Haberler logo Mart '13 Arşivi

31 Mart - 6 Nisan 2013

PROF.DR. OKTAY ASLANAPA'YI KAYBETTİK

 

 

Türkiye'de sanat tarihinin kurucuları arasında yer alan Prof.Dr. Oktay Aslanapa'yı kaybettik. 01.04.2013 tarihinde bir süredir tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren Aslanapa 02.04.2013 tarihinde İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi'nde yapılan törenden sonra Fatih Camii'nde kılınan öğle namazını takiben toprağa verilmek üzere memleketi Kütahya'ya gönderildi.

 

Prof.Dr. Oktay Aslanapa Kimdir?

Aslanapa, 17 Aralık 1914'te Kütahya'da doğdu. 1934'te Bursa Lisesinden mezun oldu. Aynı yıl Yüksek Öğretmen Okulu imtihanını kazanarak İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesine kaydoldu. 1938'de Tarih, Felsefe ve Coğrafya Lisanslarıyla mezun oldu.

 

Milli Eğitim Bakanlığı imtihanını kazanarak Türk ve İslam Sanatı ihtisası yapmak üzere Almanya'ya gönderildi. Marburg/Lahn Üniversitesinde bir yıl çalıştıktan sonra savaş başlayınca yurda dönüp 1939 Ekiminden 1941 sonlarına kadar askerlik görevini yaptı. Terhis edilince Viyana'ya gönderildi. 1943 Mayısı'nda "Die Osmanischen Beitrage Zur İslamischen Baukunst" teziyle doktorasını verip döndü. Ekim ayında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde yeni kurulmuş olan Sanat Tarihi Bölümüne asistan olarak atandı.

 

1948'de "Osmanlılar Devrinde Kütahya Çinileri" teziyle Doçentlik imtihanını verdi.1960 yılında Profesör ve Sanat Tarihi Kürsüsü Başkanı oldu. 1963'de Türk ve İslam Sanatı Kürsüsü'nü kurdu. Bu Kürsü'nün Başkanı olarak çalışmalarını sürdürdü. 1977'de Sanat Tarihi Enstitüsü Müdürlüğü'ne seçildi. 1982 yılı düzenlemelerinden sonra, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Sanat Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Sanat Tarihi Araştırma Merkezi Müdürü olarak çalışmalarını sürdürdü. Alman Arkeoloji Enstitüsü, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü ve mesleki kuruluşlar ile vakıfların üyesiydi.

 

Prof.Dr. Oktay Aslanapa'nın Türk Sanatı üzerine sayısız makale ve çok sayıda kitabı bulunmaktadır.

TAYHaber, 02.04.2013

"YORUMLAR KOMİK VE AYIP ARASINDA GEZİNİYOR"

 




Murat Ülker'in satın aldığı 'boş çerçeve' biçimindeki eserle gündeme gelen Bedri Baykam'ın New York sergisi 3 Nisan'da açıldı. Sergiyi ve tartışmayı sanatçıyla konuştuk.

Birkaç gündür Türkiye ’de sanatın gündemi Murat Ülker’in sizden satın aldığı eser. Serginizin açılışı için ABD ’de olduğunuzu biliyoruz, oradan yapılan yorumları takip edebiliyor musunuz?
O kadar komik şeyler yaşanıyor ki Türkiye’de son birkaç gündür... Sanki ben boş çerçeve verip parasını almışım gibi... Bir kısım “Zaten özgün değilmiş” diyor, bir kısım “Deli saçması” diyor. Mühim olan çamur atmak yani... Sergiyi görmeden, kataloğu okumadan... Ben pes diyorum ve kendilerine bu kadar hızlı zarar vermemelerini, biraz nefes almalarını ve relax olmalarını öneriyorum. Bu sergi 1,5 yıldır hazırlanıyor, tarihi dokuz ay önce saptandı, proje üzerine üç aydır çalışılıyor, Hasan Bülent Kahraman hayatının en uzun yazılarından birini yazdı bu sergi için. Robert Morgan keza; bu insanlar beni yıllardır takip eden, adı sanı olan eleştirmenler. Ben senelerdir sanat yapıyorum. 55 yaşındayım, bugüne kadar böyle bir şey görmedim, görsem yapmazdım. Hasan Bülent Kahraman görse yazmazdı; galericim görse sergilemeyi kabul etmezdi diye düşünüyorum.


Ne diyorsunuz peki bu yorumlarla ilgili?
Ciddiye alıp cevap verilmesi bile saçma. Yorumlar, komik ve ayıp arasında geziniyor. Düşünün ki bir TV yapımcısı, bunun maliyeti ne kadardır, kaça satılır diye program yapmış! Bu insan, Andy Warhol’un orijinal Campbell’s Soup Cans’i, 69 cent mi, 99 cent mi eder; bu bugün 10 milyona satılıyor diyor mu? Ya da Damien Hirst’ün ‘Medicine Cabinets’i bizim eczanede KDV’si dahil şu kadara satılıyor diye BBC ’ye gidip program yapmak istedi mi kimse? Bunlar sanat tarihimize değil, mizah tarihimize geçecek yorumlar. Ülkede sanat tarihi eğitiminin olmaması, devletin bir tane çağdaş sanat müzesi kurmaması o kadar büyük açıklara neden olmuş ki, ülkenin ünlü bir TV yapımcısı bile işe maliyet açısından bakabiliyor. Programa çerçeveci çıkarıp bunu konuşabiliyor. Varılan şizofreninin boyutları buradan çok daha rahat görülüyor, orada içinde yüzüldüğü için farkında olunmayabilir...


Murat Ülker ile daha önceden tanışıyor muydunuz?
Tabii. Ne zannediyorlar, Murat bey geziyordu, birden galeriye girdi, ne kadar diye sordu, 125 lira dedim, aa hemen alıyorum dedi... Böyle bir şey yok. Murat bey üç ay önce, ortak bir arkadaşımız aracılığıyla benimle tanışmak istedi. Medeni bir şekilde kendisiyle tanıştım, farklı dönemlerden işlerimi gördü, ziyaretime geldi, uzun sohbetler ettik, üçüncü-dördüncü görüşmemizde benden üç yapıt satın aldı, daha önceden. Dolayısıyla bu bir saniyede gelişen bir olay değil, geçmişi var. Murat bey, aldığı eseri de, tamamen ne olduğunu bilerek, benden özet bir sanat tarihi sunumu alarak ve mantığını anlayarak aldı. Daha önceki görüşmelerimizde de hep bu öğrenmek isteyen tavrı gösterdi. Bu da zaten bizim hep görmeyi umduğumuz bir koleksiyoner profilidir. Bu arada Murat bey, serginin ABD’ye gitmesine 36 saat kala gördü eserleri. Uzakdoğu’dan gelmişti, belki jetlag olsa göremeyecekti. O zaman bu insanlar ne diyecekti eserlerle ilgili çok merak ediyorum.
Yorumların birçoğu da eseri satın alan ismin ideolojik olarak sizinle aynı saflarda olmaması üzerinden gelişiyor.


Ne yapsaydım, hayır ben Kemalistim siz değilsiniz, sizinle tanışamam mı deseydim? Bravo der, bana madalya mı takardınız? Zannetmiyorum... İnsanlar tutucu, Marksist, sosyalist ya da fikirsiz olabilirler. Ben kalkıp benden her resim almaya gelene bir dakika bizim siyasi görüşlerimiz uyuşuyor mu ki ben seninle sanat konuşayım, resim satayım diyebilir miyim? Bu şık mı ya da mantıklı mı? Çevrenize bakın, Türkiye’de herhangi bir gazeteyi elinize alın, dört kelime göreceksiniz: Diyalog, uzlaşma, demokrasi, barış. Herkesin demokrasiden bahsettiği bir noktada, Bedri Baykam ve Murat Ülker’in sanat aracılığıyla birbirlerini tanımalarının neresi garip? Kaldı ki ben Murat bey ve grubu hakkındaki düşüncelerimi zaten tanıştığım zaman sorgulamıştım, bunun için benden resim almasına ihtiyacım yoktu.


Bu konuda içiniz son derece rahat diyebilir miyiz yani?
Ben hayatta hesabını veremeyeceğim hiçbir şey yapmam, ne siyasi ne de etik anlamda. Bu konuda da içim son derece rahat. Ben kadın-erkek eşitliğine, cumhuriyete bağlılığımı kimseye ispatlamak durumunda değilim. Bıçaklanıp ölümden dönmüşüm, çıktıktan sonra aynı yazıları aynı sertlikte yazmaya devam etmişim. Murat Ülker’i de dört aydır tanıyorum, dört aydır yazdığım yazılara bakın Cumhuriyet gazetesinde, en ufak bir değişiklik olmadığını göreceksiniz. Değişebilir bir ideolojim yok, ideolojimi ya da beni satın alacak bir para birimi de yok dünyada henüz. Ben yalnızca özgürlük için yaşayan bir insanım. Dolayısıyla benim satın alınmam gibi bir şey mevzubahis değil. Hayata zaten maddi açıdan bakan bir insan değilim. Para benim için sanat için kullanacağım bir araç sadece. Hem ben ömrümde ilk kez resim satmıyorum ki! Ben bu ülkenin 50 yıldır en meşhur ressamıyım, utanmadan, çok rahat söyleyeceğim bunu. 50 yıldır uluslararası sergiler açıyorum. İlk kez bu sayede resim satmış 20 yaşında bir gençmişim gibi yazılan makaleler, konuşulan sözler, yorum bile yapmaya değmeyecek derecede çirkin geliyor bana.

Radikal, Haber: Elif Ekinci, 06.04.2013

'NATÜRMORT' İLK KEZ
SATIŞTA

 

Türkiye’nin en eski ve köklü müzayede evlerinden biri olan Antik A.Ş., 277. müzayedesinde bu kez klasik Türk resmine odaklanıyor.

 

14 Nisan’da İstanbul Swissotel’de düzenlenecek müzayedede 250 lot eser satışa sunulacak.

Müzayedede klasik Türk resminin usta isimlerinden Sami Yetik, İbrahim Çallı, Şevket Dağ, Hikmet Onat, Hasan Rıza, Sami Boyar, Naci Kalmukoğlu, Müfide Kadri, İbrahim Safi’nin de aralarında bulunduğu pek çok sanatçının tablosunun yanı sıra Osmanlı eserleri ve hat çalışmaları sanatseverlerin karşısına çıkacak.

Turgay Artam’ın yöneteceği müzayedenin dikkat çeken eserlerinin başında Sami Yetik imzalı tablo yer alıyor.

Sanatçının 1929 tarihli ‘Natürmort’u ilk kez bu müzayedede satışa sunulmuş olacak.

Milliyet, 06.04.2013

"TÜRKİYE'DE SANAT CİDDİ BİR YÜKSELİŞTE"

 

 

Soyut resmin dünyadaki en önemli isimlerinden Peter Zimmermann, yeni sergisi için İstanbul'a geldi. Renklerin ardındaki hikâyesinden, teknolojiye bakışına her konuda AKŞAM'a konuştu. "Bu ilk gelişim değil" diyen ünlü ressam bir de tespitte bulundu: Türkiye'de sanat adına ciddi bir yükseliş var.

 

Soyut resimler en zorudur... Karşınızda öylece durur, ama olayın özünü anlamanız biraz vaktinizi alabilir. Bazı durumlardaysa 'öz' hayal gücünüze bağlıdır. Her şeye rağmen soyut resim, çağdaş sanatla hayatımıza girdi ve bugün milyon dolarlara satılıyor. Kimine göre vazgeçilmez tutku, kimine göre sıradan bir yatırım... Ancak konu Alman soyut ressam Peter Zimmermann'sa durum farklılaşıyor... 

 

Onun soyut resimlerinin cazibesi daha çok kullandığı teknikten kaynaklanıyor. Zimmermann ile, Dirimart'ta açılan 'Chrome' adlı sergisi için geldiği İstanbul'da açılış öncesi buluştuk.

 

Sergi öncesi, son hazırlıkların yapıldığı Dirimart'a uğruyoruz. Galeride resimler özenle yerleştirilirken, mor rengin tonlarıyla çalıştığı 'işine' hayran kalıyorum. Galeriden çıkıp, mor resmin yaratıcısı Peter Zimmermann'la Swissotel'de buluşuyoruz. Lobiden manzaraya gözü takılan ressam, "İstanbul'a ilk gelişim değil ama her seferinde bu kente hayran kalıyorum" diyerek anlatıyor...

 

RICHTER ÖNÜMÜZÜ AÇTI

- Gerhard Richter hayranıyım. Çünkü o soyut resim yapanların önünü açtı, ona çok şey borçluyuz. Kendisiyle Köln'de aynı mahallede yaşıyoruz. Süpermarkette karşılaşmamız çok hoş oluyor.
- Renkerin hepsi bir manzara ya da figür fotoğrafını temsil ediyor. Seçtiğim orijinal fotoğrafları dijital ortamda değiştiriyorum. Böylece somut olanı soyuta çeviriyorum. Tıpkı dünyadaki her şeyin teknolojik değişimden geçip bizlere bambaşka bir şekilde sunulması gibi...
- Son olarak iki yıl önce yine Dirimart'ta sergim vardı. Geçen kasım ayında da 'Contemporary İstanbul' için gelmiştim. Şu anki gözlemlerim, Türkiye'de sanat adına ciddi bir yükseliş olduğu...

 

DÜNYANIN YAPAY HALİNİ GÖREBİLİYORUZ

Teknoloji sayesinde dünya bize cep telefonları, bilgisayarlar, TV'ler, hatta tabletlerle ulaşıyor. Kullandığımız teknolojik aletlerin ekranlarından yansıyan görüntüler bizlere gelene kadar değişime uğruyor. Yani yapay hali görüyoruz. Bu durumda, güvenilebilir bir 'gerçeklik'ten bahsetmek ne kadar doğru?

 

Peter Zimmermann, 1956 yılında Almanya'da doğdu. Stuttgart'taki Staatlichen Akademi'de 1979 ila 1984 arasında eğitim aldı. 2002-2007'de Köln Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi'nde profesör olarak çalıştı. Eserleri, dünyanın en önemli sanat kurumlarından Paris'teki Centre Georges Pompidou ve New York'taki MoMA'nın daimi koleksiyonunda yer alıyor.

 

HER RESİM BİR AY SÜRÜYOR

Eserlerimde çalışılması zor bir malzeme olan epoksi reçinesi kullanıyorum. Renksiz ve likit olan epoksiyi pigmentle karıştırıp belli sınırlarda renklendirilmiş epoksiyi tuvale döküyorüm. Kuruyan reçine katılaşıyor. Resmin tamamlanması yaklaşık bir ay alıyor.

Akşam, Haber: Gülben Çapan, 06.04.2013

İSRAİL KOMANDOLARI SİNAGOG BASIP EL YAZMALARINI KAÇIRDI

 

Suriye devlet televizyonu, İsrail komandolarının başkent Şam’ın doğusundaki Jobar bölgesinde yer alan tarihi bir sinagogu bastığını ve içindeki değerli eşyalarla el yazmalarını ‘Banner of Islam’ adlı bir örgütün yardımıyla Türkiye ve Ürdün sınırından kaçırarak ‘kurtardıklarını’ iddia etti. Haham İbrahim Hamra’ya yakın bir kaynak da 15 komandonun yer aldığı bir grubun Ürdünlü ve Türk güvenlik güçlerinden de yardım aldığını söyledi.

 

Iraklı, Faslı ve Lübnanlı Yahudilerden oluşan komandoların kendilerini ‘Mücahit İslamcı’ olarak gösterdiklerini belirten Hamra ise yakalanma riskine karşın 5 ayrı grup halinde hareket ettiklerini ifade etti. Syria Truth da sinagogun üç hafta önce tamamen kül olma tehlikesi geçirmesinin ardından İsrail’in bu operasyonu düzenleme gereği duyduğunu öne sürdü.

Radikal, 06.04.2013

EMEK'TE DORSAY'A SALDIRI

 

 

Türkiye ’nin 1920’lerden kalma tek tarihi sineması olan Emek Sineması ’nda süren yıkım çalışmaları sırasında bugün bir skandal yaşandı. Türkiye’nin en ünlü sinema yazarı Atilla Dorsay, Emek’in son halini görmek için inşaata gitiğini ve görevlilerin boğazına sarılıp kendisini yaka paça dışarı attıklarını söyledi.

 

Olay, 5 Nisan Cuma günü saat 15.00 sıralarında yaşandı. Dorsay, olayı şöyle anlattı: “ İstanbul Film Festivali kapsamında 13.00 seansında Atlas’ta gösterilen filmden çıktıktan sonra Emek Sineması’nın son halini görmek istedim ve tek başına oraya gittim. Emek’in kapısında yıkıntılar vardı. Eski Komedi Tiyatrosu tarafındaki kapının açık olduğunu gördüm ve içeriye girdim. Arkamdan bazı adamlar geldi. Seslendiler, dışarı çıkarmaya çalıştılar. Sinemanın durumunu görmek için durmadım, gidebildiğim kadar gittim. Gördüğüm şey şu, Emek tam bir harabe haline gelmiş. Sadece koltuklar değil her şey yıkıntıydı. İçlerinden iri yarı sakallı bir adam boğazıma sarıldı, itip kalkmaya başladı. Bari bir de yumruk at, tokat at dedim. Herhalde o sırada içlerinden biri beni tanımış olacak ki, durdu. Ama değişen bir şey olmadı, beni yaka paça dışarı attılar.”

 

Üç yıl önce açıklandığı dönemden beri sinemaseverlerin, İstanbulluların ve sinema dünyasının şiddetli tepkisiyle karşılanan, onlarca protestoyla karşı çıkılan projede, tarihi Emek Sineması, yerine bir alışveriş merkezi yapılmak için yıkılacak. Kamuya, Sosyal Güvenlik Kurumu’na ait bina, özel inşaat firması Kamer İnşaat tarafından hazırlanan ve uygulanan bir projeyle yıkılıyor. Projeye şiddetle karşı çıkan isimlerin başında duayen sinema eleştirmeni ve yazar Atilla Dorsay geliyordu. Geçtiğimiz hafta Pazar günü yapılan protestoda bir grup sinemaseverler Emek Sineması’nın içine girip, sinemanın harap halini belgelemiş ve İstanbul Film Festivali’nin simgesel bir açılışını eski festival sarayı Emek Sineması’nda yapmıştı. Geçtiğimiz yıl yapılan basın turunda, Kamer İnşaat yetkilileri, inşaatın her aşamasında basın mensuplarının çalışmalarını görebileceklerini belirtmişti.

Radikal, 05.04.2013

TARİHİ KİLİSE MÜZE OLUYOR

 

 

Balıkesir'in Ayvalık İlçesi'nin en önemli tarihi yapılarından biri olan, yıllarca define arayanlarca talan edilen Taksiyarhis Kilisesi Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı'nca müze olarak düzenlenmek amacıyla 49 yıllığına kiralandı. 

9 milyon lira harcanarak restore edilmesi planlanan, mermer işçiliği, tavan süslemeleri, ikonları, balık derisi üzerine yapılmış azize portreleri ile döneminin en önemli kiliselerinden biri olan Cunda Adası'ndaki Taksiyarhis Kilisesi, kültürel ve sanatsal etkinliklerde kullanılacak.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü kontrolünde bir firma tarafından restoresine başlanan 140 yıllık tarihi geçmişe sahip kilisedeki çalışmaların 2 yılda tamamlanması hedeflendi. 

 




Mimar Ali Erdoğan başkanlığında yürütülen çalışmalar kapsamında, 2004'te askıya alınan ve çatısı güçlendirilen kilisenin, dış cephesi ve iç yüzeyleri aslına uygun olarak restorasyonu sürüyor. 

Daha önce adadaki bir şapel ve değirmen restore edilmişti

Ayvalık Kaymakamı Nihat Nalbant, tarihi yapıların restorasyonunun Ayvalık için önemli bir kazanç olacağını ifade etti. 

Rahmi Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı, daha öncede, adadaki harap bir şapeli ve değirmeni restore ettirmişti.

2007 yılında da Coca-Cola'nın CEO'su Muhtar Kent'in anne-babasının adını verilen 'Sevim ve Necdet Kent Kütüphanesi'ni hizmete açmıştı.

Cnn Türk,05.04.2013

DEFİNECİLER İŞ ÜSTÜNDE YAKALANDILAR

 

 

Çukurca Yaylası'nda 10 metre derinliğinde çukur kazan define avcısı 6 kişi, Gerede Jandarması'nın dikkati sonrasında olay yerinde yakalandı.
 
Alpat mevkiinde tarihi eser umuduyla kaçak kazı yapan vatandaşlar, İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı kolluk kuvvetleri'ne gelen bir ihbar üzerine yakalanarak, haklarında yasal işlem başlatıldı.
 
Edindiğimiz bilgiye göre; Gerede Çukurca Yaylası mevkiinde önleyici kolluk devriyesi esnasında birden fazla kişinin ertesi gün kaçak kazı yapacağı ihbarını alan Gerede Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, kazı alanına giderek şahısları olay yerinde suç üstü yakaladı.
 
Çukurca Yaylası Bölgesi'ne devriye faaliyeti düzenleyen İlçe Jandarması, Çukurca Yaylası Alpat mevkiinde kaçak kazı yapan 6 kişiyi yakalayarak, haklarında yasal işlem başlattı.
 
2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefetten haklarında işlem yapılan U.S, E.Ç, H.K, M.A, L.İ ve İ.Ç, isimli vatandaşlar yanlarında kazı için getirdikleri kazma-kürek vb gibi malzemelerle yakalandılar.
 
Öte yandan, şüphelilerin kaçak kazı yaptıkları alanda 2 metre çapında 10 metre derinliğinde çukur kazdıkları öğrenilirken, ifadeleri alınan zanlılar savcılık talimatı ile serbest bırakıldılar.

Bolunun Sesi, 05.04.2013

KÖPRÜ ALTINDA YATAN HAZİNE

 

 

Dünyanın en büyük müzayede evi Sotheby’s Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün hemen altında yer alan Zeki Paşa Yalısı ile New York’taki The Pierre Hotel'in 41., 42 ve 43.üncü katlarından oluşan tripleks Penthouse'u 125 milyon dolarla en değerli satılık gayrimenkuller arasında gösterdi.

 

Sothebys'in satış listesinde olmasına ragmen alıcısı çıkmayan Rumeli Hisarı'ndaki Zeki Paşa Yalısı ise geçen yılki 115 milyon dolarlık değerini 10 milyon dolar daha yükselterek 125 milyon dolar yükseldi.

 

Osmanlı dönemi topçu sınıfı komutanı Zeki Paşa’nın 3. kuşak aile bireylerinin oturduğu yalıyla otelciler ve ortadoğulu zengin aileler ilgilenirken, mütekabiliyet yasasının gecikmesinin yalının satışını da geciktirdiği belirtiliyor.

 

5 katlı, 23 odası bulunan Zeki Paşa Yalısı’na talip olan Körfezli Kraliyet ailesinden bir veliaht yalıyı çok beğenmesine rağmen küçük bulduğu için almaktan vazgeçmişti.

 

Yalı, XIX. yüzyılın ikinci yarısında Fransız mimar Alexandre Vallaury tarafından II. Abdülhamit dönemi nazırlarından Müşir Zeki Paşa için yaptırılmıştı.

Hürriyet, Haber: Razi Canikligil, 05.04.2013

MARMARAY'DA 8 BİN 500 YILLIK KEMİKLER ÇIKTI

 

 

Yenikapı’daki Marmaray ve İstanbul Metrosu kazılarında birçok tarihi eser gün yüzüne çıktı. Kentin tarihini 8 bin 500 yıl öncesine götüren metro kazılarında ortaya çıkan eserler de yavaş yavaş sergilenmeye başlıyor.

 

58 bin metrekarelik alandaki kazılarda alageyikten deveye, filden akbabaya kadar birçok hayvan kemiğine rastlandı. Kemikleri inceleyen İstanbul Üniversitesi (İÜ) Veterinerlik Fakültesi, şimdi bir müze kurarak sergilemeye hazırlanıyor. Prof.Dr. Vedat Onar başkanlığında yürütülen çalışmalar sonucunda hayvan kemikleri için özel müze kuruldu. Zaman gazetesinin ilk kez görüntülediği müze İÜ Avcılar Kampüsü’nde yer alıyor. Müzenin mayıs ayı sonunda ziyarete açılacağını aktaran Vedat Onar, bugüne kadar 60 binin üzerinde hayvan kemiğinin incelendiğini söyledi. Yenikapı’da yaklaşık 9 yıldır devam eden arkeolojik kazılar tamamlanmak üzere. Alandan çıkarılan her şey tasnif edilerek inceleniyor. Bizans dönemine ait Theodosius Limanı kalıntılarının yanı sıra İstanbul’un tarihini 8 bin 500 yıl öncesine götüren buluntulara da rastlandı. 8 bin 500 yıl öncesine ait insan ayak izleri, evler ve mezarlar ortaya çıktı. Kazılarda bulunan hayvan iskeletleri ise en az tarihi eserler kadar ilginç. Yenikapı’da evcilleştirilen kaplumbağadan, tüyleri kullanılmak üzere beslenen akbabalara kadar 55 farklı türden hayvanın yaşadığı tespit edildi. Deve, sığır, at, eşek, katır, kedi, köpek gibi bildik türlerin yanı sıra caretta caretta, fil, ayı, akbaba, yunus, sansar, kızıltilki gibi binlerce hayvana ait kemik bulundu.

 

Kemikleri inceleyen ekibin başkanı Vedat Onar, kurdukları müzede bunları sergilemeye hazırlandıklarını söyledi. Kazılarla kentin altında kemik müzesinin gün yüzüne çıktığını anlatan Onar, “Yenikapı 3. ve 4. yüzyıldan itibaren oldukça aktif kullanılan bir alan. Lykos (Bayrampaşa) Deresi’nin alüvyonlarıyla da bu kemikler gelmiş olabilir. Bu kadar büyük bir kemik koleksiyonunun kent içinde saklı olması bizi çok şaşırttı.” dedi. 55 türün bulunabileceği başka bir kazı alanının olmadığını söyleyen Onar, “Aynı yerden deniz, kara ve hava hayvanları hakkında bilgilere ulaşmak her zaman mümkün değildir.” diyor.

 

Alandaki kazılarda en çok at kemikleri çıkarılmış. Onar, “Atlar hem ulaşımda, ticarette, askeri alanda kullanılmış hem de tüketilmiş. Özellikle koyun, keçi ve sığırlarda ise ilginç bir şeyi gördük. Bu hayvanların beyinleri kafatasından çok titiz bir kesimle bir defada çıkarılmış. Bir bütün halinde çıkarmak değerini artırıyormuş. Yine kızılgeyik, alageyik ve karaca da tespit ettik. Çok fazla sayıda geyik boynuzu bulduk.” dedi. Kazıda İstanbul’da yaşadığı bilinmeyen türlere ait kemikler de bulunduğunu belirten Onar, “En değişik bulgu ise fil kemiklerine rastlamak oldu. İki filin kemiklerinde kesim izlerine rastladık. Muhtemelen kesilip diğer hayvanlara yedirilecekti.” diye konuşuyor.

 

AYI OYNATICILIĞI BİZANS’A DAYANIYOR

Alandan çıkarılan ayı kemikleri ise 20 sene öncesine kadar İstanbul sokaklarında çok rahat görülebilen, şimdilerde ise sadece Yeşilçam filmlerinde rastladığımız ayı oynatma geleneğinin kaynağını ortaya koyuyor. Onar, “Alandan çıkarılan ayı kemiklerinden onların insan kontrolünde yaşadıklarını tespit ettik. Kafataslarında baskı izlerine çok rastladık. Terbiyeye bağlı darbe, çöküntü kırıklarını gördük. Bizans’ta çok fazla ayı oynatıcılığı varmış.” şeklinde konuştu.

 

Onar, “Kemiklerde DNA çalışmalarına başlayacağız. Günümüz ırklarıyla bağlantısını ve o zaman nasıl tüketildiğini netleştireceğiz. Kazılar  bitti; ama bu incelemeler uzun yıllar sürecek.” dedi.

Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 05.04.2013

SÜMERLERİN KAYIP ŞEHRİ BULUNDU MU?

 

 

İngiliz arkeologlar, Irak'ın Nasıriye kenti yakınlarındaki antik Ur şehri üzerinde yapılan kazılarda devasa büyüklükte bir kompleksin kalıntılarını ortaya çıkardı.

 

Daily Mail'in haberine göre, 500 yıllık Sümer medeniyetinin başkenti olan Ur şehrinin, İbrahim aleyhisselamın doğum yeri olduğuna inanılıyor. Yıllardır alanda kazı faaliyetleri yürüten İngiliz ekibin ortaya çıkardığı kompleksin, 4000 yıllık olduğu ve Hz. İbrahim'in yaşadığı döneme ait olduğu ifade ediliyor.

 

Manchester Üniversitesi arkeoloji ekibinin yürüttüğü kazıda bulunan yapıların yaklaşık bir futbol sahası büyüklüğünde olduğu belirtiliyor.Kazı ekibinin başındaki Stuart Campbell, MÖ 2000'li yıllara ait komplekslerin çok nadir olarak görüldüğünü söyleyerek, keşfin, o döneme ait birçok bilgiyi gün yüzüne çıkarabileceğini kaydetti.

Yapı, 05.04.2013

SARIGÖL'DE TARLADAN TARİH ÇIKTI

 

 

Manisa'nın Sarıgöl İlçesi'ne bağlı  bir köyde, Roma dönemine ait olduğu belirtilen iki adet çocuk lahit mezarı çıktı. Sarıgöl İlçesine bağlı Afşar Köyü'nün Çeşmealanı mevkiindeki Bingül Yılmaz'a ait tarlada, tesviye çalışmaları sırasında Roma dönemine ait olduğu belirtilen iki adet çocuk lahit mezarı çıktı. 

 

Bingül Yılmaz'a ait tarlada tesviye çalışmaları sırasında kepçeye takılan iki adet lahit çocuk mezarını gören duyarlı kepçe operatörü Şahin Sarı, kepçenin olduğu yeri kürekle iyice açtıktan sonra lahitlerden emin oldu. İki adet lahit kapaklı çocuk mezarı, bir adet lahit parçası ve kapak, bir adet küp ve pişmiş toprak testi olduğunu görünce, Sarıgöl İlçe Jandarma Komutanlığı'na bildirdi. Jandarmaya teslim edilen tarihi eserler daha sonra, Manisa Müzesi'ne teslim edildi.

 

Edinilen bilgiye göre, lahit çocuk mezarlarının Roma dönemine ait olduğu, aynı yerde bulunan küp ve testinin ise zamanının henüz belli olmadığı ifade edildi. 

Manisa Kent Haber, 04.04.2013

İSTANBUL MODERN'DEN 180 ESER BAHREYN'DE

 

 

İstanbul Modern koleksiyonundan 180 eser, Bahreyn Ulusal Müzesi'nde sergileniyor.

İstanbul Modern'den yapılan açıklamaya göre, ''İstanbul Modern–Bahreyn'' sergisi, İstanbul Modern'in hem modern ve çağdaş sanat hem de fotoğraf koleksiyonundaki 78 sanatçının 180 yapıtından oluşuyor.

Sergi, hayal, kimlik, beden ve onu kuşatan sosyal ve politik söylemler, şimdiki zamanın politik gerilimleri, görsel kültürün disiplinler arası yapısı, yaşamın kutsanması gibi çağdaş dünyanın güncel temalarını içeriyor.

Farklı dönem ve tarihlerde üretilen çalışmaların karşılaşma sahası olan sergi, İstanbul'u çağdaş sanatın merkezinde yeni bir kıta olarak tanımlarken 1950'li yıllardan günümüze Türkiye'de çağdaş sanatın dönüşüm ve değişim dinamiklerine işaret ediyor.

Sergi, İstanbul Modern'in yurt dışında gerçekleştirdiği en büyük ve kapsamlı sergi olma özelliğini taşıyor.

Fahrelnissa Zeid, Nejat Devrim, Sabri Berkel, Ömer Uluç, Burhan Doğançay, Ara Güler, Ozan Sağdıç, Nevzat Çakır, Atilla Torunoğlu gibi modern Türk resmi ve fotoğraf sanatının usta sanatçılarını bir araya getiren sergi, Nil Yalter, Balkan Naci İslimyeli, Canan Tolon, Selma Gürbüz, Sedat Pakay, Merih Akoğul, Murat Germen, Ahmet Polat gibi farklı kuşaklardan sanatçıları da ağırlıyor.

Bahreyn Ulusal Müzesi'ndeki sergi, 8 Haziran'a kadar görülebilecek.

Habertürk, 04.04.2013

TARİHİ CAMİYİ İNCELEDİLER

 

Yığılca Kaymakamı Mehmet Özcan tarihi eser niteliği taşıyan Gaziler Köyü camiinde incelemelerde bulundu.


Özcan, Gaziler Köyü'ne ziyarette bulunarak vatandaşların sorunlarını dinledi. Özcan’a Ak Parti İlçe Başkanı Muzaffer Yiğit, Özel İdare Müdürü Ersin Turan, SYDV Müdürü Sait Cesur, Garnizon Komutanı Engin Gülen, İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü Hasan Yalılı ve İlçe Yazı İşleri Müdürü Serdar Badem eşlik etti.


Kaymakam Mehmet Özcan köyün içme suyu, yol, sağlık, mezarlık gibi problemleri hakkında köy muhtarından bilgiler aldı.


Daha sonra köyde maddi durumu iyi olmayan haneleri ziyaret ederek sağlık durumları hakkında bilgiler alan Mehmet Özcan, kendilerine gereken maddi ve manevi desteği sağlayacağını belirtti.


Gaziler Köyü Kuran Kursu'nun toplantı salonunda köy halkıyla küçük bir toplantı yapan Kaymakam Mehmet Özcan halkının talep, ihtiyaç ve sorunlarını dinledi. Toplantının ardından tarihi eser niteliğinde bulunan eski Gaziler Köyü Camisini gezerek incelemelerde bulundu.

Düzce Damla, 04.04.2013

HİTİT İZLERİ TAŞIYAN TESİSLER KURULACAK

 

 

Yılda 50 bin kişinin ziyaret ettiği Alacahöyük ören yerine, Hitit Medeniyeti'nin izlerini taşıyan tesisler yapılacak.

 

Alacahöyük kazısı başkanı Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, yaptığı açıklamada, Hitit Medeniyeti'nin en önemli merkezlerinden Alacahöyük için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca hazırlanan koruma amaçlı imar planının son aşamaya geldiğini bildirdi. Projenin 1 yıl içerisinde hayata geçirilmesinin planlandığını ifade eden Çınaroğlu, "Bakanlık yetkilileri, projeyi hazırlayan firma temsilcileriyle Alacahöyük'e gelerek, projenin uygulanacağı alanlarda gerekli incelemelerde bulundu. Bu planla Alacahöyük'ün koruma alanı, birkaç kat artacak" dedi. Bazı bölgelerin birinci derece sit alanı kapsamına alınacağını dile getiren Çınaroğlu, Alacahöyük'ün geleceğini şekillendirecek projeyle ilgili halkın görüşlerinin alınması için de toplantı düzenlendiğini söyledi.

 

 

Bakanlık yetkilileri, belediye başkanı, müze müdürü ve vatandaşların katıldığı toplantıda, projenin uygulama alanının anlatıldığına değinen Çınaroğlu, "Proje ile birinci dereceden sit alanı kapsamına alınacak alanlardaki hak sahibi vatandaşların mağduriyet yaşamamasına özen gösterildi. Tüm kesimlerin ortak görüşü alınarak bir yol haritası belirlendi" diye konuştu.

Yapı, 04.04.2013

KAYSERİ'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Kayseri’de Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından düzenlenen operasyonda, Roma dönemi sonuna ait 7 adet insan figürü işlenmiş mermer ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, Eğribucak Mahallesi’nde bir bağ evinde saklanan tarihi eserlerin satılmaya çalışıldığı ihbarı alındı. Harekete geçen Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, tarihi eserlerin Ü.A.F. tarafından satılmaya çalışıldığını belirledi.


Yapılan operasyonda bağ evinde Roma dönemi sonları, Bizans dönemi başlangıcına (MS 300 veya 350) ait olduğu tahmin edilen 7 adet insan figürü işlenmiş mermer ele geçirildi.


2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet ve değişik suçlardan kaydının bulunduğu ortaya çıkan Ü.A.F. hakkında soruşturma başlatıldı.

Kayseri Gündem, 04.04.2013

3 ZAMAN, 3 MÜZE

 

Bugünlerde birçok bölgesi inşa halinde olan Berlin'in 200'e yakın müzesinin arasından, farklı zamanlarını farklı anlatımlarla günümüze taşıyan üç önemli müzesine kısaca göz attık.

II. Dünya Savaşı'nda yaşadığı korkunç yıkımın ardından gelen uzun mu uzun iyileşme süreciyle, büyük ve sürekli değişimler, yenilenmeler konusunda en önde gelen kentlerden biri olsa gerek Berlin. Bugünlerde yine inşa halinde birçok bölgesi. Kentte gezerken geniş inşaat alanları, vinçler, tahta perdeler görüyor, yayalar için oluşturulmuş geçici yollardan yürüyorsunuz. Friedrichstrasse, Unter den Ünden, Invalidenstrasse-Spree Nehri bölgelerinde bu durum bizzat deneyimlendi. Berlin'i Almanya'nın en büyük met ropolü yapan yönlerinden biri de bu bir türlü bitip tükenmeyen aktivite. çeşitlilik, deneysellik ve yeniliklere açık, özgün yapısı... Otobüs terminalleri, depo yapıları sanat galerilerine, müzelere dönüşüyor. Kentliler ve gezginler en ücra köşelerdeki sergileri, müzeleri dahi gidip buluyor, gezip görüyorlar.

 

Kentte çokça bulunan kültür yapıları sürekli çekim merkezleri. Bu yazı kapsamında üç farklı kent müzesinden söz ediliyor. Bu yapıların her biri Berlin'in farklı dönemlerini, farklı yönlerini temsil ediyor. İkisi 20. yy. ortalarına, biri 90'lı yıllara tarihlenen üç yapı da zamanlarının star mimarları tarafından tasarlanmış.

 

MIES'İN YAPISI

20. yy. sanatı sergilerinin mekanı olarak kullanılan Potsdamer Platz yakınındaki Neue Nationalgalerie, Mies van der Rohe tasarımı. Yapının kendisi de 20. yy. modernizminin güçlü bir temsilcisi. Berlin'de 1938 yılına kadar mimarlık yapmış, sonra Amerika'ya göç etmiş olan mimara, 1961 yılında Berlin Senatosu tarafından, 75. yaşı onuruna verilmiş bir hediye aslında. Aynı zamanda bu yapı Mies'in savaş sonrası Almanyası mimarlığına tek katkısı. Tasarımı, Küba'da yapılması düşünülmüş ancak gerçekleştirilmemiş Bacardi yönetim binasına dayanıyor. Sekiz çelik kolonun taşıdığı düz çelik çatı ve cam yüzeylerle tanımlanıyor giriş mekanı. 5 bin metrekarelik sergi alanına. 800 m duvar boyuna sahip çelik ve camdan oluşan bir dikdörtgen kutu. İç mekanın taşıyıcılardan ve bölücülerden arındırılmış olması, serbest, esnek, bütüncül mekan algısını güçlendiriyor; sanatın ve sanatçının temsili için alabildiğine sade bir koruma sunuyor. Sanat koleksiyonları çoğunlukla az gün ışığı alan, korunaklı, taş kaplı alt galeride, heykel sergileri ise bahçede ve üst galeride yer alıyor.

 

BAUHAUS ESTETİĞİ

Neue Nationalgalerie gibi Bauhaus Archiv Museum da Tiergarten bölgesinin kültür yapılarından. Almanya'da 1919- 1933 arasında Weimar, Dessau ve son olarak da Berlin'de varlık gösteren, Bauhaus'un arşivlerini, atölyelerinden çıkan işleri sergileme mekanı olarak kullanılıyor. Aktif olduğu süreçte Bauhaus üyeleri arasında Paul Klee, Wassily Kandinsky, Oskar Schlemmer, Laszlo Moholy-Nagy gibi sanatçılar bulunuyordu. Mies van der Roche tasarımı Neue Nationalgaleries, 20. yy. modernizminin güçlü bir temsilcisi. Mies'in geç dönem yapısı Neue Nationalgalerie en saf modernist formu, Bauhaus-Archiv Museum Bauhaus estetiğini temsil ederken, Libeskind yapısı daha farklı bir örnek; başka bir mimarlık dili sergiliyor. Daniel Libeskind'in Yahudi Müzesi günümüz mimarlığını temsil ediyor. Bauhaus - Archiv Museum'un tasarımı mimar Walter Gropius'a ait. ne yayılan, alanlarında etkin 1250 öğrenci mezun etmiş, 20. yy.'ın en önemli sanat, zanaat ve tasarım okullarından biri ve bir ekol olmuştu. Müze yapısı, yalnız dünyanın en kapsamlı Bauhaus koleksiyonunu değil, herkesin ulaşımına açık bir araştırma merkezini de barındırıyor. Tasarımı orijinal olarak Bauhaus'un kurucusu ve ilk yöneticisi, teorisyen ve eğitimci mimar Walter Gropius'a ait. 1964'te Darmstadt için düşünülen, daha sonra 1976-79 yıllarında modifiye edilerek Berlin'de gerçekleştirilen bir tasarım. Klingelhöferstrasse No.14I adresine yaklaşırken yapı, hemen kendini belli ediyor, "Bu olmalı işte," dedirtiyor. Silueti, formu, mimari özellikleriyle ilgi çekici bir Berlin yapısı görüntüye giriyor.

 

LİBESKİND'İN YAHUDİ MÜZESİ

Bir başka Berlin müzesi, hem Almanya ve Avrupa'da yaşanan Yahudi kıyımını hem de günümüz mimarlığını temsil eden bir örnek, Daniel Libeskind'in Yahudi Müzesi. Yapı Kreuzberg'dc yer alıyor. Berlin'de bu konudaki ilk girişim olan 1933'te kurulan Yahudi Müzesi, 1938'de Naziler tarafından kapatılmış. Tüm yaşananlardan çok sonra 1970'lerdeki girişimler, önce Berlin Müzesi'nde özel bir departman açılmasıyla sonuçlanmış sonra da proje yarışması sonucu yapımı 1992'de başlayan ve 2001'de açılan bu müze ile. Radikal formuyla kısa zamanda mimarlık literatürüne giren Jüdisches Museum, Berlin Müzesi'nin iki katlı Barok yapısı yakınındaki bir özel ek. Kütüphane, arşiv, kompüter merkezi, tarihi belge ve objelerin sergilendiği mekanlardan oluşuyor. Lineer bir formun kırılıp kıvrılmış durumunu yansıtıyor ve Davud Yıldızı'nın çizgilerini taşıyor. Kırılmalar dış mekanda farklı büyüklüklerde bahçeler ve avlular yaratıyor. Dış yüzeyleri okside çinko kaplı yapının pencereleri de rastlantısal hissi veren ilginç noktalarda oluşmuş yırtıklara, yara bere izlerine benziyor. İçerde ve dışarda mekansal boşluklar, sosyal, kültürel, fiziksel, bedensel yokluk ve boşlukları, kayıpları, görünmeyenleri anlatma kaygısıyla tasarlanmış. Mimarın, biraz tuhaf müzik ve edebiyat referansları da kullandığı, yapısını Schoenberg'in tamamlanmamış operasının son perdesi olarak düşündüğü, zikzak formu oluşturan farklı açılardaki çizgilerin sayısını, Walter Benjamin'in "Tek Yön"ündeki 60 bölümle ilişkilendirdiği biliniyor. 200'e yakın sayıda müze arasında, Berlin'in farklı zamanlarını farklı anlatımlarla günümüze taşıyan, rastlantısal olarak seçilmiş bu üç yapının mimari özelliklerine kısaca göz atarak şöyle genel bir kanıya varmak olası: Mies'in geç dönem yapısı Neue Nationalgalerie en saf modernist formu, Bauhaus-Archiv Museum Bauhaus estetiğini temsil ederken, Libeskind yapısı daha farklı bir örnek; başka bir mimarlık dili sergiliyor. Günümüz mimarlığında 80'lerden bu yana önemli bir arter oluşturan olağandışı formların egemenliğine, sembol ve referansların artan etkisine kuvvetle işaret ediyor.

Milliyet Sanat, Haber: İrem Maro Kırış, 04.04.2013

"RESMİ BIRAKMA NOKTASINDAYIM"

 

 

Serginiz İstanbul ’un son yıllarda kaybettiği özellikleri ortaya koymayı amaçladığı için mi ‘Göz Göre Göre’ başlığını taşıyor?

Şu an çok güncel, çok aktüel bir soru, sorun halinde. Bugün içinde olduğumuz mahallenin değişimi söz konusu. Bu bizi ister istemez irkilten, ürküten ve dokunan bir mesele. Çünkü şehirler medeniyet unsurudur. Bu da tarihleri ve o tarihten geriye kalanlarla ortaya konulur. Şehir olmanın herhangi bir yerleşimden çok farklı bir karakteri vardır. Milyon kişi bir araya gelir, yığılır ama onun şehir olduğunu söylemek kolay olmaz. Şehirler arkeolojide olduğu gibi geçmiş yüzyılların katmanlarını gösterir bir halde varlığını ortaya koyar. Peki, şehir bir anda değiştirilebilir mi? Georges-Eugène Haussmann, 1850’lerde Paris’in çehresini tümüyle değişime uğrattı. Şu an doğa ile iç içe bir şehir olan İstanbul bu doğal özelliklerini kaybetmeye başladı. Bu şehirde korular var, deniz yaşamı var. Çok kısa bir sürede bu şehirden ormanlara ve kıra çıkabiliyorsunuz. Şu anki gidiş ile bir sona ilerliyoruz. Şu an bir miladın tam başındayız. Ecdadı bu şehirde doğmuş, yetmiş beş yaşındaki benim gibi bir adam için bunu görmemek elimde değildi ve o yüzden bu resimler.


Neden bu konu?
İnsan, en çok neyi düşünüyorsa ondan bahsetmek ister. Bana göre bugünün en önemli konusu bu ve bir sanatçı olarak bunu ön plana çıkarmak istedim. Ayrıca şehrin değişiminden bahsederken değiştirme tavrından da bahsediyorum. Bu, muhafazakar denen bir zihniyete rağmen bir tahrip. Burada büyük bir ikilem ve samimiyetsizlik söz konusu olduğu için konunun üzerine gitmeye başladım. Bu sadece bir şehrin elden gidişi değil, şehir bir simge. Otoyollar yapılıyor, tüp geçitler yapılıyor, köprüler yapılıyor; tüm bunlara mı karşısınız dendiğinde karşı olduğunuz nedenlerin silinişi ile de karşılaşıyorsunuz. Böylece negatifin insanı noktasına itiliyorsunuz. Resim benim dilim, resmimin de benim düşüncelerimin yolundan gideceği muhakkak. Hayatım boyunca sadece gitmezlerle ilgilendim. Kendimi daima bir alarmcı olarak gördüm ve şehrin yok oluşu noktasında sorun gördüğüm için bu konuyu seçtim. “Ehemi mühime tercih etmek” diye bir deyim vardır. Ehemmiyetli konu şu an budur. Bunun yanında benim resmim de solda sıfırdır. Sokağa çıkıp bağıramam, gazeteci değilim oturup yazamam. Ressamım, resim yaparım. Resmim benim tavrımı taşır. Bu tavırda bir itiraz var ve şehrin bu gidişine itiraz ediyorum. Neden bu konu biliyor musun? Gelecekte bir gün ardımdan bu olup bitenler için “O günlerde bunlar olurken sen ne yaptın?” dediklerinde cevabı boş bırakmamak için bunu yaptım.


Bu meseleyi somutlaştıracak olursak, itirazınız Taksim Kışlası’nın yeniden yapılmasına mı?
Geçmişte yıkılmış, üzerinden oldukça zaman geçmiş ve yapmak istedikleri şeyin yeterli planları ve fotoğrafları yokken kışlayı işlevinden de koparıp oraya yapmanın Allah aşkına ne anlamı var? Ayrıca planların Taksim’in ortasına ‘askeri’ bir mekan olan kışlayı tekrardan getirmesi benim her yönden asabımı bozuyor. Şehrin olmayan bahçelerinden biri daha böylece ortadan kaldırılıyor. Yapılması gereken, Marmara Oteli’nin yıkılarak meydanın o bölgede şehrin terası olarak kullanılmasının sağlanmasıdır. Bunu yapabiliyor musunuz, işte şehircilik budur. Böyle şehre bir şey kazandırmış olursunuz. Bu yapılan projelerle bir rövanş alındığını hissediyorum ve şehir üzerinde yapılan bu büyük değişimler de onun bir parçası.


Peki, yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede Çamlıca’ya cami yapılmasın mı?
Yapılmasın diyeceğim. Gereksinim varsa cami de yapılır, kilise de. Ama İstanbul’un siluetini düşündüğüm zaman, bu caminin varlığı Mimar Sinan’a bir saygısızlık ve hakaret niteliği taşıyacak. Mimar Sinan, Süleymaniye’yi yaparken Çamlıca Tepesi yok muydu? Kanuni orada cami yaptıramaz mıydı? Önemli olan en yüksek tepeye cami yapmak değil, buradaki mesele şehrin siluetine uyabilecek noktaya o yapıyı koymak. Çamlıca’ya cami yapıldığında Mimar Sinan’ın ve Kanuni’nin Süleymaniye’sine tepeden bakan bir cami yapılmış olacak, bu gözden kaçırılıyor. Ben bir yönetici olsam tarihte böyle bir yapı ile anılmak istemezdim. İslam alemine hitap edecek, son yüzyılın en son teknolojisi ile yapılacak camide eğer siz 16. yüzyılda yapılmış bir mimariyi tekrar ederseniz zaten kendinizi mahkum etmiş olursunuz. Bu dönemin tekniği ile bu dönemin ufuk açıcı camileriyle İslam alemini temsil edebilirsiniz, yol gösterici olmak istiyorsanız böyle yol gösterici olabilirsiniz. Bugün her şey mubah, ne yaparsanız olur. Sözler değiştirilemez kanunlara dönüştü. Bu şehirde o kadar ilginç şeyler yapılıyor ki, bunları bırakın yapmayı, söylemek bana abuk geliyor. Bugün bunlardan mı konuşulmalı…


Bu serginizde olduğu gibi bir kritik üzerinden resim yapma geleneği Türkiye ’de çok uzun bir geçmişe sahip değil. Batı resminde akımların ve süreçlerin dönemin sosyal ve ekonomik gelişmeleri ile doğrudan ilgili olduğunu görürken Türk empresyonistleri, Türk modernleri gibi kavramlar ürettiğimiz süreçler için bunu söylemek zor. Resmi bilen biri olarak Türkiye’de bu dönem ne zaman başlar?

Türkiye’de kritik üzerinden yapılan düşünce esaslı resmin tarihi oldukça geçtir. Soyut mesela Türk ressamının özenti derdiydi. Şimdi de kaçamağı. Bence soyut Türk ressamının gerçek meselesi değildi. Soyut Batı’da bir filozofik gereksinimin sonucudur. Türkiye’de ‘soyut’un filozofik bir gereksinimle ortaya çıktığını söylemek mümkün değil. Türkiye, kendi sorunsalından ortaya çıkardığı ilk resimleri 1960’lı yıllarda gördü. Sanatçılar politik ve kendi varlık sorunsalını resme ilk defa 1960’lı yıllarda ortaya çıkan resimlerle gerçekleştirdi. Bunun öncü hamleleri Yüksel Arslan, Cihat Burak ve Neşet Günal resminde bulunabilir ama bu 1968 Kuşağı sanatçıları ile gerçekleşmiştir. Bugün dünya ile eşzamanlı giden bir Türk sanatı varsa bu o yıllarda sapılan koridorla gerçekleşmiştir.


Sanat tarihimizde 68 Kuşağı diye anılan bir grup var. ‘1968 Kuşağı’na ruhunu verebilmek için çok çaba sarf ettiniz. Siz olmasaydınız bugün ‘68 Kuşağı’ olarak bilinen sanatçılar olur muydu?
Benim de sorum şu; 1968 Kuşağı sanatçılarına bakıldığında ne görülüyor? Kimlerin neler yaptığını görüyorsunuz? 1968 Kuşağı’nı ne ile hatırlıyorsunuz? 1968 Kuşağı’nın karakteri nedir? Bu soruların cevabını verirseniz senin sorunun cevabını da ortaya çıkarmış oluruz.


2004 yılında yayımlanan ‘Güldüğüme Bakma’ anı kitabınız içeriğindeki kimi eleştiriler dolayısıyla oldukça tepki çekmişti. Üzerinden 10 yıl geçtikten sonra bazı eleştiriler için “Bu biraz fazla oldu” dediğiniz oldu mu?
Hayır. Bu kitap bazı kişilerce ötelenmesine ve üstünün örtülmesine rağmen çok kişiye ulaşan ve aranan bir kitap oldu. Yazdıklarım içinde pişman olduğum hiçbir şey de yok. İçim rahat. Daha 10 yıl geçmesine rağmen zaman kitapta yazdıklarımın ne kadar doğru olduğunu gösterdi. İleride daha da net bir şekilde göstereceğine inanıyorum. Bu kitap aynı zamanda birilerine bir şeyleri yapma gayreti de vermiştir. Kitapta “Bu kişinin şuralarda yapıtları yoktur” dediğim için elbirliği ile oralara ne yapıp yapıp işler konuldu. Bu şekilde de yalanlanmış oldum. Yani bu kitabın Türk sanatı için çok yararı olmuştur.


Az önce Türk empresyonistleri ve Türk modernlerinin Batı sanatı takipçiliğinden bahsettik. Bugün artık resim sanatı, özgünlük sorununu aşmıştır diyebilir miyiz?
Türk resmi artık bu sorunların çok ötesinde benliğine kavuşmuş, ergen bir noktadadır. Aktüel bazı oluşumlar üstünde düşünmeyi gereksindiriyor. Örneğin, son müzayedede Erol Akyavaş’ın resminin taliplerinin resmin resimsel değerleri ile ilgilendiğini mi sanıyorsunuz? Kabe kutsalının dekoratif değeri ölçüsünde Erol’a bir değer biçiliyor. Bu imajlar sonuçta, Osmanlı sanatı içerisinde stilize edilmiş şemaların tuvale aktarılmasıdır. Aynı resimde Kabe’nin yerinde başka bir figür olsaydı ben resmin aynı etkiyi yaratacağına inanmıyorum. Bu vaka üzerine uzun uzadıya konuşulması gerekiyor. Bugün tekrar figür resmine karşı bir hareket var. Figür resminin Türkiye’de başlangıç noktasındaki reddi haline bir geri dönüş var. Bugün bu gerçekten söz edebilen kişiler yoksa hiç olmazsa bir tane olmalı. Öyle görünüyor ki o da benim. Dünyadaki en kötü şey, dini resimlerdir. Bir hat levhasından bahsetmiyorum. Bir Hilye-i Şerif’ten bahsetmiyorum. Dinin suiistimalinden bahsediyorum. Bu gitmezlerden müştekiyim. Bu düzenden müştekiyim. Ben artık bu işlerden dolayı resmi bırakma noktasındayım. Tüm bu olanlardan benim de kırılmaya hakkım var. Din adına da sanat adına da utanıyorum.


‘Göz Göre Göre’ isimli sergi 27 Nisan’a kadar The Empire Project’te görülebilir.

Radikal, Haber: Oğuz Erten, 04.04.2013

HAYDARPAŞA STADI! (BOSPHORUS STADYUM)

 

İstanbul’un 2020 Olimpiyatları’na adaylık dosyasındaki “Haydarpaşa Stadyumu” projesi açıklandığından beri başka konu konuşamaz olduk: “Ne diyorsun; yer seçimi doğru mu?”


Birinci soruya “bu kadar da olmaz; çok şaşırdım”dan başka bir yanıt, ancak edep sınırları dışına çıkmakla mümkün; diğerine ise “hayır!” diyerek önce şunu söylüyorum: “Geçici dense de olimpiyat kitabına göre ‘kalıcı’ymış! Kentin en özgün tarihi peyzajlarından birini oluşturan kıyı şeridine 100 bin kişilik stat kurarak seyircilerine manzara ikram etmeye kalkışmak, bana Eyfel Kulesi için söylenenleri anımsatıyor...”


Bilirsiniz, Parislilere “Kentiniz en güzel nereden görünür” diye sorulduğunda “Tabii ki Eyfel’den” derler ama “asıl neden”i şudur: “Çünkü Eyfel’den bakıldığında demir yığını Eyfel görünmez..”


Şimdi Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç da İstanbul’daki Olimpiyatevi’nde düzenlenen “2020’ye hazırlık” toplantısında, belli ki pek beğendiği yeni “çılgın proje” için diyor ki; “konuklar Kız Kulesi, Tarihi Yarımada ve Boğaz’ı seyredecekler.” (26 Mart-gazeteler)


Yani olimpiyat izleyicileri, Anadolu yakasındaki Haydarpaşa ve çevresinin muhteşem görünümünü de parçalayacak, üstelik denizin doldurulmasıyla yapılacak demir yığını stadı neyse ki göremeyecekler!


Peki ya Avrupa Yakası’ndan Asya’ya baktıklarında? “Haydarpaşa’ya abanan şu azman da neyin nesi?” demeyecekler mi?


‘Hurda’sı Anadolu’ya
Bakan Kılıç, “geçici! stat” söküldüğünde “Anadolu kentlerinde değerlendirilebileceği”ni de söylüyor. Demek ki stadın İstanbul’da kalmasına gönlü razı değil!


Peki, aynı “gönül” Anadolu kentlerine hangi yüzle bakacak? Ekonomi adına “siz kullanın” denecek Anadolu kentleri; “Alın hurdalarınızı başınıza çalın; biz de İstanbul kadar değerliyiz, yeni stadyumlarımızın yıkıntı artıklarıyla değil, özgün projelerle yapılmasını isteriz” demeyecekler mi?


Bu “ucube ötesi” projenin yabancılara “Bosphorus Stadium” adıyla tanıtılmasına ise aklı başında bir gerekçe göstermek mümkün görünmüyor.


Sadece bizler değil, dünyada Boğaziçi’ni “görerek” tanıyabilmiş herkes, bu eşsiz yeryüzü cennetiyle bir stadyumu “isim”le bile olsa birlikte düşünemez; tarihle denizin kıtalar arası buluşmasına stadyum nasıl yakışabilir? Üstelik, 100 bin kişilik, yani ülke bir yana Avrupa’nın “en büyük” ve “en battal” yapısı..


Herkes, böylesi bir “çocuksu” ilkelliğin olimpiyatlara da asla ev sahipliği yapamayacağını düşünür. Umarım Başbakan bakanını tez elden uyarır ve İstanbul’un rezil olması bir yana, tarihin en zengin uygarlıklarını barındıran bu ülkenin olimpiyatlara ev sahipliği adına gülünç hale gelmesinin de önüne geçer.

Cmhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 03.04.2013

SANAYİ BÖLGESİNDE ORTAYA ÇIKARILAN TARİH

 

     

 

Gebze Tarihi Kent Meydanı Kentsel Tasarım Projesi ile ArkiPARC 2013 Belediye Ödülü Finalisti olarak belirlenen Gebze Belediyesi Başkanı Adnan Köşker'den Gebze Tarihi Kent Meydanı Kentsel Tasarım Projesi'ni dinledik.

Özenle ve hevesle çalışılarak ortaya çıkarılmış bir proje olan Gebze Tarihi Kent Meydanı Kentsel Tasarım Projesi, hem yarışmayla yapılmış olması hem de sanayi alanı olarak bilinen bir bölgede kent sakinlerine yönelik, yaşanabilir alanlar oluşturan bir uygulama olması açısından oldukça değerli. 

 

Projenin tasarımı, 2005 yılında "Gebze Tarihi Kent Merkezi Kentsel Tasarım Fikir Proje Yarışması" adıyla açılan yarışmada üçüncülük ödülünü kazanan Mimar Nimet Aydın'a ait. Projenin danışmanlığını ise Prof.Dr. Cengiz Giritlioğlu, Prof.Dr. Haluk Gerçek, Doç.Dr. Tülay Esin gibi önemli isimler üstlenmiş.





Projenin ana hedefi, Gebze'yi sanayi alanı baskısından kurtararak saklı kalmış tarihi kimliği ön plana çıkarmak. Toplam 64.000 m²'lik bir alanı kapsayan projede Çoban Musatafa Paşa Külliyesi, Malkoçoğlu Türbesi, Çarşı Hamamı ve Çarşı Çeşmesi gibi tarihi yapılar, çevresi düzenlenerek öne çıkarılmış; bunun yanı sıra Cumhuriyet Meydanı, Gölcüönü Meydanı, Çamlık Parkı gibi geniş kamusal alanlar yaratılmış. Aynı zamanda, 480 kişilik kültür merkezi, 250 ve 300'er kişilik 4 adet nikah salonu, kent müzesi, 4 adet sinema ve sergi salonunun yer aldığı bir kamusal bina tasarlanarak sosyal ve kültürel aktivitlerin gerçekleştirileceği mekanlar yaratılmış. Valilik ve belediye başkanlığı makamları ile belediye meclis salonunun da bu binada konumlandırılmasıyla bir halkla ilişkiler merkezinin oluşturulması ise kent sakinleri ile yerel yönetimler arasındaki sınırın hafifletildiğinin göstergesi. Projeyi yerinde inceleyerek detayları Gebze Belediye Başkanı Adnan Köşker'den dinledik.

 

Almanya'da Ruhr Bölgesi'ni dönüştürerek yaşanacak bölgeler haline getirdiler. Biz de Gebze'yi bu şekilde dönüştürebiliriz. Gebze sabah işe gelip akşam gidilecek bir yer olarak görülmesin. Gebze'nin konumu havaalanına, tren yoluna, denize, Marmaray'a yakın. 10 sene sonra Gebze büyük gelişim gösterecek. Bence Gebze'nin keşfedilmesi lazım, geç kalınıyor. Her yıl nüfusumuz ortalama 11.000 artıyor, hala göç alan bir ilçeyiz. Turizmi geliştirmemiz için Gebze'nin tarihi ve turistik değerlerini ön plana çıkarmaya çalışıyoruz. Fabrikalara Avrupa'dan teknisyenler, mühendisler geliyor, onların vakit geçirebilecekleri, konaklayabilecekleri alanlar yaratmaya çalıştık. Artık Gebze'ye gelip meydanımızı gören kişilerin Gebze hakkındaki fikirleri değişecek.





Fatih Sultan Mehmet, Gebze'de vefat etmiş. Ordular sefere çıkarken Gebze'de konaklamış, bu sebeple askere yönelik birçok tesis kurulmuş: han, aşevi, sağlık ocağı. Gebze'yi askeri üs gibi kullanmışlar. Bundan dolayı Gebze'de beklenmedik tarihi eserler var. Mesela kervansaray var, bunu ortaya çıkarmak istedik. Çevresi binalarla çevriliydi hatta kervansaray da özel şahsa ait mülk olmuştu, nalbur olarak kullanılıyordu. Çevresindeki binaların yarısı kamulaştırılarak boşaltıldı. Hamam, türbe gibi tarihi yapılar var. Gebze'nin, halkın zorla yaşadığı bir yer değil de keyif alarak yaşadığı bir bölge olmasını istiyoruz.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 03.04.2013

ANKARA'NIN DA SALT'I VAR

 

 

Garanti'nin kültür kurumu Salt'ın üçüncü binası Ankara'da açıldı. 90'lar sanat ortamına ışık tutan arşiv sergisi 'O Zamanlar Konuşuyorduk'la açılan Salt Ulus, Ankara çıkışlı projelere öncelik verecek.

 

Ankara Ulus’ta, Atatürk Bulvarı üzerinde, Gençlik Parkı’nın karşısında küçük, şirin bir tarihi bina... İtalyan mimar Guilo Mongeri’nin 1926’da yaptığı, eskiden Osmanlı Bankası’nın misafirhanesi olarak kullanılan bu bina, Garanti Bankası’nın kültür kurumu Salt’ın Beyoğlu ve Galata’dan sonraki üçüncü şubesi olarak kapılarını açtı. Başkentin Salt’ı, Salt Ulus adını taşıyor.


“Ankara’da devasa bir potansiyel var” diyor Salt Programlar Direktörü Vasıf Kortun, “Güzel sanatlar alanında Hacettepe öyle, Bilkent öyle... Ayrıca çok iyi sanat tarihi bölümleri var. Ayrıca en iyi arşivler burada, çok sağlam kütüphaneler burada. O yüzden çok ciddi bir fırsat olarak görüyorum bunu. Ankara’nın derin birikimini daha iyi değerlendirmek için önemli bir imkan.”


Kortun’a göre Salt Ulus’un İstanbul’daki Salt’lara göre küçük olması bir şeyi değiştirmeyecek: “Bizim için değeri aynı. İstanbul’da yaptığımızın devamı olarak görülmeli. Orada bir Salt var uzakta gibi olmayacak, sürekli gidip geleceğiz. Mekana uygun şeyler yapacağız. Biz bombastik şeyler peşinde değiliz, zaten bizim DNA’mıza uymaz. Mümkün olduğu kadar deneysel olmaya çalışıyoruz. Sadece sanat olmayacak burada. Temel derdimiz sanat değil. Salt’ta disiplinler ötesi, yenilikçi araştırma ve programlar oluşturarak kamuyla paylaşma derdindeyiz.”

İstanbul’un tekrarı değil
Salt Ulus’un ilk sergisi daha önce Salt Galata’da açılan ‘O Zamanlar Konuşuyorduk’ başlıklı arşiv sergisi. Açılış için bu serginin seçilmesinin nedenlerinden biri, sergide ele alınan üç sergiden birinin 1995’te Ankara Garı’nda açıldıktan bir gün sonra ‘halkın moralini bozuyor’ gerekçesiyle kapatılan meşhur ‘Gar Sergisi’ olması (hani şu Selim Birsel’in çarpıcı enstalasyonu ‘Kurşun Uykusu’nun olduğu sergi)... Yoksa İstanbul’da açılan sergilerin Ankara’da tekrarlanması gibi bir durum yok. Sergi, gösterim ve konuşma gibi programların gerçekleştirileceği Salt Ulus, Ankara çıkışlı projelere öncelik verecek, kentin kapsamlı araştırma potansiyelinden de yararlanacak. Salt’ın İletişim ve Yönetim Direktörü Derya Açar Ergüç, Salt Ulus’taki iki ofisi, Mayıs 2013’ten itibaren dört ay süreyle başkentteki genç araştırmacıların kullanımına açacaklarını söylüyor. Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere de “Salt Ulus’un İstanbul odaklı kültür gündemini genişletmek üzere bir ağ oluşturacağına inanıyoruz. Bu tür kurumlara İstanbul dışında daha çok ihtiyaç olduğunu gözlemliyoruz” diyor. ‘O Zamanlar Konuşuyorduk’, Türkiye ’de 90’ların güncel sanat ortamına ışık tutan bir arşiv sergisi. 90’ların ilk yarısında düzenlenen üç güncel sanat sergisini, arşivleri üzerinden yeniden gündeme getiriyor. Odakta Türkiye’deki ilk küratoryal sergiler ‘Elli Numara/AnıBellek II’ (1993, İstanbul), ‘Gar Sergisi’ (1995, Ankara) ve ‘Küreselleşme-Devlet, Sefalet, Şiddet’ (1995, İstanbul) var.


‘Elli Numara’, Vasıf Kortun küratörlüğünde, Akaretler 50 numaralı yapıda (bugünkü W Hotel) düzenlenmişti. Sergi, afişinin kaldırılıp yerine Demokrat Parti afişinin asılması nedeniyle planlanan tarihten önce kapatılmıştı. ‘Gar’, Ankara temelli Sanart’ın Tabular ve Sanat Sempozyumu çerçevesinde, sanatçı Selim Birsel, Vahap Avşar, Claude Leon ve Füsun Okutan’ın girişimiyle Ankara Garı’nda açılmıştı. Sergideki işler, ‘toplumun moralini bozduğu’ gerekçesiyle açılışın ertesi günü gar yönetimi tarafından toplatılmıştı. Ali Akay’ın küratörlüğünü yaptığı ‘Küreselleşme’, o zamanlar Müşerref Zeytinoğlu ve Emre Zeytinoğlu’nun atölyesi olan mekanda, Beyoğlu’ndaki Devlet Han’da açılmıştı.

90’lara yolculuk iyi geliyor
‘O Zamanlar Konuşuyorduk’taki en geniş arşiv ‘Elli Numara’ya ait. Bu sergiyle ilgili sanatçı dosyalarından sponsor yazışmalarına her şey mevcut. ‘Gar Sergisi’ndeki bazı işler yeniden üretilmiş, serginin orijinal afişi de sergide. ‘Küreselleşme’ ise yeniden üretilen bazı işler, Ali Akay’ın sergiyi anlattığı televizyon programı, serginin tanıklarıyla yapılmış söyleşiler aracılığıyla aktarılıyor.


Sanatın siyaset ve sosyolojiyle kesiştiği, ticari kaygıların geri planda olduğu, sanatçıların kolektif hareket edebildiği 90’lara yolculuk insana iyi geliyor. 2 Haziran’a kadar Salt Ulus’ta. Giriş ücretsiz.

Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 03.04.2013

GERMENİCİA ANTİK KENTİ ARKEOPARK OLACAK

 

Kahramanmaraş'taki Germenicia antik kentinin çevresinin düzenlenerek, arkeopark haline getirileceği bildirildi.

 

Dulkadiroğlu Mahallesi'nde, 2007'de ev tadilatları ve kaçak kazılar sonrası tesadüfen bulunan Germenicia Antik Kenti'nde, kazı çalışmalarının bir bölümü tamamlanarak koruma altına alındı. Çalışmalarda, 3 mahallede farklı 23 noktadaki taban mozaiklerinin gün yüzüne çıkartılması için kamulaştırmaya hız verildi.

 

Vali Kocatepe, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Dulkadiroğlu, Bağlarbaşı, Namık Kemal mahallelerinde yaklaşık 170 hektarlık alanda çıkan mozaikleri yerinde sergileyerek kenti turizm alanında cazibe merkezi yapmayı hedeflediklerini söyledi.

 

Her yıl yeni kazı alanı oluşturulduğunu belirten Kocatepe, şunları kaydetti:

"Mozaik alanlarını genişletiyoruz. Germenicia antik kentini arkeopark şeklinde düzenleyerek KahramanmaraşTürkiye'nin üç önemli mozaik kentinden biri yapmayı amaçlıyoruz. Mozaikleri müzede değil bulunduğu alanda sergilemeyi planlıyoruz. Bu kapsamda, mozaiklerin bulunduğu alanın çevresini turistlerin ihtiyaçlarına uygun tesislere donatarak güzel bir alan oluşturmak istiyoruz. 3 mahallemizde yaklaşık 170 hektarlık bir alanda mozaik var. Bu bölgedeki 146 dönüm arazi Adana Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 2010 yılında 3. derece sit alanı kapsamına alındı."

 

Kocatepe, şu ana kadar 13 parselde kamulaştırma yapıldığını, önümüzdeki süreçte 2 parselde daha kazı çalışmalarına başlanacağını söyledi.

 

Önceki yıl "Uluslararası Mozaik Sempozyumu" düzenlediklerini anımsatan Kocatepe, sempozyumdan çıkan sonuçları kitap olarak yayınladıklarını ve yapılan değerlendirmelerde mozaiklerin milattan sonra 1. yüzyıla kadar indiğini gördüklerini belirtti.

 

Bölgeden çıkan mozaiklerin Bizans dönemi İstanbul ve Şanlıurfa Haleplibahçe'de bulunan mozaiklerle eş değer olduğunun anlaşıldığını ifade eden Kocatepe, "Kullanılan malzemenin küçüklüğü, renklerin canlılığı ve desenlerin farklılığıyla çok özel mozaikler olduğunu anlaşılmış oldu. Bunun yanında Germenicia mozaikleri Dünya Mozaik Birliği'nin farklı dillerdeki yayınıyla arkeoloji literatürüne girdi" diye konuştu.

 

İl Özel İdaresi kaynaklarıyla çalışmaları tamamlamanın mümkün olmadığını dile getiren Kocatepe, her birinde yaklaşık 15-20 oda bulunan 100 adet villanın olduğu tahmin edilen antik kentin taban mozaiklerinin, dönemin sosyal ve kültürel hayatı hakkında önemli ipucları verdiğini anlattı.

 

-Germenicia Antik Kenti-

Kaliteleri ve ikonografileri açısından Zeugma mozaikleri ile yarışacak nitelikte olduğu belirtilen Germanicia antik kenti, 146 hektarlık geniş bir alana yayılıyor. Kentin kalıntılarının bulunduğu Dulkadiroğlu, Bağlarbaşı, Namık Kemal ve Şeyhadil mahalleleri, bu kapsamda 3. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi.

 

MS 1. yüzyıla ait bir Roma Kenti olduğu ve sakinlerinin yüksek mevkili aristokratlar olduğu anlaşılan Germenicia, Kahramanmaraş'ı dünyanın en önemli mozaik merkezlerinden biri haline getirecek. Her birinde yaklaşık 15-20 oda bulunan 100 villanın olduğu tahmin edilen antik kentin taban mozaikleri, dönemin sosyal ve kültürel hayatı hakkında önemli ipucları veriyor.

 

İnsan, hayvan ve bitki figürlerinin çok gerçekçi şekilde resmedildiği mozaikler arasında bulunan "horoz" figürünün ise günümüzde bilinen mozaikler arasında karşılaşılmamış, benzersiz bir yapıya sahip olduğu belirtiliyor.

haberler.com, 03.04.2013

MERYEMANA EVİ'Nİ FIRTINA VURDU

 

 

İzmir'in Selçuk İlçesi'ndeki her yıl on binlerce Katolik Hıristiyan'ın ziyaret ederek hacı olduğu Meryemana Evi'ni fırtına vurdu.

 

Devrilen asırlık çam ağaçları ve elektrik direkleri Meryemana Evi'nin avlusundaki ayin yapılan bölümdeki üzeri pergoleli platform ile ayine katılanların oturduğu sıralar kullanmaz hale gelirken, kutsal su aktığına inanılan çeşme de hasar gördü.

Bugün sabah saatlerinde başlayan ve saat 14.30 sıalarında etkisini arttıran fırtına Aydın 'ın Kuşadası ve İzmir 'in Selçuk ilçelerinde de etkili oldu. Saatteki hızı zaman zaman 70 kilometreyi bulan fırtına, Selçuk'a 9 kilometre uzaklıktaki Hz. İsa'nın annesi Meryem'in son yıllarını Saint Jean (Yuhanna) ile birlikte geçirdiği inanılan ve Meryemana Evi olarak bilinen kilisenin bulunduğu Bülbül Dağı'nda da etkili oldu.

DEVRİLEN AĞAÇLAR ‘ATRİUM’U HARABEYE ÇEVİRDİ
Fırtınanın devirdiği asırlık 10 kadar çam ağacı Meryemana Evi'nin avlusundaki 'atrium' olarak bilinen ayin bölümünü harabeye çevirdi. Ayin alanındaki üzeri çelik konstrüksiyon ve sacla kaplı platform ve ayine katılanların oturduğu ahşap sıralar devrilen ağaçlar nedeniyle kullanılamaz hale geldi. Kutsal su aktığına inanılan çeşmede de hasar meydana geldi.

Meryamana Evi'ni ziyarete gelenlere bilet kesilen giriş kapısı ile rahip lojmanın önü de devrilen ağaç ve elektrik direkleri nedeniyle kapandı. Bölgede, elektrikler de kesildi. Selçuk Belediyesi'nde görevli işçiler tarafından devrilen ağaçların kesilip, traktörlere yüklenerek kaldırılmasına başlandı.

2006 yılında Bülbül Dağı'nda çıkan orman yangını Meryemana Evi'ne kadar ulaşmış, ancak devrilen asırlık çam ağaçlarının yanmaması dikkati çekmişti.

Öte yandan Selçuk, şehir merkezinde devrilen bir ağacın elektrik nakil hattındaki telleri koparması nedeniyle ilçeye elektrik verilemezken, Kuşadası'nda da bazı ağaçların dalları kırıldı, Turgut Özal Bulvarı üzerindeki trafik sinyalizasyon lambalarını devrildi.

Radikal, Haber: Latif Sansür - Veysel Erol, 03.04.2013

TAŞ MEKTEP SATILIYOR

 

 

Tirilye’deki tarihi Taş Mektep binası satışa çıkarılıyor.

 

Yapımına 1904 yılında başlanan 3 yılda inşaatı biten, Kıbrıs’ın ilk cumhurbaşkanı olan Başpiskopos Makarios’un da eğitim gördüğü Taş Mektep’in durumu Tirilye Belediye Meclisi’nde görüşüldü.

 

Başkan Ali Turan, belediyenin bu tarihi binayı restore edecek bütçesinin olmadığını belirterek, binayı bir milyon euro almak isteyen bir alıcı çıktığını açıkladı.

 

Turan bu nedenle uzun süredir atıl durumda olan Taş Mektep’in ihale yoluyla satılmasını önerdi. Turan’ın önerisine 4 CHP ile bağımsız meclis üyesi Murat Kara karşı oy kullandı. Satış önerisi 4 AKP'li üyenin ve Başkan’ın 2 oyu ile kabul edildi.

 

Belediye Meclisi’nde oy çokluğu ile alınan kararla İçişlerine Bakanlığı’na satış için başvuru yapılacak.

 

Bakanlıktan gelecek onay ile tarihi bina ihaleyle satışa çıkarılacak.

Bursa Olay, Haber: Ömer Bilik, 02.04.2013



******


TARİHİ TAŞ MEKTEP 3 MİLYON LİRAYA SATILACAK

 

 

Bursa’nın Mudanya İlçesi'ne bağlı Tirilye beldesinde kurulduğu dönem papaz okulu olarak kullanılan, daha sonra 1980 yılına kadar ilkokul binası olarak değerlendirilen tarihi Taş Mektep, meclis kararıyla satılıyor. Gerekçe: Belediyenin restorasyona bütce ayıramaması.


Mudanya’nın 3 bin yıllık geçmişe sahip Tirilye beldesinde çok sayıda kilise, ruhban okulu ve ayazma bulunuyor. 1905 yılında kurulan ve Rum lider, Başpiskopos Makarios’un da eğitim aldığı tarihi binanın restorasyonu için yaklaşık 8 milyon liranın gerektiğini belirten Tirilye Belde Belediye Başkanı Ali Turan, “Restorasyon olmazsa bu bina çökecek. Bu nedenle mecliste satışını gündeme getirdik. Karar çıktı. Ancak satışını yapabilmemiz için Kültür ve İçişleri bakanlıklarından izin çıkması gerekiyor. Oluru alırsak, 3 milyon liraya satmayı planlıyoruz” dedi.
 

Turan, “Taş Mektep’e Araplar talip. Geçen yıl Kemerli Kilise’yi alan Fener Rum Patrikhanesi de satın almak istiyormuş. Taş Mektep’i alan restorasyondan sonra büyük olasılıkla otel olarak kullanacak. Biz de parayla beldemize, terminal, otopark, meslek lisesi alanı, düğün salonu ve futbol sahası yapmayı düşünüyoruz” dedi.

Radikal, 05.04.2013

BAŞBAKAN'A 'İSTANBUL SİLUETİ' İLE YÜKLENDİ

 

 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda konuştu.

Kılıçdaroğlu'nun İstanbul ile ilgili söyledikleri gündeme damgasını vurdu.

 

İşte satırbaşları:

 

"Bir bedende iki ruhu sinemada, romanlarda, hikayelerde görürsünüz. Bizde çift kişilikli siyasetçi var mıdır? derseniz. Adını siz daha iyi biliyorsunuz.

 

Yerel Yönetimler Sempozyumu'nda konuştu. Sayın Erdoğan'ın konuştuklarına katılıyorum. Ama şunu söylemekten kendimi alamıyorum. Sayın Erdoğan'ı fena işletmişler. Kendisini anlatıyor adeta. Ama farkında değil.

 

İstanbul'da Sultanahmet Camii'ne bakılınca sadece minareleri görünürdü. Ama şimdi bakın, hani tarihe saygılıydın? nasıl oldu? Gözünüzü rant bürüdü.

 

Çamlıca Tepesi sit alanıydı, yeşil alandı. Önce Başbakan gitti, villa yaptı, etrafını çevirdi. Hani sit alanı. İstanbul'da tarihe, yeşile saygı için atılacak her adımı destekleyeceğiz. İstanbul nasıl yağmalandı. 2009-2013 yılları ara İmar Komisyonu'na gelen dosya sayısı 9957. Nasıl daha fazla kat nasıl alabilirim diye. Sayın Başbakan Sultanhamet'e yapılan o durumu düzeltelim, o minareleri yeniden ortaya çıkartacak değişikliği yapalım.

 

Meşhur bir müteahhidimiz var, gazetelerde görüyorsunuz. Bakırköy'de bir arazisi var. İnşaat alanı 64 bin metrekare. Ama diyor ki bu bana yetmez. 190 bin metrekareye çıkarmak istiyorum diyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi oy birliğiyle, 'Bu kadar olmaz' deyip reddediyor. Aynı vatandaş, Ankara'ya geliyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na gidiyor. Buradan onay alıyor. Bakanlığın izniyle bu alan 190 bin metrekareye çıkarılıyor. Sayın Erdoğan'a soruyorum, yeşil diyorsun, yüksek bina yapmayın diyorsun, doğaya, tarihe saygılı olun, millet sizi affetmez diyorsun. Bu izni veren kişi senin bakanın. Bu izin senden izin alınmaksızın verilmez. Şimdi sana soruyorum. Sen bu bakanı görevden alacak mısın, alamayacak mısın?

 

Esenyurt'ta Belediye Başkanı kalkıyor kendi kendine plan yapıyor. Gönderiyor Büyükşehir'e. Büyükşehir olmaz diyor bu benim yetkim sen nasıl yaparsın. O da elinin tersiyle itiyor Büyükşehir'iç. "Sana ne kardeşim. Kapı gibi Recep Tayyip Erdoğan benim arkamda. Yaparım ben planı" diyor. Yapıyor planı, yasalara aykırı inşaat ruhsatı veriyor.

 

İstanbul'da yeşil alan bırakmadılar. Türkiye'nin ne büyük parkının temelini İzmir'de attık, rant değil. İnsanlar spor yapsın diye. Yerel Yönetim Sempozyumu'nda konuşuyor ama bilboardlarda yüksek binaların reklamı.

 

Sultanahmet Camii'nin minarelerini o yüksek binalarla nasıl kirlettiniz farkında mısınız?

 

2B'yle ilgili projemizi açıklamış adına da 'Barış Yolu' demiştik. Orman köylüsünden hiç bedel alınmadan üzerine yapılacak dedik. Çünkü orman köylüsü en yoksul köylü".

Yapı, 02.04.2013

DİKKAT SARAY ÇIKABİLİR!

 

 

Tarihi Karaman Kalesi'ndeki düzenleme çalışmaları sırasında, saray kalıntısı bulgularına rastlandı.

 

Karaman Müze Müdürü Bünyamin Akbulut, yaptığı açıklamada, Karaman Kalesi'nin, Selçuklu döneminden günümüze kadar gelebilmiş en önemli eserlerden biri olduğunu söyledi.

 

Akbulut, Karaman Kalesi'nin iç içe 3 surdan oluştuğunu, ancak sadece Hisar Mahallesi'nde bulunan iç kalenin günümüze kadar sağlam gelebildiğini anlattı.

 

Orta kalenin de bazı surlarının halen ayakta olduğunu ifade eden Akbulut, ''1648 yılında Karaman'a gelen Evliya Çelebi, dış kale çevresinin 7 bin adım geldiğini, 140 kulesi ve 9 kapısının olduğunu anlatıyor. Ayrıca orta kalenin 2 kapısının bulunduğu ve çevresinin hendeklerle çevrili olduğunu belirtmiştir. İç kale, bronz, Roma ve Bizans çağlarına ait buluntular veren bir höyüğün üzerindedir'' dedi.

 

Kalenin, muhtemelen 11. yüzyılın sonu ile 12. yüzyılın başlarında yapılmış olabileceğini aktaran Akbulut, ''Selçukluların ardından Karamanoğlu Beyliği kurulduktan sonra dış, orta ve iç kale yeniden düzenlenmiş. Fakat Osmanlı Devleti, Karaman'ı ele geçirdiğinde kale büyük hasara uğramış, bir kez daha tamir edilmiş. 1970 yılında ise kültürel faaliyetler için kalenin içine bir amfi tiyatro yapılmış'' diye konuştu.

 

Bilimsel kazı başlatılacak

Akbulut, kalenin iç avlusundaki beton oturma grupları ve dolgu kaldırılarak, taban kodunun ortaya çıkarılması için ocak ayında çalışma başlattıklarını belirterek, şunları kaydetti:

''Beton oturaklar kırılıp çıkarıldıktan sonra, dolgular kaldırılırken yüzeysel kazılar da yapıldı. Bu kazılarda çeşitli duvarlara rastladık. Çini parçaları, seramik mutfak eşyası parçaları bulundu.

Yapı, 02.04.2013

TAKSİM CAMİİ'NİN ELBİSESİ DEĞİŞİYOR

 

 

Taksim Camii projesini hazırlayan Ahmet Vefik Alp ve ekibi, projeyi Başbakan Erdoğan'ın beklentileri doğrultusunda revize ediyor. İki ayrı alternatif proje tamamlanmak üzere. Alp, "Projenin elbisesi biraz değişiyor. Sonra Başbakan'ın talimatını bekleyeceğiz" dedi.

 

Çamlıca Camii için ilk kazma vurulup inşaat faaliyetleri başlatılırken, Taksim'e yapılacak cami projesi de hız kazandı. Taksim Camii projesini hazırlayan Prof.Dr. Ahmet Vefik Alp ve ekibi, "Başbakan Erdoğan'ın beklentileri doğrultusunda ana projeyi değiştirmeden klasik cami üslubunun daha fazla sentezlendiği iki versiyon daha hazırlıyor."

 

'RİCA ETTİLER ANLADIK'
Prof. Alp projeyle gelinen noktayı şöyle anlattı: "Her ne kadar birebir görüşme imkanı bulamadıysak da Sayın Başbakanın modern üslupla hazırladığımız projede, daha fazla klasik unsur yer almasını istediğini öğrendik. Projeyi yürüten Taksim Camii Kültür ve Sanat Vakfı yöneticileri de ricada bulundu. Biz de bu talebi anlayışla karşıladık. Kesinlikle eskinin bir kopyası olmayacak. İnandığımız mimari prensipleri yaralamadan eski unsurların sentezlenmesi ve zamanın durdurulması yönünde bir çalışmamız var. Projenin iki yeni versiyonu hazırlanıyor. Vakıf o alternatifleri de Sayın Başbakana ulaştıracak. Ondan sonra kendilerinin talimatlarını bekleyeceğiz."

'HUKUKİ ENGEL KALMADI'
Projenin durdurulması yönünde açılan davaların reddedildiğini ve önünde hukuki olarak hiçbir engel kalmadığını hatırlatan Prof. Alp, "Aşağı yukarı 1.5 yıllık bir çalışmanın ardından ortaya koyduğumuz proje çok beğeni kazanmış, Uluslararası Mimarlar Birliği tarafından 159 proje arasından birinci seçilmişti. Belki elbisesi değişecek biraz. Zaten arsa çok küçük. Çok farklı şeyler de yapmak mümkün değil. Vakıf daha önce birçok proje yaptırmış ama kabul görmemiş" diye konuştu.

7 KAT İNİLECEK
Alp'in Taksim Cumhuriyet Camii ve Dinler Müzesi adlı projesi, onaylanması halinde 1500 kişinin namaz kılabileceği camide yerin yedi kat altına inilerek, oditoryum, otopark, kültür merkezi, tv stüdyoları, lokanta, kütüphane ve bir de Dinler Müzesi yapılacak.

Taksim Camii Kültür ve Sanat Vakfı Genel Sekreteri Mustafa İmamoğlu da Taksim Camii Projesi'ndeki gelişmeleri şöyle değerlendirdi: "Sayın Ahmet Vefik Alp'in hazırladığı ana proje üzerinde bazı değişiklikler yapılıyor. Klasik cami mimarisi üsluplarının işlendiği iki yeni versiyon hazırlanıyor. Bu çalışmalar tamamlandıktan sonra Sayın Başbakanımız tarafından görüşmek için çağrıldığımızda, bu yeni versiyonları da kendisine takdim edeceğiz. Projelerden birinin onaylanması halinde inşaat çalışmalarının da hemen başlayacağını düşünüyoruz."

ÇAMLICA CAMİİ'NDE SON DURUM

Öte yandan kamuoyunda tartışmalara sebep olan Çamlıca Camii inşaatı için hafriyat çalışmaları hızla ilerliyor. Geçtiğimiz ay Üsküdar Belediyesi'nce ruhsatı verilen caminin hafriyat ve inşaat faaliyetleri İstanbul Cami ve Eğitim-Kültür Hizmet Birimleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği'nce yürütülüyor.


Caminin inşa edileceği 57 bin 511 metrekarelik alandan 50 bin kamyon hafriyat çıkarılması öngörülüyor. 4-5 ay içinde tamamlanması planlanlanan hafriyat sırasında alandan çıkarılan toprağın Maltepe sahilindeki dolgu alanına taşınacağı belirtiliyor.

Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 02.04.2013

JEORADARLA RÖNTGEN ÇEKİLİP RESTORE EDİLİYOR

 

İ

 

Ayasofya Müzesi'nde devam eden restorasyon kapsamında iç mekanın kuzey kısmına iskele kuruldu. İskele, daha sonra doğu, güney ve batı cephelerde kurulacak ve jeo radarlarla tarihi yapının baştan aşağı röntgeni çekilecek. 1. Mahmud Kütüphahanesi üstündeki Hünkar Mahfili kısmında kurtlanan ahşaplar ise gaz verilecek temizlenecek. Ayasofya Müzesi Müdür Vekili Hayrullah Cengiz, 6 şantiyede çalışmaların sürdüğünü belirterek, bunları 1. Mahmud şadırvanı, 1. Mahmud Kütüphanesi, iç mekanlar, batı cephesi, turnikeler bölümü olarak sıraladı. Proje çalışmasıyla onarım çalışmasının birlikte yürütüldüğünü belirten Cengiz, şunları söyledi:

SON KARAR KORUMA KURULU'NUN
"İskele, ilk önce kuzey tarafına kuruldu, bütün yapıyı dolaşacak. Jeoradarlarla bu röntgenini çekiyoruz. Zeminde, fil ayaklarında, çeşitli yerlerde çatlaklar var. Öncelikle yüzeydeki mermerin durumunu tespit ediyoruz. Yerden kubbeye kadar çıkacağız." Ana kubbenin altındaki, yüzü kapalı ikinci serafim meleği üzerinde de çalışılacağını belirten Cengiz, "Altında ne olduğuna bakılır. Koruma kurulu hangi kararı verirse onu uygulamaya çalışacağız" dedi.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 02.04.2013

HOLLANDA'NIN HAZİNESİ 10 YIL ARADAN SONRA AÇILIYOR

 

 

Flemenk Altın Çağı’nı en iyi yansıtan müze olarak kabul edilen Rijksmuseum on yıl süren restorasyon sonrası 13 Nisan’da tekrar açılıyor. Rembrandt, Vermeer, Jan Steen ve Franz Hals gibi Hollandalı ressamların eserlerinin bulunduğu 1885’te açılan ulusal müzenin beş yıl sürmesi beklenen restorasyon çalışması on yılı buldu ve harcanan yaklaşık 500 milyon dolar ile bütçeyi bir hayli aştı.


Pierre Cuypers tarafından gotik ve rönesans mimariyle dizayn edilen binanın yıllarca genişleyen koleksiyonlar sonrası ihtiyaç duyulan restorasyonuyla ilgili New York Times’a konuşan müzenin direktörü Wim Pijbes,“Müze muazzam büyüklükte ve bu ciddi bir değişimdi” dedi. Pijbes, “Amsterdam kanallardan oluşan bir şehir, ıslanmadan yerde bir delik açmanın imkanı yok. Ayrıca bu ulusal bir müze, devlet işleri genelde zaman alır” sözlerini ekledi.


Müzenin renovasyonu için katıldıkları yarışmayı kazanan İspanyol mimarlar Cruz ve Ortiz harap olmuş galeri ve süsleri orijinaline sadık kalarak yeniledi. Yenilenmiş Rijksmuseum’un yeni bir girişi, Asya Pavyonu, dışarıda sergilenmek üzere bir alanı, restorantları, eğitim olanaklarının olduğu bölge ve yenilenmiş bir kütüphanesi var. Rembrandt’ın ‘Night Watch’ tablosunun ilgi çektiği müzeyi 2002’de en son 1.3 milyon kişi ziyaret etmişti.


Klasik müze formları dışında farklılıkları da barındıran Rijmuseum’un üç katlı dökme demir tarihi kütüphanesi ilk defa ziyaretçilere açılacak. “Bina ile kavga etmek yerine onun egzantrikliğini kabul ettik” diyen Pijbes, “Sanat müzesi olarak değil, ulusal bir müze olarak inşa edilmişti. İnsanların o dönemin tabloları, mobilyaları ile tarihi hissedebilmelerini istedik” açıklamasında bulundu. Tıpkı Louvre’un ‘Mona Lisa’sı gibi, Rijkmuseum’un da ‘Night Watch’ı var. Buna saygı duyduklarını ekleyen Dibbis, “Cuypers binayı o tabloya göre dizayn etmişti. Bunu değiştirmedik. Hala ziyaretçilerin en rahat görebilecekleri yerde bulunuyor” dedi. Müzenin direktörü, Rijmuseum’a iki milyona yakın turistin beklediklerini belirtti.

Radikal, 02.04.2013

ÖMER ÇELİK: EMEK YIKILMIYOR, TAŞINIYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, ''Londra Kitap Fuarı Konuk Ülke Türkiye'' tanıtımı için düzenlenen basın toplantısında, gazetecilerin Emek Sineması'na ilişkin sorularını yanıtladı.

 

Çelik, konuyla ilgili yargı süreci olduğunu ve mahkeme kararıyla tescillendiğini ifade ederek, şunları söyledi:

''Netice itibarıyla Emek Sineması yıkılmıyor, bulunduğu yerden bir kaç kat yukarıya taşınıyor. Dolayısıyla tartışma zemininin, Kültür Bakanlığı ile çok fazla ilgisi yok. Süreç sonuçlanmış, proje çerçevesinde de gördüğüm kadarıyla yıkılıp yok edilmesi söz konusu değil. Aynı şekilde korunarak, dünyada pek çok örneği olan bir sistem uygulanarak bir kaç kat yukarıya, aynı şekilde aşınacaktır. Tabi mekanlarla ilgili hassasiyet gösteren herkese teşekkür ediyoruz. Mekanların hafızasına sahip çıkmakla ilgili hassasiyet her zaman kıymetlidir fakat hayatın değişen koşulları içinde de farklı düzenlemeler ortaya çıkabiliyor. Netice olarak böyle bir düzenleme ortaya çıkmıştır.''

 

Bakan Çelik, tartışmaları daha fazla sürdürmenin ve konuyu ''Emek Sineması yıkılıyor'' şeklinde yansıtmanın doğru olmadığını da vurguladı.

 

Bakan açıklamalarına rağmen sinemaseverler duruma tepkili. Dün Emek Sineması'nın içine girmeyi başaran sinema yazarları ve sinemaseverler sinemanın yıkılmış halini görüntüleyerek sosyal medyadan paylaştılar. Sinemanın aynen taşınmasının mümkün olmadığını gösteren görüntüler büyük tepki topladı. Öte yandan; aynen taşınması fikrine de SİYAD, İstanbul Kültür Sanat Varyetesi başta olmak üzere sinemaseverlerin çoğu karşı çıkmış, AVM içinde bir sinema yapılanmasının Emek'i geri getirmeyecek olduğunu savunmuştu.

Ntvmsnbc, 01.04.2013

KAYAKÖY İHALESİNE GİRECEK FİRMALARA TEŞVİK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan 2013 yılı 'Turizm Yatırımcılarına Kamu Taşınmazı Tahsis' kararı ile Kayaköy'e turizm tesisi yapılacak. İhale başvuru süresi geçtiğimiz hafta dolan süreçte 4 firma ihale için başvuruda bulundu. İhaleyi kazanan firma Kayaköy'e 300 yataklı bir tesis yapıp işletirken tarihi evlerin restorasyonunu da yapacak.

 

Süreç bu şekilde ilerlerken Fethiye Ticaret ve Sanayi Odası (FTSO) öncülüğünde bir heyet ihaleye katılacak firmaların iştahını kabartmak için çalışma başlattı. Köy muhtarları FTSO, şehir planlamacıları, Fethiye Mimarlar Odası ve AK Parti Fethiye yönetiminden temsilcinin katıldığı heyet, tarihi mekanda gezi ve inceleme yaptı. Heyet, geçtiğimiz yıl 68 bin kişi tarafından ziyaret edilen Kayaköy'ün yapılacak yatırımlarla daha fazla ziyaretçi çekeceğini kaydetti.

 

HEM YATIRIMCI HEM ÜLKE EKONOMİSİ KAZANACAK

Heyet adına konuşan FTSO Başkanı Akif Arıcan, Kayaköyü ve gelinen süreçle ilgili yaptığı açıklamada 1924 yılında yapılan mübadele sonrasında kaderine terk edilen Kayaköy'ün nihayet kültür ve tarih mirası olarak insanlığa ve ekonomiye kazandırılacağını söyledi. Arıcan, Kayaköy'ün tarihi Levissi Bölgesi ile ova kesiminin birlikte değerlendirilmesi nedeniyle imar sorununun meydana geldiğini ve bunun da Kayaköy'ün önünü tıkadığını ifade etti. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Turizm Bakanlığı'nın vardığı mutabakat sonrasında sorunun çözüldüğünü kaydeden Arıcan, "Gelinen noktada Kültür ve Turizm Bakanlığı Levissi Bölgesi'nin ihalesini 26 Mart 2013 tarihinde yaptı. İhale şartnamesine 300 yataklı bir konaklama tesisi yapılması, geri kalan alanın üçte ikisinin de ihaleyi alan firma tarafından restorasyonun yapılarak yerel halkın kullanıma açılmasını şart koştu. Dolayısıyla Bakanlığın attığı bu tarihi adım ile Kayaköy'ün Levissi Bölgesi turizme açılarak bölge ekonomisine kazandırılacak. Eşsiz bir tarih ve kültür mirasının korunması konusunda duyarlı bir yaklaşım sergileyerek bu alan, yerel halk başta olmak üzere tüm insanlığın (sanatçılar, bilim insanları vb) kullanıma sunulacak. İyice yıkılmış ve tahrip olmuş durumdaki evlerin 300 yataklı bir konaklama tesisine dönüşmesi Kayaköy ve Fethiye adına yeni bir marka yaratacağına inanıyorum. Tekliflerin değerlendirilmesinin ardından Kayaköy'de 80 yıldır beklenen hizmet gerçekleşecektir. Böylece ülke ekonomisine önemli bir yatırım kazandırılacaktır" dedi.

 

OVA KISMININ İMAR SORUNU DA ÇÖZÜLECEK

Ova kesimin imar sorununa yönelik ise oluşturulan heyetin Muğla Valisi Fatih Şahin başta olmak üzere Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu (TVKK) Genel Müdürü Osman İyimaya ile görüşerek imar planı konusunda şimdiye kadar yapılan çalışmalara ilişkin sorunları aktardığı öğrenildi. Yetkililerden Kayaköy'deki doğal ve tarihi dokuyu bozmaksızın imar planına yansıtılmasını talep eden heyet, TVKK'nın Kayaköy'deki doğal sitlere ilişkin planlarlardaki güncellemeyi yaptığı müjdesini verdi.

haberler.com, 01.04.2013

DÜNYA MİRASI ÇÖKEBİLİR

 

 

Yemen yönetimi, tarihi Sana evleri için ayrılan ödeneği kesti. Halk, evleri betonla tamire kalkınca UNESCO kenti kültür mirası listesinden çıkarmayı gündeme aldı.

Eşsiz mimarisiyle sadece Ortadoğu'nun değil tüm dünyanın en çok ilgi çeken kentlerinden biri olan Yemen'in başkenti Sana, büyük bir tehlikeyle karşı karşıya...

 

Özgün mimarisiyle ülkenin simgesi olan ve her yıl binlerce turisti başkent Sana'ya çeken ünlü Yemen evlerinin bakımsızlık nedeniyle çökme tehdidiyle karşı karşıya olduğu açıklandı. Birbirlerine bitişik, çok katlı olarak inşa edilen kerpiç evlerin yaklaşık 2 bin 500 yıllık geçmişi var. Ancak ülkede son iki yılda çıkan isyanlar ve çatışmalar, güvenlik harcamalarının artması ve ekonomik krizin etkisiyle Yemen yönetimi bu evlerin bakımı için ayrılan bütçeyi kesti.

 

Biri yıkılırsa hepsi çökebilir

Özellikle yağış aldığı zaman büyük tehlike yaratan evleri halk kendi imkanlarıyla gelişigüzel tamir etmeye başlayınca da bu kez kenti 1986 yılında "Dünya Kültür Mirası Listesi" alan UNESCO isyan etti. Çünkü Sana sakinleri tamiratlar "daha ucuz ve sağlam olduğu" için betonarmeyi tercih ediyordu. Bu durumun kentin tarihi dokusuna zarar verdiğini söyleyen UNESCO, önlem alınmazsa kentin dünya kültür mirası listesinden çıkarılabileceğini açıkladı.

 

Yeni yapmak daha ucuz

Bir Sana sakini, "Buradaki evler özellikle yağmurlu günlerde çok tehlikeli. Bazı evler son yağmurlarda çöktü" derken, evlerden biri çökerse, birbirlerine bitişik inşa edildikleri için diğerlerini de tehlikeye sokabileceği belirtiliyor. Yemenli yetkililer ise kentin bütün evlerinin restore edilmesi gerektiğini söylüyor ve UNECO'dan restore işlemlerinde yardımcı olmasını istiyor. Yemen Tarihi Kentler Koruma Müdürü Nagi Thowabeh, "Bütün evlerin restorasyona ihtiyacı var. Yeni bir binayı 20-30 bin dolara yaparsınız. Ancak bir binanın restorasyonu için 150 bin dolardan fazla para gerekiyor" dedi.

 

UNESCO'dan üç yıl süre

UNESCO'nun kentin durumunu haziranda Kamboçya'da yapılacak zirvede ele alması bekleniyor. Yemen yönetimine kentteki durumu düzeltmesi için üç yıl süre tanınabileceği belirtiliyor. Yemen yetkilileri, oldukça pahalıya malolan restorasyon için UNESCO'dan yardım talep ediyor.

Taraf, 01.04.2013

TARİH SİZİ AFFETMEZ

 

‘Silahını bırak. Silahsız olarak geçiş yap. Gidecek olan silahını nereye bırakırsa bıraksın, gömerse gömsün. O bizi ilgilendirmiyor’ sözlerinin gölgesinde kaldı..
Hak ettiği yankıyı bulmadı..
Ses getirmedi ama Başbakan’ın belediyelere yönelik çıkışı da çok önemliydi.. 
Ne mi dedi?
‘Metropoller beceriksiz ve estetik dünyası olmayan, estetik ruhu olmayan ellerde adeta nekropole yani ölü şehirlere dönüştü.’
Başka..
‘Beton zeminler üzerinde çocuklara hayat inşa edilmesi haksızlık. Halbuki bizim onlara çimen zeminleri hazırlamamız lazım. Bırakalım oralarda yuvarlansınlar, bırakalım oralarda oynasınlar. Toprakla yoğrulsunlar.’
Sözlerinden bir alıntı daha..
‘Şuradan biraz daha rant elde edelim, onun için emsali 1.5 değil 3’e çıkaralım. Allah aşkına bu mantıktan vazgeçin.(..) Tarih sizi affetmez, millet sizi affetmez.’
Başbakan bu sözleri AKP’li belediye başkanlarına söyledi.. Hem uyarı hem de özeleştiri niteliğindeydi..
Çünkü..
Yerel yönetimlerin büyük bölümünde 10 yıldır AKP damgası var..
İstanbul, Ankara gibi önemli merkezler dahil birçok yerde 20 yıldır..
1994 yerel seçimlerinde beri..


*


Mesela İstanbul’a bakalım.. Erdoğan’ın 1994 yılında belediye başkanı seçildiği günden beri İstanbul’u aynı anlayış yönetiyor..
Başbakan’ın gözü İstanbul’un üzerinde.. İlgisini hiç kesmedi..
Peki kent nasıl bir kent oldu?
Beton yığını..
Başbakan çocuklara toprak zeminler hazırlamamız lazım, bırakalım oynasınlar, toprakla yoğrulsunlar diyor ya.. İstanbul’da tam tersi yapıldı..
Hemen somut güncel bir örnek vereyim..
Mecidiyeköy’deki eski Ali Sami Yen Stadı ile Zincirlikuyu’daki eski Karayolları merkezinin arası 1.5 kilometredir.. 
Bu saydığım iki yere iki dev proje yapılıyor.. Yetmemiş  ki o kısa mesafeye iki dev proje daha sokuşturulmuş..
Bu yapılırken.. Bir metrekare çim zemin bırakılmış mı? Çocuklar toprakla buluşturulsun diye çaba gösterilmiş mi?
Hayır..
Peki, dört dev proje yapılıyor ya.. Bitince yüz binler aynı noktaya akacak.. Dört metre yeni yol açılmış mı?
Hayır..
Toplu ulaşım geliştirildi mi?
Hayır..
Başbakan’ın dediği gibi, biraz daha rant elde edilmesi düşünülmüş!..


*


Başbakan uyarıyor ama galiba geçti Bor’un pazarı!..

Çamlıca Camii’nin mimarı kim?

 Çamlıca Tepesi’ne cami için ilk kazma vurulmuş.. Hafriyat başlamış..
Caminin kimin eseri olacağı, kimin damgasını taşıyacağı belli değil..
Şunu demek istiyorum..
Sultanahmet Camii gibi, Pertevniyal Valide Sultan Camii gibi, kimliği, kişiliği, kendine özgü mimarisi yani mimarı olan bir cami mi olacak..
Yoksa Ankara’daki Kocatepe Camii gibi taklit camiler, kopya camiler listesine mi kaydedilecek..
Taklit mi olacak, orijinal mi?
Muallak..
Karma olacak denmez herhalde..


*


Şundan soruyorum..
Proje yarışması açıldı, jüri birinci bulamadı, ikinci gelen eseri birinci yapıldı..
Beğenen çıkmadı, Sultanahmet Camii’nin kötü bir taklidi olduğu söylendi..
Camii yaptıracak dernek üniversite hocalarına gitti.. Orası burası düzeltildi..
Ortaya çıkan projeyi Başbakan beğenmedi..
Basına sızdığı kadarıyla minare sayısını yediden altıya indirtmiş, ana girişi değiştirtmiş..


*


Önceki gün temel atma için kazı başladı.. Mimarı kim belli değil.. Bitince şunun eseri diyecek miyiz?

0017 plakalı Bakan

Haberi olmadığına eminim, haberi olsun diye bu satırları yazıyorum.. Cumartesi günü İzmir’e geldi.. Saat 16 sularında..
Bakan çıkacak diye polis o bölgedeki yolu kesmiş.. Olsa ne fark eder de, zaten trafik yok, insanları niye bekletiyorlar..
Bakan geçecek diye!..
Bakan aracı geçecek diye yolların kesildiğini görmemiştim.. Bunu da gördüm..
Yolun Bakan’ın talimatıyla kesilmediğini biliyorum..
Bakan’ın talimatıyla bir daha yolun kesilmeyeceğini umut ediyorum..

Milliyet, Yazı: Mehmet Tezkan, 01.04.2013

TARİHİ ÇİNİLERİ 16 STERLİNE SATMIŞLAR

 

 

16’ncı yüzyıl çinileri konulu yüksek lisans tezi için Londra’daki Victoria and Albert Müzesi’nde araştırma yapan Hayal Güleç, depoda tutulan ve çoğu gün yüzüne çıkmamış çinilerin müzeye 1800’lü yılların sonlarında satıldığını ve 16 sterlin (44 TL) gibi düşük fiyata satılan parçaların olduğunu gösteren belgelere ulaştı.

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Arkeoloji ve Sanat Tarihi okuduktan sonra Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nde İslam Sanatları Ana-Bilim Dalı’nda yüksek lisans yapan Hayal Güleç, Londra’da bulunan Victoria and Albert Müzesi’ndeki 16’ncı yüzyıl İznik çinilerini tez konusu olarak seçti. Müze ile irtibata geçerek depolarda tutulan 56 eseri incelemek istediğini belirten Güleç olumlu yanıt aldı ve 5 gün boyunca onların yaptıkları plan çerçevesinde 56 eseri inceledi.

 

EL YAZISI TEKLİF MEKTUBU

“Ben belli bir dönemi çalıştığım için belli sayıda eser üzerinde çalışma ve fotoğraflama izni verildi” diyen Güleç, “Kayıtlarında müzeye girmiş eserler hakkında bilgiler var. 1870’lerden sonra alımlar başlamış. Eserlerin yanında da arşiv belgeleri bulunuyor. Örneğin ‘Bursa Yeşil Cami’den çok temiz 3 parça çıkarttım. Size satmak istiyorum’ diyen, 1872’den kalma, el yazısıyla yazılmış bir mektup var” dedi. Birçok koleksiyoncunun da müzeye İstanbul ve İslam coğrafyası kaynaklı eser sattığını belirten Güleç, ulaştığı önemli bilgileri şöyle özetliyor:

 

“Örneğin M.H. Kevorkian diye bir kişi 16 sterline satmış bir paçayı. Oxford Meydanı’ndaki M. Kirkor Minassian adlı bir başka antikacıdan gelen çok fazla eser var. Bunun yanında Liverpoollu bir armatör olan Major Myers adlı bir koleksiyoncu İslam eserlerinden oluşan tüm koleksiyonunu müzeye bağışlamış. Benim çalıştıklarımdan 42 tanesi sadece bu kişinin bağışladıkları. Hepsi çini. Ama bunun yanında birçok eser daha var. 300 parça koleksiyon bırakmış müzeye. Aralarında vazolar, tabak, çanak, duvar çinileri var. Ne zaman İstanbul’dan parça gelse bu koleksiyoncuya götürüyorlarmış.”

 

TEK TEK BAKMAK GEREKİYOR

Çinilerin bir kısmının Ayasofya Haziresi içinde yer alan Sultan 3. Murat Türbesi içerisindeki ayet kuşağından, bir kısmının da Takkeci İbrahim Ağa Camisi’nden götürülen çiniler olduğunu tespit ettiğini belirten Güleç, tezinin sonunda tüm eserlerin Türkiye’den kaçırıldıkları yerleri tespit etmek istiyor.

Hürriyet, Haber: Sefa Özkaya, 01.04.2013

KAÇAKÇILAR MISIR'IN ALTINI ÜSTÜNE GETİRİYOR

 

 

En kuzeyindeki İskenderiye’den güneyindeki Asvan ‘a kadar her taşı tarih olan ülke Mısır kaçakçılarla mücadele ediyor. Kaçakçılığın artık göz önünde yapıldığı ülkede, eserlere ulaşabilmek için tünel bile kazıldığı belirtiliyor.

 

Dünyaca ünlü Giza Piramitleri’nin vatanı Mısır, yer altından fışkıran tarihi eserlerinin talan edilmesi tehdidi ile karşı karşıya.  Muhammed Mursi  yönetiminin istihbarat ve polis birimleri üzerinde gerekli otoriteyi kuramamasından kaynaklanan güvenlik zafiyetinin gittikçe derinleştiği ülkede, tarihi eser kaçakçılarının ülkenin zenginliklerini talan etmesinden endişe ediliyor. En kuzeydeki İskenderiye kentinden en güneydeki Asvan’a kadar hemen her karışı geçmişin izleriyle dolu olan Mısır, 3 bin yıldan fazla bir geçmişi bulunan firavunlar dönemine ait tarihi eserlere ev sahipliği yapıyor. Daha önce tarihi kentlerin yoğun olduğu bölgelere kaçak evler inşa ederek kazı yapan kaçakçıların son dönemlerde açık yerlerde dahi kazılar yaptıkları, hatta eserlere ulaşmak için tüneller kazdıkları belirtiliyor. Dünyaca ünlü Giza Piramitleri’nin bulunduğu bölgenin sorumlusu arkeolog Dr.Usame el Şimi, yanlarında silah taşıyan kaçakçılarla baş etmenin çok zor olduğunu ifade ediyor. Görgü tanıkları, Giza Piramitleri’nin bulunduğu bölgenin yanı sıra çevredeki Dahşur, Abusir ve Sakkara bölgeleri ile güneydeki Krallar Vadisi’nde de yapılan kaçak kazılardan dolayı bölgenin kraterlerle dolu ay yüzeyine dönüştüğünü belirtiyor. Uzmanlar baskınlarda çalınan bazı eserlerin yanı sıra, kazılarla ele geçirilen eserlerin kaydı olmadığından dolayı işin vahametinin tam olarak bilinmediğinin altını çiziyor. Son günlerde tarihi eser satan pek çok satıcının türediğini  vurgulanıyor. Firavunlar döneminde de ünlü olan kaçakçılıkta soyguncular özellikle firavunlarla birlikte gömülen altın ve ziynet eşyalarını çalmak için mezarları talan ediyordu. Mısır genelindeki kazılarda ortaya çıkarılan tarihi eserlerin önemli bir kısmı günümüzde Kahire’de Tahrir Meydanı’nda bulunan Kahire Müzesi’nde sergileniyor. Ancak uzmanlar, bu müzede yer alan eserlerin dahi büyük bir risk altında bulunduğunu, yeterince korunamadıklarını ifade ediyor. Devrim sırasında bazı gruplar müzeyi talan etmeye yeltenmiş, ancak halk müzenin etrafında insan zinciri oluşturarak buna engel olmuştu.

Zaman, Haber: Cumalı Önal, 01.04.2013

İYİ Kİ DOĞDUN LEONARDO USTA

 

 

Ressam, mucit, müzisyen, matematikçi Leonardo, sırtını Appenin Sıradağları’na vermiş Toskana kasabası Vinci’de 560 yıl önce doğmuştu. 15 Nisan’ın ilk saatlerinde başlayan bu macera 67 yıl sürdü, İstanbul’a kadar uzandı. Her yıl Vinci’de, Leonardo’nun doğum haftası şölenle kutlanıyor.

 

Çizmeyi kuzeyden güneye geçen 1200 kilometrelik Appenin Sıradağları, Toskana Bölgesi’nde genişler. Neredeyse 250 kilometrelik bir mesafeye yayılır. İşte bu noktada, yani Orta Appeninler adını aldığı bölgede, Arno Nehri’yle kucaklaşır. O nehir ki batıya akar, insanlık tarihinde sanatla özdeşleşen kentleri birbirine bağlar: Floransa, Arezzo, Pisa...

 

YEŞİLİN BİNBİR TONU

Nisan bu coğrafyada yeşilin coştuğu ay. Öyle çok tonu var ki, bir solukta sıralamak zor. İçlerinde en etkileyicisi tepeler boyunca uzanan zeytinliklerde: Ağaçlardaki kurşuni, zemindeki zümrüt yeşili. Ağaçlar yaşlı da olsa Türkiye’dekinin aksine budanmış, yükselmesi engellenmiş. Cetvelle çizilmiş gibi düzgün sıralara dikilmiş top şeklindeki zeytinler uzaktan bakıldığında Reha Yalnızcık’ın masalımsı illüstrasyonlarını çağrıştırıyor. Öylesine güzel, alımlı, çekici...


Geçen yıl nisanın ikinci haftasında, gökyüzünün bulutlarla kaplandığı gri bir Toskana sabahında uğradım Vinci’ye. Floransa’dan çıkıp, 40 kilometre uzaktaki kasabaya Arno Nehri’ni izleyerek ulaştık. Girişte 1960’ların mimarisini çağrıştıran, üç-dört katlı evlere bakılırsa Vinci bir sayfiye şehriydi. Yazın Akdeniz sahillerindeki sıcaktan kaçanlar Appeninler’in serinliğine sığınıyordu.

 

DÜŞGÜCÜNÜ KIŞKIRTAN MANZARA

Floransa’ya bağlı 14 bin nüfuslu kasaba dağın eteğindeki bir tepeye şapka gibi kondurulmuştu. İki yanındaki derin vadiler, zeytinliklerle kaplı tepeciklere bağlanıyordu. Yol boyunca, yeşillikler içinde bir şerit gibi yükselen yerleşim, kalenin bulunduğu, iki yanından otoyol geçen adacıkla noktalanıyordu. Ovadan yaklaşık 30 metre yüksekteki kalenin geniş gözetleme kulesi, karşısındaki Endülüs tipi minareleri andıran saat kulesi kilometrelerce uzaktan görülebilen ve Vinci’ye karakterini veren yapılardı...


Henüz Leonardo Haftası başlamamıştı. Kasabayı hızla geçip, arkasında tüm heybetiyle yükselen 750 metrelik Montalbano Tepesi’ne tırmanmaya başladık. Bir sırtı izleyerek, zeytinliklerin içinde geniş kavisler çizerek yükselen yol kaymak gibi asfaltlanmıştı. Etrafta dikkati çeken bir yerleşim yoktu. Heyecanla Vinci’den 3 kilometre uzaklıktaki eve ulaşmayı bekliyorduk. Derken yolun sağında küçük sayılabilecek kehribar rengi iki taş ev çıktı karşımıza. Zeytinliğin içindeki yapıların bahçe girişi yüksek paravanlarla çevrilmiş, önüne Avrupa Birliği logolu büyük bir restorasyon panosu yerleştirilmişti. Leonardo Evi, restorasyondaydı ve kapalıydı. Bir yıl sürmesi programlanan onarım uzamıştı...


Otomobili 100 metre ilerideki, biberiyelerle çevrilmiş geniş otoparka bıraktık. Otoyoldan zeytinliğe girip, evin ön cephesine yöneldik. Tül gibi incecik bir yağmur serpiştiriyordu. Arkamızdaki tepe, yükseklerdeki zeytinlikler aşağıya inen bulutların içinde zaman zaman kaybolup yeniden beliriyordu. Zeytinlikler olmasa, bu manzaraya Ayder ya da Maçahel diyebilirdim kolaylıkla. Islak çimenlerde, avuç büyüklüğünde gelincikler boy atmış, bir yamaca konuşlanmış evin aşağılarında kırmızı çiçek adacıkları oluşmuştu.


Çimenlerde yürürken dizlerine kadar ıslanmış bir İspanyol çift ellerini iki yana açarak, tebessümle geçti yanımızdan. Önümüzde Doğu Avrupalı olduğunu tahmin ettiğim iki çift fotoğraf çekerek yürüyordu. Kapalı evin çevresini tavaf edip, müzeyi görmek üzere Vinci’ye koşturuyordu meraklı gezginler.

 

 

ÇAPKIN NOTERİN GAYRİ MEŞRU OĞLU

Açıkça söylemek gerekirse yapının ziyarete kapalı olması pek umrumda değildi. Evden çok Leonardo’yu yaratan atmosferi merak ediyordum. İki yıl önce Figueres’in doğasını gördüğümde İspanyol ressam Salvador Dali’nin çılgın dehasını daha iyi anlamıştım. Bu kez ressamlığın ötesinde, eşsiz bir merak abidesini yaratan toprakları, sosyal dokuyu keşfetmek istiyordum...


İstanbul’un fethinden tam bir yıl önce, 15 Nisan’da şafak sökmeden birkaç saat önce bu köy evinde dünyaya gelmişti Leonardo. Çifçi kızı Caterina, çapkın noter Ser Pierroda’dan hamile kalmış, evlenmediği halde çocuğu doğurmuştu. Beş yaşına kadar annesiyle Montalbano Tepesi’ndeki bu evde yaşayan Vincili Leonardo, daha sonra birbiri ardına 16 yaşındaki kızlarla evlenen babasının Vinci’deki evine taşınmış, 14 yaşında da resim sanatının inceliklerini öğrenmek üzere Floransa’nın yolunu tutmuştu.


Tüm biyografilerinde Vinci doğasının Leonardo’nun renk anlayışı ve düşgücününün gelişiminde önemli etkisi olduğu yazılıydı. Küçük bir çocukken rüyasında uçurtma şeklinde yatağına gelen şeytanı görmüş, 13 yaşında Montalbano mağaralarında elinde kılıçla şeytanların, canavarların izini sürmüştü. Hatta Vinci’de yaptığı ilk tablolarından birinde ağzından ateş saçan canavarlar resmetmişti. Fantezi yetisi sonraki yıllarda katlanarak gelişecek, resimlerinin yanı sıra “Masallar, Kehanetler, Nükteler ve diğerleri” başlığıyla bir araya getirilen yazılarında pek çok gerçeküstü öykü anlatacaktı.


Acaba sonsuz merakını kışkırtan da bu düşgücü müydü?

 

ZEKA MABEDİ

Vinci Kalesi’ndeki (Conti Guidi) Leonardo Müzesi sanki bu sorunun cevabını vermek üzere kurulmuştu...


Vinci’ye döndüğümüzde yağmur hızını iyice arttırmış, kasabanın bir bölümü siste kaybolmuştu. Kaleye tırmanan yoldaki taşlar ve yokuşun sonundaki meydanın zeminini kaplayan karoların renkleri iyice belirginleşmişti. Bakır kırmızısı zeminde yürüyüp, kehribar rengi duvarların arasından geçtik. Aşağılardaki ovayı kuşbakışı gören bir bölgeye Leonardo’nun anısına yerküre şeklinde büyük bir heykel yerleştirilmişti. Bu yağmurlu nisan gününde çevrede kimsecikler yoktu. Meydanın çevresindeki kafeler, sandviççiler bomboştu. Çevredeki tek canlı, müze lojmanı olduğunu tahmin ettiğim yapının salon penceresinden dışarıyı gözleyen tekir kediydi.


Müzenin bulunduğu kuleye girerken bir kez daha aşağılardaki köye, tepelere baktım: Taş evler, kiremiti ıslandıkça kırmızılaşan çatılar, zeytinlikler, henüz yeşermemiş bağlar ve zümrüt yeşili çayırlar... Her gün şekil değiştiren 14 milyonluk İstanbul’un kaosundan sonra ortaçağda takılıp kalmış bu manzarayla karşılaşmak terapi etkisi yaratıyordu...


Çevrede tur otobüsü olmadığı halde müze beş kıtadan turist doluydu. Tüm katlarda mucit Leonardo’nun defterlerine çizdiği şaşırtıcı buluşların ahşap maketleri sergileniyordu: Helikopter, denizaltı, vinçler, bisiklet, pervaneli gemi, döner vinç, kumaş makinesi, hidrolik pompalar, vites sistemleri... O şefkatli, bilge, etik bulmadığı için hayvan eti yemeyi reddeden Leonardo Usta, korkunç savaş aletleri de tasarlamıştı: 10 namlulu makineli tüfek, buharlı top, top döküm kalıpları...


Vincili Leonardo’nun ilgi alanları hayrete düşürecek kadar genişti. Optik sistemlerden saatçiliğe, mimariden geometriye o kadar çok buluş yapmıştı ki tüm bunların bir ömre nasıl sığdığını anlamak mümkün değildi. Bu müzeyi gezmek, ansiklopedide Leonardo maddesini okumaya hiç benzemiyordu. Her köşesinden zeka fışkırıyor, böylesine bir zeka şelalesinden geçmek insanı sersemletiyordu. Biraz kendime gelmek için ekstra ücret ödeyip kulenin tepesine çıktım. Gri bulutların altında parlayan Vinci’yi, aşağılarda göz alabildiğine uzanan ovayı, bağları seyrettim. “İyi ki doğmuşsun Leonardo” dedim. Kulenin dibindeki hediyelik eşya mağazası kapanıyor, Leonardo desenli tişörtler içeriye taşınıyordu. Karşımdaki tarihi saat kulesinde çanlar çalıyordu. Saat 18.00’di. Vinci’de zamanın geçtiği aşikardı, yine de dünün dünyası dipdiri ayaktaydı.

 

Beyazıt’a köprü tasarlamıştı

1500 yılında Leonardo da Vinci, 48 yaşındaydı. Başyapıtı Son Akşam Yemeği’ni üç yıl önce tamamlamış, üç yıl sonra başlayacağı Mona Lisa’nın ilk eskizlerini yapmaya başlamıştı. Mart ayında Venedik’e gitti. Yaklaşan Osmanlı tehlikesine karşı savunma planı tasarladı. Sultan İkinci Beyazıt’ın siparişi üzerine Haliç için tek parçalı bir asma köprü projesi hazırladı. Fakat sultan 365 metrelik köprünün ayakta durabileceğine inanmamıştı, projeyi bir kenara bıraktı. Leonardo’nun tasarımı 2001’de Norveç’te daha küçük boyutta inşa edildi. Şu anda Haliç’te mimar Hakan Kıran uyarlamasıyla metro köprüsü olarak inşaatı sürüyor.

 

Bir Malatya fantezisi

Leonardo da Vinci’nin resimleri, icatları kadar yazıları da şaşırtıcı. Örneğin ilk kez 1952’de İtalya’da Yazılar ismiyle basılan kitapta “Memlük Hükümdarı’na” başlıklı bir mektup yer alıyor. Leonardo, hükümdarın emriyle Toros Dağları’ndaki esrarengiz gece ışıltısını incelemek üzere Kalindra adlı şehre gittiğini anlatıyor. Şehrin konumunu tarif ederken “Fırat’ın Torosları böldüğü kısmın eteklerinde, batıya ve Büyük Toroslar’ın zirvesine bakar” diyor. Yani bugünkü Malatya-Elazığ sınırındaki bölgeyi işaret ediyor. Metne göre, bu bölgedeki bir zirvenin batı yönünde gün batımından itibaren, doğu yönünde ise gece yarısından sonra kuyruklu yıldızı andıran parlama oluşuyor. Leonardo, bunu incelediğinde, doğan güneşin ilk ışıklarının şafak sökmeden dört saat önce çok yükseklerdeki zirveye doğu yönde vurduğunu, gün battıktan sonra da uzun süre zirvenin batı yönünü aydınlattığını saptıyor. İncelemesi sırasında afet olarak nitelendirilebilecek tuhaf bir olay yaşadığını aktarıyor. Fırat ve Güneydoğu Torosları anlattıktan sonra, bir köyde mahsur kaldıklarını belirtip hükümdardan yardım istiyor. Metni inceleyen ilk araştırmacılar Leonardo’nun 1473-1486 arasında Anadolu’da esrarengiz bir yolculuk yaptığını ileri sürdü. Kitapta tezi destekleyen başka yazılar da vardı. Örneğin bir yazısında bugünkü Doğu Akdeniz Bölgesi’ni içeren güney Kilikya’dan Kıbrıs’a bakıştan bahsediyordu. Fakat daha sonra uzmanlar tüm bu yazıların birer fantezi olduğunu saptadı. Leonardo hayali metinlerde hiç ayak basmadığı toprakları anlatmıştı.

 

Şenlikte çiçek şovu müzede nikah daveti

Vinci’de Leonardo için müze kurma fikri 1919’da gündeme geldi. Müze 1953’te açıldı. Leonardo Müzesi ve Leonardo Evi marttan ekime her gün saat 09.30-19.00 arasında açık. Kış akşamlarında bir saat erken kapanıyor. İki müzenin kombine giriş bileti 8 Euro. Kaledeki Vinci Kitaplığı’nda Leonardo’nun el yazmaları, bunlardan yayımlanan kitaplar ve onun hakkında yayımlanan kitaplar bulunuyor. Leonardo Evi ve müzede rehberli turlar, hatta 60 kişiye kadar nikah organizasyonları düzenleniyor. Her yıl 15 - 28 Nisan arasında Leonardo’nun doğum günü konser, doğa yürüyüşü, tematik akşam yemekleri, çiçekli balkon şovları, şarap tadımları, dağ bisikleti yarışlarıyla kutlanıyor.
Hürriyet Seyahat, Haber: Serhan Yedig, 01.04.2013

CEHENNEM KAPISI BULUNDU

 

 

İtalyan arkeologlar, Pamukkale'de 56 yıldır aradıkları ve paganların mitolojik tanrı Pluton'a hayvan kurban etmek için kullandığı buharlı mağarayı keşfetti.

 

Antik çağın en ünlü hac mekanlarından Hierapolis antik kentinde yani bilinen adıyla Pamukkale'de mitolojik tanrı Pluton'a hayvan kurban edilen ve antik belgelerde 'Plutonium Kapısı'. 'Yer altı Dünyası'nın Kapısı', 'Cehennem Kapısı' gibi isimlerle söz edilen termal mağara yapılan kazılarda bulundu. Salento Üniversitesi'nden Francesco D'Andria'nin başkanlığını yaptığı İtalyan arkeolog bu büyük keşfi İstanbul'da İtalyan Büyükelçisi Giampaolo Scarante nin de hazır bulunduğu bir toplantıda duyurdu. 1957'den bu yana aranan termal su mağarası için antik kaynaklarda İçinden duman ve zehirli gazlar çıkan, civarı kuş ölüleriyle dolu, girişinde pagan rahiplerin, hacıların bağışladığı boğaları zehileyerek Pluton a kurban ettikleri yer olarak tarif ediliyordu. Antik Yunan cografyacılarından Strabon'un kente yaptığı ziyaret sonrası yazdığı belgelerde "İçine kuş attım anında öldü. Burası çok yoğun bir dumanla kaplı. Ve içine bakmak ürkütücü" diye yazdığı ortaya çıkmıştı.

Sabah, 31.03.2013

 

******


PAMUKKALE'DE 'CEHENNEM KAPISI' AÇILIYOR

 

 

Denizli'nin travertenleriyle dünyaca ünlü Pamukkale'deki Hierapolis Antik Kenti'nde, 60 yıl önce ortaya çıkarılan ve 'Ölüler Ülkesi Tanrısı' olarak bilinen Hades'in 'Cehennem Kapısı'nın uzantısı olan ve boğaların kurban edildiği Plutonium Bölgesi ortaya çıkarıldı. Pamukkale suyunun çıktığı fay hatlarından sızan karbonmonoksit gazı nedeniyle o dönemde 'Cehennem Kapısı' olarak adlandırıldığı öğrenildi.

 

UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Pamukkale'de bulunan Hierapolis Antik Kenti'nde çalışmalarda şimdiye dek bir çok önemli eser bulundu. Önceki yıllarda bulunan Latince adıyla Plutonium olarak bilinen mağarada çalışmalar devam ederken, bu kez de yeraltı tanrısı kabul edilen Hades'e boğaların kurban edildiği mağara girişi ortaya çıkarıldı. Pamukkale travertenlerine giden yol üzerinde bulunan bu mağara yeniden inşa edilmeye başlanırken, meşhur beyaz travertenlerin bu mağaradan kaynaklandığını ifade edildi.

Cehennem Kapısı olarak adlandırılan tarihi kalıntılarla ilgili İl Özel İdare Müdürlüğü Hierapolis'ten Sorumlu Fahri Danışman emekli arkeolog Haşim Yıldız, bölgede Apollon adına bir tapınak ve kehanet merkezi olduğunu söyledi. Bu kehanet merkezinin altında geçiş kapısı olduğunu belirten Yıldız, "Hades, Yunan mitolojisinde ölüler ülkesinin tanrısıdır. Bu kehanet merkezinin altında büyük bir fay kırığı var. Bu fay kırığından çok sayıda termal su çıkıyor. Bu termal suyun karbonmonoksiti bu çevrede bulunuyor. Bu yüzden çevrede bulunan bütün kuşlar bir süre sonra ölüyor" dedi.

Antik Çağ'da kişilerin ruhlarının Hades kapısından geçtiğine inanıldığını söyleyen Yıldız, "Bu kapıdan geçtikten sonra kayıkçı onu ölüler ülkesine götürürse o kişinin ruhu huzura erer. Bu kehanet merkezine geleceği öğrenmek isteyenler kurbanlarıyla gelirdi. Apollon Tapınağı'nın rahibi o kurbanı keser daha sonra burada var olan 24 harften birini çektirir ve harfin karşılığında tanrının kehanetini o gelen kişiye söylerdi" diye konuştu.

 

Kehanet merkezinin biraz ilerisinde bir üzerinde yazıt bulunan bir Plutonium bölgesi daha bulunduğunu ifade eden Yıldız, "Burada iki yıldır İtalyan kazı heyeti çalışmalarını sürdürüyor. Ancak bu bölgede çok miktarda karbonmonoksit gazı var. Burada kazı yapmak çok zor. Ancak belirli bölgelerin temizlenerek bu doğal mağaranın gelen ziyaretçilere açılması Pamukkale'ye olan yabancıların ilgisini artıracaktır" dedi.

Emekli arkeolog Haşim Yıldız 1982 yılında üç İngiliz vatandaşının bu mağaralara girdiğini ancak içerideki yoğun karbonmonoksit gazından dolayı hayatını kaybettiğini ve bu olaydan sonra o bölgeye duvar örüldüğünü sözlerine ekledi.

Radikal, Haber: Ramazan Çetin, 03.04.2013

MOR GABRİEL İÇİN 'İRADE'

 

 

Mor Gabriel Manastır Vakfı Başkanı Ergün, hükümetin davadan feragat etmemesini eleştirerek, çözüm için siyasi zeminde irade gösterilmesinin yeterli olacağını söyledi.

 

Mor Gabriel Manastırı Vakfı Başkanı Kuryakos Ergün, “Mor Gabriel sorununun çözülmesi için siyasi zemin hazır, yeter ki irade olsun” dedi. Ergün, manastıra karşı açılan davalardan birinin davacısının hazine olduğunu belirtirken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kendisine, “Şu anda elimizden gelen bir şey yok. Mor Gabriel’in size ait olduğunu biliyoruz. Ancak yargıya intikal ettiği için müdahale edemiyoruz” dediğini anlattı. Ergün, davacılardan birinin hazine olduğunu anımsattıklarında ise “Şimdi feragat edersek, başka davalar için emsal teşkil eder” yanıtını aldıklarını belirtti.


Ergün, Milliyet’in sorularına şu yanıtları verdi:

 

“Birileri bu manastırın burada kalmasını istemiyor” demiştiniz. Kim onlar?
Biz de bilmiyoruz kim olduklarını. Bilsem haklarında suç duyurusunda bulunurdum. Birileri manastırı ihbar ettiyse bile işlerin bu kadar büyümesi gerekmiyordu. Olayın ne olduğunu algılayamıyoruz. Sayın Dışişleri Bakanı ile görüşmemizde kendisi, ‘Şu anda elimizden gelen bir şey yok. Mor Gabriel’in size ait olduğunu biliyoruz. Ancak yargıya intikal ettiği için müdahale edemiyoruz’ dedi. Davaların bir tanesini Hazine’nin açtığını söylüyoruz. Hazine kimdir? Davayı hükümet açmış.

 

Aldığınız cevap nedir?
‘Şimdi feragat edersek, başka davalar için emsal teşkil eder’ deniliyor.

 

Erdoğan, Arınç ve Davutoğlu ile görüştünüz. Görüşmelerin odak noktasında Mor Gabriel mi vardı?

Şu anda duyduğumuza göre, hangi hükümet görevlisi yurtdışına çıksa, ilk etapta Mor Gabriel sorunu önüne geliyor. Sanki Türkiye’yi şikayet ediyormuşuz gibi bir izlenim oluşuyor. Halbuki, Davutoğlu ile görüşmemizde de kendisine söyledik, Avrupa’daki Süryaniler bize görevimizi yerine getirmediğimiz gerekçesiyle davaların açıldığını düşünüyorlar. Mor Gabriel sorununun çözülmesi için siyasi zemin hazır, yeter ki irade olsun. Azınlıkların el konan mallarına iadesi ile ilgili bir dosya hazırlamıştık, şu anda Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde bekletiliyor. O dosya kapsamında sorunlar çözülebilir. Mahkeme beklemeye gerek yok.

 

Bunu dile getirdiğinizde ne söyleniyor?
‘Bakalım’ deniliyor. Demek ki hala irade oluşmadı.

 

Mor Gabriel konusu açıldığında hükümet tarafında bir mahcubiyet hissediyor musunuz?
Onları bilemiyorum ama biz bu konuyu devamlı açtığımız için üzülüyoruz, mahçup oluyoruz. Davutoğlu görüşmemizde “İrademiz var, bu işi çözeceğiz” dedi ama o kadar çok duyuyoruz ki. Çözüm görmek istiyoruz.

Milliyet, Haber: Burcu Karakaş, 30.03.2013

SADABAT CAMİSİ
YENİLENİYOR

 

Lale Devri'nin önemli eserleri arasında yer alan Sadabad Camisi yenileniyor.

İl Özel İdaresi'nden yapılan açıklamaya göre, Lale Devri'nin önemli yapılarına imza atan mimar Sarkis Balyan'ın eseri olan Kağıthane'deki Sadabad Camisi'nin geçen sene başlatılan yenileme çalışmalarının, 2 milyon 819 bin liralık bedelle yıl içinde bitirilmesi planlanıyor.

Sabah, 30.03.2013

DİYARBAKIR SURLARI 'KÜLTÜR MİRASI' RESTORASYONU

 

 

UNESCO Dünya Kültür Mirası aday listesine girmeye hazırlanan tarihi Diyarbakır Surları için son yılların en büyük restorasyon çalışmasına başlandı.

 

Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, surlardaki 82 burçtan 6 burcun restorasyonu için proje çizimlerinin tamamlandığını belirterek, diğer burçların proje çizimlerinin bulunmadığını söyledi.

Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, Diyarbakır Surları restorasyonu için son yılların en büyük yatırımının yapıldığını belirterek, kültürel miras konusunda surların önemli bir yere sahip olduğunu söyledi. Tarihi surlar gibi mimari eserlerin korunarak geleceğe taşınması adına titiz bir çalışmanın yürütüldüğünü ifade eden Toprak, şöyle konuştu:
"Valilik olarak 2011 yılında başlatılan Diyarbakır Surları fizibilite çalışmasıyla, surların genel sorunları bir çerçeve dahilinde belirlendi. Bu çalışmayla Diyarbakır Surları'nın 82 burcundan sadece 6 tanesinin restorasyon için tüm proje çizimlerinin tamamlandığı ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'nca onaylandığı, diğer burç projelerinin bulunmadığı tespit edildi. Bu burçlardan İçkale yerleşkesi, Fiskaya bölgesinde bulunan 73-74 nolu burçlar ve aralarındaki sur duvarları Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yürüttüğü İçkale Projesi kapsamında restorasyon ihalesi yapılmış olup çalışmalara başlanılmıştır. Diğer projeleri hazır olan ve acil müdahale gerektiren 4 burç; 10 nolu burç, 26 nolu burç, 50 nolu burç (Mardin Kapı) ve 62 nolu burç (Leblebikıran Burcu) için Valiliğimiz tarafından Kalkınma Bakanlığı Cazibe Merkezleri'ni Destekleme Programı'na 'Diyarbakır Surlarının Turizme Kazandırılması' projesi ile gerekli çalışmalara başlanıldı. Valiliğimizce 4 Burçtan 26 ve 62 nolu burçların 19 Ekim 2012 tarihinde ihale işlemleri tamamlanmış olup yüklenici firma burçlarda restorasyon çalışmalarına başlamıştır. 10 ve 50 nolu burçların restorasyon ihalesi çalışmaları da tamamlandı ve önümüzdeki günlerde restorasyonuna başlanacaktır."

Diyarbakır Surları'nın restorasyon projelerinin olmamasının büyük bir eksiklik olduğunu belirten Vali Toprak, surların ilk kez Valilik tarafından hazırlanan projeyle tehlike arz eden burçların proje çizimleri için gerekli kaynaklar sağlanarak çalışmalara başlandığını ifade etti. Başta Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kalkınma Bakanlığı'nın ve hükümet kaynaklarının bu yönde değerlendirildiğini anlatan Toprak, "Diyarbakır Kültürel Mirasının Projelendirilmesi Projesiyle, Diyarbakır Surları üzerinde yer alan Evli Beden (Benusen), Yedi Kardeş, Selçuklu Burcu, Nur Burcu, Fındık Burcu, Urfa Kapı, Yeni Kapı gibi ön planda bulunan 25 burcun ve burçlar arası sur duvarlarının proje çizim çalışmaları yapılıyor. İhale çalışmaları tamamlanan bu yapıların ilgili firmalar tarafından proje çizim çalışmalarına başlandı. Bu proje çizim çalışmalarından sonra 2013 yılında proje çizimi tamamlanan burçların ve aradaki sur duvarlarının zaman kaybedilmeden restorasyonuna başlanacaktır. Diyarbakır, surlarıyla var oldu, surlar da yapılan bu çalışmalarla gelecek kuşaklara taşınacaktır" diye konuştu.

"Projelerimiz, surların UNESCO aday listesine girmesine destek olacak"
Diyarbakır Surları ve Suriçi'ndeki çalışmaların, surların UNESCO Dünya Kültür Mirası Adaylığı büyük katkılar sağlayacağını belirten Toprak, şöyle konuştu:
"Valiliğimiz, farklı bakanlıklardan ve kaynaklardan Diyarbakır Surları ve Suriçi Bölgesi için fonların sağlanması çalışmaları yürütmektedir. Valiliğimizin bu yoğun çalışmalarının sonucu olarak surlar adına günümüze kadar yapılan ve bütçe bakımından en büyük bütçeye sahip bu projelerimizle Diyarbakır Surları'nın korunması, tanıtılması ve turizme en iyi şekilde kazandırılması çalışmalarıyla Diyarbakır Surları'nın, UNESCO Dünya Kültür Mirası Adaylığı'na çok önemli destek sunulmaktadır. Diyarbakır Valiliği olarak 2010 yılından beri yaptığımız turizm çalışmalarıyla, ilimizin turizmde bölgenin ve ülkenin önemli turizm marka şehri olması adına çalışmalar yürütülmekte olup bu çalışmaların alt yapısının tamamlanmasıyla çok yakın bir dönemde Diyarbakır'ın gerçek anlamda bir açık hava müzesi ve turizm kenti olacağına inancımız sonsuzdur."

Cnn Türk, 29.03.2013

8 BİN 400 YILLIK TARİHİN PENDİK'TE SERGİLENMESİNİ İSTİYORUZ

 

 

Şahin, Marmaray Projesi kapsamında Pendik tren yolu kazılarına başlanan 8 bin 400 yıllık Pendik Höyüğü'ndeki çalışmaları yerinde inceledi.

 

Pendik Höyüğü'ndeki çalışmaları yerinde inceleyen Pendik Belediye Başkanı Dr. Kenan Şahin: "Müzeler Müdürlüğü ile mutabık kalırsak, gerçekleştirmeyi düşündüğümüz ortak bir projeyle kazılarda çıkarılan tarihi eserlerin Pendik'te sergilenmesini istiyoruz." şeklinde konuştu.

 

Pendik Belediye Başkanı Dr. Kenan Şahin, Marmaray Projesi kapsamında Pendik tren yolu kazılarına başlanan 8 bin 400 yıllık Pendik Höyüğü'ndeki çalışmaları yerinde inceledi. İstanbul Arkeoloji Müzesi ekiplerinin aralıksız sürdürdüğü çalışmalarda, Neolitik döneme ait kemik, taş ve pişmiş toprak eserler ile Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen bir de su kanalı bulunan höyük, İstanbul Anadolu Yakası'nın en eski arkeolojik bulgularını barındırıyor. İnceleme sırasında yetkililerden çalışmalar hakkında bilgi alan Başkan Şahin, Pendik Höyüğü'nde rastlanan tarihi eserler hakkında İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü ile görüşmeler yapacaklarını belirterek: "Arkeologlar Pendik Höyüğü'nde önemli tarihi bulgulara ulaştı. Müzeler Müdürlüğü ile mutabık kalırsak gerçekleştirmeyi düşündüğümüz ortak bir projeyle kazılarda çıkarılan tarihi eserlerin Pendik'te sergilenmesini istiyoruz." şeklinde konuştu.

haberler.com, 29.03.2013

2012'DE EN ÇOK O ZİYARET EDİLDİ

 

 

Paris’te bulunan Louvre Müzesi, 2012’nin en çok ziyaret edilen müzesi oldu. Londra merkezli kültür sanat dergisi Art Newspaper’ın yaptığı araştırmaya göre, müzeyi 2012 yılı içinde, 9.7 milyon kişi gezdi. Bu sayı, 2011’deki ziyaretçi sayısından 1 milyon kişi fazla. Louvre’un ziyaretçi sayısının, müzenin 2007’de açılan ‘İslami Sanat’ bölümünden sonra, oldukça hızlı bir artış gösterdiği de, çıkan sonuçlar arasında. New York’ta bulunan Metropolitan Museum of Art ise listenin ikinci sırasında yer aldı.


20 en popüler serginin hiçbirinin, en çok ziyaret edilen ilk 5 müzede yer almadığı saptanan araştırmanın sonuçlarına göre, yılın en popüler sergisi ise, Tokyo Metropolitan Art Museum’da açılan ‘Dutch Old Masters’ oldu. Koleksiyon, gelecek yıl Hollanda’ya dönmeden önce, Amerika ve İtalya ’yı da ziyaret edecek.

Radikal, 29.03.2013

EMEK'E KAZMA VURULDU!

 

 

Emek Sineması’nın yıkımına başlandı. Yıkımın İstanbul Film Festivali’nin başladığı güne denk gelmesi dikkat çekti.

 

2009’yılından bu yana kapalı olan Emek Sineması’nın yıkımına başlandı. Bir süre önce Emek Sineması’nında içinde bulunduğu Cercil D'orient binasına iskeleler kurulmuş ve inşaat başlanmıştı.

 

Kamer İnşaat tarafından yürütülen proje ortaya çıktıktan sonra Emek’in yıkılmaması için yoğun protestolar gerçekleştirilmişti.

 

 

2010, 2011 ve 2012 yılları boyunca Emek’in olduğu gibi yerinde korunması için yapılan mücadeleler sonuç vermeyince bu ay başında inşaat başlamış oldu.

 

Kamer İnşaat, tarihi sinemanın ‘olduğu gibi’ korunacağını ve yerine yapılacak AVM’in en üst katına taşınacağını iddia ediyor.

 







Radikal, Fotoğraflar: Elif Refiğ, 29.03.2013

DUVAR YAZILARINDAKİ SAKLI TARİH

 

 

İzmir'deki Agora kazılarında bulunan duvar yazıları ve tasvirler Roma dönemindeki günlük hayata ışık tutuyor. Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, "Duvar yazılarında küfürden tutun da sevgi sözcüklerine, aşk sözlerine kadar, bulmacalara kadar, gemi tasvirlerine, şiddeti ifade eden gladyatörlere kadar pek çok sözcük var" dedi. Duvar yazısı galerisi, restorasyon çalışmalarının ardından ziyarete açılacak. 

 

İzmir'deki bu alan dünyanın kent merkezindeki en büyük antik dönem agorası... İzmir Agorası'nda sürdürülen kazı çalışmalarıyla kentin tarihi zenginliği gün yüzüne çıkıyor.

 

Çalışmalarla ilgili bilgi veren Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, "Smyrna Agorasının en önemli ve en popüler arkeolojik bulgusu duvar yazılarıdır. Dünyada başka bu zenginlikte ve bu çeşitlikte bir duvar yazı bulgusu söz konusu değil"  diye konuştu.

 

Duvar yazıları, Roma dönemindeki günlük hayata ilişkin pek çok ipucu veriyor. Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, bu konuda şunları söyledi:

"Küfürden tutun da sevgi sözcüklerine, aşk sözlerine kadar, bulmacalara kadar, gemi tasvirlerine, şiddeti ifade eden gladyatörlere kadar pek çok sözcük var. Hem antik çağın günlük yaşamını, hem Smyrna'nın günlük yaşamından bize inanılmaz kesitler veriyor."

 

Bu tarihi zenginlik, İzmir'i kültür turizminde zirveye taşıyor. İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz, "İzmir'e 2012 yılı içerisinde gelen turist sayısı 1 milyon 380 bin ancak İzmir'deki müzeleri ziyaret eden turist sayısı 3 milyon. Bu İzmir'deki kültürel mirasın ne kadar çok ilgi çektiğinin net göstergesi" dedi. Çalışmalar tamamlandığında duvar yazılarının yer aldığı galeri ziyarete açılacak.

TRT Haber, 28.03.2013

TARİH MESCİTTE ZÜLFİKAR FRESKLERİ BULUNDU

 

 

Alanya Kalesi'nde yürütülen restorasyon çalışmaları kapsamında, 1227 yılında Aleaddin Keykubat tarafından yaptırılan Selçuklu Mescidi'nin iç temizliği sırasında 2 duvarda Hz. Ali'nin kılıcı olan 'Zülfikar' freskleri ortaya çıkarıldı.

Tarihi yaşam bulguları millattan önce 4'üncü yüzyıla dayanan Alanya Kalesi'ndeki restorasyon çalışmaları aralıksız sürüyor. Alanya Belediyesi ve Müze Müdürlüğü'nün 2007 yılında başlattığı restorasyon çalışmalarıyla bir yandan bugüne kadar ziyarete açılamayan tarihi varlıklar turizme kazandırılırken, diğer yandan tarihi belge niteliğindeki tasvirlerin gün yüzüne çıkması sağlanıyor.

 

Müze Müdürü Seher Türkmen ise Alanya Kalesi'nin liman bölgesinde yer alan ve kitabesine göre 1227 yılında Aleaddin Keykubat tarafından yaptırıldığı bilinen tersanenin mescit kısmında, 2 duvarda karşılıklı Zülfikar freskleri ortaya çıkarıldığını söyledi. Zülfikarların anlamının, bu mekanın o dönemdeki kullanımıyla alakalı olabileceğine işaret eden Türkmen, şöyle dedi:
"Tersanenin iç kısmındaki temizlikten sonra mescit kısmındaki temizliğin daha titiz ve kapsamlı yapılmasına karar verdik. Son aşamaya gelindiğinde duvarlarda bazı bezemeler olduğunu fark ettik. Temizlik sonrası, sıva üzerinde bazı freskler olduğu ortaya çıktı. Bu freskler karşılıklı duvarlardaki 2 Zülfikar'dan oluşuyor. Osmanlı arşivinin 1538'deki kayıtlarından anlaşıldığı üzere Alanya bölgesinin, Kaptan Paşa Eyaleti içerisine alındığı görülüyor. Büyük bir ihtimalle burası mescit olarak kullanılmış, ancak tersanenin bir de askeri fonksiyonu olduğu düşünülüyor. Tabi bu fresklerle ilgili daha kapsamlı araştırmalar yapılacak. Bunun sonucunda daha net bilgilere ulaşmış olacağız."

Habertürk, 28.03.2013

ANTİK KENTTE 'MANGAL KEYFİ'

 

 

Her yıl 5 milyon kişinin ziyaret ettiği dünyaca ünlü turizm şehri Antalya inde akşamcıların keyfi 1800 yıllık tarihi sütunları kararttı. Yoğun dumandan tarihi sütun simsiyah olurken sıcaklıktan arşitrav yani sütun baş tabanı da çatladı. Side antik kentinde MS 2'nci yüzyılda inşa edilen Devlet Agorası'nın orijinal yapısında 18 tarihi sütun bulunuyor. Side Antik Kent'in yönetim merkezi olan devlet agorasının uzunluğu 88,5 metre, genişliği ise 69,20 metre.

Side Beach Boys Su Sporları İşletme Müdürü Murat Ilgaz, antik kentte alkoliklerin mangal yaptıkları taşları görünce yüreğinin sızladığını söyledi. Tarihi Devlet Agorası ve Bizans hastanesinin koruma altına alınarak alkoliklerin mekanı olmaktan kurtarılması gerektiğini belirten Ilgaz, 1800 yıllık tarihi binanın akşamcıların cirit attığı mekan haline geldiğini kaydetti. Ilgaz, "Bu tarihi agora başka ülkede olsa her tarafını özel koruma altına alırlardı. Devlet agorası maalesef akşamları alkoliklerin ve tinercilerin mekanı konumuna geldi. Tarihi binanın sütunlarının daha fazla zarar görmemesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bölgede ışıklandırma yapmalı ve kamera sayısını artırmalı. Alkolikler genelde tarihi binaya akşamları zarar veriyor. Mangal yaparak keyif sürüyorlar. Olan tarihi taşlara oluyor. " diye konuştu.

DSP Manavgat İlçe Başkanı Ahmet Çakmak ise devlet agorasının daha fazla zarar görmemesi için bölgenin acilen koruma altına alınması gerektiğini söyledi. Alkoliklerin tarihi taşlara zarar vermesinden derin üzüntü duyduğunu belirten Çakmak, bölgenin koruma altına alınması, ışıklandırılması ve güvenliğinin sağlanmasında Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde konunun sonuna kadar takipçisi olacaklarını kaydetti.


Alman turist David Minnts, çocuklarıyla birlikte hatıra fotoğrafı çektirirken tarihi bina içinde ateş külünü görünce çok şaşırdığını kaydetti.


Side Devlet Agorası'nı her yıl 5 milyon turist ziyaret ediyor.

Sabah, 27.03.2013

O ANADOLU'NUN EN ESKİSİ

 

 

Sinop'un Dikmen İlçesi Kerim Köyü'nde bulunan, Anadolu'nun en eski camilerinden Cuma Camii restore edilmeyi bekliyor.

 

Konu ile ilgili bilgi veren Dikmen İlçe Müftüsü Hanefi Çakmak, kaderine terk edilmiş durumda olan camiyi yeniden ibadete açma gayreti içinde olduklarını söyledi.

 

Çakmak," Dikmen İlçe Müftülüğü olarak Dikmen'in en eski Cuma camiilerine sahip çıkmak istiyoruz. Bu camiler İslam'ın ilk Anadolu'ya yayıldığı dönemlerde alperenler tarafından birkaç köyün birlikte Cuma namazı kılmaları için yapılmış camiler. Bunların en eskisi de Kerim Köyü Hatip Mahallesi'nde bulunan eski Cuma Camii. Şu anda harabeye dönmüş olan cami çok uzun yıllar hizmet etmiş. Onarımını arzu ettiğimiz camiinin ilgili kurumların ve hayırseverlerin acil yardımına ihtiyaç var. İlçe Müftülüğü olarak gerekli çalışmalar yaptık, dosyaları hazırlayarak ilgili makamlara gönderdik. Olumlu cevap alacağımızı umut ediyoruz. Bu tarihi camiyi imar edip tekrar ibadete açmak için herkesin ilgi alaka ve yardımlarını bekliyoruz." dedi.

Sinop Kent Haber, 20.03.2013



24 - 30 Mart 2013

KAÇAKÇILIĞI ZENGİNLER YÖNETİYOR

 

 

Tarihi eser kaçakçılığınımercek altına alan Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Daire Başkanlığı çarpıcı bir rapora imza attı.

KOM’un hazırladığı rapora göre ABD’li ve Avrupalı zenginlerin, Grek ve Roma medeniyetlerine ait eserlere sahipolmak istediği,bununda kaçakçılığı patlattığıbelirtildi.

KOM raporunda, tarihi eser kaçakçılarınınsistematik bir şekilde örgütlendikleri belirtilerek şu saptama yapıldı: “Yerelhalkınarasında bulunankaçak kazıcı gruplar tarafındanörenyerlerinde yapılankaçak kazı sonucu ortaya çıkarılan tarihi eserler, örgüt yöneticileri adınahareket edentoplayıcı gruplara satılıyor.

Örgüt yöneticileri de eserleri yurtdışındaki temsilcilerine ulaştırıyor.” Polisinhazırladığı raporda, “Ülkemizdeki eser kaçakçılığınınrotası

ABD ve AB ülkeleri yönünde.Organize bir şekilde örgütlenenkaçakçılar ülke genelinden toplayıcılar kanalıyla tarihi eserleri topluyor.Bulgaristan hudut  kapısı üzerinden  Batı Balkan ülkeleri (Karadağ, Sırbistan,Hırvatistan, Slovenya) karayolu güzergahı kullanılıyor.

İstanbul, İzmir, Muğla,Antalya,Mersin ve Adana limanları kullanılarak denizyoluyla eserler yurtdışına kaçırılıyor. Eserler Muğla, İstanbul ve İzmir havalimanlarından ABD ve Avrupa ülkelerine kaçırılıyor” bilgisine yer verildi.KOM’unraporundaTürkiye’ye Suriye’dençok sayıda eser getirildiği bilgisi yer aldı.

Bugün, 29.03.2013

3 BİN YILLIK HEYKELE ŞAFAK OPERASYONU

 

İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, fiziki ve teknik takip sonucu tarih eser kaçakçılarına yönelik bir operasyon düzenledi. Yurtdışından gelen kaçakçılara yönelik operasyonda 4 yabancı gözaltına alındı. Şüphelilere ait adreslerde yapılan aramalarda 39 parça tarihi eser ele geçirildi. Hititler dönemine ait 3 bin yıllık kadın heykeline, satılmak üzere yola çıkarılırken el kondu. Tarihi eser kaçakçılarının Türkiye'ye getirdiği diğer tarihi eserler arasında Hititler dönemine ait kandil, kâse, ağırşak, Roma ve Bizans dönemine ait 25 bronz sikke ve İslami döneme ait 5 bakır sikke bulundu. İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne gönderilen tarihi eserler yapılan detaylı incelemenin ardından sergilenecek. İstanbul Emniyeti'nde ifadeleri alındıktan sonra mahkemeye sevk edilen şüpheliler ise sınır dışı edilmek üzere İstanbul Yabancılar Şube Müdürlüğü'ne gönderildi.

Sabah, Haber: Yunus Tiryaki, 29.03.2013

2 BİN 400 YAŞINDAKİ VEJETERYAN

 

 

'Tollund adamın' ölü bedeni Danimarka'da bir sulak alanda 1950 yılında bulundu.

 

Adını, bulunduğu yerin yakınındaki köy "Tollund" dan alan demir çağ adamı, vücudunun şaşkınlık verici bütünlüğüyle biliniyor. 

Boynundaki deri ipten asılarak öldürüldüğü anlaşılan "Tollund Adam"ın M.Ö. 350 yılında asılarak öldürüldüğünü belirleyen bilimadamları onun yaşamına dair çarpıcı bulgulara ulaşıp bunu dünyaya duyurmuştu.. 

 

Bataklıktaki mezarından şapka ve belindeki kemeriyle çıkarılan bedenin, 40 yaşlarında 1.61 cm boyunda, saç ve sakal tıraşını ihmal etmeyen ve onu öldürenlerin düşmanı olmayan bir kişiye ait olduğu sanılıyor.

 

Onunla ilgili en şaşırtıcı izler ise sindirim sisteminde bulundu. İzler son yemeğe ait. Tollund Adam bu öğünde karnını keten tohumu, ketencik, çobandeğneği ve arpa başta olmak üzere, 30 farklı bitki tohumundan yapılmış lapa ya da çorbayla doyurduğu belirlendi

Akşam, 29.03.2013

KIRIM SAVAŞI'NDAN KALAN OSMANLI SİLAHLARI

 

Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya Çarlığı arasındaki Kırım Savaşı'nda, Türk askerlerinin kullandığı silahlar, bir Rus'a ait koleksiyonda ortaya çıktı. Osmanlı askerlerine ait silah, para ve çeşitli eşyalardan oluşan koleksiyonda Abdülmecid tarafından komutanlara hediye edilen askeri nişanlar da bulunuyor.

 

Rusya'da doktora eğitimi alan Ebubekir Şahin'in özel araştırması Rusya gündemi ile Türkçe yayın yapan www.haberrus.com haber portalında yayınlandı. Rusya'nın St. Petersburg şehrinde yaşayan Bogdan Nebeleviç adlı koleksiyoner tarafından dünyanın dört bir yanından toplanan eserler, günümüzde "Savaş Kostümleri Müzesi" adıyla ziyaretçilerini ağırlıyor.

 

Müzenin, Kırım savaşı veya başka bir savaşın propagandası için açılmadığını ifade eden müze müdürü Nebeleviç, amacının 'savaşlarda ortaya çıkan trajedilerden insanların ders alması ve bir daha kötü olaylar yaşanmaması' olduğunu söyledi.

 

AYNALI OSMANLI FESİ

Müzedeki en ilginç eserlerden birinin içerisinde ayna olan Osmanlı fesi olduğunu kaydeden Nebeleviç, ayrıca askerlere ait yatağan, tabanca, tüfek ve para gibi çeşitli eserlerin müzenin en değerli eşyaları olarak göze çarptığını belirtti.

 

SİVASTOPOL'DE ŞEHİT DÜŞEN TÜRK ASKERLERİNE AİT ESERLER

Türk askerlerine ait eserlerin birçoğunun Sivastopol'de bulunduğunu ve bazılarının ise yurtdışında düzenlenen müzayedeler aracılığıyla koleksiyona katıldığını açıklayan Nebeleviç,  ayrıca Fransız, İngiliz ve Rus askerlerinin kullandığı eşyaları da ziyaretçilerin ilgisine sunduklarını kaydetti.

 

Günümüzde iki binden fazla eserin sergilendiği koleksiyonda; Türk askerlerine ait üzerinde Osmanlıca yazılar bulunan bir adet yatağan, fildişi işlemeli tabanca ve tüfek ve çeşitli dönemlere ait paralar bulunuyor. Osmanlı askerlerinin kullandığı bot, matara, pipo ve çeşitli nişanlar da sergilenen eserler arasında. Koleksiyonda ayrıca, Rusya'nın Osmanlıya Savaş ilan ettiği fermanın yanı sıra, Fransız ve İngiliz askerlerinin kullandığı yüzlerce eser ziyaretçilerin ilgisini bekliyor.

175 BİNDEN FAZLA OSMANLI ASKERİ ŞEHİT OLDU

Osmanlı Devleti ve Rusya arasında başlayan, daha sonra İngiltere, Fransa ve Piyemote-Sardinya'nın Rusya'yı Avrupa ve Akdeniz dışında tutmak amacıyla katıldığı Kırım Savaşı'nda (1853 -1856) şehit düşen Osmanlı askerlerinin sayısının 175 bin 300 kişi olduğu tahmin ediliyor. Ayrıca, Kırım savaşının en kanlı muharebelerinden olan Sivastopol kuşatması sırasında yaklaşık 35 bin Türk askeri şehit olmuştu.

Akşam, 29.03.2013

VEZÜV'ÜN 2 BİN 100 YILLIK KALINTILARI

 

İtalya'nın güneyinde bulunan 1280 metre yüksekliğindeki aktif yanardağ Vezüv, Roma İmparatorluğu'nun en güçlü döneminde, MÖ 73'te patlayarak Pompei, Herculaneum ve Stabia kentlerini haritadan sildi. Arkeologlar 20'nci yüzyıldan itibaren bu kayıp kentlerin üzerinde yapılan kazılarda küller altında kalarak adeta taştan bir heykele dönmüş bin 500'e yakın ceset buldu. İşte bu cesetlerden bazıları ve kent yaşamından bazı objeler İngiltere'nin başkenti Londra'da dün açılan "Pompeii ve Herculaneum'da Yaşam ve Ölüm" sergisinde görülebilecek. Küller altında ölen insan ve hayvanların cesetlerinin fiziksel olarak hiç bozulmamış olması, bir ekmek somununun kömürleşmesine rağmen, yüz yıllar boyunca şeklini kaybetmemesi ziyaretçileri hayrete düşürüyor. Birçok objenin ilk kez İtalya dışına çıkarıldığı "Pompeii ve Herculaneum'da Yaşam ve Ölüm" sergisi 29 Eylül'e kadar açık kalacak.

Sabah, 29.03.2013

RUM OKULU'NA ONAY

 

 

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), tarihi bir karara imza atarak, Çanakkale'nin Gökçeada ilçesinde bulunan Rum İlkokulu'nun açılmasına izin verdi. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, azınlıkların okul açma ya da kapatmasına ilişkin taleplerini değerlendirdiklerini söyledi. Azınlık okulları temsilcilerinin geçen yıl başvuruları doğrultusunda çalışma başlatan Bakanlık, 1964'te Kıbrıs olayları dolayısıyla öğrenci alımı yasaklanan ve öğrencisiz kaldığı için kapanan Özel Gökçeada'daki Rum İlkokulu'nun yeniden açılmasını kararlaştırdı. Bakan Avcı, Yunanistan göçmeni olan Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu'na bakan olarak yaptığı ilk Yunanistan gezisinde müjdeli haberi bildirdi. Özel Gökçeada Rum İlkokulu, Fener Rum Patriği Bartholomeos'un da okuduğu okul. Bartholomeos, doğduğu, ilk ve ortaokulu okuduğu Gökçeada'da yeniden okul açılması Rum cemaatini sevindirdi. Bartholomeos, "Yarım yüzyıl sonra gerçekleşen bu talebimiz bizi memnun etti" dedi. Azınlık vakıflarının temsilcisi Laki Vingas, yaklaşık 2 yıl önce Gökçeada'da yaşayan vatandaşların okulun açılması yönünde başvuru yaptığını belirterek, "Geçen yıl bekliyorduk ancak zamanı şimdi geldi. 10 öğrenci bile olsa bu çok önemli, gelecek için bir umuttur" şeklinde konuştu. İmroz Gökçeada'yı Koruma, Yardımlaşma, Geliştirme ve Dayanışma Derneği Başkanı Stelyo Berber de, "Çok sevindirici ve önemli bir gelişme. Bizim de çok istediğimiz adalıların istediği bir olaydı. Belki de son 50 senedir, yapılmış en somut, en net siyasi karar" yorumunu getirirken İmroz Gökçeada'yı Koruma, Yardımlaşma, Geliştirme ve Dayanışma Derneği Başkanı Stelyo Berber de kararı, "Çok sevindirici ve önemli bir gelişme. Belki de son 50 senedir, yapılmış en somut, en net siyasi karar" sözleriyle değerlendirdi.

Sabah, Haber: Safure Onay, 29.03.2013

GÜRÜN ESKİ KİLİSEYİ RESTORE EDEREK TURİZME KAZANDIRACAK

 

 

Gürün İlçesi'nin turizme açılması noktasında Gürün Belediyesi  tarihi kiliseyi restore ettirme kararı aldı.


Gürün Belediye Başkanı Mehmet Aktaş, tarihi yapıların onarılarak turizme kazandırılmasına büyük önem verdiklerini söyledi.


Bu kapsamda, Pınarönü Mahallesi'nde 19. yüzyıldan kalan, bir dönem cezaevi, sinema ve depo olarak kullanılan Ermeni kilisesini ayağa kaldırmak istediklerini dile getiren Aktaş, sahibinden satın aldıkları yapının etrafında kamulaştırma çalışmalarını tamamladıklarını ifade etti.


Kilisenin çevresinde hafriyat çalışmasına başladıklarını aktaran Aktaş, eserin rölöve, restorasyon ve restitüsyon projesinin Sivas Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nce onaylandığını bildirdi.


İhalenin en kısa sürede yapılmasının ardından restorasyon çalışmalarının başlayacağını belirten Aktaş,  ''Restorasyon, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sivas Valiliği ve belediyemizin ortaklaşa yürüteceği bir çalışma olacak. Yapı, restorasyondan sonra ilçemizde kültürel amaçlı etkinliklerin yapılacağı bir mekan olarak kullanılacak ve kent müzesine dönüştürülecek. Kilisenin çevresi de düzenlenecek. Eserin yanına otopark yapılması düşünülüyor. 3 bin 700 metrekare alanı düzenleyerek, ilçemize sosyal bir mekan kazandırmış olacağız.''dedi.


Halk arasında ''Meryem Ana Kilisesi'' olarak bilinen eserin yanındaki kayalıklarda bulunan mağaraların da ışıklandırılarak ziyarete açılacağını ifade eden Aktaş, Gökpınar Gölü, Şuğul Kanyonu ve tarihi konaklarıyla ön plana çıkan Gürün'e daha fazla turist çekmeyi hedeflediklerini sözlerine ekledi.

Sivas Hürdoğan, 28.03.2013

BRANDENBURG KAPISI'NA ARABAYLA ÇARPTI

 

    

 

Almanya’nın başkenti Berlin’de bulunan ve ülkenin sembollerinden biri olan Brandenburg Kapısı’na dün gece bir otomobil çarptı. Aracın sürücüsünün Türk asıllı Onur I. olduğu öğrenildi.

 

Onur I.’nın köprücük kemiğinin zedelendiği, aracın önünün ise tamamen harap olduğu belirtildi. Alman Bild gazetesine konuşan Onur I., “17 Haziran Caddesi’nde ilerliyordum. Yolun ikinci kısmında bayılmışım. Bütün gün bir şey yememiştim. Belki de şekerim düştü” dedi. 

 

Araç üzerinde yapılan ilk incelemelerde sabah 02.00 sularında gerçekleşen kazada Onur I.’nın otomobilin frenine basmadığı anlaşıldı. Polis sözcüsü 22 yaşındaki Onur I.’nın kanında alkol bulunamadığını da belirtti.

 

Brandenburg Kapısı’nın ne kadar hasar gördüğü ise henüz tespit edilebilmiş değil ancak kapının taşıyıcı kolonlarından birinin parçalara ayrıldığı belirtildi.

 

18’inci yüzyılın sonlarında inşa edilen Brandenburg Kapısı’nın durumunun kritik olup olmadığı bilinmiyor.

Hürriyet, 28.03.2013

BU EVDE Mİ DOĞDU?

 

 

Türkiye'nin burayı restore ederek kültür merkezine çevirme çalışmaları şu anda proje aşamasında.

Mezar-ı Şerif'ten, 25 kilometre ötedeki Belh İlçesi'ne giden ana yola Mevlana'nın şerefine "Konya Yolu" adı verilmiş.

Belh'te Mevlana'nın doğum yerine dek uzanan cadde de onun babası Sultanü'I-Ulema Bahaeddin Veled'in adıyla anılıyor. Restorasyon çalışmaları çerçevesinde bu cadde de asfaltlanacak.

Sultanü'I-Ulema Bahaeddin Veled Hanekası olarak bilinen binanın tabelası. Haneka, bir tür mevlevihane.

Mevlana'nın ailesi Belh'ten 1212 veya 1213'te ayrılmış. Yıllar içinde viran hale gelen hanekanın kubbesi çökmüş durumda.

Restorasyonun dört milyon dolara mal olacağı tahmin ediliyor.

Bina yüksek tonozlarla, İslam mimarisine uygun olarak inşa edilmiş.

Vatan, 28.03.2013

EN PAHALI RÜYA!

 

 

ABD'li yatırım fonu yöneticisi Steven A. Cohen, Pablo Picasso'nun "Rüya" (Le Rêve) adlı tablosunu 155 milyon dolara (282 milyon TL) satın alarak bir rekora imza attı. Özel satışla el değiştiren tablo, 1973'te ölen İspanyol ressamın "en pahalıya satılan yapıtı" unvanının sahibi ve 100 milyon doların (182 milyon TL) üzerine çıkan üçüncü eseri oldu. Bu rakamın, ayrıca, ABD'li bir yatırımcının bir sanat eserine ödediği en yüksek fiyat olduğu açıklandı. Picasso'nun 24 Ocak 1932'de, sadece bir öğleden sonrasını harcayarak tamamladığı, 22 yaşındaki metresi Marie-Thérèse Walter'i resmettiği yağlıboya tablo, gazinolar kralı Steve Wynn tarafından satıldı.

 

YEDİ YIL ÖNCE SATILACAKTI AMA YIRTILDI
Steve Wynn, 2006'da yapıtı satmak için 139 milyon dolara (253 milyon TL) Cohen'le anlaşmış ancak bir gün sonra arkadaşlarına gösterirken dirseğini tabloya geçirip 15 santimetrelik bir delik açılmasına neden olunca "Rüya"nın satışı gerçekleşmemişti. Tamiri için 90 bin dolar (164 bin TL) ödeyen Wynn, tabloyu yedi yıl gecikmeli de olsa rekor fiyata satmayı başardı.


Picasso'nun, 2010'da 106.5 milyon dolara satılan "Çıplak, Yeşil Yapraklar ve Büst" adlı tablosu bir açık arttırmada en yüksek fiyata alıcı bulan sanat eseri olmuş, "Pipolu Çocuk" tablosu ise 2004'te 104.2 milyon dolara alıcı bulmuştu. 155 milyon dolara satılan "Rüya", 2011'de Katar Kraliyet Ailesi tarafından 250 milyon dolara satın alınan Cezanne'ın "İskambil Oyuncuları" tablosunun ardından en pahalı tablolar sıralamasında ikinci sıraya yerleşti. İkinci sırada daha önce Jackson Pollack'ın 2006'da 140 milyon dolara satılan "Number 5 1948" adlı eseri vardı.

Habertürk, 28.03.2013

MİMARLAR ODASI ANKARA ŞUBESİ İLE ÇEVRE HUKUKU DERNEĞİ'NDEN ARİNNE LODGE VE CRR HOTELS İNŞAATLARINA DAVA

Mimarlar Odası Ankara Şubesi ile merkezi İstanbul’da bulunan Çevre Hukuku Derneği, Uçhisar’da yapılmakta olan “Arinna Sustainable Luxury Lodge” ile CCR Hotels inşaatları için Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü ile Uçhisar Belediyesi’ne karşı ayrı ayrı davalar açtı. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nden Aralık 2012’de bölgeye gelen bir ekip bu iki otelin inşaatlarını incelemiş, çevre konusunda çalışan uzman avukatlar tarafından kurulan Çevre Hukuku Derneğiise yine aynı tarihlerde bölgede çalışma başlatmıştı.

Öte yandan, Kapadokya’da hizmet veren bazı STK’ların Aralık 2012’de konu ile ilgili olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’na verdikleri dilekçe sonucunda bakanlık, geçtiğimiz haftalarda bölgeye bir teftiş ekibi gönderdi. Ekip, bölgedeki incelemelerine devam ediyor.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü’ne bu otellerin yapımına onay verdiği için; Uçhisar Belediyesi’ne ise Arinna Lodge inşaatının yapımına verdiği ruhsatın iptali talebiyle dava açtı.

Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu üyeleri hakkında dava açan Çevre Hukuku Derneği, dava dilekçesinde bu inşaatların tarihi ve doğal dokuyu geri dönülemez bir şekilde tahrip ettiğini belirterek, Kurul’un bu tahribata nasıl izin verdiğini sordu.








Dava sürecine nasıl gelindi?

Arinna Otel ve CCR Hotels inşaatlarına karşı Kasım 2012’de sosyal medyada başlayan tepki büyüyerek yaklaşık 200 kişinin katıldığı bir protesto gösterisine dönüşmüş; Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu binası önünde ve inşaatların yapıldığı alanda 16 Kasım 2012 günü yapılan protesto gösterisi Kapadokya tarihine bir ilk olarak geçmişti.

Kapadokyalı sivil toplum kuruluşlarının biraraya gelerek ‘Kapadokya Çevre Platformu’ adıyla yürüttüğü bu mücadelede ikinci adım change.org sitesinde bir imza kampanyası açılması oldu. Kampanyaya destek verenlerin sayısı 28 Mart 2013’te 13 bini buldu. Yazılı ve görsel basın tarafından da takip edilen konu kimi gazetelerin manşetlerine, ana haber bültenlerine kadar taşındı.

Kapadokya Çevre Platformu’nun Nevşehir Valiliği’ne verdiği dilekçeler sonrasında önce Arinna Lodge inşaatı, ardından CCR Hotels’in inşaatları geçici olarak durduruldu. Ardından, Kültür ve Turizm Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden gelen bir ekip Arinna Lodge’un inşaatında incelemelerde bulundu. Platform, bununla yetinmeyerek 04 Aralık 2012 günü Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’na da bir dilekçe gönderdi. Platform, verdiği dilekçede, Arinna Lodge ile CCR Hotels inşaat projelerinin, Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü’nce hukuk dışı bir biçimde onaylanıp-onaylanmadığı, dolayısıyla bu projelere dayanılarak yürütülen inşaatların yasal olup-olmadığı konusunda, teftiş kurulundan görevlendirilecek müfettişlerin bölgeye gelerek araştırma yapması talebinde bulundu.

Kapadokya Çevre Platformu’na bir destek de TBMM’den geldi. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Ankara Milletvekili Prof. Dr. Özcan Yeniçeri, Uçhisar’da geçici olarak durdurulan Arinna Lodge ve CCR Hotels inşaatları ile ilgili olarak TBMM Başkanlığı’na yazılı soru önergesi sundu. 23 Ocak 2013 tarihli ve 17016 sayılı önergede, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan, Uçhisar’daki söz konusu projelere ve benzeri projelere Koruma Kurulu’nun nasıl izin verdiğinin açıklanması talep ediliyordu.

Ardından, Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve Çevre Hukuku Derneği bölgeye gelerek incelemelerde bulundular. İncelemeler sonucunda da davalar açıldı. Ayrıca, Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu’ndan gelen bir ekip çalışmalarına devam ediyor.

Gerek bölgede yaşayan, gerekse Kapadokya’nın korunması için imza kampanyasına destek veren herkes bu gelişmeler sonucunda olacakları merakla bekliyor.

Peri Bacası, 28.3.2013

53 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

Uşak'ta düzenlenen operasyonda 53 parça tarihi eser ele geçirildi, olayla ilgili 1 kişi gözaltına alındı.

 

Uşak Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şubesi ekipleri ile Banaz İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, Yeşilyurt Köyünde bir eve baskın düzenledi. Evde ve evin bahçesinde yapılan aramada, değişik dönemlere ait 53 parça tarihi eser ele geçirildi.

 

Ev sahibi K.Y. gözaltına alınndı. Ele geçirilen eserler Uşak Arkeoloji Müzesi'ne teslim edildi. 

Uşak Kent Haber, 27.03.2013

 

Akhisar'da yaklaşık 1 yıl önce açılan Müze'deki eser görenleri hayrete düşürüyor. 2 Bin 500 yıllık olduğu iddia edilen heykel hem kadın hem de erkek özelliklerini üzerinde taşıyor. Akhisar Müzesi'nin en ilginç eserlerinden olan travesti heykel turistlerin de büyük ilgisini topluyor.

 

Manisa İl Genel Meclis Üyesi ve Kültür ve Turizm Komisyon Başkanı Kefayeddin Öz heykeli şöyle tanımlıyor; "Akhisar Müzesinin en önemli eserlerinde bir tanesi de ismini erkek kabartması verdiğimiz pres bir heykeldir. Akhisar'ın Gökçeler Köyünde bulunan bu heykel 2 Bin 500 yıllık bir heykeldir. Heykelin üzerindeki sanatı değişik uzmanlarca yapılan araştırmada Lidya dönemi ve Lidya'nın Persler hakimiyeti altında kaldığı dönemde ortaya çıkan eserleri üzerinde taşıyor. Heykelin bir özelliği de altın oran dediğimiz vücut yapısıdır. Leonardo da Vinci'nin bahsettiği ideal altın oran da heykelin üzerinde vardır. Heykelin diğer bir özelliği ise sağından yada solundan baktığın zaman heykelden değişik görüntüler elde ediyoruz. Heykele ön yüzden baktığımız zaman değişik görüntü elde ediyoruz, bu da ön yüzden baktığımız zaman bir erkek görüntüsü yada duygusu veriyor. Arka tarafından da baktığımız zaman dişi yani bir kadın duygusu veriyor. Heykelin en büyük özelliği budur. Sağ elindeki figür tuttuğu bir gül bunun bir kadın, sol elinde kuş ise hakimiyetin simgesidir. Sol kaslarının gelişmiş olması bir erkeği, kalça ve bacak yapısı ve tunik giymesi ise bir kadının simgeliyor. Öte yandan dudak ve gözlerinin boyanması, saçlarının kıvırcık olması da bir kadınsı özelliği taşımaktadır. bu heykel spesifik ve özgündür, ülkemizde böyle bir heykele rastlanmamıştır" dedi.

Akhisar Haber, 27.03.2013

RESTORE EDİLEN KİLİSE SANAT MERKEZİ OLDU

 

Çeşme'de 1832 yılında inşa edilen ve yıllarca atıl halde kalan Aya Haralambos Kilisesi, İl Özel İdare desteğiyle belediye tarafından restore ettirilerek kültür sanat merkezi haline getirildi.

 

 

Çeşme'de, yıllarca atıl halde kalan Aya Haralambos Kilisesi restore ettirilerek, kültür sanat merkezi olarak hizmete açıldı. Rum Ortodoks ibadethanesi olarak 1832 yılında inşa edilen Aya Haralambos Kilisesi, Çeşme Belediyesi'nin girişimi ve İl Özel İdaresi'nin desteğiyle aslına uygun halde restore edildi.

 

Toplam 2 milyon lira harcamayla yenilenen tarihi yapı, Çeşme'nin tarihi dokusunu ortaya koyarak turizme kazandırılırken, ilçenin kültür sanat yaşamınında önemli bir merkez haline getirilerek "kültür-sanat merkezi" olarak hizmet vermeye başladı.

 

Çeşme Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu, yıkılmak üzere olan yapının, restorasyonun ardından "kültür ve sanat merkezi" olarak hizmet vermeye başlamasıyla yoğun ilgi gördüğünü belirtti.

 

Çeşme'nin en işlek caddesinde yer alan Aya Haralambos Kilisesi'nin yenilenmesinden sonra ilçenin tarihi ve kültürel yaşamının yeni bir değer kazandığını ifade eden Tütüncüoğlu, 2013 yılı sergi programı başvurularının tamamına yakınının dolduğunu kaydetti.

Yapı, 27.03.2013

CANCA KALESİ'NE YOL YAPILIYOR

 

 

Gümüşhane İl Özel İdaresi, kent merkezine hakim bir tepede bulunan Canca Kalesi'ne yol yapım çalışmalarına devam ediyor.

 

Geçtiğimiz aylarda Vank deresinden başlanan yol çalışmaları kırıcı yardımıyla devam ederken, yolun 5 metre genişliğinde yapıldığı bildirildi.

 

İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Ekrem Akdoğan, Vali Dr. Yusuf Mayda'nın talimatı ve Kültür ve Turizm Bakanlığından gönderilen ödenekle başlanan çalışmanın yaz aylarına kadar devam etmesinin beklendiğini söyledi. Akdoğan, bölgenin oldukça dik ve kayalık olması nedeniyle çalışmanın yavaş ilerlediğini belirterek, şehre hakim noktada ve bin 580 metre rakımda bulunan kalenin turizme kazandırılması açısından yolun önemine vurgu yaptı.

 

Gümüşhane'nin eski yerleşim yeri olan Süleymaniye Mahallesinin turizme kazandırılması ve bölgedeki kayak merkezinin faaliyete geçmesiyle birlikte bölgenin yakınındaki kalenin buraya entegre olacağını ifade eden Akdoğan, tarih, turizm ve sporla iç içe olan bölgenin ve yapılan yolun önemine değindi.

 

Yolun bitmesinin ardından kalenin restorasyonu için de bir engel kalmayacağını dile getiren Akdoğan, tüm çalışmalar bittikten sonra toplam uzunluğu 2 kilometre olan yolun kullanıma sunulacağını kaydetti.

 

CANCA KALESİ

Kaleye Vank Köyü'nde ve Kale deresi denilen vadiden gidilir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde bu kaleden bahis etmektedir. Trabzon, Türkler tarafından 1461 yılında fethedildiğinde Kral kızının bu kaleye sığınarak hazineyi saklayıp, öldüğünde nakledilen rivayetler arasındadır. Kale, doğu-batı istikametinde arka, arkaya üç bölümden teşekkül etmiştir. Çevresi 1,50 metre kalınlığındaki burçlarla takviye edilmiştir.

 

Kalenin girişi batıdan açılmış olup, batıdaki birinci duvarı geçtikten sonra küçük bir alana ulaşılır. Burada 4,10 x 4,10 metre boyutlarında bir sarnıcı bulunmaktadır. Büyük ölçüde sağlam olan sarnıcın üst örtüsü kısmen yıkılmış, içten ve dıştan sıvanmıştır. Buradan ikinci bir kapıyla Kalenin doğu bölümüne ulaşılır. Bu alanda Kuzey köşesindeki kayaların üzerine oturtulmuş küçük bir şapel vardır. Sağlam kalan duvarlar üzerinde fresko tekniğinde yapılmış, Hıristiyan Azizleri olduğu tahmin edilen resimler vardır.

Gümüşhane Kent Haber, 26.03.2013

SÜLEYMAN ÇELEBİ'NİN TÜRBESİ'NDE PORNO GÖRÜNTÜ İDDİASI!

 

 

Bursa Valiliği'ne bağlı Kültür ve Turizm Tanıtma Birliği tarafından kentin teknolojik tanıtımı amacıyla, önemli tarihi ve turistik yerlere 'kioks' adı verilen dokunmatik cihazlar yerleştirildi.

Kioksların bulunduğu yerlerden biri de 'Mevlid'in yazarı Süleyman Çelebi'nin türbesi oldu. Ancak iddiaya göre geçen hafta türbenin yanında bulunan kioksu kullanarak, türbe hakkında bilgi almak isteyen vatandaşlar, ekranda porno görüntülerin çıkmasıyla büyük şok yaşadı. Vatandaşlar hemen durumu 155 Polis İmdat'a bildirdi. Bunun üzerine güvenlik güçleri, Bursa İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nü arayarak, haber verdi. Kültür ve Turizm Tanıtma Birliği'nden yetkililer gelerek, kioksun sistemini iptal etti.

Bursa İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Gedik şikayeti doğrularken, Kültür ve Turizm Tanıtma Birliği Yazı İşleri Müdürü Zeki Beyhan kioksun ekranında görünen görüntülerin porno içerikli olmadığını, sistemdeki arızadan dolayı ekrandaki fotoğrafların parça parça göründüğünü söyledi. Beyhan, "Kioksun ekranında açık saçık görüntüler yoktu. Ancak arızadan dolayı fotoğraflar parça parça gözüküyordu. Sistem bozulunca biz de iptal ettik ve bakıma aldık. En kısa sürede yeniden devreye girecek" dedi.


Kentin en önemli tarihi mekanlarına konulan kiokslar Türkçe, İngilizce ve Arapça dillerinde hizmet veriyor. Kioks sayesinde Bursa'ya gelen yerli ve yabancı turistler, tarihi mekanları daha kolay ve ayrıntılı bir şekilde tanıyabiliyor. Osmangazi ve Orhangazi türbelerinin bulunduğu Tophane başta olmak üzere Muradiye Külliyesi, Süleyman Çelebi Türbesi ve Kapalı Çarşı gibi kentin önemli turizm noklarına yerleştirilen kiosklarda, kente ait görsel ve yazılı bilgiler bulunuyor. 3G sistemiyle çalışan kioksların aylık maliyetinin ise yaklaşık 400 TL olduğu belirtildi.

Konuyla ilgili bilgi veren Bilgi İşlem Uzmanı Ali Şehir, 3G sistemiyle çalışan kioksların belirli bir işletim sistemi olduğunu ve sadece bu cihazları kullanan kişilerin bilgisi dahilinde, bilgi ve görsel yenileme yapmak için kısayolların bulunduğunu söyledi. Ali Şehir, ancak bu cihazlarda internet bağlantısı olması halinde, dışarıdan bir müdahalenin her zaman mümkün olduğunu, cihazların her zaman risk altında olduğunu belirtti.

Radikal, 26.03.2013

ANTALYA'DA TARİHİ SURLAR ONARILIYOR

 

 

Antalya Büyükşehir Belediyesi, Kaleiçi Yat Limanı’nı eski cazibesine kavuşturmak için çalışmalarını sürdürüyor. Yat Limanı’nı hak ettiği  değere kavuşturmak için yeniden düzenleyip, güzelleştiren Büyükşehir Belediyesi, surları da LED teknoloji ile aydınlatmıştı.

 

Büyükşehir Belediyesi şimdi de Kaleiçi Yat Limanı’nı çevreleyen surları gelecek nesillere aktarmak için kolları sıvadı.  Fen İşleri Daire Başkanlığı tarafından yürütülen proje kapsamında Kaleiçi Yat Limanı’nı çevreleyen surlar onarılarak, sağlamlaştırılacak.   

 

İhalesi yapılan Kaleiçi Tophane Surları Onarım Projesi kapsamında öncelikli olarak surlardaki ağaç ve bitkilerin temizliği yapılacak. Deforme olan taşlar sökülerek,  mevcut yapıya uygun taşlar ve örgü tekniğiyle yenilenecek.

Turizm Gazetesi, 26.03.2013

400 YIL SONRA BULUNDU

 

 

Yavuz Sultan Selim ve Ayşe Hafsa Sultan'ın kızı Şah Sultan'ın kabri yaklaşık 400 yıl sonra bulundu.

 

Şah Sultan'ın kabri Fatih Belediyesi ve İstanbul İl Özel İdaresi tarafından Ayşe Hafsa Sultan'ın türbesinde yapılan restorasyon çalışması sırasında ortaya çıkarıldı.

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, restorasyon çalışmalarına ek olarak Şah Sultan'ın kabrinin ihya edilmesi için çalışmaların genişlediğini belirterek şunları söyledi:
"Annesi Ayşe Hafsa Sultan'dan 28 yıl sonra vefat eden Şah Sultan'ın annesinin yakınlarına defnedildiği biliniyordu ancak, kabrinin tam yeri bilinmiyordu. Geçtiğimiz aylarda İl Özel İdaresi ile birlikte Yavuz Selim Camii avlu içerisinde bulunan Ayşe Hafsa Sultan'ın bulunduğu türbede restorasyon çalışmalarına başladık.

Restorasyon sırasında Ayşe Hafsa Sultan'ın kabrinin hemen yanında yeni bir kabir bulundu. Bilim adamları yaptığı araştırmada kabrin 1572 yılında vefat eden ve annesi Ayşe Hafsa Sultan'ın yanına defnedilen Yavuz Sultan Selim'in kızı, Kanuni Sultan Süleyman'ın kız kardeşi Şah Sultan'a ait olduğu belirlendi. Ecdadımızın büyük kısmı, her metrekaresinde tarih fışkıran Fatih'te defnedilmiş durumda. Bize düşen görev ecdadımıza ve ecdadımızın eserlerine sahip çıkmak. "

Fatih Belediye Başkanı Demir, restorasyon çalışmalarını yerinde inceleyerek, yetkililerden bilgi aldı. Mustafa Demir, Ayşe Hafsa Sultan ile Şah Sultan'ın kabirleri başında Fatiha okudu.

Cnn Türk, 26.03.2013

TARİHİ YARIMADA ARAÇ TRAFİĞİ ALTINDA EZİLİYOR

 

 

EMBARQ Türkiye - Sürdürülebilir Ulaşım Derneği, Danimarkalı Gehl Architects ile yaptığı çalışmada Tarihi Yarımada’da sürdürülebilir ulaşımı mümkün kılacak ve kentsel yaşamın kalitesini yükseltecek potansiyelleri ortaya çıkardı.

 

Sürdürülebilir ulaşım çözümleriyle daha yaşanabilir kentler oluşturmak için çalışan EMBARQ Türkiye –Sürdürülebilir Ulaşım Derneği, Gehl Architects ile birlikte İstanbul'un Tarihi Yarımadası için önemli bir rapor hazırladı. "İstanbul'un Ortak Yaşam Alanları ve Toplumsal Yaşamı – Herkes İçin Erişilebilir Bir Kent" başlıklı raporun ilk bölümünde, bölgenin Gehl ekibi tarafından yapılan ayrıntılı analizi yer alırken, ikinci bölümde sürdürülebilir ulaşım ve kent yaşamının zenginleştirilmesine yönelik çözüm önerileri ve uygulama stratejileri bulunuyor.

 

Raporda Tarihi Yarımada’da kentsel yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve halkın kentten daha fazla keyif alması için ciddi potansiyeller bulunduğu ve bunlardan yararlanılması gerektiği ifade ediliyor. Raporda Avrupa ve dünyanın önde gelen kentlerinde uygulanan çözümlerden örnekler veriliyor.

 

Rapor ortak akıl oluşturma yönünde bir adım

EMBARQ Türkiye – Sürdürülebilir Ulaşım Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ayşe Canan Ediboğlu, raporun mevcut durumu değiştirebilecek basit ama etkili ve uygulanabilir önerileri barındırdığını vurgulayarak şunları söyledi:

"Tarihi Yarımada İstanbul'un pek çok avantajı ve potansiyelleri bulunan bir bölgesidir. Ne yazık ki bu bölge yoğun araç trafiğinin altında eziliyor. Kentsel yaşam kalitesi düşüyor ve özellikle yayaların hayatı zorlaşıyor. Bölgenin en büyük şansı, hem Büyükşehir hem de Fatih Belediyesi olarak bu sorunları gören ve çözüm geliştiren yerel yönetimlere sahip olmasıdır. Şimdi bu konuda uzman olan Gehl Architects ile birlikte, denenmiş ve kanıtlanmış metodolojiler kullanarak bir rapor hazırladık. Bu çalışma İstanbul’un geleceği için bütün paydaşlarla bir ortak akıl ve uyum yaratmak yolunda önemli bir adım oluşturuyor."

 

Tarihi Yarımada Raporu’nun İstanbul’da yürütülecek sürdürülebilir ulaşım projeleri için değerli bir altyapı sunduğunu belirten EMBARQ Türkiye – Sürdürülebilir Ulaşım Derneği Direktörü Arzu Tekir ise şöyle konuştu:

“Doğal güzellikleri, konumu ve sahip olduğu tarihi ve kültürel değerleriyle benzersiz bir şehir olan İstanbul’umuzu yaşanabilirlik açısından da hak ettiği değere kavuşturmayı hem gurur hem de mutluluk vesilesi sayıyoruz. Gehl Architects ile beraber gerçekleştirdiğimiz bu çalışma, İstanbul’da hayata geçirmeyi hedeflediğimiz geleceğe dönük tüm projelere çok önemli ve değerli bir altyapı oluşturuyor. Kentiçi ulaşım sorunlarının çevreye zarar vermeden çözülmesi için çabalayan bizlere ve diğer tüm paydaşlarımızın çalışmalarına ışık tutacak bilgiler ve öneriler sunuyor. Önümüzdeki dönemde, araştırmadan çıkan sonuçları sürdürülebilir ulaşım projelerine ve uygulamalarına dönüştürecek çalışmalar bizi bekliyor." 

 

Herkes için erişilebilir bir kent!

Raporda “yaya odaklılık", “özgünlük ve eğlenilebilirlik" ile “çeşitlilik ve davet edebilirlik" eksenleri üzerinden bir kent tasarlama vizyonuna ulaşmak için gerekli çözümler ve stratejiler ortaya konuluyor.

 

Tarihi Yarımada'da yayaların ikinci plana atıldığı ve araç trafiğine odaklı bir ulaşımın geliştirildiği tespitinden hareket eden raporda, tarihi anıtları görünür kılma, tarihi hanlardan yararlanma, toplu taşımayı, yürümeyi ve bisiklet kullanımını teşvik etme, yeşil alanlar yaratma ve açık alanlardan daha fazla yararlanma gibi ana başlıklarda çeşitli öneriler getiriliyor.

 

Rekreasyon alanlarının çoğaltılmasını, insanların kentte katılabileceği ve keyif alacağı aktivitelerin yaygınlaştırılmasını öneren çalışmada, bu kapsamda ortak alan kullanımının teşvik edilmesi ve fonksiyonlarının artırılmasının gerekli olduğu vurgulanıyor. Raporda ayrıca akşamları da yarımadanın birçok bölgesinde güvenli bir yaşamın ve aktivitelerin sağlanması gereğine işaret ediliyor.

Yapı, 26.03.2013

1800 YILLIK ODA MEZAR BULUNDU

 

 

Muğla'nın Bodrum İlçesi’nde belediye ve özel bir inşaat firmasının yaptığı çevre düzenlemesi çalışmalarında bulunan 2 odalı mezarın Roma Dönemi’nde soylu bir kişiye ait olduğu ortaya çıktı. Mezarda bulunan altın taca ait yaprak parçası müzede koruma altına alındı. Bu arada mezarın daha önce soyulduğu ortaya çıktı.

 

Bodrum'un Kumbahçe Mahallesi'ndeki Şalvaraağa Tepesi'nde Çağdaş Holding A.Ş. ile Bodrum Belediyesi'nin ortaklaşa yaptığı çevre düzenlemesi çalışmaları sırasında bulunan Roma Dönemi'ne ait 1800 yıllık iki odalı mezarın, soylu bir kişinin olduğu belirlendi. Yüksekliği 4, uzunluğu 7, genişliği 2 metre olan odalarda arkeologlar Hande Savaş ve Emre Savaş'ın yaptığı araştırmada da altın bir taca ait 3 santimetre uzunluğunda bir santimetre genişliğinde ve 2 gram ağırlığında altın yaprak parçası bulundu. Yaprak parçası müzede koruma altına alındı. Bu arada mezarın soyulduğu da ortaya çıktı.

Yapı, 26.03.2013

GENÇ ARKEOLOGLAR AYAKLANDI

 

Türkiye'nin dört bir yanındaki kazılara ve ören yerlerine turist akını sürerken 6 bin arkeolog işsiz. Eğitim hayatları boyunca 'bedavaya' çalıştırılan işsiz arkeologlar bakanlıklara mektup yağdırıyor.

İstanbul tarihini 8 bin 500 yıl geriye götüren, müzelerdeki binlerce eseri gün ışığına çıkaran arkeologlar sonunda isyan etti. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Maliye Bakanlığı’nı e-posta ve dilekçe yağmuruna tutan arkeologlar son 4 yılda işsiz 6 bin arkeologdan sadece 19’unun işe alındığını dile getirerek yüzlerce bilimsel kazı ve hemen her ilde onlarca sondaj kazıları yapılmasına rağmen arkeologların işsiz olmalarını protesto etti.

28 milyon kişiye hizmet
Bakanlıklara gönderilen binlerce imzalı mektupta şu sözlere yer verildi: ‘‘2012 yılında Türkiye ’deki müze ve ören yerlerini toplamda 28 milyon 781 bin 308 turist gezmiş ve bu ziyaretlerden 280 milyon 206 bin 955 lira gelir elde edilmiştir. Türkiye’nin turizm gelirlerinde önemli bir yer tutan arkeolojik mirasın açığa çıkması için öğrenciliği zamanında büyük özveriyle para almadan çalışan arkeologlar, mezun olduğunda da işsiz kalmaktadır.’’

Ne iş yapıyorlar?
Türkiye arkeoloji alanları açısından bir cennet. Binlerce yıllık geçmişi bağrında yaşatan Anadolu coğrafyasının hemen neresini kazsanız tarihi esere rastlanıyor. Her yıl Bakanlar Kurulu kararıyla 250’den fazla yerli ve yabancı bilimsel arkeolojik kazı yapılıyor. Bunun yanı sıra pek çok il ve ilçe belediyelerinde inşaat hafriyatları sırasında kurtarma ve sondaj kazıları gerçekleştiriliyor. Uzmanlık ve bilimsel deneyim isteyen bu kazılarda görev alan arkeologların büyük çoğunluğu ise üniversitelerin arkeoloji bölümlerinde okuyan öğrenciler oluyor.


Eğitim aldıkları 4 yıl boyunca ücretsiz olarak kazılarda görev alan öğrenciler, bilimsel kazı yöntemlerini öğrendikten sonra mezun olup işsiz kalıyorlar. Bünyesinde arkeolog bulundurmak zorunda olan kurumlar bile buna uymayarak, kadrolu arkeolog almaya yanaşmıyor.

Her yıl 2100 yeni mezun
Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde 700 arkeolog kadrolu görev yapıyor. Ülkemizde 30 üniversitede arkeoloji bölümü var ve 6 üniversite de arkeoloji bölümü açmak için çalışıyor. Yılda ortalama 2100 kişi mezun oluyor. Üniversitelerin yaptığı tüm kazılarda öğrenciler çalıştırılıyor. Öğrenciler işçi gibi kazma kürek kullanıp, el arabaları ile toprak taşıyor. Bedava çalışan öğrencilerin sırtından kazılar gerçekleştiriliyor, ülkenin turizm potansiyeli arttırılıyor. Çıkarılan eserler müzelerin vitrinlerini süslüyor. Kazılar her yıl sürüyor ve arkadan sürekli yeni öğrenci sirkülasyonu olduğundan, mezun olan öğrencilerin durumu üniversiteleri de ilgilendirmiyor. Binlerce üniversite mezunu arkeolog işsiz kalıyor.


Sınırları içinde arkeolojik sit alanı olmayan belediye hemen hemen yok gibi. KUDEP yönetmeliğine göre ise bu belediyeler en az bir arkeolog istihdam etmek zorunda. Ancak bunu uygulayan belediye sayısı neredeyse bir elin parmakları kadar az sayıda.

Kadro yok
Sadece İstanbul Arkeoloji Müzesi bünyesinde 1970’li yıllarda 70’ten fazla uzman görev yaparken bugün bu sayı 25 uzmana kadar düştü. Maliye Bakanlığı’nın yeni kadro vermediğinden yakınan Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri, sorunun çözümü için Vakıflar Genel Müdürlüğü, Maden Tetkik Arama, Devlet Su İşleri, belediyeler, özel müzeler ve koleksiyonerlerin de arkeolog istihdam etmeleri yönünde bir çalışma yaptıklarını belirtti. Öte yandan alanında deneyimli, bilimsel kazılarda yıllarca görev almış yaklaşık 6 bin işsiz arkeolog bulunuyor. Her yıl da buna binlercesi ekleniyor. Arkeologlar sorunun çözümü için hazırladıkları ortak metin ile Kültür ve Turizm ile Maliye bakanlıklarını mektup yağmuruna tutuyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 26.03.2013

ÇAĞDAŞ SANATTA MEME KRİZİ ÇIKTI

 

 

Geçtiğimiz günlerde Merhart Galeri’de küratörlüğünü Denizhan Özer’in yaptığı ve daha önce Bakü Bienali’nde izleyicilerle buluşan eserlerin yer aldığı “Zaman’ın Yüzü” adlı bir sergi açıldı. Sanatçı Leyla Emadi sergide yünlerden yaptığı ve galeri mekanının duvarlarında sergilediği kadın memeleriyle yer aldı. Fakat Leyla Emadi’nin “Girift” isimli bu çalışmasını görenlerin aklına hemen bir başka sanatçı Ardan Özmenoğlu geldi. Çünkü Özmenoğlu, 2009 yılında seramikten kadın memeleri yapmıştı. Sanatçının bu çalışması hem aynı yıl açılan “Dekolte” adlı kişisel sergisinde hem Londra Saatchi Galeri’de hem de Barcelona’da sergilenmiş, büyük beğeni toplamıştı. Soru işaretlerinin üzerine hem Ardan Özmenoğlu, hem Leyla Emadi hem de serginin küratörü Denizhan Özer ile konuştuk.

 

Ardan Özmenoğlu: “Bu olayı ilk olarak sosyal medya aracılığıyla öğrendim, daha sonrasında bir koleksiyoncum aradı. Leyla Emadi’nin işlerini gördüğümde ilk tepkim ‘E ben bunu yaptım’ oldu ve aklıma Bedri Baykam’ın ‘this has been done before’u geldi.


Sonra serginin açılış fotoğraflarına bir baktım Bedri Baykam da orada. Başta çok üzüldüm, sonra kızdım. Bir sanatçının sahip olduğu yegane şey fikirleridir.


Ve bu fikirler onu özgün kılar. Esinlenmeye anlayış gösterilebilir ama bu derece kopyalanması Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na da aykırı.”

 

Leyla Emadi: “Ardan Özmenoğlu’nu tanıyorum ama onun yaptığı meme formundaki işleri daha önce görmemiştim. Ben bir senedir bu işimi planlıyorum. ‘Katli-am’ başlıklı kadına yönelik bir sergi hazırlıyorum.


Meme formuna da kadın üzerine düşündüğüm için başladım. Kadını ele aldığım için direkt aklıma meme geldi. Ardan Özmenoğlu ile benim işlerim aynı işler değil. Dünya sanat tarihine baktığınızda aynı dönem içinde, farklı mekanlarda aynı işleri ortaya koymuş çok sanatçı vardır. Bir sürü insan meme ile ilgili iş yapabilir, bu sadece Ardan Özmenoğlu’na ait bir şey. Ben onun malzemesini kullanarak onunla aynı şekilde iş yapmadım.”

 

Denizhan Özer: “Leyla Emadi’nin yaptığı enstalasyonda meme kullanması Ardan Özmenoğlunu taklit ettiği anlamına gelmez, çünkü yapım malzemesi, sergileme şekli, konuya yaklaşım biçimi çok farklı. Özmenoğlu’nun yaptığı memeler seramikti, tek duvar üzerinde asılmıştı. Sanatçı kırılma korkusu ile kimsenin işin yanına bile yaklaşmasını pek istemiyordu. Buna karşın Leyla Emadi’nin yaptığı enstalasyonda duvara yapıştırdığı memeler yün, orlon, boncuk elyaftan. Bu çalışmada Leyla Emadi izleyicilerin memelere dokunmasını istiyor. Meme konusu sadece bu iki sanatçımız tarafından kullanılmış bir konu değil. Amerikalı sanatçı Lars Plaugmann 2005’te, Josh Zubkof 2006’da, Deniz Pireci 2007’de ve Selma Gürbüz 2008’de eserlerinde memeleri yapıp sergilediler. Meme konusu kimsenin tekelinde değil. Sanatçılar kendi gerçeklerinden yola çıkarak aynı konuyu işleyebilirler ve Leyla Emadi de bir kadın sanatçı olarak kendi gerçeğinden yola çıkarak bu enstalasyonu gerçekleştirdi. Bu mantığın doğru olduğunu kabul edersek, Ardan Özmenoğlu’nun kendinden önce bu konuyu işleyen sanatçıları rahatlıkla taklit ettiğini söyleyebiliriz.”

Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 26.03.2013

TARİHİ KÜTÜPHANELER YENİLENİYOR

 

 

İstanbul İl Özel İdaresi, tarihi kütüphane ve arşivleri yenilediklerini açıkladı. Konuyla ilgili yapılan açıklamaya göre, Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nin yenilenme çalışmaları yüzde 95 oranında tamamlandı. Çalışmalar kapsamında yaklaşık 5 milyon lira harcandı. Kütüphanenin, yenilenme çalışmaları tamamlandığında sergi ve konferansların yapıldığı bir kültür merkezi olarak da hizmet vereceği belirtildi. Açıklamada, İstanbul Müftülüğü'nde bulunan Meşihat Arşivi'ndeki defter ve belgelerinin de elektronik ortama aktarıldığı ifade edildi.

Restorasyon çalışmaları devam eden diğer kütüphaneler ise şöyle: Sultanahmet Meydanı'ndaki I.Mahmut Kütüphanesi, Laleli semtindeki 17. yüzyıldan miras kalan Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi, Beyazıt'ta bulunan Orhan Kemal İl Halk Kütüphanesi'nin elektrik tesisatı çalışmaları ve Üsküdar Sahili'ndeki Şemsi Paşa Halk Kütüphanesi.

Sabah, 25.03.2013

KABE YENİ YÜZÜNE HAZIR

 

Kabe’nin çevresini genişletme çalışmaları kapsamında 2013 yılı için planlanan yıkımlar sona erdi ve yapım işleri başladı.

 

Çalışmalar kapsamında yerinden sökülen ve tartışmalara konu olan revakların hazırlanan özel bir depoya taşınması için bakımları yapılıyor. Revaklar bakımları yapıldıktan sonra depoya kaldırılacak ve yeniden kurulmaya hazır halde bekletilecek. Çalışmalarda yetkili görevliler, Ramazan ayına kadar bu yıl için planlanan inşaat işlerini bitirmeyi planladıklarını açıkladı.

Milliyet, 26.03.2013

İNÖNÜ'YE 'KURUL' ŞARTI

 

 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İnönü Stadı arazisi için hazırlanan imar planında üçüncü kez değişiklik yaparak, stat projesi için koruma kurulundan onay alınmasını zorunlu kıldı. 22 Mart’ta askıya çıkan bu yeni plana, önceki planda iptal edilen “Spor tesisi alanında ilgili koruma kurulundan görüş alınmadan uygulama yapılamaz” maddesi de yeniden eklendi. Son planda stadın 2005’te tescil edildiği notu da yer alıyor.


Mart ayı başında askıya çıkan önceki planda, stat arazisinde yapılacak projeleri koruma kurulu onayına bağlayan maddelerin üzeri çizilmişti. Radikal de bu durumu kamuoyuna duyurmuştu. Bu değişikliğe itiraz eden meslek odaları, yeni stat projesinin kurul denetiminden çıkartılmak istenmesinin ‘Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na aykırı olduğunu söylemişti. Uzmanlara göre projenin silueti ve tarihi dokuyu bozmaması, stadyumun altından geçen Dolmabahçe Sarayı’na ait kanallara zarar vermemesi gibi unsurlar kurul tarafından denetlenmeliydi. Edinilen bilgilere göre, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yeniden değişiklik yaptı ve stat projesi için koruma kurulundan onay alınmasını zorunlu kıldı.

Şimdi ne olacak?
Yeni imar planı bir ay boyunca askıda kalacak. İtiraz gelmezse, Koruma Kurulu, projeyi değerlendirecek. İtiraz gelirse yargı süreci başlayacak. Yürütmeyi durdurma kararı çıkarsa her şey başa dönecek. Mimarlar Odası, tescilli eser olan binanın özgün haliyle korunmasını savunurken, planlara dava açacağını duyurmuştu. Şehir Plancıları Odası da stadın kapasitesinin arttırılmasının altyapı sorunlarını kötüleştireceğini belirtiyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı ’ndan bir yetkili ise “İmar planları askıdan inmeden kurulun herhangi bir projeyi değerlendirmesi söz konusu değil” dedi.

 

Ocaktan beri üç kere değişti

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yeni stat projesi için hazırladığı ilk plan, geçen ocakta onaylanmıştı. Bu planda stat için maksimum yükseklik deniz seviyesinden 34 metre - yaklaşık 10 katlı bir apartmana denk - olarak belirlenmişti. Ritz Carlton Oteli’nin yan tarafındaki yeşil alan da projeye dahil edilmiş ve Beşiktaş ’ın kullanımına açılmıştı. Ocaktan beri planda üç kez değişiklik oldu.

Radikal, Haber: Elif İnce, 26.03.2013

MERSİN'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

 

Tarsus İlçesi'nde, jandarma ekiplerinin düzenlediği operasyonda yaklaşık 500 parça tarihi olduğu değerlendirilen eser ele geçirildi.

Gülek beldesinde izinsiz kazı yapıldığı ihbarı alan jandarma ekipleri, MS'yi (48) gözaltına aldı. M.S.'nin evinde yapılan aramada çeşitli dönemlere ait yüzük taşı, ok ucu, boncuk, obje ve sikkelerin bulunduğu yaklaşık 500 parça eser bulundu.

Dadalı Köyünde yapılan operasyonda ise H.E (38), C.S (43) ve D.E. (42) kaçak kazı yaptıkları iddiasıyla yakalandı.

Tarihi değer taşıdığı düşünülen eserlerin Tarsus Müze Müdürlüğü'ne teslim edildiği, şüphelilerin gözaltına alındığı bildirildi.

Radikal, 25.03.2013

SOKAĞIN ALTINDAN YERALTI ŞEHRİ ÇIKTI

 

 

Kayseri'nin Talas İlçesi'nde tarihi konakların restorasyonu sırasında yer altı şehri çıktı.

 

Talas Belediye Başkanı Rifat Yıldırım, Kiçiköy Mahallesi Ali Saip Paşa Sokak'ta 5 yıl önce belediye ekiplerince tarihi konakların restorasyonu için yürütülen çalışmalar sırasında ortaya çıkarılan ve 650 metre kazı çalışması yapılan yer altı şehrini, gezetecilerle birlikte gezdi. Yer altı şehri hakkında bilgi veren Yıldırım, "Konaklardan birinin bodrumu, kayadan oyularak yapılmış.

Yüksek bir yerde farklı taşlar olduğunu, sanki bir pencerenin kapatıldığını gördük. Anıtlar Kurulu'ndan gerekli yasal izinlerimizi aldıktan sonra Müze Müdürlüğü yetkilileri nezaretinde temizlik çalışmalarına başladık. O taşları söküp, arka tarafına geçtiğimizde yeni bir yer altı şehrine gideceğimizi elbette düşünmüyorduk ama her bir mekanı açtıkça öyle bir yolculuğa çıktık ki 650 metreye ulaştık" dedi.

 

Çalışmanın öyküsünün 5 yıl öncesine dayandığını ifade eden Yıldırım, "2008'de başladığımız çalışma devam ediyor. Ne kadar sürecek, nereye kadar gideceğiz bilmiyoruz. Çünkü elimizde bir yol haritası yok. Ne kadarlık bir alanı kapsıyor bilmiyorum ancak yer altı şehirlerinin tarihi Kapadokya'da ortalama 2 bin yıllık olduğunu düşünürsek, Ali Dağı eteklerindeki sarnıçlı yer altı şehrinin de aynı döneme denk geldiğini göz önünde bulundurarak, burasının miladi 3. yüzyıla ait olduğunu söyleyebiliriz" diye konuştu.

 

Yer altı şehrinin belirli bölümlerinde hava bacaları bulunduğunu belirten Yıldırım, "Biz, beş-altı taş parçasını yüzeyden indirerek buralara girdik ama asıl kazancımız, şehrimizi daha iyi tanımış olmamız. Hava bacalarının yüzeyden 21 metre aşağıya kadar indiğini ortaya çıkardık. Burada, tarihi mirasımıza sahip çıkma sorumluluğumuzu yerine getirmiş olduk. Bu mirası ülke turizmine de kazandırmak için çalışacağız" ifadelerini kullandı.

 

Şehirlere verilen isimlerin bir anlam taşıdığına dikkati çeken Yıldırım, şunları söyledi: "Yer altı şehrinin bulunduğu yer 'kiçi', yani küçük Talas. Kayseri kent merkezinin 2 bin yıl önceki güney kapısı da bugün 'Kiçikapı' olarak adlandırılır ve Talas'a doğru bakar. Yer altı şehrinde ilerleyişimiz, Kiçikapı'ya doğru ve 650 metre mesafe kat ettik. Buranın oraya bağlanacağına inanıyorum. Bu inanç bana ait, zaman doğrular ya da doğrulamaz. Açtığımız, temizlediğimiz mekanlar bizi bir yerlere kavuşturacak. Arzularımız, hayallerimiz olabilir ama tarihin gerçeklerine görerek tanıklık edeceğiz."

Yapı, 25.03.2013

BİN YILLIK MESCİD 'SERGİ SALONU'NA DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR

 

 

Diyarbakır 'da 1930 yılında ibadete kapatılan tarihi Mervani Mescidi , şimdi de sergi salonuna dönüştürülüyor. Yıllardır kurs, teşhir salonu ve atölye olarak kullanılan Diyarbakır surlarındaki tarihi Mervani Mescidi'nin İslam eserleri sergisine dönüştürülmek istenmesine tepkiler geldi. Diyarbakır'ın manevi değerleri üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Kenan Haspolat , "Diyarbakır surlarındaki tek mescit, Mervani Mescidi'dir. Sergi salonu yapılması başta kamu vicdanını sonra o mescidi yapanların ruhlarını yaralayacaktır." dedi.
 

Diyarbakır Valiliğ,i 'Dağkapı Burçlarının Onarımı ve İşlevlendirilmesi' projesi kapsamında Mervani Mescidi'nin de bulunduğu burçlara restore etmeye başladı. Diyarbakır'ın 'kültürel mirası'nın korunması ve turizme açılması amacıyla yürütülen projenin finansını Karacadağ Kalkınma Ajansı Turizm Mali Destek Programı kapsamında karşılıyor. Diyarbakır Valiliği tarafından proje ile ilgili yapılan açıklamada Dağkapı Burcu'nun restorasyondan sonra bir bölümünün tanıtım bürosu, diğer bölümlerinin ise geleneksel el sanatları satış merkezi ve sergi salonu olarak faaliyet göstereceği belirtilmişti. Bunun üzerine Diyarbakır Valiliği'ne başvuran Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Kenan Haspolat, tarihi yapının aslına uygun olarak mescit yapılmasını istedi. Valilik ise Haspolat'ın dilekçesini Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile Diyarbakır Müftülüğüne gönderdi. Diyarbakır Müftülüğü tarafından Haspolat'a verilen cevapta, "Dağkapı Burcu'ndaki Mervani Mescidi'nde yapılan incelemede mescidin halen İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünce restorasyon çalışmasının devam ettiği, mescidin ilçe müftülüğümüze devri yapıldığı taktirde din görevlisi verilebileceği" denildi.
 

KAYKAMAKAMLIK MESCİDİN DEVRİNİ İSTEDİ

Haspolat, mescidin bulunduğu Sur İlçesi'ndeki kaymakamlığı da başvurarak tarihi mescidin sergi salonu olarak değil geçmişte olduğu gibi mescit olarak kullanılmasını talep etti. Sur Kaymakamlığı'nın Haspolat'a verdiği cevapta mescitte inceleme yaptıklarını ve mescit olarak kullanılabileceği belirtildi. Kaymakamlık şöyle cevap verdi: "Mervani Mescidi'nin İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından müftülüğümüze tahsisi yapıldığı takdirde mescide ait 'Cami Bilgi Formu' düzenlenerek kayıt altına alındıktan sonra müftülüğümüz tarafından imam-hatip verilecektir."

 

Haspolat, Mervani Mescidi'nin Mervaniler tarafından Diyarbakır surlarındaki burca yaptırıldığını belirterek, "Mescit 1056 yılında Mervaoğlu Ebü Nasr Ahmed tarafından yaptırılmıştır. Üzerinde ise kabartmalarla 'Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve Allah'tan başkasından korkmayanlar doldurur.' yazılmıştır." dedi. Mescidin hemen yanında Diyarbakır'ı fethederken şehit olan sahabelerin yattığını anlatan Haspolat, böyle manevi bir yapının 83 yıl sonra kurtarılması gerektiğini kaydetti.

 

Diyarbakır'da Cumhuriyet döneminde satılan, kapatılan ve yıktırılan yapılardan biri olan Mervani Mescidi, 87 burçtan biri olan Dağkapı Burcu'nda bulunuyor. 1930 yılından beri ibadete kapalı olan mescid, geçtiğimiz aya kadar birinci katı sanat galerisi, ikinci katı ise meslek edindirme kursu olarak kullanılıyordu.

Samanylu Haber, 25.03.2013

SEMİHA BERKSOY MÜZESİ'NE VAKIF ENGELİ

 

 

Atatürk ödüllü ilk Türk kadın opera sanatçısı ve ressam Semiha Berksoy adına kızı Zeliha Berksoy tarafından müze yapılmak üzere alınan beş katlı bina, üç Osmanlı vakfına takıldı.

 

Ünlü opera sanatçısı ve ressam Semiha Berksoy adına kızı Zeliha Berksoy tarafından müze yapılmak üzere alınan beş katlı bina, üç Osmanlı vakfına takıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan ön izinle anahtarı teslim alınıp projesi çizilen Beyoğlu’ndaki binayla ilgili çalışmalar sürerken, Maliye’deki mülkiyeti 5 yıl önce çıkan kanun gereği Sultan Beyazıt Vakfı, Ömer Paşa Vakfı ve Hüseyin Ağa Vakfı’na devredildi. Berksoy’u şok eden devir, onay beklenen Koruma Kurulu’nun yanıtıyla ortaya çıktı.

 

ÖN İZİN VERİLMİŞTİ

Semiha Berksoy Opera Vakfı, Hazine’ye ait binayı kullanım hakkı için 10 Ekim 2011’de Kültür ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne başvurdu. Vakfa 6 ay ön izin verilip anahtarı 16 Ocak 2012’de teslim edildi. Vakıf, mimar Nejat Yavaşoğulları’na proje çizdirdi. Onay, ruhsat ve onarım süresi 18.5 ay, proje ve restorasyon bütçesi 1 miyon 30 bin lira olarak hesaplandı. Vakıf projeyi uygulamaya koymak için İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nden onay istedi. Kurul başvuruyu incelerken Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü’nden binanın 9 Ağustos 2012’de Maliye’den Sultan Beyazıt Vakfı, Ömer Paşa Vakfı ve Hüseyin Ağa Vakfı’na devredildiğine dair yazı geldi. Kurulun mimara yazdığı yazıda, “Müdürlüğümüze iletilen rölöve ve restitüsyon projeleri işlem aşamasında bulunduğu sırada mülkiyet durumunun değiştiğinin Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün yazısı ile bildirilmesi sonucunda, projelerin raporlanması ve Kurul gündeminde değerlendirilmesi süreci tamamlanamamıştır” denildi. Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü’nden bir yetkili, taşınmaz üzerinde 3 vakfın hissedar olduğunu, 2008 tarihli kanun gereği Hazine üstündeki binaların hissedar vakıflara iade edildiğini söyledi. Sorun çözülürse Semiha Berksoy Müzesi hayali gerçeğe dönüşecek.

Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 25.03.2013

'KABE' TABLOSU REKOR FİYATA SATILDI

 

 

Çağdaş eserlerin satışa sunulduğu müzayedede Erol Akyavaş'ın ''Kabe'' konulu eseri 2 milyon 900 bin liraya alıcı buldu.

Antik A.Ş'den yapılan açıklamaya göre, 3'ü Akyavaş'a ait 5 eser satışa sunuldu. Çok sayıda iş adamı ve koleksiyoncunun katıldığı müzayedede Akyavaş'ın ''Kabe'' konulu tablosunun 2.9 milyon liraya satışıyla çağdaş Türk sanatında yeni bir rekora imza atıldığı belirtildi. Şirketin bir önceki müzayedesinde Osman Hamdi Bey'in ''Vazo yerleştiren kız'' tablosunun 3.2 milyon liraya satıldığı hatırlatıldı.

Müzayedede Erol Akyavaş imzalı ''Green Echo'' ve ''Zaman Her şeyi Siler'' adlı eserler toplam 800 bin liraya satılırken, Mübin Orhon'un tablosu 695 bin liraya, Nejad Melih Devrim'inki ise 430 bin liraya alıcı buldu.
Habertürk, 24.03.2013

MODERN TÜRK SANATININ 150 YILI BU SERGİDE

 

 

İstanbul Modern’de açılan ‘Geçmiş ve Gelecek’ başlıklı kalıcı sergi, modern sanatın Türkiye’deki tarihini önemli sanatçıların eserleri eşliğinde görme fırsatı veriyor.

 

Osmanlı’da resim sanatı nasıl ortaya çıktı? İlk ressamlar doğa manzaraları çizerken neden doğanın kendisini değil, onun fotoğraflarını resmediyorlardı? Oryantalizm bu coğrafyadaki resim geleneğini nasıl etkiledi? Cumhuriyet döneminde sanatı şekillendiren motivasyonlar nelerdi?

 

Sanat dünyası 1970’lerde nasıl bir sıçrama gerçekleştirdi? Günümüzün sanatına yön veren eğilimler nelerdir? 
Bugünlerde açılan büyük bir sergi, modern sanatın Türkiye’deki tarihiyle ilgili aklınıza gelebilecek pek çok soruya yanıtlar aramanız için iyi bir fırsat. İstanbul Modern’de hafta arasında açılan ‘Geçmiş ve Gelecek’ başlıklı kalıcı sergiden bahsediyoruz.  


Müzenin ikinci katındaki geniş bölüme yayılan, 136 sanatçının 180 eseri… Mıgırdiç Givanian’larla, Halil Paşa’larla, Hoca Ali Rıza’larla başlayan ve bugün Kutluğ Ataman’larla, Şener Özmen’lerle, Taner Ceylan’larla devam eden modern sanatın Türkiye’deki 150 yılı aşkın hikayesi; aklınıza gelebilecek pek çok ünlü sanatçı… Kritik dönemeçler, akımlar, geleneğe yön veren sanatçılar…  


İstanbul Modern’in ve Nejat Eczacıbaşı Vakfı’nın koleksiyonlarından hazırlanan, küratörlüğünü Levent Çalıkoğlu’nun üstlendiği sergide 91 yeni eserin bulunduğunu, müze koleksiyonuna yeni sanatçıların katıldığını belirtelim. 


Önerimiz, sergiyi gezerken, bütün bu tarihe geniş bir perspektiften bakmak, konu hakkında güçlü bir fikre sahip olmak için serginin kataloğ undaki, sanat tarihçisi Prof. Hasan Bülent Kahraman’ın yazısını okumanız. ‘Bir Görselliğin Serüvenli Tarihine Notlar’ başlıklı yazı biraz uzun ama akıcı bir dile, aydınlatıcı bir analize sahip. 


Haberin girişinde yer verdiğimiz sorulardan birkaçına yanıt da olabilir aynı zamanda: Osmanlı’da resim sanatının, imparatorluğun çöküş döneminde tek çözüm olarak görülen Batı’ya yaklaşmanın sonucu olarak doğduğunu okurken, günümüzde alışkın olduğumuz ‘sivilleşme’ tartışmalarının çok benzer biçimde o dönemde de yaşandığını görmek ilgi çekici… Kültürel gelenek nedeniyle doğaya ‘Yaratıcı’nın bir sureti’ olarak bakan ressamların, manzara resimlerinin popüler olduğu bu dönemde tuvallerini alıp doğaya çıkmayı akıllarına getirmediklerini okumak da ilginç. 


‘Geçmiş ve gelecek’ sergisi, uzunca maceranın tamamını görmek için keyifli ve iyi bir fırsat! 

Akşam, Haber: Eyüp Tatlıpınar, 23.03.2013

 

******


KORİDORLARINI YIKTI, KARNINI AÇTI

 

 

İstanbul Modern’in koleksiyon sergisi yenilendi, yenilenen koleksiyon için müze mekanı da değişti. Küratör Levent Çalıkoğlu: “Koridorları yıktık. Mekanların karnını açtık. Eserlerin birbirleriyle olan etkileşimlerini görmek böyle daha kolay”.

 

Türkiye’nin modern ve çağdaş sanat sergileri düzenleyen ilk özel müzesi İstanbul Modern, kurulduğu 2004 yılından bugüne ev sahipliği yaptığı birbirinden önemli sergilerle şehrin en gurur verici mekanlarından biri. Sergi salonları, fotoğraf galerisi, eğitim programları, kütüphanesi, sineması, restoranı ve mağazası ile hizmet veren müzenin koleksiyon sergisi yenilendi. Mekanın üst katı olan sürekli sergi salonunda da yenilenen koleksiyon için değişiklikler yapıldı.

 

Resimden heykele, enstalasyondan videoya uzanan çeşitlilikteki eserler yenilenen mekanda yeni bir sergileme anlayışıyla sunuluyor. Küratör Levent Çalıkoğlu ile bu yeni sergileme anlayışını ve 136 sanatçının 180 çalışmasından oluşan “Geçmiş ve Gelecek” isimli yenilenen koleksiyon sergisini konuştuk.


 İstanbul Modern’de yapılan değişiklikler neler?
Koleksiyon sergimizde modernden çağdaşa uzanan kronolojik bir akış vardı. Bu akışta 1800 sonlarından bugüne, adım adım Türkiye’deki modern ve çağdaş sanatın geçirdiği dönüşümü, dönemin ve sanatçıların en karakteristik işleriyle sunuyorduk. Bu sergileme biçiminde bir yeniliğe gittik. Akış biçimiyle birlikte mekanı da değiştirdik. Eskiden sergilememiz bir koridor fikri üzerine kuruluydu. Şimdi koridorları yıktık. Mekanların karnını açtık. Koridorlar küçük meydanlara dönüştü.  Böylelikle sanatçıları ve dönemleri iç içe, yüz yüze getirmiş olduk. Mesela D grubu sanatçıları kendi üretimlerine 1930’larda başlamışlardır ama 50’lerdeki soyut sanata geçişte de aktif rol oynamışlardır. Biz şimdi bu dönemleri iç içe sergiliyoruz. Nurullah Berk’le Kuzgun Acar farklı jenerasyonlara aittir ama soyut sanat arayışındaki üslupsal sorunları birlikte tecrübe etmişlerdir. Onların arasındaki ilişkiyi yan yana görebiliyorsunuz artık. Ya da Fahri Kaptan’ın Göksu Deresi resmiyle resme konu olan fotoğrafı yan yana sergiliyoruz. Bu sergileme biçimi sanat tarihsel olarak okumaya daha elverişli. Koleksiyon katının küçük salonunda ise yine bir eşzamanlılık anlayışıyla Türkiye’den ve dünyadan sanatçıları bir araya getiriyoruz. Bir de ilk defa müzenin fotoğraf koleksiyonu kalıcı koleksiyona taşınmış oldu.

 

Yenilenme ihtiyacı neden doğdu?
Bu değişim koleksiyonunuzun yavaş yavaş geliştiğini gösteriyor. Hiçbir koleksiyon gökten inmez. Her şeyiyle dört dörtlük bir koleksiyon diye bir şey de yoktur. Daha önceki koleksiyon sergimiz “Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar”ı sergilemeye başladığımız 2009 yılından beri hafızalarda yer edinmiş ikonik işlere konsantre olduk. Sonra da bunları bir araya getirirken diğer dönemler ve sanatçılarla olan etkileşimi göz önünde bulundurduk.

 

Güncel ve gelecek sergiler neler?
“Modernlik? Fransa ve Türkiye’den manzaralar” 16 Mayıs’a kadar devam ediyor. “Prix Pictet: Güç” 28 Nisan’da sona erecek. Vitra’nın “Lütfen Rahatsız Etmeyin” de 7 Nisan’a kadar sürüyor.
28 Mayıs’ta bir Erol Akyavaş retrospektifi açıyoruz.

 

İstanbul Modern’de bundan sonra ne gibi yenilikler göreceğiz?
Sanatçıların farklı dönemlerini de biriktirmemiz gerekir. Dijital sanata bir sonraki sergilemede daha fazla yer vermeliyiz. Bir de ne yazık ki  koleksiyonda olup da bu mekana sığdıramadığımız işler var. Daha büyük bir yere taşınmamız lazım, bu kesin.

 


Bedri Baykam’ın “Burası Benim Hamamım” isimli çalışması.

 

Koleksiyona yeni katılanlardan hangileri öne çıkıyor sizin için?
Kutluğ Ataman’ın “Peruk Takan Kadınlar”ı bir başyapıt olarak koleksiyona katıldı. Kadın kimliğini merkez alan, aynı zamanda Türkiye’nin sosyo-kültürel tarihine odaklanan mikro ve makro politikaları analiz eden bir çalışmadır. Onun dışında Taner Ceylan, Nur Koçak, Ramazan Bayrakoğlu, Handan Börüteçene var... Aynı şekilde Ahmet Ertuğ, Seçkin Pirim, Ekrem Yalçındağ... Bedri Baykam’ın 1987’de ilk İstanbul Bienali’nde sergilenen “Ingres Gerome, Burası Benim Hamamım” isimli çalışması var.

 

Serginin adı “Geçmiş ve Gelecek”...
Bir müze koleksiyonu temel olarak geçmiş ve gelecek arasında bir köprü, bir terminaldir. Farklı zamanları bugünün gözüyle geleceğe taşır ve enerjik bir potansiyel barındırır. Bu serginin de kendisini konumlandırdığı yer, müze kültüründeki o tarihsel birikimle geleceğe yön verme arasındaki muamma dolu, konuştukça ilginçleşen ama bir taraftan da çoğunlukla hissetmediğimiz şeyler.

Milliyet Cumartesi, Haber: Güliz Arslan, 23.03.2013

MUDANYALILAR İNŞAAT ALTINDA KALAN KENT İÇİN NÖBETTE

 

 

Mudanyalılar antik Myrleia kenti üzerinde yapılan AVM’nin tarihi eserlere zarar vermemesi için inşaatın karşısında çadır kurup gece gündüz nöbet tutmaya başladı.


Bursa’nın Mudanya İlçesi'ndeki bölgede 2010 yılında yüzey çalışmaları yapan Uludağ Üniversitesi uzmanları, bölgenin 1. derece sit alanı olmasını önermişti. Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu ise bölgeyi 3. derece sit alanı ilan edip imara açtı. Tesco Kipa Kitle Pazarlama Şirketi 23 Eylül 2012’de AVM için inşaata başladı. Ancak temel kazıları sırasında antik kentin MÖ 7. yüzyıla ait duvarı ile taş heykellere rastlandı. Şikayet sonucu yeniden yapılan değerlendirmede koruma kurulu, bölgenin 3. derece sit alanı olarak kalmasını uygun bularak kent üzerine yapılan alışveriş merkezinin devam ettirilmesi için inşaat izni verdi. Kurul ayrıca kent duvarlarının cam çerçevelerde korunarak AVM içerisinde sergilenmesi kararını aldı. Karar çevre örgütlerini ayağa kaldırdı. Mudanya Tarihine ve Geleceğine Sahip Çıkanlar Platformu sözcüsü Levent Kayak, kararın hukuk dışı olduğunu savunarak “Mudanya halkı olarak tarihi mirasımızın yok edilmemesi için antik kent önünde çadır kurduk. Alışveriş merkezi inşaatı durdurulana kadar her gün 10 arkadaşımız bu çadırda nöbet tutacak’’ dedi.

Radikal, Haber: İdris Emen, 23.03.2013

SÜLEYMANİYE 24 SAAT YAŞAYAN BİR MERKEZ OLACAK!

 

 

Adını Kanuni Sultan Süleyman’dan alan, İstanbul’un 5 asırlık semti Süleymaniye köklü bir değişime uğruyor. Ev ve iş yerlerinin tamamen boşaltıldığı tarihi semt, proje tamamlandığında, kültür ve sanat faaliyetlerine ev sahipliği yapacak, geleneksel sivil mimarisiyle 24 saat yaşayan bir merkez haline gelecek. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan semtte, Fatih Belediyesi bünyesinde 733 parsel proje yenilenecek.

UNESCO’NUN GÖZETİMİNDE
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Süleymaniye’nin Tarihi Yarımada’da devam eden 6 yenileme alanından biri olduğunu ve buradaki projeyi KİPTAŞ ile birlikte yürüttüklerini belirtti. Süleymaniye’nin zamanla perişan bir görünüme büründüğünü, kültürel dokusunun zaman içinde kaybolduğunu ifade eden Demir, Süleymaniye’nin aynı zamanda UNESCO’nun gözetimi altında olduğunu dile getirdi ve bölgedeki yenileme projesini şöyle anlattı: “Buradaki binalar üç katlı, cumbalı, Tarihi Yarımada’nın karakteristik mimarisini yansıtıyor. Yeni inşa edilecek binalar da bu tarihi binaların mimarisine saygılı binalar olacak. Süleymaniye’deki 6-7 katlı binalar yıkıldı, onların yerine 3 katlı binalar inşa edilecek. Hedefimiz, kaybolmaya yüz tutmuş bu tarihi değerin hayata yeniden kazandırılması. Bu tescilli binaların projeleri ayrı yapıyor. Proje, anıtlar kurulu tarafından onaylanıyor, ardından tarihi binalar yıkılmadan projeye uygun olarak restore ediliyor.’’

PROJE 2 YILDA TAMAMLANACAK
Mustafa Demir, “Eminönü’nün bulunduğu yerler, ciddi bir turizm baskısı altında. Bu bölgenin turizm alanı olması isteniyor fakat biz buna taraftar değiliz. Eminönü’nün gece ve gündüz yaşanılır mekanlara dönüştürülmesi gerekiyor’’ dedi. Süleymaniye gibi nüfusun gündüz 2 milyona çıktığı gece 10-20 bine düştüğü başka semt olamayacağını ifade eden Demir, sözlerini şöyle sürdürdü: “İstanbul’un kalbi olan Süleymaniye’de asayiş sıkıntısı var. Hayata geçirdiğimiz proje aynı zamanda bu sorunu da çözecek. Süleymaniye’de artık imalathanelerin kurulmasına izin vermeyeceğiz. Proje 2 yılda tamamlanacak.”

Habertürk, 22.03.2013

SELANİK'TE OSMANLI MİRASI

 

    

 

Europa Nostra Turkey etkinliği olan “Kültür Mirasının Sesi” toplantılarının ilkinde Aristotle University of Thessaloniki öğretim görevlisi Vilma Hastaoglou-Martinidis, Selanik'teki Osmanlı kültürel mirası üzerine bir konuşma yaptı.

Hastaoglou, Selanik'te Helen, Roma, Bizans ve Osmanlı olmak üzere önemli katmanların varlığını vurgulayarak, 1430-1912 tarihleri arasındaki Osmanlı egemenliği döneminde yapılan binalar ve çevre düzenlemelerini tartıştı.

 

II. Murad döneminde Selanik'in fethedilmesiyle nüfusun değişimi, ekonomik gelişme ve dönemdeki etnik ve dini olarak ayrışmış bölgeler üzerine konuşan Hastaoglou, fetihten sonra ilk olarak kentteki kiliselerin camilere dönüştürüldüğünü belirtti.

 

Hastaoglou konuşmasının devamında Selanik'te günümüze kadar gelebilmiş klasik dönem ve Tanzimat sonrası modernleşme dönemine ait yapıların mimari ve stilistik özelliklerini ve yapılardaki tamirleri anlattı.

 

Camiler

 

Hamza Bey Camisi: Güneydoğu Avrupa'daki en önemli erken dönem Osmanlı yapılarından biri olarak görülmektedir.

 

Alaca İmaret Camisi: İshak Paşa Camisi olarak da anılmaktadır.

 

 

Yeni Cami: 1902 senesinde inşa edilmiş olan yapının mimarı Vitaliano Posselli'dir.

 

 

Hamamlar

 
Bey Hamamı: 1444 senesinde II. Murad tarafından yaptırılmıştır. Yunanistan'daki en büyük, ayakta kalabilen hamamdır.

 

 

Pazar Hamamı: Yahudi Hamamı olarak da anılan yapı 16. yüzyılın ilk yarısında Halil Ağa tarafından yaptırılmıştır.

 

 

Paşa Hamamı: Cezeri Kasım Paşa tarafından yaptırılmıştır.

 


Troels Myrup

 

Yeni Hamam: Hüsrev Kethüda tarafından yaptırılan hamam geç 16. yüzyıla aittir.

 

 

Türbeler

 
Evliya Çelebi'nin anlatımında daha çok türbenin varlığına rastlanmasına karşın günümüze gelebilen sadece Musa Baba Türbesi olmuştur.

 

 

Bedesten

 

II. Beyazıd döneminde inşa edilen yapı günümüzde hala aynı işlevini sürdürmektedir.

 

 

Savunma Yapıları

 

White Tower: 1535 senesinde Kanuni döneminde yaptırılmıştır. Günümüzde şehir müzesi olarak işlev görmektedir.

 


 

Tophane Hisarı: Vardar Hisarı olarak da isimlendirilen yapı 1546 senesinde yine Kanuni döneminde yaptırılmıştır.

 
Zincirli Kule: Trigonio Kulesi olarak da adlandırılan yapı 16. yüzyıl ortasına tarihlendirilmektedir.

 

 
Hastaoglou bu klasik dönem yapılarının yanı sıra Tanzimat sonrası kent silüetini değiştiren en önemli faaliyetlerden biri olan "liman" yapımına, 1870'lerde açılan, Batılı anlamdaki ilk meydan olan Özgürlük Meydanı'nın ve bu dönemde gerçekleştirilen hastane, fabrika, okul ve banka yapılarının mimari ve stilistik özelliklerine değindi.

Arkitera, 22.03.2013

TARİHİ ANIT MEZARDA RESTORASYON ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

 

 

Gaziantep'in Araban İlçesi'ne bağlı Elif beldesindeki tarihi anıt mezarda restorasyon ve çevre düzenlemesi hız kesmeden devam ediyor. 1 Kasım 2012 tarihinde restorasyon çalışmalarına başlanan ancak olumsuz hava koşulları nedeniyle ara verilen çalışmalar, tekrar başlatıldı.

 

Gaziantep İl Kültür Turizm Müdür Vekili Mehmet Aykanat, anıtın çevresinde yaklaşık bin 200 metrekarelik bir alanda peyzaj çalışmalarına başlandığını ifade etti. Peyzaj işleri ile anıtın restorasyon çalışmaları beraber yürütülecek olup en kısa sürede çalışmaların tamamlanması hedeflendiğini belirten Aykanat, şunları kaydetti: "Elif Beldesi Anıt Mezarı, Araban İlçesi’nin Elif Beldesindedir. Elif Beldesi antik Sugga kenti olup, Roma dönemi yol güzergahlarını gösteren antik haritadaki bilgilere göre Dolikhe (Dülük)- Samosata (Samsat) ile Zeugma-Samosata yollarının kesişme noktası civarındadır. Elif Beldesi Anıt Mezarı kesme taştan inşa edilmiş olup, yüksek bir kaide üzerine oturan gövde ve gövde üzerini örten tonozlu bir örtü sisteminden oluşmaktadır. Anıt mezarın doğu, batı ve güney cepheleri kemerli, kuzey cephesi ise duvar örülerek kapatılmış, alt orta kısmında ise dikdörtgen bir kapı açıklığı bırakılmıştır."

Mynet Haber, 21.03.2013



17 - 23 Mart 2013

HEYKELLERİ ÖRTTÜLER, ÖRTÜLERİ DE YIRTTILAR!

 

Daha önce sprey boyayla üzerlerine ’Edep yahu’ diye yazılan heykeller siyah örtüyle kapatılmıştı. Heykeli korumak için üzerine örtülen örtüler de kesilerek tahrip edildi. Örtüler daha sonra yama yapılarak onarıldı. Ordu Belediye Başkanı CHP’li Seyit Torun, tepki göstererek halkı duyarlı olmaya davet etti.

 

Ordu Belediyesi’nin geçen yıl ağustos ayında düzenlediği 2’nci Uluslararası Taş Heykel Sempozyumu’nda 8 heykeltıraş tarafından yapılan 12 heykelden 6’sı Bahçelievler Mahallesi’nde sergiledi. Belediye harekete geçerek Erzurum Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Yüksek Lisans öğrencilerini Ordu’ya getirterek heykellerin temizlenmesini sağladı.

Milliyet, Haber: Nedim Kovan, 22.03.2013

İSKİLİP'E ETNOGRAFYA MÜZESİ

 

Meslek Yüksekokulu müdürlüğümüz ve İskilip Belediyesi’nin ortak yürüttüğü etnografya müzesi oluşturma çalışmaları devam etmektedir.

Müze kapsamında Mimari Restorasyon Bölümü hocaları ve öğrencileri ayrıntılı restorasyon faaliyetlerine başlanmıştır. Öğr. Gör. Cemal Ekin tarafından verilen ‘Geleneksel Yapı Sistem ve Öğeleri’ dersi kapsamında yapıdaki özgün kapı, pencere gibi detayların konservasyonu çalışmasına başlandı.

Uygulama atölyesine dönüşen müzenin üç boyutlu çizimi Uzm. Doğan Koşan ve Mimari Restorasyon bölümü öğrencisi Oğuzhan Temiz tarafından tamamlanmıştır. 

Çorum Haber, 22.03.2013

1700 YIL ÖNCE DE ALTILI GANYAN OYNANIYORDU

 

 

Denizli'nin tarihi antik kenti Laodikya'da 1700 yıl önce bahis oynatılan bir at yarışı kulübünün olduğu ortaya çıktı. Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, Geç Roma ve Erken Bizans Dönemi'nde Maviler ve Yeşiller olarak adlandırılan iki önemli spor kulübünün olduğunu söyleyerek, "Antik kentte, Laodikyalı zenginlerin kurduğu Yeşiller Jokey Kulübü'nün izlerini bulduk. İncil'de de adı geçen Laodikya Kilisesi yakınlarında yarış atlarını koymak için bir yapı var. Bu yapının içinde atların su içmesi için özel çeşme sistemi de kurulmuş. Sütunların içine yerleştirilen borularla getirilen su küçük bir havuzda toplanıyor, yarış atları da buradan su içiyordu. Yarış atlarının konulduğu yapıyı MS 4. yüzyılda Laodikyalı bir zengin olan Statorion, çeşmeyi ise Ametor adlı başka bir zengin yaptırmış. Safkan atlara sahip kulüp, yüksek miktarda at yarışı bahisleri oynatıyordu. Laodikyalılar da bu yarışlara çok önem veriyordu. Kent için bir prestij olan Yeşiller Jokey Kulübü, bugünkü Fenerbahçe ya da Galatasaray gibi çok sevilen ve binlerce seveni bulunan bir kulüptü. Kentin en zenginlerinin üye olduğu Yeşiller, sadece spor aktiviteleriyle uğraşmıyordu. Dönemin diğer ünlü kulübü Maviler gibi siyasete ve politikaya da yön veriyordu" dedi.

Sabah, Haber: Ufuk Soyhan, 22.03.2013

DEFİNE UMUDU SÜRÜYOR

 

 

Mersin'de Hataylı madenci 55 yaşındaki Hikmet Rençber tarafından başlatılan define kazısı 3 iş makinasıyla sürdürülüyor.

 

Merkez Toroslar İlçesi'ne bağlı Çavuşlu Mahallesi'nde 14 Mart'ta başlatılan define kazı meraklı vatandaşların da ilgisini çekiyor. Yaklaşık 150 bin lira harcayarak kazı ruhsatı alan Hikmet Rençber, umudunu hiç kaybetmediğini, tersine her geçen gün arttığını söyledi.

 

Kazı alanına herhangi bir kazı veya definenin bulunmaması için kurulmuş olabilecek tuzaklara karşı hoca getirip dua okuttuğunu da belirten Rençber, bölgedeki kazının 3 iş mikanısıyla sürdürüldüğünü, çalışmanın 2-3 gün içinde tamamlanacağını anlattı.

 

Son olarak pazar günü yurt dışından getirilen yer altı görüntüleme cihazıyla yeni görüntüler elde ettiklerini anlatan Hikmet Rençber, "Şu anda makinelerimizi çoğalttık. Aşağıdaki alan dardı, orayı da genişletmemiz gerekiyor. Bu yüzden makineleri biraz daha çoğalttık. Hedefimize fazla bir şey kalmadı. Kazıyla ilgili hiçbir umutsuzluğumuz yok. Altta ne var ne yok onu biliyoruz. Buradaki yapı çok enteresan bir yapıdır. Huni biçiminde oyularak yapılmış kısımlardır. Bu üst kattaki odanın şeklidir, fakat huni biçiminde olmasının sebebi de burası aynı zamanda tuzaklıdır. Bu odaya sadece bir giriş var, alttaki mekanizmayla oynadığınız zaman yukarıdaki kum aşağıdaki lahitin bulunduğu bölüme 3 dakika gibi bir zaman içerisinde doluyor. Böyle bir tuzak hazırlanmış. Çünkü eski tarihlerde bu tip yerlerde güvenlik için çeşitli tuzaklar kurulabiliyordu. Biz de yaptığımız bilimsel araştırmada kum tuzağı olabileceğini düşündük. Bu açıdan çalışmalarımızı daha da dikkatli yapıyoruz" dedi.

 

YENİ GÖRÜNTÜLER ÇEKİLDİ

Kazı bölgesinde son olarak pazar günü yer altı görüntüleme cihazları ile çalışma yaptıklarını da anlatan Rençber, şunları söyledi:

"Bu görüntüler bize daha da yakınlaştığımızı gösteriyor. Üstten çektiğimiz görüntüler bize daha geniş alanda olduğunu gösteriyordu, şimdi alan daha da daraldı. Mesafemizde daha kısalmış oldu. Tahminimize göre 4 ile 7 metrekarelik alanda olduğunu düşünüyoruz. Hedefimiz hafta sonu bu çalışmayı bitirmektir. Buradan çıkacak olan eserler gerçekten çok nadir bulunan eserler olacak. Bizim tahminimize göre, 2 bin 2 bin 500 yıl arasında Kleopatra, Mısır kültürü ile Yunan kültürü karışımı eserler çıkacağını ve iki büyük kazan dolusu altın olduğunu düşünüyoruz."

 

ARSANIN ESKİ SAHİBİ HEYECANLI

Bu arada çalışmaları çevrede büyük bir ilgi ve heyecan uyandırıyor. Arazinin istimlak edilmeden önce sahibi olduğunu ileri süren 3 çocuk annesi Teslime Gün, "Bu arsa bizimdi, 1982 yılında istimlak edildi. Şimdi buradan bir şey çıkarsa kazı sahibi bize de bir şeyler verir mi? Bilmiyorum, ama bizim de bir hakkımızın olduğunu düşünüyorum" diye konuştu. Teslime Gün, kazı sahibi Hikmet Rençber'den define bulunması halinde kendisine de maddi destek sağlamasını talep etti. Bu talebi kabul eden Rençber, Çavuşlu Mahallesi'ne kalıcı bir eser bırakacağını da sözlerine ekledi.

Mersin Kent Haber, 21.03.2013

KÖY MUHTARI KAÇAK KAZI YAPARKEN YAKALANDI

 

 

Muğla'nın Milas İlçesi'ne bağlı Çamköy Köyü'nde kaçak kazı yapıldığı ihbarı üzerine harekete geçen jandarma, düzenlediği operasyonda, köy muhtarı S.K. (51) ve kardeşi S.K.'yı gözaltına aldı. Kaçak kazıyla ilgili iki kişinin arandığı öğrenildi.

 

Milas İlçesi'ne bağlı Çamköy Köyü'nün Gökdağ Mevkii'ndeki arazide kaçak kazı yapıldığı ihbarını alan jandarma ekipleri çalışma başlattı. Milas İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, söz konusu yere dün saat 21.00 sıralarında baskın düzenledi. Baskında, köy muhtarı S.K. gözaltına alındı. Kaçak kazı yapılan alanda, 2 kürek, 2 kazma ve 1 levye ele geçirildi. Karanlıktan yararlanıp kaçan şüphelilerden, muhtarın kardeşi S.K. da sabah saatlerinde jandarmaya gelip teslim oldu. Olayla ilgili F.S. ve E.Y.'nin arandığı bildirildi.

 

Jandarma ekiplerinin operasyonunun ardından sabah saatlerinde olay yerine giden Milas Müzesi Müdürlüğü personelleri bölgede yaklaşık 20 çukur açıldığını tespit etti. Kaçak kazı yapılan alanın 2005 yılında birinci derece arkeolojik sit alanı olarak ilan edildiği, bölgede erken Bizans dönemine ait yapı kalıntılarının, mezarların ve oda mezarların bulunduğu öğrenildi.

haberler.com, 21.03.2013

İSTANBUL MODERN'İN YENİ KOLEKSİYON SERGİSİ AÇILDI

 

Müzenin kalıcı koleksiyon katının yeni bir sergileme modeli ile düzenlenmesinin ardından ziyarete açılan “Geçmiş ve Gelecek” sergisinde Türkiye’de üretilen modern ve çağdaş sanatın ilk günden bugüne geçirdiği dönüşüm zaman dizinsel bir akışla sunuluyor. İstanbul Modern, “Gözlem, Yorum, Çeşitlilik”, “Kesişen Zamanlar”, “Modern Deneyimler” ve “Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar” başlıklı sergilerinden sonra bu kez “Geçmiş ve Gelecek” adlı sergisiyle, şu ana dek en kapsamlı sergilemeye ev sahipliği yapıyor. 136 sanatçının 180 çalışmasını bir araya getiren sergi, modern ve çağdaş sanatta zamanlararası etkileşimlere yer verirken, müzenin geçmiş ve gelecek arasında bir köprü ve bellek mekanı olması özelliğini sürdürmesini sağlıyor.

Daha önce sergilenmemiş 91 yeni yapıta ev sahipliği yapan “Geçmiş ve Gelecek”, aynı zamanda koleksiyona yeni katılan 22 sanatçıya da yer veriyor. Modern sanatın başlangıç evrelerinden güncel uygulamalara uzanan bir çeşitlilik içerisinde resim, heykel, fotoğraf, desen, enstalasyon, video gibi farklı ifade alanlarının en dikkat çekici örneklerini bir araya getiren sergi, yeni kurgusuyla izleyicilere sanat tarihimizi yeni bir gözle izleme imkanı sunuyor. Tarihsel referansların yanı sıra “Geçmiş ve Gelecek”, 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren varlığını hissettirmeye başlayan çağdaş sanat hareketleri içinde önemli büyük sergi ve bienallerde yer almış çalışmalara odaklanıyor. İstanbul Modern Şef Küratörü ve serginin küratörü Levent Çalıkoğlu, İstanbul Modern’in koleksiyon sergilerinin “Türkiye’de görsel sanatlarda yaşanan dönüşümde bir dinamo görevi” gördüğünü vurgulayarak “1800’lü yılların sonundan bugüne Türkiye sanat tarihinin başlangıç ve gelişim sürecini modern ve çağdaş sanat çalışmaları üzerinden kronolojik bir akışla sunan sergileme anlayışımız Türkiye’de ilk ve tek olma özelliğini hala koruyor” dedi.

Habertürk, 21.03.2013

TARİHİ SEMT SÜLEYMANİYE DEĞİŞİYOR!

 

Adını Kanuni Sultan Süleyman'dan alan İstanbul'un 5 asırlık semti Süleymaniye, yenileme projesiyle 24 saat yaşayan bir merkez haline gelecek.

 

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) dünya kültür mirası listesinde yer alan semtte, Fatih Belediyesi bünyesinde 733 parsel proje yenilenecek.

 

Yenileme çalışmaları nedeniyle ''hayalet şehre'' dönüşen, ev ve iş yerlerinin tamamen boşaltıldığı tarihi semt, proje tamamlandığında, kültür ve sanat faaliyetlerine ev sahipliği yapacak geleneksel sivil mimarisiyle 24 saat yaşayan bir merkez haline gelecek.

 

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, yaptığı açıklamada, "Yeni inşa edilecek binalar, tarihi binaların mimarisine saygılı binalar olacak. Süleymaniye'deki 6-7 katlı binalar yıkıldı, onların yerine 3 katlı binalar inşa edilecek. Hedefimiz, kaybolmaya yüz tutmuş bu tarihi değerin hayata yeniden kazandırılması" şeklinde konuştu.

 

Mustafa Demir, Süleymaniye'deki 6 adanın inşaat ruhsatını verdiklerini belirterek, "Hayal ettiğimiz Süleymaniye'yi inşallah iki yıl sonra çok rahat dolaşacağız" dedi.

Yapı, 21.03.2013

TARİHİ KONAK İLGİ BEKLİYOR

 

 

Giresun'un Görele İlçesi'ne bağlı Çavuşlu beldesinde bulunan, Yavuz Sultan Selim Han'ın mesire yeri olduğu ve Kanuni Sultan Süleyman'ın beşiğinin sallandığı yer olan tarihi Kuğuoğulları Konağı, ilgisizlikten yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor.

 

İlçeye bağlı Çavuşlu beldesinde bulunan tarihi Kuğuoğulları Konağı'nın koruma altına alınmasını isteyen Kuğuoğulları'nın torunu İbrahim Kuğu (75), yetkililerden yardım beklediğini ifade etti.

 

Kuğuoğulları Konağı'nın kesin yapım tarihi'nin bilinmediğini ve Cenevizliler döneminde yapıldığı tahmin edildiğini söyleyen İbrahim Kuğu, "Bu konak Cenevizliler tarafından gözlem evi ve kale amaçlı yapıldığı rivayet edilen ve Trabzon Valisi Kuğuoğlu Süleyman Paşa'nın bölgeye gelmesiyle Konak haline geldiği tahmin edilen bir yapı. Kültür Bakanlığı tarafından tescillenen bu konak maalesef ilgisizlikten bu hale geldi. Kültür Bakanlığı tarafından tescilli olduğu için hiçbir bakım ve onarım yapamıyoruz. Ne yıkabiliyoruz ne de onarım yapabiliyoruz. En büyük endişemiz tarihi konaktan geriye kalan duvarların birileri'nin üstüne yıkılmasıdır. Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın talimatlarıyla koruma altına alınan yapı her ne kadar konak olarak anılsa da büyüklüğü, konumu ve görkemli mimarisi ve gizemli tarihi ile saray ya da kale olduğu açıktır" dedi.

 

Tarihi konağın denizden 300 metre mesafede, 3 bin 500 metrekare alan üzerine 2 katlı yapıldığını ifade eden İbrahim Kuğu, "Konakta bulunan kalıntılar incelendiğinde 4 büyük kapı ile çok sayıda atlı süvarinin konakladığı büyük avluya girilmektedir. Mevcut pencereler görkemli bir mimarinin izlerini taşımaktadır. Orta kapı olarak bilinen geniş kubbe kapıdan fayton yoluyla sahile inilmektedir. Yalı kapısı olarak bilinen kapı ise denize bakmaktadır. Ayrıca içinde şadırvan su kuyusu fırın ve şömine olduğu görünmektedir" diye konuştu.

 

Yavuz Sultan Selim Han'ın mesire yeri olduğu ve Kanuni Sultan Süleyman'ın beşiği'nin sallandığı yer, imparatorluk döneminde de önemli hizmetler vermiş ihtişamlı bir konak olduğunu anlatan

İbrahim Kuğu, açıklamalarını şu şekilde sürdürdü:

"Günümüze kalıntıları ulaşan bu tarihi konak maalesef bu gün yıkılıp yok olmaya terk edilmiş, içinde barakaların bulunduğu ve insanların hayatını sürdürdüğü bir baraka halindedir. Sur etrafında dönümlerce araziye sahip bu alan'ın mülkiyeti hazineye ait Kültür Varlıklarını Koruma kapsamına alınan konağın bir an önce onarılmasını bekliyoruz. Yetkililer, ülkemiz ve bölgemiz için önemli bir değere sahip olan ecdat yadigarı bu tarihi eserimizi korumak ve yaşatmak hepimizin görevi ve boynumuzun borcudur. Mimari yapısı'nın ve gerçek tarihi'nin tespit edilerek yeniden inşa edilmesini bekliyoruz. Ancak bu kısa zamanda mümkün olmasa bile en azından mevcut kalıntıları koruma adına surlar onarılarak yıkılmasını önlemeli, içi ve etrafı boşaltılıp temizlenerek turizme kazandırılmalı. Bu girişim Çavuşlu beldesinin ve bölgemizin sosyo ekonomik yapısına önemli katkı ve hareketlilik getirecektir. Yetkililer bu konuda duyarlılık gösterip, bu duvarlar kimsenin başına yıkılmadan önce tedbir almalıdır."

Giresun Kent Haber, 20.03.2013

MOR GABRİEL'E HIZLI FORMÜL

 

 

Bir süre önce Hazine'ye geçirilen arazilerinin Mor Gabriel Manastırı'na 'hızla' geri verilmesi için Başbakanlık'ta çalışma grubu oluşturuldu. İki formül var: Cüzi miktara kiralama ya da ihaleyle satış.

 

Hükümet, Süryanilerin ‘Kudüs’ü olarak gösterilen Mor Gabriel Manastırı’nın yargı kararlarıyla ellerinden alınan arazilerini iade etmeye hazırlanıyor. Süryani cemaatinin dört gözle beklediği 276 dönümlük manastır arazileri sorununu çözmek için Başbakanlık’ta çalışma grubu oluşturuldu. Yargıtay’ın onama kararından dolayı Mor Gabriel Manastırı, yüzyıllardır kullandığı ve vergilerini ödediği arazi üzerinde ‘işgalci’ konumuna düşmüştü. Komisyon, yargı kararına karşı hızlı iade için iki formül geliştirdi.

Anayasaya girebilir
Süryani cemaatine sunulması düşünülen ilk seçenek, arazinin 49 veya 99 yıllığına cüzi bir ücrete kiralanması olacak. İkinci formülün ise yine sembolik bir rakama Hazine’ye tescil edilen arazinin ihale yoluyla satışı olması düşünülüyor. Kalıcı çözüm için yeni anayasaya hüküm konulması da gündemde. Süryaniler ve azınlık cemaatlerinin mülkiyet sorunlarının anayasal güvenceyle çözülmesi gündemde.


Radikal’e konuşan Mor Gabriel Manastırı Başkanı Kuriakos Ergün, ‘kiralama’ formülü yönünde bazı duyumlar aldıklarını ancak kendilerine resmi bir teklif gelmediğini söyledi. Süryani cemaati olarak şu anda kiralama ve ihale yoluyla satıştan çok ‘iade’ye odaklandıklarını kaydeden Ergün, Yargıtay’ın kararına rağmen bunun mümkün olduğunu savundu. 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun geçici 11. maddesi çerçevesinde söz konusu arazilerin kendilerine verilebileceğini, bu konuda yaptıkları başvuru olduğunu söyleyen Ergün, “Arazi şu anda devletin elinde. Devlet, kendi arazisi üzerinde istediği gibi tasarrufta bulunabilir” dedi. Ergün, kiralama ve ihale yoluyla satış formülünün kendilerine resmi olarak iletilmediğini ifade etti.

Müjdeyi Arınç vermişti
Mor Gabriel arazileri sorunu son dönemde yine gündeme oturdu. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, mart ayının ilk haftasında gittiği Almanya ’da Süryanileri ziyaret etmiş ve bu sorunu çözeceklerini müjdelemişti. Daha sonra Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Türkiye ziyaretinde Mor Gabriel Manastırı Metropoliti Samuel Aktaş’ın sorunu gündeme getirmesi toplantı salonunda soğuk rüzgarların esmesine neden olmuştu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, geçen hafta İsveç’e yaptığı ziyaret heyetine Süryani Metropoliti Yusuf Çetin’i de alarak sürpriz yapmıştı. Başbakan Erdoğan ve hükümet yetkilileri Mor Gabriel arazisi sorunu karşısında yargı kararlarına göndermede bulunuyor. Buna rağmen, hükümet kanadının sorunun bir an önce çözümünü istediği ve bu yüzden komisyon çalışması başlatıldığı söyleniyor.

Süryani cemaati, Mor Gabriel Manastırı arazilerinin MS 397 yılından beri kendilerine ait olduğunu ve 1937 yılından bugüne de vergilerinin düzenli ödendiğini söylüyor. Ancak çevre köyleri manastır arazilerinde hak iddia ederek 1998 yılında dava açtı. Midyat Kadastro Mahkemesi’nin “Araziler manastıra ait” kararını bozan Yargıtay, onama kararı vererek manastırı ‘işgalci’ durumuna düşürdü. Arazi, Hazine’ye tescil edildi. Davalı olan arazi orman alanını simgeleyen yeşil alanda kaldıkları gerekçesiyle Hazine’ye tescil ettirilebiliyor.

Süryanilerin talebi
Mor Gabriel Manastırı Vakfı, TBMM Başkanlığı’na sunduğu yeni anayasa önerilerinde mülkiyet sorununun çözümü için öneriler iletmişti. Süryani cemaati, 100 dönümden fazla taşınmaz mallara sahip olamama kuralının değişmesi için Tapu Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinin değişmesini istiyor. On binlerce dönüm arazilerinin farklı etnik kökenli vatandaşların işgali altında olduğunu iddia eden Süryaniler, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu’nun 11. ve geçici 7. maddelerinin değişmesini de istiyor. Bu maddeler, Süryani ve azınlıkların gayrimenkullerinin Hazine’ye tesciline imkan sağlıyor.

Radikal, Haber: Ömer Şahin, 20.03.2013

YAHYA EFENDİ, YENİ YÜZÜYLE SİZİ BEKLİYOR

 

 

Kanuni Sultan Süleyman'ın süt kardeşi Şeyh Yahya Efendi'nin medfun olduğu ve bugün cami, dergah olarak kullanılan tarihi mekanda restorasyon çalışmaları sona erdi.

 

Cami, tevhidhane, Güzelce Ali Paşa Türbesi, Yahya Efendi Türbesi ve meşrutalar adeta baştan aşağıya yenilendi. Türbenin duvarlarından yüzlerce yıllık dua yazıları gün yüzüne çıkartıldı. Kayma tehlikesi geçiren cami ve türbe, sabit hale getirildi. Yılların yıprattığı ahşap yapılar da sağlamlaştırıldı. Şehzadeler Türbesi ve Kütüphane bölümleri de restore edildi. 

Beşiktaş’taki Yahya Efendi Dergahı’nın restorasyonu için 5 milyon 114 bin lira harcandı. Başbakanlık Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürü İbrahim Özekinci’ye göre, karşılaştıkları en önemli problem, caminin güney bölümüne doğru zemininde olan kaymalardı. Özekinci, “Ön tarafa kazıklar çakılarak ve perde betonlar dökülerek caminin deniz tarafına bakan bölümünün kayması engellendi. Restorasyonun en önemli tarafı da bu bakımdan caminin stabil hale getirilmesi oldu.” şeklinde konuşuyor.





 

Sıvaların altından tarih çıktığını söyleyen Özekinci, “Türbenin iç ve dış duvarlarında ziyaretçilerin yazdığı notlar olduğunu gördük. Bunların tercümeleri, sanat tarihi ve sosyal tarih açısından bize bilgi verecektir.” diyor.

Zaman, Haber: Harun İlhan, 20.03.2013

GÖKÇEADA'DAKİ OTELİ KİMSE DURDURAMADI

 

 

Gökçeada'da eski Rum köyü Bademli'de yapılan otel, halkının itirazlarına ve mahkeme kararlarına rağmen 'Atı alan Üsküdar'ı geçer' usuluyle bitirildi. 27 Mart'ta yeni duruşma beklenirken otelin perdeleri bile takıldı.

 

Gökçeada ’da sit alanı içinde geçen yıl birdenbire Masi Clup Otel’in inşaatı başlamıştı. Gökçeadalı bir grup çevreci inşaat aleyhine davalar açtı. Davalarda yapı ruhsatının iptaline karar verildi, imar değişikliği için açılan davada yürütmenin durdurulmasına, otel arazisinin kentsel sit alanı içinde kaldığına hükmedildi ama otel inşaatı hiç durmadı. Otelin inşaatı bitti ve perdeleri bile takıldı. Gökçeada Cumhuriyet Savcılığı’nda otelin sorumluları ve ilgili belediye aleyhine açılan soruşturma- da ise savcılık henüz sonuca varamadı. Ancak inşaat bitti ne sorumlular hakkında yasal bir takip var ne de inşaatı durduran. Yakında işletme ruhsatı alıp otel bu yaz sezonunda faaliyete açılırsa pek şaşırtıcı olmaz. Gökçeada Gönüllüleri Derneği’nden yapılan açıklamada bu duruma tepki göstildi: “Yargıda kazanmamıza rağmen geçen süre otelin tamamlanmasına neden oldu ve kimse dur demiyor.’’


Eski bir Rum köyü olan Bademli’de 2010 yılında yapılan plan değişikliği ile bölge bir anda turizm merkezi yapıldı. Bademli Köyü’nün bir kısmı kentsel sit alanı içinde kaldığından köylü damını bile aktarmak için Koruma Kurulu’na müracat ediyordu. Birdenbire başlayan Masi Clup Otel inşaatı köylüleri de şaşırttı. Gökçeada Gönüllüleri Derneği inşaatı durdurmak için başta Gökçeada Belediyesi olmak üzere her yere şikayette bulundu. Sonuç alamayacaklarını anlayınca da üst üste davalar açtılar. Gelinen son durumu Gökçeada Gönüllüleri Derneği üyeleri şöyle özetledi.
“Gökçeada Belediye Meclisi’nin 101 ada 23 parsel’e özgü hazırlanan 1/1.000 Ölçekli Mevzi İmar Planı ve 1/5.000 ölçekli Nazım İmar Planı ve bu planlarla, planlanın alanın turizm tesis alanı yapılması kararının 1/25.000 ölçekli Çevre Düzeni İmar Planı’na aykırı olması nedeni ile iptali istemi ile açılan davada yerel mahkeme; 18.10.2012 tarihinde, yapı ruhsatı hakkında yürütmenin durdurulmasına, 26.12.2012 tarihinde, yapı ruhsatının iptaline karar vermiştir. Karar, henüz kesinleşmemiştir.”

Yeni duruşma 27 Mart’ta
“Belediye Meclisi’nin 06.02.2012 tarih, 2012-16 sayılı; 101 ada- 23 parsel için, 1/5.000 ölçekli tadilat+İlave Nazım İmar Planı ve 1/1.000 ölçekli tadilat+İlave İmar Uygulama Planı kararının iptali talebi konulu davada yerel mahkeme; 09.01.2013 tarihinde; yürütmeyi durdurma kararı vermiştir. 22.02.2013 tarihinde, Gökçeada Belediyesi karara itiraz etmiş, tarafımızca itirazın süresinde olmadığına ve reddine ilişkin talepte bulunulmuştur. 27.03.2013 tarihinde, bu davaya ilişkin duruşma yapılacaktır.”

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 20.03.2013

İÇ ÇAMAŞIRINDAN TARİHİ ESER ÇIKTI

 

 

Adana'da bir kişinin yapılan üst aramasında, iç çamaşırında gizlenmiş 42 parça tarihi eser ele geçirildi.

Adana Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, Kozan-İmamoğlu karayolunda Osmaniye'nin Kadirli İlçesinden geldiği belirlenen bir otomobili durdurdu.

Otomobilde ve içerisinde bulunan E.Y, A.B. ve A.B'nin üzerinde arama yapan ekipler, ilk etapta herhangi bir suç unsuruna rastlamadı.

Şüphelilerden A.B'nin yapılan detaylı üst aramasında, iç çamaşırında gizlenmiş poşet bulundu. Poşette tarihi nitelikteki biri firavun heykeli görünümlü diğeri üzerinde çiçek desenleri olan 2 obje, 2 gümüş yüzük ve 38 sikke ele geçirildi.

Şüphelilerden E.Y. ve A.B'nin, bilgilerine başvurulduktan sonra serbest bırakıldığı, gözaltına alınan şüpheli A.B'nin adliyeye sevk edildiği bildirildi.

Ele geçirilen tarihi eserler ise Adana Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.

Radikal, 20.03.2013

'ÇİNLİ KIZ'A SERVET VERDİLER

 

Vladimir Tretchikoff'un "Chinese Girl" eseri 982 bin pound'a alıcı buldu.

 

Dünyanın en çok çoğaltılan baskısı olduğu sanılan Vladimir Tretchikoff imzalı “Chinese Girl” (Çinli Kız) Londra’da düzenlenen bir müzayedeyle 982 bin pound’a satıldı. 

 

Britanyalı işadamı Laurence Graff tarafından satın alınan resim, Güney Afrika’da sergilenecek. 

 

Rusya ve Şangay’da yetişen Tretchikoff, 1946 yılında Güney Afrika’ya yerleşti ve yeşil tenli, koyu kırmızı dudaklı Çinli bir genç kızı resmettiği “Chinese Girl” eserini 1953’te Cape Town’da tamamladı. 

Akşam, 20.03.2013

İSVİÇRELİ POLİSE TARİHİ ESER CEZASI

 

Tatile geldiği Antalya'dan ülkesine dönerken hava limanında tarihi değeri bulunan taş parçasıyla yakalanan İsviçreli Emniyet Müdürü Christian Varone, 1 yıl 15 gün hapis cezası ve 500 lira adli para cezasına çarptırıldı. Varone 5 yıl içersinde denetime tabi tutulacak ve bu süre içinde kasti suç işlemezse hakkındaki hüküm kaldırılacak. tutuksuz yargılanan İsviçreli polis müdürü Christian Varone'nin (49) avukatı Yasemin Mataracı, Antalya 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşma sonrası yaptığı açıklamada müvekkilinin eylemi olsa bile bunun teşebbüste kaldığını söyledi.

Sabah, Haber: Göksel Yapar, 20.03.2013

BÜYÜK SOYGUNCULARIN KİMLİKLERİ TESPİT EDİLDİ

 

 

Boston'daki Isabella Stewart Gardner Müzesi'nde 23 yıl önce dünyanın en büyük sanat hırsızlığını gerçekleştiren iki hırsız 500 milyon dolar değerindeki Rembrandt, Degas, Vermeer ve Manet tablolarını çalarak kayıplara karışmıştı.

Soyguncuların kim olduğunu bildiğini ve eserlerin izini sürdüğünü söyleyen FBI, sanat eserlerinin Connecticut ve Philadelphia bölgelerine götürüldüğüne, bazı eserlerin Philly'ye götürülerek soyguncularca satışa sunulduğuna ve bu bilgi doğrultusunda soyguncuların kimliklerinin tespit edildiğini açıkladı.

Müze yönetimini tablolarla ilgili ihbarda bulunanlara beş milyon dolar vereceğini açıklamıştı.

İşte çalınan tablolar:

 


"Chez Tortoni" -  Manet

 


"La Sortie de Pesage" - Edgar Degas

 


"A Lady and Gentleman in Black" - Rembrandt

 


"Self-Portrait" - Rembrandt

 


"The Storm on the Sea of Galilee" - Rembrandt

 


"The Concert" - Vermeer


Habertürk 20.03.2013

ANTİK MISIR'IN İNŞAAT İŞÇİLERİ BULUNDU!

 

 

Antik Mısır döneminde yaşamış olan insanların iskeletleri üzerinde yapılan analizler, binlerce yıl önce hayatın katlanılmayacak kadar ‘ağır’ olduğunu ortaya koydu. İskeletleri analiz edilen 3,300 yıllık Mısırlıların dörtte üçü, ağır nesneler taşımaktan dolayı eklem bozukluğuna sahipken, üçte ikisinin en az bir tane kırık kemikle yaşadığı belirlendi.

 

Mısır’ın Minya eyaletinde, Nil Nehri’nin doğu yakasında kalan antik Amarna kentinde yapılan araştırmalar, Mısırlıların 3,300 yıl önce çok ağır yaşam şartları altında yaşadığını ortaya çıkardı.

 

Mısır’ın 18’inci Hanedanlığı döneminde (MÖ 1353) hükümdarlık yapan Firavun Akhenaten’in inşa ettirdiği Amarna kentinde kazı yapan bilim insanları, 150’den fazla iskeleti analiz etti.

 

Dönemin başkenti olan Amarna kentinde, alt sınıftan işçilere, içini hazinelerle doldurduğu görkemli tapınaklar inşa ettiren Akhenaten’in, işçilerinin sağlığına ve çalışma şartlarına hiç dikkat etmediği ortaya çıktı.

 

Scientific American sitesinin haberine göre, Amarna’nın mezarlığından çıkarılan kemikler, halkın yetersiz beslenme ve çok ağır nesneleri sürükleyip taşımaktan hastalık ve sakatlıklar yaşadığını, birçoğunun erken yaşlarda öldüğünü gösterdi.

 

Antiquity dergisinde yayımlanan araştırmada, antik Mısır toplumunun yaşam tarzı hakkında da yeni bilgiler ortaya sunuldu.

 

Firavun'un değişmesi ile görkem kayboldu

Başkent Kahire’nin 350 kilometre güneyinde kalan Amarna, 17 yıl boyunca antik Mısır’ın başkenti oldu.

 

Akhenaten, Amarna’nın güneş tanrısı Aton’a (veya Aten) adanmış bir şehir olmasını istedi. Bu amaçla, sadece birkaç yıl içinde tapınaklar, saray binaları ve evler şehrin dört bir yanına dağıldı.

Şehrin başkent olduğu yıllarda, 30 bin kişilik bir nüfusa sahip olduğu ve çok sayıda saray yetkilisi, asker, işçi ve köleye ev sahipliği yaptığı düşünülüyor.

 

Ancak Akhenaten’in yıllar süren çabayla inşa ettirdiği Amarna, firavunun ölümü ve yerine Tutankamon’un geçmesiyle başkentliğini yitirdi. Verimli tarım arazilerine sahip olan şehir, zamanla terk edildi ve önemini yitirdi.

 

Amarna’da araştırma yapan ekipte yer alan İngiltere’nin Cambridge Üniversitesi’nden Anna Stevens, 'Amarna’nın çok kısa bir sürede büyük bir şehir haline gelmesi sayesinde, barındırdığı halkın nasıl yaşadığı konusunda arkeologlara yeni bilgiler sunabileceğini’ belirtti.

 

Ağır yaşam şartları

Amarna’nın mezarlığı, yaklaşık 10 yıl önce bölgede araştırmalar yaşan bir ekip tarafından ortaya çıkarıldı. Mezarlık açıldığında, alt sınıf Mısırlılara ait yüzlerce iskelet ve iskelet parçası bulundu.

 

Stevens ve meslektaşları, adları tarihte kaybolan bu insanların nasıl bir yaşam şekli olduğunu anlamak için 159 iskelet üzerinde analiz yaptı. Sonuçlar hiç de iç açıcı değildi:

Çocuklar yetersiz beslenme nedeniyle gelişimlerini normal bir şekilde tamamlayamıştı. Birçok iskelette ise yine yetersiz beslenme nedeniyle kemiklerde oluşan gözenekler dikkat çekti.

LiveSsience sitesine konuşan Stevens, iskeletleri incelenen insanların ağırlıklı olarak bira ve ekmekten başka beslenecek bir şey bulamadığını belirtti.

 

İskeletlerin dörtte üçünde eklem bozukluğu tespit edilirken, üçte ikisinde en az  bir tane kırık kemik olduğu görüldü. Bu sonuçlar, işçi olarak çalışan Mısırlıların çok ağır yükler altına girdiklerini, ağır nesneleri sürükleyerek taşıdıklarını, bunların üstüne de yetersiz beslendiklerini ortaya koydu. Araştırmacılar, bu insanların birçoğunun ortalama 30 yaşlarında öldüğünü tahmin ediyor.

 

İnsan ağırlığındaki tuğlalar

Araştırmacılar, bu kadar ağır şartlarda yaşayan antik Mısırlıların taşımak zorunda kaldığı nesnelerin ne olduğunu anlamak için mezarlığın yakınlarındaki antik binaları inceledi.

 

Ortalama bir taş bloğun ağırlığının 70 kilo olduğunu belirleyen araştırmacılar, çok kısa sürede inşa edilen şehirde çalışan işçilerin neden eklem bozukluğu yaşadığını da anlamış oldu.

 

Kahire’deki Amerikan Üniversitesinde Mısır bilimci olan Salima İkram, “Bu araştırma çok büyük önem taşıyor. Büyük nüfuslu bir alanda alt sınıf Mısırlılara ait bu kadar fazla kalıntı elde etmek az bulunacak bir fırsat” dedi.

 

Antik Mısır’a ait olan mezarlıkların büyük kısmı üst sınıf insanları içerdiği için, işçi ve köleleri içeren mezarlıklar uygarlığın geçmişine bakabilmek için ayrı bir önem taşıyor.

Yapı, 20.03.2013

TURİSTLERE CAMİ ELBİSESİ TASARLANDI!

 

Tarihi camileri ziyaret etmek isteyen yerli ve yabancı turistlerden kıyafeti uygun olmayanların kullanması için farklı renklerde elbiseler tasarlandı. Ziyaret sırasında erkek ya da kadın turistlerin ücretsiz kullanabileceği kıyafetler, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından temizlenecek.


İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nde 22 Ocak tarihinde ''İstanbul Tarihi Camileri Ziyaretçi Yönetimi'' konusunda ilgili kurum ve kuruluşların katılımıyla çalıştay düzenlendi. Bu çalıştayda ortaya çıkan öneriler, İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Destek Hizmetleri Daire Başkanı Mevlüt Bulut, İstanbul Müftüsü Rahmi Yaran, Turist Rehberleri Birliği Başkanı Şerif Yenen'in katıldığı üst toplantıda karara bağlandı.

TURİSTLER İÇİN ZİYARET SAAT 19:00'A KADAR
''İstanbul Tarihi Camileri Ziyaretçi Yönetimi Kararları''na göre, İstanbul'daki turistik camiler yaz aylarında 08.30-19.00, kışın da 08.30-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek.

En çok ziyaret edilen camilerin başında gelen Sultanahmet ve Eminönü'ndeki Yeni Cami, cuma günleri öğleye kadar ziyarete kapalı tutulacak. Her iki cami de cuma namazı sonrasında kapılarını ziyaretçilere açacak.

TURİSTLER FARKLI RENKLERDE 2 PARÇADAN OLUŞAN ELBİSE GİYECEK
Kıyafeti cami ziyaretine uygun olmayan turistlerin giyeceği elbiseler de tasarlandı. Cami girişlerinde büyük başörtülerinin yerini, vücudu baştan ayağa örten kıyafetler alacak. Başörtüsü ve elbiseden oluşan iki parça halinde tasarlanan kıyafet, 6-7 renkte ve sade olacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan elbiselerin üzerinde herhangi bir yazı ya da desen bulunmayacak.


Hazırlanan kıyafetleri, başı, kolu ve dizi açık olan kadınlarla atletli veya kısa şortlu erkekler ücretsiz kullanabilecek. Kirlenen elbiseler İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından temizlenerek tekrar kullanıma sunulacak.


Yeni kıyafetlerin pilot uygulaması, en çok ziyaret edilen Sultanahmet Camisi'nde yakın zamanda başlayacak. İhtiyaç halinde diğer tarihi camilerde de bu uygulamaya geçilecek.

REHBER EŞLİĞİNDE ZİYARET 10 DAKİKA
Ziyaretçi için önem arz eden yönlendirme ve bilgilendirme levhaları, dil ve metin olarak yeniden gözden geçirilecek, bütünsel yaklaşım içerisinde değiştirilecek. Bu konuda Fatih Müftülüğü, Turist Rehberleri Birliği ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi ortak çalışma yürütecek.

Kalabalık günlerde cami içinde ziyaretçi yoğunluğunu önlemek amacıyla rehberler ortalama 10 dakikada turistleri bilgilendirecek. Ziyaretlerin sağlıklı yapılabilmesi için bazı noktalara kamera sistemi kurulacak.

Tarihi camilerde ayakkabı çıkarılan bölüm genişletilecek. Cami içinde turistlerin ziyaret etmelerine izin verilen yer, takriben bir metre genişletilecek. Camide özel programlar (Kur'an ziyafeti, mevlit) uygulandığı günlerde, cemaat durumuna göre bu alan daraltılacak. Zaman zaman şikayete konu olan ve yabancı ziyaretçiler yanında cami cemaatini de rahatsız eden hanutçularla mücadele için Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü'nden destek istenecek.

Habertürk, 20.03.2013

İSTANBUL'A LALE MÜZESİ!

 

Bir devre adını veren, doğu kültür ve mitolojilerinde özgün bir yere sahip olan laleyi İstanbul'a yeniden kazandıran İstanbul Büyükşehir Belediyesi, lale kültürünü gelecek kuşaklara ulaştırabilmek amacıyla İstanbul Lale Vakfı ile Emirgan Korusu'nda Lale Müzesi kurdu.

 

     

 

Laleyle ilgili çalışmalar yürütecek olan İstanbul Lale Vakfı, ilk projesi ''Lalezar''ı akıllı telefon kullanıcıları için hayata geçirdi. Uygulama sayesinde akıllı telefon kullanıcıları, Emirgan Korusu'ndaki barkodlu lalelerin bütün özelliklerine ulaşılabilecek.





İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park Bahçe ve Yeşil Alanlar Daire Başkanı Mehmet İhsan Şimşek, ''Dünyada başta Hollanda olmak üzere birçok ülkede lale müzesi var ancak bu ülkelerin laleyle ilgili geçmişi o kadar yok. Orta Asya'dan gelirken getirdiğimiz at eğerlerinde, kaftanlarda, kılıçlarda, ibriklerde ve duvar süslerinde lale var. Biz daha çok kültür materyaline sahibiz. İşte bu nedenle bu materyallerin toplanıp sergilenebileceği müze oluşturma fikri doğdu'' dedi.

 

Tarihi at ahırları müzeye dönüştürüldü

Şimşek, Emirgan Korusu'nda Osmanlı dönemine ait eski at ahırları olarak bilinen yerin restore edilerek müzeye dönüştürüldüğünü belirtti. İçinde iki sergi salonu bulunan müzenin bin 500 metrekarelik alandan oluştuğunu ifade eden Şimşek, sergi salonlarından birinin, objeler tamamlandıktan sonra müze olarak hizmet vereceğini, diğerinin de sanatsal etkinliklerde kullanılacağını söyledi.





Müzede yer alacak objelerle ilgili yelpazeyi geniş tuttuklarını anlatan Şimşek, ''Lale dikmeye yarayan bir saban, lale ayıklama eleği, el yazması tezhibin üzerindeki lale motifi, lale broşu, özel kurutulmuş lale çiçeği... Laleyle alakalı kitaplardan, baskılara kadar her şeyi bu müzede barındırmak istiyoruz. Dünyadaki Lale Müzesi örneklerinde bu objelerin hepsi bir arada var. Hollanda'daki lale müzesinde, günümüze yakın döneme ait objeler sergileniyor, bizim müzemizde çok daha tarihsel ve manevi değeri fazla objeler yer alacak.''

Yapı, 20.03.2013

BİT PAZARINDAN ALDI SERVET SAHİBİ OLDU

 

 

Bir meraklının 3 dolara aldığı porselen kase yıllar sonra müzayedede 2 milyon 230 bin dolara alıcı buldu.

Amerikalı bir meraklının bit pazarından 3 dolar karşılığında aldığı Çin porseleni kase, müzayedede 2 milyon 230 bin dolara alıcı buldu. New York'ta 6 yıl önce bit pazarında gördüğü ve beğendiği kasenin bin yıllık eşsiz bir eser çıkmasıyla büyük şaşkınlık yaşayan Amerikalı, büyük bir servete kondu.

2007 yılından bu yana evinin oturma odasında şöminenin üstünü süsleyen kasenin özelliklerini merak eden ve araştırmaya başlayan New Yorklu, geçtiğimiz aylarda Çin sanat tarihi uzmanlarından porselenin değerini öğrenince soluğu müzayedecide aldı. Sotheby's Müzayede Evi'nin 200 bin - 300 bin dolar değer biçtiği, ince işçilik ürünü Çin porseleni kase, salı günü yapılan açık arttırmada 2 milyon 230 bin dolara satıldı.

12,5 santimetrelik beyaz renkteki porselenin, 960-1279 yılları arasında hüküm süren Kuzey Song Hanedanı döneminde yapıldığı belirtiliyor. Bu porselen kaseye benzeyen ve bilinen tek eser, yaklaşık 60 yıldır British Museum'da sergileniyor.

Sabah, 20.03.2013

ROMA DÖNEMİNE AİT
İKİ KÜPE ELE GEÇİRİLDİ

 

Çanakkale'nin Lapseki İlçesi'ndeki tarihi eser operasyonunda, Roma dönemine ait iki altın küpe ele geçirildi.

 

Çardak beldesinde A.K'nin tarihi değeri olan küpeleri satacağı yönündeki ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, zanlıyı yakaladı. Zanlının üzerinde Roma dönemine ait iki adet altın küpe bulundu.

 

Gözaltına alınan A.K, mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

 

Küpelerin, Çanakkale Arkeoloji Müzesi'ne teslim edileceği bildirildi.

Hürriyet, 20.03.2013

PAŞANIN KAYIP MEZARI BULUNDU

 

 

Osmanlı paşalarından olduğu söylenen Resul Paşa’nın mezarı 356 yıl sonra Karasu İlçesi'ne bağlı Resuller Köyü’ndeki ormanlık alanda bulundu.

 

Karasu Resuller Köyü Muhtarı Ahmet Hocaoğlu, köyün en yaşlı insanlarıyla görüşerek ve onların bilgi verdiği sahada orman içinde çok eski bir mezarlık tespit ettiklerini söyledi. Orman İşletme Müdürlüğü’nden izin aldıklarını söyleyen Hocaoğlu, “Mezar yerini aradık ve sonunda bulduk. Şimdi burayı temizledik ve mezarı gün yüzüne çıkardık. Köy imamıyla birlikte mezar taşlarını okumaya başladık. Bir taşı kırılmış mezar bulduk. Taşları yapıştırdık ve tekrar mezar başına diktik” dedi.

Mezar taşında ‘1657 yılında vefat eden Resul Paşa’ yazısını gördüklerini kaydeden Muhtar Hocaoğlu, “Emin olmak için de Karasu Jandarma Komutanlığı’na gittik. Onlar da bu mezarın kesin Resul Paşa’ya ait olup olmadığını belirlemede bize yardımcı olacaklar. Paşamıza köylü olarak güzel bir mezar yapacağız” diye konuştu. Resuller Köyü eski mezarlığının 600 yıllık bir maziye sahip olup olduğu ve İpek Yolu üzerinde bulunduğu belirtiliyor.

Yeni Sakarya, 20.03.2013

MYRLEİA ANTİK KENTİ İÇİN ÇADIRLI NÖBET

 

Bursa'nın Mudanya İlçesi Demirhane mevkiinde bir süre önce Myrleia antik kenti üzerinde yapıldığı öne sürülerek inşaatı durdurulan alışveriş merkezi için Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ‘devam' kararı aldı. Bunun üzerine bir grup sivil platform üyesi kurdukları çadırda nöbet tutmaya başladı.

Antik kentin karşısında konuşlandıkları alanda basın açıklaması yapan Mudanya Tarihine ve Geleceğine Sahip Çıkanlar Platformu üyeleri, halkın bu konudaki duyarsızlığından dem vurdu. Platform sözcüsü Levent Kayak, ortaya çıkan antik kent ile ilgili tüm yasal başvuru ve işlemlere karşın Bölge Koruma Kurulu'nun kararı ile üzerine beton dökülerek yok edilmek istendiğini iddia etti. Söz konusu AVM'nin yapımıyla ekonomik olarak etkileneceklerin başında Mudanyalı esnafların geleceğini öne süren Kayak, "İşyerlerinin kapanmasına sebep olacak bu durumun kaç kişiye kepenk indirtip işsiz bırakacağını bir düşünelim. Oysa Efes antik kenti kadar önemli tarihi bir şehir olan Mudanya merkezindeki Myrleia, gün yüzüne çıkartıldığında ilçe halkının, esnafının neler kazanacağını unutmayalım." dedi.

Mudanya'nın değerlerinin talan edilmesine sessiz kalınmamasını isteyen Kayak, "İlçemizin tarihine ve geleceğine sahip çıkmak için sesimizi ve gücümüzü birleştirelim. Birleştirelim ki, antik kent dünyaya açılsın; Mudanya kazansın, Türkiye kazansın." diye konuştu.

Açıklamaya alkışlarla destek veren platform üyeleri, daha sonra çadır etrafında ateş yakarak ısındı. Platformun çadırını, hafta boyunca Bursa Barosu, Kent Konseyi, Tabip Odası ve Çağdaş Hukukçular Derneği gibi çeşitli STK temsilcilerinin ziyaret edeceği öğrenildi.

Bugün, 19.03.2013

YAPTIĞINIZ AVM'LERLE ÖVÜNÜRSÜNÜZ

 

"Bence; tarihi Serkildoryan Binası ve içindeki Emek Sineması; eski Beyoğlu'nun yıkılmayan birkaç kalesinden biri. Özellikle Emek Sineması'nda herkesin bir anısı var. Zaten her yer alışveriş merkezi! Bu tarihi sinemadan ne istiyorsunuz? Bari burası kalsın geriye.


'Restorasyon yapıyoruz' diyorsunuz. Emek'i beşinci kata taşımak mı restorasyon? Restorasyonun kelime anlamı ne? Bir eseri olduğu yerde aslına uygun yenilemek değil mi? Emek'i beş kat yukarıya taşırken geriye ne kalacak?
Madem yukarı taşımak gibi çok zor bir projeyi hayata geçireceksiniz, yukarı taşımadan da restorasyon yapabilirsiniz. Hem maliyeti de az olur.
Evet, rant çok büyük; böyle bir şeyi hayatta yapmazsınız! Tarihi yapıymış, kültürel mirasmış; umrunuzda değil. Giriş kata kafeler, mağazalar yapacaksınız."

EMEK YILGINLIĞI
Yukarıdaki satırlar, 2010 yılından beri Emek Sineması hakkında yazdıklarımın bir özeti... Bu konuda en az dört-beş kere yazdım herhalde. 'Emek Sineması'nın yıkılması kültür soykırımıdır' başlığı da attım.


Emek Sineması'nı yazmayan kalmadı, gösteriler yapıldı, yapılmaya da devam ediyor ama dinleyen kim!


Bir yazar olarak geldiğim nokta şu: Artık Emek Sineması ile ilgili yazamıyorum, epeydir de yazmıyorum. Çünkü yazdıkça bir yazar olarak kendimi değersiz hissediyorum.


Emek'le ilgili yazılarımın okunma oranlarına baktım; okuyucunun ilgisi de her geçen gün daha da azalmış.


Hep böyle olmuyor mu? Türkiye'de ne zaman bir kültür mirasının yıkılması gündeme gelse, medyada fırtına kopuyor. Bu tepki sosyal medyada tsunamiye dönüşüyor.


Ya sonra?
Fırtına melteme, tsunami de cılız dalgalara dönüşüyor.


Türkiye'de, her sorunun konuşuldukça ve eleştirildikçe etkisini kaybetmesi gibi ilginç bir durum söz konusu.

TARİHİ YOK ETMEK
Çünkü karşı taraf uyutma taktiğinin kralını uyguluyor. Herkes topu birbirine atıyor, kime sorsanız "Haklısınız, üzücü bir durum; Emek Sineması'na sahip çıkılmalı" diyor.


Ve sonra bir bakıyorsunuz ki, o tarihi eserlerin üstünde devasa AVM'ler ya da oteller yükseliyor.


Yurt dışına çıktığınızda, mesela Venedik'te ya da Paris'te yürüdüğünüzde; kendinizi 18'inci ve 19'uncu yüzyıldan kalma canlı bir müzede yürüyor gibi hissedersiniz.


İstanbul'un tarihi dokusunu koruyan tek bir sokak gösterin bana!


Londra'da, Paris'te 100-150 yıllık kafeler var, bizde ise tarihi mekanlar hep talan edildi.


Yazık, çok yazık! Gelecek nesillere bıraktığınız AVM'lerle övünürsünüz artık!

Sabah, Yazı: Mevlüt Tezer, 18.03.2013

OSMANLI MİLLETLER MÜZESİ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, asırlarca çeşitli milletleri bir arada barış içinde yaşatan Osmanlı’yı anlamak için Osmanlı Milletler Müzesi açacaklarını söyledi. Çelik, 1915 olaylarıyla ilgili de İstanbul, İzmir ve Ankara’ya anıt dikeceklerini belirtti.

 

FARKLI İNANÇ VE ETNİK KÖKENLERİN BİRLİKTE YAŞADIĞI MEDENİYET YENİDEN BULUŞUYOR

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Osmanlı Milletler Müzesi kurulması yönünde çalışma yaptıklarını belirterek, “Müze Osmanlı İmparatorluğu’nda değişik etnik gruplara mensup tebaanın barış ve huzur içinde bir arada yaşadığını gösterecek”  dedi. Çelik, İstanbul, İzmir ve Ankara’ya Ermeni katliamlarını anlatan anıt yapılacağını bunun için proje yarışması  düzenleneceğini kaydetti. Kültür ve Turizem Bakanı Ömer Çelik, 1915 asılsız soykırım iddiaları konusunda yapılan çalışmalar hakkında şu bilgileri verdi:

 

Araştırmalara ödül

Yurtdışında Türkoloji alanında çalışma yapan başarılı öğrencelere yönelik Türkiye’nin tanıtımı ve 1915 olaylarına ilişkin görüşlerin aktarılmasını sağlayan proje kapsamında ABD, Almanya, Bulgaristan, Hollanda, İngiltere, Fransa, Kanada, Rusya Federasyonu, İspanya, Norveç, İsveç, Cezayir, Lübnan, Endonezya, Malezya, İrlanda, Belçika, Çin Halk Cumhuriyeti’nden öğrenciler Türkiye’de ağırlanmaktadır.

 

Birlikte yaşama kanıtı

Müzenin kurulmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nda değişik etnik gruplara mensup tebaanın barış ve huzur içinde bir arada yaşadığının ön plana çıkarılması sağlanacak. Bu konuda yer tahsisi henüz mümkün olmadı. Müze için Yıldız Sarayı Silahhane binası, Sultan Ahmet Meydanı’nda Tapu ve Kadastro Müdürlüğü Binası, İbrahim Paşa Sarayı’nın Avlusu gündeme geldi.

 

Toplu Mezar kazıları

Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermeni çeteler tarafından Türk köylerine yönelik gerçekleştirilen katliamların ortaya çıkarılması için toplu mezar kazı çalışmalarının Türk Tarih Kurumu, YÖK ve üniversiteler tarafından gerçekleştirilmesi planlandı. Erzurum Tepeköy, Kars Arpaçay, Bitlis Merkez Saray, Giresun Görele, Ardahan Halil Efendi Mahallesi, Iğdır Kadıkışla Köyü, Van Gevaş Yanıkçay Köyü’ndeki kazı çalışmaları yapılarak proje tamamlandı.

 

Ermeni anıtı yapılacak

Ankara, İstanbul ve İzmir Valiliği Büyükşehir Belediye Başkanlıklarının işbirliğiyle Birinci Dünya Savaşı’nda şehit edilenler ve Ermeni teröristlerce şehit edilen Dışişleri Bakanlığı mensupları anısına yönelik anıt yapılması planlanıyor. Ankara Kızılay, Zafer Çarşısı karşısında bulunan Zafer Meydanı’nda, İzmir Bayraklı İlçesinde denizden doldurularak kazanılan alanda, İstanbul Şişli Maçka Demokrasi Parkı’nda anıt yapılacak. Bunun için proje yarışmasına çıkılacak.

 

BİRLİKTE YAŞAMANIN TEMELİ: SAYGI

Osmanlı yönetim anlayışı içinde farklı unsurların her birine ‘millet’ dendiği gibi oluşturulan sisteme de ‘millet sistemi’ adı verilmiştir. Osmanlı millet sisteminin en temel özelliği; farklı inançlara sahip insanlara, kendi inançlarının ve hatta hukuklarının gerektirdiği şekilde yaşama imkanı tanımasıydı. Dolayısıyla Osmanlı idaresi altındaki her millet başlarındaki patrik, hahambaşı ve metropolitleri ile kendi dini ve sosyal işlerinde hür ve muhtar bir şekilde yaşamıştır. Neticede Osmanlı, çok-dinli, çok-uluslu ve çok sayıda farklı kültürün birbirleriyle yan yana yaşadıkları bir toplum yapısına sahipti.

Star, Haber: Nevin Bilgin 18.03.2013

ÖĞRENCİSİNİN SANILIYORDU REMBRANDT'IN ÇIKTI

 

İngiltere’de 2010 yılında Ulusal Hazine’ye bağışlanan ve Rembrandt’ın öğrencilerinden birine ait olduğu sanılan Rembrandt portresinin, Hollandalı ressamın kendini resmettiği orijinal tablosu olduğu ortaya çıktı.

Dünyanın önde gelen Rembrandt uzmanlarından olan Ernst van de Wetering, sanatçının 1635 yılında, 29 yaşındayken portreyi tamamladığını açıkladı. Geçmişte Liechtenstein Prensi’ne ait olan tabloya 20 milyon sterlin (55.2 milyon TL) değer biçildi; ancak satılmayacağı, Ulusal Hazine’ye ait olan eski bir manastırda sergileneceği açıklandı.

Habertürk, 19.03.2013

'TARİHE SAYGI' İÇİN ÇALIŞMALARA DEVAM

 

 

OPET, Gelibolu Yarımadası’nı çağdaş bir görünüme kavuşturmak amacıyla başlattığı “Tarihe Saygı Projesi”nin yedinci yılında çalışmalarına hız kesmeden devam ediyor. Projenin önemli bir parçası olan “Tarihe Saygı Parkı” açılışından bu yana üçüncü kez yenilendi. “Tarihe Saygı Parkı”, Çanakkale Valisi Güngör Azim Tuna, Eceabat Kaymakamı Mehmet Akçay, Eceabat Belediye Başkanı Kemal Dokuz ve OPET Genel Müdürü Cüneyt Ağca’nın katıldığı törenle yeniden ziyaretçilerin hizmetine açıldı.

“Tarihe Saygı Parkı”, 2500 metrekarelik bir alanda, bölgeyi ziyaret eden turistlerin ilk durağı olarak açık hava müzesi niteliği de taşıyor. Çanakkale Savaşı’nın tüm detaylarını gösterecek şekilde donatılan parkta bu yıl gerçekleştirilen yenileme çalışmaları kapsamında Atatürk ’ün anılarında bahsettiği “Bomba Sırtı Vakası” bire bir boyutlarda 40 heykel figürüyle canlandırıldı. Anzak ve Türk askerlerine ait figürlerin 22 metre uzunluğundaki temsili siperlere yerleştirilmesiyle oluşturulan kompozisyon yaklaşık 9 ayda tamamlandı. Parkta yer alan 1/1000 ölçeğinde ve 30 m. Uzunluğundaki yarımada maketi de yenilenerek, şehitliklere ve anıtlara gidilecek yolları ve savaşların yaşandığı alanların birbiri ile bağlantısını kuşbakışı gösterir hale getirildi.

Törende konuşan Çanakkale Valisi Güngör Azim Tuna şöyle konuştu: “Opet A.Ş. tarafından Tarihe Saygı Projesi kapsamında yenilenen Tarihe Saygı Parkı, bölgeye gelen ziyaretçilerin bilgilendirilmesi için oldukça önemlidir. Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk askerinin karakterini göstermesi bakımından çok önemli olarak anılarında bahsettiği Bombasırtı Vakası anektodunun heykellerle canlandırılmasının, bölgeye gelen ziyaretçilerimizi derinden etkileyeceğini düşünüyorum.”

Tarihe Saygı Parkı’nın, yenileme çalışmalarını tamamlamaktan mutluluk duyduklarını belirten OPET Genel Müdürü Cüneyt Ağca ise şunları söyledi: “Cumhuriyet tarihinin dönüm noktası olan Çanakkale Savaşı’nı gözler önüne seren Tarihe Saygı Parkı, Çanakkale Şehitleri anısına bölgeye bir armağanımız oldu. Tarihe Saygı Parkı, Çanakkale’nin gururlu geçmişini bugüne taşıyor ve bölgenin bütünsel bir simgesi olarak, bir anlamda açık hava müzesi niteliği taşıyor.”

PARKTA NELER VAR?
İlk kez 17 Mart 2008 tarihinde ziyaretçilere açılan ve üç bölümden oluşan park, denizden ve karadan kolaylıkla görülebilecek bir mevkide bulunuyor. Bölgeye gelen ziyaretçiler için rehberlik görevi üstlenen parkta; Gelibolu Milli Parkı’nın dev maketi, “Bomba Sırtı Vakası” mizanseni, Çanakkale Savaşına katılan 8 komutanın büstü ve heykeltıraş Tankut Öktem tarafından projelendirilen 12 metre yüksekliğindeki Tarihe Saygı Anıt Heykeli yer alıyor.

YENİLEME ÇALIŞMALARI KAPSAMINDA NELER YAPILDI?
• Dokuz ay süren Tarihe Saygı Parkı’nın yenilenme çalışmaları kapsamında, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Nurettin Bektaş tarafından ‘Bomba Sırtı Vakası’nı canlandıran heykel çalışması yapıldı. Gerçek boyutlarıyla, deniz tarafı Anzak, kara tarafı Türk olmak üzere siperler düzenlendi. Siperlerin içlerine gerçeğine uygun mühimmat, teçhizat ve dokümanlar ile gerçek boyutlarda yirmişer asker heykeli yerleştirildi.
• Siper araları, yarımada florasına göre bitkilendirildi. Alanın çevresine cam duvarlar yapıldı ve ‘Bomba Sırtı Vakası’nı anlatan bir yazı bu duvarlara yerleştirildi. Diğer tüm bilgiler de cam panolara kumlama yöntemiyle yazıldı.
• Parkta yer alan Tarihe Saygı Heykeli’nin dört bir yanına heykeli anlatan kitabeler konuldu.
• Parkın tüm yer, duvar, döşeme, ahşap, cam gibi malzemelerinin bakım ve onarımları gerçekleştirildi.
• Mevcut harita- maket üzerinde bakım çalışmaları yapıldı. Maketin yüzeyi tamamen soyularak, yeniden astar çekilerek, boyandı. Zeminin kara ve denizi simgeleyen bölümleri boyandı ve tüm alana uyarı levhaları eklendi.
• Parkın genelinde kapsamlı bir peyzaj çalışması yapıldı.

TARİHE SAYGI PROJESİ
Tarihe Saygı Projesi ile 2006 yılından bu yana Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı sınırları içinde büyük bir değişim gerçekleşti. Proje; Eceabat’a bağlı köyleri ziyaret eden yerli-yabancı turistin bölgeyi sorunsuz olarak gezmelerini sağlayacak fiziki ve sosyal çalışmaları içeriyor. Çanakkale Savaşı’nın geçtiği bölgede yer alan Alçıtepe, Seddülbahir, Bigalı, Kilitbahir, Kocadere, Behramlı, Büyükanafarta ve Küçükanafarta köyleri ile Eceabat İlçesinin rehabilitasyonu tamamlanarak, yeni bir çehreye kavuşmaları sağlandı. Yenileme çalışmaları kapsamında çağdaş bir görünüme kavuşan köy meydanları, müzeler, modern tuvaletler, yenilenen satış reyonları, bölge turizmini canlandırarak, köy muhtarlıklarının gelirlerini de artırdı. Yılda iki buçuk milyon ziyaretçinin gezdiği bölgede, ziyaretçilere hizmet veren çalışanlar için Eceabat Halk Eğitim Müdürlüğü işbirliği ile eğitimler verildi. İngilizce, pansiyonculuk, temizlik ve hijyen konularında verilen bu kurslar bugün de devam etmektedir.Projenin uygulandığı köyler ile Eceabat’taki tüm evlerin dış cepheleri boyanarak temiz bir görünüme kavuşmaları sağlandı. Bölgeyi ziyaret eden öğrencilerin konaklamasına imkan verecek olan Gençlik Merkezi binasının da yenilenerek hizmete girmesi sağlandı.

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parklar Müdürlüğü işbirliğinde uygulamaya konulan 57. Alay Şehitliği Yenileme Projesi ile Şehitlik, Çanakkale Savaşı’nda kahramanca canlarını veren şehitlerimize yakışır bir düzenlemeyle tarihe tekrar kazandırıldı. Proje kapsamında 2012 yılında Eceabat’ta işlevselliğini yitiren ilköğretim okulunun yerine, yeni ve modern bir ortaokul inşa edilerek, eğitim ve öğretim hayatına kazandırıldı. 16 derslikten oluşan “OPET Tarihe Saygı Ortaokulu” depreme dayanıklı bir biçimde inşa edildi.Ağustos ayında Çanakkale Savaşı tarihinde önemli bir yeri olan ve Gelibolu Yarımadası’nın en büyük iki hastane şehitliğinden biri olan Akbaş Şehitliği’nin yenileme çalışmaları tamamlanarak ziyarete açılacak. Öte yandan Yalova Zabitan Şehitliği ve Madam Erica Mezarlığı’nda da yenileme çalışmaları devam ediyor.

Radikal, 18.03.2013

İSTANBUL'A SU GELSİN DİYE ATA MEZARLARINI TAŞIYORLAR

 

 

İstanbul 'un içme suyu ihtiyacını karşılaması planlanan Melen Projesi nedeniyle su altında kalacak olan Kocaeli’nin Ortaköy beldesi sakinleri, başka bölgelere taşınmaya hazırlanırken, yakınlarının mezarlarını da başka bölgelere naklediyor.

Kocaali İlçesi'ne bağlı beldede yaşayan vatandaşlar, bölgenin su altında kalacak olması nedeniyle taşınma telaşına düştü. Cumhuriyet tarihinin en büyük içme suyu temin çalışmasından biri olan Melen Projesi kapsamında belde merkezi ile Köyyeri, Beyler ve Karalar köyleri, iki yıl içinde su altında kalacak.

Hayatını kaybeden yakınlarının hatırasına sahip çıkmak isteyen belde sakinleri, mezarları da başka bölgelere naklediyor. Belde ve köylerdeki bazı mezarlar yerinden çıkarılıp taşındı, diğerleri de nakledilmeyi bekliyor.

Ortaköy Belediye Başkanı Cemal Angın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yeni yerleşim bölgesi bulduklarını ve belde olarak topluca taşınacaklarını söyledi.

Angın, proje nedeniyle 10 bin kişinin göç etmek durumunda kaldığını vurgulayarak, "İnsanlarımız, artık taşınıyor. Devletimiz maddi desteğini veriyor tabi ancak manevi boyutu da önemli bu işin" dedi.

Beldenin iki yıl içinde tamamen su altında kalacağına işaret eden Angın, ilçeye bağlı Caferiye mevkisinde yeni bir belde kurmak istediklerini anlattı.

"Şu an için bazı vatandaşlarımız mezarlarını alıp götürdü" diyen Angın, "Ben de alacağım zaten. Şu anda dedemin, amcalarımın ve babamın mezarları orada. Sular altında kalmaması için mezarları başka alanlara taşıyacağım. Yakınlarımın mezarlarının sular altında kalmasından vicdanım rahatsız. O nedenle herkes mezarlarını çıkaracak" ifadelerini kullandı.

Belde sakinlerinden Yunus Kuş ise bölge su altında kalacağı için vatandaşların cenazelerini 3 yıldır başka mezarlıklara gömdüğünü aktardı.

Yakın zamanda taşınacaklarına dikkati çeken Kuş, "Babamın mezarını buradan götürmem gerekiyor. Su altında kalmasına müsaade edemem. Taşınmak için ölülerimizi bile rahatsız edeceğiz. Babamın mezarının yanındaki mezarlar taşındı zaten. Ben de yakın zamanda taşıyacağım" diye konuştu.

Kuş, bazı komşularının mezarlarla taşındığına işaret ederek, "Aile büyüklerimi 18 yıl önce torağa gömdük. Şimdi yerinden çıkarıp başka yerlere gömeceğim. Beldemiz sular altında kalacağı için 3 yıldır cenaze gömülmüyor. Gömen yok ama varsa da alıp götürecek. Çünkü sular altında kalmasını istemez kimse" şeklinde konuştu.

Hamza Birke de başka bir bölgede yaşamanın zorluklarını çekeceğini söyledi.

Belde sakinlerinin taşınmaktan dolayı üzgün olduğunu vurgulayan Birke, şunları söyledi:
"Burada doğdum, büyüdüm, tüm geçmişim burada yani. Böyle bir köyden gitmek çok kötü. Başka bir köye taşınacağız artık. Düzenimiz toplum olarak bozulacak tabii. Aile büyüklerimin çoğunu kaybettim. Hepsinin mezarı da burada. Taşınacağımız zaman evimle birlikte cenazelerimi de götüreceğim. İnsanları en çok üzen şey de bu zaten. Çünkü eski acılarımızı yeniden yaşayacağız."

Radikal, 18.03.2013

TARİHİ BİNALARI KUNDAKLADILAR

 

Bursa’da 3 bin 200 konutlu Doğanbey Kentsel Dönüşüm Projesi'ndeki tarihi binalar ve camilere el atılmayınca terk edilen binalar yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

 

Tarihi binalardan birisinde üç ayrı noktada çıkan yangın itfaiye ekibi tarafından söndürülürken, dönüşüm projesinde birisi yıkık durumdaki iki tarihi cami restore edileceği günü bekliyor. Alınan bilgiye göre, öğle saatlerinde merkez Osmangazi İlçesi Doğanbey Mahallesi’ndeki terk edilen tarihi binada üç ayrı noktada yangın çıktı. İlk müdahaleyi vatandaşlar yaptı. Kısa sürede olay yerine gelen itfaiye ekibi yangını söndürdü.

Doğanbey Mahallesi’nde sivil mimarlık örneği olan tarihi binaların ilgisiz kalmasına tepki gösteren vatandaşlar, yerel yöneticilerin bu binalara sahip çıkmasını istediler.

Yapı, 18.03.2013

İŞ MAKİNELERİ İLE OSMANLI ESERLERİ KATLİAMI

 

 

Suudi Arabistan’ın Mekke’deki İslam’ın en kutsal alanlarından olan ve Kabe’yi de içeren Mescid-i Haram camisinde gerçekleştirdiği milyar dolarlık genişleme projesinin bölgedeki tarihi yok ettiği iddia ediliyor. İngiltere merkezli Independent gazetesinin ele geçirdiği fotoğraflara göre, iş makineleri Osmanlı ve Abbasi devletlerine ait önemli tarihi eserlerin bulunduğu alanı tahrip ediyor. Yüzlerce yıl öncesinin ve caminin en eski parçaları olan sütunların yok edildiğini gözler önüne seren bu yeni fotoğraflar, arkeologları telaşlandırıyor. Yok olan sütunların üzerinde Arapça kaligrafi sanatıyla yazılmış, Hz. Muhammed’in hayatına dair dönem noktalarını ve yoldaşlarının isimlerini içeren ifadeler yer alıyor.

 

 

Mekke ve Medine’ye her yıl gelen milyonlarca ziyaretçiyi ağırlayabilmek için Mescid-i Haram ve Medine’deki Mescid-i Nebevi’nin milyonlarca dolar harcanarak genişletilmesini içeren proje, ülkenin arkeolojik, tarihsel ve kültürel mirasına saygı göstermediği gerekçesiyle eleştiriliyor.

 

Yeni fotoğrafları yorumlayan İslami Miras Araştırma Merkezi Müdürü Dr. İrfan El Elevi, gelecek Müslüman kuşaklarının geçmişinden koparak büyüyeceğine işaret ederek “Bu çok önemli çünkü bu sütunların bazıları Hz. Muhammed’in oturduğu ve dua ettiği yerler” diyor. Proje değişmezse Hz. Muhammed’in doğduğu evin bulunduğu bölge de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

Yapı, 18.03.2013

'SOYUT KOMPOZİSYON'A
1 MİLYON 100 BİN TL

 

3'üncü Beyaz Müzayede, dün The Sofa Hotel Nişantaşı'nda  gerçekleşti. Türk çağdaş ve modern sanatının başyapıtlarının satışa sunulduğu müzayedede Burhan Doğançay,  Nejad Melih Devrim, Alaettin Aksoy, Mehmet Güleryüz, Taner Ceylan gibi ustaların önemli eserleri görücüye çıktı.

Nejad Melih Devrim'in 1955'te tuval üzerine yağlı boya ile resmettiği "Soyut Kompozisyon" adlı tablo 1 milyon yüzbin liraya satıldı.

Beşyüz bin TL'den açık artırmaya sunulan eser telefonla ismi açıklanmayan bir sanatsevere satıldı. 197x96 cm ebatlarındaki tablo rengin coşkusunu ön plana çıkarmasıyla dikkatleri çekiyor.

Ömer Uluç'un "Dört Ayak Üstünde Kadın - Sallantıda Erkekler" adlı tuval üzerine akrilik çalışması 450 bin TL'ye satılırken Taner Ceylan'ın "Self Portrait As Cindrella" adlı nü tablosu ise 330 bin TL'ye alıcı buldu.

Akşam, 18.03.2013

ASIRLIK OKUL ONARIM BEKLİYOR

 

 

Neredeyse her gün, bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle kendiliğinden yıkılan ya da yanan, kül olan tarihi bir bina haberi duyuyoruz. Bazen bürokratik engeller, bazen duyarsızlık nedeniyle kimsenin yüzüne bile bakmadığı bu binalarla birlikte bir tarih de yok oluyor ne yazık ki... Çoğunlukla da göz göre göre yaşanıyor bu vakalar. Tehlikenin farkında olan vatandaşın ya da kurumların onca uyarısına, onca ikazına rağmen...

Bu girizgahtan anlaşılacağı üzere, bugün yine bir tarihi binayı taşıyorum manşete... Aslında asırlık bir binayla ilgili endişeleri desem daha doğru olacak. Zira söz konusu bina, tam 133 yaşında ve kelimenin tam anlamıyla bakımsızlıktan dökülüyor. Üstelik burası bir okul binası. Sarıyer Vehbi Koç Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi’ne devredilen ek binadan söz ediyorum.

Lisenin bahçesinde bulunan, 1880 yapımı tarihi bina, kısa bir süre öncesine kadar öğretmenevi olarak kullanılıyordu. Fakat bu eğitim öğretim yılının başında Vehbi Koç Lisesi’nin turizm lisesine dönüştürülmesiyle birlikte okula devredildi. Tarihi bina, uygulama oteli olarak kullanılacak. Yani turizm lisesi öğrencileri burada staj yapacak.

Gelin görün ki fotoğrafta da görüldüğü üzere bina harap durumda. Okulun ciddi bir tadilata ihtiyacı var. Okul yönetimi, binanın geçtiğimiz aylarda yanan İl Milli Eğitim Müdürlüğü binası ile Galatasaray Üniversitesi’yle aynı akıbete uğramasından endişe ediyor. Okul müdürü Maksut Balmuk, “Tarihi bina okulumuza tahsis edildi. Bundan memnunuz fakat binayı faaliyete sokabilmek için tadilat gerekiyor. Böylece bir tarihi eseri daha kurtarmış ve eğitime kazandırmış olacağız” diyor...

Habertürk, Haber: Esra Boğazlıyan, 18.03.2013

METRO MU, MÜZE Mİ?

 

 

Selanik’teki metro inşaatında bulunan hazine tartışma yarattı... İnşaatı finanse eden grup, hazinenin kaldırılmasını isterken arkeologlar ise kalıntıları bir müzeyle birleştirmek istiyor.

 

Yunanistan’ın Selanik kentindeki metro inşaatı çalışmasında, İstanbul’dakini hatırlatan bir arkeolojik keşif yaşandı. Metro için yapılan kazılar sırasında akademik çevrelerde “Bizans Pompei’si” olarak adlandırılan eşsiz kalıntılar bulundu.


Modern Selanik’in ticari merkezinin altına düşen inşaat alanında antik dönemde de bir ticaret merkezi olduğu görüldü. 4’üncü yüzyıldan kalma mermer kaplı bir yolun her iki yanında dizili dükkanların, atölyelerin ve kamusal mekanların kalıntılarına rastlandı.


İnşaattaki aksama, derin bir ekonomik krizden geçen ülkenin ikinci büyük şehrinde tarafları ikiye böldü. BBC, metro inşaatını finanse eden grubun, kalıntıları kısa bir süre içinde kazı mahallinden kaldırıp tekrar inşaata devam etmek için baskı yaptığını duyurdu. Arkeologlar ise yerin 6 metre altında karşılaştıkları kalıntıları “rüyalarında görseler inanmayacakları kadar etkileyici” diye niteliyor.

 

Yeni proje tartışması
Selanik belediyesi yetkilileri ve arkeologlar, metro istasyonunun bir yeraltı müzesi ile birleştirildiği yeni bir projenin geliştirilmesi gerektiğini söylüyor. Böyle bir müzenin çok sayıda turist çekeceğine şüphe olmasa da metro inşaatından sorumlu Attic Metro SA şirketine bağlı mühendisler, müze ve istasyonun bir arada mümkün olmadığı konusunda ısrar ediyor. Harabelerin müzeye dönüştürülmesi durumunda, merkezi metro istasyonundan vazgeçmek gerekeceğini söyleyen şirket, bunun toplam 3 buçuk milyar euro’ya malolan metro projesini tümden tehlikeye atabileceğini belirtti.

Milliyet, 18.03.2013

2 BİN BAŞYAPITI 'HALKA AÇACAK' MÜZE 2015'TE

 

İlklere imza atan işkadını, 'tarz sahibi' moda tutkunu, sanata değer veren bir idealist... Demet Sabancı Çetindoğan, eşiyle hayata geçireceği müze projesinin heyecanını yaşıyor. Ünlü mimar Zaha Hadid'in de hünerlerini sergileyeceği yapıda, 200'den fazla ressamın 2 bin eseri yer alacak.

 

Türkiye'nin en önde gelen işkadınlarından biri olan DemSa Group'un sahibi Demet Sabancı Çetindoğan... Başarılı işkadını, eşi Cengiz Çetindoğan'la ortak olduğu ve bünyesinde birçok uluslararası markayı bulunduran şirketinden, aile hayatına, modaya, eşiyle kuracakları müzeye kadar sorularımızı yanıtladı. İşte Çetindoğan'la geçen yıl satın aldığı Pera Palas Otel'deki renkli sohbetimizden satır başları..

 

- Eşinizle iş dünyasında başarılı bir işbirliğiniz var...
Eşim perakende, inşaat ve müze işiyle ilgileniyor. Ben de sağlık ve medyayla ilgiliyim. Günlük işlerde birbirimize müdahale etmeyiz. Ama prensipler ve önemli konular içinfikir alışverişinde bulunuruz.

 

- Eşinizle birlikte sanat eserlerine duyduğunuz ilgiyi müzeleştirerek halkla paylaşmak istediğiniz biliniyor. Süreç nasıl İlerliyor?
Müzemizi bir aksilik çıkmazsa 2015 sonunda Haliç'te açacağız. Koleksiyonda, 19. yüzyılın ikinci yarısından bugüne uzanan süreçte oluşturulmuş dönemleri belirleyen başyapıtlar yer alacak. 200'ün üzerinde sanatçı, 2 binden fazla kalıcı resim, 400 adetlik Osmanlı hat, ferman, hilye-i şerif, Kur'an-ı Kerim koleksiyonu bulunacak. Mimari oluşumda da Pritzker ödüllü mimar Zaha Hadid'le çalışıyoruz.

 

- İlgi duyduğunuz ressamlar kimler? Osmanlı tarihinde en çok hangi eserleri beğeniyorsunuz?
Türk hat sanatında ekol oluşturmuş Yakut Mustasimi, Şeyh Hamdullah, Hafız Osman, Mahmud Celaleddin, Mehmet Şevki gibi isimler özel bir yere sahip. Ayrıca 19. yy'ın ikinci yarısından bugüne uzanan Osman Hamdi portrelerinden İbrahim Çallı'nın figürlü peyzajlarına kadar birçok eserden etkileniyorum.

Akşam (Kısaltarak), Haber: Orkun Bulut, 18.03.2013

'PONTUS HAZİNESİ'NDEN KALAN

 

 

Defineciler, Kastamonu’da 18 Mayıs 2012’de Anadolu tarihi için çok önemli bir ‘keşif’ yaptı. MÖ 120 – MÖ 63 arasında 57 yıl hüküm süren Pontus Kralı Mithridat’ın bir komutanına ait olduğu tahmin edilen mezar, defineciler tarafından bulundu. Mezara gizlice giren defineciler buldukları her şeyi götürdü. Yağmadan geriye definecilerin çaldığı tarihi eserlerin fotoğrafları kaldı.


Defineciler Ağlı İlçesi'ndeki mezar odasına girdiklerinde saatler gece yarısını geçmişti. Karşılaştıkları manzara tek kelimeyle muhteşemdi. Pontus Kralı Mithridat’ın bir komutanına ait olduğu tahmin edilen taş sanduka sapasağlamdı. İçinde, koşum takımlarından, 2000 yıl önce bir sefere giderken veya seferden dönerken ölen ve bir komutana ait olduğu sanılan askerin iskeleti vardı. Pontus Kralı Mithridat’ın komutanının iskeletinin yanında çok sayıda paha biçilemeyen arkeolojik eser de görülüyordu. Defineciler önce hiçbir şeye dokunmadan fotoğraf çektiler. Fotoğrafları çektikten sonra iskelet dahil ne buldularsa aldılar.

Tarih kaçakçıların avucunda
Çaldıkları tarihi eserleri pazarlamanın yollarını arayan defineciler 4 Haziran 2012’de saat 11.35-11.37 arasında cam ve pişmiş topraktan yapılmış çömlek ve şişeleri bu defa gazetelerin üzerine koyarak fotoğrafını çektiler. Fotoğraflarda eserlerin yanında bir tartı aleti dikkat çekiyor. Bazı fotoğraflarda ise yine gazete kağıdı üzerine ‘serilmiş’ altından diadem (taç) parçaları ile yine altından ve değerli taşlardan yapılmış süs eşyaları görülüyor. Bir başka fotoğrafta ise defineci veya kaçakçı olduğu tahmin edilen bir kişinin elinde altın ve değerli taşlarla yapılmış bir yüzük ile yine altından süs eşyaları bulunuyor.

Bakanlık fotoğrafla arıyor
Küre Savcılığı’na bir ihbar sonucu tarihi soygundan devletin haberi oldu. Şüphelilerin birinin bilgisayarından fotoğraflara ulaşıldı, ancak eserler bulunamadı. Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri soyulan mezarın içinden definecilerin gözünden kaçan birkaç parça eser ile definecilerin sökmeye fırsat bulamadıkları bir duvar resmini ele geçirilebildi. Bakanlık, Interpol aracılığıyla, Anadolu tarihi için büyük önem taşıyan eserlerin peşinde. Bakanlığa göre eserlerin bulunması ‘an meselesi’.

Radikal, Haber: Tarık Işık, 18.03.2013

İLK KUŞLAR 4 KANATLIYMIŞ

 

Bundan 120 milyon yıl önce kuşların, şimdiki kanatlarına ek olarak iki de yardımcı kanatlarının olduğu iddia edildi.

Çin resmi haber ajansı Xinhua'nın bildirdiğine göre, Çin'in Shandong eyaletinde bulunan Linyi Üniversitesi'nden Prof.Dr. Xing Xu, 11 kuş fosili üzerinde yaptıkları incelemenin ardından kuşların atalarının dört kanatlı olduğu sonucuna ulaştıklarını söyledi.

Shandong Tianyu Tabiat Müzesi'nde de çalışmalar yapan Prof.Dr. Xu, "İncelememiz bize, evrim sürecinde arka kanatların yok olduğunu ve geriye yalnızca tüylerin kaldığını gösterdi" ifadelerini kullandı.

Sabah, 18.03.2013

TARSUS'TA BULUNAN DOĞAL MAĞARA TURİZME ÖNEMLİ KATKI SAĞLAYACAK

 

 


Tarsus'a bağlı Sağlıklı Köyü sınırları içerisinde, taş ocaklarının bulunduğu sahada, traverten oluşumu devam eden doğal mağara bulundu.

 

Kaymakam Orhan Şefik Güldibi, Jandarma Komutanı binbaşı Bahadır Ersoy, Müze Müdürü Mehmet Çavuş ve bazı arkeologla birlikte Tarsus'a yaklaşık 18 kilometre mesafede bir mağaranın varlığının bildirilmesi üzerine mağarada incelemelerde bulundu.

 

Mağaranın, Sağlıklı Köyünde olmasından dolayı mağaraya ''Sağlıklı Mağarası'' adı verildiğini belirten Güldibi, söz konusu mağaranın mevcut taş ocakları sahası içinde olduğunu, yaklaşık 2 metre genişliğinde, bir metre yüksekliğinde olan ağız kısmından içeri girildiğinde yaklaşık 40–50 metre kare uzunluğunda uzun bir koridordan ilerlenerek galerilere ulaşıldığını, tahminen 200–250 metrekarelik alanda yapılan incelemelerde, galerilerin geçitlerle birbirine bağlandığı, yüksekliğinin 10 metreye kadar çıktığını söyledi.

 

Galerilerde çok sayıda sarkıt, dikit ve duvar travertenleri ile damlataşların bulunduğunu tespit ettiklerini ifade eden Güldibi, doğal bir oluşum olan bu mağarada hiçbir canlıya ve canlı kalıntısına rastlanılmadığını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:''Sağlıklı mağarası, traverten birikimi açısından son derece zengindir.

 

Galerileri oluşturan traverten sütunlar geniş yer tutmaktadır. Ayrıca yan duvarlar perde travertenlerle süslüdür. Mağarada yer yer sarkıtlarda su akıntısı ve yerde küçük tatlı su göletleri bulunmaktadır.

 

Mağaradaki traverten oluşumu devam etmektedir. Jeolojik zaman dilimleri içerisinde oluşan söz konusu mağara Sağlıklı Köyü'ndeki tarihi ipek yolun yanındaki tarihi Roma Yolu'na yaklaşık 500 metre mesafedededir.

 

Mağara, mevcut konumu ile sadece giriş bölümünde yapılacak düzenleme ile Roma Yolu ile birlikte değerlendirilerek, geçmişi yaklaşık 10 bin yıl öncesine dayanan Tarsus Turizmi için çok önemli bir potansiyele sahip bulunabilecek niteliktedir.''

Tarsus Haber, 17.03.2013

'CEHENNEMİN KAPISI' DENİZLİ'DE BULUNDU

 

İtalyan haber ajansı Ansa’nın haberine göre; Türkiye topraklarındaki antik Frig kenti Hierapolis’te yapılan kazılarda “Cehennemin Kapısı” bulundu.

 

Ansa, “Türkiye’de Cehennem’in Kapısı bulundu” başlığıyla verdiği haberde tanrı Pluto’ya (Yunan mitolojisinde Hades) adanmış bir tapınağın, girişinden çıkan zehirli gaz yüzünden böyle anıldığını yazdı.

 

Habere göre; antik çağlarda din adamları Pluto’ya kurban etmek istedikleri hayvanları buraya getiriyor ve hayvanlar zehirli gaz yüzünden ölüyordu. Arkeolojik kazı ekibinin başında İtalyan Salento Üniversitesi’nden Francesco D’Andria’nın bulunuyor. Romalı yazar, filozof ve devlet adamı Cicero ve Yunan coğrafyacı Strabus’un yazılarında da bahsi geçen yapı, “Hierapolis Plutoniumu” ve “Pluto’nun Kapısı” olarak da anılıyor. Yunan ve Roma mitolojilerinde de burası “yeraltı/ölüler dünyasına geçit” olarak yer alıyor.

Mynet Haber, 17.03.2013

"BU MÜZAYEDEDEKİLER AKYAVAŞ'IN EN ÖNEMLİ ESERLERİ"

 

Türkiye sanat dünyasının önde gelen kurumlarından Antik A.Ş.’nin 24 Mart’ta Swissotel’de düzenleyeceği müzayedede Erol Akyavaş’tan Burhan Doğançay’a, Komet’ten Adnan Çoker’e pek çok sanatçının eseri satışa sunulacak. Müzayedenin bazı sürprizleri de var:Andy Warhol ve Damien Hirst’ün özgün baskıları.

 

 

Yeni bir müzayede... Yeni bir rekor beklentisi...
Ve yine Erol Akyavaş...


Sanat dünyası nefesini tuttu önümüzdeki pazar günü gerçekleşecek “Çağdaş Sanat Eserleri Müzayedesi”ni bekliyor.


Antik A.Ş’nin Swissotel’de saat 14.00’te düzenleyeceği müzayedede, geçtiğimiz yıl “En-el Hak” isimli tablosu 2.8 milyon liraya alıcı bulan Akyavaş’ın bu kez “Kabe” isimli eseri açık artırmaya çıkacak. Müzayedede aralarında Burhan Doğançay, Adnan Çoker, Fahrel Nisa Zeid ve Mübin Orhon’un yer aldığı Türk çağdaş sanatının yapı taşı ustalarının eserleri de satılacak. Antik A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Olgaç Artam’la oldukça çekişmeli geçeceği tahmin edilen müzayede ile ilgili konuşmak için bir araya geldik. Artam yöneteceği müzayedeyle ilgili olarak “Eserlerin hepsi sanatçıların çok öne çıkan işleri” diyor ve müzayedeyi koleksiyonerler için bir fırsat olarak tanımlıyor.

 


Erol Akyavaş’ın “Kabe” isimli eserinin (üstte) müzayedede rekor kırması bekleniyor.

 

Geçtiğimiz yıl Erol Akyavaş’ın “En-el Hak” isimli tablosu bir rekora imza attı. Şimdi yine Akyavaş’ın çok önemli bir eseri satışta olacak...

Erol Akyavaş’ın eserleri daha önce de çok yüksek rakamlara satıldı. Ama son olarak geçen yıl, “En-el Hak” 2.8 milyon liraya alıcı buldu. Ondan üç sene öncesine kadar “Kuşatma” satılmıştı, yine 2.7 milyona. “Fallen City” isimli eseri, üç-dört ay önce 1.6 milyon liraya satıldı.

“Uzun zamandır bu tatta eserler görülmemişti”

Akyavaş’ın “Kabe”si ile ilgili bir rekor bekleniyor mu?
Onu tamamen alıcıların o günkü istekleri belirliyor. Bir tahmin yapamıyoruz Erol Akyavaş’ın ustalığını konuşturduğu, tuval üzerine yağlıboya bir eser “Kabe”. Lekesel bir denge var. Her şeyin, Kabe’nin etrafında bütünleştiği görkemli bir eser. Yapımı 5 sene sürmüş. 1982 tarihli. İstanbul Modern Müzesi, mayıs ayında Erol Akyavaş retrospektifi yapmaya hazırlanıyor. Bu müzayededeki 7 Erol Akyavaş tablosu da sergiye seçildi.

 

Eserleri satın alacak kişilerden izin alınacak mı?
Eserle ilgilenen kişilerle bu bilgiyi paylaşıyoruz. Zaten koleksiyonunuza aldığınız bir eserin sergilenmesi çok büyük bir prestij. Böyle eserlerin İstanbul Modern’de sergilenecek olması çok önemli. Dolayısıyla bütün alıcılar isteyecektir. Biz bu haberi onlara müjde gibi veriyoruz. Bu arada müzayedede yer alan Akyavaş eserleri, Erol Akyavaş’ın yaptığı en önemli tabloları olarak seçildi.

 

Akyavaş dışında öne çıkan diğer eserler ve rakamlar neler?
Nejad Melih Devrim’in 1955 tarihli bir işi var. Fahrel Nisa Zeid’in Londra serisini anımsatan bir eseri bulunuyor ve 250 bin liradan satışa çıkıyor. Mübin Orhon’un 1963 tarihli eseri var; 550 bin lira ile açılacak.  

 

Sizce alıcılar için bu müzayede bir fırsat niteliğinde mi?
Tabii. Uzun zamandır bu tatta eserler bir müzayedede görülmemişti. Dolayısıyla koleksiyonerler için büyük bir fırsat.

 

Müzayedenin en önemli özelliği ne sizce?
Modernden günümüz sanatçılarına kadar çok güzel bir seçki sunuyor “Çağdaş Sanat Eserleri Müzayedesi”. 1940’lardan, 50’lerden; Fahrel Nisa Zeid, Erol Akyavaş, Nejad Melih Devrim, Ferit İşcan’dan günümüz sanatçılarına kadar geliyor. Azade Köker, Ahmet Elhan, Ansen, Yaşam Şaşmazer gibi çok dinamik isimlerin eserlerine de odaklanan bir müzayede.

 

Basına gönderdiğiniz bültenlerde “Önemli sanatçıların aykırı eserleri” diye bir ifade kullanıyorsunuz. Bu “aykırı eserler”den kast edilen nedir?
Mesela Burhan Doğançay’ın “Kapılar” konulu eserini her zaman bulamayız. Bu müzayedede satışa çıkıyor. Yine Doğançay’ın çifte gerçeklik eserlerinden oluşan yedi eseri var. İki tuvali birbirine geçirdiği eserlerinden bunlar da. Dolayısıyla bu eserleri aykırı olarak adlandırabiliriz. Orhan Peker’in “Keçi” konulu bir eseri var. Duygu yüklü bakışlı keçi konusu epeydir çıkmamıştı
bir müzayedeye. Koleksiyonerler çok heyecanlandı.

 

Müzayedede Andy Warhol, Türkiye’de ilk kez bir müzayedede satışa sunulacak değil mi?
Evet, Türkiye’de ilk kez. Warhol’un imzalı üç tane özgün baskı bunlar. Andy Warhol’un eserin altına kendi kalemiyle attığı imzası var. Bu imza da başlı başına bir değer. Hepsinin edisyon numarası var. Mesela “Mick Jagger” olandan 250 edisyon yapılmış. Bir tarafını Jagger kendisi imzalamış, diğer tarafını Andy Warhol imzalamış. Bu da o dönemin farklı bir dostluğunu yansıtan mühim bir eser ve ilk kez çıkıyor. Warhol’un diğer bir ünlü eseri olan Liz Taylor konulu özgün baskısı da var. Tabii özgün baskı oldukları için 100-150 bin liraya satışa çıkıyorlar.

 

Eserler yurt dışından satış için mi geldi yoksa Türkiye’den bir koleksiyonere mi ait?
Andy Warhol’un “Mick Jagger”i 20’yi aşkın senedir Türkiye’de koleksiyonerde. Yurt dışı galerilerinden 90’lı yılların başında alınmış ve o günden bu yana ilk kez bizde satışa çıkıyor.

 

Damien Hirst’ün eseri de mi aynı şekilde?
Evet, o da zamanında gelmiş ve şimdi satışa çıkıyor.

Milliyet Pazar, Habe: Gülden Öktem, 17.03.2013

USTALIĞIN RENKLERLE TARİFİ

 

 

"Van Gogh yazıda da resimde yakalamayı ümit ettiği şeyin aynına değer verirdi: Gündelik hayatın ayrıntılarına odaklanmaya"

William Underhill

Fırça darbeleri keskin, boya belirgin kavisler halinde vurulmuş ve renkler doğada nadiren görülen çarpıcı bir yoğunluğa sahip. Ölümünden bir yıl önce, 1889’da yapılan “Saint-REmy’nin Dağları” tablosu sadece ve sadece, Vincent Van Gogh gibi bir ustanın elinden çıkmış olabilir. Van Gogh hakkında bildiklerimizle, karşımızdakinin dengesi bozulmuş bir akıldan çıkan bir başka sanat şaheseri olduğunu söyleyebiliriz. Bu kolay, ama acaba doğru mu? Erkek kardeşi Theo’ya akıl hastanesinden yazdığı bir mektupta Van Gogh, o resme incelikli yaklaşımını net bir şekilde anlatır. “Bunlar kompozisyon bakımından abartılılar, çizgileri eski tahta baskılardaki gibi eğilip bükülüyor.” Hatta bir eleştiriyi de öngörür: “İnsanlar bana dağların öyle olmadığını söyleyecek.” Ardından da peşinde olduğu etkiyi edebi sözlerle tasvir eder: “Günün, yeşil böcekler ve ağustosböceklerinin sıcakta uçuşurken görüldüğü zamanını anlatmaya çalıştım.” Tüm sorunlarına rağmen Van Gogh, resimlerinde olduğu kadar yazılarında da açığa vurduğu çok güçlü bir akla ve ustalığa sahipti. Verimli bir mektup yazarı olan ressamın mektupları birkaç yıl önce, altı ciltlik bir koleksiyonda biraraya getirildi. Bu, ressama dair farklı bir portre sunuyordu.

Ardından bu mektuplardan yapılan bir seçki, en iyi resimleriyle beraber Londra Kraliyet Akademisi’ndeki Gerçek Van Gogh: Ressam ve Mektupları (The Real Van Gogh: The Artist and His Letters) isimli sergide teşhir edildi. Aynı mektuplar, usta bir ressamın hayatının sonuna dek gelişim sürecini de en ince ayrıntısına kadar açık bir şekilde gözler önüne seriyordu.

‘HAKKINDAKİ MİTLERDEN DAHA SOFİSTİKE’
Van Gogh, manik bir yoğunluk ve spontanlıkla çalışabiliyordu ancak. Hayatının son 70 gününde 70’i aşkın resim üretti. Mektuplarıysa, ressamın bu resimlere nasıl özenle hazırlandığını kanıtlıyor. Gözü dönmüş bir çılgınlıkla değil önseziye dayanan bir hızla yapıyordu resimlerini. Theo’ya yazdığı mektuplara, kafasındaki resimlere ait -bazılarında nihai eser hakkında daha iyi bir fikir verebilmek için renge dair birkaç not da düştüğüeskizler serpiştirmişti.

Gerçek Van Gogh sergisinde gün ışığına çıkan ressam, hakkındaki mitlerin öne sürdüğünden kesinlikle daha sofistike, daha nüanslı; sanatına gömülmüş fakat bir yandan da başka etkilere açık ve kendisini derinlemesine analiz edebilen bir sanatçıydı. Nihayetinde Van Gogh resme ileri yaşlarında başlamış ve kendini eğitmişti. Zamanını sanat simsarlığı, stajyer papazlık ve gönüllü vaiz olarak geçirdikten sonra, 27 yaşında kendini sanata adamaya karar verdi. Sergide yer alan, ağırlıklı Hollanda manzaraları ve köy hayatını resmettiği erken dönem eserleri ve mektupları, teknikle boğuşan bir ressamı anlatıyordu. Theo’ya itiraf ettiği gibi hayat boyu yanında olan perspektif ona göre “düpedüz büyücülük”tü.

MEKTUPLARINDA 800 KİTABA ATIF VAR
Ressamlık, asla onun tek yaratıcı tutkusu olmadı. Fransızca ve İngilizcesi çok iyi olan Van Gogh kendini zamanın edebiyatını okumaya da adamıştı. Mektuplarında 800’ü aşkın kitap ve 150 yazara atıf yapıyor. Yazıda değer verdiği şeyse, kendi sanatında da yakalamaya çalıştığı gündelik hayata dair odaklanma.

Charles Dickens, Emile Zola ve HonorE de Balzac favorileriydi; ki bunların hepsi de Van Gogh’un tanık olduğu amansız toplumsal koşulları kaleme alan yazarlardı. Kelimeler karşısındaki coşkusu sanatına da sirayet etmişti. Mektuplarından birinde şöyle diyor: “Kitaplar, gerçeklik ve sanat benim gözümde aynı türden şeyler.” Resimlerindeki sempatik figürler, kendiyle aynı zevkleri paylaşır; örneğin 1888 tarihli Madame Ginoux portresinde, kafe sahibinin masasında sayfaları kıvrılmış kitaplar duruyor. Bazı durumlarda yazmak, Van Gogh için en az resim yapmak kadar kaçınılmaz bir şeydi. Bazıları dört bin, hatta daha fazla kelimeden oluşan mektuplarının çoğunda ressam, Arles’daki evini döşemek için ihtiyaç duyduğu para, zor mali koşullar, dişlerinin durumu gibi gündelik hayatı sürdürmekle ilgili sorunlarla uğraştı. Van Gogh öte yandan görsel imgeyi kelimelere dönüştürmekten de hoşlanıyordu. Kız kardeşi Willemien’e yazdığı bir mektupta 1888 tarihli otoportresinin uyandırdığı kesin etkiyi “sımsıkı tahta bir ağız”, “derbeder, hüzünlü bir sakal” gibi ifadeler kullanarak tasvir ediyor. Kullandığı paletteki renkler “limon sarısından kobalt mavisine” uzanıyor.

‘KELİME SANATI DİYE DE BİR ŞEY VAR’
Ressam, nihayetinde yazı yazma ile sanatına eşit değer biçiyor. Arkadaşı Emile Bernard’a yazdığı bir mektupta şöyle diyor: “Kelimelerin boş olduğuna inanan bir sürü insan var, özellikle de bizim çevrede. Tam tersine, bir şeyi güzel söylemek en az resmetmek kadar ilginç ve zor değil mi? Sen de öyle düşünmüyor musun?” Bu güçlükle yüzleşmenin ödülü gelecek kuşaklara kalmaktır. Van Gogh şöyle yazar: “Çizgiler ve renklerin sanatı var, ama en az onlar kadar kalıcı olacak kelime sanatı diye de bir şey var.” Üstelik bu ikisi, en çok Van Gogh ustada olduğu gibi yan yanayken değer kazanıyor. Fransızca yazılmış bu mektup geçtiğimiz yıl, 18 Aralık'ta Profiles in History'de yapılan açık artırmada 200 bin 300 bin dolar arası teklif aldı.

Habertürk, 17.03.2013

500 YILIN GİZEMİ - PİRİ REİS'İN TANINMASI TESADÜF MÜ?

 

Piri Reis’in 1513 tarihli dünya haritasının kendisi kadar 1929 yılındaki 1/3’lük parçasının bulunma öyküsü de tartışmalı... Türk denizciliği uzmanı Alman oryantalist Paul Kahle, çalışmalarıyla Piri Reis’in gelecek nesillere taşınmasında etkin bir rol oynamış. Boyut Yayınları’nın hazırladığı Piri Reis kitapları tartışmalı konulara açıklama getiriyor.

 

 

1554’te Hint Denizleri Kaptanı olarak görev yaparken Kanuni Sultan Süleyman’ın bir buyruğu ile idam edilen Piri Reis ölümünden sonra tamamen unutulur, unutturulur. 1513 tarihli dünya haritasının, sonraki dönemde kullanımına ilişkin hiçbir bilgiye rastlanmamıştır. Alman Oryantalist Paul Kahle, Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’sine ilişkin çalışmasını 3-5 yıl gecikmeyle yapmış olsaydı Piri Reis’in 1513 dünya haritasına ilişkin hiçbir bilgimiz olmayabilirdi.

Sandıktaki harita
Cumhuriyetle birlikte Topkapı Sarayı müzeye dönüştürülürken 1929 yılında Fatih’in yaptırdığı Hazine Dairesi’nin bodrumlarında 60 kadar sandık içinde eski vesika ve defterler bulunur. Piri Reis’in haritasının 1/3’ü de bu evraklar arasındadır. Kutsal Kitap uzmanı Adolf Diessmann anılarında haritanın bulunuşunu şöyle anlatır:
“1929 Sonbaharında Halil Bey’in verdiği parçaları inceleyip düzenlerken Sultan Kütüphanesi’nin coğrafi eserlerce ne denli zengin olduğu hakkında bir kanaat oluşturmuştum. Bunun üzerine Halil Bey’e şimdiye kadar bilinmeyen başka haritaların veya benzer malzemenin olup olmadığını araştırmasını rica ettim. Halil ricamı derhal ve büyük bir başarıyla yerine getirdi: 9 Ekim 1929’da bana içinde çok ilginç bir Türk haritası da bulunan kendisi tarafından yeni bulunmuş koca bir takım doğu ve batı kökenli haritayı teslim etti.


Tabii Samaritana’nın ve saray kütüphanesinin diğer kısımlarının tayininde hizmetlerine müteşekkir olduğum ve Piri Reis’in Bahriye’sinin yayıncısı olarak Türk denizcilik ve haritacılık konularında birinci sınıf bir uzman olan Paul Kahle’nin İstanbul’da olması bizim için büyük bir şanstı. Halil’in izniyle folyoyu kendisine gösterdim ve hemen teşhis etti.”

Kahle’nin teşhisi
Başvurulan kişi Paul Kahle, Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’sini 3 yıl önce yayınladığı için teşhisi mümkün olabilmiştir. Çünkü Piri Reis Kitab-ı Bahriye’de 1513’de yaptığı Dünya Haritasından ayrıntılı bir şekilde bahsetmektedir. Muhtemelen Paul Kahle’nin teşhisi olmasaydı bugün Piri Reis’i ve Dünya Haritasını konuşmuyor olacaktık.


Paul Kahle’nin Piri Reis’i dünya bilim çevrelerine sunumundan sonra, unutulan haritayı bulma şerefi bir türlü paylaşılamaz. Konuyla ilgili özel araştırmaları bulunan ve birinci el tanıklara başvuran A.M. Celal Şengör’ün konuya ilişkin kanaati şöyledir:
“Piri Reis’in meşhur 1513 Haritası’nın Topkapı Sarayı’nın entelektüel enkazı arasında 9 Ekim 1929’da bulunması şerefi, Fatih’in coğrafya merakını keşfedip buna dayanarak sarayda bir harita avı başlatan Adolf Deissmann ile haritayı görür görmez tanıyıp, kartografya tarihi açısından büyük önemini anlayan ve bunu tüm dünyaya bilimsel yayınlarla duyuran Paul Kahle’ye aittir. Haritanın ne bulunma tarihinde ne de bulunma şeklinde herhangi bir tereddüde en küçük bir mahal vardır. Aziz Ogan’ın Maarif Vekili Esad Sagay’a 11 Aralık 1931’de yazdığı mektupta haritanın Topkapı Sarayı Müze olduğundan beri “malum ve mazbut” olduğu iddiası ve Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Tahsin Öz’ün Son Posta gazetesine aynı yönde verdiği demeç de hem Ogan’ın daha sonraki detaylı mektubu, hem de diğer kaynaklarca kesinlikle yalanlanmaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı’nın bu konuda yazdıkları ise hayal mahsulünden ibarettir.

 


Piri Reis’in ‘Kitab-ı Bahriye’sindeki Karsu Haritası.

 

Atatürk’ün Piri Reis ilgisi
Aziz Ogan arşivinden Piri Reis ile ilgili belgeleri Ogan’ın kızı, büyük arkeolog merhume Prof.Dr. Jale İnan buldu. Bu belgeleri kullanmamıza önce o, onun ölümünden sonra da oğlu, Şengör’ün sevgili dostu Bay Hüseyin İnan izin verdi. Kendilerine şükran borçluyuz.


Topkapı Sarayı’nın müzeye dönüşme kararını alan Mustafa Kemal, Piri Reis’in haritasının bulunmasıyla yakından ilgilenmiş ve bugünkü değerinin anlaşılmasını sağlayacak araştırmaları başlatmıştır.

Özel talimat
Mustafa Kemal’in yakından ilgilendiği ve basılması talimatını verdiği Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’si 1935 yılında Türk Tarih Kurumu’nca yayınlanır. Bu faksimile yayında Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya 2612 nolu Bahriye kullanılmıştır. Bu kitabın başında Deniz Lisesi ve Harp Okulu tarih öğretmenleri Fevzi Kurdoğlu ile Haydar Alpagot imzalı oldukça geniş bir önsöz yer almaktadır.
Yazarların Piri Reis ve konuyu takdimi şu şekilde ifade bulmaktadır: “Şimdiye kadar ihmal ve meçhuliyet tozları içerisinde unutulup giden bu ulusal yücelik vesikaları, bütün değerini ulu Atatürk’ün  takdirinde buldu. Harita, aslından ayırt edilemeyecek bir san’at olgunluğu ile basıldı. Bahriye kitabı da Türk coğrafya mütehassısının bir muhteri olduğunu buradaki vazifemiz okuyucularla Piri Reis’i tanıtmak ve eserleri üzerinde hafif bir tetkik ışığı atmaktan ibarettir.”
Yukarıdaki mütevazı satırların sahiplerinin yazdıkları Piri Reis bilgilerini aşacak akademik bir çalışma ne yazık ki bugüne kadar yapılamamıştır.  

Mlliyet, Haber: Bülent Özükan, 17.03.2013

 

Editörün Notu: Konunun geçen hafta yayınlanan bölümlerine http://www.tayproject.org/haber.html adresinden ulaşabilirsiniz.

SELANİK'İN SİMGESİ OSMANLI ESERİ

 

 

Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim görevlilerinden Neval Konuk, Dışişleri Bakanlığı’nın desteğiyle çok ilginç bir envanter çalışması hazırladı. Çalışma, Yunanistan’daki Osmanlı eserlerinin içler acısı halini ortaya koyuyor. 2007’den beri Yunanistan’ı adım adım gezerek bilinmeyen, unutulmuş, kaybolmuş 10 bine yakın Osmanlı mimari eserini 10 ciltlik seride toplayan Konuk, eserlere ait tarihi belgeleri gün yüzüne çıkarırken, Selanik’in simgesi Beyaz Kule’nin Kanuni Sultan Süleyman dönemi Osmanlı eseri olduğunu kanıtlayan kitabenin fotoğrafına da ulaştı. Resmi kayıtlarda ve turizmde Venedik yapısı olarak tanıtılan Beyaz Kule’nin kitabesinde yazılanlar, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sindekiyle bire bir örtüşüyor. Bugün nerede olduğu bilinmeyen kitabenin olması gereken yerse betonla sıvanmış halde duruyor.

BEYAZ KULE’NİN KANIT KİTABESİ
2010’da yayınlanan ve “Florina, Grebene, Karaferya, Kesriye, Kozana, Siroz, Yenişehir ve Tırhala” şehirlerindeki Osmanlı eserlerinin yer aldığı iki cildin ardından Selanik bölgesine yoğunlaşan Konuk, kitabenin fotoğrafını ABD’deki Kongre Kütüphanesi’nde buldu. Osmanlıca yazılı, açık ve net bir şekilde okunabilen kitabede yapının Hicri 942 yılında Kanuni Sultan Süleyman Han’ın emriyle yaptırıldığı belirtiliyor. Tarihi yapının kitabesinde özetle şunlar yazılı: “Bu da Gazi Süleyman Han’ın imaretidir. Göklere doğru baş çekmiş 8 kat sağlam kaledir ki içinde 40 adet haneleri, 3 adet su sarnıçları ve 1 zaviyesi var bir yüksek kaledir...”

‘KİTABELER TARİHİ YAPILARIN KİMLİKLERİDİR’
Kitabelerin tarihi yapılar için kimlik kartı niteliği taşıdığını vurgulayan Neval Konuk, “Resmi kurumlarca basılan neredeyse bütün kaynak ve şehirle ilgili broşürlerde Beyaz Kule’nin Venedik yapısı olduğu belirtilir. Osmanlı eseri olduğu kabul edilmez ve belirtilmez” diyor. “İlk kuşak mübadillerin hafızalarına kazınmış şehre dair son görüntüdür Beyaz Kule. Yunanistan’da yakın geçmişe kadar Osmanlı eserlerini tahrip etmek, günümüzdeyse görmezden gelmek, yok saymak gibi bir politika yürütülüyor.

Bu yüzden Osmanlı yapılarında ilk iş olarak kitabeleri yok ediyorlar ya da kazıyorlar. Yunanistan’daki pek çok Osmanlı yapısında olduğu gibi Beyaz Kule’nin de kitabesi kaldırılmış.”

ARŞİVLERİ ALTÜST ETTİ
Çalışmaları sırasında kapsamlı arşiv araştırmaları da yapan Konuk, Türkiye’deki Başbakanlık Osmanlı, Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivleri ve kütüphanelerin yanı sıra Yunanistan ve Bulgaristan arşivleriyle Selanik’teki Dördüncü Bizans Dairesi’nin altını üstüne getirmiş. Her kitapta Türkçe, İngilizce ve Yunanca çevirilerin yer aldığı seride eserlerin eski ve bugünkü halini yansıtan fotoğraflar, mimari çizimler ve belgeler de yer alıyor. Arşiv araştırmalarından yola çıkarak yerinde tespitler de yapan Konuk, fotoğraflama çalışmalarını da kendi yürütüyor.

OSMANLI ESERİ OLDUKLARI TESCİL ETTİRİLMELİ
Konuk, Yunanistan’daki tüm Osmanlı eserlerini biraraya toplayacak 10 ciltlik çalışmanın Türkiye’nin elini güçlendireceğini vurgulayarak, “İlk iki ciltte Yunanistan’daki eserlerin yüzde 20’sini kayıt altına aldık. 10 cilt tamamlandığında yok olmuş ve varlığını sürdüren tüm eserler kayıt altına alınmış olacak. Ondan sonra atılacak adım ise bunların birer Osmanlı eseri olduğunun tescil ettirilmesi, UNESCO veya ICOMOS nezdinde girişimlerle korunmaya ve yeniden ihyasına yönelik girişimlerin gerçekleştirilmesi olmalıdır” diyor. Adım adım gezdi Neval Konuk, 2007’den beri Yunanistan’ı adım adım gezerek camisinden çeşmesine, hamamından türbesine ülkedeki yok olmuş ve halen ayakta tüm Osmanlı eserlerinin mimari çizimlerini, fotoğraflarını, arşiv belgelerini biraraya getiriyor. Toplam 10 cilt olacak külliyatın 2010 yılında basılan ilk 2 cildinde “Florina, Grebene, Karaferya, Kesriye, Kozana, Siroz, Yenişehir ve Tırhala” şehirlerindeki Osmanlı mimari eserleri yer aldı.

Önümüzdeki ay yayınlanacak olan yeni cilt ise “Selanik, Kılkış, Katerini, Halkidiki, Vodina, Yenice-Vardar” şehirlerini kapsıyor. Konuk, araştırma sayesinde Yunanistan’daki bilinen Osmanlı eseri sayısının 3 binlerden 10 binlere kadar çıktığını vurgulayarak, “Bu 10 bin eserden çeşme, köprü, cami, hükümet binası, istasyon, medreseler, kışlalar, saat kulelerinden oluşan 5 binin üzerinde hala ayakta olan eser var” diye anlatıyor. Önümüzdeki ay içinde bakanlık tarafından basılacak olan serinin üçüncü cildinde daha birçok eserin benzer belgeleri yer alıyor.

ESKİ BAŞBAKAN YARDIMCISINDAN OSMANLI İTİRAFI

Başbakan Erdoğan’ın Katar’daki “Atina’ya cami” çıkışının ardından Yunanistan eski Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos, cevap niteliğinde “İnşallah” başlıklı bir makale kaleme alarak Yunanistan’daki Osmanlı mirasına dair çarpıcı itiraflarda bulunmuştu. Makalesinde Türkiye’nin kiliseleri korumasını öven Pangalos, Atina’ya cami inşa edilmesi konusunda, hükümetteyken çok çaba sarf ettiğini ancak yapılamamasından ötürü duyduğu üzüntü ve mahcubiyeti dile getirdi.

‘SİSTEMATİK OLARAK TAHRİP ETTİK’
Osmanlı mirasına dair yapılan tahribatı da yazısında eleştiren Pangalos, “Seçkin bir halk olarak başka medeniyetlere karşı çok derin bir şekilde kayıtsızız. Böylece Orta Çağ Yunanistanı’na yani Frenkleri ve Osmanlı egemenliğini hatırlatan her şeyi sistematik olarak tahrip ettik ya da yok olması için bıraktık. Osmanlıların Yunanistan’da inşa ettiği binlerce camiden çok azı ayakta kalabildi. Tam tersine, Türkiye’de, yüzyıllar içinde Hıristiyan mabetlerine karşı yapılan tahribatları gözden kaçırmadan, bugün kiliselerin var olduğunu, restore edildiklerini ve aktif olarak ibadet merkezleri olarak kullanıldıklarını görmekteyiz” dedi.

BALKANLARDAKİ OSMANLI ESERLERİ
Dışişleri Bakanlığı, 2007’de bölgeyle tarihten gelen bağların devamı ve tüm insanlığın ortak malı olan kültürel mirasın korunması için Balkanlar’da bulunan Osmanlı dönemine ait mimari eserlerin tespitinin yapılmasına karar verdi. Bakanlık, görevi bölgeyle ilgili birçok kapsamlı araştırma ve yayına imza atmış olan Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim görevlisi Neval Konuk’a verdi. Konuk, 2008’de de yine Dışişleri Bakanlığı’nın desteğiyle “Midili, Rodos, Sakız ve İstanköy’deki Osmanlı Mimarisi” kitabını hazırlamıştı.

Habertürk, 17.03.2013

2500 YILLIK ÇIPAYI 250 TL'YE SATTILAR

 

 

Karaburun kıyısında 45 metre derinlikte trol ağlarına takılan 2 bin 500 yıllık ahşap çıpa yakılmak üzereyken bir restoran sahibinin dikkatini çekti. 250 TL’ye satın alınarak kurtarılan çıpa şimdi laboratuvarda sürekli ıslak tutuluyor.

 

Karaburun Feneri’nin hemen önünde 2011 yılının Mart ayında trolle avlanan balıkçıların ağına ağır bir cisim takıldı. Ağı güçlükle toplayan balıkçılar ahşap gemi parçasını karaya çıkardı. Ahşabın yakılması düşünülürken Hanımeli Balık Restoran’ın sahibi Selçuk Birinci üzerindeki işlemeleri ve çıpa olduğunu fark ederek balıkçılardan 250 TL’ye satın aldı. Çıpa bir süre restoranın bahçesinde bekletilirken, Milliyet Gazetesi karikatüristi ve ressam Haslet Soyöz durumu yetkililere bildirdi.

İki yıl sürecek
Karaburun’a gelen İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdür Yardımcısı Rahmi Asal ve Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, ahşap parçaların antik döneme ait devasa ölçülerde bir ahşap çıpa olduğunu tespit etti. Eski İstanbul’a ait 36 geminin çıkartıldığı Yenikapı kazılarından elde edilen eserlerin de bakımının yapıldığı İstanbul Üniversitesi Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim Dalı Laboratuvarı’na getirilen antik çıpa üzerinde 5 bilim dalında uzmanlar isimler inceleme başlattı. Yaklaşık 2 yıl sürmesi planlanan incelemelerin ilk sonuçları İstanbul’un zengin tarihine dair önemli bilgiler verdi.
Ahşap çıpanın MÖ 5. yüzyıla yani günümüzden 2 bin 500 yıl öncesine ait olduğu düşünülürken, 4.60 metre boyunda 1.85 metre eninde olduğu belirlendi. Çıpanın devasa boyutları ait olduğu geminin de son derece büyük bir ticaret gemisi olduğunu kanıtlarken, Byzantion medeniyetinin bulunduğu dönemde geminin yüküyle İstanbul’a gelirken Karaburun açıklarında battığı belirtildi.

Bağlantıları çürümüş
Çıpanın dünyanın bilinen en eski ahşap çıpası olduğunu belirten uzmanlar, üzerinde ağırlık olarak taş ya da kurşun bir bağlama demiri, bronz ya da demir tırnaklar kullanıldığını söyledi.


İki parça halinde olan çıpanın birleştirilmesinde ise kilitli zıvanalı ahşap geçmelerin kullanıldığı, Karadeniz’in dip yapısında bulunan hidrojen sülfür yüklü deniz suyunun ahşabı korumak için uygun bir ortam yarattığı ifade edildi Sualtında ahşaplara en çok zarar veren ‘terado navalis’ adlı deniz kurtlarının bu şartlarda yaşayamamasının da çıpanın korunmasında önemli bir rol oynadığını anlatan uzmanlar, hidrojen sülfürün demirden yapılan bağlantı yerlerini erittiğini kaydetti.

 

Birinci ve Soyöz’e teşekkür plaketi
Çıpayı balıkçılardan satın alarak büyük bir duyarlılık gösteren Selçuk Birinci, “Karaburun’un tarihsel önemini biliyordum. Denizin altında binlerce yıllık tarihi barındıran beldede herkesin duyarlı olması gerekiyor. Biz çıpayla birlikte aslında İstanbul’un geçmişini yetkililere teslim ettik” dedi. Birinci ve Haslet Soyöz’e İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü tarafından teşekkür plaketleri verileceği öğrenildi.

 

 

Uzmanlar, dev ahşap çıpanı ait olduğu geminin bulunmasının büyük bir keşif olacağını söyledi. 

 

‘Bir de gemiyi bulsak’
Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, “Muazzam bir eserle karşı karşıyayız. Akdeniz’de antik çağlardan başlayarak, özellikle MÖ 7. yüzyıldan Roma döneminin sonlarına kadar ahşap çıpalar kullanılmıştı. Ahşap çıpa formlarının ilk örneği olan bu tür çıpaların betimlerine Karadeniz kıyılarındaki bir antik yerleşme olan Apollonia Pontika sikkeleri üzerinde de rastlanıyor. Bulunan çıpa da tıpa tıp bu sikkeler üzerindeki betimlere benziyor. Ait olduğu geminin bulunmasıyla çok önemli bir keşfi gerçekleştirebiliriz. Çok değerli bir eser. Dünyada böyle parçalardan çok olmadığını biliyoruz” dedi. 

 

İncelemeler bitti
Çıpanın 3 boyutlu çiziminin tamamlanması  için çalışan antik gemi eksper Ayşegül Çetiner, “İstanbul Arkeoloji Müzeleri yaklaşık bir ay önce eseri bilimsel incelemeler için bize teslim etti. Bu süre zarfında çapanın üç boyutlu çizimi ve imalat yönteminin belirlenmesine yönelik incelemelerimiz tamamlandı. Çizim ardından detaylı fotoğrafları çekilecek ve foto-mozaik çalışması yapılacak. Metot olarak Yenikapı Batıkları’nda geliştirdiğimiz bir belgeleme sistemini bu çıpa için de uyguluyoruz” diye konuştu.

Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 17.03.2013

MS 2. YÜZYILDAN KALMA ÇEŞMENİN 23 SÜTUN AYAĞA KALDIRILDI

 

 
Side antik kenti girişindeki Pamfilya ve Anadolu'daki en görkemli çeşmede restorasyon çalışmaları, 13 yıldır aralıksız sürüyor.

Side Anıtsal Çeşme'nin bir benzerinin de İtalya'da Septimius Severus zamanında kalma MS 2'nci yüzyıl ortalarında kalma bir çeşmenin bulunduğu belirtiliyor. Tarihi çeşme ayağa kaldırıldığında, dünyanın en uzun çeşme anıtı olacağı belirtildi.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Arkeologu Altan Algül, yaptığı açıklamada, tarihi çeşmenin alan yönetiminin Barut Turizm Ticaret A.Ş sponsorluğunda Sayka İnşaat Mimarlık Mühendislik Müşavirlik Limited Şirketi tarafından 'Tarih Günışığına Çıkıyor (Hıstory Comes Back To Life)' projesi kapsamında ayağa kaldırma çalışması yapıldığını söyledi.

Anadolu topraklarından ayakta kalan en görkemli tek Roma dönemi çeşmesinin Side Anıtsal Çeşme olduğunun altını çizen Algül, tarihi çeşmenin ayağa kaldırma çalışmasını orijinaline uygun hale getirmek için kuyumcu hassasiyetiyle çalışma yaptıklarını kaydetti.

Algül, "Tarihi çeşmenin 23 sütununun 23'ünü de ayağa kaldırdık. Bu yıl yaptığımız en önemli çalışma ise sütun başlarına 5 adet Arşitrav bloklarını yerleştirdik. Önümüzdeki aylarda arşitrav bloklarını yerleştirme devam edeceğiz.

MS 2'nci yüzyıl sonlarında yapılan Anıtsal Çeşme'de restorasyon çalışmalarıyla her geçen gün kendini gösteriyor." dedi.

Star, 16.03.2013

AGORA'DA 'EFES' YOLU

 

 

Agora’da tarihi gün yüzüne çıkarma çalışmaları büyük bir hızla devam ediyor. Kazı ile ilgili kamulaştırılan alanlarda süprizler kazdıkça çıkmaya devam ediyor.

 

Kazı başkanlığını Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy’un ekibiyle birlikte yürüttüğü çalışmalarda Efes Antik Kenti’ndeki Arkadian yolunun benzerinin bir bölümü ortaya çıkarıldı. Faustina kapısından başladığı ve bir ucu limana kadar uzanan ana caddenin, kazı çalışmaları sırasında oraya çıkarıldığını dile getiren Antik Smyrna Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, "Bu çalışmalar sırasında aynı caddedeki çeşme üzerine yazılmış, Smyrna kentine desteklerinden dolayı övgü yazısı bulunan bir hayırseverin kaidesini bulduk. Bu kaidenin kentin merkezi yerine konduğu yazıyor" dedi.

 

Ayrıca ortaya çıkartılan yol üzerinde çok basamaklı bir merdiven de tespit ettiklerini dile getiren Ersoy, "Bu merdivenin devamı ise mozaikle kaplı alana doğru gidiyor. Antik yolun uzunluğu 80 metre. Fakat denize kadar bu yol devam ediyor. Agora’da malların giriş çıkışı açısından en önemli cadde. Sularda yükselme olduğu için cadde eğimli yapılıp mermer bloklarla kaplanmış. Tıpkı Efes Antik Kenti’nde olduğu gibi yol hiç su tutmuyor ve çok iyi bir kanalizasyon sistemi ile çalışıyor. Kazı alanına şu anda ziyaretçi girişi yasak. Çalışmalar tamamlandığında tıpkı Efes’te olduğu gibi turistler bu yolda da yürüyecekler" diye konuştu.

Posta, Haber: Mustafa Oğuz, 16.03.2013

KONYA'DA TARİHİ MEZAR TAŞLARI MÜZESİ YAPILIYOR

 

 

Konya Büyükşehir Belediyesi, Mevlana Kültür Vadisi Projesi kapsamında Tarihi Mezar Taşları Müzesi yapıyor. Müzede, çeşitli mesajların bulunduğu mezar taşları sergilenecek.

 

Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, yapımı devam eden Tarihi Mezar Taşları Müzesi inşaatını incelemede bulundu. Akyürek, yapılan çalışmayla hepsinde ayrı bir mesaj bulunan tarihi mezar taşlarının bilgileriyle birlikte sergileneceğini söyledi. Üçler Mezarlığı'nda kamulaştırılan bir alanda başlayan çalışmaları yerinde inceleyen Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Akyürek, belediye olarak Türkiye'de bir ilki daha gerçekleştirdiklerini belirterek, tarihi mezar taşlarının sergileme alanı ve idari bölümleriyle bir Mezar Taşları Kompleksi oluşturduklarını ifade etti.


Tarihi mezar taşlarının bilgileriyle birlikte bu alanda sergileneceğini kaydeden Başkan Akyürek, hepsinde ayrı bir mesaj olan mezar taşlarının kaybolup gitmesinin önleneceğini, kültürün gelecek kuşaklara aktarılmış olacağını vurguladı.

Yapılan çalışmayla bölgenin değerinin artacağını, değişim ve dönüşümün başlamış olacağını vurgulayan Başkan Akyürek, "Buraya gelecek ziyaretçiler, bir sosyal, kültürel, ticari değişime imza atmış olacak. Hem Konya kültürüne, hem bölgenin, hem de şehrin gelişimine katkı yapılacak. Bu bölgeyi bir kültür bölgesi, müzeler bölgesi olarak planlamıştık. Ona doğru gidiyoruz. Akçeşme'de yaptığımız kentsel dönüşüm ve tarihi Konya evlerinin ortaya çıkarılması çalışması, Çukur Camii'nin restorasyonu, İstiklal Harbi Şehitleri Abidesi, Hacıveyis Camii restorasyonu, Üçler Mezarlığı düzenlemesi, tarihi bölgeye hizmet veren otel, Mevlana Kültür Merkezi, Konya Müzesi, Spor ve Kongre Merkezimiz ve devam edecek diğer yatırımlarla Konya'mızın bu bölgesi Konya kültürün kalbi konumuna gelmiş olacak." dedi.

Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından Üçler Mezarlığı yanında yapımı devam eden Tarihi Mezar Taşları Müzesi, 2 bin 500 metrekare alanda inşa edilecek ve yaklaşık 1 milyon 200 liraya mal olacak. Yapım süresi 120 gün olan Tarihi Mezar Taşları Müzesi'nde tarihi mezar taşlarının sergileneceği kameriyelerin yanında; gasilhane ve idari birimlerin olduğu ana bina, bahçede gezinti alanları, süs havuzu ve otopark yer alacak.

Star, 10.03.2013



10 - 16 Mart 2013

150 BİN TL'LİK 'DEFİNE DALI'

 

 

Bir ‘çatal ağaç dalı’nın verdiği ‘sinyallerden’ yola çıkan Hikmet Rençber, yaklaşık 150 bin lira harcayarak, Mersin’de define aramaya başladı. İddiası da büyük: 3 bin yıllık kazanlar dolusu altın var, Türkiye’yi kurtarır...

 

Mersin’de yer altında büyük bir hazine olduğuna inanan Hataylı madenci Hikmet Rençber (55), yedi ay önce kazı izni için İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne başvurdu. Rençber’e, bir tepenin eteklerinde 100 metrekarelik alanı kazması için ruhsat verildi. Rençber, yaklaşık 150 bin liralık bir harcamayla, yetkililer gözetiminde kazıya başladı. Bölgede bir hazine olduğu yönünde rivayet olduğunu belirten Rençber, kullandığı ‘çatal ağaç dalı’ parçasının da bunu doğruladığını iddia etti. Yüzeye paralel tuttuğunda dalın belli bir bölgeye doğru eğildiğini, bunun madencilik dilinde ‘Maden rezervi var’ anlamına geldiğini savunan Rençber, “Bu enerjiyi yaklaşık 1.5 kilometreden aldım” dedi.

‘TÜRKİYE BORÇLARINI ÖDER’
Özel cihazlarla yer altındaki hazineyi görüntülediğini de iddia eden Hikmet Rençber, şunları anlattı: “Buradan çıkacak her şey devlete verilecek. Ondan sonra da kıymet takdir komisyonu devreye girecek, hak ettiğimizi alacağız. Yerin 24 metre altında 2-3 metrekarelik odalardaki büyük kazanlarda, 3 bin yıl öncesine ait olduğunu sandığımız, altın paralar var. Tahminlerimize göre yerin altında Türkiye’nin tüm borçlarını ödeyecek servet yatıyor.”

POLİS 24 SAAT NÖBET TUTUYOR

Polis ekiplerinin 24 saat nöbet tuttuğu bölgede devam eden kazı çalışmalarını yakından görmek isteyen meraklı vatandaşlar da büyük heyecan yaşıyor. Kazı çevresine gelen vatandaşların bazıları da bölgede altın olduğunun yıllardır konuşulduğunu ancak bunun bir rivayet olarak kaldığını anlattı.

Hürriyet, Haber: Ali Şen - Mustafa Ercan, 16.03.2013

OTOPARKTA ŞÖVALYE İSKELETİ
BULUNDU

 

İskoçya Edinburgh'da, İskoçya Kralı 3'üncü Richard'ın iskeletinin bulunduğu otopark alanında bir şövalyenin iskeleti daha bulundu.

13'üncü yüzyılda kurulan Blackfriars Manastırı'nın yanında bulunan mezarın, manastırın bulunduğu alanda kazı çalışması yapan arkeologlar tarafından ortaya çıkarıldığı açıklandı.

1485'te savaşta hayatını kaybeden 3'üncü Richard'ın, mezarının yanın bulunan iskeletin ve dişlerinin iyi durumda olduğu ve şövalyeyle ilgili daha çok bilgi edinilmesine yardımcı olacağı belirtiliyor.

Sabah, 16.03.2013

PENDİK'TE 8 BİN YILLIK BARIŞ

 

 

Marmaray Projesi Gebze-Haydarpaşa hattı Pendik mevkiinde İstanbul Arkeoloji Müzesi denetiminde süren kazılarda, neolitik dönem katmanlarda ilginç buluntular çıktı. Köyün mezarlığında, cenin pozisyonunda (hoker) gömülenlerin arasında oturur vaziyette gömülü bir iskelete ulaşıldı. İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, ‘‘Oturur vaziyette gömü biçimini Avrupa kültüründe görüyoruz. Hoker (cenin) pozisyonunda gömü de Anadolu kültürüdür. Anlaşılıyor ki iki kültür burada kardeşçe, gerilimsiz yaşamış. Anadolu’dan gelen kültür İstanbul’daki kültürle birleşiyor, Avrupa’ya bu yeni kültür gidiyor ve biz bunu Pendik kazıları ile yeni öğreniyoruz’’ dedi.

Yuvarlak ev, balıkçı evi
Tren yolu genişletme çalışmaları sırasında Pendik’te yapılan kazılarda İstanbul’un en eski köyü ortaya çıkarılmıştı. Yenikapı’daki neolitik dönem arkeoloji kazılarından sonra Pendik kazıları İstanbul tarihi için ayrı bir önem kazandı.


Yaklaşık 3 aydır devam eden kazılarda çok sayıda mezar ve neolitik dönem buluntuları elde edildi. Kazılarda hoker pozisyonundaki mezarlar arasında bulunan bir insan iskeleti oturur vaziyetteydi.
Yangın da geçirdiği saptanan alanda arkeologlar bu mezarın farklılığı üzerine kafa yormaya başladı. Önce bulunan kişinin oturduğu yerde yandığı ve öylece kaldığı düşünüldü. Sonra böyle olmadığı anlaşıldı. Çünkü Avrupa neolitik dönem kazılarında benzer mezarların varlığı, arkeologların aradıkları sorunun cevabına yaklaştıklarını gösterdi.


Prof. Dr. Mehmet Özdoğan İstanbul’da var olan bir kültürün sonucu olduğunu düşündüğü mezar için şunları söyledi:
‘‘Pendik’te ortaya çıkan kültür tabakası Anadolu kültürü ile benzerlik taşıyor. Anlıyoruz ki Anadolu’dan göç eden topluluklar İstanbul’da balıkçı bir toplum ile karşılaşıyor. Yuvarlak ev tipleri balıkçı toplum özelliğidir. Bu kültür İstanbul’da bir evre değiştiriyor. Avrupa’ya o değişen evre gidiyor. Oturur vaziyette gömü biçimi Avrupa’da var. Hoker pozisyonunda gömü biçimini de Anadolu kültüründen tanıyoruz. Her ikisinin bir arada olduğu yer ise Pendik. Kardeşçe, gerilimsiz bir hayat sürdüklerini görüyoruz. Anadolu medeniyetinin temelini Pendik oluşturuyor. Bu büyük bir keşif.’’


Özdoğan’a göre Arkeoloji Müzesi tarafından kurtarma kazısı olarak devam eden çalışmaları projenin tamamlanmasından sonra da mutlaka devam etmeli:
‘‘Pendik Belediyesi, İstanbul Üniversitesi ve müzenin işbirliği ile tren yolu hattının dışında kalan alan üzerinde kazılar devam etmeli. Kurtarma kazıları bilimsel kazılara dönmeli. Çünkü bu bilgiler çok değerli ve Pendik dünya tarihine geçebilecek bir alana döner. Arkeopark yapılarak burası hem bilime hem turistik ziyarete açılır. Bu kazılar mutlaka sürmeli.’’

 

İstanbul’un ilk sanat eseri mi?

Neolitik dönem mezarların yanında bulunan pişmiş topraktan küçük insan figürini heykel ise ‘İstanbul’un ilk sanat eseri’ yorumlarına neden oldu. Daha önce Yenikapı’da bulunan ahşap figürinden sonra İstanbul’un en eski heykeli olma özelliğine sahip figürin müze koleksiyonuna girdi. İstanbul Arkeoloji Müzesi Pendik’te bulunan iskeletlerle Yenikapı’daki insan iskeletlerden diş örneklerinin de yurtdışındaki laboratuvarlara gönderildiğini, DNA araştırması yapılarak iki kazı alanında yaşayanlar arasında akrabalık bağının araştırıldığını söyledi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 16.03.2013

23 YIL SONRA ANLADILAR

 

 

ABD'nin Florida eyaletinde 23 yıl önce bulunan beş milyon yıllık fosilin yeni bir türe ve familyaya ait olduğu keşfedildi.

 

Araştırmacılar, nesli tükenmiş kılıç dişli kedi grubuna mensup olduğunu düşündükleri fosilin, 23 yıl boyunca bulunan ek fosiller sayesinde yeni bir tür ve familyaya ait olduğunu belirledi.

 

Polk ilçesinde 1990'da yapılan bir fosfat madeni kazısı sırasında bulunan fosilin ait olduğu tür ve familyaya, Rhizosmilodon fiteae adı verildi. Rhizosmilodon fiteae tür ve familyasına bu ad, bu konudaki önemli örnekleri 2011'de Florida Üniversitesi'ne bağışlayarak bilim adamlarına önemli katkı sağlayan Barbara Fite'a ithafen verildi.

 

Fosil, Florida Museum of Natural History adlı müzenin omurgalı palaentoloji koleksiyonları yöneticisi Richard Hulbert'ın yardımıyla gün ışığına çıkarıldı. Fosilin elde edilen yeni örneklerin ışığında yeni bir tür ve familyaya ait olduğu ise kılıç dişli kedi anatomisine ilişkin karşılaştırmalı analizleri kullanan Doç.Dr. Steven Wallace tarafından bulundu.

 

 

Baş yazarlığını Wallace'ın, yardımcı yazarlığını da Hulbert'in üstlendiği bilimsel çalışma, elektronik ortamda yayınlanan PLOS One adlı bilimsel derginin 13 Mart sayısında yer aldı.

KILIÇ DİŞLİ KEDİLERİN ANA VATANI ABD
Araştırmacılar fosilin, Los Angeles kentindeki La Brea Tar Çukurları'nda bulunan, üst çenesindeki uzamış köpek dişleriyle dikkati çeken büyük bir uç yırtıcı olan ünlü Smildon fatalis ile aynı soydan geldiğini belirtti. Biyolojide uç yırtıcı terimi, kendisini avlayabilecek hiçbir yırtıcının bulunmadığı besin zincirinin en tepesindeki türler için kullanılıyor.

 

Fosil hakkında daha önce yapılan araştırma, Smilodontini adıyla anılan bu gruptaki kılıç dişli kedilerin ana vatanının Asya olduğunu ve Kuzey Amerika'ya buradan göç ettiklerini gösteriyordu. Ancak araştırmacılar, bulunan yeni türün yaşının, bu grubun anavatanının Kuzey Amerika olduğunu ortaya koyduğuna işaret etti.

 

Yeni keşfedilen türün, Smilodon adı verilen en ünlü kılıç dişli kedinin Yeni Dünya'da ortaya çıktığını gösterdiğine dikkati çeken Hulbert, bulunan fosilin nesilleri 11 bin yıl önce tükenen bu tür ve atalarının, en az 5 milyon yıl önce ABD'nin güneydoğusunda yaşadığına işaret ettiğinin altını çizdi.

 

Kılıç dişli kediler grubunun sadece bir türden ibaret olmadığını belirten Hulbert, yeni keşfedilen türle birlikte sadece Florida'da, bu gruba mensup altı tür bulunduğunu, tüm dünyada ise bu gruba ait kabul edilebilir tür sayısının 20 olabileceğini vurguladı.

Hürriyet, 15.03.2013

SURLAR, BİZLER, ÖTEKİLER...

 

İstanbul, havada uçuşan parlak projeler ile oyalanırken ve bizler, İstanbul açık kent, kültürel miras, turizm, kamusal alan diye konuşurken… Bu topraklarda tarih boyunca üretilmiş sekiz bin yıllık kimi değerlerin de kentin kimi sakinleri gibi en sefil dönemlerini yaşadıkları söylenebilir.
 

Bizler; İstanbul, açık kent, kültürel miras, turizm, kamusal alan diye konuşurken…
 

Buraları merak eden ve resim de çekmeye meraklı bir yabancı “kadın”, yalnızca bizlere ait olmayan bu dünyamızı paylaştığımız bir sürü insandan biri, kendince bir çaba göstererek 20 bin kilometre yolu geçip geliyor ve sürdürmeyi, paylaşmayı beceremediğimiz insanlığın bu ortak kültürel mirasının, bu kamusal alanın izleri üzerinde dolaşmaya başlıyor.


Her yabancı kadını potansiyel bir yem olarak algılamaya mahkum ettiğimiz kimileri; ırza geçip taşla baş ezen erkek egemen toplumun kimi üyeleri bu arada, bu lanetli kentin karanlık köşelerine sığınmış olabilirler.


Kendilerine ait kıldıkları bölgelerine giren bu “yabancı kadın” da “doğallıkla” onların, ötekilerin malı olacaktır, onunla istedikleri gibi oynayabilirler. Sonra da kırık bir oyuncak gibi bir kenara bırakabilirler.


Kadının birkaç dakika önce çektiği resim, bu kentten batıya doğru uzanan hüzünlü bir demiryolu görüntüsüdür, birkaç dakika sonra çekeceği ise sahilde, günbatımı sonrasının ışıkları olabilir. Son dakikalarda, bu güzel ama lanetli kentte gün batarken, aklından neler geçtiğini hiç bilemeyeceğiz.
Ama çektiği resimleri izlerken, derhal, “herhalde uyuşturucu kuryesidir bu…” diye yorum yapmaya koşullanıyoruz. Bir dernek ise “Suçu buralara sığınmış zavallıların üzerine atmaya hakkınız yoktur” diye görüş bildiriyor.


Kafamız karışık. Suç var mı, varsa suçlu kim?
Elbette, kimi toplumlarda olduğu gibi birileri, sokakta da yaşamayı seçebilmeli. Metropole karşı bir protestodur belki bu tavır. Ama belli ki buralarda yaşama tutunmaya çalışanların, “ötekilerin” keyfi değil, zorunlu bir tercihi bu. Taşların yerine oturduğu bir toplumda bu ve benzeri dernekler, çoktan kent toplumundan, yerel yönetimlerden, TOKİ’den hesap sormalı, bu insanlar için farklı projeler üretebilmeliydi. Dinleyen olursa.


Bu yersiz yurtsuzlara verecek hiçbir şeyi yok mudur gerçekten bu toplumun. Bu insanları, Bizans duvarlarının dışına çıkarıp, düzgün bir yer edinmelerini de sağlama konusunu hiç tınmayanlar, örneğin TOKİ yetkilileri ise kilometrekare ile imal ettiği konutlarından sermaye üretmeye devam ederlerken, güçlerinin belirli bir bölümünü sistemin marjinalleştirdiği yaşamlara, gerçek evsizlere, yersizlere harcamayı düşünse?


Belki üç yüz belki bin kişi için insanca bir yaşam çevresi üretmenin maliyeti nedir ki? Söyleyeyim; “Taşı toprağı inşaat” olan bu dünya metropolünde bir “plaza” katının bedelidir.
İstanbul, havada uçuşan parlak projeler ile oyalanırken ve bizler, İstanbul açık kent, kültürel miras, turizm, kamusal alan diye konuşurken… Bu topraklarda tarih boyunca üretilmiş sekiz bin yıllık kimi değerlerin de kentin kimi sakinleri gibi en sefil dönemlerini yaşadıkları söylenebilir.


Son kez surlara dönelim. Günler geçti, “Olay Mahalli İnceleme Ekipleri” artık bürolarına dönmüştür.


Diyarbakır’ın ünlü surları 5 kilometredir. Paris’in 24 kilometrelik surlarının neredeyse tümü bir “çılgın proje” uğruna yıkılarak çevre otoyoluna dönüştürülmüştür. Atina, Roma gibi eski İstanbul’un yanında köy boyutunda kalan yerlerde eski kent surlarının izlerini bile bulmak ise neredeyse olanaksızdır.


Dünyada, kentin son dönemde gördüğü tüm zulme karşın en iyi “kalmış- korunmuş” metropol surları bunlardır: 14.5 kilometresi kıyı boyunda olmak üzere toplam 22 kilometrelik bir hazine. Yeni barbar istilaları (en azından top- tüfek ile) olmayacağına göre bunları şimdilerde moda olduğu gibi “ihya” etmeden korumanın bir yolu da olmalı. Elbette Bukoleon, Blahernai, Yedikule gibi kalelerini de otele veya yavan kültür merkezlerine dönüştürmeden. Sulukule gibi yakıp yıkmadan, belki de bu duvarlara yaslanıp yaşayan, onlarla bütünleşen kimi evleri bile koruyarak.
Bir gün keyif ve güvenle surlar boyunda yürüyen, bisiklete binen, resim çeken İstanbulluları ve “yabancı”ları hayal ediyorum.


Taşı ile, kuşu ile, insanı ile barışık bir İstanbul hayali.
İşe Konstantin gibi şehir surlarından başlasak.
Çılgın bir proje mi yoksa bu?
Belki de şöyle düşünüyordu “yabancı kadın”:
“Artık buralarda yalnızca İstanbul’un kuşları barınsa… Bu şehrin kara surlarına kargalar, kıyı surlarına martılar yakışır. Güvercinler dini yapıların yakınlarında yaşar herhalde. Geceleri baykuşlar da olabilir, ama yarasa olmasın…”

Cumhuriyet, Yazı: Haydar Karabey, 15.03.2013

KAZI ALANINDA BULDULAR

 

 

Yüzyıllardır gömüldükleri yerde kimsenin haberi olmadan yatıyorlardı... İngiltere'nin başkenti Londra'da bir yol kazısı sırasında bulunan 9 iskeletin 1348 yılında ülkeyi kavuran veba salgınının kurbanları olduğu iddiası büyük merak uyandırdı.

 

 

Yol işçileri tarafından milyar poundluk bir raylı sistem projesi çalışması sırasında bulunan iskeletlerin, 1.5 milyon İngiliz vatandaşının da hayatını kaybettiği ve Avrupa'yı da kavurmuş veba salgınının kurbanları olduğu düşünülüyor.

 

 

Kemiklerin üzerinde testler uygulayacaklarını belirtilen yetkililer sözü geçen bölgenin o dönemde kriz mezarlığı olarak kullanıldığını da açıkladı.

 


Vatan, 15.03.2013

CEYHAN CAMİSİ RESTORE EDİLİYOR

 

Hatay Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihalesi yapılan ve geçtiğimiz günlerde restore çalışmalarına başlanılan Ceyhan Camisi, aslına uygun olarak yeniden restore edilecek.

Müteahhit firma yetkililerinden yapılan çalışmalar hakkında bilgi alan Müftü Pat, restore çalışmalarının kasım ayı içerisinde tamamlanacağını söyledi.

Pat, caminin taş minaresinin yıkılacağını ve yerine aslına uygun olarak ahşap minare yapılacağını kaydetti.  

Hatay Gündem, 15.03.2013

KORUMA KURULUNA BY-PASS

 

 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Beşiktaş ’ta İnönü Stadı arazisi için hazırlanan imar planında değişiklik yaparak “Spor tesisi alanında koruma kurulundan görüş alınmadan uygulama yapılamaz” maddesini iptal etti. Meslek odaları, bu değişiklikle ‘42 bin seyirci kapasiteli yeni stat’ projesinin kurul denetiminden çıkartılmak istendiğini fakat bunun kanunen mümkün olmayacağını söylüyor. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na göre, tescilli bir yapı olan ve kentsel sit alanında bulunan stada, buradan sorumlu 3 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu izni olmadan hiçbir müdahale yapılamaz.


Aynı bakanlığın yeni stat projesi için hazırladığı bir önceki plan, geçen ocakta onaylanmıştı. Bu planda stat için maksimum yükseklik deniz seviyesinden 34 metre - yaklaşık 10 katlı bir apartmana denk - olarak belirlenmişti. Ritz Carlton Oteli’nin yan tarafındaki yeşil alan da projeye dahil edilmiş ve Beşiktaş’ın kullanımına açılmıştı.

Koruma kurulu duvara mı bakacak?
İki hafta önce askıya çıkan yeni plan değişikliğinin bir öncekinden tek farkı, stat arazisinde yapılacak projeleri koruma kurulu onayına bağlayan maddelerin üzerinin çizilmiş olması.
Yeni plan notlarında, “Spor tesisi alanında koruma kurulunca onaylanan projeye göre uygulama yapılacaktır” maddesinin üzeri çizilerek iptal edilmiş. Notun devamında yer alan, “...tescilli yapıya ilişkin uygulamanın kurulun onaylayacağı projeye göre yapılacağı” hükmü ise olduğu gibi bırakılmış. Uzmanlar, bu değişikliği şöyle yorumluyor:
“Kurulun yetki alanı stadın tescilli kısmı olan giriş kapısı ve müze duvarıyla sınırlanmış, arsanın geri kalan kısmında yapılacak projede ise kurula görüş sorulmayacak.”


Uzmanlara göre hazırlanacak projenin silueti ve bölgenin tarihi dokusunu bozmaması, stadyumun altından geçen Dolmabahçe Sarayı’na ait kanallara zarar vermemesi gibi birçok unsur kurul tarafından denetlenmeli.

Üstü stat altı alışveriş merkezi
Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun Kahraman: 2863 Sayılı Yasayla zorunlu kılınan kurul denetimi, bir plan hükmüyle atlatılamaz. Proje hem İBB hem de koruma kurulu denetiminden çıkartılmak isteniyor, niyet kurulu süreç dışında bırakmak. Bu hüküm kaldırılmış olsa da proje bütünüyle kurula gitmek zorunda. Bizim bir önceki plana en önemli itiraz gerekçemiz, stadın kapasitesinin arttırılmasının trafik sorununu daha da kötüleştireceğiydi. Stadın alt katlarında da alışveriş ve ticaret fonksiyonu getirilmiş, yani gün içinde de buraya trafik çekecek.


Mimarlar Odası Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) Kurulu üyesi Mücella Yapıcı: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı artık yetkilerini aşarak kendisini hem belediye hem de kurul yerine koyuyor, tepeden inme ve çok tehlikeli kararlar veriyor. Burası İstanbul’un en önemli vadisi, dört tarafı tescilli eserle dolu ve Boğaz silueti açısından çok önemli bir yerde. Bir binanın tescilli duvarına, kapısına kurul bakacak, bedenine bakmayacak, böyle bir şey olabilir mi? Yapı bütündür. Kolonu bile tescilli olsa kuruldan geçmek zorundadır. Zaten bu kadar anı taşıyan bir yapının yıkılarak kapasitenin arttırılması baştan yanlış. Gökkafes’le başlayan talan deniz kıyısına kadar iniyor.”


Stat 2005’te tescil edildiğinde kurul üyesi olan Dr. Can Binan (YTÜ Mimarlık Fakültesi Restorasyon Bölüm Başkanı): Plan notlarını yazanlar ya yapılacak projeyi koruma kurulundan kaçırmak istiyor ya da kurulun önceki kararlarını okumadılar. Stadın tescil edilmesinden önce koruma kurulu, 2002-2003 yıllarında stadyumun bulunduğu alanı Dolmabahçe Sarayı’nın koruma alanı içine aldı. Bu karar stat daha büyümesin, irileşmesin, stada yapılacak her türlü müdahale sarayın silueti dikkate alınarak yapılsın diye alındı. Eğer yapılmak istenen şey öndeki duvarın korunarak gerisine istenildiği gibi bir proje yapmak ise bu koruma ve restorasyon adına yanlıştır, böyle bir restorasyon anlayışı yoktur. Dolmabahçe Stadı, tescilli bir yapı olarak mimari koruma ölçütlerine uygun olarak restore edilmeli ve statik açıdan sorunlu yerleri varsa özgün yapının mimarisi bozulmadan takviye edilmelidir.

Radikal, Haber: Elif İnce, 15.03.2013

TOPÇU KIŞLASININ TARİHİ SERÜVENİ

 

İstanbul üzerine çalışmalarıyla tanınan ve 100 bine yakın fotoğraf arşivi bulunan sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu, 1938'de yıkılan ve günümüzde yeniden inşa edilmesine karar verilen Topçu Kışlası'nın bugüne kadar yayımlanmayan fotoğraflarını paylaştı. 1860-1908 yılları arasında 1. Topçu Alayı Kışlası olarak bilfiil kullanılan Topçu Kışlası'nın yeniden inşa edilecek olmasını değerlendiren Göncüoğlu, "2. Abdülhamid'in çok güzel bir sözü vardır; 'Tarih tekerrürden ibaret değil, olaylar tekerrürden ibarettir.' Tarihi yapılarımızın tamamının restore edilmesi esasında mantıki bir olay değildir. Çünkü tarih bir noktada yaşanmış ve bitmiştir. Arkeolojik kalıntıların ayağa kaldırılması görsel hafızamız için çok önemlidir. Ama yok olmuş, ortadan kaldırılmış, herhangi bir şekilde var olmayan bir eserin yeniden ortaya çıkarılması, tarihi misyon olarak ne kadar etkindir? Onu tartışacağız'' dedi.

Sabah, 15.03.2013

KANATLI DENİZATI'NI BÖYLE SATMAK İSTEDİLER

 





 

İstanbul'da polis, Uşak Müzesi'nden çalınan Kanatlı Deniz Atı'nı Ürdünlü bir işadamına satmak isteyen çetenin İstanbul Akmerkez'de iki milyon euroya yaptığı pazarlığı görüntülemiş.

 

Uşak Arkeoloji Müzesi'nden 2005'te çalındıktan sonra her yerde aranan broşla ilgili İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şubesi, 2009'da önemli bir bilgiye ulaştı. Bu bilgiye göre, halen cezaevinde tutuklu bulunan müze müdürü Kazım Akbıyıkoğlu ile bağlantılı olan bir çete broşu satmaya çalışıyordu. Çetenin bir ayağı Almanya'da idi. İddiaya göre çete, broşu satmak için Ürdün asıllı bir işadamı ile bağlantı kurdu. Almanya'da bulunan çete, broşun fotoğrafını tarihi ispat için 23 Aralık 2009 tarihli gazetenin üzerine koyarak çekti ve alıcının temsilcisine gönderdi. Polis fotoğrafı kriminal laboratuvarda inceletti ve doğru olduğuna kanaat getirdi. Ürdünlü işadamının temsilcisi de gelen fotoğrafa inanmış olacak ki, çete üyeleri ile buluşmak istedi. Buluşma 19 Ağustos 2010 günü saat 15.00'te Etiler Akmerkez'de gerçekleşti. Buluşmaya, daha sonra Alman polisi tarafından gözaltına alınacak olan Ercan U., ismi öğrenilemeyen bir Alman avukat ile Ürdünlü işadamının temsilcisi katıldı.

PANİĞE KAPILDILAR
Yaklaşık yarım saat süren pazarlıkta broşa biçilen fiyat 2 milyon euro oldu. Pazarlık sürerken hemen arkalarında oturan bir mali şube dedektifi, pazarlığı an be an gizli kamera ile kaydetti. Görüşmenin ardından taraflar birbirlerine yeni telefon numaraları ve e-mail adreslerini verip ayrıldı. Çete üyeleri ile alıcı temsilcisi bir süre daha görüşmeye devam etti. Bu görüşmeler tam iki yıl sürdü. Mali Şube, çete ile Ürdünlü alıcı temsilcisi arasındaki tüm e-posta yazışmalarını inceledi. Satılmak istenen broşun gerçek olduğuna kanaat getirilince Alman makamları ile irtibata geçildi. Tüm bilgiler Almanya İçişleri Bakanlığı'na iletildi. Alman polisi de soruşturma başlattı. Bir iki adrese düzenlenen baskın üzerine iddiaya göre paniğe kapılan Ercan U. broşu elden çıkarmaya karar verdi. Ercan U. broşu Almanya'da bir avukata teslim etti. Alman avukat da polise giderek "Bir müvekkilim bunu bana verdi. Saklanması suç teşkil ettiği için teslim etmeye geldim" dedi ve broşu Alman polisine teslim etti. Almanya'daki yasalar gereği avukata herhangi bir işlem yapılmadı. Türk polisi şimdi Almanya'da bulunduğunu tespit ettiği Ercan U. ile ilgili işlem yapılması için Almanya Adalet Bakanlığı ile yazışmalar yapıyor.

Karun Hazinesi'nin en değerli parçası
Milattan önce (MÖ) 6'ncı yüzyıla ait tarihi broş Karun Hazinesi'nin en değerli parçası olarak biliniyor. 2005 yılında Uşak Müzesi'nden çalındığı ve sahtesinin yapılarak sergilendiği tespit edildi. Soruşturma neticesinde Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu ve 9 kişi tutuklandı. Akbıyıkoğlu 17 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Broş şimdi Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergileniyor.

Sabah, Haber: Yunus Tiryaki, 15.03.2013

HEKATOMNOS ANIT MEZARI RESTORE EDİLİYOR

 

 

Muğla'daki Hekatomnos Anıt Mezarı'nda başlatılan restorasyon çalışmaları ile tarihi alanın orijinal görünümüne kavuşturulması amaçlanıyor.

 

Milas Hisarbaşı Mahallesi'nde tarihi eser kaçakçıları tarafından tahrip edildikten sonra yapılan operasyon kapsamında 2010 yılında ortaya çıkartılan ve son yüzyılın en önemli tarihi eserleri olarak değerlendirilen Karia Kralı Hekatomnos'a ait mezar ve çevresinde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yaklaşık 2 yıl önce kazı çalışmaları başlatılmıştı. Alanda şimdi de restorasyon projesi yürütülüyor. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Hekatomnos Anıt Mezarı Kazı Alanı Koordinatörü Yrd. Doç.Dr.
Abuzer Kızıl,yaptığı açıklamada, tarihi evlerin ve kutsal alanı çevreleyen temenos duvarının sağlamlaştırılması için restorasyon çalışmaları başlatıldığını söyledi.


Bir taraftan arkeolojik kazıların devam ettiğini kaydeden Kızıl, 'Mezar odası ile ilgili çalışmalar sürdürülüyor. Yakın bir gelecekte alan daha da şekillenecek, farklı bir görünüme kavuşacaktır' dedi. Bunun için Muğla Anıtlar Kurulundan geçen restorasyon projeleri ve rölevelerinin uygulanmaya başladığını bildiren Kızıl, 'Tarihi alanın farklı bölgelerinde görevlendirilen ekiplerin kimisi temenos duvarında kimisi de seçilmiş evlerde çalışmalara başladılar. Yakın zamanda çalışmalar bitirilerek tarihi alana müze binası, halı müzesi şeklinde değişik fonksiyonlar
kazandırılacak. Bir yılı geçmeden restorasyon çalışmaları bitirilecek diye düşünüyoruz' diye konuştu.

Star, 14.03.2013

500 YILIN GİZEMİ - KAYIP KOLOMB HARİTALARININ SIRRI PİRİ REİS'TE

 

 

Piri Reis Dünya haritasının 500’üncü yılı. Piri Reis’in değerini Batılı bilim çevreleri Türkiye’den çok daha iyi biliyor. Nedeniyse bulunamayan Kristof Kolomb haritalarının izinin Piri Reis haritalarında ortaya çıkması.

 

Piri Reis ünlü dünya haritasını tamamladığında şöyle bir not düşer: Bu harita kulunuz Hacı Mehmet Oğlu ve Kemal Reis’in Allah her ikisine de rahmet eylesin  yeğeni Piri tarafından 919 yılının muharrem ayında çizilmiştir. Hicri 919 yılı ise miladi 1513 yılıdır. Ve 1513 yılının muharrem ayı 9 Mart-7 Nisan tarihleri arasındadır.

Kitaptaki o denizci
Kısaca bulunduğumuz günler bu ünlü haritanın tam 500’üncü yılı. Bu nedenle Piri Reis’in önemini ve değerini Batılı bilim çevreleri Türkiye’den çok daha iyi biliyor.


Amerika kıtasının kaşifi olarak bilinen denizci Kristof Kolomb’un keşifleri sırasında kullandığı haritaları bugün kayıp. Yani Batı müzelerinde bin yıldan daha eski haritalar bulunmasına rağmen, Kristof Kolomb’a ait tek bir harita yok.


Piri Reis 1513 tarihli dünya haritasına yazdığı haşiyede (kenar notu) haritayı yaparken yararlandığı haritaları sıralarken bir adet Kolomb haritasından bahseder. Kitab-ı Bahriye isimli eserinde ise, amcası Kemal Reis ile bir deniz savaşında esir aldıkları denizcinin Kristof Kolomb ile okyanus yolculuklarına üç defa katıldığını ve bu denizciden bir harita edindiklerini anlatır. Bu anlatımın, Paul Kahle tarafından bir konferansla sunumu, Batılı bilim çevrelerinde büyük ilgi görür. Nedeni; bulunamayan Kristof Kolomb haritalarının izi Piri Reis haritalarında ortaya çıkmıştır. Bu haritanın büyük ölçüde Kristof Kolomb’un haritası olduğu genel bir kabul görür.

Batılılar peşinde
1926 yılında Alman bilim insanı Paul Kahle’nin Kitab-ı Bahriye üzerine kitap yayınlaması ve 1929’da Topkapı Sarayı’nın müzeye dönüşümü sırasında 1513 tarihli haritanın 1/3’ünün bulunması üzerine Piri Reis ve yaptığı Dünya Haritasıyla ilgili çok sayıda ciddi eser yayınlanır. Batılı bilim çevreleri coğrafya keşifleri üzerine ciddi bir belge, Amerikan bilim çevreleri de Amerika’nın köklerine ilişkin yeni bir ipucu elde ettikleri için akademik çalışmalarına Piri Reis’i de dahil ederler.


Ama Gelibolu doğumlu Piri Reis üzerine Türkiye akademik çevrelerince ciddi tek bir kitap dahi yayınlanmamıştır. Afet İnan’ın 1954’de yayınladığı kitapçık Piri Reis üzerine bir araştırma kitabı değil, uzunca bir tebliğ niteliğindedir. Deniz Müzesi‘nin yayınladığı Cevat Ülkekul’un eseri ise değerli bir derlemedir.


Piri Reis üzerine araştırmalar yapan iki değerli bilim insanı dikkat çekiyor. Çek asıllı Svat Soucek ve Amerikalı Gregory C. McIntosh. Her ikisinin de uzmanlık alanı Piri Reis ve 1513 Dünya Haritası.

Türkiye dostu tarihçi
Soucek yaşamının önemli bölümünü Piri Reis’i araştırmakla geçirdi. Soucek Türkiye dostu bir tarihçi. Kitabının girişindeki Türkiye tarifi de, bunun bir kanıtı; “Türkiye kendisini çevreleyen üç denizin uzun ve güzel kıyılarıyla kutsanmış bir ülkedir”. Yazar, dönemi anlatan tanımlarıyla 500 yıl öncesinin yaşamını hissettirebiliyor:
“En çok kullanılan gemi tipi, adını kürekli gemi anlamındaki Yunan kökenli Türkçe bir kelimeden alan Kadırga’dır. Uzun, alçak ve dar bir gemi olan kadırga, limanlara girerken ya da limanlardan çıkarken, düşmanı takip ederken ya da düşmandan kaçarken ve savaş esnasında kürekle yol alırdı.”


Soucek ayrıca, Piri Reis eserlerinde 3 gemi tipinden bahsedildiğini yazar: Kadırga, Karavela ve Barça ya da Köke. Soucek’e göre Piri Reis 1513 tarihli Dünya Haritasını Karaka ve Karavela tipi gemilerle süslemiştir.

Portolan tarzı harita
Piri Reis döneminde yaygın olarak kullanılan portolan haritaları daha çok Portekiz, İspanyol ve İtalyanların ürettiği biliniyordu. 20’den fazla kitap ve konferansında Piri Reis ve 1513 Dünya haritasını konu edinen dünyanın sayılı Piri Reis uzmanlarından Gregory C. McIntosh Boyut Yayınları’ndan çıkan Piri Reis 1513 Dünya Haritası adlı kitabında yer alan yazısında mükemmel bir harita kopyası olarak nitelendirdikten sonra şu bilgileri verir:
“Bu, portolan tarzı bir haritadır. Portolan haritaları on üçüncü yüzyılda ilk olarak Venedikliler ve Cenovalılar daha sonra da Katalunyalılar ve Mayorkalı denizciler arasında geliştirilen, Akdeniz, Ege ve Karadeniz bölgelerine ait deniz haritaları olarak ortaya çıktı. On dördüncü yüzyılda Atlantik’in Avrupa kıyılarını kapsayacak şekilde genişledi. Afrika ve daha sonraları Asya ve Yeni Dünya üzerine coğrafi bilgiler dahil oldukça temel şablonu genişleyen portolan haritaları, “portolan tarzı” veya “genişletilmiş portolan” deniz haritaları  olarak anılacak şekilde dünya haritalarına uygulanmaya başlandı. On altıncı yüzyılın “genişletilmiş portolan tarzı” haritaları, geleneksel portolan deniz haritaları tarzında yapılıyor pusulagüllleri, kerte hatları vs. fakat alışılagelmiş Akdeniz bölgesi haricindeki alanları tasvir ediyordu. Juan de la Cosa’nın 1500 tarihli haritası, 1502 tarihli Cantino haritası, 1520’lerin Ribero dünya haritaları ve 1513 tarihli Piri Reis haritası portolan tarzı dünya haritalarının örnekleri arasında sayılabilir. Akdeniz’in portolan deniz haritaları ve portolan tarzı dünya haritaları on yedinci yüzyıla kadar üretilmeye devam edilmiştir.”

Mantık hesabıyla keşif
Piri Reis 1513 Dünya Haritası adlı kitapta İstanbul Teknik Üniversitesi Geomatik Mühendisliği Bölüm Başkanı Doğan Uçar ise şöyle diyor:
“Piri Reis’in yaşadığı dönemlerde yön belirlemede kullanılan temel yöntem, ‘Dead reckoning’ denilen metoddur ve  ‘mantıklı çıkarım yaparak hesaplama’ anlamına gelmektedir. Yöntem, gidilen yol uzunluğu, bu yolun gidilmesi için gerekli zaman ve pusulayı kullanmaktadır. En basit tanımıyla Dead Reckoning belirli bir süre önce nerede olduğu kesin olarak bilinen bir taşıtın, şu an nerede olması gerektiğinin (ya da nerede olduğunun) hesabı şeklinde yürütülmektedir.  Kristof Kolomb’un seyir defteri kayıtlarından ve güncelerinden bu yöntemi kullandığı   net olarak bellidir.  Geminin kuzeye göre gidiş doğrultusu ise pusula ile belirlenmekte ve bu yol ve doğrultu haritada ucu uca eklenerek geminin açık denizde izlediği rota haritaya işlenmektedir. Hareket edilen noktadan batıya gidilen mesafe an be an kayıt edilmektedir. Ve gidilen bu mesafeye göre bulunulan yelkenlinin boylamı hesaplanabilmektedir.”

 


Afet İnan’ın 1954’te yayımladığı Piri Reis kitapçığı

 

Denizlerin fatihi
Doğum tarihi hakkında kesin bir bilgi bulunmayan Piri Reis’in, 1465-1470 yılları arasında Gelibolu’da doğduğu kabul ediliyor. Küçük yaşlardan itibaren denizciliğe olan ilgisi fark edilen denizci, 11 yaşına kadar burada yaşıyor. Denizcilikteki ilk 14 yılını amcası Kemal Reis’in gemisinde geçiriyor. Amcasıyla beraber Batı Akdeniz kıyılarında ve çeşitli adalarda bilgi ve beceri kazanıyor. Kristof Kolomb’un Amerika haritasını ise 1493-1494 yıllarında ele geçiriyor. Ziyaret ettiği yerlerin fiziki bilgilerini ve kimlere ait olduğuna dair notlar toplayan denizci, 1521’de ilk eseri ‘Kitab-ı Bahriye’yi hazırlıyor. Denizcilik alanında zamanın en önemli bilim adamları arasında yer alan Piri Reis’in Dünya haritasını hazırlarken Rumca, İtalyanca ve Portekizce bilgisinden yararlandığı biliniyor.

 

Amerika’nın kaşifi
“Amerika’nın kaşifi” olarak bilinen Kolomb, 1451’de İtalya’nın Cenova şehrinde dünyaya geliyor. Yoksul bir ailenin çocuğu olan denizci, gençliğinde Akdeniz’in doğusuna bir deniz yolculuğu yaparak baharat ve ipek ticaretinin nasıl yapıldığını öğreniyor. Yaşadığı dönemde Dünya’nın küre biçiminde olduğuna inanan kaşif, çeşitli Dünya haritalarının çizimine yardımcı oluyor. Bu çizimlerde, Dünya gerçekte olduğundan daha küçük, Asya kıtası ise çok daha büyüktü. Asya’nın doğuya doğru uzadığına inanan denizci, 1492’de Atlantik Okyanusu’nu aşıyor. Yepyeni bir kıta keşfetmiş olduğunun farkına varamayan Kolomb, Kuzey Amerika’ya ulaşan ilk Avrupalı oluyor. ABD’de her yıl ekim ayının ikinci pazartesi günü ünlü denizciyi anmak amacıyla ‘Columbus Günü’ olarak kutlanıyor.

 


Piri Reis’in 1513’teki dünya haritasında Nil nehri böyle resmedilmiş.



Milliyet, Haber: Bülent Özükan, 14.03.2013



******


500 YILIN GİZEMİ - AMERİKA'YA KOLOMB'DAN ÖNCE MÜSLÜMAN DENİZCİLER Mİ GİTTİ?

 

Batı’da haritalar 15’inci yüzyılda oluşmaya başlamış. İslam coğrafyasındaysa 800’lü yıllarda Abbasi halifesi Me’mun döneminden kalma haritalar bulunuyor. Uzmanlar Piri Reis’in yaptığı haritaların sayısı konusundaysa anlaşamıyor...

 

Piri Reis’in 1513 tarihli dünya haritası gizemini 500 yıl sonra da korumaya devam ediyor. Batılı bilim insanları haritanın önemini Kolomb haritasına dayandırıyor. İslam Uygarlığında Bilim ve Teknoloji üzerine çalışmaları ve çok sayıda kitapları bulunan, akademik çalışmalarını Almanya’da sürdüren Prof.Dr. Fuat Sezgin ise İslam coğrafyasındaki denizcilerin ve haritacıların Kolomb öncesi dönemdeki başarılarına dikkat çekiyor.


Günümüz coğrafya bilgileri çoğunlukla Avrupa kaynaklı olduğu için özellikle İslam coğrafyasındaki bilim ve coğrafya çalışmaları yeniden tartışılmaya başlanıyor.


İslam coğrafyasındaki haritaları ve önemini gündeme getiren diğer bir isim ise İstanbul Üniversitesi’nde Osmanlı Bilim Tarihi derslerini veren Prof.Dr. Mustafa Kaçar.

Sadece Akdeniz
Piri Reis’in Akdeniz dışına çıkmadığı biliniyor. Ama yaptığı dünya haritasında 20’den fazla haritadan yararlandığını eseri Kitab-ı Bahriye’de açık bir anlatımla dile getiriyor. Yararlandığı haritalar arasında İslam coğrafyasında hazırlanmış haritalar önemli bir yer tutuyor. Boyut Yayıncılık’ın yayınladığı Piri Reis Kitapları dizisi bilinen bilgileri derlemesinin yanı sıra çok sayıda bilim insanının yeni ve özgün çalışmalarına da yer veriyor.


İslam uygarlığında Bilim ve Teknoloji konusunda dünyanın kabul ettiği en önemli bilim insanlarından Fuat Sezgin’in uzun araştırmalar sonucundaki yeni tezleri şöyle:
Amerika kıtasının muhtemel bir Kolomb öncesi keşfi konusu 20. yüzyılın ikinci yarısında birçok bilim adamının zihnini meşgul etmiştir. Gavin Menzies tarafından kaleme alınan 1421: Çin’in Dünyayı Keşfettiği Yıl adlı kitabın yayınlanmasıyla bu konuya olan ilgi son zamanlarda bir kez daha ciddi şekilde artmıştır.
Emekli bir denizaltı komutanı olan yazar, kitabının uzmanlardan çok geniş bir kesime hitap ettiğini iddia etmektedir.
Menzies’e göre, halen James Ford Kütüphanesi’nde bulunan Sir Thomas Phillips koleksiyonunda özellikle bir harita dikkatini çekmişti. Venedikli kartograf Zuane Pizzigano’nun adını taşıyan harita 1424 tarihlidir. Menzies’in bu haritaya olan ilgisi esas olarak Batı Atlantik’te görülen Satanazes, Antilia, Saya ve Ymana adlı dört adadan kaynaklanmaktadır.    Menzies, Antilia ve Satanazes’in Karayip Denizi’nde bulunan Puerto Rico ile Guadeloupe olduğu “... ama bunun da aslında birilerinin adaları Kolomb’un Karayipler’e ulaşmasından yetmiş yıl kadar önce dolaştığı anlamına geldiği’ sonucuna varmıştır.” Fuat Sezgin yazısının ilerleyen bölümlerinde Karayiplere Kolomb’dan 70 yıl önce gelenlerin İslam denizcileri olduğunu ispatlamaktadır.

Harita sayısı belli değil
Uzmanlar Piri Reis’in 1513 tarihli dünya haritasında yaptığı haritaların sayısı konusunda da anlaşamıyorlar. Piri Reis 20 haritadan yararlandıktan sonra 8 Caferiye ve 4 Portekiz haritasından söz ediyor. Bazı uzmanlara göre yararlanılan harita sayısı 20’dir. Bazıları ise yazılanları toplam 32 harita olarak yorumluyorlar. Piri Reis’in kullandığı Caferiye kelimesi de ayrı bir tartışma konusu. Bazı uzmanlar Caferi’lerin haritasından söz edildiğini anlıyor. Bazı uzmanlar ise bu kelimenin coğrafya anlamında yanlış yazım olduğunu düşünüyorlar.

Batı’dan önce
Piri Reis ve haritaları üzerine zenginleştirilmiş gerçeklik tekniklerini kullanarak bir dizi kitap yayınlayan Boyut Yayınları’nın Piri Reis 1513 adlı kitabında İstanbul Üniversitesi’nde Osmanlı Bilim Tarihi üzerine dersler veren Prof.Dr. Mustafa Kaçar ise Piri Reis’in yararlanmış olabileceği İslam haritaları hakkında şu bilgileri veriyor:
“Haritacılık geleneği, İslam coğrafyasında Batı’dan çok önce başlıyor. Dokuzuncu yüzyılda halife Me’mun döneminden kalma çok değerli haritalar var. Batıdaki haritalar ise 1400’lerden itibaren onbeşinci yüzyılda şekillenmeye başlıyor. Bu eserde Piri Reis’in yararlanmış olabileceği İslam haritaları, örnekleriyle ve Türkçeleştirilmiş bilgilerle ilk defa ve geniş olarak yer aldı. Türkler tarafından çizildiği bilinen Divanu Lügati’t-Turk adlı sözlükte yer alan Dünya haritasına da ayrıntılı bir şekilde yer verdik.”

Kayıp harita
Kaçar’a göre Abbasi Halifesi el-Me’mun emriyle hazırlanan büyük dünya haritası günümüze kadar ulaşamadı. Kaybolduğu düşünülen bu dünya haritasının bir nüshası, yakın zamanlarda İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde İbn Fazlullah el Ömeri’nin 1340 yılında yazdığı Mesalik el-Ebsar adlı Arapça ansiklopedik eserde tespit edildi. Tıpkı Kristof Kolomb’un haritalarının izine Piri Reis’in 1513 tarihli haritasında rastlanılması gibi...


“Halife Me’mun’un Dünya haritasından sonra yaklaşık iki asır İslam dünyasında haritacılık alanında büyük bir gelişme gözlenmemiştir. Özellikle son zamanlarda İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesi’nde İslam coğrafyacılarından İbn-i Havkal’a ait  eserler birer birer ortaya çıkmaya başlayınca Belhi Ekolü olarak adlandırılan İslam coğrafyacıların çalışmaları gün yüzüne çıkmıştır.

Edebiyat faktörü
Ebu Zeyd ibn Sehl elBelhi’ye (Öl. 934) izafe edilen Dünya Haritası, Halife Memun’un hazırlattığı İslam devletleri Dünya haritasının özelliklerini taşımakta ve aynı bölgeleri kapsamaktadır. El-Belhi, coğrafya çalışmalarından çok edebi kişiliği ile tanınmış önemli bir İslam alimidir. Coğrafyacı El-Mukaddesi’ye göre Belhi’nin coğrafya çalışmaları,    kısa şerhler halindedir. Haritaları da gerçekte Ebu Cafer Muhammed el-Hazin (öl. 961) tarafından çizilmiştir.  Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan Suverü’l-Ekalim (Yeryüzü Suretleri) adlı İslam Dünyası atlasının Arapça versiyonundaki “Dünya Haritası, İstahri’nin metni esas alınan bir tercümedir. 35,5 x 48 cm boyutlarındaki  bu kopya 15. Yüzyıl, Timurlar dönemine ait Farsça bir yazmanın içinde bulunmaktadır.

 

Prof.Dr Mustafa Kaçar İstanbul Üniversitesi’nde Osmanlı Bilim Tarihi dersleri veriyor. Kaçar, ‘Piri Reis Öncesi İslam Haritacılığı’ kitabında İslam haritacılığını detaylı olarak kaleme aldı.

 


Piri Reis tarafından 1521 yılında kaleme alınan ‘Kitab-ı Bahriye’deki Maya Kalesi haritası.

 

Yedi iklimli yeryüzü
Eserde, diğer İslam coğrafyacılarında olduğu gibi yeryüzü yedi ayrı iklime ayırmaktadır. Ekvator, gerçek yerinde gösterilirken Dünya 0-120 derece arasında Afrika’nın en Batı kıyısından başlayarak (Halidat adları) Doğu’ya doğru birer birer artan meridyenlere ayrılmıştır. Akdeniz’de 3 ve Zengibar Denizinde (Hind Okyanusu) 3 olmak üzere toplam 6 ada, Nil, Fırat, ve Gilan nehirleri ve Hazar Denizi ile Harzem gölü gösterilmeye değer görülmüştür. Ayrıca Ptolemy coğrafyasında olduğu gibi Nil nehrinin kaynağı (Cebel-i Kamer, Ay Dağı) Kafkaslar ve İran dağları gösterilmiştir.  Avrupa kıtası üzerinde ki birinci iklimde sadece Batı’dan Doğu’ya doğru, Endülüs, Frenk (Fransa), Rumiyet, Konstantiniye, Bulgar, Rus devletlerine yer ayırmıştır. Frenk denizi olarak adlandırdığı Akdeniz’de Cezire-i Sicilya, Cezire-i Ahritis (Girit) ve Cezire-i Kıbrıs (Kıbrıs) adaları gösterilmiştir. Güney denizinde yine Cezire-i Lafet, Cezire-i Harik ve Cezire-i Eval gözterilmektedir. Haritada 5.-3. iklimlerde Asya’da yer alan şehirler özellikle belirtilmiştir.”

Milliyet, Haber: Bülent Özükan, 15.03.2013

 

******


500 YILIN GİZEMİ - OSMANLI HARİTACILIĞA NEDEN ÖNEM VERMEDİ?

 

Ne Yavuz Sultan Selim, ne Kanuni Sultan Süleyman... Piri Reis’in ‘Kitab-ı Bahriye’si Osmanlı padişahlarından ilgi görmemiş. İmparatorluk bilime karşı mesafeli duruşuyla dünya okyanuslarına açılma şansını yitirirken Batılılar ise siyasal tarihi haritalara aktarmayı başarmış.

 

 

Piri Reis 1513 yılında yaptığı ilk dünya haritasını 1517 yılında Mısır Seferi sırasında Padişah Yavuz Sultan Selim’e sunar. 1521 yılında tamamladığı, 1524’de yeniden yazdığı ünlü Bahriye (Denizcilik) kitabını 1526’da Padişah Kanuni Sultan Süleyman’a takdim eder. İki yıl sonra (1528) yeni bilgilerle derlediği dünya haritasının ikincisini de Kanuni Sultan Süleyman’a verebilme şansını bulur.  Ancak her iki cihan padişahının da haritalar umurunda olmaz. Ordular karadan ulaştıkları toprakları  fetih ederek imparatorluk mülküne katarlar. Osmanlı Sarayı’nın yaygın görüşüne göre de gemiler yanaştıkları limanları feth ederek imparatorluğa vergi verir hale getirmektedirler. Bu bakış açısından olsa gerek haritalar unutulur. Çoğaltıldıklarına ilişkin bir bilgi bulunabilmiş değil. Zaten çoğaltılmış olsalar başka kopyaların izlerine ya da parçalarına ulaşılmış olması gerekir.

İlgisizliğin bedeli
Osmanlı, sonraki yıllarda haritalara önem vermemesinin bedelini, aldığı yenilgilerle çok ağır biçimde ödemeye başlar. Haritaya ilgisizlik Osmanlı’ya yenilgi, geliştirilmiş haritalarıyla savaşan rakiplerine ise zaferler kazandırmaktadır. Özellikle Ruslarla yapılan savaşlarda haritadan yoksun asker sevkleri ağır zayiatlara ve yenilgilere sebep olur.


1727’de Sarayın izniyle Müteferrika matbaasını kurduğunda da Piri Reis’in eserleri, 1513 ve 1528 tarihli dünya haritalarıyla “Denizcilik Kitabı” ünlü “Kitab-ı Bahriye” basılmaz. Saray’ın da Müteferrika matbaasından harita baskısı talebi olmaz. Sonraki yıllarda daÖ

‘Affedilemez bir hata’
Boyut Yayıncılık’ın Piri Reis’in 1513 Dünya Haritası araştırmaları üzerine hazırladığı kitapta çok değerli bilim insanlarının yazıları yer alıyor.


Osmanlı’nın haritasızlığı ilk cihan padişahı olan Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın Piri Reis’in kendilerine sunduğu dünya haritalarıyla ilgilenmeyişlerini affedilemez bir hata olarak niteleyen A.M. Celal Şengör’ün kitapta yer alan görüşüne göre Osmanlı’da bilimsel görüşün oldukça uzağında bir eğitim sistemi uygulanmaktaydı.

‘Softa şekaveti’
Osmanlı’nın bilim politikalarını ve haritasızlığını ağır bir şekilde eleştiren A.M. Celal Şengör, Osmanlı’nın bilime yaklaşımını şu şekilde anlatıyor:
“Muhteşem Süleyman devrinde, ihtişamının doruğundaki Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın pek farkında olmadığı gibi, olmak da istemiyordu. Medreselerde matematiğin ve coğrafyanın ortadan kalkması hemen hemen aynı tarihlere rast gelir. Bundan kısa bir müddet sonra, yani imparatorluğun dıştan bakıldığında en kudretli döneminde, ‘softa şekaveti’ (öğrenci haydutluğu) diye bilinen, Anadolu’daki medrese öğrencilerinin çökmüş olan medrese eğitimi nedeniyle bilimi bırakıp eşkiyalığa yönelmeleri olayı baş göstermiştir. Nihayet 1580 yılında Osmanlıların 19. asır sonlarına kadar ilk ve tek kalan ve Takyeddin bin Mehmed bin Ahmed tarafından kurulmuş olan rasathanesi de 1577 yılında görülen bir kuyruklu yıldız ve 1578 yılında bunu izleyen bir veba salgını sonucu halkın ‘korkmasıyla’ yıkılmıştır. Saraydakiler bundan yararlandılar. Her nerede böyle bir rasathane kuruldu ise, orada felaketlerin birbirini kovalayacağını, gzya örnekleriyle kanıtlamaya çalıştılar. Padişah korktu ve rasathanenin yıkılmasını emretti” (Tarih-i Ebu’l Faruk, Tekeli’den naklen).


1580 yılında Sultan III. Murad Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’ya bir hatt-ı hümayzn göndererek rasathanenin topa tutulmasını emretti. Osmanlı Donanması böylece bir gecede Osmanlı Rasathanesi’ni yerle bir etti! Bu acı olaydan yedi yıl sonra İngiliz Kraliçesi I. Elisabeth III. Murad’ı İspanya Kralı II. Philip’e ve onun “Yenilmez Armada”sına karşı ittifaka davet ettiği zaman, ne Osmanlı padişahının, ne de etrafındakilerin bu davetin jeopolitik önemini kavrayabilecek coğrafya bilgileri vardı. Davete icabet edilmedi ve Seydi Ali Reis’in Hint Okyanusu’nda otuz küsur yıl önce telef olan donanmasıyla kaybedilen dünya okyanuslarına açılma şansı bir daha aranmadı.”

Tablo gibi haritalar
Sanat Tarihçisi Günsel Renda da Osmanlı’nın kendi harita umursamazlığına rağmen Batılıların Osmanlı üzerine çok sayıda harita ürettiğini anlatıyor.


Dönemin siyasal eğilimlerini ve yönelimlerini de aktaran Batılı haritaların birer tablo niteliğinde olduğunu belirten Günsel Renda’ya göre dönemin haritaları resim sanatıyla siyasal tarih anlatımı gibidir:
“16. yüzyılın ikinci yarısında bazı kartografların içinde bulundukları dönemin siyasal olaylarıyla yakından ilgilendikleri görülür.  Venedikli kartograf Battista Agnese bütün haritalarını ve atlaslarını ayrıntıyla  resimlemiş ve lejandlarına tarihi olayları eklemiştir. Siyasal tarihe olan özel ilgisi haritalarında Avrupa ülkelerinin hükümdarlarını, İskoç ve İngiliz krallarını ve tahta oturmuş Papa’yı bile resimlemesinden anlaşılır. Doğu ülkelerine de ilgisi büyüktür. Dönemin Osmanlı hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’ı Anadolu’nun tam ortasında tahtının üzerinde resimlemiştir. Bu gerçekçi bir çizimdir ve Kanuni’nin Avrupalı veya Osmanlı ressamları tarafından yapılmış  portrelerine çok benzer.  Agnese Kanuni’nin portrelerinden birisini mutlaka görmüş olmalıdır. Sultan Bayezıd’ın Timur tarafından yenildiği yeri, yani Ankara’yı, doğru bir biçimde işaret etmiştir. Suriye ve Mısır’ın Sultan Selim tarafından ele geçirildiğini de kaydetmiş ama Osmanlılara geçmiş olan Rodos’u hala bir Hıristiyan flaması ile gösterebilmiştir. Kudüs’ün göklerine İsa ve Meryem figürleri yerleştirerek kentin Hıristiyanlar için kutsallığını vurgulamıştır.  İtalyan ve Katalan kartografların içinde en gerçekçi çizimler ve lejandlar Agnese’ninkilerdir. Bazı 16. ve 17. yüzyıl kartografları da tarihi olayları vermeye çalışmış, ancak bir Habsburg kıralını ya da bir Osmanlı sultanını hayali figürlerle göstermişlerdir.  Örneğin, Maiolo, Freducci Reinel gibi haritacılar İstanbul kentini müslüman idaresinde göstermek istememişler, uzun bir süre Bizans başkenti gibi çizmişlerdir.  Karadeniz ise Ceneviz bayraklarıyla donatılmıştır. Ancak siyasal olaylarla yakından ilgilenenler de olmuştur. İşte Osmanlı haritalarının bu bağlamda incelenmesi önem kazanmaktadır.”

Gelecek öngörüsü
Piri Reis’in, Kitab-ı Bahriye’sinde kaleme aldığı şu satırlar, Osmanlı’nın gelecek yüzyıllarda haritayla ilişkisi için adeta tarihe not düşen bir öngörü içermektedir:
“Bu fakir de bundan önce bir harita yaparak, zamanımızdaki haritalardan iki kat fazla yerleri, iki kat tasarrufla gösterdim. Çünkü henüz Osmanlı ülkesinde hiç kimsenin görüp bilmediği Çin ve Hind denizlerine ait yeni haritaları da kullanarak Merhzm ve Mağfur Sultan Selim Han hazretleri’ne (Toprağı temiz, makamı cennet olsun) Mısır’da iken verilmiş ve takdir görmüş idi.”

“Piri Reis yılı” ifadesi doğru değil. Bu yıl, Piri Reis’in 1513 tarihli haritasının 500. yılı. Unesco üye ülkelerinin 2013 yılı kutlama ve anma programlarının Türkiye bölümünde Piri Reis de yer alıyor. Piri Reis’in hem 1513, hem 1528 tarihli haritaları dünya kültür varlıkları arasında. 

 



İtalyan kartograf Battista Agnese’nin 1544 tarihli portolan haritası. 16’ncı yüzyılda Ceneviz Cumhuriyeti’nde yaşayan Agnese, 1534-1564 yılları arasında en az 71 adet el yazması eser üretti. Farklı coğrafi keşifleri haritalarına aktardı.



Milliyet, Haber: Bülent Özükan, 16.03.2013

RESSAM FIRST LADY YAŞAMINI YİTİRDİ

 

Türkiye Cumhuriyeti'nin 6. Cumhurbaşkanı merhum Fahri Korutürk'ün eşi Emel Korutürk, 98 yaşında hayatını kaybetti.

 

Kadıköy Moda'daki evinde yaşamını yitiren Korutürk'ün ölümü, CHP İstanbul Milletvekili Osman Taney Korutürk'ün de aralarında bulunduğu çocukları ve yakınlarını üzüntüye boğdu. Korutürk'ün cenazesi, bugün Teşvikiye Camisi'nde düzenlenecek törenin ardından toprağa verilecek. Ressam olan Korutürk, "First Lady" olduğu 1973- 1980 arasında Çankaya'yı sanatla buluşturdu, Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nin kurulmasına ön ayak oldu. Korutürk'ün "Gazi'ye Şükran" adlı tablosu halen bu müzede sergileniyor.

Sabah, Haber: Mesut Altun, 14.03.2013

ÇALINAN ZONARO TABLOSU İSTANBUL'DA SATILMIŞ!

 

 

Osmanlı saray ressamı Zonaro’nun 19 yıl önce İtalya’da çalınan “La Torre della Fanciulla” (Kız Kulesi) adlı tablosunun izine İstanbul’da rastlandı. Tablonun 4 yıl önce bir müzayedede satıldığı anlaşıldı.

 

İtalyan Interpolü, 1 Nisan 1994 günü İtalya’dan çalınan Fausto Zonaro’nun “La Torre della Fanciulla” (Kız Kulesi) adlı tablosunun peşini hiç bırakmadı. 19 yıllık kararlı takibin sonunda tablonun 6 Kasım 2009 günü İstanbul’da bir müzayedede 100 lot numarası ile satışa çıkarıldığı tespit edildi. İtalyan Interpolü, Türkiye İçişleri Bakanlığı’na bir resmi yazı göndererek, müzayedede tabloyu satışa sunan ve satın alan kişilerin kimlik bilgileri ile satış sözleşmesinin kendilerine gönderilmesini istedi.

TABLO SORUŞTURMASI TÜRKİYE’YE SIÇRADI
İçişleri Bakanlığı’nın görevlendirdiği ekip tablonun peşine düştü. İstanbul’da yeni bir soruşturma başlatıldı. Müzayedeyi yapan şirket bulundu. Tabloyu alan kişiler tespit edildi. Önemli bilgiler elde eden Türk polisi, 43-61 ebatlarındaki ünlü esere ulaşmaya çalışıyor.

İDDİA: Sahte resmi çalıp orijinalini istiyor olabilirler

Müzayedeyi yapan şirketin yetkilileri ise HABERTÜRK muhabirine, “Bu iş karışık bir iş. Resim 1994 yılında çalınmış, Interpol’ün kayıp, çalıntı listesine 2012 yılında girmiş. Bu resim Türkiye’de yapılmış, uzun yıllar Türkiye’de bulunuyor ve Türkiye’de kıymet ediyor. İtalya’dan çalınan resim gerçek mi sahte mi bilmiyoruz. Çok değişik bir soruşturma. Sahte bir resme ‘Çalındı’ deyip orijinali istemiş olabilirler. Çok karışık bir konu” dedi.

LA TORRE DELLA FANCIULLA (KIZ KULESİ)
1891 yılından 1910 yılına kadar İstanbul’da yaşayan Fausto Zonaro, dönemin İstanbul’unun merkez semtlerini, yaşamını, doğal ve tarihi mekşnlarını resmetti. La Torre della Fanciulla (Kız Kulesi) tablosunda, o dönemin İstanbul sahili ve Kız Kulesi’ni çizdi.

Saray ressamı
1854’te İtalya Masi’de doğdu. Gençliğinde duvar ve bina yapımı işlerinde çalıştı ve aranılan bir usta oldu. Bu işten sıkılınca ressamlığa merak sardı, özellikle kiliselerde fresk yenileme gibi sanatını gösterebileceği işlerde çalıştı. Zonaro, daha sonra kendisinden resim almak isteyen Elisabeth Pante ile tanıştı ve ona Aşık oldu. Birlikte 1891 yılında oryantalist bir tutkuyla merak ettiği İstanbul’a geldiler. Taksim’de 34 lira kira ile yaşamaya başladılar. Osman Hamdi ile tanıştı. Abdülhamid, Zonaro’nın suluboya tablolarını beğendi. Mecidiye Nişanı’na layık görüldü. Bununla birlikte “ressam-ı hazret-i şehriyari’’ yani “saray ressamı’’ unvanına layık görüldü. 31 Mart Ayaklanması’ndan sonra II. Abdülhamid devrildi ve saray ressamlığı unvanı kaldırılınca İtalya’ya döndü. 1929 yılında, 74 yaşında San Remo’da hayatını kaybetti.

Habertürk, Haber: Nihat Uludağ, 14.03.2013

300 YIL ÖNCEKİ BİRA LEZZETİ GERİ GELİYOR

 

Finlandiya'ya bağlı özerk Aland Adaları'nda 3 yıl önce bir gemi enkazından çıkarılan 19. yüzyıl birası, yeniden üretiliyor.

 

Aland Adaları'ndaki yetkililer, Finlandiyalı bilimadamlarının gemi enkazında bulunan biranın formülünü çıkardıklarını ve yerel Stallhagen fabrikasının bu formülü kullanarak "batık birası"nı yeniden üreteceğini açıkladı.


Stallhagen yöneticisi Jan Wennstrom, bu ürünle yeni pazarlara ulaşmayı umduklarını belirtirken "batık birası" üretimine 2014 ortalarında başlanacağı sanılıyor.


1840'lı yıllarda battığı sanılan ve 3 yıl önce bulunan geminin enkazından 5 şişe birayla 168 şişe şampanya çıkarıldığı belirtiliyor.  

Radikal, 14.03.2013

 

YOK OLMALARININ NEDENİ BUYMUŞ

 

 

İnsanın en yakın akrabası olarak kabul edilen ve neslinin neden yok olduğu hala büyük tartışmalara konu olan Neandertaller hakkında yeni bir bulguya ulaşıldı.

 

Yeni yapılan bir araştırmaya göre Neanderthallar kendi keskin görüş yeteneği ve büyük vücutlarının kurbanı oldu.

 

İnsanın evrimsel kuzeni olan bu nesli tükenmiş yaratıkların beyni görme güçlerini çok fazla idare ediyor ve vücudunun fiziksel talepleri bir toplum kurmaları için düşünce harcamıyordu.

 

Bunun anlamı, çevresel değişikliğin üstesinden gelmek ve rakipleri olan Neanderthalleri barınak ve yemekten safdışı bırakmak konusunda erken insanlar sosyal olarak daha becerikli davranmışlar.

 

Homo sapiensler tarafından eşleşmeye izin verilemeyen Neanderthaller dinazorların yolunu izleyerek yok olmuşlardır. Neanderthaller erken modern insanın 70 bin yıl önce Afrika'dan göç etmeden önce Avrasya'da uzun süre yaşamışlar. Bazı uzmanlar Neanderthallerle insanların zamanla melezleştiğini söylese de bazı bilim çevreleri soylarının tükendiğini iddia ediyor. Teoriye göre Neanderthaller 30 bin yıl önce yok oldu. Ancak erken modern insanla Neanderthaller arasında birçok alanda küçük farklılıklara rağmen benzerlikler çok. neanderthaller fiziksel olarak büyük ve güçlü, alınları ve çeneleri eğimli ve burunları daha bariz. Ayrıca gözleri daha büyük.

Kuzeydeki düşük ışık seviyesine uyum sağlamak için gözlerinin büyük olduğu belirtiliyor. Modern insan gibi alet ve silah kullanabiliyordu ve ayrıca süs eşyaları takıp mağaralara resim yapabiliyorlardı. Buna rağmen kültürleri çok daha az gelişmişti.

Proceedings of the Royal Society B dergisinde yayımlanan araştırma Neanderthallerin beyinlerinin modern insanın beyniyle aynı boyuta sahip olmasına rağmen yapı olarak farklı olduğunu öne sürüyor. Fosil verilerini analiz eden uzmanlar Neanderthal beyninin büyük alanının görme ve hareket etmeye ayrıldığını, büyük sosyal gruplar şekillendirmesi için daha yüksek seviyede düşünmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Oxford Üniversitesi Kognitif ve Evrimsel Antropoloji Enstitüsü'den Dr. Eiluned Pearce "Neanderthallerin beyni daha çok görme ve vücudu kontrole adanmıştı. Beynini sosyal ağ kurmaya çok az ayırıyordu. Küçük sosyal gruplar zor Avrasya koşullarına ayak uyduramayınca yok olmaya doğru ilerlediler" dedi. Uzmanlar bu araştırma için 27 bin ile 75 bin yıllarına dayanan 32 insan ve 13 Neanderthal iskelet fosili analiz etti.

Milliyet, 13.03.2013

TÜRKİYE İLE ARKEOLOJİK GERİLİM

 

Türkiye ile Almanya arasındaki tarihi eser tartışması yeniden alevleniyor. Kültür Bakanı Ömer Çelik’in Der Spiegel'e verdiği röportaj, Alman basınında geniş yankı buldu.

Almanya ile Türkiye arasındaki tarihi eserlere yönelik tartışmalar sürüyor. Türkiye'nin yeni Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, haftalık Der Spiegel dergisine verdiği röportajda Alman arkeologlara ağır eleştirilerde bulundu. Alman arkeologların kazı alanlarını düzensiz bir biçimde ve restore etmeden bıraktıklarını olduğu gibi bıraktıklarını belirten Çelik, arkeologların değerli tarihi eserlere gerekli hassasiyeti göstermediklerini de kaydetti. Çelik ayrıca Berlin Devlet Müzesi'ndeki 5 tarihi eserin iadesini talep etti.

 

Japon ve Belçikalı ekiplerin çalışmalarını örnek gösteren Kültür Bakanı, Alman ekiplerin pek çoğunun ise 'kıymetli kültür varlıklarına gerekli duyarlılığı göstermediği' eleştirisinde bulundu. Ömer Çelik, Prusya Kültür Eserleri Vakfı Başkanı Hermann Parzinger'den "şovenizm" açıklaması nedeniyle özür beklediğini de kaydederek, "Almanlarla işbirliğini daha da artırmak, yoğunlaştırmak istiyorum. Ama şovenizm suçlaması yapılıyorsa ilişkilerin çıkmaza gireceğinin de farkında olunmalıdır" diye konuştu.

 

Parzinger, aralık ayında Der Spiegel'e verdiği demeçte, Türkiye'nin yabancı kazı ekiplerini yavaş yavaş uzaklaştırmaya çalıştığını iddia etmiş ve bu tutumun 'bazen neredeyse şovenistçe olduğu" ifadesini kullanmıştı.

 

"Hatalar, yabancı arkeologların üzerine atılıyor"

Der Tagesspiegel gazetesinde ise her yılın başında arkeolojik kazı izni verilme zamanı geldiğinde, Türk tarafının Alman arkeologlara sert eleştirilerde bulunduğuna dikkat çekildi ve bunun tarihi eserlerin iadesi gibi politik nedenlere dayandığı savunuldu. Haberde bunun Türkiye'nin güçlenen ulusal-kültürel özgüveni ve uluslararası arkeolojik uzmanlığın çatışmasıyla ortaya çıkan son derece hassas bir konu olduğu değerlendirmesinde de bulunuluyor ve ev sahibi Türkiye'nin muhtemel hataları, misafirlerin üzerine attığı kaydediliyor.

 

Haberde, Hürriyet gazetesinin 2012 yılında Alman Arkeolog Klaus Schmidt'e karşı başlattığı kampanyaya da değiniliyor. Dünyanın bilinen en eski tapınağı olarak bilinen Şanlıurfa-Göbeklitepe'deki kazı çalışmaları, Schmidt'in başkanlığında yürütülmüştü. Bu kazılarda bulunan değerli bir heykel başının kaybolmasından kazı ekibi sorumlu tutulmuştu. Tagesspiegel gazetesi, Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün o zamanlar ödediği 70 bin euroluk tazminata Çelik'in de, Hürriyet gazetesinin de değinmediğini vurguluyor.

 

Alman arkeologlar Türkiye'de Bergama, Milet, Hattuşaş ve Oinoanda gibi birçok antik kentte kazı çalışmaları yürüttü. Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün Kütahya'nın Aizanoi antik kentinde çeşitli aralıklarla 1920 yılından bu yana yürüttüğü kazı çalışmalarının lisansı 2011 yılında geri alınmıştı.

Arkitera, Kaynak: Deutsche Welle, 13.03.2013

MAKBUL VE MAKTUL İBRAHİM PAŞA SARAYI'NIN BİLMECELERİ

 









 

Prof.Dr. Nurhan Atasoy, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen İstanbul Konferansları kapsamında Pera Müzesi Oditoryumu'nda "Makbul ve Maktul İbrahim Paşa Sarayı'nın Bilmeceleri" başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi.

Konuşma öncesinde, Prof.Dr. Baha Tanman "şöhreti sınırlarımızı aşmış bir bilim insanı" olarak sahneye davet ettiği Atasoy'un görsel arşivini İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'ne bağışladığını belirtti ve teşekkürlerini sundu.

 

Atasoy, konuşmasına, 50 yıl önce İbrahim Paşa Sarayı'nı oldukça detaylı şekilde çalışmaya başlamasının çıkış noktasının kendi hazırladığı doktora tezi olduğunu, "Surname" üzerinden yürüttüğü bu çalışmalar esnasında minyatürlerde dikkatini çeken İbrahim Paşa Sarayı'na tezinde yer vermesinin ardından, bir hocasının "İbrahim paşa Sarayı'na az değinmişsin" demesiyle başlayan çalışmanın, kitap yazmaya kadar erişmesini anlatarak başladı. İbrahim Paşa'dan ise şu şekilde söz etti: "İbrahim Paşa bir diziyle mi meşhur oldu? Sinirleniyorum. İbrahim Paşa büyük hizmetler yapmış bir kişi. Osmanlı kültürünün nasıl bir karışımla oluştuğunu da gösterir. Müzik bilgisi çok ileridir. Çok kültürlü ve mükemmel bir eğitim verilmiş bir devşirmedir. Onunla arkadaş olması padişaha da çok şey katmıştır."

 

Konuşmasına çeşitli fotoğraflar ve minyatürler üzerinden sarayın geçmişi ve bugününü anlatarak devam eden Atasoy, bugün Türk-İslam eserleri müzesi olarak kısmen ayakta olan saray ile ilgili en erken belgeyi de göstererek, 1521 tarihli bu belgeye göre Kanuni Sultan Süleyman’ın, o dönemde henüz "Ağa" olan İbrahim Paşa’ya hediye etmek üzere bu sarayın inşa edilmesini istediğini belirtti. Vaziyet planı, fotoğraflar ve minyatürler üzerinden sarayın genel özelliklerine değinen Atasoy, Matrakçı Nasuh’un eserlerindeki tasvirlerin sarayı anlamak açısından önemini vurguladı. Minyatür ve eski fotoğraflar üzerinden izini sürdüğü bilgilere saha araştırmaları sonucunda nasıl ulaştığını anlatan Atasoy, kendi çektiği fotoğraflar ile bu bulguları da aktardı.  

 

Atasoy konuşmasının son bölümünde, sarayın günümüzdeki durumuna nasıl geldiğinden bahsetti. 1950'lerde sarayın tahribatına neden olan arkeolog ve mimarlara değinerek "Her devirde milli kültürümüzden bir şeyleri kaybettik" yorumunu yaptı. Rüstem Duyuran, Aziz Ogan, Albert Gabriel gibi arkeologların nezaretinde gerçekleşen Hipodrom kazıları ve Sedad Hakkı Eldem'in yaptığı Adalet Sarayı inşaatı nedeniyle İbrahim Paşa Sarayı'nın feda edildiğinin altını çizerek konuşmasını tamamladı.

 

Soru-cevap bölümünde, izleyiciler arasından bir kişinin "Albert Gabriel gibi arkeologlar için 'yıktılar' diyorsunuz, destek verdikleri yorumunu bir fotoğraf üzerinden nasıl yapıyorsunuz?" şeklinde bir soru yöneltmesi üzerine, Atasoy, bu yıkım sırasında duran bu kişilerin, yıkıma nezaret ettiklerini, bunu gösteren çok sayıda fotoğraf olduğunu, bu kazılar yapılırken Osmanlı eserlerini korumadıklarını belirterek; "Onları kötülemek için değil, hataların nelere mal olduğunu göstermek için söylüyorum. Bu hatalar artık tekrarlanmasın." dedi.

Arkitera, Haber: İdil Sürer, 13.03.2013

DEFİNE AVCILARINA OPERASYON

 

Mersin'de define aramak için izinsiz kazı yapan 10 kişi gözaltına alındı.

 

İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, yaklaşık 6 ay süren teknik takibin ardından Mut, Silifke, Mezitli ve Toroslar ilçelerinde tarihi eser kaçakçılığı ve izinsiz kazı yapan kişilere yönelik eş zamanlı operasyon düzenledi. 12 adrese düzenlenen baskında 10 kişi gözaltına alınırken, kazı işinde kullanılan jeneratör, hilti, metal hurç ve arama dedektörü gibi malzemeler ele geçirildi.

Şüpheliler, işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi.

Radikal, Haber: Mustafa İnsan, 13.03.2013

ANTİK SİDE'YE MARİNA YOLDA

 

 

Kıyı değişikliği kapsamında yapılacak düzenlemelerle antik Side’deki limanın büyütülerek yat limanı haline getirilmesine hazırlanılıyor. Antalya’da yeni liman ve marinalar da yolda.

 

Kıyılarda imar değişikliklerine gitmeye hazırlanan hükümet, Antalya’da önemli liman ve marina projelerine hazırlanıyor. Bu kapsamda antik geçmişiyle tanınan Side’deki limanda  büyütülerek yat limanı olacak.


1. derece arkeolojik sit alanı olan Side’de, kıyı değişikliği kapsamında düzenleme yapılacak. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından son hali verildiği öğrenilen Kıyı Planı’na göre, Side’de balıkçılar ile tur teknelerinin yanaştığı liman büyütülerek yat limanı haline getirilecek.


Planda, “Side Limanı’nın tarihi antik döneme kadar uzanmaktadır. Günümüzde balıkçı tekneleri ve ticari tur tekneleri tarafından kullanılmaktadır. Antik limanda yapılacak düzenlemelerle yatların yanaşabilecekleri bir liman statüsüne kavuşacaktır. Düzenlemelerde öncelikle Koruma Bölge Kurulu olmak üzere ilgili kurumların görüş ve onayı alınmalıdır” denildi.


Side Limanı, tarihi açıdan büyük öneme sahip. Side Müze Müdürlüğü tarafından yapılan araştırmalarda ortaya çıkarılan 3 adet mezar steli, Side Müzesi’ne alınmıştı. Denizde 30 kadar da lahit kalıntısı bulunmuştu.

Kekova sırada
Antalya’nın önemli doğal alanlarından Kekova’da da düzenleme yapılması gerektiği vurgulanan planda, “Kaş Kekova Özel Çevre Koruma alanındadeniz turizmi konusunda hazırlanacak bir yönetim planı ile kullanım koşulları belirlenmelidir. Yat turizmi, günü birlik kullanımlar, rekreatif kullanımlar, su sporları vb. faaliyetler bu yönetim planı ile belirlenen alanlarda ve belirlenen kapasite gerçekleştirilebilir” denildi.


Yatırım planlanan bir diğer alan da Antalya Limanı olacak. Kapasitesinin artırılması ve çok fonksiyonlu hale getirilmesi planlanan limanda, yük, yolcu ve yat limanı fonksiyonu bulunması amaçlanıyor. “Limanın dış mendireğinin Ulaştırma Bakanlığı’na ait tesisleri içine alacak şekilde uzatılması önerilmektedir” denilen planda, liman, kruvaziyer liman haline getirilmek isteniyor.

 

Nehire yat limanı
Planda, Antalya kent merkezindeki Aksu Çayı’nın Akdeniz’e döküldüğü nehir ağzının batı yakasında bir nehir içi yat limanı yapılmasının tavsiye edildiği belirtilerek, “Küçük çaplı balıkçı teknelerinin bağlandığı alan Antalya kent merkezine olan yakınlığı, yakın çevresindeki büyük ölçekli, tematik turizm tesisleri ile büyük bir potansiyele sahiptir” denildi. Planda, Köprüçay Nehri’nin Akdeniz’e döküldüğü yerde de marina yapılabileceği ifade edildi.


Yatçılık merkezi olacak
Planda, tekne gezilerinin düzenlendiği Manavgat Nehri’nin de önemli potansiyele sahip olduğu belirtilerek, “Nehir ağzında yapılacak düzenleme ile bu bölgede yat limanı, çekek yeri ve bakım onarım tesislerinin yer aldığı önemli bir yatçılık merkezi kazanılacaktır” denildi.

Milliyet, Haber: Mithat Yurdakul, 13.03.2013

HEYBELİADA RUHBAN OKULU'NA RESTORASYON

 

İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi, Heybeliada Ruhban Okulu'nda köklü bir restorasyon yapmaya hazırlanıyor.

Selanik Aristotelios Üniversitesi Mimarlık Bölümü'ne hazırlatılan plana göre okulun genişletilmesi, modernleştirilmesi, amfitiyatrosu ile yurtların tek kişilik hale getirilmesi gibi köklü bir restorasyondan geçirilmesi hedefleniyor.

1844 yılında açılan Heybeliada Ruhban Okulu, 1894'teki depremde tamamen hasar gördü. Okul, 17 aylık inşa çalışmalarının ardından 1 Ekim 1896'da açılarak bugüne ulaştı. 1950'li yıllarda da önemli bir restorasyondan geçirildi. Heybeliada Ruhban Okulu, 1971'de çıkarılan "Özel Okullar Kanunu" çerçevesinde kapatılmıştı.

Sabah, 13.03.2013

ÜNLÜ ANTİKACININ EVİNE BASKIN

 

Polisin İstanbul'da düzenlediği eş zamanlı larda çok sayıda şüphelinin gözaltına alındığı bildirildi. Operasyonda daha önceden tarihi eser kaçakçılığından sabıkası bulunan ünlü antikacı 'in evinde de arama yapıldı.

 

Edinilen bilgilere göre bu sabaha karşı İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, Avrupa ve Anadolu yakası olmak üzere kentin pek çok ilçesinde daha öncesinden tespit edilen adreslere eş zamanlı baskın düzenledi. Suç şebekesine yönelik olduğu öğrenilen operasyon kapsamında antikacı Fuat Aydıner'in Bakırköy Yeşilköy'deki evinde de aramalar yapıldı. Yaklaşık 3 saat süren aramalar sonunda, Aydıner'in sivil polis otosuyla apartmanın garajından çıkarıldığı kaydedildi.

lar halen devam ediyor.

Sabah, 12.03.2013

İLK KONAK RESTORE EDİLECEK

 

 

Battalgazi Belediyesi'nin ilk hizmet binası olan Poyraz Konağı'nın restorasyonunun devam ettiği bildirildi. 

 

Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1928 yılında kurulan Battalgazi Belediyesi'nin ilk olarak ilçe merkezindeki Poyraz Konağı'nda hizmet vermeye başladığını, daha sonra belediyenin şimdi kullandığı hizmet binasına taşındığını belirtti. 

 

Poyraz Konağı'nın restorasyon işlemlerine başladıklarını ifade eden Gürkan, iki avlulu konağın bir avlusunu restore ettiklerini, ikinci kısmın restorasyon ihalesini de yaptıklarını söyledi. 

 

İşi alacak firmaya yer teslimini de yaptıklarını ifade eden Gürkan, 1890 yılında yapıldığı bilinen konağın Cumhuriyet'in ilanından sonra belediye hizmet binası, ardından da 1936 yılında ilkokul olarak kullanıldığını dile getirdi. 

 

İki avlu içerisinde havuzu bulunan konağın tarihi bir Malatya evi olduğunu anlatan Gürkan, ''İlçemizin ilk Belediye Başkanı Poyraz Bey'in adıyla anılan bu konağımızı restorasyonunun ardından belediyemizin Kültür Müdürlüğü olarak kullanmayı düşünüyoruz'' diye konuştu. 

Gürkan, şu ana kadar restorasyona 150 bin lira harcadıklarını, geri kalan işin de 180 bin lira tutacağını sözlerine ekledi. 

Malatya Haber, 12.03.2013

EMEK SİNEMASI'NI KAYBETTİK

 

Beyoğlu Belediyesi ruhsatı verdi, 'Grand Pera' projesini mimarı Fatih Kesgün '48 ay içinde bitirmeyi hedefliyoruz' dedi. Projeye göre Emek Sineması yıkılarak yerine yapılacak 10 kat yüksekliğindeki binanın en üst katına taşınacak. Serkildoryan ise restore edilecek.

 

 

Emek Sineması’nın da içinde yer aldığı Serkildoryan Kompleksi’nin İstiklal Caddesi ’ne bakan cephesinde dün akşam inşaat iskeleleri kuruldu. Radikal’e konuşan Beyoğlu Belediyesi yetkilisi, projeye başlanması için gerekli ruhsatı verdiklerini ve artık inşaatın önünde yasal bir engel bulunmadığını belirtti.

Projenin mimarı Fatih Kesgün, Serkildoryan’ın restorasyonu ile Emek Sineması’nın yerine yapılacak inşaatın aynı zamanda başlayacağını belirterek “İnşaatı 48 ay içinde tamamlamayı hedefliyoruz” dedi. SGK'yla imzalanan kira sözleşmesi gereği, Serkildoryan kompleksi artık tam 25 yıllığına Kamer İnşaat’ın tasarrufunda.

 

 

GRAND PERA'DA NE OLACAK?

Beyoğlu Belediyesi, burayı 2006’da 5366 sayılı yasaya göre ‘Yenileme Alanı’ ilan ederek projenin önünü açmıştı. Kamer İnşaat’ın ‘Grand Pera’ projesi kapsamında, birinci sınıf tescilli eser olan, 1883’de yapılmış Serkildoryan binası aslına uygun restore edilecek. Serkildoryan'ın arkasında yer alan Emek, İpek ve Rüya sinemaları ise yıkılarak yerlerine 30 metre - yani 10 katlı bir apartmana denk - yükseklikte modern bir bina yapılacak. Bu binanın ilk iki katında dükkşn, lokanta ve kafeler olacak. Üstteki iki katta ise 10 sinema salonu, Yeşilçam yıldızlarının balmumu versiyonlarının sergileneceği Madam Tusseaud’s ve bir de ‘sinema müzesi’… En üst katta da ‘Emek Sineması’ olacak. Kamer İnşaat’ın ortağı Levent Eyüpoğlu ve Mimar Fatih Kesgün, bunun için ‘evrensel koruma yöntemlerinden’ moving tekniğinin kullanılacağını, Emek'in tavan ve duvar bezemelerinin hidrolik bir asansörlerle, en üst kata taşınacağını söylüyorlar. Grand Pera’nın toplam bütçesi yaklaşık 30 milyon euro.

'HERKES BUGÜNLERİ UNUTACAK'
Daha önce Radikal’e verdiği röportajda Levent Eyüpoğlu, “Protestolar devam ediyor, kamu vicdanı rahat mı?” sorumuza “Protesto edenler varsa etmeyen de var. Ben protesto etmeyenler adına düşünüyorum kamu vicdanını. Hukuka aykırı bir şey yapmıyoruz. Herkes ‘Beyoğlu’nda sinema ölüyor, bütün salonlar kapanıyor’ diyor. Bir şirket çıkmış, Emek Sineması’nı aynı şekilde koruyarak, sinemayı yaşatabilmek için 12 salonlu bir proje yapıyor. Ona ‘Helal olsun’ demek lazım. Sinemaları koymayarak daha kşrlı yapabilirdik bu projeyi. Bu sinemalar bize çok büyük bir gelir getirecek yerler değil. Biz maksimum koruma içgüdüsüyle projeyi güzel bir noktaya getirmeye çalışıyoruz. Bitince herkes bu günleri unutacak, ‘Ne kadar güzel bir proje olmuş’ deyip onun keyfini çıkaracak. Bitene kadar gerilimler olacaktır” diye cevap vermişti.

 

BAKAN'A GÖRE KORUNUYOR
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Serkildoryan Kompleksi’nin restore çalışmaları sırasında, kompleksin içinde yer alan Emek Sineması’nın yıkılacağına yönelik haberlerin gerçeği yansıtmadığını savundu. Çelik, şunları söyledi: “Herhangi bir şekilde sinemanın yıkılması, yok edilmesi diye bir şey söz konusu değil. Yeni düzenlemeye göre daha yukarı katlara taşınıyor. Orjinali korunuyor ve restore ediliyor. Aynı işlevi sürdürmesi için daha da güçlendiriliyor içindeki donanım. Bu konuda hassasiyet gösteren vatandaşlarımızı ve aydınlarımızı takdirle karşılıyorum. Ancak sinemayı yıkma, yok etme gibi bir şey yok. Başka sinema salonlarının yapılmasından da söz ediliyor. Dünyada çeşitli koruma şekilleri var. Bazen yerinde, bazen taşıyarak koruyorsunuz. Orjinal askı sistemiyle yukarı kaldırılarak korunuyor, yaşatılacak. Bu yüzden Emek Sineması yıkılıyor, yok ediliyor tabirlerini doğru bulmuyorum.”

Radikal, Haber: Elif İnce - Miray Çimen, 12.03.2013

'VENEDİK SARAYI' YENİDEN DOĞDU

 
İstanbul'da geçirdiği birkaç hafta boyunca Kazanova'ya da ev sahipliği yapan Venedik Sarayı, İtalya'nın Ankara Büyükelçisi, Venedikli Gianpaolo Scarante'nin gayretleriyle ''yeniden doğdu.''

 

Tünel'den Taksim'e doğru giderken, Santa Maria Kilisesi'ni geçince, denize doğru kıvrılarak inen Postacılar Sokağı sizi İstanbul'un gizli hazinelerinden Venedik Sarayı'nı götürür.

 

Görkemli yapı, 1797'te tarih sahnesinden çekilene kadar Venedik Cumhuriyeti'nin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki elçileri ''balyos''ların önce yazlık evi, sonra resmi elçilik binası olarak yüzyıllarca hizmet verdi. 1799'da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na geçen döneminin diplomasi merkezi, 1918'de, Venedik'i de içeren birleşik İtalya'ya geri döndü.

 

Venedik Sarayı'nı ihya eden Venedikli Büyükelçi

Uzun yıllar İtalyan büyükelçilerin İstanbul'daki ikametgahı olarak kullandığı Venedik Sarayı, 2 yıl önce Türkiye'de göreve başlayan İtalya'nın Ankara Büyükelçisi Gianpaolo Scarante ile Türk - İtalyan ilişkileri çerçevesinde kültür etkinliklerinin başlıca merkezi oldu. Bir dönemin diplomsi merkezi günümüzde konserlere, konferanslara, defilelere, balolara, sergilere de ev sahipliği yapıyor.

 

Sarayı, eşi Barbara Scarante'nin de yardımıyla restore ettirdiğini anlatan Scarante, ''Yapının maddi olarak yenilenmesi için çok çaba harcadık. Ancak bunun yetmeyeceğinin farkındaydık. Bu binayı kullanmalı, böylelikle canlı tutmalıydık'' diye konuştu. Scarante, bu amaçla, sarayı Türk - İtalyan ilişkileri çerçevesindeki sosyal ve kültürel etkinlikler için ana mekan yapmaya karar verdiğini söyledi.

 

Scarante, sarayın İtalya büyükelçiliği ile İtalyan Kültür Merkezi'nin düzenlediği kültür etkinliklerinin yanı sıra, temel giderleri karşılayacak bir ücret karşılığında, başka kurumlara da kiralanabildiği bilgisini verdi.

 

Kazanova için bir oda!

Venedik Sarayı'nın tarihi boyunca önemli misafirler ağırladı. En ünlülerinden biri Venedikli maceracı ve yazar Giacomo Kazanova. 19 yaşındayken geldiği İstanbul'da Venedik elçisinin misafiri oldu. Dönemin Avrupasının toplumsal yaşamı, adet ve görenekleri konusunda önemli bir kaynak olarak görülen anılarında Kazanova, 1844 yazında İstanbul'da geçirdiği 3 aya da geniş yer ayırdı. Kazanova'yla ilgili olarak Scarante, ''Evet, Kazanova da burada kalmış. Hangi odada kaldığını bilmiyoruz. Ancak ben, bir oda seçip ona ithaf etmeyi düşünüyorum'' dedi.

Yapı 12.03.2013

TARİHTEN GERİYE OTOPARK KALDI

 

Osmanlı tarihinde bir devri değiştiren, Bulgaristan'ın Osmanlı hakimiyetinden çıkmasına neden olan Ayastefanos Antlaşması'nın imzalanmasının 135'inci yılında, antlaşmanın imzalandığı İstanbul'un Yeşilköy semtine gittik. Antlaşma 3 Mart 1878'de Türk, İngiliz ve Rus elçileri arasında Neriman Şah Yalısı'nda imzalanmıştı. Ancak buluşma ve görüşmeler dönemin en ünlü Ermeni ailelerinden Dadyan Ailesi'nin konağında yapıldı. Nizam-ı Cedid ordusuna kaliteli barut ürettiği için kendisine arazi tahsis edilen Dad Arekel adlı usta bölgede üç baruthane kurmuş, kilise ve okullar inşa etmişti. Padişahı bile ağırlamış olan Amira Dadyan Bey Konağı, antlaşmanın taraflarına da evsahipliği yaptı.

 

Grand Dük Nikola'ya ev sahipliği yapan konaktan geriye, otoparkın içine sıkışıp kalmış birkaç tuğladan başka hiçbir iz kalmadı. İstasyon Caddesi'nin hemen sonunda bulunan otoparkın doğma büyüme Yeşilköylü görevlisi, "Dedemler bu otoparkın arkasındaki ahırlara Rusların atlarını bağladıklarını anlatırdı. Eskiden burada konaklar varmış. Ama hepsi yıkılıp gitti" diye anlatıyor. Anlaşmanın imzalandığı Neriman Şah Yalısı da yanıp kül olmuş. Yeşilyurt Muhtarı Bülent Yurtsever, "Yeri tam bilinmiyor. Sahilde Sağlık Ocağı'nın bulunduğu yerde olduğu sanılıyor" diyor. Sağlık Ocağı'ndaki görevlilere bu iddiayı sorduğumuzda ise "Bilgimiz yok. Ama Yeşilköy tarihle dolu bir yerdi" yanıtını alıyoruz.

 


Ayestefanos Antlaşması'nın hazırlandığı, Rus Grand Dük Nikola'nın da kaldığı Dadyan Ailesi'ne ait Yeşilköy'deki Arekel Bey Konağı

 


Yerinde artık otopark var.

 


Ayestefanos Antlaşması'nın imzalandığı Yeşilköy'deki Neriman Şah Yalısı

 


Neriman Şah Yalısı'nın arazisinde sağlık ocağı hizmet veriyor...

Sabah, Haber: Bilge Eser, 12.03.2013

14 YENİ MİTOLOJİK HEYKEL BULUNDU

 

 

Mısır Eski Eserler Bakanı Muhammed İbrahim, Luksor kentinde eski Mısır mitolojisinde savaş ve yıkımın tanrıçası olarak kabul edilen "Sekhmet"e ait 14 heykelin bulunduğunu bildirdi.

 

Muhammed İbrahim yaptığı yazılı açıklamada, "Sekhmet" tanrıçasına ait 14 heykelin, Mısır'ın güneyindeki Luksor kentinde Mısır Firavunlarından III. Amenhotep'ın tapınağını bulmak üzere arkeolojik kazılar yapan Alman bir heyet tarafından bulunduğunu kaydetti.

 

İbrahim açıklamasında, heykellerin restore edilmek üzere güvenli bir alana nakledildiğini ifade ederek, "Arkeologların bir kısmı, III. Amenhotep'ın hastalığına şifa olması için savaş ve yıkımın tanrıçası olarak bilinen Sekhmet'in heykellerini yaptırmış olabileceğini belirtiyor" açıklamasında bulundu.

 

Öte yandan Luksor Tarihi Eserler görevlisi Mansur Berik ise "Çalışmalar sonrası ortaya çıkan heykeller, Sekhmet'in gövdesi insan, başı da aslan şeklinde gökyüzünde oturur halini temsil ediyor" dedi.

 

Alman arkeolojik kazı heyeti, son zamanlarda bölgede yaptığı çalışmalar neticesinde yaklaşık 64 tarihi eser ortaya çıkardı.

Yapı, 12.03.2013

SİT ALANLARI KALDIRILSIN ÖNERGESİ

 

AKP'li Isparta İl Genel Meclisi Üyesi Özdemir, ildeki korunan alanların sit statülerinin kaldırılması için önerge verdi.

 

TBMM Genel Kurulunda görüşülmeye hazırlanan 'Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı’na yönelik tartışmalar sürerken Isparta İl Genel Meclisi Üyesi Fevzi Özdemir, hazırladığı önergeyle kentteki korunan alanların hiçbir artı değer sağlamadığını ve baskı yarattığını öne sürerek, aralarında Kovada Gölü, Kızıldağ, Gölcük, Milas ve Yazılıkanyon gibi alanların 'Doğal sit Alanı' statüsünden çıkarılmalarını istedi.

 

AKP'li Isparta İl Genel Meclisi Üyesi Fevzi Özdemir, il genel meclisine sunduğu önergesinde, sit alanı ve milli park ilan edildikten sonra hiçbir artı sağlamadığını öne sürdüğü Eğirdir Kovada Gölü ile il merkezi yakınlarındaki Gölcük ve Milas'ın yanı sıra Yenişarbademli İlçesindeki Kızıldağ ve Sütçüler İlçesindeki Yazılı Kanyon gibi korunan alanların sit alanı statüsünden çıkarılmalarını istedi. Adı geçen bölgelerdeki sit ve milli park uygulamasının çok fazla baskı yarattığını öne süren Özdemir, bu alanlardaki koruma kullanma dengesinin sağlanarak bilinçli kullanım için çalışma başlatılması amacıyla hazırladığı önergeyi Isparta İl Genel Meclisi Başkanlığı'na sundu.

 

"Kovada ve Gölcük derhal sit alanından çıkarılmalı"
Önergesine ilişkin sorularımızı yanıtlayan Özdemir, 1. Derece Doğal Sit Alanı ve Milli Park statüsündeki Kovada Gölü ve çevresi için 2008 yılında hazırlanan uzun dönem gelişim planı kapsamında mutlak koruma zonunun yüzde 80 olarak belirlendiğini ancak bu oranın düşürülmesi için yetkililerce çalışma başlatıldığını söyledi. Yazılı Kanyon'daki mutlak koruma zonunun yüzde 95'ten yüzde 25'lere çekildiğini kaydeden Özdemir, benzer bir çalışmanın Kızıldağ Milli Parkı'nda da başlatıldığını anımsatarak, "Bu sistemle devam edilerek Kovada ve Gölcük'te de aynı şekilde koruma zonları düşürülebilecektir. Fakat önemli olan bu tip zenginliklerimizin SİT alanından derhal çıkartılmasıdır. Kovada Milli Parkı ve buna benzer alanlarımızın, kurallardan dolayı getirisi yok götürüsü çoktur" görüşünü savundu.

 

"Kovada susuz kaldı, iki HES'te elektrik üretimi düştü"
Kovada Gölü'nün su kaynağı olan Eğirdir Gölü ile bağlantısının tamamen kesildiğini söyleyen Özdemir, yalnızca yağmur suyu ile beslenen gölün derinliğinin 7 metreden 1 metre 80 cm'ye düştüğünü dile getirdi. Göldeki su kaybı nedeniyle geçmişte toplam 63 megawatt elektrik üreten Kovada 1 ve 2 hidroelektrik santrallerinin (HES) yılda üç ay kadar çalışabildiğini ve 2 ila 4 megawatt arasında elektrik üretebildiğini söyleyen Özdemir, ayrıca Kovada'yı besleyen kanallara bölgedeki soğuk hava depolarından atılan amonyak gazı ve diğer zirai atıklarla mücadele edilememesi nedeniyle kirliliğin önlenemediğini dile getirdi.

 

"İki koruma statüsünü hazmedemiyoruz"
Bölgedeki köylerin milli park nedeniyle göç verdiğini öne süren Özdemir, "bu bölgenin milli parktan ziyade sit alanı olması zorlukların aşılamamasının baş aktörü olduğunu düşünüyoruz. Sit alanı ve milli parkın katı kuralları yüzünden meyvecilik, hatta organik meyvecilik dahi yapamadığımız gibi, böyle nitelikli bir turizm alanında 2 koruma statüsü uygulanmasını hazmedemiyoruz. Kısacası Kovada Gölü, Sit alanı ve Milli Park ilan edildikten sonra hiçbir artı sağlamamıştır. 1970 yıllarında ve öncesinde, hem temiz, hem santrallerin çalıştığı, hem balıkçılık ve hem de kıl keçisi yetiştiriciliği ile ilgili hiçbir sorun yaşamayan çevre köy halkı, sadece koruma yapmaya çalışan anlaşılması güç zihniyetlerin kurbanı olmuştur” görüşünü savundu.

 

Önerge Nisan'da görüşülecek
Önergesinin, il genel meclisinin 3 Nisan'da yapılacak olan oturumunda görüşüleceğini dile getiren Özdemir, konuyla ilgili kurumların yetkilileri ve uzmanların da görüşlerinin alınmasının ardından karara bağlanacağını kaydetti. Özdemir, konuyla ilgili hazırlanan raporu geçtiğimiz günlerde Isparta'yı ziyaret eden Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu'na da sunduklarını kaydetti.

 

"Kırsal kalkınma sağlanmadan doğa korumacılığı olmaz"
Isparta sınırlarında yer alan milli park ve doğal sit alanlarında yürütülen revizyon çalışmalarına ilişkin sorularımızı yanıtlayan yetkililer, korunan alanlardaki yetki karmaşasının sorunlara neden olduğunu belirterek bu alanların tek elden yönetilmesi gerektiğine işaret ederek kırsal kalkınma sağlanmadan doğa korumacılığının gerçekleştirilemeyeceğinin altını çiziyor. Kovada ve Gölcük'te gerçekleştirilecek revizyon çalışmalarının ardından mutlak korunan alan sınırlarının büyük oranda düşürülmesi hedeflenirken, her iki bölgede de soft turizm uygulamalarına yönelik projeler geliştirilmesi bekleniyor.

 

Kovada 1970'de milli park ilan edildi
Sahip olduğu biyolojik çeşitlilik ve coğrafi yapısı nedeniyle 1970 yılında milli park, 1992'de ise I. Derece Doğal Sit Alanı ilan edilen Kovada Gölü ve çevresi önemli bir rekreasyon alanı olarak biliniyor. 6 bin 534 hektarlık alanı kapsayan milli park sınırlarında; kızılçam, karaçam, saçlı meşe, boyacı sumağı, yabani gül gibi bitki türlerinin yanısıra 153 tür su kuşu ile çok sayıda yaban hayvanı yaşıyor.

Haber Sol,11.03.2013

YALANLARLA İNŞA EDİLEN BİR KÖPRÜ

 

 

Haliç'in silüetini mahveden Metro Köprüsü'nün son parçası da monte edildi ve ucube tamamlandı.

 

Haliç'in siluetini berbat eden metro köprüsünün son parçası da monte edildi. Yaklaşık beş ay önce ödüllü mimarlar Mücella Yapıcı ve Cem Kozar'a köprünün tamamlanması durumunda Haliç'in nasıl bir görünüm kazanacağını gösteren illüstrasyonlar çizdirmiştik. Şimdi ortaya çıkan sonuç, beş ay önce yaptırdığımız çizimleri bile gölgede bıraktı.

 

Dün Hürriyet gazetesinde köprünün mimarı Hakan Kıran'ın bir röportajı yayımlandı. Kıran, "Sonunda doğdu" dediği köprü için yapılan eleştirilerden şikşyet ederek inşaatı UNESCO'nun onayıyla tamamladıklarını söylüyor. Kıran'ın açıklamaları şöyle: "İnşaatı ve proje çalışmalarını, olağanüstü baskı altında yürüttük. Her aşamada UNESCO ile istişare edildi. Kadir Topbaş, 2011 yılında köprüyü bir yıl durdurdu. Bir yanda inandığı yolda ilerledi, projenin arkasında durdu ama UNESCO'nun elini rahatlatmak için de bir yıl riski üzerine alıp, bağımsız heyetin incelemesine fırsat tanıdı. Tavrını bilimden ve mutabakattan yana kullanıp, tarafsız olduğunu gösterdi. Bir yıl sonunda, UNESCO'dan olumlu görüş alınıp, mutabakat sağlanınca yola devam edildi."

 

Yalanlarla yürüyen köprü inşaatı tamamlandı. Sivil toplumun, aydınların, sanatçıların itirazları gözardı edildi. Tabii UNESCO'nun da. Köprünün yapımına engel olamadık ama yalanlara müsaade etmeyeceğiz.

 

Dün, UNESCO'ya kentsel projelerin dünya mirası kriterlerine uygun olup olmadığını denetleyen raporlar sunan ICOMOS'a çok yakın pek çok uzmanla konuştum. Haliç metro köprüsüyle ilgili rapor hazırlayan ICOMOS Türkiye Heyeti bilindiği gibi, köprünün Haliç'teki tarihi çevreye geri dönülmez zararlar vereceği yönündeki çalışmasını UNESCO'ya sunmuştu.

 

UNESCO'nun Haliç köprüsüyle ilgili çalışma takvimi ise nisan ayında başlayacak. Önümüzdeki ay ICOMOS'un çalışmaları ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin raporu ele alınarak bir rapor hazırlanacak. Bu rapor, UNESCO Dünya Miras Listesi Komitesi'nin temmuz ayında yapılacak genel kurulunda ele alınacak. UNESCO köprüyle ilgili nihai açıklamasını bu genel kurulun ardından yapacak.

 

Hakan Kıran ve Büyükşehir Belediyesi'nin, "UNESCO köprüye onay verdi" yönündeki açıklamaları kesinlikle gerçeği yansıtmıyor. ICOMOS açısından köprünün Haliç'in siluetine geri dönülmez zararlar verdiği konusunda şüphe yok. ICOMOS'tan pek çok isim, "Zarar verdi mi, vermedi mi tartışmasının artık UNESCO için anlamı yok. Bu durum UNESCO açısından son derece net. Şimdi, mimarın ışık ve renk düzenlemelerinin çevreye etkisine bakılacak" diyor.

 

Köprü inşaatı yıllarca UNESCO üzerinden söylenen yalanlarla sürdürüldü. Bazı gazeteler de bu yalanlara alet edildi. Bu yalanlardan en pervasızca olanı Büyükşehir Belediyesi tarafından UNESCO yetkilisi olarak kamuoyuna tanıtılan Prof. Enzo Siviero ve Prof. Muawiayah Ibrahim'in açıklamalarıydı. Siviero ve Ibrahim UNESCO görevlisi unvanıyla bazı gazetelere röportajlar vererek, köprünün UNESCO tarafından onaylandığını anlattı. Habervesaire'den Gökhan Tan ise, Paris'teki Dünya Miras Merkezi Avrupa ve Kuzey Amerika Bölümü'nden uzman Junaid Sorosh-Wali'ye basın müşavirliği yoluyla UNESCO adına açıklama yapan Prof. Siviero'yu sormuştu. Aldığı cevap bir hayli ilginçti: "Radikal gazetesinde demeçleri yayımlanan gerek Prof. Enzo Siviero'ya ve gerek Prof. Muawiayah Ibrahim'e UNESCO tarafından verilmiş bir görev yoktur. Ancak bu isimlerin Türk yetkililer tarafından atanmış olması en yüksek olasılık. Dolayısıyla UNESCO adına konuşma yetkileri de bulunmamaktadır. UNESCO, bu yanlış bilgilendirme nedeniyle Türk yetkilileri de uyarmıştır."

 

Yıllar önce Sülün Osman, Boğaz Köprüsü'nü satılığa çıkarmıştı. Birden aklıma geldi.

Taraf, Haber: Ertan Altan, 11.03.2013

BURSA, 2014'TE UNESCO'NUN LİSTESİNE GİRMEK İÇİN ATAKTA

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin Cumalıkızık, Sultan Külliyeleri ve Hanlar Bölgesi'nin UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınması yönündeki çalışmaları kapsamında hazırlanan adaylık dosyası UNESCO'ya gönderildi.

Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin çalışmalarıyla Bursa; Hanlar Bölgesi, Sultan Külliyeleri ve Cumalıkızık Köyü tarihi alanları ile Türkiye'nin 2014 yılı için "UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi'ne aday oldu. Son şekli verilen adaylık dosyası "Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğuşu" ismi ile UNESCO'ya gönderildi. Kültür Bakanlığı'na 30 Eylül'de teslim edilen ve yapılan ön değerlendirme sonucuna göre revizyonları yapılan başvuru dosyası, "Bursa UNESCO Aday Alanları Tanıtım Filmi" ile desteklenerek Kültür Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne iletildi. Dosya 1 Şubat 2013 tarihi itibariyle, UNESCO Dünya Mirası Merkezi Sekreterliği'ne Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla iletildi.

 

UNESCO Dünya Miras Sekreterliğince Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi'ne (ICOMOS) gönderilecek olan dosya ile Bursa, 2014 yılı için UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi'ne girmeye aday durumuna geldi.

 

ICOMOS ilerleyen günlerde bir heyet gönderecek ve aday gösterilen alanlar yerinde incelenecek.  ncelemelerin tamamlanmasının ardından UNESCO değerlendirme sonucunu 2014 yılında açıklayacak.

 

Dünya Miras Listesi'ne girebilmek için "her ülke her yıl sadece bir kültürel, bir de doğal varlık ile başvuru yapabiliyor. Bursa'nın da tüm bu özellikleri ve gelinen süreçle birlikte "Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğuşu" başlıklı dosyası ile 2014 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmesi hedefleniyor. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne Türkiye'den 38 adayın bulunmasının ülkenin birikimini ortaya koyduğunu söyledi. Başkan Altepe, Bitinya, Doğu Roma, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapan Bursa'nın da somut kültürel miras açından son derece zengin bir kent olduğunu hatırlattı.

 

Bursa'nın fethinin ardından Orhan Gazi ile birlikte yaşamın sur dışına çıktığını kaydeden Başkan Altepe, "Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi, çarşıları, hanları ve hamamları ile büyük bir birikimi bünyesinde barındırıyor. Yine Cumalıkızık, Osmanlı dönemini kı sal yerleşiminin tüm örneklerini bünyesinde barındıran bir yer. Biz bu değerlerin korunarak gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla 300'e yakın tarihi ve kültürel miras projesi üzerinde çalışıyoruz. Bursa'yı yaşayan canlı bir müze kent haline getirirken, bu  değerlerimizi dünyaya tanıtarak kültür turizme açmayı amaçlıyoruz. Bursa, 70 yıllık Cumhuriyet dönemi yapılarından, 700 yıllık Osmanlı dönemi yapılarına, 2 bin 300 yıllık surlardan 7 bin yıllık arkeolojik yapılara sahip önemli bir merkez. Bu şehrin yapılarının fiziki olarak ayağa kalkmasını yanın sıra bunların işlevselleştirilmesi için çalışıyoruz" açıklamasını yaptı.

 

Listede yer almanın bir ayrıcalığa sahip olmanın dışında dünya turizm firmalarının da gündeminde olmak anlamına geldiğini ifade eden Altepe, " 2014 yılında Hanlar Bölgesi, Sultan Külliyeleri ve 700 yıllık Cumalıkızık ile UNESCO'nun miras listesine girmeyi istiyoruz" dedi.

 

285 çalışma hizmete alındı

"Yaşayan Müze Kent Bursa' hedefiyle Bursa'da son 10 yılda yapılan çalışmalar hakkında da bilgi veren Altepe, tarihi ve kültürel miras çalışmaları başlangıcında çok ciddi bir yapılanmaya gittiklerini, halkı da sürece dahil ederek başarıya ulaştıklarını skaydetti. Tarihi ve kültürel miras çalışmalarıyla ilgili yeni birimler kurduklarını ve Bursa Araştırmaları Merkezi'ni faaliyete geçirdiklerini anlatan Başkan Altepe şunları söyledi: "Göreve gelir gelmez, tarihi ve kültürel miras çalışmalarının yürütülmesi konusunda halkımızın görüşüne başvurduk. Yaptırdığımız anketin sonuçları yüzde 98 oranında destek verir nitelikte oldu. Osmangazi İlçe Belediye Başkanlığı dönemimizde 135, şu anda devam eden Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemimizde de 285 çalışmayı hizmete aldık. 8 yılda tamamladığımız tarihi yapı sayısı 420 oldu."

 

1300'lerde kurulan Cumalıkızık doğal film seti gibi

Kuruluşu yaklaşık 1300'lü yıllara dayanan ve bir vakıf köyü olarak kurulan Cumalıkızık, korunan tarihi dokusuyla Osmanlı erken döneminin kırsal kesim sivil mimari örneği olarak öne çıkıyor. Cumalıkızık, köy geçmişine ait eşyaların sergilendiği Cumalıkızık Etnografya Müzesi, hamamı, kilise kalıntısı, moloz taş, ağaç ve kerpiçten yapılan evleri ve her yıl Haziran ayında "Ahududu Şenliği" ile ziyaretçileri ağırlıyor. Köy ayrıca, tarihi dokusu nedeniyle sık sık dizi ve film çekimlerine de sahne oluyor.

 

Kentte tam yedi padişahın külliyesi bulunuyor

Bursa'da bugüne kadar gün yüzüne çıkarılan külliyeler arasında 7 padişah, 4 sadrazam, 34 tane de vezir, bey, paşa ve varlıklı kişilerin yaptırdığı külliyeler yer alıyor. Bursa'da Orhangazi, Birinci Murad, Çelebi Mehmed ve 2. Murad tarafından birer, Yıldırım Beyazıd tarafından ise 3 tane külliye yaptırıldığı biliniyor. Osmanlı'yı kuran şehir Bursa'da Osman Bey, Orhan Gazi, I. Murad Hüdavendigar, Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmed ve II.Murad olmak üzere ilk 6 padişahın türbesi bulunuyor.

 

Orhan Gazi'nin kurduğu Hanlar Bölgesi Osmanlı'nın ilk çarşısı

Bursa Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi de Osmanlı'nın ilk çarşısı konumunda. Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin oğlu Orhan Gazi tarafından temelleri atılan Bursa'nın tarihi çarşısı, bugün devasa alıveriş merkezlerine alternatif olarak tarihi ve otantik yapısıyla ayakta duruyor. Apolyont, Bali Bey, Emir Han, Eski İpek Han, Eskişehir Hanı, Fidan Han, Galle Han, Geyve, Kapan, Koza, Kubbeli, Kütahya, Pirinç ve Tuz Hanlarının bulunduğu bölgede ayrıca Bakı cılar, At Pazarı, Bedesten Civarı, Bedesten Kuyumcular, Çancılar, Eski Aynalı Çarşı, Kapalı Çarşı, Tuz pazarı gibi çarşılar da yer alıyor. Bölgenin en önemli simgesi Ulu Cami.

Dünya Gazetesi, 11.03.2013

147 SİKKE ELE GEÇİRİLDİ

 

Denizli Emniyet Müdürlüğü ekiplerinin yaptığı operasyonda, 147 adet sikke ele geçirildi.

 

Denizli Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri aldığı bir istihbaratı değerlendirerek bir araçta arama yaptı. Aramada tarihi eser niteliği taşıyan değişik dönemlere ait 147 sikke ve 1 gözyaşı şişesi ele geçirildi.

 

Olayla ilgili yakalanan şüpheli şahıs hakkında, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet suçundan işlem yapıldığı belirtildi

Denizli Kent Haber, 11.02.2013

DÜNYA MİRASI YOK OLUYOR

 

 

Suriye'de iki yıldır süren çatışmalar on binlerce kişinin ölümüne, milyonların evini terk etmesine yol açarken, insanlığın tarihi mirasını da yerle bir ediyor.

Suriye'de iki yıl önce patlak veren iç savaştan bu yana on binlerce kişi öldürüldü, milyonlarca insan yurdundan edilerek mülteci durumuna düştü. Tüm bunların yanı sıra dünyanın en değerli tarihi mekşnları da tamir edilemez şekilde tahrip edildi. Suriye'de bir süredir tarihi mekşnlarda BBC için program yapan Britanyalı tarihçi Dan Snow'un anlattıkları ise "dünyanın en eski ülkesinde" yaşanan kültürel felaketin tüm boyutlarını gözler önüne seriyor. Snow, "Gezegen üzerinde yerle bir edilen her hazine herkesi ilgilendirir" diyor. Britanyalı tarihçi ilk olarak 2012'nin ağustos ayında Halep'te ortaçağa ait tarihi bir çarşının yanarak kül olmasını hatırlatıyor. UNESCO Dünya Mirası olan "Eski Halep"in tahrip edilmesini Edinburgh'un tarihi mekşnlarının yıkılmasına benzetiyor.

 

Çoğunlukla tarihi mekşnlara girmenin çok tehlikeli olduğunu söyleyen Snow, "Konuştuğum tüm Suriyeliler ülkelerini kültürel açıdan eşsiz kılan eser ve mekşnların yok edildiğinin farkında ve bundan dolayı çok üzgünler" diye devam ediyor.

 

İnsanlar ölürken...

Snow, iki yıldır tüm gazetelerin manşetlerini kaplayan iç çatışma ve Suriyelilerin dramının yanında Suriye'nin kültürel mirasının büyük bir tehlike altında olduğunu vurguluyor. Savaşın iki yüzüne değinen Snow, "Elbette binlerce insan ve çocuğun mülteci kamplarında donması ve zor şartlar altında yaşaması söz konusuyken tuğladan, binadan bahsetmek acımasızca. Ancak Suriye'de bulunan tüm tarihi mekşn ve eserler herkesin tarihi ve daha da önemlisi savaş öncesi bu yerler insanların geçim kaynağıydı. Her şey sona erdiğinde hepsi çoktan yok edilmiş olacak" diyor. Zarar gören kültürel mirasın ise oldukça alarm verici olduğu söyleyen Snow, "Suriye'nin UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan birçok yeri var. Başta Halep olmak üzere, Şam'ın tarihi mekşnları, Crac des Chevaliers isimli bir Haçlı kalesi, Selahaddin Kalesi, Roma dönemine ait Palmira antik kenti ve Suriye'nin kuzeyinde bulunan antik kentler önemli ölçüde tehlike altında" dedi.

 

Her şeyin başladığı yer

Suriye'ye uzman gözüyle bakan Snow ülkenin tarihi açıdan önemini ise şu şekilde anlatıyor: "Suriye her şeyin başladığı yer. Suriye ve çevresi insanlığın başladığı, ilk defa hayvancılığın yapıldığı, tarımın başladığı, şehir hayatının yaşandığı ve ilk alfabenin icat edildiği yer. Özellikle Halep, yeryüzünde en sık şekilde işgale uğrayan, en eski yerleşim yerlerinden biri. Bunların yanı sıra şehir, coğrafi yapısı itibariyle önemli bir noktada. Batı ile doğunun birleştiği yerde, İpek Yolu üzerinde olması ile baharat, kumaş, altın, fil dişi ve diğer lüks tüketim araçları her zaman Halep üzerinden geçmiş."

 

UNESCO paha biçilmez eserler için uyarıyor

UNESCO'NUN "İslam dünyasının en güzel camilerinden biri" olarak tanımlandığı ve Dünya Mirası listesinde bulunan Halep'in tarihi merkezindeki 12'nci yüzyıldan kalma Emevi Camii şiddetli çatışmalar ve yangın nedeniyle harabeye döndü. Ülkede tarihi eserlerin gördüğü zarardan, taraflar birbirini suçluyor. Halep'te, Kapalı Çarşı'nın yarısı da yanarak kül oldu, paha biçilemez birçok tarihi belge de kayboldu.

Taraf, 11.03.2013

BOĞAZ TEMİZLİĞİNDEN
TARİHİ ÇAPALAR ÇIKTI

 

İstanbul Sarıyer'de, tekne ve yatların park etmesi amacıyla İstinye'de hazırlanan tekneparkların dibinde temizlik yapan dalgıçlar, 250 yıllık 19 tarihi çapa buldu.

Çapalar, Roma döneminden itibaren tersane ve gemi barınağı olarak kullanılan İstinye ve Tarabya koylarında inşa edilen gemilere ait. Admiralti, tırmık, simüs demiri ve danfor tipi çapaların, bin 600 grostonluk gemilerin kullanabilmesi için el işçiliğiyle imal edildiği belirlendi.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 10.03.2013

TAKSİM'E KIŞLA (!)

 

Kışla görünümünde bir kılıf yapıp işlevleri onun içine tıkıştırmak mimaride doğru bir yol değildir. Öte yandan o dekor-cepheleri yeniden yapmak için elde yeterli veri bile yok; elde olan yalnızca birkaç cephe fotoğrafı… Bu denli az bilgi ve belgeyle hangi mimar, bu yapımı nasıl gerçekleştirebilecek?

Taksim Gezi Parkı’nın yerine yapılması istenen sözde eski Topçu Kışlası için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’ndan onay çıkmış. Neyin onaylandığını anlamak kolay değil, çünkü yapılacak olan şey kışla değil, rant tesisleri, alışveriş merkezi vb… Bir süre önce asıl ilgili İstanbul 2 No’lu Bölge Kurulu İstanbul Belediyesi’nin kışla (!) önerisini reddetmiş ve Taksim Gezi Parkı’nın korunması gerektiğine karar vermişti. İki kurulun verdiği taban tabana zıt kararlar çok şaşırtıcı. Ankara’daki Yüksek Kurul’un kararı, sivil emir-komuta zinciri içinde alınmışa benziyor.

İlkin 1870’te yapılan Topçu Kışlası, isyanlar ve yangınlardan sonra Sultan Albülmecid döneminde Arap-Hint-Rus mimarilerinden esintili olarak yeniden yapılmış. 1909 yılında 31 Mart ayaklanmasına sahne olan kışla zaman içinde önemini yitirince 1913’te bir özel şirkete satılmış, bugünkü deyişle, özelleştirilmiş. Avlusu futbol ve gösteri sahası haline getirilen kışla 1921-39 arasında Taksim Stadı olarak kullanılmış, 1940’ta da Prost Planı kapsamında Taksim Gezisi düzenlenirken yıkılarak kaldırılmış.


Taksim Gezisi, ünlü Fransız Şehirci Henri Prost’un 2 No’lu Park projesi kapsamında düzenlenmişti. O proje, Taksim’den Nişantaşı’na, oradan da Dolmabahçe Vadisi’ni de içine alacak şekilde denize kadar kesintisiz uzanan bir yeşil alan yaratıyordu. O yeşilin Taksim-Nişantaşı bölümü 1950’den bu yana, yapılmasına izin verilen yapılarla parça parça kemirildi. Şimdi yapılması gündeme gelen bina ise Taksim Gezisi’ni tümüyle yok edecek son darbeyi oluşturuyor.


Dönelim yapılmak istenen kışlaya… Bir tiyatro dekoru gibi olacak sözde tarihi cephenin arkasına başka işlevler yerleştirilecekmiş. Böyle bir mimarlık anlayışı olamaz: İçi başka, dışı başka… Bunu bir yazımda, “bülbül ötüşlü kanarya” örneğine benzetmiştim. Burada da “kışla görünüşlü AVM” söz konusu. Kışla cephelerinin yeniden ihya edileceği söylemi bir bahane gibi görünüyor. Böyle bir gerekçe mimarlık kültürü bakımından hiç makul değil. Doğru bir mimarlık uygulaması için önce ihtiyaçlar ve gerekli işlevler belirlenir, mimari tasarım ona göre oluşturulur, yapılar ona göre ve tutarlı bir mimarlık anlayışı içinde gerçekleştirilir. Kışla görünümünde bir kılıf yapıp işlevleri onun içine tıkıştırmak mimaride doğru bir yol değildir. Öte yandan o dekor-cepheleri yeniden yapmak için elde yeterli veri bile yok; elde olan yalnızca birkaç cephe fotoğrafı… Bu denli az bilgi ve belgeyle hangi mimar bu yapımı nasıl gerçekleştirebilecek?


Görüldüğü gibi, içi başka dışı başka, kışla görünüşlü bir yapı fikri hiç tutarlı değil. Amaç kısaca, yeşil alana yapılacak rant tesisleri için tarihi yeniden yaratmak bahanesinin arkasına sığınmak gibi görünüyor. İronik olarak zaman zaman yinelediğim bir “yeşil alan” tanımı vardır: “Bizde yeşil alan ileride üzerine gökdelen dikmek üzere saklanan arazidir” derim. Şimdi o tanımda “gökdelen”in yanına “kışla görünüşlü AVM”yi de eklemek gerekecek. Zaten bugüne kadar o yolda pek çok örnek gerçekleşmedi değil. Rant hırsı uğruna İstanbul ne yazık ki yeşil alan yoksulu haline getirildi.


ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) Türkiye Milli Komitesi, Yüksek Kurul’un onay kararından hemen sonra tutarlı bir basın bildirisi yayımladı. Çok kısaca özetlersek:


“1. Taksim Gezi Parkı tarihsel mimari önemi bağlamında İstanbul’un en önemli ve korunmaya değer varlıklarından biridir. Düzenlenip korunmalıdır.
2. Kışlanın dış replikasını yapmak için bile gerekli ayrıntılı bilgi ve belge yoktur. Yeniden yapımı tarihsel korumacılık ilkeleri açısından, Taksim’de bir ‘Disneyland’ inşa etmekten daha anlamlı ve ciddi bir sonuç vermeyecektir.”


Bildiri şöyle son buluyor: “Sakıncaları Türkiye kamuoyuna duyurmayı, çalışma alanımızın etik ve teknik ilkelerine aykırı bu gelişmeye karşı durmamızın bir tarihsel zorunluluk oluşundan ötürü gerekli görmekteyiz.”


Ayrıca, Gezi Parkı’nın yerine kışla yapılmaması için 70 binin üzerinde imza toplandığı söyleniyor ama kamuoyunu dinleyen, kentin sorunlarını demokrasi kuralları içinde kentlilerle paylaşan kim?..

Bir hatırlatma daha yapalım: Bir önceki Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bir gazete röportajında şöyle diyordu: “İstanbul’da aradığımız şey yeşil alan. Sivilleşirken niye kışla yapıyoruz?” Doğru söze ne denir… Soru haklı ama bugün başta İstanbul olmak üzere pek çok kentimizdeki uygulamaya bilimsel yöntemler ve uzmanlıklar değil, mimar olarak bir türlü aklımızın almadığı dayatmalar egemen.


Son söz: İstanbul’a yazık oluyor!

Cumhuriyet, Yazı: Doğan Hasol, 10.03.2013

DOĞANÇAY'IN MİLYONLUK 'KURDELELER'İ SATIŞTA

 

 

Birçok ressam gibi Burhan Doğançay da en verimli çağında eserlerini satamayıp sıkıntı çeken, ömrünün son yıllarında değeri anlaşılan sanatçılardan olduğunu kanıtladı. Geçtiğimiz ocak ayında kaybettiğimiz ünlü sanatçı bu durumu şu sözlerle teyid etmişti: "Zamanında resimlerimi çok uygun fiyata almayanlar şimdi gerek Türkiye gerekse yurtdışından arayıp pişmanlıklarını dile getiriyorlar. Onlara treni kaçırıyorsunuz diyorum. Zaman gelecek eserlerime hiç dokunamayacaklar. Zamanında çok sıkıntı çektim. Ekmek alamadım, metroya 15 sent veremedim."

 

Doğançay, Mavi Senfoni adlı eseri 2009'da Antik A.Ş.'nin düzenlediği müzayedede 2.2 milyon liraya satılınca Türk çağdaş resim tarihinde yeni bir dönem başladı. Sanatçı bu çıkışıyla sadece kendisi değil meslektaşları için de çığır açtı.

220 binden satışa çıkacak
2010'da Chicago'da 3 bin dolardan açık artırmaya çıkan bir eseri 32 kez bayrak görerek 280 bin dolara alıcı bulan Doğançay, "Resimlerim artık müze koleksiyonlarına girmeli" demişti. Hedefi sadece müzesini yaşatmaktı. Bu hafta ünlü ustanın 10 eseri birden müzayedeye çıkacak. 17 Mart'ta Beyaz Müzayede tarafından düzenlenecek açık artırmada ünlü Kurdele Serisi'nden de dört eser var. Serinin 1977'de yapılmış 112X121 boyutlarındaki parçası, 170 bin-220 bin TL'den satışa sunulacak. 1973'te biten Hücum serisinden bir eser de 140-180 bin TL'den müzayedeye çıkıyor. Sanatçının ayrıca 18-24 bin aralığından satışa çıkan küçük boyutlu eserleri de Beyaz Müzayede'de olacak. Beyaz Müzayede'nin sahibi Aziz Karadeniz şimdiden bu eserlere büyük ilgi olduğunu, yurtdışından koleksiyonerlerin de Doğançay eserleri için kapışmaya hazırlandığını söylüyor.

Nejad Melih Devrim'den rekor bekleniyor
Burhan Doğançay eserlerinin dışında müzayedede öne çıkan sanatçılardan biri de Nejad Melih Devrim olacak. Devrim'e ait eserler için de koleksiyonerlerin çekişmesi bekleniyor. Sanatçının 'soyut' kompozisyonu Londra'da 2.1 milyon liraya alıcı bulmuştu. Geçtiğimiz ay Santralistanbul Koleksiyonu'ndan satışa çıkarılan iki Nejad Melih Devrim tablosundan biri 1 milyon 100 bin diğeri de 1 milyon 300 bin liradan elden çıkarılmıştı. 17 Mart'ta ise sanatçının Paris'e ilk gittiği yıllarda tanışarak evlendiği eşi Maria Devrim'i resmettiği 'Maria A Chartes' isimli tablosu açık artırmaya çıkacak. Sanatçının tüm kitaplarında yer alan bu tablo, en önemli eserlerinden biri olarak gösteriliyor. Ayrıca 500-700 bin lira aralığında müzayedeye çıkacak olan soyut kompozisyonunun da koleksiyonerlerin ilgi odağı olması bekleniyor.

Aziz Karadeniz Türk çağdaş sanatına tüm dünyadan ilgi olduğunu söylüyor. Hindistan, Dubai, Hong Kong ve Sırbistan'dan da koleksiyonerlerin müzayedeye katılacağını belirten Karadeniz, zorlu bir kapışma olacağını ifade ediyor.

Müzayedede Komet'in 1992- 1999 arasında biten Suret Teknesi isimli eseri de var. Alaettin Aksoy'un 1988 tarihli Sulukule'de Bayram Sabahı ile Mehmet Güleryüz'ün Eşcinsel ve Denizci eserleri de satışa çıkacak. Eserler The Sofa Hotel'deki Hallarts salonunda 13-16 Mart arasında görülebilecek.

17 Mart'ta İstanbul Nişantaşı'ndaki The Sofa Hotel'de düzenlenecek müzayedede, Burhan Doğançay tablolarının yanı sıra toplam 264 eser satışa sunulacak. Doğançay 23'üncü sırada yer alacak. Eserlerin muhammen bedellerinin toplamı ise 10 milyon liranın üzerinde. Aziz Karadeniz bu rakamın yukarılara çıkmasını beklediğini söylüyor.

Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 10.03.2013

KOMŞUDA HEYKEL HIRSIZLIĞI

 

Ekonomisi küresel krizin pençesinden kurtulamayan, kemer sıkma politikaları ve AB destekleriyle iflasını sürekli erteleyen Yunanistan'da halk, ilginç hırsızlık yöntemlerine başvurmaya başladı. Gelirleri azalan halk geçimini sağlayamayınca ülkede hırsızlık vakaları arttı. Daha önce eritip maden olarak satmak için kiliselerden vaftiz kazanlarını çalan hırsızlar, şimdi de caddelere gözünü dikti. Halk bakır ve bronz heykelleri çalmaya başladı. Başkent Atina'da, son altı ay içinde aralarında ünlü Yunan yazar Nikos Kazancakis'in büstünün de bulunduğu bakır ve bronzdan imal edilmiş 8 büstün çalındığı bildirildi.

Atina Belediye Başkan Yardımcısı Nelli Papahela, şehrin merkezi yerlerindeki mermer kaidelerin üzerinden koparılarak alınan büstlerden 4'ünün eskici pazarlarında bulunduğunu belirtti. Papahela, "Hırsızlıklar ticari amaçla yapılmış olabilir" diye konuştu.

Papahela Atina'nın birçok yerinde değişik mekşnlarda bulunan büst ve heykellerin etkin bir şekilde korunmasının mümkün olmadığını, hırsızların ise çok cesur hareket ettiğini dile getirdi. Papahela, ünlü ressam El Greco ile Albay Dimitrios Psarrun'un heykellerinin de çalındığını söyledi.

Yunanistan'da daha önce de bir kilisede bakırdan imal edilen büyük bir vaftiz kazanı, yüksek gelirim hatlarında kullanılan bakır kablolar ve çimento kalıpları çalınmıştı. Olayın ardından malzemelerin çevresi Yunan bayraklarıyla sarılmıştı. Ancak daha sonra bunlar bayraklarla birlikte tekrar çalınmıştı.

Sabah (Kısaltarak), 10.03.2013

FATİH'İN KAYIP SARAYI

 

Saray-ı Cedid-i Amire ya da bugünkü adıyla Edirne Sarayı’nın devam eden kazı ve restorasyon çalışmalarına ışık tutacak, 1870’li yıllara ait çok özel fotoğraflar ortaya çıktı. Edirne Sarayı Kazı Başkanı ve aynı zamanda Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi olan Doç.Mustafa Özer, Rus fotoğrafçı Dimitri Ermakov’a ait fotoğrafların Edirne Sarayı yıkılmadan birkaç sene önce çekildiğini tahmin ettiklerini söylüyor. “Fotoğraflar ekip içinde büyük heyecan yarattı. Rus fotoğrafçı Dimitri Ermakov’un bu fotoğrafları istihbarat amaçlı çektiğini düşünüyoruz. Çünkü sokak sokak Edirne’yi belgelemiş. Ermakov’a ait elimizde birkaç örnek var, ancak yüzlerce fotoğrafın olduğunu düşünüyoruz. Tarihi belgeler de Ermakov’un 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı’na topograf olarak katıldığını gösteriyor” diyor Özer.

 

3 MİLYON METREKARE
Edirne Sarayı kazılarına 2009 yılında başlandı. Uzun yıllar sürmesi planlanan kazılar TBMM, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Bahçeşehir Üniversitesi’nin kurumsal desteğiyle devam ediyor. Osmanlı dönemine ait en önemli arkeolojik kazının şu anda Edirne’de yapıldığının altını çizen Doç. Özer, “Edirne Sarayımakus talihini yeniyor” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “Topkapı Sarayı’ndan sonra en önemli Osmanlı sarayı olan Edirne Sarayı, 3 milyon metrekare alana sahip ve 100’e yakın yapıdan oluşuyor. Kazı çalışmaları sonucunda bu yapıların sadece 10’una ulaşabildik.’’

 

Peki, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’un fethinin planlarını yaptığı, İstanbul surlarını yıkacak devasa topları döktürdüğü yer olan Edirne Sarayı haritadan nasıl silindi? Doç. Özer, Edirne Sarayı’nın hikşyesini de anlattı: “Tunca Nehri kıyısına inşa edilen Edirne Sarayı’nın imarına 2. Murad zamanında başlandı ancak saraya esas karakterini kazandıran Fatih SultanMehmed. Diğer padişahlar döneminde de saraya ek yapılar kazandırıldı. Gezginlerin notlarından sarayın nüfusunun 15 bin olduğu anlaşılıyor. Yavuz Sultan Selim tarafından getirtilen kutsal emanetler bir dönem burada korundu. Hazine Dairesi, haremi,meydanları, hasbahçesi ve arz odası ile çok özel bir saray Edirne Sarayı. Ayrıca kazı çalışmalarında ortaya çıktı ki sarayınmükemmel bir altyapısı var.Mühendisliği dikkat çekici. Temiz su kanalları ayrı, atık su kanalları ayrı. Aynı zamanda sıcak hamamvemutfakta kullanılan sıcak su kanalları da mevcut.’’ Peki ya sarayın sonu? Doç.Mustafa Özer, Edirne Sarayı’nın sonunu 1877-78 Osmanlı Rus savaşının getirdiğini söylüyor: ‘’Bu savaşta saray askeri amaçla kullanıldı. Sarayda cephanelikler de vardı. Rusların Edirne’yi işgal edeceği anlaşılınca cephaneler düşmanın eline geçmesin diye patlatıldı.

 

CİHANNÜMA KASRI TEKRAR HAYAT BULACAK
Patlamalar 2-3 gün sürdü. Edirne Sarayı da böylece yerle bir oldu. Geriye kalan taşlardan kamu binaları yapıldı. Ama Edirne Sarayı yok oldu.’’ Çalışmalar kapsamında sarayın mutfağıMatbah-ı Amire ile KumKasrı’nın restorasyonunun bitmek üzere olduğunu vurgulayan Doç. Özer, ‘’Sarayın en önemli yapılarından olan Cihannüma Kasrı’nın yeniden ihyası için proje hazırlandı’’ diyor ve ekliyor: “Proje Koruma Kurulu tarafından onaylandığı takdirde çalışmayı 2 yılda bitirmeyi planlıyoruz. 6 katlı Cihannüma Kasrı, Fatih Sultan Mehmed tarafından yapıldı. Fatih’in sarayda kaldığı yer olarak biliniyor. Kasrın bodrum katı ise kütüphane olarak kullanılmış. Kütüphanedeki binlerce kitap fetihten sonra İstanbul’a götürüldü. Ermakov’un çektiği fotoğraflar arasında Cihannüma Kasrı da bulunuyor ve şimdiki haliyle eski hali gözler önüne seriliyor. 130 yıl sonra Edirne Sarayı ilk kez ciddi bir şekilde ele alınıyor.’’

 

Meğer sarayın has bahçesiymiş!
Doç.Mustafa Özer, Edirne Sarayı’nınihyası için yapılan çalışmalarda kendileriniüzen bazı hususlara da dikkat çekti:“Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı stadın Edirne Sarayı’nın Hasbahçesi olduğunu tespit ettik. Yılda 3 gün kullanılan, diğer günler otopark olarak hizmet veren stadınduvarlarını yıkalım, hasbahçe ortaya çıksın,güreşler başka bir alanda yapılsın istedikama hşlş bir sonuç alamadık. Sarayınortasından asfalt geçiyor. Bunun dünyada başka örneği yok. Edirne Sarayı Türkarkeolojisinin Efes’i. Belli başlı yapıları ihya edip ziyarete sunmayı hedefliyoruz.’’

 

Osmanlı-RusSavaşı’na katıldı
Rus fotoğrafçı Dimitri Ermakov, 1846’da Tiflis’te dünyaya geldi, 70 yaşında öldü. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı’na topograf olarak katıldı. Çektiğifotoğraflar, özellikle şehir fotoğrafları özel arşivlerde ve müzelerde tutuluyor.

 


1870’li yıllarda çekilmiş Ermakov’a ait bir fotoğrafta Edirne Sarayı’nın giriş kapısı

 


Edirne Sarayı’nın giriş kapısının bugünkü hali.

 


Cem Sultan’ın doğduğu Kum Kasrı.

 


Ermakov’a ait bir fotoğrafta, Fatih SultanMehmed tarafından yaptırılan 6 katlı

Cihannüma Kasrı; 1870’li yıllar...

 


Cihannüma Kasrı’nın bugünkü hali.

Habertürk, Haber: Bülent Günal, 10.03.2013

DOÇ.DR. ÇAKIR: KAZI ÖNCESİNDE JEOFİZİK ETÜTLER YAPILMALI

 

Nevşehir Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölüm Başkanı Doç.Dr. Özcan Çakır, kazı esnasında oluşacak istenmeyen hataları engellemek için jeofizik etütlerin yapılması gerektiğini söyledi.

 

Nevşehir Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölüm Başkanı Doç.Dr. Özcan Çakır, bir bölgede herhangi bir kazıya başlamadan önce bölgenin jeofizik etütlerden geçirilmesiyle, kazı esnasında oluşacak istenmeyen kazı hatalarının oluşmasının önüne geçilebileceğini ifade etti. Çakır, tomografi yöntemlerinin hızlı ve oldukça ekonomik olarak uygulanabileceğini belirtti. Çakır, şöyle dedi:

 

“Anadolu yarımadası birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve önemli arkeolojik geçmişe sahiptir. Birçok bölgede katmanlar halinde yer altında gömülü arkeolojik kalıntılara rastlamak mümkündür. Yapılaşma gibi çeşitli nedenlerle yer altı ve yer üstü kazıları yapılmaktadır. Bu konularda genellikle ağır iş makineleri kullanılmakta ve arkeolojik kalıntılar konusunda deneyimsiz elemanlar kazıların akıbetini takip etmekle görevlendirilmektedir. Zaman zaman medyadan da takip edildiği üzere kazılar anında arkeolojik yapılara zarar verilmektedir. Günümüz bilimsel ve teknolojik gelişmelerinde yer altını görüntülemek çok daha etkin olarak yapılabilmektedir. Öncelikle jeofizik mühendisliği bilimi bu konularda önemli gelişmeler kaydetmiştir. Özel olarak bahsedecek olursak, özdirenç ve sismik tomografi yöntemleri yer altının görüntülenmesinde oldukça yetenekli yöntemlerdir. Bir bölgede herhangi bir kazıya başlamadan önce bölgenin jeofizik etütlerden geçirilmesi, kazı esnasında oluşacak istenmeyen kazı hatalarının oluşmasını engelleyecektir. Bu tomografi yöntemleri yüksek çözünürlükle, hızlı ve oldukça ekonomik olarak uygulanabilmektedir.”

Bugün, 09.03.2013

GLADYATÖRÜN MEZAR TAŞINI İSTİYOR

 

Samsun Cinquanternaire Müzesi’ne bağışlanan mezar taşının kente iadesi isteniyor.

 

Samsun’da Amisos kazıları sırasında bulunmasının ardından Brüksel’deki Cinquanternaire Müzesi’ne bağışlanan gladyatörün mezar taşının kente iadesi isteniyor. Gladyatörün ‘Beni hakem hatası öldürdü’ yazan mezar taşının iadesi için sosyal paylaşım siteleri üzerinden de kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyor.
 

Samsun Turizm Derneği Başkanı Mustafa Yavuz, “Bu mezar taşı üzerinde yazılan yazılar bir gladyatöre ait olması nedeniyle çok ilgi çekmişti. Yurt dışına verildiği söyleniyor. Mezar taşının geri iade edilmesi ve Samsun’daki müzede sergilenmesi kentimizin turizmine katkı sağlayacaktır” dedi.

Vatan, 09.03.2013

'KANATLI DENİZATI' MÜHÜRLÜ ÇANTADA EVİNE DÖNDÜ

 

 

Almanya ’nın iade ettiği ‘Kanatlı Denizatı Broşu’, önceki akşam Türkiye ’ye getirildi. Berlin’den İstanbul ’a gelen Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Kanatlı Denizatı Broşu’nu Türkiye’ye getirdiklerini ve bu kültürel mirasın anavatanının Anadolu olduğunu söyledi. Gazetecilere korumanın elindeki poşeti gösteren Bakan Çelik, “Merak ettiğiniz şey burada. Şimdi teslim edeceğim. Arkadaşlar güvenli bir şekilde getirdiler” dedi. Gazetecilerin “Broşu görebilir miyiz?” sorusuna Bakan Çelik “Gösteremeyiz çünkü mühürlü çanta” diye yanıt verdi. Karun Hazinesi’nin en önemli parçası olarak kabul edilen ve Uşak Arkeoloji Müzesi’nde sahtesiyle değiştirilerek çalınan denizatı broşu, som altından yapılmış. Eser 2006 yılından bu yana yurtdışında Interpol aracılığıyla aranıyordu. Tüm müzayedelerin ve katalogların yoğun bir şekilde taranması sonucu, tarihi eseri satamayan ve ismini açıklamayan bir kişi, avukat aracılığıyla broşu Alman Savcılığı’na teslim etmek zorunda kalmıştı.

Radikal, 09.03.2013

İNSANLIĞIN ATASI 338 BİN YAŞINDA

 

ABD'nin Güney Carolina eyaletinde yaşayan Albert Perry, ailesinin soy ağacıyla ilgili bilgi edinmek için DNA analizi yaptırdığında çok şaşırtıcı bir sonuçla karşılaştı. Bilim insanları, Perry'de bulunan Y kromozomunun 338 bin yıllık bir geçmişi olduğunu saptadı. İlk insanın 140 bin yıl önce yaşamış olduğu göz önüne alındığında, sonuç şok yarattı. Arizona Üniversitesi'nden Prof.Dr. Michael Hammer, "Y kromozomunun tarihine dair şimdiye kadar bildiklerimiz tamamen değişiyor. 338 bin yıl, insanoğlunun henüz var olmadığı zamana işaret ediyor" dedi. Sonuçların yayımlandığı American Journal of Human Genetics'e konuyla ilgili açıklama yapan Dr. Fernando Mendez, Perry'de keşfedilen kromozom dizisinin sıradışı olduğunu kaydetti. Bilim insanları, sonuçların önemli ölçüde yol gösterici olacağını ve DNA araştırmalarında bazı kabullerin değişeceğini bildirdi.

Sabah, 09.03.2013

İNSANLIK TARİHİNDE 'LÜKS'ÜN DEĞİŞEN TARİFİ

 

 

Karabiber, kil, ağaç, gümüş ve buz… Bir zamanların en gözde lüks tüketim maddeleriymiş. İnsanlar bunlara sahip olmak için tüm servetini ortaya döküyormuş. Bugün lüksün demokratikleştiği bir çağdayız. Ve insanlık böylesi bir değişimle daha önce karşılaşmamıştı.

Lüksün tarihsel serüvenini araştırdık.

 

Ekonomi biliminin kurucusu olarak bilinen Ahlak felsefesi profesörü Adam Smith, insanlar için “iktisadi adam” der. Yani kendi çıkarı peşinde koşan ve tüketici olarak en kaliteliyi en uzuca arayan insan. Smith’ten sonra iktisatçılar bu teori için insanı tek başında bir adada yaşıyormuş gibi varsayıyor dediler ve eleştirdiler. Çünkü insanın tüketimini belirleyen başka parametreler var. Mesela duyguları ve içinde yaşadığı toplum... Yoksa ihtiyaç duymadığı şeyleri tüketmesini nasıl açıklayacağız? Basitleştirerek tanımlarsak insanlığın tüketme tarihi olan ekonomi bilimi de bu sorunun cevabını aramış. Smith’ten yaklaşık 200 yıl sonra doğan Veblen cevabı bulmuş: Gösterişe yönelik tüketim. Yani lüks tüketim. Hele de bugünün insanı için tüketiminin neredeyse yarısından fazlası lüks tüketime giriyor. Aylık kazancınızın ne kadarını gerçekten ihtiyaç duyduklarınıza harcıyorsunuz? Ya da ihtiyaç duyduğunuzu düşündüğünüz şeyler gerçekten ihtiyacınız mı?

 

İnsanın ihtiyaç duymadığı şeyleri tüketme eğilimi insanlık tarihi kadar eski. Yani içinde bulunduğumuz bolluk çağına has bir durum değil. Üstelik bu lüks tüketim müptelalığı insanlara öylesine trajikomik şeyler yaptırmış ki bugünü anlamada çok önemli doneler veriyor. Bugünün geçmişten temel farkı lüksün demokratikleşmesi ve lüks kavramının değişmesi. Eskiden ulaşılamayan ve az olan lükstü. Bugünse herkesin ulaşabileceği sıradan ürünler oldu. Çünkü endüstri her şeyden bol miktarda piyasaya sunuyor. İstanbul Üniversitesi İktisadi Politikalar Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Murat Çetin, insanlık tarihinde böylesi bir dönem yaşanmadığına vurgu yapıyor. Zengin olmanın, devlet yönetmenin artık bir ayrıcalığı yok. Çetin diyor ki: “Uzaya ilk giden turist olma, bir de Osman Hamdi Bey koleksiyonu yapma ayrıcalığı kaldı ellerinde. Bir de herkesin ulaşamadığı markalar...” Endüstri her şeye herkesin ulaşmasını sağlayınca, gücü ve parayı elinde tutanlar için diğerlerinin ulaşamayacağı şeyler üretmeye başladı. Bu şeylerin tek farkı markası. Yani herkes çikolata yer ama filanca marka çikolatayı sadece çok parası olanlar yer. Lüks kavramı böyle bir dönüşüm yaşadı.

 

Zenginlerin tek lüksü özel müzeler oldu

Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü hocası Yrd. Doç.Dr. Yavuz Selim Karakışla bugün birkaç çeşit lüks olduğunu söylüyor. Biri ihtiyaç olmayan şeylerin moda sayesinde satılması. Diğeri ise ‘gerçek lüks’ dediği burjuva lüksü. Karakışla, “Burjuva olmak para kazanma sanatı değildir. Parayı herkes kazanıyor. Parayı harcama sanatıdır. Türkiye’nin en zengin insanları bizim bildiğimiz markaları giymiyor. Üzerlerine özel olarak diktiriyorlar. Bugün terzi esnafı lüks oldu. Burjuvalar parasının bir kısmını sanata, antikaya, kültürel faaliyetlere harcıyor, diğer insanlar için bunlar hşlş lükstür. Özel müzeleriyle bunları diğer insanlar içinde görünür kılıyorlar.” diyor.

 

Bir lüks tüketim ürünü olarak koku  

Amerikan Başkanı, Türkiye Cumhurbaşkanı’na şöyle mis kokulu bir parfüm hediye etse ne düşünürdünüz? Eskiden insanlar için koku yani parfüm büyük bir lükstü. O sebeple de krallar krallara koku armağan ederdi. Hatta antik çağda Asur kralına yeni kral olan II. Hattuşili sitem dolu bir mektup yazar. Mealen “Bana kral olduğumda hediye göndermedin.” diyen çiçeği burnunda kralın beklediği hediyeler şunlardır: Krallara layık kıyafetler ve mesh edilmesi için iyi cins yağlar. Babil kralı da Mısır kralına mektup gönderir ve der ki: “Bana selamlama hediyesi olarak 6 yıl içinde yalnızca 14 kilo gümüşe benzeyen altın yolladın.” Tarih kitapları kralların, sultanların ve aristokrasinin hediyeleşmesindeki temel maksadın ender mallara yani lüks ürünlere erişmek olduğunu yazar. Bunu herkes biliyordu ama hediye oldukları kurmacası binlerce yıl özenle sürdürüldü. Kokunun dışında fil ve hipopotam dişleri, cam, çömlek, abanoz kütükleri ve mühür de zenginlerin lüks hediyeleri arasındaydı.

 

Buzun lüks olduğunu biliyor muydunuz?

Ülkemiz için çok değil 50-60 yıl öncesine kadar yazın buz bulmak büyük bir lükstü. Dünya için de buzdolabı icat edilene kadar. Osmanlı sarayına buz Uludağ’dan alınıp, sandallarla getirilirmiş. Onca yolu ne güçlükle geldiği düşünülünce önemli misafirlere ikram edilen karlı şerbetin değeri anlaşılabilir. Dönem filmlerinde sık sık izlediğimiz, kahramana “İçeceğiniz için buz ister misiniz?” şeklinde sorulan sorunun altında yatan mesajı anlamışsınızdır herhalde.

 

Tunç bulamayınca çeliği icat ettiler

Çeliğin icat edilmesinin ilginç bir hikayesi var. Antik çağın en önemli ürünü tunçtur. Ve çok pahalıdır. Hammaddesi olan bakır ve kalayın neredeyse tamamı piyasadan saraylar için toplanıyordur. Bu yüzden insanlar her yerde bulunan başka bir madene, demire yöneldi.

Akdeniz’de imalatı sırasında demirle fırının kömüründen alaşım yapma teknolojisi keşfedildi ve tunçtan çok daha sert olan çelik elde edildi. Böylece tuncun üretildiği Mısır ve Mezopotamya medeniyetleri Akdeniz karşısında geriledi. Saraylı tuncun yerini lüks çelik aldı.

 

Karabibersiz et yenilemezdi

Baharat yolu da lüks ticareti için vardı. Karabiber mesela. Hayati öneme sahip bir üründü. Yemeklere kattığı lezzetten çok etin uzun süre dayanması için baharatlanması, sucuk-salam yapılması gerekiyordu. Aksi takdirde kesilince hemen tüketilmeliydi. O yüzden karabiber, buzdolabının icadına kadar hayati öneme sahip, lüks bir üründü.

 

Bir zamanlar gümüş altından değerliydi

Amerika’nın keşfi sadece insanlık tarihini değiştirmedi, altının da makus talihini değiştirdi. Çünkü gümüş bu zamana kadar altından daha değerliydi. Mesela Karun kadar zengin Osmanlı parasını gümüşten yapıyordu. Keşfin ardından Amerika’dan külçe külçe gümüş gelince, değeri düştü. Altın-gümüş dengesi altının lehinde değişti.

 

Antik çağın pırlantası

Antik çağın en lüks malzemelerinden biri lacivert bir taş olan lapis lazuli. Çok zor bulunurmuş. Kadınlar için kolyelerinde bir tane bile bu taştan bulundurmak çok önemliymiş. Bugünün pırlantası gibi bir etkisi varmış.

 

Lüks ürün olarak ağaç

Antik hikşyelerde kahramanlar sedir ağacı almak için zorlu yolculuklar yaparlar. Ağaç, ender metaller ve taşlar kadar önemliydi. Ağaç satımında peşin para çalışılırdı. Kralların büyük miktarlarda ağaç satın alabilmeleri güçlerinin göstergesiydi.

 

Saçının modeli bozulmasın diye…

Mısırlıların yatakları ya ahşaptan ya da taş ve kilden yapılıyordu. Yatağın etrafında çiçek açan bitkiler bulunuyordu. Başucunda bir ense desteği, yani ahşap bir çatal vardı. Ense buraya yaslanıyordu, böylece baş, havada kalmış oluyordu. Mısırlılar, bir sanat eseri olan saç biçimini korumak için geceyi bu pozisyonda geçiriyordu. Yani kuaföre gitmek, sık sık saçın modelini değiştirmek mümkün değildi.

 

Ben konuşurken arkamda durun

Antik Mısır’ın ve eski Rusya’nın çok garip lüks anlayışı vardı. Etraflarında çok sayıda hizmetkar/insan bulunmasından hoşlanıyorlardı. Öylece dikilen bir yığın insanın orada durmaktan başka görevleri yoktu. Hakkını yemeyelim, Mısır’da bunlara arada bir önemli görevler de veriliyordu; bazıları çiçek saçıcı, bazıları parfüm sıkıcı, bazıları su serpiştirici, bazıları da halı yuvarlayıcı oluyordu…

 

Lüks tabletlerin hammaddesi...  

En iyi kalitedeki kil, krallara ve zenginlere layık bir üründü. Lambalar, ocaklar, fıçılar, sandıklar, mühürler, oyuncaklar, biblolar, mobilyalar yapılırdı. En önemli kil kullanım alanı ise tabletlerdi. Satış sözleşmeleri, vasiyetler, devir belgeleri, önemli anlaşmalar… 

 

Zenginin arkadaşı, tazı

Mısırlı zenginlerin moda köpeği tazıydı. Ama gelip geçici bir moda değildi. Yüzlerce yıl bu tutku devam etti. Tazı sahibi olmak büyük bir lükstü.  

Zaman, Haber: Gülizar Baki, Kaynaklar: Antik Yakındoğu’nun Tarihi (İÖ 3000-323)/ Marc Van De Mieroop –Dost, Mısır ve Antik Yakındoğu’nun Kültür Tarihi /Egon Friedell /Dost, Yavuz Selim Karakışla, Yrd. Doç. Murat Çetin, 09.03.2013

800 YILLIK SIR!

 

 

Bilim adamları, yaklaşık 800 yıl önce otopsi yapılmış bir insanın kalıntılarını buldu.

"Archives of Medical Science" dergisinde yayımlanan çalışmaya göre, yetişkin bir erkeğe ait kafatasının üst kısmı şaşırtıcı derecede ileri tıbbi teknikler kullanılarak açılmış ve beyni incelenmek üzere çıkarılmış.

Fransa'daki R. Poincare Üniversite Hastanesi'nden Dr. Philippe Charlier tarafından yapılan radyokarbon tarihleme testi, kalıntının M.S. 1200-1280 yıllarına ait olduğunu gösterdi.

Charlier, otopsiyi yapanların renk vererek dolaşım sistemini incelemek için atardamarları balmumu, kırmızı cıva ve kireçten oluşan bir karışımla doldurduğuna işaret etti.

Keşif, Karanlık Çağ olarak da bilinen Ortaçağ'da tıp biliminin sanılandan çok daha ileri olduğunu ortaya çıkardı.

Cesedin, mumyalanması için kullanılan maddeler sayesinde çok iyi korunduğunu belirten Charlier, kızıl sakalı olan erkeğin bir tür kemik iltihabı olan osteoartritten muzdarip olduğunu söyledi.

Sadece omuzdan yukarısı bulunan cesedin, bedeni gömülmek üzere yakınları tarafından alınmayan bir akıl hastası, mahkum ya da yoksula ait olduğu sanılıyor.

Avrupa'da bulunan en eski kadavra olarak nitelenen kalıntı, Paris'teki Tıp Tarihi Müzesi'nde sergilenecek.

Habertürk, 08.03.2013

KAÇAK KAZI MAĞDURU TÜMÜLÜS, SİT ALANI OLARAK TESCİL EDİLDİ

 

 

Manisa'nın Saruhanlı İlçesi'ne bağlı Gökçeköy beldesi Asartepe mevkiinde, içinde tarihi bir oda mezar ile lahit mezarın bulunduğu Tümülüs, birinci derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi.

 

İzmir 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre, Saruhanlı'nın Gökçeköy beldesinde Asartepe mevkiindeki yapı kalıntısı, birinci derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi. Bu alanda bundan böyle bilimsel kazı çalışmaları dışında herhangi bir uygulama ve ağaçlandırma yapılamayacağını belirten Kurul, bölgeden taş, toprak, kum ve benzeri malzeme alınamayacağını, kireç, taş, tuğla, mermer, kum ve maden ocakları açılamayacağını, toprak, curuf, çöp, sanayi atığı ve benzeri malzeme dökülemeyeceğini duyurdu.

 

Gökçeköy Belediye Başkanı Nasuh Tosun, konuyla ilgili gazetecilere yaptığı açıklamada, sit alanı ilan edilen bölgede define aramak amacıyla geçmişte birçok kez kaçak kazı yapıldığını ifade etti.

Tümülüsün içinde oda mezar ile lahit mezar bulunduğunu, bu bakımdan bu alanın define avcılarının dikkatini çektiğini dile getiren Başkan Tosun, şunları kaydetti: "28 yıl önce beldemizde yaşayan bir vatandaşımız burada traktörü ile tarla sürerken pulluğa takılan kaya parçasının bulunduğu yeri kazmış, yeraltından oda mezar çıkmış. Mezarın içinde insan kemikleri ve bazı değerli eşyaların bulunduğu da ifade ediliyor. Oda mezar o tarihten beri öylece duruyor. Bu bölgenin alt tarafında ise lahit mezar var. Bölgede zaman zaman kaçak kazılar yapılıyor. Umarım artık bu gibi durumlar olmaz."

 

Bu arada geçtiğimiz aylarda, Saruhanlı'nın Büyükbelen beldesi ile Gölmarmara'nın Hacıveliler Köyü sınırları içinde kalan Kaymakçı mevkisindeki bölge ile Saruhanlı'ya bağlı Lütfiye Köyü yakınlarında bulunan Kaletepe mevkisi üçüncü derece arkeolojik sit olarak tescil edilmişti.

haberler.com, 07.03.2013

HASANPAŞA GAZHANESİ'NİN BİLİNEMEYEN GELECEĞİ

Terk edilmişliğinin 20. yılında Hasanpaşa Gazhanesi, toplumsal hayata kazandırılabilecek mi?

 

Kapatıldığı 1993 yılından bu yana, yani tam 20 yıldır terk edilmiş halde duran tarihi Hasanpaşa Gazhanesi, gerçekten de makus talihini yenecek ve kültür merkezi olabilecek mi?

 

‘Kültür merkezi’ olacağı pek çok kez ifade edilen ama her seferinde yine çürümeye bırakılan Gazhane için son açıklama, İBB'den geldi. İBB Başkanı Topbaş, Gazhane'nin kültür merkezi olacağı müjdesini verdi!

 

Gazhane duvarına İBB tarafından asılan afişte, Gazhane'nin sayfadaki temsili resimde olduğu gibi düzenleneceği belirtiliyor. Ancak, İBB ‘2013 yılı içerisinde uygulama çalışmalarına başlanacağı düşünülmektedir’ diyerek, kafaları karıştırmayı, muğlak ifadeler kullanmayı sürdürüyor. Şimdi Kadıköylüler Gazhane'nin akıbetini merakla bekliyor.

 

Gazete Kadıköy’ün dikkatli okurları, Tarihi Hasanpaşa Gazhanesi'nin durumunu onlarca kez sayfalarımıza taşıdığımızı anımsayacaklardır. Zira bu güzel ve önemli endüstri mirası, kapatıldığı 1993 yılından beri pek çok kez “kültür merkezi” olacak söylemleriyle gündeme geldi. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti çalışmalarının en iddialı ve kalıcı projelerinden biri olarak yenilenecek, bir kültür merkezi olacaktı. Yapıl(a)madı... Daha sonra “İhale yapılacak, yapıldı ama iptal edildi, peki ya şimdi ne olacak” sorularıyla geçen ayların ardından, geçtiğimiz günlerde Hasanpaşa mahalle sakinleri gazetemizi arayarak “Gazhane duvarlarının yıkıldığını” söylediler. Hemen gittik olay yerine, çektiğimiz fotoğrafları sayfada görüyorsunuz. Bir de tabela konulmuştu. Tabelada “Tarihi Gazhane Binasının Çevre Duvarı Rekonstrüksiyon İnşaatı” yazıyordu. Ancak detaylı bilgi alabileceğimiz kimseler yoktu görünürde. Biz de makul olanı yapıp, mülkiyeti İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde olduğu için, bilgi almak için İBB Basın Büro'ya başvurduk. Ancak bir netice alamadık....

 

İBB’YE GAZHANE SORULARI...

Bunun üzerine Bilgi Edinme Yasası kapsamında İBB Beyaz Masa'ya başvurduk ve Kadıköylüler adına şu soruları sorduk; “Kadıköy-Hasanpaşa’da bulunan Gazhane'nin son durumuyla ilgili bilgi rica ediyoruz. Hasanpaşa Gazhanesi Restorasyon Projesi'nin ihalesi 15 Mart 2012 Perşembe günü yapılmıştı. Çalışmalara Haziran'dan önce başlanacağı söylenmişti. Acaba çalışmalar ne durumda, başlandı mı? Ya da ne zaman başlanacak? Ne vakit bitirilmesi öngörülüyor? Proje nasıl olacak? Ayrıca bugünlerde Gazhane’de çevre duvarı rekonstrüksiyon çalışması yapılıyor. Bu çalışmanın amacı, neler yapıldığı, ne zaman bitirileceği konusunda bilgi edinmek istiyoruz. Özetle ve son olarak İBB, 2013 yılında Gazhane için ne yapacak?”'

 

ÇALIŞMALAR BU YIL BAŞLAYABİLİR!

1798737 numaralı başvurumuza İBB Beyaz Masa’dan gelen yanıt şu şekilde:

 

“Başvuru iletinizde yer alan konu değerlendirilmesi ve gereği için İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü’ne iletilmiş olup, alınan bilgi aşağıdaki gibidir. İlgi başvuruda Kadıköy, Hasanpaşa Gazhanesi'nin ihalesine ve yapılacak çalışmalara ilişkin son durum bilgisi istenmektedir. Hasanpaşa Gazhane Tesislerine ilişkin “Kadıköy İlçesi, Gazhane Tesislerinin Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon, Yeni Kullanım (Kültür Merkezi) ve Çevre Düzenleme Projesi” İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 22.06.2001 tarih 6091 sayılı kararı ile onaylanmıştır. Onaylanan yeni kullanım avan projelerinin mimari ve mühendislik uygulama projelerinin hazırlanmasına yönelik olarak “Kadıköy, Hasanpaşa Gazhanesi Mimari İnşaat, Makine, Elektrik Mühendisliği Uygulama Projeleri” işi, 16.03.2012 tarihli İhale Komisyonu Kararı ile AKANT Tasarım Restorasyon Uygulama Ve Tic. Ltd. Şti ihale edilmiş olup, 13.04.2012 tarihinde sözleşmesi imzalanmış ve 17.03.2012 tarihi itibariyle projelerin teminine yönelik çalışmalara başlanmıştır. Çalışma kapsamında çevredeki işgallerin Gazhane içerisindeki müdahalelerinin ortadan kaldırılabilmesi için, çevre duvarı inşasına öncelik verilmiştir. 2013 yılı içerisinde uygulama projelerinin temini çalışmalarının sonuçlanacağı ve uygulama çalışmalarına başlanacağı düşünülmektedir.”

 

Bu yanıttan anlaşıldığı kadarıyla Tarihi Hasanpaşa Gazhanesi, 2013 yılı sonrasında-uçu açık bir tarih-kültür merkezi olacak gibi görünüyor. Ancak bu sürecin yıllardır sürüncemede kalması, konuyla ilgili olarak hiçbir zaman net bir açıklama yapılmaması, bu girişim için de soru işaretleri doğurmuyor değil... İBB Başkanı Kadir Topbaş'ın, Mayıs 2011 tarihinde Fikirtepe'de yaptığı bir konuşmada, Hasanpaşa Gazhane Projesi için “Sizlere yalan yanlış şeyler söylendiği kulaklarıma geliyor. Oraya bir kültür merkezi ve bir camii yapacağız. Diğer kısmını tamamen sizlerin kullanımına sunacağız. Sizler ne istiyorsanız, bizler onu yapacağız. Birilerinin dedikleri değil, sizlerin dediği olacak” sözleri, bu kafa karışıklığını perçinliyor.

 

YAKLAŞIK 30 BİN METREKARELİK GAZHANE’YE ENERJİ MÜZESİ

Gazhane duvarına, çok kısa bir süre önce asılan afişte ise projeyle şu bilgiler yer alıyor:

“Hasanpaşa Gazhanesi Projesi kapsamında 12.714 m2 tescilli yapı, 4427 m2 yeni yapı alanı, 22514 m2 peyzaj alanı bulunmaktadır. Yeni kullanım projesi doğrultusunda kültür merkezi olarak işlevlendirilmektedir. Proje 377 kişi kapasiteli konferans salonu, 100-150 kişilik 3 adet sinema salonu, 40 kişilik bir adet sinemax, sergi salonları, atölyeler, enerji müzesi, enerji enstitüsü, lokanta, kafeterya, çocuk oyun evi, otopark ve idari birimlerden oluşmaktadır.”

 

121 YAŞINDAKİ ENDÜSTRİ ÇINARI....

Tecsillenmiş bir endüstri mirası olan Hasanpaşa Gazhanesi, sadece Kadıköy’ün değil İstanbul'un önemli endüstri yapılarından biri... Anadolu yakasının en eski sanayi tesislerinden biri olarak, Osmanlı endüstriyel mirasının erken örneklerindendir... 1800’lü yıllarda Anadolu yakasında ortaya çıkan gaz talebini karşılamak üzere Hasanpaşa’da yeni bir gazhane daha yapılması kararlaştırıldı.

Gazhanenin işletme imtiyazı, 1 Ağustos 1891’de 50 yıl için Parisli bir sanayici olan mühendis Charles George’a verildi. 1892'de hizmete giren Hasanpaşa Gazhanesi'nin işletme sözleşmesi 1924’te 50 yıl için yenilendi. Kadıköy-Üsküdar ve Anadolu Yakası Havagazı Şirketi, 1926’da Yedikule Gazhanesi’ni de satın aldı. Bu şirket daha sonra işletme imtiyazlarını ve tesislerini 21 Nisan 1931’de İstanbul Elektrik Şirketi'ne sattı. Ancak İstanbul Elektrik Şirketi'nin millileştirilmesinin ardından havagazı şirketi ayrılarak 31 aralık 1937-01 Ekim 1944 arasında faaliyetlerine müstakil olarak devam etti. Ancak zarar eden bu şirket, devlet tarafından satın alındı ve 1 Temmuz 1945'te İstanbul Belediyesi Elektrik Tramvay Tünel İdaresi'ne (İETT) bağlandı. Gazhane’ye zaman içinde yeni fırınlar eklendi. Böylelikle o yıllar için Anadolu yakası gaz ihtiyacının üzerinde bir üretim rakamına ulaşıldı ve önemli bir kömür tasarrufu sağlandı. Ancak daha sonraları talep azalması nedeniyle gazhane 13 Haziran 1993’de faaliyetine son verdi. Türkiye’nin en önemli endüstriyel kültür miraslarından biri olan Hasanpaşa Gazhanesi, üretimin durmasıyla İstanbul’da türünün son örneği olarak kaderine terk edildi. Gazometreleri sökülüp satıldı, hurda deposu ve çöplük haline getirildi. Farklı dönemlerde kömür deposu, otobüs garajı, İETT deposu olarak kullanıldı.1994 yılında kalan parçaları da sökülmek üzereyken, SİT alanı ilan edilerek koruma altına alındı.

 

Gazhaneler; şehrin içindeki tozla kaplanmış yüzük taşları...

Özel ilgi alanı endsütri yapıları olan mimar Cem Sorguç, zamanında İstanbul'da Hasanpaşa, Poligon, Yedikule, Dolmabahçe ve Kuzguncuk olmak üzere 5 gazhane olduğunu anımsatarak, şunları söylüyor: “Bugün hepsi hepsi metruk bir halde, şehrin göbeğinde duran 5 yapı....

Gazhaneler sadece eski yapı değil, 19 yüzyılın teknolojisiyle kurulmuş olmaları mühim. Zamanın teknolojisinin bu topraklardaki halinin uzantısını yansıtan nadir yapılardan... 1993 yılına dek havagazı kullanılmış olmasının da belleği. Tarihsel ve toplumsal bellek.... Üzerinde en fazla çalışılan gazhane ise-hem akademik hem proje bazında- Hasanpaşa’daki. 2010’da kültür merkezi olacaktı ama olmadı. Olmasını isterdim. Yıkılmadan ıslah edilmesi ve tekrar hayatın içine girmesi taraftarıyım. Kültür merkezi olabilir, kütüphane ya da konser alanı... Yeter ki insanların kullanımına açık, girilebilir bir alan olsun. Mesela şu an İETT’nin orayı kullanması doğru değil ama hiç olmazsa insanlar oraya gidip geliyorlar, böyle bir yapıyı görüyorlar! Romanların orada yaşaması fikri de fena gelmiyor, en azından çocuklar kullanıyor orayı... Çocukların illegal oyun alanı olması bile iyidir! Yedikule Gazhanesi böyle bile değil... Toplumsal bellekte bir yer tutacak. O çocuklar ileride, ‘Gazhane’de oyun oynardık’diye anlatacaklar. Geçmişin izleri kaybolmadan korunmalı. Belleklerimizden kolayca silinebiliyor bazı şeyler, o zamanlardan elimizde somut birşeyin kalması önemli elimizde.”







Gazete Kadıköy, Haber: Gökçe Uygun, Fotoğraflar: Mustafa Sürmeli - Baran Çevik, 07.03.2013

OVAÖREN'DE HİTİT KENTİNİN ANA GİRİŞ KAPISINA ULAŞILDI

 

 

 

Nevehir'in Gülşehir İlçesi'ne bağlı Ovaören Beldesi'nde Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Yücel Şenyurt başkanlığında 6 yıldan bu yana devam eden kazı çalışmalarında, Hitit dönemi önemli bir yerleşim merkezinin ana giriş kapısı ile çeşitli yerleşim alanlarına ulaşıldığı bildirildi.

Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.Yücel Şenyurt Nevşehir Üniversitesi'nde (NEÜ) 'Ovaören Arkeolojik Kazıları Işığında Nevşehir'in Bizans Öncesi Eskiçağ Tarihi' konulu konferans verdi. Nevşehir Üniversitesi Tarih ve Kültür Topluluğu tarafından NEÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Konferans Salonunda düzenlenen konferansta Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Yücel Şenyurt, Nevşehir'in bugünkü Anadolu coğrafyasındaki konumunun gözden geçirildiğinde, Anadolu'nun tam ortasında yer almasının yanı sıra kıtalar arasında köprü vazifesi görmesi nedeniyle öneminin bir kez daha ortaya çıktığını söyledi. Prof.DR. Şenyurt, şöyle dedi:





"Nevşehir'in ve yakın çevresinin Anadolu tarihine tuttuğu ışığı tam anlamıyla değerlendiremiyorduk. Yakınımızda bulunan Kayseri Kültepe kazıları ve Aksaray'da Acemhöyük kazılarıyla bölgenin Bizans öncesi tarihini biraz daha öğrenme şansına sahip olduk. Nevşehir'i, kendi il sınırları içersinde yapılan kazılar açısından değerlendirecek olursak; Hacıbektaş'taki Suluca Karahöyük kazıları, Avanos'taki Camihöyük kazıları ve Sarılar Kasabasındaki Zank Höyük kazıları dışında çok bilimsel anlamda kazılar yapılmamıştı. 1996'da Ovaören'de yaptığımız yüzey araştırması sonunda 2007 yılında burada kazı çalışmalarına başladık. Gerçekleştirdiğimiz ön çalışmalarda ilk olarak surlara rastladık ve surların hangi döneme ait olduğunu araştırırken, kazı alanında günümüzden en az 3500 yıl önce Hitit dönemine ait olduğunu tespit ettiğimiz ve surlara saplanmış ok ucunu bulduk. Bu da bize buranın tarihi hakkında bilgi vermiş oldu."





2007 yılında başladıkları kazı çalışmalarıyla birlikte şu ana kadar yüzeyden 4 metre derinliğe kadar indiklerini ve Hitit dönemi tabakalarına ulaştıklarını söyleyen Prof.Dr. Yücel Şenyurt, yapılan kazılarda kentin giriş kapısı başta olmak üzere sur duvarları, yerleşim alanları ile yerleşim yerinin tarihine ışık tutacak o dönemlerde kullanılmış çanaklar, mezarlar ve bazı araç gereç kalıntılara ulaştıklarını dile getirdi. Prof.Dr. Şenyurt, şöyle konuştu:

"En önemlisi ise kazılarımızda o dönemlerde kullanılmış mühür bulduk. Bu da bize o dönemlerde yazılı belgelerin olduğunu göstermekte. Ve biz bu yazılı belgeleri bularak Ovaören'in Anadolu ve Nevşehir'in tarihçisine ışık tutmuş olacağız. Ovaören kazılarını tamamlanmamızla birlikte bölgede yeni bir turizm alanını da ortaya çıkarmış olacağız."

Bugün, Haber: Ahmet Korkmazer, 06.03.2013

OSMANLI'NIN İLK BELEDİYE BİNASININ BAŞINA GELENLER

 

Beyoğlu Belediye binası olarak kullanılan Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk belediye binasının restorasyonunda ek bina yapılmasına tepki gösteren mimar Yılmaztürk, "Hem cephesi kapanacak, hem de zarar görecek" diyor.

 

 

Günümüzde Beyoğlu Belediye binası olarak kullanılan Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk belediye binası nam-ı diğer "Altıncı Daire" restorasyona alındı.

 

Restorasyon kapsamında binanın yanına "çağdaş bir ek" bina için de temel atıldı.

 

Mimarlar Odası İstanbul Şube Sekreteri Sami Yılmaztürk, mimarlık tarihine geçmiş ve özenle korunması gereken bir binanın yanına ek bina yapılarak hem tarihi binanın cephesinin kapanacağı hem de zeminde sarsıntılar nedeniyle çatlamalara neden olabileceği konusunda uyarıyor.

 

Bir neoklasik klasiği

 


Altıncı Daire'nin ilk hali

 

Osmanlı İmparatorluğu’nun bu ilk belediye binasını, 1879-1883 yılları arasında İtalyan mimar Giovanni Battista Barborini inşa etti.Tanzimat döneminde, Batı’dan esinlenilerek çağdaş kent anlayışı doğrultusunda inşa edilen bina Neoklasik anlayışta düzenlenmiş cephe kurgusu ile dikkat çekiyor.

 

Yıllarca tahrip edilmiş

 


Restorasyondan önceki son hali

 

Binanın zaten zaman içinde dokusuna çok ciddi müdahaleler yapılmış; ahşap olan döşemeleri betonarmeye çevrilip ara kat ilaveleri yapılmış. 80'li yıllarda da çatı katı cephesi geriye çekilerek duvar ve tavanlarda bulunması olası iç mekşn süslemeleri tamamen yok olmuş.

 

Beyoğlu Belediyesi, günümüzde binanın özgün karakterini kaybettiği ve çağdaş gereksinimlere cevap vermediği için İstanbul I Numaralı Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararıyla koruma çalışmaları başlattığını açıkladı.

 

Belediye, yapının niteliksiz eklerden ayıklanmasının hedeflendiğini, düşey ulaşım amaçlı çift asansör kullanımının öngörüldüğünü ayrıca çelik ve cam kullanılarak çok amaçlı, çağdaş bir ek oluşturulması hedeflendiğini belirtti.

 

"Ek bina çatlaklar oluşturur"

 


Ek bina için temel atılan kısım

 

Ancak Sami YılmazTürk, zaten zarar görmüş binanın "restorasyon" adı altındaki kötü müdahalelerle geri dönüşü olmayan bir hale getirilmesinden endişe ettiğini söyledi.

 

"Yığma tekniği ile inşa edilmiş bir binanın yanına, temel kazarak ek bir bina yapılması ile hem tarihi binanın bir cephesi kapanacak; hem de zeminde oluşacak sarsıntılar tarihi binada çatlaklara neden olacak. Demirören binası yapılırken Ali Ağa Camii'de çatlakların oluştuğunu hatırlayalım. Şimdi onu restore etmek zorunda kaldılar. Bunda da aynı şey olacak; çatlaklar olacak sonra o çatlaklar için yeniden bir müdahale yapılacak.

 

"Asansör binaya yük getirir"

"Ayrıca 130 yıl önce inşa edilen bir binayı çağdaş yaşama uyarlama her zaman mümkün değil. Mesela çift asansör konulması binaya ek bir yük getirecek; bu da binada tahribata yol açacak. Yani zaten önceden tahrip edilmiş binada 'koruma' adı altında geri dönüşü olmayan bir tahribat yaratılacak. Beyoğlu Belediyesi başka bir yere taşınabilir, bu bina müze işlevi de görebilir; çünkü tek ve çok değerli bir binadır."

Bianet Haber, Haber: Nikay Vardar, 05.03.2013

ÇÖP EVDEN TARİHİ ESERLER ÇIKTI

 

 

Balıkesir'in Edremit İlçesi'ne bağlı Kadıköy beldesinde bir apartman dairesinden 1 kamyon dolusu çöp çıkarılırken, evde Bizans dönemine ait olduğu sanılan tarihi eserler bulundu.

 

Edinilen bilgiye göre bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, Fatih Mahallesi'nde arama yapmak için gittikleri Fatih T.'nin (55) kaldığı apartman dairesinde çok miktarda çöp olduğunu görünce Kadıköy Belediyesi'nden yardım istedi. Eve gelen belediye görevlileri çöpleri çuvallara doldurdu.

Çöpleri taşımak için de evin önüne kamyon getirildi. Fatih T. eşliğinde arama yapan jandarma, iddiaya göre evde Bizans dönemine ait olduğu söylenen bir heykel ile aynı dönemlere ait olduğu sanılan sikkeler, tarihi bir yüzük ve tarihi bir tabanca buldu. Ayrıca evde az miktarda uyuşturu maddeye de rastlandığı iddia edildi.

 

Çöpleri uzun gayretler neticesinde kamyona yükleyen belediye görevlilerinin maske takarak çalışması dikkati çekti. Yalnız yaşayan Fatih T. ise basın mensuplarının görüntü almasına engel olmaya çalıştı.

 

Tarihi eserlerle ilgili soruşturma sürüyor. 

Balıkesir Kent Haber, 28.02.2013

O CAMİYE YİNE YOL GÖRÜNDÜ

 

 

Çorum'un İskilip İlçesi'nden, 2004 yılında Balıkesir'in Edremit İlçesi'ne getirilen 85 yıllık ahşap cami, yapılan görüşmelerin ardından İskilip'e tekrar götürülmesi için söküldü.

 

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Edremit'in Kadıköy beldesinde antikacılık yapan İshak Olcay tarafından satın alındıktan sonra sökülerek kamyonla getirildiği Edremit'te aslına uygun olarak yeniden yapılan ve aradan geçen yaklaşık 9 yılda İzmir-Çanakkale kara yolunu kullananların ilgisini çeken ahşap cami, tekrar İskilip'e götürülmesi için söküldü. İskilip Belediyesi ile gerçekleştirilen görüşmelerin ardından ikinci kez yaklaşık 850 kilometre yol gidecek cami, ilçede müze ve ibadethane olarak hizmet verecek.

 

İskilip Belediyesi adına Edremit'e gelen imar ve restorasyondan sorumlu Murat Kopkop, 2004 yılında Edremit'e taşınan camiyi tekrar İskilip'e geri kazandırmak için belediye başkanının talimatıyla geldiklerini ve söküm işlemlerine başladıklarını ifade etti.

 

Kopkop, caminin ilçeye götürülmesinin, bölge halkını sevindireceğini kaydetti.

 

Edremit'in Kadıköy beldesinde antikacılık yapan İshak Olcay, bir gezi kapsamında İskilip'in Kızılcabayır Köyü'ndeki 1928 yapımı ahşap caminin söküleceğini öğrenmişti. Yenisinin yapılması nedeniyle sökülmesi ve parçalarının yakacak olarak değerlendirilmesi planlanan yaklaşık 25 tonluk camiyi, Çorum Valiliği, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve il müdürlükleriyle yazışmalarının ardından satın alan Olcay, parçalarına ayırdığı 85 yıllık caminin malzemelerini, 2004 yılının nisan ayında kiraladığı bir kamyonla getirdiği Edremit'te aslına uygun yeniden yapmıştı. 

Balıkesir Kent Haber, 25.02.2013

TARİHİ KAPLICA SATILIYOR

 

 

Bursa’da 456 yıl önce Sadrazam Rüstem Paşa tarafından Kanuni Sultan Süleyman’ın tedavisi için yaptırılan ve son yıllarda termal otel ve hamam olarak kullanılan Yeni Kaplıca, Bursa 5’inci İcra Müdürlüğü tarafından, ortaklarından birinin banka borcu nedeniyle satışa çıkarıldı.

 

Yeni Kaplıca’nın 36 hissedarından biri olan Tomris Ete’ye ait 10 hissenin satış ihalesi, 11 Nisan tarihinde gerçekleşecek.

 

Klasik dönem Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan ve 1555 yılında Sadramazan Rüstem Paşa tarafından Kanuni Sultan Süleyman için inşa ettirilen Yeni Kaplıca, merkez Osmangazi İlçesi’ne bağlı Kükürtlü Mahallesi’nde bulunuyor.

 

Yeni kaplıca, tavanı 12 metre çapında iki büyük kubbeyle örtülü olan ve hamamın içindeki halvetlere su, soğumadan ulaştığı için sıcaklığı 84 dereceyi bulan termal sularıyla kentin önemli kaplıca merkezleri arasında yer alıyor. Üçü büyük olmak üzere, toplam on kubbeyle örtülü kırk kurnanın bulunduğu geniş havuzu, tarihi çinileriyle önemli bir tarihi zenginlik olan ve 36 hissedarı bulunan Yeni Kaplıca, tarihi kayıtlara göre Kanuni Sultan Süleyman’ın tedavi olduğu yer olarak biliniyor.

 

Sadrazam Rüstem Paşa tarafından yaptırılan Yeni Kaplıca’nın hissedarlarından birinin bankaya olan borçları nedeni ile tarihi yapı, icradan satışa konuldu. Bursa 5’inci İcra Müdürlüğü’nün ilk ihalesini 11 Nisan’da yapacağı satış Bursa Adalet Sarayı’nda yapılacak. Yeni Kaplıca’nn 36 ortağından Tomris Ete’nin banka bonçları nedeniyle sahip olduğu 10 hisseye ilk satışta 351 bin 705 TL bedel belirlendi.

 

İlk ihalede alıcı çıkmaması durumunda bu hisselerin, belirlenen bedelin yüzde 40’ına fiyata satılacağı belirtildi.

Bursa Kent Haber, 22.02.2013




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi