Haberler logo Mayıs '13 Arşivi

26 Mayıs - 1 Haziran 2013

BURADA SERVET YATIYOR

 

Tarihi Kent Meydanı düzenlemesi çerçevesinde kazı çalışmalarına başlanılan eski Adalet Parkı'nda kazı çalışmaları devam ediyor. Sanat tarihçileri, burada tarihe ışık tutacak olan büyük bir servetin yer aldığını belirterek, bu servetin heba edilmemesini istiyor.

 

Konya Büyükşehir Belediyesi'nin Mevlana Kültür Vadisi Projesi'nin önemli bir ayağını oluşturan Tarihi Kent Meydanı düzenleme çalışmaları kapsamında eski Adalet Parkı'ndaki kazı çalışmaları geç de olsa başlamıştı. Kazılarda Selçuklu dönemine ait olduğu öğrenilen temel parçalarına ulaşıldı. Kazı çalışmaları havaların da yağışlı olmaması nedeniyle tüm hızıyla ve titizlikle devam ederken, tarihi kalıntıların büyük ölçüde tahrip edildiği öğrenildi. Cumhuriyetin ilk yıllarında burada yapılaşmanın olduğu ve bu yapılaşmada da Selçuklu dönemine ait olan ve zamanla yıkılan yapının temel kalıntılarındaki taşların kullanıldığı sanılıyor. Zaman içerisinde büyük tahribatların oluştuğu bölgede, Selçuklu eseri olan ve henüz ne olduğu belirlenemeyen yapının taşlarının Cumhuriyet'in ilk yıllarında yapılan yapılara taşındığı ve burada kullanıldığı, bunun da bölgedeki kazı çalışmalarından çıkacak olan tarihi eserin ne olduğunun anlaşılmasını zorlaştırdığı belirtiliyor.

 

TARİHİN SEYRİNİ DEĞİŞTİRECEK!

Yüzyıllar öncesine ait olan tarihi yapının şimdilerde sadece temel parçalarına ulaşılsa da, buradaki tarihi eserler temel taşlarıyla sınırlı kalmıyor. Adalet Parkı'nda kazı çalışmalarının devam ettiği bölgede henüz eşine rastlanmamış, tarihin seyrini değiştirecek, çok önemli ve orijinal eserlerin de olabileceği düşünülüyor.

 

Kazı çalışmalarının devam ettiği bölgeyle ilgili bir rivayet de bölgenin Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat'ın yaptırdığı bir Şifahane ve bu Şifahane'ye ait olan hamam olduğu yönünde. Arkeolojik sit alanı olan bölgede ortaya çıkan kalıntılar nedeniyle Büyükşehir Belediyesi'nin burada uygulayacağı projenin tamamen iptal olabileceği de öngörülüyor.

 

BÖLGE SELÇUKLU'NUN YAYGIN YERLEŞİM YERİ

Kent Meydanı düzenleme alanını gezerek incelemelerde bulunan Selçuklu Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof.Dr. Haşim Karpuz, bölgede tarihe ışık tutacak kalıntılar olduğunu söyledi. Çıkan kalıntıların mutlaka korunması gerektiğini ifade eden Karpuz, “Şehir meydanı düzenlemelerinde ortaya çıkan kalıntılar tarihe ışık tutar. Alaeddin Tepesi'nin kuzeyindeki saray kazılarında ve Kent Meydanı kazılarında önemli kalıntılar çıkıyor. Kent Meydanı'nda çıkan kalıntılar bölgede bir çinili köşk veya hamam olduğunu gösteriyor. Ayrıca buradan çıkan kalıntılar, 11 ve 13. yüzyıllar arasında Selçuklu Medeniyeti tarafından bölgenin yaygın bir yerleşim yeri olarak kullanıldığını kanıtlıyor” dedi.

 

TARİHİN IŞIĞINI KAPATMAYALIM

Ortaya çıkan bu kalıntıların park ve meydan düzenlemesi yapılırken tarihi dokuyu mutlaka korumak gerektiğini ortaya koyduğunu bildiren Prof.Dr. Haşim Karpuz, “Burası bir ortaçağ arkeolojisi parkı haline getirilebilir. Yapılan düzenlemelerde Alaeddin Tepesi'ndeki arkeolojik buluntular gibi Kent Meydanı'ndaki kalıntılarda rahatça izlenebilmelidir. Kalıntıların üzerine şeffaf örtüler örtülerek açıklamalar yazılmalıdır. Bu tarihi kalıntılar şehrin tarihine ışık tutmalıdır. Tarihin ışığını kapatmayalım” diye konuştu.

 

Tarihi kalıntıların korunması gerektiği noktasında kurul üyelerine tavsiyelerde bulunduğunu ifade eden Karpuz, bölgedeki tarihi çiniler ve su sistemi borularının kaldırıldığını belirtti. Şimdilerde kazı çalışmaları hızlandırılarak devam ederken, Anıtlar Kurulu'nun vereceği karara göre meydan düzenlemesinin akıbeti belli olacak.

Merhaba Gazetesi, 31.05.2013

AKM'DE RESTORASYON ÇALIŞMALARI DURDURULDU

 

 

Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) yılan hikayesine dönen yenileme projesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan, projeyi yürüten Yeni Yapı ve Taca İnşaat’a gönderilen bir faks mesajındaki talimatla “ikinci bir emre kadar” durduruldu.

 

Bu yıl 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda restorasyonunun bitirileceği öngörülen AKM binası, son yıllarda kültür sanat camiasının en çok tartıştığı konulardan biri oldu. 2005 yılında, binanın ekonomik ömrünü tamamlamış olduğu gerekçesiyle dönemin Kültür Bakanı Atilla Koç tarafından binanın yıkılması önerilmişti. Ancak sanat ve mimarlık platformları ile sivil inisiyatiflerin tepkisi, düzenlenen gösteriler ve basın desteğiyle yeniden yapılan değerlendirmeler sonucunda Kasım 2007’de İstanbul 2 No’lu Koruma Kurulu, Atatürk Kültür Merkezi’ni ‘1. grup kültür varlığı’ olarak tescil etmiş, böylece yıkım gerçekleşmemişti.

Kasım 2008’de ise Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından imzalanan protokolle İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın üstlendiği Atatürk Kültür Merkezi’nin yenileme projesini hazırlamak üzere Tabanlıoğlu Mimarlık görevlendirildi. Daha sonra tadilat, Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası’nın açtığı dava nedeniyle mahkeme kararıyla durduruldu. Şubat 2012’de Sabancı Holding ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında Atatürk Kültür Merkezi’nin restore işlemlerine dair mutakabat imzalandı. Atatürk Kültür Merkezi’nin yenileme çalışmalarına Sabancı Holding, 30 milyon liralık katkı sağladı. Ancak 1200 kişilik kapasitesiyle İstanbul’un çukurlu sahneye sahip tek opera, bale ve tiyatro sahnesi olan AKM’nin yenileme çalışmaları çok ağır işlediği için zamanla tartışmalar büyüdü. Bugün ise AKM’de söküm işlemleri tamamlanmış ve henüz yenileme işlemine başlanmamışken, çalışmalar Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Yeni Yapı ve Taca İnşaat’a gönderilen bir faks mesajında verilen talimatla “ikinci bir emre kadar” durduruldu.

Hürriyet, 31.05.2013

GEZİ PARKI RAPORU: DOKUNAMAZSINIZ

 

 

Taksim Yayalaştırma Projesi ile Gezi Parkının ‘Taksim Kışlasına’ çevrilmesinin önünü açan 17.01.2012 tarihli 1 / 5000 ve 1 / 1000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Plan tadilatlarına Şehir Plancıları, Peyzaj Mimarları ve Mimarlar Odası İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nde dava açmıştı. Mahkemece belirlenen 3 kişilik bilirkişi heyeti yerinde keşif ve inceleme sonucunda plan tadilatlarının şehircilik, planlama ve koruma ilkelerine aykırı olduğu kanaatine vardı. Bilirkişi, plan tadilatında ‘çevre, kültürel ve doğal miras, sosyal kültürel ve ekonomik yapı, ulaşım, dolaşım sistemi açısından uygun olmadığı, yeşil alanların ne şekilde etkileneceğinin belirsiz olduğu’ sonucuna vardı. Eğer mahkeme bilirkişi raporuna uyarsa Gezi Parkı’nın mevcut haline müdahale edilmesi imkansız duruma gelecek.


1 / 5000 ölçekli Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı batı ve kuzey yönünde bulunan araç yolları yayalaştırılarak meydan olarak fonksiyon verilmesi 21.05.2009 tarihinde onanmıştı. Ancak 1 / 5000 ve 1 / 1000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım ve uygulama imar planları üzerinde 17.01.2012 tarihinde plan tadilatı yapıldı.


Şehir Plancıları, Peyzaj Mimarları ile Mimarlar Odası bu plan tadilatlarının yasaya uygun olmadığını belirterek dava açtı. Dava başvurusunda ‘1940’lı yıllarda yıkılan kışla yapısının korunması söylemi altında yeşil alanın kışla fonksiyonundan farklı şekilde ticaret fonksiyonuna hitap eden bir yapı haline gelmesinin ulaşım ve alt yapı tesislerini zorlayacağı” vurgulandı.

‘Korunmalı çünkü...’
İtirazda ‘‘Taksim Gezi Parkı İstanbul’un en erken Cumhuriyet dönemindeki ilk ve en kapsamlı şehircilik uygulamasının bir belge niteliği taşıyan en önemli ögesi olduğu, kent planlaması için davet edilen Henri Prost tarafından planlanmış olduğu’’, Taksim Gezi Parkı’nın korunması gereken kültür varlığı olduğu da belirtildi.


Mahkeme, davalı Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İBB’den savunmalarını istedi. Bakanlık savunmasının özetinde, ‘‘Topçu Kışlası’nın bir kültür varlığı olarak tescilinin yapıldığını, Taksim Gezi Parkı ile ilgili olarak ise parktaki peyzaj düzenlemesi ve yetişkin ağaç dokusunun bulunmasından dolayı durumun ilgili Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Komisyonu’nca değerlendirilmesi gerektiği’’ belirtildi. İBB de “Odaların davayı açmakta menfaat yokluğu nedeniyle ehliyetlerinin olmadığı, dava konusu imar planlarının ise belde halkının iyi yaşam düzeni ve koşullarını sağlamak amacıyla hazırlandığı” savunuldu.


Prof.Dr. Hüseyin Cengiz, Doç.Dr. Darçın Akın, Y. Doç.Dr. M. Lütfi Yazıcıoğlu’ndan oluşan bilirkişi heyeti ise yerinde keşif ve dosya üzerinde yaptığı inceleme sonucu hazırladığı raporunu 13.05.2013 tarihinde mahkemeye teslim etti. Raporun Gezi Parkı ve Taksim Kışlası ile ilgili bölümlerinde, ‘‘Korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilen Taksim Kışlası, ‘kentsel tasarım projesi ile bir bütünlük içersinde değerlendirilebilecektir’ dendiği halde planlarda bununla ilgili herhangi bir belirtinin olmadığı” tespit edildi.


Raporun sonucunda özetle, dava konusu Koruma Amaçlı İmar Planı değişikliklerinin çevre, kültürel ve doğal miras, kültürel ve ekonomik yapı, teknik altyapı, sosyal donatı, yapı ve sokak dokusu, mülkiyet yapısı, ulaşım, dolaşım sistemi, şehircilik, planlama ve koruma ilkelerine uygun olmadığı, söz konusu planın sadece Taksim Alanı yayalaştırma projesi gibi görünmekle birlikte plan notlarında Taksim Gezi Parkı’nı da içerdiği ve plan onama sınırı içindeki bir alanın planlamasının sonradan düzenlemek üzere ayrılarak belirsiz bırakıldığı belirtildi. 

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 31.05.2013

KLON MAMUT YOLDA

 

 

Rus bilim insanları, Sibirya'da 10 bin yıldır buzul altında gömülü kalmış bir mamut cesedinden sıvı kan örneği almayı başardıklarını açıkladı. Öldüğünde 50 ila 60 yaşları arasında olduğu belirtilen dişi mamudun Sibirya'nın kuzey kıyılarındaki ücra bir adada bulunduğu ve elde edilen kanı kullanarak günümüzde bir mamut üretilebileceği iddia edildi. Dişi mamudun bir bataklığa saplanıp öldüğü ve vücudunun üst kısmının diğer hayvanlarca yendiği belirtildi. Keşfi gerçekleştiren Mamut Müzesi'nden Semyon Grigoriev, "Alt taraflar buzun içinde korunmuş Biz de oradan kan örnekleri alabildik" dedi.

10 BİN YIL SONRA İLK MAMUT
Grihoriev, sıcaklığın eski 10 santigrat olmasına rağmen mamutta sıvı kan bulunmasını da, mamutların diğer fillerden farklı bir kana sahip olmasına bağladı. Projede yer alacak olan Güney Koreli bilim insanı Hwang Woo-suk, daha önce köpek ve çöl tilkisi klonlamıştı. 2005'e kadar klonlanma konusunda dünya çapında ün kazanan Hwang, klonlanma yöntemiyle insan embriyosu yaptığını iddia etmişti. Sonra da verilerde sahtecilik yaptığı ortaya çıkmış ve insan kök hücreleriyle çalışması yasaklanmıştı. Ancak hayvan klonlanma üzerine çalışmaya devam eden Hwang'ın bulunan kan hücresini kullanarak klonlanmış bir mamudu bir dişi filin rahmine koyması ve 10 bin yıl sonra dünyaya gelecek ilk mamudu yaratması bekleniyor.

Sabah, 31.05.2013

ADIYAMAN'A İSMİNİ VEREN KOMUTANIN TÜRBESİ SAHİPSİZ KALDI

 

 
670 yılında Bizanslılar ile yapılan savaşta Adıyaman’ı ele geçirme başarısı göstererek tarihe adını altın harflerle yazan Emevi komutanlarından Mansur Bin Cavena’nın Adıyaman’daki türbesi ne yazık ki başıboş bırakıldı.

 

Çevresi MS 395 yılından itibaren Doğu Roma İmparatorluğu’nun yani Biaznsın egemenliği altındayken İslam akımlarına maruz kalan Adıyaman’ın konutanı olarak bilinen Cavena birçok Adıyamanlı tarafından maalesef bilinmiyor.

Türbesi şehir merkezinde bulunan ve vatandaşların “Ceho baba” diye isimlendirdikleri Mansur Bin Cavena, adını Adıyaman’a “Hısnı Mansur” diye veren komutan olarak da biliniyor.

Şu günlerde yetkililerin görmezlikten geldikleri, vatandaşların kendi çabaları ile ayakta tutmaya çalıştıkları türbede yetkililerin henüz bir çalışma yapmamaları tepkililere neden olurken, Saffan Bin Muattal hazretlerine verilen değerin Mansur Bin Cavena türbesine de verilmesi isteniyor.

Cavena’nın komutanlık yaptığı dönemde Adıyaman şehrinin ilk yerleşim alanı içinde kalan bugünkü Adıyaman Kalesini de yaptırdığı rivayet olunurken, yaklaşık 1350 yıl önce Adıyaman’a gelen burayı İslam topraklarına katan Cavena’nın ilmi kişiliğiyle de ön plana çıktığı söyleniyor.
Kapısına kilit vurulan türbesi sadece Perşembe ve Cuma günleri açılırken, çevredeki vatandaşlar özellikle türbelere verdiği önemle gündeme gelen belediye Başkanı M. Necip Büyükaslan’ı göreve davet ediyor.

Mansur Bin Cavena Kimdir? 
Adıyaman ve çevresi MS395 yılından itibaren Doğu Roma İmparatorluğu' nun (Bizans Devleti'nin) egemenliği altındayken İslam akımlarına maruz kalmıştır.

Hz. Ömer'in halifeliği döneminde (634-644) Adıyaman ve çevresi Müslüman Arapların eline geçmiştir. Aba Ubeyde, Halid Bin Velid, Sait Bin Ebi Vakkas ve İyaz Bin Ganm gibi tanınmış islam komutanlarının katıldığı savaşlar sonucunda 638 yılında bu bölge İslam topraklarına katılmıştır.

Adıyaman ve çevresi bir süre Müslümanlarla Bizanslar arasında sınır bölgesi ve çekişme konusu olur. 670 yılında Emevi komutanlarından Mansur Bin Cavena Adıyaman'ı ele geçirir. Bu komutanın Adıyaman şehrinin ilk yerleşim alanı içinde kalan bugünkü Adıyaman Kalesini yaptırdığı rivayet olunur.

MS 758 yılında Abbasi halifesi Ebu Cafer Mansur tarafından Emevi egemenliğine son verilir. Böylece Adıyaman ve çevresine Abbasiler hakim olurlar. MS 1066 yılında Selçuklu komutanlarından Gümüştekin, Adıyaman şehrini (Hısn-ı Mansur-u) ve çevresini ele geçirir; ancak iç karşılıktan dolayı geri çekilir. 1071 Malazgirt Muharebesi'ni izleyen 1082 yılında Hıns-ı Mansur (Adıyaman şehri), tekrar ele geçirilir ve Abbasi hakimiyeti sona erer. Selçukluların egemenliği altında kalan Adıyaman ve çevresi Haçlı Savaşları'nın etkisi altında kalarak geçici olarak el değiştirir. Adıyaman ve çevresi1114-1204 tarihleri arasında Eyyubilerin kontrolü altına da girmiştir. Anadolu Selçukluların 1298 yılında Moğolların istilasına uğrar; iç karışıklık yaşanır. Bu durum 1339 tarihine kadar devam eder. 1339 tarihinde Adıyaman ve çevresi, Dulkadıroğulları Beyliği'nin kurulmasından bir süre sonra Dulkadıroğulları' nın egemenliğine girer. 1398' de Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt yöreyi ele geçirirse de Doğu Anadolu'ya egemen olan Timur tehlikesi nedeniyle geri çekilir. Sonuçta Adıyaman ve çevresi tekrar Dulkadıroğulları'nın eline geçer.

Adıyaman Haber, 30.05.2013

2500 YILLIK TARİHİ ESERLER BAHÇESİNDE SÜS OLARAK DURUYORDU

 

 

Edirne'nin Keşan İlçesi'nde bağlı Gökçetepe Köyü Sahili'nde jandarma tarafından bir evin bahçesinde bulunan küp ve demir çapanın 2 bin 500 yıllık tarihi eser olduğu ortaya çıktı.

 

Keşan İlçe Jandarma Komutanlığı Merkez Karakol Komutanlığı ekipleri, Keşan'a bağlı Gökçetepe Köyü Sahili'nde devriye görevi yaptığı sırada, A.Y.'ye ait evin bahçesinde eski tarihlerde kullanılan büyük bir küp gördü. Bunun üzerine bahçeye giren ekipler, küpün yanında demir çapayı da bulunca, durumu Edirne Müze Müdürlüğü'ne bildirdi.

Göçtepe Sahili'ne gelen Müze Müdürlüğü ekipleri, küp ve demir çapada yaptığı incelemenin ardından çapanın Roma dönemine ait olduğunu ve yaklaşık 2 bin 500 yıllık geçmişe sahip olduğunu tespit etti. Piyasa değeri yaklaşık 500 bin Lira olan demir çapa ve küpe Müze Müdürlüğü ekiplerince el konurken, A.Y. ise Keşan İlçe Jandarma Komutanlığı'nda alınan ifadesinin ardından serbest bırakıldı. A.Y.'nin ifadesinde, çapa ve küpün tarihi değerinin olduğunu bilmediği, bahçesine süs olarak aldığını söylediği öğrenildi.

Radikal, 30.05.2013

EN ÇOK DOĞANÇAY ZİYARET EDİLDİ

 

 

Ocak ayında hayatını kaybeden Burhan Doğançay’ın İstanbul Modern’de açılan retrospektifi, The Art Newspaper’ın düzenlediği listede, 2012’nin en çok gezilen sergisi oldu.

 

Dünyaca ünlü The Art Newspaper gazetesinin; 2012’de dünya genelinde açılan önemli sergilerin günlük ziyaretçi oranına göre düzenlediği liste, Burhan Doğançay’ın sanatının evrenselliğini bir kere daha ortaya koydu.


2012’de gerçekleşen müze sergileri sıralamasında, Burhan Doğançay’ın İstanbul Modern’de gerçekleşen “Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı/ 50 Years of Urban Walls” retrospektifi; günlük ortalama 2 bin 46 ziyaretçiyle, dünya çapında farklı müzelerde yer alan Gustave Klimt, Giocometti, Pablo Picasso, Andy Warhol, Joan Miro ve Tracey Emin gibi tanınmış birçok sanatçının sergilerinden daha fazla ilgi gördü.


geçen ay Metropolitan Museum of Art’ın Burhan Doğançay adına düzenlediği anma günü ve The Art Newspaper’ın bu listesi, ustanın Türkiye sanatının tanıtılmasında ne denli büyük bir rol oynadığını da bir kez daha göstermiş oldu.


2012’deki sergiyi kaçıranlar, Burhan Doğançay’ın eserlerini Beyoğlu’ndaki Doğançay Müzesi’nde görebilir.  

 

Listedeki diğer sergiler

Burhan Doğançay: 50 Years of Urban Walls - 2046 (İstanbul Modern)
Gustave Klimt: the Drawings - 2006 (Albertina, Viyana)
Alberto Giacometti - 1952  (Museu Arte; Rio de Janeiro)
Picaso to Warhol: 14 Modern Masters - 1947 (High Museum, Atlanta)
Joan Miro: the Ladder of Escape - 1829 (National Gallery, Washington DC)
Tracey Emin - 1637 (Turner Contemporary, Kent)
Degas and the Nude - 1593 (Museum of Fine Arts, Boston)
Jeff Koons: the Painter and the Sculptor - 1569 (Schim Kunsthalle, Frankfurt)
Cézanne: Les Ateliers du Midi - 1547 (Palazzo Reale, Milano) 
Paul Klee: Portraits - 1535 (SFMoMA, San Francisco)

Akşam, 30.05.2013

TÜRK TEZHİP SANATI AVRUPA SAHNESİNDE

 

 

06-23 Haziran 2013 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan "Kutsal Kelam'ın Taneleri" isimli sergide üç Türk sanatçının eserleri yer alıyor. Yüzyıllar içinden süre gelen Türk Tezhip Sanatının çağdaş yorumlarının yer aldığı sergi, Vatikan Büyükelçisi Prof. Gürsoy'un himayesinde "Vatikan Palazzo Cancelleri-Cancelleri Sarayı”  sergi salonunda gerçekleştirilecek.
 
"Gelenek Gelecektir" felsefesiyle kurallarına sıkı sıkıya bağlı olduğu Tezhip sanatına çağdaş bir yaklaşım getiren sanatçı MSGSÜ Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Münevver Üçer, yine Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nden Kalemişi sanatının temsilcisi Doç.Dr. Kaya Üçer ve Yapraklar üzerine yaptığı tezhip ve minyatür çalışmalarıyla tanınan sanatçı  Reyhan İsen’in birbirinden değerli eserleri Vatikan’da sanat severlerle buluşacak.

Habertürk, 30.05.2013

SAİD NURSİ'NİN DOĞDUĞU EV RESTORE EDİLECEK

 

Bitlis'in Hizan İlçesi'ne bağlı Nurs Köyü'nde, Doğu Anadolu Kalkınma Programı (DAKAP) tarafından sağlanan 1 milyon liralık kaynakla Bediüzzaman Said Nursi'nin doğduğu ev restore edilecek, köyde çevre düzenlemesi yapılacak. Nurs Köyü Derneği Başkanı Hikmet Okur, "Said Nursi'nin doğduğu köy, yurtiçi ve yurtdışından binlerce turistin akınına uğruyor.

Ancak köye gelen misafirler, ziyaretlerde büyük sıkıntı yaşıyor. Çamurlu yollardan gidip gelmek zorunda kalıyorlardı. Ev restore edilecek, köyün içinde ışıklandırmalar yapılacak, Said Nursi'nin sözlerinin yazıldığı tabelalar köyün belirli noktalarına asılacak" dedi.

Okur, devletin verdiği destekle, Nurs'u önemli bir inanç merkezi haline getireceklerini ifade etti.

Sabah, 30.05.2013

TAKSİM'DEKİ KIŞLA TAM BİR UCUBE!

 

Mimar Cengiz Bektaş, içi boşaltılan 'Selçuklu-Osmanlı' mimarisinden alınacak dersleri anlatıyor: Doğayla uyum, yaşama kültüründen doğan tasarım, komşunun rüzgarına, güneşine saygı...

 

Cami, karakol, hastane derken bir süre önce TOKİ’nin de konut inşaatlarında Selçuklu-Osmanlı mimarisinden ilham alacağını öğrendik. Konya’da konutların balkon korkuluklarında ‘Selçuklu Yıldızı’ motifi kullanılacağını belirten TOKİ yetkilileri, “Özellikle ön cephelerde farklılık görmeye başlayacaksınız” demiş.


Bunca kafa bulanıklığı arasında, yıllardır Anadolu ’dan Balkanlar’a bu mimarinin sırlarını araştıran Mimar Cengiz Bektaş’tan, yeni çıkan ‘Türk Evi’ kitabından yola çıkarak işin esasını dinledik.


Kitapta, bir Ohri (Batı Makedonya) eviyle, Safranbolu evini ayırt edemeyen uzmanlar tanıdığınızı söylüyorsunuz.
Doğru, Makedonya’da bir profesöre gösterdim fotoğraflarını, “İkisi de Ohri”de dedi. Oysa bu iki evin arasında 1500 kilometre var, birisi Safranbolu’da öbürü Ohri Gölü’nün kıyısında. İkisinde de inşaat yöntemi, pencere detayları, tümüyle aynıdır. Doğu Anadolu’dan Batı Yugoslavya’ya benzer ilkelere rastlamamız elbette rastlantı değil, özellikle de yapı gelenekleri, öyle birkaç yüzyılda oluşmuyorlar...


Yerelden öğrenilebilecek şey çok aslında, kitapta verdiğiniz birkaç örnek Amasya’da 16 odalı bir konağın önceden üretilmiş öğelerle bir günde monte edilmesi, Denizli’de evlerin depreme dayanması için tavanlarının çatı makaslarına asılması... Bunca örnek varken 2000’lerin ‘Selçuklu-Osmanlı’ mimarisi neden birkaç revağa indirgeniyor?
Tamamen cehaletten ibaret. Osmanlı’nın da ne olduğunu bilmiyor. Çok basittir aslında: Selçuklu ile Osmanlı arasında ne ayrım var? Selçuklu’da binayı dışarıdan okuyamazsınız, duvar mimarisidir. Osmanlı’da ise, örneğin Süleymaniye’ye bakın, bütün ögeleri dıştan okuyabilirsiniz. İç ve dış uyumu vardır. Bunu bile bilmezler. Taksim’de yapılmak istenen kışla ne? Hindistan, İran gibi bir sürü yerden alınmış bir ucube... Onu Osmanlı zannediyor.


Şu sıralar nereye baksak yeni bir rezidans reklamıyla karşılaşıyoruz...
Mimarlık dergileri yolluyorlar bana, eskiden bu dergilerin içinde Yaşar Kemal’in bir öyküsünü bulabilirdiniz mesela. Artık her sayfası propaganda, ilan, satış. En küçük birikimi olan insanın bile elindekini alabilmek için, uluslararası kapitalist düzenin pompaladığı tüketim politikasından başka bir şey değil. Türkiye ’deki gelir dağılımını biliyoruz, bunun aidatını bile kim ödeyebilir? Bu propagandası yapılan yüksek konutlar büyük bir facia. Burada yaşamak insanlık dışı bir olay. İnsan yerden ne kadar koparsa insanlığından da kopar.


Peki Mersin’deki gökdeleninizi nasıl anıyorsunuz?
Ben gökdelenin kendisine değil gökdelenin konut olarak pazarlanmasına karşıyım. Mersin’deki gökdelen konut değil, aşağıda alışveriş merkezi, tiyatro, konser salonu var. Üstü de ofis. Amerika’da da ‘downtown’ dedikleri merkezde yüksek bloklar, içinde otopark, büro, otel ve hastane vardır ama konut yoktur.

 

Kitaptan alıntılar

“Hani Batılılar ‘Eco mimarlık’ diyorlar ya... İncelediğim evlerin belki de en önemli özelliği doğayla savaşmadan ona uymaları, hatta doğanın kan dolaşımı içinde olmaları. Evin kapısı atlı araba için açılırken kedi için küçücük bir başka kanat açılabiliyor, kuşlara da ev düşünülüyor. Evler genelde gün doğuşuna bakarlar. Kimi yerlerde odalar, lodos odası, poyraz odası gibi adlar alıyorlar, buna göre yerleştiriliyorlar. İzmir evlerinin cumbaları kışın ısı kaynağı, yazın ısıyı yalıtıcıdır.”


“Denizli’de depreme karşı ilginç önlem örnekleri gördüm eski evlerde. Örneğin sonradan arsasına apartman yapılmak üzere yıkılan, anıt olduğu saptanmış Kurşunluoğlu evlerinde odaların tavanları
çatı makaslarına asılarak 5’er cm aralık bırakılmıştı. Böylece depremde duvarlara çarpmadan sallanabiliyorlardı.”


“Bugünün büyük kentlerinde, çoğunluğun evleri gecekondular. 1980’lere gelinceye dek gecekondular da, hep eğimli yerleri seçiyorlar. Orada da bütün ‘döküntü’ görünüşüne karşın, kimse kimsenin görünüşünü, havasını, güneşini kesmiyor. Her evin, bir iki ağacın filizlendiği bir avuç bahçesi var. Ne var ki 1980’lerden beri gecekondularda da apartmanlaşma başladı. Adına ‘kentsel dönüşüm’ diyerek bundan da çıkar sağlama yolu hiç çekinmeden açılınca, konu yaşamsal önem kazandı.TOKİ uygulamalarında ne yaşama kültürümüz kaldı ne de kent kültürümüz. Yalnızca para amaçlı bu uygulamalarla sosyal yapıya verilen zararlar azımsanamaz.”

Radikal, Haber: Elif İnce, 30.05.2013

AYDIN'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Aydın'ın Buharkent İlçesi'nde, jandarma ekiplerinin yaptığı istihbarat çalışması sonrası, bir eve yapılan operasyonda Bizans ve Roma dönemine ait 7 sikke ele geçirildi.

 

Buharkent İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, Gelenbe Köyü'nde yaşayan ve çiftçilik yapan A.S.'nin (47) evinde tarihi eser olduğu ihbarını aldı. Alınan ihbarı değerlendiren ekipler, öğle saatlerinde eve baskın düzenledi. Yapılan aramalarda Bizans ve Roma dönemlerine ait olduğu belirlenen 7 sikke ele geçirildi. Karacasu Müze Müdürlüğü tarafından incelenen sikkelerin satılması ve bulundurulmasının yasak malzeme sınıfına girdiği tespit edildi. Gözaltına alınan ev sahibi A.S., işlemlerinin tamamlanmasının ardından çıkarıldığı mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Akşam, 30.05.2013

ÇEŞMELERİN SULTANINA VEFA

 

İstanbul'da çok sayıda çeşme ve sebil yaptırmasıyla ünlü, Osmanlı padişahı II. Mahmut'un annesi Nakşidil Valide Sultan'ın Fatih Camii'nde bulunan türbesi yenileniyor. 'Mimari Hazine' olarak bilinen türbenin restorasyonu için 1 milyon 935 bin TL bütçe ayrıldı.
 

Fatih Camii'nin mihraba yönelik avlusunda yer alan Nakşidil Valide Sultan Türbesi, İstanbul İl Özel İdaresi tarafından restore ediliyor. Barok üslupta, onaltıgen planlı bir mimariye sahip olan türbenin rölöve ve restitüsyon çalışmalarını tamamlayan İstanbul İl Özel İdaresi, projenin uygulama sürecine başladı. 1 milyon 935 bin TL bütçe ile yapılacak ve çalışmalar 2014 yılında tamamlanacak.

 

Aslına uygun yapılacak

Türbenin koruyucu çatı ve iş iskelesi yapımı tamamlanarak, kubbe raspasına başlandı. Eserin özgün kalem işi araştırması ise devam ediyor. Yapının içerisinde ve dışında yer alan çimentolu sıvaların temizliği ve ahşap pencere kapaklarının raspa işlemleri de devam ediyor. 19. yüzyıl kalem işleri ile bezeli bu nadide eser, aslına uygun olarak yapılacak.

 

Aslen Fransız sultan

Nakşidil Valide Sultan, I. Abdülhamid'in hanımlarından olup, Sultan II. Mahmud'un annesidir. Aslen Fransız olan Nakşidil Valide Sultan, II. Mahmud'un padişah olması ile Valide Sultan oldu. Valide Sultan, İstanbul'un çeşitli yerlerinde çeşme ve sebiller yaptırmasıyla ünlü. Sultan'ın sandukasının etrafında on dört sanduka daha bulunmakta. Bu sandukalar ise I. Abdülhamid'in çocukları ve yakınında bulunan devlet büyüklerine ait. Sultan'ın, sedef kakmalı şebekelerle çevrili sandukasının ön yüzüne güneş armalı, İstanbul işi çerçeve içerisine bir mersiye yazılmış.

 

19. yüzyıl kalem işleri ile bezeli Nakşidil Valide Sultan türsesinde etrafında on dört sanduka daha bulunuyor.

 

Mimari hazine

Ön cephesi mermer kaplı ince bir üslupla dantela gibi işlenen türbe, mimari bir hazineye sahip. Cephelerde simetrik bölünmeler, iki sıra halindeki dalgalı silmelerle kesilmiş ve böylece tüm cephe boyunca bir hareketlilik sağlanmış. Türbenin cephesinde alt katta basık kemerli dikdörtgen pencereler, ikinci katta da oval pencereler yer alıyor. Cephenin görünümü akantus yaprakları ve çeşitli fiyonklar ile tam bir barok üslubunu yansıtır. Üzeri yüksek kasnaklı kubbe ile örtülüdür. Türbenin doğu cephesinde üç gözlü ve kubbeli giriş revakı bulunuyor.

Arkitera, Haber: Ecem Sarıçayır, 30.05.2013

1000 YILLIK ÜNİVERSİTE TEKRAR EĞİTİM VERECEK

 

Dünyanın en eski üniversitelerinden biri olan Hindistan’daki Nalanda Üniversitesi, aralarında Nobelli iktisatçı Amartya Sen’in de bulunduğu bir grup siyasetçi ve bilim insanın önderliğinde yeniden eski ihtişamlı günlerine dönmeye hazırlanıyor. Oxford, Cambridge ve Bologna gibi eğitim kurumlarından bile eski olan Nalanda’nın, tüm dünyadan alanında etkin olan araştırmacı ve öğrencilerin davet edilmesiyle üniversitenin yeniden uluslararası bir eğitim merkezi olması amaçlanıyor. Buna göre yeni Uluslararası Nalanda Üniversitesi’nin yeni programında ise insan çalışmaları, ekonomi ve yönetim, Asya entegrasyonu ve oryantal dillerin yer alacak. Rektör Sen, “Eski Nalanda’nın görkemli haline gelmesi 200 yılını aldı, ancak bu yenisi içinde 200 yılın geçmesi anlamına gelmiyor, eski halini yakın bir gelecekte alacaktır” dedi. Gelecek yıl ilk öğrencilerini kabul edecek olan üniversitede ilk olarak tarih, ekoloji ve çevre fakülteleri yer alacak.

Taraf, 30.05.2013

İZNİK'İN KADERİ DEĞİŞECEK

 

 

İznik merkezinde bulunan Koimesis Kilisesi ve halkın ’Böcek Ayazma’ olarak adlandırdığı vaftizhane kalıntıları gün yüzüne çıkmayı bekliyor.

 

Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, MS 6’ncı yüzyılda yaptırılan ancak günümüzde bakımsızlıktan çöplük haline gelen vaftizhane ve kilisenin ortaya çıkarılması halinde, Hristiyanlar için önemli hac merkezlerinden biri olan ’martyrium’un (şehitlik) da ortaya çıkacağını belirtti. Prof.Dr. Şahin, "Bu iki eser ortaya çıkarıldığı taktirde, İznik’e yılda en az 10- 15 milyon turist gelir" dedi.

 

Bizans İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığı kabul ettiği 1’inci ve şu anki İncil’in kabul edildiği 7’nci konsilin toplandığı merkez olan İznik, şimdi yeni bir arkeolojik keşifle dünya gündeme oturmaya hazırlanıyor. Eşi sadece Kudüs ve İtalya’da bulunan bir martyrium İznik’te gün yüzüne çıkmayı bekliyor.

 

’İZNİK’İN KADERİ DEĞİŞECEK’ 

Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, ilçenin merkezinde Yakup Çelebi Sokağı’nda bulunan ve MS 6’ncı yüzyılda yapıldığı bilinen, 11 basamaklı bir merdivenden inilerek ulaşılan Böcek Ayazma ve yaklaşık 40 metre uzaklıkta kalıntı halinde bulunan Koimesis Kilisesi’nin ortaya çıkarılması gerektiğini söyledi. Bu iki eserin ortaya çıkması halinde, Hristiyanlık için önemli hac merkezlerinden biri olacak şehitliğin de ortaya çıkarılacağını belirten Prof.Dr. Mustafa Şahin şunları söyledi:

 

"Hristiyanlıkta ayazmalar hiçbir zaman tek başlarına yer almaz. Tarihi kaynaklar incelendiğinde, ayazma aynı zamanda vaftizahe olarak kullanılmış. Vaftizhane olarak kullanıldığına göre bunun yaklaşık 40 metre uzaklığındaki Koimesis Kilisesi’nin bir bölümü olduğunu düşünüyoruz. Kaynaklara göre Bizans İmparatorluğu’nun önemli şahsiyetlerinden birisi olan I. Theodoros Laskaris’in de mezarının bu kilisede olduğunu biliyoruz. Bunlar üst üste geldiği zaman burada sorulması gereken soru şu: Acaba burası bir şehitlik miydi? Büyük ihtimalle Koimesis olarak bilinen ve günümüzde atıl olarak bir kenarda duran bu yapı, Hristiyanlık dini açısından çok önemli şehitliklerden biri. Ayazmanın ve kilisenin mutlaka birlikte ele alınması gerekir. İki yapının arasında bulunan konutların kamulaştırılarak bu alanın kazılıp ortaya çıkartılması gerekir. Eğer bu eseri ortaya çıkarabilirsek, İznik’in kaderi değişecek."

 

Koimesis Kilisesi’nin planının İznik’te bulunan diğer kiliselereden çok farklı olduğunu belirten Prof. Dr Şahin, bu kilisenin planının, İstanbul’daki Ayasofya Kilisesi’ne benzer bir formda yapılmasının dikkat çekici olduğunu söyledi.

 

Kilise kalıntılarında yapılan incelemede, bu kilisenin Roma İmparator Konstantin tarafından, Patrik Nikephoros’a hediye edildiği ve bulunan mozaiklerde Meryem Ana’nın bir kolunda Konstantin, diğer kolunda da Patrik Nikephoros’un resmedildiğini anlatan Prof.Dr. Şahin, "Ayrıca kilisenin içerisinde 4 tonozdan 4 farklı betim var. Bu betimler de Hıristiyanlık dini açısından çok önemli. Çünkü 4 incil yazarının betimleri yer alıyor" diye konuştu.

 

’EFES’TEKİ MERYEM ANA’DAN DAHA ÖNEMLİ’ 

Böcek Ayazması olarak adlandırılan vaftizhanenin içerisinde ise 80 santimetre büyüklüğünde bir havuz bulunduğunu kaydeden Prof.Dr. Şahin, duvarlarında bulunan nişlerde haç motiflerinin yer aldığı plakaların bulunduğunu ve ayrıca İncil’den İbranice olarak alınmış, ’Her bedene iyi olan verir. Çünkü onun lütfu ebedidir’ yazılı bir kitabenin de yer aldığnı vurguladı. Hristiyanlık dininde kutsal su olarak kabul edilen ve aynı zamanda vaftizhane olarak kullanılan bu tarihi eserin çöplük haline gelmesinden büyük üzüntü duyduğunu ifade eden Prof.Dr. Şahin sözlerini şöyle sürdürdü:

 

"İznik için çok üzülüyorum. Çünkü ilçe halkıyla konuştuğumuzda amaçları kültür varlıklarını ve kalıntılarını korumak yerine, ’oturduğum binaya daha kaç kat çıkabilirim’ diye düşünmek. Bırakın bu tarihi eserlere sahip çıkmayı, bu kalıntıları da çöplük haline getiriyorlar. Bunun İznik açısından büyük bir ayıp olduğunu düşünüyorum. Bu iki tarihi eser ortaya çıkarıldığı taktirde, Efes kentindeki Meryem Ana’dan daha önemli bir yer olması gerekiyor. Çünkü tarihi kaynaklara göre bu kalıntılar aynı zamanda Hıristiyanlık dininde önemli şehitliklerden biri. Bu şehitliklerden biri Kudüst’te diğeri İtalya’da. Hıristiyanların hacı olmaları için mutlaka uğramaları gereken bir merkez. Kazıp ortaya çıkardığımız zaman İznik’e yılda en az 10- 15 milyon turist gelecek."

Bursa Olay, 30.05.2013

YIKANLARA CEZA YAĞDI!

 

 

Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, Bosna Savaşı'nın 6 Hırvat yöneticisine toplamda 111 yıl hapis cezası verdi. Sanıklar, tarihi Mostar Köprüsü'nün yıkılması emrini vermekle de suçlanıyorlardı.

 

Hollanda'nın Lahey kentindeki Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanan 6 Hırvat yöneticiye 10 ile 25 yıl arasında değişen hapis cezaları verildi.

Lahey'deki Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, aralarında sözde Hersek Bosna Hırvat Cumhuriyeti Başbakanı Yadranko Prliç'in de bulunduğu eski 6 yöneticiyi, savaş sırasında Hırvat olmayan halka kötü davranma ve çete kurma gerekçesiyle toplam 26 suçtan sorumlu buldu. Toplam 111 yıl hapis cezası olan 6 Hırvat yönetici, Mostar Köprüsü'nün yıkım kararını vermekten de suçlu bulundu.

Eski Başbakan Prliç'le birlikte eski Hersek Bosna Hırvat Cumhuriyeti Savunma Bakanı Bruno Stoyiç, Hırvat Savunma Konseyi (HVO) komutanları Slobodan Pralyak, Valentin Çoriç ve Milivoy Petkoviç ile Esirlerin Değişimi Ofisi Başkanı Berislav Puşiç ve sanıkların avukatları ile tanıklar mahkemede hazır bulundu.

 

Mahkeme, sanıkların işledikleri suçun delilleriyle sabit olduğuna karar vererek Prliç'e 25 yıl, Stoyiç, Pralyak ve Petkoviç'e 20'şer yıl, Puşiç ve Çoriç'e ise 10'ar yıl hapis cezası verdi.

 

Bosna Hersek'in güneyindeki Mostar'da sabah saatlerinden itibaren kafelere doluşan çok sayıda vatandaş, Lahey'deki duruşmayı canlı olarak televizyondan takip etti.

Bosnalılar, 6 Hırvat yöneticiye verilen cezanın adaletin yerine getirilmesi konusunda önemli olduğunu dile getirdi.

Hırvatların yoğun olarak yaşadığı kentin batı yakasında ise, eski HVO mensupları ve Hırvat milliyetçileri de duruşmada verilen cezaya tepki gösterdi.

Habertürk, 29.05.2013

ASURLULAR DÖNEMİNE AİT 83 ADET TARİHİ ESER BULUNDU

 

 

Irak'ın kuzeyinde bulunan Erbil şehrinde yapılan arkeolojik çalışmalarda, Asurlar dönemine ait 83 adet tarihi eser gün yüzüne çıkarıldı. Erbil'in 100'lük caddesi üzerinde bulunan bir tümsekte 4 yıl önce başlatılan kazı çalışmalarında, birçok tarihi eser bulundu.

Selahattin Üniversitesi Tarihi Eserler Bölümü tarafından yürütülen çalışmalarda, Asurlar döneminden kalma MÖ 1500 yılına ait; su testisi, yüzük, kolye, yerleşim alanları ve günlük hayatta kullanılan malzemelerden oluşan 83 adet tarihi eser gün yüzüne çıkarıldı.
Kazı çalışmaları ile ilgili düzenlene basın toplantısında konuşan Erbil Tarihi Eserler Genel Müdürü Haydar Hüseyin, bölgede yapılan kazı çalışmalarının kendileri için çok önemli ve anlamlı olduğunu vurguladı.

İlk kez yerel bir çalışma sonucu bu eserlere ulaştıklarına dikkat çeken Hüseyin, "İlk defa kendi öğrencilerimizle ve yerel bir çalışmayla bu kadar önemli tarihi eserlere ulaştık. Bu bölgede çok sayıda yabancı ve alanında uzman kişi daha önce çalıştı. Ancak hiç bir şey elde edemeden burada her hangi bir tarihi eserin bulunmadığı iddiasında bulundular. Biz buna rağmen 4 yıllık uzun bir çalışmanın ardından binlerce yıl öncesine ait eserleri elde edebildik. Çok mutluyuz ." dedi.

Kazı çalışmaları komisyonu Başkanı Noman Cuma ise," Kazıların yapıldığı tümsekler daha önce düzleştirilmek istendi. Ancak daha sonra önemli bir kararla bu bölgenin etrafı kapatılıp korunma altına alındı. Bu çalışmayı o karara borçluyuz. Biz de yaptığımız özverili çalışmalar neticesinde bu tarihi eserlere ulaştık. Bize imkan sağlayan ve emeği geçenlere teşekkür ediyorum." dedi.

Habertürk, 29.05.2013

'ÇIĞLIK'IN DA ÖTESİ

Norveçli ressam Edward Munch'un doğumunun 150'nci yılı, Oslo'da sanatçı üzerine gerçekleştirilen en geniş kapsamlı sergiyle kutlanıyor.

 

En çok 'Çığlık' tablosuyla bilinen Norveçli ressam Edward Munch'un şimdiye kadar gerçekleştirilmiş en kapsamlı sergisi açılıyor. Sanatçının doğumunun 150'nci yılı şerefine Oslo 'da açılacak sergi iki mekanda birden devam edecek ve dünyadaki farklı koleksiyonlardan da toplanan 270 Munch eserini biraraya getirecek. Sergi, sanatçının 1883'te 20 yaşındayken ilk kez görücüye çıkardığı resimlerinden, 1944'te ölümünden hemen önce çizdiklerine kadar geniş bir koleksiyonu kapsıyor. 2 Haziran'da açılacak sergide Munch'un 1882 - 1903 arasındaki eserleri Oslo'daki Ulusal Galeri'de, 1904 - 1944 arası ise Munch Müzesi'nde görülebilir.

Radikal, 29.05.2013

ABD'DEKİ ÖZGÜRLÜK HEYKELİ TÜRKLERİN ÇIKTI

 

 

Şair, yazar ve araştırmacı Sunay Akın ABD özgürlük anıtının Türklere ait olduğunu iddia etti. Akın ABD’de yayınlanan POSTA 212 gazetesinde yayınlanan röportajında ABD’nin sembolü olan anıttan 150 yıllık faiz alınması gerektiğini söyledi.

 

Akın, gazetede yayınlanan röportajda, “ABD özgürlük anıtı bizim. Bunu ben araştırıp buldum Fransa’nın Kolmar kentinde Önce Albullaziz düşündü sonra Abdülmecit devam ettirdi. Heykeltraş Bartholdi’ye sipariş ettiler. İskender limanına konulacaktı Özgürlük Anıtı. Ben Bartholdi’nin arşivine girdim maketlerini gördüm. Bu heykelin sırtı doğuya, yüzü batıya bakıyor. Anlamı da şu ‘Hey batı unutma ki sadece güneş değil uygarlığın ateşi de doğudan yükselir.’ İki taksit parasını biz ödedik. Biz alacaklıyız. New York’taki Türkler birleşin ABD’den bunun parasını alın. Vermezlerse borçtan düşsünler ama 150 yıllık faizini hesap edin alırken” dedi.

Milliyet, 29.05.2013

ÇAĞDAŞ SANATIN EN BÜYÜK ŞOVU VENEDİK

 

 

Sanat dünyası, gövde gösterisine hazır. Venedik, 1 Haziran'dan 24 Kasım'a kadar çağdaş sanatın nabzını tutacak. Biz de bu heyecanı paylaşalım dedik, iyi partilerin nerede olduğuna kadar bienali madde madde masaya yatırdık.

 

Venedik Bienali nedir, neden önemlidir?
Dünyada çağdaş sanat alanındaki en büyük şov. 88 ülkenin işlerinin tüm Venedik’te ve 300 binden fazla ziyaretçinin katıldığı bir şov. Hem kariyerinin zirvesinde olan en iyi sanatçıları hem gelecekte iz bırakacak yeni çıkış yapanları birlikte görebiliyoruz. Mesela 1905’te Gustav Klimt bienalin starıydı. 1950’deyse Henri Matisse büyük ödülün sahibi oldu. Son yıllarda ise Cy Twombly’nin ‘Battle of Lepanto’ resimleri (2001) ve Ed Ruscha’nın ‘Couse of Empire’ (2005) serileri ilk kez Venedik’te sergilendi. 2007’de Tracey Emin, Britanya’yı temsil ederken, Mike Nelson ve Alman sanatçı Gregor Schneider (2001’de insanlar ‘lanetli’ Alman Pavyonu’nu görmek için kuyruğa girmişti) başarılı resimleriyle Turner Ödülü’ne aday olmuşlardı.


Bu dev şov ne zaman başladı?
İkinci Dünya Savaşı’nda altı yıllık ara dışında 1895’ten beri devam eden saygıdeğer bir kurum. Bu yıl 55’incisi düzenleniyor. 1 Haziran’da açılıp 24 Kasım’da kapanacak.


Bu dev sergi kanallar şehri Venedik’in neresinde gerçekleşiyor?
Bienal’in resmi fuar alanı olan Giardini, yalnızca sanat için oluşturulmuş bir olimpik park gibidir. Şehrin kenarında bulunan her biri farklı bir ülkeye adanmış 29 pavyondan oluşan bir yer. Pavyon deyince, Beyoğlu pavyonları gibi değil, İzmir Fuarı’ndaki pavyonlar gibi. Her biri farklı ülkeler tarafından özenle inşa edilmiş binalar. Her ülke kendi seçtiği sanatçı ya da sanatçılarla sanat dünyasının karşısına çıkıyor.


Sadece ulusal pavyonlar mı var?
Hayır, Arsenale adı verilen eski askeri fabrikaların ve tersanelerin olduğu alana doğru uluslararası sergi uzanıyor. Bu büyük alandaki sergiyi her yıl bir küratör düzenliyor. Bizim Türkiye gibi, oyuna sonradan dahil olan ülkelere verilen geçici pavyonlar da bu alanda. Ayrıca kentin her tarafındaki müzeler özel sergiler düzenliyor, boş saraylar, sergi alanları kendi sanatını göstermek isteyen ülkeler, sanatçılar tarafından kiralanıyor. Mesela daha önce İsmail Acar, Hüseyin Çağlayan böyle kişisel sergiler açmıştı. Bu yıl da Ahmet Güneştekin kendi çabasıyla işlerini Venedik’te sergileyecek.


Türkiye, Venedik’e nasıl katılıyor?
Yıllarca Beral Madra gibi isimlerin kişisel çabalarıyla sergiler açıldı. 2006’dan bu yana İKSV’nin organizasyonuyla, devlet ve sponsor desteğiyle Venedik’e katılıyoruz. Bu yıl Türkiye Pavyonu’nda Ali Kazma’nın ‘Rezistans’ adındaki yeni video serisi sergilenecek. Küratör Emre Baykal, sponsor ise TOFAŞ.


Bu yıl Venedik’in küratörü kim, nasıl bir sergi hazırladı?
Tüm zamanların en genç küratörü Massimiliano Gioni’nin (39) seçtiği tema ‘Ansiklopedik Saray’. Tüm dünyadan 150’den fazla sanatçının işlerini sergileyen büyük bir sergi hazırladı.


İşin ticari bir yanı var mı?
Görünürde yok. Çünkü 1968’de ticari aktiviteler yasaklandı. Fakat pratikte, sadece sanat dünyasına açık olan ilk üç gün eser satmak isteyenlerin de almak isteyenlerin de heyecanla beklediği bir tarih.


Hangi ünlü isimler gelir?
Ünlü ziyaretçiler arasında Elton John, Karl Lagerfeld, Courtney Love, Neil Tennant ve Rufus Wainwright gibi isimler sayılabilir. Ama asıl etkili isimler ise pazarlıkla işi bitirmek isteyen süper zengin koleksiyoncular ve galericilerdir. (Ciriani Hotel’in havuz kenarı ise ‘resmi’ buluşma noktasıdır). 2011’de Roman Abromavich’in koleksiyoncu kız arkadaşı Dasha Zhukova ve mega yatı ile yaptığı ziyaret epey etki bırakmıştı. Aynı zamanda, Gucci ve Christie’s markalarının sahibi Fransız milyarder ve koleksiyoncu François Pinault, özel müzesi Palazzo Grassi’de bienal organizasyonlarına ev sahipliği yapar. Ve tabii ki dünyanın bütün büyük ve küçük müzelerinin yöneticileriyle etkili sanatçılar orada buluşur. Bizden de Vasıf Kortun’dan Nazan Ölçer’e, Oya Eczacıbaşı’ndan Levent Çalıkoğlu’na herkesi orada görebilirsiniz.


İyi partiler var mı?
Bu, sıkıcı Venedik akşamlarının en gözde sorusudur. Sayısız kokteyl düzenlenir. Ama çok büyük koleksiyoncu ve müzelerin, önemli ülke pavyonlarının küçük adalarda düzenledikleri partiler dilden dile anlatılır, bu partilere girebilen sanat dünyasının gedikli profesyonellerine imrenerek bakılır.

Radikal, Kaynak: The Independent, 29.05.2013

AKYAVAŞ'IN BÜTÜN DÜNYASI

 

 

İstanbul Modern'de açılan Erol Akyavaş retrospektifi, Doğu ve Batı kültürünü sentezlediği özgün tablolarıyla rekorlar kıran bu büyük sanatçının geniş imgelem dünyasını tüm yönleriyle ortaya seriyor.

 

Müzayedelerde rekor üstüne rekor kıran Erol Akyavaş neden büyük bir sanatçıdır, yapıtları bu kadar para eder mi? Son yıllarda sık karşılaştığımız sorulardan birisi bu. Ve en güzel yanıtı bugün İstanbul Modern’de açılan ‘Erol Akyavaş-Retrospektif’ sergisinde...


Ilona Akyavaş himayesinde, Finansbank’ın katkılarıyla açılan sergide sanatçının 1950’lerden 1990’lı yılların sonuna uzanan yarım yüzyıllık sanatsal birikimi, 290 yapıtla gözler önüne seriliyor. Sergi, Akyavaş’ın Doğu-Batı sanat ve kültür dünyası arasında kurduğu kendine özgü sentezi, tuval üzerindeki zaman içinde dönüşüm geçiren perspektif ve mimari düzenlemelerini ve son döneminde dünyanın farklı kültürleriyle giriştiği hesaplaşmaları geniş bir çeşitlilik içinde bir araya getiriyor.


Levent Çalıkoğlu küratörlüğünde hazırlanan sergide sanatçının ‘En-el Hak’, ‘Kabe’ gibi müzayedelerde rekor kıran dev tablolarını, inanılmaz ince işçilikli erotik ‘İkonalar’ (bu bölümde +18 yaş uyarısı var) serisini, üçü 1987’deki İstanbul Bienali’nde sergilenen ‘Hallac-ı Mansur’ serisinden 10’dan fazla tabloyu, ‘Fermanlar’ serisini, ‘Miraçnameler’ini (bu bölüm derviş odaları şeklinde düzenlenmiş), soyut ve kübist araştırmalar yaptığı işlerini görmek mümkün. Tüm bunları görünce anlıyorsunuz ki Akyavaş, zihni inanılmaz açık bir sanatçı.

Radikal, 29.05.2013

 

******


İSLAM ESTETİĞİNİ EROL AKYAVAŞ TANITTI

 

 

İstanbul Modern'de açılan retrospektif, Erol Akyavaş'ın bilmediğimiz zengin dünyasını sunuyor. Onun resimlerini 80'li yıllardan bu yana Türkiye'deki izleyiciyle buluşturan Haldun Dostoğlu ve eşi İlona Akyavaş'ın kapısını çaldık.

 

Hazır, memleketin ortak bilinçaltı ayaklanmış, topyekun geçmişe bakma, bir yüzleşme gayretine yeltenmişken neden Erol Akyavaş da sanat özelinde bu zincirin bir halkası olmasın? Ötelenmiş, temkinli yaklaşılmış ama değeri içten içe hep bilinmiş, son yıllardaysa ‘müzayede rekorlarıyla’ yeniden gündemimize giren bir ressam var çünkü karşımızda.


Sahi, “İslami bir geleneğin çağdaş resimle ifadesi gibi belki büyük ve hiç mi hiç moda olmayan bir yola girdim” dediği 80’li yıllarda ne yapmaya çalışıyordu Akyavaş? Sanat hayatının büyük kısmını Amerika’da geçirir, uzakta bir hayat kurarken neden Türkiye ’yi resmediyordu? Neydi ‘moda olmayan’ı sanatının merkezine taşımasının sebebi?


1987’den beri Akyavaş’ın Türkiye’deki sergilerini düzenleyen ve Finansbank’ın yayımladığı Erol Akyavaş kitabını hazırlayan kişi Haldun Dostoğlu, “Göz ardı ettiğimiz İslam kültürü estetiğini bana tanıtan kişi” diyor onun için...


99’daki ölümünün ardından 2000’de Beral Madra ile beraber hazırladığınız ilk Erol Akyavaş retrospektifine bugünden bakınca ne görüyorsunuz?
2000’deki sergi, Erol Akyavaş hayattayken planlanmaya başlamıştı ama maalesef ömrü vefa etmedi, göremedi… 310 eserden oluşan, kapsamlı ve iyi organize edilmiş bir sergiydi. Son bienali 150 bin kişinin gezdiği düşünülürse enteresan tabii ama sergi 10 bin izleyiciyi geçince gazetelerde haber olmuştu.


2013’lere gelince Türk sanat dünyasındaki seyirci sayısının çoğalması, yeni bir sanat tüketicisi neslin varlığı ve bu alanda sirküle eden paranın artması bazı sanatçıları fiyat anlamında başka bir yere taşıdı. Akyavaş da onlardan biri. Keza Doğançay da öyle. Bunun bir kısmı spekülatif bir ilgi ama öte yandan Erol Akyavaş’ın estetiği bu topraklarda üretilen sanatın özgün damarında yürüyen bir estetik, Batı’dan referanslar ve transferlerle oluşturulmuş değil. O zamanlar İslami semboller kullandığı için bir kesim tarafından çok beğenilmiş, bir kesim tarafından da temkinli yaklaşılmış bir ressamdı.


AKP iktidarı süresince sanat piyasasında olanlara baktığımızda geleneksel sanatların, hat müzayedelerinin kültür sanat gündemine eklemlendiğini, yeni oluşumların da piyasaya dahil olduğunu görüyoruz. Tüm bunlar Akyavaş’ın da görünürlüğüne etki etmiş olabilir mi?
Bence insanların, daha önce bakmadıkları bir estetiğe ilgisi söz konusu. AKP ile birlikte oluşan yeni burjuvazi, kendini temellendirirken yine kendine ait şeylere merak duyuyor ama bu o kadar başında ve naif ki… Biz galeriler dünyası olarak çok daha deneyimliyiz, onlar o yolu yeni almaya başladı. AKP hükümetinin birebir rolü olduğunu düşünmüyorum, çünkü eserlerini alanların neredeyse tamamı Batı standartları ve estetiğiyle büyümüş, yaşam tarzlarını muhafazakarlıkla bağdaştırmayacağınız insanlar. Akyavaş’ı ‘kendilerinden’ gibi görmek isteyenler olmuştur, o ayrı…


Peki Erol Akyavaş nerede duruyordu?
Şunu hatırlıyorum, Bosna’daki vahşet gündeme geldiğinde, Erol Bey yaşananlara duyarsız kalmamış, Bosna’ya gitmiş ve döndüğünde ‘İkonaklastlara İkonalar’ adlı bir sergi açmıştı. O dönem Türk sol entelijansiyası ise hiç ilgi göstermemişti Bosna’da olanlara, çok sonradandır refleks göstermesi Türk solunun. Bu durum Erol Bey’i sanat camiasında zor durumda bırakmıştı.
Aslında İslami semboller, 80’lerin başında, Amerika’dayken giriyor resmine. Kariyerine baktığınızda bu, kendi ayağına kurşun sıkmak gibi bir şey… Çünkü o yıllar Ortadoğu’da Arafat, Kaddafi ve Humeyni’nin en güçlü olduğu, “İslam eşittir terörizm” algısının net okunduğu zamanlardı. New York sanat camiası da Erol Bey’i dışına itti…


İki tarafla da gerilimli, mesafeli bir ilişki…
Çünkü kendine hep çelme takarak ilerliyor. Kendini öyle geliştiriyor. Biliyorsunuz MoMA 1961’de ‘Padişahların Zaferi’ işini koleksiyonuna katıyor, sonra birkaç sergi açıyor. Fakat ne vakit resminde bu dönüşüm oluyor, hiç şans verilmiyor.


Bu sürekli çatışma hali, bir kimlik arayışına da karşılık geliyor mu?
Evet. Baba Emlak Bankası Genel Müdürü, tipik Cumhuriyet kuşağı insanı. İyi koşullarda yetiştirilmiş, üstelik tek çocuk… Önce Floransa’ya gidiyor, Paris, derken Amerika. Bu sırada aile oğullarının mimarlık okuduğunu zannediyor. Dolayısıyla aileyle pek barışık değil. Amerika’da Macar bir kızla tanışıyor, evleniyor, iki kızları oluyor ve hayatı orada geçiyor. Hep yokluk, hep resim… Bir ara ruhsal sıkıntılar da yaşıyor ve bu durum resimlerine de yansımıştır.


Sizin yolunuz nasıl kesişti?
86’da tanıştık, 87’de de ilk sergisi ‘Miraçname’yi yaptık. Ardından beş sergi daha geldi. 70’lerde ODTÜ’de okumuş, vatan kurtaracağız, devrim yapacağız diye büyümüş biri olarak, sayesinde göz ardı ettiğimiz, önyargılı davrandığımız İslam kültürü estetiğine bakmanın ‘ayıp’ olmadığını öğrendim. Erol Bey, yalnız İslam estetiği değil, Batı edebiyatına, müziğe hakim bir entelektüeldi de aynı zamanda…


Zaten kübizmden sürrealizme, minimalizme farklı mecralarda dolaşıyor. “Elinde şablonların, gittiğin yerde aynı resimleri yapmak. Kısacası ölüm” demiş örneğin…
Dünyaya ilgiden, meraktan kaynaklanıyor yelpazesinin geniş olması. Sadece İslam estetiğiyle ilişkilendirilerek indirgeniyor Erol Akyavaş. İstanbul Modern’deki sergide insanların Erol Akyavaş deyince görmeyi beklemediği işler yer alıyor daha çok. Geçen yıl Nev’de sergilediğimiz erotik işleri için de bazı kesimlerden eleştiri almıştık. Sadece hat yazıp ‘En -el Hak demiyor ki bu ressam. Kadın da var, Jimi Hendrix de, Che Guevera da resminde…


Ölümünden kısa süre önce dönme kararı aldığını biliyoruz Türkiye’ye…
80’lerin ortalarından itibaren yazları gelip gitmeye başlıyor Türkiye’ye. Sonra Salacak’ta bir ev alıyorlar ve buraya yerleşmeye karar veriyorlar. Sadece 15 gün kalabildi o evde, yerleşmek kısmet olmadı.


Erol Akyavaş retrospektifi 25 Ağustos’a kadar İstanbul Modern’de.
 

Her şey başyapıt artık!

Müzayedelerde her şey başyapıt artık ve bu çok tehlikeli. Bu cilalama ile aslında sanatçı erozyona uğruyor, metaya dönüşüyor. Bu noktada sanatçının varislerinin ne yaptığı çok önemli. İlona, Erol Bey’in işlerini çok iyi korudu, üstelik kapısını kaç kişi çaldı. Parası mı vardı, hayır, ama resimleri ticaret için satın almak istediklerini biliyordu. Eserleri yıllarca koruyarak ilgiyi diri tuttu. Satılan son iki iş, ‘En-el Hak’ ve ‘Kabe’ İlona’dandır.


‘En-el Hak’, ‘Kuşatma’ ve ‘Kabe’ 10-15 çok önemli yapıtının arasındadır bana kalırsa.
En çok sevdiklerimden biri ‘Kabe’dir, kompozisyonu çok güzeldir. Erol Bey’lerin duvarında asılıydı, 10 yıl boyunca gittim geldim baktım, romantik bir aşk ilişkisi gibi. Daha akademik bakarsak ‘Kuşatma’ da çok önemli bir resimdir.

Radikal, Haber: Özlem Altunok, 29.05.2013

 

******


"BİR RESME BAKTIM EROL'A AŞIK OLDUM"

 

 

Haldun Dostoğlu’nun bizi Salacak’ta bıraktığı yerden devam edelim… Çünkü İlona Akyavaş bizi evinde bekliyor. Karşıda denizin içinden çıkmış gibi eski İstanbul silueti… İçerde biraz telaş, biraz hüzün…


Yanında büyük kızları Mirgün, aradan geçen 14 yıla rağmen hala eve yerleşmeye çalışıyorlar. “Erol, Ayasofya’nın arkasında yükselen gökdelenleri görseydi kahrolurdu” diyor ilk.


Onu İstanbul’la tanıştıran adamla yolu Amerika ’da kesişiyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ailesiyle göçmen olarak yerleşiyor, konservatuvara gidiyor… “1955 yılında, bir sergide diğerlerinden farklı, abstre bir resmin önünde oturdum ve bu resmi kim yaptı diye düşündüm.

Sonra bir yabancı öğrenciler buluşmasında tanıştık ve baktığım resmi onun yaptığını öğrendim, o resimle aşık oldum Erol’a…” Beraber 44 yıl geçirmelerine vesile olan o resim şimdi nerede acaba? Bir ah çekiyor, “Yerini her zaman biliyordum, hala aynı kişide. Erol’un askerliğini erteleyip duruyorduk, dönmek zorundaydık Amerika’dan. Kontrplak üzerine büyük bir resim, getirmemiz imkansız, daha birçok resimle beraber oradaki arkadaşlara vermiştik. Bu sergide yer alması için uğraşıldı ama yetiştiremediler.”


En zor zamanları 80’lerin başları... Biraz İlona Hanım’ın yaptığı tebrik kartlarından para geliyor, tek tük Erol Bey’in resmi satılıyor…


Sonra ne oluyor da Akyavaş’ın kıymeti biliniyor? “Zaten 80’lerin sonunda Erol’un resimleri satmaya başlamıştı. Vefatından sonra sağdan soldan resimler yer aldı müzayedelerde. Resimleri çar çur etmek istemedim, hep bir müze için bekliyordum, ancak ‘Mavi Senfoni’den sonra ben de çıkardım. Şimdi bir de bu sergi. Görüyorsunuz, hala onunla uğraşıyorum.”


Salacak’taki evde tek eksik Erol Akyavaş değil maalesef. “Erol’la evlilik yıldönümümüzü
bu evde kutlamak istemiştik, kısmet olmadı. Şimdi de tam bu sergiye hazırlanırken küçük
kızım Nazan’ı kaybettik…”
 

Rekorlarla Akyavaş

Kabe:
2 milyon 900 bin TL (2013)
En-el Hak:
2 milyon 700 bin TL (2012)
Kuşatma:
2 milyon 100 BİN TL (2010)

Radikal, 29.05.2013in

TARİHİ ESERLER YAZILARLA KİRLETİLİYOR

 

 

Edirne'de bulunan tarihi eserlerin bazıları üzerine yazılan yazılarla kirletiliyor. Farklı medeniyetlere ev sahipliği, Osmanlı devletine ise 92 yıl başkentlik yapmış olan Edirne'de birbirinden değerli çok sayıda tarihi eser bulunuyor.

 

Şehirdeki cami, köprü, han, hamam, çeşme ve çarşılar her yıl yüz binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor. Tarihi mekanları ziyaret eden insanlar şehrin ekonomisine önemli katkı sağlıyor.

 

Yapılan tanıtımlarla turist sayısı her geçen yıl artan Edirne'de misafirlerin uğrak mekanları bilinçsizce kirletiliyor. Yerli ve yabancı yüz binlerce insanın görmek için geldiği tarihi eserler yazı tahtasına dönüşmüş durumda. Yazılarla kirletilen tarihi mekanlardan birisi de Edirne ile Karaağaç Mahallesi'ni birbirine bağlayan Meriç Nehri üzerindeki aynı isimle bulunan köprü. Abdülmecid döneminde yaptırılan 1847 yılında yapımı tamamlanan 263 metre uzunluğunda ve 7 metre genişliğindeki köprünün ortasındaki mermer kitabeli kubbeli köşk farklı renklerde, şekillerde ve içerikteki yazılarla kaplanmış. Yayaların fotoğraf çekmek ve doğal alanı izlemek için mola verdiği mekan yaz boz tahtasına dönüşmüş vaziyette.

Time Türk, 28.05.2013

SİİRT'TEKİ 200 YILLIK KILICIN SIRRI NE?

 

 

Siirt’in Kurtalan İlçesi Ovacık Köyü'nde bir türbede 200 yıldır muhafaza altında tutulan kılıçtan 40 sene kan geldiği rivayet edilirken, bugüne kadar kılıcın sırrını kimse çözemedi.

Büyük İslam Alimi Şeyh Abdulkadir Geylani’nin 20. kuşak torunu olan ve Siirt’in Kurtalan İlçesi Ovacık Köyü'nde bulunan türbede meftun olan Seyit Şeyh Kasım Geylani’ye ait olduğu ifade edilen ve vefatından sonra 200 yıldır muhafaza altına alınan kılıç ile ilgili söz edilen rivayet duyanları hayretler içinde bırakıyor.

Konuyla ilgili bilgi veren Mahsum Ceylan, “Siirt’in Ovacık Köyü'nün geçmişi 1450’li yıllara dayanıyor. Köyde bulunan türbede El Mürşid-ül Kamil olarak tabir edilen Şeyh Abdulkadir Gaylani’nin 20’inci kuşak torunu Seyit Şeyh Kasım Geylani’nin kabri bulunuyor. Yaşadığı 1780 ile 1848 yılları arasındaki dönemde önemli hadiseler meydana geldi. O dönemde 3 büyük aşiret olan Yezidiler ve Ermeniler bölgeye hüküm sürmekteydiler, Müslümanlar da azıklıktaydı, köyde medresede talebe yetiştiren Şeyh Kasım, talebelerin iaşesini ise köylerdeki Müslümanların zekatlarıyla tahsil ediliyordu. O dönemde iki talebe hasat zamanı zekat niyetiyle gittiği bir evde Yezidiler tarafından boğazları kesilerek katledildi. Siirt nahiye olduğundan, Bitlis üzerinden padişaha haber yollayan Şeyh Kasım Geylani, bölgede artan Yezidi ve Ermeni baskılarından dolayı savaşmak için fetva istedi.

Cevaben savaşmanın caiz olduğu fetvası üzerine 1827 yılında bölgede Müslümanlar ile yezidiler arasında çıkan küçük çaplı savaşta zayiata uğrayan Yezidiler ve Ermeniler köylerden kaçmak zorunda kalıyor, çok sayıda Müslüman da şehit ediliyor. Bunların arasında Şeyh Kasım Geylani’nin de 40 talebesi bulunuyordu. Şeyh Kasım Geylani, 1848 yıllarında vefat ettiği zaman kullandığı kılıcı kabrinin sandukasının üzerine koyulmasını vasiyet ediliyor. Yaklaşık 200 yıllık olan bu kılıç, 165 yıldır bu türbede muhafaza altındadır. Torunu Şeyh Abdulcabbar, her perşembe günü dedesinin sandukasını açtığı zaman kılıçtan kan aktığını görüyor, kılıcı temizleyerek yerine koyuyor, bu 40 yıl boyunca böylece devam ediyor. Torun Şeyh Abdulcabbar vefat edince bu kılıçtaki kan da gidiyor” dedi.

"DERVİŞNEBİ" LAKABININ SIRRI
Mahsum Ceylan, büyük dedesi Şeyh Kasım Geylani’nin ‘Dervişnebi’ lakabının nasıl aldığı ile ilgili rivayeti de söyle anlattı: "Yaşadığı bir dönemde çevre köylerden çok sayıda kişi o dönem hacca gidiyor. Burada Ravza-i Mutahhara’yı da ziyaret eden köylüler şeyh Kasım’ı burada peygamber efendimizin kabrinin ayak uçunda bulunduğuna şahit oluyorlar. Ancak rivayette Şeyh Kasım’ın o dönemde hacca gitmediğini sonradan öğreniyorlar. Aynı dönemde tüm talebeleri bir gece aynı anda rüyasında Peygamber efendimizi görüp, şeyh Kasım Geylani için; ‘O benim dervişimdir’ buyurduğunu görüyorlar. Bunun üzerine bu lakap kendisine veriliyor”.

200 yıllık olduğu inanılan kılıç, Siirt şehir merkezine 30 kilometre uzaklıkta bulunan Ovacık Köyü'nde büyük zatların da metfun olduğu türbede halen muhafaza altında tutuluyor.

Bugün, 28.05.2013

KÖYLÜLER, ROMA DÖNEMİNE AİT LAHİT MEZARDAN KAPI VE MUSALLA TAŞI YAPMIŞ

 

Gaziantep'in Araban İlçesi'ne bağlı Aşağıyufkalı Köyü'nde trajikomik bir olay yaşandı. Köylülerin, 20 yıl önce buldukları Roma döneminden kalma lahit mezarları, mevcut mezarlıkta kapı ve musalla taşı olarak kullandıkları ortaya çıktı. Köyün muhtarı Seyit Yeter de çiftçilerin arazilerini sürdükleri esnada bulunan bu lahit mezarlara yetkililerin gereken ilgiyi göstermesini istiyor.

 

Yaşanan trajikomik olayı anlatan Yeter, "Yaklaşık 20 yıl önce köylü çiftçilerin arazilerini traktörlerle çift sürdükleri sırada tarihi lahit mezarları bulmuşlar. Bunları da köy mezarlığına kapı ve musalla taşı olarak yerleştirmişler. Bu güne kadar hiçbir yetkili köy çevresinde her hangi bir kazı çalışması başlatmadı." dedi.

 

Köy mezarlığının tarihi lahit mezarlarla yapılı kapısı ve musalla taşının köye gelen yabancıların ilgisini çektiğini de anlatan Yeter, "Çiftçiler, köy çevresindeki arazilerini traktörlerle her çift sürdüklerinde mutlaka yeraltında birkaç tarihi eser parçası ve taban mozaikleri çıkarıyor. Aşağı Yufkalı köylüleri olarak yetkililerin bir an önce köyümüzün mezarlığına kapı ve musalla taşı yapılan tarihi lahitlerle, arazilerin tabanında çıkan mozaiklerin biran önce kurtarılması için inceleme yapmalarını istiyoruz." diye konuştu.

Zaman, Haber: İlkay Göçmen, 28.05.2013

ÇOCUKLAR ÇATALHÖYÜK'TE ARKEOLOJİ İLE TANIŞACAK

 

Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, Şubenin Çocuk ve Mimarlık Çalışmaları Merkezi, Çatalhöyük kazı organizasyonu ile yapılan işbirliği sonucunda, çocuklarla Çatalhöyük’te yaz atölyesi gerçekleştirecek. Atölye, temmuz ve ağustos aylarında yapılacak.

Konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan Mimarlar Odası Ankara Şube Sekreter Üyesi Tezcan Karakuş Candan, çocukların mimarlık kültürü ile tanışması ve kültürel miras farkındalığını artırmak üzere düzenlenen yaz atölyelerini bu yıl Çatalhöyük’te 6 grup halinde programladıklarını belirterek, "Çocukları Ankara’dan günü birlik götürüp getireceğiz. Çocuklar mimarlar ve arkeologlar eşliğinde, Çatalhöyük hakkında bilgi alacaklar, kazı alanı gezecekler, kendilerine ayrılan özel kazı alanında kültürler yolculuğuna çıkacaklar” ifadesini kullandı.

Candan, Çatalhöyük atölyelerinin çocuklarla birlikte yetişkinler için de düzenlenidiğine dikkati çekerek, UNESCO tarafından 2012 yılında Dünya Mirası listesine kabul edilen Çatalhöyük yerleşim yerini, herkesin görmesi gerektiğini kaydetti.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi yapılacak atölye çalışmalarına her grupta 25 çocuk katılabilecek. Yaz atölyesi çalışmalarını mimarlarla birlikte arkeolog Gülay Sert koordine edecek. Çocuklar kazı alanlarını gezmenin yanı sıra yaratıcılıklarını da sınayacak. Yaz atölyesine özel olarak çocuklar, 25 metrekarelik düzenlenen alanlarda çalışacak. Atölyede, kil ve resim çalışmaları yapacak çocuklara çalışma bitiminde ““Kültürel Emanetlerin Koruyucusu” sertifikası verilecek. Ayrıca, “Çatalhöyük Arkeolojik Yaz Atölyesi” gruplarında, Anadolu’da ilk yuvarlak mimari örneklerinin yer aldığı Boncukluhöyük de programda yer alıyor.

Beyaz Gazete, 28.05.2013

İSTANBUL'UN SİLUETİ

 

Kısaca ‘siluet’ denilen konuda mahkeme kararını görmeden sırf gazete haberiyle yazmak istemedim. Malum, İstanbul’da tarihi yarımadanın, özellikle de Sultan Ahmet’in siluetini bozan üç gökdelenin ruhsatını iptal eden mahkeme kararı...
 

Dün 7 sayfalık kararı dikkatle okudum. 4. İdare Mahkemesi’nin hakimlerini kutluyorum. Hukuken son derece güçlü, gerekçesi dolgun bir karar yazmışlar. Sami Selçuk, haklı olarak, bizde mahkemelerin genellikle özensiz gerekçeler yazdığını belirtir; eminim bu kararın gerekçesini gördüğünde çok beğenecektir.


Peki, böyle bir mahkeme kararı olduğuna göre Zeytinburnu İlçesi'ndeki bu gökdelenler yıkılabilecek mi?! Bu o kadar kolay gözükmüyor.

 

AYKIRILIKLAR NEREDE?

Son derece teknik terimlerle dolu kararı burada özetlemek bile mümkün değil. Kısaca satırbaşlarını belirtmeye çalışacağım:


- Zeytinburnu için yapılan nazım imar planını 2002 yılında idare mahkemesi iptal etmiş. Böylece bölge ‘plansız’ kalmış.
- Büyükşehir ve Zeytinburnu belediyeleri, maalesef hayli esnek ve “gerekçeli rapor” da olmadan yeni bir nazım plan ve uygulama planı yapmışlar.
- Ve bu plana dayanarak belediye söz konusu gökdelenler için yapı ruhsatı vermiş. Dahası, “bodrum katlar” yer altında olması gerekirken, sanki kat müsaadesi imiş gibi, gökdelenlerin kat sayısı büsbütün artırılmış.
- Mahkemeye göre, nazım plan ve uygulama planının fazla esnek olması yasalara aykırı olduğu gibi, belediye tarafından “lokal ve parçalı değişiklik” yapılarak ve “planın bütünlüğü bozularak” bu gökdelenlere ruhsat verilmiş.
- Bu durum “Gelecekte inşa edilecek benzer yapılar için olumsuz emsal oluşturacaktır”.
Bunlar, keşif ve bilirkişi ile yapılan maddi tespitler.

 

HUKUKİ GEREKÇE

Hukuki bakımdan ise, mahkeme yapılan işlemlerin ve inşaatın hangi kanunlara aykırı olduğunu teker teker anlatıyor. Kararın çok önemli bir yönü de bir kentte oturan herkesin kanunen “hemşeri” sayılacağı ve her “hemşeri”nin imar konusundaki aykırılıklara karşı dava açma hakkının bulunduğunu hükme bağlamasıdır.


Türkiye’nin de imzaladığı UNESCO’nun “tarihi miras” listesini hatırlatan mahkeme, Anayasa’nın 90. maddesine göre uluslararası sözleşmelerin kanun gibi bağlayıcı olduğunu, söz konusu gökdelenlerin bu kuralı ihlal ettiğini belirtiyor.


Kentleşmenin betonlaşma aşamasındaki ülkemizde demek ki, şunu hepimiz bilmeliyiz: “Hemşerisi” olduğumuz her kentte, tarihi mirası ve tabiatı korumak için dava açmaya hakkımız vardır. Nitekim siluetlere karşı da Pendik’te oturan “İstanbul hemşerisi” Yusuf Özden dava açmış ve bu karar çıkmıştır; eline sağlık.

 

YIKMAK MÜMKÜN MÜ?

İstanbul 4. İdare Mahkemesi bu kararıyla, söz konusu üç gökdelenin dayanağı olan planı da ruhsatı da iptal etti. Öyleyse belediye bu kararı uygulayarak yıkım mı yapmalı?


Evvela karar henüz kesinleşmedi, Danıştay’a gidecek.


Dahası, Danıştay 6. Dairesi’nin içtihatları var: Plan ve ruhsat iptalleri geçmişe yürümez, mahkeme iptal kararı verinceye kadar inşaat hangi safhaya gelmişse, artık “müktesep hak” sayılır, yıkılamaz. (Mesela K: 2012/338)


Halbuki günümüzde inşaat teknolojisi o kadar gelişti ki, mahkemeler karar verip kesinleşinceye kadar onlarca kat çıkılıyor. Nitekim siluetlerle ilgili dava 1 yıl 7 ay sürmüş, kaldı ki karar henüz kesinleşmedi, Danıştay’a gidecek...

 

BAŞBAKAN NE YAPABİLİR?

Hukuken iki yol gözüküyor:


- Danıştay 6. Dairesi veya daha uzun bir yol olarak Dava Daireleri Kurulu içtihat değiştirebilir... Bu çok uzun bir yoldur, firma için ortaya çıkacak “ticari belirsizlik” de hukuken tasvip edilemez.
- Diğer yol, bu iki gökdeleni kamulaştırıp normal seviyeye kadar yıkmaktır. Eldeki mahkeme kararı kamulaştırmanın kamu yararına uygun olacağının kanıtıdır. Bu, ancak Başbakan’ın kararıyla olabilir.


Elbette gökdelenler olacak ama belirli semtlerde olmalı, oraya buraya serpiştirilerek İstanbul’un siluetini bozmamalıdır.


Sayın Başbakan bu iki gökdeleni gördükçe “kahroluyorum” demişti; haklıdır, fakat çözüm de elindedir. Fetih ve Fatih referansını sık sık yapan bir iktidarın manevi mükellefiyetidir İstanbul’un tarihi kimliğini kurtarmak.

Hürriyet, Haber: Taha Akyol, 28.05.2013

AVRUPA SANATI GÖRGÜN TANER'DEN SORULACAK

 

İstanbul Kültür Sanat Vakfı Genel Müdürü Görgün Taner, Avrupa Kültür Vakfı (European Cultural Foundation) Yönetim Kurulu Başkanı olarak seçildi. 2006 yılında Avrupa Kültür Vakfı’nın danışma kurulunda, 2007 yılında ise yönetim kurulunda yer alan Görgün Taner, 23 Mayıs tarihinde vakfın Amsterdam’daki merkezinde yapılan toplantı ile görevine atandı.


2002 yılından bu yana İKSV Genel Müdürlüğü’nü üstlenen Görgün Taner, halen İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Yönetimi Bölümü’nde öğretim görevlisi ve İstanbul Modern yönetim kurulu üyesi.


1954 yılında kurulan ve bağımsız bir kurum olan Avrupa Kültür Vakfı, yaklaşık 60 yıldır Avrupa’da kültürel diyaloğu teşvik eden projeler yürütüyor. Avrupa’nın kültürel çeşitliliğinin anlaşılmasına yardımcı olmak amacıyla kültürel değişim (tandem) projelerini destekleyen Avrupa Kültür Vakfı, Avrupa’nın kültür politikaları ve stratejileri üzerinde etkili olabilmek için çalışmalar yürütüyor ve yaptığı araştırmalarla kültüre daha fazla kaynak ayrılmasını sağlamayı hedefliyor. Avrupa Kültür Vakfı, ayrıca her yıl, sanatçı, aktivist ve düşünürlere Routes Prenses Margaret ödülünü takdim ediyor.

Radikal, 28.05.2013

BALKANLAR'A YAZMA ESER ÇIKARMASI

 

 

Türkiye, Balkan ülkelerindeki küçüklü büyüklü tüm kütüphanelerin kapılarını açmak ve orada yok olmaya yüz tutmuş eserleri gün yüzüne çıkarmak için harekete geçti. Yunus Emre Enstitüsü tarafından koordine edilen ve "Balkanlar'da Kültürel Mirasın Yeniden İnşası Projesi" olarak isimlendirilen çalışma için Merkez Bankası 1 milyon dolarlık destek sağladı. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi Emekli Müdürü Dr. Nevzat Kaya, Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Cihan Okuyucu, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nurettin Ceviz ve Prof.Dr. Yaşar Aydemir'den oluşan 4 kişilik heyetin yürüttüğü proje ile Balkan ülkelerindeki kütüphanelerdeki eserler tek tek inceleniyor. Şimdiye kadar Bosna Hersek'ten 200 kadar el yazması eserin dijitale aktarılması ve kataloglanması tamamlandı. Ferhat Paşa Medresesi'ne ve Sultan Ahmet Medresesi'ne ait yazmalar dijitale aktarıldı. Bosna Hersek'in başkenti Saraybosna dışındaki özellikle taşra kütüphanelerinde eserlerin çok iyi olmadığını ve tasnif edilmediklerini saptayan heyet, buralardaki eserlerin restorasyonunu da gerçekleştirmeyi planlıyor. Ancak el yazma eserleri Türkiye'ye getiremeyen heyet, kütüphanelerle yapılan anlaşma gereği, kütüphane görevlilerinin Türkiye'ye gelip, eğitim almasını sağlayacak. Proje kapsamında ileriki dönemlerde Balkan ülkelerinden birine de 'el yazması eser restorasyon merkezi' kurulması da söz konusu olacak. Eserler, kataloglarda bilim dünyasına düzenli bir şekilde sunulacak, nesiller boyu aktarımı sağlanacak.

Sabah, Haber: Burcu Çalık, 28.05.2013

TARİHİ VAGON KÜL OLDU

 

Uşak’ta 80 yıllık bir tarihi vagon cayır cayır yandı...

 

Dün saat 02.00 sıralarında, Uşak-Ulubey karayolu kenarında, tarihi kara trenlerin durduğu bir yerde, ahşap bir vagon bilinmeyen bir nedenle alev aldı. Vatandaşların haber vermesi üzerine iki arazözle olay yerine gelen İtfaiye ekipleri, yangını 45 dakikada kontrol altına aldı.

 

Polis soruşturma başlatırken, Uşak Tren Garı yetkilileri, yangının, vagonlarda kalan madde bağımlısı kişi lerce çıkarılmış olabileceğini belirtti.

Akşam, 28.05.2013

3500 YILLIK ESERE ADINI KAZIDI

 

Çinli 15 yaşındaki Ding Jinhao isimli genç, Mısır ziyareti sırasında 3 bin 500 yıllık Luksor Tapınağına adını kazıdı. Jinhao tapınakta "Ding Jinhao buradaydı" yazan fotoğrafını internet paylaştı. Ancak Çinli internet kullanıcıları yazının Mısırlılara hakaret olduğuna karar verdi ve Çinli gencin kimliğini deşifre etti. Bunun üzerine gencin ailesi "Mısır halkından ve Çin'den özür dilemek istiyoruz" dedi.

Sabah, 28.05.2013

MOR GABRİEL İÇİN SON UMUT

 

 

Dünyanın ayakta kalan en eski Süryani Ortodoks Manastırı olarak bilinen Mardin Midyat’taki Mor Gabriel Manastırı (Deyrulumur) için köylülerin açtığı işgal davasında manastır adına Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunuldu. Başvuruda, manastırın bulunduğu 276 dönümlük arazinin Hazine’ye devrinin tescilinin iptal edilmesi istendi. Dosya Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nde incelemeye alındı. Yargıtay’ın temyiz başvurusunu kabul etmemesi halinde manastırın arazisi Hazine’ye kalacak. Süryani cemaati için iç hukuk yollarının tükenmesi nedeniyle bundan sonraki süreçte manastır adına Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılması gündeme gelecek.

‘BELGELERİMİZ VAR’
Kilisenin ve arazinin MS 397 yılından beri kendilerine ait olduğunu belirten Mor Gabriel Manastırı Vakfı Başkanı Kuryakos Ergün, “1936’da çıkarılan Vakıf Beyannamesi ile Mor Gabriel Manastırı bize verildi. 1937’den itibaren ise vergi verilmeye başlandı; kayıtları elimizde mevcut. 1930’ların sonlarında İl İdare Kurulu, idari sınırları belirlemek için, bir kroki hazırlıyor, o krokide manastır ve köyler mevki isimleri olarak yer alıyor. Her köyün krokisi, idarenin sınırlarını belirmek üzerine çiziliyor. Bu köyler de, sınırlarını, duvar çekerek belirliyorlar. Köylerin, bu sınırları kabul ettiklerini belirten hukuki belgeler mevcut” dedi.

DAVA SÜRECİ
Mardin’in Midyat İlçesi’ne bağlı Güngören Köyü sınırları içerisinde bulunan manastır idaresinin, komşu köylerin sınırları içerisindeki 100 hektarlık ormanlık alanı işgal ettiği öne sürülmüş ve 2008 yılında dava açılmıştı. Yerel mahkeme, söz konusu arazilerin kilisenin malı olduğuna karar vermişti. Yerel mahkemenin direnme kararı üzerine dosyanın gittiği Yargıtay Genel Kurulu da yerel mahkemenin direnme kararını bozmuştu. Bu kararla birlikte manastırın Hazine’ye devri için süreç başlamıştı.

İKİNCİ KUDÜS
Manastır, MS 397 yılında Mor Şmuel ve Mor Şemun tarafından kuruldu. Manastır, 5. ve 6. yüzyıldan kalan Bizans dönemi mozaikleri, kubbeleri, çan kuleleri, hareketli terasları, kapıları ve Midyat kesme taşlarından yapılan kapı ve motif süslemeleriyle ünlü. Kilise tarafından İkinci Kudüs olarak ilan edildi.

Habertürk, Haber: Tülay Acar, 28.05.2013

BU SERGİYİ KAÇIRMAYIN

 

 

TC Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından yapılan Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu'nun 35'incisine bu sene Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi ev sahipliği yapıyor. 27- 31 Mayıs 2013 tarihlerinde düzenlenecek olan Sempozyumun en ilgi çekici bölümlerinden birini ise çocuk arkeologların hazırladığı sergi oluşturuyor. Bu sergi Başkent Üniversitesince 16-20 Haziran 2012 tarihlerinde gerçekleştirilen Kaunos Çocuk Çalıştayı’na katılan 7-12 yaş arasındaki çocukların ürünlerinden oluşuyor. Sergi, yarınımız olan çocuklarımızın, ürettikleri nesnelerde hem geçmişi, hem de bugünü bir kez daha yorumlama biçimlerini ve kültürel miraslarını koruma konusundaki hassasiyetlerini ortaya koymaları açısından oldukça anlamlı bir içerik taşıyor. Çalıştayın tüm üretimlerinin ilk sergisi, 22 Nisan 2013 tarihinde Başkent Üniversitesi’nde “Prof. Dr. Mehmet Haberal Bilim ve Sanat Etkinlikleri” kapsamında açıldı.

TAYHaber, 27.03.2013

AMR BİN EL-AS CAMİSİ KORUNUYOR

 

 

Mısır'a yüzlerce yıl başkentlik yapan Fustat'ta inşa edilen ve Afrika'nın ilk mescidi olma özelliğini taşıyan "Amr bin el-As Camisi" korunuyor.

 

Mısır'da devrim sürecindeki istikrarsız ortamda birçok tarihi eser tahrip edildi veya çalındı. Ancak bugünkü başkent Kahire'nin eski Kahire olarak bilinen bölgesi Fustat'ta inşa edilen ve Afrika'daki ilk mescid olması hasebiyle "Camilerin Tacı" olarak isimlendirilen Amr bin el-As Camisi, halkın hassasiyeti ve koruması sayesinde sarsıntılı bir dönemi zarar görmeden atlattı.

 

Fustat ve diğer tarihi alanlarda çalışmalar yapan Arkeolog Muhammed el-Mahcub, AA muhabirine yaptığı açıklamada, "641 yılında Amr bin el-As tarafından inşa edilen bu cami, Afrika'nın ve Mısır'ın ilk camisidir. Ülkenin çeşitli kentlerinde meydana gelen tahrip ve hırsızlık vakaları, bölge halkının duyarlılığı sayesinde Fustat'ta yaşanmadı" dedi.

 

Mahcub, "Mısır fethedildikten sonra Amr bin el-As Camisi inşa edildi. Caminin etrafında Fustat şehri kuruldu ve İslam dünyasının başkenti oldu. Cami, Mısır ve İslam tarihinin en önemli eserlerindendir" diye konuştu.

 

Cami hakkında bilgi veren Mahcub şunları söyledi:

"Cami, küçük bir alana inşa edilmişti. Zaman içinde genişledi ve 13 bin metre kareye yayıldı. Amr bin el-As, inşa edilecek caminin yeri olarak burayı, Nil'in doğu yakasına bakması nedeniyle seçmiş. Ancak Nil nehrinin yatağı zamanla daha batıya kaymış ve şu an cami Nil'den yaklaşık 500 metre ileride. Caminin ortasındaki avlunun etrafında 4 revak var. Revaklar farklı mermer yapısıyla dikkati çekiyor. İbadet yeri olmasının yanında cami, alimler ve liderlerin çıktığı bir medrese işlevi de görüyordu. Mısır'da ilmin yayılmasında önemli bir merkezdi. İslami ilimler ve Arap dili edebiyatının temelini oluşturan kurallar ve değerler bu camiden Afrika'ya yayıldı."

 

Fatımiler döneminde camide ders halkalarının kurulduğunu belirten Mahcub, şöyle devam etti:

"Fatımi devleti döneminde kadınlar için vaaz verilmeye, isteyen herkesin katılımına açık ders halkaları kurulmaya başlandı. Dini ve dünyevi tüm konuların konuşulduğu meclisler kurulur, toplum ve siyaset hakkında ilmi tartışmalar yapılırdı. Camide ders alan meşhur alimlerden biri de Şafi mezhebinin kurucusu İmam Şafii'dir. İmam Şafii, Mısır'a geldiğinde fıkıh dersleri alırdı. Bugün onun ders aldığı mekan 'İmam Şafii köşesi' olarak anılır."

 

Camide oluşturulan ders halkalarının zaman içinde çoğaldığını dile getiren Mahcub, "Şafii, Maliki, Hanefi gibi çeşitli mezheplere mensup Müslümanların ders halkaları vardı. Katılımcılar artınca ders halkaları da arttı. Hicri 4'üncü yüzyılda camide yüzü aşkın ders halkası olduğu biliniyor" dedi.

 

Mısır'da özelikle Ramazan ayında ziyaretçi akınına uğrayan camide, Kadir gecesinde namaz kılanların sayısının yarım milyona ulaştığı kaydediliyor.

Yeni Şafak, 27.05.2013

ARKEOMETRİ SEMPOZYUMU 35 YAŞINDA

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün 1979’dan beri aralıksız düzenlediği “Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu”nun 35’ncisi Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nde yapılıyor.

 

Sempozyum süresince Türk ve yabancı bilim insanlarınca gerçekleştirilen arkeolojik kazılar, yüzey araştırmaları ve bu çalışmalarda ele geçen buluntular üzerindeki arkeometrik çalışmalara ilişkin bildiriler sunuluyor. 35’nci yılın değerlendirmesini yapan uzmanlara göre sempozyumla kazı ve araştırmaların sayısı hızla arttı. Bilinmeyen yeni uygarlık merkezlerin sansasyonel sonuçları Türkiye’yi arkeoloji açısından tekrar ilgi odağı haline getirdi.

Milliyet, Haber: Nezih Başgelen, 27.05.2013

İKİ YILDA 24 ÖZEL MÜZE AÇILDI

 

Türkiye’de son iki yılda özel müze sayısında artış yaşandı...

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerinden derlenen bilgiye göre; ülke genelinde iki yıl önce 36 ilde, Kültür ve Turizm Bakanlığı denetiminde 151 özel müze bulunuyordu. Aradan geçen süre içinde özel müzelerin bulunduğu il sayısı 38’e, müze sayısı da 175’e yükseldi.  

 

turistlerin yoğun ilgi gösterdiği özel müzeler en fazla İstanbul’da bulunuyor. İstanbul’da 2009’da 40 olan özel müze sayısı bu yılın nisan ayı sonu itibarıyla 41’e çıktı. Ankara’da 31 olan müze sayısı 34’e, İzmir’de ise 8’den 11’e yükseldi. Bu illeri Çanakkale ve Bursa 7’şer, Kütahya, Gaziantep ile Aydın 6’şar ve Eskişehir 5 özel müze ile takip ediyor.

Akşam, 27.05.2013

HALİKARNAS MOZOLESİ İÇİN İKİ AY MÜHLET

 

 

Kral Mausolos adına karısı Artemisia’nın yaptırdığı Halikarnas Mozolesi’ni British Museum’dan Bodrum’a getirmek için çalışmalar sürüyor. Mozolenin peşine düşen Avukat Remzi Kazmaz, “Kraliçe’ye mektup gönderdik, iki ayı var. AİHM’e davayı açacağız” diyor.

 

British Museum’da sergilenen Halikarnas Mozolesi’nin parçalarının Bodrum’a getirilmesi için başlatılan çalışma kapsamında, İngiltere Kraliçesi Elizabeth’e yazılan mektuba cevap bekleniyor. 30 meslektaşı ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapacağı başvuru geçen yıl sonunda İngiliz basınında da yer alan Avukat Remzi Kazmaz, “Kraliçeye bir mektup gönderdik. Gelecek bir yanıt bizim bu konudaki tavrımızı belirleyecek” dedi.   

 

Muğla’nın Bodrum İlçesi’ndeki avukatlık ofisinde açıklama yapan Remzi Kazmaz, Artemisia’nın Kral Mausolos’a duyduğu aşkı ölümsüzleştirmek için yaptırdığı Halikarnas Mozolesi’nin İngiltere’den anavatanı Bodrum’a getirilmesi için yürütülen çalışmalarla ilgili bilgi verdi. Eserin iadesi için İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’e bir mektup gönderdiğini hatırlatan Kazmaz sözlerini şöyle sürdürdü:

 

İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi’ne de bu mektup verildi ve alındığı teyit edildi. Artık Kraliçe’nin bu konuda olumlu ya da olumsuz bir cevap vermesi gerekecek. Mektuba cevabın bizim için belli bir süresi var. Bu da iki ay. Süresi dolduktan sonra 30 avukat arkadaşımla dava açacağız. Bazı eserler, yurt dışına izinsiz, çalınarak gittiği zaman bazı uluslararası sözleşmeler bunları bir kapsama alıyor. Ama Mausoleum ile ilgili yapılan çalışmalarda hep önümüze bir belge çıkıyor. ‘Bunu Osmanlı padişahları bir fermanla verdi’ deniyor, böyle bir şey yok. 

 

CEVAT ŞAKİR'E NE DEDİLER
Kraliçe’nin yanıtının önemli olacağını ifade eden Kazmaz, “Umarım Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’ya vermiş olduğu üslupla bize cevap vermezler. Çünkü bizim de bunun karşılığında ona vereceğimiz cevap hazır” diye konuştu. 


Kazmaz, edebiyatçı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın, Mausoleum’un Türkiye’ye iadesi için müze yetkililerine mektup yazarak, “Mozole’nin, değerini ancak Bodrum’un masmavi gökyüzünde bulacağını” belirttiğini hatırlatan Kazmaz, yazara, “Mausoleum’un Bodrum mavisinde sergilenmesi için çalışmalara hemen başladık. Tüm sergi salonunu Bodrum mavisine boyadık” yazılı yanıt geldiğini hatırlattı.    

 

7 HARİKADAN BİRİ MOZOLE
Dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen ve Kral Mausolos adına yaptırılan Halikarnas Mozolesi dört bölümden oluşuyor. En altta yüksek bir kaide, üzerinde 36 sütunlu tapınak, onun üzerinde piramit şekilli çatı ve en tepede dört atın çektiği araba içinde Mausolos ve Artemisia’nın heykelleri yer alıyor. Yüksekliği 55 metre olan Mozolede 1856-57’de İngiliz araştırmacı Newton çalışmış, burada yaptığı kazı sırasında taş bloku orijinal yerine koymuş, ancak kabartmaları, Mausolos ve Artemisia’nın heykelleri ve dört atlı arabanın parçalarını British Museum’a götürdüğü biliniyor.

Akşam, 27.05.2013

ÇİN VAZOSUYLA SERVET KAZANDI

 

İngiltere’nin Dorset kontluğundaki bir müzayede evine verilen kırık vazo 120 bin sterline satıldı. 80 yaşlarında olduğu açıklanan eski sahibi bir akrabasından kendisine miras kalan Çin vazosunun değerinin üzerindeki çatlak yüzünden düşük olacağını tahmin etti. Çin’deki Ming hanedanlığı döneminden kalma olduğu tahmin edilen vazoya satış öncesinde 2 bin sterlin (5 bin 590 TL) değer biçildi.

 

Üzerindeki derin çatlağa ve çatlağı yapıştırmak için kullanılan 7 zımba teline rağmen vazo  119 bin 500 sterlin (334 bin TL) fiyata satıldı. Uzmanlar ise hasarlı olmaması halinde vazoya muhtemelen 1 milyon sterlin fiyat biçilebile-ceğini belirtti.

Milliyet, 26.05.2013

1100 YILLIK KİLİSEYE KRİKOLU DESTEK

 

 

Gürcü Kralı Kuropalat Adarnese'nin oğulları David ve Prens Bagralt tarafından 963- 973 yılları arasında yaptırılan ve yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya bulunan Öşvank Kilisesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilecek.

Uzundere Belediye Başkanı AKP'li Halis Özsoy, her yıl yüzlerce turistin ziyaret ettiği Öşvank Kilisesi'nin restorasyonunu Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılacağını belirtti.

Çamlıyamaç Köyü'ndeki Öşvank Kilisesi'nin 963 yılında Gürcüler tarafından yapıldığını kaydeden Özsoy şunları anlattı:
"Tahribata uğrayan, deprem geçiren ve kullanılmayan kilise zamanla yıpranmış. Yıpranan bölümlerden birisi de kiliseye girişteki sütun. Bu sütun yerinden çıkınca, kilisenin ana taşıyıcı sistemi zarar görmesin diye köylüler tarafından 2008 yıllarında ağaç direk dikildi. Fakat bu ağaç direk de zamanın tahribatına dayanamadı ve çürümeye başladı. Köylüler dahiyane bir proje geliştirerek, ağacın yanına vidalı bir kriko sistemiyle tutturmaya çalıştılar. Bu da köy halkının tarihi eserlere ne kadar sahip çıktığını gösteriyor. Buranın restorasyonu için Kültür ve Turzim Bakanlığı tarafından ihalesi yapıldı. Bununla ilgili projeler hazırlanıyor. Öşvank Kilisesi göründüğü kadar küçük değil. Arka tarafta yatakhane ve yemekhane gibi çeşitli sosyal ihtiyaçların görüldüğü bölümler var. O bölümle ilgili de şu anda restitüsyon çalışmaları devam etmekte. Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na sunulacak ve kabul edildiğinde çalışmalara başlanacak."

Bölgeye gezmeye gelen yerli ve yabancılar turistler 11 asırlık kilise kadar, eseri ayakta tutabilmek için verilen mücadeleye de ilgi gösteriyor.

ÖŞVANK KİLİSESİ
Uzundere İlçesinin Çamlıyamaç Köyü'ndeki Öşvank Kilisesi, kompleks bir hizmet alanı olarak inşa edildi. Ancak Manastırdan günümüze kilise, üç şapel, yemekhane ve el yazmalarının kopya edildiği ve korunduğu kütüphane binası ulaştı.

Kilisenin üzerindeki yazıtlara göre 963- 973 yılları arasında, Gürcü Kralı Kuropalat Adarnese'nin oğulları David (krallığı 961- 1001) ve Prens Bagrat (ölümü 966) tarafından inşa ettirilmiş ve Vaftizci Yahya'ya (Ioannis Prodromos) adanmıştır. 1022 yılında bölgenin Bizans İmparatorluğu denetimine geçmesinden sonra kilisenin yıkılan kubbesi Bizans İmparatoları II. Basileos (Ö. 1025) ve VIII. Konstantin (Ö.1028) tarafından onartılmıştır.

Bölgedeki piskoposluk merkezlerinden biri olan Öşvank Manastırı 11'inci yüzyılda elyazmalarıyla ünlü önemli bir kültür merkezidir. Bu önemini 15'inci yüzyıla kadar korur. Manastır Kilisesi, 19'uncu yüzyılın sonundan 1980 yılına kadar cami olarak kullanılır. 1985 yılında ise T.C. Kültür Bakanlığı tarafından tescil edilerek korunması gereken taşınmaz kültür varlıkları arasına alınmıştır.

Radikal, Haber: Turgay İpek, 26.05.2013

BEYOĞLU'NDA RESTORASYON REKORU

 

Beyoğlu Belediyesi, açık hava müzesini andıran ilçede, işlev ve estetiğini yitiren yapıların restorasyon işlemlerini sürdürüyor.

Belediye, aralarında Galata ve Kasımpaşa Mevlevihanesi, Turabi Baba Kütüphanesi, Tarihi Beyoğlu Belediyesi Binası ve Karaköy Voyvoda Karakolu gibi binaların da bulunduğu 5 bin binayı yeniledi.

Konuyla ilgili AA Muhabirine açıklamada bulunan Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, restorasyon projelerinin ilçede yaşayan 250 bin kişiyi doğrudan ilgilendirdiğini anlattı. Demircan, herkes için güvenli ve güzel yaşanabilir bir Beyoğlu kurduklarını dile getirerek, binlerce tarihi binayı aslına uygun şekilde yenilediklerinin de altını çizdi.

Demircan, "Geçmişten günümüze gelen tarihin yaşatılması için, onun belgesi niteliğinde olan ve tarihe tanıklık eden eserlerin onarımı ve korunması gerekmektedir. İşte burada restorasyonun önemi ortaya çıkıyor. Restorasyonun amacı tarihi eser ve dokuların özgün biçimleriyle korunarak, gelecek kuşaklara aktarılmasıdır. Asıl zor olan da budur. Bunu sağlayabilmek için, 9 yıldır profesyonel bir çalışmayla ve son teknik imkanları kullanarak, Beyoğlu'daki tarihi binaları yeniliyoruz. Yaptığımız restorasyon çalışmalarıyla, bu alanda Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdık" diye konuştu.

 

BEYOĞLU'DA YENİLENEN TARİHİ BİNALAR

Beyoğlu Belediyesi'nden alınan bilgiye göre; 2004 yılında kurulan Kentsel Tasarım Ofisi ile, daha önce "çöküntü alanı" haline gelen ve yaklaşık yüz yıldır herhangi bir restorasyon görmeyen tarihi binalar için planlar geliştirildi. Tarihi mirası olan binaların yeniden hayata döndürülmesi için yoğun bir çalışma başlatıldı.

Galata, Talimhane ve İstiklal Caddesi üzerindeki binaların yüzde 70'inin boş ve kullanılamaz durumda olduğunu belirleyen Beyoğlu Belediyesi, bu binaların kurtarılması için, öncelikle sahipleriyle toplantılar yaptı. Belediye, sokakları yaparken, aynı zamanda binaların yenilenmesi konusunda projeler geliştirerek, bina sahipleriyle bu binaları yenilemeye başladı. Çok sayıda mirasçının hissedar olduğu binalar konusunda özel çalışmalar yapıldı. Bina sahiplerine tek tek ulaşıldı, bunların yeniden 'yaşayan' binalar haline getirilmesi için Kentsel Tasarım Ofisi projeler geliştirdi. Binaların yenilenmesi sürerken, Beyoğlu Belediyesi, sokakların vatandaşlar tarafından rahat kullanılmasını sağlayacak düzenlemeler yaptı.

İstanbul'un sembol yapılarından biri olan Galata Kulesi'nin turizme kazandırılması için, kule etrafı trafiğe kapatıldı. Kule etrafında sokakların güzelleştirilmesi, binaların yenilenmesi ile semte canlılık geldi. Bu durum, turistlerin de ilgisini çekmeye başladı. 2000'li yılların başında İstiklal Caddesi'nin başından yürümeye başlayan turistler, Galatasaray Lisesi'nin önünden geriye dönerken, artık Tünel'e, Galata Kulesi'ne kadar yürümeye başladılar. Yürütülen bu çalışmalar sonucunda Galata ve çevresi, İstiklal Caddesi, Karaköy, Talimhane civarında bulunan 5 bin tarihi bina elden geçirilmiş ve yeniden hayata döndürülmüş oldu.

 

TARİHİ BEYOĞLU BELEDİYE BİNASI

İlçede aslına uygun olarak yenilenen binalarından biri Tarihi Beyoğlu Belediye Binası oldu.

Türkiye'de belediyeciliğin başladığı yer olarak kabul edilen bina, belediyecilik tarihinde önemli bir yere sahip. Aslına sadık kalınarak yenilenen bina, kamu yönetimi açısından tarihi bir misyona sahip. Belediye binasının birkaç ay içinde hizmete girmesi planlanıyor.


Restorasyon çalışmaları kapsamında tutulan tarihi binalardan biri de Karaköy Voyvoda Karakolu. Beyoğlu Belediyesi şehir dokusuna estetik katkı sağlayan ve sahile yakınlığından dolayı, iklim şartlarından yıpranmış Karaköy Voyvoda Karakolu, eski fonksiyonuna uygun kullanılmak üzere yenilendi. Karaköy'e deniz yoluyla ulaşan turistleri karşılayan bina, emniyet teşkilatının ve İstanbul'un prestiji açısından önemli bir role sahip. Bina, asli görevi olan güvenlik hizmetine, sağlıklı şartlarda devam ediyor.
 

KASIMPAŞA MEVLEVİHANESİ ŞEHRE KAZANDIRILDI

 

Kasımpaşa'nın önemli tarihi dokularından biri olan Mevlevihane de gelecek kuşaklara aktarılan yerlerden biri. Tarihi dokusuna zarar verilmeden restore edilen Kasımpaşa Mevlevihanesi hem çocuklara hem sporseverlere hitap ediyor. 1795 senesinde açılan Mevlevihane çeşitli onarımlar görse de zamanın gücüyle yıpranmıştı. 1979'daki yangında, merdivenler haricinde yok olmuştu. Yapıyı tekrar eski haline ve fonksiyonuna uygun inşa eden Beyoğlu Belediyesi, kültür ve yaşam merkezi olarak hizmet verecek olan Mevlevihaneyi, Kasımpaşa'nın kültürel zenginliğine ortak etti.

 

TURABİ BABA KÜTÜPHANESİ TEKRAR İLİM YUVASI OLDU

Harabe haline gelen yapılardan biri olan Turabi Baba Kütüphanesi de tekrar ilim yuvası haline geldi.

Osmanlı gemicilerinden Mehmet Turabi Efendi tarafından kurulan mevcut bina, yüzlerce yıl ilim ve irfan merkezi olarak Beyoğlu'na hizmet verdi. Milli mücadele döneminde bina askeri mühimmat deposu olarak kullanıldı. Zamanla harap hale gelen yapıyı restore eden Belediye, burayı kütüphaneye dönüştürdü. 1000 m2 alana sahip, 2 katlı ve 4 bölümden oluşan kütüphanede, çok amaçlı salon, internet evi ve Beyoğlu Belleği bulunuyor. Film gösterimleri ve seminerler düzenlenen kütüphaneden bugüne kadar on binlerce vatandaş faydalandı.
 

GALATA MEVLEVİHANESİ YENİ YÜZÜNE KAVUŞTU

Beyoğlu'nun simgelerinden biri olan Galata Mevlevihanesi de aslına uygun yeni yüzüne kavuştu.

İstanbul'un en eski Mevlevi Asitanesi olan Galata Mevlevihanesi, Beyoğlu'nun çekim merkezlerinden biri olmayı sürdürüyor. 1491'de kurulan Galata Mevlevihanesi, III. Selim'in 1791-1792'de gerçekleştirdiği yenileme sonucunda ana hatlarıyla bugünkü yerleşim düzenine kavuşmuştu. Beyoğlu'nun en önemli miraslarından olan Mevlevihane'nin cephe restorasyonu, çatı tahkimatı, tüm tesisatları yenilendi çevre düzenlemeleri tamamlandı. Beyoğlu'nun manevi köklerinden biri daha yaşama dahil edilmiş oldu.

Sabah, 26.05.2013

MÜZE GELİRLERİ ARTIYOR

Kültür ve Turizm Bakanlığı müze gelirlerini açıkladı. Bakanlık verilerine göre  satılan biletlerden ve müze kartlarla yapılan ziyaretlerden elde edilen gelir 2011 'den bu yana sürekli artış gösteriyor. 

 

1 Ocak-21 Mayıs tarihleri arasında müze gelirleri 2011’de 29 bin TL, 2012’de 33 TL iken bu sayı 2013’te 41 olarak gerçekleşti.

 

Bu arada bu yılın 4 Mayıs günü müzelere giren kişi sayısı  113.233 ile günlük girişin en yüksek olduğu gün olarak gerçekleşti.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, yabancı ziyaretçiler için çıkardığı "Museum Pass İstanbul" kart satışlarının da bir önceki yılın aynı dönemine göre dört kat arttığı bildirildi. 

Turizm Gazetesi, 26.05.2013

ÇİN'DE 20 ANTİK MEZAR BULUNDU

 

Çin'in güneybatısında yer alan Çongçing kentindeki Üç Boğaz Barajı yakınlarında 20 antik mezarın gün ışığına çıkarıldığı bildirildi.

 

Çongçing Kültür Mirasları ve Arkeoloji Enstitüsü, Yangzı nehrinin yanındaki Maanşan bölgesinde Han Hanedanlığı (MÖ. 202-MS. 220) dönemine ait antik mezarların bulunduğunu duyurdu.

Mezarlarda 430'dan fazla seramik, bronz ve demir eşya olduğu açıklandı.

Kalıntıların, dönemin mezar adetleri ile Han Hanedanlığı'nın sosyo-ekonomik durumunun anlaşılması açısından önemi olduğuna dikkati çekildi.

Cnn Türk, 26.05.2013

DOĞANÇAY'IN SIR ESERLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

New York'un ünlü sanat müzesi Metropolitan, geçtiğimiz günlerde 143 yıllık tarihinde ilk kez bir sanatçı onuruna davet verdi. Türk çağdaş resim tarihinin önemli isimlerinden biri olan Burhan Doğançay için verilen bu davete sanatçının ailesi ve eşi Angela'nın yanı sıra ABD'li koleksiyonerler, küratörler ve yazarlar da katıldı. Bu yıl kaybettiğimiz ustanın en büyük hayali, kendi birikimleriyle kurduğu bir müzenin gelecek nesillere aktarılmasıydı. Bu nedenle 2004'te açtığı Doğançay Müzesi'nde giriş ücreti alınmamasına karar vermişti. Bu özel müzenin nasıl ayakta kaldığına ilişkin konuştuğumuz Müze Müdürü Bergin Azer, hem yeni projelerini anlattı hem de iş dünyasının sanata destek vermesi gerektiğinin altını çizdi.

SERGİYE HAZIRLANIYORUZ
Bergin Azer, önümüzdeki yıl içerisinde açılacak bir sergi üzerinde çalıştıklarını söyledi. Azer, "Burada sergilenecek olan eserler, arşivimizde yer alan ancak daha önce hiç görülmemiş eserlerden oluşuyor. Serginin yurtdışında da yapılması için çalışıyoruz" dedi.

İŞADAMLARININ SANATA DESTEK VERMESİ ŞART
Doğançay Müzesi yurtiçi ve yurtdışındaki önemli resim ve fotoğraf sergileri üzerinde de çalışıyor. Azer, bu noktada işadamlarının desteğinin çok önemli olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Guggenheim Müzesi'nin eski direktörü Thomas Messer'in dediği gibi 'Evvela seni ailen, sonra ülken desteklemeli, sanatçı, desteksiz ne kadar üretken olabilir ki?"

RESİM YARIŞMALARI HALA DEVAM EDİYOR
Burhan Doğançay resim yarışmaları ünlü ustanın yokluğunda da devam ediyor. Bu ay 9'uncusu gerçekleşecek olan yarışmanın sonuçları 28 Mayıs'ta açıklanacak. Azer, "Burhan Bey'in resim yarışmasını düzenleme hedefi çocukların sanata olan ilgilerini artırarak, plastik sanatlara daha duyarlı bireyler yetiştirmekti" dedi.

TÜRKİYE'NİN İLK KİŞİSEL MÜZESİ ÜCRETSİZ
Burhan Doğançay'ın en büyük hedefi sanatın gelecek nesillere aktarılmasıydı. Bu nedenle Beyoğlu'nda Türkiye'nin ilk kişisel özel müzesini kurdu. Ancak giriş ücreti bile almayan müzenin yaşaması için desteğe ihtiyacı var.

Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 26.05.2013

III. RICHARD'IN NASIL GÖMÜLDÜĞÜ ORTAYA ÇIKTI

 

 

İngiltere’de bir otoparkta bulunan III. Richard'a ait iskeletin incelenmesi sonucunda, Kral'ın cüssesinden küçük bir mezara aceleyle gömüldüğü anlaşıldı.

 

Leicester Üniversitesi'nden arkeologlar ve yetkililerin araştırması sonucu bir otoparkta bulunan III. Richard'a ait ceset, 527 yıl önce ölen Kral'ın son dakikalarında neler yaşadığına da açıklık getirdi.


Ülkeyi 1483 yılından hayatını kaybettiği 1485’teki Bosworth Field Savaşı’na kadar III. Richard’ın cesedinin ellerindeki bağlar çözülmeden, küçük bir mezara  sıkıştırılarak konduğu görüldü.


Yetkililer, mezarın baklava biçiminde ve Kral'ın boyundan kısa olduğunu belirtti.

 

DİNİ TÖREN BİLE YAPILMADI

Kral'ın başının köşelerden birine dayalı olduğu mezarda kefen veya tabut bulunmadığı ve cesedin aceleyle, muhtemel dini tören bile yapılmadan gömüldüğü de ortaya çıktı.


III. Richard'a ait kemikler, Ağustos 2012'de, Leicester'deki bir otoparkın altında bulunmuş, iskeletten alınan DNA örnekleri, Kraliyet ailesinin DNA örnekleriyle örtüşmüştü.


İskelette sekizi kafatasında olmak üzere 10 yaralanma tespit edilmişti. 

 

ANTIQUITY'DE YAYIMLANDI
Keşfi bilim insanlarını ve tarihçileri oldukça heyecanlandıran cesedin nasıl gömüldüğüne dair bu yeni bilgiler Antiquity isimli gazetede yayımlandı.


Kral Üçüncü Richard, Leicester’dan Bosworth’a savaşa gitmiş ve 22 Ağustos 1485’te 32 yaşındayken savaşta hayatını kaybetmişti. Son Plantagenet kralı olan Richard’ın ardından VIII. Henry ile birlikte Tudor hakimiyeti başlamıştı.


Bazı tarih anlatılarında Richard’ın cansız bedeninin savaş alanında soyulduğu, bir at sırtında Leicester’a getirildiği ve kasabanın ortasında dolaştırılarak aşağılandığı da anlatılıyor.


III. Richard'ın mezarı, etrafındaki kilisenin yıkılmasıyla 16. yüzyılda kaybolmuştu. Kralın kemiklerinin Leicester Katedrali'ne yapılacak mezara konulması  planlanıyor.

Hürriyet, 25.05.2013

FENER-BALAT DÖNÜŞÜMÜNE YARGI ENGELİ

 

 

İstanbul 1. İdare Mahkemesi, 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nda projenin işlendiği alan hakkında “Şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına, kamu yararına ve hukuka uygun değil” diyerek yürütmeyi durdurma kararı verdi. Kararda, projenin bölgenin sosyal yapısını değiştireceği, planda mevcut nüfusun nereye taşınacağı ve bu nüfusun ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağının açıklığa kavuşturulmadığı, ayrıca bu alanda yenilemenin zorunlu olup olmadığının tartışılmadığı belirtildi.

‘Yargının işlediği yer’
278 bin metrekarelik alanda butik otel, rezidans ve ofis yapılmasını öngören proje, 2012 Haziran’da ‘hukuka, kamu yararına, şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına’ uygun bulunmayarak İstanbul 5. İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Ekim ayındaysa proje kapsamında kalan 20 ada hakkında Bakanlar Kurulu’ndan acele kamulaştırma kararı çıkmıştı. Mahalleli, acele kamulaştırma kararı hakkında da dava açmıştı.


Fener-Balat Kültür Mirasını Koruma Derneği’nden ve davacılardan Çiğdem Şahin, “İstanbul’da birçok tarihi alan acımasızca yok edilirken Fener- Balat yargının işlediği nadide örneklerden. Projeyi iptal davasını da kazanmıştık. Acele kamulaştırma kararına karşı açtığımız davadan da olumlu sonuç bekliyoruz. Süreci idare edenlere mesaj olsun bu kararlar” dedi.


Fatih Belediyesi’nin AB ’nin 7 milyon euro hibesi ile 2003-2008 arasında restore ettiği bazı tarihi binalar da proje kapsamında yıkılacaklar arasında.

Radikal, Haber: Elif İnce, 25.05.2013

TARİHİ NAMAZGAH İBADETE AÇILDI

 

İstanbul'un fethinin 560. yıl dönümü etkinlikleri kapsamında Beykoz Belediyesi'nce çevre düzenlemesi yapılan Anadolu Hisarı'ndaki tarihi namazgah ibadete açıldı. Tarihi namazgahta cuma namazını kıldıran Beykoz Müftüsü Hüseyin Demirtaş, cuma hutbesinde, İstanbul'un fethine değindi.Vatandaşlar, namazgahta yaz aylarında cuma namazı kılabilecek.

Sabah, 25.05.2013

OK, MEYDANINA DÖNÜYOR

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Okmeydanı'nda tarihi temelleri üzerinde yeniden inşa edilen Okçular Tekkesi, okçuluk merkezi olarak hizmet verecek. İstanbul'un Fethi'nin 560. yıldönümü olan 29 Mayıs'ta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılışı yapılacak tesiste, Fetih Kupası düzenlenecek. Turnuvada, aralarında dünya ve olimpiyat şampiyonları da olan dünyanın önde gelen 16 okçusu yarışacak.

ÇARPIK KENTLEŞME YOK ETTİ
Sultan 2. Beyazıd döneminde Okmeydanı'nda kurulan Okçular Tekkesi, özellikle 1950'lerden sonra yaşanan plansız kentleşme sonucu kayboldu. Sadece temel kalıntıları, minarenin ve namazgahın bir kısmı ayakta kaldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2007'de bu yapıyı ihya etmek için çalışma başlattı. İlk etapta bölgedeki 40 gecekondu yıkıldı. Tarihi yapının aslına uygun olarak yeniden inşa edilmesine ve okçuluk sporu için bir tesis yapılmasına karar verildi. 15 bin metrekarelik alan inşa edilecek yapının projesini, mimar Sinan Genim hazırladı. Okçular Tekkesi yanında, 1624 yılında Gürcü Mehmet Paşa tarafından yaptırılan, bir minber ve mihraptan oluşan namazgah da çalışmalar kapsamında ele alındı. Tesis, başta okçuluk olmak üzere ata sporları ile ilgili gençlere eğitim vermeyi amaçlayan Okmeydanı Spor ve Eğitim Vakfı'na tahsis edildi. Vakfın Yönetim Kurulu Üyesi Ebru Ekşioğlu, vakıf olarak Okçular Vakfı Spor kulübü'nü kurduklarını, bu kulüpte gençlere ücretsiz okçuluk eğitimi vereceklerini açıkladı. Ekşioğlu, tesiste Okçuluk Milli Takımı'nın kamp yapabileceğini ve ilerde Türkiye şampiyonlarının düzenlenebileceğini söyledi.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 25.05.2013

OSMANLI'NIN 'ARZ ODASI' YENİLENDİ

 

 

Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetildiği İstanbul'daki Topkapı Sarayı'nın 'Arz Odası' restore edildi. 616 bin lira harcanarak orijinal dokusuna kavuşan odada, Osmanlı İmparatorluğu devlet görüşmelerini yapıyordu.

 

İstanbul İl Özel İdaresi tarafından 2011 yılında başlatılan restorasyon çalışmaları sarayın en özel alanlarından birini kapsadığı için çok titiz bir şekilde yürütüldü. Topkapı Sarayı'nın üçüncü büyük kapısı Babüssaade'den girilince hemen karşıda yer alan odanın, döneminde devlet görüşmelerinin yapıldığı ve önemli konukların ağırladığı alan olduğu biliniyor. Dönemin ihtişamını ve göz alıcı havasını geleceğe taşımak için özenli bir çalışma yürüten restorasyon ekibi, yapının eski fotoğraflarından da yararlandı. Ön yüzdeki değerli çini ve levhaların bulunduğu alan, kalem işleri ve maruzat kapısı bölümlerindeki çini panoları aslına uygun olarak yenilendi.

 

Çalışmalar sırasında dış cephe üzerinde daha önce yapılmış sıvama nedeniyle ortadan kaybolan kalem işi izlerine de rastlandı. Bu bölümde yer alan kalem işi örnekleri de yenilerek eserin kaybolmuş önemli bir parçası da yenilenmiş oldu.

 

DİNLEMEYE KARŞI ZAMANIN ÖNLEMİ ÇEŞME

Günümüzde de büyük önem verilen devlet işlerinde gizliliğin sağlanması için Osmanlı Sarayı'nda da bazı tedbirler alındığı biliniyor. Bunun için Arz Odası'nın tek parçası olan çeşmenin de bu amaçla yapıldığı ve su sesi ile odada konuşulanların dışarıdan duyulmasının engellenmesinin amaçlandığı tahmin ediliyor. Bu çeşme de çalışma kapsamında yenilendi.

 

Arz Odası'nın Fatih Sultan Mehmet zamanında yapıldığı tahmin ediliyor. Tanzimat dönemine kadar Osmanlı padişahlarının devlet görüşmelerini yaptığı küçük bir salona sahip olan yapının içinde III. Mehmet tarafından yaptırılan bir taht bulunuyor. Tahtın üzerindeki süslemeler ve odanın perdelerinden eşyalarına kadar bütün unsurları inci ve zümrüt taşlarıyla süslenmiş. Tahtın yanında bronzdan yapılmış süslü bir ocak bulunuyor. Babüssaade tarafındaki 'Maruzat Kapısı', soldaki kapı ise 'Pişkeş Kapısı' olarak adlandırılıyor. Dışarıdan gelen ve huzura kabul edilecek olanlar Maruzat kapısından girerlerdi. Elçilerin sundukları hediyeler de soldaki ikinci kapıdan içeri alınırdı.

Zaman, Haber: Orhan Fırat, 25.05.2013

O KULELER İÇİN YIKIM KARARI

 

 

İstanbul 4. İdare Mahkemesi Zeytinburnu Kazlıçeşme'de yükselen Onaltıdokuz isimli projenin ruhsatının yasa dışı olduğuna karar verdi. Şirket yetkilileri karara itiraz edeceklerini söyledi. Yusuf Özden isimli vatandaş İstanbul İdare Mahkemesi'ne yaptığı başvuruda Büyükşehir ve Zeytinburnu belediyeleri tarafından yapılan imar planlarının ve bu plan çerçevesinde verilen inşaat ruhsatının iptalini istemiş, yapıların İstanbul İmar Yönetmeliği'ne aykırı inşa edildiğini, yapının İstanbul şehrinin tarihi ve kültürel siluetini bozacağını belirtmişti. Bilirkişiler de yapının yasadışı olduğunu belirtmişti. Bilirkişi raporunda, gökdelenlerle ilgili "Daha önce 1 olan emsalin 2.5'e çıkarılıp İmar Yasası'na aykırı hareket edildiği; Dünya Miras Alanı Tampon Bölgesi sınırı içinde yer aldığı; bu sınır içinde Güney-Batı yönünde bulunan 'bakı noktası'nın kapsadığı İstanbul Kara Surlarının siluet içinde kaldığı, (inşaatın) tarihi silueti olumsuz etkileyip kamu yararı taşımadığı" belirtilmiş ve ruhsatın hukuka aykırı olduğu ifade edilmişti. Dosyayı görüşen mahkeme, oybirliği ile verdiği kararda, planlar ve dolayısıyla yapı ruhsatının hukuka aykırı olduğuna karar verdi. Kararda şöyle denildi: "Dava konusu planlar ile taşınmaz için öngörülen yapılaşma şartlarının çevre yapılaşma şartlarına oranla yüksek olması nedeniyle planlarda olması gereken bütünlük ve kapsamlılık ilkelerine aykırı olduğu gibi planlama esasları ile örtüşmediği taşınmaz üzerine inşa edilen yapıların Tarihi Yarımada bölgesinin tarihi ve kültürel kimliği ve Türkiye'nin uluslararası sözleşmeler ile korumayı taahhüt ettiği dünya mirası alanında olumsuz bir durum ortaya koyduğu Dünya Mirası Alanı Koruma İlkeleri ve Ulusal Koruma ölçütleri ile uyuşmadığı anlaşıldığından dava konusu planların şehircilik ilkeleri planları esas ve teknikleri ile kamu yararına aykırı olduğu sonucuna varılmıştır." Başbakan Erdoğan söz konusu yapı ile ilgili yaptığı açıklamada Onaltıdokuz'un sahibini uyardığını fakat kendisini dinlemediği için 5 yıldır konuşmadığını belirtmişti.

Sabah, Haber: Nazif Karaman, 25.05.2013

 

******


ONALTIDOKUZ'UN KADERİ BELİRSİZ

Zeytinburnu’nda tarihi silueti etkileyen 3 gökdelen için İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin verdiği karar büyük yankı uyandırdı. Mahkeme, kamu yararı olmadığını ve İstanbul’un tarihi ve kültürüne olumsuz etki yaptığına hükmettiği gökdelenlerin yapımına onay veren imar planlarını iptal etti. Bu karar bir yıkım kararı değil. Zaten açılan dava da yıkım kararı için değildi. Gökdelenlerin yapımına onay veren 1/1000 uygulama imar planı ile 1/5000 ölçekli nazım imar planlarının iptaline yönelikti. Dolayısıyla bu planlara göre verilen inşaat ruhsatını mahkeme iptal etti. Danıştay’ın da mahkeme kararını onaması halinde ‘Onaltıdokuz Kuleleri’ kaçak duruma düşecek. Böylelikle binaların yıkımının önü açılacak. Sonraki aşamada İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) isterse binaları baştan sona yıkabilir. Ya da bir kısmını tıraşlatarak, mahkemenin itiraz ettiği imar yasasına uygun hale getirilebilir. 

Şirket itiraz edebilir 
Gökdelenlerin sahibi Astay Gayri menkul İnşaat Şirketi’nin itiraz hakkı da var. Şirket, “Ben planlara uygun inşaat yaptım. İnşaat yapma ruhsatımı da İBB ve Zeytinburnu Belediyesi’nden aldım. Hukuka aykırı işlemim olmadı. Zararımızı kim karşılayacak’?” diyerek tazminat isteyebilir. Kaldı ki 4. İdare Mahkemesi’ndeki savunmasını da şirket bunun üzerine kurdu ve özetle şöyle dedi: ‘‘771 ada 12 parsel sayısında kayıtlı taşınmaz için hazırlanan planlar ve düzenlenen inşaat ruhsatı nedeniyle hukuki, güncel ve meşru bir menfaatin ihlal edilmemiş olduğu açıktır.’’ İBB ya üç gökdelen kaçak duruma düşeceği için tazminatı göze alıp yıkım kararı alacak ya da binalara iskan ve oturma izni vermeyecek. Şirket böyle bir durumda rezidanslar ve oteli işletemeyecek. Özetle bundan sonraki süreç oldukça karmaşık. 

 

Sonu Park Otel gibi mi olacak?

Kulelerin içindeki durum Taksim’in göbeğinde yükselen ‘Park Otel’ ve Dolmabahçe’nin sırtına hançer gibi saplanan Gökkafes için de yaşanmıştı. Park Otel 1979’da yıkılarak yerine 23 katlı yeni bir bina yapılmıştı. 1989’da Mimarlar Odası ve dönemin İBB Başkanı Nurettin Sözen’in, ‘kentin siluetini bozduğu’ gerekçesiyle açtığı davalar sonucu 18 katı inşa edilen otelin yapımı yanındaki Alman Konsolosluğu’nun hizasına getirilme talebiyle durduruldu. 1993’te otelin 10 katı yıkıldı ve yüksekliği konsolosluğun seviyesine getirildi. Uzun yıllar da otopark olarak kaldı.

 

Şimdi sırada neler var?

Şişli likör fabrikası arazisine yapılan 157 metre yüksekliğindeki iki gökdelen için İstanbul 6. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı aldı. Gerekçe emsal artışlarından kaynaklı şehircilik ilkelerine uymaması. Yanında yapımına izin verilen eski Ali Sami Yen Stadı’ndaki gökdelenler için de Mimarlar Odası’nın açmış olduğu dava sürüyor. Beşiktaş Dolmabahçe Sarayı’nın yanında Başbakanlık ofisine komşu ve geçen günlerde açılan Shangri-La Bosphorus Oteli’nin yapıldığı eski tütün deposu ile ilgili de mahkeme sürüyor. Boğaziçi İmar Yasası’na, 2863 sayılı eski eserlerin korunması hakkındaki kanuna aykırı yapılan inşaatın da yıkımı gündeme gelebilir.

 

134 metrelik kanunsuz yapı

Gökkafes İstanbul’un orta yerinde 134 metrelik kanunsuz bir yapı. Sultan Abdülhamit, 1908’de tapuya, “Dolmabahçe vadisinde, Taşkışla, Gümüşsuyu ve Maçka askeri kışlalarıyla İstanbul’a havagazı dağıtan Gazhane tarafından çevrelenen araziye güvenlik gerekçesiyle inşaat yapılamaz” kaydı koydurdu. Araziyi sekiz ayrı kişiden 159 milyon liraya alan Mustafa Süzer, şerhi kaldırdı. Ancak ‘her türlü tapu kaydı mahkemece değiştirilir’ kuralına uyulmadı. İnşaat projesi 1983’te önce 24.5 metrelik bina için onaylandı. Nurettin Sözen’in başkanlığı döneminde yan parsellere tecavüz edildiği gerekçesiyle inşaat mühürlendi. Beyoğlu Belediyesi’nin hukukçuları Abdülhamit şerhinin tapuya konulması için yeniden mahkemeye başvurdu. Bir gecede arazi Şişli Belediyesi’ne geçirildi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 26.05.2013

AFYONKARHİSAR'DA YERALTI ŞEHRİ BİLMECESİ

 

 

Afyonkarahisar'ın Çobanlar İlçesi'ne bağlı Kocaöz beldesinde 2003 yılında çiftlik yapımı için kazılan temel esnasında bulunan yeraltı şehrinin girişi, 10 yılda el atılmadığı için bakımsızlıktan çökerek toprak altında kaldı.

 

Afyonkarahisar'un Çobanlar İlçesi Kocaöz beldesi yakınlarında 2003 yılında bir vatandaşa ait arazide çiftlik yapımı için temel kazılması sırasında tesadüf eseri bulunan ve MS 2. veya 4. yüzyıllara ait olduğu belirlenen yeraltı şehrinin girişi bakımsızlık ve ilgisizlikten dolayı çöktü. 2003 yılında bulunan yeraltı şehrinde incelemelerde bulunan Afyonkarahisar Arkeoloji Müzesi yetkilileri, yeraltı şehrinin ilk iki katına bakılabildiğini, ama şehrin kaç kat olduğunu yapılacak temizleme çalışmaları sonrası ortaya çıkacağını açıklamıştı. Ancak aradan geçen 10 yılda herhangi bir çalışma yapılmayınca yeraltı şehrinin giriş kısmı çökerek toprak altında kaldı.

 

Çobanlar Belediye Başkanı Salih Alaka, bulunan yeraltı şehrinin tamamen gün yüzüne çıkartılması için kendilerinin de çaba sarf ettiklerini söyledi. Yeraltı şehri için ödenek geldiğinde arkeolog bulunamadığını, arkeolog bulunduğunda ise ödeneğin başka yerleri aktarıldığını kaydeden Başkan Alaka, bu yüzden tarihi yapıda gerekli çalışmaların yapılmadığını söyledi.

 

İl Genel Meclis Başkanı Salih Sel ise, yeraltı şehrinin girişinin kapandığından bilgilerinin olmadığını, ancak önümüzdeki günlerde İGM komisyonları aracılığı ile bölgede gerekli incelemeleri yaptıracaklarını belirtti.

 

Afyonkarahisar Müze Müdürü Mevlüt Üyümez de, söz konusu yerde gerekli arkeolojik kazıların yapılması için ilgili bakanlıklara yazıların yazıldığını, ancak eleman eksikliğinden dolayı gerekli çalışmaların bir türlü başlatılamadığını ifade etti.

 

Yeraltı şehrinin hemen yanı başında çiftlik ve besihanesi bulunan vatandaşlar, yeraltı şehrinin bulunmasından dolayı ilk başlarda çok mutlu olduklarını, 2003 ve devam eden bir iki yıl içerisinde birkaç kez yetkililerin bölgeye gelerek inceleme yaptıklarını kaydettiler. Fakat daha sonra kimsenin gelip gitmediğini söyleyen çiftlik sahipleri, yeraltı şehrinin bulunan girişinin bir yıl kadar önce üzerine toprak çökmesi sonucu kapandığını belirttiler.

 

Tesadüf eseri ortaya çıkarılan yeraltı şehrinin Bolvadin Kemerkaya yeraltı şehri ile aynı özelliklerde olduğu öğrenildi. Şehrin Roma İmparatorluğu döneminde büyük işkenceler yaşayan Hristiyanlar tarafından yapıldığı tahmin ediliyor.

haberler.com, 25.05.2013

KANALİZASYON KAZISI TARİHİ MEZARI ORTAYA ÇIKARDI

 

 

Bolu Belediyesi ekiplerince kanalizasyon çalışması sırasında 17 gün önce ortaya çıkarılan Roma dönemine ait mezarda yapılan kazıda 3 iskelet bulundu.

 

Tabaklar Mahallesi Ali Rıza Tekemen Caddesi'nde belediye ekiplerince yürütülen kanalizasyon çalışması sırasında 8 Mayıs'ta bulunan tarihi mezar, Bolu Müze Müdürlüğü yetkililerine bildirildi. Ekiplerin çalışmaları durdurmasının ardından Ankara 1 Numaralı Koruma Bölge Kurulundan alınan izinle kurtarma kazısına başlandı.

 

Bolu Müze Müdürü Mustafa Güneş, gazetecilere yaptığı açıklamada, Roma dönemine ait olduğu tespit edilen mezardan 3 iskelet ile bir bronz sikke, bir esans kabı ve bir adet cam parfüm şişesi çıkardıklarını söyledi.

 

Mezarın 3. yüzyıla ait olduğunun belirlendiğini kaydeden Güneş, şunları dile getirdi:

"Kazı çalışmalarını yürüttüğümüz saha 3. derece arkeolojik sit alanı olarak koruma altına alınmış. Bu alanda Bolu Belediye Başkanlığınca atık su ve yağmurlama kanal kazısı yapıldı. Kazı çalışmaları denetimimiz altında yürütülmekteyken, bir mezara ait olduğunu düşündüğümüz kapak taşları tespit edildi. Tespitimiz üzerine kazı çalışmasını durdurarak konuyu Ankara 1 Numaralı Koruma Bölge Kuruluna ilettik. Koruma kurulundan kurtarma kazısı ruhsatı alarak bugün itibari ile kazı çalışmalarına başladık. Yol kotundan 170 santimetre derinlikte üzeri iki blok taşla kapatılmış, Roma dönemine ait olduğunu tahmin ettiğimiz, tuğladan yapılmış bir mezar açığa çıkardık. Bin 700 yıllık olduğunu tahmin ettiğimiz mezarda 3 iskelet tespit ettik." .

 

Güneş, mezardan çıkan eser ve iskeletlerin Bolu Müze Müdürlüğü'ne götürüleceğini sözlerine ekledi.

Haber 7, 25.05.2013

JOHN CONSTABLE TABLOSU YABANCIYA GİTMEDİ

 

 

Manzara resimleriyle tanınan Britanyalı Romantik dönem ressamı John Constable’ın 1831 tarihli başyapıtı “Salisbury Cathedral the Meadows” (Çayırdan Salisbury Katedrali) 23.1 milyon sterlin (yaklaşık 65 milyon lira) karşılığında Tate Museum tarafından satın alındı.

 

30 yıldır The National Gallery’de emanet duran tablo, İngiltere dışına satılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Tate Britain  Direktörü Nicholas Serota tablonun müzeye kazandırılmasıyla ilgili açıklamasında; “Bu, 19’uncu yüzyıl İngiliz resminin mükemmel örneklerinden biri ve her kuruşu hak ediyor” dedi. 


John Constable, Salisbury Katedrali’ni Avon Nehri’nden fırtınalı bir havada ve çarpıcı bir gökkuşağıyla tasvir etti.  Bu 19’uncu yüzyıl başlarında politik önemini yitiren İngiltere Kilise’nin uyguladığı baskının bir metaforu olarak yorumlanıyor.  

Akşam, 24.05.2013

DOĞALGAZ ÇALIŞMALARINDA TARİHİ MEZARLAR BULUNDU

 

 

Düzce'nin Çavuşlar Mahallesinde doğalgaz kazısı sırasında tarihi mezarlar bulunuldu.

 

Beyciler Çavuşlar Mahallesine doğalgaz hattı çekilmesi için çalışma başlatıldı. Çavuşlar merasının kenarından geçmek üzere kazı çalışmalarına başlandı. Bir süre kazı yapıldıktan sonra mezara rastlandı. Pişmis tuğlalardan yapılmış mezarın çıkması üzerene Konuralp Müze Müdürlüğü'ne haber verildi ve mezarın çıktığı alan koruma altına alınarak elle kazılar yapılarak mezarın tam olarak ortaya çıkması sağlandı.

 

Edinilen bilgiye göre Roma dönemine ve 2000 yıllık olduğu tahmin edilen mezarın pişmiş tuğlalardan yapılmış olması nedeniyle kral veya aristokratlar ait değil de, avam halk olarak tabir edilen sınıfa ait olduğu tahmin ediliyor.

haberler.com, 24.05.2013

SİT ALANINA KAÇAK KAZI BASKINI

 

 

Saruhanlı İlçesi'nde, birinci derece arkeolojik sit alanı içinde kalan zeytin tarlasında, define aramak amacıyla kepçeyle kaçak kazı yaptığı iddia edilen 4 kişi gözaltına alındı.

 

Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Saruhanlı İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, Gökçeköy beldesinde birinci derece arkeolojik sit alanı olan Asaraltı mevkiinin içinde kalan zeytin tarlasında, kepçeyle kazı yapan 4 kişiyi yakaladı. Tarlada define bulmak amacıyla kaçak kazı yaptıkları ileri sürülen tarla sahibi Ş.A., kepçe şoförü Y.C. ve yanlarında bulunan H.Ü. ile B.A. gözaltına alındı.

 

Arazide 2 metre derinliğinde kazı yapıldığını belirleyen jandarma, bu kazıda herhangi bir tarihi bulguya rastlanmadığını belirtti. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

Star Gündem, 23.05.2013

'EDİRNE YENİ SARAY KAZILARI' KONFERANSI

 

Edirne Valisi Hasan Duruer, "Edirne Sarayı'nın mutfak kısmını, saray kazılarından çıkan eserlerin rölevelerinin ve eski fotoğraflarının sergilendiği bir müze haline getirebiliriz" dedi.

 

Duruer, Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nce, Devecihan Kültür Merkezi'nde düzenlenen "Edirne Yeni Saray Kazıları" konulu konferansta yaptığı konuşmada, restorasyonu tamamlanan Edirne Sarayı Matbah-ı Amire'nin (Saray Mutfağı) aktif olarak kullanılması gerektiğini söyledi.

 

Mutfak bölümünün, sarayın tanıtımı amacıyla kullanılabileceğini belirten Duruer, "Edirne Sarayı'nın mutfak kısmını, saray kazılarından çıkan eserlerin rölevelerinin ve eski fotoğraflarının sergilendiği bir müze haline getirebiliriz. Bunu çok rahatlıkla yapabiliriz. Çok modern bir müze olabilir. İnsanlar da eski sarayın ne halde olduğunu görebilirler" dedi.

 

Cihannuma Kasrı'nın, sarayın önemli yapılarından biri olduğunu ifade eden Duruer, kasrın röleve, restorasyon ve restitüsyon projelerinin bir an önce kuruldan geçmesi gerektiğini kaydetti.

 

Rölevelerin istenilen sürede hazırlanmadığını ifade eden Duruer, "Bildiğim kadarıyla 60 veya 90 günde ihale edilmesi gereken röleve, 6 yılda çıkmadı. Aynı konu Enez'deki Fatih Camisi için de geçerli. 60 gün süre verilmesine rağmen 6 yılda bu teslim edilmedi. Burada en büyük sıkıntı müteahhitlerde değildir. En büyük sıkıntı idarelerde, aynı zamanda kontrolörlerdedir. Kontrolör eğer iyi kontrol ederse, müteahhit adımını atamaz, kımıldayamaz. Ama biz kontrol etmediğimiz için, işi bilmediğimiz için müteahhidin insafına bırakıyoruz. Yapılan bir işin düzgün yapılması lazım. Yapılmıyorsa da hiç yapmayalım o şekilde kalsın" diye konuştu.

 

Edirne Sarayı Kazı Başkanı ve Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mustafa Özer de Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri'nin, düzenlendiği Sarayiçi ile özdeşleşmiş durumda olduğunu belirtti. Güreşlerin yapıldığı stadyumun, sarayın has bahçesinin üzerine kurulu olduğunu ifade eden Özer, şunları kaydetti:

 

"O günkü şartlarda boş bir alan olduğu için uygun görüldü belki ama yılda sadece 3 gün kullanılıyor. Cuma namazından sonra pehlivanlar çayıra çıkıyor. Cumartesi güreşleri ve pazar günkü finalle beraber tamamlanıyor. Saray alanı, Kırkpınar güreşlerinden dolayı otopark olarak da kullanılıyor. Bizim önerimiz, Kanuni Köprüsü'nün yanındaki boş araziye araçların park edilmesi şeklinde. Bunun aslında yıl boyunca olması gerekir. ve bu araçların oraya park edilip, insanların yürüyerek sarayı tanıması ve yorulduklarında dinlenerek daha fazla vakit geçirmeleri sağlanabilir."

 

Enez Arkeolojik Kazı Başkanı Prof.Dr. Sait Başaran da Enez Kalesi'ndeki kazıların 35 yıldır sürdüğünü söyledi.

 

İstedikleri yerde kazı yapma şansı bulamadıklarını belirten Başaran, "Ancak kamuya ait yerlerde veya izin aldığımız durumlarda bazı bahçelerde kazı yapma imkanı buluyoruz. Enez antik kentin yapılarını bulma şansımız hemen hemen yok gibi. Ancak bazı kazılar sırasında, temel hafriyatları sırasında bazı buluntulara ulaşabiliyoruz" dedi.

haberler.com, 23.05.2013

YENİDEN GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Aksaray Belediye Başkanı Nevzat Palta, Selçuklular döneminden kalma tarihi hamamı yeniden Aksaray'a kazandırmak için yapılan çalışmaları yerinde inceledi.

 

Eski Milli Eğitim Müdürlüğü karşısında yıllardır atıl vaziyette bulunan İkinci Kılıçaslan hamamını orijinal dokusu ile yeniden gün yüzüne çıkarılması için çalışma başlatan Belediye Başkanı Nevzat Palta, Yard. Doç. Dr Osman Nuri Dülgerler, Aksaray Müze Müdürü Yusuf Altın ve Arkeolog Fariz Demir ile birlikte kurtarma kazısı yapılan tarihi hamamda ve çevresinde inceleme yaptı.

 

Palta, hamamla ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi:

"Bu hamam Selçuklu dönemine ait 1200'lü yıllara yakın döneme ait 800 yılın üzerinde tarihi bir eserin ortaya çıkarılması ile ilgili çalışmaları yakinen izliyoruz. Burası benim ilk göreve geldiğim günlerden beri üzülerek baktığım hatta çöplük olarak kullanılan baliciler ve tinercilerin mekanı olarak kullandığı bir yerdi. Mülkiyet problemi vardı çözmek için epey uğraştık. Belli bir zaman aldı bundan birkaç yıl önce burada ciddi bir imar uygulamasıyla bütün küçük hisseleri aldık başka yere taşıdık ve sonuçta Aksaray belediyesine burayı kazandırmış olduk. Mülkiyeti bize geçtikten sonra buranın restore edilmesiyle ilgili çalışmalara başladık. İlk aşamada kazı çalışmasına fiili olarak başladık. İnşallah, kısa bir süre içinde temenni ediyorum ki kazı çalışmaları biter. Kazı bittikten sonra hemen akabinde projelendireceğiz. Onun hemen arkasında da Allah nasip ederse buranın restorasyon ihalesini yapıp bu tarihi eserimizi sadece Aksaray'a değil dünyaya kazandıracağız. Çünkü bu sadece Aksaray'ın değil dünyanın mirası Sonuçta burayı kazandıracağız. Belki hamam olarak kullanılmayabilir ama bir müze olarak veya başka bir amaçla kullanılabilir. En azından tarihi eserimizi ortaya çıkartmış oluruz diye düşünüyorum. Burası kadınlar hamamı ve erkekler hamamı olarak Türkiye'de bir ilk, İnşallah, İçini gezdim detayları gördüm. Hakikaten o yıllarda yapılırken müthiş bir ufuk müthiş bir teknoloji kullanılmış. İnşallah, bizde bunu hemşerilerimize kazandırmış olacağız. Burada emeği geçenlere teşekkür ediyorum."

Aksaray Kent Haber, 22.05.2013



19 - 25 Mayıs 2013

PROF.DR. TACİSER TÜFEKÇİ SİVAS
YAŞAMINI YİTİRDİ

 

Yıllardır Şarhöyük kazılarında kazı başkanlığı yapan ve önemli tarihi bulguların ele geçmesinde emeği olan Prof.Dr. Taciser Tüfekçi Sivas 20 Mayıs 2013 günü yaşamını yitirdi.

 

Uzun bir süredir kanser tedavisi gören Sivas, 21 Mayıs'ta 11.30’da AÜ Rektörlüğü önündeki törenin ardından, Mahmut Sami Ramazanoğlu Camii’nde öğle namazını müteakip son yolculuğuna uğurlandı.

 

Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi olan Sivas'ın, özellikle Şarhöyük kazıları, Yazılıkaya anıtı ve Eskişehir bölgesiyle ilgili birçok çalışması bulunuyordu.

Eskişehir’in antik tarihi ile ilgili çok sayıda bilimsel araştırması ve makalesi bulunan Sivas, çeşitli dönemlerde eskişehir anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanlığı görevini de yürütmüştü.

Taciser Tüfekçi Sivas ve eşi Hakan Sivas, 2008 yılında yayınlanan TAY Demir Çağı Yerleşme Envanteri klasörlerinin yazarlarındandı.

Başta ailesi ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü olmak üzere, tüm arkeoloji camiasına başsağlığı diliyoruz.

TAYHaber, 21.05.2013

YENİKÖY PARKI'NA 57 YIL SONRA İADE-İ İTİBAR

 

 

Yeniköy Parkı’na 57 yıl sonra iade-i itibar... 1534 yılında Şeyhülislam Zembilli Efendi tarafından bugünkü Yeniköy Parkı’nın içerisine hamam ve cami yapıldı.  1956 yılında yol genişletme çalışması nedeniyle cami ve  hamamın yıkılmasına karar verildi. O zaman tartışmalar yaşansa da kimse işin peşine düşmedi. Yeniköy Muhtarı Engin Cevahiroğlu 6 yıl önce bir mahalleli büyükten duyduğu bu olayın peşine gitme kararı aldı. 

 

3 yıl boyunca Osmanlı arşivlerini taradı. Caminin yapıldığı tarihi ve kimin tarafından yapıldığını öğrendi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yazı yazıldı. İBB konuyu Kültür ve Tabiat Varlıkları’nı Koruma Kurulu’na yönlendirdi. Kurul da ‘Fotoğraf bulursanız devreye gireriz’ yanıtını verdi.

Muhtar Cevahiroğlu yılmadı. Eski caminin fotoğraflarını buldu. Fotoğraflarla birlikte tekrar kurula müracaat etti, onay alınınca parkın göbeğinde arkeoloji kazılara başlandı. Kazı çalışmalarının sonlanmasının ardından 1534 yılında yapılan caminin aynısı Yeniköy Parkı’nın içerisine yapılacak.

 

Yıllar önce yaşlı bir mahalle sakininin, “Bu parkta eskiden cami vardı ama yol yapımı gerekçesiyle yıkılmak zorunda kaldı” ifadesinin ardından arama ve incelemeyi yoğunlaştıran Muhtar Cevahiroğlu, camiden geriye sadece tarihi çeşmenin ayakta kaldığını söyledi. Arşivlerde caminin fotoğrafını bulan muhtar, bölge halkının camiye nasıl tepki göstereceğini bilmediğini vurguladı.

Akşam, 24.05.2013

RESTORASYON SÜRÜYOR

 

 

Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi yapılan restorasyon çalışmaları devam ediyor.

 

4 Eylül Sivas Kongresi'nin gerçekleştirildiği tarihi Kongre Binası'ndaki restorasyon çalışmalarının yapılan ihale ve imzalanan sözleşme sonrası başladığını hatırlatan Ayhan, "Çalışmalar öncesinde müze içerisinde bulunan tüm eşyalar zarar görmemesi için başka bir alana taşındı. Tarihi binanın, dış cephesinde gerçekleştirilecek restorasyon çalışmaları için iskeleler kurulup vatandaşlara zarar gelmemesi için de branda ile kaplandı. Tarihi binanın iç ve dış cephesindeki onarımlarla birlikte çatı bölümünde de onarım çalışmaları devam ediyor." dedi.

 

Müzedeki restorasyon çalışmalarının ardından iç teşhir, tanzim ve seslendirme işi ile ilgili işlerinde başlayacağını anımsatan Genel Sekreterimiz Ayhan, "Çalışmalar kapsamında Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Sivas'ta kaldığı 108 gün ve Kongre Binası'nda alınan kararlarla ilgili seslendirme sistemi kurulacak. Sistem sayesinde kulaklıkla 4 Eylül Sivas Kongresi'nde alınan kararlar dinlenebilecek. Tarihi binanın iç düzenleme işlemleri de müzemize yakışır şekilde yapılacak. Kongre Binası'nın iç dizaynı 4 Eylül 1919 ruhunu yansıtacak." diye konuştu.

 

Müzede devam eden çalışmaların Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nce sürekli mercek altında tutulduğunu da hatırlatan Ayhan, çatıda gerçekleştirilen onarımlar sürerken yağışın etkili olması ile birlikte tarihi binanın zarar görmemesi için bir takım hızlı müdahaleler gerekmiş, bunun sonucunda da istenmeyen görüntüler ortaya çıkmıştır. Üzerinde titizlikle durduğumuz Milli Mücadele karargahımızın dış ve iç bölümlerinde gerçekleştirilecek çalışmaların mevsim şartları da göz önünde bulundurularak gerekli hassasiyetin gösterilmesi hususunda firma yetkililerine ikazlar yapılmıştır. Restorasyon sonrası 4 Eylül Milli Mücadele Müzesi olarak hizmet verecek olan tarihi Kongre Binası çalışmalarının 1 yıl içerisinde tamamlanması planlanmaktadır" diye konuştu

Sivas Kent Haber, 23.05.2013

UTANDIRAN PARKELER DEĞİŞİYOR

 

 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül’ün “Hollanda Kraliçesi’ne gezdirmeye utandım” dediği Selçuklu eseri Gevher Nesibe Medresesi’nin restorasyonu için proje hazırlandı. Medresedeki restorasyonun kısa süre içinde başlayacağı bildirildi. Restorasyonun tamamlanmasının ardından medrese, ‘Selçuklu Müzesi’ olarak hizmet verecek.

 

Dünyada ilk tıp merkezi olarak bilinen, Selçuklu hükümdarı 2’nci Kılıçarslan’ın kızı Gevher Nesibe Sultan adına kardeşi 1’inci Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırılan şifahane ve medrese, Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilmişti. Ancak hastaların kaldığı odaların zeminine laminant döşenmesi, duvarlarına elektrik kablolarının çekilmesi, eleştiri konusu olmuştu.

 
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül de “Bize yurtdışından misafirler geliyor. Mesela Hollanda Kraliçesi geldi. Kayseri’ye götürdük kendisini. Ama ben Gevher Nesibe’ye götüremedim. Çok mahcup oldum. Yerlerde laminant parke, oysa oranın doğal dokusunu görmesi lazım gelen misafirin. Baktım bu sefer Kayseri de çok bilinçlenmişti. Gevher Nesibe’yi restore etmeye başlamışlar. Laminant parkeleri kaldırmışlar. Çok utanmıştım. O atanın, o ecdanın torunları biz olamayız” demişti.

 

Gevher Nesibe Medresesi’nde restorasyon çalışması henüz başlamadı, laminatlar henüz sökülmedi ancak restorasyon için proje hazırlandı. Medresedeki restorasyonun kısa süre içinde başlayacağı bildirildi. Restorasyonun tamamlanmasının ardından da medrese ‘Selçuklu Müzesi’ olarak hizmet verecek.


1206 yılında yapılan ve hastaların ücretsiz, akıl hastalarının müzikle tedavi edildiği Gevher Nesibe Şifahanesi, Türklerin yaptırdığı 5’inci, aynı zamanda içinde tıp eğitimin verildiği dünyanın ilk tıp merkezi olarak biliniyor.

Hürriyet, 23.02013

NE BİR BİNA, NE BİR ÇATI: O UÇUŞAN BİR HALI

 

 

Louvre Müzesi yıllar önce çok tartışılan Cam Piramit'in yapımının 23. yılında yine tartışılacak bir projeyi hayata geçirdi.

Bir avlusunun üzerini uçan halı hissi yaratan cam bir tavan ile kapladı ve içine arşivlerde beklettiği geniş bir coğrafyaya ait pek çoğu bugüne kadar görülmemiş, İslam'ın doğuş, yayılış ve yaşatılma dönemi ait eserleri, çağdaş bir üslup ile sergilemeye başladı. Mekana ait gözlemlerimi mimarlarından gelen bilgiler ile birleştirince insan sormadan edemiyor, "bugün bizdeki Louvre mahiyetindeki eski bir saraya bir ek yapıldığında bu kadar özgün olunabilir miydi?"





Paris için Eyfel Ne Demekse Piramit de Artık O Demek

Yeni İslam Sanatları Galerisi Türk basınında, sergilenen eserlerin kaçırılmış olabileceği iddiasına dair pek çok haber ile ilgi odağı oldu, doğruluk payı yok değil ancak mirasın korunması konusunu bir kenara bırakırsak; yeni galerinin kendisi haber olmaya layık. Louvre'un orta yerine, I.M. Pei tarafından tasarlanan Cam Piramit yapıldığı zaman nasıl da konu olmuştu hatırlarsanız. Paniksiz, sessiz bir varoluş ile oturmuştu yerine. Yıllarca mimarlık derslerinde okuduk, kitaplarda gördük ve Louvre'a tek giriş oradan olduğu için geçen sürede cümle alem içinden geçti Cam Piramit'in. Artık Eyfel gibi Paris'in simgesi oldu Piramit. Eyfel mıktanıslarının yanında Cam Piramit figürü de sokaklarda yerini almıştı... 2012 yılının sonunda yine yenilik yapıyor Louvre, Milanolu mimar Mario Bellini ve Fransız meslektaşı Rudy Ricciotti'nin taasupsuz projesine izin vererek...





Ne bir bina, ne bir çatı: O uçuşan bir halı...

Bellini diyor ki: "Bize ilham olan herhangi bir kültürel öge değildi, sadece ve sadece stratejik bir seçimdi bu. 700'lü yılların Fransız krallarına ait kraliyet saraylarının özelliklerini taşıyan bir İslam sanatı sergilenmeliydi. Tam ortada çok katlı ama küçük bir yapının inşa edilmesi koleksiyonun bütünlüğünü kaybetmesi anlamına gelebilirdi. Çözümü rüzgarda neredeyse zemine dokunacak şekilde dalgalanır gibi görünüp, sarayı tamamen örtmeyen, tarihsel yönlerine de gölge düşürmeyecek bir uçuşan eşarp tasarlamakta bulduk." Yeni mimari kelimenin tam anlamıyla saydam bir örtü: Ne bir bina, ne de sarayın alelade bir çatısı. Tasarım çok cesur. Piramit tam bir cesaret işi iken bu sefer bir avluyu tamamen kıvrımlı üçgenlerle kaplamak, aralardan eski tarih görünürken; içeride yeni dönemi hissettirebilmek büyük başarı. Paris'in gökyüzünün altına yeniyi eskinin üzerine öyle bir yapıştırmışlar ki hiç ait olmamasına rağmen hep oradaymış gibi duruyor. Bizde nasıl olurdu acaba? Yani bir saray avlusuna yeni bir yapı yapılması gerektiğinde, olabilecekler konusunda birkaç saniyeliğine düşünelim desem, ne derdiniz?





Bu yapı nasıl ortaya çıkmış?

Cour Visconti'de hayata geçirilen proje aslında 7 yıllık çalışmanın sonucu. 3 yıllık inşaat süreci, öncesinde yarışma süreci ve yatırım bulma dönemi var. 6.800 m2'den daha fazla alandan oluşuyor ve bugüne kadar uygunsuz şartlarda sergilenen veya arşivlere kapatılmış 3.800 İslam eseri sergileniyor... Açılışı Fransız cumhurbaşkanı Francois Hollande'nin katılımıyla yapıldı. Destekleyenler arasında dünyanın dev inşaat firmalarından Bouygues var.

 

Koleksiyonda neler var?

Avluda oluşturulan giriş katında 632-1000 yılları arasındaki İslam'ın doğuş ve yayılış dönemine ait eserler var. Kaligrafik, Kuran yaprakları çoğunlukta. Bodrum katta ise 1000-1799 yıllarına ait eserler var, pek çoğunu Türkiye'de görmediğimizi söyleyebiliriz. 13. yüzyıl İran topraklarına ait seramiklerdeki zenginlik görülmeye değer. Karolardaki renklerin çeşitliliği, Memlük kapılarının önleri kadar arka yüzlerinin orijinalliği, İspanya'dan toplanan bronz döküm aslan ise masterpiece olarak görülebilir...

 

Piramit'ten sonra çatı için sözlükten seçilen kelimeler:
"Fular" "Eşarp" "Şal" "Yelken" "Göçebe Çadırı" "Pelerin" "Uçan Halı"

 

Rakamlarla:

Çelik borular: 8.000 adet
Metal üçgenler: 2.350 adet
Çatı ağırlığı: 135 ton
Taban alanı: 2.200 m2 (55x40m)
Kapalı alan: 6.800 m2
Büyük Vitrinler: 60 adet
Louvre Müzesi Koleksiyonu: 15.000 parça
Musee des Decoratifs Koleksiyonu: 3.400 parça
İnşaat bütçesi: 40 Milyon Euro
Proje Bütçesi: 98,5 Milyon Euro

Yapı, Haber: Heval Zeliha Yüksel, 23.05.2013

BOZUK KİLİSE YENİLENİYOR

 


'Bozuk Kilise'ye kiliseye Selimiye'den teknelerle ulaşılıyor. Kilisenin Ege'de 'ikinci Meryem Ana' kilisesi olabileceği belirtiliyor.

 

Muğla'nın Marmaris İlçesi'nde, gözde turizm merkezlerinden Selimiye Köyü’nden teknelerle gidilen Kameriye Adası’nda bulunan ve halk arasında ‘Bozuk Kilise’ denilen 1800 yıllık Ortodoks kilisesinin yenileniyor.

 

Kilisenin ayağa kaldırılması için Hazine ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na ait arazilerin devri tamamlandı. Marmaris Ticaret Odası (MTO) Başkanı Mehmet Baysal, “Yaklaşık 1 milyon lira ödenekle çevre düzenlemesini yaptığımızda ve kiliseyi aslına uygun onardığımızda Ege’nin ikinci Meryem Anası gibi olacak” dedi.


Marmaris Ticaret Odası tarafından İlçenin doğal dokusu ve deniziyle ünlü Bozburun Beldesi ve Selimiye Köyü arasında kalan, Yunanistan’ın Sömbeki (Simi) Adası’na 11, Rodos’a 25 mil uzaklıkta, teknelerle ulaşılabilen Kameriye Adası’ndaki 1800 yıllık Ortodoks kilisesinin turizme açılması için çalışma başlatıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’dan İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 1965 yılında 1’inci Derece SİT ilan ettiği Kameriye Adası’nın incelenmesi için müfettiş gönderildi. Mart ayı sonunda çalışmalarını tamamlayan müfettişler, ‘inanç ve evlilik turizmi’ açısından olumlu rapor verdi. 
 

Yazışmalar sonunda adadaki Hazine ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na ait araziler Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredildi. Bozburun Belediyesi tarafından kilisenin çevresi koruma altına alındı. Tüm resmi yazışmaları Bozburun Belediyesi tarafından yapılan ve onarımını Marmaris Ticaret Odası’nın üstlendiği çalışmanın son aşaması Muğla İl Genel Meclis’inden gelecek heyetin fizibilite raporu hazırlayarak ödenek çıkarmasıyla tamamlanacak. Restorasyonun yaz ortasında başlaması bekleniyor.

 

Marmaris Ticaret Odası Başkanı Mehmet Baysal, onarım izni çıkmasıyla Fener Rum Patrikhanesi ve Yunanistan’ın İzmir Başkonsolosluğu ile temasa geçtiklerini belirtti. Baysal, “Aslına uygun mimari yapılabilmesi için proje bekliyoruz. Muğla İl Genel Meclisi’nin 9 milyon liralık bütçesinden yapılacak fizibilite çalışması sonrası 1 milyon liralık ödenek Bozburun Belediyesi’ne aktarılacak. Aktarılan ödenek ile kısa süre için çevre düzenlemesi ve aslına uygun onarım yapılacak” dedi.

 

Bu yıl sonu veya 2014 turizm sezonu başında projelerini hayata geçireceklerini dile getiren Baysal şunları söyledi:
“Marmaris’in turizm destinasyonlarında çeşitlendirilmesini sağlamak istiyoruz. Ülkemizde ‘inanç ve evlilik’ adı altında ilk faaliyetler 1995 yılında başlatıldı. Yapılan istatistikler, kültür ve inanç turizmi için gelenlerin, deniz turizmi için gelenlerden daha fazla gelir bıraktığını ortaya çıkardı. Muğla ve turistik ilçeleri doğa ve denizin yanı sıra tarihi dokusuyla geniş yelpazeye sahip. Tarihi dokuları ortaya çıkartarak turizmin çeşitlendirilmesi için yenilemeler yapılmalıdır. Marmaris’te ilkini keşfettiğimiz bu kilise onarıldığında Ege’nin ikinci Meryem Anası olacaktır.”

 

Bozburun Belediye Başkanı CHP ’li Cemil Şener de, Marmaris Ticaret Odası’nın onarım için başlattığı projenin tüm resmi yazışmalarının kendileri tarafından yapıldığını belirtti. Hisarönü Körfezi’nin en güzel noktalarından biri olan Kameriye Adası’na özel tekne ve günübirlik tur teknelerinin uğramadan geçmediğini kaydeden Şener, “Proje tamamlandığında Bozburun ve Selimiye Köyü dünyaca tanınan turizm yerlerinden olacak. Muğla’da bir ilki elbirliği ile gerçekleştirdik” diye konuştu. Şener, tarihi kilise ile adını duyuran adayı, 12 yıl önce İngiltere Veliaht Prensi Charles’ın da ziyaret ettiğini hatırlattı.

Radikal, Haber: Ali Gökdoğan, 23.05.2013

KİLİSEDE KÜLTÜR SANAT OLUR MU?

 

 

Karaman'da 400 yıldır ayakta olan, bir dönem cezaevi olarak da kullanılan tarihi kilise, restorasyon çalışmalarının ardından çok amaçlı salon olarak kültürel faaliyetlere ev sahipliği yapıyor.
 

Karaman Kültür ve Turizm Müdürü Cengiz Orta, yaptığı açıklamada, Tapucak mahallesinin Karaman'ın en eski mahallelerinden biri olduğunu söyledi.

 

Bu mahallede, Birinci Dünya Savaşı ve mübadele öncesinde Türklerle beraber yoğunluklu olarak Ermeniler ve Rumlar'ın bir arada yaşadığını ifade eden Orta, "Mahallede aynı alanda kilise, cami, hamam, Türk, Ermeni ve Rum evleri bulunmaktadır. İnsanlar burada yüz yıllarca hep beraber yaşamışlardır. Bu kompozisyon Karaman'da hoşgörünün en önemli ispatıdır" diye konuştu.

 

Tapucak mahallesinde bulunan Çeşmeli Kilise'nin, Karadağ'daki Binbir Kilisede yer alan küçük bazilikaların bir örneği olduğunu ifade eden Orta, şunları kaydetti:

"Bina uzunlamasına üç sahınlı kesme taşla inşa edilmiş bir yapıdır. Yapım tarihi tam bilinmemekle birlikte 1700'lü yıllarda yapıldığı sanılmaktadır. Haç planlıdır. Bilinen kilise yapılarının yanı sıra kendine has yapısal özellikleri vardır. Bina yapıldığı günden bu yana çeşitli amaçlarla kullanılmış. En son Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsis edilen yapı, 2007 yılında restore edildi."

 

Orta, Cumhuriyet döneminden sonra kilisenin 1980 yılına kadar hapishane olarak kullanıldığına dikkati çekerek, restorasyon çalışmaları sırasında binanın şimdiye kadar bilinmeyen yönlerinin ortaya çıktığını belirtti.

Yeni Şafak, 23.05.2013

KALE İÇİ KİMLİĞİNE KAVUŞUYOR

 

Bir zamanlar gecekondular içinde kaybolan Ankara Kalesi tarihi kimliğine kavuşuyor. 26 evin restore edildiği kalede altyapı da yenilendi.

Ulus'ta Tarihi Kent Merkezi Yenileme Alanı Projesi kapsamında Ankara Kalesi'nde 5 Etap'ta restorasyon ve sokak sağlıklaştırma projesi gerçekleştiriliyor. Ankara'ya gelen turist kafilelerinin Kale'ye çıkış güzergahı olan Hisarpark Caddesi'nden başlayan yol güzergahında sağlıklaştırma ve üst yapı çalışmaları tamamlandı. Kale'ye ulaşan turistlerin ilk dikkatini çeken yer olan ve "Dış Kale" olarak da adlandırılan 1. Etap'ta da 26 evin restorasyonu yapıldı.

 

Ankara Kalesi'nde ilk olarak Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne de çıkılan Hisarpark Caddesi'ndeki binaların dış cepheleri yenilendi ve binalar 1920'li yıllardaki görüntüsüne kavuştu. Ulus'tan Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne kadar olan yolu yenileyen, alt yapı ve üst yapı faaliyetlerini kısa sürede tamamlayan Ankara Büyükşehir Belediyesi, çalışmalar kapsamında Hisarpark Caddesi'nin zeminini parke taşlarla döşemiş ve estetik bir görünüm kazandırmıştı.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Ankara Kalesi "Dış Kale" 1. Etap Sokak Sağlıklaştırma Projeleri Yapım İşi Kapsamı'nda 1. Etap'taki binaların restorasyonunun tamamlandığını söyledi.

 

147 olmak üzere toplam 270 bina bulunan Ankara Kalesi proje alanında 270 binaya ilişkin restorasyon projesinin etaplar halinde yapıldığını belirten Başkan Gökçek, "Ankara Valiliği'nin de destek olduğu proje çalışmaları toplam 5 etapta devam etmekte. Toplam 270 binanın restorasyonu yapılıyor. Bu 5 Etaplık projenin 1., 2. ve 3. Etabı Koruma Kurullarında onaylandı. Bu kapsamda 1. Etabı ihale edildi ve uygulamada 26 evin restorasyonu bitti. 2. ve 3. Etap'ta restorasyon projesi onaylandığı için uygulama aşamasına geçildi. 4. ve 5. Etap'ların ise Sokak Sağlıklaştırma Projesi Koruma Kurulu'nda görüşülmesine devam ediliyor" bilgisini verdi.

Başkan Gökçek, sokak sağlıklaştırma projesi kapsamında Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne ait Ramazan Şemseddin Camii'nin de tamamen restore edildiğini kaydetti. Kale içerisinde Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne ait İtfaiye Noktası'nın da müze yapılmak üzere projesinin onaylandığını ve uygulama aşamasına getirildiğini ifade eden Başkan Gökçek, burasının da Müze yapılarak Kale turizmine kazandırılacağını belirtti.

 

Ankara Kalesi'nde yürütülen restorasyon ve sağlıklaştırma projelerinde en önemli alt yapı sorunlarının da halledildiğine dikkat çeken Başkan Melih Gökçek, "Bu kapsamda ASKİ, Kale'nin tamamında temiz su, yağmur suyu ve pis su alt yapısını yeniledi, doğalgaz, elektrik ve telefon projelerinde ilgili kurumlar tarafından etaplar halinde yer altına alınma çalışmaları sürüyor" bilgisini verdi.

 

Başkan Gökçek, Kale İçi'nde alt yapı çalışmalarından dolayı yapılan kazıların Anadolu Medeniyetler Müze Müdürlüğü'nden arkeologların gözetiminde gerçekleştiğini vurguladı. Kale içerisinde uygulama yapmanın çok zor olduğuna da dikkat çeken Başkan Gökçek, birçok uygulama alanına iş makinalarının giremediğini bu nedenle birçok restorasyon projesinin el emeği ile yapıldığını kaydetti.

TOKİ Haber, 22.05.2013

ESKİŞEHİR'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Eskişehir'de düzenlenen tarihi eser operasyonunda, 224 sikke ele geçirildi.

 

Bir istihbaratı değerlendiren İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, merkez Odunpazarı İlçesi'ne bağlı Kanlıpınar Köyü'nde, satmak amacıyla tarihi eser taşıdığı iddia edilen şüpheli M.Ö.'yü takibe aldı. Takip sonucunda operasyon başlatan jandarma, M.Ö.'yü yakaladı.

 

Operasyonda, 208'i Osmanlı, 16'sı Anadolu'da yaşayan beylikler dönemine ait 224 bakır sikke ile Frigyalılardan kalma kırık ve eksik testi parçası ele geçirildi.

 

M.Ö. işlemlerinin tamamlanmasının ardından adliyeye sevk edildi.

 

Tarihi eserlerin ise Eskişehir Müze Müdürlüğü'ne teslim edildiği bildirildi.

MUDANYA'DA ANTİK KENT CAM BÖLMEYE HAPSEDİLDİ!

 

Bursa’nın Mudanya İlçesi'nde temel kazısından antik kent çıkan alışveriş merkezi, 1 milyon lira harcayarak burayı müzeye çevirdi. Alışverişe gelen müşteriler, zemin katta bulunan ve tarihi MÖ 7. yüzyıla kadar dayanan Myrleia antik kentini, cam bölmeden izleyecek. Antik kentten çıkan heykel ve tarihi eserler ise müze müdürlüğüne teslim edildi.






Edinilen bilgiye göre, geçen yıl Kipa tarafından inşasına başlanan alışveriş merkezinin temel kazılarından Myrleia antik kentini kalıntılarının çıkması, herkesi ayağa kaldırdı. Verilen yürütme durdurma kararının iptal edilmesiyle çalışmalar devam etti. Bu sırada ele geçirilen heykel ve diğer tarihi eserler müze müdürlüğüne teslim edildi. 3. derece sit alanı ilan edilen arazi üzerinde tarihi kalıntıların korunması ve sergilenmesine için inşaat planında değişikliğe gidildi. Kipa, söz konusu antik kent kalıntılarının bulunduğu alanı 1 milyon TL harcayarak, müzeye çevrildi. Markete alışverişe gelen müşteriler, zemindeki cam bölmeden tarihi kenti izleyecek.

 




Yeni Bursa, 22.05.2013

BİGA'DAKİ ROMA DÖNEMİ LAHİTLERİ MÜZEYE TAŞINDI

 

 

Çanakkale'nin Biga İlçesi'nde antik (Roma) ve Osmanlı dönemine dayanan tarihi taşların Çanakkale Müze Müdürlüğü tarafından toplanarak Çanakkale'ye götürüldüğü bildirildi. Lahitler (mezar) şu anda müze bahçesinde sergileniyor.

 

Biga'nın Dikmen, Dereköy ve Sarıköy köylerinde bulunan antik (Roma) dönemine ait tarihi taşlar güven altına alınarak Çanakkale'ye götürüldü. Çanakkale Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Çağman Esirgemez, konuyla ilgili soruları cevapladı ve lahitlerin koruma altına alındığını söyledi. 





Biga'nın çeşitli köylerinde antik döneme dayalı tarihi taşların daha önce su yalağı, yemlik, musalla taşı yapıldığı yönünde bilgiler ortaya çıkmıştı. Biga'da Arkeoloji Müzesi kurulması ve bu taşların burada toplanması yönünde mücadele gösterdiğini ayrıca Biga Savcılığı'na suç duyurusunda dahi bulunduğunu belirten Pegai kitabı yazarı tarih araştırmacısı Engin Gürsu, "2001 yılından bu yana Biga'da Arkeoloji Müzesi kurulmalı, kurulsun diye uğraştım. Gün gelir, bu eserler Çanakkale'ye Müzeye götürülür, Biga'daki tarihi eserler Biga'da kalsın dedim. Kimse sahip çıkmadı. Üstelik tüm tarihi eserler de korunmasızdı. Şimdi bu tarihi eserler Çanakkale Müze Müdürlüğü'nce toplanınca faturası ben Engin Gürsu'ya çıkıyor" dedi. 

 

Biga'nın çeşitli köylerinde Roma dönemine ait taşların olduğunu ifade eden Gürsu, "Biga'ya bağlı Dikmen Köyü'nde bulunan ve tahmini 1500 yıllık olduğu ileri sürülen Roma dönemine ait Lahit mermer kapak, köyün mezarlığında musalla taşı olarak kullanılıyordu. Korunmasız ve çalınmaya çok uygundu. Lahdin kendi ise Dereköy'de köy kahvesinin bitişiğindeki parkta ilkel bir şekilde korunuyordu. Yazın sıcağından, kışın soğuk karından korumak için hiçbir korunağı yoktu. Şimdi Lahit alındı diye beni Dereköy Muhtarı Recep Gözcan arıyor ve sen uğraştığın için böyle oldu diyor. Buna kimsenin hakkı yok" diye konuştu.





Roma dönemine ait lahitler'in alındığını ve şu anda Çanakkale'de sergilenmeye başladığını belirten Çanakkale Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Çağman Esirgemez, "Kültür ve Turizm Bakanlığı 24 Mayıs Cuma gününe kadar lahitlerin alınması gerektiğini bildirmişti. Böylece Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kararıyla müzeler, bölgelerinde bulunan tarihi taşları koruma altına aldı. Bizde Biga'ya bağlı Dereköy, Dikmen ve Sarıcaköy'den iki lahit teknesi ve bir tane de lahit kapağı aldık" dedi.

 

Köylerdeki lahitlerin bilinmesinde Pegai kitabı yazarı Engin Gürsu'nun da katkısının olduğunu ifade eden Esirgemez, "Lahitler bu köylerde su yalağı veya su teknesi olarak kullanılıyordu. Biga Belediyesi'nin kepçe yardımıyla birlikte lahitleri bulundukları yerden aldık. Temizlenme ve bakım işlemlerinin ardından şu anda Çanakkale Arkeoloji Müzesi bahçesinde koruma altına aldık ve sergiliyoruz" diye konuştu.

 

   

Haber 7, 22.05.2013

PICASSO'NUN TABLOSUNA ZARAR VEREN KİŞİYE HAPİS

 

 

ABD'nin Teksas eyaletinde, İspanyol ressam ve heykeltıraş Pablo Picasso'nun tablosuna zarar verdiği gerekçesiyle tutuklu bulunan kişi, suçunu itiraf etmesi üzerine 2 yıl hapis cezası aldı.

Landeros'un avukatı Emily Detoto, duruşmada müvekkilinin savcı ile yapılacak anlaşmanın parçası olarak, tabloya zarar verme suçunu kabul ettiğini söyledi.

Picasso'nun, Houstan'daki bir sanat galerisinde sergilenen, "Kırmızı Koltuktaki Kadın" adlı tablosuna geçen yıl 13 Haziran'da sprey boyayla zarar veren ve ardından Meksika'ya kaçan Uriel Landeros (22), ABD-Meksika sınırında yakalanmıştı.

Tabloya saldırıyı cep telefonuyla kaydeden görgü tanığı, görüntüyü sosyal paylaşım sitesi YouTube'a yüklemişti. Polis, izlenme rekorları kıran videodaki kişinin Uriel Landeros olduğunu tespit etmişti.

Üniversite öğrencisi Landeros, tablonun üzerine boğa resmi çizmiş ve "Zafer" anlamına gelen "Conquista" yazmıştı.

Cnn Türk, 22.05.2013

YENİDEN GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Aksaray Belediye Başkanı Nevzat Palta, Selçuklular döneminden kalma tarihi hamamı yeniden Aksaray'a kazandırmak için yapılan çalışmaları yerinde inceledi.

 

Eski Milli Eğitim Müdürlüğü karşısında yıllardır atıl vaziyette bulunan İkinci Kılıçaslan hamamını orijinal dokusu ile yeniden gün yüzüne çıkarılması için çalışma başlatan Belediye Başkanı Nevzat Palta, Yard. Doç. Dr Osman Nuri Dülgerler, Aksaray Müze Müdürü Yusuf Altın ve Arkeolog Fariz Demir ile birlikte kurtarma kazısı yapılan tarihi hamamda ve çevresinde inceleme yaptı.

 

Palta, hamamla ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi:

"Bu hamam Selçuklu dönemine ait 1200'lü yıllara yakın döneme ait 800 yılın üzerinde tarihi bir eserin ortaya çıkarılması ile ilgili çalışmaları yakinen izliyoruz. Burası benim ilk göreve geldiğim günlerden beri üzülerek baktığım hatta çöplük olarak kullanılan baliciler ve tinercilerin mekanı olarak kullandığı bir yerdi. Mülkiyet problemi vardı çözmek için epey uğraştık. Belli bir zaman aldı bundan birkaç yıl önce burada ciddi bir imar uygulamasıyla bütün küçük hisseleri aldık başka yere taşıdık ve sonuçta Aksaray belediyesine burayı kazandırmış olduk. Mülkiyeti bize geçtikten sonra buranın restore edilmesiyle ilgili çalışmalara başladık. İlk aşamada kazı çalışmasına fiili olarak başladık. İnşallah, kısa bir süre içinde temenni ediyorum ki kazı çalışmaları biter. Kazı bittikten sonra hemen akabinde projelendireceğiz. Onun hemen arkasında da Allah nasip ederse buranın restorasyon ihalesini yapıp bu tarihi eserimizi sadece Aksaray'a değil dünyaya kazandıracağız. Çünkü bu sadece Aksaray'ın değil dünyanın mirası Sonuçta burayı kazandıracağız. Belki hamam olarak kullanılmayabilir ama bir müze olarak veya başka bir amaçla kullanılabilir. En azından tarihi eserimizi ortaya çıkartmış oluruz diye düşünüyorum. Burası kadınlar hamamı ve erkekler hamamı olarak Türkiye'de bir ilk, İnşallah, İçini gezdim detayları gördüm. Hakikaten o yıllarda yapılırken müthiş bir ufuk müthiş bir teknoloji kullanılmış. İnşallah, bizde bunu hemşerilerimize kazandırmış olacağız. Burada emeği geçenlere teşekkür ediyorum."

Aksaray Kent Haber, 22.05.2013

AVUSTRALYA TARİHİ BAŞTAN YAZILACAK

 

 

Yazılı tarihi 1606'da Hollandalı bir denizcinin ziyaretiyle başlayan Avustralya'da bilim insanları, kıtada 1940'lı yıllarda bulunan Afrika menşeli bakır paraların hikayesini araştırıyor. ABD'deki Indiana Üniversitesi'nden Ian McIntosh, bu paraların binlerce kilometre ötede Hint Okyanusu'nun diğer ucundaki Avustralya'ya nasıl ulaştığını araştırıyor. Paralar II. Dünya Savaşı'nda Maurie Isenberg isimli bir asker tarafından ülkenin kuzeyinde, o zamanlar yaşamın bulunmadığı Wessel Adaları'nda bulundu. Daha sonra bu paralar 1979'da Avustralya Müzesi'ne gönderildi. Avustralyalı askerin yıllar önce adanın kumları altından çıkardığı ve 13-16'ncı yüzyıllar arasında Hindistan'a ticaret yapan Afrikalı Kilwa Sultanlığı'na ait bu paraların Avustralya'ya nasıl geldiğini araştıran McIntosh, temmuzda ekibiyle birlikte bölgeye gidecek. Bugün Tanzanya topraklarında hüküm süren, tarihi 960'lı yıllara dayanan sultanlığın Sahra üstü Afrika coğrafyasının ilk madeni paralarını bastığı, ancak bu paraların Afrika dışında sadece iki kez bulunduğu söyleniyor. Aborjinler ülkede 40-60 bin yıl önce yaşamaya başladı. Ancak ülkenin tarihi, ilk Batılı olan Hollandalı Willem Janszoon tarafından 1606'da ayak basmasından sonra kaleme alındı. İngiliz Kaptan James Cook'un 1770'te ülkenin bugün yaşamın yoğun olarak sürdüğü doğu sahilini keşfettiği biliniyor. McIntosh'un yapacağı araştırmadan sonra, ülke tarihinin yeniden yazılabileceği ileri sürülüyor.

Sabah, 22.05.2013

EMEK'E SON KAZMA VURULDU

 

 

Yıkımı defalarca yürüyüşlerle protesto edilen tarihi Emek Sineması ’na son kazma dün vuruldu. Yeşilçam Sokağı gün içinde polis tarafından yaya trafiğine kapatıldı ve iş makineleri 1924’ten kalma binayı yerle bir etti.


Sinemanın yıkımına karşı TMMOB Mimarlar Odası’nın açtığı dava ise hala Danıştay’da...
Kamer İnşaat ’ın ‘Grand Pera’ projesi kapsamında, 1. sınıf tescilli eser olan, 1883’te yapılmış Serkildoryan binası aslına uygun olarak restore edilecek. Serkildoryan’ın arkasında yer alan Emek, İpek ve Rüya sinemalarının yerine ise 30 metre - yani 10 katlı bir apartmana denk - yükseklikte modern bir bina yapılacak.


Bu binanın ilk iki katında dükkan, lokanta ve kafeler olacak. Üstteki iki katta ise 10 sinema salonu yer alacak… En üst kata da ‘Emek Sineması’nın süslerinin monte edileceği benzer boyutlarda bir salon yapılacak. Grand Pera 25 yıl Kamer İnşaat tarafından işlatilecek.

Radikal, Haber: Elif İnce, 22.05.2013

 

******


89 YILLIK EMEK YERLE BİR OLDU!

 

 

Tüm tartışmalar, eylemler, davalar, raporlara rağmen cumhuriyet döneminin en eski sineması Emek, brandalarla örtülü iskeleler arkasında çalışan iş makinelerinin darbeleriyle tarihe karıştı.

 

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi'nde dün saat 13.00'da düzenlenen basın toplantısına, İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, Prof.Dr. Cevat Erder, Mimarlar Odası Başkanı Deniz İncedayı, Mimarlar Odası adına Mimar Mücella Yapıcı, Can Atalay, Erden Kıral, Pelin Esmer, Enis Köstepen, Ahmet Rıfat Şungar ile ünlü oyuncu Tuncel Kurtiz de katıldı. Mimarlar Odası Başkanı Deniz İncedayı yaşanan yıkımın bir utanç kaynağı olduğunu anlattı.


Ünlü yönetmen Erden Kıral ise, "Bize yalan söylediler. Buranın korunması gerekiyordu. Sorun aslında çok derin. Ticaretin kültüre üstünlüğünü görüyoruz. Bununla savaşmamız gerekiyor" dedi.


Emek Sineması'nın bulunduğu bina, sinema olmadan önce ilk olarak İstanbul Avcılar Kulübü adıyla açılmış, daha sonra Strangali'nin Rum Atletik Jimnastikhanesi, 1909'da Yeni Sirk ve Tekerlekli Paten Pisti ve Eğlence Merkezi'ne ev sahipliği yaptı. 1918 yılında "Yeni Tiyatro" olarak kapılarını yeniden açan salon 1924 yılının sonuna gelindiğinde de "Melek Sineması" oldu. Varlık Vergisi yıllarında belediye tarafından satın alınan bina 1957'de Emekli Sandığı'na ihale edildi. Emek Film'in de sahibi olan Emekli Sandığı, yenilediği sinemanın adını "Emek Sineması" olarak değiştirdi.


Sinemanın ilk sahipleri, o dönem İpek ve Sümer Sinemaları'nın da sahipleri olan A. Saltiel ile H. Artidi'ydi. 1945 yılındaki iflasın ardından işletmeciliği alan İpekçi kardeşlerden sonra sırasıyla 1940'larda İstanbul Belediyesi'ne, oradan da Emekli Sandığı'na geçti. 1969'da Turgut Demirağ'ın işletmeye başladığı sinema, 1975 yılından itibaren İsmet Kurtuluş ve yeğeni Süheyla Kurtuluş tarafından kapandığı 2009 yılına kadar işletildi.

35 yıl boyunca Emek Sineması'nı işleten Süheyla Kurtuluş, Habertürk Gazetesi'ne verdiği röportajda, acı gerçekleri dile getirerek şunları söylemişti:
"Emek Sineması'nın yıkılmaması için birçok gösteri yapıldı. Benim merak ettiğim konu, gösteri yapanların Emek Sineması'nda neden film izlemedikleri. Seans başına 3-4 izleyici oluyordu. Günü en fazla toplam 25 izleyiciyle kapattık. Bırakın para kazanmayı masrafları bile çıkartamıyorduk. Günde sadece 100 kişi gelmiş olsaydı bütün masraflarımızı karşılayabilirdik. Emek Sineması'nı da kapatmak zorunda kalmazdık. Keşke gösteri yapanlardan 100 kişi Emek Sineması'nda film izleseydi".

Habertürk, 23.05.2013

TARİHİ YARIMADA'YA MEYDAN DARBESİ

 

 

AKP Hükümeti ve Büyükşehir Belediyesi, İstanbul’un tarihi ve doğal dokusuna zarar verecek birçok projeye imza atmaya devam ediyor. Boğaz'a üçüncü köprü, Esenyurt’a üçüncü havaalanı, Çamlıca Tepesine camii ve Haliç Metro Köprüsü bu projelerden bazıları...  

 

Yenikapı ile Samatya arasındaki kıyı şeridini doldurarak yapılmak istenen miting ve gösteri alanının çalışmaları da hız kesmeden devam ediyor.

 

Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi projenin sit alanı ve çevresine uygulanması sonucunda tarihi ve doğal dokuyu bozacağını gerekçe göstererek yürütmeyi durdurma davası açmıştı. Yine İstanbul 1 No’lu Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu aynı nedenlerle, projenin tarihi ve doğal dokuyu yok edeceği yönünde karar vermişti.  

 

Proje hakkında yargının henüz bir karar vermemesine rağmen, deniz doldurma çalışmalarının devam etmesine Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Başkanı Tayfun Kahraman tepki gösterdi.

 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, dolgunun SİT alanı dışına yapılacağını gerekçe göstererek projeyi onaylamıştı. Kahraman, bu gölgeye yapılacak bir meydanın sit alanı ve çevresindeki tarihi ve doğal dokuya etki yapacağını söyledi: “Bu bölgedeki sit alanı, şu anki kara sınırlarından ibaret. Ama hemen bunun yanında denizin doldurulmasıyla yapılacak bir meydan, sit alanı içinde değerlendirilmesi gerekir. Burada yaratılacak olan ulaşım talebiyle birlikte, pek çok kişi bu alana ulaşmaya çalışacak. Burası bir merkez haline gelecek. Bu durum sit alanında yeni fonksiyonlar ve yeni talepler yaratılması anlamına gelecek. Tescilli eserler üzerinde bir bozulmaya neden olacak. Proje, bu alanın topografyasını değiştirecek.”

 

Samatya ve Yenikapı arasına yapılan projenin, şehrin meydan ihtiyacını karşılamak için yapıldığı iddia ediliyor. Taksim, Kadıköy ve Kazlıçeşme gibi birçok miting alanı bulunurken denizi doldurarak yeni bir miting alanı yapılması ise tezat teşkil ediyor. “Böyle bir mekan deniz doldurarak yapılmaz” diyen Kahraman, miting alanlarının özellikle kentin belleğinde yer etmiş, insanların rahatlıkla ulaşabileceği alanlarda olması gerektiğini ifade etti.

 

Kahraman, Türkiye’de tam tersi bir durum olduğuna dikkat çekti: “Böyle meydanlar yapılarak vatandaşlar kent yaşamından soyutlanıyor.”

 

İstanbul’a yapılan projeler kent sakinlerinin, demokratik kitle örgütlerinin ve odaların tepkileri gözardı edilerek yapılıyor. Bunca tepkiye rağmen birçok projenin yargı ve koruma kararları kenara itilerek yapılması da tartışmaları beraberinde getiriyor. Tarihi Yarımada içinde böyle bir merkez yaratılmasının çok sakıncalı olduğunu dikkat çeken Kahraman, hükümetin tarihi ve doğal dokuyla ilgili hassasiyetleri görmezden geldiğini vurguladı. Kahraman, “Proje siyasilerin kapalı kapılar ardında vermiş olduğu karardır. Uygulanmak istenen projeleri, siyasilerin kent yapısına müdahalesi olarak görüyoruz” dedi.

Evrensel, Haber: İsmail Afacan, 21.05.2013

ARKEOPARK'A ZİYARETÇİ AKINI

 

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin İstanbul Üniversitesi işbirliğiyle Akçalar Aktopraklık mevkiinde hayata geçirdiği Arkeopark, 2013 yılı kazı sezonuna hazırlanırken, İstanbul Üniversitesi’nden gelen 90 kişilik akademisyen ve arkeoloji öğrencilerinden oluşan heyet, alanda inceleme yaptı.
 

Akçalar Aktopraklık mevkiinde yaklaşık 10 yıl önce başlanan ve son 4 yıldır Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından aktif olarak desteklenen arkeolojik kazı çalışmalarının bulunduğu alanı Türkiye’nin ilk Arkeoparkı’na dönüştürecek proje hızla ilerliyor. İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Necmi Karul başkanlığındaki ekip 2013 kazı sezonu öncesi, bölgede meslektaşlarını ve genç arkeologları ağırladı.

 

İstanbul Üniversitesi´nden bilim insanları ve arkeoloji öğrencilerinden oluşan 90 kişilik bir grup Arkeopark’ı ziyaret etti. Henüz kazıların başlamadığı alanı gezen ziyaretçilerin ilgisini en fazla Kalkolitik dönem ve geleneksel köy mimarisini yansıtan canlandırmalar çekti. Kazı Başkanı Doç.Dr. Necmi Karul Arkeopark tam anlamı ile faaliyete geçmeden organize edilen bu tür ziyaretlerin, görüş ve önerilerin toplanması açısından önemli olduğunu söyledi. Önümüzdeki günlerde kazı alanında yürüyüş yolları, izleme kulesi ve dinlenme mekanları gibi bazı yapıların tamamlanarak alanın ziyarete açılması için çalışmaların devam ettiğini belirten Karul, “2013 yılı çalışmalarında, MÖ 5700’lü yıllara tarihlenen yerleşim katmanlarında kazıları yoğunlaştıracağız. Bu döneme ait geçtiğimiz yıl açığa çıkarılan yapı kalıntıları oldukça iyi durumda korunageldi ve dönemin yaşamı ile ilgili eşsiz verilere ulaştık” diye konuştu.

Bursa Büyükşehir Belediyesi, 21.05.2013

27 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

Manisa'da, Bizans dönemine ait 27 parça tarihi eser ele geçirildi.

 

Alınan bilgiye göre, güvenlik güçleri, şehirler arası otobüs terminali çevresinde kaçakçılık yapıldığı ihbarını aldı. Bunun üzerine M.A (52) ve E.A (48) ile tarihi eserleri satın almak isteyen S.T (59), H.Ç (59) ve F.A (62) takibe alındı.

 

Bu kişilerin yanındaki çantalarda ve bir evde yapılan aramada, Bizans dönemine ait olduğu belirlenen, aralarında sikkelerin de olduğu 27 parça eser bulundu. Gözaltına alınan zanlılardan 2'si çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. 3 kişi ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıld  

Manisa Kent Haber, 21.05.2013

ANTİK KENT ÜZERİNE ALIŞVERİŞ MERKEZİ

 

CHP Bursa Milletvekili İlhan Demiröz, Mudanya’da Myrleia antik kenti üzerine alışveriş merkezi yapıldığını belirterek, TBMM’ye, İçişleri Bakanı Muammer Güler ile Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi. Demiröz, önergede, "Tarihi bir değerimizin üzerine beton dökülerek AVM yapılmasının önüne geçmek için bir girişiminiz olacak mıdır?" diye sordu.

 

CHP Bursa Milletvekili İlhan Demiröz, Mudanya’da Myrleia Antik Kenti’nin üzerinde yapımı süren alışveriş merkezi inşaatıyla ilgili İçişleri Bakanı Muammer Güler ile Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in yanıtlaması istemiyle verdiği önergede, Myrleia Antik Kenti’nin bulunduğu alanın imara açıldığını ve 23 Eylül 2012 tarihinde aldığı ruhsat ile özel bir şirket tarafından bölgede AVM yapmak üzere inşaata başlandığını anımsattı. İlhan Demiröz, iki bakana, "Bazı kaynaklarda MÖ 8 yüzyıla dayanan bir tarihe sahip olduğu ifade edilen Myrleia antik kenti Bursa ve ülkemiz için tarihi bir zenginlik ve miras değil midir?" diye sordu.

 

Önergesinde Bursa kamuoyunun, sivil toplum kuruluşlarının, akademik odaların, meslek örgütlerinin, tarihi mirasın korunması yönündeki ortak taleplerine karşılık; Mudanya Belediyesi, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ile Müze Müdürlüğü’nün antik kentin üzerine AVM yapılmasına neden müsaade ettiğinin açıklanmasını isteyen İlhan Demiröz, ayrıca şu soruları yöneltti:

"Adli ve hukuki süreci devam eden AVM inşaatına, Mudanya ilçe belediyesi ve Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü ile Müze Müdürlüğü’nün göz yummasının altında yatan nedenler nelerdir? 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na aykırı olarak Myrleia antik kenti üzerinde yapılmakta olan inşaatın devamına izin verilmesi, tarihi ve kültürel değerlerimizin yok edilmesi kapsamında işlenen bir suç teşkil etmemekte midir? Bakanlığınız, bugüne kadar cereyan eden gelişmelerle ilgili bölgede herhangi bir inceleme, değerlendirme çalışması yapmış mıdır; sonuçları nelerdir? Bakan olarak tarihi bir değerimizin üzerine beton dökülerek AVM yapılmasının önüne geçmek için bir girişiminiz olacak mıdır? Söz konusu bölgede gerekli yüzey araştırması, sondaj ve kazı çalışmalarının gerçekleştirilerek çok zengin bir medeniyete beşiklik etmiş bölgemizin kültürümüze ve turizmimize kazandırılması yönünde bakanlık nezdinde bir girişimizin olacak mıdır?"

Milliyet, 21.05.2013

MİNARENİN ALTINDAN ROMA TARİHİ ÇIKTI

 

 

Sakarya'nın Akyazı İlçesi'ne bağlı Taşburun Köyü'nde yeni yapılmak üzere yıkılan cami minaresinin altından Roma dönemine ait lahit teknesi çıktı.

 

Köydeki Mehdi Kalkan Hocaefendi Camii'nin minaresi yenisinin yapılması amacıyla cami derneği tarafından yıkıldı. Yıkılan minarenin yerinde temel için kazı yapıldığı sırada lahit teknesi bulundu. Köylüler, durumu jandarmaya bildirdi. İhbar üzerine köye gelen jandarma, Sakarya Müze Müdürlüğü'ne haber verdi. Müzeden gelen görevliler, bulunan parçayı inceledi. Lahit teknesinin inceleme için Müze Müdürlüğü'ne götürüleceği öğrenildi.

 

Müze Müdürlüğü yetkilileri, minarenin yapımı sırasında lahit teknesinin temele konulduğunu düşündüklerini belirterek, "Minare yıkılmış, kazarken tarihi eser açığa çıkmış. Roma dönemine ait lahit teknesi. Üzerinde bazı yazıtlar var. Yazıları sağlam. İncelemesi yapılacak. Lahitler bir tekne, bir de kapak kısmından oluşuyor. Bulunan tekne bölümünün kapağı yok." şeklinde bilgi verdi.

haberler.com, 21.05.2013

RESTORASYON KAZISINDAN TARİH ÇIKTI

 

Bitlis’te yaklaşık 2 buçuk yıldır Bitlis Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Selçuklular döneminden kalma tarihi camide yapılan restorasyon kazılarında Selçuklu dönemine ait 863 yıllık tarihi bulgulara rastlanıldı. 

 

Bitlis’te yaklaşık 2 buçuk yıldır Bitlis Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Selçuklular döneminden kalma tarihi camide yapılan restorasyon kazılarında Selçuklu dönemine ait 863 yıllık tarihi bulgulara rastlanıldı. Bitlis merkezde bulunan Ulu Cami’de yapılan restorasyon kazısında tarihe ışık saçacak önemli bulgular gün yüzüne çıkarıldı. Yaklaşık 2 buçuk yıldır devam eden restorasyon kazıları kapsamında kazı ekibi cami içerisinde toprak altında gömülü olan Selçuklu dönemine ait 863 yıllık, havuz, cami sütunları ve o döneme ait birçok bulgu gün yüzüne çıkarıldı.

 

Adana Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Restorasyon Proje Mühendisi Mustafa Yeğin, yaklaşık 2 buçuk yıldır devam eden restorasyon kazı çalışmaları kapsamında bir çok bulguya rastladıklarını söyledi.

 

Son 6 aydır rastladıkları bulgular nedeniyle camide etraflıca bir çalışma başlattıklarını anlatan Yeğin, “Bu süreç içerisinde bizde mimari buluntu olabilecek çok önemli bulgulara ulaştık. Bu nedenle çalışmaları arkeolog arkadaşlarımızla birlikte devam ettiriyoruz. Yaptığımız çalışmalar kapsamında şu anda hemen hemen alanda tarihsel hangi kanıtların olabileceğini tahmin etmeye başladık. Örneğin caminin içerisinde Selçuklular döneminden kalma havuzun olduğunu, cami etrafının ramaklarla çevrili olduğunu, Bitlis’in tarihi 5 Minaresinden biri olan Ulu Cami Minaresinin aslında camiden ayrı olmadığını minarenin camiye bitişik olduğunu, kuzey yönden girişlerinin olduğunu fakat bunun zaman içerisinde kapatıldığını görüyoruz.” dedi.

 

Çalışmalar kapsamında caminin yeniden aslına uygun olarak restore edileceğini kaydeden Adana Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Restorasyon Proje Mühendisi Mustafa Yeğin şöyle konuştu: “Uzmanlar tarafından aldığımız raporlar doğrultusunda koruma kurulundan projelerimizin onaylanmasını ve o süreç dahilinde de inşanın ve uygulamanın devam etmesini sağlayacağız. Burada yapacağımız çalışmalar bütünleme çalışması yani mevcut izlere göre, elde edilmiş arşiv, bilgi, belgelere göre restorasyon yapacağız. Camiyi revaklarıyla tekrar eski aslına uygun olarak ilk dönemindeki aslına geri döndüreceğiz.”

 

Caminin tarihiyle ilgili bilgi veren Araştırmacı Yazar Törehan Serdar ise Bitlis Ulu Camii’nin 1150 tarihinde Selçuklu Atabeylikleri zamanında yapıldığını söyledi. Caminin Selçuklu döneminde yaşayan Artukoğulları tarafından yapıldığını anlatan Araştırmacı Yazar Serdar, caminin tarihinin 863 yıllık olduğunu anlattı.

 

Yapılan restorasyon kazılarında Anadolu’daki şah eserlerden bulgular ortaya çıktığını ifade eden Serdar şöyle konuştu: “Kazılar kapsamında 863 yıllık caminin sütunları, havuz ve daha birçok kalıntı ortaya çıktı. Buda şunu gösteriyor. Bitlis dönemlerden beri büyük depremler atlattı bu yüzden bu tarih 1441 yılından bu yana toprak altında kaldı. Biz burada camiyi tarihine uygun restore etmek isterken tam tarihi ortaya çıktı. Sonra Anadolu da Bursa tarafında görülebilecek cami içerindeki havuz ortaya çıktı. İsteğimiz ortaya çıkan bu tarihe uygun olarak restore edilmesi ve Bitlis halkının hizmetine açılmasıdır.”

 

Ahlat Müze Müdürlüğü’nde görevli Arkeolog Ümit Yarıcı da yapılan kazılar neticesinde ortaya bulgular çıkmasının ardından kazıyı dahil olduklarını söyledi.

 

Çalışmaların son aşamaya geldiğini açıklayan Arkeolog Yarıcı, “Kazılarda tarihi çeşitli sütunlar, revak parçaları, duvar kalıntılarını ortaya çıkardık. Şu anda ön revaktan girişe kadar olan kısmı biz açığa çıkardık. Bunun restorasyon çalışmaları devam ediyor.” diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, 21.05.2013

'CEHENNEM KAPISI' GÜN YÜZÜNE ÇIKARILACAK

 

 

Pamukkale'deki Hierapolis antik kentinde bu yılki kazı sezonunda "Cehennem Kapısı" olarak adlandırılan Plutonium Mağarası'nın günyüzüne çıkarılması öngörülüyor. Denizli Valisi Abdülkadir Demir, Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Rektörü Prof.Dr. Hüseyin Bağcı, Hierapolis antik kenti kazı heyeti başkanı olan Salento Üniversitesi'nden arkeoloji profesörü Francesco D'Andria, PAÜ Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek ve diğer yetkililerle Hierapolis antik kentinde incelemelerde bulundu.

Demir, gazetecilere yaptığı açıklamada, Pamukkale ören yerindeki Hierapolis antik kentinin Denizli açısından, ülke ve dünya açısından çok önemli yerlerden birisi olduğunu belirtti. Türkiye'nin en büyük nekropol alanının Hierapolis antik kentinin içerisinde bulunduğunu ifade eden Demir, kazıların 1957 yılından 2000 yılına kadar İtalyan Arkeoloji Enstitüsü, 2000 yılından sonra da İtalya Lecce Üniversitesi'nden Prof. Francesco D'Andria başkanlığında yürütüldüğünü hatırlattı.

Yabancı kazı heyetlerinin çalışmalarında yaşanan en büyük sıkıntının, yılda bir ay-45 gün çalışılması oluğunu söyleyen Demir, şunları kaydetti: "Hierapolis, yıllık en az 1 milyon 700 bin civarında ziyaretçi çeken bir alan. Dolayısıyla buradaki arkeolojik gelişmeler, sadece biz değil, dünyayı ilgilendiriyor. Artık bu bir aylık çalışmalara tahammülümüz kalmamıştı. Bakanlığa müracaatta bulunduk. İtalyan kazı heyeti ile birlikte, onların da bilimsel desteğini alarak burada nekropol kısmında çalışma yapmak istediğimizi belirttik. Bunun üzerine 8 Mayıs'ta Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan onay geldi. Şu anda müzemize bağlı arkeologlar ve Pamukkale Üniversitemizin bilimsel desteği ile burada bir program çerçevesinde, nekropol alanının kısa sürede ayağa kaldırılması ile ilgili bir çalışma yapılacak."

Laodikya'da ve Tripolis'te yapıldığı gibi, Hierapolis antik kentinde de çalışmaların yıl boyunca süreceğini ifade eden Demir, çalışmaların mali boyutunun Valilik ve İl Özel İdaresi tarafından karşılanacağı bilgisini verdi. Demir, İtalyan kazı heyetinin bu yıl "Cehennem Kapısı"nın bulunduğu alandaki çalışmaları ve küçük tiyatronun restorasyonunu bitirmeyi planladığını belirterek, ayrıca yıkıntı halinde olan bazilikanın da kazılması ve ayağa kaldırılması için de çaba gösterileceğini söyledi.

İtalyan profesör D'Andria da, dört yıl önce çalışmalar sırasında 4 metre uzunluğunda bir mermer heykel bulduklarını, bunun yeraltı tanrısı Hades'e ait olduğunu düşündüklerini belirterek, "Geçen yılki kazılarda Plutonium Mağarası'nı bulduk. Hierapolis Plutoniumu ve Pluto'nun Kapısı olarak da anılan burası 'ölüler dünyasına geçit', 'Cehennem Kapısı' olarak adlandırılıyor. İnsanlar burada Hades'e boğa kurban ediyordu" dedi.

Yeni Asır, 21.05.2013

ŞANS TANRIÇASI TİKE MOZAİĞİ ANAVATANA DÖNÜYOR

 

 

Ahat Köyü, Asartepe mevkiindeki Akmonya antik kenti, 18 Mayıs 2000 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Bakanlığı Anıtlar Yüksek Kurulu’nca sit alanı olarak ilan edildi. Bakanlık ve Uşak Arkeoloji Müzesi’nin aynı yıl Haziran ayında başlattığı arkeolojik kazılarda, MÖ 9’uncu yüzyıla ait Romalılar’ın kurduğu Akmonya antik kenti ortaya çıkarıldı. Kentin spor alanı olarak kullanılan bölümünde, 150 santimetre boyunda, 75 santimetre eninde, üçgen formlu renkli mozaikten yapılmış Tanrıça Tike’ye ait taban resmi bulundu. Paha biçilemeyen taban resmi bir ay sonra 8 tarihi eser kaçakçısı tarafından çalındı. İki ay daha devam çalışmaların ardından bulunan diğer mozaikler naylonla kaplanıp, toprakla örtülerek üzeri kapatıldı.

 

Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı ve Interpol, 3 yıl süren çalışmanın ardından çalınan şans tanrıçası Tike mozaiğini, yurt dışına kaçırılmak istenirken İstanbul’daki bir işyerinin balkonunda paketlenmiş olarak ele geçirdi, 8 tarihi eser kaçakçısı gözaltına alındı. Haklarında dava açılan 8 kişi çeşitli cezalara çarptrılırken, ele geçirilen mozaikler yediemin olarak İstanbul Eski Eserler Müzesi’ne teslim edildi. 

 

Sanıklara verilen cezanın Yargıtay tarafından da onanmasını ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı, başvurusunu dikkate alıp, eserin ait olduğu topraklardaki, Uşak Arkeoloji Müzesi’ne verilmesini kararlaştırdı.
 

Uşak Kültür ve Turizm İl Müdürü Şerif Arıtürk, "Mozaiğin Uşak’a getirilmesi için bakanlığımızdan ödenek talep ettik. Ödenek tahsis edilir, edilmez mozaiği özel güvenlik şartları altında Uşak’a getirerek muhafaza altına alacağız. Şans tanrıçası Tike mozaiğini, 2014 yılı sonunda bitirmeyi planladığımız Yeni Arkeoloji Müze binasının en özel köşesinde teşhire açacağız" dedi.

Haber Gazete, 21.05.2013

MOR GABRİEL'E YENİ YOL YAPILIYOR

 

 

Süryanilerin ‘Kudüs’ü olarak gösterilen Mardin’in Midyat İlçesi'ndeki Mor Gabriel Manastırı’nın arazisinin Süryanilere iadesi hükümet yöntem araştırırken, manasıtara ulaşım da kolaylaşıyor. Manastıra giden yolun dar ve bozuk olması nedeniyle eleştirilmesi üzerine Midyat Kaymakamı Oğuzhan Bingöl, bin 612 yıllık tarihi Mor Gabriel Manastırı’na giden yolun yapımı ve çevre düzenleme çalışmaları için 1 milyon liralık özel bir ödenek ayrıldığını açıkladı.


Mor Gabriel Manastırı’na ulaşımı kolaylaştıracaklarını söyleyen Midyat Kaymakamı Oğuzhan Bingöl’ün girişimlerine, yolun yapımı için Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve İçişleri Bakanı Muammer Güler de destek verdi. Kaymakam Bingöl, yolun yapımı, genişletilmesi, yol boyunca çevre düzenlemesi ve ağaçlandırmanın yapılması için Maliye Bakanlığı’ndan 1 milyon TL’lik kaynak aktarıldığını söyledi. 

Artık utanmayacağız 
Manastıra giden yolun bozuk olması nedeniyle gidip-gelmekten utanç duyduğunu belirten Kaymakam Bingöl şöyle konuştu: “Göreve başladığımdan bu yana Süryani vatandaşlara kendilerini yalnız hissetmesinler diye hem şahsım, hem de kaymakamlık olarak bir pozitif ayrımcılık yapıyorum. Mor Gabriel Manastırı bizim buradaki en önemli değerlerimizden, bizim geçmişimize, kültürümüze ve ortak yaşamımıza tanıklık eden nadir yapılardan birisidir. Mastırın yolundan dolayı ben artık manastıra gidip gelmeye utanıyordum. Süryani cemaatinin de yolun yapılması için talepleri oluyordu. Ben en son manastırı ziyaret ettiğimde, yolun yapımı için olumlu bir haber almadığım müddetçe bir daha manastıra gelmeyeceğimi Metropolit sayın Samuel Aktaş beye söylemiştim. Çünkü gerçekten yol kötüydü ve insanlar orayı ziyarete gittiklerinde, yolun o halde olduğunu gördüklerinde suçun bizde, yani idarede olduğunu düşünüyorlardı. Bu eleştiriyi artık duymayacağız.” 

3 ay içinde bitecek 
Yolunun yapım çalışmalarına en kısa zamanda başlayacaklarını ifade eden Kaymakam Bingöl şunları söyledi: “Manastır yolunu yapıp bitirdiğimizde, şehirlerarası bir yoldan çok daha güzel bir konuma gelecek. Yolu 8 metre genişleteceğiz. Çevre düzenlemesi de bu projenin içinde yer alacak. Çalışmalar 3- 4 ay içerisinde bitecek.”
 

Şimşek: Yerin kullanımı için uğraşıyoruz

Mor Gabriel Manastırı ile ilgili konuşan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “Yerin kullanımı için uğraşıyoruz” dedi Manastırın yaşadığı sorunun çözümü için çalıştıklarını belirten şimşek şunları söyledi: “Mahkeme kararı nedeniyle mülkiyet verilemez ancak yerin kullanımının Mor Gabriel’e verilmesi hususunda çalışıyoruz.Süryani cemaati, Mor Gabriel Manastırı arazilerinin MS 397 yılından beri kendilerine ait olduğunu ve 1937 yılından bugüne de vergilerinin düzenli ödendiğini söylüyor. Ancak çevre köyleri manastır arazilerinde hak iddia ederek dava açtı. Mahkemenin “Araziler manastıra ait” kararını bozan Yargıtay, onama kararı vererek manastırı ‘işgalci’ durumuna düşürdü. Arazi, Hazine’ye tescil edildi. Hükümet ne yapılabileceği konusunda bir çalışma başlatmıştı.”

Radikal, Habe: Neşe Karanfil, 21.05.2013


 

İADE İÇİN İKİ FORMÜL

Mor Gabriel Manastırı’nın arazisinin iade çalışmalarını Radikal ‘Mor Gabriel’e yasal çözüm’ manşeti ile gündeme getirmişti. Hükümetin, iade için iki formül üzerinde çalıştığı ifade edilmişti. Mor Gabriel Manastırı’nın iadesi için Başbakanlık’ta çalışma grubu oluşturulduğu belirtilen haberde şu ifadeler yer alıyordu : “Komisyon, yargı kararına karşı hızlı iade için iki formül geliştirdi: Bu iade yolları cüzi miktara kiralama ya da ihaleyle satış.

Radikal, 21.05.2013

UNESCO'DAN 'GEÇİCİ MİRAS' İNCELEMESİ

 

 

UNESCO Türkiye Milli Komisyonu tarafından 9 Temmuz 2012’de Dünya Geçici Miras Listesi’ne alınan Erzurum Narman’daki peri bacaları ile Uzundere İlçesi'ndeki Tortum Şelalesi görücüye çıktı.

 

Doğal güzellikler, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu’ndan Prof.Dr. Zeki Kaya, Fuat Şaroğlu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nden Levent Keskin, Eyüp Yüksel, Orman ve Su İşleri Bakanlığı 10’uncu Bölge Müdürlüğü Küre Dağları Milli Park Müdürlüğü’nden Semra Atçeken ve Serpil Tekebaş’tan oluşan heyet tarafından incelendi. Heyete, Erzurum’daki Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma Ajansı (KUDAKA) uzmanları ve Eko-Agro Komite üyeleri eşlik etti. Heyet ilk olarak Erzurum’a 100 kilometre uzaklıktaki Narman İlçesi'ne giderek 63 bin metrekare alana sahip peri bacalarını gezdi, Belediye Başkanı AK Partili Yücel Ahmet İşleyen’den bilgi aldı. Peri bacalarının ardından heyet Erzurum-Artvin karayolunun kenarındaki Uzundere İlçesi'ne giderek Afrika’da 120 metreden düşen Vietorio Şelalesi ile ABD’de 51 metreden düşen Niagara Şelalesi’nden sonra dünya üçüncüsü olan Tortum Şelalesi’ni gördü. Peri bacaları ve Tortum Çayı’nın üzerinde 48 metre yükseklikten düşen şelale heyet üyelerini etkiledi.

Hürriyet, Haber: Turgay İpek, 21.05.2013

YENGEÇ VE İSTAKOZUN
ATASININ FOSİLİ

 

Fosil kayıtlarını inceleyen İngiliz araştırmacılar, ıstakoz ve yengecin uzak atası olan, fosilleşmiş bir canlı türünü ortaya çıkardı.

Dünya üzerindeki modern canlıların neredeyse tamamının ortaya çıktığı Kambriyen döneminden kalma, 505 milyon yaşındaki fosilleşmiş canlıya, makası andıran pençeleri nedeniyle, "Makas Eller" filminin ünlü oyuncusu Johnny Depp'e ithafen "Kooteninchela deppi" adı verildi.

David Legg tarafından keşfedilen canlı, Journal of Palaeontology adlı bilimsel dergide yayınlandı.

Sabah, 21.05.2013

ZEUGMA-ROMA KÜLTÜR ETKİLEŞİMİ

Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) Arkeoloji Müzeler ve Yerel Tarih Topluluğu’na üye öğrenciler tarafından düzenlenen ve Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Levent Zoroğlu’nun konuşmacı olarak katıldığı “Zeugma Mozaiklerindeki Tasvirlerin Roma Mozaikleri İle Olan Yakınlığı” konulu konferans Ömer Asım Aksoy Konferans Salonu’nda düzenlendi.

 

Prof.Dr. Levent Zoroğlu, resim ve mozaik sanatının Anadolu’da önemli bir sanat kolu olduğunu belirterek, başlangıcının Çatalhöyük’e kadar gittiğini, Anadolu’daki resim ve mozaik sanatının gelişiminde arkeologların en önemli çalışma konularından birisi olduğunu söyledi.

 

Zeugma antik kentinde ortaya çıkarılmış olan mozaikler ile İtalya’daki Roma ve diğer şehirlerinde ele geçen resim ve mozaiklerin kıyaslamasını yaparak Roma kültürünün doğudan batıya, batıdan doğuya nasıl etkileşim içerisinde olduğunu anlatan Prof.Dr. Zoroğlu, şöyle konuştu:

“Mozaiklerde karşımıza çıkan en önemli unsur, öncelikle Zeugma’daki mozaiklerin yenilikçi bir konusunun olmayışı, bunun yerine Roma’nın merkezindeki gelenek ve özellikleri içeren resimler olmasıdır. Zeugma kendisinden binlerce kilometre uzaklıktaki bir ana merkezin etkisini açıkça göstermektedir. Konular genellikle mitolojiden alınmıştır ancak konuların Zeugma mozaiklerine yansımasında doğulu özellikler ön plana çıkmaktadır. İtalya’daki resimlerle Zeugma mozaiklerindeki resimler kıyaslandığında buradaki figürlerin daha doğulu figürler olduğunu, İtalya’dakilerin ise Roma ve Grek tiplerine yakın olduğunu görüyoruz.”

 

Konferansın sonunda Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Ali Gür tarafından Prof.Dr. Levent Zoroğlu’na günün anısına hediye takdim edildi.

Haber 3, 21.05.2013

ANTALYA'DAKİ İHALELERE SAVCILIK EL KOYDU

 

 

Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı, Antalya Röleve Müdürlüğü’ne yazı göndererek müdürlüğün 2008 yılından sonra yaptığı 14 ihalenin dosyalarının Antalya Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne gönderilmesini istedi. Dosyalar bugün teslim ediliyor.


Radikal, 14 Mayıs 2013 tarihli sayısında Antalya Röleve Müdürlüğü’nde yaşananları sayfalarına taşıdı. Haberde Andriake Granarium müze projesinde sözleşme imzalandıktan bir ay sonra 1 milyon 200 bin lira tutarındaki hakedişin hiçbir iş yapılmadan ödendiği, hakediş sözleşmesine imza atmayan personele baskı yapıldığı yer aldı. Haberimiz üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı soruşturma başlattığını açıkladı ve Antalya Röleve Anıtlar Müdürü Mehmet Ali Özgün soruşturma tamamlanıncaya kadar açığa alındı.


Radikal’in haberinden 1 gün sonra Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı, Antalya Röleve Anıtlar Müdürlüğü’nden tam 14 ayrı ihale dosyasını talep etti. Gönderilen yazıda ‘belirtilen işlerin ihale evraklarının onaylı birer suretinin Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerine teslim edilmesi’ istendi.


İstenen dosyalar şöyle: 1. Kaan Restorasyon tarafından Antalya ve Burdur ilinde yapılan tüm işler/2. Myra Tiyatro Proje işi/3. Demre Granaryum projesi ve devam eden işi/4. Side Tiyatrosu proje işi/5. Alanya Atatürk Evi işleri/6. Alanya Müzesi işi/7. Perge Hellenistik Kule işleri/8. Perge Tak restorasyon işi/9. Xanthos uygulama işi/10. Gölhisar Kaymakamlığı’nda yapılan işler/11. Burdur Sagalassso karşılama merkezi işi/12. Burdur Kavaklı Rum Kilisesi işi/13. Aspendos onarım işi/14. Tekelioğlu Kütüphanesi yapım ve onarım işi.

Teknik ve fiziki takip yapılıyordu
Antalya Emniyet Müdürlüğü’nden edinilen bilgiye göre uzun süredir devam eden teknik ve fiziki takiple müteahhit firma ile bakanlık personeli arasında oluşan çıkar ilişkileri tespit edildi. Gizli yürütülen soruşturma, haberimizden sonra Müdür Mehmet Ali Özgün’ün görevden uzaklaştırılması üzerine açığa çıkarıldı. 2008 yılından sonraki ihale süreçleri ile ilgili hem emniyet hem de savcılığa çok sayıda ihbar ulaştığı belirtiliyor. İddialar arasında Kaan Restorasyon isimli firmaya Antalya ve çevresinde çok sayıda usule aykırı ihale verildiği, işlerin pek çoğunun yine usule uygun olmayan şekilde tamamlanarak devletin ciddi zarara uğratıldığı da yer alıyor.

 

Şirketten açıklama...

14.5.2013 tarihli ‘Yapılmayan işe 1 milyon 200 bin lira’ başlıklı haberimizde adı geçen müteahhit firma Karacan Grup İnşaat Makina Mühendislik şirketinden açıklama geldi. Haberin gerçek dışı olduğu ileri sürülerek şöyle denildi: ‘‘Resimde gösterilen saha haberde geçen müze alanı değildir. Sözleşme bedeli 11 milyon değil 8 milyon 355 bin liradır. Firmamız yer tesliminden itibaren 43 kişi istihdam ederek Antalya SSK Müdürlüğü’ne işçi çalıştırdığımızı beyan etmiştik. Sahada iş yapıldığı bu şekilde beyannamelerle sabittir. Bu dönemde beton alışlarımız, vinç, nakliye yakıt ve konaklama giderlerimiz hepsi yazılı belgeye dayanmaktadır. Personelin birer birer rapor ya da izin alarak kaçtığı haberi de asılsızdır. Hakediş raporunda imzası bulunan bir uzman yardımcısının Ankara ’ya tayin edilmesini bu işe bağlamak hayalcilikten öte iftiradır.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 21.05.2013

NADİDE SARAY ESERLERİ SATIŞTA

 


İpek mendilin üzerinde; Türk, Kürt, Arnavut, Boşnak ve Arap askerlerden oluşan Osmanlı askeri birliği tasvir ediliyor.

 

Osmanlı dönemine ait saray eserlerinin de aralarında bulunduğu yüzlerce eser, düzenlenecek müzayede ile satışa sunulacak. Eserler arasında, Yıldız Sarayı'nda kullanılan altın varaklı aynalar, ahşap oymalı İtalyan saray masası, yardım amaçlı hazırlanmış asker temalı ipek mendil ve Osmanlı saray geleneğine ait altın varaklı inci süslemeli seccadeler de bulunuyor.

 

Osmanlı ve Avrupa'nın 18. yüzyıl sonu 19. yüzyıl başlarına ait vazo, tepsi, karaf, hat, gümüş, porselen, kristal ve çeşitli ev eşyaları, Çırağan Sarayı'nda yapılacak müzayedede antika severlerle buluşacak. Çukurcuma Müzayede Kültür ve Sanat Evi’nin düzenleyeceği üçüncü müzayede 26 Mayıs Pazar günü saat 14.00-18.00 arası ünlü koleksiyonerlerin huzurunda gerçekleştirilecek. Benzerlerine az rastlanır eserlerin oluşturduğu koleksiyon arasında yer alan ve Osmanlı’nın son döneminde şehit aileleriyle gazilere yardım amacıyla satılan asker temalı ipek mendil, müzayedenin en çok ilgi görmesi beklenen eserleri arasında yer alıyor. Açılış fiyatı belirtilmeyen ipek mendilden elde edilecek gelirin yarısı, amacına uygun olarak yine şehit ailelerine aktarılacak.

Yıldız Sarayı’ndan çıkma altın varaklı bir çift saray aynası, 19 yy. başlarına ait olan İtalyan saray masası, Osmanlı saray geleneğini yansıtan altınla ve inciyle işlenmiş zifaf namazı için özel olarak hazırlanmış bir çift seccade, Hattat Hafız Abdülahad Vahdeti Bey’e ait 5’li hat koleksiyonu ve daha birçok eseri, müzayededen önce, 25 Mayıs Cumartesi günü saat 13.00’e kadar Çukurcuma Müzayede Kültür ve Sanat Evi’nde veya http://www.cukurcumamuzayede.com adresinde görmek mümkün.

Radikal, 20.05.2013

KRAL MİDAS ÜÇ BOYUTLU TANITILIYOR

 

Ankara'nın Polatlı İlçesi'ne bağlı Yassıhöyük Köyü'nde bulunan Gordion Müzesi'ni ziyaret eden yerli ve yabancı turistler, Kral Midas'ın tümülüsü üç boyutlu izleyerek bilgi sahibi olabilecek. Müzeyi ziyaret eden yerli ve yabancı turistler uygulamadan memnun. Turistler, Kral Midas'ın tümülüsünü ziyaret için geldiklerinde mezar odasını detaylı olarak göremediklerini ifade etti.

Turistler, "Gordion'a gelince mezarın içerisine giremiyorsunuz. Mezarı yakından görmek ya da içini tamamen görebilmek mümkün değil. Fakat bu sistemle en azından canlı olmasa bile mezar görüntüsünü içinin yerleşim şeklini, işte içerdeki sehpa, kap, kaçak ya da buluntu eserlerin yerlerini görebiliyorsunuz. Nasıl olduğunu görebiliyorsunuz. Gayet güzel düşünülmüş, kullanımı kolay." dedi.

Haber 7, 20.05.2013

GAZİ MİMARLIK'TA NELER OLUYOR?

 

 

Rektörü hakkında Yükseköğretim Kurulu ( YÖK ) tarafından inceleme başlatılan Gazi Üniversitesi şimdi de Mimarlık Fakültesi’nde yaşanan olaylarla gündemde. Fakülte yönetimi fakülte binasının dış cephesindeki süslemeleri, iddiaya göre ‘havra figürlerini çağrıştırdığı gerekçesiyle alçıyla doldururken’ öğrencilerine kilise maketi yaptıran öğretim görevlisi, daha sonra ‘baskıya’ uğradığı gerekçesiyle maketleri parçaladı.


Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, son iki ay içinde yaşanan iki olayla dikkatleri üstüne çekti. İlk olay fakülte binasının dış cephesindeki süslemelerin içinin doldurulmasına ilişkin yaşandı.
Dış cephede yer verilen 6 köşeli yıldız süslemesi, okulda Yahudi inanışındaki 6 köşeli ‘Davut Yıldızı’ işaretini çağrıştırdığı tartışmalarına neden oldu.


Yaklaşık 2 ay önce de tartışmalara neden olan bu süslemelerin içi ilginç bir şekilde dolduruldu. Yıldızların içi, tam ortasından yukarıdaki köşeden aşağıdaki köşeye kadar dikey alçıyla kapatıldı.

‘Maketleri kaldıracağıma ben yıkarım’
Fakültede yaşanan ikinci olay da yine dini içerikli bir tepki üzerinden gerçekleştirildi. Mimarlık Fakültesi 1’inci sınıf öğrencilerinin ürettiği 1/10 maketler sergilendikleri alanda parçalandı.
1. sınıf öğrencilerine öğretim görevlisi Aktan Acar tarafından Tadao Ando kiliselerinin maket çalışması yaptırılmıştı. Maketler fakültenin üçüncü katındaki koridorda sergilenmeye başlandı. Ancak bazı hocaların bu durumdan rahatsız olduğu, fakülte yönetiminin de maketlerin kaldırılması yönünde baskı kurduğu iddia edildi. Bunun üzerine maketleri yaptıran öğretim görevlisi Acar’ın tepki göstererek “Bunları kaldıracağıma ben yıkarım” dediği ve maketleri parçaladığı ifade edildi.

Mimarlar Odası: Kaldırın baskısı yapıldı
Yaşananlara ilişkin Radikal’e açıklama yapan Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Ali Hakkan, kendisinin de yarı-zamanlı olarak ders verdiği Mimarlık Fakültesi’nde maketlerden rahatsız olan bir kesimin çıktığını ve kaldırılması yönünde baskılar oluştuğunu söyledi.
Kilise maketleri yaptıran öğretim görevlisi Aktan Acar’ın baskı gördüğünü söyleyen Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Hakkan, “Hocamız yanlış olmakla birlikte dayanamamış, maketleri yıkmış. Ama yaşananlar da gösteriyor ki Mimarlık Fakültesi’nde bu tarz yorumlarla müdahaleler yapılması çağdışı zihniyetin göstergesidir” diye konuştu.


Radikal’in konuyla ilgili görüşlerini almak için aradığı Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Mahmut Özbay’dan ise herhangi bir yanıt alınamadı.

Radikal, Haber: Can Güleryüzlü, 20.05.2013

100 ÇAĞDAŞ ESER SATIŞTA

 

 

Antik A.Ş müzayede evi, sezonu çağdaş Türk resim sanatı satışıyla kapatıyor.

 

Erol Akyavaş’ın ‘Kabe’ konulu eserini son müzayedesinde 2.9 milyon liraya satarak çağdaş Türk resim sanatı rekoru kıran Antik A.Ş., 278’inci müzayedesinde bu kez seçilmiş 100 eseri satışa sunuyor. Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Mübin Orhon, Ferruh Başağa, Adnan Çoker, Mehmet Güleryüz, Komet, Nejad Melih Devrim ve Ömer Uluç gibi önde gelen sanatçıların eserlerinin yer alacağı müzayede 25 Mayıs Cumartesi günü saat 15.30’da Antik Palace’da gerçekleşecek. Modern Türk resminin ustalarından günümüz sanatçılarına kadar geniş bir yelpazenin sunulduğu müzayedenin öne çıkan eserleri arasında Burhan Doğançay’ın ‘Black SST’ kurdeleler serisinden 1982 tarihli yapıtı yer alıyor. Tablonun açılış fiyatı 350 bin lira.  

Mayıs sonunda İstanbul Modern müzesinde retrospektif sergisi açılacak Erol Akyavaş’ın ‘Gizli/Saklı şeylerin izleri’ konulu 1986 tarihli tablosu 150 bin lira açılış fiyatıyla satışa sunulurken, sanatçının aile koleksiyonundan çıkan farklı dönemlerine ait eserler de koleksiyonerlerin beğenisine sunulacak. Ayrıca soyut resmin ve Paris ekolünün önde gelen temsilcisi Mübin Orhon’un aile koleksiyonundan 10 eser ilk kez satışa çıkacak. Müzayedede güncel Türk sanatının önde gelen isimlerinin eserleri de yer alıyor. İnci Eviner, Azade Köker, Canan Tolon, İrfan Önürmen, Ahmet Elhan ve Haluk Akakçe’nin de eserlerinin satışa sunulacağı müzayedeyi Antik A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Olgaç Artam yönetecek. Eserler 25 Mayıs’a kadar Antik A.Ş. sergi salonlarında görülebilir.


Müzayedenin sıra dışı eserlerinden bir tanesi sanatçı Hüsamettin Koçan’ın ‘Görme engelliler için resimler’ serisinden farklı bir tablo. Dokunarak hissedilen eser Türkiye’de ilk kez bir müzayedede satışa sunulacak. Açılış fiyatı 5 bin lira.

Hürriyet, 20.05.2013

MECBUREN TARİH BEKÇİSİ OLDU

 

 

Mustafa Teke, 26 yıl önce Osmaniye’de ev yaptırdı. 3 yıl sonra bodrumu derinleştirmek için toprağı kazdığında bir mozaikle karşılaştı. “Toprağı 60 santimetre kadar kazınca karşıma mozaik çıktı. Kazmaya devam etmedim” diyen Teke, o yıllarda arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı ‘Düziçi’ adlı dergide 16 metrekarelik mozaikten bahsetti.


Teke, “Dergiden birer adet bakanlıklara da göndermiştik. Kültür ve Turizm Bakanlığı ’ndan aradılar ve ‘Bu kıymetli bir eser, buna sahip ol’ dediler. 1990 yılından bugüne kadar bunu koruyorum. Evime çivi dahi çakamıyorum. Evim bakımsız. Mozaikten dolayı evime bakım yaptıramıyorum. Yetkililerin mozaiği güvenli bir yere taşımalarını bekliyorum” dedi.


Mozaikten dolayı maddi herhangi bir beklentisinin olmadığını dile getiren Teke, sadece mozaiğe zarar verilmesinden endişe duyduğunu, bu nedenle çıkarılmasını istediğini söyledi.


1990 yılından beri bodrumda bekleyen mozaikte keklik, at, geyik, ördek, deve ve tavuk tasvirleri bulunuyor. Osmaniye Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Tabur mozaiğin ev veya saray tabanlarına işlenen türden olduğunu belirtti. Mozaiğin bin yıldan fazla geçmişe sahip olduğunu düşündüklerini dile getiren Tabur, tescillenen ve kültür varlığı içerisinde yer alan eserin bulunduğu yerden çıkarılması yönündeki taleple ilgili çalışmalarının sürdüğünü söyledi.

Radikal, 20.05.2013

SURİYE'DE MİRAS SAVAŞIN ELLERİNDE

 

 

Suriye'de savaş yüzünden onbinlerce insan ölürken, bir diğer taraftan köklü tarih ve kültür eserleri de bir bir yok oluyor. UNESCO'nun Dünya Mirası listesindeki 6 alanın tahrip edildiği savaşta, on müze tahrip edildi.
 

Suriye'de iç savaş, onbinlerce insanınn hayatına mal olurken ülkenin tarihi zenginlikleri de bir bir harap ediliyor. Savaşta bugüne dek yaklaşık 3 milyon bina yerle bir oldu. Resmi istatistiklere göre, 2 milyar dolar değerinde tarihi eser ülke dışına kaçırıldı. UNESCO'ya göre Suriye'de on müze savaştan etkilendi, bunların 4'ü ağır hasar aldı, biriyse tamamen yıkıldı. UNESCO'nun Dünya Mirası listesindeki 6 alanının tahrip edildiği savaşta, ayrıca Emevi Camii ve Hz. Ömer Camii saldırılar sonucunda yıkıma uğradı. Bunun yanı sıra İpekyolu üzerinde yer alan Halep şehrinde Halep Kalesi, Kapalıçarşı, Zekeriya Camii, Emevi Camii gibi önemli mekanların çatışma sonrasında tarumar olması, uluslararası çevreleri de endişelendiriyor.

 

Muhaliflerin yeri

Suriye'de ilk olarak Deyr Ez Zor'daki Osman bin Afvan Camii'ne ateş açılmış ve caminin minaresinin üst kısmı yıkılmıştı. Kentin en önemli camilerinden biri olan ve içinde türbesi bulunan Halid Bin Velid Camii, atılan roketler yüzünden büyük ölçüde hasar gördü. Bunun yanı sıra Şam'da Kafr Susa bölgesindeki Rıfai Camii de saldırıya uğramış ve o esnada camide bulunan çok kişi yaralanmıştı. Rejime bağlı güçlerin düzenlediği operasyonlarda, tarihi Hz. Ömer Camisi'nin minaresi yıkıldı. Cami, Dera'da rejime karşı mücadele veren muhaliflerin toplanma merkezleri arasındaydı.

 

Antik kentler de yok oluyor

Ülkede camilerinyanı sıra tarihi kiliseler de savaştan nasibini aldı. Humus'taki en eski kiliselerden Ummu'z Zünnar Kilisesi savaşta ciddi hasar gördü. Kutsal mekanların yanı sıra dünya tarih mirasında bulunan bir çok antik kent, tarihi eser de zarar gördü. Yine Humus'ta Lübnan sınırı yakınlarında bulunan Haçlı Kalesi Krak des Chevaliers de ülkedeki şiddetten payını aldı. Ortaçağ'dan kalan kale, Dünya Mirası Listesi'nde yer alıyor. Kalenin içindeki şapel, maruz kaldığı top ateşi nedeniyle hasar aldı. Hama'ya 55 km uzaklıkta Asi nehri kenarına MÖ 3. yüzyılda kurulmuş olan Apamea antik kenti de yağmacıların elinden kurtulamadı. Apamea'nın Roma döneminden kalan mozaikleri matkap, keski kullanılarak yerlerinden söküldü. Arıca tarihi kolonların üzerindeki Jüpiter Tapınağı da parçalara ayrılarak götürüldü.

 

Emevi Camii'nin durumu içler acısı

Halep'te rejimin yıktığı kutsal mekanlardan birisi de Hz. Zekeriya (Emevi) Camisi. Emevi Halifesi El Velid Bin Abdülmelik tarafından inşasına başlanan ve 715-717 yılları arasında Halife Süleyman döneminde yapımı biten cami şu anda minaresiyle beraber birçok yeri yıkılmış durumda. İçerisinde Hazret-i Zekeriya peygamberin kabrinin de bulunduğu tarihi Emevi camiinin durumu içler acısı. Meşhur kütüphanesi ile de bilinen camide neredeyse sağlam bir yer kalmamış. Bir zamanlar avlusunda ayakkabıyla dolaşmanın dahi yasak olduğu Emevi Camii, şu anda muhaliflerin elinde ve halen rejim askerleri tarafından her gün bombalanıyor.

 

Çölün gelini hasarlı

İdlib, Dura Europos ve Palmyra müzeleri ve arkeolojik alanlar seri şekilde savaş sırasında talan oldu. Ülkenin UNESCO Dünya Mirası listesindeki 6 alanı Halep Antik Kenti, Bosra Antik Kenti, Şam Antik Kenti, Crac des Chevaliers ve Qal'at Salah El-Din kaleleri ile Çölün Gelini lakaplı antik şehir Palmira; roket, tank ve hafif silahlar nedeniyle ağır hasar gördü. Son olarak Ortadoğu'nun en büyük mozaik koleksiyonunu bulunduğu İdlib'deki Alma Arra Müze'si hasar aldı. 10 kilometre uzunluğu ile ünlü Halep El Medine Çarşısı da yıkık ve harabeye dönmüş durumda.

Yeni Şafak, Haber: Aysel Yasa, 19.05.2013

553 YILLIK KAN DAVASI

 

Papa Fransuva, Vatikan'da geçen hafta 400 ile 800 kişi arasında oldukları tahmin edilen bir grubu "aziz" ilan etti. Katolik inancına göre "cennete girecekleri kesin" olan bu kişiler, Fatih'in 1480'de yaptırdığı "Otranto çıkarması"nda can veren Otranto sakinleri idi. Merasim sırasında Sen Piyer Kilisesi'nin balkonuna Fatih'in "Hristiyanlar'ın canını alan" donanmasının temsili resmi de asıldı

Vatikan'da geçen Pazar günü saatler süren bir ayin yapıldı ve Papa Fransuva önce biri Meksikalı ve diğeri Kolombiyalı iki rahibeyi "aziz" ilan etmesinin ardından Vatikan tarihinin "yüzlerce kişilik bir grubu toplu olarak azizliğe yükseltme" işini de tamamladı ve sayıları tam olarak bilinmeyen, 400 ile 800 arasında oldukları tahmin edilen "Otranto şehidleri"ni cennete gönderdi!


Ayin öncesinde Sen Piyer Kilisesi'nin meydana bakan üst katlarındaki balkonlara o gün "aziz" olan iki rahibenin büyük boy resimlerinin yanısıra üzerinde bir idam sahnesinin ve ölümü bekleyen sıra sıra idamlıkların, arka planda da bazı kadırgaların göründüğü büyük boyda bir halı yahut örtü asılmıştı.


Pek dikkatimizi çekmeyen bu görüntünün, bizimle gayet yakından alakası vardı: Papa'nın o gün azizlik mertebesine yükselttiği "şehidler"i, yani balkona asılan görüntüdeki idamlıkları elindeki kılıçla doğrayan cellad bir Osmanlı generali, arkada görünen kadırgalar da Fatih Sultan Mehmed'in donanması idi! Vatikan, bundan 533 sene önce yaşanmış bir mücadeleyi, Osmanlı donanmasının Fatih zamanında Güney İtalya'nın Otranto şehrine yaptığı çıkarmayı gündeme getiriyordu ve aziz ilan ettiği yüzlerce kişi, Fatih'in askerlerinin başında olan Gedik Ahmed Paşa tarafından idam edildiklerine inanılan Otrantolular idi...

 

 

Şimdi, Hıristiyan dünyasının yüzlerce senedir bir türlü unutamadığı bu "Otranto Harekatı"nı biraz daha yakından anlatayım:
Fatih Sultan Mehmed'in donanması 1470'lerin sonunda Rodos'u kuşatmış ama aylarca devam eden kuşatma netice vermemiş ve adayı ellerinde bulunduran Saint Jean şövalyelerinin mükemmel savunmaları karşısında donanma geri dönmüştü.


Rodos'ta ertesi sene yeni bir kuşatma beklenirken Fatih şaşırtıcı bir karar vermiş ve Gedik Ahmed Paşa'nın kumandasındaki donanmayı Ege'nin daha ötesine, Adriyatik sahillerine göndermiş ve Güney İtalya'nın Pulya bölgesine çıkarma yapılmasını emretmişti. Böylelikle o bölgelerin hakimi olan Napoli Krallığı'na darbe vurulacak, İtalya'nın batısının ardından doğu bölgeleri de zamanla düşecek, yani Roma fethedilecekti!


Türk donanması, 1480 Temmuz'unun son günlerinde Pulya'nın limanı Otranto'nun açıklarına ulaştı ve şehri iki hafta boyunca bombardıman etti. Kadırgalardaki askerler 11 Ağustos'ta karaya çıktılar ve Gedik Ahmed Paşa, cuma namazını maiyetiyle beraber Otranto'daki katedralde kıldı...


Otranto seferi, o zamanlar "Kızıl Elma" diye bilinen Roma'ya hakim olma planının ilk aşaması idi. Yıldırım Bayezid'in "Atıma, yemini Roma'daki Sen Piyer Kilisesi'nin mihrabında yedireceğim" dediği biliniyordu ve Fatih'in o zamana kadar Roma ile nihayet bulan "Kızıl Elma" sınırını Paris'e kadar uzattığı ve Notre Dame Katedrali'nin kulelerine Osmanlı sancakları dikeceğinden sözettiği duyulmuştu.


Gedik Ahmed Paşa'nın Otranto'ya çıkışı ile Kızıl Elma hayalinin ilk aşaması hayat bulmuş ve birlikler İtalya'nın çizmesinde bir köprübaşı elde etmişlerdi... Roma'ya, oradan da Paris'e uzanan yol artık Otranto'dan geçiyordu. Gedik Ahmed Paşa'nın şehri alması sadece İtalya'da değil bütün Avrupa'da panik yaratmış, Türk korkusu yüzünden göçler başlamış, hatta Papa bile bir ara Roma'yı terkedip Fransa'ya gitmeyi düşünmüş ve Roma'da kalmayı askerlerinin verdiği garantilerden sonra kabul edebilmişti... Ama hem kendi askerleri, hem de diğer Hristiyan memleketlerden gelen birlikler "Bu iş bedavaya olmaz, bedeli vardır" demişler, Papa'yı koruma karşılığı olarak Vatikan'daki bütün gümüşleri talan etmişlerdi!


Otranto'da ise bitmeyen bir sevk faaliyeti vardı... Osmanlı donanmasına karşı koyanlar ile İslamiyet'i kabul etmeyenlerin bazılarının idam edildikleri, hayatta bırakılanların da gemilere doldurulup esir olarak İstanbul'a gönderildikleri ve birliklerin İtalya'nın içlerine doğru ilerlemeye hazırlandıkları söyleniyordu.


İşte bu günlerde, Gedik Ahmed Paşa'nın ordugahına kara bir haber geldi: Paşa'yı İtalya'ya gönderen hükümdar, yani Fatih Sultan Mehmed artık hayatta değildi! Tahta büyük oğlu Bayezid çıkmıştı ve Gedik Ahmed Paşa'yı geri çağırıyordu...


Bu emir üzerine birlikler Otranto'yu boşalttılar ve gemilerle İstanbul'a döndüler...


Papa Fransuva'nın geçen Pazar günü "aziz" ilan ettiği "Otranto şehidleri" efsanesi de o günlerde doğdu...


Osmanlı donanmasına karşı mücadele edenlerin başında, Antonio Primaldo adında bir Otrantolu vardı. Primaldo ile şehirlerini müdafaaya çalışan Otrantolular bir iddiaya göre savaşırken can vermiş, bir başka iddiaya göre de İslamiyet'i kabul etmedikleri için Gedik Ahmed Paşa tarafından idam ettirilmişlerdi. Kaç kişi oldukları hakkında kesin bir kayıt yoktu ve asırlar boyunca 278 ile 1300 arasında değişen sayılar ortaya atıldı...


Otrantolular, 1480'in 11 Ağustos'unda yaşanan muharebede hayatlarını kaybedenlerden yahut sonradan idam edilenlerden 278'inin kurukafaları ile kemiklerini şehir merkezindeki katedrale taşıyıp çok büyük camekanlara doldurdular ve hala muhafaza ediyorlar!


Vatikan, Primaldo ile arkadaşlarını asırlar boyunca unutmadı ve "aziz" ilan edilmeleri çabaları taaa 16. asırda başladı. 1539'da kutsandılar, azizliğin ilk basamağı olan "Béatification" merasimini de 1771'de o zamanın Papa'sı 14. Clement idare etti. Derken, aradan iki asırdan fazla zaman geçti ve Papa 16. Benedictus, bu senenin 11 Şubat'ında makamından ayrılacağını açıklamasından birkaç dakika önce hepsini "azizlik" makamına yükseltti. Papa Fransuva da geçen Pazar günü sayıları tam olarak bilinmeyen "Otranto Şehidleri"ni toplu halde aziz ilan etti ve isimleri Katolik Kilisesi'nin "azizler defteri"ne başta Antonio Primaldo olmak üzere yine toplu olarak, yani "Primaldo ve arkadaşları" diye yazıldı...


Papa'nın geçen hafta yaptığı ve Vatikan tarihinin en büyük "toplu azizlik ilanı" olan merasimin temelinde, işte bundan 533 sene önceki askeri harekatımız vardı...


Üzerinde durup düşünmemiz gereken mesele işte burada: Birkaç yıl önce "Avrupa Birliği başka bir kültürdür, içerisinde Türkiye'ye yer yoktur" diyen Papa 16. Benedictus makamını terkedeceğini açıkladığı gün 533 senedir devam eden kan davasını neticeye bağlamak için Fatih'in askerlerinin karşısında canından olan Antonio Primaldo ile arkadaşlarını "aziz" ilan ediyor; yerini alan yeni Papa Fransuva karara büyük bir ayinle resmiyet kazandırıyor, biz ise hala "dinlerarası diyalog"dan falan bahsedip duruyoruz...

Otranto fatihini idam eden Bayezid 'Gedik'i tepeledim' diye yazıyordu

Azizler, Katolik doktrinine göre cennete girecekleri kesin olan kişilerdir, şefaatleri Allah katında kabul edilecektir ve dolayısı ile her Katolik, Hazreti İsa ile Hazreti Meryem'in yanısıra azizlere de dua edip şefaat isteyebilirler...


Kilise, "azizlik" mertebesine yükseltme işini dört aşamada hayata geçirir. Önce, o kişinin veya kişilerin "Hristiyanlığa büyük hizmetlerde bulundukları" ilan edilir, sonra kutsanır, ardından "ermiş" yapılır ve nihayet "aziz" ilan edilirler...


Bütün bunlar yapılırken aziz adaylarının mucizeleri aranır ve "azizlik" mertebesine bu mucizelerin belirlenmesinden sonra yükselebilirler.


Vatikan, asırlar boyunca Antonio Primaldo ve arkadaşlarının mucizelerini tesbit etmeye çalıştı... Önce "mezarlarından çıkıp öldükleri yerlerde dolaştıklarının görüldüğünü" duyurdu, ardından "Otranto'daki kemiklere dokunan hastaların şifa bulduklarını" açıkladı ve azizlik mertebesine yükselmeleri işte bu "mucize"lerin belirlenmesinden sonra yapıldı!


Peki, Otranto'dan İstanbul'a dönen Gedik Ahmed Paşa'nın akıbeti nasıl oldu dersiniz?
Hiç de hoş olmadı! 1482'nin 18 Kasım'ında, Fatih'in oğlu İkinci Bayezid tarafından idam ettirildi... Paşa, o sıralarda henüz yeni inşa edilmekte olan Topkapı Sarayı'nda hükümdarın verdiği bir ziyafete davet edildi, yemekler yenilip vezirlere adet üzere kaftanlar giydirilirken Gedik'e siyah kaftan sunuldu... Bu, "Hayatın buraya kadarmış" demekti ve Bayezid'in bir işaretiyle, dilsiz celladlar Paşa'yı hemen orada boğdular, bir iddiaya göre de hançerleriyle parça parça ettiler..


İdamın gerekçesi, kardeşi Cem Sultan ile yıllar sürecek bir mücadeleye girişmiş olan Bayezid'in, Paşa'nın Cem ile mektuplaştığı yolunda aldığı ihbarlar idi... Bayezid, daha sonra adamlarından İskender'e gönderdiği bir mektupta "...Bilesin ki Gedik'i tepeledim. Sen de Cem'in oğlunu mecal vermeyip boğdur ama kimseler bilmesin" diye yazacaktı!

Habertürk, Yazı Murat Bardakçı, 19.05.2013

SİDAS ANTİK KENTİ TOPRAK ALTINDA

 

 

Manisa'nın Demirci İlçesi İcikler beldesi sakinleri, beldesi sınırlarında bulunan Sidas'ın (Saittai) ortaya çıkarılması için kazı çalışmalarının başlatılmasını istiyor.

 

Manisa'nın Demirci İlçesi İcikler beldesi sınırlarındaki Sidas'ın (Saittai) ortaya çıkarılması için kazı çalışmalarının başlatılmasını isteyen yöre halkı, "Yıllarca tarih hırsızlarının talanıyla yarısını kaybeden bu tarihi kentte kazı yapılmazsa kalan bölümün yarısı toprak altında kalacak. Zira tarım alanı olarak kullanılan alandan kalanlar da doğanın ve insanların tahribatıyla işe yaramaz hale gelecek" dedi.

 

Sidas'ın güneyindeki büyük stadyumun mermer oturaklarının tamamen ayakta olduğunu söyleyen vatandaşlar, "Stadyumun içi tütün tarlası yapılmış, köylüler tütün kırıyor. Hala akan bir su kaynağı etrafında kurulan şehrin birçok yapıları tütün tarlaları arasında yükseliyor. Yarısı içeride yarısı dışarıda onlarca lahitle kendini belli ediyor. Sidas acilen koruma altına alınarak, akabinde bilimsel kazı çalışmaları başlatılmalı" dedi.

haberler.com, 19.05.2013

AĞRI'DA BİN 500 YILLIK MEZAR ODASI BULUNDU

 

 

Ağrı'nın Eleşkirt İlçesi'ne bağlı Gökçayır Köyü'nde yaşayan Enver Ayaz, evi için açtığı foseptikte 2 bin 500 yıllık mezar odası buldu.

 

Eleşkirt Kaymakamı Hakan Ezgi ve İlçe Belediye Başkanı AK Partili Mehmet Nuri Çelik ile birlikte köye giden Vali Mehmet Tekinarslan, tarihi mezar hakkında yetkililerden bilgi aldı. Gökçayır Köyü'nde oturan Enver Ayaz, yeni yaptırdığı evi için fosseptik çukuru kazarken yaklaşık 3 metre yerin altında oda şeklinde bir yer buldu ve durumu jandarmaya bildirdi. Koruma altına alınan ve Erzurum Müzesi tarafından inceleme yapılan mekanın 2 bin 500 yıl öncesine ait bir mezar odası olduğu açıklandı. Mezar içerisinde boncuk ve bronz süs eşyaları ile insan kemikleri bulunduğu belirtildi. 

 

Yetkililer, Doğu Anadolu Bölgesi'nde ilk defa bu büyüklükte bir oda mezar bulunduğunu açıkladı. Vali Tekinarslan, Kaymakam Hakan Ezgi'den 4 metreye 225 santimetre ve mimari açıdan düzenli bir yapıya sahip olan tarihi mezarın tahrip olmaması için ziyarete kapatmalarını istedi.

Akşam, 19.05.2013

'TAŞ DEVRİ'NDEN ARKEOLOJİK PARKA

 

 

Latmos Dağı'ndaki kaya resimleri, taşocaklarında mıcır olmaktan kurtuluyor. Dağ koruma altına alınıp, arkeoloji parkı haline getiriliyor.

 

Kaya resimlerinin çeşitliliği ve zenginliğiyle gündeme gelen Latmos Dağı’nın taşocaklarından kurtarılması için girişimler olumlu sonuçlar vermeye başladı. Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü ve Aydın Arkeoloji Müzesi uzmanları, dünyada örneklerine az rastlanan 8 bin yıllık kaya resimlerinin yer aldığı tarihteki adı ‘Latmos’ olan Beşparmak Dağları’nın Doğa, Tarih ve Arkeoloji Parkı haline getirilmesi için çalışma başlattı. Çalışma kapsamında, dağın tamamı taranıp tüm kaya resimleri tespit edilecek. Daha sonrada Latmos Dağı’nın koruma altına alınması planlanıyor. 

İlçe ilçe tespitler yapılıyor 
Dağın Aydın bölümünde Eko Sistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) onursal üyesi, kaya resimleri uzmanı Dr. Anneliese Peschlow’un da katılımıyla geçen yıl tescil çalışması yapılmıştı. Tarih ve Arkeoloji Parkı olarak kabul edilmesi ve Latmos Dağı’ndaki tüm kaya resimlerinin tespiti için çalışmalara bu yıl Koçarlı İlçesi'ne bağlı Bağarcık Köyü yakınlarında bulunan Çörlenasar bölgesinde devam edildi. Buradaki tüm kayalar ve mağaralar didik didik edildi. Bulunan kaya resimlerinin değerlendirmeleri yapıldı, kayıtlara geçildi. Son olarak ise geçen çarşamba günü Latmos’taki en kalabalık figürlerin yer aldığı, Ballıkkaya Mağarası incelendi. 

‘Aile ve şenlik figürleri eşsiz’ 
Kaya resimlerinin eşsiz olduğunu belirten EKODOSD Onursal Üyesi Peschlow şunları söyledi: “Elimizdeki mevcut buzul çağından sonraki diğer örneklerden farklı olarak, ne insana ne de hayvanlara karşı savaş ve şiddet içeren sahneler bulunmamaktadır. Ayrıca günlük yaşamdaki tarım ve hayvancılıkla ilgili sahneler de mevcut değildir. Buradaki resimlerde aile ve 8 bin yıl önce şenlik figürleri yer almakta. Latmos Dağı’nın tüm insanlığı ilgilendiren muhteşem özellikleri bulunmasına karşın yıllardan beri bu dağlarda maden ocakları işletilmektedir. Yakın zamana kadar bu ocaklar, dağ zincirinin doğusunda bulunurken, son yıllarda tüm sathına yayıldı. Ne yazık ki bu ocaklar Beşparmak Dağları’nın eşsiz panoramik manzarasını bozmakla kalmayıp dünyada eşi benzeri bulunmayan, tarih öncesinden günümüze kadar gelmiş olan kaya resimlerini de tehdit etmeye başlamışlardır. Oysa bu tarih öncesi resimler ve etrafındaki doğal çevre birbirlerine bağlıdır ve birbirleriyle adeta iç içe geçmektedirler. Latmos tümüyle doğa, tarih ve arkeoloji parkı haline getirilebilir. Türkiye ’de gelişmekte olan turizm için, Latmos çok değerli alternatif bir kaynak olacaktır. Örneğin Fransız Alpleri’ndeki Bego Dağı’ndaki kaya gravürlerini çok verimli bir biçimde değerlendirmişler ve her yıl binlerce turisti bölgeye çekmektedirler.” 

Çalıştay düzenlenecek 
EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü de yürütülen çalışmaların umut verici olduğunu söyledi. Konuyla ilgili bu ayın sonunda çalıştay düzenleyeceklerini belirten Sürücü, “Latmos’un diğer yarısı Muğla bölgesinde olduğu için, buradaki uzmanlar tarafından da aynı çalışmaların başlatılacağına inanıyoruz” dedi.

Radikal, 19.05.2013

FABRİKADA SANAT

 




Kopenhag'taki Ny Carlsberg Glyptotek Müzesi, 1800'lü yıllarda sanayi devriminin ilk patronlarından ve ciddi bir sanatsever olan Carlsberg Biracılığın sahibi Carl Jacobsen (1842-1914) tarafından kurulmuş. Müzeye "heykel deposu" anlamına gelen Glyptotek adı verilmiş. Tutkulu bir koleksiyoner olan işadamı, bira satışlarından ettiği karla İskandinavya'daki en geniş özel koleksiyonu oluşturmuş ve Danimarka halkına miras bırakmış. Her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret edilen Ny Carlsber Gyptotek Müzesi 50 (yazıyla, elli) futbol sahası büyüklükte bir alanda yer alan fabrika binalarıyla yan yana hizmet veriyor. Müzeyi gezerken bir yandan sanat eserlerini bir yandan da tarihi imbikleri görebiliyorsunuz.

ETKİLEYİCİ MİMARİ
Müzenin mimarisi de en az içinde yer alan eserler kadar ilginç. Hatta Danimarka'da bir eşi daha yok. Ny Carlsberg Glyptotek Müzesi 4 binadan oluşuyor. Birincisini mimar Vilhelm Dahlerup tasarlamış ve 1897'de inşa edimiş. 3 kanadı olan kırmızı tuğlalarla örülü binanın mimarisinde Rönesans Venedik'inden esinlenilmiş. Tavanı ve duvarları frizler ve resimlerle süslü, içerisinde mermer sütunlar bulunuyor. Zeminiyse mozaik kaplı. Bu binada Danimarka ve Fransız sanatından eserler yer alıyor. Müzenin kış bahçesi de mimar Dahlerup'un imzasını taşıyor. 1906'da Hack Kampmann'ın inşa ettiği ve antik eserler koleksiyonunun bulunduğu binanın 4 kanadı, görkemli sütunlara sahip bir ana salona sahip. Stili daha klasik ve güneye bakan tarafı bir piramitle taçlanmış. Daha sonra müzeye Fransız ressamların eserlerini sergilemek için mimar Henning Larsen tarafından bir bina daha eklenmiş ve 2006'da eski Akdeniz medeniyetleri için yepyeni bir sergi alanı açılmış.


Danimarka'daki en geniş Fransız empresyonist koleksiyonu da bu müzede yer alıyor. Özellikle Paul Gauguin koleksiyonu en iyilerden. Eckersberg, Kobke, Lundbye, Freund, Jerichau ve Bissen gibi Danimarka Altın Çağı'nın önemli örnekleri burada görülebilir. Müzede yıl boyu konserler, sergiler, rehber eşiliğinde geziler de düzenleniyor.

Habertürk, Haber: Nur Toprakoğlu, 18.05.2013

MÜZE SAYISI ARTIYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2003-2013 arasında Türkiye genelinde bakım, onarım ve teşhir-tanzim çalışmaları tamamlanan 97 müzenin ziyarete açıldığını, 38 yeni müzenin de hizmete girdiğini bildirdi.

Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamaya göre, 188 müze, 130 örenyeriyle 172 özel müzenin bakım, onarım ve teşhir tanzim uygulamaları çalışmaları sürdürülüyor.

 

2003-2013 yılları arasında bakım, onarım ve teşhir-tanzim çalışmaları tamamlanan 97 müze ziyarete açılırken, aynı dönemde 38 yeni müze de hizmet vermeye başladı.

 

Son 3 yılda kazı, satın alma, zor alım, hibe ve bağış yoluyla müzelere 152 bin 123 eser kazandırılırken, yurt dışından toplam 4 bin 138 eser Türkiye'ye getirildi.

 

Aynı zamanda Bakanlığa bağlı müzelerde bulunan yaklaşık 3 milyon 200 bin eser için modern teknolojiyle donatılmış 10 Restorasyon ve Koservasyon Bölge Laboratuvarı da kuruldu.

 

Bakanlığa bağlı müze ve örenyerlerini 2011'de 28 milyon 462 bin 893 kişi ziyaret ederken, 2012'de bu rakam 28 milyon 781 bin 308'e yükseldi.

 

Müze ve örenyerlerinden 2007'de 72 milyon 100 bin lira gelir elde edilirken, 2012'de bu rakam yüzde 289 oranında artarak 280 milyon 200 bine ulaştı. 2012 itibarıyla Müzekart'tan elde edilen gelir 20 milyon 671 bin 808 lira olurken, 2011-2012 arasında Müzekart uygulamasıyla ziyaretçi sayısı yüzde 49 oranında arttı.

 

Ayrıca çocuklara müze ve kültürel değerlerin korunması bilincini aşılamak üzere yaz okulu etkinlikleri, çocuk şenlikleri, atölye çalışmaları, drama gösterileri, seminerler, konferanslar, geçici sergiler, toplantılar, konserler, özel gün ve gecelerle kültürel amaçlı geziler de düzenleniyor.

Yeni Şafak, 18.05.2013

FİRARİ SİKKELER YURDA DÖNDÜ

 

 

Türkiye'den çeşitli dönemlerde kaçırılan 23 sikke, vatanına geri döndü. Avustralyalı bir kadın, vasiyetinde kendisinde bulunan sikkelerin Türkiye'ye iade edilmesi istedi. Hayata veda eden kadının vasiyetinin yerine getirilmesinin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı, alışılmışın dışında bir yolla ülkeye dönen Roma dönemine ait 23 adet sikkeyi tanıttı.


Olay Avustralya'da, Katolik İlahiyat Üniversitesi'nde dekan yardımcısı olarak görev yapan Rosemary Canavan'ın Türk yetkililerine gönderdiği dilekçeyle başladı. Dilekçede, geçen yıl vefat eden Julie Hooke adlı kişinin, kendisinde bulunan bir grup sikkenin Denizli'de bir müzeye gönderilmesini vasiyet ettiği belirtildi.

 

Canavan dilekçede, Hooke'nin ailesinin vasiyeti yerine getirmesi için kendisinden yardım istediğini vurgulayıp, sikkelerin listesini dilekçeyle birlikte Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne iletti. Listeyi inceleyen Genel Müdürlük, Canavan'dan, Roma dönemine ait yaklaşık 3 bin yıllık 23 sikkenin Melburn Başkonsolosluğu'na verilmesini istedi. Gerekli bürokratik işlemler yapıldı ve sikkeler Türkiye'ye döndü. Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde tanıtılan sikkeler, Denizli Müzesi Müdürlüğü'ne teslim edilerek Hooke'nin adının geçtiği bir plaketle sergilenecek. Tanıtımda konuşan Kültür Varlıkları Genel Müdür Yardımcısı Zülküf Yılmaz, "Avustralya'dan getirilen 23 parça sikkenin 22'si tunç, 1'i gümüş. MÖ 1. ve 2. yüzyılda Roma dönemine ait şehir sikkeleridir" dedi.

Habertürk, 18.05.2013

MECLİS HEYKEL VE TABLOLARININ PEŞİNDE

 

Sultan Abdülaziz’in 1864’te Paris’te yaptırdığı heykeller ile Saray Koleksiyonu’nda bulunan tablolar gönderildikleri yerlerden geri istendi.

TBMM Genel Sekreter Yardımcısı Yasin Yıldız, heykelleri resmi yazıyla istediklerini belirtirken, “Umarız yuvaya dönerler” dedi. Abdülaziz’in Paris’te Rodin’in heykellerinin de yapıldığı Thiebaut dökümhanesinde yaptırdığı 22 heykel 1864’te Beylerbeyi Sarayı’na getirilmişti.

Abdülaziz‘in tahttan indirilmesinin ardından heykeller Beylerbeyi Sarayı’nın bahçesinden alınıp farklı yerlere gönderildi. Abdülaziz’in at üstündeki heykeli Topkapı Sarayı’na verildi. Böğüren boğa, dinleyen geyik ve kaplan heykelleriyle, timsah üstündeki aslan kendi yerinde, yani Beylerbeyi’nin bahçesinde kaldı.

ATLI KÖŞK’E ADINI VEREN HEYKEL DE İSTENİYOR
Kadıköy’ün simgesi haline gelen dövüşen boğa, 1951’den 1969’a kadar Spor Sergi Sarayı’nda kaldı, sonra Kadıköy Kaymakamlık Binası’nın önüne alındı. “Şaha kalkmış özgürlük atı” ise Sakıp Sabancı Müzesi’nin bahçesinde bulunuyor. Mısır Hıdivi İsmail Paşa’ya ait olan, 1913 yılına kadar Karadağ Sefarethanesi olarak kullanılan, 1923 yılında Hıdiv İsmail Paşa’nın torunu Mehmet Ali İhsan Bey tarafından yeniden yaptırılan, 1951 yılında Hacı Ömer Sabancı tarafından satın alınan köşk, bu at heykeli nedeniyle Atlı Köşk olarak biliniyor. Koç Ailesi’ne ait Divan Oteli’nin önündeki geyik heykeli ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait Emirgan Korusu’ndaki bir heykel ve Saraçhane’deki aslan da istenen heykeller arasında bulunuyor. TBMM Genel Sekreter Yardımcısı Yasin Yıldız, Habertürk’ün sorularını yanıtlarken, bu heykellerin ait oldukları Beylerbeyi Sarayı’nın bahçesine getirilmesi için ilgili yerlere yazılar yazdıklarını bildirdi. Yazıların yeni gönderildiğini, heykelleri talep ettikleri kurum ve kuruluşların nasıl yanıt vereceğini bilemediklerini belirten Yıldız, “Ümit ediyorum, olumlu yanıt verirler, heykeller de ait oldukları yere, yuvalarına dönerler” dedi.

TABLOLAR DOLMABAHÇE SARAYI’NA
TBMM Genel Sekreter Yardımcısı Yasin Yıldız, Milli Saraylar Dairesi’ne ait olan ve daha önce Dolmabahçe’de bulunan Saray Koleksiyonu’ndan önemli parçaların da geçmiş dönemlerde farklı kurumlara verildiğini tespit ettiklerini bildirdi. Yıldız, aralarında Ayvazovsky, Ali Rıza Efendi, Şeker Ahmet Paşa, Osman Hamdi Bey ve Zonaro’nun da bulunduğu çok sayıda ressamın tarihi özelliği de bulunan değerli tablolarını Dolmabahçe Sarayı’na geri istediklerini belirtti. Yıldız, tabloları sohbaharda Dolmabahçe’de Veliaht Dairesi’nde düzenlenecek bir sergide bir araya getirmeyi hedeflediklerini söyledi. Yıldız, bu tabloların da daha çok Topkapı Sarayı ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’nde bulunduğunu ifade etti.

Habertürk, Haber: Saliha Çolak, 17.05.2013



******


"BOĞA KADIKÖY'DE KALSIN, 'BÖĞÜREN BOĞA' YANINA GELSİN"

 

 

Kadıköy Belediye Başkanı Öztürk, boğa heykelinin Beylerbeyi Sarayı’nda “Böğüren boğa” heykelinin yanına taşınması talebiyle ilgili, “Heykeller insanlarla kucaklaşınca anlamlıdır. Böğüren boğa buraya gelsin” dedi.

 

“Bize Beylerbeyi Sarayı’ndaki ‘böğüren boğa’ heykelinin Altıyol’daki boğa heykelinin eşi olduğunu ve boğayı kendilerine iade etmemizi söylüyorlar. İstanbul’da kaç kişi saraya kapatılan ‘böğüren boğa’yı biliyor? Ama tüm İstanbul, Kadıköy’deki boğayı bilir. Boğaların beraber olmasını istiyorlarsa onu da Altıyol’a koyalım. Heykeller kentte insanlarla olduğu sürece anlamlıdır.”

 

Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Milli Saraylar Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı’nın, Kadıköy Belediyesi’ne gönderdiği yazıyla Kadıköy Altıyol’da bulunan boğa heykelinin sahibinin Milli Saraylar olduğunu ileri sürerek heykelin iadesini talep etmesini bu sözlerle değerlendiriyor.

 

bianet’e konuşan Öztürk, talebi gereksiz bulduğunu belirterek, birilerinin hiç sorun olmayan konularda kriz yarattığını belirtti.

 

“Biri kuyuya bir taş atıyor. Sonra 40 kişi o taşı çıkarmakla uğraşıyor. Bunu adet haline getirdiler.”

“Boğa kamuya aittir, kimsenin malı olamaz”

 

Heykeller kente dağıldığında, insanlarla kucaklaştığında bir anlam ifade ettiğini vurgulayan Öztürk, heykeller sarayların bahçelerine hapsedildiğinde kentle ve sosyal hayatla yeteri kadar iç içe olamayacağını savunuyor.

 

“Boğa heykeli şu an olması gereken yerde. Her gün binlerce insan heykelin önünde fotoğraf çektiriyor. İnsanlar için buluşma noktası olmuş, yol tarifleri heykelden veriliyor. “Yani Kadıköy’ün başlıca simgelerinden ve kamunun ortak malı olmuş durumda. Kamunun ortak malları için kimse kalkıp da ‘Bu benimdir’ deme hakkına sahip değil.

 

“Bunun dövüşen boğa olduğunu ve Beylerbeyi Sarayı’ndaki böğüren boğanın eşi olduğunu söylüyorlar. Merak ediyorum, acaba kaç kişi sarayın bahçesindeki böğüren boğayı biliyor. Ancak Altıyol’daki boğa heykelini tüm İstanbul biliyor.

 

“Biz diyoruz ki, dövüşen boğayı saraya kapatacağımıza oradaki böğüren boğayı çıkartalım şimdiki boğa heykelinin yanına koyalım, insanlar onu da öğrensin.”

 

Öztürk’e TBMM Milli Saraylar Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı’nın neden birden böyle bir girişimde bulunmuş olabileceğini soruyoruz.

 

“Bazı insanların heykellere karşı alerjileri var ve kentlerde heykellerin görünür olmasını istemiyorlar. Diğer bir neden de kentin simgelerini yok ederek insanların hafızalarını tahribata uğratmak da istiyor olabilirler.

 

“Ben bunu son derce gereksiz bir tartışma olarak görüyorum. Ancak neticede Kadıköy halkı bu heykele sahip çıkacaktır. Boğa heykeli yerinden kalkmayacak.

Bianet.org, Haber: Ekin Karaca, 17.05.2013

 

******


KADIKÖY'ÜN BOĞA İNADI

 



Kadıköy Belediyesi sınırları içinde bulunan ve Kadıköy'ün simgesi haline gelen Altıyol'daki Tarihi Boğa Heykeli, Kadıköy Belediyesi ile Milli Saraylar Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı'nı karşı karşıya getirdi.

TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı, Beylerbeyi Sarayı'ndan çıktığı tespit edilen 7 heykelin geçen ay kurumlara gönderilen resmi yazıyla aralarında Sabancı Müzesi'ndeki at, Kadıköy Altıyol'daki boğa, Divan Oteli önündeki geyiğin de bulunduğu eserleri geri istemişti.

Kadıköy'ün Boğa Heykeli, 1864 Yılında Sultan Abdülaziz tarafından sanatçı Rouillar'da Paris'te yaptırılmıştı. Orijinal adı "Dövüşen Boğa" olan Kadıköy'ün Boğa Heykeli, uzun yıllar çeşitli noktaları dolaştıktan sonra Altıyol'a konulmuş burada Kadıköy ile özdeşleşmişti.
 

'Dövüşen Boğa Heykeli'nin, Kadıköy ile özdeşleştiğini ve Kadıköy'ün simgesi haline geldiğini ifade eden Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk ise heykeli isteyen Milli Saraylar'a gönderilen cevabi yazıya olumsuz yanıt verdiklerini ve heykelin Kadıköy'de kalması gerektiğini ifade ettiklerini söyledi.

Heykelin Beylerbeyi Saray Bahçesi'ne nakledilmek istenmesinin anlamsız olduğunu kaydeden Öztürk şöyle konuştu;""Kadıköylüler bu heykeli seviyor. Burada buluşuyor, resim çektiriyor, maç galibiyetlerinde gelip coşkuyu paylaşıyor. Yıllardır heykel burada yaşıyor adeta. Şimdi bunu alıp, bir saray bahçesine koymanın, halktan uzaklaştırmanın anlamı yok."

"Altıyol Heykeli, Kadıköy'ün, Kadıköylülerindir. Kadıköylüler olarak ailemizin bir parçası olarak kabul ediyoruz." diyen Başkan Öztürk "Onu vermeye gönlümüz razı değil. Bu karardan vazgeçileceğini umuyoruz." dedi.

Milli Sarayların heykelin eşi olduğu ve onunla buluşturulmak istendiğini kaydeden Öztürk " Eğer eşi ile buluşturmak isteniyorsa, eşini de bize versinler Kadıköy de Altıyol'a koyup buluşturalım. Bu talepten vazgeçileceğini umuyor, bekliyoruz." diye konuştu.

Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 18.05.2013

 

******


SSM: O HEYKELİ SATIN ALDIK

 

Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), müze bahçesinde yer alan bronz at heykelinin Beylerbeyi Sarayı’na iade edilmesi talebiyle ilgili açıklama yaptı. Açıklamada “Milli Saraylar’dan gelen resmi yazınız elimize ulaştı. SSM bahçesinde yer alan at heykeli, Mahmut Muhtar Paşa’nın Moda’daki konağının 1950’li yıllarda kamulaştırılmasının ardından gerçekleştirilen müzayedede Hacı Ömer Sabancı tarafından satın alınmış, özel koleksiyonunun parçası olmuştur. Sabancı Ailesi’nin özel koleksiyonu, Sabancı Üniversitesi’ne devredilerek müze koleksiyonuna dönüşmüştür. Söz konusu heykel de SSM’nin tüm koleksiyonu gibi Kültür Bakanlığı denetimindedir” denildi.

Radikal, 18.04.2013

 

******


BOĞA HEYKELİ TEHDİT ALTINDA

 

Milli Saraylar Daire Başkanlığı, Kadıköy Belediyesi’ne bir mektup göndererek Altıyol’daki heykelin kendilerine verilmesini talep etmiş.
 

Eğer “İleride bu heykelin başına hiçbir şey gelmez” diyebilecek durumda olsaydık, “iade edilmesin” diyecektim.


Hatta bir Kadıköylü olarak diyordum da...
Fakat tarihi kıymeti olan bu önemli heykelin Beylerbeyi Sarayı’nda durması heykelin “sağlığı” açısından daha hayırlı olacak gibi görünüyor.
Ne yazık ki Boğa heykeli, sadece “yanında masumca fotoğraf çektirilen” bir simge değil. Her an vandalizme kurban edilmek üzere onu “sevecek” futbol holiganlarını bekler vaziyette. Üstelik bu oldu da...
Hatırlayın, Lazio ile Fenerbahçe arasında oynanacak UEFA Avrupa Ligi çeyrek final maçı öncesinde kimliği belirsiz kişiler tarafından mavi-beyaza boyanarak üzerine Lazio yazıldı...
Bir sene öncesinde de yine benzer bir saldırıyla karşılaşmıştı heykel...
Memleket sınırları içinde spor “vahşet” sularında gezerken kimsenin heykelin tarihi değerini düşüneceği yok.
“Fenerbahçe’nin mekanı Kadıköy içinde, üstelik bir simge” diye pek yakında holiganlar beton kırıcıyla gelip heykeli tahrip etmeye bile kalkabilirler...
İnsanların futbol yüzünden birbirlerini öldürdüğü bir şehirde, söz konusu tarihi bir değer olduğunda “En iyi önlemi nasıl alabiliriz?” sorusunu sorarak düşünmeye başlamak gerek.
Her sene heykelin başına bir hal geliyor, bundan sonra daha fazlasının olmayacağını nasıl garantileyebiliriz?
Futbol holiganlarından heykeli korumak için yüksek bir kaideye koyup, etrafını dikenli telle çevirip, dikenli tele de elektrik veremeyeceğimize göre...
En iyi çözüm, onu daha güvenli olan Beylerbeyi Sarayı’na gönderip bir kopyasını meydana, aynı şimdi olduğu haliyle yerleştirmek gibi görünüyor...
Milli Saraylar, Atlı Köşk’e ismini veren at ve Divan Oteli’nin önündeki geyik heykelini de istiyor.
Fakat onların durumu Boğa heykelinden farklı.
Bu heykeller 50’li yıllara kadar Moda’daki Mahmut Muhtar Paşa Köşkü’ndeydi. Bu köşkü yakından tanıyorsunuz esasında:
Şimdiki Kadıköy Lisesi...
50’lerde ailenin devlete olan borçlarından dolayı, köşk Milli Eğitim’e devredildi, içindeki eşyalar da müzayede ile satıldı.
At ve geyik heykelleri bu köşkün bahçesinde duruyordu ve satılan eşyalar arasındaydı.
Müzayedede atı Sabancı’lar, geyik heykelini ise Koç’lar aldı. İşte, heykellerin İstanbul seyahati de o zaman başladı...
Bu heykelleri 60 yıl önce devlet, “ailenin malı” diye müzayedede satılmasına müsaade etmiş.
Şimdi geri istiyor.


Oysa bir usulsüzlük veya “Saraydan heykel kaçırma” söz konusu değil...

Hürriyet, Yazı: Melike Karakartal, 21.05.2013

 

******


BOĞA HEYKELİ GİDERSE

 

Milli Saraylar, Kadıköy’ün simgesi olan boğa heykelini Altıyol’dan alıp, Beylerbeyi Sarayı’ndaki eşinin yanına götürmeyi talep etti.


Boğa heykeli Kadıköy’den alınıp, müzeye kalkarsa;
Anadolu yakasını bilmeyenlerin en bilinen buluşma noktası artık olmayacak.
Kendimize “boğa heykelinin önü” yerine başka bir buluşma noktası belirlememiz gerekecek. Yoksa kaybolanlar artacak.
İstanbul dışından gelenlerin yanında fotoğraf çektirdiği önemli bir sanat eseri ortadan kalkmış olacak.
Müzeye giden boğa heykeli, diğer boğa ile hoşlaşmayacak, eski yerini ve kalabalığı arayacak.
Hürriyet Gazetesi’nde yapılan ankette halkın yaklaşık yüzde 90’ı “heykel yerinde kalsın” demişti, boğa taşınırsa otoritelerin halkı pek de ciddiye almadığı, bir kez daha ortaya çıkmış olacak!

Hürriyet, Yazı: Ömür Gedik, 21.05.2013

 

******


BOĞA, MUHABBET KUŞU DEĞİLDİR

 

Boğa’nın diğer tekini istiyormuş Beylerbeyi Sarayı.
Olmaz veremeyiz. Hakikaten veremeyiz.
Boğa’sız bir Kadıköy Meydanı düşünülemez. Boğa heykelsiz bir Kadıköy neye benzer biliyor musunuz?
Cep telefonsuz yaşamaya. Ne arkadaşınız ne sevgiliniz ne annenizle buluşamaz, program yapamaz olursunuz. O Kadıköy, yokuşu, denize bağlanan çarşısıyla size bol gelir. Kaybolursunuz...
Boğa heykeli, Kadıköy’ündür.
O kadar öyledir ki... Kadıköylüyü de dönüştürmüştür. Heykelle hastalıklı bir ilişkisi olan Türkiye’nin geri kalanından farklı kılmıştır onu...
Heykelle haşır neşir kılmıştır her şeyden önce.
Onun önünde randevu verir. Onu gerektiğinde Fenerbahçe taraftarı yapar.
Hayalarını karşı takımın renklerine boyamak suretiyle...
Boğa heykelinin önü her zaman şenliklidir. Boğa’nın üzeri de doludur.
Çocuklar çıkar. Çocuklar iner. Kadıköy’e ilk kez ayak basan önünde resim çektirir. Arkasında saklanır. Buluşacağı kişiye sürpriz yapar derken...
Uzun yıllar saray bahçesinde yaşamış, Abdülaziz’e ait heykellerden özel alana aitken o kamusallaşmıştır.
Özelden kamuya çıkmıştır. Ve kamu tarafından da benimsenmiştir.
Bu sıradışı bir öyküdür.
O, devlet olarak kamunun modernleştirici yüzüyle bize modern diye dayattığı herhangi bir anıt değildir. Unutmamamızı salık verdiği için birine sipariş ettiği devlet büyüğü de değildir. O bir hayvan heykelidir.
Boğa, gücün sembolü olabilir. Erkekliğin. İktidarın.
Kadıköy’de öyle değildir.
Kadıköy’de devlet değil halk olarak kamunun heykelidir.
Halkın bağrına bastığı, birlikte yaşamayı sevdiği heykeldir.
Boğa dışarıya, o boğaya zamanla alışmıştır.
Şimdi eşinin yanına gitmesi o yüzden düşünülemez.
Ayrıca bu muhabbet kuşu mu eşini istiyor yanına?
Kadıköylünün o Boğa sayesinde heykelle ilişkisi öyle sağaltılmıştır ki, Alex ve Lefter’in heykellerinin önünde kuyruklar,  bir heykel olarak Lefter’le omuz omuza fotoğraf çektirmeler, Alex’e de Lefter’e de heykel değil insan muamelesi yapmak hep Boğa’yla başlayan sıkı fıkı ilişkinin neticeleridir.

Milliyet, Yazı: Ayşegül Sönmez, 22.05.2013

ULUÇ VE DOĞANÇAY'IN ESERLERİ SATIŞA ÇIKIYOR

 

 

Beyaz Müzayede, 24. Çağdaş ve Modern Sanat Müzayedesi’nde aralarında çok sayıda yerli ve yabancı başyapıtın yer aldığı 232 adet eseri satışa sunacak. 28 Mayıs Salı akşamı saat 19.00’da Sofa Otel’de gerçekleştirilecek müzayedede Burhan Doğançay’ın 13 yapıtı ile Ömer Uluç ve Mehmet Güleryüz’ün bazı eserlerinin de aralarında olduğu 232 eser alıcı bekleyecek.

Bu yıl hayatını kaybeden ressam Burhan Doğançay’ın çeşitli dönemlerine ait 13 eseri müzayedede satışa çıkıyor. Doğançay’ın sanat hayatına damgasını vurmuş “Kurdele Serisi”ne ait 1979 tarihli “Light My Fire” eserinin başlangıç fiyatı 350 bin ile 450 bin lira arasında olacak. Mehmet Güleryüz’ün en bilinen ve Bienal’de sergilenmiş başyapıtlarından olan “Su Serisi 3” isimli yapıtı müzayedelerde sanatçının bugüne kadar satışa sunulan en önemli eseri olarak gösterilirken, eserin başlangıç fiyatı 400 ile 600 bin lira arasında olacak.

Müzayede’de satışa sunulan eserler arasında Ömer Uluç’un 1985’te resmettiği “Tanker” isimli yapıtı da yer alıyor. Eserin başlangıç fiyatı ise 250 bin ile 350 bin lira arasında olacak. Canan Tolon’un “Tarihe Karışmasak” adlı en büyük tuval eserine koleksiyonerlerin yoğun ilgi göstermesi beklenirken, eserin başlangıç fiyatı 350 ile 450 bin arasında olacak. Marc Quinn, Julian Opie, Peter Halley ve Valerio Adami gibi yabancı sanatçıların eserlerinin de yer aldığı müzayedenin sergisi Sofa Hotel’de 23-27 Mayıs tarihlerinde sanatseverler tarafından gezilebilecek.

Habertürk, Haber: Zeynep Yıldırım, 17.05.2013

DÜNYANIN EN ESKİ SUYU BULUNDU

 

 

İngiliz bilim insanları Kanada'daki bir madende 1.5 milyar yıllık su buldu. Labaratuvar incelemeleri devam eden suyun şimdiye kadar bulunan en eski döneme ait su olduğu belirtildi.Kanada'daki bir bakır ve çinko madeninde bulunan kayadan 1,5 milyar yıl öncesinden kalma su çıkarıldı.

"Nature" dergisinde yayımlanan makaleye göre, Ontario eyaleti kenti yakınlarındaki Timmins bölgesindeki madende çalışma yapan Kanadalı ve İngiliz bilim adamları, 2,4 kilometre derinlikte bulunan tarih öncesi dönemden kalma suyun hala hidrojen ve metan gibi gazlar açısından zengin olduğunu keşfetti.

Daha önce yüzeyde olduğu ancak zamanla kayaların arasından sızıp yer altında biriktiği sanılan suyun içinde mikro organizmalar bulunup bulunmadığını belirlemek için test yapılıyor.

Manchester Üniversitesi'nden Prof. Chris Ballentine, "Daha önce Güney Afrika'da milyonlarca yıl öncesine ait su bulunmuştu. Bu ise şimdiye kadar bulunan en eski döneme ait su. Güney Afrika'daki su da benzer kimyasal yapıya sahipti ve içinde bazı mikroplara rastlanmıştı" dedi.

Suyun hangi döneme ait olduğunu bulmak için üç farklı tarihleme tekniği kullandıklarını belirten Prof. Ballentine, suyun içinde bulunacak mikro organizmaların tarih öncesi dönemde yaşamla ilgili son derece önemli bilgiler sağlayabileceğine dikkati çekti.

Çinko ve bakır içeren sülfit cevherinde bulunan suyun, 40-50 derece sıcaklığında olduğu belirlendi.

Sabah, 17.05.2013

YÜKSEKLİ KİLİSESİ İLGİSİZLİK KURBANI

 

 

Nevşehir'in Gülşehir İlçesi'nin Yüksekli Köyü girişindeki tarihi Bizans Kilisesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ilgisini bekliyor.

 

Dünyanın en ilginç yer oluşumlarından biri olan peribacaları, kayadan oyma kiliseleri ve yeraltı yerleşimleri ile Türk turizminin en önemli merkezlerinden biri olan Kapadokya bölgesinde, sayıları 400’e yaklaşan kiliselerden biri olan Yüksekli kilisesi duvarlarında sahip olduğu bölgenin ilk ikonografik vaftiz sahnesi ile dikkatleri üzerinde topluyor





Yüksekli Köyü Muhtarı Hayati Öztürk, geçmiş yıllarda tahrip olmasına karşın freskleri bakımından da oldukça zengin bir görünüm içerisindeki kilisenin bölge turizmine kazandırılmasını yıllardan beri arzu etmelerine karşın bunun gerçekleşmediğinden yakındı.

 

Yüksekli Köyü'nün hemen girişinde yaklaşık 150 metrelik bir tepenin orta noktalarında yumuşak tüf kayalara oyulu olarak yapılan tarihi kilisenin duvar fresk işçiliğinin de Göreme bölgesindeki kaya kiliselerindekilerden daha da üstün bir düzeyde olduğunu kaydeden Öztürk, MS 12.-13. yüzyıla tarihlenen Yüksekli Köyü'nün Kilise mevkiindeki Bizans kilisesinde zaman zaman bilimsel araştırmaların da yapıldığını söyledi.

 

Öztürk, MS 5. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen yer altı kentine de sahip Yüksekli Köyü'nün kültürel ve tarihsel değerlerinin etkin bir tanıtım ile Kapadokya turizminde hak ettiği yeri almasını istediklerini belirterek, ilgililerin bu konuda kendilerine destek vermesini istediklerini söyledi.

 


Nevşehir Kent Haber, 13.05.2013

1500 YILLIK BİZANS KÖPRÜSÜ KURULA TAKILDI

 

 

Beşköprü olarak da bilinen Sakarya'daki 1500 yıllık Justinianus Köprüsü'nün onarımıyla ilgili Karayolları'nın hazırladığı proje, Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'nca kabul edilmedi. Marmara Depremi'nde bazı kemer ayaklarında çatlaklar oluşan tarihi köprünün onarımıyla ilgili yeni bir proje hazırlanmadı. Köprünün kaderine terk edildiğini belirten turizmciler, onarımın acilen yapılması gerektiğini kaydediyor.

 

İmparator Justinianus tarafından 1500 yıl önce yaptırılan tarihi Justinianus Köprüsü, Bizans döneminin Anadolu'daki en görkemli anıtsal yapılarından biri. 384 metre uzunluk, 9,85 metre genişliğindeki köprü 12 kemer gözünden oluşuyor. Beşköprü olarak da bilinen tarihi köprünün Batı ucunda tak izi, Doğu ucunda apsisli yapı ve köprü ile ilgili tonozlu yapı kalıntıları bulunuyor.Köprü, en son Karayolları Genel Müdürlüğü'nce 1995 yılında onarılarak taşıt trafiğine kapatıldı. Marmara depreminde köprünün kemer ayaklarında çatlaklar oluştu. Aradan geçen 14 yılda köprünün onarımı yapılmadı. Köprünün üzerindeki taş duvarların bir bölümü de zamanla yıkıldı. Tarihi yapının restorasyonu için Karayolları Genel Müdürlüğü Tarihi Köprüler Şube Müdürlüğü, Gazi Üniversitesi'nde yüksek lisans tezi olarak bir proje hazırlattı. Üniversitenin jürisinden geçen proje, Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nden onay alamadı. Kurul, projeyi, eksiklikleri olduğu gerekçesiyle kabul etmedi. Projenin reddedilmesinin ardından Karayolları, henüz yeni bir proje çalışması başlatmadı.


Tarihi yapının durumunun içler acısı olduğunu belirten turizmciler, köprünün acilen onarılıp çevresel düzenlemeleri yapılarak turizme kazandırılması gerektiğini belirtti. Sakarya Turizm Platformu Yönetim Kurulu Başkanı İhsan Mahmutoğulları; köprünün, özellikle yurt dışından gelen turistlerin büyük ilgisini çektiğini söyledi. Kültürel mirasa sahip çıkılması gerektiğini kaydeden Mahmutoğulları, "Turizmci olarak gerçekten üzülüyorum. Böylesine bir eser atıl durumda. Kaderine bırakılmış. Bunu bir çok yerde dile getiriyoruz. Bunun turizme kazandırılması gerekiyor. Katkısı çok büyük olacaktır. Biz gerek yurt içinden gerek yurt dışından getirdiğimiz turistleri paket tur şeklinde gezdiriyoruz. Muhakkak bu köprüye götürüyoruz. Turistlerin en çok ilgisini bu eser çekiyor. Ancak köprünün hali kötü. Bize yakışmıyor. Köprünün onarımını yapıp yanıbaşında güzel yaşam alanları oluşturabiliriz. Çevre düzenlemesi yapılabilir." diye konuştu. Mahmutoğulları, köprünün restore edilmesi için ilgili kuruluşlarla temasa geçeceklerini ifade etti.

Star, 06.05.2013



12 - 18 Mayıs 2013

2013 YILI ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

Bakanlığımız izinleriyle 2012 yılında, Bakanlar Kurulu Kararlı 116 Türk, 39 yabancı kazı, 84 Türk, 18 yabancı yüzey araştırması, 47 müze kazısı, 151 kurtarma kazısı, 28 kamu yatırım alanı kurtarma kazısı, olmak üzere toplam 483 arkeolojik çalışma gerçekleştirilmiş olup bunlardan 381’i kazı, 102’si ise yüzey araştırmasıdır.

Bakanlar Kurulu Kararı ile yapılan arkeolojik kazı çalışmaları sonucunda 2012 yılında 8.000’den fazla envanterlik nitelikteki eser Müzelerimize kazandırılmıştır. Arkeoloji alanında yapılan bu bilimsel çalışmalara Bakanlığımızca her türlü destek sağlanmaktadır. 2012 yılı sonu itibariyle Bakanlığımızca 35.620.800 TL ödenek aktarılmıştır.

2013 yılında da ülkemizde Bakanlığımız izinleriyle yürütülecek Bakanlar Kurulu Kararlı kazı çalışmalarına izin verilmesi süreci devam etmekte olup, bilim insanları tarafından yürütülecek bu çalışmalar ağırlıklı olarak Üniversitelerin tatile girdiği yaz aylarında gerçekleştirilmektedir. Bu kapsamda 2013 yılında Prof. Dr. Celal ŞİMŞEK başkanlığında yürütülen Denizli İlindeki Laodikeia Kazısı, İzmir İlinde Doç. Dr. Serdar AYBEK başkanlığında yürütülen Metropolis Kazısı ile Yrd. Doç. Dr. Akın ERSOY başkanlığında yürütülen Smyrna Agorası kazı ve restorasyon çalışmalarına başlanmıştır.

Yabancı bilim insanları tarafından yürütülen Bakanlar Kurulu Kararlı kazı çalışmaları arasında Japon Arkeoloji Enstitüsünce Dr. Kimiyoshi MATSUMURA başkanlığında Kırıkkale İlinde yürütülen Büklükale, Alman Arkeoloji Enstitüsü adına Doç. Dr. Klaus SCHMIDT başkanlığında Şanlıurfa İlinde yürütülmekte olan Göbeklitepe 2013 kazı ve restorasyon çalışmaları başlamıştır.

Diğer tüm kazı ve araştırma çalışmaları 2013 yılı çalışma takvimlerine uygun olarak Bakanlığımızca izin verilmeye devam edilmekte olup, Bakanlığımız bütçe imkânları çerçevesinde maddi kaynak sağlanmaktadır.

kulturvarliklari.gov.tr, 19.05.2013

KALENİN DEHLİZLERİNE DALIŞ

 

 

Gaziantep'in altında uzanıp giden su kanalları mağara dalgıçları ve kaşifleri tarafından gün yüzüne çıkartılıyor. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, Çekül Vakfı ve Obruk Mağara Grubu mahallelerin altından şehre su getiren antik kanalların haritalarını hazırlıyor. Şehrin su ihtiyacını karşılayan kasteller (havuzlar) ile bağlantıyı sağlayan livas adlı kanalları görüntüleyen mağara dalgıçları, Gaziantep Kalesi'ne uzanan bir su kanalı tespit etti. Gaziantep'in altındaki su kanalları tarihe ışık tutuyor. Mahalleler arasında uzayıp giden bu su sisteminin tarihsel önemini ortaya çıkarmak için harekete geçen Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, Çekül Vakfı ve Obruk Mağara Grubu ile işbirliği yaparak uzun yıllar sürecek bir çalışma başlattı. Eski çağlarda yapılarak günümüze kadar gelen su yapılarının korunması için başlatılan çalışmalar kapsamında, bir süre önce mağara dalgıçları Gaziantep Kalesi'nin altına daldı. Kalenin altındaki su kanallarına dalan Ali Ethem Keskin ve Doruk Dündar dehlizlerin önünün kaleden dökülen taşlarla kapandığını belirledi. Su kanallarına dalışı görüntüleyen Keskin, "Gaziantep'in tarihsel mirasının ne kadar büyük olduğunu biliyorduk. Suyun altında kalan kanallar ve dehlizleri ölçerek kayıt altına alıyoruz. Böylece derinlerdeki tarihi anlatmak için elimize fırsat geçecek" dedi.

HARİTA ÇIKARILIYOR
Projenin birkaç yıl sürmesi beklenirken, şehrin altındaki tüm yeraltı kanallarının ve su yollarının belirlenmesi amaçlanıyor. Su kanalları fotoğraflanırken, haritaları çıkartılıyor ve ölçümleri yapılıyor. Hemen her evin altında yer altı mağara sistemi ve su kanalı benzeri sistemlerin olduğu belirtilirken, çoğunun savunma amacıyla yapıldığı öğrenildi. Gaziantep'teki bazı evlerin altındaki yeraltı mağaralarının ise yüksek nem ve sabit sıcaklıkları nedeniyle iplik ve dokuma imalatında depo olarak kullanıldığı belirtildi. Kastel adı verilen havuzların suyu şehre taksim etmek için yapıldığı, livas adlı sistemin ise evlere dağıtımını sağladığı öğrenildi. Çalışmalar kapsamında Gaziantep Kalesi'nin üstünden su sistemine inen bir tünel de ortaya çıkartıldı.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 17.05.2013

VAN KALESİ RESTORE EDİLİYOR

 

Urartulardan kalan ve son depremlerle tahrip olan Van Kalesi restore ediliyor. İtalya ’dan getirilen özel bir harç ve özel taşlarla onarımı yapılan kaleye teleferiklerle malzeme taşınıyor.


Zeydanlı İnşaat tarafından sürdürülen onarım ve restorasyon çalışmalarında Van Kalesi’nin surları İtalya’dan getirilen özel kireç ve taşlarla yeniden örülüyor. Şantiye şefi Yılmaz Almut, “Çok zor şartlarda çalışıyoruz. Çünkü metrelerce yükseğe teleferikle malzeme taşıyoruz. Tamamen insan gücüylü yürütüyoruz çalışmalarımızı. Tarihi dokuya zarar vermemek için de İtalya’dan getirilen özel bir kireçle bozulan bölgeleri örüyoruz. Ayrıca büyük çatlaklara özel bir maddeyle enjeksiyon yapıyoruz” diye konuştu.

Radikal, 17.05.2013

GÖBEKLİTEPE'YE ÜST ÖRTÜ YAPILIYOR

 

 

Şanlıurfa'nın tarihe imzasını atan Göbeklitepe'sinde üst örtü çalışmaları devam ediyor.

 

UNESCO Dünya Kültür Mirasına aday Göbeklitepe'de, yapımı devam eden üst örtü çalışmalarını yerinde inceleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı İsmail Kahraman, Daire Başkanı Yakup Harmanda, Şanlıurfa İl Kültür Turizm Müdürü Selami Yıldız, Gaziantep Röleve ve Anıtlar Müdürü Mustafa Ayar, Şanlıurfa arkeoloji Müzesi Müdürü Müslüm Ercan, Göbeklitepe'de yapılan kazı ve üst örtü yapımı çalışmalarını yerinde inceledi.

 

Prof.Dr. Klaus Schmidt ve Kazı Başkan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr Cihat Kürkçüoğlu yapılan çalışmalar hakkında bilgi verdi. Yılda bir milyon turistin ziyaret edeceği öngörülen Göbeklitepe'deki üst örtü çalışmalarını inceleyen heyet buradaki çalışmaları yerinde bularak takdir ettiler.  

Şanlıurfa Kent Haber, 16.05.2013

KAYAKÖY'DE KAYGILI BEKLEYİŞ

 

Barış ve dostluğa adanan ‘Levissi’ kimliksiz turizmin tahribatını yaşamasın
 

“Barış ve Dostluk Köyü” olması için 80’lerden buyana sayısız etkinlik düzenlenen Kayaköyü’nün turistik “konaklama tesisi”ne dönüşmesine yönelik süreç başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na en uygun teklifi verenler, 49 yılığına kiralayacakları tarihi yerleşimde “300 yataklı” tatil köyü kuracaklar.


Ne var ki Kayaköyü’nde özellikle Mimarlar Odası’nın önerdiği “geçmişin anılarına saygılı tasarım” ilkeleri ile Muğla Koruma Kurulu’nun aynı ilkeleri gözeten “yaşatarak koruma” kararları dikkate alınmazsa, Anadolu Rumlarının Türklerle kardeşlik içinde yarattıkları özgün kültür mirasımız “turizm” adına kimliğini yitirerek sıradan bir tatil köyüne dönüşebilecek.
 

‘Koruma ilkeleri’

1923’teki “mübadele”de Yunanistan’a göçen Rum sakinler, “yakında döneriz” umuduyla hemen tüm eşyalarını evlerinde bıraktılar. Bu özlem gerçekleşmeyince harabeye dönüşen köylerini, artık çocukları ve torunları “turistik” ziyaretlerle görebiliyorlar.


Eski adı Levissi olan köyün Kaya Çukuru denen ovasında, karşı yamaçlardaki Türk köyü sakinleri ile “ortaklaşa” tarım yapan Rum sakinlerin “üretim içindeki bu beraberlik”leri içten bir kardeşliğin asırlarca yaşanmasını da sağladı. Örneğin tüm çocuklar “aynı okullar”da okur; doktorlar “herkes”in derdine koşar; hatta düğün ve cenazelerde de birlikte olunurdu...


İşte bu geçmişin anısına Kayaköyü’nün Barış ve Dostluk Köyü olarak yaşatılması için Mimarlar Odası’nın çeyrek yüzyıldır sürdürdüğü çabaların yanı sıra, Kurulun ova ve çevre köylerini birlikte “sit” ilan ettiği kararlarında, “turizm amaçlı kullanım” için özetle şu koşullar getirilmişti:


“-Metruk ve harap taş evler ile köy dokusundaki ‘terk edilmiş’liğin peyzajı korunacak; tarihsel anılar ‘algılanabilir’ olacak;
-Ovanın çevresindeki Türk köylerinin turizmde ‘ev sahibi’ olmaları için, “ev pansiyonculuğu” teşvik edilecek;
-Ovada ‘tarım turizmi’ geliştirilecek; doğayla uyumlu yapılaşma esas alınacaktır.”
 

‘Ekolojik mimari’

Kayaköyü’ndeki “bir kısmı tatil köyü ünitelerine dönüştürülmek istenen” özgün taş evler sadece sanat tarihi açısından değil, “ekolojik mimarlık” hedeflerine de esin kaynağı olabilecek “çevreci örnek”ler... “Mimaride Enerji Etkin İyileştirme” konulu bir yüksek lisans tezinde Kayaköyü evleri bu açıdan da ele alınarak, günümüzün “enerji tasarrufu-ısı yalıtımı-çevreyle barışık” mimari arayışlarının asırlar öncenin geleneksel yapı kültürüyle gerçekleştiği kanıtlanıyor.


Mimar Hilal Alyanak, kullanılan yöresel malzemelerden, “komşuluklara saygılı” yerleşim kararlarına; enerjide “güneşi yeğleyen konum”lanma ve mekan kurgularından, “en az tüketime dayalı yapım teknikleri”ne kadar doğayla mükemmel bir uyum sergilendiğini belirten tezinde diyor ki; “Kaya evlerinin tüm ayrıntıları, öncelikle çevrenin korunması, doğaya uyumlu katılım ve sağlıklı yaşamda sürdürülebilirliği temel alan ekolojik mimarinin günümüze ışık tutacak sırlarını içeriyor.”
İşte bu “sır”ların ‘yenileme’lerde (restorasyon) mimarlık kültüründe “sürdürülebilirlik” açısından mutlaka gözetilmesi gerektiği ise Bakanlığın tahsis koşullarında yer almıyor; çünkü önemsenmiyor…
 

‘Dingin’lik korunmalı

Kayaköyü ve ovasının bir başka zenginliği de “dingin”lik… kentlerimizde doruğa çıkan gürültüden kaçmak isteyenlerin doğanın sessizliğiyle buluşacaklarını anımsatan Kaya sevdalılarından Aylin Örengil bakın neler söylüyor:
“Köyümüzde çocukların özgürce koşturdukları; insanların, bağında-bahçesinde tehlikesiz ve rahatça yaşadıkları; hayvanların serbestçe dolaştıkları ortam yitirildi. Küçüklü büyüklü motorlu araçlar, ova yollarında tozu dumana katıyorlar. Planlamada bu ilkelliğe de önlem getirilmeli.”


Sonuç olarak Kayaköyü’nün turizmle yaşamasına kimse karşı çıkmıyor; ancak bunun için “tarihsel ve doğal özgünlüğün korunması” ve “anılarla birlikte tüm insani değerlerin önemsenmesi”ni hedefleyen bir hassasiyetin proje ve uygulama sürecinde etkin olması isteniyor.
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 16.05.2013

GLADYATÖR HOROZLAR BULUNDU

 

 

Laodikya’da yılın 12 ayı kazı ve restorasyon çalışmaları devam ediyor. 2005 yılında antik kentte yapılan kazı çalışmalarında, öten Denizli Horozu kabartması bulunmuş, Denizli horozunun geçmişinin antik çağa kadar dayandığı ortaya çıkmıştı.

 

Kazı ekibi, Laodikya’da Kuzey Kutsal Agorası’nın batı giriş kapısındaki sütunlu galeride mermer blokların konsolları arasında kavga eden iki gladyatör Denizli horozunu buldu.

 

Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, Denizli horozunun bölgede antik çağda da sevildiğinin ortaya çıktığını söyledi. Prof.Dr. Şimşek, "2005 yılında öten Denizli horozu kabartması bulmuştuk, şimdi gladyatör horozları bulduk. Zaten Denizli horozu öten ve kavgacı olmak üzere iki cinse ayrılır. Kazanan horozun alt bölümünde palmiye yaprağı kabartması var. O dönemde kavgayı kazanan gladyatörlere de gücün simgesi olan palmiye yaprağı verilip, ödüllendirildi. Kavga eden horoz kabartmaları 1900 yıllık. bu buluş kazı ekibine büyük moral verdi" diye konuştu.

Prof.Dr. Celal Şimşek, kazı çalışmalarında leylek, tatlı su balığı, boğa, domuz, aslan ve yunus gibi hayvanların mermer bloklar üzerindeki kabartmalarının da bulunduğunu dile getirdi.

 

Prof.Dr. Şimşek, "O dönemin sanatçıları sevdikleri ve değer verdikleri hayvanların kabartmasını yapıyormuş. Denizli horozu da o dönemin en çok sevilen ve saygı duyulan hayvanları arasında yer alıyor. Denizli horozu ırkını, bugünlere kadar korumayı başarmış" dedi.

Posta, 16.05.2013

BURSA KENT KONSEYİ 550 YILLIK TARİHİ CAMİ İÇİN HAREKETE GEÇTİ

 

 

Bursa Kent Konseyi (BKK), tarihi Bey Sarayı’nın ardından Heykel meydanında bulunan ve 1930’lu yıllarda yıkılan 550 yıllık tarihi caminin ihya edilmesi için çalışmalara başladı.

 

Bursa Kent Konseyi (BKK) Başkanı Semih Pala, amatör araştırmacı tarihçilerden oluşan Tarihi Kültürel Miras Çalışma Grubu üyeleriyle bir araya gelerek 1467 yılında yapılan ve 1930’lu yıllarda yıkılan tarihi caminin tekrar şehre kazandırılması için fikir alışverişinde bulundu. Toplantıda, Semih Pala ve gönüllü tarihçiler mevcut belgeler ve fotoğraflar, resmi kayıtlar üzerinde konuşarak yapının durumu hakkında analiz yaptı.

 

“Tarihi bir eserin yıkılması kabul edilemez”

Bursa’daki tarihi yapılara gönüllü katılımcılarla birlikte sahip çıktıklarını söyleyen BKK Başkanı Pala, geçtiğimiz aylarda Osmanlı Devleti’nin ilk sarayı olan Tophane’deki Bey Sarayı’nın ortaya çıkarılması için çalışmalar yaptıklarını, dünya mirasının tekrar kazandırılması için Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’yla gerekli yazışmaları yaptıklarını anlattı. Son olarak gündemlerine Atatürk meydaının yan tarafında bulunan ve 1930’lu yıllarda yıkılan tarihi camiyi aldıklarını belirten Pala, “Tarihi caminin bugünkü yerinde bazı kamu bankalarının şube olarak kullandığı binalar bulunuyor. Burası yıllarca amaç dışı kullanıldı. Sarı Abdullah Camisi dimdik ayakta iken yıkılıp yok edilmiş. Hangi gerekçeyle olursa olsun tarihi bir eserin yıkılması kabul edilemez. Meydanın yanında biblo gibi duran caminin neden yıkıldığı gönüllülerimizle beraber araştırılacak” dedi.

 

İstenmesi halinde yıkılan caminin yerine yapılan binaların çok kısa sürede kaldırılabileceğini, tarihi yapının da bir senede ortaya çıkarılabileceğini ifade eden Pala, “Atatürk Heykeli, Tarihi Valilik Binası, Kent Müzesi, Defterdarlık, Ahmet Vefik Paşa tiyatrosu ve Hacılar Cami’nin bulunduğu bölgede biblo gibi tarihi bir caminin de yer alması gerekir. Bursa Kent Konseyi Tarihi Kültürel Miras Çalışma Grubu olarak Bursa’nın merkezindeki tarihi mescidin tekrar kazandırılması için gerekli yazışmaları yapacağız. İlgili kurumlardan harekete geçilmesi için talepte bulunacağız” diye konuştu.

 

“Cami 1467 yılında yapılıyor”

BKK Tarihi Kültürel Miras Çalışma Grubu Temsilcisi Ayşe Yandayan ise, Engin Yenal’ın albümünde tarihi cami hakkında bilgi bulduklarını dile getirerek, “Kitaba göre, cami 1467 yılında yapılıyor. Çeşmesi ise 1749 yılında Şiblezade Mehmet Efendi tarafından yaptırılmış. Kitapta, Bedri Yalman’dan alıntı yapılarak Hacılar Cami’ndeki çeşmenin daha önceden Atatürk meydanının kuzeydoğusunda bulunan ahşap bir caminin yanında olduğu, yol çalışmaları sırasında buradan kaldırılarak şimdiki yerine götürüldüğü bildiriliyor. Yine 1930’lu yılların başında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, Türkiye çapında bazı cami, hamam ve medreseleri çok eski ve harap düşüncesiyle yıkılmasına, enkazlarının ve arsalarının satılıp elde edilen paranın diğer cami, hamam ve medreselerin tamirinde kullanılmasına karar verdiğin yazıyor. Bu karar çerçevesinde bu tarihi cami de yıkılmış, çeşmesi Hacılar Cami’nin duvarına nakledilmiş” dedi.

 

“Sarı Kadı Abdullah Cami”

Gönüllü Araştırmacı ve Tarihçi Ali Turan ise, bazı katılımcıların tarihi caminin adına ‘Zambaklı Camii’ olarak söylemesine rağmen resmi kayıtlarda ‘Sarı Kadı Abdullah Camii’ olarak geçtiğini iddia etti. Elindeki resmi kayıtları gösteren Turan, “25.12.1931 tarihli Bursa paftasında kayıt adı ‘Sarı Kadı Abdullah Cami’ olarak geçmektedir. Daha ileri gidersek 14 numaralı parsel camidir. 1950’li yıllarda İstanbul otobüslerden buradan kalkıyordu” diye konuştu.

Bursa Büyükşehir Belediyesi, 16.05.2013

CHRISTIE'S MÜZAYEDE EVİNDEN YARIM MİLYAR DOLARLIK REKOR

 

Aralarında Jackson Pollock, Roy Lichtenstein ve Jean-Michel Basquiat'ın da bulunduğu 12 sanatçının eserleri, geçtiğimiz çarşamba günü rekor fiyatlara alıcı buldular. Rockefeller Center'de bulunan Christie's Müzayede Evi'nde düzenlenen açık artırmada yer alan çağdaş sanat eserleri, toplam 495 milyon dolara satılarak herhangi bir açık artırmada elde edilen en yüksek satış rakamının sahibi oldular.

 

Açık artırmada yer alan 70 eserden yalnızca 4'ünün satışı gerçekleşmedi. Gecede elde edilen rakam, Barnett Newman(43.8 milyon dolar) ve Gerhard Richter(37 milyon dolar) tablolarının da rekor fiyatlarla satıldığı, önceki salı gecesi Sotheby's da gerçekleştirilen açık artırmada ödenen 293.6 milyon doların oldukça üzerindeydi.

Müzayedede, Jackson Pollock'un klasik damlatma tekniğiyle yaptığı “No. 19, 1948” eseri, 58.3 milyon dolarla gecede en yüksek fiyatla satışı gerçekleşen eser oldu.

 


No. 19, 1948'

 

Roy Lichtenstein'ın 1963 tarihli, 'Woman With Flowered Hat' eseri de 56 milyon dolarlık teklifte bulunan Laurence Graff'ın oldu. New York Times'in haberine göre, geceden sonra konuşan 74 yaşındaki Laurence Graff, eseri kendisine doğum günü hediyesi olarak aldığını söyledi. 'Woman With Flowered Hat' Pablo Picasso'nun aynı adlı tablosundan esinlenilerek ortaya çıkmış.

 


'Woman With Flowered Hat'

 

Rekor fiyata alıcı bulan başka bir eser de, 25-35 milyon dolar arasında bir fiyata satılması beklenen Jean-Michel Basquiat'ın 'Dustheads' i oldu. Eser, 48.8 milyon dolar ödeyen, Tiqui Atencio adındaki Londralı bir koleksiyoncunun oldu.

 
Gecenin sonunda açıklama yapan mezatçı Jussi Pylkkanen, 'Sanat piyasasında yeni bir çağın başlangıcındayız.' diye konuştu.
Habertürk, 16.05.2013

KOÇ VE SABANCI'YA HEYKEL İHTARI

 

Atlı Köşk’ün atı, Divan Oteli’nin geyiği, Kadıköy’ün boğası Beylerbeyi Sarayı’na ait çıktı. İadesi istendi.

Sakıp Sabancı Müzesi girişindeki at, Kadıköy'deki boğa, Taksim Divan Oteli'nin önündeki geyik heykellerinin sahibi devletmiş. TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı, Sabancı Müzesi'ndein heykeli istedi. Heykellerin Sultan Abdülaziz döneminde yaptırıldığı öğrenildi.

Sabancı ailesinin sembolü haline gelen Sakıp Sabancı Müzesi girişindeki at heykelinin Beylerbeyi Sarayı'ndan alındığı ortaya çıktı. TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı, Sabancı Müzesi'ne resmi yazı yazarak heykelin kendilerine ait olduğunu belirtti. Beylerbeyi Sarayı'ndan çıkartılan heykeller sadece Sakıp Sabancı Müzesi'nin ve Sabancı ailesinin sembolü haline gelen at heykeli ile sınırlı değil. Kadıköy Altıyol'daki boğa heykeli, Koç ailesine ait Taksim Divan Oteli'nin önündeki geyik heykeli, Kalender Orduevi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi binası önündeki heykeller de Beylerbeyi Sarayı'ndan götürülmüş.

TALEP YAZISIYLA ANLAŞILDI
Olay 8 Nisan'da Milli Saraylar Müzecilik ve Tanıtım Başkanı Doç.Dr. Bülent Arı'nın, "Saray Heykelleri'nin Geri İstenmesi Talebi" başlıklı yazısıyla ortaya çıktı. Doç.Dr. Arı'nın imzasıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Kadıköy Belediye Başkanlığı, Kalender Orduevi Müdürlüğü, Sabancı Müzesi Müdürlüğü ve İstanbul Divan Otel Müdürlüğü'ne gönderilen yazıda Sultan Abdülaziz döneminde inşa edilen Beylerbeyi Sarayı için 12 bronz, 10 mermer heykel yaptırıldığı bilgisine yer verildi. Bu heykellerin zamanla Beylerbeyi Sarayı'ndan alınarak farklı yerlere yerleştirildiği belirtildi.

MİMAR ORTAYA ÇIKARDI
Talep yazısında Beylerbeyi Sarayı'nda olması gerekirken saray dışına çıkartılan heykellerin varlığının peyzaj mimarı Dr. Emine Atalay Seçen ve Beylerbeyi Saray Müdürü Memet Ekinci'nin çalışmalarıyla öğrenildiği anlatıldı. Kurumlar heykellerin durumuyla ilgili bilgilendirildi ve heykellerin saraya geri gönderilmesi istendi.

Padişah emriyle Paris'te hazırlandılar
Sultan Abdülaziz döneminde Beylerbeyi Sarayı'nın bahçesine yerleştirmek için yaptırılan heykellerin 1864 ve 1865 yıllarında Paris'te hazırlandığı anlaşıldı. Dr. Emine Atalay Seçen'in Milli Saraylar Dergisi'nin 7. sayısında verdiği bilgiye göre, bronz heykellerin dökümü dünyaca ünlü Thiebaut dökümhanesinde gerçekleştirildi. Dökümhane en son ünlü heykeltıraş Rodin'in heykellerini yaptığı yer olarak biliniyordu.

Heykeller Paris'te hazırlandıktan sonra İstanbul'a nakledildi ve Beylerbeyi Sarayı'na yerleştirildi. Daha sonra Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesi ve şüpheli bir ölümle hayatını kaybetmesinin ardından gelişen olaylar zinciri içinde heykellerin bir kısmı yerlerinden alındı.

Bugün, Haber: Tuncay Opçin, 16.05.2013

'EVİNE TEK ÇİVİ ÇAKAMAMA' DEVRİ BİTİYOR

 

Özel koruma altına alınan doğal sit alanları yeniden belirleniyor. Bu sayede özellikle ‘evimize tek çivi çakamıyoruz’ eleştirisinde bulunan vatandaşların sorunları da çözüme kavuşturulacak. Birinci derece sit alanlarını kamulaştırma formülü işletilecek.

 

Daha önce 1. derece sit alanı ilan edilmesine rağmen gerçekte öyle olmayan alanlardaki korumacılık kalkacak. Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü Osman İyimaya, doğal sitlere ilişkin bilimsel temeli olmayan çalışmalar olduğunu belirterek mülkiyet hakkına sahip vatandaşın mağdur edildiğini söyledi. İyimaya, 2013 sonuna kadar Türkiye’nin sit envanter çalışmasının bitirileceğini açıkladı. Çalışma ile bu alanlar özel bir komisyon tarafından yeniden belirlenecek. Bu sayede örneğin eğer herhangi bir köy 1. dereceden doğal sit alanı ise köylüler bir başka yere taşınabilecek. Mutlak koruma alanı ilan edilen yerdeki özel mülkiyetler, kamulaştırma, takas veya trampa edilebilecek. Yönetmelik değişikliği ile taşınmaz için belirlenecek rakamı değerleme şirketi takdir edecek. Çalışma ile üç yeni koruma sınıflandırması yapılacak. Buna göre, artık birinci derece doğal sit alanları yerine hassas koruma alanları tanımı kullanılacak. İkinci ve üçüncü derece sit alanları için ise nitelikli koruma alanları ve sürdürülebilir nitelikle koruma alanları ifadesi yer alacak. Ancak, bu üç sınıflandırmanın kriterleri geçmiştekinden farklı olarak yeniden belirlenecek. Türkiye’de en fazla tartışmalı sit alanının bulunduğu Muğla’dan başlayan çalışma, yıl sonunda ülke genelinde tamamlanacak.

 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sit alanlarına ilişkin yeni yol haritasını bir grup ekonomi muhabirine değerlendiren genel müdür Osman İyimaya, fazlalıkların ayıklanacağını kaydetti. ‘Sitler talan ediliyor’ ifadelerini hayretle karşıladığını belirten İyimaya, sitlerin yeni çalışma ile daha çok korunacağı görüşünde. Bütün doğal sit alanlarını irdeleyebileceklerini ifade eden İyimaya, birinci derecelerin de değişebileceğini bildirdi. Vatandaşın köye ev yapamadıkları gerekçesiyle yolları kestiğini aktaran İyimaya, “Yaşayamıyoruz diyorlar. Hassas alanda kalırsa yine yapılamayacak. Devletin olacak orası. Devlet çözüm bulacak. Burada yaşayamazsın burası doğal sit. Seni yerleştiriyorum buraya diyecek. Arazi verecek. Daraltmadan kalan kısmına inşaat yapılacak.” diye konuştu.

 

40 bin sit dosyası var

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ülkedeki sitleri ve sınıflandırmasını baştan belirlemek için 21 ilde 29 adet bölge komisyonu kurdu. Ayrıca ön değerlendirme komisyonları da kurulacak. Bu komisyon, araziye giderek çalışma yapacak. Doğal sit niteliği taşınmadığının görülmesi halinde, hazırlanan rapor, bölge komisyonlarına sunulacak. Bölge komisyonunun da onay vermesi halinde, karar merkeze gönderilecek. Sit alanlarına ilişkin toplamda 40 bin dosya bulunuyor. Bir dosya 200 kişiyi de ilgilendirebiliyor, bir hak sahibini de kapsayabiliyor. Türkiye genelinde bin 273 tane doğal sit bulunuyor. Bunların 561 tanesi 1. derece doğal sit, 231 tanesi 2. derece, 267 tanesi ise 3. dereceden doğal sit. 91 tanesi ise çok dereceliden oluşuyor.

Zaman, Haber: Ercan Baysal, 16.05.2013

TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

Kırşehir İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, ihbar üzerine Yetikli Köyü'nde yaşayan kişinin (36) evine operasyon düzenledi.

 

Evde yapılan aramada, Roma dönemine ait olduğu öğrenilen 1 adet haç, 6 adet cam bilezik, 6 adet sikke, 1 adet küpe, 5 adet ok ucu ve Orta Çağ dönemine ait 1 adet vazo, 1 adet vazo kapağı, 1 adet figürlü tablet ele geçirdi.

 

Evde bulunan şahıs, sorgulanmak üzere Kırşehir Jandarma Komutanlığı'na götürüldü. Ele geçirilen tarihi eserler Kırşehir Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.

Kırşehir Kent Haber, 16.05.2013

İNÖNÜ STADI'NIN İLK FOTOĞRAFLARI

 

 

Sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu, yıkılıp yeniden yapılması planlanan İnönü Stadı’nın ilk günlerine ait fotoğrafları, Anadolu Ajansı ile paylaştı. Göncüoğlu, bugün İnönü Stadı ve Dolmabahçe Sarayı’nın bulunduğu bölgenin başlangıçta koy olduğunu, 17. yüzyıldan itibaren doldurulmaya başlandığını söyledi.


Beşiktaş Meydanı, Taksim Kışlası’nın yıkılması ve Gezi Parkı’nın oluşturulması gibi projelerin dönemin Belediye Başkanı Lütfi Kırdar’a ait olduğunu anlatan Göncüoğlu, “Kırdar, 1938’de İstanbul ’a bir stat projesi geliştiriyor. ‘Sarayın arkasında bir stadın ne anlamı vardı’ denilebilir. Ancak aynı tarihlerde, Yıldız Sarayı’nın da kumarhane olarak kullanıldığını öğrenmekteyiz, 1927’den itibaren uzun yıllar kumarhane olarak değerlendiriliyor. Stadın temel atma töreni, 19 Mayıs 1938’de yapılıyor. 2. Dünya Savaşı’nın sıkıntıları ve diğer projelerin yetişmesi için bu proje kalıyor. Stat, 1947’de tamamlanıyor” dedi. Çakır Dede Tekkesi ve haziresi, sebilleri istimlak edilerek yapılan İnönü Stadı’ndaki ilk milli maç 30 Mayıs 1948’de Avusturya ile oynandı. Türk milli takımı 1-0 mağlup oldu.

Radikal, 16.05.2013

KİLİSE Mİ HANİ NEREDE?

 

Rize’nin Pazar İlçesi'ne bağlı Ocak Köyü’nde 400 yıllık kilise kalıntısı önceki gece iş makineleriyle yok edildi. Köylüler kilisenin, arsasında hissesi bulunan ve aralarında Pazar Belediye Başkanı AKP’li Ahmet Basa’nın da bulunduğu kişilerce yıkıldığını öne sürüp suç duyurusunda bulundu.

 

Başkan Basa ise varlığından söz edilen kiliseyle ilgili bugüne kadar herhangi bir bulgu ve kayda rastlanılmadığını söyledi. Basa, “Bu yönde bir tespit yok. Olmayınca arsa sahibi kendi arsasında istediğini yapmakta serbesttir” dedi.

Hürriyet, Haber: Muhammet Kaçar, 16.05.2013

GARAJ KAPISINDAKİ SANATA 140 BİN TL

 

 

İngiltere'de ünlü bir sanat koleksiyoneri, Stik isimli sanatçının garaj kapısının üzerine yaptığı graffitiye 140 bin TL (50 bin Sterlin) ödedi. Londra'nın Hackney bölgesindeki bir garajın üzerine resmedilen London Riots (Londra İsyanları) isimli graffitiyi satın alan Andrew Lamberty, eserin ülkedeki sosyal bir olaydan esinlenerek yapıldığını ve bu nedenle önem taşıdığını belirtti.

 

Lamberty bu yüzden, üç kişiyi ateş topu içinde resmeden graffitiye servet ödemekten çekinmedi. 20'nci yüzyıl tasarım eserleri uzmanı olan Lamberty, Londra'da 2011'de ekonomiyi protesto eden gruplarla polisin sokak çatışmalarını anlatan graffitiyi satın alma nedenini şöyle açıkladı:

"London Riots çağdaş Londra yaşamında önemli bir belgesel kabul edilebilir. 18'inci yüzyılda William Hogarth'ın, Rake's Progress isimli eserlerinde o dönemin sosyo-ekonomik durumunu anlatması gibi..." İki yıl önce evsiz bir graffiti sanatçısı olan sanatçı, Elton John ve Bono gibi ünlü şarkıcıların eserlerini satın almasından sonra ünlendi. Stik, London Riots isimli eserinin satılmasından sonra, siyasi kimliğiyle tanınan İngiliz graffiti sanatçısı Banksy ile karşılaştırılıyor.

Sabah, 16.05.2013

KONAKLAR ZAMANA YENİLİYOR

 

 

Bolu'nun Mudurnu İlçesi'nde yüz yıllardır ayakta duran tarihi konaklar, bakımsızlık nedeniyle dökülmeye başladı.

 

Mudurnu İlçesi'nde bulunan tarihi Mudurnu konakları ve müstakil evleri, bakımsızlık nedeni ile günden güne yıkılmaya yüz tuttu. İlçe genelinde bulunan yaklaşık 300 civarındaki koruma ve sit alanı içinde bulunan konaklar, bakım görmediği ve içinde yaşayan kimsenin olmaması nedeniyle yıkılıyor. Evlerin içlerinde yaşam olmadığı için bakımsızlık ve kimsenin ilgilenmemesinden dolayı camları kırılan, çatıları göçen tarihi Mudurnu konakları kurtarılmak için son günlerini yaşıyor. Konaklara bir süre daha bakım yapılmazsa yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.

 

Yıllardır tarihi yapısıyla binlerce yerli ve yabancı turisti ağırlayan Mudurnu İlçesi'nde konakların yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalması turizme de büyük darbe vuracak.

Bolu Kent Haber, 15.05.2013

CAMİ MİMARİSİNDE YENİ ARAYIŞ

 

Cumhuriyet döneminde özgün cami mimarisi geliştirilememesi nedeniyle çalışma başlatan Diyanet, sorunun çözümünü akademisyenlerde arıyor.
 

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Özafşar, cami mimarisinin yüzyıllar boyunca gelişen bir mimari tarzı olduğunu belirterek, İslam tarihine bakıldığında da farklı milletlerin farklı coğrafyalarda kendilerine özgü birer cami mimarisi geliştirdiğini kaydetti.

 

Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde de cami mimarisi konusunda farklı ve özgün yaklaşımların ortaya çıktığını dile getiren Özafşar, Osmanlı'nın son dönemlerine bakıldığında cami mimarisinde yeni bir değişim ve dönüşümün arzulandığını bildirdi.

 

Özafşar, "Fakat nasıl bir durumdur ki cumhuriyet dönemiyle bu arayış bir anlamda bırakılmıştır, terkedilmiştir. Cumhuriyet döneminde uzunca bir süre mabet yapımı konusuna bir takım gerilimler de yaşanmıştır" dedi.

 

Kırsaldan göçle 1950 sonrasında şehirlerde cami yapımının arttığını anlatan Özafşar, şöyle devam etti: "Bugün milyon nüfuslara ulaşmış şehirlerimizde gerçekten çok içe sinmeyen cami örnekleri de söz konusudur. Bir anlamda aslında şehirlerin gecekondulaşması cami mimarisinde de gecekondulaşma zihniyetini beraberinde getirmiştir. Yani Cumhuriyet döneminin bilhassa 20. yüzyılın ikinci yarısında 70'lerden sonra yapılan camilere bakıldığında bunların daha çok kus aldan gelen kitlenin zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak üzere taklit ürün olarak ortaya çıktığı görülür." Son dönemlerde cami alanında çağa, cumhuriyete özgü yeni bir mimari tarz geliştirilmesi yönünde bir özlemin oluştuğunu dile getiren Özafşar, Ahmet Hamdi Akseki Camisinin de bu arayışın ürünü bir eser olarak ortaya çıktığını ifade etti. Diyanet'in cami mimarisiyle ilgili çalışmalarım sürdürdüğünü ve bu doğrultuda, "1. Ulusal Cami Mimarisi Sempozyumu'nu Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesiyle gerçekleştirdiklerini belirten Özafşar, "Diyanet İşleri Başkanlığımız bu sorunun çözümünü, bu alanın uzmanlarının alana akademik olarak yoğunlaşmasında görüyor" ifadesini kullandı. Özafşar, mimarlık fakülteleri ve mimarların, dini mimari alanında da akademik bir alan açmaları gereğine işaret ederek, "O bakımdan akademiyle, mimarlık fakülteleriyle bu işin yürütülmesini çok önemsiyoruz. Çünkü bu bilimsel bilgi olmadan, taklitle yahut kopyayla yahut bir takım sentezlerle bu işin çözümlenemeyeceği ortadadır.

 

Sivil mimari alanındaki formasyonun da buna yeteceği kanaatinde değilim" diye konuştu.Şehirlerde devasa yapıların ortaya çıktığını kaydeden Özafşar, caminin yeniden düşünülerek bugüne özgü cami tasarımlarını ortaya çıkarmak gerektiğini bildirdi. Cami yapımında Diyanet'in yeri Cami yapımıyla ilgili süreçte, imar mevzuatı gereği Diyanet İşleri Başkanlığı ve müftülüklerin hukuki olarak yerinin olmadığını söyleyen Özafşar, Diyanet'in süreç içerisinde yer alması yönünde çalışmalar yapıldığını ancak bunun gerçekleştirilemediğini dile getirdi. Özafşar, Diyanet'in talep gelmesi halinde proje desteği sağladığını ve yeni camilere kadro verme durumunda olduğunu ifade etti. Türkiye'de cami mülkiyetinin farklı bir yapı arz ettiğini anlatan Özafşar, Diyanet İşleri Başkanlığının kamu tüzel kişiliği bulunmadığı için mülkiyeti başkanlığa ait bir caminin söz konusu olmadığını bildirdi. "Estetik bilince ihtiyaç var" Cami mimarisi konusunun uzun süre tartışılacağını dile getiren Özafşar, "Toplumsal, akademik, idari ve estetik bilince ihtiyaç var. Bunların temin edilmesiyle inşallah orta vadede Türkiye'de geleceğe miras bırakabileceğimiz camileri inşa etmek mümkün olacaktır" ifadesini kullandı. Özafşar, Toplu Konut İdaresi Başkanlığıyla kentsel dönüşüm çerçevesinde temaslarının bulunduğunu ancak ileri düzeyde bir işbirliğinin henüz gerçekleşmediğini belirtti.

Yapı, 15.05.2013

FOSEPTİK ÇUKURUNDAN BAKIN NE ÇIKTI?

 

 

Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Eleşkirt İlçesi'nde fosseptik için çukur kazıldığı sırada bulunan yapının 2 bin 500 yıl öncesine ait mezar odası olduğunu tespit ettiklerini belirterek, "Mimari açıdan düzenli bir yapıya sahip olan bu mezar odayı acilen koruma altına aldık" dedi.

 

Erkmen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilçeye bağlı Gökçayır Köyü'ndeki arsasında fosseptik kuyusu için kazı yapan Enver Ayaz’ın bir hafta önce oda şeklinde tarihi bir yapıya rastladığını söyledi.

Konunun yetkililere bildirilmesinin ardından bölgede çalışma başlatıldığını ifade eden Erkmen, "Gökçayır Köyüne gelerek olayın ciddiyetini gördük. Üstten kazıma işlemi yapıldığı için mezar odanın içi üstteki sel taş kırılarak bütün toprak içeriye girmiş bulunuyordu" diye konuştu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’na durumu bildirdiklerini, çıkan izin doğrultusunda alanda çalışma yapıldığını vurgulayan Erkmen, şöyle devam etti: "Mezar odanın içerisini temizledikten sonra antik dönemlerde soyulmuş olduğunu anladık. İçerisinde boncuk ve bronz tarzında eserlere ve insan kemikleri buluntularına rastlandı. Doğu Anadolu Bölgesi’nde ilk defa bu büyüklükte bir oda mezar bulundu. 4 metreye 225 santimetre olan mezar odası yaklaşık 2 bin 500 yıl öncesine ait. Mimari açıdan düzenli bir yapıya sahip olan bu mezar odayı acilen koruma altına aldık. Odanın üst tarafını ağaçlarla geçici olarak kapattık." Erkmen, kapının önündeki kapak şeklindeki taşın da tahrip edilmemesi için koruma altına alındığını söyledi.

Arsa sahibi Enver Ayaz ise mezar odasında bronz şeklinde uzun bir kolye, bazı boncuklar ve insan kemikleri çıktığını kaydetti.

Milliyet, 15.05.2013

TARİHİ ROMA HAMAMI GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Yozgat'ın Sarıkaya İlçesi'ndeki sıcak su kaynağının üzerine yapılmış tarihi eser konumundaki Roma Hamamı'nın gün yüzüne çıkarılması amacıyla kazı çalışmaları tekrar başladı.

 

Sarıkaya Belediye Başkan Yardımcısı Saadettin Öztürk, kaplıca sahasında Yozgat İl Özel İdaresi'nin almış olduğu kararla bazı binalar yıkıldığını hatırlattı. Yozgat Müze Müdürlüğü tafafından da Roma Hamamı çevresindeki kazı çalışmalarına devam edildiğini vurgulayan Öztürk, ''Binaların yıkılması ile birlikte kazılar daha da ilerlemiş olacak.

Böylece Roma Hamamı'nın turizme kazandırılması sadece Sarıkaya açısından değil Türkiye turizmi açısından da büyük bir önem taşıdığı kaçınılmaz bir gerçektir. Roma Hamamı Türkiye açısından önemli ve dünya mirası. Dünyanın en eski termal tedavi merkezi olan Roma Hamamı kazı çalışmaları Müze Müdürlüğü denetiminde bu yıl itibariyle tekrar başlamış oldu.'' dedi.

Bundan önce üç yıl kazıların devam ettiğini hatırlatan Öztürk, ''Bu 4. yılımız. Geçtiğimiz 3 yıl içerisinde nitelikli ve arkeolojik değeri olan bulgular ortaya çıkarıldı. Burası sadece Türkiye'nin değil dünyanın tarihi mirası konumunda.

Türkiye, bu kazıların devamı ile sonuca ulaştığımız takdirde çok önemli bir tarihi mekan kazanmış olacak. En önemli özelliğimiz, Roma Hamamı'nın sıcak su kaynağının üzerine yapılmış olmasıdır. Sarıkaya'nın turizm ilçesi olma hüviyetini de kazanmış olacağız. Bu eserin gün yüzüne çıkarılmasında bizlere yardımcı olan herkese teşekkür ediyoruz." diye konuştu.

Sabah, 15.05.2013

ALMAN RESSAM RICHTER'İN ESERİ 37 MİLYON DOLARA SATILDI

 

Alman ressam Gerhard Richter'in 20. yüzyıl çalışması olan resmi, New York'ta düzenlenen açık artırmada 37 milyon dolara satıldı.

Sotheby's müzayede evi, "Domplatz, Mailand" (Katedral Meydanı, Milano) isimli resmin, Amerikalı özel bir koleksiyoncu tarafından 37 milyon dolara satın alındığını açıkladı.

Yaklaşık üç metrekarelik resme ödenen para, yaşayan bir ressamın eserine verilen rekor fiyat oldu. Richter'in 1960'lardaki foto-resim tekniğinin seçkin örneklerinden biri olarak kabul edilen resimde, Milano katedraline nazır alışveriş merkezi betimleniyor.

Habertürk, 15.05.2013

BİNLERCE YILLIK TAPINAK MICIR OLDU

 

 

Belize Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Jaime Awe, Noh Mul tapınağının, yol inşaatında kullanılacak mıcır elde etmek için inşaat şirketi tarafından yerle bir edildiğini söyledi. 2300 yıllık olduğu tahmin edilen Maya tapınağının sadece küçük bir bölümünün hala ayakta kaldığı belirtilirken; polis, olayla ilgili soruşturma başlattı. Arkeologlar, bu tür yıkımların daha önce de yaşandığını belirtiyor.

Profesör Normand Hammound, "Mayalar'dan kalan höyüklerin yol açmak için buldozerlerle yerle bir edilmesi Belize'de bir salgın hastalık" dedi.

'Yasalarla korunuyor'
BBC Türkçe'nin haberine göre arkeologlar, tapınağın yıkıldığını geçen hafta öğrendiklerini belirtiyorlar. Noh Mul tapınağı şahıs arazisi üzerinde olsa da, İspanyol sömürgesi öncesindeki döneme ait tarihi eserler Belize yasaları uyarınca koruma altında.

Belize Arkeoloji Enstitüsü'nden Doktor John Morris, tapınağın yıkılmasının bir kaza olmadığını, inşaat şirketinin çalışanlarının 'ne yaptıklarının farkında' olduklarını savunuyor. Morris, "Birilerinin bu tapınağı yıkacak kadar yüzsüz ve küstah olması inanılır gibi değil. Yıktıkları yapının bir Maya höyüğü olduğunu bilmemeleri mümkün değil" dedi.

Soruşturmayı yürüten savcılar, inşaat şirketi hakkında dava açılabileceğini belirtiyorlar.

Maya uygarlığı
MÖ 400'lü yıllarda büyüyüp gelişmeye başlayan Maya uygarlığı,Meksika'nın güneydoğusundan, Honduras, El Salvador ve Guatemala'ya kadar uzanan bir bölgede hüküm sürmüştü. MÖ 600'de yükselişe geçen uygarlık, MS 250-900 yıllarında altın çağını yaşamış ve İspanyol işgaliyle sona ermişti. Maya kentlerinde yapılan araştırmalar, Mayalar'ın astronomi, matematik, mimari ve sanat gibi birçok alanda çok ileri düzeye ulaştığını gösteriyor.

Yapı, 15.05.2013

BARNETT NEWMAN'IN TABLOSUNA REKOR FİYAT!

 

Soyut dışavurumculuk akımının en önemli temsilcilerinden biri kabul edilen Amerikalı ressam Barnett Newman'ın bir eseri, New York'ta düzenlenen açık artırmada 43,8 milyon dolara alıcı buldu.

Sotheby's Müzayede Evi, Newman'ın "Onement VI" adlı tablosunun adının açıklanmasını istemeyen bir koleksiyoncu tarafından satın alındığını açıkladı. Serinin beşinci tablosu, geçen yıl 22,4 milyon dolara satılmıştı.

"Onement VI", 1970'de hayata veda eden Newman'ın şimdiye kadar en yüksek fiyata satılan eseri oldu.


Serinin ilk dört parçası, çeşitli müzelerde sergileniyor.

Habertürk, 15.05.2013

HASANKEYF'TE SON DURUM

 

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Ilısu Barajı’nın suları altında kalacak olan Hasankeyf’teki arkeolojik yapılarla ilgili son bilgileri verdi.

 

Baraj rezervuar alanlarında 2012 yılında 18 adet arkeolojik çalışma yapıldığını belirten Eroğlu, “Halen devam eden bir restorasyon çalışması bulunmamaktadır” dedi.  

 

CHP İstanbul Milletvekili İhsan Özkes, Bakan Eroğlu’na önergeyle Ilısu Barajı ve Hasankeyf ile ilgili sorular yöneltti. Bakan Eroğlu, Özkes’in “Sular altında kalacak tarihi eserlerde restorasyon çalışmalarının başlatıldığı ve devam ettiği iddiaları doğru mudur? İddialar doğru ise Ilısu Baraj Gölü altında kalacak ve halen restorasyonu devam eden tarihi eserler hangileridir? Sular altında kalacağı ileri sürülen tarihi eserler neden restore edilmektedir?” sorularını şöyle yanıtladı: 

 

“Ilısu Barajı ve HES Projesi kapsamındaki kültür varlıklarının, barajın hizmet ömrünü doldurduktan sonra da varlığını sürdürebilmesi maksadıyla mevcut durumlarının güçlendirilmesi ve su altında korunmasına yönelik proje ve uygulama çalışmaları yapılmıştır. Anılan proje kapsamında baraj rezervuar alanlarında 2012 yılında 18 adet arkeolojik çalışma gerçekleştirilmiş olup kazı çalışmalarında açığa çıkarılan kültür varlıklarından taşınır eserlerin restorasyon ve konservasyonları ile taşınmazlarda basit onarım ve güçlendirme çalışmaları gerçekleştirilmektedir.

 

DEVAM EDEN RESTORASYON YOK

Ilısu Barajı ve HES Projesi kapsamında kültür varlıklarının güçlendirilmesine yönelik restorasyon projeleri, Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunca onaylanmasını takiben uygulamaları Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü denetiminde gerçekleştirilmiştir.

 

Hasankeyf İlçesi'nde bulunan Zeynel Bey Türbesi, Süleyman Han Cami, Koç Cami, Kızlar Cami, Er-Rızk Cami, Artuklu Hamamı, Yamaç Külliyesi, Orta Kapı ve Yukarı Kapının güçlendirilmesine yönelik restorasyon çalışmaları tamamlanmıştır. Halen devam eden bir restorasyon çalışması bulunmamaktadır.”

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 15.05.2013

MİMARLIK FAKÜLTESİNDE BÜYÜ SKANDAL

 

Trabzon'da mimarların karikatürlerinin yasaklanmasının ardından, Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğrencilerinin yaptığı kilise maketlerinin, üniversite yönetimi tarafından yıktırıldığı iddia edildi.

 

Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde görevli Aktan Acar, mimarlık 1. sınıf öğrencilerinin ürettiği 1/10 maketlerin gece vakti yıkıldığını iddia etti. Twitter ile iddiasını paylaşan Acar, mimarlık öğrencilerinin maketlerinin Tadao Ando kiliseleri olduğunu belirtti.

Yapı, 15.05.2013

ÖĞRENİN; GÜLBENKYAN MÜZESİ NEDEN TÜRKİYE'YE GELMEDİ?

 

Ülkemiz her anlamda bilgi kirliliğinin saldırısı altındadır. Hele hele Cumhuriyet’in ilk yılları ve kurucuları söz konusu olunca bu alanda üretilen yalan ve iftiraların sonu gelmez.

Özellikle son 10 yılda medyamızın ‘mümtaz’ kalemleri, iktidarın entelektüel (!) üyeleri, Türkiye ve Cumhuriyet değerlerine saldırmak için her an bir bahane... Neredeyse hayatını buna adamış sosyal demokrat (!) iddiasındaki işadamları...


Atılan iftiralar saymakla bitmez! Varlık Vergisi’nde yaşananları tek taraflı anlatarak bu ülkeyi utanmasalar neredeyse Nazi Almanya’sı ile aynı safa koyma çabaları, Struma faciasında bu ülkeye katil(!) sıfatını layık görmeler...


Şimdi yeni bir yalanı daha Sn. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Lizbon seyahati dolayısı ile servis ettiler. Daha doğrusu eski bir yalanı! Neymiş? Lizbon da bulunan Gülbenkyan Müzesi’nin kurucusu Kalust Sarkis Gülbenkyan bu müzeyi 1940’larda Türkiye’ye getirip kurmak istemiş de gümrük vergisi bahanesi çıkarmışız, Ankara bürokratik engel koymuş, Ermeni diye dışlamışız, falan filan!

ABDÜLHAMİT İMTİYAZ VERDİ
Ne kadar inandırıcı değil mi?


Araştırma yoksunu, medyamızın takma akılla yazı yazanları, hemen bunu haberleştirdi. Tek bir tuş ile Google’da bulabilecekleri bilgilere dahi itibar etmediler.


Kimdir Gülbenkyan?
Osmanlı vatandaşı bir İstanbul Ermenisi olan Kalust Sarkis Gülbenkyan, Londra’da jeoloji mühendisliği okudu, petrol üzerine çalıştı. Geri döndüğünde Sultan Abdülhamit’in talebi üzerine araştırmalar yaptı ve kendisine Mezopotamya’da petrol bulunduğunu belirten bir rapor sundu. Abdülhamit de 1904’ten sonra oralardan topraklar satın aldı kişisel mülkü olarak... Bu çerçevede, 1912’de Irak petrol yataklarını işletmek üzere, Royal Dutch Shell’in % 5 hissesinin sahibi olması nedeniyle Gülbenkyan’ın adı ‘Mr. Five Percent’ (Bay Yüzde Beş) olarak anılmıştır.

PORTEKİZ’E YERLEŞTİ
1930’lu yıllardan itibaren hayatının sonuna kadar Gülbenkyan, ilgisini sanat koleksiyonculuğu üzerinde yoğunlaştırmıştır. Koleksiyonunu koruma amaçlı İngiltere ve Fransa turlarından sonra 1942’de II. Dünya Savaşı‘nın ortasında tarafsız Portekiz‘e yerleşme kararı almış, Gülbenkyan hayatının kalan kısmını burada geçirmiş ve 6000 parçalık paha biçilmez koleksiyonunun tamamını tek bir çatı altında toplamaya dönük çalışmalar üzerinde yoğunlaşmıştır. Lizbon merkezli Kalust Gülbenkyan Vakfı‘nı kurmuş, müze hayali ise 1955’deki ölümünden sonra gerçekleşmiştir. Yani 1940’larda iddia edildiği gibi ne Türkiye’ye teklif vardır, ne de ortada bir müze!


Türkiye’ye son olarak 1953-54 yıllarında gelmiş, neredeyse kendisine devlet başkanı protokolü uygulanmış, İstanbul ya da Türkiye’de herhangi bir yerde müze kurup sahip olduğunu bağışlama talebinde de hiç bulunmamıştır.


Ama bu ülkede tarihsel olayları çarpıtarak yalan söyleme alışkanlığı hiç bitmediği için Gülbenkyan olayı da Cumhuriyet’i karalama vesilesi yapılmıştır!

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 15.05.2013

SIVANIN ALTINDAN ÇIKTI

 

 

Malatya’nın Arapgir İlçesi’nde Mir-i Liva Ahmet Paşa Camisi olarak bilinen ve Kubbesi olmayan camide yapılan yenileme çalışmaları sırasında dökülen sıva kaldırılınca üzeri sıvanmış tarihi motiflerden oluşan minber ortaya çıktı. 

 

Vakıflar Malatya Bölge Müdürü Aliseydi Akduman Arapgir’deki tarihi eserlerin bir bir onarılarak ayağa kaldırıldığını belirterek, “Ahmetpaşa Camiisindeki sıvaların kaldırılmasıyla ortaya çıkan motifli minberin günümüze kadar korunarak gelmesi bizleri son derece sevindirdi. Restore edildiğinde Mir-i Liva Ahmet Paşa Camisi gerek mimarisiyle ve gerekse de tarihiyle Dünya turizminin de ilgisini çekecektir” dedi.





Arapgir İsakoğlu Mahallesi’nn bulunan Mir-i Liva Ahmet Paşa Camiinin kitabesine göre cami, 1128h. (1716m.) tarihinde, Osmanlı padişahı III. Ahmet’in annesi Rabia Gülnus Ematullah Sultan’ın kethüdası, Arapgirli Veliyüddin oğlu Hacı Muhammed Efendi tarafından yaptırıldığı yazıyor. Günümüze kadar gelen bu tarihi Cami Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihale edilerek restore edilmeye başlandı. İşi alan firma caminin iç kısmında bulunan ve yer yer dökülen sıvaları kaldırınca, yerden tavana kadar uzanan 3 metre genişliğindeki motiflerden oluşan minber ortaya çıktı.

 

Dikdörtgen şeklinde yapılan ve kubbesi olmayan, kesme taştan yapılan Camide ortaya çıkarılan bu motifler Camiye olan ilgiyi artırdı

Malatya Haber, 14.05.2013

İSTANBUL'UN TARİHİNİ ORTAYA ÇIKARMAK KOLAY DEĞİL

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Raylı Sistemler Daire Başkanı Dursun Balcıoğlu, İstanbul'da raylı sistem çalışmaları sırasında başlayan arkeolojik kazılar için, yaklaşık 70 milyon lira kaynak harcandığını bildirdi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Raylı Sistemler Daire Başkanı Dursun Balcıoğlu, İstanbul'da raylı sistem çalışmaları sırasında başlayan arkeolojik kazılar için, yaklaşık 70 milyon lira kaynak harcandığını bildirdi.

 

Teknik Elemanlar Derneği (TEKDER) İstanbul İl Başkanlığı'nda raylı sistem projeleri hakkında bilgi veren Balcıoğlu, İstanbul'daki mevcut raylı sistem yatırımlarını ve gelecek 10 yıllık yapılacak projelere ilişkin sunum yaptı. Kentin 13,6 milyonluk nüfusunun günde 24 milyon araç hareketine sebep olduğunu belirten Balcıoğlu, bu rakam üzerine her gün 400 aracın trafiğe katıldığını kaydetti. Balcıoğlu, iki kıtayı birbirine bağlayan şehirde, bir günde yaklaşık 1,1 milyon kıtalar arası insan geçişi olduğunu bilgisini vererek, İstanbul ulaşımına çözüm üretmek için raylı sistem yatırımlarına ağırlık verdiklerini kaydetti.

 

Yenikapı'daki çalışmalar esnasında çıkan tarihi eserlerin bir kısmını istasyonlarda sergileyeceklerini ifade eden Balcıoğlu, arkeolojik kazılar için yaklaşık 70 milyon lira civarında kaynak harcandığını, İstanbul'un tarihine sahip çıktıklarını bildirdi.

Yeni Şafak, 14.05.2013

OSMANLI MİRASI AYAĞA KALDIRILIYOR

 

Balkanlar’da Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) aracılığıyla ecdad mirasına sahip çıkan Türkiye, birçok önemli projeyi tamamladı. Makedonya’da yapılan çalışmalar kapsamında Osmanlı döneminden kalma 5 tarihi eserin restorasyonu tamamlandı. Ohri şehrinde bulunan Zeynel Abidin Paşa Halveti Tekkesi’nin şadırvanı ve çevre düzenlemesi, Sinanuddin Yusuf Çelebi Türbesi’nin restorasyonu ve ışıklandırması, şehirde ayakta kalan tek Türk hamamı olan Voska Hamamı’nın sanat galerisi olarak restorasyonu gerçekleştirildi. Çalışmalarda ayrıca, Üsküp’te bulunan Mustafa Paşa Camisi ile Kırçova şehrindeki Çullu Baba Halveti Tekkesi’nin restorasyonu ve konservasyonu, şadırvan yapımı ve çevre düzenlemesi bitti. İstip şehri Radanya Köyü'ndeki Radanya Mahmut Ağa Camisi ve Manastır’daki İshakiye Camisiyle ilgili TİKA’nın restorasyon projesi ise devam ediyor. 

Türkiye Gazetesi, 14.05.2013

760 YILLIK ESER ARTIK NEM KAPMAYACAK

 

 

Erzurum'daki 760 yıllık Çifti Minareli Medrese'de restorasyon çalışmaları sırasında orijinal mazgal pencereler ortaya çıktı.

Kentin önemli sembollerinden olan, Selçuklular döneminde 1253 yılında yapılan ve her yıl binlerce turistin ziyaret ettiği Çifte Minareli Medrese'de, yaklaşık 1,5 yıl önce başlatılan restorasyon çalışmaları sürüyor.

 

Erzurum Vakıflar Bölge Müdürü Kenan Ünğan, yaptığı açıklamada, restorasyon çalışmalarında ilk etapta yüzey temizlemesi yapıldığını anlatarak, yüzey temizlemesinden sonra motiflerin ortaya çıktığını söyledi.

 

Bazı motifleri ilk kez gördüğünü ifade eden Ünğan, "Bu motif var mıydı, diye düşündüğüm oldu. Kendimle çeliştim çünkü o kadar güzel motifler varmış ki fakat yılların yorgunluğuyla kir, pisle kaybolmuş. O motifler kalemle dahi çizilemeyecek kadar ince taşların üzerine işlenmiş" dedi.

Kağıt hamuru denilen temizleme sistemini kullanarak, tarihi motifleri ortaya çıkardıklarını belirten Ünğan, restorasyon sırasında sürekli ders çalışmaları da yaparak, heykeltıraş titizliğinde çalışmaların yürütüldüğünü vurguladı. Medresedeki odalarda çalışma yaptıklarını dile getiren Ünğan, şunları kaydetti:

"Medresenin batı cephesinde, yani Ulu Cami tarafında orijinal pencerelerin olduğu ortaya çıktı. Bu pencereler restorasyon çalışmaları sırasında ilk kez bulundu. Söz konusu pencereler projelendirildi ve kuruldan onaylandı. Şimdi o pencereleri açma çalışmasına başladık. Orijinal mazgal pencereler bunlar. O pencereler açıldığı zaman yapıdaki rutubet yüzde 50 azalacak."

 

"Çalışmaları 80 kişilik ekip yürütüyor"

Eserde 7 pencerenin bulunduğunu belirten Ünğan, "Küçük mazgal pencereler içeriye doğru hoparlör şeklinde açılıyor. 40-60 santimetre ebatlarında. Mekanın nefes almasını, rutubetten etkilenmesini önlemiş olacağız" diye konuştu. Mekanda orijinal oda döşemeleri de bulduklarını anlatan Ünğan, şöyle devam etti:

"Odada döşemelerinin içerisinde, sağdaki kısımdaki odalarımızda döşeme yükselmesi söz konusuydu. Bunun için de orijinal döşemeler bulundu. O orijinal döşemeye kadar 15-20 santimetreye kadar inilmesi söz konusu oldu. Buraya inildiği zaman tarihi mekanın çok daha ferahladığını gördük. Burası 800 yıllık tarihi bir mekan. Kültür ve inanç turizmi açısından önemli."

Ünğan, restorasyon çalışmalarında sanat tarihi, mimar ve kimya bölümünden hocaların da bulunduğu yaklaşık 80 kişi tarafından sürdürüldüğünü sözlerine ekledi.

Yeni Şafak, 14.05.2013

YOL YAPIMI SIRASINDA YERDEN TARİH ÇIKTI

 

Kudüs'ün Bnei Shimon bölgesinde otoyol yapımı sırasında 4 ila 6 yüzyıl arasında bir döneme ait Bizans mozaikleri bulundu.

Yetkililer kavanoz, tavus kuşu, şarap ve güvercinlerle dekore edilmiş mozaiğin o döneme ait bir hanın zemininde kullanılmış olabileceğini ifade etti.

İsrail Antika Eserler İdaresi yetkilileri mozaiğin büyük bir yerleşim yerinde zemini oluşturduğunu düşündüklerini belirtti.

Arkeologlar binanın Beersheba'da ana yolun kenarındaki bir han olduğunu tahmin ediyor.

Sabah, 14.05.2013

EMEK SİNEMASI ATÖLYEDE RESTORE EDİLECEK

 

 

Beyoğlu'ndaki tarihi Emek Sineması'nın tavan ve duvar süslemeleri, bir atölyede restore ediliyor. Kamer İnşaat ortaklarından Levent Eyüpoğlu, Seyrantepe'deki atölyede gazetecilere çalışmalar hakkında bilgi verdi.  Tavan ve duvarlardaki kabartmaların sökümü, restore edilmesi ve yerine konulmasının yaklaşık 20 aylık 'titiz' bir çalışmayı gerektirdiğini anlatan Eyüpoğlu, çalışmaların şu an için Emek Sineması kapsamında yürütüldüğünü, Senkildoryan Binası için de ayrı bir planlama yapılacağını aktardı.

 

Perde, koltuk ve film gösterim makinelerinin başka bir depoda olduğu kaydeden Eyüpoğlu, "Sinema müzesi çalışmamız var. Lale Film'in Genel Müdürü Necip Sarıcı'nın bir koleksiyonu mevcut. Onun desteğiyle bir müze hazırlığımız olacak. Emek Sineması'ndan aldıklarımızı da kendisiyle paylaştık. Onlar da orası için hazırlanıyor. Birçok parça sonunda bir araya gelecek" bilgisini verdi. Korunacak bütün parçalar çıkarıldıktan sonra binada başlayan yıkım çalışmalarının devam ettiğini anlatan Eyüpoğlu, sinemanın orijinaline bağlı kalınarak, localar da yapılacağını belirtti.

 

 

İnşaat süreci belgesel olacak

Eyüpoğlu, binadaki tarihi eserlerin söküm işleminin her anının kayıt altına alındığına vurgulayarak, "Elimizde 200 bine yakın fotoğraf var. Ayrıca video kaydı da var. Bütün bu yaşadıklarımızın, restorasyon döneminin ve açılışın görüntülerinin yer aldığı bir belgesel düşünüyoruz. Bu bina, bu kompleks bunu hak ediyor" dedi. Emek Sineması'nın bir sinema zincirinin parçası olmayacağını bildiren Eyüpoğlu, şöyle devam etti: "Eskiden de gidenler bilir, orası sadece sinema gösterilmek için kullanılmıyordu. Orada konserler, dans ve tiyatro gösterileri için kullanıyordu. Amacımız, Emek Sineması'nın İstanbul'un gösteri mekanlarından birisi olmasını sağlamak. Emek Sineması'nı, tiyatro performanslarının yanı sıra önemli filmlerin galalarının yapılabileceği bir sahne olarak İstanbul'a kazandırmak istiyoruz. Burayı, vakıf altında işleteceğiz. Her zaman söylüyorum; Beyoğlu'nda sinema salonları birer birer kapanıyor, bunları önlemek ve Beyoğlu'na sinemayı yeniden kazandırmak istiyoruz. Buna yönelik 10 sinema solunu yapıyoruz. Onların içinde, bir veya iki salonda bağımsız filmlerin gösterilebilmesini istiyoruz. Özellikle belirtiyorum, öndeki Senkildoryan Binası ile arkasındaki bina arasında bir sokak olacak. Bu sokak, güzel bir sokak olacak, İstiklal Caddesi'nden yürüyerek, Senkildoryan'a girebileceksiniz, oradan da Yeşilçam'a geçebileceksiniz."

 

Söküm alanı bin 500 metrekare

Söküm ve restorasyon çalışmaları hakkında bilgi veren restoratör Muharrem Özcan, çalışmaların "moving" yöntemiyle yürütüldüğünü söyledi. Parçaların üzerindeki boyaların tek tek söküleceğini ve parçanın ham haline ulaşılacağını anlatan Özcan, ardından çatlak ve kırık bölümlerin onarılacağını söyledi.

 

Özcan, konservasyon aşamasında 8 kişilik bir ekiple çalıştıkları bilgisini vererek, yoğunluğa göre, ekipteki eleman sayısının artırılabileceğini ifade etti. Özcan, çalışmalarının içeriği hakkında şu bilgileri verdi:  "Önce parçaların üzerinden boyaları alınacak. Çünkü, bazı yerlerde 4-5 kat boya var. Bu boyalar, arındırıldıktan sonra kartonpiyerlerin ham hali kalacak. Ardından bunların konservasyonları, çatlakları tamamlanacak. Ondan sonra kurumaya alacağız. Eksik parçalardan bazıları için kalıp alınacak ve orijinale uygun olarak döküm yapılacak. Taşıdığımız parçaların çoğu iyi durumda ama kırık olanları tümleyeceğiz. Bazı parçalar, yağmurdan dolayı su almış, onların da konservasyonları yapıldıktan sonra eskisi gibi olacak." Özcan, toplam söküm alanının bin 500 metrekareyi bulduğunu ifade ederek, perde ve koltuklar haricinde bütün parçaların atölyede elden geçirileceğini bildirdi.

 

"Tavan tek parça görünecek"

Projeden sorumlu mimarlardan Şeref Keskün, Türkiye'de bir ilki başarmak için mücadele ettiklerini belirterek, hiçbir zaman inanmadıkları bir şeyi yapmadıklarını söyledi. Keskün, şu an sadece tavan işlemlerinin restore edildiğine dikkati çekerek, benzer işlemlerin döşeme, koltuklar ve perde için de gerçekleştirileceğini anlattı. Bir gazetecinin "Tavan tek parça mıydı?" sorusu üzerine, sinemanın tavanı ilk yapıldığında da tek parça olmadığını ifade ederek, "İşlemlerin tamamlanmasının ardından tavan tek parça olarak görülebilecek" diye konuştu.

 

Keskün, kompleksin sadece Emek Sineması olarak düşünülmemesini isteyerek, "Senkildoryan'ı unutmamak gerek. Bu binadaki uygulama, birebir yerinde yapılacak bir uygulamadır. Burada görmüş olduğunuz çalışmayı orada yerinde takip ederek, yapacağız. Hep beraber konuşuruz ya İnci Pastanesi diye... İnci, o dükkanı isterse oraya çok rahatlıkla geri gelir. Oradaki şu anki durumunu tespit edin, yine bittiği zaman neyle karşı karşıya kaldığımızı da bir görün. Yani, Senkildoryan Binası, unutulmaması gereken bir bina, oranın 150 yıl gibi bir mazisi var" ifadelerini kullandı.

Yapı, 14.05.2013

YAPILMAYAN İŞE 1 MİLYON 200 BİN LİRA

 

 

Antalya Röleve Anıtlar Müdürlüğü, hiç yapılmamış bir işe 1 milyon 200 bin lira ödedi! Skandal, yapıldı gibi gösterilen ören yeri karşılama binalarının yeri eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından proje üzerinde beğenilmeyip yerinin değiştirilmesine karar verilince ortaya çıktı. Bürokratlar “Binalar yapıldı, yeri değiştirilemez” diye karşı çıkınca yapılan incelemede, hakedişi ödenen binaların aslında hiç yapılmadığı belirlendi. Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü’nün, geçen hafta da Burdur Müzesi’nin yapıldı gibi görünen ancak dokunulmayan yangın ihbar ve önleme sistemleri ile yangın hidroforuna aynı şekilde hakediş ödediği ortaya çıkmıştı.


Akdeniz ’in en büyük müzesi olarak projelendirilen ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca 11 milyon liraya ihale edilen Myre Granarium Müze projesinde müteahhit firmaya tek bir kazma bile vurmadan, birçok iş yapılmış gibi gösterilerek tam 1 milyon 200 bin lira ödeme yapıldığı ileri sürüldü. 

İstekliler arasında ihale

25 Eylül 2012 tarihinde ‘belli istekliler arasında ihale’ yöntemi olarak bilinen davet usulü yöntemiyle ‘Andriake Granarium (Tahıl Depoları) ve Plakoma (Ticaret Agorası) Yapıları Restorasyonu, Teşhir Tanzim ve Çevre Düzenlemesi’ işini Karacan Grup İnş. Müh. İth. Ltd.Şti yaklaşık 11 milyon liraya aldı. 11 Ekim 2012 tarihinde sözleşme imzalanarak yer teslimi yapıldı. İki ay sonra müteahhit firma karşılama binaları dahil temizlik, elektrik, arkeolojik eserlerin taşınması gibi pek çok işi yapmış gibi göstererek hak edişinin ödenmesi için yazılı dilekçe verdi. 

Teknisyenler direndi 
Antalya Röleve Anıtlar Müdürü Mehmet Ali Özgün’ün sözlü talimatıyla teknik personel yapılan işleri denetlemek üzere Demre’deki Myre ören yerine gitti. Ancak müteahhit firmanın elektrik işi hariç hiçbir işe başlamadığı görülerek yükleniciye ödeme yapılamayacağı belirtildi. Elektrik işi olarak da birkaç kilometre uzaklıktaki TEDAŞ trafosundan direkler üstünden orta gerilim hattı çekilme işi yapıldığı, bunun da yaklaşık 40 bin lira tuttuğu saptandı. 

Müdürden baskı iddiası

Müdür Özgün, iddiaya göre yazılı görevlendirmediği teknik personeline, ‘bu işi bakanın ve genel müdürün takip ettiğini, bu hakedişin kesinlikle ödenmesi gerektiğini’ söyleyerek baskı uygulamaya başladı. Buna göre müdürün baskısından bunalan personel, “Yazılı görevlendirin gereken cevabımızı yazılı verelim” dediğinde ise müdür “Hakedişi imzalamayacaksanız sizi ne diye görevlendireyim” diye karşılık verdi. Personel birer birer ya rapor alarak ya da izne çıkarak yıl sonuna kadar ortadan kayboldu. Bu aşamada müdür Özgün’ün imdadına Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından yazılı görevlendirilen mimar Erkan Çelik ve elektrik teknisyeni Ahmet Oğuz Çinko yetişti. 17 Aralık 2012 tarihinde Antalya’ya gelen iki teknisyen Demre’ye gidip, aynı gün içinde yüklenicinin dilekçesini jet hızıyla onayladı. Yani yüklenici ve bu iki teknik elemanın imzasıyla yapılmayan iş, yapılmış gibi gösterilerek paranın ödenmesine izin verildi. Ancak hakedişin ödenebilir duruma gelmesi için bir de incelenmesi ve inceleme imzasının bulunması gerekiyordu. Kendilerine baskı yapan müdüre karşı tüm mimar ve inşaat mühendisleri rapor ve izin aldığından son gün olan 24 Aralık tarihine kadar imza atacak birini bulamayan Müdür Özgün’ün çözüm ayağına geldi. Ailesi Ankara ’da oturan ve oraya gitmek için gün sayan iki yıllık inşaat mühendisi Emre Sivaslı’ya inceleme raporu imzalatıldı. Karşılığında da Ankara’ya tayini yapıldı. Böylelikle hiçbir iş yapmadığı halde müteahhide 1 milyon 200 bin lira ödeme gerçekleşti. 

Tüm ihaleler inceleniyor 
Projede ören yerinin girişine yapılan karşılama binalarının yeri hakediş ödemesinden bir ay sonra dönemin Bakanı Ertuğrul Günay tarafından beğenilmedi. Proje üzerinde revize istendi. Bunun üzerine yeni revize proje Antalya Koruma Kurulu’nun önüne gitti. Yeni yer tartışıldı. Ancak ciddi bir sorun vardı. Çünkü firmaya ödenen hakediş raporunda bu binaların yapıldığı görünüyordu. Kısa bir incelemeyle binaların yapılmadığı, müteahhide hakedişin önceden ödendiği gerçeği ortaya çıktı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Antalya teşkilatı aylardır bu skandalı konuşurken Burdur Müzesi’ndeki olay patlak verdi.


Şimdi gözler bakanlığın Antalya bölgesindeki 2011 ve 2012 yıllarına ait 36 milyon liralık ihalelerinde.

 

Burdur’da da bir garip ödeme 
Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü’nün, geçen hafta kamuoyuna yansıyan Burdur Müzesi skandalında da imzası bulunuyor. Orada da müzenin yapıldı gibi görünen yangın ihbar ve önleme sistemleri ile yangın hidroforunun hiç çalışmadığı belirlenmişti. Burdur Müzesi’nde yangın sistemlerini gösteren panolar ve yangın ihbar dedektörlerinin müzeye yerleştirildiği ancak bunları birbirine bağlayan kabloların döşenmediği yıllar sonra ortaya çıktı. Antalya Röleve Anıtlar Müdürlüğü ise ihaleyi alan firmanın tüm ihbar sistemlerini yaptığını denetleyerek hakedişini ödemişti. Ancak ihbar sistemlerinin aslında kablolarının bile döşenmediği müfettiş incelemesi sırasında ortaya çıkınca, ihaleyi alan firma kayıplara karışmıştı.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 14.05.2013

 

******


O MÜDÜR AÇIĞA ALINDI

Antalya Röleve Anıtlar Müdürlüğü’nün, hiç yapılmamış binaları yapıldı gibi gösterip müteahhide 1 milyon 200 bin lira ödemesiyle ilgili skandalı Radikal yazdı, Kültür ve Turizm Bakanlığı jet hızıyla müfettiş görevlendirdi. Yüklenici firmaya, binalar yapılmadan ödeme için personele baskı yaptığı iddia edilen Antalya Röleve Anıtlar Müdürü Mehmet Ali Özgün açığa alındı.


Antalya Röleve Anıtlar Müdürlüğü Demre’de Myre ören yerine müze ve çevre düzenlemesi için ihaleye çıkmış, kazanan firma çalışmalara başlamıştı. Eski Bakan Ertuğrul Günay projenin yerini beğenmeyince gerçek ortaya çıkmıştı. Henüz ortada bina yoktu ancak yapılmış gibi müteahhide 1 milyon 200 bin lira ödenmişti. Radikal’in skandalı duyurmasının ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı müfettiş görevlendirdi. Bakanlık yaptığı açıklamada iş kapsamında birinci hakedişin 17.12.2012, ikinci hakedişin ise 04.02.2013’te düzenlediğini belirtti. Bakanlık kazı, moloz, taş sökümü, taş çürütme, moloz taş temizliği, taş kenetleme, taş yıkanması ve moloz taş restorasyonuna yönelik imalatlar, karşılama merkezi yapıları olan bekçi kulübesi, güvenlik kulübesi, kafeterya imalatlarına karşılık hakediş ödemeleri yapıldığını duyurdu. Bakanlığın açıklaması şöyle:
“Radikal gazetesinin ‘Yapılamayan işe 1 milyon 200 bin lira’ başlıklı haberinde yer alan iddialar ile Burdur Arkeoloji Müzesi’nde 2001-2002 yıllarında gerçekleştirilen eksik imalatları da içeren, Cumhuriyet gazetesinin 26.4.2013 tarihli ‘Burdur Müzesi’nde skandal’ başlıklı haberinde yer alan iddiaların incelenmesi amacıyla konu Teftiş Kurulu Başkanlığı’na iletilmiştir. Soruşturmanın selameti açısından soruşturma sonuçlanıncaya kadar Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürü Mehmet Ali Özgün açığa alındı.”


Bakanlık yetkilileri daha önce kendilerine de ulaşan iddiaların araştırılmakta olduğunu belirtti.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 15.05.2013

KÖYLÜNÜN TÜRBE SANDIĞI ANIT MEZAR ÇIKTI

 

 

Marmaris'in Turgut Köyü'nde bulunan ve halkın türbe zannederek yıllardır gidip dua ettiği "Çağ Baba"nın, MÖ 2'nci yüzyılda savaşçı Diagoras ve karısı Aristomakha için yapılan piramit mezar olduğu ortaya çıktı.

 

Marmaris'in Turgut Köyü'nde bulunan ve Türkiye'de ayakta kalabilen tek piramit mezar olduğu belirtilen tarihi eser, turizme kazandırılmayı bekliyor.


İlçe merkezine yaklaşık 30 kilometre uzaklıktaki Turgut Köyü'nde bir tepede yer alan piramit mezar, farklı mimari tarzıyla bölgeyi ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Köye hakim bir noktada kayalıkların üzerinde bulunan ve geniş bir alanı yüksekten gören mezara, yaklaşık 10 dakikalık bir tırmanışla ulaşılabiliyor.


Marmaris Müze Müdürü Esengül Yıldız Öztekin, yöre halkı tarafından "Çağ Baba" olarak bilenen piramidal mezar hakkında Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Arkeoloji Bölümünden Şahin Gümüş'ün bir tez çalışması yaptığını söyledi. 

 

"TÜRKİYE'DEKİ TEK PİRAMİT MEZAR" 

Söz konusu anıtsal mezarın Türkiye'de ayakta kalan tek piramit şekilli mezar olduğunu belirten Öztekin, "Mezardaki yazıtta mezarın, MÖ 2. yüzyılda savaşçı Diagoras ve karısı Aristomakha için yapıldığı yazıyor. Yazıttan, daha önce mezarın ön cephesinde aslan ile piramidal çatının tepesinde mezar sahibinin heykellerinin yer aldığı anlaşılıyor" dedi.


Piramit mezarda geçmiş yıllarda kaçak kazılar yapıldığını ifade eden Öztekin, müze müdürlüğü olarak tarihin eserin turizme kazandırılması için proje hazırlığı içinde olduklarını bildirdi.

Turgut Köyü muhtarı Naci İşler ise örnekleri genelde Mısır'da yer alan piramit mezarın muhafaza altına alınmasını ve yürüyüş yolu yapılmasını istediklerini dile getirdi.


İlk olarak 60'lı yıllarda piramitte kaçak kazılar yapıldığını, içindeki mezarların yağmalandığını ifade eden İşler, "En kısa zamanda piramidin etrafının çevrilmesi ve denetim altına alınması gerekiyor. 2005'te muhtarlık olarak Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne yazılı olarak başvurduk ama piramit mezarın restore edilerek turizme kazandırılması için bugüne kadar bir adım atılmadı" diye konuştu.

 

"TÜRBE ZANNEDİP DUA EDİYORDUK"

Türkiye'de tek olan bir tarihi yeri koruyamadıkları ve turizme kazandıramadıkları için üzüldüklerini dile getiren İşler, "Önceki yıllarda mezarın kime ait olduğu ve tarihi hakkında bilgi sahibi değildik. Eskiden türbe zannederdik. Büyüklerimiz bizi oraya götürür yemek yedirirdi, dua ederdik" dedi.

 

Bölgeye gelen uzmanların, söz konusu tarihi eserin bir piramit mezar olduğunu tespit ettiklerini anlatan İşler, şöyle devam etti:
"İki yıl önce köyümüzü ziyaret eden bir uzman, Türkiye'nin her yerini karış karış gezdiğini ve söz konusu piramit mezarın Türkiye'de bir örneğini daha görmediğini söyledi. Artık köyümüze gelen yerli ve yabancı turistlere bu tarihi eserin bir piramit mezar olduğu yönünde bilgi veriyoruz. Ulaşılması zor olduğu için çok fazla olmasa da zaman zaman turistler tepeye çıkarak mezarı yakından görüyorlar."

 

"MISIR'DAN ETKİLENİLMİŞ OLABİLİR"

Tarihi eserde inceleme yapan arkeolog Bora Ayyıldız da Turgut Köyü'ndeki piramit mezarın Türkiye'de tek olduğunu düşündüklerini, bugüne kadar bir örneğine rastlanmadığını kaydetti.

 

Piramit mezarı bölgeyi dolaşan seyyahların tespit ederek tanıttığını vurgulayan Ayyıldız, "Bölgemizdeki mezarlar yatık ve gömme şeklinde. Bu mezarın Mısır'dan etkileşimle piramit şeklinde yapıldığı tahmin ediliyor. Bu konuda araştırmalar sürüyor" diye konuştu.
 

"SİZ BEYAZ DİŞLİ HAYVANLAR..."

Yüksekliği yaklaşık 6 metre, içi ise 3 metrekare olan, tavanı kubbe şeklindeki piramit mezarın yazıtında eski Yunanca şu ifadeler yer alıyor:

"Siz beyaz dişli hayvanlar, her zaman size öngörülen yerde kalın. Çünkü ben en yukarıda her şeyi gözetleyeceğim ki hiçbir korkak adam gelip de mezara zarar vermesin. Çünkü bu, savaşta ölen Diagoras isimli bir adamın ve örnek çocuklar yetiştirmesiyle kocasına sadakat anlayışıyla herkesten üstün, babasının Aristomakha olarak isimlendirdiği tanrılarla kıyaslanası karısının mezarıdır."

Hürriyet, 13.05.2013

DEDEDEN KALMA EVİNİ BUTİK OTEL YAPTI

 

 

Paçacıoğlu Hüsnü Efendi tarafından 1890 yılında Safranbolu’da yaptırılan Paçacıoğlu Bağ Evi, ikinci kuşaktan Hüsnü Paçacıoğlu tarafından 4 yıl süren restorasyon sonrası ‘butik otel’ olarak hizmet vermeye başladı.

Safranbolu’nun simgesel yapılarından olan Paçacıoğlu Bağ Evi, yerlerden tavan döşemelerine kadar orijinal hali korunarak restore edildi. Butik otel, yüklükleri banyoya dönüştürülen sekiz oda ile misafirlerini ağırlıyor.

Bir dönem yaşadığı evin tarihini Hüsnü Pacaçıoğlu şöyle anlatıyor: “Hacı Hüsnü efendi ve babaannem Ayşe hanımın vefatları ardından bağ evi babam Osman Paçacıoğlu'na intikal etti. Ailemizin (Osman ve Fatma Paçacıoğlu ile kardeşlerim Şükran ve Mustafa) yaz aylarında konakladığı ev, şehirdeki evin satılmasının ardından, sürekli ikametgahımız oldu. Safranbolu'nun önemli tüccarlarından olan babam Cumhuriyet Halk Partisi İlçe Başkanlığı ve 1950-1951 yıllarında Safranbolu Belediye Başkanlığı da yaptı. İş değişiklikleri nedeniyle önce kışları Karabük'e, işin tasfiyesi ile birlikte de İstanbul -Pendik’e taşındık ve evi yazları gidilen bir mekan olarak kullanmaya başladık. Önce annemin ardından babamın ani vefatlarından sonra ev kullanılmamaya başladı.”

Kullanılmadığı için hasarı büyüyen evin yaşatılmasının babalarını isteği olduğunu söyleyen Hüsnü Pacaçıoğlu, “Zaman içinde kardeşim ve ablamın hisselerini devir aldım. Evimizi restore edebilme hayalimizi gerçeğe dönüştürebilmek için 12 yılımız geçti, sonra restorasyon süreci başladı ve yaklaşık 4 yıl sürdü. Amacımız sadece evi kurtarmak değil aynı zamanda da Safranbolu’ya bir eser kazandırarak sürekli yaşamasını sağlamak oldu” diye konuştu.

Mimari özellikleri Dönem özellikleri açısından 18.yy sonu 19. yy başına tarihlenen örneklerin sonunda yapılmış geç dönem özellikleri taşıyan Paçacıoğlu Bağ Evi, düzgün sayılabilecek bir köşe parsel üzerinde bulunuyor. Zemin kat, orta kat ve üst kattan oluşan kare planlı kübik bir kütle düzenine sahip binanın zemin katına çift kanatlı iki kapıdan giriliyor. Kapılar evin sağ ve sol cephelerinde simetrik olarak yer alıyor.

Radikal, 13.05.2013

"ESERLERİME NE OLACAĞI KORKUSU ÖLÜM KORKUSUNDAN BÜYÜK"

 

 

Ressam Devrim Erbil’in en büyük korkularından biri eserlerinin dağılıp gitmesi. “Sanatçılar da herkes gibi bir gün ölüyor. İşte o günden sonrası meçhul. Ölüme kaygılanmıyorum bu kadar. Eserlerime ne olacağı korkusu ölüm korkusundan büyük.” diyen Erbil, biraz da bu niyetle bir vakıf kurmaya çalışıyor; “Devrim Erbil Kültür ve Sanat Vakfı”.

 

Devrim Erbil bereketli ressam; nar gibi. 76 yıllık yaşamına siz deyin 200, biz diyelim 300 kişisel sergi sığdırmış; tabloları, baskıları, vitrayları, kilimleri, halıları, hatta video yerleştirmeleri, bırakın Türkiye’yi dünyanın bir ucundan öbür ucuna yol yapmış. O ise Suadiye’deki atölye evinde şövalesinin başında genelde. Ritüeli şöyle: Mermer sehpanın üzerine boyaları sıktıktan sonra klasik müzik çalan bir radyo frekansı ayarlayıp eline fırçayı almak… Sonrası malum; camilerin kubbelerine beyaz ışıklar kondurmak ve kuşları ufka doğru havalandırmak… Ardından yaslanıp tahta sandalyesine, bakmak uzaktan resmine. Sonra belki bir kuru kayısı, üç beş yabanmersini atmak ağzına ve coşkusunu paylaşmak yanındakiyle: “Şuralardaki maviler resmin içine girmedi gibi daha! Bu nasıl? Daha iyi mi? Evet evet… Camiler ve kuşlar olmazsa İstanbul, İstanbul olmaz ki!” Sanki hiç yaşlanmıyor gibi, resmi de ömrü de hiç bitmeyecek gibi… Hani diyor ya “En zoru resmin bittiği anı belirlemek. Büyük bir karar o. Bazen heyecan, bazen zaman, bazen boya, bazen ömür bitiyor ama resim... Bitmiyor.” Günlerden pazar, onun önünde bitmeyen bir resim var; bizim elimizde sorular…

 

Nasılsınız?

Doktora gitmedikçe iyiyim. Ama gidersem mutlaka bir şey çıkıyor.

 

Satışlar nasıl?

Maşallah. Taleplere yetişmek mümkün değil.

 

İlk resminizi ne zaman satmıştınız?

Balıkesir’de, lise ikide, açtığım ilk sergide. Eczacı Nail Bey vardı, babamla beraber çalışırdı. O ilk resmimi almıştı. Ama öyle para filan yok. Değiş tokuşla; karşılığında çok şık bir kazak vermişti bana. O zaman resim böyle parayla satılan bir şey değildi. Hediye edilirdi, beğenene verilirdi. Sergi de öyle; çok açılan bir şey değildi, azdı, nadirdi. Belki de o yüzden sanatın beni buralara getireceğini hiç düşünmedim. Ne akademide profesör olacağım, ne böyle sıra sıra sergiler açacağım… Aklımın ucundan bile geçmedi.

 

Oysa şimdi?

Sergilerimle Türkiye’yi dolaşıyorum. Çağırıyorlar, koşarak gidiyorum.

 

Anadolu’ya verdiğiniz önemin özel bir sebebi var mı? Sanatı yaygınlaştırma çabası, her yerde görünür olma isteği ya da vefa borcu gibi…

Hepsi etkili aslında ama ben kendime şöyle bir sorumluluk yükledim, taa en başta. Sanatın seveni çoğalmalı. Yani sanat sadece seçkin bir topluluğa hizmet etmekle kalmamalı, Anadolu’nun her köşesine ulaşmalı. Ayrıca ben sanatı oralara götürdüğümü sandıkça oralardan topluyorum da… Mesela Van’da Akdamar Kilisesi’ni gördüm, şaşırdım kaldım. O kilisenin rölyeflerini yapan kişi Floransa’da dünyaya gelmiş olsaydı bir Mikelanj’dı. Bunu bir kişinin yeteneği olarak düşünmemek lazım. Orada bir kültür var, bir gelenek var, kocaman bir uygarlık var. Ve tabii ki ben bir Anadolu çocuğuyum sonuçta. Uşaklıyım, Salihli’de doğdum, Balıkesir’de büyüdüm. Vefa borcum da var.

 

Kilim ve halıya düşkünlüğünüz neden?  

Halı deyince benim içim çok yanık. Uşaklıyım bir defa. Oradan 3-4 yaşında ayrıldım ama halalarımın halı dokuduğunu hatırlıyorum. Biz kardeşimle sünnet olduk 47’de. Halam, bir şey yapacak, ne yapsın? Küçük bir halı dokudu bize. Bir de resim vardı üzerinde. Düşün… Hayatında hiç resim yapmamış biri onu dokudu ve bize yolladı. Halkın içinde kök salan bir zevk, bir sanat halı… Uğruna sergiler açılıp sempozyumlar düzenlenmeli. Ben 1975 senesinden beri eserlerimi kilim ve halı olarak görmek istiyorum ve fırsat buldukça dokutuyorum.

 

Koleksiyonerlerin halı ve kilime bakışı nasıl?

Almak isteyen oluyor ama ben pek satmı-yorum. Şimdiye kadar bir tek Bülent Eczacıba- şı’na verdim. Bir de 1991’de Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne bir halı resim yaptım, duvardan duvara kocaman. Ama kaldırmışlar onu. İşin kötüsü depoda da yokmuş, nerede olduğu belli değil, belki de kayboldu. 30 metrekarelik bir sanat eseri, yok! Nerede kim bilir? Yani… Neyse!.. Şu anda elimde 50 kadar halı resim var. Hepsini; halı, kilim ve ipek dokumaları bir arada sergilemeyi planlıyorum. Onların eskizlerini ve dokunma aşamalarını da dahil ettiğim büyük bir sergi olacak inşallah.

 

Aslında siz, sadece halı ve kilim de değil, resminizi çok farklı malzemelerle çoğaltıyorsunuz. O neden? Tuval ressamı olmak yetmiyor mu?

Tuval resminin dışına çıkmak ve teknolojiye bulaşmak benim için önemli. Dünyayı da sanatı da yakından izliyorum. Teknolojinin olanakları hem rüyalarıma hem de işlerime giriyor. Video art da yaptım mesela. Bir resmin içinde nasıl gezilir diye düşündüm ve bir Haliç resmimin içinde insanları üç boyutlu gözlüklerin de yardımıyla gezdirdim. Üstelik o iş bir heves olarak kalmadı. Şimdi ikincisini yapıyorum. İzleyici Galata Kulesi’nden atlayacak ve Hezarfen Ahmet Çelebi’nin gözüyle İstanbul’un üzerinde dolaşacak.

 

Tüm bunların arasında İstanbul resimleri nerede duruyor? Yoksa onları memur gibi gündüzleri; diğerlerini de geceleri mi yapıyorsunuz?

Bence en önemli işlerim soyutlarım ama İstanbul resimlerimi de öyle görev niyetine ya da sadece para kazanmak için yapmıyorum. İstanbul resimlerimden hala zevk alıyorum; çünkü onları farklılaştırmaya çalışıyorum. Kaldı ki insanların onları sevdiğini, onların sevgisinin de beni belli bir yere getirdiğini biliyorum. Üstelik konu sadece bir araç. Epeydir düşündüğüm, taa 60’larda denediğim ama bir türlü geliştiremediğim bir şeyi, yeni bir perspektif anlayışını İstanbul resimlerimde uygulamaya çalışıyorum. Daha ortaya koyamadım ama hem harita gibi bir bakış hem de gül yapraklarının dağılışı gibi bir gözle kente bakmak istiyorum; gül perspektifiyle.  

 

Denemeler bir yana; işin özü ne?

Her şeyin özünde, yeniliğe açık olmak ama yenilik yapacağım derken de kendinin dışına çıkmamak var. Yenilik diye kendinle, kişiliğinle, mantığınla bağdaşmayan şeyler yaparsan… Olmaz. Bu çok önemli çünkü insan önce kendi özünü keşfedecek, ona sadık kalacak; sonra yeniliği keşfedecek. Hem yenilenip hem özüne sadık kalmak kıl payı bir sınır. Var olmakla yok olmak gibi. Kendini inkar etmekle kendini yinelemek arasında bir şey. Bu büyük bir çelişki sanatçı için. Ben hem eskilere devam ediyorum hem de yeni şeyler deniyorum. Vitray, pleksiglas, sedef, halı, kilim, batik, video… Bunlar içimdeki yeni sesler. Bir sanatçı olmanın gereği olan sesler. Unumu eleyip eleğimi asabilirim ama olmuyor; yapamıyorum, çalışmaya devam ediyorum. İşim zor aslında. Yapmak istediğim daha çok şey var. Kitaplar üretmek, anılarımı yazmak, hatta şiir yazmak…

 

Şiir mi? Gerçekten mi?

Gerçekten. Gençliğimde şiirler ve öyküler yazıyordum. Sanatla ilk karşılaşmam şiirle zaten. İçimden hep şiirler geçti, geçiyor. Ama bir türlü yazıya dökemedim onları. Edebiyatla resim arasında bir paralellik vardır. Bir şiir ya da öykü yazarken sözcükler arasında ilişki kurarsınız, resimde de renkler... İki rengi bir araya getirmek iki insanı bir arada yaşatmak gibidir; zordur. Yani… Sanatı dert edenin derdi çoktur.

 

Şimdi; yeni derdiniz, dertleriniz neler?

Derdim çok büyük. İnsan ölümlü. Şu andan sonrasını hiç kimse bilmiyor. Bildiğimiz tek şey, bir gün öleceğimiz. Sanatçılar da herkes gibi bir gün ölüyor. İşte o günden sonrası meçhul; eserler dağılabilir. Eserlerimin dağılıp gitmesinden korkuyorum. Ölüme kaygılanmıyorum bu kadar. Eserlerime ne olacağı korkusu ölüm korkusundan büyük. O yüzden bir vakıf kurmaya çalışıyorum; Devrim Erbil Kültür ve Sanat Vakfı.

 

Nasıl bir aşamada vakıf?

Epey yol aldım. Vakfın merkezi olması için Kadıköy’de, Pavlonya Sokak’ta altı katlı, iki katı da bodrum olan bir bina aldım. Toplam sekiz kat. Şu anda restore ediliyor. Yaza restorasyonu bitecek. Eylülde de hayata karışmasını bekliyorum; hem vakıf merkezi hem kültür merkezi olarak. Belki bir kısmı müze olur. Elimde olan eserlerin büyük bir kısmını vakfa bırakıyorum. En az 200-300 eser.  

 

Aileniz ne diyor bu duruma?

Daha önce istemiyorlardı, şimdi destekliyorlar. Ama yine de belli olmaz. İçimde bir korku var, yarın öldüm gittim diyelim; ya eserlerim dağılırsa!..

 

Vasiyet hazırlamayı düşünmediniz mi?

Ona bir türlü elim değmiyor. Tuhaf şey! Vasiyeti ne kadar geciktirirsem ölümü de o kadar geciktirirmişim gibi geliyor.

Zaman, Haber: Jülide Güngör, 13.05.2013

 

******


"ESERİNİZ KAYBOLMADI, ÖZENLE KORUNUYOR"


 

Ressam Devrim Erbil'in dün bu sayfada yayımlanan röportajında dile getirdiği bir iddiaya Cumhurbaşkanlığı Basın Danışmanlığı'ndan açıklama geldi.

 

“Eserlerime ne olacağı korkusu ölüm korkusundan büyük” başlığıyla yayımlanan röportajda Erbil, “Koleksiyonerlerin halı ve kilime bakışı nasıl?” sorusuna verdiği cevapta şu ifadeleri kullanmıştı: “Almak isteyen oluyor ama ben pek satmıyorum. Şimdiye kadar bir tek Bülent Eczacıbaşı'na verdim. Bir de 1991'de Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne bir halı resim yaptım, duvardan duvara kocaman. Ama kaldırmışlar onu. İşin kötüsü depoda da yokmuş, nerede olduğu belli değil, belki de kayboldu. 30 metrekarelik bir sanat eseri, yok! Nerede kim bilir?”

 

Köşk'ten yapılan açıklamada, Devrim Erbil'in ifadelerinin gerçeği yansıtmadığı, söz konusu eserin en üst düzeyde özenle korunduğu ve bu konu hakkında sanatçıya daha önce birkaç kez bilgi verildiği kaydedildi. Cumhurbaşkanlığı Basın Danışmanlığı'nın konuyla ilgili açıklaması şöyle: “Gazetenizin 13 Mayıs 2013 Pazartesi günkü sayısında, Kültür-Sanat sayfasında ressam Devrim Erbil'le yapılan mülakatta yer alan yanlış bilgiler nedeniyle aşağıdaki açıklamanın yapılması gerekli görülmüştür. Cumhurbaşkanlığı envanterinde yer alan çok sayıda sanat eseri zaman zaman sergilenip, zaman zaman da depolara konulmaktadır. Cumhurbaşkanlığı depolarındaki eserler de en az sergilenen eserler kadar iyi ortamlarda korunmaktadır. Bahse konu eser, 1991 yılında Cumhurbaşkanlığı Ana Hizmet Binası'nın ilk yapımı sırasında yaptırılmış olup, daha sonra da kurumumuz demirbaş kayıtlarına alınmıştır. 9 m x 3,30 m (29,7 m2) ebatları olan eser, gerekli ısı, nem ve bozulmaya karşı tüm önlemlerin en üst düzeyde alındığı bir depoda muhafaza edilmektedir. Bu hususlarda Sayın Erbil'e bugüne kadar birkaç kez bilgi verilmesine rağmen basına farklı biçimde açıklamalarda bulunması iyi niyetle bağdaşmamaktadır.”

Zaman, 14.05.2013

TARİHİ HANI TİYATRO SAHNESİNE DÖNÜŞTÜRDÜ

 

 

Tiyatro oyuncusu Genco Erkal, 18. yüzyılda inşa edilen, Eminönü’deki aile yadigarı Ali Paşa Hanı’nı tiyatro sahnesine dönüştürdü. Hanın açılışı, Genco Erkal’ın, Nazım Hikmet’in ölümünün 50’nci yıl dönümü için uyarlayıp yönettiği, Dostlar Tiyatrosu tarafından sahnelenen müzikli oyunu, ‘Yaşamaya Dair–Bursa Cezaevi’nden Mektuplar’la yapılacak. Oyun, 16,17,18 ve19 Mayıs’ta açık havada ve hanın doğal dekorunda sanatseverlerle buluşacak.

 

Erkal’a sahnede Tülay Günal’ın eşlik ettiği oyun, Nazım Hikmet’in sürgün yılları ve vatan hasretine odaklanarak, Bursa Cezaevi’ndeki yaşamını, eşi Piraye’ye tutkusunu, yaşamından izlenimlerle aktarıyor.

 

Piyano ve viyolonsel eşliğinde sahnelenen oyunda, Fazıl Say, Zülfü Livaneli, Cem Karaca, Tarık Öcal, Edip Akbayram, Tolga Çebi, Nadir Göktürk, Timur Selçuk’un Nazım şarkıları da seslendiriliyor.

Yapı,13.05.2013

OSMANLI AZİZLERİNİN MUCİZESİ ŞAİBELİ

 

Papa Francesco dün Vatikan’da ilk ciddi icraatına imza atarak 1480 yılında Otranto’da Osmanlı’ya karşı savaşırken ölen 813 Hıristiyan’ı “aziz” ilan etti. Ancak aziz olmanın şartı olan mucizenin bu kez uydurulduğu iddia edildi.

 

Emerit unvanıyla emekliye ayrılan Papa 16. Benedikt, Otranto’da Osmanlılara karşı savaşırken ölen 813 Hıristiyan’a “azizlik” payesi verilmesine hükmetmişti. Bu kararı yeni Papa Francesco, dün Sen Piyer Meydanı’nda onbinlerce kişinin katıldığı törenle uyguladı. Törende Otrantoluların yanı sıra, Kolombiyali ve Meksikalı ermişler de aziz ilan edildi. 815 kişi ile topluca aziz ilan etme rekoru da kırıldı.

 

Katolik Kilisesi’ne göre bir ermişin “aziz” ilan edilmesi için mutlak mucize gerçekleştirmesi gerekiyor. 1979 yılında kansere yakalanan Rahibe Francesca (gerçek adı Cecilia Levote) için Otranto’da 813 Hıristiyan’ın kafatasının bulunduğu kilisede her gün dualar edilmişti. Rahibenin bu dualar sayesinde iyileştiği açıklanmış ve Vatikan İnançlar Kongregasyonu doktorları bu “mucizeyi” onaylamıştı. Ancak dünkü törenle birlikte İtalya’da bir polemik başladı. Geçen yıl 22 Temmuz’da hayatını kaybeden yaşlı rahibenin dua değil, bilimsel tedavi yöntemleri sayesinde iyileştiği öne sürüldü. İddia, sağlam bir kaynaktan. Rahibeyi hastalığı süresince tedavi eden Cenova’nın Galliari ve San Martino hastanesi onkoloji uzmanlarından Prof.Dr. Salvatore Toma şunları söyledi: “O dönemde hastaya kemoterapi, radyoterapi ve tekrar kemoterapi uygulayarak 2 yılda gelişmiş ve yoğun tedavi yöntemleri ile kendisini iyileştirdik. Bence Rahibe Francesca bilim sayesinde kanseri yendi. O dönemde bu terapileri doğru uyguladığımız için hayatını kurtardık. Mucize olduğuna inanmıyorum. Vatikan’ın söylediği gibi ‘açıklanamayan bir durum’ yok. Üstelik mucize anlık bir gelişen tepkidir. Uzun vadeli değildir.”

 

Kafatasları katedralde

Fatih Sultan Mehmed’in emriyle 1480 ağustosunda İtalya seferine çıkan Gedik Ahmet Paşa komutasındaki 20 bin Osmanlı askeri, ‘Çizme’nin topuğunda, Adriyatik kıyısındaki Otranto kalesini 13 ay kuşattı. İtalyanlara göre kuşatma sırasında kasabanın katedraline sığınan yerel halktan Müslüman olmaları istendi. Ancak Otrantolılar “işgalcilerin” bu isteğini reddetti ve Osmanlı ordusu 813 erkeği idam etti. İtalyanlar, bu grubu “Otranto Şehitleri” diye anıyor. Kafatasları aynı katedraldeki camekan arkasında korunuyor. Fatih Sultan Mehmet’in ölümünün ardından 1481’de birlikler takviye edilmemiş ve Osmanlı askeri kaleyi bölge halkına geri bırakmak durumunda kalmıştı.

Hürriyte, Haber: Reha Erus, 13.05.2013

YENİKAPI'DA NEOLİTİK SKANDAL

 

 

Yenikapı’da neolitik dönem ayak izleri, 8500 yıllık mezarlar ve ahşap eserlerin bulunduğu alana iş makinesi ile girildi. Geçen günlerde iş kulesinin yıkıldığı alanda toprağı sabitlemek için fore kazık yöntemi yapmak yerine iş makinesi ile toprağı kaldırmaya yönelen metro inşaatının yüklenicisi müteahhit firma (Yüksel ) neolitik alanı tahribe başladı. Arkeologların uyarılarını dinlemeyen müteahhit firma Koruma Kurulu’ndan izinsiz arkeolojik alana iş makinesi soktu. Arkeologlar, üniversite, meslek odaları ve sivil toplum örgütlerine seslenerek ‘‘Çığlığımıza kulak verin’’ dedi.
Yenikapı’da daha önce neolitik dönem tabakası bulunmuş, burada İstanbul ’un tarihini değiştirecek buluntular elde edilmişti. Dünyanın dikkatini çeken buluntular arasında 8500 yıllık ilk İstanbulluların evleri ve mezarları ile ağaç kökleri, dünyanın en eski ahşap kano küreği ele geçirilmişti.


‘Daha sonra kazılacak’

 Bunun yanı sıra ilk İstanbulluların ayak izleri de arkeoloji dünyasında büyük yankı bulmuştu. Ayak izleri de dahil buluntular alındıktan sonra tabaka Marmaray ve metro inşaatının aksamaması için daha sonra kazılmak üzere terk edilmişti. Burada yapılması planlanan otopark inşaatı öncesinde arkeologlar kazı işlemlerine devam edecekti. Ancak geçen günlerde tam da bu alan üzerine kurulan inşaat vinci alttaki toprak katmanın kayması nedeniyle devrilince müteahhit firma apar topar burada iş makineleri ile faaliyete başladı. Ne Koruma Kurulu ne de İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin haberi olamadan yapılan işlem arkeologları çılgına çevirdi. Çünkü iş makinesi ile kazılan alan neolitik katmanın bulunduğu ve belki de İstanbul için çok daha yeni bilgilerin elde edilebileceği bir alandı.


İş makinelerini alana girdiğini gören arkeologlar derhal olaya müdahale etti. Ancak müteahhit firma arkeologları dinlemedi bile. İş makinası ile çalışmalarına devam etti. Eğer yetkililer müdahale etmez ise neolitik dönem tabaka tamamen yok edilecek.


Masraf olmasın!

 İstanbul tarihi için bu çok önemli alan yerle bir edilerek tüm buluntular hafriyat toprağına karışacak. Toprağı iş makineleri ile kazmadan da kaymasına engel olunabileceğine dikkat çeken arkeologlar, ‘fore kazık yöntemi ile 3 - 4 günlük bir çalışma ile kaymanın önüne geçilebileceğini, ancak bu durumun müteahhit firma için biraz pahalıya çıkacağı için hafriyat yolunu seçtiklerini’ anlatıyorlar. Arkeoloji çalışmalarını da ekonomik olarak destekleyen müteahhit firma işi aceleye getirip arkeologların da kazmasının önüne geçiyor.


Arkeologlardan çağrı

Arkeologlar kamuoyuna şu metinle seslendi:
‘‘Marmaray Metro projeleri kapsamında Yenikapı’da 8 yıldır 4 Numaralı Bölge Koruma Kurulu’nun kararıyla arkeolojik kurtarma kazısı ilgili yönetmelik çerçevesinde devam etmektedir. Yasal çerçeve ile sürdürülen kazıların İstanbul kültür hayatına yapmış olduğu önemli katkılar kamuoyu tarafından bilinmektedir. Dünya bilim otoriteleri tarafından yüzyılın en önemli arkeolojik kazılarından biri olarak kabul edilen çalışmada Marmaray ve metro istasyonlarının yapılacağı alanların kazısı, inşaatın gidişatını etkilemeyecek noktaya gelmiş olup kazısı yapılmayan tek bölge inşaatın otopark alanıdır. Kazısı yapılmayan bu alan, hem Bizans Dönemi Theodosius Limanı hem de İstanbul’un bilinen tarihinin değiştiği neolitik yerleşimin bulunduğu alanın parçasıdır. Arkeolojik kazısı yapılmayan bu alan kültür dolgusunun devam ettiği belirli iken bugün itibariyle (11 Mayıs 2013) dozerlerle girilip tahrip edilmeye başlanmıştır. Anayasanın 63. maddesi ile belirlenen kültür varlıklarının korunması yönetmeliği ve imzalanan uluslararası anlaşmalar gereği bu çerçevenin dışına çıkılmasını suç kabul eder. Aynı zamanda mesleki bilimsel etik açısından kabul edilemezdir. Başta yargı mercileri, üniversiteler, meslek odaları ve basın olmak üzere tüm ulusal ve uluslararası kamuoyunun harekete geçip bu kanunsuz çalışmanın durdurulması gerekmektedir. Kazı çalışmalarının sona yaklaştığı bir aşamada arkeolojik kazı alanına inen dozerler ülke topraklarının binlerce yıllık kültür geçmişinin bilinmeyen bir dönemini yok etmeden durdurulmalıdır.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 13.05.2013

SAİT FAİK ABASIYANIK MÜZESİ AÇILDI

 

Türk edebiyatı tarihinde derin izler bırakan Sait Faik Abasıyanık'ın pek çok hikayesini kaleme aldığı Burgazada'daki evinin restorasyon çalışması Darüşşafaka Cemiyeti tarafından tamamlanarak müze olarak doğum günü olan 11 Mayıs'ta açıldı. Adalar Belediye Başkanı Dr. Mustafa Farsakoğlu, Darüşşafaka Cemiyeti'nin yeni Başkanı Talha Çamaş ve eski Başkan Zekeriya Yıldırım'ın yanı sıra İş Bankası Kültür Yayınları Genel Müdürü Almet Salcan, yazar Sine Ergün, adalı sanatçılar, Darüşşafakalı öğrenciler açılış töreninde bir araya geldi. Açılışa Burgazada halkı da büyük ilgi gösterdi.

Sabah, Haber: Ali Balcı, 13.05.2013

1100 YILLIK TABLO

 

Çin'de yağlıboya tablolarda mavi rengi elde etmeye yarayan "lapis lazuli" adlı özel bir pigment (tüm nesnelerin renklerini oluşturan moleküller) kullanılarak 900 yılında yapılmış bir tablo bulundu.

Söz konusu pigmentin kullanıldığı ilk tablo olabileceği bildirilen eser, önümüzdeki sonbahar Londra'daki V&A Müzesi'nde sanatseverlerle buluşacak.

Çin'in Dunhuang kentindeki bir sanatçının çalışma alanında tesadüfen bulunan tablo hakkında konuşan sanatçı Dr. Hongxing Zhang, "26 Ekim'de açılacak olan sergide bununla birlikte 70 eser daha gün yüzüne çıkacak" dedi.
Sabah, 12.05.2013

BEİT HİLLEL SİNAGOGU RESTORE EDİLİYOR

 

 

29.5 milyon liralık kamulaştırma çalışmalarının yanında, personel ve malzeme desteği de verdiği tarihi Agora bölgesi ile sinagoglar ve çevresini rehabilite ederek Kemeraltı Çarşısı ile bütünleştirmeyi hedefleyen Büyükşehir Belediyesi, şimdi de Beit Hillel Sinagogu’nda yeniden yapım çalışmaları başlattı.

 

İzmir 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’ndan onaylanan projeye göre, yıkılmaya yüz tutmuş Sinagog için öncelikle temizleme çalışmaları, ardından da yapımına geçilecek. Uzun yıllardır harabe konumunda olan yapı, çalışmaların tamamlanmasının ardından müze olarak şehrin hizmetine sunulacak.

Kemeraltı’ndaki Beit Hillel Sinagogu’nun 17. yüzyılda yapıldığı biliniyor. Günümüze kadar geçirmiş olduğu iki yangın ile oldukça harap durumda olan binadan günümüze kalan tek yapı elemanı, ön cephe duvarı. Duvarın yüzeyi üzerinde, mimari karakterini bütünleyen taş söveli pencereler, taş söveli üç basamak ile geriye çekilmiş giriş boşluğu ve kapısı, kapının duvar yüzeyinde özgün ferforjeleri mevcut durumda. Uzm
anlar, geçirdiği yangınlardan sonra ahşap taşıyıcı çevrenin de ana elemanlarının yandığı ve taşıyıcı işlevini kaybettiğini tespit etti. Mevcutta görülemeyen çatının izlerden yola çıkılarak asma bir çatı sistemine sahip olduğu tahmin ediliyor.

Akşam, 12.05.2013

DELİNİNCE
FİYATI 10'DA 1'E
DÜŞTÜ

 

Çin İmparatoru Qianlong adına yaptırılmış olan yarım milyon sterlin değerindeki Çin vazosu, altından delinip lambaya çevrildiği için İngiltere’nin Dorset bölgesindeki bir müzayedede sadece 47 bin 800 sterline alıcı buldu.

 

Kırmızı ve mavi sırlarla Budist aslanlar gibi zor motiflerin işlendiği 35 santimetre uzunluğundaki antik vazo eğer delinmeseydi 500 bin sterline satılabilecekti.
Milliyet, 12.05.2013

MÜZEDEN 'SON ÇAR' ÇIKTI

 

 

Fotoğraf tutkunu olarak bilinen son Rus Çarı’nın infaz edilmeden önce çektiği kareler gün yüzüne çıktı! Ücra bir müzede bulunan fotoğraflarda Çar’ın kızları da yer alıyor.

 

Son Rus Çarı II. Nikolay’ın, ailesiyle beraber Bolşevikler tarafından infaz edilmeden önce çektiği fotoğraflar bir Rus kasabasındaki müzede bulundu. Çoğu bizzat bir fotoğraf tutkunu olan Çar Nikolay tarafından çekilen resimler, Romanov ailesinin 1918’deki infazlarına kadar geçen süredeki yaşamlarına ışık tutuyor.

 

Albümde, Çar II. Nikolay’ın yanısıra, varislerin de hiç görülmeyen kareleri bulunuyor. Zira, uzun yıllar infazdan sağ kurtulduklarına inanılan kızları Düşes Anastasia, Düşes Olga ve tahtın varisi Alexei’nin fotoğrafları da bu albümde yer alıyor.


Müzede kilitliydi
Fotoğraf albümü, Sovyet dönemi boyunca, Ural dağlarının eteğindeki Zlatoust müzesinde kilitli duruyordu. Albümün bu kadar uzak bir şehirde nasıl ortaya çıktığı ise bilinmiyor. İddialara göre, Romanov ailesi infazları için Yekaterinburg’a götürülürken yanlarında Dmitri Chudinov isimli bir devrimci bulunuyordu. Bu kişinin Zlatoust şehrinden oluşu, infaz sonrası aile albümünü himayesi altına aldığı görüşünü destekliyor.

Milliyet, 12.05.2013

TEMEL KAZISINDA ALTIN BULUNDU İDDİASI

 

 

Mardin’in Kızıltepe’de İlçesi’nde bir inşaatın temel kazısında, kepçe operatörünün altın dolu küp bulduğu iddiası heyecan yarattı. Polis gözetiminde yapılan incelemede, küp bulunduğu iddia edilen yerde su kuyusu olduğu belirlendi.

 

Kızıltepe’nin Urfa Caddesi üzerinde Kadir Dağ’a ait inşaatın temel kazısı sırasında altın bulunduğu iddiası polisi harekete geçirdi. İnşaat kazısını yapan kepçe operatörü Yusuf Kaya’nın, kazıdan çıkardığı altın dolu küpleri sabah namazına doğru gizlice eve götürdüğü iddiası heyecan yarattı.

 

Birçok kişi olay yerinde toplanırken, yaklaşık 30 çevik kuvvet polisi, kazı yapılan alanın çevresinde güvenlik kordonu oluşturarak önlem aldı. Gece boyunca hafriyat çalışması yapan kepçe operatörü Yusuf Kaya, uykusundan uyandırılarak inşaat alanına getirildi. Polis kontrolünde yapılan inceleme kazıları sonrasında herhangi bir define bulgusuna rastlanmadı.

 

İnşaat sahibi Kadir Dağ, "İnşaat alanında eski bir kuyu bulunmuş, oradan da herkes millete hazine var diye laf dağıtmış. Altın yok; tamamen asılsız, gerçeği yansıtmıyor. Polis burada çalışma yaptı her hangi bir şey bulunamadı" dedi.

 

Kepçe operatörü Yusuf Kaya ise gündüz trafik yoğunluğu nedeniyle çalışmadığını belirterek, "Akşam çalışıyorum, sabah 06.00’da iş bıraktım ve istirahat etmek üzere cep telefonumu kapatıp uyudum. Operatör iki teneke altın almış ve kaçmış diye söylenti yaymışlar. Gördüğünüz gibi şu an buradayım, öyle bir şey yok. Kazı yerinde kuyu gibi bir şey var polis oraya baktı herhangi bir şey yok. Trafik olduğundan gece çalışıyoruz, akşam olunca işimize devam edeceğiz" diye konuştu.

Milliyet, Haber: Kadir Üründü - Mehmet Ali Dinler, 10.05.2013

BİTMEYEN TADİLAT

 

 

Atatürk’ün Selanik’te doğduğu ev olan ve daha sonra müzeye dönüştürülen Atatürk Müzesi’nde geçen yıl başlatılan bakım ve onarım çalışmaları bir türlü tamamlanamıyor. Türkiye’den Selanik’e giden ve Atatürk’ün evini tadilat nedeniyle ziyaret edemeyen yurttaşlar, uzun süredir devam etmesine karşın bakım ve onarım çalışmalarının tamamlanmamasına tepki gösteriyor.


Bir grup arkadaşıyla Yunanistan’a giden Prof.Dr. Murat Döşoğlu, ziyaret etmek istedikleri Selanik’teki Atatürk Evi’nin “tadilat” gerekçesiyle kapalı olması üzerine, Kültür Bakanlığı’na şikayet dilekçesi gönderdi.

 

Prof.Dr. Döşoğlu, geçen yıl haziran ayında başlayan bakım onarım çalışmalarında gereken önem ve hassasiyetin gösterilmediği kanısına kapıldıklarını belirterek Atatürk Müzesi’nin bir an önce ziyarete açılması için bakanlığın devreye girmesi gerektiğini vurguladı. Tadilat çalışmalarında yaklaşık bir yıla gelindiğini ve sürenin uzamasının manidar olduğunu ifade eden Döşoğlu, “Toplum, hiçbir ülkede tarihine düşman olmamıştır. Bu tür yaklaşımlar kabul edilemez ve her kesimden tepki alacaktır” diyerek kaygılarını dile getirdi.

 

Atatürk’ün eşyası Kocaeli’ne

Atatürk’ün daha önce Selanik’teki Atatürk Müzesi’nde sergilenmekte olan kişisel eşyaları, bakım ve onarım çalışmaları nedeniyle bir süre önce İzmit’e getirildi. Aralarında kıyafetler, hediye ve günlük olarak kullandığı çatal kaşıklar, birçok fotoğrafında da görülen kahve fincanının da bulunduğu eşyaların bir bölümü Kasr-ı Hümayun’da, bir bölümü de İzmit Müze Müdürlüğü’nde muhafaza altına alınarak sergilenmeye başlandı.

Atatürk’e ödenek yok
 

Selanik’teki Atatürk Evi Müzesi, Yunanistan Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 22 Temmuz 2011 tarihinde “modern anıt” olarak tescil edilmişti. Ardından ilgili Yunan makamlarının onayıyla, dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın istemiyle bakanlık kapsamlı bir restorasyon projesi hazırlamıştı. Tadilat gerekçesiyle müze, 18 Haziran 2012’de ziyarete kapatılmıştı. Tadilat gerekçesiyle ayrıca Atatürk’ün eşyaları da Edirne’ye nakledilmişti. Bakanlıkça, müze, tadilata başlanan tarihten 5 ay sonra, 10 Kasım 2012’de açılacaktı. Ancak, bakanlık “bütçe yetersizliği” nedeniyle açılışı askıya aldı. Bakan Ömer Çelik de 1 Mart’ta yaptığı açıklamada, müzeyle ilgili projenin tamamlandığını ve müzenin nisan ayında açılacağını dile getirmişti. Müze nisan ayında da açılamadı. Bakanlık yetkililerine göre müzenin açılışı 10 Kasım 2013’e kalabilir.

Cumhuriyet, Haber: Özcan Yaşar, 10.05.2013

'ÇANAK ÇÖMLEK'LER

 

 

Başbakan Erdoğan, geçenlerde,  Kızılcahamam’da  bir toplantıdaki konuşmasında “Bizim bir Marmarayımız var. Basit çanak çömlek hikayesi bize 4 sene kaybettirdi. 3 sene, 4 sene önce Marmaray açılacaktı.”, “Denizin dibindeki 3-5 tane çanak çömlek bulunmuş, çatal, kaşık bulunmuş bunları koruyorsun... Bu ideoloji değil de nedir?” dedi. Başbakanın ‘basit çanak çömlek, çatal kaşık’ dediği şeylere daha yakından bakmak lazım.  

 

TARİHİ DEĞİŞTİREN KALINTILAR

Yenikapı’da 58 bin metre kare alandaki arkeolojik kazılarda deniz seviyesinden+3 metre ile -1 metre arasında 19. yüzyıl Osmanlı Dönemi’ne ait imalathaneler, işlikler ile sokak dokusu bulundu. -1 metre ile -6.30 metre arasında, Erken Bizans Dönemi’nin en büyük limanı olan Theodosius Limanı gün ışığına çıkarıldı, 5 ile 11. yüzyıllar arasına tarihlendirilen 35 batık tekne bulundu.

Dünya üzerinde, toprak altında iyi korunmuş bu kadar çok batığın bir arada bulunduğu başka bir arkeolojik alan henüz ortaya çıkarılmış değil. Alt seviyelere inildiğinde, deniz seviyesinin yaklaşık -6.30 metre altında Neolitik Dönem taş temelli dal örgü mimari kalıntılar ile bu kalıntıların çevresinde  Hocker pozisyonda (anne karnındaki pozisyon) ve urne gömülerin tespit edilmesi İstanbul’un Neolitik döneminin tarihlendirilmesine önemli katkılar sağladı. Ahşap kullanılan bu gömüt mimarisinin yakın benzeri henüz bilinmemektedir. Ve bulunan bir mezarın günümüzden 8 bin 500 yıl öncesine tarihlenmesi sadece Türkiye’de değil tüm dünyada büyük ilgi uyandırmıştı. 2008-2009 arası Yenikapı’da Metro projesi kazısında arkeolog olarak çalışırken de bizleri ayrı bir heyecanlandırmıştı. Ayrıca batıklar içindeki malzemeler, amphoralar, toprak içinde korunagelmiş at ve deve iskeletleri ve neolitik dönem ok, yay, kano küreği vb. sayamayacağım kadar çok çeşitli eser de bu kazılarda ele geçti. Envanterlik eser sayısı ise 38 bin. Neolitik dönemden (insan topluluklarının yerleşik yaşama geçtiği dönem) Osmanlı’ya kadar kesintisiz giden bir tarihsel süreç Yenikapı’da ortaya çıkmıştı. İstanbul’un bilinen tarihi daha da gerilere gitmişti.

 

TARİHİ DOKUYU HİÇE SAYMAK

Peki, Marmaray’da ortaya çıkan bu  kalıntılar ortadayken, İnternet taramasından bile, bu bilgiler öğrenilebilecekken, dünyanın bile ilgisini çeken bilimsel sonuçlara ulaşılmışken Başbakanın bunlara 3-5 basit çanak çömlek demesi neden?


Nedeni Türkiye’de birçok rant projesinde tarihi dokunun yok edilmesinin önünü açmak. Artık her projede tarihi yıkıp geçmenin bahanesi hazır; 3-5 çanak çömlek, altı üstü çatal kaşık... Projeler ‘halk için’ vakit kaybetmemeli. Ve bu uğurda o çok sevilen ‘ecdad’ bile tanınmıyor. Osmanlı’dan Bizans’a, farketmez, rant alanı içerisindeyse değersizleştir, ortadan kaldır.


Arkeolojik ve tarihi veriler ışığında geçmişi sorgulayan, düşünen ve bunlar üzerinden geleceğe dair yorumlar yapabilen nesiller artık daha zor şartlarda yetişecek gibi gözüküyor...



 

MARMARAY’I KAZILAR MI UZATTI?

Marmaray’da çalıştığım dönemde, mühendislerin bizlerle yaptığı sohbetlerde aktardığı şekliyle; uzun bir süre su altı beton tüplerinde suya dayanıklılık sorunu vardı. Daha sonra Yedikule bölgesinde burgu makinası binaların temeline zarar verdiği için bir süre çalışma o bölgede durmuştu. Ayrıca kazılar bitmesine rağmen hald1 banliyö hattı inşaatları 4 yıldır bitirilemedi. Ama ne hikmetse fatura yine arkeolojik kazılara çıkarılıyor.

 

Diğer yandan bir proje arkeolojik kazılar nedeniyle uzayabilir de. Tahrip edildiğinde bir daha ele geçemeyecek buluntuları kaybetme ve tarihi verilere ulaşamama riski olan her yerde kazılar önemlidir. İstanbul gibi tarihi bir coğrafyada her an her alanda tarihi buluntulara rastlama olasılığı vardır. Başlayan ve başlayacak her proje bunu göz önünde bulundurmak zorunda. Geçmişin öğrenilmesi ve bunun gelecek kuşaklara aktarılması rant projelerine kurban edilemez.

Evrensel, Yazı: Enis Tartan / Arkeolog, 10.05.2013



5 - 11 Mayıs 2013

TAŞ 'ÇALAN' AMERİKALI NASİHATLE SERBEST

 

Antalya’da valizindeki taşların tarihi eser çıkması nedeniyle yurtdışına çıkışı yasaklanan ABD’li Jason La Reece Dement (30) hakim karşısına çıktı.

 

Mahkeme Dement’e 5 yıl hapis cezası verdi. Cezası iyi halden 1 yıl 3 aya indirilirken, hükmün açıklanması da geri bırakıldı. Dement’in yurtdışı yasağı da bin lira teminatla kaldırıldı. Mahkeme Başkanı Nihat Altuğ, Dement’e, “Bir daha kıyılarımızdan taşlarımızı alma” uyarısında bulundu.

Hürriyet, Haber: Ömer Erdem, 10.05.2013

'ARKEOLOJİ MAFYASI' SURİYE'Yİ TALAN EDİYOR

 

 

Suriye'deki iç savaşın yol açtığı tarihi eser kaçakçılığı korkunç boyutlara ulaştı. Amerikan dergisi Foreign Policy, muhaliflerin eserleri silah karşılığı nasıl sattığını ve binlerce yıllık kültür mirasının "internete bile düştüğünü" ortaya çıkardı. Derginin Lübnan-Suriye sınırında konuştuğu kaçakçı Ebu Kader, Hitit, Pers, Roma, Bizans ve Osmanlı uygarlıklarına ev sahipliği yapmış Suriye'deki tehlikeyi tek bir cümleyle anlattı: "Eserlerin dönemi olduğu önemli değil. Yalnızca kaç para ettikleriyle ilgileniyorum."

 

77 BİN ESER DEPODA 
Kader, çivi yazısı tabletler, antik Roma dönemine ait fresk ve heykellerin yanı sıra Bizans sikkelerinin özellikle revaçta olduğunu anlatarak, "Hür Suriye Ordusu bana tarihi eser, ben de onlara silah veriyorum. En az 100 obje aldım" dedi. Buna göre, Kalaşnikoflar 1200, M4 tüfekleri de 4 bin 500 dolara satılıyor. En pahalı çivi yazısı tabletlerse 20 bin dolara alıcı buluyor. 


Suriye Müzeler Genel Direktörlüğü yetkilisi Mamun El Kerim'se geçen yıl çoğu sınırlarda ele geçirilen eser sayısının 4 bini bulduğunu açıkladı. Irak müzelerinin 2003'teki ABD işgalinde yağmalanışını hatırlatan El Kerim, Şam Ulusal Müzesi'nde 77 bin eseri paketleyip kaldırdıklarını anlattı. Ancak Hama, Halep ve Humus'taki müzelerin dış cephelerinin zarar gördüğünü saklamadı. 

TÜRKİYE İDDİASI
Suriye'deki tam 10 bin arkeolojik alanı korumaksa daha zor. Abdülkerim buralarda "silahlı arkeoloji mafyası"nın yağma yaptığını söyleyerek, Lübnan, Türkiye ve Irak'tan ülkeye giren silahlı grupları" suçladı. Makalenin yazarı Fernande Van Tets ayrıca, Beyrut'ta bir antikacıda beğendiği bir parçayı sorunca, "Onlar Palmira'dan, yenisini getirtebilirim" yanıtını aldığını yazdı.


ABD Dışişleri Bakanlığı'na göre, Suriye'nin tarihi eserlerinin sadece yüzde 3'ü savaş alanının dışında. Küresel Miras Fonu'nun 2012 raporunda, Suriye'nin UNESCO Kültür Mirası Listesi'nde yer alan altı dünya mirasının altısı da (Şam, Halep ve Busra tarihi kentleri, Palmira antik kenti, Şövalye Şatosu ve Selahaddin Kalesi) zarar gördü.

Akşam (Kısaltarak), 10.05.2013

DEFİNE BULMAK İÇİN GİRDİĞİ TÜNELDE ÖLDÜ

 

 

Kütahya'nın Hisarcık İlçesi Karbasan beldesine 7 kilometre uzaklıktaki Evren Çalı mevkisinde define arayışı ölüme neden oldu. Beldede ikamet eden Celal (30) ve Mecnun Yıldırım (24) kardeşler, ormanlık alanda daha önce de defalarca kazı yaptıkları iddia edilen 17 metrelik tünelde kazı çalışması yapmaya başladı. Tünelde ilerlemeye çalışan Celal Yıldırım'dan bir süre sonra haber alamayan kardeşi Mecnun Yıldırım, jandarmayı aradı. Jandarma ve sağlık ekipleriyle olay yerine gelen AFAD ekipleri, tünelin dar ve uzun olması, ayrıca içeride oluşan karbonmonoksit gazı nedeniyle şahsa ulaşamayınca Tunçbilek Garp Linyitleri İşletmesi (GLİ) Arama Kurtarma ekiplerinden yardım istendi. GLİ ekipleri, 1 saatlik çalışma sonucu karbonmonoksitten zehirlendiği sanılan, evli bir çocuk babası Celal Yıldırım'ın cesedini çıkardı.

Sabah, Haber: İhsan Tunçoğlu, 10.05.2013

EVLİYA ÇELEBİ'NİN İZİNDEN GİTTİLER, O CAMİYİ BULDULAR

 



 

Silifke Kalesi’ndeki kazılarda 600 yıllık Bayezid Camii kalıntıları bulundu. Kazı Başkanı Prof.Dr. Ali Boran, çalışmalar sonucunda kalede ilk kez Türk İslam izlerine rastlandığını söylüyor.

 

Ünlü seyyah Evliya Çelebi, yaklaşık dört yüzyıl önce kaleme aldığı Seyahatname adlı eserinde söz etmişti Silifke Kalesi’ndeki Bayezid Camii’nden. Varlığı hakkında net bir bilgi bulunmayan o cami, arkeolojik kazıyla 600 yıl sonra gün yüzüne çıkarıldı. Selçuk Üniversitesi Sanat Tarihi Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Ali Boran, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nden yola çıkarak Silifke Kalesi’nde kazı çalışmalarına başladıklarını anlatıyor. Tarihçiler arasında varlığı tartışma konusu olan Bayezid Camii’nin yerini tespit ettiklerini söyleyen Boran, Silifke Kalesi’nde ilk kez Türk İslam izlerine rastlandığına dikkat çekiyor. Karamanoğlu döneminde yapılan Bayezid Camii’nin Osmanlı döneminde de kullanıldığını ifade eden kazı başkanı, Türk kültüründe bir kale fethedildiğinde oraya mutlaka cami yapıldığını aktarıyor. Kalede yaptıkları kazıda Bayezid Camii’nin yanı sıra Osmanlı dönemine ait sokakları da bulduklarını anlatan Boran, “Dikdörtgen planlı olan camide Türk-İslam sanatını temsil eden taş kapı süslemesi de tespit ettik. Bu seneki amacımız, caminin restorasyon ve konservasyonunu yapmak.” şeklinde konuşuyor.

 

Kazı ekibi üyesi arkeolog İshak Kozak, restorasyonların tamamlanmasının ardından Bayezid Camii’ni ibadete açmak ve bölgenin turizme kazandırılmasını istediklerini ifade ediyor. Selçuk Üniversitesi Rektörü Hakkı Gökbel, “Gerek Konya ve çevresi gerekse sıcak denizlere yakınlığı açısından düşünüldüğünde Silifke ve civarı bünyesinde çok önemli bulguları barındırıyor. Üniversite olarak gerek Türk-İslam gerekse daha erken dönem medeniyetlerine ışık tutmak için tüm imkanlarımız ölçüsünde bu tür kazı, restorasyon ve belgeleme çalışmalarına önem vereceğiz.” ifadelerini kullanıyor.

Zaman, 10.05.2013

OLMAYAN KİLİSEYE YÖN LEVHASI

 

 

Dereli İlçesi çıkışında Kuşluhan Mahallesi yolu istikametini gösteren karayolu kenarına üzerinde 'Kuşluhan Kilisesi' yazılı yön levhası diktiler.

 

Bu yön levhasından bir kaç yüz metre mesafede bulunan ve Dereli Devlet Hastanesi yolu üzerinden Kuşluhan Kalesi yakınında bulunan eski kapalı Kümbet yolu üzerine de 'Kuşluhan Kilisesi' yazılı ikinci bir tabela konduğu görüldü.

 

Kuşluhan Mahallesi Muhtarlığı ve aza üyeleri ile halkı, Kilise yazılı levhaları görünce tepki gösterdiler. Kaymakamlıktan ve belediye başkanlığından konuyla ilgili bilgi istediklerini ifade eden mahalle halkı ve muhtarlık aza üyeleri, her iki kurumun da olaydan haberlerinin olmadığını, konuyla ilgili araştırma yapılacağının kendilerine söylendiğini belirtiler. Kuşluhan Mahallesi sakinleri, uygunsuz yerlere dikilen bu iki levhadan, kilometrelerce uzakta yer alan küçük bir düzlük ve boş alanın adına kilise denildiğini ve burada hiç bir tarihi yapının bulunmadığını ve bu yerden HES tünellerinin açıldığını bundan dolayı da kilise deniler açık alanın yıkıldığını ifade ettiler. Ayrıca Kümbet ve Uzundere Köyü muhtarları, yanlış yön gösteren ve yanlış isimler taşıyan levhaların kendi köylerine de konulduğunu ifade ettiler. Kümbet Köyü Muhtarı Ahmet Çoruh, "Aymaç mesire alanına giden yol üzerine ilçeye ait bir yerleşim biriminin isminin yer aldığı tabela konuldu. Birden fazla yanlış yön gösteren işaret levhaları var. İnsanlar bu levhalar nedeniyle zor durumlara düşüp mağdur olabilir" şeklinde konuştu.

Giresun Işık, Haber ve Fotoğraf: Cihan Yavuz, 09.05.2013

PEKİ NASIL YIKILDI?

 

 

Taksim Topçu Kışlası'nın yıkımı Cumhuriyet Gazetesi'nde nasıl işlenmişti?
 

Günümüzde gündemi en çok meşgul eden konulardan biri de 1940 senesinde yıkılan ve arsası Gezi Parkı olarak projelendirilen Topçu Kışlası'nın yeniden inşası tamamlandıktan sonra hangi işlevi alacağı... Bu kez tekrar yapım tartışmalarından uzaklaşıp, yapının yıkım sürecini döneminin medyasından sizler için derledik.

 


"Taksim Kışlası Yıkılacak" - 28 Mayıs 1932

 


"Taksim kışlasının havadan alınmış bir resmi" - 22 Mayıs 1935

 


Ulaşım Krokisi - 22 Mayıs 1935

 

Taksim Topçu Kışlası (Taksim Kışlası) 1930'lu yılların başında, yapının Maliye Bakanlığı'nca Taksim Emlak Şirketi'den satın alınması gibi mülkiyet üzerine yazılarla Cumhuriyet Gazetesi sayfalarında yer alır.

 

16 Mayıs 1938'de ise Kışla'yla ilgili bir değerlendirme yazısı göze çarpar. "Stadyom meselesi" başlıklı yazıda kışla olarak inşa edilip işlev değiştirerek stadyuma çevrilen ve kentteki tek stadyumun kentli için en kadar önemli olduğu üzerinde durulur, yıkım gündeme gelmiştir:

"Dün ve evvelki gün, Taksim stadyomu, gene dolup dolup boşaldı. (...) Bu kalabalığı görerek düşündüm ki emektar kışla avlusunun günleri sayılıdır. Taksim kışlası belki gelecek sene bu tarihte yıkılmış bulunacaktır; stadyom da beraber. Çünkü, Maliye Vekaleti burayı Taksim Emlak Şirketinden satın almış ve İstanbul Belediyesi de, daimi sergi binasını orada yağmağa karar vermiştir. Taksim stadyomu yıkılırsa, bütün Beyoğlu semti mevcud tek spor sahasından mahrum kalacaktır. (...)" sözlerine yer veren yazar, Yenibahçe'de yapılması planlanan yeni stadyumun sadece önemli maçlarda seyirci alabileceğini, ikinci derecede maçlar için izleyicilerin merkezi bir yeri seçtiklerini belirterek zaten "İstanbul gibi büyük ve yayvan bir şehirde" tek bir stadyumun da yetersiz olduğuna dikkat çeker.

 

 

16 Mayıs 1939'daki Şehir ve Memleket Hikayeleri - Prost'un Yapacağı İmar Planları başlıklı haberde dönemin Belediye Başkanı ve Valisi Lütfi Kırdar'ın Prost'a ısmarladığı İstanbul nazım planının çerçevesi çizilir: 

 

"Vali, mütehassıs Prost'tan şu üç yerin imar planlarını hazırlamasını rica etmiştir:

 

1- Eminönü meydanile Eminönünden Unkapanına kadar olan saha.
2- Tepebaşı bahçesinin tiyatro ve bar kısmile bahçe olan yer.
3- Taksimden itibaren Taksim kışlası, Taksim bahçesi, Harbiye ve Gazhaneye inen kısmı da ihtiva etmek üzere Yeşil saha..."

 

Aynı yazıda İnönü Gezisi olarak öngörülen projeye de kısaca yer verilir:

 

"(...) Taksim kışlasile orada hazineye intikal etmiş olan bina ve arazinin hükumet tarafından Belediyeye verilmesi keyfiyeti de tahakkuk etmiştir.


Bunları pek kıymetli araziyi ihtiva ettiği için imar planını müteakıb inşaat ve icraata girişildiği takdirde Belediye bundan çok istifade temin edecek ve kendisine kalan para ile Şehir kulübünü, Şehir kazinosunu ve muazzam Şehir tiyatrosunu ve diğer bazı tesisatı vücude getirecektir."

 

29 Haziran 1939 – "Taksim kışlası Belediyeye devrediliyor"

 

"Taksim kışlasile etrafındaki binalar Emlak şirketinden Maliye Vekaletine geçmişti. Maliye Vekaleti bunları İstanbul Belediyesine devir kararını istihsal etmek üzere raporunu Heyeti Vekileye göndermiştir. Vekiller Heyetinden karar istihsal edildikten sonra burası Belediyeye devredilecektir.
Belediye burada şehir tiyatrosu, şehir kulübü, şehir kazinosu yapmak üzere planlar hazırlatacaktır."

 


4 Temmuz 1939 tarihli haber başlığı

 


26 Temmuz 1939 tarihli haber başlığı

 


08 Temmuz 1939 –" Taksim kışlası enkazının kıymeti"

 

"Taksim kışlasının Belediyeye devredildiğini yazmıştık. Yalnız kışlanın enkazına kıymet konulacak ve bedeli hazineye ödenecektir. Bu kıymeti koymak üzere dün Belediyede mühendis Faik, Belediye azasından Mehmed Ali ve Neşetten mürekkeb takdiri kıymet komisyonu toplanarak hazırlıklara başlamıştır."

 


10 Temmuz 1939 - "Taksim kışlası-Arsada modern tesisat vücude getirilecek"

 

"Taksim kışlası arsasının hükumetçe belediyeye verildiğini yazmıştık. Vali ve Belediye Reisi Lütfi Kırdar, bu kışla arsasile Ayaspaşa civarında Belediyeye aid bazı arsaların ve oradaki jandarma karakolunu da ihtiva edecek bir sahanın imarile buralarda büyük şehir müesseseleri vücude getirmek üzere bir plan ihzarını şehircilik mütehassısı M. Prost ile (...) meşhur mütehassıs Valter'den rica etmiştir. Halen Pariste bulunan iki mütehassıs Pariste müştereken çalışarak bir plan hazırlamağı kabul etmişlerdir. Plana nazaran Taksim kışlasının bulunduğu mahalde Şehir kulübü, Şehir gazinosu ve Matbuat kulübü itihaz edilmek üzere büyük bir bina vücude getirilecektir. (...) Jandarma karakolunun bulunduğu yere büyük Şehir tiyatrosu yapılacaktır. Bunun karşısına da Beyoğlu Halkevi binası inşa ettirilecektir."

 

02 Ağustos 1939 - "Taksim kışlasının kıymeti"

 

"Taksim kışlası binasına kıymet takdir etmekte olan heyet, tetkikatını ikmal ve kışlanın enkazına 30,700 lira kıymet takdir etmiştir. (...)"

 


5 Eylül 1939

 


04 Ekim 1939 – "Şehircilik mütehassısı Prost dün geldi"

 

"(...) Mütehassıs şehrimizde üç ay kalacak ve bu müddet zarfında birinci beş senelik İmar programının tafsilat planlarını hazılıyacak, Taksim meydanile meşgul olacak, Taksim kışlası arsasının alacağı şekli tespit edecek, (...)"

 


5 Ekim 1939

 

06 Aralık 1939 – "Taksim abidesinin vaziyeti"

 

"Nisan başında Taksim kışlasının yıkılmasına başlanacaktır. Kışlayı Ayaspaşa istikametinden amuden ikiye bölecek yolun tarafeynine umumi binalar inşası mukarrerdir.


Taksim kışlasının yıkılması ameliyesi, Belediye tarafından emaneten yapılacaktır. Ayaspaşa istikametindeki molozların kaldırılması on gün sonra bitirilecektir."

 


8 Şubat 1940

 


21 Şubat 1940 – "İstanbulun alacağı Yeni çehre"

 

Abidin Daver konuyla ilgili iki değerlendirme yazısı kaleme alır:

 

"8-Taksim meydanının tanzimi

(...) Taksim kışlası yıkılacağı için meydanın solunda da, kışlanın şimdiki cenub dılının bulunduğu yerde, meydana nazır, merdivenli bir teras daha inaş edilecek ve resmigeçidleri, resmi zevat ve davetliler buradan seyredeceklerdir. (...)" 

 


22 Şubat 1940 - "İstanbulun alacağı Yeni çehre"

 

"9-Taksim kışlasının yerine bahçe

 

Taksim kışlası ve stadyomu kamilen yıkılacaktır. Kışla arsasının tramvay caddesine nazır cephesine dört tane muhteşem apartıman inşa edilecektir. Bu büyük apartımanların alt katlarında büyük mağazalar bulunacaktır. Kışla arsasının Mete caddesine nazır cephesine de bir apartıman ve büyük bir bina yapılacaktır. (...) şimdi Panorama kazinosunun bulunduğu yere de, büyük bir otel yapılacaktır. Bu otelin bir cephesi Taksim bahçesine bakacaktır. Şimdi stadyomun bulunduğu kısımla futbol kalelerinin arkasındaki kışla kısımları kamilen kaldırılacak, burası bir gezinti bahçesi haline ifrağ edilecektir. Bahçenin sağındaki ve solundaki ağaclıklı iki geniş yola Avrupanın bazı geniş cadde ve meydanlarında olduğu gibi, açıkhava kahveleri ve kazinoları yapılacak ve bunların teras denilen önlerine masalr konulabilecektir. Şimdi Beyoğlu İstiklal caddesinde piyasa eden halk, burada dolaşacaktır."

 


6 Nisan 1940

 


17 Nisan 1940

 


19 Nisan 1940

 




Bu haber başlıkları dışında yıkımın sonucuna dair herhangi bir habere rastlamadık. Belki de "Modern tesisler"e ulaşma kaygısı ile Kışla'nın yıkım kararının medyada olumsuz ifadelerle yer almadığı ayrıca göze çarpmaktadır. 1940'tan sonra Kışla'nın ismi 24 Nisan 1968'deki bir haberde yer alır.

Yapı, 09.05.2013

ŞİŞLİ SAAT KULESİ YENİLENDİ

 

 

Şişli Etfal Hastanesi'nin bahçesinde yıllardır bakım bekleyen 104 yıllık kulede geçtiğimiz yıl başlayan restorasyon çalışmaları tamamlandı.

 

Yaklaşık 20 metre yüksekliğindeki kare planlı kulenin saat düzeneğinin tamamen çürüdüğü ve yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir dönemde restorasyonla imdadına yetişen İl Özel İdaresi, temel ve kule bölümündeki güçlendirme çalışmalarını tamamladı.

 

Yenileme kapsamında kule bölümünde; tüm ahşap doğramalar sökülerek aslına uygun olarak yapıldı. Demir merdivenler temizlenerek özelliğini yitirmiş parçaları yenilendi. Zamanın aynası saatleri onarıldı. Balkon kısmında betonarme tabliyesi yenilendi ve dış cephede bulunan mermer süsleme elemanları temizlendi. Yine hasar görmüş çini panolar da onarıldı.

 

Kulenin Parçası Mescitte Yenilendi

Mescidin de restorasyonunu tamamlayan İl Özel İdaresi, mescidin özgün döşemelerini onararak üzerine sökülebilir ahşap döşeme yaptı. Mescidin saçak altlarındaki ahşapların onarılması, ısı ve su yalıtımının yapılması, çatı kiremitlerinin yenilenmesi gibi çalışmaları yaptı. Kırmızı tuğla ve beyaz mermer ağırlığının hakim olduğu kulenin komşusu bu mütevazi küçük mescitte geçirdiği yenilenme süreciyle artık daha huzurlu.

 

Ecdat Hatırası

II. Abdülhamit tarafından o zamanki ismi 'Hamidiye' olan Şişli Etfal Hastanesi'nin bahçesine 1907'de inşa edilen kule, İtalyan mimar R. D'Aronco'ya ait. Mühendishane-i Hümayun hocalarından Mahmut Şükrü Bey gözetiminde yapılan tarihi yapı II. Abdülhamit'in hatırası olarak gelecek nesillere miras kalacak.

Yapı, 09.05.2013

ÜÇ ELMAYA 41 MİLYON DOLAR

 

Fransız ressam Paul Cézanne’ın ‘Les Pommes’ (Elmalar) adlı natürmort tablosu New York’ta düzenlenen bir müzayedede 41 milyon 605 bin dolara (yaklaşık 74 milyon TL) satıldı.

 

Sotheby Müzayede Evi’nde düzenlenen açık artırmada, 19’uncu yüzyılda yaşayan post-empresyonist ressamın 1990’da tamamladığı yağlıboya tabloyu kimin satın aldığı açıklanmadı. Aynı açık artırmada İtalyan ressam Amedeo Modigliani’nin ‘Amazon’ adlı 1909 tarihli portresi 25,9 milyon dolara (46 milyon TL) alıcı buldu. Modigliani 1920’de henüz 35 yaşındayken menenjitten yaşamını yitirmişti.

Hürriyet, 09.05.2013

BİR GÖZ ONU NASIL GÖRÜR!

 



Bu açıklama çok tartışılır... Başbakan Erdoğan'ın "Tıraşlayın" dediği Zeytinburnu'ndaki "Onaltı Dokuz" kulelerini İBB İmar Komisyonu Başkanı Kocabaş savundu: Ancak zumlarsanız bu fotoğrafı elde edebilirsiniz.

 

İstanbul imarının başında bulunan İmar Komisyonu Başkanı Sefer Kocabaş'tan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı kızdıracak sözler... Zeytinburnu Belediye Meclis üyesi Sefer Kocabaş, Zeytinburnu Belediye Meclisi mayıs ayı oturumunda Başbakan'ın eleştirdiği kuleleri savundu.

Kulelerin yapımına izin veren komisyonun başında olan Kocabaş, "Silüeti bozmuyor" dedi. 

 

İşte o konuşma:
- Daha önce bu konuda görüşümü belirtmiş ve binanın silüet alanına girmediğini söylemiştim. Aynı iddiamı devam ettiriyorum. Harem'den Üsküdar'a yürüdüğünüzde bu tarihi yarım adanın bulunduğu bölgeye bakarsanız bu binayı göremezsiniz. Silüet alanı o... Ya da Boğaz'dan Haliç'e geldiğiniz istikamette yine sahil kesiminden baktığınızda bu binayı göremezsiniz. Dolayısıyla silüet alanlarından görülmesi söz konusu değil.

- Ancak 40'lı kotlardan itibaren yani yüksekliği 40 metrenin üzerinde olan alanlardan itibaren bu binanın görüntüsü tarihi yarımadanın arkasına düşmekte. Nereden çekildiğini bilmediğimiz fotoğrafta Sultan Ahmet Camii'nin minarelerinin yivleri bile varan detaylar gözüküyor. Bir göz onu nasıl görür? Öyle bir şey olamaz ki... Ancak zumlarsanız bu fotoğrafı elde edebilirsiniz.

- Bundan sonra bir kriter daha çıktı... Silüet alanı, silüet haritaları... Bu haritalar tamamlandı, Büyükşehir'den geçti. Artık o alanın arkasına herhangi bir görüntü düşmemesi için Bakırköy, Zeytinburnu Bayrampaşa, Gaziosmanpaşa, Küçükçekmece'nin bir kısmını kapsayacak şekilde yükseklik sınırlamaları getirildi. Bundan sonra silüet alanı nasıl Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü'nün görüşü bir kriter ise silüet alanları ile ilgili haritada belirtilen rakamlar da bir kriter olacak, bu kritere göre davranış biçimi olacak.

 

Binanın herhangi bir cephesinden görünen en düşük kottaki bina yüksekliği en az 60.50 metre olan yapılarda mimari avan projeler, statik, mekanik, elektrik, jeolojik vb. mühendislik kabullerine ait açıklama raporları, gerekli yerleşim krokileri ve siluet paftaları Büyükşehir tarafından onaylanmadan uygulama yapılamıyor. Avan proje onayını müteakiben ilçe ve ilk kademe belediyelerince uygulama projeleri onandıktan sonra inşaata başlanıyor.

Akşam, 09.05.2013

DİYARBAKIR'DA 'ESTETİK' KURUL

 

Tarihi kentin geçmişine yakışır özende yapılaşmasına yönelik mimari koşullar getirilecek
 

“Tarihi kent” denilince aklımıza ilk gelenler arasındaki Diyarbakır’da geçmişin mimari zenginliğini tümüyle yadsıyan yeni yapılaşmaya nasıl “dur” denebilecek?


Ya da, kentin kaldırımlarından yeni binalarına dek tüm “sözde çağdaş!” yapılanması ile geçmişten kalan kültürel miras arasındaki “uyumsuzluk”lara son verebilecek bir imar disiplini nasıl kurulabilecek?


Sorular Diyarbakır’daki “yüksek yoğunluklu” siyasal gerilime rağmen kimi duyarlı mimar, yönetici ve akademisyenlerin hayli zamandır gündemindeydi…


Özellikle Mimarlar Odası ve ÇEKÜL gibi, uygarlık zenginliklerimize “militanca” sahip çıkan kuruluşların “kent kimliğini gözetmek için alınması gereken önlemler” konusunda düzenledikleri sayısız etkinlik, aynı siyasal gerilimin gündemi belirlemesi yüzünden sadece katılanların belleklerinde kalıyordu ki; Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan bir yönetmelik taslağıyla “tarihi kent”te yaşamanın önemi ve sorumlulukları yerel kamuoyunun gündeminde yer almaya başladı… Dünyanın Çin Seddi’nden sonra ayakta kalabilmiş en uzun ve en eski surlarıyla övünen halkın ve aydınların arasında, “çağdaş Diyarbakır”ın da surlarla çevrili muazzam tarihsel mimariden esinlenilmiş bir özen içersinde gerçekleşmesi hiç değilse konuşulur hale geldi.
 

Duyarlılık yönetmeliği

Peki, kentteki bu önemli “kültürel farkındalık” kaynağı olan yönetmelik ne diyor; neyi amaçlıyor?


Yakında Büyükşehir Belediye Meclisi’nin onayına sunulması beklenen taslağın 1’inci maddesi özetle şöyle:
“Bu yönetmeliğin amacı, Diyarbakır’da estetiğe, tarihi ve doğal değerlere uygun ilke kararları geliştirmek; yerleşik ve yerleşime yeni açılacak alanlardaki meydan, bulvar, cadde ve anayollara cephesi bulunan yapıların tasarlanmasında şehircilik, mimarlık, kentsel tasarım ve peyzaj mimarlığı disiplinlerinin öngördüğü projeler elde etmek üzere görüş bildirmek üzere oluşturulan Estetik Kurul’un çalışma kurallarını belirlemektir.”


Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı çalışan Koruma Kurulu’nun yetkisindeki sit alanları ile kültür mirası olarak tescilli yapıları “kapsam dışı” tutan yönetmelikte, yerel yönetime bağlı çalışacak Estetik Kurul’un “görev alanı” ise şöyle tanımlanmış:
“Büyükşehir Belediyesi yetkisindeki meydan, bulvar, cadde ve ana yollar ile bu yerlere cephesi olan yapılar, ilçe belediyelerince bildirilecek sokak ve caddeler, bu belediyelerce bildirilmediği takdirde kurulca bu belediyelerin sınırları içerisinde belirlenecek sokak, cadde ve kentsel dönüşüm ve gelişim alanları...”


Yine tasarıya göre, kurulda büyükşehir ve ilçe belediyelerinin uzman temsilcilerinin yanı sıra Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası ile mimarlık, sanat tarihi, peyzaj mimarlığı, şehircilik gibi ilgili üniversite mensuplarından üyeler de yer alacak.
 

Taslak mecliste!

Mimarlar Odası Diyarbakır Şube Başkanı Necati Pirinççioğlu diyor ki, “Taslak üzerinde bizim de görüş ve önerilerimiz alındı. Kurulun yapısının demokratik olmasını istedik. Kentin bu düzenlemeye çok ihtiyacı var. Bir an önce onaylanarak yürürlüğe girmesini diliyoruz.”


Bu beklenti kente karşı imar suçlarının önlenmesini isteyen duyarlı kesimlerde de giderek yaygınlaşırken Meclis’in tasarıyı görüşmekte neden geciktiği sorusunu da yine Pirinççioğlu şöyle yanıtladı: “Kent kültürü gündemde öne çıkamıyor. Bilinen siyasal gelişmeler hep daha baskın geliyor. Diyarbakır’ın tarihine saygılı yapılaşması yeterince önemsenmiyor.”


Bakalım şu “demokratik süreç”ler döneminde tarihi kentimizin “kimlikli gelişme” özlemine ne zaman değer verilecek?


Kültürel zenginliği “siyaset malzemesi” değil, “çağdaş uygarlık kaynağı” kılabilecek bir düşünce, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclisi’nde ne zaman “akil” hale gelecek?

Cumhuriyet, 09.05.2013

TARİHİ ALANDAKİ OTOPARKA BAKANLIK EL KOYDU

 

 

Doğal ve tarihi sit alanı olan Kandilli İskele Meydanı, sahildeki balık lokantasının talebi üzerine İSPARK tarafından otoparka dönüştürüldü. Şikayet üzerine tarihi iskelenin otopark olarak kullanımının durdurulmasına karar verildi. Kandilli Mahallesi'nde yaşanan otopark kavgası iddiaya göre şöyle gelişti. Boğaziçi Doğal ve Tarihi Sit Alanı kapsamında bulunan Kandilli İskele Meydanı, zaman içinde sahildeki restoran ve kafeteryalar tarafından otopark olarak kullanılmaya başladı. 1751 yılında inşa edilen 1. Mahmut Camisi ve Sultan Mahmut Çeşmesi'nin bulunduğu meydana, araçların park etmesi nedeniyle mahalleli giremez oldu. Bu durumun önüne geçmek isteyen Kandilli Derneği, alanın İSPARK tarafından sahildeki balıkçıya 6 araçlık kira ile tahsis edildiğini öğrendi. Bunun üzerine dernek, Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunarak tarihi alanın otopark olarak kullanımının durdurulmasını istedi.

Şikayeti inceleyen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na bağlı İstanbul 2 Numaralı Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu, iskelenin otopark olarak kullanımının durdurulmasına karar verdi.

Sabah, Haber: Mesut Altun, 09.05.2013

ZEUGMA SULAR ALTINDA

 

 

Birecik Barajı nedeniyle sular altında kalmaktan kurtarılarak korunmaya alınan Zeugma antik kenti mozaiklerinin taşındığı Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi'nin 'inşaatı sırasında gerekli izolasyon çalışması yapılmadığı' için su aldığı ve tavanının aktığı ortaya çıktı.

 

Söz konusu durum, Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği raporla ortaya çıktı. Müdürlüğün, bakanlığa gönderdiği raporda, binanın bazı yerlerinde çökmeler meydana geldiği ve zeminindeki taşlarda kabarmaların oluştuğu kaydedildi. Raporda, müzede bulunan en az 2000 yıllık mozaiklerin de “nem tehdidi” altında bulunduğuna dikkat çekildi. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün de rapor üzerine binada inceleme yapacağı, binanın gerekirse yeniden restore edileceği de vurgulandı.

 

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na ait olan binanın müzeye dönüştürülmesi çalışmalarına, belediyece 2008 yılında başlanmıştı. Ancak çalışmaların bir türlü sonuçlanmaması üzerine bina, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2010’da, 25 milyon TL ödenerek satın alınmıştı. Binanın toplam maliyeti ise 45 milyon TL. Binanın mimari projesi Celal Abdi Güzer ve yardımcı mimar Selen Kansu’nun imzasını taşıyor.

Cumhuriyet, 08.05.2013

FOSEPTİK KAZISINDA ODA ŞEKLİNDE YAPI BULUNDU

 

 

'nın Eleşkirt İlçesi Gökçayır Köyü'nde bir evin yanında için çukur kazıldığı sırada oda şeklinde yapı bulundu.

 

Enver Ayaz, köydeki evinin yanına çukur açtırmak için Yayladüzü Belediyesi'nden kepçe talep etti. Operatör çalışmaya başladığında yüzeydeki toprak tabakasının çökmesi sonucu yaklaşık 1,5 metre çukur oluştu.

 

Çukurun etrafı açıldığında 10 metrekare oda şeklinde yapıya rastlanması üzerine çalışma durdurularak, jandarma ekiplerine ve Müze Müdürlüğü yetkililerine bilgi verildi. Yapının tarihi değer taşıyıp, taşımadığı inceleniyor.

Enver Ayaz, evine foseptik çukuru kazdırırken yapıyı tesadüfen bulduklarını belirterek, "Kazı sırasında göçük meydana geldiğinde korktuk. Oda şeklinde kalıntı olduğunu gördük. 390 santimetre uzunluğunda, 250 santimetre eninde pencere ve kapısı olan bir odaya rastladık. Çalışmayı durdurup, yetkililere haber verdik" dedi.

Eleşkirt Kaymakamı Hakan Ezgi de Gökçayır Köyü'nde arsasına ev yapan vatandaşın foseptik çukuru kazdırdığı sırada tarihi değeri olduğu tahmin edilen oda bulunduğunu söyledi.

Oda duvarlarının taşla örülü olduğu bilgisi aldığını ifade eden Ezgi, " Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Erzurum Müze Müdürlüğüne bilgi verdik. Yetkililer gerekli çalışmayı başlattı. Odanın tarihi nitelikte olup, olmadığı incelemeden sonra kesinleşecek" diye konuştu.

Sabah, 08.05.2013

KÜLTÜREL MİRASIN KORUNMASI İÇİN SENELERCE UĞRAŞTI

 

 

Diyadin İlçesi'nde Başbakanlık İletişim Merkezi'ne (BİMER) başvuran bir öğrenci, köyündeki tarihi Toklucak Kalesi'nin birinci derecede arkeolojik sit alanı olarak tescillenmesini sağladı.

 

İlçe merkezine 26 kilometre uzaklıktaki Toklucak Köyü'nde yaşayan Karabük Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü öğrencisi Halil İbrahim Onyıl, 6 ay önce BİMER'e başvuruda bulunarak, Toklucak Kalesi'nin sit alanı olarak tescillenip koruma altına alınmasını istedi.

 

Yapılan yazışmaların ardından Van Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü sorumluluk alanına giren kalede, inceleme yapıldı. İncelemeler sonunda kale, birinci derecede arkeolojik sit alanı olarak tescillendi.

 

Onyıl, yaptığı açıklamada, köyünde bulunan Toklucak Kalesi'nin şimdiye kadar hiçbir tanıtımının yapılmadığını, bu yüzden de BİMER'e başvurduğunu söyledi.

 

Kalenin farklı mimarisiyle çok dikkat çektiğini, tanıtımı için uzun süre çalışma ve araştırma yaptığını belirten Onyıl, şöyle devam etti:

"Kendi köyümüz olması dolayısıyla kalemiz çok dikkatimi çekiyordu. Kalenin tanıtımı konusunda çeşitli inceleme ve araştırmalar yaptık. Köy hiç tanıtılmamış, kalesi hiç tanıtılmamış. Biz de bunu tanıtalım dedik. Bunun için güzel bir süreç başlattık. 6 ayımızı aldı. Kale ve etrafı sit alanı olduğu için çok mutluyum. Kale, doğal bir yapıya sahip, üst tarafında bulunan çeşitli kapılardan yere doğru merdivenler bulunuyor. Çeşitli giriş ve çıkışları var. 1992 yılında araştırmalar yapılmış ve kalenin ağzı açılmış. Yere kadar 42 merdivenin olduğu ve yerden sonra da 375 merdivenin olduğu biliniyor. Bundan sonra yetkililerden yardım bekliyoruz."

 

"Demir Çağı kaleleriyle büyük benzerlik gösteriyor"

Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Başkanı Doç.Dr. Yusuf Çetin de Toklucak Köyü'nde bulunan kalenin, stratejik açıdan müstahkem bir tepe üzerine konumlandırıldığını kaydetti.

 

Van Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü tarafından birinci derecede arkeolojik sit alan olarak tescil kaydı yapılan kaleyle ilgili henüz arkeolojik bir çalışma yapılmadığını anlatan Çetin, "Konumu ve mimari özellikleri bakımından Demir Çağı kaleleriyle büyük benzerlik göstermektedir. Ortaçağ ve sonrasında da kullanılan kalenin bazı yerlerinde rastlanan haç işaretleri ve seramik parçaları bu durumu ispatlamaktadır. Kale duvarları oluşturulurken kaya kütlelerinden büyük ölçüde yararlanılmış. Kale alanını belirleyen kiklopien taşların bir kısmı devrilmiş olmasına rağmen birçok yerde temel sırası sağlam olarak günümüze ulaşmıştır. Kale alanı içinde çeşitli yapılara ait birçok temel izleri mevcuttur" diye konuştu.

 

Kale içinden su mahzenlerine veya dışarıya açılan gizli geçitlere inildiği tahmin edilen merdivenli yollar bulunduğunu ifade eden Çetin, şunları kaydetti:

"Kaya içine oyulan bu merdivenli yollar, belli bir seviyeden sonra toprak dolgu ile kapanmıştır. Ayrıca Urartu kalelerinde çok sık karşımıza çıkan kayalar içine oyulmuş kurban çukurları da bulunmaktadır. Toklucak Kalesi, bölge tarihine ışık tutacak nitelikte çok zengin bulgulara sahip olmasına rağmen insan ve doğa tahribatına açık durumdadır. Kaçak kazılar ve doğal tahribatlar kaleye çok zarar vermektedir. Kısa zamanda tedbir alınmaması durumunda telafisi mümkün olmayan zararlar olacağı açıktır. Kalede bir an önce arkeolojik kazılara başlanması gerekir."

Yapı, 08.05.2013

"KENTLER VAKIF ESERLERİNE GÖRE DÜZENLENMELİ"

 

    

 

"Kentler, vakıf eserlerine göre olmalı" diyen Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven, anıtsal yapıların şehrin tarihi kimliğinin somut ve görünür varlıkları olduğunu dile getirdi ve çarpık yapılaşmanın vakıf eserlerine zarar verdiğini söyledi.

 

İsa Güven AA muhabirine yaptığı açıklamada, yürüttükleri çalışmalarla Gaziantep'teki 50'ye yakın tarihi eseri restore ettiklerini, 8 hanı iş merkezi haline dönüştürdüklerini belirtti. Çalışmalar neticesinde yıllık gelirlerinin 2006'da 600 bin lira iken, bu yıl 6 milyon liraya kadar yükseldiğine işaret eden Güven, iş merkezlerindeki iyileştirmelerle neredeyse restore edilmemiş tarihi eser kalmadığını ifade etti.





Anıtsal yapıların, şehrin tarihi kimliğinin somut ve görünür varlıkları olduğunu dile getiren Güven, "Gaziantep, zamana direnen kültür varlıkları sayesinde tarih ve kültür şehri haline dönüşmektedir" dedi. Halen bazı yapılarda restorasyon çalışmalarının sürdüğünü vurgulayan Güven, "Türkiye'de belki de en az gayrimenkulü olan şehir Gaziantep'tir. İstanbul, Bursa, Adana, Hatay, Antalya, İzmir, Kayseri, Ankara Sivas, Erzurum, Diyarbakır gibi kentler adeta birer vakıf şehirdir. Ama siz gayret gösterip bunlara ayağa kaldırmaya çalıştığınız zaman genel müdürlük zaten gereken desteği veriyor. Biz de Gaziantep'te bunu yapmaya çalıştık" diye konuştu.

Şehirlerin zamana direnmesinin büyük oranda vakıf medeniyeti sayesinde olduğunu vurgulayan Güven, şöyle devam etti:
"Yüzyılların kimi zaman yavaş, kimi zaman hızlı gerçekleşen değişimi maalesef şehrin estetiğini de yok etmektedir. Estetik olmayınca şehrin ruhu da kaybolmaktadır. Zamanın şehir açısından yıpratıcı olarak değerlendirilen etkisi, çoğunluğu vakıf olan anıtsal kültür varlıkları sayesinde ihya edici olarak ortaya çıkmaktadır. Genel Müdürlüğümüzce yapılan çeşitli restorasyon ve onarımlar, aslında yalnızca eserin kendisine değil, mimari estetiğine yapılan ihya edici dokunuşlardır".
 

Güven, çarpık yapılaşmanın vakıf eserlerine verdiği zarara değinerek, şöyle devam etti:
"Bizim anlayışımıza göre kentler vakıf eserlerine göre olmalı. Ama maalesef çarpık yapılaşma vakıf eserlerinin birçoğunu tahrip veya yokmuş etmiş, kimi yerlerde de etrafını kaplamış. Geçmiş yıllarda bilinçli imar uygulaması yapılmadığı için vakıf eserlerine zarar verilmiş. Birçok şehirde de tarihi eserlere göre şehir imarları yapılmış; ama Gaziantep bu konuda biraz arabesk kalmış. Fakat bugün belediyeler, mimarlar odası, inşaat mühendisleri odası ahenk içinde çalışma yapıyor ve inşallah bu devam eder".

Yapı, 08.05.2013

'DÜŞÜNEN ADAM'A 15.3 MİLYON DOLAR

 

 

Fransız heykeltıraş Auguste Rodin'in ilk eserleri arasında yer alan başyapıtı "Düşünen Adam" (Le Penseur) ve "Cehennemin Kapısı"(La Porte de l'Enfer) gibi heykelleri, ABD'nin New York kentindeki müzayedede satıldı. Sotheby's Müzayede Evi, Rodin'in (1840-1917) kariyerinin ilk dönemlerinde yaptığı ünlü "Cehennemin Kapısı" eserinin orijinalinden yapılan iki dökümün 16 milyon dolara (28 milyon 800 bin TL) alıcı bulduğunu açıkladı.





ALICILARIN İSİMLERİ GİZLİ
Daha sonraki dönemlerde yapılan bir dökümü ise 2010'da 12 milyon dolara satılmıştı. Dünkü müzayedede, Rodin'in "Düşünen Adam" eseri ise 15.3 milyon dolara (27 milyon 540 bin TL) satıldı. Alıcıların isimleri gizli tutuldu. Rodin'in Dante'nin İlahi Komedyası'ndaki ilk bölüme ismini veren Inferno'daki bir sahneden esinlenerek inşa ettiği 6 metre yükseklik ve 4 metre genişlikteki "Cehennemin Kapısı" isimli eserinin üzerinde 180 adet figür var. Rodin, bu heykelin alçısını ilk kez 1880'de yaptıktan tam 37 yıl boyunca, ölümüne kadar farklı yerlerde uygulamıştı. Bu nedenle "Cehennem Kapısı"nın birden fazla alçı dökümü bulunuyor. Bu dökümler Meudon kentindeki Rodin Müzesi'nde sergileniyor. Ancak orijinali 1917'de, sanatçı ölmeden tamamlanan "Cehennemin Kapısı", Paris'teki D'Orsay Müzesi'nde. Orijinalinden yola çıkılarak, yine 1917'de heykelin üç bronz dökümü daha yapılmıştı. Bunlar ise Fransa'nın Paris ve ABD'nin Pennsylavania kentlerindeki Rodin müzeleriyle, Japonya'nın Tokyo kentindeki Batı Sanatı Müzesi'nde sergileniyor.


Üzerinde 180 figür bulunuyor
6 metre yüksekliğe, 4 metre genişliğe sahip "Cehennemin Kapısı" isimli eserin alçısı, ilk kez 1880'de yapılmıştı.

Sabah, 08.05.2013

KAYIP ŞEHİR BULUNDU

 

 

Japonya ve Brezilya, Rio de Janeiro'nun açıklarında büyük miktarda granit bulunduğunu, bunun da Atlas Okyanusu'nda bir kıtanın varlığına işaret ettiğini belirtti.

Brezilyalı bir yetkili, granitin sadece kuru bölgelerde oluştuğuna dikkat çekerek Atlantis'in yer aldığı düşünülen bölgede bir kara parçasının varlığının bu şekilde ortaya çıktığını kaydetti. Büyük miktarda granit, Japonya Deniz Araştırma ve Teknoloji Kurumu'na ait olan Shinkai 6500 adlı denizaltıyla ortaya çıkarıldı. Granitin, milyonlarca yıl önce suyun dibine çöktüğü sanılıyor. Araştırmalar sırasında insan yapımı bir yapıya ise rastlanmadı. Araştırmalar sırasında büyük miktarda da kuvarsa rastlandı. Kuvarsın da denizde oluşmadığına dikkat çekildi. Kara parçasının temelinin ise bazalttan oluştuğu sanılıyor.

Ünlü Yunan filozof Platon'nun kayıtlarına göre, Atlantis, dokuz bin yıl önce yaşanan felaketler sonucu okyanusun dibine gömüldü.

Habertürk 07.05.2013

5 BİN YILLIK SURLAR KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR

 

 

Selçuklu başkenti Konya'da bir çok medeniyete beşiklik eden ve efsanelere konu olan bin 720 rakımlı Takkeli Dağ'daki 5 bin yıllık sur ile sarnıçlar ilgi bekliyor.

 

Merkez Selçuklu İlçesi sınırlarında bulunan ve Konya'nın tüm noktalarını göz önüne seren Takkeli Dağ, bir çok efsaneye konu olurken, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Karamanoğulları ve Osmanlı'ya kadar birçok medeniyetin izlerini taşıyor.

 

Dağın bir çok medeniyete ev sahipliği yapmasının en büyük nedeni ise doğal bir gözetleme kulesi olması. Zirvesinde tarihi surlar, çok sayıda su sarnıcı ve tapınak barındıran Takkeli Dağ, bazı tarihi kaynaklarda ise "Gevele Dağı" olarak yer alıyor. Dağın doğu ve batı yamaçlarında ise Roma dönemine ait kaya mezarları bulunuyor.

 

Devletlerin mücadelesine sahne oldu

Selçuk Üniversitesi (SÜ) Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hasan Bahar, yaptığı açıklamada, Takkeli Dağ'ın geçmişte önemli bir jeopolitik konuma sahip olduğunu söyledi.

 

Ev sahipliği yaptığı medeniyetler nedeniyle dağın bir çok yabancı tarihçiye araştırma konusu olduğuna dikkati çeken Bahar, şunları kaydetti:

"Dağdaki araştırmalar sonucu 1990 yılında yazılı bir mermer parçası bulduk. Buradaki kale ve surlar, Roma'dan Osmanlı'ya kadar yoğun bir işlev görmüş. 3 ayrı mimari evre tespit ettik. Takkeli Dağ'ın eteklerindeki Sarayköy'den Altınapa'ya giden yolda bulduğumuz çanak, çömlek ve çeşitli bulgular buradaki yapıtların MÖ 3 bin yıla kadar uzandığını gösteriyor. Dağın 5 bin yıllık geçmişi olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Selçuklu dönemine ait yapı ve seramikler de bulduk. Tarihi kaynaklarda Selçuklu Devleti'nin bazı elçileri burada karşıladıklarına dair çok sayıda bilgi var."

 

Takkeli Dağ'ın yerleşim yeri açısından beylikler ve devletler arasında önemli çekişmelere sahne olduğunu anlatan Bahar, "Fatih Sultan Mehmet, 1464'te Konya'yı aldıktan sonra 1467'de burayı yıktırıyor. Karamanoğlu Mehmet Bey de buraya sığınan hükümdarlardan biri" diye konuştu.

 

Bölge turizme kazandırılmalı

Dağdaki eserlerin, doğa olayları nedeniyle zamanla yok olmaya yüz tuttuğunu anlatan Bahar, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu tür tarihi yapılar göz göre göre yok oluyor. Burada bulunan kaya mezarları definecilerin merakı sonucu kazılarla zarar gördü, çoğu parçalandı. Tarihe sahip çıkmamız gerekir. Burası turizme kazandırılabilir. Buranın keşfedilmesini bekliyorum. Tarihe ve doğaya ilgi duyanlara sesleniyorum; Takkeli Dağ'ı mutlaka görmelisiniz. Dağ, Konya'nın tüm güzelliğiyle görüldüğü eşsiz bir manzara da sunuyor. Ayrıca burada yamaç paraşütü de yapılabilir."

Yapı, 07.05.2013

EVİNE DÖNDÜ

 

 

ABD, Moğolistan’daki Gobi Çölü’nden yasa dışı yollardan New York’a getirilen dinozor iskeletini ana vatanına iade etti.

 

Amerikalı hükümet yetkilileri, Moğolistan’a teslim edilen en az 70 milyon yıllık iskeletin geçen yıl New York’ta, göçmenlik ve gümrük muhafaza görevlileri tarafından ele geçirildiğini hatırlattı.

Moğolistan Devlet Başkanı Tsakhia Elbegdorj, Amerikan makamlarına teşekkür ederek, iskeletin Moğolistan’daki yeni dinozor müzesinde sergileneceğini belirtti.

ABD’ye kaçırdığı dinozor kemiklerini satmaya çalışan Floridalı Eric Prokopi, geçen yılın sonunda kendisine yöneltilen kaçakçılık suçlamasını kabul etmişti.

Neredeyse eksiksiz olduğu belirtilen dinozor kemikleri ABD’ye, İngiltere’den getirilmiş "sürüngen kemiği" etiketiyle sokulmuş, merkezi Dallas’ta bulunan Heritage Müzayede Evi tarafından geçen yıl 1 milyon dolara satılmıştı. Satış işlemleri, kaçakçılık olayının ortaya çıkması üzerine durdurulmuştu.

Milliyet, 07.05.2013

BALAT'TAN GERİYE KALANLAR

 

Balat çarşısı, eski parlak günlerine kıyasla çok daha sakin ama hala çok özel. Eski sinagogların, kiliselerin çevrelediği semtin binaları, AB fonlarıyla kıs-men restore edildi. Peki Balat’ın hikayesi ne?

 

 

Balat’ın ilk sakinlerinin Makedonya’dan gelen Yahudiler olduğunu biliyor muydunuz? Hatta İstanbul’un tek ahşap sinagogu da Balat’ta... Fakat bugün Yahudi cemaatinden Balat’ta yaşayan çok az insan kaldı. Rehber Saffet Emre Tonguç, Balat sokaklarında dolaşırken bize hikayesini şöyle anlatıyor:


“Yıl 1492. Sultan II. Bayezid, Kral Ferdinand ve Kraliçe İsabella tarafından yurtlarından atılan İspanyol Yahudilerini Osmanlı topraklarına getirince bir kısmı yerleşmek için Balat’ı seçmiş. Ortaya ilginç bir topluluk çıkmış; bir yanda Rumca konuşan yerli halk, diğer yanda Ladino (Sefarad Yahudileri’nin kullandığı İspanyolca) konuşan göçmenler. İlerleyen yıllarda önce Portekiz’den sonra da Rodos’tan daha fazla sığınmacı gelince Balat ‘Yahudi Balat’ olarak tanınmaya başlamış.


Gelenler birçok yeniliği de beraberlerinde getirmişler ve İstanbul’un matbaayla tanışmasını sağlamışlar. 1950’li yıllarda İsrail’e göçmüş Balat’ın Yahudileri, bir kısmıysa İstanbul’un başka semtlerine. Geriye 19 sinagog ve eski muhteşem günleri anlatan bir avuç cemaat kalmış.

Göçenlerin yerine Karadeniz ve Doğu Anadolu’dan göç edenler yerleşmiş. Balat, adını Blachernae Sarayı’na olan yakınlığından ötürü Yunanca bir kelime olan ‘palation’un (saray) zaman içinde değişmesiyle almış.”

Çarşı’nın sürprizleri
Leblebiciler Caddesi boyunca yürürken küçük dükkanlarla çevrili bir alışveriş caddesine gelirsiniz. Kunduracılar, yorgancılar, unutulmaya yüz tumuş meslekleri icra eden zanaatkarlara rastlamak mümkün.  


Ayşegül Kaya, 13 yıl önce Balat’a yerleşip camaltı sanatını tanıttığı dükkanını burada açmış. Yıllarca avukatlık yapan Ayşegül Hanım, burada hem kendi yaptığı camaltı eserleri sergiliyor hem de kurs veriyor. Birkaç adım ötede, bir zamanlar şarkılara konu olan Agora Meyhanesi var. Agora, çarşı demek. Birkaç yıl önce kapanan meyhane, artık tasarım ve resim atölyesi olara kullanılıyor.
Balat çarşısında Yanbol kasabasından gelen cemaatin yaptırdığı Yanbol Sinagogu’nun girişi görülebilir. Orijinal ahşap tonoza sahip tek sinagog olarak bilinen bina, 1895 tarihli.

Kadınların kahvesi
Balat’ta AB ve UNESCO tarafından onarılan binaların çoğu Leblebiciler’in devamındaki Vodina Caddesi’nde... Balat’ın Fener’le birleştiği yerde yüksek duvarların arkasına gizlenmiş iki kilise var; bir tanesi Aya Yorgi’ye, diğeriyse Panaghia Paramithas’a (Tesellici Meryem) adanmış.


Şöyle bir soluklanmak isteyenler, Vodina Cafe’ye mutlaka uğramalı. Balat Kültür Evi bünyesinde çalıştırılan bu kahve, Türkiye Soroptomistler Kulüpleri Federasyonu’na ait. Balatlı kadınlara meslek kazandırmayı amaçlayan bu güzel binada ev yapımı börekler, mantılar, yaprak sarmaları, reçeller ve turşular satılıyor. Balat’ın değişen yüzünde modern atölyeler, tek tük de olsa galeriler var. Çağdaş sanat objeleri, mimari ve mobilya tasarımı üzerine çalışan Sema Topaloğlu’nun atölyesi, sahil yolunun üzerinde.

 

BUNLARI ATLAMAYIN

* Haliç Surları: İstanbul’u saldırılardan koruyan ve Haliç’teki yerleşimlere düşmanların girmesini engelleyen duvarların bir kısmı hala kıyıya paralel olan yol boyunca görülebilir. Maalesef çok bakımsız olan surların üzerine ev yapanlar da var, yol çalışmalarından ötürü tamamen yıkılan kesimeleri de. İlk surların muhtemelen Septimius Severus tarafından II. yüzyılda yapıldığı sanılıyor.


* Aziz Stephen Bulgar Kilisesi: Haliç’in kıyısındaki görkemli kilise, 19’uncu yüzyılda İstanbul’da yaşamını sürdüren Bulgar azınlığa ait. Gotik tarzda inşa edilen kilise, 1871 yılında Viyana’da yapılmış ve parçalar halinde Tuna Nehri üzerinden gemilerle getirtilip Haliç kıyısındaki küçük bir bahçeye kurulmuş! Dünyada bu şekilde yapılmış sadece iki tane daha bina var.

 
* Fener’in eski evleri: Fener’in harika köşklerinin büyük kısmı çok uzun zaman önce yok olmuş. St. Stephen Kilisesi’nin yanındakilerden ikisi restore edilmiş; biri kadınlar kütüphanesine ev sahipliği yapıyor, diğeri cam atölyesine... Semtin arka sokakları, bugün sıraevler denilen iki üç katlı, cumbalı evlerle dolu. Bazılarının birden fazla aile tarafından kullanıldığı evlerin bir kısmı, 2000’li yılların başında Avrupa Birliği fonları kullanılarak restore edildi.

Milliyet (Kısaltarak), Yazı: Mehveş Evin, 07.05.2013

VAKIF ESERİNİ KORUMADIN HİÇ GELME!

 

Edirne Valisi Hasan Duruer, bir süredir vakıf eserlerine sahip çıkmamakla suçladığı Edirne Vakıflar Bölge Müdürü Hayati Binler ve birim yöneticilerinin, Vakıf Haftası nedeniyle yapacağı ziyareti “Vakıf eserlerini koruyamayan müdürü kabul etmiyorum” diyerek reddetti. Vali Duruer vali yardımcılarına da ‘etkinliklere katılmama’ talimatı verirken, Vakıflar Bölge Müdürü Binler “Valimizin takdiridir” demekle yetindi. Vali Duruer, daha önce de Binler’i yaptığı açıklama ve internet üzerinden paylaştığı fotoğraflarla eleştirmişti. Selimiye Camii’ndeki yangın alarmı için aydınlatma ampullerinin çevresinden düzensiz olarak geçirilen kırmızı kabloları ‘rezalet’ olarak niteleyen Vali Duruer, Twitter hesabı üzerinden de tarihi bir camide gelişigüzel konulmuş elektrik panosuyla, yere atılmış mezar taşlarının fotoğraflarının altına ‘Vakıf eserlerine vakıfların sahip çıktığının resmidir’, ‘Vakıfların estetik anlayışı’ notunu düşmüştü. Daha sonra gazetecilere konuşan Vali tepkisinin nedenini, “Burası Osmanlı yadigarı. Fakat vakıfların perişan halde olması beni son derece rahatsız ediyor” diye özetledi.

Radikal, 07.05.2013

BABİL'İN ASMA BAHÇELERİ, BABİL'DE DEĞİLMİŞ!

 

 

Tüm bildiklerinizi unutun...

 

Dünyanın 7 harikası listesine giren Babil'in Asma Bahçeleri, bir başka kentte inşa edilmiş. İddiayı ortaya atan Oxford'lu akademisyen, 20 yıllık araştırmasını kanıtlarla destekliyor.

 

Dünyanın 7 harikasından biri sayılan Babil'in Asma Bahçeleri'yle ilgili ezber bozan iddia... Meşhur bahçelerin Babil uygarlığı değil, bu uygarlığın en büyük düşmanı olan Asurlular tarafından, Babil kentinin 480 kilometre kuzeyindeki Ninova'da inşa edildiği öne sürüldü. İddia, Oxford Üniversitesi'nin Doğu Araştırmaları Enstitüsü'nden Stephanie Dalley'nin 20 yıldan uzun süren araştırmasını topladığı ve 23 Mayıs'ta yayımlanacak kitabında yer aldı.

 

Antik Ortadoğu dilleri uzmanı Dalley'ye göre, Babil'in Asma Bahçeleri'ni Babil Kralı Nabukadnezar değil, Asur Kralı Sanherib yaptırdı. "Babil'in Asma Bahçeleri'nin Gizemi" isimli kitapta, bahçelerin Kuzey Irak'ın Musul kenti yakınlarında, MÖ 7. yüzyılda inşa edildiği savunuluyor

Akşam, 07.05.2013

AVM SAYISI MÜZE SAYISINI GEÇİNCE!

 

 

Yandaki ilk fotoğraf ıssız bir bahar günü sade bir pazar sabahı Paris’te çekildi. Eşim ve oğlum ile bütün Paris uyurken uzun bir yürüyüşe çıkmıştık. Ortalıkta bizden başka bavulunu çekerek uçağına yetişmek için otellerinden çıkan bir iki turist, bir gece önce artık nerede ne kadar içtilerse hala ayılamamış bir iki sokak serserisi ve Paris sokaklarını süpüren çöpçülerdan başka hiç kimse yoktu. Fotoğrafta elimle gösterdiğim arkamda gördüğünüz sırayı görünce şaşırdım. Burası Fransa’da sayıları 1207’yi bulan müzelerin en ünlüsü olan Louvre’un girişi. Pazar sabahının erken saatlerinde dünyanın dört bir tarafından Paris’i görmek için gelen turistler müzenin önünde uzun bir kuyruk oluşturmuşlar. Şaşkınlıkla kuyruğa bakıp yolumuza devam ediyoruz. Paris’in ıssız sokaklarında renkli tasarım dükkanlarının bulunduğu Yahudi yerleşim merkezi Mare’ye doğru yürürken yarım saat sonra karşımıza 1977 yılında açılan Pompidou Merkezi çıkıyor. Bugüne kadar 150 milyon insanın ziyaret ettiği müzenin önünde yine kuyruk var. Bir zamanlar Paris’e Lafayette gibi dünyanın en ünlü alışveriş merkezlerini ziyaret etmek için gelinirdi artık turizmin anlamı değişiyor. Artık müzeler başrolde. Nitekim Mare sokaklarına girdiğimizde onlarca kişisel küçük müze bizleri karşılıyor. Turist kafileleri bu müzelerin önünde de kuyruklar oluşturmuşlar.

Paris’i Paris yapan daha doğrusu bir şehri şehir yapan kendini nasıl konumlandırdığı ile ilgili. Şu aralar dünya televizyonlarında dönen yeni Türkiye reklamlarına baktığınızda ‘yeni’ hiçbir şey göremiyorsunuz. Hala dansözler dönüyor, havadan Aspendos gözüküyor ve güzel kızlar sıcak kumlardan serin sulara atlıyor!

Oysa mesela %90’ı sergilenecek yer olmadığı için depolarında beklemek zorunda olan İstanbul Arkeoloji Müzesi pekala turistlerin bir çekim alanına dönüşebilir. Ya da metro kazılarında neredeyse arkeolojik bir piyango olarak ortaya çıkan ‘çanak çömlekler’ iyi bir sergi alanı ile pekala cazibe merkezine dönüşebilir. Nitekim dünya ülkeleri de bu dönüşümün farkındalar. Mesela ABD’de 17.500 müze var. Onu 6501 müze ile Almanya takip ediyor, İngiltere’de 1850 tane varken Türkiye’deki müze sayısı kaç dersiniz?

Sadece 295!

Peki Türkiye’de kaç tane AVM var dersiniz?

Şimdilik 347. Bunların 94 tanesi yenilerinin yapılması planlanan İstanbul’da…

Lafı getireceğim yeri sanırım anladınız.

Evet, “Taksim’e yeni bir alışveriş merkezi ve AVM’ye gerçekten ihtiyacımız var mı?”

Bu konuyu biraz daha soğukkanlılıkla tartışmamız gerekiyor.

Ben eski yapılara rezidans yapılmasına karşı değilim. Tam tersi rezidans da olur, özel işletmeye de devredilir. Yeter ki iyi bakılsın iyi korunsun. 1994 yılında İstanbul’a yerleşmek üzere geldiğimde Basın Yayın Enformasyon Müdürlüğü’nün Sepetçiler Kasrı’ndaki ofisine gidip basın kartımı yenilemek istemiştim. Sepetçiler Kasrı, Sirkeci’de tarihi yarımadanın en güzel yerinde bulunuyor. Binadan içeri girdiğimde büyülenmiştim. Ancak asıl büyüleyici olan memurların çalışma odalarıydı. Bir odaya girdiğimde pencerenin önünden geçen Şehir Hatları vapurları, uçan martılar, karşıdaki Galata Kulesi bir İstanbul kartpostalını andırıyordu. Beni karşılayan yetkili elimi sıktı ve masanın önünde bu manzaraya sırtını dönerek oturdu.

Gülümsedim.

Bu güzelliğin harcanıyor olmasına üzüldüm. (Umarım hala aynı düzen gitmiyordur) Bu anımı aktarmamın nedeni en son Haydarpaşa’da başlayan rezidans olsun mu olmasın mı tartışmaları. Eğer Haydarpaşa Tren Garı’nın tepesinde 3-4 memura tahsis edilen güzelim odalar Türkiye turizminin hizmetine açılacaksa neden olmasın, hatta olsun bile… Belki güzel işletilen bir gar lokantası da olur da Haydarpaşa’ya gittiğimizde biz de oturup (artık meşrebine göre) milli içkimizden birer yudum alırız!

Yani eldeki eski yapılar daha iyi değerlendirilebilir ancak Taksim’de daha farklı bir rezidans ve AVM projesi ile karşı karşıyayız. Ortada olmayan bir binanın rezidans ve AVM yapılması planlanıyor. (Bu arada bir parantez de Gezi Parkı’nın eski hali için açmakta fayda var. Son birkaç yıldır öğlenleri bisikletimle Gezi Parkı’nda tur atmak gibi bir hobim vardı. Park berbat durumdaydı. Bir kısmı Çevik Kuvvet polislerinin karakolu haline getirilmişti. Tam bir beton yığınıydı. Ne çocuk parkı düzgündü ne de yeşilliği yeşillikti. Ne yapılırsa yapılsın bu halinden daha kötü olmayacaktır). Plan dahilinde bir müzeden de bahsediliyor ama onun da ne yeri belli ne içeriği net. Ben AK Parti ne yaparsa yapsın ‘İstemezük’çüler tayfasından değilim ama İstanbul’un en önemli meydanının çok daha İstanbul’a yakışır bir şekilde değerlendirilebilmesi için daha çok konuşmamız ve tartışmamız gerektiği düşüncesindeyim. Oraya ne koyacağımızı belirlemek bir anlamda İstanbul’u gelecekte nereye koyup nasıl konumlandıracağımızı da belirlemek anlamına geliyor. Dubai gibi bir AVM merkezi mi yapmak istiyoruz yoksa Paris/Londra gibi tarihine sahip çıkan bir şehrin mi hayalini kuruyoruz?

Basit sorular bunlar.

Radikal, Yazı: Cüneyt Özdemir, 07.05.2013

TARİHİ MEZARI DEVLET BULDU, HIRSIZ ÇALDI

 

Denizli-Pamukkale yolunun geçtiğimiz şubat ayında yapılan genişletme çalışmaları sırasında, Laodikya antik kenti yakınlarındaki Korucuk Mahallesi'nde kazı yapan iş makinesi tarihi eserlere takıldı.

Uzmanlar bölgede Hellenistik, Roma ve Erken Bizans dönemlerine ait 6 mezar tespit etti. Kurtarma kazısı geçen ay son buldu, tarihi mezarlar kayıt altına alındı.

Çizim yapmak için kazı alanına giden uzmanlar mezarlardan birinin yerinde olmadığını gördü. "Künk çocuk mezarı" adı verilen eserin çalındığı belirlendi. MS 2 ile 5'inci yüzyıl arasında tarihlenen mezar için çalışma başlatıldı.

Sabah, Haber: 07.05.2013

"TRABZON AYASOFYA MÜZESİ, MÜZE OLARAK KALSIN"

 

 

Trabzon Ayasofya Müzesi’nin müze olarak kalması için başlatılan imza kampanyasında müzenin camiye çevrilmesi için yapılacak değişikliklerin tarihi yapıya geri dönülmez zararlar vereceği vurgulanıyor.

 

Camiye dönüştürülmesi söz konusu olan Trabzon Ayasofya Müzesi’nin müze olarak kalması için imza kampanyası başlatıldı.

 

Trabzon Vakıflar Bölge Müdürü Mazhar Yıldırımhan’a yönelik kampanyada müzenin 700 yıl kilise olarak kaldıktan sonra 1958-62’de Edinburgh Üniversitesi ile vakıfların işbirliğiyle Osmanlı döneminde tarihi fresklerin üzerine sürülen ziftler temizlenip, restore edilerek müzeye çevrildiği belirtiliyor.

 

İmza kampanyası metninde Müze’nin yerel, ulusal ve evrensel kültür mirasının bir parçası olduğunun vurgulandığı Müze’nin her yıl bilerce ziyaretçisi olduğu ifade ediliyor.

 

Trabzon Ayasofya Müzesi’nin camiye dönüştürülmesi için yapılacak fiziki değişiklikler ile tarihi yapının telafisi mümkün olmayan şekilde zarar göreceğinin vurgulandığı açıklamada Ayasofya’nın müze olarak kalması isteniyor.

Bianet, 06.05.2013

ÇANAK ÇÖMLEKTEN ÖĞRENDİĞİMİZ 7 ÖNEMLİ ŞEY

 

 

Marmaray ve metro çalışmalarında artık sona yaklaşıldı.


Başbakan “Üç-beş çanak çömlek Marmaray’ı dört yıl geciktirdi” dese de İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından metro hattı üzerinde yapılan kazılarda İstanbul’un tarihiyle ilgili çok önemli bilgilere ulaşıldı. İşte kazı çalışmalarında ortaya çıkan o kalıntılar...

 

 

Kaplum-maplum
Sonuç: Marmara Denizi tuzlu suyla karışmamış bir göldü. Yapılan analizler sonucu bölgede kaliteli buğday üretildiği, mercimek ve bezelye tarımı yapıldığı, hayvanların evcilleştirildiği ve avcılık ya da toplayıcılıkla da uğraşıldığı belirlendi.

Yani Yenikapı’da, Marmara Denizi tuzlu suyla karışmamış, Boğazlar henüz açılmamıştı. Marmara Denizi, küçük nehirlerin aktığı bir göl gibiydi.

 

 

Kemik-memik
Sonuç: Şehrin tarihi 8 bin 500 yıl geriye taşındı Yenikapı Neolitik yerleşmesi, Tarihi Yarımada’nın yerleşim tarihini günümüzden yaklaşık 8 bin 500 yıl geriye taşıdı.

Şehrin tarihinin daha önce 2 bin 500 yıllık olduğu düşünülüyordu. Şehrin bu süreç içinde geçirdiği kültürel, sanatsal ve jeolojik değişim, sanat tarihi, deniz ticareti ve filoloji konularına ışık tutan 35 bin eser belgelendi.

Theodosius liman kalıntıları ve Neolitik kültür katı arasında tabakalaşmış deniz dolguları sayesinde, Marmara Denizi’nin son 10 bin yıl içinde geçirdiği değişimleri aydınlatıldı.

Theodosius liman tabanı dolgusu altındaki kazılar sırasında deniz seviyesinin yaklaşık 6.30 metre altında Neolitik dönem mezar mimarisi içinde oldukça nadir görülen ahşap kullanımıyla karşılaşıldı.

Ahşaptan oluşturulmuş bu gömüt mimarisinin yakın benzeri henüz bilinmiyor. Arkeolojik dolgular içerisinde ahşap malzemenin korunması imkansıza yakın.

 

 

Tesmi-mesti
Sonuç: Bizanslıların günlük yaşamı Teknelerden dört tanesi yükünün bir kısmıyla birlikte bulundu. Böylece Bizanslılar’ın ticari güzergahları, teknelerin taşıdıkları malzemeler, limandaki günlük yaşam, inanç sistemleri, giyim kuşamlarıyla ilgili bilgilere ulaşıldı.

İlk veriler ışığında batıkların MS 4-5’inci yüzyıla ait olduğu düşünülüyor. Yapılan çalışmalarda bu bölgedeki ilk insanların ayak izleri de bulundu.


Bu, Anadolu arkeolojisi için ilkti. Ayak izlerinin tümüne yakını giyimliydi. Analizler neticesinde ayaklarında neler giydikleri, dokusunun ne olduğu anlaşılacak.

 

 

Tahta-mahta
Sonuç: Theodosius Limanı Yenikapı’da, yerin 1-6 metre altında gün ışığına çıkarılan Theodosius Limanı, Erken Bizans Dönemi’nin en büyük limanıydı.

Roma İmparatorluğu’nun büyüyen yeni başkentinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere Marmara Denizi kıyısına I. Theodosius tarafından Lykos (Bayrampaşa) Deresi’nin ağzına yaptırılan Theodosius Limanı 11’nci yüzyıla kadar kullanıldı.

Marmaray kazı alanında 13, metro kazı alanında 22 olmak üzere değişik tipte, 5-11’inci yüzyıllara ait 35 tekne kalıntısı gün ışığına çıktı. Dünyanın en geniş repertuarına sahip antik tekne koleksiyonlarından birini oluşturan Yenikapı batıkları, Bizans dönemi gemi tipolojisi, gemi yapım teknolojileri ve bu teknolojinin gelişimine ilişkin önemli bilgiler sundu.

 

 

Mezar falan
Sonuç: Eski İstanbulluların ortalama ömrü 39’du. Liman alanı içinde yüzlerce dağılmış insan kemiği tespit edildi. Antropologlar, kemiklerin yaklaşık 170 kişiye ait olduklarını saptadı.

Yapılan çalışmalarla dönem insanlarının yaş ortalaması, hastalıkları, çocuk ve yetişkin oranları ortaya açıktı. Özellikle kemiklerindeki deformasyonlardan kireçlenmelerin olduğu, çocuk ölümlerinin yüksek olduğu, yaş ortalamalarının 39 olduğu gibi bilgilere ulaşıldı. Burada her türlü hayvanın bulunduğu, özellikle atların yoğun olarak taşımacılıkta kullanıldığı ama kasaplık hayvanı olarak beslendiği de belirlendi.

 

 

Şehir-mehir
Sonuç: Çanak-çömleklere kül ve kemik konuyordu. Yenikapı Neolitik yerleşmesinde bulunan mezarlarla üç ayrı ölü gömme geleneği tespit edildi: ‘Basit hocker pozisyonu’ denen bebeğin anne karnındaki pozisyonu, ahşap bir düzenek ve kremasyon.

Ceset yakıldıktan sonra kalan kül ve kemikler çömlek içine yerleştirilip öyle gömülüyordu.

Hürriyet, 06.05.2013

TARİHİ BAHÇEDE TAŞINMA ENDİŞESİ

 

Atatürk’ün davetiyle Nazi zulmünden kaçarak Türkiye gelen Alman bilim adamı Ord. Prof.Dr. Alfred Heilbronn’un 76 yıl önce kurduğu tarihi İstanbul Üniversitesi(iÜ) Botanik Bahçesi’nde taşınma endişesi yaşanıyor. İ.Ü Rektörü Prof.Dr. Yunus Söylet‘in, eskiden Şeyhülislamlık olarak kullanılan alana yönelik Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir talebinin olduğunu açıklaması botanikçileri kaygılandırdı. Botanikçiler, “Bitkilerin taşınacakları ortama uyum sağlamaları çok zor. Botanik bahçeleri savaşta bile bombalanmazken bahçenin bu şekilde zarar görmesi düşünülemez” diyor.


İ.Ü Fen Fakültesi’ne bağlı Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi’nde taşınma tedirginliği yaşanıyor. Taşınmayı gündeme getiren ise Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tarihi talebi oldu. Rektör Yunus Söylet, geçtiğimiz günlerde katılıdığı bir televizyon programında bu talebi doğruladı ve şunları söyledi; “6 ay kadar önce Diyanet İşleri Başkanımız geldi ve ilk defa gördüğüm bir tarihi fotoğraf çıkardı. Hakikaten orası eski Şeyhülislamlık. Duvarlarıyla ve bahçesiyle.(...) Bir formül üzerinde çalışıyoruz. Henüz detaylı konuşmadık ama orada bir talep var, bu talebin haklı yönleri var.”
Söylet, “Bir şekilde taşınacak diyorsunuz?” sorusunda da, “Böyle bir ihtimal var evet; hiç yok diyemeyeceğim” yanıtını verdi.


4 bin çeşit bitki
Bu ifadeler üzerine taşınma korkusunun yaşandığı tarihi bahçeye gittik. Süleymaniye Camii’nin yanı başında yaklaşık 18 dönümlük bir arazide kurulu bahçede, 4 bin çeşit bitki yer alıyor. Türkiye’nin ilk botanik bahçesi olma özelliğini taşıyan bahçe, endemik birçok bitki türünün korunması açısından da büyük önem taşıyor. Hamburg Üniversitesi’nden bağış yoluyla tropik ve subtropik ülkelerin bitkilerinin yetiştirildiği bahçeye, 390 adet egzotik bitkinin yanı sıra 185 milyon yıllık tarihe sahip Çin Mabet Ağacı ile 300 milyon yıllık tarihe sahip Sago Palmiyesi eşsiz bir güzellik katıyor.


Uyum sağlayamazlar
Bahçe Sorumlusu Yrd. Doç.Dr. Erdal Üzen, taşınmanın birçok bitki türü için bir son olacağını şu sözlerle dile getiriyor: “Bahçemizde kaybolan türleri birarada tutmaya çalışıyoruz. Türkiye’deki 11 bine yakın bitki türünün 4 bini bahçemizde bulunuyor. Şu an Hakkari’de artık olmayan bir bitki zamanında hocalarımız tarafından bahçemize dikildiği için burada yaşamını sürdürmekte. Botanik bahçesi olarak kaybolmaya yüz olan bitkileri korumak zorundayız. Bu bitkilerin başka yere taşınması çok zor. Çünkü bu bitkilerin taşınacakları ortama adapte olmaları mümkün değil. Savaşta bile bombalanmayarak hassasiyet gösterilen botanik bahçelerinin bu şekilde taşınması ve hasar görmesi, önemli bitkilerin kaybedilmesi hiçbir şekilde kabul edilemez.”

 

Tahrip olabilir
Ege Üniversitesi Bahçe Bitkileri Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mustafa Ercan Özzambak da botanik bahçelerinin genetik kaynaklar olduğuna dikkat çekerek, taşınmanın bitki türlerine zarar vereceği görüşünde.


Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi Müdürü Prof.Dr. Adil Güner ise İ.Ü. Botanik Bahçesi’nin tarihi değeri olduğuna vurgu yaparak şunları söylüyor: “Avrupa bahçeciliği bizden öğrenmesine rağmen zamanla öne geçti. Çalışmaya devam etmeliyiz. Bahçenin korunması ve fonksiyonunun artırılarak işlevini sürdürmesi gerekiyor. Taşınırsa tahribat yaşanabilir.”

 

Bahçeye ismi verildi
Fen Fakültesinin Biyoloji, o zamanki adı ile “Nebatat ve Hayvanat Enstitü”leri için yeni bir bina gerekli olunca Süleymaniye’de İstanbul Müftülüğü’nün bahçesindeki, bir yangın sonucu kullanılamaz hale gelen, İstanbul Kız Sultanisi’nin arsası üzerinde bir binanın yapılmasına karar verildi. Botanik bahçesi 4 Haziran 1937’de hizmete açıldı. Bahçede büyük emeği geçen bilimadamı Alfred Heilbronn anısına Üniversitenin 70. yılında botanik bahçesine “İstanbul Üniversitesi, Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi” adı verildi. Bahçe mesai saatleri içerisinde gezilebiliyor.

Milliyet, Haber: Ayşe Sorucu, 06.05.2013

MEVLANA MÜZESİ YIKILMAKTAN NASIL KURTULDU?





Türkiye’de yerli ve yabancı turistlerin en çok ziyaret ettiği müzelerden biri olan Mevlana Türbe Müzesi’nin restorasyonu tamamlandı.

 

2008 yılından beri devam eden çalışmalarda, çatılar komple elden geçirildi, kurşun levhalar altında biriken molozlar temizlendi. Duvarlarda oluşan bel vermeler, kayma ve çatlaklar usulüne uygun tamir edilirken çürüyüp dökülen ahşap aksam da yenilendi. Çalışmalarla ilgili bilgi veren Konya Kültür ve Turizm Müdürü Doç.Dr. Mustafa Çıpan, “Türbe müzenin çatı ve duvarlarında yoğunlaşan restorasyon sonucunda, türbe müze adeta yıkımın eşiğinden döndü.” dedi. Müzenin çatısında daha önce yapılan çeşitli tamiratlardan kalan molozların ağırlığının altında ezildiğini belirten Çıpan, “Çatıda biriken molozlar duvarlara taşıyabileceğinden fazla yük bindiriyor, duvarlar eziliyor, bel veriyor, çatlıyordu. Bu molozlar temizlendi. Çatıyı yağmurdan koruyan kurşun levhalar tamamen yenilendi. Müzenin duvarları üzerine binen yükün ağırlığı 3’te 2 oranında azaltıldı.” diye konuştu.

 

Konya Müzeler Müdürü, aynı zamanda Mevlana Türbe Müzesi Müdürü Yusuf Benli, restorasyon çalışmalarının öne çıkan ismiydi. Gece gündüz demeden çalışmalara katılan Benli, kah çekiç-testereyle çatıda çalışan işçilerin, kah restorasyonu yürüten mühendislerin yanındaydı. Öncelikle derviş hücrelerinin yenilendiğini belirten Benli, hücrelerin ilk yapıldığı zamandaki silüetini ortaya çıkarmaya çalıştıklarını söyledi. İkinci aşamada türbe müzenin asıl bölümünü oluşturan ‘kabirlerin bulunduğu türbe’ ile ‘dergah-mescit’i barındıran binaların çatı ve duvarlarının tamir edildiğini anlattı. Kubbelerin üzerini kaplayan makat çamurun tamamen kaldırıldığını kaydeden Benli’nin verdiği bilgilere göre kubbelerin üstü yağmur-kar sularının sızmasını önleyecek yalıtım malzemesiyle kaplandı. Çatı ve kubbelerde devam eden çalışmalarda çürüyen, eriyen taşların ve ahşap aksamın orijinaline uygun olarak yenilendiğini belirten Müze Müdürü Yusuf Benli, restorasyon çalışmalarının, kubbeleri süsleyen alemlerin yerine takılmasıyla tamamlanacağını dile getirdi.

 

2008’e kadar restorasyon projesi bile yoktu

Konya Kültür ve Turizm Müdürü Doç.Dr. Mustafa Çıpan, olağanüstü durumlar haricinde müzede 40-50 yıl boyunca bir daha böyle uzun ve geniş çaplı restorasyon ihtiyacı duymayacağını ifade etti. Röleve, Restorasyon, Resüsyon Projesi’nin bir tarihi eser için yıkılması halinde aslına uygun olarak yeniden yapılması için hayati önem taşıdığını vurgulayan Çıpan, “Mevlana Türbe Müzesi, 2008 öncesinde herhangi bir sebeple yıkılacak olsaydı, elimizde maalesef türbe müzeyi aslına uygun olarak yeniden yapmamızı sağlayacak hiçbir plan, proje yoktu. Mevlana Türbe Müzesi’nin Röleve, Restorasyon, Resüsyon Projesi’ni 2008’de ancak bu geniş kapsamlı restorasyon çalışmaları için hazırlatabildik.” dedi.

Zaman, Haber: Şirin Kabakçı, 06.05.2013

AĞA CAMİİ'NİN ÇİLESİ TBMM'DE

 

Ağa Camii’nin kaynak yetersizliği nedeniyle duran restorasyonu Meclis gündemine de taşındı. CHP İstanbul Milletvekili İhsan Özkes, Radikal’de yayımlanan haberin ardından Başbakan Erdoğan ’ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi. Özkes önergesinde, haberde yer alan bilgilere yer vererek restorasyonun neden durduğu ve ne zaman biteceğine ilişkin sorularının Başbakan Erdoğan tarafından yanıtlanmasını istedi.


Geçen hafta Radikal, Demirören AVM inşaatı sırasında hasar gören tarihi Ağa Camii restorasyonunun kaynak yetersizliği nedeniyle durmasını gündeme getirdi. Haberde Ağa Camii’nin restorasyonunun Demirören Holding sponsorluğunda gerçektirildiği ve Demirören Grubu tarafından ayrılan 1 milyon liranın restorasyona yetmediği için restorasyonun 5 aydır durduğu bilgisi yer alıyordu.


Restorasyon, 3’te birinin kaçak olduğu iddia edilen Demirören Alışveriş Merkezi (AVM) inşaatının 417 yıllık Hüseyin Ağa Camii’ne verdiği zarardan sonra başlamıştı. Cami duvarlarında meydana gelen çatlaklar ve kamuoyunda oluşan tepki üzerine Demirören Grubu Ağa Camii’nin restorasyonunu yaptıracağını açıkladı, ‘gururla’ restore ettiğini cami çevresine asılan panolarla ‘Değerlerimiz için varız...’ sloganıyla duyurdu. Ancak Hüseyin Ağa Camii restorasyonu, Demirören Grubu’nun ayırdığı 1 milyon liralık ödenek yetmeyince durdu. 

Vakıflar: 2013 sonu bitecek 
Demirören Holding yetkilileri, cami restorasyonu ile Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ilgilendiğini belirterek herhangi bir açıklama yapmadı. Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, ise para bittiği için inşaatın durduğu iddialarını doğruladı, restorasyonun devam etmesi için Demirören Grubu ile görüştüklerini açıkladı.


Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürü İbrahim Özekinci ise restorasyon sırasında öngörülmeyen yeni imalatlar ortaya çıktığını ve bitirici restorasyon çalışması için keşif yaptıklarını belirterek şunları söylemişti: “İlk ihalede bir maliyet öngörüldü. Daha önce öngöremediğimiz, ancak yapılması gereken imalatlar ortaya çıktı. Şimdi Vakıflar Bölge Müdürlüğü olarak yapılması gereken yeni gelişmeler ışığında yeniden bitirici bir yaklaşık maliyet çalışması yaptık. Bu maliyet çalışması tamamlandı. İlk keşif bedeli 1 milyon liraydı. Erdoğan Demirören tarafından yeniden, 1 milyon lira daha verildi. Kasım 2012’de bitirilecekti, yıl sonuna kadar bitirmeyi düşünüyoruz. 10 gün içerisinde restorasyon tekrar başlayacak.”

Radikal, Haber: Fatih Yağmur, 06.05.2013

TÜRBEDE TARİHİ TOP MERMİSİ ÇIKTI

 

 

Edirne’de Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce onarımı yapılan Gülşeni Aşık Efendi (Veli Dede) türbesinde işçiler patlamamış top mermisi buldu. Türbe çevresindeki esnaf arasında tedirginlik yaratan Balkan savaşlarından kaldığı tahmin edilen mermi, savcılık talimatıyla uzmanlar tarafından imha edildi.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü Sabuni Mahallesi Lari Cami Sokak üzerinde bulunan Veli Dede Türbesi’ni restore etmek için önceki gün çalışmalara başladı. Türbede düzenleme yapan işçiler, bahçede patlamamış top mermisi buldu. Telaşa kapılan işçiler polis ekiplerine haber verdi.

 

İmha edildi
Çevrede önlem alan polis ekipleri bomba imha uzmanlarını çağırdı. Terörle Mücadele Şubesi ve özel kıyafetler giyen bomba imha uzmanı tarafından incelenen top mermisinin küflendiği ve patlama tehlikesinin bulunmadığı saptandı. Restorasyon işçisi Sefa Sulhan, bahçede temizlik yaptığı sırada top mermisini bulduğunu söyledi.


Sulhan, “Baktım ki patlamamış top mermisi. Hemen polis ekiplerine haber verdik. Üzerine oldukça küflenmişti ama yinede polis gelip buradan aldı” dedi. Türbe bahçesinde yapılan incelemenin ardından özel kıyafetlerini giyen bomba imha uzmanı, top mermisini polis aracına götürdü. Edirne Cumhuriyet Savcılığı’nın talimatıyla türbe bahçesinde bulunan top mermisi, Musabeyli Köyü’ndeki merada patlatılarak imha edildi. Top mermisinin Balkan Savaşları’ndan kaldığı tahmin ediliyor.

Milliyet, 05.05.2013

HAYRABOLU 'KORUMA' MAĞDURU

 

 

Tekirdağ’ın Hayrabolu İlçesi'nde bazı tarihi yapılar tescillendi. Ancak sadece bu yapılar değil, çevrelerindeki evler, boş araziler de koruma statüsü kazandı. Evine bir çivi çakmak için izin almak zorunda kalan bölge halkı şaşkın. Belediye ve vatandaşlar üst kurula başvurdu ve koruma bandının daraltılmasını talep etti.


Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, geçen yıl Hayrabolu’da tarihi yapıları inceledi. Raportörün 11 Haziran 2012’de hazırladığı rapora göre, bölgedeki tescilli 4 cami, 1 türbe, 1 mezarlık, 2 köprü ve 1 hamamın korunmasına devam edilmesi, ayrıca 4 adet konutun da koruma kapsamına alınması talep edildi. 28 Aralık 2012’de yapılan toplantıda belirlenen yapılar tescillenirken, etrafı da koruma bandına alındı. Hayrabolu’da bu kararla birlikte büyük bir kargaşa başladı. Tescilli yapılarda olduğu gibi koruma bandı içinde kalan tüm yapılarda çivi dahi çakmak izne tabi hale geldi. Badana yapmak için belediyeden izin almak gerekirken, dış görünüme yapılacak en küçük bir müdahale için kurul kararı gerekiyor. İzin almayanlara 2 yıl hapis cezası uygulanabiliyor. 19 bin 800 kişinin yaşadığı ve 4500 evin bulunduğu Hayrabolu’da yaklaşık 400 ev ‘koruma’ mağduru oldu.

Evin çatısı uçuyor
Evlerden biri Hayrabolu’da ana caddenin tam ortasında. Betonarme yapının çatı kısmında küçük bir ahşap bölüm var. Binada kimse yaşamıyor. En alt katı dükkan. Tarım ilacı işi yapan Murat Tanrınıan, dedesinden kalan binayı diğer mirasçıların payını ödeyerek aldı. Binanın çatısının çok kötü durumda olduğunu anlatan Tanrınıan, şunları söyledi: “Evi çatısı akıyor. Şiddetli bir rüzgarda çatıdaki ahşap bölümler uçuyor. Çatısını tamir ettirmek için Eylül 2012’de başvurduk. Hala cevap gelmedi. Binayı yıkıp yerine yenisini yapmak istesek izin vermeyecekler. Binayı dedem 1953’te satın almış. Bize göre tarihi bir özelliği de yok.” Murat Tanrınıan’ın babası Ergin Tanrınıan da “Malımıza mülkümüze el koydular. Bizi mağdur ettiler. Yıkılamıyor, yapılamıyor” dedi.

Hamamı yıkalım derken...
Çarşıdaki koruma alanı kapsamında kalan binalardan birinin sahibi de Semih Güler. “Karşımızdaki bina tescillendi diye bizim binaların olduğu alanı da koruma altına aldılar” diyen Güler, “Hiçbir şey yapamıyoruz. Kendi binamızı yıkmak gibi şimdilik bir niyetimiz yok ancak ileride olabilir. O zaman ne yapacağız? Burada imar 5 kat. Bizim bina 2 katlı. Yeniden 5 kat yapmaya izin verecekler mi?” diye konuştu. Tescilli yapılardan biri de Güzelce Hasanbey Hamamı. Hayrabolu belediye binasının tam arkasındaki hamam, son 3-4 yıldır kullanılmıyor. Hamamın içi de çok kötü durumda. Bugüne kadar sayısız defa tadilat görmüş. Çatısı, muslukların tamamı değiştirilmiş. Eski dönemleri çağrıştıran hiçbir şey yok. Hamam bir ardiye olarak kullanılıyor. Belediyenin temizlik işçilerinin malzemeleri duruyor. Hayrabolu Belediye Başkanı Hasan İrtem, hamamın durumu ve ilçede yaşananlarla ilgili şunları anlattı: “İşletmecisi hamamı işletemediği için birkaç yıl önce anahtarı getirdi. Biz de ‘hamamı yıkalım’ diye harekete geçtik. Müzeye yazı yazdık. Müze de Edirne Koruma Kurulu’na yazı yazmış. Koruma Kurulu ilçeye gelerek incelemeler yapmış. Hamamı tescillediler. Ama hamamın hamamlık tarafı yok. Bazı eserler zaten tescilliydi. Ancak koruma alanının sınırlarını çok geniş tuttular. Üst kurula itiraz ettik. Koruma alanlarının tarihi eserlere zarar vermeyecek şekilde daraltılmasını istedik. Hamamın yanındaki 4 katlı binanın sahibi Ahmet Çatır en çok mağduriyet yaşadığını iddia edenlerden: “3 daire ve 1 dükkan var binada. Bir müteahhitle anlaşmıştım. 400 bin liraya satacaktık. Müteahhit yıkıp yeni bir bina yapacaktı. Koruma kararı çıktı, satamadım. Şimdi binama 250 bin lira dahi vermiyorlar. Ankara ’ya üst kurula dilekçe yazdık ancak bir sonuç çıkmadı. Gerekirse dava açacağım.”


Öktem Nalburiye’nin sahibi Serkan Öktem’in binası Çorumu Mustafabey Camii’nin karşısında kalıyor. Öktem, binasına mantolama yapmak istediğini ancak koruma alanında kaldığından yapamadığını anlattı: “Kimse doğru düzgün bir bilgi vermiyor. Yerlerimizin değeri düştü. Cami elbette korunsun ancak bizim binayı neden koruyorlar?”

Yıkım da yok, tamir de
Hisar Mahallesi’ndeki tescillenen evlerden birinin dış görünümü yüzlerce yıllık yapı gibi. Ancak ahşap kapı ve çatı bakımsızlıktan dökülüyor. Evin sahiplerinden Hamdi Baran “Koruma kararından 3-4 ay önce müteahhitle anlaştık. Evi yıkacaktık. Şimdi yıkamıyoruz. Tamir de yapamıyoruz. Evin yan tarafında boş bir arazi vardı. Orayı otopark yaparız dedik. Ama orası da koruma alanı olmuş” diye konuştu. Aynı sokaktaki evi koruma sınırları içinde kalan Alican Çetin ise “Evi boyayacaktık. Belediyeden, koruma kurulundan izin alınacakmış. İzin çıkması aylar sürer, kışın nasıl boyayalım?” dedi.

Yetkililer: Binalarda tadilat olabilir

Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun yetkilileri ise tüm çalışmalarını ilgili kanun kapsamında yaptıklarını belirterek şunları söyledi: “Kimsenin şahsi bir tasarrufu yok. Yapılan tüm çalışma mevzuata uygundur. Biz sadece orada çalışma yapmadık. Tüm Trakya’ya çalışmalarımız devam ediyor. Daha önce de Saray, Malkara, Çorlu gibi yerlerde yaptık. Hamam, cami külliyesi ile bir bütün. Bir kısmı yıkılmış, tamir görmüyor. Ancak o bir Osmanlı hamamı. Ayrıca koruma alanında kalan binalarda her türlü tadilat yapılabilir. Binalar yıkılarak mevcut imar nasılsa aynı şekilde bina yapılabilir. Sadece izin alınması gerekiyor.”


Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü’nün 28 Aralık 2012’deki toplantısında önceden tescillenen Güzelce Hasanbey Camii, Ömer Efendi Camii, Çorumu Mustafa Bey Camii, Çelebi Mehmet Paşa Cami, Serbani Ahmet Veli Türbesi, Mezarlık, Hacılar Köprüsü, Osmanlı Köprüsü, Güzelcebey Hamamı’nın tesciline devam edilmesine, ayrıca 4 adet konut alanını tescillenmesine karar verildi. Karar 3 Ocak 2013’te belediye, kaymakamlık ve Tekirdağ Valiliği’ne bildirildi.

Radikal, Haber: Serkan Ocak, 05.05.2013

900 BİN LİRALIK TOMBAKLAR KAPIŞILDI

 

 

Türkiye'de müzayede piyasası son 10 yılda 10 kat arttı. Bunda rekor fiyata satılan eserlerin rolü büyük. Dün Conrad İstanbul'da Portakal Sanat ve Kültür Evi tarafından düzenlenen 99'uncu müzayede 99 lot eser satışa çıktı. Katalogda 1.2 ila 2 milyon lira aralığında yer alan Nazmi Ziya'nın 'Kandilli Sırtlarından Bebek' isimli tablosu gibi eserler alıcı bulamazken hat, hilye ve tombaklara yoğun ilgi vardı.

600 bin liradan satışa çıkan, 19. yüzyıldan kalma tombak pilavlık 900 bin liradan satıldı. 39 santimetre yüksekliğindeki tombak için koleksiyonerler adeta yarıştı. Osman Hamdi Bey'in 'Ab-ı Hayat Çeşmesi' isimli resminde bir benzeri bulunan tombak şerbetlik de yine 900 bin liraya satılarak rekor kırdı. Müzayedede tombak pilavlık ve şerbetlik toplamda 1 milyon 800 bin liraya alıcı buldu. Bakırın üzerine elle altın kaplaması sonucu yapılan tombaklar az sayıda nadide eserlerden. Tombak yapım aşamasında altın civada eritiliyor. Bu işlem sırasında çıkan gaz ustasını zehirlediği için çok az sayıda tombak bulunuyor.

Tombaklar dışında müzayede de yüksek fiyattan alıcı bulan bir diğer eserse Hasan Rıza'nın hilye-i şerifi oldu. 500 bin liradan artırmaya konan eser 750 bin liraya satıldı. Nazmi Ziya'nın Eski İstanbul'da Mavi Giysili Kadın tablosu ise 260 bin liradan alıcı buldu.

Müzayedede Fausto Zonaro, Şeker Ahmed Paşa ve Nazmi Ziya'ya ait eserler satılamazken, Zonaro'nun 'İnci Dizen Kadın' tablosuna 1.2 milyon teklif geldi. Ancak resmin sahibi 1.5 milyonun altına satmak istemedi. Pablo Picasso, Matisse, Salvador Dali'ye ait işler de ilk kez Türkiye'de satışa çıktı. Picasso'nun 1954'te karton üzerine tükenmez kalemle yaptığı 9X14 santimetre boyutundaki eser ise 80 bin liradan satılırken, Adnan Çoker'in 'Kubbeler'i 150 bin liraya alıcı buldu. Dikkat çeken bir diğer parça da 1896 tarihli Christofle sini oldu. 155 bin liraya satılan sininin üzerinde eski Türkçe 'Mustafa Fazıl Paşa' yazıyor.

1833 yılında kurulan saat firması Jaeger-LeCoultre, 180'inci yıldönümünü İstanbul'da kutladı. Kutlama için UNESCO Direktörü Irina Bokova, Jaeger-LeCoultre Artistik Direktörü Janek Deleskiewicz ve caz sanatçısı Marcus Miller de Türkiye'ye geldi. Jaeger- LeCoultre; antika saatlerden oluşan bir de sergi yaptı. En dikkat çeken parçasıysa 1929'da üretilen ve Kraliçe II. Elizabeth'in de taç giyme töreninde kullandığı dünyanın en küçük mekanik kalibresi olan 101 Etrier oldu. Saat dünyanın en küçük mekanik mekanizmasıyla da Guinness Rekorlar Kitabı'na girdi.

Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 05.05.2013

CAMİLERİN SAHİBİ KİM?

 

Laf olsun diye sormuyorum, konu ciddi.

Bir hırsız Sakarya’da Şeker Camii’nin camını kırarak içeri girmiş...

İmam odası olarak kullanılan bölmeden para çalmış.

Olay yeri inceleme hemen devreye girmiş, parmak izleri alınmış ve hırsızın daha önce de benzer olaylara karışan Aziz A. olduğu tespit edilmiş.

Davaya bakan mahkeme, sanığı ‘kamu hizmetine tahsis edilmiş caminin camlarını kırarak hırsızlık yaptığı’ gerekçesiyle cezalandırmış.


Aziz A.’ya ‘kamu malına zarar vermekten’ 1 yıl hapis cezası vermiş.

Benzer bir olay Erzincan’da yaşanmış.

Bu kez hırsız, caminin altında bulunan işyerini soymuş.

Gerçi işyerinin üzerinde bulunan Terzibaba Camii’ne de girmiş ama oradan bir şey çalmamış.

Erzincan 1. Asliye Ceza Mahkemesi aynı şekilde sanığı ‘kamu malına zarar verme’ suçundan cezalandırmış.

Yani caminin altındaki özel işyeri de ‘kamu malı’ kapsamına girmiş.

Fakat Yargıtay her iki yerel mahkemenin kararını da bozmuş.

Çünkü Yargıtay’a göre sanıkların ‘kamu malına zarar verme’ suçundan değil ‘ibadethanelere zarar verme suçundan’ yargılanması gerekiyor.

Çünkü Yargıtay’a göre camiler ‘kamu malı’ değil ‘ibadethane’.

* * *

Ne fark eder demeyin, çok şey fark ediyor.

Önceki gün konuyla ilgili çok önemli bir habere imza atan Mesut Hasan Benli’ye göre aksi yönde bir karar, yani camilerin kamu malı sayılması cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmediği bir ortamda çok ciddi siyasi ve hukuki tartışmalara yol açacaktı.

Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmemesi başlı başına büyük bir ayıp fakat bence Yargıtay’ın “Camiler kamu malı değil” kararı cemevlerini de aşan bir öneme sahip.

Genel inanış ne?

“Camiler Allah’ın evi.”

Gerçekten öyle mi?

Kuran’da Allah Kabe için ‘beytim’ diyor, bu yüzden de Kabe ‘beytullah (Allah’ın evi)’ olarak kabul ediliyor.

Gerçi mutasavvıflar bunun kainattaki sisteme atıf yapan bir metafor olduğunu, mekandan ve zamandan münezzeh bir yaratıcının evi olamayacağını söylüyorlar ama...

Halk arasında Kabe’den hareketle tüm camiler ‘Allah’ın evi’ olarak kabul görüyor.

Benzer bir durum kilise ve sinagoglar için de geçerli.

Yani anlayacağınız inananlar için her türlü ibadethane ‘Allah’ın evi’!

Bu, meselenin inanç kısmı...

* * *

Peki ya hukuken camiler kimin malı?

Mülkiyeti Allah’a mı ait?

İnanç açısından bakarsanız elbette yerde ve gökte ne varsa her şeyin sahibi ‘O’.

Ama hukuk açısından camilerin mülkiyeti ciddi bir tartışma konusu.

Diyanet kayıtlarına göre Türkiye’de 80 bin cami var.

Bunların 35 bini köylerde, 55 bini il ve ilçelerdeymiş.

80 bin caminin tamamının yönetimi Diyanet’e bağlı fakat mülkiyet camiden camiye değişiyor.

Kimi Hazine’ye ait, kimi belediye, vakıf ya da derneğe...

Çünkü camileri devlet değil vatandaş kendi cebinden çıkan paralarla gönüllü yapıyor.

İhtiyaçları da yine vakıf ve dernek yoluyla vatandaşlar karşılıyor.

Camilerin bir geliri varsa direkt camiye gidiyor.

Gerçi en son yapılan yasal bir düzenlemeyle camilerin tüm gelirleri Maliye’ye, dolayısıyla Diyanet’e bağlandı ama mülkiyet hala tek elde toplanabilmiş değil.

Yani hukuken camilerin tek bir sahibi yok.

* * *

İyi ki de yok...

Çünkü ‘devletçi-tekçi-merkeziyetçi anlayış’ dinin çoğulcu yapısına ve ruhuna aykırı...

Türkiye’de yıllarca devlet her konuda olduğu gibi dini de kendi kontrolünde tutmaya çalıştı. Diyanet bir hizmet kurumu olmaktan çok, devletin makbul gördüğü dini anlayışı yayma ve tüm farklılıkları bastırma, özetle dini kontrol etme aygıtı olarak görüldü.

Hala da öyle görülüyor.

Bu yüzden devlet (Diyanet) sadece camilerin yönetimi değil, aslına bakarsanız mülkiyetini de kontrol etmek istiyor.

Ama Yargıtay “Camiler kamu malı değil ibadethanedir” diyerek bu devletçi-tekçi anlayışa set çekti.

“Camiler devletin malı değil onları yapan ve yaşatanlarındır” dedi.

Keşke Yargıtay benzer bir cesur kararı cemevleri için de verebilse.

İsteyen istediği yerde, istediği şekilde, özgürce ibadet edebilse...

Çünkü...

“Ne kadar çok yürek varsa Allah için çarpan, o kadar çok yol vardır O’na giden...”

Radikal Yazı: Eyüp Can, 04.05.2013

 

******


CAMİ, CEMEVİ, KİLİSE KİMİN OLMALI?

 

Eyüp Can’ın cumartesi günkü yazısının başlığı oldukça can alıcı bir soruyu ortaya atıyordu: ‘Camilerin sahibi kim?’ Bu mekanlardan yapılan hırsızlıklar nedeniyle Yargıtay camilerin ‘kamu malı’ değil ‘ibadethane’ olduğuna karar vermiş. Bu ibadethanelerin sahibi kimmiş peki? Cevabı Eyüp’ün yazısından okuyalım: “80 bin caminin tamamının yönetimi Diyanet’e bağlı fakat mülkiyet camiden camiye değişiyor. Kimi Hazine’ye ait, kimi belediye, vakıf ya da derneğe...”

Aslında Eyüp’ün sorduğu soru bizi Türkiye’de din özgürlüğü alanında en can alıcı meselelerden birisinin kalbine götürüyor: Türkiye dini kurumların tüzelkişiliğini tanımıyor. Yani kilise, kilise olarak, cami, cami olarak tanınmıyor. Yukarıdaki örneklerde cami, Diyanet’in, vakfın, derneğin camiidir, ama kendi başına bağımsız bir birim değildir. Cami ve onu oluşturan cemaat bir varlık olarak hukuk karşısında yoktur, Diyanet, vakıf ve dernek vardır.

Ne demek istediğimi anlatabilmek için Avrupa ülkelerinde bu kurumların nasıl tanındığına ilişkin birkaç örnek vereyim. Örneğin Almanya’da bir kilise veya cemaat devlete ‘tanınmak’ için başvurduktan sonra, hukuken aranan koşulları taşıyorsa (belli bir sayı, devamlılık vd gibi), devlet tarafından dini ‘yapı’ olarak tanınıyor. Almanya’da bu yapılar kamu hukukunun olanaklarından faydalanıyorlar. Örneğin, bu cemaat ve kiliselere üye olanlar, ödedikleri paranın tamamı buralara ödenmek üzere vergi daireleri aracılığıyla özel bir vergi ödüyorlar. Bizde ise biliyorsunuz Diyanet İşleri herkesten toplanan vergileri sadece Sünni vatandaşlarımızın hizmetinde kullanıyor.

Örneğin Avusturya’da tanınma ‘Kiliseler ve dini topluluklar yasası’ çerçevesinde gerçekleşiyor. Hollanda’da Medeni Kanun’un ‘dini kurumlara’ ilişkin düzenlemeleri çerçevesinde tüzelkişilik kazanılıyor. Türkiye’nin katı laiklik anlayışını taklit ettiği Fransa’da bile dini topluluklar ‘association cultuelle’ olarak ayrı bir kategori altında tanınıyor.

Bizde ise dernekler ve vakıflar kanunlarında dini kurumlarla ilgili hiçbir hüküm yok. Fiili olarak kurulmuş cami kurma ve yaşatma dernek ve vakıfları var. Yine bu vakıf ve derneklerden esinlenerek 2004 yılından beri gayrimüslimlere de bu tür vakıf ve dernek kurma imkanı tanındı. ‘Dernek’ ve ‘vakıf’ dini kurumların ihtiyaçları için hazırlanmış yapılar değildir. Neden bir kilise, yönetim kurulu seçmek, belli aralıklarla genel kurul yapmak zorunda olsun? Neden bir dini kurum para toplamak için ‘yardım toplama kanununa’ tabi olsun? Neden açık havada yapılacak bir dini ayin ‘toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasası’ çerçevesinde değerlendirilsin? Yine mesela gayrimüslimlerin ‘patriklik’ gibi üst kurumlarını bu hukuki mevzuat içinde nereye oturtacaksınız?

Sözünü ettiğim eksiklik ‘tesadüfen’ veya ‘arizi’ nedenlerle oluşmuş hukuki boşluklardan kaynaklanmıyor. Türkiye’de devlet, dini alanı bütünüyle kontrol altında tutmak istiyor. Bir taraftan Alevi vatandaşın cemevini tanımıyor; öbür taraftan camiye vaizi kendisi atıyor; Ermeni, Rum ve Yahudilere “Sizin ilişkilerinizi Lozana göre düzenledim” diyor ama onlara bugünün dünyasında içinde hareket edebilecekleri hiçbir hukuki düzenleme vermiyor; Protestanlara, Süryanilere dernek kurma izni veriyor ama bu dernekler asla ‘cami yapma derneğinin’ bir adım ötesine geçemiyor, kiliseleri, manastırları tanınmıyor.

Ortada muazzam bir boşluk var. Türkiye’nin gerek anayasa ve gerekse yasalar düzeyinde cemaatleri ve onların dini kurumlarını tanıması lazım. Anayasanın ardından bir ‘dini kurumlar yasası’ çıkarılmalı ve dini grupların bütün ihtiyaçları bu yasa çerçevesinde düzenlenmeli.
Bu dini kurumlar yasasıyla ibadet yerlerinin kuruluşu, eleman istihdamı, din adamı yetiştirmeleri, para ve yardım toplamaları, her türlü toplantıları, açacakları kurslar, mülkiyet edinmeleri, huzurevi açmaları vd gibi bütün hususlar dini cemaatlerin ihtiyaçlarına göre düzenlenmelidir. İbadet yerlerinin tanınması, mesela belli sayıda kişinin başvurusu gibi, objektif kriterlere bağlanmalı, cemevinin, Budist tapınağının vd ibadet yeri olup olmadığına devlet karar vermemelidir. Yine aynı şekilde Türkiye gayrimüslimlerin patriklik makamlarının, şu anda yaptığı gibi, içişlerine karışmaktan vazgeçmeli, bu kurumların varlık ve hakları anayasal güvenceye kavuşturmalıdır.

Başlıktaki soruya dönecek olursak eğer, camiler, kiliseler, havralar, cemevleri ve diğer ibadet yerleri onları kuran cemaatlere ait olmalı, onlar tarafından yönetilmelidir. Ve tanınmaları da tamamen kendi adlarıyla olmalıdır, dernek veya vakıf olarak değil...

Radikal, Yazı: Orhan Kemal Cengiz, 06.05.2013

YENİ BİR DİNOZOR TÜRÜ BULUNDU

 

Söz konusu keşif, fosil kalıntısını bulan bilim ekibinin de başı olan ABD George Washington Üniversitesi'nden Biyoloji Profesörü James Clark tarafından yapıldı
Araştırmacılar, Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ne bağlı Vucaivan yöresinde bulunan fosil kalıntısının, 1 metre boyunda, 1,35 kilogram ağırlığındaki 1 yaşından küçük dinozor yavrusuna ait olduğunun sanıldığını ifade etti.


Bulunan yeni dinozor türü, Clark ve Güney Afrika 'daki Witwatersrand Üniversitesi'nden Dr. Jonah Choiniere tarafından "Journal of Sytematic Palaeontoloji" adlı bilimsel dergide tanıtıldı.


161 milyon yıl kadar önce yaşadığı sanılan, kısa ön ve uzun arka bacaklarıyla dikkati çeken "Teropod" türüne ait dinozora, "Batı'ya Yolculuk" adlı Çin efsanesindeki Ejderha Kral'a atfen, "Aorun zhaoi" adı verildi.


Araştırmacılar, fosil kalıntısında bulunan çok sayıda dişin, dinozorun, kertenkelelerin yanı sıra memeliler ve timsah türlerinin küçük akrabalarıyla beslenen etobur bir türe ait olduğuna işaret ettiğini belirtti.

Radikal, 04.05.2013

"AYASOFYA İBADETE AÇILSIN"

 

Türkiye'nin çeşitli illerinden gelen MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) üyeleri, Sultanahmet Camisi önünde bir araya geldi. İngilizce ve Türkçe "Ayasofya Cami" yazılı dövizler taşıyan grup, mehteran eşliğinde Sultanahmet Meydanı'ndaki gösteri alanına yürüdü.

MTTB Genel Başkanı İsmail Emrah Karayel, burada yaptığı açıklamada, 2013'ü "Ayasofya Yılı" ilan ettiklerini belirterek, "Ayasofya; Fatih, Ulubatlı Hasan demektir. Ayasofya bir semboldür. İbadete açılmalıdır" dedi.

Karayel, etkinlik için İstanbul'a gelen MTTB üyelerine de teşekkür etti.

Mehteranın yaptığı gösteriyi, MTTB üyelerinin yanı sıra turistler de izledi.

Sabah, 04.05.2013



******


ERDOĞAN: AYASOFYA'YI BİR ŞARTLA İBADETE AÇARIZ

 

Partisinin Kızılcahamam kampında vekillerin sorularını yanıtlayan Başbakan Erdoğan’a sorulan sorular arasında Ayasofya’nın ibadete açılmasına ilişkin bir çalışma olup olmadığı da vardı. Erdoğan bu soruya, “Sultanahmet çok boş. Sultanahmet dolarsa Ayasofya’yı da gündeme alabiliriz” şeklinde cevap verdi.

Bugün (Kısaltarak), Haber: Çetin Çiftçi, 06.05.2013

3 BİN YILLIK HÖYÜK TALAN EDİLDİ

 

 

Kahramanmaraş'ın Ekinözü İlçesi'ne bağlı Akpınar Köyü sınırları içerisinde bulunan yaklaşık 3 bin yıllık höyük, kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce talan edildi. Yarısına yakını iş makineleri ile yerle bir edilen höyüğün kapısına ise özel mülkiyet tabelası asıldı. Olayla ilgili adli makamlara suç duyurusunda bulunuldu.

 

Kahramanmaraş il sınırları içerisinde onlarca höyük bulunuyor. Bu höyüklerin büyük bir kısmı Elbistan, Afşin ve Ekinözü bölgesinde yer alıyor. Hatta bazı köylerin isimleri bile höyüklerle birlikte anılıyor. Ekinözü İlçesi'ne bağlı, Elbistan ilçe sınırındaki Akpınar Köyü sınırları içerisinde yer alan ve arkeologlar tarafından en az 3 bin yıllık olduğu ifade edilen höyük, kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce yerler bir edildi. İş makinelerinin girdiği ve yarısına yakın bölümünü yıktığı höyük yetkililerin dikkatini çekti. Başka bir amaç için bölgeye giden ve içerisinde arkeologların da yer aldığı heyet, olay karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Devasa höyük, iş makineleri vasıtasıyla parçalanmış ve höyük çevresine insani yaşam için çeşme gibi alanlar yapılmıştı. Hatta uzmanlar, bölgede çok sayıda kullanılmış, ayakkabı ve kullanıma hazır, çaydanlık ve bardak buldu. Kısa süre içerisinde yapılan araştırma sonunda höyüğün de içerisinde bulunduğu kısmın 2009 yılı Aralık ayında Sit alanı ilan edildiği ortaya çıktı. Yetkililer, konuyu adli makamlara ileterek suç duyurusunda bulundu.

 

Höyüğün bulunduğu bölgeye girmek için ilkel şartlarda hazırlanmış bir kapıdan geçmek durumunda kalınıyor. 'Özel Mülk, Girilmez!' levhalarının yer aldığı bölgede höyükten çıkan taşlar dikkat çekiyor. Yıkılmış bazı bölümlerde buranın höyük olduğunu gösteren ve insan yapısı olduğuna işaret eden argümanlar çıplak gözle görülüyor. Bölgede iş makineleriyle yıkım yapan kişi ya da kişiler aranıyor. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.

 

Eski Elbistan Ovası'nda son araştırmalara göre 21 höyük tespit edildi. Bunlardan özellikle Hititler ile Kumagenlerin devrine ait olan Kara- Elbistan (yani eski Elbistan), İzkaftil (İğde) Kara-Öyük (Karahüyük),Çavlı-Han (Çoğulhan),Tel-Afşin-Tıl-Afşin (höyüklü),Til (Akbayır), Yarbus (Afşin), Hunu (Arıtaş) Lorşun (Altunelma), Tantaris (Tanır), Evzaniye (Ozanöyük-Doğan), Tedevin Höyük (Arıstıl-Bakraç), Kaşanlı, Malap (Bakış), Sevdilli, Kabaağaç ve Celeği (Ekinözü), höyükleri gibi büyük harabeler başta geliyor. Birçok küçük höyük ihtiva eden Elbistan Ovası'nda eski çağda birçok şehir ve kasaba kurulduğu anlaşılıyor.

Dünya Bülteni, 04.05.2013

STRATONİKEİA ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Yatağan'daki Stratonikeia antik kentinde 2013 yılı kazı çalışmaları başladı.

 

Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı ve Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentte, 3 bin yıllık tarihin her döneminden kalıntılar bulabilmenin mümkün olduğunu söyledi.

 

Söğüt, Stratonikeia'nın, Karia bölgesinin en önemli kentlerinden olduğunu ve antik kentin Tunç Dönemi'nden Cumhuriyet dönemine kadar adından söz ettirdiğini belirtti. Antik kentteki kazı çalışmalarının 2008 yılında başladığını anlatan Söğüt, geçen yıl 9 ay kazı çalışması yürüttüklerini, 702 eseri gün ışığına çıkardıklarını anlattı.

 

Antik kentte bu yıl 6 ay yapacaklarını kazı çalışmalarını 8 üniversiteden yaklaşık 100 kişilik ekiple sürdürmeyi planladıklarını ifade eden Söğüt, "Bu yıl tiyatro, gymnasion, Roma hamamında kazı ve konservasyon çalışmalarına devam edilecek. Augustus ve İmparatorlar Tapınağı'nda uzun süreli bir çalışma başlatılacak. Tiyatronun üst kısmındaki terasta bulunan tapınak, kente gelen ziyaretçilerin en çok ilgisini çeken yapılardan" dedi.

 

Prof.Dr. Söğüt, Stratonikeia antik kentinin UNESCO Doğal ve Kültürel Miras Geçici Listesi'ne kazandırılması için başvuru yaptıklarını bildirdi. Stratonikeia'nın her döneme hitap eden, yaşayan bir arkeoloji kenti olduğuna değinen Söğüt, "Bunun bir benzeri yok. Antik dönemden günümüze, yapıların bir bütün olarak korunduğu, Osmanlı dönemi taş döşeli yollarda yürünerek gezildiği başka bir kent yok" diye konuştu.

 

Muğla Valiliği tarafından kentte bulunan Hasan Şar Evi'nin restorasyonu için gerekli ödeneğin ayrıldığına da işaret eden Söğüt, şunları söyledi:

"Bu çalışmalar bu yıl tamamlanacak. Bu ev aynı zamanda müze deposu olarak kullanılmakta. Restore edildiğinde evin kendisi müze gibi olacak. Burası, adına türkülerin yakıldığı, insanların yaşadığı ve pek çok hikayesi olan bir ev. Bu hikayeleri bilenler halen birbirlerine anlatıyor. Her dönemden yapıların korunmasını ve restorasyonunu yapıyoruz. Bu da onlardan birisi. Kentin tanıtımına, yapılan çalışmalara maddi ve manevi katkı sağlayanlara teşekkür ediyorum."

haberler.com, 03.05.2013




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi