26 Mayıs - 1 Haziran 2013
|
BURADA SERVET YATIYOR
Tarihi Kent Meydanı
düzenlemesi çerçevesinde kazı çalışmalarına
başlanılan eski Adalet Parkı'nda kazı çalışmaları
devam ediyor. Sanat tarihçileri, burada tarihe ışık
tutacak olan büyük bir servetin yer aldığını
belirterek, bu servetin heba edilmemesini istiyor.
Konya Büyükşehir
Belediyesi'nin Mevlana Kültür Vadisi Projesi'nin
önemli bir ayağını oluşturan Tarihi Kent Meydanı
düzenleme çalışmaları kapsamında eski Adalet
Parkı'ndaki kazı çalışmaları geç de olsa başlamıştı.
Kazılarda Selçuklu dönemine ait olduğu öğrenilen
temel parçalarına ulaşıldı. Kazı çalışmaları
havaların da yağışlı olmaması nedeniyle tüm hızıyla
ve titizlikle devam ederken, tarihi kalıntıların
büyük ölçüde tahrip edildiği öğrenildi. Cumhuriyetin
ilk yıllarında burada yapılaşmanın olduğu ve bu
yapılaşmada da Selçuklu dönemine ait olan ve zamanla
yıkılan yapının temel kalıntılarındaki taşların
kullanıldığı sanılıyor. Zaman içerisinde büyük
tahribatların oluştuğu bölgede, Selçuklu eseri olan
ve henüz ne olduğu belirlenemeyen yapının taşlarının
Cumhuriyet'in ilk yıllarında yapılan yapılara
taşındığı ve burada kullanıldığı, bunun da bölgedeki
kazı çalışmalarından çıkacak olan tarihi eserin ne
olduğunun anlaşılmasını zorlaştırdığı belirtiliyor.
TARİHİN SEYRİNİ
DEĞİŞTİRECEK!
Yüzyıllar öncesine ait
olan tarihi yapının şimdilerde sadece temel
parçalarına ulaşılsa da, buradaki tarihi eserler
temel taşlarıyla sınırlı kalmıyor. Adalet Parkı'nda
kazı çalışmalarının devam ettiği bölgede henüz eşine
rastlanmamış, tarihin seyrini değiştirecek, çok
önemli ve orijinal eserlerin de olabileceği
düşünülüyor.
Kazı çalışmalarının
devam ettiği bölgeyle ilgili bir rivayet de bölgenin
Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat'ın
yaptırdığı bir Şifahane ve bu Şifahane'ye ait olan
hamam olduğu yönünde. Arkeolojik sit alanı olan
bölgede ortaya çıkan kalıntılar nedeniyle Büyükşehir
Belediyesi'nin burada uygulayacağı projenin tamamen
iptal olabileceği de öngörülüyor.
BÖLGE SELÇUKLU'NUN
YAYGIN YERLEŞİM YERİ
Kent Meydanı düzenleme
alanını gezerek incelemelerde bulunan Selçuklu
Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof.Dr. Haşim Karpuz,
bölgede tarihe ışık tutacak kalıntılar olduğunu
söyledi. Çıkan kalıntıların mutlaka korunması
gerektiğini ifade eden Karpuz, “Şehir meydanı
düzenlemelerinde ortaya çıkan kalıntılar tarihe ışık
tutar. Alaeddin Tepesi'nin kuzeyindeki saray
kazılarında ve Kent Meydanı kazılarında önemli
kalıntılar çıkıyor. Kent Meydanı'nda çıkan
kalıntılar bölgede bir çinili köşk veya hamam
olduğunu gösteriyor. Ayrıca buradan çıkan
kalıntılar, 11 ve 13. yüzyıllar arasında Selçuklu
Medeniyeti tarafından bölgenin yaygın bir yerleşim
yeri olarak kullanıldığını kanıtlıyor” dedi.
TARİHİN IŞIĞINI
KAPATMAYALIM
Ortaya çıkan bu
kalıntıların park ve meydan düzenlemesi yapılırken
tarihi dokuyu mutlaka korumak gerektiğini ortaya
koyduğunu bildiren Prof.Dr. Haşim Karpuz, “Burası
bir ortaçağ arkeolojisi parkı haline getirilebilir.
Yapılan düzenlemelerde Alaeddin Tepesi'ndeki
arkeolojik buluntular gibi Kent Meydanı'ndaki
kalıntılarda rahatça izlenebilmelidir. Kalıntıların
üzerine şeffaf örtüler örtülerek açıklamalar
yazılmalıdır. Bu tarihi kalıntılar şehrin tarihine
ışık tutmalıdır. Tarihin ışığını kapatmayalım” diye
konuştu.
Tarihi kalıntıların
korunması gerektiği noktasında kurul üyelerine
tavsiyelerde bulunduğunu ifade eden Karpuz,
bölgedeki tarihi çiniler ve su sistemi borularının
kaldırıldığını belirtti. Şimdilerde kazı çalışmaları
hızlandırılarak devam ederken, Anıtlar Kurulu'nun
vereceği karara göre meydan düzenlemesinin akıbeti
belli olacak.
Merhaba Gazetesi,
31.05.2013
|
AKM'DE RESTORASYON
ÇALIŞMALARI DURDURULDU
Taksim’deki Atatürk
Kültür Merkezi’nin (AKM) yılan hikayesine dönen
yenileme projesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan,
projeyi yürüten Yeni Yapı ve Taca İnşaat’a
gönderilen bir faks mesajındaki talimatla “ikinci
bir emre kadar” durduruldu.
Bu yıl 29 Ekim
Cumhuriyet Bayramı’nda restorasyonunun bitirileceği
öngörülen AKM binası, son yıllarda kültür sanat
camiasının en çok tartıştığı konulardan biri oldu.
2005 yılında, binanın ekonomik ömrünü tamamlamış
olduğu gerekçesiyle dönemin Kültür Bakanı Atilla Koç
tarafından binanın yıkılması önerilmişti. Ancak
sanat ve mimarlık platformları ile sivil
inisiyatiflerin tepkisi, düzenlenen gösteriler ve
basın desteğiyle yeniden yapılan değerlendirmeler
sonucunda Kasım 2007’de
İstanbul 2 No’lu
Koruma Kurulu, Atatürk Kültür Merkezi’ni ‘1. grup
kültür varlığı’ olarak tescil etmiş, böylece yıkım
gerçekleşmemişti.
Kasım 2008’de ise
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından imzalanan
protokolle İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı’nın üstlendiği Atatürk Kültür Merkezi’nin
yenileme projesini hazırlamak üzere Tabanlıoğlu
Mimarlık görevlendirildi. Daha sonra tadilat, Kültür
Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası’nın açtığı dava
nedeniyle mahkeme kararıyla durduruldu. Şubat
2012’de Sabancı Holding ile Kültür ve Turizm
Bakanlığı arasında Atatürk Kültür Merkezi’nin
restore işlemlerine dair mutakabat imzalandı.
Atatürk Kültür Merkezi’nin yenileme çalışmalarına
Sabancı Holding, 30 milyon liralık katkı sağladı.
Ancak 1200 kişilik kapasitesiyle İstanbul’un çukurlu
sahneye sahip tek opera, bale ve tiyatro sahnesi
olan AKM’nin yenileme çalışmaları çok ağır işlediği
için zamanla tartışmalar büyüdü. Bugün ise AKM’de
söküm işlemleri tamamlanmış ve henüz yenileme
işlemine başlanmamışken, çalışmalar Kültür ve Turizm
Bakanlığı’ndan Yeni Yapı ve Taca İnşaat’a gönderilen
bir faks mesajında verilen talimatla “ikinci bir
emre kadar” durduruldu.
Hürriyet, 31.05.2013
|
GEZİ PARKI RAPORU:
DOKUNAMAZSINIZ
Taksim Yayalaştırma
Projesi ile Gezi Parkının ‘Taksim Kışlasına’
çevrilmesinin önünü açan 17.01.2012 tarihli 1 / 5000
ve 1 / 1000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Plan
tadilatlarına Şehir Plancıları, Peyzaj Mimarları ve
Mimarlar Odası İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nde dava
açmıştı. Mahkemece belirlenen 3 kişilik bilirkişi
heyeti yerinde keşif ve inceleme sonucunda plan
tadilatlarının şehircilik, planlama ve koruma
ilkelerine aykırı olduğu kanaatine vardı. Bilirkişi,
plan tadilatında ‘çevre, kültürel ve doğal miras,
sosyal kültürel ve ekonomik yapı, ulaşım, dolaşım
sistemi açısından uygun olmadığı, yeşil alanların ne
şekilde etkileneceğinin belirsiz olduğu’ sonucuna
vardı. Eğer mahkeme bilirkişi raporuna uyarsa Gezi
Parkı’nın mevcut haline müdahale edilmesi imkansız
duruma gelecek.
1 / 5000 ölçekli Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma
Amaçlı Nazım İmar Planı batı ve kuzey yönünde
bulunan araç yolları yayalaştırılarak meydan olarak
fonksiyon verilmesi 21.05.2009 tarihinde onanmıştı.
Ancak 1 / 5000 ve 1 / 1000 ölçekli Koruma Amaçlı
Nazım ve uygulama imar planları üzerinde 17.01.2012
tarihinde plan tadilatı yapıldı.
Şehir Plancıları, Peyzaj Mimarları ile Mimarlar
Odası bu plan tadilatlarının yasaya uygun olmadığını
belirterek dava açtı. Dava başvurusunda ‘1940’lı
yıllarda yıkılan kışla yapısının korunması söylemi
altında yeşil alanın kışla fonksiyonundan farklı
şekilde ticaret fonksiyonuna hitap eden bir yapı
haline gelmesinin ulaşım ve alt yapı tesislerini
zorlayacağı” vurgulandı.
‘Korunmalı çünkü...’
İtirazda ‘‘Taksim Gezi Parkı İstanbul’un en erken
Cumhuriyet dönemindeki ilk ve en kapsamlı şehircilik
uygulamasının bir belge niteliği taşıyan en önemli
ögesi olduğu, kent planlaması için davet edilen
Henri Prost tarafından planlanmış olduğu’’, Taksim
Gezi Parkı’nın korunması gereken kültür varlığı
olduğu da belirtildi.
Mahkeme, davalı Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
İBB’den savunmalarını istedi. Bakanlık savunmasının
özetinde, ‘‘Topçu Kışlası’nın bir kültür varlığı
olarak tescilinin yapıldığını, Taksim Gezi Parkı ile
ilgili olarak ise parktaki peyzaj düzenlemesi ve
yetişkin ağaç dokusunun bulunmasından dolayı durumun
ilgili Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Komisyonu’nca
değerlendirilmesi gerektiği’’ belirtildi. İBB de
“Odaların davayı açmakta menfaat yokluğu nedeniyle
ehliyetlerinin olmadığı, dava konusu imar
planlarının ise belde halkının iyi yaşam düzeni ve
koşullarını sağlamak amacıyla hazırlandığı”
savunuldu.
Prof.Dr. Hüseyin Cengiz, Doç.Dr. Darçın Akın, Y.
Doç.Dr. M. Lütfi Yazıcıoğlu’ndan oluşan bilirkişi
heyeti ise yerinde keşif ve dosya üzerinde yaptığı
inceleme sonucu hazırladığı raporunu 13.05.2013
tarihinde mahkemeye teslim etti. Raporun Gezi Parkı
ve Taksim Kışlası ile ilgili bölümlerinde,
‘‘Korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil
edilen Taksim Kışlası, ‘kentsel tasarım projesi ile
bir bütünlük içersinde değerlendirilebilecektir’
dendiği halde planlarda bununla ilgili herhangi bir
belirtinin olmadığı” tespit edildi.
Raporun sonucunda özetle, dava konusu Koruma Amaçlı
İmar Planı değişikliklerinin çevre, kültürel ve
doğal miras, kültürel ve ekonomik yapı, teknik
altyapı, sosyal donatı, yapı ve sokak dokusu,
mülkiyet yapısı, ulaşım, dolaşım sistemi,
şehircilik, planlama ve koruma ilkelerine uygun
olmadığı, söz konusu planın sadece Taksim Alanı
yayalaştırma projesi gibi görünmekle birlikte plan
notlarında Taksim Gezi Parkı’nı da içerdiği ve plan
onama sınırı içindeki bir alanın planlamasının
sonradan düzenlemek üzere ayrılarak belirsiz
bırakıldığı belirtildi.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 31.05.2013
|
KLON MAMUT YOLDA
Rus bilim insanları, Sibirya'da 10 bin yıldır buzul
altında gömülü kalmış bir mamut cesedinden sıvı kan
örneği almayı başardıklarını açıkladı. Öldüğünde 50
ila 60 yaşları arasında olduğu belirtilen dişi
mamudun Sibirya'nın kuzey kıyılarındaki ücra bir
adada bulunduğu ve elde edilen kanı kullanarak
günümüzde bir mamut üretilebileceği iddia edildi.
Dişi mamudun bir bataklığa saplanıp öldüğü ve
vücudunun üst kısmının diğer hayvanlarca yendiği
belirtildi. Keşfi gerçekleştiren Mamut Müzesi'nden
Semyon Grigoriev, "Alt taraflar buzun içinde
korunmuş Biz de oradan kan örnekleri alabildik"
dedi.
10 BİN YIL SONRA İLK MAMUT
Grihoriev, sıcaklığın eski 10 santigrat olmasına
rağmen mamutta sıvı kan bulunmasını da, mamutların
diğer fillerden farklı bir kana sahip olmasına
bağladı. Projede yer alacak olan Güney Koreli bilim
insanı Hwang Woo-suk, daha önce köpek ve çöl tilkisi
klonlamıştı. 2005'e kadar klonlanma konusunda dünya
çapında ün kazanan Hwang, klonlanma yöntemiyle insan
embriyosu yaptığını iddia etmişti. Sonra da
verilerde sahtecilik yaptığı ortaya çıkmış ve insan
kök hücreleriyle çalışması yasaklanmıştı. Ancak
hayvan klonlanma üzerine çalışmaya devam eden
Hwang'ın bulunan kan hücresini kullanarak klonlanmış
bir mamudu bir dişi filin rahmine koyması ve 10 bin
yıl sonra dünyaya gelecek ilk mamudu yaratması
bekleniyor.
Sabah, 31.05.2013
|
ADIYAMAN'A İSMİNİ VEREN
KOMUTANIN TÜRBESİ SAHİPSİZ KALDI
670 yılında Bizanslılar
ile yapılan savaşta Adıyaman’ı ele geçirme başarısı
göstererek tarihe adını altın harflerle yazan Emevi
komutanlarından Mansur Bin Cavena’nın Adıyaman’daki
türbesi ne yazık ki başıboş bırakıldı.
Çevresi MS 395 yılından itibaren Doğu Roma
İmparatorluğu’nun yani Biaznsın egemenliği
altındayken İslam akımlarına maruz kalan Adıyaman’ın
konutanı olarak bilinen Cavena birçok Adıyamanlı
tarafından maalesef bilinmiyor.
Türbesi şehir merkezinde bulunan ve vatandaşların
“Ceho baba” diye isimlendirdikleri Mansur Bin
Cavena, adını Adıyaman’a “Hısnı Mansur” diye veren
komutan olarak da biliniyor.
Şu günlerde yetkililerin görmezlikten geldikleri,
vatandaşların kendi çabaları ile ayakta tutmaya
çalıştıkları türbede yetkililerin henüz bir çalışma
yapmamaları tepkililere neden olurken, Saffan Bin
Muattal hazretlerine verilen değerin Mansur Bin
Cavena türbesine de verilmesi isteniyor.
Cavena’nın komutanlık yaptığı dönemde Adıyaman
şehrinin ilk yerleşim alanı içinde kalan bugünkü
Adıyaman Kalesini de yaptırdığı rivayet olunurken,
yaklaşık 1350 yıl önce Adıyaman’a gelen burayı İslam
topraklarına katan Cavena’nın ilmi kişiliğiyle de ön
plana çıktığı söyleniyor.
Kapısına kilit vurulan türbesi sadece Perşembe ve
Cuma günleri açılırken, çevredeki vatandaşlar
özellikle türbelere verdiği önemle gündeme gelen
belediye Başkanı M. Necip Büyükaslan’ı göreve davet
ediyor.
Mansur Bin Cavena Kimdir?
Adıyaman ve çevresi MS395 yılından itibaren Doğu
Roma İmparatorluğu' nun (Bizans Devleti'nin)
egemenliği altındayken İslam akımlarına maruz
kalmıştır.
Hz. Ömer'in halifeliği döneminde (634-644) Adıyaman
ve çevresi Müslüman Arapların eline geçmiştir. Aba
Ubeyde, Halid Bin Velid, Sait Bin Ebi Vakkas ve İyaz
Bin Ganm gibi tanınmış islam komutanlarının
katıldığı savaşlar sonucunda 638 yılında bu bölge
İslam topraklarına katılmıştır.
Adıyaman ve çevresi bir süre Müslümanlarla Bizanslar
arasında sınır bölgesi ve çekişme konusu olur. 670
yılında Emevi komutanlarından Mansur Bin Cavena
Adıyaman'ı ele geçirir. Bu komutanın Adıyaman
şehrinin ilk yerleşim alanı içinde kalan bugünkü
Adıyaman Kalesini yaptırdığı rivayet olunur.
MS 758 yılında Abbasi halifesi Ebu Cafer Mansur
tarafından Emevi egemenliğine son verilir. Böylece
Adıyaman ve çevresine Abbasiler hakim olurlar. MS
1066 yılında Selçuklu komutanlarından Gümüştekin,
Adıyaman şehrini (Hısn-ı Mansur-u) ve çevresini ele
geçirir; ancak iç karşılıktan dolayı geri çekilir.
1071 Malazgirt Muharebesi'ni izleyen 1082 yılında
Hıns-ı Mansur (Adıyaman şehri), tekrar ele geçirilir
ve Abbasi hakimiyeti sona erer. Selçukluların
egemenliği altında kalan Adıyaman ve çevresi Haçlı
Savaşları'nın etkisi altında kalarak geçici olarak
el değiştirir. Adıyaman ve çevresi1114-1204
tarihleri arasında Eyyubilerin kontrolü altına da
girmiştir. Anadolu Selçukluların 1298 yılında
Moğolların istilasına uğrar; iç karışıklık yaşanır.
Bu durum 1339 tarihine kadar devam eder. 1339
tarihinde Adıyaman ve çevresi, Dulkadıroğulları
Beyliği'nin kurulmasından bir süre sonra
Dulkadıroğulları' nın egemenliğine girer. 1398' de
Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt yöreyi ele
geçirirse de Doğu Anadolu'ya egemen olan Timur
tehlikesi nedeniyle geri çekilir. Sonuçta Adıyaman
ve çevresi tekrar Dulkadıroğulları'nın eline geçer.
Adıyaman Haber,
30.05.2013
|
2500 YILLIK TARİHİ ESERLER BAHÇESİNDE SÜS OLARAK DURUYORDU
Edirne'nin Keşan İlçesi'nde bağlı Gökçetepe Köyü Sahili'nde jandarma tarafından bir evin bahçesinde bulunan küp ve demir çapanın 2 bin 500 yıllık tarihi eser olduğu ortaya çıktı.
Keşan İlçe Jandarma Komutanlığı Merkez Karakol Komutanlığı ekipleri, Keşan'a bağlı Gökçetepe Köyü Sahili'nde devriye görevi yaptığı sırada, A.Y.'ye ait evin bahçesinde eski tarihlerde kullanılan büyük bir küp gördü. Bunun üzerine bahçeye giren ekipler, küpün yanında demir çapayı da bulunca, durumu Edirne Müze Müdürlüğü'ne bildirdi.
Göçtepe Sahili'ne gelen Müze Müdürlüğü ekipleri, küp ve demir çapada yaptığı incelemenin ardından çapanın Roma dönemine ait olduğunu ve yaklaşık 2 bin 500 yıllık geçmişe sahip olduğunu tespit etti. Piyasa değeri yaklaşık 500 bin Lira olan demir çapa ve küpe Müze Müdürlüğü ekiplerince el konurken, A.Y. ise Keşan İlçe Jandarma Komutanlığı'nda alınan ifadesinin ardından serbest bırakıldı. A.Y.'nin ifadesinde, çapa ve küpün tarihi değerinin olduğunu bilmediği, bahçesine süs olarak aldığını söylediği öğrenildi.
Radikal, 30.05.2013
|
|
EN ÇOK DOĞANÇAY ZİYARET
EDİLDİ
Ocak ayında hayatını
kaybeden Burhan Doğançay’ın İstanbul Modern’de
açılan retrospektifi, The Art Newspaper’ın
düzenlediği listede, 2012’nin en çok gezilen sergisi
oldu.
Dünyaca ünlü The Art
Newspaper gazetesinin; 2012’de dünya genelinde
açılan önemli sergilerin günlük ziyaretçi oranına
göre düzenlediği liste, Burhan Doğançay’ın sanatının
evrenselliğini bir kere daha ortaya koydu.
2012’de gerçekleşen müze sergileri sıralamasında,
Burhan Doğançay’ın İstanbul Modern’de gerçekleşen
“Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı/ 50 Years of Urban
Walls” retrospektifi; günlük ortalama 2 bin 46
ziyaretçiyle, dünya çapında farklı müzelerde yer
alan Gustave Klimt, Giocometti, Pablo Picasso, Andy
Warhol, Joan Miro ve Tracey Emin gibi tanınmış
birçok sanatçının sergilerinden daha fazla ilgi
gördü.
geçen ay Metropolitan Museum of Art’ın Burhan
Doğançay adına düzenlediği anma günü ve The Art
Newspaper’ın bu listesi, ustanın Türkiye sanatının
tanıtılmasında ne denli büyük bir rol oynadığını da
bir kez daha göstermiş oldu.
2012’deki sergiyi kaçıranlar, Burhan Doğançay’ın
eserlerini Beyoğlu’ndaki Doğançay Müzesi’nde
görebilir.
Listedeki diğer
sergiler
Burhan Doğançay: 50
Years of Urban Walls - 2046 (İstanbul Modern)
Gustave Klimt: the Drawings - 2006 (Albertina,
Viyana)
Alberto Giacometti - 1952 (Museu Arte; Rio de
Janeiro)
Picaso to Warhol: 14 Modern Masters - 1947 (High
Museum, Atlanta)
Joan Miro: the Ladder of Escape - 1829 (National
Gallery, Washington DC)
Tracey Emin - 1637 (Turner Contemporary, Kent)
Degas and the Nude - 1593 (Museum of Fine Arts,
Boston)
Jeff Koons: the Painter and the Sculptor - 1569
(Schim Kunsthalle, Frankfurt)
Cézanne: Les Ateliers du Midi - 1547 (Palazzo Reale,
Milano)
Paul Klee: Portraits - 1535 (SFMoMA, San Francisco)
Akşam, 30.05.2013
|
|
TÜRK TEZHİP SANATI AVRUPA SAHNESİNDE
06-23 Haziran 2013 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan "Kutsal Kelam'ın Taneleri" isimli sergide üç Türk sanatçının eserleri yer alıyor. Yüzyıllar içinden süre gelen Türk Tezhip Sanatının çağdaş yorumlarının yer aldığı sergi, Vatikan Büyükelçisi Prof. Gürsoy'un himayesinde "Vatikan Palazzo Cancelleri-Cancelleri Sarayı” sergi salonunda gerçekleştirilecek.
"Gelenek Gelecektir" felsefesiyle kurallarına sıkı sıkıya bağlı olduğu Tezhip sanatına çağdaş bir yaklaşım getiren sanatçı MSGSÜ Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Münevver Üçer, yine Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nden Kalemişi sanatının temsilcisi Doç.Dr. Kaya Üçer ve Yapraklar üzerine yaptığı tezhip ve minyatür çalışmalarıyla tanınan sanatçı Reyhan İsen’in birbirinden değerli eserleri Vatikan’da sanat severlerle buluşacak.
Habertürk, 30.05.2013
|
SAİD NURSİ'NİN DOĞDUĞU EV RESTORE EDİLECEK
Bitlis'in Hizan İlçesi'ne bağlı Nurs Köyü'nde, Doğu Anadolu Kalkınma Programı (DAKAP) tarafından sağlanan 1 milyon liralık kaynakla Bediüzzaman Said Nursi'nin doğduğu ev restore edilecek, köyde çevre düzenlemesi yapılacak. Nurs Köyü Derneği Başkanı Hikmet Okur, "Said Nursi'nin doğduğu köy, yurtiçi ve yurtdışından binlerce turistin akınına uğruyor.
Ancak köye gelen misafirler, ziyaretlerde büyük sıkıntı yaşıyor. Çamurlu yollardan gidip gelmek zorunda kalıyorlardı. Ev restore edilecek, köyün içinde ışıklandırmalar yapılacak, Said Nursi'nin sözlerinin yazıldığı tabelalar köyün belirli noktalarına asılacak" dedi.
Okur, devletin verdiği destekle, Nurs'u önemli bir inanç merkezi haline getireceklerini ifade etti.
Sabah, 30.05.2013
|
|
TAKSİM'DEKİ KIŞLA TAM BİR UCUBE!
Mimar Cengiz Bektaş, içi boşaltılan
'Selçuklu-Osmanlı' mimarisinden alınacak dersleri
anlatıyor: Doğayla uyum, yaşama kültüründen doğan
tasarım, komşunun rüzgarına, güneşine saygı...
Cami, karakol, hastane derken bir süre önce
TOKİ’nin de konut inşaatlarında Selçuklu-Osmanlı
mimarisinden ilham alacağını öğrendik. Konya’da
konutların balkon korkuluklarında ‘Selçuklu Yıldızı’
motifi kullanılacağını belirten TOKİ yetkilileri,
“Özellikle ön cephelerde farklılık görmeye
başlayacaksınız” demiş.
Bunca kafa bulanıklığı arasında, yıllardır
Anadolu ’dan Balkanlar’a bu mimarinin sırlarını
araştıran Mimar Cengiz Bektaş’tan, yeni çıkan ‘Türk
Evi’ kitabından yola çıkarak işin esasını dinledik.
Kitapta, bir Ohri (Batı Makedonya) eviyle,
Safranbolu evini ayırt edemeyen uzmanlar
tanıdığınızı söylüyorsunuz.
Doğru, Makedonya’da bir profesöre gösterdim
fotoğraflarını, “İkisi de Ohri”de dedi. Oysa bu iki
evin arasında 1500 kilometre var, birisi
Safranbolu’da öbürü Ohri Gölü’nün kıyısında.
İkisinde de inşaat yöntemi, pencere detayları,
tümüyle aynıdır. Doğu Anadolu’dan Batı Yugoslavya’ya
benzer ilkelere rastlamamız elbette rastlantı değil,
özellikle de yapı gelenekleri, öyle birkaç yüzyılda
oluşmuyorlar...
Yerelden öğrenilebilecek şey çok aslında, kitapta
verdiğiniz birkaç örnek Amasya’da 16 odalı bir
konağın önceden üretilmiş öğelerle bir günde monte
edilmesi, Denizli’de evlerin depreme dayanması için
tavanlarının çatı makaslarına asılması... Bunca
örnek varken 2000’lerin ‘Selçuklu-Osmanlı’ mimarisi
neden birkaç revağa indirgeniyor?
Tamamen cehaletten ibaret. Osmanlı’nın da ne
olduğunu bilmiyor. Çok basittir aslında: Selçuklu
ile Osmanlı arasında ne ayrım var? Selçuklu’da
binayı dışarıdan okuyamazsınız, duvar mimarisidir.
Osmanlı’da ise, örneğin Süleymaniye’ye bakın, bütün
ögeleri dıştan okuyabilirsiniz. İç ve dış uyumu
vardır. Bunu bile bilmezler. Taksim’de yapılmak
istenen kışla ne? Hindistan, İran gibi bir sürü
yerden alınmış bir ucube... Onu Osmanlı zannediyor.
Şu sıralar nereye baksak yeni bir rezidans
reklamıyla karşılaşıyoruz...
Mimarlık dergileri yolluyorlar bana, eskiden bu
dergilerin içinde Yaşar Kemal’in bir öyküsünü
bulabilirdiniz mesela. Artık her sayfası propaganda,
ilan, satış. En küçük birikimi olan insanın bile
elindekini alabilmek için, uluslararası kapitalist
düzenin pompaladığı tüketim politikasından başka bir
şey değil.
Türkiye ’deki gelir dağılımını biliyoruz, bunun
aidatını bile kim ödeyebilir? Bu propagandası
yapılan yüksek konutlar büyük bir facia. Burada
yaşamak insanlık dışı bir olay. İnsan yerden ne
kadar koparsa insanlığından da kopar.
Peki Mersin’deki gökdeleninizi nasıl anıyorsunuz?
Ben gökdelenin kendisine değil gökdelenin konut
olarak pazarlanmasına karşıyım. Mersin’deki gökdelen
konut değil, aşağıda alışveriş merkezi, tiyatro,
konser salonu var. Üstü de ofis. Amerika’da da
‘downtown’ dedikleri merkezde yüksek bloklar, içinde
otopark, büro, otel ve hastane vardır ama konut
yoktur.
Kitaptan alıntılar
“Hani Batılılar ‘Eco mimarlık’ diyorlar ya...
İncelediğim evlerin belki de en önemli özelliği
doğayla savaşmadan ona uymaları, hatta doğanın kan
dolaşımı içinde olmaları. Evin kapısı atlı araba
için açılırken kedi için küçücük bir başka kanat
açılabiliyor, kuşlara da ev düşünülüyor. Evler
genelde gün doğuşuna bakarlar. Kimi yerlerde odalar,
lodos odası, poyraz odası gibi adlar alıyorlar, buna
göre yerleştiriliyorlar.
İzmir evlerinin cumbaları kışın ısı kaynağı,
yazın ısıyı yalıtıcıdır.”
“Denizli’de depreme karşı ilginç
önlem örnekleri gördüm eski evlerde. Örneğin
sonradan arsasına apartman yapılmak üzere yıkılan,
anıt olduğu saptanmış Kurşunluoğlu evlerinde
odaların tavanları
çatı makaslarına asılarak 5’er cm aralık
bırakılmıştı. Böylece depremde duvarlara çarpmadan
sallanabiliyorlardı.”
“Bugünün büyük kentlerinde, çoğunluğun evleri
gecekondular. 1980’lere gelinceye dek gecekondular
da, hep eğimli yerleri seçiyorlar. Orada da bütün
‘döküntü’ görünüşüne karşın, kimse
kimsenin görünüşünü, havasını, güneşini kesmiyor.
Her evin, bir iki ağacın filizlendiği bir avuç
bahçesi var. Ne var ki 1980’lerden beri
gecekondularda da apartmanlaşma başladı. Adına
‘kentsel dönüşüm’ diyerek bundan da çıkar sağlama
yolu hiç çekinmeden açılınca, konu yaşamsal önem
kazandı.TOKİ uygulamalarında ne yaşama kültürümüz
kaldı ne de kent kültürümüz. Yalnızca para amaçlı bu
uygulamalarla sosyal yapıya verilen zararlar
azımsanamaz.”
Radikal, Haber: Elif İnce, 30.05.2013
|
|
AYDIN'DA TARİHİ ESER
OPERASYONU
Aydın'ın Buharkent
İlçesi'nde, jandarma ekiplerinin yaptığı istihbarat
çalışması sonrası, bir eve yapılan operasyonda
Bizans ve Roma dönemine ait 7 sikke ele geçirildi.
Buharkent İlçe Jandarma
Komutanlığı ekipleri, Gelenbe Köyü'nde yaşayan ve
çiftçilik yapan A.S.'nin (47) evinde tarihi eser
olduğu ihbarını aldı. Alınan ihbarı değerlendiren
ekipler, öğle saatlerinde eve baskın düzenledi.
Yapılan aramalarda Bizans ve Roma dönemlerine ait
olduğu belirlenen 7 sikke ele geçirildi. Karacasu
Müze Müdürlüğü tarafından incelenen sikkelerin
satılması ve bulundurulmasının yasak malzeme
sınıfına girdiği tespit edildi. Gözaltına alınan ev
sahibi A.S., işlemlerinin tamamlanmasının ardından
çıkarıldığı mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere
serbest bırakıldı.
Akşam, 30.05.2013
|
ÇEŞMELERİN SULTANINA
VEFA
İstanbul'da çok sayıda
çeşme ve sebil yaptırmasıyla ünlü, Osmanlı padişahı
II. Mahmut'un annesi Nakşidil Valide Sultan'ın Fatih
Camii'nde bulunan türbesi yenileniyor. 'Mimari
Hazine' olarak bilinen türbenin restorasyonu için 1
milyon 935 bin TL bütçe ayrıldı.
Fatih Camii'nin mihraba
yönelik avlusunda yer alan Nakşidil Valide Sultan
Türbesi, İstanbul İl Özel İdaresi tarafından restore
ediliyor. Barok üslupta, onaltıgen planlı bir
mimariye sahip olan türbenin rölöve ve restitüsyon
çalışmalarını tamamlayan İstanbul İl Özel İdaresi,
projenin uygulama sürecine başladı. 1 milyon 935 bin
TL bütçe ile yapılacak ve çalışmalar 2014 yılında
tamamlanacak.
Aslına uygun
yapılacak
Türbenin koruyucu çatı
ve iş iskelesi yapımı tamamlanarak, kubbe raspasına
başlandı. Eserin özgün kalem işi araştırması ise
devam ediyor. Yapının içerisinde ve dışında yer alan
çimentolu sıvaların temizliği ve ahşap pencere
kapaklarının raspa işlemleri de devam ediyor. 19.
yüzyıl kalem işleri ile bezeli bu nadide eser,
aslına uygun olarak yapılacak.
Aslen Fransız sultan
Nakşidil Valide Sultan,
I. Abdülhamid'in hanımlarından olup, Sultan II.
Mahmud'un annesidir. Aslen Fransız olan Nakşidil
Valide Sultan, II. Mahmud'un padişah olması ile
Valide Sultan oldu. Valide Sultan, İstanbul'un
çeşitli yerlerinde çeşme ve sebiller yaptırmasıyla
ünlü. Sultan'ın sandukasının etrafında on dört
sanduka daha bulunmakta. Bu sandukalar ise I.
Abdülhamid'in çocukları ve yakınında bulunan devlet
büyüklerine ait. Sultan'ın, sedef kakmalı
şebekelerle çevrili sandukasının ön yüzüne güneş
armalı, İstanbul işi çerçeve içerisine bir mersiye
yazılmış.
19. yüzyıl kalem işleri
ile bezeli Nakşidil Valide Sultan türsesinde
etrafında on dört sanduka daha bulunuyor.
Mimari hazine
Ön cephesi mermer kaplı
ince bir üslupla dantela gibi işlenen türbe, mimari
bir hazineye sahip. Cephelerde simetrik bölünmeler,
iki sıra halindeki dalgalı silmelerle kesilmiş ve
böylece tüm cephe boyunca bir hareketlilik
sağlanmış. Türbenin cephesinde alt katta basık
kemerli dikdörtgen pencereler, ikinci katta da oval
pencereler yer alıyor. Cephenin görünümü akantus
yaprakları ve çeşitli fiyonklar ile tam bir barok
üslubunu yansıtır. Üzeri yüksek kasnaklı kubbe ile
örtülüdür. Türbenin doğu cephesinde üç gözlü ve
kubbeli giriş revakı bulunuyor.
Arkitera, Haber: Ecem
Sarıçayır, 30.05.2013
|
1000 YILLIK ÜNİVERSİTE
TEKRAR EĞİTİM VERECEK
Dünyanın en eski
üniversitelerinden biri olan Hindistan’daki Nalanda
Üniversitesi, aralarında Nobelli iktisatçı Amartya
Sen’in de bulunduğu bir grup siyasetçi ve bilim
insanın önderliğinde yeniden eski ihtişamlı
günlerine dönmeye hazırlanıyor. Oxford, Cambridge ve
Bologna gibi eğitim kurumlarından bile eski olan
Nalanda’nın, tüm dünyadan alanında etkin olan
araştırmacı ve öğrencilerin davet edilmesiyle
üniversitenin yeniden uluslararası bir eğitim
merkezi olması amaçlanıyor. Buna göre yeni
Uluslararası Nalanda Üniversitesi’nin yeni
programında ise insan çalışmaları, ekonomi ve
yönetim, Asya entegrasyonu ve oryantal dillerin yer
alacak. Rektör Sen, “Eski Nalanda’nın görkemli
haline gelmesi 200 yılını aldı, ancak bu yenisi
içinde 200 yılın geçmesi anlamına gelmiyor, eski
halini yakın bir gelecekte alacaktır” dedi. Gelecek
yıl ilk öğrencilerini kabul edecek olan üniversitede
ilk olarak tarih, ekoloji ve çevre fakülteleri yer
alacak.
Taraf, 30.05.2013
|
|
İZNİK'İN KADERİ
DEĞİŞECEK
İznik merkezinde bulunan
Koimesis Kilisesi ve halkın ’Böcek Ayazma’ olarak
adlandırdığı vaftizhane kalıntıları gün yüzüne
çıkmayı bekliyor.
Uludağ Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Anabilim Dalı
Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, MS 6’ncı
yüzyılda yaptırılan ancak günümüzde
bakımsızlıktan çöplük haline gelen vaftizhane ve
kilisenin ortaya çıkarılması halinde,
Hristiyanlar için önemli hac merkezlerinden biri
olan ’martyrium’un (şehitlik) da ortaya
çıkacağını belirtti. Prof.Dr. Şahin, "Bu iki
eser ortaya çıkarıldığı taktirde, İznik’e yılda
en az 10- 15 milyon turist gelir" dedi.
Bizans
İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığı kabul ettiği
1’inci ve şu anki İncil’in kabul edildiği 7’nci
konsilin toplandığı merkez olan İznik, şimdi
yeni bir arkeolojik keşifle dünya gündeme
oturmaya hazırlanıyor. Eşi sadece Kudüs ve
İtalya’da bulunan bir martyrium İznik’te gün
yüzüne çıkmayı bekliyor.
’İZNİK’İN KADERİ
DEĞİŞECEK’
Uludağ Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Anabilim Dalı
Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, ilçenin
merkezinde Yakup Çelebi Sokağı’nda bulunan ve MS
6’ncı yüzyılda yapıldığı bilinen, 11 basamaklı
bir merdivenden inilerek ulaşılan Böcek Ayazma
ve yaklaşık 40 metre uzaklıkta kalıntı halinde
bulunan Koimesis Kilisesi’nin ortaya çıkarılması
gerektiğini söyledi. Bu iki eserin ortaya
çıkması halinde, Hristiyanlık için önemli hac
merkezlerinden biri olacak şehitliğin de ortaya
çıkarılacağını belirten Prof.Dr. Mustafa Şahin
şunları söyledi:
"Hristiyanlıkta
ayazmalar hiçbir zaman tek başlarına yer almaz.
Tarihi kaynaklar incelendiğinde, ayazma aynı
zamanda vaftizahe olarak kullanılmış. Vaftizhane
olarak kullanıldığına göre bunun yaklaşık 40
metre uzaklığındaki Koimesis Kilisesi’nin bir
bölümü olduğunu düşünüyoruz. Kaynaklara göre
Bizans İmparatorluğu’nun önemli şahsiyetlerinden
birisi olan I. Theodoros Laskaris’in de
mezarının bu kilisede olduğunu biliyoruz. Bunlar
üst üste geldiği zaman burada sorulması gereken
soru şu: Acaba burası bir şehitlik miydi? Büyük
ihtimalle Koimesis olarak bilinen ve günümüzde
atıl olarak bir kenarda duran bu yapı,
Hristiyanlık dini açısından çok önemli
şehitliklerden biri. Ayazmanın ve kilisenin
mutlaka birlikte ele alınması gerekir. İki
yapının arasında bulunan konutların
kamulaştırılarak bu alanın kazılıp ortaya
çıkartılması gerekir. Eğer bu eseri ortaya
çıkarabilirsek, İznik’in kaderi değişecek."
Koimesis
Kilisesi’nin planının İznik’te bulunan diğer
kiliselereden çok farklı olduğunu belirten Prof.
Dr Şahin, bu kilisenin planının, İstanbul’daki
Ayasofya Kilisesi’ne benzer bir formda
yapılmasının dikkat çekici olduğunu söyledi.
Kilise
kalıntılarında yapılan incelemede, bu kilisenin
Roma İmparator Konstantin tarafından, Patrik
Nikephoros’a hediye edildiği ve bulunan
mozaiklerde Meryem Ana’nın bir kolunda
Konstantin, diğer kolunda da Patrik
Nikephoros’un resmedildiğini anlatan Prof.Dr.
Şahin, "Ayrıca kilisenin içerisinde 4 tonozdan 4
farklı betim var. Bu betimler de Hıristiyanlık
dini açısından çok önemli. Çünkü 4 incil
yazarının betimleri yer alıyor" diye konuştu.
’EFES’TEKİ MERYEM
ANA’DAN DAHA ÖNEMLİ’
Böcek Ayazması
olarak adlandırılan vaftizhanenin içerisinde ise
80 santimetre büyüklüğünde bir havuz bulunduğunu
kaydeden Prof.Dr. Şahin, duvarlarında bulunan
nişlerde haç motiflerinin yer aldığı plakaların
bulunduğunu ve ayrıca İncil’den İbranice olarak
alınmış, ’Her bedene iyi olan verir. Çünkü onun
lütfu ebedidir’ yazılı bir kitabenin de yer
aldığnı vurguladı. Hristiyanlık dininde kutsal
su olarak kabul edilen ve aynı zamanda
vaftizhane olarak kullanılan bu tarihi eserin
çöplük haline gelmesinden büyük üzüntü duyduğunu
ifade eden Prof.Dr. Şahin sözlerini şöyle
sürdürdü:
"İznik için çok
üzülüyorum. Çünkü ilçe halkıyla konuştuğumuzda
amaçları kültür varlıklarını ve kalıntılarını
korumak yerine, ’oturduğum binaya daha kaç kat
çıkabilirim’ diye düşünmek. Bırakın bu tarihi
eserlere sahip çıkmayı, bu kalıntıları da çöplük
haline getiriyorlar. Bunun İznik açısından büyük
bir ayıp olduğunu düşünüyorum. Bu iki tarihi
eser ortaya çıkarıldığı taktirde, Efes
kentindeki Meryem Ana’dan daha önemli bir yer
olması gerekiyor. Çünkü tarihi kaynaklara göre
bu kalıntılar aynı zamanda Hıristiyanlık dininde
önemli şehitliklerden biri. Bu şehitliklerden
biri Kudüst’te diğeri İtalya’da. Hıristiyanların
hacı olmaları için mutlaka uğramaları gereken
bir merkez. Kazıp ortaya çıkardığımız zaman
İznik’e yılda en az 10- 15 milyon turist
gelecek."
Bursa Olay, 30.05.2013
|
YIKANLARA CEZA YAĞDI!
Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi,
Bosna Savaşı'nın 6
Hırvat yöneticisine toplamda 111 yıl hapis
cezası verdi. Sanıklar, tarihi
Mostar Köprüsü'nün yıkılması emrini vermekle de
suçlanıyorlardı.
Hollanda'nın
Lahey kentindeki Eski Yugoslavya Uluslararası
Ceza Mahkemesi'nde yargılanan 6
Hırvat yöneticiye 10 ile 25 yıl arasında değişen
hapis cezaları verildi.
Lahey'deki
Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, aralarında
sözde Hersek
Bosna
Hırvat Cumhuriyeti Başbakanı Yadranko Prliç'in
de bulunduğu eski 6 yöneticiyi, savaş sırasında
Hırvat olmayan halka kötü davranma ve çete kurma
gerekçesiyle toplam 26 suçtan sorumlu buldu. Toplam
111 yıl hapis cezası olan 6
Hırvat yönetici,
Mostar Köprüsü'nün yıkım kararını vermekten de
suçlu bulundu.
Eski Başbakan Prliç'le birlikte eski Hersek
Bosna
Hırvat Cumhuriyeti Savunma Bakanı Bruno Stoyiç,
Hırvat Savunma Konseyi (HVO) komutanları
Slobodan Pralyak, Valentin Çoriç ve Milivoy Petkoviç
ile Esirlerin Değişimi Ofisi Başkanı Berislav Puşiç
ve sanıkların avukatları ile tanıklar mahkemede
hazır bulundu.
Mahkeme, sanıkların işledikleri suçun
delilleriyle sabit olduğuna karar vererek Prliç'e 25
yıl, Stoyiç, Pralyak ve Petkoviç'e 20'şer yıl, Puşiç
ve Çoriç'e ise 10'ar yıl hapis cezası verdi.
Bosna Hersek'in güneyindeki Mostar'da sabah
saatlerinden itibaren kafelere doluşan çok sayıda
vatandaş,
Lahey'deki duruşmayı canlı olarak televizyondan
takip etti.
Bosnalılar, 6 Hırvat yöneticiye verilen cezanın
adaletin yerine getirilmesi konusunda önemli
olduğunu dile getirdi.
Hırvatların yoğun olarak yaşadığı kentin batı
yakasında ise, eski HVO mensupları ve Hırvat
milliyetçileri de duruşmada verilen cezaya tepki
gösterdi.
Habertürk, 29.05.2013
|
ASURLULAR DÖNEMİNE AİT 83 ADET TARİHİ ESER BULUNDU
Irak'ın kuzeyinde bulunan
Erbil şehrinde yapılan
arkeolojik çalışmalarda,
Asurlar dönemine ait 83 adet
tarihi eser gün yüzüne çıkarıldı.
Erbil'in 100'lük caddesi üzerinde bulunan bir
tümsekte 4 yıl önce başlatılan kazı çalışmalarında,
birçok
tarihi eser bulundu.
Selahattin Üniversitesi
Tarihi Eserler Bölümü tarafından yürütülen
çalışmalarda,
Asurlar döneminden kalma
MÖ 1500 yılına ait; su
testisi, yüzük, kolye, yerleşim alanları ve günlük
hayatta kullanılan malzemelerden oluşan 83 adet
tarihi eser gün yüzüne çıkarıldı.
Kazı çalışmaları ile ilgili düzenlene basın
toplantısında konuşan
Erbil
Tarihi Eserler Genel Müdürü Haydar Hüseyin,
bölgede yapılan kazı çalışmalarının kendileri için
çok önemli ve anlamlı olduğunu vurguladı.
İlk kez yerel bir çalışma sonucu bu eserlere
ulaştıklarına dikkat çeken Hüseyin, "İlk defa kendi
öğrencilerimizle ve yerel bir çalışmayla bu kadar
önemli tarihi eserlere ulaştık. Bu bölgede çok
sayıda yabancı ve alanında uzman kişi daha önce
çalıştı. Ancak hiç bir şey elde edemeden burada her
hangi bir tarihi eserin bulunmadığı iddiasında
bulundular. Biz buna rağmen 4 yıllık uzun bir
çalışmanın ardından binlerce yıl öncesine ait
eserleri elde edebildik. Çok mutluyuz ." dedi.
Kazı çalışmaları komisyonu Başkanı Noman Cuma ise,"
Kazıların yapıldığı tümsekler daha önce
düzleştirilmek istendi. Ancak daha sonra önemli bir
kararla bu bölgenin etrafı kapatılıp korunma altına
alındı. Bu çalışmayı o karara borçluyuz. Biz de
yaptığımız özverili çalışmalar neticesinde bu tarihi
eserlere ulaştık. Bize imkan sağlayan ve emeği
geçenlere teşekkür ediyorum." dedi.
Habertürk, 29.05.2013
|
|
'ÇIĞLIK'IN DA ÖTESİ
Norveçli
ressam Edward Munch'un doğumunun 150'nci yılı,
Oslo'da sanatçı üzerine gerçekleştirilen en geniş
kapsamlı sergiyle kutlanıyor.
En çok 'Çığlık' tablosuyla bilinen Norveçli
ressam Edward Munch'un şimdiye kadar
gerçekleştirilmiş en kapsamlı sergisi açılıyor.
Sanatçının doğumunun 150'nci yılı şerefine
Oslo 'da açılacak sergi iki mekanda birden devam
edecek ve dünyadaki farklı koleksiyonlardan da
toplanan 270 Munch eserini biraraya getirecek.
Sergi, sanatçının 1883'te 20 yaşındayken ilk kez
görücüye çıkardığı resimlerinden, 1944'te ölümünden
hemen önce çizdiklerine kadar geniş bir koleksiyonu
kapsıyor. 2 Haziran'da açılacak sergide Munch'un
1882 - 1903 arasındaki eserleri Oslo'daki Ulusal
Galeri'de, 1904 - 1944 arası ise Munch Müzesi'nde
görülebilir.
Radikal, 29.05.2013
|
ABD'DEKİ ÖZGÜRLÜK HEYKELİ TÜRKLERİN ÇIKTI
Şair, yazar ve araştırmacı Sunay Akın ABD özgürlük anıtının Türklere ait olduğunu iddia etti. Akın ABD’de yayınlanan POSTA 212 gazetesinde yayınlanan röportajında ABD’nin sembolü olan anıttan 150 yıllık faiz alınması gerektiğini söyledi.
Akın, gazetede yayınlanan röportajda, “ABD özgürlük anıtı bizim. Bunu ben araştırıp buldum Fransa’nın Kolmar kentinde Önce Albullaziz düşündü sonra Abdülmecit devam ettirdi. Heykeltraş Bartholdi’ye sipariş ettiler. İskender limanına konulacaktı Özgürlük Anıtı. Ben Bartholdi’nin arşivine girdim maketlerini gördüm. Bu heykelin sırtı doğuya, yüzü batıya bakıyor. Anlamı da şu ‘Hey batı unutma ki sadece güneş değil uygarlığın ateşi de doğudan yükselir.’ İki taksit parasını biz ödedik. Biz alacaklıyız. New York’taki Türkler birleşin ABD’den bunun parasını alın. Vermezlerse borçtan düşsünler ama 150 yıllık faizini hesap edin alırken” dedi.
Milliyet, 29.05.2013
|
|
ÇAĞDAŞ SANATIN EN BÜYÜK ŞOVU VENEDİK
Sanat dünyası, gövde gösterisine
hazır. Venedik, 1 Haziran'dan 24 Kasım'a kadar
çağdaş sanatın nabzını tutacak. Biz de bu heyecanı
paylaşalım dedik, iyi partilerin nerede olduğuna
kadar bienali madde madde masaya yatırdık.
Venedik Bienali nedir, neden önemlidir?
Dünyada çağdaş
sanat alanındaki en büyük şov. 88 ülkenin
işlerinin tüm Venedik’te ve 300 binden fazla
ziyaretçinin katıldığı bir şov. Hem kariyerinin
zirvesinde olan en iyi sanatçıları hem gelecekte iz
bırakacak yeni çıkış yapanları birlikte
görebiliyoruz. Mesela 1905’te Gustav Klimt bienalin
starıydı. 1950’deyse Henri Matisse büyük ödülün
sahibi oldu. Son yıllarda ise Cy Twombly’nin ‘Battle
of Lepanto’ resimleri (2001) ve Ed Ruscha’nın ‘Couse
of Empire’ (2005) serileri ilk kez Venedik’te
sergilendi. 2007’de Tracey Emin, Britanya’yı temsil
ederken, Mike Nelson ve Alman sanatçı Gregor
Schneider (2001’de insanlar ‘lanetli’ Alman
Pavyonu’nu görmek için kuyruğa girmişti) başarılı
resimleriyle Turner Ödülü’ne aday olmuşlardı.
Bu dev şov ne zaman başladı?
İkinci Dünya Savaşı’nda altı yıllık ara dışında
1895’ten beri devam eden saygıdeğer bir kurum. Bu
yıl 55’incisi düzenleniyor. 1 Haziran’da açılıp 24
Kasım’da kapanacak.
Bu dev sergi kanallar şehri Venedik’in
neresinde gerçekleşiyor?
Bienal’in resmi fuar alanı olan Giardini, yalnızca
sanat için oluşturulmuş bir olimpik park gibidir.
Şehrin kenarında bulunan her biri farklı bir ülkeye
adanmış 29 pavyondan oluşan bir yer. Pavyon deyince,
Beyoğlu pavyonları gibi değil,
İzmir Fuarı’ndaki pavyonlar gibi. Her biri
farklı ülkeler tarafından özenle inşa edilmiş
binalar. Her ülke kendi seçtiği sanatçı ya da
sanatçılarla sanat dünyasının karşısına çıkıyor.
Sadece ulusal pavyonlar mı var?
Hayır, Arsenale adı verilen eski askeri fabrikaların
ve tersanelerin olduğu alana doğru uluslararası
sergi uzanıyor. Bu büyük alandaki sergiyi her yıl
bir küratör düzenliyor. Bizim
Türkiye gibi, oyuna sonradan dahil olan ülkelere
verilen geçici pavyonlar da bu alanda. Ayrıca kentin
her tarafındaki müzeler özel sergiler düzenliyor,
boş saraylar, sergi alanları kendi sanatını
göstermek isteyen ülkeler, sanatçılar tarafından
kiralanıyor. Mesela daha önce İsmail Acar, Hüseyin
Çağlayan böyle kişisel sergiler açmıştı. Bu yıl da
Ahmet Güneştekin kendi çabasıyla işlerini Venedik’te
sergileyecek.
Türkiye, Venedik’e nasıl katılıyor?
Yıllarca Beral Madra gibi isimlerin kişisel
çabalarıyla sergiler açıldı. 2006’dan bu yana
İKSV’nin organizasyonuyla, devlet ve sponsor
desteğiyle Venedik’e katılıyoruz. Bu yıl Türkiye
Pavyonu’nda Ali Kazma’nın ‘Rezistans’ adındaki yeni
video serisi sergilenecek. Küratör Emre Baykal,
sponsor ise TOFAŞ.
Bu yıl Venedik’in küratörü kim, nasıl bir
sergi hazırladı?
Tüm zamanların en genç küratörü Massimiliano
Gioni’nin (39) seçtiği tema ‘Ansiklopedik Saray’.
Tüm dünyadan 150’den fazla sanatçının işlerini
sergileyen büyük bir sergi hazırladı.
İşin ticari bir yanı var mı?
Görünürde yok. Çünkü 1968’de ticari aktiviteler
yasaklandı. Fakat pratikte, sadece sanat dünyasına
açık olan ilk üç gün eser satmak isteyenlerin de
almak isteyenlerin de heyecanla beklediği bir tarih.
Hangi ünlü isimler gelir?
Ünlü ziyaretçiler arasında Elton John, Karl
Lagerfeld, Courtney Love, Neil Tennant ve Rufus
Wainwright gibi isimler sayılabilir. Ama asıl etkili
isimler ise pazarlıkla işi bitirmek isteyen süper
zengin koleksiyoncular ve galericilerdir. (Ciriani
Hotel’in havuz kenarı ise ‘resmi’ buluşma
noktasıdır). 2011’de Roman Abromavich’in
koleksiyoncu kız arkadaşı Dasha Zhukova ve mega yatı
ile yaptığı ziyaret epey etki bırakmıştı. Aynı
zamanda, Gucci ve Christie’s markalarının sahibi
Fransız milyarder ve koleksiyoncu François Pinault,
özel müzesi Palazzo Grassi’de bienal
organizasyonlarına ev sahipliği yapar. Ve tabii ki
dünyanın bütün büyük ve küçük müzelerinin
yöneticileriyle etkili sanatçılar orada buluşur.
Bizden de Vasıf Kortun’dan Nazan Ölçer’e, Oya
Eczacıbaşı’ndan Levent Çalıkoğlu’na herkesi orada
görebilirsiniz.
İyi partiler var mı?
Bu, sıkıcı Venedik akşamlarının en gözde sorusudur.
Sayısız kokteyl düzenlenir. Ama çok büyük
koleksiyoncu ve müzelerin, önemli ülke pavyonlarının
küçük adalarda düzenledikleri partiler dilden dile
anlatılır, bu partilere girebilen sanat dünyasının
gedikli profesyonellerine imrenerek bakılır.
Radikal, Kaynak: The Independent, 29.05.2013
|
AKYAVAŞ'IN BÜTÜN DÜNYASI
İstanbul Modern'de açılan Erol
Akyavaş retrospektifi, Doğu ve Batı kültürünü
sentezlediği özgün tablolarıyla rekorlar kıran bu
büyük sanatçının geniş imgelem dünyasını tüm
yönleriyle ortaya seriyor.
Müzayedelerde rekor üstüne rekor kıran Erol
Akyavaş neden büyük bir sanatçıdır, yapıtları bu
kadar para eder mi? Son yıllarda sık karşılaştığımız
sorulardan birisi bu. Ve en güzel yanıtı
bugün
İstanbul Modern’de açılan ‘Erol
Akyavaş-Retrospektif’ sergisinde...
Ilona Akyavaş himayesinde, Finansbank’ın
katkılarıyla açılan sergide sanatçının 1950’lerden
1990’lı yılların sonuna uzanan yarım yüzyıllık
sanatsal birikimi, 290 yapıtla gözler önüne
seriliyor. Sergi, Akyavaş’ın Doğu-Batı
sanat ve kültür dünyası arasında kurduğu kendine
özgü sentezi, tuval üzerindeki zaman içinde dönüşüm
geçiren perspektif ve mimari düzenlemelerini ve son
döneminde dünyanın farklı kültürleriyle giriştiği
hesaplaşmaları geniş bir çeşitlilik içinde bir araya
getiriyor.
Levent Çalıkoğlu küratörlüğünde hazırlanan sergide
sanatçının ‘En-el Hak’, ‘Kabe’ gibi müzayedelerde
rekor kıran dev tablolarını, inanılmaz ince
işçilikli erotik ‘İkonalar’ (bu bölümde +18 yaş
uyarısı var) serisini, üçü 1987’deki İstanbul
Bienali’nde sergilenen ‘Hallac-ı Mansur’ serisinden
10’dan fazla tabloyu, ‘Fermanlar’ serisini,
‘Miraçnameler’ini (bu bölüm derviş odaları şeklinde
düzenlenmiş), soyut ve kübist araştırmalar yaptığı
işlerini görmek mümkün. Tüm bunları görünce
anlıyorsunuz ki Akyavaş, zihni inanılmaz açık bir
sanatçı.
Radikal, 29.05.2013
******
İSLAM ESTETİĞİNİ EROL AKYAVAŞ TANITTI
İstanbul Modern'de açılan
retrospektif, Erol Akyavaş'ın bilmediğimiz zengin
dünyasını sunuyor. Onun resimlerini 80'li yıllardan
bu yana Türkiye'deki izleyiciyle buluşturan Haldun
Dostoğlu ve eşi İlona Akyavaş'ın kapısını çaldık.
Hazır, memleketin ortak bilinçaltı ayaklanmış,
topyekun geçmişe bakma, bir yüzleşme gayretine
yeltenmişken neden Erol Akyavaş da sanat özelinde bu
zincirin bir halkası olmasın? Ötelenmiş, temkinli
yaklaşılmış ama değeri içten içe hep bilinmiş, son
yıllardaysa ‘müzayede rekorlarıyla’ yeniden
gündemimize giren bir ressam var çünkü karşımızda.
Sahi, “İslami bir geleneğin çağdaş resimle ifadesi
gibi belki büyük ve hiç mi hiç moda olmayan bir yola
girdim” dediği 80’li yıllarda ne yapmaya çalışıyordu
Akyavaş? Sanat hayatının büyük kısmını Amerika’da
geçirir, uzakta bir hayat kurarken neden
Türkiye ’yi resmediyordu? Neydi ‘moda olmayan’ı
sanatının merkezine taşımasının sebebi?
1987’den beri Akyavaş’ın Türkiye’deki sergilerini
düzenleyen ve Finansbank’ın yayımladığı Erol Akyavaş
kitabını hazırlayan kişi Haldun Dostoğlu, “Göz ardı
ettiğimiz İslam kültürü estetiğini bana tanıtan
kişi” diyor onun için...
99’daki ölümünün ardından 2000’de Beral Madra ile
beraber hazırladığınız ilk Erol Akyavaş
retrospektifine bugünden bakınca ne görüyorsunuz?
2000’deki sergi, Erol Akyavaş hayattayken
planlanmaya başlamıştı ama maalesef ömrü vefa
etmedi, göremedi… 310 eserden oluşan, kapsamlı ve
iyi organize edilmiş bir sergiydi. Son bienali 150
bin kişinin gezdiği düşünülürse enteresan tabii ama
sergi 10 bin izleyiciyi geçince gazetelerde haber
olmuştu.
2013’lere gelince Türk sanat dünyasındaki seyirci
sayısının çoğalması, yeni bir sanat tüketicisi
neslin varlığı ve bu alanda sirküle eden paranın
artması bazı sanatçıları fiyat anlamında başka bir
yere taşıdı. Akyavaş da onlardan biri. Keza Doğançay
da öyle. Bunun bir kısmı spekülatif bir ilgi ama öte
yandan Erol Akyavaş’ın estetiği bu topraklarda
üretilen sanatın özgün damarında yürüyen bir
estetik, Batı’dan referanslar ve transferlerle
oluşturulmuş değil. O zamanlar İslami semboller
kullandığı için bir kesim tarafından çok beğenilmiş,
bir kesim tarafından da temkinli yaklaşılmış bir
ressamdı.
AKP iktidarı süresince sanat piyasasında
olanlara baktığımızda geleneksel sanatların, hat
müzayedelerinin kültür sanat gündemine
eklemlendiğini, yeni oluşumların da piyasaya dahil
olduğunu görüyoruz. Tüm bunlar Akyavaş’ın da
görünürlüğüne etki etmiş olabilir mi?
Bence insanların, daha önce bakmadıkları bir
estetiğe ilgisi söz konusu. AKP ile birlikte oluşan
yeni burjuvazi, kendini temellendirirken yine
kendine ait şeylere merak duyuyor ama bu o kadar
başında ve naif ki… Biz galeriler dünyası olarak çok
daha deneyimliyiz, onlar o yolu yeni almaya başladı.
AKP hükümetinin birebir rolü olduğunu düşünmüyorum,
çünkü eserlerini alanların neredeyse tamamı Batı
standartları ve estetiğiyle büyümüş, yaşam
tarzlarını muhafazakarlıkla bağdaştırmayacağınız
insanlar. Akyavaş’ı ‘kendilerinden’ gibi görmek
isteyenler olmuştur, o ayrı…
Peki Erol Akyavaş nerede duruyordu?
Şunu hatırlıyorum, Bosna’daki vahşet gündeme
geldiğinde, Erol Bey yaşananlara duyarsız kalmamış,
Bosna’ya gitmiş ve döndüğünde ‘İkonaklastlara
İkonalar’ adlı bir sergi açmıştı. O dönem Türk sol
entelijansiyası ise hiç ilgi göstermemişti Bosna’da
olanlara, çok sonradandır refleks göstermesi Türk
solunun. Bu durum Erol Bey’i sanat camiasında zor
durumda bırakmıştı.
Aslında İslami semboller, 80’lerin başında,
Amerika’dayken giriyor resmine. Kariyerine
baktığınızda bu, kendi ayağına kurşun sıkmak gibi
bir şey… Çünkü o yıllar Ortadoğu’da Arafat, Kaddafi
ve Humeyni’nin en güçlü olduğu, “İslam eşittir
terörizm” algısının net okunduğu zamanlardı. New
York sanat camiası da Erol Bey’i dışına itti…
İki tarafla da gerilimli, mesafeli bir ilişki…
Çünkü kendine hep çelme takarak ilerliyor. Kendini
öyle geliştiriyor. Biliyorsunuz MoMA 1961’de
‘Padişahların Zaferi’ işini koleksiyonuna katıyor,
sonra birkaç sergi açıyor. Fakat ne vakit resminde
bu dönüşüm oluyor, hiç şans verilmiyor.
Bu sürekli çatışma hali, bir kimlik arayışına da
karşılık geliyor mu?
Evet. Baba Emlak Bankası Genel Müdürü, tipik
Cumhuriyet kuşağı insanı. İyi koşullarda
yetiştirilmiş, üstelik tek çocuk… Önce Floransa’ya
gidiyor, Paris, derken Amerika. Bu sırada aile
oğullarının mimarlık okuduğunu zannediyor.
Dolayısıyla aileyle pek barışık değil. Amerika’da
Macar bir kızla tanışıyor, evleniyor, iki kızları
oluyor ve hayatı orada geçiyor. Hep yokluk, hep
resim… Bir ara ruhsal sıkıntılar da yaşıyor ve bu
durum resimlerine de yansımıştır.
Sizin yolunuz nasıl kesişti?
86’da tanıştık, 87’de de ilk sergisi ‘Miraçname’yi
yaptık. Ardından beş sergi daha geldi. 70’lerde
ODTÜ’de okumuş, vatan kurtaracağız, devrim yapacağız
diye büyümüş biri olarak, sayesinde göz ardı
ettiğimiz, önyargılı davrandığımız İslam kültürü
estetiğine bakmanın ‘ayıp’ olmadığını öğrendim. Erol
Bey, yalnız İslam estetiği değil, Batı edebiyatına,
müziğe hakim bir entelektüeldi de aynı zamanda…
Zaten kübizmden sürrealizme, minimalizme farklı
mecralarda dolaşıyor. “Elinde şablonların, gittiğin
yerde aynı resimleri yapmak. Kısacası ölüm” demiş
örneğin…
Dünyaya ilgiden, meraktan kaynaklanıyor yelpazesinin
geniş olması. Sadece İslam estetiğiyle
ilişkilendirilerek indirgeniyor Erol Akyavaş.
İstanbul Modern’deki sergide insanların Erol
Akyavaş deyince görmeyi beklemediği işler yer alıyor
daha çok. Geçen yıl Nev’de sergilediğimiz erotik
işleri için de bazı kesimlerden eleştiri almıştık.
Sadece hat yazıp ‘En -el Hak demiyor ki bu ressam.
Kadın da var, Jimi Hendrix de, Che Guevera da
resminde…
Ölümünden kısa süre önce dönme kararı aldığını
biliyoruz Türkiye’ye…
80’lerin ortalarından itibaren yazları gelip gitmeye
başlıyor Türkiye’ye. Sonra Salacak’ta bir ev
alıyorlar ve buraya yerleşmeye karar veriyorlar.
Sadece 15 gün kalabildi o evde, yerleşmek kısmet
olmadı.
Erol Akyavaş retrospektifi 25 Ağustos’a kadar
İstanbul Modern’de.
Her şey başyapıt artık!
Müzayedelerde her şey başyapıt artık ve
bu çok tehlikeli. Bu cilalama ile aslında sanatçı
erozyona uğruyor, metaya dönüşüyor. Bu noktada
sanatçının varislerinin ne yaptığı çok önemli.
İlona, Erol Bey’in işlerini çok iyi korudu, üstelik
kapısını kaç kişi çaldı. Parası mı vardı, hayır, ama
resimleri ticaret için satın almak istediklerini
biliyordu. Eserleri yıllarca koruyarak ilgiyi diri
tuttu. Satılan son iki iş, ‘En-el Hak’ ve ‘Kabe’
İlona’dandır.
‘En-el Hak’, ‘Kuşatma’ ve ‘Kabe’ 10-15 çok önemli
yapıtının arasındadır bana kalırsa.
En çok sevdiklerimden biri ‘Kabe’dir, kompozisyonu
çok güzeldir. Erol Bey’lerin duvarında asılıydı, 10
yıl boyunca gittim geldim baktım, romantik bir aşk
ilişkisi gibi. Daha akademik bakarsak ‘Kuşatma’ da
çok önemli bir resimdir.
Radikal, Haber: Özlem Altunok, 29.05.2013
******
"BİR RESME BAKTIM EROL'A AŞIK OLDUM"
Haldun Dostoğlu’nun bizi Salacak’ta bıraktığı
yerden devam edelim… Çünkü İlona Akyavaş bizi evinde
bekliyor. Karşıda denizin içinden çıkmış gibi eski
İstanbul silueti… İçerde biraz telaş, biraz
hüzün…
Yanında büyük kızları Mirgün, aradan geçen 14 yıla
rağmen hala eve yerleşmeye çalışıyorlar. “Erol,
Ayasofya’nın arkasında yükselen gökdelenleri
görseydi kahrolurdu” diyor ilk.
Onu İstanbul’la tanıştıran adamla yolu
Amerika ’da kesişiyor. 2. Dünya Savaşı’ndan
sonra ailesiyle göçmen olarak yerleşiyor,
konservatuvara gidiyor… “1955 yılında, bir sergide
diğerlerinden farklı, abstre bir resmin önünde
oturdum ve bu resmi kim yaptı diye düşündüm.
Sonra
bir yabancı öğrenciler buluşmasında tanıştık ve
baktığım resmi onun yaptığını öğrendim, o resimle
aşık oldum Erol’a…” Beraber 44 yıl geçirmelerine
vesile olan o resim şimdi nerede acaba? Bir ah
çekiyor, “Yerini her zaman biliyordum, hala aynı
kişide. Erol’un askerliğini erteleyip duruyorduk,
dönmek zorundaydık Amerika’dan. Kontrplak üzerine
büyük bir resim, getirmemiz imkansız, daha birçok
resimle beraber oradaki arkadaşlara vermiştik. Bu
sergide yer alması için uğraşıldı ama
yetiştiremediler.”
En zor zamanları 80’lerin başları... Biraz İlona
Hanım’ın yaptığı tebrik kartlarından para geliyor,
tek tük Erol Bey’in resmi satılıyor…
Sonra ne oluyor da Akyavaş’ın kıymeti biliniyor?
“Zaten 80’lerin sonunda Erol’un resimleri satmaya
başlamıştı. Vefatından sonra sağdan soldan resimler
yer aldı müzayedelerde. Resimleri çar çur etmek
istemedim, hep bir müze için bekliyordum, ancak
‘Mavi Senfoni’den sonra ben de çıkardım. Şimdi bir
de bu sergi. Görüyorsunuz, hala onunla uğraşıyorum.”
Salacak’taki evde tek eksik
Erol Akyavaş değil maalesef. “Erol’la evlilik
yıldönümümüzü
bu evde kutlamak istemiştik, kısmet olmadı. Şimdi de
tam bu sergiye hazırlanırken küçük
kızım Nazan’ı kaybettik…”
Rekorlarla Akyavaş
Kabe:
2 milyon 900 bin TL (2013)
En-el Hak:
2 milyon 700 bin TL (2012)
Kuşatma:
2 milyon 100 BİN TL (2010)
Radikal, 29.05.2013in
|
|
TARİHİ ESERLER YAZILARLA KİRLETİLİYOR
Edirne'de bulunan tarihi eserlerin bazıları üzerine yazılan yazılarla kirletiliyor. Farklı medeniyetlere ev sahipliği, Osmanlı devletine ise 92 yıl başkentlik yapmış olan Edirne'de birbirinden değerli çok sayıda tarihi eser bulunuyor.
Şehirdeki cami, köprü, han, hamam, çeşme ve çarşılar her yıl yüz binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor. Tarihi mekanları ziyaret eden insanlar şehrin ekonomisine önemli katkı sağlıyor.
Yapılan tanıtımlarla turist sayısı her geçen yıl artan Edirne'de misafirlerin uğrak mekanları bilinçsizce kirletiliyor. Yerli ve yabancı yüz binlerce insanın görmek için geldiği tarihi eserler yazı tahtasına dönüşmüş durumda. Yazılarla kirletilen tarihi mekanlardan birisi de Edirne ile Karaağaç Mahallesi'ni birbirine bağlayan Meriç Nehri üzerindeki aynı isimle bulunan köprü. Abdülmecid döneminde yaptırılan 1847 yılında yapımı tamamlanan 263 metre uzunluğunda ve 7 metre genişliğindeki köprünün ortasındaki mermer kitabeli kubbeli köşk farklı renklerde, şekillerde ve içerikteki yazılarla kaplanmış. Yayaların fotoğraf çekmek ve doğal alanı izlemek için mola verdiği mekan yaz boz tahtasına dönüşmüş vaziyette.
Time Türk, 28.05.2013
|
SİİRT'TEKİ 200 YILLIK KILICIN SIRRI NE?
Siirt’in Kurtalan
İlçesi Ovacık Köyü'nde bir türbede 200 yıldır
muhafaza altında tutulan kılıçtan 40 sene kan
geldiği rivayet edilirken, bugüne kadar kılıcın
sırrını kimse çözemedi.
Büyük İslam Alimi Şeyh Abdulkadir Geylani’nin 20.
kuşak torunu olan ve Siirt’in Kurtalan İlçesi Ovacık
Köyü'nde bulunan türbede meftun olan Seyit Şeyh Kasım
Geylani’ye ait olduğu ifade edilen ve vefatından
sonra 200 yıldır muhafaza altına alınan kılıç ile
ilgili söz edilen rivayet duyanları hayretler içinde
bırakıyor.
Konuyla ilgili bilgi veren Mahsum Ceylan, “Siirt’in
Ovacık Köyü'nün geçmişi 1450’li yıllara dayanıyor.
Köyde bulunan türbede El Mürşid-ül Kamil olarak
tabir edilen Şeyh Abdulkadir Gaylani’nin 20’inci
kuşak torunu Seyit Şeyh Kasım Geylani’nin kabri
bulunuyor. Yaşadığı 1780 ile 1848 yılları arasındaki
dönemde önemli hadiseler meydana geldi. O dönemde 3
büyük aşiret olan Yezidiler ve Ermeniler bölgeye
hüküm sürmekteydiler, Müslümanlar da azıklıktaydı,
köyde medresede talebe yetiştiren Şeyh Kasım,
talebelerin iaşesini ise köylerdeki Müslümanların
zekatlarıyla tahsil ediliyordu. O dönemde iki talebe
hasat zamanı zekat niyetiyle gittiği bir evde
Yezidiler tarafından boğazları kesilerek katledildi.
Siirt nahiye olduğundan, Bitlis üzerinden padişaha
haber yollayan Şeyh Kasım Geylani, bölgede artan
Yezidi ve Ermeni baskılarından dolayı savaşmak için
fetva istedi.
Cevaben savaşmanın caiz olduğu fetvası üzerine 1827
yılında bölgede Müslümanlar ile yezidiler arasında
çıkan küçük çaplı savaşta zayiata uğrayan Yezidiler
ve Ermeniler köylerden kaçmak zorunda kalıyor, çok
sayıda Müslüman da şehit ediliyor. Bunların arasında
Şeyh Kasım Geylani’nin de 40 talebesi bulunuyordu.
Şeyh Kasım Geylani, 1848 yıllarında vefat ettiği
zaman kullandığı kılıcı kabrinin sandukasının
üzerine koyulmasını vasiyet ediliyor. Yaklaşık 200
yıllık olan bu kılıç, 165 yıldır bu türbede muhafaza
altındadır. Torunu Şeyh Abdulcabbar, her perşembe
günü dedesinin sandukasını açtığı zaman kılıçtan kan
aktığını görüyor, kılıcı temizleyerek yerine
koyuyor, bu 40 yıl boyunca böylece devam ediyor.
Torun Şeyh Abdulcabbar vefat edince bu kılıçtaki kan
da gidiyor” dedi.
"DERVİŞNEBİ"
LAKABININ SIRRI
Mahsum Ceylan, büyük dedesi Şeyh Kasım Geylani’nin
‘Dervişnebi’ lakabının nasıl aldığı ile ilgili
rivayeti de söyle anlattı: "Yaşadığı bir dönemde
çevre köylerden çok sayıda kişi o dönem hacca
gidiyor. Burada Ravza-i Mutahhara’yı da ziyaret eden
köylüler şeyh Kasım’ı burada peygamber efendimizin
kabrinin ayak uçunda bulunduğuna şahit oluyorlar.
Ancak rivayette Şeyh Kasım’ın o dönemde hacca
gitmediğini sonradan öğreniyorlar. Aynı dönemde tüm
talebeleri bir gece aynı anda rüyasında Peygamber
efendimizi görüp, şeyh Kasım Geylani için; ‘O benim
dervişimdir’ buyurduğunu görüyorlar. Bunun üzerine
bu lakap kendisine veriliyor”.
200 yıllık olduğu inanılan kılıç, Siirt şehir
merkezine 30 kilometre uzaklıkta bulunan Ovacık
Köyü'nde büyük zatların da metfun olduğu türbede
halen muhafaza altında tutuluyor.
Bugün, 28.05.2013
|
KÖYLÜLER, ROMA DÖNEMİNE AİT LAHİT MEZARDAN KAPI VE
MUSALLA TAŞI YAPMIŞ
Gaziantep'in Araban
İlçesi'ne bağlı Aşağıyufkalı
Köyü'nde trajikomik bir olay yaşandı. Köylülerin, 20
yıl önce buldukları Roma döneminden kalma lahit
mezarları, mevcut mezarlıkta kapı ve musalla taşı
olarak kullandıkları ortaya çıktı. Köyün muhtarı
Seyit Yeter de çiftçilerin arazilerini sürdükleri
esnada bulunan bu lahit mezarlara yetkililerin
gereken ilgiyi göstermesini istiyor.
Yaşanan trajikomik olayı anlatan Yeter, "Yaklaşık
20 yıl önce köylü çiftçilerin arazilerini
traktörlerle çift sürdükleri sırada tarihi lahit
mezarları bulmuşlar. Bunları da köy mezarlığına kapı
ve musalla taşı olarak yerleştirmişler. Bu güne
kadar hiçbir yetkili köy çevresinde her hangi bir
kazı çalışması başlatmadı." dedi.
Köy mezarlığının tarihi lahit mezarlarla yapılı
kapısı ve musalla taşının köye gelen yabancıların
ilgisini çektiğini de anlatan Yeter, "Çiftçiler, köy
çevresindeki arazilerini traktörlerle her çift
sürdüklerinde mutlaka yeraltında birkaç tarihi eser
parçası ve taban mozaikleri çıkarıyor. Aşağı Yufkalı
köylüleri olarak yetkililerin bir an önce köyümüzün
mezarlığına kapı ve musalla taşı yapılan tarihi
lahitlerle, arazilerin tabanında çıkan mozaiklerin
biran önce kurtarılması için inceleme yapmalarını
istiyoruz." diye konuştu.
Zaman, Haber: İlkay Göçmen, 28.05.2013
|
ÇOCUKLAR ÇATALHÖYÜK'TE ARKEOLOJİ İLE TANIŞACAK
Mimarlar Odası
Ankara Şubesi'nden yapılan yazılı açıklamaya
göre, Şubenin Çocuk ve Mimarlık Çalışmaları Merkezi,
Çatalhöyük kazı organizasyonu ile yapılan işbirliği
sonucunda, çocuklarla Çatalhöyük’te yaz atölyesi
gerçekleştirecek. Atölye, temmuz ve ağustos
aylarında yapılacak.
Konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan Mimarlar
Odası
Ankara Şube Sekreter Üyesi Tezcan Karakuş
Candan, çocukların mimarlık kültürü ile tanışması ve
kültürel miras farkındalığını artırmak üzere
düzenlenen yaz atölyelerini bu yıl Çatalhöyük’te 6
grup halinde programladıklarını belirterek,
"Çocukları Ankara’dan günü birlik götürüp
getireceğiz. Çocuklar mimarlar ve arkeologlar
eşliğinde, Çatalhöyük hakkında bilgi alacaklar, kazı
alanı gezecekler, kendilerine ayrılan özel kazı
alanında kültürler yolculuğuna çıkacaklar” ifadesini
kullandı.
Candan, Çatalhöyük atölyelerinin çocuklarla birlikte
yetişkinler için de düzenlenidiğine dikkati çekerek,
UNESCO tarafından 2012 yılında Dünya Mirası
listesine kabul edilen Çatalhöyük yerleşim yerini,
herkesin görmesi gerektiğini kaydetti.
Mimarlar Odası
Ankara Şubesi yapılacak atölye çalışmalarına her
grupta 25 çocuk katılabilecek. Yaz atölyesi
çalışmalarını mimarlarla birlikte arkeolog Gülay
Sert koordine edecek. Çocuklar kazı alanlarını
gezmenin yanı sıra yaratıcılıklarını da sınayacak.
Yaz atölyesine özel olarak çocuklar, 25 metrekarelik
düzenlenen alanlarda çalışacak. Atölyede, kil ve
resim çalışmaları yapacak çocuklara çalışma
bitiminde ““Kültürel Emanetlerin Koruyucusu”
sertifikası verilecek. Ayrıca, “Çatalhöyük
Arkeolojik Yaz Atölyesi” gruplarında, Anadolu’da ilk
yuvarlak mimari örneklerinin yer aldığı
Boncukluhöyük de programda yer alıyor.
Beyaz Gazete, 28.05.2013
|
İSTANBUL'UN SİLUETİ
Kısaca ‘siluet’ denilen konuda
mahkeme kararını görmeden sırf gazete haberiyle
yazmak istemedim. Malum, İstanbul’da tarihi
yarımadanın, özellikle de Sultan Ahmet’in siluetini
bozan üç gökdelenin ruhsatını iptal eden mahkeme
kararı...
Dün 7 sayfalık kararı dikkatle okudum. 4. İdare
Mahkemesi’nin hakimlerini kutluyorum. Hukuken son
derece güçlü, gerekçesi dolgun bir karar yazmışlar.
Sami Selçuk, haklı olarak, bizde mahkemelerin
genellikle özensiz gerekçeler yazdığını belirtir;
eminim bu kararın gerekçesini gördüğünde çok
beğenecektir.
Peki, böyle bir mahkeme kararı olduğuna göre
Zeytinburnu İlçesi'ndeki bu gökdelenler yıkılabilecek
mi?! Bu o kadar kolay gözükmüyor.
AYKIRILIKLAR NEREDE?
Son derece teknik terimlerle dolu kararı burada
özetlemek bile mümkün değil. Kısaca satırbaşlarını
belirtmeye çalışacağım:
- Zeytinburnu için yapılan nazım imar planını 2002
yılında idare mahkemesi iptal etmiş. Böylece bölge
‘plansız’ kalmış.
- Büyükşehir ve Zeytinburnu belediyeleri, maalesef
hayli esnek ve “gerekçeli rapor” da olmadan yeni bir
nazım plan ve uygulama planı yapmışlar.
- Ve bu plana dayanarak belediye söz konusu
gökdelenler için yapı ruhsatı vermiş. Dahası,
“bodrum katlar” yer altında olması gerekirken, sanki
kat müsaadesi imiş gibi, gökdelenlerin kat sayısı
büsbütün artırılmış.
- Mahkemeye göre, nazım plan ve uygulama planının
fazla esnek olması yasalara aykırı olduğu gibi,
belediye tarafından “lokal ve parçalı değişiklik”
yapılarak ve “planın bütünlüğü bozularak” bu
gökdelenlere ruhsat verilmiş.
- Bu durum “Gelecekte inşa edilecek benzer yapılar
için olumsuz emsal oluşturacaktır”.
Bunlar, keşif ve bilirkişi ile yapılan maddi
tespitler.
HUKUKİ GEREKÇE
Hukuki bakımdan ise, mahkeme yapılan işlemlerin
ve inşaatın hangi kanunlara aykırı olduğunu teker
teker anlatıyor. Kararın çok önemli bir yönü de bir
kentte oturan herkesin kanunen “hemşeri” sayılacağı
ve her “hemşeri”nin imar konusundaki aykırılıklara
karşı dava açma hakkının bulunduğunu hükme
bağlamasıdır.
Türkiye’nin de imzaladığı UNESCO’nun “tarihi miras”
listesini hatırlatan mahkeme, Anayasa’nın 90.
maddesine göre uluslararası sözleşmelerin kanun gibi
bağlayıcı olduğunu, söz konusu gökdelenlerin bu
kuralı ihlal ettiğini belirtiyor.
Kentleşmenin betonlaşma aşamasındaki ülkemizde demek
ki, şunu hepimiz bilmeliyiz: “Hemşerisi” olduğumuz
her kentte, tarihi mirası ve tabiatı korumak için
dava açmaya hakkımız vardır. Nitekim siluetlere
karşı da Pendik’te oturan “İstanbul hemşerisi” Yusuf
Özden dava açmış ve bu karar çıkmıştır; eline
sağlık.
YIKMAK MÜMKÜN MÜ?
İstanbul 4. İdare Mahkemesi bu kararıyla, söz
konusu üç gökdelenin dayanağı olan planı da ruhsatı
da iptal etti. Öyleyse belediye bu kararı
uygulayarak yıkım mı yapmalı?
Evvela karar henüz kesinleşmedi, Danıştay’a gidecek.
Dahası, Danıştay 6. Dairesi’nin içtihatları var:
Plan ve ruhsat iptalleri geçmişe yürümez, mahkeme
iptal kararı verinceye kadar inşaat hangi safhaya
gelmişse, artık “müktesep hak” sayılır, yıkılamaz.
(Mesela K: 2012/338)
Halbuki günümüzde inşaat teknolojisi o kadar gelişti
ki, mahkemeler karar verip kesinleşinceye kadar
onlarca kat çıkılıyor. Nitekim siluetlerle ilgili
dava 1 yıl 7 ay sürmüş, kaldı ki karar henüz
kesinleşmedi, Danıştay’a gidecek...
BAŞBAKAN NE YAPABİLİR?
Hukuken iki yol gözüküyor:
- Danıştay 6. Dairesi veya daha uzun bir yol olarak
Dava Daireleri Kurulu içtihat değiştirebilir... Bu
çok uzun bir yoldur, firma için ortaya çıkacak
“ticari belirsizlik” de hukuken tasvip edilemez.
- Diğer yol, bu iki gökdeleni kamulaştırıp normal
seviyeye kadar yıkmaktır. Eldeki mahkeme kararı
kamulaştırmanın kamu yararına uygun olacağının
kanıtıdır. Bu, ancak Başbakan’ın kararıyla olabilir.
Elbette gökdelenler olacak ama belirli semtlerde
olmalı, oraya buraya serpiştirilerek İstanbul’un
siluetini bozmamalıdır.
Sayın Başbakan bu iki gökdeleni gördükçe
“kahroluyorum” demişti; haklıdır, fakat çözüm de
elindedir. Fetih ve Fatih referansını sık sık yapan
bir iktidarın manevi mükellefiyetidir İstanbul’un
tarihi kimliğini kurtarmak.
Hürriyet, Haber: Taha Akyol, 28.05.2013
|
AVRUPA SANATI GÖRGÜN TANER'DEN SORULACAK
İstanbul Kültür
Sanat Vakfı Genel Müdürü Görgün Taner,
Avrupa Kültür Vakfı (European Cultural
Foundation) Yönetim Kurulu Başkanı olarak
seçildi. 2006 yılında Avrupa Kültür
Vakfı’nın danışma kurulunda, 2007 yılında
ise yönetim kurulunda yer alan Görgün Taner,
23 Mayıs tarihinde vakfın Amsterdam’daki
merkezinde yapılan toplantı ile görevine
atandı.
2002 yılından bu yana
İKSV Genel Müdürlüğü’nü üstlenen Görgün
Taner, halen
İstanbul Bilgi
Üniversitesi Kültür Yönetimi Bölümü’nde
öğretim görevlisi ve İstanbul Modern yönetim
kurulu üyesi.
1954 yılında kurulan ve bağımsız bir kurum
olan Avrupa Kültür Vakfı, yaklaşık 60 yıldır
Avrupa’da kültürel diyaloğu teşvik eden
projeler yürütüyor. Avrupa’nın kültürel
çeşitliliğinin anlaşılmasına yardımcı olmak
amacıyla kültürel değişim (tandem)
projelerini destekleyen Avrupa Kültür Vakfı,
Avrupa’nın kültür politikaları ve
stratejileri üzerinde etkili olabilmek için
çalışmalar yürütüyor ve yaptığı
araştırmalarla kültüre daha fazla kaynak
ayrılmasını sağlamayı hedefliyor. Avrupa
Kültür Vakfı, ayrıca her yıl, sanatçı,
aktivist ve düşünürlere Routes Prenses
Margaret ödülünü takdim ediyor.
Radikal, 28.05.2013
|
BALKANLAR'A YAZMA ESER ÇIKARMASI
Türkiye, Balkan ülkelerindeki küçüklü büyüklü tüm kütüphanelerin kapılarını açmak ve orada yok olmaya yüz tutmuş eserleri gün yüzüne çıkarmak için harekete geçti. Yunus Emre Enstitüsü tarafından koordine edilen ve "Balkanlar'da Kültürel Mirasın Yeniden İnşası Projesi" olarak isimlendirilen çalışma için Merkez Bankası 1 milyon dolarlık destek sağladı. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi Emekli Müdürü Dr. Nevzat Kaya, Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Cihan Okuyucu, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nurettin Ceviz ve Prof.Dr. Yaşar Aydemir'den oluşan 4 kişilik heyetin yürüttüğü proje ile Balkan ülkelerindeki kütüphanelerdeki eserler tek tek inceleniyor. Şimdiye kadar Bosna Hersek'ten 200 kadar el yazması eserin dijitale aktarılması ve kataloglanması tamamlandı. Ferhat Paşa Medresesi'ne ve Sultan Ahmet Medresesi'ne ait yazmalar dijitale aktarıldı. Bosna Hersek'in başkenti Saraybosna dışındaki özellikle taşra kütüphanelerinde eserlerin çok iyi olmadığını ve tasnif edilmediklerini saptayan heyet, buralardaki eserlerin restorasyonunu da gerçekleştirmeyi planlıyor. Ancak el yazma eserleri Türkiye'ye getiremeyen heyet, kütüphanelerle yapılan anlaşma gereği, kütüphane görevlilerinin Türkiye'ye gelip, eğitim almasını sağlayacak. Proje kapsamında ileriki dönemlerde Balkan ülkelerinden birine de 'el yazması eser restorasyon merkezi' kurulması da söz konusu olacak. Eserler, kataloglarda bilim dünyasına düzenli bir şekilde sunulacak, nesiller boyu aktarımı sağlanacak.
Sabah, Haber: Burcu Çalık, 28.05.2013
|
|
|
TARİHİ VAGON KÜL OLDU
Uşak’ta 80 yıllık bir tarihi vagon cayır cayır
yandı...
Dün saat 02.00 sıralarında, Uşak-Ulubey karayolu
kenarında, tarihi kara trenlerin durduğu bir yerde,
ahşap bir vagon bilinmeyen bir nedenle alev aldı.
Vatandaşların haber vermesi üzerine iki arazözle
olay yerine gelen İtfaiye ekipleri, yangını 45
dakikada kontrol altına aldı.
Polis soruşturma başlatırken, Uşak Tren Garı
yetkilileri, yangının, vagonlarda kalan madde
bağımlısı kişi lerce çıkarılmış olabileceğini
belirtti.
Akşam, 28.05.2013
|
3500 YILLIK ESERE ADINI KAZIDI
Çinli 15 yaşındaki Ding Jinhao isimli genç, Mısır
ziyareti sırasında 3 bin 500 yıllık Luksor
Tapınağına adını kazıdı. Jinhao tapınakta "Ding
Jinhao buradaydı" yazan fotoğrafını internet
paylaştı. Ancak Çinli internet kullanıcıları yazının
Mısırlılara hakaret olduğuna karar verdi ve Çinli
gencin kimliğini deşifre etti. Bunun üzerine gencin
ailesi "Mısır halkından ve Çin'den özür dilemek
istiyoruz" dedi.
Sabah, 28.05.2013
|
|
MOR GABRİEL İÇİN SON UMUT
Dünyanın ayakta kalan
en eski Süryani Ortodoks
Manastırı olarak bilinen
Mardin
Midyat’taki
Mor Gabriel
Manastırı (Deyrulumur)
için köylülerin açtığı işgal davasında
manastır adına Yargıtay’a temyiz başvurusunda
bulunuldu. Başvuruda,
manastırın bulunduğu 276 dönümlük arazinin
Hazine’ye devrinin tescilinin iptal edilmesi
istendi. Dosya Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nde
incelemeye alındı. Yargıtay’ın temyiz başvurusunu
kabul etmemesi halinde
manastırın arazisi Hazine’ye kalacak. Süryani
cemaati için iç hukuk yollarının tükenmesi nedeniyle
bundan sonraki süreçte
manastır adına Anayasa Mahkemesi’ne bireysel
başvuru yapılması gündeme gelecek.
‘BELGELERİMİZ VAR’
Kilisenin ve arazinin MS 397 yılından beri
kendilerine ait olduğunu belirten
Mor Gabriel
Manastırı Vakfı Başkanı Kuryakos Ergün, “1936’da
çıkarılan Vakıf Beyannamesi ile
Mor Gabriel Manastırı bize verildi. 1937’den
itibaren ise vergi verilmeye başlandı; kayıtları
elimizde mevcut. 1930’ların sonlarında İl İdare
Kurulu, idari sınırları belirlemek için, bir kroki
hazırlıyor, o krokide manastır ve köyler mevki
isimleri olarak yer alıyor. Her köyün krokisi,
idarenin sınırlarını belirmek üzerine çiziliyor. Bu
köyler de, sınırlarını, duvar çekerek belirliyorlar.
Köylerin, bu sınırları kabul ettiklerini belirten
hukuki belgeler mevcut” dedi.
DAVA SÜRECİ
Mardin’in
Midyat İlçesi’ne bağlı Güngören Köyü sınırları
içerisinde bulunan manastır idaresinin, komşu
köylerin sınırları içerisindeki 100 hektarlık
ormanlık alanı işgal ettiği öne sürülmüş ve 2008
yılında dava açılmıştı. Yerel mahkeme, söz konusu
arazilerin kilisenin malı olduğuna karar vermişti.
Yerel mahkemenin direnme kararı üzerine dosyanın
gittiği Yargıtay Genel Kurulu da yerel mahkemenin
direnme kararını bozmuştu. Bu kararla birlikte
manastırın Hazine’ye devri için süreç başlamıştı.
İKİNCİ KUDÜS
Manastır, MS 397 yılında Mor Şmuel ve Mor Şemun
tarafından kuruldu. Manastır, 5. ve 6. yüzyıldan
kalan Bizans dönemi mozaikleri, kubbeleri, çan
kuleleri, hareketli terasları, kapıları ve Midyat
kesme taşlarından yapılan kapı ve motif
süslemeleriyle ünlü. Kilise tarafından İkinci Kudüs
olarak ilan edildi.
Habertürk, Haber: Tülay Acar, 28.05.2013
|
BU SERGİYİ KAÇIRMAYIN
TC Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından yapılan Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu'nun 35'incisine bu sene Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi ev sahipliği yapıyor. 27- 31 Mayıs 2013 tarihlerinde düzenlenecek olan Sempozyumun en ilgi çekici bölümlerinden birini ise çocuk arkeologların hazırladığı sergi oluşturuyor. Bu sergi Başkent Üniversitesince 16-20 Haziran 2012 tarihlerinde gerçekleştirilen Kaunos Çocuk Çalıştayı’na katılan 7-12 yaş arasındaki çocukların ürünlerinden oluşuyor. Sergi, yarınımız olan çocuklarımızın, ürettikleri nesnelerde hem geçmişi, hem de bugünü bir kez daha yorumlama biçimlerini ve kültürel miraslarını koruma konusundaki hassasiyetlerini ortaya koymaları açısından oldukça anlamlı bir içerik taşıyor. Çalıştayın tüm üretimlerinin ilk sergisi, 22 Nisan 2013 tarihinde Başkent Üniversitesi’nde “Prof. Dr. Mehmet Haberal Bilim ve Sanat Etkinlikleri” kapsamında açıldı.
TAYHaber, 27.03.2013
|
AMR BİN EL-AS CAMİSİ KORUNUYOR
Mısır'a yüzlerce yıl başkentlik yapan Fustat'ta
inşa edilen ve Afrika'nın ilk mescidi olma
özelliğini taşıyan "Amr bin el-As Camisi" korunuyor.
Mısır'da devrim sürecindeki istikrarsız ortamda
birçok tarihi eser tahrip edildi veya çalındı. Ancak
bugünkü başkent Kahire'nin eski Kahire olarak
bilinen bölgesi Fustat'ta inşa edilen ve Afrika'daki
ilk mescid olması hasebiyle "Camilerin Tacı" olarak
isimlendirilen Amr bin el-As Camisi, halkın
hassasiyeti ve koruması sayesinde sarsıntılı bir
dönemi zarar görmeden atlattı.
Fustat ve diğer tarihi alanlarda çalışmalar yapan
Arkeolog Muhammed el-Mahcub, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, "641 yılında Amr bin el-As tarafından
inşa edilen bu cami, Afrika'nın ve Mısır'ın ilk
camisidir. Ülkenin çeşitli kentlerinde meydana gelen
tahrip ve hırsızlık vakaları, bölge halkının
duyarlılığı sayesinde Fustat'ta yaşanmadı" dedi.
Mahcub, "Mısır fethedildikten sonra Amr bin el-As
Camisi inşa edildi. Caminin etrafında Fustat şehri
kuruldu ve İslam dünyasının başkenti oldu. Cami,
Mısır ve İslam tarihinin en önemli eserlerindendir"
diye konuştu.
Cami hakkında bilgi veren Mahcub şunları söyledi:
"Cami, küçük bir alana inşa edilmişti. Zaman
içinde genişledi ve 13 bin metre kareye yayıldı. Amr
bin el-As, inşa edilecek caminin yeri olarak burayı,
Nil'in doğu yakasına bakması nedeniyle seçmiş. Ancak
Nil nehrinin yatağı zamanla daha batıya kaymış ve şu
an cami Nil'den yaklaşık 500 metre ileride. Caminin
ortasındaki avlunun etrafında 4 revak var. Revaklar
farklı mermer yapısıyla dikkati çekiyor. İbadet yeri
olmasının yanında cami, alimler ve liderlerin
çıktığı bir medrese işlevi de görüyordu. Mısır'da
ilmin yayılmasında önemli bir merkezdi. İslami
ilimler ve Arap dili edebiyatının temelini oluşturan
kurallar ve değerler bu camiden Afrika'ya yayıldı."
Fatımiler döneminde camide ders halkalarının
kurulduğunu belirten Mahcub, şöyle devam etti:
"Fatımi devleti döneminde kadınlar için vaaz
verilmeye, isteyen herkesin katılımına açık ders
halkaları kurulmaya başlandı. Dini ve dünyevi tüm
konuların konuşulduğu meclisler kurulur, toplum ve
siyaset hakkında ilmi tartışmalar yapılırdı. Camide
ders alan meşhur alimlerden biri de Şafi mezhebinin
kurucusu İmam Şafii'dir. İmam Şafii, Mısır'a
geldiğinde fıkıh dersleri alırdı. Bugün onun ders
aldığı mekan 'İmam Şafii köşesi' olarak anılır."
Camide oluşturulan ders halkalarının zaman içinde
çoğaldığını dile getiren Mahcub, "Şafii, Maliki,
Hanefi gibi çeşitli mezheplere mensup Müslümanların
ders halkaları vardı. Katılımcılar artınca ders
halkaları da arttı. Hicri 4'üncü yüzyılda camide
yüzü aşkın ders halkası olduğu biliniyor" dedi.
Mısır'da özelikle Ramazan ayında ziyaretçi
akınına uğrayan camide, Kadir gecesinde namaz
kılanların sayısının yarım milyona ulaştığı
kaydediliyor.
Yeni Şafak, 27.05.2013
|
ARKEOMETRİ SEMPOZYUMU 35 YAŞINDA
Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü’nün 1979’dan beri aralıksız düzenlediği
“Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri
Sempozyumu”nun 35’ncisi Muğla Sıtkı Koçman
Üniversitesi’nde yapılıyor.
Sempozyum süresince Türk ve yabancı bilim
insanlarınca gerçekleştirilen arkeolojik kazılar,
yüzey araştırmaları ve bu çalışmalarda ele geçen
buluntular üzerindeki arkeometrik çalışmalara
ilişkin bildiriler sunuluyor. 35’nci yılın
değerlendirmesini yapan uzmanlara göre sempozyumla
kazı ve araştırmaların sayısı hızla arttı.
Bilinmeyen yeni uygarlık merkezlerin sansasyonel
sonuçları
Türkiye’yi
arkeoloji açısından tekrar ilgi odağı haline
getirdi.
Milliyet, Haber: Nezih Başgelen, 27.05.2013
|
|
|
İKİ YILDA 24 ÖZEL MÜZE AÇILDI
Türkiye’de son iki yılda özel müze sayısında
artış yaşandı...
Kültür ve Turizm Bakanlığı
verilerinden derlenen bilgiye göre; ülke genelinde
iki yıl önce 36 ilde, Kültür ve Turizm Bakanlığı
denetiminde 151 özel müze bulunuyordu. Aradan geçen
süre içinde özel müzelerin bulunduğu il sayısı 38’e,
müze sayısı da 175’e yükseldi.
turistlerin yoğun ilgi gösterdiği özel müzeler en
fazla İstanbul’da bulunuyor. İstanbul’da 2009’da 40
olan özel müze sayısı bu yılın nisan ayı sonu
itibarıyla 41’e çıktı. Ankara’da 31 olan müze sayısı
34’e, İzmir’de ise 8’den 11’e yükseldi. Bu illeri
Çanakkale ve Bursa 7’şer, Kütahya, Gaziantep ile
Aydın 6’şar ve Eskişehir 5 özel müze ile takip
ediyor.
Akşam, 27.05.2013
|
HALİKARNAS MOZOLESİ İÇİN İKİ AY MÜHLET
Kral Mausolos adına
karısı Artemisia’nın yaptırdığı Halikarnas
Mozolesi’ni British Museum’dan Bodrum’a getirmek
için çalışmalar sürüyor. Mozolenin peşine düşen
Avukat Remzi Kazmaz, “Kraliçe’ye mektup gönderdik,
iki ayı var. AİHM’e davayı açacağız” diyor.
British
Museum’da sergilenen Halikarnas Mozolesi’nin
parçalarının Bodrum’a getirilmesi için başlatılan
çalışma kapsamında, İngiltere Kraliçesi Elizabeth’e
yazılan mektuba cevap bekleniyor. 30 meslektaşı ile
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapacağı
başvuru geçen yıl sonunda İngiliz basınında da yer
alan Avukat Remzi Kazmaz, “Kraliçeye bir mektup
gönderdik. Gelecek bir yanıt bizim bu konudaki
tavrımızı belirleyecek” dedi.
Muğla’nın Bodrum İlçesi’ndeki avukatlık ofisinde
açıklama yapan Remzi Kazmaz, Artemisia’nın Kral
Mausolos’a duyduğu aşkı ölümsüzleştirmek için
yaptırdığı Halikarnas Mozolesi’nin İngiltere’den
anavatanı Bodrum’a getirilmesi için yürütülen
çalışmalarla ilgili bilgi verdi. Eserin iadesi için
İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’e bir mektup
gönderdiğini hatırlatan Kazmaz sözlerini şöyle
sürdürdü:
İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi’ne de bu mektup
verildi ve alındığı teyit edildi. Artık Kraliçe’nin
bu konuda olumlu ya da olumsuz bir cevap vermesi
gerekecek. Mektuba cevabın bizim için belli bir
süresi var. Bu da iki ay. Süresi dolduktan sonra 30
avukat arkadaşımla dava açacağız. Bazı eserler, yurt
dışına izinsiz, çalınarak gittiği zaman bazı
uluslararası sözleşmeler bunları bir kapsama alıyor.
Ama Mausoleum ile ilgili yapılan çalışmalarda hep
önümüze bir belge çıkıyor. ‘Bunu Osmanlı padişahları
bir fermanla verdi’ deniyor, böyle bir şey yok.
CEVAT ŞAKİR'E NE DEDİLER
Kraliçe’nin yanıtının önemli olacağını ifade eden
Kazmaz, “Umarım Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir
Kabaağaçlı’ya vermiş olduğu üslupla bize cevap
vermezler. Çünkü bizim de bunun karşılığında ona
vereceğimiz cevap hazır” diye konuştu.
Kazmaz, edebiyatçı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın,
Mausoleum’un Türkiye’ye iadesi için müze
yetkililerine mektup yazarak, “Mozole’nin, değerini
ancak Bodrum’un masmavi gökyüzünde bulacağını”
belirttiğini hatırlatan Kazmaz, yazara,
“Mausoleum’un Bodrum mavisinde sergilenmesi için
çalışmalara hemen başladık. Tüm sergi salonunu
Bodrum mavisine boyadık” yazılı yanıt geldiğini
hatırlattı.
7 HARİKADAN BİRİ MOZOLE
Dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen
ve Kral Mausolos adına yaptırılan Halikarnas
Mozolesi dört bölümden oluşuyor. En altta yüksek bir
kaide, üzerinde 36 sütunlu tapınak, onun üzerinde
piramit şekilli çatı ve en tepede dört atın çektiği
araba içinde Mausolos ve Artemisia’nın heykelleri
yer alıyor. Yüksekliği 55 metre olan Mozolede
1856-57’de İngiliz araştırmacı Newton çalışmış,
burada yaptığı kazı sırasında taş bloku orijinal
yerine koymuş, ancak kabartmaları, Mausolos ve
Artemisia’nın heykelleri ve dört atlı arabanın
parçalarını British Museum’a götürdüğü biliniyor.
Akşam, 27.05.2013
|
ÇİN VAZOSUYLA SERVET KAZANDI
İngiltere’nin Dorset kontluğundaki bir
müzayede evine verilen kırık
vazo 120 bin sterline satıldı. 80 yaşlarında
olduğu açıklanan eski sahibi bir akrabasından
kendisine miras kalan
Çin vazosunun değerinin üzerindeki çatlak
yüzünden düşük olacağını tahmin etti. Çin’deki Ming
hanedanlığı döneminden kalma olduğu tahmin edilen
vazoya satış öncesinde 2 bin
sterlin (5 bin 590 TL) değer biçildi.
Üzerindeki
derin çatlağa ve çatlağı yapıştırmak için kullanılan
7 zımba teline rağmen vazo 119 bin 500 sterlin (334
bin TL) fiyata satıldı. Uzmanlar ise hasarlı
olmaması halinde vazoya muhtemelen
1 milyon sterlin fiyat biçilebile-ceğini
belirtti.
Milliyet, 26.05.2013
|
|
1100 YILLIK KİLİSEYE KRİKOLU DESTEK
Gürcü Kralı Kuropalat Adarnese'nin oğulları David
ve Prens Bagralt tarafından 963- 973 yılları
arasında yaptırılan ve yıkılma tehlikesi ile karşı
karşıya bulunan Öşvank Kilisesi,
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore
edilecek.
Uzundere Belediye Başkanı AKP'li Halis Özsoy,
her yıl yüzlerce turistin ziyaret ettiği Öşvank
Kilisesi'nin restorasyonunu Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından yapılacağını belirtti.
Çamlıyamaç Köyü'ndeki Öşvank Kilisesi'nin 963
yılında Gürcüler tarafından yapıldığını kaydeden
Özsoy şunları anlattı:
"Tahribata uğrayan,
deprem geçiren ve kullanılmayan kilise zamanla
yıpranmış. Yıpranan bölümlerden birisi de kiliseye
girişteki sütun. Bu sütun yerinden çıkınca,
kilisenin ana taşıyıcı sistemi zarar görmesin diye
köylüler tarafından 2008 yıllarında ağaç direk
dikildi. Fakat bu ağaç direk de zamanın tahribatına
dayanamadı ve çürümeye başladı. Köylüler dahiyane
bir proje geliştirerek, ağacın yanına vidalı bir
kriko sistemiyle tutturmaya çalıştılar. Bu da köy
halkının tarihi eserlere ne kadar sahip çıktığını
gösteriyor. Buranın restorasyonu için Kültür ve
Turzim Bakanlığı tarafından ihalesi yapıldı. Bununla
ilgili projeler hazırlanıyor. Öşvank Kilisesi
göründüğü kadar küçük değil. Arka tarafta yatakhane
ve yemekhane gibi çeşitli sosyal ihtiyaçların
görüldüğü bölümler var. O bölümle ilgili de şu anda
restitüsyon çalışmaları devam etmekte. Erzurum
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na
sunulacak ve kabul edildiğinde çalışmalara
başlanacak."
Bölgeye gezmeye gelen yerli ve yabancılar turistler
11 asırlık kilise kadar, eseri ayakta tutabilmek
için verilen mücadeleye de ilgi gösteriyor.
ÖŞVANK KİLİSESİ
Uzundere İlçesinin Çamlıyamaç Köyü'ndeki Öşvank
Kilisesi, kompleks bir hizmet alanı olarak inşa
edildi. Ancak Manastırdan günümüze kilise, üç şapel,
yemekhane ve el yazmalarının kopya edildiği ve
korunduğu kütüphane binası ulaştı.
Kilisenin üzerindeki yazıtlara göre 963- 973 yılları
arasında, Gürcü Kralı Kuropalat Adarnese'nin
oğulları David (krallığı 961- 1001) ve Prens Bagrat
(ölümü 966) tarafından inşa ettirilmiş ve Vaftizci
Yahya'ya (Ioannis Prodromos) adanmıştır. 1022
yılında bölgenin Bizans İmparatorluğu denetimine
geçmesinden sonra kilisenin yıkılan kubbesi Bizans
İmparatoları II. Basileos (Ö. 1025) ve VIII.
Konstantin (Ö.1028) tarafından onartılmıştır.
Bölgedeki piskoposluk merkezlerinden biri olan
Öşvank Manastırı 11'inci yüzyılda elyazmalarıyla
ünlü önemli bir kültür merkezidir. Bu önemini
15'inci yüzyıla kadar korur. Manastır Kilisesi,
19'uncu yüzyılın sonundan 1980 yılına kadar cami
olarak kullanılır. 1985 yılında ise T.C. Kültür
Bakanlığı tarafından tescil edilerek korunması
gereken taşınmaz kültür varlıkları arasına
alınmıştır.
Radikal, Haber: Turgay İpek, 26.05.2013
|
BEYOĞLU'NDA RESTORASYON REKORU
Beyoğlu Belediyesi, açık hava müzesini andıran
ilçede, işlev ve estetiğini yitiren yapıların
restorasyon işlemlerini sürdürüyor.
Belediye, aralarında Galata ve Kasımpaşa
Mevlevihanesi, Turabi Baba Kütüphanesi, Tarihi
Beyoğlu Belediyesi Binası ve Karaköy Voyvoda
Karakolu gibi binaların da bulunduğu 5 bin binayı
yeniledi.
Konuyla ilgili AA Muhabirine açıklamada bulunan
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan,
restorasyon projelerinin ilçede yaşayan 250 bin
kişiyi doğrudan ilgilendirdiğini anlattı. Demircan,
herkes için güvenli ve güzel yaşanabilir bir Beyoğlu
kurduklarını dile getirerek, binlerce tarihi binayı
aslına uygun şekilde yenilediklerinin de altını
çizdi.
Demircan, "Geçmişten günümüze gelen tarihin
yaşatılması için, onun belgesi niteliğinde olan ve
tarihe tanıklık eden eserlerin onarımı ve korunması
gerekmektedir. İşte burada restorasyonun önemi
ortaya çıkıyor. Restorasyonun amacı tarihi eser ve
dokuların özgün biçimleriyle korunarak, gelecek
kuşaklara aktarılmasıdır. Asıl zor olan da budur.
Bunu sağlayabilmek için, 9 yıldır profesyonel bir
çalışmayla ve son teknik imkanları kullanarak,
Beyoğlu'daki tarihi binaları yeniliyoruz. Yaptığımız
restorasyon çalışmalarıyla, bu alanda Cumhuriyet
tarihinin rekorunu kırdık" diye konuştu.
BEYOĞLU'DA YENİLENEN TARİHİ BİNALAR
Beyoğlu Belediyesi'nden alınan bilgiye göre; 2004
yılında kurulan Kentsel Tasarım Ofisi ile, daha önce
"çöküntü alanı" haline gelen ve yaklaşık yüz yıldır
herhangi bir restorasyon görmeyen tarihi binalar
için planlar geliştirildi. Tarihi mirası olan
binaların yeniden hayata döndürülmesi için yoğun bir
çalışma başlatıldı.
Galata, Talimhane ve İstiklal Caddesi üzerindeki
binaların yüzde 70'inin boş ve kullanılamaz durumda
olduğunu belirleyen Beyoğlu Belediyesi, bu binaların
kurtarılması için, öncelikle sahipleriyle
toplantılar yaptı. Belediye, sokakları yaparken,
aynı zamanda binaların yenilenmesi konusunda
projeler geliştirerek, bina sahipleriyle bu binaları
yenilemeye başladı. Çok sayıda mirasçının hissedar
olduğu binalar konusunda özel çalışmalar yapıldı.
Bina sahiplerine tek tek ulaşıldı, bunların yeniden
'yaşayan' binalar haline getirilmesi için Kentsel
Tasarım Ofisi projeler geliştirdi. Binaların
yenilenmesi sürerken, Beyoğlu Belediyesi, sokakların
vatandaşlar tarafından rahat kullanılmasını
sağlayacak düzenlemeler yaptı.
İstanbul'un sembol yapılarından biri olan Galata
Kulesi'nin turizme kazandırılması için, kule etrafı
trafiğe kapatıldı. Kule etrafında sokakların
güzelleştirilmesi, binaların yenilenmesi ile semte
canlılık geldi. Bu durum, turistlerin de ilgisini
çekmeye başladı. 2000'li yılların başında İstiklal
Caddesi'nin başından yürümeye başlayan turistler,
Galatasaray Lisesi'nin önünden geriye dönerken,
artık Tünel'e, Galata Kulesi'ne kadar yürümeye
başladılar. Yürütülen bu çalışmalar sonucunda Galata
ve çevresi, İstiklal Caddesi, Karaköy, Talimhane
civarında bulunan 5 bin tarihi bina elden geçirilmiş
ve yeniden hayata döndürülmüş oldu.
TARİHİ
BEYOĞLU BELEDİYE BİNASI
İlçede aslına uygun olarak yenilenen binalarından
biri Tarihi Beyoğlu Belediye Binası oldu.
Türkiye'de belediyeciliğin başladığı yer olarak
kabul edilen bina, belediyecilik tarihinde önemli
bir yere sahip. Aslına sadık kalınarak yenilenen
bina, kamu yönetimi açısından tarihi bir misyona
sahip. Belediye binasının birkaç ay içinde hizmete
girmesi planlanıyor.
Restorasyon çalışmaları kapsamında tutulan tarihi
binalardan biri de Karaköy Voyvoda Karakolu. Beyoğlu
Belediyesi şehir dokusuna estetik katkı sağlayan ve
sahile yakınlığından dolayı, iklim şartlarından
yıpranmış Karaköy Voyvoda Karakolu, eski
fonksiyonuna uygun kullanılmak üzere yenilendi.
Karaköy'e deniz yoluyla ulaşan turistleri karşılayan
bina, emniyet teşkilatının ve İstanbul'un prestiji
açısından önemli bir role sahip. Bina, asli görevi
olan güvenlik hizmetine, sağlıklı şartlarda devam
ediyor.
KASIMPAŞA MEVLEVİHANESİ ŞEHRE KAZANDIRILDI
Kasımpaşa'nın önemli tarihi dokularından biri olan
Mevlevihane de gelecek kuşaklara aktarılan yerlerden
biri. Tarihi dokusuna zarar verilmeden restore
edilen Kasımpaşa Mevlevihanesi hem çocuklara hem
sporseverlere hitap ediyor. 1795 senesinde açılan
Mevlevihane çeşitli onarımlar görse de zamanın
gücüyle yıpranmıştı. 1979'daki yangında, merdivenler
haricinde yok olmuştu. Yapıyı tekrar eski haline ve
fonksiyonuna uygun inşa eden Beyoğlu Belediyesi,
kültür ve yaşam merkezi olarak hizmet verecek olan
Mevlevihaneyi, Kasımpaşa'nın kültürel zenginliğine
ortak etti.
TURABİ BABA KÜTÜPHANESİ TEKRAR İLİM
YUVASI OLDU
Harabe haline gelen yapılardan biri olan Turabi Baba
Kütüphanesi de tekrar ilim yuvası haline geldi.
Osmanlı gemicilerinden Mehmet Turabi Efendi
tarafından kurulan mevcut bina, yüzlerce yıl ilim ve
irfan merkezi olarak Beyoğlu'na hizmet verdi. Milli
mücadele döneminde bina askeri mühimmat deposu
olarak kullanıldı. Zamanla harap hale gelen yapıyı
restore eden Belediye, burayı kütüphaneye
dönüştürdü. 1000 m2 alana sahip, 2 katlı ve 4
bölümden oluşan kütüphanede, çok amaçlı salon,
internet evi ve Beyoğlu Belleği bulunuyor. Film
gösterimleri ve seminerler düzenlenen kütüphaneden
bugüne kadar on binlerce vatandaş faydalandı.
GALATA MEVLEVİHANESİ YENİ YÜZÜNE KAVUŞTU
Beyoğlu'nun simgelerinden biri olan Galata
Mevlevihanesi de aslına uygun yeni yüzüne kavuştu.
İstanbul'un en eski Mevlevi Asitanesi olan Galata
Mevlevihanesi, Beyoğlu'nun çekim merkezlerinden biri
olmayı sürdürüyor. 1491'de kurulan Galata
Mevlevihanesi, III. Selim'in 1791-1792'de
gerçekleştirdiği yenileme sonucunda ana hatlarıyla
bugünkü yerleşim düzenine kavuşmuştu. Beyoğlu'nun en
önemli miraslarından olan Mevlevihane'nin cephe
restorasyonu, çatı tahkimatı, tüm tesisatları
yenilendi çevre düzenlemeleri tamamlandı.
Beyoğlu'nun manevi köklerinden biri daha yaşama
dahil edilmiş oldu.
Sabah, 26.05.2013
|
MÜZE GELİRLERİ ARTIYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı müze gelirlerini
açıkladı. Bakanlık verilerine göre satılan
biletlerden ve müze kartlarla yapılan
ziyaretlerden elde edilen gelir 2011 'den bu
yana sürekli artış gösteriyor.
1 Ocak-21 Mayıs tarihleri arasında müze
gelirleri 2011’de 29 bin TL, 2012’de 33 TL iken
bu sayı 2013’te 41 olarak gerçekleşti.
Bu arada bu yılın 4 Mayıs günü müzelere giren
kişi sayısı 113.233 ile günlük girişin en
yüksek olduğu gün olarak gerçekleşti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, yabancı ziyaretçiler
için çıkardığı "Museum Pass İstanbul" kart
satışlarının da bir önceki yılın aynı dönemine göre
dört kat arttığı bildirildi.
Turizm Gazetesi, 26.05.2013
|
ÇİN'DE 20 ANTİK MEZAR BULUNDU
Çin'in güneybatısında yer alan Çongçing
kentindeki Üç Boğaz Barajı yakınlarında 20 antik
mezarın gün ışığına çıkarıldığı bildirildi.
Çongçing Kültür Mirasları ve
Arkeoloji Enstitüsü, Yangzı nehrinin yanındaki
Maanşan bölgesinde Han Hanedanlığı (MÖ. 202-MS. 220)
dönemine ait antik mezarların bulunduğunu duyurdu.
Mezarlarda 430'dan fazla seramik, bronz ve demir
eşya olduğu açıklandı.
Kalıntıların, dönemin mezar adetleri ile Han
Hanedanlığı'nın sosyo-ekonomik durumunun anlaşılması
açısından önemi olduğuna dikkati çekildi.
Cnn Türk, 26.05.2013
|
DOĞANÇAY'IN SIR ESERLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
New
York'un ünlü sanat müzesi Metropolitan, geçtiğimiz
günlerde 143 yıllık tarihinde ilk kez bir sanatçı
onuruna davet verdi. Türk çağdaş resim tarihinin
önemli isimlerinden biri olan Burhan Doğançay için
verilen bu davete sanatçının ailesi ve eşi
Angela'nın yanı sıra ABD'li koleksiyonerler,
küratörler ve yazarlar da katıldı. Bu yıl
kaybettiğimiz ustanın en büyük hayali, kendi
birikimleriyle kurduğu bir müzenin gelecek nesillere
aktarılmasıydı. Bu nedenle 2004'te açtığı Doğançay
Müzesi'nde giriş ücreti alınmamasına karar vermişti.
Bu özel müzenin nasıl ayakta kaldığına ilişkin
konuştuğumuz Müze Müdürü Bergin Azer, hem yeni
projelerini anlattı hem de iş dünyasının sanata
destek vermesi gerektiğinin altını çizdi.
SERGİYE HAZIRLANIYORUZ
Bergin Azer, önümüzdeki yıl içerisinde açılacak bir
sergi üzerinde çalıştıklarını söyledi. Azer, "Burada
sergilenecek olan eserler, arşivimizde yer alan
ancak daha önce hiç görülmemiş eserlerden oluşuyor.
Serginin yurtdışında da yapılması için çalışıyoruz"
dedi.
İŞADAMLARININ SANATA DESTEK VERMESİ ŞART
Doğançay Müzesi yurtiçi ve yurtdışındaki
önemli resim ve fotoğraf sergileri üzerinde de
çalışıyor. Azer, bu noktada işadamlarının desteğinin
çok önemli olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Guggenheim
Müzesi'nin eski direktörü Thomas Messer'in dediği
gibi 'Evvela seni ailen, sonra ülken desteklemeli,
sanatçı, desteksiz ne kadar üretken olabilir ki?"
RESİM YARIŞMALARI HALA DEVAM EDİYOR
Burhan Doğançay resim yarışmaları
ünlü ustanın yokluğunda da devam ediyor. Bu ay
9'uncusu gerçekleşecek olan yarışmanın sonuçları 28
Mayıs'ta açıklanacak. Azer, "Burhan Bey'in resim
yarışmasını düzenleme hedefi çocukların sanata olan
ilgilerini artırarak, plastik sanatlara daha duyarlı
bireyler yetiştirmekti" dedi.
TÜRKİYE'NİN İLK KİŞİSEL MÜZESİ ÜCRETSİZ
Burhan Doğançay'ın en büyük hedefi sanatın
gelecek nesillere aktarılmasıydı. Bu nedenle
Beyoğlu'nda Türkiye'nin ilk kişisel özel müzesini
kurdu. Ancak giriş ücreti bile almayan müzenin
yaşaması için desteğe ihtiyacı var.
Sabah, Haber: Burcu
Aldinç, 26.05.2013
|
III. RICHARD'IN NASIL GÖMÜLDÜĞÜ ORTAYA ÇIKTI
İngiltere’de bir otoparkta bulunan III.
Richard'a ait iskeletin incelenmesi sonucunda,
Kral'ın cüssesinden küçük bir mezara aceleyle
gömüldüğü anlaşıldı.
Leicester Üniversitesi'nden arkeologlar ve
yetkililerin araştırması sonucu bir otoparkta
bulunan III. Richard'a ait ceset, 527 yıl önce
ölen Kral'ın son dakikalarında neler yaşadığına
da açıklık getirdi.
Ülkeyi 1483 yılından hayatını kaybettiği
1485’teki Bosworth Field Savaşı’na kadar III.
Richard’ın cesedinin ellerindeki bağlar
çözülmeden, küçük bir mezara sıkıştırılarak
konduğu görüldü.
Yetkililer, mezarın baklava biçiminde ve Kral'ın
boyundan kısa olduğunu belirtti.
DİNİ TÖREN BİLE YAPILMADI
Kral'ın başının köşelerden birine dayalı
olduğu mezarda kefen veya tabut bulunmadığı ve
cesedin aceleyle, muhtemel dini tören bile
yapılmadan gömüldüğü de ortaya çıktı.
III. Richard'a ait kemikler, Ağustos 2012'de,
Leicester'deki bir otoparkın altında bulunmuş,
iskeletten alınan DNA örnekleri, Kraliyet
ailesinin DNA örnekleriyle örtüşmüştü.
İskelette sekizi kafatasında olmak üzere 10
yaralanma tespit edilmişti.
ANTIQUITY'DE YAYIMLANDI
Keşfi bilim insanlarını ve tarihçileri oldukça
heyecanlandıran cesedin nasıl gömüldüğüne dair
bu yeni bilgiler Antiquity isimli gazetede
yayımlandı.
Kral Üçüncü Richard, Leicester’dan Bosworth’a
savaşa gitmiş ve 22 Ağustos 1485’te 32
yaşındayken savaşta hayatını kaybetmişti. Son
Plantagenet kralı olan Richard’ın ardından VIII.
Henry ile birlikte Tudor hakimiyeti başlamıştı.
Bazı tarih anlatılarında Richard’ın cansız
bedeninin savaş alanında soyulduğu, bir at
sırtında Leicester’a getirildiği ve kasabanın
ortasında dolaştırılarak aşağılandığı da
anlatılıyor.
III. Richard'ın mezarı, etrafındaki kilisenin
yıkılmasıyla 16. yüzyılda kaybolmuştu. Kralın
kemiklerinin Leicester Katedrali'ne yapılacak
mezara konulması planlanıyor.
Hürriyet, 25.05.2013
|
FENER-BALAT DÖNÜŞÜMÜNE YARGI ENGELİ
İstanbul 1. İdare Mahkemesi, 1/5000 ölçekli
Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nda projenin
işlendiği alan hakkında “Şehircilik ilkelerine,
planlama esaslarına, kamu yararına ve hukuka
uygun değil” diyerek yürütmeyi durdurma kararı
verdi. Kararda, projenin bölgenin sosyal
yapısını değiştireceği, planda mevcut nüfusun
nereye taşınacağı ve bu nüfusun ihtiyaçlarının
nasıl karşılanacağının açıklığa
kavuşturulmadığı, ayrıca bu alanda yenilemenin
zorunlu olup olmadığının tartışılmadığı
belirtildi.
‘Yargının işlediği yer’
278 bin metrekarelik alanda butik otel, rezidans
ve ofis yapılmasını öngören proje, 2012
Haziran’da ‘hukuka, kamu yararına, şehircilik
ilkelerine ve planlama esaslarına’ uygun
bulunmayarak İstanbul 5. İdare Mahkemesi
tarafından iptal edilmişti. Ekim ayındaysa proje
kapsamında kalan 20 ada hakkında Bakanlar
Kurulu’ndan acele kamulaştırma kararı çıkmıştı.
Mahalleli, acele kamulaştırma kararı hakkında da
dava açmıştı.
Fener-Balat Kültür Mirasını Koruma Derneği’nden
ve davacılardan Çiğdem Şahin, “İstanbul’da
birçok tarihi alan acımasızca yok edilirken
Fener- Balat yargının işlediği nadide
örneklerden. Projeyi iptal davasını da
kazanmıştık. Acele kamulaştırma kararına karşı
açtığımız davadan da olumlu sonuç bekliyoruz.
Süreci idare edenlere mesaj olsun bu kararlar”
dedi.
Fatih Belediyesi’nin
AB ’nin 7 milyon
euro hibesi ile 2003-2008 arasında restore
ettiği bazı tarihi binalar da proje kapsamında
yıkılacaklar arasında.
Radikal, Haber: Elif İnce, 25.05.2013
|
TARİHİ NAMAZGAH İBADETE AÇILDI
İstanbul'un fethinin 560. yıl dönümü etkinlikleri
kapsamında Beykoz Belediyesi'nce çevre düzenlemesi
yapılan Anadolu Hisarı'ndaki tarihi namazgah ibadete
açıldı. Tarihi namazgahta cuma namazını kıldıran
Beykoz Müftüsü Hüseyin Demirtaş, cuma hutbesinde,
İstanbul'un fethine değindi.Vatandaşlar, namazgahta
yaz aylarında cuma namazı kılabilecek.
Sabah, 25.05.2013
|
OK, MEYDANINA DÖNÜYOR
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından
Okmeydanı'nda tarihi temelleri üzerinde yeniden inşa
edilen Okçular Tekkesi, okçuluk merkezi olarak
hizmet verecek. İstanbul'un Fethi'nin 560. yıldönümü
olan 29 Mayıs'ta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
tarafından açılışı yapılacak tesiste, Fetih Kupası
düzenlenecek. Turnuvada, aralarında dünya ve
olimpiyat şampiyonları da olan dünyanın önde gelen
16 okçusu yarışacak.
ÇARPIK KENTLEŞME YOK ETTİ
Sultan 2. Beyazıd döneminde Okmeydanı'nda kurulan
Okçular Tekkesi, özellikle 1950'lerden sonra yaşanan
plansız kentleşme sonucu kayboldu. Sadece temel
kalıntıları, minarenin ve namazgahın bir kısmı
ayakta kaldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi,
2007'de bu yapıyı ihya etmek için çalışma başlattı.
İlk etapta bölgedeki 40 gecekondu yıkıldı. Tarihi
yapının aslına uygun olarak yeniden inşa edilmesine
ve okçuluk sporu için bir tesis yapılmasına karar
verildi. 15 bin metrekarelik alan inşa edilecek
yapının projesini, mimar Sinan Genim hazırladı.
Okçular Tekkesi yanında, 1624 yılında Gürcü Mehmet
Paşa tarafından yaptırılan, bir minber ve mihraptan
oluşan namazgah da çalışmalar kapsamında ele alındı.
Tesis, başta okçuluk olmak üzere ata sporları ile
ilgili gençlere eğitim vermeyi amaçlayan Okmeydanı
Spor ve Eğitim Vakfı'na tahsis edildi. Vakfın
Yönetim Kurulu Üyesi Ebru Ekşioğlu, vakıf olarak
Okçular Vakfı Spor kulübü'nü kurduklarını, bu
kulüpte gençlere ücretsiz okçuluk eğitimi
vereceklerini açıkladı. Ekşioğlu, tesiste Okçuluk
Milli Takımı'nın kamp yapabileceğini ve ilerde
Türkiye şampiyonlarının düzenlenebileceğini söyledi.
Sabah, Haber: Hasan
Ay, 25.05.2013
|
OSMANLI'NIN 'ARZ ODASI' YENİLENDİ
Osmanlı
İmparatorluğu'nun yönetildiği İstanbul'daki Topkapı
Sarayı'nın 'Arz Odası' restore edildi. 616 bin lira
harcanarak orijinal dokusuna kavuşan odada, Osmanlı
İmparatorluğu devlet görüşmelerini yapıyordu.
İstanbul İl Özel İdaresi tarafından 2011 yılında
başlatılan restorasyon çalışmaları sarayın en özel
alanlarından birini kapsadığı için çok titiz bir
şekilde yürütüldü. Topkapı Sarayı'nın üçüncü büyük
kapısı Babüssaade'den girilince hemen karşıda yer
alan odanın, döneminde devlet görüşmelerinin
yapıldığı ve önemli konukların ağırladığı alan
olduğu biliniyor. Dönemin ihtişamını ve göz alıcı
havasını geleceğe taşımak için özenli bir çalışma
yürüten restorasyon ekibi, yapının eski
fotoğraflarından da yararlandı. Ön yüzdeki değerli
çini ve levhaların bulunduğu alan, kalem işleri ve
maruzat kapısı bölümlerindeki çini panoları aslına
uygun olarak yenilendi.
Çalışmalar sırasında dış cephe üzerinde daha önce
yapılmış sıvama nedeniyle ortadan kaybolan kalem işi
izlerine de rastlandı. Bu bölümde yer alan kalem işi
örnekleri de yenilerek eserin kaybolmuş önemli bir
parçası da yenilenmiş oldu.
DİNLEMEYE KARŞI ZAMANIN ÖNLEMİ ÇEŞME
Günümüzde de büyük önem verilen devlet işlerinde
gizliliğin sağlanması için Osmanlı Sarayı'nda da
bazı tedbirler alındığı biliniyor. Bunun için Arz
Odası'nın tek parçası olan çeşmenin de bu amaçla
yapıldığı ve su sesi ile odada konuşulanların
dışarıdan duyulmasının engellenmesinin amaçlandığı
tahmin ediliyor. Bu çeşme de çalışma kapsamında
yenilendi.
Arz Odası'nın Fatih Sultan Mehmet zamanında
yapıldığı tahmin ediliyor. Tanzimat dönemine kadar
Osmanlı padişahlarının devlet görüşmelerini yaptığı
küçük bir salona sahip olan yapının içinde III.
Mehmet tarafından yaptırılan bir taht bulunuyor.
Tahtın üzerindeki süslemeler ve odanın perdelerinden
eşyalarına kadar bütün unsurları inci ve zümrüt
taşlarıyla süslenmiş. Tahtın yanında bronzdan
yapılmış süslü bir ocak bulunuyor. Babüssaade
tarafındaki 'Maruzat Kapısı', soldaki kapı ise
'Pişkeş Kapısı' olarak adlandırılıyor. Dışarıdan
gelen ve huzura kabul edilecek olanlar Maruzat
kapısından girerlerdi. Elçilerin sundukları
hediyeler de soldaki ikinci kapıdan içeri alınırdı.
Zaman, Haber: Orhan Fırat, 25.05.2013
|
O KULELER İÇİN YIKIM KARARI
İstanbul 4. İdare Mahkemesi Zeytinburnu
Kazlıçeşme'de yükselen Onaltıdokuz isimli projenin
ruhsatının yasa dışı olduğuna karar verdi. Şirket
yetkilileri karara itiraz edeceklerini söyledi.
Yusuf Özden isimli vatandaş İstanbul İdare
Mahkemesi'ne yaptığı başvuruda Büyükşehir ve
Zeytinburnu belediyeleri tarafından yapılan imar
planlarının ve bu plan çerçevesinde verilen inşaat
ruhsatının iptalini istemiş, yapıların İstanbul İmar
Yönetmeliği'ne aykırı inşa edildiğini, yapının
İstanbul şehrinin tarihi ve kültürel siluetini
bozacağını belirtmişti. Bilirkişiler de yapının
yasadışı olduğunu belirtmişti. Bilirkişi raporunda,
gökdelenlerle ilgili "Daha önce 1 olan emsalin 2.5'e
çıkarılıp İmar Yasası'na aykırı hareket edildiği;
Dünya Miras Alanı Tampon Bölgesi sınırı içinde yer
aldığı; bu sınır içinde Güney-Batı yönünde bulunan
'bakı noktası'nın kapsadığı İstanbul Kara Surlarının
siluet içinde kaldığı, (inşaatın) tarihi silueti
olumsuz etkileyip kamu yararı taşımadığı"
belirtilmiş ve ruhsatın hukuka aykırı olduğu ifade
edilmişti. Dosyayı görüşen mahkeme, oybirliği ile
verdiği kararda, planlar ve dolayısıyla yapı
ruhsatının hukuka aykırı olduğuna karar verdi.
Kararda şöyle denildi: "Dava konusu planlar ile
taşınmaz için öngörülen yapılaşma şartlarının çevre
yapılaşma şartlarına oranla yüksek olması nedeniyle
planlarda olması gereken bütünlük ve kapsamlılık
ilkelerine aykırı olduğu gibi planlama esasları ile
örtüşmediği taşınmaz üzerine inşa edilen yapıların
Tarihi Yarımada bölgesinin tarihi ve kültürel
kimliği ve Türkiye'nin uluslararası sözleşmeler ile
korumayı taahhüt ettiği dünya mirası alanında
olumsuz bir durum ortaya koyduğu Dünya Mirası Alanı
Koruma İlkeleri ve Ulusal Koruma ölçütleri ile
uyuşmadığı anlaşıldığından dava konusu planların
şehircilik ilkeleri planları esas ve teknikleri ile
kamu yararına aykırı olduğu sonucuna varılmıştır."
Başbakan Erdoğan söz konusu yapı ile ilgili yaptığı
açıklamada Onaltıdokuz'un sahibini uyardığını fakat
kendisini dinlemediği için 5 yıldır konuşmadığını
belirtmişti.
Sabah, Haber: Nazif
Karaman, 25.05.2013
******
ONALTIDOKUZ'UN
KADERİ BELİRSİZ
Zeytinburnu’nda tarihi silueti etkileyen 3
gökdelen için
İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin verdiği karar
büyük yankı uyandırdı. Mahkeme, kamu yararı
olmadığını ve İstanbul’un tarihi ve kültürüne
olumsuz etki yaptığına hükmettiği gökdelenlerin
yapımına onay veren imar planlarını iptal etti. Bu
karar bir yıkım kararı değil. Zaten açılan dava da
yıkım kararı için değildi. Gökdelenlerin yapımına
onay veren 1/1000 uygulama imar planı ile 1/5000
ölçekli nazım imar planlarının iptaline yönelikti.
Dolayısıyla bu planlara göre verilen inşaat
ruhsatını mahkeme iptal etti. Danıştay’ın da mahkeme
kararını onaması halinde ‘Onaltıdokuz Kuleleri’
kaçak duruma düşecek. Böylelikle binaların yıkımının
önü açılacak. Sonraki aşamada İstanbul Büyükşehir
Belediyesi (İBB) isterse binaları baştan sona
yıkabilir. Ya da bir kısmını tıraşlatarak,
mahkemenin itiraz ettiği imar yasasına uygun hale
getirilebilir.
Şirket itiraz edebilir
Gökdelenlerin sahibi Astay Gayri menkul İnşaat
Şirketi’nin itiraz hakkı da var. Şirket, “Ben
planlara uygun inşaat yaptım. İnşaat yapma ruhsatımı
da İBB ve Zeytinburnu Belediyesi’nden aldım. Hukuka
aykırı işlemim olmadı. Zararımızı kim
karşılayacak’?” diyerek tazminat isteyebilir. Kaldı
ki 4. İdare Mahkemesi’ndeki savunmasını da şirket
bunun üzerine kurdu ve özetle şöyle dedi: ‘‘771 ada
12 parsel sayısında kayıtlı taşınmaz için hazırlanan
planlar ve düzenlenen inşaat ruhsatı nedeniyle
hukuki, güncel ve meşru bir menfaatin ihlal
edilmemiş olduğu açıktır.’’ İBB ya üç gökdelen kaçak
duruma düşeceği için tazminatı göze alıp yıkım
kararı alacak ya da binalara iskan ve oturma izni
vermeyecek. Şirket böyle bir durumda rezidanslar ve
oteli işletemeyecek. Özetle bundan sonraki süreç
oldukça karmaşık.
Sonu Park Otel gibi mi olacak?
Kulelerin içindeki durum Taksim’in göbeğinde
yükselen ‘Park Otel’ ve Dolmabahçe’nin sırtına
hançer gibi saplanan Gökkafes için de yaşanmıştı.
Park Otel 1979’da yıkılarak yerine 23 katlı yeni bir
bina yapılmıştı. 1989’da Mimarlar Odası ve dönemin
İBB Başkanı Nurettin Sözen’in, ‘kentin siluetini
bozduğu’ gerekçesiyle açtığı davalar sonucu 18 katı
inşa edilen otelin yapımı yanındaki Alman
Konsolosluğu’nun hizasına getirilme talebiyle
durduruldu. 1993’te otelin 10 katı yıkıldı ve
yüksekliği konsolosluğun seviyesine getirildi. Uzun
yıllar da otopark olarak kaldı.
Şimdi sırada neler var?
Şişli likör fabrikası arazisine yapılan 157 metre
yüksekliğindeki iki gökdelen için İstanbul 6. İdare
Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı aldı. Gerekçe
emsal artışlarından kaynaklı şehircilik ilkelerine
uymaması. Yanında yapımına izin verilen eski Ali
Sami Yen Stadı’ndaki gökdelenler için de Mimarlar
Odası’nın açmış olduğu dava sürüyor.
Beşiktaş Dolmabahçe Sarayı’nın yanında
Başbakanlık ofisine komşu ve geçen günlerde açılan
Shangri-La Bosphorus Oteli’nin yapıldığı eski tütün
deposu ile ilgili de mahkeme sürüyor. Boğaziçi İmar
Yasası’na, 2863 sayılı eski eserlerin korunması
hakkındaki kanuna aykırı yapılan inşaatın da yıkımı
gündeme gelebilir.
134 metrelik kanunsuz yapı
Gökkafes İstanbul’un orta yerinde 134 metrelik
kanunsuz bir yapı. Sultan Abdülhamit, 1908’de
tapuya, “Dolmabahçe vadisinde, Taşkışla, Gümüşsuyu
ve Maçka askeri kışlalarıyla İstanbul’a havagazı
dağıtan Gazhane tarafından çevrelenen araziye
güvenlik gerekçesiyle inşaat yapılamaz” kaydı
koydurdu. Araziyi sekiz ayrı kişiden 159 milyon
liraya alan Mustafa Süzer, şerhi kaldırdı. Ancak
‘her türlü tapu kaydı mahkemece değiştirilir’
kuralına uyulmadı. İnşaat projesi 1983’te önce 24.5
metrelik bina için onaylandı. Nurettin Sözen’in
başkanlığı döneminde yan parsellere tecavüz edildiği
gerekçesiyle inşaat mühürlendi.
Beyoğlu Belediyesi’nin hukukçuları Abdülhamit
şerhinin tapuya konulması için yeniden mahkemeye
başvurdu. Bir gecede arazi Şişli Belediyesi’ne
geçirildi.
Radikal, Haber:
Ömer Erbil, 26.05.2013
|
AFYONKARHİSAR'DA YERALTI ŞEHRİ BİLMECESİ
Afyonkarahisar'ın Çobanlar
İlçesi'ne bağlı
Kocaöz beldesinde 2003 yılında çiftlik yapımı
için kazılan temel esnasında bulunan yeraltı
şehrinin girişi, 10 yılda el atılmadığı için
bakımsızlıktan çökerek toprak altında kaldı.
Afyonkarahisar'un Çobanlar
İlçesi
Kocaöz beldesi yakınlarında 2003 yılında bir
vatandaşa ait arazide çiftlik yapımı için temel
kazılması sırasında tesadüf eseri bulunan ve MS 2.
veya 4. yüzyıllara ait olduğu belirlenen yeraltı
şehrinin girişi bakımsızlık ve ilgisizlikten dolayı
çöktü. 2003 yılında bulunan yeraltı şehrinde
incelemelerde bulunan
Afyonkarahisar Arkeoloji Müzesi yetkilileri,
yeraltı şehrinin ilk iki katına bakılabildiğini, ama
şehrin kaç kat olduğunu yapılacak temizleme
çalışmaları sonrası ortaya çıkacağını açıklamıştı.
Ancak aradan geçen 10 yılda herhangi bir çalışma
yapılmayınca yeraltı şehrinin giriş kısmı çökerek
toprak altında kaldı.
Çobanlar Belediye Başkanı
Salih Alaka, bulunan yeraltı şehrinin tamamen
gün yüzüne çıkartılması için kendilerinin de çaba
sarf ettiklerini söyledi. Yeraltı şehri için ödenek
geldiğinde arkeolog bulunamadığını, arkeolog
bulunduğunda ise ödeneğin başka yerleri
aktarıldığını kaydeden Başkan Alaka, bu yüzden
tarihi yapıda gerekli çalışmaların yapılmadığını
söyledi.
İl Genel Meclis Başkanı
Salih Sel ise, yeraltı şehrinin girişinin
kapandığından bilgilerinin olmadığını, ancak
önümüzdeki günlerde İGM komisyonları aracılığı ile
bölgede gerekli incelemeleri yaptıracaklarını
belirtti.
Afyonkarahisar Müze Müdürü Mevlüt Üyümez de, söz
konusu yerde gerekli arkeolojik kazıların yapılması
için ilgili bakanlıklara yazıların yazıldığını,
ancak eleman eksikliğinden dolayı gerekli
çalışmaların bir türlü başlatılamadığını ifade etti.
Yeraltı şehrinin hemen
yanı başında çiftlik ve besihanesi bulunan
vatandaşlar, yeraltı şehrinin bulunmasından dolayı
ilk başlarda çok mutlu olduklarını, 2003 ve devam
eden bir iki yıl içerisinde birkaç kez yetkililerin
bölgeye gelerek inceleme yaptıklarını kaydettiler.
Fakat daha sonra kimsenin gelip gitmediğini söyleyen
çiftlik sahipleri, yeraltı şehrinin bulunan
girişinin bir yıl kadar önce üzerine toprak çökmesi
sonucu kapandığını belirttiler.
Tesadüf eseri ortaya
çıkarılan yeraltı şehrinin
Bolvadin
Kemerkaya yeraltı şehri ile aynı özelliklerde
olduğu öğrenildi. Şehrin
Roma İmparatorluğu döneminde büyük işkenceler
yaşayan Hristiyanlar tarafından yapıldığı tahmin
ediliyor.
haberler.com, 25.05.2013
|
KANALİZASYON KAZISI TARİHİ MEZARI ORTAYA ÇIKARDI
Bolu Belediyesi
ekiplerince kanalizasyon çalışması sırasında 17 gün
önce ortaya çıkarılan Roma dönemine ait mezarda
yapılan kazıda 3 iskelet bulundu.
Tabaklar
Mahallesi Ali Rıza Tekemen Caddesi'nde belediye
ekiplerince yürütülen kanalizasyon çalışması
sırasında 8 Mayıs'ta bulunan tarihi mezar, Bolu
Müze Müdürlüğü yetkililerine bildirildi.
Ekiplerin çalışmaları durdurmasının ardından
Ankara 1 Numaralı Koruma Bölge Kurulundan alınan
izinle kurtarma kazısına başlandı.
Bolu
Müze Müdürü Mustafa Güneş, gazetecilere yaptığı
açıklamada, Roma dönemine ait olduğu tespit
edilen mezardan 3 iskelet ile bir bronz sikke,
bir esans kabı ve bir adet cam parfüm şişesi
çıkardıklarını söyledi.
Mezarın 3. yüzyıla ait olduğunun
belirlendiğini kaydeden Güneş, şunları dile
getirdi:
"Kazı çalışmalarını yürüttüğümüz saha 3.
derece arkeolojik sit alanı olarak koruma altına
alınmış. Bu alanda Bolu Belediye Başkanlığınca
atık su ve yağmurlama kanal kazısı yapıldı. Kazı
çalışmaları denetimimiz altında
yürütülmekteyken, bir mezara ait olduğunu
düşündüğümüz kapak taşları tespit edildi.
Tespitimiz üzerine kazı çalışmasını durdurarak
konuyu Ankara 1 Numaralı Koruma Bölge Kuruluna
ilettik. Koruma kurulundan kurtarma kazısı
ruhsatı alarak bugün itibari ile kazı
çalışmalarına başladık. Yol kotundan 170
santimetre derinlikte üzeri iki blok taşla
kapatılmış, Roma dönemine ait olduğunu tahmin
ettiğimiz, tuğladan yapılmış bir mezar açığa
çıkardık. Bin 700 yıllık olduğunu tahmin
ettiğimiz mezarda 3 iskelet tespit ettik." .
Güneş, mezardan çıkan eser ve iskeletlerin
Bolu Müze Müdürlüğü'ne götürüleceğini sözlerine
ekledi.
Haber 7, 25.05.2013
|
|
JOHN CONSTABLE TABLOSU YABANCIYA GİTMEDİ
Manzara resimleriyle tanınan Britanyalı Romantik dönem ressamı John Constable’ın 1831 tarihli başyapıtı “Salisbury Cathedral the Meadows” (Çayırdan Salisbury Katedrali) 23.1 milyon sterlin (yaklaşık 65 milyon lira) karşılığında Tate Museum tarafından satın alındı.
30 yıldır The National Gallery’de emanet duran tablo, İngiltere dışına satılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Tate Britain Direktörü Nicholas Serota tablonun müzeye kazandırılmasıyla ilgili açıklamasında; “Bu, 19’uncu yüzyıl İngiliz resminin mükemmel örneklerinden biri ve her kuruşu hak ediyor” dedi.
John Constable, Salisbury Katedrali’ni Avon Nehri’nden fırtınalı bir havada ve çarpıcı bir gökkuşağıyla tasvir etti. Bu 19’uncu yüzyıl başlarında politik önemini yitiren İngiltere Kilise’nin uyguladığı baskının bir metaforu olarak yorumlanıyor.
Akşam, 24.05.2013
|
DOĞALGAZ ÇALIŞMALARINDA TARİHİ MEZARLAR BULUNDU
Düzce'nin Çavuşlar Mahallesinde doğalgaz kazısı sırasında tarihi mezarlar bulunuldu.
Beyciler Çavuşlar Mahallesine doğalgaz hattı çekilmesi için çalışma başlatıldı. Çavuşlar merasının kenarından geçmek üzere kazı çalışmalarına başlandı. Bir süre kazı yapıldıktan sonra mezara rastlandı. Pişmis tuğlalardan yapılmış mezarın çıkması üzerene Konuralp Müze Müdürlüğü'ne haber verildi ve mezarın çıktığı alan koruma altına alınarak elle kazılar yapılarak mezarın tam olarak ortaya çıkması sağlandı.
Edinilen bilgiye göre Roma dönemine ve 2000 yıllık olduğu tahmin edilen mezarın pişmiş tuğlalardan yapılmış olması nedeniyle kral veya aristokratlar ait değil de, avam halk olarak tabir edilen sınıfa ait olduğu tahmin ediliyor.
haberler.com, 24.05.2013
|
|
|
SİT ALANINA KAÇAK KAZI BASKINI
Saruhanlı İlçesi'nde, birinci derece arkeolojik sit alanı içinde kalan zeytin tarlasında, define aramak amacıyla kepçeyle kaçak kazı yaptığı iddia edilen 4 kişi gözaltına alındı.
Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Saruhanlı İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, Gökçeköy beldesinde birinci derece arkeolojik sit alanı olan Asaraltı mevkiinin içinde kalan zeytin tarlasında, kepçeyle kazı yapan 4 kişiyi yakaladı. Tarlada define bulmak amacıyla kaçak kazı yaptıkları ileri sürülen tarla sahibi Ş.A., kepçe şoförü Y.C. ve yanlarında bulunan H.Ü. ile B.A. gözaltına alındı.
Arazide 2 metre derinliğinde kazı yapıldığını belirleyen jandarma, bu kazıda herhangi bir tarihi bulguya rastlanmadığını belirtti. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.
Star Gündem, 23.05.2013
|
'EDİRNE YENİ SARAY KAZILARI' KONFERANSI
Edirne Valisi
Hasan Duruer, "Edirne
Sarayı'nın mutfak kısmını, saray kazılarından
çıkan eserlerin rölevelerinin ve eski
fotoğraflarının sergilendiği bir müze haline
getirebiliriz" dedi.
Duruer,
Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nce,
Devecihan Kültür Merkezi'nde düzenlenen "Edirne
Yeni Saray Kazıları" konulu konferansta yaptığı
konuşmada, restorasyonu tamamlanan
Edirne Sarayı Matbah-ı Amire'nin (Saray
Mutfağı) aktif olarak kullanılması gerektiğini
söyledi.
Mutfak bölümünün,
sarayın tanıtımı amacıyla kullanılabileceğini
belirten Duruer, "Edirne
Sarayı'nın mutfak kısmını, saray kazılarından
çıkan eserlerin rölevelerinin ve eski
fotoğraflarının sergilendiği bir müze haline
getirebiliriz. Bunu çok rahatlıkla yapabiliriz.
Çok modern bir müze olabilir. İnsanlar da eski
sarayın ne halde olduğunu görebilirler" dedi.
Cihannuma Kasrı'nın,
sarayın önemli yapılarından biri olduğunu ifade
eden Duruer, kasrın röleve, restorasyon ve
restitüsyon projelerinin bir an önce kuruldan
geçmesi gerektiğini kaydetti.
Rölevelerin istenilen
sürede hazırlanmadığını ifade eden Duruer,
"Bildiğim kadarıyla 60 veya 90 günde ihale
edilmesi gereken röleve, 6 yılda çıkmadı. Aynı
konu
Enez'deki
Fatih Camisi için de geçerli. 60 gün süre
verilmesine rağmen 6 yılda bu teslim edilmedi.
Burada en büyük sıkıntı müteahhitlerde değildir.
En büyük sıkıntı idarelerde, aynı zamanda
kontrolörlerdedir. Kontrolör eğer iyi kontrol
ederse, müteahhit adımını atamaz, kımıldayamaz.
Ama biz kontrol etmediğimiz için, işi
bilmediğimiz için müteahhidin insafına
bırakıyoruz. Yapılan bir işin düzgün yapılması
lazım. Yapılmıyorsa da hiç yapmayalım o şekilde
kalsın" diye konuştu.
Edirne Sarayı
Kazı Başkanı ve Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık
ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr.
Mustafa Özer de Tarihi
Kırkpınar Yağlı Güreşleri'nin, düzenlendiği
Sarayiçi ile özdeşleşmiş durumda olduğunu
belirtti. Güreşlerin yapıldığı stadyumun,
sarayın has bahçesinin üzerine kurulu olduğunu
ifade eden Özer, şunları kaydetti:
"O günkü şartlarda boş
bir alan olduğu için uygun görüldü belki ama
yılda sadece 3 gün kullanılıyor. Cuma namazından
sonra pehlivanlar çayıra çıkıyor. Cumartesi
güreşleri ve pazar günkü finalle beraber
tamamlanıyor. Saray alanı,
Kırkpınar güreşlerinden dolayı otopark
olarak da kullanılıyor. Bizim önerimiz, Kanuni
Köprüsü'nün yanındaki boş araziye araçların park
edilmesi şeklinde. Bunun aslında yıl boyunca
olması gerekir. ve bu araçların oraya park
edilip, insanların yürüyerek sarayı tanıması ve
yorulduklarında dinlenerek daha fazla vakit
geçirmeleri sağlanabilir."
Enez Arkeolojik Kazı Başkanı
Prof.Dr. Sait
Başaran da
Enez Kalesi'ndeki kazıların 35 yıldır
sürdüğünü söyledi.
İstedikleri yerde kazı
yapma şansı bulamadıklarını belirten Başaran,
"Ancak kamuya ait yerlerde veya izin aldığımız
durumlarda bazı bahçelerde kazı yapma imkanı
buluyoruz.
Enez antik kentin yapılarını bulma şansımız
hemen hemen yok gibi. Ancak bazı kazılar
sırasında, temel hafriyatları sırasında bazı
buluntulara ulaşabiliyoruz" dedi.
haberler.com, 23.05.2013
|
YENİDEN GÜN YÜZÜNE
ÇIKIYOR
Aksaray Belediye Başkanı
Nevzat Palta, Selçuklular döneminden kalma tarihi
hamamı yeniden Aksaray'a kazandırmak için yapılan
çalışmaları yerinde inceledi.
Eski Milli Eğitim
Müdürlüğü karşısında yıllardır atıl vaziyette
bulunan İkinci Kılıçaslan hamamını orijinal dokusu
ile yeniden gün yüzüne çıkarılması için çalışma
başlatan Belediye Başkanı Nevzat Palta, Yard. Doç.
Dr Osman Nuri Dülgerler, Aksaray Müze Müdürü Yusuf
Altın ve Arkeolog Fariz Demir ile birlikte kurtarma
kazısı yapılan tarihi hamamda ve çevresinde inceleme
yaptı.
Palta, hamamla ilgili
yaptığı açıklamada şunları söyledi:
"Bu hamam Selçuklu
dönemine ait 1200'lü yıllara yakın döneme ait 800
yılın üzerinde tarihi bir eserin ortaya çıkarılması
ile ilgili çalışmaları yakinen izliyoruz. Burası
benim ilk göreve geldiğim günlerden beri üzülerek
baktığım hatta çöplük olarak kullanılan baliciler ve
tinercilerin mekanı olarak kullandığı bir yerdi.
Mülkiyet problemi vardı çözmek için epey uğraştık.
Belli bir zaman aldı bundan birkaç yıl önce burada
ciddi bir imar uygulamasıyla bütün küçük hisseleri
aldık başka yere taşıdık ve sonuçta Aksaray
belediyesine burayı kazandırmış olduk. Mülkiyeti
bize geçtikten sonra buranın restore edilmesiyle
ilgili çalışmalara başladık. İlk aşamada kazı
çalışmasına fiili olarak başladık. İnşallah, kısa
bir süre içinde temenni ediyorum ki kazı çalışmaları
biter. Kazı bittikten sonra hemen akabinde
projelendireceğiz. Onun hemen arkasında da Allah
nasip ederse buranın restorasyon ihalesini yapıp bu
tarihi eserimizi sadece Aksaray'a değil dünyaya
kazandıracağız. Çünkü bu sadece Aksaray'ın değil
dünyanın mirası Sonuçta burayı kazandıracağız. Belki
hamam olarak kullanılmayabilir ama bir müze olarak
veya başka bir amaçla kullanılabilir. En azından
tarihi eserimizi ortaya çıkartmış oluruz diye
düşünüyorum. Burası kadınlar hamamı ve erkekler
hamamı olarak Türkiye'de bir ilk, İnşallah, İçini
gezdim detayları gördüm. Hakikaten o yıllarda
yapılırken müthiş bir ufuk müthiş bir teknoloji
kullanılmış. İnşallah, bizde bunu hemşerilerimize
kazandırmış olacağız. Burada emeği geçenlere
teşekkür ediyorum."
Aksaray Kent Haber,
22.05.2013
|
19 - 25 Mayıs 2013
|
PROF.DR. TACİSER TÜFEKÇİ SİVAS
YAŞAMINI YİTİRDİ
Yıllardır Şarhöyük kazılarında kazı başkanlığı yapan ve önemli tarihi bulguların ele geçmesinde emeği olan Prof.Dr. Taciser Tüfekçi Sivas 20 Mayıs 2013 günü yaşamını yitirdi.
Uzun bir süredir kanser tedavisi gören Sivas, 21 Mayıs'ta 11.30’da AÜ Rektörlüğü önündeki törenin ardından, Mahmut Sami Ramazanoğlu Camii’nde öğle namazını müteakip son yolculuğuna uğurlandı.
Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi olan Sivas'ın, özellikle Şarhöyük kazıları, Yazılıkaya anıtı ve Eskişehir bölgesiyle ilgili birçok çalışması bulunuyordu.
Eskişehir’in antik tarihi ile ilgili çok sayıda bilimsel araştırması ve makalesi bulunan Sivas, çeşitli dönemlerde eskişehir anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanlığı görevini de yürütmüştü.
Taciser Tüfekçi Sivas ve eşi Hakan Sivas, 2008 yılında yayınlanan TAY Demir Çağı Yerleşme Envanteri klasörlerinin yazarlarındandı.
Başta ailesi ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü olmak üzere, tüm arkeoloji camiasına başsağlığı diliyoruz.
TAYHaber, 21.05.2013
|
|
|
YENİKÖY PARKI'NA 57 YIL
SONRA İADE-İ İTİBAR
Yeniköy Parkı’na 57 yıl
sonra iade-i itibar... 1534 yılında Şeyhülislam
Zembilli Efendi tarafından bugünkü Yeniköy Parkı’nın
içerisine hamam ve cami yapıldı. 1956 yılında yol
genişletme çalışması nedeniyle cami ve hamamın
yıkılmasına karar verildi. O zaman tartışmalar
yaşansa da kimse işin peşine düşmedi.
Yeniköy Muhtarı Engin Cevahiroğlu 6 yıl önce bir
mahalleli büyükten duyduğu bu olayın peşine gitme
kararı aldı.
3 yıl boyunca Osmanlı
arşivlerini taradı. Caminin yapıldığı tarihi ve
kimin tarafından yapıldığını öğrendi. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’ne yazı yazıldı. İBB konuyu
Kültür ve Tabiat Varlıkları’nı Koruma Kurulu’na
yönlendirdi. Kurul da ‘Fotoğraf bulursanız devreye
gireriz’ yanıtını verdi.
Muhtar Cevahiroğlu yılmadı. Eski caminin
fotoğraflarını buldu. Fotoğraflarla birlikte tekrar
kurula müracaat etti, onay alınınca parkın göbeğinde
arkeoloji kazılara başlandı. Kazı çalışmalarının
sonlanmasının ardından 1534 yılında yapılan caminin
aynısı Yeniköy Parkı’nın içerisine yapılacak.
Yıllar önce yaşlı bir
mahalle sakininin, “Bu parkta eskiden cami vardı ama
yol yapımı gerekçesiyle yıkılmak zorunda kaldı”
ifadesinin ardından arama ve incelemeyi
yoğunlaştıran Muhtar Cevahiroğlu, camiden geriye
sadece tarihi çeşmenin ayakta kaldığını söyledi.
Arşivlerde caminin fotoğrafını bulan muhtar, bölge
halkının camiye nasıl tepki göstereceğini
bilmediğini vurguladı.
Akşam, 24.05.2013
|
RESTORASYON SÜRÜYOR
Atatürk Kongre ve
Etnografya Müzesi yapılan restorasyon çalışmaları
devam ediyor.
4 Eylül Sivas
Kongresi'nin gerçekleştirildiği tarihi Kongre
Binası'ndaki restorasyon çalışmalarının yapılan
ihale ve imzalanan sözleşme sonrası başladığını
hatırlatan Ayhan, "Çalışmalar öncesinde müze
içerisinde bulunan tüm eşyalar zarar görmemesi için
başka bir alana taşındı. Tarihi binanın, dış
cephesinde gerçekleştirilecek restorasyon
çalışmaları için iskeleler kurulup vatandaşlara
zarar gelmemesi için de branda ile kaplandı. Tarihi
binanın iç ve dış cephesindeki onarımlarla birlikte
çatı bölümünde de onarım çalışmaları devam ediyor."
dedi.
Müzedeki restorasyon
çalışmalarının ardından iç teşhir, tanzim ve
seslendirme işi ile ilgili işlerinde başlayacağını
anımsatan Genel Sekreterimiz Ayhan, "Çalışmalar
kapsamında Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün
Sivas'ta kaldığı 108 gün ve Kongre Binası'nda alınan
kararlarla ilgili seslendirme sistemi kurulacak.
Sistem sayesinde kulaklıkla 4 Eylül Sivas
Kongresi'nde alınan kararlar dinlenebilecek. Tarihi
binanın iç düzenleme işlemleri de müzemize yakışır
şekilde yapılacak. Kongre Binası'nın iç dizaynı 4
Eylül 1919 ruhunu yansıtacak." diye konuştu.
Müzede devam eden
çalışmaların Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nce sürekli
mercek altında tutulduğunu da hatırlatan Ayhan,
çatıda gerçekleştirilen onarımlar sürerken yağışın
etkili olması ile birlikte tarihi binanın zarar
görmemesi için bir takım hızlı müdahaleler gerekmiş,
bunun sonucunda da istenmeyen görüntüler ortaya
çıkmıştır. Üzerinde titizlikle durduğumuz Milli
Mücadele karargahımızın dış ve iç bölümlerinde
gerçekleştirilecek çalışmaların mevsim şartları da
göz önünde bulundurularak gerekli hassasiyetin
gösterilmesi hususunda firma yetkililerine ikazlar
yapılmıştır. Restorasyon sonrası 4 Eylül Milli
Mücadele Müzesi olarak hizmet verecek olan tarihi
Kongre Binası çalışmalarının 1 yıl içerisinde
tamamlanması planlanmaktadır" diye konuştu
Sivas Kent Haber,
23.05.2013
|
UTANDIRAN PARKELER
DEĞİŞİYOR
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül’ün “Hollanda
Kraliçesi’ne gezdirmeye utandım” dediği Selçuklu
eseri Gevher Nesibe Medresesi’nin restorasyonu için
proje hazırlandı. Medresedeki restorasyonun kısa
süre içinde başlayacağı bildirildi. Restorasyonun
tamamlanmasının ardından medrese, ‘Selçuklu Müzesi’
olarak hizmet verecek.
Dünyada ilk tıp
merkezi olarak bilinen, Selçuklu hükümdarı 2’nci
Kılıçarslan’ın kızı Gevher Nesibe Sultan adına
kardeşi 1’inci Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından
yaptırılan şifahane ve medrese, Vakıflar Bölge
Müdürlüğü tarafından restore edilmişti. Ancak
hastaların kaldığı odaların zeminine laminant
döşenmesi, duvarlarına elektrik kablolarının
çekilmesi, eleştiri konusu olmuştu.
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün
eşi Hayrünnisa Gül de “Bize yurtdışından
misafirler geliyor. Mesela Hollanda Kraliçesi
geldi. Kayseri’ye götürdük kendisini. Ama ben
Gevher Nesibe’ye götüremedim. Çok mahcup oldum.
Yerlerde laminant parke, oysa oranın doğal
dokusunu görmesi lazım gelen misafirin. Baktım
bu sefer Kayseri de çok bilinçlenmişti. Gevher
Nesibe’yi restore etmeye başlamışlar. Laminant
parkeleri kaldırmışlar. Çok utanmıştım. O
atanın, o ecdanın torunları biz olamayız”
demişti.
Gevher Nesibe
Medresesi’nde restorasyon çalışması henüz
başlamadı, laminatlar henüz sökülmedi ancak
restorasyon için proje hazırlandı. Medresedeki
restorasyonun kısa süre içinde başlayacağı
bildirildi. Restorasyonun tamamlanmasının
ardından da medrese ‘Selçuklu Müzesi’ olarak
hizmet verecek.
1206 yılında yapılan ve hastaların ücretsiz,
akıl hastalarının müzikle tedavi edildiği Gevher
Nesibe Şifahanesi, Türklerin yaptırdığı 5’inci,
aynı zamanda içinde tıp eğitimin verildiği
dünyanın ilk tıp merkezi olarak biliniyor.
Hürriyet, 23.02013
|
NE BİR BİNA, NE BİR
ÇATI: O UÇUŞAN BİR HALI
Louvre Müzesi yıllar
önce çok tartışılan Cam Piramit'in yapımının 23.
yılında yine tartışılacak bir projeyi hayata
geçirdi.
Bir avlusunun üzerini uçan halı hissi yaratan cam
bir tavan ile kapladı ve içine arşivlerde beklettiği
geniş bir coğrafyaya ait pek çoğu bugüne kadar
görülmemiş, İslam'ın doğuş, yayılış ve yaşatılma
dönemi ait eserleri, çağdaş bir üslup ile
sergilemeye başladı. Mekana ait gözlemlerimi
mimarlarından gelen bilgiler ile birleştirince insan
sormadan edemiyor, "bugün bizdeki Louvre
mahiyetindeki eski bir saraya bir ek yapıldığında bu
kadar özgün olunabilir miydi?"
Paris için Eyfel Ne
Demekse Piramit de Artık O Demek
Yeni İslam Sanatları
Galerisi Türk basınında, sergilenen eserlerin
kaçırılmış olabileceği iddiasına dair pek çok haber
ile ilgi odağı oldu, doğruluk payı yok değil ancak
mirasın korunması konusunu bir kenara bırakırsak;
yeni galerinin kendisi haber olmaya layık. Louvre'un
orta yerine, I.M. Pei tarafından tasarlanan Cam
Piramit yapıldığı zaman nasıl da konu olmuştu
hatırlarsanız. Paniksiz, sessiz bir varoluş ile
oturmuştu yerine. Yıllarca mimarlık derslerinde
okuduk, kitaplarda gördük ve Louvre'a tek giriş
oradan olduğu için geçen sürede cümle alem içinden
geçti Cam Piramit'in. Artık Eyfel gibi Paris'in
simgesi oldu Piramit. Eyfel mıktanıslarının yanında
Cam Piramit figürü de sokaklarda yerini almıştı...
2012 yılının sonunda yine yenilik yapıyor Louvre,
Milanolu mimar Mario Bellini ve Fransız meslektaşı
Rudy Ricciotti'nin taasupsuz projesine izin
vererek...
Ne bir bina, ne bir
çatı: O uçuşan bir halı...
Bellini diyor ki: "Bize
ilham olan herhangi bir kültürel öge değildi, sadece
ve sadece stratejik bir seçimdi bu. 700'lü yılların
Fransız krallarına ait kraliyet saraylarının
özelliklerini taşıyan bir İslam sanatı
sergilenmeliydi. Tam ortada çok katlı ama küçük bir
yapının inşa edilmesi koleksiyonun bütünlüğünü
kaybetmesi anlamına gelebilirdi. Çözümü rüzgarda
neredeyse zemine dokunacak şekilde dalgalanır gibi
görünüp, sarayı tamamen örtmeyen, tarihsel yönlerine
de gölge düşürmeyecek bir uçuşan eşarp tasarlamakta
bulduk." Yeni mimari kelimenin tam anlamıyla saydam
bir örtü: Ne bir bina, ne de sarayın alelade bir
çatısı. Tasarım çok cesur. Piramit tam bir cesaret
işi iken bu sefer bir avluyu tamamen kıvrımlı
üçgenlerle kaplamak, aralardan eski tarih
görünürken; içeride yeni dönemi hissettirebilmek
büyük başarı. Paris'in gökyüzünün altına yeniyi
eskinin üzerine öyle bir yapıştırmışlar ki hiç ait
olmamasına rağmen hep oradaymış gibi duruyor. Bizde
nasıl olurdu acaba? Yani bir saray avlusuna yeni bir
yapı yapılması gerektiğinde, olabilecekler konusunda
birkaç saniyeliğine düşünelim desem, ne derdiniz?
Bu yapı nasıl ortaya
çıkmış?
Cour Visconti'de hayata
geçirilen proje aslında 7 yıllık çalışmanın sonucu.
3 yıllık inşaat süreci, öncesinde yarışma süreci ve
yatırım bulma dönemi var. 6.800 m2'den daha fazla
alandan oluşuyor ve bugüne kadar uygunsuz şartlarda
sergilenen veya arşivlere kapatılmış 3.800 İslam
eseri sergileniyor... Açılışı Fransız cumhurbaşkanı
Francois Hollande'nin katılımıyla yapıldı.
Destekleyenler arasında dünyanın dev inşaat
firmalarından Bouygues var.
Koleksiyonda neler var?
Avluda oluşturulan giriş
katında 632-1000 yılları arasındaki İslam'ın doğuş
ve yayılış dönemine ait eserler var. Kaligrafik,
Kuran yaprakları çoğunlukta. Bodrum katta ise
1000-1799 yıllarına ait eserler var, pek çoğunu
Türkiye'de görmediğimizi söyleyebiliriz. 13. yüzyıl
İran topraklarına ait seramiklerdeki zenginlik
görülmeye değer. Karolardaki renklerin çeşitliliği,
Memlük kapılarının önleri kadar arka yüzlerinin
orijinalliği, İspanya'dan toplanan bronz döküm aslan
ise masterpiece olarak görülebilir...
Piramit'ten sonra
çatı için sözlükten seçilen kelimeler:
"Fular" "Eşarp" "Şal" "Yelken" "Göçebe Çadırı"
"Pelerin" "Uçan Halı"
Rakamlarla:
Çelik borular:
8.000 adet
Metal üçgenler:
2.350 adet
Çatı ağırlığı:
135 ton
Taban alanı:
2.200 m2 (55x40m)
Kapalı alan:
6.800 m2
Büyük Vitrinler:
60 adet
Louvre Müzesi
Koleksiyonu: 15.000 parça
Musee des Decoratifs
Koleksiyonu: 3.400 parça
İnşaat bütçesi:
40 Milyon Euro
Proje Bütçesi:
98,5 Milyon Euro
Yapı, Haber: Heval
Zeliha Yüksel, 23.05.2013
|
BOZUK KİLİSE YENİLENİYOR
'Bozuk Kilise'ye kiliseye Selimiye'den teknelerle
ulaşılıyor. Kilisenin Ege'de 'ikinci Meryem Ana'
kilisesi olabileceği belirtiliyor.
Muğla'nın Marmaris
İlçesi'nde, gözde turizm merkezlerinden Selimiye
Köyü’nden teknelerle gidilen Kameriye Adası’nda
bulunan ve halk arasında ‘Bozuk Kilise’ denilen 1800
yıllık Ortodoks kilisesinin yenileniyor.
Kilisenin ayağa
kaldırılması için Hazine ile Orman ve Su İşleri
Bakanlığı’na ait arazilerin devri tamamlandı.
Marmaris Ticaret Odası (MTO) Başkanı Mehmet Baysal,
“Yaklaşık 1 milyon lira ödenekle çevre düzenlemesini
yaptığımızda ve kiliseyi aslına uygun onardığımızda
Ege’nin ikinci Meryem Anası gibi olacak” dedi.
Marmaris Ticaret Odası tarafından İlçenin doğal
dokusu ve deniziyle ünlü Bozburun Beldesi ve
Selimiye Köyü arasında kalan, Yunanistan’ın Sömbeki
(Simi) Adası’na 11, Rodos’a 25 mil uzaklıkta,
teknelerle ulaşılabilen Kameriye Adası’ndaki 1800
yıllık Ortodoks kilisesinin turizme açılması için
çalışma başlatıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’dan
İzmir 2 Numaralı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 1965
yılında 1’inci Derece SİT ilan ettiği Kameriye
Adası’nın incelenmesi için müfettiş gönderildi. Mart
ayı sonunda çalışmalarını tamamlayan müfettişler,
‘inanç ve evlilik turizmi’ açısından olumlu rapor
verdi.
Yazışmalar sonunda
adadaki Hazine ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na
ait araziler Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
devredildi. Bozburun Belediyesi tarafından kilisenin
çevresi koruma altına alındı. Tüm resmi yazışmaları
Bozburun Belediyesi tarafından yapılan ve onarımını
Marmaris Ticaret Odası’nın üstlendiği çalışmanın son
aşaması Muğla İl Genel Meclis’inden gelecek heyetin
fizibilite raporu hazırlayarak ödenek çıkarmasıyla
tamamlanacak. Restorasyonun yaz ortasında başlaması
bekleniyor.
Marmaris Ticaret Odası
Başkanı Mehmet Baysal, onarım izni çıkmasıyla Fener
Rum Patrikhanesi ve Yunanistan’ın İzmir
Başkonsolosluğu ile temasa geçtiklerini belirtti.
Baysal, “Aslına uygun mimari yapılabilmesi için
proje bekliyoruz. Muğla İl Genel Meclisi’nin 9
milyon liralık bütçesinden yapılacak fizibilite
çalışması sonrası 1 milyon liralık ödenek Bozburun
Belediyesi’ne aktarılacak. Aktarılan ödenek ile kısa
süre için çevre düzenlemesi ve aslına uygun onarım
yapılacak” dedi.
Bu yıl sonu veya 2014
turizm sezonu başında projelerini hayata
geçireceklerini dile getiren Baysal şunları söyledi:
“Marmaris’in turizm destinasyonlarında
çeşitlendirilmesini sağlamak istiyoruz. Ülkemizde
‘inanç ve evlilik’ adı altında ilk faaliyetler 1995
yılında başlatıldı. Yapılan istatistikler, kültür ve
inanç turizmi için gelenlerin, deniz turizmi için
gelenlerden daha fazla gelir bıraktığını ortaya
çıkardı. Muğla ve turistik ilçeleri doğa ve denizin
yanı sıra tarihi dokusuyla geniş yelpazeye sahip.
Tarihi dokuları ortaya çıkartarak turizmin
çeşitlendirilmesi için yenilemeler yapılmalıdır.
Marmaris’te ilkini keşfettiğimiz bu kilise
onarıldığında Ege’nin ikinci Meryem Anası
olacaktır.”
Bozburun Belediye
Başkanı
CHP ’li Cemil Şener
de, Marmaris Ticaret Odası’nın onarım için
başlattığı projenin tüm resmi yazışmalarının
kendileri tarafından yapıldığını belirtti. Hisarönü
Körfezi’nin en güzel noktalarından biri olan
Kameriye Adası’na özel tekne ve günübirlik tur
teknelerinin uğramadan geçmediğini kaydeden Şener,
“Proje tamamlandığında Bozburun ve Selimiye Köyü
dünyaca tanınan turizm yerlerinden olacak. Muğla’da
bir ilki elbirliği ile gerçekleştirdik” diye
konuştu. Şener, tarihi kilise ile adını duyuran
adayı, 12 yıl önce
İngiltere Veliaht
Prensi Charles’ın da ziyaret ettiğini hatırlattı.
Radikal, Haber: Ali Gökdoğan, 23.05.2013
|
KİLİSEDE KÜLTÜR SANAT
OLUR MU?
Karaman'da 400 yıldır
ayakta olan, bir dönem cezaevi olarak da kullanılan
tarihi kilise, restorasyon çalışmalarının ardından
çok amaçlı salon olarak kültürel faaliyetlere ev
sahipliği yapıyor.
Karaman Kültür ve Turizm
Müdürü Cengiz Orta, yaptığı açıklamada, Tapucak
mahallesinin Karaman'ın en eski mahallelerinden biri
olduğunu söyledi.
Bu mahallede, Birinci
Dünya Savaşı ve mübadele öncesinde Türklerle beraber
yoğunluklu olarak Ermeniler ve Rumlar'ın bir arada
yaşadığını ifade eden Orta, "Mahallede aynı alanda
kilise, cami, hamam, Türk, Ermeni ve Rum evleri
bulunmaktadır. İnsanlar burada yüz yıllarca hep
beraber yaşamışlardır. Bu kompozisyon Karaman'da
hoşgörünün en önemli ispatıdır" diye konuştu.
Tapucak mahallesinde
bulunan Çeşmeli Kilise'nin, Karadağ'daki Binbir
Kilisede yer alan küçük bazilikaların bir örneği
olduğunu ifade eden Orta, şunları kaydetti:
"Bina uzunlamasına üç
sahınlı kesme taşla inşa edilmiş bir yapıdır. Yapım
tarihi tam bilinmemekle birlikte 1700'lü yıllarda
yapıldığı sanılmaktadır. Haç planlıdır. Bilinen
kilise yapılarının yanı sıra kendine has yapısal
özellikleri vardır. Bina yapıldığı günden bu yana
çeşitli amaçlarla kullanılmış. En son Kültür ve
Turizm Bakanlığına tahsis edilen yapı, 2007 yılında
restore edildi."
Orta, Cumhuriyet
döneminden sonra kilisenin 1980 yılına kadar
hapishane olarak kullanıldığına dikkati çekerek,
restorasyon çalışmaları sırasında binanın şimdiye
kadar bilinmeyen yönlerinin ortaya çıktığını
belirtti.
Yeni Şafak, 23.05.2013
|
KALE İÇİ KİMLİĞİNE KAVUŞUYOR
Bir zamanlar
gecekondular içinde kaybolan Ankara Kalesi tarihi
kimliğine kavuşuyor. 26 evin restore edildiği kalede
altyapı da yenilendi.
Ulus'ta Tarihi Kent Merkezi Yenileme Alanı
Projesi kapsamında Ankara Kalesi'nde 5 Etap'ta
restorasyon ve sokak sağlıklaştırma projesi
gerçekleştiriliyor. Ankara'ya gelen turist
kafilelerinin Kale'ye çıkış güzergahı olan Hisarpark
Caddesi'nden başlayan yol güzergahında
sağlıklaştırma ve üst yapı çalışmaları tamamlandı.
Kale'ye ulaşan turistlerin ilk dikkatini çeken yer
olan ve "Dış Kale" olarak da adlandırılan 1. Etap'ta
da 26 evin restorasyonu yapıldı.
Ankara Kalesi'nde ilk olarak Anadolu
Medeniyetleri Müzesi'ne de çıkılan Hisarpark
Caddesi'ndeki binaların dış cepheleri yenilendi ve
binalar 1920'li yıllardaki görüntüsüne kavuştu.
Ulus'tan Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne kadar olan
yolu yenileyen, alt yapı ve üst yapı faaliyetlerini
kısa sürede tamamlayan Ankara Büyükşehir Belediyesi,
çalışmalar kapsamında Hisarpark Caddesi'nin zeminini
parke taşlarla döşemiş ve estetik bir görünüm
kazandırmıştı.
Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Ankara
Kalesi "Dış Kale" 1. Etap Sokak Sağlıklaştırma
Projeleri Yapım İşi Kapsamı'nda 1. Etap'taki
binaların restorasyonunun tamamlandığını söyledi.
147 olmak üzere
toplam 270 bina bulunan Ankara Kalesi proje alanında
270 binaya ilişkin restorasyon projesinin etaplar
halinde yapıldığını belirten Başkan Gökçek, "Ankara
Valiliği'nin de destek olduğu proje çalışmaları
toplam 5 etapta devam etmekte. Toplam 270 binanın
restorasyonu yapılıyor. Bu 5 Etaplık projenin 1., 2.
ve 3. Etabı Koruma Kurullarında onaylandı. Bu
kapsamda 1. Etabı ihale edildi ve uygulamada 26 evin
restorasyonu bitti. 2. ve 3. Etap'ta restorasyon
projesi onaylandığı için uygulama aşamasına geçildi.
4. ve 5. Etap'ların ise Sokak Sağlıklaştırma Projesi
Koruma Kurulu'nda görüşülmesine devam ediliyor"
bilgisini verdi.
Başkan Gökçek, sokak sağlıklaştırma projesi
kapsamında Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne ait Ramazan
Şemseddin Camii'nin de tamamen restore edildiğini
kaydetti. Kale içerisinde Ankara Büyükşehir
Belediyesi'ne ait İtfaiye Noktası'nın da müze
yapılmak üzere projesinin onaylandığını ve uygulama
aşamasına getirildiğini ifade eden Başkan Gökçek,
burasının da Müze yapılarak Kale turizmine
kazandırılacağını belirtti.
Ankara Kalesi'nde yürütülen restorasyon ve
sağlıklaştırma projelerinde en önemli alt yapı
sorunlarının da halledildiğine dikkat çeken Başkan
Melih Gökçek, "Bu kapsamda ASKİ, Kale'nin tamamında
temiz su, yağmur suyu ve pis su alt yapısını
yeniledi, doğalgaz, elektrik ve telefon projelerinde
ilgili kurumlar tarafından etaplar halinde yer
altına alınma çalışmaları sürüyor" bilgisini verdi.
Başkan Gökçek, Kale İçi'nde alt yapı
çalışmalarından dolayı yapılan kazıların Anadolu
Medeniyetler Müze Müdürlüğü'nden arkeologların
gözetiminde gerçekleştiğini vurguladı. Kale
içerisinde uygulama yapmanın çok zor olduğuna da
dikkat çeken Başkan Gökçek, birçok uygulama alanına
iş makinalarının giremediğini bu nedenle birçok
restorasyon projesinin el emeği ile yapıldığını
kaydetti.
TOKİ Haber, 22.05.2013
|
|
ESKİŞEHİR'DE TARİHİ ESER OPERASYONU
Eskişehir'de düzenlenen tarihi eser operasyonunda, 224 sikke ele geçirildi.
Bir istihbaratı değerlendiren İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, merkez Odunpazarı İlçesi'ne bağlı Kanlıpınar Köyü'nde, satmak amacıyla tarihi eser taşıdığı iddia edilen şüpheli M.Ö.'yü takibe aldı. Takip sonucunda operasyon başlatan jandarma, M.Ö.'yü yakaladı.
Operasyonda, 208'i Osmanlı, 16'sı Anadolu'da yaşayan beylikler dönemine ait 224 bakır sikke ile Frigyalılardan kalma kırık ve eksik testi parçası ele geçirildi.
M.Ö. işlemlerinin tamamlanmasının ardından adliyeye sevk edildi.
Tarihi eserlerin ise Eskişehir Müze Müdürlüğü'ne teslim edildiği bildirildi.
|
MUDANYA'DA ANTİK KENT CAM BÖLMEYE HAPSEDİLDİ!
Bursa’nın Mudanya
İlçesi'nde temel kazısından antik
kent çıkan alışveriş merkezi, 1 milyon lira
harcayarak burayı müzeye çevirdi. Alışverişe gelen
müşteriler, zemin katta bulunan ve tarihi MÖ 7.
yüzyıla kadar dayanan Myrleia antik kentini, cam
bölmeden izleyecek. Antik kentten çıkan heykel ve
tarihi eserler ise müze müdürlüğüne teslim edildi.
Edinilen bilgiye göre, geçen yıl Kipa tarafından
inşasına başlanan alışveriş merkezinin temel
kazılarından Myrleia antik kentini kalıntılarının
çıkması, herkesi ayağa kaldırdı. Verilen yürütme
durdurma kararının iptal edilmesiyle çalışmalar
devam etti. Bu sırada ele geçirilen heykel ve diğer
tarihi eserler müze müdürlüğüne teslim edildi. 3.
derece sit alanı ilan edilen arazi üzerinde tarihi
kalıntıların korunması ve sergilenmesine için inşaat
planında değişikliğe gidildi. Kipa, söz konusu antik
kent kalıntılarının bulunduğu alanı 1 milyon TL
harcayarak, müzeye çevrildi. Markete alışverişe
gelen müşteriler, zemindeki cam bölmeden tarihi
kenti izleyecek.
Yeni Bursa, 22.05.2013
|
BİGA'DAKİ ROMA DÖNEMİ LAHİTLERİ MÜZEYE TAŞINDI
Çanakkale'nin Biga
İlçesi'nde antik (Roma) ve Osmanlı dönemine dayanan tarihi
taşların Çanakkale Müze Müdürlüğü tarafından
toplanarak Çanakkale'ye götürüldüğü bildirildi.
Lahitler (mezar) şu anda müze bahçesinde
sergileniyor.
Biga'nın Dikmen, Dereköy ve Sarıköy köylerinde
bulunan antik (Roma) dönemine ait tarihi taşlar
güven altına alınarak Çanakkale'ye
götürüldü. Çanakkale Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili
Çağman Esirgemez, konuyla ilgili soruları cevapladı
ve lahitlerin koruma altına alındığını söyledi.
Biga'nın çeşitli köylerinde antik döneme dayalı
tarihi taşların daha önce su yalağı, yemlik, musalla
taşı yapıldığı yönünde bilgiler ortaya çıkmıştı.
Biga'da Arkeoloji Müzesi kurulması ve bu taşların
burada toplanması yönünde mücadele gösterdiğini
ayrıca Biga Savcılığı'na suç duyurusunda dahi
bulunduğunu belirten Pegai kitabı yazarı tarih
araştırmacısı Engin Gürsu, "2001 yılından bu yana
Biga'da Arkeoloji Müzesi kurulmalı, kurulsun diye
uğraştım. Gün gelir, bu eserler Çanakkale'ye Müzeye
götürülür, Biga'daki tarihi eserler Biga'da kalsın
dedim. Kimse sahip çıkmadı. Üstelik tüm tarihi
eserler de korunmasızdı. Şimdi bu tarihi eserler
Çanakkale Müze Müdürlüğü'nce toplanınca faturası ben
Engin Gürsu'ya çıkıyor" dedi.
Biga'nın çeşitli köylerinde Roma dönemine ait
taşların olduğunu ifade eden Gürsu, "Biga'ya bağlı
Dikmen Köyü'nde bulunan ve tahmini 1500 yıllık
olduğu ileri sürülen Roma dönemine ait Lahit mermer
kapak, köyün mezarlığında musalla taşı olarak
kullanılıyordu. Korunmasız ve çalınmaya çok uygundu.
Lahdin kendi ise Dereköy'de köy kahvesinin
bitişiğindeki parkta ilkel bir şekilde korunuyordu.
Yazın sıcağından, kışın soğuk karından korumak için
hiçbir korunağı yoktu. Şimdi Lahit alındı diye beni
Dereköy Muhtarı Recep Gözcan arıyor ve sen
uğraştığın için böyle oldu diyor. Buna kimsenin
hakkı yok" diye konuştu.
Roma dönemine ait lahitler'in alındığını ve şu
anda Çanakkale'de sergilenmeye başladığını belirten
Çanakkale Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Çağman
Esirgemez, "Kültür ve Turizm Bakanlığı 24 Mayıs Cuma
gününe kadar lahitlerin alınması gerektiğini
bildirmişti. Böylece Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
kararıyla müzeler, bölgelerinde bulunan tarihi
taşları koruma altına aldı. Bizde
Biga'ya
bağlı Dereköy, Dikmen ve Sarıcaköy'den iki lahit
teknesi ve bir tane de lahit kapağı aldık"
dedi.
Köylerdeki lahitlerin bilinmesinde Pegai kitabı
yazarı Engin Gürsu'nun da katkısının olduğunu ifade
eden Esirgemez, "Lahitler bu köylerde su yalağı veya
su teknesi olarak kullanılıyordu. Biga
Belediyesi'nin kepçe yardımıyla birlikte lahitleri
bulundukları yerden aldık. Temizlenme ve
bakım işlemlerinin ardından şu anda Çanakkale
Arkeoloji Müzesi bahçesinde koruma altına aldık ve
sergiliyoruz" diye konuştu.
Haber 7, 22.05.2013
|
PICASSO'NUN TABLOSUNA ZARAR VEREN KİŞİYE HAPİS
ABD'nin Teksas eyaletinde, İspanyol ressam ve
heykeltıraş Pablo Picasso'nun tablosuna zarar
verdiği gerekçesiyle tutuklu bulunan kişi, suçunu
itiraf etmesi üzerine 2 yıl hapis cezası aldı.
Landeros'un avukatı Emily Detoto, duruşmada
müvekkilinin savcı ile yapılacak anlaşmanın parçası
olarak, tabloya zarar verme suçunu kabul ettiğini
söyledi.
Picasso'nun, Houstan'daki bir sanat galerisinde
sergilenen, "Kırmızı Koltuktaki Kadın" adlı
tablosuna geçen yıl 13 Haziran'da sprey boyayla
zarar veren ve ardından
Meksika'ya kaçan Uriel Landeros (22),
ABD-Meksika
sınırında yakalanmıştı.
Tabloya saldırıyı cep telefonuyla kaydeden görgü
tanığı, görüntüyü sosyal paylaşım sitesi
YouTube'a yüklemişti. Polis, izlenme rekorları
kıran videodaki kişinin Uriel Landeros olduğunu
tespit etmişti.
Üniversite öğrencisi Landeros, tablonun üzerine
boğa resmi çizmiş ve "Zafer" anlamına gelen
"Conquista" yazmıştı.
Cnn Türk, 22.05.2013
|
YENİDEN GÜN YÜZÜNE
ÇIKIYOR
Aksaray Belediye Başkanı
Nevzat Palta, Selçuklular döneminden kalma tarihi
hamamı yeniden Aksaray'a kazandırmak için yapılan
çalışmaları yerinde inceledi.
Eski Milli Eğitim
Müdürlüğü karşısında yıllardır atıl vaziyette
bulunan İkinci Kılıçaslan hamamını orijinal dokusu
ile yeniden gün yüzüne çıkarılması için çalışma
başlatan Belediye Başkanı Nevzat Palta, Yard. Doç.
Dr Osman Nuri Dülgerler, Aksaray Müze Müdürü Yusuf
Altın ve Arkeolog Fariz Demir ile birlikte kurtarma
kazısı yapılan tarihi hamamda ve çevresinde inceleme
yaptı.
Palta, hamamla ilgili
yaptığı açıklamada şunları söyledi:
"Bu hamam Selçuklu
dönemine ait 1200'lü yıllara yakın döneme ait 800
yılın üzerinde tarihi bir eserin ortaya çıkarılması
ile ilgili çalışmaları yakinen izliyoruz. Burası
benim ilk göreve geldiğim günlerden beri üzülerek
baktığım hatta çöplük olarak kullanılan baliciler ve
tinercilerin mekanı olarak kullandığı bir yerdi.
Mülkiyet problemi vardı çözmek için epey uğraştık.
Belli bir zaman aldı bundan birkaç yıl önce burada
ciddi bir imar uygulamasıyla bütün küçük hisseleri
aldık başka yere taşıdık ve sonuçta Aksaray
belediyesine burayı kazandırmış olduk. Mülkiyeti
bize geçtikten sonra buranın restore edilmesiyle
ilgili çalışmalara başladık. İlk aşamada kazı
çalışmasına fiili olarak başladık. İnşallah, kısa
bir süre içinde temenni ediyorum ki kazı çalışmaları
biter. Kazı bittikten sonra hemen akabinde
projelendireceğiz. Onun hemen arkasında da Allah
nasip ederse buranın restorasyon ihalesini yapıp bu
tarihi eserimizi sadece Aksaray'a değil dünyaya
kazandıracağız. Çünkü bu sadece Aksaray'ın değil
dünyanın mirası Sonuçta burayı kazandıracağız. Belki
hamam olarak kullanılmayabilir ama bir müze olarak
veya başka bir amaçla kullanılabilir. En azından
tarihi eserimizi ortaya çıkartmış oluruz diye
düşünüyorum. Burası kadınlar hamamı ve erkekler
hamamı olarak Türkiye'de bir ilk, İnşallah, İçini
gezdim detayları gördüm. Hakikaten o yıllarda
yapılırken müthiş bir ufuk müthiş bir teknoloji
kullanılmış. İnşallah, bizde bunu hemşerilerimize
kazandırmış olacağız. Burada emeği geçenlere
teşekkür ediyorum."
Aksaray Kent Haber,
22.05.2013
|
AVUSTRALYA TARİHİ BAŞTAN YAZILACAK
Yazılı tarihi 1606'da Hollandalı bir denizcinin
ziyaretiyle başlayan Avustralya'da bilim insanları,
kıtada 1940'lı yıllarda bulunan Afrika menşeli bakır
paraların hikayesini araştırıyor. ABD'deki Indiana
Üniversitesi'nden Ian McIntosh, bu paraların
binlerce kilometre ötede Hint Okyanusu'nun diğer
ucundaki Avustralya'ya nasıl ulaştığını araştırıyor.
Paralar II. Dünya Savaşı'nda Maurie Isenberg isimli
bir asker tarafından ülkenin kuzeyinde, o zamanlar
yaşamın bulunmadığı Wessel Adaları'nda bulundu. Daha
sonra bu paralar 1979'da Avustralya Müzesi'ne
gönderildi. Avustralyalı askerin yıllar önce adanın
kumları altından çıkardığı ve 13-16'ncı yüzyıllar
arasında Hindistan'a ticaret yapan Afrikalı Kilwa
Sultanlığı'na ait bu paraların Avustralya'ya nasıl
geldiğini araştıran McIntosh, temmuzda ekibiyle
birlikte bölgeye gidecek. Bugün Tanzanya
topraklarında hüküm süren, tarihi 960'lı yıllara
dayanan sultanlığın Sahra üstü Afrika coğrafyasının
ilk madeni paralarını bastığı, ancak bu paraların
Afrika dışında sadece iki kez bulunduğu söyleniyor.
Aborjinler ülkede 40-60 bin yıl önce yaşamaya
başladı. Ancak ülkenin tarihi, ilk Batılı olan
Hollandalı Willem Janszoon tarafından 1606'da ayak
basmasından sonra kaleme alındı. İngiliz Kaptan
James Cook'un 1770'te ülkenin bugün yaşamın yoğun
olarak sürdüğü doğu sahilini keşfettiği biliniyor.
McIntosh'un yapacağı araştırmadan sonra, ülke
tarihinin yeniden yazılabileceği ileri sürülüyor.
Sabah, 22.05.2013
|
EMEK'E SON KAZMA VURULDU
Yıkımı defalarca
yürüyüşlerle protesto edilen tarihi
Emek Sineması ’na son kazma dün vuruldu.
Yeşilçam Sokağı gün içinde polis tarafından yaya
trafiğine kapatıldı ve iş makineleri 1924’ten kalma
binayı yerle bir etti.
Sinemanın yıkımına karşı TMMOB Mimarlar Odası’nın
açtığı dava ise hala Danıştay’da...
Kamer İnşaat ’ın ‘Grand Pera’ projesi
kapsamında, 1. sınıf tescilli eser olan, 1883’te
yapılmış Serkildoryan binası aslına uygun olarak
restore edilecek. Serkildoryan’ın arkasında yer alan
Emek, İpek ve Rüya sinemalarının yerine ise 30 metre
- yani 10 katlı bir apartmana denk - yükseklikte
modern bir bina yapılacak.
Bu binanın ilk iki katında dükkan, lokanta ve
kafeler olacak. Üstteki iki katta ise 10 sinema
salonu yer alacak… En üst kata da ‘Emek Sineması’nın
süslerinin monte edileceği benzer boyutlarda bir
salon yapılacak. Grand Pera 25 yıl Kamer İnşaat
tarafından işlatilecek.
Radikal, Haber: Elif İnce, 22.05.2013
******
89 YILLIK EMEK YERLE BİR OLDU!
Tüm tartışmalar,
eylemler, davalar, raporlara rağmen cumhuriyet
döneminin en eski sineması Emek, brandalarla örtülü
iskeleler arkasında çalışan iş makinelerinin
darbeleriyle tarihe karıştı.
TMMOB Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi'nde dün saat 13.00'da
düzenlenen basın toplantısına, İstanbul Teknik
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zeynep Ahunbay,
Prof.Dr. Cevat Erder, Mimarlar Odası Başkanı Deniz
İncedayı, Mimarlar Odası adına Mimar Mücella Yapıcı,
Can Atalay, Erden Kıral, Pelin Esmer, Enis Köstepen,
Ahmet Rıfat Şungar ile ünlü oyuncu Tuncel Kurtiz de
katıldı. Mimarlar Odası Başkanı Deniz İncedayı
yaşanan yıkımın bir utanç kaynağı olduğunu anlattı.
Ünlü yönetmen Erden Kıral ise, "Bize yalan
söylediler. Buranın korunması gerekiyordu. Sorun
aslında çok derin. Ticaretin kültüre üstünlüğünü
görüyoruz. Bununla savaşmamız gerekiyor" dedi.
Emek Sineması'nın bulunduğu bina, sinema olmadan
önce ilk olarak İstanbul Avcılar Kulübü adıyla
açılmış, daha sonra Strangali'nin Rum Atletik
Jimnastikhanesi, 1909'da Yeni Sirk ve Tekerlekli
Paten Pisti ve Eğlence Merkezi'ne ev sahipliği
yaptı. 1918 yılında "Yeni Tiyatro" olarak kapılarını
yeniden açan salon 1924 yılının sonuna gelindiğinde
de "Melek Sineması" oldu. Varlık Vergisi yıllarında
belediye tarafından satın alınan bina 1957'de Emekli
Sandığı'na ihale edildi. Emek Film'in de sahibi olan
Emekli Sandığı, yenilediği sinemanın adını "Emek
Sineması" olarak değiştirdi.
Sinemanın ilk sahipleri, o dönem İpek ve Sümer
Sinemaları'nın da sahipleri olan A. Saltiel ile H.
Artidi'ydi. 1945 yılındaki iflasın ardından
işletmeciliği alan İpekçi kardeşlerden sonra
sırasıyla 1940'larda İstanbul Belediyesi'ne, oradan
da Emekli Sandığı'na geçti. 1969'da Turgut
Demirağ'ın işletmeye başladığı sinema, 1975 yılından
itibaren İsmet Kurtuluş ve yeğeni Süheyla Kurtuluş
tarafından kapandığı 2009 yılına kadar işletildi.
35 yıl boyunca
Emek Sineması'nı işleten Süheyla Kurtuluş,
Habertürk Gazetesi'ne verdiği röportajda, acı
gerçekleri dile getirerek şunları söylemişti:
"Emek
Sineması'nın yıkılmaması için birçok gösteri
yapıldı. Benim merak ettiğim konu, gösteri
yapanların
Emek Sineması'nda neden film izlemedikleri.
Seans başına 3-4 izleyici oluyordu. Günü en fazla
toplam 25 izleyiciyle kapattık. Bırakın para
kazanmayı masrafları bile çıkartamıyorduk. Günde
sadece 100 kişi gelmiş olsaydı bütün masraflarımızı
karşılayabilirdik.
Emek Sineması'nı da kapatmak zorunda kalmazdık.
Keşke gösteri yapanlardan 100 kişi
Emek Sineması'nda film izleseydi".
Habertürk, 23.05.2013
|
TARİHİ YARIMADA'YA MEYDAN DARBESİ
AKP Hükümeti ve Büyükşehir Belediyesi,
İstanbul’un tarihi ve doğal dokusuna zarar verecek
birçok projeye imza atmaya devam ediyor. Boğaz'a
üçüncü köprü, Esenyurt’a üçüncü havaalanı, Çamlıca
Tepesine camii ve Haliç Metro Köprüsü bu projelerden
bazıları...
Yenikapı ile Samatya arasındaki kıyı şeridini
doldurarak yapılmak istenen miting ve gösteri
alanının çalışmaları da hız kesmeden devam ediyor.
Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi projenin
sit alanı ve çevresine uygulanması sonucunda tarihi
ve doğal dokuyu bozacağını gerekçe göstererek
yürütmeyi durdurma davası açmıştı. Yine İstanbul 1
No’lu Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu aynı nedenlerle, projenin tarihi ve
doğal dokuyu yok edeceği yönünde karar vermişti.
Proje hakkında yargının henüz bir karar
vermemesine rağmen, deniz doldurma çalışmalarının
devam etmesine Şehir Plancıları Odası İstanbul
Şubesi Başkanı Tayfun Kahraman tepki gösterdi.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, dolgunun SİT alanı
dışına yapılacağını gerekçe göstererek projeyi
onaylamıştı. Kahraman, bu gölgeye yapılacak bir
meydanın sit alanı ve çevresindeki tarihi ve doğal
dokuya etki yapacağını söyledi: “Bu bölgedeki sit
alanı, şu anki kara sınırlarından ibaret. Ama hemen
bunun yanında denizin doldurulmasıyla yapılacak bir
meydan, sit alanı içinde değerlendirilmesi gerekir.
Burada yaratılacak olan ulaşım talebiyle birlikte,
pek çok kişi bu alana ulaşmaya çalışacak. Burası bir
merkez haline gelecek. Bu durum sit alanında yeni
fonksiyonlar ve yeni talepler yaratılması anlamına
gelecek. Tescilli eserler üzerinde bir bozulmaya
neden olacak. Proje, bu alanın topografyasını
değiştirecek.”
Samatya ve Yenikapı arasına yapılan projenin,
şehrin meydan ihtiyacını karşılamak için yapıldığı
iddia ediliyor. Taksim, Kadıköy ve Kazlıçeşme gibi
birçok miting alanı bulunurken denizi doldurarak
yeni bir miting alanı yapılması ise tezat teşkil
ediyor. “Böyle bir mekan deniz doldurarak yapılmaz”
diyen Kahraman, miting alanlarının özellikle kentin
belleğinde yer etmiş, insanların rahatlıkla
ulaşabileceği alanlarda olması gerektiğini ifade
etti.
Kahraman, Türkiye’de tam tersi bir durum olduğuna
dikkat çekti: “Böyle meydanlar yapılarak vatandaşlar
kent yaşamından soyutlanıyor.”
İstanbul’a yapılan projeler kent sakinlerinin,
demokratik kitle örgütlerinin ve odaların tepkileri
gözardı edilerek yapılıyor. Bunca tepkiye rağmen
birçok projenin yargı ve koruma kararları kenara
itilerek yapılması da tartışmaları beraberinde
getiriyor. Tarihi Yarımada içinde böyle bir merkez
yaratılmasının çok sakıncalı olduğunu dikkat çeken
Kahraman, hükümetin tarihi ve doğal dokuyla ilgili
hassasiyetleri görmezden geldiğini vurguladı.
Kahraman, “Proje siyasilerin kapalı kapılar ardında
vermiş olduğu karardır. Uygulanmak istenen
projeleri, siyasilerin kent yapısına müdahalesi
olarak görüyoruz” dedi.
Evrensel, Haber: İsmail Afacan, 21.05.2013
|
ARKEOPARK'A ZİYARETÇİ AKINI
Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin İstanbul
Üniversitesi işbirliğiyle Akçalar Aktopraklık
mevkiinde hayata geçirdiği Arkeopark, 2013 yılı kazı
sezonuna hazırlanırken, İstanbul Üniversitesi’nden
gelen 90 kişilik akademisyen ve arkeoloji
öğrencilerinden oluşan heyet, alanda inceleme yaptı.
Akçalar Aktopraklık mevkiinde yaklaşık 10 yıl
önce başlanan ve son 4 yıldır Bursa Büyükşehir
Belediyesi tarafından aktif olarak desteklenen
arkeolojik kazı çalışmalarının bulunduğu alanı
Türkiye’nin ilk Arkeoparkı’na dönüştürecek proje
hızla ilerliyor. İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Necmi Karul başkanlığındaki ekip 2013 kazı
sezonu öncesi, bölgede meslektaşlarını ve genç
arkeologları ağırladı.
İstanbul Üniversitesi´nden bilim insanları ve
arkeoloji öğrencilerinden oluşan 90 kişilik bir grup
Arkeopark’ı ziyaret etti. Henüz kazıların
başlamadığı alanı gezen ziyaretçilerin ilgisini en
fazla Kalkolitik dönem ve geleneksel köy mimarisini
yansıtan canlandırmalar çekti. Kazı Başkanı Doç.Dr.
Necmi Karul Arkeopark tam anlamı ile faaliyete
geçmeden organize edilen bu tür ziyaretlerin, görüş
ve önerilerin toplanması açısından önemli olduğunu
söyledi. Önümüzdeki günlerde kazı alanında yürüyüş
yolları, izleme kulesi ve dinlenme mekanları gibi
bazı yapıların tamamlanarak alanın ziyarete açılması
için çalışmaların devam ettiğini belirten Karul,
“2013 yılı çalışmalarında, MÖ 5700’lü yıllara
tarihlenen yerleşim katmanlarında kazıları
yoğunlaştıracağız. Bu döneme ait geçtiğimiz yıl
açığa çıkarılan yapı kalıntıları oldukça iyi durumda
korunageldi ve dönemin yaşamı ile ilgili eşsiz
verilere ulaştık” diye konuştu.
Bursa Büyükşehir Belediyesi, 21.05.2013
|
27 PARÇA TARİHİ ESER
ELE GEÇİRİLDİ
Manisa'da, Bizans
dönemine ait 27 parça tarihi eser ele geçirildi.
Alınan bilgiye göre,
güvenlik güçleri, şehirler arası otobüs terminali
çevresinde kaçakçılık yapıldığı ihbarını aldı. Bunun
üzerine M.A (52) ve E.A (48) ile tarihi eserleri
satın almak isteyen S.T (59), H.Ç (59) ve F.A (62)
takibe alındı.
Bu kişilerin yanındaki
çantalarda ve bir evde yapılan aramada, Bizans
dönemine ait olduğu belirlenen, aralarında
sikkelerin de olduğu 27 parça eser bulundu.
Gözaltına alınan zanlılardan 2'si çıkarıldığı
mahkemece tutuklandı. 3 kişi ise tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıld
Manisa Kent Haber,
21.05.2013
|
ANTİK KENT ÜZERİNE ALIŞVERİŞ MERKEZİ
CHP
Bursa Milletvekili İlhan Demiröz, Mudanya’da
Myrleia antik kenti üzerine
alışveriş merkezi yapıldığını belirterek,
TBMM’ye, İçişleri Bakanı
Muammer Güler ile
Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik’in yanıtlaması istemiyle
soru önergesi verdi. Demiröz, önergede, "Tarihi
bir değerimizin üzerine beton dökülerek AVM
yapılmasının önüne geçmek için bir girişiminiz
olacak mıdır?" diye sordu.
CHP Bursa Milletvekili İlhan Demiröz, Mudanya’da
Myrleia Antik Kenti’nin üzerinde yapımı süren
alışveriş merkezi inşaatıyla ilgili İçişleri Bakanı
Muammer Güler ile Kültür ve Turizm Bakanı Ömer
Çelik’in yanıtlaması istemiyle verdiği önergede,
Myrleia Antik Kenti’nin bulunduğu alanın imara
açıldığını ve 23 Eylül
2012 tarihinde aldığı ruhsat ile özel bir şirket
tarafından bölgede AVM yapmak üzere inşaata
başlandığını anımsattı. İlhan Demiröz, iki bakana,
"Bazı kaynaklarda MÖ 8 yüzyıla dayanan bir tarihe
sahip olduğu ifade edilen Myrleia antik kenti Bursa
ve ülkemiz için tarihi bir zenginlik ve miras değil
midir?" diye sordu.
Önergesinde Bursa kamuoyunun, sivil toplum
kuruluşlarının, akademik odaların, meslek
örgütlerinin, tarihi mirasın korunması yönündeki
ortak taleplerine karşılık; Mudanya Belediyesi,
Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu ile Müze Müdürlüğü’nün antik kentin üzerine
AVM yapılmasına neden müsaade ettiğinin
açıklanmasını isteyen İlhan Demiröz, ayrıca şu
soruları yöneltti:
"Adli ve hukuki süreci devam eden AVM inşaatına,
Mudanya ilçe belediyesi ve Bursa Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü ile Müze
Müdürlüğü’nün göz yummasının altında yatan nedenler
nelerdir? 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanunu’na aykırı olarak Myrleia antik kenti
üzerinde yapılmakta olan inşaatın devamına izin
verilmesi, tarihi ve kültürel değerlerimizin yok
edilmesi kapsamında işlenen bir suç teşkil etmemekte
midir? Bakanlığınız, bugüne kadar cereyan eden
gelişmelerle ilgili bölgede herhangi bir inceleme,
değerlendirme çalışması yapmış mıdır; sonuçları
nelerdir? Bakan olarak tarihi bir değerimizin
üzerine beton dökülerek AVM yapılmasının önüne
geçmek için bir girişiminiz olacak mıdır? Söz konusu
bölgede
gerekli yüzey araştırması,
sondaj ve kazı çalışmalarının gerçekleştirilerek
çok zengin bir medeniyete beşiklik etmiş bölgemizin
kültürümüze ve turizmimize kazandırılması yönünde
bakanlık nezdinde bir girişimizin olacak mıdır?"
Milliyet, 21.05.2013
|
MİNARENİN ALTINDAN ROMA TARİHİ ÇIKTI
Sakarya'nın
Akyazı
İlçesi'ne bağlı
Taşburun
Köyü'nde yeni yapılmak üzere yıkılan
cami minaresinin altından Roma dönemine ait
lahit teknesi çıktı.
Köydeki Mehdi Kalkan
Hocaefendi Camii'nin minaresi yenisinin
yapılması amacıyla cami derneği tarafından
yıkıldı. Yıkılan minarenin yerinde temel için
kazı yapıldığı sırada lahit teknesi bulundu.
Köylüler, durumu jandarmaya bildirdi. İhbar
üzerine köye gelen jandarma,
Sakarya Müze Müdürlüğü'ne
haber verdi. Müzeden gelen görevliler,
bulunan parçayı inceledi. Lahit teknesinin
inceleme için Müze Müdürlüğü'ne götürüleceği
öğrenildi.
Müze Müdürlüğü
yetkilileri, minarenin yapımı sırasında lahit
teknesinin temele konulduğunu düşündüklerini
belirterek, "Minare yıkılmış, kazarken tarihi
eser açığa çıkmış. Roma dönemine ait lahit
teknesi. Üzerinde bazı yazıtlar var. Yazıları
sağlam. İncelemesi yapılacak. Lahitler bir
tekne, bir de kapak kısmından oluşuyor. Bulunan
tekne bölümünün kapağı yok." şeklinde bilgi
verdi.
haberler.com, 21.05.2013
|
RESTORASYON KAZISINDAN TARİH ÇIKTI
Bitlis’te
yaklaşık 2 buçuk yıldır Bitlis Vakıflar Bölge
Müdürlüğü tarafından Selçuklular döneminden kalma
tarihi camide yapılan restorasyon kazılarında
Selçuklu dönemine ait 863 yıllık tarihi bulgulara
rastlanıldı.
Bitlis’te yaklaşık 2 buçuk yıldır Bitlis Vakıflar
Bölge Müdürlüğü tarafından Selçuklular döneminden
kalma tarihi camide yapılan restorasyon kazılarında
Selçuklu dönemine ait 863 yıllık tarihi bulgulara
rastlanıldı. Bitlis merkezde bulunan Ulu Cami’de
yapılan restorasyon kazısında tarihe ışık saçacak
önemli bulgular gün yüzüne çıkarıldı. Yaklaşık 2
buçuk yıldır devam eden restorasyon kazıları
kapsamında kazı ekibi cami içerisinde toprak altında
gömülü olan Selçuklu dönemine ait 863 yıllık, havuz,
cami sütunları ve o döneme ait birçok bulgu gün
yüzüne çıkarıldı.
Adana Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi ve
Restorasyon Proje Mühendisi Mustafa Yeğin, yaklaşık
2 buçuk yıldır devam eden restorasyon kazı
çalışmaları kapsamında bir çok bulguya
rastladıklarını söyledi.
Son 6 aydır rastladıkları bulgular nedeniyle
camide etraflıca bir çalışma başlattıklarını anlatan
Yeğin, “Bu süreç içerisinde bizde mimari buluntu
olabilecek çok önemli bulgulara ulaştık. Bu nedenle
çalışmaları arkeolog arkadaşlarımızla birlikte devam
ettiriyoruz. Yaptığımız çalışmalar kapsamında şu
anda hemen hemen alanda tarihsel hangi kanıtların
olabileceğini tahmin etmeye başladık. Örneğin
caminin içerisinde Selçuklular döneminden kalma
havuzun olduğunu, cami etrafının ramaklarla çevrili
olduğunu, Bitlis’in tarihi 5 Minaresinden biri olan
Ulu Cami Minaresinin aslında camiden ayrı olmadığını
minarenin camiye bitişik olduğunu, kuzey yönden
girişlerinin olduğunu fakat bunun zaman içerisinde
kapatıldığını görüyoruz.” dedi.
Çalışmalar kapsamında caminin yeniden aslına
uygun olarak restore edileceğini kaydeden Adana
Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Restorasyon
Proje Mühendisi Mustafa Yeğin şöyle konuştu:
“Uzmanlar tarafından aldığımız raporlar
doğrultusunda koruma kurulundan projelerimizin
onaylanmasını ve o süreç dahilinde de inşanın ve
uygulamanın devam etmesini sağlayacağız. Burada
yapacağımız çalışmalar bütünleme çalışması yani
mevcut izlere göre, elde edilmiş arşiv, bilgi,
belgelere göre restorasyon yapacağız. Camiyi
revaklarıyla tekrar eski aslına uygun olarak ilk
dönemindeki aslına geri döndüreceğiz.”
Caminin tarihiyle ilgili bilgi veren Araştırmacı
Yazar Törehan Serdar ise Bitlis Ulu Camii’nin 1150
tarihinde Selçuklu Atabeylikleri zamanında
yapıldığını söyledi. Caminin Selçuklu döneminde
yaşayan Artukoğulları tarafından yapıldığını anlatan
Araştırmacı Yazar Serdar, caminin tarihinin 863
yıllık olduğunu anlattı.
Yapılan restorasyon kazılarında Anadolu’daki şah
eserlerden bulgular ortaya çıktığını ifade eden
Serdar şöyle konuştu: “Kazılar kapsamında 863 yıllık
caminin sütunları, havuz ve daha birçok kalıntı
ortaya çıktı. Buda şunu gösteriyor. Bitlis
dönemlerden beri büyük depremler atlattı bu yüzden
bu tarih 1441 yılından bu yana toprak altında kaldı.
Biz burada camiyi tarihine uygun restore etmek
isterken tam tarihi ortaya çıktı. Sonra Anadolu da
Bursa tarafında görülebilecek cami içerindeki havuz
ortaya çıktı. İsteğimiz ortaya çıkan bu tarihe uygun
olarak restore edilmesi ve Bitlis halkının hizmetine
açılmasıdır.”
Ahlat Müze Müdürlüğü’nde görevli Arkeolog Ümit
Yarıcı da yapılan kazılar neticesinde ortaya
bulgular çıkmasının ardından kazıyı dahil
olduklarını söyledi.
Çalışmaların son aşamaya geldiğini açıklayan
Arkeolog Yarıcı, “Kazılarda tarihi çeşitli sütunlar,
revak parçaları, duvar kalıntılarını ortaya
çıkardık. Şu anda ön revaktan girişe kadar olan
kısmı biz açığa çıkardık. Bunun restorasyon
çalışmaları devam ediyor.” diye konuştu.
Türkiye Gazetesi, 21.05.2013
|
'CEHENNEM KAPISI' GÜN YÜZÜNE ÇIKARILACAK
Pamukkale'deki Hierapolis antik kentinde bu yılki
kazı sezonunda "Cehennem Kapısı" olarak adlandırılan
Plutonium Mağarası'nın günyüzüne çıkarılması
öngörülüyor. Denizli Valisi Abdülkadir Demir,
Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Rektörü Prof.Dr.
Hüseyin Bağcı, Hierapolis antik kenti kazı heyeti
başkanı olan Salento Üniversitesi'nden arkeoloji
profesörü Francesco D'Andria, PAÜ Arkeoloji Bölümü
Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek ve diğer yetkililerle
Hierapolis antik kentinde incelemelerde bulundu.
Demir, gazetecilere yaptığı açıklamada, Pamukkale
ören yerindeki Hierapolis antik kentinin Denizli
açısından, ülke ve dünya açısından çok önemli
yerlerden birisi olduğunu belirtti. Türkiye'nin en
büyük nekropol alanının Hierapolis antik kentinin
içerisinde bulunduğunu ifade eden Demir, kazıların
1957 yılından 2000 yılına kadar İtalyan Arkeoloji
Enstitüsü, 2000 yılından sonra da İtalya Lecce
Üniversitesi'nden Prof. Francesco D'Andria
başkanlığında yürütüldüğünü hatırlattı.
Yabancı kazı heyetlerinin çalışmalarında yaşanan en
büyük sıkıntının, yılda bir ay-45 gün çalışılması
oluğunu söyleyen Demir, şunları kaydetti:
"Hierapolis, yıllık en az 1 milyon 700 bin civarında
ziyaretçi çeken bir alan. Dolayısıyla buradaki
arkeolojik gelişmeler, sadece biz değil, dünyayı
ilgilendiriyor. Artık bu bir aylık çalışmalara
tahammülümüz kalmamıştı. Bakanlığa müracaatta
bulunduk. İtalyan kazı heyeti ile birlikte, onların
da bilimsel desteğini alarak burada nekropol
kısmında çalışma yapmak istediğimizi belirttik.
Bunun üzerine 8 Mayıs'ta Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan onay geldi. Şu anda müzemize bağlı
arkeologlar ve Pamukkale Üniversitemizin bilimsel
desteği ile burada bir program çerçevesinde,
nekropol alanının kısa sürede ayağa kaldırılması ile
ilgili bir çalışma yapılacak."
Laodikya'da ve Tripolis'te yapıldığı gibi,
Hierapolis antik kentinde de çalışmaların yıl
boyunca süreceğini ifade eden Demir, çalışmaların
mali boyutunun Valilik ve İl Özel İdaresi tarafından
karşılanacağı bilgisini verdi. Demir, İtalyan kazı
heyetinin bu yıl "Cehennem Kapısı"nın bulunduğu
alandaki çalışmaları ve küçük tiyatronun
restorasyonunu bitirmeyi planladığını belirterek,
ayrıca yıkıntı halinde olan bazilikanın da kazılması
ve ayağa kaldırılması için de çaba gösterileceğini
söyledi.
İtalyan profesör D'Andria da, dört yıl önce
çalışmalar sırasında 4 metre uzunluğunda bir mermer
heykel bulduklarını, bunun yeraltı tanrısı Hades'e
ait olduğunu düşündüklerini belirterek, "Geçen yılki
kazılarda Plutonium Mağarası'nı bulduk. Hierapolis
Plutoniumu ve Pluto'nun Kapısı olarak da anılan
burası 'ölüler dünyasına geçit', 'Cehennem Kapısı'
olarak adlandırılıyor. İnsanlar burada Hades'e boğa
kurban ediyordu" dedi.
Yeni Asır, 21.05.2013
|
ŞANS TANRIÇASI TİKE MOZAİĞİ ANAVATANA DÖNÜYOR
Ahat Köyü, Asartepe
mevkiindeki Akmonya antik
kenti, 18
Mayıs
2000
tarihinde
Kültür ve
Turizm
Bakanlığı Bakanlığı Anıtlar
Yüksek Kurulu’nca sit
alanı olarak
ilan
edildi. Bakanlık ve Uşak Arkeoloji Müzesi’nin
aynı
yıl Haziran
ayında başlattığı arkeolojik kazılarda, MÖ
9’uncu yüzyıla ait Romalılar’ın kurduğu Akmonya
antik kenti ortaya
çıkarıldı.
Kentin
spor
alanı olarak
kullanılan bölümünde, 150 santimetre
boyunda, 75 santimetre eninde, üçgen formlu
renkli mozaikten yapılmış Tanrıça
Tike’ye ait taban resmi bulundu. Paha
biçilemeyen taban resmi bir ay
sonra 8
tarihi
eser kaçakçısı tarafından çalındı.
İki ay daha devam çalışmaların ardından
bulunan diğer mozaikler naylonla kaplanıp,
toprakla örtülerek üzeri kapatıldı.
Emniyet Genel
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele Dairesi Başkanlığı ve Interpol,
3 yıl süren çalışmanın ardından çalınan
şans tanrıçası Tike mozaiğini, yurt dışına
kaçırılmak istenirken
İstanbul’daki bir işyerinin balkonunda
paketlenmiş olarak ele geçirdi, 8 tarihi eser
kaçakçısı gözaltına alındı. Haklarında dava
açılan 8 kişi çeşitli cezalara çarptrılırken,
ele geçirilen mozaikler yediemin olarak
İstanbul Eski Eserler Müzesi’ne teslim
edildi.
Sanıklara verilen cezanın Yargıtay tarafından da
onanmasını ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı,
başvurusunu dikkate alıp, eserin ait olduğu
topraklardaki, Uşak Arkeoloji Müzesi’ne
verilmesini kararlaştırdı.
Uşak Kültür ve Turizm İl Müdürü Şerif Arıtürk,
"Mozaiğin Uşak’a getirilmesi için
bakanlığımızdan ödenek talep ettik. Ödenek
tahsis edilir, edilmez mozaiği özel güvenlik
şartları altında Uşak’a getirerek muhafaza
altına alacağız. Şans tanrıçası Tike mozaiğini,
2014 yılı sonunda bitirmeyi planladığımız Yeni
Arkeoloji Müze binasının en özel köşesinde
teşhire açacağız" dedi.
Haber Gazete, 21.05.2013
|
MOR GABRİEL'E YENİ YOL YAPILIYOR
Süryanilerin ‘Kudüs’ü olarak gösterilen Mardin’in
Midyat İlçesi'ndeki Mor Gabriel Manastırı’nın
arazisinin Süryanilere iadesi hükümet yöntem
araştırırken, manasıtara ulaşım da kolaylaşıyor.
Manastıra giden yolun dar ve bozuk olması nedeniyle
eleştirilmesi üzerine Midyat Kaymakamı Oğuzhan
Bingöl, bin 612 yıllık tarihi Mor Gabriel
Manastırı’na giden yolun yapımı ve
çevre düzenleme çalışmaları için 1 milyon
liralık özel bir ödenek ayrıldığını açıkladı.
Mor Gabriel Manastırı’na ulaşımı
kolaylaştıracaklarını söyleyen Midyat Kaymakamı
Oğuzhan Bingöl’ün girişimlerine, yolun yapımı için
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve
İçişleri Bakanı Muammer Güler de destek verdi.
Kaymakam Bingöl, yolun yapımı, genişletilmesi, yol
boyunca çevre düzenlemesi ve ağaçlandırmanın
yapılması için Maliye Bakanlığı’ndan 1 milyon TL’lik
kaynak aktarıldığını söyledi.
Artık utanmayacağız
Manastıra giden yolun bozuk olması nedeniyle
gidip-gelmekten utanç duyduğunu belirten Kaymakam
Bingöl şöyle konuştu: “Göreve başladığımdan bu yana
Süryani vatandaşlara kendilerini yalnız
hissetmesinler diye hem şahsım, hem de kaymakamlık
olarak bir pozitif ayrımcılık yapıyorum. Mor Gabriel
Manastırı bizim buradaki en önemli değerlerimizden,
bizim geçmişimize, kültürümüze ve ortak yaşamımıza
tanıklık eden nadir yapılardan birisidir. Mastırın
yolundan dolayı ben artık manastıra gidip gelmeye
utanıyordum. Süryani cemaatinin de yolun yapılması
için talepleri oluyordu. Ben en son manastırı
ziyaret ettiğimde, yolun yapımı için olumlu bir
haber almadığım müddetçe bir daha manastıra
gelmeyeceğimi Metropolit sayın Samuel Aktaş beye
söylemiştim. Çünkü gerçekten yol kötüydü ve insanlar
orayı ziyarete gittiklerinde, yolun o halde olduğunu
gördüklerinde suçun bizde, yani idarede olduğunu
düşünüyorlardı. Bu eleştiriyi artık duymayacağız.”
3 ay içinde bitecek
Yolunun yapım çalışmalarına en kısa zamanda
başlayacaklarını ifade eden Kaymakam Bingöl şunları
söyledi: “Manastır yolunu yapıp bitirdiğimizde,
şehirlerarası bir yoldan çok daha güzel bir konuma
gelecek. Yolu 8 metre genişleteceğiz. Çevre
düzenlemesi de bu projenin içinde yer alacak.
Çalışmalar 3- 4 ay içerisinde bitecek.”
Şimşek: Yerin kullanımı için uğraşıyoruz
Mor Gabriel Manastırı ile ilgili konuşan Maliye
Bakanı Mehmet Şimşek, “Yerin kullanımı için
uğraşıyoruz” dedi Manastırın yaşadığı sorunun çözümü
için çalıştıklarını belirten şimşek şunları söyledi:
“Mahkeme kararı nedeniyle mülkiyet verilemez ancak
yerin kullanımının Mor Gabriel’e verilmesi hususunda
çalışıyoruz.Süryani cemaati, Mor Gabriel Manastırı
arazilerinin MS 397 yılından beri kendilerine ait
olduğunu ve 1937 yılından bugüne de vergilerinin
düzenli ödendiğini söylüyor. Ancak çevre köyleri
manastır arazilerinde hak iddia ederek dava açtı.
Mahkemenin “Araziler manastıra ait” kararını bozan
Yargıtay, onama kararı vererek manastırı ‘işgalci’
durumuna düşürdü. Arazi, Hazine’ye tescil edildi.
Hükümet ne yapılabileceği konusunda bir çalışma
başlatmıştı.”
Radikal, Habe: Neşe Karanfil, 21.05.2013
İADE İÇİN İKİ FORMÜL
Mor Gabriel Manastırı’nın arazisinin iade
çalışmalarını Radikal ‘Mor Gabriel’e yasal çözüm’
manşeti ile gündeme getirmişti. Hükümetin, iade için
iki formül üzerinde çalıştığı ifade edilmişti. Mor
Gabriel Manastırı’nın iadesi için Başbakanlık’ta
çalışma grubu oluşturulduğu belirtilen haberde şu
ifadeler yer alıyordu : “Komisyon, yargı kararına
karşı hızlı iade için iki formül geliştirdi: Bu iade
yolları cüzi miktara kiralama ya da ihaleyle satış.
Radikal, 21.05.2013
|
UNESCO'DAN 'GEÇİCİ MİRAS' İNCELEMESİ
UNESCO Türkiye Milli Komisyonu tarafından 9 Temmuz 2012’de Dünya Geçici Miras Listesi’ne alınan Erzurum Narman’daki peri bacaları ile Uzundere İlçesi'ndeki Tortum Şelalesi görücüye çıktı.
Doğal güzellikler, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu’ndan Prof.Dr. Zeki Kaya, Fuat Şaroğlu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nden Levent Keskin, Eyüp Yüksel, Orman ve Su İşleri Bakanlığı 10’uncu Bölge Müdürlüğü Küre Dağları Milli Park Müdürlüğü’nden Semra Atçeken ve Serpil Tekebaş’tan oluşan heyet tarafından incelendi. Heyete, Erzurum’daki Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma Ajansı (KUDAKA) uzmanları ve Eko-Agro Komite üyeleri eşlik etti. Heyet ilk olarak Erzurum’a 100 kilometre uzaklıktaki Narman İlçesi'ne giderek 63 bin metrekare alana sahip peri bacalarını gezdi, Belediye Başkanı AK Partili Yücel Ahmet İşleyen’den bilgi aldı. Peri bacalarının ardından heyet Erzurum-Artvin karayolunun kenarındaki Uzundere İlçesi'ne giderek Afrika’da 120 metreden düşen Vietorio Şelalesi ile ABD’de 51 metreden düşen Niagara Şelalesi’nden sonra dünya üçüncüsü olan Tortum Şelalesi’ni gördü. Peri bacaları ve Tortum Çayı’nın üzerinde 48 metre yükseklikten düşen şelale heyet üyelerini etkiledi.
Hürriyet, Haber: Turgay İpek, 21.05.2013
|
|
|
YENGEÇ VE İSTAKOZUN
ATASININ FOSİLİ
Fosil kayıtlarını inceleyen İngiliz araştırmacılar, ıstakoz ve yengecin uzak atası olan, fosilleşmiş bir canlı türünü ortaya çıkardı.
Dünya üzerindeki modern canlıların neredeyse tamamının ortaya çıktığı Kambriyen döneminden kalma, 505 milyon yaşındaki fosilleşmiş canlıya, makası andıran pençeleri nedeniyle, "Makas Eller" filminin ünlü oyuncusu Johnny Depp'e ithafen "Kooteninchela deppi" adı verildi.
David Legg tarafından keşfedilen canlı, Journal of Palaeontology adlı bilimsel dergide yayınlandı.
Sabah, 21.05.2013
|
ZEUGMA-ROMA KÜLTÜR ETKİLEŞİMİ
Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) Arkeoloji Müzeler ve
Yerel Tarih Topluluğu’na üye öğrenciler tarafından
düzenlenen ve Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Levent Zoroğlu’nun konuşmacı olarak
katıldığı “Zeugma Mozaiklerindeki Tasvirlerin Roma
Mozaikleri İle Olan Yakınlığı” konulu konferans Ömer
Asım Aksoy Konferans Salonu’nda düzenlendi.
Prof.Dr. Levent Zoroğlu, resim ve mozaik
sanatının Anadolu’da önemli bir sanat kolu olduğunu
belirterek, başlangıcının Çatalhöyük’e kadar
gittiğini, Anadolu’daki resim ve mozaik sanatının
gelişiminde arkeologların en önemli çalışma
konularından birisi olduğunu söyledi.
Zeugma antik kentinde ortaya çıkarılmış olan
mozaikler ile İtalya’daki Roma ve diğer şehirlerinde
ele geçen resim ve mozaiklerin kıyaslamasını yaparak
Roma kültürünün doğudan batıya, batıdan doğuya nasıl
etkileşim içerisinde olduğunu anlatan Prof.Dr.
Zoroğlu, şöyle konuştu:
“Mozaiklerde karşımıza çıkan en önemli unsur,
öncelikle Zeugma’daki mozaiklerin yenilikçi bir
konusunun olmayışı, bunun yerine Roma’nın
merkezindeki gelenek ve özellikleri içeren resimler
olmasıdır. Zeugma kendisinden binlerce kilometre
uzaklıktaki bir ana merkezin etkisini açıkça
göstermektedir. Konular genellikle mitolojiden
alınmıştır ancak konuların Zeugma mozaiklerine
yansımasında doğulu özellikler ön plana çıkmaktadır.
İtalya’daki resimlerle Zeugma mozaiklerindeki
resimler kıyaslandığında buradaki figürlerin daha
doğulu figürler olduğunu, İtalya’dakilerin ise Roma
ve Grek tiplerine yakın olduğunu görüyoruz.”
Konferansın sonunda Rektör Yardımcısı
Prof.Dr.
Ali Gür tarafından Prof.Dr. Levent Zoroğlu’na günün
anısına hediye takdim edildi.
Haber 3, 21.05.2013
|
ANTALYA'DAKİ İHALELERE SAVCILIK EL KOYDU
Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı, Antalya
Röleve Müdürlüğü’ne yazı göndererek müdürlüğün
2008 yılından sonra yaptığı 14 ihalenin
dosyalarının Antalya Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne
gönderilmesini istedi. Dosyalar bugün teslim
ediliyor.
Radikal, 14 Mayıs 2013 tarihli sayısında Antalya
Röleve Müdürlüğü’nde yaşananları sayfalarına
taşıdı. Haberde Andriake Granarium müze
projesinde sözleşme imzalandıktan bir ay sonra 1
milyon 200 bin lira tutarındaki hakedişin hiçbir
iş yapılmadan ödendiği, hakediş sözleşmesine
imza atmayan personele baskı yapıldığı yer aldı.
Haberimiz üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı
soruşturma başlattığını açıkladı ve Antalya
Röleve Anıtlar Müdürü Mehmet Ali Özgün
soruşturma tamamlanıncaya kadar açığa alındı.
Radikal’in haberinden 1 gün sonra Antalya
Cumhuriyet Başsavcılığı, Antalya Röleve Anıtlar
Müdürlüğü’nden tam 14 ayrı ihale dosyasını talep
etti. Gönderilen yazıda ‘belirtilen işlerin
ihale evraklarının onaylı birer suretinin
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube
Müdürlüğü görevlilerine teslim edilmesi’
istendi.
İstenen dosyalar şöyle: 1. Kaan Restorasyon
tarafından Antalya ve Burdur ilinde yapılan tüm
işler/2. Myra Tiyatro Proje işi/3. Demre
Granaryum projesi ve devam eden işi/4. Side
Tiyatrosu proje işi/5. Alanya
Atatürk Evi işleri/6. Alanya Müzesi işi/7.
Perge Hellenistik Kule işleri/8. Perge Tak
restorasyon işi/9. Xanthos uygulama işi/10.
Gölhisar Kaymakamlığı’nda yapılan işler/11.
Burdur Sagalassso karşılama merkezi işi/12.
Burdur Kavaklı Rum Kilisesi işi/13. Aspendos
onarım işi/14. Tekelioğlu Kütüphanesi yapım ve
onarım işi.
Teknik ve fiziki takip yapılıyordu
Antalya Emniyet Müdürlüğü’nden edinilen bilgiye
göre uzun süredir devam eden teknik ve fiziki
takiple müteahhit firma ile bakanlık personeli
arasında oluşan çıkar ilişkileri tespit edildi.
Gizli yürütülen soruşturma, haberimizden sonra
Müdür Mehmet Ali Özgün’ün görevden
uzaklaştırılması üzerine açığa çıkarıldı. 2008
yılından sonraki ihale süreçleri ile ilgili hem
emniyet hem de savcılığa çok sayıda ihbar
ulaştığı belirtiliyor. İddialar arasında Kaan
Restorasyon isimli firmaya Antalya ve çevresinde
çok sayıda usule aykırı ihale verildiği, işlerin
pek çoğunun yine usule uygun olmayan şekilde
tamamlanarak devletin ciddi zarara uğratıldığı
da yer alıyor.
Şirketten açıklama...
14.5.2013 tarihli ‘Yapılmayan işe 1
milyon 200 bin lira’ başlıklı haberimizde adı
geçen müteahhit firma Karacan Grup İnşaat Makina
Mühendislik şirketinden açıklama geldi. Haberin
gerçek dışı olduğu ileri sürülerek şöyle
denildi: ‘‘Resimde gösterilen saha haberde geçen
müze alanı değildir. Sözleşme bedeli 11 milyon
değil 8 milyon 355 bin liradır. Firmamız yer
tesliminden itibaren 43 kişi istihdam ederek
Antalya SSK Müdürlüğü’ne işçi çalıştırdığımızı
beyan etmiştik. Sahada iş yapıldığı bu şekilde
beyannamelerle sabittir. Bu dönemde beton
alışlarımız, vinç, nakliye yakıt ve konaklama
giderlerimiz hepsi yazılı belgeye dayanmaktadır.
Personelin birer birer rapor ya da izin alarak
kaçtığı haberi de asılsızdır. Hakediş raporunda
imzası bulunan bir uzman yardımcısının
Ankara ’ya tayin edilmesini bu işe bağlamak
hayalcilikten öte iftiradır.’’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 21.05.2013
|
NADİDE SARAY ESERLERİ SATIŞTA
İpek mendilin üzerinde; Türk, Kürt, Arnavut, Boşnak
ve Arap askerlerden oluşan Osmanlı askeri birliği
tasvir ediliyor.
Osmanlı dönemine ait saray
eserlerinin de aralarında bulunduğu yüzlerce eser,
düzenlenecek müzayede ile satışa sunulacak. Eserler
arasında, Yıldız Sarayı'nda kullanılan altın varaklı
aynalar, ahşap oymalı İtalyan saray masası, yardım
amaçlı hazırlanmış asker temalı ipek mendil ve
Osmanlı saray geleneğine ait altın varaklı inci
süslemeli seccadeler de bulunuyor.
Osmanlı ve Avrupa'nın 18. yüzyıl sonu 19. yüzyıl
başlarına ait vazo, tepsi, karaf, hat, gümüş,
porselen, kristal ve çeşitli ev eşyaları, Çırağan
Sarayı'nda yapılacak müzayedede antika severlerle
buluşacak. Çukurcuma Müzayede Kültür ve Sanat
Evi’nin düzenleyeceği üçüncü müzayede 26 Mayıs Pazar
günü saat 14.00-18.00 arası ünlü koleksiyonerlerin
huzurunda gerçekleştirilecek. Benzerlerine az
rastlanır eserlerin oluşturduğu koleksiyon arasında
yer alan ve Osmanlı’nın son döneminde
şehit aileleriyle gazilere yardım amacıyla
satılan asker temalı ipek mendil, müzayedenin en çok
ilgi görmesi beklenen eserleri arasında yer alıyor.
Açılış fiyatı belirtilmeyen ipek mendilden elde
edilecek gelirin yarısı, amacına uygun olarak yine
şehit ailelerine aktarılacak.
Yıldız Sarayı’ndan çıkma
altın varaklı bir çift saray aynası, 19 yy.
başlarına ait olan İtalyan saray masası, Osmanlı
saray geleneğini yansıtan altınla ve inciyle
işlenmiş zifaf namazı için özel olarak hazırlanmış
bir çift seccade, Hattat Hafız Abdülahad Vahdeti
Bey’e ait 5’li hat koleksiyonu ve daha birçok eseri,
müzayededen önce, 25 Mayıs Cumartesi günü saat
13.00’e kadar Çukurcuma Müzayede Kültür ve Sanat
Evi’nde veya http://www.cukurcumamuzayede.com
adresinde görmek mümkün.
Radikal, 20.05.2013
|
KRAL MİDAS ÜÇ BOYUTLU TANITILIYOR
Ankara'nın Polatlı İlçesi'ne bağlı Yassıhöyük Köyü'nde bulunan Gordion Müzesi'ni ziyaret eden yerli ve yabancı turistler, Kral Midas'ın tümülüsü üç boyutlu izleyerek bilgi sahibi olabilecek. Müzeyi ziyaret eden yerli ve yabancı turistler uygulamadan memnun. Turistler, Kral Midas'ın tümülüsünü ziyaret için geldiklerinde mezar odasını detaylı olarak göremediklerini ifade etti.
Turistler, "Gordion'a gelince mezarın içerisine giremiyorsunuz. Mezarı yakından görmek ya da içini tamamen görebilmek mümkün değil. Fakat bu sistemle en azından canlı olmasa bile mezar görüntüsünü içinin yerleşim şeklini, işte içerdeki sehpa, kap, kaçak ya da buluntu eserlerin yerlerini görebiliyorsunuz. Nasıl olduğunu görebiliyorsunuz. Gayet güzel düşünülmüş, kullanımı kolay." dedi.
Haber 7, 20.05.2013
|
|
GAZİ MİMARLIK'TA NELER OLUYOR?
Rektörü hakkında Yükseköğretim Kurulu (
YÖK ) tarafından inceleme başlatılan Gazi
Üniversitesi şimdi de Mimarlık Fakültesi’nde yaşanan
olaylarla gündemde. Fakülte yönetimi fakülte
binasının dış cephesindeki süslemeleri, iddiaya göre
‘havra figürlerini çağrıştırdığı gerekçesiyle
alçıyla doldururken’ öğrencilerine kilise maketi
yaptıran öğretim görevlisi, daha sonra ‘baskıya’
uğradığı gerekçesiyle maketleri parçaladı.
Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, son iki ay
içinde yaşanan iki olayla dikkatleri üstüne çekti.
İlk olay fakülte binasının dış cephesindeki
süslemelerin içinin doldurulmasına ilişkin yaşandı.
Dış cephede yer verilen 6 köşeli yıldız süslemesi,
okulda Yahudi inanışındaki 6 köşeli ‘Davut Yıldızı’
işaretini çağrıştırdığı tartışmalarına neden oldu.
Yaklaşık 2 ay önce de tartışmalara neden olan bu
süslemelerin içi ilginç bir şekilde dolduruldu.
Yıldızların içi, tam ortasından yukarıdaki köşeden
aşağıdaki köşeye kadar dikey alçıyla kapatıldı.
‘Maketleri kaldıracağıma ben yıkarım’
Fakültede yaşanan ikinci olay da yine dini içerikli
bir tepki üzerinden gerçekleştirildi. Mimarlık
Fakültesi 1’inci sınıf öğrencilerinin ürettiği 1/10
maketler sergilendikleri alanda parçalandı.
1. sınıf öğrencilerine öğretim görevlisi Aktan Acar
tarafından Tadao Ando kiliselerinin maket çalışması
yaptırılmıştı. Maketler fakültenin üçüncü katındaki
koridorda sergilenmeye başlandı. Ancak bazı
hocaların bu durumdan rahatsız olduğu, fakülte
yönetiminin de maketlerin kaldırılması yönünde baskı
kurduğu iddia edildi. Bunun üzerine maketleri
yaptıran öğretim görevlisi Acar’ın tepki göstererek
“Bunları kaldıracağıma ben yıkarım” dediği ve
maketleri parçaladığı ifade edildi.
Mimarlar Odası: Kaldırın baskısı yapıldı
Yaşananlara ilişkin Radikal’e açıklama yapan
Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Ali Hakkan,
kendisinin de yarı-zamanlı olarak ders verdiği
Mimarlık Fakültesi’nde maketlerden rahatsız olan bir
kesimin çıktığını ve kaldırılması yönünde baskılar
oluştuğunu söyledi.
Kilise maketleri yaptıran öğretim görevlisi Aktan
Acar’ın baskı gördüğünü söyleyen Mimarlar Odası
Ankara Şubesi Başkanı Hakkan, “Hocamız yanlış
olmakla birlikte dayanamamış, maketleri yıkmış. Ama
yaşananlar da gösteriyor ki Mimarlık Fakültesi’nde
bu tarz yorumlarla müdahaleler yapılması çağdışı
zihniyetin göstergesidir” diye konuştu.
Radikal’in konuyla ilgili görüşlerini almak için
aradığı Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Mahmut
Özbay’dan ise herhangi bir yanıt alınamadı.
Radikal, Haber: Can Güleryüzlü, 20.05.2013
|
100 ÇAĞDAŞ ESER SATIŞTA
Antik A.Ş müzayede evi, sezonu çağdaş Türk resim
sanatı satışıyla kapatıyor.
Erol Akyavaş’ın ‘Kabe’ konulu eserini son
müzayedesinde 2.9 milyon liraya satarak çağdaş
Türk resim sanatı rekoru kıran Antik A.Ş.,
278’inci müzayedesinde bu kez seçilmiş 100 eseri
satışa sunuyor. Erol Akyavaş, Burhan Doğançay,
Mübin Orhon, Ferruh Başağa, Adnan Çoker, Mehmet
Güleryüz, Komet, Nejad Melih Devrim ve Ömer Uluç
gibi önde gelen sanatçıların eserlerinin yer
alacağı müzayede 25 Mayıs Cumartesi günü saat
15.30’da Antik Palace’da gerçekleşecek. Modern
Türk resminin ustalarından günümüz sanatçılarına
kadar geniş bir yelpazenin sunulduğu müzayedenin
öne çıkan eserleri arasında Burhan Doğançay’ın
‘Black SST’ kurdeleler serisinden 1982 tarihli
yapıtı yer alıyor. Tablonun açılış fiyatı 350
bin lira.
Mayıs sonunda
İstanbul Modern müzesinde retrospektif
sergisi açılacak Erol Akyavaş’ın ‘Gizli/Saklı
şeylerin izleri’ konulu 1986 tarihli tablosu 150
bin lira açılış fiyatıyla satışa sunulurken,
sanatçının aile koleksiyonundan çıkan farklı
dönemlerine ait eserler de koleksiyonerlerin
beğenisine sunulacak. Ayrıca soyut resmin ve
Paris ekolünün önde gelen temsilcisi Mübin
Orhon’un aile koleksiyonundan 10 eser ilk kez
satışa çıkacak. Müzayedede güncel Türk sanatının
önde gelen isimlerinin eserleri de yer alıyor.
İnci Eviner, Azade Köker, Canan Tolon, İrfan
Önürmen, Ahmet Elhan ve Haluk Akakçe’nin de
eserlerinin satışa sunulacağı müzayedeyi Antik
A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Olgaç Artam yönetecek.
Eserler 25 Mayıs’a kadar Antik A.Ş. sergi
salonlarında görülebilir.
Müzayedenin sıra dışı eserlerinden bir tanesi
sanatçı Hüsamettin Koçan’ın ‘Görme engelliler
için resimler’ serisinden farklı bir tablo.
Dokunarak hissedilen eser Türkiye’de ilk kez bir
müzayedede satışa sunulacak. Açılış fiyatı 5 bin
lira.
Hürriyet, 20.05.2013
|
MECBUREN TARİH BEKÇİSİ OLDU
Mustafa Teke, 26 yıl önce Osmaniye’de ev
yaptırdı. 3 yıl sonra bodrumu derinleştirmek için
toprağı kazdığında bir mozaikle karşılaştı. “Toprağı
60 santimetre kadar kazınca karşıma mozaik çıktı.
Kazmaya devam etmedim” diyen Teke, o yıllarda
arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı ‘Düziçi’ adlı
dergide 16 metrekarelik mozaikten bahsetti.
Teke, “Dergiden birer adet bakanlıklara da
göndermiştik.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ’ndan aradılar ve ‘Bu
kıymetli bir eser, buna sahip ol’ dediler. 1990
yılından bugüne kadar bunu koruyorum. Evime çivi
dahi çakamıyorum. Evim bakımsız. Mozaikten dolayı
evime bakım yaptıramıyorum. Yetkililerin mozaiği
güvenli bir yere taşımalarını bekliyorum” dedi.
Mozaikten dolayı maddi herhangi bir beklentisinin
olmadığını dile getiren Teke, sadece mozaiğe zarar
verilmesinden endişe duyduğunu, bu nedenle
çıkarılmasını istediğini söyledi.
1990 yılından beri bodrumda bekleyen mozaikte
keklik, at, geyik, ördek, deve ve tavuk tasvirleri
bulunuyor. Osmaniye Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet
Tabur mozaiğin ev veya saray tabanlarına işlenen
türden olduğunu belirtti. Mozaiğin bin yıldan fazla
geçmişe sahip olduğunu düşündüklerini dile getiren
Tabur, tescillenen ve kültür varlığı içerisinde yer
alan eserin bulunduğu yerden çıkarılması yönündeki
taleple ilgili çalışmalarının sürdüğünü söyledi.
Radikal, 20.05.2013
|
SURİYE'DE MİRAS SAVAŞIN ELLERİNDE
Suriye'de savaş yüzünden onbinlerce insan
ölürken, bir diğer taraftan köklü tarih ve kültür
eserleri de bir bir yok oluyor. UNESCO'nun Dünya
Mirası listesindeki 6 alanın tahrip edildiği
savaşta, on müze tahrip edildi.
Suriye'de iç savaş, onbinlerce insanınn hayatına mal olurken ülkenin
tarihi zenginlikleri de bir bir harap ediliyor.
Savaşta bugüne dek yaklaşık 3 milyon bina yerle bir
oldu. Resmi istatistiklere göre, 2 milyar dolar
değerinde tarihi eser ülke dışına kaçırıldı.
UNESCO'ya göre Suriye'de on müze savaştan etkilendi,
bunların 4'ü ağır hasar aldı, biriyse tamamen
yıkıldı. UNESCO'nun Dünya Mirası listesindeki 6
alanının tahrip edildiği savaşta, ayrıca Emevi Camii
ve Hz. Ömer Camii saldırılar sonucunda yıkıma
uğradı. Bunun yanı sıra İpekyolu üzerinde yer alan
Halep şehrinde Halep Kalesi, Kapalıçarşı, Zekeriya
Camii, Emevi Camii gibi önemli mekanların çatışma
sonrasında tarumar olması, uluslararası çevreleri de
endişelendiriyor.
Muhaliflerin yeri
Suriye'de ilk olarak Deyr Ez Zor'daki Osman bin
Afvan Camii'ne ateş açılmış ve caminin minaresinin
üst kısmı yıkılmıştı. Kentin en önemli camilerinden
biri olan ve içinde türbesi bulunan Halid Bin Velid
Camii, atılan roketler yüzünden büyük ölçüde hasar
gördü. Bunun yanı sıra Şam'da Kafr Susa bölgesindeki
Rıfai Camii de saldırıya uğramış ve o esnada camide
bulunan çok kişi yaralanmıştı. Rejime bağlı güçlerin
düzenlediği operasyonlarda, tarihi Hz. Ömer
Camisi'nin minaresi yıkıldı. Cami, Dera'da rejime
karşı mücadele veren muhaliflerin toplanma
merkezleri arasındaydı.
Antik kentler de yok
oluyor
Ülkede camilerinyanı sıra tarihi kiliseler de
savaştan nasibini aldı. Humus'taki en eski
kiliselerden Ummu'z Zünnar Kilisesi savaşta ciddi
hasar gördü. Kutsal mekanların yanı sıra dünya tarih
mirasında bulunan bir çok antik kent, tarihi eser de
zarar gördü. Yine Humus'ta Lübnan sınırı
yakınlarında bulunan Haçlı Kalesi Krak des
Chevaliers de ülkedeki şiddetten payını aldı.
Ortaçağ'dan kalan kale, Dünya Mirası Listesi'nde yer
alıyor. Kalenin içindeki şapel, maruz kaldığı top
ateşi nedeniyle hasar aldı. Hama'ya 55 km uzaklıkta
Asi nehri kenarına MÖ 3. yüzyılda kurulmuş olan
Apamea antik kenti de yağmacıların elinden
kurtulamadı. Apamea'nın Roma döneminden kalan
mozaikleri matkap, keski kullanılarak yerlerinden
söküldü. Arıca tarihi kolonların üzerindeki Jüpiter
Tapınağı da parçalara ayrılarak götürüldü.
Emevi Camii'nin durumu
içler acısı
Halep'te rejimin yıktığı kutsal mekanlardan
birisi de Hz. Zekeriya (Emevi) Camisi. Emevi
Halifesi El Velid Bin Abdülmelik tarafından inşasına
başlanan ve 715-717 yılları arasında Halife Süleyman
döneminde yapımı biten cami şu anda minaresiyle
beraber birçok yeri yıkılmış durumda. İçerisinde
Hazret-i Zekeriya peygamberin kabrinin de bulunduğu
tarihi Emevi camiinin durumu içler acısı. Meşhur
kütüphanesi ile de bilinen camide neredeyse sağlam
bir yer kalmamış. Bir zamanlar avlusunda ayakkabıyla
dolaşmanın dahi yasak olduğu Emevi Camii, şu anda
muhaliflerin elinde ve halen rejim askerleri
tarafından her gün bombalanıyor.
Çölün gelini hasarlı
İdlib, Dura Europos ve Palmyra müzeleri ve
arkeolojik alanlar seri şekilde savaş sırasında
talan oldu. Ülkenin UNESCO Dünya Mirası listesindeki
6 alanı Halep Antik Kenti, Bosra Antik Kenti, Şam
Antik Kenti, Crac des Chevaliers ve Qal'at Salah
El-Din kaleleri ile Çölün Gelini lakaplı antik şehir
Palmira; roket, tank ve hafif silahlar nedeniyle
ağır hasar gördü. Son olarak Ortadoğu'nun en büyük
mozaik koleksiyonunu bulunduğu İdlib'deki Alma Arra
Müze'si hasar aldı. 10 kilometre uzunluğu ile ünlü
Halep El Medine Çarşısı da yıkık ve harabeye dönmüş
durumda.
Yeni Şafak, Haber: Aysel Yasa, 19.05.2013
|
553 YILLIK KAN DAVASI
Papa Fransuva,
Vatikan'da geçen hafta 400 ile 800 kişi arasında
oldukları tahmin edilen bir grubu "aziz" ilan etti.
Katolik inancına göre "cennete girecekleri kesin"
olan bu kişiler, Fatih'in 1480'de yaptırdığı
"Otranto çıkarması"nda can veren Otranto sakinleri
idi. Merasim sırasında Sen Piyer Kilisesi'nin
balkonuna Fatih'in "Hristiyanlar'ın canını alan"
donanmasının temsili resmi de asıldı
Vatikan'da geçen Pazar günü saatler süren bir ayin
yapıldı ve Papa Fransuva
önce biri
Meksikalı ve diğeri Kolombiyalı iki rahibeyi
"aziz" ilan etmesinin ardından Vatikan
tarihinin "yüzlerce kişilik bir grubu toplu
olarak azizliğe yükseltme" işini de
tamamladı ve sayıları tam olarak bilinmeyen, 400 ile
800 arasında oldukları tahmin edilen
"Otranto şehidleri"ni cennete gönderdi!
Ayin öncesinde Sen Piyer Kilisesi'nin meydana bakan
üst katlarındaki balkonlara o gün
"aziz"
olan iki rahibenin büyük boy resimlerinin
yanısıra üzerinde bir idam sahnesinin ve ölümü
bekleyen sıra sıra idamlıkların, arka planda da bazı
kadırgaların göründüğü büyük boyda bir halı yahut
örtü asılmıştı.
Pek dikkatimizi çekmeyen bu görüntünün, bizimle
gayet yakından alakası vardı: Papa'nın o gün azizlik
mertebesine yükselttiği
"şehidler"i,
yani balkona asılan görüntüdeki idamlıkları elindeki
kılıçla doğrayan cellad bir Osmanlı generali, arkada
görünen kadırgalar da
Fatih Sultan Mehmed'in
donanması idi! Vatikan, bundan 533 sene önce
yaşanmış bir mücadeleyi, Osmanlı donanmasının
Fatih zamanında Güney İtalya'nın
Otranto şehrine yaptığı çıkarmayı gündeme
getiriyordu ve aziz ilan ettiği yüzlerce kişi,
Fatih'in askerlerinin başında olan
Gedik Ahmed Paşa
tarafından idam
edildiklerine inanılan Otrantolular idi...
Şimdi, Hıristiyan
dünyasının yüzlerce senedir bir türlü unutamadığı bu
"Otranto Harekatı"nı biraz daha
yakından anlatayım:
Fatih Sultan Mehmed'in donanması
1470'lerin sonunda Rodos'u kuşatmış ama aylarca
devam eden kuşatma netice vermemiş ve adayı
ellerinde bulunduran Saint Jean şövalyelerinin
mükemmel savunmaları karşısında donanma geri
dönmüştü.
Rodos'ta ertesi sene yeni bir kuşatma beklenirken
Fatih şaşırtıcı bir karar vermiş ve
Gedik Ahmed Paşa'nın kumandasındaki
donanmayı Ege'nin daha ötesine, Adriyatik
sahillerine göndermiş ve Güney İtalya'nın Pulya
bölgesine çıkarma yapılmasını emretmişti. Böylelikle
o bölgelerin hakimi olan Napoli Krallığı'na darbe
vurulacak, İtalya'nın batısının ardından doğu
bölgeleri de zamanla düşecek, yani Roma
fethedilecekti!
Türk donanması, 1480 Temmuz'unun son günlerinde
Pulya'nın limanı Otranto'nun açıklarına ulaştı ve
şehri iki hafta boyunca bombardıman etti.
Kadırgalardaki askerler 11 Ağustos'ta karaya
çıktılar ve Gedik Ahmed Paşa,
cuma
namazını maiyetiyle beraber Otranto'daki katedralde
kıldı...
Otranto seferi, o zamanlar
"Kızıl Elma"
diye bilinen Roma'ya hakim olma planının
ilk aşaması idi. Yıldırım Bayezid'in
"Atıma, yemini Roma'daki Sen Piyer
Kilisesi'nin mihrabında yedireceğim" dediği
biliniyordu ve Fatih'in o zamana
kadar Roma ile nihayet bulan
"Kızıl Elma"
sınırını Paris'e kadar uzattığı ve Notre
Dame Katedrali'nin kulelerine Osmanlı sancakları
dikeceğinden sözettiği duyulmuştu.
Gedik Ahmed Paşa'nın Otranto'ya
çıkışı ile Kızıl Elma hayalinin ilk aşaması hayat
bulmuş ve birlikler İtalya'nın çizmesinde bir
köprübaşı elde etmişlerdi... Roma'ya, oradan da
Paris'e uzanan yol artık Otranto'dan geçiyordu.
Gedik Ahmed Paşa'nın şehri alması
sadece İtalya'da değil bütün Avrupa'da panik
yaratmış, Türk korkusu yüzünden göçler başlamış,
hatta Papa bile bir ara Roma'yı terkedip Fransa'ya
gitmeyi düşünmüş ve Roma'da kalmayı askerlerinin
verdiği garantilerden sonra kabul edebilmişti... Ama
hem kendi askerleri, hem de diğer Hristiyan
memleketlerden gelen birlikler
"Bu iş
bedavaya olmaz, bedeli vardır" demişler,
Papa'yı koruma karşılığı olarak Vatikan'daki bütün
gümüşleri talan etmişlerdi!
Otranto'da ise bitmeyen bir sevk faaliyeti vardı...
Osmanlı donanmasına karşı koyanlar ile İslamiyet'i
kabul etmeyenlerin bazılarının idam edildikleri,
hayatta bırakılanların da gemilere doldurulup esir
olarak İstanbul'a gönderildikleri ve birliklerin
İtalya'nın içlerine doğru ilerlemeye hazırlandıkları
söyleniyordu.
İşte bu günlerde, Gedik Ahmed Paşa'nın
ordugahına kara bir haber geldi: Paşa'yı İtalya'ya
gönderen hükümdar, yani
Fatih Sultan Mehmed
artık hayatta değildi! Tahta büyük oğlu
Bayezid çıkmıştı ve
Gedik
Ahmed Paşa'yı geri çağırıyordu...
Bu emir üzerine birlikler Otranto'yu boşalttılar ve
gemilerle İstanbul'a döndüler...
Papa Fransuva'nın geçen Pazar günü
"aziz"
ilan ettiği "Otranto
şehidleri" efsanesi de o günlerde doğdu...
Osmanlı donanmasına karşı mücadele edenlerin
başında, Antonio Primaldo
adında
bir Otrantolu vardı. Primaldo
ile
şehirlerini müdafaaya çalışan Otrantolular bir
iddiaya göre savaşırken can vermiş, bir başka
iddiaya göre de İslamiyet'i kabul etmedikleri için
Gedik Ahmed Paşa
tarafından idam
ettirilmişlerdi. Kaç kişi oldukları hakkında kesin
bir kayıt yoktu ve asırlar boyunca 278 ile 1300
arasında değişen sayılar ortaya atıldı...
Otrantolular, 1480'in 11 Ağustos'unda yaşanan
muharebede hayatlarını kaybedenlerden yahut sonradan
idam edilenlerden 278'inin kurukafaları ile
kemiklerini şehir merkezindeki katedrale taşıyıp çok
büyük camekanlara doldurdular ve hala muhafaza
ediyorlar!
Vatikan, Primaldo
ile arkadaşlarını
asırlar boyunca unutmadı ve
"aziz"
ilan edilmeleri çabaları taaa 16. asırda başladı.
1539'da kutsandılar, azizliğin ilk basamağı olan
"Béatification"
merasimini de
1771'de o zamanın Papa'sı
14. Clement
idare etti. Derken, aradan iki asırdan
fazla zaman geçti ve Papa 16. Benedictus,
bu senenin 11 Şubat'ında makamından
ayrılacağını açıklamasından birkaç dakika önce
hepsini "azizlik"
makamına
yükseltti. Papa Fransuva
da geçen
Pazar günü sayıları tam olarak bilinmeyen
"Otranto Şehidleri"ni toplu halde aziz ilan
etti ve isimleri Katolik Kilisesi'nin
"azizler defteri"ne başta
Antonio
Primaldo olmak üzere yine toplu olarak,
yani "Primaldo ve arkadaşları"
diye
yazıldı...
Papa'nın geçen hafta yaptığı ve Vatikan tarihinin en
büyük "toplu azizlik ilanı"
olan
merasimin temelinde, işte bundan 533 sene önceki
askeri harekatımız vardı...
Üzerinde durup düşünmemiz gereken mesele işte
burada: Birkaç yıl önce
"Avrupa Birliği
başka bir kültürdür, içerisinde Türkiye'ye yer
yoktur" diyen
Papa 16. Benedictus
makamını terkedeceğini açıkladığı gün 533
senedir devam eden kan davasını neticeye bağlamak
için Fatih'in askerlerinin
karşısında canından olan
Antonio Primaldo
ile arkadaşlarını
"aziz"
ilan ediyor; yerini alan yeni Papa
Fransuva
karara büyük bir ayinle resmiyet
kazandırıyor, biz ise hala
"dinlerarası
diyalog"dan falan bahsedip duruyoruz...
Otranto
fatihini idam eden Bayezid 'Gedik'i tepeledim' diye
yazıyordu
Azizler, Katolik doktrinine göre cennete girecekleri
kesin olan kişilerdir, şefaatleri Allah katında
kabul edilecektir ve dolayısı ile her Katolik,
Hazreti İsa ile
Hazreti
Meryem'in yanısıra azizlere de dua edip
şefaat isteyebilirler...
Kilise, "azizlik"
mertebesine
yükseltme işini dört aşamada hayata geçirir. Önce, o
kişinin veya kişilerin
"Hristiyanlığa büyük
hizmetlerde bulundukları" ilan edilir,
sonra kutsanır, ardından
"ermiş"
yapılır ve nihayet "aziz"
ilan
edilirler...
Bütün bunlar yapılırken aziz adaylarının mucizeleri
aranır ve "azizlik"
mertebesine bu
mucizelerin belirlenmesinden sonra yükselebilirler.
Vatikan, asırlar boyunca
Antonio Primaldo
ve arkadaşlarının mucizelerini tesbit
etmeye çalıştı... Önce
"mezarlarından çıkıp
öldükleri yerlerde dolaştıklarının görüldüğünü"
duyurdu, ardından
"Otranto'daki
kemiklere dokunan hastaların şifa bulduklarını"
açıkladı ve azizlik mertebesine
yükselmeleri işte bu "mucize"lerin
belirlenmesinden sonra yapıldı!
Peki, Otranto'dan İstanbul'a dönen
Gedik
Ahmed Paşa'nın akıbeti nasıl oldu dersiniz?
Hiç de hoş olmadı! 1482'nin 18 Kasım'ında,
Fatih'in oğlu İkinci Bayezid
tarafından idam ettirildi... Paşa, o
sıralarda henüz yeni inşa edilmekte olan Topkapı
Sarayı'nda hükümdarın verdiği bir ziyafete davet
edildi, yemekler yenilip vezirlere adet üzere
kaftanlar giydirilirken
Gedik'e
siyah kaftan sunuldu... Bu,
"Hayatın buraya
kadarmış" demekti ve
Bayezid'in
bir işaretiyle, dilsiz celladlar Paşa'yı hemen orada
boğdular, bir iddiaya göre de hançerleriyle parça
parça ettiler..
İdamın gerekçesi, kardeşi
Cem Sultan
ile yıllar sürecek bir mücadeleye girişmiş
olan Bayezid'in, Paşa'nın
Cem ile mektuplaştığı yolunda aldığı
ihbarlar idi... Bayezid,
daha sonra
adamlarından İskender'e gönderdiği
bir mektupta "...Bilesin ki Gedik'i
tepeledim. Sen de Cem'in oğlunu mecal vermeyip
boğdur ama kimseler bilmesin" diye
yazacaktı!
Habertürk, Yazı Murat Bardakçı, 19.05.2013
|
|
SİDAS ANTİK KENTİ TOPRAK ALTINDA
Manisa'nın Demirci İlçesi İcikler beldesi sakinleri, beldesi sınırlarında bulunan Sidas'ın (Saittai) ortaya çıkarılması için kazı çalışmalarının başlatılmasını istiyor.
Manisa'nın Demirci İlçesi İcikler beldesi sınırlarındaki Sidas'ın (Saittai) ortaya çıkarılması için kazı çalışmalarının başlatılmasını isteyen yöre halkı, "Yıllarca tarih hırsızlarının talanıyla yarısını kaybeden bu tarihi kentte kazı yapılmazsa kalan bölümün yarısı toprak altında kalacak. Zira tarım alanı olarak kullanılan alandan kalanlar da doğanın ve insanların tahribatıyla işe yaramaz hale gelecek" dedi.
Sidas'ın güneyindeki büyük stadyumun mermer oturaklarının tamamen ayakta olduğunu söyleyen vatandaşlar, "Stadyumun içi tütün tarlası yapılmış, köylüler tütün kırıyor. Hala akan bir su kaynağı etrafında kurulan şehrin birçok yapıları tütün tarlaları arasında yükseliyor. Yarısı içeride yarısı dışarıda onlarca lahitle kendini belli ediyor. Sidas acilen koruma altına alınarak, akabinde bilimsel kazı çalışmaları başlatılmalı" dedi.
haberler.com, 19.05.2013
|
AĞRI'DA BİN 500 YILLIK MEZAR ODASI BULUNDU
Ağrı'nın Eleşkirt İlçesi'ne bağlı Gökçayır Köyü'nde yaşayan Enver Ayaz, evi için açtığı foseptikte 2 bin 500 yıllık mezar odası buldu.
Eleşkirt Kaymakamı Hakan Ezgi ve İlçe Belediye Başkanı AK Partili Mehmet Nuri Çelik ile birlikte köye giden Vali Mehmet Tekinarslan, tarihi mezar hakkında yetkililerden bilgi aldı. Gökçayır Köyü'nde oturan Enver Ayaz, yeni yaptırdığı evi için fosseptik çukuru kazarken yaklaşık 3 metre yerin altında oda şeklinde bir yer buldu ve durumu jandarmaya bildirdi. Koruma altına alınan ve Erzurum Müzesi tarafından inceleme yapılan mekanın 2 bin 500 yıl öncesine ait bir mezar odası olduğu açıklandı. Mezar içerisinde boncuk ve bronz süs eşyaları ile insan kemikleri bulunduğu belirtildi.
Yetkililer, Doğu Anadolu Bölgesi'nde ilk defa bu büyüklükte bir oda mezar bulunduğunu açıkladı. Vali Tekinarslan, Kaymakam Hakan Ezgi'den 4 metreye 225 santimetre ve mimari açıdan düzenli bir yapıya sahip olan tarihi mezarın tahrip olmaması için ziyarete kapatmalarını istedi.
Akşam, 19.05.2013
|
|
'TAŞ DEVRİ'NDEN ARKEOLOJİK PARKA
Latmos Dağı'ndaki kaya
resimleri, taşocaklarında mıcır olmaktan kurtuluyor.
Dağ koruma altına alınıp, arkeoloji parkı haline
getiriliyor.
Kaya resimlerinin çeşitliliği ve zenginliğiyle
gündeme gelen Latmos Dağı’nın taşocaklarından
kurtarılması için girişimler olumlu sonuçlar vermeye
başladı.
Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü ve Aydın Arkeoloji Müzesi uzmanları,
dünyada örneklerine az rastlanan 8 bin yıllık kaya
resimlerinin yer aldığı tarihteki adı ‘Latmos’ olan
Beşparmak Dağları’nın Doğa, Tarih ve Arkeoloji Parkı
haline getirilmesi için çalışma başlattı. Çalışma
kapsamında, dağın tamamı taranıp tüm kaya resimleri
tespit edilecek. Daha sonrada Latmos Dağı’nın koruma
altına alınması planlanıyor.
İlçe ilçe tespitler yapılıyor
Dağın Aydın bölümünde Eko Sistemi Koruma ve Doğa
Sevenler Derneği (EKODOSD) onursal üyesi, kaya
resimleri uzmanı Dr. Anneliese Peschlow’un da
katılımıyla geçen yıl tescil çalışması yapılmıştı.
Tarih ve Arkeoloji Parkı olarak kabul edilmesi ve
Latmos Dağı’ndaki tüm kaya resimlerinin tespiti için
çalışmalara bu yıl Koçarlı İlçesi'ne bağlı Bağarcık
Köyü yakınlarında bulunan Çörlenasar bölgesinde
devam edildi. Buradaki tüm kayalar ve mağaralar
didik didik edildi. Bulunan kaya resimlerinin
değerlendirmeleri yapıldı, kayıtlara geçildi. Son
olarak ise geçen çarşamba günü Latmos’taki en
kalabalık figürlerin yer aldığı, Ballıkkaya Mağarası
incelendi.
‘Aile ve şenlik figürleri eşsiz’
Kaya resimlerinin eşsiz olduğunu belirten EKODOSD
Onursal Üyesi Peschlow şunları söyledi: “Elimizdeki
mevcut buzul çağından sonraki diğer örneklerden
farklı olarak, ne insana ne de hayvanlara karşı
savaş ve
şiddet içeren sahneler bulunmamaktadır. Ayrıca
günlük yaşamdaki tarım ve hayvancılıkla ilgili
sahneler de mevcut değildir. Buradaki resimlerde
aile ve 8 bin yıl önce şenlik figürleri yer almakta.
Latmos Dağı’nın tüm insanlığı ilgilendiren muhteşem
özellikleri bulunmasına karşın yıllardan beri bu
dağlarda maden ocakları işletilmektedir. Yakın
zamana kadar bu ocaklar, dağ zincirinin doğusunda
bulunurken, son yıllarda tüm sathına yayıldı. Ne
yazık ki bu ocaklar Beşparmak Dağları’nın eşsiz
panoramik manzarasını bozmakla kalmayıp dünyada eşi
benzeri bulunmayan, tarih öncesinden günümüze kadar
gelmiş olan kaya resimlerini de tehdit etmeye
başlamışlardır. Oysa bu tarih öncesi resimler ve
etrafındaki doğal çevre birbirlerine bağlıdır ve
birbirleriyle adeta iç içe geçmektedirler. Latmos
tümüyle doğa, tarih ve arkeoloji parkı haline
getirilebilir.
Türkiye ’de gelişmekte olan turizm için, Latmos
çok değerli alternatif bir kaynak olacaktır. Örneğin
Fransız Alpleri’ndeki Bego Dağı’ndaki kaya
gravürlerini çok verimli bir biçimde
değerlendirmişler ve her yıl binlerce turisti
bölgeye çekmektedirler.”
Çalıştay düzenlenecek
EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü de yürütülen
çalışmaların umut verici olduğunu söyledi. Konuyla
ilgili bu ayın sonunda çalıştay düzenleyeceklerini
belirten Sürücü, “Latmos’un diğer yarısı Muğla
bölgesinde olduğu için, buradaki uzmanlar tarafından
da aynı çalışmaların başlatılacağına inanıyoruz”
dedi.
Radikal, 19.05.2013
|
FABRİKADA SANAT
Kopenhag'taki Ny Carlsberg Glyptotek Müzesi,
1800'lü yıllarda sanayi devriminin ilk
patronlarından ve ciddi bir sanatsever olan
Carlsberg Biracılığın sahibi Carl Jacobsen
(1842-1914) tarafından kurulmuş. Müzeye "heykel
deposu" anlamına gelen Glyptotek adı verilmiş.
Tutkulu bir koleksiyoner olan işadamı, bira
satışlarından ettiği karla İskandinavya'daki en
geniş özel koleksiyonu oluşturmuş ve Danimarka
halkına miras bırakmış. Her yıl binlerce kişi
tarafından ziyaret edilen Ny Carlsber Gyptotek
Müzesi 50 (yazıyla, elli) futbol sahası büyüklükte
bir alanda yer alan fabrika binalarıyla yan yana
hizmet veriyor. Müzeyi gezerken bir yandan sanat
eserlerini bir yandan da tarihi imbikleri
görebiliyorsunuz.
ETKİLEYİCİ MİMARİ
Müzenin mimarisi de en az içinde yer alan eserler
kadar ilginç. Hatta Danimarka'da bir eşi daha yok.
Ny Carlsberg Glyptotek Müzesi 4 binadan oluşuyor.
Birincisini mimar Vilhelm Dahlerup tasarlamış ve
1897'de inşa edimiş. 3 kanadı olan kırmızı
tuğlalarla örülü binanın mimarisinde Rönesans
Venedik'inden esinlenilmiş. Tavanı ve duvarları
frizler ve resimlerle süslü, içerisinde mermer
sütunlar bulunuyor. Zeminiyse mozaik kaplı. Bu
binada Danimarka ve Fransız sanatından eserler yer
alıyor. Müzenin kış bahçesi de mimar Dahlerup'un
imzasını taşıyor. 1906'da Hack Kampmann'ın inşa
ettiği ve antik eserler koleksiyonunun bulunduğu
binanın 4 kanadı, görkemli sütunlara sahip bir ana
salona sahip. Stili daha klasik ve güneye bakan
tarafı bir piramitle taçlanmış. Daha sonra müzeye
Fransız ressamların eserlerini sergilemek için mimar
Henning Larsen tarafından bir bina daha eklenmiş ve
2006'da eski Akdeniz medeniyetleri için yepyeni bir
sergi alanı açılmış.
Danimarka'daki en geniş Fransız empresyonist
koleksiyonu da bu müzede yer alıyor. Özellikle Paul
Gauguin koleksiyonu en iyilerden. Eckersberg, Kobke,
Lundbye, Freund, Jerichau ve Bissen gibi Danimarka
Altın Çağı'nın önemli örnekleri burada görülebilir.
Müzede yıl boyu konserler, sergiler, rehber
eşiliğinde geziler de düzenleniyor.
Habertürk, Haber: Nur Toprakoğlu, 18.05.2013
|
MÜZE SAYISI ARTIYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı,
2003-2013 arasında Türkiye genelinde bakım, onarım
ve teşhir-tanzim çalışmaları tamamlanan 97 müzenin
ziyarete açıldığını, 38 yeni müzenin de hizmete
girdiğini bildirdi.
Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamaya göre, 188
müze, 130 örenyeriyle 172 özel müzenin bakım, onarım
ve teşhir tanzim uygulamaları çalışmaları
sürdürülüyor.
2003-2013 yılları arasında bakım, onarım ve
teşhir-tanzim çalışmaları tamamlanan 97 müze
ziyarete açılırken, aynı dönemde 38 yeni müze de
hizmet vermeye başladı.
Son 3 yılda kazı, satın alma, zor alım, hibe ve
bağış yoluyla müzelere 152 bin 123 eser
kazandırılırken, yurt dışından toplam 4 bin 138 eser
Türkiye'ye getirildi.
Aynı zamanda Bakanlığa bağlı müzelerde bulunan
yaklaşık 3 milyon 200 bin eser için modern
teknolojiyle donatılmış 10 Restorasyon ve
Koservasyon Bölge Laboratuvarı da kuruldu.
Bakanlığa bağlı müze ve örenyerlerini 2011'de 28
milyon 462 bin 893 kişi ziyaret ederken, 2012'de bu
rakam 28 milyon 781 bin 308'e yükseldi.
Müze ve örenyerlerinden 2007'de 72 milyon 100 bin
lira gelir elde edilirken, 2012'de bu rakam yüzde
289 oranında artarak 280 milyon 200 bine ulaştı.
2012 itibarıyla Müzekart'tan elde edilen gelir 20
milyon 671 bin 808 lira olurken, 2011-2012 arasında
Müzekart uygulamasıyla ziyaretçi sayısı yüzde 49
oranında arttı.
Ayrıca çocuklara müze ve kültürel değerlerin
korunması bilincini aşılamak üzere yaz okulu
etkinlikleri, çocuk şenlikleri, atölye çalışmaları,
drama gösterileri, seminerler, konferanslar, geçici
sergiler, toplantılar, konserler, özel gün ve
gecelerle kültürel amaçlı geziler de düzenleniyor.
Yeni Şafak, 18.05.2013
|
FİRARİ SİKKELER YURDA DÖNDÜ
Türkiye'den çeşitli dönemlerde kaçırılan 23
sikke, vatanına geri döndü. Avustralyalı bir
kadın, vasiyetinde kendisinde bulunan
sikkelerin Türkiye'ye iade edilmesi istedi.
Hayata veda eden kadının vasiyetinin yerine
getirilmesinin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı,
alışılmışın dışında bir yolla ülkeye dönen Roma
dönemine ait 23 adet
sikkeyi tanıttı.
Olay Avustralya'da, Katolik İlahiyat
Üniversitesi'nde dekan yardımcısı olarak görev yapan
Rosemary Canavan'ın Türk yetkililerine gönderdiği
dilekçeyle başladı. Dilekçede, geçen yıl vefat eden
Julie Hooke adlı kişinin, kendisinde bulunan bir
grup sikkenin Denizli'de bir müzeye gönderilmesini
vasiyet ettiği belirtildi.
Canavan dilekçede, Hooke'nin ailesinin vasiyeti
yerine getirmesi için kendisinden yardım istediğini
vurgulayıp, sikkelerin listesini dilekçeyle birlikte
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne
iletti. Listeyi inceleyen Genel Müdürlük,
Canavan'dan, Roma dönemine ait yaklaşık 3 bin yıllık
23 sikkenin Melburn Başkonsolosluğu'na verilmesini
istedi. Gerekli bürokratik işlemler yapıldı ve
sikkeler Türkiye'ye döndü. Anadolu Medeniyetleri
Müzesi'nde tanıtılan sikkeler, Denizli Müzesi
Müdürlüğü'ne teslim edilerek Hooke'nin adının
geçtiği bir plaketle sergilenecek. Tanıtımda konuşan
Kültür Varlıkları Genel Müdür Yardımcısı Zülküf
Yılmaz, "Avustralya'dan getirilen 23 parça sikkenin
22'si tunç, 1'i gümüş. MÖ 1. ve 2. yüzyılda Roma
dönemine ait şehir sikkeleridir" dedi.
Habertürk, 18.05.2013
|
MECLİS HEYKEL VE TABLOLARININ PEŞİNDE
Sultan Abdülaziz’in 1864’te Paris’te yaptırdığı
heykeller ile Saray Koleksiyonu’nda bulunan tablolar
gönderildikleri yerlerden geri istendi.
TBMM Genel Sekreter Yardımcısı Yasin Yıldız,
heykelleri resmi yazıyla istediklerini belirtirken,
“Umarız yuvaya dönerler” dedi. Abdülaziz’in Paris’te
Rodin’in heykellerinin de yapıldığı Thiebaut
dökümhanesinde yaptırdığı 22 heykel 1864’te
Beylerbeyi Sarayı’na getirilmişti.
Abdülaziz‘in tahttan indirilmesinin ardından
heykeller Beylerbeyi Sarayı’nın bahçesinden alınıp
farklı yerlere gönderildi. Abdülaziz’in at üstündeki
heykeli Topkapı Sarayı’na verildi. Böğüren boğa,
dinleyen geyik ve kaplan heykelleriyle, timsah
üstündeki aslan kendi yerinde, yani Beylerbeyi’nin
bahçesinde kaldı.
ATLI KÖŞK’E ADINI VEREN HEYKEL DE İSTENİYOR
Kadıköy’ün simgesi haline gelen dövüşen boğa,
1951’den 1969’a kadar Spor Sergi Sarayı’nda kaldı,
sonra Kadıköy Kaymakamlık Binası’nın önüne alındı.
“Şaha kalkmış özgürlük atı” ise Sakıp Sabancı
Müzesi’nin bahçesinde bulunuyor. Mısır Hıdivi İsmail
Paşa’ya ait olan, 1913 yılına kadar Karadağ
Sefarethanesi olarak kullanılan, 1923 yılında Hıdiv
İsmail Paşa’nın torunu Mehmet Ali İhsan Bey
tarafından yeniden yaptırılan, 1951 yılında Hacı
Ömer Sabancı tarafından satın alınan köşk, bu at
heykeli nedeniyle Atlı Köşk olarak biliniyor. Koç
Ailesi’ne ait Divan Oteli’nin önündeki geyik heykeli
ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait Emirgan
Korusu’ndaki bir heykel ve Saraçhane’deki aslan da
istenen heykeller arasında bulunuyor.
TBMM Genel Sekreter Yardımcısı Yasin Yıldız,
Habertürk’ün sorularını yanıtlarken, bu heykellerin
ait oldukları Beylerbeyi Sarayı’nın bahçesine
getirilmesi için ilgili yerlere yazılar yazdıklarını
bildirdi. Yazıların yeni gönderildiğini, heykelleri
talep ettikleri kurum ve kuruluşların nasıl yanıt
vereceğini bilemediklerini belirten Yıldız, “Ümit
ediyorum, olumlu yanıt verirler, heykeller de ait
oldukları yere, yuvalarına dönerler” dedi.
TABLOLAR DOLMABAHÇE SARAYI’NA
TBMM Genel Sekreter Yardımcısı Yasin Yıldız, Milli
Saraylar Dairesi’ne ait olan ve daha önce
Dolmabahçe’de bulunan Saray Koleksiyonu’ndan önemli
parçaların da geçmiş dönemlerde farklı kurumlara
verildiğini tespit ettiklerini bildirdi. Yıldız,
aralarında Ayvazovsky, Ali Rıza Efendi, Şeker Ahmet
Paşa, Osman Hamdi Bey ve Zonaro’nun da bulunduğu çok
sayıda ressamın tarihi özelliği de bulunan değerli
tablolarını Dolmabahçe Sarayı’na geri istediklerini
belirtti. Yıldız, tabloları sohbaharda Dolmabahçe’de
Veliaht Dairesi’nde düzenlenecek bir sergide bir
araya getirmeyi hedeflediklerini söyledi. Yıldız, bu
tabloların da daha çok Topkapı Sarayı ve Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Fakültesi’nde bulunduğunu ifade etti.
Habertürk, Haber: Saliha Çolak, 17.05.2013
******
"BOĞA KADIKÖY'DE KALSIN, 'BÖĞÜREN BOĞA' YANINA
GELSİN"
Kadıköy Belediye Başkanı Öztürk, boğa heykelinin
Beylerbeyi Sarayı’nda “Böğüren boğa” heykelinin
yanına taşınması talebiyle ilgili, “Heykeller
insanlarla kucaklaşınca anlamlıdır. Böğüren boğa
buraya gelsin” dedi.
“Bize Beylerbeyi Sarayı’ndaki ‘böğüren boğa’
heykelinin Altıyol’daki boğa heykelinin eşi olduğunu
ve boğayı kendilerine iade etmemizi söylüyorlar.
İstanbul’da kaç kişi saraya kapatılan ‘böğüren
boğa’yı biliyor? Ama tüm İstanbul, Kadıköy’deki
boğayı bilir. Boğaların beraber olmasını
istiyorlarsa onu da Altıyol’a koyalım. Heykeller
kentte insanlarla olduğu sürece anlamlıdır.”
Kadıköy Belediye Başkanı
Selami Öztürk,
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Milli Saraylar
Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı’nın, Kadıköy
Belediyesi’ne gönderdiği yazıyla Kadıköy Altıyol’da
bulunan boğa heykelinin sahibinin Milli Saraylar
olduğunu ileri sürerek heykelin iadesini talep
etmesini bu sözlerle değerlendiriyor.
bianet’e konuşan Öztürk, talebi
gereksiz bulduğunu belirterek, birilerinin hiç sorun
olmayan konularda kriz yarattığını belirtti.
“Biri kuyuya bir taş atıyor. Sonra 40 kişi o taşı
çıkarmakla uğraşıyor. Bunu adet haline getirdiler.”
“Boğa kamuya aittir, kimsenin malı
olamaz”
Heykeller kente dağıldığında, insanlarla
kucaklaştığında bir anlam ifade ettiğini vurgulayan
Öztürk, heykeller sarayların bahçelerine
hapsedildiğinde kentle ve sosyal hayatla yeteri
kadar iç içe olamayacağını savunuyor.
“Boğa heykeli şu an olması gereken yerde. Her gün
binlerce insan heykelin önünde fotoğraf çektiriyor.
İnsanlar için buluşma noktası olmuş, yol tarifleri
heykelden veriliyor. “Yani Kadıköy’ün başlıca
simgelerinden ve kamunun ortak malı olmuş durumda.
Kamunun ortak malları için kimse kalkıp da ‘Bu
benimdir’ deme hakkına sahip değil.
“Bunun dövüşen boğa olduğunu ve Beylerbeyi
Sarayı’ndaki böğüren boğanın eşi olduğunu
söylüyorlar. Merak ediyorum, acaba kaç kişi sarayın
bahçesindeki böğüren boğayı biliyor. Ancak
Altıyol’daki boğa heykelini tüm İstanbul biliyor.
“Biz diyoruz ki, dövüşen boğayı saraya
kapatacağımıza oradaki böğüren boğayı çıkartalım
şimdiki boğa heykelinin yanına koyalım, insanlar onu
da öğrensin.”
Öztürk’e TBMM Milli Saraylar Müzecilik ve Tanıtım
Başkanlığı’nın neden birden böyle bir girişimde
bulunmuş olabileceğini soruyoruz.
“Bazı insanların heykellere karşı alerjileri var
ve kentlerde heykellerin görünür olmasını
istemiyorlar. Diğer bir neden de kentin simgelerini
yok ederek insanların hafızalarını tahribata
uğratmak da istiyor olabilirler.
“Ben bunu son derce gereksiz bir tartışma olarak
görüyorum. Ancak neticede Kadıköy halkı bu heykele
sahip çıkacaktır. Boğa heykeli yerinden kalkmayacak.
Bianet.org, Haber: Ekin Karaca, 17.05.2013
******
KADIKÖY'ÜN BOĞA İNADI
Kadıköy Belediyesi sınırları içinde bulunan ve
Kadıköy'ün simgesi haline gelen Altıyol'daki
Tarihi
Boğa Heykeli,
Kadıköy Belediyesi ile Milli Saraylar Müzecilik
ve Tanıtım Başkanlığı'nı karşı karşıya getirdi.
TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı, Beylerbeyi
Sarayı'ndan çıktığı tespit edilen 7 heykelin geçen
ay kurumlara gönderilen resmi yazıyla aralarında
Sabancı Müzesi'ndeki at,
Kadıköy Altıyol'daki boğa, Divan Oteli önündeki
geyiğin de bulunduğu eserleri geri istemişti.
Kadıköy'ün
Boğa Heykeli, 1864 Yılında Sultan Abdülaziz
tarafından sanatçı Rouillar'da Paris'te
yaptırılmıştı. Orijinal adı "Dövüşen Boğa" olan
Kadıköy'ün
Boğa Heykeli, uzun yıllar çeşitli noktaları
dolaştıktan sonra Altıyol'a konulmuş burada
Kadıköy ile özdeşleşmişti.
'Dövüşen
Boğa Heykeli'nin,
Kadıköy ile özdeşleştiğini ve
Kadıköy'ün simgesi haline geldiğini ifade eden
Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk ise
heykeli isteyen Milli Saraylar'a gönderilen cevabi
yazıya olumsuz yanıt verdiklerini ve heykelin
Kadıköy'de kalması gerektiğini ifade ettiklerini
söyledi.
Heykelin Beylerbeyi Saray Bahçesi'ne nakledilmek
istenmesinin anlamsız olduğunu kaydeden Öztürk şöyle
konuştu;""Kadıköylüler bu heykeli seviyor. Burada
buluşuyor, resim çektiriyor, maç galibiyetlerinde
gelip coşkuyu paylaşıyor. Yıllardır heykel burada
yaşıyor adeta. Şimdi bunu alıp, bir saray bahçesine
koymanın, halktan uzaklaştırmanın anlamı yok."
"Altıyol Heykeli, Kadıköy'ün, Kadıköylülerindir.
Kadıköylüler olarak ailemizin bir parçası olarak
kabul ediyoruz." diyen Başkan Öztürk "Onu vermeye
gönlümüz razı değil. Bu karardan vazgeçileceğini
umuyoruz." dedi.
Milli Sarayların heykelin eşi olduğu ve onunla
buluşturulmak istendiğini kaydeden Öztürk " Eğer eşi
ile buluşturmak isteniyorsa, eşini de bize versinler
Kadıköy de Altıyol'a koyup buluşturalım. Bu talepten
vazgeçileceğini umuyor, bekliyoruz." diye konuştu.
Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 18.05.2013
******
SSM: O HEYKELİ SATIN ALDIK
Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), müze bahçesinde yer
alan bronz at heykelinin Beylerbeyi Sarayı’na iade
edilmesi talebiyle ilgili açıklama yaptı. Açıklamada
“Milli Saraylar’dan gelen resmi yazınız elimize
ulaştı. SSM bahçesinde yer alan at heykeli, Mahmut
Muhtar Paşa’nın Moda’daki konağının 1950’li yıllarda
kamulaştırılmasının ardından gerçekleştirilen
müzayedede Hacı Ömer Sabancı tarafından satın
alınmış, özel koleksiyonunun parçası olmuştur.
Sabancı Ailesi’nin özel koleksiyonu, Sabancı
Üniversitesi’ne devredilerek müze koleksiyonuna
dönüşmüştür. Söz konusu heykel de SSM’nin tüm
koleksiyonu gibi Kültür Bakanlığı denetimindedir”
denildi.
Radikal, 18.04.2013
******
BOĞA HEYKELİ
TEHDİT ALTINDA
Milli Saraylar Daire Başkanlığı,
Kadıköy Belediyesi’ne bir mektup göndererek
Altıyol’daki heykelin kendilerine verilmesini talep
etmiş.
Eğer “İleride bu heykelin başına hiçbir şey
gelmez” diyebilecek durumda olsaydık, “iade
edilmesin” diyecektim.
Hatta bir Kadıköylü olarak diyordum da...
Fakat tarihi kıymeti olan bu önemli heykelin
Beylerbeyi Sarayı’nda durması heykelin “sağlığı”
açısından daha hayırlı olacak gibi görünüyor.
Ne yazık ki Boğa heykeli, sadece “yanında masumca
fotoğraf çektirilen” bir simge değil. Her an
vandalizme kurban edilmek üzere onu “sevecek” futbol
holiganlarını bekler vaziyette. Üstelik bu oldu
da...
Hatırlayın, Lazio ile Fenerbahçe arasında oynanacak
UEFA Avrupa Ligi çeyrek final maçı öncesinde kimliği
belirsiz kişiler tarafından mavi-beyaza boyanarak
üzerine Lazio yazıldı...
Bir sene öncesinde de yine benzer bir saldırıyla
karşılaşmıştı heykel...
Memleket sınırları içinde spor “vahşet” sularında
gezerken kimsenin heykelin tarihi değerini
düşüneceği yok.
“Fenerbahçe’nin mekanı Kadıköy içinde, üstelik bir
simge” diye pek yakında holiganlar beton kırıcıyla
gelip heykeli tahrip etmeye bile kalkabilirler...
İnsanların futbol yüzünden birbirlerini öldürdüğü
bir şehirde, söz konusu tarihi bir değer olduğunda
“En iyi önlemi nasıl alabiliriz?” sorusunu sorarak
düşünmeye başlamak gerek.
Her sene heykelin başına bir hal geliyor, bundan
sonra daha fazlasının olmayacağını nasıl
garantileyebiliriz?
Futbol holiganlarından heykeli korumak için yüksek
bir kaideye koyup, etrafını dikenli telle çevirip,
dikenli tele de elektrik veremeyeceğimize göre...
En iyi çözüm, onu daha güvenli olan Beylerbeyi
Sarayı’na gönderip bir kopyasını meydana, aynı şimdi
olduğu haliyle yerleştirmek gibi görünüyor...
Milli Saraylar, Atlı Köşk’e ismini veren at ve Divan
Oteli’nin önündeki geyik heykelini de istiyor.
Fakat onların durumu Boğa heykelinden farklı.
Bu heykeller 50’li yıllara kadar Moda’daki Mahmut
Muhtar Paşa Köşkü’ndeydi. Bu köşkü yakından
tanıyorsunuz esasında:
Şimdiki Kadıköy Lisesi...
50’lerde ailenin devlete olan borçlarından dolayı,
köşk Milli Eğitim’e devredildi, içindeki eşyalar da
müzayede ile satıldı.
At ve geyik heykelleri bu köşkün bahçesinde
duruyordu ve satılan eşyalar arasındaydı.
Müzayedede atı Sabancı’lar, geyik heykelini ise
Koç’lar aldı. İşte, heykellerin İstanbul seyahati de
o zaman başladı...
Bu heykelleri 60 yıl önce devlet, “ailenin malı”
diye müzayedede satılmasına müsaade etmiş.
Şimdi geri istiyor.
Oysa bir usulsüzlük veya “Saraydan heykel kaçırma”
söz konusu değil...
Hürriyet, Yazı: Melike Karakartal, 21.05.2013
******
BOĞA HEYKELİ GİDERSE
Milli Saraylar, Kadıköy’ün
simgesi olan boğa heykelini Altıyol’dan alıp,
Beylerbeyi Sarayı’ndaki eşinin yanına götürmeyi
talep etti.
Boğa heykeli Kadıköy’den alınıp, müzeye kalkarsa;
Anadolu yakasını bilmeyenlerin en bilinen buluşma
noktası artık olmayacak.
Kendimize “boğa heykelinin önü” yerine başka bir
buluşma noktası belirlememiz gerekecek. Yoksa
kaybolanlar artacak.
İstanbul dışından gelenlerin yanında fotoğraf
çektirdiği önemli bir sanat eseri ortadan kalkmış
olacak.
Müzeye giden boğa heykeli, diğer boğa ile
hoşlaşmayacak, eski yerini ve kalabalığı arayacak.
Hürriyet Gazetesi’nde yapılan ankette halkın
yaklaşık yüzde 90’ı “heykel yerinde kalsın” demişti,
boğa taşınırsa otoritelerin halkı pek de ciddiye
almadığı, bir kez daha ortaya çıkmış olacak!
Hürriyet, Yazı: Ömür Gedik, 21.05.2013
******
BOĞA, MUHABBET KUŞU DEĞİLDİR
Boğa’nın diğer tekini istiyormuş Beylerbeyi Sarayı.
Olmaz veremeyiz. Hakikaten veremeyiz.
Boğa’sız bir
Kadıköy Meydanı düşünülemez. Boğa heykelsiz bir
Kadıköy neye benzer biliyor musunuz?
Cep telefonsuz yaşamaya. Ne arkadaşınız ne
sevgiliniz ne annenizle buluşamaz, program yapamaz
olursunuz. O Kadıköy, yokuşu, denize bağlanan
çarşısıyla size bol gelir. Kaybolursunuz...
Boğa heykeli, Kadıköy’ündür.
O kadar öyledir ki... Kadıköylüyü de dönüştürmüştür.
Heykelle hastalıklı bir ilişkisi olan
Türkiye’nin geri kalanından farklı kılmıştır
onu...
Heykelle haşır neşir kılmıştır her şeyden önce.
Onun önünde randevu verir. Onu gerektiğinde
Fenerbahçe taraftarı yapar.
Hayalarını karşı takımın renklerine boyamak
suretiyle...
Boğa heykelinin önü her zaman şenliklidir. Boğa’nın
üzeri de doludur.
Çocuklar çıkar. Çocuklar iner. Kadıköy’e ilk kez
ayak basan önünde
resim çektirir. Arkasında saklanır. Buluşacağı
kişiye sürpriz yapar derken...
Uzun yıllar saray bahçesinde yaşamış,
Abdülaziz’e ait heykellerden özel alana aitken o
kamusallaşmıştır.
Özelden kamuya çıkmıştır. Ve kamu tarafından da
benimsenmiştir.
Bu sıradışı bir öyküdür.
O, devlet olarak kamunun modernleştirici yüzüyle
bize modern diye dayattığı herhangi bir anıt
değildir. Unutmamamızı salık verdiği için birine
sipariş ettiği devlet büyüğü de değildir. O bir
hayvan heykelidir.
Boğa, gücün sembolü
olabilir. Erkekliğin. İktidarın.
Kadıköy’de öyle değildir.
Kadıköy’de devlet değil halk olarak kamunun
heykelidir.
Halkın bağrına bastığı, birlikte yaşamayı sevdiği
heykeldir.
Boğa dışarıya, o boğaya zamanla alışmıştır.
Şimdi eşinin yanına gitmesi o yüzden düşünülemez.
Ayrıca bu muhabbet kuşu mu eşini istiyor yanına?
Kadıköylünün o Boğa sayesinde heykelle ilişkisi öyle
sağaltılmıştır ki, Alex ve Lefter’in heykellerinin
önünde kuyruklar, bir heykel olarak Lefter’le omuz
omuza
fotoğraf çektirmeler, Alex’e de Lefter’e de
heykel değil insan muamelesi yapmak hep Boğa’yla
başlayan sıkı fıkı ilişkinin neticeleridir.
Milliyet, Yazı: Ayşegül Sönmez, 22.05.2013
|
ULUÇ VE DOĞANÇAY'IN ESERLERİ SATIŞA ÇIKIYOR
Beyaz Müzayede, 24.
Çağdaş ve Modern Sanat Müzayedesi’nde aralarında çok
sayıda yerli ve yabancı başyapıtın yer aldığı 232
adet eseri satışa sunacak. 28 Mayıs Salı akşamı saat
19.00’da Sofa Otel’de gerçekleştirilecek müzayedede
Burhan Doğançay’ın 13 yapıtı ile
Ömer Uluç ve
Mehmet Güleryüz’ün bazı eserlerinin de
aralarında olduğu 232 eser alıcı bekleyecek.
Bu yıl hayatını kaybeden ressam
Burhan Doğançay’ın çeşitli dönemlerine ait 13
eseri müzayedede satışa çıkıyor. Doğançay’ın sanat
hayatına damgasını vurmuş “Kurdele Serisi”ne ait
1979 tarihli “Light My Fire” eserinin başlangıç
fiyatı 350 bin ile 450 bin lira arasında olacak.
Mehmet Güleryüz’ün en bilinen ve Bienal’de
sergilenmiş başyapıtlarından olan “Su Serisi 3”
isimli yapıtı müzayedelerde sanatçının bugüne kadar
satışa sunulan en önemli eseri olarak gösterilirken,
eserin başlangıç fiyatı 400 ile 600 bin lira
arasında olacak.
Müzayede’de satışa sunulan eserler arasında Ömer
Uluç’un 1985’te resmettiği “Tanker” isimli yapıtı da
yer alıyor. Eserin başlangıç fiyatı ise 250 bin ile
350 bin lira arasında olacak. Canan Tolon’un “Tarihe
Karışmasak” adlı en büyük tuval eserine
koleksiyonerlerin yoğun ilgi göstermesi beklenirken,
eserin başlangıç fiyatı 350 ile 450 bin arasında
olacak. Marc Quinn, Julian Opie, Peter Halley ve
Valerio Adami gibi yabancı sanatçıların eserlerinin
de yer aldığı müzayedenin sergisi Sofa Hotel’de
23-27 Mayıs tarihlerinde sanatseverler tarafından
gezilebilecek.
Habertürk, Haber: Zeynep Yıldırım, 17.05.2013
|
DÜNYANIN EN ESKİ SUYU BULUNDU
İngiliz bilim insanları Kanada'daki bir madende
1.5 milyar yıllık su buldu. Labaratuvar incelemeleri
devam eden suyun şimdiye kadar bulunan en eski
döneme ait su olduğu belirtildi.Kanada'daki
bir bakır ve çinko madeninde bulunan kayadan 1,5
milyar yıl öncesinden kalma su çıkarıldı.
"Nature" dergisinde yayımlanan makaleye göre,
Ontario eyaleti kenti yakınlarındaki Timmins
bölgesindeki madende çalışma yapan Kanadalı ve
İngiliz bilim adamları, 2,4 kilometre derinlikte
bulunan tarih öncesi dönemden kalma suyun hala
hidrojen ve metan gibi gazlar açısından zengin
olduğunu keşfetti.
Daha önce yüzeyde olduğu ancak zamanla kayaların
arasından sızıp yer altında biriktiği sanılan suyun
içinde mikro organizmalar bulunup bulunmadığını
belirlemek için test yapılıyor.
Manchester Üniversitesi'nden Prof. Chris Ballentine,
"Daha önce Güney Afrika'da milyonlarca yıl öncesine
ait su bulunmuştu. Bu ise şimdiye kadar bulunan en
eski döneme ait su. Güney Afrika'daki su da benzer
kimyasal yapıya sahipti ve içinde bazı mikroplara
rastlanmıştı" dedi.
Suyun hangi döneme ait olduğunu bulmak için üç
farklı tarihleme tekniği kullandıklarını belirten
Prof. Ballentine, suyun içinde bulunacak mikro
organizmaların tarih öncesi dönemde yaşamla ilgili
son derece önemli bilgiler sağlayabileceğine dikkati
çekti.
Çinko ve bakır içeren sülfit cevherinde bulunan
suyun, 40-50 derece sıcaklığında olduğu belirlendi.
Sabah, 17.05.2013
|
YÜKSEKLİ KİLİSESİ
İLGİSİZLİK KURBANI
Nevşehir'in Gülşehir
İlçesi'nin Yüksekli Köyü girişindeki tarihi Bizans
Kilisesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ilgisini
bekliyor.
Dünyanın en ilginç yer
oluşumlarından biri olan peribacaları, kayadan oyma
kiliseleri ve yeraltı yerleşimleri ile Türk
turizminin en önemli merkezlerinden biri olan
Kapadokya bölgesinde, sayıları 400’e yaklaşan
kiliselerden biri olan Yüksekli kilisesi
duvarlarında sahip olduğu bölgenin ilk ikonografik
vaftiz sahnesi ile dikkatleri üzerinde topluyor
Yüksekli Köyü Muhtarı
Hayati Öztürk, geçmiş yıllarda tahrip olmasına
karşın freskleri bakımından da oldukça zengin bir
görünüm içerisindeki kilisenin bölge turizmine
kazandırılmasını yıllardan beri arzu etmelerine
karşın bunun gerçekleşmediğinden yakındı.
Yüksekli Köyü'nün hemen
girişinde yaklaşık 150 metrelik bir tepenin orta
noktalarında yumuşak tüf kayalara oyulu olarak
yapılan tarihi kilisenin duvar fresk işçiliğinin de
Göreme bölgesindeki kaya kiliselerindekilerden daha
da üstün bir düzeyde olduğunu kaydeden Öztürk, MS
12.-13. yüzyıla tarihlenen Yüksekli Köyü'nün Kilise
mevkiindeki Bizans kilisesinde zaman zaman bilimsel
araştırmaların da yapıldığını söyledi.
Öztürk, MS 5. yüzyılda
yapıldığı tahmin edilen yer altı kentine de sahip
Yüksekli Köyü'nün kültürel ve tarihsel değerlerinin
etkin bir tanıtım ile Kapadokya turizminde hak
ettiği yeri almasını istediklerini belirterek,
ilgililerin bu konuda kendilerine destek vermesini
istediklerini söyledi.
Nevşehir Kent Haber,
13.05.2013
|
1500 YILLIK BİZANS KÖPRÜSÜ KURULA TAKILDI
Beşköprü olarak da bilinen Sakarya'daki
1500 yıllık Justinianus Köprüsü'nün onarımıyla
ilgili Karayolları'nın hazırladığı proje, Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu'nca kabul edilmedi.
Marmara Depremi'nde bazı kemer ayaklarında
çatlaklar oluşan tarihi köprünün onarımıyla
ilgili yeni bir proje hazırlanmadı. Köprünün
kaderine terk edildiğini belirten turizmciler,
onarımın acilen yapılması gerektiğini
kaydediyor.
İmparator Justinianus tarafından 1500 yıl önce
yaptırılan tarihi Justinianus Köprüsü, Bizans
döneminin Anadolu'daki en görkemli anıtsal
yapılarından biri. 384 metre uzunluk, 9,85 metre
genişliğindeki köprü 12 kemer gözünden oluşuyor.
Beşköprü olarak da bilinen tarihi köprünün Batı
ucunda tak izi, Doğu ucunda apsisli yapı ve
köprü ile ilgili tonozlu yapı kalıntıları
bulunuyor.Köprü, en son Karayolları Genel
Müdürlüğü'nce 1995 yılında onarılarak taşıt
trafiğine kapatıldı. Marmara depreminde köprünün
kemer ayaklarında çatlaklar oluştu. Aradan geçen
14 yılda köprünün onarımı yapılmadı. Köprünün
üzerindeki taş duvarların bir bölümü de zamanla
yıkıldı. Tarihi yapının restorasyonu için
Karayolları Genel Müdürlüğü Tarihi Köprüler Şube
Müdürlüğü, Gazi Üniversitesi'nde yüksek lisans
tezi olarak bir proje hazırlattı. Üniversitenin
jürisinden geçen proje, Kocaeli Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nden
onay alamadı. Kurul, projeyi, eksiklikleri
olduğu gerekçesiyle kabul etmedi. Projenin
reddedilmesinin ardından Karayolları, henüz yeni
bir proje çalışması başlatmadı.
Tarihi yapının durumunun içler acısı olduğunu
belirten turizmciler, köprünün acilen onarılıp
çevresel düzenlemeleri yapılarak turizme
kazandırılması gerektiğini belirtti. Sakarya
Turizm Platformu Yönetim Kurulu Başkanı İhsan
Mahmutoğulları; köprünün, özellikle yurt
dışından gelen turistlerin büyük ilgisini
çektiğini söyledi. Kültürel mirasa sahip
çıkılması gerektiğini kaydeden Mahmutoğulları,
"Turizmci olarak gerçekten üzülüyorum. Böylesine
bir eser atıl durumda. Kaderine bırakılmış. Bunu
bir çok yerde dile getiriyoruz. Bunun turizme
kazandırılması gerekiyor. Katkısı çok büyük
olacaktır. Biz gerek yurt içinden gerek yurt
dışından getirdiğimiz turistleri paket tur
şeklinde gezdiriyoruz. Muhakkak bu köprüye
götürüyoruz. Turistlerin en çok ilgisini bu eser
çekiyor. Ancak köprünün hali kötü. Bize
yakışmıyor. Köprünün onarımını yapıp yanıbaşında
güzel yaşam alanları oluşturabiliriz. Çevre
düzenlemesi yapılabilir." diye konuştu.
Mahmutoğulları, köprünün restore edilmesi için
ilgili kuruluşlarla temasa geçeceklerini ifade
etti.
Star, 06.05.2013
|
12 - 18 Mayıs 2013
|
2013 YILI ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Bakanlığımız izinleriyle 2012 yılında, Bakanlar Kurulu Kararlı 116 Türk, 39 yabancı kazı, 84 Türk, 18 yabancı yüzey araştırması, 47 müze kazısı, 151 kurtarma kazısı, 28 kamu yatırım alanı kurtarma kazısı, olmak üzere toplam 483 arkeolojik çalışma gerçekleştirilmiş olup bunlardan 381’i kazı, 102’si ise yüzey araştırmasıdır.
Bakanlar Kurulu Kararı ile yapılan arkeolojik kazı çalışmaları sonucunda 2012 yılında 8.000’den fazla envanterlik nitelikteki eser Müzelerimize kazandırılmıştır. Arkeoloji alanında yapılan bu bilimsel çalışmalara Bakanlığımızca her türlü destek sağlanmaktadır. 2012 yılı sonu itibariyle Bakanlığımızca 35.620.800 TL ödenek aktarılmıştır.
2013 yılında da ülkemizde Bakanlığımız izinleriyle yürütülecek Bakanlar Kurulu Kararlı kazı çalışmalarına izin verilmesi süreci devam etmekte olup, bilim insanları tarafından yürütülecek bu çalışmalar ağırlıklı olarak Üniversitelerin tatile girdiği yaz aylarında gerçekleştirilmektedir. Bu kapsamda 2013 yılında Prof. Dr. Celal ŞİMŞEK başkanlığında yürütülen Denizli İlindeki Laodikeia Kazısı, İzmir İlinde Doç. Dr. Serdar AYBEK başkanlığında yürütülen Metropolis Kazısı ile Yrd. Doç. Dr. Akın ERSOY başkanlığında yürütülen Smyrna Agorası kazı ve restorasyon çalışmalarına başlanmıştır.
Yabancı bilim insanları tarafından yürütülen Bakanlar Kurulu Kararlı kazı çalışmaları arasında Japon Arkeoloji Enstitüsünce Dr. Kimiyoshi MATSUMURA başkanlığında Kırıkkale İlinde yürütülen Büklükale, Alman Arkeoloji Enstitüsü adına Doç. Dr. Klaus SCHMIDT başkanlığında Şanlıurfa İlinde yürütülmekte olan Göbeklitepe 2013 kazı ve restorasyon çalışmaları başlamıştır.
Diğer tüm kazı ve araştırma çalışmaları 2013 yılı çalışma takvimlerine uygun olarak Bakanlığımızca izin verilmeye devam edilmekte olup, Bakanlığımız bütçe imkânları çerçevesinde maddi kaynak sağlanmaktadır.
kulturvarliklari.gov.tr, 19.05.2013 |
KALENİN DEHLİZLERİNE
DALIŞ
Gaziantep'in altında uzanıp giden su kanalları
mağara dalgıçları ve kaşifleri tarafından gün yüzüne
çıkartılıyor. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, Çekül
Vakfı ve Obruk Mağara Grubu mahallelerin altından
şehre su getiren antik kanalların haritalarını
hazırlıyor. Şehrin su ihtiyacını karşılayan
kasteller (havuzlar) ile bağlantıyı sağlayan livas
adlı kanalları görüntüleyen mağara dalgıçları,
Gaziantep Kalesi'ne uzanan bir su kanalı tespit
etti. Gaziantep'in altındaki su kanalları tarihe
ışık tutuyor. Mahalleler arasında uzayıp giden bu su
sisteminin tarihsel önemini ortaya çıkarmak için
harekete geçen Gaziantep Büyükşehir Belediyesi,
Çekül Vakfı ve Obruk Mağara Grubu ile işbirliği
yaparak uzun yıllar sürecek bir çalışma başlattı.
Eski çağlarda yapılarak günümüze kadar gelen su
yapılarının korunması için başlatılan çalışmalar
kapsamında, bir süre önce mağara dalgıçları
Gaziantep Kalesi'nin altına daldı. Kalenin altındaki
su kanallarına dalan Ali Ethem Keskin ve Doruk
Dündar dehlizlerin önünün kaleden dökülen taşlarla
kapandığını belirledi. Su kanallarına dalışı
görüntüleyen Keskin, "Gaziantep'in tarihsel
mirasının ne kadar büyük olduğunu biliyorduk. Suyun
altında kalan kanallar ve dehlizleri ölçerek kayıt
altına alıyoruz. Böylece derinlerdeki tarihi
anlatmak için elimize fırsat geçecek" dedi.
HARİTA ÇIKARILIYOR
Projenin birkaç yıl sürmesi beklenirken, şehrin
altındaki tüm yeraltı kanallarının ve su yollarının
belirlenmesi amaçlanıyor. Su kanalları
fotoğraflanırken, haritaları çıkartılıyor ve
ölçümleri yapılıyor. Hemen her evin altında yer altı
mağara sistemi ve su kanalı benzeri sistemlerin
olduğu belirtilirken, çoğunun savunma amacıyla
yapıldığı öğrenildi. Gaziantep'teki bazı evlerin
altındaki yeraltı mağaralarının ise yüksek nem ve
sabit sıcaklıkları nedeniyle iplik ve dokuma
imalatında depo olarak kullanıldığı belirtildi.
Kastel adı verilen havuzların suyu şehre taksim
etmek için yapıldığı, livas adlı sistemin ise evlere
dağıtımını sağladığı öğrenildi. Çalışmalar
kapsamında Gaziantep Kalesi'nin üstünden su
sistemine inen bir tünel de ortaya çıkartıldı.
Sabah, Haber: Zeynel
Yaman, 17.05.2013
|
VAN KALESİ RESTORE
EDİLİYOR
Urartulardan kalan ve
son depremlerle tahrip olan
Van Kalesi restore
ediliyor.
İtalya ’dan
getirilen özel bir harç ve özel taşlarla onarımı
yapılan kaleye teleferiklerle malzeme taşınıyor.
Zeydanlı İnşaat tarafından sürdürülen onarım ve
restorasyon
çalışmalarında Van Kalesi’nin surları İtalya’dan
getirilen özel kireç ve taşlarla yeniden örülüyor.
Şantiye şefi Yılmaz Almut, “Çok zor şartlarda
çalışıyoruz. Çünkü metrelerce yükseğe teleferikle
malzeme taşıyoruz. Tamamen insan gücüylü yürütüyoruz
çalışmalarımızı. Tarihi dokuya zarar vermemek için
de İtalya’dan getirilen özel bir kireçle bozulan
bölgeleri örüyoruz. Ayrıca büyük çatlaklara özel bir
maddeyle enjeksiyon yapıyoruz” diye konuştu.
Radikal, 17.05.2013
|
|
GÖBEKLİTEPE'YE ÜST ÖRTÜ
YAPILIYOR
Şanlıurfa'nın tarihe
imzasını atan Göbeklitepe'sinde üst örtü çalışmaları
devam ediyor.
UNESCO Dünya Kültür
Mirasına aday Göbeklitepe'de, yapımı devam eden üst
örtü çalışmalarını yerinde inceleyen Kültür ve
Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdür Yardımcısı İsmail Kahraman, Daire Başkanı
Yakup Harmanda, Şanlıurfa İl Kültür Turizm Müdürü
Selami Yıldız, Gaziantep Röleve ve Anıtlar Müdürü
Mustafa Ayar, Şanlıurfa arkeoloji Müzesi Müdürü
Müslüm Ercan, Göbeklitepe'de yapılan kazı ve üst
örtü yapımı çalışmalarını yerinde inceledi.
Prof.Dr. Klaus Schmidt
ve Kazı Başkan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr Cihat
Kürkçüoğlu yapılan çalışmalar hakkında bilgi verdi.
Yılda bir milyon turistin ziyaret edeceği öngörülen
Göbeklitepe'deki üst örtü çalışmalarını inceleyen
heyet buradaki çalışmaları yerinde bularak takdir
ettiler.
Şanlıurfa Kent Haber,
16.05.2013
|
KAYAKÖY'DE KAYGILI
BEKLEYİŞ
Barış ve dostluğa adanan
‘Levissi’ kimliksiz turizmin tahribatını yaşamasın
“Barış ve Dostluk Köyü”
olması için 80’lerden buyana sayısız etkinlik
düzenlenen Kayaköyü’nün turistik “konaklama
tesisi”ne dönüşmesine yönelik süreç başladı. Kültür
ve Turizm Bakanlığı’na en uygun teklifi verenler, 49
yılığına kiralayacakları tarihi yerleşimde “300
yataklı” tatil köyü kuracaklar.
Ne var ki Kayaköyü’nde özellikle Mimarlar Odası’nın
önerdiği “geçmişin anılarına saygılı tasarım”
ilkeleri ile Muğla Koruma Kurulu’nun aynı ilkeleri
gözeten “yaşatarak koruma” kararları dikkate
alınmazsa, Anadolu Rumlarının Türklerle kardeşlik
içinde yarattıkları özgün kültür mirasımız “turizm”
adına kimliğini yitirerek sıradan bir tatil köyüne
dönüşebilecek.
‘Koruma
ilkeleri’
1923’teki “mübadele”de
Yunanistan’a göçen Rum sakinler, “yakında döneriz”
umuduyla hemen tüm eşyalarını evlerinde bıraktılar.
Bu özlem gerçekleşmeyince harabeye dönüşen
köylerini, artık çocukları ve torunları “turistik”
ziyaretlerle görebiliyorlar.
Eski adı Levissi olan köyün Kaya Çukuru denen
ovasında, karşı yamaçlardaki Türk köyü sakinleri ile
“ortaklaşa” tarım yapan Rum sakinlerin “üretim
içindeki bu beraberlik”leri içten bir kardeşliğin
asırlarca yaşanmasını da sağladı. Örneğin tüm
çocuklar “aynı okullar”da okur; doktorlar “herkes”in
derdine koşar; hatta düğün ve cenazelerde de
birlikte olunurdu...
İşte bu geçmişin anısına Kayaköyü’nün Barış ve
Dostluk Köyü olarak yaşatılması için Mimarlar
Odası’nın çeyrek yüzyıldır sürdürdüğü çabaların yanı
sıra, Kurulun ova ve çevre köylerini birlikte “sit”
ilan ettiği kararlarında, “turizm amaçlı kullanım”
için özetle şu koşullar getirilmişti:
“-Metruk ve harap taş evler ile köy dokusundaki
‘terk edilmiş’liğin peyzajı korunacak; tarihsel
anılar ‘algılanabilir’ olacak;
-Ovanın çevresindeki Türk köylerinin turizmde ‘ev
sahibi’ olmaları için, “ev pansiyonculuğu” teşvik
edilecek;
-Ovada ‘tarım turizmi’ geliştirilecek; doğayla
uyumlu yapılaşma esas alınacaktır.”
‘Ekolojik mimari’
Kayaköyü’ndeki “bir
kısmı tatil köyü ünitelerine dönüştürülmek istenen”
özgün taş evler sadece sanat tarihi açısından değil,
“ekolojik mimarlık” hedeflerine de esin kaynağı
olabilecek “çevreci örnek”ler... “Mimaride Enerji
Etkin İyileştirme” konulu bir yüksek lisans tezinde
Kayaköyü evleri bu açıdan da ele alınarak, günümüzün
“enerji tasarrufu-ısı yalıtımı-çevreyle barışık”
mimari arayışlarının asırlar öncenin geleneksel yapı
kültürüyle gerçekleştiği kanıtlanıyor.
Mimar Hilal Alyanak, kullanılan yöresel
malzemelerden, “komşuluklara saygılı” yerleşim
kararlarına; enerjide “güneşi yeğleyen konum”lanma
ve mekan kurgularından, “en az tüketime dayalı yapım
teknikleri”ne kadar doğayla mükemmel bir uyum
sergilendiğini belirten tezinde diyor ki; “Kaya
evlerinin tüm ayrıntıları, öncelikle çevrenin
korunması, doğaya uyumlu katılım ve sağlıklı yaşamda
sürdürülebilirliği temel alan ekolojik mimarinin
günümüze ışık tutacak sırlarını içeriyor.”
İşte bu “sır”ların ‘yenileme’lerde (restorasyon)
mimarlık kültüründe “sürdürülebilirlik” açısından
mutlaka gözetilmesi gerektiği ise Bakanlığın tahsis
koşullarında yer almıyor; çünkü önemsenmiyor…
‘Dingin’lik korunmalı
Kayaköyü ve ovasının bir
başka zenginliği de “dingin”lik… kentlerimizde
doruğa çıkan gürültüden kaçmak isteyenlerin doğanın
sessizliğiyle buluşacaklarını anımsatan Kaya
sevdalılarından Aylin Örengil bakın neler söylüyor:
“Köyümüzde çocukların özgürce koşturdukları;
insanların, bağında-bahçesinde tehlikesiz ve rahatça
yaşadıkları; hayvanların serbestçe dolaştıkları
ortam yitirildi. Küçüklü büyüklü motorlu araçlar,
ova yollarında tozu dumana katıyorlar. Planlamada bu
ilkelliğe de önlem getirilmeli.”
Sonuç olarak Kayaköyü’nün turizmle yaşamasına kimse
karşı çıkmıyor; ancak bunun için “tarihsel ve doğal
özgünlüğün korunması” ve “anılarla birlikte tüm
insani değerlerin önemsenmesi”ni hedefleyen bir
hassasiyetin proje ve uygulama sürecinde etkin
olması isteniyor.
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 16.05.2013
|
GLADYATÖR HOROZLAR
BULUNDU
Laodikya’da yılın 12 ayı
kazı ve restorasyon çalışmaları devam ediyor. 2005
yılında antik kentte yapılan kazı çalışmalarında,
öten Denizli Horozu kabartması bulunmuş, Denizli
horozunun geçmişinin antik çağa kadar dayandığı
ortaya çıkmıştı.
Kazı ekibi, Laodikya’da
Kuzey Kutsal Agorası’nın batı giriş kapısındaki
sütunlu galeride mermer blokların konsolları
arasında kavga eden iki gladyatör Denizli horozunu
buldu.
Laodikya Kazı Heyeti
Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, Denizli horozunun
bölgede antik çağda da sevildiğinin ortaya çıktığını
söyledi. Prof.Dr. Şimşek, "2005 yılında öten Denizli
horozu kabartması bulmuştuk, şimdi gladyatör
horozları bulduk. Zaten Denizli horozu öten ve
kavgacı olmak üzere iki cinse ayrılır. Kazanan
horozun alt bölümünde palmiye yaprağı kabartması
var. O dönemde kavgayı kazanan gladyatörlere de
gücün simgesi olan palmiye yaprağı verilip,
ödüllendirildi. Kavga eden horoz kabartmaları 1900
yıllık. bu buluş kazı ekibine büyük moral verdi"
diye konuştu.
Prof.Dr. Celal Şimşek,
kazı çalışmalarında leylek, tatlı su balığı, boğa,
domuz, aslan ve yunus gibi hayvanların mermer
bloklar üzerindeki kabartmalarının da bulunduğunu
dile getirdi.
Prof.Dr. Şimşek, "O
dönemin sanatçıları sevdikleri ve değer verdikleri
hayvanların kabartmasını yapıyormuş. Denizli horozu
da o dönemin en çok sevilen ve saygı duyulan
hayvanları arasında yer alıyor. Denizli horozu
ırkını, bugünlere kadar korumayı başarmış" dedi.
Posta, 16.05.2013
|
BURSA KENT KONSEYİ 550
YILLIK TARİHİ CAMİ İÇİN HAREKETE GEÇTİ
Bursa Kent Konseyi
(BKK), tarihi Bey Sarayı’nın ardından Heykel
meydanında bulunan ve 1930’lu yıllarda yıkılan 550
yıllık tarihi caminin ihya edilmesi için çalışmalara
başladı.
Bursa Kent Konseyi (BKK)
Başkanı Semih Pala, amatör araştırmacı tarihçilerden
oluşan Tarihi Kültürel Miras Çalışma Grubu
üyeleriyle bir araya gelerek 1467 yılında yapılan ve
1930’lu yıllarda yıkılan tarihi caminin tekrar şehre
kazandırılması için fikir alışverişinde bulundu.
Toplantıda, Semih Pala ve gönüllü tarihçiler mevcut
belgeler ve fotoğraflar, resmi kayıtlar üzerinde
konuşarak yapının durumu hakkında analiz yaptı.
“Tarihi bir eserin
yıkılması kabul edilemez”
Bursa’daki tarihi
yapılara gönüllü katılımcılarla birlikte sahip
çıktıklarını söyleyen BKK Başkanı Pala, geçtiğimiz
aylarda Osmanlı Devleti’nin ilk sarayı olan
Tophane’deki Bey Sarayı’nın ortaya çıkarılması için
çalışmalar yaptıklarını, dünya mirasının tekrar
kazandırılması için Genelkurmay Başkanlığı, Milli
Savunma Bakanlığı ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu’yla gerekli yazışmaları yaptıklarını
anlattı. Son olarak gündemlerine Atatürk meydaının
yan tarafında bulunan ve 1930’lu yıllarda yıkılan
tarihi camiyi aldıklarını belirten Pala, “Tarihi
caminin bugünkü yerinde bazı kamu bankalarının şube
olarak kullandığı binalar bulunuyor. Burası yıllarca
amaç dışı kullanıldı. Sarı Abdullah Camisi dimdik
ayakta iken yıkılıp yok edilmiş. Hangi gerekçeyle
olursa olsun tarihi bir eserin yıkılması kabul
edilemez. Meydanın yanında biblo gibi duran caminin
neden yıkıldığı gönüllülerimizle beraber
araştırılacak” dedi.
İstenmesi halinde
yıkılan caminin yerine yapılan binaların çok kısa
sürede kaldırılabileceğini, tarihi yapının da bir
senede ortaya çıkarılabileceğini ifade eden Pala,
“Atatürk Heykeli, Tarihi Valilik Binası, Kent
Müzesi, Defterdarlık, Ahmet Vefik Paşa tiyatrosu ve
Hacılar Cami’nin bulunduğu bölgede biblo gibi tarihi
bir caminin de yer alması gerekir. Bursa Kent
Konseyi Tarihi Kültürel Miras Çalışma Grubu olarak
Bursa’nın merkezindeki tarihi mescidin tekrar
kazandırılması için gerekli yazışmaları yapacağız.
İlgili kurumlardan harekete geçilmesi için talepte
bulunacağız” diye konuştu.
“Cami 1467 yılında
yapılıyor”
BKK Tarihi Kültürel
Miras Çalışma Grubu Temsilcisi Ayşe Yandayan ise,
Engin Yenal’ın albümünde tarihi cami hakkında bilgi
bulduklarını dile getirerek, “Kitaba göre, cami 1467
yılında yapılıyor. Çeşmesi ise 1749 yılında
Şiblezade Mehmet Efendi tarafından yaptırılmış.
Kitapta, Bedri Yalman’dan alıntı yapılarak Hacılar
Cami’ndeki çeşmenin daha önceden Atatürk meydanının
kuzeydoğusunda bulunan ahşap bir caminin yanında
olduğu, yol çalışmaları sırasında buradan
kaldırılarak şimdiki yerine götürüldüğü
bildiriliyor. Yine 1930’lu yılların başında Vakıflar
Genel Müdürlüğü’nün, Türkiye çapında bazı cami,
hamam ve medreseleri çok eski ve harap düşüncesiyle
yıkılmasına, enkazlarının ve arsalarının satılıp
elde edilen paranın diğer cami, hamam ve
medreselerin tamirinde kullanılmasına karar verdiğin
yazıyor. Bu karar çerçevesinde bu tarihi cami de
yıkılmış, çeşmesi Hacılar Cami’nin duvarına
nakledilmiş” dedi.
“Sarı Kadı Abdullah
Cami”
Gönüllü Araştırmacı ve
Tarihçi Ali Turan ise, bazı katılımcıların tarihi
caminin adına ‘Zambaklı Camii’ olarak söylemesine
rağmen resmi kayıtlarda ‘Sarı Kadı Abdullah Camii’
olarak geçtiğini iddia etti. Elindeki resmi
kayıtları gösteren Turan, “25.12.1931 tarihli Bursa
paftasında kayıt adı ‘Sarı Kadı Abdullah Cami’
olarak geçmektedir. Daha ileri gidersek 14 numaralı
parsel camidir. 1950’li yıllarda İstanbul
otobüslerden buradan kalkıyordu” diye konuştu.
Bursa Büyükşehir
Belediyesi, 16.05.2013
|
CHRISTIE'S MÜZAYEDE
EVİNDEN YARIM MİLYAR DOLARLIK REKOR
Aralarında
Jackson Pollock,
Roy Lichtenstein ve
Jean-Michel Basquiat'ın
da bulunduğu 12 sanatçının eserleri, geçtiğimiz
çarşamba günü rekor fiyatlara alıcı buldular.
Rockefeller Center'de bulunan Christie's Müzayede
Evi'nde düzenlenen açık artırmada yer alan çağdaş
sanat eserleri, toplam 495 milyon dolara satılarak
herhangi bir açık artırmada elde edilen en yüksek
satış rakamının sahibi oldular.
Açık artırmada yer alan
70 eserden yalnızca 4'ünün satışı gerçekleşmedi.
Gecede elde edilen rakam, Barnett Newman(43.8 milyon
dolar) ve Gerhard Richter(37 milyon dolar)
tablolarının da rekor fiyatlarla satıldığı, önceki
salı gecesi Sotheby's da gerçekleştirilen açık
artırmada ödenen 293.6 milyon doların oldukça
üzerindeydi.
Müzayedede,
Jackson Pollock'un
klasik damlatma tekniğiyle yaptığı “No. 19, 1948”
eseri, 58.3 milyon dolarla gecede en yüksek fiyatla
satışı gerçekleşen eser oldu.
No. 19, 1948'
Roy Lichtenstein'ın
1963 tarihli, 'Woman With Flowered Hat' eseri de 56
milyon dolarlık teklifte bulunan Laurence Graff'ın
oldu. New York Times'in haberine göre, geceden sonra
konuşan 74 yaşındaki Laurence Graff, eseri kendisine
doğum günü hediyesi olarak aldığını söyledi. 'Woman
With Flowered Hat'
Pablo Picasso'nun
aynı adlı tablosundan esinlenilerek ortaya çıkmış.
'Woman With Flowered Hat'
Rekor fiyata alıcı bulan
başka bir eser de, 25-35 milyon dolar arasında bir
fiyata satılması beklenen
Jean-Michel Basquiat'ın
'Dustheads' i oldu. Eser, 48.8 milyon dolar ödeyen,
Tiqui Atencio adındaki Londralı bir koleksiyoncunun
oldu.
Gecenin sonunda açıklama
yapan mezatçı Jussi Pylkkanen, 'Sanat piyasasında
yeni bir çağın başlangıcındayız.' diye konuştu.
Habertürk, 16.05.2013
|
KOÇ VE SABANCI'YA HEYKEL İHTARI
Atlı Köşk’ün atı,
Divan Oteli’nin geyiği, Kadıköy’ün boğası Beylerbeyi
Sarayı’na ait çıktı. İadesi istendi.
Sakıp Sabancı Müzesi
girişindeki at, Kadıköy'deki boğa,
Taksim Divan Oteli'nin önündeki geyik
heykellerinin sahibi devletmiş.
TBMM
Milli Saraylar Daire Başkanlığı,
Sabancı Müzesi'ndein heykeli istedi. Heykellerin
Sultan Abdülaziz döneminde yaptırıldığı öğrenildi.
Sabancı ailesinin sembolü haline gelen Sakıp Sabancı
Müzesi girişindeki at heykelinin Beylerbeyi
Sarayı'ndan alındığı ortaya çıktı. TBMM Milli
Saraylar Daire Başkanlığı, Sabancı Müzesi'ne resmi
yazı yazarak heykelin kendilerine ait olduğunu
belirtti. Beylerbeyi Sarayı'ndan çıkartılan
heykeller sadece Sakıp Sabancı Müzesi'nin ve Sabancı
ailesinin sembolü haline gelen at heykeli ile
sınırlı değil. Kadıköy Altıyol'daki boğa heykeli,
Koç ailesine ait Taksim Divan Oteli'nin önündeki
geyik heykeli, Kalender Orduevi ile İstanbul
Büyükşehir Belediyesi binası önündeki heykeller de
Beylerbeyi Sarayı'ndan götürülmüş.
TALEP YAZISIYLA ANLAŞILDI
Olay 8 Nisan'da Milli Saraylar Müzecilik ve Tanıtım
Başkanı
Doç.Dr. Bülent Arı'nın,
"Saray Heykelleri'nin Geri İstenmesi Talebi"
başlıklı yazısıyla ortaya çıktı. Doç.Dr. Arı'nın
imzasıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı,
Kadıköy Belediye Başkanlığı, Kalender Orduevi
Müdürlüğü, Sabancı Müzesi Müdürlüğü ve İstanbul
Divan Otel Müdürlüğü'ne gönderilen yazıda Sultan
Abdülaziz döneminde inşa edilen Beylerbeyi Sarayı
için 12 bronz, 10 mermer heykel yaptırıldığı
bilgisine yer verildi. Bu heykellerin zamanla
Beylerbeyi Sarayı'ndan alınarak farklı yerlere
yerleştirildiği belirtildi.
MİMAR ORTAYA ÇIKARDI
Talep yazısında Beylerbeyi Sarayı'nda olması
gerekirken saray dışına çıkartılan heykellerin
varlığının peyzaj mimarı Dr. Emine Atalay Seçen ve
Beylerbeyi Saray Müdürü Memet Ekinci'nin
çalışmalarıyla öğrenildiği anlatıldı. Kurumlar
heykellerin durumuyla ilgili bilgilendirildi ve
heykellerin saraya geri gönderilmesi istendi.
Padişah emriyle Paris'te hazırlandılar
Sultan Abdülaziz döneminde Beylerbeyi Sarayı'nın
bahçesine yerleştirmek için yaptırılan heykellerin
1864 ve 1865 yıllarında Paris'te hazırlandığı
anlaşıldı. Dr. Emine Atalay Seçen'in Milli Saraylar
Dergisi'nin 7. sayısında verdiği bilgiye göre, bronz
heykellerin dökümü dünyaca ünlü Thiebaut
dökümhanesinde gerçekleştirildi. Dökümhane en son
ünlü heykeltıraş Rodin'in heykellerini yaptığı yer
olarak biliniyordu.
Heykeller Paris'te hazırlandıktan sonra İstanbul'a
nakledildi ve Beylerbeyi Sarayı'na yerleştirildi.
Daha sonra Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesi
ve şüpheli bir ölümle hayatını kaybetmesinin
ardından gelişen olaylar zinciri içinde heykellerin
bir kısmı yerlerinden alındı.
Bugün, Haber: Tuncay Opçin, 16.05.2013
|
'EVİNE TEK ÇİVİ ÇAKAMAMA' DEVRİ BİTİYOR
Özel koruma altına alınan doğal sit alanları yeniden
belirleniyor. Bu sayede özellikle ‘evimize tek çivi
çakamıyoruz’ eleştirisinde bulunan vatandaşların
sorunları da çözüme kavuşturulacak. Birinci derece
sit alanlarını kamulaştırma formülü işletilecek.
Daha önce 1. derece sit alanı ilan edilmesine
rağmen gerçekte öyle olmayan alanlardaki korumacılık
kalkacak. Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü
Osman İyimaya, doğal sitlere ilişkin bilimsel temeli
olmayan çalışmalar olduğunu belirterek mülkiyet
hakkına sahip vatandaşın mağdur edildiğini söyledi.
İyimaya, 2013 sonuna kadar Türkiye’nin sit envanter
çalışmasının bitirileceğini açıkladı. Çalışma ile bu
alanlar özel bir komisyon tarafından yeniden
belirlenecek. Bu sayede örneğin eğer herhangi bir
köy 1. dereceden doğal sit alanı ise köylüler bir
başka yere taşınabilecek. Mutlak koruma alanı ilan
edilen yerdeki özel mülkiyetler, kamulaştırma, takas
veya trampa edilebilecek. Yönetmelik değişikliği ile
taşınmaz için belirlenecek rakamı değerleme şirketi
takdir edecek. Çalışma ile üç yeni koruma
sınıflandırması yapılacak. Buna göre, artık birinci
derece doğal sit alanları yerine hassas koruma
alanları tanımı kullanılacak. İkinci ve üçüncü
derece sit alanları için ise nitelikli koruma
alanları ve sürdürülebilir nitelikle koruma alanları
ifadesi yer alacak. Ancak, bu üç sınıflandırmanın
kriterleri geçmiştekinden farklı olarak yeniden
belirlenecek. Türkiye’de en fazla tartışmalı sit
alanının bulunduğu Muğla’dan başlayan çalışma, yıl
sonunda ülke genelinde tamamlanacak.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sit
alanlarına ilişkin yeni yol haritasını bir grup
ekonomi muhabirine değerlendiren genel müdür Osman
İyimaya, fazlalıkların ayıklanacağını kaydetti.
‘Sitler talan ediliyor’ ifadelerini hayretle
karşıladığını belirten İyimaya, sitlerin yeni
çalışma ile daha çok korunacağı görüşünde. Bütün
doğal sit alanlarını irdeleyebileceklerini ifade
eden İyimaya, birinci derecelerin de
değişebileceğini bildirdi. Vatandaşın köye ev
yapamadıkları gerekçesiyle yolları kestiğini aktaran
İyimaya, “Yaşayamıyoruz diyorlar. Hassas alanda
kalırsa yine yapılamayacak. Devletin olacak orası.
Devlet çözüm bulacak. Burada yaşayamazsın burası
doğal sit. Seni yerleştiriyorum buraya diyecek.
Arazi verecek. Daraltmadan kalan kısmına inşaat
yapılacak.” diye konuştu.
40 bin sit dosyası var
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ülkedeki sitleri
ve sınıflandırmasını baştan belirlemek için 21 ilde
29 adet bölge komisyonu kurdu. Ayrıca ön
değerlendirme komisyonları da kurulacak. Bu
komisyon, araziye giderek çalışma yapacak. Doğal sit
niteliği taşınmadığının görülmesi halinde,
hazırlanan rapor, bölge komisyonlarına sunulacak.
Bölge komisyonunun da onay vermesi halinde, karar
merkeze gönderilecek. Sit alanlarına ilişkin
toplamda 40 bin dosya bulunuyor. Bir dosya 200
kişiyi de ilgilendirebiliyor, bir hak sahibini de
kapsayabiliyor. Türkiye genelinde bin 273 tane doğal
sit bulunuyor. Bunların 561 tanesi 1. derece doğal
sit, 231 tanesi 2. derece, 267 tanesi ise 3.
dereceden doğal sit. 91 tanesi ise çok dereceliden
oluşuyor.
Zaman, Haber: Ercan Baysal, 16.05.2013
|
|
TARİHİ ESER ELE
GEÇİRİLDİ
Kırşehir İl Jandarma
Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
Şubesi ekipleri, ihbar üzerine Yetikli Köyü'nde
yaşayan kişinin (36) evine operasyon düzenledi.
Evde yapılan aramada,
Roma dönemine ait olduğu öğrenilen 1 adet haç, 6
adet cam bilezik, 6 adet sikke, 1 adet küpe, 5 adet
ok ucu ve Orta Çağ dönemine ait 1 adet vazo, 1 adet
vazo kapağı, 1 adet figürlü tablet ele geçirdi.
Evde bulunan şahıs,
sorgulanmak üzere Kırşehir Jandarma Komutanlığı'na
götürüldü. Ele geçirilen tarihi eserler Kırşehir
Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.
Kırşehir Kent Haber,
16.05.2013
|
İNÖNÜ STADI'NIN İLK FOTOĞRAFLARI
Sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu, yıkılıp
yeniden yapılması planlanan İnönü Stadı’nın ilk
günlerine ait fotoğrafları,
Anadolu Ajansı ile paylaştı. Göncüoğlu, bugün
İnönü Stadı ve Dolmabahçe Sarayı’nın bulunduğu
bölgenin başlangıçta koy olduğunu, 17. yüzyıldan
itibaren doldurulmaya başlandığını söyledi.
Beşiktaş Meydanı, Taksim Kışlası’nın yıkılması
ve Gezi Parkı’nın oluşturulması gibi projelerin
dönemin Belediye Başkanı Lütfi Kırdar’a ait olduğunu
anlatan Göncüoğlu, “Kırdar, 1938’de
İstanbul ’a bir stat projesi geliştiriyor.
‘Sarayın arkasında bir stadın ne anlamı vardı’
denilebilir. Ancak aynı tarihlerde, Yıldız
Sarayı’nın da kumarhane olarak kullanıldığını
öğrenmekteyiz, 1927’den itibaren uzun yıllar
kumarhane olarak değerlendiriliyor. Stadın temel
atma töreni, 19 Mayıs 1938’de yapılıyor. 2. Dünya
Savaşı’nın sıkıntıları ve diğer projelerin yetişmesi
için bu proje kalıyor. Stat, 1947’de tamamlanıyor”
dedi. Çakır Dede Tekkesi ve haziresi, sebilleri
istimlak edilerek yapılan İnönü Stadı’ndaki ilk
milli maç 30 Mayıs 1948’de Avusturya ile oynandı.
Türk milli takımı 1-0 mağlup oldu.
Radikal, 16.05.2013
|
KİLİSE Mİ HANİ NEREDE?
Rize’nin Pazar İlçesi'ne
bağlı Ocak Köyü’nde 400 yıllık kilise kalıntısı
önceki gece iş makineleriyle yok edildi. Köylüler
kilisenin, arsasında hissesi bulunan ve aralarında
Pazar Belediye Başkanı AKP’li Ahmet Basa’nın da
bulunduğu kişilerce yıkıldığını öne sürüp suç
duyurusunda bulundu.
Başkan Basa ise varlığından söz edilen kiliseyle
ilgili bugüne kadar herhangi bir bulgu ve kayda
rastlanılmadığını söyledi. Basa, “Bu yönde bir
tespit yok. Olmayınca arsa sahibi kendi arsasında
istediğini yapmakta serbesttir” dedi.
Hürriyet, Haber: Muhammet Kaçar, 16.05.2013
|
|
GARAJ KAPISINDAKİ SANATA 140 BİN TL
İngiltere'de ünlü bir sanat koleksiyoneri, Stik
isimli sanatçının garaj kapısının üzerine yaptığı
graffitiye 140 bin TL (50 bin Sterlin) ödedi.
Londra'nın Hackney bölgesindeki bir garajın üzerine
resmedilen London Riots (Londra İsyanları) isimli
graffitiyi satın alan Andrew Lamberty, eserin
ülkedeki sosyal bir olaydan esinlenerek yapıldığını
ve bu nedenle önem taşıdığını belirtti.
Lamberty bu
yüzden, üç kişiyi ateş topu içinde resmeden
graffitiye servet ödemekten çekinmedi. 20'nci yüzyıl
tasarım eserleri uzmanı olan Lamberty, Londra'da
2011'de ekonomiyi protesto eden gruplarla polisin
sokak çatışmalarını anlatan graffitiyi satın alma
nedenini şöyle açıkladı:
"London Riots çağdaş Londra yaşamında önemli bir
belgesel kabul edilebilir. 18'inci yüzyılda William
Hogarth'ın, Rake's Progress isimli eserlerinde o
dönemin sosyo-ekonomik durumunu anlatması gibi..."
İki yıl önce evsiz bir graffiti sanatçısı olan
sanatçı, Elton John ve Bono gibi ünlü şarkıcıların
eserlerini satın almasından sonra ünlendi. Stik,
London Riots isimli eserinin satılmasından sonra,
siyasi kimliğiyle tanınan İngiliz graffiti sanatçısı
Banksy ile karşılaştırılıyor.
Sabah, 16.05.2013
|
KONAKLAR ZAMANA
YENİLİYOR
Bolu'nun Mudurnu
İlçesi'nde yüz yıllardır ayakta duran tarihi
konaklar, bakımsızlık nedeniyle dökülmeye başladı.
Mudurnu İlçesi'nde
bulunan tarihi Mudurnu konakları ve müstakil evleri,
bakımsızlık nedeni ile günden güne yıkılmaya yüz
tuttu. İlçe genelinde bulunan yaklaşık 300
civarındaki koruma ve sit alanı içinde bulunan
konaklar, bakım görmediği ve içinde yaşayan kimsenin
olmaması nedeniyle yıkılıyor. Evlerin içlerinde
yaşam olmadığı için bakımsızlık ve kimsenin
ilgilenmemesinden dolayı camları kırılan, çatıları
göçen tarihi Mudurnu konakları kurtarılmak için son
günlerini yaşıyor. Konaklara bir süre daha bakım
yapılmazsa yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya
kalacak.
Yıllardır tarihi
yapısıyla binlerce yerli ve yabancı turisti
ağırlayan Mudurnu İlçesi'nde konakların yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıya kalması turizme de büyük
darbe vuracak.
Bolu Kent Haber,
15.05.2013
|
CAMİ MİMARİSİNDE YENİ ARAYIŞ
Cumhuriyet
döneminde özgün cami mimarisi geliştirilememesi
nedeniyle çalışma başlatan Diyanet, sorunun çözümünü
akademisyenlerde arıyor.
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Emin
Özafşar, cami mimarisinin yüzyıllar boyunca gelişen
bir mimari tarzı olduğunu belirterek, İslam tarihine
bakıldığında da farklı milletlerin farklı
coğrafyalarda kendilerine özgü birer cami mimarisi
geliştirdiğini kaydetti.
Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde de cami
mimarisi konusunda farklı ve özgün yaklaşımların
ortaya çıktığını dile getiren Özafşar, Osmanlı'nın
son dönemlerine bakıldığında cami mimarisinde yeni
bir değişim ve dönüşümün arzulandığını bildirdi.
Özafşar, "Fakat nasıl bir durumdur ki cumhuriyet
dönemiyle bu arayış bir anlamda bırakılmıştır,
terkedilmiştir. Cumhuriyet döneminde uzunca bir süre
mabet yapımı konusuna bir takım gerilimler de
yaşanmıştır" dedi.
Kırsaldan göçle 1950 sonrasında şehirlerde cami
yapımının arttığını anlatan Özafşar, şöyle devam
etti: "Bugün milyon nüfuslara ulaşmış şehirlerimizde
gerçekten çok içe sinmeyen cami örnekleri de söz
konusudur. Bir anlamda aslında şehirlerin
gecekondulaşması cami mimarisinde de gecekondulaşma
zihniyetini beraberinde getirmiştir. Yani Cumhuriyet
döneminin bilhassa 20. yüzyılın ikinci yarısında
70'lerden sonra yapılan camilere bakıldığında
bunların daha çok kus aldan gelen kitlenin zorunlu
ihtiyaçlarını karşılamak üzere taklit ürün olarak
ortaya çıktığı görülür." Son dönemlerde cami
alanında çağa, cumhuriyete özgü yeni bir mimari tarz
geliştirilmesi yönünde bir özlemin oluştuğunu dile
getiren Özafşar, Ahmet Hamdi Akseki Camisinin de bu
arayışın ürünü bir eser olarak ortaya çıktığını
ifade etti. Diyanet'in cami mimarisiyle ilgili
çalışmalarım sürdürdüğünü ve bu doğrultuda, "1.
Ulusal Cami Mimarisi Sempozyumu'nu Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesiyle gerçekleştirdiklerini
belirten Özafşar, "Diyanet İşleri Başkanlığımız bu
sorunun çözümünü, bu alanın uzmanlarının alana
akademik olarak yoğunlaşmasında görüyor" ifadesini
kullandı. Özafşar, mimarlık fakülteleri ve
mimarların, dini mimari alanında da akademik bir
alan açmaları gereğine işaret ederek, "O bakımdan
akademiyle, mimarlık fakülteleriyle bu işin
yürütülmesini çok önemsiyoruz. Çünkü bu bilimsel
bilgi olmadan, taklitle yahut kopyayla yahut bir
takım sentezlerle bu işin çözümlenemeyeceği
ortadadır.
Sivil mimari alanındaki formasyonun da buna
yeteceği kanaatinde değilim" diye konuştu.Şehirlerde
devasa yapıların ortaya çıktığını kaydeden Özafşar,
caminin yeniden düşünülerek bugüne özgü cami
tasarımlarını ortaya çıkarmak gerektiğini bildirdi.
Cami yapımında Diyanet'in yeri Cami yapımıyla ilgili
süreçte, imar mevzuatı gereği Diyanet İşleri
Başkanlığı ve müftülüklerin hukuki olarak yerinin
olmadığını söyleyen Özafşar, Diyanet'in süreç
içerisinde yer alması yönünde çalışmalar yapıldığını
ancak bunun gerçekleştirilemediğini dile getirdi.
Özafşar, Diyanet'in talep gelmesi halinde proje
desteği sağladığını ve yeni camilere kadro verme
durumunda olduğunu ifade etti. Türkiye'de cami
mülkiyetinin farklı bir yapı arz ettiğini anlatan
Özafşar, Diyanet İşleri Başkanlığının kamu tüzel
kişiliği bulunmadığı için mülkiyeti başkanlığa ait
bir caminin söz konusu olmadığını bildirdi. "Estetik
bilince ihtiyaç var" Cami mimarisi konusunun uzun
süre tartışılacağını dile getiren Özafşar,
"Toplumsal, akademik, idari ve estetik bilince
ihtiyaç var. Bunların temin edilmesiyle inşallah
orta vadede Türkiye'de geleceğe miras
bırakabileceğimiz camileri inşa etmek mümkün
olacaktır" ifadesini kullandı. Özafşar, Toplu Konut
İdaresi Başkanlığıyla kentsel dönüşüm çerçevesinde
temaslarının bulunduğunu ancak ileri düzeyde bir
işbirliğinin henüz gerçekleşmediğini belirtti.
Yapı, 15.05.2013
|
FOSEPTİK ÇUKURUNDAN BAKIN NE ÇIKTI?
Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Eleşkirt
İlçesi'nde fosseptik için çukur kazıldığı sırada
bulunan yapının 2 bin 500 yıl öncesine ait mezar
odası olduğunu tespit ettiklerini belirterek, "Mimari
açıdan düzenli bir yapıya sahip olan bu mezar odayı
acilen koruma altına aldık" dedi.
Erkmen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilçeye
bağlı Gökçayır Köyü'ndeki arsasında fosseptik kuyusu
için kazı yapan Enver Ayaz’ın bir hafta önce oda
şeklinde tarihi bir yapıya rastladığını söyledi.
Konunun yetkililere bildirilmesinin ardından bölgede
çalışma başlatıldığını ifade eden Erkmen, "Gökçayır
Köyüne gelerek olayın ciddiyetini gördük. Üstten
kazıma işlemi yapıldığı için mezar odanın içi
üstteki sel taş kırılarak bütün toprak içeriye
girmiş bulunuyordu" diye konuştu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na durumu
bildirdiklerini, çıkan izin doğrultusunda alanda
çalışma yapıldığını vurgulayan Erkmen, şöyle devam
etti: "Mezar odanın içerisini temizledikten sonra
antik dönemlerde soyulmuş olduğunu anladık.
İçerisinde boncuk ve bronz tarzında eserlere ve
insan kemikleri buluntularına rastlandı. Doğu
Anadolu Bölgesi’nde ilk defa bu büyüklükte bir
oda mezar bulundu. 4 metreye 225 santimetre olan
mezar odası yaklaşık 2 bin 500 yıl öncesine ait.
Mimari açıdan düzenli bir yapıya sahip olan bu mezar
odayı acilen koruma altına aldık. Odanın üst
tarafını ağaçlarla geçici olarak kapattık." Erkmen,
kapının önündeki kapak şeklindeki taşın da tahrip
edilmemesi için koruma altına alındığını söyledi.
Arsa sahibi Enver Ayaz ise mezar odasında bronz
şeklinde uzun bir kolye, bazı boncuklar ve insan
kemikleri çıktığını kaydetti.
Milliyet, 15.05.2013
|
TARİHİ ROMA HAMAMI GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Yozgat'ın Sarıkaya
İlçesi'ndeki sıcak su
kaynağının üzerine yapılmış tarihi eser konumundaki
Roma Hamamı'nın gün yüzüne çıkarılması amacıyla kazı
çalışmaları tekrar başladı.
Sarıkaya Belediye Başkan Yardımcısı Saadettin
Öztürk, kaplıca sahasında Yozgat İl Özel İdaresi'nin
almış olduğu kararla bazı binalar yıkıldığını
hatırlattı. Yozgat Müze Müdürlüğü tafafından da Roma
Hamamı çevresindeki kazı çalışmalarına devam
edildiğini vurgulayan Öztürk, ''Binaların yıkılması
ile birlikte kazılar daha da ilerlemiş olacak.
Böylece Roma Hamamı'nın turizme kazandırılması
sadece Sarıkaya açısından değil Türkiye turizmi
açısından da büyük bir önem taşıdığı kaçınılmaz bir
gerçektir. Roma Hamamı Türkiye açısından önemli ve
dünya mirası. Dünyanın en eski termal tedavi merkezi
olan Roma Hamamı kazı çalışmaları Müze Müdürlüğü
denetiminde bu yıl itibariyle tekrar başlamış
oldu.'' dedi.
Bundan önce üç yıl kazıların devam ettiğini
hatırlatan Öztürk, ''Bu 4. yılımız. Geçtiğimiz 3 yıl
içerisinde nitelikli ve arkeolojik değeri olan
bulgular ortaya çıkarıldı. Burası sadece Türkiye'nin
değil dünyanın tarihi mirası konumunda.
Türkiye, bu kazıların devamı ile sonuca ulaştığımız
takdirde çok önemli bir tarihi mekan kazanmış
olacak. En önemli özelliğimiz, Roma Hamamı'nın sıcak
su kaynağının üzerine yapılmış olmasıdır.
Sarıkaya'nın turizm ilçesi olma hüviyetini de
kazanmış olacağız. Bu eserin gün yüzüne
çıkarılmasında bizlere yardımcı olan herkese
teşekkür ediyoruz." diye konuştu.
Sabah, 15.05.2013
|
|
ALMAN RESSAM RICHTER'İN ESERİ 37 MİLYON DOLARA
SATILDI
Alman ressam
Gerhard Richter'in 20. yüzyıl çalışması olan
resmi,
New York'ta düzenlenen açık artırmada 37 milyon
dolara satıldı.
Sotheby's müzayede evi, "Domplatz,
Mailand" (Katedral Meydanı, Milano) isimli
resmin, Amerikalı özel bir koleksiyoncu tarafından
37 milyon dolara satın alındığını açıkladı.
Yaklaşık üç metrekarelik resme ödenen para, yaşayan
bir ressamın eserine verilen rekor fiyat oldu.
Richter'in 1960'lardaki foto-resim tekniğinin seçkin
örneklerinden biri olarak kabul edilen resimde,
Milano katedraline nazır alışveriş merkezi
betimleniyor.
Habertürk, 15.05.2013
|
BİNLERCE YILLIK TAPINAK MICIR OLDU
Belize Arkeoloji Enstitüsü
Başkanı Jaime Awe,
Noh Mul
tapınağının, yol inşaatında kullanılacak
mıcır elde etmek için inşaat şirketi tarafından
yerle bir edildiğini söyledi. 2300 yıllık olduğu
tahmin edilen Maya tapınağının sadece küçük bir
bölümünün hala ayakta kaldığı belirtilirken; polis,
olayla ilgili soruşturma başlattı. Arkeologlar, bu
tür yıkımların daha önce de yaşandığını belirtiyor.
Profesör Normand Hammound, "Mayalar'dan kalan
höyüklerin yol açmak için buldozerlerle yerle bir
edilmesi Belize'de bir salgın hastalık" dedi.
'Yasalarla korunuyor'
BBC Türkçe'nin haberine göre
arkeologlar, tapınağın yıkıldığını geçen hafta
öğrendiklerini belirtiyorlar. Noh Mul tapınağı şahıs
arazisi üzerinde olsa da, İspanyol sömürgesi
öncesindeki döneme ait tarihi eserler Belize
yasaları uyarınca koruma altında.
Belize Arkeoloji Enstitüsü'nden Doktor
John
Morris, tapınağın yıkılmasının bir kaza
olmadığını, inşaat şirketinin çalışanlarının 'ne
yaptıklarının farkında' olduklarını savunuyor.
Morris, "Birilerinin bu tapınağı yıkacak kadar
yüzsüz ve küstah olması inanılır gibi değil.
Yıktıkları yapının bir Maya höyüğü olduğunu
bilmemeleri mümkün değil" dedi.
Soruşturmayı yürüten savcılar, inşaat şirketi
hakkında dava açılabileceğini belirtiyorlar.
Maya uygarlığı
MÖ 400'lü yıllarda büyüyüp gelişmeye
başlayan Maya uygarlığı,Meksika'nın güneydoğusundan,
Honduras, El Salvador ve Guatemala'ya kadar uzanan
bir bölgede hüküm sürmüştü. MÖ 600'de yükselişe
geçen uygarlık, MS 250-900 yıllarında altın çağını
yaşamış ve İspanyol işgaliyle sona ermişti. Maya
kentlerinde yapılan araştırmalar, Mayalar'ın
astronomi, matematik, mimari ve sanat gibi birçok
alanda çok ileri düzeye ulaştığını gösteriyor.
Yapı, 15.05.2013
|
BARNETT NEWMAN'IN TABLOSUNA REKOR FİYAT!
Soyut dışavurumculuk
akımının en önemli temsilcilerinden biri kabul
edilen Amerikalı ressam
Barnett Newman'ın bir eseri,
New York'ta düzenlenen açık artırmada 43,8
milyon dolara alıcı buldu.
Sotheby's Müzayede Evi, Newman'ın "Onement VI" adlı
tablosunun adının açıklanmasını istemeyen bir
koleksiyoncu tarafından satın alındığını açıkladı.
Serinin beşinci tablosu, geçen yıl 22,4 milyon
dolara satılmıştı.
"Onement VI", 1970'de hayata veda eden Newman'ın
şimdiye kadar en yüksek fiyata satılan eseri oldu.
Serinin ilk dört parçası, çeşitli müzelerde
sergileniyor.
Habertürk, 15.05.2013
|
|
HASANKEYF'TE SON DURUM
Orman ve Su İşleri Bakanı
Veysel Eroğlu, Ilısu Barajı’nın suları altında
kalacak olan Hasankeyf’teki arkeolojik yapılarla
ilgili son bilgileri verdi.
Baraj rezervuar alanlarında 2012 yılında 18 adet
arkeolojik çalışma yapıldığını belirten Eroğlu,
“Halen devam eden bir restorasyon çalışması
bulunmamaktadır” dedi.
CHP
İstanbul Milletvekili İhsan Özkes, Bakan
Eroğlu’na önergeyle Ilısu Barajı ve Hasankeyf
ile ilgili sorular yöneltti. Bakan Eroğlu,
Özkes’in “Sular altında kalacak tarihi eserlerde
restorasyon çalışmalarının başlatıldığı ve devam
ettiği iddiaları doğru mudur? İddialar doğru ise
Ilısu Baraj Gölü altında kalacak ve halen
restorasyonu devam eden tarihi eserler
hangileridir? Sular altında kalacağı ileri
sürülen tarihi eserler neden restore
edilmektedir?” sorularını şöyle yanıtladı:
“Ilısu Barajı ve HES Projesi kapsamındaki
kültür varlıklarının, barajın hizmet ömrünü
doldurduktan sonra da varlığını sürdürebilmesi
maksadıyla mevcut durumlarının güçlendirilmesi
ve su altında korunmasına yönelik proje ve
uygulama çalışmaları yapılmıştır. Anılan proje
kapsamında baraj rezervuar alanlarında 2012
yılında 18 adet arkeolojik çalışma
gerçekleştirilmiş olup kazı çalışmalarında açığa
çıkarılan kültür varlıklarından taşınır
eserlerin restorasyon ve konservasyonları ile
taşınmazlarda basit onarım ve güçlendirme
çalışmaları gerçekleştirilmektedir.
DEVAM EDEN RESTORASYON YOK
Ilısu Barajı ve HES Projesi kapsamında
kültür varlıklarının güçlendirilmesine yönelik
restorasyon projeleri, Diyarbakır Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunca
onaylanmasını takiben uygulamaları Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü
denetiminde gerçekleştirilmiştir.
Hasankeyf İlçesi'nde bulunan Zeynel Bey Türbesi, Süleyman
Han Cami, Koç Cami, Kızlar Cami, Er-Rızk Cami,
Artuklu Hamamı, Yamaç Külliyesi, Orta Kapı ve
Yukarı Kapının güçlendirilmesine yönelik
restorasyon çalışmaları tamamlanmıştır. Halen
devam eden bir restorasyon çalışması
bulunmamaktadır.”
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 15.05.2013
|
|
MİMARLIK FAKÜLTESİNDE BÜYÜ SKANDAL
Trabzon'da
mimarların karikatürlerinin yasaklanmasının
ardından, Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
öğrencilerinin yaptığı kilise maketlerinin,
üniversite yönetimi tarafından yıktırıldığı iddia
edildi.
Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde görevli
Aktan Acar, mimarlık 1. sınıf öğrencilerinin
ürettiği 1/10 maketlerin gece vakti yıkıldığını
iddia etti. Twitter ile iddiasını paylaşan Acar,
mimarlık öğrencilerinin maketlerinin Tadao Ando
kiliseleri olduğunu belirtti.
Yapı, 15.05.2013
|
ÖĞRENİN; GÜLBENKYAN MÜZESİ NEDEN TÜRKİYE'YE GELMEDİ?
Ülkemiz her anlamda bilgi kirliliğinin saldırısı
altındadır. Hele hele Cumhuriyet’in ilk yılları ve
kurucuları söz konusu olunca bu alanda üretilen
yalan ve iftiraların sonu gelmez.
Özellikle son 10 yılda medyamızın ‘mümtaz’
kalemleri, iktidarın entelektüel (!) üyeleri,
Türkiye ve Cumhuriyet değerlerine saldırmak için her
an bir bahane... Neredeyse hayatını buna adamış
sosyal demokrat (!) iddiasındaki işadamları...
Atılan iftiralar saymakla bitmez! Varlık Vergisi’nde
yaşananları tek taraflı anlatarak bu ülkeyi
utanmasalar neredeyse Nazi Almanya’sı ile aynı safa
koyma çabaları, Struma faciasında bu ülkeye katil(!)
sıfatını layık görmeler...
Şimdi yeni bir yalanı daha Sn. Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün Lizbon seyahati dolayısı ile servis
ettiler. Daha doğrusu eski bir yalanı! Neymiş?
Lizbon da bulunan Gülbenkyan Müzesi’nin kurucusu
Kalust Sarkis Gülbenkyan bu müzeyi 1940’larda
Türkiye’ye getirip kurmak istemiş de gümrük vergisi
bahanesi çıkarmışız, Ankara bürokratik engel koymuş,
Ermeni diye dışlamışız, falan filan!
ABDÜLHAMİT İMTİYAZ VERDİ
Ne kadar inandırıcı değil mi?
Araştırma yoksunu, medyamızın takma akılla yazı
yazanları, hemen bunu haberleştirdi. Tek bir tuş ile
Google’da bulabilecekleri bilgilere dahi itibar
etmediler.
Kimdir Gülbenkyan?
Osmanlı vatandaşı bir İstanbul Ermenisi olan Kalust
Sarkis Gülbenkyan, Londra’da jeoloji mühendisliği
okudu, petrol üzerine çalıştı. Geri döndüğünde
Sultan Abdülhamit’in talebi üzerine araştırmalar
yaptı ve kendisine Mezopotamya’da petrol bulunduğunu
belirten bir rapor sundu. Abdülhamit de 1904’ten
sonra oralardan topraklar satın aldı kişisel mülkü
olarak... Bu çerçevede, 1912’de Irak petrol
yataklarını işletmek üzere, Royal Dutch Shell’in % 5
hissesinin sahibi olması nedeniyle Gülbenkyan’ın adı
‘Mr. Five Percent’ (Bay Yüzde Beş) olarak
anılmıştır.
PORTEKİZ’E YERLEŞTİ
1930’lu yıllardan itibaren hayatının sonuna kadar
Gülbenkyan, ilgisini sanat koleksiyonculuğu üzerinde
yoğunlaştırmıştır. Koleksiyonunu koruma amaçlı
İngiltere ve Fransa turlarından sonra 1942’de II.
Dünya Savaşı‘nın ortasında tarafsız Portekiz‘e
yerleşme kararı almış, Gülbenkyan hayatının kalan
kısmını burada geçirmiş ve 6000 parçalık paha
biçilmez koleksiyonunun tamamını tek bir çatı
altında toplamaya dönük çalışmalar üzerinde
yoğunlaşmıştır. Lizbon merkezli Kalust Gülbenkyan
Vakfı‘nı kurmuş, müze hayali ise 1955’deki ölümünden
sonra gerçekleşmiştir. Yani 1940’larda iddia
edildiği gibi ne Türkiye’ye teklif vardır, ne de
ortada bir müze!
Türkiye’ye son olarak 1953-54 yıllarında gelmiş,
neredeyse kendisine devlet başkanı protokolü
uygulanmış, İstanbul ya da Türkiye’de herhangi bir
yerde müze kurup sahip olduğunu bağışlama talebinde
de hiç bulunmamıştır.
Ama bu ülkede tarihsel olayları çarpıtarak yalan
söyleme alışkanlığı hiç bitmediği için Gülbenkyan
olayı da Cumhuriyet’i karalama vesilesi yapılmıştır!
Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 15.05.2013
|
SIVANIN ALTINDAN ÇIKTI
Malatya’nın Arapgir
İlçesi’nde Mir-i Liva Ahmet Paşa Camisi olarak
bilinen ve Kubbesi olmayan camide yapılan yenileme
çalışmaları sırasında dökülen sıva kaldırılınca
üzeri sıvanmış tarihi motiflerden oluşan minber
ortaya çıktı.
Vakıflar Malatya Bölge
Müdürü Aliseydi Akduman Arapgir’deki tarihi
eserlerin bir bir onarılarak ayağa kaldırıldığını
belirterek, “Ahmetpaşa Camiisindeki sıvaların
kaldırılmasıyla ortaya çıkan motifli minberin
günümüze kadar korunarak gelmesi bizleri son derece
sevindirdi. Restore edildiğinde Mir-i Liva Ahmet
Paşa Camisi gerek mimarisiyle ve gerekse de
tarihiyle Dünya turizminin de ilgisini çekecektir”
dedi.
Arapgir İsakoğlu
Mahallesi’nn bulunan Mir-i Liva Ahmet Paşa Camiinin
kitabesine göre cami, 1128h. (1716m.) tarihinde,
Osmanlı padişahı III. Ahmet’in annesi Rabia Gülnus
Ematullah Sultan’ın kethüdası, Arapgirli Veliyüddin
oğlu Hacı Muhammed Efendi tarafından yaptırıldığı
yazıyor. Günümüze kadar gelen bu tarihi Cami
Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihale edilerek
restore edilmeye başlandı. İşi alan firma caminin iç
kısmında bulunan ve yer yer dökülen sıvaları
kaldırınca, yerden tavana kadar uzanan 3 metre
genişliğindeki motiflerden oluşan minber ortaya
çıktı.
Dikdörtgen şeklinde
yapılan ve kubbesi olmayan, kesme taştan yapılan
Camide ortaya çıkarılan bu motifler Camiye olan
ilgiyi artırdı
Malatya Haber,
14.05.2013
|
İSTANBUL'UN TARİHİNİ ORTAYA ÇIKARMAK KOLAY DEĞİL
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Raylı Sistemler
Daire Başkanı Dursun Balcıoğlu, İstanbul'da raylı
sistem çalışmaları sırasında başlayan arkeolojik
kazılar için, yaklaşık 70 milyon lira kaynak
harcandığını bildirdi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Raylı Sistemler Daire
Başkanı Dursun Balcıoğlu, İstanbul'da raylı sistem
çalışmaları sırasında başlayan arkeolojik kazılar
için, yaklaşık 70 milyon lira kaynak harcandığını
bildirdi.
Teknik Elemanlar Derneği (TEKDER)
İstanbul İl Başkanlığı'nda raylı sistem projeleri
hakkında bilgi veren Balcıoğlu, İstanbul'daki mevcut
raylı sistem yatırımlarını ve gelecek 10 yıllık
yapılacak projelere ilişkin sunum yaptı. Kentin 13,6
milyonluk nüfusunun günde 24 milyon araç hareketine
sebep olduğunu belirten Balcıoğlu, bu rakam üzerine
her gün 400 aracın trafiğe katıldığını kaydetti.
Balcıoğlu, iki kıtayı birbirine bağlayan şehirde,
bir günde yaklaşık 1,1 milyon kıtalar arası insan
geçişi olduğunu bilgisini vererek, İstanbul
ulaşımına çözüm üretmek için raylı sistem
yatırımlarına ağırlık verdiklerini kaydetti.
Yenikapı'daki çalışmalar esnasında çıkan tarihi
eserlerin bir kısmını istasyonlarda
sergileyeceklerini ifade eden Balcıoğlu, arkeolojik
kazılar için yaklaşık 70 milyon lira civarında
kaynak harcandığını, İstanbul'un tarihine sahip
çıktıklarını bildirdi.
Yeni Şafak, 14.05.2013
|
OSMANLI MİRASI AYAĞA KALDIRILIYOR
Balkanlar’da Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı
(TİKA) aracılığıyla ecdad mirasına sahip çıkan
Türkiye, birçok önemli projeyi tamamladı.
Makedonya’da yapılan çalışmalar kapsamında Osmanlı
döneminden kalma 5 tarihi eserin restorasyonu
tamamlandı. Ohri şehrinde bulunan Zeynel Abidin Paşa
Halveti Tekkesi’nin şadırvanı ve çevre düzenlemesi,
Sinanuddin Yusuf Çelebi Türbesi’nin restorasyonu ve
ışıklandırması, şehirde ayakta kalan tek Türk hamamı
olan Voska Hamamı’nın sanat galerisi olarak
restorasyonu gerçekleştirildi. Çalışmalarda ayrıca,
Üsküp’te bulunan Mustafa Paşa Camisi ile Kırçova
şehrindeki Çullu Baba Halveti Tekkesi’nin
restorasyonu ve konservasyonu, şadırvan yapımı ve
çevre düzenlemesi bitti. İstip şehri Radanya
Köyü'ndeki Radanya Mahmut Ağa Camisi ve Manastır’daki
İshakiye Camisiyle ilgili TİKA’nın restorasyon
projesi ise devam ediyor.
Türkiye Gazetesi, 14.05.2013
|
|
760 YILLIK ESER ARTIK NEM KAPMAYACAK
Erzurum'daki 760 yıllık Çifti Minareli Medrese'de
restorasyon çalışmaları sırasında orijinal mazgal
pencereler ortaya çıktı.
Kentin önemli sembollerinden olan, Selçuklular döneminde 1253 yılında
yapılan ve her yıl binlerce turistin ziyaret ettiği
Çifte Minareli Medrese'de, yaklaşık 1,5 yıl önce
başlatılan restorasyon çalışmaları sürüyor.
Erzurum Vakıflar Bölge Müdürü Kenan Ünğan,
yaptığı açıklamada, restorasyon çalışmalarında ilk
etapta yüzey temizlemesi yapıldığını anlatarak,
yüzey temizlemesinden sonra motiflerin ortaya
çıktığını söyledi.
Bazı motifleri ilk kez gördüğünü ifade eden
Ünğan, "Bu motif var mıydı, diye düşündüğüm oldu.
Kendimle çeliştim çünkü o kadar güzel motifler
varmış ki fakat yılların yorgunluğuyla kir, pisle
kaybolmuş. O motifler kalemle dahi çizilemeyecek
kadar ince taşların üzerine işlenmiş" dedi.
Kağıt
hamuru denilen temizleme sistemini kullanarak,
tarihi motifleri ortaya çıkardıklarını belirten
Ünğan, restorasyon sırasında sürekli ders
çalışmaları da yaparak, heykeltıraş titizliğinde
çalışmaların yürütüldüğünü vurguladı. Medresedeki
odalarda çalışma yaptıklarını dile getiren Ünğan,
şunları kaydetti:
"Medresenin batı cephesinde, yani Ulu Cami
tarafında orijinal pencerelerin olduğu ortaya çıktı.
Bu pencereler restorasyon çalışmaları sırasında ilk
kez bulundu. Söz konusu pencereler projelendirildi
ve kuruldan onaylandı. Şimdi o pencereleri açma
çalışmasına başladık. Orijinal mazgal pencereler
bunlar. O pencereler açıldığı zaman yapıdaki rutubet
yüzde 50 azalacak."
"Çalışmaları 80 kişilik ekip yürütüyor"
Eserde 7 pencerenin bulunduğunu belirten Ünğan,
"Küçük mazgal pencereler içeriye doğru hoparlör
şeklinde açılıyor. 40-60 santimetre ebatlarında.
Mekanın nefes almasını, rutubetten etkilenmesini
önlemiş olacağız" diye konuştu. Mekanda orijinal oda
döşemeleri de bulduklarını anlatan Ünğan, şöyle
devam etti:
"Odada döşemelerinin içerisinde, sağdaki
kısımdaki odalarımızda döşeme yükselmesi söz
konusuydu. Bunun için de orijinal döşemeler bulundu.
O orijinal döşemeye kadar 15-20 santimetreye kadar
inilmesi söz konusu oldu. Buraya inildiği zaman
tarihi mekanın çok daha ferahladığını gördük. Burası
800 yıllık tarihi bir mekan. Kültür ve inanç turizmi
açısından önemli."
Ünğan, restorasyon çalışmalarında sanat tarihi,
mimar ve kimya bölümünden hocaların da bulunduğu
yaklaşık 80 kişi tarafından sürdürüldüğünü sözlerine
ekledi.
Yeni Şafak, 14.05.2013
|
|
YOL YAPIMI SIRASINDA YERDEN TARİH ÇIKTI
Kudüs'ün Bnei Shimon bölgesinde otoyol yapımı sırasında 4 ila 6 yüzyıl arasında bir döneme ait Bizans mozaikleri bulundu.
Yetkililer kavanoz, tavus kuşu, şarap ve güvercinlerle dekore edilmiş mozaiğin o döneme ait bir hanın zemininde kullanılmış olabileceğini ifade etti.
İsrail Antika Eserler İdaresi yetkilileri mozaiğin büyük bir yerleşim yerinde zemini oluşturduğunu düşündüklerini belirtti.
Arkeologlar binanın Beersheba'da ana yolun kenarındaki bir han olduğunu tahmin ediyor.
Sabah, 14.05.2013
|
EMEK SİNEMASI ATÖLYEDE RESTORE EDİLECEK
Beyoğlu'ndaki tarihi Emek Sineması'nın tavan ve
duvar süslemeleri, bir atölyede restore ediliyor.
Kamer İnşaat ortaklarından Levent Eyüpoğlu,
Seyrantepe'deki atölyede gazetecilere çalışmalar
hakkında bilgi verdi. Tavan ve duvarlardaki
kabartmaların sökümü, restore edilmesi ve yerine
konulmasının yaklaşık 20 aylık 'titiz' bir çalışmayı
gerektirdiğini anlatan Eyüpoğlu, çalışmaların şu an
için Emek Sineması kapsamında yürütüldüğünü,
Senkildoryan Binası için de ayrı bir planlama
yapılacağını aktardı.
Perde, koltuk ve film gösterim makinelerinin
başka bir depoda olduğu kaydeden Eyüpoğlu, "Sinema
müzesi çalışmamız var. Lale Film'in Genel Müdürü
Necip Sarıcı'nın bir koleksiyonu mevcut. Onun
desteğiyle bir müze hazırlığımız olacak. Emek
Sineması'ndan aldıklarımızı da kendisiyle paylaştık.
Onlar da orası için hazırlanıyor. Birçok parça
sonunda bir araya gelecek" bilgisini verdi.
Korunacak bütün parçalar çıkarıldıktan sonra binada
başlayan yıkım çalışmalarının devam ettiğini anlatan
Eyüpoğlu, sinemanın orijinaline bağlı kalınarak,
localar da yapılacağını belirtti.
İnşaat süreci belgesel olacak
Eyüpoğlu, binadaki tarihi eserlerin söküm
işleminin her anının kayıt altına alındığına
vurgulayarak, "Elimizde 200 bine yakın fotoğraf var.
Ayrıca video kaydı da var. Bütün bu
yaşadıklarımızın, restorasyon döneminin ve açılışın
görüntülerinin yer aldığı bir belgesel düşünüyoruz.
Bu bina, bu kompleks bunu hak ediyor" dedi. Emek
Sineması'nın bir sinema zincirinin parçası
olmayacağını bildiren Eyüpoğlu, şöyle devam etti:
"Eskiden de gidenler bilir, orası sadece sinema
gösterilmek için kullanılmıyordu. Orada konserler,
dans ve tiyatro gösterileri için kullanıyordu.
Amacımız, Emek Sineması'nın İstanbul'un gösteri
mekanlarından birisi olmasını sağlamak. Emek
Sineması'nı, tiyatro performanslarının yanı sıra
önemli filmlerin galalarının yapılabileceği bir
sahne olarak İstanbul'a kazandırmak istiyoruz.
Burayı, vakıf altında işleteceğiz. Her zaman
söylüyorum; Beyoğlu'nda sinema salonları birer birer
kapanıyor, bunları önlemek ve Beyoğlu'na sinemayı
yeniden kazandırmak istiyoruz. Buna yönelik 10
sinema solunu yapıyoruz. Onların içinde, bir veya
iki salonda bağımsız filmlerin gösterilebilmesini
istiyoruz. Özellikle belirtiyorum, öndeki
Senkildoryan Binası ile arkasındaki bina arasında
bir sokak olacak. Bu sokak, güzel bir sokak olacak,
İstiklal Caddesi'nden yürüyerek, Senkildoryan'a
girebileceksiniz, oradan da Yeşilçam'a
geçebileceksiniz."
Söküm alanı bin 500 metrekare
Söküm ve restorasyon çalışmaları hakkında bilgi
veren restoratör Muharrem Özcan, çalışmaların
"moving" yöntemiyle yürütüldüğünü söyledi.
Parçaların üzerindeki boyaların tek tek söküleceğini
ve parçanın ham haline ulaşılacağını anlatan Özcan,
ardından çatlak ve kırık bölümlerin onarılacağını
söyledi.
Özcan, konservasyon aşamasında 8 kişilik bir
ekiple çalıştıkları bilgisini vererek, yoğunluğa
göre, ekipteki eleman sayısının artırılabileceğini
ifade etti. Özcan, çalışmalarının içeriği hakkında
şu bilgileri verdi: "Önce parçaların üzerinden
boyaları alınacak. Çünkü, bazı yerlerde 4-5 kat boya
var. Bu boyalar, arındırıldıktan sonra
kartonpiyerlerin ham hali kalacak. Ardından bunların
konservasyonları, çatlakları tamamlanacak. Ondan
sonra kurumaya alacağız. Eksik parçalardan bazıları
için kalıp alınacak ve orijinale uygun olarak döküm
yapılacak. Taşıdığımız parçaların çoğu iyi durumda
ama kırık olanları tümleyeceğiz. Bazı parçalar,
yağmurdan dolayı su almış, onların da
konservasyonları yapıldıktan sonra eskisi gibi
olacak." Özcan, toplam söküm alanının bin 500
metrekareyi bulduğunu ifade ederek, perde ve
koltuklar haricinde bütün parçaların atölyede elden
geçirileceğini bildirdi.
"Tavan tek parça görünecek"
Projeden sorumlu mimarlardan Şeref Keskün,
Türkiye'de bir ilki başarmak için mücadele
ettiklerini belirterek, hiçbir zaman inanmadıkları
bir şeyi yapmadıklarını söyledi. Keskün, şu an
sadece tavan işlemlerinin restore edildiğine dikkati
çekerek, benzer işlemlerin döşeme, koltuklar ve
perde için de gerçekleştirileceğini anlattı. Bir
gazetecinin "Tavan tek parça mıydı?" sorusu üzerine,
sinemanın tavanı ilk yapıldığında da tek parça
olmadığını ifade ederek, "İşlemlerin tamamlanmasının
ardından tavan tek parça olarak görülebilecek" diye
konuştu.
Keskün, kompleksin sadece Emek Sineması olarak
düşünülmemesini isteyerek, "Senkildoryan'ı unutmamak
gerek. Bu binadaki uygulama, birebir yerinde
yapılacak bir uygulamadır. Burada görmüş olduğunuz
çalışmayı orada yerinde takip ederek, yapacağız. Hep
beraber konuşuruz ya İnci Pastanesi diye... İnci, o
dükkanı isterse oraya çok rahatlıkla geri gelir.
Oradaki şu anki durumunu tespit edin, yine bittiği
zaman neyle karşı karşıya kaldığımızı da bir görün.
Yani, Senkildoryan Binası, unutulmaması gereken bir
bina, oranın 150 yıl gibi bir mazisi var"
ifadelerini kullandı.
Yapı, 14.05.2013
|
YAPILMAYAN İŞE 1 MİLYON 200 BİN LİRA
Antalya Röleve Anıtlar Müdürlüğü, hiç
yapılmamış bir işe 1 milyon 200 bin lira ödedi!
Skandal, yapıldı gibi gösterilen ören yeri
karşılama binalarının yeri eski Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay tarafından proje üzerinde
beğenilmeyip yerinin değiştirilmesine karar
verilince ortaya çıktı. Bürokratlar “Binalar
yapıldı, yeri değiştirilemez” diye karşı çıkınca
yapılan incelemede, hakedişi ödenen binaların
aslında hiç yapılmadığı belirlendi. Antalya
Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü’nün, geçen hafta da
Burdur Müzesi’nin yapıldı gibi görünen ancak
dokunulmayan yangın ihbar ve önleme sistemleri
ile yangın hidroforuna aynı şekilde hakediş
ödediği ortaya çıkmıştı.
Akdeniz ’in en büyük müzesi olarak
projelendirilen ve Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nca 11 milyon liraya ihale edilen Myre
Granarium Müze projesinde müteahhit firmaya tek
bir kazma bile vurmadan, birçok iş yapılmış gibi
gösterilerek tam 1 milyon 200 bin lira ödeme
yapıldığı ileri sürüldü.
İstekliler arasında ihale
25 Eylül 2012 tarihinde ‘belli istekliler
arasında ihale’ yöntemi olarak bilinen davet
usulü yöntemiyle ‘Andriake Granarium (Tahıl
Depoları) ve Plakoma (Ticaret Agorası) Yapıları
Restorasyonu, Teşhir Tanzim ve Çevre
Düzenlemesi’ işini Karacan Grup İnş. Müh. İth.
Ltd.Şti yaklaşık 11 milyon liraya aldı. 11 Ekim
2012 tarihinde sözleşme imzalanarak yer teslimi
yapıldı. İki ay sonra müteahhit firma karşılama
binaları dahil temizlik, elektrik, arkeolojik
eserlerin taşınması gibi pek çok işi yapmış gibi
göstererek hak edişinin ödenmesi için yazılı
dilekçe verdi.
Teknisyenler direndi
Antalya Röleve Anıtlar Müdürü Mehmet Ali
Özgün’ün sözlü talimatıyla teknik personel
yapılan işleri denetlemek üzere Demre’deki Myre
ören yerine gitti. Ancak müteahhit firmanın
elektrik işi hariç hiçbir işe başlamadığı
görülerek yükleniciye ödeme yapılamayacağı
belirtildi. Elektrik işi olarak da birkaç
kilometre uzaklıktaki TEDAŞ trafosundan direkler
üstünden orta gerilim hattı çekilme işi
yapıldığı, bunun da yaklaşık 40 bin lira tuttuğu
saptandı.
Müdürden baskı iddiası
Müdür Özgün, iddiaya göre yazılı
görevlendirmediği teknik personeline, ‘bu işi
bakanın ve genel müdürün takip ettiğini, bu
hakedişin kesinlikle ödenmesi gerektiğini’
söyleyerek baskı uygulamaya başladı. Buna göre
müdürün baskısından bunalan personel, “Yazılı
görevlendirin gereken cevabımızı yazılı verelim”
dediğinde ise müdür “Hakedişi imzalamayacaksanız
sizi ne diye görevlendireyim” diye karşılık
verdi. Personel birer birer ya rapor alarak ya
da izne çıkarak yıl sonuna kadar ortadan
kayboldu. Bu aşamada müdür Özgün’ün imdadına
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü
tarafından yazılı görevlendirilen mimar Erkan
Çelik ve elektrik teknisyeni Ahmet Oğuz Çinko
yetişti. 17 Aralık 2012 tarihinde Antalya’ya
gelen iki teknisyen Demre’ye gidip, aynı gün
içinde yüklenicinin dilekçesini jet hızıyla
onayladı. Yani yüklenici ve bu iki teknik
elemanın imzasıyla yapılmayan iş, yapılmış gibi
gösterilerek paranın ödenmesine izin verildi.
Ancak hakedişin ödenebilir duruma gelmesi için
bir de incelenmesi ve inceleme imzasının
bulunması gerekiyordu. Kendilerine baskı yapan
müdüre karşı tüm mimar ve inşaat mühendisleri
rapor ve izin aldığından son gün olan 24 Aralık
tarihine kadar imza atacak birini bulamayan
Müdür Özgün’ün çözüm ayağına geldi. Ailesi
Ankara ’da oturan ve oraya gitmek için gün
sayan iki yıllık inşaat mühendisi Emre
Sivaslı’ya inceleme raporu imzalatıldı.
Karşılığında da Ankara’ya tayini yapıldı.
Böylelikle hiçbir iş yapmadığı halde müteahhide
1 milyon 200 bin lira ödeme gerçekleşti.
Tüm ihaleler inceleniyor
Projede ören yerinin girişine yapılan karşılama
binalarının yeri hakediş ödemesinden bir ay
sonra dönemin Bakanı Ertuğrul Günay tarafından
beğenilmedi. Proje üzerinde revize istendi.
Bunun üzerine yeni revize proje Antalya Koruma
Kurulu’nun önüne gitti. Yeni yer tartışıldı.
Ancak ciddi bir sorun vardı. Çünkü firmaya
ödenen hakediş raporunda bu binaların yapıldığı
görünüyordu. Kısa bir incelemeyle binaların
yapılmadığı, müteahhide hakedişin önceden
ödendiği gerçeği ortaya çıktı. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Antalya teşkilatı aylardır bu skandalı
konuşurken Burdur Müzesi’ndeki olay patlak
verdi.
Şimdi gözler bakanlığın Antalya bölgesindeki
2011 ve 2012 yıllarına ait 36 milyon liralık
ihalelerinde.
Burdur’da da bir garip ödeme
Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü’nün, geçen
hafta kamuoyuna yansıyan Burdur Müzesi
skandalında da imzası bulunuyor. Orada da
müzenin yapıldı gibi görünen yangın ihbar ve
önleme sistemleri ile yangın hidroforunun hiç
çalışmadığı belirlenmişti. Burdur Müzesi’nde
yangın sistemlerini gösteren panolar ve yangın
ihbar dedektörlerinin müzeye yerleştirildiği
ancak bunları birbirine bağlayan kabloların
döşenmediği yıllar sonra ortaya çıktı. Antalya
Röleve Anıtlar Müdürlüğü ise ihaleyi alan
firmanın tüm ihbar sistemlerini yaptığını
denetleyerek hakedişini ödemişti. Ancak ihbar
sistemlerinin aslında kablolarının bile
döşenmediği müfettiş incelemesi sırasında ortaya
çıkınca, ihaleyi alan firma kayıplara
karışmıştı.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 14.05.2013
******
O MÜDÜR AÇIĞA ALINDI
Antalya Röleve Anıtlar Müdürlüğü’nün, hiç
yapılmamış binaları yapıldı gibi gösterip
müteahhide 1 milyon 200 bin lira ödemesiyle
ilgili skandalı Radikal yazdı, Kültür ve Turizm
Bakanlığı jet hızıyla müfettiş görevlendirdi.
Yüklenici firmaya, binalar yapılmadan ödeme için
personele baskı yaptığı iddia edilen Antalya
Röleve Anıtlar Müdürü Mehmet Ali Özgün açığa
alındı.
Antalya Röleve Anıtlar Müdürlüğü Demre’de Myre
ören yerine müze ve
çevre düzenlemesi için ihaleye çıkmış,
kazanan firma çalışmalara başlamıştı. Eski Bakan
Ertuğrul Günay projenin yerini beğenmeyince
gerçek ortaya çıkmıştı. Henüz ortada bina yoktu
ancak yapılmış gibi müteahhide 1 milyon 200 bin
lira ödenmişti. Radikal’in skandalı duyurmasının
ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı müfettiş
görevlendirdi. Bakanlık yaptığı açıklamada iş
kapsamında birinci hakedişin 17.12.2012, ikinci
hakedişin ise 04.02.2013’te düzenlediğini
belirtti. Bakanlık kazı, moloz, taş sökümü, taş
çürütme, moloz taş temizliği, taş kenetleme, taş
yıkanması ve moloz taş restorasyonuna yönelik
imalatlar, karşılama merkezi yapıları olan bekçi
kulübesi, güvenlik kulübesi, kafeterya
imalatlarına karşılık hakediş ödemeleri
yapıldığını duyurdu. Bakanlığın açıklaması
şöyle:
“Radikal gazetesinin ‘Yapılamayan işe 1 milyon
200 bin lira’ başlıklı haberinde yer alan
iddialar ile Burdur Arkeoloji Müzesi’nde
2001-2002 yıllarında gerçekleştirilen eksik
imalatları da içeren, Cumhuriyet gazetesinin
26.4.2013 tarihli ‘Burdur Müzesi’nde skandal’
başlıklı haberinde yer alan iddiaların
incelenmesi amacıyla konu Teftiş Kurulu
Başkanlığı’na iletilmiştir. Soruşturmanın
selameti açısından soruşturma sonuçlanıncaya
kadar Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürü Mehmet
Ali Özgün açığa alındı.”
Bakanlık yetkilileri daha önce kendilerine de
ulaşan iddiaların araştırılmakta olduğunu
belirtti.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 15.05.2013
|
KÖYLÜNÜN TÜRBE SANDIĞI ANIT MEZAR ÇIKTI
Marmaris'in Turgut
Köyü'nde bulunan ve halkın
türbe zannederek yıllardır gidip dua ettiği "Çağ
Baba"nın, MÖ 2'nci yüzyılda savaşçı Diagoras ve
karısı Aristomakha için yapılan piramit mezar olduğu
ortaya çıktı.
Marmaris'in Turgut
Köyü'nde bulunan ve Türkiye'de
ayakta kalabilen tek piramit mezar olduğu belirtilen
tarihi eser, turizme kazandırılmayı bekliyor.
İlçe merkezine yaklaşık 30 kilometre uzaklıktaki
Turgut Köyü'nde bir tepede yer alan piramit mezar,
farklı mimari tarzıyla bölgeyi ziyaret eden yerli ve
yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Köye hakim bir
noktada kayalıkların üzerinde bulunan ve geniş bir
alanı yüksekten gören mezara, yaklaşık 10 dakikalık
bir tırmanışla ulaşılabiliyor.
Marmaris Müze Müdürü Esengül Yıldız Öztekin, yöre
halkı tarafından "Çağ Baba" olarak bilenen piramidal
mezar hakkında Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
Arkeoloji Bölümünden Şahin Gümüş'ün bir tez
çalışması yaptığını söyledi.
"TÜRKİYE'DEKİ TEK PİRAMİT MEZAR"
Söz konusu anıtsal mezarın Türkiye'de ayakta
kalan tek piramit şekilli mezar olduğunu belirten
Öztekin, "Mezardaki yazıtta mezarın, MÖ 2.
yüzyılda savaşçı Diagoras ve karısı Aristomakha için
yapıldığı yazıyor. Yazıttan, daha önce mezarın ön
cephesinde aslan ile piramidal çatının tepesinde
mezar sahibinin heykellerinin yer aldığı
anlaşılıyor" dedi.
Piramit mezarda geçmiş yıllarda kaçak kazılar
yapıldığını ifade eden Öztekin, müze müdürlüğü
olarak tarihin eserin turizme kazandırılması için
proje hazırlığı içinde olduklarını bildirdi.
Turgut Köyü muhtarı Naci İşler ise örnekleri genelde
Mısır'da yer alan piramit mezarın muhafaza altına
alınmasını ve yürüyüş yolu yapılmasını istediklerini
dile getirdi.
İlk olarak 60'lı yıllarda piramitte kaçak kazılar
yapıldığını, içindeki mezarların yağmalandığını
ifade eden İşler, "En kısa zamanda piramidin
etrafının çevrilmesi ve denetim altına alınması
gerekiyor. 2005'te muhtarlık olarak Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne yazılı
olarak başvurduk ama piramit mezarın restore
edilerek turizme kazandırılması için bugüne kadar
bir adım atılmadı" diye konuştu.
"TÜRBE ZANNEDİP DUA EDİYORDUK"
Türkiye'de tek olan bir tarihi yeri
koruyamadıkları ve turizme kazandıramadıkları için
üzüldüklerini dile getiren İşler, "Önceki yıllarda
mezarın kime ait olduğu ve tarihi hakkında bilgi
sahibi değildik. Eskiden türbe zannederdik.
Büyüklerimiz bizi oraya götürür yemek yedirirdi, dua
ederdik" dedi.
Bölgeye gelen uzmanların, söz konusu tarihi
eserin bir piramit mezar olduğunu tespit ettiklerini
anlatan İşler, şöyle devam etti:
"İki yıl önce köyümüzü ziyaret eden bir uzman,
Türkiye'nin her yerini karış karış gezdiğini ve söz
konusu piramit mezarın Türkiye'de bir örneğini daha
görmediğini söyledi. Artık köyümüze gelen yerli ve
yabancı turistlere bu tarihi eserin bir piramit
mezar olduğu yönünde bilgi veriyoruz. Ulaşılması zor
olduğu için çok fazla olmasa da zaman zaman
turistler tepeye çıkarak mezarı yakından
görüyorlar."
"MISIR'DAN ETKİLENİLMİŞ OLABİLİR"
Tarihi eserde inceleme yapan arkeolog Bora
Ayyıldız da Turgut Köyü'ndeki piramit mezarın
Türkiye'de tek olduğunu düşündüklerini, bugüne kadar
bir örneğine rastlanmadığını kaydetti.
Piramit mezarı bölgeyi dolaşan seyyahların tespit
ederek tanıttığını vurgulayan Ayyıldız,
"Bölgemizdeki mezarlar yatık ve gömme şeklinde. Bu
mezarın Mısır'dan etkileşimle piramit şeklinde
yapıldığı tahmin ediliyor. Bu konuda araştırmalar
sürüyor" diye konuştu.
"SİZ BEYAZ DİŞLİ HAYVANLAR..."
Yüksekliği yaklaşık 6 metre, içi ise 3 metrekare
olan, tavanı kubbe şeklindeki piramit mezarın
yazıtında eski Yunanca şu ifadeler yer alıyor:
"Siz beyaz dişli hayvanlar, her zaman size
öngörülen yerde kalın. Çünkü ben en yukarıda her
şeyi gözetleyeceğim ki hiçbir korkak adam gelip de
mezara zarar vermesin. Çünkü bu, savaşta ölen
Diagoras isimli bir adamın ve örnek çocuklar
yetiştirmesiyle kocasına sadakat anlayışıyla
herkesten üstün, babasının Aristomakha olarak
isimlendirdiği tanrılarla kıyaslanası karısının
mezarıdır."
Hürriyet, 13.05.2013
|
DEDEDEN KALMA EVİNİ BUTİK OTEL YAPTI
Paçacıoğlu Hüsnü Efendi tarafından 1890 yılında
Safranbolu’da yaptırılan Paçacıoğlu Bağ Evi, ikinci
kuşaktan Hüsnü Paçacıoğlu tarafından 4 yıl süren
restorasyon sonrası ‘butik otel’ olarak hizmet
vermeye başladı.
Safranbolu’nun simgesel yapılarından olan Paçacıoğlu
Bağ Evi, yerlerden tavan döşemelerine kadar orijinal
hali korunarak restore edildi. Butik otel,
yüklükleri banyoya dönüştürülen sekiz oda ile
misafirlerini ağırlıyor.
Bir dönem yaşadığı evin tarihini Hüsnü Pacaçıoğlu
şöyle anlatıyor: “Hacı Hüsnü efendi ve babaannem
Ayşe hanımın vefatları ardından bağ evi babam Osman
Paçacıoğlu'na intikal etti. Ailemizin (Osman ve
Fatma Paçacıoğlu ile kardeşlerim Şükran ve Mustafa)
yaz aylarında konakladığı ev, şehirdeki evin
satılmasının ardından, sürekli ikametgahımız oldu.
Safranbolu'nun önemli tüccarlarından olan babam
Cumhuriyet Halk Partisi İlçe Başkanlığı ve
1950-1951 yıllarında Safranbolu Belediye Başkanlığı
da yaptı. İş değişiklikleri nedeniyle önce kışları
Karabük'e, işin tasfiyesi ile birlikte de
İstanbul -Pendik’e taşındık ve evi yazları
gidilen bir mekan olarak kullanmaya başladık. Önce
annemin ardından babamın ani vefatlarından sonra ev
kullanılmamaya başladı.”
Kullanılmadığı için hasarı büyüyen evin
yaşatılmasının babalarını isteği olduğunu söyleyen
Hüsnü Pacaçıoğlu, “Zaman içinde kardeşim ve ablamın
hisselerini devir aldım. Evimizi restore edebilme
hayalimizi gerçeğe dönüştürebilmek için 12 yılımız
geçti, sonra restorasyon süreci başladı ve yaklaşık
4 yıl sürdü. Amacımız sadece evi kurtarmak değil
aynı zamanda da Safranbolu’ya bir eser kazandırarak
sürekli yaşamasını sağlamak oldu” diye konuştu.
Mimari özellikleri
Dönem
özellikleri açısından 18.yy sonu 19. yy başına
tarihlenen örneklerin sonunda yapılmış geç dönem
özellikleri taşıyan Paçacıoğlu Bağ Evi, düzgün
sayılabilecek bir köşe parsel üzerinde bulunuyor.
Zemin kat, orta kat ve üst kattan oluşan kare planlı
kübik bir kütle düzenine sahip binanın zemin katına
çift kanatlı iki kapıdan giriliyor. Kapılar evin sağ
ve sol cephelerinde simetrik olarak yer alıyor.
Radikal, 13.05.2013
|
"ESERLERİME NE OLACAĞI KORKUSU ÖLÜM KORKUSUNDAN
BÜYÜK"
Ressam
Devrim Erbil’in en büyük korkularından biri
eserlerinin dağılıp gitmesi. “Sanatçılar da herkes
gibi bir gün ölüyor. İşte o günden sonrası meçhul.
Ölüme kaygılanmıyorum bu kadar. Eserlerime ne
olacağı korkusu ölüm korkusundan büyük.” diyen
Erbil, biraz da bu niyetle bir vakıf kurmaya
çalışıyor; “Devrim Erbil Kültür ve Sanat Vakfı”.
Devrim Erbil bereketli ressam; nar gibi. 76
yıllık yaşamına siz deyin 200, biz diyelim 300
kişisel sergi sığdırmış; tabloları, baskıları,
vitrayları, kilimleri, halıları, hatta video
yerleştirmeleri, bırakın Türkiye’yi dünyanın bir
ucundan öbür ucuna yol yapmış. O ise Suadiye’deki
atölye evinde şövalesinin başında genelde. Ritüeli
şöyle: Mermer sehpanın üzerine boyaları sıktıktan
sonra klasik müzik çalan bir radyo frekansı
ayarlayıp eline fırçayı almak… Sonrası malum;
camilerin kubbelerine beyaz ışıklar kondurmak ve
kuşları ufka doğru havalandırmak… Ardından yaslanıp
tahta sandalyesine, bakmak uzaktan resmine. Sonra
belki bir kuru kayısı, üç beş yabanmersini atmak
ağzına ve coşkusunu paylaşmak yanındakiyle:
“Şuralardaki maviler resmin içine girmedi gibi daha!
Bu nasıl? Daha iyi mi? Evet evet… Camiler ve kuşlar
olmazsa İstanbul, İstanbul olmaz ki!” Sanki hiç
yaşlanmıyor gibi, resmi de ömrü de hiç bitmeyecek
gibi… Hani diyor ya “En zoru resmin bittiği anı
belirlemek. Büyük bir karar o. Bazen heyecan, bazen
zaman, bazen boya, bazen ömür bitiyor ama resim...
Bitmiyor.” Günlerden pazar, onun önünde bitmeyen bir
resim var; bizim elimizde sorular…
Nasılsınız?
Doktora gitmedikçe iyiyim. Ama gidersem mutlaka
bir şey çıkıyor.
Satışlar nasıl?
Maşallah. Taleplere yetişmek mümkün değil.
İlk resminizi ne zaman satmıştınız?
Balıkesir’de, lise ikide, açtığım ilk sergide.
Eczacı Nail Bey vardı, babamla beraber çalışırdı. O
ilk resmimi almıştı. Ama öyle para filan yok. Değiş
tokuşla; karşılığında çok şık bir kazak vermişti
bana. O zaman resim böyle parayla satılan bir şey
değildi. Hediye edilirdi, beğenene verilirdi. Sergi
de öyle; çok açılan bir şey değildi, azdı, nadirdi.
Belki de o yüzden sanatın beni buralara getireceğini
hiç düşünmedim. Ne akademide profesör olacağım, ne
böyle sıra sıra sergiler açacağım… Aklımın ucundan
bile geçmedi.
Oysa şimdi?
Sergilerimle Türkiye’yi dolaşıyorum.
Çağırıyorlar, koşarak gidiyorum.
Anadolu’ya verdiğiniz önemin özel bir
sebebi var mı? Sanatı yaygınlaştırma çabası, her
yerde görünür olma isteği ya da vefa borcu gibi…
Hepsi etkili aslında ama ben kendime şöyle bir
sorumluluk yükledim, taa en başta. Sanatın seveni
çoğalmalı. Yani sanat sadece seçkin bir topluluğa
hizmet etmekle kalmamalı, Anadolu’nun her köşesine
ulaşmalı. Ayrıca ben sanatı oralara götürdüğümü
sandıkça oralardan topluyorum da… Mesela Van’da
Akdamar Kilisesi’ni gördüm, şaşırdım kaldım. O
kilisenin rölyeflerini yapan kişi Floransa’da
dünyaya gelmiş olsaydı bir Mikelanj’dı. Bunu bir
kişinin yeteneği olarak düşünmemek lazım. Orada bir
kültür var, bir gelenek var, kocaman bir uygarlık
var. Ve tabii ki ben bir Anadolu çocuğuyum sonuçta.
Uşaklıyım, Salihli’de doğdum, Balıkesir’de büyüdüm.
Vefa borcum da var.
Kilim ve halıya düşkünlüğünüz neden?
Halı deyince benim içim çok yanık. Uşaklıyım bir
defa. Oradan 3-4 yaşında ayrıldım ama halalarımın
halı dokuduğunu hatırlıyorum. Biz kardeşimle sünnet
olduk 47’de. Halam, bir şey yapacak, ne yapsın?
Küçük bir halı dokudu bize. Bir de resim vardı
üzerinde. Düşün… Hayatında hiç resim yapmamış biri
onu dokudu ve bize yolladı. Halkın içinde kök salan
bir zevk, bir sanat halı… Uğruna sergiler açılıp
sempozyumlar düzenlenmeli. Ben 1975 senesinden beri
eserlerimi kilim ve halı olarak görmek istiyorum ve
fırsat buldukça dokutuyorum.
Koleksiyonerlerin halı ve kilime bakışı
nasıl?
Almak isteyen oluyor ama ben pek satmı-yorum.
Şimdiye kadar bir tek Bülent Eczacıba- şı’na verdim.
Bir de 1991’de Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne bir halı
resim yaptım, duvardan duvara kocaman. Ama
kaldırmışlar onu. İşin kötüsü depoda da yokmuş,
nerede olduğu belli değil, belki de kayboldu. 30
metrekarelik bir sanat eseri, yok! Nerede kim bilir?
Yani… Neyse!.. Şu anda elimde 50 kadar halı resim
var. Hepsini; halı, kilim ve ipek dokumaları bir
arada sergilemeyi planlıyorum. Onların eskizlerini
ve dokunma aşamalarını da dahil ettiğim büyük bir
sergi olacak inşallah.
Aslında siz, sadece halı ve kilim de
değil, resminizi çok farklı malzemelerle
çoğaltıyorsunuz. O neden? Tuval ressamı olmak
yetmiyor mu?
Tuval resminin dışına çıkmak ve teknolojiye
bulaşmak benim için önemli. Dünyayı da sanatı da
yakından izliyorum. Teknolojinin olanakları hem
rüyalarıma hem de işlerime giriyor. Video art da
yaptım mesela. Bir resmin içinde nasıl gezilir diye
düşündüm ve bir Haliç resmimin içinde insanları üç
boyutlu gözlüklerin de yardımıyla gezdirdim. Üstelik
o iş bir heves olarak kalmadı. Şimdi ikincisini
yapıyorum. İzleyici Galata Kulesi’nden atlayacak ve
Hezarfen Ahmet Çelebi’nin gözüyle İstanbul’un
üzerinde dolaşacak.
Tüm bunların arasında İstanbul resimleri
nerede duruyor? Yoksa onları memur gibi gündüzleri;
diğerlerini de geceleri mi yapıyorsunuz?
Bence en önemli işlerim soyutlarım ama İstanbul
resimlerimi de öyle görev niyetine ya da sadece para
kazanmak için yapmıyorum. İstanbul resimlerimden
hala zevk alıyorum; çünkü onları farklılaştırmaya
çalışıyorum. Kaldı ki insanların onları sevdiğini,
onların sevgisinin de beni belli bir yere
getirdiğini biliyorum. Üstelik konu sadece bir araç.
Epeydir düşündüğüm, taa 60’larda denediğim ama bir
türlü geliştiremediğim bir şeyi, yeni bir perspektif
anlayışını İstanbul resimlerimde uygulamaya
çalışıyorum. Daha ortaya koyamadım ama hem harita
gibi bir bakış hem de gül yapraklarının dağılışı
gibi bir gözle kente bakmak istiyorum; gül
perspektifiyle.
Denemeler bir yana; işin özü ne?
Her şeyin özünde, yeniliğe açık olmak ama yenilik
yapacağım derken de kendinin dışına çıkmamak var.
Yenilik diye kendinle, kişiliğinle, mantığınla
bağdaşmayan şeyler yaparsan… Olmaz. Bu çok önemli
çünkü insan önce kendi özünü keşfedecek, ona sadık
kalacak; sonra yeniliği keşfedecek. Hem yenilenip
hem özüne sadık kalmak kıl payı bir sınır. Var
olmakla yok olmak gibi. Kendini inkar etmekle
kendini yinelemek arasında bir şey. Bu büyük bir
çelişki sanatçı için. Ben hem eskilere devam
ediyorum hem de yeni şeyler deniyorum. Vitray,
pleksiglas, sedef, halı, kilim, batik, video… Bunlar
içimdeki yeni sesler. Bir sanatçı olmanın gereği
olan sesler. Unumu eleyip eleğimi asabilirim ama
olmuyor; yapamıyorum, çalışmaya devam ediyorum. İşim
zor aslında. Yapmak istediğim daha çok şey var.
Kitaplar üretmek, anılarımı yazmak, hatta şiir
yazmak…
Şiir mi? Gerçekten mi?
Gerçekten. Gençliğimde şiirler ve öyküler
yazıyordum. Sanatla ilk karşılaşmam şiirle zaten.
İçimden hep şiirler geçti, geçiyor. Ama bir türlü
yazıya dökemedim onları. Edebiyatla resim arasında
bir paralellik vardır. Bir şiir ya da öykü yazarken
sözcükler arasında ilişki kurarsınız, resimde de
renkler... İki rengi bir araya getirmek iki insanı
bir arada yaşatmak gibidir; zordur. Yani… Sanatı
dert edenin derdi çoktur.
Şimdi; yeni derdiniz, dertleriniz neler?
Derdim çok büyük. İnsan ölümlü. Şu andan
sonrasını hiç kimse bilmiyor. Bildiğimiz tek şey,
bir gün öleceğimiz. Sanatçılar da herkes gibi bir
gün ölüyor. İşte o günden sonrası meçhul; eserler
dağılabilir. Eserlerimin dağılıp gitmesinden
korkuyorum. Ölüme kaygılanmıyorum bu kadar.
Eserlerime ne olacağı korkusu ölüm korkusundan
büyük. O yüzden bir vakıf kurmaya çalışıyorum;
Devrim Erbil Kültür ve Sanat Vakfı.
Nasıl bir aşamada vakıf?
Epey yol aldım. Vakfın merkezi olması için
Kadıköy’de, Pavlonya Sokak’ta altı katlı, iki katı
da bodrum olan bir bina aldım. Toplam sekiz kat. Şu
anda restore ediliyor. Yaza restorasyonu bitecek.
Eylülde de hayata karışmasını bekliyorum; hem vakıf
merkezi hem kültür merkezi olarak. Belki bir kısmı
müze olur. Elimde olan eserlerin büyük bir kısmını
vakfa bırakıyorum. En az 200-300 eser.
Aileniz ne diyor bu duruma?
Daha önce istemiyorlardı, şimdi destekliyorlar.
Ama yine de belli olmaz. İçimde bir korku var, yarın
öldüm gittim diyelim; ya eserlerim dağılırsa!..
Vasiyet hazırlamayı düşünmediniz mi?
Ona bir türlü elim değmiyor. Tuhaf şey! Vasiyeti
ne kadar geciktirirsem ölümü de o kadar
geciktirirmişim gibi geliyor.
Zaman, Haber: Jülide Güngör, 13.05.2013
******
"ESERİNİZ KAYBOLMADI, ÖZENLE KORUNUYOR"
Ressam
Devrim Erbil'in dün bu sayfada yayımlanan
röportajında dile getirdiği bir iddiaya
Cumhurbaşkanlığı Basın Danışmanlığı'ndan açıklama
geldi.
“Eserlerime ne olacağı korkusu ölüm korkusundan
büyük” başlığıyla yayımlanan röportajda Erbil,
“Koleksiyonerlerin halı ve kilime bakışı nasıl?”
sorusuna verdiği cevapta şu ifadeleri kullanmıştı:
“Almak isteyen oluyor ama ben pek satmıyorum.
Şimdiye kadar bir tek Bülent Eczacıbaşı'na verdim.
Bir de 1991'de Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne bir halı
resim yaptım, duvardan duvara kocaman. Ama
kaldırmışlar onu. İşin kötüsü depoda da yokmuş,
nerede olduğu belli değil, belki de kayboldu. 30
metrekarelik bir sanat eseri, yok! Nerede kim
bilir?”
Köşk'ten yapılan açıklamada, Devrim Erbil'in
ifadelerinin gerçeği yansıtmadığı, söz konusu eserin
en üst düzeyde özenle korunduğu ve bu konu hakkında
sanatçıya daha önce birkaç kez bilgi verildiği
kaydedildi. Cumhurbaşkanlığı Basın Danışmanlığı'nın
konuyla ilgili açıklaması şöyle: “Gazetenizin 13
Mayıs 2013 Pazartesi günkü sayısında, Kültür-Sanat
sayfasında ressam Devrim Erbil'le yapılan mülakatta
yer alan yanlış bilgiler nedeniyle aşağıdaki
açıklamanın yapılması gerekli görülmüştür.
Cumhurbaşkanlığı envanterinde yer alan çok sayıda
sanat eseri zaman zaman sergilenip, zaman zaman da
depolara konulmaktadır. Cumhurbaşkanlığı
depolarındaki eserler de en az sergilenen eserler
kadar iyi ortamlarda korunmaktadır. Bahse konu eser,
1991 yılında Cumhurbaşkanlığı Ana Hizmet Binası'nın
ilk yapımı sırasında yaptırılmış olup, daha sonra da
kurumumuz demirbaş kayıtlarına alınmıştır. 9 m x
3,30 m (29,7 m2) ebatları olan eser, gerekli ısı,
nem ve bozulmaya karşı tüm önlemlerin en üst düzeyde
alındığı bir depoda muhafaza edilmektedir. Bu
hususlarda Sayın Erbil'e bugüne kadar birkaç kez
bilgi verilmesine rağmen basına farklı biçimde
açıklamalarda bulunması iyi niyetle
bağdaşmamaktadır.”
Zaman, 14.05.2013
|
TARİHİ HANI TİYATRO SAHNESİNE DÖNÜŞTÜRDÜ
Tiyatro oyuncusu Genco Erkal, 18. yüzyılda inşa
edilen, Eminönü’deki aile yadigarı Ali Paşa Hanı’nı
tiyatro sahnesine dönüştürdü. Hanın açılışı, Genco
Erkal’ın, Nazım Hikmet’in ölümünün 50’nci yıl dönümü
için uyarlayıp yönettiği, Dostlar Tiyatrosu
tarafından sahnelenen müzikli oyunu, ‘Yaşamaya
Dair–Bursa Cezaevi’nden Mektuplar’la yapılacak.
Oyun, 16,17,18 ve19 Mayıs’ta açık havada ve hanın
doğal dekorunda sanatseverlerle buluşacak.
Erkal’a sahnede Tülay Günal’ın eşlik ettiği oyun,
Nazım Hikmet’in sürgün yılları ve vatan hasretine
odaklanarak, Bursa Cezaevi’ndeki yaşamını, eşi
Piraye’ye tutkusunu, yaşamından izlenimlerle
aktarıyor.
Piyano ve viyolonsel eşliğinde sahnelenen oyunda,
Fazıl Say, Zülfü Livaneli, Cem Karaca, Tarık Öcal,
Edip Akbayram, Tolga Çebi, Nadir Göktürk, Timur
Selçuk’un Nazım şarkıları da seslendiriliyor.
Yapı,13.05.2013
|
OSMANLI AZİZLERİNİN MUCİZESİ ŞAİBELİ
Papa
Francesco dün Vatikan’da ilk ciddi icraatına imza
atarak 1480 yılında Otranto’da Osmanlı’ya karşı
savaşırken ölen 813 Hıristiyan’ı “aziz” ilan etti.
Ancak aziz olmanın şartı olan mucizenin bu kez
uydurulduğu iddia edildi.
Emerit unvanıyla emekliye ayrılan Papa 16.
Benedikt, Otranto’da Osmanlılara karşı savaşırken
ölen 813 Hıristiyan’a “azizlik” payesi verilmesine
hükmetmişti. Bu kararı yeni Papa Francesco, dün Sen
Piyer Meydanı’nda onbinlerce kişinin katıldığı
törenle uyguladı. Törende Otrantoluların yanı sıra,
Kolombiyali ve Meksikalı ermişler de aziz ilan
edildi. 815 kişi ile topluca aziz ilan etme rekoru
da kırıldı.
Katolik Kilisesi’ne göre bir ermişin “aziz” ilan
edilmesi için mutlak mucize gerçekleştirmesi
gerekiyor. 1979 yılında kansere yakalanan Rahibe
Francesca (gerçek adı Cecilia Levote) için
Otranto’da 813 Hıristiyan’ın kafatasının bulunduğu
kilisede her gün dualar edilmişti. Rahibenin bu
dualar sayesinde iyileştiği açıklanmış ve Vatikan
İnançlar Kongregasyonu doktorları bu “mucizeyi”
onaylamıştı. Ancak dünkü törenle birlikte
İtalya’da bir polemik başladı. Geçen yıl 22
Temmuz’da hayatını kaybeden yaşlı rahibenin dua
değil, bilimsel tedavi yöntemleri sayesinde
iyileştiği öne sürüldü. İddia, sağlam bir kaynaktan.
Rahibeyi hastalığı süresince tedavi eden Cenova’nın
Galliari ve San Martino hastanesi onkoloji
uzmanlarından Prof.Dr. Salvatore Toma şunları
söyledi: “O dönemde hastaya kemoterapi, radyoterapi
ve tekrar kemoterapi uygulayarak 2 yılda gelişmiş ve
yoğun tedavi yöntemleri ile kendisini iyileştirdik.
Bence Rahibe Francesca bilim sayesinde kanseri
yendi. O dönemde bu terapileri doğru uyguladığımız
için hayatını kurtardık. Mucize olduğuna
inanmıyorum. Vatikan’ın söylediği gibi
‘açıklanamayan bir durum’ yok. Üstelik mucize anlık
bir gelişen tepkidir. Uzun vadeli değildir.”
Kafatasları katedralde
Fatih Sultan Mehmed’in emriyle 1480 ağustosunda
İtalya seferine çıkan Gedik Ahmet Paşa komutasındaki
20 bin Osmanlı askeri, ‘Çizme’nin topuğunda,
Adriyatik kıyısındaki Otranto kalesini 13 ay
kuşattı. İtalyanlara göre kuşatma sırasında
kasabanın katedraline sığınan yerel halktan Müslüman
olmaları istendi. Ancak Otrantolılar “işgalcilerin”
bu isteğini reddetti ve Osmanlı ordusu 813 erkeği
idam etti. İtalyanlar, bu grubu “Otranto Şehitleri”
diye anıyor. Kafatasları aynı katedraldeki camekan
arkasında korunuyor. Fatih Sultan Mehmet’in ölümünün
ardından 1481’de birlikler takviye edilmemiş ve
Osmanlı askeri kaleyi bölge halkına geri bırakmak
durumunda kalmıştı.
Hürriyte, Haber: Reha Erus, 13.05.2013
|
YENİKAPI'DA NEOLİTİK SKANDAL
Yenikapı’da neolitik dönem ayak izleri, 8500
yıllık mezarlar ve ahşap eserlerin bulunduğu alana
iş makinesi ile girildi. Geçen günlerde iş kulesinin
yıkıldığı alanda toprağı sabitlemek için fore kazık
yöntemi yapmak yerine iş makinesi ile toprağı
kaldırmaya yönelen metro inşaatının yüklenicisi
müteahhit firma (Yüksel ) neolitik alanı tahribe
başladı. Arkeologların uyarılarını dinlemeyen
müteahhit firma Koruma Kurulu’ndan izinsiz
arkeolojik alana iş makinesi soktu. Arkeologlar,
üniversite, meslek odaları ve sivil toplum
örgütlerine seslenerek ‘‘Çığlığımıza kulak verin’’
dedi.
Yenikapı’da daha önce neolitik dönem tabakası
bulunmuş, burada
İstanbul ’un tarihini değiştirecek buluntular
elde edilmişti. Dünyanın dikkatini çeken buluntular
arasında 8500 yıllık ilk İstanbulluların evleri ve
mezarları ile ağaç kökleri, dünyanın en eski ahşap
kano küreği ele geçirilmişti.
‘Daha sonra kazılacak’
Bunun yanı sıra ilk
İstanbulluların ayak izleri de arkeoloji dünyasında
büyük yankı bulmuştu. Ayak izleri de dahil
buluntular alındıktan sonra tabaka Marmaray ve metro
inşaatının aksamaması için daha sonra kazılmak üzere
terk edilmişti. Burada yapılması planlanan otopark
inşaatı öncesinde arkeologlar kazı işlemlerine devam
edecekti. Ancak geçen günlerde tam da bu alan
üzerine kurulan inşaat vinci alttaki toprak katmanın
kayması nedeniyle devrilince müteahhit firma apar
topar burada iş makineleri ile faaliyete başladı. Ne
Koruma Kurulu ne de İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin
haberi olamadan yapılan işlem arkeologları çılgına
çevirdi. Çünkü iş makinesi ile kazılan alan neolitik
katmanın bulunduğu ve belki de İstanbul için çok
daha yeni bilgilerin elde edilebileceği bir alandı.
İş makinelerini alana girdiğini gören arkeologlar
derhal olaya müdahale etti. Ancak müteahhit firma
arkeologları dinlemedi bile. İş makinası ile
çalışmalarına devam etti. Eğer yetkililer müdahale
etmez ise neolitik dönem tabaka tamamen yok
edilecek.
Masraf olmasın!
İstanbul tarihi için bu çok
önemli alan yerle bir edilerek tüm buluntular
hafriyat toprağına karışacak. Toprağı iş makineleri
ile kazmadan da kaymasına engel olunabileceğine
dikkat çeken arkeologlar, ‘fore kazık yöntemi ile 3
- 4 günlük bir çalışma ile kaymanın önüne
geçilebileceğini, ancak bu durumun müteahhit firma
için biraz pahalıya çıkacağı için hafriyat yolunu
seçtiklerini’ anlatıyorlar. Arkeoloji çalışmalarını
da ekonomik olarak destekleyen müteahhit firma işi
aceleye getirip arkeologların da kazmasının önüne
geçiyor.
Arkeologlardan çağrı
Arkeologlar kamuoyuna şu
metinle seslendi:
‘‘Marmaray Metro projeleri kapsamında Yenikapı’da 8
yıldır 4 Numaralı Bölge Koruma Kurulu’nun kararıyla
arkeolojik kurtarma kazısı ilgili yönetmelik
çerçevesinde devam etmektedir. Yasal çerçeve ile
sürdürülen kazıların İstanbul kültür hayatına yapmış
olduğu önemli katkılar kamuoyu tarafından
bilinmektedir. Dünya bilim otoriteleri tarafından
yüzyılın en önemli arkeolojik kazılarından biri
olarak kabul edilen çalışmada Marmaray ve metro
istasyonlarının yapılacağı alanların kazısı,
inşaatın gidişatını etkilemeyecek noktaya gelmiş
olup kazısı yapılmayan tek bölge inşaatın otopark
alanıdır. Kazısı yapılmayan bu alan, hem Bizans
Dönemi Theodosius Limanı hem de İstanbul’un bilinen
tarihinin değiştiği neolitik yerleşimin bulunduğu
alanın parçasıdır. Arkeolojik kazısı yapılmayan bu
alan kültür dolgusunun devam ettiği belirli iken
bugün itibariyle (11 Mayıs 2013) dozerlerle girilip
tahrip edilmeye başlanmıştır. Anayasanın 63. maddesi
ile belirlenen kültür varlıklarının korunması
yönetmeliği ve imzalanan uluslararası anlaşmalar
gereği bu çerçevenin dışına çıkılmasını suç kabul
eder. Aynı zamanda mesleki bilimsel etik açısından
kabul edilemezdir. Başta yargı mercileri,
üniversiteler, meslek odaları ve basın olmak üzere
tüm ulusal ve uluslararası kamuoyunun harekete geçip
bu kanunsuz çalışmanın durdurulması gerekmektedir.
Kazı çalışmalarının sona yaklaştığı bir aşamada
arkeolojik kazı alanına inen dozerler ülke
topraklarının binlerce yıllık kültür geçmişinin
bilinmeyen bir dönemini yok etmeden
durdurulmalıdır.’’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 13.05.2013
|
SAİT FAİK ABASIYANIK MÜZESİ AÇILDI
Türk edebiyatı tarihinde derin izler bırakan Sait
Faik Abasıyanık'ın pek çok hikayesini kaleme aldığı
Burgazada'daki evinin restorasyon çalışması
Darüşşafaka Cemiyeti tarafından tamamlanarak müze
olarak doğum günü olan 11 Mayıs'ta açıldı. Adalar
Belediye Başkanı Dr. Mustafa Farsakoğlu, Darüşşafaka
Cemiyeti'nin yeni Başkanı Talha Çamaş ve eski Başkan
Zekeriya Yıldırım'ın yanı sıra İş Bankası Kültür
Yayınları Genel Müdürü Almet Salcan, yazar Sine
Ergün, adalı sanatçılar, Darüşşafakalı öğrenciler
açılış töreninde bir araya geldi. Açılışa Burgazada
halkı da büyük ilgi gösterdi.
Sabah, Haber: Ali
Balcı, 13.05.2013
|
|
|
1100 YILLIK TABLO
Çin'de yağlıboya tablolarda mavi rengi elde etmeye yarayan "lapis lazuli" adlı özel bir pigment (tüm nesnelerin renklerini oluşturan moleküller) kullanılarak 900 yılında yapılmış bir tablo bulundu.
Söz konusu pigmentin kullanıldığı ilk tablo olabileceği bildirilen eser, önümüzdeki sonbahar Londra'daki V&A Müzesi'nde sanatseverlerle buluşacak.
Çin'in Dunhuang kentindeki bir sanatçının çalışma alanında tesadüfen bulunan tablo hakkında konuşan sanatçı Dr. Hongxing Zhang, "26 Ekim'de açılacak olan sergide bununla birlikte 70 eser daha gün yüzüne çıkacak" dedi.
Sabah, 12.05.2013
|
BEİT HİLLEL SİNAGOGU RESTORE EDİLİYOR
29.5 milyon liralık kamulaştırma
çalışmalarının yanında, personel ve malzeme desteği
de verdiği tarihi Agora bölgesi ile sinagoglar ve
çevresini rehabilite ederek Kemeraltı Çarşısı ile
bütünleştirmeyi hedefleyen Büyükşehir Belediyesi,
şimdi de Beit Hillel Sinagogu’nda yeniden yapım
çalışmaları başlattı.
İzmir 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Kurulu’ndan onaylanan projeye göre, yıkılmaya yüz
tutmuş Sinagog için öncelikle temizleme çalışmaları,
ardından da yapımına geçilecek. Uzun yıllardır
harabe konumunda olan yapı, çalışmaların
tamamlanmasının ardından müze olarak şehrin
hizmetine sunulacak.
Kemeraltı’ndaki Beit Hillel Sinagogu’nun 17.
yüzyılda yapıldığı biliniyor. Günümüze kadar
geçirmiş olduğu iki yangın ile oldukça harap durumda
olan binadan günümüze kalan tek yapı elemanı, ön
cephe duvarı. Duvarın yüzeyi üzerinde, mimari
karakterini bütünleyen taş söveli pencereler, taş
söveli üç basamak ile geriye çekilmiş giriş boşluğu
ve kapısı, kapının duvar yüzeyinde özgün
ferforjeleri mevcut durumda. Uzmanlar,
geçirdiği yangınlardan sonra ahşap taşıyıcı çevrenin
de ana elemanlarının yandığı ve taşıyıcı işlevini
kaybettiğini tespit etti. Mevcutta görülemeyen
çatının izlerden yola çıkılarak asma bir çatı
sistemine sahip olduğu tahmin ediliyor.
Akşam, 12.05.2013
|
DELİNİNCE
FİYATI 10'DA 1'E
DÜŞTÜ
Çin İmparatoru
Qianlong adına yaptırılmış olan yarım milyon sterlin
değerindeki Çin vazosu, altından delinip lambaya
çevrildiği için İngiltere’nin Dorset bölgesindeki
bir müzayedede sadece 47 bin 800 sterline alıcı
buldu.
Kırmızı ve
mavi sırlarla
Budist
aslanlar gibi zor motiflerin işlendiği 35
santimetre uzunluğundaki antik
vazo eğer delinmeseydi 500 bin sterline
satılabilecekti.
Milliyet, 12.05.2013
|
|
MÜZEDEN 'SON ÇAR' ÇIKTI
Fotoğraf tutkunu olarak bilinen son Rus Çarı’nın
infaz edilmeden önce çektiği kareler gün yüzüne
çıktı! Ücra bir müzede bulunan fotoğraflarda Çar’ın
kızları da yer alıyor.
Son Rus Çarı II. Nikolay’ın, ailesiyle beraber
Bolşevikler tarafından infaz edilmeden önce çektiği
fotoğraflar bir Rus kasabasındaki müzede bulundu.
Çoğu bizzat bir
fotoğraf tutkunu olan Çar Nikolay tarafından
çekilen resimler, Romanov ailesinin 1918’deki
infazlarına kadar geçen süredeki yaşamlarına ışık
tutuyor.
Albümde, Çar II. Nikolay’ın yanısıra, varislerin
de hiç görülmeyen kareleri bulunuyor. Zira, uzun
yıllar infazdan sağ kurtulduklarına inanılan kızları
Düşes Anastasia, Düşes Olga ve tahtın varisi
Alexei’nin fotoğrafları da bu albümde yer alıyor.
Müzede kilitliydi
Fotoğraf albümü, Sovyet dönemi boyunca, Ural
dağlarının eteğindeki Zlatoust müzesinde kilitli
duruyordu. Albümün bu kadar uzak bir şehirde nasıl
ortaya çıktığı ise bilinmiyor. İddialara göre,
Romanov ailesi infazları için Yekaterinburg’a
götürülürken yanlarında Dmitri Chudinov isimli bir
devrimci bulunuyordu. Bu kişinin Zlatoust şehrinden
oluşu, infaz sonrası aile albümünü himayesi altına
aldığı görüşünü destekliyor.
Milliyet, 12.05.2013
|
TEMEL KAZISINDA ALTIN BULUNDU İDDİASI
Mardin’in Kızıltepe’de İlçesi’nde bir inşaatın
temel kazısında, kepçe operatörünün altın dolu küp
bulduğu iddiası heyecan yarattı. Polis gözetiminde
yapılan incelemede, küp bulunduğu iddia edilen yerde
su kuyusu olduğu belirlendi.
Kızıltepe’nin Urfa Caddesi üzerinde Kadir Dağ’a
ait inşaatın temel kazısı sırasında altın bulunduğu
iddiası polisi harekete geçirdi. İnşaat kazısını
yapan kepçe operatörü Yusuf Kaya’nın, kazıdan
çıkardığı altın dolu küpleri sabah namazına doğru
gizlice eve götürdüğü iddiası heyecan yarattı.
Birçok kişi olay yerinde toplanırken, yaklaşık 30
çevik kuvvet polisi, kazı yapılan alanın
çevresinde güvenlik kordonu oluşturarak önlem aldı.
Gece boyunca hafriyat çalışması yapan kepçe
operatörü Yusuf Kaya, uykusundan uyandırılarak
inşaat alanına getirildi. Polis kontrolünde yapılan
inceleme kazıları sonrasında herhangi bir define
bulgusuna rastlanmadı.
İnşaat sahibi Kadir Dağ, "İnşaat alanında eski
bir kuyu bulunmuş, oradan da herkes millete hazine
var diye laf dağıtmış. Altın yok; tamamen asılsız,
gerçeği yansıtmıyor. Polis burada çalışma yaptı her
hangi bir şey bulunamadı" dedi.
Kepçe operatörü Yusuf Kaya ise gündüz trafik
yoğunluğu nedeniyle çalışmadığını belirterek, "Akşam
çalışıyorum, sabah 06.00’da iş bıraktım ve istirahat
etmek üzere cep telefonumu kapatıp uyudum. Operatör
iki teneke altın almış ve kaçmış diye söylenti
yaymışlar. Gördüğünüz gibi şu an buradayım, öyle bir
şey yok. Kazı yerinde kuyu gibi bir şey var polis
oraya baktı herhangi bir şey yok. Trafik olduğundan
gece çalışıyoruz, akşam olunca işimize devam
edeceğiz" diye konuştu.
Milliyet, Haber: Kadir Üründü - Mehmet Ali
Dinler, 10.05.2013
|
BİTMEYEN TADİLAT
Atatürk’ün Selanik’te doğduğu
ev olan ve daha sonra müzeye dönüştürülen
Atatürk Müzesi’nde geçen yıl başlatılan bakım ve
onarım çalışmaları bir
türlü tamamlanamıyor. Türkiye’den Selanik’e giden ve
Atatürk’ün evini tadilat nedeniyle ziyaret edemeyen
yurttaşlar, uzun süredir devam etmesine karşın bakım
ve onarım çalışmalarının tamamlanmamasına tepki
gösteriyor.
Bir grup arkadaşıyla
Yunanistan’a giden Prof.Dr.
Murat Döşoğlu,
ziyaret etmek istedikleri
Selanik’teki Atatürk Evi’nin “tadilat”
gerekçesiyle kapalı olması üzerine,
Kültür Bakanlığı’na şikayet dilekçesi
gönderdi.
Prof.Dr. Döşoğlu, geçen yıl haziran ayında
başlayan bakım onarım çalışmalarında gereken önem ve
hassasiyetin gösterilmediği kanısına kapıldıklarını
belirterek Atatürk Müzesi’nin bir
an önce ziyarete açılması için bakanlığın devreye
girmesi gerektiğini vurguladı. Tadilat
çalışmalarında yaklaşık bir
yıla gelindiğini ve sürenin uzamasının manidar
olduğunu ifade eden Döşoğlu,
“Toplum, hiçbir
ülkede tarihine düşman
olmamıştır. Bu tür yaklaşımlar kabul edilemez ve her
kesimden tepki alacaktır” diyerek
kaygılarını dile getirdi.
Atatürk’ün eşyası Kocaeli’ne
Atatürk’ün daha önce Selanik’teki Atatürk
Müzesi’nde sergilenmekte olan kişisel eşyaları,
bakım ve onarım çalışmaları nedeniyle
bir süre önce İzmit’e
getirildi. Aralarında
kıyafetler, hediye ve günlük olarak kullandığı çatal
kaşıklar, birçok
fotoğrafında da görülen kahve fincanının da
bulunduğu eşyaların bir
bölümü Kasr-ı Hümayun’da, bir
bölümü de İzmit Müze Müdürlüğü’nde muhafaza altına
alınarak sergilenmeye başlandı.
Atatürk’e ödenek yok
Selanik’teki Atatürk Evi Müzesi, Yunanistan
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 22
Temmuz 2011 tarihinde
“modern anıt” olarak tescil edilmişti. Ardından
ilgili Yunan makamlarının onayıyla, dönemin
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
istemiyle bakanlık kapsamlı
bir
restorasyon projesi hazırlamıştı. Tadilat
gerekçesiyle müze, 18 Haziran 2012’de ziyarete
kapatılmıştı. Tadilat gerekçesiyle ayrıca Atatürk’ün
eşyaları da Edirne’ye nakledilmişti. Bakanlıkça,
müze, tadilata başlanan tarihten
5 ay sonra, 10 Kasım 2012’de açılacaktı. Ancak,
bakanlık “bütçe yetersizliği” nedeniyle açılışı
askıya aldı. Bakan Ömer Çelik de 1 Mart’ta yaptığı
açıklamada, müzeyle ilgili projenin tamamlandığını
ve müzenin nisan ayında açılacağını dile getirmişti.
Müze nisan ayında da açılamadı. Bakanlık
yetkililerine göre müzenin açılışı 10 Kasım 2013’e
kalabilir.
Cumhuriyet, Haber: Özcan Yaşar, 10.05.2013
|
'ÇANAK ÇÖMLEK'LER
Başbakan Erdoğan, geçenlerde, Kızılcahamam’da
bir toplantıdaki konuşmasında “Bizim bir
Marmarayımız var. Basit çanak çömlek hikayesi bize 4
sene kaybettirdi. 3 sene, 4 sene önce Marmaray
açılacaktı.”, “Denizin dibindeki 3-5 tane çanak
çömlek bulunmuş, çatal, kaşık bulunmuş bunları
koruyorsun... Bu ideoloji değil de nedir?” dedi.
Başbakanın ‘basit çanak çömlek, çatal kaşık’ dediği
şeylere daha yakından bakmak lazım.
TARİHİ DEĞİŞTİREN KALINTILAR
Yenikapı’da 58 bin metre kare alandaki arkeolojik
kazılarda deniz seviyesinden+3 metre ile -1 metre
arasında 19. yüzyıl Osmanlı Dönemi’ne ait
imalathaneler, işlikler ile sokak dokusu bulundu. -1
metre ile -6.30 metre arasında, Erken Bizans
Dönemi’nin en büyük limanı olan Theodosius Limanı
gün ışığına çıkarıldı, 5 ile 11. yüzyıllar arasına
tarihlendirilen 35 batık tekne bulundu.
Dünya
üzerinde, toprak altında iyi korunmuş bu kadar çok
batığın bir arada bulunduğu başka bir arkeolojik
alan henüz ortaya çıkarılmış değil. Alt seviyelere
inildiğinde, deniz seviyesinin yaklaşık -6.30 metre
altında Neolitik Dönem taş temelli dal örgü mimari
kalıntılar ile bu kalıntıların çevresinde Hocker
pozisyonda (anne karnındaki pozisyon) ve urne
gömülerin tespit edilmesi İstanbul’un Neolitik
döneminin tarihlendirilmesine önemli katkılar
sağladı. Ahşap kullanılan bu gömüt mimarisinin yakın
benzeri henüz bilinmemektedir. Ve bulunan bir
mezarın günümüzden 8 bin 500 yıl öncesine
tarihlenmesi sadece Türkiye’de değil tüm dünyada
büyük ilgi uyandırmıştı. 2008-2009 arası Yenikapı’da
Metro projesi kazısında arkeolog olarak çalışırken
de bizleri ayrı bir heyecanlandırmıştı. Ayrıca
batıklar içindeki malzemeler, amphoralar, toprak
içinde korunagelmiş at ve deve iskeletleri ve
neolitik dönem ok, yay, kano küreği vb.
sayamayacağım kadar çok çeşitli eser de bu kazılarda
ele geçti. Envanterlik eser sayısı ise 38 bin.
Neolitik dönemden (insan topluluklarının yerleşik
yaşama geçtiği dönem) Osmanlı’ya kadar kesintisiz
giden bir tarihsel süreç Yenikapı’da ortaya
çıkmıştı. İstanbul’un bilinen tarihi daha da
gerilere gitmişti.
TARİHİ DOKUYU HİÇE SAYMAK
Peki, Marmaray’da ortaya çıkan bu kalıntılar
ortadayken, İnternet taramasından bile, bu bilgiler
öğrenilebilecekken, dünyanın bile ilgisini çeken
bilimsel sonuçlara ulaşılmışken Başbakanın bunlara
3-5 basit çanak çömlek demesi neden?
Nedeni Türkiye’de birçok rant projesinde tarihi
dokunun yok edilmesinin önünü açmak. Artık her
projede tarihi yıkıp geçmenin bahanesi hazır; 3-5
çanak çömlek, altı üstü çatal kaşık... Projeler
‘halk için’ vakit kaybetmemeli. Ve bu uğurda o çok
sevilen ‘ecdad’ bile tanınmıyor. Osmanlı’dan
Bizans’a, farketmez, rant alanı içerisindeyse
değersizleştir, ortadan kaldır.
Arkeolojik ve tarihi veriler ışığında geçmişi
sorgulayan, düşünen ve bunlar üzerinden geleceğe
dair yorumlar yapabilen nesiller artık daha zor
şartlarda yetişecek gibi gözüküyor...
MARMARAY’I KAZILAR MI UZATTI?
Marmaray’da çalıştığım dönemde, mühendislerin
bizlerle yaptığı sohbetlerde aktardığı şekliyle;
uzun bir süre su altı beton tüplerinde suya
dayanıklılık sorunu vardı. Daha sonra Yedikule
bölgesinde burgu makinası binaların temeline zarar
verdiği için bir süre çalışma o bölgede durmuştu.
Ayrıca kazılar bitmesine rağmen hald1 banliyö hattı
inşaatları 4 yıldır bitirilemedi. Ama ne hikmetse
fatura yine arkeolojik kazılara çıkarılıyor.
Diğer yandan bir proje arkeolojik kazılar
nedeniyle uzayabilir de. Tahrip edildiğinde bir daha
ele geçemeyecek buluntuları kaybetme ve tarihi
verilere ulaşamama riski olan her yerde kazılar
önemlidir. İstanbul gibi tarihi bir coğrafyada her
an her alanda tarihi buluntulara rastlama olasılığı
vardır. Başlayan ve başlayacak her proje bunu göz
önünde bulundurmak zorunda. Geçmişin öğrenilmesi ve
bunun gelecek kuşaklara aktarılması rant projelerine
kurban edilemez.
Evrensel, Yazı: Enis Tartan / Arkeolog,
10.05.2013
|
5 - 11 Mayıs 2013
|
TAŞ 'ÇALAN' AMERİKALI
NASİHATLE SERBEST
Antalya’da
valizindeki taşların tarihi eser çıkması nedeniyle
yurtdışına çıkışı yasaklanan ABD’li Jason La Reece
Dement (30) hakim karşısına çıktı.
Mahkeme Dement’e 5 yıl
hapis cezası verdi. Cezası iyi halden 1 yıl 3 aya
indirilirken, hükmün açıklanması da geri bırakıldı.
Dement’in yurtdışı yasağı da bin lira teminatla
kaldırıldı. Mahkeme Başkanı Nihat Altuğ, Dement’e,
“Bir daha kıyılarımızdan taşlarımızı alma”
uyarısında bulundu.
Hürriyet, Haber: Ömer
Erdem, 10.05.2013
|
'ARKEOLOJİ MAFYASI'
SURİYE'Yİ TALAN EDİYOR
Suriye'deki iç savaşın
yol açtığı tarihi eser kaçakçılığı korkunç boyutlara
ulaştı. Amerikan dergisi Foreign Policy,
muhaliflerin eserleri silah karşılığı nasıl
sattığını ve binlerce yıllık kültür mirasının
"internete bile düştüğünü" ortaya çıkardı. Derginin
Lübnan-Suriye sınırında konuştuğu kaçakçı Ebu Kader,
Hitit, Pers, Roma, Bizans ve Osmanlı uygarlıklarına
ev sahipliği yapmış Suriye'deki tehlikeyi tek bir
cümleyle anlattı: "Eserlerin dönemi olduğu önemli
değil. Yalnızca kaç para ettikleriyle
ilgileniyorum."
77 BİN ESER DEPODA
Kader, çivi yazısı tabletler, antik Roma
dönemine ait fresk ve heykellerin yanı sıra Bizans
sikkelerinin özellikle revaçta olduğunu anlatarak,
"Hür Suriye Ordusu bana tarihi eser, ben de onlara
silah veriyorum. En az 100 obje aldım" dedi. Buna
göre, Kalaşnikoflar 1200, M4 tüfekleri de 4 bin 500
dolara satılıyor. En pahalı çivi yazısı tabletlerse
20 bin dolara alıcı buluyor.
Suriye Müzeler Genel Direktörlüğü yetkilisi Mamun El
Kerim'se geçen yıl çoğu sınırlarda ele geçirilen
eser sayısının 4 bini bulduğunu açıkladı. Irak
müzelerinin 2003'teki ABD işgalinde yağmalanışını
hatırlatan El Kerim, Şam Ulusal Müzesi'nde 77 bin
eseri paketleyip kaldırdıklarını anlattı. Ancak
Hama, Halep ve Humus'taki müzelerin dış cephelerinin
zarar gördüğünü saklamadı.
TÜRKİYE İDDİASI
Suriye'deki tam 10 bin arkeolojik alanı
korumaksa daha zor. Abdülkerim buralarda "silahlı
arkeoloji mafyası"nın yağma yaptığını söyleyerek,
Lübnan, Türkiye ve Irak'tan ülkeye giren silahlı
grupları" suçladı. Makalenin yazarı Fernande Van
Tets ayrıca, Beyrut'ta bir antikacıda beğendiği bir
parçayı sorunca, "Onlar Palmira'dan, yenisini
getirtebilirim" yanıtını aldığını yazdı.
ABD Dışişleri Bakanlığı'na göre, Suriye'nin tarihi
eserlerinin sadece yüzde 3'ü savaş alanının dışında.
Küresel Miras Fonu'nun 2012 raporunda, Suriye'nin
UNESCO Kültür Mirası Listesi'nde yer alan altı dünya
mirasının altısı da (Şam, Halep ve Busra tarihi
kentleri, Palmira antik kenti, Şövalye Şatosu ve
Selahaddin Kalesi) zarar gördü.
Akşam (Kısaltarak),
10.05.2013
|
DEFİNE BULMAK İÇİN GİRDİĞİ TÜNELDE ÖLDÜ
Kütahya'nın Hisarcık İlçesi Karbasan beldesine 7 kilometre uzaklıktaki Evren Çalı mevkisinde define arayışı ölüme neden oldu. Beldede ikamet eden Celal (30) ve Mecnun Yıldırım (24) kardeşler, ormanlık alanda daha önce de defalarca kazı yaptıkları iddia edilen 17 metrelik tünelde kazı çalışması yapmaya başladı. Tünelde ilerlemeye çalışan Celal Yıldırım'dan bir süre sonra haber alamayan kardeşi Mecnun Yıldırım, jandarmayı aradı. Jandarma ve sağlık ekipleriyle olay yerine gelen AFAD ekipleri, tünelin dar ve uzun olması, ayrıca içeride oluşan karbonmonoksit gazı nedeniyle şahsa ulaşamayınca Tunçbilek Garp Linyitleri İşletmesi (GLİ) Arama Kurtarma ekiplerinden yardım istendi. GLİ ekipleri, 1 saatlik çalışma sonucu karbonmonoksitten zehirlendiği sanılan, evli bir çocuk babası Celal Yıldırım'ın cesedini çıkardı.
Sabah, Haber: İhsan Tunçoğlu, 10.05.2013
|
|
EVLİYA ÇELEBİ'NİN
İZİNDEN GİTTİLER, O CAMİYİ BULDULAR
Silifke Kalesi’ndeki
kazılarda 600 yıllık Bayezid Camii kalıntıları
bulundu. Kazı Başkanı Prof.Dr. Ali Boran, çalışmalar
sonucunda kalede ilk kez Türk İslam izlerine
rastlandığını söylüyor.
Ünlü seyyah Evliya
Çelebi, yaklaşık dört yüzyıl önce kaleme aldığı
Seyahatname adlı eserinde söz etmişti Silifke
Kalesi’ndeki Bayezid Camii’nden. Varlığı hakkında
net bir bilgi bulunmayan o cami, arkeolojik kazıyla
600 yıl sonra gün yüzüne çıkarıldı. Selçuk
Üniversitesi Sanat Tarihi Öğretim Üyesi ve Kazı
Başkanı Prof.Dr. Ali Boran, Evliya Çelebi’nin
Seyahatnamesi’nden yola çıkarak Silifke Kalesi’nde
kazı çalışmalarına başladıklarını anlatıyor.
Tarihçiler arasında varlığı tartışma konusu olan
Bayezid Camii’nin yerini tespit ettiklerini söyleyen
Boran, Silifke Kalesi’nde ilk kez Türk İslam
izlerine rastlandığına dikkat çekiyor. Karamanoğlu
döneminde yapılan Bayezid Camii’nin Osmanlı
döneminde de kullanıldığını ifade eden kazı başkanı,
Türk kültüründe bir kale fethedildiğinde oraya
mutlaka cami yapıldığını aktarıyor. Kalede
yaptıkları kazıda Bayezid Camii’nin yanı sıra
Osmanlı dönemine ait sokakları da bulduklarını
anlatan Boran, “Dikdörtgen planlı olan camide
Türk-İslam sanatını temsil eden taş kapı süslemesi
de tespit ettik. Bu seneki amacımız, caminin
restorasyon ve konservasyonunu yapmak.” şeklinde
konuşuyor.
Kazı ekibi üyesi
arkeolog İshak Kozak, restorasyonların
tamamlanmasının ardından Bayezid Camii’ni ibadete
açmak ve bölgenin turizme kazandırılmasını
istediklerini ifade ediyor. Selçuk Üniversitesi
Rektörü Hakkı Gökbel, “Gerek Konya ve çevresi
gerekse sıcak denizlere yakınlığı açısından
düşünüldüğünde Silifke ve civarı bünyesinde çok
önemli bulguları barındırıyor. Üniversite olarak
gerek Türk-İslam gerekse daha erken dönem
medeniyetlerine ışık tutmak için tüm imkanlarımız
ölçüsünde bu tür kazı, restorasyon ve belgeleme
çalışmalarına önem vereceğiz.” ifadelerini
kullanıyor.
Zaman, 10.05.2013
|
OLMAYAN KİLİSEYE YÖN
LEVHASI
Dereli İlçesi çıkışında
Kuşluhan Mahallesi yolu istikametini gösteren
karayolu kenarına üzerinde 'Kuşluhan Kilisesi'
yazılı yön levhası diktiler.
Bu yön levhasından bir
kaç yüz metre mesafede bulunan ve Dereli Devlet
Hastanesi yolu üzerinden Kuşluhan Kalesi yakınında
bulunan eski kapalı Kümbet yolu üzerine de 'Kuşluhan
Kilisesi' yazılı ikinci bir tabela konduğu görüldü.
Kuşluhan Mahallesi
Muhtarlığı ve aza üyeleri ile halkı, Kilise yazılı
levhaları görünce tepki gösterdiler. Kaymakamlıktan
ve belediye başkanlığından konuyla ilgili bilgi
istediklerini ifade eden mahalle halkı ve muhtarlık
aza üyeleri, her iki kurumun da olaydan haberlerinin
olmadığını, konuyla ilgili araştırma yapılacağının
kendilerine söylendiğini belirtiler. Kuşluhan
Mahallesi sakinleri, uygunsuz yerlere dikilen bu iki
levhadan, kilometrelerce uzakta yer alan küçük bir
düzlük ve boş alanın adına kilise denildiğini ve
burada hiç bir tarihi yapının bulunmadığını ve bu
yerden HES tünellerinin açıldığını bundan dolayı da
kilise deniler açık alanın yıkıldığını ifade
ettiler. Ayrıca Kümbet ve Uzundere Köyü muhtarları,
yanlış yön gösteren ve yanlış isimler taşıyan
levhaların kendi köylerine de konulduğunu ifade
ettiler. Kümbet Köyü Muhtarı Ahmet Çoruh, "Aymaç
mesire alanına giden yol üzerine ilçeye ait bir
yerleşim biriminin isminin yer aldığı tabela
konuldu. Birden fazla yanlış yön gösteren işaret
levhaları var. İnsanlar bu levhalar nedeniyle zor
durumlara düşüp mağdur olabilir" şeklinde konuştu.
Giresun Işık, Haber ve
Fotoğraf: Cihan Yavuz, 09.05.2013
|
PEKİ NASIL YIKILDI?
Taksim Topçu Kışlası'nın
yıkımı Cumhuriyet Gazetesi'nde nasıl işlenmişti?
Günümüzde gündemi en çok
meşgul eden konulardan biri de 1940 senesinde
yıkılan ve arsası Gezi Parkı olarak projelendirilen
Topçu Kışlası'nın yeniden inşası tamamlandıktan
sonra hangi işlevi alacağı... Bu kez tekrar yapım
tartışmalarından uzaklaşıp, yapının yıkım sürecini
döneminin medyasından sizler için derledik.
"Taksim Kışlası Yıkılacak" - 28 Mayıs 1932
"Taksim kışlasının havadan alınmış bir resmi" - 22 Mayıs 1935
Ulaşım Krokisi - 22 Mayıs 1935
Taksim Topçu Kışlası
(Taksim Kışlası) 1930'lu yılların başında, yapının
Maliye Bakanlığı'nca Taksim Emlak Şirketi'den satın
alınması gibi mülkiyet üzerine yazılarla Cumhuriyet
Gazetesi sayfalarında yer alır.
16 Mayıs 1938'de ise
Kışla'yla ilgili bir değerlendirme yazısı göze
çarpar. "Stadyom meselesi" başlıklı yazıda kışla
olarak inşa edilip işlev değiştirerek stadyuma
çevrilen ve kentteki tek stadyumun kentli için en
kadar önemli olduğu üzerinde durulur, yıkım gündeme
gelmiştir:
"Dün ve evvelki gün,
Taksim stadyomu, gene dolup dolup boşaldı. (...) Bu
kalabalığı görerek düşündüm ki emektar kışla
avlusunun günleri sayılıdır. Taksim kışlası belki
gelecek sene bu tarihte yıkılmış bulunacaktır;
stadyom da beraber. Çünkü, Maliye Vekaleti burayı
Taksim Emlak Şirketinden satın almış ve İstanbul
Belediyesi de, daimi sergi binasını orada yağmağa
karar vermiştir. Taksim stadyomu yıkılırsa, bütün
Beyoğlu semti mevcud tek spor sahasından mahrum
kalacaktır. (...)" sözlerine yer veren yazar,
Yenibahçe'de yapılması planlanan yeni stadyumun
sadece önemli maçlarda seyirci alabileceğini, ikinci
derecede maçlar için izleyicilerin merkezi bir yeri
seçtiklerini belirterek zaten "İstanbul gibi büyük
ve yayvan bir şehirde" tek bir stadyumun da yetersiz
olduğuna dikkat çeker.
16 Mayıs 1939'daki Şehir
ve Memleket Hikayeleri - Prost'un Yapacağı İmar
Planları başlıklı haberde dönemin Belediye
Başkanı ve Valisi Lütfi Kırdar'ın Prost'a
ısmarladığı İstanbul nazım planının çerçevesi
çizilir:
"Vali, mütehassıs
Prost'tan şu üç yerin imar planlarını hazırlamasını
rica etmiştir:
1- Eminönü meydanile
Eminönünden Unkapanına kadar olan saha.
2- Tepebaşı bahçesinin tiyatro ve bar kısmile bahçe
olan yer.
3- Taksimden itibaren Taksim kışlası, Taksim
bahçesi, Harbiye ve Gazhaneye inen kısmı da ihtiva
etmek üzere Yeşil saha..."
Aynı yazıda İnönü Gezisi
olarak öngörülen projeye de kısaca yer verilir:
"(...) Taksim kışlasile
orada hazineye intikal etmiş olan bina ve arazinin
hükumet tarafından Belediyeye verilmesi keyfiyeti de
tahakkuk etmiştir.
Bunları pek kıymetli araziyi ihtiva ettiği için imar
planını müteakıb inşaat ve icraata girişildiği
takdirde Belediye bundan çok istifade temin edecek
ve kendisine kalan para ile Şehir kulübünü, Şehir
kazinosunu ve muazzam Şehir tiyatrosunu ve diğer
bazı tesisatı vücude getirecektir."
29 Haziran 1939 –
"Taksim kışlası Belediyeye devrediliyor"
"Taksim kışlasile
etrafındaki binalar Emlak şirketinden Maliye
Vekaletine geçmişti. Maliye Vekaleti bunları
İstanbul Belediyesine devir kararını istihsal etmek
üzere raporunu Heyeti Vekileye göndermiştir.
Vekiller Heyetinden karar istihsal edildikten sonra
burası Belediyeye devredilecektir.
Belediye burada şehir tiyatrosu, şehir kulübü, şehir
kazinosu yapmak üzere planlar hazırlatacaktır."
4 Temmuz 1939 tarihli haber başlığı
26 Temmuz 1939 tarihli haber başlığı
08 Temmuz 1939 –"
Taksim kışlası enkazının kıymeti"
"Taksim kışlasının
Belediyeye devredildiğini yazmıştık. Yalnız kışlanın
enkazına kıymet konulacak ve bedeli hazineye
ödenecektir. Bu kıymeti koymak üzere dün Belediyede
mühendis Faik, Belediye azasından Mehmed Ali ve
Neşetten mürekkeb takdiri kıymet komisyonu
toplanarak hazırlıklara başlamıştır."
10 Temmuz 1939 -
"Taksim kışlası-Arsada modern tesisat vücude
getirilecek"
"Taksim kışlası
arsasının hükumetçe belediyeye verildiğini
yazmıştık. Vali ve Belediye Reisi Lütfi Kırdar, bu
kışla arsasile Ayaspaşa civarında Belediyeye aid
bazı arsaların ve oradaki jandarma karakolunu da
ihtiva edecek bir sahanın imarile buralarda büyük
şehir müesseseleri vücude getirmek üzere bir plan
ihzarını şehircilik mütehassısı M. Prost ile (...)
meşhur mütehassıs Valter'den rica etmiştir. Halen
Pariste bulunan iki mütehassıs Pariste müştereken
çalışarak bir plan hazırlamağı kabul etmişlerdir.
Plana nazaran Taksim kışlasının bulunduğu mahalde
Şehir kulübü, Şehir gazinosu ve Matbuat kulübü
itihaz edilmek üzere büyük bir bina vücude
getirilecektir. (...) Jandarma karakolunun bulunduğu
yere büyük Şehir tiyatrosu yapılacaktır. Bunun
karşısına da Beyoğlu Halkevi binası inşa
ettirilecektir."
02 Ağustos 1939 -
"Taksim kışlasının kıymeti"
"Taksim kışlası binasına
kıymet takdir etmekte olan heyet, tetkikatını ikmal
ve kışlanın enkazına 30,700 lira kıymet takdir
etmiştir. (...)"
5 Eylül 1939
04 Ekim 1939 –
"Şehircilik mütehassısı Prost dün geldi"
"(...) Mütehassıs
şehrimizde üç ay kalacak ve bu müddet zarfında
birinci beş senelik İmar programının tafsilat
planlarını hazılıyacak, Taksim meydanile meşgul
olacak, Taksim kışlası arsasının alacağı şekli
tespit edecek, (...)"
5 Ekim 1939
06 Aralık 1939 –
"Taksim abidesinin vaziyeti"
"Nisan başında Taksim
kışlasının yıkılmasına başlanacaktır. Kışlayı
Ayaspaşa istikametinden amuden ikiye bölecek yolun
tarafeynine umumi binalar inşası mukarrerdir.
Taksim kışlasının yıkılması ameliyesi, Belediye
tarafından emaneten yapılacaktır. Ayaspaşa
istikametindeki molozların kaldırılması on gün sonra
bitirilecektir."
8 Şubat 1940
21 Şubat 1940 –
"İstanbulun alacağı Yeni çehre"
Abidin Daver konuyla
ilgili iki değerlendirme yazısı kaleme alır:
"8-Taksim meydanının
tanzimi
(...) Taksim kışlası
yıkılacağı için meydanın solunda da, kışlanın
şimdiki cenub dılının bulunduğu yerde, meydana
nazır, merdivenli bir teras daha inaş edilecek ve
resmigeçidleri, resmi zevat ve davetliler buradan
seyredeceklerdir. (...)"
22 Şubat 1940 -
"İstanbulun alacağı Yeni çehre"
"9-Taksim
kışlasının yerine bahçe
Taksim kışlası ve
stadyomu kamilen yıkılacaktır. Kışla arsasının
tramvay caddesine nazır cephesine dört tane muhteşem
apartıman inşa edilecektir. Bu büyük apartımanların
alt katlarında büyük mağazalar bulunacaktır. Kışla
arsasının Mete caddesine nazır cephesine de bir
apartıman ve büyük bir bina yapılacaktır. (...)
şimdi Panorama kazinosunun bulunduğu yere de, büyük
bir otel yapılacaktır. Bu otelin bir cephesi Taksim
bahçesine bakacaktır. Şimdi stadyomun bulunduğu
kısımla futbol kalelerinin arkasındaki kışla
kısımları kamilen kaldırılacak, burası bir gezinti
bahçesi haline ifrağ edilecektir. Bahçenin sağındaki
ve solundaki ağaclıklı iki geniş yola Avrupanın bazı
geniş cadde ve meydanlarında olduğu gibi, açıkhava
kahveleri ve kazinoları yapılacak ve bunların teras
denilen önlerine masalr konulabilecektir. Şimdi
Beyoğlu İstiklal caddesinde piyasa eden halk, burada
dolaşacaktır."
6 Nisan 1940
17 Nisan 1940
19 Nisan 1940
Bu haber başlıkları
dışında yıkımın sonucuna dair herhangi bir habere
rastlamadık. Belki de "Modern tesisler"e ulaşma
kaygısı ile Kışla'nın yıkım kararının medyada
olumsuz ifadelerle yer almadığı ayrıca göze
çarpmaktadır. 1940'tan sonra Kışla'nın ismi 24 Nisan
1968'deki bir haberde yer alır.
Yapı, 09.05.2013
|
ŞİŞLİ SAAT KULESİ
YENİLENDİ
Şişli Etfal
Hastanesi'nin bahçesinde yıllardır bakım bekleyen
104 yıllık kulede geçtiğimiz yıl başlayan
restorasyon çalışmaları tamamlandı.
Yaklaşık 20 metre
yüksekliğindeki kare planlı kulenin saat düzeneğinin
tamamen çürüdüğü ve yıkılma tehlikesiyle karşı
karşıya kaldığı bir dönemde restorasyonla imdadına
yetişen İl Özel İdaresi, temel ve kule bölümündeki
güçlendirme çalışmalarını tamamladı.
Yenileme kapsamında kule
bölümünde; tüm ahşap doğramalar sökülerek aslına
uygun olarak yapıldı. Demir merdivenler temizlenerek
özelliğini yitirmiş parçaları yenilendi. Zamanın
aynası saatleri onarıldı. Balkon kısmında betonarme
tabliyesi yenilendi ve dış cephede bulunan mermer
süsleme elemanları temizlendi. Yine hasar görmüş
çini panolar da onarıldı.
Kulenin Parçası Mescitte
Yenilendi
Mescidin de
restorasyonunu tamamlayan İl Özel İdaresi, mescidin
özgün döşemelerini onararak üzerine sökülebilir
ahşap döşeme yaptı. Mescidin saçak altlarındaki
ahşapların onarılması, ısı ve su yalıtımının
yapılması, çatı kiremitlerinin yenilenmesi gibi
çalışmaları yaptı. Kırmızı tuğla ve beyaz mermer
ağırlığının hakim olduğu kulenin komşusu bu mütevazi
küçük mescitte geçirdiği yenilenme süreciyle artık
daha huzurlu.
Ecdat Hatırası
II. Abdülhamit
tarafından o zamanki ismi 'Hamidiye' olan Şişli
Etfal Hastanesi'nin bahçesine 1907'de inşa edilen
kule, İtalyan mimar R. D'Aronco'ya ait.
Mühendishane-i Hümayun hocalarından Mahmut Şükrü Bey
gözetiminde yapılan tarihi yapı II. Abdülhamit'in
hatırası olarak gelecek nesillere miras kalacak.
Yapı, 09.05.2013
|
|
ÜÇ ELMAYA 41 MİLYON
DOLAR
Fransız ressam Paul
Cézanne’ın ‘Les Pommes’ (Elmalar) adlı natürmort
tablosu New York’ta düzenlenen bir müzayedede 41
milyon 605 bin dolara (yaklaşık 74 milyon TL)
satıldı.
Sotheby Müzayede Evi’nde
düzenlenen açık artırmada, 19’uncu yüzyılda yaşayan
post-empresyonist ressamın 1990’da tamamladığı
yağlıboya tabloyu kimin satın aldığı açıklanmadı.
Aynı açık artırmada İtalyan ressam Amedeo
Modigliani’nin ‘Amazon’ adlı 1909 tarihli portresi
25,9 milyon dolara (46 milyon TL) alıcı buldu.
Modigliani 1920’de henüz 35 yaşındayken menenjitten
yaşamını yitirmişti.
Hürriyet, 09.05.2013
|
BİR GÖZ ONU NASIL GÖRÜR!
Bu açıklama çok tartışılır... Başbakan
Erdoğan'ın "Tıraşlayın" dediği Zeytinburnu'ndaki
"Onaltı Dokuz" kulelerini İBB İmar Komisyonu Başkanı
Kocabaş savundu: Ancak zumlarsanız bu fotoğrafı elde
edebilirsiniz.
İstanbul
imarının başında bulunan İmar Komisyonu Başkanı
Sefer Kocabaş'tan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı
kızdıracak sözler... Zeytinburnu Belediye Meclis
üyesi Sefer Kocabaş, Zeytinburnu Belediye Meclisi
mayıs ayı oturumunda Başbakan'ın eleştirdiği
kuleleri savundu.
Kulelerin yapımına izin veren
komisyonun başında olan Kocabaş, "Silüeti bozmuyor"
dedi.
İşte o konuşma:
- Daha önce bu konuda görüşümü belirtmiş ve binanın
silüet alanına girmediğini söylemiştim. Aynı iddiamı
devam ettiriyorum. Harem'den Üsküdar'a yürüdüğünüzde
bu tarihi yarım adanın bulunduğu bölgeye bakarsanız
bu binayı göremezsiniz. Silüet alanı o... Ya da
Boğaz'dan Haliç'e geldiğiniz istikamette yine sahil
kesiminden baktığınızda bu binayı göremezsiniz.
Dolayısıyla silüet alanlarından görülmesi söz konusu
değil.
- Ancak 40'lı kotlardan itibaren yani yüksekliği 40
metrenin üzerinde olan alanlardan itibaren bu
binanın görüntüsü tarihi yarımadanın arkasına
düşmekte. Nereden çekildiğini bilmediğimiz
fotoğrafta Sultan Ahmet Camii'nin minarelerinin
yivleri bile varan detaylar gözüküyor. Bir göz onu
nasıl görür? Öyle bir şey olamaz ki... Ancak
zumlarsanız bu fotoğrafı elde edebilirsiniz.
- Bundan sonra bir kriter daha çıktı... Silüet
alanı, silüet haritaları... Bu haritalar tamamlandı,
Büyükşehir'den geçti. Artık o alanın arkasına
herhangi bir görüntü düşmemesi için Bakırköy,
Zeytinburnu Bayrampaşa, Gaziosmanpaşa,
Küçükçekmece'nin bir kısmını kapsayacak şekilde
yükseklik sınırlamaları getirildi. Bundan sonra
silüet alanı nasıl Sivil Havacılık Genel
Müdürlüğü'nün görüşü bir kriter ise silüet alanları
ile ilgili haritada belirtilen rakamlar da bir
kriter olacak, bu kritere göre davranış biçimi
olacak.
Binanın herhangi bir cephesinden görünen en düşük
kottaki bina yüksekliği en az 60.50 metre olan
yapılarda mimari avan projeler, statik, mekanik,
elektrik, jeolojik vb. mühendislik kabullerine ait
açıklama raporları, gerekli yerleşim krokileri ve
siluet paftaları Büyükşehir tarafından onaylanmadan
uygulama yapılamıyor. Avan proje onayını müteakiben
ilçe ve ilk kademe belediyelerince uygulama
projeleri onandıktan sonra inşaata başlanıyor.
Akşam, 09.05.2013
|
DİYARBAKIR'DA 'ESTETİK'
KURUL
Tarihi kentin geçmişine
yakışır özende yapılaşmasına yönelik mimari koşullar
getirilecek
“Tarihi kent” denilince
aklımıza ilk gelenler arasındaki Diyarbakır’da
geçmişin mimari zenginliğini tümüyle yadsıyan yeni
yapılaşmaya nasıl “dur” denebilecek?
Ya da, kentin kaldırımlarından yeni binalarına dek
tüm “sözde çağdaş!” yapılanması ile geçmişten kalan
kültürel miras arasındaki “uyumsuzluk”lara son
verebilecek bir imar disiplini nasıl kurulabilecek?
Sorular Diyarbakır’daki “yüksek yoğunluklu” siyasal
gerilime rağmen kimi duyarlı mimar, yönetici ve
akademisyenlerin hayli zamandır gündemindeydi…
Özellikle Mimarlar Odası ve ÇEKÜL gibi, uygarlık
zenginliklerimize “militanca” sahip çıkan
kuruluşların “kent kimliğini gözetmek için alınması
gereken önlemler” konusunda düzenledikleri sayısız
etkinlik, aynı siyasal gerilimin gündemi belirlemesi
yüzünden sadece katılanların belleklerinde kalıyordu
ki; Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan bir
yönetmelik taslağıyla “tarihi kent”te yaşamanın
önemi ve sorumlulukları yerel kamuoyunun gündeminde
yer almaya başladı… Dünyanın Çin Seddi’nden sonra
ayakta kalabilmiş en uzun ve en eski surlarıyla
övünen halkın ve aydınların arasında, “çağdaş
Diyarbakır”ın da surlarla çevrili muazzam tarihsel
mimariden esinlenilmiş bir özen içersinde
gerçekleşmesi hiç değilse konuşulur hale geldi.
Duyarlılık yönetmeliği
Peki, kentteki bu önemli
“kültürel farkındalık” kaynağı olan yönetmelik ne
diyor; neyi amaçlıyor?
Yakında Büyükşehir Belediye Meclisi’nin onayına
sunulması beklenen taslağın 1’inci maddesi özetle
şöyle:
“Bu yönetmeliğin amacı, Diyarbakır’da estetiğe,
tarihi ve doğal değerlere uygun ilke kararları
geliştirmek; yerleşik ve yerleşime yeni açılacak
alanlardaki meydan, bulvar, cadde ve anayollara
cephesi bulunan yapıların tasarlanmasında
şehircilik, mimarlık, kentsel tasarım ve peyzaj
mimarlığı disiplinlerinin öngördüğü projeler elde
etmek üzere görüş bildirmek üzere oluşturulan
Estetik Kurul’un çalışma kurallarını belirlemektir.”
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı çalışan Koruma
Kurulu’nun yetkisindeki sit alanları ile kültür
mirası olarak tescilli yapıları “kapsam dışı” tutan
yönetmelikte, yerel yönetime bağlı çalışacak Estetik
Kurul’un “görev alanı” ise şöyle tanımlanmış:
“Büyükşehir Belediyesi yetkisindeki meydan, bulvar,
cadde ve ana yollar ile bu yerlere cephesi olan
yapılar, ilçe belediyelerince bildirilecek sokak ve
caddeler, bu belediyelerce bildirilmediği takdirde
kurulca bu belediyelerin sınırları içerisinde
belirlenecek sokak, cadde ve kentsel dönüşüm ve
gelişim alanları...”
Yine tasarıya göre, kurulda büyükşehir ve ilçe
belediyelerinin uzman temsilcilerinin yanı sıra
Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası ile mimarlık,
sanat tarihi, peyzaj mimarlığı, şehircilik gibi
ilgili üniversite mensuplarından üyeler de yer
alacak.
Taslak
mecliste!
Mimarlar Odası
Diyarbakır Şube Başkanı Necati Pirinççioğlu diyor
ki, “Taslak üzerinde bizim de görüş ve önerilerimiz
alındı. Kurulun yapısının demokratik olmasını
istedik. Kentin bu düzenlemeye çok ihtiyacı var. Bir
an önce onaylanarak yürürlüğe girmesini diliyoruz.”
Bu beklenti kente karşı imar suçlarının önlenmesini
isteyen duyarlı kesimlerde de giderek yaygınlaşırken
Meclis’in tasarıyı görüşmekte neden geciktiği
sorusunu da yine Pirinççioğlu şöyle yanıtladı: “Kent
kültürü gündemde öne çıkamıyor. Bilinen siyasal
gelişmeler hep daha baskın geliyor. Diyarbakır’ın
tarihine saygılı yapılaşması yeterince
önemsenmiyor.”
Bakalım şu “demokratik süreç”ler döneminde tarihi
kentimizin “kimlikli gelişme” özlemine ne zaman
değer verilecek?
Kültürel zenginliği “siyaset malzemesi” değil,
“çağdaş uygarlık kaynağı” kılabilecek bir düşünce,
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclisi’nde ne zaman
“akil” hale gelecek?
Cumhuriyet, 09.05.2013
|
TARİHİ ALANDAKİ OTOPARKA BAKANLIK EL KOYDU
Doğal ve tarihi sit alanı olan Kandilli
İskele Meydanı, sahildeki balık lokantasının talebi
üzerine İSPARK tarafından otoparka dönüştürüldü.
Şikayet üzerine tarihi iskelenin otopark olarak
kullanımının durdurulmasına karar verildi. Kandilli
Mahallesi'nde yaşanan otopark kavgası iddiaya göre
şöyle gelişti. Boğaziçi Doğal ve Tarihi Sit Alanı
kapsamında bulunan Kandilli İskele Meydanı, zaman
içinde sahildeki restoran ve kafeteryalar tarafından
otopark olarak kullanılmaya başladı. 1751 yılında
inşa edilen 1. Mahmut Camisi ve Sultan Mahmut
Çeşmesi'nin bulunduğu meydana, araçların park etmesi
nedeniyle mahalleli giremez oldu. Bu durumun önüne
geçmek isteyen Kandilli Derneği, alanın İSPARK
tarafından sahildeki balıkçıya 6 araçlık kira ile
tahsis edildiğini öğrendi. Bunun üzerine dernek,
Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda
bulunarak tarihi alanın otopark olarak kullanımının
durdurulmasını istedi.
Şikayeti inceleyen Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı'na bağlı İstanbul 2 Numaralı Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu, iskelenin
otopark olarak kullanımının durdurulmasına karar
verdi.
Sabah, Haber: Mesut
Altun, 09.05.2013
|
ZEUGMA SULAR ALTINDA
Birecik Barajı nedeniyle sular
altında kalmaktan kurtarılarak korunmaya
alınan Zeugma antik kenti mozaiklerinin
taşındığı Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi'nin
'inşaatı sırasında gerekli izolasyon
çalışması yapılmadığı' için su aldığı
ve tavanının aktığı ortaya çıktı.
Söz konusu durum,
Gaziantep İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü’nün Kültür ve
Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları
ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne
gönderdiği raporla ortaya çıktı. Müdürlüğün,
bakanlığa gönderdiği
raporda, binanın bazı yerlerinde çökmeler meydana
geldiği ve zeminindeki
taşlarda kabarmaların oluştuğu kaydedildi. Raporda,
müzede bulunan en az 2000
yıllık mozaiklerin de “nem
tehdidi” altında
bulunduğuna dikkat çekildi. Kültür Varlıkları
ve
Müzeler Genel Müdürlüğü’nün de rapor üzerine binada
inceleme yapacağı, binanın gerekirse yeniden restore
edileceği de vurgulandı.
Gaziantep Büyükşehir
Belediye Başkanlığı’na ait olan binanın müzeye
dönüştürülmesi çalışmalarına,
belediyece 2008 yılında başlanmıştı. Ancak
çalışmaların bir
türlü sonuçlanmaması üzerine bina, Kültür
ve Turizm Bakanlığı tarafından 2010’da, 25
milyon TL ödenerek satın
alınmıştı. Binanın toplam maliyeti ise 45 milyon TL.
Binanın mimari projesi Celal Abdi Güzer
ve yardımcı mimar Selen Kansu’nun imzasını
taşıyor.
Cumhuriyet, 08.05.2013
|
FOSEPTİK KAZISINDA ODA ŞEKLİNDE YAPI BULUNDU
Ağrı'nın Eleşkirt
İlçesi Gökçayır Köyü'nde bir
evin yanında
foseptik için çukur kazıldığı sırada oda
şeklinde yapı bulundu.
Enver Ayaz, köydeki evinin yanına
foseptik çukur açtırmak için Yayladüzü
Belediyesi'nden kepçe talep etti. Operatör çalışmaya
başladığında yüzeydeki toprak tabakasının çökmesi
sonucu yaklaşık 1,5 metre çukur oluştu.
Çukurun etrafı açıldığında 10 metrekare oda şeklinde
yapıya rastlanması üzerine çalışma durdurularak,
jandarma ekiplerine ve Müze Müdürlüğü yetkililerine
bilgi verildi. Yapının tarihi değer taşıyıp,
taşımadığı inceleniyor.
Enver Ayaz, evine foseptik çukuru kazdırırken yapıyı
tesadüfen bulduklarını belirterek, "Kazı sırasında
göçük meydana geldiğinde korktuk. Oda şeklinde
kalıntı olduğunu gördük. 390 santimetre uzunluğunda,
250 santimetre eninde pencere ve kapısı olan bir
odaya rastladık. Çalışmayı durdurup, yetkililere
haber verdik" dedi.
Eleşkirt Kaymakamı Hakan Ezgi de Gökçayır Köyü'nde
arsasına ev yapan vatandaşın foseptik çukuru
kazdırdığı sırada tarihi değeri olduğu tahmin edilen
oda bulunduğunu söyledi.
Oda duvarlarının taşla örülü olduğu bilgisi aldığını
ifade eden Ezgi, "Ağrı
Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Erzurum Müze
Müdürlüğüne bilgi verdik. Yetkililer gerekli
çalışmayı başlattı. Odanın tarihi nitelikte olup,
olmadığı incelemeden sonra kesinleşecek" diye
konuştu.
Sabah, 08.05.2013
|
KÜLTÜREL MİRASIN KORUNMASI İÇİN SENELERCE UĞRAŞTI
Diyadin İlçesi'nde Başbakanlık İletişim Merkezi'ne
(BİMER) başvuran bir öğrenci, köyündeki tarihi
Toklucak Kalesi'nin birinci derecede arkeolojik sit
alanı olarak tescillenmesini sağladı.
İlçe merkezine 26 kilometre uzaklıktaki Toklucak
Köyü'nde yaşayan Karabük Üniversitesi Bilgisayar
Mühendisliği Bölümü öğrencisi Halil İbrahim Onyıl, 6
ay önce BİMER'e başvuruda bulunarak, Toklucak
Kalesi'nin sit alanı olarak tescillenip koruma
altına alınmasını istedi.
Yapılan yazışmaların ardından Van Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü
sorumluluk alanına giren kalede, inceleme yapıldı.
İncelemeler sonunda kale, birinci derecede
arkeolojik sit alanı olarak tescillendi.
Onyıl, yaptığı açıklamada, köyünde bulunan
Toklucak Kalesi'nin şimdiye kadar hiçbir tanıtımının
yapılmadığını, bu yüzden de BİMER'e başvurduğunu
söyledi.
Kalenin farklı mimarisiyle çok dikkat çektiğini,
tanıtımı için uzun süre çalışma ve araştırma
yaptığını belirten Onyıl, şöyle devam etti:
"Kendi köyümüz olması dolayısıyla kalemiz çok
dikkatimi çekiyordu. Kalenin tanıtımı konusunda
çeşitli inceleme ve araştırmalar yaptık. Köy hiç
tanıtılmamış, kalesi hiç tanıtılmamış. Biz de bunu
tanıtalım dedik. Bunun için güzel bir süreç
başlattık. 6 ayımızı aldı. Kale ve etrafı sit alanı
olduğu için çok mutluyum. Kale, doğal bir yapıya
sahip, üst tarafında bulunan çeşitli kapılardan yere
doğru merdivenler bulunuyor. Çeşitli giriş ve
çıkışları var. 1992 yılında araştırmalar yapılmış ve
kalenin ağzı açılmış. Yere kadar 42 merdivenin
olduğu ve yerden sonra da 375 merdivenin olduğu
biliniyor. Bundan sonra yetkililerden yardım
bekliyoruz."
"Demir Çağı kaleleriyle büyük benzerlik
gösteriyor"
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Başkanı Doç.Dr. Yusuf
Çetin de Toklucak Köyü'nde bulunan kalenin, stratejik
açıdan müstahkem bir tepe üzerine
konumlandırıldığını kaydetti.
Van Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü tarafından birinci derecede arkeolojik sit
alan olarak tescil kaydı yapılan kaleyle ilgili
henüz arkeolojik bir çalışma yapılmadığını anlatan
Çetin, "Konumu ve mimari özellikleri bakımından
Demir Çağı kaleleriyle büyük benzerlik
göstermektedir. Ortaçağ ve sonrasında da kullanılan
kalenin bazı yerlerinde rastlanan haç işaretleri ve
seramik parçaları bu durumu ispatlamaktadır. Kale
duvarları oluşturulurken kaya kütlelerinden büyük
ölçüde yararlanılmış. Kale alanını belirleyen
kiklopien taşların bir kısmı devrilmiş olmasına
rağmen birçok yerde temel sırası sağlam olarak
günümüze ulaşmıştır. Kale alanı içinde çeşitli
yapılara ait birçok temel izleri mevcuttur" diye
konuştu.
Kale içinden su mahzenlerine veya dışarıya açılan
gizli geçitlere inildiği tahmin edilen merdivenli
yollar bulunduğunu ifade eden Çetin, şunları
kaydetti:
"Kaya içine oyulan bu merdivenli yollar, belli
bir seviyeden sonra toprak dolgu ile kapanmıştır.
Ayrıca Urartu kalelerinde çok sık karşımıza çıkan
kayalar içine oyulmuş kurban çukurları da
bulunmaktadır. Toklucak Kalesi, bölge tarihine ışık
tutacak nitelikte çok zengin bulgulara sahip
olmasına rağmen insan ve doğa tahribatına açık
durumdadır. Kaçak kazılar ve doğal tahribatlar
kaleye çok zarar vermektedir. Kısa zamanda tedbir
alınmaması durumunda telafisi mümkün olmayan
zararlar olacağı açıktır. Kalede bir an önce
arkeolojik kazılara başlanması gerekir."
Yapı, 08.05.2013
|
"KENTLER VAKIF ESERLERİNE GÖRE DÜZENLENMELİ"
"Kentler, vakıf eserlerine göre olmalı" diyen
Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven, anıtsal yapıların
şehrin tarihi kimliğinin somut ve görünür varlıkları
olduğunu dile getirdi ve çarpık yapılaşmanın vakıf
eserlerine zarar verdiğini söyledi.
İsa Güven AA muhabirine yaptığı
açıklamada, yürüttükleri çalışmalarla
Gaziantep'teki 50'ye yakın tarihi eseri
restore ettiklerini, 8 hanı iş merkezi haline
dönüştürdüklerini belirtti. Çalışmalar neticesinde
yıllık gelirlerinin 2006'da 600 bin lira iken, bu
yıl 6 milyon liraya kadar yükseldiğine işaret eden
Güven, iş merkezlerindeki iyileştirmelerle neredeyse
restore edilmemiş tarihi eser kalmadığını ifade
etti.
Anıtsal yapıların, şehrin tarihi kimliğinin somut ve
görünür varlıkları olduğunu dile getiren Güven,
"Gaziantep, zamana direnen kültür varlıkları
sayesinde tarih ve kültür şehri haline
dönüşmektedir" dedi. Halen bazı yapılarda
restorasyon çalışmalarının sürdüğünü vurgulayan
Güven, "Türkiye'de belki de en az gayrimenkulü olan
şehir Gaziantep'tir. İstanbul, Bursa, Adana, Hatay,
Antalya, İzmir, Kayseri, Ankara Sivas, Erzurum,
Diyarbakır gibi kentler adeta birer vakıf şehirdir.
Ama siz gayret gösterip bunlara ayağa kaldırmaya
çalıştığınız zaman genel müdürlük zaten gereken
desteği veriyor. Biz de Gaziantep'te bunu yapmaya
çalıştık" diye konuştu.
Şehirlerin zamana direnmesinin büyük oranda vakıf
medeniyeti sayesinde olduğunu vurgulayan Güven,
şöyle devam etti:
"Yüzyılların kimi zaman yavaş, kimi zaman hızlı
gerçekleşen değişimi maalesef şehrin estetiğini de
yok etmektedir. Estetik olmayınca şehrin ruhu da
kaybolmaktadır. Zamanın şehir açısından yıpratıcı
olarak değerlendirilen etkisi, çoğunluğu vakıf olan
anıtsal kültür varlıkları sayesinde ihya edici
olarak ortaya çıkmaktadır. Genel Müdürlüğümüzce
yapılan çeşitli restorasyon ve onarımlar, aslında
yalnızca eserin kendisine değil, mimari estetiğine
yapılan ihya edici dokunuşlardır".
Güven, çarpık yapılaşmanın vakıf eserlerine verdiği
zarara değinerek, şöyle devam etti:
"Bizim anlayışımıza göre kentler vakıf eserlerine
göre olmalı. Ama maalesef çarpık yapılaşma vakıf
eserlerinin birçoğunu tahrip veya yokmuş etmiş, kimi
yerlerde de etrafını kaplamış. Geçmiş yıllarda
bilinçli imar uygulaması yapılmadığı için vakıf
eserlerine zarar verilmiş. Birçok şehirde de tarihi
eserlere göre şehir imarları yapılmış; ama Gaziantep
bu konuda biraz arabesk kalmış. Fakat bugün
belediyeler, mimarlar odası, inşaat mühendisleri
odası ahenk içinde çalışma yapıyor ve inşallah bu
devam eder".
Yapı, 08.05.2013
|
'DÜŞÜNEN ADAM'A 15.3 MİLYON DOLAR
Fransız heykeltıraş Auguste Rodin'in ilk eserleri
arasında yer alan başyapıtı "Düşünen Adam" (Le
Penseur) ve "Cehennemin Kapısı"(La Porte de l'Enfer)
gibi heykelleri, ABD'nin New York kentindeki
müzayedede satıldı. Sotheby's Müzayede Evi, Rodin'in
(1840-1917) kariyerinin ilk dönemlerinde yaptığı
ünlü "Cehennemin Kapısı" eserinin orijinalinden
yapılan iki dökümün 16 milyon dolara (28 milyon 800
bin TL) alıcı bulduğunu açıkladı.
ALICILARIN İSİMLERİ GİZLİ
Daha sonraki dönemlerde yapılan bir dökümü ise
2010'da 12 milyon dolara satılmıştı. Dünkü
müzayedede, Rodin'in "Düşünen Adam" eseri ise 15.3
milyon dolara (27 milyon 540 bin TL) satıldı.
Alıcıların isimleri gizli tutuldu. Rodin'in
Dante'nin İlahi Komedyası'ndaki ilk bölüme ismini
veren Inferno'daki bir sahneden esinlenerek inşa
ettiği 6 metre yükseklik ve 4 metre genişlikteki
"Cehennemin Kapısı" isimli eserinin üzerinde 180
adet figür var. Rodin, bu heykelin alçısını ilk kez
1880'de yaptıktan tam 37 yıl boyunca, ölümüne kadar
farklı yerlerde uygulamıştı. Bu nedenle "Cehennem
Kapısı"nın birden fazla alçı dökümü bulunuyor. Bu
dökümler Meudon kentindeki Rodin Müzesi'nde
sergileniyor. Ancak orijinali 1917'de, sanatçı
ölmeden tamamlanan "Cehennemin Kapısı", Paris'teki
D'Orsay Müzesi'nde. Orijinalinden yola çıkılarak,
yine 1917'de heykelin üç bronz dökümü daha
yapılmıştı. Bunlar ise Fransa'nın Paris ve ABD'nin
Pennsylavania kentlerindeki Rodin müzeleriyle,
Japonya'nın Tokyo kentindeki Batı Sanatı Müzesi'nde
sergileniyor.
Üzerinde 180 figür bulunuyor
6 metre yüksekliğe, 4 metre genişliğe sahip
"Cehennemin Kapısı" isimli eserin alçısı, ilk kez
1880'de yapılmıştı.
Sabah, 08.05.2013
|
KAYIP ŞEHİR BULUNDU
Japonya ve Brezilya, Rio de Janeiro'nun açıklarında büyük miktarda granit bulunduğunu, bunun da Atlas Okyanusu'nda bir kıtanın varlığına işaret ettiğini belirtti.
Brezilyalı bir yetkili, granitin sadece kuru bölgelerde oluştuğuna dikkat çekerek Atlantis'in yer aldığı düşünülen bölgede bir kara parçasının varlığının bu şekilde ortaya çıktığını kaydetti. Büyük miktarda granit, Japonya Deniz Araştırma ve Teknoloji Kurumu'na ait olan Shinkai 6500 adlı denizaltıyla ortaya çıkarıldı. Granitin, milyonlarca yıl önce suyun dibine çöktüğü sanılıyor. Araştırmalar sırasında insan yapımı bir yapıya ise rastlanmadı. Araştırmalar sırasında büyük miktarda da kuvarsa rastlandı. Kuvarsın da denizde oluşmadığına dikkat çekildi. Kara parçasının temelinin ise bazalttan oluştuğu sanılıyor.
Ünlü Yunan filozof Platon'nun kayıtlarına göre, Atlantis, dokuz bin yıl önce yaşanan felaketler sonucu okyanusun dibine gömüldü.
Habertürk 07.05.2013
|
5 BİN YILLIK SURLAR KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR
Selçuklu başkenti Konya'da bir çok medeniyete
beşiklik eden ve efsanelere konu olan bin 720
rakımlı Takkeli Dağ'daki 5 bin yıllık sur ile
sarnıçlar ilgi bekliyor.
Merkez Selçuklu İlçesi sınırlarında bulunan ve
Konya'nın tüm noktalarını göz önüne seren Takkeli
Dağ, bir çok efsaneye konu olurken, Hellenistik,
Roma, Bizans, Selçuklu, Karamanoğulları ve
Osmanlı'ya kadar birçok medeniyetin izlerini
taşıyor.
Dağın bir çok medeniyete ev sahipliği yapmasının
en büyük nedeni ise doğal bir gözetleme kulesi
olması. Zirvesinde tarihi surlar, çok sayıda su sarnıcı
ve tapınak barındıran Takkeli Dağ, bazı tarihi
kaynaklarda ise "Gevele Dağı" olarak yer alıyor.
Dağın doğu ve batı yamaçlarında ise Roma dönemine
ait kaya mezarları bulunuyor.
Devletlerin mücadelesine sahne oldu
Selçuk Üniversitesi (SÜ) Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hasan Bahar, yaptığı
açıklamada, Takkeli Dağ'ın geçmişte önemli bir
jeopolitik konuma sahip olduğunu söyledi.
Ev sahipliği yaptığı medeniyetler nedeniyle dağın
bir çok yabancı tarihçiye araştırma konusu olduğuna
dikkati çeken Bahar, şunları kaydetti:
"Dağdaki araştırmalar sonucu 1990 yılında yazılı
bir mermer parçası bulduk. Buradaki kale ve surlar,
Roma'dan Osmanlı'ya kadar yoğun bir işlev görmüş. 3
ayrı mimari evre tespit ettik. Takkeli Dağ'ın
eteklerindeki Sarayköy'den Altınapa'ya giden yolda
bulduğumuz çanak, çömlek ve çeşitli bulgular
buradaki yapıtların MÖ 3 bin yıla kadar
uzandığını gösteriyor. Dağın 5 bin yıllık geçmişi
olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Selçuklu dönemine
ait yapı ve seramikler de bulduk. Tarihi kaynaklarda
Selçuklu Devleti'nin bazı elçileri burada
karşıladıklarına dair çok sayıda bilgi var."
Takkeli Dağ'ın yerleşim yeri açısından beylikler
ve devletler arasında önemli çekişmelere sahne
olduğunu anlatan Bahar, "Fatih Sultan Mehmet,
1464'te Konya'yı aldıktan sonra 1467'de burayı
yıktırıyor. Karamanoğlu Mehmet Bey de buraya sığınan
hükümdarlardan biri" diye konuştu.
Bölge turizme kazandırılmalı
Dağdaki eserlerin, doğa olayları nedeniyle
zamanla yok olmaya yüz tuttuğunu anlatan Bahar,
sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu tür tarihi yapılar göz göre göre yok oluyor.
Burada bulunan kaya mezarları definecilerin merakı
sonucu kazılarla zarar gördü, çoğu parçalandı.
Tarihe sahip çıkmamız gerekir. Burası turizme
kazandırılabilir. Buranın keşfedilmesini bekliyorum.
Tarihe ve doğaya ilgi duyanlara sesleniyorum;
Takkeli Dağ'ı mutlaka görmelisiniz. Dağ, Konya'nın
tüm güzelliğiyle görüldüğü eşsiz bir manzara da
sunuyor. Ayrıca burada yamaç paraşütü de
yapılabilir."
Yapı, 07.05.2013
|
EVİNE DÖNDÜ
ABD, Moğolistan’daki Gobi Çölü’nden yasa dışı
yollardan New York’a getirilen dinozor iskeletini
ana vatanına iade etti.
Amerikalı hükümet yetkilileri,
Moğolistan’a teslim edilen en az 70 milyon
yıllık iskeletin geçen yıl
New York’ta, göçmenlik ve gümrük muhafaza
görevlileri tarafından ele geçirildiğini hatırlattı.
Moğolistan Devlet Başkanı Tsakhia Elbegdorj,
Amerikan makamlarına teşekkür ederek, iskeletin
Moğolistan’daki yeni dinozor müzesinde
sergileneceğini belirtti.
ABD’ye kaçırdığı dinozor kemiklerini satmaya
çalışan Floridalı Eric Prokopi, geçen yılın sonunda
kendisine yöneltilen
kaçakçılık suçlamasını kabul etmişti.
Neredeyse eksiksiz olduğu belirtilen dinozor
kemikleri ABD’ye,
İngiltere’den getirilmiş "sürüngen kemiği"
etiketiyle sokulmuş, merkezi Dallas’ta bulunan
Heritage
Müzayede Evi tarafından geçen yıl
1 milyon dolara satılmıştı. Satış işlemleri,
kaçakçılık olayının ortaya çıkması üzerine
durdurulmuştu.
Milliyet, 07.05.2013
|
BALAT'TAN GERİYE KALANLAR
Balat
çarşısı, eski parlak günlerine kıyasla çok daha
sakin ama hala çok özel. Eski sinagogların,
kiliselerin çevrelediği semtin binaları, AB
fonlarıyla kıs-men restore edildi. Peki Balat’ın
hikayesi ne?
Balat’ın ilk sakinlerinin Makedonya’dan gelen
Yahudiler olduğunu biliyor muydunuz? Hatta
İstanbul’un tek ahşap sinagogu da Balat’ta... Fakat
bugün Yahudi cemaatinden Balat’ta yaşayan çok az
insan kaldı. Rehber Saffet Emre Tonguç, Balat
sokaklarında dolaşırken bize hikayesini şöyle
anlatıyor:
“Yıl 1492. Sultan II. Bayezid, Kral Ferdinand ve
Kraliçe İsabella tarafından yurtlarından atılan
İspanyol Yahudilerini Osmanlı topraklarına getirince
bir kısmı yerleşmek için Balat’ı seçmiş. Ortaya
ilginç bir topluluk çıkmış; bir yanda Rumca konuşan
yerli halk, diğer yanda Ladino (Sefarad
Yahudileri’nin kullandığı İspanyolca) konuşan
göçmenler. İlerleyen yıllarda önce Portekiz’den
sonra da Rodos’tan daha fazla sığınmacı gelince
Balat ‘Yahudi Balat’ olarak tanınmaya başlamış.
Gelenler birçok yeniliği de beraberlerinde
getirmişler ve İstanbul’un matbaayla tanışmasını
sağlamışlar. 1950’li yıllarda İsrail’e göçmüş
Balat’ın Yahudileri, bir kısmıysa İstanbul’un başka
semtlerine. Geriye 19 sinagog ve eski muhteşem
günleri anlatan bir avuç cemaat kalmış.
Göçenlerin
yerine Karadeniz ve Doğu Anadolu’dan göç edenler
yerleşmiş. Balat, adını Blachernae Sarayı’na olan
yakınlığından ötürü Yunanca bir kelime olan
‘palation’un (saray) zaman içinde değişmesiyle
almış.”
Çarşı’nın sürprizleri
Leblebiciler Caddesi boyunca yürürken küçük
dükkanlarla çevrili bir alışveriş caddesine
gelirsiniz. Kunduracılar, yorgancılar, unutulmaya
yüz tumuş meslekleri icra eden zanaatkarlara
rastlamak mümkün.
Ayşegül Kaya, 13 yıl önce Balat’a yerleşip camaltı
sanatını tanıttığı dükkanını burada açmış. Yıllarca
avukatlık yapan Ayşegül Hanım, burada hem kendi
yaptığı camaltı eserleri sergiliyor hem de kurs
veriyor. Birkaç adım ötede, bir zamanlar şarkılara
konu olan Agora Meyhanesi var. Agora, çarşı demek.
Birkaç yıl önce kapanan meyhane, artık tasarım ve
resim atölyesi olara kullanılıyor.
Balat çarşısında Yanbol kasabasından gelen cemaatin
yaptırdığı Yanbol Sinagogu’nun girişi görülebilir.
Orijinal ahşap tonoza sahip tek sinagog olarak
bilinen bina, 1895 tarihli.
Kadınların kahvesi
Balat’ta AB ve UNESCO tarafından onarılan binaların
çoğu Leblebiciler’in devamındaki Vodina
Caddesi’nde... Balat’ın Fener’le birleştiği yerde
yüksek duvarların arkasına gizlenmiş iki kilise var;
bir tanesi Aya Yorgi’ye, diğeriyse Panaghia
Paramithas’a (Tesellici Meryem) adanmış.
Şöyle bir soluklanmak isteyenler, Vodina Cafe’ye
mutlaka uğramalı. Balat Kültür Evi bünyesinde
çalıştırılan bu kahve, Türkiye
Soroptomistler Kulüpleri Federasyonu’na ait. Balatlı
kadınlara meslek kazandırmayı amaçlayan bu güzel
binada ev yapımı börekler, mantılar, yaprak
sarmaları, reçeller ve turşular satılıyor. Balat’ın
değişen yüzünde modern atölyeler, tek tük de olsa
galeriler var. Çağdaş sanat objeleri, mimari ve
mobilya tasarımı üzerine çalışan Sema Topaloğlu’nun
atölyesi,
sahil yolunun üzerinde.
BUNLARI ATLAMAYIN
* Haliç Surları: İstanbul’u
saldırılardan koruyan ve Haliç’teki yerleşimlere
düşmanların girmesini engelleyen duvarların bir
kısmı hala kıyıya paralel olan yol boyunca
görülebilir. Maalesef çok bakımsız olan surların
üzerine ev yapanlar da var, yol çalışmalarından
ötürü tamamen yıkılan kesimeleri de. İlk surların
muhtemelen Septimius Severus tarafından II. yüzyılda
yapıldığı sanılıyor.
* Aziz Stephen Bulgar Kilisesi:
Haliç’in kıyısındaki görkemli kilise, 19’uncu
yüzyılda İstanbul’da yaşamını sürdüren Bulgar
azınlığa ait. Gotik tarzda inşa edilen kilise, 1871
yılında Viyana’da yapılmış ve parçalar halinde Tuna
Nehri üzerinden gemilerle getirtilip Haliç
kıyısındaki küçük bir bahçeye kurulmuş! Dünyada bu
şekilde yapılmış sadece iki tane daha bina var.
* Fener’in eski evleri:
Fener’in
harika köşklerinin büyük kısmı çok uzun zaman önce
yok olmuş. St. Stephen Kilisesi’nin yanındakilerden
ikisi restore edilmiş; biri kadınlar kütüphanesine
ev sahipliği yapıyor, diğeri cam atölyesine...
Semtin arka sokakları, bugün sıraevler denilen iki
üç katlı, cumbalı evlerle dolu. Bazılarının birden
fazla aile tarafından kullanıldığı evlerin bir
kısmı, 2000’li yılların başında Avrupa Birliği
fonları kullanılarak restore edildi.
Milliyet (Kısaltarak), Yazı: Mehveş Evin, 07.05.2013
|
VAKIF ESERİNİ KORUMADIN HİÇ GELME!
Edirne Valisi
Hasan Duruer, bir süredir vakıf eserlerine sahip
çıkmamakla suçladığı Edirne Vakıflar Bölge Müdürü
Hayati Binler ve birim yöneticilerinin, Vakıf
Haftası nedeniyle yapacağı ziyareti “Vakıf
eserlerini koruyamayan müdürü kabul etmiyorum”
diyerek reddetti. Vali Duruer vali yardımcılarına da
‘etkinliklere katılmama’ talimatı verirken, Vakıflar
Bölge Müdürü Binler “Valimizin takdiridir” demekle
yetindi. Vali Duruer, daha önce de Binler’i yaptığı
açıklama ve
internet üzerinden paylaştığı fotoğraflarla
eleştirmişti. Selimiye Camii’ndeki yangın alarmı
için aydınlatma ampullerinin çevresinden düzensiz
olarak geçirilen kırmızı kabloları ‘rezalet’ olarak
niteleyen Vali Duruer,
Twitter hesabı üzerinden de tarihi bir camide
gelişigüzel konulmuş elektrik panosuyla, yere
atılmış mezar taşlarının fotoğraflarının altına
‘Vakıf eserlerine vakıfların sahip çıktığının
resmidir’, ‘Vakıfların estetik anlayışı’ notunu
düşmüştü. Daha sonra gazetecilere konuşan Vali
tepkisinin nedenini, “Burası Osmanlı yadigarı. Fakat
vakıfların perişan halde olması beni son derece
rahatsız ediyor” diye özetledi.
Radikal, 07.05.2013
|
BABİL'İN ASMA BAHÇELERİ, BABİL'DE DEĞİLMİŞ!
Tüm bildiklerinizi unutun...
Dünyanın 7 harikası listesine giren Babil'in Asma
Bahçeleri, bir başka kentte inşa edilmiş. İddiayı
ortaya atan Oxford'lu akademisyen, 20 yıllık
araştırmasını kanıtlarla destekliyor.
Dünyanın 7 harikasından biri sayılan Babil'in
Asma Bahçeleri'yle ilgili ezber bozan iddia...
Meşhur bahçelerin Babil uygarlığı değil, bu
uygarlığın en büyük düşmanı olan Asurlular
tarafından, Babil kentinin 480 kilometre kuzeyindeki
Ninova'da inşa edildiği öne sürüldü. İddia, Oxford
Üniversitesi'nin Doğu Araştırmaları Enstitüsü'nden
Stephanie Dalley'nin 20 yıldan uzun süren
araştırmasını topladığı ve 23 Mayıs'ta yayımlanacak
kitabında yer aldı.
Antik Ortadoğu dilleri uzmanı Dalley'ye göre,
Babil'in Asma Bahçeleri'ni Babil Kralı Nabukadnezar
değil, Asur Kralı Sanherib yaptırdı. "Babil'in Asma
Bahçeleri'nin Gizemi" isimli kitapta, bahçelerin
Kuzey Irak'ın Musul kenti yakınlarında, MÖ 7.
yüzyılda inşa edildiği savunuluyor
Akşam, 07.05.2013
|
AVM SAYISI MÜZE SAYISINI GEÇİNCE!
Yandaki ilk fotoğraf ıssız bir bahar günü sade
bir pazar sabahı Paris’te çekildi. Eşim ve oğlum ile
bütün Paris uyurken uzun bir yürüyüşe çıkmıştık.
Ortalıkta bizden başka bavulunu çekerek uçağına
yetişmek için otellerinden çıkan bir iki turist, bir
gece önce artık nerede ne kadar içtilerse hala
ayılamamış bir iki sokak serserisi ve Paris
sokaklarını süpüren çöpçülerdan başka hiç kimse
yoktu. Fotoğrafta elimle gösterdiğim arkamda
gördüğünüz sırayı görünce şaşırdım. Burası Fransa’da
sayıları 1207’yi bulan müzelerin en ünlüsü olan
Louvre’un girişi. Pazar sabahının erken saatlerinde
dünyanın dört bir tarafından Paris’i görmek için
gelen turistler müzenin önünde uzun bir kuyruk
oluşturmuşlar. Şaşkınlıkla kuyruğa bakıp yolumuza
devam ediyoruz. Paris’in ıssız sokaklarında renkli
tasarım dükkanlarının bulunduğu Yahudi yerleşim
merkezi Mare’ye doğru yürürken yarım saat sonra
karşımıza 1977 yılında açılan Pompidou Merkezi
çıkıyor. Bugüne kadar 150 milyon insanın ziyaret
ettiği müzenin önünde yine kuyruk var. Bir zamanlar
Paris’e Lafayette gibi dünyanın en ünlü alışveriş
merkezlerini ziyaret etmek için gelinirdi artık
turizmin anlamı değişiyor. Artık müzeler başrolde.
Nitekim Mare sokaklarına girdiğimizde onlarca
kişisel küçük müze bizleri karşılıyor. Turist
kafileleri bu müzelerin önünde de kuyruklar
oluşturmuşlar.
Paris’i Paris yapan daha doğrusu bir şehri şehir
yapan kendini nasıl konumlandırdığı ile ilgili. Şu
aralar dünya televizyonlarında dönen yeni Türkiye
reklamlarına baktığınızda ‘yeni’ hiçbir şey
göremiyorsunuz. Hala dansözler dönüyor, havadan
Aspendos gözüküyor ve güzel kızlar sıcak kumlardan
serin sulara atlıyor!
Oysa mesela %90’ı sergilenecek yer olmadığı için
depolarında beklemek zorunda olan İstanbul Arkeoloji
Müzesi pekala turistlerin bir çekim alanına
dönüşebilir. Ya da metro kazılarında neredeyse
arkeolojik bir piyango olarak ortaya çıkan ‘çanak
çömlekler’ iyi bir sergi alanı ile pekala cazibe
merkezine dönüşebilir. Nitekim dünya ülkeleri de bu
dönüşümün farkındalar. Mesela ABD’de 17.500 müze
var. Onu 6501 müze ile Almanya takip ediyor,
İngiltere’de 1850 tane varken Türkiye’deki müze
sayısı kaç dersiniz?
Sadece 295!
Peki Türkiye’de kaç tane AVM var dersiniz?
Şimdilik 347. Bunların 94 tanesi yenilerinin
yapılması planlanan İstanbul’da…
Lafı getireceğim yeri sanırım anladınız.
Evet, “Taksim’e yeni bir alışveriş merkezi ve AVM’ye
gerçekten ihtiyacımız var mı?”
Bu konuyu biraz daha soğukkanlılıkla tartışmamız
gerekiyor.
Ben eski yapılara rezidans yapılmasına karşı
değilim. Tam tersi rezidans da olur, özel işletmeye
de devredilir. Yeter ki iyi bakılsın iyi korunsun.
1994 yılında İstanbul’a yerleşmek üzere geldiğimde
Basın Yayın Enformasyon Müdürlüğü’nün Sepetçiler
Kasrı’ndaki ofisine gidip basın kartımı yenilemek
istemiştim. Sepetçiler Kasrı, Sirkeci’de tarihi
yarımadanın en güzel yerinde bulunuyor. Binadan
içeri girdiğimde büyülenmiştim. Ancak asıl
büyüleyici olan memurların çalışma odalarıydı. Bir
odaya girdiğimde pencerenin önünden geçen Şehir
Hatları vapurları, uçan martılar, karşıdaki Galata
Kulesi bir İstanbul kartpostalını andırıyordu. Beni
karşılayan yetkili elimi sıktı ve masanın önünde bu
manzaraya sırtını dönerek oturdu.
Gülümsedim.
Bu güzelliğin harcanıyor olmasına üzüldüm. (Umarım
hala aynı düzen gitmiyordur) Bu anımı aktarmamın
nedeni en son Haydarpaşa’da başlayan rezidans olsun
mu olmasın mı tartışmaları. Eğer Haydarpaşa Tren
Garı’nın tepesinde 3-4 memura tahsis edilen güzelim
odalar Türkiye turizminin hizmetine açılacaksa neden
olmasın, hatta olsun bile… Belki güzel işletilen bir
gar lokantası da olur da Haydarpaşa’ya gittiğimizde
biz de oturup (artık meşrebine göre) milli
içkimizden birer yudum alırız!
Yani eldeki eski yapılar daha iyi
değerlendirilebilir ancak Taksim’de daha farklı bir
rezidans ve AVM projesi ile karşı karşıyayız. Ortada
olmayan bir binanın rezidans ve AVM yapılması
planlanıyor. (Bu arada bir parantez de Gezi
Parkı’nın eski hali için açmakta fayda var. Son
birkaç yıldır öğlenleri bisikletimle Gezi Parkı’nda
tur atmak gibi bir hobim vardı. Park berbat
durumdaydı. Bir kısmı Çevik Kuvvet polislerinin
karakolu haline getirilmişti. Tam bir beton
yığınıydı. Ne çocuk parkı düzgündü ne de yeşilliği
yeşillikti. Ne yapılırsa yapılsın bu halinden daha
kötü olmayacaktır). Plan dahilinde bir müzeden de
bahsediliyor ama onun da ne yeri belli ne içeriği
net. Ben AK Parti ne yaparsa yapsın ‘İstemezük’çüler
tayfasından değilim ama İstanbul’un en önemli
meydanının çok daha İstanbul’a yakışır bir şekilde
değerlendirilebilmesi için daha çok konuşmamız ve
tartışmamız gerektiği düşüncesindeyim. Oraya ne
koyacağımızı belirlemek bir anlamda İstanbul’u
gelecekte nereye koyup nasıl konumlandıracağımızı da
belirlemek anlamına geliyor. Dubai gibi bir AVM
merkezi mi yapmak istiyoruz yoksa Paris/Londra gibi
tarihine sahip çıkan bir şehrin mi hayalini
kuruyoruz?
Basit sorular bunlar.
Radikal, Yazı: Cüneyt Özdemir, 07.05.2013
|
|
TARİHİ MEZARI DEVLET BULDU, HIRSIZ ÇALDI
Denizli-Pamukkale yolunun geçtiğimiz şubat ayında yapılan genişletme çalışmaları sırasında, Laodikya antik kenti yakınlarındaki Korucuk Mahallesi'nde kazı yapan iş makinesi tarihi eserlere takıldı.
Uzmanlar bölgede Hellenistik, Roma ve Erken Bizans dönemlerine ait 6 mezar tespit etti. Kurtarma kazısı geçen ay son buldu, tarihi mezarlar kayıt altına alındı.
Çizim yapmak için kazı alanına giden uzmanlar mezarlardan birinin yerinde olmadığını gördü. "Künk çocuk mezarı" adı verilen eserin çalındığı belirlendi. MS 2 ile 5'inci yüzyıl arasında tarihlenen mezar için çalışma başlatıldı.
Sabah, Haber:
07.05.2013
|
"TRABZON AYASOFYA MÜZESİ, MÜZE OLARAK KALSIN"
Trabzon Ayasofya Müzesi’nin müze olarak kalması
için başlatılan imza kampanyasında müzenin camiye
çevrilmesi için yapılacak değişikliklerin tarihi
yapıya geri dönülmez zararlar vereceği vurgulanıyor.
Camiye dönüştürülmesi söz konusu olan Trabzon
Ayasofya Müzesi’nin müze olarak kalması için
imza kampanyası başlatıldı.
Trabzon Vakıflar Bölge Müdürü Mazhar
Yıldırımhan’a yönelik kampanyada müzenin 700 yıl
kilise olarak kaldıktan sonra 1958-62’de Edinburgh
Üniversitesi ile vakıfların işbirliğiyle Osmanlı
döneminde tarihi fresklerin üzerine sürülen ziftler
temizlenip, restore edilerek müzeye çevrildiği
belirtiliyor.
İmza kampanyası metninde Müze’nin yerel, ulusal
ve evrensel kültür mirasının bir parçası olduğunun
vurgulandığı Müze’nin her yıl bilerce ziyaretçisi
olduğu ifade ediliyor.
Trabzon Ayasofya Müzesi’nin camiye dönüştürülmesi
için yapılacak fiziki değişiklikler ile tarihi
yapının telafisi mümkün olmayan şekilde zarar
göreceğinin vurgulandığı açıklamada Ayasofya’nın
müze olarak kalması isteniyor.
Bianet, 06.05.2013
|
ÇANAK ÇÖMLEKTEN ÖĞRENDİĞİMİZ 7 ÖNEMLİ ŞEY
Marmaray ve metro çalışmalarında artık sona
yaklaşıldı.
Başbakan “Üç-beş çanak çömlek Marmaray’ı dört yıl
geciktirdi” dese de İstanbul Arkeoloji Müzesi
tarafından metro hattı üzerinde yapılan kazılarda
İstanbul’un tarihiyle ilgili çok önemli bilgilere
ulaşıldı. İşte kazı çalışmalarında ortaya çıkan o
kalıntılar...
Kaplum-maplum
Sonuç: Marmara Denizi tuzlu suyla karışmamış bir
göldü. Yapılan analizler sonucu bölgede kaliteli
buğday üretildiği, mercimek ve bezelye tarımı
yapıldığı, hayvanların evcilleştirildiği ve avcılık
ya da toplayıcılıkla da uğraşıldığı belirlendi.
Yani Yenikapı’da, Marmara Denizi tuzlu suyla
karışmamış, Boğazlar henüz açılmamıştı. Marmara
Denizi, küçük nehirlerin aktığı bir göl gibiydi.
Kemik-memik
Sonuç: Şehrin tarihi 8 bin 500 yıl geriye taşındı
Yenikapı Neolitik yerleşmesi, Tarihi Yarımada’nın
yerleşim tarihini günümüzden yaklaşık 8 bin 500 yıl
geriye taşıdı.
Şehrin tarihinin daha önce 2 bin 500 yıllık olduğu
düşünülüyordu. Şehrin bu süreç içinde geçirdiği
kültürel, sanatsal ve jeolojik değişim, sanat
tarihi, deniz ticareti ve filoloji konularına ışık
tutan 35 bin eser belgelendi.
Theodosius liman kalıntıları ve Neolitik kültür katı
arasında tabakalaşmış deniz dolguları sayesinde,
Marmara Denizi’nin son 10 bin yıl içinde geçirdiği
değişimleri aydınlatıldı.
Theodosius liman tabanı dolgusu altındaki kazılar
sırasında deniz seviyesinin yaklaşık 6.30 metre
altında Neolitik dönem mezar mimarisi içinde oldukça
nadir görülen ahşap kullanımıyla karşılaşıldı.
Ahşaptan oluşturulmuş bu gömüt mimarisinin yakın
benzeri henüz bilinmiyor. Arkeolojik dolgular
içerisinde ahşap malzemenin korunması imkansıza
yakın.
Tesmi-mesti
Sonuç: Bizanslıların günlük yaşamı
Teknelerden dört tanesi yükünün bir kısmıyla
birlikte bulundu. Böylece Bizanslılar’ın
ticari güzergahları, teknelerin taşıdıkları
malzemeler, limandaki günlük yaşam, inanç
sistemleri, giyim kuşamlarıyla ilgili
bilgilere ulaşıldı.
İlk veriler ışığında batıkların MS 4-5’inci
yüzyıla ait olduğu düşünülüyor. Yapılan
çalışmalarda bu bölgedeki ilk insanların
ayak izleri de bulundu.
Bu, Anadolu arkeolojisi için ilkti. Ayak
izlerinin tümüne yakını giyimliydi.
Analizler neticesinde ayaklarında neler
giydikleri, dokusunun ne olduğu anlaşılacak.
Tahta-mahta
Sonuç: Theodosius Limanı Yenikapı’da, yerin 1-6
metre altında gün ışığına çıkarılan Theodosius
Limanı, Erken Bizans Dönemi’nin en büyük limanıydı.
Roma İmparatorluğu’nun büyüyen yeni başkentinin
ihtiyaçlarını karşılamak üzere Marmara Denizi
kıyısına I. Theodosius tarafından Lykos (Bayrampaşa)
Deresi’nin ağzına yaptırılan Theodosius Limanı
11’nci yüzyıla kadar kullanıldı.
Marmaray kazı alanında 13, metro kazı alanında 22
olmak üzere değişik tipte, 5-11’inci yüzyıllara ait
35 tekne kalıntısı gün ışığına çıktı. Dünyanın en
geniş repertuarına sahip antik tekne
koleksiyonlarından birini oluşturan Yenikapı
batıkları, Bizans dönemi gemi tipolojisi, gemi yapım
teknolojileri ve bu teknolojinin gelişimine ilişkin
önemli bilgiler sundu.
Mezar falan
Sonuç: Eski İstanbulluların ortalama ömrü 39’du.
Liman alanı içinde yüzlerce dağılmış insan kemiği
tespit edildi. Antropologlar, kemiklerin yaklaşık
170 kişiye ait olduklarını saptadı.
Yapılan çalışmalarla dönem insanlarının yaş
ortalaması, hastalıkları, çocuk ve yetişkin oranları
ortaya açıktı. Özellikle kemiklerindeki
deformasyonlardan kireçlenmelerin olduğu, çocuk
ölümlerinin yüksek olduğu, yaş ortalamalarının 39
olduğu gibi bilgilere ulaşıldı. Burada her türlü
hayvanın bulunduğu, özellikle atların yoğun olarak
taşımacılıkta kullanıldığı ama kasaplık hayvanı
olarak beslendiği de belirlendi.
Şehir-mehir
Sonuç: Çanak-çömleklere kül ve kemik konuyordu.
Yenikapı Neolitik yerleşmesinde bulunan mezarlarla
üç ayrı ölü gömme geleneği tespit edildi: ‘Basit
hocker pozisyonu’ denen bebeğin anne karnındaki
pozisyonu, ahşap bir düzenek ve kremasyon.
Ceset yakıldıktan sonra kalan kül ve kemikler çömlek
içine yerleştirilip öyle gömülüyordu.
Hürriyet, 06.05.2013
|
TARİHİ BAHÇEDE TAŞINMA ENDİŞESİ
Atatürk’ün
davetiyle
Nazi zulmünden kaçarak
Türkiye gelen Alman bilim adamı Ord.
Prof.Dr.
Alfred Heilbronn’un 76 yıl önce kurduğu tarihi
İstanbul
Üniversitesi(iÜ) Botanik Bahçesi’nde taşınma
endişesi yaşanıyor. İ.Ü Rektörü Prof.Dr.
Yunus Söylet‘in,
eskiden Şeyhülislamlık olarak kullanılan alana
yönelik
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir talebinin
olduğunu açıklaması botanikçileri kaygılandırdı.
Botanikçiler, “Bitkilerin taşınacakları ortama uyum
sağlamaları çok zor. Botanik bahçeleri savaşta bile
bombalanmazken bahçenin bu şekilde zarar görmesi
düşünülemez” diyor.
İ.Ü Fen Fakültesi’ne bağlı Alfred Heilbronn Botanik
Bahçesi’nde taşınma tedirginliği yaşanıyor.
Taşınmayı gündeme getiren ise Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın tarihi talebi oldu. Rektör Yunus
Söylet, geçtiğimiz günlerde katılıdığı bir
televizyon programında bu talebi doğruladı ve
şunları söyledi; “6 ay kadar önce Diyanet İşleri
Başkanımız geldi ve ilk defa gördüğüm bir tarihi
fotoğraf çıkardı. Hakikaten orası eski
Şeyhülislamlık. Duvarlarıyla ve bahçesiyle.(...) Bir
formül üzerinde çalışıyoruz. Henüz detaylı
konuşmadık ama orada bir talep var, bu talebin haklı
yönleri var.”
Söylet, “Bir şekilde taşınacak diyorsunuz?”
sorusunda da, “Böyle bir ihtimal var evet; hiç yok
diyemeyeceğim” yanıtını verdi.
4 bin çeşit bitki
Bu ifadeler üzerine taşınma korkusunun yaşandığı
tarihi bahçeye gittik.
Süleymaniye Camii’nin yanı başında yaklaşık 18
dönümlük bir arazide kurulu bahçede, 4 bin çeşit
bitki yer alıyor. Türkiye’nin ilk botanik bahçesi
olma özelliğini taşıyan bahçe, endemik birçok bitki
türünün korunması açısından da büyük önem taşıyor.
Hamburg Üniversitesi’nden bağış yoluyla tropik
ve subtropik ülkelerin bitkilerinin yetiştirildiği
bahçeye, 390 adet egzotik bitkinin yanı sıra 185
milyon yıllık tarihe sahip
Çin Mabet Ağacı ile 300 milyon yıllık tarihe
sahip Sago Palmiyesi eşsiz bir
güzellik katıyor.
Uyum sağlayamazlar
Bahçe Sorumlusu Yrd. Doç.Dr. Erdal Üzen, taşınmanın
birçok bitki türü için bir son olacağını şu sözlerle
dile getiriyor: “Bahçemizde kaybolan türleri
birarada tutmaya çalışıyoruz. Türkiye’deki 11 bine
yakın bitki türünün 4 bini bahçemizde bulunuyor. Şu
an
Hakkari’de artık olmayan bir bitki zamanında
hocalarımız tarafından bahçemize dikildiği için
burada yaşamını sürdürmekte. Botanik bahçesi olarak
kaybolmaya yüz olan bitkileri korumak zorundayız. Bu
bitkilerin başka yere taşınması çok zor. Çünkü bu
bitkilerin taşınacakları ortama adapte olmaları
mümkün değil. Savaşta bile bombalanmayarak
hassasiyet gösterilen botanik bahçelerinin bu
şekilde taşınması ve hasar görmesi, önemli
bitkilerin kaybedilmesi hiçbir şekilde kabul
edilemez.”
Tahrip
olabilir
Ege Üniversitesi Bahçe Bitkileri Bölümü Başkanı
Prof.Dr. Mustafa Ercan Özzambak da botanik
bahçelerinin
genetik kaynaklar olduğuna dikkat çekerek,
taşınmanın bitki türlerine zarar vereceği görüşünde.
Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi Müdürü Prof.Dr.
Adil Güner ise İ.Ü. Botanik Bahçesi’nin tarihi
değeri olduğuna vurgu yaparak şunları söylüyor: “Avrupa
bahçeciliği bizden öğrenmesine rağmen zamanla öne
geçti. Çalışmaya devam etmeliyiz. Bahçenin korunması
ve fonksiyonunun artırılarak işlevini sürdürmesi
gerekiyor. Taşınırsa tahribat yaşanabilir.”
Bahçeye ismi verildi
Fen Fakültesinin
Biyoloji, o zamanki adı ile “Nebatat ve Hayvanat
Enstitü”leri için yeni bir bina
gerekli olunca Süleymaniye’de İstanbul
Müftülüğü’nün bahçesindeki, bir yangın sonucu
kullanılamaz hale gelen, İstanbul Kız Sultanisi’nin
arsası üzerinde bir binanın yapılmasına karar
verildi. Botanik bahçesi 4
Haziran 1937’de hizmete açıldı. Bahçede büyük
emeği geçen
bilimadamı Alfred Heilbronn anısına
Üniversitenin 70. yılında botanik bahçesine “İstanbul
Üniversitesi, Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi”
adı verildi. Bahçe mesai saatleri içerisinde
gezilebiliyor.
Milliyet, Haber: Ayşe Sorucu, 06.05.2013
|
MEVLANA MÜZESİ YIKILMAKTAN NASIL KURTULDU?
Türkiye’de yerli ve yabancı turistlerin en çok
ziyaret ettiği müzelerden biri olan Mevlana Türbe
Müzesi’nin restorasyonu tamamlandı.
2008 yılından beri devam eden çalışmalarda,
çatılar komple elden geçirildi, kurşun levhalar
altında biriken molozlar temizlendi. Duvarlarda
oluşan bel vermeler, kayma ve çatlaklar usulüne
uygun tamir edilirken çürüyüp dökülen ahşap aksam da
yenilendi. Çalışmalarla ilgili bilgi veren Konya
Kültür ve Turizm Müdürü Doç.Dr. Mustafa Çıpan,
“Türbe müzenin çatı ve duvarlarında yoğunlaşan
restorasyon sonucunda, türbe müze adeta yıkımın
eşiğinden döndü.” dedi. Müzenin çatısında daha önce
yapılan çeşitli tamiratlardan kalan molozların
ağırlığının altında ezildiğini belirten Çıpan,
“Çatıda biriken molozlar duvarlara
taşıyabileceğinden fazla yük bindiriyor, duvarlar
eziliyor, bel veriyor, çatlıyordu. Bu molozlar
temizlendi. Çatıyı yağmurdan koruyan kurşun levhalar
tamamen yenilendi. Müzenin duvarları üzerine binen
yükün ağırlığı 3’te 2 oranında azaltıldı.” diye
konuştu.
Konya Müzeler Müdürü, aynı zamanda Mevlana Türbe
Müzesi Müdürü Yusuf Benli, restorasyon
çalışmalarının öne çıkan ismiydi. Gece gündüz
demeden çalışmalara katılan Benli, kah
çekiç-testereyle çatıda çalışan işçilerin, kah
restorasyonu yürüten mühendislerin yanındaydı.
Öncelikle derviş hücrelerinin yenilendiğini belirten
Benli, hücrelerin ilk yapıldığı zamandaki silüetini
ortaya çıkarmaya çalıştıklarını söyledi. İkinci
aşamada türbe müzenin asıl bölümünü oluşturan
‘kabirlerin bulunduğu türbe’ ile ‘dergah-mescit’i
barındıran binaların çatı ve duvarlarının tamir
edildiğini anlattı. Kubbelerin üzerini kaplayan
makat çamurun tamamen kaldırıldığını kaydeden
Benli’nin verdiği bilgilere göre kubbelerin üstü
yağmur-kar sularının sızmasını önleyecek yalıtım
malzemesiyle kaplandı. Çatı ve kubbelerde devam eden
çalışmalarda çürüyen, eriyen taşların ve ahşap
aksamın orijinaline uygun olarak yenilendiğini
belirten Müze Müdürü Yusuf Benli, restorasyon
çalışmalarının, kubbeleri süsleyen alemlerin yerine
takılmasıyla tamamlanacağını dile getirdi.
2008’e kadar restorasyon projesi bile yoktu
Konya Kültür ve Turizm Müdürü
Doç.Dr. Mustafa
Çıpan, olağanüstü durumlar haricinde müzede 40-50
yıl boyunca bir daha böyle uzun ve geniş çaplı
restorasyon ihtiyacı duymayacağını ifade etti.
Röleve, Restorasyon, Resüsyon Projesi’nin bir tarihi
eser için yıkılması halinde aslına uygun olarak
yeniden yapılması için hayati önem taşıdığını
vurgulayan Çıpan, “Mevlana Türbe Müzesi, 2008
öncesinde herhangi bir sebeple yıkılacak olsaydı,
elimizde maalesef türbe müzeyi aslına uygun olarak
yeniden yapmamızı sağlayacak hiçbir plan, proje
yoktu. Mevlana Türbe Müzesi’nin Röleve, Restorasyon,
Resüsyon Projesi’ni 2008’de ancak bu geniş kapsamlı
restorasyon çalışmaları için hazırlatabildik.” dedi.
Zaman, Haber: Şirin Kabakçı, 06.05.2013
|
AĞA CAMİİ'NİN ÇİLESİ TBMM'DE
Ağa Camii’nin kaynak
yetersizliği nedeniyle duran restorasyonu Meclis
gündemine de taşındı.
CHP
İstanbul Milletvekili İhsan Özkes, Radikal’de
yayımlanan haberin ardından
Başbakan Erdoğan ’ın yanıtlaması istemiyle soru
önergesi verdi. Özkes önergesinde, haberde yer alan
bilgilere yer vererek restorasyonun neden durduğu ve
ne zaman biteceğine ilişkin sorularının Başbakan
Erdoğan tarafından yanıtlanmasını istedi.
Geçen hafta Radikal, Demirören AVM inşaatı sırasında
hasar gören tarihi Ağa Camii restorasyonunun kaynak
yetersizliği nedeniyle durmasını gündeme getirdi.
Haberde Ağa Camii’nin restorasyonunun Demirören
Holding sponsorluğunda gerçektirildiği ve Demirören
Grubu tarafından ayrılan 1 milyon liranın
restorasyona yetmediği için restorasyonun 5 aydır
durduğu bilgisi yer alıyordu.
Restorasyon, 3’te birinin kaçak olduğu iddia edilen
Demirören Alışveriş Merkezi (AVM) inşaatının 417
yıllık Hüseyin Ağa Camii’ne verdiği zarardan sonra
başlamıştı. Cami duvarlarında meydana gelen
çatlaklar ve kamuoyunda oluşan tepki üzerine
Demirören Grubu Ağa Camii’nin restorasyonunu
yaptıracağını açıkladı, ‘gururla’ restore ettiğini
cami çevresine asılan panolarla ‘Değerlerimiz için
varız...’ sloganıyla duyurdu. Ancak Hüseyin Ağa
Camii restorasyonu, Demirören Grubu’nun ayırdığı 1
milyon liralık ödenek yetmeyince durdu.
Vakıflar: 2013 sonu bitecek
Demirören Holding yetkilileri, cami restorasyonu ile
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ilgilendiğini
belirterek herhangi bir açıklama yapmadı. Vakıflar
Genel Müdürü Adnan Ertem, ise para bittiği için
inşaatın durduğu iddialarını doğruladı,
restorasyonun devam etmesi için Demirören Grubu ile
görüştüklerini açıkladı.
Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürü İbrahim Özekinci
ise restorasyon sırasında öngörülmeyen yeni
imalatlar ortaya çıktığını ve bitirici restorasyon
çalışması için keşif yaptıklarını belirterek şunları
söylemişti: “İlk ihalede bir maliyet öngörüldü. Daha
önce öngöremediğimiz, ancak yapılması gereken
imalatlar ortaya çıktı. Şimdi Vakıflar Bölge
Müdürlüğü olarak yapılması gereken yeni gelişmeler
ışığında yeniden bitirici bir yaklaşık maliyet
çalışması yaptık. Bu maliyet çalışması tamamlandı.
İlk keşif bedeli 1 milyon liraydı. Erdoğan Demirören
tarafından yeniden, 1 milyon lira daha verildi.
Kasım 2012’de bitirilecekti, yıl sonuna kadar
bitirmeyi düşünüyoruz. 10 gün içerisinde restorasyon
tekrar başlayacak.”
Radikal, Haber: Fatih Yağmur, 06.05.2013
|
TÜRBEDE TARİHİ TOP MERMİSİ ÇIKTI
Edirne’de Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce onarımı
yapılan Gülşeni Aşık Efendi (Veli Dede) türbesinde
işçiler patlamamış top mermisi buldu. Türbe
çevresindeki esnaf arasında tedirginlik yaratan
Balkan savaşlarından kaldığı tahmin edilen mermi,
savcılık talimatıyla uzmanlar tarafından imha edildi.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü Sabuni Mahallesi Lari
Cami Sokak üzerinde bulunan Veli Dede Türbesi’ni
restore etmek için önceki gün çalışmalara başladı.
Türbede düzenleme yapan işçiler, bahçede patlamamış
top mermisi buldu. Telaşa kapılan işçiler polis
ekiplerine haber verdi.
İmha edildi
Çevrede önlem alan polis ekipleri bomba imha
uzmanlarını çağırdı.
Terörle Mücadele Şubesi ve özel kıyafetler giyen
bomba imha uzmanı tarafından incelenen top
mermisinin küflendiği ve patlama tehlikesinin
bulunmadığı saptandı. Restorasyon işçisi Sefa
Sulhan, bahçede temizlik yaptığı sırada top
mermisini bulduğunu söyledi.
Sulhan, “Baktım ki patlamamış top mermisi. Hemen
polis ekiplerine haber verdik. Üzerine oldukça
küflenmişti ama yinede polis gelip buradan aldı”
dedi. Türbe bahçesinde yapılan incelemenin ardından
özel kıyafetlerini giyen bomba imha uzmanı, top
mermisini polis aracına götürdü.
Edirne
Cumhuriyet Savcılığı’nın talimatıyla türbe
bahçesinde bulunan top mermisi, Musabeyli Köyü’ndeki
merada patlatılarak imha edildi. Top mermisinin
Balkan Savaşları’ndan kaldığı tahmin ediliyor.
Milliyet, 05.05.2013
|
HAYRABOLU 'KORUMA' MAĞDURU
Tekirdağ’ın Hayrabolu
İlçesi'nde bazı tarihi
yapılar tescillendi. Ancak sadece bu yapılar değil,
çevrelerindeki evler, boş araziler de koruma statüsü
kazandı. Evine bir çivi çakmak için izin almak
zorunda kalan bölge halkı şaşkın. Belediye ve
vatandaşlar üst kurula başvurdu ve koruma bandının
daraltılmasını talep etti.
Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, geçen yıl
Hayrabolu’da tarihi yapıları inceledi. Raportörün 11
Haziran 2012’de hazırladığı rapora göre, bölgedeki
tescilli 4 cami, 1 türbe, 1 mezarlık, 2 köprü ve 1
hamamın korunmasına devam edilmesi, ayrıca 4 adet
konutun da koruma kapsamına alınması talep edildi.
28 Aralık 2012’de yapılan toplantıda belirlenen
yapılar tescillenirken, etrafı da koruma bandına
alındı. Hayrabolu’da bu kararla birlikte büyük bir
kargaşa başladı. Tescilli yapılarda olduğu gibi
koruma bandı içinde kalan tüm yapılarda çivi dahi
çakmak izne tabi hale geldi. Badana yapmak için
belediyeden izin almak gerekirken, dış görünüme
yapılacak en küçük bir müdahale için kurul kararı
gerekiyor. İzin almayanlara 2 yıl hapis cezası
uygulanabiliyor. 19 bin 800 kişinin yaşadığı ve 4500
evin bulunduğu Hayrabolu’da yaklaşık 400 ev ‘koruma’
mağduru oldu.
Evin çatısı uçuyor
Evlerden biri Hayrabolu’da ana caddenin tam
ortasında. Betonarme yapının çatı kısmında küçük bir
ahşap bölüm var. Binada kimse yaşamıyor. En alt katı
dükkan. Tarım ilacı işi yapan Murat Tanrınıan,
dedesinden kalan binayı diğer mirasçıların payını
ödeyerek aldı. Binanın çatısının çok kötü durumda
olduğunu anlatan Tanrınıan, şunları söyledi: “Evi
çatısı akıyor. Şiddetli bir rüzgarda çatıdaki ahşap
bölümler uçuyor. Çatısını tamir ettirmek için Eylül
2012’de başvurduk. Hala cevap gelmedi. Binayı yıkıp
yerine yenisini yapmak istesek izin vermeyecekler.
Binayı dedem 1953’te satın almış. Bize göre tarihi
bir özelliği de yok.” Murat Tanrınıan’ın babası
Ergin Tanrınıan da “Malımıza mülkümüze el koydular.
Bizi mağdur ettiler. Yıkılamıyor, yapılamıyor” dedi.
Hamamı yıkalım derken...
Çarşıdaki koruma alanı kapsamında kalan
binalardan birinin sahibi de Semih Güler.
“Karşımızdaki bina tescillendi diye bizim binaların
olduğu alanı da koruma altına aldılar” diyen Güler,
“Hiçbir şey yapamıyoruz. Kendi binamızı yıkmak gibi
şimdilik bir niyetimiz yok ancak ileride olabilir. O
zaman ne yapacağız? Burada imar 5 kat. Bizim bina 2
katlı. Yeniden 5 kat yapmaya izin verecekler mi?”
diye konuştu. Tescilli yapılardan biri de Güzelce
Hasanbey Hamamı. Hayrabolu belediye binasının tam
arkasındaki hamam, son 3-4 yıldır kullanılmıyor.
Hamamın içi de çok kötü durumda. Bugüne kadar
sayısız defa tadilat görmüş. Çatısı, muslukların
tamamı değiştirilmiş. Eski dönemleri çağrıştıran
hiçbir şey yok. Hamam bir ardiye olarak
kullanılıyor. Belediyenin temizlik işçilerinin
malzemeleri duruyor. Hayrabolu Belediye Başkanı
Hasan İrtem, hamamın durumu ve ilçede yaşananlarla
ilgili şunları anlattı: “İşletmecisi hamamı
işletemediği için birkaç yıl önce anahtarı getirdi.
Biz de ‘hamamı yıkalım’ diye harekete geçtik. Müzeye
yazı yazdık. Müze de Edirne Koruma Kurulu’na yazı
yazmış. Koruma Kurulu ilçeye gelerek incelemeler
yapmış. Hamamı tescillediler. Ama hamamın hamamlık
tarafı yok. Bazı eserler zaten tescilliydi. Ancak
koruma alanının sınırlarını çok geniş tuttular. Üst
kurula itiraz ettik. Koruma alanlarının tarihi
eserlere zarar vermeyecek şekilde daraltılmasını
istedik. Hamamın yanındaki 4 katlı binanın sahibi
Ahmet Çatır en çok mağduriyet yaşadığını iddia
edenlerden: “3 daire ve 1 dükkan var binada. Bir
müteahhitle anlaşmıştım. 400 bin liraya satacaktık.
Müteahhit yıkıp yeni bir bina yapacaktı. Koruma
kararı çıktı, satamadım. Şimdi binama 250 bin lira
dahi vermiyorlar.
Ankara ’ya üst kurula dilekçe yazdık ancak bir
sonuç çıkmadı. Gerekirse dava açacağım.”
Öktem Nalburiye’nin sahibi Serkan Öktem’in binası
Çorumu Mustafabey Camii’nin karşısında kalıyor.
Öktem, binasına mantolama yapmak istediğini ancak
koruma alanında kaldığından yapamadığını anlattı:
“Kimse doğru düzgün bir bilgi vermiyor. Yerlerimizin
değeri düştü. Cami elbette korunsun ancak bizim
binayı neden koruyorlar?”
Yıkım da yok, tamir de
Hisar Mahallesi’ndeki tescillenen evlerden birinin
dış görünümü yüzlerce yıllık yapı gibi. Ancak ahşap
kapı ve çatı bakımsızlıktan dökülüyor. Evin
sahiplerinden Hamdi Baran “Koruma kararından 3-4 ay
önce müteahhitle anlaştık. Evi yıkacaktık. Şimdi
yıkamıyoruz. Tamir de yapamıyoruz. Evin yan
tarafında boş bir arazi vardı. Orayı otopark yaparız
dedik. Ama orası da koruma alanı olmuş” diye
konuştu. Aynı sokaktaki evi koruma sınırları içinde
kalan Alican Çetin ise “Evi boyayacaktık.
Belediyeden, koruma kurulundan izin alınacakmış.
İzin çıkması aylar sürer, kışın nasıl boyayalım?”
dedi.
Yetkililer: Binalarda tadilat olabilir
Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun
yetkilileri ise tüm çalışmalarını ilgili kanun
kapsamında yaptıklarını belirterek şunları söyledi:
“Kimsenin şahsi bir tasarrufu yok. Yapılan tüm
çalışma mevzuata uygundur. Biz sadece orada çalışma
yapmadık. Tüm
Trakya’ya çalışmalarımız devam ediyor. Daha
önce de Saray, Malkara, Çorlu gibi yerlerde yaptık.
Hamam, cami külliyesi ile bir bütün. Bir kısmı
yıkılmış, tamir görmüyor. Ancak o bir Osmanlı
hamamı. Ayrıca koruma alanında kalan binalarda her
türlü tadilat yapılabilir. Binalar yıkılarak mevcut
imar nasılsa aynı şekilde bina yapılabilir. Sadece
izin alınması gerekiyor.”
Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu
Müdürlüğü’nün 28 Aralık 2012’deki toplantısında
önceden tescillenen Güzelce Hasanbey Camii, Ömer
Efendi Camii, Çorumu Mustafa Bey Camii, Çelebi
Mehmet Paşa Cami, Serbani Ahmet Veli Türbesi,
Mezarlık, Hacılar Köprüsü, Osmanlı Köprüsü,
Güzelcebey Hamamı’nın tesciline devam edilmesine,
ayrıca 4 adet konut alanını tescillenmesine karar
verildi. Karar 3 Ocak 2013’te belediye, kaymakamlık
ve Tekirdağ Valiliği’ne bildirildi.
Radikal,
Haber: Serkan Ocak, 05.05.2013
|
900 BİN LİRALIK TOMBAKLAR KAPIŞILDI
Türkiye'de müzayede piyasası son 10 yılda 10 kat
arttı. Bunda rekor fiyata satılan eserlerin rolü
büyük. Dün Conrad İstanbul'da Portakal Sanat ve
Kültür Evi tarafından düzenlenen 99'uncu müzayede 99
lot eser satışa çıktı. Katalogda 1.2 ila 2 milyon
lira aralığında yer alan Nazmi Ziya'nın 'Kandilli
Sırtlarından Bebek' isimli tablosu gibi eserler
alıcı bulamazken hat, hilye ve tombaklara yoğun ilgi
vardı.
600 bin liradan satışa çıkan, 19. yüzyıldan kalma
tombak pilavlık 900 bin liradan satıldı. 39
santimetre yüksekliğindeki tombak için
koleksiyonerler adeta yarıştı. Osman Hamdi Bey'in
'Ab-ı Hayat Çeşmesi' isimli resminde bir benzeri
bulunan tombak şerbetlik de yine 900 bin liraya
satılarak rekor kırdı. Müzayedede tombak pilavlık ve
şerbetlik toplamda 1 milyon 800 bin liraya alıcı
buldu. Bakırın üzerine elle altın kaplaması sonucu
yapılan tombaklar az sayıda nadide eserlerden.
Tombak yapım aşamasında altın civada eritiliyor. Bu
işlem sırasında çıkan gaz ustasını zehirlediği için
çok az sayıda tombak bulunuyor.
Tombaklar dışında müzayede de yüksek fiyattan alıcı
bulan bir diğer eserse Hasan Rıza'nın hilye-i şerifi
oldu. 500 bin liradan artırmaya konan eser 750 bin
liraya satıldı. Nazmi Ziya'nın Eski İstanbul'da Mavi
Giysili Kadın tablosu ise 260 bin liradan alıcı
buldu.
Müzayedede Fausto Zonaro, Şeker Ahmed Paşa ve Nazmi
Ziya'ya ait eserler satılamazken, Zonaro'nun 'İnci
Dizen Kadın' tablosuna 1.2 milyon teklif geldi.
Ancak resmin sahibi 1.5 milyonun altına satmak
istemedi. Pablo Picasso, Matisse, Salvador Dali'ye
ait işler de ilk kez Türkiye'de satışa çıktı.
Picasso'nun 1954'te karton üzerine tükenmez kalemle
yaptığı 9X14 santimetre boyutundaki eser ise 80 bin
liradan satılırken, Adnan Çoker'in 'Kubbeler'i 150
bin liraya alıcı buldu. Dikkat çeken bir diğer parça
da 1896 tarihli Christofle sini oldu. 155 bin liraya
satılan sininin üzerinde eski Türkçe 'Mustafa Fazıl
Paşa' yazıyor.
1833 yılında kurulan saat firması Jaeger-LeCoultre,
180'inci yıldönümünü İstanbul'da kutladı. Kutlama
için UNESCO Direktörü Irina Bokova, Jaeger-LeCoultre
Artistik Direktörü Janek Deleskiewicz ve caz
sanatçısı Marcus Miller de Türkiye'ye geldi. Jaeger-
LeCoultre; antika saatlerden oluşan bir de sergi
yaptı. En dikkat çeken parçasıysa 1929'da üretilen
ve Kraliçe II. Elizabeth'in de taç giyme töreninde
kullandığı dünyanın en küçük mekanik kalibresi olan
101 Etrier oldu. Saat dünyanın en küçük mekanik
mekanizmasıyla da Guinness Rekorlar Kitabı'na girdi.
Sabah, Haber: Burcu
Aldinç, 05.05.2013
|
CAMİLERİN SAHİBİ KİM?
Laf olsun diye sormuyorum,
konu ciddi.
Bir hırsız Sakarya’da Şeker Camii’nin camını kırarak
içeri girmiş...
İmam odası olarak kullanılan bölmeden para çalmış.
Olay yeri inceleme hemen devreye girmiş, parmak
izleri alınmış ve hırsızın daha önce de benzer
olaylara karışan Aziz A. olduğu tespit edilmiş.
Davaya bakan mahkeme, sanığı ‘kamu hizmetine tahsis
edilmiş caminin camlarını kırarak hırsızlık yaptığı’
gerekçesiyle cezalandırmış.
Aziz A.’ya ‘kamu malına zarar vermekten’ 1 yıl hapis
cezası vermiş.
Benzer bir olay Erzincan’da yaşanmış.
Bu kez hırsız, caminin altında bulunan işyerini
soymuş.
Gerçi işyerinin üzerinde bulunan Terzibaba Camii’ne
de girmiş ama oradan bir şey çalmamış.
Erzincan 1. Asliye Ceza Mahkemesi aynı şekilde
sanığı ‘kamu malına zarar verme’ suçundan
cezalandırmış.
Yani caminin altındaki özel işyeri de ‘kamu malı’
kapsamına girmiş.
Fakat Yargıtay her iki yerel mahkemenin kararını da
bozmuş.
Çünkü Yargıtay’a göre sanıkların ‘kamu malına zarar
verme’ suçundan değil ‘ibadethanelere zarar verme
suçundan’ yargılanması gerekiyor.
Çünkü Yargıtay’a göre camiler ‘kamu malı’ değil
‘ibadethane’.
* * *
Ne fark eder demeyin, çok şey fark ediyor.
Önceki gün konuyla ilgili çok önemli bir habere imza
atan Mesut Hasan Benli’ye göre aksi yönde bir karar,
yani camilerin kamu malı sayılması cemevlerinin
ibadethane olarak kabul edilmediği bir ortamda çok
ciddi siyasi ve hukuki tartışmalara yol açacaktı.
Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmemesi
başlı başına büyük bir ayıp fakat bence Yargıtay’ın
“Camiler kamu malı değil” kararı cemevlerini de aşan
bir öneme sahip.
Genel inanış ne?
“Camiler Allah’ın evi.”
Gerçekten öyle mi?
Kuran’da Allah Kabe için ‘beytim’ diyor, bu yüzden
de Kabe ‘beytullah (Allah’ın evi)’ olarak kabul
ediliyor.
Gerçi mutasavvıflar bunun kainattaki sisteme atıf
yapan bir metafor olduğunu, mekandan ve zamandan
münezzeh bir yaratıcının evi olamayacağını
söylüyorlar ama...
Halk arasında Kabe’den hareketle tüm camiler
‘Allah’ın evi’ olarak kabul görüyor.
Benzer bir durum kilise ve sinagoglar için de
geçerli.
Yani anlayacağınız inananlar için her türlü
ibadethane ‘Allah’ın evi’!
Bu, meselenin inanç kısmı...
* * *
Peki ya hukuken camiler kimin malı?
Mülkiyeti Allah’a mı ait?
İnanç açısından bakarsanız elbette yerde ve gökte ne
varsa her şeyin sahibi ‘O’.
Ama hukuk açısından camilerin mülkiyeti ciddi bir
tartışma konusu.
Diyanet kayıtlarına göre Türkiye’de 80 bin cami var.
Bunların 35 bini köylerde, 55 bini il ve
ilçelerdeymiş.
80 bin caminin tamamının yönetimi Diyanet’e bağlı
fakat mülkiyet camiden camiye değişiyor.
Kimi Hazine’ye ait, kimi belediye, vakıf ya da
derneğe...
Çünkü camileri devlet değil vatandaş kendi cebinden
çıkan paralarla gönüllü yapıyor.
İhtiyaçları da yine vakıf ve dernek yoluyla
vatandaşlar karşılıyor.
Camilerin bir geliri varsa direkt camiye gidiyor.
Gerçi en son yapılan yasal bir düzenlemeyle
camilerin tüm gelirleri Maliye’ye, dolayısıyla
Diyanet’e bağlandı ama mülkiyet hala tek elde
toplanabilmiş değil.
Yani hukuken camilerin tek bir sahibi yok.
* * *
İyi ki de yok...
Çünkü ‘devletçi-tekçi-merkeziyetçi anlayış’ dinin
çoğulcu yapısına ve ruhuna aykırı...
Türkiye’de yıllarca devlet her konuda olduğu gibi
dini de kendi kontrolünde tutmaya çalıştı. Diyanet
bir hizmet kurumu olmaktan çok, devletin makbul
gördüğü dini anlayışı yayma ve tüm farklılıkları
bastırma, özetle dini kontrol etme aygıtı olarak
görüldü.
Hala da öyle görülüyor.
Bu yüzden devlet (Diyanet) sadece camilerin yönetimi
değil, aslına bakarsanız mülkiyetini de kontrol
etmek istiyor.
Ama Yargıtay “Camiler kamu malı değil ibadethanedir”
diyerek bu devletçi-tekçi anlayışa set çekti.
“Camiler devletin malı değil onları yapan ve
yaşatanlarındır” dedi.
Keşke Yargıtay benzer bir cesur kararı cemevleri
için de verebilse.
İsteyen istediği yerde, istediği şekilde, özgürce
ibadet edebilse...
Çünkü...
“Ne kadar çok yürek varsa Allah için çarpan, o kadar
çok yol vardır O’na giden...”
Radikal Yazı: Eyüp Can, 04.05.2013
******
CAMİ, CEMEVİ, KİLİSE KİMİN OLMALI?
Eyüp Can’ın cumartesi günkü yazısının başlığı
oldukça can alıcı bir soruyu ortaya atıyordu:
‘Camilerin sahibi kim?’ Bu mekanlardan yapılan
hırsızlıklar nedeniyle Yargıtay camilerin ‘kamu
malı’ değil ‘ibadethane’ olduğuna karar vermiş. Bu
ibadethanelerin sahibi kimmiş peki? Cevabı Eyüp’ün
yazısından okuyalım: “80 bin caminin tamamının
yönetimi Diyanet’e bağlı fakat mülkiyet camiden
camiye değişiyor. Kimi Hazine’ye ait, kimi belediye,
vakıf ya da derneğe...”
Aslında Eyüp’ün sorduğu soru bizi Türkiye’de din
özgürlüğü alanında en can alıcı meselelerden
birisinin kalbine götürüyor: Türkiye dini kurumların
tüzelkişiliğini tanımıyor. Yani kilise, kilise
olarak, cami, cami olarak tanınmıyor. Yukarıdaki
örneklerde cami, Diyanet’in, vakfın, derneğin
camiidir, ama kendi başına bağımsız bir birim
değildir. Cami ve onu oluşturan cemaat bir varlık
olarak hukuk karşısında yoktur, Diyanet, vakıf ve
dernek vardır.
Ne demek istediğimi anlatabilmek için Avrupa
ülkelerinde bu kurumların nasıl tanındığına ilişkin
birkaç örnek vereyim. Örneğin Almanya’da bir kilise
veya cemaat devlete ‘tanınmak’ için başvurduktan
sonra, hukuken aranan koşulları taşıyorsa (belli bir
sayı, devamlılık vd gibi), devlet tarafından dini
‘yapı’ olarak tanınıyor. Almanya’da bu yapılar kamu
hukukunun olanaklarından faydalanıyorlar. Örneğin,
bu cemaat ve kiliselere üye olanlar, ödedikleri
paranın tamamı buralara ödenmek üzere vergi
daireleri aracılığıyla özel bir vergi ödüyorlar.
Bizde ise biliyorsunuz Diyanet İşleri herkesten
toplanan vergileri sadece Sünni vatandaşlarımızın
hizmetinde kullanıyor.
Örneğin Avusturya’da tanınma ‘Kiliseler ve dini
topluluklar yasası’ çerçevesinde gerçekleşiyor.
Hollanda’da Medeni Kanun’un ‘dini kurumlara’ ilişkin
düzenlemeleri çerçevesinde tüzelkişilik kazanılıyor.
Türkiye’nin katı laiklik anlayışını taklit ettiği
Fransa’da bile dini topluluklar ‘association
cultuelle’ olarak ayrı bir kategori altında
tanınıyor.
Bizde ise dernekler ve vakıflar kanunlarında dini
kurumlarla ilgili hiçbir hüküm yok. Fiili olarak
kurulmuş cami kurma ve yaşatma dernek ve vakıfları
var. Yine bu vakıf ve derneklerden esinlenerek 2004
yılından beri gayrimüslimlere de bu tür vakıf ve
dernek kurma imkanı tanındı. ‘Dernek’ ve ‘vakıf’
dini kurumların ihtiyaçları için hazırlanmış yapılar
değildir. Neden bir kilise, yönetim kurulu seçmek,
belli aralıklarla genel kurul yapmak zorunda olsun?
Neden bir dini kurum para toplamak için ‘yardım
toplama kanununa’ tabi olsun? Neden açık havada
yapılacak bir dini ayin ‘toplantı ve gösteri
yürüyüşleri yasası’ çerçevesinde değerlendirilsin?
Yine mesela gayrimüslimlerin ‘patriklik’ gibi üst
kurumlarını bu hukuki mevzuat içinde nereye
oturtacaksınız?
Sözünü ettiğim eksiklik ‘tesadüfen’ veya ‘arizi’
nedenlerle oluşmuş hukuki boşluklardan
kaynaklanmıyor. Türkiye’de devlet, dini alanı
bütünüyle kontrol altında tutmak istiyor. Bir
taraftan Alevi vatandaşın cemevini tanımıyor; öbür
taraftan camiye vaizi kendisi atıyor; Ermeni, Rum ve
Yahudilere “Sizin ilişkilerinizi Lozana göre
düzenledim” diyor ama onlara bugünün dünyasında
içinde hareket edebilecekleri hiçbir hukuki
düzenleme vermiyor; Protestanlara, Süryanilere
dernek kurma izni veriyor ama bu dernekler asla
‘cami yapma derneğinin’ bir adım ötesine geçemiyor,
kiliseleri, manastırları tanınmıyor.
Ortada muazzam bir boşluk var. Türkiye’nin gerek
anayasa ve gerekse yasalar düzeyinde cemaatleri ve
onların dini kurumlarını tanıması lazım. Anayasanın
ardından bir ‘dini kurumlar yasası’ çıkarılmalı ve
dini grupların bütün ihtiyaçları bu yasa
çerçevesinde düzenlenmeli.
Bu dini kurumlar yasasıyla ibadet yerlerinin
kuruluşu, eleman istihdamı, din adamı
yetiştirmeleri, para ve yardım toplamaları, her
türlü toplantıları, açacakları kurslar, mülkiyet
edinmeleri, huzurevi açmaları vd gibi bütün hususlar
dini cemaatlerin ihtiyaçlarına göre düzenlenmelidir.
İbadet yerlerinin tanınması, mesela belli sayıda
kişinin başvurusu gibi, objektif kriterlere
bağlanmalı, cemevinin, Budist tapınağının vd ibadet
yeri olup olmadığına devlet karar vermemelidir. Yine
aynı şekilde Türkiye gayrimüslimlerin patriklik
makamlarının, şu anda yaptığı gibi, içişlerine
karışmaktan vazgeçmeli, bu kurumların varlık ve
hakları anayasal güvenceye kavuşturmalıdır.
Başlıktaki soruya dönecek olursak eğer, camiler,
kiliseler, havralar, cemevleri ve diğer ibadet
yerleri onları kuran cemaatlere ait olmalı, onlar
tarafından yönetilmelidir. Ve tanınmaları da tamamen
kendi adlarıyla olmalıdır, dernek veya vakıf olarak
değil...
Radikal, Yazı: Orhan Kemal Cengiz, 06.05.2013
|
YENİ BİR DİNOZOR TÜRÜ BULUNDU
Söz konusu keşif,
fosil kalıntısını bulan bilim ekibinin de başı olan
ABD George Washington Üniversitesi'nden Biyoloji
Profesörü James Clark tarafından yapıldı
Araştırmacılar, Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ne
bağlı Vucaivan yöresinde bulunan fosil kalıntısının,
1 metre boyunda, 1,35 kilogram ağırlığındaki 1
yaşından küçük dinozor yavrusuna ait olduğunun
sanıldığını ifade etti.
Bulunan yeni dinozor türü, Clark ve Güney
Afrika 'daki Witwatersrand Üniversitesi'nden Dr.
Jonah Choiniere tarafından "Journal of Sytematic
Palaeontoloji" adlı bilimsel dergide tanıtıldı.
161 milyon yıl kadar önce yaşadığı sanılan, kısa ön
ve uzun arka bacaklarıyla dikkati çeken "Teropod"
türüne ait dinozora, "Batı'ya Yolculuk" adlı Çin
efsanesindeki Ejderha Kral'a atfen, "Aorun zhaoi"
adı verildi.
Araştırmacılar, fosil kalıntısında bulunan çok
sayıda dişin, dinozorun, kertenkelelerin yanı sıra
memeliler ve timsah türlerinin küçük akrabalarıyla
beslenen etobur bir türe ait olduğuna işaret
ettiğini belirtti.
Radikal, 04.05.2013
|
|
"AYASOFYA İBADETE AÇILSIN"
Türkiye'nin çeşitli illerinden gelen MTTB (Milli
Türk Talebe Birliği)
üyeleri, Sultanahmet Camisi önünde bir araya geldi.
İngilizce ve Türkçe "Ayasofya Cami" yazılı dövizler
taşıyan grup, mehteran eşliğinde Sultanahmet
Meydanı'ndaki gösteri alanına yürüdü.
MTTB Genel Başkanı İsmail Emrah Karayel, burada
yaptığı açıklamada, 2013'ü "Ayasofya Yılı" ilan
ettiklerini belirterek, "Ayasofya; Fatih, Ulubatlı
Hasan demektir. Ayasofya bir semboldür. İbadete
açılmalıdır" dedi.
Karayel, etkinlik için İstanbul'a gelen MTTB
üyelerine de teşekkür etti.
Mehteranın yaptığı gösteriyi, MTTB üyelerinin yanı
sıra turistler de izledi.
Sabah, 04.05.2013
******
ERDOĞAN:
AYASOFYA'YI BİR ŞARTLA İBADETE AÇARIZ
Partisinin
Kızılcahamam kampında vekillerin sorularını
yanıtlayan Başbakan Erdoğan’a sorulan
sorular arasında Ayasofya’nın ibadete açılmasına
ilişkin bir çalışma olup olmadığı da vardı. Erdoğan
bu soruya, “Sultanahmet çok boş. Sultanahmet dolarsa
Ayasofya’yı da gündeme alabiliriz” şeklinde cevap
verdi.
Bugün (Kısaltarak), Haber: Çetin Çiftçi,
06.05.2013
|
3 BİN YILLIK HÖYÜK TALAN
EDİLDİ
Kahramanmaraş'ın Ekinözü
İlçesi'ne bağlı Akpınar Köyü sınırları içerisinde
bulunan yaklaşık 3 bin yıllık höyük, kimliği
belirsiz kişi ya da kişilerce talan edildi. Yarısına
yakını iş makineleri ile yerle bir edilen höyüğün
kapısına ise özel mülkiyet tabelası asıldı. Olayla
ilgili adli makamlara suç duyurusunda bulunuldu.
Kahramanmaraş il
sınırları içerisinde onlarca höyük bulunuyor. Bu
höyüklerin büyük bir kısmı Elbistan, Afşin ve
Ekinözü bölgesinde yer alıyor. Hatta bazı köylerin
isimleri bile höyüklerle birlikte anılıyor. Ekinözü
İlçesi'ne bağlı, Elbistan ilçe sınırındaki Akpınar
Köyü sınırları içerisinde yer alan ve arkeologlar
tarafından en az 3 bin yıllık olduğu ifade edilen
höyük, kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce yerler
bir edildi. İş makinelerinin girdiği ve yarısına
yakın bölümünü yıktığı höyük yetkililerin dikkatini
çekti. Başka bir amaç için bölgeye giden ve
içerisinde arkeologların da yer aldığı heyet, olay
karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Devasa höyük,
iş makineleri vasıtasıyla parçalanmış ve höyük
çevresine insani yaşam için çeşme gibi alanlar
yapılmıştı. Hatta uzmanlar, bölgede çok sayıda
kullanılmış, ayakkabı ve kullanıma hazır, çaydanlık
ve bardak buldu. Kısa süre içerisinde yapılan
araştırma sonunda höyüğün de içerisinde bulunduğu
kısmın 2009 yılı Aralık ayında Sit alanı ilan
edildiği ortaya çıktı. Yetkililer, konuyu adli
makamlara ileterek suç duyurusunda bulundu.
Höyüğün bulunduğu
bölgeye girmek için ilkel şartlarda hazırlanmış bir
kapıdan geçmek durumunda kalınıyor. 'Özel Mülk,
Girilmez!' levhalarının yer aldığı bölgede höyükten
çıkan taşlar dikkat çekiyor. Yıkılmış bazı
bölümlerde buranın höyük olduğunu gösteren ve insan
yapısı olduğuna işaret eden argümanlar çıplak gözle
görülüyor. Bölgede iş makineleriyle yıkım yapan kişi
ya da kişiler aranıyor. Olayla ilgili soruşturma
sürüyor.
Eski Elbistan Ovası'nda
son araştırmalara göre 21 höyük tespit edildi.
Bunlardan özellikle Hititler ile Kumagenlerin
devrine ait olan Kara- Elbistan (yani eski
Elbistan), İzkaftil (İğde) Kara-Öyük
(Karahüyük),Çavlı-Han (Çoğulhan),Tel-Afşin-Tıl-Afşin
(höyüklü),Til (Akbayır), Yarbus (Afşin), Hunu
(Arıtaş) Lorşun (Altunelma), Tantaris (Tanır),
Evzaniye (Ozanöyük-Doğan), Tedevin Höyük
(Arıstıl-Bakraç), Kaşanlı, Malap (Bakış), Sevdilli,
Kabaağaç ve Celeği (Ekinözü), höyükleri gibi büyük
harabeler başta geliyor. Birçok küçük höyük ihtiva
eden Elbistan Ovası'nda eski çağda birçok şehir ve
kasaba kurulduğu anlaşılıyor.
Dünya Bülteni,
04.05.2013
|
STRATONİKEİA ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Yatağan'daki Stratonikeia
antik kentinde 2013 yılı
kazı çalışmaları başladı.
Stratonikeia Antik Kenti
Kazı Başkanı ve
Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Bilal
Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik
kentte, 3 bin yıllık tarihin her döneminden
kalıntılar bulabilmenin mümkün olduğunu söyledi.
Söğüt, Stratonikeia'nın,
Karia bölgesinin en önemli kentlerinden olduğunu ve
antik kentin Tunç Dönemi'nden Cumhuriyet dönemine
kadar adından söz ettirdiğini belirtti. Antik
kentteki kazı çalışmalarının 2008 yılında
başladığını anlatan Söğüt, geçen yıl 9 ay kazı
çalışması yürüttüklerini, 702 eseri gün ışığına
çıkardıklarını anlattı.
Antik kentte bu yıl 6 ay
yapacaklarını kazı çalışmalarını 8 üniversiteden
yaklaşık 100 kişilik ekiple sürdürmeyi
planladıklarını ifade eden Söğüt, "Bu yıl tiyatro,
gymnasion, Roma hamamında kazı ve konservasyon
çalışmalarına devam edilecek. Augustus ve
İmparatorlar Tapınağı'nda uzun süreli bir çalışma
başlatılacak. Tiyatronun üst kısmındaki terasta
bulunan tapınak, kente gelen ziyaretçilerin en çok
ilgisini çeken yapılardan" dedi.
Prof.Dr. Söğüt,
Stratonikeia antik kentinin
UNESCO Doğal ve Kültürel Miras Geçici Listesi'ne
kazandırılması için başvuru yaptıklarını bildirdi.
Stratonikeia'nın her döneme hitap eden, yaşayan bir
arkeoloji kenti olduğuna değinen Söğüt, "Bunun bir
benzeri yok. Antik dönemden günümüze, yapıların bir
bütün olarak korunduğu, Osmanlı dönemi taş döşeli
yollarda yürünerek gezildiği başka bir kent yok"
diye konuştu.
Muğla Valiliği tarafından kentte bulunan Hasan
Şar Evi'nin restorasyonu için gerekli ödeneğin
ayrıldığına da işaret eden Söğüt, şunları söyledi:
"Bu çalışmalar bu yıl
tamamlanacak. Bu ev aynı zamanda müze deposu olarak
kullanılmakta. Restore edildiğinde evin kendisi müze
gibi olacak. Burası, adına türkülerin yakıldığı,
insanların yaşadığı ve pek çok hikayesi olan bir ev.
Bu hikayeleri bilenler halen birbirlerine anlatıyor.
Her dönemden yapıların korunmasını ve restorasyonunu
yapıyoruz. Bu da onlardan birisi. Kentin tanıtımına,
yapılan çalışmalara maddi ve manevi katkı
sağlayanlara teşekkür ediyorum."
haberler.com, 03.05.2013
|