Haberler logo Nisan '13 Arşivi






28 Nisan  - 4 Mayıs 2013

DATÇA'NIN DEĞİRMENLERİ KAYIT ALTINA ALINDI

 

Muğla’nın Datça İlçesi'nde Yerel Tarih Derneği tarafından yapılan çalışmalar sonucu, tarihi su değirmenlerinin tamamı kayıt altına alındı. Derneğin kurucu başkanı Akın Pilavcı, Datça’da 20’den fazla su değirmeni ile 20’ye yakın yel değirmeninin bulunduğunu söyledi.


Pilavcı, “Değirmenlerin çoğunluğunun Rumlardan kalma olduğu biliniyor. Aralarında 300 yıllık geçmişe sahip olanların yanı sıra 1950’lerin ortalarında Rum ustaların yanında işi öğrenen Türk ustaların yaptığı değirmenler de var. Ancak çok daha eski, Osmanlı’nın ilk dönemleri ve Bizans’tan kalma olduğu tahmin edilen su değirmenleri de bugün hala varlıklarını koruyor” dedi.
Pilavcı, Datça’daki bazı değirmenlerin Piri Reis’in haritalarında yer aldığını da vurguladı: “Dernek olarak kısıtlı olanaklarımızla değirmenlerin kayıt altına alınmasını sağladık. Son yıllara kadar kullanılanların sahipleriyla görüşmeler yaptık. Yaşlılardan anı dinledik. İlçe girişinde olduğu için en çok Kızlan yeldeğirmenleri biliniyor. Oysa Hızırşah Vadisi’nde tespih taneleri gibi dizilen 8 su değirmeni görülmeye değer. Çok az bilinen tarihi su değirmenlerinden biri ise yine Hızırşah Kanyonu’nda, şelaleler bölgesindeki Batır Kızılbük Deresi su değirmenidir. ”

Radikal, 04.05.2013

İKİ PICASSO TABLOSU ÇOCUKLAR İÇİN SATILIYOR

 

Ünlü müzayede evi Sotheby’s, Pablo Picasso’nun torunu Marina Picasso’nun koleksiyonunda bulunan iki Picasso tablosunun, çocukların eğitimi için satılacağını duyurdu.

 

6 Haziran’da Paris’te gerçekleşecek ‘Impressionist & Modern Art Sale’ başlıklı müzayedede, Picasso’nun 1943 tarihli ‘Femme Assise’ isimli tablosunun, 3 milyon 260 bin ile 4 milyon 560 bin dolara alıcı bulması bekleniyor. Picasso’nun satışa çıkacak bir diğer eseri ise, 1938 tarihli ‘Palette et Tete de Taureu’ isimli tablosu. Eserin, 1 milyon 300 bin ile 1 milyon 900 bin dolara satılması bekleniyor. Marina Picasso, Vietnam, Fransa ve İsviçre’de yaptığı çocuklarla ilgili hayır işleriyle tanınıyor.

Mlliyet, 04.05.2013

ROMA DÖNEMİNDEN MOZAİK BULUNDU







 

Milas Jandarma Komutanlığı ekiplerinin ihbar üzerine yaptığı kazı sonucunda 1 metre derinlikte taban mozaiğine rastlandı. Kazı incelemesinde mozaiğin Roma dönemine ait olduğu anlaşıldı. Alanda kurtarma kazı çalışmaları sürüyor.

Milas Kaymakamı Bahattin Atçı: "Bu mozaikler Türkiye'nin kültür varlığına katkı sağlayacak, belki de Zeugma değerinde olabilecek nitelikte" şeklinde konuştu. 

 

Milas Jandarma Komutanlığı ekipleri, bir ihbar üzerine ilçe merkezinde bir iş yerinde yaptığı aramada Roma dönemine ait 5 adet toprak kap buldu. Aramada ayrıca ruhsatsız 3 tüfek, 1 tabanca ve silahlara ait fişekler ele geçirildi. Olayla ilgili K.K. ve M.A. gözaltına alındı.

 

Jandarma ekipleri, müze yetkilileriyle toprak kapların çıkarıldığı düşünülen ilçeye bağlı Damlıboğaz Köyü'ndeki tarlada giderek, iş makinesi ile kazı yaptı.

Kaymakam Atçı, Milas, Yatağan, Bodrum Koordinatörü Jandarma Yarbay Ertuğrul Memiş, Milas Jandarma Komutan Vekili Üsteğmen Gürkan Uygun ve diğer yetkililerle basın toplantısı düzenledi.

Bulunan mozaiğin Türkiye'nin kültür varlığına ciddi katkı sağlayacağına inandığını dile getiren Atçı, "Hydai antik kenti alanındaki Damlıboğaz Köyü'nde müze müdürlüğümüz ve jandarma komutanlığımızın çalışmaları sonucunda çok değerli tarihi eserler bulunduğu bilgisi mevcuttu.b Burada bazı kaçak kazı çalışmaları yapıldığını öğrendik. Bunları tespit ettik ve mozaikler ortaya çıkarıldı. Bu mozaikler Türkiye'nin kültür varlığına katkı sağlayacak, belki de Zeugma değerinde olabilecek nitelikte" dedi. 

 

İlçede yoğun bulunan kültürel değerlerin, kaçak kazıcılar tarafından tahrip edilmeden ortaya çıkarılması konusunda çalışmalarını sürdüreceklerini belirtti.

Atçı, konuyla ilgili Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'yle görüşüldüğünü, Hydai antik kentinde yürütülecek kurtarma kazısında bulunan eserlerle ilgili destek sağlanacağını söyledi.

Cnn Türk, 03.05.2013

DÜNYAYI DEĞİŞTİREN ÇANAK ÇÖMLEKLER HALA MÜHÜRLÜ

 

 

Marmaray Projesi kapsamında Yenikapı’da 2004 yılında başlayan arkeolojik kazılar neolitik dönem bulgularıyla tüm dünyanın ilgisini çekti. Ancak İstanbul’un tarihini 8500 yıl geriye götüren arkeoloji kazıları “Bütçe bitti’’ denilerek durdurulmuştu. Ulaştırma Bakanlığı Devlet Limanları ve Hava Meydanları (DLH) tarafından maddi destekle sürdürülen Yenikapı kazılarından çıkan 40 bin eser depolara kapatılarak üzeri mühürlendi. İçlerinde unik (eşsiz) değerde ahşap eserlerin olduğu ve özel ilaçlı sularda bekletilen eserleri Radikal 9 Şubat günü ‘40 bin kasa eser ortada kaldı’ başlığı ile duyurmuştu. Ertesi gün Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik gazeteyi arayarak, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ile telefonda konuştuğunu ve Yıldırım’ın ek bütçe verdiği müjdesini vererek arkeolojik kazılara devam edileceğini söyledi. Radikal 10 Şubat günü de ‘Mühürler sökülüyor, kazıya devam’ başlığı ile bu haberi vermişti.

3 aydır tık yok
Bu tarihin üzerinden tam 3 ay geçti. Kazı depolarındaki mühürler çözülmedi, işten çıkarılan arkeologlar geri dönmedi. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Başkanlığı’nda devam eden kazılar bir türlü başlamadı. Konservasyonu yapılması gereken ve özel ilaçlı sularda bekletilen gemi donanımları, makaralar, yelken pangaları, halatlar, deri sandaletler, taraklar, fildişi ve kemik neolitik dönem tarihi eserler depolarda öylece kaldı. Müze yetkilileri kazılara başlamak için DLH’nın bütçesini beklediklerini belirterek, kendilerinden istenen tüm bilgi ve belgeleri gönderdiklerini belirtiyor. DLH ise ek bütçe çıktığını ancak ihale şartnamesini tamamlayamadıklarını ve yakın zamanda kazılara başlayacaklarını belirtiyor.


3 aydır eserlerin ne durumda olduğu bilinmiyor. Kaybedilen zaman 29 Ekim’de bitecek olan proje süresine eklenecek mi, o da belli değil. En önemlisi bilimsel verilerin alınması için geçen sürenin nasıl telafi edileceği. Oysa eserlerin laboratuvar ortamında değerlendirilerek buluntuların arkeoloji bilimi açısından önemleri ve İstanbul tarihine kattığı değerin ortaya konması gerekiyor. DLH ile yapılan protokole göre kazı sonuçları tamamlanıncaya kadar ekonomik desteğin verileceği belirtilmişti.

Radikal, Haber: Ömer Erbl, 03.05.2013

DÜNYA TARİHİNİ DEĞİŞTİREN ÇANAK ÇÖMLEKLER

 
Başbakan Erdoğan daha önce 2011 yılında söylediği Marmaray projesindeki arkeolojik kazılar için “Çanak çömlekle bize kaç sene kaybettirdiler” sözünü Kızılcahamam’da il ve ilçe başkanları toplantısında yineledi. 2004 yılında başlayan Yenikapı arkeolojik kazı çalışmalarında bugüne kadar 35 batık, 38 bin envanterlik (müzelik) eser bulundu. Dünyanın en eski neolitik dönem ahşap kullanım aletleri gün yüzüne çıkarıldı. Herşeyden önemlisi Avrupa medeniyetinin temellerinin İstanbul üzerinden geçiş yaptığı ve şehir tarihinin 8500 yıl geriye gittiği belirlendi. Üstelik arkeolojik kazılar Marmaray hattının yapılmasının geciktirdiği de doğru değil. Yenikapı’da hattın inşaatı arkeologlar tarafından 2009 yılında teslim edildi. 4 yıldır banliyo hattının inşaatı buna rağmen bitirilemedi. Ancak fatura arkeolojik kazılara çıkarıldı.

Kazılar 2004’te başladı
Ulaştırma Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan ve Türkiye ’nin en büyük raylı toplu ulaşım ağını oluşturan Marmaray ve metro projeleri kapsamında Üsküdar, Sirkeci ve Yenikapı’daki istasyonların inşası sırasında yapılan kazılarda açığa çıkan arkeolojik bulgular üzerine İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü başkanlığında 2004 yılında bilimsel düzeyde kazılara başlandı. Önce hattın geçeceği güzergahta başlayan kazılar, burgu makinasından önce ana kayaya kadar inildi. Daha sonra istasyon yapılacak geniş alanda kazı çalışmalarına devam edildi.


2009’da peyderpey arkeolojik kazıları bitirilen yerler Marmaray projesi için terk edilmeye başlandı ve 2010 yılının başında tamamen hat proje inşaatı için terk edildi. Marmaray Projesi için Üsküdar’daki kazılar 2007 yılında, Sirkeci ise 2010 yılında arkeolojik kazılara tamamlanarak ulaştırma DLH’ya teslim edildi.

Ortaçağ için bir ilk
Yenikapı’da 58 bin metrekare alanda deniz seviyesinin 3 metre üzerinde çalışmalar başladı. İstanbul tarihinin en kapsamlı arkeolojik kazılarında eksi 1 metre ile eksi 6.30 metre arasında, Erken Bizans Dönemi’nin en büyük limanı olan Theodosius Limanı gün ışığına çıkarıldı. Marmaray kazı alanında 13, metro kazı alanında 22 olmak üzere değişik ölçü ve tipte 5-11. yüzyıllara tarihlendirilen 35 batık tekne bulundu. Kadırga tipi batık ortaçağ için dünyada bir ilkti. Bu kadar çok batığın bir arada bulunduğu ve toprak tarafından korunan başka bir arkeolojik alanda dünyada yok.


Theodosius Limanı’nın altında devam eden kazılar sırasında, günümüz deniz seviyesinin yaklaşık 6.30 metre altında neolitik döneme rastlandı. Urne tipi bir mezar alandaki arkeologları heyecanlandırdı. Dünyanın gözü Yenikapı’ya çevrilmişti. Neolitik dönem yaşam izi çamurun içinde belirmişti. Ardından kano küreği, bir başka urne tipi mezar derken 8500 yıllık ilk insan mezarı bulundu. İstanbul tarihiyle ilgili ezber bozuldu. İstanbul’daki yaşam izleri 4500 yıl geriye gitti.

Kalıntıların çevresinde büzülmüş pozisyonda (Hoker) ve urne gömüler arkeoloji dünyasını ayağa kaldırdı. 2011 başlarında Yenikapı Metro kazı alanı içinde neolitik dönem mezar mimarisi içinde nadir görülen ahşap kullanımı ile karşılaşıldı. Ok, yay, kano küreği gibi buluntular dünyanın en eski ahşap eserleriydi. Unik özellikteki bu eserler tüm dünyada büyük ses getirdi.
9 yıldır süren kazılarda neolitik dönemden başlayıp kesintisiz olarak günümüze kadar ulaşan ve kent tarihine ışık tutan 38 bin envanterlik eser belgelendi. 40 bin kasa da ‘çanak çömlek’ var. Çalışmalarda ayrıca antik kent Theodosius Liman kalıntıları ile neolitik kültür katı arasında tabakalaşmış deniz dolguları, Marmara’nın son 10 bin yıl içinde geçirdiği değişimlerin anlaşılması açısından çok önemli bulgular sundu.

 

En eski ayak izleri

Kazılarda neolitik dönem İstanbul’unun ilk yerlilerine ait ayak izi tespit edildi. Neolitik dönem (MÖ 5500 - 8000) insan ayak izlerinin sayısı 390’ı buldu. Arkeologlar ‘‘Dere yatağı olduğu için zemin çamurlu. Daha sonra kuruyup kalıp şeklinde kalmış. Kısa bir süre sonra da derenin taşması ya da birden bastıran selin getirdiği mille, dere kumuyla üzerleri kapanmış. O izlerin içinden hep kumları fırçayla tek tek temizleyerek çıkarıyoruz’’ dedi. Ayak izlerinde en büyük ayak ölçüsü 42 numara. 35 numaradan başlayarak 42’ye kadar her numaradan ayak izi bulunuyor. Diğer yandan ayak izlerinin birbirinin üzerinde olmaması da arkeologların yorumuna göre ‘törensel bir toplanma yeri duygusu’ veriyor. Ayaklarında sandalet ya da deriden yapılma ayakkabı olduğu tahmin ediliyor. Dünyada bu kadar eski ve bu kadar çoğu birarada bulunan başka ayak izi yok.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 30.04.2013

YEDİKULE ZİNDANLARINA MÜHÜR VURULDU

 

 

Tarihi Yarımada'da yer alan İstanbul'un en eski açık hava müzelerinden biri olan Yedikule Zindanları yaklaşık bir haftadır ziyarete kapalı. Ziyarete gelen turistler ise kilit vurulmuş mühürlü kapıyı görünce büyük bir şok yaşıyor. Kapalı oluşuyla ilgili hiçbir bilgilendirme yazısının bulunmadığı Yedikule Zindanları'na gelen turistler, etrafta kendilerine bilgi verecek kimseyi de bulamayınca kapıdan dönmek zorunda kalıyor.

Fatih Belediyesi'nden yapılan açıklamada ise Yedikule Zindanları'nın, bazı bölümlerindeki eskimeden kaynaklı dökülmelerin vatandaşlara ve turistlere zarar verebileceği sebebiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kendilerine yazı gönderdiği ve bu yazıya istinaden zindanların zabıta ekipleri tarafından kapatılıp mühürlendiği kaydedildi.

Sabah, Haber: Ali Şahin, 03.05.2013

300 YILLIK OSMANLI KİTABELERİ RUSYA'DAN ÇIKTI

 

 

Osmanlı’nın Bulgaristan’da bulunan kalelerinden sökülen Osmanlı kitabeleri, Rusya’nın St. Petersburg şehrindeki bir kütüphanede ortaya çıktı.

 

 

Rusya gündemi ile Türkçe yayın yapan haberrus portalında yer alan habere göre, aralarında Sultan II. Mahmut’un tuğrasının da bulunduğu kitabelerin en eskisinin 300 yıllık olduğu belirtiliyor.

 

 

St. Petersburg Ulusal Kütüphanesinde bulunan 10 adet kitabenin üzerindeki hat dahil, ilk günkü orijinalliğini koruması dikkat çekiyor.

 

 

Kitabelerle ilgili olarak açıklama yapan Ulusal Kütüphane El yazmaları Bölüm Yardımcısı ve Tarihçi Anatoliy Alekseev, kitabelerin 1877-78 Osmanlı-Rus harbi sonrasında Rus askerleri tarafından işgal edilen Vidin ve Şumla gibi Türklere ait kalelerden Rus topraklarına getirildiğini söyledi.

 

 

Rusya’da koruma altına alınan kitabelerin Savaş Bakanlığı’na devredildiğini ifade eden Alekseev, buradan da kütüphaneye hediye edildiğini belirtti.

 

 

Kitabelerin kütüphanede antik Yunan ve Arap yazıtlarıyla birlikte sergilendiğini kaydeden Alekseev, “Yazıtların kütüphanede sergilenmesinin sebebi, gelen okuyuculara dünya tarihinin zenginliğini göstermek.

 

 

Ayrıca ziyaretçiler yazıların sadece ağaç ve kağıda değil, taşlara da işlenmiş olduğunu görüyorlar.” şeklinde konuştu.

 

 

Kütüphanede kitabeler dışında zengin bir Osmanlıca el yazması arşivi de bulunduğunu sözlerine ekleyen Alekseev, “Ayrıca Kırım hanlığına ve İranlılara ait el yazması koleksiyonlarımızda var. Bu koleksiyonlar bir yandan araştırmacıların ilgisine sunulurken, bir yandan da uluslararası projeler üretmemizi sağlıyor.” dedi.

 

Sergilenen eserler içinde, 1093 yılına ait Filistin'in Aşkelon şehrinden getirilen Arapça kitabeler ve 300’lü yıllara ait antik yunan eserleri de bulunuyor.

 






Bugün, 02.05.2013

'JANE' ABD'NİN TARİHİNDEKİ YAMYAMLIĞI ORTAYA ÇIKARDI

 

 

Amerikalı arkeologlar bugünkü Virginia eyaleti olan bölgeye ilk yerleşen İngiliz kolonicilerin 1600'lerde yaşanan kıtlık sırasında insan eti yediğini tespit etti. Kazılarda bulunan 14 yaşında kız iskeleti, yamyamlığa işaret eden izler taşıyor.

 

Radikal, 02.05.2013

AKÇAKOCA'DA TARİHİ EV ÇÖKTÜ

 

Akçakoca’da sit alanı ilan edilen bölgede tarihi bir ev daha çökerek yok oldu.


Edinilen bilgiye göre, Akçakoca Yukarı Mahallesi Derviş Ahmet Solak Sokak üzerinde bulunan Bedri Atalay’a ait sit alanında bulunan ahşap 2 katlı tarihi ev tarihe yenik düşerek yıkıldı. Bir süre önce Düzce Valisi Adnan Yılmaz ve beraberindeki heyetin incelemelerde bulunduğu sırada tarihi evin yıkılma tehlikesi olduğu bildirilmişti. Görgü tanıkları, "Tarihi 2 katlı evin yavaş yavaş çatırtı sesleri geldi ve ardından bir den yıkıldı. Ev yıllardır boş olarak bulunuyordu" diye konuştular. Akçakoca Yukarı Mahallesinde yaklaşık 289 tarihi evin yıkılma tehlikesi altında bulunduğu öğrenildi.

Değişim Medya, 02.05.2013

TOPÇU KIŞLASINI YEŞİLE BOYAYALIM!

 

Atatürk’ün getirdiği Fransız şehir plancısı Henri Prost’un hayalindeki İstanbul’da “mutlak koruma” altına alınmasını istediği iki yer vardı.


Biri, Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Sultanahmet Camii’nin bulunduğu bölgeyi kapsayan “Arkeolojik Park.“ Diğeri Taksim’den başlayıp Divan Oteli önünden Hilton Oteli’ne uzanan, ardından Maçka Parkı’nı da içine alarak, Dolmabahçe’yle kucaklaşan yeşil vadi. Prost’un planına göre burası İstanbul’un Central Park’ı olacaktı. Beton yığınlarından  bunalan vatandaş, kentin orta yerindeki yeşil alanda soluklanacaktı.


Ama Prost’un bu planları da diğerleri gibi delik deşik edildi. Yasayla koruma altına alınan Arkeolojik Park’ta Topkapı Sarayı ile Ayasofya’nın ortasına turistik otel konduruldu. Sultanahmet Camii’nin 6 minaresini gölgede bırakan “Onaltı Dokuz” kuleleri Başbakan’ı bile küstürdü.


Central Park hayaline gelince o da otel ve beton vadisine dönüştü. Pasteur Hastanesi rezidans oldu. Tenis, Eskrim Dağcılık kulübü uçtu. Gökkafes de hepsini taçlandırdı. Topçu Kışlası kararıyla da yeşil kuşağı beton sura dönüştüren halka tamamlandı.


Topçu Kışlası’nın Prost’un  yeşil vadisine yol açmak için yıkıldığını söyleyen Çevre ve Şehircilik Şurası Danışma Kurulu Başkanı Prof.Dr. Ahmet Vefik Alp, “Prost bugünkü İstanbul’u görseydi diplomasını yırtardı” diyor.

Milliyet, Yazı: Tunca Bengin, 02.05.2013

2 MÜZE EL YAZMASI ALDI

ABD’nin New York kentindeki Metropolitan Sanat Müzesi ile Kudüs’teki İsrail Müzesi’nin, Sotheby’s Müzayede Evi tarafından açık artırmaya çıkarılan 15. yüzyıla ait resimli İbranice bir elyazmasını ortaklaşa satın aldığı açıklandı.

Sotheby’s Müzayede Evi, 2 müzenin 1457 yılında Kuzey İtalya Rönesans dönemine ait minyatür resim tekniğiyle hazırlanan Mişna Tora’yı satın almak için ne kadar ödediğini açıklamadı. Yatırımcı ve hayırsever Ancak esere, 4.5-6 milyon dolar (8-11 milyon TL) arasında değer biçilmişti.

Habertürk, 02.05.2013

TAŞ MEKTEP SATIŞTAN DÖNDÜ

 

 

Bursa’da Tirilye Belde Belediyesi’nin, onarımına kaynak ayrılamadığı için 3 milyon TL’ye satılığa çıkardığı tarihi Taş Mektep, İl Özel İdaresi tarafından ilkokul yapılacak.


Mudanya’nın 3 bin yıllık tarihe sahip Tirilye beldesinde, 1905 yılında papaz okulu olarak kurulan bina, 1980 yılına kadar ilkokul binası olarak kullanıldı. Tarihi Taş Mektep, belediyenin restorasyon için bütçe bulamaması nedeniyle 3 milyon TL’ye satılığa çıkarıldı. Kıbrıs’ın eski cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios’un da eğitim gördüğü tarihi bina, Tirilye’de incelemelerde bulunan Bursa İl Genel Meclis Başkanı Nedim Akdemir, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Bilal Çelik tarafından yeniden gündeme alındı.


Maliyeti 5 milyon TL 
Nedim Akdemir, tarihi eserleri açısından Tirilye’nin Hıristiyanlık alemi için önemli bir yer olduğunu belirten Akdemir, “2014’e kadar Taş Mektep’e de katkıda bulunacağız. Bu yerin eski güzelliğine kavuşturulması için elimizden geleni yapacağız. Tirilye Belediyesi ile Bursa Büyükşehir Belediyesi arasında protokol yapılmasını sağlayarak, İl Özel İdaresi olarak yeniden ilkokul yapılması için restorasyona başlayacağız” dedi.

Radikal, 02.05.2013

SAİT FAİK'İN 'MÜZE EVİ' YENİDEN AÇILIYOR

 

 

Türk edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan Sait Faik Abasıyanık, 59'uncu yılında Burgazada'daki müzesinin yeniden açılmasıyla anılacak. Türk hikayeciliğinin unutulmaz ismi Abasıyanık'ın Burgazada'da yazları yaşadığı köşkü üç yıldır restore ediliyor. Müzenin açılışı 11 Mayıs Cumartesi günü yapılacak.

 

Çoğu öyküsünü bu evde yazdı

Ünlü hikaye yazarının birçok öyküsünü Burgazada sokaklarından, denizinden, balıkçısından ve insanlarından ilham alarak o evde yazdığı biliniyor. Köşkte yazarın el yazması öyküleri ve fotoğraflarının da içinde bulunduğu kişisel eşyaları da yer alıyor.

 

İlk 1959'da açıldı

İlk olarak 1959 yılında Darüşşafaka Cemiyeti’nin girişimiyle müze olarak halkın ziyaretine giriş ücreti alınmaksızın açılan ve bu tarihten 51 yıl sonra güçlendirme ve restorasyon çalışmalarının başlatıldığı müze ev, kültür ve tarihe ev sahipliği yapan önemli özel müzelerimizden biri. Babasının vefatından sonra kışları Nişantaşı’nda yazları ise Burgazada Çayır Sokak 15 numaradaki köşkte yaşamını sürdüren Sait Faik, rahatsızlandıktan sonra zamanının büyük bir kısmını burada geçirdi.

Yapı, 02.05.2013

TARİHİ URFA KALESİ'NDEKİ ÇÖKME

 

 

Tarihi Urfa Kalesi'nde çöken surun arkasındaki toprağın boşaltılması için arkeolojik kazı başlatıldı.
Şanlıurfa Müze Müdürü Müslüm Ercan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Urfa Kalesi'ndeki bir surda, 19 Nisan'da yaklaşık 10 metre genişliğinde, 15 metre yüksekliğinde çökme meydana geldiğini hatırlattı.

Olayın ardından Vali Celalettin Güvenç'in talimatıyla kriz masası oluşturulduğunu ve gerekli tedbirlerin alındığını aktaran Ercan, aralarında akademisyenlerin de bulunduğu bir komisyonun kalede inceleme yaptığını ifade etti.


Bu kapsamda öncelikle burç olarak tanımlanan surun arkasında kalan toprağın arkeolojik kazı niteliğinde boşaltılmasına karar verildiğini anlatan Ercan, durum değerlendirmesi yapılarak restorasyonun başlatılacağını söyledi.

Müze Müdürlüğünce toprağın boşaltılması için 30 kişilik ekiple arkeolojik kazı başlatıldığını ifade eden Ercan, kalede sürdürülen fizibilite çalışması tamamlandıktan sonra riskli görülen kısımlarda da gerekli çalışmaların yapılacağını belirtti.

Çalışmaları hızlı bir şekilde tamamladıktan sonra kaleyi turizm sezonunda ziyaretçilere açmayı planladıklarını bildiren Ercan, şunları kaydetti:
"Surun arkasındaki kale toprağı, höyük toprağı olduğu için çeşitli katmanlardan oluşuyor. Bizimki çok geniş kapsamlı arkeolojik kazı niteliğinde değil elbette ama burç bölümü önemli bir bölüm. Kazıyı bilimsel statüde yürüteceğiz, çıkan buluntular da çıktığı yere göre nitelendirilecek. Burç boşaldığında en azından burcun mimarisiyle ilgili ciddi bir bilgi sahibi olacağız diye ümit ediyorum. Bunun yanında elbette küçük buluntular da çıkmasını umuyoruz."

Sabah, 01.05.2013

DONUKTAŞ TAPINAĞI'NDAN 'TAMBUR PARÇASI' ÇALINDI

 

 

İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Bahaettin Kabahasanoğlu'nun imzasıyla yapılan açıklamada, tarihi mekandan kimliği belirsiz kişi veya kişilerce çalınan eserlerin bulunabilmesi için çalışma başlatıldığı bildirildi. Roma dönemine ait bir tapınak olduğu sanılan 'ndan çalınan tarihi eser parçalarının fotoğrafları Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeleri Genel Müdürlüğü'nün resmi internet sayfasının "çalınan eserler" bölümüne eklendi.

Çalınan tambur parçası ile ilgili olarak internet sayfasında; "Donuktaş Tapınağı'na ait yivli sütun tamburunun kırılmış bir parçasıdır. Mermerden tambur parçasının iki yarım yivi mevcuttur" tanımı yapılırken, sütun kaide için ise "Donuktaş Tapınağı'na ait üçgen biçiminde kırılmış bir torus ve yarım trochilos bölümleri mevcut, üzerinde haç motifi bulunan mermer sütun kaidesi parçasıdır" ifadeleri yer aldı.

Sabah, 01.05.2013

BORSA İSTANBUL'UN İLHAM KAYNAĞI: AİZANOİ

 

Kütahya'nın Çavdarhisar İlçesi'nde yer alan Roma döneminden kalma Aizanoi antik kentindeki "dünyanın ilk borsası", uluslararası arenada en büyük borsalar arasına girmesi hedefiyle kurulan Borsa İstanbul'un tanıtımlarına ilham kaynağı oldu.

 

AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, Aizanoi antik kenti, Kütahya il merkezine 57 kilometre uzaklıkta, Çavdarhisar ilçe merkezinde bulunuyor.

 

"İkinci Efes" olarak nitelenen Aizanoi'de, Anadolu'nun en iyi korunmuş Zeus Tapınağı'nın yanı sıra 20 bin kişilik amfi tiyatro ve buna bitişik 13 bin 500 kişilik stadyum, mozaikli hamam, sütunlu cadde, nekropoller ve dünyanın ilk borsası varlığını koruyor.

 

Antik çağlarda Penkalas diye isimlendirilen Kocaçay ırmağının yukarı kesimindeki kentin, adını mitolojik kahraman Azan'dan aldığı sanılıyor.

 

Kent antik Frigya'ya bağlı yaşayan Aizanitislerin temel yerleşim alanı olarak biliniyor. Aizanoi'nin yüksek platosu üzerindeki Zeus Tapınağı'nın çevresinde yapılan kazılarda, MÖ 3 bin yıllarına ait yerleşme tabakaları ortaya çıkarıldı.

 

Yakın zamanda ovanın birçok yerinde saptanan yerleşme tepeciklerinden biri de Anadolu'nun erken dönemlerinde bu ana kutsal alanın yerindeydi. Daha sonra bu bölge değişimli olarak Bergama'ya ve Bithinya'ya bağlıyken MÖ 133'te Roma İmparatorluğu egemenliğine girdi. Kent, bu dönemde tahıl ekimi, şarap ve yün üretimi sayesinde zenginleşti ve ünü bölge sınırlarını aştı.

 

Roma döneminde 330-726 yıllarında piskoposluk merkezi olan Aizanoi, 7'nci yüzyıldan itibaren bu önemini yitirdi. Ortaçağ'da bir hisara dönüştürülen Zeus Tapınağı çevresindeki düzlük alan, 13'üncü yüzyılda Çavdar Tatarlarınca üs olarak kullanıldı. Bundan dolayı bölgeye Çavdarhisar adı verildi.

 

Kent, 1824'te Avrupalı gezginlerce keşfedildi. Alman Arkeoloji Enstitüsü'nce 1926'da kazılar başlatıldı. Sonra bir süre ara verildi. Aynı enstitünün 1970'de başlattığı kazılar, 2011'de Pamukkale Üniversitesi Paü) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Elif Özer başkanlığındaki gruba devredildi.

 

-Borsa binası 1971'deki kazılarda gün ışığına çıkarıldı-

Roma İmparatoru Diocletianus'un enflasyonla mücadele amacıyla hazırladığı mal satış bedellerinin taş bloklar üzerinde duyurulduğu Aizanoi, dünyanın ilk borsasına ev sahipliği yapıyor.

 

Alman Arkeoloji Enstitüsünce 1971'de yapılan kazılarla ortaya çıkarılan borsadaki kitabelerde, imparatorluk pazarlarında satılan tüm malların satış ücretleri yer alıyor. Buna göre, kuvvetli bir kölenin fiyatı iki eşeğin, bir atın fiyatı ise üç köleninkine eşitti.

 

Borsa yapısı, 1992-1995'te kazıldı. Burada, sütunlu galerilerle çevrili olan ve buluntulara göre 400'lü yıllarda inşa edildiği sanılan bir cadde ortaya çıkarıldı. "Sütunlu Cadde" olarak adlandırılan bölümün mermerleri tamamlanarak yeniden ayağa kaldırıldı.

 

Sütunlu Cadde'nin 6'ncı yüzyıla kadar orijinalliğini koruduğu ve bir deprem sonucu yıkıldığı tahmin ediliyor.

 

-"Eğitimcinin maaşıyla duvar ustasının günlük ücreti eşit"-

Aizanoi Kazı Grubu Başkanı Özer, AA muhabirine, Borsa İstanbul için çekilen tanıtım filmlerinde yer verilen dünyanın ilk borsasının, Aizanoi'deki en önemli yapılardan biri olduğunu söyledi.

 

Borsa binası olarak tanımlanan Macellum alanındaki yuvarlak yapı ve yazıtların, Borsa İstanbul'un çalışmaları kapsamında yeniden Türkiye'nin gündemine geldiğini ve gerek borsacıların gerekse bankacı ve yatırımcıların ilgisini çektiğini anlatan Özer, "Aizanoi Antik Kenti'nde 1970 yılındaki Gediz depreminin ardından ortaya çıkarılan yuvarlak binada, İmparator Diocletianus'un, fiyatların anormal artışının önüne geçmek ve enflasyonu kontrol altına almak amacıyla aldığı Narh Kararnamesi yer almaktadır" dedi.

 

Özer, bu kararnamede, yaklaşık bin 500 kalemde, 4'üncü yüzyılın ticaretinde yer alan mal ve ticari eşyaların tavan birim fiyatları ve birbirlerine karşı olan değerlerinin verildiğini belirtti.

 

Bu kararların, günümüzde her ekonomik buhrandan sonra alınan istikrar paketlerinin antik dönemdeki karşılığı olduğuna dikkati çeken Özer, şöyle konuştu:

"Borsa binasında yazılı olan kararnamede bulunan bazı ücretler dikkati çekiyor. Örneğin, bir desen yapıcının yani ressamın günlük ücreti 150 dinardır. Bir avukat veya hukukçunun ise şikayet başına 250 dinardır. Eğitimcilere verilen ücret ise ne acıdır ki en düşüklerinden biridir. Örneğin her bir bilim adamı aylık 50 dinar ücret verilmiştir. Bir mimarlık öğretmeninin erkek öğrenci başına aldığı ücret ise 100 dinardır. En çelişkili örneklerden biri ise bir duvarcı yemek dahil günlük 50 dinar alırken bir bilim adamının aylık bu ücreti almasıdır. Borsadaki Tavan Fiyatlar Fermanı, bu bakımdan günümüze ilham vermeyi sürdürmektedir. Aizanoi pek çok ekonomi ve finans çevresi tarafından yakından takip edilmeye başlamış ve çoğu kuruluşa ilham kaynağı olmuştur. Yakın zamanda Borsa İstanbul olarak değişikliğe giden eski İstanbul Menkul Kıymetler Borsasının

İMKB) reklam filminde yer alması da bu ilhamın göstergelerinden biridir."

 

Özer, kazı ekibi olarak borsa yapısı ve çevresinin kazılması, restore edilerek korunması, çevre düzeninin tamamlanması ve tanıtımın yapılmasının hedeflendiğini sözlerine ekledi.

haberle.com, Haber: Hadi Şengül, 01.05.2013

7 BİN 500 YILLIK RESİMLER BULUNDU

 

 

Aydın’ın Çine İlçesi’ne bağlı Sağlık Köyü, Asarkuyu Kestanelik Mevkisi’nde 7 bin 500 yıllık kaya resimleri bulundu.

 

Beşparmak Dağları, Bafa Gölü çevresi, Muğla’nın Milas İlçesi ile Aydın’ın Koçarlı ve Söke İlçeleri’nde bulunan ve son yıllarda dünyada bir ilgi odağı oluşturan kaya resimlerinin benzerleri Çine’nin Sağlık Köyü, Asarkuyu Kestanelik Mevkisi’nde rastlandı. Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Neşe Atik’in 2000 yılında başlattığı araştırmalar kapsamında tespit edilen ve geçtiğimiz günlerde temizlik çalışmaları tamamlanan kaya sığınağındaki resimlerin yaklaşık 7 bin 500 yıl öncesine ait olduğu belirtildi. Çalışmaların sürdüğünü belirten Prof.Dr. Neşe Atik, bilim camiasında "Latmos Bölgesi Prehistorik Kaya Resimleri' olarak adlandırılan ve sadece belirtilen bölgede yayılımı olduğu düşünülen bu resimlerin, Çine’de de tespit edilmesi, Çine’nin Taş Devri’ndeki yaşantısına yeni bir pencere açmıştır” dedi. 

 

DÜNYA KÜLTÜR MİRASI AÇISINDAN ÖNEMLİ 

Bulunan kaya resimlerinin, meslektaşı Anneliese Peschlow’un Beşparmak Dağları’nda tespit ettiği örneklerle çağdaş olduğunu belirten Prof.Dr. Prof.Dr. Atik, resimlerin Cilalı Taş Devri’nin sonu ile Bakırtaş Devri’nin başlarına, yaklaşık MÖ 5500’lere denk geldiğini söyledi. Resimlerin kaya sığınağı içinde yer aldığını, ancak yapılan temizlik çalışmaları neticesinde bu alanın Neolitik Devir’de yaşam alanı olmadığını, sadece belli törenlerde ya da dini seremonilerde ibadethane olarak kullanıldığını söyledi.

 

Kaya sığınağında yapılan temizlik çalışmalarında, sığınağın tabanında, geç devirlere ait su kanalı ve dinlendirme havuzcuklarının görülür hale geldiğini de aktaran Atik, "Resimlerde insan eliyle tahribatın hiç olmaması, bölge halkının eski esere duyarlılığını göstermiştir" dedi.

Akşam, 01.05.2013

VAN GOGH MÜZESİ YENİDEN AÇILIYOR

Hollanda ’nın başkenti Amsterdam’da tadilat nedeniyle yaklaşık 7 aydır kapalı olan Van Gogh Müzesi tekrar hizmete girdi. Zemin parkeleri değişen ve olası bir yangına karşı güvenliği arttırılan ünlü ressam Vincent Van Gogh’un adını taşıyan müzeye yeni bir klima sistemi de takıldı. Ana girişi değiştirilecek olan müzedeki tadilatın bir süre daha devam edeceği ancak ziyaretçilerin bundan etkilenmeyeceği belirtildi.


Turistlerin Hollanda’da en çok ziyaret ettiği yerlerin başında gelen Van Gogh Müzesi’ni yılda 2 milyona yakın kişi geziyor.

Radikal, 01.05.2013

DUVAR MOZAİKLERİ YENİDEN DOĞACAK

 

 

İstanbul'un ilk toplu konut projesi 1947-1957 yılları arasında mimarlar Rebii Gorbon ve Kemal Ahmet Aru tarafından tasarlanarak Levent'teki 100 hektarlık bir alan 420 konut olarak inşa edildi. Proje sürerken toplu konutların çarşı bölgesindeki bazı cephelerini dönemin önemli sanatçılarının tasarlayacağı mozaiklerle süslenmesi kararı alındı. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nurullah Berk, Ferruh Başağa, Sabri Berkel, Ercüment Kalmık ve Eren Eyüboğlu bu çağrıya cevap vererek yirminin üzerinde mozaiği duvarlara işlediler.

DEĞERLERİ BİLİNMEDİ
Kimi tahrip olan, kiminin üzerine ise duvar reklamı yapıştırılan mozaikleri ihya etme kararı alan Beşiktaş Belediyesi bu sanat eserlerinin ortaya çıkarılması için bir proje başlattı. 20 eserin şimdiki durumları incelendi ve 7'sinin mantolama altında olduğu; 6'sının üzeri tabela ve reklam panolarıyla kapatıldığı; 2 tanesinin ise baca, sundurma, klima ve benzeri unsurlarla tahrip edilmiş durumda olduğu anlaşıldı. Nurullah Berk'in yaptığı bir duvar mozaiğinin ise vitrin açma amacıyla yıkılarak yok edildiği saptandı. Sadece 4 mozaik iyi durumdaydı.

KAMPANYA BAŞLATILDI
Beşiktaş Belediyesi mozaiklerin eski ve yeni hallerinin olduğu ayrıntılı dosyayı İstanbul III Numaralı Koruma Bölge Kurulu`na göndererek Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nurullah Berk, Ferruh Başağa, Sabri Berkel, Ercüment Kalmık ve Eren Eyüboğlu'na ait 20 sanat eserinin korumaya alınmasını sağladı. Vatandaşlardan da yardım isteyen Beşiktaş Belediyesi mozaiklerin eski hallerini gösteren fotoğraflar veya belgelerin 'Aradığımız parça sizde olabilir' sloganı ile kendilerine ulaştırılmasını istedi. Beşiktaş Belediyesi mozaiklerin cephelerde algılanabilmesi için boya renklerinden, tabela sistemine ve ışıklandırmaya kadar ayrıntılı bir çalışma yapacak, üzerlerinde klimalar, mantolamalar sökülecek, tahrip olan mozaikler orijinaline uygun olarak onarılacak. Böylece Barcelona, Paris gibi Avrupa'nın önemli merkezlerinde görülen duvar sanatının benzerleri Levent'te hayat bulacak.

Sabah, Haber: Mesut Er, 01.05.2013

BRITISH MUSEUM'A 135 MİLYON DOLARLIK EK BİNA

 

 

İngiltere ’nin en büyük müzelerinden British Museum’un yeni projesi kapsamında açılacak ek binada dünyanın en büyük Viking gemisi sergilenecek. Yaklaşık 135 milyon doların harcanacağı, devasa Viking gemisinin inşasını da içeren Dünya Koruma ve Sergi Merkezi projesi, enstitünün tarihindeki en büyük ve kapsamlı yatırımlarından biri. Independent’ın haberine göre müzenin direktörü Neil MacGregor, projenin müzenin 260 yıllık tarihindeki en büyük imar çalışması olduğunu ve büyük etki yaratacağını belirtti ve ekledi: “Her müzenin amacına ulaşmak için neredeyse on yılda bir yenilenme, düzeltme ya da ek bina gereksinimi vardır”.

Radikal, 01.05.2013

ANTİK KENT ÜZERİNE ÇÖPLÜK

 

 

Bu fotoğrafa iyi bakın, hatta kaydedip saklayın. Çünkü birileri ‘Dur’ demezse kısa süre sonra burası çöplük olacak.

 

Doğanın uyanışa geçtiği bereketin müjdecisi baharda yolculuğa çıktığınızı düşünün. Şimdi de kargacık burgacık, inişli çıkışlı, çukurlu tümsekli yolda ilerlerken yeşile boyanmış adeta gökyüzüne değmek için birbiriyle yarışan iki kocaman tepeyi, aşağı doğru yol kenarına kadar da biçilmeye hazır uçsuz bucaksız tarlaları gözünüzün önüne getirin. O iki tepenin altında yüzyıllar, hatta binyıllar öncesinde yaşayan büyük bir antik kent olduğunu da katın hayalin içine. Cenneti andıran tablonun ortasında ilerlerken koskoca bir kahverengi delik gelip gözünüzün içine saplansa tıpkı mızrak gibi... Güzel başlayan hayal kötü biterdi değil mi? Böyle bir yer var mı? Var. Uzakta değil. Ödemiş’den Kiraz’a doğru yaklaşık 10 kilometre uzaklaştığınızda, sol tarafta görebilirsiniz bu manzarayı. İşte hikayesi...

 

 

Tarih fışkırıyor

Küçük Menderes Çevre ve Altyapı Birliği, çöp sorunu çözmek amacıyla Türkönü, Kışla, Gereli ve Kurucaova köylerinin ortasında bir alan buldu. Tarih fışkıran, 1. derece arkeolojik sit olan bu alanın hemen yanına yapılacak çöplüğe her gün Ödemiş, Kiraz, Beydağ ile bunlara bağlı 39 belde ve 140 köyün tonlarca çöpü dökülecek. Ruhsat alınmadan başlanan, bu yüzden de İl Özel İdaresi’nce mühürlenen çöplük inşaatına başta köylüler olmak üzere arkeologlar tepki gösteriyor.

Çünkü çöplük, döneminin başkenti olan Neikaia Antik Kenti, antik çağların en büyük cıva madenlerinin hala açıkta bulunan galerilerinin, Kurtuluş Savaşı’nda Ödemiş ve çevresinde direnişin simgesi Gökçen Hüseyin Efe’nin düşmanla vuruşurken şehit düştüğü, 1974’e kadar da mezarının bulunduğu, Türkiye’nin en lezzetli bezelye ve baklalarının üretildiği, kısacası neresini kazsan tarih ve bereket fışkıran memleketin en verimli toprakları üzerine yapılacak.

 

 

Efes’ten bile büyük

Halk arasında ‘Ayasuluk’ olarak bilinen iki tepenin üzerinde bulunan Neikaia, ulaşılması zor olduğu için bugüne kadar ihmal edilmiş ancak MÖ 6-MS 3. yüzyıllar arasında bölgenin en büyük kenti. Ödemiş’te doğmuş, arkeoloji kariyerinde pek çok üniversitede ders vermiş, bölüm kurmuş, bölüm başkanlığı yapmış, emekli olduktan sonra da memleketine yerleşmiş Prof.Dr. Veli Sevin, Neikaia’nın, antik Kilbiyani’nin (Küçük Menderes Ovası’nın doğusu) para basmış en büyük kenti olduğunu söylüyor. Kalın toprak örtüsü altında büyük bir kentin bütün birimlerinin bulunduğunu anlatan Sevin, “Tiyatrosu, büyük kamu yapıları, duvarlarının bir kısmı halen ayakta olan büyük bir kilise, kale, mezarlık toprak altında. MÖ 6 ve 7. Yüzyıl’a kadar giden kaya mezarlarını alanın her tarafında görmek mümkün. MS 1-3. yüzyıllar arasında çok kaliteli para basılmış. Örneklerini daha çok yurtdışında bulmak mümkün. Yıllarca ihmal etmişiz ancak işin içine girince ne kadar önemli bir kent olduğu ortaya çıkıyor. Kent, Roma İmparatorluğu döneminde en parlak çağını yaşamış. Bizans Dönemi’ne ilişkin bir kayıt yok. Büyük ihtimalle terk edilmiş” diyor.

 

 

Cıva madeni yatağı

Yapılan yüzeysel araştırmaların Neikaia’nın Efes’ten daha büyük bir alana sahip olduğunu ortaya koyduğunu belirten Prof.Dr. Sevin, bölgenin zengin cıva ve zencefre yataklarına sahip olduğunu dile getiriyor. Sevin, “Neikaia zenginliğini cıva ve zencefreye borçlu. Çünkü cıva bileşeni olan zencefre 19. Yüzyıl’a kadar frengi gibi hastalıkların tedavisinde kullanılmış. Neikaia’da halen ağızları açık çok sayıda cıva madeni var. Bu madenlerden elde edilen cıva şişelenip Roma başta olmak üzere tüm dünyaya gönderiliyormuş. İspanya’da zengin cıva yatakları keşfedilene kadar bu madenler çalışmış. O dönemde maden zenginleştirmede kullanılan kayaların örnekleri halen toprak üzerindeydi ancak çöplük alanı için harfiyat yapılırken yok oldu, üstünün toprakla örtülmüş olduğunu umuyoruz” diye konuşuyor.

 

 

Ulusal tarih gitti

Küçük Menderes Ovası’nın tarih boyunca önemli uygarlıklara ev sahipliği yaptığını hatırlatan Prof. Sevin, alanın, ulusal tarih açısından önemini şöyle özetliyor: “Kurtuluş Savaşı’nda Ödemiş ve civarında direnişin simgesi olan Gökçen Hüseyin Efe, bu tepelerde yapılan çarpışmalarda şehit olmuş. Şehit olduğu yerde kayalara ay ve yıldızlar kazınmıştı. Mezarı 1974’e kadar burada kaldı, sonra da törenle Kaymakçı’ya götürüldü. Çöplük için izinsiz yapılan yol bu önemli noktayı şimdiden yok etti. Hiç önemine bakmadan ulusal tarihimiz açısından önemli bir noktaya iş makinelerini sokup yok ettiler. Bunun gibi Çakırcalı Mehmet Efe’nin babası da buradaki muharebede şehit düştü. Bir kuşak öncesinin bildiği yerleri koruyamadık.”

 

 

Ömrü en çok 10 yıl

Çöplük çalışmalarının 1997’de başladığını dile getiren Sevin, “Ödemiş Ovası’nın pek çok yeri verimli. Ancak verimsiz bölgeleri de var. Niye burada bu kadar ısrar ediyorlar kimse anlam veremiyor. Üstelik yeni araştırmalarla sit alanı büyüdükçe çöplük alanı 220 bin metrekareden 60 bin metrekareye düşmüş. Hatta belediye alanı genişletmek için iyi ayrı parseli kamulaştırdı.

Kamulaştırdığı alanda da eski eserler çıktı. Buraya bir tesis falan yapılmayacak, çöpler vahşi depolanacak. Belediye başkanının ifadesiyle bu çöplük 10 yıl çalışacak. 10 yıl için bu antik kenti katletmenin anlamı var mı? Özel İdare üç ilçenin birleşimiyle çöpten enerji üretecek bir tesis kurmayı önerdi onu da kabul etmediler” diyor.


Çöplerden çıkacak atık suların da ciddi tehlike yaratacağını sözlerine ekleyen Prof. Sevin, “Alanda halen cıva ve zencefre yatakları duruyor. Çöp dökmek için çevirdikleri alan da aynı. Buraya çöp dökülmeye başladıktan sonra onlardan çıkan ısıyla ve atık sularla bu cıva kayalardan çözünecek. O zaman tarlalardaki ürünler ne olacak? Kimse bunu düşünmüyor. Burada Türkiye’nin en lezzetli baklaları ve bezelyeleri üretiliyor. Bunlara cıva bulaşınca zehiri hepimiz yiyeceğiz” diye konuşuyor.

 

 

Özel İdare mühürledi

Çöplük inşaatının Ödemiş Müzesi’nin itirazına, İzmir Arkeoloji Müzesi’nden gönderilen iki uzman arkeoloğun olumsuz raporuna karşın İzmir 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 1. derece arkeolojik SİT ilan ettiği alanın hemen yanında başladığını ifade eden Sevin, ekliyor: “Çöplük için izinsiz otoban genişliğinde yol açıp bir de havuz yaptılar. Bu sırada bizim SİT ilan edilmesi için öneride bulunduğumuz alanları da tahrip ettiler. Bazı antik cıva madeni galerileri yolun altında kaldı. Biz çöplük olarak belirlenen alanın da sit alanı içinde kaldığını iddia ediyoruz. Yüksek Koruma Kurulu’ndan inceleme talebinde bulunduk. Ayrıca çevredeki köyler de imza toplayarak İzmir Bölge İdare Mahkemesi’nde dava açtı. İl Özel İdaresi, ruhsatsız olduğu gerekçesiyle mühürlediği için şimdilik bir çalışma yok, bekliyoruz. Ne hikmetse DSİ’nin antik kentin hemen yanından geçen yol kenarına yaptığı sulama kanalı inşaatını Ödemiş Müzesi gözetiminde yaptırıyorlar. Ancak çöplük inşaatına müzeyi katmıyorlar. Bunu da anlamış değiliz.”

 

***

 

Başkan Keskin: Küçük Menderes’in tek projesi

Ödemiş Belediye Başkanı Bekir Keskin, yapılacak tesisin Küçük Menderes’in tek çöp bertaraf tesisi olacağını, başka bir projenin bulunmadığını söyledi. Ödemiş Belediyesi tarafından başlatılan ancak daha sonra Küçük Menderes Çevre ve Altyapı Birliği’ne devredilen projenin ilk bölümünün yaklaşık 2.5 milyon TL’ye ihale edildiğini belirten Keskin, “Bu alan MTA tarafından 1993 yılında Ödemiş Belediyesi’ne verilmiş. 2004’te geçici tahsis alınmış, 2009’da geçici tahsis bitmek üzereyken yeni bir proje yaptık daha sonra da Ödemiş, Beydağ ve Kiraz tarafından oluşturulan çevre ve altyapı birliğine devrettik. Bütün belediyeler İller Bankası’ndan gerekli ödenekleri aldılar ve 16 firmanın katılımıyla ihale yaptık. İnşaat yüzde 40 oranında iken İçişleri Bakanlığı’na yapılan bir başvuru sonucu İzmir İl Özel İdaresi alanın sit alanı içinde olup olmadığı belirlenene kadar inşaatı durdurdu. Son olarak bugün İçişleri Bakanlığı’nın yazısı elimize ulaştı. Bu yazıyla birlikte inşaatı durduran İzmir İl Özel İdaresi’ne yeniden başlamak için başvuracağız ve yakında inşaata kaldığı yerden devam edeceğiz. Ayrıca biz orada ısrarcı değiliz, bize başka bir yer göstermedikleri için orayı yapıyoruz. Başka bir yer gösterseler oraya da yapabilirdik” dedi.

 

Vahşi depolama yok

Alanda vahşi depolama yapılmayacağını, 1,5 metre yüksekliğinde 12 katmanlı bir çöp bertaraf tesisi yapılacağını anlatan Keskin, “Şu an Küçük Menderes’teki bütün belediyeler çöpü kamyonla toplayıp derelere döküyor. Burada üç ayrı bölüm var. İlk bölümün ihalesine çıktık, ikinci bölümün planlaması yapıldı. Tepenin ardında da sitle ilgisi olmayan 3. bir bölüm var. Burası Küçük Menderes’in 15-20 yıl çöpünün depolanacağı bir alan olacak. Çöpler beton havuzlar içerisine 1,5 metre yükseklikte sıkıştırılacak. Dip suyu alınacak çeşitli yöntemlerle gazlar deşarj edilerek çıkartılacak 12 kat olunca da üstü tarım toprağı ile kapatılıp ağaçlandırılacak” diye konuştu.

 

İmar tadilatı yapıldı

İzmir İl Özel İdaresi’nin son olarak bölgede bir imar planı tadilatı yaptığını, Ödemiş Müze Müdürlüğü’nün projeye 4. kez itiraz ettiğini sözlerine ekleyen Keskin, “O inşaatı yaptığımız yer değil, tepede var birşeyler. Bir tarihi kent kalıntısı var ama 3-5 km uzakta, altında değil. Bizim inşaat yaptığımız yer kayalık bir yer. Bu tesise karşı çıkanlar tarihi alanın yanıbaşında olduğu için karşı çıkıyorlar. Tamam uzaktan bakınca birşeyler var ama şimdiye kadar hiçbirşey yapılmamış ki. Ne sondaj, ne bir yüzey araştırması, bilimsel inceleme. Kabaca harita üzerinde olabilir diyorlar da (belki) fal bakar gibi bir şey yapılmaz ki. Biz kazı yaparken çok dikkat ettik” dedi.

Hürriyet, Haber: Turan Gültekin, 30.04.2013

1. MURAT HAMAMI SERGİ SALONU OLUYOR

 

 

İznik’te bulunan tarihi 1. Murat Hamamı’nın ilçeye kazandırılması için başlatılan çalışma kaldığı yerden devam edecek.

 

İznik Belediyesi geçtiğimiz aylarda tarihi yapıyı ’Kültür Evi’ne dönüştürmek için çalışma başlatmıştı. Ancak bu çalışma prosedüre uygun olmadığı gerekçesiyle Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından durdurulmuştu.

 

Bunun üzerine Belediye, Kurul’un uyarılarını dikkate alarak fonksiyon değişikliği talebinde bulundu.

 

Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde, kullanımı İznik Belediyesi’nde olan I. Murat Hamamı için yapılan fonksiyon değişikliği talebi Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından kabul edildi

 

3. derece arkeolojik sit alanında bulunan tarihi hamam yapılacak çalışmanın ardından ’Turizm ve Çinicilik Sergi Salonu’ olarak kullanılacak.

 

Daha önceki çalışmada tarihi hamamın duvarlarına yapılan resimler Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı gereği çıkarılacak. Resimler panolara yapılacak.

 

Koruma Kurulu tarihi yapının duvarlarının orijinal haliyle kalması şartıyla sergi salonu iznini verdi.

Bursa Olay, Haber: Hayri Şen, 30.04.2013

MANOLO VALDES PERA MÜZESİ'NDE

 

 

Pera Müzesi, 8 Mayıs - 21 Temmuz 2013 tarihleri arasında çağdaş sanatın yaşayan en büyük ustalarından İspanyol Manolo Valdés’i konuk ediyor.

Manolo Valdés, Resim ve Heykeller”
Özellikle kullandığı malzemelerin çeşitliliği, büyük boyutlu yapıtları ve forma dair arayışları ile dikkat çeken, günümüzün büyük sanatçılarından Manolo Valdés’in 1980’lerden günümüze uzanan çalışmalarından, 46 resim ve 13 heykelden oluşan 59 yapıtlık “Manolo Valdés, Resim ve Heykeller” sergisi, Pera Müzesi ile dünyanın en önemli galerilerinden Marlborough Gallery New York işbirliğiyle ziyaretçilerle buluşuyor.

Kurucuları arasında yer aldığı ve pop sanatın İspanya’daki öncüsü olan Equipo Crónica’nın 1981 yılında dağılmasının ardından kariyerine yalnız devam eden 1942 Valencia, İspanya doğumlu Manolo Valdés’in geçmişin başyapıtlarından yola çıkan, tarihsel izler, renk tonları ve dokulardan oluşan sonsuz bir görsel zenginlik sunan ve sanat tarihinden izler taşıyan yapıtları, İspanyol Altın Çağı’nın ustaları Velázquez’den Zurbarán’a, Matisse’ten Picasso ve Lichtenstein’a izler taşıyor.

Habertürk, 30.04.2013

TARİHİ ESERLERDE YIKILMA TEHLİKESİ

 

 

Erzurum'un Oltu İlçesi'ni simgeleyen tarihi kale, Rus Ortodoks kilisesi ve Selçuklu hamamı, bakımsızlıktan yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı.

 

Oltulular, şimdiye kadar ciddi onarım görmeyen tarihi varlıkların korunmasını istedi.

 

Oltu Çayı'nın meydana getirdiği yay içinde bulunan ve MÖ 3'üncü Yüzyıl'da yapılan Oltu Kalesi'nde 1983 yılında meydana gelen deprem sonrası surlarında çatlaklar oluştu. Kale'nin güney kısmındaki 'büyük burç' diye adlandırılan bölümde oluşan çatlak, geçen süreçte büyüdü. Dış kale yıkılırken, iç kaledeki kilise temeli, bir mescit alanı, yıkık duvarlar ve bir türbe de yine bakımsızlığı dikkat çekiyor.

 

Oltu Kalesi'nin yakınında ve dış surlarının içerisinde kalan Selçuklu Hamamı ile yine ilçe merkezinde 1877-1878'de Oltu'yu işgal edildiği dönemde Ruslar tarafından yaptırılan haç planlı Ortodoks kilisesi, zamana ve olumsuzluklara direnmeye çalışıyor. Taşlarının bilinçsizce kullanıldığı, definecilerin her tarafını delik deşik ettiği tarihi eserlerin koruma ve onarıma alınması istendi.

 

Tarihi eserlerin gelecek nesillere aktarılması için mutlaka iyi korunması gerektiğine işaret eden vatandaşlardan Bayram Arpa, "Tarihi eserler koruma altına niçin alınmıyor? İlgililer, yetkililer, bu tarihi eserlerin son durumunu görmüş mü? Tarihi eserlere bakmak ve korumak, sadece çivi bile çakılmasına izin vermemek mi? Şimdiye kadar tarihi eserlerin korunması ve onarımı konusunda hiç bir şey yapılmaması insafsızlıktır. Koca bir tarih gözlerimizin önünde yıkılıp gidecek. Yazık günah" diye konuştu.

Yapı, 30.04.2013

'TARİH'İ ZAFER!

 

Yunanistan’ın ikinci büyük kenti Selanik’teki metro kazısı sırasında rastlanan tarihi kalıntılar için metro şirketiyle sürdürülen savaşı arkeologlar kazandı. Selanik’teki metro inşaatı sırasında İstanbul’daki gibi bir arkeolojik keşif yaşanmıştı. Tarihçilerin ve arkeologların “Bizans Pompei’si” olarak anlandırdığı eşsiz kalıntılar, müzeye çevrilmek istenmiş, inşaatı üstlenen şirket ise kalıntıların başka bir yere taşınarak inşaata devam edilmesi konusunda baskı uygulamıştı. Ekonomik krizin şiddetle hissedildiği ülkede, arkeologların 12 bin kişiden imza toplamasıyla bu sefer kazanan ekonomik kaygılar değil tarih oldu. Bu dilekçe sayesinde şirket geri adım atmak zorunda kaldı.

 

‘Büyük bir zafer’
Aristotelio Üniversitesi’nden Bizans uzmanı Aristotelis Mentzos bu kararı ‘büyük bir zafer’ olarak niteledi. Kalıntıların yerinin değiştirilmesi gerektiğini öne süren şirket yetkililerine “Eyfel Kulesi ya da Big Ben’in yeri değiştirilebilir mi?” diyerek tepki gösterilmişti. Şehrin yerel konseyi ve üniversite, metro için alternatif teknik çalışmalar önerince şirket bu teklifinde ısrar etmekten vazgeçti. Böylelikle bulunan kalıntıların yüzde 84’ü yerinde kalabilecek.Avrupa Birliği’nin de mali destek verdiği Selanik metrosuna yaklaşık bir milyar euro yatırıldı. 2012’de bitirilmesi beklenen proje böylelikle 2016’ya kaldı. 2020’de ise projenin şehrin dışına da taşınması ve bunun için dört milyar euro harcanması bekleniyor.

 

Ticaret merkeziymiş
Metro inşaatı sırasında bulunan kalıntılar, modern Selanik’in ticari merkezinin altında antik dönemde de bir ticaret merkezinin olduğunu ortaya koymasıyla heyecan yaratmıştı. Dördüncü yüzyıldan kalma mermer kaplı bir yolun iki yanında dükkanlar, atölyeler ve kamusal mekanların dizili olduğu anlaşılmıştı.


Yunanistan Arkeoloji Birliği’nin başkanı Despoina Koutsoumba, bulunan bu alanın antik şehrin kalbi olduğunu söylüyor. Kalıntıların yedi yüzyıldır bozulmadan korunmuş olması hayranlık yaratıyor. Ekonomik olarak dar boğazdan geçen Yunanistan’da son zamanlarda kültür sanat etkinliklerine yapılan yatırımlarda kısıtlamaya gidilmişti.

Milliyet, 30.04.2013

KIŞLA,NASIL AVM'YE DÖNDÜ?

 

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dün Topçu Kışlası’na AVM ve rezidans da yapılabileceğini söyledi. Oysa Yüksek Kurul’un projeyi onaylarkenki tek gerekçesi kışlanın ‘sosyo-kültürel’ amaçla kullanılacak olmasıydı.


Mimar Halil Onur’un hazırladığı Topçu Kışlası projesi, II Numaralı Koruma Kurulu tarafından ocak ayında reddedilmişti. Kurul kararında, projenin 1800’lerde yapılan Topçu Kışlası’nın ‘özgün mimarisi’ne dair yeterli bilgi ve belge içermediği belirtilmiş ve Gezi Parkı’na atfen “Günümüzde 60-70 yıllık kullanım değeri ile tarihe belgelik eden bir nitelik kazanmış” ve “İstanbulluların kolektif belleğinde yer etmiş” ifadeleri kullanılmıştı.


Başbakan’ın ‘reddi reddedeceğiz’ açıklamasının üzerinden üç hafta geçmeden Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu kışlaya izin verdi. Fakat Yüksek Kurul, bölge kurulunun kararını neden iptal ettiğine dair hiçbir gerekçe göstermedi. Karar metninde yalnızca kışlanın ‘sosyo-kültürel’ amaçlı kullanılacağı belirtildi: “Taksim Meydanı ve Parkı ile bütünleşen yaklaşık 17 bin metrekarelik kamuya açık bir meydan düzenlemesi ve kapalı mekanların ise sosyo-kültürel amaçlı kullanımını öngördüğü anlaşılan avan projenin uygun olduğuna, bu nedenle İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunu’n kararının iptal edilmesine karar verildi...” denildi.

Yüksek Kurul davalık
Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası, yüksek kurulun kararının iptali istemiyle İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nde dava açtı. Oda, dava dilekçesinde Türkiye ’nin en önemli kamusal alanlarından birisinin Yüksek Kurul kararıyla ciddi bir yapılaşma tehdidi altına girdiğini, 1993’te Kentsel Sit Alanı ilan edilen parkın kentlilerin kolektif belleğinde yer eden bir anı mekanı ve kültür varlığı olduğu, bugüne kadar yapılan bütün üst ölçekli planlarda park olarak işlevlendirildiğini, plan raporlarında da Beyoğlu bölgesinde yeşil ve açık alanların yetersiz olduğunun açıkça yazılı olduğunu belirtiyor.


Yargı konusu yüksek kurul kararı, daha önce koruma kurullarının Taksim Meydanı ve Taksim Gezi Parkı hakkında aldığı kararlara da aykırı:
İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, 1999’da, “Kentin önemli yeşil alanlarından biri olan Taksim Gezisi’nin ve bunların oluşturduğu aksta bulunan Atatürk Kültür Merkezi’nin birbirinden ayrılamaz ve Taksim Cumhuriyet Alanı ile bir bütün olduğu yönüyle anılan bu anıtların tümünün korunması gerektiğine...” karar vermişti.


Aynı kurul, 2001’de “Meydanın canlılığının sağlanması için gerekli işlevlerin (kültür, turizm, eğlence v.b.) Cumhuriyet Meydanı’nda yapılanma öngörmeden, meydana komşu alanlarda çözümlenmesine, meydanın tarihi kimliğini ve niteliğini bozacak hiçbir yapılanma olamayacağına, Taksim Cumhuriyet Alanı’nın tüm bu özellik ve nitelikleriyle korunması gerektiğine karar verildi...”

Topbaş ‘AVM yok’ demişti
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, şubatta A Haber’e çıkarak AVM’nin söz konusu olmadığını belirterek “AVM yok. AKM’nin yıkımı konusunda da bize, ‘AKM yerine cami mi otel mi yapacaksınız?’ diye sordular. Herkes kendi endişelerini veya hayallerini konuşuyor. Yok böyle bir şey. Tekrar net olarak söylüyorum; orada AVM yok” demişti. İBB’nin Taksim’deki altgeçit inşaatının etrafına kurduğu paravanlarda ise hala “Topçu Kışlası’nı yeniden inşa ederek kültür merkezi ve sanat galerisi olarak hizmete açmayı planlıyoruz” yazılı...

Radikal, Haber: Elif İnce, 30.04.2013

'ÇILGIN PROJELER'

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , Kızılcahamam Asya Termal Otel’deki partisinin il ve ilçe başkanları toplantısında konuşan Erdoğan konuyla ilgili olarak şunları söyledi:

 

"Çok daha hızlı yürümemiz lazım. Çılgın projeler diyoruz, ama bir çılgın projenin gerçekleşmesi için bize hendek atlattılar. 3-4 sene gecikmeli proje başlatabiliyorsunuz. Bir Marmarayımız var. Çanak çömlek hikayesi bize 4 sene kaybettirdi. Şimdi 29 Ekim’e yetiştirmek istiyoruz. Türkiye 4 yıl içinde modern bir havalimanına ulaşacak. Birileri geliyor ve ’Kanalistanbul gereksiz bir proje’ diyor. Sen o aklını kendine sakla. Kanalistanbul’u gerçekleştireceğiz. Taksim gezi alanı diyoruz, buna da karşı çıktılar. “Kışlayı yeniden yapacağız” dedik ve hemen ana muhalefet karşı çıktı. Denizin dibinden 3-5 tane çanak çömlek bulunmuş, çatal kaşık bulunmuş, bunları koruyorsun ama Taksim Meydanı’ndaki devasa kışla, gayet güzel mimari estetiği hepsi güzel ve bunu korumuyorsun. Bu, ideoloji değil de nedir? İnşallah orada hem kışlamızı yapacağız ama bu kışla artık tabii kışla olarak görev yapmıyor. Mimari olarak öyle olacak ama alışveriş merkezinden toplantı salonlarına kadar, belki rezidans otel, Divan Otel tarafında da bir şehir müzesi yapmak suretiyle İstanbulumuzun şehir müzelerini de arttıralım istiyoruz. Galataport hazırlanıyor inşallah. Haydarpaşa port aynı şekilde. Ama hepsinden daha önemli bir şey var artık Yassı ada’yı yaslı ada olmaktan çıkarıyoruz. Sivri ada’yı inşallah bir kongre merkezi olarak gerçekten muhteşem bir proje ile orayı bir demokrasi ve özgürlükler adası yapıyoruz. "

Radikal (Kısaltarak), 30.04.2013

183 YILLIK RAHİBE OKULU KÜLLERİNDEN DOĞUYOR

 

 

Tarlabaşı Yenileme Projesi kapsamında devam eden çalışmalar kapsamında, 1830 yılında yapılan ve 1943 yılında açılan Tarlabaşı Bulvarı üzerindeki Beyoğlu Anarad Higutyun Mektebi ve Kilisesi'nin 5 katlı binası da, 30 yataklı çok özel bir otel oluyor. 1982'de, 'Semtin okul için uygunsuz bir hal alması' gerekçesiyle kapatılan ve pop müzik furyasının başladığı, 1985 ile 2000 yılları arasında birçok yönetmenin klip ve dizi çekimleri için tercih ettiği "Rahibe Mektebi"nin, tarihi şapel ve binası ciddi zararlar görmüştü.

İBADETHANE OLAN İLK OTEL
Higutyum Ermeni Katolik Vakfı'ndan 49 yıllığına Toros Turizm İşletmeleri tarafından kiralanan tarihi binanın harap olan 8 metrelik şapeli, çatı katında bulunan çanının yanı sıra tamamı büyük bir titizlikle ayağa kaldırılmış. 5'i suit olmak üzere toplam 30 odası bulunan otelde 40 metrekarelik örnek odalar yapıldı. 2014'te tamamlanacak Tarlabaşı Yenileme Projesi ile birlikte içinde ibadethanesi olan Türkiye'nin ilk butik oteli de açılmış olacak. Tanıtım broşürlerinde "şapel"i kullanacak şirket yetkilileri, Hıristiyanların yaşadığı ülkelerde tanıtımlar yapacak. Binanın dış cephe kaplamalarını oluşturan taş, tuğla ve sıvı yüzeylerinde çok titiz bir çalışma yapıldı. Tarihi bina basınçlı rotasyon ile fiziksel temizlik mikro kumlama yöntemi uygulanarak eski haline dönüştürüldü. Hem içeride hem de dışarıda aslına uygun çalışma yaptıklarını belirten Şantiye Şefi Y. Mimar Semih Alpay, "Yeni ve eski malzemeler arasında uyumu yakalamak için kontrollü olarak yüzey kirletme uygulandı, daha sonra yüzeylerin yağmur, güneş, hava kirliliği gibi dış etkenlerden korunması için, şeffaf emprenye malzemesi sürüldü. İç ve dış cepheler onarıldıktan sonra bina özgün renklerine uygun boyalarla boyandı" dedi.

Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 30.04.2013

ÇETİN CEVİZ BİR KONU: ORYANTALİZM

 

 

Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer'in ‘Çok çetin, ceviz bir sergi oldu' cümlesiyle özetlediği ‘Oryantalizmin 1001 Yüzü', 11 Ağustos'a kadar hem görmeye hem de tartışmaya açık.

Tartışarak bitiremeyeceğimiz bir dolu konumuz var. Bunlardan biri de oryantalizm. Muhtelif zamanlarda türlü yeni bahaneyle tartışıyoruz onu. Her seferinde de bir sürü başka görsellikle karşılaşıp aynı son noktaya; kendimizin ne kadar da oryantalist olduğuna varıyoruz. Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, geçtiğimiz hafta ziyarete açılan ‘Oryantalizmin 1001 Yüzü' isimli sergisinde; yine aynı konunun peşinde. Binbir Gece Masalları'ndan ilham alarak, kavramın 1001 yüzünü bize göstermeye niyetlenen sergide; arkeolojiden mimariye, dünya sergilerinden fotoğrafa, modadan seyahate pek çok konu başlığı bir arada.

 

Sergi, Napoléon Bonaparte'ın 1798'deki Mısır Seferi ve onun uyandırdığı Doğu ilgisiyle başlıyor. Bu ilgi salt egzotik görüntülerin ilginç gelmesinden ibaret değil. Aksine, bilimsel. Öyle ki üniversitelerde Doğu'yu araştıran bölümler kuruluyor; Arapça, Farsça ve Osmanlıca dilleri öğretilir oluyor. O zamandan itibaren neredeyse 200 yıl süresince Doğu'nun kültürü değil ama görüntüleri ve hikayeleri birer efsane şeklinde dalga dalga yayılıyor. Serginin ve konunun ikinci durağı, durumu biraz da Doğu'ya yontan Edward Said'in 1978 tarihli ‘Oryantalizm' isimli eseri.

 

Serginin son durağı ise 1978'lerden itibaren konuşulanları toparlar nitelikte. Yeni bir bilgi yok ama oryantalizmin ve Osmanlıcılığın yeni dönem örneklerini sunan bir son cümle var. Bu son cümlenin görsel karşılığında da içimizdeki oryantalizmi anlatan Kapalıçarşı görüntüleri… Nazan Ölçer bu görüntüleri oryantalizmi hala değişik cepheleriyle yargılayanlar, sahiplenenler ve geçmişi özleyenlere adıyor. Ciddi sayıda oryantalist eseri barındıran ve Çiftçi Towers tarafından desteklenen serginin son tarihi 11 Ağustos.

 

Osman Hamdi’nin ‘numuneleri’

Serginin ‘Oryantalizm ve Arkeoloji’ bölümünde, Doğu buluntularıyla birlikte, kazı işçilerini zamanda saklı kalmış numuneler olarak resmeden kazı fotoğrafları yer alıyor. Bu fotoğraflarda Batı’nın Doğu’yu dekor olarak görüp resmetmesine dikkat çekiliyor. Bu bölümün bir parçası olan Osman Hamdi Bey’in oryantalist resimlerine de ciddi biçimde yer veriliyor ki; onun yerli halka nasıl da, tam da Avrupalılar gibi bir ‘numune’ olarak baktığı iyice anlaşılsın.

Zaman, Haber: Jülide Karahan, 30.04.2013

TARİH YANA KAYDI!

 

 

Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de yapımı devam parkın yanında bulunan ve yolla kesişen 105 yıllık bina, 10 metre kaydırıldı. Şehrin tarihi ve merkezi yerlerinden biri olan Fuzuli Sokağı'nda 70 bin metrekarelik alana park çalışması başlatan Bakü Valiliği önce çevre düzenlemesi yaptı.

 

Altında 3 bin 500 araçlık otopark, içerisinde çok sayıda havuz, fıskiye ve egzotik ağacın bulunacağı parkın yapımı için çevredeki bazı binalar istimlak edilerek yıkılırken, belediye ve valilik yetkilileri, parkın hemen yanında bulunan ve parka gelecek yolla kesişen 105 yıllık tarihi binayı yıkmak yerine, kaydırmaya karar verdi.

4 GÜNDE KAYDIRILDI
Asırlık binanın kaydırılması için 210 adet özel hidrolik düzenek kuruldu ve bina bu düzenekler aracılığıyla 9 hidrolik araç tarafından kaydırıldı. Kaydırma işleminde kullanılan düzeneklerin 8 büyüklüğünde depreme dayanıklı olduğu ifade edildi. Bakü Valisi Hacıbala Abutalıbov, kaydırma işleminin 4 gün sürdüğünü, binanın yeni temelinin oluşturulmasınınsa 2 haftayı bulacağını söyledi.

Habertürk, 30.04.2013

300 YILLIK EL YAZMASI SON ANDA KURTARILDI

 

Van Emniyeti, tarihi eser kaçakçılarına yönelik yaptığı operasyonda 300 yıllık Süryanice el yazması ele geçirdi. Kitabı inceleyen bilirkişi, kitabın keçi derisiyle kaplı filigranlı olduğu ve paha biçilemediğini belirtti. Olayla ilgili 1 şüpheli gözaltına alındı.

 

Organize Suçlarla Mücadele ekipleri, ihbar üzerine tarihi eser kaçakçılarının peşine düştü. Yapılan teknik takip sonucu şüpheli A.Ö., Şerefiye Mahallesi Musa Anter Parkı’nda yakalandı. A.Ö.’nün üzerini arayan polisler, yağlı kağıda el yazısı ile yazılmış Süryanice dini bir kitap buldu. Kitabın bilirkişi incelemesinde orijinal olduğu ve paha biçilemediği belirtildi. Olayla ilgili gözaltına alınan A.Ö. ile ilgili soruşturma devam ediyor.

Zaman, Haber: Ahmet Görçüm, 30.04.2013

KAYIP KITA GÜN YÜZÜNE ÇIKTI!

 

 

1200 yıl önce Mısır kıyıları açıklarında sular altına gömüldüğü rivayet edilen kayıp şehir Heracleion, 3D teknolojisi yardımıyla tekrar gün yüzüne çıktı.

 

Antik Mısır şehri Heracleion'un zamanında Akdeniz'deki en büyük ticaret merkezi olduğu düşünülüyor. Kleopatra'nın bizzat açılışını yaptığı kutsal bir tapınağa da sahip olduğu iddia edilen ve 2001 yılında şans eseri keşfedildiği günden bugüne kadar hakkında türlü arkeolojik çalışmaların yürütüldüğü antik kentin zamanındaki görünümünün, bugün 3D teknolojinin yardımıyla bir haritaya dökülmesi başarıldı. Heracleion antik kenti, aynı kayıp kıt'a Atlantis gibi uzun yıllar bir efsane olarak kulaktan kulağa yayılıyordu. Fakat 12 yıl önce, denizaltı arkeologu Dr Franck Goddio, 18. yüzyıldaki Nil savaşında sulara gömülen Fransız gemilerini araştırmak için başlattığı çalışmasında şans eseri bir şekilde antik kentin hazineleri ile karşılaştı. Yön değiştiren çalışmalar sonucunda antik kentin kalıntıları üzerindeki kum ve çamur tabakası kaldırıldığında ise 1.200 sene önce Heracleion'da hayatın ne kadar zengin ve ihtişamlı olduğunu kanıtlayan ipuçlarına ulaşıldı.

1.200 yıl önce Akdeniz'in ticaret merkezi olduğu düşünülen şehirde arkeologların 64'ten fazla gemi kalıntısına ulaştığı kaydedildi. Bu sayının şimdiye kadar salt bir bölgede ulaşılan en fazla sayıdaki gemi olarak kayıtlara geçtiği belirtildi. Arkeolog grubunun ayrıca 700'den fazla gemi çapasıyla birlikte ticarette kullanılan bronz ve taş paralara da ulaştığı kaydedildi. Çalışmalarda ayrıca Kleopatra'ya Mısır'ı yönetmesi için güç verdiğine inanılan efsanevi Amun gareb tapınağının kalıntılarına ulaştığı da bildirildi. Oxford Üniversitesi Deniz Arkeolojisi Direktörü Dr Damian Robinson, antik kentle ilgili olarak, 'Şaşırtıcı derecede iyi muhafaza edilmiş.' şeklinde konuştu. Dr Robinson ayrıca çalışmalar sonucunda antik kentin iktisadi özellikleri hakkında da birçok bilginin gün yüzüne çıktığını ifade etti. “Bu arada Yunan ve Fenikelilerden gelen birçok şey var” sözleriyle antik kentteki ticaretin çapına dikkat çeken Dr Robinson, yapılan çalışmaları 'heyecan verici' olarak nitelendirdi.

Habertürk, 29.04.2013

'SOYUT KOMPOZİSYON'A 700 BİN LİRA

 

Bali Müzayede’nin 27 Nisan Cumartesi günü Sofa Hotel’de gerçekleştirdiği klasik, çağdaş resimler ve hat sanatı eserlerinin satışa sunulduğu müzayedesinde Mübin Orhon’un "Soyut Kompozisyon"u, müzayedeye telefonla bağlanan bir koleksiyoner tarafından 700 bin liraya satın alındı.

 

Toplam 264 eserin satışa sunulduğu müzayedede Odoardo Toscani’nin "Mihrimah Sultan Camii ve Çeşmesi" eseri 625 bin liradan, Erol Akyavaş’ın "İsimsiz Yer"i 675 bin liradan, Hoca Ali Rıza’nın "Peyzaj"ı 375 bin liradan alıcı buldu. Yazımı h.1217 (1802) yılında tamamlanmış, Hattat Galatalı Naili Efendi’nin Kur’an-ı Kerim’i 400 bin liradan satıldı.

Akşam, 29.04.2013

SİLUETİ BOZAN GÖKDELEN ASLA TRAŞLANMAMALI

 

Diyorlar ki “İstanbul’a hangi açıdan bakmanız gerektiğine siz karar verin”. Haklılar.

Siluet nedir? Siluet karaltıdır, uzaklardan yükselen gölgedir, bir çizgidir. Bir şehri önce siluetiyle sevmek mümkündür. Ama bir şehri sadece siluetiyle sevmekte, manav tezgahlarının ön sırasına dizilen mostralık elmaları hatırlatan bir yan vardır. Kurtlu yanları arkaya döndürülmüş, diğer yüzleri kadifeyle parlatılmış elmalardan bir kuledir. Siluet, fotoğraflarda hangi profilden burnunun daha iyi çıktığını önceden çalışmış bir adamdır; uzaktan bakıldığında göz çevresi çatallarını görünmez yapan fondöteni keşfetmiş kadındır.

Şehirlerin siluetleri önemlidir. O insansız gölgenin altında insanların nasıl yaşıyor olabileceğine dair fikir verir. Hükümetlerin, belediyelerin ve halkın neyi önemsediğini anlarsınız. Şehirlerini neye benzetmek istediklerini, neyi arzuladıklarını, tarihin ve yeninin onlar için ne demek olduğunu... Kıyıların kime ait göründüğü, yeşilin miktarı, alçacık binaların arasından nelerin göğe doğru yükselebildiği, o kentte, o ülkede iktidarın nasıl kullanıldığına dair ipuçları içerir. Şehirlerin siluetleri önemlidir ama siluet şehirde neye önem verdiğinizin gölgesidir sadece.
Kılıflar hazır

2011’in eylülünde Radikal’den Ömer Erbil, Zeytinburnu Belediyesi hudutlarındaki o üç gökdelenin tarihi yarımadanın minareleri arasından filizlenişini işaret ettiğinde daha vinçlerin motoru sıcak, ‘yaşam alanlarının’ çimentosu ıslaktı. Sultanahmet Camii’nin böğründen daha da yükselecek kulelere tepki büyük oldu. Mimarlar Odası çok önceden tehlikeyi raporlaştırmıştı ama Büyükşehir Belediye Başkanı bir ihmal bulunduğunu o haberle itiraf etti. Dedi ki: “Farklı girişimlerimiz var. Daha sonra açıklarız”.

Velhasıl OnaltıDokuz isimli üç gökdelenlik proje tamamlandı. Hatta 1+1 ve 2+1’lerden sadece altıncı katta kalmış. Ederi 2 milyon 700 bin TL olan daha yukarıdaki 4+1’lerden de çok az kaldığı söyleniyor. Fakat Başbakan sahibine küsmüş.

Bir yandan hepimiz iyi biliyoruz ki, Başbakan Erdoğan’ın gönül kırgınlığını açıkça beyanından sonra şimdiye dek belki kağıt üzerinde tam olan her şey değişecek. Zor diyorlar ama belki de bina cerrahisinin son teknolojisiyle kadraja giren fazlalık dilimlenecek. Başbakan küstüyse, zor diye bir şey yok.

Oysaki Mimarlar Odası raporlarının göz ardı edilişi, koruma kurullarının zaten hayatımızdan çıkışı, birtakım bilirkişi kombinasyonlarıyla işlerin şıpınişi değiştirilişi, sistematikleşmiş bir pratiği gösteriyor. Misal Emek Sineması hadisesini çok iyi anlatacak birkaç veriden biri: Uygulama projesinin dayanağı olan raporda imzası bulunan İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden Prof.Dr. Kemal Kutgün Eyüpgiller, aynı zamanda projenin danışmanlarından biri. Böyle işler...

Endüstriyel miras kapsamındaki tarihi fabrikalar rezidanslaşır, çivi çakılamayacak tarihi yarımada otellerden müteşekkil bir turizm setine dönerken, yoksullar merkez dışına süpürülürken, hayat AVM’leşirken ve hepsinin bin türlü kılıfı hazırken diğer yanda bir siluet fetişizmi...


“İstanbul’a hangi açıdan bakmanız gerektiğine siz karar verin”, 360 derece kent manzarası vaat eden OnaltıDokuz kulelerinin satışında kullanılan bir cümle. Ve haklılar. İstanbul’a hangi açıdan baktığınız mühim. Eğer tüm bunların ortasında sadece tarihi silueti bozan bu kulelerden yakınıyorsanız, şahsen öylece durmalarından yanayım. Demek sizi rahatsız eden sadece bu; bırakalım anıt gibi kalsınlar öyle. Siz de İstanbul’a bakarken içi acıyanlara eklenin.

Radikal, Yazı: Pınar Öğünç, 29.04.2013

İŞTE GERÇEK ROMEO JÜLYET'İN MEZARI

 

Romanya'nın Cluj kentinde bir kilisede yapılan arkeolojik kazılar sırasında, el ele tutuşmuş halde bir erkek ile bir kadın iskeletine rastlandı.

Erkek iskeletin kalçasına aldığı bir darbe dolayısıyla öldüğü saptanırken, kadın iskeletinin görünürde bir darbe almamış olması bilim adamlarına, kadının sevgilisinin ardından üzüntüden kalp krizi geçirmiş olabileceğini düşündürttü.

Yaklaşık 500 yaşındaki iskeletlerin gömüldüğü yer itibariyle zengin bir çifte ait olabileceği belirtildi.

Sabah, 29.04.2013

SURİYE VAKTİYLE KABE'Yİ DE MANCINIKLA YIKMIŞTI

 

     

 

Klasik İslam sanatının en güzel örneklerinden olan Halep'teki Emevi Camii'ne geçen hafta tank ateşi açıldı ve camiin bundan 900 küsur sene önce, 1090'da inşa edilmiş olan minaresi yerle bir edildi...


Muhalif güçlerle Beşşar Esed'in askerleri şimdi birbirlerini suçluyor, "Ateş eden biz değildik, karşı taraftı" diyorlar. Askerler camiye ateş açmadıklarını iddia ederlerken muhalifler de "Esed'in din yahut imanla hiçbir alakasının bulunmadığını bu son hadise gösteriyor" havasına girdiler...
Olaylar karşısında tepki gösterip karşılık vermenin, hatta bu tepkilerde insana yakışır şekilde davranmamanın bile bir hududu vardır ama Halep'teki bin senelik Emevi Camii'nin top ateşine tutulmasını "insanlık dışı" hatta "hayvanlık" diye nitelemek, bu işin sorumluları için layık olmadıkları bir övgü sayılır...





HAZRETİ EBUBEKİR'İN TORUNU
Kabahat sadece Esed'in askerlerinde mi? Tabii ki hayır! Halep'teki "Cephetu'n-Nusra", yani "Zafer Cephesi" adını taşıyan muhalif grup kendilerine üs olarak Emevi Camii'ni seçmiş, silahları ile birlikte camie yerleşip etraftaki birliklere ateş açmışlar; Esed'in askerleri de karşılarında bir cami bulunup bulunmadığına bakmadan ateşe karşılık verince, olan 900 küsur yaşındaki minareye olmuş!


Karşılarında kim ve ne olursa olsun güç kullanarak ezip geçmeye çalışmak Suriye'de çok eski bir adettir, hatta bundan 14 asır önce Hazreti Muhammed'in torunu Hazreti Hüseyin'i Kerbela'da şehid etmekten çekinmeyen Şamlı askerler Mekke üzerine de yürümüş, Kabe'yi yağlı paçavralarla ateşe vermiş, bununla da yetinmemiş ve mancınıklarla taşa tutup yıkmışlardır.


İşte, İslam tarihine "büyük fitnelerden biri" şeklinde geçen ve başrolde Emevi Halifeleri ile Abdullah bin Zübeyr'in bulunduğu hadisenin ayrıntıları:
Abdullah bin Zübeyr, "aşere-i mübeşşere"den, yani Hazreti Muhammed tarafından "cennetle müjdelenen on kişiden" biri olan Zübeyir'in oğlu idi. Annesi olan Esma, Hazreti Ebubekir'in kızıydı ve peygamberin hanımlarından Hazreti Ayşe, Abdullah bin Zübeyir'in teyzesi oluyordu.
Abdullah, 624 Mayıs'ında Medine'de dünyaya geldi; adını bizzat peygamber koydu ve genç yaşlarında Suriye, Mısır, Cürcan ve Taberistan seferlerine katıldı.





KOÇUN BOYNUZLARI DA YANDI
Dört Halife Devri'nden sonra Muaviye'nin Şam'da hilafetini ilan etmesine karşı çıkan Abdullah, Muaviye'nin oğlu Yezid'in de halife olup Kerbela'da yaşattığı facianın ardından Emeviler'e karşı Medine'de başlayan muhalefetin lideri kabul edildi.


Mekke'de yaşanan ve Kabe'nin yakılıp yıkılmasına kadar uzanan rezaletler, Yezid'in Medine'den Mekke'ye geçen Abdullah'ın üzerine ordular göndermesi ile başladı.


İlk orduya, Abdullah'ın rakibi olan ve Yezid tarafını tutan kardeşi Amr bin Zübeyr kumanda ediyordu. Yezid, Amr'ın Mekke'ye girmesinin ardından bir baskınla esir alınarak hapsedilmesi üzerine, Mekke'ye bu defa Müslim bin Ukbe'nin kumandasında bir başka ordu gönderdi. Müslim yolda ölünce ordunun başına Hüseyin bin Numeyr geçti, 24 Eylül 683'te Mekke'yi kuşattı ve Yezid'in Suriye'den gönderdiği askerlerin fırlattıkları yağlı paçavralar, Kabe'nin örtüsünün, ahşap kısımlarının ve içinde muhafaza edilen bazı eşyaların yanmasına sebep oldu. Allah'ın Hazreti İsmail'e kurban etmesi için gönderdiği koçun o zamana kadar saklanan boynuzları bile yanmıştı!
64 gün boyunca devam eden kuşatma Yezid'in ölüm haberinin gelmesi üzerine kaldırıldı ve Abdullah bin Zübeyr, Şam askerinin çekilmesi üzerine Mekke'de halifeliğini ilan etti.


Bu sırada Şam'da Yezid'in yerini alan iki halife de ardarda ölmüş, Emevi hilafetine Mervan bin Hakem geçmişti. Mekke dışındaki diğer İslam toprakları halife olarak Abdullah'ı tanımak üzere iken Mervan vaziyete hakim oldu, ancak o da ölünce yerini oğlu Abdülmelik aldı ve İslam dünyasında aynı anda iki halife hüküm sürmeye başladı: Suriye, Filistin ve Mısır'da Abdülmelik; başta Hicaz olmak üzere Arap yarımadasında da Abdullah halifelik ediyordu...

KABE'YE SALDIRI İZNİ
Abdullah bin Zübeyr,
halifeliği sırasında Şam'dan gelen Emevi askerlerinin tahrip ettikleri Kabe'yi yıkıp yeniden inşa etmeye, hatta eski asırlardaki haline getirmeye karar verdi. İnşaatta kullanılacak kireci Yemen'den temin etti, bütün duvarları tekrar yaptırdı, yüksekte bulunan kapıyı yer hizasına getirdi ve Kabe'ye yeni bir kapı daha açtırdı.


Emevi Halifesi Abdülmelik ise, değişik bölgelerde mücadelelerle geçen sekiz senenin ardından, 691 senesinin son günlerinde Mekke'ye Haccac bin Yusuf'un kumandasında önce iki bin kişilik bir ordu gönderdi. Ardından da beş bin kişilik destek birlikleri yolladı ve Haccac'ın Abdullah'ı devirebilmesi için Mekke'ye ve Kabe'ye saldırmasına da izin verdi.


Emevi ordusunun Mekke'yi kuşatması üzerine açlık başgösterdi. Şam'dan gelen askerler şehri ve Kabe'yi Ebu Kubeys Dağı'na kurdukları mancınıklarla taş yağmuruna tuttular ve Kabe yeniden enkaz haline geldi. Mekkeliler açlık yüzünden binek hayvanlarını, hatta Emevi askerlerin mancınıklarla hakaret maksadıyla fırlattıkları köpek leşlerini bile yemek zorunda kaldılar.


Şehirde vaziyetin çok daha fena bir hal alması üzerine Abdullah bin Zübeyir'i destekleyenlerden bazıları şehri terkettiler ve Mekke'yi müdafaa edecek gücü kalmayan Abdullah, teslim olmak yerine savaşarak ölmeyi tercih etti. Yaptığı bir çıkış harekatı sırasında katledildi, başı kesilerek Şam'a, Halife Abdülmelik'e gönderildi, başsız cesedi günlerde asılı bırakıldı ve defnedilmesine annesinin, yani Hazreti Ebubekir'in kızı olan Esma'nın ricaları üzerine izin verildi.


Abdullah'ın hilafetine son verilmesinin ardından, Kabe'de yapılan değişiklikleri haber alan Emevi Halifesi Abdülmelik, kutsal mekanın eski haline döndürülmesini emretti. Savaştan sonra Mekke'de kalmaya devam eden Haccac, halifenin talimatı ile Abdullah'ın Kabe'ye ilave ettirdiği kısımları yıktırdı ve yeniden Kabe, Hazreti Muhammed'in zamanındaki haline getirildi. Kutsal mekanın planı, bugün hala Abdülmelik devrinde yapılan son inşaatın izlerini taşır.


İslam dünyası, Şam'dan gönderilen Emevi ordusunun Kabe'yi mancınıklarla yıkmasına kadar uzanan acı olayların sorumlularını senelerce tartıştı.


Genel kanıya göre bütün kabahat, saltanatını güçlendirmek maksadıyla Mekke'ye ordu gönderip askerlerinin Kabe'ye de saldırmalarına izin veren Emevi Halifeleri Yezid ile Abdülmelik'e aitti ama bir diğer kesim, Emeviler'in yanısıra Abdullah bin Zübeyr'i de suçladı. Abdullah'ın şehri ve kutsal mekanı korumak maksadıyla karargahını Kabe'nin hemen yanıbaşına kurmakla ve Kabe'yi kendisine kalkan olarak seçmekle hata etmiş olduğuna inandılar.


Suriyeliler, bundan 14 asır önceki bu umursamazlıklarını geçen gün Halep'te de gösterdiler ve Emevi Camii'ni harabeye çevirdiler!

Kabe'ye saldıran Ebrehe'ye taş yağdıran Ebabil kuşları
"Ebabil kuşu" bir çeşit dağ kırlangıcıdır ve Kur'an'ın "Fil Suresi"nde Kabe'ye yapılan bir saygısızlığın cezasını hatırlatmak için bu kuşlardan bahsedilir...


Habeşistan'ın Hristiyan olan Yemen Valisi Ebrehe, Yemen'de bir kilise inşa ettirmiş ama Kinane kabilesine mensup bir Arap kiliseye hakaret etmiştir.


Ebrehe, hakaretin öcünü almak için 570 yılında ordusunun toplar ve Mekke'ye yürür. Ordusunda filler de vardır ve filler Kabe'yi yıkmasına yarayacaklardır!


Ama, tam Kabe'ye yaklaştığı sırada filler başka tarafa doğru kaçışırlar ve o anda gökte Ebabil kuşları belirir. Gagalarında ve ayaklarında yakıcı taşlar vardır, taşları Ebrehe'nin askerlerinin üzerine fırlatmaya başlarlar. Ebabillere hedef olan Habeş askerleri hemen oracıkta ölür, Ebrehe de etleri dökülerek çırpına çırpına can verir...


İlahi felaket bu kadarla da kalmaz, Habeş ordusunda çiçek ve kızamık salgınları çıkar, Ebrehe'nin kuşların taşlardan kurtulan askerleri de salgında yokolur giderler.


Ne zaman fena ve olmayacak bir iş edilecek olsa söylenen "Tepemize taş yağacak" yahut "Başımızda Ebabil uçacak" gibisinden deyimler, taaa o devirlerden kalmadır.


Ebabil kuşlarının, bu gidişle Suriye semalarında da uçması gerekiyor...

Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 28.04.2013

AĞA CAMİ RESTORASYONU KAYNAĞA TAKILDI

 

 

Demirören Alışveriş Merkezi’nin (AVM) inşaatı sırasında hasar gören 417 yıllık Hüseyin Ağa Camii restorasyonu, Demirören Grubu’nun ayırdığı 1 milyon liralık ödenek yetmeyince durdu. Cemaat 5 aydır çivi çakılmayan inşaatın durması üzerine “Mağdur olduk” diye isyan etti. Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, para sıkıntısı yaşandığını doğrulayarak “Sponsor olan Demirören Ailesi’nin restorasyon için uygun gördüğü para yetmedi. Kaynak için yeni protokol imzalandı” dedi. Demirören Holding yetkilileri, cami restorasyonu ile Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ilgilendiğini belirterek bu konuda açıklama yapmadı.


Üçte biri kaçak inşa edildiği öne sürülen Demirören Alışveriş Merkezi’nin (AVM) inşaatı Hüseyin Ağa Camii’ne zarar vermişti. Cami duvarlarında meydana gelen çatlaklar ve kamuoyunda oluşan tepki üzerine Demirören Grubu Ağa Camii’nin restorasyonunu yaptıracağını açıklamış, ‘gururla’ restore ettiğini cami çevresine asılan panolarla ‘Değerlerimiz için varız...’ sloganıyla duyurmuştu. Radikal, 2011 yılında başlayan restorasyonu ‘Önce çatlat, sonra restore et’ başlıklı haberle gündeme getirmişti. Ancak Kasım 2012’de bitirilmiş olması gereken restorasyon, bitmeyince etraftaki esnaf isyan etti.

Ağa Camii’ni görüntüledik
Radikal, Ağa Camii’ndeki restorasyonun son halini görüntüledi. Restorasyon işlemleri duran camiyi fotoğraflamak için camiye girdik. Caminin her tarafı kilitliydi. 3 metre yüksekliğindeki duvardan atlayarak girmek ve fotoğraf çekmek zorunda kaldık. Duvardan atladığımızı gören Demirören AVM yetkilileri, 1 çalışan ve 2 kişi göndererek camiden çıkmamızı istedi. Çıkışta ise sokakta yolumuzu kesen 3 kişi, fiziki müdahalede bulunarak sokaktan çıkışımıza izin vermedi. Sonrasında polis gelince tavırları değişti ve bizi alıkoymaktan vazgeçtiler. Konu ile ilgili Demirören Holding yetkilileri ile görüştük. Tayfun Demirören’in asistanı Rana Işıker, ekiplerinin hatalı olduğunu kabul ettiklerini ifade ederek, “Ekibin bilgisi var bu olaydan. Bu şekilde bir uygulama hiç hoş olmamış. Talihsiz bir durum olmuş, gerekli işlemi yapacağız” dedi. 

‘Para bitti, inşaat durdu’ 
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, restorasyonun devam etmesi için Demirören Grubu ile görüştüklerini açıkladı. Ertem, restorasyonun devam edeceğini şu sözlerle açıkladı: “Ödenek sıkıntısı yok, sponsorla yapıyoruz. Demirören Grubu Sponsorun oraya ayırdığı para azdı. Şimdi tekrar görüşüldü. Bu para yetmeyince Demirören ailesi ile görüşüldü. Aile büyüğü (Erdoğan Demirören) bizim muhattabımız. O devreye girdi ve bu işi üstlendi. Erdoğan Demirören işi üstlendiği için restorasyonun devam edeceğinden kuşkumuz yok.”


Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürü İbrahim Özekinci ise restorasyon sırasında öngörülmeyen yeni imalatlar ortaya çıktığını söyledi. Özekinci, bitirici restorasyon çalışması için keşif çalışması yaptıklarını belirterek, şunları söyledi: “Demirören Grubu ile yapmış olduğumuz protokol vardı. Bu protokol hala geçerli. İlk ihalede bir maliyet öngörüldü. Daha önce öngöremediğimiz, ancak yapılması gereken imalatlar ortaya çıktı. Şimdi Vakıflar Bölge Müdürlüğü olarak yapılması gereken yeni gelişmeler ışığında yeniden bitirici bir yaklaşık maliyet çalışması yaptık. Bu maliyet çalışması tamamlandı. Bizzat Erdoğan Demirören başkanlığında toplantı yapıldı. İlk keşif bedeli 1 milyon liraydı. Erdoğan Demirören tarafından yeniden, bir milyon lira daha verildi. Kasım 2012’de bitirilecekti, yıl sonuna kadar bitirmeyi düşünüyoruz. 10 gün içerisinde restorasyon tekrar başlayacak.”

Esnaf isyanda
Cami restorasyonunun 5 aydır durması esnafı isyan ettirdi.


Abdullah Korun (Esnaf): 5 aydır inşaat durmuş durumda. İfade edilene göre ödenek bitmiş. Demirören AVM inşaatı, çevredeki bütün binalara zarar vermişti. Biz de bu konuda dava açtık ve dava devam ediyor. Kasım 2012’de bitecek dedikleri cami hala bitirilemedi. Camiye gidemiyoruz.


Mevlüt Oymak (Esnaf-Cami Derneği üyesi): 55 yıldır caminin cemaatiyim. 5 aydır camiye gidemiyoruz. 2012’nin kasım ayında caminin bitirileceği söylenmişti. Ancak aylardır kimse gelmiyor camiye ve inşaat durmuş durumda.

Beyoğlu ’nun 30 metre altına indi
Kültür Bakanlığı Teftiş Kurulu raporuna göre Demirören AVM’nin son 2 katı, yeraltına ve arkaya uzanan blokların bir kısmı kaçak. Yeraltında 30 metre derinliğe inen AVM, bunu yaparken çevreye zarar vermiş. Raporda Demirören Grubu, inşaat yaparken tescilli bazı binaları yıkmak ya da zarar vermekle suçlanıyor. Kurul, AVM’nin üçte birinin yıkılmasını ve kaçak kısımlara göz yumanların yargılanmasını istemişti. AVM inşaatı, Fransız Le Monde gazetesine de konu olmuş ve ‘anarşik yapılaşmaya’ örnek gösterilmişti.

Radikal, Haber: Fatih Yağmur, 28.04.2013

DÜNYA KÜLTÜR MİRASI YOL GEÇEN HANI

 

 

UNESCO Dünya Kültür Mirası listesindeki Yedikule Kapısı’nın bir bölümü 2006’da iş makinesiyle tahrip edildi. Yıllar içinde genişletilen bölümü önce yayalar ardından arabalar kullanmaya başladı.

 

Yedikule’den Ayvansaray’a kadar uzanan ve İstanbul’un en önemli kültürel miraslarından biri olan tarihi surların Yedikule Kapısı kısmı tahrip edilerek yeni bir yol açıldı. UNESCO Dünya Kültür Mirasları listesinde bulunan ve korunması gereken tarihi yapıyı yola çeviren dönüşüm 2006 yılındaki tahribatla başladı. Bölgede 2006 yılında gerçekleşen inşaat çalışması sırasında bir iş makinesi, ‘kazayla’ surda ilk gediği açtı. Ama kimse surdaki hasarı umursamadı. Zaman içinde hasar genişletilerek gedik büyütüldü ve o bölge yola dönüştürüldü.

Trafik işaret levhalarının bile konulduğu yol, 3 aydır kullanımda. Çevre sakinleri, dar olması nedeniyle sadece tek bir aracın geçebildiği Yedikule Kapısı’nın yetersizliğinden dolayı yolun açıldığını belirterek, perde arkasında da yeni yapılan ‘Yedikule Konakları’ sitesine ulaşımın kolaylaştırma çabası olduğunu söyledi.

Zamanla genişletildi
Yıllardır Yedikule çevresinde oturduğunu belirten Ahmet Başaran, herkesin gözü önünde surların yıkılarak yola çevrildiğini belirtti.


Başaran, “İş makinesi vurduğunda çok büyük bir hasarı yoktu. Zaman içinde genişletildi, hiçbir önlem alınmadı. Biz gerekli şikayetlerimizi yaptık ancak hiçbir sonuç alamadık. Binlerce lira değerinde yeni evler yaptılar buraya. Onlara ulaşımı kolay kılmak için yıktılar” ifadelerini kullandı.


Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, sur duvarlarındaki tahribatın uzun zaman önce olduğunu belirterek yolu ilk olarak yayaların kullandığını söyledi. Zaman içinde yolun genişlediğini ve araç geçebilecek duruma geldiğini ancak belediye olarak sur duvarının yıkıntısını genişletme gibi bir çalışmalarının olmadığını söyleyen Demir, “O bölgede trafik çok büyük problemler doğuruyor. Surların yıkıldığını biliyorum. Ancak orası bizim hizmet sınırlarımız içerisinde değil. Trafik levhalarını da kimin koyduğunu bilmiyorum” dedi.


Surların UNESCO Dünya Kültür Mirasları listesinde olduğunu söyleyen Demir, “UNESCO’yu ilgilendirecek bir durumun olduğunu düşünmüyorum” dedi.  Demir, tarihi duvarın ‘Yedikule Konakları’ için yıkıldığı görüşüne katılmadığını da kaydetti. Surların yola dönüşmesi İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde de gündeme geldi. CHP’li üye Soner Özimer, verdiği önergeyle UNESCO’nun gelişmeden haberinin olup olmadığını sordu.

 

Vatandaş tepkili

Surların yakınında bir restoran işleten Ümit Gürler de, belediye ekiplerinin oluşan hasarı onaracağını beklerken yıkılmış alanın yol oluverdiğini söyledi. Gürler, “Bu yapılan tarihe büyük bir ayıptır” dedi. Yedikule sakinlerinden Mustafa Kızılkaya da “Böyle tarihi bir yapı başka bir ülkenin elinde olsa açık hava müzesi gibi koruma altına alınırdı” sözleriyle tepkisini dile getirdi.

 


Fatih Belediye Başkanı Demir, sur duvarını genişletme çalışması yapmadıklarını söyleyerek, “Yol zamanla araç geçebilecek duruma geldi. Trafik levhasını kimlerin koyduğunu bilmiyorum” dedi.


Milliyet, Haber: Arif Balkan, 27.04.2013

TARİHİ UZUN KÖPRÜ RESTORE EDİLECEK

 

 

Edirne'nin Uzunköprü İlçesi'nde Ergene Nehri üzerinde bulunan dünyanın en uzun taş köprüsü olma özelliği taşıyan tarihi "Uzun Köprü" restore edilecek.

Uzunköprü Belediye Başkanı Enis İşbilen, yaptığı yazılı açıklamada, Karayolları Genel Müdürlüğü'nden bir heyetin kendisini ziyaret ettiğini belirtti.

Karayolları Genel Müdürlüğünün, köprünün restorasyonu için proje hazırladığını aktaran İşbilen, "Hazırlanan proje, Karayolları tarafından Anıtlar Kurulu'na sunulacak. Kabul edilmesinin ardından da ihale süreci başlayacak. Restorasyon sürecinin 3 yıl sürmesi bekleniyor. Biz de belediye olarak her türlü desteği vereceğiz. Tarihi eserlere her zaman değer veriyoruz" ifadelerini kullandı.

-Köprünün tarihçesi-
"Uzun Köprü", Edirne'de Ergene Nehri üzerinde Anadolu ile Balkanları birbirine bağlayan tek ve dünyanın en uzun taş köprüsü olma özelliği taşıyor.

İlçeye ismini veren ve eski adı Ergene Köprüsü olan köprü, 1426-1443 yılında Osmanlı Padişahı 2. Murat tarafından dönemin başmimarı Müslihiddin'e yaptırıldı. 174 kemeri bulunan köprü, 1392 metre uzunluğunda, 6,80 metre genişliğinde.

Osmanlı'nın, Balkanlar'a yapacağı fetihlerde doğal engel olarak karşısına çıkan Ergene Nehri'ni aşmak için kurulan köprü, Türk ordusunun akınlarını kışın da sürdürebilmesini sağladı.

En son 1963'te onarıldığı belirtilen köprünün restore edilerek ömrünün uzatılması hedefleniyor.

Yeni Şafak, 27.04.2013

2500 YILLIK MEZAR SOYGUNU CEZASI: 100 BİN

 

 

Define avcılarının talan ettiği ve daha fazla hırpalanmadan bir gazetecinin ihbarı üzerine yapılan operasyonla gün yüzüne çıkarılan 2500 yıllık kral mezarı için yürütülen davada sona gelindi.

 

Davada adı geçen 22 sanıktan 8’i beraat ederken, 14 sanığa toplam 48 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Lahitin satışına aracılık ettikleri iddiasıyla yargılanan 6 sanığa 2 şer yıl hapis cezası verilirken 100 TL idari para cezasına çarptırıldılar.

 

Muğla’nın Milas İlçesi'nde Uzunyuva olarak bilinen alanda define avcıları tarafından bulunan ve soyulan Hekotomnus kral mezarı ile ilgili açılan davada sona gelindi… 22 sanık hakkında sürdürülen davada hakim, 8 kişi hakkında beraat kararı verirken, 14 sanık toplam 5 yıl ile 2 yıl arasında değişen çeşitli cezalara çarptırıldı.

Milas’ın Hisarbaşı Mahallesi’nde 1’inci derece arkeolojik sit alanında yer alan ve Karia Satrabı Mousolos’un babası Kral Hekatomnos’a ait olduğu tespit edilen mezar 2010 yılında define avcıları tarafından soyulmuş soruşturma ise genişletilerek İzmir, Ankara, Antalya, Bursa, Manisa, İstanbul ve Milas’ta jandarma tarafından operasyonlar gerçekleştirilmiş 22 kişi gözaltına alınarak adli makamlara sevk edilmişlerdi. 2011 yılından itibaren devam eden mahkeme süreci 13’üncü celsede karara bağlandı. Sanıklardan F. B. O. Y., H. B. ve H. D.’ye; 2007-2008 yılları arasında birinci derecede sit alanı içerisinde bulunan Uzunyuva mevkiinde kültür varlığı bulmak maksadıyla kaçak kazı yaptıkları ve kazı neticesinde Kral Hekatomnos’a ait mezar odasına ulaştıkları, mezar odasında bulunan kültür varlığı kapsamındaki eserleri boşalttıkları, zarar verdikleri, sanıkların başka odaları da bulabilmek amacıyla lahit duvarlarına zarar verdikleri gerekçesiyle 5’er yıl hapis, 450 TL idari para cezası verildi.

Sanıklara yardım ettiği iddia edilen R. M.’ye 2 yıl 6 ay hapis cezası, Lahit duvarındaki varak altınları kazıyarak kuyumcu M. C. B.’ye sattığı suçlamasıyla yargılanan H. D.’ye 2 yıl hapis cezası verildi.

2010 yılında kral mezarı üzerinde bulunan evi, altında mezar odası bulunduğunu bilerek satın aldıkları iddiasıyla yargılanan A. B., F. B., D. A. ve M. Ö. ile lahitin satışına aracılık ettikleri iddiasıyla yargılanan M. S., H. Ö., H. O., E. G., A. A. ve Ü. Ü.’ye 2’şer yıl hapis ve 100 TL idari para cezası verildi.

Mezar odasına ulaştıkları ve zarar verdikleri iddiasıyla yargılanan M. S., F. E., F. B., Ü. Ü. A. B. ile H. B. tarafından lahit duvarından kazındığı varak altınları satın aldığı iddia edilen kuyumcu M. C. B. ve altınları sattığı iddia edilen H. B.’nin beraatına yine lahidin satışına aracılık ettikleri iddia edilen U. B., K. K., E. K., M. Ç., O. Y., N. K., A. G.’nin delil yetersizliğinden beraatına karar verildi.

Milliyet, 27.04.2013

YÖRÜK KÖYÜ'NDEKİ TARİHİ EVLER RESTORE EDİLECEK

 

 

Safranbolu İlçesi'ne bağlı, 1997'de koruma altına alınan Yörük Köyü'nde bulunan tarihi 40 evin restorasyonu yapılacak. Karabük Valisi İzzettin Küçük, yaptığı açıklamada, Safranbolu'ya 11 kilometre uzaklıktaki köyün, tarihi konaklar, çamaşırhane, cami ve çeşme gibi eserlerle bir Osmanlı köyünün bütün özelliklerini yansıttığını söyledi.

 

Küçük, 1997'de tarihi yapılarının zenginliği nedeniyle köyün koruma altına alındığını dile getirerek, "Estetik unsurlardan vazgeçilmeden inşa edilen konaklar, toplumsal yaşama ait mimari özelliklerinin yanı sıra birbirlerinin manzarasını engellememesi nedeniyle de ayrı bir öneme sahip. Dünya mirası olma hedefi olan köyümüzde, tarihi yapılar elden geçiriliyor. Tarihi mimarisiyle önemli bir değer kazanan Yörük köyünün varlığını sürdürebilmesi önemlidir. Bu bağlamda 40 tarihi ev restore edilecek" şeklinde konuştu.


Restorasyon görecek tarihi evlerin ödeneğini Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın üstlendiğini vurgulayan Küçük, "Bu yıl içinde Kültür ve Turizm Bakanlığımız, bu 40 tarihi evin iç ve dış projesini çizecek. 2014 yılında ise restorasyon çalışmasına başlayacak. Bu, büyük bir çalışmadır. Evlerin
restorasyonu 20 milyon liraya yapılacaktır" dedi.

Star Gazete, 27.04.2013

SURİYE MÜZELERİNDEN 4 BİN TARİHİ ESER KAYBOLDU

 

Avrupa Müze Akademisi (EMA) tarafından 1996 yılından bu yana Avrupa'daki endüstri, teknoloji ve bilim müzelerine verilen 'Micheletti ödülü' tören programı ve EMA yıllık toplantısı, akademinin Türkiye temsilciliğini yürüten Büyükşehir Belediyesi'nin ev sahipliğinde Bursa'da başladı.

Atatürk Kongre Kültür Merkezi (Merinos AKKM) Hüdavendigar Salonu'nda Avrupa'dan, Balkanlardan, Ortadoğu'dan ve Kuzey Afrika'dan gelen müzecilerin iştirakiyle yapılan programın açılışında konuşan EMA Başkanı Andreja Rihter, toplantının sadece müze çalışanlarını mutlu etmediğini, uluslararası müze bilgisine de katkı sunduğunu söyledi.

EMA olarak projeler ve atölye çalışmalarına devam ettiklerini belirten Rihter, özellikle Avrupa müze kültürünü farklı bölgelere tanıtmak istediklerini ifade etti. Avrupa'nın ve diğer bölgelerin kültürel mirasının kaybolduğunu dile getiren Rihter, çalışmalarla bu değerlere sahip çıkmak için uğraştıklarını söyledi. Rihter, Bursa'daki müze çalışmalarını yakından tanıma imkanı buldukları için mutlu olduğunu söyledi.

Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanvekili Abdullah Karadağ ise medeniyetlerin kaynaşma noktası olan Anadolu'nun her adımında tarihin yattığını belirtti. Türkiye'nin sahip olduğu kültürel zenginliğini geleceğe yön vermesindeki sır olduğunu anlatan Karadağ, 'Büyükşehir Belediyesi olarak EMA ile birlikte yaptığımız toplantının amacı, ülkelerin müzecilik anlayışının paylaşımıdır. Projenin, Türkiye'deki müzeciliğe katkı vereceğine inanıyoruz. Müzeler, geçmişin ve bugünün buluşma noktasıdır. Hayatın her alanına ışık tutmaktadır. Bursa, binlerce yıllık medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve eserlerini barındırmıştır. Büyükşehir Belediyesi bu dönemde 5 müzeyi faaliyete geçirmiştir. Türkiye'den Bursa Merinos Enerji Müzesi ile Micheletti ödülünün adaylarından biriyiz. Müzeciliğe önem verin isimleri Bursa'da ağırladığımız için mutluluk duyduk' dedi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Daire Başkanı Zülküf Yılmaz, Türkiye'deki müzecilik ve yapılan faaliyetler hakkında bilgi verdi. Müzelerin bir toplumun hafızası olduğunu söyleyen Yılmaz, idari manada 105 müze müdürlüğü bulunduğunu, Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bağlı 188 müzenin ve 130 civarında ören yerinin hizmet verdiğini açıkladı. Müzelerde 3 milyon 200 bin dolayında kültür varlığı bulunduğunu ifade eden Yılmaz, Türkiye genelinde 174 özel müzenin de hizmet verdiğini hatırlattı. 2013 yılında 18 müzenin ve 10 tane de özel müzenin ziyarete açılacağını söyleyen Yılmaz, 'Ne yazık ki 1800'lü yıllardan itibaren ülkemizdeki pek çok kültür varlığı çeşitli sebeplerden yurtdışına çıkarılmıştır.

Önemli kısmı yasadışı yollarla yurtdışına çıktığını biliyoruz. Birçoğunu tespit ettik. Çalışmalarımız sürüyor ve bazı kültür varlıklarını ülkemize geri getirdik. Bazıları kendi irademizle diğer ülkelere gönderildiğini iddia ediyor. Hangi uygarlık mensubu kendi geçmişine ait mezar sandukasını hediye olarak verebilir? İbadet mekanı olan Beyhekim Camii'nin mihrabını hediye olarak verir? En azından yasadışı olarak dışarı çıkartılan kültür varlıklarımızı talep ediyoruz. Öte yandan müze çalışmalarının yanı sıra kazı çalışmalarına önem veriyoruz' diye konuştu.

Konuşmaların ardından 'Müzelerde yenilikler ve gelenekler: Türkiye, Balkanlar, Ortadoğu, Orta Asya, Kırım, Kuzey Afrika ve Avrupa' konulu toplantının ilk oturumuna geçildi. EMA Direktörü Massimo Negri'nin yönettiği oturumda EMA Türkiye Temsilcisi ve Türkiye Tarihi Kentler Birliği Müzeler Danışmanı Ahmet Erdönmez tarafından '21. Yüzyılda Türkiye'de müzecilik kavramı ve yeni fikirler' başlıklı sunum yapıldı.

Sivil toplum örgütlerinin, yerel yönetimlerin ve özel teşebbüsün son 10 yılda müzeciliğe bakış açısının değiştiğini anlatan Erdönmez, Bursa'daki Osmanlı'nın son dönemi ile Cumhuriyet döneminin ilk yıllarına ait sanayi mirasının dönüşümünün çok rahat görüldüğünü anlattı. Türkiye'de sermaye kesiminin müzelere sıcak bakmasının da müzeciliğin daha hızla gelişmesine katkı sunacağını aktaran Erdönmez, 'Türkiye'de müzecilik gelişiyor. Bursa'da şuanda toplam 5 tane müze var. Sadece Tekstil Müzesi 7 bin metrekare, Enerji Müzesi 3 bin 500 metrekaredir. Bu heyecan Türkiye'deki yerel yönetimlere geldi. Türkiye'deki müzeciliğin, 21. yüzyıl sonunda dünyanın en önemli müzecilik ülkelerinden birisi olacağına inanıyorum. 12 bin yıldır insan yaşamını temsil eden Anadolu toprakları, aslında açık hava müzesidir' dedi.

'Üsküp Müzeleri' konulu bir sunum yapan Sanat Tarihçi ve Makedonya Üsküp Milletvekili Behicuddin Şehabi ise, Üsküp'ün tarihi ve sahip olduğu 7 müze hakkında konuklara detaylı bilgi verdi. 'Türksoy ve somut olmayan kültürel mirasın korunması projeleri' konulu sunum yapan Türksoy Kazakistan temsilcisi Askar Turganbayev ise, 6 bağımsız Türk devletinin yanında bağımsız olmayan birçok Türk topluluklarının somut olmayan kültürel mirasının da koruma altına alınması gerektiğini dile getirdi.

'Arap dünyasında modern müzeler' konulu sunum yapan Lübnan Üniversitesi Sanat ve Mimari Enstitüsü'nden , Arap ülkelerindeki müze çalışmalarını anlattı. Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin ulusal kimliklerini yeniden şekillendirmek için sanata önem verdiklerini söyledi. Arap-İslam toplumlarının 11 Eylül sonrası imajlarını değiştirme çabasında olduğunu dile getiren Tadmori, doğu ve batı arasında kültürel köprü olmayı hedeflediklerini dile getirdi. Abu Dabi'de 3 tane devasa ve son teknolojiyle donatılmış müze yapımına başlanacağını açıklayan Tadmori, 50 yıl öncesine kadar bedevi köyü olan Abu Dabi'nin şu anda bölgesinin İsviçre'si haline gelerek sakinlik ve refah bölgesi olduğunu hatırlattı.

Müzelere ödünç sanat eseri getirebilmek için dev bütçelerin ayrıldığını aktaran Tadmori, Arap coğrafyasında birçok modern müze mimari örneğinin bulunduğunu ifade etti. Suriye'de yaşananlara dikkat çeken Tadmori, 'Zengin bir kültürel mirasa sahip olan Halep her geçen gün yok oluyor. Akademisyenler olarak bu yıkıma bir şeyler söylemeliyiz. Bugüne kadar Suriye müzelerinden 4 bin civarında kültürel miras kayboldu. UNESCO koruma altına aldığı Roma kalıntıları her gün uğradığı saldırılar sonucu yakılıyor. Suriye'nin ve dünyanın kültürel mirasını korumak için hep birlikte harekete geçmeliyiz' dedi.

Günün ikinci oturumunda ise Kırım Tatar Sanat Müzesi Müdürü Safiye Eminova tarafından 'Kırım'daki müzecilik anlayışı ve Kırım Türkleri abidelerinin bugünkü durumu', Mansura Üniversitesi İslam Eserleri Bölüm Başkanı Abdullah Atiyye tarafından 'İslam Sanatı Müzesi', EMA Yönetim Kurulu Başkanı Win van der Weiden tarafından 'Heritage in Motion' konulu sunumlar yapıldı.
Oturmalarının ardından ise 'Micheletti ödülü'ne aday 21 müzenin sunumları yapıldı.

Sabah, 26.04.2013

MUDANYA MÜTAREKE EVİ RESTORE EDİLİYOR

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi'nce hazırlanan proje ile Mudanya Mütareke Evi'nde restorasyon çalışmaları törenle başladı.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, törende yaptığı konuşmada, Bursa'daki değerleri gün ışığına çıkarmaya devam ettiklerini söyledi.

 

Kurtuluş Savaşı'nda ateşkesin ilan edildiği mütareke evinin, yılların yorgunluğunu taşıdığını belirten Altepe, "Başlatılan restorasyon çalışmasıyla daha önce verdiğimiz sözü tuttuk. Bu tarihi binayı yenileyip çevre düzenlemeleriyle eksiklerini gidermeyi ve yine müze olarak halkın ziyaretine sunmayı hedefliyoruz" dedi.

 

Bursa'nın ve Mudanya'nın yüzlerce yıllık kültür ve medeniyetin izlerini taşıdığını dile getiren Altepe, "Kentin tarihi birikimini ortaya çıkarıyoruz. Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye'nin ilk siyasi başarısına ev sahipliği yapan Mudanya Mütareke Evi, 19. yüzyıl başlarında Rus asıllı tüccar Aleksandr Ganyanof tarafından yapılmış, 1937'den sonra müze olarak kullanılmıştır. Bina, restorasyonun tamamlanmasının ardından yine bu alanda hizmet vermeye devam edecek" diye konuştu.

 

Altepe, çürümüş durumdaki tüm ahşap imalatların aslına uygun olarak yenileneceğini vurgulayarak, şunları kaydetti:

"Projede ve raporlarda belirtilen özgün kapı ve pencereler ilaçlanıp bakımı yapılarak korunacak, bina etrafında çevre düzenleme imalatları yapılacak, sağlam durumda olan tüm ahşap elemanlar ilaçlanacak. Ayrıca sıvaların raspa işlemleri yapılıp taşıyıcı elemanlarda görülen bütün çatlaklar onarılacak. Baca imalatları yapılacak. Dış cephede çürüyen yağmur iniş boruları ve oluk, dere imalatları çinko malzemeden yapılacak. Bina giriş tabelası, ofis mahallerinde duvar koruma bantları ve ferforje imalatları yapılıp, çatı da güçlendirilecek. Çatı arasına ayrıca ısı yalıtım malzemesi serilecek."

 

Altepe, Mudanya Mütareke Evi'nin sonbaharda yeniden hizmete sunulacağını sözlerine ekledi.

Konuşmaların ardından restorasyon çalışmalarını başlatan Altepe ve protokol üyeleri, binayı gezdi.

haberler.com, 24.04.2013

ESKİ BİNA 'YAZMA ESERLER KÜTÜPHANESİ' OLUYOR

 

Balıkesir'de, 1911 yılında inşa edilen ve uzun yıllar Ziraat Bankası tarafından kullanılan bina, Batı Anadolu'nun ilk Yazma Eserler Kütüphanesi niteliğiyle hizmet verecek.
 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Prof.Dr. Abdullah Soykan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, "Mutasarrıf Ömer Ali Bey Yazma Eserler Kütüphanesi" kurulması çalışmalarında önemli aşamalar kaydettiklerini söyledi. Kent merkezinde bulunan asırlık binanın, uzun yıllar Ziraat Bankasının şubesi olarak kullanıldığını belirten Soykan, şöyle devam etti:

 

"Bina, Sultan 5'inci Mehmet Reşat zamanında, 1911 yılında yapıldı. İki katlı olarak inşa edilen bu bina, uzun yıllar Ziraat Bankası olarak hizmet verdi. 1990'da, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunca tescil edildi ve o dönemde mülkiyeti Hazineye ait olan bina, Balıkesir Ticaret Odası tarafından üyelerin parasıyla satın alındı ve restore edildi. Bina, bir süre önce imzalanan protokolle 25 yıllığına İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne devredildi. Bu bina, Mutasarrıf Ömer Ali Bey Yazma Eserler Kütüphanesi olarak düzenlenecek."
 

Kütüphane, eylül ayında hizmete açılacak

Kütüphanenin çok önemli olduğunu vurgulayan Soykan, burasının, Batı Anadolu'nun ilk Yazma Eserler Kütüphanesi olacağını anlattı.

 

Soykan, Muğla, Çanakkale, Aydın, Manisa ve İzmir'de bulunan bütün yazma eserlerin, Mutasarrıf Ömer Ali Bey Yazma Eserler Kütüphanesinde sergileneceği bilgisini vererek, "Bugün itibarıyla Balıkesir İl Halk Kütüphanesinde bin 451 yazma eserimiz var. Bunların hepsi değerli. Dahası da gelecek. Sergilenecek eserler arasında Selçuklular zamanından kalma yaklaşık 800 yıl önce yazılmış el yazması Kur'an-ı Kerim de bulunuyor" dedi. Yazma eserlerin korunması için binanın çok uygun olduğuna dikkati çeken Soykan, bu yapının en önemli özelliğini, granitten yapılması diye niteledi.

Yeni Şafak, 24.04.2013

NAPOLYON'UN YAPIMINA YARDIM ETTİĞİ BİNA KÜLTÜRE HİZMET EDİYOR

 

 

Yapımına 1860'lı yıllarda başlanan ve 3.Napolyon'un da destek verdiği Kendirli Kilisesi, Gazi Kültür Merkezi olarak hizmet vermeye başladı.

 

İstiklal Harbi'nden önce Gaziantep'te bir kilise olarak yapılan ve daha sonra sinema ile öğretmenevi olarak kullanılan bina, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi'nin kültür merkezi amaçlı yaptığı düzenlemelerin ardından Gazi Kültür Merkezi olarak hizmete girdi. Atatürk'ün animatik robotunu yaptırıp, Atatürk'ün Antep'e geldiğinde vatandaşlara seslendiği balkondan canlandırma yapan belediye, binayı Antep Savunması'nın kahramanlarına tahsis etti. Kendirli Gazi Kültür Merkezi olarak hizmet veren binada, Atatürk'ün yanı sıra Gaziantep savunmasının unutulmaz kahramanları olan Şahinbey, Özdemirbey, Karayılan gibi birçok halk kahramanlarının da tanıtımı yapılıyor.

haberler.com, 22.04.2013



21 - 27 Nisan 2013

MÜZEDE BÜYÜK SKANDAL!

 

 

Avrupa'nın en iyi müzeleri arasında gösterilen ve paha biçilmez tarihi eserlerin sergilendiği Burdur Arkeoloji Müzesi'nde 2002 yılında yapılan restore çalışmalarıyla birlikte kurulan yangın ihbar ve önleme sistemleri ile yangın hidroforunun, çalışır durumda olmadığı ortaya çıktı.

Teknik soruşturmayla ortaya çıkan skandal üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu sistemin onarılmasını istedi, ancak müteahhit firmaya ulaşılamadı.

Kent merkezinde 1963'te kurulan ve tarih öncesi Paleolitik çağlardan, Neolitik (8000- 5500), Kalkolotik (5500- 3200) çağlar ve sonraki dönemlere ait eşsiz tarihi eserlerin sergilendiği Burdur Arkeoloji Müzesi, 2001- 2002 yıllarında, Antalya Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nün ihalesiyle büyük bir onarım geçirdi.

İhaleyi alan firma, 25 bin liralık harcamayla yangın ihbar ve önleme sistemi, yangın hidroforu, kullanma suyu hidroforu, jeneratör, kamera sistemi, ısıtma-soğutma ve havalandırma sistemlerini yaptı. Bu onarım sonrasında Antalya Rölöve ve Anıtlar Müdürü Mehmet Ali Özgün başkanlığındaki 5 kişilik heyet yapılan işlere ilişkin kesin kabulü gerçekleştirdi.

Eşsiz tarihi eserleri barındıran müzeye kurulan yangın ihbar ve önleme sisteminin o tarihten itibaren çalışmadığı yönünde ihbar yapıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı, olayı soruşturmak için müfettiş gönderdi. Teknik soruşturma sonunda ihbarın doğru olduğu anlaşıldı.

Teknik soruşturma sonunda hazırlanan raporda şunlara yer verildi:

"360 bin lira birinci keşif bedelli 'Burdur Müzesi Eski Binalarının 2001 yılı Onarımı ve Teşhir Tanzim İşi' ile 500 bin lira birinci keşif bedelli 'Burdur Müzesi 2002 yılı İdari Binaların Yapılması ve Teşhir Tanzim İşi'ne ait Burdur Müze Müdürlüğü hizmet binasında müfettişlikçe yürütülen inceleme kapsamında görevlendirilen bilirkişi komisyon raporlarında söz konusu işlere ait yangın hidroforu, kullanma suyu hidroforu, jeneratör, yangın ihbar ve önleme sistemleri, kamera sistemi, ısıtma-soğutma ve havalandırma sistemlerinin faal durumda olmadıkları belirlendi."

DUVAR İÇİNDE KABLOLAR YOK
Skandal üzerine Teftiş Kurulu, Antalya Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nden durumun düzeltilmesini istedi, ancak müteahhit firmaya ulaşılamadı. Müzede yapıldığı günden itibaren hiçbir şekilde çalışmadığı belirlenen yangın ihbar ve önleme sistemi kapsamında 70'i aşkın dedektör bulunduğu ve sistemin birçok alanında duvarların içinden geçirilmesi gereken kablolarının dahi olmadığı iddia edildi.

TEK YOL HEYETE RÜCU ETMEK
Uzmanlara göre, içinden çıkılmaz bir durumda olan yangın ihbar ve önleme sisteminin sökülüp yeniden yapılması, kesin kabulü yapıldığından, bugünkü durumuyla kanuna aykırı olarak değerlendiriliyor. Uzmanlara göre ayrıca, kontrol ve kabul heyeti hakkında soruşturma açılıp, ceza verilmesi ve müteahhide de ulaşılamadığından yapım maliyet bedelinin kontrol ve kabul heyetine rücu ettirilmesi gerekiyor.

İMPARATOR HEYKELLERİ SERGİLENİYOR
Burdur Arkeoloji Müzesi'nde Sagalassos antik kentinde 2007- 2008 kazılarında çıkartılan Roma imparatorları Marcus Aurelius Antoninus Augustus ve Hadrian Marcus Aureilus'un heykelleri en önemli eserler olarak özel bölümde korunuyor. Dünyanın en önemli 11, Roma dönemimin ise en önemli 5 imparatoru arasında gösterilen Marcus ve Hadrian'ın heykelleri ile bu heykellere ait baş, kol, bacak ve ayak parçaları da sergileniyor. Bulunduğu günden itibaren dünya arkeolojisinin ilgi odağı haline heykeller, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 12 Mart 2010 tarihinde Burdur Müzesi'ne yaptığı ziyaretin ardından teşhire açıldı.

TEŞHİR SALONLARI ESER DOLU
Burdur Müzesi'nin teşhir salonlarında, yine Sagalassos Antik Kenti'nden gelen Kuzey Batı Heroon binasının etrafını süsleyen Dans Eden Kızlar frizleri, Kibyra ve Kremna antik kentlerinden gelen taş ve mermer ağırlıklı eserler, Roma dönemine ait Aşk Tanrıçası Aphrodite Heykeli, Heron Anıtı, gözyaşı şişeleri, kabartmalar, dokuma aletleri ve sikkeler sergileniyor. Müzenin bahçesinde ise Burdur ve çevresinden getirilmiş Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait steller, mezar taşları, heykeller ve büstler, yüksek kabartmalar, lahit ve lahit kapakları, yazıtlı taşlar, çeşitli mimari parçalar yer alıyor.

Vatan, 25.04.2013

PİRİ REİS HARİTASI 500 YAŞINDA

 

 

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Levent Düzcü, Piri Reis Haritasında yer alan gerçeklikler ve gizemler, bilim dünyasında şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da tartışılmaya devam edeceğini söyledi.

Düzcü, Piri Reis Haritası'nın 500. yıl dönümü ve 2013'ün Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından "Piri Reis Yılı" ilan edilmesi dolayısıyla, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Piri Reis'in 1513'te Gelibolu'da hazırladığı haritanın bir çok ilginç yanının olduğunu kaydetti.

"Piri Reis Haritasında yer alan gerçeklikler ve gizemler, bilim dünyasında şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da tartışılmaya devam edecektir" ifadesini kullanan Düzcü, bu özellikleri dolayısıyla büyük Türk bilgini, coğrafyacısı ve haritacısı olan Piri Reis'in insanlığa çok büyük bir armağan bıraktığını vurguladı.

Bu haritanın ancak günümüz teknolojisi ile hazırlanabileceğini öne süren Düzcü, "Piri Reis haritası, devrinde ve sonraki zamanlarla karşılaştırıldığında doğru bir şekilde çizilmiştir. Bu da Piri Reis'in matematik, coğrafya ve astronomi bilimine sahip olduğunu göstermekte. Bugün bile haritanın keşfedilmeyen yönleri vardır" diye konuştu.

"Harita uzaydan fotoğrafla çekilmiş bir görüntü vermekte" diyen Düzcü, "Ayrıca günümüz haritaları gibi dünyayı yuvarlak değil, geoid ya da jeoid göstermekle doğru bir çizim olduğu anlaşılmakta. Piri Reis haritasının bir başka yönü fotoğraf çekilmiş hissi uyandırması. Örneğin uzaydan çekilmiş fotoğraflarla Piri Reis haritası arasında oldukça benzerlikler bulunmaktadır" şeklinde konuştu.

"HARİTAYI ÇİZERKEN 20 FARKLI HARİTADAN YARARLANDI”
Piri Reis'in haritayı 29 günde çizdiğini de aktaran Düzcü, "Bu nedenle haritayı seyahat etme amacıyla çizmediği anlaşılmakta. Piri Reis, haritasında çizdiği yerlerden Afrika ve Amerika ile İber yarımadasını gezmemiştir" ifadesini kullandı.

Piri Reis'in haritasını çizerken 20 farklı haritadan yararlandığı anlatan Düzcü, "Ancak bu haritaların hiç biri Piri Reis'in ki kadar bütüncül değildi. Piri Reis'ten önceki bu haritalarda dünya parça parça ele alınmış ve Amerika ise hemen hemen hiç yok. Yapılan araştırmalarda bu 20 haritanın oldukça hatalar kapsadığı anlaşılmakta. Yani Piri Reis bu haritalardan faydalansa da kendisi daha akademik düşünmüş ve hesaplamalar yapmış olmalı ki kendinden önceki haritaların hatalarını tekrarlamamış" dedi.

Radikal, 25.04.2013

HALEPTEKI EMEVİ CAMİSİNİN MİNARESİ YIKILDI

 

 

Suriye’nin Halep kentindeki tarihi Emevi Camisi'nin minaresinin, Esad güçlerince açılan tank ateşi sonucunda yıkıldığı bildirildi.

 

 

Tarihi cami çevresinde Özgür Suriye Ordusu'na bağlı birliklerle Esad güçleri arasında çıkan çatışmada caminin minaresi tamamıyla yıkıldı.

Anadolu Ajansı, minarenin, rejim güçlerinin açtığı tank ateşinde yıkıldığını bildirdi.



 

İslam alemince dünyanın en kutsal dördüncü yapısı olarak kabul edilen caminin dış cephesinde de büyük hasar meydana geldi.

 

 

Esad'a bağlı güçlerin, muhaliflerin elindeki caminin kontrolünü geri almak için başlattığı çatışmaların iki aydır sürdüğü belirtildi.

 

Suriye'deki olaylarda daha önce de Dera kentindeki tarihi Hz. Ömer Camisi’nin minaresi yıkılmıştı. Muhalifler olaydan rejim güçlerini sorumlu tutmuştu.

 

 

1376 yaşındaki Hz. Ömer Camisi, Arap Yarımadası dışındaki en eski cami.

Hicret’in 14’üncü yılında (miladi 636), Hz. Ömer döneminde inşa edildiği belirtilen cami, Dera’da rejime karşı mücadele veren muhaliflerin başlıca toplanma merkezleri arasında yer alıyordu.

 

 

AFP muhabiri Dimitar Dilkoff, Emevi Camisi'nin 16 Nisan'daki halini böyle görüntülemişti.

 



 

Halep'teki Emevi Camii: 22 Eylül 1973'te çekilmiş bir fotoğraf...

 


Hürriyet, 25.04.2013

"ASIL SÜLEYMANİYE CAMİİ İÇİN ÜZÜLÜN"

 

Minareleri arasına binalar giren Sultanahmet Camii’ne mi yanarsın, metal kuleler ve kablolarla perdelenen Süleymaniye Camii’ ne mi yanarsın?


Kanuni’nin, Mimar Sinan’ ın, Sultan Ahmed’in, Mimar Sedefkar Mehmed Ağa’nın kemikleri sızlamıyor mu şimdi?


İstanbul’un siluetine, ufuk çizgisine limon sıkan Zeytinburnu kulelerinin gözden kaçmış olmasını belki bazıları affedebilir. Ancak Süleymaniye’nin bağrına iki kazık çakılmasını ne kimse, ne de tarih affeder.


Bu köprüye daha proje aşamasında UNESCO karşı çıkmıştı. Her nedense oradan gelen  raporlar yumuşatıldı.

Değiştirmek mümkün
Zeytinburnu’nda özel mülkiyet var. Belki yargıyı zorlar veya yasa çıkartır, çözebilirsiniz. Bu sıkıntılı  olabilir!


Haliç’te ise ipler bizde. Belki biraz zarar yazacak, ancak gelin Haliç Metro Köprüsü projesini değiştiriniz. Ben olsam tüm kültürlerin ve ecdadımız Osmanlı’nın bize emaneti Altın Boynuz’u ve muhteşem Süleymaniye Camii’ni yatay bir metal yapı ile rahatsız etmek istemezdim. Sayın Başbakan’ım, Siz Asıl Süleymaniye Camii’ne Üzülmelisiniz.


***


Yukarıdaki sözlerin sahibi beş ay önce Çevre ve Şehircilik Şurası Danışma Kurulu Başkanlığı’na atanan Prof.Dr. Ahmet Vefik Alp. Aslında Alp, aynı uyarıyı aylar önce Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a da yaptı ama; bu kez durum farklı. Çünkü; Alp’e Danışma Kurulu Başkanı olarak verilen görev; “Çevre ve şehircilik alanlarında stratejiler geliştirmek, rapor sunmak.”
Bakalım sonuç değişecek mi? 


İşte ABD Mimarlar Birliği toplantısına katılmak üzere Lyon’da bulunan Alp’in düşünceleri: “Bazı şeyleri değiştirebiliriz diye umutlanmıştım. Beş ay geçti bir araya bile gelmedik. Bir şeyler yazıyorum dinleyen yok. Artık ümidim kalmadı.”

Milliyet, Yazı: Tunca Bengin, 25.04.2013

TOPÇU KIŞLASI YENİDEN YAPILACAK

 
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun Taksim Gezi Parkı'na yapılması planlanan Topçu Kışlası'na onay verdiğini açıkladı. Sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu ise 1938'de yıkımına karar verilen Topçu Kışlası'na ait arşivindeki bazı fotoğrafları gün yüzüne çıkardı.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun Taksim Gezi Parkı'na yapılması planlanan Topçu Kışlası'na onay verdiğini belirtti. Çelik, restorasyon ile kafeler, sergi salonları ve sanat galerilerinin yapılacağını söyledi. Çelik, Topçu kışlasıyla ilgili olarak; oradaki tarihsel mirası yeniden dirilten ve o alanı kurtaran bir çalışma olarak, projeye kıymet verdiklerini ifade etti.

 

Bu arada, Sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu, Sultan Abdülmecid döneminde yapılan, 1860-1908 yılları arasında 1. Topçu Alayı Kışlası olarak bilfiil kullanılan ve 1938'de yıkımına karar verilen Topçu Kışlası'na ait arşivindeki bazı fotoğrafları gün yüzüne çıkardı.

 

Sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu, 1938'de yıkılan ve günümüzde yeniden inşa edilmesine karar verilen Topçu Kışlası'nın bugüne kadar yayımlanmayan fotoğraflarını Anadolu Ajansı (AA) ile paylaştı. İstanbul üzerine çalışmalarıyla tanınan ve 100 bine yakın fotoğraf arşivi bulunan Göncüoğlu, kütüphanesinin de bulunduğu evinin kapılarını açtı.

Göncüoğlu, Sultan Abdülmecid döneminde yapılan, 1860-1908 yılları arasında 1. Topçu Alayı Kışlası olarak bilfiil kullanılan ve 1938'de yıkımına karar verilen Topçu Kışlası'na ait arşivindeki bazı fotoğrafları da gün yüzüne çıkardı. Doktor olan, yurt dışında da görevlerde bulunan dönemin İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar'ın doğu ve batı şehirlerini çok iyi tanıyan, idealist birisi olduğunu ifade eden Göncüoğlu, Kırdar'ın öncelikle Taksim bölgesinde bazı düzenlemelere gittiğini aktardı. Lütfi Kırdar döneminde,1938 yılında Topçu Kışlası'nın yıkılmasına karar verildiğini ve 1939'dan itibaren buna başlandığını belirterek, yerine de Paris'teki örnekleri gibi Gezi Parkı yapılmasının kararlaştırıldığını kaydetti.

 

Yerine Stadyum Yapıldı

Topçu Kışlası'nın iç avlusunun, o dönemde bir spor dergisi yayımlayan Çelebizade Said Tevfik Bey'in önerisi üzerine 1920'den itibaren stadyum haline getirildiğini belirten Göncüoğlu, şunları kaydetti: ''Taksim Stadyumu, 18 yıl İstanbul sporuna hizmet etmiştir. Türk Milli Futbol Takımı ilk maçını 26 Ekim 1923'te Romanya'ya karşı bu stadyumda oynamıştır. Maç 2-2 berabere sonuçlanmıştır. Güreşte ilk milli karşılaşma olan Balkan Güreş Şampiyonası, atletizmde ilk milli karşılaşma Balkan Atletizm Şampiyonası, bisiklette ilk milli karşılaşma Türkiye-Bulgaristan müsabakası ve binicilikte ilk milli müsabaka Türk-Bulgar milli konkurhipikleri burada yapılmıştır.

1923 ile 1936 yılları arasında Türkiye Milli Futbol Takımı'nın 9 maçına ev sahipliği yapan eski kışla binası, futbolun dışında güreş, atletizm ve bisiklet yarışlarının da düzenlendiği yer olmuştur.

Taksim Stadyumu, yaklaşık 8 bin kişi alabiliyordu. Türk futbol tarihinde ilk gece maçı 9 Eylül 1933'te saat 21.00'de burada oynanmıştı. Fenerbahçe-Beyoğluspor arasındaki karşılaşmayı, saha kenarına dikilen direkler arasında sallandırılan donanma ampulleri aydınlatıyordu. Fenerbahçe'nin 4-2 kazandığı maçta ilk golü Fenerbahçeli sağ açık Küçük Fikret (Kırcan) atmıştır. En keskin gözlerin bile zor gördüğü bu gece maçının ilginç yanlarından birisi de Fenerbahçe takımında hayli miyop olduğu halde gözlüksüz oynayan üç futbolcunun bulunmasıydı. Bu futbolcular Şevket Soley, Fikret Arıcan ve Orhan Menemencioğlu'ydu.''

Öte yandan, Taksim Topçu Kışlası'nın düzenlenmesine yönelik çalışmaların reddedildiği iddialarına, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik cevap verdi. Çelik, İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun projeyi reddetmediğini sadece yeni taleplerinin olduğunu söyledi.

 

Yeniden Tasarlanıyor

Tarihi Taksim Topçu Kışlası yeniden tasarlanıyor. Bazı basın organlarında Projenin reddedildiğine yönelik haberler yer almıştı. İşin aslını ise Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik açıkladı.
Çelik, "Şimdi orada galeriler, sergi salonları, sanat salonları olacak. Bunun yanı sıra oradaki insanların ihtiyacını karşılayacak şekilde kafe ve restoranlar olacak. Dolayısı ile daha önceki kurul kararını bazı basın yayın organları kurulun reddetmesi gibi sunuyor. Reddedilmiş bir şey değil, kurulun yeni talepleri vardı. O taleplerin İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin başvurusunda yerine geldiğini görünce Yüksek Kurulumuz onayladı" diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, 25.04.2013

UNESCO'DAN KUDÜS'E İNCELEME

 

İsrail, bir UNESCO heyetinin Kudüs'teki tarihi yapıların ve dini mekanların son durumlarını incelemek üzere kentte çalışma yapmasına izin verdi.

Ürdün ve Filistin hükümetlerinin baskısıyla alınan karar özellikle Ağlama Duvarı ve çevresinde İsrail tarafından yürütülen arkeolojik kazıların geldiği aşamayla ilgili bir rapor hazırlayacak.

Gelinen aşamayı başarı olarak niteleyen Filistin tarafı ise alınan bu karar karşılığında, İsrail'in Batı Şeria'da yürüttüğü işgal faaliyetlerini kınayan 5 ayrı tasarıyı önümüzdeki eylül ayına kadar gündeme taşımayacak.

Sabah, 25.04.2013

AHMET NAİLİ MUSHAFI 275 BİN LİRADAN SATIŞTA

 

 

Bali Müzayede’nin 27 Nisan Cumartesi Sofa Hotel’de düzenleyeceği Klasik, Çağdaş ve Hat Sanatı Müzayedesi’nin en dikkat çeken eserlerinden biri Galatalı Ahmet Naili Efendi’nin 1813 yılında yazımını bitirdiği Kur’an-ı Kerim’i. Yazısı en çok beğenilen hattatlardan Ahmet Naili’nin nadir bulunan mushafı 275 bin lira açılış fiyatıyla açık arttırmaya sunuluyor. Fiyatının 1 milyona kadar yükselebileceği söylenen mushafın sayfaları altın cetvelli ve 17 satır Nesih hat ile yazılmış. Tezhibi ise Kasımpaşalı Molla Mustafa imzalı. Meslek hayatı boyunca yaklaşık 120 mushaf yazan Galatalı Ahmet Naili’nin 99, 100 ve 101’inci mushafları İslam Eserleri Müzesi’nde bulunuyor.


Saat 14.00’te başlayacak müzayedenin bir başka nadide eseri ise 375 bin liradan satışa sunulan Hattat Macid Ayral’ın 1952 tarihli Celi Sülüs ve Nesih Hilye-i Şerife’si. Oldukça büyük (137x93 cm) boyutlardaki hilye-i şerifenin ortasında İslam peygamberinin dört farklı ismi yazılmış. Hoca Ali Rıza, Halil Paşa, İbrahim Çallı, Nazmi Ziya gibi klasik resmin usta isimlerinin tablolarının de yer aldığı müzayedede 19. yüzyıl İtalyan sanatçısı Odoardo Toscani’nin Üsküdar Mihrimah Sultan Camii ve Çeşmesi’ni betimlediği oryantalist tablosu 550 bin liradan satışa sunulacak. Mübin Orhon’un 1962 tarihli büyük boy soyut kompozisyonu 505 bin liradan açık arttırmaya çıkarken Erol Akyavaş’ın ‘İsimsiz Yer’ isimli, 1988 tarihli büyük boy tablosunun açılış fiyatı 450 bin lira olarak belirlendi. Müzayedede satışa sunulan eserler Bali Müzayede’nin Maçka’daki sergi salonunda görülebilir.

Radikal, 25.04.2013

ANTİK ÇAĞIN YENİ HARİKASI:
GÖBEKLİTEPE

 

İngiliz Telegraph gazetesince yayımlanan bir makalede, yakında sular altında kalacak Şanlıurfa'daki Göbekli Tepe'nin dünyanın "tarihi olarak en önemli arkeolojik kazısı" kabul edildiğine dikkat çekildi.

"Türkiye'deki Göbekli Tepe antik çağın yeni harikası" başlıklı geniş makalede Göbekli Tepe'nin milattan 9 bin yıl önce inşa edildiğine dikkat çekilerek "Stonehenge veya piramitlerden iki kattan fazla eski ve metallerin, seramiğin ve tekerleğin bile keşfinden önce kalma" denildi.

Sabah, 25.04.2013

SİLUETİ KURTARACAK RAPOR

 

 

Zeytinburnu Kazlıçeşme de yükselirken İstanbul ’un asırlık tarihi siluetini bozan 3 gökdelen ile ilgili İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nde açılan davada bilirkişiden zehir zemberek bir rapor çıktı. Mimar İhsan Sarı, Doç.Dr. Darçın Akın, Prof.Dr. Can Binan, Doç.Dr. Mehmet Küçükmehmetoğlu, Mimar Mehmet Kaya tarafından hazırlanan bilirkişi raporu 38 sayfadan oluşuyor. Raporda gökdelenlerle ilgili olarak ‘Daha önce 1 olan emsalin 2.5’ a çıkarılarak İmar Yasası’na aykırı hareket edildiği; (inşaatın) Dünya Miras Alanı Tampon Bölgesi sınırı içinde yer aldığı; bu sınır içinde Güney-Batı yönünde bulunan ‘bakı noktası’nın kapsadığı İstanbul Kara Surlarının siluet içinde kaldığı, (inşaatın) İstanbul’un tarihi siluetini olumsuz etkileyerek kamu yararı taşımadığı’’ sonuçlarına varıldı. Mahkeme ruhsat iptaline karar verirse bu İBB yıkım hakkını veriyor. Bu durumda mal sahibinin tazminatı ödemek kaydıyla gökdelenler tıraşlanabilecek.


14 Eylül 2011 günü Radikal’de ‘Tarihi siluete giren gökdelen’ haberi yayımlandı. Ardından tüm kamuoyunda siluet tartışması başladı, gökdelenlere kimin nasıl izin verdiği tartışmaları yaşandıı. Sonrasında ise İBB, siluet etkisini düşünmeden ruhsat verdiklerini açıklayarak bir anlamda suçlarını kabul etti. Lakin inşaatlar bir türlü durmadı, hızla yükseldi. Gökdelenleri yapan Astay Menkul Kıymetler Şirketi ise ruhsatlarının yasal olduğunu savunarak inşaatı durdurmadı. İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nde devam eden davayı açan Avukat Cihat Gökdemir, kamuoyunda ses getiren önemli davaların da avukatlığını yapıyor. Gökdemir, aralarında Mavi Marmara Saldırısı Davası’nın da olduğu çok sayıda büyük davaya bakarken THY, Anadolu Ajansı, İTO gibi önemli kurumların da avukatlığını yapıyor. Gökdemir ‘silüet’ davasını açmaya ise ABD seyahati esnasında, Radikal’deki haberi okurken karar vermiş. “Yarın çocuklarım ‘Bu ucubeler niye burada’ demesinler” diyen Gökdemir, ABD dönüşünde 3 aylık hazırlık safhasının ardından İBB ve Zeytinburnu Belediyesi aleyhine İstanbul İdare Mahkemesi’nde dava açmış. Gökdemir’e davayı açtığında “Başbakan’ın haberi olmadan bu iş olmaz, açma bu davayı” şeklinde telkinlerde bulunulmuş. Ancak Gökdemir, Başbakan’ın böyle bir şeye razı gelemeyeceğini düşünerek vazgeçmemiş.

‘Kamu yararı taşımıyor’
Onaltı/Dokuz blokları için önce ‘giderilmesi imkansız zararlar ortaya çıkacağı’ gerekçesiyle yürütmeyi durdurma davası açıldı. Sonra ‘ruhsat iptali’ için dava dosyası 4. İdare Mahkemesi’ne gönderildi. Bilirkişi raporunun sonuç bölümünde ‘gökdelenlerin koruma ilkeleri, planlama esasları, şehircilik ilkeleri ve teknikleri yönüyle aykırılıklar taşıdığı üçlü kulenin; tarihsel İstanbul kenti Dünya Miras Alanları üzerinde oluşturduğu olumsuz siluet etkisi yönüyle kamu yararı taşımadığı, bunun bilirkişi heyetinin ortak kanaati olduğu’ vurgulandı.


Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu “Mahkeme ruhsat iptaline karar verirse, bu idareye yıkım hakkı demektir. Lakin mahkeme kararları genelde uygulanmayarak suç işleniyor. Biz de İçişleri Bakanlığı’na suç duyurusunda bulunuyoruz. Bu davanın sonucunu da merakla bekliyoruz’’ dedi. 

 

 

Karadan, denizden, havadan etki

Bilirkişi havadan, karadan ve denizden araştırıp oybirliğiyle karar verdi: Siluet bozuluyor
Bilirkişi heyeti 13 Eylül 2012 günü Hakim Emine Özdemir Güçlü ile birlikte gökdelenlerin bulunduğu arazi ile İstanbul kenti dahilinde ilgili taşınmaz üzerindeki yapıların görüleceği muhtelif yer ve konumları gezdi. Havadan muhtelif yüksekliklerde uçuş gerçekleştirip çok sayıda fotoğraf çekip tespitlerde bulunuldu. Gökdelenlerin üzerinden de Tarihi Yarımada gözlenerek fotoğraflandı. Daha sonra Boğaz geçişinde kullanılan vapurdan, Boğaz Köprüsü üzerinden, Salacak, Harem, Kızkulesi, Kadıköy ve Çamlıca sırtlarından gökdelenlerin siluete etkisi izlenip belgelendi.

 

Mahkeme yerinde tespitlerden sonra bilirkişiden raporunu hazırlamasını istedi. İşte yaklaşık 5 ay süren çalışmalar sonucu ortaya çıkan rapordan ayrıntılar:
“UNESCO’nun 2009 tarihli raporunda ‘İnsanlık dehasının biricik yapısıdır’ denilen Süleymaniye Camii, Sultanahmet Camii, Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı ve kentin ayakta kalmış ve dünyanın sayılı kent surlarından olan görkemli İstanbul kara ve deniz surlarının oluşturduğu, farklı kültürlerin uygarlık sentezi olarak şekillenmiş ve Türk medeniyetinin bir kimlik zirvesi olarak meydana gelen ve İstanbul denince akla ilk gelen tarihi yarımadanın siluetidir. Siluetin özgün niteliğinin ve algılanmasının yitirilerek herhangi bir basit ve sıradan yerleşime benzer bir yapıya dönüşmesinin önüne geçilmesi için İstanbul’un kültürel ve tarihsel silueti bozulmadan korunmalıdır.”


“Ayrıca arazi, Kültür Bakanlığı’nca onaylanan İstanbul Dünya Miras Alanı Tampon Bölgesi sınırı içinde bakı noktasının kapsadığı siluet alanı içinde bulunmaktadır. Kadıköy, Galata, Kasımpaşa, Şişli, Boğaz Köprüsü ve bu köprünün Anadolu yakası ayağı dava konusu kulelerin algılanabildiği alanlar olarak ifade edilebilir. İstanbul tarihi yarımada bölgesinin tarihi ve kültürel kimliğiyle ve Türkiye’nin uluslararası sözleşmeler ile korumayı taahhüt ettiği Dünya Miras Alanı üzerinde olumsuz bir durum ortaya koymaktadır.”


‘‘Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 21 Nisan 2009 tarihinde yönetim planı alanı onaylanıp İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne gönderilmiş olmasına rağmen, bunun açık olarak dikkate alınmadığı ve belediyenin 21 Mayıs 2009 tarihinde planı onayladığı, 31 Aralık 2009 tarihinde ise mevzuata aykırı olarak 2009/10116 sayılı inşaat ruhsatının verildiği ve bu durumun açıkça 2863 sayılı yasaya ve mevzuata aykırı bir durum oluşturduğu belirlenmiştir.’’


“Mahkemece 2002 yılında daha önce 1 olan emsal artışı 1.5’e çıkarıldığı için iptal edilen plandan sonra planlama ilkelerine aykırı olarak ve bunu destekleyecek somut gerekçeler olmadan 2.5 emsalli bir plana onay verildiği görülüyor.’’


“Bodrum katların emsale dahil edilmemesiyle planla belirlenen emsalin doğrudan yükseklik serbest uygulaması ile düşeye aktarıldığı ve ilave kata dönüştüğü belirlendi.”

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 25.04.2013

ERGENEKON SANIĞI DEFİNE ARARKEN YAKALANDI

 

Eyüp'te, tarihi mezarlıkta define kazısı yapan 8 kişi yakalanarak gözaltına alındı. Nişanca Mahallesi'ndeki tarihi mezarlığa gelen ve temizlik işçisi kıyafeti giyen şahıslar mezarlık çevresini branda ile kapattı. Mahalle sakinlerine mezarlığı temizlediklerini söyleyen şahısların etrafı kapalı olan mezarlıkta geceleri çalışma yapmaya devam ettiğini gören vatandaşlar polisi arayarak ihbarda bulundu. İhbar ile olay yerine gelen polis ekipleri mezarlıkta define kazısı yaptığı iddia edilen 8 kişiyi gözaltına aldı.

"HAYIR" İÇİN TEMİZLİYORLARMIŞ
Yapılan incelemede ise şahısların mezarlarlıkta yaklaşık 2 metre derinliğinde kuyu kazdıkları belirlendi. Aralarında Cumhuriyet gazetesine molotofkokteyli atılması ile ilgili Ergenekon davasında yargılanan Seyhun Z.'nin de bulunduğu 7 kişi emniyetteki ifadelerinin ardından adliyeye sevk edildi. Gözaltına alınan şahıslar, belediye ve vakıflar müdürlüğünden izin alarak "Hayır" için mezarlığı temizlediklerini söylese de polis merkezine götürülmekten kurtulamadı. Kazılan mezarlar ise tekrar kapatıldı.

Sabah, 25.04.2013

PİRAMİT İŞÇİLERİNİN KAYIP ŞEHRİ

 

Dünya’nın 7 harikası arasında bulunan Büyük Piramit’in de aralarında bulunduğu Giza Piramitleri’nin inşasında çalışan binlerce işçinin yaşadığı kayıp şehir bulundu. İnsan-aslan birleşimi Sfensk’in yaklaşık 400 metre güneyinde bulunan alanda, Giza Piramitleri’nin üçüncü ve sonuncusu olan Menkaure’nin inşasında yer alan işçilerin kaldığı anlaşıldı.

 

LiveScience sitesinin haberine göre, alanın Arapça ismi ‘Heit el-Ghurab’, yani ‘Piramit İşçilerinin Kayıp Şehir’ olarak biliniyor.

 

Araştırmacılar, alanın yakınlarında piramit işçilerine ait bir mezarlık ve işçilerin kasabasının güney tarafında hayvan kemikleriyle dolu alanlar buldu. Bu alanın, hayvanların kesildiği yer olduğu belirtildi.

 


İki katlı olduğu düşünülen işçi kampına ait bir çizim. Sıcak havalarda uyunması için tavan düz yapılmıştı.

 

Hayvan kemiklerinden elde edilen veriler, işçilerin her gün 1800 kg’dan fazla et tükettiğini ve bu etlerin büyükbaş hayvan ve keçi ile kuzulardan elde edildiğini gösterdi.

 

Dahası, işçilerin kalıntıları üzerinde yapılan incelemeler, onarılmış kemikler olduğunu, kısaca işçilerin iyi beslenmenin yanında tıbbi tedavi de gördüğünü ortaya koydu.

 

Giza’da 25 yıldız kazı çalışmaları yapan Antik Mısır Araştırma Derneği (AERA) üyesi Richard Redding, “İşçilerin ihtiyaçları karşılanıyor, iyi besleniyorlardı. Kısaca yaptıkları tercih edilen bir iş olmalıydı... Beslenme şekilleri, geldikleri köylerden çok daha iyiydi” dedi.

 

İŞÇİ ORDUSU
Redding ve meslektaşları, 35 yıl boyunca kullanıldığı düşünülen işçi kasabasının tükettiği hayvan sayısını hesaplamaya çalıştı.Arkeologlar, yaptıkları sayımda 25 bin kuzu, 8 bin büyükbaş hayvan ve bin domuz kemiği buldu.

 

Menkaure piramidinin inşasında yaklaşık 10 bin işçinin çalıştığı tahmin ediliyor. AERA, taş kesmek, hazırlıkları tamamlamak ve arazi araştırması yapmak için de küçük bir işçi grubunun her yıl değişmeli olarak çalıştığını düşünüyor.

 


Menkaure piramidi.

 

Aynı zamanda Michigan Üniversitesi akademisyeni olan Redding, “Her yıl dört veya beş defa, tek işleri büyük taş blokları taşımak olan işçiler getiriyorlardı... Her gün 45-50 gr proteine ihtiyaç duyuyorlardı. Bu proteinin yarısı balık, fasulye,  mercimek ve diğer besinlerden gelirken, yarısı da kuzu, keçi ve büyükbaş hayvanlardan geliyordu” dedi.

 

DEV HAYVAN SÜRÜSÜ
Protein kaynaklarını ve kemik miktarını hesaplayan Redding, her gün 11 büyükbaş hayvan ve 37 kuzu veya keçinin kesildiğini düşünüyor. Etin yanı sıra, işçilerin ekmek, bira ve diğer gıda ihtiyaçları için de büyük bir yemek operasyonu dönüyordu.

 

Hesaplanan et miktarını karşılamak için, Giza işçilerinin 21.900 büyükbaş ve 54.750 keçi veya kuzunun yer aldığı bir sürüden yararlanması gerektiği anlaşıldı. Bu da, gereken sürünün 401 kilometre karelik alan kapladığı anlamına geliyor. Bu alan, Nil Delta’sının yüzde 5’ine denk geliyor.

 


İşçi kampına ait bir fotoğraf

 

Redding, bu kadar büyük bir sürüyü kontrol etmek için yaklaşık 3,650 çobana ihtiyaç olacağını, aileleriyle beraber çobanların 18.980 kişiyi temsil edeceğini hesapladı. Bu sayı, 2600 yıl önce antik Mısır’ın nüfusunun yüzde 2’sine denk geliyordu.

 

Piramit işçilerinin Menkaure kampı dışında birçok diğer kamplara dağılmış olduğunu belirten Redding, “Evlerde yaşamıyorlardı. Hiçbir zaman kış olmayacağı için bu kamp gibi alanlar onlara yetiyordu” dedi.

 

Arkeologlar, ileride Firavunlar Khufu ve Khafre’nin inşa ettirdiği diğer iki piramidin işçilerini araştırmak istiyor. Bu amaçla ilk olarak 1950’lerde keşfedilen bir alanda kazılar yapılacak.

Ntvmsnbc, 24.04.2013

KAMULAŞTIRMA YAPILDI AMA HALA BİR GELİŞME YOK!

 

 

Yüzde 90’ı özel mülkiyet olan Perre antik kentinin yerleşkesinde Belediye, İl Özel İdare, Çevre ve Orman Bakanlığı ve Maliyeye ait yaklaşık 300 dönüm arazinin Kültür ve Turizm Bakanlığı'na tahsisi gerçekleşmesine rağmen hala bir ışık görülmemesi dikkatlerden kaçmıyor.


Kommagene Krallığı'nın beş büyük kentinden biri olan Perre antik kentinde en son 2009 yılında yapılan kazı çalışmalarının ne zaman başlayacağı merak ediliyor.

 

Gerek ödenek yetersizliği gerekse de ilgisizlikten harabeyi andıran Perre antik kentinde bazı eserlerin korunması ve ziyaretçilerin zarar görmemesi için birtakım çalışmalar yapılırken, mevcut durumun harabeden başka bir şeyi andırmadığı görülüyor.

 

“Pirin, ilimiz turizmi için Nemrut’tan sonra en önemli değerlerden bir tanesidir” diyen Pirin halkı  ve bazı yetkililer “İPA projesi ile de burada bir çevre düzenlemesi yapılacaktı. Bu düzenlemeden sonra biraz daha ortaya çıkmış bir Perre turizme sunulacaktı. 2001-2008 yılları dönem arasında Perre Antik Kenti Nekropol alanı ve Mozaikli Villada yapılan kazı ve temizlik çalışması için 518 bin 748 TL harcanmış olup, 59 galeride yapılan çalışmalarda 49 oda ve 385 lahit mezar olmak üzere toplam 434 mezarın kazı ve temizliği bitirilmişti. Bu kazılar sonucunda 217 adet arkeolojik ve 292 adet sikke olmak üzere toplam 509 eser müzeye kazandırılmıştı. İlimizin ve ülkemizin turizmi için oldukça önemli değerlerden bir tanesi olan Pereyi bir an önce hayata geçirilmesi gerekiyor. Ayrıca Nemrut ve Perre için AB Destekli bir İPA projesi hazırlamak ve bu proje ile çevre düzenlemelerini de tamamlayıp. Turizme kazandırmak gerekiyor” diye konuştular.

 

Kommagene uygarlığına ait bir ören yeri olan Perre gün ışığına çıktığında önemi daha artacaktır diyen yetkililer; “Kazı çalışmalarının yapıldığı Örenli Mahallesinde kamulaştırmalardan kaynaklanan sıkıntılar vardı bu nedenle kazılar yavaşlamıştı. Bir dönem de ödenek için durdu. Ancak bu yıl başlaması gerekiyor. Elimizin altındaki bu değere sahip çıkmalıyız” dedi.

Adıyaman Haber, 24.04.2013

NEMRUT'A HAS GİRİŞ ÜCRETİ SORUN YARATIYOR

 

Dünyanın 8 Harikası olan ve UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları listesine alınan Nemrut Dağı, turizm sezonunun açılmasıyla birlikte canlanacak gibi görünürken, hiç hesapta olmayan bir sorun gün yüzüne çıktı.

 

Yerli -yabancı denmeden alınan 8 liralık Nemrut’a giriş ücreti özellikle Nemrut’a çıkmak isteyen yerli halk için sorun teşkil ederken, kişi başına ödenen meblağı çok bulan vatandaşlar Adıyaman il sınırları içerisinde bulunan başka hiçbir kültür mirasını görmek için ücret ödemediklerini belirttiler.


Perre, Karakuş, Cendere, Arsemia ve Kahta Kalesi gibi Adıyaman’ın kültür mirasları arasında yer alan tarihi ören yerlerin hiçbirinde giriş ya da bakmak için ücret  alınmazken, Nemrut’ta alınan ücretin bu yıl ne kadar olacağı da merak edilen ayrı bir konu.


Yerli ve yabancı turistlerden de alınmasının abes kaçtığını dile getiren vatandaşlar, bu ücretin neden alındığının hala farkında olmadıklarının da altını çizdiler.


Konuyla ilgili olarak şikayetlerini dile getiren Adıyamanlı vatandaşlar “ Adıyaman halkı olarak kendi sınırlarımız içerisinde barındırdığımız kültür miraslarını görmek için para ödüyoruz. Aynı uygulama Adıyaman Müzesinde de geçerli. Buna bir anlam veremiyoruz.  Eğer para alınacaksa Perre’den, Cendere’den, karakuş’tan, Kahta Kalesinden ve Arsemia’dan da alınsın. Eğer bu kültür miraslarını görmek isteyen vatandaşlardan para talep edilmiyorsa Nemrut için de para talep edilmesin. İnsanlar Nemrut’u görmek için 8 lira vermek zorunda değiller. bu yıl ne kadar olacak bilinmiyor. Alınan paralar eğer Nemrut civarına güzel tesisler yapılacaksa, bu uğurda kullanılacaksa bilemeyiz. Ancak görünür de böyle bir şey de yok. Yabancı turistlerden bu ücret alınabilir hatta yerli olup ta dışlardan gelenlerden de alınabilir ancak Adıyaman halkından bu ücret alınmamalıdır” diye konuştular.

Adıyaman Haber, 25.04.2013

İSTANBUL'DA KORUNACAK NE KALDI?

 

İstanbul Serbest Mimarlar Derneği'nin konuğu olan Doğan Kuban, İstanbul'un kimlik kaybına vurgu yaparak, hiçbir koruma planının uygulanmadığını söyledi.

İstanbul Serbest Mimarlar Derneği (İstanbulSMD) tarafından Point Hotel'de düzenlenen, "Mimarlar Bu Ay Neyi Konuşuyor?" konulu aylık toplantılarının son konuğu olan ünlü mimar Doğan Kuban, konuşmasında İstanbul'un kimlik ve kentsel koruma sorunlarının çok ileri boyutlarda olduğunun altını çizerek, eğitim ve kültürel altyapı yetersizliğinden yakındı.

 

İstanbul'un önde gelen mimarlarının katılımıyla gerçekleştirilen toplantıda, açılış konuşmasını İstanbulSMD Başkanı Ersen Gürsel yaparak, kentsel tasarım ve İstanbul'un sorunları açısından gündemdeki sorunları aktardı. Toplantının konuk konuşmacısı Doğan Kuban ise, kentsel korumanın bir kültür sorunu olduğunu belirterek, Avrupa'da korumanın 18. yüzyılda aristokratlar tarafından başlatıldığını; Türkiye'de ise koruma bilinci için eğitimin ve kültürel birikimin yetersiz olduğunu söyledi.

 

Doğan Kuban konuşmasında, kentsel korumanın dokuyu koruma anlamında ele alınması gerektiğini vurgulayarak, konuya bütünlüklü yaklaşılması gerektiğini söyledi. Tek bina bazında korumanın yetersiz olduğunu ve tekil yapılar üzerinden kimlik oluşmasının mümkün olmayacağını belirten Kuban, kent estetiğinin de giderek önemini kaybetmesinden yakındı. Kuban konuşmasını İstanbul üzerinde sürdürerek, İstanbul'un kimlik kaybının çok büyük boyutlara ulaştığı vurgulayarak şöyle dedi;

 

"İstanbul'da korunacak ne kaldı?"

Doğan Kuban, kentsel korumanın, ekonomik, sosyal, tarihsel ve kültürel korumanın tümünü içermesi gerektiğini, bu ilkeler izin verdiği takdirde eski bir binanın içine veya çevresine yeni bir ek de yapılabileceğini anlattı. Louvre Müzesi'ne değinen, ünlü mimar, müze avlusuna yapılan modern piramidin, eski bina ihya edilirken, yeni işlevlerin de kendine yer bulabildiği önemli bir örnek olduğunu söyledi.

Yapı, 24.04.2013

MİLAS TEMEL KAZISINDAN TARİH FIŞKIRDI

 

Muğla'nın Milas İlçesi'nde bir inşaatın temel kazısı sırasında yapılan sondaj çalışmalarında, tarihi kalıntılara rastlandı. Eserlerin ortaya çıkması üzerine inşaat çalışmaları durduruldu ve kurtarma kazısına başlandı.

 

Atatürk Bulvarı'nda bulunan ve daha önce kafe olarak kullanılan alanda yeni bina yapılması için geçen aylarda inşaat çalışmalarına başlandı. 3'üncü derecede SİT alanı içinde yer alan inşaatın temel kazısı çalışmaları sırasında sondaj çalışmaları yapılırken tarihi kalıntılara rastlandı.

 

ANTİK DÖNEME AİT MİMARİ KALINTI

Alandaki inşaat çalışmalarının durdurulduğunu ve kurtarma kazısının başlatıldığını belirten Milas Müze Müdürü Ali Sinan Özbey, 'Milas İlçe merkezinde yer alan 3'üncü derecedeki SİT alanında yeni yapılanma öncesinde taşınmaz sahibinin müzemize müraacatının ardından Milas Müze Müdürlüğü olarak sondaj çalışmalarına başladık.

 

Bazı mimari kültür varlıklarının çıkması üzerine buradaki sondaj çalışmamızı kurtarma çalışmasına çevirdik. Bu çalışma kapsamında antik döneme ait mimari kalıntılarına ulaştık. Bunun aslında değişik dönemlerde tahrip olduğu kanaatindeyiz. Bununla ilgili çalışmalarımıza devam ediyoruzö dedi.

 

ROMA DÖNEMİ'NE AİT TOPRAK KAPLAR ÇIKTI

Kazı çalışması kapsamında bazı eski eserlere de rastladıklarını ifade eden Özbey, 'Çıkan eserler arasında az sayıda Roma Dönemi'ne ait pişmiş toprak kap parçalarına rastladık. Mimari olarak oldukça geniş bir alana yayılan, ancak değişik dönemlerde tahrip edilmiş bir yapının varlığı tespit edildi. İlerde yapılacak kazılarda buranın ne olduğu ortaya çıkacak.

Antik dönem içinde yapıya farklı fonksiyonlar verilmiş, eklentiler yapılmış. Bunlar tahrip olduğu için net bir şey söyleyemiyoruz. En kısa zamanda konuyu Muğla Koruma Kurulu'na iletip, onların yapacağı değerlendirmenin ardından buradaki çalışmaya farklı bir yol verebileceğiz' diye konuştu.

haberler.com, 24.04.2013

3 TÜRKİYE TABLOSUNA REKOR FİYAT

 

 

Dünyanın saygın müzayede salonlarından Sotheby's Londra'da düzenlenen açık artırmada, Türkiye'yi yansıtan 3 önemli eser rekor fiyata alıcı buldu.

Müzayede Salonu'nun 'Oryantalist Eserler' serisinde düzenlediği açık artırmada, Alberto Pasini, Herman Corrodi ve Ippolito Caffi'nin 19'uncu Yüzyıl Türkiyesi'ni yansıtan tabloları toplam 1 milyon 339 bin 500 sterline (3 milyon 683 bin TL) satıldı.

İtalyan ressam Herman Corrodi'nin 'Boğaziçi'nde Asya'nın Tatlı Su Çeşmesi' adlı yağlı boya eseri 518 bin 500 sterlin ile rekor kırdı. Eserin tahmini bedeli 200-300 bin sterlin olarak açıklanmıştı. İtalyan ressam Alberto Pasini'nin 'Pazar' (Market Day) adlı yağlı boya tablosu 482 bin 500 sterline alıcı buldu.

Müzayedede Ippolito Caffi'nin ‘Haliç'te Gün Doğumu' adlı eseri ise 338 bin 500 sterline satıldı. İtalyan ressam Caffi'nin bu tablosunun tahmini bedeli, 100-150 bin sterlin arasındaydı. Her 3 eserin alıcıları ise açıklanmadı. Müzayedede en büyük rekoru Avusturyalı ressam Ludwig Deutsch'nin ‘The Offering' adlı tablosu kırdı. Ressamın eseri özel bir koleksiyoncuya 2 milyon 154 bin 500 sterlin'e satıldı.

Sotheby's 24 Nisan'da da yılda 2 kez düzenlenen İslam Dünyası müzayedesinde Ortadoğu ve Türkiye'den eserleri satışa çıkaracak. Müzayede salonu ayrıca 23 Mayıs'ta düzenleyeceği 19. yüzyıl Avrupa resimleri müzayedesinde Türkiye'den manzaralar içerin bir koleksiyon sunacak.

Habertürk, 24.04.2013

BİLİM İNSANLARINI ŞAŞIRTAN 'ATA'

 

 

Şili'de 15 santimetre uzunluğunda kafası vücuduna oranla oldukça büyük olan bir iskelet, bilim insanlarını hayrete düşürdü.

 

10 yıl önce bulunan iskeletin başlarda maymun olabileceğini belirten bilim adamları, şimdilerde ise bu esrarengiz iskeletin mutasyona uğramış bir insan iskeleti olabileceği üzerinde duruyor.

'Ata' adı verilen esrarengiz iskelet, kimi kesimler tarafından uzaylı olarak adlandırılsa da bilim insanları bu iskeletin mumyalanmış insan iskeleti olduğunu düşündüklerini ifade ediyor. İskelet hakkında bölgede spekülasyonlar devam ederken, 2003 yılında da Oscar Munoz isimli bir kişi yerel gazetelere yaptığı açıklamada, 15 santimetre uzunluğunda beze sarılı bir iskelet bulduğunu belirtmişti. İnsana benzemeyen iskeletin oldukça karardığını da ifade eden Munoz, iskelette ayrıca 9 kaburga kemiği olduğunu ifade etmişti. Konuyla ilgili açıklama yapan Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi Kök Hücre Biyolojisi Bölümü Yöneticisi Gary Nolan ise açıklamasında, 'Bu iskeletin kesinlikle maymun olmadığını söyleyebilirim. Bu bir insan. 6 ya da 8 yaşına kadar yaşamış olmalı' dedi.

Radikal, 24.04.2013

EVİNİN BAHÇESİNDE BULDU

 

İngiltere'nin Exeter kentinde yaşayan Bronwyn Hickmott, senelerdir kapısının önünde duran ve merdiven süsü sandığı metalin aslında 1300 yıllık bir Budist tapınağı merdiveni olduğunu öğrenince küçük bir şok geçirdi.

Açık arttırmada satılan Budist eseri tam 553,250 sterline satıldı. Satıştan sonra bir açıklama yapan Hickmott, '40.000 sterline geldiğinde ağzım açık kalmıştı, böyle bir parayı kesinlikle beklemiyordum' ifadelerini kullandı.

Tapınak merdiveninin dünyada sadece 7 tane benzeri bulunuyor ve son derece ender bulunan bir parça.

Vatan, 24.04.2013

TÜRK HARFLİ YENİ BİR YAZIT BULUNDU

 

 

Çin'in kuzeyindeki eski başkentlerden Xian'da, Uygur prensi Karı Çor' (Çince Ge Çor) ait, M.S.795 yılına tarihlendirilen, Çince ve Göktürk harfli bir yazıt bulundu.

Yazıtla ilg,iil Xian'daki Tang Hanedanı Batı Çarşı Müzesi'nde; Türk, Çinli, Fin ve Avrupalı bilimadamlarının ve pek çok ülkeden basın mensuplarının katıldığı bir toplantı düzenlendi. Yazıt ilk kez Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Cengiz Alyılmaz tarafından okundu ve anlamlandırıldı. Toplantıda konuşan Alyılmaz, "Göktürkçe 17 satırın bulunduğu yazıtın hemen sağ kısmında, çok nadir rastlanan bir şekilde, Çince yazılmış bir metin de bulunmaktadır. Yan yana Türkçe ve Çince yazılmış bu kitabe, kare biçiminde ve yaklaşık 40 santimetre boyutlarındadır. Türkçe ve Çince okuma ve anlamlandırma çalışmalarından yazıtın, 19 yaşında hayatını kaybeden Uygur Prensi Karı Çor'un cenazesi için hazırlatıldığı görülmektedir. Yazıt, bu haliyle söz konusu dönemdeki Uygur-Çin ilişkilerinin yakınlığını da ortaya koyuyor. Cenaze işlemlerinin Çin hükümdarı tarafından düzenlendiği özellikle vurgulanan yazıtta Türkçe ve Çince metinler örtüşmekte; metinler birbirini tamamlamaktadır." şeklinde açıklama yaptı.

Xian şehri Shaanxi eyaletinin merkezi ve burada Qin hanedanlığının mezarlığı da bulunuyor. Torak askerler müzesinin de bulunduğu tarih kokan bu şehir aynı zamanda İpek Yolu'nun da başlangıcı olarak biliniyor.

Habertürk, 24.04.2013

BİR RENOVASYON ÖRNEĞİ

 







 

12. yüzyıldan kalma Astley Şatosu, eski ve yeni mimarinin izlerini taşıyor. Uzun süre harap halde kalan, yangınlar ve 2 dünya savaşı atlatan kale 2012 yılında onarılırken, binanın eski bölümleri de sağlamlaştırılarak korundu.

İngiltere'deki Warwickshire kontluğunda bulunan kale, 15. yüzyılda kraliyet ailesine 3 nesil boyunca ev sahipliği yapmış. Kale, 2. Dünya Savaşı sırasında ise otel olarak kullanılmaya başlanmış. Bir süre sonra da kaderine terk edilmiş.

 

Uzun süre harap halde kaldıktan sonra, “The Landmark Trust” adlı, binaları koruma konusunda çalışan bir vakıf, restore edilmesini teklif etmiş. The Landmark Trust, renovasyon projesi için mimari bir yarışma başlatmış. Londra merkezli Witherford Watson Mann adlı mimari şirketi seçilmiş.

 

Şirketin hazırladığı proje, eskiyi koruyarak yeni bir yapı yaratmayı hedefliyordu ve başta insanların aklında soru işaretleri yarattı. Yenilenmiş bu yapıda, tarihin izleri korunabilecek miydi? Eklentiler, eski kalıntıların yıkılmamasını sağlayabilecek miydi? Sonuç olarak renovasyon başarılı oldu ve bina 2012 yılında bugünkü halini aldı. Kale şu anda otel olarak kullanılmakta.

Arkitera, Haber: Elif Tuğba Gürkan, 24.04.2013

YENİKAPI'YA DİP DOLGUSU

 

 

İstanbul’da 1 Mayıs’ın nerede kutlanacağı tartışıladursun, Yenikapı’da geçtiğimiz ay başlayan meydan inşaatı tüm hızıyla sürüyor. 1. etabı süren inşaatta önce deniz dibi taşla doldurulacak. Proje tamamlandığında İstanbul’un 1 milyon kişi kapasiteli bir miting alanı olacak. Yenikapı sahilinde geçtiğimiz ay başlayan “Meydan Düzenlemesi 1. Etap İnşaatı” kapsamında bir platform üzerine kurulan kepçe, denize taş yığmaya başladı. Bu taşların üzerinden meydan alanının mendireği olacak iki kilometre uzunluğunda yol geçecek. Kayalardan temizlenen deniz tabanına daha sonra taş dökülecek ve temellerin sudan aşınması önlenecek. Ardından deniz üzerine meydanın mendireği olacak 2 kilometre uzunluğunda bir yol inşa edilecek. 30 milyon 881 bin TL bedelle ihale edilen 1. etap inşaatının 300 günde tamamlanması bekleniyor. Kullanılacak tüm iş makineleri ve diğer ekipmanlar denizden gemilerle taşınacak. Projenin 2. etabında ise temeller atılacak ve denizin doldurulması çalışmaları başlayacak. Çalışmalar sona erdiğinde Yenikapı sahilinde, 518 bin metrekaresi dolgu, tam 715 bin metrekare büyüklüğünde bir miting, gösteri, konser ve yeşil alan olacak.

PROJEDE NELER VAR?
Yenikapı’da bulunan proje alanı “İstanbul Metropolü Miting ve Gösteri Alanı” olarak tasarlandı ve Yenikapı İDO İskelesi ile Kennedy Caddesi arasındaki sahil şeridi doldurularak inşa edilecek.
* Miting, konser veya fuar alanı olarak kullanılmak üzere 700 bin ile 1 milyon kişi kapasiteli mekan yer alacak.
* Alanda 2.200 araç kapasiteli açık otopark, 760 otobüs kapasiteli açık otopark olacak.
* 715 bin metrekarenin 450 bin metrekaresi yeşillendirilerek, park olarak hizmet verecek.
* Meydanda bir sahne, sağlık, idari ve güvenlik birimleri için kulübeler, kafe, büfe, restoran ve sergi alanları ile ahşap iskeleler ve engelli locaları olacak.
* Meydanın altına, 2.5 milyon nüfusun atıksuyunun arıtılacağı "İleri Biyolojik Arıtma Tesisi" kurulacak.

Habertürk, Haber: Ezgi Evcil, 24.04.2013

 

******


YENİKAPI DOLGUSU 'BİZANS'TAN BAŞLADI

 

 

Yenikapı sahilinde miting ve gösteri alanı olarak kullanılacak olan 1 milyon 250 bin kişilik dev meydanın inşaatı Bizans surlarının bulunduğu Samatya sahilinden başladı. Uzmanlar, koruma kurulunun yetkisiz bırakıldığı dolgu projesinin tarihi surların yapısına ve yarımadanın doğal topografyasına zarar vereceğini savunuyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) denizin içine 2 kilometre uzunluğunda yapılacak yolun inşaatına bir hafta önce denize taş dökerek başladı. Kamyonlarla getirilen hafriyatlar bu taşların üzerinden denize dolduruluyor. Yaklaşık 715 bin metrekarelik dev meydan, Samatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin önünden Yenikapı İDO İskelesi’ne kadar devam edecek.


İstanbul 1 No’lu Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 23 Ocak 2012 tarihinde, ‘Siluet ve topografyayı bozar, uluslararası sözleşmelere aykırı’ diyerek proje için olumsuz görüş bildirmişti. Ancak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı dolgunun ‘SİT alanına değil denize’ yapılacağını belirtip 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nu gerekçe göstererek projeye onay verdi. Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, dolgu projesinin kültür varlıklarına zarar vereceğini ve İstanbul’un tarihi dokusunu bozacağını gerekçe göstererek yürütmeyi durdurma istemiyle 11 Ocak 2012’de İstanbul 6. İdare Mahkemesi’ne başvuruda bulundu. Ancak mahkeme kararı çıkmadan dolgu çalışmalarına başlandı.


Dolgu alanıyla ilgili onaylanan projede bölgenin park olacağı belirtilirken, daha sonra miting alanına çevrildiğini ve bu değişiklik için izin alınmadığını savunan Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Başkanı Tayfun Kahraman, “Yenikapı dolgu projesi İstanbul’un tarihi dokusuna mutlak suretiyle zarar verecek. Ayrıca belediyenin tek taraflı olarak projenin içeriğini değiştirmesi de hukuksuzluktur” dedi.


İBB’den yapılan açıklamada ise Samatya sahilindeki surların anroşman inşaatı ve dolgu çalışmalarının dışında bırakıldığı belirtildi.

Projede neler var?
Alana 1 milyon 250 bin kişilik miting alanı, 2 bin 200 araç ve 760 otobüs kapasiteli iki açık otopark yapılacak. Meydanın altında İleri Biyolojik Arıtma Tesisi kurulacak. Meydanda bir sahne, sağlık, idari ve güvenlik birimleri, kafe, büfe, restoran, sergi alanları olacak.

Radikal, Haber ve Fotoğraf: İdris Emen, 26.04.2013

EMEK'TEKİ YIKIM, HALEP'İ DE SARSIYOR

 

Yıkımı büyük protestolara neden olan tarihi Emek Sineması’nın hafriyat alanında dün gece çıkan yangın çevredeki esnafı tedirgin etti.

Emek Sineması'nın da bulunduğu Serkildoryan Han’ın molozlarının bulunduğu yerdeki yangın kısa süre içinde kontrol altına alındı. İtfaiye İstiklal Caddesi'ndeki Halep Pasajı'nın önünden yangına müdahale etti.

Halep Pasajı’nda dükkanı bulunan esnafın, Emek Sineması’nın da bulunduğu binanın yıkımına ilişkin tepkileri ise sürüyor. Her gün “7 şiddetinde deprem oluyormuşçasına sarsıldıklarını” söyleyen Halep esnafı, yıkımın balyozla yapılması taleplerine rağmen iş makinelerinin kullanılmaya devam ettiğini ve sarsıntıların da bundan kaynaklandığını belirtiyor. Pek çok dükkanda çatlaklar ve kısmi duvar yıkıntılarının olduğu dikkat çekiyor. 

Konuyla ilgili Beyoğlu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne başvurduklarını ve yıkımın kendilerine hasar vermeyecek şekilde gerçekleştirilmesi için tedbir alınmasını istediklerini belirten esnaf her iki belediyeden de yeterli ilgi göremediklerini belirtiyor.

Pasajda Emek Sineması'na bitişik iki dükkanın işletmecisi, sinemanın duvarının pazartesi günü yıkıldığını ve dükkanlarına suntadan bir perde yapmaktan başka çare bulamadıklarını anlatıyor. Sunta perde de dün yıkım sırasında yer yer çatlamış, içeri hafriyat dökülmüş.

Pasajda 1.5 ay önce hediyelik eşya dükkanı açan kiracı Mustafa Aydemir de sunta perde çözümüne başvuranlardan. Aydemir, 'Burası her an göçebilir, ha yıkıldı ha yıkılacak diye bekliyoruz. Dün her yer toz duman içindeydi. Böyle olacağını bilsem dükkanı tutmazdım, müşteri geldiği gibi kaçıyor'' diyor.

Takı dükkanı işleten Çelik Akdemir de duvardaki çatlakları göstererek, ''Sarsıntı başlayınca müşterilerle birlikte dışarı kaçıyoruz. Dün duvara asılı vergi levhaları, takıları astığımız panolar bir anda aşağıya indi. Kafamıza duvar parçaları dökülüyor, duvarın arkasından 'Durun' diye bağırıp sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. İnşaattan yetkililer önce gelip 'Korkmayın bir şey olmaz, sallanmanız çok doğal. Sıvanızı biz yaparız' dedi. Sonra bir başka yetkili gelip 'Bunların olmaması gerekirdi, müdürüme ileteceğim' dedi. Belediye yarın gelip tespit yapacakmış, bari inşaatı müşterilerin olmadığı akşam saatlerinde yapsınlar, makinayla değil balyozla yıksınlar'' diye konuştu.

Çocuk kıyafetleri satan bir dükkanın kiracıları da yerlerde oluşan çatlakları gösteriyor, 'Akşam yangın var sabah yıkım. Belediyeye defalarca şikayet ettik ama kimse gelip bakmıyor. Herkes can güvenliğinden endişe ediyor'' diyor.

Pasajın en alt katındaki Beyoğlu Sineması'ndan yetkililer de 'Biz Rüya Sineması'nın bitişiğindeyiz. Geçen hafta yıkımdan rahatsız olunca şantiye şefini çağırdık, film başlamadan sinemayı yıkıp sonra ön tarafa geçmeleri için ikna ettik. Üç gün önce Emek'e girdiğimde tavanı kesip ambalajlıyorlardı, koltuklar hala yerindeysi. Rüya sinemasıysa komple yıkılmıştı'' diye konuştu.

Pasajın kiracıları, Demirören inşaat sırasında Ağa Camii'ye verilen hasarın burada da meydana geleceğinden endişeli. Yıkım şimdilik pasajın zemin seviyesinde fakat yer altına indikçe ne olacağı belirsiz.

Beyoğlu Belediyesi'nden ise yangına ve sinemadaki hasara dair bir bilgi alınamadı.

Radikal, Haber: Elif İnce, 23.04.2013

 

******


EMEK İNŞAATINDA YANGIN, HALEP PASAJI'NDA KORKU

 

Protestolara rağmen yıkımı devam eden Emek Sineması ’nın inşaat alanında pazartesi gecesi yangın çıktı. Saat 1 civarında Halep Pasajı’nın önüne dört itfaiye aracı geldi ve pasajın içinden hortumlarla yangına müdahale etti. İtfaiye yetkilileri yangın söndürme çalışmaları sırasında vatandaşlara ‘Emek Sineması’nın altındaki molozların yandığını’ söyledi.


Yangın haberi sosyal medyada geniş yankı uyandırırken İBB ve projeyi yürüten Kamer İnşaat resmi bir açıklama yapmadı. Beyoğlu Belediyesi’nin basın yetkilisi ise firma yetkililerinden aldığı bilgiyi aktararak ”Yangın yok. İnşaat alanına bir izmarit düşmüş, hafriyattan duman çıkınca hassasiyet gösterilerek itfaiye çağrılmış” diye konuştu.


Öte yandan Emek Sineması ve Serkildoryan binasında devam eden yıkım çalışmaları Halep Pasajı esnafını da zor durumda bıraktı. 1885’te yapılan pasajın kiracıları, bir haftadır 7-8 şiddetinde deprem oluyormuşçasına sarsıldıklarını, müşterilerle birlikte panik içinde dışarı kaçtıklarını anlatarak duvarlarda ve yerlerde oluşan çatlakları gösteriyor. Esnafın endişesi, pasajın sonunun Demirören inşaatı sırasında ağır hasar gören Ağa Camii gibi olması... Pasajda Emek Sineması’na bitişik iki dükkanın işletmecisi, sinemanın duvarının pazartesi günü yıkıldığını ve dükkanlarına suntadan bir perde yapmaktan başka çare bulamadıklarını anlatıyor. Pasajda 1.5 ay önce hediyelik eşya dükkanı açan kiracı Mustafa Aydemir de sunta perde çözümüne başvuranlardan. Aydemir, “Burası her an göçebilir, ha yıkıldı ha yıkılacak diye bekliyoruz. Dün her yer toz duman içindeydi” diyor.


Gümüş takı dükkanı işleten Çelik Akdemir ise duvardaki çatlakları göstererek, “Sarsıntı başlayınca müşterilerle birlikte dışarı kaçıyoruz. Dün duvara asılı vergi levhaları, takıları astığımız panolar bir anda aşağıya indi. Kafamıza duvar parçaları dökülüyor, duvarın arkasından ‘Durun’ diye bağırıp sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. İnşaattan yetkililer ‘Korkmayın bir şey olmaz, sallanmanız çok doğal. Sıvanızı biz yaparız’ dedi. Belediye çarşamba tespite gelecekmiş. Bari inşaatı müşterilerin olmadığı akşam saatlerinde yapsınlar, makineyle değil balyozla yıksınlar’’ diye konuştu.


Pasajın en alt katındaki Beyoğlu Sineması’ndan bir yetkili ise “Biz Rüya Sineması’nın bitişiğindeyiz. Geçen hafta yıkımdan rahatsız olunca şantiye şefini çağırdık, film başlamadan sinemayı yıkıp sonra ön tarafa geçmeleri için ikna ettik. Üç gün önce Emek’e girdiğimde tavanı kesip ambalajlıyorlardı, koltuklar hala yerindeydi. Rüya Sineması komple yıkılmıştı’’ diye konuştu.
Esnaf belediyenin gereken özeni göstermediğinden şikayetçi.

Radikal, Haber: Elif İnce, 24.04.2013

4 BİN 400 YIL SONRA BULUNDU

 

İngiltere'de arkeologlar, eski Kraliyet bölgesi Windsor'da tam 4 bin 400 yıllık bir kadın iskeleti buldu.

 

Altınlarla birlikte gömülmüş olan iskeletin boynunda bir de kehribar boncuklarla süslenen altın kolye bulunuyor. Bu nedenle uzmanlar, kadının dönemin üst sınıflarından biri olduğunu düşünüyor.

 

Kazı çalışmalarını yürüten Wessex Üniversitesi'nden arkeolog Gareth Chaffey, kadının 40 yaşında öldüğünü, durum itibariyle prenses veya kraliçe olabileceğini açıkladı.

Milliyet, 23.04.2013

SARAYIN 'YILDIZ'I YENİDEN PARLAYACAK

 

 

Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit zamanında Osmanlı Devleti’nin ana sarayı olarak kullanılan Yıldız Sarayı, bugüne kadar kumarhane, harbiye ve üniversite gibi farklı amaçlarla kullanıldı.

 

Neredeyse bir kimlik savaşı veren saray, bugünlerde ise kendine has bir programla ziyaretçilerini karşılıyor. ‘Saray Akademi Yıldız’ programı ile konferans, seminer ve gezilerle tarihi bir yolculuk yapılıyor. Yıldız Sarayı Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Arzu Enver, akademi programının pasifize edilmiş bir padişahı, 2. Abdülhamit’i insanlara yeniden anlatma çabası olduğunu söylüyor.  Bu program çerçevesinde Yıldız Sarayı, onunla özdeşleşen 2. Abdülhamit, onun gündelik hayatı ve yolu Yıldız’dan geçenler anlatılıyor. Ayrıca sarayın sanatsal, politik ve tarihsel geçmişi ve gündelik yaşam gibi konulara da değiniliyor. Hatta saray gezilerinden bir tanesi Abdülhamit’in İzinden şeklinde tasarlanmış. Böylece ziyaretçiler sultanın saraydaki bir gününü onun izinden giderek yaşıyor.

 

Aynı zamanda Naciye Sultan ile eşi Enver Paşa’nın torunu olan Arzu Enver, Yıldız Sarayı’nın kumarhane, askeriye yapılarak geçmişin izlerinin silinmek istendiğinden ve adeta canına okunduğundan söz ediyor. Aileyi temsilen saray için çalışan Enver, bugünse sarayı insanlara yeniden anlatmak için bu programların düzenlendiğini kaydediyor. Ayakta olan tek saray vakfı olan Yıldız Sarayı Vakfı tarafından düzenlenen etkinlikte Osmanlı botaniğinden dekorasyona, sanat tarihinden Osmanlı sarayındaki Avrupalı müzisyenlere kadar birbirinden farklı konular konuşuluyor.  Yıldız Sarayı Müze Müdürü Ali İlker Tepeköy, Semavi Eyice, Dr. Irvin Cemil Schick, Mustafa Armağan, Prof.Dr. Norman Stone, Saro Dadyan ve Betül Mardin gibi alanında uzman konuşmacılar geliyor. Bunlar arasında 2013 bahar döneminde başlayan akademi programı önümüzdeki sene de devam edecek. 1946’da Harp Akademileri’ne bırakılan Yıldız’ın Kültür Bakanlığı’na bağlanması 1978 yılında gerçekleşiyor. Ancak bu dönemde sarayın gezilip görülmesi söz konusu değil.  Yıldız Sarayı’nın aslına uygun olarak müze haline getirilip halkın ziyaretine açılması ise 1993 yılını buluyor. Askeriye, üniversite ve MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) gibi farklı bölümlere ayrılan sarayın ‘yıldız’ı tekrar parlıyor. Böylece gezilmesi imkansız olan saray, kapılarını açmış oluyor.

Zaman, Haber: Tuğba Öcek - Sümeyra Çiçek, 23.04.2013

İSTANBUL İÇİN SİLUET BARIŞI

 

 

Silüet tartışmaları, Başbakan'ın açıklamalarıyla yeniden gündemde. Şehir estetiği konusunda Başbakan'a tam destek veren müteahhitler, yüksek yapılarda ise 'çözüm bölgesel kümelenmede' diyorlar.

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İstanbul'da yükselen gökdelenlere yönelik eleştirileri, gayrimenkul sektöründe de yankı buldu. Erdoğan son olarak sert bir üslupla tarihi yarımadanın silüetini bozan 16/9 projesine ağır eleştiri getirmişti.

 

Erdoğan her ne kadar kırgınlığını tek bir proje üzerinden dile getirse de aslında konuşmasında sektöre de ciddi bir uyarı vermiş oldu: "Dikey yapılanmayı onaylamıyorum, bizim kültürel yapımıza uygun mimarinin uygulanmasından yanayım."

 

Gayrimenkul sektörü son 5 yıldır stratejisini yüksek binalar üzerine kurmuş durumda. 5 sene öncesine kadar sayısı 2 elin parmaklarını geçmeyen İstanbul'daki gökdelen sayısı, şimdi saymakla bitmiyor.

 

TARİHİ YARIMADA HASSASİYETİ

Peki, pazarlama stratejilerini bile 'yükseklik' üzerine kuran, sektör şimdi ne yapacak' Sektör temsilcileri Tarihi Yarımada konusunda Başbakan Erdoğan'ın hassasiyetini paylaşıyor. Genel kanı, inşaatların tarihi dokuyu gölgelemeyecek şekilde tasarlanması, gökdelenlerin kentin belli bölgelerinde kümelenmesi yönünde. Ancak yüksek binalardan tamamen vazgeçmeyi kentsel dönüşümle bağdaştıramıyor müteahhitler. Yerel mimari, modernin klasikle birleştirilmesi, yapılarda Osmanlı, Selçuklu dokunuşlarının olması gerektiğinde ise hemen herkes hemfikir.

 

ÇÖZÜM NEO-KLASİK MİMARİDE

VARYAP Yönetim Kurulu Başkanı Süleymen Varlıbaş yerel mimari için "Yurtdışında ülkeye has mimari anlayışı görüyorsunuz, İstanbul'da da böyle olmalı. Osmanlı, Selçuklu mimarilerinden yola çıkarak, modernle klasiği harmanlayıp neoklasik tarz oluşturulabilir" diye konuştu. Varlıbaş, yüksek binalar konusunda ise "Tarihi eserlerin olduğu bölgelerde bu eserleri gölgeleyecek yapılara izin verilmemeli" dedi.

 

YENİ PROJEDE 'SÜRMENE MİMARİSİNİ' KULLANACAK

DAP Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Ziya Yılmaz, tarihi yarımadayı da kapsayan İstanbul'un belli bölgelerinde 'yüksek bina' dikilmesini doğru bulmayanlardan.

 

Yılmaz"Tarihi doku konusunda hassasiyet gösterilmeli. Eminönü, Beşiktaş gibi bölgelerde yapılanma yatay olmalı. Ancak 6.5 milyon konutun dönüştürülmesinin planlandığı bir şehirde, yukarı çıkmadan kentsel dönüşüm de yapılamaz. Bu yüzden gökdelenler için bölgesellik önem kazanıyor" diyor. DAP Yapı'nın son projesi Vazo Kule'nin Hitit esintileri taşıdığını hatırlatan Ziya Yılmaz, yerel mimari konusunda ise "Çağdaş mimariyi yerel öğelerle birleştirmek gerekiyor. Ben Sürmeneliyim. Biz de Osmanlı ve Sürmene mimarisinden yola çıkarak proje hayata geçirmeyi planlıyoruz" dedi.

 

HEDEFİMİZ EN YÜKSEĞİNİ DEĞİL EN KALİTELİSİNİ YAPMAK

Ağaoğlu Şirketler Grubu Başkanı Ali Ağaoğlu 'yükseklik yarışının' aslında bütün dünyada süregeldiğini söyledi. Grup olarak hiçbir zaman 'en yüksek binayı biz yapalım' mantığında olmadıklarını ifade eden Ağaoğlu, "Biz en güzeli, kalitelisi için yola çıkıyoruz' dedi. Ağaoğlu, yerel mimari konusunda ise "İnşa ettiğimiz İstanbul Finans Merkezi projesi Selçuklu ve Osmanlı mimarisiyle yapılıyor" diye konuştu.

 

ŞEHİR PLANLAMACILARINDAN DESTEK

Şehir Planlamacıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun Kahraman: "Müteahhitlerin "gökdelenler belirli yerlerde kümelensin" önerisine katılıyorum. Kent içerisinde yüksek katlı yapı olmaz diye bir kriter yok. Kent içinde belirli bölgelerde yüksek yapılara izin verilmesi o bölgelerdeki alt yapının, ulaşımın önceden belirlenmesiyle İstanbul'un slüetinin ve alt yapısının bozulmasının önüne geçilebilir. Bu bölgeler belirlenirken olumsuz etkilerden olabildiğince uzak kapsamlı bir çalışma yapılmalı."

Akşam, Haber: Şenay Büyükköşdere, 23.04.2013

"KORUMA BÖLGE KURULU SUÇ İŞLİYOR"

 

Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, Mudanya'da antik kent üzerine AVM inşa edilmesine izin veren Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun tarihi bir suç işlediğini söyledi.

 

Bursa Akademik Odalar Birliği (BAOB) Yerleşkesi’nde düzenlenen ‘Myrleia Gerçekleri’ başlıklı panel, TMMOB Makina Mühendisleri Odası Bursa Şubesi Başkanı İbrahim Mart’ın açış konuşmasıyla başladı. İHA'nın haberine göre, Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, Mryleia antik kentine ait tarihi bulguların çok önemli olduğunu , kazılarda ele geçirilen bronz çocuk heykeli figürünün çok nadir rastlanan bir eser olduğunu söyledi. Bunun bölgenin tarihi açıdan ne derece önemli olduğunu gösteren en somut delil olduğuna işaret eden Şahin, Mudanya’nın tarihi açıdan liman şehri özelliği ile dikkat çektiğini belirtti. Şahin, Mryleia ile Kapanca’nın bugüne kadar ihmal edildiğini, milattan önce 8. yüzyıla dayanan tarihi boyunca Prusa limanı olarak kullanılan bu bölgenin çok zengin medeniyete beşiklik ettiğini vurguladı.

 

Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nda, söz konusu antik kentin tamamında kazı yapılmadan karar alındığına ve sondaj yapılmadan inşaat sürecine geçildiğine dikkat çeken Prof.Dr. Şahin, kurulun tarihi bir suç işlediğini söyledi.

 

Nilüfer Kent Konseyi'nden Şehir Plancısı İkbal Polat ise, sürece ilişkin teknik değerlendirmeleri ve yapılan araştırmaları anlattı. Türkiye’nin son dönemde arkeolojiyi ve kültürel mirası keşfettiğini söyleyen Polat, vatandaşın hassasiyetinin tarihi mirasın korunmasında önemli olduğunu kaydetti. Bu meselenin aynı zamanda bir kamu yönetimi meselesi olduğunu belirten Polat, “Bakanlık, belediye, kurumlar, üniversite arasında yapılan yazışmalar hukuksuzluğu gösteriyor. Bu inşaat bitmek üzere. Arkeoloji bölümünün talep ettiği, sit alanının genişletilmesi gerçekleşseydi bütün bunlar yaşanmayacaktı. Bilimsel rapor ve yüzey araştırmalarına rağmen çeşitli güçlerin bu süreci yönlendirdiğini görüyoruz” dedi.

Sürecin hukuki boyutu hakkında bilgi veren ÇHD Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Serkan Sılacı da Bursa ve Mudanya halkının antik kentin korunmasına yönelik hassasiyetin kayda değer olduğunu vurguladı.

 

Milletvekili Demiröz BESOB'u göreve çağırdı

CHP Bursa Milletvekili İlhan Demiröz de panelde söz alarak, konunun takipçisi olduklarını vurguladı. Mryleia Antik Kenti Platformu’nun tarihi mirasın korunmasıyla ilgili yürüttüğü mücadeleyi takdirle takip ettiğini ve desteklediğini belirten Demiröz, konuyu TBMM gündemine taşıyacağını ifade etti. Demiröz, BESOB Başkanı Arif Tak’ı Mryleia antik kentine sahip çıkması için göreve çağırdı.

Yapı, 22.04.2013

KİLİSELERE OSMANLI RESTORASYONU

Osmanlı döneminde cami olarak kullanılan ve cumhuriyet kurulduktan sonra müzeye çevrilen Bizans kiliselerinin teker teker yeniden camiye dönüştürülmek üzere ‘restorasyon’ları, kaygı uyandırıyor. Çünkü buradaki ‘restorasyon’ sözcüğü artık herhangi bir tarihi yapının mimarlık değerinin ihyası, binanın onarımı anlamını taşımıyor; tarihsel değerin yerine dinsel değerin ‘restorasyon’unu gündeme getiriyor. Üstelik yaygın olarak kullanılan tabirle “aslına uygun hale getirmek” dendiğinde kastedilen, yapının aslı ya da asıl işlevi olan kilise değil, sonraki kullanımı cami olunca, bu süreç ‘asıl’ olana ait kimi değerlerden vazgeçmeyi gerektiriyor. Müze iken açıkta kalabilen Hıristiyanlığa dair simgelerin, duvar resimlerinin, mozaiklerin yapılar cami olarak ibadete açıldığında nasıl örtüleceği sorusu konunun odağında yer alıyor. Aslen kilise olan yapıların cami, ya da tersi, camilerin kilise olarak kullanılması, tıpkı pagan tapınaklarının kiliseye dönüştürülmesi gibi, bir zamanlar yaygın bir uygulama. Ama ‘kültür varlığı’, ‘dünya mirası’ gibi kavramlarla donanmış çağdaş koruma yasaları ve uygulamalarının çerçevesinde, yıllardır müze olarak gezilen kiliselerin bazı unsurlarını ortadan kaldırmak pahasına, hele bir gereksinim de söz konusu değilken, camiye çevrilmesinin çoktandır yeri yok.

 

5. yüzyılda inşa edilen ve 787 yılında İkinci İznik Konsili’ne evsahipliği yapan İznik Ayasofya Kilisesi, 1331’de cami olarak kullanılmaya başlamıştı. Depremlerde ve yangınlarda tahrip olan yapı 19. yüzyılda terk edilmiş, 1935-1936 yıllarında yapılan sondaj çalışmalarından sonra 1953'te İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından kazılarak Bizans dönemine ait renkli taban mozaikleri ile sıva altında kalmış duvar resimleri ortaya çıkarılmıştı. 2007’den sonra müze olarak ziyarete açılan yapının yeniden camiye dönüştürülme sürecindeki restorasyon çalışmaları gizli tutulmuş ve yapılanlar akademisyenlere ve uzmanlara danışılmamıştı. Günümüzde tüm dünyada kabul gören restorasyon kurallarına aykırı olarak, yapının çatısı değiştirildi. İstanbul Üniversitesi’nde Bizans Sanatı Tarihi profesörü Engin Akyürek, binanın bu değişiklik yüzünden orijinalliğini yitirdiğini açıkladı. Ve tarihi bir binayı koruma altına almak ile cami olarak kullanılabilmesi için yeniden inşa etmek arasında büyük fark olduğunu ekledi, hele 200 metre yakınında üç cami daha varken.[1]

 

İznik Ayasofya Müzesi’nin bu tartışmalı onarımının ardından 6 Kasım 2011’de cami olarak ibadete açılmasından sonra,[2] şimdi de Trabzon Ayasofya Müzesi için benzer bir karar alınması, Bizans mimarlığının başyapıtı İstanbul Ayasofya Müzesi’nin sırada olup olmadığını ister istemez akıllara getiriyor.[3] Bu uzak bir ihtimal ya da bir vehim değil. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 23 Temmuz 2012’de Karaköy’deki Arap Camisi’ni restorasyonun ardından açarken yaptığı konuşmada Trabzon'daki Ayasofya Camisi'nin restore edilerek ibadethane olarak hizmete sokulacağını açıklamıştı. Camilerin sadece ibadethane olarak kullanılması gerektiğini söyleyen Arınç, "Bursa'nın İznik İlçesindeki Ayasofya Camisi (…) maalesef daha sonraları ibadethane olmaktan çıkarılmıştı. Geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda İznik Ayasofya Camisi'ni ibadete açtık. İkinci müjdemiz Trabzon'daki Ayasofya Camisi'nin ibadete açılmasıdır inşallah. Bu cami bugüne kadar aslında hiç olmadığı şekliyle maalesef müze haline getirilmiştir. Bizim dönemimizde böyle bir şey olamaz. Camiler Allah'a ibadet etme yerleridir, hiçbir kanun onu asıl maksadından başka bir yere götüremez. İnşallah en kısa zamanda Trabzon Ayasofya Camisi’ni hep beraber açarız. Trabzon’a gideriz bir cuma namazı da inşallah orada, ecdadımızın camisinde ‘Allahu Ekber’ diyerek, saf tutarız” diye konuştu.[4] Arap Camisi, 1475-78 arasında camiye çevrilmiş, karmaşık tarihi 13. yüzyıla uzanan bir kilise ve Dominiken manastırı.[5] Kimilerince Rönesans’ın habercisi olarak kabul edilen duvar resimleri, 1999‘daki depremde sıvaların dökülmesi ile ortaya çıkmış; on bir yıl boyunca camide ibadet, resimler perdeyle örtülerek yapılmıştı. Anıtlar Kurulu’nun kararına rağmen restorasyon sırasında duvar resimlerinin üzeri sıvanarak kapatıldı.[6]

 

13. yüzyılda inşa edilen, geç Bizans döneminin en önemli yapılarından biri olan Trabzon’daki Ayasofya Kilisesi, Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon Rum İmparatorluğu’nu 1461’de fethetmesinin ardından camiye dönüştürülmüş ve duvar resimleri sıvayla örtülmüştü. I. Dünya Savaşı sonlarında Rus işgali sırasında depo ve hastane olarak kullanılan, işgal sonrasında yeniden cami olan yapı,[7] 1958-1962 yılları arasında Edinburgh Üniversitesi’nden David Talbot Rice ve David Winfield’ın yönetiminde yapılan restorasyon çalışmalarıyla bugünkü haline kavuşturularak 1964’te müzeye çevrilmişti. Bu restorasyon sırasında sıva altındaki duvar resimleri temizlenip ortaya çıkarıldı. Uzmanlara göre kilise, mimarisi, heykelleri ve resimleriyle bir bütün oluşturuyor ve 13. yüzyıldan kalma bu nitelikte ve bu derece az hasar görmüş başka bir yapı da yok.[8]






Trabzon Ayasofya Müzesi’nde, yapı camiye dönüştürülünce nasıl örtüleceği tartışılan duvar resimleri.

 

Trabzon Ayasofya Müzesi’nin dönüşümü kararı, Türkiye’deki başka tarihsel yapıları da doğrudan etkileyebilecek bir emsal oluşturuyor. Yapı yaklaşık elli yıldır Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlıydı. Ancak Trabzon 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, mülk sahibi Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bakanlığın kiliseyi usulsüz olarak “işgal” ettiği yolundaki iddiasını kabul etti. Mahkeme, “fiilen taşınmazı müze olarak kullanmasını haklı kılan anlayışın, Anayasa’nın 35. ve Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddelerinde düzenlenen ve teminat altına alınan mülkiyet hakkının ihlali anlamını taşıyacağının hükmederek,” Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “işgalinin” önlenmesine karar verdi.[9]

 

Trabzon Vakıflar Bölge Müdürü Mazhar Yıldırımhan “Trabzon'da yeni bir cami açma derdinde değiliz. Cami açmak Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görevleri arasındadır. Ayasofya bizim tapu kayıtlarımızda cami olarak geçtiği için cami dışında fonksiyon veremiyoruz. Yeniden cami olması için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Anıtlar Kurulu'na proje sunacağız” dedi. Kilisenin kubbesinde yer alan ve duvarlarının yarısını kaplayan duvar resimleri konusunda ise, “Fresklerin nasıl kapatılacağı konusunda çalışma yapacağız. Perdeleme sistemi düşünüyoruz. Ancak, projeleri yapmadan konuşmak yanlış olur. Otomatik perdeleme mi olur, başka mı olur, oradaki yapıya zarar vermeden hangisi uygulanabilirse onu dizayn edeceğiz"[10] dedi. Trabzon Müftüsü Veysel Çakı ise, fresklerin namaz saatlerinde perde ile kapatılacağını belirtti ve Diyanet İşleri Bakanlığı’ndan Ayasofya için imam kadrosu verildiğini açıkladı.[11]

 

Bu arada, şehrin “kültür hazinesini” gözeten bir kurum daha var: tarihi koruma konusunda sicili pek de temiz olmayan Başbakanlık Toplu Konut İdaresi. TOKİ, uygulayacağı kentsel dönüşüm projesiyle “Trabzon'un tarihi kimliğini ortaya çıkarıyor”; Trabzon Belediyesi ile iş birliği içinde, Ayasofya Müzesi'nin etrafını saran gecekondu ve köhnemiş yapılardan temizleyerek, bölgede tarihi dokuya uygun çevre düzenlemesi ve alt yapı çalışması gerçekleştirmeye girişiyor.[12] Proje değerlendirme aşamasında.[13] Sulukule’de olanları hatırlayarak, burada da yeni bir Osmanlı mahallesi ile karşılaşmak şaşırtıcı olmaz.

 

İstanbul’daki Ayasofya Kilisesi’ne gelince, yapı 1453’te şehrin fethedilmesinden sonra camiye dönüştürülmüştü fakat İslamlaştırılması birkaç yüzyılı kapsayan uzun bir süreye yayıldı.[14] Ayasofya, Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli ve itibarlı camisi olduğunda, içindeki rölikler, haçlar ve ikonalar kaldırılmış, göz seviyesindeki figürlü mozaikler sıvayla örtülmüştü. Ancak kubbenin ortasındaki Pantokrator İsa mozaiği de dahil olmak üzere öteki mozaikler ve duvar resimlerine 16. yüzyıl sonlarına kadar dokunulmadı. Onların kapanması 1607-9 yılları arasında I. Ahmet’in yaptırdığı onarım sırasında gerçekleşti; ama o zaman bile namaz kılınan alanda, mihrabın hemen yukarısındaki Meryem Ana ve İsa mozaiği ve kubbenin dört köşesindeki serafimler (Evliya Çelebi onları “kanatlı melekler” diye niteledi) ile ibadet alanının dışındaki resimlere el sürülmedi. Bu, Sünni İslam’ın daha katı olarak yorumlandığı bir dönemdi. 18. yüzyıla gelindiğinde, muhtemelen I. Mahmut zamanında, serafimler dışındaki tüm figürlü resimler sıvayla örtülmüştü. Fossati’lerin 1847-49 yıllarında gerçekleştirdikleri restorasyon sırasında açılıp temizlenen mozaikler yeniden örtüldü. Bu kez serafimlerin yüzleri de kapatıldı. Artık imparatorluğun erken çağlarında figürlü bezemelere gösterilen hoşgörü ortadan kalkmıştı.

 


Ayasofya’da son namaz, Fotoğraf: Othmar Pferschy

 

Ayasofya’nın mozaikleri ve duvar resimleri, Fossati’lerin bezemelerinin altından 1932-3 yıllarında, Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından çıkarıldı. 1935 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla müze olarak halka açılan Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesi meselesi, uzun süredir Türkiye’nin muhafazakar kesimi tarafından çok rağbet gören bir konu. Sık sık içinde ya da çevresinde namaz kılarak Müslümanların ibadetine açılmasını isteyenler, internet üzerinden de kampanyalar yürütüyor. Anadolu Gençlik Derneği “Ayasofya cami olsun” kampanyası ile on milyon imza toplamayı hedefliyor. Derneğin Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Sanca’nın bir basın toplantısında Ayasofya’nın Fatih Sultan Mehmet’in bir emaneti olduğunu ifade ederek, “Ayasofya bizim derdimiz, bizim içtiğimiz su, yediğimiz yemek, hatta aldığımız nefesimiz gibidir … Bir ferdimiz, bir üyemiz kalana kadar Ayasofya’nın cami olma mücadelesi devam edecektir” demesinin ardından,[15] 2013 Şubat’ında TBMM Dilekçe komisyonuna Ayasofya’nın camiye çevrilmesi için yapılan bir çok başvuru kabul edildi. Şimdi ilgili kurumlara görüşlerinin sorulması bekleniyor. Öte yandan, Ayasofya’nın yeniden kilise olmasını isteyenlerin de internet siteleri ve yürüttükleri kampanyaları var.

 


30 Ağustos 2011, Şeker Bayramı’nda Ayasofya önünde bayram namazı.

 


Ayasofya’nın yeniden kilise olması için kampanya yürütülen internet sitesinde, minarelerin sökülüp uygun bir yere taşınması öneriliyor.[16]

 

Camiye dönüştürme tartışmaları ve uygulamaları İznik, Trabzon ve İstanbul’daki Ayasofya Müzeleri ile sınırlı değil. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Antalya’daki Kesik Minare’den arta kalan yıkıntılar üzerine cami inşa etme kararı da büyük tepki toplamıştı. Antalya Mimarlar Odası kararın engellenmesi için mahkemeye başvurdu. Aslen bir Roma tapınağı olan Kesik Minare, hem Bizans, hem Selçuklu ve hem de Haçlılar’dan izler taşıyor. 2007 yılında Antalya Müzesi, Akdeniz Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi işbirliğiyle kazı çalışmaları yapılmıştı. Kazı ve restorasyon çalışmaları sonunda Kesik Minare alanının Antalya Açıkhava Müzesi ve Arkeoloji Parkı olarak hizmete açılması planlanıyordu. Ancak aradan geçen sürede, bu konuda hiçbir adım atılmadığı gibi, alan bir çöplüğe dönüştü.[17]

 

İstanbul’un en eski kilisesi olan, 463 yılında Patrik Studios’un vakfettiği Vaftizci Yahya Kilisesi, 15. yüzyılda İmhahor Camii’ne dönüştürülmüştü. 1782’de yangın ve 1894’de ise depremde ağır hasar gören yapının yönetimi geçtiğimiz Ocak ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredildi. Vakıflar, bu değerli yıkıntının üzerine de cami inşa etmeyi planlıyor.

 

Kaynaklar:


[1] Andrew Finkel. “Mosque Conversion Raises Alarm”, Art Newspaper (Nisan 2013).

[3] Torino, Londra, Atina, Paris ve Moskova’da yayınlanan aylık sanat gazetesi The Art Newspaper Nisan sayısında Finkel’in “Mosque Conversion Raises Alarm” (Camiye Dönüştürme Alarma Neden Oldu) başlıklı makalesiyle konuya geniş yer verdi. http://www.theartnewspaper.com/articles/Mosque-conversion-raises-alarm/29200 (11 Nisan 2013)

[5] Wolfgang Müller-Wiener, İstanbul’un Tarihsel Topoğrafyası (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002), s. 79-81.

[6] NTV Tarih Dergisi’nin Yayın Yönetmeni Gürsel Göncü, bu durumu ““İstanbul’a marka değeri açısından büyük bir kayıp” olarak niteliyor. http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=radikaldetayv3&articleid=1095053&categoryid=82 (21 Nisan 2013) ve “Restorasyon Değil Sıvama!”, http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/725593-restorasyon-degil-sivama-galeri (16 Nisan 2013)

[7] Trabzon’da camiye çevrilen diğer kiliseler: Fatih Camisi (Orta Hisar Camisi) (Panaghia Khrysokephalos Virgin Kilisesi), Molla Nakip Camisi (St. Andrea Kilisesi),Kudrettin Camisi (St.Philipp Kilisesi), Hüsnü Köktuğ Camisi (St. Elefterios Kilisesi), Dirlik Camisi (Pahaghia Tzita Kilisesi),Ayşe Gülbahar Camisi, İskender Paşa Camisi, Erdoğdu Bey Mescidi, Tavanlı Cami, Müftü Camisi, Hızır Bey Camisi, Semerciler Camisi, Konak Camisi, Ahi Evren dede Camisi, Musa Paşa Camisi, Hoca Halil Camisi (Hatip Camisi, Kalvanoğlu Camisi),Tabakhane Camisi, Çarşı Camisi, Gözaçan Camisi, Askeri Cami, Hacı Yahya Camisi, Hamza Paşa Camisi, Hatun Hatuncuk Camisi, Tekke Camisi, Hüseyin Ağa Camisi, Hacı Kasım camisi, Hacı Salih Camisi, Şirin Hatun Camisi (İç Kale Camisi), Kemer Kaya Camisi ve Fatih Küçük Camisi. (Kaynak: http://www.kenthaber.com/Haber/Genel/Kose/erdem-yucel/trabzon-ayasofyasi-ibadete-mi-aciliyor-/168170d8-74a2-4521-8b28-137e5241afbd  (16 Nisan 2013)

[8] Londra Courtauld Sanat Enstitüsü’nden Antony Eastmond, Finkel’in makalesinde alıntılanan görüşleri.

[12] http://www.sabah.com.tr/Turizm/2013/04/12/trabzon-ayasofya-muzesi-turizme-kazandiriliyor ve http://www.yeniakit.com/trabzon-ayasofya-camii-ibadet-icin-hazirlaniyor-2309h.htm. Hürriyet Gazetesi’nin seyahat sayfalarında ise bir çağrı yer alıyor: “Nadide yapıyı orijinal haliyle görmek için elinizi çabuk tutun… özgün haline tanık olmak için beş ayınız kaldı.” http://www.hurriyet.com.tr/seyahat/23044369.asp (18 Nisan 2013)

[14] Ayasofya’nın Osmanlı döneminde geçirdiği değişikliklere ilişkin bilgilerin kaynağı: Gülru Necipoğlu, “The Life of an Imperial Monument: Hagia Sophia After Byzantium”, Hagia Sophia from the Age of Justinian to the Present, der. Robert Mark ve Ahmet Ş. Çakmak (Cambridge & New York: Cambridge University Press, 1993), s. 195-225.

E-Skop, Yazı: Nur Altınyıldız Artun - Zeynep Baransel, 22.04.2013

850 YILLIK
YEMEK KİTABI

 

İngiltere’nin bilinen en eski yemek kitabı bulundu. Ülkenin kuzeydoğusundaki Durham şehrinde bir katedralde bulunan ve oldukça iyi durumda olan 850 yıllık yemek kitabının yazarının kim olduğu bilinmiyor.

 

Kitapta, yemek tariflerinde sıkça yer alan biber, lüks bir malzeme olarak tanıtılıyor.

Hürriyet, 22.04.2013

AYASOFYA'DA HAT SANATI İZDİHAMI

 
Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kapsamında Ayasofya Müzesi’nde açılan Hüsn-ü Hat sergisi ziyaretçi akınına uğradı. Meraklıları kötü hava koşullarına inat, kapıda uzun kuyruklar oluşturdu. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından, Prof.Dr. Uğur Derman’ın danışmanlığında hazırlanan sergi Sultan III. Ahmed, Sultan II. Mahmud, Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz gibi hattat Osmanlı padişahlarının yanı sıra son devrin üslup sahibi hattatlarından Hafız Osman, Yedikuleli Abdullah, Mustafa Rakım, Mahmud Celaleddin, Mehmed Tahir, Kadıasker Mustafa İzzet, Şefik, Hasan Rıza, Muhsinzade Abdullah, Mehmed Şevki, Ahmed Arif, Yesari Mehmed Es’ad, Yesarizade Mustafa İzzet, Sami, Hacı Nazif, Fehmi, Abdülfettah, Aziz Aktuğ, Ömer Vasfi, Emin Yazıcı, Refet, Necmeddin Okyay, Hamid Aytaç, Macid Ayral, Halim Özyazıcı ve Kemal Batanay’a ait 155 esere yer veriyor.

Padişahların eserleri ilgi çekti
Sergi için özel koleksiyon sahipleri arşivlerini açtı; Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi, Süleymaniye Kütüphanesi, Taksim Atatürk Kitaplığı, İstanbul Şehir Müzesi, Aşiyan Müzesi, Başbakanlık Dolmabahçe Ofisi, Kaya Turgut, Murat Ülker ve Hüdai Yılmaz koleksiyonlarından Ayasofya’ya uygun 100 civarında eser seçildi.


Hattat Hüseyin Kurt’un açılış gününde “Bunları ayaküstü incelemek olmaz. Her birinin yanında birkaç gün yatıp kalkıp onlara bakacaksın, inceleyeceksin, öyle tadı çıkar” diyerek tanıttığı sergide Osmanlı padişahlarının eserleri en çok ilgi gören bölüm oldu.


İslam Kültür ve Sanat Platformu’nun katkılarıyla gerçekleşen sergi için son gün, yarın. Aynı sergi kapsamında farklı eserlerden bir seçki 18-23 Nisan arasında da Ankara Congressium’da sanatseverlerle buluşuyor. Geçen yıl Diyanet İşleri’nce Ayasofya’da düzenlenen Lisan-ı Hat ile Aşk-ı Nebi Hilye-i Şerif sergisi 2 ayda 1 milyon kişi tarafından ziyaret edilmişti.

Radikal, Haber: Ayça Örer, 22.04.2013

4 BİN YILLIK NAFAKA



 

Kayseri'deki 4 bin yıllık geçmişe sahip Kültepe Höyüğü'nde kazı çalışmaları 1948'den bu yana sürüyor. Höyük'ten bugüne kadar 20 binin üzerinde çivi yazılı tablet çıkarıldığını ifade eden Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, gün ışığına çıkarılan tabletler arasında boşanma belgelerinin evlenme belgelerinden daha fazla olduğuna dikkati çekti. Elde edilen metinlerde kadınların haklarının korunduğunun anlaşıldığını ifade eden Kulakoğlu, "Bir belgede 15 şekel gümüş ezibtumdan (başlık parası) bahsedilmektedir" dedi. Bazı metinlerde erkeğin boşandıktan sonra kadına nafaka ödediğine ilişkin bilgiler de yer aldığını belirten Kulakoğlu şöyle devam etti: "Bir metinde 'Pilah-Wştar, her ay 8'er minalık kırık bakırı, yiyeceği, yağı ve yakacak odunu karısı Tatana'ya verecek ayrıca her sene kumaş verecek' denilmektedir. Metindeki ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla, Pilah-Wştar, karısı Tatana'ya nafaka olarak her ay 8'er minalık kırık bakır ve buna ilaveten her sene kumaş verecektir. Günümüzden yaklaşık 4 bin yıl öncesinde Anadolu'da, bugün olduğu gibi kadınların boşandıktan sonra, geçimlerini sağlayabilmeleri için birtakım temel ihtiyaçlarının karşılandığı anlaşılmaktadır.''

Sabah, 22.04.2013

O HEYKELLER YENİ YERİNDE

 

 

Ordu'da park içinde üzerlerine sprey boyayla 'Edep yahu' yazısı yazıldıktan sonra saldırıya uğramaması için örtülen siyah örtüler de kesilen 2 heykel, bulundukları yerden kaldırılarak başka yerlere taşındı.

 

Ordu Belediyesi tarafından geçen yıl Ağustos ayında düzenlenen '2'nci Uluslararası Taş Heykel Sempozyumu'nde 8 heykeltıraş tarafından yapılan 12 heykelden 6'sı, Bahçelievler Mahallesi'nde sergilendi. İçlerinde bulunan kadın heykellerin üzerlerine spey boya ile 'Edep yahu' yazılması üzerine Ordu Belediyesi harekete geçti. Erzurum Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Yüksek Lisans öğrencilerini Ordu'ya getirten belediye yetkilileri, heykellerin temizlenmesini sağladı. Daha sonra 4 heykel kentin en fazla ilgi gören ve mobese kameralarının da bulunduğu parklara yerleştirildi. Temizlendikten sonra Bahçelievler Mahallesi'nde park içinde bırakılan 2 heykel ise örtü ile örtülerek korunmaya çalışıldı. Bir süre önce heykellerin örtüleri bıçakla kesilince Belediye, buradaki heykelleri kaldırmaya karar verdi. Vinç yardımıyla kaldırılarak taşınan heykellerden biri Boztepe'de oluşturulan kaideye koyularak sergilenmeye başlanırken, diğeri de Taşbaşı Mahallesi'ndeki platforma konulacağı belirtildi. 

 

HEYKELLERE SAHİP ÇIKIN

Ordu Belediye Başkanı Seyit Torun, heykellerin daha önce sprey boyalarla tahrip edildiğini, temizlendikten sonra parktan kaldırarak belirlenen platformlara yerleştirildiğini belirterek heykellere sahip çıkılmasını istedi. Başkan Torun, "Park içinde iki heykeli koruma amaçlı örtüyle kapatmıştık. Fakat örtüler tahrip edilmek suretiyle zarar gördü. Geçici süreyle heykeller oradaydı. Yerleri belirlendi bir tanesini Boztepe'ye yerleştirdik. Diğerini Taşbaşı Mahallesi'ne koyacağız, yeri hazırlanıyor. Önümüzdeki hafta onuda oraya yerleştireceğiz. Diğer heykellerin birçoğu mobese kameralarının bulunduğu parklar içinde sergileniyor" dedi.

 

Başkan Seyit Torun, Ordu'yu sanat şehri yapmak ve kentin tanıtımı için çalıştıklarını vatandaşlarında yapılan eserlere sahip çıkması gerektiğini sözlerine ekledi.

Akşam, 21.04.2013

CİHAN PADİŞAHININ FERMANI

 

 

Son yıllarda hat ve ferman sanatına ilginin artması, İstanbul'u sergi ve müzayedelerin en önemli adreslerinden biri yaptı. Bu alandaki en önemli organizasyonlardan biri de 27 Nisan'da Bali Müzayede tarafından gerçekleştirilecek. Bu müzayedeyi önemli kılan asıl konu, Cihan Padişahı olarak anılan Kanuni Sultan Süleyman'a ait bir fermanın 12 bin lira muhammen bedelle açık artırmayla satışa çıkarılacak olması. Müzayedede satışa çıkacak eserlerin bedellerinin toplamı 10 milyon lirayı buluyor. Hakan Bali, özellikle Fahrenissa Zeid, Erol Akyavaş, Abidin Elderoğlu tablolarında ve az bulunan, müzelik koleksiyonlardaki Ahmed Nail Efendi'nin el yazması Kuran-ı Kerim'de yüksek rakamlar bekliyor.

GELENEKSELLER BULUNAMIYOR
Koleksiyonerler en çok padişah fermanı bulmakta zorlanıyor. Türkiye'nin en önemli ferman koleksiyonelerinden biri olan Remzi Gür'ün eserleri halen All Arts Fuarı'nda sergileniyor. Ancak Gür de, Fatih Sultan Mehmet gibi bazı padişahlara ait fermanları bulamamaktan şikayetçi. Müzayedeler artık sadece büyük koleksiyonerlerin değil geniş kitlelerin ilgisini çekiyor. Milyonluk eserler dışında ulaşılabilir fiyatlarla ekonomik eserler de yatırımcıları müzayedelere gitmeye teşvik ediyor. Zaten bir müzayedeyi izlemek için herhangi bir sınırlama yok. Katılımcı olmak da bir o kadar kolay. Müzayede üç farklı kategoriden oluşuyor. Hem çağdaş resimler hem de hat, hilye gibi geleneksel sanatlarımıza ait eserler satışa çıkacak. Klasik resimler, çağdaş ve modern resimler ile hat ve fermanlar bu kategorileri oluşturuyor.

MİHRİMAH SULTAN'DAN REKOR BEKLENİYOR
Müzayedede Kanuni ile ilgili tek eser fermanı da değil. Padişahın kızı Mihrimah Sultan için yaptırdığı Üsküdar'daki caminin resmi de satışa sunulacak. Odoardo Toscani'ye ait eserin açılış fiyatı 550 bin lira olacak. Müzayedenin dikkat çeken bir başka eseri ise Galatalı Ahmed Naili Efendi'nin Hicri 1217'de yazımını bitirdiği Kuran-ı Kerim. Eser, 275 bin liradan satışa çıkacak.

YABANCILAR ÇAĞDAŞ RESİM İÇİN YARIŞACAK
Türk resminin dünyaya açılmasında, uluslararası koleksiyonlara girmesi oldukça önemli. Bu nedenle yurtdışında da müzayedenin duyurusunu yapan Bali, yabancılardan yoğun katılım bekliyor. Bali'ye göre özellikle Abidin Elderoğlu, Burhan Doğançay, Mübin Orhon, Turan Erol ve Ömer Uluç gibi isimlere ait eserlerde büyük yarış yaşanacak. Bali, "Bu sanatçıların seçkin eserlerinde rekor fiyatlar bekliyoruz" yorumunu yaptı.

Sabah Pazar, Haber: Burcu Aldinç, 21.04.2013

"TEPELERİM HAAA!" FERMANLARI

 

İstanbul’un siluetinin değişmesini, şehrin estetiğinin bozulmasını ve binalardaki görüntü standardının kaybolmasını önlemek maksadı ile asırlarca önce çıkartılmış olan bazı padişah fermanları...

 

 

Bu sayfada, İstanbul’da 16. ve 18. yüzyıllarda inşa edilen binalar ile ilgili bazı padişah fermanları yeralıyor... Şehrin siluetini korumak maksadıyla çıkartılan bu fermanlardaki kararlılık zamanla ortadan kalkar; işin içine rant hırsı, belediyeler, dünya kadar kurul ve zevkten nasibini almamış mimarlar ile şehirciler girince siluet de ortadan kalkar, estetik de...

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Zeytinburnu’ndaki kulelerin rica etmiş olmasına rağmen “traşlanmaması” üzerine küstüğünü söylemesinden sonra başlayan “İstanbul’un silueti” tartışması devam ediyor. İstanbul’un bozulup bozulmadığı yahut siluetinin değişip değişmediği bahsine girmeden, eski zamanların İstanbul’unun pek telaffuz edilmeyen bazı özelliklerinden bahsedeyim:

UZAKTAN BAKAN GÖZLER İÇİN
Geçmiş asırların Osmanlı payitahtından sözedenler her zaman “Şöyle güzeldi, böyle şirindi, en güzel toblolar bile yanında sadece bir hiç kalırdı, aaah bilseniz hayat ne kadar rahattı...” gibisinden yüceltici, şehrin eski halini yeregöğe koyamayan ifadeler kullanırlar... Bu belde o devirlerde sanki şehir değil, cennetten bir köşedir... Eski İstanbul hakikaten hoştu ve zarifti ama bu güzellik sadece bir doğal güzellikten ibaretti... Şehri ikiye ayıran Boğaz’ın etrafındaki tepeler şehre pitoresk ve şairane bir görüntü verir, o devirlerde yerleşimin pek fazla olmadığı sahillerdeki tek-tük yalılar uzaktan birer bibloyu andırır, şehrin ahşap evlerini ilk defa gören yabancılar kendilerini bir masal diyarında hissederlerdi... Bütün bu güzellikler sadece uzaktan bakan gözlere mahsustu, şehir hayatı ise çok zordu, zira İstanbul fakirdi!

TOZLU VE TAŞLI YOLLAR
İstanbul’un eski ve bilhassa yabancılar tarafından yapılmış tablolarına değil de 19. asrın sonlarından itibaren çekilmiş fotoğraflarına bakarsanız, sözünü ettiğim fukaralığın nasıl olduğunu çok daha rahat şekilde farkedersiniz... İlk inşa edildiklerinde biblo gibi olan ama sonraları parasızlık yüzünden bakım yüzü görmeyen ahşap evler harap haldedir. Yollar tozlu, taşlı ve yürüyeni her an tökezletebilecek gibidir; şehrin sakinlerinin kılık-kıyafeti bile içler acısıdır... O devirlerde İstanbul’un tadını çıkartabilenler ya konak ve köşk sahibi olan dar bir çevre, yahut Pera’daki varlıklı yabancılardır.

BAŞKONTROLÖR PADİŞAH İDİ
İstanbul, bu derece fukara düşmeden önceki asırlarda mutlaka daha rahat yaşanabilen bir şehirdi, zira bina inşasından dükkanlarda satılan yiyeceklere, sağlık işlerine, hamamlara ve hatta çiçek fiyatlarından işkembeye sarımsak konup konmamasına kadar en ufak ayrıntıya kadar herşey sıkı bir kontrol altında tutulur ve kontrol işinin başında da bizzat padişah bulunurdu... Bu sayfada, İstanbul’da 16. ve 18. yüzyıllarda yeni yapılmakta olan binalar konusunda Ahmed Refik’in “16. Asırda İstanbul Hayatı” isimli eseri ile bir “Ahkam Defteri”nden alıp günümüz Türkçesi’ne naklettiğim bazı padişah fermanlarının kısaltılmış metinleri yeralıyor. Daha birçok örneği olan bu fermanlarda, “Koyduğum kurallara uymayanları tepelerim, haklarından gelirim, vereceğim cezadan kurtulamazlar...” şeklinde ifadeler bulunuyor.

ESTETİK YOKLUĞUNUN SEBEBİ
Fermanlarda geçen o zamanın uzunluk ölçülerinden “arşın” 70 santim kadardır, “zira” da 75 ile 90 santim arasında değişir... İstanbul’un o asırlarda sahip olduğu zarif siluetin kaynağı, yayınladığım fermanlarda ve daha nicelerinde varolan yasaklar ve yasaklara uymayanlara verilen şiddetli cezalardır... Uygulamaların kararlılığı ortadan kalkar, işin içine rant hırsı, belediyeler, dünya kadar kurul ve zevkten nasibini almamış mimarlar ile şehirciler girince siluet de ortadan kalkar, estetik de...

 

Zevksiz mimarlar, kaçak yapılan binalar ve kalitesiz malzemeler padişaha bile artık ‘İllallah’ dedirtmişti.

 

KANUNİ’DEN SURLARA İNŞAAT YASAĞI:
İstanbul kadısına ve subaşısına emirdir: Bundan yirmi sene önce verilen bir emirde Allah’ın koruduğu İstanbul şehrinde surların iç taraflarına evler yapılmasının yasak olduğu bildirilmişti. 

Aradan geçen zaman içerisinde bu evlerin yanına dükkanlar da inşa edildiği, bazı mahallelere kesilmiş ağaçların yığıldığı, bu durumun halka sıkıntı verip zorluk çıkarttığı haber alınmıştır. Sözünü ettiğim mahalleleri dolaşıp surların üzerinde yahut gerisinde yapılmış olan ne kadar bina varsa yıktıracaksın! Surlara bitişik ev inşa etmek artık yasaktır, duvar ile evler arasındaki mesafe en az dört arşın olacak, surlarla evler arasında bu genişlikte açıklık bulunacak ve bu açıklık yol olarak kullanılacaktır. Surlara dayanan evler, kimin olduklarına bakılmaksızın derhal yıktırılacaktır! Surların bulunduğu yerlerdeki binalar iki kattan yüksek olmayacak, alt kat ile üst katın duvarı aynı genişlikte inşa edilecek, üst kattan sokağa doğru hiçbir çıkıntı ve çatılara saçak yapılmayacaktır. Eskiden inşa edilmiş yahut yeni yapılmış dükkanların önünde de sofa bulunmayacaktır. Surlara bitişik bütün dükkanlar da yıktırılacak, kurumuş ve mahallelere yığılmış olan ağaçların tamamı kaldırılacaktır. Bundan böyle emrime aykırı hareket edenlerin özürlerini kabul etmeme imkan bulunmamaktadır ve hepsine layık olan cezalar verilecektir. Bu şerefli emrimi kayıtlara geçirecek, böylelikle senden sonra gelecek olan kadıların da bu hükümleri uygulamasını sağlayacak, emrimin kudreti ile de fermanıma karşı gelenler hakkında da gerekeni yapacaksın. İşbu şerefli emrim 18 Şubat 1559 günü yazılmıştır.”

 

İKİNCİ SELİM’İN BECERİKSİZ MİMARLARI ENGELLEME EMRİ:
“Mimarbaşım olan Sinan’a emirdir:
 
Rumeli’nden ve diğer yerlerden gelen marangozluktan ve bina ilminden habersiz ehil olmayan kişiler ellerine arşın alıp mimarlık etmekte ve yaptıkları evler tutuşmaktadır.

Şimdi sana buyurdum ki, emrim eline ulaştığı zaman bu konuda dikkatli olup bina inşaatı ve dülgerlik konularından habersiz kişilerin ellerine arşın alıp mimarlık etmelerini yasaklayacak ve senin iznin olmadan bu işe kalkışmalarının önüne geçeceksin (29 Haziran 1572).”

İKİNCİ SELİM’İN İNŞAAT MALZEMESİNDE KALİTE UYARISI:
“İstanbul kadısına emirdir: İstanbul’da yeni inşa edilen binalarda kullanılmak üzere dışarıdan getirilen kerestelerin kurallara uygun şekilde kesilmedikleri, eksik oldukları ve eksik kesilen bu kerestelerin binalarda hasar yaptığı haber alınmıştır. 

Keresteler bundan böyle eskiden olduğu gibi kesilecek ve aşağıda verilen ölçülere kesin şekilde uyulacaktır: Birinci sınıf direkler sekiz, ikinci sınıflar altı ve beş, üçüncü sınıflar ise dört ve üç zira kesileceklerdir. ‘Taban’ denilen kerestelerin büyükleri on beş zira, yassı kısımları yedi parmak, kalınlıkları da beş parmak olacaktır. ‘Orta taban’ ismi verilen kerestelerin uzunlukları on iki ziradır. ‘Karadeniz çubuğu’ cinsi kerestelerde uzunluk on iki ile on sekiz zira arasında bulunacak, ‘taslak çubuğu’nun uzunluğu da on iki ile on zira, ‘ayrık mertek’ beş, ‘parçalı mertek’ dört, baskı için konulan mertek de dört zira boyunda kesilecek ve kalınlık bir arşından eksik olmayacaktır. ‘Ahyolu’ tahtası dört zira, bunun kalınlığı bir parmak; ‘Solikos’ tahtasının uzunluğu dört zira, kalınlığı da yine bir parmak olacaktır. Bu emrimi alan İstanbul kadısı inşaat kerestelerini kesip getirenlere gayet sıkı tenbihlerde bulunacak ve şehre gelecek olan kerestelerin yukarıda verilen ölçülere uygun olup olmadığını bundan böyle daha büyük bir özenle inceleyecek, eksik kesilip kesilmediklerini ve cinslerinin iyi olup olmadığını da tek tek gözden geçirecektir. Kerestelerin emredilen bu ölçülere uymamaları ve cinslerinin de iyi olmaması halinde, getirenlerin haklarından hemen gelinecektir. Şerefler yayan bu emrimayrıca defterlere de kaydedilecek ve yukarıdaki kaydedilmiş olan ölçülere gelecekte de uyulması konusunda büyük itina gösterilecektir. İşbu şerefli emir, 1568 senesinin 19 Mayıs Çarşamba günü yazılıpmimarbaşıya verilmiştir.”

ÜÇÜNCÜ OSMAN’IN İNŞAAT MALZEMESİNDE STANDARTLARA UYMA EMRİ:
“Mimarbaşı Hacı Süleyman’a ve kolluk kuvvetlerinin başında olan Subaşı’ya emirdir:
 
Sarayımda ve şehrin bazı mahallelerinde tamiri gereken binalarda kullanılmak üzere pişirilip getirilen kiremitlerin boyları ve olukları noksan çıkmaktadır. Kiremithanelerde imal edilen kiremitlerin uzunluklarının on dört, yukarı taraflarının yedi ve aşağı taraflarının da altı parmak boyunda olması, ince ve az pişmiş şekilde imal edilmemeleri gerekmektedir. Daha önceleri Mimarbaşı tarafından çıkartılan yönetmeliklerde bu ölçülerin ifade edilmesine ve bin adet kiremidin 500 akçeden satılması gerektiğinin yazılı olmasına rağmen, bazı kiremitçiler ağırlığı eksik ve boyu hatalı kiremitleri de bu fiyattan satmakta, halkı sıkıntıya sokmaktadırlar. Mimarbaşı Hacı Süleyman, devletin düzenini bozan bu gibi hareketleri engelleyecek, kiremitlerin kalitesini kontrol edecek, nakliyelerine göz-kulak olacak ve bu şerefli emrimin dışına çıkılmamasına itina gösterecektir. Kiremitçi esnafının başında bulunan kişilere bu konular iyice tenbih edilecek; bundan böyle eksik, hatalı ve pahalı kiremit satanların bu işte kullandıkları kayıklara el konacak, satanlar da kürek cezasına çarptırılacaktır. İşbu şerefli emrim, 1755 senesinin Mayıs ayında yazılmıştır."

Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 21.04.2013

KABE'YE YAKIN TAKİP

 

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Rohingya Temas Grubu toplantısını izlemek üzere geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan'a giden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Mekke'de Kabe çevresindeki genişletme çalışmalarını yerinde izleyerek yetkililerden bilgi aldı

Kabe çevresindeki genişletme çalışmaları kapsamında Kabe kapısı karşısındaki bölüm tamamıyla yıkılırken, daha önce Safa ve Merve tepelerinin arasında bulunan binanın inşası sırasındaki hasar gören ve yıkılan revaklardan kalan parçalar, Arafat'taki, Hasan Gürsoy İnşaat şirketinin depolarına kaldırıldı.

Sabah, 21.04.2013

'MECBUREN' YIKACAKLARMIŞ!

 

  

 

Malatya Tren Garı yanında, 1937 yılında yapılan ve mülkiyeti TCDD’ye ait olan, çevrenin yeşil dokusuyla bütünlük sağlayan tarihi bina yok ediliyor. Malatya Belediyesinin yol genişletme adı altında yapacağı tarihi bina katliamı sonrası açılacak olan yolun, bölgenin trafik sorununu daha da artıracağı iddia ediliyor. Bölge sakınleri tarihi binanın ve yeşil dokunun korunmasını isterken, uzmanlar; açılacak yolun,  sorunu çözmekten çok yeni yeni sorunlara yol açacağını iddia ettiler. Belediye yetkilileri de “ İmar planında bölgenin 25 metrelik yolu var zaten. Biz de bu 25 metrelik yolu açaçağız. Bahsedilen 76 yıllık binanın yarısı 25 metrelik yolun içinde kalıyor. Mecburen yıkacağız. Ama, yolun geçeceği bölge demiryollarının. Onların bize tahsislerinin yapılması halinde yol açma çalışmalarını başlatacağız” diye konuşuyorlar.

 

Açılacak yolun yeni yaptırılan hastaneye araç ulaşımını sağlamak için yapıldığını iddia  eden bölge sakinleri “ Binaya gerçekten yazık olacak. Yolu, 25 metre planlamışlar. 20 veya 22 metre planlasalar tarihi binaya ve ağaçlara zarar gelmeyecek. Amaç, önümüzdeki aylarda açılışı yapılacak olan hastaneye yol açmak ve yeni yapılaşmalara yani betonlaşmaya zemin hazırlamak” diyerek binanın ve yeşil dokusunun korunması gerektiğini savundular.





Teknik uzmanlar “Kömür Tevzi’den Ergenekon köprüsüne alternatıf ulaşım yolu sağlama iddiasıyla  açılacak yol esasında önümüzdeki aylarda hizmete girdiğinde bölgenin ulaşım trafiğini alt üst edecek olan hastaneye yöneliktir ve ulaşım sorununa çözüm olmayacaktır.  Üstelik sorunu çığ gibi artıracaktır. Çünkü, yıkım yıkım getirecektir. Bu gün 76 yıllık tarihi binanın yıkımına gözünü kırpmadan karar verenler, yarın iİstasyonda bulunan diğer tesis ve binaların yıkımına da karar vermek zorunda kalacaklar” yorumunu yaparak yıkımın gerçekleşmesi halinde diğer yapı ve tesislerin de zaman içerisinde yok olacağını belirttiler. 

 

Belediye yetkilileri ise “Bahse konu binanın yarısı 25 metrelik yolun içerisinde kalıyor. Yarısını aldığımız zaman da diğer yarısı da gidiyor otomatik olarak. Bu yolun hastaneyle ilişkisi yok. Sanayi’den Ergenekon kavşağına alternatif bir yol oluşturma düşüncesinden kaynaklanmıştır” diyerek, açılacak yolun hastane ile bir ilişkisinin olmadığını iddia ettiler. 

Malatya Haber, 21.04.2013

KAHRAMAN ARKEOLOG, MÜTEAHHİDE KARŞI

 

Arkeologlara haksızlık ediyoruz. Şöyle ki: Bir yönetici inşaatları arkeologların geciktirdiğini söylüyor. Çanak çömlekle gelişmeye ket vurduklarından bahsediyor.

 

Türkiye için pek çok şey söyleyebilirsiniz. Demokrasisi tökezler, bürokrasisi bitmez, büyük şehirlerinin trafiği eksik olmaz. Ama ne derseniz deyin, bu güzel ülkede öyle bir şey vardır ki mümkün değil göz ardı edemezsiniz. O da dünyanın hiçbir yerinde olmayan eşsiz tarihi. Medeniyetlerin beşiği de buradadır, asırlar boyu süren imparatorlukların merkezleri de.

Hala tereddütte olan şaşkınlar varsa sırf son birkaç yılda ortaya çıkarılanlar, onları silkeleyip kendilerine getirmek için yeter.


Mesela Marmaray kazıları sayesinde Yenikapı’da bulunanlara bir bakalım. Önce bir Bizans limanı ve 35 tekne bulundu. Henüz ortaya çıkarılanların tasnifi bitmemişti ki, limanın altından bir de neolitik döneme tarihlenen yerleşim birimleri çıktı. Birden İstanbul’un yaşı 8 bin 500’e yükseldi. Biz limanın bulunmasına sevinirken, taş devrine giden tarihimizle iyice şımardık. Şımardık diyorum çünkü bulunmaları yetermiş, kayda geçirilmelerine gerek yokmuş gibi inşaatın durmasına hayıflanmaya başladık.

Arada da arkeologlara haksızlık ediyoruz. Şöyle ki: Bir yönetici çıkıp inşaatları arkeologların geciktirdiklerini söyleyiveriyor. Çanak çömlekle uğraşıp, gelişmeye ket vurduklarından bahsediyor. Onların bu bakışı da bulaşıcı bir hastalık gibi insanlara sirayet ediyor. Oysa devlet ve halk desteği bu işin olmazsa olmazı. Hukuki çerçevenin arkeoloji tarafında yer alması, kamuoyuna bu işin öneminin anlatılması çok önemli. Kaldı ki şehirlerin altını metrolar, üstünü havalimanları ve köprüler ile doldurunca gelişmiş olmuyoruz. Ancak yine de arkeologları bu gelişmenin önünde engel olarak göstermek insafsızlık.

Yıkıcı bilim
ODTÜ’den arkeolog Tuğba Tanyeri Erdemir kültürel mirasın yönetimi konusunda çalışıyor. Yani tam aradığım kişi. Onun için sabırla anlatma, benim için de silkelenip kendime gelme zamanı.

“Arkeologlarla kamuoyu arasında genellikle bir iletişim sorunu var” diyerek söze başlıyor. Ya arkeologlar kendilerini anlatacak mecra bulamıyorlar ya da insanlar dinlemek istemiyorlar. Sonuçta hiçbir arkeolog, her şeyi olduğu gibi tutalım, kavim yaşantısına dönelim demiyor. Zaten bu mümkün de değil. Hatta arkeologların kendileri bile arkeoloji için ‘yıkıcı bilim’ diyorlar. Daha ne desinler?

Tek istedikleri, tarihi kalıntılar çıktığında hemen tespit yapmak ve hızla her şeyi kayıt altına almak. Bu kayıtların tutulması, ayıklanması, yayınların yapılması şart. Tüm bunlar hepimiz için önemli; torunlarımızın torunlarının bizleri bilmesi için önemli; kültürel soyağacımız için önemli. Önemli de önemli.

Ağır işçi
Bu arada arkeolog denilince gözünüzün önüne Indiana Jones gibi maceradan maceraya koşan, dünyayı gezen biri gelmesin. Kazıda çalışan bir arkeolog, elinde fırça, toz toprak içinde gün boyu dizlerinin üzerinde ter döküyor. Çoğu zaman su yok, rahat bir yatak yok. Üstelik gün, sabahın ilk ışıklarıyla başlayıp güneş batana kadar devam ediyor. Ondan sonra hemen uyumak da söz konusu değil. Geceler bulunanların kayda geçirilmesine ayrılıyor. Kazının ardından da laboratuvar faslı başlıyor. Bulunan parçalar testlerden geçirilip, kesin tarihleri belirleniyor. DNA örnekleri ile birbirlerine yakın yerleşim yerlerinin sakinleri arasındaki bağlar ortaya çıkarılıyor.

Başlığa bakmayın; arkeologlar kimseye karşı değiller. Unutmayın, onlar da burada yaşıyorlar. Hepimiz gibi trafik problemi çözülsün, modern hayatın rahatlıkları gelsin istiyorlar. Ara verilen inşaatların maliyetlerinin, insanlara getirdikleri külfetlerin de farkındalar. Onun için çok çalışıyorlar, hızla işlerini tamamlamak için didiniyorlar. Tüm bunların üzerine bir de oyunbozan diye çağrılmak ağırlarına gidiyor. Haklılar.

Radikal, Yazı: İlker Birbil, 20.04.2013

GALERİDEN KEMİK, KİTABE, SUR VE SUYOLU ÇIKTI

 

 

Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nce 1 Ocak'tan itibaren 'tadilat' gerekçesiyle her türlü sanatsal etkinliğe kapatılan Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'nde iç ve dış duvarlardaki çimento sıvanın sökümü işlemine öncelik verilirken, sıva altındaki orijinal taş duvarlar da gün ışığına çıkarılıyor. Kazı çalışması sırasında ise kale suru kalıntıları, Yivli Minare Camisi'ne bağlantılı olduğu sanılan suyolu, duvar taşları arasında çok sayıda kemik parçası ve bir de taş kabartma kitabe çıktı.

Kitabe ve kemikler müze uzmanları tarafından incelemeye alındı. Duvar taşları arasındaki boşluktan çıkan kemik parçalarının, tarihi binanın yapımı sırasında, geniş duvar taşları arasında kalmış bir ya da iki iri yapılı kanatlı hayvana ait olabileceği tahmin ediliyor. Arkeolog Meryem Değer ile sanat tarihçisi İlknur Erdoğan'ın gözetiminde sürdürülen tarihi galeri binasının tadilat işlemini D2 Mimarlık Firması üstlendi. Yüzeydeki üç kat çimento sıva kazılıp, altta kalan orijinal taş duvar ortaya çıkarılacak.

Taşların durumuna göre de yeni bir proje hazırlanacak. Şu anki çalışmaların sondaj amaçlı olduğu belirtildi. Yetkililer, "Dış sıvayı kazıyıp binanın en eski halini görmeye, buna göre de yapılacak işlemleri belirlemeye çalışıyoruz. 3 metre derinlikte toprağa gömülü olan, yağmur suyundan dolayı da küf tutarak çürüyen, iç kısma doğru meyilleşen, her an çökme tehlikesi bulunan yol cephesindeki duvarın dibinde ise kazı yapılıyor. Ana taş duvar, 1 metre genişlikte boşluk bırakılıp, istinat duvarıyla toprak ve su baskısından kurtarılacak" dedi.

DHA, Haber: Yusuf Demir, 20.04.2013

PARİS'İN EMEK'İNE GÖRKEMLİ AÇILIŞ

 

 

Emek Sineması’nın dört kat yukarı taşınmasının makul ve evrensel bir koruma yöntemi tartışmaya açılmaya çalışıladursun, Paris 100 senelik sinema salonunun yeniden açılmasının heyecanını yaşıyor. 1921’de kurulan ve Mısır süslemeli art-deco yapısıyla kendini belli eden Cinema dün resmi katılımla kapılarını tekrar ziyarete açtı. Hem de Fransız yönetimi ve Paris şehri sponsorluğunda…

 

 

Paris’in işçi sınıfı mahellesi Barbes’ta 1921’de mimar Henri Zipcy tarafından tasarlanan Cinema le Louxor, işadamı Henri Silberberg tarafından kurulmuştu. Silberberg, açılışın kısa bir süre ardından iflas edip hayata veda edince sineması da Pathé sinemalarına satılmıştı.

 

 

Pathé sinemalarının yönetimi altında çeşitli dönüşümler geçiren Cinema le Luxour, iç tasarımdaki Mısır etkilerinin çağdaş yorumlarını ve binanın dış cephelerini kaplayan mozaiklerin tamamını kaybetti. Metruk bir hale bürünen sinema, 1983 yılında AVM zinciri Tati tarafından alındı, 2003’te Paris şehri yönetimi tarafından satın alınana kadar çeşitli seferlerde yardım kampanyalarıyla kurtarıldı. 2008’de ise mimar Philippe Pumain’e  sinemayı restore etme görevi verildi.

 

 

Mimar Philippe Pumain, sinema için “Art Deco ve Mısır çılgınlığının bir karışımı” yorumunu yapıyor. Pumain ve ekibi çalışmalarını hafriyatta buldukları renklere ve sinemanın 1920’lerde çekilmiş iki fotoğrafına dayandırmışlar. Pumain, sinemanın altındaki boş alana da iki salon açmış. Bunlardan birisi, bordo kadife kaplamasıyla bir kulüp atmosferini taşıyor. Diğerinde ise metalik bronz sütunlar ve tavandaki değişken geometrik aydınlatmayla dikkat çekiyor.

 

 

Yaklaşık 20 yıldır kapalı kalan Louxor’un yeniden açılışı dünya basınında da ilgi gördü. Louxor için Paris kültürel hazinesinin vazgeçilmez bir parçası yorumunu yapan BBC, Paris’e giden ziyaretçilere bu sinemayı da mutlaka görmelerini salık verdi.

 

 

1981’de koruma listesine alınan Louxor, eski ihtişamına kavuşması için aslına sadık bir çalışmayla restore edildi. İki yıllık bir renovasyon çalışmasının ardından altın, kobalt ve siyah renklerin hakim olduğu yılan, böcek ve çiçek mozaikleri titiz bir biçimde binanın 1920’lerdeki haline uygun olarak yerleştirildi. ‘Yerinde bırakılan’ sinema salonunun iç tasarımı da aslına uygun bir şekilde restore edildi. Üç salonun bulunduğu komplekste en büyük salona ise ünlü Mısırlı yönetmen Yusuf Şahin’in ismi verildi.

 

 

Arthouse sinemasına yoğunlaşacak ve çeşitli festivallere, etkinliklere evsahipliği yapacak sinema, yakındaki metronun titreşimlerinden etki görmemesi için özel bir koruma alanıyla kaplandı. 4K büyüklüğünde bir dijital projektörün de alındığı, son gösterim teknolojisiyle donatılan sinemada özel gösterimler için 35 mm.’lik eski bir projektör de bulunuyor.

 

 

13 metrelik yüksekliğe sahip 340 seyirci kapasiteli Louxor, Paris yönetimi tarafından 32.7 milyon dolar harcanarak restore edildi. Paris yönetimi bağımsız sanat sineması salonlarına destek için her yıl 1.2 milyon avro harcıyor.

Radikal, 19.04.2013

İLAHİ KİTABI 30 MİLYON EDER Mİ?

 

ABD'de basılan ilk kitap açık artırmada satışa çıkacak.1640 basımı olan ve "The Bay Psalm Book" olarak anılan kitabın 30 milyon dolara alıcı bulması bekleniyor.

Hıristiyan ilahilerin yer aldığı kitaptan 11 nüsha mevcutken, kitap 1947'den bu yana müzayedeye sunulmadı.

 

O zamanki müzayedede kitap rekor fiyatla, 151 bin dolara satılmıştı. 1947'ye kadar basılı bir kitaba ödenen en yüksek fiyat olan bu miktar, günümüz parasıyla 1,5 milyon dolara denk geliyor. Şu anki rekor ise John James Audubon'un "Birds of America" adlı kitabına ödenen 11,5 milyon dolar. The Bay Psalm Book, günümüz ABD'sinin kurucusu addedilen Avrupalı göçmenler tarafından yazılmış.

Akşam, 19.04.2013

ESERLERİ UZAYDAN BİLE GÖRÜNÜYOR

 

 

Proje 4L Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi'nin davetlisi olarak İstanbul'a gelen Andrew Rogers, İsrail, Şili, Bolivya, Çin, Türkiye, ABD, Srilanka, Hindistan, Avustralya, Kenya, Slovakya, İzlanda ve Antartika'da yaptığı 48 eserle dünyanın en büyük arazi sanatı projesine sahip.

Rogers yaptığı açıklamada, 14 yıl önce başladığı arazi sanatı çalışmalarında bugüne kadar 6 bin 700 kişinin çalıştığını belirterek, eserlerinde tarihi figürleri arazi sanatıyla buluşturmaya çalıştığını söyledi.

Son olarak Proje 4L Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi'nin terasında "Dönenceli Yollar-Gerçeğin Arayışı" isimli arazi sanatı çalışması yaptığını anlatan Rogers, 18 metre çapında, 140 metre uzunluğu olan 19 ton taşın kullanıldığı spiral şeklindeki labirentin yapımında çeşitli üniversitelerden gönüllü 150 civarında öğrencinin görev aldığını ifade etti.

Dünyayı bir çizgi gibi gördüğüne vurgu yapan Rogers, "Dünyada bir çizgi gibi olan belirli noktaları birbirine bağlamaya çalışıyorum. Bu amaçla yola çıktım. Hepimiz insan, zaman ve mekan uzantısında birbirimize bağlıyız. O yüzden dünyanın her köşesinde belirli noktaları çiziyormuş gibi bir bağ kurup çalışıyorum. Bizlerin bütün yaptıkları sonraki nesiller için. Eserlerimin tamamı uzaydan görünebiliyor. Bu noktada dünyada bir başka sanatçının daha benzer özellik taşımadığını biliyorum" ifadelerini kullandı.
 

SIRADA BM BİNASI ÖNÜ VAR


Avustralyalı heykeltıraş Rogers, Yaşamın Ritmleri Projesi kapsamında 2007-2009 yılları arasında Göreme'nin Karadağ mevkisinde 13 çalışmadan oluşan "Zaman ve Mekan" isimli yeryüzü heykelleri parkı açtığını söyledi.

Rogers, eserlerinin arasında en yüksek olanının 20 metrelik "Dünyada bir gün" isimli eseri olduğunu belirterek, Göreme'deki heykellerini 10 bin 500 ton taş kullanarak, 230 kişinin çalışması ile 3 yılda tamamladığını anlattı.

Birbirlerine ikişer kilometre uzaklıkta bulunan toplam 7 kilometrelik alanı kapsayan heykellere olan ilginin kendisini memnun ettiğini ifade eden Rogers, eserlerini, gittiği ülkelerin tarihi özelliklerine de bakarak yaptığını vurguladı.

İnsanların arazide sanat kurgusuna alışık olmadığını anlatan Rogers, çalışmalarda görev alan kişilerin kültürleriyle geçmişleriyle ilgili figürleri görünce ilgilerinin daha da arttığını belirtti.

Bundan sonraki çalışmasını ABD'nin New York şehrindeki Birleşmiş Milletler Binası önünde gerçekleştireceğini dile getiren Rogers, burada özel bir heykel yapacağını bildirdi.

Avustralyalı sanatçı, eserlerini sponsor desteğiyle yaptığını ifade etti.

Sabah, 19.04.2013



14 - 20 Nisan 2013

MİNYATÜRÜ DE
TARİHİ MİRAS LİSTESİNDE

 

İngiltere'nin ikinci dereceden tarihi miras listesinde yer alan Bourtonon- the-Water kasabasının minyatürü de aynı listeye dahil edildi.

Gerçek kasabanın bire bir taklidi olan minyatür kasabada en küçük detayların bile gözden kaçırılmadan kopyalandığı dikkatleri çekiyor.

İngiltere Kültürel Mirası Kurumu 1937'den beri ziyarete açık olan minyatürün ince detaylarıyla çok değerli bir eser olduğunu göz önünde bulundurarak bu kararı aldı.

Sabah, 20.04.2013

DEFİNE ARARKEN BİRİ ÇOCUK 4 ÖLÜ

 

 

Konya ’da define araması için patlayıcı denenirken dört kişi öldü, iki kişi de yaralandı. Karapınar ilçesine bağlı Hotamış beldesi Şabanlı Mahallesi’nde çiftçi Mehmet Emin Yemiş’e (44) ait tek katlı bir evde önceki akşam patlama meydana geldi. Patlamada yaralanan Mehmet Emin Yemiş’in kızı Ayşegül Yemiş (16) ile Yavuz Sözen hastaneye kaldırıldı. Alevler söndürüldükten sonra eve giren itfaiye ve jandarma ekipleri iki odalı evde dört ceset buldu. Yapılan incelemede ölen dört kişinin ev sahibi Mehmet Emin Yemiş, kızı Dönay Yemiş (10), İskender Gümüşsoy (39) ve Cengiz Akhan (30) olduğu belirlendi. Evin bir odasında yaklaşık 11 metre derinliğinde tünel bulundu. Mehmet Emin Yemiş’in, kendisine ait kullanılmayan evin altında define olduğu düşüncesiyle cihazla evin tabanında arama yaptırdığı ortaya çıktı. Kazı çalışması sırasında sert bir zeminle karşılaşılması üzerine definecilerin bomba yaparak sorunu çözmeye çalıştıkları belirlendi.

Radikal, 20.04.2013

İÇİNDEN ARKEOLOJİ GEÇEN YALI

 

 

Evler de biraz insanlar gibi... Temeli atılıyor, şekilleniyor, sonra zamanın izlerini yansıtarak eskiyor. Arnavutköy'de, yolun kenarındaki kırmızı yalı, İstanbul'da görebileceğimiz en karasteristik yapılardan biri. Renginden, kullanılan ahşap malzemenin sıcaklığına kadar tüm unsurlarıyla etkileyici. İlk görüşte insanı çeken bu yalının içinde yaşayanların ve yaşananların öyküsü de en az onun kadar özel. Efsane arkeologlarımızdan Halet Çambel, henüz çocuk yaşlarda yerleştiği bu yalıda, beş yıl önce kaybettiğimiz, Aga Han mimari ödüllü eşi Nail Çakırhan'la neredeyse 60 yıl birlikte yaşadı. Çambel daha iki yıl öncesine kadar Adana'daki Karatepe arkeoloji kazılarının başında geçirmediği bütün zamanını, burada geçiriyordu. Öğrencileri, akademisyenler ve yurtdışından gelen araştırmacılar için bu ev, bir eğitim merkezi gibiydi. Çambel'le eşi, çok sevdikleri bu kırmızı yalıyı 2004'te Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışladı. Tek istekleri binanın yıkılıp, yok olmaması; arkeoloji araştırma merkezi olarak eğitime hizmet etmesiydi. Böylece aşama aşama akademik çalışmalar başladı, üç yılda yalının röleve çizimleri yapıldı.

ÇAMBEL ARTIK EVDEN ÇIKAMIYOR
Gelişmeler hakkında bilgi almak için Kırmızı Yalı'nın kapısını çaldığımızda, bizi Halet Çambel'in emektar yardımcısı karşıladı, ikinci kattaki salonda ağırlandık. Çambel iki yıldır sağlık problemleri yüzünden evden çıkamıyor. Günleri yardımcısı ve hemşiresinin gözetiminde geçiyor. Çok fazla konuşmuyor, ama yardımcısından Rusça-İngilizce kitaplar okuduğunu, üstelik gözlük bile takmadığını öğrendik. Zamanının büyük bölümünü geçirdiği bu odanın her tarafında 60 yıllık hayat arkadaşının fotoğrafları var. Yerlerde kitaplar, dosyalar, resimler... Ne çok akademisyen, arkeolog, öğrenci, yazar, çizer gelmiş olmalı bu anıt niteliğindeki yalıya... Gelecekte de yine evin sahiplerinin arzuladığı gibi bir eğitim merkezi olmayı sürdürecek.

Eşyaların öyküsünü sadece Halet Çambel biliyor
Prof. Dr. Aslı Özyar Halet Çambel Nail Çakırhan Arkeoloji ve Geleneksel Mimari Araştırma Merkezi Koordinatörü: 1830'lu yıllarda yapıldığı bilinen kırmızı yalının, Kalkınma Bakanlığı'nın desteğiyle araştırma merkezi haline geçirilme sürecini koordine eden Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Aslı Özyar, doktorasını hazırladığı yıllardan beri yalının tanıklarından biri: "ABD'de doktora yaparken 1989-90 kışında Anadolu'daki müzeleri araştırıyordum. Karatepe'ye de gittim, Halet Hanım beni iki gün ağırladı. Kırmızı yalının alt katındaki bir odada yıllar geçirdim. Halet Çambel ile Nail Çakırhan'ın kullandıkları yıllarda burası zaten bir araştırma merkezi gibiydi. Üst katta biri, alt katta başka biri çalışırdı. Yurtdışından gelen araştırmacılar üç ay burada kalırdı. Sanat tarihçi Paolo Girardi, bu binanın ve bahçesinin mimarlık tarihi açısından araştırmasını yaptı. Evin içindeki eşyalarla bir envanter çalışması yapıldı. Onların ne olduğunu Halet Hanım biliyor. Ona danışabilmek için buradan başladık. Evin rölövesini de Tasarım Evi hazırladı. Projenin başında yüksek mimar Ayşe Güngör var. Proje, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na teslim edildi. Araştırma merkezi açıldıktan sonra arşivler herkese açık olacak."

Evde çok belge var
Prof. Özyar, yalının içinde önemli bir belge arşivi bulunduğunu anlatıyor: "Halet Çambel yılın sekiz ayını Karatepe'de kazıların başında geçirirdi. Buraya yıllarca İstanbul Üniversitesi'nden öğrenciler gelip asistan olarak çalıştı. Halet Hanım'ın Karatepe kazılarından kalan malzemesi, planlar, çizimler, fotoğraflar burada. Nail Bey'in mimarlıkla ilgili belgeleri de... Halet Hanım'ın ablası Leyla Hanım'ın kitapları bu evde. Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışlanan arşivler de buraya gelecek. Üniversite olarak acelemiz yok, çünkü burada hâlâ yaşam devam ediyor."

Bahçedeki Bizans hamamı kalıntıları
"Bahçede her duvar, her basamak, her tanzim kaydediliyor. Tamamen arkeolojik bir kazı gibi... Bu çalışmayı da Floransa Üniversitesi'nin Mimarlık Fakültesi'nden istedik. Bahçenin yaban bitki çeşitliliği bütün ağaçların envanteri çıkartıldı. Bu ağaçların sayımını İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi yaptı. Ev, 8,5 dönümlük bu bahçe içinde küçücük kalıyor. Arka tarafta yukarıya doğru yürüyünce, Robert Kolej'in içine çıkıyorsunuz. Floransa Üniversitesi şu ana kadar ilk dört terası ortaya çıkardı. Aralarındaki yıkık kalıntıların hamam olduğunu düşünüyoruz. İstanbul Üniversitesi Prehistorya Bölümü'nden Bizans dönemine yakın bilgilerle kalıntının bir arkeolojik kalıntı olarak belgelenmesini, yüzey araştırması yapılmasını isteyeceğiz."

Sabah Cumartesi, Haber: Figen Yanık, 20.04.2013

BİN 200 YIL DAYANABİLDİ

 

 

Şanlıurfa merkezde bulunan tarihi kalede saat 13.30 sıralarında bilinmeyen bir nedenden dolayı göçük meydana geldi.

 

Ortalığın savaş alanına döndüğü bölgede ölen ya da yaralanan olmazken, muhtemel ikinci bir göçüğe karşı polis ekipleri çevrede geniş güvenlik önlemleri aldı.

 

URFA KALESİ

Urfa Kalesi’nin MÖ 9500 yıllarına ait neolitik bir yerleşim höyüğü üzerine kurulduğu tahmin edilmektedir. Kalenin yanı başında çıkarılan ve Şanlıurfa Müzesinde sergilenen 11.500 yılık Balıklıgöl Heykeli kale dahil Balıklıgöl havzasının tarihini bilimsel olarak vermektedir. 6.yy’ye ait kayıtlarda kaleden bahsedilmemektedir.

 

 

Kale ile ilgi ilk kayıtlar 11.yy’ye aittir. Buna göre kale 6 yy. ile 11. yy arasına tarihlenebilir. Netice itibariyle kale ilgili kabul edilen görüş: MS 812-814 yılları arasında Abbasiler döneminde yapıldığıdır. Kalenin üzerindeki korint başlıklı iki sütun Edessa Karalı IX. MANU döneminde, MS 240-242 yılları arasında birer anıt sütun olarak yapılmıştır.





Kaledeki iki sütunun yükseklikleri 17.25 m. sütunların çevresi ise 4.60 metredir. Doğudaki sütunun kente bakan yüzünün 3 metre yukarısındaki Süryanice kitabede: "Ben askeri komutan BARŞAMAŞ (Güneşin oğlu)'in oğlu AFTUHA. Bu sütunu ve üzerindeki heykeli veliaht Prens MANU kızı, kral MANU eşi, hanımefendim ve velinimetim kraliçe ŞALMETH için yaptım" yazılıdır.

Urfa Kalesi’nin, üç tarafı kayadan oyma derin savunma hendeği ile çevrilidir, kuzey tarafı ise sarp kayalıktır.

 

Şanlıurfa Kent Haber, 19.04.2013

HOCA'NIN MEZAR YERİ BULUNDU

 

 

Eskişehir'in Sivrihisar İlçesi'nde, yıllar önce belediyenin yapacağı inşaat nedeniyle taşınan eski mezarlıktan çıkarılan ve senelerce Ulu Cami'nin kütüphanesinde muhafaza edilen taş sandukanın Nasrettin Hoca'nın mezarına ait olduğu tespit edildi.

 

Anadolu Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Erol Altınsapan, AÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mehmet Mahur Tulum'un Sivrihisar İlçesi'ndeki Ulu Cami'nin kütüphanesinde bulunan mezar taşı ve taş sandukaları bir süre incelenmeye başladığını söyledi.

 

Doç.Dr. Tulum'un çalışmalar sonrası taş sandukalardan birinin Nasreddin Hoca'ya ait olduğunun belirlendiğini ifade eden Prof.Dr. Altınsapan, bu taş sandukanın Selçuklu dönemine has özellikler taşıdığının tespit edildiğini kaydetti.

 

"50 YIL ÖNCE KIZININ KEMİKLERİNİ ÇIKARMIŞTIK"

Bunun Türk dünyası için önemli bir bulgu olduğunu ifade eden Prof.Dr. Altınsapan, şöyle konuştu:

"Sivrihisar'da Seydi Hamamı'nın duvarıyla bitişik bilenen mezar yerinden 2003 yılında Nasreddin Hoca'nın kızı Fatma Hatun'un kemiklerini çıkartıp müzeye teslim etmiştik. Yaklaşık 50 yıl önce kızının mezarını çıkardığımız yerin hemen ötesinde eski mezarlıkta bir düzenleme çalışması yapılmış. Burada, belediyeye ait iş yerleri ve itfaiye binasının bulunduğu geniş bir mekan dizayn edilmiş. 'Sivrihisar'da tarihi eserler' denince akla gelen Orhan Keskin, bu mezarlıktan çıkan değerli gördüğü malzemeyi alıp Ulu Cami'nin kütüphanesinde muhafaza etmiş. Bu süreçte taşı ilk okuyan kişiler, bunu Nasreddin Hoca'nın oğlu Ömer'e ait olduğunu söylemiş."

 

Prof.Dr. Altınsapan, Türkiye'de, Nasreddin Hoca'nın oğlunun ve kızının Sivrihisar'da, kendisinin Akşehir'de vefat ettiği değerlendirmesinin yapıldığını hatırlatarak, "Doç.Dr. Tulum, taş sandukanın bendeki eski fotoğraflarına bakmak istedi. Uzun emeğin ardından taş sandukanın üzerindeki kitabenin Nasreddin Hoca'ya ait olduğunu tespit etti. Sivrihisar'ın Hortu Köyünde doğan Nasreddin Hoca'nın mezarının nerede olduğu konusundaki tarihsel belirsizlik sona erdi" dedi.

 

"HOCAMIZA YARAŞIR BİR ANIT MEZAR YAPILMALI"

Doç.Dr. Tulum ise bu taş sandukanın deşifre edilmesiyle Nasreddin Hoca'nın Sivrihisar'da doğduğunun ve burada öldüğünün kesin olarak bilindiğini vurguladı.


Eskişehir'in 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti olduğu bu dönemde taş sandukanın keşfedilmesinin önemli olduğunu anlatan Doç.Dr. Tulum, şunları söyledi:

"Nasreddin Hoca, Çin Seddi'nden Adriyatik'e kadar bütün Türk dünyasının ilgilendiği bir şahsiyettir. Allah, bu mezarın bulunmasını bize nasip etti. Yazıyı en kısa zamanda yayınlayacağım. Mezarda 'burada yatan kişi Şemseddin oğlu Nasreddin Hoca'dır' yazısı okunuyor. Taş sanduka, Selçuklu dönemini mimari tarzını bize açıkça gösteriyor. Türk milletine hayırlı, uğurlu olsun. Bundan böyle Nasreddin Hocamızın doğduğu, büyüdüğü ve öldüğü yer olarak Sivrihisar'ı kaydetmek doğru olacaktır. Sivrihisar'da Nasreddin Hocamıza ve ailesine yaraşır bir anıt mezar yapmalıdır."

Eskişehir Kent Haber, 19.04.2013

5 BİN YILLIK TROİA'YA MAKYAJ

 

 

Çanakkale'nin Tevfikiye Köyü sınırları içindeki 5 bin yıllık Troia antik kenti, 2 milyon liralık ödenekle bakıma alındı. Çevre düzenlemesi çalışmaları kapsamında antik kentteki doğal yürüyüş alanlarına granit ve parke taş döşenmeye başladı. Ahşap yürüyüş güzergahları yenilenirken, Troia'nın simgesi tahta at ise kapsamlı bir onarımdan geçiriliyor.

 

Troia'nın insanlık tarihine 5 bin yıldır tanıklık ettiğini belirten Çanakkale İl Kültür ve Turizm Müdürü Şinasi Haznedar, tarihi eserlerin bulundukları mekanlarda yorulmalar, aşınmalar ve eskimeler olduğunu ve bakım gerektiğini söyledi. Troia'da bir çevre düzenlemesi ihtiyacının doğduğunu ve bu ihtiyacın karşılanması halinde ziyaretçi sayısının da epeyce artabileceğini ilgililere ilettiklerini anlatan Haznedar, "Troia ile ilgili talepleri bakanlığımıza ilettik. Ayrılan 2 milyon liralık ödenekle çevre düzenlemesi çalışmaları başladı. Ziyaretçi yoğunluğunun antik kentin simgesi olan tahta ata verdiği yorgunluklar, ahşap yürüyüş alanları gibi bir takım arızalar onarım gerektiriyordu. Bir süre önce bu çalışmalar başladı. Bir yandan onarım çalışmaları, bir yandan da çevre düzenlemesi çalışmaları hızla sürüyor" dedi.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Haznedar, antik kent sınırları içinde yapılacak olan Troia Müzesi ihalesinin ise 19 Nisan'da İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nde gerçekleştirileceğini söyledi. Haznedar, "İki yıl içinde Troia'nın barındırdığı, bulundurduğu hazinelerin çoktan hak etmiş olduğu müzeye kavuşmuş olacağını düşünüyorum. Çanakkale'nin böyle bir müzeye kavuşması bu bölgenin başlı başına bir cazibe merkezi olmasının ivmesi, itici gücü olacaktır" diye konuştu.

Burası Çanakkale, 19.04.2013

TRAFİK KONTROLÜNDE SERVET BULUNDU

 

Fransa'da, rutin bir trafik kontrolü sırasında, 1 milyon sterlin (yaklaşık 2.8 milyon lira) değer biçilen, safir, elmas ve zümrütlerle süslenmiş, som altından yapılma, kayıp Faberge yumurtası bulundu.

Yumurtayı taşıyan Belarus uyruklu iki kişiyi sorgulayan Fransız polisi, "Bit pazarından ucuza aldık" ve "Yol kenarında bulduk" gibi cevaplarla karşılaştıklarını söyledi. İlki Rus Çarı 3. Alexander tarafından eşi Maria Fedorovna'ya hediye edilmek üzere mücevherci Peter Carl Faberge'ye yaptırılan yumurtalardan dünyada sadece 50 tane bulunuyor.

Sabah, 19.04.2013

DÜNYA TARİHİNİ DEĞİŞTİREN BELGE BULUNDU

 

 

Arkeologlar, antik Mısır'ın en eski ve büyük limanını ortaya çıkardı.

Liman bölgesinde bulunan papirüslerde, Büyük Piramit 'in inşasında çalışan bir Eski Krallık yetkilisinin günlüğü bulundu. Yetkili, notlarında piramit inşası için kireç taşı taşıdığını anlatmış. Mısır 'ın 4.500 yıl önce kurduğu ticaret yollarıyla dünyanın en büyük uygarlıklarından biri olmasını sağlayan liman, Kızıl Deniz'de ortaya çıkarıldı.

Keşfin başını çeken araştırmacı ekibinde yer alan Paris-Sorbonne Üniversitesi'nden Pierre Tallet, Vadi el Carf bölgesinde bulunan limanın, bilinen en eski liman yapısında 1000 yıl öncesinde inşa edildiğini belirtti. Discovery News'e konuşan Mısırbilimci Tallet, antik Mısır uygarlığının bakır ve diğer mineralleri Akdeniz'in diğer medeniyetlerine ulaştırarak büyük bir zenginliğe ulaştığına dikkat çekti. Süveyş Kanalı'nın yaklaşık 180 km güneyinde bulunan liman, Fransa Arkeolojik Çalışmaları Enstitüsü'ne bağlı çalışan Fransız ve Mısırlı araştırmacılar tarafından ortaya çıkarıldı.

"BÜYÜK PİRAMİT'E TAŞ TAŞIDIM"
NBCNews'in haberine göre, liman benzeri kalıntıların yanı sıra, taştan oyulmuş 100'e yakın çapa, halat ve çömlek ile kavanoz parçaları bulundu. Taştan çapaların üzerinde, ait oldukları gemilerin isimlerinin yazdığı dikkat çekti. Tallet, kalıntılardan 10 tane de çok iyi korunmuş papirüs bulduklarını belirtti.

Mısır Antika Bakanı Muhammed İbrahim, Vadi el Carf'ta Mısır'ın en eski yazılı papirusları bulduklarını belirtti. Bulunan toplam 40 papirüsün, Firavun Khufu'nun hükümdarlığının 27'inci yılında Mısırlıların günlük yaşamlarına ait bilgiler içerdiği ifade edildi. Papirüslerden elde edilen en ilginç bilgi, Merrer adındaki bir liman yetkilisinin notlarında ortaya çıktı.

Tallet, Discovery News'e yaptığı açıklamada, "Nil Nehri bölgesinden getirilen Tura kireçtaşı için sıkça taş ocağına yaptığı yolculuklardan bahsetmiş" dedi. Tallet, "Dört sayfası bulunan günlük, Büyük Piramit'in nasıl inşa edildiğine dair yeni bilgiler sunmasa da, piramidin inşasının iç yüzünü ortaya koyuyor" dedi. Bir diğer papirusta, Firavun Khufu'nun (Keops piramidiyle aynı isimle de anılır) yemeklerin liman işçilerine nasıl dağıtıldığından bahsedildiği belirtildi.

Sabah, 19.04.2013

PENDİK'TE 100 YILLIK TOP MERMİSİ BULUNDU

 

Pendik’te bir mezarlığın duvarının yeniden yapılması çalışmaları sırasında patlamamış top mermisi bulundu.

 

30 kilogram ağırlığındaki merminin 1’inci Dünya Savaşı’ndan kaldığı tahmin ediliyor. Kavakpınar’daki Koca Mezarlığı’nın duvarının yeniden yapılması çalışması sırasında, dozerle toprağı kazan işçiler, top mermisi buldu. Çalışmaları durduran işçiler, polisi aradı.

İşçilerin ihbarı üzerine olay yerine gelen polis ekipleri, top mermisinin bulunduğu alana şerit çekerek, çevrede güvenlik önlemleri aldı. Bir süre sonra olay yerine gelen polis bomba imha uzmanı, 30 kilogram ağırlığındaki top mermisinin patlamamış olduğunu tespit etti. 1’inci Dünya Savaşı’ndan kaldığı tahmin edilen top mermisini askeri ekipler imha edecek.

Milliyet, 19.04.2013

ŞEHİTLİĞE 'MUHABBET SOKAĞI' OLUR MU?

 

 

İstanbul’un fethi sırasında şehit olan 30’a yakın askerin toplu halde defnedildiği bir şehitlik var Boğaziçi Üniversitesi kampüsünde.

 

Şehitliğin yanı sıra türbe ve bir tekkenin de bulunduğu bu yer uzun yıllardır restore edilmeyi bekliyor. Şimdilerde ise arazi, Sarıyer Belediyesi’nin hazırladığı ‘Muhabbet Sokağı’ projesi kapsamında yok olma tehlikesi yaşıyor. Rumelihisarı’nın eski adının ‘Şehitlik Dergahı’ olduğu bilgisini veren araştırmacı İbrahim Ethem Gören, alan için geçmişte birkaç defa restore girişiminde bulunulduğunu söylüyor. Üniversiteyi çevreleyen duvar yüzünden çalışmanın yarım kaldığını kaydeden Sarıyer Belediyesi yetkilileri ise bu bölgeye yeni içkili mekan açma gibi bir durum olmadığını savunuyor.

 

Görev yaptığı dönemde şehitlik ve tekkeyle alakalı herhangi bir bilgi gelmediğini belirten eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, buranın araştırılıp bir an önce korumaya alınması gerektiğinin altını çiziyor. Sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu, “Acaba buralardan, Sarıyer Belediyesi’nin, kaymakamlığının, Büyükşehir Belediyesi’nin haberi var mı?” diyerek önlem alınmasını istiyor. Şehitliğin yanında ‘Nafi Baba’ tekkesi bulunuyor. Nafi Baba’nın torunlarından Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Nafi Artemel, ailesinin uzun yıllar bu tarihi mirasın korunması için mücadele ettiğini ifade ediyor. Rektör Prof.Dr. Gülay Barbarosoğlu’nun özel ilgi gösterdiğini belirten Artemel, “Böylesi önemli bir yerin heba olmasına göz yumulmamalı.” diye konuşuyor. Atilla Koç’un kültür bakanı olduğu dönemde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Ayşe Soysal ve Prof.Dr. Süheyla Artemel ile birlikte protokol imzalanmış. Ancak şehitliğin bulunduğu arazinin restorasyonu gerçekleştirilmemiş.

Zaman Cuma, Haber: HasanKaralı - Cihan Acar, 19.04.2013

HALİÇ'TE TARİHİ AYAR

 
Taksim-Yenikapı hattında yapılan Haliç metro geçiş köprüsü 'tarih'ten sınıfı geçti... Tarihi yarımada (Süleymaniye Camii) silüetini etkileyeceği ve UNESCO denetimleri tartışmaları içinde 
4 yılda tamamlanan köprünün kazı çalışmalarında bulunan eserler nedeniyle bazı ayaklar iptal edilirken, Mimar Sinan'a ait hamam için köprü yukarıya çekildi. İşte köprü inşaasındaki 'tarihi' ayarlar:

MOZAİK YER DÖŞEMESİ
- Beyoğlu Yakası'nda planlanan köprünün iki ayağı, kazı çalışmalarında, yıldız desenli mozaik yer döşemesi bulunması üzerine iptal edildi. Buluntular, Arkeoloji Müzesi tarafından, karolaj sistemiyle parça parça yerinden sökülüp numaralandırılarak depoya kaldırıldı. Bulunan mozaik yer döşemesi, köprünün çevre düzenlemesi kapsamında sergilenecek.


- İlk projeye göre Beyoğlu tünelinden çıkan viyadüğün alt kotu, Mimar Sinan'a ait tarihi Yeşildirek Hamamı'nın üst kotundan aşağıda kalıyordu. Tarihi Hamam'ın korunabilmesi ve çalışmalardan zarar görmemesi için köprü kotu, tünel çıkışından itabaren şu anki kotu olan, deniz seviyesinden 13 metre yukarıya çekildi. Köprünün alt kotu ile hamam arasında 2.80 metrelik aralık bırakıldı.

SURLARA ÇELİK KORUMA
- Unkapanı yakasında da bir ayak iptal edildi, diğer bir ayak da buluntular doğrultusunda kaydırıldı. Çalışmalar bittikten sonra yapılacak buluntu, çevre düzenleme çalışmaları esnasında tekrar açılarak, üzeri cam ile kaplanacak. Bu alan, metro o bölgeden geçerken alttan seyredilebilecek. 


- Köprü güzergâhındaki Ceneviz Surları ise inşaat çalışmalarına paralel yürütülen tarihi alanları koruma ve iyileştirme çalışmaları çerçevesinde restorasyonları yapılıyor. Titreşimlerden etkilenmemesi için Ceneviz surları, çelik bir kafesle korumaya alındı.

 

Rakamlarla köprü
Uzunluğu: 936 metre
Parça sayısı: 22
Unkapanı viyadüğü: 171 metre
Beyoğlu viyadüğü: 242 metre
Maliyeti: 147 milyon euro 
İstasyon sayısı: 1

Akşam, Haber: Nezahat Koç, 18.04.2013

MAHKEME KARARI: MÜZE MÜDÜRÜ ÇEŞME ÇALMAMIŞTIR

 

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi eski Müdürü Oğuz Alpözen, müzedeki Osmanlı Çeşmesi ve yalağını evine götürdüğü gerekçesiyle, 7 yıldır yargılandığı davada beraat etti.

 

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Oğuz Alpözen'in 2005 yılında emekli olmasının ardından Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ile Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hakkında açılan, 'Müzeye ait Osmanlı Çeşmesi ve Yalağı'nı villasına götürdüğü' suçlamasıyla Bodrum 1'inci Asliye Ceza Mahkemesi'nde 5 yıla kadar hapis istemiyle açılan davanın karar duruşması bugün görüldü. Duruşmaya İngiliz arkeologlar ve eşi Gülşen Alpözen ile birlikte gelen Oğuz Alpözen, yaklaşık yarım saat süren duruşmada, beraat etti. 

ÇEŞME TARİHİ ESER DEĞİL 
Adliye çıkışında DHA muhabirine bir açıklama yapan Alpözen, "Bodrum Müzesi'ni dünyanın sayılı müzeleri arasına sokmanın ödülü, hırsızlıkla suçlanmak olmamalıydı" dedi. 39 yıl görev yaptığı müzede çalışırken, eski Kültür Bakanı Cihat Baban'ın kardeşi Nusret Baban'ın 15 yıl önce kendisine hediye ettiği çeşmeyi temizlettikten sonra evine götürdüğünü anlatan Alpözen, "Bugüne kadar 130 soruşturma geçirdim. Emekli olduktan sonra da hakkımda açılan bu da dahil olmak üzere 24 soruşturmadan da beraat ettim. Bu çeşme hakkında Kültür ve Turizm Bakanlığı üç kez soruşturma açtı. Üçünde de tarihi eser olmadığı, çeşmenin geç Osmanlı Dönemi'ne ait olduğu ve her yerden satın alınabileceği belirtildi. Uzman ve bilirkişiler de bunun tarihi eser olmadığını raporlarla teyit edip mahkemeye sundu. Bugün de mahkeme, "Çeşme tarihi eser değil Oğuz Alpözen'e aittir' dedi ve beraatime karar verdi" dedi.

Radikal, Haber: Yaşar Anter, 18.04.2013

TARİHİ SIFIR NOKTASINA KORUMA ÇATISI

 

 

Dünyanın en eski tapınak merkezi olarak kabul edilen ve bu yönüyle 'tarihin sıfır noktası' olarak nitelendirilen Göbeklitepe kazı alanında bu yıl koruma çalışmalarına ağırlık verilecek. Prof.Dr. Klaus Schmidt, Şanlıurfa Müzesi ve Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü'nce ortaklaşa yürütülen çalışma kapsamında bu yıl 2 kazı dönemi planladıklarını belirtti.

 

İlkbahar döneminin çalışmalarına başladıklarını belirten kazı başkanı Prof.Dr. Klaus Schmidt, ilk olarak kazı alanında temizlik yaptıklarını söyledi. Tarihi eserlerin bulunduğu yerde geçen yıl başlatılan 'koruma çatısı yapımı'na yönelik faaliyete bu yıl ağırlık verildiğini ifade eden Schmidt, şöyle devam etti:

"2013 yılı kazı çalışmasıyla ilgili önemli planımız var. Alana bir koruma çatısı yapmak istiyoruz. Eski kazı alanında büyük yapıları kapsayacak şekilde hazırlanan proje koruma kurulu tarafından da onaylandı. İki çalışma evresi var. İlk olarak bir çalışma platformu yapılacak, daha sonra da bu çalışma platformunun üzerinde büyük çatıyı oluşturan Membran tekstil koruma çatısının yüzeyi yerleştirilecek."

Koruma çatısının maliyetinin 2 milyon avronun üzerinde hesaplandığını vurgulayan Schimidt, bunu bilimsel kazı bütçesinden karşılayamadıklarını, bu nedenle de sponsorlarla görüşmelerinin devam ettiğini kaydetti.

Alanda yapılan çalışmalarda, 10 kişilik bilimsel ekibin yanı sıra Örencik Köyü sakinlerinden oluşan 30 kişilik işçi görev alıyor.
    
Göbeklitepe    
Neolitik döneme ait yerleşim yeri Göbeklitepe, Şanlıurfa'nın 18 kilometre kuzeydoğusundaki Örencik Köyü yakınlarında bulunuyor. İlk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago üniversitelerinden görevlilerinin yüzey araştırmaları sırasında fark edilen Göbeklitepe'deki kazı çalışmalarını, 1995 yılından bu yana Şanlıurfa Müzesi ve Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü ortaklaşa yürütüyor. Kazı çalışmalarında şimdiye kadar Neolitik döneme ait yabani hayvan figürlü 'T' biçimli dikili taşlar, 8-30 metre çapında dairesel ve dikdörtgen şekilli dünyanın en eski tapınak kalıntıları, çok sayıda yabani hayvan figürü, insan heykeli, dikili taşlar ve yaklaşık 12 bin yıl öncesine ait olduğu belirtilen 65 santimetre uzunluğunda insan heykeli gibi tarihi eserler bulunmuştu. Dünyanın en eski 'tapınak merkezi' olduğu belirtilen Göbeklitepe, bir süre önce UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne alınmıştı.

Yapı, 18.04.2013

SİLUET BOZAN KULELER NEDEN YIKILAMADI?

 

 

Başbakan Erdoğan'ın Zeytinburnu'ndaki İstanbul'un siluetini bozan kuleler ile ilgili yaptığı açıklamalar, gündeme damgasını vurdu! Erdoğan, "Sahibiyle konuştum. Tıraşlayın dedim. Ama hiçbir şey yapmadılar. O yüzden çok kırıldım, 5 yıldır konuşmuyorum" şeklindeki sözleriyle İstanbulluların rahatsızlığına tercüman oldu.

 

Konuyu, 2011 yılında 'OnaltıDokuz' isimli kulelerin kaba inşaatının bitmesinin ardından Radikal'deki haber ve fotoğraflardan öğrenen Erdoğan, hemen devreye girmiş ve binaların bir kısmının tıraşlanmasını istemişti. Bu amaçla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile inşaatın sahibi Mesut Toprak arasında birkaç görüşme gerçekleştirildi. Topbaş, Toprak'a "Gel bir kısmını yıkalım, adın bu yapıyla anılmasın, tarih senden hep yaptığın fedakarlıkla bahsetsin. Kayıplarını da emsal artışıyla karşılayalım" dedi. Bu görüşmelerden Toprak'ın üç kuleden 10'ar kat yıkmayı kabul ettiği bilgileri yansımıştı.

 

Ancak birkaç ay sonra Toprak, belediyeye bu yıkımın teknik olarak mümkün olmadığını iletti. Durum Başbakan'a da iletildi. Moraller bozuldu, yüzler gerildi. Başbakan'ın talimatıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi, şehrin siluetinin korunması için "Siluet Ana Planı" oluşturmayı kararlaştırdı. Yapılan çalışmaların ardından Ekim 2011 başında İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi kararıyla Tarihi Yarımada, Boğaziçi ve Haliç olmak üzere, silueti belirleyen ve etkileyen alanları kapsayacak şekilde bütüncül bir siluet planı oluşturuldu. Yapıların yüksekliğine metre sınırlaması getirildi. Bu tarihten önce ruhsat alan inşaat firmalarından da planlarının revize edilmesi istendi.

 

Zeytinburnu'ndaki kuleler yıkılmadı; ancak bu durum Başbakan Erdoğan'ın içinde bir ukde olarak kaldı. Oradan her geçtiğinde yönünü sahile çeviren Erdoğan, o tarihten sonra yerel yöneticilerle yaptığı sohbetlerde bu kuleleri 'kötü örnek' olarak zikrediyor. Belediye başkanlarına yüksek yapılara hele hele de gökdelenlere karşı olduğunu her fırsatta dile getiriyor.

 

Zeytinburnu'ndaki bu kulelerin, bugün İstanbul siluetini bozduğu bir gerçek! Ancak eskilerin tabiriyle 'bir şerden birçok hayır çıktı'ğını da kabul etmek lazım. Bu çirkin örnek, İstanbul siluetini koruma adına alınan birçok karara da vesile oldu...

Habertürk, Haber: Abdullah Kılıç, 18.04.2013

 

******


"PROJE BİTTİKTEN SONRA TIRAŞLAMA YAPILAMAZ"

 

 

Zeytinburnu'nda yükselen 'OnaltıDokuz' isimli kuleleri şehrin siluetini bozduğu için Başbakan Erdoğan'ın küstüğü işadamı Mesut Toprak konuyla ilgili ilk kez konuştu.

 

Başbakan Erdoğan'ın Zeytinburnu'nda yükselen ve şehrin silüetini bozan ‘OnaltıDokuz’ isimli kuleleri yapan Mesut Toprak'a kırıldığını ve konuşmadığını açıklaması gündem yarattı. Başbakan'ın sözleriyle ilgili konuşan Toprak, "bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum" diye yanıt verdi.

Hürriyet gazetesinden Demet Cengiz’in haberine göre çok tartışılan projede bir yıldır yaşayan malikler olduğuna dikkat çeken Mesut Toprak, projede bu aşamadan sonra değişiklik yapmanın mümkün olmadığını söyledi.

 

Toprak, projede herhangi bir yasal sıkıntı olup olmadığı sorusu üzerine ise "Bizim ne ruhsatımızda ne de imarımızda hiçbir sıkıntı yok. Yaptığımız proje tamamen aldığımız imar planına uygundur. Yasal olmayan hiçbir şeyimiz yok. 42 yıllık iş hayatımda yasal olmayan hiçbir işe imza atmadım." cevabını verdi.

 

Başbakanın söylediği gibi projenin tıraşlanmasının mümkün olup olmadığı konusunda Toprak, "Mümkün değil. Proje bittikten sonra tıraşlama yapılamaz. Böyle bir şey teknik olarak mümkün değil" dedi.

 

Başbakan Erdoğan, dün yapılan bir toplantıda şehrin silüetini bozan ‘OnaltıDokuz’ isimli kulelere tepkisini dile getirerek, “Sahibiyle konuştum. (Mesut Toprak) Tıraşlayın dedim. Ama hiçbir şey yapmadılar. O yüzden çok kırıldım, 5 yıldır konuşmuyorum” demişti.

Yapı, 18.04.2013

 

******


IRZINA GEÇİLMİŞ ŞEHRİN DAVASI

 

 

Başbakan Erdoğan, İstanbul milletvekilleriyle yaptığı toplantıda 6/9 adını taşıyan projeyi sertçe eleştirmiş.


“Üstünü tıraşlayın dedim. Beni dinlemedi. Kendisiyle konuşmuyorum” demiş, projeyi yapan firmanın sahibiyle ilgili olarak.


Aslında 16/9 çok güzel bir proje.
İnşa edildiği yer İstanbul’un en kötü yerlerinden biriydi vaktiyle.
Kazlıçeşme.
Deri fabrikaları vardı. Kokudan, pislikten, fareden geçilmezdi.
Dalan kaldırdı hepsini Tuzla’ya yolladı.
Ama bir türlü bir şey yapılmadı oralara. Ta ki, 16/9’a kadar.
Şık bir proje olarak başladı. Bölgeye değer katacak bir inşaat gibiydi.
Önce kimseden negatif bir ses çıkmadı.
Ne zaman ki binalar tamamlanıp nihai yüksekliğine ulaştı, facia ortaya çıktı.
Karaköy tarafından bakıldığı zaman İstanbul’un en bilindik camili siluetinin içine saplanmış bir bıçak gibiydi.
Manzaranın içine etmişti tam anlamıyla.
Ama çok geçti artık.


Binaların imarı vardı, ruhsatı vardı, izni vardı. Her şeyi öyle veya böyle yasaldı.
Ama yine de haklı olarak kıyamet koptu.
“Bu binalara nazıl izin verilmişti?”
Verilmişti, çünkü kimsenin aklına “Bunlar yükselince nasıl bir şey olacak, nerelerden nasıl görünecek?” diye bir soru sormak, bir simülasyon yapmak gelmemişti.
Oysa teknolojiyi kullanarak bunu hesaplamak, önceden görmek çok kolaydı.Ama düşünülmedi, yapılmadı.


Tabii siluet dediğin “açıyla” alakalı.
Mesela metro geçişi için yapılmakta olan köprü de kimilerine göre silueti bozuyor.
Doğru.
Bir açıdan bakarsan, köprünün iki kulesi tarihi yarımadanın görüntüsünü kesiyor.
Ya da Murat Bardakçı’nın çektiği şu fotoğrafa bakın.
Şişli, Levent, Bomonti ve hatta Maslak’a yapılan gökdelenler İstanbul’un siluetini bitirmiş.
Onları ne yapacağız!
Acaba İstanbul’u toptan mı tıraşlasak!
Yoksa asıl olanın belediyeler olduğunu, fırsatçı müteahhitlerin her zaman daha fazlayı isteyeceklerini bilerek bu rezaletin asıl sorumlularının belediyeler olduğunu görüp, bu inşaatların neleri katledeceğini göremeyen izin mercilerini mi tıraşlasak!

Habertürk, Yazı: Fatih Altaylı, 19.04.2013

KARUN HAZİNELERİNİN YENİ EVİ

 

 

Karun Hazineleri olarak adlandırılan 451 parçalık paha biçilmez koleksiyon, yapımı süren yeni Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenecek.

 

Uşak'ta yapımı süren yeni Arkeoloji Müzesi'nin Mimarı Metin Keskin, Karun Hazineleri için özel sergi alanlarının oluşturulacağı yeni müzenin akıllı güvenlik sistemleri ile korunacağı belirtti.

Keskin, Uşak Tren Garı yakınında inşa edilen yeni müze binasının 2 bin 450 metrekare alanda kurulacağını ve üç katlı olacağını söyledi.

Halen Uşak Arkeoloji Müzesi'nde yaklaşık 45 bin eser bulunduğunu ve bu eserlerin büyük bölümünün sergilenebilir nitelikte olduğunu belirten Keskin, Lidya Kralı Krezüs'e ait olduğu değerlendirilen ve Karun Hazineleri olarak adlandırılan 451 parçalık paha biçilmez koleksiyon için müzede özel bir sergi salonu hazırlanacağını dile getirdi.

Uşak Valisi Mehmet Ufuk Erden de Karun Hazineleri'nin Uşak'ın markası olduğunu ifade ederek, yapımı 2014 yılında sona erecek müzenin kent için son derece önemli olduğunu dile getirdi.

Sabah, 17.04.2013

KARAKÖY MESCİDİ YENİDEN YAPILACAK

 

Karaköy'den 1958'de yol çalışması nedeniyle sökülerek Kınalıada'ya götürülen ve daha sonra da ortadan kaybolan İtalyan mimar Raimondo D'Aronco'nun yaptığı Karaköy Mescidi'nin yeniden inşasına koruma kurulu onay verdi. Koruma Müdürlüğü, caminin restitüsyon, restorasyon ve rekonstürksiyon projesinin yapılması için 19 Haziran 2012'de ihale düzenledi. İhaleyi kazanan firma proje çalışması kapsamında İtalya'daki Udine Belediye Müzesi Proje, Çizimler ve Baskı Galerisi bölümüyle temasa geçerek mimar D'Aronco'nun orijinal çizimlerini istedi. İtalya'dan gelen orijinal tasarım, plan, kesitlerini gösteren belgeler, iç mekan, mihrap ve minberle ilgili çizimler ışığında proje hazırlandı. Proje daha sonra onay için Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu onayına sunuldu. Kurul tarafından onaylanan projenin bu yıl başlaması hedefleniyor. Caminin yapımı sırasında, eski camiye ait olan ve halen Kınalıada'da bulunan mihrabın bir parçası ile cepheye ait motifli mermer parça da kullanılacak.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 17.04.2013

SELÇUKLU'NUN MİRASI ALANYA KALESİ 10 YILDIR RESTORE EDİLİYOR

 

 

Turizmin önemli merkezlerinden Alanya'da deniz, kum ve güneşle birlikte en çok dikkat çeken tarihi turistik mekanlardan Alanya Kalesi belediye tarafından restore ediliyor. Hellen, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyeti izleri bulunan 2 bin 400 yıllık Alanya Kalesi, son 10 yıldır yapılan restorasyon çalışmalarıyla ayağa kaldırılıyor.

 

Alanya Kalesi Yönetim planı hazırlanarak 50'ye yakın bölgede restorasyon, kazı, tamir, aydınlatma, projelendirme, yaya yolu, çevre düzenleme ve hafriyat çalışması bitirilen kalede çalışmalar devam ediyor.

 

Bu çalışmalar çerçevesinde; Kızılkule-Tophane ekseni proje alanı içinde geleneksel bir Alanya evi olan Kültür Müdürlüğü-Alanya Kalesi Alan Başkanlığı binası onarılarak bitirildi. Kızılkule önü bilet gişesi uygulamasına geçildi. Kızılkule-Tophane arası kazı ve hafriyat yapılması, kültür evinin restorasyonu tamamlandı. Alanya Kalesi Tophane ve Hisariçi Mahallesi yol düzenleme ve döşeme çalışması, Tophane Mahallesi'nde Vakıflar mülkiyetinde bulunan mescit yapısının onarımı yapılarak hizmete açıldı, Kızılkule-Tophane ekseni proje alanı için de 288 ada 1-2-3-4-5 parselde bulunan sarnıç yapılarının projelendirilip onarım çalışması tamamlanarak sergi mekanı olarak hizmete açıldı. 393 ada 4 parselin kamulaştırılması, projelendirilmesi ve onarımı yapılarak, Alanya Belediyesi Kültür Evi ve Herbaryum Müzesi olarak hizmete açıldı.

 

Kızılkule ile Tersane arasında çevre düzenleme işi, Alanya Kalesi 480 ada 1 parseldeki ana giriş kapısı ile hemen gerisinde bulunan burç ve surların projelendirilmesi, onarımının yapılması ve ziyaretçi bilgilendirme ofisi olarak değerlendirilmeye alındı. Kızılkule iç ve dış aydınlatma uygulaması, Alanya Kalesi Hisariçi Mahallesi ana ulaşım güzergahı üzerinde yaya trafiğinin rahatlatılması için yol kenarına yaya yolu yapıldı. Hisariçi Mahallesi 310 ada 2 parseldeki tescilli taşınmazın onarım çalışması yapıldıktan sonra Ömürlü-Kemal Atlı Evi olarak hizmete açıldı. Alanya Kalesi, 301 ada 8 parselde bulunan Denizci Mescidi'nin projelendirilmesi ve onarımı bitirildi. Kızılkule'den Ehmedek'e doğru sur duvarlarında bulunan graffitilerin projelendirilmesi tamamlandı. Tersane'nin iki gözünde onarım çalışması yapıldı. Alanya Kalesi'nde Bulunan Mecveddin Sarnıcı ile Pazar Sarnıcı projelendirildi. Tersane ile Tophane arasındaki yürüyüş yolu yapıldı. Özel mülkiyette bulunan Alanya Kalesi, Hisariçi Mahallesi 320 ada 1 parseldeki tescilli yapının projelendirilerek onarımı yapıldı. Tersane içinde sergilenmek üzere Osmanlı Çekevelesi, vinç, malzeme alımı yapıldı. Alanya Kalesi tersane yapısı içinde bulunan mescidin konservasyon projesi yapılarak onarımı gerçekleştirildi. Tophane Mahallesi 288 ada 5 parselin kamulaştırılması yapıldı. UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne dahil olabilmesi için yapılan çalışmalar, Alanya Kalesi ve Tersanesi'nin elektrik hatlarının yeraltına alınması, ulaşım etüd çalışması ve tabelalandırma çalışması bitirildi.

 

Alanya Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu, tarihi mekanları restore ederek hem geçmişe sahip çıkma hem gelecek nesle daha iyi aktarabilmek için restorasyon çalışmalarına ağırlık verdiklerini belirtti. Sipahioğlu, turizm merkezi olarak ta turistin özellikle Alanya Kalesi'ne çok önem verdiğine dikkat çekti. Kalede çalışmaların sürekli devam edeceğini işaret eden Sipahioğlu, şehirle adeta simgeleşen kalenin giderek daha güzel olacağını söyledi.

 

10 BİN HEKTARLIK ALANYA KALESİ'NİN 7 İSMİ BULUNUYOR

10 bin hektarlık bir yarımada üzerinde kurulmuş olan kale Koracesium, Kalonoros, Kandelore, Scandelore, Lescandelore, Alaiyye ve Alanya Kalesi gibi isimler altında MÖ 4. yüzyıldan beri günümüze kadar arkeolojik, doğal ve kentsel sit alanı özelliklerini bir arada barındırıyor. Arkeolojik buluntular ve Syclax, Strabon, Plinius, Ptolemaios, İbni Batuta, İbni bibi ve Evliya Çelebi gibi kaynaklar Alanya Kalesi'ne ışık tutuyor. 1221 yılında Sultan Alaaddin Keykubat tarafından Selçuklu topraklarına dahil ettirilen kale, denizden ve karadan zor ulaşılabilirliği ve doğal korunaklı oluşu nedeniyle tarih boyunca kesintisiz yerleşim görmüş bir tarihi mekan.

 

Alanya Kalesi; Anadolu'yu süsleyen yüzlerce kaleden bugün ayakta kalabilmiş, en iyi korunmuş Ortaçağ kalelerinden birisi. Kale 65 kilometreyi bulan surların uzunluğu 140'ı bulan burçları, içindeki 400'e yakın sarnıcı, görkemli, yazıtlı ve bezemeli kapıları ile bir açık hava müzesi görünümünde. Surlar; Kızılkule'den başlayarak planlı bir şekilde Ehmedek, İçkale, Adam Atacağı, Cilvarda Burnu Üstü, Arap Evliyası Burcu ve Esat Burcu'na inerek Tophane ve Tersane'yi geçip başladığı yer olan Kızılkule'de son buluyor.

 

Kalenin ilk iskan tarihi, Hellenistik döneme kadar inse de gerçek anlamda Selçuklu İmparatorluğu döneminde tüm görkemi ile anıtsal bir kale şeklini almış. Kalenin, İçkale olarak adlandırılan ve yarımadanın Batı köşesinin en yüksek yerinde kurulmuş olan bölümünün denizden yüksekliği 250 metreyi buluyor. İdari ve askeri örgütlenmenin merkezi olması nedeniyle 4 yönden dayanıklı surlarla çevrilmiş. İçkale'nin orta kısmında yer alan tuğladan yapılmış iki adet Selçuklu dönemi su sarnıcı bugün de işlevini sürdürüyor. İçkale'deki başlıca yapılar, Batı bölümü hariç diğer cephelerde kale duvarlarına bitişik inşa edilmiş. İçkale'de gezerken görülebilecek diğer yapı grubunun askeri amaçlı kışla, yatakhane ve depo olabileceği sanılıyor. İçkale'nin hemen hemen orta bölümündeki alanda küçük bir Bizans Kilisesi göze çarpıyor. Bu da İçkale'nin Selçuklulardan daha önceki dönemlerde de kullanılmakta olduğunu kanıtlıyor. Yonca planlı yapıyı; yuvarlak kemerli pencereler ve nişlerden oluşan geniş kasnak, merkezi kubbeyi çevrelemekte. Alaaddin Keykubad, ayrıca kaleyle bütünleşen anıtsal yapılar da yaptırmış. Selçuklu sanatının eşsiz örneklerinden biri olan Kızılkule bunlardan biri. Kaleye bütünlük sağlayan planı ile Alanya'nın simgesi durumunda. Limanı sürekli denetim altında tutmak amacıyla yapılmış. 1226 yılında yapıldığı bilinen kulenin mimarı kuzey yönündeki yazıtta yazılı, adı Halepli Ebu Ali. Kulenin Güneyindeki yedi satırlık yazıtta ise Sultan Alaaddin Keykubat övücü vasıflarla övülüyor.

 

Selçukluların, Akdeniz ile ilk tanışmalarını simgeleyen tersane, 1227 yılında inşa edilmiş. Yapı, Alanya Kalesi'nin bütünlüğü içerisinde tüm görkemi ile ayakta duruyor. Giriş kapısındaki rozetlerle süslü yazıt Sultanın armasını taşımıyor. Kapının sağ tarafında küçük bir oda yer almakta. Bu oda kimi bilim adamlarına göre mescid, kimilerine göre de depo olarak değerlendirilmiş. Kapının solundaki odanın ise tersanedeki görevli memurlar için düzenlendiği düşünülüyor. Selçuklular, Sinop'tan sonra ikinci deniz üssü niteliğindeki bu yapı ile Akdeniz'e açılmış, hatta bu tersane ile Alaaddin Keykubat'a "iki denizin sultanı" ünvanını almış. Alaaddin Keykubad döneminde, tersaneyi güvence altına almak için yapıldığı sanılan Tophane 2 katlı, dikdörtgen planlı bir yapı.

Zaman, Haber: Melik Evren, 16.04.2013

MARMARAY KAZILARINDA ÇIKAN HAYVAN KEMİKLERİ MÜZEDE SERGİLENECEK

 

Yenikapı'daki Marmaray ve İstanbul metrosu kazılarında birçok tarihi eserin yanı sıra hayvan kemikleri de gün yüzüne çıktı. Kazılarda, attan file, ayıdan sığıra kadar birçok hayvan türüne ait 60 bin kemik bulunurken, kemikler Mayıs ayından itibaren müzede sergilenecek.

 

Yenikapı'daki Marmaray ve İstanbul metrosu kazılarında birçok tarihi eserin yanı sıra hayvan kemikleri de bulundu. İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Vedat Onar kazılarda, attan file, ayıdan sığıra kadar birçok hayvan türüne ait bulunan kemikler hakkında bilgi verdi.

 

Onar, "Yenikapı'da Marmaray projesi başladığı zaman arkeolojik malzemeler çıkınca yine aynı tarih içerisinde İstanbul Arkeoloji Müdürlüğü başkanlığınca arkeolojik kazılara başlandı. Dolayısıyla binlerce bizim alanımız içerisinde baktığımız zaman hayvan kalıntısı ortaya çıktı. Birçok arkeolojik malzemenin yanında hayvan kalıntıları da önemli bir boyut içerisindeydi" dedi.

Kazı alanından maymun kemiklerinin de çıktığını belirten Onar, "Birçok işlenmiş kemiklerimiz var. İşlenmiş deve, sığır boynuzları, geyik boynuzlarımız alanda çok fazlaydı. Muhtemelen dekoratif amacıyla hasırcılıkta demircilikte kullanılan malzemelerdir. En önemli balık malzemelerimizden ton balıkları kalıntıları alanda çoktu. Çünkü balık türleri zengindi Bizans zamanında balıkçılık çok önemli bir boyuttaydı. Burada yine geyiklerimize ait kimi zaman avlanmış kimi zaman da geyik boynuzlarının toplanmış olduğunu ve bundan da birçok malzemeler üretildiğini görüyoruz" diye konuştu.

 

Bizans atlarının koleksiyonunu da gösteren İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Vedat Onar, Bizans atlarının dünyada da en zengin koleksiyona ait olduğunu düşündüklerini ifade etti.

Kemikler Mayıs ayından itibaren İstanbul Üniversitesi Avcılar Kampüsü'nde kurulan müzede sergilenecek.

haberler.com, 16.04.2013

 

******


İŞTE BİZANS'IN HAYVANLARI!

 

 

Türkiye’de ilk kez açılan arkeolojik kazılarda çıkarılan hayvan iskeletlerinin sergilendiği Osteoarkeoloji Müzesi, Marmaray kazılarından elde edilen bulgulara da ev sahipliği yapacak. İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Vedat Onar, 2004’te başlatılan kazı çalışmaları sırasında çıkarılan kemikleri incelediklerini söyledi. Kazı faaliyetinin 58 bin metrekarelik alanda yapıldığını ifade eden Onar, “Şu ana kadar 60 binin üzerinde kemik incelemesi yaptık” dedi.

Kazı alanında, 8 bin 500 yıl öncesine kadar giden buluntulara ulaşıldığını söyleyen Prof. Onar, “Şu ana kadar elde ettiğimiz sonuçlarda, Bizans’ta hayvanlarla insan arasındaki bağın yoğun olduğunu belirledik. Yıllardır kazı çalışmalarına katılıyorum ancak hayvan kemiklerinin bu kadar fazla olduğu bir alana rastlamadım. İnanılmaz bir hayvan popülasyonuna rastladık. Sadece kedigiller dediğimiz aslan, kaplan türünün dışında birçok hayvan kemikleriyle karşılaştık. En ilginci bu” diye konuştu. Müze, 30 Nisan’da Rektör Prof.Dr. Yunus Söylet tarafından açılacak.
 

Kazı alanında geyikten yabankeçisine, filden caretta caretta kaplumbağasına kadar 54 türe ait kemiklere ulaşıldı. Kemikler, İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Osteoarkeoloji Müzesi’nde sergilenecek.

Radikal, 19.04.2013

BİR RÜYANIN SONU...

 

 

Emek Sineması'nın korunması için eylemler sürerken, Serkildoryan kompleksinde yıkım başladı. Şu anda 1930'lardan kalma, 'İki süper film birden' gösterimleriyle hatırlanan 'Rüya Sineması'nın sahnesi yıkılıyor...

 

Emek Sineması’nın yıkılarak yerine AVM yapılmasıyla ilgili protestolar devam ederken Serkildoryan binasının arkasındaki diğer sinemalar ve tarihi binalar teker teker yıkılmaya başlandı. Dün akşam inşaat makinalarının sahnesini yıktığı bina, ‘İki süper film birden’ gösterimleriyle akıllara kazınan Rüya Sineması...

Rüya Sineması, Yunan Konsolosluğu olarak kullanılan Şişmanoğlu Konağı ile Serkildoryan’ın arkasındaki boş alana 1930 yılında yapıldı. İlk adı Artistik Sineması’ydı, 1934'te Sümer, daha sonra Küçük Emek ve Rüya ismini aldı.

Uzun yıllar seks filmleri ile ünlenen sinema 2009’da hem içini hem de ‘imajını’ yenilemiş, festival ve vizyon filmleri göstermeye başlamıştı. ‘Yeni Rüya Sineması’, yenilenerek ve tekrar hizmete girmesinin üzerinden yaklaşık bir yıl geçtikten sonra, 6 Mayıs 2010’da protestolar eşliğinde kapandı. Yeni Rüya’nın perdesi son kez 21:00 seansıyla ‘Mın Dit’ (Ben Gördüm) filmi için açılmıştı.

Turkmall ve Akbalık Grubu’nun hissedarı olduğu Kamer İnşaat’ın ‘Grand Pera’ projesi kapsamında yıkılacak alan Serkildoryan bloku olarak da biliniyor. 1883’te Osmanlı seçkinlerine kulüp olarak yapılan Serkildoryan’ın arkasındaki arsaya önce İpek Sineması yapılmış. Melek Apartmanı’nın arkasına Emek yapıldıktan sonra, kalan boşluğa da Rüya yerleşmiş. ‘Grand Pera’ AVM için Serkildoryan’ın arkasındaki bütün sinemalar ve apartmanlar (tarihi İsketenj apartmanı hariç) sadece cepheleri kalacak şekilde yıkılacak.

Radikal, Haber: Elif İnce, Fotoğraf: Gençer Yurttaş, 16.04.2013

KIZKALESİ TURİSTLERİ AĞIRLAMAYA BAŞLADI

 

 

Erdemli İlçesi'ne bağlı tarihi ve turistik beldesinde, yerli ve yabancı turistler deniz ve kumsal keyfi yaşıyor.


Beldede güzel havayı fırsat bilen turistler, deniz bisikletiyle gezinti yapıp, kumsalda güneşlenerek ve kitap okuyarak gününü geçiriyor.


Kızkalesi Belediye Başkanı Necati Kale, gazetecilere yaptığı açıklamada, beldede yılın 12 ayı denize girilip, yüzülebileceğini ve kumsalda güneşlenilebileceğini söyledi.

Kızkalesi'nin turizm sezonuna hazır olduğunu belirten Kale, 2013 Akdeniz Oyunları plaj voleybolu müsabakalarının beldede yapılacak olmasının da turist sayısını artıracağını ifade etti.

Havaların ısınmasıyla beldeye çok sayıda turist geldiğini kaydeden Kale, "Beldemize turistler akın akın gelmeye başladı. Yerli ve yabancı turistlerimizi ağırlamaya başladık. Kızkalesi ve çevresi, Türkiye'de yıl içerisinde güneşi en çok gören ve sıcaklık ortalamasının en yüksek olduğu bölge. Dolayısıyla beldemiz turistlerin en çok tercih ettiği yerlerden birisi oluyor" diye konuştu.

Sabah, 15.04.2013

520 YILLIK HAMAM RESTORE EDİLDİ

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restorasyon çalışmaları tamamlanan ve açılış için son hazırlıkların yapıldığı İncirli Hamamı, kent silüetindeki yerini aldı.

 

Kültür merkezi olarak kullanılacak hamamdaki son çalışmaları inceleyen Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, tarihi mekanın kısa süre içinde Yıldırım İlçesi'ndeki sosyal ve kültürel etkinliklerin merkezi haline geleceğini söyledi.

Molla Fenari’nin torunu Alaaddin Ali Bey tarafından yaklaşık 520 yıl önce yaptırılan, tekrar tekrar onarıldıktan sonra bir dönem tütün deposu olarak kullanılan ve 1985 yılından bu yana atıl duran hamam, restorasyonun ardından Yıldırım’ın en ayrıcalıklı mekanı haline getirildi. Başkan Altepe, “Burada, mesleki eğitimler başta olmak üzere sosyal ve kültürel aktiviteler, sergiler düzenlenecek.” dedi.

Zaman, Haber: Fatih Karakılıç, 16.04.2013

YOL İÇİN TARİHİ BİNA KAYDIRILACAK

 

 

Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de yeni yapılan parkın yanında bulunan ve yolla kesişen 105 yıllık bina, 10 metre öteye kaydırılacak.

 

Şehrin tarihi ve merkezi yerlerinden biri olan Fuzuli Sokağı'nda 70 bin metrekarelik alana park çalışması başlatan Bakü Belediyesi, çevrede düzenleme yaptı.

 

Altında 3 bin 500 araçlık otopark, içerisinde çok sayıda havuz, fıskiye ve egzotik ağacın bulunacağı parkın yapımı için çevredeki bazı binalar istimlak edilerek yıkılırken, belediye yetkilileri parkın hemen yanında bulunan ve parka gelecek yolla kesişen 105 yıllık tarihi binayı yıkmak yerine kaydırmaya karar verdi.

 

Belediyenin aldığı karara göre, başkent Bakü'nün merkezinde yer alan, yapılan yeni park ve etrafındaki yolla kesişen tarihi bina 10,6 metre kaydırılacak. Bu kapsamda çalışmalara başlayan belediye, binanın kaydırılma işlemini gerçekleştirmek için daha önce de benzeri çalışmalar yapan Hollanda şirketi ile anlaştı.

 

Uzunluğu 52, genişliği 35, yüksekliği ise 20 metre olan 18 bin tonluk binanın kaydırılması için 210 adet özel hidrolik düzenek kurulduğu, binanın bu düzenekler vasıtasıyla kaldırılarak 9 adet hidrolik araçla kaydırılacağı belirtildi. Kaydırma işleminin gerçekleştirileceği düzeneklerin 8 büyüklüğünde depreme dayanıklı olduğu ifade edildi.Tarihi binanın 20 Nisan'da başlayacak kaydırılma işlemi beş gün sürecek.

Yapı, 15.04.2013

İSTANBULKAPI YENİDEN TARİH KOKACAK

 

 

Yakutiye Belediyesi tarafından hazırlanan ve Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma Ajansı (KUDAKA) tarafından kabul edilen proje kapsamında, İstanbulkapı, yaklaşık 1 milyon liraya restore edilecek.

 

Başkan Ali Korkut, İstasyon Mahallesi'ndeki tarihi mekanın eski günlerine kavuşması için çalışma başlattıklarını ifade ederek, bu tarihi dokuyu yeniden turizme kazandırmak istediklerini söyledi.

 

Kapının, bazı madde bağımlılarının mekanı haline geldiğini anımsatan Korkut, "Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet'in temellerini attığı Erzurum'a, İstanbulkapı'dan giriş yaptı. Tarihi böylesine derin ve anlamlı olan fakat şimdilerde birtakım insanların mekanı haline gelen İstanbulkapı'yı artık kurtarma zamanı geldi. Her yıl sadece 3 Temmuz'da hatırlanan ve uygunsuz kişilerin mekanı haline gelen İstanbulkapı, yeniden tarih kokacak" dedi.

 

Korkut, İstanbulkapı'nın yıllardır kurtarılması için çalıştıklarını fakat belediyenin imkanlarının kısıtlı olması nedeniyle hazırlanan projeleri hayata geçiremediklerini dile getirdi.

 

"Önemli derecede tahribatlar ve yıpranmalar var"

Erzurum'un kapılar ve tabyalar şehri olduğunu belirten Korkut, şöyle devam etti:

"Ne yazık, bu kapılar ve tabyalardan günümüze kadar gelenlerin sayısı 4'ü geçmiyor. 1876 yılında yapıldığı bilinen tarihi İstanbulkapı ise birtakım uygunsuz insanların kullandığı mekan haline gelmiş. Duvarlarına çeşitli yazılar yazılmış. İç taraflarında yakılan ateşler duvarlarında tahribatlar oluşturmuş. Dışarından baktığımızda tarihi mekanın önemli derecede tahribatlar ve yıpranmalara maruz kaldığı görülmekte."

 

Başkan Korkut, tarihi mekanı insanların dinlenebileceği ve ailesiyle oturup çay içebileceği bir yer haline getireceklerini vurguladı.

 

Hazırladıkları projeyle mekanın çevre düzenlemesinin ardından iç ve dış tarafında restorasyon çalışmaları yapılacağını kaydeden Korkut, oluşan tahribatların tamamen ortadan kaldırılacağını, bu müdahalenin ardından aslına uygun restorasyonla İstanbulkapı'nın hizmete açılacağını belirtti.

 

Korkut, "Burayı bir kafeterya tarzında insanların gelip tarihi dokuyu görebileceği, tarihi soluyacağı bir yer haline getireceğiz. Sadece Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün şehre giriş yaptığı 3 Temmuz'da değil, yılın her günü artık gelip gezilecek kültürel bir mekan haline gelecek. Atatürk'ün şehre giriş yaptığı kapı, böylece halkın dilindeki söylentilerden de kurtulmuş olacak" diye konuştu.

 

Şehrin kültürel turizmi için önemli potansiyele sahip mekanların, elden geçirilmesi halinde kente gelen yerli ve yabancı turist sayısında da önemli artış olacağına inandıklarına dikkat çeken Korkut, bu kapsamda çalışmalarına devam edeceklerini sözlerine ekledi.

Yeni Şafak, 14.04.2013

ŞAPKA DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ

 

 

Anıtlar Kurulu ve Müze Müdürlüğü’nce üçüncü derece sit alanı olarak belirlenen bölgeye yapılan AVM inşaatının brandaları kaldırılınca, Mudanyalılar sürprizle karşılaştı. Mudanya AKP ilçe yöneticisi olan Barış Oktay'a ait benzin istasyonunun, AVM inşaatına yapı izni verilmesi emsal gösterilerek, sit alanında inşaatına başlandı.

 

Sit alanındaki inşaata tepki gösteren muhalefet konuyu yargıya taşırken, Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk “İnşaatı yapan firmaya bölgedeki tarihi dokuyu koruma ve ortaya çıkan eserleri sergileme şartı getirildi. Bu uygulama dünyanın her yerinde böyle yapılıyor” dedi.

 

Mudanya Bursa karayolu kenarında birinci derece sit alanı konumundaki bölge Anıtlar Kurulu ve Müze Müdürlüğü’nün hazırladığı projeler kapsamında üçüncü derece sit alanı olarak belirlendi. Tarihi eserleri barındıran arazi üzerine iki kata kadar ticari faaliyetlerin yürütüleceği inşaatların yapılmasına da izin verildi. Bir alışveriş merkezinin inşaat yapı iznini almasının ardından durumu emsal gösteren arazi sahibi de alışveriş merkezinin etrafını çevreleyen brandanın içerisinde benzin istasyonunun inşaat çalışmalarına başladı.

 

Kazı esnasında pek çok tarihi eserin ortaya çıktığını ve bölgenin tamamının bir yeraltı kentini barındırdığını ifade eden Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Mudanya İlçe Başkanı Recep Yüksel Kesen de, “Durumu istişare ediyoruz. Mudanya’nın merkezine bir benzin istasyonu inşaatına gerek var mı? Mudanya bunu hak ediyor mu? Bu soruları her defasında soruyoruz. Fakat Mudanya Belediyesi, “Biz iktidarız. Siyasi gücümüz var. Biz yaparsak olur” tavrı içerisinde. Tepkimizi koyacağız ve gereken her şeyi yapacağız” diye konuştu. Defalarca savcılığa giderek suç duyurusunda bulunduklarını belirten CHP Mudanya İlçe Başkanı Rüştü Cozlan, konuyla ilgili mücadelelerini sürdüreceklerini söyledi.

 

Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk ise 1984 yılında yapılan planla beraber bölgede 2 kata kadar ticari inşaata izin verildiğini ifade ederek, “Bölgede inşaat için çalışmalar başladıktan bir hafta sonra bir tunç heykel ve birkaç parça da tarihi eser bulundu. Bunun üzerine Anıtlar Kurulu tarafından yapılan çalışmayla bölge üçüncü derece sit alanı ilan edildi. Fakat inşaatı yapan firmaya bölgedeki tarihi dokuyu koruma ve gerekli düzenlemeleri üstlenerek ortaya çıkan eserleri sergileme şartı getirildi. Dünyanın her yerinde bu uygulama yapılıyor. Böylece devletin cebinden beş kuruş para çıkmadan tarihi yerler ortaya çıkmış oluyor” açıklamalarında bulundu. 

Bursa Hakimiyet, Haber: Ergün Demirci, 14.04.2013

 

Suriye’de iki yıldan fazla zaman önce ilk protestoların başladığı Deraa şehrinde bulunan tarihi Ömer Camii’nin minaresi yıkıldı. Muhalifler minarenin Devlet Başkanı Beşar Esad’a bağlı güçlerce yıkıldığını öne sürdü.

 

YouTuba’a yüklenen videoda bir yolun sonunda bulunan caminin minaresinin bir bombardıman sonucu yıkıldığı ve paramparça olduğu görülebiliyor. İnternetteki başka videolarda da geçmişi 7’nci yüzyıla dayanan caminin birkaç gündür bombardımanlara hedef olduğu öne sürülüyor.

 

Muhalif Suriye Ulusal Konseyi’nden yapılan açıklamada, “Bu rejimin kontrolsüz barbarlığı, medeniyetin, ruhaniliğin ve insaniliğin sembolleriyle dolu bir yer olan Ömer Camii’nin minaresini tanklarla hedef aldı” denildi.

 

Açıklamada caminin minaresinin Suriye’yi Müslümanlar adına fetheden halife Hz. Ömer tarafından yapıldığı ve Doğu Akdeniz’deki ilk minare olduğu hatırlatılarak, “tiranın askerleri tarafından yıkıldı” denildi.

 

Konseyin açıklamasında Ömer Camii’nin Esad’a karşı ayaklanmaların başlangıcında önemli bir rol oynadığına da dikkat çekildi.

Hürriyet, 14.04.2013

KİLİSE GÖRÜNDÜ

 

 

Muğla'nın Bodrum İlçesi’nde 42 yıl halk eğitim merkezi olarak kullanılan binanın yıkım çalışmalarıyla, 280 yıllık Aya Nikola Kilisesi de ortaya çıkmaya başladı.

 

Bodrum Belediye Başkanı DP'li Mehmet Kocadon "Kilisenin orijinal duvarlarına ulaşmayı başardık. Şimdi amacımız kiliseyi tamamen ortaya çıkartıp kültür turizmine kazandırmak" dedi.

 

Bodrum’un Çarşı Mahallesi'ndeki dünyaca ünlü Barlar Sokağı Cumhuriyet Caddesi'ndeki Aya Nikola Kilisesi, 1965 yılında dönemin belediye başkanı Derviş Görgün tarafından 10 bin liraya Köyişleri Bakanlığı'na satıldı. 370 metrekarelik bahçe içinde bulunan kilise, duvarları sıvanıp üzerine kat çıkılarak sırasıyla depo, sinema, elektrik idaresi, tiyatro, kayıkhane ve son alarak da halk eğitim merkezi olarak faaliyet gösterdi. Denizli Pamukkale Üniversitesi’nin çürük raporu vermesinin ardından da kilisenin ortaya çıkarılması için yıkım çalışması başlatıldı. Önce üzerine çıkılan kat yıkıldı, ardından da orijinal duvarlarındaki sıvalar kazınmaya başlandı. 

 

Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon, "Kilisenin orijinal duvarlarına ulaşmayı başardık. Şimdi amacımız kiliseyi tamamen ortaya çıkartıp kültür turizmine kazandırmak. İlçenin merkezindeki bu kilise ülkeler arası barış ve dostluğunda simgesi olacak" diye konuştu.

Akşam, 14.04.2013

ANTİK YAŞAMI RESMEDEN MOZAİKLER

 

 

Zeugma Mozaik Müzesi ezber bozan bir müze. Hem sergilenen mozaikler ve antik kent kalıntıları açısından hem de Türkiye’deki alışıldık sıkıcı müzecilik anlayışının aşılmasından dolayı.

 

Toplum olarak müze gezme kültüründen uzak olduğumuz aşikar. Ya hiç gitmemeyi tercih ederiz ya da isteksiz adımlarla girer, şöyle bir göz atar ve çıkışın yolunu gözleriz. Bu algının oluşmasında ülkemizdeki müzecilik anlayışının etkisi yadsınamaz bir gerçek. Materyallerin ziyaretçinin ilgisini çekecek şekilde sunulmaması, sıkıcı müze mimarisi ve ziyaretçiyi mekanda nasıl daha fazla tutarız kaygısının olmaması en büyük sebeplerden. Gaziantep'teki Zeugma Mozaik Müzesi bu anlamda ezber bozuyor.

 

Müzenin inşası her ne kadar 2008'de başlıyor görünse de geçmişi epey eskiye dayanıyor. İlk yüzey araştırmaları 1931'de Zeugma arkeolojik alanında olur. Çalışmalar uzun yıllar ve ara ara yapılır. Ama 2000'de ortaya çıkan eserler adeta dünyanın gözünü şehre çevirir. Yüzlerce metrekare mozaikler, görkemli sütunlar ve çeşmeler, en önemlisi de ‘Çingene Kızı’ mozaiği gün yüzüne çıkar. Elbette kolay olmaz bu çalışmalar. Birçok badireler atlatılır süreçte. Birecik Barajı'nın yapımı tamamlandığında eserler suyun altında kalma riskiyle karşı karşıya kalır mesela. Tüm bunların sonucunda 2010'da müze binası  hızla tamamlanır.

 

Üç kattan oluşan binanın sergi alanı 30 bin metrekare. Bu yönden dünyanın en büyük mozaik müzesi. Müze, 2012’de Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık bulundu.  Bu ödülü fazlasıyla hak ettiğini söyleyebiliriz zira eserlerin yanı sıra müzenin mimarisi, ışıklandırmalar, teknolojinin tarihle uyumlu şekilde kullanılması gibi özellikler ilk bakışta dikkatinizi cezbediyor.

 

Üç boyutlu mozaik belgeseli

Müzeye girdiğinizde Zeugma mozaiklerini anlatan 10 dakikalık kısa filmi izlemenizi önemle tavsiye ederiz. Üç boyutlu filmle hem müze hem de Zeugma Antik Kent hakkında epey bilgi sahibi oluyorsunuz. Sinema salonundan çıkışta mozaiklerle süslü sığ havuzun dikkatinizi çekmemesine imkan yok. Lazer ışıklarıyla oluşutuluran bu havuz görüntüsünün ilk bakışta ne olduğunu anlamasak da adımımızı atınca kaçışan balıklar merakımızı gideriyor. Zeugma kentindeki havuzları canlandırmak için yapılmış burası. Yüzeyi şeffaf olacak şekilde kapatılan havuzun üzerinde gezindikçe balıklar kaçışıyor ve arka fonda mozaikler açığa çıkıyor. Böylelikle birkaç saniyeliğine binlerce yıl öncesine gitmiş oluyorsunuz.

 

Mozaik yapmaya ne dersiniz?

Zeugma Mozaik Müzesi açılmadan önce Tunus'taki Bardo Müzesi 650 metrekare mozaiğiyle dünyanın en büyük mozaik müzesi özelliğini taşıyordu. Zeugma'daysa restorasyonu tamamlanmış 850, koleksiyonda kayıtlı mozaik miktarıysa bin 600 metrekare civarında. Müzede 12 renk taş ve cam var. Ayrıca bu eserler 2 bin yıllık geçmişe sahip. 140 metrekare duvar resmi, 4 adet Roma dönemi çeşmesi, 20 sütun, 4 tane kireç taşından yapılmış heykel, tunç Mars heykeli, mezar stelleri, lahitler ve mimari parçaların serginin diğer parçaları…

 

Müzede dolaşırken antik kentte villaların içinde dolaşıyormuş hissine kapılıyorsunuz. İlerledikçe Zeugma'nın sanatsal ve kültürel yönüyle günlük yaşamın detayları hakkında bilgi sahibi oluyorsunuz. Zaten müze kurgulanırken de amaç bu hissi uyandırmak. O dönemde kentte yaşamış insanların inançları, kültürü ve günlük yaşantısını geçirdiği ortam birebir mimarisine uygun olarak sokağı, çeşmesi, duvarı ve tüm yapı taşlarıyla gerçek ölçüsünde ziyaretçilere sunulmaya çalışılmış.

 

Çalınan mozaiklere lazerli çözüm

Müzede yer alan mozaiklerin bazı bölümleri eksik ne yazık ki. Bunlar eski eser kaçakçıları ve define avcılarının mozaiklere verdiği zararın boyutlarını ortaya koyuyor. Ancak sanatçılar güzel bir çözüm sunmuş. Mozaiklerdeki eksik parçalar lazer sistemiyle tamamlanarak ziyaretçilere adeta görsel şov sunulmuş. Mozaiklerin yanındaki dokunmatik ekranlardan da mozaiğin çıkarılma aşamaları, mitolojik anlamları ve müzeye gelme sürecini de detaylı şekilde izleme şansınız var. Ayrıca dev dokunmatik ekranlarda mozaik kazısı yapma animasyonu da heyecan verici.

 

Müzenin en heyecan verici kısmı sona saklanmış. Zeugma ile özdeşleşen Çingene Kızı mozaiği ayrı bir odada sergileniyor. Siyah mermerlerle döşenmiş odaya ulaşmak için birkaç metre karanlıkta yürüdükten sonra antik kentin simgesine ulaşabiliyorsunuz. İri ve hangi yönden bakarsanız bakın sizi takip eden gözleri görmek için bile yolunuzu Antep'e düşürüp Zeugma Mozaik Müzesi'ni ziyaret edebilirsiniz.

Zaman Cumaertesi, Haber: Fatma Turan, 13.04.2013

HEYKELTRAŞ RODIN'İN ESERLERİ ABD'DE MÜZAYEDEYE ÇIKACAK

 

Fransız heykeltıraş Auguste Rodin'in ilk eserleri arasında yer alan başyapıtı "Düşünen Adam" ve "Cehennemin Kapısı" gibi heykelleri, New York City kentinde müzayedeye çıkacak.

 

Sotheby's şirketi, 7 Mayıs'ta düzenlenecek müzayedede "Düşünen Adam" heykelinin 12 milyon dolara kadar alıcı bulabileceğini tahmin ettiklerini açıkladı.


"Düşünen Adam" heykelinin tam ölçekli modelinin siparişi 1906'da basın patronu Ralph Pulitzer tarafından verilmişti.


Müzayedede Rodin'in 1909 tarihli "Öpücük" ve 1883 tarihli "Ugolino ve Çocuğu" adlı yapıtlarının da satışa çıkarılacağı belirtildi.

Hürriyet, 13.04.2013

KAPADOKYA'NIN ÇÖP BACALARI

 

 

Nevşehir’in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Kapadokya bölgesinde, vadinin çöp alanı olarak belirlenmesi tepki çekiyor.

 

Her yıl binlerce turistin ziyaret ettiği Peribacaları ile ünlü olan Ortahisar Vadisi, Belediye tarafından çöp depolama merkezine dönüştürüldü. Vadiye dökülen çöpler, çirkin görüntüler oluştururken turizmcilerin tepkisine neden oluyor. Bölge turizmcileri, evsel atık maddelerin bölgeye vahşice atılmaması gerektiğini belirterek “Doğal, kültürel ve tarihsel birikimleri ile tüm dünyanın yakından bildiği Kapadokya bölgesinde özellikle son yıllarda çevre ile uyuşmayan görüntüler ortaya çıkıyor. Çarpık yapılaşmalar açısından da sorunlar yumağı haline gelen bölgede, ciddi çevre sorunlarını beraberinde getiren, evsel atıkların doğal görünümlü vadilere atılması ciddi bir çevre sorunu oluşturuyor. Yetkililerin bu konuya duyarsız kalmamalarını ve bir çözüm  bulmalarını bekliyoruz” yorumunda bulundu.

Milliyet, 13.04.2013

TOPÇU KIŞLASI İÇİN 'GEREKÇESİZ KARAR'

 
Koruma Kurulu'nun Topçu Kışlası'na 'reddini reddeden' Yüksek Kurul kararında "17 bin m2'lik kamuya açık meydan olacak, kapalı mekanlar da sosyo-kültürel amaçlı kullanılacak" dışında hiçbir açıklama yok. Odalar kararı yargıya taşıyor.

 

Beyoğlu’ndan sorumlu 2 No’lu Koruma Bölge Kurulu’nun reddettiği Topçu Kışlası projesinin Koruma Yüksek Kurulu’nca geçtiğimiz şubatta onaylaması çok tartışılmıştı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , bölge kurulunun projeyi kabul etmemesi üzerine “Topçu Kışlası’nı yapacağız. Kurul reddetmiş. Biz de reddi reddedeceğiz” demişti. Başbakan’ın açıklamasının üzerinden üç hafta geçmeden yüksek kurulun kışlaya izin verdiği bilgisi basında yer aldı, fakat gerekçe ortaya çıkmadı.

Radikal’in ulaştığı karar metnine göre, Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu, bölge kurulunun kararını neden iptal ettiğine dair hiçbir gerekçe göstermedi. Metinde yalnızca kışlanın ‘sosyo-kültürel’ amaçlı kullanılacağı belirtiliyor: “Taksim Meydanı ve Parkı ile bütünleşen yaklaşık 17 bin m2’lik kamuıya açık bir meydan düzenlemesi ve kapalı mekanların ise sosyo-kültürel amaçlı kullanımını öngördüğü anlaşılan avan projenin uygun olduğuna, bu nedenle İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun kararının iptal edilmesine karar verildi...”

Kışlanın hangi amaçla kullanılacağı aslında son derece belirsiz. Önceleri proje yürütücüleri kışlanın AVM olmayacağını iddia etse de Başbakan Erdoğan, “Kışlanın bir bölümü müze olabilir, ortası yeşil alan. Diğer bölümünde İstiklal Caddesi’nin devamı niteliğinde alışveriş merkezi. Üstü rezidans ve otel...” demişti.

NEDEN REDDEDİLMİŞTİ?
2 No’lu Bölge kurulu, red kararında “Binanın aslına uygun yapılması için yeterli veri yok” diyerek “Taksim Gezi Parkı’nı dikkate alacak şekilde, meydan ve çevresi ile olarak uyum sağlayan alternatif tasarım önerilerini” değerlendireceğini belirtmişti. Kurul, karar metninde Gezi Parkı için de “İstanbullular’ın kolektif belleğinde yer etmiş, 60-70 yıllık kullanım değeri ile tarihe belgelik eden bir nitelik kazanmış...” ifadelerini kullanmıştı. Yüksek Kurulu kararında bu itirazların hiç birine değinmedi, kışlayı onaylamasına bir gerekçe getirmedi.

Şehir Plancıları ve Mimarlar Odası yüksek kurulun kararına dava açıyor. Uzmanlar, yüksek kurulun kararı baskı altında aldığı ve yetkisini yanlış kullandığı görüşünde:

Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun Kahraman: Burada koruma ilkelerini gözeten bir karardan bahsetmek mümkün değil. Bir açıklama yapılmamış, bölge kurulunun kararını iptal ederken hiçbir gerekçe gösterilmemiş. Üstten gelen baskılarla alınmış bir karar olduğu ortada. Üst kurul 2011 yılındaki Kanun Hükmünde Kararnameler silsilesi sonucunda birtakım yetkiler getirildi. Önceden bölge kurullarının gözeteceği ilkeleri belirleyen akil insanlar topluluğuydu, şimdi yukarıdan sopa gösteren bir temyiz makamına dönüştü...

Eski 2 No’lu Kurul Başkanı Mete Tapan: Yüksek kurul bu kararında bir gerekçe göstermemiş, ‘uygun gördüm’ demekle yetinmiş...Ben de Yüksek Kurul üyeliği yaptım, o zamanlar bölge kurullarının yerine karar almak diye bir şey söz konusu değildi. 2011’de 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname çıktıktan sonra artık yüksek kurul ‘Öyle bir karar alıyorum ki tartışamazsın bile’ deme yetkisine sahip oldu. Bana sorarsanız bölge kurullarının yetkisine tecavüz anlamına gelir bu...

Mimar Oktay Ekinci: 2011’de yapılan değişiklik öncesinde yüksek kurulun görevi, farklı bölge kurulları arasında eşgüdüm sağlayacak ilke kararları geliştirmekti, bölge kurullarına tavsiye vermekti. Yüksek kurul ancak ‘kararınızı yeniden gözden geçirin’ diyebilirdi, son karar yine o bölge kuruluna aitti. Şimdiyse koruma kurullarının özerkliği çiğneniyor, bu Uluslararası koruma sözleşmelerine de aykırı. Yüksek kurulun çoğunluğunu ilgili bakanlıkların üst düzey siyasi bürokratları oluşturmakta; yani uzmanlıklarına bakılmaksızın müsteşarlar, genel müdürler... Denebilir ki Taksim Kışlası’nın yeniden yapımı için siyaset bilime müdahale etmiştir.

İMZASI OLAN ÜYELER
Kararda ismi bulunan yüksek kurul üyeleri şöyle: Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Özgür Özaslan (Kurul başkanı), Başbakanlık Müsteşar Yard. Ruhi Özbilgiç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Nihat Gül, Kültür Varlıkları ve Müzler Genel Müdürü Murat Süslü, Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürü Zeki Can, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürü Ali Kahraman, Vakıflar Genel Müdür Yrd. Ali Hürata, Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürü Yrd. Necdet Demiral, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bak. Maden İşleri Gn. Md. Yrd. Selahattin Erdoğan, Prof.Dr. Celal Şimşek, Prof.Dr. Sare Sahil, Doç.Dr. Metin Şenbil, Tankut Ünal, Prof.Dr. Kadir Pektaş, Prof.Dr. Hasan Ayrancı...

Radikal, Haber: Elif İnce, 13.04.2013

10 SORUDA EMEK SİNEMASI

 

Sahi nedir Emek Sineması meselesi? Kimse pek farkında değil, ama 20 yıldır süren bir dava söz konusu. Süreç uzun olduğu için yanlış anlamalar, hatalı bilgiler kafaları karıştırıyor. Biraz vakit ayırırsanız bu 20 yıllık süreci ve işin aslını size anlatalım.

 

Tadilat nedeniyle kapatıldığı 2009'dan bu yana Emek Sineması dönem dönem gündeme gelip duruyor. Geçtiğimiz pazar düzenlenen sinemanın yıkımını protesto gösterisinde polisin göstericilere biber gazı ve tazyikli suyla müdahale etmesi sonrası da Emek yine gündemin baş köşesine oturdu. Öyle ki, şimdiye kadar Emek'e ilgi göstermeyen insanlar bile, konuyla ilgili yazıp çizmeye başladılar. Ama yazılarda o kadar çok maddi hata vardı ki, sormayın. Mesela kimi Emek Sineması'nın kamu malı olduğunu gözden kaçırmış, özel mülkiyet olduğunu bile iddia etmişti. Peki gerçekte Emek Sineması davası nedir? Baştan söyleyelim 20 yıllık bir mesele var karşımızda. Sağlıklı karar vermek için bu 20 yıllık süreçte yaşanan gelişmeler hakkında bilgi sahibi olmadan yorum yapmak insanı yanlışlara sürükleyebiliyor. Zaten bu yanlışlardan dolayı da konu içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Emek Sineması sürecini, kapatıldığı 2009'dan bu yana takip eden bir sinema yazarı olarak yanlış anlaşılmaları düzeltmek boynumun borcu. Ki belirteyim bu dört yıl içerisinde, 20 yıllık süreci anlayabilmek için gazete arşivlerini taradım, mahkeme dosyalarını, kurul kararlarını, soru önergelerini okudum ve konunun taraflarıyla sıkça konuştum. Şimdi tüm bu bilgiler ışığında Emek Sineması gerçeğini anlatayım:

1- Emek Sineması kimin?
Emek Sineması'nın da içinde bulunduğu Serkldoryan Kompleksi, 1942'de çıkarılan Varlık Vergisi'sine kadar özel mülk. Ama Varlık Vergisi uygulaması sonrası İstanbul Belediyesi, bu kompleksi satın alıyor. İçinde Melek, İpek sinemalarının bulunduğu kompleks 4 Ocak 1957'de ise Emekli Sandığı'na satılıyor. Emekli Sandığı, kompleksi farklı firma, şirket ve dükkan sahiplerine kiraya vererek buradan gelir elde ediyor. Bu süreçte kompleks içerisindeki Melek Sineması'nın adı Emek olarak değiştirilip sinemanın işletmesi de Turgut Demirağ'a veriliyor. Sonra da İsmet Kurtuluş'a... Emekli Sandığı'nın, Sosyal Güvenlik Kurumu'na dönüşmesi sonrası kompleksin mülkiyeti artık SGK'ya ait. Yani Emek kamu malı.

2- Kamer İnşaat'ın eline nasıl geçti?
1970'lerde İpek Sineması'nda çıkan yangın Serkldoryan'a da sıçrıyor. Serkldoryan binası da zarar görüyor ve uzun yıllar bir bölümü atıl kalıyor. 1976'da ise Serkldoryan ve Emek Sineması, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu'nun kararı ile korunması gereken kültür varlığı olarak tescil edilince bu yapılara çivi çakmak bile özel izne bağlanıyor. Ama bu yapıların da elden geçmesi gerek. Emekli Sandığı, 1989'da yapıların tarihi dokusunu bozmadan restore edilmesi ve sonra işletilmesi amacıyla ihale açıyor. Fakat ilgi olmayınca ihale iptal ediliyor. Sonra 1992'de yeni bir ihaleye çıkılıyor. Bu ihaleyi Kamer İnşaat alıyor. Emekli Sandığı ile Kamer arasında bir protokol imzalanıyor ve yapılar 25 yıllığına kiralanıyor. Kamer İnşaat bir proje hazırlıyor. Projesine göre, Serkldoryan otel olacak, Emek'in altına da otopark yapılacak. Ama koruma kurulları bu projeyi onaylamıyor. Hatta 1999'da, İstanbul 2. İdare Mahkemesi, projeyi 'kamu yararı ve koruma ilkelerine uygun görülmediği' için iptal ediyor. Böylece Emek, Kamer İnşaat'ın yıkım girişimden ilk seferinde kurtuluyor.

3- Kamer İnşaat'ın sahibi kim?
Kamer İnşaat, 1993'teki protokole göre Veysel Tosun'a ait. Fakat şirket 2000'li yıllarda el değiştiriyor, Levent Eyüboğlu ve ortakları devralıyor. Bu alım satımda en kıymetli belge Emekli Sandığı ile yapılan imtiyazlı protokol. Kamer İnşaat'ın yeni sahipleri 2009'da ikinci bir proje hazırlıyor. Proje, Kültür Bakanlığı'na bağlı koruma kurullardan geçiyor. Hem projenin uygulanması hem de protokolün tekrar hayata geçirilmesi için Serkldoryan kompleksinin içindeki kiracıların çıkması gerek. Bunun için son kiracı İnci Pastanesi'nin tahliyesi sonrası ancak inşaata başlanabildi.

4- Yıkılıyor mu, taşınıyor mu?
Türk Dil Kurumu'na (TDK) göre yıkmak "Kurulu bir şeyi parçalayarak dağıtmak, bozmak, tahrip etmek," demek. Eğer TDK'yı referans alacaksak, Emek Sineması yıkılıyor. Çünkü, kurul kararlarıyla tescilli olan tavan süslemeleri, itinayla söküldükten sonra sinema yıkılacak. Ortaya çıkan alana, içinde dükkanların olacağı bir yapı inşa edilecek. Bu yapının en üst katına Emek Sineması ile aynı boyutlarda yeni bir sinema yapılacak ve orijinal süslemeler bu salona monte edilecek. Kamer İnşaat yetkilileri bu işleme 'taşıma' diyor. Oysa taşınan, anlatıldığı üzere sadece tavan süslemeleri. Proje kapsamında yeni Emek'in yanı sıra 10 salonluk bir sinema kompleksi de yeni yapıda yer alacak.

5- Neden yerinde korumuyor?
Kamer İnşaat yetkilisi Fatih Keskün, 2012'de alanı bize gezdirdiği zaman bu soruya "Mümkün," cevabını vermişti. O zaman neden yerinde korunmuyor? Keskün'e göre sürdürülebilir olması için. Yani Emek'in ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durabilmesi için bu karar alınıyor. Dolayısıyla Emek'in üst kata 'taşınması' ne deprem tehlikesinden ne de mimari bir zorunluluktan kaynaklanıyor. Ama proje iyi incelendiğinde şu görülebilir: Serkldoryan binası, kurul ve mahkeme kararları nedeniyle olduğu yerde birebir korunmak zorunda. Proje bu yapıyı olduğu gibi koruyarak restore ediyor. Ama Emek de yerinde korunursa, bu sefer yeni bir yapı için alan kalmıyor. Böyle olunca da bu büyük yatırım, karlı hale gelmiyor. Proje, Emek'in kapladığı alanı boşa çıkartıp bu alana yeni yapılar yaparak karlı hale geldiği için sinemanın 'taşınması' tercih ediliyor.

6- Yıkımına neden karşı çıkılıyor?
1924'te açılan Emek Sineması, hem kültürel hem de tarihi değeri nedeniyle önemli. Görkemli sinemaların Türkiye'deki son örneği. Ayrıca yıllarca İstanbul Film Festivali'nin ana sineması olduğu için toplumsal hafızada çok önemli bir yeri var. Mesela yönetmen Atıf Yılmaz'in cenazesi buradan uğurlandı! Tepkilerin odağında bir kamu malının özel şirket eliyle yapısının ve tarihi dokusunun yok edilerek dönüştürülmesi var. Hele hele bu yapının kültürel miras konusunda simge bir yer olması tepkilerin daha da yüksek sesle çıkmasına neden oluyor. Yoksa sinemanın restore edilmesine itiraz edilmiyor. Genel istek 'taşınmadan', sokakla ilişkisi kesilmeden Emek'in restore edilerek yerinde korunması. Zaten, tarihsel ve kültürel niteliği olan yapılar için de mimarlıktaki genel anlayış bu yönde.

7- 'Seyirci gitmiyordu' eleştirisi doğru mu?
Kamer İnşaat yetkililerinin argümanı şöyle: "Festival zamanı Emek'i tıklım tıklım dolduran seyirci, vizyon zamanı Emek'e gitmiyordu." Fakat şu gerçek atlanıyor: Emek Sineması'nın yıkım süreci 1993'te başlıyor. Ne 1980'lerde ne de 1990'larda Emek'in seyirci sorunu oldu. Hatta bu yıllarda Emek'te film izlemek için günler öncesinden bilet alındığı zamanlar da oluyordu. Dolayısıyla seyirci Emek'i tıklım tıklım doldurduğu dönemde başlıyor her şey! Ama son yıllarda eskisine göre Emek'te seyircilerin daha az film izlediği de bir gerçek. Bunun nedenini de bir sonraki soruda cevaplayalım.

8- Beyoğlu'ndaki sinemaların seyirci sorununun sebebi nedir?
Beyoğlu için sinemanın kalbi denir. Ama son yıllarda buradaki sinemalar ya kapanıyor ya da kapanma tehlikesi altında. Peki bunun sebebi nedir? Beyoğlu'ndaki çoğu sinemanın özelliği büyük ve tek salonlu sinemalar olmaları, tıpkı Emek gibi. Ama özellikle 2003'ten itibaren dağıtımcılar, seyircinin ilgi gösterme potansiyeli olan filmleri bu sinemalara dört-beş hafta oynatma şartıyla veriyor, üstelik hepsine de aynı şart dayatılıyordu. Ortaya da şöyle bir manzara çıkıyordu: Mesela vakti zamanında Da Vinci'nin Şifresi Beyoğlu'ndaki her sinemada oynuyordu. Böylece belki bir sinemayı dolduracak seyirciyi, bütün sinemalar paylaşmak zorunda kalıyor ve kimsenin de salonu dolmuyor. Üstelik dolmayan salonlarda bir filmi dört-beş hafta göstermek sinemaları yine bir çıkmaza sürüklüyor. Maliyetlerini karşılamayan sinema salonları, kendilerini modernize de edemiyorlar. Böylece 'bakımsız' eleştirilerine maruz kalıyorlar. 2007'de Beyoğlu, Alkazar ve Emek sinemalarının işletmecileri, bu dağıtımcı dayatmasından şikayet etmişlerdi ama seslerini pek duyuramamışlardı.

9- Emek, bakımsız köhne bir sinema mıydı?
Emek Sineması, korunması gereken kültür varlığı olarak tescil edildiği için tadilat yapılırken bile özel izinlere ihtiyaç duyuluyor. Sinemanın son işletmecisi İsmet Kurtuluş, 2000 yılında, kurullardan izin alarak 100 bin dolarlık bir yatırımla sinemayı baştan aşağı yeniledi. Ses sistemi, perdesi, koltukları, teknik aksam modern hale getirildi. Hatta bu tadilat sırasında dış cephedeki tabelası da elden geçti. Ama bu tabela İsmet Kurtuluş'a sorun oldu. Çünkü, tarihi yapının dış cephesine müdahale ettiği gerekçesiyle hakkında soruşturma açılmıştı.

10- Bu süreçte yetkililerin tavrı ne oldu?
Emek'in yıkım sürecinde mülk sahibi olarak Sosyal Güvenlik Kurumu, 2009'dan bu yana sessiz kaldı. SGK yetkilileri bir kere, Kamer İnşaat ile olan protokol yürürlülüğe sokulurken Kültür Bakanlığı'ndan onay aldıklarını söylemekle yetindiler. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ise sorumluluğun Kültür Bakanlığı'nın koruma kurullarında olduğunu, projenin onlar tarafından onaylandığını söyledi. Bunun için gözler hep kültür bakanlarında oldu. Eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ise önce Emek'in yıkılmasının mümkün olamayacağını söyledi, sonra da deprem tehlikesi nedeniyle sinemanın 'taşındığını' anlattı. Ama son tahlilde Emek yıkıldı, Günay da bakanlıktan alındı!

Sabah Cumartesi, Haber: Olkan Özyut, 13.04.2013

 

******


EMEK, BİR BİLMEYENE EMANET!

 

Biliyorsunuz Emek Sineması'nın yıkımı ortalığı karıştırdı.


Vatandaş, sanatçı, sinemasever herkes sokağa döküldü. Bugün bir eylem daha düzenleniyor. Saat 16:00'da Emek'in önünde buluşulacak. Umarım polis şiddetinden uzak bir eylem olur.
Aslında konum bu değil.


Yıkılacağı çok uzun zamandır belli olan ancak yıkılmaya başladıktan sonra hak ettiği gündemi elde edebilen Emek Sineması son bir haftadır manşetlerden düşmüyor.


Uzun süredir hukuk mücadeleleri veriliyordu, sinemayı kurtarmak için platformlar kuruldu ama sonuç alınamadı.


***


Sağlam bir tarihi geçmişi olan, şehri, yaşadığı değişimleri izlemiş, değişen akımlara ev sahipliği yapmış, kiminin çocukluk anıları kiminin şehrinin dokusunun vazgeçilmez unsurlarındandır Emek Sineması. 1924 yılından bu yana Yeşilçam Sokak'ta dönem dönem değişen adları, barok mimarisi ile şehrin kıymetlilerindendir.


Şimdilerde birçoklarının ağzında dolandığı gibi; Evet son yıllarda köhne ve bakımsız, eskimiş ve kokmuş, fareli ve böceklidir. Ancak bu sinemaseverlerin değil; tarihine, eserlerine sahip çıkmayı bilmeyen, saygı duymayan iktidarların ayıbıdır!


Çok fazla yazılıp çizildiği için Emek Sineması'nın önemi ve gelişmiş ülkelerdeki örnekleri, nasıl korunduğu konusuna girmeyeceğim.


Derdim başka!


Son bir haftadır televizyon programlarında ve gazetelerde Emek Sineması'nı yıkıp yerine yeni projeyi konduracak inşaat firmasının konuya dair açıklamalarını okuyorum. Sanırım en komiği de 'yıkmayacağız, taşıyacağız' açıklamasıydı.


Esas mesele işte tam da burada başlıyor; Emek Sineması tarihi bir yapı. Taşınması, yıkılması söz konusu olamaz. Hadi diyelim ki oldu bu işi alelade bir inşaat firması yapamaz!


Söz konusu inşaat firmasının adı Kamer İnşaat. İlgilenen herkes internet sitelerine girip daha önceki işlerini daha detaylı inceleyebilir. Elde edeceğiniz bilgileri size özetleyeyim; bolca yol, su deposu, alt yapı çalışması, gölet, arıtma tesisi..


Tarihi bir binanın 'taşınması', hayatında hiç bu konuda deneyimi olmayan bir inşaat firmasına veriliyor!


Restorasyon, renovasyon konusunda bilgisi, deneyimi olmayan bir firmaya nasıl bu proje için izin verildiğini anlamak mümkün değil. Madem niyeti bozdunuz bari usulüne göre bir 'kazanacak' belirleseydiniz!


Hiç değilse söktüğü taşın kaç yıllık olduğunu bilenler Emek'i yıksaydı!


***


Üstelik tüm bu tartışmaların arasında her gün kanal kanal, gazete gazete gezen bu şirketin yöneticilerine biri de çıkıp 'çok iyi taşıyın taşıyacaksanız da siz bu işi bilir misiniz?' diye sormuyor.


Meseleyi didikleyerek gerçeği ortaya çıkartması gereken röportajcılar önlerine konana razı oluyorlar.


'Emek Sineması yıkılmayacak, bire bir taşınacak, tavan yüksekliği bile aynı olacak' diyorlar.

'Sinemayı koruyarak yaşatabilmek için 12 salonlu bir proje yapıyoruz' diyorlar. Kabul ediyorsunuz. Ne sokaklara dökülen vatandaş, ne soruları soran gazeteci 'Tarihi bina yenilemek veya taşımak sizin alanınız mı ki?' diye sormuyor..


Sanmayın ki herkes çok saf, sanmayın ki kimsenin kafası bu soruyu akıl edecek kadar çalışmıyor... Ama susmak, onaylamak rahat, dertsiz tasasız iş...


Ya kör olacaksın ya sağır, ha yok olamıyorsan o halde çok mutsuz olacaksın!
İşte bu ülkenin gerçeği de bu...

Akşam, Yazı: Tuğçe Tatari, 13.04.2013

 

******


"YIKMAYIP TAŞIMAK" DEMEK...

 

Kamer İnşaat, Emek Sineması’nı yıkmıyor, taşıyor, içindeki süslemeleri “aynen yukarıya alıyor” ya hani...
 

Çok çırpınıyoruz ancak “Yıkmıyoruz, taşıyoruz”un yok etmekten bir farkı olmadığını anlatamıyoruz.


Tarih, zorunluluk hallerinde, bu iş üzerine profesyonelleşmiş kişiler ve şirketler tarafından taşınabilir.


Müzelere veya zorunluluk hallerinde yok olmamaları amacıyla orijinal yerlerinden taşınan tarihi eser örnekleri pek çok.


Mesela Mısır’daki Ebu Simbel tapınağı baraj gölünün altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ve 1968 yılında parçalanarak yapay bir tepeye taşınmış, parçaları yeni yerinde birleştirilmiş.


Tabii bunları yapan herhangi bir inşaat firması değil.


Neye kızdığımızı, Emek’in tarihi ve hayatımızdaki yerini bir türlü anlayamayan inşaatçı dostlarımız bu tip örneklere bakarak “yıkmayıp taşınmanın” bir yöntem olduğunu düşünmekteler.


Emek için yürüyen bir grup insan da önlerine taş koyuyor, işlerini engelliyor; onlar için olayın özeti bu.


Sinemanın olduğu yerde, olduğu biçimde kalması gerektiğini, nasıl anlatabiliriz, nasıl anlatmalıyız, artık tıkanma noktasına geldik.


İstanbul’da iş yapacak herhangi bir inşaatçı, önce şehrini, tarihini değil, en çok cebi nasıl dolacak, onu düşünecek elbette. Sinemanın altta olması onu maddi kayba uğratıyorsa, taşıyalım diyecek. Taşıyacak da.


Herkesten bir Çelik Gülersoy hassaslığı ya da şehir aşkı beklemiyoruz fakat madem Kamer İnşaat, Emek’i anlayamıyor, tarihine hakim insanlara kulak vermesi şart.


Nasıl bir örnek versek de “yıkmayıp taşıyoruz”un anlamsızlığını anlatsak inşaatçı dostlarımıza?


Konuya “Emek bir Ebu Simbel değil” diye yaklaşacak olursanız da...


Şöyle anlatmayı deneyelim: Emek’i taşımak, 100 yıllık bir fotoğraf alıp, fotokopisini çektirerek çerçevelettikten sonra orijinal olanı “zaten eski” diye çöpe atmaya benziyor.


Ha, cep dolduğu takdirde inşaatçı dostlarımız için bir sorun yok, ona eminim.


Yine de söylemek istedim...

Hüriyet, Haber: Melike Karakartal, 16.04.2013

ÇILGIN DEFİNECİ 1 AYDA 300 BİN LİRA HARCADI

 

Mersin’de, çatal şeklindeki ağaç dalının gösterdiği yerde define bulacağına inanan madenci Hikmet Rençber, 35 gün önce iş makineleriyle başlattığı kazı çalışmalarına devam ediyor.

 

Merkez Toroslar Belediyesi’ne ait alanda, izinle kazıya başlayan Rençber, alanın daralması ve yağış nedeniyle çalışmanın yavaşladığını belirtti. Kazıya ilk başladıkları günkü heyecanla çalışmaya devam ettiklerini anlatan Rençber, “Heyecanımızı yitirmiyoruz, sonuna kadar da devam edeceğiz” dedi.

 

Alanın daralmasından dolayı hafriyat çalışması yapmak zorunda kaldıklarını dile getiren Rençber, şunları söyledi: “Hedefimiz belli. Belirlenen yere doğru emin adımlarla ilerliyoruz.” Rençber, kazı için 300 bin liradan fazla harcama yaptığını, defineye ulaşana kadar da çalışmaları sürdüreceğini sözlerine ekledi.

Milliyet, 13.04.2013

TOKİ, AYASOFYA'YI TURİZME KAZANDIRACAK

 

 

Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ), kentsel dönüşüm projesiyle Trabzon'un tarihi kimliğini ortaya çıkarmaya hazırlanıyor. TOKİ, Trabzon Belediyesi ile 800 yıllık tarihe sahip Ayasofya Müzesi'ni, etrafını saran gecekondu ve eski yapılardan temizleyecek.

Bölgede tarihi dokuya uygun çevre düzenlemesi ve alt yapı çalışması gerçekleştirecek. Böylelikle şehrin çok önemli kültürel hazinesi olan Ayasofya Müzesi turizme kazandırılacak. Ayasofya Müzesi'nin müştemilatlarının yapılması ile alt yapı ve çevre düzenlemesi işi ihalesi, TOKİ'nin Bilkent'teki merkez binasında 21 Mart'ta gerçekleştirildi. 5 firmanın teklif verdiği ihaleyi kazanan firma önümüzdeki günlerde açıklanacak. TOKİ'nin kentsel dönüşüm projesi ile müze yerli ve yabancı konukların uğrak yeri olacak. Müze olarak kullanılan Trabzon Ayasofya Kilisesi, Trabzon İmparatorluğu krallarından 1. Manuel Komnenos zamanında (1238-1263) inşa edildi.

Sabah, 13.04.2013

 

******


AYASOFYA'DA İBADET HAZIRLIĞI

 

 

Trabzon Müftüsü Veysel Çakı, “İbadete açılması için çalışmaların devam ettiği Ayasofya'da, freskler, namaz saatlerinde perde ile kapatılacak” dedi.

Çakı, yaptığı açıklamada, müze olarak kullanılan Ayasofya'nın camiye dönüştürülerek ibadete açılması için mülk sahibi statüsündeki Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğünün çalışmalarını sürdürdüğünü ifade etti.

Bu çalışmalar çerçevesinde Ayasofya'da ibadet edilebilecek şekilde düzenlemeler yapılacağını söyleyen Çakı, ibadete açılacak olmasından dolayı Diyanet İşleri Başkanlığının Ayasofya için "imam kadrosu" verdiğini söyledi.

Ayasofya'ya henüz imam ataması yapılmadığını belirten Çakı, “Ayasofya Vakıflar Bölge Müdürlüğüne ait bir mekan. Henüz Vakıflar Bölge Müdürlüğünün oradaki çalışması sürüyor. Bu çalışmalar sonrası Ayasofya bize tahsis edilirse biz de din hizmetlerinin yürütülmesi için imam ataması yapacağız” diye konuştu.

"İnsan resmi olan mekanda namaz kılmak haramdır denemez"
Veysel Çakı, kamuoyunda 'Ayasofya içindeki fresklerin ibadete engel olup olmayacağı' tartışması üzerine ise “Ayasofya'da bu konudaki düzenlemeyi Vakıflar Bölge Müdürlüğü yapacak. İbadete açılması için çalışmaların devam ettiği Ayasofya'da, freskler, namaz saatlerinde perde ile kapatılacak” dedi.


Freskleri tam olarak incelemediğini söyleyen Çakı, "Fresklerde ne olduğunu tam olarak incelemedim ama 'insan resmi olan mekanda namaz kılmak haramdır, böyle bir alanda kılınan namaz olmaz, tekrarı gerekir' demek doğru değil. İslamiyet kıble yönünde insan resmini doğru bulmamaktadır ama orada namaz kılmak kesinlikle olmaz denemez" ifadelerini kullandı.

Çakı, camilerde namaz kılan kişinin Allah ile irtibatını kopartacak, konsantrasyonunu bozacak etkenleri uygun bulmadıklarını anlatarak, "Camilerimizde namaz kılarken cemaatin dikkati dağılmasın diye özellikle kıble yönüne saat veya süslemeler konulmasını istemiyoruz" diye konuştu.

Habertürk, 14.04.2013

 

******


TRABZON AYASOFYASI'NA SON SELAM

 

 

Trabzon’daki Ayasofya, Komnenos Rumları döneminde yapılmıştı. Osmanlı camii olarak kullanılmışsa da Cumhuriyet döneminde müzeye dönüştürülmüştü. Beş ay sonra yeniden cami olacak... Nadide yapıyı orijinal haliyle görmek için elinizi çabuk tutun.

 

Tirabzon merkezinin girişinde yıllara meydan okuyarak ayakta kalan, engin Karadeniz manzarasına sahip Ayasofya Müzesi çok mühim bir eser. Tarihçilere göre dünyada, ‘Bağdaş kurmuş İsa’ fresklerinin görülebileceği tek kilise. Trabzon’da çok iyi korunmuş tarihi yapılardan biri olduğunu da hatırlatarak, Ayasofya’yı yakından tanıyalım.


Trabzon Ayasofyası’nın kentin fethinden sonra (1461) camiye çevrildiği söylenir. Ne var ki, son araştırmalar Ayasofya’nın, 1670’te, yani Sultan 3’üncü Murat zamanında, Trabzon Beylerbeyi Ali Bey’in girişimiyle camiye çevrildiğini ortaya koyuyor. Mabet 1864’te Bursalı Rıza Efendi’nin teşvikleriyle onarılmış. Birinci Dünya Savaşı sırasında depo ve askeri hastane olarak kullanılmışsa da sonradan yeniden camiye dönüştürülmüş. Edinburg Üniversitesi ile Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce bir kez daha onarılan yapı 1964’te müze haline getirilmiş. Günümüzde anıt müze olarak ziyaretçilere açık. Yakın zamanda tekrar camiye çevrilecek ve ziyarete kapatılacak.

 

KİLİSENİN PAPAZLARI EVLİYDİ, ÇANI YOKTU

Trabzon’da günümüze en iyi biçimde gelebilen kiliselerden biri olan Trabzon Ayasofyası İmparator I. Manuel (1238–1263) zamanında yapılmış. Geç Bizans kiliselerinin en iyi örneklerinden biri.

Evliya Çelebi (1648), Pitton de Tournefort (1701), Hamilton (1836), C. Texier (1864), Trabzonlu Şakir Şevket (1878) ve Lynch (1893) gibi gezginler, tarihçiler yazılarında yapıdan söz ediyor. Timur zamanında Trabzon’dan geçen İspanyol elçisi Clavijo gezi notlarında bu kiliseye değinmiş ve bazı ilginç noktalar üzerinde durmuş: “Ayin esnasında bir kitap kullanılmamaktadır. Sonra Ayasofya’nın istisnası ile kiliselerin birinde çan yoktur. Ayin yapılırken mühim kısımlarına işaret eden bir tahtaya vurulmaktadır. Bütün papazlar evlidir. Ama bunlar yalnız bir kere evlenirler ve mutlaka bir bakire alırlar. Papazın zevcesi ölünce papaz bir daha evlenmez.”

 

 

HER CEPHESİNDE MİMARİ FARKLI

Ayasofya Kilisesi freskleriyle ilginç bir yapı. Son derece iyi bir işçilik ürünü. Başlangıçta manastır olarak kullanıldığı, güney yönündeki bazı duvar kalıntılarından anlaşılıyor. Ayrıca burada küçük basamaklı merdivenlerle inilen, büyük olasılıkla bir Gürcü prensine ait mezar odası var. Sanat tarihçileri yapıyı şöyle tanımlıyor: “Kuzey, batı ve güneyden üç ayrı girişe sahip kilise, ayrı bir atrium ile nartekse sahip. Narteksin güneyinde, iki yanında bazı mezarlar yer almakta. Üç nefli plan düzeninde nefler ayrı ayrı apsidlerle sonuçlanmakta olup, bunlardan yandakiler yuvarlak, ortadaki beş köşeli. Orta mekan oldukça büyük ölçüde, dört mermer sütunun taşıdığı pandantifli, onikigen kasnaklı yüksek bir kubbeyle örtülmüş. Kubbe dışındaki bölümlerin üzeri içten tonoz, dıştan kiremit kaplı. Yapının batısından demir merdivenlerle kadınlar bölümüne çıkılıyor.”

 

YARADILIŞA GÖNDERMELER

Özellikle güney cephe, yapının en gösterişli kabartmalarının yer aldığı bölüm. Burada kabartma olarak insanın yaratılışı tasvir edilmiş. Cennet ile Havva’nın yaratılışı, Adem’in meşhur elmayı Havva’dan alışı, cenneti sembolize eden ağaçlar, meleğin cennet kapısındaki tembihleri, cennetten kovulma, pişmanlık ve Habil’in Kabil’i öldürmesi burada görülmekte. Güney cephenin kilit taşı üzerinde de Komnenosların sembolü tek başlı kartal motifine yer verilmiş. Ayrıca bu cephenin alınlıktaki sütun başlıklarına yakın bölümler kentavroslar, grifonlar, sırt sırta güvercinler, içerisi dairelerle doldurulmuş kare panolar, ay, yıldız ve bitkisel bezemelerle süslenmiş.
Şimdilerdeyse camiye çevrilme telaşında bu önemli yapı. Ayasofya’nın kent merkezinde Santa Maria gibi iyi korunmuş bir kilise olmasının, her yıl binlerce ziyaretçi çekmesinin, hayranlıkla izlenmesinin, bölge turizmi açısından vazgeçilmezliğinin sanki hiç önemi yok. Kimseden ses çıkmadığına göre. Bugüne kadar görmediyseniz, özgün haline tanık olmak için beş ayınız kaldı. Eğer yolunuz Trabzon’a düşerse mutlaka ziyaret edin…

 

Çan kulesindeki resimli şapel

Kilisenin batısındaki çan kulesi 1427’de yapılmış. Kuzeyinde de daha erken döneme ait üç apsisli bir şapel kalıntısı bulunuyor. Kiliseden ayrı olarak, 1427’de yapılan çan kulesini Minas Bızıskyan şöyle anlatır: “Kule iki katlı. Taş merdivenlerden çıktığımız birinci kat, ayin masası ile üç adım genişliğinde ve her tarafı resimlerle süslü ufak bir şapel. Fallmerayer, kulenin doğudaki dış duvarlar üzerinde doğuya has elbiseler giymiş ve taç takmış üç kişinin freskini görmüş.”

Hürriyet Seyahat, Haber: Uğur Biryol, 15.04.2013

TARİHİ EVLERİN ALTI MAĞARA

 

 

Tarihi Gazintep’te 2004’ten beri bir restorasyon seferberliği var. 700-800 yıllık Gaziantep evleri restore ediliyor; otel, kültür merkezi, müze, restoran ve banlardan daha iyisi, içinde çocukların büyüdüğü, mutfağında sıcak çorbanın kaynadığı yaşanılan evler oluyor. 

 

Seyahatname’de Evliya Çelebi, 'Saray görünümlü evler' olarak bahsediyor Gaziantep evlerinden. Yer yer toprak ve kireç örtülü bu yüksek binaları İrem bağlarına benzetiyor. Bugün zamanın akışı karşısında ayakta durmakta güçlük çeken bu İrem bağları, eski ihtişamlı günlerine dönmeye hazırlanıyor. Tarihi Gaziantep'te 2004'ten beri bir restorasyon seferberliği var. Gaziantep evleri; otel, kültür merkezi, müze, restoran, kafeye dönüşüyor. Bir de içinde çocukların büyüdüğü, mutfağında sıcak çorbanın kaynadığı evler oluyor. Şimdi daracık sokaklarından geçerek tarihi Gaziantep evlerinin içinde bir seyr-i sefer yapalım ve geçmişi soluklayalım…

 

‘Hayat’a açılan kapılar…

Şehrin siluetine tarihin düştüğü bir şerh gibi duran Gaziantep evleri, yenilmezliğin, dimdik ayakta kalmanın bir nişanesi adeta. Gaziantep'te ilk yerleşmeyle beraber sokak ve mahallelerin imarı kale çevresinde olmuş. Bu durum herhangi bir saldırı karşısında mahalle halkının hemen kaleye sığınarak korunma düşüncesinden ileri gelmiş. Mesela, mahalleler, bir dini yapı etrafında organik olarak gelişmiş.  Çünkü dini yapılar ibadet mekanı olma özelliğinin yanında Osmanlı döneminde idari merkez olma özelliğine de sahip. Birkaç mahalle hariç hemen bütün mahalleler isimlerini bir cami veya mescitten alıyor.

 

 Kesme taştan yapılan duvarlar birer mabet havası veriyor dışarıdan bakanlara. ‘Hayat' denilen avlusu sanki hayata açılan hususi bir kapı, kapının ardında duran içtimai hayatı içeriye taşıyan bir koridor vazifesi görüyor. Ocaklık, o evde yaşayan kadının başkenti, hazna yani şimdiki söylemiyle kiler ise ailenin hazinelerini sakladığı sandık vazifesinde. Yer yer tek katlı birer saadet yuvasını andıran bu evler, kimi zaman da 2-3 katlı saray yavrusu oluyor. Bu evlerde dikdörtgen veya L formunda inşa edilen yapılar, yüksek duvarlarla çevrelenmiş. Burası iç mekan olan hayata yani bahçeye bakıyor. Hayatın yer döşemesine de özel bir önem gösterilmiş. Hayattan birkaç basamak merdivenle inilen, kayanın içine oyulmuş mahzenler var. Buralara pekmez, zeytinyağı gibi yiyecekleri depolamak için erzak küpleri yerleştirilmiş. Anadolu kadınının ev hayatını nasıl disipline ettiğine en güzel örnek burası.

 

Evlerin giriş katında daha çok ocaklık, kiler bulunuyor. Odalar üst katlarda. En çok süsleme ve işçilik uğraşı da bu mekanlar için yapılmış. Oda içinde dolap, küçük dolap denilen kübbiye cam kapaklı dolap, mahmil ve tağa var. Gaziantep evlerinin en önemli özelliklerinden biri de cumbalar. Bu, evlerin sokağa bakan cephelerinde 1-1 buçuk  metre civarında dışa taşıntı olması. Bir odanın devamı gibi. Fazla ağırlık binmemesi için de çıtalar yan yana dizilmiş. Üzeri kendir, kül ve kireçten yapılan bir harçla sıvanmış.

 

Pencereden kamera!

Avlunun tabanındaki işlemeli taşlar da estetiğin buudunu gözler önüne seriyor. Keymıh, karataş, pembe ve beyaz mermerin bir arada kullanılmasıyla bu avlularda güzel bir süsleme oluşturulmuş. Genellikle, ortasına ve köşelere geometrik desenler, geçmeler ve stilize edilmiş kuş figürleri de yerleştirip, adeta ‘hayat' resmedilmiş.

 

Bazen evin bütün kapıları avluya açılıyor bazen de odalar bir dış kapının ardında gizleniyor. Üst katlardan sokağa, alt katlardan avluya açılan pencereler kış güneşini veya yaz meltemini eve taşıyor. Aynı zamanda derin bir sanatsal duyuşun da ürünü bu pencereler.

 

Evler birbirine o kadar bitişik ki aralarında daracık sokaklar var. Ama her bir ev diğerinden ayrı bir alem, avlular, pencereler birbirini görmüyor. Hem bu kadar bitişik nizam olup hem de birbirini görmeyecek şekilde yapılması mimari bir deha.

 

Sokaklarda yürürken değişik bir pencere dikkatimizi çekiyor. Bilene soruyoruz, ‘kamera sistemi' diyor. Tarihi evle kamere sisteminin bağlantısını kuramıyoruz. Sonradan anlıyoruz ki evler çok büyük. Kapı çalınca, odalarındaki ev ahalisi bu pencereden kapıya bakıyor ve geleni görüyor. Pencere kenarındaki ipi çekince kapı açılıyor. Koridorları, avluyu arşınlamadan geleni eve alıyor.

 

Üstü ev, altı mağara

2004'te başlayan Gaziantep evleri restorasyonları Gaziantep'in yeraltı zenginliğini ortaya çıkardı. Tarihi Gaziantep'in altı mağaralarla dolu. Türkiye'de benzeri olmayan bir yer altı su şebekesi, livaslar var. Bugünkü mühendislik bilgileri, livasların o dönemde nasıl yapıldığına henüz cevap bulunabilmiş değil. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı, Koruma Uygulama ve Denetim Büroları (KUDEB) livaslar incelemek için OBRUK Mağara Araştırma Grubu ile işbirliği yapmış. Mağaracı ekip, evlerin içinden açılan mağaralara, su kanallarına girmiş. Gittikleri her yerin fotoğrafını çekmiş.

 

Restore edilen tarihi evlerin altında mağaralar, depolar olduğu, buraların da birbirlerine tünellerle bağlandığı, mağara ve tünellerin dışında insan boyunda su kanallarının olduğu fark edilmiş. Araştırmacılar ve mağaracılar tünellerin arkeolojik ve antropolojik açıdan önemli olduğunu söylüyor. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey ise, "Şehrin yer üstünde yıllar boyu geçirdiği tüm tahribatı göz önüne alırsak, yer altında bugüne dek koruna gelmiş tarihsel kalıntıların bazılarının yer üstünden daha eski ve önemli tarihsel buluntulara sahip olduğu dahi iddia edilebilir." diyor.  Tarihi Gaziantep evlerinden gizli kapılarla mağaralara giren OBRUK Mağara Araştırma grubundan mimar Emine Hazar, keşiflerinin heyecan verici olduğunu söylüyor: Amacımız alt dağıtım su şebeke sistemini çözmek. Elde edeceğimiz bilgilerle de kentin bir yer altı haritasını çıkarmak mümkün olacak."

 

Daha önce hayvan ahırları olarak kullanılan mağaraların bulunduğu Çıksorut bölgesinde, çok yakında çalışmalar başlayacak. Bunun sebebi 10 bin metrekarelik bölgede Türkiye'nin en büyük tarih müzesinin yapılacak olması. Oldukça geniş ve iki katlı olan mağara, Türkiye'nin ilk mağara tarih müzesi olacak.

Zaman Cumaertesi, Haber: İlkay Göçmen, 13.04.2013

DSP'Lİ ÇAKMAK: ROMA KUYULARININ İÇİNİN ÇÖPLE DOLU OLMASI ÜZÜNTÜ VERİCİ

 

DSP Manavgat İlçe Başkanı Ahmet Çakmak, Side antik kentinde 2 bin yıllık Roma dönemi su kuyularının plastik atıklarla dolu olmasının üzüntü verici olduğunu bildirdi.

 

Ahmet Çakmak, Side antik kentine ulaşmada portikli yol üzerinde bulunan 3 Roma dönemi su kuyuları ve dükkanlar içindeki plastik atıkların bir an önce temizlenmesi gerektiğini belirtti.

Çakmak, sezon öncesi görüntü kirliliğinin Side’ye yakışmadığını söyledi. Side antik kentte turistlerin tarihi ören yerleri içinde çöplerini atacak, doğaya ve antik kentin estetik dokusuna uygun çöp kutularının konmasının aciliyet arz ettiğini belirten Çakmak, tarihi kuyuların çöp kutusu gibi kullanılmasına karşı olduklarını kaydetti.

 

Çakmak, “Portikli yol üzerindeki tarihi 2 bin yıllık kuyuların içi plastik atık ve çöple dolu. Turistler, Side’ye bu yol üzerinden geçiyor. Tarihi kuyu içleri ve Roma dükkanları temizlenmeli. Portikli yoldan her gün yüzlerce turist geçiyor.” diye konuştu.

Bugün, 12.04.2013

HAYDARPAŞA GARI'NDA BİLİRKİŞİ İNCELEMESİ

 

'nda çıkan yangına ilişkin incelemelerde bulunmak üzere, bir hakim ve 3 bilirkişiden oluşan heyet garda incelemelerde bulundu.

 

Haydarpaşa Garı'nda, sabah saatlerinde başlayan bilirkişi incelemesi sona erdi. Bir hakim ve 3 bilirkişiden oluşan heyet, yaklaşık 1.5 saat süren çalışmalarını tamamlayarak gardan ayrıldı.

Çıkışta gazetecilerin sorularını cevaplandıran Hakim Nuh Hüseyin Mete, "Keşfimizi yaptık gidiyoruz. Bunlar bizim mutat şeylerimiz. Mahkemelerimizde yargılamalarımızı, keşiflerimizi yaparız. Normal çalışmalarımız bunlar." dedi. Bilirkişi raporunun ne zaman hazırlanacağını bilmediğini de belirten Mete, 7 Mayıs'taki yargılamaya yetiştirilmesini istedi.

Heyet daha sonra kendilerini bekleyen araçla 'ndan ayrıldı.

2010 yılının Kasım ayında çıkan yangın sonucu Haydarpaşa Garı'nın çatısı ve üst katı yanmış, garda büyük oranda maddi hasar meydana gelmişti.

Sabah, 12.04.2013

DÜNYANIN İLGİSİNİ ÇEKEN KAYAKÖY RESTORE EDİLECEK

 
Muğla'nın Fethiye İlçesi sınırlarında bulunan Kayaköy'deki tarihi yapılar, Kültür ve Turizm Bakanlığınca yapılacak restorasyon çalışması ile korunup gelecek nesillere ulaştırılacak. Muğla Valisi Fatih Şahin, gazetecilere yaptığı açıklamada, Rumların bir süre yaşadığı ve daha sonra terk ettiği taş evlerden oluşan, ilginç manzarasıyla dünyanın ilgisini çeken Kayaköy'ün restore edilerek ayağa kaldırılması ve turizme kazandırılması için çalışma başlatıldığını söyledi.

Kayaköy'ün 1. derece arkeolojik ve kentsel sit alanı içerisinde bulunduğunu belirten Şahin, Maliye Bakanlığının Kayaköy'deki taşınmazların özel konaklama tesisi olarak kullanılması amacıyla 49 yıllığına yatırımcılara tahsis edilmesinde sakınca görmediğini dile getirdi.

Bunun üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca, Kayaköy'de turizm amaçlı yatırım yapılması için yerli ve yabancı girişimcilere tahsis edilmesi yönünde karar alındığına işaret eden Şahin, "Muğla'nın gün yüzüne çıkmamış tarihi değerlerini ayağa kaldırıp değerlendirmek arzusundayız. Kayaköy yıllardır hali hazırdaki şekliyle kalmış ve ilgilenilmemişti. Kültür ve Turizm Bakanlığımız ile birkaç yıldır turizme kazandırılması için çeşitli çalışmalar ve projeler hazırlıyorduk. Amacımıza ulaştık" dedi.

Kayaköy'deki yapıların kısa zamanda turizme kazandırılması için yasal düzenlemeler yapıldığını kaydeden Şahin, "Kayaköy'de artık kısım butik oteller, kafeler, restoranlar yapılacak ve yapıların bir kısmı da bulunduğu şekliyle kalacak. Böylece kentimizdeki çok önemli bir değeri ayağa kaldırıp turizme kazandırmış olacağız. Bu faaliyet bölgeye ivme kazandıracak ve daha fazla yerli ve yabancı turistin gelmesine imkan sağlanacak" diye konuştu.

TARİHİ MÖ 3000 YILLARINA UZANIYOR
Fethiye İlçesi'ne 8 kilometre uzaklıkta bulunan, tarihi geçmişi MÖ 3000 yıllarına uzanan ve antik dönemlerde ''Karmylassos'' olarak bilinen Kayaköy ören yeri, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Kayaköy'de yaşayan Rumlar 1922'de yapılan mübadele sonrasında Yunanistan'a gönderilmiş, Yunanistan'daki Türkler de bölgeye yerleştirilmişti. İlerleyen yıllarda Türkler, köyü terk ederek ovaya yerleşti. Buradaki tarihi evler yıllarca bakımsız ve ilgisiz kaldı.

Yüzlerce yıllık ortak geçmişin, kültürel çeşitliliğin ve zenginliğin izlerini taşıyan Kayaköy'ün ''Dostluk ve Barış Köyü'' olması için 1988 yılında Türkiye Mimarlar Odası ve Türk–Yunan Dostluk Derneği işbirliğiyle proje hazırlanmış, bu çalışmalar sonunda 736 sivil mimari örneği ile şapeller bulunan Kayaköy 1. derece kentsel ve arkeolojik sit alanı ilan edilmişti. Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, geçtiğimiz aylarda Kayaköy ziyaretinde, tarihi yerin kültür ve turizm amaçlı kullanılması konusunda çalışma başlatıldığını söylemişti.

Yeni Asır, 11.04.2013

AİGAİ ANTİK KENTİ GÜN YÜZÜNE KAVUŞUYOR

 

 

Manisa’nın Yuntdağı bölgesinde Köseler Köyü yakınındaki tarihi Aigai’de, Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından 9 yıldır yürütülen kazı çalışmaları neticesinde ortaya çıkan eserler 3 bin yıllık tarihe ışık tutması bekleniyor.

 

Sardes’te olduğu gibi, bu kazıların bir kısmı yabancı ülkelerin sağladığı fonlarla ve uzmanlarla sürdürülürken, bir kısmı da Türk arkeologlar tarafından, işadamlarının sponsorluk desteği ve sağladığı maddi katkılarla yürütülüyor. Manisa yöresinde bu ikinci tip kazılara en iyi örneklerden birini Yuntdağı eteklerinde yer alan Aigai antik kenti oluşturuyor.

 

Kazıları, Anemon Otelleri’nin de sahibi olan Manisalı işadamı Akçura ailesinin maddi desteği ile yürüten ekibin başkanlığını Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı ve Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ersin Doğer yapıyor.

 

Prof. Doğer, bugün ulaşılan noktayı şu sözlerle ifade etti: “2004 yılında başladığımız kazılarda, Agora, kent meclisi binası, Bizans şapeli ve biraz ileride de büyük ihtimalle otel olduğunu tahmin ettiğimiz bir yeri kazdık. Kent oldukça büyük. Tiyatrosu, gimnazyumu, hamamı, stadyumu var. Kentin kolay gezilmesi için bütün taş yolları açtık. Gezilebilmesi için levhalar koyduk. İngilizce ve Türkçe bilgilendirme levhaları koyduk. Biz olmasak bile, gelenler kenti rahatlıkla gezebilir. Bu kazılar belki 100-150 yıl sürecek. Bu çalışmalar çok uzun soluklu çalışmalar. Kentler ekonomilerine uygun olarak genişlerler ve büyürler. Büyük bir ihtimalle İsa'dan önce 7. yy’da 100-150 kişi ile başlayan kent, yaklaşık 2. ve 1. yy’da 10-15 bin kişiye çıkmıştır. Tamamı burada yaşayan insanlardır.”

 

Kazılarla tarihin değişeceğine inandığını ifade eden Aigai kazıları Başkanı Prof. Doğer, ilerleyen yıllarda yapılacaklara ilişkin bilgiler vererek, “Antik kentte bu yıla kadar yaptığımız kazılarda tiyatro, meclis ve agora gibi kamu yapılarını ortaya çıkarmaya çalıştık. Kentin, özellikle Hellenistik Dönem’de MÖ 3. yy’dan itibaren Pergamon Krallığı’nın da desteğiyle bölgede ekonomik ve kültürel çekim merkezi haline geldiğini anlıyoruz. Kazılarda önümüzdeki dönemde sosyal yapılar üzerinde yoğunlaşacağız.Roma Dönemi’nden kalan evler ile caddeye bakan dükkanlarda kazı çalışmalarına başladık. Bu kazılar kentin sivil ve sosyal yaşamı açısından bizi bilgi sahibi yapıyor. Kentin ana caddesi olarak bildiğimiz yol kenarında bazı dükkanlar açığa çıktı. Öğütme işinde kullanılan bazı taşlar bulduk. Burası büyük ihtimalle bir sanayi alanı gibi düşünülebilir. Ana cadde kazısının henüz başlarındayız. İlerleyen yıllarda daha net sonuçlar alabileceğiz.” şeklinde konuştu. Antik kentteki kazı çalışmaları sayesinde yörenin kaderinin de değişeceğini savunan Prof.Dr. Doğer, “Hedeflerimizden biri buradaki turizm hareketini canlandırmak ve kırsal kalkınmayı sağlamak. Bu ören yerinin rahatça gezilebilmesi için yolları yaparak işe başladık. İnsanları yormayan bir yürüyüş rotası oluşturduk. Antik dönem izleri günümüz turizmine kazandırıldığında bölgede turizm patlaması yaşanacak, bu da bölgenin kaderini değiştirecek” dedi.

haber3.com, 10.04.2013



7 - 13 Nisan 2013

TARİH DEPREM TEHDİDİNDE

 

Kültür ve Turizm Bakanı Çelik, İSMEP kapsamında, Arkeoloji Müzesi, Aya İrini Anıtı ve Topkapı Sarayı Mecidiye Köşkü’nün deprem performansının değerlendirildiğini ve güçlendirme kararı alındığını açıkladı.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın İstanbul’daki tarihi binaların doğal afetlere karşı risk durumunu içeren soru önergesini şöyle yanıtladı:
“Olası bir deprem halinde alınan önlemlerle ilgili Dünya Bankası desteğinde yürütülmekte olan İstanbul Kentinin Sismik Riskinin Azaltılması ve Acil Duruma Hazırlık Projesi (İSMEP) kapsamında, bakanlığımız İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ve İstanbul İl Özel İdaresi Proje Koordinasyon Birimi ile ortaklaşa yürütülen C.B.4.1 projesi çerçevesinde, İstanbul’da Kültür ve Turizm Bakanlığı sorumluluğundaki kültürel varlık niteliğindeki yapıların envanteri çıkarılımış ve çoklu afet ve deprem performansı açısından değerlendirilmiştir. Ayrıca söz konusu hazırlık projesi kapsamında C.B.4.2 projesi çerçevesinde, Kültür Bakanlığı sorumluluğundaki tarihi yapılardan Topkapı Sarayı Mecidiye Köşkü’nün, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin ve Aya İrini Anıtı’nın deprem performansı değerlendirilmiş olup, güçlendirmeye yönelik proje ve uygulama çalışmaları sürdürülmektedir.”

397.2 milyon lira
Çelik, 2002-2013 arasında bakanlıklarının yatırım programından kültür varlığı yapılarının onarımına 397,2 milyon TL ödenek aktarıldığını ifade etti. Çelik, “Ödenek doğrultusunda gerçekleştirilen bakım-onarım ve restorasyon uygulamalarında taşınmazlar yangın, deprem gibi risklere karşı değerlendirilmekte ve gerekli statik müdahale, güçlendirme, yangın ve güvenlik sistemleri kurulması gibi çalışmalar yapılmaktadır” dedi.


Bakan Çelik, Galatasaray Üniversitesi’nin kullanımında bulunan yanan tarihi binaya ilişkin soruya şu yanıtı verdi:
“Galatasaray Üniversitesi’nin yanan binasının İstanbul 3 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü arşivindeki dosyasında herhangi bir projesi bulunmadığından kurulun 25 Ocak 2013 tarih ve 769 sayılı kararında, ‘İstanbul ili, Beşiktaş İlçesi, Yıldız Mahallesi, 65 pafta, 575 ada, 37 parseldeki tüm yapılar rölövelerinin, korunması gerekli kültür varlığı yapıların restitüsyon projelerinin, yanan bina ile ilgili olarak; restorasyon projesinin hazırlanarak ivedilikle kurula sunulmasına, kurul arşivinde bina hakkında bilgi ve belge olmadığı için kapsamlı bir araştırma yapılıp tüm çalışmaların ivedi olarak kurula sunulmasına, binanın sökülebilir geçici hafif çatı ile koruma altına alınmasına ve bu çatı projesinin kurula sunulmasına, yangın raporunun kurula iletilmesine, mal sahibi ve ilgili belediyesince can ve mal güvenliği açısından gerekli güvenlik tedbirlerinin ivedilikle alınmasına’ karar verilmiş ve yangın sonrası binanın nasıl değerlendirileceği konusunda kurula henüz herhangi bir proje sunulmamıştır.


Galatasaray Üniversitesi’nin mülkiyeti hazineye ait olup, üniversiteye tahsisli olduğundan bakanlığımız tasarrufunda bulunmamaktadır.”

Milliyet, Haber: Meriç Tafolar, 12.04.2013

ROMA'NIN 'EMEK'İNDE KAZANAN HALK OLDU

 

 

Türkiye Emek Sineması’nın kaderini ve sinemaya sahip çıkmak isteyenlere uygulanan şiddeti tartışırken, Roma’da sanatseverler tarafından ‘işgal altında tutulan’, Teatro Valle’nin hikayesini dinlemenin tam vakti!

 

1727’de inşa edilen Teatro  Valle, Roma’nın halen faaliyette olan en eski tiyatrosu. Yaklaşık 40 yıldır İtalyan Tiyatro Kurumu’na (Ente Teatrale Italiano - ETI) bağlı olan Teatro Valle, hükümetin kültür sanat harcamalarını kısarak ETI’yi kapatmasıyla satış aşamasına geldi. Tiyatro, önce Kültür Bakanlığı’na ardından da Roma Belediyesi’ne devredildi. Belediye tiyatroyu  satmaya hazırlanırken tiyatronun satışına ve ‘kimlik değiştirmesine’ karşı çıkan protestocular, 14 Haziran 2011’de tiyatro binasını ‘ele geçirdi’. Aralarında oyuncular, yönetmenler, teknisyenler ve aktivistlerin bulunduğu bir grup Tiyatro Valle’yi işgal ederek orada yaşamaya başladı. Roma halkının da desteğini kazanan grup tiyatronun adını da ‘Teatro Valle Occupato‘ (İşgal Altındaki Tiyatro Valle) olarak değiştirdi. Hemen her akşam bir gösteri düzenlenen tiyatroda bilet satılmazken izleyicilerden ‘gönüllerinden kopan’ bir miktarda bağış alınıyor, ancak isteyen hiçbir ücret ödemeden de gösterileri izleyebiliyor. Bu yolla toplanan parayla bugünlerde bir vakıf kurularak tiyatronun yönetiminin yasal olarak bu vakfa devredilmesi planlanıyor.

 

Övgü Pınar, Teatro Valle’nin hikayesini ‘işgalci’ oyuncu ve yönetmenle konuştu.

Tiyatronun hikayesini, ‘işgalcilerden’ oyuncu ve yönetmen Valerio Gatto Bonanni’den dinledik:

 

‘İşgal’ öncesi durumu biraz anlatır mısınız?
40 yıldır Teatro Valle’yi işleten İtalya Tiyatro Kurumu ETİ, Berlusconi hükümeti tarafından ‘kar etmediği’ gerekçesiyle kapatıldı. Dönemin Ekonomi Bakanı “Kültür karın doyurmuyor” dedi.

 

Ardından Teatro Valle, Roma Belediyesi’ne devredildi. Belediye tiyatroyu özelleştirmek istiyordu. Bunun üzerine 50-60 kişilik bir grup 14 Haziran 2011’de tiyatroyu işgal etti. Bu grup daha sonra destekçiler sayesinde gittikçe kalabalıklaştı.

 

“İşgalciler” tiyatro binasında yaşıyor, burada uyuyor değil mi?
Bir grup gece gündüz burada kalıyor. Burası tüm gün açık, destekçiler de gelip gidiyor ve tiyatronun işletmesine yardım ediyor.

 

Yaklaşık 2 yıldır işgale devam ediyorsunuz. Yetkililer sizi buradan çıkarmak için fiziksel güç kullanmadı mı? Elektrik ve suyunuzu kesmedi mi?
Hayır. Biz tiyatroyu kalıcı olarak işgal etme niyetinde olmadığımızı en baştan söyledik.
İşgal eylemi başlar başlamaz kültür sanat dünyasından büyük bir destek gördük ve böylece işgal neredeyse meşru hale geldi. Belediye güçsüz kaldı.

 

Yetkililer sizi zorla çıkarırlarsa halkın tepkisinden mi korktu yani?
Aynen.

 

Tiyatroda sanatçılar ücretsiz mi sahneye çıkıyor?
İlk yıl sanatçılar ücretsiz çıkmayı kabul etti. Bu yıl ise yol masrafları ve harcamalarını biz karşılıyoruz.

 

Toplanan bağışlarla tiyatroyu satın almayı mı planlıyorsunuz?
Biz bir vakıf kurarak tiyatronun işletmesini yasal olarak bu vakıf aracılığıyla yapmak istiyoruz.
Bu vakfın kurulması için 5 bin kişi bağışta bulundu, toplamda 150 bin euro bağış yapıldı. Şimdi vakfın kuruluş işlemleriyle ilgileniyoruz.

 

Türkiye’de Emek Sineması’yla ilgili bir tartışma sürüyor.
Evet haberdarım.

 

Ne düşünüyorsunuz?
Sinemaları sadece film gösterilen yerler olarak görmek doğru değil. İnsanlar bu mekanlarla aralarında bağ kuruyor. Tarihi yerler insanların kişisel tarihinin de bir parçası haline geliyor. Bence insanların bu mekanları kaybetmemek için güçlü durması, güçlü eylemler yapması lazım. Emek Sineması’nın alışveriş merkezi olacağını duydum, İstanbul’da gerçekten yeni bir alışveriş merkezine ihtiyaç var mı? Bildiğim kadarıyla fazlasıyla AVM var zaten. Özel mülk de olsa buralar, özel işletmelerin de sosyal fonksiyonları var.

Milliyet, Haber: Övgü Pınar, 12.04.2013

SIRLARI ORTAYA ÇIKIYOR

 

 

İlk insanların günümüze ulaşan en iyi örneklerinden birini temsil eden buz adam Ötzi’nin, ölmeden önce ciddi ağız patolojisi (organ ve dokulardaki yaralanma ve bozukluklar) yaşadığı ortaya çıktı.

Avusturya’nın Tirol bölgesinin güneyindeki Ötztal Alpleri’nde 1991 yılında bulunan ve adını buradan alan Ötzi’nin diş ve ağız sağlığı hakkında iki yıl önce açıklanan bir raporda, buz adamın son derece sağlıksız bir diş yapısına sahip olduğu belirtilmişti.

ABD’nin San Diego kentinde düzenlenen mumya çalışmaları konferansında açıklanan bu bulgunun ardından, Avrupalı bilim insanları Ötzi’nin ağız sağlığının sanılandan daha kötü durumda olduğu anlaşıldı.

Zürih’teki Evrimel Tıp Merkezi’nde yapılan incelemelerde, Ötzi’nin neredeyse her türlü oral patolojiyi gösterdiği belirtildi. Discovery News’e açıklama yapan, İsviçre Mumya Projesi üyesi Frank Rühli, “Ötzi’de diş travması, periodontal hastalık ve muhtemelen lime hastalığına sahipti” dedi.

Bilim insanları, 1991’de keşfedilmesinden bu yana buz adam üzerinde sayısız analiz gerçekleştirdi. Aldığı yaralar nedeniyle öldüğü anlaşılan Ötzi, kahverengi gözlere sahipti, laktoz tahammülsüzlüğü çekiyordu ve genetik yapısı nedeniyle kalp rahatsızlığı çekme olasılığı çok yüksekti.

ZİYAFET ÇEKTİKTEN SONRA ÖLDÜ
Ötzi’nin 2007 yılında yapılan bilgisayarlı tomografi taramasında (CT scan) oldukça vahşi bir şekilde öldüğü anlaşıldı. Taramada, Ötzi’nin köprücük altı atar damarına ok yediği ve hızlı bir kanama sonucu öldüğü ortaya çıktı.

Öte yandan, 2011’de yapılan araştırma, Ötzi’nin son yemeğinde karnını tıka basa dağ keçisi etiyle doldurduğunu göstermiş ve buz adamın ölmeden önce ziyafet çektiğini ortaya çıkarmıştı. İki yıl önce Rühli’nin araştırmacı olduğu Zürih Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen ve Science dergisinde yayımlanan araştırmada, Ötzi’nin ağzında çok sayıda çürük olduğu da ilk kez tespit edilmişti. Bilim insanları, ağız bozuklukları nedeniyle Ötzi’nin ölmeden önce ağzına da darbe almış olabileceğini düşünmüştü.

Ruhli, her ne kadar büyük bir ilgi görmüş olsa da, ‘Ötzi’nin dişlerine son 20 yılda çok az ilgi gösterildiğini’ ifade etti. İlk tespit edilen bozukluklar, ön dişler arasındaki aşırı boşluk ve azı dişlerinin eksik olduğuydu.

SAĞLIKLI TEK DİŞİ YOKTU
Rühli ve diş hekimi Roger Seiler, 2005’te yapılan bilgisayarlı tomografi verilerinden başlayarak elde edilen verileri yeniden değerlendirdi. European Journal of Oral Sciences dergisinde yayımlanan araştırmada, Ötzi’nin ağzına ait 3D model çıkarıldı.

Dört azı dişi olmayan Ötzi, geride kalan 28 dişinde aşınmaya sahipti, iki dişinin dokusunda ise aşırı bozulma vardı. Azı dişlerinin yokluğu nedeniyle ileri derecede periodontit çeken Ötzi, bu nedenle sürekli olarak şiddetli apse ağrısıyla yaşıyordu.

Dahası, iki yıl önce öne sürüldüğü gibi, ön üst dişlerin muhtemelen darbe yemiş olduğu, aralarındaki boşluğun bu darbeden kaynaklanmış olabileceği belirtildi. Ötzi’nin ağzına aldığı darbenin, ölümünden birkaç hafta öncesine rastladığı ve ölümüyle ilgili olmadığı tespit edildi.

BESLENME ŞEKLİ OLUMSUZ ETKİLEDİ
Ötzi’nin, MÖ 3255 yılında, 45 yaş civarında öldüğü düşünülüyor. Araştırmacılar, 40 yaşına kadar bir diş bile kaybetmediği anlaşılan Ötzi’nin, buna rağmen 10 yıl yaşamış olsaydı dişlerinin yarısından fazlasını kaybetmiş olacağı ifade edildi.

Ötzi’nin neden bu kadar kötü bir ağız ve diş sağlığına sahip olduğu sorusunun cevabı olarak, çevresel ve genetik faktörler gösterildi.

Rühli ve meslektaşları, Cilalı Taş Devri’nde tarımın güçlenmesiyle ilk insanların ekmek ve yulaf lapası gibi nişastalı besinleri daha fazla tükettiğini ve bu yüzden diş bozukluklarının arttığını belirtti.

Vatan, 12.04.2013

TARİHİ YALILARI 'TEKNOLOJİ' MERAKI YAKTI

 

Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün merkezi olarak kullanılan tarihi Müşir Fuat Paşa Yalısı’nda çıkan yangın, bu tür yapılardaki yangınları bir kez daha gündeme getirdi.


Sarıyer İstinye’deki tarihi yalıda önceki gün zemindeki elektrik panosundan kaynaklandığı sanılan bir yangın çıktı. Yangın nedeniyle binada yer yer çökmeler meydana geldi. Konuyla ilgili olarak Radikal’e konuşan yangın uzmanı ve İTÜ Öğretim Üyesi Abdurrahman Kılıç, “Eski yalıların çoğu günümüz teknolojisi ve konforuna kurban gidiyor” dedi.


Fuat Paşa Yalısı’nı incelemediğini, ancak bugüne kadar 8 ünlü yalı hakkında rapor hazırladığını belirten Kılıç, “Bu tip tarihi binalarda iklimlendirme, yeni aydınlatma sistemleri, sinema salonu gibi ekstra bölümler ve asansörler gibi ekler yapılıyor. Bunlar yoğun elektrik yükü gerektiriyor. Çok meşhur birkaç yalıda bununla ilgili yangın çıktı” dedi.


Kılıç uyardı: “Yerden kazanmak için çatıda teknik alan oluşturuyorlar. Elektrik panoları, asansör makine daireleri koyuyorlar. Hem gerekli yangın tertibatını almıyor hem azami konfor istiyorlar. Bu da tehlikeyi çağırıyor.”


Kılıç’a göre yangın önlemlerinin kontrol edilmesi ise teoride mümkün ama pratikte değil: “Yüzlerce, binlerce yer yapılıyor. 20 yıl önce, ben itfaiye müdürü iken İçişleri Bakanlığı denetimleri yeterince yapmadığım iddiasıyla soruşturma başlattı. O dönem İstanbul ’da 42 bin sokak vardı. Ben bir hesap yaptım ve bakanlığa yazarak ‘810 yıl sonra istediğiniz denetimler sona erecektir’ dedim. Durum bu. Denetleme ekiplerinin tümü de bütün önlemleri hakkıyla değerlendirebilecek kalitede değil.
 

Galatasaray’ı yakan ‘cehalet’

“Bu tür yapılarda konfor arttırıcı ayrıntılar yüzünden büyük risk yaşanıyor. Risksiz yapmak mümkün değil. Ancak risk kabul edilebilir seviyeye getirilebilir. Çatıdaki ahşap malzeme yangına dayanıklı hale getirilebilir. İlgili aksamın etrafına yangına dayanıklı malzeme döşenebilir. Bunlar yapıldıktan sonra yangın tertibatı ve alarmlardan söz edilmesi gerek. ”


“Sorunların çoğu bilgisizlikten kaynaklanıyor. Mesela Galatasaray Üniversitesi yangınında, algılama sistemi var; ama çatıya konulmamış.”


“En büyük eksiklik bilgisizlik ve vurdumduymazlık. Bir inşaatta yangın önlemlerinin maliyete etkisi yüzde 10’u geçmez. Milyon dolarlık yalıların sahipleri bilse, değil yüzde 10, yüzde 20 bile verir. Ama bilmiyor.”

Radikal, 12.04.2013

TROÇKİ'NİN KÖŞKÜ MÜZEYE DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR

 

 

Bolşevik lider Troçki'nin sürgünde 4 yılını geçirdiği Büyükada'daki köşkü ev olarak kullanmak isteyen sahibine Koruma Kurulu'ndan onay çıkmadı. Köşk bu yıl kamulaştırılarak müze olacak.

Bolşevik ihtilalinin fikri önderlerinden Leo Troçki'nin sürgün zamanı 4 yıl yaşadığı köşk, 2011'deki Adalar nazım imar planında, müze yapılabilmesi amacıyla "kültürel tesis alanı" olarak işlenmişti.

KONUTTAN BAŞKASI OLMAZ
Ancak tarihi yapıyı konut olarak kullanmak isteyen sahibi, belediye imar komisyonuna başvurdu. Restitüsyon projesinin koruma kurulunca onaylandığını, birinci sınıf korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilen yapının konut dışında başka amaçla kullanılması ve niteliğinin değişmesinin mümkün olmadığını belirten konut sahibi, kültürel tesis alanından çıkarılıp konut alanına alınmasını talep etti. İBB Şehir Planlama Müdürlüğü'nden söz konusu talebe "Konut alanına alınması, Adalar'ın kültürel ve doğal değerlerinin korunmasına yönelik ilke kararlarına aykırılık teşkil etmekte ve donatı dengesini bozucu nitelik taşımaktadır" yanıtı verildi. Ancak İmar ve Bayındırlık Komisyonu'nca yapılan değerlendirme sonucunda, Büyükada 130 ada 3 parseldeki köşkün konut alanına alınması onaylandı. İBB Meclisi'nin onayına sunulan karar kabul edildi. Sit alanı olması nedeniyle nihai onay için 5 No'lu Koruma Kurulu'na gönderilen köşkün yeniden kültürel tesise dönüştürülmesi kararlaştırıldı. Koruma Kurulu'nun kararında köşkün, Kültür ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nce 2013 kamulaştırma programına alındığı belirtilerek, konut amaçlı plan değişikliğinin uygun olmadığı belirtildi. Meclis de Koruma Kurulu kararına uygun olarak konut plan değişikliğini iptal etti.

BİR YILDA BİTİRİLECEK
Bu yıl kamulaştırılması planlanan köşk, Troçki Müzesi olacak. Troçki, 1924'te Lenin'in ölümünden sonra Stalin'le giriştiği iktidar mücadelesini kaybetmiş, 1929'da Türkiye'ye sürülmüştü. Troçki, 12 Şubat 1929-17 Temmuz 1933 arasında Büyükada'da o dönem Arap İzzet Paşa Köşkü olarak anılan köşkte 4.5 yıl kalmıştı. Troçki, 1940'ta Meksika'da öldürüldü.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 12.04.2013

KAPI EŞİĞİNDEKİ TAŞ TARİHİ ESER ÇIKTI

 

Kırşehir’de, bir evin kapısının eşiğinde yıllardır duran taşın, ev sahibinin imam oğlunun duyarlılığı sayesinde 500 yıllık geçmişe sahip lahit kapağı olduğu ortaya çıktı.

 

Alınan bilgiye göre, merkeze bağlı Göçmenler Tepe Camisi’nin imamı Hüseyin Uğurcalı, Kervansaray Mahallesi’ndeki babasının evinin girişinde bulunan ve üzerinde "haç" işareti olan taşın tarihi değeri olabileceği düşüncesiyle durumu Kırşehir Müze Müdürlüğüne bildirdi.

 

Eve gelen uzmanlar kapı eşiğinde duran taşın Bizans dönemine ait yaklaşık 500 yıllık bir lahit mezarın kapağı olduğunu belirledi.

İnceleme için eve gelen Müze Müdürü Adnan Güçlü, mezar taşının 1950’li yıllarda sökülerek evin önüne getirildiğini tahmin ettiklerini söyledi.

Güçlü, "Evin bir döşemesi şeklinde kullanılan taş günümüze kadar gelmiş. Arkadaşın haber vermesiyle buraya gelip inceledik. Bu taşın kanun kapsamına giren bir taş olduğunu tespit ettik. Belediyenin yardımıyla taşı yerinden alıp, müze müdürlüğüne götürüp koruma kararı alacağız" dedi.

Evin babasından kaldığını ifade eden Uğurcalı da şunları kaydetti: "Taşın ne zaman geldiğini bilmiyoruz. Biz zaten tarihi eser olduğunu tahmin ediyorduk. İstişare edelim dedik ve de umduğumuz gibi çıktı. Müze Müdürlüğüne haber verdik, onlarda geldiler baktılar, götürmeye karar verdiler." Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri ve müze yetkilileri nezaretinde yerinden sökülen taş, Kırşehir Belediyesine ait iş makinesine yüklenerek müze müdürlüğüne götürüldü.

Milliyet, 11.04.2013

YANKESİCİLER LOUVRE'U KAPATTIRDI

 

Dünyanın en çok ziyaret edilen müzelerinden Louvre, çalışan kadronun yankesici şiddetini protesto için yaptığı eylem nedeniyle kapılarını bir günlüğüne ziyaretçilere kapadı.

 

Paris'in en ünlü turist çekim merkezlerinden Louvre Müzesi, bu çarşamba ilginç bir eyleme sahne oldu.

 

Dünyanın sayılı müzelerinden olan kurumun çalışanları, bazıları çocuk yaşta olan yankesicilerin hem kendilerine hem de ziyaretçilere saldırıları yüzünden bir günlük greve gitti. Öğle arasında müzenin önünde toplanan 100 kadar çalışan müzeden gelen bir delegasyonla görüştü. Fransız Sendika Birliği'nden Christelle Guyeder, Louvre çalışanlarının işe "korkarak" geldiğini söyledi. Guyeder, müze çalışanlarının gitgide saldırganlaşan yankesici gruplarıyla karşı karşıya kaldıklarına dikkat çekti. Müze yönetimi, konuyla ilgili polisten daha çok destek talep ettiklerini belirtti.

 

Dünyanın en çok ziyaret edilen müzesi olduğunu iddia eden Louvre'un 2012 ziyaretçi sayısı 10 milyonu bulmuştu.

Radikal, 11.04.2013

UNESCO DANIŞMANLARI TARİH SURLAR İÇİN DİYARBAKIR'DA

 

Diyarbakır'ın tarihi surlarının UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine girmesi için, UNESCO'ya bu konuda danışmanlık yapan Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi'nin (ICOMOS) çeşitli ülkelerden gelen 70 üyesinin katılımıyla 'Diyarbakır Kalesi ve Tarihi Şehri' konulu bir toplantı düzenlendi.

 

Diyarbakır'da Kültür ve Turizm Bakanlığı, Diyarbakır Valiliği ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ortaklığıyla 'Diyarbakır Kalesi ve Tarihi Şehri' başlıklı ICOMOS/ ICOFORT toplantısı düzenlendi. Uluslararası teknik elemanlardan oluşan sivil bir örgüt olan, 26 bilimsel komiteden oluşan ve UNESCO'ya kültürel miraslar konusunda danışmanlık yapan Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi'nin (ICOMOS) 15 farklı ülkeden 70 üyesi, Diyarbakır surları için bir araya geldi. Dicle Üniversitesi Kongre Merkezi'nde düzenlenen toplantı öncesi, polisler, özel eğitimli köpeklerle bomba araması yaptı.

Toplantının ilk gününde Diyarbakır Kalesi ve Surlar Alan Başkanı Nevin Soyukaya, ICOFORT Başkanı Milagros Flores, ICOMOS Türkiye Milli Komitesi Genel Sekreteri Doç.Dr. İclal Dinçer, ÇEKÜL Vakfı Başkanı Metin Sözen, Dicle Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ayşegül Jale Saraç, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker, sırayla birer konuşma yaptı.

BAYDEMİR: 2013 HEM SURLARIN, HEM DE BARIŞIN YILI OLSUN
Konuşmasına Kürtçe " hoşgeldiniz, başım üstüne geldiniz" diye başlayan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Diyarbakır kentinin "şehrülemini" olarak, belediye başkanı olarak bu toplantının gerçekleşmesinden büyük memnunluk duyduğunu söyledi. Kendilerinin sadece Diyarbakır'a değil, insanlık ailesinin bilincine, geçirmiş olduğu evrelere, insanlık onuruna, haysiyetine ve geleceğine sahip çıkmaya çalıştıklarını kaydeden Baydemir, şunları söyledi:

"Sizler de insanlık ailesine sahip çıkıyorsunuz. Bütün arzumuz, aslında buradaki köklü mirasın muhteşem değerlerin dünya tarafından görülmesi çabasıdır. Bugün çok önemli bir sürecin başında bulunuyoruz. Çok önemli bir basamakta bulunuyoruz. Bundan sonrası inşallah çorap söküğü gibi gelecektir. Niye gelecektir çünkü Diylarbakır ortak düşünmeyi başardı. 1990'lı 2000'li yıllarda nasılki Diyarbakır surları bin yıllarca buradaki medeniyetleri inançları, dilleri, kültürleri koruduysa son 30 yıllık zamandaki o muazzam sıkıntıyı bir kez daha Diylarbakır surları göğüsledi. Binlerce yıl insanlığı koruyan Diyarbakır surları zorunlu göçe kalan insanları bir kez daha korudu. Evsiz barksız kalan insanlar bir kez daha güvenlik için sırtlarını Diyarbakır surlarına dayadılar ve derme çatma yapılar inşa ettiler. Elbetteki bir tahribattı. Ancak bu insani bir davranıştır. Bu noktada yerel yönetimlerimizi devreye girdi, ikna ettik. Bugün sur içindeki çarpık yapıdan kurtuluyor. Artık insanlık ailesinin ortak değerini insanlık ailesiyle tanıştırmak istiyoruz. 2013 yılının iki sembol değeri olsun istedik. Birincisi Diyarbakırımız için Surlar Yılı olsun. Ama Diyarbakırımız aynı zamanda barışında, demokrasinin de, insani kalkınmanın da temel adreslerinden bir tanesidir. Zira bu kent Rabbim de şahittir hiç bir zaman insanını namerde muhtaç ettirmedi, bereket, ticaret şehri oldu aynı zamanda. 2013 yılı barış yılı olsun. İnşallah eş başlı gidiyor hem Surlar yılı oluyor, hem Diyarbakır yılı oluyor, ama aynı zamanda barış süreci ve barış yolunda da önemli katkılar sunarak ilerliyor."

TAN: YEMEĞİN TUZU EKSİKSE BAKMAYIN
BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, Diyarbakır'ın tarihin doğum yeri olan topraklar üzerinde yer aldığına dikkati çekerek, şöyle dedi:
"Tarihin ve medeniyetin doğum yerindesiniz. Tarihin bütün ağır yükünü tahribatını işgallerini, kavgalarını yorgunluğunu sırtında yaşayan medeniyet miraslarımızı tekrar ayağa kaldırıyoruz. Bunu kaldırırken tabii ki bürokratik işlemler var. Eğer bunları doğru dürüst yapamazsak, dünyanın kabul ettiği kriterlerle bu dosyaları takdim edemezsek ilgili kuruluşlara malesef sadece politika yapmış oluruz. Aynı şey Mardin'in başına geldi. Mardin'in UNESCO'ya sunduğu dosya maalesef 10 yıldır kabul edilmedi. Bizim yapmamız gereken bu işin mutfağında çalışan herkesin bu yemeği iyi hazırlaması lazım. Bu yemeğe bakacak olan tadacak olan değerlendirecek olan siz sayın heyetin de artık tuzu az olmuş, acısı çok olmuş diye bakmaması gerekir. Mutfak çalışmalarında ufak tefek hata varsa da lütfen kılı kırk yaran bilim gözüyle değil, kalp gözüyle bakmanızı rica ediyoruz. Ben ev sahibi olarak rica ediyorum yalvarıyorum. Bu konuda siz de bize yardımcı olun. Biz bir bölge şahıs düşünce adına yapmıyoruz. Dünyü medeniyetinin doğum yeri adına, bir anlamda sizin de memleketiniz burası."

EKER: BARIŞ SÜRECİ VE SURLAR BİRLİKTE YÜRÜYOR
Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak'ın, Diyarbakır tarihini anlatmasından sonra söz alan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, kentin insanlığın medeniyet tesis etmeye başladığı topraklar içinde yer aldığına dikkati çekerek, şunları söyledi:
"Binlerce sene bu şehirde çok farklı etnik unsurlar, dinler, mezhepler, inançlar ve kültürler var. Ve bunların hepsinin bir şehir içerisinde binlerce yıllık bir ortak geçmişi var. Böyle bir şehir Diyarbakır. Yakın bir tarihte Türkiye de maalesef sisteminin anti demokratik uygularımının sonucudan bu barış iklimi bozuldu. Ve burda bir huzursuzluk Diyarbakır'ın hak etmediği ve tarihiyle hiçbir şekilde bağdaşmayan bir huzursuzluk, sıkıntı, problem oluştu. Biz şimdi Diyarbakır surlarının restorasyonu, Diyarbakır'ın mimari değerlerinin varlığını gün yüzüne çıkarıp bunu restore edip bunu tekrar insanlığın kültür mirası olarak bütün insanlık alemine açmak, düzenimizi yeniden tesis etmek ve tekrar bir barışı, kardeşliği, birlik ve beraberlik iklimini oluşturmak içinde bir çözüm süreci başlattık. Ve bu ikisi aynı anda aynı sürecle birlikte gelişiyor. Ben sosyal barışın korunmasına dönük, içinde bu unsur bulunan ya da barındıran yeryüzünde başka bir şehir bilmiyorum. Kendime göre birçok yer gezdim ve birçok şehir gördüm. Diyarbakır sokaklarında yüksek duvarlı avluların arkasında asla sosyal barışa zarar vermeyen bir mimari var. Hangi kapının arkasında bir zenginin evi vardır. Hangisinin arkasında bir fakirin evi vardır bilemezsiniz.

Diyarbakır'daki mimari yapıya uymayan derme çatma yapılar yıkılmaya başlandı. Diyarbakır şu anda böyle bir süreç yaşıyor. Diyarbakır'ın insanlık için örnek teşkil eden tarihine bakıp bizim bunu birlikte başarmamız lazım. Biz bunun için burdayız. Bu konudaki hükümetin kararlığını da sizinle paylaşmak için buradayım.

Radikal, Haber: Ramazan Yavuz- Serdar Sunar, 11.04.2013

ÇALINTI TABLO FUTBOLCUDAN ÇIKTI

 

Ünlü Fransız ressam Marc Chagall’ın çalınan ‘Le nu au Bouquet’ adlı tablosu eski İtalyan milli futbolcu Roberto Bettega’nın evinde bulundu.

 

1920 yılında yapılan tablo, 2002 yılında resim koleksiyoncusu Edward Cantor’un yatından çalınmıştı. 2012 yılında Edward Cantor yatını bakım için Savona Limanı tersanesine bırakmış ve eser burada çalınmıştı. Tablo ihbar üzerine bir zamanların Juventus’un gözde futbolcusu Bettega’nın evinde bulundu. Bettega tabloyu Bologna’da bir resim galerisinden 1 milyon 200 bin Euro’ya satın aldığını belirterek, “Ben de galeri sahibinden şikayetçiyim” dedi. Tablo Edward Cantor’un oğlu Michael’e iade edilecek.

Hürriyet, Haber: Reha Erus, 11.04.2013

12 BİN YIL YAŞINDA MAMUT KEMİKLERİ

 

Meksika'nın Santa Ana Tlacotenco bölgesinde 12 bin yıl öncesine ait olduğu öğrenilen binlerce kemik parçası bulundu.

 

Arkeologlar kemiklerin, mamut, at, deve, geyik ve bizon türü hayvanlara ait olduğunu açıkladı. Kazılar sonrasında en çok ilgiyi ise dev mamut iskeleti çekti. Arkeoglar, mamut kemiklerinin yüzde 70'inin bulunduğunu ve 12 bin yıla rağmen hala belirgin olduğunu açıkladı. Kemiklerin son buzul çağında yaşamış türlere ait olduğu belirlendi.

Sabah, 11.04.2013

SANAT DÜNYASINI SALLAYAN BAĞIŞ

 

 

Sanat dünyasını sallayan bağış... İşadamı Leonard Lauder, 'herkes görsün diye' kübist koleksiyonunu Metropolitan Müzesi'ne hibe etti. Müthiş koleksiyonda, Picasso'dan, Leger'e 78 eser var.

 

ABD'de rekor bağış... Kozmetik devi Estee Lauder'in sahiplerinden Leonard Lauder (80), kübizm alanında dünyanın en önemli koleksiyonlarından biri olarak görülen 78 eseri New York'taki Metropolitan Sanat Müzesi'ne bağışladı. Müthiş koleksiyonun değerinin yaklaşık 1 milyar dolar (1.78 milyar TL) olduğu belirtildi. Lauder'in 37 yılda oluşturduğu koleksiyonda, çoğu başyapıt sayılan 33 Pablo Picasso, 17 Georges Braque, 14 Juan Gris ve 17 Fernand Leger çalışması bulunuyor. 

 

Lauder, "Kübizm'in dünyanın en önemli müzelerinden birinde sergilenmesi gerektiğine inandım" dedi. 

Müze direktörü Thomas P. Campbell da bağışın yarattığı heyecanı, "Bu, müzemize ve kentimize verilen sıradışı, kökten dönüştürücü bir hediye" sözleriyle dile getirdi. Tabloların, gelecek yıl görücüye çıkması bekleniyor.

Akşam, 11.04.2013

YÜRÜMEYİ BUNDAN ÖĞRENDİK

 

 

Bilim insanları, 370 milyon yıl önce yaşamış bir balığın olağandışı fosilini inceleyerek, insanlar dahil birçok canlının neden iki kol veya bacağa sahip olduğuna dair önemli bilgiler elde etti. Antik balık, sudan karaya çıkan canlıların yürüme yeteneğini nasıl kazandığına dairi ipuçları sundu.

Almanya'da bir zırhlı balık ile uçan kertenkele kavgasını gösteren 120 milyon yıllık fosil bulundu.

Yüz milyonlarca yıl önce yaşamış, modern balıklardan çok farklı olan bir balık türü, neden iki kol ve bacağa sahip olduğumuz konusunda bilim dünyasına yeni bilgiler kazandırabilir.

Biology Letters dergisinde yayımlanan araştırmada, Euphanerops adıyla bilinen antik balık, dünyanın ‘çift uzuv’ geliştirmiş olan ilk canlısı olarak tanımlandı. 10 cm boyundaki antik balığın fosilinde, kuyruğuna çok yakın bölgede çift uzantılar tespit edildi.

Araştırma ekibinde yer alan, İngiltere’nin Manchester ve Leicester Üniversiteleri’nde akademisyen olan Robert Sansom, “Euphanerops, ilk yüzgeç benzeri çift uzuvlara sahip olan canlı... Çift uzantılar, balıklar sudan karaya geçiş yaparken gelişmiş olmalı. Ancak ilk çift uzantıların evrimi, omurgalıların gelişim süreci adına çok önemli bir yer tutuyor” ifadesini kullandı.

Discovery News sitesinin haberine göre, Sansom, meslektaşları Sarah Gabbott ve M.A. Purnell ile Kanada’da gün ışığına çıkarılan 36 Euphanerops türünü inceledi. Euphanerops, 370 milyon yıl önce, Dünya’da daha dinozorlar var olmamışken yaşamış, alt çenesi olmayan bir balıktı.

BALIKLARIN EVRİM DÖNEMİNE RASTLADI
Modern balıkların birçoğu, kuyruk bitimlerinin çok yakınında, alt kısımlarında bir yüzgece sahip. Balıkların konumlarını korumasını sağladığı düşünülen bu yüzgecin aksine, Euphanerops aynı bölgede iki yüzgece sahipti.

Sansom, “Bu araştırmada elde ettiğimiz bulgular, bize evrim sürecinin erken dönemlerinde omurgalıların birçok vücut planı geliştirdiği. Bazıları birbirine benzeyen, diğerleri farklı evrimler geçirdiler ve hepsi hayatta kalamadı” dedi. Sansom, yüz milyonlarca yıl önce her balığın çif yüzgeç geliştirmediğini ancak çift ve tek yüzgeçli balıkların aynı dönemlerde yaşamış olabileceğini belirtti.

Yüzgeç sayısındaki değişim, balıkların aynı zamanda alt çene ve diş geliştirdikleri dönemlere rastladı. Bu özellikler, balıkların avlanma ihtiyaçları ve avcılardan kaçma yeteneklerine bağlı olarak değişim gösterdi. Sansom, ‘çift yüzgeçlerin daha iyi bir hareket kabiliyetine işaret ettiğini ve av-avcı ilişkisini etkilediğini’ ifade etti.

SUDAN KARAYA ÇIKTILAR
Çift yüzgeçli balıklar suda daha üstün hareket kabiliyetine sahipken, bazı türlerin sudan karaya geçmelerine de yardımcı oldu.

ABD’nin Chicago Üniversitesi’nden Heather King ve meslektaşları, söz konusu değişimin nasıl olduğunu araştırmak için akciğerli balıkları inceledi. King, Discovery News’e yaptığı açıklamada, “Akciğerli balıklar evrim geçirmeye ve sudan karaya çıkmaya eğilimli canlıların yakın akrabasıydı. Ancak bu değişimler o kadar eski zamanlarda oldu ki, bugün akciğerli balık dışında bu değişimi yaşamış olan canlıların nesli tükenmiş durumda” dedi.

King, akciğerli balığın bir balon gibi şiştiğini ve sıska yüzgeçleriyle sıçrama, hatta yürüme benzeri hareket yapabildiğini gördü. Araştırmacılar, buradan yola çıkarak, ‘sudaki canlıların yürümeye benzeyen ilk hareketlerini gördüklerini’ belirtti.

Sudaki canlıların akciğerli balıkta olduğu gibi yürüme yeteneğini zamanla karada başarılı bir şekilde uygulaması, bugüne dek birçok canlının çif kol veya bacak geliştirmesinin de temellerini atmış olabilir. Kısaca, insanlığın en büyük yeteneklerinden birini 370 milyon yıl yaşındaki bir balıktan almış olma ihtimali hiç de düşük değil.

Habertürk, 11.04.2013

LONDRA'NIN ALTINDA ROMA KENTİ

 

İngiltere'nin başkenti Londra'da, 'Kuzeyin Pompei'si olarak anılan antik Roma kenti bulundu.

8 bin nesnenin çıkarıldığı kentin MS 5. yy'dan kaldığı düşünülüyor. Londra'da bugüne dek yapılan en büyük keşif olan antik kent, 20 yıllık kazı çalışmaları sonucunda ortaya çıkarıldı.

Kazılarda şimdiye kadar, kalay kap, deri tabaka, ayakkabılar, mürekkepli yazı levhaları ve omuz yüksekliğinde duvarlar ortaya çıkarıldı. 

Akşam, 11.04.2013

OPET TARİHİ PARKI YENİLEDİ

 

OPET, Gelibolu Yarımadası'nı çağdaş bir görünüme kavuşturmak ve bölgesel kalkınma sağlamak amacıyla başlattığı "Tarihe Saygı Projesi"nin 7'nci yılında çalışmalarına devam ediyor. Projenin önemli bir parçası olan "Tarihe Saygı Parkı" açılışından bu yana üçüncü kez yenilendi. Çanakkale Valisi Güngör Azim Tuna, parkın bölgeye gelen ziyaretçiler için oldukça önemli olduğunu vurguladı. Tuna, "Mustafa Kemal Atatürk'ün anılarında bahsettiği Bomba Sırtı Vakası anektodunun heykellerle canlandırılması ziyaretçileri derinden etkileyecektir" dedi. OPET Genel Müdürü Cüneyt Ağca ise, parkın yenileme çalışmalarını tamamlamaktan mutluluk duyduklarını belirtti.

Cüneyt Ağca, "Tarihe Saygı Parkı, Çanakkale'nin gururlu geçmişini bugüne taşıyor ve bölgenin bütünsel bir simgesi olarak, bir anlamda açık hava müzesi niteliği taşıyor" diye konuştu. Park, 2 bin 500 metrekarelik alanda yer alıyor. Çanakkale Savaşı'nın tüm detaylarını gösterecek şekilde donatılan parkta Bomba Sırtı Vakası, bire bir boyutlarda 40 heykel figürüyle canlandırılıyor.

Sabah, 11.04.2013

OSMANLI'NIN İLK DÖNEMİ ORTAYA ÇIKIYOR

 
Birçok tarihçi Osmanlı'nın ilk dönemiyle ilgili araştırmalar yapmış olsa da, beylikten devlete geçişi sağlayan ve Osmanlı'ya Bursa'nın kapılarını açan Yenişehir'in Köprühisar Köyü, tarih sayfalarındaki karanlığını koruyor. Osmanlı'nın ilk dönemine ait karanlıkta kalmış tarihi artık gün yüzüne çıkıyor.

 

Osmanlı'nın ilk dönemi gün yüzüne çıkıyor. Osmanlı'ya Bursa'nın kapılarını açan Yenişehir'e bağlı Köprühisar Köyü, tarih sayfalarındaki geçmişe ışık tutacak. Osmanlı'nın beylikten devlete geçişinde önemli bir yere sahip olan Köprühisar'da Osmanlı döneminden kalma eserler yenilenerek geleceğe kazandırılacak. İl Özel İdaresi, Osmanlı'nın beylik döneminde çadır hayatından ilk defa kalıcı evler yapılarak kurulan ve Osmanlı ordusuna üs olarak kullanılan Yenişehir'de restorasyon dönemini başlatıyor. Yenişehir'de Osmanlı'dan kalma ilk dönem eserleri için çıkarılacak ödenekle birlikte Köprühisar'da harabe halde bulunan bin yıllık han, hamam ve kale yenilenebilecek.

 

BİN YILLIK HAN AHIR OLDU

Osmanlı'ya 29 yıl başkentlik yapan ve Bursa'nın alınmasında önemli bir üs olan Yenişehir'in Köprühisar Köyü'nde nereye adım atsanız oradan tarih çıkıyor. Osmanlı devletinin ilk eserlerini barındıran Köprühisar'da kaderine terk edilen yapılar, harabe halde duruyor. Köyün içinden geçen Kocasu deresine set olan ve 50 dönümlük bir alanda bulunan tarihi kalenin kalıntıları da köy evlerinin altında kalmış. Etrafı hisarla çevrili olan köyde bulunan tarihi han ise, şimdilerde ahır olarak kullanılıyor. 

 

TÜRKLERİN İLK KONAKLAMA YERİ

Pek çok tarihçinin Osmanlı'nın ilk dönemiyle ilgili yaptığı araştırmalar da meyvesini verdi. Yıllardır Yenişehir'in tarihiyle ilgilenen ve bu alanda pek çok eseri bulunan Araştırmacı Yazar Nurettin Baydur, Osmanlı Beyliği'ne devlet olma yolunu açan Köprühisar'daki gelişmeleri Bursada Bugün'e anlattı. Osmanlı'nın Yenişehir'i almak için öncelikle Köprühisar'ı Bizans tekfurluğundan aldığını ifade eden Baydur, "Köprühisar Osmanlılardan önce Rum tekfurluğu yönünden çok önemli bir merkez ve tarihi ipek yolu kenarındadır. Köprühisar önemli bir tekfurluk merkezi buranın alınması da Osmanlı'yı uzun süre yormuştur. Osman Gazi 1280'lerden 1300'e kadar uzayan yaklaşık 20 yıllık Osmanlı devletinin doğuş süreci evresinde ufak uç beyliğini güçlendirmek için bir dizi yerel çatışmalar yapmıştır" diye konuştu.

 

DEVLETİN İLK TEMELLERİ ATILDI

Koyunhisar savaşı sayesinde Osmanlı Beyliği´ne devlet olma yolunun açıldığını ifade eden Baydur, "Koyunhisar savaşı 1302 yılında yapıldı. Osman Gazi'nin yükselişinden rahatsız olan ve tehlikeyi önceden sezen Bilecik Tekfuru, Yarhisar tekfurunun kızı ile evlendireceği oğlunun düğününe Osman Gazi'yi de çağırarak ona pusu kurup öldürmeyi amaçladı. Fakat Osman Gazi'nin dostu olan ve Bilecik Tekfuru ile aralarından düşmanlık bulunan Harmankaya Tekfuru, bu tuzağı Osman Gazi'ye haber vererek onun tuzağa düşmesini engellemiş ve 100 askere kadın giysileri giydirerek oyun içinde oyun diye adlandırılan bir taktikle bu kenti almıştır. Bu çatışmalar sonunda Bilecik tekfuru öldürülmüş; Bilecik ve Yarhisar kaleleri Osman Bey eline geçmiştir. Bu evrede ilk başarı Köprühisar'ın beylik güçleri eline geçirilmesi ile başlamıştır. Bu dönemde Osman Bey Yenişehir'i beylik merkezi yapmıştır" ifadelerini kullandı.

bursadabugun.com, Haber: Rabia Deniz, 10.04.2013

BU GÖLÜN SIRRI NE?

 

İsrail'deki Galilee Gölü'nün altında bulunan 60 bin tonluk gizemli taş yapı, dünyada heyecan yarattı.

 

Üzerlerinde herhangi bir kesme, yontma izi bulunmayan 10 metre derinliğindeki taş ve blokların insanlar tarafından yapıldığına inanılıyor.

Arkeologlar, yapının gölün suyla dolması nedeniyle su altında kalmış olabileceğini açıklarken, 4 bin yıldan daha eski olduğu düşünülüyor.   Gölün çevresinde ise, 19 kilometre uzaklıktaki, kuzey batıda Khirbe Betehia isimli yerde 4 bin yıldan eski olduğu tahmin edilen yapılar var.

Sualtı arkeologları yakında yapının amacını ve özelliklerini ortaya çıkarmak için kapsamlı çalışmalar başlatacak.

Habertürk, 10.04.2013

TARİHİ HÜKÜMET KONAĞI BUTİK OTEL OLDU!

 

 

İzmir'in Bayındır'daki, iki katlı tarihi eski Hükümet Konağı binası, belediye tarafından restore ettirilip, 12 odalı butik otele dönüştürüldü. Otelin, 26 Nisan'daki 16'ncı Uluslararası Çiçek Festivali'nde hizmete gireceği bildirildi.

 

Bayındır Belediyesi, ilçedeki konaklama alanındaki yetersizliği ortadan kaldırmak için iki yıl önce harekete geçti. Bu kapsamda, geçen Nisan ayında mülkiyeti Hazine'ye ait 142 yıllık tarihi geçmişe sahip Hükümet Konağı'nın eski binasının restorasyonu yapıldı. Belediyeye kesin tahsisi yapılan geçmişte Hükümet Konağı ve kız sanat okulu olarak kullanıldıktan sonra 28 yıl atıl kaldığı için virane haldeki binanın ayağa kaldırılmasının ardından, tüm yasal işlemleri bitirilip, butik otele dönüştürüldü. Restorasyonu, Tarihi Kentler Birliği 2011 Ulusal Restorasyon Uygulama Ödülü alan 12 oda, restoran, kahvaltı salonu ve kafeteryası bulunan 2 katlı otelin kiralanması için 2 Nisan'da ihaleye çıkıldı. İhaleyi, 10 yıllığına restorasyonu yapan Su Yatırım, Turizm, Gıda Ltd. Şti. kazandı. Firma yetkilileri, çalışmalara hız verdiklerini, oteli 26 Nisan'daki 16'ncı Uluslararası Bayındır Çiçek Festivali'nde hizmete açacaklarını bildirdi. Otelin odalarında tarihi binanın dokusuyla uyumlu ahşap mobilyaların kullanacağını belirten firma yetkilileri, restoran ve kafeteryasının halka sürekli açık olacağını da belirtti.

 

Göreve geldiklerinde, "Ata yadigarı eserlerimizi ayağa kaldıracağız" dediklerini hatırlatan Ak Partili Bayındır Belediye Başkanı Mehmet Kertiş, "Bu sözümüzü tutup, 1.5 yıl içinde tarihi Hükümet Konağı binasını eski ihtişamlı günlerine döndürdük. İlçenin tarihi dokusuna katkı sağlayan binayı otele dönüştürüp, ilçedeki konaklama eksikliğini de giderip, bir taşla iki kuş vurmuş olduk. Binanın restorasyonu konusunda bize destek veren Kültür ve Turizm eski Bakanımız Ertuğrul Günay'a teşekkürlerimizi sunuyoruz" dedi.

Yapı, 10.04.2013

TÜBİTAK İLE DARWIN BARIŞTI

 

 

2009 yılında başlayan tartışmada, son olarak evrim teorisini anlatan kitapların basımının durdurulduğu iddia edilmişti. TÜBİTAK'tan, iki kitabın raflardaki yerini aldığı açıklaması geldi.

 

Tartışma, UNESCO'nun Charles Darwin yılı olarak ilan ettiği 2009'da başlamıştı. TÜBİTAK , Bilim ve Teknik Dergisi’nin 15 sayfasını ve kapağını Evrim Teorisi’nin Darwin’e ayırmış, ancak bu bölüm yönetim kurulundan veto yemişti. Büyük tartışma yaratan olay, daha sonra TÜBİTAK'ın evrim teorisini anlatan kitapların basımını ve satışını durdurduğu iddaisıyla alevlenmiş, kurumdan bu iddialara yalanlama gelmişti.

Son gelişme, TÜBİTAK'ın, basımının durdurulduğu iddia edilen kitaplar arasında yer alan 'Kör Saatçi' ve 'Tüfek, Mikrop ve Çelik'in yeni baskı süreçlerini tamamlaması oldu. Charles Darwin'in evrim teorisiyle ilgili en bilinen kitaplarının yayın hakkı sözleşme süreçlerinin tamamlandığı ve yeni baskılarının yapıldığı açıklandı. Richard Dawkins'in yazarı olduğu ve çevirmenliğini Feryal Halatçı'nın yaptığı 'Kör Saatçi' ile Jared Diamond'un yazıp, Ülker İnce'nin çevirdiği 'Tüfek, Mikrop ve Çelik', kitapçılar ile TÜBİTAK Bilim Yayınları satış ofisi ve internetten satışa sunuldu. Okuyucular, 'Kör Saatçi'yi 12 liraya, 'Tüfek, Mikrop ve Çelik'i ise 14 liraya alabiliyor.

Radikal, 10.04.2013

TARİHİ YALIDA YANGIN

 





İstinye'de sabah 06.00 sıralarında çatı kısmında çıkan tarihi 'ndaki yangın çok sayıda itfaiye ekibinin çalışması sonucu söndürüldü. Çalışmaların ardından bir açıklama yapan Dışişleri Bakanlığı İstanbul Temsilcisi Büyükelçi Mehmet Dönmez, 'Saat 06.00 sıralarında bana haber verildiğinde olay yerine geldim. Buradaki nöbetçi polis arkadaşımız yangını haber vermiş. Alarmı duyması üzerine derhal emniyete ve itfaiyeye haber verdiğini söyledi. Anında müdahale yapıldı' dedi.




 

Yapılan çalışmalar sonucunda yangının tamamen söndürüldüğünü ifade eden Dönmez, 'Ben gelişmelerle ilgili sayın Bakanımıza ve diğer yetkililere anında bilgi verdim. Gördüğünüz gibi yangın tamamen kontrol altına alındı. Ancak binanın tamamen kullanıma geçebilmesi için belirli bir temizlik ve bakım yapılması gerekiyor. Onları yaptıktan sonra da kısa sürede faaliyete geçirilecek. Büyük yıkım şeklinde bir hasar yok. Ama itfaiyenin söndürme çalışmaları sırasında içeriye giren suyun verdiği zarar var. Bir de üst katta orta bölümdeki camlı kısmın alçı barlarında çökmesi neticesi oluşan hasar var. Bunların yapılmasından sonra bina tekrar faaliyete geçirilecek' şeklinde konuştu.

 

İstinye'de bulunan tarihi Muşir Fuat Paşa Yalısı'nda sabah saatlerinde çıkan yangın uzun süren çalışmaların ardından tamamen söndürüldü. Büyükelçi Mehmet Dönmez, da 'Büyük yıkım şeklinde bir hasar yok' dedi.

İstinye'de sabah 06.00 sıralarında çatı kısmında yangın çıkan tarihi Muşir Fuat Paşa Yalısı'ndaki yangın çok sayıda itfaiye ekibinin çalışması sonucu söndürüldü. Çalışmaların ardından bir açıklama yapan Dışişleri Bakanlığı İstanbul Temsilcisi Büyükelçi Mehmet Dönmez, 'Saat 06.00 sıralarında bana haber verildiğinde olay yerine geldim. Buradaki nöbetçi polis arkadaşımız yangını haber vermiş. Alarmı duyması üzerine derhal emniyete ve itfaiyeye haber verdiğini söyledi. Anında müdahale yapıldı' dedi.

Yapılan çalışmalar sonucunda yangının tamamen söndürüldüğünü ifade eden Dönmez, 'Ben gelişmelerle ilgili sayın Bakanımıza ve diğer yetkililere anında bilgi verdim. Gördüğünüz gibi yangın tamamen kontrol altına alındı. Ancak binanın tamamen kullanıma geçebilmesi için belirli bir temizlik ve bakım yapılması gerekiyor. Onları yaptıktan sonra da kısa sürede faaliyete geçirilecek. Büyük yıkım şeklinde bir hasar yok. Ama itfaiyenin söndürme çalışmaları sırasında içeriye giren suyun verdiği zarar var. Bir de üst katta orta bölümdeki camlı kısmın alçı barlarında çökmesi neticesi oluşan hasar var. Bunların yapılmasından sonra bina tekrar faaliyete geçirilecek' şeklinde konuştu.

Sabah, 10.04.2013

MİRAS KAVGASI TARİHİ ESERLERE UZANDI

 

 

Ünlü işadamı Salih Tatlıcı'nın ikinci evliliğinden oğlu Uğur Tatlıcı'nın otelindeki tescilli kültür varlığı ev süslemelerine, Antalya Müzesi tarafından el konulmak üzere ölçümleri alınmaya başladı.

İşadamı Tatlıcı'nın ölümüyle ilk evliliğinden olan Ali, Ahmet ve Mehmet Tatlıcı kardeşler ile üvey kardeş Uğur Tatlıcı arasında miras kavgası devam ediyor. İşadamı Tatlıcı'nın paha biçilemeyen koleksiyonu konusundaki anlaşmazlığın ardından Uğur Tatlıcı, Kanuni ve III. Selim'in fermanlarının da yer aldığı koleksiyonu saklayıp 'çalındı süsü' vermekle suçlanmıştı. Polis, Uğur Tatlıcı'ya ait şirkete baskın yapmış, eserlerin büyük bölümü bulunmuş ve müzeye kaldırılmıştı.
 

Uğur Tatlıcı'ya ait olan ve geçen yıl yapılan tadilatla A'den Z'ye yenilenen Antalya'nın Serik İlçesi'ne bağlı Kadriyeköy'deki Crystal Tat Beach Resort Hotel'in bir odasındaki kültür varlıklarına, Antalya Arkeoloji Müzesi'ne teslim edilmesi kararı çıktı. Kardeşlerin mahkemeye başvurması sonucu bir otel odasını süsleyen ahşap yapılara el konulması istenmişti. Uğur Tatlıcı'nın mahkemeye itirazı sonucu değiştirmeyip yürütmeyi durdurma kararı çıktı. Bunun üzerine Antalya Arkeoloji Müzesi arkeologları, odadaki eski eşyaları fotoğrafladı. U şeklindeki odadaki tarihi önemi olan eşyaların kaç parçadan oluştuğu ve nasıl zarar verilmeden yerinden çıkartılacağı hesaplanma aşamasına gelindi.

Sabah, Haber: Göksel Yapar, 10.04.2013

KOCA SİNAN'A BURUK ANMA

 

Mimar Sinan’ın ölümünün 425. yılı dolayısıyla yazılı bir açıklama yapan TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Türkiye’de mimarlığın gerek yaratıcı süreç gerek uygulama sürecinde karşılaştığı yıpratıcı ve dönüştürücü ortamdan dolayı duyulan rahatsızlığa dikkat çekerek, "Bu burukluğumuzu da O’nunla paylaşmak istiyoruz" görüşüne yer verdi.

 

Geçen yıl yine Süleymaniye’de türbesi başında düzenlenen anmada kendisine Selimiye Camisi ve Külliyesi'nin 'Dünya Mirası Listesi'ne girdiği müjdesinin verildiğinin anımsatıldığı açıklamada, ancak, O’nun kalfalık eseri olarak andığı Süleymaniye Camisi’nin İstanbul’la ve Haliç’le kurduğu özgün estetik bağı koparan bir köprünün tüm tartışmalara karşın kayıtsızca inşa edilmesinin üzüntüyle izlendiği kaydedildi. Mimar Sinan'ın yaratıcı dehası ile, ancak 1990’lı yıllardan beri evrensel ölçekte bir kavram olarak tartışılan 'kültürel peyzaj' kavramını yüzyıllar öncesinden tanımladığının vurgulandığı açıklamada, şu görüşlere yer verildi:

"Mimar Sinan’ın mimarlığı, sayısız bilimsel çalışmanın konusu olmuştur. Çağdaş mimarlığa sunduğu yaklaşımlar irdelenmiş ve günümüz mimarlarına ışık tutan boyutu vurgulanmıştır. Bugün tabii ki bunları uzun uzun yinelemeyeceğiz. Ancak Mimar Sinan’ı araştırmak, yalnızca O’nu günümüz mimarlığı için bir ilham kaynağı olarak görmek demek de değildir. Kendi döneminin toplumsal yaşamının, kültürünün, mimarlığının, beğenisinin ve ekonomik gücünün bir göstergesi olarak yarattığı mimarlığın korunması ve yaşatılması; bizden sonraki kuşakların da tarihi kentle bütünleşmiş bu özel mimarlıkla birlikte yaşamasının sağlanması günümüz mimarlarının temel görevlerindendir. Bu bağlamda O’nun kalfalık eseri olarak andığı, İstanbul’un kent siluetini tanımlayan en temel öğe olan Süleymaniye Camisi’nin İstanbul’la ve Haliç’le kurduğu özgün estetik bağı koparan bir köprünün tüm tartışmalara karşın kayıtsızca inşa edilmesini üzüntüyle izliyoruz.

Günümüzde Türkiye’de yalnız tarihi kentler ve anıtlar değil, bütün yapılı ve doğal çevre büyük bir tehdit altındadır. Kent ve ülke sathında hem yapılı çevrelerin hem de doğal coğrafi ortamların kökten değişimine neden olacak yeni yasalar ile plansız ve öngörüsüz bir sürece girildi. Osmanlı Devletinden beri süregelen mesleki lonca geleneğinin çağdaş kurumlaşması olan meslek odalarının yine yasal düzenlemelerle işlevsizleştirilerek Odamızın toplumcu mimarlık yolundaki çalışmaları engellenmeye çalışılıyor.

Bu bağlamda Türkiye’de mimarlığın gerek yaratıcı süreç gerek uygulama sürecinde karşılaştığı yıpratıcı ve dönüştürücü ortamdan dolayı mutsuzuz. Türkiye’deki mimarlık ortamını ve yapılı çevre niteliğini daha iyi bir düzeye çıkarma çabasında yalnızlaşmanın zorluğunu yaşıyoruz. Çağdaş dünyanın ve modern yaşamın olmazsa olmazı olan sağlıklı ve nitelikli, insana değer vererek insan için tasarlanmış, kendine özgü özel değeri olan kimlikli kentsel ortamların yaratılması sürecinde, enerjimizi ve birikimimizi buna karşı geliştirilen yasal düzenlemelerle mücadele etmek için harcamaktan dolayı üzgünüz.

Ölümünün 425. Yılında Koca Sinan’a selam ederken, bu burukluğumuzu da O’nunla paylaşmak istiyoruz".

Yapı, 09.04.2013

SEMAVİ EYİCE'NİN İSTANBUL ANILARI KİTAPLAŞTIRILDI

 

Sanat tarihçi Semavi Eyice'nin hayatına ve İstanbul'a dair anıları kitaplaştırıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ. Yayınları Hatırat Serisi'nin ilk kitabı olan 'Semavi Eyice ile İstanbul'a Dair', şehir tarihi konusunda ilk ağızdan bilgileri okuyucuya sunuyor.

 

Semavi Eyice ile yapılan röportajlar doğrultusunda hazırlanan kitapta, İstanbul'un mimarisi, göz alıcı yapıları, mesire yerleri, bayram yerleri, sinemaları, lehçesi, kentin kültür müessesleri, yangınları, depremleri, şehirde suyun temini gibi konular yer alıyor. İstanbul'un eski fotoğraflarının da görülebildiği kitapta, Semavi Eyice çocukluğunu, gençliğini, üniversite yıllarını, akademik serüvenini, yurt dışı tecrübelerini, sanat tarihi alanında yaptığı çalışmaları da anlatıyor. Üç ana bölümden oluşan kitabın birinci bölümünde, Eyice'nin aile hayatı ve eğitimi, ikinci bölümünde mesleki çevresi, son bölümde ise tarih, mimari, kültür ve sanat alanlarıyla ilgili İstanbul izlenimlerine yer veriliyor.

Yapı, 09.04.2013

137 YILLIK TARİHİ BİNA OTELE DÖNÜŞÜYOR

 

 

Escort Computer'in kurucusu İbrahim Özer, gayrimenkul sektörüne girdi. 1987'den beri IT sektöründe faaliyet gösterirken tarihi binalara olan ilgisiyle baba mesleği müteahhitliğe soyunan İbrahim Özer'in yaklaşık 5 yıl önce kurduğu Nar Gayrimenkul, Galata'daki 137 yıllık tarihi Barnathan Apartmanı'nı otele dönüştürmeye hazırlanıyor. Galata'da 3 tarihi bina satın alarak restore edip rezidans işletmeciliğine başlayan şirket, tarihi binayı 100 odalı 5 yıldızlı süper lüks bir otele çevirecek. Nar Yatırım'ın bugüne kadar otel ve konut alanında 350-400 milyon TL satış değerine sahip projesi bulunuyor.

Özer "Bir yılda fiyatlar yüzde 10 arttıysa, bu bölgede yüzde 20 yükseldi. 4 sene önce 3 bin dolarken bugün 6 bin dolar. 3 yıl sonra da 10 bin doları görmesini bekliyoruz" dedi.

Nar Yatırım Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Özer, "Galata'nın yüzük taşı sayılan tarihi binanın 10'un üzerinde hissedarı vardı. 3 yıl boyunca tapudan hisse sahiplerini aradık. Hatta birini Facebook'tan bulduk" diye konuştu.

Özer, geçen yıl satın aldıkları binanın renovasyon projesini de hazırlayarak otele dönüştürmek için Anıtlar Genel Kurulu'ndan izin alma sürecine girdiklerini söyledi. Eylülde inşaata başlayacaklarını belirten Özer, yaklaşık 40 milyon dolara mal olacak otelin 2015 sonunda açılmasını öngördüklerini ifade etti. Barnathan'a yabancıların yoğun ilgi gösterdiğini ve işletmek için teklif aldıklarını söyleyen Özer, işletmek için talepleri değerlendirebileceklerini belirtti.

Sabah (Kısaltarak), Haber: Seda Tabak, 09.04.2013

ÜNLÜ YALI, İCRAYA DÜŞTÜ

 

İstanbul Üsküdar İlçesi'nde Kandilli Göksu Caddesi üzerinde bulunan İsmail Paşa Yalısı 7 milyon 900 bin lira tahmini bedelle satışa çıktı.

İstanbul Anadolu 12. İcra Dairesi tarafından satışa sunulan dairenin KDV oranı yüzde 18 olarak belirlendi.

2630 metrekare üzerinde inşa edilmiş olam İsmail Paşa Yalısı, 18 Haziran 2013 tarihinde saat 14:00'te Anadolu 12. İcra Müdürlüğü tarafından satışa çıkarılacak. İlk ihalede alıcı çıkmaması durumunda 18 Temmuz 2013'te yeniden ihaleye çıkılacak.

Sabah, 09.04.2013

SEVSEREK HAN'DA PAYDOS!

 

 

Malatya- Pütürge karayolu üzerinde merkeze bağlı Yaygın beldesinde yakınlarında bulunan,  geçtiğimiz yıl yapılan çevre kazısıyla ortaya çıkarılan ve kültür turizmine açılması için yenileme (restorasyon) çalışmalarına başlanan Selçuklu dönemi yapılarından Sevserek Han’da çalışmalar durdu. Yetkililer “Yenileme ödeneği için Kültür ve Turizm Bakanlığ’na başvurduk” diyerek çalışmaların başlaması için ödeneği beklediklerini iddia ederken,  yetkililer “Bakanlığımız, restorasyon çalışmalarında öncelikli olarak kendilerine tahsisli eserleri tercih ediyor. Kendilerine tahsisli olmayan eserlere ödenek ayırmaları pek mümkün değil” diyerek bakanlığın ödenek tahsisinde bulunamayacağını ifade ettiler. 

 

İl Özel İdaresi bünyesinde bulunan Koruma ve Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB)’nun girişimleriyle teknik kazı çalışmalarına başlanan Sevserek Han’da çalışmalar ödenek yokluğundan durdu. Bir önceki Vali Ulvi Saran’ın kendine özgü kaynak yaratma yöntemiyle gündeme getirdiği fakat uygulanabilirliği konusunda ciddi yasal ve ödenek engellerinin olduğu projelerden biri olan Sevserek Han için  İl Özel İdare’nin bakanlıktan ödenek talebi olumsuz karşılandı. Ödenek yokluğundan tarihi handa çalışmalar durdu ve demir kapıyla muhafaza altına alınan han kaderine terk edildi. 

 

Sevserek Han’ın Restorasyon Süreci

Mülkiyeti Hazineye ait olan Sevserek Han’ında, tek yetkili Malatya Müzesi olmasına rağmen KUDEB tarafından ön çalışma denilen teknik kazıları yapılarak en kısa sürede restorasyona başlanılacağı ve ilimizin kültür turizmine kazandırılacağı kamuoyuna duyurulmuştu. 

 

Restorasyon için ödenek tahsisi talebi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan hanın  kendilerine tahsisli olmadığı gerekçesiyle kabul edilmedi ve tarihi eser kaderine terk edildi. 

 

Konu ile ilgili olarak  yetkililer,  “Bu tür eserlerin restorasyonu için ödenek ayırabilmemiz için eserlerin bize tahsisli olması gerek. Ama Sevserek Han bize tahsisli değil. Ödenek ayırmamız çok zor.” diyerek ödenek tahsisinin neredeyse imkansız olduğunu belirttiler.

 

Restorasyon çalışmalarının 2014 yerel seçimlerinden önce başlamasının çok zor olacağını belirten teknik uzmanlar ise “ Konu, Bakanlık, Valilik, Hazine arasında gidip gelecek. Seçimlerden sonra bu tür eserler büyük şehir uhdesine geçeceği için çalışmalar ancak o zaman başlar” diyerek restorasyona 1 yıldan önce başlanılmasının mümkün olmadığını belirttiler.

 

Saran Ne Demişti?

2011 yılında Sevserek Hanı'nda çalışmaların başlaması dolayısıyla düzenlenen kokteylde bu eserin gün ışığına çıkarılışının hikayesini anlatan dönemin Valisi Ulvi Saran, KUDEB ve Müze'nin müşterek çalışması sonucu, toprak altında kalan Sevserek Han'ın temizlik kazısının bitirildiğini, gün ışığına çıkartılması sırasında çeşitli tarihi para ve eşyaların da bulunduğunu, 1200'lü yıllardan kalma madeni eşya ve paraların da yer altında çıkarıldığını belirterek, "2 aylık bir çalışma sonucu Han'ımız ortaya çıktı. Restorasyon projesi ihale edildi. Proje 1-2 ay içinde tamamlandıktan sonra restorasyonuna başlanacak. 1 yıl içerisinde de tamamen bitirilmesini planlıyoruz. Bilahare Han'ın hangi amaçla kullanılacağına karar vereceğiz."demişti.

 

İpek yolu üzerinde, Nemrut güzergahında bulunan Sevserek Han'ın yıllarca toprak altında kaldığını ve tahribat yaşadığını belirten Vali, "Bunun gibi 6 adet han daha bulunmaktadır. Sevserek Han'dan başlayarak Nemrut'a doğru 60 kilometrelik yol boyunca Sevserek 2 Han, Görk Han, Tepehan, Yandere Han, Çat Han, Birinci Taşkale Han ve 2. Taşkale Han bulunmaktadır. Hepsini sırasıyla ortaya çıkarıp Malatya'ya kazandırmak istiyoruz. Sevserek Han'ın 800 yıllık bir geçmişi bulunmaktadır. İpek Yolu üzerinde ticaret yapan kervanlar buralarda konaklamış. 1600 metrekarelik bir alana sahiptir. 150 yıl önce kendi kaderine terk edilip harabe hale gelen ve üzeri tamamen toprakla kapanıp yer altında kalan Han'ı titiz bir çalışmayla ortaya çıkardık. Malatya Şifahenesi ya da bir sağlık merkezi gibi kullanmayı düşünüyoruz. Buna ileriki aşamalarda karar vereceğiz"diye konuşmuştu.

Malatya Haber, 08.04.2013

KANAL İSTANBUL'UN GÜZERGAHI NETLEŞİYOR

 

 

Tarihi Yarımada’yı “Tarihi Ada”ya dönüştürecek kanal büyük ihtimalle Küçükçekmece, Başakşehir, Arnavutköy hattında açılacak.

 

Bu güzergahın seçilmesinde, kamulaştırma maliyetlerinin düşük olması ve ortaya çıkacak hafriyatın minimuma inmesi etkili oldu. Hükümetten sızan ve basına da yansıyan bilgilere göre Kanal İstanbul'un Marmara'ya açılacağı nokta olan Küçükçekmece Gölü'nün evsel ve sanayi atıkları nedeniyle kirli olması, göl işlevinin ortadan kaldırılmasına olanak sağlıyor. Taraf Gazetesi’nin haberine göre göle kanalla bağlanacak Sazlıdere Barajı'nın yer aldığı vadide rakım düşük olduğu için kazı açısından da problem yaşanmayacak. Bölge, orman ve tarım alanlarıyla çevrildiği için de istimlak problemi olmayacak. En önemlisi ise, kanalın Karadeniz'e açıldığı noktanın aynı zamanda üçüncü havaalanı proje alanı olması. Yani Kanal İstanbul, Küçükçekmece'den başlayarak, Sazlıdere Barajı, bu baraja kaynaklık eden derelerin geçtiği vadi ile tarım ve orman alanlarından geçecek. Böylece hem ortaya çıkan hafriyat az olacak hem de kamulaştırma maliyeti düşük olacak.

 

Kulağa hoş geliyor. Peki, gerçekten bu kadar kolay ve sorunsuz mu?

 

Küçükçekmece Gölü'nün içme suyu havzası özelliğini kaybettiği, sık sık meydana gelen balık ölümleriyle gölün çevresel riskler yarattığı doğru ancak göl çevresinin büyük bir ölümü birinci derece sit alanı. Bu alanda yer alan Yarımburgaz'daki neolotik yerleşimin ne olacağı Kanal İstanbul projesinde belirtilmiyor. Projede uluslararası yankı uyandıracak bir arkeolojik kriz kapıda.

 

Bununla birlikte, Toplum İçin Şehircilik Platformu'nun ortaya koyduğu verilere göre, kanalın geçeceği Sazlıdere Barajı halen içme suyu havzası niteliği taşıyor ve havzanın bulunduğu alandaki dereler geniş tarım alanlarını besliyor. Projeyle Sazlıdere Barajı devre dışı kalacak. Bu durumun içme suyu ve sulama açısından problem yaratmayacağı, Melen Çayı'ndan gelen suyun bu barajın yerine ikame edileceği belirtiliyor ancak bu bilgi gerçeği yansıtmıyor. Çünkü resmi verilere göre Sazlıdere Barajı İstanbul'a yıllık 50 hm3'lük içme suyu sağlıyor.

 

Yine resmi verilere göre kanalın geçeceği Sazlıdere Vadisi'nin yüzde 52'si “iyi korunmuş” orman arazilerinden oluşuyor. “Bozuk orman” vasfında olan kalan yarısında ise tarım alanları yer alıyor. Vadi topraklarının yüzde 35'i yani 176,4 km²'si tarıma ayrılmış durumda.Toplum İçin Şehircilik Platformu'ndan Nazım Akkoyunlu'nun aktardığı bilgilere göre, proje alanına gelecek nüfus “200 kişi/ha yoğunluk” üzerinden en az 6.272.000 kişi olacak. Bu denli büyük bir nüfusun ihtiyaçlarının karşılanması için bölgede geniş çaplı bir imar hareketi başlayacak. Bölgede arsa fiyatları şimdiden astronomik rakamlara ulaştı bile.

 

Bu açıdan projede hesaplanmayan bir nokta da bölgenin depremselliği. Resmi verilere göre proje alanı üçüncü derecede riskli deprem bölgesi. Ancak vadideki zeminin depreme karşı mukavemeti bir hayli zayıf. Bölgedeki dere yatakları heyelan potansiyeli oluşturuyor. Yerleşime açılacak yamaçlar haritalarda riskli bölgeler olarak işaretleniyor. Uzmanlara göre bu alanda en fazla iki katlı yapılaşmaya izin verilebilir. Kanal İstanbul ve üçüncü havaalanının kesiştiği, milyonlarca kişinin yerleşimine açılacak proje alanında çok katlı yapılaşmanın kaçınılmaz olduğu kuşkuya yer bırakmıyor.

Yapı, 08.04.2013

BULGAR DEMİR KİLİSESİ İÇİN ÜÇ MİLYONLUK RESTORASYON

 

 

İstanbul Büyükşehir ve İstanbul Özel İdaresi, dünyanın tek demir kilisesi olan Bulgar Sveti Stefan Kilisesi’ni 3 milyon liraya restore ediyor. Demir Kilise sevinci yaşayan Bulgar Eksarhlığı Vakfı, Şişli’de iade edilen 70 dönüm arsayla da maddi sıkıntıdan kurtuldu.

 

Yıllardır 2 bin 200 lira kira geliriyle ayakta durmaya çalışan Bulgar Eksarhlığı Vakfı, Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla Fatih’teki Sveti Stefan Kilisesi (Demir Kilise) restorasyonu ve Şişli’de milyonluk arsasına kavuşmanın sevincini yaşıyor.

 

1921 yılında Hıristiyan Ortodoks Cemaati tarafından kurulan Bulgar Eksarhlığı Vakfı’na ait tamamen dökme demirden yapılan kilise, 143 yıl sonra İstanbul İl Özel İdaresi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 3 milyon lira harcanarak yenileniyor.

 

70 dönüm arsa iade edildi

Azınlık vakıflarına mallarının iadesi kapsamında da Şişli Motor Meslek Lisesi ve Bahçeşehir Üniversitesi’nin bulunduğu Şişli’deki 70 dönümlük arsanın tapusu Bulgar Eksarhlığı Vakfı’na tescil edildi. Şişli’nin en değerli yerinde arsasına kavuşan vakıf, ünlü bir inşaat firmasıyla kat karşılığı anlaşma yaptı. Vakfın başkanı Vasil Liaze, mevcut 4 projeden birini oluşturacaklarkı bir heyet tarafından seçileceğini söyledi. Liaze, şunları kaydetti:

 

“Tapuyu almamıza ve bir inşaat firmasıyla anlaşma yapmamıza rağmen sorunlar devam ediyor. Arsanın üzerinde derme çatma bir okul,  bir üniversite ve bir spor kulübü var. Bunların terk etmesi gerekiyor. Ayrıca Şişli Belediyesi de yeni belediye binasını vakfa ait 5190 metrekare arsa üzerine inşa ediyor. Kendilerini defalarca ikaz etmemize rağmen, inşaat devam ediyor. Bir çözüm bulunur diye bekliyoruz.”

 

 “Bugüne kadar gayrimüslimlerin mallarını elinden alan hükümetler vardı. İlk kez Başbakan Erdoğan başkanlığındaki hükümet, almak yerine vermeyi tercih etti” diyen Liaze, Erdoğan’ın Türkiye için  şans olduğunu ifade etti.

 

143 YIL SONRA HAYAT BULACAK

Demir Kilise olarak bilinen Fatih’teki Bulgar Sveti Stefan Kilisesi, 143 yıl aradan sonra İstanbul İl Özel İdaresi ve Büyükşehir Belediyesi tarafından restore ediliyor. 2.5 milyon TL karşılığında ihale edilen ancak artışlarla birlikte 3 milyon TL mal olacak kilisenin kayan ahşap kolonları yerine 360 adet 40 metre boyunda beton kazık çakıldı.  Balat ile Fener arasında Haliç kıyısında bulunan ve halk arasında Demir Kilise olarak bilinen Bulgar Kilisesi 3 Mart 1878 de imzalanan Ayastefanos Antlaşması’na dayanarak Bulgar hükümeti tarafından yaptırılır. 500 ton demirden dökülen kilise iki ay gibi kısa bir sürede inşa edilerek 8 Eylül 1898’de ibadete açılır.

Star, Haber: Şenol Baştakar, 08.04.2013

ÜNLÜ DEVLET ADAMININ MEZARI İÇLER ACISI


 

Kanuni Sultan Süleyman’ın en yakın dostu olan, 13 yıl boyunca Veziriazamlık görevini yürüten ve en görkemli dönemindeyken hayata gözlerini yuman Pargalı İbrahim Paşa’nın kabri, harap haliyle görenleri şok ediyor. Vatandaşlar, yetkililerin hala harekete geçmemesini de eleştiriyor.

 

Osmanlı Devleti’nin en önemli devlet adamlarından biri olmasına rağmen son dönemde yayınlanan Muhteşem Yüzyıl dizisiyle günümüzde gündeme gelen Pargalı İbrahim Paşa, kabrinin ilgisizlikten harabe halinde olmasıyla tartışılmaya devam ediyor. Dizideki ölüm sahnelerinden sonra sıkça ziyaret edilir hale gelen İstanbul Fındıklı’daki kabri, o dönemde bakımsızlıktan dolayı harabe haliyle haberlere konu olmuştu. Geçen onca güne rağmen yetkililerin tabela asmak dışında ciddi anlamda harekete geçmemiş olması ise vatandaşları üzüyor. Klimaların gölgesinde kalan Canfeda Haziresi’nin içler acısı duruma isyan eden vatandaşlar, bir diziyle gündeme gelince sadece mezarlığa tabela eklenmesinin ve üzerindeki yabani otlarının dahi sökülmemesinin komedi olduğunu ifade etti. Büyük bir Osmanlı Veziriazamı’nın en azından düzgün bir mezar taşı ve çevre düzenlemesini hak ettiğini söyleyen bölge sakinleri, yetkililerin görevlerini ciddi anlamda yerine getirmesini istedi.

 




PARGALI İBRAHİM PAŞA KİMDİR?

Bugün Yunanistan’da kalan Parga yakınlarındaki bir köyde doğan İbrahim Paşa, 6 yaşında korsanlar tarafından kaçırılarak Manisa’da dul bir kadına satıldı. Manisa’da sancakbeyi olan Şehzade Süleyman’la tanışarak iyi bir arkadaşlık kurdu. Sultan Süleyman’ın maiyetinden idamına kadar geçirdiği yıllar boyunca onun yakın arkadaşı ve danışmanı oldu. Süleyman padişah olduktan sonra onunla birlikte İstanbul’a geldi ve Osmanlı Devleti’nde Sadrazamlık, Anadolu ve Rumeli Beylerbeylikleri ve Seraskerlik dahil olmak üzere en üst düzeylerdeki görevlerde bulundu. Belgrad’ın fethinde, Rodos seferine katıldıktan sonra 1523′te sadrazamlığa getirildi. Mısır’da asayişi sağlamakla görevlendirildi ve kendisine Mısır Beylerbeyi unvanı verildi. Bu esnada Mısır’da pek çok ıslahat gerçekleştirdi. Macaristan seferine katıldı ve Mohaç Savaşı’nın kazanılmasında önemli rol oynadı. Avusturya İmparatoru’nu Osmanlı sadrazamına eşit sayan 1533 tarihli İstanbul Antlaşması’nın müzakerelerini bizzat yürüttü. Osmanlı İmparatorluğu’nun o dönemde bilinen dünyayı şekillendiren üstün dış politikasının kontrolü tamamen İbrahim Paşa’nın elindedir.

 

İktidar hırsıyla padişahtan kendisini soğutmaya başlamıştır. 1536 yılında gücünden kaygılanan Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile öldürüldüğü iddia edilmektedir. Ayrıca Makbul İbrahim Paşa’nın Hürrem Sultan’ın oğlu olmayan Şehzade Mustafa’yı desteklemesinden dolayı ölümünde Hürrem Sultan’ın da büyük bir rol oynadığı rivayet edilir. İbrahim Paşa, Fransızlara verilecek olan kapitülasyonlarla ilgili çalışmalarını yürütürken, 14-15 Mart gecesi iftar için saraya davet edildi. İftardan sonra dört dilsiz cellat tarafından boğuldu. Daha önce Makbul olarak anılırken, ölümünden sonra Maktul olarak anıldı.

arkeolojihaber.net, 08.04.2013

"BU STAD İSTANBUL'UN HANGİ İMAR PLANINDA GÖRÜLÜYOR?"

 

Mimar ve Yazar Doğan Hasol, Harem’e yapılması düşünülen "Boğaz Stadı" Projesi ile ilgili, “Bizim bildiğimiz kadarıyla bu tür işler şehir planı, hatta bölge planı kapsamında yapılır. Bu stat acaba İstanbul’un hangi imar planında görülüyor? Kararı kim, hangi araştırmalara göre vermiş?” diye sordu.

 

 

Mimar ve Yazar Doğan Hasol Cumhuriyet Gazetesi’ne yazdığı bugünkü köşe yazısında 2020 Yaz Olimpiyatları kapsamında Harem’e yapılması planlanan “Boğaz Stadı”nı kaleme aldı. Hasol, Boğaz Stadı’nın IOC yöneticilerini olumsuz etkileyebileceğini ifade ederek, “Stadın İstanbul’a zarar vereceğini bile düşünüp kötü puan verebilirler” dedi.  Hasol, aynı zamanda yazısında şehirlerle ilgili kentsel planlamayı etkileyebilecek en önemli kararların Ankara’dan verilmesini de eleştirdi.

 

İşte Doğan Hasol’un yazısı

 

Harem’e Olimpiyat Stadı

“Şimdi bu da nereden çıktı?” demeyin. Hani Türkçede “Olmaz olmaz!” diye bir söz vardır. Çok doğru… Bakarsınız bu da oluverir. Bugüne kadar neler olmadı ki?..

 

2020 Yaz Olimpiyatları’nı ve Engelli Olimpiyatları’nı İstanbul’a almak için girişilen tanıtım kampanyasının adımlarından biri bu. Harem’de limanın ve şehirlerarası otogarın bulunduğu yere 70 bin kişilik bir stadyum yapılacakmış; olimpiyat oyunları sonrasında da bir bölümü sökülerek 20 bin kişilik hale getirilecekmiş. Stadın adı bile hazır: Boğaziçi Stadı!

 

Bizim bildiğimiz kadarıyla bu tür işler şehir planı, hatta bölge planı kapsamında yapılır. Bu stat acaba İstanbul’un hangi imar planında görülüyor? Kararı kim, hangi araştırmalara göre vermiş?

Anlaşılıyor ki Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin (IOC) Değerlendirme Komisyonu üyeleri, verecekleri şehir seçimi kararının ön araştırmaları için İstanbul’da karşılanırken, bizim yetkililer Harem’e böyle bir stat yapılmasına ya da yapılacakmış gibi gösterilmesine yönelivermişler. Zaten stadın gazetelerde çıkan canlandırma resimleri de alelacele çırpıştırılmış izlenimi veren kaba saba görüntüler.

 

Bizde olimpiyat işiyle ilgilenenler ve ilgili bakanlıklar IOC’yi göz boyama yoluyla kandıracaklarını sanıyorlarsa çok yazık! IOC yöneticileri konularını çok iyi bilirler; onları tutarsız projelerle ikna etmek kolay değildir. Önerilen stadın İstanbul’a zarar vereceğini bile düşünüp kötü puan verebilirler.

 

Olimpiyatların İstanbul’da yapılmasından yana olduğumu belirteyim; bunu defalarca yazdım. Ne var ki bu isteğimizin gerçekleşmesi ciddi olmamıza çok bağlı.

 

Gelelim ülkemizde bu tür konuların ele alınış biçimine… Bugünlerde, kentsel planlamayı etkileyebilecek en önemli kararlar, başta İstanbul olmak üzere bütün şehirler için, var olan planlar ve yerel yönetimler aşılarak Ankara’dan verilir oldu. Bu durum bölgesel plan kapsamında bir ölçüde kabul edilebilir; ancak plan varsa ve onun kurallarına uyulması kaydıyla… Yoksa “ben yaptım oldu” anlayışıyla değil!

 

Ne yazık ki son zamanlarda alınan pek çok karar o anlayışın izlerini taşıyor. İşte inatla sürdürülen Taksim Meydanı düzenlemesi; Taksim Gezi Parkı’na yapılmak istenen, -dışı başka içi başka- tarihi kışla görünümlü rant tesisleri, Çamlıca’ya, Göztepe Parkı’na cami, Haydarpaşa Garı ve çevresi, Boğaz’a üçüncü köprü, Avrasya Tüneli, Galataport Projesi vb… Yıkılmak istenen Emek Sineması, İnönü Stadı vb… Yok edilen Taksim Gezi Parkı…

 

Üzerinde önemle durulması gereken başka bir nokta da şudur: Geçici kaydıyla yapılan kimi yapılar zaman içinde süreklilik kazanıyor. İşte örneği: Galata’daki antrepolar ve transit ambarları. Bu tesisler 1950’li yılların ikinci yarısında Adnan Menderes’in başbakanlığı döneminde, imar planında yer almadığı halde kendisinin kararıyla “geçici” kaydıyla yapılmıştı. Bu tesisler, yapılacak planlara göre İstanbul yakınında daha uygun başka bir yere taşınacaktı. Ne var ki bu durum gerçekleşmedi, liman işlevi başka yerlere taşındıysa da Galata’daki o geçici tesisler kalıcılık kazandı. Şimdi onların “geçici”likleri bir yana bırakılıyor ve yerlerine, ranta dönük, çok daha yoğun yepyeni binalar yapılmaya çalışılıyor.

 

Yıkılıp yeniden yapılması istenen İnönü Stadı’nda da benzer bir durum söz konusu. Aslında baştan yanlış yere yapılmış olan makul ölçüdeki stat yıkılarak yerine çok daha büyüğü yapılacakmış. Bu hangi planda var? Birisi lütfen açıklayabilir mi? Defalarca yazdık, Dolmabahçe böyle bir yükü kaldıramaz. Üstelik, mimarisi nedeniyle mevcut yapı yasal koruma altında…

 

Harem Stadı konusunun da benzer bir statüye geleceğinden korkulur. Yapılır mı bilemem ama, yapılırsa korkarım ki o da kalıcılık kazanır. Hemen şunu da anımsayalım: İstanbul’da bizim 80 bin kişilik bir Olimpiyat Stadımız yok mu? O stat ne yazık ki Amerikalıların ölü yatırımlar için kullandıkları deyişle, bir “beyaz fil” oldu; bugün hiçbir işe yaramıyor. Şimdi ondan vazgeçip yenisini yapmayı IOC yetkililerine vaat ediyoruz.

 

Bir yandan İstanbul’u, bir yandan da kaynaklarımızı tüketiyoruz. İstanbul tek… Kaynaklarımız da o kadar bol değil. Sürekli savurup duruyoruz. Aslında, kaynaklar kıtsa bunları daha özenli, daha akıllıca kullanmak gerekmez mi? Bu soru dünyanın incisi İstanbul için de geçerli.

Yapı, Kaynak: Cumhuriyet, 08.04.2013

MYRLEİA ANTİK KENTİ İÇİN DAVULLU YÜRÜYÜŞ

 

 

Bursa'nın Mudanya İlçesi Demirhane mevkiinde Myrleia antik kenti üzerinde yapıldığı öne sürülen alışveriş merkezi inşaatına yönelik sivil tepki sürüyor.

 

Mudanya Halk Meclisi Derneği'nin önderliğinde bir grup sivil üyenin oluşturduğu Myrleia Antik Kent Platformu, çadır nöbeti sonrasında eylemlerine halaylar eşliğinde imza toplayarak sürdürdü.

Mudanya Mütareke Meydanı'nda toplanan platform üyeleri, davul ve zurna eşliğinde çektikleri halayların ardından, söz konusu bölgedeki yapılaşma ile ilgili gösterilen tepkiye rağmen inşaatın devam etmesini protesto etti. Vatandaşlardan imza toplayan platform üyeleri Mudanya'nın değerlerinin talan edilmesine sessiz kalındığını öne sürdü.

Platform temsilcileri, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun inşaata devam kararı öncesi ve sonrasında yaşanan süreci anlatan 500'e yakın mektubu, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'e göndermek üzere imzaladı.

Daha sonra Halk Meclisi Derneği'nden iki üyenin seslendirdiği türküler ardından meydanda toplanan platform temsilcileri, açtıkları 'Tarih katliamına son' pankartıyla Mütareke Meydanı'ndan İskele Meydanı'na kadar sloganlar eşliğinde yürüyüş yaptı.

Bölgede yeterli çalışmalar yapılmadan inşaatın hızlı bir şekilde başlanmasına karar verilme nedenini soran platform temsilcileri, "Müzeler Genel Müdürlüğü'nün verdiği durdurma kararına karşı 3 kez devam kararı veren Bursa Koruma Bölge Kurulu bu inşaatta neden bu kadar çok ısrar etmektedir? Antik kentle ilgili olarak 2012 yılında yapılan Yüzey Araştırması Bilimsel Raporu neden dikkate alınmamış ve değerlendirilmemiştir. Bölgenin müze haline getirilmek yerine ticari alan dönüştürülmesi ve inşaat izinlerinin verilme gerekçesi nedir" şeklinde sorular yöneltti.

Platform üyeleri, sorularına yetkililerden cevap beklediklerini belirterek, inşaatın durdurulmasını yineledi.

Platform temsilcilerinin gece yürüyüşü alkışlarla sona erdi.

Cnn Türk, 08.04.2013

SAHRA, BEŞ BİN YIL ÖNCE ORMANMIŞ

 

Uzmanlar, eskiden orman olan Sahra’nın nasıl çöle dönüştüğünü mercek altına aldı. Elde edilen bulgular yeni iklim modellemelerinde de kullanılacak.

 

ABD’nin en saygın üniversitelerinden Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT) paleoklimatolojist (Dünya iklim tarihi araştırmacısı) David McGee Dünya’nın en büyük sıcak çölü olan Sahra üzerine yaptığı araştırmada bölgenin geçirdiği değişimi masaya yatırdı.


McGee önderliğinde gerçekleşen ve 30 bin yıl geçmişe gidilen çalışmada Sahra’nın büyük göller, hippopotamlar ve zürafalarla dolu ormanlık bir alan olduğu hatırlatıldı. McGee, 5 bin yıl önce geçirilen bu değişimin ‘dramatik’ bir iklim değişikliği olduğunu söyledi.


Amerikan Dünya ve Gezegen Bilimleri dergisinde yayımlanan araştırmada bulunan yeni bulgular Dünya’nın kalan yarısında da aynı dönemde bir değişim olduğunu ortaya koydu. Dönemde değişen rüzgar sistemi ile Atlas Okyanusu’nun taşıdığı kumların zaman içinde kuru bir hava yarattığı bunun da çölün oluşumuna sebep olduğu aktarıldı. McGee ve çalışmayı yürüten diğer araştırmacılar bulguların oluşturulacak yeni iklim modellemeleri için de kullanılmasını öngörüyor.

 

Bedeviler yaşıyor
Dünya’nın en soğuk çölü olan Antartika’nın yanında Sahra 9 milyon 400 bin kilometre karelik bir alana yayılarak dünyanın en sıcak çölü olarak göze çarpıyor. Çin veya ABD gibi devasa ülkelerini kapsayabilecek büyüklükte olan Sahra, Atlas Okyanusu’ndan Kızıldeniz’e kadar uzuyor.


Yer yer 180 metreye ulaşan kum dağları ile kaplı olan Sahra’da genel olarak Bedevi gruplar yaşıyor.


‘Erg’ adı da verilen kum çölü, sanılanın aksine bütün çölün yalnızca beşte birini kaplıyor.

Milliyet, 08.04.2013

ESRARENGİZ MEZARLIK SİT ALANI OLDU

 

 

Batman Kozluk İlçesi Alıçlı Köyü'ndeki esrarengiz mezarlığın tapuya tescil edilmesi ve SİT alanı ilan edilmesine dair karar çıktı.

 

Esrarengiz mezarlıkla ilgili Batman Müze Müdürlüğü'nün yaptığı çalışma sonrasında konu, Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na taşındı.

Köy girişinde çok eski dönemlere ait olduğu varsayılan mezarlıkta bulunan birçoğu tahrip olmuş mezar taşlarında çocuk, insan, güneş figürleri ile farklı dilde yazılmış yazılar yer alıyor. İnsan boyu büyüklüğünde mezar taşlarının da yer aldığı mezarlık bir hayli ilgi ve merak uyandırıyor.

Batman Müze Müdürü Tenzile Uysal, kurum olarak yaptıkları çalışmaları Diyarbakır Koruma Kurulu'na gönderdiklerini konunun kurulda görüşüldüğü ve tescil çalışmalarının tamamlandığını söyledi.

Yapılan haberden sonra bazı akademisyenlerce mezarlıkta çalışma başvurusunda bulunulduğunu belirten Müze Müdürü Tenzile Uysal , "Kozluk İlçesi Alıçlı Köyü'nde bulunan eski mezarlık alanında bulunan mezarlar uzmanlar tarafından incelendi, Akademisyenler mezarlıkta çalıştıktan sonra belgeleme çalışmaları yapılacak. Çizimler yapılacak büyük olasılıkla yüksek lisans tezi, doktora tezi olabilir ya da makale hazırlanabilir. Elde edilen bilgiler bilim dünyasına sunulacak." diye konuştu.
Sabah, 08.04.2013

HAYAT MANZARASININ TASARIMI

 

Son yıllarda ülkenin gündemi yeni şehirler, yeni hayatlar kurmak üzerine. Bu durumda hatırlanması gereken bir usta var: Le Corbusier. O, şehir planlamacısı olduğundan daha iyi bir mimardı. Yine de şehir yaşamına ilişkin çizdiği manzaralar hala geçerli.

 

Geçen yıllarda açılan, Londra'da Barbican Centre'daki "Le Corbusier: Mimarlık Sanatı" başlıklı serginin başında gösterilen kısa filmde, İsviçre doğumlu, şık, gözlüklü bir mimar Paris'in şehir planı önünde duruyor. Şehrin önemli bir bölümünü kesip atarcasına plan üzerinde kalın bir kara çizgi çekiyor. Ustanın "Komşu Planı" (Plan Voisin) adlı çalışması modern insanın modern şehirlerde yaşaması gerektiği inancına dayanıyor. Paris'in sağ yakasına rezidans niteliğindeki 20 kadar yüksek bina, geniş caddeler ve yeşillikler içine dikkatlice yerleştirilmiş. Bu da başkentin yoğun ve büyüleyici Ortaçağ havasına taban tabana zıttı... Neyse ki Le Corbusier'nin planı uygulanamadı ve o kadim Le Marais semti halen büyük ölçüde özgünlüğünü koruyor.
Öyle ya da böyle, Le Corbusier usta vizyon sahibiydi. Le Corbusier'nin merkez Paris planı gibi sansasyonel önerileri arzu ettiği şekilde tüm dikkatleri üzerine topladı ve oluşturulması onlarca yıl alacak şehir planlama prensiplerinin önünü açtı.

20'NCİ YÜZYILIN EN ÖNEMLİ BİNALARINI TASARLADI
Fakat Le Corbusier, şehir planlamacısı olduğundan daha iyi bir mimardı. Fransa'nın batısındaki Ronchamp şapeli ve 1958 Brüksel Dünya Fuarı'nda Philips Sergi Salonu dahil, Le Corbusier 20'inci yüzyılın en önemli binalarını tasarladı ve gelecek kuşak tasarımcılarına ilham verdi. Ancak işlerini küçümseyenler onu çağdaş şehir yaşamının defolarından sorumlu tutuyor; sosyal konut projeleri ve otomobile aşırı güven... Le Corbusier, tasarımlarında her zaman hesaba kattığı bu icada büyük tutkuyla bağlıydı. En muhteşem projeleri hiç hayata geçmemişse de, yeşile yer açmak için şehir yaşamını yüksek binalara yoğunlaştırma fikri günümüz şehirciliğini derinden etkiledi.

ŞEHİRLER PEK SEVMİYOR GİBİYDİ
Kendisinden önceki pek çok şehir planlamacısı gibi Le Corbusier de şehirleri pek sevmiyor gibiydi. Avrupa ve Amerika'nın kendi sefil kenar mahallelerine hayran, şehirlerini kalabalık ve pis yerleşkeler olarak gördüğü bir çağda olgunlaştı. Şehir tasarımında endüstriyel üretim hattında gördüğü düzene ve verimliliğe benzer çözümler aradı. Ona göre geleceğin şehirlerinde çalışılacak bölgeler, iş dünyası ve yaşanacak alanlar birbirinden ayrı olmalıydı. Banliyö ideallerini tercih eden çağdaşlarının aksine onun "Işıyan Şehir" (Radiant City) manifestosu daha yoğun şehir nüfusu ve çağdaş ulaşım sistemini destekliyordu. Gökdelenler arasına inen uçaklar ve otomobil trafiğinin rahat aktığı yükseltilmiş otoyollar tasarladı. Fakat bunlar birer fantezi olmaktan öteye gidemedi.

İLK YILDIZ MİMAR
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'nın savaş gazisi şehirlerini tekrar inşa etmek için Corbusian modelinin ihtiyaç duyduğu tabula rasa (İnsan beyninin başlangıçta "boş bir levha" olduğunu öneren felsefe) gelişti. 1950'lerin başında mimarın insana olan duyarlılığı, Sovyetler Birliği'nde görülen toplu konut modelinden etkilenerek geliştirdiği Marsilya'daki "Unité d'Habitation" ile (1600 kişinin yaşayabileceği 12 apartmandan oluşan yatay, birleşik yaşam alanı) çok netleşti. Zaman zaman kendi şöhretini sağlama almak için çok ileri gittiği de oldu. Royal Institute of British Architects'den Charles Knevitt'in belirttiği gibi "O ilk yıldız mimardı". "Le Corbusier" markasını pekiştirmek için kitle iletişim araçlarını çok iyi kullandı; tıpkı kendisinden sonra gelen Frank Gehry ve Norman Foster gibi. Tasarımlarındaki temiz ve iyi aydınlatılmış daireleri ve çatı bahçelerinde oynayan mutlu çocukları gösteren görselleri, mimarlık dergilerinde sürekli kullanıldı. Bu tür resimler Londra'dan New York'a pek çok mimarın, hızla ve ucuza konut geliştirebilmesi için onun fikirlerinden esinlenmesine yol açtı.


Ancak Amerikalı yazar Jane Jacobs'ın hüzünle tespit ettiği gibi, Corbusian şehir sadece insanları yalıtmıyordu; aynı zamanda normal kentsel gelişime de darbe indiriyordu. 1965'te öldüğündeyse modernizme karşı tepkiler kendisini iyice göstermeye başlamıştı...


Ama Le Corbusier'nin seyrek ve gösterişsiz estetiğinin tüm zaaflarına rağmen, onun "Ev yaşam makinesi olmalıdır" varsayımı halen geçerli. Son 10 yılda dünyanın her şehrinde ortaya çıkan yeni çatı katı cumbaları doğrudan ondan esinlenmiştir. Çin ve Dubai gibi yeni zenginliğin ve iyimserliğin güçlü hükümetlerle birleştiği yerlerde –Pekin'deki Olimpiyat Köyü'nü anımsayın– mimarlar bir kez daha toplumu yeniden şekillendirme işine giriştiler. Bu arada belki "Işıltılı Şehir" de kendine bir yuva bulur.

Mimari kibrinden ödün verdi
Le Corbusier'nin ardından kibrinden biraz ödün veren mimari, bir yandan da basit ve albenili binalar yaratmaya geri döndü. Son zamanlarda özveri kendini hissettirmeye başladı. İnsanlık İçin Mimari (Architecture for Humanity) ve Kırsal Stüdyo (Rural Studio) gibi girişimlerin dünyanın fakirlerine ev tasarlaması buna örnek gösterilebilir...

Habertürk, Haber:Christopher Werth, 07.04.2013

"EMEK'E BENİM KADAR GİTMEDİLER"

Emek Bizim İstanbul Bizim Platformu, geçen hafta İstanbul Film Festivali'nin açılışında eylem yaptı. Bugün de Taksim Tramvay Durağı'nda buluşacaklar. "Emek bizim, sinemamıza sahip çıkıyoruz. Yıktırmıyoruz" diyorlar. Zira Kamer İnşaat'ın "Grand Pera" projesi kapsamında; 1883'de yapılmış birinci sınıf tescilli tarihi eser Cercle d'Orient (Serkildoryan) binası aslına uygun restore edilecek. Serkildoryan'ın arkasında yer alan Emek, İpek ve Rüya sinemaları ise yıkılarak yerlerine 30 metre yüksekliğinde modern bir bina yapılacak. Bu binanın ilk iki katında dükkan, lokanta ve kafeler, üstteki iki katta 10 sinema salonu, bir sinema müzesi, ve en üst katta da Emek Sineması olacak. Kamer İnşaat'ın ortağı Levent Eyüpoğlu eleştirileri yanıtladı.

"Emek sineması ve çevresinin restorasyonu en güzel böyle olurdu, onu da biz yaptık" mı diyorsunuz?
Bunu başından beri söylüyorum. Beyoğlu'nda şimdiye kadar böyle kapsamlı bir çalışma yapılmadı. Seyrantepe'de 2500-3000 metrekarelik bir yer kiralayıp laboratuvar kurduk. Restorasyon ekibi kurtarılabilecek ne varsa getiriyor. Emek Sineması'nın içindekiler de depolanacak. Çürümüş koltukları bile koruma altına aldık. Ama mecburen değişecekler. Çünkü rahatsızlar ve çok kötü durumdalar. Sinemadaki eski makineleri de sergilemek için bir yerde tutacağız ama yeni teknolojiyi kullanacağız.

Aslında tepki gösterenlerin çoğu restoraysonun şeklinden çok, "AVM'lerin içine hapsolmamış, moviplex'in bir parçası olarak sürekli popüler filmler göstermek zorunda olmayan bir sinema salonu kalsın" derdinde...
Elimizde bol sinema salonu olduktan sonra bunlardan birini seve seve bağımsız filmlere ayırabiliriz. Bu çözülebilecek en kolay sorun. İsteğimiz de bu yönde zaten. İnsanların sadece festival zamanı değil yıl boyu gösterimleri takip edecekleri bir salon olması için çalışacağız. Ayrıca Emek, pasajdaki diğer sinema salonlarından ayrı bir yerde. Yine kendi fuayesi, terası olacak. Hatta planlarımız arasında orada bir sinema müzesi kurmak da var.

"Keşke kendimizi anlatmak için hiç uğraşmayıp yolumuza baksaymışız" diyor musunuz?
Tam tersi. Çıkacak ürünü bildiğimiz için sıkıntımız yok. Sadece insanlara "Neyi eleştirdiğinizi biliyor musunuz" diyoruz. Yoksa öyle dendiği gibi ikna turlarına falan çıkmış değiliz.

Tepkiler sizi şaşırttı mı?
Bir kere o kadar önyargılılar ki. Mesela Fransızca bir şey anlatıyordum. "Siz Fransızca'yı nereden bilirsiniz"e kadar vardırdılar işi. Oysa Galatasaray Lisesi mezunuyum. Evimiz Kurtuluş'taydı. Yürüyerek giderdik. Şu an konuşulan bölgeler her gün geçtiğimiz yerlerdi. Tepki gösterenlerin çoğu Emek'e benim kadar gitmemiştir, benim kadar yaşamamıştır oraları. Zaten bölgeyi iyi bilmedikleri yorumlarından da belli.
 

Ne gibi?
"Burada ticaret yapacaklar" diyorlar. Zaten Beyoğlu'nun o bölgesi yıllardır ticaretin içinde yaşayan bir bölge. Özellikle Küçükbeyoğlu hayat dolu. Orası yine herkesin vakit geçirebileceği bir pasaj olacak. Bakın AVM değil; pasaj.

Endişeleri de anlamak lazım. Sonuçta restorasyon anlamında çok iyi örnekler yok.
Kesinlikle hak veriyorum. Bu da öbürleri gibi olacak diye korkuyorlar. Ama göreceksiniz bitince "Helal olsun" diyecekler.

Emek'in işletmecileriyle de görüşülmüş. Hatta bir video hazırlatmışsınız.
Onları çıkartmışız gibi bir algı vardı. Oysa kendi istekleri de bu yöndeydi. O videoda da bunu birebir söylüyorlar. Böyle bir sinemanın ekonomik sürdürülebilirliği olmadığı için zorluğa girdiler ve devretmek zorunda kaldılar.

Tam da bu noktada "Kültür Bakanlığı'nın devreye girmesi gerekiyordu" diye tepki gösterenler de oldu...
Bu tür 1'inci derecede tarihi eser olan, korunması gereken binalar Bakanlığın yönlendirmeleri doğrultusunda bizim gibi şirketler tarafından restore edilimeli. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Ki Kültür Bakanlığı gereken hassasiyeti gösterdi. Koruma kurulları da işin içindeler.

Cercle D'Orient binasında faaliyet gösteren dükkanları nasıl ikna ettiniz? İnci Pastenesi'nin tahliyesi çok olaylı oldu mesela.
100' e yakın kiracıyla görüştük. Tek tek çıktılar. O kadar kişi içinde sadece İnci kalmak için direniyorsa, oraya soru işareti koymak lazım.

O semboldü çünkü...
Biz de onlara hak ettikleri değere uygun davrandık. "Restorasyon bittikten sonra yeniden bu binaya dönün" dedik. Ama dönmediler.

Küstürmüş olabilir misiniz?
Bakın, zaten binanın şu anki haliyle orada yeme-içmeyle alakalı hiçbir şey satılmaması gerekiyor. İstiklal Caddesi'nden cephe muhteşem bir dekor gibi görünebilir ama arkası bitik durumda. Tavandan devamlı su akıyor, hijyen kalmamış... Sonunda da ne oldu. "Şubemiz olmayacak" dediler ama gidip başka yerde açtılar. Demek ki oluyormuş.

Gidip gördünüz müi?
Evet. Zaten Cihangir'de oturuyorum. İstiklal Caddesi de çıkıp sıkça vakit geçirdiğim bir yer. İnci'yi de gördüm. Güzel olmuş. Profiterolünü de yedim.

Sinemaya gider misiniz?
İş yoğunluğundan eskiye nazaran daha az gidiyorum. Bir de maalesef Cihangir'e yürüme mesafesinde düzgün bir sinema pek yok. O kadar saat oturuyoruz, koltukları düzgün olsun, mekan kötü kokmasın istiyorsunuz. Emek tamamlandığında bol bol gideceğim ama.

Ne zaman bitecek?
48 ayda tamamlamayı hedefliyoruz. Hızlı olmak gerek. Çünkü her yağmurda bina daha da kötüleşecek. Tarih kayboluyor ki bu hepimiz sorumluluğunda. Cercle D'Orient binasının tahliyesiyle ilgili dava açanlar aslında o tarihe hançer saplıyor. Farkında değiller.

İşi bu kadar dramatikleştirmesek mi?
Gidip görün. Benden daha çok kızarsınız. Bütün o güzel bezemeler elden gidiyor. Herkes tutturmuş bir Emek Sineması diye. Olay bundan ibaret değil ki. Hadi Emek'i bakanlıktan para alıp yaşattın. O koca ada ne olacak? O binaların sürekliliği sağlanmak zorunda.

Habertürk, Haber: Pınar Erbaş, 07.04.2013



******


KUTSAL MEKANIMIZI KAYBETTİK

 

 

Siz bunu çok yazdınız ama bir kez daha tekrarlamanızı isteyeceğim, Emek Sineması neden önemli?
Bunu hem sinema yazarı hem çocuk yaşından beri Beyoğlu’nda film izleyen bir sinemasever hem de bir mimar olarak cevaplayabilirim. Üç açıdan da Emek Sineması’nın yıkımı bir faciadır. Yalnız benim değil, birçok kuşağın, yüz binlerce kişinin orada anıları var. Ayrıca dünyanın en eski ve en güzel salonlarından biri. Türkiye ’de tek, Avrupa’da da ilk 10’a 15’e girer rahatlıkla. Ayrıca bir kamusal alan. Özel sektöre ait olup da devlet orayı sinema olarak tutmak için büyük bir yatırım yapmak zorunda olsa bu ekonominin ön planda olduğu bir çağda biraz anlaşılır. O da değil. Eczacıbaşı gibi önemli bir sermaye grubu orayı bir kültür adasına dönüştürmek için talip oldu, hiç ses çıkmadı. İlle de o yıkım ve AVM projesinin uygulanmak istenmesi artık bir kültür kıyımına dönüştü. Dolayısıyla karşı çıktım ve her zaman da çıkacağım.


Emek’i yıkanların ve yıkımına ses çıkarmayanların söylediği bir şey var: “Yıkmıyoruz, taşıyoruz.” Siz bu yaklaşımı bir kandırmaca olarak mı görüyorsunuz?
Evet, kesinlikle. Dünyada bunun örneği yok, eski binalar taşınmaz.


Bir de bu ülkede 1920’lerde sinema vardı demek için kalan tek mekan Emek Sineması…
Aynen öyle. Bir de yalnızca sinema değil ki… İçinde tiyatro oynanmış, içinde konserler verilmiş. Sadece benim aile tarihimde çocuklarımı orada Barış Manço’ya götürdüğümü hatırlıyorum.


Siz Emek konusunda çok mücadele ettiniz, işin muhataplarıyla, yerel yöneticilerle konuştunuz. Onların yaklaşımlarını nasıl yorumluyorsunuz?
Hiçbir kültür bakanına, hiçbir politikacıya ve hiçbir yerel yöneticiye Emek’in önemini anlatamadık, anlamadılar. Artık anlamadılar mı, kendi yaşam deneyimlerine göre çok farklı bir mekan olduğu için mi kavrayamadılar, çocukluklarında sinemaya tiyatroya gitmemişler miydi, bu onların yaşam tarzına, kültürüne mi aykırıydı bilmiyorum. Cami demiyorum ama bizim için neredeyse kutsal bir mekan orası. Pratik birtakım nedenleri de anlatamadık ve bu noktaya gelindi.


Siz Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a da Emek’le ilgili mektup yazmıştınız galiba, bir cevap alabildiniz mi?
Cumhurbaşkanı’na değil ama Başbakan’a yazmıştım ama hiçbir cevap gelmedi. Cumhurbaşkanı benim çok güvendiğim bir politikacı, onu söyleyeyim. Her konudaki ağır başlı, olgun, yapıcı, bilge adam tavrıyla beni etkilemiştir. Bir yerde karşılaşıp Emek’i ona da anlatmak isterdim ama mümkün olmadı.


Buradan Cumhurbaşkanı’na seslenin o zaman?
Evet, bu söylediklerimi aynen yayımlarsanız sevinirim tabii ki.


‘Emek yoksa ben de yokum’ demiştiniz iki yıl önceki yazınızda ve dün itibariyle Sabah’taki son yazınızı yazarak çekildiniz? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Bu sözümün yerine getirilmesi gerekliliği aşağı yukarı bir ay öncesinden belliydi ve ben bir aydır kendimle mücadele halindeyim. Ayrılmalı mıyım, ayrılmam mı daha yarar getirir Emek’in ve benzer yerlerin durumuna yoksa kalmam mı? Bu sözü tutmalı mıyım ya da hangi aşamada tutmalıyım, illa kazmanın vurulması mı gerekir? Bu tür sorularla mücadele ettikten sonra tam zamanı diyerek ayrıldım. Tabii ki bir boşluk içindeyim ama hemen söyleyeyim bu benim yazma etkinliğimin sonu değil. Çünkü yazı öyle bir şeydir ki siz onu bırakmak isteseniz o sizi bırakmaz. 50 yıldır, çocukluktan defterlerime yazmaya başladığım düşünülürse 60 yıldır sinema üzerine yazmış bir adamın ondan öyle kolay kopması çok mümkün görünmüyor. Kitaplar olacak. Bu konuda kitaplar olacak. ‘ İstanbul nereye?’ ve ‘Beyoğlu nereye?’ adlı iki kitabım birbirine koşut biçimde çıkacak, altyapıları hazır. Daha sonra bir gazetede yazar mıyım, internette kendime bir blog yapar mıyım bilmiyorum. Beni bu noktaya umutsuzluk getirdi ama en umutsuz noktalarda bile umut gizlidir. Benim Emek’te neredeyse dayak yiyor olmam ve Sabah’tan ayrılmamın uyandırdığı büyük yankı gösteriyor ki insanların böyle çıkışlara ihtiyacı var. Kendimi yüceltmek istemiyorum ama benim bu çıkışım toplumun bu konudaki birikimine denk geldi diye düşünüyorum.


Son yazınızda bahsettiniz, Emek dışında Çamlıca Camii, Taksim Gezi gibi konulara iktidarın tepeden inme yaklaşımı sizi umutsuzluğa sürüklemiş. Sizce neden bu tür konularda konunun akil insanlarının yaklaşımları dinlenmiyor?

O kadar güzel bir soru sordun ki… Bakın şimdi çok daha çetrefil, çok daha yaşamsal bir konuda Kürtlerle barış sürecine girilirken akil insanları topladılar, çok da iyi yaptılar. Peki, aynı şeyi niçin İstanbul için yapmıyorlar örneğin? Niçin Türkiye’nin doğayı ve tarihi koruma projeleri için yapmıyorlar? Dünyanın bütün büyük kentlerinde kabaca kent konseyi diye adlandırılan bir kurul vardır. Şimdi Obama’nın çok büyük yetkileri var -başkanlık sistemine oynuyoruz ya o açıdan söylüyorum- başkan olarak. Siz Obama’nın Washington’un herhangi bir yeşil alanını, dünyanın en büyük şehir parkı olan New York’taki Cantral Park’ın bir köşesini veyahut başka bir tarihi binanın yerine başka bir şey yapılmasını öneren, bırakın onaylamayı öneren bir yaklaşım içinde olduğunu duydunuz mu? Olabilir mi, mümkün müdür? Hayır, yok böyle şeyler. Bizim Başbakanımız sağ olsun her konuda kendisini tek yetkili sayıyor. Bu açıdan başkanlık sistemi benim kolay onaylayacağım bir konu değil, çünkü bunun en azından mimarlık alanındaki yansımalarını görüyoruz.


Bütün kentsel dönüşüm projelerdeki en büyük problemin bu olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Evet. Radikal bu konularda o kadar sağlam ve sağlıklı haberler yaptı ki… Daha bugünkü gazetede ‘Yargıya inat iki misli inşaat’ gibi bir başlık var, hemen okudum onu yutarcasına. Anlayın işte hükümetin bir bakanının birçok yerde yerel yönetimlerin verdiği inşaat oranlarını bile arttırıyor. Sorarlar, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.


Emek, AKM, Taksim Meydanı gibi konulardaki iktidarın yaklaşımının altında bir şey aramalı mıyız? Nasıl anlamalıyız?
Üç şey var. Biri rant ekonomisi. Bu tür konulara faydacılık ve kar getirme açısından bakılıyor. Oysa parayla, karla sermayeyle ölçülemeyecek şeyler var. İkincisi inşaat sektörü, sağlıklı gözüken Türkiye ekonomisinin ana motoru. Üçüncüsü ve genelde iddia edilen şey -ben tabii buna inanmak istemiyorum, bu gibi yerlerin temsil ettiği bir yaşam biçimi, hayat tarzı var buna karşı olduğu… Ben bütün samimiyetimle böyle olmadığını ve ilk iki faktörün galip geldiğini düşünmek istiyorum, umarım öyledir.


Emek’e tartaklanma pahasına da olsa girdiniz. Gördüğünüz manzara karşısında neler hissettiniz?
İçten içe ağladım, gözyaşı döktüm. O gece de uyuyamadım. O yıkıntı görüntüsü hiç gözümün önünden gitmeyecek. Bu bir acı. Bu benim gibi Emek’i, Beyoğlu’nu, sinemayı, kültürü gerçekten seven insanların içinde hep bir acı olarak kalacak ve hiç geçmeyecek, hiçbir zaman da iyileşmeyecek.


Costa-Gavras’ın Emek eylemine katılması ve polisin sert müdahalesini nasıl yorumluyorsunuz?
Evet, Costa-Gavras vardı. Elia Kazan da yıllar önce İstanbul’da sansüre karşı yürümüştü. Fark etmiyor. Bütün sanatçılar hem sansüre, baskıya, diktatörlüğe hem de kültürel alanların tahribine karşı tek vücut halinde birleşiyorlar. Bütün dünyada gidişat böyle. Tesadüfen Costa-Gavras buradaydı, geldi. Bizim çok sevdiğimiz, Yılmaz Güney’le ortak Altın Palmiye’si nedeniyle bağrımıza bastığımız bir sanatçı. 81 yaşında kalktı ve o kalabalığın içine girdi –ben olsam korkardım- çıktı ve konuştu. Ona bile kulak vermek ayrıca gerekirdi ama maalesef o zihniyet yok.

Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 09.04.2013

 

******


KAMUDAN BÜYÜK MÜTEAHHİT VAR!

 

Tarihi Emek Sineması’nın kaderi tartışılırken Mimar Korhan Gümüş durumu özetledi: Kamu kararı müteahhide devredildi.

 

Beyoğlu'ndaki tarihi Emek Sineması'nın yıkılıp yıkılmayacağına ilişkin tartışmalar ve protestolar sürüyor. Projeyle ilgili Kültür Bakanı Ömer Çelik, "Emek Sineması yıkılmıyor. Aynı şekilde korunarak, dünyada pek çok örneği olan bir sistem uygulanıyor. Bir kaç kat yukarıya taşınıyor" dedi. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Emek Sineması'nın yıkılacağında ısrarlı. Mimar Korhan Gümüş ise Taraf 'a yaptığı açıklamada, kamusal alanın müteahhide değil, kamu kararının müteahhide devredildiğini söyleyerek uygulamanın AB mevzuatlarına göre suç teşkil ettiğini ifade etti.

 

Yüksek gelirliler için...

Mimar Korhan Gümüş şunları söyledi: "Emek Sineması'nın ticari bir merkeze dönüşmesi, Taksim Meydanı'na kışla yapılması, Tarlabaşı bölgesinde ya da kentin başka yerlerde yüksek gelir grupları için yapılan kentsel dönüşüm projelerini kamuoyu başlayınca duyuyor. Bizim gibi sıradan insanların uygulama dışında başka bir şekilde bilgi sahibi olmaları mümkün değil. SGK yıllar önce Emek Sineması'nı bir müteahhide devretmiş. Biz de müteahhit işini yapmaya başlayınca fark ediyoruz."

 

AB mevzuatına göre suç

Emek Sineması'yla ilgili uygulamaların AB açısından suç teşkil ettiğini ifade eden Korhan Gümüş şöyle devam etti: "Müteahhit ne yapar? İnşaat yapar. Böyle bir karar bakanları, yöneticileri istifa ettirecek bir skandal teşkil eder. Dikkatinizi çekerim: Kamusal alanın müteahhide değil, kamu kararının müteahhide devredilmesi söz konusu. Bu uygulama üyesi olmak istediğimiz AB mevzuatına göre suç teşkil eder ve yolsuzlukla eş anlamlıdır. Bugün Sütlüce Kültür Merkezi, İstanbul Kongre Merkezi, aklınıza kültürle ilgili ne geliyorsa, bunların hepsi müteahhitlere devredilmiş durumda. Oysa kamu projelerinin görülebilir, algılanabilir sonuçlar olarak ortaya çıkmadan, inşa edilmeden önce tartışılması gerekir. Yalnızca fiziki olarak onlarca yıl öncesinden süren hazırlıkları ile değil, oluşumunda katılım gerekir."

 

Gümüş sözlerini şöyle tamamladı: "Emek Sineması'nda kamu iflas etmiştir. Sorun kamu kararının kamusal nitelikte olmamasında yatıyor. Proje duyulduğunda, yani kamuoyu bilgi sahibi olduğunda, genellikle itiraz etmek için geç kalınmış oluyor. Kararlar alınmış, yasal süreçler tamamlanmış, ihaleler yapılmış oluyor. Oysa kamusal alanlarla ilgili sorun bu projeler ortaya çıkmadan da var."

 

Gavras, Başbakan'a seslendi

32. İstanbul Film Festivali'nin Yaşam Boyu Başarı Ödülü'nü almak üzere İstanbul'a gelen yönetmen Costa Gavras önceki gün Emek Sineması yürüyüşüne katıldı. Gavras dün yürüyüşle ilgili bir açıklama yaparak şöyle dedi: "Barışçıl bir toplantı sonrasında çıkan ve tam olarak neyin tetiklediği bilinmeyen şiddet olayları bize bu toplantının asıl sebebini unutturmamalı. Önemli bir sinema, bir kültür merkezi, tahrip edilmemeli. Bu sanki geçmiş belleğimizden bir parçayı silmek ve gelecek için önemli bir mekanı ortadan kaldırmak gibi. Başbakan'a, İstanbul'un kültürel bütünlüğünün garantörüne seslenmek istiyorum. Ondan bu salonu kurtarmasını ve ticaretin kültürden üstün gelmemesi için harekete geçmesini rica ediyorum."

Taraf, Haber: Hüseyin İstemil, 09.04.2013

 

******


İŞTE EMEK SİNEMASI'NIN SON HALİ!

 

 

İstanbul'un tarihi mekanlarından Emek Sineması, bulunduğu binadaki inşaat çalışmaları kapsamında, üst kata taşınacak.

 

 

Kamer İnşaat'ın sözcüsü Levent Eyüpoğlu, Beyoğlu Yeşilçam Sokak'ta, 1924'te "Melek Sineması" adıyla açılan, barok ve rokoko bezeli, yıldızlı tavan ve duvarları ile İstanbul'un önemli mekanlarından biri olan Emek Sineması'nın da içinde bulunduğu kompleksi, Sosyal Güvenlik Kurumu'ndan yap-işlet-devret modeliyle 25 yıllığına kiraladıklarını hatırlattı.

 

 

Burada belirlenen çerçevede, Beyoğlu'nun, Yeşilçam'ın özelliklerini dikkatle inceleyerek, uzmanlarla proje hazırladıklarını anlatan Eyüpoğlu, “Bu tür projelerde yaşanan sorunları inceledik. Gördük ki, tek salonlu sinemalar, tek başlarına yaşayamıyor. Zaten bunu Emek Sineması'nın bizden önceki işletmecisinden birebir duyduk. Böyle bir salonun yaşaması çok önemli. Beyoğlu'nda bu tür salonların yok olmasını istemediğimiz için gelecek nesillere kalabilecek, yaşayacak bir proje bırakmak istedik. Aynı zamanda 25 yıl sonra da 'Kamuya hak ettiği geliri getirebilecek bir proje olsun' diye maksimum özeni gösterdik" diye konuştu.

 

 

Titiz bir çalışma sonrasında projenin gerekli kurullara sunulduğunu ve kabul edildiğini belirten Eyüpoğlu, Türkiye'de ilk defa uygulanan birçok şeyi de bu projede yapmaya başladıklarını, "moving" yöntemiyle Emek Sineması'nı aynı binanın en üst katına taşıyacaklarını bildirdi.

 

 

Binanın 4 katlı olacağını kaydeden Levent Eyüpoğlu, bina hakkında şu bilgileri verdi:

 

 

"Proje, Beyoğlu bölgesinin ruhunu yansıtan bir pasaj şeklinde olacak. Senkildoryan Binası'nın içinden geçilerek girilen aynı zamanda Yeşilçam'dan da direkt girişi bulunan ve sizi Küçük Beyoğlu'na kadar, Yeşilçam'ın arka sokaklarına kadar götürecek bir pasaj olacak. Burada Beyoğlu'nun diğer pasajlarında olduğu gibi restoranlar, kafeler, mağazalar, kitap satılan üniteler gibi farklı bölümlere yer verilecek.

 

 

Bunların hemen üstünde, iki katlı 10 salonlu bir sinema kompleksi yapılacak. Onun üstüne de Emek Sineması taşınacak. Emek Sineması'nın fuayesi, Melek Apartmanı'nın girişindeki kolonların kesilmesiyle oluşturulmuş. Bu nedenle burası zamanla kullanışsız hale gelmiş. Yeni projemizle Emek Sineması'nı özgün haliyle korurken, ihtiyacı olan geniş fuayeyi ve gösteri alanlarını da yapacağız. Projenin en prestijli yeri burası olacak."

 

 

Levent Eyüpoğlu, proje kapsamında bir sinema müzesi de oluşturulacağını belirterek, bununla ilgili çalışmaların devam ettiğini bildirdi.

 

 

Emek Sineması'nın taşınması çalışmalarının titizlike yürütüldüğünü vurgulayan Eyüpoğlu, moving ekibinin, tavanlardaki süslemeler de dahil olmak üzere korunabilecek malzemeleri laboratuvara götürdüğünü, burada gerekli konservasyon çalışmaları yapıldığını anlattı.

 

 

Eyüpoğlu, malzemelerin daha sonra binanın en üst katına taşınacak Emek Sineması'na getirilerek yerlerine konulacağını söyledi.

 

Sinemanın çalışmaların ardından açılacağını kaydeden Eyüpoğlu, "Burada, Emek Sineması'nı ve bu alandaki diğer binaları sürdürülebilir kılacak, geleceğe taşıyabilecek bir projeye ihtiyacımız vardı. Hedefimiz, sürdürülebilirliği sağlamak. Sonuçta her şeyin kolayına kaçıp, projeyi en basit şekliyle yapmak da vardı" diye konuştu.

 

 

Kamer İnşaat'ın sözcüsü Eyüpoğlu, Emek Sineması ile ilgili protestolara da değinerek, "Projeye 'Evet' diyenler de 'hayır' diyenler de olacaktır. Bu sorumluluğun gerektirdiği hukuki altyapıyı oluşturup, izinlerimizi aldık. Onların içinde bize yön verecek olanlar varsa dinlemeye hazırız. Şu n yükümlülüğün altına girdik. Sorumluluğumuz projeyi doğru şekilde tamamlamak" ifadelerini kullandı.

 

 

Emek Sineması'nın mevcut kapasitesi ile taşınacağını anlatan Eyüpoğlu, sinemanın kapasitesinin 800-900 kişi olduğunu bildirdi.

 

 

Sinemanın orijinal halinde balkon değil, localar bulunduğunu, daha sonra onaysız bir şekilde balkonların yapıldığını kaydeden Eyüpoğlu, "Biz de eski haline getirip locaları tekrar koyacağız" dedi.

 

 

Çalışmalar sırasında her 10 saniyede bir fotoğraf çekildiğini bildiren Eyüpoğlu, bu şekilde restorasyon çalışmalarının kayıt altına alındığını vurguladı.

 

 

Bu kayıtlardan da belgesel yapacaklarını dile getiren Eyüpoğlu, Emek Sineması'nı, 2014'te, Türk sinemasının 100. yılının önemli bir parçası olarak açmayı planladıklarını belirtti.

 

 

Kamer İnşaat'ın sözcüsü Levent Eyüpoğlu, burada bilimsel bir çalışma yürütüldüğünü belirterek, konuşmasını şöyle tamamladı:

 

 

"Bunun gerçekten ciddi altyapısı var. Evrensel koruma metotları kullanılarak yapılan çalışma. Tabii ki bu çalışmayı kendi açısından tasvip etmeyenler olabilecektir. Sonuçta herkesin aynı fikirde olması mümkün değil.

 

 

Bu çalışmanın sonunda çıkarmaya çalıştığımız eser, şu anda Yeşilçam'da kaybolan sinema salonlarının, sinemanın tekrar hayata geçirilmesidir.

 

 

Burada bize bir kredi verilmesini özellikle rica ediyorum. Ama projeyle ilgili bilgi alıp tarafsız gözle bakmaları lazım. Sonuçta binayı bittiğinde kamuya teslim edeceğiz. Bizden sonraki nesillere sağlam teslim edilecek."

 


Habertürk, 09.04.2013

 

******


EMEK'E LA SCALA MODELİ TAŞINMA

 

İstanbul Beyoğlu İstiklal Caddesi üzerindeki Emek Sineması'nın bulunduğu 1884'te inşa edilen tarihi Serkldoryan (Cercle d'Orient) binasında yapılacak çalışmalarla ilgili tartışmalar günlerdir kamuoyunun gündeminde. Grand Pera adı verilen, ancak pasaj olarak henüz bir isim belirlenmeyen, 30 bin metrekarelik binanın projesini hazırlayan Mim Yapı Mimarlık şirketinin sahibi Mimar Fatih Kesgün, tartışmaları değerlendirdi. "İş mimariden çıktı. Emek ile sermaye uzlaşmayacak noktaya geldi. Mimari bu işin bahanesi" diyen Kesgün, SABAH'a projeyi anlattı.

'AYNI ÖLÇÜSÜYLE KURULACAK'
Binanın tamamlandığında İstiklal'in en özgün ve prestijli yapısı olacağını savunan Kesgün şöyle konuştu: "Seyrantepe'de özel bir laboratuvar kurduk. Emek'in parçalarını özel sökme planları ile bu laboratuvarda konservasyona tabi tutup temizliyoruz. Aynı ölçüsünde getirip salona kuracağız. Özel sandukalar içinde götürüyoruz. Emek için öngördüğümüz taşıma Türkiye'de bizim icat ettiğimiz bir yöntem değil. Almanya'da Köniskbau, İtalya'daki La Scala Tiyatrosu ve İspanya'daki Las Arenas gibi önemli örnekleri Emek için uygulayacağız. Bu yöntem sayesinde sinema varlığını sürdürecektir. Mimarlık; tartışma üzerine kurulu bir meslek. İtalya, İspanya, Almanya, Fransa'da da benzer tarihi binalarla ilgili tartışmalar oldu."

2 BİN KİŞİLİK 10 SİNEMA SALONU
Fatih Kesgün, Yeşilçam Sokak'ta 1924'te 'Melek Sineması' adıyla açılan, Emek Sineması'nın da içinde bulunduğu kompleksi Kamer İnşaat'ın 1993'te SGK'dan yap-işlet-devret modeliyle 25 yıllığına kiraladığını hatırlattı. Ancak hukuki süreçler tamamlanamadığı için bugünlere gelindiğini söyleyen Kesgün, şöyle devam etti: "Emek'le ilgili 1.5 yıl çalışıp araştırma yaptık. Verilerin hepsini topladık. Eski localı haliyle 650, locaların sökülüp balkon yapılmasıyla izleyici sayısı 800 kişi yapılmış. Tarihi bina dört katlı olacak. Zemin ve birinci katta dükkanlar var. İkinci kat yeme içme, üçüncü katta ise 10 sinema salonu mevcut. Dördüncü katta ise tarihi Emek Sineması, iki salon ve fuayeler bulunacak. Yaklaşık 2 bin kişilik bir sinema salonu ortaya çıkacak. Kamuoyunda 'AVM olacak' deniliyor. AVM'lere bakın toplam metrekarenin sadece 1-2'sine denk gelir sinemalar. Bizde ise toplam alanın üçte biri." Fatih Kesgün, sinemaların popülerliğiyle birlikte cumhuriyet tarihinde ilk karaborsa sinema biletlerinin Emek'te ortaya çıktığını da sözlerine ekledi.

10 SANİYEDE BİR FOTOĞRAFLANIYOR
Fatih Kesgün (sağda) 1970'deki yangında binanın tarihi birçok alanını yandığına dikkat çekerek, "Biz bu yangından kalan bölümleri ince eleyip sık dokuyarak bir bütün haline getireceğiz. Harabe haline gelmiş dokular, pervazlar, alanlar eski haline dönüşecek. Söküm işleminde 10 saniyede bir fotoğraf çekiyoruz. Küllerinden yeniden doğurup, Türkiye'ye armağan edeceğiz. Mimarlar Odası'na kimsede olmayan, bizim araştırmalarda ortaya çıkan bir bavul belgeyle kendilerine durumu anlatacağım" dedi.

Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 11.04.2013

'PERİLİ HAREM' SATILIK

 

 

New Orleans’ta ‘Perili Harem’ diye anılan köşk 2.65 milyon dolara satışa çıkarıldı. Efsaneye göre bu köşkte, eğlenceye düşkün bir Osmanlı şehzadesiyle konukları vahşice katledildi ve cesedi bahçeye gömüldü.

 

ABD’nin New Orleans şehrinde bir Osmanlı şehzadesinin bahçesine canlı canlı gömüldüğü söylenen tarihi Gardette-LePrete köşkü 2.65 milyon dolara satışa çıkarıldı. New Orleans’ın en çok fotoğrafı çekilen tarihi köşkü olarak bilinen, şehrin ünlü French Quarter bölgesinde bulunan yapı, şehirde yaşayanlar tarafından “Harem of Horror,” yani “Korku Haremi” yahut “Perili Harem” olarak biliniyor.

 

177 yıllık köşk, yıllar önce, bir Osmanlı sultanının erkek kardeşi tarafından kiralandı. Genç ve eğlenceye düşkün şehzade, köşkte, hemen her gece çılgın partiler düzenliyordu. Ancak bir gece evdeki herkes bilinmeyen kişilerce vahşice katledildi. Hatta kanların merdivenlerden aşağıya, sokağa aktığı söylenegeldi. Şehzadeyi, dönemin Osmanlı sultanının, tahtını korumak için öldürttüğü, hatta şehzadenin canlı canlı yandaki bahçeye gömüldüğü de iddia ediliyor.

 

Son olarak Nola.com internet sitesinde yer alan ve rivayetlere dayanan bu hikayenin tarihi gerçekliği tartışmalı. Köşkün Osmanlı şehzadesine dayandırılan hikayesi ilk kez 1979’da The Times Picayune gazetesinde kapsamlı olarak yer aldı. Şehzadenin öldürülmesinden sonra, köşke yerleşenlerin, korkulu rüyalar görerek, kısa süre içinde taşındıkları da iddia edildi. New Orleans’a gemisiyle geldiği söylenen şehzadenin ismine, New Orleans şehir kayıtlarında rastlanmadı.

Hürriyet, Haber: Razi Canikligil, 07.04.2013

ÇOK DEĞERLİ BİR HOCANIN ARDINDAN: OKTAY ASLANAPA

 

Hocayı tanıdığımda, yaptıklarından bahsederken bir büyük üstadın değil de bir talebenin mahfiyetkar halini görmüşümdür. Oysa onun yaşındakilerden Türkiye’de o kadar eser gören çok azdır.

 

 

İstanbul Edebiyat Fakültesi’nin koridorlarını arşınlayanlar bilir; sanat tarihinin mütevazı hocası Prof. Oktay Aslanapa’yı tanımamak mümkün değildi.


Eski devirlerde İstanbul Üniversitesi’nin hocaları ömürlerini fakülte binasında geçirirlerdi. Orada çalışırlar, orada öğrenirler, orada münakaşa ederlerdi. Hayatlarının en önemli sorunu fakülte kurulu ve toplantı günlerindeki çetrefilli gündem konularıydı. Henüz üniversite dışarı taşınmamıştı. Suriçi İstanbul’unda; Sultanahmet, Laleli, Aksaray, Fatih semtlerinde otururlar, yıllık tatillerini ya İstanbul’a yakın sayfiyelerde veya araştırma niyetiyle Osmanlı-Selçuklu anıtlarını ve yazma kütüphanelerini tetkikle geçirirlerdi. Dünyada cennet huzuru sınırlıdır; Edebiyat Fakültesi’nin koridorları da her daim terfi eden genç hocaların kadro problemleri, kürsü yönetimi, dekanlık kürsü ilişkilerinin gerilimi gibi sorunlarla çalkalanırdı. Oktay Aslanapa, o fakülteden olsun veya olmasın herkesin sükunetini teslim ettiği, gönlü genişliğini takdir ettiği nadir insanlardan biri olmuştur.
Ben hocayı tanıdığımda onun tevazuunu, yazıp yaptıklarından bahsederken bir büyük üstadın değil de bir talebenin mahfiyetkar halini görmüşümdür. Oysa onun yaşındaki insanların gençliğindeki yolları ve ulaşımı kıt Türkiye’de o kadar eseri gören insan çok azdı. En geniş imkanlarla canı istediği vakit Hindistan’a, Orta Asya’lara, Kuzey Afrika’lara giden Avrupalı meslektaşlar bile Anadolu seyahatlerinden büyük bir fedakarlık olarak bahsedegelirler. Oktay Aslanapa genç insanları, asistan ve talebelerini Anadolu gezilerine ve eski eserleri tespit etmeye alıştıran hocalardandı.

Gereken saygıyı gösterdik mi?
Milli abidelerin yorumu konusunda zıpırlığa katiyen tevessül etmemiştir. Ne lüzumsuz abartma ve benzetmeler ne de inkar ve üstünü örtmeler görülmez. Oktay Aslanapa Türkiye’yi severdi. Türk olmadığı halde Türkiye’yi seven büyük tarihçiler vardır; çünkü bu toprağın zenginlikleri bakmasını bilene bizatihi kendisini sevdirecek yaratılardır. Sabırla, sorana yorulmadan tekrar anlatarak bu işe gönlünü verenlerin başındaydı. Bir asra yaklaşan uzun ömründe Avrupa Tarihi’nin en karanlık kanlı sayfalarının yazıldığı 1940’lar Almanya’sında tahsil yaptı. Sevimli bir ortam olmamalı ama çok şey öğrenmiştir. En sıkıntılı zamanlarını yaşayan Cumhuriyet Türkiyesi’nin dertlerini omuzlayanlardan oldu. Belki de bu nedenlerle bu memlekete daha da sıkı sarılmıştır.


Bizim toplumumuz kendisine gereken dikkat ve saygıyı gösterdi mi? Saygı evet, vefa hayır! Ona
son yıllarında büyük bir ödül verildiğini hatırlamıyorum. Umarım daha çok okuyan ve etrafı araştıran genç nesiller unutkan tavrı değiştirecek.


Salı günü 99 yaşını süren hocayı memleketi Kütahya’ya uğurladık. Bir süredir ağır hastaydı. Sevenleri, vefakar dostları ve ülkenin seçkin tarihçi talebeleri Fatih Camii’ndeydi.


O imparatorlukta doğan, Cumhuriyet’te hayatını sürdüren aydınlardandır. Yeni kuşaklar onun gibi Osmanlıca okumayı küçük yaşta öğrenenlerden değildir. Ama bu bir açık değil. Talebeleri arasında bu alanda onun kadar iyi olanlar da vardır, çünkü adam yetiştirdi. Nice sanat tarihçisi Oktay Aslanapa olabilir.

Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı, 07.04.2013

İSPANYA'YI BATIRAN GEMİ 400 YIL SONRA BULUNDU

 

Sulara gömülmesiyle, İspanyol İmparatorluğu'nu iflasın eşiğine getiren hazine gemisine ait batık Meksika Körfezi'nde bulundu. İspanya'nın fethettiği Latin Amerika'dan talan edilen değerli taş, inci, altın ile gümüş taşıyan ve 1622 yılında batan gemi Meksika Körfezi'nin 400 metre derininde bulundu. Latin Amerika'dan Madrid Bankası'na hazineleri götüren 28 gemilik bir filo 5 Eylül'de körfezde bir fırtınaya yakalanmış, batığına ulaşılan Buen Jesus y Nuestra Senora del Rosario dahil 8 gemi batmıştı. 500 kişiyle beraber sulara gömülen sekiz gemiden Rosario'yu bulan Odyssey Marine Exploration şirketinin başkanı Greg Stemm batığı, "çağımızın keşfi" olarak niteledi. Odyssey Marine Exploration, gemilerle gelen hazineye güvenen Madrid Bankası'nın iflas ettiğini ve bunun da İspanya İmparatorluğu için sonun başlangıcı olduğunu belirtti.

Sabah, 07.04.2013

TÜRBEYİ DE YAĞMALAYAN DEFİNECİLER PES DEDİRTTİ

 

 

Bitlis, Kurubulak Mahallesi'nde bulunan Hacı Hasan Hoca Şirvani türbesindeki kitabeleri yerinden söken defineciler, türbede bulunan lahit mezarları ve türbedeki tarihi yapılara da zarar verdi.

 

Türbeyi, uzun yıllardan beridir korumaya çalıştıklarını belirten Hacı Hasan Hoca Şirvani'nin torunlarından Fuat Şirvan, türbeye musallat olan definecilerin türbeye zarar verdiğini söyledi. Devamlı türbenin bakım ve onarımını yaptıklarını ancak son dönemlerde türbede altın olduğunu düşünen definecilerin her defasında türbeyi tahrip ettiğini ifade eden Şirvan, "Müslüman mezarlıklarında altın olduğunu düşünen defineciler türbeyi tahrip ediyor. Ancak şunu iyi bilmelidirler ki İslam mezarlarında altın falan olmaz. Ancak onlar her defasında türbenin bir yerine zarar veriyor tahrip ediyorlar. Defineciler türbenin sütunundaki piramitte bulunan 250 yıllık hilali çalmışlar. Türbe üstündeki piramitlerin kapak kısımlarını kırmışlar. Onun dışında yine türbe girişinde bulunan tarihi yapıların kapak kısımlarını kırıp içinde altın aramışlar. Hacı Hasan Hoca'nın çocuklarından İsmail Hoca'nın da mezarını tamamen dağıtmışlar. Kitabesini kırmışlar. Artık biz tek başımıza başa çıkamıyoruz. Yetkililerden bu konuda yardım bekliyoruz." diye konuştu.
Türbenin tarihiyle ilgili bilgi veren Araştırmacı Yazar Törehan Serdar ise Bitlis, Kurubulak Mahallesi'nde, yamaçta bulunan Hacı Hasan Hoca Şirvani Dergahı'nın içerisinde iki kitabe bulunduğunu, bu kitabelerden birisinde bin 822 tarihi yazılı olduğunu, diğer kitabenun okunamadığını söyledi. Hacı Hasan Hoca'nın 1887'de vefat ettiğini ve türbesini de Şerefhan sülalesinden Cevahir Hatun yaptırdığını söyleyen Serdar, şöyle konuştu: "Dergah meyilli bir arazide yapılmıştır. Oldukça küçük olan dergah ve yanındaki türbesi küçük bir yapı topluluğu oluşturmaktadır. Arazi konumundan ötürü dergahın altındaki küçük mekanın çilehane olduğu sanılmaktadır. Kesme taştan dergahın duvarları oldukça alçak olmasına karşılık, üst örtüsünde türbe bölümünün oldukça yüksek piramidal külahı ile oldukça iddialı bir görünümü vardır. Yapı topluluğu dikdörtgen planlıdır. Dergah, bu plan düzeninde içerisine küçük hücreler halinde sığdırılmıştır. Büyük hücrenin kuzeyinde ve türbe kapısının açıldığı küçük kubbeli hücrelere, diğer bir kapıdan da Doğudaki küçük hücrelere geçilmektedir. Güneybatıdaki Hacı Hasan Hoca'nın türbesi diğerlerinden daha büyük ölçüdedir. Bu kısımda dört kenarlı bir piramit şeklinde çatı içerisinden de açıkça kendini göstermektedir. Türbe içerisini Güney ve Batı kenarındaki pencereler aydınlatmaktadır. Yapı içerisindeki küçük bölümler, pandantifli kubbelerle, büyük bölümler de tonozlarla örtülmüştür. Dergah, yapılışından sonra çeşitli dönemlerde yapılan eklerle genişletilmiştir. Bu arada, Kuzeydeki bordürleri onarımlar sırasında yenilenmiştir. Türbeyi, Şerefhan ailesinden Cevahir Hatun yaptırmıştır." diye konuştu. Türbeye sadece definecilerin zarar vermediğini belirten Törehan Serdar, türbenin bulunduğu zeminin her geçen gün yıkılmaya başladığını ve önlem alınmaması durumunda ise kısa sürede tamamen yıkılacağını belirtti. Serdar, şöyle konuştu: "Türbenin yıkılmaması için defalarca çağrıda bulunduk. Ancak kimse ilgilenmedi. Türbeyi besleyen kayalar yıkılmak üzere. Zaten bir kısmı da yıkılmış. Kısa sürede önlem alınmazsa tamamen yıkılıp gidecek. Yetkililerin bir an önce önlem alması gerekmektedir."

Star, 07.04.2013

KESRA HACİ KORUMAYA ALINIYOR

 

Gercüş’e bağlı Dereli Köyü'nde bulunan Hacı’nın köşkü korumaya alınıyor.

 

Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, Batman Kültür ve Turizm Müdürlüğünün Dereli (Ezdare) Köyü'nde bulunan ve tapunun 126.ada 3,4,6,8,9 ve 10 no’lu parselleri üzerinde yer alan Hacının köşkü isimli yapının tescil talebini değerlendirerek, tarihi yapının koruma altına alınmasına karar verdi. Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Kurulundan gelen yazıda “Hacının Köşkü (Kesra Haci) isimli yapının Korunması gerekli taşınmaz Kültür varlığı özelliği gösterdiğinden, 2863 sayılı kanun tespit ve tescil ile ilgili 7.maddesi uyarınca tesciline, yapı gurubunun 2.gurup yapı olarak belirlenmesine, ilgilileri tarafından hazırlanacak rölöve, restitüsyon  ve restorasyon projelerinin Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Kuruluna iletilmesine karar verilmiştir” denildi.

Batman Gazetesi, 05.04.2013

KAÇAK KAZIYA BASKIN

 

 

Burdur İl Jandarma Komutanlığı'nın yürüttüğü 'Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Projesi" doğrultusunda Bucak İlçesi Ürkütlü beldesi Şeref Höyüğü sit alanında kaçak kazı yapan 3 kişi gözaltına alındı.

 

Edinilen bilgiye göre, Bucak İlçesi Ürkütlü beldesi Şeref Höyüğü sit alanında kaçak kazı yapıldığını tespit eden jandarma ekipleri, suçüstü yaptıkları baskında L.O, M.Ç ve A.B isimli şahısları gözaltına aldı. Gözaltına alınan 3 kişinin kazıda kullanmak üzere yanlarında 2 balyoz, 2 kazma, 7 kürek, 1 manivela, 3 adet demir şiş de ele geçirildi.

 

Gözaltına alınan 3 şahıs, çıkarıldıkları mahkemece serbest bırakıldı.

Burdur Kent Haber, 04.04.2013




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi