28 Nisan - 4 Mayıs 2013
|
DATÇA'NIN DEĞİRMENLERİ KAYIT ALTINA ALINDI
Muğla’nın Datça İlçesi'nde Yerel Tarih Derneği tarafından yapılan çalışmalar sonucu, tarihi su değirmenlerinin tamamı kayıt altına alındı. Derneğin kurucu başkanı Akın Pilavcı, Datça’da 20’den fazla su değirmeni ile 20’ye yakın yel değirmeninin bulunduğunu söyledi.
Pilavcı, “Değirmenlerin çoğunluğunun Rumlardan kalma olduğu biliniyor. Aralarında 300 yıllık geçmişe sahip olanların yanı sıra 1950’lerin ortalarında Rum ustaların yanında işi öğrenen Türk ustaların yaptığı değirmenler de var. Ancak çok daha eski, Osmanlı’nın ilk dönemleri ve Bizans’tan kalma olduğu tahmin edilen su değirmenleri de bugün hala varlıklarını koruyor” dedi.
Pilavcı, Datça’daki bazı değirmenlerin Piri Reis’in haritalarında yer aldığını da vurguladı: “Dernek olarak kısıtlı olanaklarımızla değirmenlerin kayıt altına alınmasını sağladık. Son yıllara kadar kullanılanların sahipleriyla görüşmeler yaptık. Yaşlılardan anı dinledik. İlçe girişinde olduğu için en çok Kızlan yeldeğirmenleri biliniyor. Oysa Hızırşah Vadisi’nde tespih taneleri gibi dizilen 8 su değirmeni görülmeye değer. Çok az bilinen tarihi su değirmenlerinden biri ise yine Hızırşah Kanyonu’nda, şelaleler bölgesindeki Batır Kızılbük Deresi su değirmenidir. ”
Radikal, 04.05.2013
|
 |
|
İKİ PICASSO TABLOSU ÇOCUKLAR İÇİN
SATILIYOR
Ünlü
müzayede evi Sotheby’s, Pablo Picasso’nun torunu
Marina Picasso’nun koleksiyonunda bulunan iki
Picasso tablosunun, çocukların eğitimi için
satılacağını duyurdu.
6
Haziran’da
Paris’te
gerçekleşecek ‘Impressionist & Modern
Art Sale’ başlıklı
müzayedede, Picasso’nun 1943 tarihli ‘Femme Assise’
isimli tablosunun, 3 milyon 260 bin ile 4 milyon 560
bin dolara alıcı bulması bekleniyor. Picasso’nun
satışa çıkacak bir diğer eseri ise, 1938 tarihli
‘Palette et Tete de Taureu’ isimli tablosu. Eserin,
1 milyon 300 bin
ile 1 milyon 900 bin dolara satılması bekleniyor.
Marina Picasso,
Vietnam,
Fransa ve
İsviçre’de yaptığı
çocuklarla ilgili hayır işleriyle tanınıyor.
Mlliyet, 04.05.2013
|
ROMA DÖNEMİNDEN MOZAİK
BULUNDU
 
 
Milas Jandarma
Komutanlığı ekiplerinin ihbar üzerine yaptığı kazı
sonucunda 1 metre derinlikte taban mozaiğine
rastlandı. Kazı incelemesinde mozaiğin Roma dönemine
ait olduğu anlaşıldı. Alanda kurtarma kazı
çalışmaları sürüyor.
Milas Kaymakamı Bahattin Atçı: "Bu mozaikler
Türkiye'nin kültür varlığına katkı sağlayacak, belki
de Zeugma değerinde olabilecek nitelikte" şeklinde
konuştu.
Milas Jandarma
Komutanlığı ekipleri, bir ihbar üzerine ilçe
merkezinde bir iş yerinde yaptığı aramada Roma
dönemine ait 5 adet toprak kap buldu. Aramada ayrıca
ruhsatsız 3 tüfek, 1 tabanca ve silahlara ait
fişekler ele geçirildi. Olayla ilgili K.K. ve M.A.
gözaltına alındı.
Jandarma ekipleri, müze
yetkilileriyle toprak kapların çıkarıldığı düşünülen
ilçeye bağlı Damlıboğaz Köyü'ndeki tarlada giderek,
iş makinesi ile kazı yaptı.
Kaymakam Atçı, Milas, Yatağan, Bodrum Koordinatörü
Jandarma Yarbay Ertuğrul Memiş, Milas Jandarma
Komutan Vekili Üsteğmen Gürkan Uygun ve diğer
yetkililerle basın toplantısı düzenledi.
Bulunan mozaiğin
Türkiye'nin kültür varlığına ciddi katkı
sağlayacağına inandığını dile getiren Atçı, "Hydai
antik kenti alanındaki Damlıboğaz Köyü'nde müze
müdürlüğümüz ve jandarma komutanlığımızın
çalışmaları sonucunda çok değerli tarihi eserler
bulunduğu bilgisi mevcuttu.b Burada bazı kaçak kazı
çalışmaları yapıldığını öğrendik. Bunları tespit
ettik ve mozaikler ortaya çıkarıldı. Bu mozaikler
Türkiye'nin kültür varlığına katkı sağlayacak, belki
de Zeugma değerinde olabilecek nitelikte" dedi.
İlçede yoğun bulunan
kültürel değerlerin, kaçak kazıcılar tarafından
tahrip edilmeden ortaya çıkarılması konusunda
çalışmalarını sürdüreceklerini belirtti.
Atçı, konuyla
ilgili Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü'yle görüşüldüğünü, Hydai antik kentinde
yürütülecek kurtarma kazısında bulunan eserlerle
ilgili destek sağlanacağını söyledi.
Cnn Türk, 03.05.2013
|
DÜNYAYI DEĞİŞTİREN ÇANAK
ÇÖMLEKLER HALA MÜHÜRLÜ

Marmaray Projesi
kapsamında Yenikapı’da 2004 yılında başlayan
arkeolojik kazılar neolitik dönem bulgularıyla tüm
dünyanın ilgisini çekti. Ancak İstanbul’un tarihini
8500 yıl geriye götüren arkeoloji kazıları “Bütçe
bitti’’ denilerek durdurulmuştu.
Ulaştırma Bakanlığı
Devlet Limanları ve Hava Meydanları (DLH) tarafından
maddi destekle sürdürülen Yenikapı kazılarından
çıkan 40 bin eser depolara kapatılarak üzeri
mühürlendi. İçlerinde unik (eşsiz) değerde ahşap
eserlerin olduğu ve özel ilaçlı sularda bekletilen
eserleri Radikal 9 Şubat günü ‘40 bin kasa eser
ortada kaldı’ başlığı ile duyurmuştu. Ertesi gün
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik gazeteyi
arayarak, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ile
telefonda konuştuğunu ve Yıldırım’ın ek bütçe
verdiği müjdesini vererek arkeolojik kazılara devam
edileceğini söyledi. Radikal 10 Şubat günü de
‘Mühürler sökülüyor, kazıya devam’ başlığı ile bu
haberi vermişti.
3 aydır tık yok
Bu tarihin üzerinden tam 3 ay geçti. Kazı
depolarındaki mühürler çözülmedi, işten çıkarılan
arkeologlar geri dönmedi. İstanbul Arkeoloji
Müzeleri Başkanlığı’nda devam eden kazılar bir türlü
başlamadı. Konservasyonu yapılması gereken ve özel
ilaçlı sularda bekletilen gemi donanımları,
makaralar, yelken pangaları, halatlar, deri
sandaletler, taraklar, fildişi ve kemik neolitik
dönem tarihi eserler depolarda öylece kaldı. Müze
yetkilileri kazılara başlamak için DLH’nın bütçesini
beklediklerini belirterek, kendilerinden istenen tüm
bilgi ve belgeleri gönderdiklerini belirtiyor. DLH
ise ek bütçe çıktığını ancak ihale şartnamesini
tamamlayamadıklarını ve yakın zamanda kazılara
başlayacaklarını belirtiyor.
3 aydır eserlerin ne durumda olduğu bilinmiyor.
Kaybedilen zaman 29 Ekim’de bitecek olan proje
süresine eklenecek mi, o da belli değil. En önemlisi
bilimsel verilerin alınması için geçen sürenin nasıl
telafi edileceği. Oysa eserlerin laboratuvar
ortamında değerlendirilerek buluntuların arkeoloji
bilimi açısından önemleri ve İstanbul tarihine
kattığı değerin ortaya konması gerekiyor. DLH ile
yapılan protokole göre kazı sonuçları tamamlanıncaya
kadar ekonomik desteğin verileceği belirtilmişti.
Radikal, Haber: Ömer
Erbl, 03.05.2013
|
DÜNYA TARİHİNİ DEĞİŞTİREN ÇANAK ÇÖMLEKLER
Başbakan Erdoğan daha önce 2011 yılında söylediği Marmaray projesindeki arkeolojik kazılar için “Çanak çömlekle bize kaç sene kaybettirdiler” sözünü Kızılcahamam’da il ve ilçe başkanları toplantısında yineledi. 2004 yılında başlayan Yenikapı arkeolojik kazı çalışmalarında bugüne kadar 35 batık, 38 bin envanterlik (müzelik) eser bulundu. Dünyanın en eski neolitik dönem ahşap kullanım aletleri gün yüzüne çıkarıldı. Herşeyden önemlisi Avrupa medeniyetinin temellerinin İstanbul üzerinden geçiş yaptığı ve şehir tarihinin 8500 yıl geriye gittiği belirlendi. Üstelik arkeolojik kazılar Marmaray hattının yapılmasının geciktirdiği de doğru değil. Yenikapı’da hattın inşaatı arkeologlar tarafından 2009 yılında teslim edildi. 4 yıldır banliyo hattının inşaatı buna rağmen bitirilemedi. Ancak fatura arkeolojik kazılara çıkarıldı.
Kazılar 2004’te başladı
Ulaştırma Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan ve Türkiye ’nin en büyük raylı toplu ulaşım ağını oluşturan Marmaray ve metro projeleri kapsamında Üsküdar, Sirkeci ve Yenikapı’daki istasyonların inşası sırasında yapılan kazılarda açığa çıkan arkeolojik bulgular üzerine İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü başkanlığında 2004 yılında bilimsel düzeyde kazılara başlandı. Önce hattın geçeceği güzergahta başlayan kazılar, burgu makinasından önce ana kayaya kadar inildi. Daha sonra istasyon yapılacak geniş alanda kazı çalışmalarına devam edildi.
2009’da peyderpey arkeolojik kazıları bitirilen yerler Marmaray projesi için terk edilmeye başlandı ve 2010 yılının başında tamamen hat proje inşaatı için terk edildi. Marmaray Projesi için Üsküdar’daki kazılar 2007 yılında, Sirkeci ise 2010 yılında arkeolojik kazılara tamamlanarak ulaştırma DLH’ya teslim edildi.
Ortaçağ için bir ilk
Yenikapı’da 58 bin metrekare alanda deniz seviyesinin 3 metre üzerinde çalışmalar başladı. İstanbul tarihinin en kapsamlı arkeolojik kazılarında eksi 1 metre ile eksi 6.30 metre arasında, Erken Bizans Dönemi’nin en büyük limanı olan Theodosius Limanı gün ışığına çıkarıldı. Marmaray kazı alanında 13, metro kazı alanında 22 olmak üzere değişik ölçü ve tipte 5-11. yüzyıllara tarihlendirilen 35 batık tekne bulundu. Kadırga tipi batık ortaçağ için dünyada bir ilkti. Bu kadar çok batığın bir arada bulunduğu ve toprak tarafından korunan başka bir arkeolojik alanda dünyada yok.
Theodosius Limanı’nın altında devam eden kazılar sırasında, günümüz deniz seviyesinin yaklaşık 6.30 metre altında neolitik döneme rastlandı. Urne tipi bir mezar alandaki arkeologları heyecanlandırdı. Dünyanın gözü Yenikapı’ya çevrilmişti. Neolitik dönem yaşam izi çamurun içinde belirmişti. Ardından kano küreği, bir başka urne tipi mezar derken 8500 yıllık ilk insan mezarı bulundu. İstanbul tarihiyle ilgili ezber bozuldu. İstanbul’daki yaşam izleri 4500 yıl geriye gitti.
Kalıntıların çevresinde büzülmüş pozisyonda (Hoker) ve urne gömüler arkeoloji dünyasını ayağa kaldırdı. 2011 başlarında Yenikapı Metro kazı alanı içinde neolitik dönem mezar mimarisi içinde nadir görülen ahşap kullanımı ile karşılaşıldı. Ok, yay, kano küreği gibi buluntular dünyanın en eski ahşap eserleriydi. Unik özellikteki bu eserler tüm dünyada büyük ses getirdi.
9 yıldır süren kazılarda neolitik dönemden başlayıp kesintisiz olarak günümüze kadar ulaşan ve kent tarihine ışık tutan 38 bin envanterlik eser belgelendi. 40 bin kasa da ‘çanak çömlek’ var. Çalışmalarda ayrıca antik kent Theodosius Liman kalıntıları ile neolitik kültür katı arasında tabakalaşmış deniz dolguları, Marmara’nın son 10 bin yıl içinde geçirdiği değişimlerin anlaşılması açısından çok önemli bulgular sundu.
En eski ayak izleri
Kazılarda neolitik dönem İstanbul’unun ilk yerlilerine ait ayak izi tespit edildi. Neolitik dönem (MÖ 5500 - 8000) insan ayak izlerinin sayısı 390’ı buldu. Arkeologlar ‘‘Dere yatağı olduğu için zemin çamurlu. Daha sonra kuruyup kalıp şeklinde kalmış. Kısa bir süre sonra da derenin taşması ya da birden bastıran selin getirdiği mille, dere kumuyla üzerleri kapanmış. O izlerin içinden hep kumları fırçayla tek tek temizleyerek çıkarıyoruz’’ dedi. Ayak izlerinde en büyük ayak ölçüsü 42 numara. 35 numaradan başlayarak 42’ye kadar her numaradan ayak izi bulunuyor. Diğer yandan ayak izlerinin birbirinin üzerinde olmaması da arkeologların yorumuna göre ‘törensel bir toplanma yeri duygusu’ veriyor. Ayaklarında sandalet ya da deriden yapılma ayakkabı olduğu tahmin ediliyor. Dünyada bu kadar eski ve bu kadar çoğu birarada bulunan başka ayak izi yok.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 30.04.2013
|
YEDİKULE ZİNDANLARINA MÜHÜR VURULDU
Tarihi Yarımada'da yer alan İstanbul'un en eski açık hava müzelerinden biri olan Yedikule Zindanları yaklaşık bir haftadır ziyarete kapalı. Ziyarete gelen turistler ise kilit vurulmuş mühürlü kapıyı görünce büyük bir şok yaşıyor. Kapalı oluşuyla ilgili hiçbir bilgilendirme yazısının bulunmadığı Yedikule Zindanları'na gelen turistler, etrafta kendilerine bilgi verecek kimseyi de bulamayınca kapıdan dönmek zorunda kalıyor.
Fatih Belediyesi'nden yapılan açıklamada ise Yedikule Zindanları'nın, bazı bölümlerindeki eskimeden kaynaklı dökülmelerin vatandaşlara ve turistlere zarar verebileceği sebebiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kendilerine yazı gönderdiği ve bu yazıya istinaden zindanların zabıta ekipleri tarafından kapatılıp mühürlendiği kaydedildi.
Sabah, Haber: Ali Şahin, 03.05.2013
|
 |
300 YILLIK OSMANLI
KİTABELERİ RUSYA'DAN ÇIKTI

Osmanlı’nın
Bulgaristan’da bulunan kalelerinden sökülen Osmanlı
kitabeleri, Rusya’nın St. Petersburg şehrindeki bir
kütüphanede ortaya çıktı.

Rusya gündemi ile Türkçe yayın yapan haberrus portalında yer alan habere göre, aralarında Sultan II. Mahmut’un tuğrasının da bulunduğu kitabelerin en eskisinin 300 yıllık olduğu belirtiliyor.

St. Petersburg Ulusal
Kütüphanesinde bulunan 10 adet kitabenin üzerindeki
hat dahil, ilk günkü orijinalliğini koruması dikkat
çekiyor.

Kitabelerle ilgili
olarak açıklama yapan Ulusal Kütüphane El yazmaları
Bölüm Yardımcısı ve Tarihçi Anatoliy Alekseev,
kitabelerin 1877-78 Osmanlı-Rus harbi sonrasında Rus
askerleri tarafından işgal edilen Vidin ve Şumla
gibi Türklere ait kalelerden Rus topraklarına
getirildiğini söyledi.

Rusya’da koruma
altına alınan kitabelerin Savaş Bakanlığı’na
devredildiğini ifade eden Alekseev, buradan da
kütüphaneye hediye edildiğini belirtti.

Kitabelerin
kütüphanede antik Yunan ve Arap yazıtlarıyla
birlikte sergilendiğini kaydeden Alekseev,
“Yazıtların kütüphanede sergilenmesinin sebebi,
gelen okuyuculara dünya tarihinin zenginliğini
göstermek.

Ayrıca ziyaretçiler
yazıların sadece ağaç ve kağıda değil, taşlara da
işlenmiş olduğunu görüyorlar.” şeklinde konuştu.

Kütüphanede kitabeler
dışında zengin bir Osmanlıca el yazması arşivi de
bulunduğunu sözlerine ekleyen Alekseev, “Ayrıca
Kırım hanlığına ve İranlılara ait el yazması
koleksiyonlarımızda var. Bu koleksiyonlar bir yandan
araştırmacıların ilgisine sunulurken, bir yandan da
uluslararası projeler üretmemizi sağlıyor.” dedi.
Sergilenen eserler
içinde, 1093 yılına ait Filistin'in Aşkelon
şehrinden getirilen Arapça kitabeler ve 300’lü
yıllara ait antik yunan eserleri de bulunuyor.
 
 
 
Bugün, 02.05.2013
|
'JANE' ABD'NİN
TARİHİNDEKİ YAMYAMLIĞI ORTAYA ÇIKARDI

Amerikalı arkeologlar bugünkü Virginia eyaleti olan
bölgeye ilk yerleşen İngiliz kolonicilerin
1600'lerde yaşanan kıtlık sırasında insan eti
yediğini tespit etti. Kazılarda bulunan 14 yaşında
kız iskeleti, yamyamlığa işaret eden izler taşıyor.
Amerika 'ya
yerleşen ilk kolonicilerin hikayesi
Pocahontas'taki kadar romantik olmayabilir.
Cnntürk'ün haberine göre, Amerikalı
arkeologlara göre, Virginia eyaletine
yerleşen ilk İngiliz koloniciler, 1607-1625
yılları arasında büyük bir kıtlık yaşadı. Ve
hayatta kalabilmek için insan eti yedi.
Kolonicilerin kalıntılarının bulunduğu
Jamestown Yerleşkesi'nde yapılan kazılar, 14
yaşında bir kızın saldırıya uğramış
iskeletini ortaya çıkardı. İskelet, hayvan
kemikleriyle birlikte bir mahzende bulundu.
Smithsonian Doğa Tarihi Müzesi'nden
arkeologlar, saldırı izlerinin yamyamlığa
işaret ettiği görüşünde.
Amerika'daki ilk İngiliz yerleşkelerinde
kedi, köpek, fare ve ayakkabıların yanı
sıra, insan ölüsü yendiği iddiası şu ana
kadar arkeologlar tarafından ciddiye
alınmamıştı.
Bilim insanlarının "Jane" adını verdikleri
bu son iskelet, kolonilerde görülen tek
yamyamlık vakası değil.
İskelet, kazının yapıldığı Jamestown'da
ziyaretçileri odada göreceklerinin ne
olduğuyla ilgili uyaran bir işaretle
sergilenecek.
Washington
'daki Smithsonian Ulusal Doğa Tarihi
Müzesi'ne ise, Jane'in bilgisayarla
yaratılmış bir görüntüsü konulacak.
Radikal, 02.05.2013
|
|
AKÇAKOCA'DA TARİHİ EV
ÇÖKTÜ
Akçakoca’da sit alanı ilan edilen bölgede tarihi bir
ev daha çökerek yok oldu.
Edinilen bilgiye göre, Akçakoca Yukarı Mahallesi
Derviş Ahmet Solak Sokak üzerinde bulunan Bedri
Atalay’a ait sit alanında bulunan ahşap 2 katlı
tarihi ev tarihe yenik düşerek yıkıldı. Bir süre
önce Düzce Valisi Adnan Yılmaz ve beraberindeki
heyetin incelemelerde bulunduğu sırada tarihi evin
yıkılma tehlikesi olduğu bildirilmişti. Görgü
tanıkları, "Tarihi 2 katlı evin yavaş yavaş çatırtı
sesleri geldi ve ardından bir den yıkıldı. Ev
yıllardır boş olarak bulunuyordu" diye konuştular.
Akçakoca Yukarı Mahallesinde yaklaşık 289 tarihi
evin yıkılma tehlikesi altında bulunduğu öğrenildi.
Değişim Medya,
02.05.2013
|
TOPÇU KIŞLASINI YEŞİLE BOYAYALIM!
Atatürk’ün
getirdiği Fransız şehir plancısı Henri Prost’un
hayalindeki
İstanbul’da “mutlak koruma” altına alınmasını
istediği iki yer vardı.
Biri,
Topkapı Sarayı,
Ayasofya ve
Sultanahmet Camii’nin bulunduğu bölgeyi kapsayan
“Arkeolojik Park.“ Diğeri
Taksim’den başlayıp Divan Oteli önünden
Hilton Oteli’ne uzanan, ardından
Maçka Parkı’nı da içine alarak, Dolmabahçe’yle
kucaklaşan yeşil vadi. Prost’un planına göre burası
İstanbul’un Central Park’ı olacaktı. Beton
yığınlarından bunalan vatandaş, kentin orta
yerindeki yeşil alanda soluklanacaktı.
Ama Prost’un bu planları da diğerleri gibi delik
deşik edildi. Yasayla koruma altına alınan
Arkeolojik Park’ta Topkapı Sarayı ile Ayasofya’nın
ortasına turistik otel konduruldu. Sultanahmet
Camii’nin 6 minaresini gölgede bırakan “Onaltı
Dokuz” kuleleri Başbakan’ı bile küstürdü.
Central Park hayaline gelince o da otel ve beton
vadisine dönüştü. Pasteur Hastanesi
rezidans oldu.
Tenis, Eskrim
Dağcılık kulübü uçtu. Gökkafes de hepsini
taçlandırdı. Topçu Kışlası kararıyla da yeşil kuşağı
beton sura dönüştüren halka tamamlandı.
Topçu Kışlası’nın Prost’un yeşil vadisine yol
açmak için yıkıldığını söyleyen Çevre ve Şehircilik
Şurası Danışma Kurulu Başkanı Prof.Dr.
Ahmet Vefik Alp, “Prost bugünkü İstanbul’u
görseydi diplomasını yırtardı” diyor.
Milliyet, Yazı: Tunca Bengin, 02.05.2013
|
2 MÜZE EL YAZMASI ALDI
ABD’nin New York
kentindeki Metropolitan Sanat Müzesi ile Kudüs’teki
İsrail Müzesi’nin,
Sotheby’s Müzayede Evi
tarafından açık artırmaya çıkarılan 15. yüzyıla ait
resimli İbranice bir elyazmasını ortaklaşa satın
aldığı açıklandı.
Sotheby’s Müzayede Evi, 2 müzenin 1457 yılında Kuzey
İtalya Rönesans dönemine ait minyatür resim
tekniğiyle hazırlanan Mişna Tora’yı satın almak için
ne kadar ödediğini açıklamadı. Yatırımcı ve
hayırsever Ancak esere, 4.5-6 milyon dolar (8-11
milyon TL) arasında değer biçilmişti.
Habertürk, 02.05.2013
|
|
TAŞ MEKTEP SATIŞTAN DÖNDÜ

Bursa’da Tirilye Belde Belediyesi’nin, onarımına
kaynak ayrılamadığı için 3 milyon TL’ye satılığa
çıkardığı tarihi Taş Mektep, İl Özel İdaresi
tarafından ilkokul yapılacak.
Mudanya’nın 3 bin yıllık tarihe sahip Tirilye
beldesinde, 1905 yılında papaz okulu olarak kurulan
bina, 1980 yılına kadar ilkokul binası olarak
kullanıldı. Tarihi Taş Mektep, belediyenin
restorasyon için bütçe bulamaması nedeniyle 3
milyon TL’ye satılığa çıkarıldı. Kıbrıs’ın eski
cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios’un da eğitim
gördüğü tarihi bina, Tirilye’de incelemelerde
bulunan Bursa İl Genel Meclis Başkanı Nedim Akdemir,
İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Bilal Çelik
tarafından yeniden gündeme alındı.
Maliyeti 5 milyon TL
Nedim Akdemir, tarihi eserleri açısından
Tirilye’nin Hıristiyanlık alemi için önemli bir yer
olduğunu belirten Akdemir, “2014’e kadar Taş
Mektep’e de katkıda bulunacağız. Bu yerin eski
güzelliğine kavuşturulması için elimizden geleni
yapacağız. Tirilye Belediyesi ile Bursa Büyükşehir
Belediyesi arasında protokol yapılmasını sağlayarak,
İl Özel İdaresi olarak yeniden ilkokul yapılması
için restorasyona başlayacağız” dedi.
Radikal, 02.05.2013
|
SAİT FAİK'İN 'MÜZE EVİ' YENİDEN AÇILIYOR

Türk edebiyatının en önemli isimlerinden biri
olan Sait Faik Abasıyanık, 59'uncu yılında
Burgazada'daki müzesinin yeniden açılmasıyla
anılacak. Türk hikayeciliğinin unutulmaz ismi
Abasıyanık'ın Burgazada'da yazları yaşadığı köşkü üç
yıldır restore ediliyor. Müzenin açılışı 11 Mayıs
Cumartesi günü yapılacak.
Çoğu öyküsünü bu evde yazdı
Ünlü hikaye yazarının birçok öyküsünü Burgazada
sokaklarından, denizinden, balıkçısından ve
insanlarından ilham alarak o evde yazdığı biliniyor.
Köşkte yazarın el yazması öyküleri ve
fotoğraflarının da içinde bulunduğu kişisel eşyaları
da yer alıyor.
İlk 1959'da açıldı
İlk olarak 1959 yılında Darüşşafaka Cemiyeti’nin
girişimiyle müze olarak halkın ziyaretine giriş
ücreti alınmaksızın açılan ve bu tarihten 51 yıl
sonra güçlendirme ve restorasyon çalışmalarının
başlatıldığı müze ev, kültür ve tarihe ev sahipliği
yapan önemli özel müzelerimizden biri. Babasının
vefatından sonra kışları Nişantaşı’nda yazları ise
Burgazada Çayır Sokak 15 numaradaki köşkte yaşamını
sürdüren Sait Faik, rahatsızlandıktan sonra
zamanının büyük bir kısmını burada geçirdi.
Yapı, 02.05.2013
|
TARİHİ URFA KALESİ'NDEKİ
ÇÖKME

Tarihi Urfa Kalesi'nde çöken surun arkasındaki
toprağın boşaltılması için arkeolojik kazı
başlatıldı.
Şanlıurfa Müze Müdürü Müslüm Ercan, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Urfa Kalesi'ndeki bir surda, 19
Nisan'da yaklaşık 10 metre genişliğinde, 15 metre
yüksekliğinde çökme meydana geldiğini hatırlattı.
Olayın ardından Vali Celalettin Güvenç'in
talimatıyla kriz masası oluşturulduğunu ve gerekli
tedbirlerin alındığını aktaran Ercan, aralarında
akademisyenlerin de bulunduğu bir komisyonun kalede
inceleme yaptığını ifade etti.
Bu kapsamda öncelikle burç olarak tanımlanan surun
arkasında kalan toprağın arkeolojik kazı niteliğinde
boşaltılmasına karar verildiğini anlatan Ercan,
durum değerlendirmesi yapılarak restorasyonun
başlatılacağını söyledi.
Müze Müdürlüğünce toprağın boşaltılması için 30
kişilik ekiple arkeolojik kazı başlatıldığını ifade
eden Ercan, kalede sürdürülen fizibilite çalışması
tamamlandıktan sonra riskli görülen kısımlarda da
gerekli çalışmaların yapılacağını belirtti.
Çalışmaları hızlı bir şekilde tamamladıktan sonra
kaleyi turizm sezonunda ziyaretçilere açmayı
planladıklarını bildiren Ercan, şunları kaydetti:
"Surun arkasındaki kale toprağı, höyük toprağı
olduğu için çeşitli katmanlardan oluşuyor. Bizimki
çok geniş kapsamlı arkeolojik kazı niteliğinde değil
elbette ama burç bölümü önemli bir bölüm. Kazıyı
bilimsel statüde yürüteceğiz, çıkan buluntular da
çıktığı yere göre nitelendirilecek. Burç
boşaldığında en azından burcun mimarisiyle ilgili
ciddi bir bilgi sahibi olacağız diye ümit ediyorum.
Bunun yanında elbette küçük buluntular da çıkmasını
umuyoruz."
Sabah, 01.05.2013
|
 |
DONUKTAŞ TAPINAĞI'NDAN 'TAMBUR PARÇASI' ÇALINDI
Mersin İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Bahaettin Kabahasanoğlu'nun imzasıyla yapılan açıklamada, tarihi mekandan kimliği belirsiz kişi veya kişilerce çalınan eserlerin bulunabilmesi için çalışma başlatıldığı bildirildi. Roma dönemine ait bir tapınak olduğu sanılan Donuktaş Tapınağı'ndan çalınan tarihi eser parçalarının fotoğrafları Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeleri Genel Müdürlüğü'nün resmi internet sayfasının "çalınan eserler" bölümüne eklendi.
Çalınan tambur parçası ile ilgili olarak internet sayfasında; "Donuktaş Tapınağı'na ait yivli sütun tamburunun kırılmış bir parçasıdır. Mermerden tambur parçasının iki yarım yivi mevcuttur" tanımı yapılırken, sütun kaide için ise "Donuktaş Tapınağı'na ait üçgen biçiminde kırılmış bir torus ve yarım trochilos bölümleri mevcut, üzerinde haç motifi bulunan mermer sütun kaidesi parçasıdır" ifadeleri yer aldı.
Sabah, 01.05.2013
|
BORSA İSTANBUL'UN İLHAM KAYNAĞI: AİZANOİ
Kütahya'nın
Çavdarhisar
İlçesi'nde yer alan Roma döneminden
kalma Aizanoi antik kentindeki "dünyanın ilk
borsası", uluslararası arenada en büyük borsalar
arasına girmesi hedefiyle kurulan Borsa İstanbul'un
tanıtımlarına ilham kaynağı oldu.
AA muhabirinin derlediği
bilgilere göre, Aizanoi antik kenti,
Kütahya il merkezine 57 kilometre uzaklıkta,
Çavdarhisar ilçe merkezinde bulunuyor.
"İkinci Efes" olarak
nitelenen Aizanoi'de,
Anadolu'nun en iyi korunmuş Zeus Tapınağı'nın
yanı sıra 20 bin kişilik amfi tiyatro ve buna
bitişik 13 bin 500 kişilik stadyum, mozaikli hamam,
sütunlu cadde, nekropoller ve dünyanın ilk borsası
varlığını koruyor.
Antik çağlarda Penkalas
diye isimlendirilen Kocaçay ırmağının yukarı
kesimindeki kentin, adını mitolojik kahraman
Azan'dan aldığı sanılıyor.
Kent antik Frigya'ya bağlı
yaşayan Aizanitislerin temel yerleşim alanı olarak
biliniyor. Aizanoi'nin yüksek platosu üzerindeki
Zeus Tapınağı'nın çevresinde yapılan kazılarda, MÖ 3
bin yıllarına ait yerleşme tabakaları ortaya
çıkarıldı.
Yakın zamanda ovanın
birçok yerinde saptanan yerleşme tepeciklerinden
biri de
Anadolu'nun erken dönemlerinde bu ana kutsal
alanın yerindeydi. Daha sonra bu bölge değişimli
olarak Bergama'ya ve Bithinya'ya bağlıyken MÖ 133'te
Roma İmparatorluğu egemenliğine girdi. Kent, bu
dönemde tahıl ekimi, şarap ve yün üretimi sayesinde
zenginleşti ve ünü bölge sınırlarını aştı.
Roma döneminde 330-726
yıllarında piskoposluk merkezi olan Aizanoi, 7'nci
yüzyıldan itibaren bu önemini yitirdi. Ortaçağ'da
bir hisara dönüştürülen Zeus Tapınağı çevresindeki
düzlük alan, 13'üncü yüzyılda Çavdar Tatarlarınca üs
olarak kullanıldı. Bundan dolayı bölgeye
Çavdarhisar adı verildi.
Kent, 1824'te Avrupalı
gezginlerce keşfedildi. Alman Arkeoloji
Enstitüsü'nce 1926'da kazılar başlatıldı. Sonra bir
süre ara verildi. Aynı enstitünün 1970'de başlattığı
kazılar, 2011'de
Pamukkale Üniversitesi
Paü) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Elif Özer başkanlığındaki
gruba devredildi.
-Borsa binası 1971'deki
kazılarda gün ışığına çıkarıldı-
Roma İmparatoru
Diocletianus'un enflasyonla mücadele amacıyla
hazırladığı mal satış bedellerinin taş bloklar
üzerinde duyurulduğu Aizanoi, dünyanın ilk borsasına
ev sahipliği yapıyor.
Alman Arkeoloji
Enstitüsünce 1971'de yapılan kazılarla ortaya
çıkarılan borsadaki kitabelerde, imparatorluk
pazarlarında satılan tüm malların satış ücretleri
yer alıyor. Buna göre, kuvvetli bir kölenin fiyatı
iki eşeğin, bir atın fiyatı ise üç köleninkine
eşitti.
Borsa yapısı, 1992-1995'te
kazıldı. Burada, sütunlu galerilerle çevrili olan ve
buluntulara göre 400'lü yıllarda inşa edildiği
sanılan bir cadde ortaya çıkarıldı. "Sütunlu Cadde"
olarak adlandırılan bölümün mermerleri tamamlanarak
yeniden ayağa kaldırıldı.
Sütunlu Cadde'nin 6'ncı
yüzyıla kadar orijinalliğini koruduğu ve bir deprem
sonucu yıkıldığı tahmin ediliyor.
-"Eğitimcinin maaşıyla
duvar ustasının günlük ücreti eşit"-
Aizanoi Kazı Grubu Başkanı
Özer, AA muhabirine, Borsa İstanbul için çekilen
tanıtım filmlerinde yer verilen dünyanın ilk
borsasının, Aizanoi'deki en önemli yapılardan biri
olduğunu söyledi.
Borsa binası olarak
tanımlanan Macellum alanındaki yuvarlak yapı ve
yazıtların, Borsa İstanbul'un çalışmaları kapsamında
yeniden
Türkiye'nin gündemine geldiğini ve gerek
borsacıların gerekse bankacı ve yatırımcıların
ilgisini çektiğini anlatan Özer, "Aizanoi Antik
Kenti'nde 1970 yılındaki
Gediz depreminin ardından ortaya çıkarılan
yuvarlak binada, İmparator Diocletianus'un,
fiyatların anormal artışının önüne geçmek ve
enflasyonu kontrol altına almak amacıyla aldığı Narh
Kararnamesi yer almaktadır" dedi.
Özer, bu kararnamede,
yaklaşık bin 500 kalemde, 4'üncü yüzyılın
ticaretinde yer alan mal ve ticari eşyaların tavan
birim fiyatları ve birbirlerine karşı olan
değerlerinin verildiğini belirtti.
Bu kararların, günümüzde
her ekonomik buhrandan sonra alınan istikrar
paketlerinin antik dönemdeki karşılığı olduğuna
dikkati çeken Özer, şöyle konuştu:
"Borsa binasında yazılı
olan kararnamede bulunan bazı ücretler dikkati
çekiyor. Örneğin, bir desen yapıcının yani ressamın
günlük ücreti 150 dinardır. Bir avukat veya
hukukçunun ise şikayet başına 250 dinardır.
Eğitimcilere verilen ücret ise ne acıdır ki en
düşüklerinden biridir. Örneğin her bir bilim adamı
aylık 50 dinar ücret verilmiştir. Bir mimarlık
öğretmeninin erkek öğrenci başına aldığı ücret ise
100 dinardır. En çelişkili örneklerden biri ise bir
duvarcı yemek dahil günlük 50 dinar alırken bir
bilim adamının aylık bu ücreti almasıdır. Borsadaki
Tavan Fiyatlar Fermanı, bu bakımdan günümüze ilham
vermeyi sürdürmektedir. Aizanoi pek çok ekonomi ve
finans çevresi tarafından yakından takip edilmeye
başlamış ve çoğu kuruluşa ilham kaynağı olmuştur.
Yakın zamanda Borsa İstanbul olarak değişikliğe
giden eski İstanbul Menkul Kıymetler Borsasının
İMKB) reklam filminde yer alması da bu ilhamın
göstergelerinden biridir."
Özer, kazı ekibi olarak
borsa yapısı ve çevresinin kazılması, restore
edilerek korunması, çevre düzeninin tamamlanması ve
tanıtımın yapılmasının hedeflendiğini sözlerine
ekledi.
haberle.com, Haber: Hadi Şengül, 01.05.2013
|
7 BİN 500 YILLIK RESİMLER BULUNDU

Aydın’ın Çine İlçesi’ne bağlı Sağlık Köyü,
Asarkuyu Kestanelik Mevkisi’nde 7 bin 500 yıllık
kaya resimleri bulundu.
Beşparmak
Dağları, Bafa Gölü çevresi, Muğla’nın Milas İlçesi
ile Aydın’ın Koçarlı ve Söke İlçeleri’nde bulunan ve
son yıllarda dünyada bir ilgi odağı oluşturan kaya
resimlerinin benzerleri Çine’nin Sağlık Köyü,
Asarkuyu Kestanelik Mevkisi’nde rastlandı. Tekirdağ
Namık Kemal Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Neşe Atik’in 2000 yılında başlattığı
araştırmalar kapsamında tespit edilen ve geçtiğimiz
günlerde temizlik çalışmaları tamamlanan kaya
sığınağındaki resimlerin yaklaşık 7 bin 500 yıl
öncesine ait olduğu belirtildi. Çalışmaların
sürdüğünü belirten Prof.Dr. Neşe Atik, bilim
camiasında "Latmos Bölgesi Prehistorik Kaya
Resimleri' olarak adlandırılan ve sadece belirtilen
bölgede yayılımı olduğu düşünülen bu resimlerin,
Çine’de de tespit edilmesi, Çine’nin Taş Devri’ndeki
yaşantısına yeni bir pencere açmıştır” dedi.
DÜNYA KÜLTÜR MİRASI AÇISINDAN ÖNEMLİ
Bulunan kaya resimlerinin, meslektaşı Anneliese
Peschlow’un Beşparmak Dağları’nda tespit ettiği
örneklerle çağdaş olduğunu belirten Prof.Dr.
Prof.Dr. Atik, resimlerin Cilalı Taş Devri’nin sonu ile
Bakırtaş Devri’nin başlarına, yaklaşık MÖ
5500’lere denk geldiğini söyledi. Resimlerin kaya
sığınağı içinde yer aldığını, ancak yapılan temizlik
çalışmaları neticesinde bu alanın Neolitik Devir’de
yaşam alanı olmadığını, sadece belli törenlerde ya
da dini seremonilerde ibadethane olarak
kullanıldığını söyledi.
Kaya sığınağında yapılan temizlik çalışmalarında,
sığınağın tabanında, geç devirlere ait su kanalı ve
dinlendirme havuzcuklarının görülür hale geldiğini
de aktaran Atik, "Resimlerde insan eliyle
tahribatın hiç olmaması, bölge halkının eski esere
duyarlılığını göstermiştir" dedi.
Akşam, 01.05.2013
|
VAN GOGH MÜZESİ YENİDEN AÇILIYOR
Hollanda ’nın başkenti Amsterdam’da
tadilat nedeniyle yaklaşık 7 aydır kapalı
olan
Van Gogh Müzesi tekrar hizmete girdi.
Zemin parkeleri değişen ve olası bir yangına
karşı güvenliği arttırılan ünlü ressam
Vincent Van Gogh’un adını taşıyan müzeye
yeni bir klima sistemi de takıldı. Ana
girişi değiştirilecek olan müzedeki
tadilatın bir süre daha devam edeceği ancak
ziyaretçilerin bundan etkilenmeyeceği
belirtildi.
Turistlerin Hollanda’da en çok ziyaret
ettiği yerlerin başında gelen Van Gogh
Müzesi’ni yılda 2 milyona yakın kişi
geziyor.
Radikal, 01.05.2013
|
|
DUVAR MOZAİKLERİ YENİDEN DOĞACAK

İstanbul'un ilk toplu konut projesi 1947-1957
yılları arasında mimarlar Rebii Gorbon ve Kemal
Ahmet Aru tarafından tasarlanarak Levent'teki 100
hektarlık bir alan 420 konut olarak inşa edildi.
Proje sürerken toplu konutların çarşı bölgesindeki
bazı cephelerini dönemin önemli sanatçılarının
tasarlayacağı mozaiklerle süslenmesi kararı alındı.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nurullah Berk, Ferruh Başağa,
Sabri Berkel, Ercüment Kalmık ve Eren Eyüboğlu bu
çağrıya cevap vererek yirminin üzerinde mozaiği
duvarlara işlediler.
DEĞERLERİ BİLİNMEDİ
Kimi tahrip olan, kiminin üzerine ise duvar reklamı
yapıştırılan mozaikleri ihya etme kararı alan
Beşiktaş Belediyesi bu sanat eserlerinin ortaya
çıkarılması için bir proje başlattı. 20 eserin
şimdiki durumları incelendi ve 7'sinin mantolama
altında olduğu; 6'sının üzeri tabela ve reklam
panolarıyla kapatıldığı; 2 tanesinin ise baca,
sundurma, klima ve benzeri unsurlarla tahrip edilmiş
durumda olduğu anlaşıldı. Nurullah Berk'in yaptığı
bir duvar mozaiğinin ise vitrin açma amacıyla
yıkılarak yok edildiği saptandı. Sadece 4 mozaik iyi
durumdaydı.
KAMPANYA BAŞLATILDI
Beşiktaş Belediyesi mozaiklerin eski ve yeni
hallerinin olduğu ayrıntılı dosyayı İstanbul III
Numaralı Koruma Bölge Kurulu`na göndererek Bedri
Rahmi Eyüboğlu, Nurullah Berk, Ferruh Başağa, Sabri
Berkel, Ercüment Kalmık ve Eren Eyüboğlu'na ait 20
sanat eserinin korumaya alınmasını sağladı.
Vatandaşlardan da yardım isteyen Beşiktaş Belediyesi
mozaiklerin eski hallerini gösteren fotoğraflar veya
belgelerin 'Aradığımız parça sizde olabilir' sloganı
ile kendilerine ulaştırılmasını istedi. Beşiktaş
Belediyesi mozaiklerin cephelerde algılanabilmesi
için boya renklerinden, tabela sistemine ve
ışıklandırmaya kadar ayrıntılı bir çalışma yapacak,
üzerlerinde klimalar, mantolamalar sökülecek, tahrip
olan mozaikler orijinaline uygun olarak onarılacak.
Böylece Barcelona, Paris gibi Avrupa'nın önemli
merkezlerinde görülen duvar sanatının benzerleri
Levent'te hayat bulacak.
Sabah, Haber: Mesut
Er, 01.05.2013
|
BRITISH MUSEUM'A 135 MİLYON DOLARLIK EK BİNA

İngiltere ’nin en büyük müzelerinden
British Museum’un yeni projesi kapsamında
açılacak ek binada dünyanın en büyük Viking
gemisi sergilenecek. Yaklaşık 135 milyon
doların harcanacağı, devasa Viking gemisinin
inşasını da içeren Dünya Koruma ve Sergi
Merkezi projesi, enstitünün tarihindeki en
büyük ve kapsamlı yatırımlarından biri.
Independent’ın haberine göre müzenin
direktörü Neil MacGregor, projenin müzenin
260 yıllık tarihindeki en büyük imar
çalışması olduğunu ve büyük etki
yaratacağını belirtti ve ekledi: “Her
müzenin amacına ulaşmak için neredeyse on
yılda bir yenilenme, düzeltme ya da ek bina
gereksinimi vardır”.
2014 Mart’ta açılacak bina ve sergi
projesine ilk bakış için taslak bugün basına
gösterildi. Müzeye ek bina olarak inşa
edilecek merkezde, açılışında sergilenecek
en az 35 metre uzunluğundaki Viking
gemisinin de içinde bulunduğu ‘Vikings – in
the space’ sergisi gibi büyük projelerin yer
alacağı sergiler yer alacak. Çeşitli
laboratuvar ve stüdyoların da bulunacağı 14
olimpik havuz büyüklüğündeki merkezde esas
olarak MacGregor’un müze için ‘yapısal ve
hayati’ olarak nitelendirdiği araştırma,
test, koruma ve depolama bölgeleri olacak.
Radikal, 01.05.2013
|
ANTİK KENT ÜZERİNE ÇÖPLÜK

Bu fotoğrafa iyi bakın, hatta kaydedip saklayın.
Çünkü birileri ‘Dur’ demezse kısa süre sonra burası
çöplük olacak.
Doğanın uyanışa geçtiği bereketin müjdecisi
baharda yolculuğa çıktığınızı düşünün. Şimdi de
kargacık burgacık, inişli çıkışlı, çukurlu tümsekli
yolda ilerlerken yeşile boyanmış adeta gökyüzüne
değmek için birbiriyle yarışan iki kocaman tepeyi,
aşağı doğru yol kenarına kadar da biçilmeye hazır
uçsuz bucaksız tarlaları gözünüzün önüne getirin. O
iki tepenin altında yüzyıllar, hatta binyıllar
öncesinde yaşayan büyük bir antik kent olduğunu da
katın hayalin içine. Cenneti andıran tablonun
ortasında ilerlerken koskoca bir kahverengi delik
gelip gözünüzün içine saplansa tıpkı mızrak gibi...
Güzel başlayan hayal kötü biterdi değil mi? Böyle
bir yer var mı? Var. Uzakta değil. Ödemiş’den
Kiraz’a doğru yaklaşık 10 kilometre
uzaklaştığınızda, sol tarafta görebilirsiniz bu
manzarayı. İşte hikayesi...

Tarih fışkırıyor
Küçük Menderes Çevre ve Altyapı Birliği, çöp
sorunu çözmek amacıyla Türkönü, Kışla, Gereli ve
Kurucaova köylerinin ortasında bir alan buldu. Tarih
fışkıran, 1. derece arkeolojik sit olan bu alanın
hemen yanına yapılacak çöplüğe her gün Ödemiş,
Kiraz, Beydağ ile bunlara bağlı 39 belde ve 140
köyün tonlarca çöpü dökülecek. Ruhsat alınmadan
başlanan, bu yüzden de İl Özel İdaresi’nce
mühürlenen çöplük inşaatına başta köylüler olmak
üzere arkeologlar tepki gösteriyor.
Çünkü çöplük,
döneminin başkenti olan Neikaia Antik Kenti, antik
çağların en büyük cıva madenlerinin hala açıkta
bulunan galerilerinin, Kurtuluş Savaşı’nda Ödemiş ve
çevresinde direnişin simgesi Gökçen Hüseyin Efe’nin
düşmanla vuruşurken şehit düştüğü, 1974’e kadar da
mezarının bulunduğu, Türkiye’nin en lezzetli bezelye
ve baklalarının üretildiği, kısacası neresini kazsan
tarih ve bereket fışkıran memleketin en verimli
toprakları üzerine yapılacak.

Efes’ten bile büyük
Halk arasında ‘Ayasuluk’ olarak bilinen iki
tepenin üzerinde bulunan Neikaia, ulaşılması zor
olduğu için bugüne kadar ihmal edilmiş ancak
MÖ 6-MS 3. yüzyıllar arasında bölgenin en büyük
kenti. Ödemiş’te doğmuş, arkeoloji kariyerinde pek
çok üniversitede ders vermiş, bölüm kurmuş, bölüm
başkanlığı yapmış, emekli olduktan sonra da
memleketine yerleşmiş Prof.Dr. Veli Sevin,
Neikaia’nın, antik Kilbiyani’nin (Küçük Menderes
Ovası’nın doğusu) para basmış en büyük kenti
olduğunu söylüyor. Kalın toprak örtüsü altında büyük
bir kentin bütün birimlerinin bulunduğunu anlatan
Sevin, “Tiyatrosu, büyük kamu yapıları, duvarlarının
bir kısmı halen ayakta olan büyük bir kilise, kale,
mezarlık toprak altında. MÖ 6 ve 7. Yüzyıl’a kadar
giden kaya mezarlarını alanın her tarafında görmek
mümkün. MS 1-3. yüzyıllar arasında çok kaliteli
para basılmış. Örneklerini daha çok yurtdışında
bulmak mümkün. Yıllarca ihmal etmişiz ancak işin
içine girince ne kadar önemli bir kent olduğu ortaya
çıkıyor. Kent, Roma İmparatorluğu döneminde en
parlak çağını yaşamış. Bizans Dönemi’ne ilişkin bir
kayıt yok. Büyük ihtimalle terk edilmiş” diyor.

Cıva madeni yatağı
Yapılan yüzeysel araştırmaların Neikaia’nın
Efes’ten daha büyük bir alana sahip olduğunu ortaya
koyduğunu belirten Prof.Dr. Sevin, bölgenin zengin
cıva ve zencefre yataklarına sahip olduğunu dile
getiriyor. Sevin, “Neikaia zenginliğini cıva ve
zencefreye borçlu. Çünkü cıva bileşeni olan zencefre
19. Yüzyıl’a kadar frengi gibi hastalıkların
tedavisinde kullanılmış. Neikaia’da halen ağızları
açık çok sayıda cıva madeni var. Bu madenlerden elde
edilen cıva şişelenip Roma başta olmak üzere tüm
dünyaya gönderiliyormuş. İspanya’da zengin cıva
yatakları keşfedilene kadar bu madenler çalışmış. O
dönemde maden zenginleştirmede kullanılan kayaların
örnekleri halen toprak üzerindeydi ancak çöplük
alanı için harfiyat yapılırken yok oldu, üstünün
toprakla örtülmüş olduğunu umuyoruz” diye konuşuyor.

Ulusal tarih gitti
Küçük Menderes Ovası’nın tarih boyunca önemli
uygarlıklara ev sahipliği yaptığını hatırlatan Prof.
Sevin, alanın, ulusal tarih açısından önemini şöyle
özetliyor: “Kurtuluş Savaşı’nda Ödemiş ve civarında
direnişin simgesi olan Gökçen Hüseyin Efe, bu
tepelerde yapılan çarpışmalarda şehit olmuş. Şehit
olduğu yerde kayalara ay ve yıldızlar kazınmıştı.
Mezarı 1974’e kadar burada kaldı, sonra da törenle
Kaymakçı’ya götürüldü. Çöplük için izinsiz yapılan
yol bu önemli noktayı şimdiden yok etti. Hiç önemine
bakmadan ulusal tarihimiz açısından önemli bir
noktaya iş makinelerini sokup yok ettiler. Bunun
gibi Çakırcalı Mehmet Efe’nin babası da buradaki
muharebede şehit düştü. Bir kuşak öncesinin bildiği
yerleri koruyamadık.”

Ömrü en çok 10 yıl
Çöplük çalışmalarının 1997’de başladığını dile
getiren Sevin, “Ödemiş Ovası’nın pek çok yeri
verimli. Ancak verimsiz bölgeleri de var. Niye
burada bu kadar ısrar ediyorlar kimse anlam
veremiyor. Üstelik yeni araştırmalarla sit alanı
büyüdükçe çöplük alanı 220 bin metrekareden 60 bin
metrekareye düşmüş. Hatta belediye alanı genişletmek
için iyi ayrı parseli kamulaştırdı.
Kamulaştırdığı
alanda da eski eserler çıktı. Buraya bir tesis falan
yapılmayacak, çöpler vahşi depolanacak. Belediye
başkanının ifadesiyle bu çöplük 10 yıl çalışacak. 10
yıl için bu antik kenti katletmenin anlamı var mı?
Özel İdare üç ilçenin birleşimiyle çöpten enerji
üretecek bir tesis kurmayı önerdi onu da kabul
etmediler” diyor.
Çöplerden çıkacak atık suların da ciddi tehlike
yaratacağını sözlerine ekleyen Prof. Sevin, “Alanda
halen cıva ve zencefre yatakları duruyor. Çöp dökmek
için çevirdikleri alan da aynı. Buraya çöp dökülmeye
başladıktan sonra onlardan çıkan ısıyla ve atık
sularla bu cıva kayalardan çözünecek. O zaman
tarlalardaki ürünler ne olacak? Kimse bunu
düşünmüyor. Burada Türkiye’nin en lezzetli baklaları
ve bezelyeleri üretiliyor. Bunlara cıva bulaşınca
zehiri hepimiz yiyeceğiz” diye konuşuyor.

Özel İdare mühürledi
Çöplük inşaatının Ödemiş Müzesi’nin itirazına,
İzmir Arkeoloji Müzesi’nden gönderilen iki uzman
arkeoloğun olumsuz raporuna karşın İzmir 2 No’lu
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu’nun 1. derece arkeolojik SİT ilan ettiği
alanın hemen yanında başladığını ifade eden Sevin,
ekliyor: “Çöplük için izinsiz otoban genişliğinde
yol açıp bir de havuz yaptılar. Bu sırada bizim SİT
ilan edilmesi için öneride bulunduğumuz alanları da
tahrip ettiler. Bazı antik cıva madeni galerileri
yolun altında kaldı. Biz çöplük olarak belirlenen
alanın da sit alanı içinde kaldığını iddia ediyoruz.
Yüksek Koruma Kurulu’ndan inceleme talebinde
bulunduk. Ayrıca çevredeki köyler de imza toplayarak
İzmir Bölge İdare Mahkemesi’nde dava açtı. İl Özel
İdaresi, ruhsatsız olduğu gerekçesiyle mühürlediği
için şimdilik bir çalışma yok, bekliyoruz. Ne
hikmetse DSİ’nin antik kentin hemen yanından geçen
yol kenarına yaptığı sulama kanalı inşaatını Ödemiş
Müzesi gözetiminde yaptırıyorlar. Ancak çöplük
inşaatına müzeyi katmıyorlar. Bunu da anlamış
değiliz.”
***
Başkan
Keskin: Küçük Menderes’in tek projesi
Ödemiş Belediye Başkanı Bekir
Keskin, yapılacak tesisin Küçük Menderes’in tek çöp
bertaraf tesisi olacağını, başka bir projenin
bulunmadığını söyledi. Ödemiş Belediyesi tarafından
başlatılan ancak daha sonra Küçük Menderes Çevre ve
Altyapı Birliği’ne devredilen projenin ilk bölümünün
yaklaşık 2.5 milyon TL’ye ihale edildiğini belirten
Keskin, “Bu alan MTA tarafından 1993 yılında Ödemiş
Belediyesi’ne verilmiş. 2004’te geçici tahsis
alınmış, 2009’da geçici tahsis bitmek üzereyken yeni
bir proje yaptık daha sonra da Ödemiş, Beydağ ve
Kiraz tarafından oluşturulan çevre ve altyapı
birliğine devrettik. Bütün belediyeler İller
Bankası’ndan gerekli ödenekleri aldılar ve 16
firmanın katılımıyla ihale yaptık. İnşaat yüzde 40
oranında iken İçişleri Bakanlığı’na yapılan bir
başvuru sonucu İzmir İl Özel İdaresi alanın sit
alanı içinde olup olmadığı belirlenene kadar inşaatı
durdurdu. Son olarak bugün İçişleri Bakanlığı’nın
yazısı elimize ulaştı. Bu yazıyla birlikte inşaatı
durduran İzmir İl Özel İdaresi’ne yeniden başlamak
için başvuracağız ve yakında inşaata kaldığı yerden
devam edeceğiz. Ayrıca biz orada ısrarcı değiliz,
bize başka bir yer göstermedikleri için orayı
yapıyoruz. Başka bir yer gösterseler oraya da
yapabilirdik” dedi.
Vahşi
depolama yok
Alanda vahşi depolama
yapılmayacağını, 1,5 metre yüksekliğinde 12 katmanlı
bir çöp bertaraf tesisi yapılacağını anlatan Keskin,
“Şu an Küçük Menderes’teki bütün belediyeler çöpü
kamyonla toplayıp derelere döküyor. Burada üç ayrı
bölüm var. İlk bölümün ihalesine çıktık, ikinci
bölümün planlaması yapıldı. Tepenin ardında da sitle
ilgisi olmayan 3. bir bölüm var. Burası Küçük
Menderes’in 15-20 yıl çöpünün depolanacağı bir alan
olacak. Çöpler beton havuzlar içerisine 1,5 metre
yükseklikte sıkıştırılacak. Dip suyu alınacak
çeşitli yöntemlerle gazlar deşarj edilerek
çıkartılacak 12 kat olunca da üstü tarım toprağı ile
kapatılıp ağaçlandırılacak” diye konuştu.
İmar
tadilatı yapıldı
İzmir İl Özel İdaresi’nin son olarak
bölgede bir imar planı tadilatı yaptığını, Ödemiş
Müze Müdürlüğü’nün projeye 4. kez itiraz ettiğini
sözlerine ekleyen Keskin, “O inşaatı yaptığımız yer
değil, tepede var birşeyler. Bir tarihi kent
kalıntısı var ama 3-5 km uzakta, altında değil.
Bizim inşaat yaptığımız yer kayalık bir yer. Bu
tesise karşı çıkanlar tarihi alanın yanıbaşında
olduğu için karşı çıkıyorlar. Tamam uzaktan bakınca
birşeyler var ama şimdiye kadar hiçbirşey yapılmamış
ki. Ne sondaj, ne bir yüzey araştırması, bilimsel
inceleme. Kabaca harita üzerinde olabilir diyorlar
da (belki) fal bakar gibi bir şey yapılmaz ki. Biz
kazı yaparken çok dikkat ettik” dedi.
Hürriyet, Haber: Turan Gültekin,
30.04.2013
|
1. MURAT HAMAMI SERGİ SALONU OLUYOR

İznik’te bulunan tarihi 1. Murat Hamamı’nın
ilçeye kazandırılması için başlatılan çalışma
kaldığı yerden devam edecek.
İznik Belediyesi geçtiğimiz aylarda tarihi
yapıyı ’Kültür Evi’ne dönüştürmek için çalışma
başlatmıştı. Ancak bu çalışma prosedüre uygun
olmadığı gerekçesiyle Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından
durdurulmuştu.
Bunun üzerine Belediye, Kurul’un uyarılarını
dikkate alarak fonksiyon değişikliği talebinde
bulundu.
Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde,
kullanımı İznik Belediyesi’nde olan I. Murat
Hamamı için yapılan fonksiyon değişikliği talebi
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu tarafından kabul edildi
3. derece arkeolojik sit alanında bulunan tarihi
hamam yapılacak çalışmanın ardından ’Turizm ve
Çinicilik Sergi Salonu’ olarak kullanılacak.
Daha önceki çalışmada tarihi hamamın duvarlarına
yapılan resimler Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu kararı gereği
çıkarılacak. Resimler panolara yapılacak.
Koruma Kurulu tarihi yapının duvarlarının
orijinal haliyle kalması şartıyla sergi salonu
iznini verdi.
Bursa Olay, Haber: Hayri Şen, 30.04.2013
|
MANOLO VALDES PERA MÜZESİ'NDE

Pera Müzesi, 8 Mayıs
- 21 Temmuz 2013 tarihleri arasında çağdaş sanatın
yaşayan en büyük ustalarından İspanyol
Manolo Valdés’i konuk ediyor.
“Manolo
Valdés, Resim ve Heykeller”
Özellikle kullandığı malzemelerin çeşitliliği, büyük
boyutlu yapıtları ve forma dair arayışları ile
dikkat çeken, günümüzün büyük sanatçılarından
Manolo Valdés’in 1980’lerden günümüze uzanan
çalışmalarından, 46 resim ve 13 heykelden oluşan 59
yapıtlık “Manolo
Valdés, Resim ve Heykeller” sergisi, Pera Müzesi
ile dünyanın en önemli galerilerinden Marlborough
Gallery New York işbirliğiyle ziyaretçilerle
buluşuyor.
Kurucuları arasında yer aldığı ve pop sanatın
İspanya’daki öncüsü olan Equipo Crónica’nın 1981
yılında dağılmasının ardından kariyerine yalnız
devam eden 1942 Valencia, İspanya doğumlu Manolo
Valdés’in geçmişin başyapıtlarından yola çıkan,
tarihsel izler, renk tonları ve dokulardan oluşan
sonsuz bir görsel zenginlik sunan ve sanat
tarihinden izler taşıyan yapıtları, İspanyol Altın
Çağı’nın ustaları Velázquez’den Zurbarán’a,
Matisse’ten Picasso ve Lichtenstein’a izler taşıyor.
Habertürk, 30.04.2013
|
TARİHİ ESERLERDE YIKILMA TEHLİKESİ

Erzurum'un Oltu İlçesi'ni simgeleyen tarihi kale,
Rus Ortodoks kilisesi ve Selçuklu hamamı,
bakımsızlıktan yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya
kaldı.
Oltulular, şimdiye kadar ciddi onarım görmeyen
tarihi varlıkların korunmasını istedi.
Oltu Çayı'nın meydana getirdiği yay içinde
bulunan ve MÖ 3'üncü Yüzyıl'da yapılan Oltu
Kalesi'nde 1983 yılında meydana gelen deprem sonrası
surlarında çatlaklar oluştu. Kale'nin güney
kısmındaki 'büyük burç' diye adlandırılan bölümde
oluşan çatlak, geçen süreçte büyüdü. Dış kale
yıkılırken, iç kaledeki kilise temeli, bir mescit
alanı, yıkık duvarlar ve bir türbe de yine
bakımsızlığı dikkat çekiyor.
Oltu Kalesi'nin yakınında ve dış surlarının
içerisinde kalan Selçuklu Hamamı ile yine ilçe
merkezinde 1877-1878'de Oltu'yu işgal edildiği
dönemde Ruslar tarafından yaptırılan haç planlı
Ortodoks kilisesi, zamana ve olumsuzluklara
direnmeye çalışıyor. Taşlarının bilinçsizce
kullanıldığı, definecilerin her tarafını delik deşik
ettiği tarihi eserlerin koruma ve onarıma alınması
istendi.
Tarihi eserlerin gelecek nesillere aktarılması
için mutlaka iyi korunması gerektiğine işaret eden
vatandaşlardan Bayram Arpa, "Tarihi eserler koruma
altına niçin alınmıyor? İlgililer, yetkililer, bu
tarihi eserlerin son durumunu görmüş mü? Tarihi
eserlere bakmak ve korumak, sadece çivi bile
çakılmasına izin vermemek mi? Şimdiye kadar tarihi
eserlerin korunması ve onarımı konusunda hiç bir şey
yapılmaması insafsızlıktır. Koca bir tarih
gözlerimizin önünde yıkılıp gidecek. Yazık günah"
diye konuştu.
Yapı, 30.04.2013
|
'TARİH'İ ZAFER!
Yunanistan’ın ikinci büyük kenti Selanik’teki
metro kazısı sırasında rastlanan tarihi kalıntılar
için metro şirketiyle sürdürülen savaşı arkeologlar
kazandı. Selanik’teki metro inşaatı sırasında
İstanbul’daki gibi bir arkeolojik keşif
yaşanmıştı. Tarihçilerin ve arkeologların “Bizans
Pompei’si” olarak anlandırdığı eşsiz kalıntılar,
müzeye çevrilmek istenmiş, inşaatı üstlenen şirket
ise kalıntıların başka bir yere taşınarak inşaata
devam edilmesi konusunda baskı uygulamıştı. Ekonomik
krizin şiddetle hissedildiği ülkede, arkeologların
12 bin kişiden imza toplamasıyla bu sefer kazanan
ekonomik kaygılar değil tarih oldu. Bu dilekçe
sayesinde şirket geri adım atmak zorunda kaldı.
‘Büyük bir zafer’
Aristotelio Üniversitesi’nden Bizans uzmanı
Aristotelis Mentzos bu kararı ‘büyük bir zafer’
olarak niteledi. Kalıntıların yerinin değiştirilmesi
gerektiğini öne süren şirket yetkililerine “Eyfel
Kulesi ya da Big Ben’in yeri değiştirilebilir
mi?”
diyerek tepki gösterilmişti. Şehrin yerel
konseyi ve üniversite, metro için alternatif teknik
çalışmalar önerince şirket bu teklifinde ısrar
etmekten vazgeçti. Böylelikle bulunan kalıntıların
yüzde 84’ü yerinde kalabilecek.Avrupa
Birliği’nin de mali destek verdiği Selanik
metrosuna yaklaşık bir milyar euro yatırıldı.
2012’de bitirilmesi beklenen
proje böylelikle 2016’ya kaldı. 2020’de ise
projenin şehrin dışına da taşınması ve bunun için
dört milyar euro harcanması bekleniyor.
Ticaret merkeziymiş
Metro inşaatı sırasında bulunan kalıntılar, modern
Selanik’in ticari merkezinin altında antik dönemde
de bir ticaret merkezinin olduğunu ortaya koymasıyla
heyecan yaratmıştı. Dördüncü yüzyıldan kalma mermer
kaplı bir yolun iki yanında dükkanlar, atölyeler ve
kamusal mekanların dizili olduğu anlaşılmıştı.
Yunanistan
Arkeoloji Birliği’nin başkanı Despoina
Koutsoumba, bulunan bu alanın antik şehrin kalbi
olduğunu söylüyor. Kalıntıların yedi yüzyıldır
bozulmadan korunmuş olması hayranlık yaratıyor.
Ekonomik olarak dar boğazdan geçen Yunanistan’da son
zamanlarda kültür
sanat etkinliklerine yapılan yatırımlarda
kısıtlamaya gidilmişti.
Milliyet, 30.04.2013
|
KIŞLA,NASIL AVM'YE DÖNDÜ?

Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan dün Topçu Kışlası’na AVM ve
rezidans da yapılabileceğini söyledi. Oysa Yüksek
Kurul’un projeyi onaylarkenki tek gerekçesi kışlanın
‘sosyo-kültürel’ amaçla kullanılacak olmasıydı.
Mimar Halil Onur’un hazırladığı Topçu Kışlası
projesi, II Numaralı Koruma Kurulu tarafından ocak
ayında reddedilmişti. Kurul kararında, projenin
1800’lerde yapılan Topçu Kışlası’nın ‘özgün
mimarisi’ne dair yeterli bilgi ve belge içermediği
belirtilmiş ve Gezi Parkı’na atfen “Günümüzde 60-70
yıllık kullanım değeri ile tarihe belgelik eden bir
nitelik kazanmış” ve “İstanbulluların kolektif
belleğinde yer etmiş” ifadeleri kullanılmıştı.
Başbakan’ın ‘reddi reddedeceğiz’ açıklamasının
üzerinden üç hafta geçmeden Kültür Varlıklarını
Koruma Yüksek Kurulu kışlaya izin verdi. Fakat
Yüksek Kurul, bölge kurulunun kararını neden iptal
ettiğine dair hiçbir gerekçe göstermedi. Karar
metninde yalnızca kışlanın ‘sosyo-kültürel’ amaçlı
kullanılacağı belirtildi: “Taksim Meydanı ve Parkı
ile bütünleşen yaklaşık 17 bin metrekarelik kamuya
açık bir meydan düzenlemesi ve kapalı mekanların ise
sosyo-kültürel amaçlı kullanımını öngördüğü
anlaşılan avan projenin uygun olduğuna, bu nedenle
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulunu’n kararının iptal edilmesine karar
verildi...” denildi.
Yüksek Kurul davalık
Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası, yüksek
kurulun kararının iptali istemiyle İstanbul 4. İdare
Mahkemesi’nde dava açtı. Oda, dava dilekçesinde
Türkiye ’nin en önemli kamusal alanlarından
birisinin Yüksek Kurul kararıyla ciddi bir yapılaşma
tehdidi altına girdiğini, 1993’te Kentsel Sit Alanı
ilan edilen parkın kentlilerin kolektif belleğinde
yer eden bir anı mekanı ve kültür varlığı olduğu,
bugüne kadar yapılan bütün üst ölçekli planlarda
park olarak işlevlendirildiğini, plan raporlarında
da Beyoğlu bölgesinde yeşil ve açık alanların
yetersiz olduğunun açıkça yazılı olduğunu
belirtiyor.
Yargı konusu yüksek kurul kararı, daha önce koruma
kurullarının Taksim Meydanı ve Taksim Gezi Parkı
hakkında aldığı kararlara da aykırı:
İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu, 1999’da, “Kentin önemli yeşil
alanlarından biri olan Taksim Gezisi’nin ve bunların
oluşturduğu aksta bulunan
Atatürk Kültür Merkezi’nin birbirinden ayrılamaz
ve Taksim Cumhuriyet Alanı ile bir bütün olduğu
yönüyle anılan bu anıtların tümünün korunması
gerektiğine...” karar vermişti.
Aynı kurul, 2001’de “Meydanın canlılığının
sağlanması için gerekli işlevlerin (kültür, turizm,
eğlence v.b.) Cumhuriyet Meydanı’nda yapılanma
öngörmeden, meydana komşu alanlarda çözümlenmesine,
meydanın tarihi kimliğini ve niteliğini bozacak
hiçbir yapılanma olamayacağına, Taksim Cumhuriyet
Alanı’nın tüm bu özellik ve nitelikleriyle korunması
gerektiğine karar verildi...”
Topbaş ‘AVM yok’ demişti
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş,
şubatta A Haber’e çıkarak AVM’nin söz konusu
olmadığını belirterek “AVM yok. AKM’nin yıkımı
konusunda da bize, ‘AKM yerine cami mi otel mi
yapacaksınız?’ diye sordular. Herkes kendi
endişelerini veya hayallerini konuşuyor. Yok böyle
bir şey. Tekrar net olarak söylüyorum; orada AVM
yok” demişti. İBB’nin Taksim’deki altgeçit
inşaatının etrafına kurduğu paravanlarda ise hala
“Topçu Kışlası’nı yeniden inşa ederek kültür merkezi
ve sanat galerisi olarak hizmete açmayı planlıyoruz”
yazılı...
Radikal, Haber: Elif İnce, 30.04.2013
|
'ÇILGIN PROJELER'
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan , Kızılcahamam Asya Termal
Otel’deki partisinin il ve ilçe başkanları
toplantısında konuşan Erdoğan konuyla ilgili olarak
şunları söyledi:
"Çok daha hızlı yürümemiz lazım. Çılgın projeler
diyoruz, ama bir çılgın projenin gerçekleşmesi için
bize hendek atlattılar. 3-4 sene gecikmeli proje
başlatabiliyorsunuz. Bir Marmarayımız var. Çanak
çömlek hikayesi bize 4 sene kaybettirdi. Şimdi 29
Ekim’e yetiştirmek istiyoruz. Türkiye 4 yıl içinde
modern bir havalimanına ulaşacak. Birileri geliyor
ve ’Kanalistanbul gereksiz bir proje’ diyor. Sen o
aklını kendine sakla. Kanalistanbul’u
gerçekleştireceğiz. Taksim gezi alanı diyoruz, buna
da karşı çıktılar. “Kışlayı yeniden yapacağız” dedik
ve hemen ana muhalefet karşı çıktı. Denizin dibinden
3-5 tane çanak çömlek bulunmuş, çatal kaşık
bulunmuş, bunları koruyorsun ama Taksim
Meydanı’ndaki devasa kışla, gayet güzel mimari
estetiği hepsi güzel ve bunu korumuyorsun. Bu,
ideoloji değil de nedir? İnşallah orada hem
kışlamızı yapacağız ama bu kışla artık tabii kışla
olarak görev yapmıyor. Mimari olarak öyle olacak ama
alışveriş merkezinden toplantı salonlarına kadar,
belki rezidans otel, Divan Otel tarafında da bir
şehir müzesi yapmak suretiyle İstanbulumuzun şehir
müzelerini de arttıralım istiyoruz. Galataport
hazırlanıyor inşallah. Haydarpaşa port aynı şekilde.
Ama hepsinden daha önemli bir şey var artık Yassı
ada’yı yaslı ada olmaktan çıkarıyoruz. Sivri ada’yı
inşallah bir kongre merkezi olarak gerçekten
muhteşem bir proje ile orayı bir demokrasi ve
özgürlükler adası yapıyoruz. "
Radikal (Kısaltarak), 30.04.2013
|
183 YILLIK RAHİBE OKULU KÜLLERİNDEN DOĞUYOR

Tarlabaşı Yenileme Projesi kapsamında devam eden
çalışmalar kapsamında, 1830 yılında yapılan ve 1943
yılında açılan Tarlabaşı Bulvarı üzerindeki Beyoğlu
Anarad Higutyun Mektebi ve Kilisesi'nin 5 katlı
binası da, 30 yataklı çok özel bir otel oluyor.
1982'de, 'Semtin okul için uygunsuz bir hal alması'
gerekçesiyle kapatılan ve pop müzik furyasının
başladığı, 1985 ile 2000 yılları arasında birçok
yönetmenin klip ve dizi çekimleri için tercih ettiği
"Rahibe Mektebi"nin, tarihi şapel ve binası ciddi
zararlar görmüştü.
İBADETHANE OLAN İLK OTEL
Higutyum Ermeni Katolik Vakfı'ndan 49 yıllığına
Toros Turizm İşletmeleri tarafından kiralanan tarihi
binanın harap olan 8 metrelik şapeli, çatı katında
bulunan çanının yanı sıra tamamı büyük bir
titizlikle ayağa kaldırılmış. 5'i suit olmak üzere
toplam 30 odası bulunan otelde 40 metrekarelik örnek
odalar yapıldı. 2014'te tamamlanacak Tarlabaşı
Yenileme Projesi ile birlikte içinde ibadethanesi
olan Türkiye'nin ilk butik oteli de açılmış olacak.
Tanıtım broşürlerinde "şapel"i kullanacak şirket
yetkilileri, Hıristiyanların yaşadığı ülkelerde
tanıtımlar yapacak. Binanın dış cephe kaplamalarını
oluşturan taş, tuğla ve sıvı yüzeylerinde çok titiz
bir çalışma yapıldı. Tarihi bina basınçlı rotasyon
ile fiziksel temizlik mikro kumlama yöntemi
uygulanarak eski haline dönüştürüldü. Hem içeride
hem de dışarıda aslına uygun çalışma yaptıklarını
belirten Şantiye Şefi Y. Mimar Semih Alpay, "Yeni ve
eski malzemeler arasında uyumu yakalamak için
kontrollü olarak yüzey kirletme uygulandı, daha
sonra yüzeylerin yağmur, güneş, hava kirliliği gibi
dış etkenlerden korunması için, şeffaf emprenye
malzemesi sürüldü. İç ve dış cepheler onarıldıktan
sonra bina özgün renklerine uygun boyalarla boyandı"
dedi.
Sabah, Haber: Erhan
Öztürk, 30.04.2013
|
ÇETİN CEVİZ BİR KONU: ORYANTALİZM

Sakıp
Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer'in ‘Çok çetin,
ceviz bir sergi oldu' cümlesiyle özetlediği
‘Oryantalizmin 1001 Yüzü', 11 Ağustos'a kadar hem
görmeye hem de tartışmaya açık.
Tartışarak bitiremeyeceğimiz bir dolu konumuz
var. Bunlardan biri de oryantalizm. Muhtelif
zamanlarda türlü yeni bahaneyle tartışıyoruz onu.
Her seferinde de bir sürü başka görsellikle
karşılaşıp aynı son noktaya; kendimizin ne kadar da
oryantalist olduğuna varıyoruz. Sabancı Üniversitesi
Sakıp Sabancı Müzesi, geçtiğimiz hafta ziyarete
açılan ‘Oryantalizmin 1001 Yüzü' isimli sergisinde;
yine aynı konunun peşinde. Binbir Gece
Masalları'ndan ilham alarak, kavramın 1001 yüzünü
bize göstermeye niyetlenen sergide; arkeolojiden
mimariye, dünya sergilerinden fotoğrafa, modadan
seyahate pek çok konu başlığı bir arada.
Sergi, Napoléon Bonaparte'ın 1798'deki Mısır
Seferi ve onun uyandırdığı Doğu ilgisiyle başlıyor.
Bu ilgi salt egzotik görüntülerin ilginç gelmesinden
ibaret değil. Aksine, bilimsel. Öyle ki
üniversitelerde Doğu'yu araştıran bölümler
kuruluyor; Arapça, Farsça ve Osmanlıca dilleri
öğretilir oluyor. O zamandan itibaren neredeyse 200
yıl süresince Doğu'nun kültürü değil ama görüntüleri
ve hikayeleri birer efsane şeklinde dalga dalga
yayılıyor. Serginin ve konunun ikinci durağı, durumu
biraz da Doğu'ya yontan Edward Said'in 1978 tarihli
‘Oryantalizm' isimli eseri.
Serginin son durağı ise 1978'lerden itibaren
konuşulanları toparlar nitelikte. Yeni bir bilgi yok
ama oryantalizmin ve Osmanlıcılığın yeni dönem
örneklerini sunan bir son cümle var. Bu son cümlenin
görsel karşılığında da içimizdeki oryantalizmi
anlatan Kapalıçarşı görüntüleri… Nazan Ölçer bu
görüntüleri oryantalizmi hala değişik cepheleriyle
yargılayanlar, sahiplenenler ve geçmişi özleyenlere
adıyor. Ciddi sayıda oryantalist eseri barındıran ve
Çiftçi Towers tarafından desteklenen serginin son
tarihi 11 Ağustos.
Osman Hamdi’nin ‘numuneleri’
Serginin ‘Oryantalizm ve Arkeoloji’ bölümünde,
Doğu buluntularıyla birlikte, kazı işçilerini
zamanda saklı kalmış numuneler olarak resmeden kazı
fotoğrafları yer alıyor. Bu fotoğraflarda Batı’nın
Doğu’yu dekor olarak görüp resmetmesine dikkat
çekiliyor. Bu bölümün bir parçası olan Osman Hamdi
Bey’in oryantalist resimlerine de ciddi biçimde yer
veriliyor ki; onun yerli halka nasıl da, tam da
Avrupalılar gibi bir ‘numune’ olarak baktığı iyice
anlaşılsın.
Zaman, Haber: Jülide Karahan, 30.04.2013
|
 |
TARİH YANA KAYDI!
Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de yapımı devam parkın yanında bulunan ve yolla kesişen 105 yıllık bina, 10 metre kaydırıldı. Şehrin tarihi ve merkezi yerlerinden biri olan Fuzuli Sokağı'nda 70 bin metrekarelik alana park çalışması başlatan Bakü Valiliği önce çevre düzenlemesi yaptı.
Altında 3 bin 500 araçlık otopark, içerisinde çok sayıda havuz, fıskiye ve egzotik ağacın bulunacağı parkın yapımı için çevredeki bazı binalar istimlak edilerek yıkılırken, belediye ve valilik yetkilileri, parkın hemen yanında bulunan ve parka gelecek yolla kesişen 105 yıllık tarihi binayı yıkmak yerine, kaydırmaya karar verdi.
4 GÜNDE KAYDIRILDI
Asırlık binanın kaydırılması için 210 adet özel hidrolik düzenek kuruldu ve bina bu düzenekler aracılığıyla 9 hidrolik araç tarafından kaydırıldı. Kaydırma işleminde kullanılan düzeneklerin 8 büyüklüğünde depreme dayanıklı olduğu ifade edildi. Bakü Valisi Hacıbala Abutalıbov, kaydırma işleminin 4 gün sürdüğünü, binanın yeni temelinin oluşturulmasınınsa 2 haftayı bulacağını söyledi.
Habertürk, 30.04.2013
|
300 YILLIK EL YAZMASI SON ANDA KURTARILDI
Van Emniyeti, tarihi eser kaçakçılarına yönelik
yaptığı operasyonda 300 yıllık Süryanice el yazması
ele geçirdi. Kitabı inceleyen bilirkişi, kitabın
keçi derisiyle kaplı filigranlı olduğu ve paha
biçilemediğini belirtti. Olayla ilgili 1 şüpheli
gözaltına alındı.
Organize Suçlarla Mücadele ekipleri, ihbar
üzerine tarihi eser kaçakçılarının peşine düştü.
Yapılan teknik takip sonucu şüpheli A.Ö., Şerefiye
Mahallesi Musa Anter Parkı’nda yakalandı. A.Ö.’nün
üzerini arayan polisler, yağlı kağıda el yazısı ile
yazılmış Süryanice dini bir kitap buldu. Kitabın
bilirkişi incelemesinde orijinal olduğu ve paha
biçilemediği belirtildi. Olayla ilgili gözaltına
alınan A.Ö. ile ilgili soruşturma devam ediyor.
Zaman, Haber: Ahmet Görçüm, 30.04.2013
|
|
KAYIP KITA GÜN YÜZÜNE ÇIKTI!

1200 yıl önce
Mısır kıyıları açıklarında sular altına
gömüldüğü rivayet edilen kayıp şehir
Heracleion,
3D teknolojisi yardımıyla tekrar gün yüzüne
çıktı.
Antik
Mısır şehri
Heracleion'un zamanında
Akdeniz'deki en büyük ticaret merkezi olduğu
düşünülüyor. Kleopatra'nın bizzat açılışını yaptığı
kutsal bir tapınağa da sahip olduğu iddia edilen ve
2001 yılında şans eseri keşfedildiği günden bugüne
kadar hakkında türlü arkeolojik çalışmaların
yürütüldüğü antik kentin zamanındaki görünümünün,
bugün
3D teknolojinin yardımıyla bir haritaya
dökülmesi başarıldı.
Heracleion antik kenti, aynı kayıp kıt'a
Atlantis gibi uzun yıllar bir efsane olarak kulaktan
kulağa yayılıyordu. Fakat 12 yıl önce, denizaltı
arkeologu Dr Franck Goddio, 18. yüzyıldaki Nil
savaşında sulara gömülen Fransız gemilerini
araştırmak için başlattığı çalışmasında şans eseri
bir şekilde antik kentin hazineleri ile karşılaştı.
Yön değiştiren çalışmalar sonucunda antik kentin
kalıntıları üzerindeki kum ve çamur tabakası
kaldırıldığında ise 1.200 sene önce
Heracleion'da hayatın ne kadar zengin ve
ihtişamlı olduğunu kanıtlayan ipuçlarına ulaşıldı.
1.200 yıl önce
Akdeniz'in ticaret merkezi olduğu düşünülen
şehirde arkeologların 64'ten fazla gemi kalıntısına
ulaştığı kaydedildi. Bu sayının şimdiye kadar salt
bir bölgede ulaşılan en fazla sayıdaki gemi olarak
kayıtlara geçtiği belirtildi. Arkeolog grubunun
ayrıca 700'den fazla gemi çapasıyla birlikte
ticarette kullanılan bronz ve taş paralara da
ulaştığı kaydedildi. Çalışmalarda ayrıca
Kleopatra'ya
Mısır'ı yönetmesi için güç verdiğine inanılan
efsanevi Amun gareb tapınağının kalıntılarına
ulaştığı da bildirildi. Oxford Üniversitesi Deniz
Arkeolojisi Direktörü Dr Damian Robinson, antik
kentle ilgili olarak, 'Şaşırtıcı derecede iyi
muhafaza edilmiş.' şeklinde konuştu. Dr Robinson
ayrıca çalışmalar sonucunda antik kentin iktisadi
özellikleri hakkında da birçok bilginin gün yüzüne
çıktığını ifade etti. “Bu arada Yunan ve
Fenikelilerden gelen birçok şey var” sözleriyle
antik kentteki ticaretin çapına dikkat çeken Dr
Robinson, yapılan çalışmaları 'heyecan verici'
olarak nitelendirdi.
Habertürk, 29.04.2013
|
|
'SOYUT KOMPOZİSYON'A 700 BİN LİRA
Bali
Müzayede’nin 27 Nisan Cumartesi günü Sofa Hotel’de
gerçekleştirdiği klasik, çağdaş resimler ve hat
sanatı eserlerinin satışa sunulduğu müzayedesinde
Mübin Orhon’un "Soyut Kompozisyon"u, müzayedeye
telefonla bağlanan bir koleksiyoner tarafından 700
bin liraya satın alındı.
Toplam 264 eserin satışa sunulduğu müzayedede
Odoardo Toscani’nin "Mihrimah Sultan Camii ve
Çeşmesi" eseri 625 bin liradan, Erol Akyavaş’ın
"İsimsiz Yer"i 675 bin liradan, Hoca Ali Rıza’nın
"Peyzaj"ı 375 bin liradan alıcı buldu. Yazımı h.1217
(1802) yılında tamamlanmış, Hattat Galatalı Naili
Efendi’nin Kur’an-ı Kerim’i 400 bin liradan satıldı.
Akşam, 29.04.2013
|
SİLUETİ BOZAN GÖKDELEN ASLA TRAŞLANMAMALI
Diyorlar
ki “İstanbul’a hangi açıdan bakmanız gerektiğine siz
karar verin”. Haklılar.
Siluet nedir? Siluet karaltıdır, uzaklardan yükselen
gölgedir, bir çizgidir. Bir şehri önce siluetiyle
sevmek mümkündür. Ama bir şehri sadece siluetiyle
sevmekte, manav tezgahlarının ön sırasına dizilen
mostralık elmaları hatırlatan bir yan vardır. Kurtlu
yanları arkaya döndürülmüş, diğer yüzleri kadifeyle
parlatılmış elmalardan bir kuledir. Siluet,
fotoğraflarda hangi profilden burnunun daha iyi
çıktığını önceden çalışmış bir adamdır; uzaktan
bakıldığında göz çevresi çatallarını görünmez yapan
fondöteni keşfetmiş kadındır.
Şehirlerin siluetleri önemlidir. O insansız gölgenin
altında insanların nasıl yaşıyor olabileceğine dair
fikir verir. Hükümetlerin, belediyelerin ve halkın
neyi önemsediğini anlarsınız. Şehirlerini neye
benzetmek istediklerini, neyi arzuladıklarını,
tarihin ve yeninin onlar için ne demek olduğunu...
Kıyıların kime ait göründüğü, yeşilin miktarı,
alçacık binaların arasından nelerin göğe doğru
yükselebildiği, o kentte, o ülkede iktidarın nasıl
kullanıldığına dair ipuçları içerir. Şehirlerin
siluetleri önemlidir ama siluet şehirde neye önem
verdiğinizin gölgesidir sadece.
Kılıflar hazır
2011’in eylülünde Radikal’den Ömer Erbil,
Zeytinburnu Belediyesi hudutlarındaki o üç
gökdelenin tarihi yarımadanın minareleri arasından
filizlenişini işaret ettiğinde daha vinçlerin motoru
sıcak, ‘yaşam alanlarının’ çimentosu ıslaktı.
Sultanahmet Camii’nin böğründen daha da yükselecek
kulelere tepki büyük oldu. Mimarlar Odası çok
önceden tehlikeyi raporlaştırmıştı ama Büyükşehir
Belediye Başkanı bir ihmal bulunduğunu o haberle
itiraf etti. Dedi ki: “Farklı girişimlerimiz var.
Daha sonra açıklarız”.
Velhasıl OnaltıDokuz isimli üç gökdelenlik proje
tamamlandı. Hatta 1+1 ve 2+1’lerden sadece altıncı
katta kalmış. Ederi 2 milyon 700 bin TL olan daha
yukarıdaki 4+1’lerden de çok az kaldığı söyleniyor.
Fakat Başbakan sahibine küsmüş.
Bir yandan hepimiz iyi biliyoruz ki, Başbakan
Erdoğan’ın gönül kırgınlığını açıkça beyanından
sonra şimdiye dek belki kağıt üzerinde tam olan her
şey değişecek. Zor diyorlar ama belki de bina
cerrahisinin son teknolojisiyle kadraja giren
fazlalık dilimlenecek. Başbakan küstüyse, zor diye
bir şey yok.
Oysaki Mimarlar Odası raporlarının göz ardı edilişi,
koruma kurullarının zaten hayatımızdan çıkışı,
birtakım bilirkişi kombinasyonlarıyla işlerin
şıpınişi değiştirilişi, sistematikleşmiş bir pratiği
gösteriyor. Misal Emek Sineması hadisesini çok iyi
anlatacak birkaç veriden biri: Uygulama projesinin
dayanağı olan raporda imzası bulunan İTÜ Mimarlık
Fakültesi’nden Prof.Dr. Kemal Kutgün Eyüpgiller,
aynı zamanda projenin danışmanlarından biri. Böyle
işler...
Endüstriyel miras kapsamındaki tarihi fabrikalar
rezidanslaşır, çivi çakılamayacak tarihi yarımada
otellerden müteşekkil bir turizm setine dönerken,
yoksullar merkez dışına süpürülürken, hayat
AVM’leşirken ve hepsinin bin türlü kılıfı hazırken
diğer yanda bir siluet fetişizmi...
“İstanbul’a hangi açıdan bakmanız gerektiğine siz
karar verin”, 360 derece kent manzarası vaat eden
OnaltıDokuz kulelerinin satışında kullanılan bir
cümle. Ve haklılar. İstanbul’a hangi açıdan
baktığınız mühim. Eğer tüm bunların ortasında sadece
tarihi silueti bozan bu kulelerden yakınıyorsanız,
şahsen öylece durmalarından yanayım. Demek sizi
rahatsız eden sadece bu; bırakalım anıt gibi
kalsınlar öyle. Siz de İstanbul’a bakarken içi
acıyanlara eklenin.
Radikal, Yazı: Pınar Öğünç, 29.04.2013
|
İŞTE GERÇEK ROMEO JÜLYET'İN MEZARI
Romanya'nın Cluj kentinde bir kilisede yapılan arkeolojik kazılar sırasında, el ele tutuşmuş halde bir erkek ile bir kadın iskeletine rastlandı.
Erkek iskeletin kalçasına aldığı bir darbe dolayısıyla öldüğü saptanırken, kadın iskeletinin görünürde bir darbe almamış olması bilim adamlarına, kadının sevgilisinin ardından üzüntüden kalp krizi geçirmiş olabileceğini düşündürttü.
Yaklaşık 500 yaşındaki iskeletlerin gömüldüğü yer itibariyle zengin bir çifte ait olabileceği belirtildi.
Sabah, 29.04.2013
|
|
SURİYE VAKTİYLE KABE'Yİ DE MANCINIKLA YIKMIŞTI
Klasik İslam
sanatının en güzel örneklerinden olan Halep'teki
Emevi Camii'ne geçen hafta tank ateşi açıldı ve
camiin bundan 900 küsur sene önce, 1090'da inşa
edilmiş olan minaresi yerle bir edildi...
Muhalif güçlerle Beşşar Esed'in
askerleri şimdi birbirlerini suçluyor,
"Ateş
eden biz değildik, karşı taraftı" diyorlar.
Askerler camiye ateş açmadıklarını iddia ederlerken
muhalifler de "Esed'in din yahut imanla
hiçbir alakasının bulunmadığını bu son hadise
gösteriyor" havasına girdiler...
Olaylar karşısında tepki gösterip karşılık vermenin,
hatta bu tepkilerde insana yakışır şekilde
davranmamanın bile bir hududu vardır ama Halep'teki
bin senelik Emevi Camii'nin top ateşine tutulmasını
"insanlık dışı"
hatta
"hayvanlık" diye nitelemek, bu işin
sorumluları için layık olmadıkları bir övgü
sayılır...

HAZRETİ EBUBEKİR'İN TORUNU
Kabahat sadece Esed'in askerlerinde
mi? Tabii ki hayır! Halep'teki
"Cephetu'n-Nusra", yani
"Zafer
Cephesi" adını taşıyan muhalif grup
kendilerine üs olarak Emevi Camii'ni seçmiş,
silahları ile birlikte camie yerleşip etraftaki
birliklere ateş açmışlar;
Esed'in
askerleri de karşılarında bir cami bulunup
bulunmadığına bakmadan ateşe karşılık verince, olan
900 küsur yaşındaki minareye olmuş!
Karşılarında kim ve ne olursa olsun güç kullanarak
ezip geçmeye çalışmak Suriye'de çok eski bir
adettir, hatta bundan 14 asır önce
Hazreti
Muhammed'in torunu
Hazreti Hüseyin'i
Kerbela'da şehid etmekten çekinmeyen Şamlı askerler
Mekke üzerine de yürümüş, Kabe'yi yağlı paçavralarla
ateşe vermiş, bununla da yetinmemiş ve mancınıklarla
taşa tutup yıkmışlardır.
İşte, İslam tarihine "büyük fitnelerden
biri" şeklinde geçen ve başrolde Emevi
Halifeleri ile Abdullah bin Zübeyr'in
bulunduğu hadisenin ayrıntıları:
Abdullah bin Zübeyr, "aşere-i mübeşşere"den,
yani Hazreti Muhammed
tarafından
"cennetle müjdelenen on kişiden"
biri olan Zübeyir'in oğlu idi.
Annesi olan Esma, Hazreti Ebubekir'in
kızıydı ve peygamberin hanımlarından
Hazreti
Ayşe, Abdullah bin Zübeyir'in teyzesi
oluyordu.
Abdullah, 624 Mayıs'ında Medine'de
dünyaya geldi; adını bizzat peygamber koydu ve genç
yaşlarında Suriye, Mısır, Cürcan ve Taberistan
seferlerine katıldı.

KOÇUN BOYNUZLARI DA YANDI
Dört Halife Devri'nden sonra
Muaviye'nin
Şam'da hilafetini ilan etmesine karşı çıkan
Abdullah, Muaviye'nin oğlu
Yezid'in
de halife olup Kerbela'da yaşattığı facianın
ardından Emeviler'e karşı Medine'de başlayan
muhalefetin lideri kabul edildi.
Mekke'de yaşanan ve Kabe'nin yakılıp yıkılmasına
kadar uzanan rezaletler,
Yezid'in
Medine'den Mekke'ye geçen
Abdullah'ın
üzerine ordular göndermesi ile başladı.
İlk orduya, Abdullah'ın rakibi olan
ve Yezid tarafını tutan kardeşi
Amr bin Zübeyr
kumanda ediyordu.
Yezid, Amr'ın Mekke'ye girmesinin
ardından bir baskınla esir alınarak hapsedilmesi
üzerine, Mekke'ye bu defa
Müslim bin Ukbe'nin
kumandasında bir başka ordu gönderdi.
Müslim
yolda ölünce ordunun başına
Hüseyin
bin Numeyr geçti, 24 Eylül 683'te Mekke'yi
kuşattı ve Yezid'in Suriye'den
gönderdiği askerlerin fırlattıkları yağlı
paçavralar, Kabe'nin örtüsünün, ahşap kısımlarının
ve içinde muhafaza edilen bazı eşyaların yanmasına
sebep oldu. Allah'ın Hazreti İsmail'e
kurban etmesi için gönderdiği koçun o zamana kadar
saklanan boynuzları bile yanmıştı!
64 gün boyunca devam eden kuşatma
Yezid'in
ölüm haberinin gelmesi üzerine kaldırıldı ve
Abdullah bin Zübeyr, Şam askerinin
çekilmesi üzerine Mekke'de halifeliğini ilan etti.
Bu sırada Şam'da Yezid'in yerini
alan iki halife de ardarda ölmüş, Emevi hilafetine
Mervan bin Hakem
geçmişti. Mekke
dışındaki diğer İslam toprakları halife olarak
Abdullah'ı tanımak üzere iken
Mervan vaziyete hakim oldu, ancak o
da ölünce yerini oğlu
Abdülmelik
aldı ve İslam dünyasında aynı anda iki halife hüküm
sürmeye başladı: Suriye, Filistin ve Mısır'da
Abdülmelik; başta Hicaz olmak üzere
Arap yarımadasında da
Abdullah
halifelik ediyordu...
KABE'YE SALDIRI İZNİ
Abdullah bin Zübeyr, halifeliği sırasında
Şam'dan gelen Emevi askerlerinin tahrip ettikleri
Kabe'yi yıkıp yeniden inşa etmeye, hatta eski
asırlardaki haline getirmeye karar verdi. İnşaatta
kullanılacak kireci Yemen'den temin etti, bütün
duvarları tekrar yaptırdı, yüksekte bulunan kapıyı
yer hizasına getirdi ve Kabe'ye yeni bir kapı daha
açtırdı.
Emevi Halifesi Abdülmelik
ise,
değişik bölgelerde mücadelelerle geçen sekiz senenin
ardından, 691 senesinin son günlerinde Mekke'ye
Haccac bin Yusuf'un kumandasında
önce iki bin kişilik bir ordu gönderdi. Ardından da
beş bin kişilik destek birlikleri yolladı ve
Haccac'ın Abdullah'ı
devirebilmesi için Mekke'ye ve Kabe'ye saldırmasına
da izin verdi.
Emevi ordusunun Mekke'yi kuşatması üzerine açlık
başgösterdi. Şam'dan gelen askerler şehri ve Kabe'yi
Ebu Kubeys Dağı'na kurdukları mancınıklarla taş
yağmuruna tuttular ve Kabe yeniden enkaz haline
geldi. Mekkeliler açlık yüzünden binek hayvanlarını,
hatta Emevi askerlerin mancınıklarla hakaret
maksadıyla fırlattıkları köpek leşlerini bile yemek
zorunda kaldılar.
Şehirde vaziyetin çok daha fena bir hal alması
üzerine Abdullah bin Zübeyir'i
destekleyenlerden bazıları şehri terkettiler ve
Mekke'yi müdafaa edecek gücü kalmayan
Abdullah, teslim olmak yerine savaşarak
ölmeyi tercih etti. Yaptığı bir çıkış harekatı
sırasında katledildi, başı kesilerek Şam'a, Halife
Abdülmelik'e gönderildi, başsız
cesedi günlerde asılı bırakıldı ve defnedilmesine
annesinin, yani Hazreti Ebubekir'in
kızı olan Esma'nın ricaları üzerine
izin verildi.
Abdullah'ın hilafetine son
verilmesinin ardından, Kabe'de yapılan
değişiklikleri haber alan Emevi Halifesi
Abdülmelik, kutsal mekanın eski haline
döndürülmesini emretti. Savaştan sonra Mekke'de
kalmaya devam eden Haccac,
halifenin talimatı ile
Abdullah'ın
Kabe'ye ilave ettirdiği kısımları yıktırdı ve
yeniden Kabe, Hazreti Muhammed'in
zamanındaki haline getirildi. Kutsal mekanın planı,
bugün hala Abdülmelik
devrinde
yapılan son inşaatın izlerini taşır.
İslam dünyası, Şam'dan gönderilen Emevi ordusunun
Kabe'yi mancınıklarla yıkmasına kadar uzanan acı
olayların sorumlularını senelerce tartıştı.
Genel kanıya göre bütün kabahat, saltanatını
güçlendirmek maksadıyla Mekke'ye ordu gönderip
askerlerinin Kabe'ye de saldırmalarına izin veren
Emevi Halifeleri Yezid
ile
Abdülmelik'e aitti ama bir diğer kesim,
Emeviler'in yanısıra Abdullah bin Zübeyr'i
de suçladı. Abdullah'ın şehri ve
kutsal mekanı korumak maksadıyla karargahını
Kabe'nin hemen yanıbaşına kurmakla ve Kabe'yi
kendisine kalkan olarak seçmekle hata etmiş olduğuna
inandılar.
Suriyeliler, bundan 14 asır önceki bu
umursamazlıklarını geçen gün Halep'te de gösterdiler
ve Emevi Camii'ni harabeye çevirdiler!
Kabe'ye
saldıran Ebrehe'ye taş yağdıran Ebabil kuşları
"Ebabil kuşu"
bir çeşit dağ
kırlangıcıdır ve Kur'an'ın
"Fil Suresi"nde
Kabe'ye yapılan bir saygısızlığın cezasını
hatırlatmak için bu kuşlardan bahsedilir...
Habeşistan'ın Hristiyan olan Yemen Valisi
Ebrehe, Yemen'de bir kilise inşa ettirmiş
ama Kinane kabilesine mensup bir Arap kiliseye
hakaret etmiştir.
Ebrehe, hakaretin öcünü almak için
570 yılında ordusunun toplar ve Mekke'ye yürür.
Ordusunda filler de vardır ve filler Kabe'yi
yıkmasına yarayacaklardır!
Ama, tam Kabe'ye yaklaştığı sırada filler başka
tarafa doğru kaçışırlar ve o anda gökte Ebabil
kuşları belirir. Gagalarında ve ayaklarında yakıcı
taşlar vardır, taşları
Ebrehe'nin
askerlerinin üzerine fırlatmaya başlarlar.
Ebabillere hedef olan Habeş askerleri hemen oracıkta
ölür, Ebrehe de etleri dökülerek
çırpına çırpına can verir...
İlahi felaket bu kadarla da kalmaz, Habeş ordusunda
çiçek ve kızamık salgınları çıkar,
Ebrehe'nin
kuşların taşlardan kurtulan askerleri de salgında
yokolur giderler.
Ne zaman fena ve olmayacak bir iş edilecek olsa
söylenen "Tepemize taş yağacak"
yahut "Başımızda Ebabil uçacak"
gibisinden deyimler, taaa o devirlerden kalmadır.
Ebabil kuşlarının, bu gidişle Suriye semalarında da
uçması gerekiyor...
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 28.04.2013
|
AĞA CAMİ RESTORASYONU KAYNAĞA TAKILDI

Demirören Alışveriş Merkezi’nin (AVM) inşaatı
sırasında hasar gören 417 yıllık Hüseyin Ağa Camii
restorasyonu, Demirören Grubu’nun ayırdığı 1 milyon
liralık ödenek yetmeyince durdu. Cemaat 5 aydır çivi
çakılmayan inşaatın durması üzerine “Mağdur olduk”
diye isyan etti. Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem,
para sıkıntısı yaşandığını doğrulayarak “Sponsor
olan Demirören Ailesi’nin restorasyon için uygun
gördüğü para yetmedi. Kaynak için yeni protokol
imzalandı” dedi. Demirören Holding yetkilileri, cami
restorasyonu ile Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün
ilgilendiğini belirterek bu konuda açıklama yapmadı.
Üçte biri kaçak inşa edildiği öne sürülen Demirören
Alışveriş Merkezi’nin (AVM) inşaatı Hüseyin Ağa
Camii’ne zarar vermişti. Cami duvarlarında meydana
gelen çatlaklar ve kamuoyunda oluşan tepki üzerine
Demirören Grubu Ağa Camii’nin restorasyonunu
yaptıracağını açıklamış, ‘gururla’ restore ettiğini
cami çevresine asılan panolarla ‘Değerlerimiz için
varız...’ sloganıyla duyurmuştu. Radikal, 2011
yılında başlayan restorasyonu ‘Önce çatlat, sonra
restore et’ başlıklı haberle gündeme getirmişti.
Ancak Kasım 2012’de bitirilmiş olması gereken
restorasyon, bitmeyince etraftaki esnaf isyan etti.
Ağa Camii’ni görüntüledik
Radikal, Ağa Camii’ndeki restorasyonun son halini
görüntüledi. Restorasyon işlemleri duran camiyi
fotoğraflamak için camiye girdik. Caminin her tarafı
kilitliydi. 3 metre yüksekliğindeki duvardan
atlayarak girmek ve fotoğraf çekmek zorunda kaldık.
Duvardan atladığımızı gören Demirören AVM
yetkilileri, 1 çalışan ve 2 kişi göndererek camiden
çıkmamızı istedi. Çıkışta ise sokakta yolumuzu kesen
3 kişi, fiziki müdahalede bulunarak sokaktan
çıkışımıza izin vermedi. Sonrasında polis gelince
tavırları değişti ve bizi alıkoymaktan vazgeçtiler.
Konu ile ilgili Demirören Holding yetkilileri ile
görüştük. Tayfun Demirören’in asistanı Rana Işıker,
ekiplerinin hatalı olduğunu kabul ettiklerini ifade
ederek, “Ekibin bilgisi var bu olaydan. Bu şekilde
bir uygulama hiç hoş olmamış. Talihsiz bir durum
olmuş, gerekli işlemi yapacağız” dedi.
‘Para bitti, inşaat durdu’
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, restorasyonun
devam etmesi için Demirören Grubu ile görüştüklerini
açıkladı. Ertem, restorasyonun devam edeceğini şu
sözlerle açıkladı: “Ödenek sıkıntısı yok, sponsorla
yapıyoruz. Demirören Grubu Sponsorun oraya ayırdığı
para azdı. Şimdi tekrar görüşüldü. Bu para
yetmeyince Demirören ailesi ile görüşüldü. Aile
büyüğü (Erdoğan Demirören) bizim muhattabımız. O
devreye girdi ve bu işi üstlendi. Erdoğan Demirören
işi üstlendiği için restorasyonun devam edeceğinden
kuşkumuz yok.”
Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürü İbrahim Özekinci
ise restorasyon sırasında öngörülmeyen yeni
imalatlar ortaya çıktığını söyledi. Özekinci,
bitirici restorasyon çalışması için keşif çalışması
yaptıklarını belirterek, şunları söyledi: “Demirören
Grubu ile yapmış olduğumuz protokol vardı. Bu
protokol hala geçerli. İlk ihalede bir maliyet
öngörüldü. Daha önce öngöremediğimiz, ancak
yapılması gereken imalatlar ortaya çıktı. Şimdi
Vakıflar Bölge Müdürlüğü olarak yapılması gereken
yeni gelişmeler ışığında yeniden bitirici bir
yaklaşık maliyet çalışması yaptık. Bu maliyet
çalışması tamamlandı. Bizzat Erdoğan Demirören
başkanlığında toplantı yapıldı. İlk keşif bedeli 1
milyon liraydı. Erdoğan Demirören tarafından
yeniden, bir milyon lira daha verildi. Kasım 2012’de
bitirilecekti, yıl sonuna kadar bitirmeyi
düşünüyoruz. 10 gün içerisinde restorasyon tekrar
başlayacak.”
Esnaf isyanda
Cami restorasyonunun 5 aydır durması esnafı
isyan ettirdi.
Abdullah Korun (Esnaf): 5 aydır inşaat durmuş
durumda. İfade edilene göre ödenek bitmiş. Demirören
AVM inşaatı, çevredeki bütün binalara zarar
vermişti. Biz de bu konuda dava açtık ve dava devam
ediyor. Kasım 2012’de bitecek dedikleri cami hala
bitirilemedi. Camiye gidemiyoruz.
Mevlüt Oymak (Esnaf-Cami Derneği üyesi): 55 yıldır
caminin cemaatiyim. 5 aydır camiye gidemiyoruz.
2012’nin kasım ayında caminin bitirileceği
söylenmişti. Ancak aylardır kimse gelmiyor camiye ve
inşaat durmuş durumda.
Beyoğlu ’nun 30 metre altına indi
Kültür Bakanlığı Teftiş Kurulu raporuna göre
Demirören AVM’nin son 2 katı, yeraltına ve arkaya
uzanan blokların bir kısmı kaçak. Yeraltında 30
metre derinliğe inen AVM, bunu yaparken çevreye
zarar vermiş. Raporda Demirören Grubu, inşaat
yaparken tescilli bazı binaları yıkmak ya da zarar
vermekle suçlanıyor. Kurul, AVM’nin üçte birinin
yıkılmasını ve kaçak kısımlara göz yumanların
yargılanmasını istemişti. AVM inşaatı, Fransız Le
Monde gazetesine de konu olmuş ve ‘anarşik
yapılaşmaya’ örnek gösterilmişti.
Radikal, Haber: Fatih Yağmur, 28.04.2013
|
DÜNYA KÜLTÜR MİRASI YOL GEÇEN HANI

UNESCO Dünya Kültür Mirası listesindeki Yedikule
Kapısı’nın bir bölümü 2006’da iş makinesiyle tahrip
edildi. Yıllar içinde genişletilen bölümü önce
yayalar ardından arabalar kullanmaya başladı.
Yedikule’den Ayvansaray’a kadar uzanan ve
İstanbul’un en önemli kültürel miraslarından
biri olan tarihi surların Yedikule Kapısı kısmı
tahrip edilerek yeni bir yol açıldı.
UNESCO Dünya Kültür Mirasları listesinde bulunan
ve korunması gereken tarihi yapıyı yola çeviren
dönüşüm 2006 yılındaki tahribatla başladı. Bölgede
2006 yılında gerçekleşen inşaat çalışması sırasında
bir iş makinesi, ‘kazayla’ surda ilk gediği açtı.
Ama kimse surdaki hasarı umursamadı. Zaman içinde
hasar genişletilerek gedik büyütüldü ve o bölge yola
dönüştürüldü.
Trafik işaret levhalarının bile konulduğu yol, 3
aydır kullanımda. Çevre sakinleri, dar olması
nedeniyle
sadece tek bir aracın geçebildiği Yedikule
Kapısı’nın yetersizliğinden dolayı yolun açıldığını
belirterek, perde arkasında da yeni yapılan
‘Yedikule Konakları’ sitesine ulaşımın kolaylaştırma
çabası olduğunu söyledi.
Zamanla genişletildi
Yıllardır Yedikule çevresinde oturduğunu belirten
Ahmet Başaran, herkesin gözü önünde surların
yıkılarak yola çevrildiğini belirtti.
Başaran, “İş makinesi vurduğunda çok büyük bir
hasarı yoktu. Zaman içinde genişletildi, hiçbir
önlem alınmadı. Biz
gerekli şikayetlerimizi yaptık ancak hiçbir
sonuç alamadık. Binlerce lira değerinde yeni evler
yaptılar buraya. Onlara ulaşımı kolay kılmak için
yıktılar” ifadelerini kullandı.
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, sur
duvarlarındaki tahribatın uzun zaman önce olduğunu
belirterek yolu ilk olarak yayaların kullandığını
söyledi. Zaman içinde yolun genişlediğini ve araç
geçebilecek duruma geldiğini ancak belediye olarak
sur duvarının yıkıntısını genişletme gibi bir
çalışmalarının olmadığını söyleyen Demir, “O bölgede
trafik çok büyük problemler doğuruyor. Surların
yıkıldığını biliyorum. Ancak orası bizim hizmet
sınırlarımız içerisinde değil. Trafik levhalarını da
kimin koyduğunu
bilmiyorum” dedi.
Surların UNESCO Dünya Kültür Mirasları listesinde
olduğunu söyleyen Demir, “UNESCO’yu ilgilendirecek
bir durumun olduğunu düşünmüyorum” dedi. Demir,
tarihi duvarın ‘Yedikule Konakları’ için yıkıldığı
görüşüne katılmadığını da kaydetti. Surların yola
dönüşmesi İstanbul
Büyükşehir Belediye Meclisi’nde de gündeme
geldi.
CHP’li üye Soner Özimer, verdiği önergeyle
UNESCO’nun gelişmeden haberinin olup olmadığını
sordu.
Vatandaş
tepkili
Surların yakınında bir restoran işleten Ümit
Gürler de, belediye ekiplerinin oluşan hasarı
onaracağını beklerken yıkılmış alanın yol
oluverdiğini söyledi. Gürler, “Bu yapılan tarihe
büyük bir ayıptır” dedi. Yedikule sakinlerinden
Mustafa Kızılkaya da “Böyle tarihi bir yapı başka
bir ülkenin elinde olsa açık hava müzesi gibi koruma
altına alınırdı” sözleriyle tepkisini dile getirdi.

Fatih Belediye Başkanı Demir,
sur duvarını genişletme çalışması yapmadıklarını
söyleyerek, “Yol zamanla araç geçebilecek duruma
geldi. Trafik levhasını kimlerin koyduğunu
bilmiyorum” dedi.
Milliyet, Haber: Arif Balkan, 27.04.2013
|
TARİHİ UZUN KÖPRÜ RESTORE EDİLECEK

Edirne'nin Uzunköprü
İlçesi'nde Ergene Nehri
üzerinde bulunan dünyanın en uzun taş köprüsü olma
özelliği taşıyan tarihi "Uzun Köprü" restore
edilecek.
Uzunköprü Belediye Başkanı Enis İşbilen, yaptığı
yazılı açıklamada, Karayolları Genel Müdürlüğü'nden
bir heyetin kendisini ziyaret ettiğini belirtti.
Karayolları Genel Müdürlüğünün, köprünün
restorasyonu için proje hazırladığını aktaran
İşbilen, "Hazırlanan proje, Karayolları tarafından
Anıtlar Kurulu'na sunulacak. Kabul edilmesinin
ardından da ihale süreci başlayacak. Restorasyon
sürecinin 3 yıl sürmesi bekleniyor. Biz de belediye
olarak her türlü desteği vereceğiz. Tarihi eserlere
her zaman değer veriyoruz" ifadelerini kullandı.
-Köprünün tarihçesi-
"Uzun Köprü", Edirne'de Ergene Nehri üzerinde
Anadolu ile Balkanları birbirine bağlayan tek ve
dünyanın en uzun taş köprüsü olma özelliği taşıyor.
İlçeye ismini veren ve eski adı Ergene Köprüsü olan
köprü, 1426-1443 yılında Osmanlı Padişahı 2. Murat
tarafından dönemin başmimarı Müslihiddin'e
yaptırıldı. 174 kemeri bulunan köprü, 1392 metre
uzunluğunda, 6,80 metre genişliğinde.
Osmanlı'nın, Balkanlar'a yapacağı fetihlerde doğal
engel olarak karşısına çıkan Ergene Nehri'ni aşmak
için kurulan köprü, Türk ordusunun akınlarını kışın
da sürdürebilmesini sağladı.
En son 1963'te onarıldığı belirtilen köprünün
restore edilerek ömrünün uzatılması hedefleniyor.
Yeni Şafak, 27.04.2013
|
2500 YILLIK MEZAR SOYGUNU CEZASI: 100 BİN

Define avcılarının talan ettiği ve daha fazla
hırpalanmadan bir gazetecinin ihbarı üzerine yapılan
operasyonla gün yüzüne çıkarılan 2500 yıllık kral
mezarı için yürütülen davada sona gelindi.
Davada adı geçen 22 sanıktan 8’i beraat ederken,
14 sanığa toplam 48 yıl 6 ay
hapis cezası verildi. Lahitin satışına aracılık
ettikleri iddiasıyla yargılanan 6 sanığa 2 şer yıl
hapis cezası verilirken 100 TL idari para cezasına
çarptırıldılar.
Muğla’nın
Milas İlçesi'nde Uzunyuva olarak bilinen alanda
define avcıları tarafından bulunan ve soyulan
Hekotomnus kral mezarı ile ilgili açılan davada sona
gelindi… 22 sanık hakkında sürdürülen davada hakim,
8 kişi hakkında beraat kararı verirken, 14 sanık
toplam 5 yıl ile 2 yıl arasında değişen çeşitli
cezalara çarptırıldı.
Milas’ın Hisarbaşı Mahallesi’nde 1’inci derece
arkeolojik sit alanında yer alan ve Karia Satrabı
Mousolos’un babası Kral Hekatomnos’a ait olduğu
tespit edilen mezar
2010 yılında define avcıları tarafından soyulmuş
soruşturma ise genişletilerek
İzmir,
Ankara,
Antalya,
Bursa,
Manisa,
İstanbul ve Milas’ta jandarma tarafından
operasyonlar gerçekleştirilmiş 22 kişi gözaltına
alınarak adli makamlara sevk edilmişlerdi.
2011 yılından itibaren devam eden mahkeme süreci
13’üncü celsede karara bağlandı. Sanıklardan F. B.
O. Y., H. B. ve H. D.’ye; 2007-2008 yılları arasında
birinci derecede
sit alanı içerisinde bulunan Uzunyuva mevkiinde
kültür varlığı bulmak maksadıyla kaçak kazı
yaptıkları ve kazı neticesinde Kral Hekatomnos’a ait
mezar odasına ulaştıkları, mezar odasında bulunan
kültür varlığı kapsamındaki eserleri boşalttıkları,
zarar verdikleri, sanıkların başka odaları da
bulabilmek amacıyla lahit duvarlarına zarar
verdikleri gerekçesiyle 5’er yıl hapis, 450 TL idari
para cezası verildi.
Sanıklara yardım ettiği iddia edilen R. M.’ye 2 yıl
6 ay hapis cezası, Lahit duvarındaki varak altınları
kazıyarak
kuyumcu M. C. B.’ye sattığı suçlamasıyla
yargılanan H. D.’ye 2 yıl hapis cezası verildi.
2010 yılında kral mezarı üzerinde bulunan evi,
altında mezar odası bulunduğunu bilerek satın
aldıkları iddiasıyla yargılanan A. B., F. B., D. A.
ve M. Ö. ile lahitin satışına aracılık ettikleri
iddiasıyla yargılanan M. S., H. Ö., H. O., E. G., A.
A. ve Ü. Ü.’ye 2’şer yıl hapis ve 100 TL idari para
cezası verildi.
Mezar odasına ulaştıkları ve zarar verdikleri
iddiasıyla yargılanan M. S., F. E., F. B., Ü. Ü. A.
B. ile H. B. tarafından lahit duvarından kazındığı
varak altınları satın aldığı iddia edilen kuyumcu M.
C. B. ve altınları sattığı iddia edilen H. B.’nin
beraatına yine lahidin satışına aracılık ettikleri
iddia edilen U. B., K. K., E. K., M. Ç., O. Y., N.
K., A. G.’nin delil yetersizliğinden beraatına karar
verildi.
Milliyet, 27.04.2013
|
YÖRÜK KÖYÜ'NDEKİ TARİHİ EVLER RESTORE EDİLECEK

Safranbolu
İlçesi'ne bağlı, 1997'de
koruma altına alınan Yörük Köyü'nde bulunan
tarihi 40 evin restorasyonu yapılacak. Karabük
Valisi İzzettin Küçük, yaptığı açıklamada,
Safranbolu'ya 11 kilometre uzaklıktaki köyün,
tarihi konaklar, çamaşırhane, cami ve çeşme gibi
eserlerle bir Osmanlı köyünün bütün
özelliklerini yansıttığını söyledi.
Küçük, 1997'de tarihi yapılarının zenginliği
nedeniyle köyün koruma altına alındığını dile
getirerek, "Estetik unsurlardan vazgeçilmeden
inşa edilen konaklar, toplumsal yaşama ait
mimari özelliklerinin yanı sıra birbirlerinin
manzarasını engellememesi nedeniyle de ayrı bir
öneme sahip. Dünya mirası olma hedefi olan
köyümüzde, tarihi yapılar elden geçiriliyor.
Tarihi mimarisiyle önemli bir değer kazanan
Yörük köyünün varlığını sürdürebilmesi
önemlidir. Bu
bağlamda 40 tarihi ev restore edilecek" şeklinde
konuştu.
Restorasyon görecek tarihi evlerin ödeneğini
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın üstlendiğini
vurgulayan Küçük, "Bu yıl içinde Kültür ve
Turizm Bakanlığımız, bu 40 tarihi evin iç ve dış
projesini çizecek. 2014 yılında ise restorasyon
çalışmasına başlayacak. Bu, büyük bir
çalışmadır. Evlerin
restorasyonu 20 milyon liraya yapılacaktır"
dedi.
Star Gazete, 27.04.2013
|
SURİYE MÜZELERİNDEN 4 BİN TARİHİ ESER KAYBOLDU
Avrupa Müze Akademisi (EMA) tarafından 1996 yılından
bu yana Avrupa'daki endüstri, teknoloji ve bilim
müzelerine verilen 'Micheletti ödülü' tören programı
ve EMA yıllık toplantısı, akademinin Türkiye
temsilciliğini yürüten Büyükşehir Belediyesi'nin ev
sahipliğinde Bursa'da başladı.
Atatürk Kongre Kültür Merkezi (Merinos AKKM)
Hüdavendigar Salonu'nda Avrupa'dan, Balkanlardan,
Ortadoğu'dan ve Kuzey Afrika'dan gelen müzecilerin
iştirakiyle yapılan programın açılışında konuşan EMA
Başkanı Andreja Rihter, toplantının sadece müze
çalışanlarını mutlu etmediğini, uluslararası müze
bilgisine de katkı sunduğunu söyledi.
EMA olarak projeler ve atölye çalışmalarına devam
ettiklerini belirten Rihter, özellikle Avrupa müze
kültürünü farklı bölgelere tanıtmak istediklerini
ifade etti. Avrupa'nın ve diğer bölgelerin kültürel
mirasının kaybolduğunu dile getiren Rihter,
çalışmalarla bu değerlere sahip çıkmak için
uğraştıklarını söyledi. Rihter, Bursa'daki müze
çalışmalarını yakından tanıma imkanı buldukları için
mutlu olduğunu söyledi.
Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanvekili Abdullah
Karadağ ise medeniyetlerin kaynaşma noktası olan
Anadolu'nun her adımında tarihin yattığını belirtti.
Türkiye'nin sahip olduğu kültürel zenginliğini
geleceğe yön vermesindeki sır olduğunu anlatan
Karadağ, 'Büyükşehir Belediyesi olarak EMA ile
birlikte yaptığımız toplantının amacı, ülkelerin
müzecilik anlayışının paylaşımıdır. Projenin,
Türkiye'deki müzeciliğe katkı vereceğine inanıyoruz.
Müzeler, geçmişin ve bugünün buluşma noktasıdır.
Hayatın her alanına ışık tutmaktadır. Bursa,
binlerce yıllık medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve
eserlerini barındırmıştır. Büyükşehir Belediyesi bu
dönemde 5 müzeyi faaliyete geçirmiştir. Türkiye'den
Bursa Merinos Enerji Müzesi ile Micheletti ödülünün
adaylarından biriyiz. Müzeciliğe önem verin isimleri
Bursa'da ağırladığımız için mutluluk duyduk' dedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Daire Başkanı
Zülküf Yılmaz, Türkiye'deki müzecilik ve yapılan
faaliyetler hakkında bilgi verdi. Müzelerin bir
toplumun hafızası olduğunu söyleyen Yılmaz, idari
manada 105 müze müdürlüğü bulunduğunu, Kültür
Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bağlı 188
müzenin ve 130 civarında ören yerinin hizmet
verdiğini açıkladı. Müzelerde 3 milyon 200 bin
dolayında kültür varlığı bulunduğunu ifade eden
Yılmaz, Türkiye genelinde 174 özel müzenin de hizmet
verdiğini hatırlattı. 2013 yılında 18 müzenin ve 10
tane de özel müzenin ziyarete açılacağını söyleyen
Yılmaz, 'Ne yazık ki 1800'lü yıllardan itibaren
ülkemizdeki pek çok kültür varlığı çeşitli
sebeplerden yurtdışına çıkarılmıştır.
Önemli kısmı yasadışı yollarla yurtdışına çıktığını
biliyoruz. Birçoğunu tespit ettik. Çalışmalarımız
sürüyor ve bazı kültür varlıklarını ülkemize geri
getirdik. Bazıları kendi irademizle diğer ülkelere
gönderildiğini iddia ediyor. Hangi uygarlık mensubu
kendi geçmişine ait mezar sandukasını hediye olarak
verebilir? İbadet mekanı olan Beyhekim Camii'nin
mihrabını hediye olarak verir? En azından yasadışı
olarak dışarı çıkartılan kültür varlıklarımızı talep
ediyoruz. Öte yandan müze çalışmalarının yanı sıra
kazı çalışmalarına önem veriyoruz' diye konuştu.
Konuşmaların ardından 'Müzelerde yenilikler ve
gelenekler: Türkiye, Balkanlar, Ortadoğu, Orta Asya,
Kırım, Kuzey Afrika ve Avrupa' konulu toplantının
ilk oturumuna geçildi. EMA Direktörü Massimo
Negri'nin yönettiği oturumda EMA Türkiye Temsilcisi
ve Türkiye Tarihi Kentler Birliği Müzeler Danışmanı
Ahmet Erdönmez tarafından '21. Yüzyılda Türkiye'de
müzecilik kavramı ve yeni fikirler' başlıklı sunum
yapıldı.
Sivil toplum örgütlerinin, yerel yönetimlerin ve
özel teşebbüsün son 10 yılda müzeciliğe bakış
açısının değiştiğini anlatan Erdönmez, Bursa'daki
Osmanlı'nın son dönemi ile Cumhuriyet döneminin ilk
yıllarına ait sanayi mirasının dönüşümünün çok rahat
görüldüğünü anlattı. Türkiye'de sermaye kesiminin
müzelere sıcak bakmasının da müzeciliğin daha hızla
gelişmesine katkı sunacağını aktaran Erdönmez,
'Türkiye'de müzecilik gelişiyor. Bursa'da şuanda
toplam 5 tane müze var. Sadece Tekstil Müzesi 7 bin
metrekare, Enerji Müzesi 3 bin 500 metrekaredir. Bu
heyecan Türkiye'deki yerel yönetimlere geldi.
Türkiye'deki müzeciliğin, 21. yüzyıl sonunda
dünyanın en önemli müzecilik ülkelerinden birisi
olacağına inanıyorum. 12 bin yıldır insan yaşamını
temsil eden Anadolu toprakları, aslında açık hava
müzesidir' dedi.
'Üsküp Müzeleri' konulu bir sunum yapan Sanat
Tarihçi ve Makedonya Üsküp Milletvekili Behicuddin
Şehabi ise, Üsküp'ün tarihi ve sahip olduğu 7 müze
hakkında konuklara detaylı bilgi verdi. 'Türksoy ve
somut olmayan kültürel mirasın korunması projeleri'
konulu sunum yapan Türksoy Kazakistan temsilcisi
Askar Turganbayev ise, 6 bağımsız Türk devletinin
yanında bağımsız olmayan birçok Türk topluluklarının
somut olmayan kültürel mirasının da koruma altına
alınması gerektiğini dile getirdi.
'Arap dünyasında modern müzeler' konulu sunum yapan
Lübnan Üniversitesi Sanat ve Mimari Enstitüsü'nden
Khaled Tadmori, Arap ülkelerindeki müze
çalışmalarını anlattı. Katar ve Birleşik Arap
Emirlikleri gibi ülkelerin ulusal kimliklerini
yeniden şekillendirmek için sanata önem verdiklerini
söyledi. Arap-İslam toplumlarının 11 Eylül sonrası
imajlarını değiştirme çabasında olduğunu dile
getiren Tadmori, doğu ve batı arasında kültürel
köprü olmayı hedeflediklerini dile getirdi. Abu
Dabi'de 3 tane devasa ve son teknolojiyle donatılmış
müze yapımına başlanacağını açıklayan Tadmori, 50
yıl öncesine kadar bedevi köyü olan Abu Dabi'nin şu
anda bölgesinin İsviçre'si haline gelerek sakinlik
ve refah bölgesi olduğunu hatırlattı.
Müzelere ödünç sanat eseri getirebilmek için dev
bütçelerin ayrıldığını aktaran Tadmori, Arap
coğrafyasında birçok modern müze mimari örneğinin
bulunduğunu ifade etti. Suriye'de yaşananlara dikkat
çeken Tadmori, 'Zengin bir kültürel mirasa sahip
olan Halep her geçen gün yok oluyor. Akademisyenler
olarak bu yıkıma bir şeyler söylemeliyiz. Bugüne
kadar Suriye müzelerinden 4 bin civarında kültürel
miras kayboldu. UNESCO koruma altına aldığı Roma
kalıntıları her gün uğradığı saldırılar sonucu
yakılıyor. Suriye'nin ve dünyanın kültürel mirasını
korumak için hep birlikte harekete geçmeliyiz' dedi.
Günün ikinci oturumunda ise Kırım Tatar Sanat Müzesi
Müdürü Safiye Eminova tarafından 'Kırım'daki
müzecilik anlayışı ve Kırım Türkleri abidelerinin
bugünkü durumu', Mansura Üniversitesi İslam Eserleri
Bölüm Başkanı Abdullah Atiyye tarafından 'İslam
Sanatı Müzesi', EMA Yönetim Kurulu Başkanı Win van
der Weiden tarafından 'Heritage in Motion' konulu
sunumlar yapıldı.
Oturmalarının ardından ise 'Micheletti ödülü'ne aday
21 müzenin sunumları yapıldı.
Sabah, 26.04.2013
|
MUDANYA MÜTAREKE EVİ RESTORE EDİLİYOR
Bursa Büyükşehir Belediyesi'nce hazırlanan proje ile
Mudanya Mütareke Evi'nde restorasyon çalışmaları
törenle başladı.
Büyükşehir Belediye
Başkanı
Recep Altepe, törende yaptığı konuşmada,
Bursa'daki değerleri gün ışığına çıkarmaya devam
ettiklerini söyledi.
Kurtuluş Savaşı'nda
ateşkesin ilan edildiği mütareke evinin, yılların
yorgunluğunu taşıdığını belirten Altepe, "Başlatılan
restorasyon çalışmasıyla daha önce verdiğimiz sözü
tuttuk. Bu tarihi binayı yenileyip çevre
düzenlemeleriyle eksiklerini gidermeyi ve yine müze
olarak halkın ziyaretine sunmayı hedefliyoruz" dedi.
Bursa'nın ve
Mudanya'nın yüzlerce yıllık kültür ve
medeniyetin izlerini taşıdığını dile getiren Altepe,
"Kentin tarihi birikimini ortaya çıkarıyoruz.
Kurtuluş Savaşı sonrası
Türkiye'nin ilk siyasi başarısına ev sahipliği
yapan
Mudanya Mütareke Evi, 19. yüzyıl başlarında Rus
asıllı tüccar Aleksandr Ganyanof tarafından
yapılmış, 1937'den sonra müze olarak kullanılmıştır.
Bina, restorasyonun tamamlanmasının ardından yine bu
alanda hizmet vermeye devam edecek" diye konuştu.
Altepe, çürümüş durumdaki
tüm ahşap imalatların aslına uygun olarak
yenileneceğini vurgulayarak, şunları kaydetti:
"Projede ve raporlarda
belirtilen özgün kapı ve pencereler ilaçlanıp bakımı
yapılarak korunacak, bina etrafında çevre düzenleme
imalatları yapılacak, sağlam durumda olan tüm ahşap
elemanlar ilaçlanacak. Ayrıca sıvaların raspa
işlemleri yapılıp taşıyıcı elemanlarda görülen bütün
çatlaklar onarılacak. Baca imalatları yapılacak. Dış
cephede çürüyen yağmur iniş boruları ve oluk, dere
imalatları çinko malzemeden yapılacak. Bina giriş
tabelası, ofis mahallerinde duvar koruma bantları ve
ferforje imalatları yapılıp, çatı da
güçlendirilecek. Çatı arasına ayrıca ısı yalıtım
malzemesi serilecek."
Altepe,
Mudanya Mütareke Evi'nin sonbaharda yeniden
hizmete sunulacağını sözlerine ekledi.
Konuşmaların ardından
restorasyon çalışmalarını başlatan Altepe ve
protokol üyeleri, binayı gezdi.
haberler.com, 24.04.2013
|
ESKİ BİNA 'YAZMA ESERLER KÜTÜPHANESİ' OLUYOR
Balıkesir'de, 1911 yılında inşa edilen ve uzun
yıllar Ziraat Bankası tarafından kullanılan bina,
Batı Anadolu'nun ilk Yazma Eserler Kütüphanesi
niteliğiyle hizmet verecek.
İl Kültür ve Turizm Müdürü
Prof.Dr. Abdullah
Soykan, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
"Mutasarrıf Ömer Ali Bey Yazma Eserler Kütüphanesi"
kurulması çalışmalarında önemli aşamalar
kaydettiklerini söyledi. Kent merkezinde bulunan
asırlık binanın, uzun yıllar Ziraat Bankasının
şubesi olarak kullanıldığını belirten Soykan, şöyle
devam etti:
"Bina, Sultan 5'inci Mehmet Reşat zamanında, 1911
yılında yapıldı. İki katlı olarak inşa edilen bu
bina, uzun yıllar Ziraat Bankası olarak hizmet
verdi. 1990'da, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulunca tescil edildi ve o dönemde
mülkiyeti Hazineye ait olan bina, Balıkesir Ticaret
Odası tarafından üyelerin parasıyla satın alındı ve
restore edildi. Bina, bir süre önce imzalanan
protokolle 25 yıllığına İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğüne devredildi. Bu bina, Mutasarrıf Ömer Ali
Bey Yazma Eserler Kütüphanesi olarak düzenlenecek."
Kütüphane, eylül
ayında hizmete açılacak
Kütüphanenin çok önemli olduğunu vurgulayan
Soykan, burasının, Batı Anadolu'nun ilk Yazma
Eserler Kütüphanesi olacağını anlattı.
Soykan, Muğla, Çanakkale, Aydın, Manisa ve
İzmir'de bulunan bütün yazma eserlerin, Mutasarrıf
Ömer Ali Bey Yazma Eserler Kütüphanesinde
sergileneceği bilgisini vererek, "Bugün itibarıyla
Balıkesir İl Halk Kütüphanesinde bin 451 yazma
eserimiz var. Bunların hepsi değerli. Dahası da
gelecek. Sergilenecek eserler arasında Selçuklular
zamanından kalma yaklaşık 800 yıl önce yazılmış el
yazması Kur'an-ı Kerim de bulunuyor" dedi. Yazma
eserlerin korunması için binanın çok uygun olduğuna
dikkati çeken Soykan, bu yapının en önemli
özelliğini, granitten yapılması diye niteledi.
Yeni Şafak, 24.04.2013
|
NAPOLYON'UN YAPIMINA YARDIM ETTİĞİ BİNA KÜLTÜRE
HİZMET EDİYOR

Yapımına 1860'lı yıllarda başlanan ve
3.Napolyon'un da destek verdiği Kendirli Kilisesi,
Gazi Kültür Merkezi olarak hizmet vermeye başladı.
İstiklal Harbi'nden önce Gaziantep'te bir kilise
olarak yapılan ve daha sonra sinema ile öğretmenevi
olarak kullanılan bina,
Gaziantep Büyükşehir Belediyesi'nin kültür
merkezi amaçlı yaptığı düzenlemelerin ardından Gazi
Kültür Merkezi olarak hizmete girdi. Atatürk'ün
animatik robotunu yaptırıp, Atatürk'ün Antep'e
geldiğinde vatandaşlara seslendiği balkondan
canlandırma yapan belediye, binayı Antep
Savunması'nın kahramanlarına tahsis etti.
Kendirli Gazi Kültür Merkezi olarak hizmet veren
binada, Atatürk'ün yanı sıra Gaziantep savunmasının
unutulmaz kahramanları olan
Şahinbey, Özdemirbey, Karayılan gibi birçok halk
kahramanlarının da tanıtımı yapılıyor.
haberler.com, 22.04.2013
|
|
MÜZEDE BÜYÜK SKANDAL!
Avrupa'nın en iyi
müzeleri arasında gösterilen ve paha biçilmez tarihi
eserlerin sergilendiği Burdur Arkeoloji Müzesi'nde
2002 yılında yapılan restore çalışmalarıyla birlikte
kurulan yangın ihbar ve önleme sistemleri ile yangın
hidroforunun, çalışır durumda olmadığı ortaya çıktı.
Teknik soruşturmayla ortaya çıkan skandal üzerine
Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu sistemin
onarılmasını istedi, ancak müteahhit firmaya
ulaşılamadı.
Kent merkezinde 1963'te kurulan ve tarih öncesi
Paleolitik çağlardan, Neolitik (8000- 5500),
Kalkolotik (5500- 3200) çağlar ve sonraki dönemlere
ait eşsiz tarihi eserlerin sergilendiği Burdur
Arkeoloji Müzesi, 2001- 2002 yıllarında, Antalya
Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nün ihalesiyle büyük bir
onarım geçirdi.
İhaleyi alan firma, 25 bin liralık harcamayla yangın
ihbar ve önleme sistemi, yangın hidroforu, kullanma
suyu hidroforu, jeneratör, kamera sistemi,
ısıtma-soğutma ve havalandırma sistemlerini yaptı.
Bu onarım sonrasında Antalya Rölöve ve Anıtlar
Müdürü Mehmet Ali Özgün başkanlığındaki 5 kişilik
heyet yapılan işlere ilişkin kesin kabulü
gerçekleştirdi.
Eşsiz tarihi eserleri barındıran müzeye kurulan
yangın ihbar ve önleme sisteminin o tarihten
itibaren çalışmadığı yönünde ihbar yapıldı. Kültür
ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı, olayı
soruşturmak için müfettiş gönderdi. Teknik
soruşturma sonunda ihbarın doğru olduğu anlaşıldı.
Teknik soruşturma sonunda hazırlanan raporda şunlara
yer verildi:
"360 bin lira birinci keşif bedelli 'Burdur Müzesi
Eski Binalarının 2001 yılı Onarımı ve Teşhir Tanzim
İşi' ile 500 bin lira birinci keşif bedelli 'Burdur
Müzesi 2002 yılı İdari Binaların Yapılması ve Teşhir
Tanzim İşi'ne ait Burdur Müze Müdürlüğü hizmet
binasında müfettişlikçe yürütülen inceleme
kapsamında görevlendirilen bilirkişi komisyon
raporlarında söz konusu işlere ait yangın hidroforu,
kullanma suyu hidroforu, jeneratör, yangın ihbar ve
önleme sistemleri, kamera sistemi, ısıtma-soğutma ve
havalandırma sistemlerinin faal durumda olmadıkları
belirlendi."
DUVAR İÇİNDE KABLOLAR YOK
Skandal üzerine Teftiş Kurulu, Antalya Rölöve ve
Anıtlar Müdürlüğü'nden durumun düzeltilmesini
istedi, ancak müteahhit firmaya ulaşılamadı. Müzede
yapıldığı günden itibaren hiçbir şekilde çalışmadığı
belirlenen yangın ihbar ve önleme sistemi kapsamında
70'i aşkın dedektör bulunduğu ve sistemin birçok
alanında duvarların içinden geçirilmesi gereken
kablolarının dahi olmadığı iddia edildi.
TEK YOL HEYETE RÜCU ETMEK
Uzmanlara göre, içinden çıkılmaz bir durumda olan
yangın ihbar ve önleme sisteminin sökülüp yeniden
yapılması, kesin kabulü yapıldığından, bugünkü
durumuyla kanuna aykırı olarak değerlendiriliyor.
Uzmanlara göre ayrıca, kontrol ve kabul heyeti
hakkında soruşturma açılıp, ceza verilmesi ve
müteahhide de ulaşılamadığından yapım maliyet
bedelinin kontrol ve kabul heyetine rücu ettirilmesi
gerekiyor.
İMPARATOR HEYKELLERİ SERGİLENİYOR
Burdur Arkeoloji Müzesi'nde Sagalassos antik
kentinde 2007- 2008 kazılarında çıkartılan Roma
imparatorları Marcus Aurelius Antoninus Augustus ve
Hadrian Marcus Aureilus'un heykelleri en önemli
eserler olarak özel bölümde korunuyor. Dünyanın en
önemli 11, Roma dönemimin ise en önemli 5 imparatoru
arasında gösterilen Marcus ve Hadrian'ın heykelleri
ile bu heykellere ait baş, kol, bacak ve ayak
parçaları da sergileniyor. Bulunduğu günden itibaren
dünya arkeolojisinin ilgi odağı haline heykeller,
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 12 Mart 2010 tarihinde
Burdur Müzesi'ne yaptığı ziyaretin ardından teşhire
açıldı.
TEŞHİR SALONLARI ESER DOLU
Burdur Müzesi'nin teşhir salonlarında, yine
Sagalassos Antik Kenti'nden gelen Kuzey Batı Heroon
binasının etrafını süsleyen Dans Eden Kızlar
frizleri, Kibyra ve Kremna antik kentlerinden gelen
taş ve mermer ağırlıklı eserler, Roma dönemine ait
Aşk Tanrıçası Aphrodite Heykeli, Heron Anıtı,
gözyaşı şişeleri, kabartmalar, dokuma aletleri ve
sikkeler sergileniyor. Müzenin bahçesinde ise Burdur
ve çevresinden getirilmiş Helenistik, Roma, Bizans,
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait steller, mezar
taşları, heykeller ve büstler, yüksek kabartmalar,
lahit ve lahit kapakları, yazıtlı taşlar, çeşitli
mimari parçalar yer alıyor.
Vatan, 25.04.2013
|
PİRİ REİS HARİTASI 500
YAŞINDA
İstanbul
Üniversitesi (İÜ) Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi
Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Levent Düzcü,
Piri Reis Haritasında yer alan gerçeklikler ve
gizemler, bilim dünyasında şimdiye kadar olduğu gibi
bundan sonra da tartışılmaya devam edeceğini
söyledi.
Düzcü, Piri Reis Haritası'nın 500. yıl dönümü ve
2013'ün Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütü (UNESCO) tarafından "Piri Reis Yılı" ilan
edilmesi dolayısıyla, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Piri Reis'in 1513'te Gelibolu'da
hazırladığı haritanın bir çok ilginç yanının
olduğunu kaydetti.
"Piri Reis Haritasında yer alan gerçeklikler ve
gizemler, bilim dünyasında şimdiye kadar olduğu gibi
bundan sonra da tartışılmaya devam edecektir"
ifadesini kullanan Düzcü, bu özellikleri dolayısıyla
büyük Türk bilgini, coğrafyacısı ve haritacısı olan
Piri Reis'in insanlığa çok büyük bir armağan
bıraktığını vurguladı.
Bu haritanın ancak günümüz teknolojisi ile
hazırlanabileceğini öne süren Düzcü, "Piri Reis
haritası, devrinde ve sonraki zamanlarla
karşılaştırıldığında doğru bir şekilde çizilmiştir.
Bu da Piri Reis'in matematik, coğrafya ve astronomi
bilimine sahip olduğunu göstermekte. Bugün bile
haritanın keşfedilmeyen yönleri vardır" diye
konuştu.
"Harita uzaydan fotoğrafla çekilmiş bir görüntü
vermekte" diyen Düzcü, "Ayrıca günümüz haritaları
gibi dünyayı yuvarlak değil, geoid ya da jeoid
göstermekle doğru bir çizim olduğu anlaşılmakta.
Piri Reis haritasının bir başka yönü fotoğraf
çekilmiş hissi uyandırması. Örneğin uzaydan çekilmiş
fotoğraflarla Piri Reis haritası arasında oldukça
benzerlikler bulunmaktadır" şeklinde konuştu.
"HARİTAYI ÇİZERKEN 20 FARKLI HARİTADAN
YARARLANDI”
Piri Reis'in haritayı 29 günde çizdiğini de
aktaran Düzcü, "Bu nedenle haritayı seyahat etme
amacıyla çizmediği anlaşılmakta. Piri Reis,
haritasında çizdiği yerlerden
Afrika ve
Amerika ile İber
yarımadasını gezmemiştir" ifadesini kullandı.
Piri Reis'in haritasını çizerken 20 farklı haritadan
yararlandığı anlatan Düzcü, "Ancak bu haritaların
hiç biri Piri Reis'in ki kadar bütüncül değildi.
Piri Reis'ten önceki bu haritalarda dünya parça
parça ele alınmış ve Amerika ise hemen hemen hiç
yok. Yapılan araştırmalarda bu 20 haritanın oldukça
hatalar kapsadığı anlaşılmakta. Yani Piri Reis bu
haritalardan faydalansa da kendisi daha akademik
düşünmüş ve hesaplamalar yapmış olmalı ki kendinden
önceki haritaların hatalarını tekrarlamamış" dedi.
Radikal, 25.04.2013
|
HALEPTEKI EMEVİ
CAMİSİNİN MİNARESİ YIKILDI

Suriye’nin Halep
kentindeki tarihi Emevi Camisi'nin minaresinin, Esad
güçlerince açılan tank ateşi sonucunda yıkıldığı
bildirildi.

Tarihi cami
çevresinde Özgür Suriye Ordusu'na bağlı birliklerle
Esad güçleri arasında çıkan çatışmada caminin
minaresi tamamıyla yıkıldı.
Anadolu Ajansı, minarenin, rejim güçlerinin açtığı
tank ateşinde yıkıldığını bildirdi.

İslam alemince
dünyanın en kutsal dördüncü yapısı olarak kabul
edilen caminin dış cephesinde de büyük hasar meydana
geldi.

Esad'a bağlı
güçlerin, muhaliflerin elindeki caminin kontrolünü
geri almak için başlattığı çatışmaların iki aydır
sürdüğü belirtildi.
Suriye'deki olaylarda
daha önce de Dera kentindeki tarihi Hz. Ömer
Camisi’nin minaresi yıkılmıştı. Muhalifler olaydan
rejim güçlerini sorumlu tutmuştu.

1376 yaşındaki Hz.
Ömer Camisi, Arap Yarımadası dışındaki en eski cami.
Hicret’in 14’üncü yılında (miladi 636), Hz. Ömer
döneminde inşa edildiği belirtilen cami, Dera’da
rejime karşı mücadele veren muhaliflerin başlıca
toplanma merkezleri arasında yer alıyordu.

AFP muhabiri Dimitar
Dilkoff, Emevi Camisi'nin 16 Nisan'daki halini böyle
görüntülemişti.


Halep'teki Emevi
Camii: 22 Eylül 1973'te çekilmiş bir fotoğraf...

Hürriyet, 25.04.2013
|
"ASIL SÜLEYMANİYE CAMİİ
İÇİN ÜZÜLÜN"
Minareleri arasına
binalar giren
Sultanahmet Camii’ne
mi yanarsın, metal kuleler ve kablolarla perdelenen
Süleymaniye Camii’
ne mi yanarsın?
‘Kanuni’nin,
Mimar Sinan’ ın,
Sultan Ahmed’in,
Mimar Sedefkar Mehmed Ağa’nın kemikleri sızlamıyor
mu şimdi?
İstanbul’un
siluetine, ufuk çizgisine limon sıkan
Zeytinburnu
kulelerinin gözden kaçmış olmasını belki bazıları
affedebilir. Ancak Süleymaniye’nin bağrına iki kazık
çakılmasını ne kimse, ne de tarih affeder.
Bu köprüye daha
proje aşamasında
UNESCO karşı
çıkmıştı. Her nedense oradan gelen raporlar
yumuşatıldı.
Değiştirmek mümkün
Zeytinburnu’nda özel mülkiyet var. Belki yargıyı
zorlar veya yasa çıkartır, çözebilirsiniz. Bu
sıkıntılı
olabilir!
Haliç’te ise ipler
bizde. Belki biraz zarar yazacak, ancak gelin Haliç
Metro Köprüsü projesini değiştiriniz. Ben olsam tüm
kültürlerin ve ecdadımız Osmanlı’nın bize emaneti
Altın
Boynuz’u ve
muhteşem Süleymaniye Camii’ni yatay bir metal yapı
ile rahatsız etmek istemezdim. Sayın Başbakan’ım,
Siz Asıl Süleymaniye Camii’ne Üzülmelisiniz.
***
Yukarıdaki sözlerin sahibi beş ay önce Çevre ve
Şehircilik Şurası Danışma Kurulu Başkanlığı’na
atanan Prof.Dr.
Ahmet Vefik Alp.
Aslında Alp, aynı uyarıyı aylar önce
Büyükşehir Belediye
Başkanı
Kadir Topbaş’a da
yaptı ama; bu kez durum farklı. Çünkü; Alp’e Danışma
Kurulu Başkanı olarak verilen görev; “Çevre ve
şehircilik alanlarında stratejiler geliştirmek,
rapor sunmak.”
Bakalım sonuç değişecek mi?
İşte
ABD Mimarlar
Birliği toplantısına katılmak üzere
Lyon’da bulunan
Alp’in düşünceleri: “Bazı şeyleri değiştirebiliriz
diye umutlanmıştım. Beş ay geçti bir araya bile
gelmedik. Bir şeyler yazıyorum dinleyen yok. Artık
ümidim kalmadı.”
Milliyet, Yazı: Tunca
Bengin, 25.04.2013
|
TOPÇU KIŞLASI YENİDEN
YAPILACAK
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun Taksim Gezi
Parkı'na yapılması planlanan Topçu Kışlası'na onay
verdiğini açıkladı. Sanat tarihçisi Süleyman Faruk
Göncüoğlu ise 1938'de yıkımına karar verilen Topçu
Kışlası'na ait arşivindeki bazı fotoğrafları gün
yüzüne çıkardı.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Yüksek Kurulu'nun Taksim Gezi Parkı'na yapılması
planlanan Topçu Kışlası'na onay verdiğini belirtti.
Çelik, restorasyon ile kafeler, sergi salonları ve
sanat galerilerinin yapılacağını söyledi. Çelik,
Topçu kışlasıyla ilgili olarak; oradaki tarihsel
mirası yeniden dirilten ve o alanı kurtaran bir
çalışma olarak, projeye kıymet verdiklerini ifade
etti.
Bu arada, Sanat
tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu, Sultan
Abdülmecid döneminde yapılan, 1860-1908 yılları
arasında 1. Topçu Alayı Kışlası olarak bilfiil
kullanılan ve 1938'de yıkımına karar verilen Topçu
Kışlası'na ait arşivindeki bazı fotoğrafları gün
yüzüne çıkardı.
Sanat tarihçisi Süleyman
Faruk Göncüoğlu, 1938'de yıkılan ve günümüzde
yeniden inşa edilmesine karar verilen Topçu
Kışlası'nın bugüne kadar yayımlanmayan
fotoğraflarını Anadolu Ajansı (AA) ile paylaştı.
İstanbul üzerine çalışmalarıyla tanınan ve 100 bine
yakın fotoğraf arşivi bulunan Göncüoğlu,
kütüphanesinin de bulunduğu evinin kapılarını açtı.
Göncüoğlu, Sultan Abdülmecid döneminde yapılan,
1860-1908 yılları arasında 1. Topçu Alayı Kışlası
olarak bilfiil kullanılan ve 1938'de yıkımına karar
verilen Topçu Kışlası'na ait arşivindeki bazı
fotoğrafları da gün yüzüne çıkardı. Doktor olan,
yurt dışında da görevlerde bulunan dönemin İstanbul
Valisi ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar'ın doğu ve
batı şehirlerini çok iyi tanıyan, idealist birisi
olduğunu ifade eden Göncüoğlu, Kırdar'ın öncelikle
Taksim bölgesinde bazı düzenlemelere gittiğini
aktardı. Lütfi Kırdar döneminde,1938 yılında Topçu
Kışlası'nın yıkılmasına karar verildiğini ve
1939'dan itibaren buna başlandığını belirterek,
yerine de Paris'teki örnekleri gibi Gezi Parkı
yapılmasının kararlaştırıldığını kaydetti.
Yerine Stadyum Yapıldı
Topçu Kışlası'nın iç
avlusunun, o dönemde bir spor dergisi yayımlayan
Çelebizade Said Tevfik Bey'in önerisi üzerine
1920'den itibaren stadyum haline getirildiğini
belirten Göncüoğlu, şunları kaydetti: ''Taksim
Stadyumu, 18 yıl İstanbul sporuna hizmet etmiştir.
Türk Milli Futbol Takımı ilk maçını 26 Ekim 1923'te
Romanya'ya karşı bu stadyumda oynamıştır. Maç 2-2
berabere sonuçlanmıştır. Güreşte ilk milli
karşılaşma olan Balkan Güreş Şampiyonası, atletizmde
ilk milli karşılaşma Balkan Atletizm Şampiyonası,
bisiklette ilk milli karşılaşma Türkiye-Bulgaristan
müsabakası ve binicilikte ilk milli müsabaka
Türk-Bulgar milli konkurhipikleri burada
yapılmıştır.
1923 ile 1936 yılları
arasında Türkiye Milli Futbol Takımı'nın 9 maçına ev
sahipliği yapan eski kışla binası, futbolun dışında
güreş, atletizm ve bisiklet yarışlarının da
düzenlendiği yer olmuştur.
Taksim Stadyumu,
yaklaşık 8 bin kişi alabiliyordu. Türk futbol
tarihinde ilk gece maçı 9 Eylül 1933'te saat
21.00'de burada oynanmıştı. Fenerbahçe-Beyoğluspor
arasındaki karşılaşmayı, saha kenarına dikilen
direkler arasında sallandırılan donanma ampulleri
aydınlatıyordu. Fenerbahçe'nin 4-2 kazandığı maçta
ilk golü Fenerbahçeli sağ açık Küçük Fikret (Kırcan)
atmıştır. En keskin gözlerin bile zor gördüğü bu
gece maçının ilginç yanlarından birisi de Fenerbahçe
takımında hayli miyop olduğu halde gözlüksüz oynayan
üç futbolcunun bulunmasıydı. Bu futbolcular Şevket
Soley, Fikret Arıcan ve Orhan Menemencioğlu'ydu.''
Öte yandan, Taksim Topçu Kışlası'nın düzenlenmesine
yönelik çalışmaların reddedildiği iddialarına,
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik cevap verdi.
Çelik, İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu'nun projeyi reddetmediğini
sadece yeni taleplerinin olduğunu söyledi.
Yeniden Tasarlanıyor
Tarihi Taksim Topçu
Kışlası yeniden tasarlanıyor. Bazı basın
organlarında Projenin reddedildiğine yönelik
haberler yer almıştı. İşin aslını ise Kültür ve
Turizm Bakanı Ömer Çelik açıkladı.
Çelik, "Şimdi orada galeriler, sergi salonları,
sanat salonları olacak. Bunun yanı sıra oradaki
insanların ihtiyacını karşılayacak şekilde kafe ve
restoranlar olacak. Dolayısı ile daha önceki kurul
kararını bazı basın yayın organları kurulun
reddetmesi gibi sunuyor. Reddedilmiş bir şey değil,
kurulun yeni talepleri vardı. O taleplerin İstanbul
Büyükşehir Belediyesi'nin başvurusunda yerine
geldiğini görünce Yüksek Kurulumuz onayladı" diye
konuştu.
Türkiye Gazetesi,
25.04.2013
|
UNESCO'DAN KUDÜS'E
İNCELEME
İsrail, bir UNESCO heyetinin Kudüs'teki tarihi yapıların ve dini mekanların son durumlarını incelemek üzere kentte çalışma yapmasına izin verdi.
Ürdün ve Filistin hükümetlerinin baskısıyla alınan karar özellikle Ağlama Duvarı ve çevresinde İsrail tarafından yürütülen arkeolojik kazıların geldiği aşamayla ilgili bir rapor hazırlayacak.
Gelinen aşamayı başarı olarak niteleyen Filistin tarafı ise alınan bu karar karşılığında, İsrail'in Batı Şeria'da yürüttüğü işgal faaliyetlerini kınayan 5 ayrı tasarıyı önümüzdeki eylül ayına kadar gündeme taşımayacak.
Sabah, 25.04.2013
|
|
AHMET NAİLİ MUSHAFI 275
BİN LİRADAN SATIŞTA

Bali Müzayede’nin 27
Nisan Cumartesi Sofa Hotel’de düzenleyeceği Klasik,
Çağdaş ve Hat Sanatı Müzayedesi’nin en dikkat çeken
eserlerinden biri Galatalı Ahmet Naili Efendi’nin
1813 yılında yazımını bitirdiği Kur’an-ı Kerim’i.
Yazısı en çok beğenilen hattatlardan Ahmet Naili’nin
nadir bulunan mushafı 275 bin lira açılış fiyatıyla
açık arttırmaya sunuluyor. Fiyatının 1 milyona kadar
yükselebileceği söylenen mushafın sayfaları
altın cetvelli ve
17 satır Nesih hat ile yazılmış. Tezhibi ise
Kasımpaşalı Molla Mustafa imzalı. Meslek hayatı
boyunca yaklaşık 120 mushaf yazan Galatalı Ahmet
Naili’nin 99, 100 ve 101’inci mushafları
İslam Eserleri
Müzesi’nde bulunuyor.
Saat 14.00’te başlayacak müzayedenin bir başka
nadide eseri ise 375 bin liradan satışa sunulan
Hattat Macid Ayral’ın 1952 tarihli Celi Sülüs ve
Nesih Hilye-i Şerife’si. Oldukça büyük (137x93 cm)
boyutlardaki hilye-i şerifenin ortasında İslam
peygamberinin dört farklı ismi yazılmış. Hoca Ali
Rıza, Halil Paşa, İbrahim Çallı, Nazmi Ziya gibi
klasik resmin usta isimlerinin tablolarının de yer
aldığı müzayedede 19. yüzyıl İtalyan sanatçısı
Odoardo Toscani’nin Üsküdar
Mihrimah Sultan
Camii ve Çeşmesi’ni betimlediği oryantalist tablosu
550 bin liradan satışa sunulacak. Mübin Orhon’un
1962 tarihli büyük boy soyut kompozisyonu 505 bin
liradan açık arttırmaya çıkarken Erol Akyavaş’ın
‘İsimsiz Yer’ isimli, 1988 tarihli büyük boy
tablosunun açılış fiyatı 450 bin lira olarak
belirlendi. Müzayedede satışa sunulan eserler Bali
Müzayede’nin Maçka’daki sergi salonunda görülebilir.
Radikal, 25.04.2013
|
|
ANTİK ÇAĞIN YENİ HARİKASI:
GÖBEKLİTEPE
İngiliz Telegraph gazetesince yayımlanan bir makalede, yakında sular altında kalacak Şanlıurfa'daki Göbekli Tepe'nin dünyanın "tarihi olarak en önemli arkeolojik kazısı" kabul edildiğine dikkat çekildi.
"Türkiye'deki Göbekli Tepe antik çağın yeni harikası" başlıklı geniş makalede Göbekli Tepe'nin milattan 9 bin yıl önce inşa edildiğine dikkat çekilerek "Stonehenge veya piramitlerden iki kattan fazla eski ve metallerin, seramiğin ve tekerleğin bile keşfinden önce kalma" denildi.
Sabah, 25.04.2013
|
SİLUETİ KURTARACAK RAPOR

Zeytinburnu Kazlıçeşme
de yükselirken
İstanbul ’un
asırlık tarihi siluetini bozan 3 gökdelen ile ilgili
İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nde açılan davada
bilirkişiden zehir zemberek bir rapor çıktı. Mimar
İhsan Sarı, Doç.Dr. Darçın Akın, Prof.Dr. Can Binan,
Doç.Dr. Mehmet Küçükmehmetoğlu, Mimar Mehmet Kaya
tarafından hazırlanan bilirkişi raporu 38 sayfadan
oluşuyor. Raporda gökdelenlerle ilgili olarak ‘Daha
önce 1 olan emsalin 2.5’ a çıkarılarak İmar
Yasası’na aykırı hareket edildiği; (inşaatın) Dünya
Miras Alanı Tampon Bölgesi sınırı içinde yer aldığı;
bu sınır içinde Güney-Batı yönünde bulunan ‘bakı
noktası’nın kapsadığı İstanbul Kara Surlarının
siluet içinde kaldığı, (inşaatın) İstanbul’un tarihi
siluetini olumsuz etkileyerek kamu yararı
taşımadığı’’ sonuçlarına varıldı. Mahkeme ruhsat
iptaline karar verirse bu İBB yıkım hakkını veriyor.
Bu durumda mal sahibinin tazminatı ödemek kaydıyla
gökdelenler tıraşlanabilecek.
14 Eylül 2011 günü Radikal’de ‘Tarihi siluete giren
gökdelen’ haberi yayımlandı. Ardından tüm kamuoyunda
siluet tartışması başladı, gökdelenlere kimin nasıl
izin verdiği tartışmaları yaşandıı. Sonrasında ise
İBB, siluet etkisini düşünmeden ruhsat verdiklerini
açıklayarak bir anlamda suçlarını kabul etti. Lakin
inşaatlar bir türlü durmadı, hızla yükseldi.
Gökdelenleri yapan Astay Menkul Kıymetler Şirketi
ise ruhsatlarının yasal olduğunu savunarak inşaatı
durdurmadı. İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nde devam
eden davayı açan Avukat Cihat Gökdemir, kamuoyunda
ses getiren önemli davaların da avukatlığını
yapıyor. Gökdemir, aralarında Mavi Marmara Saldırısı
Davası’nın da olduğu çok sayıda büyük davaya
bakarken THY, Anadolu Ajansı, İTO gibi önemli
kurumların da avukatlığını yapıyor. Gökdemir
‘silüet’ davasını açmaya ise
ABD seyahati
esnasında, Radikal’deki haberi okurken karar vermiş.
“Yarın çocuklarım ‘Bu ucubeler niye burada’
demesinler” diyen Gökdemir, ABD dönüşünde 3 aylık
hazırlık safhasının ardından İBB ve Zeytinburnu
Belediyesi aleyhine İstanbul İdare Mahkemesi’nde
dava açmış. Gökdemir’e davayı açtığında “Başbakan’ın
haberi olmadan bu iş olmaz, açma bu davayı” şeklinde
telkinlerde bulunulmuş. Ancak Gökdemir, Başbakan’ın
böyle bir şeye razı gelemeyeceğini düşünerek
vazgeçmemiş.
‘Kamu yararı
taşımıyor’
Onaltı/Dokuz blokları için önce ‘giderilmesi
imkansız zararlar ortaya çıkacağı’ gerekçesiyle
yürütmeyi durdurma davası açıldı. Sonra ‘ruhsat
iptali’ için dava dosyası 4. İdare Mahkemesi’ne
gönderildi. Bilirkişi raporunun sonuç bölümünde
‘gökdelenlerin koruma ilkeleri, planlama esasları,
şehircilik ilkeleri ve teknikleri yönüyle
aykırılıklar taşıdığı üçlü kulenin; tarihsel
İstanbul kenti Dünya Miras Alanları üzerinde
oluşturduğu olumsuz siluet etkisi yönüyle kamu
yararı taşımadığı, bunun bilirkişi heyetinin ortak
kanaati olduğu’ vurgulandı.
Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu “Mahkeme ruhsat
iptaline karar verirse, bu idareye yıkım hakkı
demektir. Lakin mahkeme kararları genelde
uygulanmayarak suç işleniyor. Biz de İçişleri
Bakanlığı’na suç duyurusunda bulunuyoruz. Bu davanın
sonucunu da merakla bekliyoruz’’ dedi.

Karadan, denizden,
havadan etki
Bilirkişi havadan,
karadan ve denizden araştırıp oybirliğiyle karar
verdi: Siluet bozuluyor
Bilirkişi heyeti 13 Eylül 2012 günü Hakim Emine
Özdemir Güçlü ile birlikte gökdelenlerin bulunduğu
arazi ile İstanbul kenti dahilinde ilgili taşınmaz
üzerindeki yapıların görüleceği muhtelif yer ve
konumları gezdi. Havadan muhtelif yüksekliklerde
uçuş gerçekleştirip çok sayıda fotoğraf çekip
tespitlerde bulunuldu. Gökdelenlerin üzerinden de
Tarihi Yarımada gözlenerek fotoğraflandı. Daha sonra
Boğaz geçişinde kullanılan vapurdan, Boğaz Köprüsü
üzerinden, Salacak, Harem, Kızkulesi, Kadıköy ve
Çamlıca sırtlarından gökdelenlerin siluete etkisi
izlenip belgelendi.
Mahkeme yerinde
tespitlerden sonra bilirkişiden raporunu
hazırlamasını istedi. İşte yaklaşık 5 ay süren
çalışmalar sonucu ortaya çıkan rapordan ayrıntılar:
“UNESCO’nun 2009 tarihli raporunda ‘İnsanlık
dehasının biricik yapısıdır’ denilen Süleymaniye
Camii, Sultanahmet Camii, Ayasofya Müzesi, Topkapı
Sarayı ve kentin ayakta kalmış ve dünyanın sayılı
kent surlarından olan görkemli İstanbul kara ve
deniz surlarının oluşturduğu, farklı kültürlerin
uygarlık sentezi olarak şekillenmiş ve Türk
medeniyetinin bir kimlik zirvesi olarak meydana
gelen ve İstanbul denince akla ilk gelen tarihi
yarımadanın siluetidir. Siluetin özgün niteliğinin
ve algılanmasının yitirilerek herhangi bir basit ve
sıradan yerleşime benzer bir yapıya dönüşmesinin
önüne geçilmesi için İstanbul’un kültürel ve
tarihsel silueti bozulmadan korunmalıdır.”
“Ayrıca arazi, Kültür Bakanlığı’nca onaylanan
İstanbul Dünya Miras Alanı Tampon Bölgesi sınırı
içinde bakı noktasının kapsadığı siluet alanı içinde
bulunmaktadır. Kadıköy, Galata, Kasımpaşa, Şişli,
Boğaz Köprüsü ve bu köprünün Anadolu yakası ayağı
dava konusu kulelerin algılanabildiği alanlar olarak
ifade edilebilir. İstanbul tarihi yarımada
bölgesinin tarihi ve kültürel kimliğiyle ve
Türkiye’nin uluslararası sözleşmeler ile korumayı
taahhüt ettiği Dünya Miras Alanı üzerinde olumsuz
bir durum ortaya koymaktadır.”
‘‘Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 21 Nisan
2009 tarihinde yönetim planı alanı onaylanıp
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne gönderilmiş
olmasına rağmen, bunun açık olarak dikkate
alınmadığı ve belediyenin 21 Mayıs 2009 tarihinde
planı onayladığı, 31 Aralık 2009 tarihinde ise
mevzuata aykırı olarak 2009/10116 sayılı inşaat
ruhsatının verildiği ve bu durumun açıkça 2863
sayılı yasaya ve mevzuata aykırı bir durum
oluşturduğu belirlenmiştir.’’
“Mahkemece 2002 yılında daha önce 1 olan emsal
artışı 1.5’e çıkarıldığı için iptal edilen plandan
sonra planlama ilkelerine aykırı olarak ve bunu
destekleyecek somut gerekçeler olmadan 2.5 emsalli
bir plana onay verildiği görülüyor.’’
“Bodrum katların emsale dahil edilmemesiyle planla
belirlenen emsalin doğrudan yükseklik serbest
uygulaması ile düşeye aktarıldığı ve ilave kata
dönüştüğü belirlendi.”
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 25.04.2013
|
ERGENEKON SANIĞI DEFİNE
ARARKEN YAKALANDI
Eyüp'te, tarihi mezarlıkta define kazısı yapan 8
kişi yakalanarak gözaltına alındı. Nişanca
Mahallesi'ndeki tarihi mezarlığa gelen ve temizlik
işçisi kıyafeti giyen şahıslar mezarlık çevresini
branda ile kapattı. Mahalle sakinlerine mezarlığı
temizlediklerini söyleyen şahısların etrafı kapalı
olan mezarlıkta geceleri çalışma yapmaya devam
ettiğini gören vatandaşlar polisi arayarak ihbarda
bulundu. İhbar ile olay yerine gelen polis ekipleri
mezarlıkta define kazısı yaptığı iddia edilen 8
kişiyi gözaltına aldı.
"HAYIR" İÇİN TEMİZLİYORLARMIŞ
Yapılan incelemede ise şahısların mezarlarlıkta
yaklaşık 2 metre derinliğinde kuyu kazdıkları
belirlendi. Aralarında Cumhuriyet gazetesine
molotofkokteyli atılması ile ilgili Ergenekon
davasında yargılanan Seyhun Z.'nin de bulunduğu 7
kişi emniyetteki ifadelerinin ardından adliyeye sevk
edildi. Gözaltına alınan şahıslar, belediye ve
vakıflar müdürlüğünden izin alarak "Hayır" için
mezarlığı temizlediklerini söylese de polis
merkezine götürülmekten kurtulamadı. Kazılan
mezarlar ise tekrar kapatıldı.
Sabah, 25.04.2013
|
PİRAMİT İŞÇİLERİNİN
KAYIP ŞEHRİ
Dünya’nın 7 harikası
arasında bulunan Büyük Piramit’in de aralarında
bulunduğu Giza Piramitleri’nin inşasında çalışan
binlerce işçinin yaşadığı kayıp şehir bulundu.
İnsan-aslan birleşimi Sfensk’in yaklaşık 400 metre
güneyinde bulunan alanda, Giza Piramitleri’nin
üçüncü ve sonuncusu olan Menkaure’nin inşasında yer
alan işçilerin kaldığı anlaşıldı.
LiveScience sitesinin
haberine göre, alanın Arapça ismi ‘Heit el-Ghurab’,
yani ‘Piramit İşçilerinin Kayıp Şehir’ olarak
biliniyor.
Araştırmacılar, alanın
yakınlarında piramit işçilerine ait bir mezarlık ve
işçilerin kasabasının güney tarafında hayvan
kemikleriyle dolu alanlar buldu. Bu alanın,
hayvanların kesildiği yer olduğu belirtildi.

İki katlı olduğu düşünülen işçi kampına ait bir çizim. Sıcak havalarda uyunması için tavan düz yapılmıştı.
Hayvan kemiklerinden
elde edilen veriler, işçilerin her gün 1800 kg’dan
fazla et tükettiğini ve bu etlerin büyükbaş hayvan
ve keçi ile kuzulardan elde edildiğini gösterdi.
Dahası, işçilerin
kalıntıları üzerinde yapılan incelemeler, onarılmış
kemikler olduğunu, kısaca işçilerin iyi beslenmenin
yanında tıbbi tedavi de gördüğünü ortaya koydu.
Giza’da 25 yıldız kazı
çalışmaları yapan Antik Mısır Araştırma Derneği
(AERA) üyesi Richard Redding, “İşçilerin ihtiyaçları
karşılanıyor, iyi besleniyorlardı. Kısaca yaptıkları
tercih edilen bir iş olmalıydı... Beslenme
şekilleri, geldikleri köylerden çok daha iyiydi”
dedi.
İŞÇİ ORDUSU
Redding ve meslektaşları, 35 yıl boyunca
kullanıldığı düşünülen işçi kasabasının tükettiği
hayvan sayısını hesaplamaya çalıştı.Arkeologlar,
yaptıkları sayımda 25 bin kuzu, 8 bin büyükbaş
hayvan ve bin domuz kemiği buldu.
Menkaure piramidinin
inşasında yaklaşık 10 bin işçinin çalıştığı tahmin
ediliyor. AERA, taş kesmek, hazırlıkları tamamlamak
ve arazi araştırması yapmak için de küçük bir işçi
grubunun her yıl değişmeli olarak çalıştığını
düşünüyor.

Menkaure piramidi.
Aynı zamanda Michigan
Üniversitesi akademisyeni olan Redding, “Her yıl
dört veya beş defa, tek işleri büyük taş blokları
taşımak olan işçiler getiriyorlardı... Her gün 45-50
gr proteine ihtiyaç duyuyorlardı. Bu proteinin
yarısı balık, fasulye, mercimek ve diğer
besinlerden gelirken, yarısı da kuzu, keçi ve
büyükbaş hayvanlardan geliyordu” dedi.
DEV HAYVAN SÜRÜSÜ
Protein kaynaklarını ve kemik miktarını
hesaplayan Redding, her gün 11 büyükbaş hayvan ve 37
kuzu veya keçinin kesildiğini düşünüyor. Etin yanı
sıra, işçilerin ekmek, bira ve diğer gıda
ihtiyaçları için de büyük bir yemek operasyonu
dönüyordu.
Hesaplanan et miktarını
karşılamak için, Giza işçilerinin 21.900 büyükbaş ve
54.750 keçi veya kuzunun yer aldığı bir sürüden
yararlanması gerektiği anlaşıldı. Bu da, gereken
sürünün 401 kilometre karelik alan kapladığı
anlamına geliyor. Bu alan, Nil Delta’sının yüzde
5’ine denk geliyor.

İşçi kampına ait bir fotoğraf
Redding, bu kadar büyük
bir sürüyü kontrol etmek için yaklaşık 3,650 çobana
ihtiyaç olacağını, aileleriyle beraber çobanların
18.980 kişiyi temsil edeceğini hesapladı. Bu sayı,
2600 yıl önce antik Mısır’ın nüfusunun yüzde 2’sine
denk geliyordu.
Piramit işçilerinin
Menkaure kampı dışında birçok diğer kamplara
dağılmış olduğunu belirten Redding, “Evlerde
yaşamıyorlardı. Hiçbir zaman kış olmayacağı için bu
kamp gibi alanlar onlara yetiyordu” dedi.
Arkeologlar, ileride
Firavunlar Khufu ve Khafre’nin inşa ettirdiği diğer
iki piramidin işçilerini araştırmak istiyor. Bu
amaçla ilk olarak 1950’lerde keşfedilen bir alanda
kazılar yapılacak.
Ntvmsnbc, 24.04.2013
|
KAMULAŞTIRMA YAPILDI AMA
HALA BİR GELİŞME YOK!

Yüzde 90’ı özel mülkiyet
olan Perre antik kentinin yerleşkesinde Belediye, İl
Özel İdare, Çevre ve Orman Bakanlığı ve Maliyeye ait
yaklaşık 300 dönüm arazinin Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na tahsisi gerçekleşmesine rağmen hala bir
ışık görülmemesi dikkatlerden kaçmıyor.
Kommagene Krallığı'nın beş büyük kentinden biri olan
Perre antik kentinde en son 2009 yılında yapılan
kazı çalışmalarının ne zaman başlayacağı merak
ediliyor.
Gerek ödenek
yetersizliği gerekse de ilgisizlikten harabeyi
andıran Perre antik kentinde bazı eserlerin
korunması ve ziyaretçilerin zarar görmemesi için
birtakım çalışmalar yapılırken, mevcut durumun
harabeden başka bir şeyi andırmadığı görülüyor.
“Pirin, ilimiz turizmi için Nemrut’tan sonra en önemli değerlerden bir tanesidir” diyen Pirin halkı ve bazı yetkililer “İPA projesi ile de burada bir çevre düzenlemesi yapılacaktı. Bu düzenlemeden sonra biraz daha ortaya çıkmış bir Perre turizme sunulacaktı. 2001-2008 yılları dönem arasında Perre Antik Kenti Nekropol alanı ve Mozaikli Villada yapılan kazı ve temizlik çalışması için 518 bin 748 TL harcanmış olup, 59 galeride yapılan çalışmalarda 49 oda ve 385 lahit mezar olmak üzere toplam 434 mezarın kazı ve temizliği bitirilmişti. Bu kazılar sonucunda 217 adet arkeolojik ve 292 adet sikke olmak üzere toplam 509 eser müzeye kazandırılmıştı. İlimizin ve ülkemizin turizmi için oldukça önemli değerlerden bir tanesi olan Pereyi bir an önce hayata geçirilmesi gerekiyor. Ayrıca Nemrut ve Perre için AB Destekli bir İPA projesi hazırlamak ve bu proje ile çevre düzenlemelerini de tamamlayıp. Turizme kazandırmak gerekiyor” diye konuştular.
Kommagene uygarlığına ait bir ören yeri olan Perre
gün ışığına çıktığında önemi daha artacaktır diyen
yetkililer; “Kazı çalışmalarının yapıldığı Örenli
Mahallesinde kamulaştırmalardan kaynaklanan
sıkıntılar vardı bu nedenle kazılar yavaşlamıştı.
Bir dönem de ödenek için durdu. Ancak bu yıl
başlaması gerekiyor. Elimizin altındaki bu değere
sahip çıkmalıyız” dedi.
Adıyaman Haber,
24.04.2013
|
NEMRUT'A HAS GİRİŞ
ÜCRETİ SORUN YARATIYOR
Dünyanın 8 Harikası olan
ve UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları
listesine alınan Nemrut Dağı, turizm sezonunun
açılmasıyla birlikte canlanacak gibi görünürken, hiç
hesapta olmayan bir sorun gün yüzüne çıktı.
Yerli -yabancı denmeden
alınan 8 liralık Nemrut’a giriş ücreti özellikle
Nemrut’a çıkmak isteyen yerli halk için sorun teşkil
ederken, kişi başına ödenen meblağı çok bulan
vatandaşlar Adıyaman il sınırları içerisinde bulunan
başka hiçbir kültür mirasını görmek için ücret
ödemediklerini belirttiler.
Perre, Karakuş, Cendere, Arsemia ve Kahta Kalesi
gibi Adıyaman’ın kültür mirasları arasında yer alan
tarihi ören yerlerin hiçbirinde giriş ya da bakmak
için ücret alınmazken, Nemrut’ta alınan
ücretin bu yıl ne kadar olacağı da merak edilen ayrı
bir konu.
Yerli ve yabancı turistlerden de alınmasının abes
kaçtığını dile getiren vatandaşlar, bu ücretin neden
alındığının hala farkında olmadıklarının da altını
çizdiler.
Konuyla ilgili olarak şikayetlerini dile getiren
Adıyamanlı vatandaşlar “ Adıyaman halkı olarak kendi
sınırlarımız içerisinde barındırdığımız kültür
miraslarını görmek için para ödüyoruz. Aynı uygulama
Adıyaman Müzesinde de geçerli. Buna bir anlam
veremiyoruz. Eğer para alınacaksa Perre’den,
Cendere’den, karakuş’tan, Kahta Kalesinden ve
Arsemia’dan da alınsın. Eğer bu kültür miraslarını
görmek isteyen vatandaşlardan para talep edilmiyorsa
Nemrut için de para talep edilmesin. İnsanlar
Nemrut’u görmek için 8 lira vermek zorunda değiller.
bu yıl ne kadar olacak bilinmiyor. Alınan paralar
eğer Nemrut civarına güzel tesisler yapılacaksa, bu
uğurda kullanılacaksa bilemeyiz. Ancak görünür de
böyle bir şey de yok. Yabancı turistlerden bu ücret
alınabilir hatta yerli olup ta dışlardan gelenlerden
de alınabilir ancak Adıyaman halkından bu ücret
alınmamalıdır” diye konuştular.
Adıyaman Haber,
25.04.2013
|
İSTANBUL'DA KORUNACAK NE
KALDI?
İstanbul Serbest
Mimarlar Derneği'nin konuğu olan Doğan Kuban,
İstanbul'un kimlik kaybına vurgu yaparak, hiçbir
koruma planının uygulanmadığını söyledi.
İstanbul Serbest Mimarlar Derneği (İstanbulSMD)
tarafından Point Hotel'de düzenlenen, "Mimarlar Bu
Ay Neyi Konuşuyor?" konulu aylık toplantılarının son
konuğu olan ünlü mimar Doğan Kuban, konuşmasında
İstanbul'un kimlik ve kentsel koruma sorunlarının
çok ileri boyutlarda olduğunun altını çizerek,
eğitim ve kültürel altyapı yetersizliğinden yakındı.
İstanbul'un önde gelen
mimarlarının katılımıyla gerçekleştirilen
toplantıda, açılış konuşmasını İstanbulSMD Başkanı
Ersen Gürsel yaparak, kentsel tasarım ve İstanbul'un
sorunları açısından gündemdeki sorunları aktardı.
Toplantının konuk konuşmacısı Doğan Kuban ise,
kentsel korumanın bir kültür sorunu olduğunu
belirterek, Avrupa'da korumanın 18. yüzyılda
aristokratlar tarafından başlatıldığını; Türkiye'de
ise koruma bilinci için eğitimin ve kültürel
birikimin yetersiz olduğunu söyledi.
Doğan Kuban
konuşmasında, kentsel korumanın dokuyu koruma
anlamında ele alınması gerektiğini vurgulayarak,
konuya bütünlüklü yaklaşılması gerektiğini söyledi.
Tek bina bazında korumanın yetersiz olduğunu ve
tekil yapılar üzerinden kimlik oluşmasının mümkün
olmayacağını belirten Kuban, kent estetiğinin de
giderek önemini kaybetmesinden yakındı. Kuban
konuşmasını İstanbul üzerinde sürdürerek,
İstanbul'un kimlik kaybının çok büyük boyutlara
ulaştığı vurgulayarak şöyle dedi;
"İstanbul'da korunacak
ne kaldı?"
Doğan Kuban, kentsel
korumanın, ekonomik, sosyal, tarihsel ve kültürel
korumanın tümünü içermesi gerektiğini, bu ilkeler
izin verdiği takdirde eski bir binanın içine veya
çevresine yeni bir ek de yapılabileceğini anlattı.
Louvre Müzesi'ne değinen, ünlü mimar, müze avlusuna
yapılan modern piramidin, eski bina ihya edilirken,
yeni işlevlerin de kendine yer bulabildiği önemli
bir örnek olduğunu söyledi.
Yapı, 24.04.2013
|
MİLAS TEMEL KAZISINDAN TARİH
FIŞKIRDI
Muğla'nın Milas İlçesi'nde bir inşaatın temel kazısı
sırasında yapılan sondaj çalışmalarında, tarihi
kalıntılara rastlandı. Eserlerin ortaya çıkması
üzerine inşaat çalışmaları durduruldu ve kurtarma
kazısına başlandı.
Atatürk Bulvarı'nda bulunan ve daha
önce kafe olarak kullanılan alanda yeni bina
yapılması için geçen aylarda inşaat çalışmalarına
başlandı. 3'üncü derecede SİT alanı içinde yer alan
inşaatın temel kazısı çalışmaları sırasında sondaj
çalışmaları yapılırken tarihi kalıntılara rastlandı.
ANTİK DÖNEME AİT MİMARİ KALINTI
Alandaki inşaat çalışmalarının
durdurulduğunu ve kurtarma kazısının başlatıldığını
belirten Milas Müze Müdürü Ali Sinan Özbey, 'Milas
İlçe merkezinde yer alan 3'üncü derecedeki SİT
alanında yeni yapılanma öncesinde taşınmaz sahibinin
müzemize müraacatının ardından Milas Müze Müdürlüğü
olarak sondaj çalışmalarına başladık.
Bazı mimari kültür varlıklarının
çıkması üzerine buradaki sondaj çalışmamızı kurtarma
çalışmasına çevirdik. Bu çalışma kapsamında antik
döneme ait mimari kalıntılarına ulaştık. Bunun
aslında değişik dönemlerde tahrip olduğu
kanaatindeyiz. Bununla ilgili çalışmalarımıza devam
ediyoruzö dedi.
ROMA DÖNEMİ'NE AİT TOPRAK KAPLAR
ÇIKTI
Kazı çalışması kapsamında bazı eski
eserlere de rastladıklarını ifade eden Özbey, 'Çıkan
eserler arasında az sayıda Roma Dönemi'ne ait pişmiş
toprak kap parçalarına rastladık. Mimari olarak
oldukça geniş bir alana yayılan, ancak değişik
dönemlerde tahrip edilmiş bir yapının varlığı tespit
edildi. İlerde yapılacak kazılarda buranın ne olduğu
ortaya çıkacak.
Antik dönem içinde yapıya farklı
fonksiyonlar verilmiş, eklentiler yapılmış. Bunlar
tahrip olduğu için net bir şey söyleyemiyoruz. En
kısa zamanda konuyu
Muğla Koruma
Kurulu'na iletip, onların yapacağı değerlendirmenin
ardından buradaki çalışmaya farklı bir yol
verebileceğiz' diye konuştu.
haberler.com, 24.04.2013
|
3 TÜRKİYE TABLOSUNA
REKOR FİYAT

Dünyanın saygın
müzayede salonlarından Sotheby's Londra'da
düzenlenen açık artırmada, Türkiye'yi yansıtan 3
önemli eser rekor fiyata alıcı buldu.
Müzayede Salonu'nun 'Oryantalist Eserler' serisinde
düzenlediği açık artırmada, Alberto Pasini, Herman
Corrodi ve Ippolito Caffi'nin 19'uncu Yüzyıl
Türkiyesi'ni yansıtan tabloları toplam 1 milyon 339
bin 500 sterline (3 milyon 683 bin TL) satıldı.
İtalyan ressam Herman Corrodi'nin 'Boğaziçi'nde
Asya'nın Tatlı Su Çeşmesi' adlı yağlı boya eseri 518
bin 500 sterlin ile rekor kırdı. Eserin tahmini
bedeli 200-300 bin sterlin olarak açıklanmıştı.
İtalyan ressam Alberto Pasini'nin 'Pazar' (Market
Day) adlı yağlı boya tablosu 482 bin 500 sterline
alıcı buldu.
Müzayedede Ippolito Caffi'nin ‘Haliç'te Gün Doğumu'
adlı eseri ise 338 bin 500 sterline satıldı. İtalyan
ressam Caffi'nin bu tablosunun tahmini bedeli,
100-150 bin sterlin arasındaydı. Her 3 eserin
alıcıları ise açıklanmadı. Müzayedede en büyük
rekoru Avusturyalı ressam Ludwig Deutsch'nin ‘The
Offering' adlı tablosu kırdı. Ressamın eseri özel
bir koleksiyoncuya 2 milyon 154 bin 500 sterlin'e
satıldı.
Sotheby's 24 Nisan'da da yılda 2 kez düzenlenen
İslam Dünyası müzayedesinde Ortadoğu ve Türkiye'den
eserleri satışa çıkaracak. Müzayede salonu ayrıca 23
Mayıs'ta düzenleyeceği 19. yüzyıl Avrupa resimleri
müzayedesinde Türkiye'den manzaralar içerin bir
koleksiyon sunacak.
Habertürk, 24.04.2013
|
BİLİM İNSANLARINI ŞAŞIRTAN 'ATA'
Şili'de 15 santimetre uzunluğunda kafası vücuduna oranla oldukça büyük olan bir iskelet, bilim insanlarını hayrete düşürdü.
10 yıl önce bulunan iskeletin başlarda maymun olabileceğini belirten bilim adamları, şimdilerde ise bu esrarengiz iskeletin mutasyona uğramış bir insan iskeleti olabileceği üzerinde duruyor.
'Ata' adı verilen esrarengiz iskelet, kimi kesimler tarafından uzaylı olarak adlandırılsa da bilim insanları bu iskeletin mumyalanmış insan iskeleti olduğunu düşündüklerini ifade ediyor. İskelet hakkında bölgede spekülasyonlar devam ederken, 2003 yılında da Oscar Munoz isimli bir kişi yerel gazetelere yaptığı açıklamada, 15 santimetre uzunluğunda beze sarılı bir iskelet bulduğunu belirtmişti. İnsana benzemeyen iskeletin oldukça karardığını da ifade eden Munoz, iskelette ayrıca 9 kaburga kemiği olduğunu ifade etmişti. Konuyla ilgili açıklama yapan Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi Kök Hücre Biyolojisi Bölümü Yöneticisi Gary Nolan ise açıklamasında, 'Bu iskeletin kesinlikle maymun olmadığını söyleyebilirim. Bu bir insan. 6 ya da 8 yaşına kadar yaşamış olmalı' dedi.
Radikal, 24.04.2013
|
 |
|
EVİNİN BAHÇESİNDE BULDU
İngiltere'nin Exeter
kentinde yaşayan Bronwyn Hickmott, senelerdir
kapısının önünde duran ve merdiven süsü sandığı
metalin aslında 1300 yıllık bir Budist tapınağı
merdiveni olduğunu öğrenince küçük bir şok geçirdi.
Açık arttırmada satılan Budist eseri tam 553,250
sterline satıldı. Satıştan sonra bir açıklama yapan
Hickmott, '40.000 sterline geldiğinde ağzım açık
kalmıştı, böyle bir parayı kesinlikle beklemiyordum'
ifadelerini kullandı.
Tapınak merdiveninin dünyada sadece 7 tane benzeri
bulunuyor ve son derece ender bulunan bir parça.
Vatan, 24.04.2013
|
TÜRK HARFLİ YENİ BİR
YAZIT BULUNDU

Çin'in kuzeyindeki
eski başkentlerden Xian'da,
Uygur prensi Karı
Çor' (Çince
Ge Çor) ait, M.S.795 yılına tarihlendirilen,
Çince ve Göktürk
harfli bir yazıt bulundu.
Yazıtla ilg,iil Xian'daki Tang Hanedanı Batı Çarşı
Müzesi'nde; Türk,
Çinli, Fin ve
Avrupalı bilimadamlarının ve pek çok ülkeden basın
mensuplarının katıldığı bir toplantı düzenlendi.
Yazıt ilk kez Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi,
Türkçe Eğitimi Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Cengiz
Alyılmaz tarafından okundu ve anlamlandırıldı.
Toplantıda konuşan Alyılmaz, "Göktürkçe 17 satırın
bulunduğu yazıtın hemen sağ kısmında, çok nadir
rastlanan bir şekilde,
Çince yazılmış bir
metin de bulunmaktadır. Yan yana Türkçe ve
Çince yazılmış bu
kitabe, kare biçiminde ve yaklaşık 40 santimetre
boyutlarındadır. Türkçe ve
Çince okuma ve
anlamlandırma çalışmalarından yazıtın, 19 yaşında
hayatını kaybeden
Uygur Prensi Karı
Çor'un cenazesi için hazırlatıldığı görülmektedir.
Yazıt, bu haliyle söz konusu dönemdeki
Uygur-Çin
ilişkilerinin yakınlığını da ortaya koyuyor. Cenaze
işlemlerinin
Çin hükümdarı
tarafından düzenlendiği özellikle vurgulanan yazıtta
Türkçe ve
Çince metinler
örtüşmekte; metinler birbirini tamamlamaktadır."
şeklinde açıklama yaptı.
Xian şehri Shaanxi eyaletinin merkezi ve burada Qin
hanedanlığının mezarlığı da bulunuyor. Torak
askerler müzesinin de bulunduğu tarih kokan bu şehir
aynı zamanda İpek Yolu'nun da başlangıcı olarak
biliniyor.
Habertürk, 24.04.2013
|
BİR RENOVASYON ÖRNEĞİ
 
 
 

12. yüzyıldan kalma Astley Şatosu, eski ve yeni
mimarinin izlerini taşıyor. Uzun süre harap halde
kalan, yangınlar ve 2 dünya savaşı atlatan kale 2012
yılında onarılırken, binanın eski bölümleri de
sağlamlaştırılarak korundu.
İngiltere'deki Warwickshire kontluğunda bulunan kale, 15. yüzyılda
kraliyet ailesine 3 nesil boyunca ev sahipliği
yapmış. Kale, 2. Dünya Savaşı sırasında ise otel
olarak kullanılmaya başlanmış. Bir süre sonra da
kaderine terk edilmiş.
Uzun süre harap halde kaldıktan sonra, “The
Landmark Trust” adlı, binaları koruma konusunda
çalışan bir vakıf, restore edilmesini teklif
etmiş. The Landmark Trust, renovasyon projesi için
mimari bir yarışma başlatmış. Londra merkezli
Witherford Watson Mann adlı mimari şirketi seçilmiş.
Şirketin hazırladığı proje, eskiyi koruyarak yeni
bir yapı yaratmayı hedefliyordu ve başta insanların
aklında soru işaretleri yarattı. Yenilenmiş bu
yapıda, tarihin izleri korunabilecek miydi?
Eklentiler, eski kalıntıların yıkılmamasını
sağlayabilecek miydi? Sonuç olarak renovasyon
başarılı oldu ve bina 2012 yılında bugünkü halini
aldı. Kale şu anda otel olarak kullanılmakta.
Arkitera, Haber: Elif Tuğba Gürkan, 24.04.2013
|
YENİKAPI'YA DİP DOLGUSU

İstanbul’da 1
Mayıs’ın nerede kutlanacağı tartışıladursun,
Yenikapı’da geçtiğimiz ay başlayan meydan
inşaatı tüm hızıyla sürüyor. 1. etabı süren inşaatta
önce deniz dibi taşla doldurulacak. Proje
tamamlandığında İstanbul’un 1 milyon kişi kapasiteli
bir miting alanı olacak.
Yenikapı sahilinde geçtiğimiz ay başlayan
“Meydan Düzenlemesi 1. Etap İnşaatı” kapsamında bir
platform üzerine kurulan kepçe, denize taş yığmaya
başladı. Bu taşların üzerinden meydan alanının
mendireği olacak iki kilometre uzunluğunda yol
geçecek. Kayalardan temizlenen deniz tabanına daha
sonra taş dökülecek ve temellerin sudan aşınması
önlenecek. Ardından deniz üzerine meydanın mendireği
olacak 2 kilometre uzunluğunda bir yol inşa
edilecek. 30 milyon 881 bin TL bedelle ihale edilen
1. etap inşaatının 300 günde tamamlanması
bekleniyor. Kullanılacak tüm iş makineleri ve diğer
ekipmanlar denizden gemilerle taşınacak. Projenin 2.
etabında ise temeller atılacak ve denizin
doldurulması çalışmaları başlayacak. Çalışmalar sona
erdiğinde
Yenikapı sahilinde, 518 bin metrekaresi dolgu,
tam 715 bin metrekare büyüklüğünde bir miting,
gösteri, konser ve yeşil alan olacak.
PROJEDE NELER VAR?
Yenikapı’da bulunan proje alanı “İstanbul
Metropolü Miting ve Gösteri Alanı” olarak tasarlandı
ve
Yenikapı İDO İskelesi ile Kennedy Caddesi
arasındaki sahil şeridi doldurularak inşa edilecek.
* Miting, konser veya fuar alanı olarak kullanılmak
üzere 700 bin ile 1 milyon kişi kapasiteli mekan yer
alacak.
* Alanda 2.200 araç kapasiteli açık otopark, 760
otobüs kapasiteli açık otopark olacak.
* 715 bin metrekarenin 450 bin metrekaresi
yeşillendirilerek, park olarak hizmet verecek.
* Meydanda bir sahne, sağlık, idari ve güvenlik
birimleri için kulübeler, kafe, büfe, restoran ve
sergi alanları ile ahşap iskeleler ve engelli
locaları olacak.
* Meydanın altına, 2.5 milyon nüfusun atıksuyunun
arıtılacağı "İleri Biyolojik Arıtma Tesisi"
kurulacak.
Habertürk, Haber: Ezgi Evcil, 24.04.2013
******
YENİKAPI DOLGUSU
'BİZANS'TAN BAŞLADI
Yenikapı sahilinde
miting ve gösteri alanı olarak kullanılacak olan 1
milyon 250 bin kişilik dev meydanın inşaatı Bizans
surlarının bulunduğu Samatya sahilinden başladı.
Uzmanlar, koruma kurulunun yetkisiz bırakıldığı
dolgu projesinin tarihi surların yapısına ve
yarımadanın doğal topografyasına zarar vereceğini
savunuyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi
(İBB) denizin içine 2 kilometre uzunluğunda
yapılacak yolun inşaatına bir hafta önce denize taş
dökerek başladı. Kamyonlarla getirilen hafriyatlar
bu taşların üzerinden denize dolduruluyor. Yaklaşık
715 bin metrekarelik dev meydan, Samatya Eğitim ve
Araştırma Hastanesi’nin önünden Yenikapı İDO
İskelesi’ne kadar devam edecek.
İstanbul 1 No’lu Yenileme Alanları Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 23 Ocak 2012
tarihinde, ‘Siluet ve topografyayı bozar,
uluslararası sözleşmelere aykırı’ diyerek proje için
olumsuz görüş bildirmişti. Ancak
Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı dolgunun ‘SİT alanına değil denize’
yapılacağını belirtip 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nu
gerekçe göstererek projeye onay verdi. Şehir
Plancıları Odası İstanbul Şubesi, dolgu projesinin
kültür varlıklarına zarar vereceğini ve İstanbul’un
tarihi dokusunu bozacağını gerekçe göstererek
yürütmeyi durdurma istemiyle 11 Ocak 2012’de
İstanbul 6. İdare Mahkemesi’ne başvuruda bulundu.
Ancak mahkeme kararı çıkmadan dolgu çalışmalarına
başlandı.
Dolgu alanıyla ilgili onaylanan projede bölgenin
park olacağı belirtilirken, daha sonra miting
alanına çevrildiğini ve bu değişiklik için izin
alınmadığını savunan Şehir Plancıları Odası İstanbul
Şubesi Başkanı Tayfun Kahraman, “Yenikapı dolgu
projesi İstanbul’un tarihi dokusuna mutlak suretiyle
zarar verecek. Ayrıca belediyenin tek taraflı olarak
projenin içeriğini değiştirmesi de hukuksuzluktur”
dedi.
İBB’den yapılan açıklamada ise Samatya sahilindeki
surların anroşman inşaatı ve dolgu çalışmalarının
dışında bırakıldığı belirtildi.
Projede neler var?
Alana 1 milyon 250 bin kişilik miting alanı, 2
bin 200 araç ve 760 otobüs kapasiteli iki açık
otopark yapılacak. Meydanın altında İleri Biyolojik
Arıtma Tesisi kurulacak. Meydanda bir sahne, sağlık,
idari ve güvenlik birimleri, kafe, büfe, restoran,
sergi alanları olacak.
Radikal, Haber ve
Fotoğraf: İdris Emen, 26.04.2013
|
EMEK'TEKİ YIKIM, HALEP'İ DE SARSIYOR
Yıkımı büyük
protestolara neden olan tarihi Emek Sineması’nın
hafriyat alanında dün gece çıkan yangın çevredeki
esnafı tedirgin etti.
Emek Sineması'nın da bulunduğu Serkildoryan Han’ın
molozlarının bulunduğu yerdeki yangın kısa süre
içinde kontrol altına alındı. İtfaiye İstiklal
Caddesi'ndeki Halep Pasajı'nın önünden yangına
müdahale etti.
Halep Pasajı’nda dükkanı bulunan esnafın, Emek
Sineması’nın da bulunduğu binanın yıkımına ilişkin
tepkileri ise sürüyor. Her gün “7 şiddetinde
deprem oluyormuşçasına sarsıldıklarını” söyleyen
Halep esnafı, yıkımın balyozla yapılması taleplerine
rağmen iş makinelerinin kullanılmaya devam ettiğini
ve sarsıntıların da bundan kaynaklandığını
belirtiyor. Pek çok dükkanda çatlaklar ve kısmi
duvar yıkıntılarının olduğu dikkat çekiyor.
Konuyla ilgili
Beyoğlu ve
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne
başvurduklarını ve yıkımın kendilerine hasar
vermeyecek şekilde gerçekleştirilmesi için tedbir
alınmasını istediklerini belirten esnaf her iki
belediyeden de yeterli ilgi göremediklerini
belirtiyor.
Pasajda Emek Sineması'na bitişik iki dükkanın
işletmecisi, sinemanın duvarının pazartesi günü
yıkıldığını ve dükkanlarına suntadan bir perde
yapmaktan başka çare bulamadıklarını anlatıyor.
Sunta perde de dün yıkım sırasında yer yer çatlamış,
içeri hafriyat dökülmüş.
Pasajda 1.5 ay önce hediyelik eşya dükkanı açan
kiracı Mustafa Aydemir de sunta perde çözümüne
başvuranlardan. Aydemir, 'Burası her an göçebilir,
ha yıkıldı ha yıkılacak diye bekliyoruz. Dün her yer
toz duman içindeydi. Böyle olacağını bilsem dükkanı
tutmazdım, müşteri geldiği gibi kaçıyor'' diyor.
Takı dükkanı işleten Çelik Akdemir de duvardaki
çatlakları göstererek, ''Sarsıntı başlayınca
müşterilerle birlikte dışarı kaçıyoruz. Dün duvara
asılı vergi levhaları, takıları astığımız panolar
bir anda aşağıya indi. Kafamıza duvar parçaları
dökülüyor, duvarın arkasından 'Durun' diye bağırıp
sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. İnşaattan yetkililer
önce gelip 'Korkmayın bir şey olmaz, sallanmanız çok
doğal. Sıvanızı biz yaparız' dedi. Sonra bir başka
yetkili gelip 'Bunların olmaması gerekirdi, müdürüme
ileteceğim' dedi. Belediye yarın gelip tespit
yapacakmış, bari inşaatı müşterilerin olmadığı akşam
saatlerinde yapsınlar, makinayla değil balyozla
yıksınlar'' diye konuştu.
Çocuk kıyafetleri satan bir dükkanın kiracıları da
yerlerde oluşan çatlakları gösteriyor, 'Akşam yangın
var sabah yıkım. Belediyeye defalarca şikayet ettik
ama kimse gelip bakmıyor. Herkes can güvenliğinden
endişe ediyor'' diyor.
Pasajın en alt katındaki Beyoğlu Sineması'ndan
yetkililer de 'Biz Rüya Sineması'nın bitişiğindeyiz.
Geçen hafta yıkımdan rahatsız olunca şantiye şefini
çağırdık, film başlamadan sinemayı yıkıp sonra ön
tarafa geçmeleri için ikna ettik. Üç gün önce Emek'e
girdiğimde tavanı kesip ambalajlıyorlardı, koltuklar
hala yerindeysi. Rüya sinemasıysa komple
yıkılmıştı'' diye konuştu.
Pasajın kiracıları, Demirören inşaat sırasında Ağa
Camii'ye verilen hasarın burada da meydana
geleceğinden endişeli. Yıkım şimdilik pasajın zemin
seviyesinde fakat yer altına indikçe ne olacağı
belirsiz.
Beyoğlu Belediyesi'nden ise yangına ve sinemadaki
hasara dair bir bilgi alınamadı.
Radikal, Haber: Elif İnce, 23.04.2013
******
EMEK İNŞAATINDA YANGIN, HALEP PASAJI'NDA KORKU
Protestolara rağmen yıkımı devam eden
Emek Sineması ’nın inşaat alanında pazartesi
gecesi yangın çıktı. Saat 1 civarında Halep
Pasajı’nın önüne dört itfaiye aracı geldi ve pasajın
içinden hortumlarla yangına müdahale etti. İtfaiye
yetkilileri yangın söndürme çalışmaları sırasında
vatandaşlara ‘Emek Sineması’nın altındaki molozların
yandığını’ söyledi.
Yangın haberi sosyal medyada geniş yankı
uyandırırken İBB ve projeyi yürüten Kamer İnşaat
resmi bir açıklama yapmadı.
Beyoğlu Belediyesi’nin basın yetkilisi ise firma
yetkililerinden aldığı bilgiyi aktararak ”Yangın
yok. İnşaat alanına bir izmarit düşmüş, hafriyattan
duman çıkınca hassasiyet gösterilerek itfaiye
çağrılmış” diye konuştu.
Öte yandan Emek Sineması ve Serkildoryan binasında
devam eden yıkım çalışmaları Halep Pasajı esnafını
da zor durumda bıraktı. 1885’te yapılan pasajın
kiracıları, bir haftadır 7-8 şiddetinde
deprem oluyormuşçasına sarsıldıklarını,
müşterilerle birlikte panik içinde dışarı
kaçtıklarını anlatarak duvarlarda ve yerlerde oluşan
çatlakları gösteriyor. Esnafın endişesi, pasajın
sonunun Demirören inşaatı sırasında ağır hasar gören
Ağa Camii gibi olması... Pasajda Emek Sineması’na
bitişik iki dükkanın işletmecisi, sinemanın
duvarının pazartesi günü yıkıldığını ve dükkanlarına
suntadan bir perde yapmaktan başka çare
bulamadıklarını anlatıyor. Pasajda 1.5 ay önce
hediyelik eşya dükkanı açan kiracı Mustafa Aydemir
de sunta perde çözümüne başvuranlardan. Aydemir,
“Burası her an göçebilir, ha yıkıldı ha yıkılacak
diye bekliyoruz. Dün her yer toz duman içindeydi”
diyor.
Gümüş takı dükkanı işleten Çelik Akdemir ise
duvardaki çatlakları göstererek, “Sarsıntı
başlayınca müşterilerle birlikte dışarı kaçıyoruz.
Dün duvara asılı vergi levhaları, takıları astığımız
panolar bir anda aşağıya indi. Kafamıza duvar
parçaları dökülüyor, duvarın arkasından ‘Durun’ diye
bağırıp sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. İnşaattan
yetkililer ‘Korkmayın bir şey olmaz, sallanmanız çok
doğal. Sıvanızı biz yaparız’ dedi. Belediye çarşamba
tespite gelecekmiş. Bari inşaatı müşterilerin
olmadığı akşam saatlerinde yapsınlar, makineyle
değil balyozla yıksınlar’’ diye konuştu.
Pasajın en alt katındaki Beyoğlu Sineması’ndan bir
yetkili ise “Biz Rüya Sineması’nın bitişiğindeyiz.
Geçen hafta yıkımdan rahatsız olunca şantiye şefini
çağırdık, film başlamadan sinemayı yıkıp sonra ön
tarafa geçmeleri için ikna ettik. Üç gün önce Emek’e
girdiğimde tavanı kesip ambalajlıyorlardı, koltuklar
hala yerindeydi. Rüya Sineması komple yıkılmıştı’’
diye konuştu.
Esnaf belediyenin gereken özeni göstermediğinden
şikayetçi.
Radikal, Haber: Elif İnce, 24.04.2013
|
4 BİN 400 YIL SONRA BULUNDU
İngiltere'de
arkeologlar, eski Kraliyet bölgesi Windsor'da tam 4
bin 400 yıllık bir kadın iskeleti buldu.
Altınlarla birlikte gömülmüş olan iskeletin
boynunda bir de kehribar boncuklarla süslenen altın
kolye bulunuyor. Bu nedenle uzmanlar, kadının
dönemin üst sınıflarından biri olduğunu düşünüyor.
Kazı çalışmalarını yürüten Wessex
Üniversitesi'nden arkeolog Gareth Chaffey, kadının
40 yaşında öldüğünü, durum itibariyle prenses veya
kraliçe olabileceğini açıkladı.
Milliyet, 23.04.2013
|
|
SARAYIN 'YILDIZ'I YENİDEN PARLAYACAK

Osmanlı
padişahı 2. Abdülhamit zamanında Osmanlı Devleti’nin
ana sarayı olarak kullanılan Yıldız Sarayı, bugüne
kadar kumarhane, harbiye ve üniversite gibi farklı
amaçlarla kullanıldı.
Neredeyse bir kimlik savaşı veren saray,
bugünlerde ise kendine has bir programla
ziyaretçilerini karşılıyor. ‘Saray Akademi Yıldız’
programı ile konferans, seminer ve gezilerle tarihi
bir yolculuk yapılıyor. Yıldız Sarayı Vakfı Yönetim
Kurulu üyesi Arzu Enver, akademi programının
pasifize edilmiş bir padişahı, 2. Abdülhamit’i
insanlara yeniden anlatma çabası olduğunu söylüyor.
Bu program çerçevesinde Yıldız Sarayı, onunla
özdeşleşen 2. Abdülhamit, onun gündelik hayatı ve
yolu Yıldız’dan geçenler anlatılıyor. Ayrıca sarayın
sanatsal, politik ve tarihsel geçmişi ve gündelik
yaşam gibi konulara da değiniliyor. Hatta saray
gezilerinden bir tanesi Abdülhamit’in İzinden
şeklinde tasarlanmış. Böylece ziyaretçiler sultanın
saraydaki bir gününü onun izinden giderek yaşıyor.
Aynı zamanda Naciye Sultan ile eşi Enver Paşa’nın
torunu olan Arzu Enver, Yıldız Sarayı’nın kumarhane,
askeriye yapılarak geçmişin izlerinin silinmek
istendiğinden ve adeta canına okunduğundan söz
ediyor. Aileyi temsilen saray için çalışan Enver,
bugünse sarayı insanlara yeniden anlatmak için bu
programların düzenlendiğini kaydediyor. Ayakta olan
tek saray vakfı olan Yıldız Sarayı Vakfı tarafından
düzenlenen etkinlikte Osmanlı botaniğinden
dekorasyona, sanat tarihinden Osmanlı sarayındaki
Avrupalı müzisyenlere kadar birbirinden farklı
konular konuşuluyor. Yıldız Sarayı Müze Müdürü Ali
İlker Tepeköy, Semavi Eyice, Dr. Irvin Cemil Schick,
Mustafa Armağan, Prof.Dr. Norman Stone, Saro Dadyan
ve Betül Mardin gibi alanında uzman konuşmacılar
geliyor. Bunlar arasında 2013 bahar döneminde
başlayan akademi programı önümüzdeki sene de devam
edecek. 1946’da Harp Akademileri’ne bırakılan
Yıldız’ın Kültür Bakanlığı’na bağlanması 1978
yılında gerçekleşiyor. Ancak bu dönemde sarayın
gezilip görülmesi söz konusu değil. Yıldız
Sarayı’nın aslına uygun olarak müze haline getirilip
halkın ziyaretine açılması ise 1993 yılını buluyor.
Askeriye, üniversite ve MİT (Milli İstihbarat
Teşkilatı) gibi farklı bölümlere ayrılan sarayın
‘yıldız’ı tekrar parlıyor. Böylece gezilmesi
imkansız olan saray, kapılarını açmış oluyor.
Zaman, Haber: Tuğba Öcek - Sümeyra Çiçek,
23.04.2013
|
İSTANBUL İÇİN SİLUET BARIŞI

Silüet tartışmaları, Başbakan'ın
açıklamalarıyla yeniden gündemde. Şehir estetiği
konusunda Başbakan'a tam destek veren müteahhitler,
yüksek yapılarda ise 'çözüm bölgesel kümelenmede'
diyorlar.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İstanbul'da
yükselen gökdelenlere yönelik eleştirileri,
gayrimenkul sektöründe de yankı buldu. Erdoğan son
olarak sert bir üslupla tarihi yarımadanın silüetini
bozan 16/9 projesine ağır eleştiri getirmişti.
Erdoğan her ne kadar kırgınlığını tek bir proje
üzerinden dile getirse de aslında konuşmasında
sektöre de ciddi bir uyarı vermiş oldu: "Dikey
yapılanmayı onaylamıyorum, bizim kültürel yapımıza
uygun mimarinin uygulanmasından yanayım."
Gayrimenkul sektörü son 5 yıldır stratejisini
yüksek binalar üzerine kurmuş durumda. 5 sene
öncesine kadar sayısı 2 elin parmaklarını geçmeyen
İstanbul'daki gökdelen sayısı, şimdi saymakla
bitmiyor.
TARİHİ YARIMADA HASSASİYETİ
Peki, pazarlama stratejilerini bile 'yükseklik'
üzerine kuran, sektör şimdi ne yapacak' Sektör
temsilcileri Tarihi Yarımada konusunda Başbakan
Erdoğan'ın hassasiyetini paylaşıyor. Genel kanı,
inşaatların tarihi dokuyu gölgelemeyecek şekilde
tasarlanması, gökdelenlerin kentin belli
bölgelerinde kümelenmesi yönünde. Ancak yüksek
binalardan tamamen vazgeçmeyi kentsel dönüşümle
bağdaştıramıyor müteahhitler. Yerel mimari, modernin
klasikle birleştirilmesi, yapılarda Osmanlı,
Selçuklu dokunuşlarının olması gerektiğinde ise
hemen herkes hemfikir.
ÇÖZÜM NEO-KLASİK MİMARİDE
VARYAP Yönetim Kurulu Başkanı Süleymen Varlıbaş
yerel mimari için "Yurtdışında ülkeye has mimari
anlayışı görüyorsunuz, İstanbul'da da böyle olmalı.
Osmanlı, Selçuklu mimarilerinden yola çıkarak,
modernle klasiği harmanlayıp neoklasik tarz
oluşturulabilir" diye konuştu. Varlıbaş, yüksek
binalar konusunda ise "Tarihi eserlerin olduğu
bölgelerde bu eserleri gölgeleyecek yapılara izin
verilmemeli" dedi.
YENİ PROJEDE 'SÜRMENE MİMARİSİNİ'
KULLANACAK
DAP Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Ziya Yılmaz,
tarihi yarımadayı da kapsayan İstanbul'un belli
bölgelerinde 'yüksek bina' dikilmesini doğru
bulmayanlardan.
Yılmaz"Tarihi doku konusunda hassasiyet
gösterilmeli. Eminönü, Beşiktaş gibi bölgelerde
yapılanma yatay olmalı. Ancak 6.5 milyon konutun
dönüştürülmesinin planlandığı bir şehirde, yukarı
çıkmadan kentsel dönüşüm de yapılamaz. Bu yüzden
gökdelenler için bölgesellik önem kazanıyor" diyor.
DAP Yapı'nın son projesi Vazo Kule'nin Hitit
esintileri taşıdığını hatırlatan Ziya Yılmaz, yerel
mimari konusunda ise "Çağdaş mimariyi yerel öğelerle
birleştirmek gerekiyor. Ben Sürmeneliyim. Biz de
Osmanlı ve Sürmene mimarisinden yola çıkarak proje
hayata geçirmeyi planlıyoruz" dedi.
HEDEFİMİZ EN YÜKSEĞİNİ DEĞİL EN
KALİTELİSİNİ YAPMAK
Ağaoğlu Şirketler Grubu Başkanı Ali Ağaoğlu
'yükseklik yarışının' aslında bütün dünyada
süregeldiğini söyledi. Grup olarak hiçbir zaman 'en
yüksek binayı biz yapalım' mantığında olmadıklarını
ifade eden Ağaoğlu, "Biz en güzeli, kalitelisi için
yola çıkıyoruz' dedi. Ağaoğlu, yerel mimari
konusunda ise "İnşa ettiğimiz İstanbul Finans
Merkezi projesi Selçuklu ve Osmanlı mimarisiyle
yapılıyor" diye konuştu.
ŞEHİR PLANLAMACILARINDAN DESTEK
Şehir Planlamacıları Odası İstanbul Şube Başkanı
Tayfun Kahraman: "Müteahhitlerin "gökdelenler
belirli yerlerde kümelensin" önerisine katılıyorum.
Kent içerisinde yüksek katlı yapı olmaz diye bir
kriter yok. Kent içinde belirli bölgelerde yüksek
yapılara izin verilmesi o bölgelerdeki alt yapının,
ulaşımın önceden belirlenmesiyle İstanbul'un
slüetinin ve alt yapısının bozulmasının önüne
geçilebilir. Bu bölgeler belirlenirken olumsuz
etkilerden olabildiğince uzak kapsamlı bir çalışma
yapılmalı."
Akşam, Haber: Şenay Büyükköşdere, 23.04.2013
|
"KORUMA BÖLGE KURULU SUÇ İŞLİYOR"
Uludağ
Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Mustafa Şahin, Mudanya'da antik kent üzerine AVM
inşa edilmesine izin veren Bursa Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun tarihi bir suç
işlediğini söyledi.
Bursa Akademik Odalar Birliği (BAOB)
Yerleşkesi’nde düzenlenen ‘Myrleia Gerçekleri’
başlıklı panel, TMMOB Makina Mühendisleri Odası
Bursa Şubesi Başkanı İbrahim Mart’ın açış
konuşmasıyla başladı. İHA'nın haberine göre, Uludağ
Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Mustafa Şahin, Mryleia antik kentine ait tarihi
bulguların çok önemli olduğunu , kazılarda ele
geçirilen bronz çocuk heykeli figürünün çok nadir
rastlanan bir eser olduğunu söyledi. Bunun bölgenin
tarihi açıdan ne derece önemli olduğunu gösteren en
somut delil olduğuna işaret eden Şahin, Mudanya’nın
tarihi açıdan liman şehri özelliği ile dikkat
çektiğini belirtti. Şahin, Mryleia ile Kapanca’nın
bugüne kadar ihmal edildiğini, milattan önce 8.
yüzyıla dayanan tarihi boyunca Prusa limanı olarak
kullanılan bu bölgenin çok zengin medeniyete
beşiklik ettiğini vurguladı.
Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu’nda, söz konusu antik kentin tamamında kazı
yapılmadan karar alındığına ve sondaj yapılmadan
inşaat sürecine geçildiğine dikkat çeken Prof.Dr.
Şahin, kurulun tarihi bir suç işlediğini söyledi.
Nilüfer Kent Konseyi'nden Şehir Plancısı İkbal
Polat ise, sürece ilişkin teknik değerlendirmeleri
ve yapılan araştırmaları anlattı. Türkiye’nin son
dönemde arkeolojiyi ve kültürel mirası keşfettiğini
söyleyen Polat, vatandaşın hassasiyetinin tarihi
mirasın korunmasında önemli olduğunu kaydetti. Bu
meselenin aynı zamanda bir kamu yönetimi meselesi
olduğunu belirten Polat, “Bakanlık, belediye,
kurumlar, üniversite arasında yapılan yazışmalar
hukuksuzluğu gösteriyor. Bu inşaat bitmek üzere.
Arkeoloji bölümünün talep ettiği, sit alanının
genişletilmesi gerçekleşseydi bütün bunlar
yaşanmayacaktı. Bilimsel rapor ve yüzey
araştırmalarına rağmen çeşitli güçlerin bu süreci
yönlendirdiğini görüyoruz” dedi.
Sürecin hukuki boyutu hakkında bilgi veren ÇHD
Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Serkan Sılacı da
Bursa ve Mudanya halkının antik kentin korunmasına
yönelik hassasiyetin kayda değer olduğunu vurguladı.
Milletvekili Demiröz BESOB'u göreve
çağırdı
CHP Bursa Milletvekili İlhan Demiröz de panelde
söz alarak, konunun takipçisi olduklarını vurguladı.
Mryleia Antik Kenti Platformu’nun tarihi mirasın
korunmasıyla ilgili yürüttüğü mücadeleyi takdirle
takip ettiğini ve desteklediğini belirten Demiröz,
konuyu TBMM gündemine taşıyacağını ifade etti.
Demiröz, BESOB Başkanı Arif Tak’ı Mryleia antik
kentine sahip çıkması için göreve çağırdı.
Yapı, 22.04.2013
|
KİLİSELERE OSMANLI RESTORASYONU
Osmanlı döneminde cami olarak kullanılan ve
cumhuriyet kurulduktan sonra müzeye çevrilen Bizans
kiliselerinin teker teker yeniden camiye
dönüştürülmek üzere ‘restorasyon’ları, kaygı
uyandırıyor. Çünkü buradaki ‘restorasyon’ sözcüğü
artık herhangi bir tarihi yapının mimarlık değerinin
ihyası, binanın onarımı anlamını taşımıyor; tarihsel
değerin yerine dinsel değerin ‘restorasyon’unu
gündeme getiriyor. Üstelik yaygın olarak kullanılan
tabirle “aslına uygun hale getirmek” dendiğinde
kastedilen, yapının aslı ya da asıl işlevi olan
kilise değil, sonraki kullanımı cami olunca, bu
süreç ‘asıl’ olana ait kimi değerlerden vazgeçmeyi
gerektiriyor. Müze iken açıkta kalabilen
Hıristiyanlığa dair simgelerin, duvar resimlerinin,
mozaiklerin yapılar cami olarak ibadete açıldığında
nasıl örtüleceği sorusu konunun odağında yer alıyor.
Aslen kilise olan yapıların cami, ya da tersi,
camilerin kilise olarak kullanılması, tıpkı pagan
tapınaklarının kiliseye dönüştürülmesi gibi, bir
zamanlar yaygın bir uygulama. Ama ‘kültür varlığı’,
‘dünya mirası’ gibi kavramlarla donanmış çağdaş
koruma yasaları ve uygulamalarının çerçevesinde,
yıllardır müze olarak gezilen kiliselerin bazı
unsurlarını ortadan kaldırmak pahasına, hele bir
gereksinim de söz konusu değilken, camiye
çevrilmesinin çoktandır yeri yok.
5. yüzyılda inşa edilen
ve 787 yılında İkinci İznik Konsili’ne evsahipliği
yapan İznik Ayasofya Kilisesi, 1331’de cami olarak
kullanılmaya başlamıştı. Depremlerde ve yangınlarda
tahrip olan yapı 19. yüzyılda terk edilmiş,
1935-1936 yıllarında yapılan sondaj çalışmalarından
sonra 1953'te İstanbul Alman Arkeoloji
Enstitüsü tarafından kazılarak Bizans dönemine ait
renkli taban mozaikleri ile sıva altında kalmış
duvar resimleri ortaya çıkarılmıştı. 2007’den sonra
müze olarak ziyarete açılan yapının yeniden camiye
dönüştürülme sürecindeki restorasyon çalışmaları
gizli tutulmuş ve yapılanlar akademisyenlere ve
uzmanlara danışılmamıştı. Günümüzde tüm dünyada
kabul gören restorasyon kurallarına aykırı olarak,
yapının çatısı değiştirildi. İstanbul
Üniversitesi’nde Bizans Sanatı Tarihi profesörü
Engin Akyürek, binanın bu değişiklik yüzünden
orijinalliğini yitirdiğini açıkladı. Ve tarihi bir
binayı koruma altına almak ile cami olarak
kullanılabilmesi için yeniden inşa etmek arasında
büyük fark olduğunu ekledi, hele 200 metre yakınında
üç cami daha varken.[1]
İznik Ayasofya Müzesi’nin bu
tartışmalı onarımının ardından 6 Kasım 2011’de cami
olarak ibadete açılmasından sonra,[2]
şimdi de Trabzon Ayasofya Müzesi için benzer bir
karar alınması, Bizans mimarlığının başyapıtı
İstanbul Ayasofya Müzesi’nin sırada olup olmadığını
ister istemez akıllara getiriyor.[3]
Bu uzak bir ihtimal ya da bir vehim değil. Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınç, 23 Temmuz 2012’de
Karaköy’deki Arap Camisi’ni restorasyonun ardından
açarken yaptığı konuşmada Trabzon'daki Ayasofya
Camisi'nin restore edilerek ibadethane olarak
hizmete sokulacağını açıklamıştı. Camilerin sadece
ibadethane olarak kullanılması gerektiğini söyleyen
Arınç, "Bursa'nın İznik İlçesindeki Ayasofya Camisi
(…) maalesef daha sonraları ibadethane olmaktan
çıkarılmıştı. Geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda İznik
Ayasofya Camisi'ni ibadete açtık. İkinci müjdemiz
Trabzon'daki Ayasofya Camisi'nin ibadete açılmasıdır
inşallah. Bu cami bugüne kadar aslında hiç olmadığı
şekliyle maalesef müze haline getirilmiştir. Bizim
dönemimizde böyle bir şey olamaz. Camiler Allah'a
ibadet etme yerleridir, hiçbir kanun onu asıl
maksadından başka bir yere götüremez. İnşallah en
kısa zamanda Trabzon Ayasofya Camisi’ni hep beraber
açarız. Trabzon’a gideriz bir cuma namazı da
inşallah orada, ecdadımızın camisinde ‘Allahu Ekber’
diyerek, saf tutarız” diye konuştu.[4]
Arap Camisi, 1475-78 arasında camiye çevrilmiş,
karmaşık tarihi 13. yüzyıla uzanan bir kilise ve
Dominiken manastırı.[5]
Kimilerince Rönesans’ın habercisi olarak kabul
edilen duvar resimleri, 1999‘daki depremde sıvaların
dökülmesi ile ortaya çıkmış; on bir yıl boyunca
camide ibadet, resimler perdeyle örtülerek
yapılmıştı. Anıtlar Kurulu’nun kararına rağmen
restorasyon sırasında duvar resimlerinin üzeri
sıvanarak kapatıldı.[6]
13.
yüzyılda inşa edilen, geç Bizans döneminin en önemli
yapılarından biri olan Trabzon’daki Ayasofya
Kilisesi, Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon Rum
İmparatorluğu’nu 1461’de fethetmesinin ardından
camiye dönüştürülmüş ve duvar resimleri sıvayla
örtülmüştü. I. Dünya Savaşı sonlarında Rus işgali
sırasında depo ve hastane olarak kullanılan, işgal
sonrasında yeniden cami olan yapı,[7]
1958-1962 yılları arasında Edinburgh
Üniversitesi’nden David Talbot Rice ve David
Winfield’ın yönetiminde yapılan restorasyon
çalışmalarıyla bugünkü haline kavuşturularak 1964’te
müzeye çevrilmişti. Bu restorasyon sırasında sıva
altındaki duvar resimleri temizlenip ortaya
çıkarıldı. Uzmanlara göre kilise, mimarisi,
heykelleri ve resimleriyle bir bütün oluşturuyor ve
13. yüzyıldan kalma bu nitelikte ve bu derece az
hasar görmüş başka bir yapı da yok.[8]


Trabzon Ayasofya Müzesi’nde, yapı camiye
dönüştürülünce nasıl örtüleceği tartışılan duvar
resimleri.
Trabzon Ayasofya Müzesi’nin dönüşümü kararı,
Türkiye’deki başka tarihsel yapıları da doğrudan
etkileyebilecek bir emsal oluşturuyor. Yapı yaklaşık
elli yıldır Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlıydı.
Ancak Trabzon 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, mülk sahibi
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bakanlığın kiliseyi
usulsüz olarak “işgal” ettiği yolundaki iddiasını
kabul etti. Mahkeme, “fiilen taşınmazı müze olarak
kullanmasını haklı kılan anlayışın, Anayasa’nın 35.
ve Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddelerinde
düzenlenen ve teminat altına alınan mülkiyet
hakkının ihlali anlamını taşıyacağının hükmederek,”
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “işgalinin”
önlenmesine karar verdi.[9]
Trabzon Vakıflar Bölge
Müdürü Mazhar Yıldırımhan “Trabzon'da yeni bir cami
açma derdinde değiliz. Cami açmak Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın görevleri arasındadır. Ayasofya bizim
tapu kayıtlarımızda cami olarak geçtiği için cami
dışında fonksiyon veremiyoruz. Yeniden cami olması
için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Anıtlar Kurulu'na
proje sunacağız” dedi. Kilisenin kubbesinde yer alan
ve duvarlarının yarısını kaplayan duvar resimleri
konusunda ise, “Fresklerin nasıl kapatılacağı
konusunda çalışma yapacağız. Perdeleme sistemi
düşünüyoruz. Ancak, projeleri yapmadan konuşmak
yanlış olur. Otomatik perdeleme mi olur, başka mı
olur, oradaki yapıya zarar vermeden hangisi
uygulanabilirse onu dizayn edeceğiz"[10]
dedi. Trabzon Müftüsü Veysel Çakı ise, fresklerin
namaz saatlerinde perde ile kapatılacağını belirtti
ve Diyanet İşleri Bakanlığı’ndan Ayasofya için imam
kadrosu verildiğini açıkladı.[11]
Bu arada, şehrin “kültür
hazinesini” gözeten bir kurum daha var: tarihi
koruma konusunda sicili pek de temiz olmayan
Başbakanlık Toplu Konut İdaresi. TOKİ, uygulayacağı
kentsel dönüşüm projesiyle “Trabzon'un tarihi
kimliğini ortaya çıkarıyor”; Trabzon Belediyesi ile
iş birliği içinde, Ayasofya Müzesi'nin etrafını
saran gecekondu ve köhnemiş yapılardan temizleyerek,
bölgede tarihi dokuya uygun çevre düzenlemesi ve alt
yapı çalışması gerçekleştirmeye girişiyor.[12]
Proje değerlendirme aşamasında.[13]
Sulukule’de olanları hatırlayarak, burada da yeni
bir Osmanlı mahallesi ile karşılaşmak şaşırtıcı
olmaz.
İstanbul’daki Ayasofya Kilisesi’ne gelince, yapı
1453’te şehrin fethedilmesinden sonra camiye
dönüştürülmüştü fakat İslamlaştırılması birkaç
yüzyılı kapsayan uzun bir süreye yayıldı.[14]
Ayasofya, Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli ve
itibarlı camisi olduğunda, içindeki rölikler, haçlar
ve ikonalar kaldırılmış, göz seviyesindeki figürlü
mozaikler sıvayla örtülmüştü. Ancak kubbenin
ortasındaki Pantokrator İsa mozaiği de dahil olmak
üzere öteki mozaikler ve duvar resimlerine 16.
yüzyıl sonlarına kadar dokunulmadı. Onların
kapanması 1607-9 yılları arasında I. Ahmet’in
yaptırdığı onarım sırasında gerçekleşti; ama o zaman
bile namaz kılınan alanda, mihrabın hemen
yukarısındaki Meryem Ana ve İsa mozaiği ve kubbenin
dört köşesindeki serafimler (Evliya Çelebi onları
“kanatlı melekler” diye niteledi) ile ibadet
alanının dışındaki resimlere el sürülmedi. Bu, Sünni
İslam’ın daha katı olarak yorumlandığı bir dönemdi.
18. yüzyıla gelindiğinde, muhtemelen I. Mahmut
zamanında, serafimler dışındaki tüm figürlü resimler
sıvayla örtülmüştü. Fossati’lerin 1847-49 yıllarında
gerçekleştirdikleri restorasyon sırasında açılıp
temizlenen mozaikler yeniden örtüldü. Bu kez
serafimlerin yüzleri de kapatıldı. Artık
imparatorluğun erken çağlarında figürlü bezemelere
gösterilen hoşgörü ortadan kalkmıştı.

Ayasofya’da son namaz, Fotoğraf: Othmar Pferschy
Ayasofya’nın mozaikleri ve duvar resimleri,
Fossati’lerin bezemelerinin altından 1932-3
yıllarında, Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından
çıkarıldı. 1935 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla
müze olarak halka açılan Ayasofya’nın yeniden camiye
dönüştürülmesi meselesi, uzun süredir Türkiye’nin
muhafazakar kesimi tarafından çok rağbet gören bir
konu. Sık sık içinde ya da çevresinde namaz kılarak
Müslümanların ibadetine açılmasını isteyenler,
internet üzerinden de kampanyalar yürütüyor. Anadolu
Gençlik Derneği “Ayasofya cami olsun” kampanyası ile
on milyon imza toplamayı hedefliyor. Derneğin
Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Sanca’nın bir basın
toplantısında Ayasofya’nın Fatih Sultan Mehmet’in
bir emaneti olduğunu ifade ederek, “Ayasofya bizim
derdimiz, bizim içtiğimiz su, yediğimiz yemek, hatta
aldığımız nefesimiz gibidir … Bir ferdimiz, bir
üyemiz kalana kadar Ayasofya’nın cami olma
mücadelesi devam edecektir” demesinin ardından,[15]
2013 Şubat’ında TBMM Dilekçe komisyonuna
Ayasofya’nın camiye çevrilmesi için yapılan bir çok
başvuru kabul edildi. Şimdi ilgili kurumlara
görüşlerinin sorulması bekleniyor. Öte yandan,
Ayasofya’nın yeniden kilise olmasını isteyenlerin de
internet siteleri ve yürüttükleri kampanyaları var.

30 Ağustos 2011, Şeker Bayramı’nda Ayasofya önünde
bayram namazı.

Ayasofya’nın yeniden kilise olması için kampanya
yürütülen internet sitesinde, minarelerin sökülüp
uygun bir yere taşınması öneriliyor.[16]
Camiye dönüştürme
tartışmaları ve uygulamaları İznik, Trabzon ve
İstanbul’daki Ayasofya Müzeleri ile sınırlı değil.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Antalya’daki Kesik
Minare’den arta kalan yıkıntılar üzerine cami inşa
etme kararı da büyük tepki toplamıştı. Antalya
Mimarlar Odası kararın engellenmesi için mahkemeye
başvurdu. Aslen bir Roma tapınağı olan Kesik Minare,
hem Bizans, hem Selçuklu ve hem de Haçlılar’dan
izler taşıyor. 2007 yılında Antalya Müzesi, Akdeniz
Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi işbirliğiyle
kazı çalışmaları yapılmıştı. Kazı ve restorasyon
çalışmaları sonunda Kesik Minare alanının Antalya
Açıkhava Müzesi ve Arkeoloji Parkı olarak hizmete
açılması planlanıyordu. Ancak aradan geçen sürede,
bu konuda hiçbir adım atılmadığı gibi, alan bir
çöplüğe dönüştü.[17]
İstanbul’un en eski
kilisesi olan, 463 yılında Patrik Studios’un
vakfettiği Vaftizci Yahya Kilisesi, 15. yüzyılda
İmhahor Camii’ne dönüştürülmüştü. 1782’de yangın ve
1894’de ise depremde ağır hasar gören yapının
yönetimi geçtiğimiz Ocak ayında Kültür ve Turizm
Bakanlığı’ndan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne
devredildi. Vakıflar, bu değerli yıkıntının üzerine
de cami inşa etmeyi planlıyor.
Kaynaklar:
[1] Andrew Finkel. “Mosque Conversion
Raises Alarm”,
Art Newspaper (Nisan
2013).
[5] Wolfgang Müller-Wiener,
İstanbul’un Tarihsel Topoğrafyası
(İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002), s.
79-81.
[7] Trabzon’da camiye çevrilen diğer
kiliseler: Fatih Camisi (Orta Hisar Camisi)
(Panaghia Khrysokephalos Virgin Kilisesi),
Molla Nakip Camisi (St. Andrea
Kilisesi),Kudrettin Camisi (St.Philipp
Kilisesi), Hüsnü Köktuğ Camisi (St.
Elefterios Kilisesi), Dirlik Camisi
(Pahaghia Tzita Kilisesi),Ayşe Gülbahar
Camisi, İskender Paşa Camisi, Erdoğdu Bey
Mescidi, Tavanlı Cami, Müftü Camisi, Hızır
Bey Camisi, Semerciler Camisi, Konak Camisi,
Ahi Evren dede Camisi, Musa Paşa Camisi,
Hoca Halil Camisi (Hatip Camisi, Kalvanoğlu
Camisi),Tabakhane Camisi, Çarşı Camisi,
Gözaçan Camisi, Askeri Cami, Hacı Yahya
Camisi, Hamza Paşa Camisi, Hatun Hatuncuk
Camisi, Tekke Camisi, Hüseyin Ağa Camisi,
Hacı Kasım camisi, Hacı Salih Camisi, Şirin
Hatun Camisi (İç Kale Camisi), Kemer Kaya
Camisi ve Fatih Küçük Camisi. (Kaynak:
http://www.kenthaber.com/Haber/Genel/Kose/erdem-yucel/trabzon-ayasofyasi-ibadete-mi-aciliyor-/168170d8-74a2-4521-8b28-137e5241afbd
(16 Nisan 2013)
[8] Londra Courtauld Sanat
Enstitüsü’nden Antony Eastmond, Finkel’in
makalesinde alıntılanan görüşleri.
[14] Ayasofya’nın Osmanlı döneminde
geçirdiği değişikliklere ilişkin bilgilerin
kaynağı: Gülru Necipoğlu, “The Life of an
Imperial Monument: Hagia Sophia After
Byzantium”,
Hagia Sophia from the Age of
Justinian to the Present, der. Robert
Mark ve Ahmet Ş. Çakmak (Cambridge & New
York: Cambridge University Press, 1993), s.
195-225.
E-Skop, Yazı:
|

|
850 YILLIK
YEMEK KİTABI
İngiltere’nin bilinen en eski yemek kitabı bulundu. Ülkenin kuzeydoğusundaki Durham şehrinde bir katedralde bulunan ve oldukça iyi durumda olan 850 yıllık yemek kitabının yazarının kim olduğu bilinmiyor.
Kitapta, yemek tariflerinde sıkça yer alan biber, lüks bir malzeme olarak tanıtılıyor.
Hürriyet, 22.04.2013
|
AYASOFYA'DA HAT SANATI İZDİHAMI
Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kapsamında
Ayasofya Müzesi’nde açılan Hüsn-ü Hat sergisi
ziyaretçi akınına uğradı. Meraklıları kötü hava
koşullarına inat, kapıda uzun kuyruklar oluşturdu.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından, Prof.Dr. Uğur
Derman’ın danışmanlığında hazırlanan sergi Sultan
III. Ahmed, Sultan II. Mahmud, Sultan Abdülmecid ve
Sultan Abdülaziz gibi hattat Osmanlı padişahlarının
yanı sıra son devrin üslup sahibi hattatlarından
Hafız Osman, Yedikuleli Abdullah, Mustafa Rakım,
Mahmud Celaleddin, Mehmed Tahir, Kadıasker Mustafa
İzzet, Şefik, Hasan Rıza, Muhsinzade Abdullah,
Mehmed Şevki, Ahmed Arif, Yesari Mehmed Es’ad,
Yesarizade Mustafa İzzet, Sami, Hacı Nazif, Fehmi,
Abdülfettah, Aziz Aktuğ, Ömer Vasfi, Emin Yazıcı,
Refet, Necmeddin Okyay, Hamid Aytaç, Macid Ayral,
Halim Özyazıcı ve Kemal Batanay’a ait 155 esere yer
veriyor.
Padişahların eserleri ilgi çekti
Sergi için özel koleksiyon sahipleri arşivlerini
açtı; Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi, Topkapı
Sarayı Müzesi, Süleymaniye Kütüphanesi, Taksim
Atatürk Kitaplığı,
İstanbul Şehir Müzesi, Aşiyan Müzesi,
Başbakanlık Dolmabahçe Ofisi, Kaya Turgut, Murat
Ülker ve Hüdai Yılmaz koleksiyonlarından Ayasofya’ya
uygun 100 civarında eser seçildi.
Hattat Hüseyin Kurt’un açılış gününde “Bunları
ayaküstü incelemek olmaz. Her birinin yanında birkaç
gün yatıp kalkıp onlara bakacaksın, inceleyeceksin,
öyle tadı çıkar” diyerek tanıttığı sergide Osmanlı
padişahlarının eserleri en çok ilgi gören bölüm
oldu.
İslam Kültür ve Sanat Platformu’nun katkılarıyla
gerçekleşen sergi için son gün, yarın. Aynı sergi
kapsamında farklı eserlerden bir seçki 18-23 Nisan
arasında da
Ankara Congressium’da sanatseverlerle buluşuyor.
Geçen yıl Diyanet İşleri’nce Ayasofya’da düzenlenen
Lisan-ı Hat ile Aşk-ı Nebi Hilye-i Şerif sergisi 2
ayda 1 milyon kişi tarafından ziyaret edilmişti.
Radikal, Haber: Ayça Örer, 22.04.2013
|
4 BİN YILLIK NAFAKA

Kayseri'deki 4 bin yıllık geçmişe sahip Kültepe
Höyüğü'nde kazı çalışmaları 1948'den bu yana
sürüyor. Höyük'ten bugüne kadar 20 binin üzerinde
çivi yazılı tablet çıkarıldığını ifade eden Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fikri
Kulakoğlu, gün ışığına çıkarılan tabletler arasında
boşanma belgelerinin evlenme belgelerinden daha
fazla olduğuna dikkati çekti. Elde edilen metinlerde
kadınların haklarının korunduğunun anlaşıldığını
ifade eden Kulakoğlu, "Bir belgede 15 şekel gümüş
ezibtumdan (başlık parası) bahsedilmektedir" dedi.
Bazı metinlerde erkeğin boşandıktan sonra kadına
nafaka ödediğine ilişkin bilgiler de yer aldığını
belirten Kulakoğlu şöyle devam etti: "Bir metinde
'Pilah-Wştar, her ay 8'er minalık kırık bakırı,
yiyeceği, yağı ve yakacak odunu karısı Tatana'ya
verecek ayrıca her sene kumaş verecek'
denilmektedir. Metindeki ifadelerden anlaşıldığı
kadarıyla, Pilah-Wştar, karısı Tatana'ya nafaka
olarak her ay 8'er minalık kırık bakır ve buna
ilaveten her sene kumaş verecektir. Günümüzden
yaklaşık 4 bin yıl öncesinde Anadolu'da, bugün
olduğu gibi kadınların boşandıktan sonra,
geçimlerini sağlayabilmeleri için birtakım temel
ihtiyaçlarının karşılandığı anlaşılmaktadır.''
Sabah, 22.04.2013
|
O HEYKELLER YENİ YERİNDE

Ordu'da park içinde üzerlerine sprey boyayla
'Edep yahu' yazısı yazıldıktan sonra saldırıya
uğramaması için örtülen siyah örtüler de kesilen 2
heykel, bulundukları yerden kaldırılarak başka
yerlere taşındı.
Ordu Belediyesi tarafından geçen yıl Ağustos
ayında düzenlenen '2'nci Uluslararası Taş Heykel
Sempozyumu'nde 8 heykeltıraş tarafından yapılan 12
heykelden 6'sı, Bahçelievler Mahallesi'nde
sergilendi. İçlerinde bulunan kadın heykellerin
üzerlerine spey boya ile 'Edep yahu' yazılması
üzerine Ordu Belediyesi harekete geçti. Erzurum
Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel
Bölümü Yüksek Lisans öğrencilerini Ordu'ya getirten
belediye yetkilileri, heykellerin temizlenmesini
sağladı. Daha sonra 4 heykel kentin en fazla ilgi
gören ve mobese kameralarının da bulunduğu parklara
yerleştirildi. Temizlendikten sonra Bahçelievler
Mahallesi'nde park içinde bırakılan 2 heykel ise
örtü ile örtülerek korunmaya çalışıldı. Bir süre
önce heykellerin örtüleri bıçakla kesilince
Belediye, buradaki heykelleri kaldırmaya karar
verdi. Vinç yardımıyla kaldırılarak taşınan
heykellerden biri Boztepe'de oluşturulan kaideye
koyularak sergilenmeye başlanırken, diğeri de
Taşbaşı Mahallesi'ndeki platforma konulacağı
belirtildi.
HEYKELLERE SAHİP ÇIKIN
Ordu Belediye Başkanı Seyit Torun, heykellerin
daha önce sprey boyalarla tahrip edildiğini,
temizlendikten sonra parktan kaldırarak belirlenen
platformlara yerleştirildiğini belirterek heykellere
sahip çıkılmasını istedi. Başkan Torun, "Park içinde
iki heykeli koruma amaçlı örtüyle kapatmıştık. Fakat
örtüler tahrip edilmek suretiyle zarar gördü. Geçici
süreyle heykeller oradaydı. Yerleri belirlendi bir
tanesini Boztepe'ye yerleştirdik. Diğerini Taşbaşı
Mahallesi'ne koyacağız, yeri hazırlanıyor.
Önümüzdeki hafta onuda oraya yerleştireceğiz. Diğer
heykellerin birçoğu mobese kameralarının bulunduğu
parklar içinde sergileniyor" dedi.
Başkan Seyit Torun, Ordu'yu sanat şehri yapmak ve
kentin tanıtımı için çalıştıklarını vatandaşlarında
yapılan eserlere sahip çıkması gerektiğini sözlerine
ekledi.
Akşam, 21.04.2013
|
CİHAN PADİŞAHININ FERMANI

Son yıllarda hat ve ferman sanatına ilginin artması,
İstanbul'u sergi ve müzayedelerin en önemli
adreslerinden biri yaptı. Bu alandaki en önemli
organizasyonlardan biri de 27 Nisan'da Bali Müzayede
tarafından gerçekleştirilecek. Bu müzayedeyi önemli
kılan asıl konu, Cihan Padişahı olarak anılan Kanuni
Sultan Süleyman'a ait bir fermanın 12 bin lira
muhammen bedelle açık artırmayla satışa çıkarılacak
olması. Müzayedede satışa çıkacak eserlerin
bedellerinin toplamı 10 milyon lirayı buluyor. Hakan
Bali, özellikle Fahrenissa Zeid, Erol Akyavaş,
Abidin Elderoğlu tablolarında ve az bulunan, müzelik
koleksiyonlardaki Ahmed Nail Efendi'nin el yazması
Kuran-ı Kerim'de yüksek rakamlar bekliyor.
GELENEKSELLER BULUNAMIYOR
Koleksiyonerler en çok padişah fermanı bulmakta
zorlanıyor. Türkiye'nin en önemli ferman
koleksiyonelerinden biri olan Remzi Gür'ün eserleri
halen All Arts Fuarı'nda sergileniyor. Ancak Gür de,
Fatih Sultan Mehmet gibi bazı padişahlara ait
fermanları bulamamaktan şikayetçi. Müzayedeler artık
sadece büyük koleksiyonerlerin değil geniş
kitlelerin ilgisini çekiyor. Milyonluk eserler
dışında ulaşılabilir fiyatlarla ekonomik eserler de
yatırımcıları müzayedelere gitmeye teşvik ediyor.
Zaten bir müzayedeyi izlemek için herhangi bir
sınırlama yok. Katılımcı olmak da bir o kadar kolay.
Müzayede üç farklı kategoriden oluşuyor. Hem çağdaş
resimler hem de hat, hilye gibi geleneksel
sanatlarımıza ait eserler satışa çıkacak. Klasik
resimler, çağdaş ve modern resimler ile hat ve
fermanlar bu kategorileri oluşturuyor.
MİHRİMAH SULTAN'DAN REKOR BEKLENİYOR
Müzayedede Kanuni ile ilgili tek eser
fermanı da değil. Padişahın kızı Mihrimah Sultan
için yaptırdığı Üsküdar'daki caminin resmi de satışa
sunulacak. Odoardo Toscani'ye ait eserin açılış
fiyatı 550 bin lira olacak. Müzayedenin dikkat çeken
bir başka eseri ise Galatalı Ahmed Naili Efendi'nin
Hicri 1217'de yazımını bitirdiği Kuran-ı Kerim.
Eser, 275 bin liradan satışa çıkacak.
YABANCILAR ÇAĞDAŞ RESİM İÇİN YARIŞACAK
Türk resminin dünyaya açılmasında,
uluslararası koleksiyonlara girmesi oldukça önemli.
Bu nedenle yurtdışında da müzayedenin duyurusunu
yapan Bali, yabancılardan yoğun katılım bekliyor.
Bali'ye göre özellikle Abidin Elderoğlu, Burhan
Doğançay, Mübin Orhon, Turan Erol ve Ömer Uluç gibi
isimlere ait eserlerde büyük yarış yaşanacak. Bali,
"Bu sanatçıların seçkin eserlerinde rekor fiyatlar
bekliyoruz" yorumunu yaptı.
Sabah Pazar, Haber:
Burcu Aldinç, 21.04.2013
|
"TEPELERİM HAAA!" FERMANLARI
İstanbul’un siluetinin değişmesini, şehrin
estetiğinin bozulmasını ve binalardaki görüntü
standardının kaybolmasını önlemek maksadı ile
asırlarca önce çıkartılmış olan bazı padişah
fermanları...

Bu sayfada,
İstanbul’da 16. ve 18. yüzyıllarda inşa edilen
binalar ile ilgili bazı padişah fermanları
yeralıyor... Şehrin siluetini korumak maksadıyla
çıkartılan bu fermanlardaki kararlılık zamanla
ortadan kalkar; işin içine rant hırsı, belediyeler,
dünya kadar kurul ve zevkten nasibini almamış
mimarlar ile şehirciler girince siluet de ortadan
kalkar, estetik de...
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Zeytinburnu’ndaki
kulelerin rica etmiş olmasına rağmen “traşlanmaması”
üzerine küstüğünü söylemesinden sonra başlayan “İstanbul’un
silueti” tartışması devam ediyor.
İstanbul’un bozulup bozulmadığı yahut siluetinin
değişip değişmediği bahsine girmeden, eski
zamanların
İstanbul’unun pek telaffuz edilmeyen bazı
özelliklerinden bahsedeyim:
UZAKTAN BAKAN GÖZLER İÇİN
Geçmiş asırların Osmanlı payitahtından sözedenler
her zaman “Şöyle güzeldi, böyle şirindi, en güzel
toblolar bile yanında sadece bir hiç kalırdı, aaah
bilseniz hayat ne kadar rahattı...” gibisinden
yüceltici, şehrin eski halini yeregöğe koyamayan
ifadeler kullanırlar... Bu belde o devirlerde sanki
şehir değil, cennetten bir köşedir... Eski
İstanbul hakikaten hoştu ve zarifti ama bu
güzellik sadece bir doğal güzellikten ibaretti...
Şehri ikiye ayıran Boğaz’ın etrafındaki tepeler
şehre pitoresk ve şairane bir görüntü verir, o
devirlerde yerleşimin pek fazla olmadığı
sahillerdeki tek-tük yalılar uzaktan birer bibloyu
andırır, şehrin ahşap evlerini ilk defa gören
yabancılar kendilerini bir masal diyarında
hissederlerdi... Bütün bu güzellikler sadece uzaktan
bakan gözlere mahsustu, şehir hayatı ise çok zordu,
zira
İstanbul fakirdi!
TOZLU VE TAŞLI YOLLAR
İstanbul’un eski ve bilhassa yabancılar
tarafından yapılmış tablolarına değil de 19. asrın
sonlarından itibaren çekilmiş fotoğraflarına
bakarsanız, sözünü ettiğim fukaralığın nasıl
olduğunu çok daha rahat şekilde farkedersiniz... İlk
inşa edildiklerinde biblo gibi olan ama sonraları
parasızlık yüzünden bakım yüzü görmeyen ahşap evler
harap haldedir. Yollar tozlu, taşlı ve yürüyeni her
an tökezletebilecek gibidir; şehrin sakinlerinin
kılık-kıyafeti bile içler acısıdır... O devirlerde
İstanbul’un tadını çıkartabilenler ya konak ve
köşk sahibi olan dar bir çevre, yahut Pera’daki
varlıklı yabancılardır.
BAŞKONTROLÖR PADİŞAH İDİ
İstanbul, bu derece fukara düşmeden önceki
asırlarda mutlaka daha rahat yaşanabilen bir
şehirdi, zira bina inşasından dükkanlarda satılan
yiyeceklere, sağlık işlerine, hamamlara ve hatta
çiçek fiyatlarından işkembeye sarımsak konup
konmamasına kadar en ufak ayrıntıya kadar herşey
sıkı bir kontrol altında tutulur ve kontrol işinin
başında da bizzat padişah bulunurdu... Bu sayfada,
İstanbul’da 16. ve 18. yüzyıllarda yeni
yapılmakta olan binalar konusunda Ahmed Refik’in
“16. Asırda
İstanbul Hayatı” isimli eseri ile bir “Ahkam
Defteri”nden alıp günümüz Türkçesi’ne naklettiğim
bazı padişah fermanlarının kısaltılmış metinleri
yeralıyor. Daha birçok örneği olan bu fermanlarda,
“Koyduğum kurallara uymayanları tepelerim,
haklarından gelirim, vereceğim cezadan
kurtulamazlar...” şeklinde ifadeler bulunuyor.
ESTETİK YOKLUĞUNUN SEBEBİ
Fermanlarda geçen o zamanın uzunluk ölçülerinden
“arşın” 70 santim kadardır, “zira” da 75 ile 90
santim arasında değişir...
İstanbul’un o asırlarda sahip olduğu zarif
siluetin kaynağı, yayınladığım fermanlarda ve daha
nicelerinde varolan yasaklar ve yasaklara
uymayanlara verilen şiddetli cezalardır...
Uygulamaların kararlılığı ortadan kalkar, işin içine
rant hırsı, belediyeler, dünya kadar kurul ve
zevkten nasibini almamış mimarlar ile şehirciler
girince siluet de ortadan kalkar, estetik de...
Zevksiz mimarlar, kaçak yapılan binalar
ve kalitesiz malzemeler padişaha bile artık
‘İllallah’ dedirtmişti.
KANUNİ’DEN
SURLARA İNŞAAT YASAĞI:
“İstanbul
kadısına ve subaşısına emirdir: Bundan yirmi sene
önce verilen bir emirde Allah’ın koruduğu
İstanbul şehrinde surların iç taraflarına evler
yapılmasının yasak olduğu bildirilmişti.
Aradan geçen zaman içerisinde bu evlerin yanına
dükkanlar da inşa edildiği, bazı mahallelere
kesilmiş ağaçların yığıldığı, bu durumun halka
sıkıntı verip zorluk çıkarttığı haber alınmıştır.
Sözünü ettiğim mahalleleri dolaşıp surların üzerinde
yahut gerisinde yapılmış olan ne kadar bina varsa
yıktıracaksın! Surlara bitişik ev inşa etmek artık
yasaktır, duvar ile evler arasındaki mesafe en az
dört arşın olacak, surlarla evler arasında bu
genişlikte açıklık bulunacak ve bu açıklık yol
olarak kullanılacaktır. Surlara dayanan evler, kimin
olduklarına bakılmaksızın derhal yıktırılacaktır!
Surların bulunduğu yerlerdeki binalar iki kattan
yüksek olmayacak, alt kat ile üst katın duvarı aynı
genişlikte inşa edilecek, üst kattan sokağa doğru
hiçbir çıkıntı ve çatılara saçak yapılmayacaktır.
Eskiden inşa edilmiş yahut yeni yapılmış dükkanların
önünde de sofa bulunmayacaktır. Surlara bitişik
bütün dükkanlar da yıktırılacak, kurumuş ve
mahallelere yığılmış olan ağaçların tamamı
kaldırılacaktır. Bundan böyle emrime aykırı hareket
edenlerin özürlerini kabul etmeme imkan
bulunmamaktadır ve hepsine layık olan cezalar
verilecektir. Bu şerefli emrimi kayıtlara geçirecek,
böylelikle senden sonra gelecek olan kadıların da bu
hükümleri uygulamasını sağlayacak, emrimin kudreti
ile de fermanıma karşı gelenler hakkında da gerekeni
yapacaksın. İşbu şerefli emrim 18 Şubat 1559 günü
yazılmıştır.”
İKİNCİ
SELİM’İN BECERİKSİZ MİMARLARI ENGELLEME EMRİ:
“Mimarbaşım olan Sinan’a emirdir:
Rumeli’nden ve diğer yerlerden gelen marangozluktan
ve bina ilminden habersiz ehil olmayan kişiler
ellerine arşın alıp mimarlık etmekte ve yaptıkları
evler tutuşmaktadır.
Şimdi sana buyurdum ki, emrim eline ulaştığı zaman
bu konuda dikkatli olup bina inşaatı ve dülgerlik
konularından habersiz kişilerin ellerine arşın alıp
mimarlık etmelerini yasaklayacak ve senin iznin
olmadan bu işe kalkışmalarının önüne geçeceksin (29
Haziran 1572).”
İKİNCİ SELİM’İN İNŞAAT MALZEMESİNDE KALİTE UYARISI:
“İstanbul kadısına emirdir: İstanbul’da yeni inşa
edilen binalarda kullanılmak üzere dışarıdan
getirilen kerestelerin kurallara uygun şekilde
kesilmedikleri, eksik oldukları ve eksik kesilen bu
kerestelerin binalarda hasar yaptığı haber
alınmıştır.
Keresteler bundan böyle eskiden olduğu gibi
kesilecek ve aşağıda verilen ölçülere kesin şekilde
uyulacaktır: Birinci sınıf direkler sekiz, ikinci
sınıflar altı ve beş, üçüncü sınıflar ise dört ve üç
zira kesileceklerdir. ‘Taban’ denilen kerestelerin
büyükleri on beş zira, yassı kısımları yedi parmak,
kalınlıkları da beş parmak olacaktır. ‘Orta taban’
ismi verilen kerestelerin uzunlukları on iki
ziradır. ‘Karadeniz çubuğu’ cinsi kerestelerde
uzunluk on iki ile on sekiz zira arasında bulunacak,
‘taslak çubuğu’nun uzunluğu da on iki ile on zira,
‘ayrık mertek’ beş, ‘parçalı mertek’ dört, baskı
için konulan mertek de dört zira boyunda kesilecek
ve kalınlık bir arşından eksik olmayacaktır.
‘Ahyolu’ tahtası dört zira, bunun kalınlığı bir
parmak; ‘Solikos’ tahtasının uzunluğu dört zira,
kalınlığı da yine bir parmak olacaktır. Bu emrimi
alan İstanbul kadısı inşaat kerestelerini kesip
getirenlere gayet sıkı tenbihlerde bulunacak ve
şehre gelecek olan kerestelerin yukarıda verilen
ölçülere uygun olup olmadığını bundan böyle daha
büyük bir özenle inceleyecek, eksik kesilip
kesilmediklerini ve cinslerinin iyi olup olmadığını
da tek tek gözden geçirecektir. Kerestelerin
emredilen bu ölçülere uymamaları ve cinslerinin de
iyi olmaması halinde, getirenlerin haklarından hemen
gelinecektir. Şerefler yayan bu emrimayrıca
defterlere de kaydedilecek ve yukarıdaki kaydedilmiş
olan ölçülere gelecekte de uyulması konusunda büyük
itina gösterilecektir. İşbu şerefli emir, 1568
senesinin 19 Mayıs Çarşamba günü yazılıpmimarbaşıya
verilmiştir.”
ÜÇÜNCÜ
OSMAN’IN İNŞAAT MALZEMESİNDE STANDARTLARA UYMA EMRİ:
“Mimarbaşı Hacı Süleyman’a ve kolluk kuvvetlerinin
başında olan Subaşı’ya emirdir:
Sarayımda ve şehrin bazı mahallelerinde tamiri
gereken binalarda kullanılmak üzere pişirilip
getirilen kiremitlerin boyları ve olukları noksan
çıkmaktadır. Kiremithanelerde imal edilen
kiremitlerin uzunluklarının on dört, yukarı
taraflarının yedi ve aşağı taraflarının da altı
parmak boyunda olması, ince ve az pişmiş şekilde
imal edilmemeleri gerekmektedir. Daha önceleri
Mimarbaşı tarafından çıkartılan yönetmeliklerde bu
ölçülerin ifade edilmesine ve bin adet kiremidin 500
akçeden satılması gerektiğinin yazılı olmasına
rağmen, bazı kiremitçiler ağırlığı eksik ve boyu
hatalı kiremitleri de bu fiyattan satmakta, halkı
sıkıntıya sokmaktadırlar. Mimarbaşı Hacı Süleyman,
devletin düzenini bozan bu gibi hareketleri
engelleyecek, kiremitlerin kalitesini kontrol
edecek, nakliyelerine göz-kulak olacak ve bu şerefli
emrimin dışına çıkılmamasına itina gösterecektir.
Kiremitçi esnafının başında bulunan kişilere bu
konular iyice tenbih edilecek; bundan böyle eksik,
hatalı ve pahalı kiremit satanların bu işte
kullandıkları kayıklara el konacak, satanlar da
kürek cezasına çarptırılacaktır. İşbu şerefli emrim,
1755 senesinin Mayıs ayında yazılmıştır."
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 21.04.2013
|
KABE'YE YAKIN TAKİP
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Rohingya Temas Grubu toplantısını izlemek üzere geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan'a giden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Mekke'de Kabe çevresindeki genişletme çalışmalarını yerinde izleyerek yetkililerden bilgi aldı
Kabe çevresindeki genişletme çalışmaları kapsamında Kabe kapısı karşısındaki bölüm tamamıyla yıkılırken, daha önce Safa ve Merve tepelerinin arasında bulunan binanın inşası sırasındaki hasar gören ve yıkılan revaklardan kalan parçalar, Arafat'taki, Hasan Gürsoy İnşaat şirketinin depolarına kaldırıldı.
Sabah, 21.04.2013
|
|
'MECBUREN'
YIKACAKLARMIŞ!
Malatya Tren Garı
yanında, 1937 yılında yapılan ve mülkiyeti TCDD’ye
ait olan, çevrenin yeşil dokusuyla bütünlük sağlayan
tarihi bina yok ediliyor. Malatya Belediyesinin yol
genişletme adı altında yapacağı tarihi bina katliamı
sonrası açılacak olan yolun, bölgenin trafik
sorununu daha da artıracağı iddia ediliyor. Bölge
sakınleri tarihi binanın ve yeşil dokunun
korunmasını isterken, uzmanlar; açılacak yolun,
sorunu çözmekten çok yeni yeni sorunlara yol
açacağını iddia ettiler. Belediye yetkilileri de “
İmar planında bölgenin 25 metrelik yolu var zaten.
Biz de bu 25 metrelik yolu açaçağız. Bahsedilen 76
yıllık binanın yarısı 25 metrelik yolun içinde
kalıyor. Mecburen yıkacağız. Ama, yolun geçeceği
bölge demiryollarının. Onların bize tahsislerinin
yapılması halinde yol açma çalışmalarını
başlatacağız” diye konuşuyorlar.
Açılacak yolun yeni
yaptırılan hastaneye araç ulaşımını sağlamak için
yapıldığını iddia eden bölge sakinleri “ Binaya
gerçekten yazık olacak. Yolu, 25 metre planlamışlar.
20 veya 22 metre planlasalar tarihi binaya ve
ağaçlara zarar gelmeyecek. Amaç, önümüzdeki aylarda
açılışı yapılacak olan hastaneye yol açmak ve yeni
yapılaşmalara yani betonlaşmaya zemin hazırlamak”
diyerek binanın ve yeşil dokusunun korunması
gerektiğini savundular.

Teknik uzmanlar “Kömür
Tevzi’den Ergenekon köprüsüne alternatıf ulaşım yolu
sağlama iddiasıyla açılacak yol esasında önümüzdeki
aylarda hizmete girdiğinde bölgenin ulaşım trafiğini
alt üst edecek olan hastaneye yöneliktir ve ulaşım
sorununa çözüm olmayacaktır. Üstelik sorunu çığ
gibi artıracaktır. Çünkü, yıkım yıkım getirecektir.
Bu gün 76 yıllık tarihi binanın yıkımına gözünü
kırpmadan karar verenler, yarın iİstasyonda bulunan
diğer tesis ve binaların yıkımına da karar vermek
zorunda kalacaklar” yorumunu yaparak yıkımın
gerçekleşmesi halinde diğer yapı ve tesislerin de
zaman içerisinde yok olacağını belirttiler.
Belediye yetkilileri ise
“Bahse konu binanın yarısı 25 metrelik yolun
içerisinde kalıyor. Yarısını aldığımız zaman da
diğer yarısı da gidiyor otomatik olarak. Bu yolun
hastaneyle ilişkisi yok. Sanayi’den Ergenekon
kavşağına alternatif bir yol oluşturma düşüncesinden
kaynaklanmıştır” diyerek, açılacak yolun hastane ile
bir ilişkisinin olmadığını iddia ettiler.
Malatya Haber,
21.04.2013
|
KAHRAMAN ARKEOLOG, MÜTEAHHİDE KARŞI
Arkeologlara haksızlık ediyoruz. Şöyle ki: Bir
yönetici inşaatları arkeologların geciktirdiğini
söylüyor. Çanak çömlekle gelişmeye ket
vurduklarından bahsediyor.
Türkiye için pek çok şey söyleyebilirsiniz.
Demokrasisi tökezler, bürokrasisi bitmez, büyük
şehirlerinin trafiği eksik olmaz. Ama ne derseniz
deyin, bu güzel ülkede öyle bir şey vardır ki mümkün
değil göz ardı edemezsiniz. O da dünyanın hiçbir
yerinde olmayan eşsiz tarihi. Medeniyetlerin beşiği
de buradadır, asırlar boyu süren imparatorlukların
merkezleri de.
Hala tereddütte olan şaşkınlar varsa sırf son birkaç
yılda ortaya çıkarılanlar, onları silkeleyip
kendilerine getirmek için yeter.
Mesela Marmaray kazıları sayesinde Yenikapı’da
bulunanlara bir bakalım. Önce bir Bizans limanı ve
35 tekne bulundu. Henüz ortaya çıkarılanların
tasnifi bitmemişti ki, limanın altından bir de
neolitik döneme tarihlenen yerleşim birimleri çıktı.
Birden İstanbul’un yaşı 8 bin 500’e yükseldi. Biz
limanın bulunmasına sevinirken, taş devrine giden
tarihimizle iyice şımardık. Şımardık diyorum çünkü
bulunmaları yetermiş, kayda geçirilmelerine gerek
yokmuş gibi inşaatın durmasına hayıflanmaya
başladık.
Arada da arkeologlara haksızlık ediyoruz. Şöyle ki:
Bir yönetici çıkıp inşaatları arkeologların
geciktirdiklerini söyleyiveriyor. Çanak çömlekle
uğraşıp, gelişmeye ket vurduklarından bahsediyor.
Onların bu bakışı da bulaşıcı bir hastalık gibi
insanlara sirayet ediyor. Oysa devlet ve halk
desteği bu işin olmazsa olmazı. Hukuki çerçevenin
arkeoloji tarafında yer alması, kamuoyuna bu işin
öneminin anlatılması çok önemli. Kaldı ki şehirlerin
altını metrolar, üstünü havalimanları ve köprüler
ile doldurunca gelişmiş olmuyoruz. Ancak yine de
arkeologları bu gelişmenin önünde engel olarak
göstermek insafsızlık.
Yıkıcı bilim
ODTÜ’den arkeolog Tuğba Tanyeri Erdemir kültürel
mirasın yönetimi konusunda çalışıyor. Yani tam
aradığım kişi. Onun için sabırla anlatma, benim için
de silkelenip kendime gelme zamanı.
“Arkeologlarla kamuoyu arasında genellikle bir
iletişim sorunu var” diyerek söze başlıyor. Ya
arkeologlar kendilerini anlatacak mecra bulamıyorlar
ya da insanlar dinlemek istemiyorlar. Sonuçta hiçbir
arkeolog, her şeyi olduğu gibi tutalım, kavim
yaşantısına dönelim demiyor. Zaten bu mümkün de
değil. Hatta arkeologların kendileri bile arkeoloji
için ‘yıkıcı bilim’ diyorlar. Daha ne desinler?
Tek istedikleri, tarihi kalıntılar çıktığında hemen
tespit yapmak ve hızla her şeyi kayıt altına almak.
Bu kayıtların tutulması, ayıklanması, yayınların
yapılması şart. Tüm bunlar hepimiz için önemli;
torunlarımızın torunlarının bizleri bilmesi için
önemli; kültürel soyağacımız için önemli. Önemli de
önemli.
Ağır işçi
Bu arada arkeolog denilince gözünüzün önüne Indiana
Jones gibi maceradan maceraya koşan, dünyayı gezen
biri gelmesin. Kazıda çalışan bir arkeolog, elinde
fırça, toz toprak içinde gün boyu dizlerinin
üzerinde ter döküyor. Çoğu zaman su yok, rahat bir
yatak yok. Üstelik gün, sabahın ilk ışıklarıyla
başlayıp güneş batana kadar devam ediyor. Ondan
sonra hemen uyumak da söz konusu değil. Geceler
bulunanların kayda geçirilmesine ayrılıyor. Kazının
ardından da laboratuvar faslı başlıyor. Bulunan
parçalar testlerden geçirilip, kesin tarihleri
belirleniyor. DNA örnekleri ile birbirlerine yakın
yerleşim yerlerinin sakinleri arasındaki bağlar
ortaya çıkarılıyor.
Başlığa bakmayın; arkeologlar kimseye karşı
değiller. Unutmayın, onlar da burada yaşıyorlar.
Hepimiz gibi trafik problemi çözülsün, modern
hayatın rahatlıkları gelsin istiyorlar. Ara verilen
inşaatların maliyetlerinin, insanlara getirdikleri
külfetlerin de farkındalar. Onun için çok
çalışıyorlar, hızla işlerini tamamlamak için
didiniyorlar. Tüm bunların üzerine bir de oyunbozan
diye çağrılmak ağırlarına gidiyor. Haklılar.
Radikal, Yazı: İlker Birbil, 20.04.2013
|
GALERİDEN KEMİK, KİTABE, SUR VE SUYOLU ÇIKTI

Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nce 1 Ocak'tan
itibaren 'tadilat' gerekçesiyle her türlü sanatsal
etkinliğe kapatılan Devlet Güzel Sanatlar
Galerisi'nde iç ve dış duvarlardaki çimento sıvanın
sökümü işlemine öncelik verilirken, sıva altındaki
orijinal taş duvarlar da gün ışığına çıkarılıyor.
Kazı çalışması sırasında ise kale suru kalıntıları,
Yivli Minare Camisi'ne bağlantılı olduğu sanılan
suyolu, duvar taşları arasında çok sayıda kemik
parçası ve bir de taş kabartma kitabe çıktı.
Kitabe ve kemikler müze uzmanları tarafından
incelemeye alındı. Duvar taşları arasındaki
boşluktan çıkan kemik parçalarının, tarihi binanın
yapımı sırasında, geniş duvar taşları arasında
kalmış bir ya da iki iri yapılı kanatlı hayvana ait
olabileceği tahmin ediliyor. Arkeolog Meryem Değer
ile sanat tarihçisi İlknur Erdoğan'ın gözetiminde
sürdürülen tarihi galeri binasının tadilat işlemini
D2 Mimarlık Firması üstlendi. Yüzeydeki üç kat
çimento sıva kazılıp, altta kalan orijinal taş duvar
ortaya çıkarılacak.
Taşların durumuna göre de yeni bir proje
hazırlanacak. Şu anki çalışmaların sondaj amaçlı
olduğu belirtildi. Yetkililer, "Dış sıvayı kazıyıp
binanın en eski halini görmeye, buna göre de
yapılacak işlemleri belirlemeye çalışıyoruz. 3 metre
derinlikte toprağa gömülü olan, yağmur suyundan
dolayı da küf tutarak çürüyen, iç kısma doğru
meyilleşen, her an çökme tehlikesi bulunan yol
cephesindeki duvarın dibinde ise kazı yapılıyor. Ana
taş duvar, 1 metre genişlikte boşluk bırakılıp,
istinat duvarıyla toprak ve su baskısından
kurtarılacak" dedi.
DHA, Haber: Yusuf Demir, 20.04.2013
|
PARİS'İN EMEK'İNE GÖRKEMLİ AÇILIŞ

Emek Sineması’nın dört kat yukarı taşınmasının
makul ve evrensel bir koruma yöntemi tartışmaya
açılmaya çalışıladursun, Paris 100 senelik sinema
salonunun yeniden açılmasının heyecanını yaşıyor.
1921’de kurulan ve Mısır süslemeli art-deco
yapısıyla kendini belli eden Cinema dün resmi
katılımla kapılarını tekrar ziyarete açtı. Hem de
Fransız yönetimi ve Paris şehri sponsorluğunda…

Paris’in işçi sınıfı mahellesi Barbes’ta 1921’de
mimar Henri Zipcy tarafından tasarlanan Cinema le
Louxor, işadamı Henri Silberberg tarafından
kurulmuştu. Silberberg, açılışın kısa bir süre
ardından iflas edip hayata veda edince sineması da
Pathé sinemalarına satılmıştı.

Pathé sinemalarının yönetimi altında çeşitli
dönüşümler geçiren Cinema le Luxour, iç tasarımdaki
Mısır etkilerinin çağdaş yorumlarını ve binanın dış
cephelerini kaplayan mozaiklerin tamamını kaybetti.
Metruk bir hale bürünen sinema, 1983 yılında AVM
zinciri Tati tarafından alındı, 2003’te Paris şehri
yönetimi tarafından satın alınana kadar çeşitli
seferlerde yardım kampanyalarıyla kurtarıldı.
2008’de ise mimar Philippe Pumain’e sinemayı
restore etme görevi verildi.

Mimar Philippe Pumain, sinema için “Art Deco ve
Mısır çılgınlığının bir karışımı” yorumunu yapıyor.
Pumain ve ekibi çalışmalarını hafriyatta buldukları
renklere ve sinemanın 1920’lerde çekilmiş iki
fotoğrafına dayandırmışlar. Pumain, sinemanın
altındaki boş alana da iki salon açmış. Bunlardan
birisi, bordo kadife kaplamasıyla bir kulüp
atmosferini taşıyor. Diğerinde ise metalik bronz
sütunlar ve tavandaki değişken geometrik
aydınlatmayla dikkat çekiyor.

Yaklaşık 20 yıldır kapalı kalan Louxor’un
yeniden açılışı dünya basınında da ilgi gördü.
Louxor için Paris kültürel hazinesinin vazgeçilmez
bir parçası yorumunu yapan BBC, Paris’e giden
ziyaretçilere bu sinemayı da mutlaka görmelerini
salık verdi.

1981’de koruma listesine alınan Louxor, eski
ihtişamına kavuşması için aslına sadık bir
çalışmayla restore edildi. İki yıllık bir renovasyon
çalışmasının ardından altın, kobalt ve siyah
renklerin hakim olduğu yılan, böcek ve çiçek
mozaikleri titiz bir biçimde binanın 1920’lerdeki
haline uygun olarak yerleştirildi. ‘Yerinde
bırakılan’ sinema salonunun iç tasarımı da aslına
uygun bir şekilde restore edildi. Üç salonun
bulunduğu komplekste en büyük salona ise ünlü
Mısırlı yönetmen Yusuf Şahin’in ismi verildi.

Arthouse sinemasına yoğunlaşacak ve çeşitli
festivallere, etkinliklere evsahipliği yapacak
sinema, yakındaki metronun titreşimlerinden etki
görmemesi için özel bir koruma alanıyla kaplandı. 4K
büyüklüğünde bir dijital projektörün de alındığı,
son gösterim teknolojisiyle donatılan sinemada özel
gösterimler için 35 mm.’lik eski bir projektör de
bulunuyor.

13 metrelik yüksekliğe sahip 340 seyirci
kapasiteli Louxor, Paris yönetimi tarafından 32.7
milyon dolar harcanarak restore edildi. Paris
yönetimi bağımsız sanat sineması salonlarına destek
için her yıl 1.2 milyon avro harcıyor.
Radikal, 19.04.2013
|
İLAHİ KİTABI 30 MİLYON
EDER Mİ?
ABD'de basılan ilk kitap
açık artırmada satışa çıkacak.1640 basımı olan ve
"The Bay Psalm Book" olarak anılan kitabın 30 milyon
dolara alıcı bulması bekleniyor.
Hıristiyan ilahilerin
yer aldığı kitaptan 11 nüsha mevcutken, kitap
1947'den bu yana müzayedeye sunulmadı.
O zamanki müzayedede
kitap rekor fiyatla, 151 bin dolara satılmıştı.
1947'ye kadar basılı bir kitaba ödenen en yüksek
fiyat olan bu miktar, günümüz parasıyla 1,5 milyon
dolara denk geliyor. Şu anki rekor ise John James
Audubon'un "Birds of America" adlı kitabına ödenen
11,5 milyon dolar. The Bay Psalm Book, günümüz
ABD'sinin kurucusu addedilen Avrupalı göçmenler
tarafından yazılmış.
Akşam, 19.04.2013
|
|
ESERLERİ UZAYDAN BİLE GÖRÜNÜYOR

Proje 4L Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi'nin davetlisi
olarak İstanbul'a gelen Andrew Rogers, İsrail, Şili,
Bolivya, Çin, Türkiye, ABD, Srilanka, Hindistan,
Avustralya, Kenya, Slovakya, İzlanda ve Antartika'da
yaptığı 48 eserle dünyanın en büyük arazi sanatı
projesine sahip.
Rogers yaptığı açıklamada, 14 yıl önce başladığı
arazi sanatı çalışmalarında bugüne kadar 6 bin 700
kişinin çalıştığını belirterek, eserlerinde tarihi
figürleri arazi sanatıyla buluşturmaya çalıştığını
söyledi.
Son olarak Proje 4L Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi'nin
terasında "Dönenceli Yollar-Gerçeğin Arayışı" isimli
arazi sanatı çalışması yaptığını anlatan Rogers, 18
metre çapında, 140 metre uzunluğu olan 19 ton taşın
kullanıldığı spiral şeklindeki labirentin yapımında
çeşitli üniversitelerden gönüllü 150 civarında
öğrencinin görev aldığını ifade etti.
Dünyayı bir çizgi gibi gördüğüne vurgu yapan Rogers,
"Dünyada bir çizgi gibi olan belirli noktaları
birbirine bağlamaya çalışıyorum. Bu amaçla yola
çıktım. Hepimiz insan, zaman ve mekan uzantısında
birbirimize bağlıyız. O yüzden dünyanın her
köşesinde belirli noktaları çiziyormuş gibi bir bağ
kurup çalışıyorum. Bizlerin bütün yaptıkları sonraki
nesiller için. Eserlerimin tamamı uzaydan
görünebiliyor. Bu noktada dünyada bir başka
sanatçının daha benzer özellik taşımadığını
biliyorum" ifadelerini kullandı.
SIRADA BM BİNASI ÖNÜ VAR
Avustralyalı heykeltıraş Rogers, Yaşamın Ritmleri
Projesi kapsamında 2007-2009 yılları arasında
Göreme'nin Karadağ mevkisinde 13 çalışmadan oluşan
"Zaman ve Mekan" isimli yeryüzü heykelleri parkı
açtığını söyledi.
Rogers, eserlerinin arasında en yüksek olanının 20
metrelik "Dünyada bir gün" isimli eseri olduğunu
belirterek, Göreme'deki heykellerini 10 bin 500 ton
taş kullanarak, 230 kişinin çalışması ile 3 yılda
tamamladığını anlattı.
Birbirlerine ikişer kilometre uzaklıkta bulunan
toplam 7 kilometrelik alanı kapsayan heykellere olan
ilginin kendisini memnun ettiğini ifade eden Rogers,
eserlerini, gittiği ülkelerin tarihi özelliklerine
de bakarak yaptığını vurguladı.
İnsanların arazide sanat kurgusuna alışık olmadığını
anlatan Rogers, çalışmalarda görev alan kişilerin
kültürleriyle geçmişleriyle ilgili figürleri görünce
ilgilerinin daha da arttığını belirtti.
Bundan sonraki çalışmasını ABD'nin New York
şehrindeki Birleşmiş Milletler Binası önünde
gerçekleştireceğini dile getiren Rogers, burada özel
bir heykel yapacağını bildirdi.
Avustralyalı sanatçı, eserlerini sponsor desteğiyle
yaptığını ifade etti.
Sabah, 19.04.2013
|
14 - 20 Nisan 2013
|
MİNYATÜRÜ DE
TARİHİ MİRAS LİSTESİNDE
İngiltere'nin ikinci dereceden tarihi miras listesinde yer alan Bourtonon- the-Water kasabasının minyatürü de aynı listeye dahil edildi.
Gerçek kasabanın bire bir taklidi olan minyatür kasabada en küçük detayların bile gözden kaçırılmadan kopyalandığı dikkatleri çekiyor.
İngiltere Kültürel Mirası Kurumu 1937'den beri ziyarete açık olan minyatürün ince detaylarıyla çok değerli bir eser olduğunu göz önünde bulundurarak bu kararı aldı.
Sabah, 20.04.2013
|
|
 |
DEFİNE ARARKEN BİRİ ÇOCUK 4 ÖLÜ
Konya ’da define araması için patlayıcı denenirken dört kişi öldü, iki kişi de yaralandı. Karapınar ilçesine bağlı Hotamış beldesi Şabanlı Mahallesi’nde çiftçi Mehmet Emin Yemiş’e (44) ait tek katlı bir evde önceki akşam patlama meydana geldi. Patlamada yaralanan Mehmet Emin Yemiş’in kızı Ayşegül Yemiş (16) ile Yavuz Sözen hastaneye kaldırıldı. Alevler söndürüldükten sonra eve giren itfaiye ve jandarma ekipleri iki odalı evde dört ceset buldu. Yapılan incelemede ölen dört kişinin ev sahibi Mehmet Emin Yemiş, kızı Dönay Yemiş (10), İskender Gümüşsoy (39) ve Cengiz Akhan (30) olduğu belirlendi. Evin bir odasında yaklaşık 11 metre derinliğinde tünel bulundu. Mehmet Emin Yemiş’in, kendisine ait kullanılmayan evin altında define olduğu düşüncesiyle cihazla evin tabanında arama yaptırdığı ortaya çıktı. Kazı çalışması sırasında sert bir zeminle karşılaşılması üzerine definecilerin bomba yaparak sorunu çözmeye çalıştıkları belirlendi.
Radikal, 20.04.2013
|
İÇİNDEN ARKEOLOJİ GEÇEN
YALI
Evler de biraz insanlar gibi...
Temeli atılıyor, şekilleniyor, sonra zamanın
izlerini yansıtarak eskiyor. Arnavutköy'de, yolun
kenarındaki kırmızı yalı, İstanbul'da
görebileceğimiz en karasteristik yapılardan biri.
Renginden, kullanılan ahşap malzemenin sıcaklığına
kadar tüm unsurlarıyla etkileyici. İlk görüşte
insanı çeken bu yalının içinde yaşayanların ve
yaşananların öyküsü de en az onun kadar özel. Efsane
arkeologlarımızdan Halet Çambel, henüz çocuk
yaşlarda yerleştiği bu yalıda, beş yıl önce
kaybettiğimiz, Aga Han mimari ödüllü eşi Nail
Çakırhan'la neredeyse 60 yıl birlikte yaşadı. Çambel
daha iki yıl öncesine kadar Adana'daki Karatepe
arkeoloji kazılarının başında geçirmediği bütün
zamanını, burada geçiriyordu. Öğrencileri,
akademisyenler ve yurtdışından gelen araştırmacılar
için bu ev, bir eğitim merkezi gibiydi. Çambel'le
eşi, çok sevdikleri bu kırmızı yalıyı 2004'te
Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışladı. Tek istekleri
binanın yıkılıp, yok olmaması; arkeoloji araştırma
merkezi olarak eğitime hizmet etmesiydi. Böylece
aşama aşama akademik çalışmalar başladı, üç yılda
yalının röleve çizimleri yapıldı.
ÇAMBEL ARTIK EVDEN ÇIKAMIYOR
Gelişmeler hakkında bilgi almak için
Kırmızı Yalı'nın kapısını çaldığımızda, bizi Halet
Çambel'in emektar yardımcısı karşıladı, ikinci
kattaki salonda ağırlandık. Çambel iki yıldır sağlık
problemleri yüzünden evden çıkamıyor. Günleri
yardımcısı ve hemşiresinin gözetiminde geçiyor. Çok
fazla konuşmuyor, ama yardımcısından Rusça-İngilizce
kitaplar okuduğunu, üstelik gözlük bile takmadığını
öğrendik. Zamanının büyük bölümünü geçirdiği bu
odanın her tarafında 60 yıllık hayat arkadaşının
fotoğrafları var. Yerlerde kitaplar, dosyalar,
resimler... Ne çok akademisyen, arkeolog, öğrenci,
yazar, çizer gelmiş olmalı bu anıt niteliğindeki
yalıya... Gelecekte de yine evin sahiplerinin
arzuladığı gibi bir eğitim merkezi olmayı
sürdürecek.
Eşyaların öyküsünü sadece Halet Çambel
biliyor
Prof. Dr. Aslı Özyar Halet Çambel Nail
Çakırhan Arkeoloji ve Geleneksel Mimari Araştırma
Merkezi Koordinatörü: 1830'lu yıllarda yapıldığı
bilinen kırmızı yalının, Kalkınma Bakanlığı'nın
desteğiyle araştırma merkezi haline geçirilme
sürecini koordine eden Boğaziçi Üniversitesi'nden
Prof. Dr. Aslı Özyar, doktorasını hazırladığı
yıllardan beri yalının tanıklarından biri: "ABD'de
doktora yaparken 1989-90 kışında Anadolu'daki
müzeleri araştırıyordum. Karatepe'ye de gittim,
Halet Hanım beni iki gün ağırladı. Kırmızı yalının
alt katındaki bir odada yıllar geçirdim. Halet
Çambel ile Nail Çakırhan'ın kullandıkları yıllarda
burası zaten bir araştırma merkezi gibiydi. Üst
katta biri, alt katta başka biri çalışırdı.
Yurtdışından gelen araştırmacılar üç ay burada
kalırdı. Sanat tarihçi Paolo Girardi, bu binanın ve
bahçesinin mimarlık tarihi açısından araştırmasını
yaptı. Evin içindeki eşyalarla bir envanter
çalışması yapıldı. Onların ne olduğunu Halet Hanım
biliyor. Ona danışabilmek için buradan başladık.
Evin rölövesini de Tasarım Evi hazırladı. Projenin
başında yüksek mimar Ayşe Güngör var. Proje, Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na teslim
edildi. Araştırma merkezi açıldıktan sonra arşivler
herkese açık olacak."
Evde çok belge var
Prof. Özyar, yalının içinde önemli bir
belge arşivi bulunduğunu anlatıyor: "Halet Çambel
yılın sekiz ayını Karatepe'de kazıların başında
geçirirdi. Buraya yıllarca İstanbul
Üniversitesi'nden öğrenciler gelip asistan olarak
çalıştı. Halet Hanım'ın Karatepe kazılarından kalan
malzemesi, planlar, çizimler, fotoğraflar burada.
Nail Bey'in mimarlıkla ilgili belgeleri de... Halet
Hanım'ın ablası Leyla Hanım'ın kitapları bu evde.
Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışlanan arşivler de
buraya gelecek. Üniversite olarak acelemiz yok,
çünkü burada hâlâ yaşam devam ediyor."
Bahçedeki Bizans hamamı kalıntıları
"Bahçede her duvar, her basamak, her tanzim
kaydediliyor. Tamamen arkeolojik bir kazı gibi... Bu
çalışmayı da Floransa Üniversitesi'nin Mimarlık
Fakültesi'nden istedik. Bahçenin yaban bitki
çeşitliliği bütün ağaçların envanteri çıkartıldı. Bu
ağaçların sayımını İstanbul Üniversitesi Orman
Fakültesi yaptı. Ev, 8,5 dönümlük bu bahçe içinde
küçücük kalıyor. Arka tarafta yukarıya doğru
yürüyünce, Robert Kolej'in içine çıkıyorsunuz.
Floransa Üniversitesi şu ana kadar ilk dört terası
ortaya çıkardı. Aralarındaki yıkık kalıntıların
hamam olduğunu düşünüyoruz. İstanbul Üniversitesi
Prehistorya Bölümü'nden Bizans dönemine yakın
bilgilerle kalıntının bir arkeolojik kalıntı olarak
belgelenmesini, yüzey araştırması yapılmasını
isteyeceğiz."
Sabah Cumartesi, Haber:
Figen Yanık, 20.04.2013
|
BİN 200 YIL DAYANABİLDİ

Şanlıurfa merkezde
bulunan tarihi kalede saat 13.30 sıralarında
bilinmeyen bir nedenden dolayı göçük meydana geldi.
Ortalığın savaş alanına
döndüğü bölgede ölen ya da yaralanan olmazken,
muhtemel ikinci bir göçüğe karşı polis ekipleri
çevrede geniş güvenlik önlemleri aldı.
URFA KALESİ
Urfa Kalesi’nin MÖ 9500
yıllarına ait neolitik bir yerleşim höyüğü üzerine
kurulduğu tahmin edilmektedir. Kalenin yanı başında
çıkarılan ve Şanlıurfa Müzesinde sergilenen 11.500
yılık Balıklıgöl Heykeli kale dahil Balıklıgöl
havzasının tarihini bilimsel olarak vermektedir.
6.yy’ye ait kayıtlarda kaleden bahsedilmemektedir.

Kale ile ilgi ilk
kayıtlar 11.yy’ye aittir. Buna göre kale 6 yy. ile
11. yy arasına tarihlenebilir. Netice itibariyle
kale ilgili kabul edilen görüş: MS 812-814 yılları
arasında Abbasiler döneminde yapıldığıdır. Kalenin
üzerindeki korint başlıklı iki sütun Edessa Karalı
IX. MANU döneminde, MS 240-242 yılları arasında
birer anıt sütun olarak yapılmıştır.

Kaledeki iki sütunun
yükseklikleri 17.25 m. sütunların çevresi ise 4.60
metredir. Doğudaki sütunun kente bakan yüzünün 3
metre yukarısındaki Süryanice kitabede: "Ben askeri
komutan BARŞAMAŞ (Güneşin oğlu)'in oğlu AFTUHA. Bu
sütunu ve üzerindeki heykeli veliaht Prens MANU
kızı, kral MANU eşi, hanımefendim ve velinimetim
kraliçe ŞALMETH için yaptım" yazılıdır.
Urfa Kalesi’nin, üç
tarafı kayadan oyma derin savunma hendeği ile
çevrilidir, kuzey tarafı ise sarp kayalıktır.
Şanlıurfa Kent Haber,
19.04.2013
|
HOCA'NIN MEZAR YERİ
BULUNDU

Eskişehir'in Sivrihisar
İlçesi'nde, yıllar önce belediyenin yapacağı inşaat
nedeniyle taşınan eski mezarlıktan çıkarılan ve
senelerce Ulu Cami'nin kütüphanesinde muhafaza
edilen taş sandukanın Nasrettin Hoca'nın mezarına
ait olduğu tespit edildi.
Anadolu Üniversitesi
(AÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Erol Altınsapan, AÜ Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mehmet Mahur
Tulum'un Sivrihisar İlçesi'ndeki Ulu Cami'nin
kütüphanesinde bulunan mezar taşı ve taş sandukaları
bir süre incelenmeye başladığını söyledi.
Doç.Dr. Tulum'un
çalışmalar sonrası taş sandukalardan birinin
Nasreddin Hoca'ya ait olduğunun belirlendiğini ifade
eden Prof.Dr. Altınsapan, bu taş sandukanın Selçuklu
dönemine has özellikler taşıdığının tespit
edildiğini kaydetti.
"50 YIL ÖNCE KIZININ
KEMİKLERİNİ ÇIKARMIŞTIK"
Bunun Türk dünyası için
önemli bir bulgu olduğunu ifade eden Prof.Dr.
Altınsapan, şöyle konuştu:
"Sivrihisar'da Seydi
Hamamı'nın duvarıyla bitişik bilenen mezar yerinden
2003 yılında Nasreddin Hoca'nın kızı Fatma Hatun'un
kemiklerini çıkartıp müzeye teslim etmiştik.
Yaklaşık 50 yıl önce kızının mezarını çıkardığımız
yerin hemen ötesinde eski mezarlıkta bir düzenleme
çalışması yapılmış. Burada, belediyeye ait iş
yerleri ve itfaiye binasının bulunduğu geniş bir
mekan dizayn edilmiş. 'Sivrihisar'da tarihi eserler'
denince akla gelen Orhan Keskin, bu mezarlıktan
çıkan değerli gördüğü malzemeyi alıp Ulu Cami'nin
kütüphanesinde muhafaza etmiş. Bu süreçte taşı ilk
okuyan kişiler, bunu Nasreddin Hoca'nın oğlu Ömer'e
ait olduğunu söylemiş."
Prof.Dr. Altınsapan,
Türkiye'de, Nasreddin Hoca'nın oğlunun ve kızının
Sivrihisar'da, kendisinin Akşehir'de vefat ettiği
değerlendirmesinin yapıldığını hatırlatarak,
"Doç.Dr. Tulum, taş sandukanın bendeki eski
fotoğraflarına bakmak istedi. Uzun emeğin ardından
taş sandukanın üzerindeki kitabenin Nasreddin
Hoca'ya ait olduğunu tespit etti. Sivrihisar'ın
Hortu Köyünde doğan Nasreddin Hoca'nın mezarının
nerede olduğu konusundaki tarihsel belirsizlik sona
erdi" dedi.
"HOCAMIZA YARAŞIR BİR
ANIT MEZAR YAPILMALI"
Doç.Dr. Tulum ise bu taş
sandukanın deşifre edilmesiyle Nasreddin Hoca'nın
Sivrihisar'da doğduğunun ve burada öldüğünün kesin
olarak bilindiğini vurguladı.
Eskişehir'in 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti
olduğu bu dönemde taş sandukanın keşfedilmesinin
önemli olduğunu anlatan Doç.Dr. Tulum, şunları
söyledi:
"Nasreddin Hoca, Çin
Seddi'nden Adriyatik'e kadar bütün Türk dünyasının
ilgilendiği bir şahsiyettir. Allah, bu mezarın
bulunmasını bize nasip etti. Yazıyı en kısa zamanda
yayınlayacağım. Mezarda 'burada yatan kişi Şemseddin
oğlu Nasreddin Hoca'dır' yazısı okunuyor. Taş
sanduka, Selçuklu dönemini mimari tarzını bize
açıkça gösteriyor. Türk milletine hayırlı, uğurlu
olsun. Bundan böyle Nasreddin Hocamızın doğduğu,
büyüdüğü ve öldüğü yer olarak Sivrihisar'ı kaydetmek
doğru olacaktır. Sivrihisar'da Nasreddin Hocamıza ve
ailesine yaraşır bir anıt mezar yapmalıdır."
Eskişehir Kent Haber,
19.04.2013
|
5 BİN YILLIK TROİA'YA
MAKYAJ

Çanakkale'nin Tevfikiye
Köyü sınırları içindeki 5 bin yıllık Troia antik
kenti, 2 milyon liralık ödenekle bakıma alındı.
Çevre düzenlemesi çalışmaları kapsamında antik
kentteki doğal yürüyüş alanlarına granit ve parke
taş döşenmeye başladı. Ahşap yürüyüş güzergahları
yenilenirken, Troia'nın simgesi tahta at ise
kapsamlı bir onarımdan geçiriliyor.
Troia'nın insanlık
tarihine 5 bin yıldır tanıklık ettiğini belirten
Çanakkale İl Kültür ve Turizm Müdürü Şinasi
Haznedar, tarihi eserlerin bulundukları mekanlarda
yorulmalar, aşınmalar ve eskimeler olduğunu ve bakım
gerektiğini söyledi. Troia'da bir çevre düzenlemesi
ihtiyacının doğduğunu ve bu ihtiyacın karşılanması
halinde ziyaretçi sayısının da epeyce artabileceğini
ilgililere ilettiklerini anlatan Haznedar, "Troia
ile ilgili talepleri bakanlığımıza ilettik. Ayrılan
2 milyon liralık ödenekle çevre düzenlemesi
çalışmaları başladı. Ziyaretçi yoğunluğunun antik
kentin simgesi olan tahta ata verdiği yorgunluklar,
ahşap yürüyüş alanları gibi bir takım arızalar
onarım gerektiriyordu. Bir süre önce bu çalışmalar
başladı. Bir yandan onarım çalışmaları, bir yandan
da çevre düzenlemesi çalışmaları hızla sürüyor"
dedi.
İl Kültür ve Turizm
Müdürü Haznedar, antik kent sınırları içinde
yapılacak olan Troia Müzesi ihalesinin ise 19
Nisan'da İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nde
gerçekleştirileceğini söyledi. Haznedar, "İki yıl
içinde Troia'nın barındırdığı, bulundurduğu
hazinelerin çoktan hak etmiş olduğu müzeye kavuşmuş
olacağını düşünüyorum. Çanakkale'nin böyle bir
müzeye kavuşması bu bölgenin başlı başına bir cazibe
merkezi olmasının ivmesi, itici gücü olacaktır" diye
konuştu.
Burası Çanakkale,
19.04.2013
|
TRAFİK KONTROLÜNDE
SERVET BULUNDU
Fransa'da, rutin bir trafik kontrolü sırasında, 1
milyon sterlin (yaklaşık 2.8 milyon lira) değer
biçilen, safir, elmas ve zümrütlerle süslenmiş, som
altından yapılma, kayıp Faberge yumurtası bulundu.
Yumurtayı taşıyan Belarus uyruklu iki kişiyi
sorgulayan Fransız polisi, "Bit pazarından ucuza
aldık" ve "Yol kenarında bulduk" gibi cevaplarla
karşılaştıklarını söyledi. İlki Rus Çarı 3.
Alexander tarafından eşi Maria Fedorovna'ya hediye
edilmek üzere mücevherci Peter Carl Faberge'ye
yaptırılan yumurtalardan dünyada sadece 50 tane
bulunuyor.
Sabah, 19.04.2013
|
|
DÜNYA TARİHİNİ
DEĞİŞTİREN BELGE BULUNDU

Arkeologlar, antik Mısır'ın en eski ve büyük
limanını ortaya çıkardı.
Liman bölgesinde bulunan papirüslerde, Büyük Piramit
'in inşasında çalışan bir Eski Krallık yetkilisinin
günlüğü bulundu. Yetkili, notlarında piramit inşası
için kireç taşı taşıdığını anlatmış. Mısır 'ın 4.500
yıl önce kurduğu ticaret yollarıyla dünyanın en
büyük uygarlıklarından biri olmasını sağlayan liman,
Kızıl Deniz'de ortaya çıkarıldı.
Keşfin başını çeken araştırmacı ekibinde yer alan
Paris-Sorbonne Üniversitesi'nden Pierre Tallet, Vadi
el Carf bölgesinde bulunan limanın, bilinen en eski
liman yapısında 1000 yıl öncesinde inşa edildiğini
belirtti. Discovery News'e konuşan Mısırbilimci
Tallet, antik Mısır uygarlığının bakır ve diğer
mineralleri Akdeniz'in diğer medeniyetlerine
ulaştırarak büyük bir zenginliğe ulaştığına dikkat
çekti. Süveyş Kanalı'nın yaklaşık 180 km güneyinde
bulunan liman, Fransa Arkeolojik Çalışmaları
Enstitüsü'ne bağlı çalışan Fransız ve Mısırlı
araştırmacılar tarafından ortaya çıkarıldı.
"BÜYÜK PİRAMİT'E TAŞ
TAŞIDIM"
NBCNews'in haberine göre, liman benzeri kalıntıların
yanı sıra, taştan oyulmuş 100'e yakın çapa, halat ve
çömlek ile kavanoz parçaları bulundu. Taştan
çapaların üzerinde, ait oldukları gemilerin
isimlerinin yazdığı dikkat çekti. Tallet,
kalıntılardan 10 tane de çok iyi korunmuş papirüs
bulduklarını belirtti.
Mısır Antika Bakanı Muhammed İbrahim, Vadi el
Carf'ta Mısır'ın en eski yazılı papirusları
bulduklarını belirtti. Bulunan toplam 40 papirüsün,
Firavun Khufu'nun hükümdarlığının 27'inci yılında
Mısırlıların günlük yaşamlarına ait bilgiler
içerdiği ifade edildi. Papirüslerden elde edilen en
ilginç bilgi, Merrer adındaki bir liman yetkilisinin
notlarında ortaya çıktı.
Tallet, Discovery News'e yaptığı açıklamada, "Nil
Nehri bölgesinden getirilen Tura kireçtaşı için
sıkça taş ocağına yaptığı yolculuklardan bahsetmiş"
dedi. Tallet, "Dört sayfası bulunan günlük, Büyük
Piramit'in nasıl inşa edildiğine dair yeni bilgiler
sunmasa da, piramidin inşasının iç yüzünü ortaya
koyuyor" dedi. Bir diğer papirusta, Firavun
Khufu'nun (Keops piramidiyle aynı isimle de anılır)
yemeklerin liman işçilerine nasıl dağıtıldığından
bahsedildiği belirtildi.
Sabah, 19.04.2013
|
|
PENDİK'TE 100 YILLIK TOP
MERMİSİ BULUNDU
Pendik’te bir
mezarlığın duvarının yeniden yapılması çalışmaları
sırasında patlamamış top mermisi bulundu.
30 kilogram
ağırlığındaki merminin 1’inci Dünya Savaşı’ndan
kaldığı tahmin ediliyor. Kavakpınar’daki Koca
Mezarlığı’nın duvarının yeniden yapılması çalışması
sırasında, dozerle toprağı kazan işçiler,
top mermisi buldu.
Çalışmaları durduran işçiler, polisi aradı.
İşçilerin ihbarı üzerine
olay yerine gelen polis ekipleri, top mermisinin
bulunduğu alana şerit çekerek, çevrede güvenlik
önlemleri aldı. Bir süre sonra olay yerine gelen
polis bomba imha uzmanı, 30 kilogram ağırlığındaki
top mermisinin patlamamış olduğunu tespit etti.
1’inci Dünya Savaşı’ndan kaldığı tahmin edilen top
mermisini askeri ekipler imha edecek.
Milliyet, 19.04.2013
|
ŞEHİTLİĞE 'MUHABBET
SOKAĞI' OLUR MU?

İstanbul’un fethi
sırasında şehit olan 30’a yakın askerin toplu halde
defnedildiği bir şehitlik var Boğaziçi Üniversitesi
kampüsünde.
Şehitliğin yanı sıra
türbe ve bir tekkenin de bulunduğu bu yer uzun
yıllardır restore edilmeyi bekliyor. Şimdilerde ise
arazi, Sarıyer Belediyesi’nin hazırladığı ‘Muhabbet
Sokağı’ projesi kapsamında yok olma tehlikesi
yaşıyor. Rumelihisarı’nın eski adının ‘Şehitlik
Dergahı’ olduğu bilgisini veren araştırmacı İbrahim
Ethem Gören, alan için geçmişte birkaç defa restore
girişiminde bulunulduğunu söylüyor. Üniversiteyi
çevreleyen duvar yüzünden çalışmanın yarım kaldığını
kaydeden Sarıyer Belediyesi yetkilileri ise bu
bölgeye yeni içkili mekan açma gibi bir durum
olmadığını savunuyor.
Görev yaptığı dönemde
şehitlik ve tekkeyle alakalı herhangi bir bilgi
gelmediğini belirten eski Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, buranın araştırılıp bir an önce
korumaya alınması gerektiğinin altını çiziyor. Sanat
tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu, “Acaba
buralardan, Sarıyer Belediyesi’nin, kaymakamlığının,
Büyükşehir Belediyesi’nin haberi var mı?” diyerek
önlem alınmasını istiyor. Şehitliğin yanında ‘Nafi
Baba’ tekkesi bulunuyor. Nafi Baba’nın torunlarından
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yrd. Doç.Dr.
Mehmet Nafi Artemel, ailesinin uzun yıllar bu tarihi
mirasın korunması için mücadele ettiğini ifade
ediyor. Rektör Prof.Dr. Gülay Barbarosoğlu’nun özel
ilgi gösterdiğini belirten Artemel, “Böylesi önemli
bir yerin heba olmasına göz yumulmamalı.” diye
konuşuyor. Atilla Koç’un kültür bakanı olduğu
dönemde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Boğaziçi
Üniversitesi Rektörü Ayşe Soysal ve Prof.Dr. Süheyla
Artemel ile birlikte protokol imzalanmış. Ancak
şehitliğin bulunduğu arazinin restorasyonu
gerçekleştirilmemiş.
Zaman Cuma, Haber:
HasanKaralı - Cihan Acar, 19.04.2013
|
HALİÇ'TE TARİHİ AYAR
Taksim-Yenikapı hattında
yapılan Haliç metro geçiş köprüsü 'tarih'ten sınıfı
geçti... Tarihi yarımada (Süleymaniye Camii)
silüetini etkileyeceği ve UNESCO denetimleri
tartışmaları içinde
4 yılda tamamlanan köprünün kazı çalışmalarında
bulunan eserler nedeniyle bazı ayaklar iptal
edilirken, Mimar Sinan'a ait hamam için köprü
yukarıya çekildi. İşte köprü inşaasındaki 'tarihi'
ayarlar:
MOZAİK YER DÖŞEMESİ
- Beyoğlu Yakası'nda planlanan köprünün iki ayağı,
kazı çalışmalarında, yıldız desenli mozaik yer
döşemesi bulunması üzerine iptal edildi. Buluntular,
Arkeoloji Müzesi tarafından, karolaj sistemiyle
parça parça yerinden sökülüp numaralandırılarak
depoya kaldırıldı. Bulunan mozaik yer döşemesi,
köprünün çevre düzenlemesi kapsamında sergilenecek.
- İlk projeye göre Beyoğlu tünelinden çıkan
viyadüğün alt kotu, Mimar Sinan'a ait tarihi
Yeşildirek Hamamı'nın üst kotundan aşağıda
kalıyordu. Tarihi Hamam'ın korunabilmesi ve
çalışmalardan zarar görmemesi için köprü kotu, tünel
çıkışından itabaren şu anki kotu olan, deniz
seviyesinden 13 metre yukarıya çekildi. Köprünün alt
kotu ile hamam arasında 2.80 metrelik aralık
bırakıldı.
SURLARA ÇELİK KORUMA
- Unkapanı yakasında da bir ayak iptal edildi, diğer
bir ayak da buluntular doğrultusunda kaydırıldı.
Çalışmalar bittikten sonra yapılacak buluntu, çevre
düzenleme çalışmaları esnasında tekrar açılarak,
üzeri cam ile kaplanacak. Bu alan, metro o bölgeden
geçerken alttan seyredilebilecek.
- Köprü güzergâhındaki Ceneviz Surları ise inşaat
çalışmalarına paralel yürütülen tarihi alanları
koruma ve iyileştirme çalışmaları çerçevesinde
restorasyonları yapılıyor. Titreşimlerden
etkilenmemesi için Ceneviz surları, çelik bir
kafesle korumaya alındı.
Rakamlarla köprü
Uzunluğu: 936 metre
Parça sayısı: 22
Unkapanı viyadüğü: 171 metre
Beyoğlu viyadüğü: 242 metre
Maliyeti: 147 milyon euro
İstasyon sayısı: 1
Akşam, Haber: Nezahat
Koç, 18.04.2013
|
MAHKEME KARARI: MÜZE
MÜDÜRÜ ÇEŞME ÇALMAMIŞTIR
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi eski Müdürü Oğuz
Alpözen, müzedeki Osmanlı Çeşmesi ve yalağını evine
götürdüğü gerekçesiyle, 7 yıldır yargılandığı davada
beraat etti.
Bodrum Sualtı Arkeoloji
Müzesi Müdürü Oğuz Alpözen'in 2005 yılında emekli
olmasının ardından Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu ile Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından hakkında açılan, 'Müzeye ait Osmanlı
Çeşmesi ve Yalağı'nı villasına götürdüğü'
suçlamasıyla Bodrum 1'inci Asliye Ceza Mahkemesi'nde
5 yıla kadar hapis istemiyle açılan davanın karar
duruşması bugün görüldü. Duruşmaya İngiliz
arkeologlar ve eşi Gülşen Alpözen ile birlikte gelen
Oğuz Alpözen, yaklaşık yarım saat süren duruşmada,
beraat etti.
ÇEŞME TARİHİ ESER
DEĞİL
Adliye çıkışında DHA muhabirine bir açıklama
yapan Alpözen, "Bodrum Müzesi'ni dünyanın sayılı
müzeleri arasına sokmanın ödülü, hırsızlıkla
suçlanmak olmamalıydı" dedi. 39 yıl görev yaptığı
müzede çalışırken, eski Kültür Bakanı Cihat Baban'ın
kardeşi Nusret Baban'ın 15 yıl önce kendisine hediye
ettiği çeşmeyi temizlettikten sonra evine
götürdüğünü anlatan Alpözen, "Bugüne kadar 130
soruşturma geçirdim. Emekli olduktan sonra da
hakkımda açılan bu da dahil olmak üzere 24
soruşturmadan da beraat ettim. Bu çeşme hakkında
Kültür ve Turizm Bakanlığı üç kez soruşturma açtı.
Üçünde de tarihi eser olmadığı, çeşmenin geç Osmanlı
Dönemi'ne ait olduğu ve her yerden satın
alınabileceği belirtildi. Uzman ve bilirkişiler de
bunun tarihi eser olmadığını raporlarla teyit edip
mahkemeye sundu. Bugün de mahkeme, "Çeşme tarihi
eser değil Oğuz Alpözen'e aittir' dedi ve beraatime
karar verdi" dedi.
Radikal, Haber: Yaşar
Anter, 18.04.2013
|
TARİHİ SIFIR NOKTASINA
KORUMA ÇATISI

Dünyanın en eski tapınak
merkezi olarak kabul edilen ve bu yönüyle 'tarihin
sıfır noktası' olarak nitelendirilen Göbeklitepe
kazı alanında bu yıl koruma çalışmalarına ağırlık
verilecek. Prof.Dr. Klaus Schmidt, Şanlıurfa Müzesi
ve Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü'nce ortaklaşa
yürütülen çalışma kapsamında bu yıl 2 kazı dönemi
planladıklarını belirtti.
İlkbahar döneminin
çalışmalarına başladıklarını belirten kazı başkanı
Prof.Dr. Klaus
Schmidt, ilk olarak kazı alanında temizlik
yaptıklarını söyledi. Tarihi eserlerin bulunduğu
yerde geçen yıl başlatılan
'koruma çatısı
yapımı'na yönelik faaliyete bu yıl ağırlık
verildiğini ifade eden Schmidt, şöyle devam etti:
"2013 yılı kazı çalışmasıyla ilgili önemli planımız
var. Alana bir koruma çatısı yapmak istiyoruz. Eski
kazı alanında büyük yapıları kapsayacak şekilde
hazırlanan proje koruma kurulu tarafından da
onaylandı. İki çalışma evresi var. İlk olarak bir
çalışma platformu yapılacak, daha sonra da bu
çalışma platformunun üzerinde büyük çatıyı oluşturan
Membran tekstil koruma çatısının yüzeyi
yerleştirilecek."
Koruma çatısının maliyetinin 2 milyon avronun
üzerinde hesaplandığını vurgulayan Schimidt, bunu
bilimsel kazı bütçesinden karşılayamadıklarını, bu
nedenle de sponsorlarla görüşmelerinin devam
ettiğini kaydetti.
Alanda yapılan çalışmalarda, 10 kişilik bilimsel
ekibin yanı sıra Örencik Köyü sakinlerinden oluşan
30 kişilik işçi görev alıyor.
Göbeklitepe
Neolitik döneme ait yerleşim yeri Göbeklitepe,
Şanlıurfa'nın
18 kilometre kuzeydoğusundaki
Örencik Köyü
yakınlarında bulunuyor. İlk kez 1963 yılında
İstanbul ve
Chicago üniversitelerinden görevlilerinin
yüzey araştırmaları sırasında fark edilen
Göbeklitepe'deki kazı çalışmalarını, 1995 yılından
bu yana Şanlıurfa
Müzesi
ve Berlin Alman
Arkeoloji Enstitüsü
ortaklaşa yürütüyor. Kazı çalışmalarında şimdiye
kadar Neolitik döneme ait yabani hayvan figürlü 'T'
biçimli dikili taşlar, 8-30 metre çapında dairesel
ve dikdörtgen şekilli dünyanın en eski tapınak
kalıntıları, çok sayıda yabani hayvan figürü, insan
heykeli, dikili taşlar ve yaklaşık 12 bin yıl
öncesine ait olduğu belirtilen 65 santimetre
uzunluğunda insan heykeli gibi tarihi eserler
bulunmuştu. Dünyanın en eski 'tapınak merkezi'
olduğu belirtilen Göbeklitepe, bir süre önce
UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne
alınmıştı.
Yapı, 18.04.2013
|
SİLUET BOZAN KULELER
NEDEN YIKILAMADI?

Başbakan Erdoğan'ın
Zeytinburnu'ndaki
İstanbul'un
siluetini bozan
kuleler ile ilgili yaptığı açıklamalar, gündeme
damgasını vurdu! Erdoğan, "Sahibiyle konuştum.
Tıraşlayın dedim. Ama hiçbir şey yapmadılar. O
yüzden çok kırıldım, 5 yıldır konuşmuyorum"
şeklindeki sözleriyle İstanbulluların rahatsızlığına
tercüman oldu.
Konuyu, 2011 yılında 'OnaltıDokuz'
isimli kulelerin kaba inşaatının bitmesinin ardından
Radikal'deki haber ve fotoğraflardan öğrenen
Erdoğan, hemen devreye girmiş ve binaların bir
kısmının tıraşlanmasını istemişti. Bu amaçla
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş
ile inşaatın sahibi
Mesut Toprak
arasında birkaç görüşme gerçekleştirildi. Topbaş,
Toprak'a "Gel bir kısmını yıkalım, adın bu yapıyla
anılmasın, tarih senden hep yaptığın fedakarlıkla
bahsetsin. Kayıplarını da emsal artışıyla
karşılayalım" dedi. Bu görüşmelerden Toprak'ın üç
kuleden 10'ar kat yıkmayı kabul ettiği bilgileri
yansımıştı.
Ancak birkaç ay sonra
Toprak, belediyeye bu yıkımın teknik olarak mümkün
olmadığını iletti. Durum
Başbakan'a da
iletildi. Moraller bozuldu, yüzler gerildi.
Başbakan'ın
talimatıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi, şehrin
siluetinin
korunması için "Siluet
Ana Planı" oluşturmayı kararlaştırdı. Yapılan
çalışmaların ardından Ekim 2011 başında İstanbul
Büyükşehir Belediye Meclisi kararıyla Tarihi
Yarımada, Boğaziçi ve Haliç olmak üzere,
silueti belirleyen
ve etkileyen alanları kapsayacak şekilde bütüncül
bir
siluet planı
oluşturuldu. Yapıların yüksekliğine metre
sınırlaması getirildi. Bu tarihten önce ruhsat alan
inşaat firmalarından da planlarının revize edilmesi
istendi.
Zeytinburnu'ndaki
kuleler yıkılmadı; ancak bu durum Başbakan
Erdoğan'ın içinde bir ukde olarak kaldı. Oradan her
geçtiğinde yönünü sahile çeviren Erdoğan, o tarihten
sonra yerel yöneticilerle yaptığı sohbetlerde bu
kuleleri 'kötü örnek' olarak zikrediyor. Belediye
başkanlarına yüksek yapılara hele hele de
gökdelenlere karşı olduğunu her fırsatta dile
getiriyor.
Zeytinburnu'ndaki bu
kulelerin, bugün İstanbul siluetini bozduğu bir
gerçek! Ancak eskilerin tabiriyle 'bir şerden birçok
hayır çıktı'ğını da kabul etmek lazım. Bu çirkin
örnek, İstanbul siluetini koruma adına alınan birçok
karara da vesile oldu...
Habertürk, Haber:
Abdullah Kılıç, 18.04.2013
******
"PROJE BİTTİKTEN SONRA
TIRAŞLAMA YAPILAMAZ"

Zeytinburnu'nda yükselen
'OnaltıDokuz' isimli kuleleri şehrin siluetini
bozduğu için Başbakan Erdoğan'ın küstüğü işadamı
Mesut Toprak konuyla ilgili ilk kez konuştu.
Başbakan Erdoğan'ın
Zeytinburnu'nda yükselen ve şehrin silüetini bozan
‘OnaltıDokuz’ isimli kuleleri yapan Mesut Toprak'a
kırıldığını ve konuşmadığını açıklaması gündem
yarattı. Başbakan'ın sözleriyle ilgili konuşan
Toprak, "bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum" diye
yanıt verdi.
Hürriyet gazetesinden
Demet Cengiz’in haberine göre çok tartışılan projede
bir yıldır yaşayan malikler olduğuna dikkat çeken
Mesut Toprak, projede bu aşamadan sonra değişiklik
yapmanın mümkün olmadığını söyledi.
Toprak, projede herhangi
bir yasal sıkıntı olup olmadığı sorusu üzerine ise
"Bizim ne ruhsatımızda ne de imarımızda hiçbir
sıkıntı yok. Yaptığımız proje tamamen aldığımız imar
planına uygundur. Yasal olmayan hiçbir şeyimiz yok.
42 yıllık iş hayatımda yasal olmayan hiçbir işe imza
atmadım." cevabını verdi.
Başbakanın söylediği
gibi projenin tıraşlanmasının mümkün olup olmadığı
konusunda Toprak, "Mümkün değil. Proje bittikten
sonra tıraşlama yapılamaz. Böyle bir şey teknik
olarak mümkün değil" dedi.
Başbakan Erdoğan, dün
yapılan bir toplantıda şehrin silüetini bozan
‘OnaltıDokuz’ isimli kulelere tepkisini dile
getirerek, “Sahibiyle konuştum. (Mesut Toprak)
Tıraşlayın dedim. Ama hiçbir şey yapmadılar. O
yüzden çok kırıldım, 5 yıldır konuşmuyorum” demişti.
Yapı, 18.04.2013
******
IRZINA GEÇİLMİŞ ŞEHRİN
DAVASI

Başbakan Erdoğan,
İstanbul
milletvekilleriyle yaptığı toplantıda 6/9 adını
taşıyan projeyi sertçe eleştirmiş.
“Üstünü tıraşlayın dedim. Beni dinlemedi. Kendisiyle
konuşmuyorum” demiş, projeyi yapan firmanın
sahibiyle ilgili olarak.
Aslında 16/9 çok güzel bir proje.
İnşa edildiği yer
İstanbul’un en kötü
yerlerinden biriydi vaktiyle.
Kazlıçeşme.
Deri fabrikaları vardı. Kokudan, pislikten, fareden
geçilmezdi.
Dalan kaldırdı hepsini Tuzla’ya yolladı.
Ama bir türlü bir şey yapılmadı oralara. Ta ki,
16/9’a kadar.
Şık bir proje olarak başladı. Bölgeye değer katacak
bir inşaat gibiydi.
Önce kimseden negatif bir ses çıkmadı.
Ne zaman ki binalar tamamlanıp nihai yüksekliğine
ulaştı, facia ortaya çıktı.
Karaköy tarafından bakıldığı zaman
İstanbul’un en
bilindik camili siluetinin içine saplanmış bir bıçak
gibiydi.
Manzaranın içine etmişti tam anlamıyla.
Ama çok geçti artık.
Binaların imarı vardı, ruhsatı vardı, izni vardı.
Her şeyi öyle veya böyle yasaldı.
Ama yine de haklı olarak kıyamet koptu.
“Bu binalara nazıl izin verilmişti?”
Verilmişti, çünkü kimsenin aklına “Bunlar yükselince
nasıl bir şey olacak, nerelerden nasıl görünecek?”
diye bir soru sormak, bir simülasyon yapmak
gelmemişti.
Oysa teknolojiyi kullanarak bunu hesaplamak, önceden
görmek çok kolaydı.Ama düşünülmedi, yapılmadı.
Tabii siluet dediğin “açıyla” alakalı.
Mesela metro geçişi için yapılmakta olan köprü de
kimilerine göre silueti bozuyor.
Doğru.
Bir açıdan bakarsan, köprünün iki kulesi tarihi
yarımadanın görüntüsünü kesiyor.
Ya da Murat Bardakçı’nın çektiği şu fotoğrafa bakın.
Şişli, Levent, Bomonti ve hatta Maslak’a yapılan
gökdelenler
İstanbul’un
siluetini bitirmiş.
Onları ne yapacağız!
Acaba
İstanbul’u toptan
mı tıraşlasak!
Yoksa asıl olanın belediyeler olduğunu, fırsatçı
müteahhitlerin her zaman daha fazlayı
isteyeceklerini bilerek bu rezaletin asıl
sorumlularının belediyeler olduğunu görüp, bu
inşaatların neleri katledeceğini göremeyen izin
mercilerini mi tıraşlasak!
Habertürk, Yazı: Fatih
Altaylı, 19.04.2013
|
KARUN HAZİNELERİNİN YENİ EVİ
Karun Hazineleri olarak adlandırılan 451 parçalık paha biçilmez koleksiyon, yapımı süren yeni Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenecek.
Uşak'ta yapımı süren yeni Arkeoloji Müzesi'nin Mimarı Metin Keskin, Karun Hazineleri için özel sergi alanlarının oluşturulacağı yeni müzenin akıllı güvenlik sistemleri ile korunacağı belirtti.
Keskin, Uşak Tren Garı yakınında inşa edilen yeni müze binasının 2 bin 450 metrekare alanda kurulacağını ve üç katlı olacağını söyledi.
Halen Uşak Arkeoloji Müzesi'nde yaklaşık 45 bin eser bulunduğunu ve bu eserlerin büyük bölümünün sergilenebilir nitelikte olduğunu belirten Keskin, Lidya Kralı Krezüs'e ait olduğu değerlendirilen ve Karun Hazineleri olarak adlandırılan 451 parçalık paha biçilmez koleksiyon için müzede özel bir sergi salonu hazırlanacağını dile getirdi.
Uşak Valisi Mehmet Ufuk Erden de Karun Hazineleri'nin Uşak'ın markası olduğunu ifade ederek, yapımı 2014 yılında sona erecek müzenin kent için son derece önemli olduğunu dile getirdi.
Sabah, 17.04.2013
|
 |
|
KARAKÖY MESCİDİ YENİDEN
YAPILACAK
Karaköy'den 1958'de yol çalışması nedeniyle
sökülerek Kınalıada'ya götürülen ve daha sonra da
ortadan kaybolan İtalyan mimar Raimondo D'Aronco'nun
yaptığı Karaköy Mescidi'nin yeniden inşasına koruma
kurulu onay verdi. Koruma Müdürlüğü, caminin
restitüsyon, restorasyon ve rekonstürksiyon
projesinin yapılması için 19 Haziran 2012'de ihale
düzenledi. İhaleyi kazanan firma proje çalışması
kapsamında İtalya'daki Udine Belediye Müzesi Proje,
Çizimler ve Baskı Galerisi bölümüyle temasa geçerek
mimar D'Aronco'nun orijinal çizimlerini istedi.
İtalya'dan gelen orijinal tasarım, plan, kesitlerini
gösteren belgeler, iç mekan, mihrap ve minberle
ilgili çizimler ışığında proje hazırlandı. Proje
daha sonra onay için Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu onayına sunuldu. Kurul tarafından
onaylanan projenin bu yıl başlaması hedefleniyor.
Caminin yapımı sırasında, eski camiye ait olan ve
halen Kınalıada'da bulunan mihrabın bir parçası ile
cepheye ait motifli mermer parça da kullanılacak.
Sabah, Haber: Hasan Ay,
17.04.2013
|
SELÇUKLU'NUN MİRASI
ALANYA KALESİ 10 YILDIR RESTORE EDİLİYOR

Turizmin önemli
merkezlerinden Alanya'da deniz, kum ve güneşle
birlikte en çok dikkat çeken tarihi turistik
mekanlardan Alanya Kalesi belediye tarafından
restore ediliyor. Hellen, Roma, Bizans, Selçuklu ve
Osmanlı medeniyeti izleri bulunan 2 bin 400 yıllık
Alanya Kalesi, son 10 yıldır yapılan restorasyon
çalışmalarıyla ayağa kaldırılıyor.
Alanya Kalesi Yönetim
planı hazırlanarak 50'ye yakın bölgede restorasyon,
kazı, tamir, aydınlatma, projelendirme, yaya yolu,
çevre düzenleme ve hafriyat çalışması bitirilen
kalede çalışmalar devam ediyor.
Bu çalışmalar
çerçevesinde; Kızılkule-Tophane ekseni proje alanı
içinde geleneksel bir Alanya evi olan Kültür
Müdürlüğü-Alanya Kalesi Alan Başkanlığı binası
onarılarak bitirildi. Kızılkule önü bilet gişesi
uygulamasına geçildi. Kızılkule-Tophane arası kazı
ve hafriyat yapılması, kültür evinin restorasyonu
tamamlandı. Alanya Kalesi Tophane ve Hisariçi
Mahallesi yol düzenleme ve döşeme çalışması, Tophane
Mahallesi'nde Vakıflar mülkiyetinde bulunan mescit
yapısının onarımı yapılarak hizmete açıldı,
Kızılkule-Tophane ekseni proje alanı için de 288 ada
1-2-3-4-5 parselde bulunan sarnıç yapılarının
projelendirilip onarım çalışması tamamlanarak sergi
mekanı olarak hizmete açıldı. 393 ada 4 parselin
kamulaştırılması, projelendirilmesi ve onarımı
yapılarak, Alanya Belediyesi Kültür Evi ve Herbaryum
Müzesi olarak hizmete açıldı.
Kızılkule ile Tersane
arasında çevre düzenleme işi, Alanya Kalesi 480 ada
1 parseldeki ana giriş kapısı ile hemen gerisinde
bulunan burç ve surların projelendirilmesi,
onarımının yapılması ve ziyaretçi bilgilendirme
ofisi olarak değerlendirilmeye alındı. Kızılkule iç
ve dış aydınlatma uygulaması, Alanya Kalesi Hisariçi
Mahallesi ana ulaşım güzergahı üzerinde yaya
trafiğinin rahatlatılması için yol kenarına yaya
yolu yapıldı. Hisariçi Mahallesi 310 ada 2
parseldeki tescilli taşınmazın onarım çalışması
yapıldıktan sonra Ömürlü-Kemal Atlı Evi olarak
hizmete açıldı. Alanya Kalesi, 301 ada 8 parselde
bulunan Denizci Mescidi'nin projelendirilmesi ve
onarımı bitirildi. Kızılkule'den Ehmedek'e doğru sur
duvarlarında bulunan graffitilerin projelendirilmesi
tamamlandı. Tersane'nin iki gözünde onarım çalışması
yapıldı. Alanya Kalesi'nde Bulunan Mecveddin Sarnıcı
ile Pazar Sarnıcı projelendirildi. Tersane ile
Tophane arasındaki yürüyüş yolu yapıldı. Özel
mülkiyette bulunan Alanya Kalesi, Hisariçi Mahallesi
320 ada 1 parseldeki tescilli yapının
projelendirilerek onarımı yapıldı. Tersane içinde
sergilenmek üzere Osmanlı Çekevelesi, vinç, malzeme
alımı yapıldı. Alanya Kalesi tersane yapısı içinde
bulunan mescidin konservasyon projesi yapılarak
onarımı gerçekleştirildi. Tophane Mahallesi 288 ada
5 parselin kamulaştırılması yapıldı. UNESCO Dünya
Mirası Listesi'ne dahil olabilmesi için yapılan
çalışmalar, Alanya Kalesi ve Tersanesi'nin elektrik
hatlarının yeraltına alınması, ulaşım etüd çalışması
ve tabelalandırma çalışması bitirildi.
Alanya Belediye Başkanı
Hasan Sipahioğlu, tarihi mekanları restore ederek
hem geçmişe sahip çıkma hem gelecek nesle daha iyi
aktarabilmek için restorasyon çalışmalarına ağırlık
verdiklerini belirtti. Sipahioğlu, turizm merkezi
olarak ta turistin özellikle Alanya Kalesi'ne çok
önem verdiğine dikkat çekti. Kalede çalışmaların
sürekli devam edeceğini işaret eden Sipahioğlu,
şehirle adeta simgeleşen kalenin giderek daha güzel
olacağını söyledi.
10 BİN HEKTARLIK ALANYA
KALESİ'NİN 7 İSMİ BULUNUYOR
10 bin hektarlık bir
yarımada üzerinde kurulmuş olan kale Koracesium,
Kalonoros, Kandelore, Scandelore, Lescandelore,
Alaiyye ve Alanya Kalesi gibi isimler altında MÖ 4.
yüzyıldan beri günümüze kadar arkeolojik, doğal ve
kentsel sit alanı özelliklerini bir arada
barındırıyor. Arkeolojik buluntular ve Syclax,
Strabon, Plinius, Ptolemaios, İbni Batuta, İbni bibi
ve Evliya Çelebi gibi kaynaklar Alanya Kalesi'ne
ışık tutuyor. 1221 yılında Sultan Alaaddin Keykubat
tarafından Selçuklu topraklarına dahil ettirilen
kale, denizden ve karadan zor ulaşılabilirliği ve
doğal korunaklı oluşu nedeniyle tarih boyunca
kesintisiz yerleşim görmüş bir tarihi mekan.
Alanya Kalesi;
Anadolu'yu süsleyen yüzlerce kaleden bugün ayakta
kalabilmiş, en iyi korunmuş Ortaçağ kalelerinden
birisi. Kale 65 kilometreyi bulan surların uzunluğu
140'ı bulan burçları, içindeki 400'e yakın sarnıcı,
görkemli, yazıtlı ve bezemeli kapıları ile bir açık
hava müzesi görünümünde. Surlar; Kızılkule'den
başlayarak planlı bir şekilde Ehmedek, İçkale, Adam
Atacağı, Cilvarda Burnu Üstü, Arap Evliyası Burcu ve
Esat Burcu'na inerek Tophane ve Tersane'yi geçip
başladığı yer olan Kızılkule'de son buluyor.
Kalenin ilk iskan
tarihi, Hellenistik döneme kadar inse de gerçek
anlamda Selçuklu İmparatorluğu döneminde tüm görkemi
ile anıtsal bir kale şeklini almış. Kalenin, İçkale
olarak adlandırılan ve yarımadanın Batı köşesinin en
yüksek yerinde kurulmuş olan bölümünün denizden
yüksekliği 250 metreyi buluyor. İdari ve askeri
örgütlenmenin merkezi olması nedeniyle 4 yönden
dayanıklı surlarla çevrilmiş. İçkale'nin orta
kısmında yer alan tuğladan yapılmış iki adet
Selçuklu dönemi su sarnıcı bugün de işlevini
sürdürüyor. İçkale'deki başlıca yapılar, Batı bölümü
hariç diğer cephelerde kale duvarlarına bitişik inşa
edilmiş. İçkale'de gezerken görülebilecek diğer yapı
grubunun askeri amaçlı kışla, yatakhane ve depo
olabileceği sanılıyor. İçkale'nin hemen hemen orta
bölümündeki alanda küçük bir Bizans Kilisesi göze
çarpıyor. Bu da İçkale'nin Selçuklulardan daha
önceki dönemlerde de kullanılmakta olduğunu
kanıtlıyor. Yonca planlı yapıyı; yuvarlak kemerli
pencereler ve nişlerden oluşan geniş kasnak, merkezi
kubbeyi çevrelemekte. Alaaddin Keykubad, ayrıca
kaleyle bütünleşen anıtsal yapılar da yaptırmış.
Selçuklu sanatının eşsiz örneklerinden biri olan
Kızılkule bunlardan biri. Kaleye bütünlük sağlayan
planı ile Alanya'nın simgesi durumunda. Limanı
sürekli denetim altında tutmak amacıyla yapılmış.
1226 yılında yapıldığı bilinen kulenin mimarı kuzey
yönündeki yazıtta yazılı, adı Halepli Ebu Ali.
Kulenin Güneyindeki yedi satırlık yazıtta ise Sultan
Alaaddin Keykubat övücü vasıflarla övülüyor.
Selçukluların, Akdeniz
ile ilk tanışmalarını simgeleyen tersane, 1227
yılında inşa edilmiş. Yapı, Alanya Kalesi'nin
bütünlüğü içerisinde tüm görkemi ile ayakta duruyor.
Giriş kapısındaki rozetlerle süslü yazıt Sultanın
armasını taşımıyor. Kapının sağ tarafında küçük bir
oda yer almakta. Bu oda kimi bilim adamlarına göre
mescid, kimilerine göre de depo olarak
değerlendirilmiş. Kapının solundaki odanın ise
tersanedeki görevli memurlar için düzenlendiği
düşünülüyor. Selçuklular, Sinop'tan sonra ikinci
deniz üssü niteliğindeki bu yapı ile Akdeniz'e
açılmış, hatta bu tersane ile Alaaddin Keykubat'a
"iki denizin sultanı" ünvanını almış. Alaaddin
Keykubad döneminde, tersaneyi güvence altına almak
için yapıldığı sanılan Tophane 2 katlı, dikdörtgen
planlı bir yapı.
Zaman, Haber: Melik
Evren, 16.04.2013
|
MARMARAY KAZILARINDA
ÇIKAN HAYVAN KEMİKLERİ MÜZEDE SERGİLENECEK
Yenikapı'daki Marmaray
ve
İstanbul metrosu
kazılarında birçok tarihi eserin yanı sıra hayvan
kemikleri de gün yüzüne çıktı. Kazılarda, attan
file, ayıdan sığıra kadar birçok hayvan türüne ait
60 bin kemik bulunurken, kemikler Mayıs ayından
itibaren müzede sergilenecek.
Yenikapı'daki Marmaray
ve
İstanbul metrosu
kazılarında birçok tarihi eserin yanı sıra hayvan
kemikleri de bulundu.
İstanbul Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Vedat Onar kazılarda, attan
file, ayıdan sığıra kadar birçok hayvan türüne ait
bulunan kemikler hakkında bilgi verdi.
Onar, "Yenikapı'da
Marmaray projesi başladığı zaman arkeolojik
malzemeler çıkınca yine aynı tarih içerisinde
İstanbul Arkeoloji
Müdürlüğü başkanlığınca arkeolojik kazılara
başlandı. Dolayısıyla binlerce bizim alanımız
içerisinde baktığımız zaman hayvan kalıntısı ortaya
çıktı. Birçok arkeolojik malzemenin yanında hayvan
kalıntıları da önemli bir boyut içerisindeydi" dedi.
Kazı alanından maymun
kemiklerinin de çıktığını belirten Onar, "Birçok
işlenmiş kemiklerimiz var. İşlenmiş deve, sığır
boynuzları, geyik boynuzlarımız alanda çok fazlaydı.
Muhtemelen dekoratif amacıyla hasırcılıkta
demircilikte kullanılan malzemelerdir. En önemli
balık malzemelerimizden ton balıkları kalıntıları
alanda çoktu. Çünkü balık türleri zengindi Bizans
zamanında balıkçılık çok önemli bir boyuttaydı.
Burada yine geyiklerimize ait kimi zaman avlanmış
kimi zaman da geyik boynuzlarının toplanmış olduğunu
ve bundan da birçok malzemeler üretildiğini
görüyoruz" diye konuştu.
Bizans atlarının
koleksiyonunu da gösteren
İstanbul Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Vedat Onar, Bizans atlarının
dünyada da en zengin koleksiyona ait olduğunu
düşündüklerini ifade etti.
Kemikler Mayıs ayından
itibaren
İstanbul Üniversitesi
Avcılar Kampüsü'nde kurulan müzede sergilenecek.
haberler.com, 16.04.2013
******
İŞTE BİZANS'IN
HAYVANLARI!
Türkiye’de ilk kez
açılan arkeolojik kazılarda çıkarılan hayvan
iskeletlerinin sergilendiği Osteoarkeoloji Müzesi,
Marmaray kazılarından elde edilen bulgulara da ev
sahipliği yapacak. İstanbul Üniversitesi
Veterinerlik Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Vedat Onar, 2004’te başlatılan kazı
çalışmaları sırasında çıkarılan kemikleri
incelediklerini söyledi. Kazı faaliyetinin 58 bin
metrekarelik alanda yapıldığını ifade eden Onar, “Şu
ana kadar 60 binin üzerinde kemik incelemesi yaptık”
dedi.
Kazı alanında, 8 bin 500 yıl öncesine kadar giden
buluntulara ulaşıldığını söyleyen Prof. Onar, “Şu
ana kadar elde ettiğimiz sonuçlarda, Bizans’ta
hayvanlarla insan arasındaki bağın yoğun olduğunu
belirledik. Yıllardır kazı çalışmalarına katılıyorum
ancak hayvan kemiklerinin bu kadar fazla olduğu bir
alana rastlamadım. İnanılmaz bir hayvan
popülasyonuna rastladık. Sadece kedigiller dediğimiz
aslan, kaplan türünün dışında birçok hayvan
kemikleriyle karşılaştık. En ilginci bu” diye
konuştu. Müze, 30 Nisan’da Rektör Prof.Dr. Yunus
Söylet tarafından açılacak.
Kazı alanında
geyikten yabankeçisine, filden caretta caretta
kaplumbağasına kadar 54 türe ait kemiklere ulaşıldı.
Kemikler, İstanbul Üniversitesi Veterinerlik
Fakültesi Osteoarkeoloji Müzesi’nde sergilenecek.
Radikal, 19.04.2013
|
BİR RÜYANIN SONU...

Emek Sineması'nın korunması için eylemler sürerken,
Serkildoryan kompleksinde yıkım başladı. Şu anda
1930'lardan kalma, 'İki süper film birden'
gösterimleriyle hatırlanan 'Rüya Sineması'nın
sahnesi yıkılıyor...
Emek Sineması’nın
yıkılarak yerine AVM yapılmasıyla ilgili protestolar
devam ederken Serkildoryan binasının arkasındaki
diğer sinemalar ve tarihi binalar teker teker
yıkılmaya başlandı. Dün akşam inşaat makinalarının
sahnesini yıktığı bina, ‘İki süper film birden’
gösterimleriyle akıllara kazınan Rüya Sineması...
Rüya Sineması, Yunan Konsolosluğu olarak kullanılan
Şişmanoğlu Konağı ile Serkildoryan’ın arkasındaki
boş alana 1930 yılında yapıldı. İlk adı Artistik
Sineması’ydı, 1934'te Sümer, daha sonra Küçük Emek
ve Rüya ismini aldı.
Uzun yıllar seks filmleri ile ünlenen sinema 2009’da
hem içini hem de ‘imajını’ yenilemiş, festival ve
vizyon filmleri göstermeye başlamıştı. ‘Yeni Rüya
Sineması’, yenilenerek ve tekrar hizmete girmesinin
üzerinden yaklaşık bir yıl geçtikten sonra, 6 Mayıs
2010’da protestolar eşliğinde kapandı. Yeni Rüya’nın
perdesi son kez 21:00 seansıyla ‘Mın Dit’ (Ben
Gördüm) filmi için açılmıştı.
Turkmall ve Akbalık Grubu’nun hissedarı olduğu Kamer
İnşaat’ın ‘Grand Pera’ projesi kapsamında yıkılacak
alan Serkildoryan bloku olarak da biliniyor. 1883’te
Osmanlı seçkinlerine kulüp olarak yapılan
Serkildoryan’ın arkasındaki arsaya önce İpek
Sineması yapılmış. Melek Apartmanı’nın arkasına Emek
yapıldıktan sonra, kalan boşluğa da Rüya yerleşmiş.
‘Grand Pera’ AVM için Serkildoryan’ın arkasındaki
bütün sinemalar ve apartmanlar (tarihi İsketenj
apartmanı hariç) sadece cepheleri kalacak şekilde
yıkılacak.
Radikal, Haber: Elif
İnce,
Fotoğraf: Gençer Yurttaş, 16.04.2013
|
KIZKALESİ TURİSTLERİ AĞIRLAMAYA BAŞLADI
Erdemli İlçesi'ne bağlı tarihi ve turistik Kızkalesi beldesinde, yerli ve yabancı turistler deniz ve kumsal keyfi yaşıyor.
Beldede güzel havayı fırsat bilen turistler, deniz bisikletiyle gezinti yapıp, kumsalda güneşlenerek ve kitap okuyarak gününü geçiriyor.
Kızkalesi Belediye Başkanı Necati Kale, gazetecilere yaptığı açıklamada, beldede yılın 12 ayı denize girilip, yüzülebileceğini ve kumsalda güneşlenilebileceğini söyledi.
Kızkalesi'nin turizm sezonuna hazır olduğunu belirten Kale, 2013 Akdeniz Oyunları plaj voleybolu müsabakalarının beldede yapılacak olmasının da turist sayısını artıracağını ifade etti.
Havaların ısınmasıyla beldeye çok sayıda turist geldiğini kaydeden Kale, "Beldemize turistler akın akın gelmeye başladı. Yerli ve yabancı turistlerimizi ağırlamaya başladık. Kızkalesi ve çevresi, Türkiye'de yıl içerisinde güneşi en çok gören ve sıcaklık ortalamasının en yüksek olduğu bölge. Dolayısıyla beldemiz turistlerin en çok tercih ettiği yerlerden birisi oluyor" diye konuştu.
Sabah, 15.04.2013
|
 |
|
520 YILLIK HAMAM RESTORE
EDİLDİ
Bursa Büyükşehir
Belediyesi tarafından restorasyon çalışmaları
tamamlanan ve açılış için son hazırlıkların
yapıldığı İncirli Hamamı, kent silüetindeki yerini
aldı.
Kültür merkezi olarak
kullanılacak hamamdaki son çalışmaları inceleyen
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, tarihi
mekanın kısa süre içinde Yıldırım İlçesi'ndeki
sosyal ve kültürel etkinliklerin merkezi haline
geleceğini söyledi.
Molla Fenari’nin torunu
Alaaddin Ali Bey tarafından yaklaşık 520 yıl önce
yaptırılan, tekrar tekrar onarıldıktan sonra bir
dönem tütün deposu olarak kullanılan ve 1985
yılından bu yana atıl duran hamam, restorasyonun
ardından Yıldırım’ın en ayrıcalıklı mekanı haline
getirildi. Başkan Altepe, “Burada, mesleki eğitimler
başta olmak üzere sosyal ve kültürel aktiviteler,
sergiler düzenlenecek.” dedi.
Zaman, Haber: Fatih
Karakılıç, 16.04.2013
|
YOL İÇİN TARİHİ BİNA
KAYDIRILACAK

Azerbaycan'ın başkenti
Bakü'de yeni yapılan parkın yanında bulunan ve yolla
kesişen 105 yıllık bina, 10 metre öteye
kaydırılacak.
Şehrin tarihi ve merkezi
yerlerinden biri olan Fuzuli Sokağı'nda 70 bin
metrekarelik alana park çalışması başlatan Bakü
Belediyesi, çevrede düzenleme yaptı.
Altında 3 bin 500
araçlık otopark, içerisinde çok sayıda havuz,
fıskiye ve egzotik ağacın bulunacağı parkın yapımı
için çevredeki bazı binalar istimlak edilerek
yıkılırken, belediye yetkilileri parkın hemen
yanında bulunan ve parka gelecek yolla kesişen 105
yıllık tarihi binayı yıkmak yerine kaydırmaya karar
verdi.
Belediyenin aldığı
karara göre, başkent Bakü'nün merkezinde yer alan,
yapılan yeni park ve etrafındaki yolla kesişen
tarihi bina 10,6 metre kaydırılacak. Bu kapsamda
çalışmalara başlayan belediye, binanın kaydırılma
işlemini gerçekleştirmek için daha önce de benzeri
çalışmalar yapan Hollanda şirketi ile anlaştı.
Uzunluğu 52, genişliği
35, yüksekliği ise 20 metre olan 18 bin tonluk
binanın kaydırılması için 210 adet özel hidrolik
düzenek kurulduğu, binanın bu düzenekler vasıtasıyla
kaldırılarak 9 adet hidrolik araçla kaydırılacağı
belirtildi. Kaydırma işleminin gerçekleştirileceği
düzeneklerin 8 büyüklüğünde depreme dayanıklı olduğu
ifade edildi.Tarihi binanın 20 Nisan'da başlayacak
kaydırılma işlemi beş gün sürecek.
Yapı, 15.04.2013
|
İSTANBULKAPI YENİDEN
TARİH KOKACAK

Yakutiye Belediyesi
tarafından hazırlanan ve Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma
Ajansı (KUDAKA) tarafından kabul edilen proje
kapsamında, İstanbulkapı, yaklaşık 1 milyon liraya
restore edilecek.
Başkan Ali Korkut,
İstasyon Mahallesi'ndeki tarihi mekanın eski
günlerine kavuşması için çalışma başlattıklarını
ifade ederek, bu tarihi dokuyu yeniden turizme
kazandırmak istediklerini söyledi.
Kapının, bazı madde
bağımlılarının mekanı haline geldiğini anımsatan
Korkut, "Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet'in
temellerini attığı Erzurum'a, İstanbulkapı'dan giriş
yaptı. Tarihi böylesine derin ve anlamlı olan fakat
şimdilerde birtakım insanların mekanı haline gelen
İstanbulkapı'yı artık kurtarma zamanı geldi. Her yıl
sadece 3 Temmuz'da hatırlanan ve uygunsuz kişilerin
mekanı haline gelen İstanbulkapı, yeniden tarih
kokacak" dedi.
Korkut, İstanbulkapı'nın
yıllardır kurtarılması için çalıştıklarını fakat
belediyenin imkanlarının kısıtlı olması nedeniyle
hazırlanan projeleri hayata geçiremediklerini dile
getirdi.
"Önemli derecede
tahribatlar ve yıpranmalar var"
Erzurum'un kapılar ve
tabyalar şehri olduğunu belirten Korkut, şöyle devam
etti:
"Ne yazık, bu kapılar ve
tabyalardan günümüze kadar gelenlerin sayısı 4'ü
geçmiyor. 1876 yılında yapıldığı bilinen tarihi
İstanbulkapı ise birtakım uygunsuz insanların
kullandığı mekan haline gelmiş. Duvarlarına çeşitli
yazılar yazılmış. İç taraflarında yakılan ateşler
duvarlarında tahribatlar oluşturmuş. Dışarından
baktığımızda tarihi mekanın önemli derecede
tahribatlar ve yıpranmalara maruz kaldığı
görülmekte."
Başkan Korkut, tarihi
mekanı insanların dinlenebileceği ve ailesiyle
oturup çay içebileceği bir yer haline
getireceklerini vurguladı.
Hazırladıkları projeyle
mekanın çevre düzenlemesinin ardından iç ve dış
tarafında restorasyon çalışmaları yapılacağını
kaydeden Korkut, oluşan tahribatların tamamen
ortadan kaldırılacağını, bu müdahalenin ardından
aslına uygun restorasyonla İstanbulkapı'nın hizmete
açılacağını belirtti.
Korkut, "Burayı bir
kafeterya tarzında insanların gelip tarihi dokuyu
görebileceği, tarihi soluyacağı bir yer haline
getireceğiz. Sadece Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün
şehre giriş yaptığı 3 Temmuz'da değil, yılın her
günü artık gelip gezilecek kültürel bir mekan haline
gelecek. Atatürk'ün şehre giriş yaptığı kapı,
böylece halkın dilindeki söylentilerden de kurtulmuş
olacak" diye konuştu.
Şehrin kültürel turizmi
için önemli potansiyele sahip mekanların, elden
geçirilmesi halinde kente gelen yerli ve yabancı
turist sayısında da önemli artış olacağına
inandıklarına dikkat çeken Korkut, bu kapsamda
çalışmalarına devam edeceklerini sözlerine ekledi.
Yeni Şafak, 14.04.2013
|
ŞAPKA DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ

Anıtlar Kurulu ve Müze
Müdürlüğü’nce üçüncü derece sit alanı olarak
belirlenen bölgeye yapılan AVM inşaatının brandaları
kaldırılınca, Mudanyalılar sürprizle karşılaştı.
Mudanya AKP ilçe yöneticisi olan Barış Oktay'a ait
benzin istasyonunun, AVM inşaatına yapı izni
verilmesi emsal gösterilerek, sit alanında inşaatına
başlandı.
Sit alanındaki inşaata
tepki gösteren muhalefet konuyu yargıya taşırken,
Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk “İnşaatı yapan
firmaya bölgedeki tarihi dokuyu koruma ve ortaya
çıkan eserleri sergileme şartı getirildi. Bu
uygulama dünyanın her yerinde böyle yapılıyor” dedi.
Mudanya Bursa karayolu
kenarında birinci derece sit alanı konumundaki bölge
Anıtlar Kurulu ve Müze Müdürlüğü’nün hazırladığı
projeler kapsamında üçüncü derece sit alanı olarak
belirlendi. Tarihi eserleri barındıran arazi üzerine
iki kata kadar ticari faaliyetlerin yürütüleceği
inşaatların yapılmasına da izin verildi. Bir
alışveriş merkezinin inşaat yapı iznini almasının
ardından durumu emsal gösteren arazi sahibi de
alışveriş merkezinin etrafını çevreleyen brandanın
içerisinde benzin istasyonunun inşaat çalışmalarına
başladı.
Kazı esnasında pek çok
tarihi eserin ortaya çıktığını ve bölgenin tamamının
bir yeraltı kentini barındırdığını ifade eden
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Mudanya İlçe
Başkanı Recep Yüksel Kesen de, “Durumu istişare
ediyoruz. Mudanya’nın merkezine bir benzin istasyonu
inşaatına gerek var mı? Mudanya bunu hak ediyor mu?
Bu soruları her defasında soruyoruz. Fakat Mudanya
Belediyesi, “Biz iktidarız. Siyasi gücümüz var. Biz
yaparsak olur” tavrı içerisinde. Tepkimizi koyacağız
ve gereken her şeyi yapacağız” diye konuştu.
Defalarca savcılığa giderek suç duyurusunda
bulunduklarını belirten CHP Mudanya İlçe Başkanı
Rüştü Cozlan, konuyla ilgili mücadelelerini
sürdüreceklerini söyledi.
Mudanya Belediye Başkanı
Hasan Aktürk ise 1984 yılında yapılan planla beraber
bölgede 2 kata kadar ticari inşaata izin verildiğini
ifade ederek, “Bölgede inşaat için çalışmalar
başladıktan bir hafta sonra bir tunç heykel ve
birkaç parça da tarihi eser bulundu. Bunun üzerine
Anıtlar Kurulu tarafından yapılan çalışmayla bölge
üçüncü derece sit alanı ilan edildi. Fakat inşaatı
yapan firmaya bölgedeki tarihi dokuyu koruma ve
gerekli düzenlemeleri üstlenerek ortaya çıkan
eserleri sergileme şartı getirildi. Dünyanın her
yerinde bu uygulama yapılıyor. Böylece devletin
cebinden beş kuruş para çıkmadan tarihi yerler
ortaya çıkmış oluyor” açıklamalarında bulundu.
Bursa Hakimiyet, Haber:
Ergün Demirci, 14.04.2013
|

Suriye’de iki yıldan
fazla zaman önce ilk protestoların başladığı Deraa
şehrinde bulunan tarihi Ömer Camii’nin minaresi
yıkıldı. Muhalifler minarenin Devlet Başkanı Beşar
Esad’a bağlı güçlerce yıkıldığını öne sürdü.
YouTuba’a yüklenen
videoda bir yolun sonunda bulunan caminin
minaresinin bir bombardıman sonucu yıkıldığı ve
paramparça olduğu görülebiliyor. İnternetteki başka
videolarda da geçmişi 7’nci yüzyıla dayanan caminin
birkaç gündür bombardımanlara hedef olduğu öne
sürülüyor.
Muhalif Suriye Ulusal
Konseyi’nden yapılan açıklamada, “Bu rejimin
kontrolsüz barbarlığı, medeniyetin, ruhaniliğin ve
insaniliğin sembolleriyle dolu bir yer olan Ömer
Camii’nin minaresini tanklarla hedef aldı” denildi.
Açıklamada caminin
minaresinin Suriye’yi Müslümanlar adına
fetheden halife Hz. Ömer tarafından yapıldığı ve
Doğu Akdeniz’deki ilk minare olduğu hatırlatılarak,
“tiranın askerleri tarafından yıkıldı” denildi.
Konseyin açıklamasında
Ömer Camii’nin
Esad’a karşı
ayaklanmaların başlangıcında önemli bir rol
oynadığına da dikkat çekildi.
Hürriyet, 14.04.2013
|
KİLİSE GÖRÜNDÜ

Muğla'nın Bodrum
İlçesi’nde 42 yıl halk eğitim merkezi olarak
kullanılan binanın yıkım çalışmalarıyla, 280 yıllık
Aya Nikola Kilisesi de ortaya çıkmaya başladı.
Bodrum Belediye Başkanı
DP'li Mehmet Kocadon "Kilisenin orijinal duvarlarına
ulaşmayı başardık. Şimdi amacımız kiliseyi tamamen
ortaya çıkartıp kültür turizmine kazandırmak" dedi.
Bodrum’un Çarşı
Mahallesi'ndeki dünyaca ünlü Barlar Sokağı
Cumhuriyet Caddesi'ndeki Aya Nikola Kilisesi, 1965
yılında dönemin belediye başkanı Derviş Görgün
tarafından 10 bin liraya Köyişleri Bakanlığı'na
satıldı. 370 metrekarelik bahçe içinde bulunan
kilise, duvarları sıvanıp üzerine kat çıkılarak
sırasıyla depo, sinema, elektrik idaresi, tiyatro,
kayıkhane ve son alarak da halk eğitim merkezi
olarak faaliyet gösterdi. Denizli Pamukkale
Üniversitesi’nin çürük raporu vermesinin ardından da
kilisenin ortaya çıkarılması için yıkım çalışması
başlatıldı. Önce üzerine çıkılan kat yıkıldı,
ardından da orijinal duvarlarındaki sıvalar
kazınmaya başlandı.
Bodrum Belediye Başkanı
Mehmet Kocadon, "Kilisenin orijinal duvarlarına
ulaşmayı başardık. Şimdi amacımız kiliseyi tamamen
ortaya çıkartıp kültür turizmine kazandırmak.
İlçenin merkezindeki bu kilise ülkeler arası barış
ve dostluğunda simgesi olacak" diye konuştu.
Akşam, 14.04.2013
|
ANTİK YAŞAMI RESMEDEN
MOZAİKLER

Zeugma Mozaik Müzesi
ezber bozan bir müze. Hem sergilenen mozaikler ve
antik kent kalıntıları açısından hem de Türkiye’deki
alışıldık sıkıcı müzecilik anlayışının aşılmasından
dolayı.
Toplum olarak müze gezme
kültüründen uzak olduğumuz aşikar. Ya hiç gitmemeyi
tercih ederiz ya da isteksiz adımlarla girer, şöyle
bir göz atar ve çıkışın yolunu gözleriz. Bu algının
oluşmasında ülkemizdeki müzecilik anlayışının etkisi
yadsınamaz bir gerçek. Materyallerin ziyaretçinin
ilgisini çekecek şekilde sunulmaması, sıkıcı müze
mimarisi ve ziyaretçiyi mekanda nasıl daha fazla
tutarız kaygısının olmaması en büyük sebeplerden.
Gaziantep'teki Zeugma Mozaik Müzesi bu anlamda ezber
bozuyor.
Müzenin inşası her ne
kadar 2008'de başlıyor görünse de geçmişi epey
eskiye dayanıyor. İlk yüzey araştırmaları 1931'de
Zeugma arkeolojik alanında olur. Çalışmalar uzun
yıllar ve ara ara yapılır. Ama 2000'de ortaya çıkan
eserler adeta dünyanın gözünü şehre çevirir.
Yüzlerce metrekare mozaikler, görkemli sütunlar ve
çeşmeler, en önemlisi de ‘Çingene Kızı’ mozaiği gün
yüzüne çıkar. Elbette kolay olmaz bu çalışmalar.
Birçok badireler atlatılır süreçte. Birecik
Barajı'nın yapımı tamamlandığında eserler suyun
altında kalma riskiyle karşı karşıya kalır mesela.
Tüm bunların sonucunda 2010'da müze binası
hızla tamamlanır.
Üç kattan oluşan binanın
sergi alanı 30 bin metrekare. Bu yönden dünyanın en
büyük mozaik müzesi. Müze, 2012’de Cumhurbaşkanlığı
Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık bulundu.
Bu ödülü fazlasıyla hak ettiğini söyleyebiliriz zira
eserlerin yanı sıra müzenin mimarisi,
ışıklandırmalar, teknolojinin tarihle uyumlu şekilde
kullanılması gibi özellikler ilk bakışta dikkatinizi
cezbediyor.
Üç boyutlu mozaik
belgeseli
Müzeye girdiğinizde
Zeugma mozaiklerini anlatan 10 dakikalık kısa filmi
izlemenizi önemle tavsiye ederiz. Üç boyutlu filmle
hem müze hem de Zeugma Antik Kent hakkında epey
bilgi sahibi oluyorsunuz. Sinema salonundan çıkışta
mozaiklerle süslü sığ havuzun dikkatinizi
çekmemesine imkan yok. Lazer ışıklarıyla
oluşutuluran bu havuz görüntüsünün ilk bakışta ne
olduğunu anlamasak da adımımızı atınca kaçışan
balıklar merakımızı gideriyor. Zeugma kentindeki
havuzları canlandırmak için yapılmış burası. Yüzeyi
şeffaf olacak şekilde kapatılan havuzun üzerinde
gezindikçe balıklar kaçışıyor ve arka fonda
mozaikler açığa çıkıyor. Böylelikle birkaç
saniyeliğine binlerce yıl öncesine gitmiş
oluyorsunuz.
Mozaik yapmaya ne
dersiniz?
Zeugma Mozaik Müzesi
açılmadan önce Tunus'taki Bardo Müzesi 650 metrekare
mozaiğiyle dünyanın en büyük mozaik müzesi
özelliğini taşıyordu. Zeugma'daysa restorasyonu
tamamlanmış 850, koleksiyonda kayıtlı mozaik
miktarıysa bin 600 metrekare civarında. Müzede 12
renk taş ve cam var. Ayrıca bu eserler 2 bin yıllık
geçmişe sahip. 140 metrekare duvar resmi, 4 adet
Roma dönemi çeşmesi, 20 sütun, 4 tane kireç taşından
yapılmış heykel, tunç Mars heykeli, mezar stelleri,
lahitler ve mimari parçaların serginin diğer
parçaları…
Müzede dolaşırken antik
kentte villaların içinde dolaşıyormuş hissine
kapılıyorsunuz. İlerledikçe Zeugma'nın sanatsal ve
kültürel yönüyle günlük yaşamın detayları hakkında
bilgi sahibi oluyorsunuz. Zaten müze kurgulanırken
de amaç bu hissi uyandırmak. O dönemde kentte
yaşamış insanların inançları, kültürü ve günlük
yaşantısını geçirdiği ortam birebir mimarisine uygun
olarak sokağı, çeşmesi, duvarı ve tüm yapı
taşlarıyla gerçek ölçüsünde ziyaretçilere sunulmaya
çalışılmış.
Çalınan mozaiklere
lazerli çözüm
Müzede yer alan
mozaiklerin bazı bölümleri eksik ne yazık ki. Bunlar
eski eser kaçakçıları ve define avcılarının
mozaiklere verdiği zararın boyutlarını ortaya
koyuyor. Ancak sanatçılar güzel bir çözüm sunmuş.
Mozaiklerdeki eksik parçalar lazer sistemiyle
tamamlanarak ziyaretçilere adeta görsel şov
sunulmuş. Mozaiklerin yanındaki dokunmatik
ekranlardan da mozaiğin çıkarılma aşamaları,
mitolojik anlamları ve müzeye gelme sürecini de
detaylı şekilde izleme şansınız var. Ayrıca dev
dokunmatik ekranlarda mozaik kazısı yapma animasyonu
da heyecan verici.
Müzenin en heyecan
verici kısmı sona saklanmış. Zeugma ile özdeşleşen
Çingene Kızı mozaiği ayrı bir odada sergileniyor.
Siyah mermerlerle döşenmiş odaya ulaşmak için birkaç
metre karanlıkta yürüdükten sonra antik kentin
simgesine ulaşabiliyorsunuz. İri ve hangi yönden
bakarsanız bakın sizi takip eden gözleri görmek için
bile yolunuzu Antep'e düşürüp Zeugma Mozaik
Müzesi'ni ziyaret edebilirsiniz.
Zaman Cumaertesi, Haber:
Fatma Turan, 13.04.2013
|
HEYKELTRAŞ RODIN'İN
ESERLERİ ABD'DE MÜZAYEDEYE ÇIKACAK
Fransız heykeltıraş
Auguste Rodin'in ilk eserleri arasında yer alan
başyapıtı "Düşünen Adam" ve "Cehennemin Kapısı" gibi
heykelleri, New York City kentinde müzayedeye
çıkacak.
Sotheby's şirketi, 7
Mayıs'ta düzenlenecek müzayedede "Düşünen Adam"
heykelinin 12 milyon dolara kadar alıcı
bulabileceğini tahmin ettiklerini açıkladı.
"Düşünen Adam" heykelinin tam ölçekli modelinin
siparişi 1906'da basın patronu Ralph Pulitzer
tarafından verilmişti.
Müzayedede Rodin'in 1909 tarihli "Öpücük" ve 1883
tarihli "Ugolino ve Çocuğu" adlı yapıtlarının da
satışa çıkarılacağı belirtildi.
Hürriyet, 13.04.2013
|
KAPADOKYA'NIN ÇÖP BACALARI
Nevşehir’in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Kapadokya bölgesinde, vadinin çöp alanı olarak belirlenmesi tepki çekiyor.
Her yıl binlerce turistin ziyaret ettiği Peribacaları ile ünlü olan Ortahisar Vadisi, Belediye tarafından çöp depolama merkezine dönüştürüldü. Vadiye dökülen çöpler, çirkin görüntüler oluştururken turizmcilerin tepkisine neden oluyor. Bölge turizmcileri, evsel atık maddelerin bölgeye vahşice atılmaması gerektiğini belirterek “Doğal, kültürel ve tarihsel birikimleri ile tüm dünyanın yakından bildiği Kapadokya bölgesinde özellikle son yıllarda çevre ile uyuşmayan görüntüler ortaya çıkıyor. Çarpık yapılaşmalar açısından da sorunlar yumağı haline gelen bölgede, ciddi çevre sorunlarını beraberinde getiren, evsel atıkların doğal görünümlü vadilere atılması ciddi bir çevre sorunu oluşturuyor. Yetkililerin bu konuya duyarsız kalmamalarını ve bir çözüm bulmalarını bekliyoruz” yorumunda bulundu.
Milliyet, 13.04.2013
|
 |
TOPÇU KIŞLASI İÇİN
'GEREKÇESİZ KARAR'
Koruma Kurulu'nun Topçu Kışlası'na 'reddini
reddeden' Yüksek Kurul kararında "17 bin m2'lik
kamuya açık meydan olacak, kapalı mekanlar da
sosyo-kültürel amaçlı kullanılacak" dışında hiçbir
açıklama yok. Odalar kararı yargıya taşıyor.
Beyoğlu’ndan sorumlu 2
No’lu Koruma Bölge Kurulu’nun reddettiği Topçu
Kışlası projesinin Koruma Yüksek Kurulu’nca
geçtiğimiz şubatta onaylaması çok tartışılmıştı.
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan
, bölge kurulunun projeyi kabul etmemesi üzerine
“Topçu Kışlası’nı yapacağız. Kurul reddetmiş. Biz de
reddi reddedeceğiz” demişti. Başbakan’ın
açıklamasının üzerinden üç hafta geçmeden yüksek
kurulun kışlaya izin verdiği bilgisi basında yer
aldı, fakat gerekçe ortaya çıkmadı.
Radikal’in ulaştığı karar metnine göre, Kültür
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu, bölge kurulunun
kararını neden iptal ettiğine dair hiçbir gerekçe
göstermedi. Metinde yalnızca kışlanın
‘sosyo-kültürel’ amaçlı kullanılacağı belirtiliyor:
“Taksim Meydanı ve Parkı ile bütünleşen yaklaşık 17
bin m2’lik kamuıya açık bir meydan düzenlemesi ve
kapalı mekanların ise sosyo-kültürel amaçlı
kullanımını öngördüğü anlaşılan avan projenin uygun
olduğuna, bu nedenle İstanbul 2 Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun kararının iptal
edilmesine karar verildi...”
Kışlanın hangi amaçla kullanılacağı aslında son
derece belirsiz. Önceleri proje yürütücüleri
kışlanın AVM olmayacağını iddia etse de Başbakan
Erdoğan, “Kışlanın bir bölümü müze olabilir, ortası
yeşil alan. Diğer bölümünde İstiklal Caddesi’nin
devamı niteliğinde alışveriş merkezi. Üstü rezidans
ve otel...” demişti.
NEDEN REDDEDİLMİŞTİ?
2 No’lu Bölge kurulu, red kararında “Binanın aslına
uygun yapılması için yeterli veri yok” diyerek
“Taksim Gezi Parkı’nı dikkate alacak şekilde, meydan
ve çevresi ile olarak uyum sağlayan alternatif
tasarım önerilerini” değerlendireceğini belirtmişti.
Kurul, karar metninde Gezi Parkı için de
“İstanbullular’ın kolektif belleğinde yer etmiş,
60-70 yıllık kullanım değeri ile tarihe belgelik
eden bir nitelik kazanmış...” ifadelerini
kullanmıştı. Yüksek Kurulu kararında bu itirazların
hiç birine değinmedi, kışlayı onaylamasına bir
gerekçe getirmedi.
Şehir Plancıları ve Mimarlar Odası yüksek kurulun
kararına dava açıyor. Uzmanlar, yüksek kurulun
kararı baskı altında aldığı ve yetkisini yanlış
kullandığı görüşünde:
Şehir Plancıları
Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun Kahraman:
Burada koruma ilkelerini gözeten bir karardan
bahsetmek mümkün değil. Bir açıklama yapılmamış,
bölge kurulunun kararını iptal ederken hiçbir
gerekçe gösterilmemiş. Üstten gelen baskılarla
alınmış bir karar olduğu ortada. Üst kurul 2011
yılındaki Kanun Hükmünde Kararnameler silsilesi
sonucunda birtakım yetkiler getirildi. Önceden bölge
kurullarının gözeteceği ilkeleri belirleyen akil
insanlar topluluğuydu, şimdi yukarıdan sopa gösteren
bir temyiz makamına dönüştü...
Eski 2 No’lu Kurul
Başkanı Mete Tapan:
Yüksek kurul bu kararında bir gerekçe göstermemiş,
‘uygun gördüm’ demekle yetinmiş...Ben de Yüksek
Kurul üyeliği yaptım, o zamanlar bölge kurullarının
yerine karar almak diye bir şey söz konusu değildi.
2011’de 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname
çıktıktan sonra artık yüksek kurul ‘Öyle bir karar
alıyorum ki tartışamazsın bile’ deme yetkisine sahip
oldu. Bana sorarsanız bölge kurullarının yetkisine
tecavüz anlamına gelir bu...
Mimar Oktay Ekinci:
2011’de yapılan değişiklik öncesinde yüksek kurulun
görevi, farklı bölge kurulları arasında eşgüdüm
sağlayacak ilke kararları geliştirmekti, bölge
kurullarına tavsiye vermekti. Yüksek kurul ancak
‘kararınızı yeniden gözden geçirin’ diyebilirdi, son
karar yine o bölge kuruluna aitti. Şimdiyse koruma
kurullarının özerkliği çiğneniyor, bu Uluslararası
koruma sözleşmelerine de aykırı. Yüksek kurulun
çoğunluğunu ilgili bakanlıkların üst düzey siyasi
bürokratları oluşturmakta; yani uzmanlıklarına
bakılmaksızın müsteşarlar, genel müdürler...
Denebilir ki Taksim Kışlası’nın yeniden yapımı için
siyaset bilime müdahale etmiştir.
İMZASI OLAN ÜYELER
Kararda ismi bulunan yüksek kurul üyeleri şöyle:
Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Özgür Özaslan
(Kurul başkanı), Başbakanlık Müsteşar Yard. Ruhi
Özbilgiç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar
Yardımcısı Nihat Gül, Kültür Varlıkları ve Müzler
Genel Müdürü Murat Süslü, Yatırım ve İşletmeler
Genel Müdürü Zeki Can, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
Mekansal Planlama Genel Müdürü Ali Kahraman,
Vakıflar Genel Müdür Yrd. Ali Hürata, Orman ve Su
İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel
Müdürü Yrd. Necdet Demiral, Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bak. Maden İşleri Gn. Md. Yrd. Selahattin
Erdoğan, Prof.Dr. Celal Şimşek, Prof.Dr. Sare Sahil,
Doç.Dr. Metin Şenbil, Tankut Ünal, Prof.Dr. Kadir
Pektaş, Prof.Dr. Hasan Ayrancı...
Radikal, Haber: Elif
İnce, 13.04.2013
|
10 SORUDA EMEK SİNEMASI
Sahi nedir Emek Sineması
meselesi? Kimse pek farkında değil, ama 20 yıldır
süren bir dava söz konusu. Süreç uzun olduğu için
yanlış anlamalar, hatalı bilgiler kafaları
karıştırıyor. Biraz vakit ayırırsanız bu 20 yıllık
süreci ve işin aslını size anlatalım.
Tadilat nedeniyle kapatıldığı 2009'dan bu yana Emek
Sineması dönem dönem gündeme gelip duruyor.
Geçtiğimiz pazar düzenlenen sinemanın yıkımını
protesto gösterisinde polisin göstericilere biber
gazı ve tazyikli suyla müdahale etmesi sonrası da
Emek yine gündemin baş köşesine oturdu. Öyle ki,
şimdiye kadar Emek'e ilgi göstermeyen insanlar bile,
konuyla ilgili yazıp çizmeye başladılar. Ama
yazılarda o kadar çok maddi hata vardı ki, sormayın.
Mesela kimi Emek Sineması'nın kamu malı olduğunu
gözden kaçırmış, özel mülkiyet olduğunu bile iddia
etmişti. Peki gerçekte Emek Sineması davası nedir?
Baştan söyleyelim 20 yıllık bir mesele var
karşımızda. Sağlıklı karar vermek için bu 20 yıllık
süreçte yaşanan gelişmeler hakkında bilgi sahibi
olmadan yorum yapmak insanı yanlışlara
sürükleyebiliyor. Zaten bu yanlışlardan dolayı da
konu içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Emek Sineması
sürecini, kapatıldığı 2009'dan bu yana takip eden
bir sinema yazarı olarak yanlış anlaşılmaları
düzeltmek boynumun borcu. Ki belirteyim bu dört yıl
içerisinde, 20 yıllık süreci anlayabilmek için
gazete arşivlerini taradım, mahkeme dosyalarını,
kurul kararlarını, soru önergelerini okudum ve
konunun taraflarıyla sıkça konuştum. Şimdi tüm bu
bilgiler ışığında Emek Sineması gerçeğini anlatayım:
1- Emek Sineması
kimin?
Emek Sineması'nın da içinde bulunduğu
Serkldoryan Kompleksi, 1942'de çıkarılan Varlık
Vergisi'sine kadar özel mülk. Ama Varlık Vergisi
uygulaması sonrası İstanbul Belediyesi, bu kompleksi
satın alıyor. İçinde Melek, İpek sinemalarının
bulunduğu kompleks 4 Ocak 1957'de ise Emekli
Sandığı'na satılıyor. Emekli Sandığı, kompleksi
farklı firma, şirket ve dükkan sahiplerine kiraya
vererek buradan gelir elde ediyor. Bu süreçte
kompleks içerisindeki Melek Sineması'nın adı Emek
olarak değiştirilip sinemanın işletmesi de Turgut
Demirağ'a veriliyor. Sonra da İsmet Kurtuluş'a...
Emekli Sandığı'nın, Sosyal Güvenlik Kurumu'na
dönüşmesi sonrası kompleksin mülkiyeti artık SGK'ya
ait. Yani Emek kamu malı.
2- Kamer İnşaat'ın
eline nasıl geçti?
1970'lerde İpek Sineması'nda çıkan yangın
Serkldoryan'a da sıçrıyor. Serkldoryan binası da
zarar görüyor ve uzun yıllar bir bölümü atıl
kalıyor. 1976'da ise Serkldoryan ve Emek Sineması,
Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek
Kurulu'nun kararı ile korunması gereken kültür
varlığı olarak tescil edilince bu yapılara çivi
çakmak bile özel izne bağlanıyor. Ama bu yapıların
da elden geçmesi gerek. Emekli Sandığı, 1989'da
yapıların tarihi dokusunu bozmadan restore edilmesi
ve sonra işletilmesi amacıyla ihale açıyor. Fakat
ilgi olmayınca ihale iptal ediliyor. Sonra 1992'de
yeni bir ihaleye çıkılıyor. Bu ihaleyi Kamer İnşaat
alıyor. Emekli Sandığı ile Kamer arasında bir
protokol imzalanıyor ve yapılar 25 yıllığına
kiralanıyor. Kamer İnşaat bir proje hazırlıyor.
Projesine göre, Serkldoryan otel olacak, Emek'in
altına da otopark yapılacak. Ama koruma kurulları bu
projeyi onaylamıyor. Hatta 1999'da, İstanbul 2.
İdare Mahkemesi, projeyi 'kamu yararı ve koruma
ilkelerine uygun görülmediği' için iptal ediyor.
Böylece Emek, Kamer İnşaat'ın yıkım girişimden ilk
seferinde kurtuluyor.
3- Kamer İnşaat'ın
sahibi kim?
Kamer İnşaat, 1993'teki protokole göre Veysel
Tosun'a ait. Fakat şirket 2000'li yıllarda el
değiştiriyor, Levent Eyüboğlu ve ortakları
devralıyor. Bu alım satımda en kıymetli belge Emekli
Sandığı ile yapılan imtiyazlı protokol. Kamer
İnşaat'ın yeni sahipleri 2009'da ikinci bir proje
hazırlıyor. Proje, Kültür Bakanlığı'na bağlı koruma
kurullardan geçiyor. Hem projenin uygulanması hem de
protokolün tekrar hayata geçirilmesi için
Serkldoryan kompleksinin içindeki kiracıların
çıkması gerek. Bunun için son kiracı İnci
Pastanesi'nin tahliyesi sonrası ancak inşaata
başlanabildi.
4- Yıkılıyor mu,
taşınıyor mu?
Türk Dil Kurumu'na (TDK) göre yıkmak "Kurulu
bir şeyi parçalayarak dağıtmak, bozmak, tahrip
etmek," demek. Eğer TDK'yı referans alacaksak, Emek
Sineması yıkılıyor. Çünkü, kurul kararlarıyla
tescilli olan tavan süslemeleri, itinayla
söküldükten sonra sinema yıkılacak. Ortaya çıkan
alana, içinde dükkanların olacağı bir yapı inşa
edilecek. Bu yapının en üst katına Emek Sineması ile
aynı boyutlarda yeni bir sinema yapılacak ve
orijinal süslemeler bu salona monte edilecek. Kamer
İnşaat yetkilileri bu işleme 'taşıma' diyor. Oysa
taşınan, anlatıldığı üzere sadece tavan süslemeleri.
Proje kapsamında yeni Emek'in yanı sıra 10 salonluk
bir sinema kompleksi de yeni yapıda yer alacak.
5- Neden yerinde
korumuyor?
Kamer İnşaat yetkilisi Fatih Keskün, 2012'de
alanı bize gezdirdiği zaman bu soruya "Mümkün,"
cevabını vermişti. O zaman neden yerinde korunmuyor?
Keskün'e göre sürdürülebilir olması için. Yani
Emek'in ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde
durabilmesi için bu karar alınıyor. Dolayısıyla
Emek'in üst kata 'taşınması' ne deprem tehlikesinden
ne de mimari bir zorunluluktan kaynaklanıyor. Ama
proje iyi incelendiğinde şu görülebilir: Serkldoryan
binası, kurul ve mahkeme kararları nedeniyle olduğu
yerde birebir korunmak zorunda. Proje bu yapıyı
olduğu gibi koruyarak restore ediyor. Ama Emek de
yerinde korunursa, bu sefer yeni bir yapı için alan
kalmıyor. Böyle olunca da bu büyük yatırım, karlı
hale gelmiyor. Proje, Emek'in kapladığı alanı boşa
çıkartıp bu alana yeni yapılar yaparak karlı hale
geldiği için sinemanın 'taşınması' tercih ediliyor.
6- Yıkımına neden
karşı çıkılıyor?
1924'te açılan Emek Sineması, hem kültürel
hem de tarihi değeri nedeniyle önemli. Görkemli
sinemaların Türkiye'deki son örneği. Ayrıca yıllarca
İstanbul Film Festivali'nin ana sineması olduğu için
toplumsal hafızada çok önemli bir yeri var. Mesela
yönetmen Atıf Yılmaz'in cenazesi buradan uğurlandı!
Tepkilerin odağında bir kamu malının özel şirket
eliyle yapısının ve tarihi dokusunun yok edilerek
dönüştürülmesi var. Hele hele bu yapının kültürel
miras konusunda simge bir yer olması tepkilerin daha
da yüksek sesle çıkmasına neden oluyor. Yoksa
sinemanın restore edilmesine itiraz edilmiyor. Genel
istek 'taşınmadan', sokakla ilişkisi kesilmeden
Emek'in restore edilerek yerinde korunması. Zaten,
tarihsel ve kültürel niteliği olan yapılar için de
mimarlıktaki genel anlayış bu yönde.
7- 'Seyirci
gitmiyordu' eleştirisi doğru mu?
Kamer İnşaat yetkililerinin argümanı şöyle:
"Festival zamanı Emek'i tıklım tıklım dolduran
seyirci, vizyon zamanı Emek'e gitmiyordu." Fakat şu
gerçek atlanıyor: Emek Sineması'nın yıkım süreci
1993'te başlıyor. Ne 1980'lerde ne de 1990'larda
Emek'in seyirci sorunu oldu. Hatta bu yıllarda
Emek'te film izlemek için günler öncesinden bilet
alındığı zamanlar da oluyordu. Dolayısıyla seyirci
Emek'i tıklım tıklım doldurduğu dönemde başlıyor her
şey! Ama son yıllarda eskisine göre Emek'te
seyircilerin daha az film izlediği de bir gerçek.
Bunun nedenini de bir sonraki soruda cevaplayalım.
8- Beyoğlu'ndaki
sinemaların seyirci sorununun sebebi nedir?
Beyoğlu için sinemanın kalbi denir. Ama son
yıllarda buradaki sinemalar ya kapanıyor ya da
kapanma tehlikesi altında. Peki bunun sebebi nedir?
Beyoğlu'ndaki çoğu sinemanın özelliği büyük ve tek
salonlu sinemalar olmaları, tıpkı Emek gibi. Ama
özellikle 2003'ten itibaren dağıtımcılar, seyircinin
ilgi gösterme potansiyeli olan filmleri bu
sinemalara dört-beş hafta oynatma şartıyla veriyor,
üstelik hepsine de aynı şart dayatılıyordu. Ortaya
da şöyle bir manzara çıkıyordu: Mesela vakti
zamanında Da Vinci'nin Şifresi Beyoğlu'ndaki her
sinemada oynuyordu. Böylece belki bir sinemayı
dolduracak seyirciyi, bütün sinemalar paylaşmak
zorunda kalıyor ve kimsenin de salonu dolmuyor.
Üstelik dolmayan salonlarda bir filmi dört-beş hafta
göstermek sinemaları yine bir çıkmaza sürüklüyor.
Maliyetlerini karşılamayan sinema salonları,
kendilerini modernize de edemiyorlar. Böylece
'bakımsız' eleştirilerine maruz kalıyorlar. 2007'de
Beyoğlu, Alkazar ve Emek sinemalarının
işletmecileri, bu dağıtımcı dayatmasından şikayet
etmişlerdi ama seslerini pek duyuramamışlardı.
9- Emek, bakımsız
köhne bir sinema mıydı?
Emek Sineması, korunması gereken kültür
varlığı olarak tescil edildiği için tadilat
yapılırken bile özel izinlere ihtiyaç duyuluyor.
Sinemanın son işletmecisi İsmet Kurtuluş, 2000
yılında, kurullardan izin alarak 100 bin dolarlık
bir yatırımla sinemayı baştan aşağı yeniledi. Ses
sistemi, perdesi, koltukları, teknik aksam modern
hale getirildi. Hatta bu tadilat sırasında dış
cephedeki tabelası da elden geçti. Ama bu tabela
İsmet Kurtuluş'a sorun oldu. Çünkü, tarihi yapının
dış cephesine müdahale ettiği gerekçesiyle hakkında
soruşturma açılmıştı.
10- Bu süreçte
yetkililerin tavrı ne oldu?
Emek'in yıkım sürecinde mülk sahibi olarak
Sosyal Güvenlik Kurumu, 2009'dan bu yana sessiz
kaldı. SGK yetkilileri bir kere, Kamer İnşaat ile
olan protokol yürürlülüğe sokulurken Kültür
Bakanlığı'ndan onay aldıklarını söylemekle
yetindiler. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah
Demircan ise sorumluluğun Kültür Bakanlığı'nın
koruma kurullarında olduğunu, projenin onlar
tarafından onaylandığını söyledi. Bunun için gözler
hep kültür bakanlarında oldu. Eski Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay ise önce Emek'in yıkılmasının mümkün
olamayacağını söyledi, sonra da deprem tehlikesi
nedeniyle sinemanın 'taşındığını' anlattı. Ama son
tahlilde Emek yıkıldı, Günay da bakanlıktan alındı!
Sabah Cumartesi, Haber:
Olkan Özyut, 13.04.2013
******
EMEK, BİR BİLMEYENE
EMANET!
Biliyorsunuz Emek
Sineması'nın yıkımı ortalığı karıştırdı.
Vatandaş, sanatçı, sinemasever herkes sokağa
döküldü. Bugün bir eylem daha düzenleniyor. Saat
16:00'da Emek'in önünde buluşulacak. Umarım polis
şiddetinden uzak bir eylem olur.
Aslında konum bu değil.
Yıkılacağı çok uzun zamandır belli olan ancak
yıkılmaya başladıktan sonra hak ettiği gündemi elde
edebilen Emek Sineması son bir haftadır manşetlerden
düşmüyor.
Uzun süredir hukuk mücadeleleri veriliyordu,
sinemayı kurtarmak için platformlar kuruldu ama
sonuç alınamadı.
***
Sağlam bir tarihi geçmişi olan, şehri, yaşadığı
değişimleri izlemiş, değişen akımlara ev sahipliği
yapmış, kiminin çocukluk anıları kiminin şehrinin
dokusunun vazgeçilmez unsurlarındandır Emek
Sineması. 1924 yılından bu yana Yeşilçam Sokak'ta
dönem dönem değişen adları, barok mimarisi ile
şehrin kıymetlilerindendir.
Şimdilerde birçoklarının ağzında dolandığı gibi;
Evet son yıllarda köhne ve bakımsız, eskimiş ve
kokmuş, fareli ve böceklidir. Ancak bu
sinemaseverlerin değil; tarihine, eserlerine sahip
çıkmayı bilmeyen, saygı duymayan iktidarların
ayıbıdır!
Çok fazla yazılıp çizildiği için Emek Sineması'nın
önemi ve gelişmiş ülkelerdeki örnekleri, nasıl
korunduğu konusuna girmeyeceğim.
Derdim başka!
Son bir haftadır televizyon programlarında ve
gazetelerde Emek Sineması'nı yıkıp yerine yeni
projeyi konduracak inşaat firmasının konuya dair
açıklamalarını okuyorum. Sanırım en komiği de
'yıkmayacağız, taşıyacağız' açıklamasıydı.
Esas mesele işte tam da burada başlıyor; Emek
Sineması tarihi bir yapı. Taşınması, yıkılması söz
konusu olamaz. Hadi diyelim ki oldu bu işi alelade
bir inşaat firması yapamaz!
Söz konusu inşaat firmasının adı Kamer İnşaat.
İlgilenen herkes internet sitelerine girip daha
önceki işlerini daha detaylı inceleyebilir. Elde
edeceğiniz bilgileri size özetleyeyim; bolca yol, su
deposu, alt yapı çalışması, gölet, arıtma tesisi..
Tarihi bir binanın 'taşınması', hayatında hiç bu
konuda deneyimi olmayan bir inşaat firmasına
veriliyor!
Restorasyon, renovasyon konusunda bilgisi, deneyimi
olmayan bir firmaya nasıl bu proje için izin
verildiğini anlamak mümkün değil. Madem niyeti
bozdunuz bari usulüne göre bir 'kazanacak'
belirleseydiniz!
Hiç değilse söktüğü taşın kaç yıllık olduğunu
bilenler Emek'i yıksaydı!
***
Üstelik tüm bu tartışmaların arasında her gün kanal
kanal, gazete gazete gezen bu şirketin
yöneticilerine biri de çıkıp 'çok iyi taşıyın
taşıyacaksanız da siz bu işi bilir misiniz?' diye
sormuyor.
Meseleyi didikleyerek gerçeği ortaya çıkartması
gereken röportajcılar önlerine konana razı
oluyorlar.
'Emek Sineması yıkılmayacak, bire bir taşınacak,
tavan yüksekliği bile aynı olacak' diyorlar.
'Sinemayı koruyarak
yaşatabilmek için 12 salonlu bir proje yapıyoruz'
diyorlar. Kabul ediyorsunuz. Ne sokaklara dökülen
vatandaş, ne soruları soran gazeteci 'Tarihi bina
yenilemek veya taşımak sizin alanınız mı ki?' diye
sormuyor..
Sanmayın ki herkes çok saf, sanmayın ki kimsenin
kafası bu soruyu akıl edecek kadar çalışmıyor... Ama
susmak, onaylamak rahat, dertsiz tasasız iş...
Ya kör olacaksın ya sağır, ha yok olamıyorsan o
halde çok mutsuz olacaksın!
İşte bu ülkenin gerçeği de bu...
Akşam, Yazı: Tuğçe
Tatari, 13.04.2013
******
"YIKMAYIP TAŞIMAK"
DEMEK...
Kamer İnşaat, Emek
Sineması’nı yıkmıyor, taşıyor, içindeki süslemeleri
“aynen yukarıya alıyor” ya hani...
Çok çırpınıyoruz ancak
“Yıkmıyoruz, taşıyoruz”un yok etmekten bir farkı
olmadığını anlatamıyoruz.
Tarih, zorunluluk hallerinde, bu iş üzerine
profesyonelleşmiş kişiler ve şirketler tarafından
taşınabilir.
Müzelere veya zorunluluk hallerinde yok olmamaları
amacıyla orijinal yerlerinden taşınan tarihi eser
örnekleri pek çok.
Mesela Mısır’daki Ebu Simbel tapınağı baraj gölünün
altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ve
1968 yılında parçalanarak yapay bir tepeye taşınmış,
parçaları yeni yerinde birleştirilmiş.
Tabii bunları yapan herhangi bir inşaat firması
değil.
Neye kızdığımızı, Emek’in tarihi ve hayatımızdaki
yerini bir türlü anlayamayan inşaatçı dostlarımız bu
tip örneklere bakarak “yıkmayıp taşınmanın” bir
yöntem olduğunu düşünmekteler.
Emek için yürüyen bir grup insan da önlerine taş
koyuyor, işlerini engelliyor; onlar için olayın
özeti bu.
Sinemanın olduğu yerde, olduğu biçimde kalması
gerektiğini, nasıl anlatabiliriz, nasıl
anlatmalıyız, artık tıkanma noktasına geldik.
İstanbul’da iş yapacak herhangi bir inşaatçı, önce
şehrini, tarihini değil, en çok cebi nasıl dolacak,
onu düşünecek elbette. Sinemanın altta olması onu
maddi kayba uğratıyorsa, taşıyalım diyecek.
Taşıyacak da.
Herkesten bir Çelik Gülersoy hassaslığı ya da şehir
aşkı beklemiyoruz fakat madem Kamer İnşaat, Emek’i
anlayamıyor, tarihine hakim insanlara kulak vermesi
şart.
Nasıl bir örnek versek de “yıkmayıp taşıyoruz”un
anlamsızlığını anlatsak inşaatçı dostlarımıza?
Konuya “Emek bir Ebu Simbel değil” diye yaklaşacak
olursanız da...
Şöyle anlatmayı deneyelim: Emek’i taşımak, 100
yıllık bir fotoğraf alıp, fotokopisini çektirerek
çerçevelettikten sonra orijinal olanı “zaten eski”
diye çöpe atmaya benziyor.
Ha, cep dolduğu takdirde inşaatçı dostlarımız için
bir sorun yok, ona eminim.
Yine de söylemek istedim...
Hüriyet, Haber: Melike
Karakartal, 16.04.2013
|

|
ÇILGIN DEFİNECİ 1 AYDA 300 BİN LİRA HARCADI
Mersin’de, çatal şeklindeki ağaç dalının gösterdiği yerde define bulacağına inanan madenci Hikmet Rençber, 35 gün önce iş makineleriyle başlattığı kazı çalışmalarına devam ediyor.
Merkez Toroslar Belediyesi’ne ait alanda, izinle kazıya başlayan Rençber, alanın daralması ve yağış nedeniyle çalışmanın yavaşladığını belirtti. Kazıya ilk başladıkları günkü heyecanla çalışmaya devam ettiklerini anlatan Rençber, “Heyecanımızı yitirmiyoruz, sonuna kadar da devam edeceğiz” dedi.
Alanın daralmasından dolayı hafriyat çalışması yapmak zorunda kaldıklarını dile getiren Rençber, şunları söyledi: “Hedefimiz belli. Belirlenen yere doğru emin adımlarla ilerliyoruz.” Rençber, kazı için 300 bin liradan fazla harcama yaptığını, defineye ulaşana kadar da çalışmaları sürdüreceğini sözlerine ekledi.
Milliyet, 13.04.2013
|
TOKİ, AYASOFYA'YI
TURİZME KAZANDIRACAK

Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ),
kentsel dönüşüm projesiyle Trabzon'un tarihi
kimliğini ortaya çıkarmaya hazırlanıyor. TOKİ,
Trabzon Belediyesi ile 800 yıllık tarihe sahip
Ayasofya Müzesi'ni, etrafını saran gecekondu ve eski
yapılardan temizleyecek.
Bölgede tarihi dokuya uygun çevre düzenlemesi ve alt
yapı çalışması gerçekleştirecek. Böylelikle şehrin
çok önemli kültürel hazinesi olan Ayasofya Müzesi
turizme kazandırılacak. Ayasofya Müzesi'nin
müştemilatlarının yapılması ile alt yapı ve çevre
düzenlemesi işi ihalesi, TOKİ'nin Bilkent'teki
merkez binasında 21 Mart'ta gerçekleştirildi. 5
firmanın teklif verdiği ihaleyi kazanan firma
önümüzdeki günlerde açıklanacak. TOKİ'nin kentsel
dönüşüm projesi ile müze yerli ve yabancı konukların
uğrak yeri olacak. Müze olarak kullanılan Trabzon
Ayasofya Kilisesi, Trabzon İmparatorluğu
krallarından 1. Manuel Komnenos zamanında
(1238-1263) inşa edildi.
Sabah, 13.04.2013
******
AYASOFYA'DA İBADET
HAZIRLIĞI

Trabzon Müftüsü Veysel Çakı, “İbadete açılması için
çalışmaların devam ettiği
Ayasofya'da,
freskler, namaz saatlerinde perde ile kapatılacak”
dedi.
Çakı, yaptığı açıklamada, müze olarak kullanılan
Ayasofya'nın camiye
dönüştürülerek ibadete açılması için mülk sahibi
statüsündeki Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğünün
çalışmalarını sürdürdüğünü ifade etti.
Bu çalışmalar çerçevesinde
Ayasofya'da ibadet
edilebilecek şekilde düzenlemeler yapılacağını
söyleyen Çakı, ibadete açılacak olmasından dolayı
Diyanet İşleri Başkanlığının
Ayasofya için "imam
kadrosu" verdiğini söyledi.
Ayasofya'ya henüz
imam ataması yapılmadığını belirten Çakı, “Ayasofya
Vakıflar Bölge Müdürlüğüne ait bir mekan. Henüz
Vakıflar Bölge Müdürlüğünün oradaki çalışması
sürüyor. Bu çalışmalar sonrası
Ayasofya bize
tahsis edilirse biz de din hizmetlerinin yürütülmesi
için imam ataması yapacağız” diye konuştu.
"İnsan resmi olan
mekanda namaz kılmak haramdır denemez"
Veysel Çakı, kamuoyunda 'Ayasofya içindeki
fresklerin ibadete engel olup olmayacağı' tartışması
üzerine ise “Ayasofya'da bu konudaki düzenlemeyi
Vakıflar Bölge Müdürlüğü yapacak. İbadete açılması
için çalışmaların devam ettiği Ayasofya'da,
freskler, namaz saatlerinde perde ile kapatılacak”
dedi.
Freskleri tam olarak incelemediğini söyleyen Çakı,
"Fresklerde ne olduğunu tam olarak incelemedim ama
'insan resmi olan mekanda namaz kılmak haramdır,
böyle bir alanda kılınan namaz olmaz, tekrarı
gerekir' demek doğru değil. İslamiyet kıble yönünde
insan resmini doğru bulmamaktadır ama orada namaz
kılmak kesinlikle olmaz denemez" ifadelerini
kullandı.
Çakı, camilerde namaz kılan kişinin Allah ile
irtibatını kopartacak, konsantrasyonunu bozacak
etkenleri uygun bulmadıklarını anlatarak,
"Camilerimizde namaz kılarken cemaatin dikkati
dağılmasın diye özellikle kıble yönüne saat veya
süslemeler konulmasını istemiyoruz" diye konuştu.
Habertürk, 14.04.2013
******
TRABZON AYASOFYASI'NA
SON SELAM

Trabzon’daki
Ayasofya, Komnenos Rumları döneminde yapılmıştı.
Osmanlı camii olarak kullanılmışsa da Cumhuriyet
döneminde müzeye dönüştürülmüştü. Beş ay sonra
yeniden cami olacak... Nadide yapıyı orijinal
haliyle görmek için elinizi çabuk tutun.
Tirabzon merkezinin
girişinde yıllara meydan okuyarak ayakta kalan,
engin Karadeniz manzarasına sahip Ayasofya Müzesi
çok mühim bir eser. Tarihçilere göre dünyada,
‘Bağdaş kurmuş İsa’ fresklerinin görülebileceği tek
kilise. Trabzon’da çok iyi korunmuş tarihi
yapılardan biri olduğunu da hatırlatarak,
Ayasofya’yı yakından tanıyalım.
Trabzon Ayasofyası’nın kentin fethinden sonra (1461)
camiye çevrildiği söylenir. Ne var ki, son
araştırmalar Ayasofya’nın, 1670’te, yani Sultan
3’üncü Murat zamanında, Trabzon Beylerbeyi Ali
Bey’in girişimiyle camiye çevrildiğini ortaya
koyuyor. Mabet 1864’te Bursalı Rıza Efendi’nin
teşvikleriyle onarılmış. Birinci Dünya Savaşı
sırasında depo ve askeri hastane olarak
kullanılmışsa da sonradan yeniden camiye
dönüştürülmüş. Edinburg Üniversitesi ile Vakıflar
Genel Müdürlüğü’nce bir kez daha onarılan yapı
1964’te müze haline getirilmiş. Günümüzde anıt müze
olarak ziyaretçilere açık. Yakın zamanda tekrar
camiye çevrilecek ve ziyarete kapatılacak.
KİLİSENİN PAPAZLARI
EVLİYDİ, ÇANI YOKTU
Trabzon’da günümüze en
iyi biçimde gelebilen kiliselerden biri olan Trabzon
Ayasofyası İmparator I. Manuel (1238–1263) zamanında
yapılmış. Geç Bizans kiliselerinin en iyi
örneklerinden biri.
Evliya Çelebi (1648),
Pitton de Tournefort (1701), Hamilton (1836), C.
Texier (1864), Trabzonlu Şakir Şevket (1878) ve
Lynch (1893) gibi gezginler, tarihçiler yazılarında
yapıdan söz ediyor. Timur zamanında Trabzon’dan
geçen İspanyol elçisi Clavijo gezi notlarında bu
kiliseye değinmiş ve bazı ilginç noktalar üzerinde
durmuş: “Ayin esnasında bir kitap
kullanılmamaktadır. Sonra Ayasofya’nın istisnası ile
kiliselerin birinde çan yoktur. Ayin yapılırken
mühim kısımlarına işaret eden bir tahtaya
vurulmaktadır. Bütün papazlar evlidir. Ama bunlar
yalnız bir kere evlenirler ve mutlaka bir bakire
alırlar. Papazın zevcesi ölünce papaz bir daha
evlenmez.”

HER CEPHESİNDE MİMARİ
FARKLI
Ayasofya Kilisesi
freskleriyle ilginç bir yapı. Son derece iyi bir
işçilik ürünü. Başlangıçta manastır olarak
kullanıldığı, güney yönündeki bazı duvar
kalıntılarından anlaşılıyor. Ayrıca burada küçük
basamaklı merdivenlerle inilen, büyük olasılıkla bir
Gürcü prensine ait mezar odası var. Sanat
tarihçileri yapıyı şöyle tanımlıyor: “Kuzey, batı ve
güneyden üç ayrı girişe sahip kilise, ayrı bir
atrium ile nartekse sahip. Narteksin güneyinde, iki
yanında bazı mezarlar yer almakta. Üç nefli plan
düzeninde nefler ayrı ayrı apsidlerle sonuçlanmakta
olup, bunlardan yandakiler yuvarlak, ortadaki beş
köşeli. Orta mekan oldukça büyük ölçüde, dört mermer
sütunun taşıdığı pandantifli, onikigen kasnaklı
yüksek bir kubbeyle örtülmüş. Kubbe dışındaki
bölümlerin üzeri içten tonoz, dıştan kiremit kaplı.
Yapının batısından demir merdivenlerle kadınlar
bölümüne çıkılıyor.”
YARADILIŞA
GÖNDERMELER
Özellikle güney cephe,
yapının en gösterişli kabartmalarının yer aldığı
bölüm. Burada kabartma olarak insanın yaratılışı
tasvir edilmiş. Cennet ile Havva’nın yaratılışı,
Adem’in meşhur elmayı Havva’dan alışı, cenneti
sembolize eden ağaçlar, meleğin cennet kapısındaki
tembihleri, cennetten kovulma, pişmanlık ve Habil’in
Kabil’i öldürmesi burada görülmekte. Güney cephenin
kilit taşı üzerinde de Komnenosların sembolü tek
başlı kartal motifine yer verilmiş. Ayrıca bu
cephenin alınlıktaki sütun başlıklarına yakın
bölümler kentavroslar, grifonlar, sırt sırta
güvercinler, içerisi dairelerle doldurulmuş kare
panolar, ay, yıldız ve bitkisel bezemelerle
süslenmiş.
Şimdilerdeyse camiye çevrilme telaşında bu önemli
yapı. Ayasofya’nın kent merkezinde Santa Maria gibi
iyi korunmuş bir kilise olmasının, her yıl binlerce
ziyaretçi çekmesinin, hayranlıkla izlenmesinin,
bölge turizmi açısından vazgeçilmezliğinin sanki hiç
önemi yok. Kimseden ses çıkmadığına göre. Bugüne
kadar görmediyseniz, özgün haline tanık olmak için
beş ayınız kaldı. Eğer yolunuz Trabzon’a düşerse
mutlaka ziyaret edin…
Çan kulesindeki
resimli şapel
Kilisenin batısındaki
çan kulesi 1427’de yapılmış. Kuzeyinde de daha erken
döneme ait üç apsisli bir şapel kalıntısı bulunuyor.
Kiliseden ayrı olarak, 1427’de yapılan çan kulesini
Minas Bızıskyan şöyle anlatır: “Kule iki katlı. Taş
merdivenlerden çıktığımız birinci kat, ayin masası
ile üç adım genişliğinde ve her tarafı resimlerle
süslü ufak bir şapel. Fallmerayer, kulenin doğudaki
dış duvarlar üzerinde doğuya has elbiseler giymiş ve
taç takmış üç kişinin freskini görmüş.”
Hürriyet Seyahat, Haber:
Uğur Biryol, 15.04.2013
|
TARİHİ EVLERİN ALTI
MAĞARA

Tarihi Gazintep’te
2004’ten beri bir restorasyon seferberliği var.
700-800 yıllık Gaziantep evleri restore ediliyor;
otel, kültür merkezi, müze, restoran ve banlardan
daha iyisi, içinde çocukların büyüdüğü, mutfağında
sıcak çorbanın kaynadığı yaşanılan evler oluyor.
Seyahatname’de Evliya
Çelebi, 'Saray görünümlü evler' olarak bahsediyor
Gaziantep evlerinden. Yer yer toprak ve kireç örtülü
bu yüksek binaları İrem bağlarına benzetiyor. Bugün
zamanın akışı karşısında ayakta durmakta güçlük
çeken bu İrem bağları, eski ihtişamlı günlerine
dönmeye hazırlanıyor. Tarihi Gaziantep'te 2004'ten
beri bir restorasyon seferberliği var. Gaziantep
evleri; otel, kültür merkezi, müze, restoran, kafeye
dönüşüyor. Bir de içinde çocukların büyüdüğü,
mutfağında sıcak çorbanın kaynadığı evler oluyor.
Şimdi daracık sokaklarından geçerek tarihi Gaziantep
evlerinin içinde bir seyr-i sefer yapalım ve geçmişi
soluklayalım…
‘Hayat’a açılan
kapılar…
Şehrin siluetine tarihin
düştüğü bir şerh gibi duran Gaziantep evleri,
yenilmezliğin, dimdik ayakta kalmanın bir nişanesi
adeta. Gaziantep'te ilk yerleşmeyle beraber sokak ve
mahallelerin imarı kale çevresinde olmuş. Bu durum
herhangi bir saldırı karşısında mahalle halkının
hemen kaleye sığınarak korunma düşüncesinden ileri
gelmiş. Mesela, mahalleler, bir dini yapı etrafında
organik olarak gelişmiş. Çünkü dini yapılar
ibadet mekanı olma özelliğinin yanında Osmanlı
döneminde idari merkez olma özelliğine de sahip.
Birkaç mahalle hariç hemen bütün mahalleler
isimlerini bir cami veya mescitten alıyor.
Kesme taştan yapılan
duvarlar birer mabet havası veriyor dışarıdan
bakanlara. ‘Hayat' denilen avlusu sanki hayata
açılan hususi bir kapı, kapının ardında duran
içtimai hayatı içeriye taşıyan bir koridor vazifesi
görüyor. Ocaklık, o evde yaşayan kadının başkenti,
hazna yani şimdiki söylemiyle kiler ise ailenin
hazinelerini sakladığı sandık vazifesinde. Yer yer
tek katlı birer saadet yuvasını andıran bu evler,
kimi zaman da 2-3 katlı saray yavrusu oluyor. Bu
evlerde dikdörtgen veya L formunda inşa edilen
yapılar, yüksek duvarlarla çevrelenmiş. Burası iç
mekan olan hayata yani bahçeye bakıyor. Hayatın yer
döşemesine de özel bir önem gösterilmiş. Hayattan
birkaç basamak merdivenle inilen, kayanın içine
oyulmuş mahzenler var. Buralara pekmez, zeytinyağı
gibi yiyecekleri depolamak için erzak küpleri
yerleştirilmiş. Anadolu kadınının ev hayatını nasıl
disipline ettiğine en güzel örnek burası.
Evlerin giriş katında
daha çok ocaklık, kiler bulunuyor. Odalar üst
katlarda. En çok süsleme ve işçilik uğraşı da bu
mekanlar için yapılmış. Oda içinde dolap, küçük
dolap denilen kübbiye cam kapaklı dolap, mahmil ve
tağa var. Gaziantep evlerinin en önemli
özelliklerinden biri de cumbalar. Bu, evlerin sokağa
bakan cephelerinde 1-1 buçuk metre civarında
dışa taşıntı olması. Bir odanın devamı gibi. Fazla
ağırlık binmemesi için de çıtalar yan yana dizilmiş.
Üzeri kendir, kül ve kireçten yapılan bir harçla
sıvanmış.
Pencereden kamera!
Avlunun tabanındaki
işlemeli taşlar da estetiğin buudunu gözler önüne
seriyor. Keymıh, karataş, pembe ve beyaz mermerin
bir arada kullanılmasıyla bu avlularda güzel bir
süsleme oluşturulmuş. Genellikle, ortasına ve
köşelere geometrik desenler, geçmeler ve stilize
edilmiş kuş figürleri de yerleştirip, adeta ‘hayat'
resmedilmiş.
Bazen evin bütün
kapıları avluya açılıyor bazen de odalar bir dış
kapının ardında gizleniyor. Üst katlardan sokağa,
alt katlardan avluya açılan pencereler kış güneşini
veya yaz meltemini eve taşıyor. Aynı zamanda derin
bir sanatsal duyuşun da ürünü bu pencereler.
Evler birbirine o kadar
bitişik ki aralarında daracık sokaklar var. Ama her
bir ev diğerinden ayrı bir alem, avlular, pencereler
birbirini görmüyor. Hem bu kadar bitişik nizam olup
hem de birbirini görmeyecek şekilde yapılması mimari
bir deha.
Sokaklarda yürürken
değişik bir pencere dikkatimizi çekiyor. Bilene
soruyoruz, ‘kamera sistemi' diyor. Tarihi evle
kamere sisteminin bağlantısını kuramıyoruz. Sonradan
anlıyoruz ki evler çok büyük. Kapı çalınca,
odalarındaki ev ahalisi bu pencereden kapıya bakıyor
ve geleni görüyor. Pencere kenarındaki ipi çekince
kapı açılıyor. Koridorları, avluyu arşınlamadan
geleni eve alıyor.
Üstü ev, altı mağara
2004'te başlayan
Gaziantep evleri restorasyonları Gaziantep'in
yeraltı zenginliğini ortaya çıkardı. Tarihi
Gaziantep'in altı mağaralarla dolu. Türkiye'de
benzeri olmayan bir yer altı su şebekesi, livaslar
var. Bugünkü mühendislik bilgileri, livasların o
dönemde nasıl yapıldığına henüz cevap bulunabilmiş
değil. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, Çevre ve
Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı, Koruma
Uygulama ve Denetim Büroları (KUDEB) livaslar
incelemek için OBRUK Mağara Araştırma Grubu ile
işbirliği yapmış. Mağaracı ekip, evlerin içinden
açılan mağaralara, su kanallarına girmiş. Gittikleri
her yerin fotoğrafını çekmiş.
Restore edilen tarihi
evlerin altında mağaralar, depolar olduğu, buraların
da birbirlerine tünellerle bağlandığı, mağara ve
tünellerin dışında insan boyunda su kanallarının
olduğu fark edilmiş. Araştırmacılar ve mağaracılar
tünellerin arkeolojik ve antropolojik açıdan önemli
olduğunu söylüyor. Gaziantep Büyükşehir Belediye
Başkanı Asım Güzelbey ise, "Şehrin yer üstünde
yıllar boyu geçirdiği tüm tahribatı göz önüne
alırsak, yer altında bugüne dek koruna gelmiş
tarihsel kalıntıların bazılarının yer üstünden daha
eski ve önemli tarihsel buluntulara sahip olduğu
dahi iddia edilebilir." diyor. Tarihi
Gaziantep evlerinden gizli kapılarla mağaralara
giren OBRUK Mağara Araştırma grubundan mimar Emine
Hazar, keşiflerinin heyecan verici olduğunu
söylüyor: Amacımız alt dağıtım su şebeke sistemini
çözmek. Elde edeceğimiz bilgilerle de kentin bir yer
altı haritasını çıkarmak mümkün olacak."
Daha önce hayvan
ahırları olarak kullanılan mağaraların bulunduğu
Çıksorut bölgesinde, çok yakında çalışmalar
başlayacak. Bunun sebebi 10 bin metrekarelik bölgede
Türkiye'nin en büyük tarih müzesinin yapılacak
olması. Oldukça geniş ve iki katlı olan mağara,
Türkiye'nin ilk mağara tarih müzesi olacak.
Zaman Cumaertesi, Haber:
İlkay Göçmen, 13.04.2013
|
DSP'Lİ ÇAKMAK: ROMA
KUYULARININ İÇİNİN ÇÖPLE DOLU OLMASI ÜZÜNTÜ VERİCİ
DSP Manavgat İlçe
Başkanı Ahmet Çakmak, Side antik kentinde 2 bin
yıllık Roma dönemi su kuyularının plastik atıklarla
dolu olmasının üzüntü verici olduğunu bildirdi.
Ahmet Çakmak, Side antik
kentine ulaşmada portikli yol üzerinde bulunan 3
Roma dönemi su kuyuları ve dükkanlar içindeki
plastik atıkların bir an önce temizlenmesi
gerektiğini belirtti.
Çakmak, sezon öncesi
görüntü kirliliğinin Side’ye yakışmadığını söyledi.
Side antik kentte turistlerin tarihi ören yerleri
içinde çöplerini atacak, doğaya ve antik kentin
estetik dokusuna uygun çöp kutularının konmasının
aciliyet arz ettiğini belirten Çakmak, tarihi
kuyuların çöp kutusu gibi kullanılmasına karşı
olduklarını kaydetti.
Çakmak, “Portikli yol
üzerindeki tarihi 2 bin yıllık kuyuların içi plastik
atık ve çöple dolu. Turistler, Side’ye bu yol
üzerinden geçiyor. Tarihi kuyu içleri ve Roma
dükkanları temizlenmeli. Portikli yoldan her gün
yüzlerce turist geçiyor.” diye konuştu.
Bugün, 12.04.2013
|
HAYDARPAŞA GARI'NDA
BİLİRKİŞİ İNCELEMESİ
Haydarpaşa Garı'nda
çıkan yangına ilişkin incelemelerde bulunmak üzere,
bir hakim ve 3 bilirkişiden oluşan heyet garda
incelemelerde bulundu.
Haydarpaşa Garı'nda,
sabah saatlerinde başlayan
bilirkişi
incelemesi sona erdi. Bir hakim ve 3 bilirkişiden
oluşan heyet, yaklaşık 1.5 saat süren çalışmalarını
tamamlayarak gardan ayrıldı.
Çıkışta gazetecilerin sorularını cevaplandıran Hakim
Nuh Hüseyin Mete, "Keşfimizi yaptık gidiyoruz.
Bunlar bizim mutat şeylerimiz. Mahkemelerimizde
yargılamalarımızı, keşiflerimizi yaparız. Normal
çalışmalarımız bunlar." dedi. Bilirkişi raporunun ne
zaman hazırlanacağını bilmediğini de belirten Mete,
7 Mayıs'taki yargılamaya yetiştirilmesini istedi.
Heyet daha sonra kendilerini bekleyen araçla
Haydarpaşa Garı'ndan
ayrıldı.
2010 yılının Kasım ayında çıkan yangın sonucu
Haydarpaşa Garı'nın çatısı ve üst katı yanmış, garda
büyük oranda maddi hasar meydana gelmişti.
Sabah, 12.04.2013
|
DÜNYANIN İLGİSİNİ
ÇEKEN KAYAKÖY RESTORE EDİLECEK
Muğla'nın Fethiye İlçesi
sınırlarında bulunan Kayaköy'deki tarihi yapılar,
Kültür ve Turizm Bakanlığınca yapılacak restorasyon
çalışması ile korunup gelecek nesillere
ulaştırılacak. Muğla Valisi Fatih Şahin,
gazetecilere yaptığı açıklamada, Rumların bir süre
yaşadığı ve daha sonra terk ettiği taş evlerden
oluşan, ilginç manzarasıyla dünyanın ilgisini çeken
Kayaköy'ün restore edilerek ayağa kaldırılması ve
turizme kazandırılması için çalışma başlatıldığını
söyledi.
Kayaköy'ün 1. derece arkeolojik ve kentsel sit alanı
içerisinde bulunduğunu belirten Şahin, Maliye
Bakanlığının Kayaköy'deki taşınmazların özel
konaklama tesisi olarak kullanılması amacıyla 49
yıllığına yatırımcılara tahsis edilmesinde sakınca
görmediğini dile getirdi.
Bunun üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca,
Kayaköy'de turizm amaçlı yatırım yapılması için
yerli ve yabancı girişimcilere tahsis edilmesi
yönünde karar alındığına işaret eden Şahin,
"Muğla'nın gün yüzüne çıkmamış tarihi değerlerini
ayağa kaldırıp değerlendirmek arzusundayız. Kayaköy
yıllardır hali hazırdaki şekliyle kalmış ve
ilgilenilmemişti. Kültür ve Turizm Bakanlığımız ile
birkaç yıldır turizme kazandırılması için çeşitli
çalışmalar ve projeler hazırlıyorduk. Amacımıza
ulaştık" dedi.
Kayaköy'deki yapıların kısa zamanda turizme
kazandırılması için yasal düzenlemeler yapıldığını
kaydeden Şahin, "Kayaköy'de artık kısım butik
oteller, kafeler, restoranlar yapılacak ve yapıların
bir kısmı da bulunduğu şekliyle kalacak. Böylece
kentimizdeki çok önemli bir değeri ayağa kaldırıp
turizme kazandırmış olacağız. Bu faaliyet bölgeye
ivme kazandıracak ve daha fazla yerli ve yabancı
turistin gelmesine imkan sağlanacak" diye konuştu.
TARİHİ MÖ 3000
YILLARINA UZANIYOR
Fethiye İlçesi'ne 8 kilometre uzaklıkta bulunan,
tarihi geçmişi MÖ 3000 yıllarına uzanan ve antik
dönemlerde ''Karmylassos'' olarak bilinen Kayaköy
ören yeri, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini
çekiyor. Kayaköy'de yaşayan Rumlar 1922'de yapılan
mübadele sonrasında Yunanistan'a gönderilmiş,
Yunanistan'daki Türkler de bölgeye yerleştirilmişti.
İlerleyen yıllarda Türkler, köyü terk ederek ovaya
yerleşti. Buradaki tarihi evler yıllarca bakımsız ve
ilgisiz kaldı.
Yüzlerce yıllık ortak geçmişin, kültürel
çeşitliliğin ve zenginliğin izlerini taşıyan
Kayaköy'ün ''Dostluk ve Barış Köyü'' olması için
1988 yılında Türkiye Mimarlar Odası ve Türk–Yunan
Dostluk Derneği işbirliğiyle proje hazırlanmış, bu
çalışmalar sonunda 736 sivil mimari örneği ile
şapeller bulunan Kayaköy 1. derece kentsel ve
arkeolojik sit alanı ilan edilmişti. Eski Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, geçtiğimiz aylarda
Kayaköy ziyaretinde, tarihi yerin kültür ve turizm
amaçlı kullanılması konusunda çalışma başlatıldığını
söylemişti.
Yeni Asır, 11.04.2013
|
AİGAİ ANTİK KENTİ GÜN
YÜZÜNE KAVUŞUYOR

Manisa’nın Yuntdağı
bölgesinde Köseler Köyü yakınındaki tarihi Aigai’de,
Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından 9
yıldır yürütülen kazı çalışmaları neticesinde ortaya
çıkan eserler 3 bin yıllık tarihe ışık tutması
bekleniyor.
Sardes’te olduğu gibi,
bu kazıların bir kısmı yabancı ülkelerin sağladığı
fonlarla ve uzmanlarla sürdürülürken, bir kısmı da
Türk arkeologlar tarafından, işadamlarının
sponsorluk desteği ve sağladığı maddi katkılarla
yürütülüyor. Manisa yöresinde bu ikinci tip kazılara
en iyi örneklerden birini Yuntdağı eteklerinde yer
alan Aigai antik kenti oluşturuyor.
Kazıları, Anemon
Otelleri’nin de sahibi olan Manisalı işadamı Akçura
ailesinin maddi desteği ile yürüten ekibin
başkanlığını Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Dekanı ve Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Ersin Doğer yapıyor.
Prof. Doğer, bugün
ulaşılan noktayı şu sözlerle ifade etti: “2004
yılında başladığımız kazılarda, Agora, kent meclisi
binası, Bizans şapeli ve biraz ileride de büyük
ihtimalle otel olduğunu tahmin ettiğimiz bir yeri
kazdık. Kent oldukça büyük. Tiyatrosu, gimnazyumu,
hamamı, stadyumu var. Kentin kolay gezilmesi için
bütün taş yolları açtık. Gezilebilmesi için levhalar
koyduk. İngilizce ve Türkçe bilgilendirme levhaları
koyduk. Biz olmasak bile, gelenler kenti rahatlıkla
gezebilir. Bu kazılar belki 100-150 yıl sürecek. Bu
çalışmalar çok uzun soluklu çalışmalar. Kentler
ekonomilerine uygun olarak genişlerler ve büyürler.
Büyük bir ihtimalle İsa'dan önce 7. yy’da 100-150
kişi ile başlayan kent, yaklaşık 2. ve 1. yy’da
10-15 bin kişiye çıkmıştır. Tamamı burada yaşayan
insanlardır.”
Kazılarla tarihin
değişeceğine inandığını ifade eden Aigai kazıları
Başkanı Prof. Doğer, ilerleyen yıllarda
yapılacaklara ilişkin bilgiler vererek, “Antik
kentte bu yıla kadar yaptığımız kazılarda tiyatro,
meclis ve agora gibi kamu yapılarını ortaya
çıkarmaya çalıştık. Kentin, özellikle Hellenistik
Dönem’de MÖ 3. yy’dan itibaren Pergamon Krallığı’nın
da desteğiyle bölgede ekonomik ve kültürel çekim
merkezi haline geldiğini anlıyoruz. Kazılarda
önümüzdeki dönemde sosyal yapılar üzerinde
yoğunlaşacağız.Roma Dönemi’nden kalan evler ile
caddeye bakan dükkanlarda kazı çalışmalarına
başladık. Bu kazılar kentin sivil ve sosyal yaşamı
açısından bizi bilgi sahibi yapıyor. Kentin ana
caddesi olarak bildiğimiz yol kenarında bazı
dükkanlar açığa çıktı. Öğütme işinde kullanılan bazı
taşlar bulduk. Burası büyük ihtimalle bir sanayi
alanı gibi düşünülebilir. Ana cadde kazısının henüz
başlarındayız. İlerleyen yıllarda daha net sonuçlar
alabileceğiz.” şeklinde konuştu. Antik kentteki kazı
çalışmaları sayesinde yörenin kaderinin de
değişeceğini savunan Prof.Dr. Doğer,
“Hedeflerimizden biri buradaki turizm hareketini
canlandırmak ve kırsal kalkınmayı sağlamak. Bu ören
yerinin rahatça gezilebilmesi için yolları yaparak
işe başladık. İnsanları yormayan bir yürüyüş rotası
oluşturduk. Antik dönem izleri günümüz turizmine
kazandırıldığında bölgede turizm patlaması
yaşanacak, bu da bölgenin kaderini değiştirecek”
dedi.
haber3.com, 10.04.2013
|
7 - 13 Nisan 2013
|
TARİH DEPREM TEHDİDİNDE
Kültür ve Turizm Bakanı
Çelik, İSMEP kapsamında, Arkeoloji Müzesi, Aya İrini
Anıtı ve Topkapı Sarayı Mecidiye Köşkü’nün deprem
performansının değerlendirildiğini ve güçlendirme
kararı alındığını açıkladı.
Kültür ve Turizm
Bakanı
Ömer Çelik,
CHP
İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal’ın İstanbul’daki tarihi
binaların doğal afetlere karşı risk durumunu içeren
soru önergesini şöyle yanıtladı:
“Olası bir
deprem halinde
alınan önlemlerle ilgili
Dünya Bankası
desteğinde yürütülmekte olan İstanbul Kentinin
Sismik Riskinin Azaltılması ve Acil Duruma Hazırlık
Projesi (İSMEP) kapsamında, bakanlığımız İstanbul
Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ve İstanbul İl Özel
İdaresi
Proje Koordinasyon
Birimi ile ortaklaşa yürütülen C.B.4.1 projesi
çerçevesinde, İstanbul’da
Kültür ve Turizm Bakanlığı
sorumluluğundaki kültürel varlık niteliğindeki
yapıların envanteri çıkarılımış ve çoklu afet ve
deprem performansı açısından değerlendirilmiştir.
Ayrıca söz konusu hazırlık projesi kapsamında
C.B.4.2 projesi çerçevesinde, Kültür Bakanlığı
sorumluluğundaki tarihi yapılardan
Topkapı Sarayı
Mecidiye Köşkü’nün, İstanbul
Arkeoloji
Müzeleri’nin ve Aya İrini Anıtı’nın deprem
performansı değerlendirilmiş olup, güçlendirmeye
yönelik proje ve uygulama çalışmaları
sürdürülmektedir.”
397.2 milyon lira
Çelik, 2002-2013
arasında bakanlıklarının yatırım programından kültür
varlığı yapılarının onarımına 397,2 milyon TL ödenek
aktarıldığını ifade etti. Çelik, “Ödenek
doğrultusunda gerçekleştirilen
bakım-onarım ve
restorasyon uygulamalarında taşınmazlar yangın,
deprem gibi risklere karşı değerlendirilmekte ve
gerekli statik
müdahale, güçlendirme, yangın ve güvenlik sistemleri
kurulması gibi çalışmalar yapılmaktadır” dedi.
Bakan Çelik,
Galatasaray Üniversitesi’nin kullanımında bulunan
yanan tarihi binaya ilişkin soruya şu yanıtı verdi:
“Galatasaray Üniversitesi’nin yanan binasının
İstanbul 3 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Müdürlüğü arşivindeki dosyasında herhangi bir
projesi bulunmadığından kurulun 25 Ocak 2013 tarih
ve 769 sayılı kararında, ‘İstanbul ili,
Beşiktaş İlçesi,
Yıldız Mahallesi, 65 pafta, 575 ada, 37 parseldeki
tüm yapılar rölövelerinin, korunması gerekli kültür
varlığı yapıların restitüsyon projelerinin, yanan
bina ile ilgili olarak; restorasyon projesinin
hazırlanarak ivedilikle kurula sunulmasına, kurul
arşivinde bina hakkında bilgi ve belge olmadığı için
kapsamlı bir araştırma yapılıp tüm çalışmaların
ivedi olarak kurula sunulmasına, binanın sökülebilir
geçici hafif çatı ile koruma altına alınmasına ve bu
çatı projesinin kurula sunulmasına, yangın raporunun
kurula iletilmesine, mal sahibi ve ilgili
belediyesince can ve mal güvenliği açısından gerekli
güvenlik tedbirlerinin ivedilikle alınmasına’ karar
verilmiş ve yangın sonrası binanın nasıl
değerlendirileceği konusunda kurula henüz herhangi
bir proje sunulmamıştır.
Galatasaray Üniversitesi’nin mülkiyeti hazineye ait
olup, üniversiteye tahsisli olduğundan bakanlığımız
tasarrufunda bulunmamaktadır.”
Milliyet, Haber: Meriç
Tafolar, 12.04.2013
|
ROMA'NIN 'EMEK'İNDE
KAZANAN HALK OLDU

Türkiye Emek
Sineması’nın kaderini ve sinemaya sahip çıkmak
isteyenlere uygulanan şiddeti tartışırken, Roma’da
sanatseverler tarafından ‘işgal altında tutulan’,
Teatro Valle’nin hikayesini dinlemenin tam vakti!
1727’de inşa edilen
Teatro Valle,
Roma’nın halen
faaliyette olan en eski tiyatrosu. Yaklaşık 40
yıldır
İtalyan Tiyatro
Kurumu’na (Ente Teatrale Italiano - ETI) bağlı olan
Teatro Valle, hükümetin kültür
sanat harcamalarını
kısarak ETI’yi kapatmasıyla satış aşamasına geldi.
Tiyatro, önce Kültür Bakanlığı’na ardından da Roma
Belediyesi’ne devredildi. Belediye tiyatroyu
satmaya hazırlanırken tiyatronun satışına ve ‘kimlik
değiştirmesine’ karşı çıkan protestocular, 14
Haziran
2011’de tiyatro
binasını ‘ele geçirdi’. Aralarında oyuncular,
yönetmenler, teknisyenler ve aktivistlerin bulunduğu
bir
grup Tiyatro
Valle’yi işgal ederek orada yaşamaya başladı. Roma
halkının da desteğini kazanan grup tiyatronun adını
da ‘Teatro Valle Occupato‘ (İşgal Altındaki Tiyatro
Valle) olarak değiştirdi. Hemen her akşam bir
gösteri düzenlenen tiyatroda bilet satılmazken
izleyicilerden ‘gönüllerinden kopan’ bir miktarda
bağış alınıyor, ancak isteyen hiçbir ücret ödemeden
de gösterileri izleyebiliyor. Bu yolla toplanan
parayla bugünlerde bir vakıf kurularak tiyatronun
yönetiminin yasal olarak bu vakfa devredilmesi
planlanıyor.
Övgü Pınar, Teatro Valle’nin
hikayesini ‘işgalci’ oyuncu ve yönetmenle konuştu.
Tiyatronun hikayesini, ‘işgalcilerden’ oyuncu ve
yönetmen Valerio Gatto Bonanni’den dinledik:
‘İşgal’ öncesi durumu biraz anlatır
mısınız?
40 yıldır Teatro Valle’yi işleten
İtalya Tiyatro
Kurumu ETİ, Berlusconi hükümeti tarafından ‘kar
etmediği’ gerekçesiyle kapatıldı. Dönemin Ekonomi
Bakanı “Kültür karın doyurmuyor” dedi.
Ardından Teatro Valle,
Roma Belediyesi’ne devredildi. Belediye tiyatroyu
özelleştirmek istiyordu. Bunun üzerine 50-60 kişilik
bir grup 14 Haziran 2011’de tiyatroyu işgal etti. Bu
grup daha sonra destekçiler sayesinde gittikçe
kalabalıklaştı.
“İşgalciler” tiyatro binasında
yaşıyor, burada uyuyor değil mi?
Bir grup
gece gündüz burada
kalıyor. Burası tüm gün açık, destekçiler de gelip
gidiyor ve tiyatronun işletmesine yardım ediyor.
Yaklaşık 2 yıldır işgale devam
ediyorsunuz. Yetkililer sizi buradan çıkarmak için
fiziksel güç kullanmadı mı? Elektrik ve suyunuzu
kesmedi mi?
Hayır. Biz tiyatroyu kalıcı olarak işgal etme
niyetinde olmadığımızı en baştan söyledik.
İşgal eylemi başlar başlamaz kültür sanat
dünyasından büyük bir destek gördük ve böylece işgal
neredeyse meşru hale geldi. Belediye güçsüz kaldı.
Yetkililer sizi zorla çıkarırlarsa
halkın tepkisinden mi korktu yani?
Aynen.
Tiyatroda sanatçılar ücretsiz mi
sahneye çıkıyor?
İlk yıl sanatçılar ücretsiz çıkmayı kabul etti.
Bu yıl ise yol masrafları ve harcamalarını biz
karşılıyoruz.
Toplanan bağışlarla tiyatroyu satın
almayı mı planlıyorsunuz?
Biz bir vakıf kurarak tiyatronun işletmesini yasal
olarak bu vakıf aracılığıyla yapmak istiyoruz.
Bu vakfın kurulması için 5 bin kişi bağışta bulundu,
toplamda 150 bin euro bağış yapıldı. Şimdi vakfın
kuruluş işlemleriyle ilgileniyoruz.
Türkiye’de
Emek Sineması’yla ilgili bir tartışma sürüyor.
Evet haberdarım.
Ne düşünüyorsunuz?
Sinemaları
sadece
film gösterilen
yerler olarak görmek doğru değil.
İnsanlar bu
mekanlarla aralarında bağ kuruyor. Tarihi yerler
insanların kişisel tarihinin de bir parçası haline
geliyor. Bence insanların bu mekanları kaybetmemek
için güçlü durması, güçlü eylemler yapması lazım.
Emek Sineması’nın
alışveriş merkezi
olacağını duydum, İstanbul’da gerçekten yeni bir
alışveriş merkezine ihtiyaç var mı? Bildiğim
kadarıyla fazlasıyla AVM var zaten. Özel mülk de
olsa buralar, özel işletmelerin de sosyal
fonksiyonları var.
Milliyet, Haber: Övgü
Pınar, 12.04.2013
|
SIRLARI ORTAYA ÇIKIYOR

İlk insanların günümüze
ulaşan en iyi örneklerinden birini temsil eden buz
adam Ötzi’nin, ölmeden önce ciddi ağız patolojisi
(organ ve dokulardaki yaralanma ve bozukluklar)
yaşadığı ortaya çıktı.
Avusturya’nın Tirol bölgesinin güneyindeki Ötztal
Alpleri’nde 1991 yılında bulunan ve adını buradan
alan Ötzi’nin diş ve ağız sağlığı hakkında iki yıl
önce açıklanan bir raporda, buz adamın son derece
sağlıksız bir diş yapısına sahip olduğu
belirtilmişti.
ABD’nin San Diego kentinde düzenlenen mumya
çalışmaları konferansında açıklanan bu bulgunun
ardından, Avrupalı bilim insanları Ötzi’nin ağız
sağlığının sanılandan daha kötü durumda olduğu
anlaşıldı.
Zürih’teki Evrimel Tıp Merkezi’nde yapılan
incelemelerde, Ötzi’nin neredeyse her türlü oral
patolojiyi gösterdiği belirtildi. Discovery News’e
açıklama yapan, İsviçre Mumya Projesi üyesi Frank
Rühli, “Ötzi’de diş travması, periodontal hastalık
ve muhtemelen lime hastalığına sahipti” dedi.
Bilim insanları, 1991’de keşfedilmesinden bu yana
buz adam üzerinde sayısız analiz gerçekleştirdi.
Aldığı yaralar nedeniyle öldüğü anlaşılan Ötzi,
kahverengi gözlere sahipti, laktoz tahammülsüzlüğü
çekiyordu ve genetik yapısı nedeniyle kalp
rahatsızlığı çekme olasılığı çok yüksekti.
ZİYAFET ÇEKTİKTEN SONRA ÖLDÜ
Ötzi’nin 2007 yılında yapılan bilgisayarlı tomografi
taramasında (CT scan) oldukça vahşi bir şekilde
öldüğü anlaşıldı. Taramada, Ötzi’nin köprücük altı
atar damarına ok yediği ve hızlı bir kanama sonucu
öldüğü ortaya çıktı.
Öte yandan, 2011’de yapılan araştırma, Ötzi’nin son
yemeğinde karnını tıka basa dağ keçisi etiyle
doldurduğunu göstermiş ve buz adamın ölmeden önce
ziyafet çektiğini ortaya çıkarmıştı. İki yıl önce
Rühli’nin araştırmacı olduğu Zürih Üniversitesi
tarafından gerçekleştirilen ve Science dergisinde
yayımlanan araştırmada, Ötzi’nin ağzında çok sayıda
çürük olduğu da ilk kez tespit edilmişti. Bilim
insanları, ağız bozuklukları nedeniyle Ötzi’nin
ölmeden önce ağzına da darbe almış olabileceğini
düşünmüştü.
Ruhli, her ne kadar büyük bir ilgi görmüş olsa da,
‘Ötzi’nin dişlerine son 20 yılda çok az ilgi
gösterildiğini’ ifade etti. İlk tespit edilen
bozukluklar, ön dişler arasındaki aşırı boşluk ve
azı dişlerinin eksik olduğuydu.
SAĞLIKLI TEK DİŞİ YOKTU
Rühli ve diş hekimi Roger Seiler, 2005’te yapılan
bilgisayarlı tomografi verilerinden başlayarak elde
edilen verileri yeniden değerlendirdi. European
Journal of Oral Sciences dergisinde yayımlanan
araştırmada, Ötzi’nin ağzına ait 3D model çıkarıldı.
Dört azı dişi olmayan Ötzi, geride kalan 28 dişinde
aşınmaya sahipti, iki dişinin dokusunda ise aşırı
bozulma vardı. Azı dişlerinin yokluğu nedeniyle
ileri derecede periodontit çeken Ötzi, bu nedenle
sürekli olarak şiddetli apse ağrısıyla yaşıyordu.
Dahası, iki yıl önce öne sürüldüğü gibi, ön üst
dişlerin muhtemelen darbe yemiş olduğu, aralarındaki
boşluğun bu darbeden kaynaklanmış olabileceği
belirtildi. Ötzi’nin ağzına aldığı darbenin,
ölümünden birkaç hafta öncesine rastladığı ve
ölümüyle ilgili olmadığı tespit edildi.
BESLENME ŞEKLİ OLUMSUZ ETKİLEDİ
Ötzi’nin, MÖ 3255 yılında, 45 yaş civarında öldüğü
düşünülüyor. Araştırmacılar, 40 yaşına kadar bir diş
bile kaybetmediği anlaşılan Ötzi’nin, buna rağmen 10
yıl yaşamış olsaydı dişlerinin yarısından fazlasını
kaybetmiş olacağı ifade edildi.
Ötzi’nin neden bu kadar kötü bir ağız ve diş
sağlığına sahip olduğu sorusunun cevabı olarak,
çevresel ve genetik faktörler gösterildi.
Rühli ve meslektaşları, Cilalı Taş Devri’nde tarımın
güçlenmesiyle ilk insanların ekmek ve yulaf lapası
gibi nişastalı besinleri daha fazla tükettiğini ve
bu yüzden diş bozukluklarının arttığını belirtti.
Vatan, 12.04.2013
|
TARİHİ YALILARI
'TEKNOLOJİ' MERAKI YAKTI
Karadeniz Ekonomik
İşbirliği Örgütü’nün merkezi olarak kullanılan
tarihi Müşir Fuat Paşa Yalısı’nda çıkan yangın, bu
tür yapılardaki yangınları bir kez daha gündeme
getirdi.
Sarıyer İstinye’deki tarihi yalıda önceki gün
zemindeki elektrik panosundan kaynaklandığı sanılan
bir yangın çıktı. Yangın nedeniyle binada yer yer
çökmeler meydana geldi. Konuyla ilgili olarak
Radikal’e konuşan yangın uzmanı ve
İTÜ Öğretim Üyesi
Abdurrahman Kılıç, “Eski yalıların çoğu günümüz
teknolojisi ve konforuna kurban gidiyor” dedi.
Fuat Paşa Yalısı’nı incelemediğini, ancak bugüne
kadar 8 ünlü yalı hakkında rapor hazırladığını
belirten Kılıç, “Bu tip tarihi binalarda
iklimlendirme, yeni aydınlatma sistemleri, sinema
salonu gibi ekstra bölümler ve asansörler gibi ekler
yapılıyor. Bunlar yoğun elektrik yükü gerektiriyor.
Çok meşhur birkaç yalıda bununla ilgili yangın
çıktı” dedi.
Kılıç uyardı: “Yerden kazanmak için çatıda teknik
alan oluşturuyorlar. Elektrik panoları, asansör
makine daireleri koyuyorlar. Hem gerekli yangın
tertibatını almıyor hem azami konfor istiyorlar. Bu
da tehlikeyi çağırıyor.”
Kılıç’a göre yangın önlemlerinin kontrol edilmesi
ise teoride mümkün ama pratikte değil: “Yüzlerce,
binlerce yer yapılıyor. 20 yıl önce, ben itfaiye
müdürü iken İçişleri Bakanlığı denetimleri yeterince
yapmadığım iddiasıyla soruşturma başlattı. O dönem
İstanbul ’da 42 bin
sokak vardı. Ben bir hesap yaptım ve bakanlığa
yazarak ‘810 yıl sonra istediğiniz denetimler sona
erecektir’ dedim. Durum bu. Denetleme ekiplerinin
tümü de bütün önlemleri hakkıyla değerlendirebilecek
kalitede değil.
Galatasaray’ı yakan
‘cehalet’
“Bu tür yapılarda konfor
arttırıcı ayrıntılar yüzünden büyük risk yaşanıyor.
Risksiz yapmak mümkün değil. Ancak risk kabul
edilebilir seviyeye getirilebilir. Çatıdaki ahşap
malzeme yangına dayanıklı hale getirilebilir. İlgili
aksamın etrafına yangına dayanıklı malzeme
döşenebilir. Bunlar yapıldıktan sonra yangın
tertibatı ve alarmlardan söz edilmesi gerek. ”
“Sorunların çoğu bilgisizlikten kaynaklanıyor.
Mesela Galatasaray Üniversitesi yangınında, algılama
sistemi var; ama çatıya konulmamış.”
“En büyük eksiklik bilgisizlik ve vurdumduymazlık.
Bir inşaatta yangın önlemlerinin maliyete etkisi
yüzde 10’u geçmez. Milyon dolarlık yalıların
sahipleri bilse, değil yüzde 10, yüzde 20 bile
verir. Ama bilmiyor.”
Radikal, 12.04.2013
|
TROÇKİ'NİN KÖŞKÜ MÜZEYE
DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR

Bolşevik lider
Troçki'nin sürgünde 4 yılını geçirdiği Büyükada'daki
köşkü ev olarak kullanmak isteyen sahibine Koruma
Kurulu'ndan onay çıkmadı. Köşk bu yıl
kamulaştırılarak müze olacak.
Bolşevik ihtilalinin fikri önderlerinden Leo
Troçki'nin sürgün zamanı 4 yıl yaşadığı köşk,
2011'deki Adalar nazım imar planında, müze
yapılabilmesi amacıyla "kültürel tesis alanı" olarak
işlenmişti.
KONUTTAN BAŞKASI OLMAZ
Ancak tarihi yapıyı konut olarak kullanmak
isteyen sahibi, belediye imar komisyonuna başvurdu.
Restitüsyon projesinin koruma kurulunca
onaylandığını, birinci sınıf korunması gerekli
kültür varlığı olarak tescil edilen yapının konut
dışında başka amaçla kullanılması ve niteliğinin
değişmesinin mümkün olmadığını belirten konut
sahibi, kültürel tesis alanından çıkarılıp konut
alanına alınmasını talep etti. İBB Şehir Planlama
Müdürlüğü'nden söz konusu talebe "Konut alanına
alınması, Adalar'ın kültürel ve doğal değerlerinin
korunmasına yönelik ilke kararlarına aykırılık
teşkil etmekte ve donatı dengesini bozucu nitelik
taşımaktadır" yanıtı verildi. Ancak İmar ve
Bayındırlık Komisyonu'nca yapılan değerlendirme
sonucunda, Büyükada 130 ada 3 parseldeki köşkün
konut alanına alınması onaylandı. İBB Meclisi'nin
onayına sunulan karar kabul edildi. Sit alanı olması
nedeniyle nihai onay için 5 No'lu Koruma Kurulu'na
gönderilen köşkün yeniden kültürel tesise
dönüştürülmesi kararlaştırıldı. Koruma Kurulu'nun
kararında köşkün, Kültür ve Müzeler Genel
Müdürlüğü'nce 2013 kamulaştırma programına alındığı
belirtilerek, konut amaçlı plan değişikliğinin uygun
olmadığı belirtildi. Meclis de Koruma Kurulu
kararına uygun olarak konut plan değişikliğini iptal
etti.
BİR YILDA BİTİRİLECEK
Bu yıl kamulaştırılması planlanan köşk, Troçki
Müzesi olacak. Troçki, 1924'te Lenin'in ölümünden
sonra Stalin'le giriştiği iktidar mücadelesini
kaybetmiş, 1929'da Türkiye'ye sürülmüştü. Troçki, 12
Şubat 1929-17 Temmuz 1933 arasında Büyükada'da o
dönem Arap İzzet Paşa Köşkü olarak anılan köşkte 4.5
yıl kalmıştı. Troçki, 1940'ta Meksika'da öldürüldü.
Sabah, Haber: Zeynel
Yaman, 12.04.2013
|
KAPI EŞİĞİNDEKİ TAŞ
TARİHİ ESER ÇIKTI
Kırşehir’de, bir evin
kapısının eşiğinde yıllardır duran taşın, ev
sahibinin imam oğlunun duyarlılığı sayesinde 500
yıllık geçmişe sahip lahit kapağı olduğu ortaya
çıktı.
Alınan bilgiye göre,
merkeze bağlı Göçmenler Tepe Camisi’nin imamı
Hüseyin Uğurcalı, Kervansaray Mahallesi’ndeki
babasının evinin girişinde bulunan ve üzerinde "haç"
işareti olan taşın tarihi değeri olabileceği
düşüncesiyle durumu
Kırşehir Müze
Müdürlüğüne bildirdi.
Eve gelen uzmanlar kapı
eşiğinde duran taşın
Bizans dönemine ait
yaklaşık 500 yıllık bir lahit mezarın kapağı
olduğunu belirledi.
İnceleme için eve gelen Müze Müdürü Adnan Güçlü,
mezar taşının 1950’li yıllarda sökülerek evin önüne
getirildiğini tahmin ettiklerini söyledi.
Güçlü, "Evin bir döşemesi şeklinde kullanılan taş
günümüze kadar gelmiş. Arkadaşın haber vermesiyle
buraya gelip inceledik. Bu taşın kanun kapsamına
giren bir taş olduğunu tespit ettik. Belediyenin
yardımıyla taşı yerinden alıp, müze müdürlüğüne
götürüp koruma kararı alacağız" dedi.
Evin babasından kaldığını ifade eden Uğurcalı da
şunları kaydetti: "Taşın ne zaman geldiğini
bilmiyoruz. Biz zaten
tarihi eser
olduğunu tahmin ediyorduk. İstişare edelim dedik ve
de umduğumuz gibi çıktı. Müze Müdürlüğüne haber
verdik, onlarda geldiler baktılar, götürmeye karar
verdiler."
Kaçakçılık ve
Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri
ve müze yetkilileri nezaretinde yerinden sökülen
taş, Kırşehir Belediyesine ait iş makinesine
yüklenerek müze müdürlüğüne götürüldü.
Milliyet, 11.04.2013
|
YANKESİCİLER LOUVRE'U
KAPATTIRDI
Dünyanın en çok ziyaret edilen müzelerinden Louvre,
çalışan kadronun yankesici şiddetini protesto için
yaptığı eylem nedeniyle kapılarını bir günlüğüne
ziyaretçilere kapadı.
Paris'in en ünlü turist
çekim merkezlerinden Louvre Müzesi, bu çarşamba
ilginç bir eyleme sahne oldu.
Dünyanın sayılı
müzelerinden olan kurumun çalışanları, bazıları
çocuk yaşta olan yankesicilerin hem kendilerine hem
de ziyaretçilere saldırıları yüzünden bir günlük
greve gitti. Öğle arasında müzenin önünde toplanan
100 kadar çalışan müzeden gelen bir delegasyonla
görüştü. Fransız Sendika Birliği'nden Christelle
Guyeder, Louvre çalışanlarının işe "korkarak"
geldiğini söyledi. Guyeder, müze çalışanlarının
gitgide saldırganlaşan yankesici gruplarıyla karşı
karşıya kaldıklarına dikkat çekti. Müze yönetimi,
konuyla ilgili polisten daha çok destek talep
ettiklerini belirtti.
Dünyanın en çok ziyaret
edilen müzesi olduğunu iddia eden Louvre'un 2012
ziyaretçi sayısı 10 milyonu bulmuştu.
Radikal, 11.04.2013
|
|
UNESCO DANIŞMANLARI
TARİH SURLAR İÇİN DİYARBAKIR'DA
Diyarbakır'ın tarihi surlarının UNESCO Dünya Kültür
Mirası listesine girmesi için, UNESCO'ya bu konuda
danışmanlık yapan Uluslararası Anıtlar ve Sitler
Konseyi'nin (ICOMOS) çeşitli ülkelerden gelen 70
üyesinin katılımıyla 'Diyarbakır Kalesi ve Tarihi
Şehri' konulu bir toplantı düzenlendi.
Diyarbakır'da Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Diyarbakır Valiliği ve Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi ortaklığıyla 'Diyarbakır
Kalesi ve Tarihi Şehri' başlıklı ICOMOS/ ICOFORT
toplantısı düzenlendi. Uluslararası teknik
elemanlardan oluşan sivil bir örgüt olan, 26
bilimsel komiteden oluşan ve UNESCO'ya kültürel
miraslar konusunda danışmanlık yapan Uluslararası
Anıtlar ve Sitler Konseyi'nin (ICOMOS) 15 farklı
ülkeden 70 üyesi, Diyarbakır surları için bir araya
geldi. Dicle Üniversitesi Kongre Merkezi'nde
düzenlenen toplantı öncesi, polisler, özel eğitimli
köpeklerle bomba araması yaptı.
Toplantının ilk gününde Diyarbakır Kalesi ve Surlar
Alan Başkanı Nevin Soyukaya, ICOFORT Başkanı
Milagros Flores, ICOMOS
Türkiye Milli
Komitesi Genel Sekreteri Doç.Dr. İclal Dinçer, ÇEKÜL
Vakfı Başkanı Metin Sözen, Dicle Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr. Ayşegül Jale Saraç, Diyarbakır
Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir,
Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak,
BDP Diyarbakır
Milletvekili Altan Tan ile Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker, sırayla birer
konuşma yaptı.
BAYDEMİR: 2013 HEM
SURLARIN, HEM DE BARIŞIN YILI OLSUN
Konuşmasına Kürtçe " hoşgeldiniz, başım üstüne
geldiniz" diye başlayan Diyarbakır Büyükşehir
Belediye Başkanı Osman Baydemir, Diyarbakır kentinin
"şehrülemini" olarak, belediye başkanı olarak bu
toplantının gerçekleşmesinden büyük memnunluk
duyduğunu söyledi. Kendilerinin sadece Diyarbakır'a
değil, insanlık ailesinin bilincine, geçirmiş olduğu
evrelere, insanlık onuruna, haysiyetine ve
geleceğine sahip çıkmaya çalıştıklarını kaydeden
Baydemir, şunları söyledi:
"Sizler de insanlık ailesine sahip çıkıyorsunuz.
Bütün arzumuz, aslında buradaki köklü mirasın
muhteşem değerlerin dünya tarafından görülmesi
çabasıdır. Bugün çok önemli bir sürecin başında
bulunuyoruz. Çok önemli bir basamakta bulunuyoruz.
Bundan sonrası inşallah çorap söküğü gibi
gelecektir. Niye gelecektir çünkü Diylarbakır ortak
düşünmeyi başardı. 1990'lı 2000'li yıllarda nasılki
Diyarbakır surları bin yıllarca buradaki
medeniyetleri inançları, dilleri, kültürleri
koruduysa son 30 yıllık zamandaki o muazzam
sıkıntıyı bir kez daha Diylarbakır surları
göğüsledi. Binlerce yıl insanlığı koruyan Diyarbakır
surları zorunlu göçe kalan insanları bir kez daha
korudu. Evsiz barksız kalan insanlar bir kez daha
güvenlik için sırtlarını Diyarbakır surlarına
dayadılar ve derme çatma yapılar inşa ettiler.
Elbetteki bir tahribattı. Ancak bu insani bir
davranıştır. Bu noktada yerel yönetimlerimizi
devreye girdi, ikna ettik. Bugün sur içindeki çarpık
yapıdan kurtuluyor. Artık insanlık ailesinin ortak
değerini insanlık ailesiyle tanıştırmak istiyoruz.
2013 yılının iki sembol değeri olsun istedik.
Birincisi Diyarbakırımız için Surlar Yılı olsun. Ama
Diyarbakırımız aynı zamanda barışında, demokrasinin
de, insani kalkınmanın da temel adreslerinden bir
tanesidir. Zira bu kent Rabbim de şahittir hiç bir
zaman insanını namerde muhtaç ettirmedi, bereket,
ticaret şehri oldu aynı zamanda. 2013 yılı barış
yılı olsun. İnşallah eş başlı gidiyor hem Surlar
yılı oluyor, hem Diyarbakır yılı oluyor, ama aynı
zamanda barış süreci ve barış yolunda da önemli
katkılar sunarak ilerliyor."
TAN: YEMEĞİN TUZU
EKSİKSE BAKMAYIN
BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, Diyarbakır'ın
tarihin doğum yeri olan topraklar üzerinde yer
aldığına dikkati çekerek, şöyle dedi:
"Tarihin ve medeniyetin doğum yerindesiniz. Tarihin
bütün ağır yükünü tahribatını işgallerini,
kavgalarını yorgunluğunu sırtında yaşayan medeniyet
miraslarımızı tekrar ayağa kaldırıyoruz. Bunu
kaldırırken tabii ki bürokratik işlemler var. Eğer
bunları doğru dürüst yapamazsak, dünyanın kabul
ettiği kriterlerle bu dosyaları takdim edemezsek
ilgili kuruluşlara malesef sadece politika yapmış
oluruz. Aynı şey Mardin'in başına geldi. Mardin'in
UNESCO'ya sunduğu dosya maalesef 10 yıldır kabul
edilmedi. Bizim yapmamız gereken bu işin mutfağında
çalışan herkesin bu yemeği iyi hazırlaması lazım. Bu
yemeğe bakacak olan tadacak olan değerlendirecek
olan siz sayın heyetin de artık tuzu az olmuş, acısı
çok olmuş diye bakmaması gerekir. Mutfak
çalışmalarında ufak tefek hata varsa da lütfen kılı
kırk yaran bilim gözüyle değil, kalp gözüyle
bakmanızı rica ediyoruz. Ben ev sahibi olarak rica
ediyorum yalvarıyorum. Bu konuda siz de bize
yardımcı olun. Biz bir bölge şahıs düşünce adına
yapmıyoruz. Dünyü medeniyetinin doğum yeri adına,
bir anlamda sizin de memleketiniz burası."
EKER: BARIŞ SÜRECİ VE
SURLAR BİRLİKTE YÜRÜYOR
Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak'ın, Diyarbakır
tarihini anlatmasından sonra söz alan Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, kentin insanlığın
medeniyet tesis etmeye başladığı topraklar içinde
yer aldığına dikkati çekerek, şunları söyledi:
"Binlerce sene bu şehirde çok farklı etnik unsurlar,
dinler, mezhepler, inançlar ve kültürler var. Ve
bunların hepsinin bir şehir içerisinde binlerce
yıllık bir ortak geçmişi var. Böyle bir şehir
Diyarbakır. Yakın bir tarihte Türkiye de maalesef
sisteminin anti demokratik uygularımının sonucudan
bu barış iklimi bozuldu. Ve burda bir huzursuzluk
Diyarbakır'ın hak etmediği ve tarihiyle hiçbir
şekilde bağdaşmayan bir huzursuzluk, sıkıntı,
problem oluştu. Biz şimdi Diyarbakır surlarının
restorasyonu, Diyarbakır'ın mimari değerlerinin
varlığını gün yüzüne çıkarıp bunu restore edip bunu
tekrar insanlığın kültür mirası olarak bütün
insanlık alemine açmak, düzenimizi yeniden tesis
etmek ve tekrar bir barışı, kardeşliği, birlik ve
beraberlik iklimini oluşturmak içinde bir çözüm
süreci başlattık. Ve bu ikisi aynı anda aynı sürecle
birlikte gelişiyor. Ben sosyal barışın korunmasına
dönük, içinde bu unsur bulunan ya da barındıran
yeryüzünde başka bir şehir bilmiyorum. Kendime göre
birçok yer gezdim ve birçok şehir gördüm. Diyarbakır
sokaklarında yüksek duvarlı avluların arkasında asla
sosyal barışa zarar vermeyen bir mimari var. Hangi
kapının arkasında bir zenginin evi vardır.
Hangisinin arkasında bir fakirin evi vardır
bilemezsiniz.
Diyarbakır'daki mimari yapıya uymayan derme çatma
yapılar yıkılmaya başlandı. Diyarbakır şu anda böyle
bir süreç yaşıyor. Diyarbakır'ın insanlık için örnek
teşkil eden tarihine bakıp bizim bunu birlikte
başarmamız lazım. Biz bunun için burdayız. Bu
konudaki hükümetin kararlığını da sizinle paylaşmak
için buradayım.
Radikal, Haber: Ramazan
Yavuz- Serdar Sunar, 11.04.2013
|
|
ÇALINTI TABLO FUTBOLCUDAN ÇIKTI
Ünlü Fransız
ressam Marc Chagall’ın çalınan ‘Le nu au Bouquet’
adlı tablosu eski İtalyan milli futbolcu Roberto
Bettega’nın evinde bulundu.
1920 yılında yapılan tablo, 2002 yılında resim
koleksiyoncusu Edward Cantor’un yatından çalınmıştı.
2012 yılında Edward Cantor yatını bakım için Savona
Limanı tersanesine bırakmış ve eser burada
çalınmıştı. Tablo ihbar üzerine bir zamanların
Juventus’un gözde futbolcusu Bettega’nın evinde
bulundu. Bettega tabloyu Bologna’da bir resim
galerisinden 1 milyon 200 bin Euro’ya satın aldığını
belirterek, “Ben de galeri
sahibinden şikayetçiyim” dedi. Tablo Edward
Cantor’un oğlu Michael’e iade edilecek.
Hürriyet, Haber: Reha Erus, 11.04.2013
|
12 BİN YIL YAŞINDA MAMUT KEMİKLERİ
Meksika'nın Santa Ana Tlacotenco bölgesinde 12
bin yıl öncesine ait olduğu öğrenilen binlerce kemik
parçası bulundu.
Arkeologlar kemiklerin, mamut, at,
deve, geyik ve bizon türü hayvanlara ait olduğunu
açıkladı. Kazılar sonrasında en çok ilgiyi ise dev
mamut iskeleti çekti. Arkeoglar, mamut kemiklerinin
yüzde 70'inin bulunduğunu ve 12 bin yıla rağmen hala
belirgin olduğunu açıkladı. Kemiklerin son buzul
çağında yaşamış türlere ait olduğu belirlendi.
Sabah, 11.04.2013
|
|
 |
SANAT DÜNYASINI SALLAYAN BAĞIŞ
Sanat dünyasını sallayan bağış... İşadamı Leonard Lauder, 'herkes görsün diye' kübist koleksiyonunu Metropolitan Müzesi'ne hibe etti. Müthiş koleksiyonda, Picasso'dan, Leger'e 78 eser var.
ABD'de rekor bağış... Kozmetik devi Estee Lauder'in sahiplerinden Leonard Lauder (80), kübizm alanında dünyanın en önemli koleksiyonlarından biri olarak görülen 78 eseri New York'taki Metropolitan Sanat Müzesi'ne bağışladı. Müthiş koleksiyonun değerinin yaklaşık 1 milyar dolar (1.78 milyar TL) olduğu belirtildi. Lauder'in 37 yılda oluşturduğu koleksiyonda, çoğu başyapıt sayılan 33 Pablo Picasso, 17 Georges Braque, 14 Juan Gris ve 17 Fernand Leger çalışması bulunuyor.
Lauder, "Kübizm'in dünyanın en önemli müzelerinden birinde sergilenmesi gerektiğine inandım" dedi.
Müze direktörü Thomas P. Campbell da bağışın yarattığı heyecanı, "Bu, müzemize ve kentimize verilen sıradışı, kökten dönüştürücü bir hediye" sözleriyle dile getirdi. Tabloların, gelecek yıl görücüye çıkması bekleniyor.
Akşam, 11.04.2013
|
YÜRÜMEYİ BUNDAN ÖĞRENDİK

Bilim insanları, 370
milyon yıl önce yaşamış bir balığın olağandışı
fosilini
inceleyerek, insanlar dahil birçok canlının neden
iki kol veya bacağa sahip olduğuna dair önemli
bilgiler elde etti.
Antik balık, sudan
karaya çıkan canlıların yürüme yeteneğini nasıl
kazandığına dairi ipuçları sundu.
Almanya'da bir zırhlı balık ile uçan kertenkele
kavgasını gösteren 120 milyon yıllık
fosil bulundu.
Yüz milyonlarca yıl önce yaşamış, modern balıklardan
çok farklı olan bir balık türü, neden iki kol ve
bacağa sahip olduğumuz konusunda bilim dünyasına
yeni bilgiler kazandırabilir.
Biology Letters dergisinde yayımlanan araştırmada,
Euphanerops adıyla bilinen
antik balık,
dünyanın ‘çift uzuv’ geliştirmiş olan ilk canlısı
olarak tanımlandı. 10 cm boyundaki antik balığın
fosilinde,
kuyruğuna çok yakın bölgede çift uzantılar tespit
edildi.
Araştırma ekibinde yer alan, İngiltere’nin
Manchester ve Leicester Üniversiteleri’nde
akademisyen olan Robert Sansom, “Euphanerops, ilk
yüzgeç benzeri çift uzuvlara sahip olan canlı...
Çift uzantılar, balıklar sudan karaya geçiş yaparken
gelişmiş olmalı. Ancak ilk çift uzantıların evrimi,
omurgalıların gelişim süreci adına çok önemli bir
yer tutuyor” ifadesini kullandı.
Discovery News sitesinin haberine göre, Sansom,
meslektaşları Sarah Gabbott ve M.A. Purnell ile
Kanada’da gün ışığına çıkarılan 36 Euphanerops
türünü inceledi. Euphanerops, 370 milyon yıl önce,
Dünya’da daha dinozorlar var olmamışken yaşamış, alt
çenesi olmayan bir balıktı.
BALIKLARIN EVRİM
DÖNEMİNE RASTLADI
Modern balıkların birçoğu, kuyruk bitimlerinin çok
yakınında, alt kısımlarında bir yüzgece sahip.
Balıkların konumlarını korumasını sağladığı
düşünülen bu yüzgecin aksine, Euphanerops aynı
bölgede iki yüzgece sahipti.
Sansom, “Bu araştırmada elde ettiğimiz bulgular,
bize evrim sürecinin erken dönemlerinde
omurgalıların birçok vücut planı geliştirdiği.
Bazıları birbirine benzeyen, diğerleri farklı
evrimler geçirdiler ve hepsi hayatta kalamadı” dedi.
Sansom, yüz milyonlarca yıl önce her balığın çif
yüzgeç geliştirmediğini ancak çift ve tek yüzgeçli
balıkların aynı dönemlerde yaşamış olabileceğini
belirtti.
Yüzgeç sayısındaki değişim, balıkların aynı zamanda
alt çene ve diş geliştirdikleri dönemlere rastladı.
Bu özellikler, balıkların avlanma ihtiyaçları ve
avcılardan kaçma yeteneklerine bağlı olarak değişim
gösterdi. Sansom, ‘çift yüzgeçlerin daha iyi bir
hareket kabiliyetine işaret ettiğini ve av-avcı
ilişkisini etkilediğini’ ifade etti.
SUDAN KARAYA ÇIKTILAR
Çift yüzgeçli balıklar suda daha üstün hareket
kabiliyetine sahipken, bazı türlerin sudan karaya
geçmelerine de yardımcı oldu.
ABD’nin Chicago Üniversitesi’nden Heather King ve
meslektaşları, söz konusu değişimin nasıl olduğunu
araştırmak için akciğerli balıkları inceledi. King,
Discovery News’e yaptığı açıklamada, “Akciğerli
balıklar evrim geçirmeye ve sudan karaya çıkmaya
eğilimli canlıların yakın akrabasıydı. Ancak bu
değişimler o kadar eski zamanlarda oldu ki, bugün
akciğerli balık dışında bu değişimi yaşamış olan
canlıların nesli tükenmiş durumda” dedi.
King, akciğerli balığın bir balon gibi şiştiğini ve
sıska yüzgeçleriyle sıçrama, hatta yürüme benzeri
hareket yapabildiğini gördü. Araştırmacılar, buradan
yola çıkarak, ‘sudaki canlıların yürümeye benzeyen
ilk hareketlerini gördüklerini’ belirtti.
Sudaki canlıların akciğerli balıkta olduğu gibi
yürüme yeteneğini zamanla karada başarılı bir
şekilde uygulaması, bugüne dek birçok canlının çif
kol veya bacak geliştirmesinin de temellerini atmış
olabilir. Kısaca, insanlığın en büyük
yeteneklerinden birini 370 milyon yıl yaşındaki bir
balıktan almış olma ihtimali hiç de düşük değil.
Habertürk, 11.04.2013
|
LONDRA'NIN ALTINDA ROMA KENTİ
İngiltere'nin başkenti Londra'da, 'Kuzeyin Pompei'si olarak anılan antik Roma kenti bulundu.
8 bin nesnenin çıkarıldığı kentin MS 5. yy'dan kaldığı düşünülüyor. Londra'da bugüne dek yapılan en büyük keşif olan antik kent, 20 yıllık kazı çalışmaları sonucunda ortaya çıkarıldı.
Kazılarda şimdiye kadar, kalay kap, deri tabaka, ayakkabılar, mürekkepli yazı levhaları ve omuz yüksekliğinde duvarlar ortaya çıkarıldı.
Akşam, 11.04.2013
|

|
OPET TARİHİ PARKI YENİLEDİ
OPET, Gelibolu Yarımadası'nı çağdaş bir
görünüme kavuşturmak ve bölgesel kalkınma sağlamak
amacıyla başlattığı "Tarihe Saygı Projesi"nin 7'nci
yılında çalışmalarına devam ediyor. Projenin önemli
bir parçası olan "Tarihe Saygı Parkı" açılışından bu
yana üçüncü kez yenilendi. Çanakkale Valisi Güngör
Azim Tuna, parkın bölgeye gelen ziyaretçiler için
oldukça önemli olduğunu vurguladı. Tuna, "Mustafa
Kemal Atatürk'ün anılarında bahsettiği Bomba Sırtı
Vakası anektodunun heykellerle canlandırılması
ziyaretçileri derinden etkileyecektir" dedi. OPET
Genel Müdürü Cüneyt Ağca ise, parkın yenileme
çalışmalarını tamamlamaktan mutluluk duyduklarını
belirtti.
Cüneyt Ağca, "Tarihe Saygı Parkı, Çanakkale'nin
gururlu geçmişini bugüne taşıyor ve bölgenin
bütünsel bir simgesi olarak, bir anlamda açık hava
müzesi niteliği taşıyor" diye konuştu. Park, 2 bin
500 metrekarelik alanda yer alıyor. Çanakkale
Savaşı'nın tüm detaylarını gösterecek şekilde
donatılan parkta Bomba Sırtı Vakası, bire bir
boyutlarda 40 heykel figürüyle canlandırılıyor.
Sabah, 11.04.2013
|
OSMANLI'NIN İLK DÖNEMİ ORTAYA ÇIKIYOR
Birçok tarihçi Osmanlı'nın ilk dönemiyle ilgili
araştırmalar yapmış olsa da, beylikten devlete
geçişi sağlayan ve Osmanlı'ya Bursa'nın kapılarını
açan Yenişehir'in Köprühisar Köyü, tarih
sayfalarındaki karanlığını koruyor. Osmanlı'nın ilk
dönemine ait karanlıkta kalmış tarihi artık gün
yüzüne çıkıyor.
Osmanlı'nın ilk dönemi gün yüzüne çıkıyor.
Osmanlı'ya Bursa'nın kapılarını açan Yenişehir'e
bağlı Köprühisar Köyü, tarih sayfalarındaki geçmişe
ışık tutacak. Osmanlı'nın beylikten devlete
geçişinde önemli bir yere sahip olan Köprühisar'da
Osmanlı döneminden kalma eserler yenilenerek
geleceğe kazandırılacak. İl Özel İdaresi,
Osmanlı'nın beylik döneminde çadır hayatından ilk
defa kalıcı evler yapılarak kurulan ve Osmanlı
ordusuna üs olarak kullanılan Yenişehir'de
restorasyon dönemini başlatıyor. Yenişehir'de
Osmanlı'dan kalma ilk dönem eserleri için
çıkarılacak ödenekle birlikte Köprühisar'da harabe
halde bulunan bin yıllık han, hamam ve kale
yenilenebilecek.
BİN YILLIK HAN AHIR OLDU
Osmanlı'ya 29 yıl başkentlik yapan ve Bursa'nın
alınmasında önemli bir üs olan Yenişehir'in
Köprühisar Köyü'nde nereye adım atsanız oradan tarih
çıkıyor. Osmanlı devletinin ilk eserlerini
barındıran Köprühisar'da kaderine terk edilen
yapılar, harabe halde duruyor. Köyün içinden geçen
Kocasu deresine set olan ve 50 dönümlük bir alanda
bulunan tarihi kalenin kalıntıları da köy evlerinin
altında kalmış. Etrafı hisarla çevrili olan köyde
bulunan tarihi han ise, şimdilerde ahır olarak
kullanılıyor.
TÜRKLERİN İLK KONAKLAMA YERİ
Pek çok tarihçinin Osmanlı'nın ilk dönemiyle
ilgili yaptığı araştırmalar da meyvesini verdi.
Yıllardır Yenişehir'in tarihiyle ilgilenen ve bu
alanda pek çok eseri bulunan Araştırmacı Yazar
Nurettin Baydur, Osmanlı Beyliği'ne devlet olma
yolunu açan Köprühisar'daki gelişmeleri Bursada
Bugün'e anlattı. Osmanlı'nın Yenişehir'i almak için
öncelikle Köprühisar'ı Bizans tekfurluğundan
aldığını ifade eden Baydur, "Köprühisar
Osmanlılardan önce Rum tekfurluğu yönünden çok
önemli bir merkez ve tarihi ipek yolu kenarındadır.
Köprühisar önemli bir tekfurluk merkezi buranın
alınması da Osmanlı'yı uzun süre yormuştur. Osman
Gazi 1280'lerden 1300'e kadar uzayan yaklaşık 20
yıllık Osmanlı devletinin doğuş süreci evresinde
ufak uç beyliğini güçlendirmek için bir dizi yerel
çatışmalar yapmıştır" diye konuştu.
DEVLETİN İLK TEMELLERİ ATILDI
Koyunhisar savaşı sayesinde Osmanlı Beyliği´ne
devlet olma yolunun açıldığını ifade eden Baydur,
"Koyunhisar savaşı 1302 yılında yapıldı. Osman
Gazi'nin yükselişinden rahatsız olan ve tehlikeyi
önceden sezen Bilecik Tekfuru, Yarhisar tekfurunun
kızı ile evlendireceği oğlunun düğününe Osman
Gazi'yi de çağırarak ona pusu kurup öldürmeyi
amaçladı. Fakat Osman Gazi'nin dostu olan ve Bilecik
Tekfuru ile aralarından düşmanlık bulunan Harmankaya
Tekfuru, bu tuzağı Osman Gazi'ye haber vererek onun
tuzağa düşmesini engellemiş ve 100 askere kadın
giysileri giydirerek oyun içinde oyun diye
adlandırılan bir taktikle bu kenti almıştır. Bu
çatışmalar sonunda Bilecik tekfuru öldürülmüş;
Bilecik ve Yarhisar kaleleri Osman Bey eline
geçmiştir. Bu evrede ilk başarı Köprühisar'ın beylik
güçleri eline geçirilmesi ile başlamıştır. Bu
dönemde Osman Bey Yenişehir'i beylik merkezi
yapmıştır" ifadelerini kullandı.
bursadabugun.com, Haber: Rabia Deniz, 10.04.2013
|

|
BU GÖLÜN SIRRI NE?
İsrail'deki Galilee Gölü'nün altında bulunan 60 bin tonluk gizemli taş yapı, dünyada heyecan yarattı.
Üzerlerinde herhangi bir kesme, yontma izi bulunmayan 10 metre derinliğindeki taş ve blokların insanlar tarafından yapıldığına inanılıyor.
Arkeologlar, yapının gölün suyla dolması nedeniyle su altında kalmış olabileceğini açıklarken, 4 bin yıldan daha eski olduğu düşünülüyor. Gölün çevresinde ise, 19 kilometre uzaklıktaki, kuzey batıda Khirbe Betehia isimli yerde 4 bin yıldan eski olduğu tahmin edilen yapılar var.
Sualtı arkeologları yakında yapının amacını ve özelliklerini ortaya çıkarmak için kapsamlı çalışmalar başlatacak.
Habertürk, 10.04.2013
|
TARİHİ HÜKÜMET KONAĞI BUTİK OTEL OLDU!

İzmir'in Bayındır'daki, iki katlı tarihi eski
Hükümet Konağı binası, belediye tarafından restore
ettirilip, 12 odalı butik otele dönüştürüldü.
Otelin, 26 Nisan'daki 16'ncı Uluslararası Çiçek
Festivali'nde hizmete gireceği bildirildi.
Bayındır Belediyesi, ilçedeki konaklama
alanındaki yetersizliği ortadan kaldırmak için iki
yıl önce harekete geçti. Bu kapsamda, geçen Nisan
ayında mülkiyeti Hazine'ye ait 142 yıllık tarihi
geçmişe sahip Hükümet Konağı'nın eski binasının
restorasyonu yapıldı. Belediyeye kesin tahsisi
yapılan geçmişte Hükümet Konağı ve kız sanat okulu
olarak kullanıldıktan sonra 28 yıl atıl kaldığı için
virane haldeki binanın ayağa kaldırılmasının
ardından, tüm yasal işlemleri bitirilip, butik otele
dönüştürüldü. Restorasyonu, Tarihi Kentler Birliği
2011 Ulusal Restorasyon Uygulama Ödülü alan 12 oda,
restoran, kahvaltı salonu ve kafeteryası bulunan 2
katlı otelin kiralanması için 2 Nisan'da ihaleye
çıkıldı. İhaleyi, 10 yıllığına restorasyonu yapan Su
Yatırım, Turizm, Gıda Ltd. Şti. kazandı. Firma
yetkilileri, çalışmalara hız verdiklerini, oteli 26
Nisan'daki 16'ncı Uluslararası Bayındır Çiçek
Festivali'nde hizmete açacaklarını bildirdi. Otelin
odalarında tarihi binanın dokusuyla uyumlu ahşap
mobilyaların kullanacağını belirten firma
yetkilileri, restoran ve kafeteryasının halka
sürekli açık olacağını da belirtti.
Göreve geldiklerinde, "Ata yadigarı eserlerimizi
ayağa kaldıracağız" dediklerini hatırlatan Ak
Partili Bayındır Belediye Başkanı Mehmet Kertiş, "Bu
sözümüzü tutup, 1.5 yıl içinde tarihi Hükümet Konağı
binasını eski ihtişamlı günlerine döndürdük. İlçenin
tarihi dokusuna katkı sağlayan binayı otele
dönüştürüp, ilçedeki konaklama eksikliğini de
giderip, bir taşla iki kuş vurmuş olduk. Binanın
restorasyonu konusunda bize destek veren Kültür ve
Turizm eski Bakanımız Ertuğrul Günay'a
teşekkürlerimizi sunuyoruz" dedi.
Yapı, 10.04.2013
|
TÜBİTAK İLE DARWIN BARIŞTI

2009 yılında başlayan
tartışmada, son olarak evrim teorisini anlatan
kitapların basımının durdurulduğu iddia edilmişti.
TÜBİTAK'tan, iki kitabın raflardaki yerini aldığı
açıklaması geldi.
Tartışma, UNESCO'nun Charles Darwin yılı olarak
ilan ettiği 2009'da başlamıştı.
TÜBİTAK , Bilim ve Teknik Dergisi’nin 15
sayfasını ve kapağını Evrim Teorisi’nin Darwin’e
ayırmış, ancak bu bölüm yönetim kurulundan veto
yemişti. Büyük tartışma yaratan olay, daha sonra
TÜBİTAK'ın evrim teorisini anlatan kitapların
basımını ve satışını durdurduğu iddaisıyla
alevlenmiş, kurumdan bu iddialara yalanlama
gelmişti.
Son gelişme, TÜBİTAK'ın, basımının durdurulduğu
iddia edilen kitaplar arasında yer alan 'Kör Saatçi'
ve 'Tüfek, Mikrop ve Çelik'in yeni baskı süreçlerini
tamamlaması oldu. Charles Darwin'in evrim teorisiyle
ilgili en bilinen kitaplarının yayın hakkı sözleşme
süreçlerinin tamamlandığı ve yeni baskılarının
yapıldığı açıklandı. Richard Dawkins'in yazarı
olduğu ve çevirmenliğini Feryal Halatçı'nın yaptığı
'Kör Saatçi' ile Jared Diamond'un yazıp,
Ülker İnce'nin çevirdiği 'Tüfek, Mikrop ve
Çelik', kitapçılar ile TÜBİTAK Bilim Yayınları satış
ofisi ve internetten satışa sunuldu. Okuyucular,
'Kör Saatçi'yi 12 liraya, 'Tüfek, Mikrop ve Çelik'i
ise 14 liraya alabiliyor.
Radikal, 10.04.2013
|
TARİHİ YALIDA YANGIN


İstinye'de sabah 06.00 sıralarında çatı kısmında
yangın çıkan tarihi
Muşir Fuat Paşa Yalısı'ndaki yangın çok sayıda
itfaiye ekibinin çalışması sonucu söndürüldü.
Çalışmaların ardından bir açıklama yapan Dışişleri
Bakanlığı İstanbul Temsilcisi Büyükelçi Mehmet
Dönmez, 'Saat 06.00 sıralarında bana haber
verildiğinde olay yerine geldim. Buradaki nöbetçi
polis arkadaşımız yangını haber vermiş. Alarmı
duyması üzerine derhal emniyete ve itfaiyeye haber
verdiğini söyledi. Anında müdahale yapıldı' dedi.


Yapılan çalışmalar sonucunda yangının tamamen
söndürüldüğünü ifade eden Dönmez, 'Ben gelişmelerle
ilgili sayın Bakanımıza ve diğer yetkililere anında
bilgi verdim. Gördüğünüz gibi yangın tamamen kontrol
altına alındı. Ancak binanın tamamen kullanıma
geçebilmesi için belirli bir temizlik ve bakım
yapılması gerekiyor. Onları yaptıktan sonra da kısa
sürede faaliyete geçirilecek. Büyük yıkım şeklinde
bir hasar yok. Ama itfaiyenin söndürme çalışmaları
sırasında içeriye giren suyun verdiği zarar var. Bir
de üst katta orta bölümdeki camlı kısmın alçı
barlarında çökmesi neticesi oluşan hasar var.
Bunların yapılmasından sonra bina tekrar faaliyete
geçirilecek' şeklinde konuştu.
Sarıyer İstinye'de bulunan tarihi Muşir Fuat
Paşa Yalısı'nda sabah saatlerinde çıkan yangın uzun
süren çalışmaların ardından tamamen söndürüldü.
Büyükelçi Mehmet Dönmez,
tarihi yalıda 'Büyük yıkım şeklinde bir hasar
yok' dedi.
İstinye'de sabah 06.00 sıralarında çatı kısmında
yangın çıkan tarihi Muşir Fuat Paşa Yalısı'ndaki
yangın çok sayıda itfaiye ekibinin çalışması sonucu
söndürüldü. Çalışmaların ardından bir açıklama yapan
Dışişleri Bakanlığı İstanbul Temsilcisi Büyükelçi
Mehmet Dönmez, 'Saat 06.00 sıralarında bana haber
verildiğinde olay yerine geldim. Buradaki nöbetçi
polis arkadaşımız yangını haber vermiş. Alarmı
duyması üzerine derhal emniyete ve itfaiyeye haber
verdiğini söyledi. Anında müdahale yapıldı' dedi.
Yapılan çalışmalar sonucunda yangının tamamen
söndürüldüğünü ifade eden Dönmez, 'Ben gelişmelerle
ilgili sayın Bakanımıza ve diğer yetkililere anında
bilgi verdim. Gördüğünüz gibi yangın tamamen kontrol
altına alındı. Ancak binanın tamamen kullanıma
geçebilmesi için belirli bir temizlik ve bakım
yapılması gerekiyor. Onları yaptıktan sonra da kısa
sürede faaliyete geçirilecek. Büyük yıkım şeklinde
bir hasar yok. Ama itfaiyenin söndürme çalışmaları
sırasında içeriye giren suyun verdiği zarar var. Bir
de üst katta orta bölümdeki camlı kısmın alçı
barlarında çökmesi neticesi oluşan hasar var.
Bunların yapılmasından sonra bina tekrar faaliyete
geçirilecek' şeklinde konuştu.
Sabah, 10.04.2013
|
MİRAS KAVGASI TARİHİ ESERLERE UZANDI

Ünlü
işadamı Salih Tatlıcı'nın ikinci evliliğinden oğlu
Uğur Tatlıcı'nın otelindeki tescilli kültür varlığı
ev süslemelerine, Antalya Müzesi tarafından el
konulmak üzere ölçümleri alınmaya başladı.
İşadamı
Tatlıcı'nın ölümüyle ilk evliliğinden olan Ali,
Ahmet ve Mehmet Tatlıcı kardeşler ile üvey kardeş
Uğur Tatlıcı arasında miras kavgası devam ediyor.
İşadamı Tatlıcı'nın paha biçilemeyen koleksiyonu
konusundaki anlaşmazlığın ardından Uğur Tatlıcı,
Kanuni ve III. Selim'in fermanlarının da yer aldığı
koleksiyonu saklayıp 'çalındı süsü' vermekle
suçlanmıştı. Polis, Uğur Tatlıcı'ya ait şirkete
baskın yapmış, eserlerin büyük bölümü bulunmuş ve
müzeye kaldırılmıştı.
Uğur Tatlıcı'ya ait olan ve geçen yıl yapılan tadilatla A'den Z'ye
yenilenen Antalya'nın Serik İlçesi'ne bağlı
Kadriyeköy'deki Crystal Tat Beach Resort Hotel'in
bir odasındaki kültür varlıklarına, Antalya
Arkeoloji Müzesi'ne teslim edilmesi kararı çıktı.
Kardeşlerin mahkemeye başvurması sonucu bir otel
odasını süsleyen ahşap yapılara el konulması
istenmişti. Uğur Tatlıcı'nın mahkemeye itirazı
sonucu değiştirmeyip yürütmeyi durdurma kararı
çıktı. Bunun üzerine Antalya Arkeoloji Müzesi
arkeologları, odadaki eski eşyaları fotoğrafladı. U
şeklindeki odadaki tarihi önemi olan eşyaların kaç
parçadan oluştuğu ve nasıl zarar verilmeden yerinden
çıkartılacağı hesaplanma aşamasına gelindi.
Sabah, Haber: Göksel Yapar, 10.04.2013
|
KOCA SİNAN'A BURUK ANMA
Mimar Sinan’ın ölümünün
425. yılı dolayısıyla yazılı bir açıklama yapan
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi,
Türkiye’de mimarlığın gerek yaratıcı süreç gerek
uygulama sürecinde karşılaştığı yıpratıcı ve
dönüştürücü ortamdan dolayı duyulan rahatsızlığa
dikkat çekerek, "Bu burukluğumuzu da O’nunla
paylaşmak istiyoruz" görüşüne yer verdi.
Geçen yıl yine Süleymaniye’de türbesi başında
düzenlenen anmada kendisine
Selimiye Camisi
ve Külliyesi'nin
'Dünya Mirası
Listesi'ne girdiği müjdesinin verildiğinin
anımsatıldığı açıklamada, ancak, O’nun kalfalık
eseri olarak andığı Süleymaniye Camisi’nin
İstanbul’la ve Haliç’le kurduğu özgün estetik bağı
koparan bir köprünün tüm tartışmalara karşın
kayıtsızca inşa edilmesinin üzüntüyle izlendiği
kaydedildi. Mimar Sinan'ın yaratıcı dehası ile,
ancak 1990’lı yıllardan beri evrensel ölçekte bir
kavram olarak tartışılan 'kültürel peyzaj'
kavramını yüzyıllar öncesinden tanımladığının
vurgulandığı açıklamada, şu görüşlere yer verildi:
"Mimar Sinan’ın mimarlığı, sayısız bilimsel
çalışmanın konusu olmuştur. Çağdaş mimarlığa sunduğu
yaklaşımlar irdelenmiş ve günümüz mimarlarına ışık
tutan boyutu vurgulanmıştır. Bugün tabii ki bunları
uzun uzun yinelemeyeceğiz. Ancak Mimar Sinan’ı
araştırmak, yalnızca O’nu günümüz mimarlığı için bir
ilham kaynağı olarak görmek demek de değildir. Kendi
döneminin toplumsal yaşamının, kültürünün,
mimarlığının, beğenisinin ve ekonomik gücünün bir
göstergesi olarak yarattığı mimarlığın korunması ve
yaşatılması; bizden sonraki kuşakların da tarihi
kentle bütünleşmiş bu özel mimarlıkla birlikte
yaşamasının sağlanması günümüz mimarlarının temel
görevlerindendir. Bu bağlamda O’nun kalfalık eseri
olarak andığı, İstanbul’un kent siluetini tanımlayan
en temel öğe olan Süleymaniye Camisi’nin İstanbul’la
ve Haliç’le kurduğu özgün estetik bağı koparan bir
köprünün tüm tartışmalara karşın kayıtsızca inşa
edilmesini üzüntüyle izliyoruz.
Günümüzde Türkiye’de yalnız tarihi kentler ve
anıtlar değil, bütün yapılı ve doğal çevre büyük bir
tehdit altındadır. Kent ve ülke sathında hem yapılı
çevrelerin hem de doğal coğrafi ortamların kökten
değişimine neden olacak yeni yasalar ile plansız ve
öngörüsüz bir sürece girildi. Osmanlı Devletinden
beri süregelen mesleki lonca geleneğinin çağdaş
kurumlaşması olan meslek odalarının yine yasal
düzenlemelerle işlevsizleştirilerek Odamızın
toplumcu mimarlık yolundaki çalışmaları engellenmeye
çalışılıyor.
Bu bağlamda Türkiye’de mimarlığın gerek yaratıcı
süreç gerek uygulama sürecinde karşılaştığı
yıpratıcı ve dönüştürücü ortamdan dolayı mutsuzuz.
Türkiye’deki mimarlık ortamını ve yapılı çevre
niteliğini daha iyi bir düzeye çıkarma çabasında
yalnızlaşmanın zorluğunu yaşıyoruz. Çağdaş dünyanın
ve modern yaşamın olmazsa olmazı olan sağlıklı ve
nitelikli, insana değer vererek insan için
tasarlanmış, kendine özgü özel değeri olan kimlikli
kentsel ortamların yaratılması sürecinde, enerjimizi
ve birikimimizi buna karşı geliştirilen yasal
düzenlemelerle mücadele etmek için harcamaktan
dolayı üzgünüz.
Ölümünün 425. Yılında Koca Sinan’a selam ederken, bu
burukluğumuzu da O’nunla paylaşmak istiyoruz".
Yapı, 09.04.2013
|
SEMAVİ EYİCE'NİN İSTANBUL ANILARI KİTAPLAŞTIRILDI
Sanat tarihçi Semavi Eyice'nin hayatına ve
İstanbul'a dair anıları kitaplaştırıldı. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ. Yayınları Hatırat
Serisi'nin ilk kitabı olan 'Semavi Eyice ile
İstanbul'a Dair', şehir tarihi konusunda ilk ağızdan
bilgileri okuyucuya sunuyor.
Semavi Eyice ile yapılan
röportajlar doğrultusunda hazırlanan kitapta,
İstanbul'un mimarisi, göz alıcı yapıları, mesire
yerleri, bayram yerleri, sinemaları, lehçesi, kentin
kültür müessesleri, yangınları, depremleri, şehirde
suyun temini gibi konular yer alıyor. İstanbul'un
eski fotoğraflarının da görülebildiği kitapta,
Semavi Eyice çocukluğunu, gençliğini, üniversite
yıllarını, akademik serüvenini, yurt dışı
tecrübelerini, sanat tarihi alanında yaptığı
çalışmaları da anlatıyor. Üç ana bölümden oluşan
kitabın birinci bölümünde, Eyice'nin aile hayatı ve
eğitimi, ikinci bölümünde mesleki çevresi, son
bölümde ise tarih, mimari, kültür ve sanat
alanlarıyla ilgili İstanbul izlenimlerine yer
veriliyor.
Yapı, 09.04.2013
|
|
 |
137 YILLIK TARİHİ BİNA OTELE DÖNÜŞÜYOR
Escort Computer'in kurucusu İbrahim Özer, gayrimenkul sektörüne girdi. 1987'den beri IT sektöründe faaliyet gösterirken tarihi binalara olan ilgisiyle baba mesleği müteahhitliğe soyunan İbrahim Özer'in yaklaşık 5 yıl önce kurduğu Nar Gayrimenkul, Galata'daki 137 yıllık tarihi Barnathan Apartmanı'nı otele dönüştürmeye hazırlanıyor. Galata'da 3 tarihi bina satın alarak restore edip rezidans işletmeciliğine başlayan şirket, tarihi binayı 100 odalı 5 yıldızlı süper lüks bir otele çevirecek. Nar Yatırım'ın bugüne kadar otel ve konut alanında 350-400 milyon TL satış değerine sahip projesi bulunuyor.
Özer "Bir yılda fiyatlar yüzde 10 arttıysa, bu bölgede yüzde 20 yükseldi. 4 sene önce 3 bin dolarken bugün 6 bin dolar. 3 yıl sonra da 10 bin doları görmesini bekliyoruz" dedi.
Nar Yatırım Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Özer, "Galata'nın yüzük taşı sayılan tarihi binanın 10'un üzerinde hissedarı vardı. 3 yıl boyunca tapudan hisse sahiplerini aradık. Hatta birini Facebook'tan bulduk" diye konuştu.
Özer, geçen yıl satın aldıkları binanın renovasyon projesini de hazırlayarak otele dönüştürmek için Anıtlar Genel Kurulu'ndan izin alma sürecine girdiklerini söyledi. Eylülde inşaata başlayacaklarını belirten Özer, yaklaşık 40 milyon dolara mal olacak otelin 2015 sonunda açılmasını öngördüklerini ifade etti. Barnathan'a yabancıların yoğun ilgi gösterdiğini ve işletmek için teklif aldıklarını söyleyen Özer, işletmek için talepleri değerlendirebileceklerini belirtti.
Sabah (Kısaltarak), Haber: Seda Tabak, 09.04.2013
|
ÜNLÜ YALI, İCRAYA DÜŞTÜ
İstanbul Üsküdar
İlçesi'nde Kandilli Göksu Caddesi
üzerinde bulunan İsmail Paşa Yalısı 7 milyon 900 bin
lira tahmini bedelle satışa çıktı.
İstanbul Anadolu 12. İcra Dairesi tarafından satışa
sunulan dairenin KDV oranı yüzde 18 olarak
belirlendi.
2630 metrekare üzerinde inşa edilmiş olam İsmail
Paşa Yalısı, 18 Haziran 2013 tarihinde saat 14:00'te
Anadolu 12. İcra Müdürlüğü tarafından satışa
çıkarılacak. İlk ihalede alıcı çıkmaması durumunda
18 Temmuz 2013'te yeniden ihaleye çıkılacak.
Sabah, 09.04.2013
|
|
SEVSEREK HAN'DA
PAYDOS!

Malatya- Pütürge
karayolu üzerinde merkeze bağlı Yaygın beldesinde
yakınlarında bulunan, geçtiğimiz yıl yapılan çevre
kazısıyla ortaya çıkarılan ve kültür turizmine
açılması için yenileme (restorasyon) çalışmalarına
başlanan Selçuklu dönemi yapılarından Sevserek
Han’da çalışmalar durdu. Yetkililer “Yenileme
ödeneği için Kültür ve Turizm Bakanlığ’na başvurduk”
diyerek çalışmaların başlaması için ödeneği
beklediklerini iddia ederken, yetkililer
“Bakanlığımız, restorasyon çalışmalarında öncelikli
olarak kendilerine tahsisli eserleri tercih ediyor.
Kendilerine tahsisli olmayan eserlere ödenek
ayırmaları pek mümkün değil” diyerek bakanlığın
ödenek tahsisinde bulunamayacağını ifade ettiler.
İl Özel İdaresi
bünyesinde bulunan Koruma ve Uygulama Denetim Bürosu
(KUDEB)’nun girişimleriyle teknik kazı çalışmalarına
başlanan Sevserek Han’da çalışmalar ödenek
yokluğundan durdu. Bir önceki Vali Ulvi Saran’ın
kendine özgü kaynak yaratma yöntemiyle gündeme
getirdiği fakat uygulanabilirliği konusunda ciddi
yasal ve ödenek engellerinin olduğu projelerden biri
olan Sevserek Han için İl Özel İdare’nin
bakanlıktan ödenek talebi olumsuz karşılandı. Ödenek
yokluğundan tarihi handa çalışmalar durdu ve demir
kapıyla muhafaza altına alınan han kaderine terk
edildi.
Sevserek Han’ın
Restorasyon Süreci
Mülkiyeti Hazineye ait
olan Sevserek Han’ında, tek yetkili Malatya Müzesi
olmasına rağmen KUDEB tarafından ön çalışma denilen
teknik kazıları yapılarak en kısa sürede
restorasyona başlanılacağı ve ilimizin kültür
turizmine kazandırılacağı kamuoyuna duyurulmuştu.
Restorasyon için ödenek
tahsisi talebi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan
hanın kendilerine tahsisli olmadığı gerekçesiyle
kabul edilmedi ve tarihi eser kaderine terk edildi.
Konu ile ilgili olarak
yetkililer, “Bu tür eserlerin restorasyonu için
ödenek ayırabilmemiz için eserlerin bize tahsisli
olması gerek. Ama Sevserek Han bize tahsisli değil.
Ödenek ayırmamız çok zor.” diyerek ödenek tahsisinin
neredeyse imkansız olduğunu belirttiler.
Restorasyon
çalışmalarının 2014 yerel seçimlerinden önce
başlamasının çok zor olacağını belirten teknik
uzmanlar ise “ Konu, Bakanlık, Valilik, Hazine
arasında gidip gelecek. Seçimlerden sonra bu tür
eserler büyük şehir uhdesine geçeceği için
çalışmalar ancak o zaman başlar” diyerek
restorasyona 1 yıldan önce başlanılmasının mümkün
olmadığını belirttiler.
Saran Ne Demişti?
2011 yılında Sevserek
Hanı'nda çalışmaların başlaması dolayısıyla
düzenlenen kokteylde bu eserin gün ışığına
çıkarılışının hikayesini anlatan dönemin Valisi Ulvi
Saran, KUDEB ve Müze'nin müşterek çalışması sonucu,
toprak altında kalan Sevserek Han'ın temizlik
kazısının bitirildiğini, gün ışığına çıkartılması
sırasında çeşitli tarihi para ve eşyaların da
bulunduğunu, 1200'lü yıllardan kalma madeni eşya ve
paraların da yer altında çıkarıldığını belirterek,
"2 aylık bir çalışma sonucu Han'ımız ortaya çıktı.
Restorasyon projesi ihale edildi. Proje 1-2 ay
içinde tamamlandıktan sonra restorasyonuna
başlanacak. 1 yıl içerisinde de tamamen
bitirilmesini planlıyoruz. Bilahare Han'ın hangi
amaçla kullanılacağına karar vereceğiz."demişti.
İpek yolu üzerinde,
Nemrut güzergahında bulunan Sevserek Han'ın yıllarca
toprak altında kaldığını ve tahribat yaşadığını
belirten Vali, "Bunun gibi 6 adet han daha
bulunmaktadır. Sevserek Han'dan başlayarak Nemrut'a
doğru 60 kilometrelik yol boyunca Sevserek 2 Han,
Görk Han, Tepehan, Yandere Han, Çat Han, Birinci
Taşkale Han ve 2. Taşkale Han bulunmaktadır. Hepsini
sırasıyla ortaya çıkarıp Malatya'ya kazandırmak
istiyoruz. Sevserek Han'ın 800 yıllık bir geçmişi
bulunmaktadır. İpek Yolu üzerinde ticaret yapan
kervanlar buralarda konaklamış. 1600 metrekarelik
bir alana sahiptir. 150 yıl önce kendi kaderine terk
edilip harabe hale gelen ve üzeri tamamen toprakla
kapanıp yer altında kalan Han'ı titiz bir çalışmayla
ortaya çıkardık. Malatya Şifahenesi ya da bir sağlık
merkezi gibi kullanmayı düşünüyoruz. Buna ileriki
aşamalarda karar vereceğiz"diye konuşmuştu.
Malatya Haber,
08.04.2013
|
KANAL İSTANBUL'UN GÜZERGAHI NETLEŞİYOR

Tarihi Yarımada’yı “Tarihi Ada”ya dönüştürecek
kanal büyük ihtimalle Küçükçekmece, Başakşehir,
Arnavutköy hattında açılacak.
Bu güzergahın seçilmesinde, kamulaştırma
maliyetlerinin düşük olması ve ortaya çıkacak
hafriyatın minimuma inmesi etkili oldu. Hükümetten
sızan ve basına da yansıyan bilgilere göre Kanal
İstanbul'un Marmara'ya açılacağı nokta olan
Küçükçekmece Gölü'nün evsel ve sanayi atıkları
nedeniyle kirli olması, göl işlevinin ortadan
kaldırılmasına olanak sağlıyor. Taraf Gazetesi’nin
haberine göre göle kanalla bağlanacak Sazlıdere
Barajı'nın yer aldığı vadide rakım düşük olduğu için
kazı açısından da problem yaşanmayacak. Bölge, orman
ve tarım alanlarıyla çevrildiği için de istimlak
problemi olmayacak. En önemlisi ise, kanalın
Karadeniz'e açıldığı noktanın aynı zamanda üçüncü
havaalanı proje alanı olması. Yani Kanal İstanbul,
Küçükçekmece'den başlayarak, Sazlıdere Barajı, bu
baraja kaynaklık eden derelerin geçtiği vadi ile
tarım ve orman alanlarından geçecek. Böylece hem
ortaya çıkan hafriyat az olacak hem de kamulaştırma
maliyeti düşük olacak.
Kulağa hoş geliyor. Peki, gerçekten bu
kadar kolay ve sorunsuz mu?
Küçükçekmece Gölü'nün içme suyu havzası
özelliğini kaybettiği, sık sık meydana gelen balık
ölümleriyle gölün çevresel riskler yarattığı doğru
ancak göl çevresinin büyük bir ölümü birinci derece
sit alanı. Bu alanda yer alan Yarımburgaz'daki
neolotik yerleşimin ne olacağı Kanal İstanbul
projesinde belirtilmiyor. Projede uluslararası yankı
uyandıracak bir arkeolojik kriz kapıda.
Bununla birlikte, Toplum İçin Şehircilik
Platformu'nun ortaya koyduğu verilere göre, kanalın
geçeceği Sazlıdere Barajı halen içme suyu havzası
niteliği taşıyor ve havzanın bulunduğu alandaki
dereler geniş tarım alanlarını besliyor. Projeyle
Sazlıdere Barajı devre dışı kalacak. Bu durumun içme
suyu ve sulama açısından problem yaratmayacağı,
Melen Çayı'ndan gelen suyun bu barajın yerine ikame
edileceği belirtiliyor ancak bu bilgi gerçeği
yansıtmıyor. Çünkü resmi verilere göre Sazlıdere
Barajı İstanbul'a yıllık 50 hm3'lük içme suyu
sağlıyor.
Yine resmi verilere göre kanalın geçeceği
Sazlıdere Vadisi'nin yüzde 52'si “iyi korunmuş”
orman arazilerinden oluşuyor. “Bozuk orman” vasfında
olan kalan yarısında ise tarım alanları yer alıyor.
Vadi topraklarının yüzde 35'i yani 176,4 km²'si
tarıma ayrılmış durumda.Toplum İçin
Şehircilik Platformu'ndan Nazım Akkoyunlu'nun
aktardığı bilgilere göre, proje alanına gelecek
nüfus “200 kişi/ha yoğunluk” üzerinden en az
6.272.000 kişi olacak. Bu denli büyük bir nüfusun
ihtiyaçlarının karşılanması için bölgede geniş çaplı
bir imar hareketi başlayacak. Bölgede arsa fiyatları
şimdiden astronomik rakamlara ulaştı bile.
Bu açıdan projede hesaplanmayan bir nokta da
bölgenin depremselliği. Resmi verilere göre proje
alanı üçüncü derecede riskli deprem bölgesi. Ancak
vadideki zeminin depreme karşı mukavemeti bir hayli
zayıf. Bölgedeki dere yatakları heyelan potansiyeli
oluşturuyor. Yerleşime açılacak yamaçlar haritalarda
riskli bölgeler olarak işaretleniyor. Uzmanlara göre
bu alanda en fazla iki katlı yapılaşmaya izin
verilebilir. Kanal İstanbul ve üçüncü havaalanının
kesiştiği, milyonlarca kişinin yerleşimine açılacak
proje alanında çok katlı yapılaşmanın kaçınılmaz
olduğu kuşkuya yer bırakmıyor.
Yapı, 08.04.2013
|
BULGAR DEMİR KİLİSESİ İÇİN ÜÇ MİLYONLUK RESTORASYON

İstanbul Büyükşehir ve İstanbul Özel
İdaresi, dünyanın tek demir kilisesi olan Bulgar
Sveti Stefan Kilisesi’ni 3 milyon liraya restore
ediyor. Demir Kilise sevinci yaşayan Bulgar
Eksarhlığı Vakfı, Şişli’de iade edilen 70 dönüm
arsayla da maddi sıkıntıdan kurtuldu.
Yıllardır 2 bin 200 lira kira geliriyle ayakta durmaya çalışan Bulgar
Eksarhlığı Vakfı, Başbakan Erdoğan’ın
talimatıyla Fatih’teki Sveti Stefan Kilisesi
(Demir Kilise) restorasyonu ve Şişli’de
milyonluk arsasına kavuşmanın sevincini yaşıyor.
1921 yılında Hıristiyan Ortodoks Cemaati
tarafından kurulan Bulgar Eksarhlığı Vakfı’na
ait tamamen dökme demirden yapılan kilise, 143
yıl sonra İstanbul İl Özel İdaresi ve İstanbul
Büyükşehir Belediyesi tarafından 3 milyon lira
harcanarak yenileniyor.
70 dönüm arsa iade edildi
Azınlık vakıflarına mallarının iadesi
kapsamında da Şişli Motor Meslek Lisesi ve
Bahçeşehir Üniversitesi’nin bulunduğu Şişli’deki
70 dönümlük arsanın tapusu Bulgar Eksarhlığı
Vakfı’na tescil edildi. Şişli’nin en değerli
yerinde arsasına kavuşan vakıf, ünlü bir inşaat
firmasıyla kat karşılığı anlaşma yaptı. Vakfın
başkanı Vasil Liaze, mevcut 4 projeden birini
oluşturacaklarkı bir heyet tarafından
seçileceğini söyledi. Liaze, şunları kaydetti:
“Tapuyu almamıza ve bir inşaat firmasıyla
anlaşma yapmamıza rağmen sorunlar devam ediyor.
Arsanın üzerinde derme çatma bir okul, bir
üniversite ve bir spor kulübü var. Bunların terk
etmesi gerekiyor. Ayrıca Şişli Belediyesi de
yeni belediye binasını vakfa ait 5190 metrekare
arsa üzerine inşa ediyor. Kendilerini defalarca
ikaz etmemize rağmen, inşaat devam ediyor. Bir
çözüm bulunur diye bekliyoruz.”
“Bugüne kadar gayrimüslimlerin mallarını
elinden alan hükümetler vardı. İlk kez Başbakan
Erdoğan başkanlığındaki hükümet, almak yerine
vermeyi tercih etti” diyen Liaze, Erdoğan’ın
Türkiye için şans olduğunu ifade etti.
143 YIL SONRA HAYAT BULACAK
Demir Kilise olarak bilinen Fatih’teki Bulgar
Sveti Stefan Kilisesi, 143 yıl aradan sonra
İstanbul İl Özel İdaresi ve Büyükşehir
Belediyesi tarafından restore ediliyor. 2.5
milyon TL karşılığında ihale edilen ancak
artışlarla birlikte 3 milyon TL mal olacak
kilisenin kayan ahşap kolonları yerine 360 adet
40 metre boyunda beton kazık çakıldı. Balat ile
Fener arasında Haliç kıyısında bulunan ve halk
arasında Demir Kilise olarak bilinen Bulgar
Kilisesi 3 Mart 1878 de imzalanan Ayastefanos
Antlaşması’na dayanarak Bulgar hükümeti
tarafından yaptırılır. 500 ton demirden dökülen
kilise iki ay gibi kısa bir sürede inşa edilerek
8 Eylül 1898’de ibadete açılır.
Star, Haber: Şenol Baştakar, 08.04.2013
|
ÜNLÜ DEVLET ADAMININ MEZARI İÇLER ACISI
 
Kanuni
Sultan Süleyman’ın en yakın dostu olan, 13 yıl
boyunca Veziriazamlık görevini yürüten ve en
görkemli dönemindeyken hayata gözlerini yuman
Pargalı İbrahim Paşa’nın kabri, harap haliyle
görenleri şok ediyor. Vatandaşlar, yetkililerin hala
harekete geçmemesini de eleştiriyor.
Osmanlı Devleti’nin en önemli devlet adamlarından
biri olmasına rağmen son dönemde yayınlanan Muhteşem
Yüzyıl dizisiyle günümüzde gündeme gelen Pargalı
İbrahim Paşa, kabrinin ilgisizlikten harabe halinde
olmasıyla tartışılmaya devam ediyor. Dizideki ölüm
sahnelerinden sonra sıkça ziyaret edilir hale gelen
İstanbul Fındıklı’daki kabri, o dönemde
bakımsızlıktan dolayı harabe haliyle haberlere konu
olmuştu. Geçen onca güne rağmen yetkililerin tabela
asmak dışında ciddi anlamda harekete geçmemiş olması
ise vatandaşları üzüyor. Klimaların gölgesinde kalan
Canfeda Haziresi’nin içler acısı duruma isyan eden
vatandaşlar, bir diziyle gündeme gelince sadece
mezarlığa tabela eklenmesinin ve üzerindeki yabani
otlarının dahi sökülmemesinin komedi olduğunu ifade
etti. Büyük bir Osmanlı Veziriazamı’nın en azından
düzgün bir mezar taşı ve çevre düzenlemesini hak
ettiğini söyleyen bölge sakinleri, yetkililerin
görevlerini ciddi anlamda yerine getirmesini istedi.

PARGALI İBRAHİM PAŞA KİMDİR?
Bugün Yunanistan’da kalan Parga yakınlarındaki
bir köyde doğan İbrahim Paşa, 6 yaşında korsanlar
tarafından kaçırılarak Manisa’da dul bir kadına
satıldı. Manisa’da sancakbeyi olan Şehzade
Süleyman’la tanışarak iyi bir arkadaşlık kurdu.
Sultan Süleyman’ın maiyetinden idamına kadar
geçirdiği yıllar boyunca onun yakın arkadaşı ve
danışmanı oldu. Süleyman padişah olduktan sonra
onunla birlikte İstanbul’a geldi ve Osmanlı
Devleti’nde Sadrazamlık, Anadolu ve Rumeli
Beylerbeylikleri ve Seraskerlik dahil olmak üzere en
üst düzeylerdeki görevlerde bulundu. Belgrad’ın
fethinde, Rodos seferine katıldıktan sonra 1523′te
sadrazamlığa getirildi. Mısır’da asayişi sağlamakla
görevlendirildi ve kendisine Mısır Beylerbeyi unvanı
verildi. Bu esnada Mısır’da pek çok ıslahat
gerçekleştirdi. Macaristan seferine katıldı ve Mohaç
Savaşı’nın kazanılmasında önemli rol oynadı.
Avusturya İmparatoru’nu Osmanlı sadrazamına eşit
sayan 1533 tarihli İstanbul Antlaşması’nın
müzakerelerini bizzat yürüttü. Osmanlı
İmparatorluğu’nun o dönemde bilinen dünyayı
şekillendiren üstün dış politikasının kontrolü
tamamen İbrahim Paşa’nın elindedir.
İktidar hırsıyla padişahtan kendisini soğutmaya
başlamıştır. 1536 yılında gücünden kaygılanan Kanuni
Sultan Süleyman’ın emri ile öldürüldüğü iddia
edilmektedir. Ayrıca Makbul İbrahim Paşa’nın Hürrem
Sultan’ın oğlu olmayan Şehzade Mustafa’yı
desteklemesinden dolayı ölümünde Hürrem Sultan’ın da
büyük bir rol oynadığı rivayet edilir. İbrahim Paşa,
Fransızlara verilecek olan kapitülasyonlarla ilgili
çalışmalarını yürütürken, 14-15 Mart gecesi iftar
için saraya davet edildi. İftardan sonra dört dilsiz
cellat tarafından boğuldu. Daha önce Makbul olarak
anılırken, ölümünden sonra Maktul olarak anıldı.
arkeolojihaber.net, 08.04.2013
|
"BU STAD İSTANBUL'UN HANGİ İMAR PLANINDA GÖRÜLÜYOR?"
Mimar ve Yazar Doğan Hasol, Harem’e yapılması
düşünülen "Boğaz Stadı" Projesi ile ilgili, “Bizim
bildiğimiz kadarıyla bu tür işler şehir planı, hatta
bölge planı kapsamında yapılır. Bu stat acaba
İstanbul’un hangi imar planında görülüyor? Kararı
kim, hangi araştırmalara göre vermiş?” diye sordu.

Mimar ve Yazar Doğan Hasol Cumhuriyet Gazetesi’ne
yazdığı bugünkü köşe yazısında 2020 Yaz
Olimpiyatları kapsamında Harem’e yapılması planlanan
“Boğaz Stadı”nı kaleme aldı. Hasol, Boğaz Stadı’nın
IOC yöneticilerini olumsuz etkileyebileceğini ifade
ederek, “Stadın İstanbul’a zarar vereceğini bile
düşünüp kötü puan verebilirler” dedi. Hasol, aynı
zamanda yazısında şehirlerle ilgili kentsel
planlamayı etkileyebilecek en önemli kararların
Ankara’dan verilmesini de eleştirdi.
İşte Doğan Hasol’un yazısı
Harem’e Olimpiyat Stadı
“Şimdi bu da nereden çıktı?” demeyin. Hani
Türkçede “Olmaz olmaz!” diye bir söz vardır. Çok
doğru… Bakarsınız bu da oluverir. Bugüne kadar neler
olmadı ki?..
2020 Yaz Olimpiyatları’nı ve Engelli
Olimpiyatları’nı İstanbul’a almak için girişilen
tanıtım kampanyasının adımlarından biri bu. Harem’de
limanın ve şehirlerarası otogarın bulunduğu yere 70
bin kişilik bir stadyum yapılacakmış; olimpiyat
oyunları sonrasında da bir bölümü sökülerek 20 bin
kişilik hale getirilecekmiş. Stadın adı bile hazır:
Boğaziçi Stadı!
Bizim bildiğimiz kadarıyla bu tür işler şehir
planı, hatta bölge planı kapsamında yapılır. Bu stat
acaba İstanbul’un hangi imar planında görülüyor?
Kararı kim, hangi araştırmalara göre vermiş?
Anlaşılıyor ki Uluslararası Olimpiyat
Komitesi’nin (IOC) Değerlendirme Komisyonu üyeleri,
verecekleri şehir seçimi kararının ön araştırmaları
için İstanbul’da karşılanırken, bizim yetkililer
Harem’e böyle bir stat yapılmasına ya da
yapılacakmış gibi gösterilmesine yönelivermişler.
Zaten stadın gazetelerde çıkan canlandırma resimleri
de alelacele çırpıştırılmış izlenimi veren kaba saba
görüntüler.
Bizde olimpiyat işiyle ilgilenenler ve ilgili
bakanlıklar IOC’yi göz boyama yoluyla
kandıracaklarını sanıyorlarsa çok yazık! IOC
yöneticileri konularını çok iyi bilirler; onları
tutarsız projelerle ikna etmek kolay değildir.
Önerilen stadın İstanbul’a zarar vereceğini bile
düşünüp kötü puan verebilirler.
Olimpiyatların İstanbul’da yapılmasından yana
olduğumu belirteyim; bunu defalarca yazdım. Ne var
ki bu isteğimizin gerçekleşmesi ciddi olmamıza çok
bağlı.
Gelelim ülkemizde bu tür konuların ele alınış
biçimine… Bugünlerde, kentsel planlamayı
etkileyebilecek en önemli kararlar, başta İstanbul
olmak üzere bütün şehirler için, var olan planlar ve
yerel yönetimler aşılarak Ankara’dan verilir oldu.
Bu durum bölgesel plan kapsamında bir ölçüde kabul
edilebilir; ancak plan varsa ve onun kurallarına
uyulması kaydıyla… Yoksa “ben yaptım oldu”
anlayışıyla değil!
Ne yazık ki son zamanlarda alınan pek çok karar o
anlayışın izlerini taşıyor. İşte inatla sürdürülen
Taksim Meydanı düzenlemesi; Taksim Gezi Parkı’na
yapılmak istenen, -dışı başka içi başka- tarihi
kışla görünümlü rant tesisleri, Çamlıca’ya, Göztepe
Parkı’na cami, Haydarpaşa Garı ve çevresi, Boğaz’a
üçüncü köprü, Avrasya Tüneli, Galataport Projesi vb…
Yıkılmak istenen Emek Sineması, İnönü Stadı vb… Yok
edilen Taksim Gezi Parkı…
Üzerinde önemle durulması gereken başka bir nokta
da şudur: Geçici kaydıyla yapılan kimi yapılar zaman
içinde süreklilik kazanıyor. İşte örneği:
Galata’daki antrepolar ve transit ambarları. Bu
tesisler 1950’li yılların ikinci yarısında Adnan
Menderes’in başbakanlığı döneminde, imar planında
yer almadığı halde kendisinin kararıyla “geçici”
kaydıyla yapılmıştı. Bu tesisler, yapılacak planlara
göre İstanbul yakınında daha uygun başka bir yere
taşınacaktı. Ne var ki bu durum gerçekleşmedi, liman
işlevi başka yerlere taşındıysa da Galata’daki o
geçici tesisler kalıcılık kazandı. Şimdi onların
“geçici”likleri bir yana bırakılıyor ve yerlerine,
ranta dönük, çok daha yoğun yepyeni binalar
yapılmaya çalışılıyor.
Yıkılıp yeniden yapılması istenen İnönü Stadı’nda
da benzer bir durum söz konusu. Aslında baştan
yanlış yere yapılmış olan makul ölçüdeki stat
yıkılarak yerine çok daha büyüğü yapılacakmış. Bu
hangi planda var? Birisi lütfen açıklayabilir mi?
Defalarca yazdık, Dolmabahçe böyle bir yükü
kaldıramaz. Üstelik, mimarisi nedeniyle mevcut yapı
yasal koruma altında…
Harem Stadı konusunun da benzer bir statüye
geleceğinden korkulur. Yapılır mı bilemem ama,
yapılırsa korkarım ki o da kalıcılık kazanır. Hemen
şunu da anımsayalım: İstanbul’da bizim 80 bin
kişilik bir Olimpiyat Stadımız yok mu? O stat ne
yazık ki Amerikalıların ölü yatırımlar için
kullandıkları deyişle, bir “beyaz fil” oldu; bugün
hiçbir işe yaramıyor. Şimdi ondan vazgeçip yenisini
yapmayı IOC yetkililerine vaat ediyoruz.
Bir yandan İstanbul’u, bir yandan da
kaynaklarımızı tüketiyoruz. İstanbul tek…
Kaynaklarımız da o kadar bol değil. Sürekli savurup
duruyoruz. Aslında, kaynaklar kıtsa bunları daha
özenli, daha akıllıca kullanmak gerekmez mi? Bu soru
dünyanın incisi İstanbul için de geçerli.
Yapı, Kaynak: Cumhuriyet, 08.04.2013
|
MYRLEİA ANTİK KENTİ İÇİN DAVULLU YÜRÜYÜŞ

Bursa'nın Mudanya İlçesi Demirhane mevkiinde
Myrleia antik kenti üzerinde yapıldığı öne sürülen
alışveriş merkezi inşaatına yönelik sivil tepki
sürüyor.
Mudanya Halk Meclisi Derneği'nin
önderliğinde bir grup sivil üyenin
oluşturduğu Myrleia Antik Kent
Platformu, çadır nöbeti sonrasında
eylemlerine halaylar eşliğinde imza
toplayarak sürdürdü.
Mudanya Mütareke Meydanı'nda
toplanan platform üyeleri, davul ve
zurna eşliğinde çektikleri
halayların ardından, söz konusu
bölgedeki yapılaşma ile ilgili
gösterilen tepkiye rağmen inşaatın
devam etmesini protesto etti.
Vatandaşlardan imza toplayan
platform üyeleri Mudanya'nın
değerlerinin talan edilmesine sessiz
kalındığını öne sürdü.
Platform temsilcileri, Bursa Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu'nun inşaata devam kararı
öncesi ve sonrasında yaşanan süreci
anlatan 500'e yakın mektubu, Kültür
ve
Turizm Bakanı Ömer Çelik'e
göndermek üzere imzaladı.
Daha sonra Halk Meclisi Derneği'nden
iki üyenin seslendirdiği türküler
ardından meydanda toplanan platform
temsilcileri, açtıkları 'Tarih
katliamına son' pankartıyla Mütareke
Meydanı'ndan İskele Meydanı'na kadar
sloganlar eşliğinde yürüyüş yaptı.
Bölgede yeterli çalışmalar
yapılmadan inşaatın hızlı bir
şekilde başlanmasına karar verilme
nedenini soran platform
temsilcileri, "Müzeler Genel
Müdürlüğü'nün verdiği durdurma
kararına karşı 3 kez devam kararı
veren Bursa Koruma Bölge Kurulu bu
inşaatta neden bu kadar çok ısrar
etmektedir? Antik kentle ilgili
olarak 2012 yılında yapılan Yüzey
Araştırması Bilimsel Raporu neden
dikkate alınmamış ve
değerlendirilmemiştir. Bölgenin müze
haline getirilmek yerine ticari alan
dönüştürülmesi ve inşaat izinlerinin
verilme gerekçesi nedir" şeklinde
sorular yöneltti.
Platform üyeleri, sorularına
yetkililerden cevap beklediklerini
belirterek, inşaatın durdurulmasını
yineledi.
Platform temsilcilerinin gece
yürüyüşü alkışlarla sona erdi.
Cnn Türk, 08.04.2013
|
SAHRA, BEŞ BİN YIL ÖNCE ORMANMIŞ
Uzmanlar,
eskiden orman olan Sahra’nın nasıl çöle dönüştüğünü
mercek altına aldı. Elde edilen bulgular yeni iklim
modellemelerinde de kullanılacak.
ABD’nin en saygın üniversitelerinden
Massachusetts
Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT)
paleoklimatolojist (Dünya
iklim tarihi araştırmacısı) David McGee
Dünya’nın en büyük sıcak çölü olan Sahra üzerine
yaptığı araştırmada bölgenin geçirdiği değişimi
masaya yatırdı.
McGee önderliğinde gerçekleşen ve 30 bin yıl geçmişe
gidilen çalışmada Sahra’nın büyük göller,
hippopotamlar ve zürafalarla dolu ormanlık bir alan
olduğu hatırlatıldı. McGee, 5 bin yıl önce geçirilen
bu değişimin ‘dramatik’ bir iklim değişikliği
olduğunu söyledi.
Amerikan Dünya ve
Gezegen Bilimleri dergisinde yayımlanan
araştırmada bulunan yeni bulgular Dünya’nın kalan
yarısında da aynı dönemde bir değişim olduğunu
ortaya koydu. Dönemde değişen rüzgar sistemi ile
Atlas Okyanusu’nun taşıdığı kumların zaman
içinde kuru bir hava yarattığı bunun da çölün
oluşumuna sebep olduğu aktarıldı. McGee ve çalışmayı
yürüten diğer araştırmacılar bulguların
oluşturulacak yeni iklim modellemeleri için de
kullanılmasını öngörüyor.
Bedeviler yaşıyor
Dünya’nın en soğuk çölü olan Antartika’nın yanında
Sahra 9 milyon 400 bin kilometre karelik bir alana
yayılarak dünyanın en sıcak çölü olarak göze
çarpıyor.
Çin veya ABD gibi devasa ülkelerini
kapsayabilecek büyüklükte olan Sahra, Atlas
Okyanusu’ndan Kızıldeniz’e kadar uzuyor.
Yer yer 180 metreye ulaşan kum dağları ile kaplı
olan Sahra’da genel olarak Bedevi gruplar yaşıyor.
‘Erg’ adı da verilen kum çölü, sanılanın aksine
bütün çölün yalnızca beşte birini kaplıyor.
Milliyet, 08.04.2013
|
ESRARENGİZ MEZARLIK SİT ALANI OLDU

Batman Kozluk İlçesi Alıçlı
Köyü'ndeki esrarengiz
mezarlığın tapuya tescil edilmesi ve SİT alanı ilan
edilmesine dair karar çıktı.
Esrarengiz mezarlıkla ilgili Batman Müze
Müdürlüğü'nün yaptığı çalışma sonrasında konu,
Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu'na taşındı.
Köy girişinde çok eski dönemlere ait olduğu
varsayılan mezarlıkta bulunan birçoğu tahrip olmuş
mezar taşlarında çocuk, insan, güneş figürleri ile
farklı dilde yazılmış yazılar yer alıyor. İnsan boyu
büyüklüğünde mezar taşlarının da yer aldığı mezarlık
bir hayli ilgi ve merak uyandırıyor.
Batman Müze Müdürü Tenzile Uysal, kurum olarak
yaptıkları çalışmaları Diyarbakır Koruma Kurulu'na
gönderdiklerini konunun kurulda görüşüldüğü ve
tescil çalışmalarının tamamlandığını söyledi.
Yapılan haberden sonra bazı akademisyenlerce
mezarlıkta çalışma başvurusunda bulunulduğunu
belirten Müze Müdürü Tenzile Uysal , "Kozluk
İlçesi
Alıçlı Köyü'nde bulunan eski mezarlık alanında
bulunan mezarlar uzmanlar tarafından incelendi,
Akademisyenler mezarlıkta çalıştıktan sonra
belgeleme çalışmaları yapılacak. Çizimler yapılacak
büyük olasılıkla yüksek lisans tezi, doktora tezi
olabilir ya da makale hazırlanabilir. Elde edilen
bilgiler bilim dünyasına sunulacak." diye konuştu.
Sabah, 08.04.2013
|
HAYAT MANZARASININ TASARIMI
Son yıllarda ülkenin
gündemi yeni şehirler, yeni hayatlar kurmak üzerine.
Bu durumda hatırlanması gereken bir usta var: Le
Corbusier. O, şehir planlamacısı olduğundan daha iyi
bir mimardı. Yine de şehir yaşamına ilişkin çizdiği
manzaralar hala geçerli.
Geçen yıllarda
açılan, Londra'da Barbican Centre'daki "Le
Corbusier: Mimarlık Sanatı" başlıklı serginin
başında gösterilen kısa filmde, İsviçre doğumlu,
şık, gözlüklü bir mimar Paris'in şehir planı önünde
duruyor. Şehrin önemli bir bölümünü kesip atarcasına
plan üzerinde kalın bir kara çizgi çekiyor. Ustanın
"Komşu Planı" (Plan Voisin) adlı çalışması modern
insanın modern şehirlerde yaşaması gerektiği
inancına dayanıyor. Paris'in sağ yakasına rezidans
niteliğindeki 20 kadar yüksek bina, geniş caddeler
ve yeşillikler içine dikkatlice yerleştirilmiş. Bu
da başkentin yoğun ve büyüleyici Ortaçağ havasına
taban tabana zıttı... Neyse ki Le Corbusier'nin
planı uygulanamadı ve o kadim Le Marais semti halen
büyük ölçüde özgünlüğünü koruyor.
Öyle ya da böyle, Le Corbusier usta vizyon
sahibiydi. Le Corbusier'nin merkez Paris planı gibi
sansasyonel önerileri arzu ettiği şekilde tüm
dikkatleri üzerine topladı ve oluşturulması onlarca
yıl alacak şehir planlama prensiplerinin önünü açtı.
20'NCİ YÜZYILIN EN ÖNEMLİ BİNALARINI
TASARLADI
Fakat Le Corbusier, şehir planlamacısı olduğundan
daha iyi bir mimardı. Fransa'nın batısındaki
Ronchamp şapeli ve 1958 Brüksel Dünya Fuarı'nda
Philips Sergi Salonu dahil, Le Corbusier 20'inci
yüzyılın en önemli binalarını tasarladı ve gelecek
kuşak tasarımcılarına ilham verdi. Ancak işlerini
küçümseyenler onu çağdaş şehir yaşamının
defolarından sorumlu tutuyor; sosyal konut projeleri
ve otomobile aşırı güven... Le Corbusier,
tasarımlarında her zaman hesaba kattığı bu icada
büyük tutkuyla bağlıydı. En muhteşem projeleri hiç
hayata geçmemişse de, yeşile yer açmak için şehir
yaşamını yüksek binalara yoğunlaştırma fikri günümüz
şehirciliğini derinden etkiledi.
ŞEHİRLER PEK SEVMİYOR GİBİYDİ
Kendisinden önceki pek çok şehir planlamacısı gibi
Le Corbusier de şehirleri pek sevmiyor gibiydi.
Avrupa ve Amerika'nın kendi sefil kenar
mahallelerine hayran, şehirlerini kalabalık ve pis
yerleşkeler olarak gördüğü bir çağda olgunlaştı.
Şehir tasarımında endüstriyel üretim hattında
gördüğü düzene ve verimliliğe benzer çözümler aradı.
Ona göre geleceğin şehirlerinde çalışılacak
bölgeler, iş dünyası ve yaşanacak alanlar
birbirinden ayrı olmalıydı. Banliyö ideallerini
tercih eden çağdaşlarının aksine onun "Işıyan Şehir"
(Radiant City) manifestosu daha yoğun şehir nüfusu
ve çağdaş ulaşım sistemini destekliyordu.
Gökdelenler arasına inen uçaklar ve otomobil
trafiğinin rahat aktığı yükseltilmiş otoyollar
tasarladı. Fakat bunlar birer fantezi olmaktan öteye
gidemedi.
İLK YILDIZ MİMAR
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'nın savaş
gazisi şehirlerini tekrar inşa etmek için Corbusian
modelinin ihtiyaç duyduğu tabula rasa (İnsan
beyninin başlangıçta "boş bir levha" olduğunu öneren
felsefe) gelişti. 1950'lerin başında mimarın insana
olan duyarlılığı, Sovyetler Birliği'nde görülen
toplu konut modelinden etkilenerek geliştirdiği
Marsilya'daki "Unité d'Habitation" ile (1600 kişinin
yaşayabileceği 12 apartmandan oluşan yatay, birleşik
yaşam alanı) çok netleşti. Zaman zaman kendi
şöhretini sağlama almak için çok ileri gittiği de
oldu. Royal Institute of British Architects'den
Charles Knevitt'in belirttiği gibi "O ilk yıldız
mimardı". "Le Corbusier" markasını pekiştirmek için
kitle iletişim araçlarını çok iyi kullandı; tıpkı
kendisinden sonra gelen Frank Gehry ve Norman Foster
gibi. Tasarımlarındaki temiz ve iyi aydınlatılmış
daireleri ve çatı bahçelerinde oynayan mutlu
çocukları gösteren görselleri, mimarlık dergilerinde
sürekli kullanıldı. Bu tür resimler Londra'dan New
York'a pek çok mimarın, hızla ve ucuza konut
geliştirebilmesi için onun fikirlerinden
esinlenmesine yol açtı.
Ancak Amerikalı yazar Jane Jacobs'ın hüzünle tespit
ettiği gibi, Corbusian şehir sadece insanları
yalıtmıyordu; aynı zamanda normal kentsel gelişime
de darbe indiriyordu. 1965'te öldüğündeyse
modernizme karşı tepkiler kendisini iyice göstermeye
başlamıştı...
Ama Le Corbusier'nin seyrek ve gösterişsiz
estetiğinin tüm zaaflarına rağmen, onun "Ev yaşam
makinesi olmalıdır" varsayımı halen geçerli. Son 10
yılda dünyanın her şehrinde ortaya çıkan yeni çatı
katı cumbaları doğrudan ondan esinlenmiştir. Çin ve
Dubai gibi yeni zenginliğin ve iyimserliğin güçlü
hükümetlerle birleştiği yerlerde –Pekin'deki
Olimpiyat Köyü'nü anımsayın– mimarlar bir kez daha
toplumu yeniden şekillendirme işine giriştiler. Bu
arada belki "Işıltılı Şehir" de kendine bir yuva
bulur.
Mimari kibrinden ödün verdi
Le Corbusier'nin ardından kibrinden biraz ödün veren
mimari, bir yandan da basit ve albenili binalar
yaratmaya geri döndü. Son zamanlarda özveri kendini
hissettirmeye başladı. İnsanlık İçin Mimari
(Architecture for Humanity) ve Kırsal Stüdyo (Rural
Studio) gibi girişimlerin dünyanın fakirlerine ev
tasarlaması buna örnek gösterilebilir...
Habertürk, Haber:Christopher Werth, 07.04.2013
|
"EMEK'E BENİM KADAR GİTMEDİLER"
Emek Bizim İstanbul Bizim Platformu, geçen hafta
İstanbul Film Festivali'nin açılışında eylem yaptı.
Bugün de Taksim Tramvay Durağı'nda buluşacaklar.
"Emek bizim, sinemamıza sahip çıkıyoruz.
Yıktırmıyoruz" diyorlar. Zira Kamer İnşaat'ın "Grand
Pera" projesi kapsamında; 1883'de yapılmış birinci
sınıf tescilli tarihi eser Cercle d'Orient
(Serkildoryan) binası aslına uygun restore edilecek.
Serkildoryan'ın arkasında yer alan Emek, İpek ve
Rüya sinemaları ise yıkılarak yerlerine 30 metre
yüksekliğinde modern bir bina yapılacak. Bu binanın
ilk iki katında dükkan, lokanta ve kafeler, üstteki
iki katta 10 sinema salonu, bir sinema müzesi, ve en
üst katta da Emek Sineması olacak. Kamer İnşaat'ın
ortağı Levent Eyüpoğlu eleştirileri yanıtladı.
"Emek sineması ve çevresinin restorasyonu en
güzel böyle olurdu, onu da biz yaptık" mı
diyorsunuz?
Bunu başından beri söylüyorum. Beyoğlu'nda şimdiye
kadar böyle kapsamlı bir çalışma yapılmadı.
Seyrantepe'de 2500-3000 metrekarelik bir yer
kiralayıp laboratuvar kurduk. Restorasyon ekibi
kurtarılabilecek ne varsa getiriyor. Emek
Sineması'nın içindekiler de depolanacak. Çürümüş
koltukları bile koruma altına aldık. Ama mecburen
değişecekler. Çünkü rahatsızlar ve çok kötü
durumdalar. Sinemadaki eski makineleri de sergilemek
için bir yerde tutacağız ama yeni teknolojiyi
kullanacağız.
Aslında tepki gösterenlerin çoğu restoraysonun
şeklinden çok, "AVM'lerin içine hapsolmamış,
moviplex'in bir parçası olarak sürekli popüler
filmler göstermek zorunda olmayan bir sinema salonu
kalsın" derdinde...
Elimizde bol sinema salonu olduktan sonra
bunlardan birini seve seve bağımsız filmlere
ayırabiliriz. Bu çözülebilecek en kolay sorun.
İsteğimiz de bu yönde zaten. İnsanların sadece
festival zamanı değil yıl boyu gösterimleri takip
edecekleri bir salon olması için çalışacağız. Ayrıca
Emek, pasajdaki diğer sinema salonlarından ayrı bir
yerde. Yine kendi fuayesi, terası olacak. Hatta
planlarımız arasında orada bir sinema müzesi kurmak
da var.
"Keşke kendimizi anlatmak için hiç uğraşmayıp
yolumuza baksaymışız" diyor musunuz?
Tam tersi. Çıkacak ürünü bildiğimiz için sıkıntımız
yok. Sadece insanlara "Neyi eleştirdiğinizi biliyor
musunuz" diyoruz. Yoksa öyle dendiği gibi ikna
turlarına falan çıkmış değiliz.
Tepkiler sizi şaşırttı mı?
Bir kere o kadar önyargılılar ki. Mesela Fransızca
bir şey anlatıyordum. "Siz Fransızca'yı nereden
bilirsiniz"e kadar vardırdılar işi. Oysa Galatasaray
Lisesi mezunuyum. Evimiz Kurtuluş'taydı. Yürüyerek
giderdik. Şu an konuşulan bölgeler her gün
geçtiğimiz yerlerdi. Tepki gösterenlerin çoğu Emek'e
benim kadar gitmemiştir, benim kadar yaşamamıştır
oraları. Zaten bölgeyi iyi bilmedikleri
yorumlarından da belli.
Ne gibi?
"Burada ticaret yapacaklar" diyorlar. Zaten
Beyoğlu'nun o bölgesi yıllardır ticaretin içinde
yaşayan bir bölge. Özellikle Küçükbeyoğlu hayat
dolu. Orası yine herkesin vakit geçirebileceği bir
pasaj olacak. Bakın AVM değil; pasaj.
Endişeleri de anlamak lazım. Sonuçta restorasyon
anlamında çok iyi örnekler yok.
Kesinlikle hak veriyorum. Bu da öbürleri gibi olacak
diye korkuyorlar. Ama göreceksiniz bitince "Helal
olsun" diyecekler.
Emek'in işletmecileriyle de görüşülmüş. Hatta bir
video hazırlatmışsınız.
Onları çıkartmışız gibi bir algı vardı.
Oysa kendi istekleri de bu yöndeydi. O videoda da
bunu birebir söylüyorlar. Böyle bir sinemanın
ekonomik sürdürülebilirliği olmadığı için zorluğa
girdiler ve devretmek zorunda kaldılar.
Tam da bu noktada "Kültür Bakanlığı'nın devreye
girmesi gerekiyordu" diye tepki gösterenler de
oldu...
Bu tür 1'inci derecede tarihi eser olan,
korunması gereken binalar Bakanlığın yönlendirmeleri
doğrultusunda bizim gibi şirketler tarafından
restore edilimeli. Dünyanın her yerinde bu böyledir.
Ki Kültür Bakanlığı gereken hassasiyeti gösterdi.
Koruma kurulları da işin içindeler.
Cercle D'Orient binasında faaliyet gösteren
dükkanları nasıl ikna ettiniz? İnci Pastenesi'nin
tahliyesi çok olaylı oldu mesela.
100' e yakın kiracıyla görüştük. Tek tek
çıktılar. O kadar kişi içinde sadece İnci kalmak
için direniyorsa, oraya soru işareti koymak lazım.
O semboldü çünkü...
Biz de onlara hak ettikleri değere uygun davrandık.
"Restorasyon bittikten sonra yeniden bu binaya
dönün" dedik. Ama dönmediler.
Küstürmüş olabilir misiniz?
Bakın, zaten binanın şu anki haliyle orada
yeme-içmeyle alakalı hiçbir şey satılmaması
gerekiyor. İstiklal Caddesi'nden cephe muhteşem bir
dekor gibi görünebilir ama arkası bitik durumda.
Tavandan devamlı su akıyor, hijyen kalmamış...
Sonunda da ne oldu. "Şubemiz olmayacak" dediler ama
gidip başka yerde açtılar. Demek ki oluyormuş.
Gidip gördünüz müi?
Evet. Zaten Cihangir'de oturuyorum. İstiklal Caddesi
de çıkıp sıkça vakit geçirdiğim bir yer. İnci'yi de
gördüm. Güzel olmuş. Profiterolünü de yedim.
Sinemaya gider misiniz?
İş yoğunluğundan eskiye nazaran daha az gidiyorum.
Bir de maalesef Cihangir'e yürüme mesafesinde düzgün
bir sinema pek yok. O kadar saat oturuyoruz,
koltukları düzgün olsun, mekan kötü kokmasın
istiyorsunuz. Emek tamamlandığında bol bol gideceğim
ama.
Ne zaman bitecek?
48 ayda tamamlamayı hedefliyoruz. Hızlı olmak gerek.
Çünkü her yağmurda bina daha da kötüleşecek. Tarih
kayboluyor ki bu hepimiz sorumluluğunda. Cercle
D'Orient binasının tahliyesiyle ilgili dava açanlar
aslında o tarihe hançer saplıyor. Farkında değiller.
İşi bu kadar dramatikleştirmesek mi?
Gidip görün. Benden daha çok kızarsınız. Bütün o
güzel bezemeler elden gidiyor. Herkes tutturmuş bir
Emek Sineması diye. Olay bundan ibaret değil ki.
Hadi Emek'i bakanlıktan para alıp yaşattın. O koca
ada ne olacak? O binaların sürekliliği sağlanmak
zorunda.
Habertürk, Haber: Pınar Erbaş, 07.04.2013
******
KUTSAL MEKANIMIZI KAYBETTİK
Siz bunu çok yazdınız ama bir kez daha
tekrarlamanızı isteyeceğim, Emek Sineması neden
önemli?
Bunu hem sinema yazarı hem çocuk yaşından beri
Beyoğlu’nda film izleyen bir sinemasever hem de bir
mimar olarak cevaplayabilirim. Üç açıdan da Emek
Sineması’nın yıkımı bir faciadır. Yalnız benim
değil, birçok kuşağın, yüz binlerce kişinin orada
anıları var. Ayrıca dünyanın en eski ve en güzel
salonlarından biri.
Türkiye ’de tek, Avrupa’da da ilk 10’a 15’e
girer rahatlıkla. Ayrıca bir kamusal alan. Özel
sektöre ait olup da devlet orayı sinema olarak
tutmak için büyük bir yatırım yapmak zorunda olsa bu
ekonominin ön planda olduğu bir çağda biraz
anlaşılır. O da değil. Eczacıbaşı gibi önemli bir
sermaye grubu orayı bir kültür adasına dönüştürmek
için talip oldu, hiç ses çıkmadı. İlle de o yıkım ve
AVM projesinin uygulanmak istenmesi artık bir kültür
kıyımına dönüştü. Dolayısıyla karşı çıktım ve her
zaman da çıkacağım.
Emek’i yıkanların ve yıkımına ses
çıkarmayanların söylediği bir şey var: “Yıkmıyoruz,
taşıyoruz.” Siz bu yaklaşımı bir kandırmaca olarak
mı görüyorsunuz?
Evet, kesinlikle. Dünyada bunun örneği yok, eski
binalar taşınmaz.
Bir de bu ülkede 1920’lerde sinema vardı demek için
kalan tek mekan Emek Sineması…
Aynen öyle. Bir de yalnızca sinema değil ki… İçinde
tiyatro oynanmış, içinde konserler verilmiş. Sadece
benim aile tarihimde çocuklarımı orada Barış
Manço’ya götürdüğümü hatırlıyorum.
Siz Emek konusunda çok mücadele ettiniz,
işin muhataplarıyla, yerel yöneticilerle konuştunuz.
Onların yaklaşımlarını nasıl yorumluyorsunuz?
Hiçbir kültür bakanına, hiçbir politikacıya ve
hiçbir yerel yöneticiye Emek’in önemini anlatamadık,
anlamadılar. Artık anlamadılar mı, kendi yaşam
deneyimlerine göre çok farklı bir mekan olduğu için
mi kavrayamadılar, çocukluklarında sinemaya
tiyatroya gitmemişler miydi, bu onların yaşam
tarzına, kültürüne mi aykırıydı bilmiyorum. Cami
demiyorum ama bizim için neredeyse kutsal bir mekan
orası. Pratik birtakım nedenleri de anlatamadık ve
bu noktaya gelindi.
Siz Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a da Emek’le
ilgili mektup yazmıştınız galiba, bir cevap
alabildiniz mi?
Cumhurbaşkanı’na değil ama Başbakan’a yazmıştım ama
hiçbir cevap gelmedi. Cumhurbaşkanı benim çok
güvendiğim bir politikacı, onu söyleyeyim. Her
konudaki ağır başlı, olgun, yapıcı, bilge adam
tavrıyla beni etkilemiştir. Bir yerde karşılaşıp
Emek’i ona da anlatmak isterdim ama mümkün olmadı.
Buradan Cumhurbaşkanı’na seslenin o zaman?
Evet, bu söylediklerimi aynen yayımlarsanız
sevinirim tabii ki.
‘Emek yoksa ben de yokum’ demiştiniz iki yıl
önceki yazınızda ve dün itibariyle Sabah’taki son
yazınızı yazarak çekildiniz? Kendinizi nasıl
hissediyorsunuz?
Bu sözümün yerine getirilmesi gerekliliği aşağı
yukarı bir ay öncesinden belliydi ve ben bir aydır
kendimle mücadele halindeyim. Ayrılmalı mıyım,
ayrılmam mı daha yarar getirir Emek’in ve benzer
yerlerin durumuna yoksa kalmam mı? Bu sözü tutmalı
mıyım ya da hangi aşamada tutmalıyım, illa kazmanın
vurulması mı gerekir? Bu tür sorularla mücadele
ettikten sonra tam zamanı diyerek ayrıldım. Tabii ki
bir boşluk içindeyim ama hemen söyleyeyim bu benim
yazma etkinliğimin sonu değil. Çünkü yazı öyle bir
şeydir ki siz onu bırakmak isteseniz o sizi
bırakmaz. 50 yıldır, çocukluktan defterlerime
yazmaya başladığım düşünülürse 60 yıldır sinema
üzerine yazmış bir adamın ondan öyle kolay kopması
çok mümkün görünmüyor. Kitaplar olacak. Bu konuda
kitaplar olacak. ‘
İstanbul nereye?’ ve ‘Beyoğlu nereye?’ adlı iki
kitabım birbirine koşut biçimde çıkacak, altyapıları
hazır. Daha sonra bir gazetede yazar mıyım,
internette kendime bir blog yapar mıyım bilmiyorum.
Beni bu noktaya umutsuzluk getirdi ama en umutsuz
noktalarda bile umut gizlidir. Benim Emek’te
neredeyse dayak yiyor olmam ve Sabah’tan ayrılmamın
uyandırdığı büyük yankı gösteriyor ki insanların
böyle çıkışlara ihtiyacı var. Kendimi yüceltmek
istemiyorum ama benim bu çıkışım toplumun bu
konudaki birikimine denk geldi diye düşünüyorum.
Son yazınızda bahsettiniz, Emek dışında
Çamlıca Camii, Taksim Gezi gibi konulara iktidarın
tepeden inme yaklaşımı sizi umutsuzluğa sürüklemiş.
Sizce neden bu tür konularda konunun akil
insanlarının yaklaşımları dinlenmiyor?
O
kadar güzel bir soru sordun ki… Bakın şimdi çok daha
çetrefil, çok daha yaşamsal bir konuda Kürtlerle
barış sürecine girilirken akil insanları topladılar,
çok da iyi yaptılar. Peki, aynı şeyi niçin İstanbul
için yapmıyorlar örneğin? Niçin Türkiye’nin doğayı
ve tarihi koruma projeleri için yapmıyorlar?
Dünyanın bütün büyük kentlerinde kabaca kent konseyi
diye adlandırılan bir kurul vardır. Şimdi Obama’nın
çok büyük yetkileri var -başkanlık sistemine
oynuyoruz ya o açıdan söylüyorum- başkan olarak. Siz
Obama’nın Washington’un herhangi bir yeşil alanını,
dünyanın en büyük şehir parkı olan New York’taki
Cantral Park’ın bir köşesini veyahut başka bir
tarihi binanın yerine başka bir şey yapılmasını
öneren, bırakın onaylamayı öneren bir yaklaşım
içinde olduğunu duydunuz mu? Olabilir mi, mümkün
müdür? Hayır, yok böyle şeyler. Bizim Başbakanımız
sağ olsun her konuda kendisini tek yetkili sayıyor.
Bu açıdan başkanlık sistemi benim kolay
onaylayacağım bir konu değil, çünkü bunun en azından
mimarlık alanındaki yansımalarını görüyoruz.
Bütün kentsel dönüşüm projelerdeki en büyük
problemin bu olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Evet. Radikal bu konularda o kadar sağlam ve
sağlıklı haberler yaptı ki… Daha bugünkü gazetede
‘Yargıya inat iki misli inşaat’ gibi bir başlık var,
hemen okudum onu yutarcasına. Anlayın işte hükümetin
bir bakanının birçok yerde yerel yönetimlerin
verdiği inşaat oranlarını bile arttırıyor. Sorarlar,
bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.
Emek, AKM, Taksim Meydanı gibi konulardaki
iktidarın yaklaşımının altında bir şey aramalı
mıyız? Nasıl anlamalıyız?
Üç şey var. Biri rant ekonomisi. Bu tür konulara
faydacılık ve kar getirme açısından bakılıyor. Oysa
parayla, karla sermayeyle ölçülemeyecek şeyler var.
İkincisi inşaat sektörü, sağlıklı gözüken Türkiye
ekonomisinin ana motoru. Üçüncüsü ve genelde iddia
edilen şey -ben tabii buna inanmak istemiyorum, bu
gibi yerlerin temsil ettiği bir yaşam biçimi, hayat
tarzı var buna karşı olduğu… Ben bütün samimiyetimle
böyle olmadığını ve ilk iki faktörün galip geldiğini
düşünmek istiyorum, umarım öyledir.
Emek’e tartaklanma pahasına da olsa
girdiniz. Gördüğünüz manzara karşısında neler
hissettiniz?
İçten içe ağladım, gözyaşı döktüm. O gece de
uyuyamadım. O yıkıntı görüntüsü hiç gözümün önünden
gitmeyecek. Bu bir acı. Bu benim gibi Emek’i,
Beyoğlu’nu, sinemayı, kültürü gerçekten seven
insanların içinde hep bir acı olarak kalacak ve hiç
geçmeyecek, hiçbir zaman da iyileşmeyecek.
Costa-Gavras’ın Emek eylemine katılması ve
polisin sert müdahalesini nasıl yorumluyorsunuz?
Evet, Costa-Gavras vardı. Elia Kazan da yıllar önce
İstanbul’da sansüre karşı yürümüştü. Fark etmiyor.
Bütün sanatçılar hem sansüre, baskıya, diktatörlüğe
hem de kültürel alanların tahribine karşı tek vücut
halinde birleşiyorlar. Bütün dünyada gidişat böyle.
Tesadüfen Costa-Gavras buradaydı, geldi. Bizim çok
sevdiğimiz, Yılmaz Güney’le ortak Altın Palmiye’si
nedeniyle bağrımıza bastığımız bir sanatçı. 81
yaşında kalktı ve o kalabalığın içine girdi –ben
olsam korkardım- çıktı ve konuştu. Ona bile kulak
vermek ayrıca gerekirdi ama maalesef o zihniyet yok.
Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 09.04.2013
******
KAMUDAN BÜYÜK MÜTEAHHİT VAR!
Tarihi Emek Sineması’nın kaderi tartışılırken
Mimar Korhan Gümüş durumu özetledi: Kamu kararı
müteahhide devredildi.
Beyoğlu'ndaki tarihi
Emek Sineması'nın yıkılıp yıkılmayacağına ilişkin
tartışmalar ve protestolar sürüyor. Projeyle ilgili
Kültür Bakanı Ömer Çelik, "Emek Sineması yıkılmıyor.
Aynı şekilde korunarak, dünyada pek çok örneği olan
bir sistem uygulanıyor. Bir kaç kat yukarıya
taşınıyor" dedi. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent
Şubesi Emek Sineması'nın yıkılacağında ısrarlı.
Mimar Korhan Gümüş ise Taraf 'a yaptığı açıklamada,
kamusal alanın müteahhide değil, kamu kararının
müteahhide devredildiğini söyleyerek uygulamanın AB
mevzuatlarına göre suç teşkil ettiğini ifade etti.
Yüksek gelirliler için...
Mimar Korhan Gümüş şunları söyledi: "Emek
Sineması'nın ticari bir merkeze dönüşmesi, Taksim
Meydanı'na kışla yapılması, Tarlabaşı bölgesinde ya
da kentin başka yerlerde yüksek gelir grupları için
yapılan kentsel dönüşüm projelerini kamuoyu
başlayınca duyuyor. Bizim gibi sıradan insanların
uygulama dışında başka bir şekilde bilgi sahibi
olmaları mümkün değil. SGK yıllar önce Emek
Sineması'nı bir müteahhide devretmiş. Biz de
müteahhit işini yapmaya başlayınca fark ediyoruz."
AB mevzuatına göre suç
Emek Sineması'yla ilgili uygulamaların AB
açısından suç teşkil ettiğini ifade eden Korhan
Gümüş şöyle devam etti: "Müteahhit ne yapar? İnşaat
yapar. Böyle bir karar bakanları, yöneticileri
istifa ettirecek bir skandal teşkil eder.
Dikkatinizi çekerim: Kamusal alanın müteahhide
değil, kamu kararının müteahhide devredilmesi söz
konusu. Bu uygulama üyesi olmak istediğimiz AB
mevzuatına göre suç teşkil eder ve yolsuzlukla eş
anlamlıdır. Bugün Sütlüce Kültür Merkezi, İstanbul
Kongre Merkezi, aklınıza kültürle ilgili ne
geliyorsa, bunların hepsi müteahhitlere devredilmiş
durumda. Oysa kamu projelerinin görülebilir,
algılanabilir sonuçlar olarak ortaya çıkmadan, inşa
edilmeden önce tartışılması gerekir. Yalnızca fiziki
olarak onlarca yıl öncesinden süren hazırlıkları ile
değil, oluşumunda katılım gerekir."
Gümüş sözlerini şöyle tamamladı: "Emek
Sineması'nda kamu iflas etmiştir. Sorun kamu
kararının kamusal nitelikte olmamasında yatıyor.
Proje duyulduğunda, yani kamuoyu bilgi sahibi
olduğunda, genellikle itiraz etmek için geç kalınmış
oluyor. Kararlar alınmış, yasal süreçler
tamamlanmış, ihaleler yapılmış oluyor. Oysa kamusal
alanlarla ilgili sorun bu projeler ortaya çıkmadan
da var."
Gavras, Başbakan'a seslendi
32. İstanbul Film Festivali'nin Yaşam Boyu Başarı
Ödülü'nü almak üzere İstanbul'a gelen yönetmen Costa
Gavras önceki gün Emek Sineması yürüyüşüne katıldı.
Gavras dün yürüyüşle ilgili bir açıklama yaparak
şöyle dedi: "Barışçıl bir toplantı sonrasında çıkan
ve tam olarak neyin tetiklediği bilinmeyen şiddet
olayları bize bu toplantının asıl sebebini
unutturmamalı. Önemli bir sinema, bir kültür
merkezi, tahrip edilmemeli. Bu sanki geçmiş
belleğimizden bir parçayı silmek ve gelecek için
önemli bir mekanı ortadan kaldırmak gibi.
Başbakan'a, İstanbul'un kültürel bütünlüğünün
garantörüne seslenmek istiyorum. Ondan bu salonu
kurtarmasını ve ticaretin kültürden üstün gelmemesi
için harekete geçmesini rica ediyorum."
Taraf, Haber: Hüseyin İstemil, 09.04.2013
******
İŞTE EMEK SİNEMASI'NIN SON HALİ!
İstanbul'un tarihi mekanlarından Emek Sineması,
bulunduğu binadaki inşaat çalışmaları kapsamında,
üst kata taşınacak.
Kamer İnşaat'ın sözcüsü Levent Eyüpoğlu, Beyoğlu
Yeşilçam Sokak'ta, 1924'te "Melek Sineması" adıyla
açılan, barok ve rokoko bezeli, yıldızlı tavan ve
duvarları ile İstanbul'un önemli mekanlarından biri
olan Emek Sineması'nın da içinde bulunduğu
kompleksi, Sosyal Güvenlik Kurumu'ndan
yap-işlet-devret modeliyle 25 yıllığına
kiraladıklarını hatırlattı.
Burada belirlenen çerçevede, Beyoğlu'nun,
Yeşilçam'ın özelliklerini dikkatle inceleyerek,
uzmanlarla proje hazırladıklarını anlatan Eyüpoğlu,
“Bu tür projelerde yaşanan sorunları inceledik.
Gördük ki, tek salonlu sinemalar, tek başlarına
yaşayamıyor. Zaten bunu Emek Sineması'nın bizden
önceki işletmecisinden birebir duyduk. Böyle bir
salonun yaşaması çok önemli. Beyoğlu'nda bu tür
salonların yok olmasını istemediğimiz için gelecek
nesillere kalabilecek, yaşayacak bir proje bırakmak
istedik. Aynı zamanda 25 yıl sonra da 'Kamuya hak
ettiği geliri getirebilecek bir proje olsun' diye
maksimum özeni gösterdik" diye konuştu.
Titiz bir çalışma sonrasında projenin gerekli
kurullara sunulduğunu ve kabul edildiğini belirten
Eyüpoğlu, Türkiye'de ilk defa uygulanan birçok şeyi
de bu projede yapmaya başladıklarını, "moving"
yöntemiyle Emek Sineması'nı aynı binanın en üst
katına taşıyacaklarını bildirdi.
Binanın 4 katlı olacağını kaydeden Levent Eyüpoğlu,
bina hakkında şu bilgileri verdi:
"Proje, Beyoğlu bölgesinin ruhunu yansıtan bir pasaj
şeklinde olacak. Senkildoryan Binası'nın içinden
geçilerek girilen aynı zamanda Yeşilçam'dan da
direkt girişi bulunan ve sizi Küçük Beyoğlu'na
kadar, Yeşilçam'ın arka sokaklarına kadar götürecek
bir pasaj olacak. Burada Beyoğlu'nun diğer
pasajlarında olduğu gibi restoranlar, kafeler,
mağazalar, kitap satılan üniteler gibi farklı
bölümlere yer verilecek.
Bunların hemen üstünde, iki katlı 10 salonlu bir
sinema kompleksi yapılacak. Onun üstüne de Emek
Sineması taşınacak. Emek Sineması'nın fuayesi, Melek
Apartmanı'nın girişindeki kolonların kesilmesiyle
oluşturulmuş. Bu nedenle burası zamanla kullanışsız
hale gelmiş. Yeni projemizle Emek Sineması'nı özgün
haliyle korurken, ihtiyacı olan geniş fuayeyi ve
gösteri alanlarını da yapacağız. Projenin en
prestijli yeri burası olacak."
Levent Eyüpoğlu, proje kapsamında bir sinema müzesi
de oluşturulacağını belirterek, bununla ilgili
çalışmaların devam ettiğini bildirdi.
Emek Sineması'nın taşınması çalışmalarının titizlike
yürütüldüğünü vurgulayan Eyüpoğlu, moving ekibinin,
tavanlardaki süslemeler de dahil olmak üzere
korunabilecek malzemeleri laboratuvara götürdüğünü,
burada gerekli konservasyon çalışmaları yapıldığını
anlattı.
Eyüpoğlu, malzemelerin daha sonra binanın en üst
katına taşınacak Emek Sineması'na getirilerek
yerlerine konulacağını söyledi.
Sinemanın çalışmaların ardından açılacağını kaydeden
Eyüpoğlu, "Burada, Emek Sineması'nı ve bu alandaki
diğer binaları sürdürülebilir kılacak, geleceğe
taşıyabilecek bir projeye ihtiyacımız vardı.
Hedefimiz, sürdürülebilirliği sağlamak. Sonuçta her
şeyin kolayına kaçıp, projeyi en basit şekliyle
yapmak da vardı" diye konuştu.
Kamer İnşaat'ın sözcüsü Eyüpoğlu, Emek Sineması ile
ilgili protestolara da değinerek, "Projeye 'Evet'
diyenler de 'hayır' diyenler de olacaktır. Bu
sorumluluğun gerektirdiği hukuki altyapıyı
oluşturup, izinlerimizi aldık. Onların içinde bize
yön verecek olanlar varsa dinlemeye hazırız. Şu n
yükümlülüğün altına girdik. Sorumluluğumuz projeyi
doğru şekilde tamamlamak" ifadelerini kullandı.
Emek Sineması'nın mevcut kapasitesi ile taşınacağını
anlatan Eyüpoğlu, sinemanın kapasitesinin 800-900
kişi olduğunu bildirdi.
Sinemanın orijinal halinde balkon değil, localar
bulunduğunu, daha sonra onaysız bir şekilde
balkonların yapıldığını kaydeden Eyüpoğlu, "Biz de
eski haline getirip locaları tekrar koyacağız" dedi.
Çalışmalar sırasında her 10 saniyede bir
fotoğraf çekildiğini bildiren Eyüpoğlu, bu
şekilde restorasyon çalışmalarının kayıt
altına alındığını vurguladı.
Kamer İnşaat'ın sözcüsü Levent Eyüpoğlu, burada
bilimsel bir çalışma yürütüldüğünü belirterek,
konuşmasını şöyle tamamladı:
"Bunun gerçekten ciddi altyapısı var. Evrensel
koruma metotları kullanılarak yapılan çalışma. Tabii
ki bu çalışmayı kendi açısından tasvip etmeyenler
olabilecektir. Sonuçta herkesin aynı fikirde olması
mümkün değil.
Bu çalışmanın sonunda çıkarmaya çalıştığımız eser,
şu anda Yeşilçam'da kaybolan sinema salonlarının,
sinemanın tekrar hayata geçirilmesidir.
Burada bize bir kredi verilmesini özellikle rica
ediyorum. Ama projeyle ilgili bilgi alıp tarafsız
gözle bakmaları lazım. Sonuçta binayı bittiğinde
kamuya teslim edeceğiz. Bizden sonraki nesillere
sağlam teslim edilecek."
Habertürk, 09.04.2013
******
EMEK'E LA SCALA MODELİ TAŞINMA
İstanbul Beyoğlu İstiklal Caddesi üzerindeki Emek
Sineması'nın bulunduğu 1884'te inşa edilen tarihi
Serkldoryan (Cercle d'Orient) binasında yapılacak
çalışmalarla ilgili tartışmalar günlerdir kamuoyunun
gündeminde. Grand Pera adı verilen, ancak pasaj
olarak henüz bir isim belirlenmeyen, 30 bin
metrekarelik binanın projesini hazırlayan Mim Yapı
Mimarlık şirketinin sahibi Mimar Fatih Kesgün,
tartışmaları değerlendirdi. "İş mimariden çıktı.
Emek ile sermaye uzlaşmayacak noktaya geldi. Mimari
bu işin bahanesi" diyen Kesgün, SABAH'a projeyi
anlattı.
'AYNI ÖLÇÜSÜYLE KURULACAK'
Binanın tamamlandığında İstiklal'in en özgün ve
prestijli yapısı olacağını savunan Kesgün şöyle
konuştu: "Seyrantepe'de özel bir laboratuvar kurduk.
Emek'in parçalarını özel sökme planları ile bu
laboratuvarda konservasyona tabi tutup temizliyoruz.
Aynı ölçüsünde getirip salona kuracağız. Özel
sandukalar içinde götürüyoruz. Emek için
öngördüğümüz taşıma Türkiye'de bizim icat ettiğimiz
bir yöntem değil. Almanya'da Köniskbau, İtalya'daki
La Scala Tiyatrosu ve İspanya'daki Las Arenas gibi
önemli örnekleri Emek için uygulayacağız. Bu yöntem
sayesinde sinema varlığını sürdürecektir. Mimarlık;
tartışma üzerine kurulu bir meslek. İtalya, İspanya,
Almanya, Fransa'da da benzer tarihi binalarla ilgili
tartışmalar oldu."
2 BİN KİŞİLİK 10 SİNEMA SALONU
Fatih Kesgün, Yeşilçam Sokak'ta 1924'te 'Melek
Sineması' adıyla açılan, Emek Sineması'nın da içinde
bulunduğu kompleksi Kamer İnşaat'ın 1993'te SGK'dan
yap-işlet-devret modeliyle 25 yıllığına kiraladığını
hatırlattı. Ancak hukuki süreçler tamamlanamadığı
için bugünlere gelindiğini söyleyen Kesgün, şöyle
devam etti: "Emek'le ilgili 1.5 yıl çalışıp
araştırma yaptık. Verilerin hepsini topladık. Eski
localı haliyle 650, locaların sökülüp balkon
yapılmasıyla izleyici sayısı 800 kişi yapılmış.
Tarihi bina dört katlı olacak. Zemin ve birinci
katta dükkanlar var. İkinci kat yeme içme, üçüncü
katta ise 10 sinema salonu mevcut. Dördüncü katta
ise tarihi Emek Sineması, iki salon ve fuayeler
bulunacak. Yaklaşık 2 bin kişilik bir sinema salonu
ortaya çıkacak. Kamuoyunda 'AVM olacak' deniliyor.
AVM'lere bakın toplam metrekarenin sadece 1-2'sine
denk gelir sinemalar. Bizde ise toplam alanın üçte
biri." Fatih Kesgün, sinemaların popülerliğiyle
birlikte cumhuriyet tarihinde ilk karaborsa sinema
biletlerinin Emek'te ortaya çıktığını da sözlerine
ekledi.
10 SANİYEDE BİR FOTOĞRAFLANIYOR
Fatih Kesgün (sağda) 1970'deki yangında
binanın tarihi birçok alanını yandığına dikkat
çekerek, "Biz bu yangından kalan bölümleri ince
eleyip sık dokuyarak bir bütün haline getireceğiz.
Harabe haline gelmiş dokular, pervazlar, alanlar
eski haline dönüşecek. Söküm işleminde 10 saniyede
bir fotoğraf çekiyoruz. Küllerinden yeniden doğurup,
Türkiye'ye armağan edeceğiz. Mimarlar Odası'na
kimsede olmayan, bizim araştırmalarda ortaya çıkan
bir bavul belgeyle kendilerine durumu anlatacağım"
dedi.
Sabah, Haber: Erhan
Öztürk, 11.04.2013
|
'PERİLİ HAREM' SATILIK

New Orleans’ta ‘Perili Harem’ diye anılan köşk
2.65 milyon dolara satışa çıkarıldı. Efsaneye göre
bu köşkte, eğlenceye düşkün bir Osmanlı şehzadesiyle
konukları vahşice katledildi ve cesedi bahçeye
gömüldü.
ABD’nin New Orleans şehrinde bir Osmanlı
şehzadesinin bahçesine canlı canlı gömüldüğü
söylenen tarihi Gardette-LePrete köşkü 2.65 milyon
dolara satışa çıkarıldı. New Orleans’ın en çok
fotoğrafı çekilen tarihi köşkü olarak bilinen,
şehrin ünlü French Quarter bölgesinde bulunan yapı,
şehirde yaşayanlar tarafından “Harem of Horror,”
yani “Korku Haremi” yahut “Perili Harem” olarak
biliniyor.
177 yıllık köşk, yıllar önce, bir Osmanlı
sultanının erkek kardeşi tarafından kiralandı. Genç
ve eğlenceye düşkün şehzade, köşkte, hemen her gece
çılgın partiler düzenliyordu. Ancak bir gece evdeki
herkes bilinmeyen kişilerce vahşice katledildi.
Hatta kanların merdivenlerden aşağıya, sokağa aktığı
söylenegeldi. Şehzadeyi, dönemin Osmanlı sultanının,
tahtını korumak için öldürttüğü, hatta şehzadenin
canlı canlı yandaki bahçeye gömüldüğü de iddia
ediliyor.
Son olarak Nola.com internet sitesinde yer alan
ve rivayetlere dayanan bu hikayenin tarihi
gerçekliği tartışmalı. Köşkün Osmanlı şehzadesine
dayandırılan hikayesi ilk kez 1979’da The Times
Picayune gazetesinde kapsamlı olarak yer aldı.
Şehzadenin öldürülmesinden sonra, köşke
yerleşenlerin, korkulu rüyalar görerek, kısa süre
içinde taşındıkları da iddia edildi. New Orleans’a
gemisiyle geldiği söylenen şehzadenin ismine, New
Orleans şehir kayıtlarında rastlanmadı.
Hürriyet, Haber: Razi Canikligil, 07.04.2013
|
ÇOK DEĞERLİ BİR HOCANIN ARDINDAN: OKTAY ASLANAPA
Hocayı tanıdığımda, yaptıklarından
bahsederken bir büyük üstadın değil de bir talebenin
mahfiyetkar halini görmüşümdür. Oysa onun
yaşındakilerden
Türkiye’de o kadar eser gören çok azdır.

İstanbul Edebiyat Fakültesi’nin koridorlarını
arşınlayanlar bilir;
sanat tarihinin mütevazı hocası Prof. Oktay
Aslanapa’yı tanımamak mümkün değildi.
Eski devirlerde
İstanbul Üniversitesi’nin hocaları ömürlerini
fakülte binasında geçirirlerdi. Orada çalışırlar,
orada öğrenirler, orada münakaşa ederlerdi.
Hayatlarının en önemli sorunu fakülte kurulu ve
toplantı günlerindeki çetrefilli gündem konularıydı.
Henüz üniversite dışarı taşınmamıştı. Suriçi
İstanbul’unda;
Sultanahmet,
Laleli,
Aksaray, Fatih semtlerinde otururlar, yıllık
tatillerini ya İstanbul’a yakın sayfiyelerde veya
araştırma niyetiyle Osmanlı-Selçuklu
anıtlarını ve yazma kütüphanelerini tetkikle
geçirirlerdi. Dünyada cennet huzuru sınırlıdır;
Edebiyat Fakültesi’nin koridorları da her daim terfi
eden genç hocaların kadro problemleri, kürsü
yönetimi, dekanlık kürsü ilişkilerinin gerilimi gibi
sorunlarla çalkalanırdı. Oktay Aslanapa, o
fakülteden olsun veya
olmasın herkesin sükunetini teslim ettiği, gönlü
genişliğini takdir ettiği nadir insanlardan biri
olmuştur.
Ben hocayı tanıdığımda onun tevazuunu, yazıp
yaptıklarından bahsederken bir büyük üstadın değil
de bir talebenin mahfiyetkar halini görmüşümdür.
Oysa
onun yaşındaki insanların gençliğindeki yolları ve
ulaşımı kıt Türkiye’de o kadar eseri gören insan çok
azdı. En geniş imkanlarla canı istediği vakit
Hindistan’a, Orta
Asya’lara, Kuzey
Afrika’lara giden Avrupalı meslektaşlar bile
Anadolu seyahatlerinden büyük bir fedakarlık
olarak bahsedegelirler. Oktay Aslanapa genç
insanları, asistan ve talebelerini Anadolu
gezilerine ve eski eserleri tespit etmeye alıştıran
hocalardandı.
Gereken saygıyı gösterdik mi?
Milli abidelerin yorumu konusunda zıpırlığa katiyen
tevessül etmemiştir. Ne lüzumsuz abartma ve
benzetmeler ne de inkar ve üstünü örtmeler görülmez.
Oktay Aslanapa Türkiye’yi severdi. Türk olmadığı
halde Türkiye’yi seven büyük tarihçiler vardır;
çünkü bu toprağın zenginlikleri bakmasını bilene
bizatihi kendisini sevdirecek yaratılardır. Sabırla,
sorana yorulmadan tekrar anlatarak bu işe gönlünü
verenlerin başındaydı. Bir asra yaklaşan uzun
ömründe
Avrupa Tarihi’nin en karanlık kanlı sayfalarının
yazıldığı 1940’lar
Almanya’sında tahsil yaptı. Sevimli bir ortam
olmamalı ama çok şey öğrenmiştir. En sıkıntılı
zamanlarını yaşayan Cumhuriyet Türkiyesi’nin
dertlerini omuzlayanlardan oldu. Belki de bu
nedenlerle bu memlekete daha da sıkı sarılmıştır.
Bizim toplumumuz kendisine gereken dikkat ve saygıyı
gösterdi mi? Saygı evet, vefa hayır! Ona
son yıllarında büyük bir
ödül verildiğini hatırlamıyorum. Umarım daha çok
okuyan ve etrafı araştıran genç nesiller unutkan
tavrı değiştirecek.
Salı günü 99 yaşını süren hocayı memleketi
Kütahya’ya uğurladık. Bir süredir ağır hastaydı.
Sevenleri, vefakar
dostları ve ülkenin seçkin tarihçi talebeleri
Fatih Camii’ndeydi.
O imparatorlukta doğan, Cumhuriyet’te hayatını
sürdüren aydınlardandır. Yeni kuşaklar onun gibi
Osmanlıca okumayı küçük yaşta öğrenenlerden
değildir. Ama bu bir açık değil. Talebeleri arasında
bu alanda onun kadar iyi olanlar da vardır, çünkü
adam yetiştirdi.
Nice sanat tarihçisi Oktay Aslanapa
olabilir.
Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı,
07.04.2013
|

|
İSPANYA'YI BATIRAN GEMİ 400 YIL SONRA BULUNDU
Sulara gömülmesiyle, İspanyol İmparatorluğu'nu iflasın eşiğine getiren hazine gemisine ait batık Meksika Körfezi'nde bulundu. İspanya'nın fethettiği Latin Amerika'dan talan edilen değerli taş, inci, altın ile gümüş taşıyan ve 1622 yılında batan gemi Meksika Körfezi'nin 400 metre derininde bulundu. Latin Amerika'dan Madrid Bankası'na hazineleri götüren 28 gemilik bir filo 5 Eylül'de körfezde bir fırtınaya yakalanmış, batığına ulaşılan Buen Jesus y Nuestra Senora del Rosario dahil 8 gemi batmıştı. 500 kişiyle beraber sulara gömülen sekiz gemiden Rosario'yu bulan Odyssey Marine Exploration şirketinin başkanı Greg Stemm batığı, "çağımızın keşfi" olarak niteledi. Odyssey Marine Exploration, gemilerle gelen hazineye güvenen Madrid Bankası'nın iflas ettiğini ve bunun da İspanya İmparatorluğu için sonun başlangıcı olduğunu belirtti.
Sabah, 07.04.2013
|
TÜRBEYİ DE YAĞMALAYAN DEFİNECİLER PES DEDİRTTİ

Bitlis, Kurubulak Mahallesi'nde bulunan Hacı
Hasan Hoca Şirvani türbesindeki kitabeleri yerinden
söken defineciler, türbede bulunan lahit mezarları
ve türbedeki tarihi yapılara da zarar verdi.
Türbeyi, uzun yıllardan beridir korumaya
çalıştıklarını belirten Hacı Hasan Hoca Şirvani'nin
torunlarından Fuat Şirvan, türbeye musallat olan
definecilerin türbeye zarar verdiğini söyledi.
Devamlı türbenin bakım ve onarımını yaptıklarını
ancak son dönemlerde türbede altın olduğunu düşünen
definecilerin her defasında türbeyi tahrip ettiğini
ifade eden Şirvan, "Müslüman mezarlıklarında altın
olduğunu düşünen defineciler türbeyi tahrip ediyor.
Ancak şunu iyi bilmelidirler ki İslam mezarlarında
altın falan olmaz. Ancak onlar her defasında
türbenin bir yerine zarar veriyor tahrip ediyorlar.
Defineciler türbenin sütunundaki piramitte bulunan
250 yıllık hilali çalmışlar. Türbe üstündeki
piramitlerin kapak kısımlarını kırmışlar. Onun
dışında yine türbe girişinde bulunan tarihi
yapıların kapak kısımlarını kırıp içinde altın
aramışlar. Hacı Hasan Hoca'nın çocuklarından İsmail
Hoca'nın da mezarını tamamen dağıtmışlar. Kitabesini
kırmışlar. Artık biz tek başımıza başa çıkamıyoruz.
Yetkililerden bu konuda yardım bekliyoruz." diye
konuştu.
Türbenin tarihiyle ilgili bilgi veren Araştırmacı
Yazar Törehan Serdar ise Bitlis, Kurubulak
Mahallesi'nde, yamaçta bulunan Hacı Hasan Hoca
Şirvani Dergahı'nın içerisinde iki kitabe
bulunduğunu, bu kitabelerden birisinde bin 822
tarihi yazılı olduğunu, diğer kitabenun
okunamadığını söyledi. Hacı Hasan Hoca'nın 1887'de
vefat ettiğini ve türbesini de Şerefhan sülalesinden
Cevahir Hatun yaptırdığını söyleyen Serdar, şöyle
konuştu: "Dergah meyilli bir arazide yapılmıştır.
Oldukça küçük olan dergah ve yanındaki türbesi küçük
bir yapı topluluğu oluşturmaktadır. Arazi konumundan
ötürü dergahın altındaki küçük mekanın çilehane
olduğu sanılmaktadır. Kesme taştan dergahın
duvarları oldukça alçak olmasına karşılık, üst
örtüsünde türbe bölümünün oldukça yüksek piramidal
külahı ile oldukça iddialı bir görünümü vardır. Yapı
topluluğu dikdörtgen planlıdır. Dergah, bu plan
düzeninde içerisine küçük hücreler halinde
sığdırılmıştır. Büyük hücrenin kuzeyinde ve türbe
kapısının açıldığı küçük kubbeli hücrelere, diğer
bir kapıdan da Doğudaki küçük hücrelere
geçilmektedir. Güneybatıdaki Hacı Hasan Hoca'nın
türbesi diğerlerinden daha büyük ölçüdedir. Bu
kısımda dört kenarlı bir piramit şeklinde çatı
içerisinden de açıkça kendini göstermektedir. Türbe
içerisini Güney ve Batı kenarındaki pencereler
aydınlatmaktadır. Yapı içerisindeki küçük bölümler,
pandantifli kubbelerle, büyük bölümler de tonozlarla
örtülmüştür. Dergah, yapılışından sonra çeşitli
dönemlerde yapılan eklerle genişletilmiştir. Bu
arada, Kuzeydeki bordürleri onarımlar sırasında
yenilenmiştir. Türbeyi, Şerefhan ailesinden Cevahir
Hatun yaptırmıştır." diye konuştu. Türbeye sadece
definecilerin zarar vermediğini belirten Törehan
Serdar, türbenin bulunduğu zeminin her geçen gün
yıkılmaya başladığını ve önlem alınmaması durumunda
ise kısa sürede tamamen yıkılacağını belirtti.
Serdar, şöyle konuştu: "Türbenin yıkılmaması için
defalarca çağrıda bulunduk. Ancak kimse ilgilenmedi.
Türbeyi besleyen kayalar yıkılmak üzere. Zaten bir
kısmı da yıkılmış. Kısa sürede önlem alınmazsa
tamamen yıkılıp gidecek. Yetkililerin bir an önce
önlem alması gerekmektedir."
Star, 07.04.2013
|
KESRA HACİ KORUMAYA
ALINIYOR
Gercüş’e bağlı Dereli
Köyü'nde bulunan Hacı’nın köşkü korumaya alınıyor.
Diyarbakır Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu, Batman Kültür ve Turizm
Müdürlüğünün Dereli (Ezdare) Köyü'nde bulunan ve
tapunun 126.ada 3,4,6,8,9 ve 10 no’lu parselleri
üzerinde yer alan Hacının köşkü isimli yapının
tescil talebini değerlendirerek, tarihi yapının
koruma altına alınmasına karar verdi. Diyarbakır
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulundan gelen yazıda
“Hacının Köşkü (Kesra Haci) isimli yapının Korunması
gerekli taşınmaz Kültür varlığı özelliği
gösterdiğinden, 2863 sayılı kanun tespit ve tescil
ile ilgili 7.maddesi uyarınca tesciline, yapı
gurubunun 2.gurup yapı olarak belirlenmesine,
ilgilileri tarafından hazırlanacak rölöve,
restitüsyon ve restorasyon projelerinin Diyarbakır
Kültür Varlıklarını Koruma Kuruluna iletilmesine
karar verilmiştir” denildi.
Batman Gazetesi,
05.04.2013
|
|
 |
KAÇAK KAZIYA BASKIN
Burdur İl Jandarma Komutanlığı'nın yürüttüğü 'Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Projesi" doğrultusunda Bucak İlçesi Ürkütlü beldesi Şeref Höyüğü sit alanında kaçak kazı yapan 3 kişi gözaltına alındı.
Edinilen bilgiye göre, Bucak İlçesi Ürkütlü beldesi Şeref Höyüğü sit alanında kaçak kazı yapıldığını tespit eden jandarma ekipleri, suçüstü yaptıkları baskında L.O, M.Ç ve A.B isimli şahısları gözaltına aldı. Gözaltına alınan 3 kişinin kazıda kullanmak üzere yanlarında 2 balyoz, 2 kazma, 7 kürek, 1 manivela, 3 adet demir şiş de ele geçirildi.
Gözaltına alınan 3 şahıs, çıkarıldıkları mahkemece serbest bırakıldı.
Burdur Kent Haber, 04.04.2013
|
Bu kayıtlardan da belgesel yapacaklarını dile getiren Eyüpoğlu, Emek Sineması'nı, 2014'te, Türk sinemasının 100. yılının önemli bir parçası olarak açmayı planladıklarını belirtti.