31 Mart - 6 Nisan 2013
|
PROF.DR. OKTAY ASLANAPA'YI KAYBETTİK

Türkiye'de sanat tarihinin kurucuları arasında
yer alan Prof.Dr. Oktay Aslanapa'yı kaybettik.
01.04.2013 tarihinde bir süredir tedavi gördüğü
hastanede yaşamını yitiren Aslanapa 02.04.2013
tarihinde İstanbul Üniversitesi, Edebiyat
Fakültesi'nde yapılan törenden sonra Fatih Camii'nde
kılınan öğle namazını takiben toprağa verilmek üzere
memleketi Kütahya'ya gönderildi.
Prof.Dr. Oktay Aslanapa Kimdir?
Aslanapa, 17 Aralık
1914'te Kütahya'da doğdu. 1934'te Bursa Lisesinden
mezun oldu. Aynı yıl Yüksek Öğretmen Okulu
imtihanını kazanarak İstanbul Üniversitesi, Edebiyat
Fakültesine kaydoldu. 1938'de Tarih, Felsefe ve
Coğrafya Lisanslarıyla mezun oldu.
Milli Eğitim Bakanlığı imtihanını kazanarak Türk ve İslam Sanatı ihtisası yapmak üzere Almanya'ya gönderildi. Marburg/Lahn Üniversitesinde bir yıl çalıştıktan sonra savaş başlayınca yurda dönüp 1939 Ekiminden 1941 sonlarına kadar askerlik görevini yaptı. Terhis edilince Viyana'ya gönderildi. 1943 Mayısı'nda "Die Osmanischen Beitrage Zur İslamischen Baukunst" teziyle doktorasını verip döndü. Ekim ayında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde yeni kurulmuş olan Sanat Tarihi Bölümüne asistan olarak atandı.
1948'de "Osmanlılar Devrinde Kütahya Çinileri" teziyle Doçentlik imtihanını verdi.1960 yılında Profesör ve Sanat Tarihi Kürsüsü Başkanı oldu. 1963'de Türk ve İslam Sanatı Kürsüsü'nü kurdu. Bu Kürsü'nün Başkanı olarak çalışmalarını sürdürdü. 1977'de Sanat Tarihi Enstitüsü Müdürlüğü'ne seçildi. 1982 yılı düzenlemelerinden sonra, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Sanat Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Sanat Tarihi Araştırma Merkezi Müdürü olarak çalışmalarını sürdürdü. Alman Arkeoloji Enstitüsü, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü ve mesleki kuruluşlar ile vakıfların üyesiydi.
Prof.Dr. Oktay
Aslanapa'nın Türk Sanatı üzerine sayısız makale ve
çok sayıda kitabı bulunmaktadır.
TAYHaber, 02.04.2013
|
"YORUMLAR KOMİK VE AYIP
ARASINDA GEZİNİYOR"

Murat Ülker'in satın aldığı 'boş çerçeve'
biçimindeki eserle gündeme gelen Bedri Baykam'ın New
York sergisi 3 Nisan'da açıldı. Sergiyi ve
tartışmayı sanatçıyla konuştuk.
Birkaç
gündür
Türkiye ’de sanatın
gündemi Murat Ülker’in sizden satın aldığı eser.
Serginizin açılışı için
ABD ’de olduğunuzu
biliyoruz, oradan yapılan yorumları takip edebiliyor
musunuz?
O kadar komik şeyler yaşanıyor ki Türkiye’de son
birkaç gündür... Sanki ben boş çerçeve verip
parasını almışım gibi... Bir kısım “Zaten özgün
değilmiş” diyor, bir kısım “Deli saçması” diyor.
Mühim olan çamur atmak yani... Sergiyi görmeden,
kataloğu okumadan... Ben pes diyorum ve kendilerine
bu kadar hızlı zarar vermemelerini, biraz nefes
almalarını ve relax olmalarını öneriyorum. Bu sergi
1,5 yıldır hazırlanıyor, tarihi dokuz ay önce
saptandı, proje üzerine üç aydır çalışılıyor, Hasan
Bülent Kahraman hayatının en uzun yazılarından
birini yazdı bu sergi için. Robert Morgan keza; bu
insanlar beni yıllardır takip eden, adı sanı olan
eleştirmenler. Ben senelerdir sanat yapıyorum. 55
yaşındayım, bugüne kadar böyle bir şey görmedim,
görsem yapmazdım. Hasan Bülent Kahraman görse
yazmazdı; galericim görse sergilemeyi kabul etmezdi
diye düşünüyorum.
Ne diyorsunuz peki bu yorumlarla ilgili?
Ciddiye alıp cevap verilmesi bile saçma.
Yorumlar, komik ve ayıp arasında geziniyor. Düşünün
ki bir TV yapımcısı, bunun maliyeti ne kadardır,
kaça satılır diye program yapmış! Bu insan, Andy
Warhol’un orijinal Campbell’s Soup Cans’i, 69 cent
mi, 99 cent mi eder; bu bugün 10 milyona satılıyor
diyor mu? Ya da Damien Hirst’ün ‘Medicine Cabinets’i
bizim eczanede KDV’si dahil şu kadara satılıyor diye
BBC ’ye gidip
program yapmak istedi mi kimse? Bunlar sanat
tarihimize değil, mizah tarihimize geçecek yorumlar.
Ülkede sanat tarihi eğitiminin olmaması, devletin
bir tane çağdaş sanat müzesi kurmaması o kadar büyük
açıklara neden olmuş ki, ülkenin ünlü bir TV
yapımcısı bile işe maliyet açısından bakabiliyor.
Programa çerçeveci çıkarıp bunu konuşabiliyor.
Varılan şizofreninin boyutları buradan çok daha
rahat görülüyor, orada içinde yüzüldüğü için
farkında olunmayabilir...
Murat Ülker ile daha önceden tanışıyor
muydunuz?
Tabii. Ne zannediyorlar, Murat bey geziyordu,
birden galeriye girdi, ne kadar diye sordu, 125 lira
dedim, aa hemen alıyorum dedi... Böyle bir şey yok.
Murat bey üç ay önce, ortak bir arkadaşımız
aracılığıyla benimle tanışmak istedi. Medeni bir
şekilde kendisiyle tanıştım, farklı dönemlerden
işlerimi gördü, ziyaretime geldi, uzun sohbetler
ettik, üçüncü-dördüncü görüşmemizde benden üç yapıt
satın aldı, daha önceden. Dolayısıyla bu bir
saniyede gelişen bir olay değil, geçmişi var. Murat
bey, aldığı eseri de, tamamen ne olduğunu bilerek,
benden özet bir sanat tarihi sunumu alarak ve
mantığını anlayarak aldı. Daha önceki
görüşmelerimizde de hep bu öğrenmek isteyen tavrı
gösterdi. Bu da zaten bizim hep görmeyi umduğumuz
bir koleksiyoner profilidir. Bu arada Murat bey,
serginin ABD’ye gitmesine 36 saat kala gördü
eserleri. Uzakdoğu’dan gelmişti, belki jetlag olsa
göremeyecekti. O zaman bu insanlar ne diyecekti
eserlerle ilgili çok merak ediyorum.
Yorumların birçoğu da eseri satın alan ismin
ideolojik olarak sizinle aynı saflarda olmaması
üzerinden gelişiyor.
Ne yapsaydım, hayır ben Kemalistim siz değilsiniz,
sizinle tanışamam mı deseydim? Bravo der, bana
madalya mı takardınız? Zannetmiyorum... İnsanlar
tutucu, Marksist, sosyalist ya da fikirsiz
olabilirler. Ben kalkıp benden her resim almaya
gelene bir dakika bizim siyasi görüşlerimiz uyuşuyor
mu ki ben seninle sanat konuşayım, resim satayım
diyebilir miyim? Bu şık mı ya da mantıklı mı?
Çevrenize bakın, Türkiye’de herhangi bir gazeteyi
elinize alın, dört kelime göreceksiniz: Diyalog,
uzlaşma, demokrasi, barış. Herkesin demokrasiden
bahsettiği bir noktada, Bedri Baykam ve Murat
Ülker’in sanat aracılığıyla birbirlerini
tanımalarının neresi garip? Kaldı ki ben Murat bey
ve grubu hakkındaki düşüncelerimi zaten tanıştığım
zaman sorgulamıştım, bunun için benden resim
almasına ihtiyacım yoktu.
Bu konuda içiniz son derece rahat diyebilir
miyiz yani?
Ben hayatta hesabını veremeyeceğim hiçbir şey
yapmam, ne siyasi ne de etik anlamda. Bu konuda da
içim son derece rahat. Ben kadın-erkek eşitliğine,
cumhuriyete bağlılığımı kimseye ispatlamak durumunda
değilim. Bıçaklanıp ölümden dönmüşüm, çıktıktan
sonra aynı yazıları aynı sertlikte yazmaya devam
etmişim. Murat Ülker’i de dört aydır tanıyorum, dört
aydır yazdığım yazılara bakın Cumhuriyet
gazetesinde, en ufak bir değişiklik olmadığını
göreceksiniz. Değişebilir bir ideolojim yok,
ideolojimi ya da beni satın alacak bir para birimi
de yok dünyada henüz. Ben yalnızca özgürlük için
yaşayan bir insanım. Dolayısıyla benim satın alınmam
gibi bir şey mevzubahis değil. Hayata zaten maddi
açıdan bakan bir insan değilim. Para benim için
sanat için kullanacağım bir araç sadece. Hem ben
ömrümde ilk kez resim satmıyorum ki! Ben bu ülkenin
50 yıldır en meşhur ressamıyım, utanmadan, çok rahat
söyleyeceğim bunu. 50 yıldır uluslararası sergiler
açıyorum. İlk kez bu sayede resim satmış 20 yaşında
bir gençmişim gibi yazılan makaleler, konuşulan
sözler, yorum bile yapmaya değmeyecek derecede
çirkin geliyor bana.
Radikal, Haber: Elif
Ekinci, 06.04.2013
|
|
'NATÜRMORT' İLK KEZ
SATIŞTA
Türkiye’nin en eski ve
köklü müzayede evlerinden biri olan Antik A.Ş., 277.
müzayedesinde bu kez klasik Türk resmine
odaklanıyor.
14 Nisan’da
İstanbul
Swissotel’de düzenlenecek müzayedede 250 lot eser satışa sunulacak.
Müzayedede klasik Türk resminin usta isimlerinden Sami Yetik, İbrahim Çallı, Şevket Dağ, Hikmet Onat, Hasan Rıza, Sami Boyar, Naci Kalmukoğlu, Müfide Kadri, İbrahim Safi’nin de aralarında bulunduğu pek çok sanatçının tablosunun yanı sıra Osmanlı eserleri ve hat çalışmaları sanatseverlerin karşısına çıkacak.
Turgay Artam’ın yöneteceği müzayedenin dikkat çeken eserlerinin başında Sami Yetik imzalı tablo yer alıyor.
Sanatçının 1929 tarihli ‘Natürmort’u ilk kez bu müzayedede satışa sunulmuş olacak.
Milliyet, 06.04.2013
|
"TÜRKİYE'DE SANAT CİDDİ
BİR YÜKSELİŞTE"
Soyut resmin dünyadaki
en önemli isimlerinden Peter Zimmermann, yeni
sergisi için İstanbul'a geldi. Renklerin ardındaki
hikâyesinden, teknolojiye bakışına her konuda
AKŞAM'a konuştu. "Bu ilk gelişim değil" diyen ünlü
ressam bir de tespitte bulundu: Türkiye'de sanat
adına ciddi bir yükseliş var.
Soyut resimler en
zorudur... Karşınızda öylece durur, ama olayın özünü
anlamanız biraz vaktinizi alabilir. Bazı
durumlardaysa 'öz' hayal gücünüze bağlıdır. Her şeye
rağmen soyut resim, çağdaş sanatla hayatımıza girdi
ve bugün milyon dolarlara satılıyor. Kimine göre
vazgeçilmez tutku, kimine göre sıradan bir
yatırım... Ancak konu Alman soyut ressam Peter
Zimmermann'sa durum farklılaşıyor...
Onun soyut resimlerinin
cazibesi daha çok kullandığı teknikten
kaynaklanıyor. Zimmermann ile, Dirimart'ta açılan
'Chrome' adlı sergisi için geldiği İstanbul'da
açılış öncesi buluştuk.
Sergi öncesi, son
hazırlıkların yapıldığı Dirimart'a uğruyoruz.
Galeride resimler özenle yerleştirilirken, mor
rengin tonlarıyla çalıştığı 'işine' hayran
kalıyorum. Galeriden çıkıp, mor resmin yaratıcısı
Peter Zimmermann'la Swissotel'de buluşuyoruz.
Lobiden manzaraya gözü takılan ressam, "İstanbul'a
ilk gelişim değil ama her seferinde bu kente hayran
kalıyorum" diyerek anlatıyor...
RICHTER ÖNÜMÜZÜ
AÇTI
- Gerhard Richter
hayranıyım. Çünkü o soyut resim yapanların önünü
açtı, ona çok şey borçluyuz. Kendisiyle Köln'de aynı
mahallede yaşıyoruz. Süpermarkette karşılaşmamız çok
hoş oluyor.
- Renkerin hepsi bir manzara ya da figür fotoğrafını
temsil ediyor. Seçtiğim orijinal fotoğrafları
dijital ortamda değiştiriyorum. Böylece somut olanı
soyuta çeviriyorum. Tıpkı dünyadaki her şeyin
teknolojik değişimden geçip bizlere bambaşka bir
şekilde sunulması gibi...
- Son olarak iki yıl önce yine Dirimart'ta sergim
vardı. Geçen kasım ayında da 'Contemporary İstanbul'
için gelmiştim. Şu anki gözlemlerim, Türkiye'de
sanat adına ciddi bir yükseliş olduğu...
DÜNYANIN
YAPAY HALİNİ GÖREBİLİYORUZ
Teknoloji sayesinde
dünya bize cep telefonları, bilgisayarlar, TV'ler,
hatta tabletlerle ulaşıyor. Kullandığımız teknolojik
aletlerin ekranlarından yansıyan görüntüler bizlere
gelene kadar değişime uğruyor. Yani yapay hali
görüyoruz. Bu durumda, güvenilebilir bir
'gerçeklik'ten bahsetmek ne kadar doğru?
Peter Zimmermann, 1956
yılında Almanya'da doğdu. Stuttgart'taki Staatlichen
Akademi'de 1979 ila 1984 arasında eğitim aldı.
2002-2007'de Köln Üniversitesi Güzel Sanatlar
Akademisi'nde profesör olarak çalıştı. Eserleri,
dünyanın en önemli sanat kurumlarından Paris'teki
Centre Georges Pompidou ve New York'taki MoMA'nın
daimi koleksiyonunda yer alıyor.
HER RESİM BİR AY
SÜRÜYOR
Eserlerimde çalışılması
zor bir malzeme olan epoksi reçinesi kullanıyorum.
Renksiz ve likit olan epoksiyi pigmentle karıştırıp
belli sınırlarda renklendirilmiş epoksiyi tuvale
döküyorüm. Kuruyan reçine katılaşıyor. Resmin
tamamlanması yaklaşık bir ay alıyor.
Akşam, Haber: Gülben
Çapan, 06.04.2013
|
İSRAİL KOMANDOLARI
SİNAGOG BASIP EL YAZMALARINI KAÇIRDI
Suriye
devlet televizyonu,
İsrail
komandolarının başkent Şam’ın doğusundaki Jobar
bölgesinde yer alan tarihi bir sinagogu bastığını ve
içindeki değerli eşyalarla el yazmalarını ‘Banner of
Islam’ adlı bir örgütün yardımıyla
Türkiye ve Ürdün
sınırından kaçırarak ‘kurtardıklarını’ iddia etti.
Haham İbrahim Hamra’ya yakın bir kaynak da 15
komandonun yer aldığı bir grubun Ürdünlü ve Türk
güvenlik güçlerinden de yardım aldığını söyledi.
Iraklı, Faslı ve
Lübnanlı Yahudilerden oluşan komandoların
kendilerini ‘Mücahit İslamcı’ olarak gösterdiklerini
belirten Hamra ise yakalanma riskine karşın 5 ayrı
grup halinde hareket ettiklerini ifade etti. Syria
Truth da sinagogun üç hafta önce tamamen kül olma
tehlikesi geçirmesinin ardından İsrail’in bu
operasyonu düzenleme gereği duyduğunu öne sürdü.
Radikal, 06.04.2013
|
|
EMEK'TE DORSAY'A SALDIRI
Türkiye
’nin 1920’lerden kalma tek tarihi sineması olan
Emek Sineması ’nda
süren yıkım çalışmaları sırasında bugün bir skandal
yaşandı. Türkiye’nin en ünlü sinema yazarı Atilla
Dorsay, Emek’in son halini görmek için inşaata
gitiğini ve görevlilerin boğazına sarılıp kendisini
yaka paça dışarı attıklarını söyledi.
Olay, 5 Nisan Cuma günü
saat 15.00 sıralarında yaşandı. Dorsay, olayı şöyle
anlattı: “
İstanbul Film
Festivali kapsamında 13.00 seansında Atlas’ta
gösterilen filmden çıktıktan sonra Emek Sineması’nın
son halini görmek istedim ve tek başına oraya
gittim. Emek’in kapısında yıkıntılar vardı. Eski
Komedi Tiyatrosu tarafındaki kapının açık olduğunu
gördüm ve içeriye girdim. Arkamdan bazı adamlar
geldi. Seslendiler, dışarı çıkarmaya çalıştılar.
Sinemanın durumunu görmek için durmadım,
gidebildiğim kadar gittim. Gördüğüm şey şu, Emek tam
bir harabe haline gelmiş. Sadece koltuklar değil her
şey yıkıntıydı. İçlerinden iri yarı sakallı bir adam
boğazıma sarıldı, itip kalkmaya başladı. Bari bir de
yumruk at, tokat at dedim. Herhalde o sırada
içlerinden biri beni tanımış olacak ki, durdu. Ama
değişen bir şey olmadı, beni yaka paça dışarı
attılar.”
Üç yıl önce açıklandığı
dönemden beri sinemaseverlerin, İstanbulluların ve
sinema dünyasının şiddetli tepkisiyle karşılanan,
onlarca protestoyla karşı çıkılan projede, tarihi
Emek Sineması, yerine bir alışveriş merkezi yapılmak
için yıkılacak. Kamuya, Sosyal Güvenlik Kurumu’na
ait bina, özel inşaat firması Kamer İnşaat
tarafından hazırlanan ve uygulanan bir projeyle
yıkılıyor. Projeye şiddetle karşı çıkan isimlerin
başında duayen sinema eleştirmeni ve yazar Atilla
Dorsay geliyordu. Geçtiğimiz hafta Pazar günü
yapılan protestoda bir grup sinemaseverler Emek
Sineması’nın içine girip, sinemanın harap halini
belgelemiş ve İstanbul Film Festivali’nin simgesel
bir açılışını eski festival sarayı Emek Sineması’nda
yapmıştı. Geçtiğimiz yıl yapılan basın turunda,
Kamer İnşaat yetkilileri, inşaatın her aşamasında
basın mensuplarının çalışmalarını görebileceklerini
belirtmişti.
Radikal, 05.04.2013
|
TARİHİ KİLİSE MÜZE
OLUYOR
Balıkesir'in Ayvalık
İlçesi'nin en önemli tarihi yapılarından biri olan,
yıllarca define arayanlarca talan edilen Taksiyarhis
Kilisesi Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı'nca
müze olarak düzenlenmek amacıyla 49 yıllığına
kiralandı.
9 milyon lira harcanarak restore edilmesi planlanan,
mermer işçiliği, tavan süslemeleri, ikonları, balık
derisi üzerine yapılmış azize portreleri ile
döneminin en önemli kiliselerinden biri olan Cunda
Adası'ndaki Taksiyarhis Kilisesi, kültürel ve
sanatsal etkinliklerde kullanılacak.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü kontrolünde bir firma
tarafından restoresine başlanan 140 yıllık tarihi
geçmişe sahip kilisedeki çalışmaların 2 yılda
tamamlanması hedeflendi.

Mimar Ali Erdoğan başkanlığında yürütülen çalışmalar kapsamında, 2004'te askıya alınan ve çatısı güçlendirilen kilisenin, dış cephesi ve iç yüzeyleri aslına uygun olarak restorasyonu sürüyor.
Daha önce adadaki bir şapel ve değirmen restore
edilmişti
Ayvalık Kaymakamı Nihat Nalbant, tarihi yapıların
restorasyonunun Ayvalık için önemli bir kazanç
olacağını ifade etti.
Rahmi Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı, daha öncede,
adadaki harap bir şapeli ve değirmeni restore
ettirmişti.
2007 yılında da Coca-Cola'nın CEO'su Muhtar Kent'in
anne-babasının adını verilen 'Sevim ve Necdet Kent
Kütüphanesi'ni hizmete açmıştı.
Cnn Türk,05.04.2013
|
DEFİNECİLER İŞ ÜSTÜNDE YAKALANDILAR

Çukurca Yaylası'nda 10
metre derinliğinde çukur kazan define avcısı 6 kişi,
Gerede Jandarması'nın dikkati sonrasında olay
yerinde yakalandı.
Alpat mevkiinde tarihi eser umuduyla kaçak kazı
yapan vatandaşlar, İlçe Jandarma Komutanlığı'na
bağlı kolluk kuvvetleri'ne gelen bir ihbar üzerine
yakalanarak, haklarında yasal işlem başlatıldı.
Edindiğimiz bilgiye göre; Gerede Çukurca Yaylası
mevkiinde önleyici kolluk devriyesi esnasında birden
fazla kişinin ertesi gün kaçak kazı yapacağı
ihbarını alan Gerede Jandarma Komutanlığı'na bağlı
ekipler, kazı alanına giderek şahısları olay yerinde
suç üstü yakaladı.
Çukurca Yaylası Bölgesi'ne devriye faaliyeti
düzenleyen İlçe Jandarması, Çukurca Yaylası Alpat
mevkiinde kaçak kazı yapan 6 kişiyi yakalayarak,
haklarında yasal işlem başlattı.
2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu'na muhalefetten haklarında işlem yapılan U.S,
E.Ç, H.K, M.A, L.İ ve İ.Ç, isimli vatandaşlar
yanlarında kazı için getirdikleri kazma-kürek vb
gibi malzemelerle yakalandılar.
Öte yandan, şüphelilerin kaçak kazı yaptıkları
alanda 2 metre çapında 10 metre derinliğinde çukur
kazdıkları öğrenilirken, ifadeleri alınan zanlılar
savcılık talimatı ile serbest bırakıldılar.
Bolunun Sesi, 05.04.2013
|
 |
KÖPRÜ ALTINDA YATAN HAZİNE
Dünyanın en büyük müzayede evi Sotheby’s Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün hemen altında yer alan Zeki Paşa Yalısı ile New York’taki The Pierre Hotel'in 41., 42 ve 43.üncü katlarından oluşan tripleks Penthouse'u 125 milyon dolarla en değerli satılık gayrimenkuller arasında gösterdi.
Sothebys'in satış listesinde olmasına ragmen alıcısı çıkmayan Rumeli Hisarı'ndaki Zeki Paşa Yalısı ise geçen yılki 115 milyon dolarlık değerini 10 milyon dolar daha yükselterek 125 milyon dolar yükseldi.
Osmanlı dönemi topçu sınıfı komutanı Zeki Paşa’nın 3. kuşak aile bireylerinin oturduğu yalıyla otelciler ve ortadoğulu zengin aileler ilgilenirken, mütekabiliyet yasasının gecikmesinin yalının satışını da geciktirdiği belirtiliyor.
5 katlı, 23 odası bulunan Zeki Paşa Yalısı’na talip olan Körfezli Kraliyet ailesinden bir veliaht yalıyı çok beğenmesine rağmen küçük bulduğu için almaktan vazgeçmişti.
Yalı, XIX. yüzyılın ikinci yarısında Fransız mimar Alexandre Vallaury tarafından II. Abdülhamit dönemi nazırlarından Müşir Zeki Paşa için yaptırılmıştı.
Hürriyet, Haber: Razi Canikligil, 05.04.2013
|
MARMARAY'DA 8 BİN 500
YILLIK KEMİKLER ÇIKTI

Yenikapı’daki Marmaray
ve İstanbul Metrosu kazılarında birçok tarihi eser
gün yüzüne çıktı. Kentin tarihini 8 bin 500 yıl
öncesine götüren metro kazılarında ortaya çıkan
eserler de yavaş yavaş sergilenmeye başlıyor.
58 bin metrekarelik
alandaki kazılarda alageyikten deveye, filden
akbabaya kadar birçok hayvan kemiğine rastlandı.
Kemikleri inceleyen İstanbul Üniversitesi (İÜ)
Veterinerlik Fakültesi, şimdi bir müze kurarak
sergilemeye hazırlanıyor. Prof.Dr. Vedat Onar
başkanlığında yürütülen çalışmalar sonucunda hayvan
kemikleri için özel müze kuruldu. Zaman gazetesinin
ilk kez görüntülediği müze İÜ Avcılar Kampüsü’nde
yer alıyor. Müzenin mayıs ayı sonunda ziyarete
açılacağını aktaran Vedat Onar, bugüne kadar 60
binin üzerinde hayvan kemiğinin incelendiğini
söyledi. Yenikapı’da yaklaşık 9 yıldır devam eden
arkeolojik kazılar tamamlanmak üzere. Alandan
çıkarılan her şey tasnif edilerek inceleniyor.
Bizans dönemine ait Theodosius Limanı kalıntılarının
yanı sıra İstanbul’un tarihini 8 bin 500 yıl
öncesine götüren buluntulara da rastlandı. 8 bin 500
yıl öncesine ait insan ayak izleri, evler ve
mezarlar ortaya çıktı. Kazılarda bulunan hayvan
iskeletleri ise en az tarihi eserler kadar ilginç.
Yenikapı’da evcilleştirilen kaplumbağadan, tüyleri
kullanılmak üzere beslenen akbabalara kadar 55
farklı türden hayvanın yaşadığı tespit edildi. Deve,
sığır, at, eşek, katır, kedi, köpek gibi bildik
türlerin yanı sıra caretta caretta, fil, ayı,
akbaba, yunus, sansar, kızıltilki gibi binlerce
hayvana ait kemik bulundu.
Kemikleri inceleyen
ekibin başkanı Vedat Onar, kurdukları müzede bunları
sergilemeye hazırlandıklarını söyledi. Kazılarla
kentin altında kemik müzesinin gün yüzüne çıktığını
anlatan Onar, “Yenikapı 3. ve 4. yüzyıldan itibaren
oldukça aktif kullanılan bir alan. Lykos
(Bayrampaşa) Deresi’nin alüvyonlarıyla da bu
kemikler gelmiş olabilir. Bu kadar büyük bir kemik
koleksiyonunun kent içinde saklı olması bizi çok
şaşırttı.” dedi. 55 türün bulunabileceği başka bir
kazı alanının olmadığını söyleyen Onar, “Aynı yerden
deniz, kara ve hava hayvanları hakkında bilgilere
ulaşmak her zaman mümkün değildir.” diyor.
Alandaki kazılarda en
çok at kemikleri çıkarılmış. Onar, “Atlar hem
ulaşımda, ticarette, askeri alanda kullanılmış hem
de tüketilmiş. Özellikle koyun, keçi ve sığırlarda
ise ilginç bir şeyi gördük. Bu hayvanların beyinleri
kafatasından çok titiz bir kesimle bir defada
çıkarılmış. Bir bütün halinde çıkarmak değerini
artırıyormuş. Yine kızılgeyik, alageyik ve karaca da
tespit ettik. Çok fazla sayıda geyik boynuzu
bulduk.” dedi. Kazıda İstanbul’da yaşadığı
bilinmeyen türlere ait kemikler de bulunduğunu
belirten Onar, “En değişik bulgu ise fil kemiklerine
rastlamak oldu. İki filin kemiklerinde kesim
izlerine rastladık. Muhtemelen kesilip diğer
hayvanlara yedirilecekti.” diye konuşuyor.
AYI OYNATICILIĞI
BİZANS’A DAYANIYOR
Alandan çıkarılan ayı
kemikleri ise 20 sene öncesine kadar İstanbul
sokaklarında çok rahat görülebilen, şimdilerde ise
sadece Yeşilçam filmlerinde rastladığımız ayı
oynatma geleneğinin kaynağını ortaya koyuyor. Onar,
“Alandan çıkarılan ayı kemiklerinden onların insan
kontrolünde yaşadıklarını tespit ettik.
Kafataslarında baskı izlerine çok rastladık.
Terbiyeye bağlı darbe, çöküntü kırıklarını gördük.
Bizans’ta çok fazla ayı oynatıcılığı varmış.”
şeklinde konuştu.
Onar, “Kemiklerde DNA
çalışmalarına başlayacağız. Günümüz ırklarıyla
bağlantısını ve o zaman nasıl tüketildiğini
netleştireceğiz. Kazılar bitti; ama bu incelemeler
uzun yıllar sürecek.” dedi.
Zaman, Haber: Sevgi
Korkut, 05.04.2013
|
SÜMERLERİN KAYIP ŞEHRİ BULUNDU MU?
İngiliz arkeologlar, Irak'ın Nasıriye kenti yakınlarındaki antik Ur şehri üzerinde yapılan kazılarda devasa büyüklükte bir kompleksin kalıntılarını ortaya çıkardı.
Daily Mail'in haberine göre, 500 yıllık Sümer medeniyetinin başkenti olan Ur şehrinin, İbrahim aleyhisselamın doğum yeri olduğuna inanılıyor. Yıllardır alanda kazı faaliyetleri yürüten İngiliz ekibin ortaya çıkardığı kompleksin, 4000 yıllık olduğu ve Hz. İbrahim'in yaşadığı döneme ait olduğu ifade ediliyor.
Manchester Üniversitesi arkeoloji ekibinin yürüttüğü kazıda bulunan yapıların yaklaşık bir futbol sahası büyüklüğünde olduğu belirtiliyor.Kazı ekibinin başındaki Stuart Campbell, MÖ 2000'li yıllara ait komplekslerin çok nadir olarak görüldüğünü söyleyerek, keşfin, o döneme ait birçok bilgiyi gün yüzüne çıkarabileceğini kaydetti.
Yapı, 05.04.2013
|
 |
 |
SARIGÖL'DE TARLADAN TARİH ÇIKTI
Manisa'nın Sarıgöl İlçesi'ne bağlı bir köyde, Roma dönemine ait olduğu belirtilen iki adet çocuk lahit mezarı çıktı. Sarıgöl İlçesine bağlı Afşar Köyü'nün Çeşmealanı mevkiindeki Bingül Yılmaz'a ait tarlada, tesviye çalışmaları sırasında Roma dönemine ait olduğu belirtilen iki adet çocuk lahit mezarı çıktı.
Bingül Yılmaz'a ait tarlada tesviye çalışmaları sırasında kepçeye takılan iki adet lahit çocuk mezarını gören duyarlı kepçe operatörü Şahin Sarı, kepçenin olduğu yeri kürekle iyice açtıktan sonra lahitlerden emin oldu. İki adet lahit kapaklı çocuk mezarı, bir adet lahit parçası ve kapak, bir adet küp ve pişmiş toprak testi olduğunu görünce, Sarıgöl İlçe Jandarma Komutanlığı'na bildirdi. Jandarmaya teslim edilen tarihi eserler daha sonra, Manisa Müzesi'ne teslim edildi.
Edinilen bilgiye göre, lahit çocuk mezarlarının Roma dönemine ait olduğu, aynı yerde bulunan küp ve testinin ise zamanının henüz belli olmadığı ifade edildi.
Manisa Kent Haber, 04.04.2013
|
İSTANBUL MODERN'DEN 180 ESER BAHREYN'DE
İstanbul Modern koleksiyonundan 180 eser, Bahreyn Ulusal Müzesi'nde sergileniyor.
İstanbul Modern'den yapılan açıklamaya göre, ''İstanbul Modern–Bahreyn'' sergisi, İstanbul Modern'in hem modern ve çağdaş sanat hem de fotoğraf koleksiyonundaki 78 sanatçının 180 yapıtından oluşuyor.
Sergi, hayal, kimlik, beden ve onu kuşatan sosyal ve politik söylemler, şimdiki zamanın politik gerilimleri, görsel kültürün disiplinler arası yapısı, yaşamın kutsanması gibi çağdaş dünyanın güncel temalarını içeriyor.
Farklı dönem ve tarihlerde üretilen çalışmaların karşılaşma sahası olan sergi, İstanbul'u çağdaş sanatın merkezinde yeni bir kıta olarak tanımlarken 1950'li yıllardan günümüze Türkiye'de çağdaş sanatın dönüşüm ve değişim dinamiklerine işaret ediyor.
Sergi, İstanbul Modern'in yurt dışında gerçekleştirdiği en büyük ve kapsamlı sergi olma özelliğini taşıyor.
Fahrelnissa Zeid, Nejat Devrim, Sabri Berkel, Ömer Uluç, Burhan Doğançay, Ara Güler, Ozan Sağdıç, Nevzat Çakır, Atilla Torunoğlu gibi modern Türk resmi ve fotoğraf sanatının usta sanatçılarını bir araya getiren sergi, Nil Yalter, Balkan Naci İslimyeli, Canan Tolon, Selma Gürbüz, Sedat Pakay, Merih Akoğul, Murat Germen, Ahmet Polat gibi farklı kuşaklardan sanatçıları da ağırlıyor.
Bahreyn Ulusal Müzesi'ndeki sergi, 8 Haziran'a kadar görülebilecek.
Habertürk, 04.04.2013
|
 |
|
TARİHİ CAMİYİ
İNCELEDİLER
Yığılca Kaymakamı Mehmet
Özcan tarihi eser niteliği taşıyan Gaziler Köyü
camiinde incelemelerde bulundu.
Özcan, Gaziler Köyü'ne ziyarette bulunarak
vatandaşların sorunlarını dinledi. Özcan’a Ak Parti
İlçe Başkanı Muzaffer Yiğit, Özel İdare Müdürü Ersin
Turan, SYDV Müdürü Sait Cesur, Garnizon Komutanı
Engin Gülen, İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü Hasan
Yalılı ve İlçe Yazı İşleri Müdürü Serdar Badem eşlik
etti.
Kaymakam Mehmet Özcan köyün içme suyu, yol, sağlık,
mezarlık gibi problemleri hakkında köy muhtarından
bilgiler aldı.
Daha sonra köyde maddi durumu iyi olmayan haneleri
ziyaret ederek sağlık durumları hakkında bilgiler
alan Mehmet Özcan, kendilerine gereken maddi ve
manevi desteği sağlayacağını belirtti.
Gaziler Köyü Kuran Kursu'nun toplantı salonunda köy
halkıyla küçük bir toplantı yapan Kaymakam Mehmet
Özcan halkının talep, ihtiyaç ve sorunlarını
dinledi. Toplantının ardından tarihi eser
niteliğinde bulunan eski Gaziler Köyü Camisini
gezerek incelemelerde bulundu.
Düzce Damla, 04.04.2013
|
HİTİT İZLERİ TAŞIYAN
TESİSLER KURULACAK

Yılda 50 bin kişinin
ziyaret ettiği Alacahöyük ören yerine, Hitit
Medeniyeti'nin izlerini taşıyan tesisler yapılacak.
Alacahöyük kazısı
başkanı Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, yaptığı
açıklamada, Hitit Medeniyeti'nin en önemli
merkezlerinden Alacahöyük için Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nca hazırlanan koruma amaçlı imar planının
son aşamaya geldiğini bildirdi. Projenin 1 yıl
içerisinde hayata geçirilmesinin planlandığını ifade
eden Çınaroğlu, "Bakanlık yetkilileri, projeyi
hazırlayan firma temsilcileriyle Alacahöyük'e
gelerek, projenin uygulanacağı alanlarda gerekli
incelemelerde bulundu. Bu planla Alacahöyük'ün
koruma alanı, birkaç kat artacak" dedi. Bazı
bölgelerin birinci derece sit alanı kapsamına
alınacağını dile getiren Çınaroğlu, Alacahöyük'ün
geleceğini şekillendirecek projeyle ilgili halkın
görüşlerinin alınması için de toplantı
düzenlendiğini söyledi.

Bakanlık yetkilileri,
belediye başkanı, müze müdürü ve vatandaşların
katıldığı toplantıda, projenin uygulama alanının
anlatıldığına değinen Çınaroğlu, "Proje ile birinci
dereceden sit alanı kapsamına alınacak alanlardaki
hak sahibi vatandaşların mağduriyet yaşamamasına
özen gösterildi. Tüm kesimlerin ortak görüşü
alınarak bir yol haritası belirlendi" diye konuştu.
Yapı, 04.04.2013
|
KAYSERİ'DE TARİHİ ESER
OPERASYONU
Kayseri’de Kaçakçılık
ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü
ekipleri tarafından düzenlenen operasyonda, Roma
dönemi sonuna ait 7 adet insan figürü işlenmiş
mermer ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre,
Eğribucak Mahallesi’nde bir bağ evinde saklanan
tarihi eserlerin satılmaya çalışıldığı ihbarı
alındı. Harekete geçen Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, tarihi
eserlerin Ü.A.F. tarafından satılmaya çalışıldığını
belirledi.
Yapılan operasyonda bağ evinde Roma dönemi sonları,
Bizans dönemi başlangıcına (MS 300 veya 350) ait
olduğu tahmin edilen 7 adet insan figürü işlenmiş
mermer ele geçirildi.
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu'na muhalefet ve değişik suçlardan kaydının
bulunduğu ortaya çıkan Ü.A.F. hakkında soruşturma
başlatıldı.
Kayseri Gündem,
04.04.2013
|
|
3 ZAMAN, 3 MÜZE
Bugünlerde birçok bölgesi inşa
halinde olan Berlin'in 200'e yakın müzesinin
arasından, farklı zamanlarını farklı anlatımlarla
günümüze taşıyan üç önemli müzesine kısaca göz
attık.
II. Dünya Savaşı'nda yaşadığı korkunç yıkımın
ardından gelen uzun mu uzun iyileşme süreciyle,
büyük ve sürekli değişimler, yenilenmeler konusunda
en önde gelen kentlerden biri olsa gerek Berlin.
Bugünlerde yine inşa halinde birçok bölgesi. Kentte
gezerken geniş inşaat alanları, vinçler, tahta
perdeler görüyor, yayalar için oluşturulmuş geçici
yollardan yürüyorsunuz. Friedrichstrasse, Unter den
Ünden, Invalidenstrasse-Spree Nehri bölgelerinde bu
durum bizzat deneyimlendi. Berlin'i Almanya'nın en
büyük met ropolü yapan yönlerinden biri de bu bir
türlü bitip tükenmeyen aktivite. çeşitlilik,
deneysellik ve yeniliklere açık, özgün yapısı...
Otobüs terminalleri, depo yapıları sanat
galerilerine, müzelere dönüşüyor. Kentliler ve
gezginler en ücra köşelerdeki sergileri, müzeleri
dahi gidip buluyor, gezip görüyorlar.
Kentte çokça bulunan kültür yapıları sürekli
çekim merkezleri. Bu yazı kapsamında üç farklı kent
müzesinden söz ediliyor. Bu yapıların her biri
Berlin'in farklı dönemlerini, farklı yönlerini
temsil ediyor. İkisi 20. yy. ortalarına, biri 90'lı
yıllara tarihlenen üç yapı da zamanlarının star
mimarları tarafından tasarlanmış.
MIES'İN YAPISI
20. yy. sanatı sergilerinin mekanı olarak
kullanılan Potsdamer Platz yakınındaki Neue
Nationalgalerie, Mies van der Rohe tasarımı. Yapının
kendisi de 20. yy. modernizminin güçlü bir
temsilcisi. Berlin'de 1938 yılına kadar mimarlık
yapmış, sonra Amerika'ya göç etmiş olan mimara, 1961
yılında Berlin Senatosu tarafından, 75. yaşı onuruna
verilmiş bir hediye aslında. Aynı zamanda bu yapı
Mies'in savaş sonrası Almanyası mimarlığına tek
katkısı. Tasarımı, Küba'da yapılması düşünülmüş
ancak gerçekleştirilmemiş Bacardi yönetim binasına
dayanıyor. Sekiz çelik kolonun taşıdığı düz çelik
çatı ve cam yüzeylerle tanımlanıyor giriş mekanı. 5
bin metrekarelik sergi alanına. 800 m duvar boyuna
sahip çelik ve camdan oluşan bir dikdörtgen kutu. İç
mekanın taşıyıcılardan ve bölücülerden arındırılmış
olması, serbest, esnek, bütüncül mekan algısını
güçlendiriyor; sanatın ve sanatçının temsili için
alabildiğine sade bir koruma sunuyor. Sanat
koleksiyonları çoğunlukla az gün ışığı alan,
korunaklı, taş kaplı alt galeride, heykel sergileri
ise bahçede ve üst galeride yer alıyor.
BAUHAUS ESTETİĞİ
Neue Nationalgalerie gibi Bauhaus Archiv Museum
da Tiergarten bölgesinin kültür yapılarından.
Almanya'da 1919- 1933 arasında Weimar, Dessau ve son
olarak da Berlin'de varlık gösteren, Bauhaus'un
arşivlerini, atölyelerinden çıkan işleri sergileme
mekanı olarak kullanılıyor. Aktif olduğu süreçte
Bauhaus üyeleri arasında Paul Klee, Wassily
Kandinsky, Oskar Schlemmer, Laszlo Moholy-Nagy gibi
sanatçılar bulunuyordu. Mies van der Roche tasarımı
Neue Nationalgaleries, 20. yy. modernizminin güçlü
bir temsilcisi. Mies'in geç dönem yapısı Neue
Nationalgalerie en saf modernist formu,
Bauhaus-Archiv Museum Bauhaus estetiğini temsil
ederken, Libeskind yapısı daha farklı bir örnek;
başka bir mimarlık dili sergiliyor. Daniel
Libeskind'in Yahudi Müzesi günümüz mimarlığını
temsil ediyor. Bauhaus - Archiv Museum'un tasarımı
mimar Walter Gropius'a ait. ne yayılan, alanlarında
etkin 1250 öğrenci mezun etmiş, 20. yy.'ın en önemli
sanat, zanaat ve tasarım okullarından biri ve bir
ekol olmuştu. Müze yapısı, yalnız dünyanın en
kapsamlı Bauhaus koleksiyonunu değil, herkesin
ulaşımına açık bir araştırma merkezini de
barındırıyor. Tasarımı orijinal olarak Bauhaus'un
kurucusu ve ilk yöneticisi, teorisyen ve eğitimci
mimar Walter Gropius'a ait. 1964'te Darmstadt için
düşünülen, daha sonra 1976-79 yıllarında modifiye
edilerek Berlin'de gerçekleştirilen bir tasarım.
Klingelhöferstrasse No.14I adresine yaklaşırken
yapı, hemen kendini belli ediyor, "Bu olmalı işte,"
dedirtiyor. Silueti, formu, mimari özellikleriyle
ilgi çekici bir Berlin yapısı görüntüye giriyor.
LİBESKİND'İN YAHUDİ MÜZESİ
Bir başka Berlin müzesi, hem Almanya ve Avrupa'da
yaşanan Yahudi kıyımını hem de günümüz mimarlığını
temsil eden bir örnek, Daniel Libeskind'in Yahudi
Müzesi. Yapı Kreuzberg'dc yer alıyor. Berlin'de bu
konudaki ilk girişim olan 1933'te kurulan Yahudi
Müzesi, 1938'de Naziler tarafından kapatılmış. Tüm
yaşananlardan çok sonra 1970'lerdeki girişimler,
önce Berlin Müzesi'nde özel bir departman
açılmasıyla sonuçlanmış sonra da proje yarışması
sonucu yapımı 1992'de başlayan ve 2001'de açılan bu
müze ile. Radikal formuyla kısa zamanda mimarlık
literatürüne giren Jüdisches Museum, Berlin
Müzesi'nin iki katlı Barok yapısı yakınındaki bir
özel ek. Kütüphane, arşiv, kompüter merkezi, tarihi
belge ve objelerin sergilendiği mekanlardan
oluşuyor. Lineer bir formun kırılıp kıvrılmış
durumunu yansıtıyor ve Davud Yıldızı'nın çizgilerini
taşıyor. Kırılmalar dış mekanda farklı büyüklüklerde
bahçeler ve avlular yaratıyor. Dış yüzeyleri okside
çinko kaplı yapının pencereleri de rastlantısal
hissi veren ilginç noktalarda oluşmuş yırtıklara,
yara bere izlerine benziyor. İçerde ve dışarda
mekansal boşluklar, sosyal, kültürel, fiziksel,
bedensel yokluk ve boşlukları, kayıpları,
görünmeyenleri anlatma kaygısıyla tasarlanmış.
Mimarın, biraz tuhaf müzik ve edebiyat referansları
da kullandığı, yapısını Schoenberg'in tamamlanmamış
operasının son perdesi olarak düşündüğü, zikzak
formu oluşturan farklı açılardaki çizgilerin
sayısını, Walter Benjamin'in "Tek Yön"ündeki 60
bölümle ilişkilendirdiği biliniyor. 200'e yakın
sayıda müze arasında, Berlin'in farklı zamanlarını
farklı anlatımlarla günümüze taşıyan, rastlantısal
olarak seçilmiş bu üç yapının mimari özelliklerine
kısaca göz atarak şöyle genel bir kanıya varmak
olası: Mies'in geç dönem yapısı Neue Nationalgalerie
en saf modernist formu, Bauhaus-Archiv Museum
Bauhaus estetiğini temsil ederken, Libeskind yapısı
daha farklı bir örnek; başka bir mimarlık dili
sergiliyor. Günümüz mimarlığında 80'lerden bu yana
önemli bir arter oluşturan olağandışı formların
egemenliğine, sembol ve referansların artan etkisine
kuvvetle işaret ediyor.
Milliyet Sanat, Haber:
İrem Maro Kırış,
04.04.2013
|
"RESMİ BIRAKMA NOKTASINDAYIM"

Serginiz
İstanbul ’un son yıllarda kaybettiği özellikleri
ortaya koymayı amaçladığı için mi ‘Göz Göre Göre’
başlığını taşıyor?
Şu an çok güncel, çok aktüel bir soru, sorun
halinde. Bugün içinde olduğumuz mahallenin değişimi
söz konusu. Bu bizi ister istemez irkilten, ürküten
ve dokunan bir mesele. Çünkü şehirler medeniyet
unsurudur. Bu da tarihleri ve o tarihten geriye
kalanlarla ortaya konulur. Şehir olmanın herhangi
bir yerleşimden çok farklı bir karakteri vardır.
Milyon kişi bir araya gelir, yığılır ama onun şehir
olduğunu söylemek kolay olmaz. Şehirler arkeolojide
olduğu gibi geçmiş yüzyılların katmanlarını gösterir
bir halde varlığını ortaya koyar. Peki, şehir bir
anda değiştirilebilir mi? Georges-Eugène Haussmann,
1850’lerde Paris’in çehresini tümüyle değişime
uğrattı. Şu an doğa ile iç içe bir şehir olan
İstanbul bu doğal özelliklerini kaybetmeye başladı.
Bu şehirde korular var, deniz yaşamı var. Çok kısa
bir sürede bu şehirden ormanlara ve kıra
çıkabiliyorsunuz. Şu anki gidiş ile bir sona
ilerliyoruz. Şu an bir miladın tam başındayız.
Ecdadı bu şehirde doğmuş, yetmiş beş yaşındaki benim
gibi bir adam için bunu görmemek elimde değildi ve o
yüzden bu resimler.
Neden bu konu?
İnsan, en çok neyi düşünüyorsa ondan bahsetmek
ister. Bana göre bugünün en önemli konusu bu ve bir
sanatçı olarak bunu ön plana çıkarmak istedim.
Ayrıca şehrin değişiminden bahsederken değiştirme
tavrından da bahsediyorum. Bu, muhafazakar denen bir
zihniyete rağmen bir tahrip. Burada büyük bir ikilem
ve samimiyetsizlik söz konusu olduğu için konunun
üzerine gitmeye başladım. Bu sadece bir şehrin elden
gidişi değil, şehir bir simge. Otoyollar yapılıyor,
tüp geçitler yapılıyor, köprüler yapılıyor; tüm
bunlara mı karşısınız dendiğinde karşı olduğunuz
nedenlerin silinişi ile de karşılaşıyorsunuz.
Böylece negatifin insanı noktasına itiliyorsunuz.
Resim benim dilim, resmimin de benim düşüncelerimin
yolundan gideceği muhakkak. Hayatım boyunca sadece
gitmezlerle ilgilendim. Kendimi daima bir alarmcı
olarak gördüm ve şehrin yok oluşu noktasında sorun
gördüğüm için bu konuyu seçtim. “Ehemi mühime tercih
etmek” diye bir deyim vardır. Ehemmiyetli konu şu an
budur. Bunun yanında benim resmim de solda sıfırdır.
Sokağa çıkıp bağıramam, gazeteci değilim oturup
yazamam. Ressamım, resim yaparım. Resmim benim
tavrımı taşır. Bu tavırda bir itiraz var ve şehrin
bu gidişine itiraz ediyorum. Neden bu konu biliyor
musun? Gelecekte bir gün ardımdan bu olup bitenler
için “O günlerde bunlar olurken sen ne yaptın?”
dediklerinde cevabı boş bırakmamak için bunu yaptım.
Bu meseleyi somutlaştıracak olursak,
itirazınız Taksim Kışlası’nın yeniden yapılmasına
mı?
Geçmişte yıkılmış, üzerinden oldukça zaman geçmiş ve
yapmak istedikleri şeyin yeterli planları ve
fotoğrafları yokken kışlayı işlevinden de koparıp
oraya yapmanın Allah aşkına ne anlamı var? Ayrıca
planların Taksim’in ortasına ‘askeri’ bir mekan olan
kışlayı tekrardan getirmesi benim her yönden asabımı
bozuyor. Şehrin olmayan bahçelerinden biri daha
böylece ortadan kaldırılıyor. Yapılması gereken,
Marmara Oteli’nin yıkılarak meydanın o bölgede
şehrin terası olarak kullanılmasının sağlanmasıdır.
Bunu yapabiliyor musunuz, işte şehircilik budur.
Böyle şehre bir şey kazandırmış olursunuz. Bu
yapılan projelerle bir rövanş alındığını
hissediyorum ve şehir üzerinde yapılan bu büyük
değişimler de onun bir parçası.
Peki, yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede
Çamlıca’ya cami yapılmasın mı?
Yapılmasın diyeceğim. Gereksinim varsa cami de
yapılır, kilise de. Ama İstanbul’un siluetini
düşündüğüm zaman, bu caminin varlığı Mimar Sinan’a
bir saygısızlık ve hakaret niteliği taşıyacak. Mimar
Sinan, Süleymaniye’yi yaparken Çamlıca Tepesi yok
muydu? Kanuni orada cami yaptıramaz mıydı? Önemli
olan en yüksek tepeye cami yapmak değil, buradaki
mesele şehrin siluetine uyabilecek noktaya o yapıyı
koymak. Çamlıca’ya cami yapıldığında Mimar Sinan’ın
ve Kanuni’nin Süleymaniye’sine tepeden bakan bir
cami yapılmış olacak, bu gözden kaçırılıyor. Ben bir
yönetici olsam tarihte böyle bir yapı ile anılmak
istemezdim.
İslam alemine hitap edecek, son yüzyılın en son
teknolojisi ile yapılacak camide eğer siz 16.
yüzyılda yapılmış bir mimariyi tekrar ederseniz
zaten kendinizi mahkum etmiş olursunuz. Bu dönemin
tekniği ile bu dönemin ufuk açıcı camileriyle İslam
alemini temsil edebilirsiniz, yol gösterici olmak
istiyorsanız böyle yol gösterici olabilirsiniz.
Bugün her şey mubah, ne yaparsanız olur. Sözler
değiştirilemez kanunlara dönüştü. Bu şehirde o kadar
ilginç şeyler yapılıyor ki, bunları bırakın yapmayı,
söylemek bana abuk geliyor. Bugün bunlardan mı
konuşulmalı…
Bu serginizde olduğu gibi bir kritik
üzerinden resim yapma geleneği
Türkiye ’de çok uzun bir geçmişe sahip değil.
Batı resminde akımların ve süreçlerin dönemin sosyal
ve ekonomik gelişmeleri ile doğrudan ilgili olduğunu
görürken Türk empresyonistleri, Türk modernleri gibi
kavramlar ürettiğimiz süreçler için bunu söylemek
zor. Resmi bilen biri olarak Türkiye’de bu dönem ne
zaman başlar?
Türkiye’de kritik üzerinden yapılan düşünce esaslı
resmin tarihi oldukça geçtir. Soyut mesela Türk
ressamının özenti derdiydi. Şimdi de kaçamağı. Bence
soyut Türk ressamının gerçek meselesi değildi. Soyut
Batı’da bir filozofik gereksinimin sonucudur.
Türkiye’de ‘soyut’un filozofik bir gereksinimle
ortaya çıktığını söylemek mümkün değil. Türkiye,
kendi sorunsalından ortaya çıkardığı ilk resimleri
1960’lı yıllarda gördü. Sanatçılar politik ve kendi
varlık sorunsalını resme ilk defa 1960’lı yıllarda
ortaya çıkan resimlerle gerçekleştirdi. Bunun öncü
hamleleri Yüksel Arslan, Cihat Burak ve Neşet Günal
resminde bulunabilir ama bu 1968 Kuşağı sanatçıları
ile gerçekleşmiştir. Bugün dünya ile eşzamanlı giden
bir Türk sanatı varsa bu o yıllarda sapılan
koridorla gerçekleşmiştir.
Sanat tarihimizde 68 Kuşağı diye anılan bir
grup var. ‘1968 Kuşağı’na ruhunu verebilmek için çok
çaba sarf ettiniz. Siz olmasaydınız bugün ‘68
Kuşağı’ olarak bilinen sanatçılar olur muydu?
Benim de sorum şu; 1968 Kuşağı sanatçılarına
bakıldığında ne görülüyor? Kimlerin neler yaptığını
görüyorsunuz? 1968 Kuşağı’nı ne ile hatırlıyorsunuz?
1968 Kuşağı’nın karakteri nedir? Bu soruların
cevabını verirseniz senin sorunun cevabını da ortaya
çıkarmış oluruz.
2004 yılında yayımlanan ‘Güldüğüme Bakma’
anı kitabınız içeriğindeki kimi eleştiriler
dolayısıyla oldukça tepki çekmişti. Üzerinden 10 yıl
geçtikten sonra bazı eleştiriler için “Bu biraz
fazla oldu” dediğiniz oldu mu?
Hayır. Bu kitap bazı kişilerce ötelenmesine ve
üstünün örtülmesine rağmen çok kişiye ulaşan ve
aranan bir kitap oldu. Yazdıklarım içinde pişman
olduğum hiçbir şey de yok. İçim rahat. Daha 10 yıl
geçmesine rağmen zaman kitapta yazdıklarımın ne
kadar doğru olduğunu gösterdi. İleride daha da net
bir şekilde göstereceğine inanıyorum. Bu kitap aynı
zamanda birilerine bir şeyleri yapma gayreti de
vermiştir. Kitapta “Bu kişinin şuralarda yapıtları
yoktur” dediğim için elbirliği ile oralara ne yapıp
yapıp işler konuldu. Bu şekilde de yalanlanmış
oldum. Yani bu kitabın Türk sanatı için çok yararı
olmuştur.
Az önce Türk empresyonistleri ve Türk
modernlerinin Batı sanatı takipçiliğinden bahsettik.
Bugün artık resim sanatı, özgünlük sorununu aşmıştır
diyebilir miyiz?
Türk resmi artık bu sorunların çok ötesinde
benliğine kavuşmuş, ergen bir noktadadır. Aktüel
bazı oluşumlar üstünde düşünmeyi gereksindiriyor.
Örneğin, son müzayedede Erol Akyavaş’ın resminin
taliplerinin resmin resimsel değerleri ile
ilgilendiğini mi sanıyorsunuz? Kabe kutsalının
dekoratif değeri ölçüsünde Erol’a bir değer
biçiliyor. Bu imajlar sonuçta, Osmanlı sanatı
içerisinde stilize edilmiş şemaların tuvale
aktarılmasıdır. Aynı resimde Kabe’nin yerinde başka
bir figür olsaydı ben resmin aynı etkiyi
yaratacağına inanmıyorum. Bu vaka üzerine uzun
uzadıya konuşulması gerekiyor. Bugün tekrar figür
resmine karşı bir hareket var. Figür resminin
Türkiye’de başlangıç noktasındaki reddi haline bir
geri dönüş var. Bugün bu gerçekten söz edebilen
kişiler yoksa hiç olmazsa bir tane olmalı. Öyle
görünüyor ki o da benim. Dünyadaki en kötü şey, dini
resimlerdir. Bir hat levhasından bahsetmiyorum. Bir
Hilye-i Şerif’ten bahsetmiyorum. Dinin
suiistimalinden bahsediyorum. Bu gitmezlerden
müştekiyim. Bu düzenden müştekiyim. Ben artık bu
işlerden dolayı resmi bırakma noktasındayım. Tüm bu
olanlardan benim de kırılmaya hakkım var. Din adına
da sanat adına da utanıyorum.
‘Göz Göre Göre’ isimli sergi 27 Nisan’a kadar The
Empire Project’te görülebilir.
Radikal, Haber: Oğuz Erten, 04.04.2013
|
HAYDARPAŞA STADI! (BOSPHORUS STADYUM)
İstanbul’un
2020 Olimpiyatları’na adaylık dosyasındaki
“Haydarpaşa Stadyumu” projesi açıklandığından
beri başka konu konuşamaz olduk: “Ne diyorsun;
yer seçimi doğru mu?”
Birinci soruya “bu kadar da olmaz; çok şaşırdım”dan
başka bir yanıt, ancak edep sınırları dışına
çıkmakla mümkün; diğerine ise “hayır!”
diyerek önce şunu söylüyorum: “Geçici dense de
olimpiyat kitabına göre ‘kalıcı’ymış! Kentin
en özgün tarihi peyzajlarından birini oluşturan kıyı
şeridine 100 bin kişilik stat kurarak seyircilerine
manzara ikram etmeye kalkışmak, bana Eyfel Kulesi
için söylenenleri anımsatıyor...”
Bilirsiniz, Parislilere “Kentiniz en güzel
nereden görünür” diye sorulduğunda “Tabii ki
Eyfel’den” derler ama “asıl neden”i
şudur: “Çünkü Eyfel’den bakıldığında demir yığını
Eyfel görünmez..”
Şimdi Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç da
İstanbul’daki Olimpiyatevi’nde düzenlenen
“2020’ye hazırlık” toplantısında, belli ki pek
beğendiği yeni “çılgın proje” için diyor ki;
“konuklar Kız Kulesi, Tarihi Yarımada ve Boğaz’ı
seyredecekler.” (26 Mart-gazeteler)
Yani olimpiyat izleyicileri, Anadolu
yakasındaki Haydarpaşa ve çevresinin muhteşem
görünümünü de parçalayacak, üstelik denizin
doldurulmasıyla yapılacak demir yığını stadı neyse
ki göremeyecekler!
Peki ya Avrupa Yakası’ndan Asya’ya
baktıklarında? “Haydarpaşa’ya abanan şu azman da
neyin nesi?” demeyecekler mi?
‘Hurda’sı Anadolu’ya
Bakan Kılıç, “geçici! stat” söküldüğünde
“Anadolu kentlerinde değerlendirilebileceği”ni
de söylüyor. Demek ki stadın İstanbul’da kalmasına
gönlü razı değil!
Peki, aynı “gönül” Anadolu kentlerine hangi
yüzle bakacak? Ekonomi adına “siz kullanın”
denecek Anadolu kentleri; “Alın hurdalarınızı
başınıza çalın; biz de İstanbul kadar değerliyiz,
yeni stadyumlarımızın yıkıntı artıklarıyla değil,
özgün projelerle yapılmasını isteriz”
demeyecekler mi?
Bu “ucube ötesi” projenin yabancılara
“Bosphorus Stadium” adıyla tanıtılmasına ise
aklı başında bir gerekçe göstermek mümkün
görünmüyor.
Sadece bizler değil, dünyada Boğaziçi’ni
“görerek” tanıyabilmiş herkes, bu eşsiz yeryüzü
cennetiyle bir stadyumu “isim”le bile olsa
birlikte düşünemez; tarihle denizin kıtalar arası
buluşmasına stadyum nasıl yakışabilir? Üstelik, 100
bin kişilik, yani ülke bir yana Avrupa’nın “en
büyük” ve “en battal” yapısı..
Herkes, böylesi bir “çocuksu” ilkelliğin
olimpiyatlara da asla ev sahipliği yapamayacağını
düşünür. Umarım Başbakan bakanını tez elden uyarır
ve İstanbul’un rezil olması bir yana, tarihin en
zengin uygarlıklarını barındıran bu ülkenin
olimpiyatlara ev sahipliği adına gülünç hale
gelmesinin de önüne geçer.
Cmhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 03.04.2013
|
SANAYİ BÖLGESİNDE ORTAYA ÇIKARILAN TARİH
Gebze Tarihi Kent Meydanı Kentsel Tasarım Projesi
ile ArkiPARC 2013 Belediye Ödülü Finalisti olarak
belirlenen Gebze Belediyesi Başkanı Adnan Köşker'den
Gebze Tarihi Kent Meydanı Kentsel Tasarım Projesi'ni
dinledik.
Özenle ve hevesle çalışılarak ortaya çıkarılmış bir
proje olan Gebze Tarihi Kent Meydanı Kentsel Tasarım
Projesi, hem yarışmayla yapılmış olması hem de
sanayi alanı olarak bilinen bir bölgede kent
sakinlerine yönelik, yaşanabilir alanlar oluşturan
bir uygulama olması açısından oldukça değerli.
Projenin tasarımı, 2005 yılında "Gebze Tarihi Kent
Merkezi Kentsel Tasarım Fikir Proje Yarışması"
adıyla açılan yarışmada üçüncülük ödülünü kazanan
Mimar Nimet Aydın'a ait. Projenin danışmanlığını ise
Prof.Dr. Cengiz Giritlioğlu, Prof.Dr. Haluk Gerçek,
Doç.Dr. Tülay Esin gibi önemli isimler üstlenmiş.

Projenin ana hedefi, Gebze'yi sanayi alanı
baskısından kurtararak saklı kalmış tarihi kimliği
ön plana çıkarmak. Toplam 64.000 m²'lik bir alanı
kapsayan projede Çoban Musatafa Paşa Külliyesi,
Malkoçoğlu Türbesi, Çarşı Hamamı ve Çarşı Çeşmesi
gibi tarihi yapılar, çevresi düzenlenerek öne
çıkarılmış; bunun yanı sıra Cumhuriyet Meydanı,
Gölcüönü Meydanı, Çamlık Parkı gibi geniş kamusal
alanlar yaratılmış. Aynı zamanda, 480 kişilik kültür
merkezi, 250 ve 300'er kişilik 4 adet nikah salonu,
kent müzesi, 4 adet sinema ve sergi salonunun yer
aldığı bir kamusal bina tasarlanarak sosyal ve
kültürel aktivitlerin gerçekleştirileceği mekanlar
yaratılmış. Valilik ve belediye başkanlığı makamları
ile belediye meclis salonunun da bu binada
konumlandırılmasıyla bir halkla ilişkiler merkezinin
oluşturulması ise kent sakinleri ile yerel
yönetimler arasındaki sınırın hafifletildiğinin
göstergesi. Projeyi yerinde inceleyerek detayları
Gebze Belediye Başkanı Adnan Köşker'den dinledik.
Almanya'da Ruhr Bölgesi'ni dönüştürerek yaşanacak
bölgeler haline getirdiler. Biz de Gebze'yi bu
şekilde dönüştürebiliriz. Gebze sabah işe gelip
akşam gidilecek bir yer olarak görülmesin. Gebze'nin
konumu havaalanına, tren yoluna, denize, Marmaray'a
yakın. 10 sene sonra Gebze büyük gelişim gösterecek.
Bence Gebze'nin keşfedilmesi lazım, geç kalınıyor.
Her yıl nüfusumuz ortalama 11.000 artıyor, hala göç
alan bir ilçeyiz. Turizmi geliştirmemiz için
Gebze'nin tarihi ve turistik değerlerini ön plana
çıkarmaya çalışıyoruz. Fabrikalara Avrupa'dan
teknisyenler, mühendisler geliyor, onların vakit
geçirebilecekleri, konaklayabilecekleri alanlar
yaratmaya çalıştık. Artık Gebze'ye gelip meydanımızı
gören kişilerin Gebze hakkındaki fikirleri
değişecek.

Fatih Sultan Mehmet, Gebze'de vefat etmiş.
Ordular sefere çıkarken Gebze'de konaklamış, bu
sebeple askere yönelik birçok tesis kurulmuş: han,
aşevi, sağlık ocağı. Gebze'yi askeri üs gibi
kullanmışlar. Bundan dolayı Gebze'de beklenmedik
tarihi eserler var. Mesela kervansaray var, bunu
ortaya çıkarmak istedik. Çevresi binalarla
çevriliydi hatta kervansaray da özel şahsa ait mülk
olmuştu, nalbur olarak kullanılıyordu. Çevresindeki
binaların yarısı kamulaştırılarak boşaltıldı. Hamam,
türbe gibi tarihi yapılar var. Gebze'nin, halkın
zorla yaşadığı bir yer değil de keyif alarak
yaşadığı bir bölge olmasını istiyoruz.
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 03.04.2013
|
ANKARA'NIN DA SALT'I VAR

Garanti'nin kültür kurumu
Salt'ın üçüncü binası Ankara'da açıldı. 90'lar sanat
ortamına ışık tutan arşiv sergisi 'O Zamanlar
Konuşuyorduk'la açılan Salt Ulus, Ankara çıkışlı
projelere öncelik verecek.
Ankara Ulus’ta,
Atatürk Bulvarı üzerinde, Gençlik Parkı’nın
karşısında küçük, şirin bir tarihi bina...
İtalyan mimar Guilo Mongeri’nin 1926’da yaptığı,
eskiden Osmanlı Bankası’nın misafirhanesi olarak
kullanılan bu bina, Garanti Bankası’nın kültür
kurumu Salt’ın Beyoğlu ve Galata’dan sonraki
üçüncü şubesi olarak kapılarını açtı. Başkentin
Salt’ı, Salt Ulus adını taşıyor.
“Ankara’da devasa bir potansiyel var” diyor Salt
Programlar Direktörü Vasıf Kortun, “Güzel
sanatlar alanında Hacettepe öyle, Bilkent
öyle... Ayrıca çok iyi sanat tarihi bölümleri
var. Ayrıca en iyi arşivler burada, çok sağlam
kütüphaneler burada. O yüzden çok ciddi bir
fırsat olarak görüyorum bunu. Ankara’nın derin
birikimini daha iyi değerlendirmek için önemli
bir imkan.”
Kortun’a göre Salt Ulus’un İstanbul’daki
Salt’lara göre küçük olması bir şeyi
değiştirmeyecek: “Bizim için değeri aynı.
İstanbul’da yaptığımızın devamı olarak
görülmeli. Orada bir Salt var uzakta gibi
olmayacak, sürekli gidip geleceğiz. Mekana uygun
şeyler yapacağız. Biz bombastik şeyler peşinde
değiliz, zaten bizim DNA’mıza uymaz. Mümkün
olduğu kadar deneysel olmaya çalışıyoruz. Sadece
sanat olmayacak burada. Temel derdimiz sanat
değil. Salt’ta disiplinler ötesi, yenilikçi
araştırma ve programlar oluşturarak kamuyla
paylaşma derdindeyiz.”
İstanbul’un tekrarı değil
Salt Ulus’un ilk sergisi daha önce Salt
Galata’da açılan ‘O Zamanlar Konuşuyorduk’
başlıklı arşiv sergisi. Açılış için bu serginin
seçilmesinin nedenlerinden biri, sergide ele
alınan üç sergiden birinin 1995’te Ankara
Garı’nda açıldıktan bir gün sonra ‘halkın
moralini bozuyor’ gerekçesiyle kapatılan meşhur
‘Gar Sergisi’ olması (hani şu Selim Birsel’in
çarpıcı enstalasyonu ‘Kurşun Uykusu’nun olduğu
sergi)... Yoksa İstanbul’da açılan sergilerin
Ankara’da tekrarlanması gibi bir durum yok.
Sergi, gösterim ve konuşma gibi programların
gerçekleştirileceği Salt Ulus, Ankara çıkışlı
projelere öncelik verecek, kentin kapsamlı
araştırma potansiyelinden de yararlanacak.
Salt’ın İletişim ve Yönetim Direktörü Derya Açar
Ergüç, Salt Ulus’taki iki ofisi, Mayıs 2013’ten
itibaren dört ay süreyle başkentteki genç
araştırmacıların kullanımına açacaklarını
söylüyor. Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı
Nafiz Karadere de “Salt Ulus’un İstanbul odaklı
kültür gündemini genişletmek üzere bir ağ
oluşturacağına inanıyoruz. Bu tür kurumlara
İstanbul dışında daha çok ihtiyaç olduğunu
gözlemliyoruz” diyor. ‘O Zamanlar Konuşuyorduk’,
Türkiye ’de 90’ların güncel sanat ortamına
ışık tutan bir arşiv sergisi. 90’ların ilk
yarısında düzenlenen üç güncel sanat sergisini,
arşivleri üzerinden yeniden gündeme getiriyor.
Odakta Türkiye’deki ilk küratoryal sergiler
‘Elli Numara/AnıBellek II’ (1993, İstanbul),
‘Gar Sergisi’ (1995, Ankara) ve
‘Küreselleşme-Devlet, Sefalet, Şiddet’ (1995,
İstanbul) var.
‘Elli Numara’, Vasıf Kortun küratörlüğünde,
Akaretler 50 numaralı yapıda (bugünkü W Hotel)
düzenlenmişti. Sergi, afişinin kaldırılıp yerine
Demokrat Parti afişinin asılması nedeniyle
planlanan tarihten önce kapatılmıştı. ‘Gar’,
Ankara temelli Sanart’ın Tabular ve Sanat
Sempozyumu çerçevesinde, sanatçı Selim Birsel,
Vahap Avşar, Claude Leon ve Füsun Okutan’ın
girişimiyle Ankara Garı’nda açılmıştı. Sergideki
işler, ‘toplumun moralini bozduğu’ gerekçesiyle
açılışın ertesi günü gar yönetimi tarafından
toplatılmıştı. Ali Akay’ın küratörlüğünü yaptığı
‘Küreselleşme’, o zamanlar Müşerref Zeytinoğlu
ve Emre Zeytinoğlu’nun atölyesi olan mekanda,
Beyoğlu’ndaki Devlet Han’da açılmıştı.
90’lara yolculuk iyi geliyor
‘O Zamanlar Konuşuyorduk’taki en geniş arşiv
‘Elli Numara’ya ait. Bu sergiyle ilgili sanatçı
dosyalarından sponsor yazışmalarına her şey
mevcut. ‘Gar Sergisi’ndeki bazı işler yeniden
üretilmiş, serginin orijinal afişi de sergide.
‘Küreselleşme’ ise yeniden üretilen bazı işler,
Ali Akay’ın sergiyi anlattığı televizyon
programı, serginin tanıklarıyla yapılmış
söyleşiler aracılığıyla aktarılıyor.
Sanatın siyaset ve sosyolojiyle kesiştiği,
ticari kaygıların geri planda olduğu,
sanatçıların kolektif hareket edebildiği 90’lara
yolculuk insana iyi geliyor. 2 Haziran’a kadar
Salt Ulus’ta. Giriş ücretsiz.
Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 03.04.2013
|
GERMENİCİA ANTİK KENTİ
ARKEOPARK OLACAK
Kahramanmaraş'taki
Germenicia antik kentinin çevresinin düzenlenerek,
arkeopark haline getirileceği bildirildi.
Dulkadiroğlu
Mahallesi'nde, 2007'de ev tadilatları ve kaçak
kazılar sonrası tesadüfen bulunan Germenicia Antik
Kenti'nde, kazı çalışmalarının bir bölümü
tamamlanarak koruma altına alındı. Çalışmalarda, 3
mahallede farklı 23 noktadaki taban mozaiklerinin
gün yüzüne çıkartılması için kamulaştırmaya hız
verildi.
Vali
Kocatepe, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Dulkadiroğlu,
Bağlarbaşı,
Namık Kemal
mahallelerinde yaklaşık 170 hektarlık alanda çıkan
mozaikleri yerinde sergileyerek kenti turizm
alanında cazibe merkezi yapmayı hedeflediklerini
söyledi.
Her yıl yeni kazı alanı
oluşturulduğunu belirten
Kocatepe, şunları
kaydetti:
"Mozaik alanlarını
genişletiyoruz. Germenicia antik kentini arkeopark
şeklinde düzenleyerek
Kahramanmaraş'ı
Türkiye'nin üç
önemli mozaik kentinden biri yapmayı amaçlıyoruz.
Mozaikleri müzede değil bulunduğu alanda sergilemeyi
planlıyoruz. Bu kapsamda, mozaiklerin bulunduğu
alanın çevresini turistlerin ihtiyaçlarına uygun
tesislere donatarak güzel bir alan oluşturmak
istiyoruz. 3 mahallemizde yaklaşık 170 hektarlık bir
alanda mozaik var. Bu bölgedeki 146 dönüm arazi
Adana Anıtlar
Yüksek Kurulu tarafından 2010 yılında 3. derece sit
alanı kapsamına alındı."
Kocatepe, şu ana
kadar 13 parselde kamulaştırma yapıldığını,
önümüzdeki süreçte 2 parselde daha kazı
çalışmalarına başlanacağını söyledi.
Önceki yıl "Uluslararası
Mozaik Sempozyumu" düzenlediklerini anımsatan
Kocatepe,
sempozyumdan çıkan sonuçları kitap olarak
yayınladıklarını ve yapılan değerlendirmelerde
mozaiklerin milattan sonra 1. yüzyıla kadar indiğini
gördüklerini belirtti.
Bölgeden çıkan
mozaiklerin Bizans dönemi
İstanbul ve
Şanlıurfa
Haleplibahçe'de bulunan mozaiklerle eş değer
olduğunun anlaşıldığını ifade eden
Kocatepe,
"Kullanılan malzemenin küçüklüğü, renklerin
canlılığı ve desenlerin farklılığıyla çok özel
mozaikler olduğunu anlaşılmış oldu. Bunun yanında
Germenicia mozaikleri Dünya Mozaik Birliği'nin
farklı dillerdeki yayınıyla arkeoloji literatürüne
girdi" diye konuştu.
İl Özel İdaresi
kaynaklarıyla çalışmaları tamamlamanın mümkün
olmadığını dile getiren
Kocatepe, her
birinde yaklaşık 15-20 oda bulunan 100 adet villanın
olduğu tahmin edilen antik kentin taban
mozaiklerinin, dönemin sosyal ve kültürel hayatı
hakkında önemli ipucları verdiğini anlattı.
-Germenicia Antik
Kenti-
Kaliteleri ve
ikonografileri açısından Zeugma mozaikleri ile
yarışacak nitelikte olduğu belirtilen Germanicia
antik kenti, 146 hektarlık geniş bir alana
yayılıyor. Kentin kalıntılarının bulunduğu
Dulkadiroğlu, Bağlarbaşı,
Namık Kemal ve
Şeyhadil mahalleleri, bu kapsamda 3. derece
arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi.
MS 1. yüzyıla ait bir
Roma Kenti olduğu ve sakinlerinin yüksek mevkili
aristokratlar olduğu anlaşılan Germenicia,
Kahramanmaraş'ı
dünyanın en önemli mozaik merkezlerinden biri haline
getirecek. Her birinde yaklaşık 15-20 oda bulunan
100 villanın olduğu tahmin edilen antik kentin taban
mozaikleri, dönemin sosyal ve kültürel hayatı
hakkında önemli ipucları veriyor.
İnsan, hayvan ve bitki
figürlerinin çok gerçekçi şekilde resmedildiği
mozaikler arasında bulunan "horoz" figürünün ise
günümüzde bilinen mozaikler arasında
karşılaşılmamış, benzersiz bir yapıya sahip olduğu
belirtiliyor.
haberler.com, 03.04.2013
|
MERYEMANA EVİ'Nİ FIRTINA VURDU

İzmir'in Selçuk İlçesi'ndeki her
yıl on binlerce Katolik Hıristiyan'ın ziyaret ederek
hacı olduğu Meryemana Evi'ni fırtına vurdu.
Devrilen asırlık çam ağaçları ve elektrik
direkleri Meryemana Evi'nin avlusundaki ayin yapılan
bölümdeki üzeri pergoleli platform ile ayine
katılanların oturduğu sıralar kullanmaz hale
gelirken, kutsal su aktığına inanılan çeşme de hasar
gördü.
Bugün sabah saatlerinde başlayan ve saat 14.30
sıalarında etkisini arttıran fırtına
Aydın 'ın Kuşadası ve
İzmir 'in Selçuk ilçelerinde de etkili oldu.
Saatteki hızı zaman zaman 70 kilometreyi bulan
fırtına, Selçuk'a 9 kilometre uzaklıktaki Hz.
İsa'nın annesi Meryem'in son yıllarını Saint Jean
(Yuhanna) ile birlikte geçirdiği inanılan ve
Meryemana Evi olarak bilinen kilisenin bulunduğu
Bülbül Dağı'nda da etkili oldu.
DEVRİLEN AĞAÇLAR ‘ATRİUM’U HARABEYE ÇEVİRDİ
Fırtınanın devirdiği asırlık 10 kadar çam ağacı
Meryemana Evi'nin avlusundaki 'atrium' olarak
bilinen ayin bölümünü harabeye çevirdi. Ayin
alanındaki üzeri çelik konstrüksiyon ve sacla kaplı
platform ve ayine katılanların oturduğu ahşap
sıralar devrilen ağaçlar nedeniyle kullanılamaz hale
geldi. Kutsal su aktığına inanılan çeşmede de hasar
meydana geldi.
Meryamana Evi'ni ziyarete gelenlere bilet kesilen
giriş kapısı ile rahip lojmanın önü de devrilen ağaç
ve elektrik direkleri nedeniyle kapandı. Bölgede,
elektrikler de kesildi. Selçuk Belediyesi'nde
görevli işçiler tarafından devrilen ağaçların
kesilip, traktörlere yüklenerek kaldırılmasına
başlandı.
2006 yılında Bülbül Dağı'nda çıkan orman yangını
Meryemana Evi'ne kadar ulaşmış, ancak devrilen
asırlık çam ağaçlarının yanmaması dikkati çekmişti.
Öte yandan Selçuk, şehir merkezinde devrilen bir
ağacın elektrik nakil hattındaki telleri koparması
nedeniyle ilçeye elektrik verilemezken, Kuşadası'nda
da bazı ağaçların dalları kırıldı,
Turgut Özal Bulvarı üzerindeki trafik
sinyalizasyon lambalarını devrildi.
Radikal, Haber: Latif Sansür - Veysel Erol,
03.04.2013
|
TAŞ MEKTEP SATILIYOR

Tirilye’deki tarihi
Taş Mektep binası satışa çıkarılıyor.
Yapımına 1904 yılında başlanan 3 yılda inşaatı
biten, Kıbrıs’ın ilk cumhurbaşkanı olan
Başpiskopos Makarios’un da eğitim gördüğü Taş
Mektep’in durumu Tirilye Belediye Meclisi’nde
görüşüldü.
Başkan Ali Turan, belediyenin bu tarihi binayı
restore edecek bütçesinin olmadığını belirterek,
binayı bir milyon euro almak isteyen bir alıcı
çıktığını açıkladı.
Turan bu nedenle uzun süredir atıl durumda olan
Taş Mektep’in ihale yoluyla satılmasını
önerdi. Turan’ın önerisine 4 CHP ile bağımsız
meclis üyesi Murat Kara karşı oy kullandı. Satış
önerisi 4 AKP'li üyenin ve Başkan’ın 2 oyu
ile kabul edildi.
Belediye Meclisi’nde oy çokluğu ile alınan
kararla İçişlerine Bakanlığı’na satış için
başvuru yapılacak.
Bakanlıktan gelecek onay ile tarihi bina
ihaleyle satışa çıkarılacak.
Bursa Olay, Haber: Ömer Bilik, 02.04.2013
******
TARİHİ TAŞ MEKTEP 3
MİLYON LİRAYA SATILACAK

Bursa’nın Mudanya
İlçesi'ne bağlı Tirilye beldesinde kurulduğu dönem
papaz okulu olarak kullanılan, daha sonra 1980
yılına kadar ilkokul binası olarak değerlendirilen
tarihi Taş Mektep, meclis kararıyla satılıyor.
Gerekçe: Belediyenin restorasyona bütce ayıramaması.
Mudanya’nın 3 bin yıllık geçmişe sahip Tirilye
beldesinde çok sayıda kilise, ruhban okulu ve ayazma
bulunuyor. 1905 yılında kurulan ve Rum lider,
Başpiskopos Makarios’un da eğitim aldığı tarihi
binanın restorasyonu için yaklaşık 8 milyon liranın
gerektiğini belirten Tirilye Belde Belediye Başkanı
Ali Turan, “Restorasyon olmazsa bu bina çökecek. Bu
nedenle mecliste satışını gündeme getirdik. Karar
çıktı. Ancak satışını yapabilmemiz için Kültür ve
İçişleri bakanlıklarından izin çıkması gerekiyor.
Oluru alırsak, 3 milyon liraya satmayı planlıyoruz”
dedi.
Turan, “Taş Mektep’e
Araplar talip. Geçen yıl Kemerli Kilise’yi alan
Fener Rum Patrikhanesi
de satın almak istiyormuş. Taş Mektep’i alan
restorasyondan sonra büyük olasılıkla otel olarak
kullanacak. Biz de parayla beldemize, terminal,
otopark, meslek lisesi alanı, düğün salonu ve
futbol sahası
yapmayı düşünüyoruz” dedi.
Radikal, 05.04.2013
|
BAŞBAKAN'A 'İSTANBUL SİLUETİ' İLE YÜKLENDİ

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin
TBMM Grup Toplantısı'nda konuştu.
Kılıçdaroğlu'nun
İstanbul ile ilgili söyledikleri gündeme damgasını
vurdu.
İşte satırbaşları:
"Bir bedende iki ruhu sinemada, romanlarda,
hikayelerde görürsünüz. Bizde çift kişilikli
siyasetçi var mıdır? derseniz. Adını siz daha iyi
biliyorsunuz.
Yerel Yönetimler Sempozyumu'nda konuştu. Sayın
Erdoğan'ın konuştuklarına katılıyorum. Ama şunu
söylemekten kendimi alamıyorum. Sayın Erdoğan'ı fena
işletmişler. Kendisini anlatıyor adeta. Ama farkında
değil.
İstanbul'da Sultanahmet Camii'ne bakılınca sadece
minareleri görünürdü. Ama şimdi bakın, hani tarihe
saygılıydın? nasıl oldu? Gözünüzü rant bürüdü.
Çamlıca Tepesi sit alanıydı, yeşil alandı. Önce
Başbakan gitti, villa yaptı, etrafını çevirdi. Hani
sit alanı. İstanbul'da tarihe, yeşile saygı için
atılacak her adımı destekleyeceğiz. İstanbul nasıl
yağmalandı. 2009-2013 yılları ara İmar Komisyonu'na
gelen dosya sayısı 9957. Nasıl daha fazla kat nasıl
alabilirim diye. Sayın Başbakan Sultanhamet'e
yapılan o durumu düzeltelim, o minareleri yeniden
ortaya çıkartacak değişikliği yapalım.
Meşhur bir müteahhidimiz var, gazetelerde
görüyorsunuz. Bakırköy'de bir arazisi var. İnşaat
alanı 64 bin metrekare. Ama diyor ki bu bana yetmez.
190 bin metrekareye çıkarmak istiyorum diyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi oy birliğiyle, 'Bu
kadar olmaz' deyip reddediyor. Aynı vatandaş,
Ankara'ya geliyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na
gidiyor. Buradan onay alıyor. Bakanlığın izniyle bu
alan 190 bin metrekareye çıkarılıyor. Sayın
Erdoğan'a soruyorum, yeşil diyorsun, yüksek bina
yapmayın diyorsun, doğaya, tarihe saygılı olun,
millet sizi affetmez diyorsun. Bu izni veren kişi
senin bakanın. Bu izin senden izin alınmaksızın
verilmez. Şimdi sana soruyorum. Sen bu bakanı
görevden alacak mısın, alamayacak mısın?
Esenyurt'ta Belediye Başkanı kalkıyor kendi
kendine plan yapıyor. Gönderiyor Büyükşehir'e.
Büyükşehir olmaz diyor bu benim yetkim sen nasıl
yaparsın. O da elinin tersiyle itiyor Büyükşehir'iç.
"Sana ne kardeşim. Kapı gibi Recep Tayyip Erdoğan
benim arkamda. Yaparım ben planı" diyor. Yapıyor
planı, yasalara aykırı inşaat ruhsatı veriyor.
İstanbul'da yeşil alan bırakmadılar. Türkiye'nin
ne büyük parkının temelini İzmir'de attık, rant
değil. İnsanlar spor yapsın diye. Yerel Yönetim
Sempozyumu'nda konuşuyor ama bilboardlarda yüksek
binaların reklamı.
Sultanahmet Camii'nin minarelerini o yüksek
binalarla nasıl kirlettiniz farkında mısınız?
2B'yle ilgili projemizi açıklamış adına da 'Barış
Yolu' demiştik. Orman köylüsünden hiç bedel
alınmadan üzerine yapılacak dedik. Çünkü orman
köylüsü en yoksul köylü".
Yapı, 02.04.2013
|
DİKKAT SARAY ÇIKABİLİR!

Tarihi Karaman Kalesi'ndeki düzenleme çalışmaları
sırasında, saray kalıntısı bulgularına rastlandı.
Karaman Müze Müdürü Bünyamin Akbulut, yaptığı
açıklamada, Karaman Kalesi'nin, Selçuklu döneminden
günümüze kadar gelebilmiş en önemli eserlerden biri
olduğunu söyledi.
Akbulut, Karaman Kalesi'nin iç içe 3 surdan
oluştuğunu, ancak sadece Hisar Mahallesi'nde bulunan
iç kalenin günümüze kadar sağlam gelebildiğini
anlattı.
Orta kalenin de bazı surlarının halen ayakta
olduğunu ifade eden Akbulut, ''1648 yılında
Karaman'a gelen Evliya Çelebi, dış kale çevresinin 7
bin adım geldiğini, 140 kulesi ve 9 kapısının
olduğunu anlatıyor. Ayrıca orta kalenin 2 kapısının
bulunduğu ve çevresinin hendeklerle çevrili olduğunu
belirtmiştir. İç kale, bronz, Roma ve Bizans
çağlarına ait buluntular veren bir höyüğün
üzerindedir'' dedi.
Kalenin, muhtemelen 11. yüzyılın sonu ile 12.
yüzyılın başlarında yapılmış olabileceğini aktaran
Akbulut, ''Selçukluların ardından Karamanoğlu
Beyliği kurulduktan sonra dış, orta ve iç kale
yeniden düzenlenmiş. Fakat Osmanlı Devleti,
Karaman'ı ele geçirdiğinde kale büyük hasara
uğramış, bir kez daha tamir edilmiş. 1970 yılında
ise kültürel faaliyetler için kalenin içine bir amfi
tiyatro yapılmış'' diye konuştu.
Bilimsel kazı başlatılacak
Akbulut, kalenin iç avlusundaki beton oturma
grupları ve dolgu kaldırılarak, taban kodunun ortaya
çıkarılması için ocak ayında çalışma başlattıklarını
belirterek, şunları kaydetti:
''Beton oturaklar kırılıp çıkarıldıktan sonra,
dolgular kaldırılırken yüzeysel kazılar da yapıldı.
Bu kazılarda çeşitli duvarlara rastladık. Çini
parçaları, seramik mutfak eşyası parçaları bulundu.
Yapı, 02.04.2013
|
TAKSİM CAMİİ'NİN ELBİSESİ DEĞİŞİYOR

Taksim Camii projesini hazırlayan
Ahmet Vefik Alp ve ekibi, projeyi Başbakan
Erdoğan'ın beklentileri doğrultusunda revize ediyor.
İki ayrı alternatif proje tamamlanmak üzere. Alp,
"Projenin elbisesi biraz değişiyor. Sonra
Başbakan'ın talimatını bekleyeceğiz" dedi.
Çamlıca Camii için ilk kazma vurulup inşaat
faaliyetleri başlatılırken, Taksim'e yapılacak cami
projesi de hız kazandı.
Taksim Camii
projesini hazırlayan Prof.Dr.
Ahmet Vefik Alp ve ekibi, "Başbakan Erdoğan'ın
beklentileri doğrultusunda ana projeyi değiştirmeden
klasik cami üslubunun daha fazla sentezlendiği iki
versiyon daha hazırlıyor."
'RİCA ETTİLER ANLADIK'
Prof. Alp projeyle gelinen noktayı şöyle anlattı:
"Her ne kadar birebir görüşme imkanı bulamadıysak da
Sayın Başbakanın modern üslupla hazırladığımız
projede, daha fazla klasik unsur yer almasını
istediğini öğrendik. Projeyi yürüten
Taksim Camii Kültür ve Sanat Vakfı yöneticileri
de ricada bulundu. Biz de bu talebi anlayışla
karşıladık. Kesinlikle eskinin bir kopyası
olmayacak. İnandığımız mimari prensipleri
yaralamadan eski unsurların sentezlenmesi ve zamanın
durdurulması yönünde bir çalışmamız var. Projenin
iki yeni versiyonu hazırlanıyor. Vakıf o
alternatifleri de Sayın Başbakana ulaştıracak. Ondan
sonra kendilerinin talimatlarını bekleyeceğiz."
'HUKUKİ ENGEL KALMADI'
Projenin durdurulması yönünde açılan davaların
reddedildiğini ve önünde hukuki olarak hiçbir engel
kalmadığını hatırlatan Prof. Alp, "Aşağı yukarı 1.5
yıllık bir çalışmanın ardından ortaya koyduğumuz
proje çok beğeni kazanmış, Uluslararası Mimarlar
Birliği tarafından 159 proje arasından birinci
seçilmişti. Belki elbisesi değişecek biraz. Zaten
arsa çok küçük. Çok farklı şeyler de yapmak mümkün
değil. Vakıf daha önce birçok proje yaptırmış ama
kabul görmemiş" diye konuştu.
7 KAT İNİLECEK
Alp'in Taksim Cumhuriyet Camii ve Dinler Müzesi adlı
projesi, onaylanması halinde 1500 kişinin namaz
kılabileceği camide yerin yedi kat altına inilerek,
oditoryum, otopark, kültür merkezi, tv stüdyoları,
lokanta, kütüphane ve bir de Dinler Müzesi
yapılacak.
Taksim Camii Kültür ve Sanat Vakfı Genel
Sekreteri Mustafa İmamoğlu da
Taksim Camii Projesi'ndeki gelişmeleri şöyle
değerlendirdi: "Sayın
Ahmet Vefik Alp'in hazırladığı ana proje
üzerinde bazı değişiklikler yapılıyor. Klasik cami
mimarisi üsluplarının işlendiği iki yeni versiyon
hazırlanıyor. Bu çalışmalar tamamlandıktan sonra
Sayın Başbakanımız tarafından görüşmek için
çağrıldığımızda, bu yeni versiyonları da kendisine
takdim edeceğiz. Projelerden birinin onaylanması
halinde inşaat çalışmalarının da hemen başlayacağını
düşünüyoruz."
ÇAMLICA
CAMİİ'NDE SON DURUM
Öte yandan kamuoyunda tartışmalara sebep olan
Çamlıca Camii inşaatı için hafriyat çalışmaları
hızla ilerliyor. Geçtiğimiz ay Üsküdar
Belediyesi'nce ruhsatı verilen caminin hafriyat ve
inşaat faaliyetleri İstanbul Cami ve Eğitim-Kültür
Hizmet Birimleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği'nce
yürütülüyor.
Caminin inşa edileceği 57 bin 511 metrekarelik
alandan 50 bin kamyon hafriyat çıkarılması
öngörülüyor. 4-5 ay içinde tamamlanması planlanlanan
hafriyat sırasında alandan çıkarılan toprağın
Maltepe sahilindeki dolgu alanına taşınacağı
belirtiliyor.
Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 02.04.2013
|
JEORADARLA RÖNTGEN ÇEKİLİP RESTORE EDİLİYOR
İ
Ayasofya Müzesi'nde devam eden restorasyon
kapsamında iç mekanın kuzey kısmına iskele kuruldu.
İskele, daha sonra doğu, güney ve batı cephelerde
kurulacak ve jeo radarlarla tarihi yapının baştan
aşağı röntgeni çekilecek. 1. Mahmud Kütüphahanesi
üstündeki Hünkar Mahfili kısmında kurtlanan ahşaplar
ise gaz verilecek temizlenecek. Ayasofya Müzesi
Müdür Vekili Hayrullah Cengiz, 6 şantiyede
çalışmaların sürdüğünü belirterek, bunları 1. Mahmud
şadırvanı, 1. Mahmud Kütüphanesi, iç mekanlar, batı
cephesi, turnikeler bölümü olarak sıraladı. Proje
çalışmasıyla onarım çalışmasının birlikte
yürütüldüğünü belirten Cengiz, şunları söyledi:
SON KARAR KORUMA KURULU'NUN
"İskele, ilk önce kuzey tarafına kuruldu, bütün
yapıyı dolaşacak. Jeoradarlarla bu röntgenini
çekiyoruz. Zeminde, fil ayaklarında, çeşitli
yerlerde çatlaklar var. Öncelikle yüzeydeki mermerin
durumunu tespit ediyoruz. Yerden kubbeye kadar
çıkacağız." Ana kubbenin altındaki, yüzü kapalı
ikinci serafim meleği üzerinde de çalışılacağını
belirten Cengiz, "Altında ne olduğuna bakılır.
Koruma kurulu hangi kararı verirse onu uygulamaya
çalışacağız" dedi.
Sabah, Haber: Hasan
Ay, 02.04.2013
|
HOLLANDA'NIN HAZİNESİ 10 YIL ARADAN SONRA AÇILIYOR

Flemenk
Altın Çağı’nı en iyi yansıtan müze olarak kabul
edilen Rijksmuseum on yıl süren restorasyon sonrası
13 Nisan’da tekrar açılıyor. Rembrandt, Vermeer, Jan
Steen ve Franz Hals gibi Hollandalı ressamların
eserlerinin bulunduğu 1885’te açılan ulusal müzenin
beş yıl sürmesi beklenen restorasyon çalışması on
yılı buldu ve harcanan yaklaşık 500 milyon dolar ile
bütçeyi bir hayli aştı.
Pierre Cuypers tarafından gotik ve rönesans
mimariyle dizayn edilen binanın yıllarca genişleyen
koleksiyonlar sonrası ihtiyaç duyulan
restorasyonuyla ilgili
New York Times’a konuşan müzenin direktörü Wim
Pijbes,“Müze muazzam büyüklükte ve bu ciddi bir
değişimdi” dedi. Pijbes, “Amsterdam kanallardan
oluşan bir şehir, ıslanmadan yerde bir delik açmanın
imkanı yok. Ayrıca bu ulusal bir müze, devlet işleri
genelde zaman alır” sözlerini ekledi.
Müzenin renovasyonu için katıldıkları yarışmayı
kazanan
İspanyol mimarlar Cruz ve Ortiz harap olmuş
galeri ve süsleri orijinaline sadık kalarak
yeniledi. Yenilenmiş Rijksmuseum’un yeni bir girişi,
Asya Pavyonu, dışarıda sergilenmek üzere bir alanı,
restorantları, eğitim olanaklarının olduğu bölge ve
yenilenmiş bir kütüphanesi var. Rembrandt’ın ‘Night
Watch’ tablosunun ilgi çektiği müzeyi 2002’de en son
1.3 milyon kişi ziyaret etmişti.
Klasik müze formları dışında farklılıkları da
barındıran Rijmuseum’un üç katlı dökme demir tarihi
kütüphanesi ilk defa ziyaretçilere açılacak. “Bina
ile kavga etmek yerine onun egzantrikliğini kabul
ettik” diyen Pijbes, “Sanat müzesi olarak değil,
ulusal bir müze olarak inşa edilmişti. İnsanların o
dönemin tabloları, mobilyaları ile tarihi
hissedebilmelerini istedik” açıklamasında bulundu.
Tıpkı Louvre’un ‘Mona Lisa’sı gibi, Rijkmuseum’un da
‘Night Watch’ı var. Buna saygı duyduklarını ekleyen
Dibbis, “Cuypers binayı o tabloya göre dizayn
etmişti. Bunu değiştirmedik. Hala ziyaretçilerin en
rahat görebilecekleri yerde bulunuyor” dedi. Müzenin
direktörü, Rijmuseum’a iki milyona yakın turistin
beklediklerini belirtti.
Radikal, 02.04.2013
|
ÖMER ÇELİK: EMEK YIKILMIYOR, TAŞINIYOR
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, ''Londra Kitap
Fuarı Konuk Ülke Türkiye'' tanıtımı için düzenlenen
basın toplantısında, gazetecilerin Emek Sineması'na
ilişkin sorularını yanıtladı.
Çelik, konuyla ilgili yargı süreci olduğunu ve
mahkeme kararıyla tescillendiğini ifade ederek,
şunları söyledi:
''Netice itibarıyla Emek Sineması yıkılmıyor,
bulunduğu yerden bir kaç kat yukarıya taşınıyor.
Dolayısıyla tartışma zemininin, Kültür Bakanlığı ile
çok fazla ilgisi yok. Süreç sonuçlanmış, proje
çerçevesinde de gördüğüm kadarıyla yıkılıp yok
edilmesi söz konusu değil. Aynı şekilde korunarak,
dünyada pek çok örneği olan bir sistem uygulanarak
bir kaç kat yukarıya, aynı şekilde aşınacaktır. Tabi
mekanlarla ilgili hassasiyet gösteren herkese
teşekkür ediyoruz. Mekanların hafızasına sahip
çıkmakla ilgili hassasiyet her zaman kıymetlidir
fakat hayatın değişen koşulları içinde de farklı
düzenlemeler ortaya çıkabiliyor. Netice olarak böyle
bir düzenleme ortaya çıkmıştır.''
Bakan Çelik, tartışmaları
daha fazla sürdürmenin ve konuyu ''Emek Sineması
yıkılıyor'' şeklinde yansıtmanın doğru olmadığını da
vurguladı.
Bakan açıklamalarına rağmen sinemaseverler duruma
tepkili. Dün Emek Sineması'nın içine girmeyi başaran
sinema yazarları ve sinemaseverler sinemanın
yıkılmış halini görüntüleyerek sosyal medyadan
paylaştılar. Sinemanın aynen taşınmasının mümkün
olmadığını gösteren görüntüler büyük tepki topladı.
Öte yandan; aynen taşınması fikrine de SİYAD,
İstanbul Kültür Sanat Varyetesi başta olmak üzere
sinemaseverlerin çoğu karşı çıkmış, AVM içinde bir
sinema yapılanmasının Emek'i geri getirmeyecek
olduğunu savunmuştu.
Ntvmsnbc, 01.04.2013
|
KAYAKÖY İHALESİNE GİRECEK FİRMALARA TEŞVİK
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan
2013 yılı 'Turizm Yatırımcılarına Kamu Taşınmazı
Tahsis' kararı ile
Kayaköy'e turizm tesisi yapılacak. İhale başvuru
süresi geçtiğimiz hafta dolan süreçte 4 firma ihale
için başvuruda bulundu. İhaleyi kazanan firma
Kayaköy'e 300 yataklı bir tesis yapıp işletirken
tarihi evlerin restorasyonunu da yapacak.
Süreç bu
şekilde ilerlerken
Fethiye Ticaret ve Sanayi Odası (FTSO)
öncülüğünde bir heyet ihaleye katılacak firmaların
iştahını kabartmak için çalışma başlattı. Köy
muhtarları FTSO, şehir planlamacıları,
Fethiye Mimarlar Odası ve AK Parti
Fethiye yönetiminden temsilcinin katıldığı
heyet, tarihi mekanda gezi ve inceleme yaptı. Heyet,
geçtiğimiz yıl 68 bin kişi tarafından ziyaret edilen
Kayaköy'ün yapılacak yatırımlarla daha fazla
ziyaretçi çekeceğini kaydetti.
HEM YATIRIMCI HEM ÜLKE
EKONOMİSİ KAZANACAK
Heyet adına konuşan FTSO
Başkanı
Akif Arıcan, Kayaköyü ve gelinen süreçle ilgili
yaptığı açıklamada 1924 yılında yapılan mübadele
sonrasında kaderine terk edilen
Kayaköy'ün nihayet kültür ve tarih mirası olarak
insanlığa ve ekonomiye kazandırılacağını söyledi.
Arıcan,
Kayaköy'ün tarihi Levissi Bölgesi ile ova
kesiminin birlikte değerlendirilmesi nedeniyle imar
sorununun meydana geldiğini ve bunun da
Kayaköy'ün önünü tıkadığını ifade etti. Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı ile Turizm Bakanlığı'nın
vardığı mutabakat sonrasında sorunun çözüldüğünü
kaydeden Arıcan, "Gelinen noktada Kültür ve Turizm
Bakanlığı Levissi Bölgesi'nin ihalesini 26 Mart 2013
tarihinde yaptı. İhale şartnamesine 300 yataklı bir
konaklama tesisi yapılması, geri kalan alanın üçte
ikisinin de ihaleyi alan firma tarafından
restorasyonun yapılarak yerel halkın kullanıma
açılmasını şart koştu. Dolayısıyla Bakanlığın attığı
bu tarihi adım ile
Kayaköy'ün Levissi Bölgesi turizme açılarak
bölge ekonomisine kazandırılacak. Eşsiz bir tarih ve
kültür mirasının korunması konusunda duyarlı bir
yaklaşım sergileyerek bu alan, yerel halk başta
olmak üzere tüm insanlığın (sanatçılar, bilim
insanları vb) kullanıma sunulacak. İyice yıkılmış ve
tahrip olmuş durumdaki evlerin 300 yataklı bir
konaklama tesisine dönüşmesi
Kayaköy ve
Fethiye adına yeni bir marka yaratacağına
inanıyorum. Tekliflerin değerlendirilmesinin
ardından
Kayaköy'de 80 yıldır beklenen hizmet
gerçekleşecektir. Böylece ülke ekonomisine önemli
bir yatırım kazandırılacaktır" dedi.
OVA KISMININ İMAR
SORUNU DA ÇÖZÜLECEK
Ova kesimin imar sorununa
yönelik ise oluşturulan heyetin
Muğla Valisi
Fatih Şahin başta olmak üzere Tabiat Varlıkları
Koruma Kurulu (TVKK) Genel Müdürü Osman İyimaya ile
görüşerek imar planı konusunda şimdiye kadar yapılan
çalışmalara ilişkin sorunları aktardığı öğrenildi.
Yetkililerden
Kayaköy'deki doğal ve tarihi dokuyu bozmaksızın
imar planına yansıtılmasını talep eden heyet,
TVKK'nın
Kayaköy'deki doğal sitlere ilişkin
planlarlardaki güncellemeyi yaptığı müjdesini verdi.
haberler.com, 01.04.2013
|
DÜNYA MİRASI ÇÖKEBİLİR

Yemen yönetimi, tarihi Sana evleri için ayrılan
ödeneği kesti. Halk, evleri betonla tamire kalkınca
UNESCO kenti kültür mirası listesinden çıkarmayı
gündeme aldı.
Eşsiz mimarisiyle sadece Ortadoğu'nun değil tüm
dünyanın en çok ilgi çeken kentlerinden biri olan
Yemen'in başkenti Sana, büyük bir tehlikeyle karşı
karşıya...
Özgün mimarisiyle ülkenin simgesi olan
ve her yıl binlerce turisti başkent Sana'ya çeken
ünlü Yemen evlerinin bakımsızlık nedeniyle çökme
tehdidiyle karşı karşıya olduğu açıklandı.
Birbirlerine bitişik, çok katlı olarak inşa edilen
kerpiç evlerin yaklaşık 2 bin 500 yıllık geçmişi
var. Ancak ülkede son iki yılda çıkan isyanlar ve
çatışmalar, güvenlik harcamalarının artması ve
ekonomik krizin etkisiyle Yemen yönetimi bu evlerin
bakımı için ayrılan bütçeyi kesti.
Biri yıkılırsa hepsi çökebilir
Özellikle yağış aldığı zaman büyük tehlike
yaratan evleri halk kendi imkanlarıyla gelişigüzel
tamir etmeye başlayınca da bu kez kenti 1986 yılında
"Dünya Kültür Mirası Listesi" alan UNESCO isyan
etti. Çünkü Sana sakinleri tamiratlar "daha ucuz ve
sağlam olduğu" için betonarmeyi tercih ediyordu. Bu
durumun kentin tarihi dokusuna zarar verdiğini
söyleyen UNESCO, önlem alınmazsa kentin dünya kültür
mirası listesinden çıkarılabileceğini açıkladı.
Yeni yapmak daha ucuz
Bir Sana sakini, "Buradaki evler özellikle
yağmurlu günlerde çok tehlikeli. Bazı evler son
yağmurlarda çöktü" derken, evlerden biri çökerse,
birbirlerine bitişik inşa edildikleri için
diğerlerini de tehlikeye sokabileceği belirtiliyor.
Yemenli yetkililer ise kentin bütün evlerinin
restore edilmesi gerektiğini söylüyor ve UNECO'dan
restore işlemlerinde yardımcı olmasını istiyor.
Yemen Tarihi Kentler Koruma Müdürü Nagi Thowabeh,
"Bütün evlerin restorasyona ihtiyacı var. Yeni bir
binayı 20-30 bin dolara yaparsınız. Ancak bir
binanın restorasyonu için 150 bin dolardan fazla
para gerekiyor" dedi.
UNESCO'dan üç yıl süre
UNESCO'nun kentin durumunu haziranda Kamboçya'da
yapılacak zirvede ele alması bekleniyor. Yemen
yönetimine kentteki durumu düzeltmesi için üç yıl
süre tanınabileceği belirtiliyor. Yemen yetkilileri,
oldukça pahalıya malolan restorasyon için UNESCO'dan
yardım talep ediyor.
Taraf, 01.04.2013
|
TARİH SİZİ AFFETMEZ
‘Silahını bırak. Silahsız
olarak geçiş yap. Gidecek olan silahını nereye
bırakırsa bıraksın, gömerse gömsün. O bizi
ilgilendirmiyor’ sözlerinin gölgesinde kaldı..
Hak ettiği yankıyı bulmadı..
Ses getirmedi ama Başbakan’ın belediyelere yönelik
çıkışı da çok önemliydi..
Ne mi dedi?
‘Metropoller beceriksiz ve estetik dünyası olmayan,
estetik ruhu olmayan ellerde adeta nekropole yani
ölü şehirlere dönüştü.’
Başka..
‘Beton zeminler üzerinde çocuklara hayat inşa
edilmesi haksızlık.
Halbuki bizim onlara çimen zeminleri
hazırlamamız lazım. Bırakalım oralarda
yuvarlansınlar, bırakalım oralarda oynasınlar.
Toprakla yoğrulsunlar.’
Sözlerinden bir alıntı daha..
‘Şuradan biraz daha rant elde edelim, onun için
emsali 1.5 değil 3’e çıkaralım. Allah aşkına bu
mantıktan vazgeçin.(..) Tarih sizi affetmez, millet
sizi affetmez.’
Başbakan bu sözleri AKP’li belediye başkanlarına
söyledi.. Hem uyarı hem de özeleştiri
niteliğindeydi..
Çünkü..
Yerel yönetimlerin büyük bölümünde 10 yıldır AKP
damgası var..
İstanbul,
Ankara gibi önemli merkezler dahil birçok yerde
20 yıldır..
1994 yerel seçimlerinde beri..
*
Mesela İstanbul’a bakalım.. Erdoğan’ın 1994 yılında
belediye başkanı seçildiği günden beri İstanbul’u
aynı anlayış yönetiyor..
Başbakan’ın gözü İstanbul’un üzerinde.. İlgisini hiç
kesmedi..
Peki kent nasıl bir kent oldu?
Beton yığını..
Başbakan çocuklara toprak zeminler hazırlamamız
lazım, bırakalım oynasınlar, toprakla yoğrulsunlar
diyor ya.. İstanbul’da tam tersi yapıldı..
Hemen somut güncel bir örnek vereyim..
Mecidiyeköy’deki eski
Ali Sami Yen Stadı ile Zincirlikuyu’daki eski
Karayolları merkezinin arası 1.5 kilometredir..
Bu saydığım iki yere iki dev
proje yapılıyor.. Yetmemiş ki o kısa mesafeye
iki dev proje daha sokuşturulmuş..
Bu yapılırken.. Bir metrekare çim zemin bırakılmış
mı? Çocuklar toprakla buluşturulsun diye çaba
gösterilmiş mi?
Hayır..
Peki, dört dev proje yapılıyor ya.. Bitince yüz
binler aynı noktaya akacak.. Dört metre yeni yol
açılmış mı?
Hayır..
Toplu
ulaşım geliştirildi mi?
Hayır..
Başbakan’ın dediği gibi, biraz daha rant elde
edilmesi düşünülmüş!..
*
Başbakan uyarıyor ama
galiba geçti Bor’un pazarı!..
Çamlıca Camii’nin mimarı kim?
Çamlıca
Tepesi’ne cami için ilk kazma vurulmuş..
Hafriyat başlamış..
Caminin kimin eseri olacağı, kimin damgasını
taşıyacağı belli değil..
Şunu demek
istiyorum..
Sultanahmet Camii gibi, Pertevniyal Valide
Sultan Camii gibi, kimliği, kişiliği, kendine
özgü mimarisi yani mimarı olan bir cami mi olacak..
Yoksa Ankara’daki Kocatepe Camii gibi taklit
camiler, kopya camiler listesine mi kaydedilecek..
Taklit mi olacak, orijinal mi?
Muallak..
Karma olacak denmez herhalde..
*
Şundan
soruyorum..
Proje yarışması açıldı, jüri birinci bulamadı,
ikinci gelen eseri birinci yapıldı..
Beğenen çıkmadı, Sultanahmet Camii’nin kötü bir
taklidi olduğu söylendi..
Camii yaptıracak dernek üniversite hocalarına
gitti.. Orası burası düzeltildi..
Ortaya çıkan projeyi Başbakan beğenmedi..
Basına sızdığı kadarıyla minare sayısını yediden
altıya indirtmiş, ana girişi değiştirtmiş..
*
Önceki gün temel atma için kazı başladı.. Mimarı kim
belli değil.. Bitince şunun eseri diyecek miyiz?
0017 plakalı Bakan
Haberi olmadığına eminim, haberi olsun diye bu
satırları yazıyorum.. Cumartesi günü
İzmir’e geldi..
Saat 16 sularında..
Bakan çıkacak diye polis o bölgedeki yolu kesmiş..
Olsa ne fark eder de, zaten trafik yok, insanları
niye bekletiyorlar..
Bakan geçecek diye!..
Bakan aracı geçecek diye yolların kesildiğini
görmemiştim.. Bunu da gördüm..
Yolun Bakan’ın talimatıyla kesilmediğini biliyorum..
Bakan’ın talimatıyla bir daha yolun kesilmeyeceğini
umut ediyorum..
Milliyet, Yazı: Mehmet Tezkan, 01.04.2013
|
TARİHİ ÇİNİLERİ 16 STERLİNE SATMIŞLAR

16’ncı yüzyıl çinileri konulu yüksek lisans tezi
için Londra’daki Victoria and Albert Müzesi’nde
araştırma yapan Hayal Güleç, depoda tutulan ve çoğu
gün yüzüne çıkmamış çinilerin müzeye 1800’lü
yılların sonlarında satıldığını ve 16 sterlin (44
TL) gibi düşük fiyata satılan parçaların olduğunu
gösteren belgelere ulaştı.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde
Arkeoloji ve Sanat Tarihi okuduktan sonra
Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nde İslam
Sanatları Ana-Bilim Dalı’nda yüksek lisans yapan
Hayal Güleç, Londra’da bulunan Victoria and
Albert Müzesi’ndeki 16’ncı yüzyıl İznik
çinilerini tez konusu olarak seçti. Müze ile
irtibata geçerek depolarda tutulan 56 eseri
incelemek istediğini belirten Güleç olumlu yanıt
aldı ve 5 gün boyunca onların yaptıkları plan
çerçevesinde 56 eseri inceledi.
EL
YAZISI TEKLİF MEKTUBU
“Ben belli bir dönemi çalıştığım için belli
sayıda eser üzerinde çalışma ve fotoğraflama
izni verildi” diyen Güleç, “Kayıtlarında müzeye
girmiş eserler hakkında bilgiler var.
1870’lerden sonra alımlar başlamış. Eserlerin
yanında da arşiv belgeleri bulunuyor. Örneğin
‘Bursa Yeşil Cami’den çok temiz 3 parça
çıkarttım. Size satmak istiyorum’ diyen,
1872’den kalma, el yazısıyla yazılmış bir mektup
var” dedi. Birçok koleksiyoncunun da müzeye
İstanbul ve İslam coğrafyası kaynaklı eser
sattığını belirten Güleç, ulaştığı önemli
bilgileri şöyle özetliyor:
“Örneğin M.H. Kevorkian diye bir kişi 16
sterline satmış bir paçayı. Oxford Meydanı’ndaki
M. Kirkor Minassian adlı bir başka antikacıdan
gelen çok fazla eser var. Bunun yanında
Liverpoollu bir armatör olan Major Myers adlı
bir koleksiyoncu İslam eserlerinden oluşan tüm
koleksiyonunu müzeye bağışlamış. Benim
çalıştıklarımdan 42 tanesi sadece bu kişinin
bağışladıkları. Hepsi çini. Ama bunun yanında
birçok eser daha var. 300 parça koleksiyon
bırakmış müzeye. Aralarında vazolar, tabak,
çanak, duvar çinileri var. Ne zaman İstanbul’dan
parça gelse bu koleksiyoncuya götürüyorlarmış.”
TEK TEK BAKMAK GEREKİYOR
Çinilerin bir kısmının Ayasofya Haziresi
içinde yer alan Sultan 3. Murat Türbesi
içerisindeki ayet kuşağından, bir kısmının da
Takkeci İbrahim Ağa Camisi’nden götürülen
çiniler olduğunu tespit ettiğini belirten Güleç,
tezinin sonunda tüm eserlerin Türkiye’den
kaçırıldıkları yerleri tespit etmek istiyor.
Hürriyet, Haber: Sefa Özkaya, 01.04.2013
|
KAÇAKÇILAR MISIR'IN ALTINI ÜSTÜNE GETİRİYOR

En
kuzeyindeki İskenderiye’den güneyindeki Asvan ‘a
kadar her taşı tarih olan ülke Mısır kaçakçılarla
mücadele ediyor. Kaçakçılığın artık göz önünde
yapıldığı ülkede, eserlere ulaşabilmek için tünel
bile kazıldığı belirtiliyor.
Dünyaca ünlü Giza Piramitleri’nin vatanı Mısır,
yer altından fışkıran tarihi eserlerinin talan
edilmesi tehdidi ile karşı karşıya. Muhammed Mursi
yönetiminin istihbarat ve polis birimleri üzerinde
gerekli otoriteyi kuramamasından kaynaklanan
güvenlik zafiyetinin gittikçe derinleştiği ülkede,
tarihi eser kaçakçılarının ülkenin zenginliklerini
talan etmesinden endişe ediliyor. En kuzeydeki
İskenderiye kentinden en güneydeki Asvan’a kadar
hemen her karışı geçmişin izleriyle dolu olan Mısır,
3 bin yıldan fazla bir geçmişi bulunan firavunlar
dönemine ait tarihi eserlere ev sahipliği yapıyor.
Daha önce tarihi kentlerin yoğun olduğu bölgelere
kaçak evler inşa ederek kazı yapan kaçakçıların son
dönemlerde açık yerlerde dahi kazılar yaptıkları,
hatta eserlere ulaşmak için tüneller kazdıkları
belirtiliyor. Dünyaca ünlü Giza Piramitleri’nin
bulunduğu bölgenin sorumlusu arkeolog Dr.Usame el
Şimi, yanlarında silah taşıyan kaçakçılarla baş
etmenin çok zor olduğunu ifade ediyor. Görgü
tanıkları, Giza Piramitleri’nin bulunduğu bölgenin
yanı sıra çevredeki Dahşur, Abusir ve Sakkara
bölgeleri ile güneydeki Krallar Vadisi’nde de
yapılan kaçak kazılardan dolayı bölgenin kraterlerle
dolu ay yüzeyine dönüştüğünü belirtiyor. Uzmanlar
baskınlarda çalınan bazı eserlerin yanı sıra,
kazılarla ele geçirilen eserlerin kaydı olmadığından
dolayı işin vahametinin tam olarak bilinmediğinin
altını çiziyor. Son günlerde tarihi eser satan pek
çok satıcının türediğini vurgulanıyor. Firavunlar
döneminde de ünlü olan kaçakçılıkta soyguncular
özellikle firavunlarla birlikte gömülen altın ve
ziynet eşyalarını çalmak için mezarları talan
ediyordu. Mısır genelindeki kazılarda ortaya
çıkarılan tarihi eserlerin önemli bir kısmı
günümüzde Kahire’de Tahrir Meydanı’nda bulunan
Kahire Müzesi’nde sergileniyor. Ancak uzmanlar, bu
müzede yer alan eserlerin dahi büyük bir risk
altında bulunduğunu, yeterince korunamadıklarını
ifade ediyor. Devrim sırasında bazı gruplar müzeyi
talan etmeye yeltenmiş, ancak halk müzenin etrafında
insan zinciri oluşturarak buna engel olmuştu.
Zaman, Haber: Cumalı Önal, 01.04.2013
|
İYİ Kİ DOĞDUN LEONARDO
USTA

Ressam, mucit, müzisyen,
matematikçi Leonardo, sırtını Appenin Sıradağları’na
vermiş Toskana kasabası Vinci’de 560 yıl önce
doğmuştu. 15 Nisan’ın ilk saatlerinde başlayan bu
macera 67 yıl sürdü, İstanbul’a kadar uzandı. Her
yıl Vinci’de, Leonardo’nun doğum haftası şölenle
kutlanıyor.
Çizmeyi kuzeyden güneye
geçen 1200 kilometrelik Appenin Sıradağları, Toskana
Bölgesi’nde genişler. Neredeyse 250 kilometrelik bir
mesafeye yayılır. İşte bu noktada, yani Orta
Appeninler adını aldığı bölgede, Arno Nehri’yle
kucaklaşır. O nehir ki batıya akar, insanlık
tarihinde sanatla özdeşleşen kentleri birbirine
bağlar: Floransa, Arezzo, Pisa...
YEŞİLİN BİNBİR TONU
Nisan bu coğrafyada
yeşilin coştuğu ay. Öyle çok tonu var ki, bir
solukta sıralamak zor. İçlerinde en etkileyicisi
tepeler boyunca uzanan zeytinliklerde: Ağaçlardaki
kurşuni, zemindeki zümrüt yeşili. Ağaçlar yaşlı da
olsa Türkiye’dekinin aksine budanmış, yükselmesi
engellenmiş. Cetvelle çizilmiş gibi düzgün sıralara
dikilmiş top şeklindeki zeytinler uzaktan
bakıldığında Reha Yalnızcık’ın masalımsı
illüstrasyonlarını çağrıştırıyor. Öylesine güzel,
alımlı, çekici...
Geçen yıl nisanın ikinci haftasında, gökyüzünün
bulutlarla kaplandığı gri bir Toskana sabahında
uğradım Vinci’ye. Floransa’dan çıkıp, 40 kilometre
uzaktaki kasabaya Arno Nehri’ni izleyerek ulaştık.
Girişte 1960’ların mimarisini çağrıştıran, üç-dört
katlı evlere bakılırsa Vinci bir sayfiye şehriydi.
Yazın Akdeniz sahillerindeki sıcaktan kaçanlar
Appeninler’in serinliğine sığınıyordu.
DÜŞGÜCÜNÜ KIŞKIRTAN
MANZARA
Floransa’ya bağlı 14 bin
nüfuslu kasaba dağın eteğindeki bir tepeye şapka
gibi kondurulmuştu. İki yanındaki derin vadiler,
zeytinliklerle kaplı tepeciklere bağlanıyordu. Yol
boyunca, yeşillikler içinde bir şerit gibi yükselen
yerleşim, kalenin bulunduğu, iki yanından otoyol
geçen adacıkla noktalanıyordu. Ovadan yaklaşık 30
metre yüksekteki kalenin geniş gözetleme kulesi,
karşısındaki Endülüs tipi minareleri andıran saat
kulesi kilometrelerce uzaktan görülebilen ve
Vinci’ye karakterini veren yapılardı...
Henüz Leonardo Haftası başlamamıştı. Kasabayı hızla
geçip, arkasında tüm heybetiyle yükselen 750
metrelik Montalbano Tepesi’ne tırmanmaya başladık.
Bir sırtı izleyerek, zeytinliklerin içinde geniş
kavisler çizerek yükselen yol kaymak gibi
asfaltlanmıştı. Etrafta dikkati çeken bir yerleşim
yoktu. Heyecanla Vinci’den 3 kilometre uzaklıktaki
eve ulaşmayı bekliyorduk. Derken yolun sağında küçük
sayılabilecek kehribar rengi iki taş ev çıktı
karşımıza. Zeytinliğin içindeki yapıların bahçe
girişi yüksek paravanlarla çevrilmiş, önüne Avrupa
Birliği logolu büyük bir restorasyon panosu
yerleştirilmişti. Leonardo Evi, restorasyondaydı ve
kapalıydı. Bir yıl sürmesi programlanan onarım
uzamıştı...
Otomobili 100 metre ilerideki, biberiyelerle
çevrilmiş geniş otoparka bıraktık. Otoyoldan
zeytinliğe girip, evin ön cephesine yöneldik. Tül
gibi incecik bir yağmur serpiştiriyordu. Arkamızdaki
tepe, yükseklerdeki zeytinlikler aşağıya inen
bulutların içinde zaman zaman kaybolup yeniden
beliriyordu. Zeytinlikler olmasa, bu manzaraya Ayder
ya da Maçahel diyebilirdim kolaylıkla. Islak
çimenlerde, avuç büyüklüğünde gelincikler boy atmış,
bir yamaca konuşlanmış evin aşağılarında kırmızı
çiçek adacıkları oluşmuştu.
Çimenlerde yürürken dizlerine kadar ıslanmış bir
İspanyol çift ellerini iki yana açarak, tebessümle
geçti yanımızdan. Önümüzde Doğu Avrupalı olduğunu
tahmin ettiğim iki çift fotoğraf çekerek yürüyordu.
Kapalı evin çevresini tavaf edip, müzeyi görmek
üzere Vinci’ye koşturuyordu meraklı gezginler.

ÇAPKIN NOTERİN GAYRİ
MEŞRU OĞLU
Açıkça söylemek
gerekirse yapının ziyarete kapalı olması pek umrumda
değildi. Evden çok Leonardo’yu yaratan atmosferi
merak ediyordum. İki yıl önce Figueres’in doğasını
gördüğümde İspanyol ressam Salvador Dali’nin çılgın
dehasını daha iyi anlamıştım. Bu kez ressamlığın
ötesinde, eşsiz bir merak abidesini yaratan
toprakları, sosyal dokuyu keşfetmek istiyordum...
İstanbul’un fethinden tam bir yıl önce, 15 Nisan’da
şafak sökmeden birkaç saat önce bu köy evinde
dünyaya gelmişti Leonardo. Çifçi kızı Caterina,
çapkın noter Ser Pierroda’dan hamile kalmış,
evlenmediği halde çocuğu doğurmuştu. Beş yaşına
kadar annesiyle Montalbano Tepesi’ndeki bu evde
yaşayan Vincili Leonardo, daha sonra birbiri ardına
16 yaşındaki kızlarla evlenen babasının Vinci’deki
evine taşınmış, 14 yaşında da resim sanatının
inceliklerini öğrenmek üzere Floransa’nın yolunu
tutmuştu.
Tüm biyografilerinde Vinci doğasının Leonardo’nun
renk anlayışı ve düşgücününün gelişiminde önemli
etkisi olduğu yazılıydı. Küçük bir çocukken
rüyasında uçurtma şeklinde yatağına gelen şeytanı
görmüş, 13 yaşında Montalbano mağaralarında elinde
kılıçla şeytanların, canavarların izini sürmüştü.
Hatta Vinci’de yaptığı ilk tablolarından birinde
ağzından ateş saçan canavarlar resmetmişti. Fantezi
yetisi sonraki yıllarda katlanarak gelişecek,
resimlerinin yanı sıra “Masallar, Kehanetler,
Nükteler ve diğerleri” başlığıyla bir araya
getirilen yazılarında pek çok gerçeküstü öykü
anlatacaktı.
Acaba sonsuz merakını kışkırtan da bu düşgücü müydü?
ZEKA MABEDİ
Vinci Kalesi’ndeki
(Conti Guidi) Leonardo Müzesi sanki bu sorunun
cevabını vermek üzere kurulmuştu...
Vinci’ye döndüğümüzde yağmur hızını iyice arttırmış,
kasabanın bir bölümü siste kaybolmuştu. Kaleye
tırmanan yoldaki taşlar ve yokuşun sonundaki
meydanın zeminini kaplayan karoların renkleri iyice
belirginleşmişti. Bakır kırmızısı zeminde yürüyüp,
kehribar rengi duvarların arasından geçtik.
Aşağılardaki ovayı kuşbakışı gören bir bölgeye
Leonardo’nun anısına yerküre şeklinde büyük bir
heykel yerleştirilmişti. Bu yağmurlu nisan gününde
çevrede kimsecikler yoktu. Meydanın çevresindeki
kafeler, sandviççiler bomboştu. Çevredeki tek canlı,
müze lojmanı olduğunu tahmin ettiğim yapının salon
penceresinden dışarıyı gözleyen tekir kediydi.
Müzenin bulunduğu kuleye girerken bir kez daha
aşağılardaki köye, tepelere baktım: Taş evler,
kiremiti ıslandıkça kırmızılaşan çatılar,
zeytinlikler, henüz yeşermemiş bağlar ve zümrüt
yeşili çayırlar... Her gün şekil değiştiren 14
milyonluk İstanbul’un kaosundan sonra ortaçağda
takılıp kalmış bu manzarayla karşılaşmak terapi
etkisi yaratıyordu...
Çevrede tur otobüsü olmadığı halde müze beş kıtadan
turist doluydu. Tüm katlarda mucit Leonardo’nun
defterlerine çizdiği şaşırtıcı buluşların ahşap
maketleri sergileniyordu: Helikopter, denizaltı,
vinçler, bisiklet, pervaneli gemi, döner vinç, kumaş
makinesi, hidrolik pompalar, vites sistemleri... O
şefkatli, bilge, etik bulmadığı için hayvan eti
yemeyi reddeden Leonardo Usta, korkunç savaş
aletleri de tasarlamıştı: 10 namlulu makineli tüfek,
buharlı top, top döküm kalıpları...
Vincili Leonardo’nun ilgi alanları hayrete düşürecek
kadar genişti. Optik sistemlerden saatçiliğe,
mimariden geometriye o kadar çok buluş yapmıştı ki
tüm bunların bir ömre nasıl sığdığını anlamak mümkün
değildi. Bu müzeyi gezmek, ansiklopedide Leonardo
maddesini okumaya hiç benzemiyordu. Her köşesinden
zeka fışkırıyor, böylesine bir zeka şelalesinden
geçmek insanı sersemletiyordu. Biraz kendime gelmek
için ekstra ücret ödeyip kulenin tepesine çıktım.
Gri bulutların altında parlayan Vinci’yi, aşağılarda
göz alabildiğine uzanan ovayı, bağları seyrettim.
“İyi ki doğmuşsun Leonardo” dedim. Kulenin dibindeki
hediyelik eşya mağazası kapanıyor, Leonardo desenli
tişörtler içeriye taşınıyordu. Karşımdaki tarihi
saat kulesinde çanlar çalıyordu. Saat 18.00’di.
Vinci’de zamanın geçtiği aşikardı, yine de dünün
dünyası dipdiri ayaktaydı.
Beyazıt’a köprü
tasarlamıştı
1500 yılında Leonardo da
Vinci, 48 yaşındaydı. Başyapıtı Son Akşam Yemeği’ni
üç yıl önce tamamlamış, üç yıl sonra başlayacağı
Mona Lisa’nın ilk eskizlerini yapmaya başlamıştı.
Mart ayında Venedik’e gitti. Yaklaşan Osmanlı
tehlikesine karşı savunma planı tasarladı. Sultan
İkinci Beyazıt’ın siparişi üzerine Haliç için tek
parçalı bir asma köprü projesi hazırladı. Fakat
sultan 365 metrelik köprünün ayakta durabileceğine
inanmamıştı, projeyi bir kenara bıraktı.
Leonardo’nun tasarımı 2001’de Norveç’te daha küçük
boyutta inşa edildi. Şu anda Haliç’te mimar Hakan
Kıran uyarlamasıyla metro köprüsü olarak inşaatı
sürüyor.
Bir Malatya fantezisi
Leonardo da Vinci’nin
resimleri, icatları kadar yazıları da şaşırtıcı.
Örneğin ilk kez 1952’de İtalya’da Yazılar ismiyle
basılan kitapta “Memlük Hükümdarı’na” başlıklı bir
mektup yer alıyor. Leonardo, hükümdarın emriyle
Toros Dağları’ndaki esrarengiz gece ışıltısını
incelemek üzere Kalindra adlı şehre gittiğini
anlatıyor. Şehrin konumunu tarif ederken “Fırat’ın
Torosları böldüğü kısmın eteklerinde, batıya ve
Büyük Toroslar’ın zirvesine bakar” diyor. Yani
bugünkü Malatya-Elazığ sınırındaki bölgeyi işaret
ediyor. Metne göre, bu bölgedeki bir zirvenin batı
yönünde gün batımından itibaren, doğu yönünde ise
gece yarısından sonra kuyruklu yıldızı andıran
parlama oluşuyor. Leonardo, bunu incelediğinde,
doğan güneşin ilk ışıklarının şafak sökmeden dört
saat önce çok yükseklerdeki zirveye doğu yönde
vurduğunu, gün battıktan sonra da uzun süre zirvenin
batı yönünü aydınlattığını saptıyor. İncelemesi
sırasında afet olarak nitelendirilebilecek tuhaf bir
olay yaşadığını aktarıyor. Fırat ve Güneydoğu
Torosları anlattıktan sonra, bir köyde mahsur
kaldıklarını belirtip hükümdardan yardım istiyor.
Metni inceleyen ilk araştırmacılar Leonardo’nun
1473-1486 arasında Anadolu’da esrarengiz bir
yolculuk yaptığını ileri sürdü. Kitapta tezi
destekleyen başka yazılar da vardı. Örneğin bir
yazısında bugünkü Doğu Akdeniz Bölgesi’ni içeren
güney Kilikya’dan Kıbrıs’a bakıştan bahsediyordu.
Fakat daha sonra uzmanlar tüm bu yazıların birer
fantezi olduğunu saptadı. Leonardo hayali metinlerde
hiç ayak basmadığı toprakları anlatmıştı.
Şenlikte çiçek şovu
müzede nikah daveti
Vinci’de Leonardo için
müze kurma fikri 1919’da gündeme geldi. Müze 1953’te
açıldı. Leonardo Müzesi ve Leonardo Evi marttan
ekime her gün saat 09.30-19.00 arasında açık. Kış
akşamlarında bir saat erken kapanıyor. İki müzenin
kombine giriş bileti 8 Euro. Kaledeki Vinci
Kitaplığı’nda Leonardo’nun el yazmaları, bunlardan
yayımlanan kitaplar ve onun hakkında yayımlanan
kitaplar bulunuyor. Leonardo Evi ve müzede rehberli
turlar, hatta 60 kişiye kadar nikah organizasyonları
düzenleniyor. Her yıl 15 - 28 Nisan arasında
Leonardo’nun doğum günü konser, doğa yürüyüşü,
tematik akşam yemekleri, çiçekli balkon şovları,
şarap tadımları, dağ bisikleti yarışlarıyla
kutlanıyor.
Hürriyet
Seyahat, Haber: Serhan Yedig, 01.04.2013
|
CEHENNEM KAPISI BULUNDU

İtalyan arkeologlar, Pamukkale'de 56 yıldır
aradıkları ve paganların mitolojik tanrı Pluton'a
hayvan kurban etmek için kullandığı buharlı mağarayı
keşfetti.
Antik çağın en ünlü hac mekanlarından Hierapolis
antik kentinde yani bilinen adıyla Pamukkale'de
mitolojik tanrı Pluton'a hayvan kurban edilen ve
antik belgelerde 'Plutonium Kapısı'. 'Yer altı
Dünyası'nın Kapısı', 'Cehennem Kapısı' gibi
isimlerle söz edilen termal mağara yapılan kazılarda
bulundu. Salento Üniversitesi'nden Francesco
D'Andria'nin başkanlığını yaptığı İtalyan arkeolog
bu büyük keşfi İstanbul'da İtalyan Büyükelçisi
Giampaolo Scarante nin de hazır bulunduğu bir
toplantıda duyurdu. 1957'den bu yana aranan termal
su mağarası için antik kaynaklarda İçinden duman ve
zehirli gazlar çıkan, civarı kuş ölüleriyle dolu,
girişinde pagan rahiplerin, hacıların bağışladığı
boğaları zehileyerek Pluton a kurban ettikleri yer
olarak tarif ediliyordu. Antik Yunan
cografyacılarından Strabon'un kente yaptığı ziyaret
sonrası yazdığı belgelerde "İçine kuş attım anında
öldü. Burası çok yoğun bir dumanla kaplı. Ve içine
bakmak ürkütücü" diye yazdığı ortaya çıkmıştı.
Sabah, 31.03.2013
******
PAMUKKALE'DE 'CEHENNEM
KAPISI' AÇILIYOR
Denizli'nin travertenleriyle dünyaca ünlü
Pamukkale'deki Hierapolis Antik Kenti'nde, 60 yıl
önce ortaya çıkarılan ve 'Ölüler Ülkesi Tanrısı'
olarak bilinen Hades'in 'Cehennem Kapısı'nın
uzantısı olan ve boğaların kurban edildiği Plutonium
Bölgesi ortaya çıkarıldı. Pamukkale suyunun çıktığı
fay hatlarından sızan karbonmonoksit gazı nedeniyle
o dönemde 'Cehennem Kapısı' olarak adlandırıldığı
öğrenildi.
UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesinde
yer alan Pamukkale'de bulunan Hierapolis Antik
Kenti'nde çalışmalarda şimdiye dek bir çok önemli
eser bulundu. Önceki yıllarda bulunan Latince adıyla
Plutonium olarak bilinen mağarada çalışmalar devam
ederken, bu kez de yeraltı tanrısı kabul edilen
Hades'e boğaların kurban edildiği mağara girişi
ortaya çıkarıldı. Pamukkale travertenlerine giden
yol üzerinde bulunan bu mağara yeniden inşa edilmeye
başlanırken, meşhur beyaz travertenlerin bu
mağaradan kaynaklandığını ifade edildi.
Cehennem Kapısı olarak adlandırılan tarihi
kalıntılarla ilgili İl Özel İdare Müdürlüğü
Hierapolis'ten Sorumlu Fahri Danışman emekli
arkeolog Haşim Yıldız, bölgede Apollon adına bir
tapınak ve kehanet merkezi olduğunu söyledi. Bu
kehanet merkezinin altında geçiş kapısı olduğunu
belirten Yıldız, "Hades, Yunan mitolojisinde ölüler
ülkesinin tanrısıdır. Bu kehanet merkezinin altında
büyük bir fay kırığı var. Bu fay kırığından çok
sayıda termal su çıkıyor. Bu termal suyun
karbonmonoksiti bu çevrede bulunuyor. Bu yüzden
çevrede bulunan bütün kuşlar bir süre sonra ölüyor"
dedi.
Antik Çağ'da kişilerin ruhlarının Hades kapısından
geçtiğine inanıldığını söyleyen Yıldız, "Bu kapıdan
geçtikten sonra kayıkçı onu ölüler ülkesine
götürürse o kişinin ruhu huzura erer. Bu kehanet
merkezine geleceği öğrenmek isteyenler kurbanlarıyla
gelirdi. Apollon Tapınağı'nın rahibi o kurbanı keser
daha sonra burada var olan 24 harften birini
çektirir ve harfin karşılığında tanrının kehanetini
o gelen kişiye söylerdi" diye konuştu.
Kehanet merkezinin biraz ilerisinde bir üzerinde
yazıt bulunan bir Plutonium bölgesi daha bulunduğunu
ifade eden Yıldız, "Burada iki yıldır İtalyan kazı
heyeti çalışmalarını sürdürüyor. Ancak bu bölgede
çok miktarda karbonmonoksit gazı var. Burada kazı
yapmak çok zor. Ancak belirli bölgelerin
temizlenerek bu doğal mağaranın gelen ziyaretçilere
açılması Pamukkale'ye olan yabancıların ilgisini
artıracaktır" dedi.
Emekli arkeolog Haşim Yıldız 1982 yılında üç İngiliz
vatandaşının bu mağaralara girdiğini ancak içerideki
yoğun karbonmonoksit gazından dolayı hayatını
kaybettiğini ve bu olaydan sonra o bölgeye duvar
örüldüğünü sözlerine ekledi.
Radikal, Haber: Ramazan Çetin, 03.04.2013
|
MOR GABRİEL İÇİN 'İRADE'

Mor Gabriel Manastır Vakfı Başkanı Ergün,
hükümetin davadan feragat etmemesini eleştirerek,
çözüm için siyasi zeminde irade gösterilmesinin
yeterli olacağını söyledi.
Mor Gabriel Manastırı Vakfı Başkanı Kuryakos
Ergün, “Mor Gabriel sorununun çözülmesi için siyasi
zemin hazır, yeter ki irade olsun” dedi. Ergün,
manastıra karşı açılan davalardan birinin
davacısının hazine olduğunu belirtirken,
Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu’nun kendisine, “Şu anda
elimizden gelen bir şey yok. Mor Gabriel’in size ait
olduğunu biliyoruz. Ancak yargıya intikal ettiği
için müdahale edemiyoruz” dediğini anlattı. Ergün,
davacılardan birinin hazine olduğunu
anımsattıklarında ise “Şimdi feragat edersek, başka
davalar için emsal teşkil eder” yanıtını aldıklarını
belirtti.
Ergün, Milliyet’in sorularına şu yanıtları verdi:
“Birileri bu manastırın burada kalmasını
istemiyor” demiştiniz. Kim onlar?
Biz de bilmiyoruz kim olduklarını. Bilsem haklarında
suç duyurusunda bulunurdum. Birileri manastırı ihbar
ettiyse bile işlerin bu kadar büyümesi gerekmiyordu.
Olayın ne olduğunu algılayamıyoruz. Sayın Dışişleri
Bakanı ile görüşmemizde kendisi, ‘Şu anda elimizden
gelen bir şey yok. Mor Gabriel’in size ait olduğunu
biliyoruz. Ancak yargıya intikal ettiği için
müdahale edemiyoruz’ dedi. Davaların bir tanesini
Hazine’nin açtığını söylüyoruz. Hazine kimdir?
Davayı hükümet açmış.
Aldığınız cevap nedir?
‘Şimdi feragat edersek, başka davalar için emsal
teşkil eder’ deniliyor.
Erdoğan, Arınç ve Davutoğlu ile
görüştünüz. Görüşmelerin odak noktasında Mor Gabriel
mi vardı?
Şu anda duyduğumuza göre, hangi hükümet görevlisi
yurtdışına çıksa, ilk etapta Mor Gabriel sorunu
önüne geliyor. Sanki
Türkiye’yi şikayet ediyormuşuz gibi bir izlenim
oluşuyor.
Halbuki, Davutoğlu ile görüşmemizde de kendisine
söyledik,
Avrupa’daki Süryaniler bize görevimizi yerine
getirmediğimiz gerekçesiyle davaların açıldığını
düşünüyorlar. Mor Gabriel sorununun çözülmesi için
siyasi zemin hazır, yeter ki irade olsun.
Azınlıkların el konan mallarına iadesi ile ilgili
bir dosya hazırlamıştık, şu anda
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde bekletiliyor. O
dosya kapsamında sorunlar çözülebilir. Mahkeme
beklemeye gerek yok.
Bunu dile getirdiğinizde ne söyleniyor?
‘Bakalım’ deniliyor. Demek ki hala irade oluşmadı.
Mor Gabriel konusu açıldığında hükümet
tarafında bir mahcubiyet hissediyor musunuz?
Onları bilemiyorum ama biz bu konuyu devamlı
açtığımız için üzülüyoruz, mahçup oluyoruz.
Davutoğlu görüşmemizde “İrademiz var, bu işi
çözeceğiz” dedi ama o kadar çok duyuyoruz ki. Çözüm
görmek istiyoruz.
Milliyet, Haber: Burcu Karakaş, 30.03.2013
|

|
SADABAT CAMİSİ
YENİLENİYOR
Lale Devri'nin önemli eserleri arasında yer alan Sadabad Camisi yenileniyor.
İl Özel İdaresi'nden yapılan açıklamaya göre, Lale Devri'nin önemli yapılarına imza atan mimar Sarkis Balyan'ın eseri olan Kağıthane'deki Sadabad Camisi'nin geçen sene başlatılan yenileme çalışmalarının, 2 milyon 819 bin liralık bedelle yıl içinde bitirilmesi planlanıyor.
Sabah, 30.03.2013
|
DİYARBAKIR SURLARI 'KÜLTÜR MİRASI' RESTORASYONU

UNESCO Dünya Kültür Mirası aday listesine girmeye
hazırlanan tarihi Diyarbakır Surları için son
yılların en büyük restorasyon çalışmasına başlandı.
Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, surlardaki 82
burçtan 6 burcun restorasyonu için proje
çizimlerinin tamamlandığını belirterek, diğer
burçların proje çizimlerinin bulunmadığını söyledi.
Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, Diyarbakır Surları
restorasyonu için son yılların en büyük yatırımının
yapıldığını belirterek, kültürel miras konusunda
surların önemli bir yere sahip olduğunu söyledi.
Tarihi surlar gibi mimari eserlerin korunarak
geleceğe taşınması adına titiz bir çalışmanın
yürütüldüğünü ifade eden Toprak, şöyle konuştu:
"Valilik olarak 2011 yılında başlatılan Diyarbakır
Surları fizibilite çalışmasıyla, surların genel
sorunları bir çerçeve dahilinde belirlendi. Bu
çalışmayla Diyarbakır Surları'nın 82 burcundan
sadece 6 tanesinin restorasyon için tüm proje
çizimlerinin tamamlandığı ve Kültür Varlıklarını
Koruma Kurulu'nca onaylandığı, diğer burç
projelerinin bulunmadığı tespit edildi. Bu
burçlardan İçkale yerleşkesi, Fiskaya bölgesinde
bulunan 73-74 nolu burçlar ve aralarındaki sur
duvarları Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın yürüttüğü İçkale Projesi
kapsamında restorasyon ihalesi yapılmış olup
çalışmalara başlanılmıştır. Diğer projeleri hazır
olan ve acil müdahale gerektiren 4 burç; 10 nolu
burç, 26 nolu burç, 50 nolu burç (Mardin Kapı) ve 62
nolu burç (Leblebikıran Burcu) için Valiliğimiz
tarafından Kalkınma Bakanlığı Cazibe Merkezleri'ni
Destekleme Programı'na 'Diyarbakır Surlarının
Turizme Kazandırılması' projesi ile gerekli
çalışmalara başlanıldı. Valiliğimizce 4 Burçtan 26
ve 62 nolu burçların 19 Ekim 2012 tarihinde ihale
işlemleri tamamlanmış olup yüklenici firma burçlarda
restorasyon çalışmalarına başlamıştır. 10 ve 50 nolu
burçların restorasyon ihalesi çalışmaları da
tamamlandı ve önümüzdeki günlerde restorasyonuna
başlanacaktır."
Diyarbakır Surları'nın restorasyon projelerinin
olmamasının büyük bir eksiklik olduğunu belirten
Vali Toprak, surların ilk kez Valilik tarafından
hazırlanan projeyle tehlike arz eden burçların proje
çizimleri için gerekli kaynaklar sağlanarak
çalışmalara başlandığını ifade etti. Başta Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile Kalkınma Bakanlığı'nın ve
hükümet kaynaklarının bu yönde değerlendirildiğini
anlatan Toprak, "Diyarbakır Kültürel Mirasının
Projelendirilmesi Projesiyle, Diyarbakır Surları
üzerinde yer alan Evli Beden (Benusen), Yedi Kardeş,
Selçuklu Burcu, Nur Burcu,
Fındık Burcu, Urfa Kapı, Yeni Kapı gibi ön
planda bulunan 25 burcun ve burçlar arası sur
duvarlarının proje çizim çalışmaları yapılıyor.
İhale çalışmaları tamamlanan bu yapıların ilgili
firmalar tarafından proje çizim çalışmalarına
başlandı. Bu proje çizim çalışmalarından sonra 2013
yılında proje çizimi tamamlanan burçların ve aradaki
sur duvarlarının zaman kaybedilmeden restorasyonuna
başlanacaktır. Diyarbakır, surlarıyla var oldu,
surlar da yapılan bu çalışmalarla gelecek kuşaklara
taşınacaktır" diye konuştu.
"Projelerimiz, surların UNESCO aday
listesine girmesine destek olacak"
Diyarbakır Surları ve Suriçi'ndeki çalışmaların,
surların UNESCO Dünya Kültür Mirası Adaylığı büyük
katkılar sağlayacağını belirten Toprak, şöyle
konuştu:
"Valiliğimiz, farklı bakanlıklardan ve kaynaklardan
Diyarbakır Surları ve Suriçi Bölgesi için fonların
sağlanması çalışmaları yürütmektedir. Valiliğimizin
bu yoğun çalışmalarının sonucu olarak surlar adına
günümüze kadar yapılan ve
bütçe bakımından en büyük bütçeye sahip bu
projelerimizle Diyarbakır Surları'nın korunması,
tanıtılması ve turizme en iyi şekilde kazandırılması
çalışmalarıyla Diyarbakır Surları'nın, UNESCO Dünya
Kültür Mirası Adaylığı'na çok önemli destek
sunulmaktadır. Diyarbakır Valiliği olarak 2010
yılından beri yaptığımız turizm çalışmalarıyla,
ilimizin turizmde bölgenin ve ülkenin önemli turizm
marka şehri olması adına çalışmalar yürütülmekte
olup bu çalışmaların alt yapısının tamamlanmasıyla
çok yakın bir dönemde Diyarbakır'ın gerçek anlamda
bir açık hava müzesi ve turizm kenti olacağına
inancımız sonsuzdur."
Cnn Türk, 29.03.2013
|
8 BİN 400 YILLIK TARİHİN PENDİK'TE SERGİLENMESİNİ
İSTİYORUZ

Şahin,
Marmaray Projesi kapsamında Pendik tren yolu
kazılarına başlanan 8 bin 400 yıllık Pendik
Höyüğü'ndeki çalışmaları yerinde inceledi.
Pendik Höyüğü'ndeki çalışmaları yerinde
inceleyen
Pendik Belediye Başkanı Dr.
Kenan Şahin: "Müzeler Müdürlüğü ile mutabık
kalırsak, gerçekleştirmeyi düşündüğümüz ortak bir
projeyle kazılarda çıkarılan tarihi eserlerin
Pendik'te sergilenmesini istiyoruz." şeklinde
konuştu.
Pendik Belediye Başkanı Dr.
Kenan Şahin, Marmaray Projesi kapsamında
Pendik tren yolu kazılarına başlanan 8 bin 400
yıllık
Pendik Höyüğü'ndeki çalışmaları yerinde
inceledi.
İstanbul Arkeoloji Müzesi ekiplerinin aralıksız
sürdürdüğü çalışmalarda, Neolitik döneme ait kemik,
taş ve pişmiş toprak eserler ile Bizans dönemine ait
olduğu tahmin edilen bir de su kanalı bulunan höyük,
İstanbul
Anadolu Yakası'nın en eski arkeolojik
bulgularını barındırıyor. İnceleme sırasında
yetkililerden çalışmalar hakkında bilgi alan Başkan
Şahin,
Pendik Höyüğü'nde rastlanan tarihi eserler
hakkında
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü ile
görüşmeler yapacaklarını belirterek: "Arkeologlar
Pendik Höyüğü'nde önemli tarihi bulgulara
ulaştı. Müzeler Müdürlüğü ile mutabık kalırsak
gerçekleştirmeyi düşündüğümüz ortak bir projeyle
kazılarda çıkarılan tarihi eserlerin
Pendik'te sergilenmesini istiyoruz." şeklinde
konuştu.
haberler.com, 29.03.2013
|
2012'DE EN ÇOK O ZİYARET EDİLDİ
Paris’te bulunan Louvre Müzesi, 2012’nin en çok ziyaret edilen müzesi oldu. Londra merkezli kültür sanat dergisi Art Newspaper’ın yaptığı araştırmaya göre, müzeyi 2012 yılı içinde, 9.7 milyon kişi gezdi. Bu sayı, 2011’deki ziyaretçi sayısından 1 milyon kişi fazla. Louvre’un ziyaretçi sayısının, müzenin 2007’de açılan ‘İslami Sanat’ bölümünden sonra, oldukça hızlı bir artış gösterdiği de, çıkan sonuçlar arasında. New York’ta bulunan Metropolitan Museum of Art ise listenin ikinci sırasında yer aldı.
20 en popüler serginin hiçbirinin, en çok ziyaret edilen ilk 5 müzede yer almadığı saptanan araştırmanın sonuçlarına göre, yılın en popüler sergisi ise, Tokyo Metropolitan Art Museum’da açılan ‘Dutch Old Masters’ oldu. Koleksiyon, gelecek yıl Hollanda’ya dönmeden önce, Amerika ve İtalya ’yı da ziyaret edecek.
Radikal, 29.03.2013
|
 |
EMEK'E KAZMA VURULDU!

Emek Sineması’nın yıkımına başlandı. Yıkımın
İstanbul Film Festivali’nin başladığı güne denk
gelmesi dikkat çekti.
2009’yılından bu yana kapalı olan Emek
Sineması’nın yıkımına başlandı. Bir süre önce Emek
Sineması’nında içinde bulunduğu Cercil D'orient
binasına iskeleler kurulmuş ve inşaat başlanmıştı.
Kamer İnşaat tarafından yürütülen proje ortaya
çıktıktan sonra Emek’in yıkılmaması için yoğun
protestolar gerçekleştirilmişti.

2010, 2011 ve 2012 yılları boyunca Emek’in
olduğu gibi yerinde korunması için yapılan
mücadeleler sonuç vermeyince bu ay başında inşaat
başlamış oldu.
Kamer İnşaat, tarihi sinemanın ‘olduğu gibi’
korunacağını ve yerine yapılacak AVM’in en üst
katına taşınacağını iddia ediyor.



Radikal,
Fotoğraflar: Elif Refiğ,
29.03.2013
|
DUVAR YAZILARINDAKİ SAKLI TARİH

İzmir'deki Agora kazılarında bulunan duvar
yazıları ve tasvirler Roma dönemindeki günlük
hayata ışık tutuyor. Kazı Heyeti Başkanı Yrd.
Doç.Dr. Akın Ersoy, "Duvar yazılarında küfürden
tutun da sevgi sözcüklerine, aşk sözlerine
kadar, bulmacalara kadar, gemi tasvirlerine,
şiddeti ifade eden gladyatörlere kadar pek çok
sözcük var" dedi. Duvar yazısı galerisi, restorasyon
çalışmalarının ardından ziyarete açılacak.
İzmir'deki bu alan dünyanın kent merkezindeki
en büyük antik dönem agorası... İzmir
Agorası'nda sürdürülen kazı çalışmalarıyla
kentin tarihi zenginliği gün yüzüne çıkıyor.
Çalışmalarla ilgili bilgi veren Kazı Heyeti
Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, "Smyrna
Agorasının en önemli ve en popüler arkeolojik
bulgusu duvar yazılarıdır. Dünyada başka bu
zenginlikte ve bu çeşitlikte bir duvar yazı
bulgusu söz konusu değil" diye konuştu.
Duvar yazıları, Roma dönemindeki günlük
hayata ilişkin pek çok ipucu veriyor. Yrd.
Doç.Dr. Akın Ersoy, bu konuda şunları
söyledi:
"Küfürden tutun da sevgi sözcüklerine, aşk
sözlerine kadar, bulmacalara kadar, gemi
tasvirlerine, şiddeti ifade eden gladyatörlere
kadar pek çok sözcük var. Hem antik çağın günlük
yaşamını, hem Smyrna'nın günlük yaşamından bize
inanılmaz kesitler veriyor."
Bu tarihi zenginlik, İzmir'i kültür
turizminde zirveye taşıyor. İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz
Ediz, "İzmir'e 2012 yılı içerisinde gelen turist
sayısı 1 milyon 380 bin ancak İzmir'deki
müzeleri ziyaret eden turist sayısı 3 milyon. Bu
İzmir'deki kültürel mirasın ne kadar çok ilgi
çektiğinin net göstergesi" dedi. Çalışmalar tamamlandığında duvar yazılarının
yer aldığı galeri ziyarete açılacak.
TRT Haber, 28.03.2013
|
TARİH MESCİTTE ZÜLFİKAR FRESKLERİ BULUNDU

Alanya Kalesi'nde yürütülen restorasyon
çalışmaları kapsamında, 1227 yılında Aleaddin
Keykubat tarafından yaptırılan
Selçuklu Mescidi'nin iç temizliği sırasında 2
duvarda Hz. Ali'nin kılıcı olan 'Zülfikar'
freskleri ortaya çıkarıldı.
Tarihi yaşam bulguları millattan önce 4'üncü yüzyıla
dayanan
Alanya Kalesi'ndeki restorasyon çalışmaları
aralıksız sürüyor. Alanya Belediyesi ve Müze
Müdürlüğü'nün 2007 yılında başlattığı restorasyon
çalışmalarıyla bir yandan bugüne kadar ziyarete
açılamayan tarihi varlıklar turizme kazandırılırken,
diğer yandan tarihi belge niteliğindeki tasvirlerin
gün yüzüne çıkması sağlanıyor.
Müze Müdürü Seher Türkmen ise
Alanya Kalesi'nin liman bölgesinde yer alan ve
kitabesine göre 1227 yılında Aleaddin Keykubat
tarafından yaptırıldığı bilinen tersanenin mescit
kısmında, 2 duvarda karşılıklı
Zülfikar freskleri ortaya çıkarıldığını söyledi.
Zülfikarların anlamının, bu mekanın o dönemdeki
kullanımıyla alakalı olabileceğine işaret eden
Türkmen, şöyle dedi:
"Tersanenin iç kısmındaki temizlikten sonra mescit
kısmındaki temizliğin daha titiz ve kapsamlı
yapılmasına karar verdik. Son aşamaya gelindiğinde
duvarlarda bazı bezemeler olduğunu fark ettik.
Temizlik sonrası, sıva üzerinde bazı freskler olduğu
ortaya çıktı. Bu freskler karşılıklı duvarlardaki 2
Zülfikar'dan oluşuyor. Osmanlı arşivinin 1538'deki
kayıtlarından anlaşıldığı üzere Alanya bölgesinin,
Kaptan Paşa Eyaleti içerisine alındığı görülüyor.
Büyük bir ihtimalle burası mescit olarak
kullanılmış, ancak tersanenin bir de askeri
fonksiyonu olduğu düşünülüyor. Tabi bu fresklerle
ilgili daha kapsamlı araştırmalar yapılacak. Bunun
sonucunda daha net bilgilere ulaşmış olacağız."
Habertürk, 28.03.2013
|
ANTİK KENTTE 'MANGAL KEYFİ'

Her yıl 5 milyon kişinin ziyaret ettiği dünyaca ünlü
turizm şehri Antalya
Side
antik kentinde akşamcıların
mangal keyfi 1800
yıllık tarihi sütunları kararttı. Yoğun dumandan
tarihi sütun simsiyah olurken sıcaklıktan arşitrav
yani sütun baş tabanı da çatladı. Side antik
kentinde MS 2'nci yüzyılda
inşa edilen Devlet Agorası'nın orijinal yapısında 18
tarihi sütun bulunuyor. Side Antik Kent'in yönetim
merkezi olan devlet agorasının uzunluğu 88,5 metre,
genişliği ise 69,20 metre.
Side Beach Boys Su Sporları İşletme Müdürü Murat
Ilgaz, antik kentte alkoliklerin mangal yaptıkları
taşları görünce yüreğinin sızladığını söyledi.
Tarihi Devlet Agorası ve Bizans hastanesinin koruma
altına alınarak alkoliklerin mekanı olmaktan
kurtarılması gerektiğini belirten Ilgaz, 1800 yıllık
tarihi binanın akşamcıların cirit attığı mekan
haline geldiğini kaydetti. Ilgaz, "Bu tarihi agora
başka ülkede olsa her tarafını özel koruma altına
alırlardı. Devlet agorası maalesef akşamları
alkoliklerin ve tinercilerin mekanı konumuna geldi.
Tarihi binanın sütunlarının daha fazla zarar
görmemesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
bölgede ışıklandırma yapmalı ve kamera sayısını
artırmalı. Alkolikler genelde tarihi binaya
akşamları zarar veriyor. Mangal yaparak keyif
sürüyorlar. Olan tarihi taşlara oluyor. " diye
konuştu.
DSP Manavgat İlçe Başkanı Ahmet Çakmak ise devlet
agorasının daha fazla zarar görmemesi için bölgenin
acilen koruma altına alınması gerektiğini söyledi.
Alkoliklerin tarihi taşlara zarar vermesinden derin
üzüntü duyduğunu belirten Çakmak, bölgenin koruma
altına alınması, ışıklandırılması ve güvenliğinin
sağlanmasında Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde
konunun sonuna kadar takipçisi olacaklarını
kaydetti.
Alman turist David Minnts, çocuklarıyla birlikte
hatıra fotoğrafı çektirirken tarihi bina içinde ateş
külünü görünce çok şaşırdığını kaydetti.
Side Devlet Agorası'nı her yıl 5 milyon turist
ziyaret ediyor.
Sabah, 27.03.2013
|
 |
O ANADOLU'NUN EN ESKİSİ
Sinop'un Dikmen İlçesi Kerim Köyü'nde bulunan, Anadolu'nun en eski camilerinden Cuma Camii restore edilmeyi bekliyor.
Konu ile ilgili bilgi veren Dikmen İlçe Müftüsü Hanefi Çakmak, kaderine terk edilmiş durumda olan camiyi yeniden ibadete açma gayreti içinde olduklarını söyledi.
Çakmak," Dikmen İlçe Müftülüğü olarak Dikmen'in en eski Cuma camiilerine sahip çıkmak istiyoruz. Bu camiler İslam'ın ilk Anadolu'ya yayıldığı dönemlerde alperenler tarafından birkaç köyün birlikte Cuma namazı kılmaları için yapılmış camiler. Bunların en eskisi de Kerim Köyü Hatip Mahallesi'nde bulunan eski Cuma Camii. Şu anda harabeye dönmüş olan cami çok uzun yıllar hizmet etmiş. Onarımını arzu ettiğimiz camiinin ilgili kurumların ve hayırseverlerin acil yardımına ihtiyaç var. İlçe Müftülüğü olarak gerekli çalışmalar yaptık, dosyaları hazırlayarak ilgili makamlara gönderdik. Olumlu cevap alacağımızı umut ediyoruz. Bu tarihi camiyi imar edip tekrar ibadete açmak için herkesin ilgi alaka ve yardımlarını bekliyoruz." dedi.
Sinop Kent Haber, 20.03.2013
|
24 - 30
Mart 2013
|
KAÇAKÇILIĞI ZENGİNLER
YÖNETİYOR
Tarihi eser
kaçakçılığınımercek altına alan
Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele
(KOM) Daire Başkanlığı çarpıcı bir rapora imza attı.
KOM’un
hazırladığı rapora göre ABD’li ve Avrupalı
zenginlerin, Grek ve Roma medeniyetlerine ait
eserlere sahipolmak istediği,bununda kaçakçılığı
patlattığıbelirtildi.
KOM
raporunda, tarihi eser kaçakçılarınınsistematik bir
şekilde örgütlendikleri belirtilerek şu saptama
yapıldı: “Yerelhalkınarasında bulunankaçak kazıcı
gruplar tarafındanörenyerlerinde yapılankaçak kazı
sonucu ortaya çıkarılan tarihi eserler, örgüt
yöneticileri adınahareket edentoplayıcı gruplara
satılıyor.
Örgüt yöneticileri de eserleri yurtdışındaki
temsilcilerine ulaştırıyor.” Polisinhazırladığı
raporda, “Ülkemizdeki eser kaçakçılığınınrotası
ABD ve
AB ülkeleri
yönünde.Organize bir şekilde örgütlenenkaçakçılar
ülke genelinden toplayıcılar kanalıyla tarihi
eserleri topluyor.Bulgaristan hudut kapısı
üzerinden Batı Balkan ülkeleri (Karadağ,
Sırbistan,Hırvatistan, Slovenya) karayolu güzergahı
kullanılıyor.
İstanbul, İzmir, Muğla,Antalya,Mersin ve Adana
limanları kullanılarak denizyoluyla eserler
yurtdışına kaçırılıyor. Eserler Muğla, İstanbul ve
İzmir havalimanlarından
ABD ve Avrupa
ülkelerine kaçırılıyor” bilgisine yer
verildi.KOM’unraporundaTürkiye’ye Suriye’dençok
sayıda eser getirildiği bilgisi yer aldı.
Bugün, 29.03.2013
|
3 BİN YILLIK HEYKELE
ŞAFAK OPERASYONU
İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü
ekipleri, fiziki ve teknik takip sonucu tarih eser
kaçakçılarına yönelik bir operasyon düzenledi.
Yurtdışından gelen kaçakçılara yönelik operasyonda 4
yabancı gözaltına alındı. Şüphelilere ait adreslerde
yapılan aramalarda 39 parça tarihi eser ele
geçirildi. Hititler dönemine ait 3 bin yıllık kadın
heykeline, satılmak üzere yola çıkarılırken el
kondu. Tarihi eser kaçakçılarının Türkiye'ye
getirdiği diğer tarihi eserler arasında Hititler
dönemine ait kandil, kâse, ağırşak, Roma ve Bizans
dönemine ait 25 bronz sikke ve İslami döneme ait 5
bakır sikke bulundu. İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne
gönderilen tarihi eserler yapılan detaylı
incelemenin ardından sergilenecek. İstanbul
Emniyeti'nde ifadeleri alındıktan sonra mahkemeye
sevk edilen şüpheliler ise sınır dışı edilmek üzere
İstanbul Yabancılar Şube Müdürlüğü'ne gönderildi.
Sabah, Haber: Yunus
Tiryaki, 29.03.2013
|
|
2 BİN 400 YAŞINDAKİ VEJETERYAN
'Tollund adamın' ölü bedeni Danimarka'da bir sulak alanda 1950 yılında bulundu.
Adını, bulunduğu yerin yakınındaki köy "Tollund" dan alan demir çağ adamı, vücudunun şaşkınlık verici bütünlüğüyle biliniyor.
Boynundaki deri ipten asılarak öldürüldüğü anlaşılan "Tollund Adam"ın M.Ö. 350 yılında asılarak öldürüldüğünü belirleyen bilimadamları onun yaşamına dair çarpıcı bulgulara ulaşıp bunu dünyaya duyurmuştu..
Bataklıktaki mezarından şapka ve belindeki kemeriyle çıkarılan bedenin, 40 yaşlarında 1.61 cm boyunda, saç ve sakal tıraşını ihmal etmeyen ve onu öldürenlerin düşmanı olmayan bir kişiye ait olduğu sanılıyor.
Onunla ilgili en şaşırtıcı izler ise sindirim sisteminde bulundu. İzler son yemeğe ait. Tollund Adam bu öğünde karnını keten tohumu, ketencik, çobandeğneği ve arpa başta olmak üzere, 30 farklı bitki tohumundan yapılmış lapa ya da çorbayla doyurduğu belirlendi
Akşam, 29.03.2013
|
KIRIM SAVAŞI'NDAN KALAN
OSMANLI SİLAHLARI
Osmanlı
İmparatorluğu ile Rusya Çarlığı arasındaki Kırım
Savaşı'nda, Türk askerlerinin kullandığı silahlar,
bir Rus'a ait koleksiyonda ortaya çıktı. Osmanlı
askerlerine ait silah, para ve çeşitli eşyalardan
oluşan koleksiyonda Abdülmecid tarafından
komutanlara hediye edilen askeri nişanlar da
bulunuyor.
Rusya'da
doktora eğitimi alan Ebubekir Şahin'in özel
araştırması Rusya gündemi ile Türkçe yayın yapan
www.haberrus.com haber portalında yayınlandı.
Rusya'nın St. Petersburg şehrinde yaşayan Bogdan
Nebeleviç adlı koleksiyoner tarafından dünyanın dört
bir yanından toplanan eserler, günümüzde "Savaş
Kostümleri Müzesi" adıyla ziyaretçilerini ağırlıyor.
Müzenin, Kırım
savaşı veya başka bir savaşın propagandası için
açılmadığını ifade eden müze müdürü Nebeleviç,
amacının 'savaşlarda ortaya çıkan trajedilerden
insanların ders alması ve bir daha kötü olaylar
yaşanmaması' olduğunu söyledi.
AYNALI OSMANLI
FESİ
Müzedeki en
ilginç eserlerden birinin içerisinde ayna olan
Osmanlı fesi olduğunu kaydeden Nebeleviç, ayrıca
askerlere ait yatağan, tabanca, tüfek ve para gibi
çeşitli eserlerin müzenin en değerli eşyaları olarak
göze çarptığını belirtti.
SİVASTOPOL'DE
ŞEHİT DÜŞEN TÜRK ASKERLERİNE AİT ESERLER
Türk
askerlerine ait eserlerin birçoğunun Sivastopol'de
bulunduğunu ve bazılarının ise yurtdışında
düzenlenen müzayedeler aracılığıyla koleksiyona
katıldığını açıklayan Nebeleviç, ayrıca Fransız,
İngiliz ve Rus askerlerinin kullandığı eşyaları da
ziyaretçilerin ilgisine sunduklarını kaydetti.
Günümüzde iki
binden fazla eserin sergilendiği koleksiyonda; Türk
askerlerine ait üzerinde Osmanlıca yazılar bulunan
bir adet yatağan, fildişi işlemeli tabanca ve tüfek
ve çeşitli dönemlere ait paralar bulunuyor. Osmanlı
askerlerinin kullandığı bot, matara, pipo ve çeşitli
nişanlar da sergilenen eserler arasında.
Koleksiyonda ayrıca, Rusya'nın Osmanlıya Savaş ilan
ettiği fermanın yanı sıra, Fransız ve İngiliz
askerlerinin kullandığı yüzlerce eser ziyaretçilerin
ilgisini bekliyor.
175 BİNDEN FAZLA OSMANLI ASKERİ ŞEHİT OLDU
Osmanlı
Devleti ve Rusya arasında başlayan, daha sonra
İngiltere, Fransa ve Piyemote-Sardinya'nın Rusya'yı
Avrupa ve Akdeniz dışında tutmak amacıyla katıldığı
Kırım Savaşı'nda (1853 -1856) şehit düşen Osmanlı
askerlerinin sayısının 175 bin 300 kişi olduğu
tahmin ediliyor. Ayrıca, Kırım savaşının en kanlı
muharebelerinden olan Sivastopol kuşatması sırasında
yaklaşık 35 bin Türk askeri şehit olmuştu.
Akşam, 29.03.2013
|
VEZÜV'ÜN 2 BİN 100 YILLIK KALINTILARI
İtalya'nın
güneyinde bulunan 1280 metre yüksekliğindeki aktif
yanardağ Vezüv, Roma İmparatorluğu'nun en güçlü
döneminde, MÖ 73'te patlayarak Pompei, Herculaneum
ve Stabia kentlerini haritadan sildi. Arkeologlar
20'nci yüzyıldan itibaren bu kayıp kentlerin
üzerinde yapılan kazılarda küller altında kalarak
adeta taştan bir heykele dönmüş bin 500'e yakın
ceset buldu. İşte bu cesetlerden bazıları ve kent
yaşamından bazı objeler İngiltere'nin başkenti
Londra'da dün açılan "Pompeii ve Herculaneum'da
Yaşam ve Ölüm" sergisinde görülebilecek. Küller
altında ölen insan ve hayvanların cesetlerinin
fiziksel olarak hiç bozulmamış olması, bir ekmek
somununun kömürleşmesine rağmen, yüz yıllar boyunca
şeklini kaybetmemesi ziyaretçileri hayrete
düşürüyor. Birçok objenin ilk kez İtalya dışına
çıkarıldığı "Pompeii ve Herculaneum'da Yaşam ve
Ölüm" sergisi 29 Eylül'e kadar açık kalacak.
Sabah, 29.03.2013
|
|
RUM OKULU'NA ONAY

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), tarihi bir karara imza
atarak, Çanakkale'nin Gökçeada ilçesinde bulunan Rum
İlkokulu'nun açılmasına izin verdi. Milli Eğitim
Bakanı Nabi Avcı, azınlıkların okul açma ya da
kapatmasına ilişkin taleplerini değerlendirdiklerini
söyledi. Azınlık okulları temsilcilerinin geçen yıl
başvuruları doğrultusunda çalışma başlatan Bakanlık,
1964'te Kıbrıs olayları dolayısıyla öğrenci alımı
yasaklanan ve öğrencisiz kaldığı için kapanan Özel
Gökçeada'daki Rum İlkokulu'nun yeniden açılmasını
kararlaştırdı. Bakan Avcı, Yunanistan göçmeni olan
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu'na bakan olarak
yaptığı ilk Yunanistan gezisinde müjdeli haberi
bildirdi. Özel Gökçeada Rum İlkokulu, Fener Rum
Patriği Bartholomeos'un da okuduğu okul.
Bartholomeos, doğduğu, ilk ve ortaokulu okuduğu
Gökçeada'da yeniden okul açılması Rum cemaatini
sevindirdi. Bartholomeos, "Yarım yüzyıl sonra
gerçekleşen bu talebimiz bizi memnun etti" dedi.
Azınlık vakıflarının temsilcisi Laki Vingas,
yaklaşık 2 yıl önce Gökçeada'da yaşayan
vatandaşların okulun açılması yönünde başvuru
yaptığını belirterek, "Geçen yıl bekliyorduk ancak
zamanı şimdi geldi. 10 öğrenci bile olsa bu çok
önemli, gelecek için bir umuttur" şeklinde konuştu.
İmroz Gökçeada'yı Koruma, Yardımlaşma, Geliştirme ve
Dayanışma Derneği Başkanı Stelyo Berber de, "Çok
sevindirici ve önemli bir gelişme. Bizim de çok
istediğimiz adalıların istediği bir olaydı. Belki de
son 50 senedir, yapılmış en somut, en net siyasi
karar" yorumunu getirirken İmroz Gökçeada'yı Koruma,
Yardımlaşma, Geliştirme ve Dayanışma Derneği Başkanı
Stelyo Berber de kararı, "Çok sevindirici ve önemli
bir gelişme. Belki de son 50 senedir, yapılmış en
somut, en net siyasi karar" sözleriyle
değerlendirdi.
Sabah, Haber: Safure
Onay, 29.03.2013
|
GÜRÜN ESKİ KİLİSEYİ
RESTORE EDEREK TURİZME KAZANDIRACAK

Gürün İlçesi'nin turizme açılması noktasında Gürün
Belediyesi tarihi kiliseyi restore ettirme kararı
aldı.
Gürün Belediye Başkanı Mehmet Aktaş, tarihi
yapıların onarılarak turizme kazandırılmasına büyük
önem verdiklerini söyledi.
Bu kapsamda, Pınarönü Mahallesi'nde 19. yüzyıldan
kalan, bir dönem cezaevi, sinema ve depo olarak
kullanılan Ermeni kilisesini ayağa kaldırmak
istediklerini dile getiren Aktaş, sahibinden satın
aldıkları yapının etrafında kamulaştırma
çalışmalarını tamamladıklarını ifade etti.
Kilisenin çevresinde hafriyat çalışmasına
başladıklarını aktaran Aktaş, eserin rölöve,
restorasyon ve restitüsyon projesinin Sivas Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nce
onaylandığını bildirdi.
İhalenin en kısa sürede yapılmasının ardından
restorasyon çalışmalarının başlayacağını belirten
Aktaş, ''Restorasyon, Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Sivas Valiliği ve belediyemizin ortaklaşa yürüteceği
bir çalışma olacak. Yapı, restorasyondan sonra
ilçemizde kültürel amaçlı etkinliklerin yapılacağı
bir mekan olarak kullanılacak ve kent müzesine
dönüştürülecek. Kilisenin çevresi de düzenlenecek.
Eserin yanına otopark yapılması düşünülüyor. 3 bin
700 metrekare alanı düzenleyerek, ilçemize sosyal
bir mekan kazandırmış olacağız.''dedi.
Halk arasında ''Meryem Ana Kilisesi'' olarak bilinen
eserin yanındaki kayalıklarda bulunan mağaraların da
ışıklandırılarak ziyarete açılacağını ifade eden
Aktaş, Gökpınar Gölü, Şuğul Kanyonu ve tarihi
konaklarıyla ön plana çıkan Gürün'e daha fazla
turist çekmeyi hedeflediklerini sözlerine ekledi.
Sivas Hürdoğan,
28.03.2013
|
 |
BRANDENBURG KAPISI'NA ARABAYLA ÇARPTI
Almanya’nın başkenti Berlin’de bulunan ve ülkenin sembollerinden biri olan Brandenburg Kapısı’na dün gece bir otomobil çarptı. Aracın sürücüsünün Türk asıllı Onur I. olduğu öğrenildi.
Onur I.’nın köprücük kemiğinin zedelendiği, aracın önünün ise tamamen harap olduğu belirtildi. Alman Bild gazetesine konuşan Onur I., “17 Haziran Caddesi’nde ilerliyordum. Yolun ikinci kısmında bayılmışım. Bütün gün bir şey yememiştim. Belki de şekerim düştü” dedi.
Araç üzerinde yapılan ilk incelemelerde sabah 02.00 sularında gerçekleşen kazada Onur I.’nın otomobilin frenine basmadığı anlaşıldı. Polis sözcüsü 22 yaşındaki Onur I.’nın kanında alkol bulunamadığını da belirtti.
Brandenburg Kapısı’nın ne kadar hasar gördüğü ise henüz tespit edilebilmiş değil ancak kapının taşıyıcı kolonlarından birinin parçalara ayrıldığı belirtildi.
18’inci yüzyılın sonlarında inşa edilen Brandenburg Kapısı’nın durumunun kritik olup olmadığı bilinmiyor.
Hürriyet, 28.03.2013
|
BU EVDE Mİ DOĞDU?
Türkiye'nin burayı restore ederek kültür merkezine çevirme çalışmaları şu anda proje aşamasında.
Mezar-ı Şerif'ten, 25 kilometre ötedeki Belh İlçesi'ne giden ana yola Mevlana'nın şerefine "Konya Yolu" adı verilmiş.
Belh'te Mevlana'nın doğum yerine dek uzanan cadde de onun babası Sultanü'I-Ulema Bahaeddin Veled'in adıyla anılıyor. Restorasyon çalışmaları çerçevesinde bu cadde de asfaltlanacak.
Sultanü'I-Ulema Bahaeddin Veled Hanekası olarak bilinen binanın tabelası. Haneka, bir tür mevlevihane.
Mevlana'nın ailesi Belh'ten 1212 veya 1213'te ayrılmış. Yıllar içinde viran hale gelen hanekanın kubbesi çökmüş durumda.
Restorasyonun dört milyon dolara mal olacağı tahmin ediliyor.
Bina yüksek tonozlarla, İslam mimarisine uygun olarak inşa edilmiş.
Vatan, 28.03.2013
|

|
EN PAHALI RÜYA!

ABD'li yatırım fonu
yöneticisi
Steven A. Cohen,
Pablo Picasso'nun "Rüya" (Le
Rêve) adlı tablosunu 155 milyon dolara (282
milyon TL) satın alarak bir rekora imza attı. Özel
satışla el değiştiren tablo, 1973'te ölen İspanyol
ressamın "en pahalıya satılan yapıtı" unvanının
sahibi ve 100 milyon doların (182 milyon TL) üzerine
çıkan üçüncü eseri oldu. Bu rakamın, ayrıca, ABD'li
bir yatırımcının bir sanat eserine ödediği en yüksek
fiyat olduğu açıklandı. Picasso'nun 24 Ocak 1932'de,
sadece bir öğleden sonrasını harcayarak tamamladığı,
22 yaşındaki metresi Marie-Thérèse Walter'i
resmettiği yağlıboya tablo, gazinolar kralı Steve
Wynn tarafından satıldı.
YEDİ YIL
ÖNCE SATILACAKTI AMA YIRTILDI
Steve Wynn, 2006'da yapıtı satmak için 139 milyon
dolara (253 milyon TL) Cohen'le anlaşmış ancak bir
gün sonra arkadaşlarına gösterirken dirseğini
tabloya geçirip 15 santimetrelik bir delik
açılmasına neden olunca "Rüya"nın satışı
gerçekleşmemişti. Tamiri için 90 bin dolar (164 bin
TL) ödeyen Wynn, tabloyu yedi yıl gecikmeli de olsa
rekor fiyata satmayı başardı.
Picasso'nun, 2010'da 106.5 milyon dolara satılan
"Çıplak, Yeşil Yapraklar ve Büst" adlı tablosu bir
açık arttırmada en yüksek fiyata alıcı bulan sanat
eseri olmuş, "Pipolu Çocuk" tablosu ise 2004'te
104.2 milyon dolara alıcı bulmuştu. 155 milyon
dolara satılan "Rüya", 2011'de Katar Kraliyet Ailesi
tarafından 250 milyon dolara satın alınan Cezanne'ın
"İskambil Oyuncuları" tablosunun ardından en pahalı
tablolar sıralamasında ikinci sıraya yerleşti.
İkinci sırada daha önce Jackson Pollack'ın 2006'da
140 milyon dolara satılan "Number 5 1948" adlı eseri
vardı.
Habertürk, 28.03.2013
|
MİMARLAR ODASI ANKARA ŞUBESİ İLE ÇEVRE HUKUKU DERNEĞİ'NDEN ARİNNE LODGE VE CRR HOTELS İNŞAATLARINA DAVA
Mimarlar Odası
Ankara Şubesi ile merkezi İstanbul’da bulunan Çevre Hukuku Derneği, Uçhisar’da
yapılmakta olan “Arinna Sustainable Luxury Lodge” ile CCR Hotels inşaatları için
Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü ile Uçhisar
Belediyesi’ne karşı ayrı ayrı davalar açtı. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nden
Aralık 2012’de bölgeye gelen bir ekip bu iki otelin inşaatlarını incelemiş,
çevre konusunda çalışan uzman avukatlar tarafından kurulan Çevre Hukuku Derneğiise yine aynı tarihlerde bölgede
çalışma başlatmıştı.
Öte yandan, Kapadokya’da
hizmet veren bazı STK’ların Aralık 2012’de konu ile ilgili olarak Kültür ve
Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’na verdikleri dilekçe sonucunda
bakanlık, geçtiğimiz haftalarda bölgeye bir teftiş ekibi gönderdi. Ekip,
bölgedeki incelemelerine devam ediyor.
Mimarlar Odası
Ankara Şubesi, Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge
Müdürlüğü’ne bu otellerin yapımına onay verdiği için; Uçhisar Belediyesi’ne ise
Arinna Lodge inşaatının yapımına verdiği ruhsatın iptali talebiyle dava
açtı.
Nevşehir
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu üyeleri hakkında dava açan Çevre
Hukuku Derneği, dava dilekçesinde bu inşaatların tarihi ve doğal dokuyu geri
dönülemez bir şekilde tahrip ettiğini belirterek, Kurul’un bu tahribata nasıl
izin verdiğini sordu.
 
 
Dava sürecine nasıl
gelindi?
Arinna Otel ve
CCR Hotels inşaatlarına karşı Kasım 2012’de sosyal medyada başlayan tepki
büyüyerek yaklaşık 200 kişinin katıldığı bir protesto gösterisine dönüşmüş;
Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu binası önünde ve
inşaatların yapıldığı alanda 16 Kasım 2012 günü yapılan protesto gösterisi
Kapadokya tarihine bir ilk olarak geçmişti.
Kapadokyalı
sivil toplum kuruluşlarının biraraya gelerek
‘Kapadokya Çevre Platformu’
adıyla yürüttüğü bu mücadelede ikinci adım change.org sitesinde bir imza
kampanyası açılması oldu. Kampanyaya destek verenlerin sayısı 28
Mart 2013’te 13 bini buldu. Yazılı ve görsel basın tarafından da takip edilen
konu kimi gazetelerin manşetlerine, ana haber bültenlerine kadar
taşındı.
Kapadokya
Çevre Platformu’nun Nevşehir Valiliği’ne verdiği dilekçeler sonrasında önce
Arinna Lodge inşaatı, ardından CCR Hotels’in inşaatları geçici olarak
durduruldu. Ardından, Kültür ve Turizm Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel
Müdürlüğü’nden gelen bir ekip Arinna Lodge’un inşaatında incelemelerde bulundu.
Platform, bununla yetinmeyerek 04 Aralık 2012 günü Kültür ve Turizm Bakanlığı
Teftiş Kurulu Başkanlığı’na da bir dilekçe gönderdi. Platform, verdiği dilekçede, Arinna
Lodge ile CCR Hotels inşaat projelerinin, Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü’nce hukuk dışı bir biçimde
onaylanıp-onaylanmadığı, dolayısıyla bu projelere dayanılarak yürütülen
inşaatların yasal olup-olmadığı konusunda, teftiş kurulundan görevlendirilecek
müfettişlerin bölgeye gelerek araştırma yapması talebinde
bulundu.
Kapadokya
Çevre Platformu’na bir destek de TBMM’den geldi. Milliyetçi Hareket Partisi
(MHP) Ankara Milletvekili Prof. Dr. Özcan Yeniçeri, Uçhisar’da geçici olarak
durdurulan
Arinna Lodge ve CCR Hotels inşaatları ile ilgili olarak TBMM Başkanlığı’na yazılı soru önergesi sundu. 23 Ocak 2013 tarihli ve 17016 sayılı önergede, Kültür
ve Turizm Bakanlığı’ndan, Uçhisar’daki söz konusu projelere ve benzeri projelere
Koruma Kurulu’nun nasıl izin verdiğinin açıklanması talep
ediliyordu.
Ardından,
Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve Çevre Hukuku Derneği bölgeye gelerek
incelemelerde bulundular. İncelemeler sonucunda da davalar açıldı. Ayrıca,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu’ndan gelen bir ekip çalışmalarına devam
ediyor.
Gerek
bölgede yaşayan, gerekse Kapadokya’nın korunması için imza kampanyasına destek
veren herkes bu gelişmeler sonucunda olacakları merakla bekliyor.
Peri Bacası, 28.3.2013 |
53 PARÇA TARİHİ ESER
ELE GEÇİRİLDİ
Uşak'ta düzenlenen
operasyonda 53 parça tarihi eser ele geçirildi,
olayla ilgili 1 kişi gözaltına alındı.
Uşak Jandarma
Komutanlığı İstihbarat Şubesi ekipleri ile Banaz
İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler,
Yeşilyurt Köyünde bir eve baskın düzenledi. Evde ve
evin bahçesinde yapılan aramada, değişik dönemlere
ait 53 parça tarihi eser ele geçirildi.
Ev sahibi K.Y. gözaltına
alınndı. Ele geçirilen eserler Uşak Arkeoloji
Müzesi'ne teslim edildi.
Uşak Kent Haber,
27.03.2013
|

Akhisar'da yaklaşık 1 yıl önce açılan Müze'deki eser
görenleri hayrete düşürüyor. 2 Bin 500 yıllık olduğu
iddia edilen heykel hem kadın hem de erkek
özelliklerini üzerinde taşıyor. Akhisar Müzesi'nin
en ilginç eserlerinden olan travesti heykel
turistlerin de büyük ilgisini topluyor.
Manisa İl Genel Meclis Üyesi ve Kültür ve Turizm
Komisyon Başkanı Kefayeddin Öz heykeli şöyle
tanımlıyor; "Akhisar Müzesinin en önemli eserlerinde
bir tanesi de ismini erkek kabartması verdiğimiz
pres bir heykeldir. Akhisar'ın Gökçeler Köyünde
bulunan bu heykel 2 Bin 500 yıllık bir heykeldir.
Heykelin üzerindeki sanatı değişik uzmanlarca
yapılan araştırmada Lidya dönemi ve Lidya'nın
Persler hakimiyeti altında kaldığı dönemde ortaya
çıkan eserleri üzerinde taşıyor. Heykelin bir
özelliği de altın oran dediğimiz vücut yapısıdır.
Leonardo da Vinci'nin bahsettiği ideal altın oran da
heykelin üzerinde vardır. Heykelin diğer bir
özelliği ise sağından yada solundan baktığın zaman
heykelden değişik görüntüler elde ediyoruz. Heykele
ön yüzden baktığımız zaman değişik görüntü elde
ediyoruz, bu da ön yüzden baktığımız zaman bir erkek
görüntüsü yada duygusu veriyor. Arka tarafından da
baktığımız zaman dişi yani bir kadın duygusu
veriyor. Heykelin en büyük özelliği budur. Sağ
elindeki figür tuttuğu bir gül bunun bir kadın, sol
elinde kuş ise hakimiyetin simgesidir. Sol
kaslarının gelişmiş olması bir erkeği, kalça ve
bacak yapısı ve tunik giymesi ise bir kadının
simgeliyor. Öte yandan dudak ve gözlerinin
boyanması, saçlarının kıvırcık olması da bir kadınsı
özelliği taşımaktadır. bu heykel spesifik ve
özgündür, ülkemizde böyle bir heykele
rastlanmamıştır" dedi.
Akhisar Haber,
27.03.2013
|
RESTORE EDİLEN KİLİSE SANAT MERKEZİ OLDU
Çeşme'de
1832 yılında inşa edilen ve yıllarca atıl halde
kalan Aya Haralambos Kilisesi, İl Özel İdare
desteğiyle belediye tarafından restore ettirilerek
kültür sanat merkezi haline getirildi.

Çeşme'de, yıllarca atıl halde kalan Aya
Haralambos Kilisesi restore ettirilerek, kültür
sanat merkezi olarak hizmete açıldı. Rum Ortodoks
ibadethanesi olarak 1832 yılında inşa edilen Aya
Haralambos Kilisesi, Çeşme Belediyesi'nin girişimi
ve İl Özel İdaresi'nin desteğiyle aslına uygun halde
restore edildi.
Toplam 2 milyon lira harcamayla yenilenen tarihi
yapı, Çeşme'nin tarihi dokusunu ortaya koyarak
turizme kazandırılırken, ilçenin kültür sanat
yaşamınında önemli bir merkez haline getirilerek
"kültür-sanat merkezi" olarak hizmet vermeye
başladı.
Çeşme Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu, yıkılmak
üzere olan yapının, restorasyonun ardından "kültür
ve sanat merkezi" olarak hizmet vermeye başlamasıyla
yoğun ilgi gördüğünü belirtti.
Çeşme'nin en işlek caddesinde yer alan Aya
Haralambos Kilisesi'nin yenilenmesinden sonra
ilçenin tarihi ve kültürel yaşamının yeni bir değer
kazandığını ifade eden Tütüncüoğlu, 2013 yılı sergi
programı başvurularının tamamına yakınının dolduğunu
kaydetti.
Yapı, 27.03.2013
|
CANCA KALESİ'NE YOL
YAPILIYOR

Gümüşhane İl Özel
İdaresi, kent merkezine hakim bir tepede bulunan
Canca Kalesi'ne yol yapım çalışmalarına devam
ediyor.
Geçtiğimiz aylarda Vank
deresinden başlanan yol çalışmaları kırıcı
yardımıyla devam ederken, yolun 5 metre genişliğinde
yapıldığı bildirildi.
İl Özel İdaresi Genel
Sekreteri Ekrem Akdoğan, Vali Dr. Yusuf Mayda'nın
talimatı ve Kültür ve Turizm Bakanlığından
gönderilen ödenekle başlanan çalışmanın yaz aylarına
kadar devam etmesinin beklendiğini söyledi. Akdoğan,
bölgenin oldukça dik ve kayalık olması nedeniyle
çalışmanın yavaş ilerlediğini belirterek, şehre
hakim noktada ve bin 580 metre rakımda bulunan
kalenin turizme kazandırılması açısından yolun
önemine vurgu yaptı.
Gümüşhane'nin eski
yerleşim yeri olan Süleymaniye Mahallesinin turizme
kazandırılması ve bölgedeki kayak merkezinin
faaliyete geçmesiyle birlikte bölgenin yakınındaki
kalenin buraya entegre olacağını ifade eden Akdoğan,
tarih, turizm ve sporla iç içe olan bölgenin ve
yapılan yolun önemine değindi.
Yolun bitmesinin
ardından kalenin restorasyonu için de bir engel
kalmayacağını dile getiren Akdoğan, tüm çalışmalar
bittikten sonra toplam uzunluğu 2 kilometre olan
yolun kullanıma sunulacağını kaydetti.
CANCA KALESİ
Kaleye Vank Köyü'nde ve
Kale deresi denilen vadiden gidilir. Evliya Çelebi
Seyahatnamesi'nde bu kaleden bahis etmektedir.
Trabzon, Türkler tarafından 1461 yılında
fethedildiğinde Kral kızının bu kaleye sığınarak
hazineyi saklayıp, öldüğünde nakledilen rivayetler
arasındadır. Kale, doğu-batı istikametinde arka,
arkaya üç bölümden teşekkül etmiştir. Çevresi 1,50
metre kalınlığındaki burçlarla takviye edilmiştir.
Kalenin girişi batıdan
açılmış olup, batıdaki birinci duvarı geçtikten
sonra küçük bir alana ulaşılır. Burada 4,10 x 4,10
metre boyutlarında bir sarnıcı bulunmaktadır. Büyük
ölçüde sağlam olan sarnıcın üst örtüsü kısmen
yıkılmış, içten ve dıştan sıvanmıştır. Buradan
ikinci bir kapıyla Kalenin doğu bölümüne ulaşılır.
Bu alanda Kuzey köşesindeki kayaların üzerine
oturtulmuş küçük bir şapel vardır. Sağlam kalan
duvarlar üzerinde fresko tekniğinde yapılmış,
Hıristiyan Azizleri olduğu tahmin edilen resimler
vardır.
Gümüşhane Kent Haber,
26.03.2013
|
SÜLEYMAN ÇELEBİ'NİN TÜRBESİ'NDE PORNO GÖRÜNTÜ
İDDİASI!

Bursa Valiliği'ne bağlı Kültür ve Turizm Tanıtma
Birliği tarafından kentin teknolojik tanıtımı
amacıyla, önemli tarihi ve turistik yerlere 'kioks'
adı verilen dokunmatik cihazlar yerleştirildi.
Kioksların bulunduğu yerlerden biri de 'Mevlid'in
yazarı Süleyman Çelebi'nin türbesi oldu. Ancak
iddiaya göre geçen hafta türbenin yanında bulunan
kioksu kullanarak, türbe hakkında bilgi almak
isteyen vatandaşlar, ekranda porno görüntülerin
çıkmasıyla büyük şok yaşadı. Vatandaşlar hemen
durumu 155 Polis İmdat'a bildirdi. Bunun üzerine
güvenlik güçleri, Bursa İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü'nü arayarak, haber verdi. Kültür ve Turizm
Tanıtma Birliği'nden yetkililer gelerek, kioksun
sistemini iptal etti.
Bursa İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Gedik
şikayeti doğrularken, Kültür ve Turizm Tanıtma
Birliği Yazı İşleri Müdürü Zeki Beyhan kioksun
ekranında görünen görüntülerin porno içerikli
olmadığını, sistemdeki arızadan dolayı ekrandaki
fotoğrafların parça parça göründüğünü söyledi.
Beyhan, "Kioksun ekranında açık saçık görüntüler
yoktu. Ancak arızadan dolayı fotoğraflar parça parça
gözüküyordu. Sistem bozulunca biz de iptal ettik ve
bakıma aldık. En kısa sürede yeniden devreye
girecek" dedi.
Kentin en önemli tarihi mekanlarına konulan kiokslar
Türkçe, İngilizce ve Arapça dillerinde hizmet
veriyor. Kioks sayesinde Bursa'ya gelen yerli ve
yabancı turistler, tarihi mekanları daha kolay ve
ayrıntılı bir şekilde tanıyabiliyor. Osmangazi ve
Orhangazi türbelerinin bulunduğu Tophane başta olmak
üzere Muradiye Külliyesi, Süleyman Çelebi Türbesi ve
Kapalı Çarşı gibi kentin önemli turizm noklarına
yerleştirilen kiosklarda, kente ait görsel ve yazılı
bilgiler bulunuyor. 3G sistemiyle çalışan kioksların
aylık maliyetinin ise yaklaşık 400 TL olduğu
belirtildi.
Konuyla ilgili bilgi veren Bilgi İşlem Uzmanı Ali
Şehir, 3G sistemiyle çalışan kioksların belirli bir
işletim sistemi olduğunu ve sadece bu cihazları
kullanan kişilerin bilgisi dahilinde, bilgi ve
görsel yenileme yapmak için kısayolların bulunduğunu
söyledi. Ali Şehir, ancak bu cihazlarda internet
bağlantısı olması halinde, dışarıdan bir müdahalenin
her zaman mümkün olduğunu, cihazların her zaman risk
altında olduğunu belirtti.
Radikal, 26.03.2013
|
ANTALYA'DA TARİHİ SURLAR ONARILIYOR
Antalya Büyükşehir Belediyesi, Kaleiçi Yat Limanı’nı eski cazibesine kavuşturmak için çalışmalarını sürdürüyor. Yat Limanı’nı hak ettiği değere kavuşturmak için yeniden düzenleyip, güzelleştiren Büyükşehir Belediyesi, surları da LED teknoloji ile aydınlatmıştı.
Büyükşehir Belediyesi şimdi de Kaleiçi Yat Limanı’nı çevreleyen surları gelecek nesillere aktarmak için kolları sıvadı. Fen İşleri Daire Başkanlığı tarafından yürütülen proje kapsamında Kaleiçi Yat Limanı’nı çevreleyen surlar onarılarak, sağlamlaştırılacak.
İhalesi yapılan Kaleiçi Tophane Surları Onarım Projesi kapsamında öncelikli olarak surlardaki ağaç ve bitkilerin temizliği yapılacak. Deforme olan taşlar sökülerek, mevcut yapıya uygun taşlar ve örgü tekniğiyle yenilenecek.
Turizm Gazetesi, 26.03.2013
|
 |
400 YIL SONRA BULUNDU

Yavuz Sultan Selim ve Ayşe Hafsa Sultan'ın kızı
Şah Sultan'ın kabri yaklaşık 400 yıl sonra bulundu.
Şah Sultan'ın kabri Fatih Belediyesi ve İstanbul
İl Özel İdaresi tarafından Ayşe Hafsa Sultan'ın
türbesinde yapılan restorasyon çalışması sırasında
ortaya çıkarıldı.
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, restorasyon
çalışmalarına ek olarak Şah Sultan'ın kabrinin ihya
edilmesi için çalışmaların genişlediğini belirterek
şunları söyledi:
"Annesi Ayşe Hafsa Sultan'dan 28 yıl sonra vefat
eden Şah Sultan'ın annesinin yakınlarına
defnedildiği biliniyordu ancak, kabrinin tam yeri
bilinmiyordu. Geçtiğimiz aylarda İl Özel İdaresi ile
birlikte Yavuz Selim Camii avlu içerisinde bulunan
Ayşe Hafsa Sultan'ın bulunduğu türbede restorasyon
çalışmalarına başladık.
Restorasyon sırasında Ayşe Hafsa Sultan'ın kabrinin
hemen yanında yeni bir kabir bulundu. Bilim adamları
yaptığı araştırmada kabrin 1572 yılında vefat eden
ve annesi Ayşe Hafsa Sultan'ın yanına defnedilen
Yavuz Sultan Selim'in kızı, Kanuni Sultan
Süleyman'ın kız kardeşi Şah Sultan'a ait olduğu
belirlendi. Ecdadımızın büyük kısmı, her
metrekaresinde tarih fışkıran Fatih'te defnedilmiş
durumda. Bize düşen görev ecdadımıza ve ecdadımızın
eserlerine sahip çıkmak. "
Fatih Belediye Başkanı Demir, restorasyon
çalışmalarını yerinde inceleyerek, yetkililerden
bilgi aldı. Mustafa Demir, Ayşe Hafsa Sultan ile Şah
Sultan'ın kabirleri başında Fatiha okudu.
Cnn Türk, 26.03.2013
|
TARİHİ YARIMADA ARAÇ TRAFİĞİ ALTINDA EZİLİYOR

EMBARQ Türkiye - Sürdürülebilir Ulaşım Derneği,
Danimarkalı Gehl Architects ile yaptığı çalışmada
Tarihi Yarımada’da sürdürülebilir ulaşımı mümkün
kılacak ve kentsel yaşamın kalitesini yükseltecek
potansiyelleri ortaya çıkardı.
Sürdürülebilir ulaşım çözümleriyle daha
yaşanabilir kentler oluşturmak için çalışan EMBARQ
Türkiye –Sürdürülebilir Ulaşım Derneği, Gehl
Architects ile birlikte İstanbul'un Tarihi
Yarımadası için önemli bir rapor hazırladı.
"İstanbul'un Ortak Yaşam Alanları ve Toplumsal
Yaşamı – Herkes İçin Erişilebilir Bir Kent" başlıklı
raporun ilk bölümünde, bölgenin Gehl ekibi
tarafından yapılan ayrıntılı analizi yer alırken,
ikinci bölümde sürdürülebilir ulaşım ve kent
yaşamının zenginleştirilmesine yönelik çözüm
önerileri ve uygulama stratejileri bulunuyor.
Raporda Tarihi Yarımada’da kentsel yaşam
kalitesinin yükseltilmesi ve halkın kentten daha
fazla keyif alması için ciddi potansiyeller
bulunduğu ve bunlardan yararlanılması gerektiği
ifade ediliyor. Raporda Avrupa ve dünyanın önde
gelen kentlerinde uygulanan çözümlerden örnekler
veriliyor.
Rapor ortak akıl oluşturma yönünde bir
adım
EMBARQ Türkiye – Sürdürülebilir Ulaşım Derneği
Yönetim Kurulu Başkanı Ayşe Canan Ediboğlu, raporun
mevcut durumu değiştirebilecek basit ama etkili ve
uygulanabilir önerileri barındırdığını vurgulayarak
şunları söyledi:
"Tarihi Yarımada İstanbul'un pek çok avantajı ve
potansiyelleri bulunan bir bölgesidir. Ne yazık ki
bu bölge yoğun araç trafiğinin altında eziliyor.
Kentsel yaşam kalitesi düşüyor ve özellikle
yayaların hayatı zorlaşıyor. Bölgenin en büyük
şansı, hem Büyükşehir hem de Fatih Belediyesi olarak
bu sorunları gören ve çözüm geliştiren yerel
yönetimlere sahip olmasıdır. Şimdi bu konuda uzman
olan Gehl Architects ile birlikte, denenmiş ve
kanıtlanmış metodolojiler kullanarak bir rapor
hazırladık. Bu çalışma İstanbul’un geleceği için
bütün paydaşlarla bir ortak akıl ve uyum yaratmak
yolunda önemli bir adım oluşturuyor."
Tarihi Yarımada Raporu’nun İstanbul’da
yürütülecek sürdürülebilir ulaşım projeleri için
değerli bir altyapı sunduğunu belirten EMBARQ
Türkiye – Sürdürülebilir Ulaşım Derneği Direktörü
Arzu Tekir ise şöyle konuştu:
“Doğal güzellikleri, konumu ve sahip olduğu
tarihi ve kültürel değerleriyle benzersiz bir şehir
olan İstanbul’umuzu yaşanabilirlik açısından da hak
ettiği değere kavuşturmayı hem gurur hem de mutluluk
vesilesi sayıyoruz. Gehl Architects ile beraber
gerçekleştirdiğimiz bu çalışma, İstanbul’da hayata
geçirmeyi hedeflediğimiz geleceğe dönük tüm
projelere çok önemli ve değerli bir altyapı
oluşturuyor. Kentiçi ulaşım sorunlarının çevreye
zarar vermeden çözülmesi için çabalayan bizlere ve
diğer tüm paydaşlarımızın çalışmalarına ışık tutacak
bilgiler ve öneriler sunuyor. Önümüzdeki dönemde,
araştırmadan çıkan sonuçları sürdürülebilir ulaşım
projelerine ve uygulamalarına dönüştürecek
çalışmalar bizi bekliyor."
Herkes için erişilebilir bir kent!
Raporda “yaya odaklılık", “özgünlük ve
eğlenilebilirlik" ile “çeşitlilik ve davet
edebilirlik" eksenleri üzerinden bir kent tasarlama
vizyonuna ulaşmak için gerekli çözümler ve
stratejiler ortaya konuluyor.
Tarihi Yarımada'da yayaların ikinci plana
atıldığı ve araç trafiğine odaklı bir ulaşımın
geliştirildiği tespitinden hareket eden raporda,
tarihi anıtları görünür kılma, tarihi hanlardan
yararlanma, toplu taşımayı, yürümeyi ve bisiklet
kullanımını teşvik etme, yeşil alanlar yaratma ve
açık alanlardan daha fazla yararlanma gibi ana
başlıklarda çeşitli öneriler getiriliyor.
Rekreasyon alanlarının çoğaltılmasını, insanların
kentte katılabileceği ve keyif alacağı aktivitelerin
yaygınlaştırılmasını öneren çalışmada, bu kapsamda
ortak alan kullanımının teşvik edilmesi ve
fonksiyonlarının artırılmasının gerekli olduğu
vurgulanıyor. Raporda ayrıca akşamları da
yarımadanın birçok bölgesinde güvenli bir yaşamın ve
aktivitelerin sağlanması gereğine işaret ediliyor.
Yapı, 26.03.2013
|
 |
1800 YILLIK ODA MEZAR BULUNDU
Muğla'nın Bodrum İlçesi’nde belediye ve özel bir inşaat firmasının yaptığı çevre düzenlemesi çalışmalarında bulunan 2 odalı mezarın Roma Dönemi’nde soylu bir kişiye ait olduğu ortaya çıktı. Mezarda bulunan altın taca ait yaprak parçası müzede koruma altına alındı. Bu arada mezarın daha önce soyulduğu ortaya çıktı.
Bodrum'un Kumbahçe Mahallesi'ndeki Şalvaraağa Tepesi'nde Çağdaş Holding A.Ş. ile Bodrum Belediyesi'nin ortaklaşa yaptığı çevre düzenlemesi çalışmaları sırasında bulunan Roma Dönemi'ne ait 1800 yıllık iki odalı mezarın, soylu bir kişinin olduğu belirlendi. Yüksekliği 4, uzunluğu 7, genişliği 2 metre olan odalarda arkeologlar Hande Savaş ve Emre Savaş'ın yaptığı araştırmada da altın bir taca ait 3 santimetre uzunluğunda bir santimetre genişliğinde ve 2 gram ağırlığında altın yaprak parçası bulundu. Yaprak parçası müzede koruma altına alındı. Bu arada mezarın soyulduğu da ortaya çıktı.
Yapı, 26.03.2013
|
GENÇ ARKEOLOGLAR AYAKLANDI
Türkiye'nin dört bir yanındaki kazılara ve ören
yerlerine turist akını sürerken 6 bin arkeolog
işsiz. Eğitim hayatları boyunca 'bedavaya'
çalıştırılan işsiz arkeologlar bakanlıklara mektup
yağdırıyor.
İstanbul tarihini 8 bin 500 yıl geriye
götüren, müzelerdeki binlerce eseri gün ışığına
çıkaran arkeologlar sonunda isyan etti. Kültür
ve Turizm Bakanlığı ile Maliye Bakanlığı’nı
e-posta ve dilekçe yağmuruna tutan arkeologlar
son 4 yılda işsiz 6 bin arkeologdan sadece
19’unun işe alındığını dile getirerek yüzlerce
bilimsel kazı ve hemen her ilde onlarca sondaj
kazıları yapılmasına rağmen arkeologların işsiz
olmalarını protesto etti.
28 milyon kişiye hizmet
Bakanlıklara gönderilen binlerce imzalı mektupta
şu sözlere yer verildi: ‘‘2012 yılında
Türkiye ’deki müze ve ören yerlerini
toplamda 28 milyon 781 bin 308 turist gezmiş ve
bu ziyaretlerden 280 milyon 206 bin 955 lira
gelir elde edilmiştir. Türkiye’nin turizm
gelirlerinde önemli bir yer tutan arkeolojik
mirasın açığa çıkması için öğrenciliği zamanında
büyük özveriyle para almadan çalışan
arkeologlar, mezun olduğunda da işsiz
kalmaktadır.’’
Ne iş yapıyorlar?
Türkiye arkeoloji alanları açısından bir cennet.
Binlerce yıllık geçmişi bağrında yaşatan
Anadolu coğrafyasının hemen neresini
kazsanız tarihi esere rastlanıyor. Her yıl
Bakanlar Kurulu kararıyla 250’den fazla yerli ve
yabancı bilimsel arkeolojik kazı yapılıyor.
Bunun yanı sıra pek çok il ve ilçe
belediyelerinde inşaat hafriyatları sırasında
kurtarma ve sondaj kazıları gerçekleştiriliyor.
Uzmanlık ve bilimsel deneyim isteyen bu
kazılarda görev alan arkeologların büyük
çoğunluğu ise üniversitelerin arkeoloji
bölümlerinde okuyan öğrenciler oluyor.
Eğitim aldıkları 4 yıl boyunca ücretsiz olarak
kazılarda görev alan öğrenciler, bilimsel kazı
yöntemlerini öğrendikten sonra mezun olup işsiz
kalıyorlar. Bünyesinde arkeolog bulundurmak
zorunda olan kurumlar bile buna uymayarak,
kadrolu arkeolog almaya yanaşmıyor.
Her yıl 2100 yeni mezun
Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde 700
arkeolog kadrolu görev yapıyor. Ülkemizde 30
üniversitede arkeoloji bölümü var ve 6
üniversite de arkeoloji bölümü açmak için
çalışıyor. Yılda ortalama 2100 kişi mezun
oluyor. Üniversitelerin yaptığı tüm kazılarda
öğrenciler çalıştırılıyor. Öğrenciler işçi gibi
kazma kürek kullanıp, el arabaları ile toprak
taşıyor. Bedava çalışan öğrencilerin sırtından
kazılar gerçekleştiriliyor, ülkenin turizm
potansiyeli arttırılıyor. Çıkarılan eserler
müzelerin vitrinlerini süslüyor. Kazılar her yıl
sürüyor ve arkadan sürekli yeni öğrenci
sirkülasyonu olduğundan, mezun olan öğrencilerin
durumu üniversiteleri de ilgilendirmiyor.
Binlerce üniversite mezunu arkeolog işsiz
kalıyor.
Sınırları içinde arkeolojik sit alanı olmayan
belediye hemen hemen yok gibi. KUDEP
yönetmeliğine göre ise bu belediyeler en az bir
arkeolog istihdam etmek zorunda. Ancak bunu
uygulayan belediye sayısı neredeyse bir elin
parmakları kadar az sayıda.
Kadro yok
Sadece İstanbul Arkeoloji Müzesi bünyesinde
1970’li yıllarda 70’ten fazla uzman görev
yaparken bugün bu sayı 25 uzmana kadar düştü.
Maliye Bakanlığı’nın yeni kadro vermediğinden
yakınan Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri,
sorunun çözümü için Vakıflar Genel Müdürlüğü,
Maden Tetkik Arama, Devlet Su İşleri,
belediyeler, özel müzeler ve koleksiyonerlerin
de arkeolog istihdam etmeleri yönünde bir
çalışma yaptıklarını belirtti. Öte yandan
alanında deneyimli, bilimsel kazılarda yıllarca
görev almış yaklaşık 6 bin işsiz arkeolog
bulunuyor. Her yıl da buna binlercesi ekleniyor.
Arkeologlar sorunun çözümü için hazırladıkları
ortak metin ile Kültür ve Turizm ile Maliye
bakanlıklarını mektup yağmuruna tutuyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 26.03.2013
|
ÇAĞDAŞ SANATTA MEME KRİZİ ÇIKTI

Geçtiğimiz günlerde Merhart
Galeri’de küratörlüğünü Denizhan Özer’in yaptığı
ve daha önce
Bakü Bienali’nde izleyicilerle buluşan eserlerin
yer aldığı “Zaman’ın Yüzü” adlı bir
sergi açıldı.
Sanatçı Leyla Emadi sergide yünlerden yaptığı ve
galeri mekanının duvarlarında sergilediği kadın
memeleriyle yer aldı. Fakat Leyla Emadi’nin “Girift”
isimli bu çalışmasını görenlerin aklına hemen bir
başka sanatçı Ardan Özmenoğlu geldi. Çünkü
Özmenoğlu, 2009 yılında seramikten kadın memeleri
yapmıştı. Sanatçının bu çalışması hem aynı yıl
açılan “Dekolte” adlı kişisel sergisinde hem
Londra Saatchi Galeri’de hem de
Barcelona’da sergilenmiş, büyük beğeni
toplamıştı. Soru işaretlerinin üzerine hem Ardan
Özmenoğlu, hem Leyla Emadi hem de serginin küratörü
Denizhan Özer ile konuştuk.
Ardan Özmenoğlu:
“Bu olayı ilk olarak sosyal
medya aracılığıyla öğrendim, daha sonrasında bir
koleksiyoncum aradı. Leyla Emadi’nin işlerini
gördüğümde ilk tepkim ‘E ben bunu yaptım’ oldu ve
aklıma Bedri Baykam’ın ‘this has been done before’u
geldi.
Sonra serginin açılış fotoğraflarına bir baktım
Bedri Baykam da orada. Başta çok üzüldüm, sonra
kızdım. Bir sanatçının sahip olduğu yegane şey
fikirleridir.
Ve bu fikirler onu özgün kılar. Esinlenmeye anlayış
gösterilebilir ama bu derece kopyalanması Fikir ve
Sanat Eserleri Kanunu’na da aykırı.”
Leyla Emadi: “Ardan Özmenoğlu’nu tanıyorum ama onun yaptığı meme
formundaki işleri daha önce görmemiştim. Ben bir
senedir bu işimi planlıyorum. ‘Katli-am’ başlıklı
kadına yönelik bir sergi hazırlıyorum.
Meme formuna da kadın üzerine düşündüğüm için
başladım. Kadını ele aldığım için direkt aklıma meme
geldi. Ardan Özmenoğlu ile benim işlerim aynı işler
değil. Dünya sanat tarihine baktığınızda aynı dönem
içinde, farklı mekanlarda aynı işleri ortaya koymuş
çok sanatçı vardır. Bir sürü insan meme ile ilgili
iş yapabilir, bu
sadece Ardan Özmenoğlu’na ait bir şey. Ben onun
malzemesini kullanarak onunla aynı şekilde iş
yapmadım.”
Denizhan Özer: “Leyla Emadi’nin yaptığı enstalasyonda meme
kullanması Ardan Özmenoğlunu taklit ettiği anlamına
gelmez, çünkü yapım malzemesi, sergileme şekli,
konuya yaklaşım biçimi çok farklı. Özmenoğlu’nun
yaptığı memeler seramikti, tek duvar üzerinde
asılmıştı. Sanatçı kırılma korkusu ile kimsenin işin
yanına bile yaklaşmasını pek istemiyordu. Buna
karşın Leyla Emadi’nin yaptığı enstalasyonda duvara
yapıştırdığı memeler yün, orlon, boncuk elyaftan. Bu
çalışmada Leyla Emadi izleyicilerin memelere
dokunmasını istiyor. Meme konusu sadece bu iki
sanatçımız tarafından kullanılmış bir konu değil.
Amerikalı sanatçı Lars Plaugmann 2005’te, Josh
Zubkof 2006’da, Deniz Pireci 2007’de ve Selma Gürbüz
2008’de eserlerinde memeleri yapıp sergilediler.
Meme konusu kimsenin tekelinde değil. Sanatçılar
kendi gerçeklerinden yola çıkarak aynı konuyu
işleyebilirler ve Leyla Emadi de bir kadın sanatçı
olarak kendi gerçeğinden yola çıkarak bu
enstalasyonu gerçekleştirdi. Bu mantığın doğru
olduğunu kabul edersek, Ardan Özmenoğlu’nun
kendinden önce bu konuyu işleyen sanatçıları
rahatlıkla taklit ettiğini söyleyebiliriz.”
Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 26.03.2013
|
TARİHİ KÜTÜPHANELER YENİLENİYOR
İstanbul İl Özel İdaresi, tarihi kütüphane ve arşivleri yenilediklerini açıkladı. Konuyla ilgili yapılan açıklamaya göre, Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nin yenilenme çalışmaları yüzde 95 oranında tamamlandı. Çalışmalar kapsamında yaklaşık 5 milyon lira harcandı. Kütüphanenin, yenilenme çalışmaları tamamlandığında sergi ve konferansların yapıldığı bir kültür merkezi olarak da hizmet vereceği belirtildi. Açıklamada, İstanbul Müftülüğü'nde bulunan Meşihat Arşivi'ndeki defter ve belgelerinin de elektronik ortama aktarıldığı ifade edildi.
Restorasyon çalışmaları devam eden diğer kütüphaneler ise şöyle: Sultanahmet Meydanı'ndaki I.Mahmut Kütüphanesi, Laleli semtindeki 17. yüzyıldan miras kalan Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi, Beyazıt'ta bulunan Orhan Kemal İl Halk Kütüphanesi'nin elektrik tesisatı çalışmaları ve Üsküdar Sahili'ndeki Şemsi Paşa Halk Kütüphanesi.
Sabah, 25.03.2013
|
 |
|
KABE YENİ YÜZÜNE HAZIR
Kabe’nin çevresini
genişletme çalışmaları kapsamında 2013 yılı için
planlanan yıkımlar sona erdi ve yapım işleri
başladı.
Çalışmalar kapsamında yerinden sökülen ve
tartışmalara konu olan revakların hazırlanan özel
bir depoya taşınması için bakımları yapılıyor.
Revaklar bakımları yapıldıktan sonra depoya
kaldırılacak ve yeniden kurulmaya hazır halde
bekletilecek. Çalışmalarda yetkili görevliler,
Ramazan ayına kadar bu yıl için planlanan inşaat
işlerini bitirmeyi planladıklarını açıkladı.
Milliyet, 26.03.2013
|
İNÖNÜ'YE 'KURUL' ŞARTI

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İnönü Stadı
arazisi için hazırlanan imar planında üçüncü kez
değişiklik yaparak, stat projesi için koruma
kurulundan onay alınmasını zorunlu kıldı. 22
Mart’ta askıya çıkan bu yeni plana, önceki
planda iptal edilen “Spor tesisi alanında ilgili
koruma kurulundan görüş alınmadan uygulama
yapılamaz” maddesi de yeniden eklendi. Son
planda stadın 2005’te tescil edildiği notu da
yer alıyor.
Mart ayı başında askıya çıkan önceki planda,
stat arazisinde yapılacak projeleri koruma
kurulu onayına bağlayan maddelerin üzeri
çizilmişti. Radikal de bu durumu kamuoyuna
duyurmuştu. Bu değişikliğe itiraz eden meslek
odaları, yeni stat projesinin kurul denetiminden
çıkartılmak istenmesinin ‘Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu’na aykırı olduğunu
söylemişti. Uzmanlara göre projenin silueti ve
tarihi dokuyu bozmaması, stadyumun altından
geçen Dolmabahçe Sarayı’na ait kanallara zarar
vermemesi gibi unsurlar kurul tarafından
denetlenmeliydi. Edinilen bilgilere göre, Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı yeniden değişiklik yaptı
ve stat projesi için koruma kurulundan onay
alınmasını zorunlu kıldı.
Şimdi ne olacak?
Yeni imar planı bir ay boyunca askıda kalacak.
İtiraz gelmezse, Koruma Kurulu, projeyi
değerlendirecek. İtiraz gelirse yargı süreci
başlayacak. Yürütmeyi durdurma kararı çıkarsa
her şey başa dönecek. Mimarlar Odası, tescilli
eser olan binanın özgün haliyle korunmasını
savunurken, planlara dava açacağını duyurmuştu.
Şehir Plancıları Odası da stadın kapasitesinin
arttırılmasının altyapı sorunlarını
kötüleştireceğini belirtiyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ’ndan bir yetkili
ise “İmar planları askıdan inmeden kurulun
herhangi bir projeyi değerlendirmesi söz konusu
değil” dedi.
Ocaktan beri üç kere değişti
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yeni stat
projesi için hazırladığı ilk plan, geçen ocakta
onaylanmıştı. Bu planda stat için maksimum
yükseklik deniz seviyesinden 34 metre - yaklaşık
10 katlı bir apartmana denk - olarak
belirlenmişti. Ritz Carlton Oteli’nin yan
tarafındaki yeşil alan da projeye dahil edilmiş
ve
Beşiktaş ’ın kullanımına açılmıştı. Ocaktan
beri planda üç kez değişiklik oldu.
Radikal, Haber: Elif İnce, 26.03.2013
|
MERSİN'DE TARİHİ ESER OPERASYONU
Tarsus İlçesi'nde, jandarma ekiplerinin düzenlediği operasyonda yaklaşık 500 parça tarihi olduğu değerlendirilen eser ele geçirildi.
Gülek beldesinde izinsiz kazı yapıldığı ihbarı alan jandarma ekipleri, MS'yi (48) gözaltına aldı. M.S.'nin evinde yapılan aramada çeşitli dönemlere ait yüzük taşı, ok ucu, boncuk, obje ve sikkelerin bulunduğu yaklaşık 500 parça eser bulundu.
Dadalı Köyünde yapılan operasyonda ise H.E (38), C.S (43) ve D.E. (42) kaçak kazı yaptıkları iddiasıyla yakalandı.
Tarihi değer taşıdığı düşünülen eserlerin Tarsus Müze Müdürlüğü'ne teslim edildiği, şüphelilerin gözaltına alındığı bildirildi.
Radikal, 25.03.2013
|
 |
SOKAĞIN ALTINDAN YERALTI ŞEHRİ ÇIKTI

Kayseri'nin Talas
İlçesi'nde tarihi konakların
restorasyonu sırasında yer altı şehri çıktı.
Talas Belediye Başkanı Rifat Yıldırım,
Kiçiköy Mahallesi Ali Saip Paşa Sokak'ta 5 yıl önce
belediye ekiplerince tarihi konakların restorasyonu
için yürütülen çalışmalar sırasında ortaya çıkarılan
ve 650 metre kazı çalışması yapılan yer altı
şehrini, gezetecilerle birlikte gezdi. Yer altı
şehri hakkında bilgi veren Yıldırım, "Konaklardan
birinin bodrumu, kayadan oyularak yapılmış.
Yüksek
bir yerde farklı taşlar olduğunu, sanki bir
pencerenin kapatıldığını gördük. Anıtlar Kurulu'ndan
gerekli yasal izinlerimizi aldıktan sonra Müze
Müdürlüğü yetkilileri nezaretinde temizlik
çalışmalarına başladık. O taşları söküp, arka
tarafına geçtiğimizde yeni bir yer altı şehrine
gideceğimizi elbette düşünmüyorduk ama her bir
mekanı açtıkça öyle bir yolculuğa çıktık ki
650 metreye ulaştık" dedi.
Çalışmanın öyküsünün 5 yıl öncesine dayandığını
ifade eden Yıldırım, "2008'de başladığımız çalışma
devam ediyor. Ne kadar sürecek, nereye kadar
gideceğiz bilmiyoruz. Çünkü elimizde bir yol
haritası yok. Ne kadarlık bir alanı kapsıyor
bilmiyorum ancak yer altı şehirlerinin tarihi
Kapadokya'da ortalama 2 bin yıllık olduğunu
düşünürsek, Ali Dağı eteklerindeki sarnıçlı yer altı
şehrinin de aynı döneme denk geldiğini göz önünde
bulundurarak, burasının miladi 3. yüzyıla ait
olduğunu söyleyebiliriz" diye konuştu.
Yer altı şehrinin belirli bölümlerinde hava
bacaları bulunduğunu belirten Yıldırım, "Biz,
beş-altı taş parçasını yüzeyden indirerek buralara
girdik ama asıl kazancımız, şehrimizi daha iyi
tanımış olmamız. Hava bacalarının yüzeyden 21 metre
aşağıya kadar indiğini ortaya çıkardık. Burada,
tarihi mirasımıza sahip çıkma sorumluluğumuzu yerine
getirmiş olduk. Bu mirası ülke turizmine de
kazandırmak için çalışacağız" ifadelerini kullandı.
Şehirlere verilen isimlerin bir anlam taşıdığına
dikkati çeken Yıldırım, şunları söyledi: "Yer altı
şehrinin bulunduğu yer 'kiçi', yani küçük Talas.
Kayseri kent merkezinin 2 bin yıl önceki güney
kapısı da bugün 'Kiçikapı' olarak adlandırılır ve
Talas'a doğru bakar. Yer altı şehrinde
ilerleyişimiz, Kiçikapı'ya doğru ve 650 metre mesafe
kat ettik. Buranın oraya bağlanacağına inanıyorum.
Bu inanç bana ait, zaman doğrular ya da doğrulamaz.
Açtığımız, temizlediğimiz mekanlar bizi bir yerlere
kavuşturacak. Arzularımız, hayallerimiz olabilir ama
tarihin gerçeklerine görerek tanıklık edeceğiz."
Yapı, 25.03.2013
|
BİN YILLIK MESCİD 'SERGİ SALONU'NA DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR

Diyarbakır 'da 1930 yılında ibadete
kapatılan tarihi
Mervani Mescidi
, şimdi de sergi salonuna dönüştürülüyor.
Yıllardır kurs, teşhir salonu ve atölye olarak
kullanılan Diyarbakır surlarındaki tarihi
Mervani Mescidi'nin İslam eserleri sergisine
dönüştürülmek istenmesine tepkiler geldi.
Diyarbakır'ın manevi değerleri üzerine yaptığı
çalışmalarla bilinen Dicle Üniversitesi Öğretim
Üyesi Prof.Dr.
Kenan Haspolat , "Diyarbakır surlarındaki
tek mescit, Mervani Mescidi'dir. Sergi salonu
yapılması başta kamu vicdanını sonra o mescidi
yapanların ruhlarını yaralayacaktır." dedi.
Diyarbakır Valiliğ,i 'Dağkapı Burçlarının
Onarımı ve İşlevlendirilmesi' projesi kapsamında
Mervani Mescidi'nin de bulunduğu burçlara
restore etmeye başladı. Diyarbakır'ın 'kültürel
mirası'nın korunması ve turizme açılması
amacıyla yürütülen projenin finansını Karacadağ
Kalkınma Ajansı Turizm Mali Destek Programı
kapsamında karşılıyor. Diyarbakır Valiliği
tarafından proje ile ilgili yapılan açıklamada
Dağkapı Burcu'nun restorasyondan sonra bir
bölümünün tanıtım bürosu, diğer bölümlerinin ise
geleneksel el sanatları satış merkezi ve sergi
salonu olarak faaliyet göstereceği
belirtilmişti. Bunun üzerine Diyarbakır
Valiliği'ne başvuran Dicle Üniversitesi Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Kenan Haspolat, tarihi yapının
aslına uygun olarak mescit yapılmasını istedi.
Valilik ise Haspolat'ın dilekçesini Diyarbakır
Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile Diyarbakır
Müftülüğüne gönderdi. Diyarbakır Müftülüğü
tarafından Haspolat'a verilen cevapta,
"Dağkapı Burcu'ndaki Mervani Mescidi'nde yapılan
incelemede mescidin halen İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğünce restorasyon çalışmasının devam
ettiği, mescidin ilçe müftülüğümüze devri
yapıldığı taktirde din görevlisi verilebileceği"
denildi.
KAYKAMAKAMLIK MESCİDİN DEVRİNİ İSTEDİ
Haspolat, mescidin bulunduğu Sur
İlçesi'ndeki
kaymakamlığı da başvurarak tarihi mescidin sergi
salonu olarak değil geçmişte olduğu gibi mescit
olarak kullanılmasını talep etti. Sur
Kaymakamlığı'nın Haspolat'a verdiği cevapta
mescitte inceleme yaptıklarını ve mescit olarak
kullanılabileceği belirtildi. Kaymakamlık şöyle
cevap verdi: "Mervani Mescidi'nin İl Kültür
ve Turizm Müdürlüğü tarafından müftülüğümüze
tahsisi yapıldığı takdirde mescide ait 'Cami
Bilgi Formu' düzenlenerek kayıt altına
alındıktan sonra müftülüğümüz tarafından
imam-hatip verilecektir."
Haspolat, Mervani Mescidi'nin Mervaniler
tarafından Diyarbakır surlarındaki burca
yaptırıldığını belirterek, "Mescit 1056 yılında
Mervaoğlu Ebü Nasr Ahmed tarafından
yaptırılmıştır. Üzerinde ise kabartmalarla
'Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve ahiret
gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve
Allah'tan başkasından korkmayanlar doldurur.'
yazılmıştır." dedi. Mescidin hemen yanında
Diyarbakır'ı fethederken şehit olan sahabelerin
yattığını anlatan Haspolat, böyle manevi bir
yapının 83 yıl sonra kurtarılması gerektiğini
kaydetti.
Diyarbakır'da Cumhuriyet döneminde satılan,
kapatılan ve yıktırılan yapılardan biri olan
Mervani Mescidi, 87 burçtan biri olan Dağkapı
Burcu'nda bulunuyor. 1930 yılından beri
ibadete kapalı olan mescid, geçtiğimiz aya kadar
birinci katı sanat galerisi, ikinci katı ise
meslek edindirme kursu olarak kullanılıyordu.
Samanylu Haber, 25.03.2013
|
SEMİHA BERKSOY MÜZESİ'NE VAKIF ENGELİ

Atatürk ödüllü ilk Türk kadın opera sanatçısı ve
ressam Semiha Berksoy adına kızı Zeliha Berksoy
tarafından müze yapılmak üzere alınan beş katlı
bina, üç Osmanlı vakfına takıldı.
Ünlü opera sanatçısı ve ressam Semiha Berksoy
adına kızı Zeliha Berksoy tarafından müze
yapılmak üzere alınan beş katlı bina, üç Osmanlı
vakfına takıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan
ön izinle anahtarı teslim alınıp projesi çizilen
Beyoğlu’ndaki binayla ilgili çalışmalar
sürerken, Maliye’deki mülkiyeti 5 yıl önce çıkan
kanun gereği Sultan Beyazıt Vakfı, Ömer Paşa
Vakfı ve Hüseyin Ağa Vakfı’na devredildi.
Berksoy’u şok eden devir, onay beklenen Koruma
Kurulu’nun yanıtıyla ortaya çıktı.
ÖN İZİN VERİLMİŞTİ
Semiha Berksoy Opera Vakfı, Hazine’ye ait
binayı kullanım hakkı için 10 Ekim 2011’de
Kültür ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne başvurdu.
Vakfa 6 ay ön izin verilip anahtarı 16 Ocak
2012’de teslim edildi. Vakıf, mimar Nejat
Yavaşoğulları’na proje çizdirdi. Onay, ruhsat ve
onarım süresi 18.5 ay, proje ve restorasyon
bütçesi 1 miyon 30 bin lira olarak hesaplandı.
Vakıf projeyi uygulamaya koymak için
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nden onay istedi.
Kurul başvuruyu incelerken Vakıflar İstanbul 1.
Bölge Müdürlüğü’nden binanın 9 Ağustos 2012’de
Maliye’den Sultan Beyazıt Vakfı, Ömer Paşa Vakfı
ve Hüseyin Ağa Vakfı’na devredildiğine dair yazı
geldi. Kurulun mimara yazdığı yazıda,
“Müdürlüğümüze iletilen rölöve ve restitüsyon
projeleri işlem aşamasında bulunduğu sırada
mülkiyet durumunun değiştiğinin Vakıflar Bölge
Müdürlüğü’nün yazısı ile bildirilmesi sonucunda,
projelerin raporlanması ve Kurul gündeminde
değerlendirilmesi süreci tamamlanamamıştır”
denildi. Vakıflar İstanbul 1. Bölge
Müdürlüğü’nden bir yetkili, taşınmaz üzerinde 3
vakfın hissedar olduğunu, 2008 tarihli kanun
gereği Hazine üstündeki binaların hissedar
vakıflara iade edildiğini söyledi. Sorun
çözülürse Semiha Berksoy Müzesi hayali gerçeğe
dönüşecek.
Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 25.03.2013
|
 |
'KABE' TABLOSU REKOR FİYATA SATILDI
Çağdaş eserlerin satışa sunulduğu müzayedede Erol Akyavaş'ın ''Kabe'' konulu eseri 2 milyon 900 bin liraya alıcı buldu.
Antik A.Ş'den yapılan açıklamaya göre, 3'ü Akyavaş'a ait 5 eser satışa sunuldu. Çok sayıda iş adamı ve koleksiyoncunun katıldığı müzayedede Akyavaş'ın ''Kabe'' konulu tablosunun 2.9 milyon liraya satışıyla çağdaş Türk sanatında yeni bir rekora imza atıldığı belirtildi. Şirketin bir önceki müzayedesinde Osman Hamdi Bey'in ''Vazo yerleştiren kız'' tablosunun 3.2 milyon liraya satıldığı hatırlatıldı.
Müzayedede Erol Akyavaş imzalı ''Green Echo'' ve ''Zaman Her şeyi Siler'' adlı eserler toplam 800 bin liraya satılırken, Mübin Orhon'un tablosu 695 bin liraya, Nejad Melih Devrim'inki ise 430 bin liraya alıcı buldu.
Habertürk, 24.03.2013
|
MODERN TÜRK SANATININ 150 YILI BU SERGİDE

İstanbul Modern’de açılan ‘Geçmiş ve Gelecek’ başlıklı kalıcı sergi, modern sanatın Türkiye’deki tarihini önemli sanatçıların eserleri eşliğinde görme fırsatı veriyor.
Osmanlı’da resim sanatı nasıl ortaya çıktı? İlk
ressamlar doğa manzaraları çizerken neden doğanın
kendisini değil, onun fotoğraflarını
resmediyorlardı? Oryantalizm bu coğrafyadaki resim
geleneğini nasıl etkiledi? Cumhuriyet döneminde
sanatı şekillendiren motivasyonlar nelerdi?
Sanat
dünyası 1970’lerde nasıl bir sıçrama gerçekleştirdi?
Günümüzün sanatına yön veren eğilimler nelerdir?
Bugünlerde açılan büyük bir sergi, modern sanatın
Türkiye’deki tarihiyle ilgili aklınıza gelebilecek
pek çok soruya yanıtlar aramanız için iyi bir
fırsat. İstanbul Modern’de hafta arasında açılan
‘Geçmiş ve Gelecek’ başlıklı kalıcı sergiden
bahsediyoruz.
Müzenin ikinci katındaki geniş bölüme yayılan, 136
sanatçının 180 eseri… Mıgırdiç Givanian’larla, Halil
Paşa’larla, Hoca Ali Rıza’larla başlayan ve bugün
Kutluğ Ataman’larla, Şener Özmen’lerle, Taner
Ceylan’larla devam eden modern sanatın Türkiye’deki
150 yılı aşkın hikayesi; aklınıza gelebilecek pek
çok ünlü sanatçı… Kritik dönemeçler, akımlar,
geleneğe yön veren sanatçılar…
İstanbul Modern’in ve Nejat Eczacıbaşı Vakfı’nın
koleksiyonlarından hazırlanan, küratörlüğünü Levent
Çalıkoğlu’nun üstlendiği sergide 91 yeni eserin
bulunduğunu, müze koleksiyonuna yeni sanatçıların
katıldığını belirtelim.
Önerimiz, sergiyi gezerken, bütün bu tarihe geniş
bir perspektiften bakmak, konu hakkında güçlü bir
fikre sahip olmak için serginin kataloğ undaki,
sanat tarihçisi Prof. Hasan Bülent Kahraman’ın
yazısını okumanız. ‘Bir Görselliğin Serüvenli
Tarihine Notlar’ başlıklı yazı biraz uzun ama akıcı
bir dile, aydınlatıcı bir analize sahip.
Haberin girişinde yer verdiğimiz sorulardan
birkaçına yanıt da olabilir aynı zamanda: Osmanlı’da
resim sanatının, imparatorluğun çöküş döneminde tek
çözüm olarak görülen Batı’ya yaklaşmanın sonucu
olarak doğduğunu okurken, günümüzde alışkın
olduğumuz ‘sivilleşme’ tartışmalarının çok benzer
biçimde o dönemde de yaşandığını görmek ilgi çekici…
Kültürel gelenek nedeniyle doğaya ‘Yaratıcı’nın bir
sureti’ olarak bakan ressamların, manzara
resimlerinin popüler olduğu bu dönemde tuvallerini
alıp doğaya çıkmayı akıllarına getirmediklerini
okumak da ilginç.
‘Geçmiş ve gelecek’ sergisi, uzunca maceranın
tamamını görmek için keyifli ve iyi bir fırsat!
Akşam, Haber: Eyüp Tatlıpınar, 23.03.2013
******
KORİDORLARINI YIKTI, KARNINI AÇTI

İstanbul Modern’in koleksiyon sergisi yenilendi,
yenilenen koleksiyon için müze mekanı da değişti.
Küratör Levent Çalıkoğlu: “Koridorları yıktık.
Mekanların karnını açtık. Eserlerin birbirleriyle
olan etkileşimlerini görmek böyle daha kolay”.
Türkiye’nin modern ve çağdaş
sanat sergileri düzenleyen ilk özel müzesi
İstanbul Modern, kurulduğu 2004 yılından bugüne
ev sahipliği yaptığı birbirinden önemli sergilerle
şehrin en gurur verici mekanlarından biri.
Sergi salonları,
fotoğraf galerisi, eğitim programları,
kütüphanesi, sineması, restoranı ve mağazası ile
hizmet veren müzenin
koleksiyon sergisi yenilendi.
Mekanın üst katı olan sürekli sergi salonunda da
yenilenen koleksiyon için değişiklikler yapıldı.
Resimden heykele, enstalasyondan videoya uzanan
çeşitlilikteki eserler yenilenen mekanda yeni bir
sergileme anlayışıyla sunuluyor. Küratör Levent
Çalıkoğlu ile bu yeni sergileme anlayışını ve 136
sanatçının 180 çalışmasından oluşan “Geçmiş ve
Gelecek” isimli yenilenen koleksiyon sergisini
konuştuk.
İstanbul Modern’de yapılan değişiklikler
neler?
Koleksiyon sergimizde modernden çağdaşa uzanan
kronolojik bir akış vardı. Bu akışta 1800
sonlarından bugüne, adım adım Türkiye’deki modern ve
çağdaş sanatın geçirdiği dönüşümü, dönemin ve
sanatçıların en karakteristik işleriyle sunuyorduk.
Bu sergileme biçiminde bir yeniliğe gittik. Akış
biçimiyle birlikte mekanı da değiştirdik.
Eskiden sergilememiz bir koridor fikri üzerine
kuruluydu. Şimdi koridorları yıktık. Mekanların
karnını açtık. Koridorlar küçük meydanlara dönüştü.
Böylelikle sanatçıları ve dönemleri iç içe, yüz yüze
getirmiş olduk. Mesela D grubu sanatçıları kendi
üretimlerine 1930’larda başlamışlardır ama
50’lerdeki soyut sanata geçişte de aktif rol
oynamışlardır. Biz şimdi bu dönemleri iç içe
sergiliyoruz. Nurullah Berk’le Kuzgun Acar farklı
jenerasyonlara aittir ama soyut sanat arayışındaki
üslupsal sorunları birlikte tecrübe etmişlerdir.
Onların arasındaki ilişkiyi yan yana
görebiliyorsunuz artık. Ya da Fahri Kaptan’ın Göksu
Deresi resmiyle resme konu olan fotoğrafı yan yana
sergiliyoruz. Bu sergileme biçimi sanat tarihsel
olarak okumaya daha elverişli. Koleksiyon katının
küçük salonunda ise yine bir eşzamanlılık
anlayışıyla Türkiye’den ve dünyadan sanatçıları bir
araya getiriyoruz. Bir de ilk defa müzenin fotoğraf
koleksiyonu kalıcı koleksiyona taşınmış oldu.
Yenilenme ihtiyacı neden doğdu?
Bu değişim koleksiyonunuzun yavaş yavaş geliştiğini
gösteriyor. Hiçbir koleksiyon gökten inmez. Her
şeyiyle dört dörtlük bir koleksiyon diye bir şey de
yoktur. Daha önceki koleksiyon sergimiz “Yeni
Yapıtlar, Yeni Ufuklar”ı sergilemeye başladığımız
2009 yılından beri hafızalarda yer edinmiş ikonik
işlere konsantre olduk. Sonra da bunları bir araya
getirirken diğer dönemler ve sanatçılarla olan
etkileşimi göz önünde bulundurduk.
Güncel ve gelecek sergiler neler?
“Modernlik?
Fransa ve Türkiye’den manzaralar”
16 Mayıs’a kadar devam ediyor. “Prix Pictet:
Güç” 28 Nisan’da sona erecek.
Vitra’nın “Lütfen Rahatsız Etmeyin” de 7 Nisan’a
kadar sürüyor.
28 Mayıs’ta bir Erol Akyavaş retrospektifi açıyoruz.
İstanbul Modern’de bundan sonra ne gibi
yenilikler göreceğiz?
Sanatçıların farklı dönemlerini de biriktirmemiz
gerekir. Dijital sanata bir sonraki sergilemede daha
fazla yer vermeliyiz. Bir de ne yazık ki
koleksiyonda olup da bu mekana sığdıramadığımız
işler var. Daha büyük bir yere taşınmamız lazım, bu
kesin.

Bedri Baykam’ın “Burası Benim
Hamamım” isimli çalışması.
Koleksiyona yeni katılanlardan hangileri
öne çıkıyor sizin için?
Kutluğ Ataman’ın “Peruk Takan Kadınlar”ı bir
başyapıt olarak koleksiyona katıldı. Kadın kimliğini
merkez alan, aynı zamanda Türkiye’nin sosyo-kültürel
tarihine odaklanan mikro ve makro politikaları
analiz eden bir çalışmadır. Onun dışında Taner
Ceylan, Nur Koçak,
Ramazan Bayrakoğlu, Handan Börüteçene var...
Aynı şekilde Ahmet Ertuğ, Seçkin Pirim, Ekrem
Yalçındağ... Bedri Baykam’ın 1987’de ilk İstanbul
Bienali’nde sergilenen “Ingres Gerome, Burası Benim
Hamamım” isimli çalışması var.
Serginin adı “Geçmiş ve Gelecek”...
Bir müze koleksiyonu temel olarak geçmiş ve gelecek
arasında bir köprü, bir terminaldir. Farklı
zamanları bugünün gözüyle geleceğe taşır ve enerjik
bir potansiyel barındırır. Bu serginin de kendisini
konumlandırdığı yer, müze kültüründeki o tarihsel
birikimle geleceğe yön verme arasındaki muamma dolu,
konuştukça ilginçleşen ama bir taraftan da
çoğunlukla hissetmediğimiz şeyler.
Milliyet Cumartesi, Haber: Güliz Arslan, 23.03.2013
|
MUDANYALILAR İNŞAAT ALTINDA KALAN KENT İÇİN NÖBETTE

Mudanyalılar antik Myrleia kenti üzerinde yapılan
AVM’nin tarihi eserlere zarar vermemesi için
inşaatın karşısında çadır kurup gece gündüz nöbet
tutmaya başladı.
Bursa’nın Mudanya İlçesi'ndeki bölgede 2010 yılında
yüzey çalışmaları yapan Uludağ Üniversitesi
uzmanları, bölgenin 1. derece sit alanı olmasını
önermişti. Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Bölge Kurulu ise bölgeyi 3. derece sit alanı ilan
edip imara açtı. Tesco Kipa Kitle Pazarlama Şirketi
23 Eylül 2012’de AVM için inşaata başladı. Ancak
temel kazıları sırasında antik kentin MÖ 7. yüzyıla
ait duvarı ile taş heykellere rastlandı. Şikayet
sonucu yeniden yapılan değerlendirmede koruma
kurulu, bölgenin 3. derece sit alanı olarak
kalmasını uygun bularak kent üzerine yapılan
alışveriş merkezinin devam ettirilmesi için inşaat
izni verdi. Kurul ayrıca kent duvarlarının cam
çerçevelerde korunarak AVM içerisinde sergilenmesi
kararını aldı. Karar
çevre örgütlerini ayağa kaldırdı. Mudanya
Tarihine ve Geleceğine Sahip Çıkanlar Platformu
sözcüsü Levent Kayak, kararın hukuk dışı olduğunu
savunarak “Mudanya halkı olarak tarihi mirasımızın
yok edilmemesi için antik kent önünde çadır kurduk.
Alışveriş merkezi inşaatı durdurulana kadar her gün
10 arkadaşımız bu çadırda nöbet tutacak’’ dedi.
Radikal, Haber: İdris Emen, 23.03.2013
|
SÜLEYMANİYE 24 SAAT YAŞAYAN BİR MERKEZ OLACAK!

Adını Kanuni Sultan
Süleyman’dan alan, İstanbul’un 5 asırlık semti
Süleymaniye köklü bir değişime uğruyor. Ev ve iş
yerlerinin tamamen boşaltıldığı tarihi semt, proje
tamamlandığında,
kültür ve
sanat faaliyetlerine ev sahipliği yapacak,
geleneksel sivil mimarisiyle 24 saat yaşayan bir
merkez haline gelecek. Birleşmiş Milletler Eğitim,
Bilim ve
Kültür Örgütü’nün UNESCO Dünya
Kültür Mirası listesinde yer alan semtte, Fatih
Belediyesi bünyesinde 733 parsel proje yenilenecek.
UNESCO’NUN GÖZETİMİNDE
Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir,
Süleymaniye’nin Tarihi Yarımada’da devam eden 6
yenileme alanından biri olduğunu ve buradaki projeyi
KİPTAŞ ile birlikte yürüttüklerini belirtti.
Süleymaniye’nin zamanla perişan bir görünüme
büründüğünü,
kültürel dokusunun zaman içinde kaybolduğunu
ifade eden Demir,
Süleymaniye’nin aynı zamanda UNESCO’nun gözetimi
altında olduğunu dile getirdi ve bölgedeki yenileme
projesini şöyle anlattı: “Buradaki binalar üç katlı,
cumbalı, Tarihi Yarımada’nın karakteristik
mimarisini yansıtıyor. Yeni
inşa edilecek binalar da bu tarihi binaların
mimarisine saygılı binalar olacak.
Süleymaniye’deki 6-7 katlı binalar yıkıldı,
onların yerine 3 katlı binalar
inşa edilecek. Hedefimiz, kaybolmaya yüz tutmuş
bu tarihi değerin hayata yeniden kazandırılması. Bu
tescilli binaların projeleri ayrı yapıyor. Proje,
anıtlar kurulu tarafından onaylanıyor, ardından
tarihi binalar yıkılmadan projeye uygun olarak
restore ediliyor.’’
PROJE 2 YILDA TAMAMLANACAK
Mustafa Demir, “Eminönü’nün bulunduğu yerler,
ciddi bir turizm baskısı altında. Bu bölgenin turizm
alanı olması isteniyor fakat biz buna taraftar
değiliz. Eminönü’nün gece ve gündüz yaşanılır
mekanlara dönüştürülmesi gerekiyor’’ dedi.
Süleymaniye gibi nüfusun gündüz 2 milyona çıktığı
gece 10-20 bine düştüğü başka semt olamayacağını
ifade eden Demir, sözlerini şöyle sürdürdü:
“İstanbul’un kalbi olan Süleymaniye’de asayiş
sıkıntısı var. Hayata geçirdiğimiz proje aynı
zamanda bu sorunu da çözecek. Süleymaniye’de artık
imalathanelerin kurulmasına izin vermeyeceğiz. Proje
2 yılda tamamlanacak.”
Habertürk, 22.03.2013
|
SELANİK'TE OSMANLI MİRASI
Europa Nostra Turkey etkinliği olan “Kültür
Mirasının Sesi” toplantılarının ilkinde Aristotle
University of Thessaloniki öğretim görevlisi Vilma
Hastaoglou-Martinidis, Selanik'teki Osmanlı kültürel
mirası üzerine bir konuşma yaptı.
Hastaoglou, Selanik'te Helen, Roma, Bizans ve
Osmanlı olmak üzere önemli katmanların varlığını
vurgulayarak, 1430-1912 tarihleri arasındaki Osmanlı
egemenliği döneminde yapılan binalar ve çevre
düzenlemelerini tartıştı.
II. Murad döneminde
Selanik'in fethedilmesiyle nüfusun değişimi,
ekonomik gelişme ve dönemdeki etnik ve dini olarak
ayrışmış bölgeler üzerine konuşan Hastaoglou,
fetihten sonra ilk olarak kentteki kiliselerin
camilere dönüştürüldüğünü belirtti.
Hastaoglou konuşmasının devamında Selanik'te
günümüze kadar gelebilmiş klasik dönem ve Tanzimat
sonrası modernleşme dönemine ait yapıların mimari ve
stilistik özelliklerini ve yapılardaki tamirleri
anlattı.
Camiler
Hamza Bey Camisi:
Güneydoğu
Avrupa'daki en önemli erken dönem Osmanlı
yapılarından biri olarak görülmektedir.
Alaca İmaret Camisi:
İshak Paşa
Camisi olarak da anılmaktadır.

Yeni Cami:
1902 senesinde inşa
edilmiş olan yapının mimarı Vitaliano Posselli'dir.

Hamamlar
Bey Hamamı:
1444 senesinde II.
Murad tarafından yaptırılmıştır. Yunanistan'daki en
büyük, ayakta kalabilen hamamdır.

Pazar Hamamı: Yahudi Hamamı
olarak da anılan yapı 16. yüzyılın ilk yarısında
Halil Ağa tarafından yaptırılmıştır.

Paşa Hamamı: Cezeri Kasım Paşa
tarafından yaptırılmıştır.

Troels Myrup
Yeni Hamam:
Hüsrev Kethüda
tarafından yaptırılan hamam geç 16. yüzyıla aittir.

Türbeler
Evliya Çelebi'nin anlatımında daha çok türbenin
varlığına rastlanmasına karşın günümüze gelebilen
sadece Musa Baba Türbesi olmuştur.

Bedesten
II. Beyazıd döneminde inşa edilen yapı günümüzde
hala aynı işlevini sürdürmektedir.

Savunma Yapıları
White Tower:
1535 senesinde
Kanuni döneminde yaptırılmıştır. Günümüzde şehir
müzesi olarak işlev görmektedir.


Tophane Hisarı: Vardar Hisarı
olarak da isimlendirilen yapı 1546 senesinde yine
Kanuni döneminde yaptırılmıştır.
Zincirli Kule: Trigonio Kulesi
olarak da adlandırılan yapı 16. yüzyıl ortasına
tarihlendirilmektedir.

Hastaoglou bu klasik dönem yapılarının yanı sıra
Tanzimat sonrası kent silüetini değiştiren en önemli
faaliyetlerden biri olan "liman" yapımına,
1870'lerde açılan, Batılı anlamdaki ilk meydan olan
Özgürlük Meydanı'nın ve bu dönemde gerçekleştirilen
hastane, fabrika, okul ve banka yapılarının mimari
ve stilistik özelliklerine değindi.
Arkitera, 22.03.2013
|
TARİHİ ANIT MEZARDA RESTORASYON ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

Gaziantep'in
Araban
İlçesi'ne bağlı Elif beldesindeki tarihi
anıt mezarda restorasyon ve çevre düzenlemesi hız
kesmeden devam ediyor. 1 Kasım 2012 tarihinde
restorasyon çalışmalarına başlanan ancak olumsuz
hava koşulları nedeniyle ara verilen çalışmalar,
tekrar başlatıldı.
Gaziantep İl Kültür Turizm Müdür Vekili Mehmet
Aykanat, anıtın çevresinde yaklaşık bin 200
metrekarelik bir alanda peyzaj çalışmalarına
başlandığını ifade etti. Peyzaj işleri ile anıtın
restorasyon çalışmaları beraber yürütülecek olup en
kısa sürede çalışmaların tamamlanması hedeflendiğini
belirten Aykanat, şunları kaydetti: "Elif Beldesi
Anıt Mezarı, Araban İlçesi’nin Elif Beldesindedir.
Elif Beldesi antik Sugga kenti olup, Roma dönemi yol
güzergahlarını gösteren antik haritadaki bilgilere
göre Dolikhe (Dülük)- Samosata (Samsat)
ile Zeugma-Samosata yollarının kesişme noktası
civarındadır. Elif Beldesi Anıt Mezarı kesme taştan
inşa edilmiş olup, yüksek bir kaide üzerine oturan
gövde ve gövde üzerini örten tonozlu bir örtü
sisteminden oluşmaktadır. Anıt mezarın doğu, batı ve
güney cepheleri kemerli, kuzey cephesi ise duvar
örülerek kapatılmış, alt
orta kısmında ise dikdörtgen bir kapı açıklığı
bırakılmıştır."
Mynet Haber, 21.03.2013
|
17 - 23 Mart 2013
|
HEYKELLERİ ÖRTTÜLER,
ÖRTÜLERİ DE YIRTTILAR!
Daha önce sprey boyayla
üzerlerine ’Edep yahu’ diye yazılan heykeller siyah
örtüyle kapatılmıştı. Heykeli korumak için üzerine
örtülen örtüler de kesilerek tahrip edildi. Örtüler
daha sonra yama yapılarak onarıldı. Ordu Belediye
Başkanı
CHP’li Seyit Torun,
tepki göstererek halkı duyarlı olmaya davet etti.
Ordu Belediyesi’nin
geçen yıl ağustos ayında düzenlediği 2’nci
Uluslararası Taş Heykel Sempozyumu’nda 8 heykeltıraş
tarafından yapılan 12 heykelden 6’sı
Bahçelievler
Mahallesi’nde sergiledi. Belediye harekete geçerek
Erzurum
Atatürk Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü
Yüksek Lisans
öğrencilerini Ordu’ya getirterek heykellerin
temizlenmesini sağladı.
Milliyet, Haber: Nedim
Kovan, 22.03.2013
|
İSKİLİP'E ETNOGRAFYA
MÜZESİ
Meslek Yüksekokulu müdürlüğümüz ve İskilip Belediyesi’nin ortak yürüttüğü etnografya müzesi oluşturma çalışmaları devam etmektedir.
Müze kapsamında Mimari Restorasyon Bölümü hocaları ve öğrencileri ayrıntılı restorasyon faaliyetlerine başlanmıştır. Öğr. Gör. Cemal Ekin tarafından verilen ‘Geleneksel Yapı Sistem ve Öğeleri’ dersi kapsamında yapıdaki özgün kapı, pencere gibi detayların konservasyonu çalışmasına başlandı.
Uygulama atölyesine dönüşen müzenin üç boyutlu çizimi Uzm. Doğan Koşan ve Mimari Restorasyon bölümü öğrencisi Oğuzhan Temiz tarafından tamamlanmıştır.
Çorum Haber, 22.03.2013
|
|
 |
1700 YIL ÖNCE DE ALTILI GANYAN OYNANIYORDU
Denizli'nin tarihi antik kenti Laodikya'da 1700 yıl önce bahis oynatılan bir at yarışı kulübünün olduğu ortaya çıktı. Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, Geç Roma ve Erken Bizans Dönemi'nde Maviler ve Yeşiller olarak adlandırılan iki önemli spor kulübünün olduğunu söyleyerek, "Antik kentte, Laodikyalı zenginlerin kurduğu Yeşiller Jokey Kulübü'nün izlerini bulduk. İncil'de de adı geçen Laodikya Kilisesi yakınlarında yarış atlarını koymak için bir yapı var. Bu yapının içinde atların su içmesi için özel çeşme sistemi de kurulmuş. Sütunların içine yerleştirilen borularla getirilen su küçük bir havuzda toplanıyor, yarış atları da buradan su içiyordu. Yarış atlarının konulduğu yapıyı MS 4. yüzyılda Laodikyalı bir zengin olan Statorion, çeşmeyi ise Ametor adlı başka bir zengin yaptırmış. Safkan atlara sahip kulüp, yüksek miktarda at yarışı bahisleri oynatıyordu. Laodikyalılar da bu yarışlara çok önem veriyordu. Kent için bir prestij olan Yeşiller Jokey Kulübü, bugünkü Fenerbahçe ya da Galatasaray gibi çok sevilen ve binlerce seveni bulunan bir kulüptü. Kentin en zenginlerinin üye olduğu Yeşiller, sadece spor aktiviteleriyle uğraşmıyordu. Dönemin diğer ünlü kulübü Maviler gibi siyasete ve politikaya da yön veriyordu" dedi.
Sabah, Haber: Ufuk Soyhan, 22.03.2013
|
DEFİNE UMUDU SÜRÜYOR

Mersin'de Hataylı
madenci 55 yaşındaki Hikmet Rençber tarafından
başlatılan define kazısı 3 iş makinasıyla
sürdürülüyor.
Merkez Toroslar
İlçesi'ne bağlı Çavuşlu Mahallesi'nde 14 Mart'ta
başlatılan define kazı meraklı vatandaşların da
ilgisini çekiyor. Yaklaşık 150 bin lira harcayarak
kazı ruhsatı alan Hikmet Rençber, umudunu hiç
kaybetmediğini, tersine her geçen gün arttığını
söyledi.
Kazı alanına herhangi
bir kazı veya definenin bulunmaması için kurulmuş
olabilecek tuzaklara karşı hoca getirip dua
okuttuğunu da belirten Rençber, bölgedeki kazının 3
iş mikanısıyla sürdürüldüğünü, çalışmanın 2-3 gün
içinde tamamlanacağını anlattı.
Son olarak pazar günü
yurt dışından getirilen yer altı görüntüleme
cihazıyla yeni görüntüler elde ettiklerini anlatan
Hikmet Rençber, "Şu anda makinelerimizi çoğalttık.
Aşağıdaki alan dardı, orayı da genişletmemiz
gerekiyor. Bu yüzden makineleri biraz daha
çoğalttık. Hedefimize fazla bir şey kalmadı. Kazıyla
ilgili hiçbir umutsuzluğumuz yok. Altta ne var ne
yok onu biliyoruz. Buradaki yapı çok enteresan bir
yapıdır. Huni biçiminde oyularak yapılmış
kısımlardır. Bu üst kattaki odanın şeklidir, fakat
huni biçiminde olmasının sebebi de burası aynı
zamanda tuzaklıdır. Bu odaya sadece bir giriş var,
alttaki mekanizmayla oynadığınız zaman yukarıdaki
kum aşağıdaki lahitin bulunduğu bölüme 3 dakika gibi
bir zaman içerisinde doluyor. Böyle bir tuzak
hazırlanmış. Çünkü eski tarihlerde bu tip yerlerde
güvenlik için çeşitli tuzaklar kurulabiliyordu. Biz
de yaptığımız bilimsel araştırmada kum tuzağı
olabileceğini düşündük. Bu açıdan çalışmalarımızı
daha da dikkatli yapıyoruz" dedi.
YENİ GÖRÜNTÜLER ÇEKİLDİ
Kazı bölgesinde son
olarak pazar günü yer altı görüntüleme cihazları ile
çalışma yaptıklarını da anlatan Rençber, şunları
söyledi:
"Bu görüntüler bize daha
da yakınlaştığımızı gösteriyor. Üstten çektiğimiz
görüntüler bize daha geniş alanda olduğunu
gösteriyordu, şimdi alan daha da daraldı.
Mesafemizde daha kısalmış oldu. Tahminimize göre 4
ile 7 metrekarelik alanda olduğunu düşünüyoruz.
Hedefimiz hafta sonu bu çalışmayı bitirmektir.
Buradan çıkacak olan eserler gerçekten çok nadir
bulunan eserler olacak. Bizim tahminimize göre, 2
bin 2 bin 500 yıl arasında Kleopatra, Mısır kültürü
ile Yunan kültürü karışımı eserler çıkacağını ve iki
büyük kazan dolusu altın olduğunu düşünüyoruz."
ARSANIN ESKİ SAHİBİ
HEYECANLI
Bu arada çalışmaları
çevrede büyük bir ilgi ve heyecan uyandırıyor.
Arazinin istimlak edilmeden önce sahibi olduğunu
ileri süren 3 çocuk annesi Teslime Gün, "Bu arsa
bizimdi, 1982 yılında istimlak edildi. Şimdi buradan
bir şey çıkarsa kazı sahibi bize de bir şeyler verir
mi? Bilmiyorum, ama bizim de bir hakkımızın olduğunu
düşünüyorum" diye konuştu. Teslime Gün, kazı sahibi
Hikmet Rençber'den define bulunması halinde
kendisine de maddi destek sağlamasını talep etti. Bu
talebi kabul eden Rençber, Çavuşlu Mahallesi'ne
kalıcı bir eser bırakacağını da sözlerine ekledi.
Mersin Kent Haber,
21.03.2013
|
KÖY MUHTARI KAÇAK KAZI YAPARKEN YAKALANDI
Muğla'nın Milas İlçesi'ne bağlı Çamköy Köyü'nde kaçak kazı yapıldığı ihbarı üzerine harekete geçen jandarma, düzenlediği operasyonda, köy muhtarı S.K. (51) ve kardeşi S.K.'yı gözaltına aldı. Kaçak kazıyla ilgili iki kişinin arandığı öğrenildi.
Milas İlçesi'ne bağlı Çamköy Köyü'nün Gökdağ Mevkii'ndeki arazide kaçak kazı yapıldığı ihbarını alan jandarma ekipleri çalışma başlattı. Milas İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, söz konusu yere dün saat 21.00 sıralarında baskın düzenledi. Baskında, köy muhtarı S.K. gözaltına alındı. Kaçak kazı yapılan alanda, 2 kürek, 2 kazma ve 1 levye ele geçirildi. Karanlıktan yararlanıp kaçan şüphelilerden, muhtarın kardeşi S.K. da sabah saatlerinde jandarmaya gelip teslim oldu. Olayla ilgili F.S. ve E.Y.'nin arandığı bildirildi.
Jandarma ekiplerinin operasyonunun ardından sabah saatlerinde olay yerine giden Milas Müzesi Müdürlüğü personelleri bölgede yaklaşık 20 çukur açıldığını tespit etti. Kaçak kazı yapılan alanın 2005 yılında birinci derece arkeolojik sit alanı olarak ilan edildiği, bölgede erken Bizans dönemine ait yapı kalıntılarının, mezarların ve oda mezarların bulunduğu öğrenildi.
haberler.com, 21.03.2013
|
 |
İSTANBUL MODERN'İN YENİ
KOLEKSİYON SERGİSİ AÇILDI
Müzenin kalıcı
koleksiyon katının yeni bir sergileme modeli ile
düzenlenmesinin ardından ziyarete açılan “Geçmiş
ve Gelecek” sergisinde Türkiye’de
üretilen modern ve çağdaş sanatın ilk günden bugüne
geçirdiği dönüşüm zaman dizinsel bir akışla
sunuluyor.
İstanbul Modern,
“Gözlem, Yorum, Çeşitlilik”, “Kesişen Zamanlar”,
“Modern Deneyimler” ve “Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar”
başlıklı sergilerinden sonra bu kez “Geçmiş
ve Gelecek” adlı sergisiyle, şu ana dek
en kapsamlı sergilemeye ev sahipliği yapıyor. 136
sanatçının 180 çalışmasını bir araya getiren sergi,
modern ve çağdaş sanatta zamanlararası etkileşimlere
yer verirken, müzenin
geçmiş ve gelecek
arasında bir köprü ve bellek mekanı olması
özelliğini sürdürmesini sağlıyor.
Daha önce sergilenmemiş 91 yeni yapıta ev sahipliği
yapan “Geçmiş ve Gelecek”, aynı zamanda koleksiyona
yeni katılan 22 sanatçıya da yer veriyor. Modern
sanatın başlangıç evrelerinden güncel uygulamalara
uzanan bir çeşitlilik içerisinde resim, heykel,
fotoğraf, desen, enstalasyon, video gibi farklı
ifade alanlarının en dikkat çekici örneklerini bir
araya getiren sergi, yeni kurgusuyla izleyicilere
sanat tarihimizi yeni bir gözle izleme imkanı
sunuyor. Tarihsel referansların yanı sıra “Geçmiş ve
Gelecek”, 1970’li yılların ikinci yarısından
itibaren varlığını hissettirmeye başlayan çağdaş
sanat hareketleri içinde önemli büyük sergi ve
bienallerde yer almış çalışmalara odaklanıyor.
İstanbul Modern Şef Küratörü ve serginin küratörü
Levent Çalıkoğlu, İstanbul Modern’in koleksiyon
sergilerinin “Türkiye’de görsel sanatlarda yaşanan
dönüşümde bir dinamo görevi” gördüğünü vurgulayarak
“1800’lü yılların sonundan bugüne Türkiye sanat
tarihinin başlangıç ve gelişim sürecini modern ve
çağdaş sanat çalışmaları üzerinden kronolojik bir
akışla sunan sergileme anlayışımız Türkiye’de ilk ve
tek olma özelliğini hala koruyor” dedi.
Habertürk, 21.03.2013
|
TARİHİ SEMT SÜLEYMANİYE
DEĞİŞİYOR!
Adını Kanuni Sultan
Süleyman'dan alan İstanbul'un 5 asırlık semti
Süleymaniye, yenileme projesiyle 24 saat yaşayan bir
merkez haline gelecek.

Birleşmiş Milletler
Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) dünya
kültür mirası listesinde yer alan semtte, Fatih
Belediyesi bünyesinde 733 parsel proje yenilenecek.
Yenileme çalışmaları
nedeniyle ''hayalet şehre'' dönüşen, ev ve iş
yerlerinin tamamen boşaltıldığı tarihi semt, proje
tamamlandığında, kültür ve sanat faaliyetlerine ev
sahipliği yapacak geleneksel sivil mimarisiyle 24
saat yaşayan bir merkez haline gelecek.
Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir, yaptığı açıklamada, "Yeni inşa
edilecek binalar, tarihi binaların mimarisine
saygılı binalar olacak. Süleymaniye'deki 6-7 katlı
binalar yıkıldı, onların yerine 3 katlı binalar inşa
edilecek. Hedefimiz, kaybolmaya yüz tutmuş bu tarihi
değerin hayata yeniden kazandırılması" şeklinde
konuştu.
Mustafa Demir,
Süleymaniye'deki 6 adanın inşaat ruhsatını
verdiklerini belirterek, "Hayal ettiğimiz
Süleymaniye'yi inşallah iki yıl sonra çok rahat
dolaşacağız" dedi.
Yapı, 21.03.2013
|
TARİHİ KONAK İLGİ
BEKLİYOR

Giresun'un Görele
İlçesi'ne bağlı Çavuşlu beldesinde bulunan, Yavuz
Sultan Selim Han'ın mesire yeri olduğu ve Kanuni
Sultan Süleyman'ın beşiğinin sallandığı yer olan
tarihi Kuğuoğulları Konağı, ilgisizlikten yok olma
tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor.
İlçeye bağlı Çavuşlu
beldesinde bulunan tarihi Kuğuoğulları Konağı'nın
koruma altına alınmasını isteyen Kuğuoğulları'nın
torunu İbrahim Kuğu (75), yetkililerden yardım
beklediğini ifade etti.
Kuğuoğulları Konağı'nın
kesin yapım tarihi'nin bilinmediğini ve Cenevizliler
döneminde yapıldığı tahmin edildiğini söyleyen
İbrahim Kuğu, "Bu konak Cenevizliler tarafından
gözlem evi ve kale amaçlı yapıldığı rivayet edilen
ve Trabzon Valisi Kuğuoğlu Süleyman Paşa'nın bölgeye
gelmesiyle Konak haline geldiği tahmin edilen bir
yapı. Kültür Bakanlığı tarafından tescillenen bu
konak maalesef ilgisizlikten bu hale geldi. Kültür
Bakanlığı tarafından tescilli olduğu için hiçbir
bakım ve onarım yapamıyoruz. Ne yıkabiliyoruz ne de
onarım yapabiliyoruz. En büyük endişemiz tarihi
konaktan geriye kalan duvarların birileri'nin üstüne
yıkılmasıdır. Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'ın talimatlarıyla koruma altına
alınan yapı her ne kadar konak olarak anılsa da
büyüklüğü, konumu ve görkemli mimarisi ve gizemli
tarihi ile saray ya da kale olduğu açıktır" dedi.
Tarihi konağın denizden
300 metre mesafede, 3 bin 500 metrekare alan üzerine
2 katlı yapıldığını ifade eden İbrahim Kuğu,
"Konakta bulunan kalıntılar incelendiğinde 4 büyük
kapı ile çok sayıda atlı süvarinin konakladığı büyük
avluya girilmektedir. Mevcut pencereler görkemli bir
mimarinin izlerini taşımaktadır. Orta kapı olarak
bilinen geniş kubbe kapıdan fayton yoluyla sahile
inilmektedir. Yalı kapısı olarak bilinen kapı ise
denize bakmaktadır. Ayrıca içinde şadırvan su kuyusu
fırın ve şömine olduğu görünmektedir" diye konuştu.
Yavuz Sultan Selim
Han'ın mesire yeri olduğu ve Kanuni Sultan
Süleyman'ın beşiği'nin sallandığı yer, imparatorluk
döneminde de önemli hizmetler vermiş ihtişamlı bir
konak olduğunu anlatan
İbrahim Kuğu,
açıklamalarını şu şekilde sürdürdü:
"Günümüze kalıntıları
ulaşan bu tarihi konak maalesef bu gün yıkılıp yok
olmaya terk edilmiş, içinde barakaların bulunduğu ve
insanların hayatını sürdürdüğü bir baraka
halindedir. Sur etrafında dönümlerce araziye sahip
bu alan'ın mülkiyeti hazineye ait Kültür
Varlıklarını Koruma kapsamına alınan konağın bir an
önce onarılmasını bekliyoruz. Yetkililer, ülkemiz ve
bölgemiz için önemli bir değere sahip olan ecdat
yadigarı bu tarihi eserimizi korumak ve yaşatmak
hepimizin görevi ve boynumuzun borcudur. Mimari
yapısı'nın ve gerçek tarihi'nin tespit edilerek
yeniden inşa edilmesini bekliyoruz. Ancak bu kısa
zamanda mümkün olmasa bile en azından mevcut
kalıntıları koruma adına surlar onarılarak
yıkılmasını önlemeli, içi ve etrafı boşaltılıp
temizlenerek turizme kazandırılmalı. Bu girişim
Çavuşlu beldesinin ve bölgemizin sosyo ekonomik
yapısına önemli katkı ve hareketlilik getirecektir.
Yetkililer bu konuda duyarlılık gösterip, bu
duvarlar kimsenin başına yıkılmadan önce tedbir
almalıdır."
Giresun Kent Haber,
20.03.2013
|
MOR GABRİEL'E HIZLI FORMÜL

Bir süre önce Hazine'ye
geçirilen arazilerinin Mor Gabriel Manastırı'na
'hızla' geri verilmesi için Başbakanlık'ta çalışma
grubu oluşturuldu. İki formül var: Cüzi miktara
kiralama ya da ihaleyle satış.
Hükümet, Süryanilerin ‘Kudüs’ü olarak gösterilen
Mor Gabriel Manastırı’nın yargı kararlarıyla
ellerinden alınan arazilerini iade etmeye
hazırlanıyor. Süryani cemaatinin dört gözle
beklediği 276 dönümlük manastır arazileri sorununu
çözmek için Başbakanlık’ta çalışma grubu
oluşturuldu. Yargıtay’ın onama kararından dolayı Mor
Gabriel Manastırı, yüzyıllardır kullandığı ve
vergilerini ödediği arazi üzerinde ‘işgalci’
konumuna düşmüştü. Komisyon, yargı kararına karşı
hızlı iade için iki formül geliştirdi.
Anayasaya girebilir
Süryani cemaatine sunulması düşünülen ilk seçenek,
arazinin 49 veya 99 yıllığına cüzi bir ücrete
kiralanması olacak. İkinci formülün ise yine
sembolik bir rakama Hazine’ye tescil edilen arazinin
ihale yoluyla satışı olması düşünülüyor. Kalıcı
çözüm için yeni anayasaya hüküm konulması da
gündemde. Süryaniler ve azınlık cemaatlerinin
mülkiyet sorunlarının anayasal güvenceyle çözülmesi
gündemde.
Radikal’e konuşan Mor Gabriel Manastırı Başkanı
Kuriakos Ergün, ‘kiralama’ formülü yönünde bazı
duyumlar aldıklarını ancak kendilerine resmi bir
teklif gelmediğini söyledi. Süryani cemaati olarak
şu anda kiralama ve ihale yoluyla satıştan çok
‘iade’ye odaklandıklarını kaydeden Ergün,
Yargıtay’ın kararına rağmen bunun mümkün olduğunu
savundu. 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun geçici 11.
maddesi çerçevesinde söz konusu arazilerin
kendilerine verilebileceğini, bu konuda yaptıkları
başvuru olduğunu söyleyen Ergün, “Arazi şu anda
devletin elinde. Devlet, kendi arazisi üzerinde
istediği gibi tasarrufta bulunabilir” dedi. Ergün,
kiralama ve ihale yoluyla satış formülünün
kendilerine resmi olarak iletilmediğini ifade etti.
Müjdeyi Arınç vermişti
Mor Gabriel arazileri sorunu son dönemde yine
gündeme oturdu. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç,
mart ayının ilk haftasında gittiği
Almanya ’da Süryanileri ziyaret etmiş ve bu
sorunu çözeceklerini müjdelemişti. Daha sonra
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in
Türkiye ziyaretinde Mor Gabriel Manastırı
Metropoliti Samuel Aktaş’ın sorunu gündeme getirmesi
toplantı salonunda soğuk rüzgarların esmesine neden
olmuştu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, geçen hafta
İsveç’e yaptığı ziyaret heyetine Süryani Metropoliti
Yusuf Çetin’i de alarak sürpriz yapmıştı.
Başbakan Erdoğan ve hükümet yetkilileri Mor
Gabriel arazisi sorunu karşısında yargı kararlarına
göndermede bulunuyor. Buna rağmen, hükümet kanadının
sorunun bir an önce çözümünü istediği ve bu yüzden
komisyon çalışması başlatıldığı söyleniyor.
Süryani cemaati, Mor Gabriel Manastırı arazilerinin
MS 397 yılından beri kendilerine ait olduğunu ve
1937 yılından bugüne de vergilerinin düzenli
ödendiğini söylüyor. Ancak çevre köyleri manastır
arazilerinde hak iddia ederek 1998 yılında dava
açtı. Midyat Kadastro Mahkemesi’nin “Araziler
manastıra ait” kararını bozan Yargıtay, onama kararı
vererek manastırı ‘işgalci’ durumuna düşürdü. Arazi,
Hazine’ye tescil edildi. Davalı olan arazi orman
alanını simgeleyen yeşil alanda kaldıkları
gerekçesiyle Hazine’ye tescil ettirilebiliyor.
Süryanilerin talebi
Mor Gabriel Manastırı Vakfı, TBMM Başkanlığı’na
sunduğu yeni anayasa önerilerinde mülkiyet sorununun
çözümü için öneriler iletmişti. Süryani cemaati, 100
dönümden fazla taşınmaz mallara sahip olamama
kuralının değişmesi için Tapu Kadastro Kanunu’nun
14. maddesinin değişmesini istiyor. On binlerce
dönüm arazilerinin farklı etnik kökenli
vatandaşların işgali altında olduğunu iddia eden
Süryaniler, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Kanunu’nun 11. ve geçici 7. maddelerinin değişmesini
de istiyor. Bu maddeler, Süryani ve azınlıkların
gayrimenkullerinin Hazine’ye tesciline imkan
sağlıyor.
Radikal, Haber: Ömer Şahin, 20.03.2013
|
YAHYA EFENDİ, YENİ
YÜZÜYLE SİZİ BEKLİYOR

Kanuni Sultan
Süleyman'ın süt kardeşi Şeyh Yahya Efendi'nin medfun
olduğu ve bugün cami, dergah olarak kullanılan
tarihi mekanda restorasyon çalışmaları sona erdi.
Cami, tevhidhane,
Güzelce Ali Paşa Türbesi, Yahya Efendi Türbesi ve
meşrutalar adeta baştan aşağıya yenilendi. Türbenin
duvarlarından yüzlerce yıllık dua yazıları gün
yüzüne çıkartıldı. Kayma tehlikesi geçiren cami ve
türbe, sabit hale getirildi. Yılların yıprattığı
ahşap yapılar da sağlamlaştırıldı. Şehzadeler
Türbesi ve Kütüphane bölümleri de restore edildi.
Beşiktaş’taki Yahya
Efendi Dergahı’nın restorasyonu için 5 milyon 114
bin lira harcandı. Başbakanlık Vakıflar İstanbul 1.
Bölge Müdürü İbrahim Özekinci’ye göre,
karşılaştıkları en önemli problem, caminin güney
bölümüne doğru zemininde olan kaymalardı. Özekinci,
“Ön tarafa kazıklar çakılarak ve perde betonlar
dökülerek caminin deniz tarafına bakan bölümünün
kayması engellendi. Restorasyonun en önemli tarafı
da bu bakımdan caminin stabil hale getirilmesi
oldu.” şeklinde konuşuyor.
 

Sıvaların altından tarih
çıktığını söyleyen Özekinci, “Türbenin iç ve dış
duvarlarında ziyaretçilerin yazdığı notlar olduğunu
gördük. Bunların tercümeleri, sanat tarihi ve sosyal
tarih açısından bize bilgi verecektir.” diyor.
Zaman, Haber: Harun
İlhan, 20.03.2013
|
GÖKÇEADA'DAKİ OTELİ KİMSE DURDURAMADI

Gökçeada'da eski Rum köyü
Bademli'de yapılan otel, halkının itirazlarına ve
mahkeme kararlarına rağmen 'Atı alan Üsküdar'ı
geçer' usuluyle bitirildi. 27 Mart'ta yeni duruşma
beklenirken otelin perdeleri bile takıldı.
Gökçeada ’da sit alanı içinde geçen yıl
birdenbire Masi Clup Otel’in inşaatı başlamıştı.
Gökçeadalı bir grup çevreci inşaat aleyhine
davalar açtı. Davalarda yapı ruhsatının iptaline
karar verildi, imar değişikliği için açılan
davada yürütmenin durdurulmasına, otel
arazisinin kentsel sit alanı içinde kaldığına
hükmedildi ama otel inşaatı hiç durmadı. Otelin
inşaatı bitti ve perdeleri bile takıldı.
Gökçeada Cumhuriyet Savcılığı’nda otelin
sorumluları ve ilgili belediye aleyhine açılan
soruşturma- da ise savcılık henüz sonuca
varamadı. Ancak inşaat bitti ne sorumlular
hakkında yasal bir takip var ne de inşaatı
durduran. Yakında işletme ruhsatı alıp otel bu
yaz sezonunda faaliyete açılırsa pek şaşırtıcı
olmaz. Gökçeada Gönüllüleri Derneği’nden yapılan
açıklamada bu duruma tepki göstildi: “Yargıda
kazanmamıza rağmen geçen süre otelin
tamamlanmasına neden oldu ve kimse dur
demiyor.’’
Eski bir Rum köyü olan Bademli’de 2010 yılında
yapılan plan değişikliği ile bölge bir anda
turizm merkezi yapıldı. Bademli Köyü’nün bir
kısmı kentsel sit alanı içinde kaldığından köylü
damını bile aktarmak için Koruma Kurulu’na
müracat ediyordu. Birdenbire başlayan Masi Clup
Otel inşaatı köylüleri de şaşırttı. Gökçeada
Gönüllüleri Derneği inşaatı durdurmak için başta
Gökçeada Belediyesi olmak üzere her yere
şikayette bulundu. Sonuç alamayacaklarını
anlayınca da üst üste davalar açtılar. Gelinen
son durumu Gökçeada Gönüllüleri Derneği üyeleri
şöyle özetledi.
“Gökçeada Belediye Meclisi’nin 101 ada 23
parsel’e özgü hazırlanan 1/1.000 Ölçekli Mevzi
İmar Planı ve 1/5.000 ölçekli Nazım İmar Planı
ve bu planlarla, planlanın alanın turizm tesis
alanı yapılması kararının 1/25.000 ölçekli Çevre
Düzeni İmar Planı’na aykırı olması nedeni ile
iptali istemi ile açılan davada yerel mahkeme;
18.10.2012 tarihinde, yapı ruhsatı hakkında
yürütmenin durdurulmasına, 26.12.2012 tarihinde,
yapı ruhsatının iptaline karar vermiştir. Karar,
henüz kesinleşmemiştir.”
Yeni duruşma 27 Mart’ta
“Belediye Meclisi’nin 06.02.2012 tarih, 2012-16
sayılı; 101 ada- 23 parsel için, 1/5.000 ölçekli
tadilat+İlave Nazım İmar Planı ve 1/1.000
ölçekli tadilat+İlave İmar Uygulama Planı
kararının iptali talebi konulu davada yerel
mahkeme; 09.01.2013 tarihinde; yürütmeyi
durdurma kararı vermiştir. 22.02.2013 tarihinde,
Gökçeada Belediyesi karara itiraz etmiş,
tarafımızca itirazın süresinde olmadığına ve
reddine ilişkin talepte bulunulmuştur.
27.03.2013 tarihinde, bu davaya ilişkin duruşma
yapılacaktır.”
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 20.03.2013
|
 |
İÇ ÇAMAŞIRINDAN TARİHİ ESER ÇIKTI
Adana'da bir kişinin yapılan üst aramasında, iç çamaşırında gizlenmiş 42 parça tarihi eser ele geçirildi.
Adana Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, Kozan-İmamoğlu karayolunda Osmaniye'nin Kadirli İlçesinden geldiği belirlenen bir otomobili durdurdu.
Otomobilde ve içerisinde bulunan E.Y, A.B. ve A.B'nin üzerinde arama yapan ekipler, ilk etapta herhangi bir suç unsuruna rastlamadı.
Şüphelilerden A.B'nin yapılan detaylı üst aramasında, iç çamaşırında gizlenmiş poşet bulundu. Poşette tarihi nitelikteki biri firavun heykeli görünümlü diğeri üzerinde çiçek desenleri olan 2 obje, 2 gümüş yüzük ve 38 sikke ele geçirildi.
Şüphelilerden E.Y. ve A.B'nin, bilgilerine başvurulduktan sonra serbest bırakıldığı, gözaltına alınan şüpheli A.B'nin adliyeye sevk edildiği bildirildi.
Ele geçirilen tarihi eserler ise Adana Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.
Radikal, 20.03.2013
|
'ÇİNLİ KIZ'A SERVET VERDİLER
Vladimir
Tretchikoff'un "Chinese Girl" eseri 982 bin pound'a
alıcı buldu.
Dünyanın en çok çoğaltılan baskısı olduğu sanılan
Vladimir Tretchikoff imzalı “Chinese Girl” (Çinli
Kız) Londra’da düzenlenen bir müzayedeyle 982 bin
pound’a satıldı.
Britanyalı işadamı Laurence Graff tarafından
satın alınan resim, Güney Afrika’da sergilenecek.
Rusya ve Şangay’da yetişen Tretchikoff, 1946
yılında Güney Afrika’ya yerleşti ve yeşil tenli,
koyu kırmızı dudaklı Çinli bir genç kızı resmettiği
“Chinese Girl” eserini 1953’te Cape Town’da
tamamladı.
Akşam, 20.03.2013
|
|
İSVİÇRELİ POLİSE TARİHİ ESER CEZASI
Tatile geldiği Antalya'dan ülkesine dönerken hava
limanında tarihi değeri bulunan taş parçasıyla
yakalanan İsviçreli Emniyet Müdürü Christian Varone,
1 yıl 15 gün hapis cezası ve 500 lira adli para
cezasına çarptırıldı. Varone 5 yıl içersinde
denetime tabi tutulacak ve bu süre içinde kasti suç
işlemezse hakkındaki hüküm kaldırılacak. tutuksuz
yargılanan İsviçreli polis müdürü Christian
Varone'nin (49) avukatı Yasemin Mataracı, Antalya
2'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşma
sonrası yaptığı açıklamada müvekkilinin eylemi olsa
bile bunun teşebbüste kaldığını söyledi.
Sabah, Haber:
Göksel Yapar, 20.03.2013
|
BÜYÜK SOYGUNCULARIN KİMLİKLERİ TESPİT EDİLDİ

Boston'daki
Isabella Stewart Gardner Müzesi'nde 23 yıl önce
dünyanın en büyük sanat hırsızlığını gerçekleştiren
iki hırsız 500 milyon dolar değerindeki
Rembrandt,
Degas,
Vermeer ve
Manet tablolarını çalarak kayıplara karışmıştı.
Soyguncuların kim olduğunu bildiğini ve eserlerin
izini sürdüğünü söyleyen FBI, sanat eserlerinin
Connecticut ve Philadelphia bölgelerine
götürüldüğüne, bazı eserlerin Philly'ye götürülerek
soyguncularca satışa sunulduğuna ve bu bilgi
doğrultusunda soyguncuların kimliklerinin tespit
edildiğini açıkladı.
Müze yönetimini tablolarla ilgili ihbarda
bulunanlara beş milyon dolar vereceğini açıklamıştı.
İşte çalınan tablolar:

"Chez
Tortoni" -
Manet

"La
Sortie de Pesage" - Edgar
Degas

"A
Lady and Gentleman in Black" -
Rembrandt

"Self-Portrait" -
Rembrandt

"The Storm on the Sea of Galilee" - Rembrandt

"The
Concert" -
Vermeer
Habertürk 20.03.2013
|
ANTİK MISIR'IN İNŞAAT İŞÇİLERİ BULUNDU!

Antik Mısır döneminde yaşamış olan insanların
iskeletleri üzerinde yapılan analizler, binlerce yıl
önce hayatın katlanılmayacak kadar ‘ağır’ olduğunu
ortaya koydu. İskeletleri analiz edilen 3,300 yıllık
Mısırlıların dörtte üçü, ağır nesneler taşımaktan
dolayı eklem bozukluğuna sahipken, üçte ikisinin en
az bir tane kırık kemikle yaşadığı belirlendi.
Mısır’ın Minya eyaletinde, Nil Nehri’nin doğu
yakasında kalan antik Amarna kentinde yapılan
araştırmalar, Mısırlıların 3,300 yıl önce çok ağır
yaşam şartları altında yaşadığını ortaya çıkardı.
Mısır’ın 18’inci Hanedanlığı döneminde (MÖ 1353)
hükümdarlık yapan Firavun Akhenaten’in inşa
ettirdiği Amarna kentinde kazı yapan bilim
insanları, 150’den fazla iskeleti analiz etti.
Dönemin başkenti olan Amarna kentinde, alt
sınıftan işçilere, içini hazinelerle doldurduğu
görkemli tapınaklar inşa ettiren Akhenaten’in,
işçilerinin sağlığına ve çalışma şartlarına hiç
dikkat etmediği ortaya çıktı.
Scientific American sitesinin haberine göre,
Amarna’nın mezarlığından çıkarılan kemikler, halkın
yetersiz beslenme ve çok ağır nesneleri sürükleyip
taşımaktan hastalık ve sakatlıklar yaşadığını,
birçoğunun erken yaşlarda öldüğünü gösterdi.
Antiquity dergisinde yayımlanan araştırmada,
antik Mısır toplumunun yaşam tarzı hakkında da yeni
bilgiler ortaya sunuldu.
Firavun'un değişmesi ile görkem kayboldu
Başkent Kahire’nin 350 kilometre güneyinde kalan
Amarna, 17 yıl boyunca antik Mısır’ın başkenti oldu.
Akhenaten, Amarna’nın güneş tanrısı Aton’a (veya
Aten) adanmış bir şehir olmasını istedi. Bu amaçla,
sadece birkaç yıl içinde tapınaklar, saray binaları
ve evler şehrin dört bir yanına dağıldı.
Şehrin
başkent olduğu yıllarda, 30 bin kişilik bir nüfusa
sahip olduğu ve çok sayıda saray yetkilisi, asker,
işçi ve köleye ev sahipliği yaptığı düşünülüyor.
Ancak Akhenaten’in yıllar süren çabayla inşa
ettirdiği Amarna, firavunun ölümü ve yerine
Tutankamon’un geçmesiyle başkentliğini yitirdi.
Verimli tarım arazilerine sahip olan şehir, zamanla
terk edildi ve önemini yitirdi.
Amarna’da araştırma yapan ekipte yer alan
İngiltere’nin Cambridge Üniversitesi’nden Anna
Stevens, 'Amarna’nın çok kısa bir sürede büyük bir
şehir haline gelmesi sayesinde, barındırdığı halkın
nasıl yaşadığı konusunda arkeologlara yeni bilgiler
sunabileceğini’ belirtti.
Ağır yaşam şartları
Amarna’nın mezarlığı, yaklaşık 10 yıl önce
bölgede araştırmalar yaşan bir ekip tarafından
ortaya çıkarıldı. Mezarlık açıldığında, alt sınıf
Mısırlılara ait yüzlerce iskelet ve iskelet parçası
bulundu.
Stevens ve meslektaşları, adları tarihte kaybolan
bu insanların nasıl bir yaşam şekli olduğunu anlamak
için 159 iskelet üzerinde analiz yaptı. Sonuçlar hiç
de iç açıcı değildi:
Çocuklar yetersiz beslenme nedeniyle
gelişimlerini normal bir şekilde tamamlayamıştı.
Birçok iskelette ise yine yetersiz beslenme
nedeniyle kemiklerde oluşan gözenekler dikkat çekti.
LiveSsience sitesine konuşan Stevens, iskeletleri
incelenen insanların ağırlıklı olarak bira ve
ekmekten başka beslenecek bir şey bulamadığını
belirtti.
İskeletlerin dörtte üçünde eklem bozukluğu tespit
edilirken, üçte ikisinde en az bir tane kırık kemik
olduğu görüldü. Bu sonuçlar, işçi olarak çalışan
Mısırlıların çok ağır yükler altına girdiklerini,
ağır nesneleri sürükleyerek taşıdıklarını, bunların
üstüne de yetersiz beslendiklerini ortaya koydu.
Araştırmacılar, bu insanların birçoğunun ortalama 30
yaşlarında öldüğünü tahmin ediyor.
İnsan ağırlığındaki tuğlalar
Araştırmacılar, bu kadar ağır şartlarda yaşayan
antik Mısırlıların taşımak zorunda kaldığı
nesnelerin ne olduğunu anlamak için mezarlığın
yakınlarındaki antik binaları inceledi.
Ortalama bir taş bloğun ağırlığının 70 kilo
olduğunu belirleyen araştırmacılar, çok kısa sürede
inşa edilen şehirde çalışan işçilerin neden eklem
bozukluğu yaşadığını da anlamış oldu.
Kahire’deki Amerikan Üniversitesinde Mısır
bilimci olan Salima İkram, “Bu araştırma çok büyük
önem taşıyor. Büyük nüfuslu bir alanda alt sınıf
Mısırlılara ait bu kadar fazla kalıntı elde etmek az
bulunacak bir fırsat” dedi.
Antik Mısır’a ait olan mezarlıkların büyük kısmı
üst sınıf insanları içerdiği için, işçi ve köleleri
içeren mezarlıklar uygarlığın geçmişine bakabilmek
için ayrı bir önem taşıyor.
Yapı, 20.03.2013
|
TURİSTLERE CAMİ ELBİSESİ TASARLANDI!
Tarihi
camileri ziyaret etmek isteyen yerli ve yabancı
turistlerden
kıyafeti uygun olmayanların kullanması için
farklı renklerde elbiseler tasarlandı. Ziyaret
sırasında erkek ya da kadın
turistlerin ücretsiz kullanabileceği
kıyafetler, İstanbul Büyükşehir Belediyesi
tarafından temizlenecek.
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nde 22 Ocak
tarihinde ''İstanbul Tarihi
Camileri Ziyaretçi Yönetimi'' konusunda ilgili
kurum ve kuruluşların katılımıyla çalıştay
düzenlendi. Bu çalıştayda ortaya çıkan öneriler,
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Destek Hizmetleri
Daire Başkanı Mevlüt Bulut, İstanbul Müftüsü Rahmi
Yaran,
Turist Rehberleri Birliği Başkanı Şerif Yenen'in
katıldığı üst toplantıda karara bağlandı.
TURİSTLER İÇİN ZİYARET SAAT 19:00'A KADAR
''İstanbul Tarihi
Camileri Ziyaretçi Yönetimi Kararları''na göre,
İstanbul'daki
turistik
camiler yaz aylarında 08.30-19.00, kışın da
08.30-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek.
En çok ziyaret edilen
camilerin başında gelen Sultanahmet ve
Eminönü'ndeki Yeni
Cami, cuma günleri öğleye kadar ziyarete kapalı
tutulacak. Her iki
cami de cuma namazı sonrasında kapılarını
ziyaretçilere açacak.
TURİSTLER FARKLI RENKLERDE 2 PARÇADAN OLUŞAN
ELBİSE GİYECEK
Kıyafeti
cami ziyaretine uygun olmayan
turistlerin giyeceği elbiseler de tasarlandı.
Cami girişlerinde büyük başörtülerinin yerini,
vücudu baştan ayağa örten
kıyafetler alacak. Başörtüsü ve elbiseden oluşan
iki parça halinde tasarlanan
kıyafet, 6-7 renkte ve sade olacak. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan
elbiselerin üzerinde herhangi bir yazı ya da desen
bulunmayacak.
Hazırlanan
kıyafetleri, başı, kolu ve dizi açık olan
kadınlarla atletli veya kısa şortlu erkekler
ücretsiz kullanabilecek. Kirlenen elbiseler İstanbul
Büyükşehir Belediyesi tarafından temizlenerek tekrar
kullanıma sunulacak.
Yeni
kıyafetlerin pilot uygulaması, en çok ziyaret
edilen Sultanahmet Camisi'nde yakın zamanda
başlayacak. İhtiyaç halinde diğer tarihi camilerde
de bu uygulamaya geçilecek.
REHBER EŞLİĞİNDE ZİYARET 10 DAKİKA
Ziyaretçi için önem arz eden yönlendirme ve
bilgilendirme levhaları, dil ve metin olarak yeniden
gözden geçirilecek, bütünsel yaklaşım içerisinde
değiştirilecek. Bu konuda Fatih Müftülüğü, Turist
Rehberleri Birliği ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi
ortak çalışma yürütecek.
Kalabalık günlerde cami içinde ziyaretçi yoğunluğunu
önlemek amacıyla rehberler ortalama 10 dakikada
turistleri bilgilendirecek. Ziyaretlerin sağlıklı
yapılabilmesi için bazı noktalara kamera sistemi
kurulacak.
Tarihi camilerde ayakkabı çıkarılan bölüm
genişletilecek. Cami içinde turistlerin ziyaret
etmelerine izin verilen yer, takriben bir metre
genişletilecek. Camide özel programlar (Kur'an
ziyafeti, mevlit) uygulandığı günlerde, cemaat
durumuna göre bu alan daraltılacak. Zaman zaman
şikayete konu olan ve yabancı ziyaretçiler yanında
cami cemaatini de rahatsız eden hanutçularla
mücadele için Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü'nden
destek istenecek.
Habertürk, 20.03.2013
|
İSTANBUL'A LALE MÜZESİ!
Bir devre adını veren,
doğu kültür ve mitolojilerinde özgün bir yere sahip
olan laleyi İstanbul'a yeniden kazandıran İstanbul
Büyükşehir Belediyesi, lale kültürünü gelecek
kuşaklara ulaştırabilmek amacıyla İstanbul Lale
Vakfı ile Emirgan Korusu'nda Lale Müzesi kurdu.
Laleyle ilgili çalışmalar yürütecek olan İstanbul
Lale Vakfı, ilk projesi ''Lalezar''ı akıllı telefon
kullanıcıları için hayata geçirdi. Uygulama
sayesinde akıllı telefon kullanıcıları, Emirgan
Korusu'ndaki barkodlu lalelerin bütün özelliklerine
ulaşılabilecek.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park Bahçe ve
Yeşil Alanlar Daire Başkanı Mehmet İhsan Şimşek,
''Dünyada başta Hollanda olmak üzere birçok ülkede
lale müzesi var ancak bu ülkelerin laleyle ilgili
geçmişi o kadar yok. Orta Asya'dan gelirken
getirdiğimiz at eğerlerinde, kaftanlarda,
kılıçlarda, ibriklerde ve duvar süslerinde lale var.
Biz daha çok kültür materyaline sahibiz. İşte bu
nedenle bu materyallerin toplanıp sergilenebileceği
müze oluşturma fikri doğdu'' dedi.
Tarihi at ahırları müzeye dönüştürüldü
Şimşek, Emirgan Korusu'nda Osmanlı dönemine ait
eski at ahırları olarak bilinen yerin restore
edilerek müzeye dönüştürüldüğünü belirtti. İçinde
iki sergi salonu bulunan müzenin bin 500
metrekarelik alandan oluştuğunu ifade eden Şimşek,
sergi salonlarından birinin, objeler tamamlandıktan
sonra müze olarak hizmet vereceğini, diğerinin de
sanatsal etkinliklerde kullanılacağını söyledi.

Müzede yer alacak objelerle ilgili yelpazeyi
geniş tuttuklarını anlatan Şimşek, ''Lale dikmeye
yarayan bir saban, lale ayıklama eleği, el yazması
tezhibin üzerindeki lale motifi, lale broşu, özel
kurutulmuş lale çiçeği... Laleyle alakalı
kitaplardan, baskılara kadar her şeyi bu müzede
barındırmak istiyoruz. Dünyadaki Lale Müzesi
örneklerinde bu objelerin hepsi bir arada var.
Hollanda'daki lale müzesinde, günümüze yakın döneme
ait objeler sergileniyor, bizim müzemizde çok daha
tarihsel ve manevi değeri fazla objeler yer
alacak.''
Yapı, 20.03.2013
|
 |
BİT PAZARINDAN ALDI SERVET SAHİBİ OLDU
Bir meraklının 3 dolara aldığı porselen kase yıllar sonra müzayedede 2 milyon 230 bin dolara alıcı buldu.
Amerikalı bir meraklının bit pazarından 3 dolar karşılığında aldığı Çin porseleni kase, müzayedede 2 milyon 230 bin dolara alıcı buldu. New York'ta 6 yıl önce bit pazarında gördüğü ve beğendiği kasenin bin yıllık eşsiz bir eser çıkmasıyla büyük şaşkınlık yaşayan Amerikalı, büyük bir servete kondu.
2007 yılından bu yana evinin oturma odasında şöminenin üstünü süsleyen kasenin özelliklerini merak eden ve araştırmaya başlayan New Yorklu, geçtiğimiz aylarda Çin sanat tarihi uzmanlarından porselenin değerini öğrenince soluğu müzayedecide aldı. Sotheby's Müzayede Evi'nin 200 bin - 300 bin dolar değer biçtiği, ince işçilik ürünü Çin porseleni kase, salı günü yapılan açık arttırmada 2 milyon 230 bin dolara satıldı.
12,5 santimetrelik beyaz renkteki porselenin, 960-1279 yılları arasında hüküm süren Kuzey Song Hanedanı döneminde yapıldığı belirtiliyor. Bu porselen kaseye benzeyen ve bilinen tek eser, yaklaşık 60 yıldır British Museum'da sergileniyor.
Sabah, 20.03.2013
|
ROMA DÖNEMİNE AİT
İKİ KÜPE ELE GEÇİRİLDİ
Çanakkale'nin Lapseki
İlçesi'ndeki tarihi eser
operasyonunda, Roma dönemine ait iki altın küpe ele
geçirildi.
Çardak beldesinde A.K'nin tarihi değeri olan
küpeleri satacağı yönündeki ihbarı değerlendiren
jandarma ekipleri, zanlıyı yakaladı. Zanlının
üzerinde Roma dönemine ait iki adet
altın küpe bulundu.
Gözaltına alınan A.K, mahkemece tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Küpelerin, Çanakkale Arkeoloji Müzesi'ne teslim
edileceği bildirildi.
Hürriyet, 20.03.2013
|
|
PAŞANIN KAYIP MEZARI
BULUNDU

Osmanlı paşalarından
olduğu söylenen Resul Paşa’nın mezarı 356 yıl sonra
Karasu İlçesi'ne bağlı Resuller Köyü’ndeki ormanlık
alanda bulundu.
Karasu Resuller Köyü
Muhtarı Ahmet Hocaoğlu, köyün en yaşlı insanlarıyla
görüşerek ve onların bilgi verdiği sahada orman
içinde çok eski bir mezarlık tespit ettiklerini
söyledi. Orman İşletme Müdürlüğü’nden izin
aldıklarını söyleyen Hocaoğlu, “Mezar yerini aradık
ve sonunda bulduk. Şimdi burayı temizledik ve mezarı
gün yüzüne çıkardık. Köy imamıyla birlikte mezar
taşlarını okumaya başladık. Bir taşı kırılmış mezar
bulduk. Taşları yapıştırdık ve tekrar mezar başına
diktik” dedi.
Mezar taşında ‘1657 yılında vefat eden Resul Paşa’
yazısını gördüklerini kaydeden Muhtar Hocaoğlu,
“Emin olmak için de Karasu Jandarma Komutanlığı’na
gittik. Onlar da bu mezarın kesin Resul Paşa’ya ait
olup olmadığını belirlemede bize yardımcı olacaklar.
Paşamıza köylü olarak güzel bir mezar yapacağız”
diye konuştu. Resuller Köyü eski mezarlığının 600
yıllık bir maziye sahip olup olduğu ve İpek Yolu
üzerinde bulunduğu belirtiliyor.
Yeni Sakarya, 20.03.2013
|
MYRLEİA ANTİK KENTİ İÇİN ÇADIRLI NÖBET
Bursa'nın
Mudanya İlçesi Demirhane mevkiinde bir süre önce
Myrleia antik kenti üzerinde yapıldığı öne sürülerek
inşaatı durdurulan alışveriş merkezi için Bursa
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
‘devam' kararı aldı. Bunun üzerine bir grup sivil
platform üyesi kurdukları çadırda nöbet tutmaya
başladı.
Antik kentin karşısında konuşlandıkları alanda basın
açıklaması yapan Mudanya Tarihine ve Geleceğine
Sahip Çıkanlar Platformu üyeleri, halkın bu konudaki
duyarsızlığından dem vurdu. Platform sözcüsü Levent
Kayak, ortaya çıkan antik kent ile ilgili tüm yasal
başvuru ve işlemlere karşın Bölge Koruma Kurulu'nun
kararı ile üzerine beton dökülerek yok edilmek
istendiğini iddia etti. Söz konusu AVM'nin yapımıyla
ekonomik olarak etkileneceklerin başında Mudanyalı
esnafların geleceğini öne süren Kayak,
"İşyerlerinin kapanmasına sebep olacak bu durumun
kaç kişiye kepenk indirtip işsiz bırakacağını bir
düşünelim. Oysa Efes antik kenti kadar önemli tarihi
bir şehir olan Mudanya merkezindeki Myrleia, gün
yüzüne çıkartıldığında ilçe halkının, esnafının
neler kazanacağını unutmayalım." dedi.
Mudanya'nın değerlerinin talan edilmesine sessiz
kalınmamasını isteyen Kayak,
"İlçemizin
tarihine ve geleceğine sahip çıkmak için sesimizi ve
gücümüzü birleştirelim. Birleştirelim ki, antik kent
dünyaya açılsın; Mudanya kazansın, Türkiye
kazansın." diye konuştu.
Açıklamaya alkışlarla destek veren platform üyeleri,
daha sonra çadır etrafında ateş yakarak ısındı.
Platformun çadırını, hafta boyunca Bursa Barosu,
Kent Konseyi, Tabip Odası ve Çağdaş Hukukçular
Derneği gibi çeşitli STK temsilcilerinin ziyaret
edeceği öğrenildi.
Bugün, 19.03.2013
|
YAPTIĞINIZ AVM'LERLE ÖVÜNÜRSÜNÜZ
"Bence; tarihi
Serkildoryan Binası ve içindeki Emek Sineması; eski
Beyoğlu'nun yıkılmayan birkaç kalesinden biri.
Özellikle Emek Sineması'nda herkesin bir anısı var.
Zaten her yer alışveriş merkezi! Bu tarihi sinemadan
ne istiyorsunuz? Bari burası kalsın geriye.
'Restorasyon yapıyoruz' diyorsunuz. Emek'i beşinci
kata taşımak mı restorasyon? Restorasyonun kelime
anlamı ne? Bir eseri olduğu yerde aslına uygun
yenilemek değil mi? Emek'i beş kat yukarıya taşırken
geriye ne kalacak?
Madem yukarı taşımak gibi çok zor bir projeyi hayata
geçireceksiniz, yukarı taşımadan da restorasyon
yapabilirsiniz. Hem maliyeti de az olur.
Evet, rant çok büyük; böyle bir şeyi hayatta
yapmazsınız! Tarihi yapıymış, kültürel mirasmış;
umrunuzda değil. Giriş kata kafeler, mağazalar
yapacaksınız."
EMEK YILGINLIĞI
Yukarıdaki satırlar, 2010 yılından beri
Emek Sineması hakkında yazdıklarımın bir özeti... Bu
konuda en az dört-beş kere yazdım herhalde. 'Emek
Sineması'nın yıkılması kültür soykırımıdır' başlığı
da attım.
Emek Sineması'nı yazmayan kalmadı, gösteriler
yapıldı, yapılmaya da devam ediyor ama dinleyen kim!
Bir yazar olarak geldiğim nokta şu: Artık Emek
Sineması ile ilgili yazamıyorum, epeydir de
yazmıyorum. Çünkü yazdıkça bir yazar olarak kendimi
değersiz hissediyorum.
Emek'le ilgili yazılarımın okunma oranlarına baktım;
okuyucunun ilgisi de her geçen gün daha da azalmış.
Hep böyle olmuyor mu? Türkiye'de ne zaman bir kültür
mirasının yıkılması gündeme gelse, medyada fırtına
kopuyor. Bu tepki sosyal medyada tsunamiye
dönüşüyor.
Ya sonra?
Fırtına melteme, tsunami de cılız dalgalara
dönüşüyor.
Türkiye'de, her sorunun konuşuldukça ve
eleştirildikçe etkisini kaybetmesi gibi ilginç bir
durum söz konusu.
TARİHİ YOK ETMEK
Çünkü karşı taraf uyutma taktiğinin kralını
uyguluyor. Herkes topu birbirine atıyor, kime
sorsanız "Haklısınız, üzücü bir durum; Emek
Sineması'na sahip çıkılmalı" diyor.
Ve sonra bir bakıyorsunuz ki, o tarihi eserlerin
üstünde devasa AVM'ler ya da oteller yükseliyor.
Yurt dışına çıktığınızda, mesela Venedik'te ya da
Paris'te yürüdüğünüzde; kendinizi 18'inci ve 19'uncu
yüzyıldan kalma canlı bir müzede yürüyor gibi
hissedersiniz.
İstanbul'un tarihi dokusunu koruyan tek bir sokak
gösterin bana!
Londra'da, Paris'te 100-150 yıllık kafeler var,
bizde ise tarihi mekanlar hep talan edildi.
Yazık, çok yazık! Gelecek nesillere bıraktığınız
AVM'lerle övünürsünüz artık!
Sabah, Yazı: Mevlüt Tezer, 18.03.2013
|
OSMANLI MİLLETLER MÜZESİ
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik,
asırlarca çeşitli milletleri bir arada barış
içinde yaşatan Osmanlı’yı anlamak için Osmanlı
Milletler Müzesi açacaklarını söyledi. Çelik,
1915 olaylarıyla ilgili de İstanbul, İzmir ve
Ankara’ya anıt dikeceklerini belirtti.
FARKLI İNANÇ VE ETNİK KÖKENLERİN BİRLİKTE YAŞADIĞI MEDENİYET
YENİDEN BULUŞUYOR
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Osmanlı
Milletler Müzesi kurulması yönünde çalışma
yaptıklarını belirterek, “Müze Osmanlı
İmparatorluğu’nda değişik etnik gruplara mensup
tebaanın barış ve huzur içinde bir arada
yaşadığını gösterecek” dedi. Çelik, İstanbul,
İzmir ve Ankara’ya Ermeni katliamlarını anlatan
anıt yapılacağını bunun için proje yarışması
düzenleneceğini kaydetti. Kültür ve Turizem
Bakanı Ömer Çelik, 1915 asılsız soykırım
iddiaları konusunda yapılan çalışmalar hakkında
şu bilgileri verdi:
Araştırmalara ödül
Yurtdışında Türkoloji alanında çalışma yapan
başarılı öğrencelere yönelik Türkiye’nin
tanıtımı ve 1915 olaylarına ilişkin görüşlerin
aktarılmasını sağlayan proje kapsamında ABD,
Almanya, Bulgaristan, Hollanda, İngiltere,
Fransa, Kanada, Rusya Federasyonu, İspanya,
Norveç, İsveç, Cezayir, Lübnan, Endonezya,
Malezya, İrlanda, Belçika, Çin Halk
Cumhuriyeti’nden öğrenciler Türkiye’de
ağırlanmaktadır.
Birlikte yaşama kanıtı
Müzenin kurulmasıyla Osmanlı
İmparatorluğu’nda değişik etnik gruplara mensup
tebaanın barış ve huzur içinde bir arada
yaşadığının ön plana çıkarılması sağlanacak. Bu
konuda yer tahsisi henüz mümkün olmadı. Müze
için Yıldız Sarayı Silahhane binası, Sultan
Ahmet Meydanı’nda Tapu ve Kadastro Müdürlüğü
Binası, İbrahim Paşa Sarayı’nın Avlusu gündeme
geldi.
Toplu Mezar kazıları
Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermeni çeteler
tarafından Türk köylerine yönelik
gerçekleştirilen katliamların ortaya çıkarılması
için toplu mezar kazı çalışmalarının Türk Tarih
Kurumu, YÖK ve üniversiteler tarafından
gerçekleştirilmesi planlandı. Erzurum Tepeköy,
Kars Arpaçay, Bitlis Merkez Saray, Giresun
Görele, Ardahan Halil Efendi Mahallesi, Iğdır
Kadıkışla Köyü, Van Gevaş Yanıkçay Köyü’ndeki
kazı çalışmaları yapılarak proje tamamlandı.
Ermeni anıtı yapılacak
Ankara, İstanbul ve İzmir Valiliği Büyükşehir
Belediye Başkanlıklarının işbirliğiyle Birinci
Dünya Savaşı’nda şehit edilenler ve Ermeni
teröristlerce şehit edilen Dışişleri Bakanlığı
mensupları anısına yönelik anıt yapılması
planlanıyor. Ankara Kızılay, Zafer Çarşısı
karşısında bulunan Zafer Meydanı’nda, İzmir
Bayraklı İlçesinde denizden doldurularak
kazanılan alanda, İstanbul Şişli Maçka Demokrasi
Parkı’nda anıt yapılacak. Bunun için proje
yarışmasına çıkılacak.
BİRLİKTE YAŞAMANIN TEMELİ: SAYGI
Osmanlı yönetim anlayışı içinde farklı
unsurların her birine ‘millet’ dendiği gibi
oluşturulan sisteme de ‘millet sistemi’ adı
verilmiştir. Osmanlı millet sisteminin en temel
özelliği; farklı inançlara sahip insanlara,
kendi inançlarının ve hatta hukuklarının
gerektirdiği şekilde yaşama imkanı tanımasıydı.
Dolayısıyla Osmanlı idaresi altındaki her millet
başlarındaki patrik, hahambaşı ve metropolitleri
ile kendi dini ve sosyal işlerinde hür ve muhtar
bir şekilde yaşamıştır. Neticede Osmanlı,
çok-dinli, çok-uluslu ve çok sayıda farklı
kültürün birbirleriyle yan yana yaşadıkları bir
toplum yapısına sahipti.
Star, Haber: Nevin Bilgin 18.03.2013
|

|
ÖĞRENCİSİNİN SANILIYORDU REMBRANDT'IN ÇIKTI
İngiltere’de 2010 yılında Ulusal Hazine’ye bağışlanan ve Rembrandt’ın öğrencilerinden birine ait olduğu sanılan Rembrandt portresinin, Hollandalı ressamın kendini resmettiği orijinal tablosu olduğu ortaya çıktı.
Dünyanın önde gelen Rembrandt uzmanlarından olan Ernst van de Wetering, sanatçının 1635 yılında, 29 yaşındayken portreyi tamamladığını açıkladı. Geçmişte Liechtenstein Prensi’ne ait olan tabloya 20 milyon sterlin (55.2 milyon TL) değer biçildi; ancak satılmayacağı, Ulusal Hazine’ye ait olan eski bir manastırda sergileneceği açıklandı.
Habertürk, 19.03.2013
|
'TARİHE SAYGI' İÇİN ÇALIŞMALARA DEVAM

OPET,
Gelibolu Yarımadası’nı çağdaş bir görünüme
kavuşturmak amacıyla başlattığı “Tarihe Saygı
Projesi”nin yedinci yılında çalışmalarına hız
kesmeden devam ediyor. Projenin önemli bir parçası
olan “Tarihe Saygı Parkı” açılışından bu yana üçüncü
kez yenilendi. “Tarihe Saygı Parkı”,
Çanakkale Valisi Güngör Azim Tuna, Eceabat
Kaymakamı Mehmet Akçay, Eceabat Belediye Başkanı
Kemal Dokuz ve OPET Genel Müdürü Cüneyt Ağca’nın
katıldığı törenle yeniden ziyaretçilerin hizmetine
açıldı.
“Tarihe Saygı Parkı”, 2500 metrekarelik bir alanda,
bölgeyi ziyaret eden turistlerin ilk durağı olarak
açık hava müzesi niteliği de taşıyor. Çanakkale
Savaşı’nın tüm detaylarını gösterecek şekilde
donatılan parkta bu yıl gerçekleştirilen yenileme
çalışmaları kapsamında
Atatürk ’ün anılarında bahsettiği “Bomba Sırtı
Vakası” bire bir boyutlarda 40 heykel figürüyle
canlandırıldı. Anzak ve Türk askerlerine ait
figürlerin 22 metre uzunluğundaki temsili siperlere
yerleştirilmesiyle oluşturulan kompozisyon yaklaşık
9 ayda tamamlandı. Parkta yer alan 1/1000 ölçeğinde
ve 30 m. Uzunluğundaki yarımada maketi de
yenilenerek, şehitliklere ve anıtlara gidilecek
yolları ve savaşların yaşandığı alanların birbiri
ile bağlantısını kuşbakışı gösterir hale getirildi.
Törende konuşan Çanakkale Valisi Güngör Azim Tuna
şöyle konuştu: “Opet A.Ş. tarafından Tarihe Saygı
Projesi kapsamında yenilenen Tarihe Saygı Parkı,
bölgeye gelen ziyaretçilerin bilgilendirilmesi için
oldukça önemlidir. Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk
askerinin karakterini göstermesi bakımından çok
önemli olarak anılarında bahsettiği Bombasırtı
Vakası anektodunun heykellerle canlandırılmasının,
bölgeye gelen ziyaretçilerimizi derinden
etkileyeceğini düşünüyorum.”
Tarihe Saygı Parkı’nın, yenileme çalışmalarını
tamamlamaktan mutluluk duyduklarını belirten OPET
Genel Müdürü Cüneyt Ağca ise şunları söyledi:
“Cumhuriyet tarihinin dönüm noktası olan Çanakkale
Savaşı’nı gözler önüne seren Tarihe Saygı Parkı,
Çanakkale Şehitleri anısına bölgeye bir armağanımız
oldu. Tarihe Saygı Parkı, Çanakkale’nin gururlu
geçmişini bugüne taşıyor ve bölgenin bütünsel bir
simgesi olarak, bir anlamda açık hava müzesi
niteliği taşıyor.”
PARKTA NELER VAR?
İlk kez 17 Mart 2008 tarihinde ziyaretçilere açılan
ve üç bölümden oluşan park, denizden ve karadan
kolaylıkla görülebilecek bir mevkide bulunuyor.
Bölgeye gelen ziyaretçiler için rehberlik görevi
üstlenen parkta; Gelibolu Milli Parkı’nın dev
maketi, “Bomba Sırtı Vakası” mizanseni, Çanakkale
Savaşına katılan 8 komutanın büstü ve heykeltıraş
Tankut Öktem tarafından projelendirilen 12 metre
yüksekliğindeki Tarihe Saygı Anıt Heykeli yer
alıyor.
YENİLEME ÇALIŞMALARI KAPSAMINDA NELER
YAPILDI?
• Dokuz ay süren Tarihe Saygı Parkı’nın yenilenme
çalışmaları kapsamında, Marmara Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Nurettin Bektaş tarafından ‘Bomba Sırtı
Vakası’nı canlandıran heykel çalışması yapıldı.
Gerçek boyutlarıyla, deniz tarafı Anzak, kara tarafı
Türk olmak üzere siperler düzenlendi. Siperlerin
içlerine gerçeğine uygun mühimmat, teçhizat ve
dokümanlar ile gerçek boyutlarda yirmişer asker
heykeli yerleştirildi.
• Siper araları, yarımada florasına göre
bitkilendirildi. Alanın çevresine cam duvarlar
yapıldı ve ‘Bomba Sırtı Vakası’nı anlatan bir yazı
bu duvarlara yerleştirildi. Diğer tüm bilgiler de
cam panolara kumlama yöntemiyle yazıldı.
• Parkta yer alan Tarihe Saygı Heykeli’nin dört bir
yanına heykeli anlatan kitabeler konuldu.
• Parkın tüm yer, duvar, döşeme, ahşap, cam gibi
malzemelerinin bakım ve onarımları gerçekleştirildi.
• Mevcut harita- maket üzerinde bakım çalışmaları
yapıldı. Maketin yüzeyi tamamen soyularak, yeniden
astar çekilerek, boyandı. Zeminin kara ve denizi
simgeleyen bölümleri boyandı ve tüm alana uyarı
levhaları eklendi.
• Parkın genelinde kapsamlı bir peyzaj çalışması
yapıldı.
TARİHE SAYGI PROJESİ
Tarihe Saygı Projesi ile 2006 yılından bu yana
Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı sınırları
içinde büyük bir değişim gerçekleşti. Proje;
Eceabat’a bağlı köyleri ziyaret eden yerli-yabancı
turistin bölgeyi sorunsuz olarak gezmelerini
sağlayacak fiziki ve sosyal çalışmaları içeriyor.
Çanakkale Savaşı’nın geçtiği bölgede yer alan
Alçıtepe, Seddülbahir, Bigalı, Kilitbahir, Kocadere,
Behramlı, Büyükanafarta ve Küçükanafarta köyleri ile
Eceabat İlçesinin rehabilitasyonu tamamlanarak, yeni
bir çehreye kavuşmaları sağlandı. Yenileme
çalışmaları kapsamında çağdaş bir görünüme kavuşan
köy meydanları, müzeler, modern tuvaletler,
yenilenen satış reyonları, bölge turizmini
canlandırarak, köy muhtarlıklarının gelirlerini de
artırdı. Yılda iki buçuk milyon ziyaretçinin gezdiği
bölgede, ziyaretçilere hizmet veren çalışanlar için
Eceabat Halk Eğitim Müdürlüğü işbirliği ile
eğitimler verildi. İngilizce, pansiyonculuk,
temizlik ve hijyen konularında verilen bu kurslar
bugün de devam etmektedir.Projenin uygulandığı
köyler ile Eceabat’taki tüm evlerin dış cepheleri
boyanarak temiz bir görünüme kavuşmaları sağlandı.
Bölgeyi ziyaret eden öğrencilerin konaklamasına
imkan verecek olan Gençlik Merkezi binasının da
yenilenerek hizmete girmesi sağlandı.
Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parklar Müdürlüğü
işbirliğinde uygulamaya konulan 57. Alay Şehitliği
Yenileme Projesi ile Şehitlik, Çanakkale Savaşı’nda
kahramanca canlarını veren şehitlerimize yakışır bir
düzenlemeyle tarihe tekrar kazandırıldı. Proje
kapsamında 2012 yılında Eceabat’ta işlevselliğini
yitiren ilköğretim okulunun yerine, yeni ve modern
bir ortaokul inşa edilerek, eğitim ve öğretim
hayatına kazandırıldı. 16 derslikten oluşan “OPET
Tarihe Saygı Ortaokulu” depreme dayanıklı bir
biçimde inşa edildi.Ağustos ayında Çanakkale Savaşı
tarihinde önemli bir yeri olan ve Gelibolu
Yarımadası’nın en büyük iki hastane şehitliğinden
biri olan Akbaş Şehitliği’nin yenileme çalışmaları
tamamlanarak ziyarete açılacak. Öte yandan Yalova
Zabitan Şehitliği ve Madam Erica Mezarlığı’nda da
yenileme çalışmaları devam ediyor.
Radikal, 18.03.2013
|
İSTANBUL'A SU GELSİN DİYE ATA MEZARLARINI TAŞIYORLAR

İstanbul 'un içme suyu ihtiyacını karşılaması
planlanan Melen Projesi nedeniyle su altında kalacak
olan Kocaeli’nin Ortaköy beldesi sakinleri, başka
bölgelere taşınmaya hazırlanırken, yakınlarının
mezarlarını da başka bölgelere naklediyor.
Kocaali İlçesi'ne bağlı beldede yaşayan vatandaşlar,
bölgenin su altında kalacak olması nedeniyle taşınma
telaşına düştü. Cumhuriyet tarihinin en büyük içme
suyu temin çalışmasından biri olan Melen Projesi
kapsamında belde merkezi ile Köyyeri, Beyler ve
Karalar köyleri, iki yıl içinde su altında kalacak.
Hayatını kaybeden yakınlarının hatırasına sahip
çıkmak isteyen belde sakinleri, mezarları da başka
bölgelere naklediyor. Belde ve köylerdeki bazı
mezarlar yerinden çıkarılıp taşındı, diğerleri de
nakledilmeyi bekliyor.
Ortaköy Belediye Başkanı Cemal Angın, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, yeni yerleşim bölgesi
bulduklarını ve belde olarak topluca taşınacaklarını
söyledi.
Angın, proje nedeniyle 10 bin kişinin göç etmek
durumunda kaldığını vurgulayarak, "İnsanlarımız,
artık taşınıyor. Devletimiz maddi desteğini veriyor
tabi ancak manevi boyutu da önemli bu işin" dedi.
Beldenin iki yıl içinde tamamen su altında
kalacağına işaret eden Angın, ilçeye bağlı Caferiye
mevkisinde yeni bir belde kurmak istediklerini
anlattı.
"Şu an için bazı vatandaşlarımız mezarlarını alıp
götürdü" diyen Angın, "Ben de alacağım zaten. Şu
anda dedemin, amcalarımın ve babamın mezarları
orada. Sular altında kalmaması için mezarları başka
alanlara taşıyacağım. Yakınlarımın mezarlarının
sular altında kalmasından vicdanım rahatsız. O
nedenle herkes mezarlarını çıkaracak" ifadelerini
kullandı.
Belde sakinlerinden Yunus Kuş ise bölge su altında
kalacağı için vatandaşların cenazelerini 3 yıldır
başka mezarlıklara gömdüğünü aktardı.
Yakın zamanda taşınacaklarına dikkati çeken Kuş,
"Babamın mezarını buradan götürmem gerekiyor. Su
altında kalmasına müsaade edemem. Taşınmak için
ölülerimizi bile rahatsız edeceğiz. Babamın
mezarının yanındaki mezarlar taşındı zaten. Ben de
yakın zamanda taşıyacağım" diye konuştu.
Kuş, bazı komşularının mezarlarla taşındığına işaret
ederek, "Aile büyüklerimi 18 yıl önce torağa gömdük.
Şimdi yerinden çıkarıp başka yerlere gömeceğim.
Beldemiz sular altında kalacağı için 3 yıldır cenaze
gömülmüyor. Gömen yok ama varsa da alıp götürecek.
Çünkü sular altında kalmasını istemez kimse"
şeklinde konuştu.
Hamza Birke de başka bir bölgede yaşamanın
zorluklarını çekeceğini söyledi.
Belde sakinlerinin taşınmaktan dolayı üzgün olduğunu
vurgulayan Birke, şunları söyledi:
"Burada doğdum, büyüdüm, tüm geçmişim burada yani.
Böyle bir köyden gitmek çok kötü. Başka bir köye
taşınacağız artık. Düzenimiz toplum olarak bozulacak
tabii. Aile büyüklerimin çoğunu kaybettim. Hepsinin
mezarı da burada. Taşınacağımız zaman evimle
birlikte cenazelerimi de götüreceğim. İnsanları en
çok üzen şey de bu zaten. Çünkü eski acılarımızı
yeniden yaşayacağız."
Radikal, 18.03.2013
|
TARİHİ BİNALARI KUNDAKLADILAR
Bursa’da 3 bin 200 konutlu Doğanbey Kentsel Dönüşüm Projesi'ndeki tarihi binalar ve camilere el atılmayınca terk edilen binalar yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
Tarihi binalardan birisinde üç ayrı noktada çıkan yangın itfaiye ekibi tarafından söndürülürken, dönüşüm projesinde birisi yıkık durumdaki iki tarihi cami restore edileceği günü bekliyor. Alınan bilgiye göre, öğle saatlerinde merkez Osmangazi İlçesi Doğanbey Mahallesi’ndeki terk edilen tarihi binada üç ayrı noktada yangın çıktı. İlk müdahaleyi vatandaşlar yaptı. Kısa sürede olay yerine gelen itfaiye ekibi yangını söndürdü.
Doğanbey Mahallesi’nde sivil mimarlık örneği olan tarihi binaların ilgisiz kalmasına tepki gösteren vatandaşlar, yerel yöneticilerin bu binalara sahip çıkmasını istediler.
Yapı, 18.03.2013
|

|
İŞ MAKİNELERİ İLE OSMANLI ESERLERİ KATLİAMI

Suudi Arabistan’ın Mekke’deki İslam’ın en kutsal
alanlarından olan ve Kabe’yi de içeren Mescid-i
Haram camisinde gerçekleştirdiği milyar dolarlık
genişleme projesinin bölgedeki tarihi yok ettiği
iddia ediliyor. İngiltere merkezli Independent
gazetesinin ele geçirdiği fotoğraflara göre, iş
makineleri Osmanlı ve Abbasi devletlerine ait önemli
tarihi eserlerin bulunduğu alanı tahrip ediyor.
Yüzlerce yıl öncesinin ve caminin en eski parçaları
olan sütunların yok edildiğini gözler önüne seren bu
yeni fotoğraflar, arkeologları telaşlandırıyor. Yok
olan sütunların üzerinde Arapça kaligrafi sanatıyla
yazılmış, Hz. Muhammed’in hayatına dair dönem
noktalarını ve yoldaşlarının isimlerini içeren
ifadeler yer alıyor.

Mekke ve Medine’ye her yıl gelen milyonlarca
ziyaretçiyi ağırlayabilmek için Mescid-i Haram ve
Medine’deki Mescid-i Nebevi’nin milyonlarca dolar
harcanarak genişletilmesini içeren proje, ülkenin
arkeolojik, tarihsel ve kültürel mirasına saygı
göstermediği gerekçesiyle eleştiriliyor.
Yeni fotoğrafları yorumlayan İslami Miras
Araştırma Merkezi Müdürü Dr. İrfan El Elevi, gelecek
Müslüman kuşaklarının geçmişinden koparak
büyüyeceğine işaret ederek “Bu çok önemli çünkü bu
sütunların bazıları Hz. Muhammed’in oturduğu ve dua
ettiği yerler” diyor. Proje değişmezse Hz.
Muhammed’in doğduğu evin bulunduğu bölge de yok olma
tehlikesiyle karşı karşıya.
Yapı, 18.03.2013
|

|
'SOYUT KOMPOZİSYON'A
1 MİLYON 100 BİN TL
3'üncü Beyaz Müzayede, dün The Sofa Hotel Nişantaşı'nda gerçekleşti. Türk çağdaş ve modern sanatının başyapıtlarının satışa sunulduğu müzayedede Burhan Doğançay, Nejad Melih Devrim, Alaettin Aksoy, Mehmet Güleryüz, Taner Ceylan gibi ustaların önemli eserleri görücüye çıktı.
Nejad Melih Devrim'in 1955'te tuval üzerine yağlı boya ile resmettiği "Soyut Kompozisyon" adlı tablo 1 milyon yüzbin liraya satıldı.
Beşyüz bin TL'den açık artırmaya sunulan eser telefonla ismi açıklanmayan bir sanatsevere satıldı. 197x96 cm ebatlarındaki tablo rengin coşkusunu ön plana çıkarmasıyla dikkatleri çekiyor.
Ömer Uluç'un "Dört Ayak Üstünde Kadın - Sallantıda Erkekler" adlı tuval üzerine akrilik çalışması 450 bin TL'ye satılırken Taner Ceylan'ın "Self Portrait As Cindrella" adlı nü tablosu ise 330 bin TL'ye alıcı buldu.
Akşam, 18.03.2013
|
ASIRLIK OKUL ONARIM BEKLİYOR

Neredeyse her gün,
bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle kendiliğinden
yıkılan ya da yanan, kül olan tarihi bir bina haberi
duyuyoruz. Bazen bürokratik engeller, bazen
duyarsızlık nedeniyle kimsenin yüzüne bile bakmadığı
bu binalarla birlikte bir tarih de yok oluyor ne
yazık ki... Çoğunlukla da göz göre göre yaşanıyor bu
vakalar. Tehlikenin farkında olan vatandaşın ya da
kurumların onca uyarısına, onca ikazına rağmen...
Bu girizgahtan anlaşılacağı üzere, bugün yine bir
tarihi binayı taşıyorum manşete... Aslında asırlık
bir binayla ilgili endişeleri desem daha doğru
olacak. Zira söz konusu bina, tam 133 yaşında ve
kelimenin tam anlamıyla bakımsızlıktan dökülüyor.
Üstelik burası bir okul binası.
Sarıyer
Vehbi
Koç Otelcilik ve Turizm
Meslek
Lisesi’ne devredilen ek binadan söz ediyorum.
Lisenin bahçesinde bulunan, 1880 yapımı tarihi bina,
kısa bir süre öncesine kadar öğretmenevi olarak
kullanılıyordu. Fakat bu eğitim öğretim yılının
başında
Vehbi
Koç
Lisesi’nin turizm
lisesine dönüştürülmesiyle birlikte okula
devredildi. Tarihi bina, uygulama oteli olarak
kullanılacak. Yani turizm
lisesi öğrencileri burada staj yapacak.
Gelin görün ki fotoğrafta da görüldüğü üzere bina
harap durumda. Okulun ciddi bir tadilata ihtiyacı
var. Okul yönetimi, binanın geçtiğimiz aylarda yanan
İl Milli Eğitim Müdürlüğü binası ile Galatasaray
Üniversitesi’yle aynı akıbete uğramasından endişe
ediyor. Okul müdürü Maksut Balmuk, “Tarihi bina
okulumuza tahsis edildi. Bundan memnunuz fakat
binayı faaliyete sokabilmek için tadilat gerekiyor.
Böylece bir tarihi eseri daha kurtarmış ve eğitime
kazandırmış olacağız” diyor...
Habertürk, Haber: Esra Boğazlıyan, 18.03.2013
|
METRO MU, MÜZE Mİ?

Selanik’teki metro inşaatında bulunan hazine
tartışma yarattı... İnşaatı finanse eden grup,
hazinenin kaldırılmasını isterken arkeologlar ise
kalıntıları bir müzeyle birleştirmek istiyor.
Yunanistan’ın Selanik kentindeki metro inşaatı
çalışmasında,
İstanbul’dakini hatırlatan bir arkeolojik keşif
yaşandı. Metro için yapılan kazılar sırasında
akademik çevrelerde “Bizans
Pompei’si” olarak adlandırılan eşsiz kalıntılar
bulundu.
Modern Selanik’in ticari merkezinin altına düşen
inşaat alanında antik dönemde de bir ticaret merkezi
olduğu görüldü. 4’üncü yüzyıldan kalma mermer kaplı
bir yolun her iki yanında dizili dükkanların,
atölyelerin ve kamusal mekanların kalıntılarına
rastlandı.
İnşaattaki aksama, derin bir ekonomik krizden geçen
ülkenin ikinci büyük şehrinde tarafları ikiye böldü.
BBC, metro inşaatını finanse eden grubun,
kalıntıları kısa bir süre içinde kazı mahallinden
kaldırıp tekrar inşaata devam etmek için baskı
yaptığını duyurdu. Arkeologlar ise yerin 6 metre
altında karşılaştıkları kalıntıları “rüyalarında
görseler inanmayacakları kadar etkileyici” diye
niteliyor.
Yeni
proje tartışması
Selanik belediyesi yetkilileri ve arkeologlar, metro
istasyonunun bir yeraltı müzesi ile birleştirildiği
yeni bir projenin geliştirilmesi gerektiğini
söylüyor. Böyle bir müzenin çok sayıda turist
çekeceğine şüphe
olmasa da metro inşaatından sorumlu Attic Metro
SA şirketine bağlı mühendisler, müze ve istasyonun
bir arada mümkün olmadığı konusunda ısrar ediyor.
Harabelerin müzeye dönüştürülmesi durumunda, merkezi
metro istasyonundan
vazgeçmek gerekeceğini söyleyen şirket, bunun
toplam 3 buçuk milyar euro’ya malolan metro
projesini tümden tehlikeye atabileceğini belirtti.
Milliyet, 18.03.2013
|
2 BİN BAŞYAPITI 'HALKA AÇACAK' MÜZE 2015'TE
İlklere imza atan işkadını, 'tarz sahibi' moda
tutkunu, sanata değer veren bir idealist... Demet
Sabancı Çetindoğan, eşiyle hayata geçireceği müze
projesinin heyecanını yaşıyor. Ünlü mimar Zaha
Hadid'in de hünerlerini sergileyeceği yapıda,
200'den fazla ressamın 2 bin eseri yer alacak.
Türkiye'nin en önde gelen işkadınlarından biri
olan DemSa Group'un sahibi Demet Sabancı
Çetindoğan... Başarılı işkadını, eşi Cengiz
Çetindoğan'la ortak olduğu ve bünyesinde birçok
uluslararası markayı bulunduran şirketinden, aile
hayatına, modaya, eşiyle kuracakları müzeye kadar
sorularımızı yanıtladı. İşte Çetindoğan'la geçen yıl
satın aldığı Pera Palas Otel'deki renkli
sohbetimizden satır başları..
- Eşinizle iş dünyasında başarılı bir
işbirliğiniz var...
Eşim perakende, inşaat ve müze işiyle ilgileniyor.
Ben de sağlık ve medyayla ilgiliyim. Günlük işlerde
birbirimize müdahale etmeyiz. Ama prensipler ve
önemli konular içinfikir alışverişinde bulunuruz.
- Eşinizle birlikte sanat eserlerine
duyduğunuz ilgiyi müzeleştirerek halkla paylaşmak
istediğiniz biliniyor. Süreç nasıl İlerliyor?
Müzemizi bir aksilik çıkmazsa 2015 sonunda Haliç'te
açacağız. Koleksiyonda, 19. yüzyılın ikinci
yarısından bugüne uzanan süreçte oluşturulmuş
dönemleri belirleyen başyapıtlar yer alacak. 200'ün
üzerinde sanatçı, 2 binden fazla kalıcı resim, 400
adetlik Osmanlı hat, ferman, hilye-i şerif, Kur'an-ı
Kerim koleksiyonu bulunacak. Mimari oluşumda da
Pritzker ödüllü mimar Zaha Hadid'le çalışıyoruz.
- İlgi duyduğunuz ressamlar kimler?
Osmanlı tarihinde en çok hangi eserleri
beğeniyorsunuz?
Türk hat sanatında ekol oluşturmuş Yakut Mustasimi,
Şeyh Hamdullah, Hafız Osman, Mahmud Celaleddin,
Mehmet Şevki gibi isimler özel bir yere sahip.
Ayrıca 19. yy'ın ikinci yarısından bugüne uzanan
Osman Hamdi portrelerinden İbrahim Çallı'nın figürlü
peyzajlarına kadar birçok eserden etkileniyorum.
Akşam (Kısaltarak), Haber: Orkun Bulut,
18.03.2013
|
'PONTUS HAZİNESİ'NDEN KALAN

Defineciler, Kastamonu’da 18 Mayıs 2012’de
Anadolu tarihi için çok önemli bir ‘keşif’
yaptı. MÖ 120 – MÖ 63 arasında 57 yıl hüküm
süren Pontus Kralı Mithridat’ın bir komutanına ait
olduğu tahmin edilen mezar, defineciler tarafından
bulundu. Mezara gizlice giren defineciler buldukları
her şeyi götürdü. Yağmadan geriye definecilerin
çaldığı tarihi eserlerin fotoğrafları kaldı.
Defineciler Ağlı İlçesi'ndeki mezar odasına
girdiklerinde saatler gece yarısını geçmişti.
Karşılaştıkları manzara tek kelimeyle muhteşemdi.
Pontus Kralı Mithridat’ın bir komutanına ait olduğu
tahmin edilen taş sanduka sapasağlamdı. İçinde,
koşum takımlarından, 2000 yıl önce bir sefere
giderken veya seferden dönerken ölen ve bir komutana
ait olduğu sanılan askerin iskeleti vardı. Pontus
Kralı Mithridat’ın komutanının iskeletinin yanında
çok sayıda paha biçilemeyen arkeolojik eser de
görülüyordu. Defineciler önce hiçbir şeye dokunmadan
fotoğraf çektiler. Fotoğrafları çektikten sonra
iskelet dahil ne buldularsa aldılar.
Tarih kaçakçıların avucunda
Çaldıkları tarihi eserleri pazarlamanın yollarını
arayan defineciler 4 Haziran 2012’de saat
11.35-11.37 arasında cam ve pişmiş topraktan
yapılmış çömlek ve şişeleri bu defa gazetelerin
üzerine koyarak fotoğrafını çektiler. Fotoğraflarda
eserlerin yanında bir tartı aleti dikkat çekiyor.
Bazı fotoğraflarda ise yine gazete kağıdı üzerine
‘serilmiş’ altından diadem (taç) parçaları ile yine
altından ve değerli taşlardan yapılmış süs eşyaları
görülüyor. Bir başka fotoğrafta ise defineci veya
kaçakçı olduğu tahmin edilen bir kişinin elinde
altın ve değerli taşlarla yapılmış bir yüzük ile
yine altından süs eşyaları bulunuyor.
Bakanlık fotoğrafla arıyor
Küre Savcılığı’na bir ihbar sonucu tarihi soygundan
devletin haberi oldu. Şüphelilerin birinin
bilgisayarından fotoğraflara ulaşıldı, ancak eserler
bulunamadı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri soyulan
mezarın içinden definecilerin gözünden kaçan birkaç
parça eser ile definecilerin sökmeye fırsat
bulamadıkları bir duvar resmini ele geçirilebildi.
Bakanlık, Interpol aracılığıyla, Anadolu tarihi için
büyük önem taşıyan eserlerin peşinde. Bakanlığa göre
eserlerin bulunması ‘an meselesi’.
Radikal, Haber: Tarık Işık, 18.03.2013
|
İLK KUŞLAR 4 KANATLIYMIŞ
Bundan 120 milyon yıl önce kuşların, şimdiki
kanatlarına ek olarak iki de yardımcı kanatlarının
olduğu iddia edildi.
Çin resmi haber ajansı Xinhua'nın bildirdiğine göre, Çin'in Shandong eyaletinde bulunan Linyi Üniversitesi'nden Prof.Dr. Xing Xu, 11 kuş fosili üzerinde yaptıkları incelemenin ardından kuşların atalarının dört kanatlı olduğu sonucuna ulaştıklarını söyledi.
Shandong Tianyu Tabiat Müzesi'nde de çalışmalar yapan Prof.Dr. Xu, "İncelememiz bize, evrim sürecinde arka kanatların yok olduğunu ve geriye yalnızca tüylerin kaldığını gösterdi" ifadelerini kullandı.
Sabah, 18.03.2013
|
|
TARSUS'TA BULUNAN DOĞAL
MAĞARA TURİZME ÖNEMLİ KATKI SAĞLAYACAK
Tarsus'a bağlı Sağlıklı
Köyü sınırları içerisinde, taş ocaklarının bulunduğu
sahada, traverten oluşumu devam eden doğal mağara
bulundu.
Kaymakam Orhan Şefik Güldibi,
Jandarma Komutanı binbaşı Bahadır Ersoy, Müze Müdürü
Mehmet Çavuş ve bazı arkeologla birlikte Tarsus'a
yaklaşık 18 kilometre mesafede bir mağaranın
varlığının bildirilmesi üzerine mağarada
incelemelerde bulundu.
Mağaranın, Sağlıklı Köyünde
olmasından dolayı mağaraya ''Sağlıklı Mağarası'' adı
verildiğini belirten Güldibi, söz konusu mağaranın
mevcut taş ocakları sahası içinde olduğunu, yaklaşık
2 metre genişliğinde, bir metre yüksekliğinde olan
ağız kısmından içeri girildiğinde yaklaşık 40–50
metre kare uzunluğunda uzun bir koridordan
ilerlenerek galerilere ulaşıldığını, tahminen
200–250 metrekarelik alanda yapılan incelemelerde,
galerilerin geçitlerle birbirine bağlandığı,
yüksekliğinin 10 metreye kadar çıktığını söyledi.
Galerilerde çok sayıda sarkıt, dikit
ve duvar travertenleri ile damlataşların bulunduğunu
tespit ettiklerini ifade eden Güldibi, doğal bir
oluşum olan bu mağarada hiçbir canlıya ve canlı
kalıntısına rastlanılmadığını belirterek, sözlerini
şöyle sürdürdü:''Sağlıklı mağarası, traverten
birikimi açısından son derece zengindir.
Galerileri oluşturan traverten
sütunlar geniş yer tutmaktadır. Ayrıca yan duvarlar
perde travertenlerle süslüdür. Mağarada yer yer
sarkıtlarda su akıntısı ve yerde küçük tatlı su
göletleri bulunmaktadır.
Mağaradaki traverten oluşumu devam
etmektedir. Jeolojik zaman dilimleri içerisinde
oluşan söz konusu mağara Sağlıklı Köyü'ndeki tarihi
ipek yolun yanındaki tarihi Roma Yolu'na yaklaşık
500 metre mesafedededir.
Mağara, mevcut konumu ile sadece
giriş bölümünde yapılacak düzenleme ile Roma Yolu
ile birlikte değerlendirilerek, geçmişi yaklaşık 10
bin yıl öncesine dayanan Tarsus Turizmi için çok
önemli bir potansiyele sahip bulunabilecek
niteliktedir.''
Tarsus Haber, 17.03.2013
|
'CEHENNEMİN KAPISI' DENİZLİ'DE BULUNDU
İtalyan haber
ajansı Ansa’nın haberine göre; Türkiye
topraklarındaki antik Frig kenti Hierapolis’te
yapılan kazılarda “Cehennemin Kapısı” bulundu.
Ansa, “Türkiye’de
Cehennem’in
Kapısı bulundu” başlığıyla verdiği haberde
tanrı Pluto’ya (Yunan mitolojisinde Hades) adanmış
bir tapınağın, girişinden çıkan zehirli gaz yüzünden
böyle anıldığını yazdı.
Habere göre; antik çağlarda din adamları Pluto’ya
kurban etmek istedikleri hayvanları buraya getiriyor
ve hayvanlar zehirli gaz yüzünden ölüyordu.
Arkeolojik kazı ekibinin başında İtalyan Salento
Üniversitesi’nden Francesco D’Andria’nın bulunuyor.
Romalı yazar, filozof ve devlet adamı Cicero ve
Yunan coğrafyacı Strabus’un yazılarında da bahsi
geçen yapı, “Hierapolis Plutoniumu” ve “Pluto’nun
Kapısı” olarak da anılıyor. Yunan ve Roma
mitolojilerinde de burası “yeraltı/ölüler dünyasına
geçit” olarak yer alıyor.
Mynet Haber, 17.03.2013
|
"BU MÜZAYEDEDEKİLER AKYAVAŞ'IN EN ÖNEMLİ ESERLERİ"
Türkiye sanat dünyasının önde gelen kurumlarından
Antik A.Ş.’nin 24 Mart’ta Swissotel’de düzenleyeceği
müzayedede Erol Akyavaş’tan Burhan Doğançay’a,
Komet’ten Adnan Çoker’e pek çok sanatçının eseri
satışa sunulacak. Müzayedenin bazı sürprizleri de
var:Andy Warhol ve Damien Hirst’ün özgün baskıları.

Yeni bir
müzayede... Yeni bir rekor beklentisi...
Ve yine Erol Akyavaş...
Sanat dünyası nefesini tuttu önümüzdeki pazar
günü gerçekleşecek “Çağdaş
Sanat Eserleri Müzayedesi”ni bekliyor.
Antik A.Ş’nin
Swissotel’de
saat 14.00’te düzenleyeceği müzayedede,
geçtiğimiz yıl “En-el Hak” isimli tablosu 2.8 milyon
liraya alıcı bulan Akyavaş’ın bu kez “Kabe”
isimli eseri açık artırmaya çıkacak. Müzayedede
aralarında Burhan Doğançay, Adnan Çoker, Fahrel Nisa
Zeid ve Mübin Orhon’un yer aldığı Türk çağdaş
sanatının yapı taşı ustalarının eserleri de
satılacak. Antik A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Olgaç
Artam’la oldukça çekişmeli geçeceği tahmin edilen
müzayede ile ilgili konuşmak için bir araya geldik.
Artam yöneteceği müzayedeyle ilgili olarak
“Eserlerin hepsi sanatçıların çok öne çıkan işleri”
diyor ve müzayedeyi koleksiyonerler için bir fırsat
olarak tanımlıyor.

Erol Akyavaş’ın “Kabe” isimli
eserinin (üstte) müzayedede rekor kırması
bekleniyor.
Geçtiğimiz yıl Erol Akyavaş’ın “En-el
Hak” isimli tablosu bir rekora imza attı. Şimdi yine
Akyavaş’ın çok önemli bir eseri satışta olacak...
Erol Akyavaş’ın eserleri daha önce de çok yüksek
rakamlara satıldı. Ama son olarak geçen yıl, “En-el
Hak” 2.8 milyon liraya alıcı buldu. Ondan üç sene
öncesine kadar “Kuşatma” satılmıştı, yine 2.7
milyona. “Fallen City” isimli eseri, üç-dört ay önce
1.6 milyon liraya satıldı.
“Uzun
zamandır bu tatta eserler görülmemişti”
Akyavaş’ın “Kabe”si ile ilgili bir rekor
bekleniyor mu?
Onu tamamen alıcıların o günkü istekleri belirliyor.
Bir tahmin yapamıyoruz Erol Akyavaş’ın ustalığını
konuşturduğu, tuval üzerine yağlıboya bir eser
“Kabe”. Lekesel bir denge var. Her şeyin,
Kabe’nin etrafında bütünleştiği görkemli bir
eser. Yapımı 5 sene sürmüş. 1982 tarihli.
İstanbul Modern Müzesi, mayıs ayında Erol
Akyavaş retrospektifi yapmaya hazırlanıyor. Bu
müzayededeki
7 Erol Akyavaş tablosu da sergiye seçildi.
Eserleri satın alacak kişilerden izin
alınacak mı?
Eserle ilgilenen kişilerle bu bilgiyi paylaşıyoruz.
Zaten koleksiyonunuza aldığınız bir eserin
sergilenmesi çok büyük bir prestij. Böyle eserlerin
İstanbul Modern’de sergilenecek olması çok önemli.
Dolayısıyla bütün alıcılar isteyecektir. Biz bu
haberi onlara müjde gibi veriyoruz. Bu arada
müzayedede yer alan Akyavaş eserleri, Erol
Akyavaş’ın yaptığı en önemli tabloları olarak
seçildi.
Akyavaş dışında öne çıkan diğer eserler
ve rakamlar neler?
Nejad Melih Devrim’in 1955 tarihli bir işi var.
Fahrel Nisa Zeid’in
Londra serisini anımsatan bir eseri bulunuyor ve
250 bin liradan satışa çıkıyor. Mübin Orhon’un 1963
tarihli eseri var; 550 bin lira ile açılacak.
Sizce alıcılar için bu müzayede bir
fırsat niteliğinde mi?
Tabii. Uzun zamandır bu tatta eserler bir müzayedede
görülmemişti. Dolayısıyla koleksiyonerler için büyük
bir fırsat.
Müzayedenin en önemli özelliği ne sizce?
Modernden günümüz sanatçılarına kadar çok güzel bir
seçki sunuyor “Çağdaş Sanat Eserleri Müzayedesi”.
1940’lardan, 50’lerden; Fahrel Nisa Zeid, Erol
Akyavaş, Nejad Melih Devrim, Ferit İşcan’dan günümüz
sanatçılarına kadar geliyor. Azade Köker, Ahmet
Elhan, Ansen, Yaşam Şaşmazer gibi çok dinamik
isimlerin eserlerine de odaklanan bir müzayede.
Basına gönderdiğiniz bültenlerde “Önemli
sanatçıların aykırı eserleri” diye bir ifade
kullanıyorsunuz. Bu “aykırı eserler”den kast edilen
nedir?
Mesela Burhan Doğançay’ın “Kapılar” konulu eserini
her zaman bulamayız. Bu müzayedede satışa çıkıyor.
Yine Doğançay’ın çifte gerçeklik eserlerinden oluşan
yedi eseri var. İki tuvali birbirine geçirdiği
eserlerinden bunlar da. Dolayısıyla bu eserleri
aykırı olarak adlandırabiliriz. Orhan Peker’in
“Keçi” konulu bir eseri var. Duygu yüklü bakışlı
keçi konusu epeydir çıkmamıştı
bir müzayedeye. Koleksiyonerler çok heyecanlandı.
Müzayedede Andy Warhol, Türkiye’de ilk kez
bir müzayedede satışa sunulacak değil mi?
Evet, Türkiye’de ilk kez. Warhol’un imzalı üç tane
özgün baskı bunlar. Andy Warhol’un eserin altına
kendi kalemiyle attığı imzası var. Bu imza da başlı
başına bir değer. Hepsinin edisyon numarası var.
Mesela “Mick Jagger” olandan 250 edisyon yapılmış.
Bir tarafını Jagger kendisi imzalamış, diğer
tarafını Andy Warhol imzalamış. Bu da o dönemin
farklı bir dostluğunu yansıtan mühim bir eser ve ilk
kez çıkıyor. Warhol’un diğer bir ünlü eseri olan Liz
Taylor konulu özgün baskısı da var. Tabii özgün
baskı oldukları için 100-150 bin liraya satışa
çıkıyorlar.
Eserler yurt dışından satış için mi
geldi yoksa Türkiye’den bir koleksiyonere mi ait?
Andy Warhol’un “Mick Jagger”i 20’yi aşkın senedir
Türkiye’de koleksiyonerde. Yurt dışı galerilerinden
90’lı yılların başında alınmış ve o günden bu yana
ilk kez bizde satışa çıkıyor.
Damien Hirst’ün eseri de mi aynı
şekilde?
Evet, o da zamanında gelmiş ve şimdi satışa çıkıyor.
Milliyet
Pazar, Habe: Gülden Öktem, 17.03.2013
|
USTALIĞIN RENKLERLE TARİFİ

"Van Gogh yazıda da resimde yakalamayı ümit
ettiği şeyin aynına değer verirdi: Gündelik hayatın
ayrıntılarına odaklanmaya"
William Underhill
Fırça darbeleri keskin, boya belirgin kavisler
halinde vurulmuş ve renkler doğada nadiren görülen
çarpıcı bir yoğunluğa sahip. Ölümünden bir yıl önce,
1889’da yapılan “Saint-REmy’nin Dağları” tablosu
sadece ve sadece, Vincent
Van Gogh gibi bir ustanın elinden çıkmış
olabilir.
Van Gogh hakkında bildiklerimizle,
karşımızdakinin dengesi bozulmuş bir akıldan çıkan
bir başka sanat şaheseri olduğunu söyleyebiliriz. Bu
kolay, ama acaba doğru mu? Erkek kardeşi Theo’ya
akıl hastanesinden yazdığı bir mektupta
Van Gogh, o resme incelikli yaklaşımını net bir
şekilde anlatır. “Bunlar kompozisyon bakımından
abartılılar, çizgileri eski tahta baskılardaki gibi
eğilip bükülüyor.” Hatta bir eleştiriyi de öngörür:
“İnsanlar bana dağların öyle olmadığını söyleyecek.”
Ardından da peşinde olduğu etkiyi edebi sözlerle
tasvir eder: “Günün, yeşil böcekler ve
ağustosböceklerinin sıcakta uçuşurken görüldüğü
zamanını anlatmaya çalıştım.” Tüm sorunlarına rağmen
Van Gogh, resimlerinde olduğu kadar yazılarında
da açığa vurduğu çok güçlü bir akla ve ustalığa
sahipti. Verimli bir mektup yazarı olan ressamın
mektupları birkaç yıl önce, altı ciltlik bir
koleksiyonda biraraya getirildi. Bu, ressama dair
farklı bir portre sunuyordu.
Ardından bu mektuplardan yapılan bir seçki, en iyi
resimleriyle beraber Londra Kraliyet Akademisi’ndeki
Gerçek
Van Gogh: Ressam ve Mektupları (The Real
Van Gogh: The Artist and His Letters) isimli
sergide teşhir edildi. Aynı mektuplar, usta bir
ressamın hayatının sonuna dek gelişim sürecini de en
ince ayrıntısına kadar açık bir şekilde gözler önüne
seriyordu.
‘HAKKINDAKİ MİTLERDEN DAHA SOFİSTİKE’
Van Gogh, manik bir yoğunluk ve spontanlıkla
çalışabiliyordu ancak. Hayatının son 70 gününde 70’i
aşkın resim üretti. Mektuplarıysa, ressamın bu
resimlere nasıl özenle hazırlandığını kanıtlıyor.
Gözü dönmüş bir çılgınlıkla değil önseziye dayanan
bir hızla yapıyordu resimlerini. Theo’ya yazdığı
mektuplara, kafasındaki resimlere ait -bazılarında
nihai eser hakkında daha iyi bir fikir verebilmek
için renge dair birkaç not da düştüğüeskizler
serpiştirmişti.
Gerçek Van Gogh sergisinde gün ışığına çıkan ressam,
hakkındaki mitlerin öne sürdüğünden kesinlikle daha
sofistike, daha nüanslı; sanatına gömülmüş fakat bir
yandan da başka etkilere açık ve kendisini
derinlemesine analiz edebilen bir sanatçıydı.
Nihayetinde Van Gogh resme ileri yaşlarında başlamış
ve kendini eğitmişti. Zamanını sanat simsarlığı,
stajyer papazlık ve gönüllü vaiz olarak geçirdikten
sonra, 27 yaşında kendini sanata adamaya karar
verdi. Sergide yer alan, ağırlıklı Hollanda
manzaraları ve köy hayatını resmettiği erken dönem
eserleri ve mektupları, teknikle boğuşan bir ressamı
anlatıyordu. Theo’ya itiraf ettiği gibi hayat boyu
yanında olan perspektif ona göre “düpedüz
büyücülük”tü.
MEKTUPLARINDA 800 KİTABA ATIF VAR
Ressamlık, asla onun tek yaratıcı tutkusu olmadı.
Fransızca ve İngilizcesi çok iyi olan Van Gogh
kendini zamanın edebiyatını okumaya da adamıştı.
Mektuplarında 800’ü aşkın kitap ve 150 yazara atıf
yapıyor. Yazıda değer verdiği şeyse, kendi sanatında
da yakalamaya çalıştığı gündelik hayata dair
odaklanma.
Charles Dickens, Emile Zola ve HonorE de Balzac
favorileriydi; ki bunların hepsi de Van Gogh’un
tanık olduğu amansız toplumsal koşulları kaleme alan
yazarlardı. Kelimeler karşısındaki coşkusu sanatına
da sirayet etmişti. Mektuplarından birinde şöyle
diyor: “Kitaplar, gerçeklik ve sanat benim gözümde
aynı türden şeyler.” Resimlerindeki sempatik
figürler, kendiyle aynı zevkleri paylaşır; örneğin
1888 tarihli Madame Ginoux portresinde, kafe
sahibinin masasında sayfaları kıvrılmış kitaplar
duruyor. Bazı durumlarda yazmak, Van Gogh için en az
resim yapmak kadar kaçınılmaz bir şeydi. Bazıları
dört bin, hatta daha fazla kelimeden oluşan
mektuplarının çoğunda ressam, Arles’daki evini
döşemek için ihtiyaç duyduğu para, zor mali
koşullar, dişlerinin durumu gibi gündelik hayatı
sürdürmekle ilgili sorunlarla uğraştı. Van Gogh öte
yandan görsel imgeyi kelimelere dönüştürmekten de
hoşlanıyordu. Kız kardeşi Willemien’e yazdığı bir
mektupta 1888 tarihli otoportresinin uyandırdığı
kesin etkiyi “sımsıkı tahta bir ağız”, “derbeder,
hüzünlü bir sakal” gibi ifadeler kullanarak tasvir
ediyor. Kullandığı paletteki renkler “limon
sarısından kobalt mavisine” uzanıyor.
‘KELİME SANATI DİYE DE BİR ŞEY VAR’
Ressam, nihayetinde yazı yazma ile sanatına eşit
değer biçiyor. Arkadaşı Emile Bernard’a yazdığı bir
mektupta şöyle diyor: “Kelimelerin boş olduğuna
inanan bir sürü insan var, özellikle de bizim
çevrede. Tam tersine, bir şeyi güzel söylemek en az
resmetmek kadar ilginç ve zor değil mi? Sen de öyle
düşünmüyor musun?” Bu güçlükle yüzleşmenin ödülü
gelecek kuşaklara kalmaktır. Van Gogh şöyle yazar:
“Çizgiler ve renklerin sanatı var, ama en az onlar
kadar kalıcı olacak kelime sanatı diye de bir şey
var.” Üstelik bu ikisi, en çok Van Gogh ustada
olduğu gibi yan yanayken değer kazanıyor. Fransızca
yazılmış bu mektup geçtiğimiz yıl, 18 Aralık'ta
Profiles in History'de yapılan açık artırmada 200
bin 300 bin dolar arası teklif aldı.
Habertürk, 17.03.2013
|
500 YILIN GİZEMİ - PİRİ REİS'İN TANINMASI TESADÜF
MÜ?
Piri Reis’in 1513 tarihli dünya haritasının
kendisi kadar 1929 yılındaki 1/3’lük parçasının
bulunma öyküsü de tartışmalı... Türk denizciliği
uzmanı Alman oryantalist Paul Kahle, çalışmalarıyla
Piri Reis’in gelecek nesillere taşınmasında etkin
bir rol oynamış. Boyut Yayınları’nın hazırladığı
Piri Reis kitapları tartışmalı konulara açıklama
getiriyor.

1554’te
Hint Denizleri Kaptanı olarak görev yaparken
Kanuni
Sultan Süleyman’ın bir buyruğu ile
idam edilen
Piri Reis ölümünden sonra tamamen unutulur,
unutturulur. 1513 tarihli dünya haritasının, sonraki
dönemde kullanımına ilişkin hiçbir bilgiye
rastlanmamıştır. Alman Oryantalist Paul Kahle, Piri
Reis’in Kitab-ı Bahriye’sine ilişkin çalışmasını 3-5
yıl gecikmeyle yapmış olsaydı Piri Reis’in 1513
dünya haritasına ilişkin hiçbir bilgimiz
olmayabilirdi.
Sandıktaki harita
Cumhuriyetle birlikte
Topkapı Sarayı müzeye dönüştürülürken 1929
yılında Fatih’in yaptırdığı Hazine Dairesi’nin
bodrumlarında 60 kadar sandık içinde eski vesika ve
defterler bulunur. Piri Reis’in haritasının 1/3’ü de
bu evraklar arasındadır. Kutsal
Kitap uzmanı Adolf Diessmann anılarında
haritanın bulunuşunu şöyle anlatır:
“1929 Sonbaharında Halil Bey’in verdiği parçaları
inceleyip düzenlerken Sultan Kütüphanesi’nin coğrafi
eserlerce ne denli zengin olduğu hakkında bir kanaat
oluşturmuştum. Bunun üzerine Halil Bey’e şimdiye
kadar bilinmeyen başka haritaların veya benzer
malzemenin olup olmadığını araştırmasını rica ettim.
Halil ricamı derhal ve büyük bir başarıyla yerine
getirdi: 9 Ekim 1929’da bana içinde çok ilginç bir
Türk haritası da bulunan kendisi tarafından yeni
bulunmuş koca bir takım doğu ve batı kökenli
haritayı teslim etti.
Tabii Samaritana’nın ve saray kütüphanesinin diğer
kısımlarının tayininde hizmetlerine müteşekkir
olduğum ve Piri Reis’in Bahriye’sinin yayıncısı
olarak Türk denizcilik ve haritacılık konularında
birinci sınıf bir uzman olan Paul Kahle’nin
İstanbul’da olması bizim için büyük bir şanstı.
Halil’in izniyle folyoyu kendisine gösterdim ve
hemen teşhis etti.”
Kahle’nin teşhisi
Başvurulan kişi Paul Kahle, Piri Reis’in Kitab-ı
Bahriye’sini 3 yıl önce yayınladığı için teşhisi
mümkün olabilmiştir. Çünkü Piri Reis Kitab-ı
Bahriye’de 1513’de yaptığı Dünya Haritasından
ayrıntılı bir şekilde bahsetmektedir. Muhtemelen
Paul Kahle’nin teşhisi olmasaydı bugün Piri Reis’i
ve Dünya Haritasını konuşmuyor olacaktık.
Paul Kahle’nin Piri Reis’i dünya bilim çevrelerine
sunumundan sonra, unutulan haritayı bulma şerefi bir
türlü paylaşılamaz. Konuyla ilgili özel
araştırmaları bulunan ve birinci el tanıklara
başvuran A.M. Celal Şengör’ün konuya ilişkin kanaati
şöyledir:
“Piri Reis’in meşhur 1513 Haritası’nın Topkapı
Sarayı’nın entelektüel enkazı arasında 9 Ekim
1929’da bulunması şerefi, Fatih’in coğrafya merakını
keşfedip buna dayanarak sarayda bir harita avı
başlatan Adolf Deissmann ile haritayı görür görmez
tanıyıp, kartografya tarihi açısından büyük önemini
anlayan ve bunu tüm
dünyaya bilimsel yayınlarla duyuran Paul
Kahle’ye aittir. Haritanın ne bulunma tarihinde ne
de bulunma şeklinde herhangi bir tereddüde en küçük
bir mahal vardır. Aziz Ogan’ın Maarif Vekili Esad
Sagay’a 11 Aralık 1931’de yazdığı mektupta haritanın
Topkapı Sarayı Müze olduğundan beri “malum ve
mazbut” olduğu iddiası ve Topkapı Sarayı Müzesi
Müdürü Tahsin Öz’ün Son Posta gazetesine aynı yönde
verdiği demeç de hem Ogan’ın daha sonraki detaylı
mektubu, hem de diğer kaynaklarca
kesinlikle yalanlanmaktadır. İbrahim Hakkı
Konyalı’nın bu konuda yazdıkları ise hayal
mahsulünden ibarettir.

Piri Reis’in ‘Kitab-ı Bahriye’sindeki Karsu Haritası.
Atatürk’ün
Piri Reis ilgisi
Aziz Ogan arşivinden Piri Reis ile ilgili belgeleri
Ogan’ın kızı, büyük arkeolog merhume Prof.Dr. Jale
İnan buldu. Bu belgeleri kullanmamıza önce o, onun
ölümünden sonra da oğlu, Şengör’ün sevgili dostu Bay
Hüseyin İnan izin verdi. Kendilerine şükran
borçluyuz.
Topkapı Sarayı’nın müzeye dönüşme kararını alan
Mustafa Kemal, Piri Reis’in haritasının bulunmasıyla
yakından ilgilenmiş ve bugünkü değerinin
anlaşılmasını sağlayacak araştırmaları başlatmıştır.
Özel talimat
Mustafa Kemal’in yakından ilgilendiği ve basılması
talimatını verdiği Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’si
1935 yılında Türk Tarih Kurumu’nca yayınlanır. Bu
faksimile yayında
Süleymaniye Kütüphanesi
Ayasofya 2612 nolu Bahriye kullanılmıştır. Bu
kitabın başında Deniz Lisesi ve Harp Okulu tarih
öğretmenleri Fevzi Kurdoğlu ile Haydar Alpagot
imzalı oldukça geniş bir önsöz yer almaktadır.
Yazarların Piri Reis ve konuyu takdimi şu şekilde
ifade bulmaktadır: “Şimdiye kadar ihmal ve
meçhuliyet tozları içerisinde unutulup giden bu
ulusal yücelik vesikaları, bütün değerini ulu
Atatürk’ün takdirinde buldu. Harita, aslından ayırt
edilemeyecek bir san’at olgunluğu ile basıldı.
Bahriye kitabı da Türk coğrafya mütehassısının bir
muhteri olduğunu buradaki vazifemiz okuyucularla
Piri Reis’i tanıtmak ve eserleri üzerinde hafif bir
tetkik ışığı atmaktan ibarettir.”
Yukarıdaki mütevazı satırların sahiplerinin
yazdıkları Piri Reis bilgilerini aşacak akademik bir
çalışma ne yazık ki bugüne kadar yapılamamıştır.
Mlliyet, Haber: Bülent Özükan, 17.03.2013
Editörün Notu: Konunun
geçen hafta yayınlanan bölümlerine
http://www.tayproject.org/haber.html adresinden
ulaşabilirsiniz.
|
SELANİK'İN SİMGESİ OSMANLI ESERİ

Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim
görevlilerinden Neval Konuk, Dışişleri Bakanlığı’nın
desteğiyle çok ilginç bir envanter çalışması
hazırladı. Çalışma, Yunanistan’daki
Osmanlı eserlerinin içler acısı halini ortaya
koyuyor. 2007’den beri Yunanistan’ı adım adım
gezerek bilinmeyen, unutulmuş, kaybolmuş 10 bine
yakın
Osmanlı mimari eserini 10 ciltlik seride
toplayan Konuk, eserlere ait tarihi belgeleri gün
yüzüne çıkarırken,
Selanik’in simgesi
Beyaz Kule’nin Kanuni Sultan Süleyman dönemi
Osmanlı eseri olduğunu kanıtlayan kitabenin
fotoğrafına da ulaştı. Resmi kayıtlarda ve turizmde
Venedik yapısı olarak tanıtılan
Beyaz Kule’nin kitabesinde yazılanlar, Evliya
Çelebi’nin Seyahatname’sindekiyle bire bir
örtüşüyor. Bugün nerede olduğu bilinmeyen kitabenin
olması gereken yerse betonla sıvanmış halde duruyor.
BEYAZ KULE’NİN KANIT KİTABESİ
2010’da yayınlanan ve “Florina, Grebene, Karaferya,
Kesriye, Kozana, Siroz, Yenişehir ve Tırhala”
şehirlerindeki
Osmanlı eserlerinin yer aldığı iki cildin
ardından
Selanik bölgesine yoğunlaşan Konuk, kitabenin
fotoğrafını ABD’deki Kongre Kütüphanesi’nde buldu.
Osmanlıca yazılı, açık ve net bir şekilde
okunabilen kitabede yapının Hicri 942 yılında Kanuni
Sultan Süleyman Han’ın emriyle yaptırıldığı
belirtiliyor. Tarihi yapının kitabesinde özetle
şunlar yazılı: “Bu da Gazi Süleyman Han’ın
imaretidir. Göklere doğru baş çekmiş 8 kat sağlam
kaledir ki içinde 40 adet haneleri, 3 adet su
sarnıçları ve 1 zaviyesi var bir yüksek kaledir...”
‘KİTABELER TARİHİ YAPILARIN KİMLİKLERİDİR’
Kitabelerin tarihi yapılar için kimlik kartı
niteliği taşıdığını vurgulayan Neval Konuk, “Resmi
kurumlarca basılan neredeyse bütün kaynak ve şehirle
ilgili broşürlerde
Beyaz Kule’nin Venedik yapısı olduğu belirtilir.
Osmanlı eseri olduğu kabul edilmez ve
belirtilmez” diyor. “İlk kuşak mübadillerin
hafızalarına kazınmış şehre dair son görüntüdür
Beyaz Kule. Yunanistan’da yakın geçmişe kadar
Osmanlı eserlerini tahrip etmek, günümüzdeyse
görmezden gelmek, yok saymak gibi bir politika
yürütülüyor.
Bu yüzden
Osmanlı yapılarında ilk iş olarak kitabeleri yok
ediyorlar ya da kazıyorlar. Yunanistan’daki pek çok
Osmanlı yapısında olduğu gibi
Beyaz Kule’nin de kitabesi kaldırılmış.”
ARŞİVLERİ ALTÜST ETTİ
Çalışmaları sırasında kapsamlı arşiv araştırmaları
da yapan Konuk, Türkiye’deki Başbakanlık
Osmanlı, Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivleri ve
kütüphanelerin yanı sıra Yunanistan ve Bulgaristan
arşivleriyle
Selanik’teki Dördüncü Bizans Dairesi’nin altını
üstüne getirmiş. Her kitapta Türkçe, İngilizce ve
Yunanca çevirilerin yer aldığı seride eserlerin eski
ve bugünkü halini yansıtan fotoğraflar, mimari
çizimler ve belgeler de yer alıyor. Arşiv
araştırmalarından yola çıkarak yerinde tespitler de
yapan Konuk, fotoğraflama çalışmalarını da kendi
yürütüyor.
OSMANLI ESERİ OLDUKLARI TESCİL ETTİRİLMELİ
Konuk, Yunanistan’daki tüm
Osmanlı eserlerini biraraya toplayacak 10
ciltlik çalışmanın Türkiye’nin elini
güçlendireceğini vurgulayarak, “İlk iki ciltte
Yunanistan’daki eserlerin yüzde 20’sini kayıt altına
aldık. 10 cilt tamamlandığında yok olmuş ve
varlığını sürdüren tüm eserler kayıt altına alınmış
olacak. Ondan sonra atılacak adım ise bunların birer
Osmanlı eseri olduğunun tescil ettirilmesi,
UNESCO veya ICOMOS nezdinde girişimlerle korunmaya
ve yeniden ihyasına yönelik girişimlerin
gerçekleştirilmesi olmalıdır” diyor. Adım adım gezdi
Neval Konuk, 2007’den beri Yunanistan’ı adım adım
gezerek camisinden çeşmesine, hamamından türbesine
ülkedeki yok olmuş ve halen ayakta tüm
Osmanlı eserlerinin mimari çizimlerini,
fotoğraflarını, arşiv belgelerini biraraya
getiriyor. Toplam 10 cilt olacak külliyatın 2010
yılında basılan ilk 2 cildinde “Florina, Grebene,
Karaferya, Kesriye, Kozana, Siroz, Yenişehir ve
Tırhala” şehirlerindeki
Osmanlı mimari eserleri yer aldı.
Önümüzdeki ay yayınlanacak olan yeni cilt ise “Selanik,
Kılkış, Katerini, Halkidiki, Vodina, Yenice-Vardar”
şehirlerini kapsıyor. Konuk, araştırma sayesinde
Yunanistan’daki bilinen Osmanlı eseri sayısının 3
binlerden 10 binlere kadar çıktığını vurgulayarak,
“Bu 10 bin eserden çeşme, köprü, cami, hükümet
binası, istasyon, medreseler, kışlalar, saat
kulelerinden oluşan 5 binin üzerinde hala ayakta
olan eser var” diye anlatıyor. Önümüzdeki ay içinde
bakanlık tarafından basılacak olan serinin üçüncü
cildinde daha birçok eserin benzer belgeleri yer
alıyor.
ESKİ BAŞBAKAN YARDIMCISINDAN OSMANLI İTİRAFI
Başbakan Erdoğan’ın Katar’daki “Atina’ya cami”
çıkışının ardından Yunanistan eski Dışişleri Bakanı
Theodoros Pangalos, cevap niteliğinde “İnşallah”
başlıklı bir makale kaleme alarak Yunanistan’daki
Osmanlı mirasına dair çarpıcı itiraflarda
bulunmuştu. Makalesinde Türkiye’nin kiliseleri
korumasını öven Pangalos, Atina’ya cami inşa
edilmesi konusunda, hükümetteyken çok çaba sarf
ettiğini ancak yapılamamasından ötürü duyduğu üzüntü
ve mahcubiyeti dile getirdi.
‘SİSTEMATİK OLARAK TAHRİP ETTİK’
Osmanlı mirasına dair yapılan tahribatı da yazısında
eleştiren Pangalos, “Seçkin bir halk olarak başka
medeniyetlere karşı çok derin bir şekilde
kayıtsızız. Böylece Orta Çağ Yunanistanı’na yani
Frenkleri ve Osmanlı egemenliğini hatırlatan her
şeyi sistematik olarak tahrip ettik ya da yok olması
için bıraktık. Osmanlıların Yunanistan’da inşa
ettiği binlerce camiden çok azı ayakta kalabildi.
Tam tersine, Türkiye’de, yüzyıllar içinde Hıristiyan
mabetlerine karşı yapılan tahribatları gözden
kaçırmadan, bugün kiliselerin var olduğunu, restore
edildiklerini ve aktif olarak ibadet merkezleri
olarak kullanıldıklarını görmekteyiz” dedi.
BALKANLARDAKİ OSMANLI ESERLERİ
Dışişleri Bakanlığı, 2007’de bölgeyle tarihten gelen
bağların devamı ve tüm insanlığın ortak malı olan
kültürel mirasın korunması için Balkanlar’da bulunan
Osmanlı dönemine ait mimari eserlerin tespitinin
yapılmasına karar verdi. Bakanlık, görevi bölgeyle
ilgili birçok kapsamlı araştırma ve yayına imza
atmış olan Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim
görevlisi Neval Konuk’a verdi. Konuk, 2008’de de
yine Dışişleri Bakanlığı’nın desteğiyle “Midili,
Rodos, Sakız ve İstanköy’deki Osmanlı Mimarisi”
kitabını hazırlamıştı.
Habertürk, 17.03.2013
|
2500 YILLIK ÇIPAYI 250 TL'YE SATTILAR

Karaburun kıyısında 45 metre derinlikte trol
ağlarına takılan 2 bin 500 yıllık ahşap çıpa
yakılmak üzereyken bir restoran sahibinin dikkatini
çekti. 250 TL’ye satın alınarak kurtarılan çıpa
şimdi laboratuvarda sürekli ıslak tutuluyor.
Karaburun Feneri’nin hemen önünde
2011 yılının Mart ayında trolle avlanan
balıkçıların ağına ağır bir cisim takıldı. Ağı
güçlükle toplayan balıkçılar ahşap gemi parçasını
karaya çıkardı. Ahşabın yakılması düşünülürken
Hanımeli Balık Restoran’ın sahibi
Selçuk Birinci üzerindeki işlemeleri ve çıpa
olduğunu fark ederek balıkçılardan 250 TL’ye satın
aldı. Çıpa bir süre restoranın bahçesinde
bekletilirken,
Milliyet Gazetesi karikatüristi ve
ressam Haslet Soyöz durumu yetkililere bildirdi.
İki yıl sürecek
Karaburun’a gelen
İstanbul
Arkeoloji Müzesi Müdür Yardımcısı Rahmi Asal ve
Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, ahşap parçaların antik döneme
ait devasa ölçülerde bir ahşap çıpa olduğunu tespit
etti. Eski İstanbul’a ait 36 geminin çıkartıldığı
Yenikapı kazılarından elde edilen eserlerin de
bakımının yapıldığı
İstanbul Üniversitesi Sualtı Kültür
Kalıntılarını Koruma Anabilim Dalı Laboratuvarı’na
getirilen antik çıpa üzerinde 5 bilim dalında
uzmanlar isimler inceleme başlattı. Yaklaşık 2 yıl
sürmesi planlanan incelemelerin ilk sonuçları
İstanbul’un zengin tarihine dair önemli bilgiler
verdi.
Ahşap çıpanın MÖ 5. yüzyıla yani günümüzden 2 bin
500 yıl öncesine ait olduğu düşünülürken, 4.60 metre
boyunda 1.85 metre eninde olduğu belirlendi. Çıpanın
devasa boyutları ait olduğu geminin de son derece
büyük bir ticaret gemisi olduğunu kanıtlarken,
Byzantion medeniyetinin bulunduğu dönemde geminin
yüküyle İstanbul’a gelirken Karaburun açıklarında
battığı belirtildi.
Bağlantıları çürümüş
Çıpanın dünyanın bilinen en eski ahşap çıpası
olduğunu belirten uzmanlar, üzerinde ağırlık olarak
taş ya da kurşun bir bağlama demiri, bronz ya da
demir tırnaklar kullanıldığını söyledi.
İki parça halinde olan çıpanın birleştirilmesinde
ise kilitli zıvanalı ahşap geçmelerin kullanıldığı,
Karadeniz’in dip yapısında bulunan hidrojen
sülfür yüklü deniz suyunun ahşabı korumak için uygun
bir ortam yarattığı ifade edildi Sualtında ahşaplara
en çok zarar veren ‘terado navalis’ adlı deniz
kurtlarının bu şartlarda yaşayamamasının da çıpanın
korunmasında önemli bir rol oynadığını anlatan
uzmanlar, hidrojen sülfürün demirden yapılan
bağlantı yerlerini erittiğini kaydetti.
Birinci ve
Soyöz’e
teşekkür plaketi
Çıpayı balıkçılardan satın alarak büyük bir
duyarlılık gösteren Selçuk Birinci, “Karaburun’un
tarihsel önemini biliyordum. Denizin altında
binlerce yıllık tarihi barındıran beldede herkesin
duyarlı olması gerekiyor. Biz çıpayla birlikte
aslında İstanbul’un geçmişini yetkililere teslim
ettik” dedi. Birinci ve Haslet Soyöz’e İstanbul
Üniversitesi ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Müdürlüğü tarafından teşekkür plaketleri verileceği
öğrenildi.

Uzmanlar, dev ahşap çıpanı ait olduğu geminin
bulunmasının büyük bir keşif olacağını söyledi.
‘Bir de
gemiyi bulsak’
Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, “Muazzam bir eserle karşı
karşıyayız.
Akdeniz’de antik çağlardan başlayarak, özellikle
MÖ 7. yüzyıldan
Roma döneminin sonlarına kadar ahşap çıpalar
kullanılmıştı. Ahşap çıpa formlarının ilk örneği
olan bu tür çıpaların betimlerine Karadeniz
kıyılarındaki bir antik yerleşme olan Apollonia
Pontika sikkeleri üzerinde de rastlanıyor. Bulunan
çıpa da tıpa tıp bu sikkeler üzerindeki betimlere
benziyor. Ait olduğu geminin bulunmasıyla çok önemli
bir keşfi gerçekleştirebiliriz. Çok değerli bir
eser. Dünyada böyle parçalardan çok olmadığını
biliyoruz” dedi.
İncelemeler
bitti
Çıpanın 3 boyutlu çiziminin tamamlanması için
çalışan antik gemi eksper Ayşegül Çetiner, “İstanbul
Arkeoloji Müzeleri yaklaşık bir ay önce eseri
bilimsel incelemeler için bize teslim etti. Bu süre
zarfında çapanın üç boyutlu çizimi ve imalat
yönteminin belirlenmesine yönelik incelemelerimiz
tamamlandı. Çizim ardından detaylı fotoğrafları
çekilecek ve foto-mozaik çalışması yapılacak. Metot
olarak Yenikapı Batıkları’nda geliştirdiğimiz bir
belgeleme sistemini bu çıpa için de uyguluyoruz”
diye konuştu.
Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 17.03.2013
|
MS 2. YÜZYILDAN KALMA ÇEŞMENİN 23 SÜTUN AYAĞA
KALDIRILDI

Side antik kenti girişindeki Pamfilya ve
Anadolu'daki en görkemli çeşmede restorasyon
çalışmaları, 13 yıldır aralıksız sürüyor.
Side Anıtsal Çeşme'nin bir benzerinin de
İtalya'da Septimius Severus zamanında kalma MS
2'nci yüzyıl ortalarında kalma bir çeşmenin
bulunduğu belirtiliyor. Tarihi çeşme ayağa
kaldırıldığında, dünyanın en uzun çeşme anıtı
olacağı belirtildi.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Arkeologu Altan Algül, yaptığı
açıklamada, tarihi çeşmenin alan yönetiminin
Barut Turizm Ticaret A.Ş sponsorluğunda Sayka
İnşaat Mimarlık Mühendislik Müşavirlik Limited
Şirketi tarafından 'Tarih Günışığına Çıkıyor
(Hıstory Comes Back To Life)' projesi kapsamında
ayağa kaldırma çalışması yapıldığını söyledi.
Anadolu topraklarından ayakta kalan en görkemli
tek Roma dönemi çeşmesinin Side Anıtsal Çeşme
olduğunun altını çizen Algül, tarihi çeşmenin
ayağa kaldırma çalışmasını orijinaline uygun
hale getirmek için kuyumcu hassasiyetiyle
çalışma yaptıklarını kaydetti.
Algül, "Tarihi çeşmenin 23 sütununun 23'ünü de
ayağa kaldırdık. Bu yıl yaptığımız en önemli
çalışma ise sütun başlarına 5 adet Arşitrav
bloklarını yerleştirdik. Önümüzdeki aylarda
arşitrav bloklarını yerleştirme devam edeceğiz.
MS 2'nci yüzyıl sonlarında yapılan Anıtsal
Çeşme'de restorasyon çalışmalarıyla her geçen
gün kendini gösteriyor." dedi.
Star, 16.03.2013
|
AGORA'DA 'EFES' YOLU

Agora’da tarihi gün yüzüne çıkarma çalışmaları
büyük bir hızla devam ediyor. Kazı ile ilgili
kamulaştırılan alanlarda süprizler kazdıkça çıkmaya
devam ediyor.
Kazı başkanlığını Yrd.
Doç.Dr. Akın Ersoy’un
ekibiyle birlikte yürüttüğü çalışmalarda Efes Antik
Kenti’ndeki Arkadian yolunun benzerinin bir bölümü
ortaya çıkarıldı. Faustina kapısından başladığı ve
bir ucu limana kadar uzanan ana caddenin, kazı
çalışmaları sırasında oraya çıkarıldığını dile
getiren Antik Smyrna Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın
Ersoy, "Bu çalışmalar sırasında aynı caddedeki çeşme
üzerine yazılmış, Smyrna kentine desteklerinden
dolayı övgü yazısı bulunan bir hayırseverin
kaidesini bulduk. Bu kaidenin kentin merkezi yerine
konduğu yazıyor" dedi.
Ayrıca ortaya çıkartılan yol üzerinde çok
basamaklı bir merdiven de tespit ettiklerini dile
getiren Ersoy, "Bu merdivenin devamı ise mozaikle
kaplı alana doğru gidiyor. Antik yolun uzunluğu 80
metre. Fakat denize kadar bu yol devam ediyor.
Agora’da malların giriş çıkışı açısından en önemli
cadde. Sularda yükselme olduğu için cadde eğimli
yapılıp mermer bloklarla kaplanmış. Tıpkı Efes Antik
Kenti’nde olduğu gibi yol hiç su tutmuyor ve çok iyi
bir kanalizasyon sistemi ile çalışıyor. Kazı alanına
şu anda ziyaretçi girişi yasak. Çalışmalar
tamamlandığında tıpkı Efes’te olduğu gibi turistler
bu yolda da yürüyecekler" diye konuştu.
Posta, Haber: Mustafa Oğuz, 16.03.2013
|
KONYA'DA TARİHİ MEZAR TAŞLARI MÜZESİ YAPILIYOR

Konya Büyükşehir Belediyesi, Mevlana
Kültür Vadisi Projesi kapsamında Tarihi Mezar
Taşları Müzesi yapıyor. Müzede, çeşitli mesajların
bulunduğu mezar taşları sergilenecek.
Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek,
yapımı devam eden Tarihi Mezar Taşları Müzesi
inşaatını incelemede bulundu. Akyürek, yapılan
çalışmayla hepsinde ayrı bir mesaj bulunan tarihi
mezar taşlarının bilgileriyle birlikte
sergileneceğini söyledi. Üçler Mezarlığı'nda
kamulaştırılan bir alanda başlayan çalışmaları
yerinde inceleyen Konya Büyükşehir Belediye Başkanı
Akyürek, belediye olarak Türkiye'de bir ilki daha
gerçekleştirdiklerini belirterek, tarihi mezar
taşlarının sergileme alanı ve idari bölümleriyle bir
Mezar Taşları Kompleksi oluşturduklarını ifade etti.
Tarihi mezar taşlarının bilgileriyle birlikte bu
alanda sergileneceğini kaydeden Başkan Akyürek,
hepsinde ayrı bir mesaj olan mezar taşlarının
kaybolup gitmesinin önleneceğini, kültürün gelecek
kuşaklara aktarılmış olacağını vurguladı.
Yapılan çalışmayla bölgenin değerinin artacağını,
değişim ve dönüşümün başlamış olacağını vurgulayan
Başkan Akyürek, "Buraya gelecek ziyaretçiler, bir
sosyal, kültürel, ticari değişime imza atmış olacak.
Hem Konya kültürüne, hem bölgenin, hem de şehrin
gelişimine katkı yapılacak. Bu bölgeyi bir kültür
bölgesi, müzeler bölgesi olarak planlamıştık. Ona
doğru gidiyoruz. Akçeşme'de yaptığımız kentsel
dönüşüm ve tarihi Konya evlerinin ortaya çıkarılması
çalışması, Çukur Camii'nin restorasyonu, İstiklal
Harbi Şehitleri Abidesi, Hacıveyis Camii
restorasyonu, Üçler Mezarlığı düzenlemesi, tarihi
bölgeye hizmet veren otel, Mevlana Kültür Merkezi,
Konya Müzesi, Spor ve Kongre Merkezimiz ve devam
edecek diğer yatırımlarla Konya'mızın bu bölgesi
Konya kültürün kalbi konumuna gelmiş olacak." dedi.
Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından Üçler
Mezarlığı yanında yapımı devam eden Tarihi Mezar
Taşları Müzesi, 2 bin 500 metrekare alanda inşa
edilecek ve yaklaşık 1 milyon 200 liraya mal olacak.
Yapım süresi 120 gün olan Tarihi Mezar Taşları
Müzesi'nde tarihi mezar taşlarının sergileneceği
kameriyelerin yanında; gasilhane ve idari birimlerin
olduğu ana bina, bahçede gezinti alanları, süs
havuzu ve otopark yer alacak.
Star, 10.03.2013
|
10 - 16 Mart 2013
|
150 BİN TL'LİK 'DEFİNE
DALI'
Bir ‘çatal ağaç dalı’nın
verdiği ‘sinyallerden’ yola çıkan Hikmet Rençber,
yaklaşık 150 bin lira harcayarak, Mersin’de define
aramaya başladı. İddiası da büyük: 3 bin yıllık
kazanlar dolusu altın var, Türkiye’yi kurtarır...
Mersin’de yer
altında büyük bir hazine olduğuna inanan Hataylı
madenci Hikmet Rençber (55), yedi ay önce kazı
izni için İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne
başvurdu. Rençber’e, bir tepenin eteklerinde 100
metrekarelik alanı kazması için ruhsat verildi.
Rençber, yaklaşık 150 bin liralık bir
harcamayla, yetkililer gözetiminde kazıya
başladı. Bölgede bir hazine olduğu yönünde
rivayet olduğunu belirten Rençber, kullandığı
‘çatal ağaç dalı’ parçasının da bunu
doğruladığını iddia etti. Yüzeye paralel
tuttuğunda dalın belli bir bölgeye doğru
eğildiğini, bunun madencilik dilinde ‘Maden
rezervi var’ anlamına geldiğini savunan Rençber,
“Bu enerjiyi yaklaşık 1.5 kilometreden aldım”
dedi.
‘TÜRKİYE BORÇLARINI ÖDER’
Özel cihazlarla yer altındaki hazineyi
görüntülediğini de iddia eden Hikmet Rençber,
şunları anlattı: “Buradan çıkacak her şey
devlete verilecek. Ondan sonra da kıymet takdir
komisyonu devreye girecek, hak ettiğimizi
alacağız. Yerin 24 metre altında 2-3
metrekarelik odalardaki büyük kazanlarda, 3 bin
yıl öncesine ait olduğunu sandığımız,
altın paralar
var. Tahminlerimize göre yerin altında
Türkiye’nin tüm borçlarını ödeyecek servet
yatıyor.”
POLİS 24 SAAT
NÖBET TUTUYOR
Polis ekiplerinin 24
saat nöbet tuttuğu bölgede devam eden kazı
çalışmalarını yakından görmek isteyen meraklı
vatandaşlar da büyük heyecan yaşıyor. Kazı
çevresine gelen vatandaşların bazıları da
bölgede altın olduğunun yıllardır konuşulduğunu
ancak bunun bir rivayet olarak kaldığını
anlattı.
Hürriyet, Haber: Ali Şen
- Mustafa Ercan, 16.03.2013
|
OTOPARKTA ŞÖVALYE İSKELETİ
BULUNDU
İskoçya
Edinburgh'da, İskoçya Kralı 3'üncü Richard'ın iskeletinin bulunduğu otopark alanında bir şövalyenin iskeleti daha bulundu.
13'üncü yüzyılda kurulan Blackfriars Manastırı'nın yanında bulunan mezarın, manastırın bulunduğu alanda kazı çalışması yapan arkeologlar tarafından ortaya çıkarıldığı açıklandı.
1485'te savaşta hayatını kaybeden 3'üncü Richard'ın, mezarının yanın bulunan iskeletin ve dişlerinin iyi durumda olduğu ve şövalyeyle ilgili daha çok bilgi edinilmesine yardımcı olacağı belirtiliyor.
Sabah, 16.03.2013
|
|
PENDİK'TE 8 BİN YILLIK
BARIŞ

Marmaray Projesi
Gebze-Haydarpaşa hattı Pendik mevkiinde
İstanbul Arkeoloji
Müzesi denetiminde süren kazılarda, neolitik dönem
katmanlarda ilginç buluntular çıktı. Köyün
mezarlığında, cenin pozisyonunda (hoker)
gömülenlerin arasında oturur vaziyette gömülü bir
iskelete ulaşıldı.
İstanbul Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Özdoğan,
‘‘Oturur vaziyette gömü biçimini Avrupa kültüründe
görüyoruz. Hoker (cenin) pozisyonunda gömü de
Anadolu kültürüdür.
Anlaşılıyor ki iki kültür burada kardeşçe,
gerilimsiz yaşamış. Anadolu’dan gelen kültür
İstanbul’daki kültürle birleşiyor, Avrupa’ya bu yeni
kültür gidiyor ve biz bunu Pendik kazıları ile yeni
öğreniyoruz’’ dedi.
Yuvarlak ev, balıkçı evi
Tren yolu genişletme çalışmaları sırasında
Pendik’te yapılan kazılarda İstanbul’un en eski köyü
ortaya çıkarılmıştı. Yenikapı’daki neolitik dönem
arkeoloji kazılarından sonra Pendik kazıları
İstanbul tarihi için ayrı bir önem kazandı.
Yaklaşık 3 aydır devam eden kazılarda çok sayıda
mezar ve neolitik dönem buluntuları elde edildi.
Kazılarda hoker pozisyonundaki mezarlar arasında
bulunan bir insan iskeleti oturur vaziyetteydi.
Yangın da geçirdiği saptanan alanda arkeologlar bu
mezarın farklılığı üzerine kafa yormaya başladı.
Önce bulunan kişinin oturduğu yerde yandığı ve
öylece kaldığı düşünüldü. Sonra böyle olmadığı
anlaşıldı. Çünkü Avrupa neolitik dönem kazılarında
benzer mezarların varlığı, arkeologların aradıkları
sorunun cevabına yaklaştıklarını gösterdi.
Prof. Dr. Mehmet Özdoğan İstanbul’da var olan bir
kültürün sonucu olduğunu düşündüğü mezar için
şunları söyledi:
‘‘Pendik’te ortaya çıkan kültür tabakası Anadolu
kültürü ile benzerlik taşıyor. Anlıyoruz ki
Anadolu’dan göç eden topluluklar İstanbul’da balıkçı
bir toplum ile karşılaşıyor. Yuvarlak ev tipleri
balıkçı toplum özelliğidir. Bu kültür İstanbul’da
bir evre değiştiriyor. Avrupa’ya o değişen evre
gidiyor. Oturur vaziyette gömü biçimi Avrupa’da var.
Hoker pozisyonunda gömü biçimini de Anadolu
kültüründen tanıyoruz. Her ikisinin bir arada olduğu
yer ise Pendik. Kardeşçe, gerilimsiz bir hayat
sürdüklerini görüyoruz. Anadolu medeniyetinin
temelini Pendik oluşturuyor. Bu büyük bir keşif.’’
Özdoğan’a göre Arkeoloji Müzesi tarafından kurtarma
kazısı olarak devam eden çalışmaları projenin
tamamlanmasından sonra da mutlaka devam etmeli:
‘‘Pendik Belediyesi, İstanbul Üniversitesi ve
müzenin işbirliği ile tren yolu hattının dışında
kalan alan üzerinde kazılar devam etmeli. Kurtarma
kazıları bilimsel kazılara dönmeli. Çünkü bu
bilgiler çok değerli ve Pendik dünya tarihine
geçebilecek bir alana döner. Arkeopark yapılarak
burası hem bilime hem turistik ziyarete açılır. Bu
kazılar mutlaka sürmeli.’’
İstanbul’un ilk sanat
eseri mi?
Neolitik dönem
mezarların yanında bulunan pişmiş topraktan küçük
insan figürini heykel ise ‘İstanbul’un ilk sanat
eseri’ yorumlarına neden oldu. Daha önce Yenikapı’da
bulunan ahşap figürinden sonra İstanbul’un en eski
heykeli olma özelliğine sahip figürin müze
koleksiyonuna girdi. İstanbul Arkeoloji Müzesi
Pendik’te bulunan iskeletlerle Yenikapı’daki insan
iskeletlerden diş örneklerinin de yurtdışındaki
laboratuvarlara gönderildiğini, DNA araştırması
yapılarak iki kazı alanında yaşayanlar arasında
akrabalık bağının araştırıldığını söyledi.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 16.03.2013
|
23 YIL SONRA ANLADILAR
ABD'nin Florida
eyaletinde 23 yıl önce bulunan beş milyon yıllık
fosilin yeni bir türe ve familyaya ait olduğu
keşfedildi.
Araştırmacılar, nesli
tükenmiş kılıç dişli kedi grubuna mensup olduğunu
düşündükleri fosilin, 23 yıl boyunca bulunan ek
fosiller sayesinde yeni bir tür ve familyaya ait
olduğunu belirledi.
Polk ilçesinde 1990'da
yapılan bir fosfat madeni kazısı sırasında bulunan
fosilin ait olduğu tür ve familyaya, Rhizosmilodon
fiteae adı verildi. Rhizosmilodon fiteae tür ve
familyasına bu ad, bu konudaki önemli örnekleri
2011'de Florida Üniversitesi'ne bağışlayarak bilim
adamlarına önemli katkı sağlayan Barbara Fite'a
ithafen verildi.
Fosil, Florida Museum of
Natural History adlı müzenin omurgalı palaentoloji
koleksiyonları yöneticisi Richard Hulbert'ın
yardımıyla gün ışığına çıkarıldı. Fosilin elde
edilen yeni örneklerin ışığında yeni bir tür ve
familyaya ait olduğu ise kılıç dişli kedi
anatomisine ilişkin karşılaştırmalı analizleri
kullanan Doç.Dr. Steven Wallace tarafından bulundu.
Baş yazarlığını
Wallace'ın, yardımcı yazarlığını da Hulbert'in
üstlendiği bilimsel çalışma, elektronik ortamda
yayınlanan PLOS One adlı bilimsel derginin 13 Mart
sayısında yer aldı.
KILIÇ DİŞLİ KEDİLERİN ANA VATANI
ABD
Araştırmacılar fosilin, Los Angeles
kentindeki La Brea Tar Çukurları'nda bulunan, üst
çenesindeki uzamış köpek dişleriyle dikkati çeken
büyük bir uç yırtıcı olan ünlü Smildon fatalis ile
aynı soydan geldiğini belirtti. Biyolojide uç
yırtıcı terimi, kendisini avlayabilecek hiçbir
yırtıcının bulunmadığı besin zincirinin en
tepesindeki türler için kullanılıyor.
Fosil hakkında daha önce
yapılan araştırma, Smilodontini adıyla anılan bu
gruptaki kılıç dişli kedilerin ana vatanının Asya
olduğunu ve Kuzey Amerika'ya buradan göç ettiklerini
gösteriyordu. Ancak araştırmacılar, bulunan yeni
türün yaşının, bu grubun anavatanının Kuzey Amerika
olduğunu ortaya koyduğuna işaret etti.
Yeni keşfedilen türün,
Smilodon adı verilen en ünlü kılıç dişli kedinin
Yeni Dünya'da ortaya çıktığını gösterdiğine dikkati
çeken Hulbert, bulunan fosilin nesilleri 11 bin yıl
önce tükenen bu tür ve atalarının, en az 5 milyon
yıl önce ABD'nin güneydoğusunda yaşadığına işaret
ettiğinin altını çizdi.
Kılıç dişli kediler
grubunun sadece bir türden ibaret olmadığını
belirten Hulbert, yeni keşfedilen türle birlikte
sadece Florida'da, bu gruba mensup altı tür
bulunduğunu, tüm dünyada ise bu gruba ait kabul
edilebilir tür sayısının 20 olabileceğini vurguladı.
Hürriyet, 15.03.2013
|
SURLAR, BİZLER,
ÖTEKİLER...
İstanbul, havada
uçuşan parlak projeler ile oyalanırken ve
bizler, İstanbul açık kent, kültürel miras,
turizm, kamusal alan diye konuşurken… Bu
topraklarda tarih boyunca üretilmiş sekiz bin
yıllık kimi değerlerin de kentin kimi sakinleri
gibi en sefil dönemlerini yaşadıkları
söylenebilir.
Bizler; İstanbul,
açık kent, kültürel miras, turizm, kamusal alan
diye konuşurken…
Buraları merak eden
ve resim de çekmeye meraklı bir yabancı “kadın”,
yalnızca bizlere ait olmayan bu dünyamızı
paylaştığımız bir sürü insandan biri, kendince
bir çaba göstererek 20 bin kilometre yolu geçip
geliyor ve sürdürmeyi, paylaşmayı
beceremediğimiz insanlığın bu ortak kültürel
mirasının, bu kamusal alanın izleri üzerinde
dolaşmaya başlıyor.
Her yabancı kadını potansiyel bir yem olarak
algılamaya mahkum ettiğimiz kimileri; ırza geçip
taşla baş ezen erkek egemen toplumun kimi
üyeleri bu arada, bu lanetli kentin karanlık
köşelerine sığınmış olabilirler.
Kendilerine ait kıldıkları bölgelerine giren bu
“yabancı kadın” da “doğallıkla” onların,
ötekilerin malı olacaktır, onunla istedikleri
gibi oynayabilirler. Sonra da kırık bir oyuncak
gibi bir kenara bırakabilirler.
Kadının birkaç dakika önce çektiği resim, bu
kentten batıya doğru uzanan hüzünlü bir
demiryolu görüntüsüdür, birkaç dakika sonra
çekeceği ise sahilde, günbatımı sonrasının
ışıkları olabilir. Son dakikalarda, bu güzel ama
lanetli kentte gün batarken, aklından neler
geçtiğini hiç bilemeyeceğiz.
Ama çektiği resimleri izlerken, derhal,
“herhalde uyuşturucu kuryesidir bu…” diye yorum
yapmaya koşullanıyoruz. Bir dernek ise “Suçu
buralara sığınmış zavallıların üzerine atmaya
hakkınız yoktur” diye görüş bildiriyor.
Kafamız karışık. Suç var mı, varsa suçlu kim?
Elbette, kimi toplumlarda olduğu gibi
birileri, sokakta da yaşamayı seçebilmeli.
Metropole karşı bir protestodur belki bu tavır.
Ama belli ki buralarda yaşama tutunmaya
çalışanların, “ötekilerin” keyfi değil, zorunlu
bir tercihi bu. Taşların yerine oturduğu bir
toplumda bu ve benzeri dernekler, çoktan kent
toplumundan, yerel yönetimlerden, TOKİ’den hesap
sormalı, bu insanlar için farklı projeler
üretebilmeliydi. Dinleyen olursa.
Bu yersiz yurtsuzlara verecek hiçbir şeyi yok
mudur gerçekten bu toplumun. Bu insanları,
Bizans duvarlarının dışına çıkarıp, düzgün bir
yer edinmelerini de sağlama konusunu hiç
tınmayanlar, örneğin TOKİ yetkilileri ise
kilometrekare ile imal ettiği konutlarından
sermaye üretmeye devam ederlerken, güçlerinin
belirli bir bölümünü sistemin marjinalleştirdiği
yaşamlara, gerçek evsizlere, yersizlere
harcamayı düşünse?
Belki üç yüz belki bin kişi için insanca bir
yaşam çevresi üretmenin maliyeti nedir ki?
Söyleyeyim; “Taşı toprağı inşaat” olan bu dünya
metropolünde bir “plaza” katının bedelidir.
İstanbul, havada uçuşan parlak projeler ile
oyalanırken ve bizler, İstanbul açık kent,
kültürel miras, turizm, kamusal alan diye
konuşurken… Bu topraklarda tarih boyunca
üretilmiş sekiz bin yıllık kimi değerlerin de
kentin kimi sakinleri gibi en sefil dönemlerini
yaşadıkları söylenebilir.
Son kez surlara dönelim. Günler geçti, “Olay
Mahalli İnceleme Ekipleri” artık bürolarına
dönmüştür.
Diyarbakır’ın ünlü surları 5 kilometredir.
Paris’in 24 kilometrelik surlarının neredeyse
tümü bir “çılgın proje” uğruna yıkılarak çevre
otoyoluna dönüştürülmüştür. Atina, Roma gibi
eski İstanbul’un yanında köy boyutunda kalan
yerlerde eski kent surlarının izlerini bile
bulmak ise neredeyse olanaksızdır.
Dünyada, kentin son dönemde gördüğü tüm zulme
karşın en iyi “kalmış- korunmuş” metropol
surları bunlardır: 14.5 kilometresi kıyı boyunda
olmak üzere toplam 22 kilometrelik bir hazine.
Yeni barbar istilaları (en azından top- tüfek
ile) olmayacağına göre bunları şimdilerde moda
olduğu gibi “ihya” etmeden korumanın bir yolu da
olmalı. Elbette Bukoleon, Blahernai, Yedikule
gibi kalelerini de otele veya yavan kültür
merkezlerine dönüştürmeden. Sulukule gibi yakıp
yıkmadan, belki de bu duvarlara yaslanıp
yaşayan, onlarla bütünleşen kimi evleri bile
koruyarak.
Bir gün keyif ve güvenle surlar boyunda yürüyen,
bisiklete binen, resim çeken İstanbulluları ve
“yabancı”ları hayal ediyorum.
Taşı ile, kuşu ile, insanı ile barışık bir
İstanbul hayali.
İşe Konstantin gibi şehir surlarından başlasak.
Çılgın bir proje mi yoksa bu?
Belki de şöyle düşünüyordu “yabancı kadın”:
“Artık buralarda yalnızca İstanbul’un kuşları
barınsa… Bu şehrin kara surlarına kargalar, kıyı
surlarına martılar yakışır. Güvercinler dini
yapıların yakınlarında yaşar herhalde. Geceleri
baykuşlar da olabilir, ama yarasa olmasın…”
Cumhuriyet, Yazı: Haydar
Karabey, 15.03.2013
|
KAZI ALANINDA BULDULAR

Yüzyıllardır
gömüldükleri yerde kimsenin haberi olmadan
yatıyorlardı... İngiltere'nin başkenti Londra'da bir
yol kazısı sırasında bulunan 9 iskeletin 1348
yılında ülkeyi kavuran veba salgınının kurbanları
olduğu iddiası büyük merak uyandırdı.

Yol işçileri tarafından
milyar poundluk bir raylı sistem projesi çalışması
sırasında bulunan iskeletlerin, 1.5 milyon İngiliz
vatandaşının da hayatını kaybettiği ve Avrupa'yı da
kavurmuş veba salgınının kurbanları olduğu
düşünülüyor.

Kemiklerin üzerinde
testler uygulayacaklarını belirtilen yetkililer sözü
geçen bölgenin o dönemde kriz mezarlığı olarak
kullanıldığını da açıkladı.
Vatan, 15.03.2013
|

|
CEYHAN CAMİSİ RESTORE EDİLİYOR
Hatay Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihalesi yapılan ve geçtiğimiz günlerde restore çalışmalarına başlanılan Ceyhan Camisi, aslına uygun olarak yeniden restore edilecek.
Müteahhit firma yetkililerinden yapılan çalışmalar hakkında bilgi alan Müftü Pat, restore çalışmalarının kasım ayı içerisinde tamamlanacağını söyledi.
Pat, caminin taş minaresinin yıkılacağını ve yerine aslına uygun olarak ahşap minare yapılacağını kaydetti.
Hatay Gündem, 15.03.2013
|
KORUMA KURULUNA BY-PASS

Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı,
Beşiktaş ’ta
İnönü Stadı arazisi için hazırlanan imar
planında değişiklik yaparak “Spor tesisi
alanında koruma kurulundan görüş alınmadan
uygulama yapılamaz” maddesini iptal etti. Meslek
odaları, bu değişiklikle ‘42 bin seyirci
kapasiteli yeni stat’ projesinin kurul
denetiminden çıkartılmak istendiğini fakat bunun
kanunen mümkün olmayacağını söylüyor. 2863
Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu’na göre, tescilli bir yapı olan ve
kentsel sit alanında bulunan stada, buradan
sorumlu 3 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Kurulu izni olmadan hiçbir müdahale
yapılamaz.
Aynı bakanlığın yeni stat projesi için
hazırladığı bir önceki plan, geçen ocakta
onaylanmıştı. Bu planda stat için maksimum
yükseklik deniz seviyesinden 34 metre - yaklaşık
10 katlı bir apartmana denk - olarak
belirlenmişti. Ritz Carlton Oteli’nin yan
tarafındaki yeşil alan da projeye dahil edilmiş
ve Beşiktaş’ın kullanımına açılmıştı.
Koruma kurulu
duvara mı bakacak?
İki hafta önce askıya çıkan yeni plan
değişikliğinin bir öncekinden tek farkı, stat
arazisinde yapılacak projeleri koruma kurulu
onayına bağlayan maddelerin üzerinin çizilmiş
olması.
Yeni plan notlarında, “Spor tesisi alanında
koruma kurulunca onaylanan projeye göre uygulama
yapılacaktır” maddesinin üzeri çizilerek iptal
edilmiş. Notun devamında yer alan, “...tescilli
yapıya ilişkin uygulamanın kurulun onaylayacağı
projeye göre yapılacağı” hükmü ise olduğu gibi
bırakılmış. Uzmanlar, bu değişikliği şöyle
yorumluyor:
“Kurulun yetki alanı stadın tescilli kısmı olan
giriş kapısı ve müze duvarıyla sınırlanmış,
arsanın geri kalan kısmında yapılacak projede
ise kurula görüş sorulmayacak.”
Uzmanlara göre hazırlanacak projenin silueti ve
bölgenin tarihi dokusunu bozmaması, stadyumun
altından geçen Dolmabahçe Sarayı’na ait
kanallara zarar vermemesi gibi birçok unsur
kurul tarafından denetlenmeli.
Üstü stat altı
alışveriş merkezi
Şehir Plancıları
Odası
İstanbul Şube
Başkanı Tayfun Kahraman: 2863 Sayılı
Yasayla zorunlu kılınan kurul denetimi, bir plan
hükmüyle atlatılamaz. Proje hem İBB hem de
koruma kurulu denetiminden çıkartılmak
isteniyor, niyet kurulu süreç dışında bırakmak.
Bu hüküm kaldırılmış olsa da proje bütünüyle
kurula gitmek zorunda. Bizim bir önceki plana en
önemli itiraz gerekçemiz, stadın kapasitesinin
arttırılmasının trafik sorununu daha da
kötüleştireceğiydi. Stadın alt katlarında da
alışveriş ve ticaret fonksiyonu getirilmiş, yani
gün içinde de buraya trafik çekecek.
Mimarlar Odası
Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) Kurulu üyesi
Mücella Yapıcı: Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı artık yetkilerini aşarak kendisini hem
belediye hem de kurul yerine koyuyor, tepeden
inme ve çok tehlikeli kararlar veriyor. Burası
İstanbul’un en önemli vadisi, dört tarafı
tescilli eserle dolu ve Boğaz silueti açısından
çok önemli bir yerde. Bir binanın tescilli
duvarına, kapısına kurul bakacak, bedenine
bakmayacak, böyle bir şey olabilir mi? Yapı
bütündür. Kolonu bile tescilli olsa kuruldan
geçmek zorundadır. Zaten bu kadar anı taşıyan
bir yapının yıkılarak kapasitenin arttırılması
baştan yanlış. Gökkafes’le başlayan talan deniz
kıyısına kadar iniyor.”
Stat 2005’te
tescil edildiğinde kurul üyesi olan Dr. Can
Binan (YTÜ Mimarlık Fakültesi Restorasyon Bölüm
Başkanı): Plan notlarını yazanlar ya
yapılacak projeyi koruma kurulundan kaçırmak
istiyor ya da kurulun önceki kararlarını
okumadılar. Stadın tescil edilmesinden önce
koruma kurulu, 2002-2003 yıllarında stadyumun
bulunduğu alanı Dolmabahçe Sarayı’nın koruma
alanı içine aldı. Bu karar stat daha büyümesin,
irileşmesin, stada yapılacak her türlü müdahale
sarayın silueti dikkate alınarak yapılsın diye
alındı. Eğer yapılmak istenen şey öndeki duvarın
korunarak gerisine istenildiği gibi bir proje
yapmak ise bu koruma ve restorasyon adına
yanlıştır, böyle bir restorasyon anlayışı
yoktur. Dolmabahçe Stadı, tescilli bir yapı
olarak mimari koruma ölçütlerine uygun olarak
restore edilmeli ve statik açıdan sorunlu
yerleri varsa özgün yapının mimarisi bozulmadan
takviye edilmelidir.
Radikal, Haber: Elif
İnce, 15.03.2013
|
TOPÇU KIŞLASININ TARİHİ SERÜVENİ
İstanbul üzerine çalışmalarıyla tanınan ve 100 bine yakın fotoğraf arşivi bulunan sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu, 1938'de yıkılan ve günümüzde yeniden inşa edilmesine karar verilen Topçu Kışlası'nın bugüne kadar yayımlanmayan fotoğraflarını paylaştı. 1860-1908 yılları arasında 1. Topçu Alayı Kışlası olarak bilfiil kullanılan Topçu Kışlası'nın yeniden inşa edilecek olmasını değerlendiren Göncüoğlu, "2. Abdülhamid'in çok güzel bir sözü vardır; 'Tarih tekerrürden ibaret değil, olaylar tekerrürden ibarettir.' Tarihi yapılarımızın tamamının restore edilmesi esasında mantıki bir olay değildir. Çünkü tarih bir noktada yaşanmış ve bitmiştir. Arkeolojik kalıntıların ayağa kaldırılması görsel hafızamız için çok önemlidir. Ama yok olmuş, ortadan kaldırılmış, herhangi bir şekilde var olmayan bir eserin yeniden ortaya çıkarılması, tarihi misyon olarak ne kadar etkindir? Onu tartışacağız'' dedi.
Sabah, 15.03.2013
|

|
KANATLI DENİZATI'NI
BÖYLE SATMAK İSTEDİLER
 
 
 
İstanbul'da polis, Uşak
Müzesi'nden çalınan Kanatlı Deniz Atı'nı Ürdünlü bir
işadamına satmak isteyen çetenin İstanbul
Akmerkez'de iki milyon euroya yaptığı pazarlığı
görüntülemiş.
Uşak Arkeoloji Müzesi'nden 2005'te çalındıktan sonra
her yerde aranan broşla ilgili İstanbul Mali
Suçlarla Mücadele Şubesi, 2009'da önemli bir bilgiye
ulaştı. Bu bilgiye göre, halen cezaevinde tutuklu
bulunan müze müdürü Kazım Akbıyıkoğlu ile bağlantılı
olan bir çete broşu satmaya çalışıyordu. Çetenin bir
ayağı Almanya'da idi. İddiaya göre çete, broşu
satmak için Ürdün asıllı bir işadamı ile bağlantı
kurdu. Almanya'da bulunan çete, broşun fotoğrafını
tarihi ispat için 23 Aralık 2009 tarihli gazetenin
üzerine koyarak çekti ve alıcının temsilcisine
gönderdi. Polis fotoğrafı kriminal laboratuvarda
inceletti ve doğru olduğuna kanaat getirdi. Ürdünlü
işadamının temsilcisi de gelen fotoğrafa inanmış
olacak ki, çete üyeleri ile buluşmak istedi. Buluşma
19 Ağustos 2010 günü saat 15.00'te Etiler
Akmerkez'de gerçekleşti. Buluşmaya, daha sonra Alman
polisi tarafından gözaltına alınacak olan Ercan U.,
ismi öğrenilemeyen bir Alman avukat ile Ürdünlü
işadamının temsilcisi katıldı.
PANİĞE KAPILDILAR
Yaklaşık yarım saat süren pazarlıkta broşa
biçilen fiyat 2 milyon euro oldu. Pazarlık sürerken
hemen arkalarında oturan bir mali şube dedektifi,
pazarlığı an be an gizli kamera ile kaydetti.
Görüşmenin ardından taraflar birbirlerine yeni
telefon numaraları ve e-mail adreslerini verip
ayrıldı. Çete üyeleri ile alıcı temsilcisi bir süre
daha görüşmeye devam etti. Bu görüşmeler tam iki yıl
sürdü. Mali Şube, çete ile Ürdünlü alıcı temsilcisi
arasındaki tüm e-posta yazışmalarını inceledi.
Satılmak istenen broşun gerçek olduğuna kanaat
getirilince Alman makamları ile irtibata geçildi.
Tüm bilgiler Almanya İçişleri Bakanlığı'na iletildi.
Alman polisi de soruşturma başlattı. Bir iki adrese
düzenlenen baskın üzerine iddiaya göre paniğe
kapılan Ercan U. broşu elden çıkarmaya karar verdi.
Ercan U. broşu Almanya'da bir avukata teslim etti.
Alman avukat da polise giderek "Bir müvekkilim bunu
bana verdi. Saklanması suç teşkil ettiği için teslim
etmeye geldim" dedi ve broşu Alman polisine teslim
etti. Almanya'daki yasalar gereği avukata herhangi
bir işlem yapılmadı. Türk polisi şimdi Almanya'da
bulunduğunu tespit ettiği Ercan U. ile ilgili işlem
yapılması için Almanya Adalet Bakanlığı ile
yazışmalar yapıyor.
Karun Hazinesi'nin en
değerli parçası
Milattan önce (MÖ) 6'ncı yüzyıla ait tarihi
broş Karun Hazinesi'nin en değerli parçası olarak
biliniyor. 2005 yılında Uşak Müzesi'nden çalındığı
ve sahtesinin yapılarak sergilendiği tespit edildi.
Soruşturma neticesinde Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü
Kazım Akbıyıkoğlu ve 9 kişi tutuklandı. Akbıyıkoğlu
17 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Broş şimdi Ankara
Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergileniyor.
Sabah, Haber: Yunus
Tiryaki, 15.03.2013
|
HEKATOMNOS ANIT MEZARI
RESTORE EDİLİYOR

Muğla'daki
Hekatomnos Anıt Mezarı'nda başlatılan
restorasyon çalışmaları ile tarihi alanın
orijinal görünümüne kavuşturulması amaçlanıyor.
Milas Hisarbaşı
Mahallesi'nde tarihi eser kaçakçıları tarafından
tahrip edildikten sonra yapılan operasyon
kapsamında 2010 yılında ortaya çıkartılan ve son
yüzyılın en önemli tarihi eserleri olarak
değerlendirilen Karia Kralı Hekatomnos'a ait
mezar ve çevresinde Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından yaklaşık 2 yıl önce kazı çalışmaları
başlatılmıştı. Alanda şimdi de restorasyon
projesi yürütülüyor. Muğla Sıtkı Koçman
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi ve Hekatomnos Anıt Mezarı Kazı
Alanı Koordinatörü Yrd. Doç.Dr.
Abuzer Kızıl,yaptığı açıklamada, tarihi evlerin
ve kutsal alanı çevreleyen temenos duvarının
sağlamlaştırılması için restorasyon çalışmaları
başlatıldığını söyledi.
Bir taraftan arkeolojik kazıların devam ettiğini
kaydeden Kızıl, 'Mezar odası ile ilgili
çalışmalar sürdürülüyor. Yakın bir gelecekte
alan daha da şekillenecek, farklı bir görünüme
kavuşacaktır' dedi. Bunun için Muğla Anıtlar
Kurulundan geçen restorasyon projeleri ve
rölevelerinin uygulanmaya başladığını bildiren
Kızıl, 'Tarihi alanın farklı bölgelerinde
görevlendirilen ekiplerin kimisi temenos
duvarında kimisi de seçilmiş evlerde çalışmalara
başladılar. Yakın zamanda çalışmalar bitirilerek
tarihi alana müze binası, halı müzesi şeklinde
değişik fonksiyonlar
kazandırılacak. Bir yılı geçmeden restorasyon
çalışmaları bitirilecek diye düşünüyoruz' diye
konuştu.
Star, 14.03.2013
|
500 YILIN GİZEMİ - KAYIP KOLOMB HARİTALARININ SIRRI
PİRİ REİS'TE

Piri Reis Dünya haritasının 500’üncü yılı. Piri
Reis’in değerini Batılı bilim çevreleri Türkiye’den
çok daha iyi biliyor. Nedeniyse bulunamayan Kristof
Kolomb haritalarının izinin Piri Reis haritalarında
ortaya çıkması.
Piri Reis ünlü dünya haritasını tamamladığında
şöyle bir not düşer: Bu harita kulunuz Hacı Mehmet
Oğlu ve Kemal Reis’in Allah her ikisine de rahmet
eylesin yeğeni Piri tarafından 919 yılının
muharrem ayında çizilmiştir. Hicri 919 yılı ise
miladi 1513 yılıdır. Ve 1513 yılının
muharrem ayı 9 Mart-7 Nisan tarihleri
arasındadır.
Kitaptaki o denizci
Kısaca bulunduğumuz günler bu ünlü haritanın tam
500’üncü yılı. Bu nedenle Piri Reis’in önemini ve
değerini Batılı bilim çevreleri
Türkiye’den çok daha iyi biliyor.
Amerika kıtasının kaşifi olarak bilinen denizci
Kristof Kolomb’un keşifleri sırasında kullandığı
haritaları bugün kayıp. Yani Batı müzelerinde bin
yıldan daha eski haritalar bulunmasına rağmen,
Kristof Kolomb’a ait tek bir harita yok.
Piri Reis 1513 tarihli dünya haritasına yazdığı
haşiyede (kenar notu) haritayı yaparken yararlandığı
haritaları sıralarken bir adet Kolomb haritasından
bahseder. Kitab-ı Bahriye isimli eserinde ise,
amcası Kemal Reis ile bir deniz savaşında esir
aldıkları denizcinin Kristof Kolomb ile okyanus
yolculuklarına üç defa katıldığını ve bu denizciden
bir harita edindiklerini anlatır. Bu anlatımın, Paul
Kahle tarafından bir konferansla sunumu, Batılı
bilim çevrelerinde büyük ilgi görür. Nedeni;
bulunamayan Kristof Kolomb haritalarının izi Piri
Reis haritalarında ortaya çıkmıştır. Bu haritanın
büyük ölçüde Kristof Kolomb’un haritası olduğu genel
bir kabul görür.
Batılılar peşinde
1926 yılında Alman
bilim insanı Paul Kahle’nin Kitab-ı Bahriye
üzerine
kitap yayınlaması ve 1929’da
Topkapı Sarayı’nın müzeye dönüşümü sırasında
1513 tarihli haritanın 1/3’ünün bulunması üzerine
Piri Reis ve yaptığı Dünya Haritasıyla ilgili çok
sayıda ciddi eser yayınlanır. Batılı bilim çevreleri
coğrafya keşifleri üzerine ciddi bir belge,
Amerikan bilim çevreleri de Amerika’nın
köklerine ilişkin yeni bir ipucu elde ettikleri için
akademik çalışmalarına Piri Reis’i de dahil ederler.
Ama
Gelibolu doğumlu Piri Reis üzerine Türkiye
akademik çevrelerince ciddi tek bir kitap dahi
yayınlanmamıştır. Afet İnan’ın 1954’de yayınladığı
kitapçık Piri Reis üzerine bir araştırma kitabı
değil, uzunca bir tebliğ niteliğindedir. Deniz
Müzesi‘nin yayınladığı Cevat Ülkekul’un eseri ise
değerli bir derlemedir.
Piri Reis üzerine araştırmalar yapan iki değerli
bilim insanı dikkat çekiyor. Çek asıllı Svat Soucek
ve Amerikalı Gregory C. McIntosh. Her ikisinin de
uzmanlık alanı Piri Reis ve 1513 Dünya Haritası.
Türkiye dostu tarihçi
Soucek yaşamının önemli bölümünü Piri Reis’i
araştırmakla geçirdi. Soucek Türkiye dostu bir
tarihçi. Kitabının girişindeki Türkiye tarifi de,
bunun bir kanıtı; “Türkiye kendisini çevreleyen üç
denizin uzun ve güzel kıyılarıyla kutsanmış bir
ülkedir”.
Yazar, dönemi anlatan tanımlarıyla 500 yıl
öncesinin yaşamını hissettirebiliyor:
“En çok kullanılan gemi tipi, adını kürekli gemi
anlamındaki Yunan kökenli Türkçe bir kelimeden alan
Kadırga’dır. Uzun, alçak ve dar bir gemi olan
kadırga, limanlara girerken ya da limanlardan
çıkarken, düşmanı takip ederken ya da düşmandan
kaçarken ve savaş esnasında kürekle yol alırdı.”
Soucek ayrıca, Piri Reis eserlerinde 3 gemi tipinden
bahsedildiğini yazar: Kadırga, Karavela ve
Barça ya da Köke. Soucek’e göre Piri Reis 1513
tarihli Dünya Haritasını Karaka ve Karavela tipi
gemilerle süslemiştir.
Portolan tarzı harita
Piri Reis döneminde yaygın olarak kullanılan
portolan haritaları daha çok
Portekiz, İspanyol ve İtalyanların ürettiği
biliniyordu. 20’den fazla kitap ve konferansında
Piri Reis ve 1513 Dünya haritasını konu edinen
dünyanın sayılı Piri Reis uzmanlarından Gregory C.
McIntosh Boyut Yayınları’ndan çıkan Piri Reis 1513
Dünya Haritası adlı kitabında yer alan yazısında
mükemmel bir harita kopyası olarak nitelendirdikten
sonra şu bilgileri verir:
“Bu, portolan tarzı bir haritadır. Portolan
haritaları on üçüncü yüzyılda ilk olarak
Venedikliler ve Cenovalılar daha sonra da
Katalunyalılar ve Mayorkalı denizciler arasında
geliştirilen,
Akdeniz, Ege ve
Karadeniz bölgelerine ait deniz haritaları
olarak ortaya çıktı. On dördüncü yüzyılda
Atlantik’in
Avrupa kıyılarını kapsayacak şekilde genişledi.
Afrika ve daha sonraları
Asya ve Yeni Dünya üzerine coğrafi bilgiler
dahil oldukça temel şablonu genişleyen portolan
haritaları, “portolan tarzı” veya “genişletilmiş
portolan” deniz haritaları olarak anılacak şekilde
dünya haritalarına uygulanmaya başlandı. On altıncı
yüzyılın “genişletilmiş portolan tarzı” haritaları,
geleneksel portolan deniz haritaları tarzında
yapılıyor pusulagüllleri, kerte hatları vs. fakat
alışılagelmiş Akdeniz bölgesi haricindeki alanları
tasvir ediyordu. Juan de la Cosa’nın 1500 tarihli
haritası, 1502 tarihli Cantino haritası, 1520’lerin
Ribero dünya haritaları ve 1513 tarihli Piri Reis
haritası portolan tarzı dünya haritalarının
örnekleri arasında sayılabilir. Akdeniz’in portolan
deniz haritaları ve portolan tarzı dünya haritaları
on yedinci yüzyıla kadar üretilmeye devam
edilmiştir.”
Mantık hesabıyla keşif
Piri Reis 1513 Dünya Haritası adlı kitapta
İstanbul Teknik Üniversitesi Geomatik
Mühendisliği Bölüm Başkanı Doğan Uçar ise şöyle
diyor:
“Piri Reis’in yaşadığı dönemlerde yön belirlemede
kullanılan temel yöntem, ‘Dead reckoning’ denilen
metoddur ve ‘mantıklı çıkarım yaparak hesaplama’
anlamına gelmektedir. Yöntem, gidilen yol uzunluğu,
bu yolun gidilmesi için
gerekli zaman ve pusulayı kullanmaktadır. En
basit tanımıyla Dead Reckoning belirli bir süre önce
nerede olduğu kesin olarak bilinen bir taşıtın,
şu an nerede olması gerektiğinin (ya da nerede
olduğunun) hesabı şeklinde yürütülmektedir. Kristof
Kolomb’un seyir defteri kayıtlarından ve
güncelerinden bu yöntemi kullandığı net olarak
bellidir. Geminin kuzeye göre gidiş doğrultusu ise
pusula ile belirlenmekte ve bu yol ve doğrultu
haritada ucu uca eklenerek geminin açık denizde
izlediği rota haritaya işlenmektedir. Hareket edilen
noktadan batıya gidilen mesafe an be an kayıt
edilmektedir. Ve gidilen bu mesafeye göre bulunulan
yelkenlinin boylamı hesaplanabilmektedir.”

Afet İnan’ın 1954’te yayımladığı Piri Reis kitapçığı
Denizlerin
fatihi
Doğum tarihi hakkında kesin bir bilgi bulunmayan
Piri Reis’in, 1465-1470 yılları arasında Gelibolu’da
doğduğu kabul ediliyor. Küçük yaşlardan itibaren
denizciliğe olan ilgisi fark edilen denizci, 11
yaşına kadar burada yaşıyor. Denizcilikteki ilk 14
yılını amcası Kemal Reis’in gemisinde geçiriyor.
Amcasıyla beraber Batı Akdeniz kıyılarında ve
çeşitli adalarda bilgi ve beceri kazanıyor. Kristof
Kolomb’un Amerika haritasını ise 1493-1494
yıllarında ele geçiriyor. Ziyaret ettiği yerlerin
fiziki bilgilerini ve kimlere ait olduğuna dair
notlar toplayan denizci, 1521’de ilk eseri ‘Kitab-ı
Bahriye’yi hazırlıyor. Denizcilik alanında zamanın
en önemli bilim adamları arasında yer alan Piri
Reis’in Dünya haritasını hazırlarken Rumca,
İtalyanca ve Portekizce bilgisinden yararlandığı
biliniyor.
Amerika’nın
kaşifi
“Amerika’nın kaşifi” olarak bilinen Kolomb, 1451’de
İtalya’nın Cenova şehrinde dünyaya geliyor. Yoksul
bir ailenin çocuğu olan denizci, gençliğinde
Akdeniz’in doğusuna bir deniz yolculuğu yaparak
baharat ve ipek ticaretinin nasıl yapıldığını
öğreniyor. Yaşadığı dönemde Dünya’nın küre biçiminde
olduğuna inanan kaşif, çeşitli Dünya haritalarının
çizimine yardımcı oluyor. Bu çizimlerde, Dünya
gerçekte olduğundan daha küçük, Asya kıtası ise çok
daha büyüktü. Asya’nın doğuya doğru uzadığına inanan
denizci, 1492’de
Atlantik Okyanusu’nu aşıyor. Yepyeni bir kıta
keşfetmiş olduğunun farkına varamayan Kolomb, Kuzey
Amerika’ya ulaşan ilk Avrupalı oluyor.
ABD’de her yıl ekim ayının ikinci pazartesi günü
ünlü denizciyi anmak amacıyla ‘Columbus Günü’ olarak
kutlanıyor.

Piri Reis’in 1513’teki dünya haritasında Nil nehri böyle resmedilmiş.
Milliyet, Haber: Bülent
Özükan, 14.03.2013
******
500 YILIN GİZEMİ -
AMERİKA'YA KOLOMB'DAN ÖNCE MÜSLÜMAN DENİZCİLER Mİ
GİTTİ?
Batı’da haritalar
15’inci yüzyılda oluşmaya başlamış. İslam
coğrafyasındaysa 800’lü yıllarda Abbasi halifesi
Me’mun döneminden kalma haritalar bulunuyor.
Uzmanlar Piri Reis’in yaptığı haritaların sayısı
konusundaysa anlaşamıyor...
Piri Reis’in 1513
tarihli dünya haritası gizemini 500 yıl sonra da
korumaya devam ediyor. Batılı bilim insanları
haritanın önemini Kolomb haritasına dayandırıyor.
İslam Uygarlığında
Bilim ve
Teknoloji üzerine
çalışmaları ve çok sayıda kitapları bulunan,
akademik çalışmalarını
Almanya’da sürdüren
Prof.Dr. Fuat Sezgin ise İslam coğrafyasındaki
denizcilerin ve haritacıların Kolomb öncesi
dönemdeki başarılarına dikkat çekiyor.
Günümüz coğrafya bilgileri çoğunlukla
Avrupa kaynaklı
olduğu için özellikle İslam coğrafyasındaki bilim ve
coğrafya çalışmaları yeniden tartışılmaya
başlanıyor.
İslam coğrafyasındaki haritaları ve önemini gündeme
getiren diğer bir isim ise
İstanbul Üniversitesi’nde
Osmanlı Bilim Tarihi derslerini veren Prof.Dr.
Mustafa Kaçar.
Sadece
Akdeniz
Piri Reis’in Akdeniz dışına çıkmadığı biliniyor.
Ama yaptığı dünya haritasında 20’den fazla haritadan
yararlandığını eseri Kitab-ı Bahriye’de açık bir
anlatımla dile getiriyor. Yararlandığı haritalar
arasında İslam coğrafyasında hazırlanmış haritalar
önemli bir yer tutuyor. Boyut Yayıncılık’ın
yayınladığı Piri Reis Kitapları dizisi bilinen
bilgileri derlemesinin yanı sıra çok sayıda bilim
insanının yeni ve özgün çalışmalarına da yer
veriyor.
İslam uygarlığında Bilim ve Teknoloji konusunda
dünyanın kabul ettiği en önemli bilim insanlarından
Fuat Sezgin’in uzun araştırmalar sonucundaki yeni
tezleri şöyle:
“Amerika
kıtasının muhtemel bir Kolomb öncesi keşfi konusu
20. yüzyılın ikinci yarısında birçok bilim adamının
zihnini meşgul etmiştir. Gavin Menzies tarafından
kaleme alınan 1421:
Çin’in Dünyayı
Keşfettiği Yıl adlı kitabın yayınlanmasıyla bu
konuya olan ilgi son zamanlarda bir kez daha ciddi
şekilde artmıştır.
Emekli bir
denizaltı komutanı
olan
yazar, kitabının
uzmanlardan çok geniş bir kesime hitap ettiğini
iddia etmektedir.
Menzies’e göre, halen James
Ford
Kütüphanesi’nde bulunan Sir Thomas Phillips
koleksiyonunda özellikle bir harita dikkatini
çekmişti. Venedikli kartograf Zuane Pizzigano’nun
adını taşıyan harita 1424 tarihlidir. Menzies’in bu
haritaya olan ilgisi esas olarak Batı Atlantik’te
görülen Satanazes, Antilia, Saya ve Ymana adlı dört
adadan kaynaklanmaktadır. Menzies, Antilia ve
Satanazes’in Karayip Denizi’nde bulunan Puerto Rico
ile Guadeloupe olduğu “... ama bunun da aslında
birilerinin adaları Kolomb’un
Karayipler’e
ulaşmasından yetmiş yıl kadar önce dolaştığı
anlamına geldiği’ sonucuna varmıştır.” Fuat Sezgin
yazısının ilerleyen bölümlerinde Karayiplere
Kolomb’dan 70 yıl önce gelenlerin İslam denizcileri
olduğunu ispatlamaktadır.
Harita sayısı belli değil
Uzmanlar Piri Reis’in 1513 tarihli dünya
haritasında yaptığı haritaların sayısı konusunda da
anlaşamıyorlar. Piri Reis 20 haritadan
yararlandıktan sonra 8 Caferiye ve 4
Portekiz
haritasından söz ediyor. Bazı uzmanlara göre
yararlanılan harita sayısı 20’dir. Bazıları ise
yazılanları toplam 32 harita olarak yorumluyorlar.
Piri Reis’in kullandığı Caferiye kelimesi de ayrı
bir tartışma konusu. Bazı uzmanlar
Caferi’lerin
haritasından söz edildiğini anlıyor. Bazı uzmanlar
ise bu kelimenin coğrafya anlamında yanlış yazım
olduğunu düşünüyorlar.
Batı’dan önce
Piri Reis ve haritaları üzerine
zenginleştirilmiş gerçeklik tekniklerini kullanarak
bir
dizi
kitap yayınlayan
Boyut Yayınları’nın Piri Reis 1513 adlı kitabında
İstanbul Üniversitesi’nde Osmanlı Bilim Tarihi
üzerine dersler veren Prof.Dr. Mustafa Kaçar ise
Piri Reis’in yararlanmış olabileceği İslam
haritaları hakkında şu bilgileri veriyor:
“Haritacılık geleneği, İslam coğrafyasında Batı’dan
çok önce başlıyor. Dokuzuncu yüzyılda halife Me’mun
döneminden kalma çok değerli haritalar var. Batıdaki
haritalar ise 1400’lerden itibaren onbeşinci
yüzyılda şekillenmeye başlıyor. Bu eserde Piri
Reis’in yararlanmış olabileceği İslam haritaları,
örnekleriyle ve Türkçeleştirilmiş bilgilerle ilk
defa ve geniş olarak yer aldı. Türkler tarafından
çizildiği bilinen Divanu Lügati’t-Turk adlı sözlükte
yer alan Dünya haritasına da ayrıntılı bir şekilde
yer verdik.”
Kayıp harita
Kaçar’a göre Abbasi Halifesi el-Me’mun emriyle
hazırlanan büyük dünya haritası günümüze kadar
ulaşamadı. Kaybolduğu düşünülen bu dünya haritasının
bir nüshası, yakın zamanlarda İstanbul’da
Topkapı Sarayı
Müzesi Kütüphanesi’nde İbn Fazlullah el Ömeri’nin
1340 yılında yazdığı Mesalik el-Ebsar adlı
Arapça ansiklopedik
eserde tespit edildi. Tıpkı
Kristof Kolomb’un
haritalarının izine Piri Reis’in 1513 tarihli
haritasında rastlanılması gibi...
“Halife Me’mun’un Dünya haritasından sonra yaklaşık
iki asır İslam dünyasında haritacılık alanında büyük
bir gelişme gözlenmemiştir. Özellikle son zamanlarda
İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesi’nde İslam
coğrafyacılarından İbn-i Havkal’a ait eserler birer
birer ortaya çıkmaya başlayınca Belhi Ekolü olarak
adlandırılan İslam coğrafyacıların çalışmaları gün
yüzüne çıkmıştır.
Edebiyat faktörü
Ebu Zeyd ibn Sehl elBelhi’ye (Öl. 934) izafe
edilen Dünya Haritası, Halife Memun’un hazırlattığı
İslam devletleri Dünya haritasının özelliklerini
taşımakta ve aynı bölgeleri kapsamaktadır. El-Belhi,
coğrafya çalışmalarından çok edebi kişiliği ile
tanınmış önemli bir İslam alimidir. Coğrafyacı
El-Mukaddesi’ye göre Belhi’nin coğrafya
çalışmaları, kısa şerhler halindedir. Haritaları
da gerçekte Ebu Cafer Muhammed el-Hazin (öl. 961)
tarafından çizilmiştir. Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi’nde bulunan Suverü’l-Ekalim (Yeryüzü
Suretleri) adlı İslam Dünyası atlasının Arapça
versiyonundaki “Dünya Haritası, İstahri’nin metni
esas alınan bir tercümedir. 35,5 x 48 cm
boyutlarındaki bu kopya 15. Yüzyıl, Timurlar
dönemine ait
Farsça bir yazmanın
içinde bulunmaktadır.
Prof.Dr Mustafa Kaçar
İstanbul Üniversitesi’nde Osmanlı Bilim Tarihi
dersleri veriyor. Kaçar, ‘Piri Reis Öncesi İslam
Haritacılığı’ kitabında İslam haritacılığını detaylı
olarak kaleme aldı.
Piri Reis tarafından 1521 yılında kaleme alınan ‘Kitab-ı Bahriye’deki Maya Kalesi haritası.
Yedi iklimli
yeryüzü
Eserde, diğer İslam coğrafyacılarında olduğu
gibi yeryüzü yedi ayrı iklime ayırmaktadır.
Ekvator, gerçek
yerinde gösterilirken Dünya 0-120 derece arasında
Afrika’nın en Batı
kıyısından başlayarak (Halidat adları) Doğu’ya doğru
birer birer artan meridyenlere ayrılmıştır.
Akdeniz’de 3 ve Zengibar Denizinde (Hind Okyanusu) 3
olmak üzere toplam 6 ada, Nil, Fırat, ve Gilan
nehirleri ve
Hazar Denizi ile
Harzem gölü gösterilmeye değer görülmüştür. Ayrıca
Ptolemy coğrafyasında olduğu gibi Nil nehrinin
kaynağı (Cebel-i Kamer, Ay Dağı) Kafkaslar ve
İran dağları
gösterilmiştir. Avrupa kıtası üzerinde ki birinci
iklimde sadece Batı’dan Doğu’ya doğru,
Endülüs, Frenk
(Fransa), Rumiyet, Konstantiniye, Bulgar, Rus
devletlerine yer ayırmıştır. Frenk denizi olarak
adlandırdığı Akdeniz’de Cezire-i Sicilya, Cezire-i
Ahritis (Girit) ve Cezire-i
Kıbrıs (Kıbrıs)
adaları gösterilmiştir. Güney denizinde yine
Cezire-i Lafet, Cezire-i Harik ve Cezire-i Eval
gözterilmektedir. Haritada 5.-3. iklimlerde
Asya’da yer alan
şehirler özellikle belirtilmiştir.”
Milliyet, Haber: Bülent
Özükan, 15.03.2013
******
500 YILIN GİZEMİ -
OSMANLI HARİTACILIĞA NEDEN ÖNEM VERMEDİ?
Ne Yavuz Sultan Selim,
ne Kanuni Sultan Süleyman... Piri Reis’in ‘Kitab-ı
Bahriye’si Osmanlı padişahlarından ilgi görmemiş.
İmparatorluk bilime karşı mesafeli duruşuyla dünya
okyanuslarına açılma şansını yitirirken Batılılar
ise siyasal tarihi haritalara aktarmayı başarmış.
Piri Reis 1513
yılında yaptığı ilk dünya haritasını 1517 yılında
Mısır Seferi
sırasında Padişah Yavuz
Sultan Selim’e
sunar. 1521 yılında tamamladığı, 1524’de yeniden
yazdığı ünlü Bahriye (Denizcilik) kitabını 1526’da
Padişah
Kanuni
Sultan Süleyman’a
takdim eder. İki yıl sonra (1528) yeni bilgilerle
derlediği dünya haritasının ikincisini de Kanuni
Sultan Süleyman’a verebilme şansını bulur. Ancak
her iki cihan padişahının da haritalar umurunda
olmaz. Ordular karadan ulaştıkları toprakları fetih
ederek imparatorluk mülküne katarlar. Osmanlı
Sarayı’nın yaygın görüşüne göre de gemiler
yanaştıkları limanları feth ederek imparatorluğa
vergi verir hale getirmektedirler. Bu bakış
açısından olsa gerek haritalar unutulur.
Çoğaltıldıklarına ilişkin bir bilgi bulunabilmiş
değil. Zaten çoğaltılmış olsalar başka kopyaların
izlerine ya da parçalarına ulaşılmış olması gerekir.
İlgisizliğin bedeli
Osmanlı, sonraki yıllarda haritalara önem
vermemesinin bedelini, aldığı yenilgilerle çok ağır
biçimde ödemeye başlar. Haritaya ilgisizlik
Osmanlı’ya yenilgi, geliştirilmiş haritalarıyla
savaşan rakiplerine ise zaferler kazandırmaktadır.
Özellikle Ruslarla yapılan savaşlarda haritadan
yoksun asker sevkleri ağır zayiatlara ve yenilgilere
sebep olur.
1727’de Sarayın izniyle Müteferrika matbaasını
kurduğunda da Piri Reis’in eserleri, 1513 ve 1528
tarihli dünya haritalarıyla “Denizcilik Kitabı” ünlü
“Kitab-ı Bahriye” basılmaz. Saray’ın da Müteferrika
matbaasından harita baskısı talebi olmaz. Sonraki
yıllarda daÖ
‘Affedilemez bir hata’
Boyut Yayıncılık’ın Piri Reis’in 1513 Dünya
Haritası araştırmaları üzerine hazırladığı kitapta
çok değerli bilim insanlarının yazıları yer alıyor.
Osmanlı’nın haritasızlığı ilk cihan padişahı olan
Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın Piri
Reis’in kendilerine sunduğu dünya haritalarıyla
ilgilenmeyişlerini affedilemez bir hata olarak
niteleyen A.M. Celal Şengör’ün kitapta yer alan
görüşüne göre Osmanlı’da bilimsel görüşün oldukça
uzağında bir eğitim sistemi uygulanmaktaydı.
‘Softa şekaveti’
Osmanlı’nın bilim politikalarını ve
haritasızlığını ağır bir şekilde eleştiren A.M.
Celal Şengör, Osmanlı’nın bilime yaklaşımını şu
şekilde anlatıyor:
“Muhteşem Süleyman devrinde, ihtişamının doruğundaki
Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın pek farkında
olmadığı gibi, olmak da istemiyordu. Medreselerde
matematiğin ve coğrafyanın ortadan kalkması hemen
hemen aynı tarihlere rast gelir. Bundan kısa bir
müddet sonra, yani imparatorluğun dıştan
bakıldığında en kudretli döneminde, ‘softa şekaveti’
(öğrenci haydutluğu) diye bilinen,
Anadolu’daki
medrese öğrencilerinin çökmüş olan medrese eğitimi
nedeniyle bilimi bırakıp eşkiyalığa yönelmeleri
olayı baş göstermiştir. Nihayet 1580 yılında
Osmanlıların 19. asır sonlarına kadar ilk ve tek
kalan ve Takyeddin bin Mehmed bin Ahmed tarafından
kurulmuş olan rasathanesi de 1577 yılında görülen
bir
kuyruklu yıldız ve
1578 yılında bunu izleyen bir veba salgını sonucu
halkın ‘korkmasıyla’ yıkılmıştır. Saraydakiler
bundan yararlandılar. Her
nerede böyle bir
rasathane kuruldu
ise, orada felaketlerin birbirini kovalayacağını,
gzya örnekleriyle kanıtlamaya çalıştılar. Padişah
korktu ve rasathanenin yıkılmasını emretti” (Tarih-i
Ebu’l Faruk, Tekeli’den naklen).
1580 yılında Sultan III. Murad Kaptan-ı Derya Kılıç
Ali Paşa’ya bir hatt-ı hümayzn göndererek
rasathanenin topa tutulmasını emretti. Osmanlı
Donanması böylece bir gecede Osmanlı Rasathanesi’ni
yerle bir etti! Bu acı olaydan yedi yıl sonra
İngiliz Kraliçesi I. Elisabeth III. Murad’ı
İspanya Kralı II.
Philip’e ve onun “Yenilmez Armada”sına karşı
ittifaka davet ettiği zaman, ne Osmanlı padişahının,
ne de etrafındakilerin bu davetin jeopolitik önemini
kavrayabilecek coğrafya bilgileri vardı. Davete
icabet edilmedi ve Seydi Ali Reis’in
Hint Okyanusu’nda
otuz küsur yıl önce telef olan donanmasıyla
kaybedilen dünya okyanuslarına açılma şansı bir daha
aranmadı.”
Tablo gibi haritalar
Sanat Tarihçisi
Günsel Renda da Osmanlı’nın kendi harita
umursamazlığına rağmen Batılıların Osmanlı üzerine
çok sayıda harita ürettiğini anlatıyor.
Dönemin siyasal eğilimlerini ve yönelimlerini de
aktaran Batılı haritaların birer tablo niteliğinde
olduğunu belirten Günsel Renda’ya göre dönemin
haritaları
resim sanatıyla
siyasal tarih anlatımı gibidir:
“16. yüzyılın ikinci yarısında bazı kartografların
içinde bulundukları dönemin siyasal olaylarıyla
yakından ilgilendikleri görülür. Venedikli
kartograf Battista Agnese bütün haritalarını ve
atlaslarını ayrıntıyla resimlemiş ve lejandlarına
tarihi olayları eklemiştir. Siyasal tarihe olan özel
ilgisi haritalarında
Avrupa ülkelerinin
hükümdarlarını, İskoç ve İngiliz krallarını ve tahta
oturmuş
Papa’yı bile
resimlemesinden anlaşılır. Doğu ülkelerine de ilgisi
büyüktür. Dönemin Osmanlı hükümdarı Kanuni Sultan
Süleyman’ı Anadolu’nun tam ortasında tahtının
üzerinde resimlemiştir. Bu gerçekçi bir çizimdir ve
Kanuni’nin Avrupalı veya Osmanlı ressamları
tarafından yapılmış portrelerine çok benzer.
Agnese Kanuni’nin portrelerinden birisini mutlaka
görmüş olmalıdır. Sultan Bayezıd’ın Timur tarafından
yenildiği yeri, yani
Ankara’yı, doğru
bir biçimde işaret etmiştir.
Suriye ve Mısır’ın
Sultan Selim tarafından ele geçirildiğini de
kaydetmiş ama Osmanlılara geçmiş olan Rodos’u hala
bir
Hıristiyan flaması
ile gösterebilmiştir.
Kudüs’ün göklerine
İsa ve Meryem figürleri yerleştirerek kentin
Hıristiyanlar için kutsallığını vurgulamıştır.
İtalyan ve
Katalan
kartografların içinde en gerçekçi çizimler ve
lejandlar Agnese’ninkilerdir. Bazı 16. ve 17. yüzyıl
kartografları da tarihi olayları vermeye çalışmış,
ancak bir Habsburg kıralını ya da bir Osmanlı
sultanını hayali figürlerle göstermişlerdir.
Örneğin, Maiolo, Freducci Reinel gibi haritacılar
İstanbul kentini
müslüman idaresinde
göstermek istememişler, uzun bir süre
Bizans başkenti
gibi çizmişlerdir.
Karadeniz ise
Ceneviz bayraklarıyla donatılmıştır. Ancak siyasal
olaylarla yakından ilgilenenler de olmuştur. İşte
Osmanlı haritalarının bu bağlamda incelenmesi önem
kazanmaktadır.”
Gelecek öngörüsü
Piri Reis’in, Kitab-ı Bahriye’sinde kaleme
aldığı şu satırlar, Osmanlı’nın gelecek yüzyıllarda
haritayla ilişkisi için adeta tarihe not düşen bir
öngörü içermektedir:
“Bu fakir de bundan önce bir harita yaparak,
zamanımızdaki haritalardan iki kat fazla yerleri,
iki kat tasarrufla gösterdim. Çünkü henüz Osmanlı
ülkesinde hiç kimsenin görüp bilmediği
Çin ve Hind
denizlerine ait yeni haritaları da kullanarak Merhzm
ve Mağfur Sultan Selim Han hazretleri’ne (Toprağı
temiz, makamı cennet olsun) Mısır’da iken verilmiş
ve takdir görmüş idi.”
“Piri Reis yılı” ifadesi
doğru değil. Bu yıl, Piri Reis’in 1513 tarihli
haritasının 500. yılı.
Unesco üye
ülkelerinin
2013 yılı kutlama
ve anma programlarının
Türkiye bölümünde
Piri Reis de yer alıyor. Piri Reis’in hem 1513, hem
1528 tarihli haritaları dünya kültür varlıkları
arasında.

İtalyan kartograf Battista Agnese’nin 1544 tarihli portolan haritası. 16’ncı yüzyılda Ceneviz Cumhuriyeti’nde yaşayan Agnese, 1534-1564 yılları arasında en az 71 adet el yazması eser üretti. Farklı coğrafi keşifleri haritalarına aktardı.
Milliyet, Haber: Bülent
Özükan, 16.03.2013
|

|
RESSAM FIRST LADY YAŞAMINI YİTİRDİ
Türkiye Cumhuriyeti'nin 6. Cumhurbaşkanı merhum Fahri Korutürk'ün eşi Emel Korutürk, 98 yaşında hayatını kaybetti.
Kadıköy Moda'daki evinde yaşamını yitiren Korutürk'ün ölümü, CHP İstanbul Milletvekili Osman Taney Korutürk'ün de aralarında bulunduğu çocukları ve yakınlarını üzüntüye boğdu. Korutürk'ün cenazesi, bugün Teşvikiye Camisi'nde düzenlenecek törenin ardından toprağa verilecek. Ressam olan Korutürk, "First Lady" olduğu 1973- 1980 arasında Çankaya'yı sanatla buluşturdu, Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nin kurulmasına ön ayak oldu. Korutürk'ün "Gazi'ye Şükran" adlı tablosu halen bu müzede sergileniyor.
Sabah, Haber: Mesut Altun, 14.03.2013
|
ÇALINAN ZONARO TABLOSU İSTANBUL'DA SATILMIŞ!

Osmanlı
saray ressamı Zonaro’nun 19 yıl önce İtalya’da
çalınan “La Torre della Fanciulla” (Kız Kulesi) adlı
tablosunun izine İstanbul’da rastlandı. Tablonun 4
yıl önce bir müzayedede satıldığı anlaşıldı.
İtalyan Interpolü, 1
Nisan 1994 günü İtalya’dan çalınan
Fausto Zonaro’nun “La Torre della Fanciulla”
(Kız Kulesi) adlı tablosunun peşini hiç bırakmadı.
19 yıllık kararlı takibin sonunda tablonun 6 Kasım
2009 günü İstanbul’da bir müzayedede 100 lot
numarası ile satışa çıkarıldığı tespit edildi.
İtalyan Interpolü, Türkiye İçişleri Bakanlığı’na bir
resmi yazı göndererek, müzayedede tabloyu satışa
sunan ve satın alan kişilerin kimlik bilgileri ile
satış sözleşmesinin kendilerine gönderilmesini
istedi.
TABLO SORUŞTURMASI TÜRKİYE’YE SIÇRADI
İçişleri Bakanlığı’nın görevlendirdiği ekip tablonun
peşine düştü. İstanbul’da yeni bir soruşturma
başlatıldı. Müzayedeyi yapan şirket bulundu. Tabloyu
alan kişiler tespit edildi. Önemli bilgiler elde
eden Türk polisi, 43-61 ebatlarındaki ünlü esere
ulaşmaya çalışıyor.
İDDİA: Sahte resmi çalıp orijinalini istiyor
olabilirler
Müzayedeyi yapan şirketin yetkilileri ise HABERTÜRK
muhabirine, “Bu iş karışık bir iş. Resim 1994
yılında çalınmış, Interpol’ün kayıp, çalıntı
listesine 2012 yılında girmiş. Bu resim Türkiye’de
yapılmış, uzun yıllar Türkiye’de bulunuyor ve
Türkiye’de kıymet ediyor. İtalya’dan çalınan resim
gerçek mi sahte mi bilmiyoruz. Çok değişik bir
soruşturma. Sahte bir resme ‘Çalındı’ deyip
orijinali istemiş olabilirler. Çok karışık bir konu”
dedi.
LA TORRE DELLA FANCIULLA (KIZ KULESİ)
1891 yılından 1910 yılına kadar İstanbul’da yaşayan
Fausto Zonaro, dönemin İstanbul’unun merkez
semtlerini, yaşamını, doğal ve tarihi mekşnlarını
resmetti. La Torre della Fanciulla (Kız Kulesi)
tablosunda, o dönemin İstanbul sahili ve Kız
Kulesi’ni çizdi.
Saray ressamı
1854’te İtalya Masi’de doğdu. Gençliğinde duvar ve bina yapımı işlerinde çalıştı ve aranılan bir usta oldu. Bu işten sıkılınca ressamlığa merak sardı, özellikle kiliselerde fresk yenileme gibi sanatını gösterebileceği işlerde çalıştı. Zonaro, daha sonra kendisinden resim almak isteyen Elisabeth Pante ile tanıştı ve ona Aşık oldu. Birlikte 1891 yılında oryantalist bir tutkuyla merak ettiği İstanbul’a geldiler. Taksim’de 34 lira kira ile yaşamaya başladılar. Osman Hamdi ile tanıştı. Abdülhamid, Zonaro’nın suluboya tablolarını beğendi. Mecidiye Nişanı’na layık görüldü. Bununla birlikte “ressam-ı hazret-i şehriyari’’ yani “saray ressamı’’ unvanına layık görüldü. 31 Mart Ayaklanması’ndan sonra II. Abdülhamid devrildi ve saray ressamlığı unvanı kaldırılınca İtalya’ya döndü. 1929 yılında, 74 yaşında San Remo’da hayatını kaybetti.
Habertürk, Haber: Nihat Uludağ, 14.03.2013
|
300 YIL ÖNCEKİ BİRA LEZZETİ GERİ GELİYOR
Finlandiya'ya bağlı özerk Aland Adaları'nda 3 yıl önce bir gemi enkazından çıkarılan 19. yüzyıl birası, yeniden üretiliyor.
Aland Adaları'ndaki yetkililer, Finlandiyalı bilimadamlarının gemi enkazında bulunan biranın formülünü çıkardıklarını ve yerel Stallhagen fabrikasının bu formülü kullanarak "batık birası"nı yeniden üreteceğini açıkladı.
Stallhagen yöneticisi Jan Wennstrom, bu ürünle yeni pazarlara ulaşmayı umduklarını belirtirken "batık birası" üretimine 2014 ortalarında başlanacağı sanılıyor.
1840'lı yıllarda battığı sanılan ve 3 yıl önce bulunan geminin enkazından 5 şişe birayla 168 şişe şampanya çıkarıldığı belirtiliyor.
Radikal, 14.03.2013
|
|
YOK OLMALARININ NEDENİ BUYMUŞ

İnsanın en yakın akrabası olarak kabul edilen ve
neslinin neden yok olduğu hala büyük tartışmalara
konu olan Neandertaller hakkında yeni bir bulguya
ulaşıldı.
Yeni yapılan bir araştırmaya göre Neanderthallar
kendi keskin görüş yeteneği ve büyük vücutlarının
kurbanı oldu.
İnsanın evrimsel kuzeni olan bu nesli tükenmiş
yaratıkların beyni görme güçlerini çok fazla idare
ediyor ve vücudunun fiziksel talepleri bir toplum
kurmaları için düşünce harcamıyordu.
Bunun anlamı, çevresel değişikliğin üstesinden
gelmek ve rakipleri olan Neanderthalleri barınak ve
yemekten safdışı bırakmak konusunda erken
insanlar sosyal olarak daha becerikli
davranmışlar.
Homo sapiensler tarafından eşleşmeye izin
verilemeyen Neanderthaller dinazorların yolunu
izleyerek yok olmuşlardır. Neanderthaller erken
modern insanın 70 bin yıl önce
Afrika'dan göç etmeden önce
Avrasya'da uzun süre yaşamışlar. Bazı uzmanlar
Neanderthallerle insanların zamanla melezleştiğini
söylese de bazı bilim çevreleri soylarının
tükendiğini iddia ediyor. Teoriye göre
Neanderthaller 30 bin yıl önce yok oldu. Ancak erken
modern insanla Neanderthaller arasında birçok alanda
küçük farklılıklara rağmen benzerlikler çok.
neanderthaller fiziksel olarak büyük ve güçlü,
alınları ve çeneleri eğimli ve burunları daha bariz.
Ayrıca gözleri daha büyük.
Kuzeydeki düşük ışık
seviyesine uyum sağlamak için gözlerinin büyük
olduğu belirtiliyor. Modern insan gibi alet ve silah
kullanabiliyordu ve ayrıca süs eşyaları takıp
mağaralara
resim yapabiliyorlardı. Buna rağmen kültürleri
çok daha az gelişmişti.
Proceedings of the Royal Society B dergisinde
yayımlanan araştırma Neanderthallerin beyinlerinin
modern insanın beyniyle aynı boyuta sahip olmasına
rağmen yapı olarak farklı olduğunu öne sürüyor.
Fosil verilerini analiz eden uzmanlar Neanderthal
beyninin büyük alanının görme ve hareket etmeye
ayrıldığını, büyük sosyal gruplar şekillendirmesi
için daha yüksek seviyede düşünmesi gerektiğine
vurgu yapıyor.
Oxford Üniversitesi Kognitif ve Evrimsel
Antropoloji Enstitüsü'den Dr. Eiluned Pearce
"Neanderthallerin beyni daha çok görme ve vücudu
kontrole adanmıştı. Beynini sosyal ağ kurmaya çok az
ayırıyordu. Küçük sosyal gruplar zor Avrasya
koşullarına ayak uyduramayınca yok olmaya doğru
ilerlediler" dedi. Uzmanlar bu araştırma için 27 bin
ile 75 bin yıllarına dayanan 32 insan ve 13
Neanderthal iskelet fosili analiz etti.
Milliyet, 13.03.2013
|
TÜRKİYE İLE ARKEOLOJİK GERİLİM
Türkiye ile
Almanya arasındaki tarihi eser tartışması yeniden
alevleniyor. Kültür Bakanı Ömer Çelik’in Der
Spiegel'e verdiği röportaj, Alman basınında geniş
yankı buldu.
Almanya ile Türkiye arasındaki tarihi eserlere
yönelik tartışmalar sürüyor. Türkiye'nin yeni Kültür
ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, haftalık Der Spiegel
dergisine verdiği röportajda Alman arkeologlara ağır
eleştirilerde bulundu. Alman arkeologların kazı
alanlarını düzensiz bir biçimde ve restore etmeden
bıraktıklarını olduğu gibi bıraktıklarını belirten
Çelik, arkeologların değerli tarihi eserlere gerekli
hassasiyeti göstermediklerini de kaydetti. Çelik
ayrıca Berlin Devlet Müzesi'ndeki 5 tarihi eserin
iadesini talep etti.
Japon ve Belçikalı ekiplerin çalışmalarını örnek
gösteren Kültür Bakanı, Alman ekiplerin pek çoğunun
ise 'kıymetli kültür varlıklarına gerekli
duyarlılığı göstermediği' eleştirisinde bulundu.
Ömer Çelik, Prusya Kültür Eserleri Vakfı Başkanı
Hermann Parzinger'den "şovenizm" açıklaması
nedeniyle özür beklediğini de kaydederek,
"Almanlarla işbirliğini daha da artırmak,
yoğunlaştırmak istiyorum. Ama şovenizm suçlaması
yapılıyorsa ilişkilerin çıkmaza gireceğinin de
farkında olunmalıdır" diye konuştu.
Parzinger, aralık ayında Der Spiegel'e verdiği
demeçte, Türkiye'nin yabancı kazı ekiplerini yavaş
yavaş uzaklaştırmaya çalıştığını iddia etmiş ve bu
tutumun 'bazen neredeyse şovenistçe olduğu"
ifadesini kullanmıştı.
"Hatalar, yabancı arkeologların üzerine
atılıyor"
Der Tagesspiegel gazetesinde ise her yılın
başında arkeolojik kazı izni verilme zamanı
geldiğinde, Türk tarafının Alman arkeologlara sert
eleştirilerde bulunduğuna dikkat çekildi ve bunun
tarihi eserlerin iadesi gibi politik nedenlere
dayandığı savunuldu. Haberde bunun Türkiye'nin
güçlenen ulusal-kültürel özgüveni ve uluslararası
arkeolojik uzmanlığın çatışmasıyla ortaya çıkan son
derece hassas bir konu olduğu değerlendirmesinde de
bulunuluyor ve ev sahibi Türkiye'nin muhtemel
hataları, misafirlerin üzerine attığı kaydediliyor.
Haberde, Hürriyet gazetesinin 2012 yılında Alman
Arkeolog Klaus Schmidt'e karşı başlattığı kampanyaya
da değiniliyor. Dünyanın bilinen en eski tapınağı
olarak bilinen Şanlıurfa-Göbeklitepe'deki kazı
çalışmaları, Schmidt'in başkanlığında yürütülmüştü.
Bu kazılarda bulunan değerli bir heykel başının
kaybolmasından kazı ekibi sorumlu tutulmuştu.
Tagesspiegel gazetesi, Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün
o zamanlar ödediği 70 bin euroluk tazminata Çelik'in
de, Hürriyet gazetesinin de değinmediğini
vurguluyor.
Alman arkeologlar Türkiye'de Bergama, Milet,
Hattuşaş ve Oinoanda gibi birçok antik kentte kazı
çalışmaları yürüttü. Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün
Kütahya'nın Aizanoi antik kentinde çeşitli
aralıklarla 1920 yılından bu yana yürüttüğü kazı
çalışmalarının lisansı 2011 yılında geri alınmıştı.
Arkitera, Kaynak:
Deutsche Welle, 13.03.2013
|
MAKBUL VE MAKTUL İBRAHİM PAŞA SARAYI'NIN BİLMECELERİ
 
 
 
 

Prof.Dr. Nurhan Atasoy, İstanbul Araştırmaları
Enstitüsü tarafından düzenlenen İstanbul
Konferansları kapsamında Pera Müzesi Oditoryumu'nda
"Makbul ve Maktul İbrahim Paşa Sarayı'nın
Bilmeceleri" başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi.
Konuşma öncesinde, Prof.Dr. Baha Tanman "şöhreti
sınırlarımızı aşmış bir bilim insanı" olarak sahneye
davet ettiği Atasoy'un görsel arşivini İstanbul
Araştırmaları Enstitüsü'ne bağışladığını belirtti ve
teşekkürlerini sundu.
Atasoy, konuşmasına, 50 yıl
önce İbrahim Paşa Sarayı'nı oldukça detaylı şekilde
çalışmaya başlamasının çıkış noktasının kendi
hazırladığı doktora tezi olduğunu, "Surname"
üzerinden yürüttüğü bu çalışmalar esnasında
minyatürlerde dikkatini çeken İbrahim Paşa Sarayı'na
tezinde yer vermesinin ardından, bir hocasının
"İbrahim paşa Sarayı'na az değinmişsin" demesiyle
başlayan çalışmanın, kitap yazmaya kadar erişmesini
anlatarak başladı. İbrahim Paşa'dan ise şu şekilde
söz etti: "İbrahim Paşa bir diziyle mi meşhur oldu?
Sinirleniyorum. İbrahim Paşa büyük hizmetler yapmış
bir kişi. Osmanlı kültürünün nasıl bir karışımla
oluştuğunu da gösterir. Müzik bilgisi çok ileridir.
Çok kültürlü ve mükemmel bir eğitim verilmiş bir
devşirmedir. Onunla arkadaş olması padişaha da çok
şey katmıştır."
Konuşmasına çeşitli fotoğraflar ve minyatürler
üzerinden sarayın geçmişi ve bugününü anlatarak
devam eden Atasoy, bugün Türk-İslam eserleri müzesi
olarak kısmen ayakta olan saray ile ilgili en erken
belgeyi de göstererek, 1521 tarihli bu belgeye göre
Kanuni Sultan Süleyman’ın, o dönemde henüz "Ağa"
olan İbrahim Paşa’ya hediye etmek üzere bu sarayın
inşa edilmesini istediğini belirtti. Vaziyet planı,
fotoğraflar ve minyatürler üzerinden sarayın genel
özelliklerine değinen Atasoy, Matrakçı Nasuh’un
eserlerindeki tasvirlerin sarayı anlamak açısından
önemini vurguladı. Minyatür ve eski fotoğraflar
üzerinden izini sürdüğü bilgilere saha araştırmaları
sonucunda nasıl ulaştığını anlatan Atasoy, kendi
çektiği fotoğraflar ile bu bulguları da aktardı.
Atasoy konuşmasının son bölümünde, sarayın
günümüzdeki durumuna nasıl geldiğinden bahsetti.
1950'lerde sarayın tahribatına neden olan arkeolog
ve mimarlara değinerek "Her devirde milli
kültürümüzden bir şeyleri kaybettik" yorumunu yaptı.
Rüstem Duyuran, Aziz Ogan, Albert Gabriel gibi
arkeologların nezaretinde gerçekleşen Hipodrom
kazıları ve Sedad Hakkı Eldem'in yaptığı Adalet
Sarayı inşaatı nedeniyle İbrahim Paşa Sarayı'nın
feda edildiğinin altını çizerek konuşmasını
tamamladı.
Soru-cevap bölümünde, izleyiciler arasından bir
kişinin "Albert Gabriel gibi arkeologlar için
'yıktılar' diyorsunuz, destek verdikleri yorumunu
bir fotoğraf üzerinden nasıl yapıyorsunuz?" şeklinde
bir soru yöneltmesi üzerine, Atasoy, bu yıkım
sırasında duran bu kişilerin, yıkıma nezaret
ettiklerini, bunu gösteren çok sayıda fotoğraf
olduğunu, bu kazılar yapılırken Osmanlı eserlerini
korumadıklarını belirterek; "Onları kötülemek için
değil, hataların nelere mal olduğunu göstermek için
söylüyorum. Bu hatalar artık tekrarlanmasın." dedi.
Arkitera, Haber: İdil Sürer, 13.03.2013
|
|
DEFİNE AVCILARINA OPERASYON
Mersin'de define aramak için izinsiz kazı yapan 10
kişi gözaltına alındı.
İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, yaklaşık 6 ay
süren teknik takibin ardından Mut, Silifke, Mezitli
ve Toroslar ilçelerinde tarihi eser kaçakçılığı ve
izinsiz kazı yapan kişilere yönelik eş zamanlı
operasyon düzenledi. 12 adrese düzenlenen baskında
10 kişi gözaltına alınırken, kazı işinde kullanılan
jeneratör, hilti, metal hurç ve arama dedektörü gibi
malzemeler ele geçirildi.
Şüpheliler, işlemlerinin ardından adliyeye sevk
edildi.
Radikal, Haber: Mustafa İnsan, 13.03.2013
|
ANTİK SİDE'YE MARİNA YOLDA

Kıyı değişikliği kapsamında yapılacak
düzenlemelerle antik Side’deki limanın büyütülerek
yat limanı haline getirilmesine hazırlanılıyor.
Antalya’da yeni liman ve marinalar da yolda.
Kıyılarda imar değişikliklerine gitmeye
hazırlanan hükümet,
Antalya’da önemli liman ve marina projelerine
hazırlanıyor. Bu kapsamda antik geçmişiyle tanınan
Side’deki limanda büyütülerek yat limanı
olacak.
1. derece arkeolojik
sit alanı olan Side’de, kıyı değişikliği
kapsamında düzenleme yapılacak. Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı tarafından son hali verildiği öğrenilen
Kıyı Planı’na göre, Side’de balıkçılar ile tur
teknelerinin yanaştığı liman büyütülerek yat limanı
haline getirilecek.
Planda, “Side Limanı’nın tarihi antik döneme kadar
uzanmaktadır. Günümüzde balıkçı tekneleri ve ticari
tur tekneleri tarafından kullanılmaktadır. Antik
limanda yapılacak düzenlemelerle yatların
yanaşabilecekleri bir liman statüsüne kavuşacaktır.
Düzenlemelerde öncelikle Koruma Bölge Kurulu olmak
üzere ilgili kurumların görüş ve onayı alınmalıdır”
denildi.
Side Limanı, tarihi açıdan büyük öneme sahip. Side
Müze Müdürlüğü tarafından yapılan araştırmalarda
ortaya çıkarılan 3 adet mezar steli, Side Müzesi’ne
alınmıştı. Denizde 30 kadar da lahit kalıntısı
bulunmuştu.
Kekova sırada
Antalya’nın önemli doğal alanlarından Kekova’da da
düzenleme yapılması gerektiği vurgulanan planda,
“Kaş Kekova Özel Çevre Koruma alanındadeniz turizmi
konusunda hazırlanacak bir yönetim planı ile
kullanım koşulları belirlenmelidir. Yat turizmi,
günü birlik kullanımlar, rekreatif kullanımlar, su
sporları vb. faaliyetler bu yönetim planı ile
belirlenen alanlarda ve belirlenen kapasite
gerçekleştirilebilir” denildi.
Yatırım planlanan bir diğer alan da Antalya Limanı
olacak. Kapasitesinin artırılması ve çok fonksiyonlu
hale getirilmesi planlanan limanda, yük, yolcu ve
yat limanı fonksiyonu bulunması amaçlanıyor.
“Limanın dış mendireğinin
Ulaştırma Bakanlığı’na ait tesisleri içine
alacak şekilde uzatılması önerilmektedir” denilen
planda, liman, kruvaziyer liman haline getirilmek
isteniyor.
Nehire yat limanı
Planda, Antalya kent merkezindeki Aksu Çayı’nın
Akdeniz’e döküldüğü nehir ağzının batı yakasında
bir nehir içi yat limanı yapılmasının tavsiye
edildiği belirtilerek, “Küçük çaplı balıkçı
teknelerinin bağlandığı alan Antalya kent merkezine
olan yakınlığı, yakın çevresindeki büyük ölçekli,
tematik turizm tesisleri ile büyük bir potansiyele
sahiptir” denildi. Planda, Köprüçay Nehri’nin
Akdeniz’e döküldüğü yerde de marina yapılabileceği
ifade edildi.
Yatçılık merkezi olacak
Planda, tekne gezilerinin düzenlendiği
Manavgat Nehri’nin de önemli potansiyele sahip
olduğu belirtilerek, “Nehir ağzında yapılacak
düzenleme ile bu bölgede yat limanı, çekek yeri ve
bakım onarım tesislerinin yer aldığı önemli bir
yatçılık merkezi kazanılacaktır” denildi.
Milliyet, Haber: Mithat Yurdakul, 13.03.2013
|
HEYBELİADA RUHBAN OKULU'NA RESTORASYON
İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi, Heybeliada Ruhban Okulu'nda köklü bir restorasyon yapmaya hazırlanıyor.
Selanik Aristotelios Üniversitesi Mimarlık Bölümü'ne hazırlatılan plana göre okulun genişletilmesi, modernleştirilmesi, amfitiyatrosu ile yurtların tek kişilik hale getirilmesi gibi köklü bir restorasyondan geçirilmesi hedefleniyor.
1844 yılında açılan Heybeliada Ruhban Okulu, 1894'teki depremde tamamen hasar gördü. Okul, 17 aylık inşa çalışmalarının ardından 1 Ekim 1896'da açılarak bugüne ulaştı. 1950'li yıllarda da önemli bir restorasyondan geçirildi. Heybeliada Ruhban Okulu, 1971'de çıkarılan "Özel Okullar Kanunu" çerçevesinde kapatılmıştı.
Sabah, 13.03.2013
|
|
ÜNLÜ ANTİKACININ EVİNE BASKIN
Polisin İstanbul'da
düzenlediği eş zamanlı
operasyonlarda çok sayıda şüphelinin gözaltına
alındığı bildirildi. Operasyonda daha önceden tarihi
eser kaçakçılığından sabıkası bulunan ünlü antikacı
Fuat Aydıner'in evinde de arama yapıldı.
Edinilen bilgilere göre bu sabaha karşı
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla
Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, Avrupa ve Anadolu
yakası olmak üzere kentin pek çok ilçesinde daha
öncesinden tespit edilen adreslere eş zamanlı baskın
düzenledi. Suç şebekesine yönelik olduğu öğrenilen
operasyon kapsamında antikacı
Fuat Aydıner'in Bakırköy
Yeşilköy'deki evinde de aramalar yapıldı. Yaklaşık 3
saat süren aramalar sonunda, Aydıner'in sivil polis
otosuyla apartmanın garajından çıkarıldığı
kaydedildi.
Operasyonlar halen devam ediyor.
Sabah, 12.03.2013
|
İLK KONAK RESTORE
EDİLECEK

Battalgazi
Belediyesi'nin ilk hizmet binası olan Poyraz
Konağı'nın restorasyonunun devam ettiği bildirildi.
Battalgazi Belediye
Başkanı Selahattin Gürkan, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 1928 yılında kurulan Battalgazi
Belediyesi'nin ilk olarak ilçe merkezindeki Poyraz
Konağı'nda hizmet vermeye başladığını, daha sonra
belediyenin şimdi kullandığı hizmet binasına
taşındığını belirtti.
Poyraz Konağı'nın
restorasyon işlemlerine başladıklarını ifade eden
Gürkan, iki avlulu konağın bir avlusunu restore
ettiklerini, ikinci kısmın restorasyon ihalesini de
yaptıklarını söyledi.
İşi alacak firmaya yer
teslimini de yaptıklarını ifade eden Gürkan, 1890
yılında yapıldığı bilinen konağın Cumhuriyet'in
ilanından sonra belediye hizmet binası, ardından da
1936 yılında ilkokul olarak kullanıldığını dile
getirdi.
İki avlu içerisinde
havuzu bulunan konağın tarihi bir Malatya evi
olduğunu anlatan Gürkan, ''İlçemizin ilk Belediye
Başkanı Poyraz Bey'in adıyla anılan bu konağımızı
restorasyonunun ardından belediyemizin Kültür
Müdürlüğü olarak kullanmayı düşünüyoruz'' diye
konuştu.
Gürkan, şu ana kadar
restorasyona 150 bin lira harcadıklarını, geri kalan
işin de 180 bin lira tutacağını sözlerine ekledi.
Malatya Haber,
12.03.2013
|
EMEK SİNEMASI'NI KAYBETTİK
Beyoğlu Belediyesi ruhsatı verdi, 'Grand Pera'
projesini mimarı Fatih Kesgün '48 ay içinde
bitirmeyi hedefliyoruz' dedi. Projeye göre Emek
Sineması yıkılarak yerine yapılacak 10 kat
yüksekliğindeki binanın en üst katına taşınacak.
Serkildoryan ise restore edilecek.

Emek Sineması’nın da içinde yer aldığı
Serkildoryan Kompleksi’nin
İstiklal Caddesi ’ne bakan cephesinde dün akşam
inşaat iskeleleri kuruldu. Radikal’e konuşan
Beyoğlu Belediyesi yetkilisi, projeye başlanması
için gerekli ruhsatı verdiklerini ve artık inşaatın
önünde yasal bir engel bulunmadığını belirtti.
Projenin mimarı Fatih Kesgün, Serkildoryan’ın
restorasyonu ile Emek Sineması’nın yerine yapılacak
inşaatın aynı zamanda başlayacağını belirterek
“İnşaatı 48 ay içinde tamamlamayı hedefliyoruz”
dedi. SGK'yla imzalanan kira sözleşmesi gereği,
Serkildoryan kompleksi artık tam 25 yıllığına Kamer
İnşaat’ın tasarrufunda.

GRAND PERA'DA NE OLACAK?
Beyoğlu Belediyesi, burayı 2006’da 5366 sayılı
yasaya göre ‘Yenileme Alanı’ ilan ederek projenin
önünü açmıştı. Kamer İnşaat’ın ‘Grand Pera’ projesi
kapsamında, birinci sınıf tescilli eser olan,
1883’de yapılmış Serkildoryan binası aslına uygun
restore edilecek. Serkildoryan'ın arkasında yer alan
Emek, İpek ve Rüya sinemaları ise yıkılarak
yerlerine 30 metre - yani 10 katlı bir apartmana
denk - yükseklikte modern bir bina yapılacak. Bu
binanın ilk iki katında dükkşn, lokanta ve kafeler
olacak. Üstteki iki katta ise 10 sinema salonu,
Yeşilçam yıldızlarının balmumu versiyonlarının
sergileneceği Madam Tusseaud’s ve bir de ‘sinema
müzesi’… En üst katta da ‘Emek Sineması’ olacak.
Kamer İnşaat’ın ortağı Levent Eyüpoğlu ve Mimar
Fatih Kesgün, bunun için ‘evrensel koruma
yöntemlerinden’ moving tekniğinin kullanılacağını,
Emek'in tavan ve duvar bezemelerinin hidrolik bir
asansörlerle, en üst kata taşınacağını söylüyorlar.
Grand Pera’nın toplam bütçesi yaklaşık 30 milyon
euro.
'HERKES BUGÜNLERİ UNUTACAK'
Daha önce Radikal’e verdiği röportajda Levent
Eyüpoğlu, “Protestolar devam ediyor, kamu vicdanı
rahat mı?” sorumuza “Protesto edenler varsa etmeyen
de var. Ben protesto etmeyenler adına düşünüyorum
kamu vicdanını. Hukuka aykırı bir şey yapmıyoruz.
Herkes ‘Beyoğlu’nda sinema ölüyor, bütün salonlar
kapanıyor’ diyor. Bir şirket çıkmış, Emek
Sineması’nı aynı şekilde koruyarak, sinemayı
yaşatabilmek için 12 salonlu bir proje yapıyor. Ona
‘Helal olsun’ demek lazım. Sinemaları koymayarak
daha kşrlı yapabilirdik bu projeyi. Bu sinemalar
bize çok büyük bir gelir getirecek yerler değil. Biz
maksimum koruma içgüdüsüyle projeyi güzel bir
noktaya getirmeye çalışıyoruz. Bitince herkes bu
günleri unutacak, ‘Ne kadar güzel bir proje olmuş’
deyip onun keyfini çıkaracak. Bitene kadar
gerilimler olacaktır” diye cevap vermişti.
BAKAN'A GÖRE KORUNUYOR
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Serkildoryan
Kompleksi’nin restore çalışmaları sırasında,
kompleksin içinde yer alan Emek Sineması’nın
yıkılacağına yönelik haberlerin gerçeği
yansıtmadığını savundu. Çelik, şunları söyledi:
“Herhangi bir şekilde sinemanın yıkılması, yok
edilmesi diye bir şey söz konusu değil. Yeni
düzenlemeye göre daha yukarı katlara taşınıyor.
Orjinali korunuyor ve restore ediliyor. Aynı işlevi
sürdürmesi için daha da güçlendiriliyor içindeki
donanım. Bu konuda hassasiyet gösteren
vatandaşlarımızı ve aydınlarımızı takdirle
karşılıyorum. Ancak sinemayı yıkma, yok etme gibi
bir şey yok. Başka sinema salonlarının yapılmasından
da söz ediliyor. Dünyada çeşitli koruma şekilleri
var. Bazen yerinde, bazen taşıyarak koruyorsunuz.
Orjinal askı sistemiyle yukarı kaldırılarak
korunuyor, yaşatılacak. Bu yüzden Emek Sineması
yıkılıyor, yok ediliyor tabirlerini doğru
bulmuyorum.”
Radikal, Haber: Elif İnce - Miray Çimen,
12.03.2013
|
'VENEDİK SARAYI' YENİDEN DOĞDU
İstanbul'da geçirdiği birkaç hafta boyunca Kazanova'ya da ev sahipliği yapan Venedik Sarayı, İtalya'nın Ankara Büyükelçisi, Venedikli Gianpaolo Scarante'nin gayretleriyle ''yeniden doğdu.''
Tünel'den Taksim'e doğru giderken, Santa Maria
Kilisesi'ni geçince, denize doğru kıvrılarak inen
Postacılar Sokağı sizi İstanbul'un gizli
hazinelerinden Venedik Sarayı'nı götürür.
Görkemli yapı, 1797'te tarih sahnesinden çekilene
kadar Venedik Cumhuriyeti'nin Osmanlı
İmparatorluğu'ndaki elçileri ''balyos''ların önce
yazlık evi, sonra resmi elçilik binası olarak
yüzyıllarca hizmet verdi. 1799'da
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na geçen
döneminin diplomasi merkezi, 1918'de, Venedik'i de
içeren birleşik İtalya'ya geri döndü.
Venedik Sarayı'nı ihya eden Venedikli
Büyükelçi
Uzun yıllar İtalyan büyükelçilerin İstanbul'daki
ikametgahı olarak kullandığı Venedik Sarayı, 2 yıl
önce Türkiye'de göreve başlayan İtalya'nın Ankara
Büyükelçisi Gianpaolo Scarante ile Türk - İtalyan
ilişkileri çerçevesinde kültür etkinliklerinin
başlıca merkezi oldu. Bir dönemin diplomsi merkezi
günümüzde konserlere, konferanslara, defilelere,
balolara, sergilere de ev sahipliği yapıyor.
Sarayı, eşi Barbara Scarante'nin de yardımıyla
restore ettirdiğini anlatan Scarante, ''Yapının
maddi olarak yenilenmesi için çok çaba harcadık.
Ancak bunun yetmeyeceğinin farkındaydık. Bu binayı
kullanmalı, böylelikle canlı tutmalıydık'' diye
konuştu. Scarante, bu amaçla, sarayı Türk - İtalyan
ilişkileri çerçevesindeki sosyal ve kültürel
etkinlikler için ana mekan yapmaya karar verdiğini
söyledi.
Scarante, sarayın İtalya büyükelçiliği ile
İtalyan Kültür Merkezi'nin düzenlediği kültür
etkinliklerinin yanı sıra, temel giderleri
karşılayacak bir ücret karşılığında, başka kurumlara
da kiralanabildiği bilgisini verdi.
Kazanova için bir oda!
Venedik Sarayı'nın tarihi boyunca önemli
misafirler ağırladı. En ünlülerinden biri Venedikli
maceracı ve yazar Giacomo Kazanova. 19 yaşındayken
geldiği İstanbul'da Venedik elçisinin misafiri oldu.
Dönemin Avrupasının toplumsal yaşamı, adet ve
görenekleri konusunda önemli bir kaynak olarak
görülen anılarında Kazanova, 1844 yazında
İstanbul'da geçirdiği 3 aya da geniş yer ayırdı.
Kazanova'yla ilgili olarak Scarante, ''Evet,
Kazanova da burada kalmış. Hangi odada kaldığını
bilmiyoruz. Ancak ben, bir oda seçip ona ithaf
etmeyi düşünüyorum'' dedi.
Yapı 12.03.2013
|
TARİHTEN GERİYE OTOPARK KALDI
Osmanlı tarihinde bir devri değiştiren,
Bulgaristan'ın Osmanlı hakimiyetinden çıkmasına
neden olan Ayastefanos Antlaşması'nın imzalanmasının
135'inci yılında, antlaşmanın imzalandığı
İstanbul'un Yeşilköy semtine gittik. Antlaşma 3 Mart
1878'de Türk, İngiliz ve Rus elçileri arasında
Neriman Şah Yalısı'nda imzalanmıştı. Ancak buluşma
ve görüşmeler dönemin en ünlü Ermeni ailelerinden
Dadyan Ailesi'nin konağında yapıldı. Nizam-ı Cedid
ordusuna kaliteli barut ürettiği için kendisine
arazi tahsis edilen Dad Arekel adlı usta bölgede üç
baruthane kurmuş, kilise ve okullar inşa etmişti.
Padişahı bile ağırlamış olan Amira Dadyan Bey
Konağı, antlaşmanın taraflarına da evsahipliği
yaptı.
Grand Dük Nikola'ya ev sahipliği yapan konaktan
geriye, otoparkın içine sıkışıp kalmış birkaç
tuğladan başka hiçbir iz kalmadı. İstasyon
Caddesi'nin hemen sonunda bulunan otoparkın doğma
büyüme Yeşilköylü görevlisi, "Dedemler bu otoparkın
arkasındaki ahırlara Rusların atlarını
bağladıklarını anlatırdı. Eskiden burada konaklar
varmış. Ama hepsi yıkılıp gitti" diye anlatıyor.
Anlaşmanın imzalandığı Neriman Şah Yalısı da yanıp
kül olmuş. Yeşilyurt Muhtarı Bülent Yurtsever, "Yeri
tam bilinmiyor. Sahilde Sağlık Ocağı'nın bulunduğu
yerde olduğu sanılıyor" diyor. Sağlık Ocağı'ndaki
görevlilere bu iddiayı sorduğumuzda ise "Bilgimiz
yok. Ama Yeşilköy tarihle dolu bir yerdi" yanıtını
alıyoruz.

Ayestefanos Antlaşması'nın hazırlandığı, Rus Grand Dük Nikola'nın da kaldığı Dadyan Ailesi'ne ait Yeşilköy'deki Arekel Bey Konağı

Yerinde artık otopark var.

Ayestefanos Antlaşması'nın imzalandığı Yeşilköy'deki Neriman Şah Yalısı

Neriman Şah Yalısı'nın arazisinde sağlık ocağı hizmet veriyor...
Sabah, Haber: Bilge
Eser, 12.03.2013
|
14 YENİ MİTOLOJİK HEYKEL BULUNDU

Mısır Eski Eserler Bakanı Muhammed İbrahim,
Luksor kentinde eski Mısır mitolojisinde savaş ve
yıkımın tanrıçası olarak kabul edilen "Sekhmet"e ait
14 heykelin bulunduğunu bildirdi.
Muhammed İbrahim yaptığı yazılı açıklamada,
"Sekhmet" tanrıçasına ait 14 heykelin, Mısır'ın
güneyindeki Luksor kentinde Mısır Firavunlarından
III. Amenhotep'ın tapınağını bulmak üzere arkeolojik
kazılar yapan Alman bir heyet tarafından bulunduğunu
kaydetti.
İbrahim açıklamasında, heykellerin restore
edilmek üzere güvenli bir alana nakledildiğini ifade
ederek, "Arkeologların bir kısmı, III. Amenhotep'ın
hastalığına şifa olması için savaş ve yıkımın
tanrıçası olarak bilinen Sekhmet'in heykellerini
yaptırmış olabileceğini belirtiyor" açıklamasında
bulundu.
Öte yandan Luksor Tarihi Eserler görevlisi Mansur
Berik ise "Çalışmalar sonrası ortaya çıkan
heykeller, Sekhmet'in gövdesi insan, başı da aslan
şeklinde gökyüzünde oturur halini temsil ediyor"
dedi.
Alman arkeolojik kazı heyeti, son zamanlarda
bölgede yaptığı çalışmalar neticesinde yaklaşık 64
tarihi eser ortaya çıkardı.
Yapı, 12.03.2013
|
SİT ALANLARI KALDIRILSIN ÖNERGESİ
AKP'li
Isparta İl Genel Meclisi Üyesi Özdemir, ildeki
korunan alanların sit statülerinin kaldırılması için
önerge verdi.
TBMM Genel Kurulunda görüşülmeye hazırlanan
'Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa
Tasarısı’na yönelik tartışmalar sürerken Isparta İl
Genel Meclisi Üyesi Fevzi Özdemir, hazırladığı
önergeyle kentteki korunan alanların hiçbir artı
değer sağlamadığını ve baskı yarattığını öne
sürerek, aralarında Kovada Gölü, Kızıldağ, Gölcük,
Milas ve Yazılıkanyon gibi alanların 'Doğal sit
Alanı' statüsünden çıkarılmalarını istedi.
AKP'li Isparta İl Genel Meclisi Üyesi Fevzi
Özdemir, il genel meclisine sunduğu önergesinde, sit
alanı ve milli park ilan edildikten sonra hiçbir
artı sağlamadığını öne sürdüğü Eğirdir Kovada Gölü
ile il merkezi yakınlarındaki Gölcük ve Milas'ın
yanı sıra Yenişarbademli İlçesindeki Kızıldağ ve
Sütçüler İlçesindeki Yazılı Kanyon gibi korunan
alanların sit alanı statüsünden çıkarılmalarını
istedi. Adı geçen bölgelerdeki sit ve milli park
uygulamasının çok fazla baskı yarattığını öne süren
Özdemir, bu alanlardaki koruma kullanma dengesinin
sağlanarak bilinçli kullanım için çalışma
başlatılması amacıyla hazırladığı önergeyi Isparta
İl Genel Meclisi Başkanlığı'na sundu.
"Kovada ve Gölcük derhal sit alanından
çıkarılmalı"
Önergesine ilişkin sorularımızı yanıtlayan Özdemir,
1. Derece Doğal Sit Alanı ve Milli Park statüsündeki
Kovada Gölü ve çevresi için 2008 yılında hazırlanan
uzun dönem gelişim planı kapsamında mutlak koruma
zonunun yüzde 80 olarak belirlendiğini ancak bu
oranın düşürülmesi için yetkililerce çalışma
başlatıldığını söyledi. Yazılı Kanyon'daki mutlak
koruma zonunun yüzde 95'ten yüzde 25'lere
çekildiğini kaydeden Özdemir, benzer bir çalışmanın
Kızıldağ Milli Parkı'nda da başlatıldığını
anımsatarak, "Bu sistemle devam edilerek Kovada ve
Gölcük'te de aynı şekilde koruma zonları
düşürülebilecektir. Fakat önemli olan bu tip
zenginliklerimizin SİT alanından derhal
çıkartılmasıdır. Kovada Milli Parkı ve buna benzer
alanlarımızın, kurallardan dolayı getirisi yok
götürüsü çoktur" görüşünü savundu.
"Kovada susuz kaldı, iki HES'te elektrik
üretimi düştü"
Kovada Gölü'nün su kaynağı olan Eğirdir Gölü ile
bağlantısının tamamen kesildiğini söyleyen Özdemir,
yalnızca yağmur suyu ile beslenen gölün derinliğinin
7 metreden 1 metre 80 cm'ye düştüğünü dile getirdi.
Göldeki su kaybı nedeniyle geçmişte toplam 63
megawatt elektrik üreten Kovada 1 ve 2 hidroelektrik
santrallerinin (HES) yılda üç ay kadar
çalışabildiğini ve 2 ila 4 megawatt arasında
elektrik üretebildiğini söyleyen Özdemir, ayrıca
Kovada'yı besleyen kanallara bölgedeki soğuk hava
depolarından atılan amonyak gazı ve diğer zirai
atıklarla mücadele edilememesi nedeniyle kirliliğin
önlenemediğini dile getirdi.
"İki koruma statüsünü hazmedemiyoruz"
Bölgedeki köylerin milli park nedeniyle göç
verdiğini öne süren Özdemir, "bu bölgenin milli
parktan ziyade sit alanı olması zorlukların
aşılamamasının baş aktörü olduğunu düşünüyoruz. Sit
alanı ve milli parkın katı kuralları yüzünden
meyvecilik, hatta organik meyvecilik dahi
yapamadığımız gibi, böyle nitelikli bir turizm
alanında 2 koruma statüsü uygulanmasını
hazmedemiyoruz. Kısacası Kovada Gölü, Sit alanı ve
Milli Park ilan edildikten sonra hiçbir artı
sağlamamıştır. 1970 yıllarında ve öncesinde, hem
temiz, hem santrallerin çalıştığı, hem balıkçılık ve
hem de kıl keçisi yetiştiriciliği ile ilgili hiçbir
sorun yaşamayan çevre köy halkı, sadece koruma
yapmaya çalışan anlaşılması güç zihniyetlerin
kurbanı olmuştur” görüşünü savundu.
Önerge Nisan'da görüşülecek
Önergesinin, il genel meclisinin 3 Nisan'da
yapılacak olan oturumunda görüşüleceğini dile
getiren Özdemir, konuyla ilgili kurumların
yetkilileri ve uzmanların da görüşlerinin
alınmasının ardından karara bağlanacağını kaydetti.
Özdemir, konuyla ilgili hazırlanan raporu geçtiğimiz
günlerde Isparta'yı ziyaret eden Orman ve Su İşleri
Bakanı Veysel Eroğlu'na da sunduklarını kaydetti.
"Kırsal kalkınma sağlanmadan doğa
korumacılığı olmaz"
Isparta sınırlarında yer alan milli park ve doğal
sit alanlarında yürütülen revizyon çalışmalarına
ilişkin sorularımızı yanıtlayan yetkililer, korunan
alanlardaki yetki karmaşasının sorunlara neden
olduğunu belirterek bu alanların tek elden
yönetilmesi gerektiğine işaret ederek kırsal
kalkınma sağlanmadan doğa korumacılığının
gerçekleştirilemeyeceğinin altını çiziyor. Kovada ve
Gölcük'te gerçekleştirilecek revizyon çalışmalarının
ardından mutlak korunan alan sınırlarının büyük
oranda düşürülmesi hedeflenirken, her iki bölgede de
soft turizm uygulamalarına yönelik projeler
geliştirilmesi bekleniyor.
Kovada 1970'de milli park ilan edildi
Sahip olduğu biyolojik çeşitlilik ve coğrafi yapısı
nedeniyle 1970 yılında milli park, 1992'de ise I.
Derece Doğal Sit Alanı ilan edilen Kovada Gölü ve
çevresi önemli bir rekreasyon alanı olarak
biliniyor. 6 bin 534 hektarlık alanı kapsayan milli
park sınırlarında; kızılçam, karaçam, saçlı meşe,
boyacı sumağı, yabani gül gibi bitki türlerinin
yanısıra 153 tür su kuşu ile çok sayıda yaban
hayvanı yaşıyor.
Haber Sol,11.03.2013
|
YALANLARLA İNŞA EDİLEN BİR KÖPRÜ

Haliç'in silüetini mahveden Metro Köprüsü'nün son
parçası da monte edildi ve ucube tamamlandı.
Haliç'in siluetini berbat eden metro köprüsünün
son parçası da monte edildi. Yaklaşık beş ay önce
ödüllü mimarlar Mücella Yapıcı ve Cem Kozar'a
köprünün tamamlanması durumunda Haliç'in nasıl bir
görünüm kazanacağını gösteren illüstrasyonlar
çizdirmiştik. Şimdi ortaya çıkan sonuç, beş ay önce
yaptırdığımız çizimleri bile gölgede bıraktı.
Dün Hürriyet gazetesinde köprünün mimarı Hakan
Kıran'ın bir röportajı yayımlandı. Kıran, "Sonunda
doğdu" dediği köprü için yapılan eleştirilerden
şikşyet ederek inşaatı UNESCO'nun onayıyla
tamamladıklarını söylüyor. Kıran'ın açıklamaları
şöyle: "İnşaatı ve proje çalışmalarını, olağanüstü
baskı altında yürüttük. Her aşamada UNESCO ile
istişare edildi. Kadir Topbaş, 2011 yılında köprüyü
bir yıl durdurdu. Bir yanda inandığı yolda ilerledi,
projenin arkasında durdu ama UNESCO'nun elini
rahatlatmak için de bir yıl riski üzerine alıp,
bağımsız heyetin incelemesine fırsat tanıdı. Tavrını
bilimden ve mutabakattan yana kullanıp, tarafsız
olduğunu gösterdi. Bir yıl sonunda, UNESCO'dan
olumlu görüş alınıp, mutabakat sağlanınca yola devam
edildi."
Yalanlarla yürüyen köprü inşaatı tamamlandı.
Sivil toplumun, aydınların, sanatçıların itirazları
gözardı edildi. Tabii UNESCO'nun da. Köprünün
yapımına engel olamadık ama yalanlara müsaade
etmeyeceğiz.
Dün, UNESCO'ya kentsel projelerin dünya mirası
kriterlerine uygun olup olmadığını denetleyen
raporlar sunan ICOMOS'a çok yakın pek çok uzmanla
konuştum. Haliç metro köprüsüyle ilgili rapor
hazırlayan ICOMOS Türkiye Heyeti bilindiği gibi,
köprünün Haliç'teki tarihi çevreye geri dönülmez
zararlar vereceği yönündeki çalışmasını UNESCO'ya
sunmuştu.
UNESCO'nun Haliç köprüsüyle ilgili çalışma
takvimi ise nisan ayında başlayacak. Önümüzdeki ay
ICOMOS'un çalışmaları ve İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin raporu ele alınarak bir rapor
hazırlanacak. Bu rapor, UNESCO Dünya Miras Listesi
Komitesi'nin temmuz ayında yapılacak genel kurulunda
ele alınacak. UNESCO köprüyle ilgili nihai
açıklamasını bu genel kurulun ardından yapacak.
Hakan Kıran ve Büyükşehir Belediyesi'nin, "UNESCO
köprüye onay verdi" yönündeki açıklamaları
kesinlikle gerçeği yansıtmıyor. ICOMOS açısından
köprünün Haliç'in siluetine geri dönülmez zararlar
verdiği konusunda şüphe yok. ICOMOS'tan pek çok
isim, "Zarar verdi mi, vermedi mi tartışmasının
artık UNESCO için anlamı yok. Bu durum UNESCO
açısından son derece net. Şimdi, mimarın ışık ve
renk düzenlemelerinin çevreye etkisine bakılacak"
diyor.
Köprü inşaatı yıllarca UNESCO üzerinden söylenen
yalanlarla sürdürüldü. Bazı gazeteler de bu
yalanlara alet edildi. Bu yalanlardan en pervasızca
olanı Büyükşehir Belediyesi tarafından UNESCO
yetkilisi olarak kamuoyuna tanıtılan Prof. Enzo
Siviero ve Prof. Muawiayah Ibrahim'in
açıklamalarıydı. Siviero ve Ibrahim UNESCO görevlisi
unvanıyla bazı gazetelere röportajlar vererek,
köprünün UNESCO tarafından onaylandığını anlattı.
Habervesaire'den Gökhan Tan ise, Paris'teki Dünya
Miras Merkezi Avrupa ve Kuzey Amerika Bölümü'nden
uzman Junaid Sorosh-Wali'ye basın müşavirliği
yoluyla UNESCO adına açıklama yapan Prof. Siviero'yu
sormuştu. Aldığı cevap bir hayli ilginçti: "Radikal
gazetesinde demeçleri yayımlanan gerek Prof. Enzo
Siviero'ya ve gerek Prof. Muawiayah Ibrahim'e UNESCO
tarafından verilmiş bir görev yoktur. Ancak bu
isimlerin Türk yetkililer tarafından atanmış olması
en yüksek olasılık. Dolayısıyla UNESCO adına konuşma
yetkileri de bulunmamaktadır. UNESCO, bu yanlış
bilgilendirme nedeniyle Türk yetkilileri de
uyarmıştır."
Yıllar önce Sülün Osman, Boğaz Köprüsü'nü
satılığa çıkarmıştı. Birden aklıma geldi.
Taraf, Haber: Ertan Altan, 11.03.2013
|
BURSA, 2014'TE UNESCO'NUN LİSTESİNE GİRMEK İÇİN
ATAKTA
Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin
Cumalıkızık, Sultan Külliyeleri ve Hanlar
Bölgesi'nin UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınması
yönündeki çalışmaları kapsamında hazırlanan adaylık
dosyası UNESCO'ya gönderildi.
Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin çalışmalarıyla
Bursa; Hanlar Bölgesi, Sultan Külliyeleri ve
Cumalıkızık Köyü tarihi alanları ile Türkiye'nin
2014 yılı için "UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi'ne
aday oldu. Son şekli verilen adaylık dosyası "Bursa
ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğuşu"
ismi ile UNESCO'ya gönderildi. Kültür Bakanlığı'na
30 Eylül'de teslim edilen ve yapılan ön
değerlendirme sonucuna göre revizyonları yapılan
başvuru dosyası, "Bursa UNESCO Aday Alanları Tanıtım
Filmi" ile desteklenerek Kültür Bakanlığı, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne iletildi.
Dosya 1 Şubat 2013 tarihi itibariyle, UNESCO Dünya
Mirası Merkezi Sekreterliği'ne Dışişleri Bakanlığı
aracılığıyla iletildi.
UNESCO Dünya Miras Sekreterliğince Uluslararası
Anıtlar ve Sitler Konseyi'ne (ICOMOS)
gönderilecek olan dosya ile Bursa, 2014 yılı
için UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi'ne
girmeye aday durumuna geldi.
ICOMOS ilerleyen günlerde bir heyet gönderecek
ve aday gösterilen alanlar yerinde incelenecek.
ncelemelerin tamamlanmasının ardından UNESCO
değerlendirme sonucunu 2014 yılında açıklayacak.
Dünya Miras Listesi'ne girebilmek için "her ülke
her yıl sadece bir kültürel, bir de doğal varlık
ile başvuru yapabiliyor. Bursa'nın da tüm bu
özellikleri ve gelinen süreçle birlikte "Bursa
ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğu'nun
Doğuşu" başlıklı dosyası ile 2014 yılında UNESCO
Dünya Miras Listesi'ne girmesi hedefleniyor.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne Türkiye'den 38
adayın bulunmasının ülkenin birikimini ortaya
koyduğunu söyledi. Başkan Altepe, Bitinya, Doğu
Roma, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerine ev
sahipliği yapan Bursa'nın da somut kültürel
miras açından son derece zengin bir kent
olduğunu hatırlattı.
Bursa'nın fethinin ardından Orhan Gazi ile
birlikte yaşamın sur dışına çıktığını kaydeden
Başkan Altepe, "Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi,
çarşıları, hanları ve hamamları ile büyük bir
birikimi bünyesinde barındırıyor. Yine
Cumalıkızık, Osmanlı dönemini kı sal
yerleşiminin tüm örneklerini bünyesinde
barındıran bir yer. Biz bu değerlerin korunarak
gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla 300'e
yakın tarihi ve kültürel miras projesi üzerinde
çalışıyoruz. Bursa'yı yaşayan canlı bir müze
kent haline getirirken, bu değerlerimizi
dünyaya tanıtarak kültür turizme açmayı
amaçlıyoruz. Bursa, 70 yıllık Cumhuriyet dönemi
yapılarından, 700 yıllık Osmanlı dönemi
yapılarına, 2 bin 300 yıllık surlardan 7 bin
yıllık arkeolojik yapılara sahip önemli bir
merkez. Bu şehrin yapılarının fiziki olarak
ayağa kalkmasını yanın sıra bunların
işlevselleştirilmesi için çalışıyoruz"
açıklamasını yaptı.
Listede yer almanın bir ayrıcalığa sahip olmanın
dışında dünya turizm firmalarının da gündeminde
olmak anlamına geldiğini ifade eden Altepe, "
2014 yılında Hanlar Bölgesi, Sultan Külliyeleri
ve 700 yıllık Cumalıkızık ile UNESCO'nun miras
listesine girmeyi istiyoruz" dedi.
285 çalışma hizmete alındı
"Yaşayan Müze Kent Bursa' hedefiyle Bursa'da son
10 yılda yapılan çalışmalar hakkında da bilgi
veren Altepe, tarihi ve kültürel miras
çalışmaları başlangıcında çok ciddi bir
yapılanmaya gittiklerini, halkı da sürece dahil
ederek başarıya ulaştıklarını skaydetti. Tarihi
ve kültürel miras çalışmalarıyla ilgili yeni
birimler kurduklarını ve Bursa Araştırmaları
Merkezi'ni faaliyete geçirdiklerini anlatan
Başkan Altepe şunları söyledi: "Göreve gelir
gelmez, tarihi ve kültürel miras çalışmalarının
yürütülmesi konusunda halkımızın görüşüne
başvurduk. Yaptırdığımız anketin sonuçları yüzde
98 oranında destek verir nitelikte oldu.
Osmangazi İlçe Belediye Başkanlığı dönemimizde
135, şu anda devam eden Büyükşehir Belediye
Başkanlığı dönemimizde de 285 çalışmayı hizmete
aldık. 8 yılda tamamladığımız tarihi yapı sayısı
420 oldu."
1300'lerde kurulan Cumalıkızık doğal film seti
gibi
Kuruluşu yaklaşık 1300'lü yıllara dayanan ve bir
vakıf köyü olarak kurulan Cumalıkızık, korunan
tarihi dokusuyla Osmanlı erken döneminin kırsal
kesim sivil mimari örneği olarak öne çıkıyor.
Cumalıkızık, köy geçmişine ait eşyaların
sergilendiği Cumalıkızık Etnografya Müzesi,
hamamı, kilise kalıntısı, moloz taş, ağaç ve
kerpiçten yapılan evleri ve her yıl Haziran
ayında "Ahududu Şenliği" ile ziyaretçileri
ağırlıyor. Köy ayrıca, tarihi dokusu nedeniyle
sık sık dizi ve film çekimlerine de sahne
oluyor.
Kentte tam yedi padişahın külliyesi bulunuyor
Bursa'da bugüne kadar gün yüzüne çıkarılan
külliyeler arasında 7 padişah, 4 sadrazam, 34
tane de vezir, bey, paşa ve varlıklı kişilerin
yaptırdığı külliyeler yer alıyor. Bursa'da
Orhangazi, Birinci Murad, Çelebi Mehmed ve 2.
Murad tarafından birer, Yıldırım Beyazıd
tarafından ise 3 tane külliye yaptırıldığı
biliniyor. Osmanlı'yı kuran şehir Bursa'da Osman
Bey, Orhan Gazi, I. Murad Hüdavendigar, Yıldırım
Bayezid, Çelebi Mehmed ve II.Murad olmak üzere
ilk 6 padişahın türbesi bulunuyor.
Orhan Gazi'nin kurduğu Hanlar Bölgesi
Osmanlı'nın ilk çarşısı
Bursa Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi de
Osmanlı'nın ilk çarşısı konumunda. Osmanlı
Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin oğlu Orhan
Gazi tarafından temelleri atılan Bursa'nın
tarihi çarşısı, bugün devasa alıveriş
merkezlerine alternatif olarak tarihi ve otantik
yapısıyla ayakta duruyor. Apolyont, Bali Bey,
Emir Han, Eski İpek Han, Eskişehir Hanı, Fidan
Han, Galle Han, Geyve, Kapan, Koza, Kubbeli,
Kütahya, Pirinç ve Tuz Hanlarının bulunduğu
bölgede ayrıca Bakı cılar, At Pazarı, Bedesten
Civarı, Bedesten Kuyumcular, Çancılar, Eski
Aynalı Çarşı, Kapalı Çarşı, Tuz pazarı gibi
çarşılar da yer alıyor. Bölgenin en önemli
simgesi Ulu Cami.
Dünya Gazetesi, 11.03.2013
|
|
147 SİKKE ELE GEÇİRİLDİ
Denizli Emniyet
Müdürlüğü ekiplerinin yaptığı operasyonda, 147 adet
sikke ele geçirildi.
Denizli Emniyet
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
Şube Müdürlüğü ekipleri aldığı bir istihbaratı
değerlendirerek bir araçta arama yaptı. Aramada
tarihi eser niteliği taşıyan değişik dönemlere ait
147 sikke ve 1 gözyaşı şişesi ele geçirildi.
Olayla ilgili yakalanan
şüpheli şahıs hakkında, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet suçundan
işlem yapıldığı belirtildi
Denizli Kent Haber,
11.02.2013
|
DÜNYA MİRASI YOK OLUYOR

Suriye'de iki yıldır süren çatışmalar on binlerce
kişinin ölümüne, milyonların evini terk etmesine yol
açarken, insanlığın tarihi mirasını da yerle bir
ediyor.
Suriye'de iki yıl önce patlak veren iç savaştan bu
yana on binlerce kişi öldürüldü, milyonlarca insan
yurdundan edilerek mülteci durumuna düştü. Tüm
bunların yanı sıra dünyanın en değerli tarihi
mekşnları da tamir edilemez şekilde tahrip edildi.
Suriye'de bir süredir tarihi mekşnlarda BBC için
program yapan Britanyalı tarihçi Dan Snow'un
anlattıkları ise "dünyanın en eski ülkesinde"
yaşanan kültürel felaketin tüm boyutlarını gözler
önüne seriyor. Snow, "Gezegen üzerinde yerle bir
edilen her hazine herkesi ilgilendirir" diyor.
Britanyalı tarihçi ilk olarak 2012'nin ağustos
ayında Halep'te ortaçağa ait tarihi bir çarşının
yanarak kül olmasını hatırlatıyor. UNESCO Dünya
Mirası olan "Eski Halep"in tahrip edilmesini
Edinburgh'un tarihi mekşnlarının yıkılmasına
benzetiyor.
Çoğunlukla tarihi mekşnlara girmenin
çok tehlikeli olduğunu söyleyen Snow, "Konuştuğum
tüm Suriyeliler ülkelerini kültürel açıdan eşsiz
kılan eser ve mekşnların yok edildiğinin farkında ve
bundan dolayı çok üzgünler" diye devam ediyor.
İnsanlar ölürken...
Snow, iki yıldır tüm gazetelerin manşetlerini
kaplayan iç çatışma ve Suriyelilerin dramının
yanında Suriye'nin kültürel mirasının büyük bir
tehlike altında olduğunu vurguluyor. Savaşın iki
yüzüne değinen Snow, "Elbette binlerce insan ve
çocuğun mülteci kamplarında donması ve zor şartlar
altında yaşaması söz konusuyken tuğladan, binadan
bahsetmek acımasızca. Ancak Suriye'de bulunan tüm
tarihi mekşn ve eserler herkesin tarihi ve daha da
önemlisi savaş öncesi bu yerler insanların geçim
kaynağıydı. Her şey sona erdiğinde hepsi çoktan yok
edilmiş olacak" diyor. Zarar gören kültürel mirasın
ise oldukça alarm verici olduğu söyleyen Snow,
"Suriye'nin UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan
birçok yeri var. Başta Halep olmak üzere, Şam'ın
tarihi mekşnları, Crac des Chevaliers isimli bir
Haçlı kalesi, Selahaddin Kalesi, Roma dönemine ait
Palmira antik kenti ve Suriye'nin kuzeyinde bulunan
antik kentler önemli ölçüde tehlike altında" dedi.
Her şeyin başladığı yer
Suriye'ye uzman gözüyle bakan Snow ülkenin tarihi
açıdan önemini ise şu şekilde anlatıyor: "Suriye her
şeyin başladığı yer. Suriye ve çevresi insanlığın
başladığı, ilk defa hayvancılığın yapıldığı, tarımın
başladığı, şehir hayatının yaşandığı ve ilk
alfabenin icat edildiği yer. Özellikle Halep,
yeryüzünde en sık şekilde işgale uğrayan, en eski
yerleşim yerlerinden biri. Bunların yanı sıra şehir,
coğrafi yapısı itibariyle önemli bir noktada. Batı
ile doğunun birleştiği yerde, İpek Yolu üzerinde
olması ile baharat, kumaş, altın, fil dişi ve diğer
lüks tüketim araçları her zaman Halep üzerinden
geçmiş."
UNESCO paha biçilmez eserler için uyarıyor
UNESCO'NUN "İslam dünyasının en güzel
camilerinden biri" olarak tanımlandığı ve Dünya
Mirası listesinde bulunan Halep'in tarihi
merkezindeki 12'nci yüzyıldan kalma Emevi Camii
şiddetli çatışmalar ve yangın nedeniyle harabeye
döndü. Ülkede tarihi eserlerin gördüğü zarardan,
taraflar birbirini suçluyor. Halep'te, Kapalı
Çarşı'nın yarısı da yanarak kül oldu, paha biçilemez
birçok tarihi belge de kayboldu.
Taraf, 11.03.2013
|
BOĞAZ TEMİZLİĞİNDEN
TARİHİ ÇAPALAR ÇIKTI
İstanbul Sarıyer'de, tekne ve yatların park etmesi amacıyla İstinye'de hazırlanan tekneparkların dibinde temizlik yapan dalgıçlar, 250 yıllık 19 tarihi çapa buldu.
Çapalar, Roma döneminden itibaren tersane ve gemi barınağı olarak kullanılan İstinye ve Tarabya koylarında inşa edilen gemilere ait. Admiralti, tırmık, simüs demiri ve danfor tipi çapaların, bin 600 grostonluk gemilerin kullanabilmesi için el işçiliğiyle imal edildiği belirlendi.
Sabah, Haber:
Zeynel Yaman, 10.03.2013
|
|
TAKSİM'E KIŞLA (!)
Kışla görünümünde bir kılıf
yapıp işlevleri onun içine tıkıştırmak mimaride
doğru bir yol değildir. Öte yandan o dekor-cepheleri
yeniden yapmak için elde yeterli veri bile yok; elde
olan yalnızca birkaç cephe fotoğrafı… Bu denli az
bilgi ve belgeyle hangi mimar, bu yapımı nasıl
gerçekleştirebilecek?
Taksim Gezi Parkı’nın yerine yapılması istenen sözde
eski Topçu Kışlası için Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’ndan onay çıkmış.
Neyin onaylandığını anlamak kolay değil, çünkü
yapılacak olan şey kışla değil, rant tesisleri,
alışveriş merkezi vb… Bir süre önce asıl ilgili
İstanbul 2 No’lu Bölge Kurulu İstanbul
Belediyesi’nin kışla (!) önerisini reddetmiş ve
Taksim Gezi Parkı’nın korunması gerektiğine karar
vermişti. İki kurulun verdiği taban tabana zıt
kararlar çok şaşırtıcı. Ankara’daki Yüksek Kurul’un
kararı, sivil emir-komuta zinciri içinde alınmışa
benziyor.
İlkin 1870’te yapılan Topçu Kışlası, isyanlar ve
yangınlardan sonra Sultan Albülmecid döneminde
Arap-Hint-Rus mimarilerinden esintili olarak yeniden
yapılmış. 1909 yılında 31 Mart ayaklanmasına sahne
olan kışla zaman içinde önemini yitirince 1913’te
bir özel şirkete satılmış, bugünkü deyişle,
özelleştirilmiş. Avlusu futbol ve gösteri sahası
haline getirilen kışla 1921-39 arasında Taksim Stadı
olarak kullanılmış, 1940’ta da Prost Planı
kapsamında Taksim Gezisi düzenlenirken yıkılarak
kaldırılmış.
Taksim Gezisi, ünlü Fransız Şehirci Henri Prost’un 2
No’lu Park projesi kapsamında düzenlenmişti. O
proje, Taksim’den Nişantaşı’na, oradan da Dolmabahçe
Vadisi’ni de içine alacak şekilde denize kadar
kesintisiz uzanan bir yeşil alan yaratıyordu. O
yeşilin Taksim-Nişantaşı bölümü 1950’den bu yana,
yapılmasına izin verilen yapılarla parça parça
kemirildi. Şimdi yapılması gündeme gelen bina ise
Taksim Gezisi’ni tümüyle yok edecek son darbeyi
oluşturuyor.
Dönelim yapılmak istenen kışlaya… Bir tiyatro dekoru
gibi olacak sözde tarihi cephenin arkasına başka
işlevler yerleştirilecekmiş. Böyle bir mimarlık
anlayışı olamaz: İçi başka, dışı başka… Bunu bir
yazımda, “bülbül ötüşlü kanarya” örneğine
benzetmiştim. Burada da “kışla görünüşlü AVM” söz
konusu. Kışla cephelerinin yeniden ihya edileceği
söylemi bir bahane gibi görünüyor. Böyle bir gerekçe
mimarlık kültürü bakımından hiç makul değil. Doğru
bir mimarlık uygulaması için önce ihtiyaçlar ve
gerekli işlevler belirlenir, mimari tasarım ona göre
oluşturulur, yapılar ona göre ve tutarlı bir
mimarlık anlayışı içinde gerçekleştirilir. Kışla
görünümünde bir kılıf yapıp işlevleri onun içine
tıkıştırmak mimaride doğru bir yol değildir. Öte
yandan o dekor-cepheleri yeniden yapmak için elde
yeterli veri bile yok; elde olan yalnızca birkaç
cephe fotoğrafı… Bu denli az bilgi ve belgeyle hangi
mimar bu yapımı nasıl gerçekleştirebilecek?
Görüldüğü gibi, içi başka dışı başka, kışla
görünüşlü bir yapı fikri hiç tutarlı değil. Amaç
kısaca, yeşil alana yapılacak rant tesisleri için
tarihi yeniden yaratmak bahanesinin arkasına
sığınmak gibi görünüyor. İronik olarak zaman zaman
yinelediğim bir “yeşil alan” tanımı vardır: “Bizde
yeşil alan ileride üzerine gökdelen dikmek üzere
saklanan arazidir” derim. Şimdi o tanımda
“gökdelen”in yanına “kışla görünüşlü AVM”yi de
eklemek gerekecek. Zaten bugüne kadar o yolda pek
çok örnek gerçekleşmedi değil. Rant hırsı uğruna
İstanbul ne yazık ki yeşil alan yoksulu haline
getirildi.
ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi)
Türkiye Milli Komitesi, Yüksek Kurul’un onay
kararından hemen sonra tutarlı bir basın bildirisi
yayımladı. Çok kısaca özetlersek:
“1. Taksim Gezi Parkı tarihsel mimari önemi
bağlamında İstanbul’un en önemli ve korunmaya değer
varlıklarından biridir. Düzenlenip korunmalıdır.
2. Kışlanın dış replikasını yapmak için bile gerekli
ayrıntılı bilgi ve belge yoktur. Yeniden yapımı
tarihsel korumacılık ilkeleri açısından, Taksim’de
bir ‘Disneyland’ inşa etmekten daha anlamlı ve ciddi
bir sonuç vermeyecektir.”
Bildiri şöyle son buluyor: “Sakıncaları Türkiye
kamuoyuna duyurmayı, çalışma alanımızın etik ve
teknik ilkelerine aykırı bu gelişmeye karşı
durmamızın bir tarihsel zorunluluk oluşundan ötürü
gerekli görmekteyiz.”
Ayrıca, Gezi Parkı’nın yerine kışla yapılmaması için
70 binin üzerinde imza toplandığı söyleniyor ama
kamuoyunu dinleyen, kentin sorunlarını demokrasi
kuralları içinde kentlilerle paylaşan kim?..
Bir
hatırlatma daha yapalım: Bir önceki Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay bir gazete röportajında şöyle
diyordu: “İstanbul’da aradığımız şey yeşil alan.
Sivilleşirken niye kışla yapıyoruz?” Doğru söze ne
denir… Soru haklı ama bugün başta İstanbul olmak
üzere pek çok kentimizdeki uygulamaya bilimsel
yöntemler ve uzmanlıklar değil, mimar olarak bir
türlü aklımızın almadığı dayatmalar egemen.
Son söz: İstanbul’a yazık oluyor!
Cumhuriyet, Yazı: Doğan Hasol, 10.03.2013
|
DOĞANÇAY'IN MİLYONLUK 'KURDELELER'İ SATIŞTA

Birçok ressam gibi Burhan Doğançay da en verimli
çağında eserlerini satamayıp sıkıntı çeken, ömrünün
son yıllarında değeri anlaşılan sanatçılardan
olduğunu kanıtladı. Geçtiğimiz ocak ayında
kaybettiğimiz ünlü sanatçı bu durumu şu sözlerle
teyid etmişti: "Zamanında resimlerimi çok uygun
fiyata almayanlar şimdi gerek Türkiye gerekse
yurtdışından arayıp pişmanlıklarını dile
getiriyorlar. Onlara treni kaçırıyorsunuz diyorum.
Zaman gelecek eserlerime hiç dokunamayacaklar.
Zamanında çok sıkıntı çektim. Ekmek alamadım,
metroya 15 sent veremedim."
Doğançay, Mavi Senfoni
adlı eseri 2009'da Antik A.Ş.'nin düzenlediği
müzayedede 2.2 milyon liraya satılınca Türk çağdaş
resim tarihinde yeni bir dönem başladı. Sanatçı bu
çıkışıyla sadece kendisi değil meslektaşları için de
çığır açtı.
220 binden satışa çıkacak
2010'da Chicago'da 3 bin dolardan açık artırmaya
çıkan bir eseri 32 kez bayrak görerek 280 bin dolara
alıcı bulan Doğançay, "Resimlerim artık müze
koleksiyonlarına girmeli" demişti. Hedefi sadece
müzesini yaşatmaktı. Bu hafta ünlü ustanın 10 eseri
birden müzayedeye çıkacak. 17 Mart'ta Beyaz Müzayede
tarafından düzenlenecek açık artırmada ünlü Kurdele
Serisi'nden de dört eser var. Serinin 1977'de
yapılmış 112X121 boyutlarındaki parçası, 170 bin-220
bin TL'den satışa sunulacak. 1973'te biten Hücum
serisinden bir eser de 140-180 bin TL'den müzayedeye
çıkıyor. Sanatçının ayrıca 18-24 bin aralığından
satışa çıkan küçük boyutlu eserleri de Beyaz
Müzayede'de olacak. Beyaz Müzayede'nin sahibi Aziz
Karadeniz şimdiden bu eserlere büyük ilgi olduğunu,
yurtdışından koleksiyonerlerin de Doğançay eserleri
için kapışmaya hazırlandığını söylüyor.
Nejad Melih Devrim'den rekor bekleniyor
Burhan Doğançay eserlerinin dışında
müzayedede öne çıkan sanatçılardan biri de Nejad
Melih Devrim olacak. Devrim'e ait eserler için de
koleksiyonerlerin çekişmesi bekleniyor. Sanatçının
'soyut' kompozisyonu Londra'da 2.1 milyon liraya
alıcı bulmuştu. Geçtiğimiz ay Santralistanbul
Koleksiyonu'ndan satışa çıkarılan iki Nejad Melih
Devrim tablosundan biri 1 milyon 100 bin diğeri de 1
milyon 300 bin liradan elden çıkarılmıştı. 17
Mart'ta ise sanatçının Paris'e ilk gittiği yıllarda
tanışarak evlendiği eşi Maria Devrim'i resmettiği
'Maria A Chartes' isimli tablosu açık artırmaya
çıkacak. Sanatçının tüm kitaplarında yer alan bu
tablo, en önemli eserlerinden biri olarak
gösteriliyor. Ayrıca 500-700 bin lira aralığında
müzayedeye çıkacak olan soyut kompozisyonunun da
koleksiyonerlerin ilgi odağı olması bekleniyor.
Aziz Karadeniz Türk çağdaş sanatına tüm dünyadan
ilgi olduğunu söylüyor. Hindistan, Dubai, Hong Kong
ve Sırbistan'dan da koleksiyonerlerin müzayedeye
katılacağını belirten Karadeniz, zorlu bir kapışma
olacağını ifade ediyor.
Müzayedede Komet'in 1992- 1999 arasında biten
Suret Teknesi isimli eseri de var. Alaettin Aksoy'un
1988 tarihli Sulukule'de Bayram Sabahı ile Mehmet
Güleryüz'ün Eşcinsel ve Denizci eserleri de satışa
çıkacak. Eserler The Sofa Hotel'deki Hallarts
salonunda 13-16 Mart arasında görülebilecek.
17 Mart'ta İstanbul Nişantaşı'ndaki The Sofa
Hotel'de düzenlenecek müzayedede, Burhan Doğançay
tablolarının yanı sıra toplam 264 eser satışa
sunulacak. Doğançay 23'üncü sırada yer alacak.
Eserlerin muhammen bedellerinin toplamı ise 10
milyon liranın üzerinde. Aziz Karadeniz bu rakamın
yukarılara çıkmasını beklediğini söylüyor.
Sabah, Haber: Burcu
Aldinç, 10.03.2013
|
KOMŞUDA HEYKEL HIRSIZLIĞI
Ekonomisi küresel krizin pençesinden kurtulamayan,
kemer sıkma politikaları ve AB destekleriyle
iflasını sürekli erteleyen Yunanistan'da halk,
ilginç hırsızlık yöntemlerine başvurmaya başladı.
Gelirleri azalan halk geçimini sağlayamayınca ülkede
hırsızlık vakaları arttı. Daha önce eritip maden
olarak satmak için kiliselerden vaftiz kazanlarını
çalan hırsızlar, şimdi de caddelere gözünü dikti.
Halk bakır ve bronz heykelleri çalmaya başladı.
Başkent Atina'da, son altı ay içinde aralarında ünlü
Yunan yazar Nikos Kazancakis'in büstünün de
bulunduğu bakır ve bronzdan imal edilmiş 8 büstün
çalındığı bildirildi.
Atina Belediye Başkan Yardımcısı Nelli Papahela,
şehrin merkezi yerlerindeki mermer kaidelerin
üzerinden koparılarak alınan büstlerden 4'ünün
eskici pazarlarında bulunduğunu belirtti. Papahela,
"Hırsızlıklar ticari amaçla yapılmış olabilir" diye
konuştu.
Papahela Atina'nın birçok yerinde değişik
mekşnlarda bulunan büst ve heykellerin etkin bir
şekilde korunmasının mümkün olmadığını, hırsızların
ise çok cesur hareket ettiğini dile getirdi.
Papahela, ünlü ressam El Greco ile Albay Dimitrios
Psarrun'un heykellerinin de çalındığını söyledi.
Yunanistan'da daha önce de bir
kilisede bakırdan imal edilen büyük bir vaftiz
kazanı, yüksek gelirim hatlarında kullanılan bakır
kablolar ve çimento kalıpları çalınmıştı. Olayın
ardından malzemelerin çevresi Yunan bayraklarıyla
sarılmıştı. Ancak daha sonra bunlar bayraklarla
birlikte tekrar çalınmıştı.
Sabah (Kısaltarak),
10.03.2013
|
FATİH'İN KAYIP SARAYI
Saray-ı Cedid-i Amire ya da bugünkü adıyla
Edirne Sarayı’nın devam eden kazı ve restorasyon
çalışmalarına ışık tutacak, 1870’li yıllara ait çok
özel fotoğraflar ortaya çıktı.
Edirne Sarayı Kazı Başkanı ve aynı zamanda
Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi olan
Doç.Mustafa Özer, Rus fotoğrafçı Dimitri Ermakov’a
ait fotoğrafların
Edirne Sarayı yıkılmadan birkaç sene önce
çekildiğini tahmin ettiklerini söylüyor.
“Fotoğraflar ekip içinde büyük heyecan yarattı. Rus
fotoğrafçı Dimitri Ermakov’un bu fotoğrafları
istihbarat amaçlı çektiğini düşünüyoruz. Çünkü sokak
sokak Edirne’yi belgelemiş. Ermakov’a ait elimizde
birkaç örnek var, ancak yüzlerce fotoğrafın olduğunu
düşünüyoruz. Tarihi belgeler de Ermakov’un 1877-78
Osmanlı Rus Savaşı’na topograf olarak katıldığını
gösteriyor” diyor Özer.
3 MİLYON METREKARE
Edirne Sarayı kazılarına 2009 yılında başlandı.
Uzun yıllar sürmesi planlanan kazılar TBMM, Kültür
ve Turizm Bakanlığı ile Bahçeşehir Üniversitesi’nin
kurumsal desteğiyle devam ediyor. Osmanlı dönemine
ait en önemli arkeolojik kazının şu anda Edirne’de
yapıldığının altını çizen Doç. Özer, “Edirne
Sarayımakus talihini yeniyor” diyor ve sözlerini
şöyle sürdürüyor: “Topkapı Sarayı’ndan sonra en
önemli Osmanlı sarayı olan
Edirne Sarayı, 3 milyon metrekare alana sahip ve
100’e yakın yapıdan oluşuyor. Kazı çalışmaları
sonucunda bu yapıların sadece 10’una ulaşabildik.’’
Peki, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’un fethinin
planlarını yaptığı, İstanbul surlarını yıkacak
devasa topları döktürdüğü yer olan
Edirne Sarayı haritadan nasıl silindi? Doç.
Özer,
Edirne Sarayı’nın hikşyesini de anlattı: “Tunca
Nehri kıyısına inşa edilen
Edirne Sarayı’nın imarına 2. Murad zamanında
başlandı ancak saraya esas karakterini kazandıran
Fatih SultanMehmed. Diğer padişahlar döneminde de
saraya ek yapılar kazandırıldı. Gezginlerin
notlarından sarayın nüfusunun 15 bin olduğu
anlaşılıyor. Yavuz Sultan Selim tarafından
getirtilen kutsal emanetler bir dönem burada
korundu. Hazine Dairesi, haremi,meydanları,
hasbahçesi ve arz odası ile çok özel bir saray
Edirne Sarayı. Ayrıca kazı çalışmalarında ortaya
çıktı ki sarayınmükemmel bir altyapısı
var.Mühendisliği dikkat çekici. Temiz su kanalları
ayrı, atık su kanalları ayrı. Aynı zamanda sıcak
hamamvemutfakta kullanılan sıcak su kanalları da
mevcut.’’ Peki ya sarayın sonu? Doç.Mustafa Özer,
Edirne Sarayı’nın sonunu 1877-78 Osmanlı Rus
savaşının getirdiğini söylüyor: ‘’Bu savaşta saray
askeri amaçla kullanıldı. Sarayda cephanelikler de
vardı. Rusların Edirne’yi işgal edeceği anlaşılınca
cephaneler düşmanın eline geçmesin diye patlatıldı.
CİHANNÜMA KASRI TEKRAR HAYAT BULACAK
Patlamalar 2-3 gün sürdü. Edirne Sarayı da
böylece yerle bir oldu. Geriye kalan taşlardan kamu
binaları yapıldı. Ama Edirne Sarayı yok oldu.’’
Çalışmalar kapsamında sarayın mutfağıMatbah-ı Amire
ile KumKasrı’nın restorasyonunun bitmek üzere
olduğunu vurgulayan Doç. Özer, ‘’Sarayın en önemli
yapılarından olan Cihannüma Kasrı’nın yeniden ihyası
için proje hazırlandı’’ diyor ve ekliyor: “Proje
Koruma Kurulu tarafından onaylandığı takdirde
çalışmayı 2 yılda bitirmeyi planlıyoruz. 6 katlı
Cihannüma Kasrı, Fatih Sultan Mehmed tarafından
yapıldı. Fatih’in sarayda kaldığı yer olarak
biliniyor. Kasrın bodrum katı ise kütüphane olarak
kullanılmış. Kütüphanedeki binlerce kitap fetihten
sonra İstanbul’a götürüldü. Ermakov’un çektiği
fotoğraflar arasında Cihannüma Kasrı da bulunuyor ve
şimdiki haliyle eski hali gözler önüne seriliyor.
130 yıl sonra Edirne Sarayı ilk kez ciddi bir
şekilde ele alınıyor.’’
Meğer sarayın has bahçesiymiş!
Doç.Mustafa Özer, Edirne Sarayı’nınihyası için
yapılan çalışmalarda kendileriniüzen bazı hususlara
da dikkat çekti:“Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı
stadın Edirne Sarayı’nın Hasbahçesi olduğunu tespit
ettik. Yılda 3 gün kullanılan, diğer günler otopark
olarak hizmet veren stadınduvarlarını yıkalım,
hasbahçe ortaya çıksın,güreşler başka bir alanda
yapılsın istedikama hşlş bir sonuç alamadık.
Sarayınortasından asfalt geçiyor. Bunun dünyada
başka örneği yok. Edirne Sarayı Türkarkeolojisinin
Efes’i. Belli başlı yapıları ihya edip ziyarete
sunmayı hedefliyoruz.’’
Osmanlı-RusSavaşı’na katıldı
Rus fotoğrafçı Dimitri Ermakov, 1846’da Tiflis’te
dünyaya geldi, 70 yaşında öldü. 1877-78 Osmanlı Rus
Savaşı’na topograf olarak katıldı.
Çektiğifotoğraflar, özellikle şehir fotoğrafları
özel arşivlerde ve müzelerde tutuluyor.

1870’li yıllarda çekilmiş Ermakov’a ait bir fotoğrafta Edirne Sarayı’nın giriş kapısı

Habertürk, Haber: Bülent Günal, 10.03.2013
|
DOÇ.DR. ÇAKIR: KAZI ÖNCESİNDE JEOFİZİK ETÜTLER
YAPILMALI
Nevşehir Üniversitesi
Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Jeofizik Mühendisliği
Bölüm Başkanı Doç.Dr. Özcan Çakır, kazı esnasında
oluşacak istenmeyen hataları engellemek için
jeofizik etütlerin yapılması gerektiğini söyledi.
Nevşehir Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık
Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölüm Başkanı
Doç.Dr. Özcan Çakır, bir bölgede herhangi bir kazıya
başlamadan önce bölgenin jeofizik etütlerden
geçirilmesiyle, kazı esnasında oluşacak istenmeyen
kazı hatalarının oluşmasının önüne geçilebileceğini
ifade etti. Çakır, tomografi yöntemlerinin hızlı ve
oldukça ekonomik olarak uygulanabileceğini belirtti.
Çakır, şöyle dedi:
“Anadolu yarımadası birçok medeniyete ev
sahipliği yapmış ve önemli arkeolojik geçmişe
sahiptir. Birçok bölgede katmanlar halinde yer
altında gömülü arkeolojik kalıntılara rastlamak
mümkündür. Yapılaşma gibi çeşitli nedenlerle yer
altı ve yer üstü kazıları yapılmaktadır. Bu
konularda genellikle ağır iş makineleri
kullanılmakta ve arkeolojik kalıntılar konusunda
deneyimsiz elemanlar kazıların akıbetini takip
etmekle görevlendirilmektedir. Zaman zaman medyadan
da takip edildiği üzere kazılar anında arkeolojik
yapılara zarar verilmektedir. Günümüz bilimsel ve
teknolojik gelişmelerinde yer altını görüntülemek
çok daha etkin olarak yapılabilmektedir. Öncelikle
jeofizik mühendisliği bilimi bu konularda önemli
gelişmeler kaydetmiştir. Özel olarak bahsedecek
olursak, özdirenç ve sismik tomografi yöntemleri yer
altının görüntülenmesinde oldukça yetenekli
yöntemlerdir. Bir bölgede herhangi bir kazıya
başlamadan önce bölgenin jeofizik etütlerden
geçirilmesi, kazı esnasında oluşacak istenmeyen kazı
hatalarının oluşmasını engelleyecektir. Bu tomografi
yöntemleri yüksek çözünürlükle, hızlı ve oldukça
ekonomik olarak uygulanabilmektedir.”
Bugün, 09.03.2013
|
GLADYATÖRÜN MEZAR TAŞINI İSTİYOR
Samsun Cinquanternaire Müzesi’ne bağışlanan mezar
taşının kente iadesi isteniyor.
Samsun’da Amisos kazıları sırasında bulunmasının
ardından Brüksel’deki Cinquanternaire Müzesi’ne
bağışlanan gladyatörün mezar taşının kente
iadesi isteniyor. Gladyatörün ‘Beni hakem hatası
öldürdü’ yazan mezar taşının iadesi için sosyal
paylaşım siteleri üzerinden de kamuoyu
oluşturulmaya çalışılıyor.
Samsun Turizm Derneği Başkanı Mustafa Yavuz, “Bu
mezar taşı üzerinde yazılan yazılar bir
gladyatöre ait olması nedeniyle çok ilgi
çekmişti. Yurt dışına verildiği söyleniyor.
Mezar taşının geri iade edilmesi ve Samsun’daki
müzede sergilenmesi kentimizin turizmine katkı
sağlayacaktır” dedi.
Vatan, 09.03.2013
|
|
 |
'KANATLI DENİZATI' MÜHÜRLÜ ÇANTADA EVİNE DÖNDÜ
Almanya ’nın iade ettiği ‘Kanatlı Denizatı Broşu’, önceki akşam Türkiye ’ye getirildi. Berlin’den İstanbul ’a gelen Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Kanatlı Denizatı Broşu’nu Türkiye’ye getirdiklerini ve bu kültürel mirasın anavatanının Anadolu olduğunu söyledi. Gazetecilere korumanın elindeki poşeti gösteren Bakan Çelik, “Merak ettiğiniz şey burada. Şimdi teslim edeceğim. Arkadaşlar güvenli bir şekilde getirdiler” dedi. Gazetecilerin “Broşu görebilir miyiz?” sorusuna Bakan Çelik “Gösteremeyiz çünkü mühürlü çanta” diye yanıt verdi. Karun Hazinesi’nin en önemli parçası olarak kabul edilen ve Uşak Arkeoloji Müzesi’nde sahtesiyle değiştirilerek çalınan denizatı broşu, som altından yapılmış. Eser 2006 yılından bu yana yurtdışında Interpol aracılığıyla aranıyordu. Tüm müzayedelerin ve katalogların yoğun bir şekilde taranması sonucu, tarihi eseri satamayan ve ismini açıklamayan bir kişi, avukat aracılığıyla broşu Alman Savcılığı’na teslim etmek zorunda kalmıştı.
Radikal, 09.03.2013
|
İNSANLIĞIN ATASI 338 BİN YAŞINDA
ABD'nin Güney Carolina eyaletinde yaşayan Albert
Perry, ailesinin soy ağacıyla ilgili bilgi edinmek
için DNA analizi yaptırdığında çok şaşırtıcı bir
sonuçla karşılaştı. Bilim insanları, Perry'de
bulunan Y kromozomunun 338 bin yıllık bir geçmişi
olduğunu saptadı. İlk insanın 140 bin yıl önce
yaşamış olduğu göz önüne alındığında, sonuç şok
yarattı. Arizona Üniversitesi'nden Prof.Dr. Michael
Hammer, "Y kromozomunun tarihine dair şimdiye kadar
bildiklerimiz tamamen değişiyor. 338 bin yıl,
insanoğlunun henüz var olmadığı zamana işaret
ediyor" dedi. Sonuçların yayımlandığı American
Journal of Human Genetics'e konuyla ilgili açıklama
yapan Dr. Fernando Mendez, Perry'de keşfedilen
kromozom dizisinin sıradışı olduğunu kaydetti. Bilim
insanları, sonuçların önemli ölçüde yol gösterici
olacağını ve DNA araştırmalarında bazı kabullerin
değişeceğini bildirdi.
Sabah, 09.03.2013
|
|
İNSANLIK TARİHİNDE 'LÜKS'ÜN DEĞİŞEN TARİFİ

Karabiber, kil, ağaç, gümüş ve buz… Bir zamanların
en gözde lüks tüketim maddeleriymiş. İnsanlar
bunlara sahip olmak için tüm servetini ortaya
döküyormuş. Bugün lüksün demokratikleştiği bir
çağdayız. Ve insanlık böylesi bir değişimle daha
önce karşılaşmamıştı.
Lüksün tarihsel serüvenini
araştırdık.
Ekonomi biliminin kurucusu olarak bilinen Ahlak
felsefesi profesörü Adam Smith, insanlar için
“iktisadi adam” der. Yani kendi çıkarı peşinde koşan
ve tüketici olarak en kaliteliyi en uzuca arayan
insan. Smith’ten sonra iktisatçılar bu teori için
insanı tek başında bir adada yaşıyormuş gibi
varsayıyor dediler ve eleştirdiler. Çünkü insanın
tüketimini belirleyen başka parametreler var. Mesela
duyguları ve içinde yaşadığı toplum... Yoksa ihtiyaç
duymadığı şeyleri tüketmesini nasıl açıklayacağız?
Basitleştirerek tanımlarsak insanlığın tüketme
tarihi olan ekonomi bilimi de bu sorunun cevabını
aramış. Smith’ten yaklaşık 200 yıl sonra doğan
Veblen cevabı bulmuş: Gösterişe yönelik tüketim.
Yani lüks tüketim. Hele de bugünün insanı için
tüketiminin neredeyse yarısından fazlası lüks
tüketime giriyor. Aylık kazancınızın ne kadarını
gerçekten ihtiyaç duyduklarınıza harcıyorsunuz? Ya
da ihtiyaç duyduğunuzu düşündüğünüz şeyler gerçekten
ihtiyacınız mı?
İnsanın ihtiyaç duymadığı şeyleri tüketme eğilimi
insanlık tarihi kadar eski. Yani içinde bulunduğumuz
bolluk çağına has bir durum değil. Üstelik bu lüks
tüketim müptelalığı insanlara öylesine trajikomik
şeyler yaptırmış ki bugünü anlamada çok önemli
doneler veriyor. Bugünün geçmişten temel farkı
lüksün demokratikleşmesi ve lüks kavramının
değişmesi. Eskiden ulaşılamayan ve az olan lükstü.
Bugünse herkesin ulaşabileceği sıradan ürünler oldu.
Çünkü endüstri her şeyden bol miktarda piyasaya
sunuyor. İstanbul Üniversitesi İktisadi Politikalar
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Murat Çetin,
insanlık tarihinde böylesi bir dönem yaşanmadığına
vurgu yapıyor. Zengin olmanın, devlet yönetmenin
artık bir ayrıcalığı yok. Çetin diyor ki: “Uzaya ilk
giden turist olma, bir de Osman Hamdi Bey
koleksiyonu yapma ayrıcalığı kaldı ellerinde. Bir de
herkesin ulaşamadığı markalar...” Endüstri her şeye
herkesin ulaşmasını sağlayınca, gücü ve parayı
elinde tutanlar için diğerlerinin ulaşamayacağı
şeyler üretmeye başladı. Bu şeylerin tek farkı
markası. Yani herkes çikolata yer ama filanca marka
çikolatayı sadece çok parası olanlar yer. Lüks
kavramı böyle bir dönüşüm yaşadı.
Zenginlerin tek lüksü özel müzeler oldu
Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü hocası Yrd.
Doç.Dr. Yavuz Selim Karakışla bugün birkaç çeşit
lüks olduğunu söylüyor. Biri ihtiyaç olmayan
şeylerin moda sayesinde satılması. Diğeri ise
‘gerçek lüks’ dediği burjuva lüksü. Karakışla,
“Burjuva olmak para kazanma sanatı değildir. Parayı
herkes kazanıyor. Parayı harcama sanatıdır.
Türkiye’nin en zengin insanları bizim bildiğimiz
markaları giymiyor. Üzerlerine özel olarak
diktiriyorlar. Bugün terzi esnafı lüks oldu.
Burjuvalar parasının bir kısmını sanata, antikaya,
kültürel faaliyetlere harcıyor, diğer insanlar için
bunlar hşlş lükstür. Özel müzeleriyle bunları diğer
insanlar içinde görünür kılıyorlar.” diyor.
Bir lüks tüketim ürünü olarak koku
Amerikan Başkanı, Türkiye Cumhurbaşkanı’na şöyle
mis kokulu bir parfüm hediye etse ne düşünürdünüz?
Eskiden insanlar için koku yani parfüm büyük bir
lükstü. O sebeple de krallar krallara koku armağan
ederdi. Hatta antik çağda Asur kralına yeni kral
olan II. Hattuşili sitem dolu bir mektup yazar.
Mealen “Bana kral olduğumda hediye göndermedin.”
diyen çiçeği burnunda kralın beklediği hediyeler
şunlardır: Krallara layık kıyafetler ve mesh
edilmesi için iyi cins yağlar. Babil kralı da Mısır
kralına mektup gönderir ve der ki: “Bana selamlama
hediyesi olarak 6 yıl içinde yalnızca 14 kilo gümüşe
benzeyen altın yolladın.” Tarih kitapları kralların,
sultanların ve aristokrasinin hediyeleşmesindeki
temel maksadın ender mallara yani lüks ürünlere
erişmek olduğunu yazar. Bunu herkes biliyordu ama
hediye oldukları kurmacası binlerce yıl özenle
sürdürüldü. Kokunun dışında fil ve hipopotam
dişleri, cam, çömlek, abanoz kütükleri ve mühür de
zenginlerin lüks hediyeleri arasındaydı.
Buzun lüks olduğunu biliyor muydunuz?
Ülkemiz için çok değil 50-60 yıl öncesine kadar
yazın buz bulmak büyük bir lükstü. Dünya için de
buzdolabı icat edilene kadar. Osmanlı sarayına buz
Uludağ’dan alınıp, sandallarla getirilirmiş. Onca
yolu ne güçlükle geldiği düşünülünce önemli
misafirlere ikram edilen karlı şerbetin değeri
anlaşılabilir. Dönem filmlerinde sık sık
izlediğimiz, kahramana “İçeceğiniz için buz ister
misiniz?” şeklinde sorulan sorunun altında yatan
mesajı anlamışsınızdır herhalde.
Tunç bulamayınca çeliği icat ettiler
Çeliğin icat edilmesinin ilginç bir hikayesi var.
Antik çağın en önemli ürünü tunçtur. Ve çok
pahalıdır. Hammaddesi olan bakır ve kalayın
neredeyse tamamı piyasadan saraylar için
toplanıyordur. Bu yüzden insanlar her yerde bulunan
başka bir madene, demire yöneldi.
Akdeniz’de imalatı
sırasında demirle fırının kömüründen alaşım yapma
teknolojisi keşfedildi ve tunçtan çok daha sert olan
çelik elde edildi. Böylece tuncun üretildiği Mısır
ve Mezopotamya medeniyetleri Akdeniz karşısında
geriledi. Saraylı tuncun yerini lüks çelik aldı.
Karabibersiz et yenilemezdi
Baharat yolu da lüks ticareti için vardı.
Karabiber mesela. Hayati öneme sahip bir üründü.
Yemeklere kattığı lezzetten çok etin uzun süre
dayanması için baharatlanması, sucuk-salam yapılması
gerekiyordu. Aksi takdirde kesilince hemen
tüketilmeliydi. O yüzden karabiber, buzdolabının
icadına kadar hayati öneme sahip, lüks bir üründü.
Bir zamanlar gümüş altından değerliydi
Amerika’nın keşfi sadece insanlık tarihini
değiştirmedi, altının da makus talihini değiştirdi.
Çünkü gümüş bu zamana kadar altından daha
değerliydi. Mesela Karun kadar zengin Osmanlı
parasını gümüşten yapıyordu. Keşfin ardından
Amerika’dan külçe külçe gümüş gelince, değeri düştü.
Altın-gümüş dengesi altının lehinde değişti.
Antik çağın pırlantası
Antik çağın en lüks malzemelerinden biri lacivert
bir taş olan lapis lazuli. Çok zor bulunurmuş.
Kadınlar için kolyelerinde bir tane bile bu taştan
bulundurmak çok önemliymiş. Bugünün pırlantası gibi
bir etkisi varmış.
Lüks ürün olarak ağaç
Antik hikşyelerde kahramanlar sedir ağacı almak
için zorlu yolculuklar yaparlar. Ağaç, ender
metaller ve taşlar kadar önemliydi. Ağaç satımında
peşin para çalışılırdı. Kralların büyük miktarlarda
ağaç satın alabilmeleri güçlerinin göstergesiydi.
Saçının modeli bozulmasın diye…
Mısırlıların yatakları ya ahşaptan ya da taş ve
kilden yapılıyordu. Yatağın etrafında çiçek açan
bitkiler bulunuyordu. Başucunda bir ense desteği,
yani ahşap bir çatal vardı. Ense buraya
yaslanıyordu, böylece baş, havada kalmış oluyordu.
Mısırlılar, bir sanat eseri olan saç biçimini
korumak için geceyi bu pozisyonda geçiriyordu. Yani
kuaföre gitmek, sık sık saçın modelini değiştirmek
mümkün değildi.
Ben konuşurken arkamda durun
Antik Mısır’ın ve eski Rusya’nın çok garip lüks
anlayışı vardı. Etraflarında çok sayıda
hizmetkar/insan bulunmasından hoşlanıyorlardı.
Öylece dikilen bir yığın insanın orada durmaktan
başka görevleri yoktu. Hakkını yemeyelim, Mısır’da
bunlara arada bir önemli görevler de veriliyordu;
bazıları çiçek saçıcı, bazıları parfüm sıkıcı,
bazıları su serpiştirici, bazıları da halı
yuvarlayıcı oluyordu…
Lüks tabletlerin hammaddesi...
En iyi kalitedeki kil, krallara ve zenginlere
layık bir üründü. Lambalar, ocaklar, fıçılar,
sandıklar, mühürler, oyuncaklar, biblolar,
mobilyalar yapılırdı. En önemli kil kullanım alanı
ise tabletlerdi. Satış sözleşmeleri, vasiyetler,
devir belgeleri, önemli anlaşmalar…
Zenginin arkadaşı, tazı
Mısırlı zenginlerin moda köpeği tazıydı. Ama
gelip geçici bir moda değildi. Yüzlerce yıl bu tutku
devam etti. Tazı sahibi olmak büyük bir lükstü.
Zaman, Haber: Gülizar Baki, Kaynaklar: Antik
Yakındoğu’nun Tarihi (İÖ 3000-323)/ Marc Van De
Mieroop –Dost, Mısır ve Antik Yakındoğu’nun Kültür
Tarihi /Egon Friedell /Dost, Yavuz Selim Karakışla,
Yrd. Doç. Murat Çetin, 09.03.2013
|
800 YILLIK SIR!

Bilim adamları, yaklaşık 800 yıl önce otopsi
yapılmış bir insanın kalıntılarını buldu.
"Archives
of Medical Science" dergisinde yayımlanan
çalışmaya göre, yetişkin bir erkeğe ait kafatasının
üst kısmı şaşırtıcı derecede ileri tıbbi teknikler
kullanılarak açılmış ve beyni incelenmek üzere
çıkarılmış.
Fransa'daki R. Poincare Üniversite Hastanesi'nden
Dr. Philippe Charlier tarafından yapılan radyokarbon
tarihleme testi, kalıntının M.S. 1200-1280 yıllarına
ait olduğunu gösterdi.
Charlier, otopsiyi yapanların renk vererek dolaşım
sistemini incelemek için atardamarları balmumu,
kırmızı cıva ve kireçten oluşan bir karışımla
doldurduğuna işaret etti.
Keşif, Karanlık Çağ olarak da bilinen Ortaçağ'da tıp
biliminin sanılandan çok daha ileri olduğunu ortaya
çıkardı.
Cesedin, mumyalanması için kullanılan maddeler
sayesinde çok iyi korunduğunu belirten Charlier,
kızıl sakalı olan erkeğin bir tür kemik iltihabı
olan osteoartritten muzdarip olduğunu söyledi.
Sadece omuzdan yukarısı bulunan cesedin, bedeni
gömülmek üzere yakınları tarafından alınmayan bir
akıl hastası, mahkum ya da yoksula ait olduğu
sanılıyor.
Avrupa'da bulunan en eski kadavra olarak nitelenen
kalıntı, Paris'teki Tıp Tarihi Müzesi'nde
sergilenecek.
Habertürk, 08.03.2013
|
KAÇAK KAZI MAĞDURU TÜMÜLÜS, SİT ALANI OLARAK TESCİL
EDİLDİ

Manisa'nın
Saruhanlı İlçesi'ne bağlı Gökçeköy beldesi
Asartepe mevkiinde, içinde tarihi bir oda mezar ile
lahit mezarın bulunduğu Tümülüs, birinci derece
arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi.
İzmir 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre,
Saruhanlı'nın Gökçeköy beldesinde Asartepe
mevkiindeki yapı kalıntısı, birinci derece
arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi. Bu alanda
bundan böyle bilimsel kazı çalışmaları dışında
herhangi bir uygulama ve ağaçlandırma
yapılamayacağını belirten Kurul, bölgeden taş,
toprak, kum ve benzeri malzeme alınamayacağını,
kireç, taş, tuğla, mermer, kum ve maden ocakları
açılamayacağını, toprak, curuf, çöp, sanayi atığı ve
benzeri malzeme dökülemeyeceğini duyurdu.
Gökçeköy Belediye Başkanı
Nasuh Tosun, konuyla ilgili gazetecilere yaptığı
açıklamada, sit alanı ilan edilen bölgede define
aramak amacıyla geçmişte birçok kez kaçak kazı
yapıldığını ifade etti.
Tümülüsün içinde oda mezar
ile lahit mezar bulunduğunu, bu bakımdan bu alanın
define avcılarının dikkatini çektiğini dile getiren
Başkan Tosun, şunları kaydetti: "28 yıl önce
beldemizde yaşayan bir vatandaşımız burada traktörü
ile tarla sürerken pulluğa takılan kaya parçasının
bulunduğu yeri kazmış, yeraltından oda mezar çıkmış.
Mezarın içinde insan kemikleri ve bazı değerli
eşyaların bulunduğu da ifade ediliyor. Oda mezar o
tarihten beri öylece duruyor. Bu bölgenin alt
tarafında ise lahit mezar var. Bölgede zaman zaman
kaçak kazılar yapılıyor. Umarım artık bu gibi
durumlar olmaz."
Bu arada geçtiğimiz
aylarda,
Saruhanlı'nın
Büyükbelen beldesi ile
Gölmarmara'nın Hacıveliler
Köyü sınırları içinde
kalan
Kaymakçı mevkisindeki bölge ile
Saruhanlı'ya bağlı Lütfiye
Köyü yakınlarında
bulunan Kaletepe mevkisi üçüncü derece arkeolojik
sit olarak tescil edilmişti.
haberler.com, 07.03.2013
|
HASANPAŞA GAZHANESİ'NİN BİLİNEMEYEN GELECEĞİ
Terk edilmişliğinin 20. yılında Hasanpaşa
Gazhanesi, toplumsal hayata kazandırılabilecek
mi?
Kapatıldığı 1993 yılından bu yana, yani tam
20 yıldır terk edilmiş halde duran tarihi
Hasanpaşa Gazhanesi, gerçekten de makus talihini
yenecek ve kültür merkezi olabilecek mi?
‘Kültür merkezi’ olacağı pek çok kez ifade
edilen ama her seferinde yine çürümeye bırakılan
Gazhane için son açıklama, İBB'den geldi. İBB
Başkanı Topbaş, Gazhane'nin kültür merkezi
olacağı müjdesini verdi!
Gazhane duvarına İBB tarafından asılan
afişte, Gazhane'nin sayfadaki temsili resimde
olduğu gibi düzenleneceği belirtiliyor. Ancak,
İBB ‘2013 yılı içerisinde uygulama çalışmalarına
başlanacağı düşünülmektedir’ diyerek, kafaları
karıştırmayı, muğlak ifadeler kullanmayı
sürdürüyor. Şimdi Kadıköylüler Gazhane'nin
akıbetini merakla bekliyor.
Gazete Kadıköy’ün dikkatli okurları, Tarihi
Hasanpaşa Gazhanesi'nin durumunu onlarca kez
sayfalarımıza taşıdığımızı anımsayacaklardır.
Zira bu güzel ve önemli endüstri mirası,
kapatıldığı 1993 yılından beri pek çok kez
“kültür merkezi” olacak söylemleriyle gündeme
geldi. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
çalışmalarının en iddialı ve kalıcı
projelerinden biri olarak yenilenecek, bir
kültür merkezi olacaktı. Yapıl(a)madı... Daha
sonra “İhale yapılacak, yapıldı ama iptal
edildi, peki ya şimdi ne olacak” sorularıyla
geçen ayların ardından, geçtiğimiz günlerde
Hasanpaşa mahalle sakinleri gazetemizi arayarak
“Gazhane duvarlarının yıkıldığını” söylediler.
Hemen gittik olay yerine, çektiğimiz
fotoğrafları sayfada görüyorsunuz. Bir de tabela
konulmuştu. Tabelada “Tarihi Gazhane Binasının
Çevre Duvarı Rekonstrüksiyon İnşaatı” yazıyordu.
Ancak detaylı bilgi alabileceğimiz kimseler
yoktu görünürde. Biz de makul olanı yapıp,
mülkiyeti İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde
olduğu için, bilgi almak için İBB Basın Büro'ya
başvurduk. Ancak bir netice alamadık....
İBB’YE GAZHANE SORULARI...
Bunun üzerine Bilgi Edinme Yasası kapsamında İBB
Beyaz Masa'ya başvurduk ve Kadıköylüler adına şu
soruları sorduk;
“Kadıköy-Hasanpaşa’da bulunan Gazhane'nin son
durumuyla ilgili bilgi rica ediyoruz. Hasanpaşa
Gazhanesi Restorasyon Projesi'nin ihalesi 15
Mart 2012 Perşembe günü yapılmıştı. Çalışmalara
Haziran'dan önce başlanacağı söylenmişti. Acaba
çalışmalar ne durumda, başlandı mı? Ya da ne
zaman başlanacak? Ne vakit bitirilmesi
öngörülüyor? Proje nasıl olacak? Ayrıca
bugünlerde Gazhane’de çevre duvarı
rekonstrüksiyon çalışması yapılıyor. Bu
çalışmanın amacı, neler yapıldığı, ne zaman
bitirileceği konusunda bilgi edinmek istiyoruz.
Özetle ve son olarak İBB, 2013 yılında Gazhane
için ne yapacak?”'
ÇALIŞMALAR BU YIL BAŞLAYABİLİR!
1798737 numaralı başvurumuza İBB Beyaz Masa’dan
gelen yanıt şu şekilde:
“Başvuru iletinizde yer alan konu
değerlendirilmesi ve gereği için İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevre Koruma
Müdürlüğü’ne iletilmiş olup, alınan bilgi
aşağıdaki gibidir. İlgi başvuruda Kadıköy,
Hasanpaşa Gazhanesi'nin ihalesine ve yapılacak
çalışmalara ilişkin son durum bilgisi
istenmektedir. Hasanpaşa Gazhane Tesislerine
ilişkin “Kadıköy İlçesi, Gazhane Tesislerinin
Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon, Yeni Kullanım
(Kültür Merkezi) ve Çevre Düzenleme Projesi”
İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 22.06.2001
tarih 6091 sayılı kararı ile onaylanmıştır.
Onaylanan yeni kullanım avan projelerinin mimari
ve mühendislik uygulama projelerinin
hazırlanmasına yönelik olarak “Kadıköy,
Hasanpaşa Gazhanesi Mimari İnşaat, Makine,
Elektrik Mühendisliği Uygulama Projeleri” işi,
16.03.2012 tarihli İhale Komisyonu Kararı ile
AKANT Tasarım Restorasyon Uygulama Ve Tic. Ltd.
Şti ihale edilmiş olup, 13.04.2012 tarihinde
sözleşmesi imzalanmış ve 17.03.2012 tarihi
itibariyle projelerin teminine yönelik
çalışmalara başlanmıştır. Çalışma kapsamında
çevredeki işgallerin Gazhane içerisindeki
müdahalelerinin ortadan kaldırılabilmesi için,
çevre duvarı inşasına öncelik verilmiştir. 2013
yılı içerisinde uygulama projelerinin temini
çalışmalarının sonuçlanacağı ve uygulama
çalışmalarına başlanacağı düşünülmektedir.”
Bu yanıttan anlaşıldığı kadarıyla Tarihi
Hasanpaşa Gazhanesi, 2013 yılı sonrasında-uçu
açık bir tarih-kültür merkezi olacak gibi
görünüyor. Ancak bu sürecin yıllardır
sürüncemede kalması, konuyla ilgili olarak
hiçbir zaman net bir açıklama yapılmaması, bu
girişim için de soru işaretleri doğurmuyor
değil... İBB Başkanı Kadir Topbaş'ın, Mayıs 2011
tarihinde Fikirtepe'de yaptığı bir konuşmada,
Hasanpaşa Gazhane Projesi için “Sizlere yalan
yanlış şeyler söylendiği kulaklarıma geliyor.
Oraya bir kültür merkezi ve bir camii yapacağız.
Diğer kısmını tamamen sizlerin kullanımına
sunacağız. Sizler ne istiyorsanız, bizler onu
yapacağız. Birilerinin dedikleri değil, sizlerin
dediği olacak” sözleri, bu kafa karışıklığını
perçinliyor.
YAKLAŞIK 30 BİN METREKARELİK GAZHANE’YE
ENERJİ MÜZESİ
Gazhane duvarına, çok kısa bir süre önce asılan
afişte ise projeyle şu bilgiler yer alıyor:
“Hasanpaşa Gazhanesi Projesi kapsamında 12.714
m2 tescilli yapı, 4427 m2 yeni yapı alanı, 22514
m2 peyzaj alanı bulunmaktadır. Yeni kullanım
projesi doğrultusunda kültür merkezi olarak
işlevlendirilmektedir. Proje 377 kişi kapasiteli
konferans salonu, 100-150 kişilik 3 adet sinema
salonu, 40 kişilik bir adet sinemax, sergi
salonları, atölyeler, enerji müzesi, enerji
enstitüsü, lokanta, kafeterya, çocuk oyun evi,
otopark ve idari birimlerden oluşmaktadır.”
121 YAŞINDAKİ ENDÜSTRİ ÇINARI....
Tecsillenmiş bir endüstri mirası olan Hasanpaşa
Gazhanesi, sadece Kadıköy’ün değil İstanbul'un
önemli endüstri yapılarından biri... Anadolu
yakasının en eski sanayi tesislerinden biri
olarak, Osmanlı endüstriyel mirasının erken
örneklerindendir...
1800’lü yıllarda Anadolu yakasında ortaya çıkan
gaz talebini karşılamak üzere Hasanpaşa’da yeni
bir gazhane daha yapılması kararlaştırıldı.
Gazhanenin işletme imtiyazı, 1 Ağustos 1891’de
50 yıl için Parisli bir sanayici olan mühendis
Charles George’a verildi. 1892'de hizmete giren
Hasanpaşa Gazhanesi'nin işletme sözleşmesi
1924’te 50 yıl için yenilendi. Kadıköy-Üsküdar
ve Anadolu Yakası Havagazı Şirketi, 1926’da
Yedikule Gazhanesi’ni de satın aldı. Bu şirket
daha sonra işletme imtiyazlarını ve tesislerini
21 Nisan 1931’de İstanbul Elektrik Şirketi'ne
sattı. Ancak İstanbul Elektrik Şirketi'nin
millileştirilmesinin ardından havagazı şirketi
ayrılarak 31 aralık 1937-01 Ekim 1944 arasında
faaliyetlerine müstakil olarak devam etti. Ancak
zarar eden bu şirket, devlet tarafından satın
alındı ve 1 Temmuz 1945'te İstanbul Belediyesi
Elektrik Tramvay Tünel İdaresi'ne (İETT)
bağlandı. Gazhane’ye zaman içinde yeni fırınlar
eklendi. Böylelikle o yıllar için Anadolu yakası
gaz ihtiyacının üzerinde bir üretim rakamına
ulaşıldı ve önemli bir kömür tasarrufu sağlandı.
Ancak daha sonraları talep azalması nedeniyle
gazhane 13 Haziran 1993’de faaliyetine son
verdi. Türkiye’nin en önemli endüstriyel kültür
miraslarından biri olan Hasanpaşa Gazhanesi,
üretimin durmasıyla İstanbul’da türünün son
örneği olarak kaderine terk edildi.
Gazometreleri sökülüp satıldı, hurda deposu ve
çöplük haline getirildi. Farklı dönemlerde kömür
deposu, otobüs garajı, İETT deposu olarak
kullanıldı.1994 yılında kalan parçaları da
sökülmek üzereyken, SİT alanı ilan edilerek
koruma altına alındı.
Gazhaneler; şehrin içindeki tozla kaplanmış
yüzük taşları...
Özel ilgi alanı endsütri yapıları olan mimar Cem
Sorguç, zamanında İstanbul'da Hasanpaşa,
Poligon, Yedikule, Dolmabahçe ve Kuzguncuk olmak
üzere 5 gazhane olduğunu anımsatarak, şunları
söylüyor:
“Bugün hepsi hepsi metruk bir halde, şehrin
göbeğinde duran 5 yapı....
Gazhaneler sadece
eski yapı değil, 19 yüzyılın teknolojisiyle
kurulmuş olmaları mühim. Zamanın teknolojisinin
bu topraklardaki halinin uzantısını yansıtan
nadir yapılardan... 1993 yılına dek havagazı
kullanılmış olmasının da belleği. Tarihsel ve
toplumsal bellek.... Üzerinde en fazla çalışılan
gazhane ise-hem akademik hem proje bazında-
Hasanpaşa’daki. 2010’da kültür merkezi olacaktı
ama olmadı. Olmasını isterdim. Yıkılmadan ıslah
edilmesi ve tekrar hayatın içine girmesi
taraftarıyım. Kültür merkezi olabilir, kütüphane
ya da konser alanı... Yeter ki insanların
kullanımına açık, girilebilir bir alan olsun.
Mesela şu an İETT’nin orayı kullanması doğru
değil ama hiç olmazsa insanlar oraya gidip
geliyorlar, böyle bir yapıyı görüyorlar! Romanların
orada yaşaması fikri de fena gelmiyor, en
azından çocuklar kullanıyor orayı... Çocukların
illegal oyun alanı olması bile iyidir! Yedikule
Gazhanesi böyle bile değil... Toplumsal bellekte
bir yer tutacak. O çocuklar ileride, ‘Gazhane’de
oyun oynardık’diye anlatacaklar. Geçmişin izleri
kaybolmadan korunmalı. Belleklerimizden kolayca
silinebiliyor bazı şeyler, o zamanlardan
elimizde somut birşeyin kalması önemli
elimizde.”

 
Gazete Kadıköy, Haber: Gökçe Uygun, Fotoğraflar:
Mustafa Sürmeli - Baran Çevik, 07.03.2013
|
OVAÖREN'DE HİTİT KENTİNİN ANA GİRİŞ KAPISINA
ULAŞILDI
Nevehir'in Gülşehir İlçesi'ne bağlı Ovaören
Beldesi'nde Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Yücel Şenyurt
başkanlığında 6 yıldan bu yana devam eden kazı
çalışmalarında, Hitit dönemi önemli bir yerleşim
merkezinin ana giriş kapısı ile çeşitli yerleşim
alanlarına ulaşıldığı bildirildi.
Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm
Başkanı Prof.Dr.Yücel Şenyurt Nevşehir
Üniversitesi'nde (NEÜ) 'Ovaören Arkeolojik Kazıları
Işığında Nevşehir'in Bizans Öncesi Eskiçağ Tarihi'
konulu konferans verdi. Nevşehir Üniversitesi Tarih
ve Kültür Topluluğu tarafından NEÜ Fen-Edebiyat
Fakültesi Konferans Salonunda düzenlenen konferansta
Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm
Başkanı Prof.Dr. Yücel Şenyurt, Nevşehir'in bugünkü
Anadolu coğrafyasındaki konumunun gözden
geçirildiğinde, Anadolu'nun tam ortasında yer
almasının yanı sıra kıtalar arasında köprü vazifesi
görmesi nedeniyle öneminin bir kez daha ortaya
çıktığını söyledi. Prof.DR. Şenyurt, şöyle dedi:

"Nevşehir'in ve yakın çevresinin Anadolu
tarihine tuttuğu ışığı tam anlamıyla
değerlendiremiyorduk. Yakınımızda bulunan Kayseri
Kültepe kazıları ve Aksaray'da Acemhöyük kazılarıyla
bölgenin Bizans öncesi tarihini biraz daha öğrenme
şansına sahip olduk. Nevşehir'i, kendi il sınırları
içersinde yapılan kazılar açısından değerlendirecek
olursak; Hacıbektaş'taki Suluca Karahöyük kazıları,
Avanos'taki Camihöyük kazıları ve Sarılar
Kasabasındaki Zank Höyük kazıları dışında çok
bilimsel anlamda kazılar yapılmamıştı. 1996'da
Ovaören'de yaptığımız yüzey araştırması sonunda 2007
yılında burada kazı çalışmalarına başladık.
Gerçekleştirdiğimiz ön çalışmalarda ilk olarak
surlara rastladık ve surların hangi döneme ait
olduğunu araştırırken, kazı alanında günümüzden en
az 3500 yıl önce Hitit dönemine ait olduğunu tespit
ettiğimiz ve surlara saplanmış ok ucunu bulduk. Bu
da bize buranın tarihi hakkında bilgi vermiş oldu."

2007 yılında başladıkları kazı çalışmalarıyla
birlikte şu ana kadar yüzeyden 4 metre derinliğe
kadar indiklerini ve Hitit dönemi tabakalarına
ulaştıklarını söyleyen Prof.Dr. Yücel Şenyurt,
yapılan kazılarda kentin giriş kapısı başta olmak
üzere sur duvarları, yerleşim alanları ile yerleşim
yerinin tarihine ışık tutacak o dönemlerde
kullanılmış çanaklar, mezarlar ve bazı araç gereç
kalıntılara ulaştıklarını dile getirdi. Prof.Dr.
Şenyurt, şöyle konuştu:
"En önemlisi ise kazılarımızda o dönemlerde
kullanılmış mühür bulduk. Bu da bize o dönemlerde
yazılı belgelerin olduğunu göstermekte. Ve biz bu
yazılı belgeleri bularak Ovaören'in Anadolu ve
Nevşehir'in tarihçisine ışık tutmuş olacağız.
Ovaören kazılarını tamamlanmamızla birlikte bölgede
yeni bir turizm alanını da ortaya çıkarmış
olacağız."
Bugün, Haber: Ahmet Korkmazer, 06.03.2013
|
OSMANLI'NIN İLK BELEDİYE BİNASININ BAŞINA GELENLER
Beyoğlu Belediye binası olarak kullanılan Osmanlı
İmparatorluğu'nun ilk belediye binasının
restorasyonunda ek bina yapılmasına tepki gösteren
mimar Yılmaztürk, "Hem cephesi kapanacak, hem de
zarar görecek" diyor.

Günümüzde Beyoğlu Belediye binası olarak
kullanılan Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk belediye
binası nam-ı diğer "Altıncı Daire" restorasyona
alındı.
Restorasyon kapsamında binanın yanına "çağdaş bir
ek" bina için de temel atıldı.
Mimarlar Odası İstanbul Şube Sekreteri
Sami Yılmaztürk, mimarlık tarihine geçmiş
ve özenle korunması gereken bir binanın yanına ek
bina yapılarak hem tarihi binanın cephesinin
kapanacağı hem de zeminde sarsıntılar nedeniyle
çatlamalara neden olabileceği konusunda uyarıyor.
Bir neoklasik klasiği

Altıncı Daire'nin ilk hali
Osmanlı İmparatorluğu’nun bu ilk belediye
binasını, 1879-1883 yılları arasında İtalyan mimar
Giovanni Battista Barborini inşa etti.Tanzimat
döneminde, Batı’dan esinlenilerek çağdaş kent
anlayışı doğrultusunda inşa edilen bina Neoklasik
anlayışta düzenlenmiş cephe kurgusu ile dikkat
çekiyor.
Yıllarca tahrip edilmiş

Restorasyondan önceki son hali
Binanın zaten zaman içinde dokusuna çok ciddi
müdahaleler yapılmış; ahşap olan döşemeleri
betonarmeye çevrilip ara kat ilaveleri yapılmış.
80'li yıllarda da çatı katı cephesi geriye çekilerek
duvar ve tavanlarda bulunması olası iç mekşn
süslemeleri tamamen yok olmuş.
Beyoğlu Belediyesi, günümüzde binanın özgün
karakterini kaybettiği ve çağdaş gereksinimlere
cevap vermediği için İstanbul I Numaralı Yenileme
Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
kararıyla koruma çalışmaları başlattığını açıkladı.
Belediye, yapının niteliksiz eklerden
ayıklanmasının hedeflendiğini, düşey ulaşım amaçlı
çift asansör kullanımının öngörüldüğünü ayrıca çelik
ve cam kullanılarak çok amaçlı, çağdaş bir ek
oluşturulması hedeflendiğini belirtti.
"Ek bina çatlaklar oluşturur"

Ek bina için temel atılan kısım
Ancak Sami YılmazTürk, zaten zarar görmüş binanın
"restorasyon" adı altındaki kötü müdahalelerle geri
dönüşü olmayan bir hale getirilmesinden endişe
ettiğini söyledi.
"Yığma tekniği ile inşa edilmiş bir binanın
yanına, temel kazarak ek bir bina yapılması ile hem
tarihi binanın bir cephesi kapanacak; hem de zeminde
oluşacak sarsıntılar tarihi binada çatlaklara neden
olacak. Demirören binası yapılırken Ali Ağa Camii'de
çatlakların oluştuğunu hatırlayalım. Şimdi onu
restore etmek zorunda kaldılar. Bunda da aynı şey
olacak; çatlaklar olacak sonra o çatlaklar için
yeniden bir müdahale yapılacak.
"Asansör binaya yük getirir"
"Ayrıca 130 yıl önce inşa edilen bir binayı
çağdaş yaşama uyarlama her zaman mümkün değil.
Mesela çift asansör konulması binaya ek bir yük
getirecek; bu da binada tahribata yol açacak. Yani
zaten önceden tahrip edilmiş binada 'koruma' adı
altında geri dönüşü olmayan bir tahribat
yaratılacak. Beyoğlu Belediyesi başka bir yere
taşınabilir, bu bina müze işlevi de görebilir; çünkü
tek ve çok değerli bir binadır."
Bianet Haber, Haber: Nikay Vardar, 05.03.2013
|
ÇÖP EVDEN TARİHİ
ESERLER ÇIKTI

Balıkesir'in Edremit
İlçesi'ne bağlı Kadıköy beldesinde bir apartman
dairesinden 1 kamyon dolusu çöp çıkarılırken, evde
Bizans dönemine ait olduğu sanılan tarihi eserler
bulundu.
Edinilen bilgiye göre
bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, Fatih
Mahallesi'nde arama yapmak için gittikleri Fatih
T.'nin (55) kaldığı apartman dairesinde çok miktarda
çöp olduğunu görünce Kadıköy Belediyesi'nden yardım
istedi. Eve gelen belediye görevlileri çöpleri
çuvallara doldurdu.
Çöpleri taşımak için de
evin önüne kamyon getirildi. Fatih T. eşliğinde
arama yapan jandarma, iddiaya göre evde Bizans
dönemine ait olduğu söylenen bir heykel ile aynı
dönemlere ait olduğu sanılan sikkeler, tarihi bir
yüzük ve tarihi bir tabanca buldu. Ayrıca evde az
miktarda uyuşturu maddeye de rastlandığı iddia
edildi.
Çöpleri uzun gayretler
neticesinde kamyona yükleyen belediye görevlilerinin
maske takarak çalışması dikkati çekti. Yalnız
yaşayan Fatih T. ise basın mensuplarının görüntü
almasına engel olmaya çalıştı.
Tarihi eserlerle ilgili
soruşturma sürüyor.
Balıkesir Kent Haber,
28.02.2013
|
O CAMİYE YİNE YOL
GÖRÜNDÜ

Çorum'un İskilip
İlçesi'nden, 2004 yılında Balıkesir'in Edremit
İlçesi'ne getirilen 85 yıllık ahşap cami, yapılan
görüşmelerin ardından İskilip'e tekrar götürülmesi
için söküldü.
AA muhabirinin aldığı
bilgiye göre, Edremit'in Kadıköy beldesinde
antikacılık yapan İshak Olcay tarafından satın
alındıktan sonra sökülerek kamyonla getirildiği
Edremit'te aslına uygun olarak yeniden yapılan ve
aradan geçen yaklaşık 9 yılda İzmir-Çanakkale kara
yolunu kullananların ilgisini çeken ahşap cami,
tekrar İskilip'e götürülmesi için söküldü. İskilip
Belediyesi ile gerçekleştirilen görüşmelerin
ardından ikinci kez yaklaşık 850 kilometre yol
gidecek cami, ilçede müze ve ibadethane olarak
hizmet verecek.
İskilip Belediyesi adına
Edremit'e gelen imar ve restorasyondan sorumlu Murat
Kopkop, 2004 yılında Edremit'e taşınan camiyi tekrar
İskilip'e geri kazandırmak için belediye başkanının
talimatıyla geldiklerini ve söküm işlemlerine
başladıklarını ifade etti.
Kopkop, caminin ilçeye
götürülmesinin, bölge halkını sevindireceğini
kaydetti.
Edremit'in Kadıköy
beldesinde antikacılık yapan İshak Olcay, bir gezi
kapsamında İskilip'in Kızılcabayır Köyü'ndeki 1928
yapımı ahşap caminin söküleceğini öğrenmişti.
Yenisinin yapılması nedeniyle sökülmesi ve
parçalarının yakacak olarak değerlendirilmesi
planlanan yaklaşık 25 tonluk camiyi, Çorum Valiliği,
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı,
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve il müdürlükleriyle
yazışmalarının ardından satın alan Olcay,
parçalarına ayırdığı 85 yıllık caminin
malzemelerini, 2004 yılının nisan ayında kiraladığı
bir kamyonla getirdiği Edremit'te aslına uygun
yeniden yapmıştı.
Balıkesir Kent Haber,
25.02.2013
|
TARİHİ KAPLICA SATILIYOR

Bursa’da 456 yıl önce
Sadrazam Rüstem Paşa tarafından Kanuni Sultan
Süleyman’ın tedavisi için yaptırılan ve son yıllarda
termal otel ve hamam olarak kullanılan Yeni Kaplıca,
Bursa 5’inci İcra Müdürlüğü tarafından,
ortaklarından birinin banka borcu nedeniyle satışa
çıkarıldı.
Yeni Kaplıca’nın 36
hissedarından biri olan Tomris Ete’ye ait 10
hissenin satış ihalesi, 11 Nisan tarihinde
gerçekleşecek.
Klasik dönem Osmanlı
mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan ve 1555
yılında Sadramazan Rüstem Paşa tarafından Kanuni
Sultan Süleyman için inşa ettirilen Yeni Kaplıca,
merkez Osmangazi İlçesi’ne bağlı Kükürtlü
Mahallesi’nde bulunuyor.
Yeni kaplıca, tavanı 12
metre çapında iki büyük kubbeyle örtülü olan ve
hamamın içindeki halvetlere su, soğumadan ulaştığı
için sıcaklığı 84 dereceyi bulan termal sularıyla
kentin önemli kaplıca merkezleri arasında yer
alıyor. Üçü büyük olmak üzere, toplam on kubbeyle
örtülü kırk kurnanın bulunduğu geniş havuzu, tarihi
çinileriyle önemli bir tarihi zenginlik olan ve 36
hissedarı bulunan Yeni Kaplıca, tarihi kayıtlara
göre Kanuni Sultan Süleyman’ın tedavi olduğu yer
olarak biliniyor.
Sadrazam Rüstem Paşa
tarafından yaptırılan Yeni Kaplıca’nın
hissedarlarından birinin bankaya olan borçları
nedeni ile tarihi yapı, icradan satışa konuldu.
Bursa 5’inci İcra Müdürlüğü’nün ilk ihalesini 11
Nisan’da yapacağı satış Bursa Adalet Sarayı’nda
yapılacak. Yeni Kaplıca’nn 36 ortağından Tomris
Ete’nin banka bonçları nedeniyle sahip olduğu 10
hisseye ilk satışta 351 bin 705 TL bedel belirlendi.
İlk ihalede alıcı
çıkmaması durumunda bu hisselerin, belirlenen
bedelin yüzde 40’ına fiyata satılacağı belirtildi.
Bursa Kent Haber,
22.02.2013
|
Edirne Sarayı’nın giriş kapısının bugünkü hali.
Cem Sultan’ın doğduğu Kum Kasrı.
Ermakov’a ait bir fotoğrafta, Fatih SultanMehmed tarafından yaptırılan 6 katlı
Cihannüma Kasrı; 1870’li yıllar...
Cihannüma Kasrı’nın bugünkü hali.