de onun mirasını yaşatacak bu müzenin müdürü Bergin Azer'e müzeyi ve Doğançay'ı sorduk.


- Burhan Doğançay'ın müzeyi kurma amacı neydi?
- Gezdiği ülkelerde tek bir sanatçıya adanmış kişisel müzeleri gördüğünde, ileride imkanı olursa Türkiye'de böyle bir müze açmaya karar vermiş. Başarılı kişilerin, kendilerinden sonra gelen nesillere bir iz, referans, anı bırakmasının çok önemli olduğunu söylerdi. Bizde bu gelenek, Batı ile karşılaştırıldığında daha çok yeni olduğundan, bunun eksikliğini de hissetmiş. Müze, hem babasının (ressam ve harita subayı Adil Doğançay) hem de kendi eserlerinin kalıcı olarak sergilenebileceği bir alan olduğu için önemli. Buna ilave olarak, doğduğu topraklara kalıcı bir eser bırakmak da onun için önemliydi tabii.


- Doğançay Müzesi'nin bu yıl için planları nelerdir? Burhan Doğançay'ın müzeyle ilgili planları istekleri nelerdi?
- İstanbul ilköğretim okulları arasında düzenlenecek resim yarışmamız var. İlk defa Burhan Bey olmadan yapacağımız için, içimiz buruk elbette. Hedefimiz, bu yarışmaya katılan, öğrencilerin genç yaşta sanatı tecrübe edinmeleri. Her şeyden önce, müzenin ileri nesillere kalması için gerekli tüm hazırlıkları yapmıştı. Bunun için Doğançay Kültür ve Sanat Vakfı kuruldu ve müze buna bağlandı. Buna ilave olarak, çocukların sanat ile tanışmalarını, hayatlarında mutlaka sanat olması gerektiğini vurgulardı. Çocukluk yılları yaratıcılığın, hayal gücünün en verimli olduğu yaşlar olduğu için, Burhan Bey öğrencilerin müzeye gelmelerinden çok mutlu oluyordu. Amacımız yarışmayı Türkiye çapına yaymak. Bunun yanı sıra yabancı müzelerle işbirliği yapacağız, Doğançay adına yeni sergiler açacağız.


- Müze binasını nasıl satın almış?
- Müze binasını 1999 yılında almış. Hiçbir destek almadan, uzun ve zorlu restorasyon sürecinden sonra, müze kapılarını 2004 yılında açmış. Bu süre içinde, 2002 yılında bir de açık kalp ameliyatı geçirmiş. New York'taki hastane yatağından bile çalışmaları yakından takip etmiş.

- Onunla birebir çalışmak nasıldı?
- Burhan Bey ile çalışmak, eğlenceli olduğu kadar öğretici bir tecrübeydi. 'Hayatı film gibi', o kadar doğru bir tanımlama ki. Düşünün, üç-dört yaşında babasının teşvikiyle resim yapmaya başlıyor, daha sonra Ankara'da Gençlerbirliği takımında futbol oynuyor. Mimarlık okumak isterken kendisini hukuk fakültesinde bulduktan sonra, Paris'te doktora yapmaya gidiyor. Fransızcasını geliştirmek için gittiği Hornfleur kasabasının star futbolcusu oluyor. Doktora sını yaparken, para kazanmak için bir İngiliz filminde oynuyor. Ankara'ya döndüğünde, basın ve tanıtım dairesinde çalıştığı dönemde Türkiye'yi pek çok fuarda temsil ediyor, burada döneminin en önemli isimleri ile tanışıyor. New York'a atanıyor, diplomatik hayatın içinde yaşarken, birden yaşamının tüm akışını değiştirecek, düzenini bozacak kararı verip, kendisini tamamen resme adıyor. Bu, müthiş bir özgüven ve cesaret isteyen bir davranış. Zaten kendisi de derdi 'Ben Everest'in tepesine tırmanarak çıktım, helikopter ile değil.'


- Eşi Angela Doğançay'la da ilişkisi oldukça özeldi bildiğim kadarıyla.
- Hayatının en büyük şanslarından, lütuflarından birisinin, eşi Angela olduğunu hep vurguladı. Tanışmaları da film gibi: New York'taki The Pierre Otel'de düzenlenen Macar balosunda, arkadaşları ile gelen Türk ressam ile salonun diğer ucunda, kız arkadaşının ısrarı ile hiç istemeden baloya katılan Alman kızın, davetin sonuna doğru tanıştırılmaları... Burhan Bey'in dediği gibi her şey önce kısmet, alınyazısı. Müthiş bir uyum içinde geçen 40 yıl. Müzede elimizdeki muazzam arşivi de eşi Angela Doğançay'a borçluyuz.


- Çocuksuz bir çift olmak da tercihleri miydi?
- Kendisi hep 'Ben eğer çocuğun süt parası, okul parasını düşünmek zorunda olsaydım diplomatlıktan ayrılma ve ressam olma kararını veremezdim. Çocuk olduğu takdirde sanat konusundaki tutarlılığımı devam ettiremezdim.' Tanıştıkları zaman, 1974 gibi, Burhan Bey'in yolun çok başında olduğu zamanlar. Beraber kirayı veremedikleri de olmuş. Bu müze de aslında onların çocuğu.
 

"Burhan Bey hayvanlara, özellikle kedisi Rambo'ya çok düşkündü. Diğer kedileri Pelin ve iki köpekleri Bilo ve Kara'yı da severdi, ancak Garfield karakterli Rambo'nun yeri onun için başkaydı. Rambo bebekliğinden beri Burhan Bey ile atölyeye iner ve çalışmalarını büyük bir dikkat ile incelerdi. Zaten son çalışmalarından olan Çerçeveli Duvarlar serisinden birkaç eserde Burhan Bey ona da yer vermişti."

Sabah Pazar, Haber: Fisun Yalçınkaya, 03.02.2013

PRUSIAS AD HYPIUM ANTİK KENTİNDEKİ ESERLER GÜN YÜZÜNE ÇIKARILACAK

 

Düzce’nin Konuralp beldesinde bulunan “Prusias ad Hypium” antik kentindeki kazı çalışmalarına yaz aylarında başlanacak.

 

“Prusias ad Hypium” olarak bilinen bölgede 1. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen antik tiyatro, at figürlü kapı, surlar, su kemerleri ve Roma Köprüsü yer alıyor.

 

Halk arasında “40 Basamaklar” adıyla bilinen, 100 metre uzunluğundaki, 74 metre genişliğindeki antik tiyatronun yarım daire biçimindeki oturma alanı, aslan pençesi figürleriyle süslenmiş basamakları, kemerli geçitleri ve sahnesinin bir bölümü bugünlere kadar ulaştı. Tiyatroya giden ara sokaktaki atlı kapı ise güney surlarının üzerinde bulunuyor.

 

Antik kenti çevreleyen güney ve batı bölümündeki surlar dikkati çekiyor. Beldenin hemen hemen her sokağında ve yol üzerinde rastlanabilecek surların Doğu Roma İmparatorluğu döneminde onarıldığı belirtiliyor.

 

Kemerkasım Köyü mevkisinden antik kente su temini amacıyla inşa edilen su kemerlerinden bazıları ile Doğu Roma İmparatorluğu döneminde yapılan köprü de antik kentin en fazla ilgi gören yapıları arasında yer alıyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle yaz mevsiminden itibaren yeni kazı çalışmalarına başlanmasıyla antik kentteki önemli tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarılması hedefleniyor.

 

-Eserler, müzede sergileniyor-

Antik kentten çıkarılan eserlerden bazıları belde girişinde yer alan, 3 teşhir salonu, iki depo, laboratuvar ve idari bölümden oluşan müzede sergileniyor. Müzede Bolu’dan getirilen ve “Prusias ad Hypium” antik kentinden çıkarılan buluntulardan oluşan bin 789 arkeolojik ve 456 etnografik eser ile 3 bin 837 antik para olmak üzere 6 bin 82 eser bulunuyor.

 

12 Kasım 2003′te hizmete giren müzenin arkeoloji salonunda Tunç Çağı (MÖ 3000-2000) ve Doğu Roma (395-1453) dönemine ait eserler, toprak kaplar, kandiller, toprak ve mermer heykelcikler, metal eserler, takılar, cam kaplar ve mezar hediyeleri, kronolojik olarak ziyaretçilere sunuluyor. Ayrıca Grek, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait altın, bronz ve gümüş paralara yer verilen 4 sikke bölümü bulunuyor.

 

Müzenin etnografya salonunda el işlemeleri, yöresel kıyafetler, süs eşyaları, mutfak kapları, aydınlatma araçları, kişisel eşyalar, kılıçlar, tüfekler gibi eserler sergileniyor. Ayrıca salonda mankenler, gelin odası ve geleneksel döşenmiş oda yer alıyor.

 

Bahçede ise antik kentte gün yüzüne çıkarılan büyük mimari parçalar, sütunlar, adak yazıtları, ceset küllerinin konduğu küçük taş lahitler, şehir yasası yazıtları, büyük depolama kapları, mezar taşları sergileniyor.

 

Müze bahçesinde 1. yüzyılda mermerden yapılan büyük lahit dikkati çekiyor. 1937 yılında gün yüzüne çıkarılan lahdin üzerinde kabartma öküz başlarının taşıdığı çelenk ile alt bölümde domuz, aslan, kartal ve balıkçıl kuşu figürleri yer alıyor.

haberler.com, 02.02.2013

550 YILLIK TARİH ÇIKTI

 

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından başlatılan Muradiye Külliyesi restorasyon çalışmalarında, türbelerin kubbesinde yer alan Osmanlı motiflerinin, 19'uncu yüzyıl sonlarında yapılan bir tadilatla sıva ile kapatıldığı ve üzerine barok desenler işlendiği ortaya çıktı. Restorasyon uzmanları tarafından bisturi ile titizlikle yapılan çalışmalar sonrası ortaya çıkan orijinal desenlerin 550 yıl geçmesine rağmen ilk günkü canlılığını koruması dikkat çekti.

 

Büyükşehir Belediyesi, Bursa'nın 'Tarih Başkenti' kimliğini ön plana çıkararak, canlı bir açık hava müzesi haline getirme çalışmaları devam ediyor. Bu zamana kadar 150'nin üzerinde tarihi ve kültürel miras projesini hayata geçiren Büyükşehir Belediyesi'nin Muradiye Külliyesi'nde başlattığı restorasyon çalışmaları, yaklaşık 150 yıllık bir sırrı ortaya çıkardı. Sultan 2'nci Murad tarafından 1425-1426 yılları arasında yaptırılan ve Fatih Sultan Mehmed'den itibaren 100 yılı aşkın bir dönem içinde peyderpey yaptırılan 12 türbeden oluşan 'Muradiye Külliyesi'ndeki türbelerin kubbesinde yer alan görüntünün orijinal olmadığı belirlendi. Çalışmalara II. Bayezid'in eşi Gülruh Hatun Türbesi'nden başlayan restorasyon uzmanları, türbe kubbesinde Barok desenlerle süslü sıvanın hareketli olduğunu fark edince sondaj çalışması yaptı. Bisturi kullanılarak büyük bir titizlikle yapılan çalışmalarda mevcut sıvanın altında kalan kubbenin aslında Osmanlı motifleriyle süslü olduğu ortaya çıktı. Bunun ardından II. Bayezid'in oğlu şehzade Mahmud Türbesi'nde yapılan çalışmada da aynı görüntü ile karşılaşıldı.

 

Tarihi sırrı ortaya çıkaran Restorasyon Uzmanı Sara Özçelik, “İskeleyi kurup kubbeye kadar ulaşınca yaptığımız incelemede sıvanın hareketli olduğunu gördük. Bu bölgede yaptığımız sondajda sıvanın altında Osmanlı erken dönem tezyinatı olduğunu anladık. Özellikle 17'nci yüzyılda Avrupa'da yaygınlaşan barok sanatının etkisi altında kalınarak, sadece Bursa'da değil, İstanbul'da da böyle çalışmalar yapıldığını biliyoruz. Bu türbelerde de 1850'li yıllarda barok sanatının etkisiyle Osmanlı erken dönem tezyinatının sıva ile kapatılıp, üzerine barok desenler işlendiğini sanıyoruz. Biz, yasa gereği sonradan yapılan düzenlemenin 8'de 1'ini koruma altına alıp, sıvanın altındaki orijinal desenleri ortaya çıkarıyoruz. Sıvanın tutması için kubbedeki desenlere zarar verilmesine rağmen, renkler hala canlılığını koruyor. Biz orijinal renklere hiç dokunmayıp, hasarlı yerlere müdahale edeceğiz. Bu çalışmanın ardından türbeler ilk günkü orijinal görüntüsüne kavuşacak" dedi.

 

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe restorasyon çalışmalarını yerinde inceledi. Restorasyon Uzmanı Sara Özçelik'ten bilgi alan Başkan Altepe, Gülruh Hatun Türbesi'ndeki iskeleye çıkarak kubbede yapılan tahribatı bizzat yerinde gördü. Bursa'nın tarihi ve kültürel mirasını gün yüzüne çıkarmak amacıyla yaptıkları çalışmaların önemine vurgu yapan Başkan Altepe, bu çalışmalar sayesinde tarihi bir gerçeğin de ortaya çıkarıldığını hatırlattı. Başkan Altepe, “Her alanda olduğu gibi restorasyon çalışmalarımızda da alanında uzman ekiplerle çalışıyoruz. Yaklaşık 600 yıllık yorgunluğu bulunan Muradiye Külliyesi'ndeki çalışmalarımızda da tarihi bir gerçek ortaya çıktı. Yaklaşık 550 yılını dolduran türbe kubbesi 19. Yüzyılın sonlarında sıva ile kapatılmış ve üzerine batının etkisinde kalınarak barok desenler işlenmiş. Bu çalışma ile gerçek tarih ortaya çıkıyor ve türbeler orijinal kimliğine kavuşuyor" diye konuştu.

 

MURADİYE KÜLLİYESİ

Sultan 2. Murad tarafından 1425-1426 yılları arasında yaptırılan “Muradiye Külliyesi" Fatih Sultan Mehmed'den itibaren 100 yılı aşkın bir dönem içinde peyderpey yaptırılan 12 türbeden oluşuyor. Külliyede Fatih Sultan Mehmed'in annesi Hüma Hatun (Hatuniye) Türbesi, II. Murad'ın oğlu şehzade Alaaddin Türbesi, şehzade Ahmet Türbesi, Fatih'in oğlu şehzade Mustafa (Cem Sultan) Türbesi, Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu şehzade Mustafa Türbesi, Sultan II. Bayezid'in eşi Şirin Hatun Türbesi, II. Bayezid'in diğer eşi Gülruh Hatun Türbesi, Fatih Sultan'ın ebesi Ebe Hatun (Gülbahar Hatun) Türbesi, II. Bayezid'in oğlu şehzade Mahmud Türbesi, II. Bayezid'in gelini Mükrime Hatun Türbesi, Fatih Sultan'ın eşlerinden Gülşah Hatun Türbesi ile Saraya mensup kimselerin (Cariyelerin) gömülü olduğu Cariyeler/Saraylılar Türbesi bulunuyor.

Akşam, 02.02.2013

KÜLTÜR SANAT BÜYÜK ÖDÜLLERİ TÖRENİ

  

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, turizmde yaşanan gelişmelerde Türkiye'nin "özgün kültür derinliğiyle beslenen imajı"nın büyük payı olduğunu belirterek, "Ancak sahip olduğumuz en önemli kültür mirasımız, bunu vurgulayarak söylemek isterim"...

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, turizmde yaşanan gelişmelerde Türkiye'nin "özgün kültür derinliğiyle beslenen imajı"nın büyük payı olduğunu belirterek, "Ancak sahip olduğumuz en önemli kültür mirasımız, bunu vurgulayarak söylemek isterim birlikte yaşama kültürüdür" dedi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 1979 yılından beri yurt içinde ya da dışında icra ettiği özgün eser, uygulama, yorum veya bilimsel araştırmalarıyla Türk kültür ve sanatının gelişmesine katkıda bulunan sanatçılara verilen "Kültür Sanat Büyük Ödülü" bu yıl da sahiplerini buldu.

 

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) Konser Salonu'nda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'in katılımıyla ödül töreni düzenlendi.

 

Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen'in şefliğinde CSO'nun mini konseriyle başlayan törende ödül alan sanatçıların hayat hikayelerini anlatan kısa film gösterildi.

 

Turizmde yaşanan gelişmelerde ülkemizin özgün kültür derinliğiyle beslenen imajının büyük bir payı vardır. Ancak sahip olduğumuz en önemli kültür mirasımız, bunu vurgulayarak söylemek isterim birlikte yaşama kültürüdür. Tarih boyunca kuşaktan kuşağa aktarılarak gelen bu ortak tecrübe, sahip olduğumuz en değerli hazinedir. Bu bilinçle ülkemizin demokrasi kültürünün güçlendirilmesi, birlikte yaşama kültürümüzün desteklenmesi, birlik ve kardeşliğimizin yüceltilmesini kültür politikamızın çatısı olarak gözetmeye devam edeceğiz."

 

Ödül törenini, tüm hazırlıkları yapılmış olarak önünde hazır bulduğunu belirten Çelik, kısa süre önce kendisine bakanlık koltuğunu devreden Ertuğrul Günay'a, eserin meydana gelmesindeki katkıları nedeniyle teşekkür etti.

 

Ödül verilen sanatçılara baktığında isabetli bir yaklaşımın benimsendiğini gördüğünü ifade eden Çelik, "Kültürümüzün zenginliğini ve çeşitliliğini yansıtmayı amaçlayan bu yaklaşımı yeni açılımlarla önümüzdeki yıllarda da sürdüreceğiz. Görülüyor ki bir bayrak yarışı gibi sanatlarımıza ve kültürümüze hizmet eden ustalar elden ele mirası taşımakta ve geleceğe aktarmakta. Ustalar yeni öğrenciler yetiştirmekte, şükürler olsun ki bizler de her yıl daha fazlasına ödül verme fırsatı bulmaktayız" diye konuştu.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, geleneksel Türk sanatları alanında ulusal ve uluslararası etkinliklerde Türkiye'yi başarıyla temsil ederek üstün yeteneklerini, yaratıcılıklarını ve emeklerini ortaya koyan, kültürün yaşatılması ve geleceğe taşınmasında büyük hizmetleri geçen bu ustalara, aileleriyle sevdikleriyle ve öğrencileriyle sağlık, başarı ve mutluluk dolu uzun ömürler diledi.

Konuşmaların ardından, hat sanatı alanında Yrd. Doç .Dr. Hüseyin Öksüz, minyatür alanında Cahide Keskiner, tezhip alanında Prof.Dr. Fatma Çiçek Derman, ebru alanında Alparslan Babaoğlu, cilt sanatı alanında İslam Seçen ve sedefkarlık alanında da Salih Balakbabalar'a "2012 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü" takdim edildi.

 

Ödüller Türk tarihi, edebiyatı, dili, plastik, fonetik ve sahne sanatları, sanat tarihi, mimarlık, arkeoloji, halk bilimleri, sinema, kütüphanecilik gibi kültür ve sanat dallarında eser, uygulama, yorum, sergileme, yayın, araştırma, inceleme alanlarında ortaya koyduğu üstün nitelikli eser ve çalışmalarından dolayı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan kişi, topluluk ya da kuruluşlara veriliyor.

Anadolu Ajansı, Haber: Şenay Ünal, 30.01.2013

MİLLİ PARK'TA 3 ŞAPEL BULUNDU

 

 

Dilek Yarımadası'ndaki ormanlık alanda Bizans dönemine ait 3 tarihi şapel bulundu. Şapellerin restore edilerek turizme kazandırılması için çalışma başlatıldı.

 

Dilek Yarımadası Milli Park Müdürü Erdinç Kutsal, Milli Park içinde yürüttükleri çalışma sırasında tarihi kalıntılara rastladıklarını, yapılan incelemede yapıların erken Bizans dönemine ait şapeller olduğunun belirlendiğini kaydetti.

 

Tarihi şapellerin kültür envanterine geçirilmesi için girişimde bulunduklarını belirten Kutsal, şöyle devam etti: 'Birbirlerinden 1'er kilometre uzaklıkta bulunan tarihi şapellerin kültür envanterine geçirilmesi amacıyla Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu yetkililerini Milli Park'a davet ettik. Şapellerin tescil edilip kayıtlara geçirilmesini sağladık. Şapellerin her birinin içerisinde odalar, mutfak ve avlu kısımları bulunuyor. Ayrıca şapellerin iç kısımlarında mum koyulan yerler ve dua edilecek kısımlar mevcut. Doğa Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü'nden alınacak izinle tarihi şapeller üzerinde restorasyon çalışması yapılmasında herhangi bir sakınca yok.'

 

Aydın Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka ise Aydın'ın erken Bizans dönemine ait dini yapıları bünyesinde barındıran bir şehir olduğunu, Milli Park'taki şapellerin de bu döneme ait olduğunu belirtti.

 

Aydın'daki tarihi yapılara yönelik çalışmaları belli bir plan ve program dahilinde sürdürdüklerini ifade eden Aktakka, şunları söyledi: 'Yeni bulunan şapellere yakın konumdaki, Davutlar Kurşunlu Manastırı'nda temizlik ve kurtarma kazısı çalışması yapılması için çalışmalara başladık. Bu aşamadan sonra yeni şapelleri de gündemimize alabiliriz. Mülkiyet sahibi kuruluş tarafından restorasyon projesi hazırlatılıp bunun Kültür Varlıkları Koruma Bölge Müdürlüğü'nce onaylanması gerekiyor. Onay sonrasında proje doğrultusunda restorasyon projesi gerçekleştirilebilir. Tüm bunları takip ederek bu tarihi yapıları inanç turizmine kazandırmaya çalışacağız.'

 

Kuşadası ve Söke ilçeleri arasında yer alan ve 28 bin hektarlık alana sahip olan Dilek Yarımadası Milli Parkı, doğa harikası vadi, kanyon ve koylarıyla biliniyor.

 

Şapellerin restore edilmesiyle bölgenin inanç ve kültür turizmi açısından da bir çekim merkezi olabileceği ifade ediliy 

Aydın Kent Haber, 29.01.2013




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi