26 Ocak - 1 Şubat 2014
|
MİLYON DOLARLIK DUA
KİTABI

Rönensans döneminden kalma bir dua kitabı, ABD'nin
New York kentinde yapılan müzayedede 13.6 milyon
dolardan alıcı buldu. Christie's Müzayede Evi'nden
yapılan açıklamada, bankacılık devleri arasında
gösterilen Rothschild ailesinin koleksiyonunda yer
alan dua kitabının, müzayedeye telefonla katılan,
ismi açıklanmayan bir kişi tarafından dün satın
alındığı bildirildi. Son derece süslü çizimlerle
bezenmiş, Rothschild Dua Kitabı adıyla da anılan
Book of Hours adlı kitap, 1999'da Christie's
tarafından Londra'da düzenlenen açık artırmada da
Avrupalı bir alıcıya 13.4 milyon dolara satılmıştı.
Hollanda'da, imparatorluk mahkemesinin bir üyesi
tarafından 1505'te sipariş edilen el yazması kitap,
Rothschild ailesinin koleksiyonuna 19. yüzyılda
dahil oldu.
NAZİLER EL KOYMUŞTU
Rönesans döneminin usta sanatçılarınca çizilmiş
tam sayfa renkli minyatürlere yer verilen 150
sayfalık kitap, İkinci Dünya Savaşı'nda Naziler
tarafından el konulan hazineler arasında
bulunuyordu. Kitap, Rothschild ailesine, Avusturya
hükümeti tarafından 1999'da iade edilen sanat
koleksiyonunun bir parçasını oluşturuyor.
Sabah, 31.01.2014
|
 |
HUBER KÖŞKÜ'NE YENİ HAYAT
İstanbul’un en önemli mimari varlıklarından tarihi Huber Köşkü’nün orijinaline uygun şekilde restore edilmesi için Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), İtalyan Dış Ticaret ve Tanıtım Ajansı (ICE) ile Assorestauro Derneği arasında ‘İyi niyet protokolü’ imzalandı.
Roma’daki imza törenine Hayrünnisa Gül de katıldı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne ait tarihi İstanbul Huber Köşkü’nün, yapıldığı dönemin ruhunu ve orijinal tasarımını yansıtacak şekilde restore edilmesi için imzalanan protokolle, İtalyan ve Türk uzmanların sanat, mimari, restorasyon ve konservasyon konusundaki tecrübe ve birikimi bir araya getirilerek ortak bir çalışma yürütülmesi hedeflendi. Bu kapsamda, İTÜ ile Assorestauro Derneği ortak çalışmalar yürütecek.
İtalyan uzmanların Türkiye’ye davet edilerek yerinde incelemeler yapması, Türk uzmanların da İtalya’da yapılan çalışmaları yerinde incelemesi, İtalyan ve Türk öğrencilerin karşılıklı ziyaretleri planlanarak çalışmaların yürütülmesi mümkün olacak.
Hürriyet, Haber: Esma Çakır, 31.01.2014
|
TARİHTEN BUGÜNE FIŞKIRAN
SU: "ANZELE"

Diyarbakır Sur
Belediyesi’nin, Büyükşehir Belediyesi ile ortaklaşa
yürüttüğü proje kapsamında, tarihi Anzele suyu ve
Balıklı havuzu tekrar gün yüzüne çıktı.
Diyarbakır’ın Suriçi semtinde bir zamanlar
efsanelere, türkülere konu olan Balıklı havuzu 1978
yılında çarpık kentleşme sonucunda tamamen yok
olmuş, daha sonra üstüne itfaiye binası yapılmıştı.
Diyarbakır surlarının hemen yanı başındaki park
bahçe düzenlemesi devam ederken, 2004 yılında
Diyarbakır’ın kaybolan tarihi; Anzele suyu ve
Balıklı havuzu kendini gösterdi. Bu yenilik
sayesinde, Anzele suyunu Diyarbakır’a kavuşturma
projesi de başlatılmış oldu. Geçtiğimiz ay Anzele
suyu ve Balıklı havuzu ortaya çıktı. Çalışmalar tüm
hızıyla devam ediyor.
Asıl adı Ayn-ı Zelal olan bu yere kısaca Anzele
deniyor. Ayn kelimesinin anlamı Göz-Göze. Zelal ise
berrak ve temiz demek. Aynı Zelal ise berrak kaynak
anlamında kullanılıyor.
DİCLE’YE DÖKÜLÜYOR
1950’lere kadar Anzele,
şehrin üç önemli su kaynaklarından biri. Su, daha
eski tarihlerde ise Diyarbakır’ın Mardinkapı
semtinden dolanıp hayvan derilerinin işlendiği
(Dabakhaneye) yerden geçiyor. Buradaki adı Haram su.
Su değirmenlerini de çalıştırmak maksadıyla
ilerleyen Anzele’nin yolculuğu, tarihi Hevsel
bahçelerini de sulayarak, Dicle Nehri’ne
dökülmesiyle son buluyor.
Bugün Anzele suyundan geriye 1915’lerden kalma
sadece bir fotoğraf kaldı. Siyah beyaz fotoğrafta,
ellerinde tokmak, çeşmede çamaşır yıkayan altı kadın
var. Çeşmenin arka fonunda da Diyarbakır Surları
görülüyor. Anzele suyuna sadece fotoğraflarda değil
Evliya Çelebi’nin satırlarında da rastlanır: “Bu
balıklı abı-ı hayat bir sudur, bir dolu insan bu
suda yıkanıp humma ve cüzzam gibi hastalıklardan
yıkanıp ölümden kurtulmuşlardır.” İşte türkülerde,
efsanelere konu olan bu Balıklı havuzu bugün yeniden
Diyarbakırlılarla buluştu.
Taraf, Haber: Edip
Yükselen, 30.01.2014
|
KALEİÇİ'NE SİHİRLİ
DOKUNUŞ

İzmir Büyükşehir
Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Seferihisar Belediye
Başkanı Tunç Soyer ve İl Genel Meclisi Başkanı
Serdar Değirmenci ile birlikte Sığacık'ta devam eden
Kaleiçi düzenleme çalışmalarını inceledi. Çalışmalar
hakkında bilgi alan Başkan Kocaoğlu, "Buraya gelen
insanlar, Kaleiçi evlerinde ayrı bir yaşamla,
sevecenlikle karşılaşacaklar, tarih, doğa ve denizi
aynı anda yaşayacaklar. Hedef ve çabamız bu yönde"
dedi. Kent turizmini geliştirmek için kentin tarihi
sokak ve binalarına ayrı fonksiyonlar yüklemek
istediklerini bildiren Başkan Aziz Kocaoğlu,
Sığacık'ta devam eden çalışmaları çok beğendiğini
söyledi. Beldede yaşayan vatandaşlar da Başkan
Kocaoğlu'na proje için teşekkürlerini dile getirdi.
İzmir Büyükşehir
Belediyesi ile Seferihisar Belediyesi'nin ortaklaşa
gerçekleştirdiği, İl Özel İdaresi'nin de katkı
verdiği "Sığacık Kaleiçi Sokakları'nın
Sağlıklaştırma Projesi Uygulama Ortak Hizmet
Protokolü", 22 Aralık 2012 tarihinde Başkan Aziz
Kocaoğlu ve Tunç Soyer tarafından imzalanmıştı.
Büyükşehir Belediyesi'nin ihaleye çıkmasının
ardından Mayıs 2013'te başlayan çalışmaların
önümüzdeki Nisan ayında tamamlanması hedefleniyor.
NELER YAPILDI?
Çalışmalar kapsamında,
sokak sağlıklaştırma ve cephe düzenlemesi yapılan
126-127-128-129-130-131-132-133-134-135-136-137
sokaklar ile çarşı yakın zamanda farklı bir görünüme
kavuşacak. Proje kapsamında bugüne kadar, cephelerde
niteliğini kaybetmiş olan sıvaların raspaları
yapılarak alt malzemelerin onarımları
gerekleştirildi. Bölgede bulunan Teos taşları
cephede korunarak restorasyon ilkeleri doğrultusunda
temizlenerek gün yüzüne çıkarıldı. Cephede bulunan
malzemelerde derin kırılma, kopma, eksilmenin olduğu
yerlerde yenilemeler yapıldı. Proje kapsamında bazı
yerlerde onarım, bazı yerlerde ise değişimlerle
kapı, pencere ve kepenklere müdahale edildi. Özgün
haldeki donanımlar, orijinaline uygun olarak
yenileniyor.
Gerçek Gündem,
30.01.2014
|
İZMİR'DE 800 YILLIK
DEHLİZ BULUNDU
İzmir'in Ödemiş
İlçesi'ne bağlı Birgi beldesinde, 800 yıllık 200
metre uzunluğunda, 1.5 metre genişliğinde, 3 metre
yüksekliğinde bir dehliz bulundu.
Derenin yakınındaki 12.
yüzyıldan kalma tarihi Küp Uçuran Kulesi (Pankonduz
Kulesi) altında kazma kürekle yapılan çalışma
sırasında işçiler, bir su dehliziyle karşılaştı. 14.
yüzyılda Aydınoğulları Beyliği'ne başkentlik yapan
beldede ortaya çıkarılan dehliz, heyecana sebep
oldu. 200 metre uzunluğunda, 1.5 metre genişliğinde
ve 3 metre yüksekliğindeki dehlizin içindeki kirli
su dereye akıtılarak boşaltıldı. Kalıntıların tarihi
dehliz olduğu anlaşılınca belediye ekipleri
tarafından yürütülen çalışma durdurulup Ödemiş Müze
Müdürlüğü ve İzmir Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne bilgi verildi.
Ödemiş Müze Müdürlüğü yetkilileri, tarihi dehlizden
beylikler döneminden önce, mahalle çeşmelerine su
aktarıldığını bildirdi. Müze yetkililerinin,
yaklaşık 800 yıllık tarihi bir geçmişe sahip
olduğunu belirttikleri tarihi su dehlizinde
önümüzdeki günlerde çalışma başlatacakları
öğrenildi.
Birgi Belediye Başkanı
Cumhur Şener, dehlizin, Cumhuriyet Mahallesi'nin
ortasından geçen Birgi Deresi kenarındaki bazı
evlerde su sızıntısı olduğu şikayetleri üzerine
belediye ekipleri tarafından bölgede yapılan
çalışmalar sonucu bulunduğunu bildirdi.
Birgi Belediye Başkanı
Cumhur Şener, dehlizin büyük el emeği harcanarak
yapıldığının görüldüğünü belirterek "Büyük
olasılıkla, üstteki kalenin bir kaçış dehlizi gibi
görünüyor. En kısa sürüde çalışma yapılmasını
bekliyoruz" dedi.
Ödemişli emekli Arkeolog
Prof.Dr. Veli Sevin de dehlizin ne amaçla
yapıldığının araştırma sonucu ortaya çıkacağını
söyledi.
Zaman, 30.01.2014
|
HAYDARPAŞA BÖLÜNEMEZ;
İSTANBUL'UN TERASI

Mimarlar Odası, Şehir
Plancıları Odası İstanbul Şubeleri, Birleşik
Taşımacılık Çalışanları Sendikası ve Liman-İş, 2012
yılında onaylanan planın iptali istemi ile İBB ile
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na dava açtı. İstanbul 5.
İdare Mahkemesi’nde görülen davada Prof.Dr. Hüseyin
Cengiz, Prof.Dr. Can Binan ve Yrd. Doç.Dr. Lütfi
Yazıcıoğlu tarafından bilirkişi raporu hazırladı.
Raporda korumu kurulu kararı ile “Haydarpaşa Garı
ile Kadıköy merkez bölgesinin” planlama alanından
ayrılması sonucu Üsküdar’daki “Harem ile Haydarpaşa
Limanı ve geri sahasının” ayrı bir imar planı
kapsamında değenlendirildiği anımsatıldı. Bölgede
sit alanlarının yoğun olarak bulunduğuna dikkat
çekilerek Osmanlı İmparatorluğu’nun son
dönemlerinden itibaren İstanbul tarihinin çok önemli
olaylarına tanıklık etmiş Haydarpaşa Garı ve
Limanı’nın ulaşımda kilit rol oynadığı vurgulandı.
Bütün bu değerler biraraya getirildiğinde Haydarpaşa
Gar ve Limanı’nın geri sahası ile birlikte
korunmasının bir zorunluluk olduğu belirtildi.
Deprem riski
Harem Alt Bölgesi’nin (Harem otogarı ve otopark)
büyük bölümünün jeolojik açıdan yerleşime uygun
olmayan alanlarda kaldığı kaydedildi. Burada deprem,
tsunami, zeminin sıvılaşması tehlikesi gibi
faktörlerin göz önünde bulundurulması gerekirken
planda aktif yeşil alan olarak gösterilen parsele
her birinin taban alanı 500 metrekareyi aşan,
yüksekliği 2 kat olmak koşulu ile sosyal kültürel
tesisler yapılabileceği kaydedildi.
Kruvaziyer limanı mı
marina mı?
Liman Alt Bölgesi (Haydarpaşa Limanı), plana göre
konteynır taşımacılığı, ulusal ve uluslararası yolcu
taşımacılığına hizmet verecek kruvaziyer limanın
dönüştürülecek. Raporda, Başbakanlık Denizcilik
Müsteşarlığı’nın burada turizm potansiyelini
arttırmak için otel ve marina yapımını gündeme
aldığına dikkat çekilerek bu amaçla yük hizmetine
son verilmesinin planlandığı belirtildi.
Bu durumda plan raporu
ile plan uygulama hükümlerinde limana verilecek
fonksiyonların birbiri ile çeliştiğine dikkat
çekildi. Planın bu açıdan yeterince tartışılmadan
aceleyle hazırlanmış olduğu yorumu yapıldı.
Turizm-Ticaret alt bölgesi (Haydarpaya Limanı geri
sahası) fonksiyonuna ayrılan alanların jeolojik
açıdan yerleşime uygun olmadığı ifade edildi. Yeşil
alan olarak değerlendirilmesi gereken alanlara
turizm ve ticaret fonksiyonu verilmesinin de
çelişkili olduğu söylendi. Ayrıca bu bölgede plan
notlarına göre yeni bir merkezi iş alanı oluşacağı
bölgeye komşu olan Kadıköy Üsküdar gibi merkezi iş
alanları varken yenisine ihtiyaç duyulmadığı
vurgulandı.
Garda tadilat
Öte yandan 28 Kasım 2010’da çatısı çıkan yangında
kül olan tarihi Haydarpaşa Garı’nın “komple
tadilatı” için ihale açıldı. TCDD Emlak ve İnşaat
Dairesi’nin 28 Ocak’ta düzenlediği ihale ilanda
değişikliğe gidilmesi nedeniyle 25 Şubat’a
ertelendi. Garda yapılacak restorasyon kapsamında
gar binasının çatısı yenilenecek, dış cephe
temizliği ve bakımı yapılacak. Binanın ahşap
doğramaları da aslına uygun olarak yenilenecek.
Cumhuriyet, Haber: Özlem
Güvemli, 30.01.2014
|
PICASSO YENİDEN
PERA MÜZESİ'NDE
Suna ve İnan Kıraç
Vakfı Pera Müzesi, 5 Şubat-20 Nisan arasında iki
yeni sergiye ev sahipliği yapacak.
Müzeden yapılan açıklamaya göre; 2010’da gerçekleştirilen ve Türkiye’de ilk kez sergilenen “Picasso-Suite Vollard” gravürler serisinden sonra 20. yüzyılın efsane sanatçısı Pablo Picasso’yu yeniden ağırlayacak.
Pablo Picasso’nun doğduğu evden, Malaga’daki Museo Casa Natal Koleksiyonu’ndan seçilen gravür, seramik ve kişisel eşyalarından oluşan “Picasso: Doğduğu Evden Gravürler ve Seramikler” başlıklı sergi, 5 Şubat’ta sanatseverlerle buluşacak.
Sergide, 56 gravür, 8 seramik olmak üzere 66 eserle birlikte sanatçının bebeklik gömleği, patikleri ve kurşun askerleri gibi kişisel objeleri de yer alacak. Sergi 20 Nisan’a kadar açık.
Zaman, 30.01.2014
|
|
UNESCO İÇİN YENİ ADIM

Dünya Mirası Geçici
Listesinde yer alan Diyarbakır Surları ile sekiz bin
yıllık Hevsel Bahçeleri’nin UNESCO Dünya Mirası
Listesi’ne girmesi için hazırlanan nihai dosya
tamamlandı. “Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri
Kültürel Peyzajı” ismiyle hazırlanan dosya Kültür ve
Turizm Bakanlığı aracılığıyla UNESCO’ya sunuldu.
“Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel
Peyzajı” adıyla hazırlanan dosya hakkında Diyarbakır
Kalesi ve Surları Alan Başkanı Nevin Soyukaya
açıklama yaptı.
ADAYLIĞIMIZA GÜVENİYORUZ
Soyukaya, konunun
Diyarbakır Valiliği, tüm kurum ve kuruluşlar, sivil
toplum kuruluşları ve Dicle Üniversitesi’ndeki bilim
insanları ile yabancı bilim insanları tarafından
başından bu yana çok iyi sahiplendiğini ifade ederek
şunları söyledi: “Böylesi bir destekle kültürel
mirasımızın adaylığına da güveniyoruz. Umarız
başvurumuz olumlu sonuçlanır. Dünya kültür miras
listesine girdikten sonra uluslararası bir tanıtım
söz konusu olacak. Diyarbakır bu önemli kültürel
değeri korumak ve geleceğe taşımak için üzerine
düşeni yapmak zorunda. Bizim için asıl önemli olan
bu. Mart ayına kadar Dünya Miras Merkezi tarafından
dosya ve bu alana ilişkin çalışmalar olacağını
düşünüyoruz. Süreç bu aşamadan sonra UNESCO
uzmanları tarafından yerinde tetkik ve incelemelerle
sürecek. Sonrasında ise Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile müzakereler başlayacak. 2015 yılında ise nihai
kararın verileceğini düşünüyoruz.”
DÜNYA ÇAPINDA BİLİNECEK
Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Murat
Alökmen da konuyla ilgili olarak, “UNESCO sayesinde
tarihi surlar ve Hevsel Bahçeleri dünya çapında
bilinecek” dedi.
Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı tarafından Dicle Nehri üzerinde yapılması
planlanan Dicle Vadisi Projesi’nde sona gelindi.
Projeyle ilgili bilgi veren Çevre ve Şehircilik
Diyarbakır İl Müdürü Mustafa Temel, Dicle Vadisi
Projesi’nin Bakanlığın ana gündeminde yer aldığını
söyledi. İmar ihalesinin geçtiğimiz Aralık ayında
yapıldığını belirten Temel, şubat ayında ise imar
planı ve 1’inci etap uygulamasının teslimatının
yapılacağını kaydetti. Projenin Diyarbakır’ın
akciğeri şeklinde tasarlandığını ifade eden Temel,
“Dicle Vadisi bölgesi, şehir ile yeşil alan
bağlantısını kuracak. Vadi, şehrin akciğerini
oluşturacak” dedi.
Temel sözlerini şöyle sürdürdü: “Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi alan yönetimiyle birlikte
UNESCO teklifi çalışmamız devam ediyor.
Bakanlığımıza, Dicle Vadisi Projesi ile ilgili
uygulamaları ve alan yönetiminin planını gönderdik.
Basına Dicle Vadisiyle ilgili sürekli olumsuz
haberler yansıyor. Bu haberlerin nedeni projenin
uygulanacağı yerin rezerv yapı alanı adı altında
ilan edilmiş olmasıdır. Halkımız müsterih olsun,
Bakanlık olarak o bölgeye kesinlikle yatırım,
konutlaştırma gibi bir çalışma öngörmüyoruz. O bölge
konuta açılmayacak.”
Taraf, 30.01.2014
|
 |
İZNİK'TE İNSAN YÜZÜ FİGÜRLÜ MOZAİK BULUNDU
İznik'te kanalizasyon kazısı yapılırken Doğu Roma döneminden ait insan yüzü figürlü taban mozaiği bulundu.
Alınan bilgiye göre, Beyler Mahallesi Afyon Sultan Sokağı'nda kanalizasyon kazısı yapan ekipler, iki metre derinlikte bir cisme rastladı. Bunun bir tarihi eser olduğunu fark eden görevliler, İznik Müze Müdürlüğü yetkililerine haber verdi.
Müze yetkilileri tarafından gerçekleştirilen incelemede, Doğu Roma döneminden kaldığı sanılan cismin, insan yüzü figürlü taban mozaiği olduğu tespit edildi.
Polis ile müze ekipleri tarafından koruma altına alınan mozaiğin çevresinde genişletme çalışması yapılacağı ve böylece hem büyüklüğünün hem de bir eve mi yoksa mabede mi ait olduğunun belirleneceği öğrenildi.
Anadolu Ajansı, Haber: Halil Ataş, 29.01.2014
|
İKİ USTA MİMARIN FERYADI VE ŞEHRE YABANCILIK
20. yüzyıl
batı mimarlığının en önemli isimlerinden olan Le
Courbusier, 78 yıllık hayatı boyunca yılmadan,
usanmadan radikal bir şehir ve mimari savaşı
vermiştir. İkinci Dünya Savaşıyla yerle bir olan
Avrupa şehirlerini yeniden inşa etme yolunda büyük
çaba harcamış, yeni ve alışılmamış önerilerle dikkat
çekmişti.
Batı şehirlerinin yeniden inşası için eski anlayışı
yıkıp radikal öneriler getiren, İstanbul’a hayran
kalan ve tarihi şehir dokusunun mutlak muhafaza
edilmesi gerektiğini ifade eden Le Courbusier; 1911
ve 1924 yıllarında İstanbul başta olmak üzere bazı
Osmanlı şehirlerini gezmiş, kendi şehir ve mimari
felsefesinden farklı bir dünya görüşü ve medeniyet
tasavvurunun yansıması olan İstanbul için önemli
tespitler yapmış ve bunları notlar halinde
yazmıştır.
Le Courbusier, 1942 yılında Paris’te mimarlık
öğrencilerinin ısrarlı talepleri üzerine manifesto
niteliğinde “Mimarlık Öğrencileriyle Söyleşi” adlı
eserini kaleme alır. Bu söyleşide şehir ve mimariye,
özellikle de mimar ve şehircilerin sorumluluklarına
ilişkin önemli tespitler yapar.
Le Corbusier’in Batı dünyası için söylediği, yazdığı
ve yaptıklarını bizde rahmetli muhakkik mimar Turgut
Cansever kendi medeniyet tasavvurumuzun tecelligahı
olan şehirlerimiz için söylemiş, feryad etmiş ancak
ne yazık ki karşılık bulamamıştır.
Bugün, 72 yıl sonra okuduğumuzda bile şehir ve
mimari anlayışımızı sorgulamamıza neden olan Le
Corbusier’den kesitleri buraya alıyoruz:
“Mimarlık nerelerde şimdi? Hiçbir dönemde bir
toplum, bizimki kadar şaşkın, çaresiz kalmadı.
Yaşamın maddesel süreciyle düşünsel davranış
biçiminin doğal ögeleri arasındaki ilişkiyi
böylesine koparıp yitirmedi. Amaçlarla araçlar
arasında bir ilişki kopmasıydı bu, izlenecek bir
çizginin yokluğuydu. Yapı alanında tutarsızlık
dorukta bugün ve bir tür Bizans entrikacılığı, bir
uygarlığın sahip olduğu en büyük gerçekleştirme
imkanlarının akılcı amaçlara yönelmesini
engelliyor.”
Corbusier Fransa’yı söz konusu etse de sanki bizim
bugün ‘kentsel dönüşüm’ isimli katliamları ve mimari
çirkinlikleri görerek konuşuyor gibidir: “En büyük
maddi gücüne ulaştığı bir zamanda insanoğlu, görme
yeteneğini yitiriverdi. Beyaz uygarlığın deniz
feneri Fransa, bu kargaşanın sergilendiği yer oldu.
Makinalaşmış toplumumuzu bekleyen görevler, tüm
dünyada olduğu gibi ülkemizde de dev boyutlara
ulaşıyor. Savaşın yıktıklarını yeniden inşa etmek
zorundayız, ama asıl görevimizin yanında bu bir şey
değil; tüm ülke çoktandır inşa edilmeli, yeniden
inşa edilmeli, yeniden yapılanmalıydı; bir dokuda
hücrelerin, evlerde ailelerin yenilendiği gibi; yeni
nesillerin doğması ve yaşamın sonsuz oyununun
sürmesi için. Ne yazık ki bizler uyuyorduk ve ülkeyi
tozlar kaplamıştı.
Doğal ilişkiler bozuldu ve insan, bir anlamda
yurdunun yabancısı oldu, geleneğin yollarını
bırakarak, dengesini yitirerek ve çevresini, evini,
sokağını, kentini, banliyösünü, kırlarını, düşüşünün
meyvesi korkunçluklarla doldurarak. Yeni bir yapı
dünyasıydı bu, her yanı istila eden, iğrenç, tuhaf,
kaba, kötü ve çirkin; manzaraları, kentleri,
yürekleri kirleten. Her şey oldu bitti, en kötünün
sınırlarına dayandı-eksiksiz bir felaket…”
Le Corbusier’in feryadı demeyelim de ikazları
bunlar.
Ünlü mimarın bu ontolojik uyarıları batıda büyük
ölçüde karşılık buldu. Ama ülkemizde rahmetli Turgut
Cansever’in ikaz ve feryatları şehir
yöneticilerinin, mimarların, özellikle de şehrin
geleceğine karar veren siyasilerin bırakın dikkatini
çekmeyi, aksine idraklerinin alamayacağı derecede
yorucu mesajlar olarak algılandı.
Cansever’in hayattayken tasarladığı ve uyguladığı
birçok mimari eserinin doğrudan şehir ve mimarimize
ikaz ve feryadlar olduğuna dikkat çekerek, rahmetli
muhakkik mimarın şehir tanımını hatırlayalım:
“Şehir, ahlakın, sanatın, felsefenin ve dini
düşüncenin geliştiği ortam olarak, insanın bu
dünyadaki vazifesini, en üst düzeyde varlığının
anlamını tamamladığı ortamdır. Bu idrak, şehir
biçiminin oluşmasını sağlar ve insanın en üst
gelişme düzeyine ulaşmasının temeli olur. ”
Bu tanımın ülkemizde nasıl bir idraksizliğe kurban
edildiğine dikkat çeken Cansever “Türkiye gibi
makine ve teknoloji putperestliğine ve aynı zamanda
dünyada hakim şaşkın ve sözde araştırmacılığın
takipçisi olmaya azmetmiş ülkelerde…” diyerek
başladığı ikaz ve feryatlarına şöyle devam ediyor:
“İnsanın güzel bir dünyada yaşama ve çevresinin
oluşmasına katılma hak ve sorumluluğu göz önünde
tutulmadığı sürece, insana insan olarak bakılmış
olamaz. Teknokratlar aristokratça bir tavırla,
insanın karar verme ve seçme haklarını bir kenara
iterek, her şeyi çözeceğine inandıkları makinelerin
imkanlarına göre konut üretimini öngördüler. Bu
tavrın insanları esir sayan despotik yönü ve
insanları hakir gören gayr-i ahlakiliği ortadadır.”
İrfan ve idrakin terk ettiği, inşa ve ihyanın imhaya
dönüştüğü şehirlerimizde devletin konut aygıtı TOKİ
eliyle kurulan ‘tabutluklar’da biyolojik canlılar
olarak yaşamaya ve gene hayatı başka yerlerde
aramaya devam edeceğiz.
Güne Bakış, Yazı: Yahya
Düzenli, 29.01.2014
|
SURİYE'NİN TARİHİ MİRASI YERLE BİR OLDU

Suriye'nin UNESCO'nun tarihi miras
listesinde yer olan değerli yapıları bugün en kaz
halinde.
The Guardian'ın haberinde fotoğraflarla
Suriye'nin en önemli merkezlerinin nasıl enkaz
haline dönüştürüldüğü gösteriliyor. 5000 yıllık
tarih 3 yıl süren çatışmalarda işte böyle yok
oldu...

Halep,Eski Pazar Yeri, 2007 ve 2013 yılına ait fotoğraflar (Foto:Corbis, Stanley Greene/Noor/Eyevine)
Bu pazar yeri dünyanın en eski çarşılarından
biriydi. Bunun gibi pek çok eser zarar gördü. .
Suriye UNESCO Kültürel Mirasına dahil olan 6 bölgeye
sahip ve bunlar en az 2000 yıllık bir tarihin
tanığı.

El-Kindi Hastanesi, 2012 ve 2013 yılına ait fotoğraflar
ÖSOcular askeri karargah olarak kullanılan
Halep'in kuzeyindeki El-Kindi Hastanesi'ni, bomba
yüklü araçlarla üst üste düzenlenen 2 intihar
saldırısının ardından ele geçirmişti. Operasyonda,
80 Suriye askeri ölmüş, çok sayıda asker de esir
alınmıştı.

Humus sokakları, 2011,2014
Tarihi kiliseler, yüzlerce yıl boyunca dayanmış
Haçlı kalesi bu savaşla birlikte yok olmak
üzere.Humus dünyadaki en önemli ortaçağ kalesinin ev
sahibiydi, Krak des Chevaliers,Haçlı Kalesi olan bu
kale Dünya'nın günümüze kadar korunmuş en önemli
ortaçağ kalelerinden biriydi. Ayrıca Humus'taki
yerleşim yerlerinin de durumu oldukça kötü.
Suriye'nin tarihi mirası hakkında rapor
hazırlayan Emma Cunliffe, Suriye'nin tarihteki pek
çok uygarlığa ev sahipliği yaptığını, Yunanlıların,
Perslerin, Sasanilerin ve Arapların Suriye'yi
başkent olarak seçtiğini, Haçlı Ordusu'nun buraya
gelip çok etkileyici bir kale inşa ettiklerini
belirterek bütün bu kültürlerin bir araya geldiği ve
harmanlandığı bu yerin başka bir örneği olmadığını
vurguluyor.

Emevii Cami, Halep 2012,2013
Bu tarihi Emevii Camii'nin ordu tarafındna
yakıldığı iddia edilmişti ancak ordunun burayı üs
olarak kullandığı bir dönemde neden yakacağına dair
bir cevap alınamamıştı. AFP'nin bir haberine göre
ise, Suriyeli muhaliflerin Emevi Camisi'ne
yaptıkları saldırıda caminin duvarlarının yine bu
silahlı çeteler tarafından zarar gördüğüne dair
iddialar da gündeme gelmişti.
Sol Haber, 29.01.2014
|
'UCUBE'NİN BEDELİ 286 BİN TL!
Başbakan Erdoğan'ın
'ucube' dediği için yıktırılan 'İnsanlık Anıtı'
heykeltraşına 286 bin TL ödendiği ortaya çıktı.
Erdoğan'ın sözlerinden sonra Mehmet Aksoy, kişilik
haklarına saldırı iddiasıyla 100 bin TL, tazminata
talep etmişti.
Mahkeme, geçtiğimiz eylül ayında yapılan duruşmada,
Türk Dil Kurumu'na (TDK) yazı yazılarak "ucube"
kelimesinin "tenkit" mi yoksa "yerme" amacıyla mı
söylendiği ve hangi anlamları taşıdığının
sorulmasına karar verdi.
İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi'nde dün gerçekleşen
duruşmada, Kars Belediyesi'nin Aksoy'a heykelin
yapımı için 286 bin TL ödeme yaptığı belirtildi.
Vatan, Haber: Canan İspir, 29.01.2014
|
|
 |
BEŞ YILDIZLI OTEL VE AVM PROJESİ İPTAL
İstanbul Taksim'de Tuna İnşaat tarafından gerçekleştirilen 5 yıldızlı otel ve AVM inşaatı iptal edildi. Mimar Mehmet Alper'in Tures Mimarlık adına çizdiği projeye göre; İstanbul'da 1914'te yapılan ilk sinema binası Majik'le arkasındaki Maksim Gazinosu yıkılarak yerine otel ve ticaret merkezi yapılacaktı. 100 milyon dolar bütçeli projede otelin yer üstünde 9, yer altında 8 katı olacaktı. II No'lu Koruma Kurulu'nun "Kültür varlığı olarak tescilli binanın sadece cephesinin korunması" yönünde verdiği tartışmalı kararında, inşaatın Sıraselviler Caddesi'ne bakan cephesinde 27.50 metre (9 kata denk) yüksekliğe izin vermişti. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, otelin yapılacağı parsele ayrıcalıklı yapılaşma hakkı verildiğine, bunun civardaki diğer parseller ve sit alanının tarihi dokusuyla uyumsuz olduğuna, yapılaşmanın trafiği sıkıştıracağına, ayrıca üzerinde kültür varlığı bulunan parsellerin birleştirilerek tek parsele dönüştürülmesinin 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na aykırı olduğuna karar verdi. Kararın ardından Beyoğlu Belediyesi tarafından 750 işçinin çalıştığı inşaat mühürlendi. Malzemeler taşınmaya başladı.
Sabah, 29.01.2014
|
DEFİNECİLER TARİHE ZARAR VERMİŞ

Zonguldak'ın Ereğli Belediyesi,
Süleymanlar Mahallesi'ndeki Akheron Koyağı nekropol
alanı arkeolojik kazı sonuçları hakkında
bilgilendirmede bulundu. Yapılan açıklamada tarihi
eserlere definecilerin kazılarının zarar verdiği
ifade edildi.
Konuyla ilgili yapılan yazılı açıklamada, Ankara
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nun
izni ile başlatılan çalışmalarda gelinen noktada,
bazı tarihi buluntulara rastlandığı belirtilerek,
'Yaklaşık on bir dönümü içeren bu alanda iki ay
süren arkeolojik amaçlı kurtarma kazısında 5 m x 5 m
boyutunda kazılan 15 adet arkeolojik açmanın
sekizinde tahrip edilmiş lahit, lahit kapağı,
sanduka, dorsal türü gömü mezar gibi değerler
yanında insan vücuduna ait kemik parçaları; kırılmış
gözyaşı şişeleri, seramik eşyalar kiremitler
bulunmuş; ama, ne yazık ki bu değerlerin define
arayıcı tarafından tahrip edildiği saptanmıştır.
Oldukça geniş bir alanı içeren nekropolis kazısının
tamamı için ilgililer her yıl yaz mevsiminde 2 ay
olmak üzere 5 yıllık bir izlence sundular. Bu
izlence görev anlayışım açısından oldukça uzun bir
dönemi içerdiğinden, daha kısa sürede sonuca ulaşmak
için farklı bir teknik ve yöntem olan jeoradar
arayışlarımız sürmektedir." denildi.
Açıklamada, çalışmayı projelendirip Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na, Tarihi Kentler Birliği'ne ve ÇEKÜL
Vakfı'na sunup kabul ettiren Belediye Başkanlık
Danışmanı Raif Tokel'e, projeye 10 bin lira
tutarında hibe türü parasal destek sağlayan Tarihi
Kentler Birliği Başkanı Dr. Asım Güzelbey'e, destek
veren ÇEKÜL Vakfı Başkanı ve Tarihi Kentler Birliği
Danışmanı Prof. Dr Metin Sözen'e, kazı çalışmalarını
yürüten Ahmet Mercan, Melek Tüysüz Aydın, Ünver
Göçen'den oluşan kazı ekibine teşekkür edildi.
Sabah, 29.01.2014
|
TARİHİ KİLİSEYE 'MERDİVEN' TURU

Ankara Ulus’taki tarihi
Saint Clement Kilisesi’ni ziyaret etmek için
Başkent’e gelen turistler gördükleri manzara
karşısında şok oluyor. Etrafı binalarla çevrili
olan kiliseye ulaşabilmek için turistler, bir
apartmanın yangın merdivenlerini kullanmak
zorunda kalıyor.

Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek
Kurulu’nun (GEEAYK) 12/04/1980 yılı aldığı 2167
sayılı karar ile tescillenen St. Clement
Kilisesi, kaybolmaya yüz tuttu. Anafartalar
Caddesi ile Çıkrıkçılar Yokuşu arasında, Eski
Adliye Binası’nın arkasında kalan ortaçağ
dönemine ait yapı, çevresinde yükselen binalar
ve üzerine inşa edilen yeni yapılar nedeniyle
görünmez oldu. Bizans Dönemi’ne ait eserler
arasında bulunan kiliseyi görmek için
Ankara’ya gelen turistleri kendi apartman
boşluklarında ağırlamak zorunda kaldıklarını
belirten özel bir şahsa ait apartmanın görevlisi
Ahmet Akdere, “Turistler ellerinde haritalarla
kiliseyi görmeye geliyor. Ancak giriş olmadığı
biz yangın merdivenimize çıkartarak, elimizden
geldiğince yardımcı oluyoruz. Zaten
gösterilebilecek iki tane sütun var. Mecburen
turist rehberi oldum” diye konuştu.

GİRİŞ KAPISI
YOK
Turistler, ortaçağ yıllarında yaşayan Clement
isimli başpiskoposun, o dönem hristiyanlara karşı
uygulanan baskı sonucu Antiochus Galerius tarafından
öldürülerek, Denizciler Caddesi ile Anafartalar
Caddesi arasında kalan St. Clement Kilisesi
etrafında bir yere gömdüğünü düşünüyor. Manevi
açıdan değer verdikleri kiliseyi görmek için
kilometrelerce uzaktan Ankara’ya gelen turistler,
hiç beklemedikleri bir durumla karşılaşıyor. Girişi
olmayan kiliseyi görebilmek için bir apartmanın
yangın merdivenine çıkmak zorunda kalan yabancı
konuklar, dua edip, fotoğraf çekiyor.

REZİL
OLMAYALIM
Kilisenin bitişiğindeki apartmanın görevlisi
Ahmet Akdere, turistlere yardımcı olmaya çalıştığını
söyledi. Yabancı konukların büyük bir heyecanla
kiliseye görmek için geldiğini anlatan Akdere, “Biz
elimizden geleni yapıyoruz. Kendi mülkümüz içinden
geçirerek kiliseyi görmelerini sağlıyoruz ancak daha
fazlasının yapılması lazım. Bu kadar önemli bir
eserin seyir terası ya da turistlerin rahatça
ulaşabileceği bir konumda olması gerekir. Bu
ülkemizin imajı açısından çok önemli. Turistlere
rezil olmamalıyız.”

BİZANS MABETİ
Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından
hazırlanan Tarih İçinde Ankara kitabında da yer
verilen kilise, Bizans Dönemi mabetlerinden biri
olarak tanıtılıyor.
Hürriyet, Haber: Ender Baykuş, 29.01.2014
|
AKHERON NEKROPOL KAZISININ İLK AŞAMA SONUÇLARI
AÇIKLANDI

Kdz. Ereğli Belediye Başkanı Halil Posbıyık,
Belediye’nin çabaları sonucu gerekli izinlerin
alındığı ve iki ay boyunca arkeolojik kazıların
yürütüldüğü Akheron Koyağı Nekropol Alanı’nda,
çeşitli buluntular elde edildiğini ancak bu
buluntuların define arayıcılar tarafından tahrip
edildiğini gördüklerini açıkladı.
Belediye Başkanı Halil Posbıyık yaptığı
açıklamada, Akheron Koyağı Nekropol Alanı’ndaki kazı
sonuçlarıyla ilgili bilgi verdi. Ankara Kültür ve
Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nca, “Birinci
ve Üçüncü Derece Arkeolojik Sit Alanı” olarak ilan
edilen alanda, bugüne dek hiçbir arkeolojik çalışma
yapılmadığını belirten Posbıyık, şöyle dedi: “Kent
merkezine oldukça yakın olan bu alan, bakımsızlık
nedeniyle görüntü kirliliği yarattığı gibi ıssız
olduğu için güvenlik anlamında sorunlu olup;
definecilerin de ilgisini çekmektedir. Bu
olumsuzluğun giderilmesi yanında, yörenin geçmişine
ışık tutacak belge niteliğindeki arkeolojik
değerlerin gün yüzüne çıkarılması konusundaki
başvurularımız ilgili birimce kabul edilmemesine
karşın, Bakanlık düzeyinde sürdürdüğümüz
girişimlerimiz sonucu talebimiz Bakanlık oluruyla
uygun görülmüştür. 14 Haziran 2013 tarihinde yapılan
protokol gereği masrafları Belediyemizce karşılanan
arkeolojik kazı çalışmaları Kdz. Ereğli Müzesi
Müdürü Ahmet Mercan’nın başkanlığında müze
araştırmacısı Melek Tüysüz Aydın, arkeolog Ünver
Göçen’den oluşan kazı ekibine Belediyemizce yirmi
işçi ve gerekli kazı araçları sağlanmıştır.”
Yaklaşık on bir dönümlük söz konusu alanda iki ay
boyunca arkeolojik amaçlı kurtarma kazısı
yürütüldüğünü anlatan Posbıyık, şöyle devam etti:
“5m x 5m boyutunda kazılan on beş adet arkeolojik
açmanın sekizinde tahrip edilmiş lahit, lahit
kapağı, sanduka, dorsal türü gömü mezar gibi
değerler yanında insan vücuduna ait kemik parçaları;
kırılmış gözyaşı şişeleri, seramik eşyalar
kiremitler bulunmuş ama ne yazık ki bu değerlerin
define arayıcı tarafından tahrip edildiği
saptanmıştır. Oldukça geniş bir alanı içeren
nekropolis kazısının tamamı için ilgililer her yıl
yaz mevsiminde iki ay olmak üzere beş yıllık bir
izlence sundular. Bu izlence görev anlayışım
açısından oldukça uzun bir dönemi içerdiğinden daha
kısa sürede sonuca ulaşmak için farklı bir teknik ve
yöntem olan jeoradar arayışlarımız sürmektedir.”
Çalışmaların tümünde emeği geçenlere de teşekkür
eden Posbıyık, şunları kaydetti: “Belediyemiz
olanakları ve katkılarıyla Göztepe’de başlattığımız
arkeolojik çalışmayı Akheron Koyağı Nekropol
Alanı’da sürdürmemiz konuya verdiğimiz önem ve
değerin somut kanıtı olup; hedefimiz ilçemizin başta
kent merkezindeki arkeolojik sit alanları olmak
üzere ilçe kırsalındaki diğer arkeolojik sit
alanlarında da arkeolojik kazı çalışmalarını
başlatarak yörenin toprak altında kalan tarihsel,
arkeolojik ve ekinsel değerlerini gün yüzüne
çıkarmaktır.”
Ereğli Bülteni, 28.01.2014
|
TARİHİ CAMİ YENİDEN AÇILDI
Bir yıldır devam eden restorasyonunun tamamlanmasıyla Mirliva Ahmet Bey (Çarşı ) Camii yeniden ibadete açıldı.
Kışın başlarında restorasyonunun tamamlanmasının ardından, halılarının da serilmesiyle Mirliva Ahmet Bey Camii yeniden ibadete açıldı. Müftülük tarafından gerçekleştirilen açılışta o esnada ilçede bulunan Malatya Belediye Başkanı Ahmet Çakır, Arapgir Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu, çok sayıda vatandaş katıldı.
Cami 1752 yılında Mirliva Ahmet Bey tarafından yaptırılmış, 1895 yılında çıkan bir yangından sonra Sultan 2. Abdulhamit tarafından tamir ettirilmiş. Tarihi Millet Hanı ve Çarşı Hamamı ile birlikte üçgen bir yapı birliği oluşturulurken, Cami son olarak geçtiğimiz yıl başlanan restorasyon çalışmasıyla eskiyen penceler ve ahşap yapıları aslına uygun olarak yenilenerek, iç duvarlarda bulunan sıvaların temizlenmesiyle mevcut ve gizlenmiş motiflerin gün yüzüne çıkarılması sağlanmış diğer yapılarla oluşturulan alanda da çevre düzenlemesi yapılarak bu yapıların gün yüzüne çıkarılması sağlanmış. Ayrıca yine geçtiğimiz yıl başlayan Çarşı Hamamı Restorasyonu da halen devam etmekte.
Malatya Haber, 28.01.2014
|
 |
AKILLARA DURGUNLUK VEREN SAHTE TABLO OLAYI
Modern
resmin büyük ismi Nejat Melih Devrim'in sahte bir
tablosu az daha dünya müzayede devi Sotheby's'de
satışa çıkıyordu. Neyse ki bu şeytana pabucunu ters
giydiren sahtecilik olayını Galeri Nev'in sahibi
Haldun Dostoğlu fark etti.

Dünyada sahte resim ligi olsa
Türkiye muhtemelen ilk sıralarda yer alırdı.
2000’li yılların başında Türkiye’de her gün sahte
bir Picasso tablosu çıkıyordu ortaya. Keza, 2001’de
Koleksiyon Müzayede’nin Çırağan’da düzenlediği
müzayedede satışa sunulan bazı tabloların sahte
olduğu yüksek sesle dile getirilmişti. (Meraklısı
Emel Armutçu’nun 13 Mayıs 2001 tarihinde Hürriyet
Pazar’da yayımlanan ‘Resimdeki Susurluk’ dosyasına
buraya ulaşabilir.)
Ayrıca o kadar gerilere gitmeye de gerek yok.
Tophane-i Amire’deki ‘Miro
İstanbul ’da’ sergisi, geçen ay sahte Miro
imzalı olduğu gerekçesiyle Miro Vakfı’nın isteği
üzerine kapatılmamış mıydı? Her yıl birkaç kez
karşımıza gelen
Ankara Resim Heykel Müzesi’ndeki 50 küsur resmin
sahtesinin yapılıp yerine konulduğuyla ilgili
haberleri saymıyoruz bile...
Az daha Sotheby’s’de satılıyordu
Şimdi anlatacağımız ise şeytana bile pabucunu ters
giydirecek türden bir sahtecilik olayı... Zira
normalde ünlü bir ressamın varolan bir tablosunun
sahtesi üretilirken burada ünlü bir ressamın iki
farklı tablosu kurnazca birleştirilerek ortaya yeni
bir tablo çıkartılmış. Yaşamının bir bölümünü
(1946’dan 1968’e) Paris’te, ardından da Polonya’da
geçiren ve 1995’te bu ülkede hayata veda eden modern
resmin büyük ismi Nejad Melih Devrim’in bu sahte
tablosu, az daha
dünya müzayede devi Sotheby’s’de satışa
çıkıyordu. Neyse ki Nejad Devrim konusunda uzman bir
isim olan Galeri Nev İstanbul’un kurucusu Haldun
Dostoğlu tarafından daha satışa çıkmadan fark edildi
ve Sotheby’s büyük bir skandaldan kurtulmuş oldu.
Hikayenin gerisini Haldun Dostoğlu’ndan dinleyelim:
“Geçenlerde Sotheby’s, satış için kendilerine teklif
edilen bir Nejad Devrim tablosunun fotoğrafını
gönderdi. Bu ilk kez olmuyor, özellikle Nejad
Devrim, Mübin Orhon ve Erol Akyavaş tablolarının
kaynağından çok emin olmazlarsa bana soruyorlar. Ben
bu ressamlarla çok sergi yaptım, kitaplarını
hazırladım. Bu nedenle bu sanatçıların yapıtlarına
dair biraz bilgim var. Gerçi bilimsel bir cevabım
olmuyor, hissiyatımla cevap veriyorum, ki hisler
insanı çok az yanıltıyor. Sözü geçen resme ilk
baktığımda, evet Nejad Devrim’e benziyordu ama bir
şey beni kuşkulandırdı. ‘Rahatsız eden neydi?’ diye
sorsanız, sadece hissiyat derim. Açtım ‘Nejad’
(Galeri Nev yayını) kitabını. Karıştırırken o
sayfaya (s 86) gelince içgüdüsel bir şekilde durdum.
Bu Nejad’ın soyut dönemi, 1950-54 arasına denk
geliyor. Tadı, dokusu. İlişki kurmaya çalışıyorum
kısaca. Bir baktım resmin üst yarısı Nejad’ın 1954
tarihli bir soyut kompozisyonuyla aynı ama yan
döndürülerek kullanılmış. Alt yarısı ise yan
sayfadaki (s 87) soyut tablonun alt yarısıyla aynı.
Yani bir resmin yanına diğer resmi yan çevirip
eklemişler. Bir ressam bunu yapar mı? Muhtemelen
kitabın bu sayfası sahtecilere kaynak teşkil etmiş
(gülüyor).”
Sahte tablonun sahibi ortada yok
Bunun üzerine Dostoğlu, sayfaların fotoğrafını
çekmiş ve iki resmin kopyalanan yerlerini
işaretleyerek Sotheby’s’e göndermiş. Sotheby’s de
tabloyu kendilerine teklif eden kişiye gönderip
resmi iade etmiş. “Önce tabloyu kimin verdiğini
söylemediler. Sonra ‘Prensip olarak isim vermiyoruz
ama bu kişi galiba mağdur. Muhtemelen onu da
kandırmışlar. Sizinle görüşebilir’ dediler. Ben de
‘Hay hay, gelsin’ dedim. Ama 10 gün oldu, gelen
giden yok” diye anlatıyor Dostoğlu.
Müzayedelerde yüksek fiyattan satıldığı için Nejad
Devrim’in sahtelerinin üretildiğini belirten
Dostoğlu, “Özellikle 50’li yıllara ait eserleri çok
para ediyor. 100-150 cm. civarında bir tablosu
ortalama 200-300 bin dolara satılıyor. 1 milyonu
geçen tabloları da oldu ama onlar çok çok büyüktü.
Nejad Devrim, yurtdışında yaşadığı için yabancılarda
da çok tablosu var. Mesela Danimarka’da çok
müzayedeye çıkıyor. Çünkü sağlığında Danimarka’da üç
sergi açmış ve üç sergideki tabloların tamamına
yakını satılmıştı. Danimarkalılar da Nejad’ın para
ettiğini anlayınca satmaya başladılar” diye
konuşuyor.

Türkiye’de sahte resmin çok yaygın olduğunu
anlatan Haldun Dostoğlu, şu sıralar tartışmaların
odağında olan yargının bu konuyla hiç
ilgilenmemesinden yakınıyor: “Herkes biliyor ki
piyasada bir sürü sahte var. Ama bu konu Türk
adliyesinin hiçbir zaman gündemine gelmedi. Sahte
resim suçundan kimse yargılanmadı. Bizim piyasada
esnaf tabir edilen birileri var. İstanbul’da
gereğinden, ihtiyaçtan fazla galeri var. Bir sürü
galeri hayatlarını nasıl sürdürüyorlar doğrusu çok
merak ediyorum. Bir galerinin hayatını nasıl
sürdürebileceğiyle ilgili 30 yıllık deneyimden sonra
üç aşağı beş yukarı biraz fikrim var. Bizlerin nasıl
zorlandığını biliyorum ama bazı galeriler nasıl
zorlanmıyor bir türlü anlayamıyorum.”
Sabri Berkel’lere dikkat!
Peki koleksiyoncular sahte tuzağına düşmemek için ne
yapmalı? “Güvenilir müzayede şirketleri veya
galerilerden satın alsınlar. Kaynağını bilmedikleri
resmi almasınlar, kuşku duydukları şeyleri bilene
sorsunlar” diyen Dostoğlu, özellikle Sabri Berkel
konusunda da koleksiyoncuları uyarıyor: “Bilmediğim
ve emin olduğum bir şey var. Piyasada birtakım Sabri
Berkel resimleri dolaşıyor. Sabri Berkel uzmanı da
doğru düzgün yok Türkiye’de. Sabri Berkel öldüğünde
her şeyini Mimar Sinan’da çalıştığı odaya
kilitlediler. Yıllarca kilitli kaldı o oda. O
eserlerin akıbetini bilmiyoruz. Sabri Berkel’i iyi
bilen bir Seyhun Topuz var, bir de Rabia Çapa.
Mesela Seyhun Hanım piyasada sahte Sabri Berkel’lere
rastladığını söylüyor.”
Birçok ressamın çok kolay taklit edilebildiğini
anlatan Dostoğlu, taklidi imkansız ressam olarak
Mehmet Güleryüz’ü örnek veriyor: “Güleryüz’den kimse
kuşku duymaz. Çünkü öyle bir boyama tekniği vardır
ki taklidi çok zor, hatta imkansızdır.”
İki sahte Nejad
Devrim daha var

Haldun Dostoğlu: “Seneler önce bana Teşvikiyeli
bir ‘esnaf’ bir tablo getirmişti. Nev’den çıkan
Nejad Devrim kataloğu ve ona bakılarak üretildiği
çok belli bir Nejad tablosu... Biraz renkleri ve
boyutuyla oynamış ama asıl kompozisyonu bu resimden
almış. Sahte diye biz bu resmi iade ettik. Bu resmin
orijinali İstanbul Modern’de duvarda asılı. Yani bu
resimden iki sahte tablo daha üretilmiş!”

Haldun Dostoğlu: “Bir başka gün ise yine bir
‘esnaf’ şöyle bir tablo getirdi. Görür görmez bir
arkadaşımın (Cemal Şener) evinde gördüğüm bir Nejad
Devrim tablosunu hatırladım. Sonra kitabı açıp
baktım ve gerçekten de ona bakılarak yapıldığını
anladım. Yapan kişi, biraz renklerini değiştirmiş,
‘Nejad’ imzasını daha kalın bir şekilde atmış, tarih
yazmamış.
Çerçeveciden sahte
Turan Erol!
İlginç bir sahtecilik olayı da yaşayan önemli
ressamlarımızdan Turan Erol’un bir tablosunda
yaşanmış. Bu sahtecilik olayı ise Turan Erol’un bir
galeride gördüğü kendi tablosunun sahte olduğundan
şüphelenmesiyle ortaya çıkmış. Tablonun sahibi ünlü
bir koleksiyoncu, resmin orijinal olduğunu iddia
ettiyse de biraz araştırınca kendi Turhan Erol
tablosunun sahte olduğunu anlamış.
Olay şöyle gelişmiş: Ünlü koleksiyoncumuz Ankara’da
açılan Turan Erol sergisinden bir tablo beğenip
satın alıyor. Sonra da Ankara’da tanıdığı bir
çerçeveciye gidiyor ve muhabbet sırasında Turan Erol
sergisinden bir tablo aldığını anlatıyor, sonra
İstanbul’a dönüyor. Bunun üzerine çerçeveci, sergiye
bir öğrenci gönderip o tablonun fotoğrafını
çektiriyor ve hemen aynısından bir sahte tablo
üretiyor. Sergi bitimine iki gün kala ise
İstanbul’daki ünlü koleksiyoncuyu arayıp “Ben yarın
İstanbul’a geliyorum, istiyorsan senin resmini de
getireyim” diyor. Koleksiyoncumuz da “Aaa çok iyi
olur. Ben hemen galeriyi arayayım, resmi sana
ulaştırsınlar” diyor. Galeri tabloyu gönderiyor,
çerçeveci ise resmi çerçevesinden çıkartıp yerine
kendi yaptırdığı sahte resmi koyuyor ve İstanbul’a
getirip ünlü koleksiyoncumuza teslim ediyor. Yıllar
sonra tablonun sahte olduğu anlaşılınca ünlü
koleksiyoncumuz tabloyu çerçeveciye iade edip
parasını geri alıyor.
Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 28.01.2014
|
YEŞİLOVA HÖYÜĞÜ ZİYARETÇİ MERKEZİ TAMAMLANIYOR

Bornova Belediyesi'nin
Singapur'da düzenlenen Dünya Mimarlık
Festivali'nde dünyanın en iyi ilk 10 projesi
arasına giren Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi
Merkezi'nin kısa süre içinde hizmete gireceği
bildirildi.
Bornova Belediyesi'nin prestij projeleri
arasında yeralan ve aldığı iki büyük ödülle daha
bitmeden Bornova'nın gururu haline gelen
Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi, yapımında
kullanılan özel malzemeler ve tekniklerle de
dikkatleri çekiyor. Bornova'nın tarihinin 8 bin
500 yıl öncesine dayandığını kanıtlayan
arkeolojik eserlerin bulunduğu Yeşilova
Höyüğü'nün yanıbaşındaki Ziyaretçi Merkezi
İzmir'in turizm potansiyeline de katkıda
bulunacak.
Singapur'da düzenlenen Dünya Mimarlık
Festivali'nde mimari kültür projesi dalında
dünyanın en iyi ilk 10 projesi arasına giren,
Türkiye'de de Tarihi Kentler Birliği'nden
“Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma ve
Uygulamalarını Özendirme Yarışması'nda proje
dalında ödül alan Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi
Merkezi, bir uçtan bir uca tam 155 metre
uzunluğunda. Bina, güneşten en üst düzeyde
yararlanmak amacıyla doğu-batı yönünde
konumlandırıldı. Güneşin etkisinin daha az
olduğu doğu yönünde bina dış yüzeyi şeffaf
polikarbon malzemeyle kaplanarak gün ışığından
daha çok yararlanılması amaçlandı. Batı yönünde
ise özellikle öğleden sonra ve akşam güneşinin
yatay ışınlarının yakıcı etkisini azaltmak için
fiber beton kaplama kullanıldı. Binanın dış
yüzeyine 3 metreye 6 metre ebatlarında 226 parça
fiber beton plaka monte edildi. Doğu yönünde ise
194 adet polikarbon plaka kullanıldı. Bu mimari
çözüm sayesinde ısıtma ve soğutmada önemli
oranda enerji tasarrufu sağlanacak.
CAM KOLON KULLANILIYOR
Toplam 4 bin 756 metrekare kapalı alana sahip olan
Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi binası tamamen
çelik kolonlar üzerinde yükseliyor. 155 metrelik
binanın tamamını 80 adet çelik kolon ayakta tutuyor.
Binanın en dikkat çekici özelliklerinden biri de cam
giydirme yapılacak olan yüksek ön cephede,
kolonların da cam malzemeden kullanılması olacak.
Cam parçalarının birleşme noktaları yine başka özel
bir cam kolonla birbirine tutturulacak. Böylece ön
cepheden bakıldığında tamamen cam bir yüzey
görülecek.
YAĞMUR SULARI TOPLANACAK
Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'nin çatı ve
bahçesindeki tüm dış yüzeyler yağmur suyunun
toplanarak depolanmasına imkan verecek şekilde
projelendirildi. Bu sayede toplanan sular
depolanarak bahçe sulamasında kullanılacak.
Diyarbakır'dan getirilen özel bazalt taşıyla
kaplanan Ziyaretçi Merkezi girişindeki amfitiyatro,
kafeterya, banklar ve çevre düzenlemesi canlılığı
sağlayacak.
SEYİR TERASI
Yeşilova Höyüğü'ndeki kazı çalışmalarını birebir
görme imkanını oluşturmak için seyir terası
düzenlemesi de yapılan Ziyaretçi Merkezi'nde
arkeologlar vatandaşlarla görsel temas halinde
olacak. 45 metrelik rampanın sonundaki seyir
terasından bütün kazı alanı tepeden görülürken,
binanın içinde kazı ekibinin çalışmalarını yaptığı
odalar da cam bölmelerden izlenebilecek. Ayrıca
seyir terasında bir meşale de bulunuyor.
HER ŞEY BİR ARADA
Mimari projesini Umut Başbuğ ile Evren Başbuğ'un
yaptığı ve yaklaşık 4 bin 756 metrekarelik kapalı
alana kurulacak Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi
Merkezi'nde, arkeoloji araştırma laboratuvarı,
eğitim alanları, kafe restoran, aktivite alanları,
ofisler, sergi alanları, konferans salonu, teknik
odalar, arkeologlar için misafirhaneler yeralacak.
Bornova Belediyesi'nin de desteğiyle Ege
Üniversitesi'nin yürüttüğü Zaman Tüneli Projesi için
de geniş bir alan bulunacak.
Projenin en önemli ve özgün özelliklerinden biri ise
uzun duvarıyla, Yeşilova Höyüğü Kazı Alanı'na
gelenleri şimdiki zamandan ayıracak olması. Bu duvar
aynı zamanda şimdiki zamanla eski zaman arasında bir
geçiş sağlayacak. Proje alanında birebir ölçülerde
bir neolitik dönem köyü de olacak. Kazı alanından
çıkarılan eserler, Arkeoloji Araştırma
Laboratuvarı'nda değerlendirilerek sergilenecek.
Zaman Tüneli Projesi olarak da adlandırılan proje
kapsamında, kazı alanına gelenler hem uygarlıkların
kurulduğu alanı ziyaret edecek hem de eserleri
çıkarıldıkları yerde görebilecek. Projenin kazı
bölgesiyle aynı alanda kurulacak olması nedeniyle
dünyada ilgili pek çok kuruluşun dikkatini çekiyor.
Bornova Belediye Başkanı Prof.Dr. Kamil Okyay
Sındır, Bornova'nın üniversitesi, sanayisi ve
kültürüyle farklı ve öncü bir ilçe olduğunu
belirterek, “İlçemizin bu niteliklerine uygun öncü
bir eser ortaya koymak için elimizden geleni yaptık.
Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'nin projesini
yarışmayla belirledik. Umut Başbuğ ile Evren
Başbuğ'un projesi yarışmayı kazandı ve uygulandı.
Yanıbaşında çıkarılan tarihi eserlerin sergilenecek
olması nedeniyle de çok özel bir proje olan Yeşilova
Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'nin izmir'in turizm
potansiyelini de artıracağına inanıyonrum” dedi.
Hürriyet, 28.01.2014
|
DİYARBAKIR SURLARI UNESCO YOLUNDA

Cumhurbaşkanı Gül'ün Cumhurbaşkanlığı himayesine
aldığı Dünya Mirası Geçici Listesinde yer alan
Diyarbakır Surları ve 700 hektarlık alanı
kaplayan 8 bin yıllık Hevsel Bahçelerinin Birleşmiş
Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu
(UNESCO) Dünya Mirası Listesine girmesi için
hazırlanan nihai dosya tamamlandı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesinde,
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi bünyesinde kurulan
Alan Yönetim Birimi ile Diyarbakır Valiliğince,
kentteki tüm kurum, kuruluş ve sivil toplum
örgütlerinin desteğiyle "Diyarbakır Kalesi ve
Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı" ismiyle
hazırlanan dosya Kültür ve Turizm Bakanlığı
aracılığıyla UNESCO'ya sunuldu.
Diyarbakır'ın simgesi olan yaklaşık 5 bin 700
metre uzunluğunda, 12 metre yüksekliğinde, 4 metre
genişliğinde üzerindeki yazıtları, burçları ve
bezemeleriyle görkemli bir açık hava müzesi
konumunda olan Diyarbakır Surlarının dünya mirası
olması için adaylık süreci resmen başladı.
Diyarbakır Kalesi ve Surları Alan Başkanı
Soyukaya, AA muhabirine, Diyarbakır Kalesi ve Hevsel
Kültürel Peyzajının UNESCO'ya aday olduğunu
belirterek, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesince
hazırlanan nihai dosyayı tamamlayarak Kültür ve
Turizm Bakanlığına teslim ettiklerini söyledi.
"UNESCO'ya adaylığımızda iddialıyız"
Soyukaya, büyükşehirlerde kentsel sit alanlarında
bu çalışmaları yasa gereği belediyelerin
yürüttüğünü, bu nedenle Diyarbakır Kalesi ve Hevsel
Kültürel Peyzajının UNESCO'ya sunulması için sürecin
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesince yürütüldüğünü
kaydetti.
Bu kapsamda bir birim oluşturularak konuyla
ilgili yerli ve yabancı uzman ve danışmanlarla
anlaşmalar yapıldığını anlatan Soyukaya, şöyle dedi:
"Danışmanlar ve bilim insanları ile kentteki tüm
kurum, kuruluş ve sivil toplum kuruluşlarının
desteğiyle Kültür ve Turizm Bakanlığının öncülüğünde
bu çalışma yapıldı. İyi bir çalışma olduğunu
düşünüyorum. Alan yönetim planı henüz
sonuçlanmadı. Bu aşamadan sonra alan yönetim planı,
danışma kurulunda tartışılacak. Diyarbakır Valiliği
başkanlığında bir heyetle çalışmaları tartışmaya
açtık. Eşgüdüm ve denetleme kurulunda bu tartışmayı
yürüteceğiz. Bu kurul tarafından alan yönetim
planının onaylanması halinde planı dosyaya eklenmek
üzere mart ayı sonun kadar UNESCO'ya ulaştıracağız."
Soyukaya, şöyle konuştu:
"UNESCO'ya adaylığımızda iddialıyız. Diyarbakır
kalesi gibi Mezopotamya'da, Akdeniz'de ve mevcut
UNESCO Kültür Mirası içinde önemli bir değer ve
dünya mirasına sahibiz. Aynı şekilde Hevsel
Bahçelerine de sahibiz. Binlerce yıldır işlevini
yitirmeden günümüze kadar ulaşmış bir kültürel
peyzajdan söz ediyoruz. Çünkü
Hevsel Bahçeleri sadece tarım değil, aynı
zamanda kentle bütünleşmiş, kentin besin ihtiyacını
yerine getirirken, somut olmayan kültürel mirasa da
kaynaklık etmiş kültürel bir alandır. Kent doğduğu
yerde 8 bin yıldır hiçbir şekilde ara vermeden
yaşamını bugüne kadar getirmişse bunda Dicle Nehri
ve Hevsel Bahçelerinin çok büyük önemi var. Bu
nedenle iki tarihi mirasımızı UNESCO'ya sunduk."
Anadolu Ajansı, Haber: Sema Kaplan, 28.01.2014
|
İLK AVRUPALILAR ESMER ÇIKTI
7 bin yıl önce
yaşamış Avrupalıların sanıldığından daha koyu tenli,
koyu renk saçlı ve mavi gözlü olduğuna işaret eden
bir genetik araştırmanın sonuçları Nature dergisinde
yayımlandı.

İspanya ’da yapılan araştırma, günümüzden 7000
yıl önce
Avrupa kıtasında yaşayan insanların nasıl bir
görünüme sahip olduklarını ortaya koydu. Buna göre o
dönemde genellikle mavi gözlü ve koyu tenli olan
Avrupalılar avcılık ve toplayıcılıkla yaşamlarını
sürdürüyordu. Barcelona Evrimsel Biyoloji Enstitüsü
tarafından yapılan araştırmalar Nature dergisinde
yayımlandı.
Araştırma ekibinden Doktor Carles Lalueza-Fox,
Avrupalıların tenlerinin renginin yıllar içerisinde
açıldığını, eski Avrupalıların koyu tenli olduğunu
söyledi. 2006'da
Kuzey İspanya’da bir mağarada bulunan
toplayıcı-avcı Avrupalı iskeletleri üzerinde çalışan
ekip, DNA’lar üzerinden eski Avrupalıların
yaşamlarına dair bulgulara ulaştı. Ekip, eski
Avrupalılara genetik olarak en çok benzeyenlerin
İsveç ve Finlandiyalılar olduğunu ortaya koydu.
Doktor Lalueza-Fox eski Avrupalıların gözlerinin
mavi olduğunun bilindiğini ancak koyu tenli ve koyu
saçlı çıkmalarının kendileri için bir sürpriz
olduğunu söyledi. Bilim insanları Avrupalıların 45
bin yıl önce
Afrika ’dan Avrupa’ya göç ettiğini düşünüyor.
Radikal, 27.01.2014
|
DÜNYANIN EN ZENGİN AMFORA MÜZESİ MERSİN'DE

Mersin'in Silifke
İlçesi'ne bağlı Taşucu
beldesinde 1997 yılında özel müze statüsüyle
kapılarını açan Arslan Eyce Taşucu Amphora Müzesi,
ticari amphoraları yok olmaktan kurtararak insanlık
tarihine önemli bir katkı sunuyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Arslan Eyce Amphora
Müzesi ve Taşucu Eğitim Doğal Hayatı Koruma Vakfı
Başkanı Arslan Eyce, Antik Dönem ticaret tarihi
hakkındaki verilerin önemli bölümünü Doğu Akdeniz'de
gerçekleştirilen arkeolojik araştırmaların
sağladığını belirtti.
2004 yılı sonunda Ege Üniversitesi'nden bir ekip
tarafından başlatılan çalışmalarda incelenen
amphoraların teşhirinin tamamlandığını bu eserler
doğrultusunda bölgenin ticaret tarihindeki yerinin
değerlendirildiği bir yayın hazırlandığını belirten
Arslan Eyce, "Müzemiz Doğu ve Batı Akdeniz
ticaretinin önemli bir döneminde yapılan zeytinyağı
ticaretinde kullanılan amphoraları bünyesinde
toplayan müzedir. Müzemizde Helenistik, Roma ve
Bizans dönemi tarihçesini bünyesinde oluşturan
müzemiz dünyadaki en kültürlü müzeden bir tanesidir.
Zeytinyağı ticaretinin başladığı MÖ 8. yüzyıldan
M.S 17. yüzyıla kadar zeytinyağı ticaretinde
kullanılan amphoralar çok kültürlü bir müze olarak
bünyesinde 33 kültürü barındırmaktadır. Yapılan
bilimsel arlaştırmalar sonucunda da dünyanın en
kültürlü Amphora müzesi bilim adamları tarafından
belgelenmiştir." dedi.
Müzede bulunan en eski amphoralar Doğu Akdeniz'de
ticari yoğunluğun arttığı MÖ 8. yüzyılda
kullanılan ve Suriye-Filistin kıyılarında üretilen
ürünlerin taşındığı silindirik gövdeli küçük
kulplara sahip formlar olduğunu belirten Eyce,
"Arkaik dönemin başından Helenistik döneme kadar
Fenike kıyılarından Akdeniz'e yoğun olarak ihraç
edilen, torpil formlu, 12-13 lt. kapasiteli küçük
amphoraların ise müzede üç tam örneği bulunmaktadır.
Bu amphoraların Mısır'da ve Doğu Akdeniz'de birçok
bölgede taklit edildikleri bilinmektedir. Zeytinyağı
ticaretinde Akdeniz pazarında kendine ait özel bir
yeri olan Kıbrıs'da üretilen amphoralar da müzeye
balıkçıların kazandırdığı önemli bir grubu
oluşturmaktadır. Aykırı formları ve yüksek
kapasiteleriyle sepet kulplu amphoralar olarak
adlandırılan Arkaik Kıbrıs amphoralarının Helenistik
dönemin başlarına kadar, formlarındaki incelmeye
rağmen asıl karakteri olan ağız kenarını aşan ve
içinden bir sopa geçirilerek taşınmasına olanak
sağlayan yüksek kulplarını korudukları
görülmektedir. Adaya has olan bu formun
Suriye-Filistin kıyılarında ve Mısır'da da
üretilmesinin yanında Kıbrıs'ın ticari pazarları
elinde tutmaya yönelik olarak dönemin popüler
formlarında amphoralar da ürettiği bilinmektedir"
diye konuştu.
Zaman, 27.01.2014
|
TÜNELİN SİMGESİ NARMANLI HAN YIKILACAK MI?
Geçtiğimiz günlerde 57 milyon dolara satılan
Tünel'in simge binalarından Narmanlı Han ile ilgili
tartışmalar bitmiyor.

Erkul Kozmetik'in sahibi Mehmet Erkul, hanın
tarihi yapısını hiçbir şekilde bozmadan restorasyon
yapacaklarını açıkladı. Cumhuriyet'te yer alan
habere göre, projenin durdurulmasını sağlayan davayı
açan dönemin İnsan Yerleşimleri Derneği Başkanı
Korhan Gümüş de, "Orayı boş bir arsa olarak
görüyorlar. Şimdi tekrar oraya inşaat yapmaya
çalışacaklar. Bu gayret her zaman olacak" dedi.
Rus elçilik binasıydı İstiklal Caddesi'nde 2 bin
642 metrekarelik yüzölçümüne sahip olan Narmanlı
Han, İtalyan mimar Giuseppe Fossati tarafından Rus
elçilik binası olarak 1843 yılında tamamlandı. 1993
yılında Narmanlı ailesine satılan tescilli bina,
mağaza, büro, konut ve sanat atölyesi olarak
kullanılmaya başladı. Uzun yıllar yaşanan sorunlar
nedeniyle atıl durumda olan Narmanlı Han'ın yüzde
15'lik hissesi, 2001 yılında restore etmek amacıyla
Yapı Kredi-Koray tarafından satın alındı. Anıtlar
Kurulu tarafından onaylanan restorasyon projesine
göre tescilli binanın üzerine üç kat eklenecekti. İç
avludaki ağaçlar kesilecek açık bahçenin üstüne
yazın açılabilir, camdan bir çatı yapılacaktı.
Restorasyon projesine tarihi yapıya zarar vereceği
için semt dernekleri tarafından dava açılmış ve
kazanılmıştı. Bunun üzerine uzun süre proje askıda
kaldı. Narmanlı Han'ın 12 varisi 2008 yılında Yapı
Kredi Koray'a dava açarak hisselerini geri almak
istedi. Aile "gayrimenkul hissesi karşılığında
inşaat yapımı ve satış vaadi sözleşmesinin feshi"
için açtığı davayı kazandı. Yapı Kredi Koray GYO
2012 yılında kararı temyiz etti.
Boş Arsa Görüyorlar
Restorasyon projesinin durdurulmasını sağlayan
davayı açan İnsan Yerleşimleri Derneği'nin o dönemki
başkanı mimar Korhan Gümüş, Gezi Parkı'na Topçu
Kışlası projesinin de mimarı olan Halil Onur'a ait
projenin tekrar gündeme gelebileceğine dikkat
çekerek "Kuruldan projeyi geçirebilirler. Bu ihtimal
dahilinde çünkü burası çok önemli bir pafta" dedi.
Şimdi buradaki karın maksimize edilmeye
çalışılacağını belirten Gümüş, "Mülkün varisleri
hisselerini devretmiş gibi gözükmüyorlar. Bu dersi
yeniden çalışmaları lazım. Artık rant kapanın elinde
kalmasın. Beyoğlu'nda böyle oldu bugüne kadar.
Siyasetçiler Narmanlı Han'ı bir pasta olarak
gördüler geçmişte. Mimarları onlar bu şekilde
yönlendirdi. Sonunda proje duvara tosladı. Şimdi
tekrar oraya inşaat yapmaya çalışacaklar" diye
konuştu. Gümüş, o dönem davayı açan sivil toplum
gruplarının tekrar harekete geçeceğini de söyledi.
aşamasında sürerken Yapı Kredi Koray GYO, Kamu
Aydınlatma Platformu'na açıklama yaparak
uyuşmazlığın çözüldüğünü duyurdu. 19 Aralık 2013
tarihli açıklamada, şirket adına kayıtlı yüzde 15
hissenin tamamının Eteksan Tekstil San. ve Tic. Ltd.
Şti. ile Erkul Kozmetik San. ve Tic. A.Ş'ye toplam 5
milyon 428 bin lira bedelle devredildiği kaydedildi.
Erkul Kozmetik'in sahibi Mehmet Erkul, Narmanlı
Han'ın mevcut hisselerini Eteksan Tekstil'in sahibi
Tekin Esen ile birlikte yarı yarıya aldıklarını
söyledi. Erkul, "Anlaşma yaparak onlardan hanı
devraldı. Tarihi yapısını hiçbir şekilde bozmadan
ufak restorasyonlar yapacağız. Aslına uygun olarak
devam edecektir" dedi.
Yapı, 27.01.2014
|
GÖLÜN ALTINDAKİ BİN 600 YILLIK BAZİLİKA İLK KEZ
GÖRÜNTÜLENDİ

Bitinya, Roma, Selçuklu ve
Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapan
İznik'in adını verdiği gölde kıyıdan yaklaşık 20
metre açıkta ve 2 metre derinlikte, erken
Hristiyanlık mimarisinin özelliklerini taşıyan,
Roma dönemine ait yaklaşık 1600 yıllık bazilika
keşfedildi.
Bursa Büyükşehir
Belediyesinin İznik'te başlattığı "Tarihi
Kültürel Mirası Tespit ve Havadan Fotoğraflama
Çalışmaları" sırasında çekilen görüntülerde
tesadüfen fark edilen bazilikanın, M.S 740
depremindeki çökmenin etkisiyle göl sularına
gömüldüğü tahmin ediliyor.
Bazilika; içi, ortadaki yüksek, yanlardakiler
daha alçak olmak üzere iki sıra sütunla üç
salona ayrılmış, dikdörtgen biçiminde büyük
kilise olarak tanımlanıyor.
Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mustafa
Şahin, yaptığı açıklamada, İznik ve çevresindeki
hava çekimlerinden elde edilen fotoğraflarda,
"Senato Sarayı" olarak tanımlanan alanın 500
metre kadar doğusunda ve göl kıyısından yaklaşık
20 metre açıkta son derece belirgin şekilde
anıtsal bir yapı kalıntısının fark edildiğini
belirtti.
Doğu-batı doğrultusunda uzanan bu yapıya ilişkin
daha sonra yine havadan detaylı görüntüleme
çalışmaları yapıldığını anlatan Şahin,
"Kalıntılar üzerinde daha sonra yapılan detaylı
görüntüleme çalışmasında, Hristiyanlık'ta
bazilika olarak adlandırılan yapı kompleksinin
su altında bulunduğunu tespit ettik. Yerinde
yaptığımız incelemelerde suyun yaklaşık 2 metre
aşağısında çökmüş şekilde bir bazilikanın olduğu
ortaya çıktı. Bu bazilika, bugüne kadar
bilinmeyen bir yapıt. Bu şekilde tesadüfen de
olsa keşfedilerek tekrar ortaya çıkarılmış oldu"
diye konuştu.
Şahin, M.S 313 yılında Roma İmparatoru
Konstantin döneminde Hristiyanlık'ın resmi din
olarak kabul edildiğini, bu tarihten sonra
Hristiyanlık'la ilgili dini yapıların inşasına
izin verildiğini hatırlatarak, ibadet yeri
olarak bazilikal planlı kiliselerin bu süreçte
ortaya çıktığını belirtti.
"1999 depreminde Gölcük'te olduğu gibi
bir çökme oldu"
Roma döneminde mahkemelerin ve pazar yerinin de
bulunduğu "bazilika" ismi verilen yapı
kompleksininin, kilise mimarisine aktarıldığını ve
erken Hristiyanlık döneminde çok büyük kiliselerin
inşa edildiğini anlatan Mustafa Şahin, şunları
kaydetti:
"Ebatlarına, ölçülerine baktığımız zaman çok büyük
bir yapının söz konusu olduğunu görüyoruz ki yapının
etrafını zaten, göl kıyısında olmuş olsa gerek bir
teras duvarı çevrelemekte. Bu tür büyük yapıları
erken Hristiyanlık döneminde inşa ettiklerini
biliyoruz. Bu nedenle bu yapının MS 4'üncü yüzyıl
civarında inşa edildiğini düşünüyoruz. Yaklaşık bin
600 yıllık bir yapı söz konusu. İznik çok ciddi
depremler geçirmiş, Bu depremlerden en büyüğü
740'larda olan deprem. Öyle tahmin ediyoruz ki; 740
depreminde bina yıkıldı ve yıkılmanın yanı sıra göl
kıyılarında da 1999 depreminde Gölcük'te olduğu gibi
bir çökme söz konusu oldu ve bu çökme neticesinde
kilise tamamen yıkılarak gölün içerisine gömüldü.
Bugüne kadar keşfedilmeyi bekliyordu."
Şahin, bazilikalarda en az üç koridorun bulunduğunu,
bunların "nef" olarak isimlendirildiğini ve
ortadakinin diğerlerine göre daha geniş olduğunu
belirterek, şöyle devam etti:
"Gördüğümüz yapı da doğu-batı istikametinde
yerleştirilmiş ve artı apsisi var ve bunlar bir
araya geldiği zaman biz burada bir kiliseden,
bazilikadan söz edebiliyoruz ki zaten bu plan daha
sonra bazilika plan olarak adlandırılıyor ve
literatüre bazilika plan olarak geçiyor. Yine hava
fotoğraflarından anladığımız kadarıyla arkada
'narteks' ismi verilen son cemaat yeri var ve daha
sonra avlu olarak adlandırabileceğimiz bir diğer
bölüm var. Apsisin hemen iki yanında köşeli odalar
ise kutsal eşyaların saklandığı yerler olarak
biliniyor. Bizdeki Kutsal Emanetler'de olduğu gibi,
bizim dinimizde de kutsal eşyalar var ve belli
günlerde onlar camilerde açılıyor, mesela Hırka-i
Şerif gibi. Benzer durum Hristiyanlık için de
geçerli."

"Burası bir su altı müzesi haline
getirilebilecek bir potansiyele sahip"
Fotoğraflarda belirgin şekilde görülen temel
duvarlarının yanı sıra binanın içinde, çok sayıda
yapı taşının gelişigüzel dağıldığına da değinen
Şahin, bunun deprem ve sonrasındaki çökme olayı
hakkında fikir verdiğini belirtti. Şahin, şöyle
dedi:
"Gelecekte burada yapılacak su altı araştırmaları,
hatta izin alınabilirse belki su altı temizlik
çalışmaları, yapıyı tamamen açığa çıkartacaktır ve
öyle tahmin ediyorum ki bu çöküntünün altında
yapının zemini, yani bu mozaik de olabilir, mermer
kaplamalarla yapılan bir zemin de olabilir. Şu an
için onu söylemek mümkün değil. Açığa çıkartılıp,
burası bir su altı müzesi haline getirilebilecek bir
potansiyele sahip."

"Alan, dalışa yasak hale getirilmeli"
Şahin, göldeki su seviyesinin iklim koşulları
nedeniyle 1-2 metre çekildiğini, ayrıca ısının
düşmesinden dolayı suda planktonlardan kaynaklanan
görüş seviyesini düşüren herhangi bir engelin
olmadığına da değinerek, bütün bunların
görüntülemeyi kolaylaştırdığını ifade etti.
Prof.Dr. Şahin, yüzyıllardır göl sularının altında
sessizce keşfedilmeyi bekleyen bazilikaya ilişkin
bilgileri en kısa zamanda yetkili mercilere
ulaştıracaklarını belirterek, kalıntıların bulunduğu
alanın dalışa yasak hale getirilmesi ve birinci
derece arkeolojik sit kapsamına alınması gerektiğini
sözlerine ekledi.
Hristiyanlık dünyasının önemli olaylarına sahne olan
İznik'te, Senato Sarayı'nda MS 325 yılında I.
Konsil, M.S 787 yılında de İznik Ayasofya
Kilisesi'nde 7. Konsil toplantıları yapılmıştı.
Hürriyet, Haber: Haluk Yüksel, 27.01.2014
******
İZNİK GÖLÜ'NDEKİ 'KAYIP KİLİSE'NİN SIR PERDESİ
ARALANIYOR
Adını, Bitinya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı
medeniyetlerine ev sahipliği yapan İznik'ten alan
gölde, kıyıdan yaklaşık 20 metre açıkta, 2 metre
derinlikte bulunan ve ilk kez görüntülenen bin 600
yıllık bazilikanın (büyük kilise) üzerindeki sır
perdesi aralanmaya başlandı.
Bölgede 740 yılında yaşanan depremdeki çökmenin
etkisiyle göl sularına gömüldüğü tahmin edilen
bazilikaya ilişkin çalışmalarını sürdüren arkeolog,
tarihçi ve sanat tarihçileri, bu anıtsal yapının,
Hristiyanlığın yasak olduğu Milano Fermanı öncesi
303 yılında Romalı askerler tarafından 16
yaşında öldürülen "Aziz Neophytos" adına 4.
yüzyılda inşa edildiği bilgisine ulaştı.
Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin,
Bursa Büyükşehir Belediyesinin İznik'te başlattığı
tarihi kültürel mirası tespit ve havadan
fotoğraflama çalışmalarında çekilen görüntülerde
tesadüfen fark edilen bazilikaya ilişkin Doğu Roma
konusunda uzman akademisyenlerle defalarca toplantı
yaptıklarını, pek çok kaynağı taradıklarını söyledi.
Aynı fakültenin Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Şahin Kılıç ve Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Emine Tok ile yaptıkları çalışmalarda
önemli bilgilere ulaştıklarını aktaran Şahin,
başından beri bazilikanın, İznik'teki Ayasofya
Kilisesi'nin planıyla benzerliğinden dolayı 4. ya da
5. yüzyılda inşa edildiğini düşündüklerini anlattı.
Şahin, "Aziz Neophyts" adına rastladıklarını dile
getirerek, "Neophytos özellikle Roma
İmparatorları Dioclasien ve Galerius dönemlerinde
Hristiyanlara karşı yasak ve cezalandırma
tedbirlerinin arttığı bir dönemde şehit edilen
azizler, dindar Hristiyanlar arasında yer almakta.
Kaynaklara göre 303'te, yani Milano Fermanı
yayımlanıp Hristiyanlığın serbest bırakılmasından 10
yıl kadar önce Romalı askerler tarafından,
Hristiyanlığa inandığı gerekçesiyle cezalandırılıp
öldürülen bir aziz" dedi.
"Bazilika, sulara gömüldükten bin 250 yıl
sonra bulundu"
Şahin, 740 depremindeki çökmenin etkisiyle göl
sularına gömüldüğünü tahmin ettikleri bazilikanın,
bundan yaklaşık bin 250 yıl sonra bulunduğuna işaret
ederek, "Kilisenin, sulara gömülmesinden yaklaşık
bin 250 yıl sonra yeniden keşfinin, azizin şehit
edildiği 21 Ocak tarihine denk gelen günlerde
tesadüfen tespit edilmesi, gayet ilginç bir nokta
olarak karşımıza çıkmaktadır" değerlendirmesinde
bulundu.
Aziz Neophytos
Erken Hristiyanlık dönemi kaynaklarına göre, Roma
İmparatorları Dioclasien ve Galerius'un buyruğuyla
Hristiyanların çektiği eziyetler, Nikaia'da (İznik)
da yarım yüzyıl sürdü ve birçok insan yaşamını
yitirdi. Bu kurbanlardan Neophytos, İznik'in ve
bölgenin ilk azizlerinden biri olarak biliniyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Haluk Yüksel, 29.01.2014
|
BAKSI MÜZESİ'NE AVRUPA'DAN ÖDÜL
Sanatçı Hüsamettin Koçan'ın doğduğu köye tek kuruş
devlet desteği almadanyaptığı Baksı Müzesi, hayatta
hiçbir şeyin imkansız olmadığını anlatan
örneklerden. "Hafif deli bir proje olduğunu kabul
ediyorum. Çünkü akıllı insanlar böyle bir şey olmaz
diyorlar" diyen Prof.Dr. Hüsamettin Koçan, SABAH
Yazarı Şelale Kadak'ın A Haber'de yayınlanan İş'te
Hayat programına konuk olarak, Baksı Müzesi'nin
Avrupa'daki ödülünü anlattı. Baksı Müzesi, 3 Aralık
2013'te Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Kültür
Komisyonu'nun oylamasında 22 ülkeden 37 müzeyi
geride bırakarak, Avrupa'nın en prestijli müze
ödülünün sahibi oldu. Koçan, ödülü almak için martta
Fransa'nın Strasbourg kentindeki törene katılacak.
Yarışmanın sembolü olan Joan Miro'nun bronz
heykelciği de 1 yıl boyunca Bayburt'ta sergilenecek.
Doğu Karadeniz'de Çoruh Vadisi'ne bakan bir tepe
üzerindeki Baksı Müzesi, çağdaş ve geleneksel
sanatları aynı çatı altında topladı. Koçan müzeyi ve
bölgedeki değişimi şöyle anlattı: "İçinde
kütüphanesi, sergi salonları olan bir konak yapmak
için yola çıktım. Bugün 50 dönüm arazide 7 bin
metrekare kapalı alanı olan, içinde 40 kişinin
ağırlandığı bir konuk evi, kadınların ehram ve kilim
dokuduğu geleneksel ve çağdaş sanat atölyeleri var.
10 bin kitaplık bir kütüphane ile 150 kişilik
konferans salonu da mevcut. Avrupa'dan ödül almak
çok büyük bir onur. Demek ki, vicdan diye bir şey
var diye düşünüyorum. Biz kural üstünden iş
yapmıyoruz, hep kuralları zorluyoruz. "'Kırsal
alanda, göç veren bir yerdeyiz oraya kimse gider mi'
dediler. Biz gittik. Bazen sanatçı dostlarım
geldiğinde orada kadınların ehram ve kilim
dokuduğunu görüp, 'Bunların müzeyle ne ilişkisi var'
diyerek eleştiriyorlar. Oysa orası bildiğimiz akıllı
müzelerden değil ki... Biz ütopya üzerinden giden
bir kurumuz. Hayatla ilgiliyiz, insanlar gülsün
istiyoruz. Kadınların dokuduğu ehramları alıyoruz.
Özlem Süer ve Arzu Kaprol'un tasarımlarıyla
pazarlıyoruz. Bölgede yaratıcı potansiyeli
mayalandırmak istiyoruz."
Baksı Müzesi Bayburt'a giden turist sayısını da
artırmış. Koçan, doğduğu köyde pansiyonculuğu da
başlatacaklarını belirterek, "Göç geri dönmeye
başladı" dedi. Koçan, haziranda büyük bir sergi
açacaklarını, köy filmi kökende birşey yapmak
istediğini, yazlık sinema açmayı düşündüğünü de
iletti.
Sabah, Haber:
Şelale Kadak, 27.01.2014
|
TATE MODERN İLERİ!
Dünyanın en çok ziyaretedilen
müzei Tate Modern için Herzog& deMeuron'un tasarımı
olan ek galeri alanlarının inşaatı oldukça hızlı
ilerliyor. Şehirle galeri arasında yeni bir bağlantı
oluşturacak ve ek galeri alanlarıyla yeni
tipolojilerde galeri formları ortaya çıkarak bu
eklenti ayrıca sosyal merkez, öğrenme alanları gibi
kapalı hacimler de sağlayacak.
Eklenti yeni alanlar eklemekle kalmıyor,
southwark'ı thames ile birleştirirken, bir pasaj
gibi çalışarak Tate'in birincil giriş kapısı olan
Riverside'dan giren ziyaretçileri türbin alanından
geçirerek yeni meydana çıkaracak ve böylelikle
binanın şehrle olan bağlantısını da güçlendirmeyi
planlıyor.
Nehir tarafından yaklaşıldığında eklentinin,
orijinal binayı gçtiği ve onun imgesiyle yarıştığı
görülebiliyor. Binayla sadece fiziksel temas
kurmakla kalmayıp, aynı zamanda malzeme ile de
gönderme yapan eklenti, delikli tuğla cephelerle
ışığı filtreleyerek içeri alıyor, geceleri parlayan
bir görüntü yaratacak.Orjinal strüktürle aynı temel
tuğlalarından kullanıldı.
Proje ayrıca değişik yeni kamusal alanlar
tanımlayacak ve bu alanlar bir sirkulasyonla bu iki
binayı devamlı bağlayacak.
İnşaatın 2016'da tamamlanması öngörülüyor.
Arkitera, Kaynak: Designboom, Derleyen: Ecem
Sarıçayır, 27.01.2014
|
EDİRNE'NİN TARİHİ CAMİLERİ MÜZAYEDEDE SATILDI

Bu ülke, tarihinin nasıl yağmalandığına çok şahit
oldu ama eminiz müzayedeye çıkarılan camileri pek
çok kişi ilk kez duyuyor. Şair ve Türk-İslam sanatı
tarihi araştırmacısı Rıfkı Melül Meriç'in
(1901-1964), 1963'te yazdığı “Edirne'nin Tarihi ve
Mimari Eserleri Hakkında” makalesi, eğer “Şehrin
Hüznü” adıyla kitaplaştırılmasaydı, Edirne'deki 120
caminin akıbetini belki de uzun bir süre daha
öğrenemeyecektik.
Rıfkı Melul Meriç, Türk Sanatı Tarihi Araştırma
ve İncelemeleri Dergisi’nin 1963 yılında yayımlanan
sayısı için bir makale yazar. 439-536 sayfa
arasında, oldukça uzun olan makalenin içeriği
Edirne’nin tarihi ve mimari eserleri hakkındadır.
Meriç, yazısında, Edirne’de 1930’lu ve 1940’lı
yıllarda satılan 120 camiyi tespit eder. Camilerin
kimini Edirne Valiliği ve Edirne Vakıflar Bölge
Müdürlüğü resmi kayıtlarından, kimini gazete
ilanlarından bulur. Meriç, iyi ki bu araştırmayı
yapmış, eğer yapmasaydı bugün Edirne’de satılan,
daha da vahimi müzayedeye çıkarılan camilerden
haberdar olmayacaktık. Bu ülke, tarihinin nasıl
yağmalandığına çok şahit oldu, ama açık artırmayla
kelepir fiyata satılan camileri pek çoğumuz yeni
öğreniyoruz.
Edirne Valiliği tarafından “Şehrin Hüznü”
adıyla geçtiğimiz ay kitaplaştırılan makalede
belirtildiğine göre 1800’lü yılların sonu, 1900’lü
yılların başında şehirde 15’i selatin, 46’sı hayır
sahipleri tarafından yaptırılan 61 cami, 164 mescit,
56 tekke ve zaviye, 49 medrese, 103 mezarlık ve
türbe, 9 imaret, 53 mektep, 4 çarşı, bedesten ve
arasta, 24 han, kervansaray, 6 harap ve eseri
kalmayan han, 16 hamam, 19 tane izi kalmamış hamam,
13 sebil, 10 havuz, 124 çeşme, 8 köprü, 8 buzhane,
16 kilise, 2 Ermeni, 2 Bulgar, 1 Katolik, 1 Frenk ve
14 sinagog bulunuyor. Ancak bahsi geçen eserler, 19.
yüzyılın ilk yarısından itibaren Rus, Bulgar ve
Yunan istilalarına maruz kalıyor, ardından 1. Dünya
Savaşı’nda harap oluyor. Daha sonra depremler ve
yangınlar geçiriyor. Bunca felakete uğrayan tarihi
eserlerin zarar görmesi elbette normal. Yapılması
gereken; tekrar ihya edilmesi. Aslında Mustafa Kemal
Atatürk, 1935’te, mebuslardan, alimlerden,
gazetecilerden oluşan bir heyeti eski eserler
hakkında konuşmak üzere İstanbul’daki Denizköşkü’ne
davet ediyor ve görüşme sonucunda eserlerin
korunması ve tamir edilmesi üzerine karar veriliyor.
Fakat Meriç’i hayrete düşüren olay, kendi ifadesiyle
şöyle: “Yaptığım araştırmalara göre son zamanlara
kadar ayakta duran ve daha uzun müddet de
durabilecek olan tarihi ve mimari eserlerimizin
cami, medrese, hamam, han, kervansaray, türbe,
çeşme, imaret gibi binalarımızın büyük bir kısmı
kendi kendilerine yıkılmamış, insan elinde bulunan
ve insan iradesiyle işleyen kör kazmanın gadrine
uğramıştır.”
MANZARAYI
BOZUYOR DİYE...
Peki bunları kim yıkıyor, satıyor? Yine Meriç’in
ifadesi ile aktaralım: “Ne faide ki, inkılapları
düşünen ve yapandan daha çok inkılapçı görünmeyi
çıkar edinen (…) iktidar mevkilerine geçmiş bulunan
nadan, cahil, mütereddi, tatlı su Türkü birçok
kimseler, yine alabildiklerine tahrip ve yok etmeye
devam ettiler, bir kısım cahil halk da taş, tuğla ve
kereste gibi ihtiyaçlarını kolayca, ucuzca ve
bedavasına temin etmek imkanını elde ettikleri için
bu vandalizme seve seve iştirak etti. Vatanın her
köşesi, eski eserler katl-i ammına mahsus birer
mezbaha oldu.”
Meriç’in ne demek istediğini, vakıf
kayıtlarından derlediği bilgi gayet güzel açıklıyor:
“Su İşleri Müdüriyeti tarafından müteahhidine ihale
olunan Bosna Köyündeki su bendi için taşa ihtiyaç
olduğu makam-ı vilayetten bildirilmiş olduğundan
Daye Hatun ve Veled-i Veliyüddin camilerinin duvar
taşları 19 Eylül 1940 tarihinde müteahhid Mehmed
Öker’e 50 liraya satılmıştır.” 17 Ağustos 1933’te
İkinci Sultan Bayezid’in zevcesi Gülbahar Hatun
tarafından yaptırılan Gülbahar Camii’nin avlu duvarı
70 liraya Çiçekçi Sezai’ye satılmış. Edirne Müşir
Dairesi (o zamanki Orduevi) yanındaki metruk Ahi
Çelebi Hamamı, manzaraya mani oluyor diye ortadan
kaldırılmak istenmiş, kazmayla yıkılamayan bina
dinamitle havaya uçurularak parçalanmış. Camilerin
minare taşları ise ayrıca satılmış, mezarlıklarla
hazirelerdeki lahit ve mezar taşlarından duvarlar
örülmüş, kaldırımlar döşenmiş. Satış kayıtlarının
bizce en acımasızı, müzayede yolu ile yani açık
artırma usulüyle yapılanlar… İşte kitaptaki pek çok
müzayede satış belgesinden biri: “Karabulut Camii:
Banisi Karabulut İbrahim Bey’dir. Kıyık’tadır. 31
Mart 1932 ve 25 Nisan 1932 tarihli 302 ve 309
numaralı kararlarla müzayedeye çıkarılan enkazı,
muhammen bedelinin yirmi lira fazlasıyla 14 Mayıs
1932’de Mustafa Efendi’ye yüz elli liraya
satılmıştır. (Karar No: 617) Arsası 78 numaralı
kararla 28 Eylül 1940’ta müzayedeye konmuştur.”
O zaman satışa çıkarılmayan; Selimiye, Üç
Şerefeli Camii, Eski Muradiye, Darül Hadis ve
Şifahane camileri bugün Edirne’nin sembolü olan
eserler. Satılan 120 camiden ise sadece ikisi
ayakta; Lari Cami nasıl olduysa yıkılmamış ve
ibadete açık. Hasan Sezai Camii’ni ise Edirne
Valiliği restore ediyor. Arzu edilen, devlet
yardımıyla diğer 118 caminin de ihya edilmesi.
Şehrin Hüznü, ibretlik bir yayın olarak tarihteki
yerini aldı. İnşallah bu ve benzeri araştırmalar,
bugün yapılan tarihi katliamlar için bir ihtar olur.
Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 27.01.2014
|
OKULDA VAJİNA GRAFFİTİSİ OLUR MU?

İsveç'in Nyköping kasabasındaki Tessin
Lisesi'nin duvarında yer alan vajina şeklindeki
grafitti, ülke çapında tartışma yarattı.
Göteborglu sanatçı Carolina Falkholt’un duvar
resmi aslında belediyenin siparişi üzerine geçen
sonbaharda yapıldı. Ancak daha sonra Nyköping
Belediyesi Çocuk,
Genç ve Kültür İşleri Ofisi, ‘çocuklar için
uygunsuz’ olduğu gerekçesiyle yerel yetkililerin
‘graffitinin silinmesine’ karar verildiğini
açıkladı.
Bu karar, sansür tartışmalarını beraberinde
getirirken, Tessin Lisesi Müdürü Harke Steenbergen
ise grafitinin silinmemesi gerektiği çıkış yaptı.
‘Duvar resmini ve mesajını şahsi olarak beğendiğini’
ifade eden Steenbergen, “Okulumuzda sanatsal
çalışmalar olmasının pek çok pedagojik fayda
görüyorum” dedi.
Nyköping Kültür Komitesi Başkan Yardımcısı olan Sol
Partili Conny Jakobsson da, Steenbergen’e destek
açıkladı. Jakobsson, sansür fikrinden hoşlanmadığını
vurgulayıp “Bu graffittiye sadece
kadın cinsel organını betimlediği gerekçesiyle
sansür uygulamamız mı gerekiyor? Belki de
öğrenciler,
eğitim gördükleri okulun böyle bir şeye cesaret
etmesinin çok havalı olduğunu düşünüyordur” dedi.
Son olarak ise Nyköping Belediyesi hafta sonunda
‘graffitinin silinmesi’ kararından vazgeçti.
Yetkililer, ‘öncelikle duvar resminin bir lisede
bulunmasının uygun olup olmadığı konusunda
müzakereler yapılmasını istediklerini’ açıkladı.
Radikal, 27.01.2014
|
TEKİRDAĞ'DA 4. YÜZYILA AİT KİLOMETRE TAŞI BULUNDU

Tekirdağ’da 4. yüzyıl Roma dönemine ait kilometre
sınır taşı bulundu.
Taşın, Roma İmparatoru Diocletianus döneminde
kişilerin mülklerini belirlemek amacıyla İmparator
adına sınırların belirlenmesi amacıyla konduğu
tahmin ediliyor.
Edinilen bilgiye göre, Tekirdağ Süleymanpaşa
Merkez İlçesi'nde gazete sahibi Fatih Erge ve Atılgan
Alkıran, manzara fotoğrafı çekmek amacıyla Tekirdağ
Naip Köyü etrafına gezintiye çıktı. İki arkadaş bir
süre Tekirdağ Naip Köyü güney cephesinde manzara
fotoğrafı çekmeye başladılar. Çektikleri
fotoğrafları incelediklerinde bir taşın üzerinde
yazı olduğunu fark ettiler.
Fatih Erge ve Atılgan Alkıran taşın tarihi eser
olduğunu fark edince Tekirdağ eski Müze Müdür Mehmet
Akif Işıl’a haber verdi. Taşın bulunduğu yere giden
eski Müze Müdür Mehmet Akif Işıl ve Trakya
bölgesinde konu ile ilgili doktora tezi yapan Dr.
Mustafa Sayar taşı inceleyerek 4. yüzyıla ait yıllık
kilometre sınır taşını olduğunu tespit etti.
Eski Müze Müdür Mehmet Akif Işıl, taş üstündeki
yazıların Diocletianus döneminde yazılmış kadastro
taşı olduğunu belirtti. Eski Müze Müdür Mehmet Akif
Işıl, “Fatih Erge beni telefon ile aradı. Fotoğraf
çektikleri sırada yazılı bir taş olduğunu bulduğunu
söyledi. Yazılı taşın hangi döneme ait olduğunu ve
bizden bilgi istedi. Söz konusu yazılı taş olunca,
taşlarla ilgili Trakya bölgesinde araştırma yapan ve
Trakya bölgesinde perintos yazıtları ile ilgili
doktora tezi yapan Dr. Mustafa Sayar’a haber verdik.
Taşın bulunduğu bölgeye gittik. Taşın üzerindeki
yazıları okuduğumuzda, taşın imparator Diocletianus
döneminde kadastro taşı olduğunu ve bölgede yine
Diocletianus dönemine ait bunun gibi taşlar
bulunduğunu belirttik. Benim müze müdürlüğü yaptığım
dönemde Şarköy’de 2 tane aynı taşlardan bulunmuştu.
Roma dönemi 4. yüzyıla ait kilometre taşları vardı.
Demek ki Diocletianus döneminde kadastro taşları
kişilerin mülklerini belirlemek amacıyla İmparator
adına konup sınırlar belirleniyordu. Şuanda taş Naip
Köyü Muhtarına teslim edilmiş durumda. Taş uygun bir
zamanda Tekirdağ Müzesine teslim edilecek” şeklinde
konuştu.
haberler.com, 26.01.2014
|
TARİHİ YETİMHANE DOĞA VAKFI OLACAK!

Büyükada’daki tarihi Rum Yetimhanesi’nin
dinlerarası diyalog merkezi ve çevre vakfı olarak
hizmet vermesi için restore edileceği belirtildi.
Fener-Rum Patrikhanesi Ruhani Lideri Patrik
Bartholomeos’a geçtiğimiz günlerde Boğaziçi
Üniversitesi tarafından çevre konularındaki
duyarlılığı ve çalışmaları nedeniyle fahri doktora
unvanı verildi. Fener Rum Patrikhanesi Basın Sözcüsü
Peder Dositheos Anağnostopulos konuyla ilgili
VATAN’a özel açıklamalarda bulundu: “Büyükada Rum
Yetimhanesi için düşünülen iki proje var. 2009
yılında Başbakan Erdoğan, Büyükada’da tüm dinlerin
temsilcilerine öğle yemeği vermiş, Patrik
Hazretleri’ne Rum Yetimhanesi’ni görmek istediğini
söylemişti. Patriğin yanında bulunuyordum. Heyetle
birlikte binaya gittik ama gezemedik. Çünkü tarihi
yetimhane harabe halinde. İçine girmek çok
tehlikeli. Patrik Hazretleri Başbakan’a Büyükada’da
bulunan ve Avrupa’nın en eski, ihtişamlı ahşap
yapası olarak kabul edilen Rum Yetimhanesi
bünyesinde çevre vakfı ve dinlerarası diyalog
merkezi kurmayı amaçladıklarını söyledi. Bu iki
proje için 2010 yılında çalışma başlattık.
Restorasyon için 50 milyon liralık bir bütçe
gerektiği telaffuz ediliyor. Yurt içi ve yurt
dışından varlıklı insanlar konuyla ilgili
bilgilendirildi. Yetimhanenin sadece Ortodoks alemi
için değil tüm insanlık adına kullanılması
isteniyor.”
Vatan, Haber: Mert İnan, 26.01.2014
|
BAŞBAKAN 'YIKILSIN' DEDİ, BELEDİYE 'YAPILSIN' DİYOR
İstanbul’un silüetini bozduğu için Başbakan
Erdoğan’ın da tepkisini çeken ‘OnaltıDokuz’
projesinin ruhsat ve imar planını iptal eden
İstanbul’un silüetini bozduğu için Başbakan
Erdoğan’ın da tepkisini çeken ‘OnaltıDokuz’
projesinin ruhsat ve imar planını iptal eden mahkeme
kararına İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin itiraz
ettiği ortaya çıktı.

Zeytinburnu’nda hayata geçirilen ancak Tarih
Yarımada’nın silüet görüntüsünü bozduğu gerekçesiyle
tepki toplayan “OnaltıDokuz” projesi için iptal
kararı çıkmıştı. Projenin iptali için mayıs ayında
İstanbul 4. Asliye Mahkemesi’ne açılan davanın
ardından aynı mahkeme aralıkta verdiği kararla
silüete zarar veren katların tıraşlanması için karar
aldı.
40 metreye tıraş kararı
Buna göre 85 metre yüksekliğindeki binaların
tıraşlanarak 45 metreye düşürülmesi gerekiyordu.
Ancak bu gelişmeler yaşanırken yıkım kararına temel
olan imar planı ile ruhsatın iptal kararına karşı
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB)
mahkemeye itirazda bulunduğu ortaya çıktı.
‘Askıda itiraz edilmeliydi’
Vatan
Gazetesi'nin haberine göre, İBB’nin yaptığı itirazda
3 noktaya dikkat çekildi. İtiraz dilekçesinde ilk
olarak zaman imar planı askıya çıkarıldıktan sonra
60 gün içinde itiraz hakkı bulunduğu, ancak bu
sürede hiçbir itiraz gelmediği vurgulandı.
Davacının bu sürede itiraz etmediği için de dava
açma hakkı olmadığı söylendi. ‘Davacının ehliyeti
yok’ İkinci olarak davayı açan kişinin, dava açma
ehliyeti olmadığı iddia edildi. Yapılan açıklamada
hukuki olarak davacının meşru menfaati olması
gerektiğine dikkat çekildi ve davacı davayı hemşehri
sıfatıyla açtığı belirtildi.
‘Hukuka aykırı değil’
Son olarak da davacının herhangi bir menfaatinin
ihlal edilmediğinin altı çizilirken, itiraz
dilekçesinde yapılan plan tadilatının hukuka aykırı
olamadığı, 1/100.000 ölçekli planlara uygun hareket
edildiğine vurgu yapıldı.
Erdoğan Böyle Demişti: ‘Sahibiyle
konuşmuyorum’
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, projeyi sert dille eleştirmişti.
Hatta bu projeyle ilgili sahibini uyardığını da şu
sözlerle açıklamıştı: “Benim her yapılandan haberim
olması mümkün değil. Bir bakıyorum bina yükselmiş.
Benim gözüm kulağım olun, belediye başkanlarını ve
beni uyarın. Zeytinburnu’nda tartışma konusu olan o
binaların sahibiyle konuştum. Tıraşlayın dedim,
özellikle rica ettim. Çok da yakından tanıdığım
biri. Yapacaklarını beklerken, hiçbir şey
yapmadılar. O nedenle çok kırıldım, 5 yıldır
konuşmuyorum.”
Milliyet, 26.01.2014
|
HALET ÇAMBEL'İ MUTFAK TARİHÇİLERİ DE MİNNETLE ANACAK

Antik
çağda da lokantalar var mıydı; ziyafet-şölen yapılır
mıydı? Bunlar tarihçilerin en sık karşılaştığı
sorulardandır. Artık biliyoruz: MÖ 1. binyılın
ikinci yarısından itibaren, gidilip gelinen yol
üzerleri hanlar ile desteklenmiş; kentlerin
sokakları birbirinden farklı hizmet veren çok sayıda
dükkan ve yeme-içme mekanı ile donatılmıştı. Başka
kentlerden gelen tüccar ve gezginlerin uğrak yeri
haline gelen hanlar ve lokantalar, eğlence
ihtiyacını da fark edip karşılamaya başlayınca,
kentin nabzının attığı mekanlara dönüşmüş. MÖ 5.
yüzyılda, özellikle deniz aşırı ticari cazibeleri
yüksek olan liman kentlerinde, çok sayıda han ve
benzeri hizmet veren işletme açılmaya başlamış.
Geçtiğimiz hafta toprağa verdiğimiz değerli
Arkeolog Halet Çambel’in kendi mesleğinde
tartışmasız çok özel bir yeri vardır. Çalışmaları
yalnızca Türkiye ile sınırlı kalmamış, Avrupa ve
Amerika’daki bilim çevrelerinde de büyük kabul
görmüştür. Kurduğu ‘Prehistorya Kürsüsü’ ve
laboratuvarı, Karatepe’de eşi Nail Çakırhan ile
birlikte oluşturduğu türünün ilk ‘Açık Hava Müzesi’,
ileriye yönelik günümüz Türk arkeolojisinin önemli
köşe taşlarını oluşturmuştur.
Öte yandan Halet Çambel’i mutfak tarihçileri de
minnetle anacaklardır. Adana-Osmaniye yakınlarındaki
geç Hitit yerleşimi olan Karatepe-Aslantaş’ta
buldukları ‘Kralın Yemek Şöleni’ adlı kabartma,
sadece Anadolu’nun değil tüm dünyanın mutfak kültürü
açısından önemli bir gelişme olarak kabul
edilmektedir. Karatepe-Aslantaş MÖ 8. yüzyılda,
yani ‘Geç Hitit Çağı’nda, kendisini o toprakların
hükümdarı olarak tanıtan Asatiwata tarafından,
kuzeydeki vahşi kavimlere karşı bir sınır kalesi
olarak kurulmuş ve Asativadaya diye isimlendirilmiş.
Kalenin batısında bir kervan yolu, doğusunda Ceyhan
Irmağı (bugün Aslantaş baraj gölü) yer alır. Malum,
yemeğin tarihi kısaca insanlığın da tarihi demektir.
Hititler de, dünyada ‘devlet’ olarak
tanımlayabileceğimiz ilk topluluktur. Dolaysıyla
kent devletçikleri yoktur, aşiret gruplarından da
söz edilemez. Üstelik Hititler, Orta Anadolu’nun
yanı sıra Kafkasya’dan Batı Anadolu’ya,
Karadeniz’den Mısır’a kadar izlerini takip
edebildiğimiz bir mutfak kültürü de yaratmışlardır.
Yani mutfak, hayatın tam da merkezindedir. Hatta,
Boğazköy’deki Hitit kralının oğluna vasiyet olarak,
“Sen önce ekmeğini yiyeceksin, suyunu da içeceksin.”
yazan bir tablet bıraktığını biliyoruz.
Bugün gezmek isterseniz ‘Geç Hitit Yurdu’ olan
Karatepe-Aslantaş, yüksek kulelerle donatılmıştır ve
T biçimli anıtsal iki kapı ile kale içine açılır.
Hemen girişte de meşhur “Kralın Yemek Şöleni”
kabartması yer alır. Halet Çambel, kazılarda bulduğu
bu kabartmayı şöyle tanımlamıştır:
Üstteki Sahne: Kral sol elinde bir köfte tutarken,
sağ eliyle geniş bir kap içindeki pidelerden birini
almaktadır. Kabın içinde üç köfte daha durmakta… İki
uşak da uçuşan sinekleri kovmak ve serin hava
sağlamak için yelpaze sallıyor. Daha solda ise
uşaklar krala yiyecek içecek getirmekteler. Kızarmış
tavşan, et, meyve ve içki...
Alttaki Sahne: Uşaklar şölen için bir öküz ve kuzu
getiriyorlar. Çalgıcılar müzik yapıyor. Burada
görülen lir, en eski lir biçimine benzemektedir.
Kralın yemek masasının altında da, bir maymunu ve
bir tavşanı gagalayan yırtıcı kuşları görülüyor.
Halet Hanım, sadece geç Hititler’e değil,
prehistoryaya yani tarih öncesine de büyük hizmetler
vermiş, insanlık tarihinin karanlık sayfalarının
aydınlatılmasında öncelikli rol oynamış bir bilim
insanıydı. Zengin coğrafyamızın mutfak kültürüne de
hizmeti büyüktü, hep saygı ile anacağız kendisini…
Akşam, Yazı: Nedim Atilla, 26.01.2014
|
AKM'NİN HİKAYESİ, ÜLKEYİ YÖNETENLERİN HALET-İ
RUHİYESİDİR

Atatürk
Kültür Merkezi... Kısa adıyla
AKM.
Temeli 1946'da
atılmıştı ama kaynak sıkıntısı nedeniyle
bitirilemeyince, 1953'te Bayındırlık Bakanlığı'na
devredilmişti. Mimar Hayati Tabanlıoğlu'nun
projesiyle yapımına devam edilen merkez 1969'da
kültür ve sanat gösteri merkezi
olarak hizmete girmişti.
Türk besteci Ferit
Tüzün'ün "Çeşmebaşı Balesi"nin gösterimi ve İtalyan
besteci Giuseppe Verdi'nin "Aida" operasının
temsiliyle açılmıştı.
1970 yılında bir
yangın atlattı.
Yangından sonra
Tabanlıoğlu'nun tadilatıyla yeniden açılmıştı
Cumhuriyet döneminin simgesi olarak bilinen yapı.
İçinde
Devlet Tiyatrosu, Opera ve Balesi, Senfoni
Orkestrası'nı barındırıyordu; onlarca
sanatçı ve binlerce tiyatro, opera seyircisi, müzik
dinleyicisi sanatsever...
Bir sanat merkezi,
sanatın merkeziydi İstanbul'un göbeğinde.
Ama bir zamanlar.
* * *
İlk olarak eski
kültür bakanlarından Atilla Koç AKM'nin ekonomik
ömrünü tamamladığını, yıkılıp yerine başka bir
kültür-sanat merkezi yapılacağını söylemişti.
2007'de
2010
Avrupa Kültür Başkenti tasarısı kapsamında
yıkılmasına karar verilen yapı, yine aynı yıl
İstanbul 2 No'lu Koruma Kurulu tarafından
"birinci grup kültür varlığı" olarak
tescillendi.
Bu dönemde tadilat
için AKM'nin kapasına kilit vuruldu.
Tiyatro, opera ve
senfoninin çilesi başlıyordu...
17 Ekim 2008'de bir
protokol imzalandı. Turizm Bakanlığı'nın bu protokol
ile tadilat işlemini Tabanlıoğlu Mimarlığa verdiği
öğrenildi.
14 ay kapalı kalan
AKM'de o süreçte ne olduğu anlaşılamadı. Ters giden
bir şeyler vardı.
Yaygın kanı tadilata
alınmasının yıkılması için bir maske olduğuydu.
Örneğin 2010 Avrupa
Kültür Başkenti Ajansı (AKB) tanıtım reklamlarında
İstanbul'un tarihi yerlerini değiştirerek sunmuş,
Galata Kulesi'ni Kız Kulesi'nin, Haydarpaşa'yı da
AKM'nin yerine koyuvermişti.
Yıkılacağı
konusundaki endişeler daha da arttı bununla.
Tarihi yapı için
mimarlar, sanatçılar, sanatseverler seferber oldu:
"AKM yıkılmasın" dediler.
Kültür Sanat ve
Turizm Emekçileri Sendikası'na (Kültür Sanat Sen)
göre tadilat için yapılan projeler yapının özüne
aykırıydı. Konuyu yargıya taşıdı. Gerekçe yapının
ticari bir alan haline dönüştürülecek, ön cepheye
dijital reklam yapılacak, bale salonunun restoran
haline getirilecek olması idi.
Kültür-Sanat Sen,
Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine açtığı davayı
Ekim 2009'da kazandı.
Kültür Bakanlığı ve
2010 AKB'nin itirazı üzerine Yargıtay'a giden karar
16 Aralık 2009'da onandı.
Yıkılacağı veya
özüne aykırı onarılacağı konusundaki endişeler son
bulmuştu.
Bulmuştu ama AKM'nin
yılan hikayesine dönen öyküsü bir roman halini
alıyordu.
20 Aralık 2009'da bu
kez Mimarlar Odası, Kültür Bakanlığı, 2010 AKB
Ajansı ve AKM yetkilileri ile Mimar Murat
Tabanlıoğlu arasında başka bir protokol imzalandı.
Uzlaşıldı sanıldı.
Zira buna göre 2
No'lu Koruma Kurulu kararları doğrultusunda revize
edilecek projeler ile AKM
en geç altı aya
tadilatı tamamlanmış halde teslim
edilecekti.
* * *
Sonra mı?
Sonrasını eski
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'dan dinleyelim:
"AKM ise geçen
dönem gene bir yargı kararıyla durmuştu. Orayı
yargıya dokunmayacak bir biçimde bir iyileştirme
projesiyle birleştirip tekrar açmak için daha sonra
yeterli kaynağı bulamadık, ajanstan böyle destek
alamadık. Şimdi ajans serüveni de bitti."
Günay'ın bu
açıklamasından sonra Uluslararası Tiyatro
Eleştirmenleri Birliği Türkiye Merkezi Başkanı Üstün
Akmen, Koruma Kurulu'nun, 31 Aralık 2009 tarihinde
AKM'nin mevcut haliyle onarımı yolunda aldığı karara
AKB Ajansı tarafından uyulmadığını ve
Ajansın AKM için ayrılan 75 milyonluk bütçeyi
Bakanlığa aktarmadığını söyleyecek ve suç
duyurusunda bulunacaktı.
Hikaye uzun...
Diğer yandan da
aranan sponsor bulunmuştu:
Sabancı Holding.
Sabancı Holding 30
bin liraya sponsor olacaktı AKM'ye, ancak büyük
salona "Sabancı Salonu" adı verilmesi karşılığında.
Eyvallah denildi,
protokol imzalandı Şubat 2012'de.
İhale açıldı yine.
İhaleyi 70 milyon lira teklifle Yeni Yapı-Taca
Ortaklığı aldı. 16 Mayıs 2012'de çalışmaların
başladığı duyuruldu.
AKM 29 Ekim 2013'te
açılacaktı.
* * *
2013 Haziran'ında
Gezi Parkı eylemleri başlamıştı.
Taksim yayalaştırma
projeleri, Topçu Kışlası'nın ne olacağı gündemdeydi.
Gezi Parkı
protestosuyla AKM'nin akıbetini de öğrenmiştik.
Meğer AKM restore
edilmeyip yıkılacakmış.
Şu sözler Başbakan
Erdoğan'ın:
"AKM inşallah yıkılacak.
Muhteşem bir opera olarak kültür merkezi yapacağız.
Evet cami de yapacağız. Ben bunun iznini gidip de
birkaç çapulcudan alacak değilim."
"Hoppalaaa. Bu
perhiz bu ne lahana turşusu" demek geldi mi
içinizden bilmem ama şu bir gerçekti ki 2008'de
kapısına kilit vurulan AKM artık yoktu.
AKM'nin
tescillenmesi kararında imzası olan Prof. Mete
Tapan, Erdoğan'ın bu sözlerinin şöyle
değerlendirecekti:
"AKM mimarlık ve
sanat tarihi açısından çok önemli olmamakla
birlikte, kentin belleğini taşıyan bir simge yapı.
Bu açıdan 1. grupta olmasını önerdik. "1. Grup
tescilli bir bina yıkılamaz. Neden böyle söyledi
anlamadım."
Erdoğan'ın
yıkılacağını söylemesinin ardından Kültür ve Turizm
Bakanı Ömer Çelik ise 2014 yılı içinde AKM'nin
açılacağını söyledi.
Ama öncesinde,
tadilatı yapan firmaya Kültür Bakanlığı'ndan giden
yazıda tadilatın ikinci bir emre kadar durdurulduğu
bildiriliyordu.
Zaten Bakan Çelik
son açıklamasında da bu kez, yıkılacağını söyledi.
AKM'nin hikayesi
ülkeyi yönetenlerin halet-i ruhiyesidir.
* * *
Üç bakan değişti!..
Önce AKM'nin
yıkılacağı söylendi.
Sonra sözde tadilat
için ihaleler açıldı, projeler yapıldı.
Tadilatın başladığı
söylendi.
2010 AKB Ajansı'nın
ayırdığı 75 milyonluk bütçe bakanlığa aktarılmadı.
Bu paranın ne olduğu
sorgulanmadı!
Eski Bakan Günay
tarafından kaynak olmadığı, eğer sponsor bulunursa
açılacağı söylendi.
Sabancı, salona
adının verilmesi şartıyla sponsor oldu.
Tadilat çalışmaları
başladı sandık ki...
Başbakan Erdoğan
yıkılacağını söyledi.
Ardından Bakan Çelik
ise önce 2014 içinde açılacağını sonra da
yıkılacağını söyledi.
Sanatın merkezi AKM
sonunda polislerin karargah merkezi oldu.
Bu ülkede maalesef
ki sanata verilen değer işte bu.
Herhalde ancak
Türkiye gibi bir ülkede bir sanat merkezi polisin
karargah merkezi olurdu.
Tebrikler...
İşte AKM'nin son
hali:
 
 
 
Radikal Blog, Yazı: Sercan Engerek, 26.01.2014
|
SULUKULE, TARLABAŞI, FENER, BALAT'TA SON DURUM
Tarih Vakfı'nın Galata Rum Okulu'nda düzenlediği
“Yine, Yeni: Dünya Kenti İstanbul” sergisi
kapsamında gerçekleştirilen “Kente Dair Konuşmalar”
dizisinin ilk paneli “İstanbul'un Tarihi
Alanlarında Dönüşüm Riskleri ve Karşı Mücadeleler”
oldu.
Dün yapılan panelde, Sulukule, Tarlabaşı,
Fener-Balat-Ayvansaray özelinde kentte planlanan
dönüşümler, bunlara karşı verilmekte olan
mücadeleler ve gelinen süreç aktarıldı.
Eski sokaklar yok oldu
Sulukule Platformu'nda
Derya Nukhet Özer,
Erdoğan Bayraktar'ın dile getirdiği kentsel dönüşüm
alanlarının birer siyasal dönüşüm alanı olduğunu
vurgulayarak, projelerin bu amaç güdülerek
yapıldığını belirtti. Sulukule'ye uygulanan proje
ile buranın tüm tarihi ve sosyal dokusunun
kaybolduğunu dile getiren Özer, “Proje ile birlikte
sokaklar da yok oldu, tek bir ağaç kalmadı” dedi.
Hukuk karar verdiğinde Sulukule yoktu
Somut Miras-Soyut Miras meselesine de değinen
Özer, Sulukule'nin fiziki çevresinin oradaki müzik
ve dansla ne kadar içiçe olduğunu aktardı. Evleri
yıkılan Sulukuleler'in “biz apartman istemiyoruz,
biz müzik yapıyoruz” sözlerini hatırlattı. Hukuki
sürecin yanlış ve tehlikeli bir biçimde
işletildiğini söyleyen Özer “projenin kamu yararına
olmadığı gerekçesiyle uygun bulunmadığı kararı
çıktığında yüzde 99'u bitmişti” dedi.
Tarlabaşı'na otel ve ticaret merkezleri
Tarlabaşı Mülk Sahipleri ve Kiracıları
Kalkındırma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği Başkanı
Ahmet Gün, Tarlabaşı'nda tapusuz
mülk olmadığını vurgulayarak proje ile birlikte mülk
sahiplerine eski evlerinden çok daha küçük ve uzak
yerlerde evler teklif edildiğini anlattı. Tarlabaşı
Bulvarı'na yakın olan apartmanların proje ile
birlikte otel ve ticaret merkezlerine
dönüştürülmekte olduğunu aktaran Gün, hiçbir
kiracıya yardım edilmediğini belirtti.
Tarlabaşı'ndaki halkın asgari zararla bu dönüşümü
atlatması için savaş verdiklerini söyleyen Gün,
açılan davanın henüz Danıştay'da olduğunu
hatırlattı.
Neo-liberal kent politikaları ve rant
Fener-Balat-Ayvansaray Mülk Sahiplerinin ve
Kiracılarının Haklarını Koruma Sosyal Yardımlaşma
Derneği (FEBAYDER) sözcüsü
Çiğdem Şahin,
kamusal alanın özelleştirilmesiyle sermaye
birkiminin kent talanına geçtiğini, neo-liberal kent
politikaları ile kontrolsüz bir şekilde kentin
yağmalandığını anlatarak başladı konuşmasına.
Proje iptal davası kazanıldı
Fener-Balat bölgesine yapılan projenin hikayesini
aktaran Şahin, “proje ile birlikte evlemizin yüzde
58'inin Çalık Holding'e ait olduğunu öğrendik” dedi.
Mücadele sonucu proje iptal davasını kazandıklarını
açıkladı. Bakanlar Kurulu kararı durmadığı sürece
Fener-Balat yenileştirme projelerinden korktuklarını
da belirten Şahin, “İhtiyacımız olan Gezi
sürecindeki gibi topyekün itiraz" dedi.
Tarih Vakfı
Kente Dair Konuşmalar'ına
1 Şubat Cumartesi günü “Kentsel Dönüşümden Toplumsal
Dönüşüme: Ayazma, Fikirtepe vd. Örnekler” paneliyle
devam edecek. 14.00'da başlayacak panel, tıpkı ilki
gibi yine sergi kapsamında, Galata Rum Okulu'nda
gerçekleşecek.
Bianet, Haber: Pınar Çalışkan, 26.01.2014
|
RESTORASYON DENDİ GÖKDELEN ÇIKTI
Baruthane
binalarının bulunduğu TOKİ'ye ait arazinin ihalesine
yolsuzluk soruşturmasında adı geçen Osman Ağca'nın
hissedarı olduğu Çelebican A.Ş.'nin tek başına
katıldığı ortaya çıktı. Arazi, 'restorasyon' diye
ihale edilirken, projenin altından 80 metrelik
kuleler çıktı.

Ataköy sahilinde Koruma Kurulu onayı olmadan
yapılaşma izni verildiği ortaya çıkan tescilli
Baruthane binalarının bulunduğu araziyi 49 yıllığına
kiralayan Çelebican A.Ş.'nin ihale için kurulduğu ve
ihaleye katılan tek şirket olduğu ortaya çıktı.
Tarihi Baruthane binaları, İskender Çelebi ihata
duvarı ve anıt ağaçların bulunduğu araziye 1 No'lu
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun onayı
olmadan inşaat izni verildiği basında yer almıştı.
Yolsuzluk soruşturmasında Blumar projesi için
'camide rüşvet' iddialarıyla gündeme gelen arazi
TOKİ tarafından yıllık 6 milyon TL'ye Çelebican
A.Ş.'ye 12 Temmuz 2010 tarihinde kiralandı.
Ticaret sicil gazetesi kayıtlarına göre; ihaleyi alan Çelebican A.Ş. ihale tarihinden hemen önce 30 Haziran 2010'da kuruldu. Çelebican A.Ş.'nin hissedarları arasında yolsuzluk soruşturmasında adı geçen isimlerden Yorum İnşaat'ın sahibi Osman Ağca ve E.E.A. da bulunuyor. Şirket hisselerinin yarısı ise, aynı zamanda şirketin yönetim kurulu başkanlığını yapan Medical Park'ın sahiplerinden Muharrem Usta'nın sahibi olduğu F.O.M Grup Mimarlık A.Ş.'ye ait.
RESTORE ET, İŞLET
TOKİ, Baruthane yapılarının bulunduğu araziyi 12
Temmuz 2010'da 'restore et, işlet' modeliyle
kiralamak için ihaleye çıktı. Bakırköy-Zeytinlik'te
546 ada 160 parselde bulunan arazi, 59 bin 800
metrekare turizm ve rekreasyon alanı, taşınmaz
üzerinde bulunan tarihi Baruthane yapılarının aslına
uygun olarak restorasyonu ve anıt ağaçların
korunması şartıyla yıllık 6 milyon TL muhammen bedel
üzerinden 49 yıllığına kiralanacağı duyuruldu.
Arazi, ihaleye katılan tek firma olan Çelebican
A.Ş.'ye kaldı.
7 No'lu Koruma Kurulu, 14 Mart 2009'daki kararında
tescilli Baruthane yapılarının bir bütün olarak
korunmasına karar vermişti. 1 No'lu Koruma Kurulu
ise 26 Temmuz 2012 tarihinde Osmanlı Dönemi İskender
Çelebi Bahçesi ve İhata Duvarları ile bunların
çevrelediği alanda bulunan Baruthane Yapılar
Topluluğu'nun restorasyon projesini onayladı. Kurul
kararında, “160 parselde yer alan Baruthane Yapılar
topluluğuna ilişkin olarak Kurula sunulan
restorasyon projesinin uygun olduğuna, parselde
bulunan tescilli 57 no'lu ağaçla ilgili olarak
Tabiat Varlıklarını Koruma Komisyonu'nun görüşünün
alınması gerektiğine, uygulamanın müellif
sorumluluğunda ilgili idare denetiminde yapılmasına”
karar verildi.
80 METRE KULELER
Koruma Kurulu'nun arazide yapılaşma için herhangi
bir onayı olmamasına rağmen, mimari proje Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanlığı ve Bakırköy Belediyesi tarafından
onaylandı. Bakırköy Belediyesi, Çelebican A.Ş.
tarafından inşa edilmesi planlanan proje için 12
Mart 2013'te yedi ayrı yapı ruhsatı verdi. Verilen
ruhsata göre belediye, 213.303 metrekare inşaat
alanı onayladı. Verilen inşaat iznine göre; araziye
80 metre yüksekliğinde 4 kule, 40 metre, 25 metre ve
19 metre yüksekliklerinde toplam yedi beton blok
için inşaat izni verildi. Araziye Osman Ağca'nın
sahibi olduğu Yorum İnşaat ve TURKMALL tarafından
Blumar projesi hazırlanmıştı.
***
İş makineleri izinsiz çalıştı
Ataköy sakini Seniha Güngör, tescilli Baruthane
Yapılar Topluluğu'nun bulunduğu 160 parsel üzerinde
iş makineleri ile çalışıldığına ve tescilli
ağaçların söküldüğüne dair 1 No'lu Koruma Kurulu'na
başvuruda bulundu. Kurul, 10 Ocak'ta Güngör'ün
başvurusuna, “Baruthane Yapılar Topluluğu'nun tarihi
eser olarak ihyası yönündeki kararlar haricinde 160
parsele ilişkin olarak herhangi bir yeni yapı izni
verilmediği gibi bu yönde bir talep de
iletilmemiştir” diye yanıt verdi. Ataköy
sakinlerinden Kemalettin Doğan'ın ise İstanbul 8.
İdare Mahkemesi'ne TOKİ tarafından düzenlenen
ihalenin iptali istemiyle açtığı dava ise sürüyor.
***
Cami'de rüşvet iddiaları
Blumar projesinin tasarlandığı tarihi Baruthane
binalarının bulunduğu arazi 'Camide rüşvet'
iddialarıyla gündeme gelmişti. Basına yansıyan
haberlerde, tarihi alanda restorasyon yerine, rüşvet
dağıtarak alışveriş merkezi ve rezidans yapıldığı
iddia edilmişti. Ayrıca Osman Ağca tarafından 7
No'lu Koruma Kurulu üyesi Xxxx Xxxx’a (İsim KTVKK üyesinin isteği üzerine kaldırılmıştır) 55 bin TL
rüşvet verildiği öne sürülmüş, projenin üst hakkının
kullanılmasıyla ilgili ise İstanbul Tapu Kadastro 2.
Bölge Şube Müdürü İsmail Kibici’ye 250 bin TL rüşvet
verildiği iddia edilmişti.
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 25.01.2014
|
TARİHİ EĞİRDİR GAR ARAZİLERİ DE SATILIYOR
Isparta’nın Eğirdir
İlçesi'nde bulunan tarihi tren
garına ait araziler satışa çıkarıldı. Başbakanlık
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nca (ÖİB) satışa
çıkarılan üç ayrı parselde bulunan toplam 1037
metrekare büyüklüğündeki araziler için 344 bin ila
420 bin lira arasında teklif verildiği öğrenildi.
Mülkiyeti TCDDY’na ait olan parsellerin birine
doğrudan, diğerlerine de gerekli düzenlemelerin
ardından inşaat yapılabileceği belirtilirken tarihi
Eğirdir Garı’nı çevreleyen arazilerin satışa
çıkarılması üzüntüyle karşılandı.
Tarihi gar özelleştirme kapsamına
alınmıştı
1919 yılında 'Aydın hattı Köşk-Eğirdir İşletme
Müdürlüğü' adıyla işletmeye açılan Eğirdir
demiryolunun son durağı olan Eğirdir Garı, yaklaşık
90 yıl bölge halkına yük ve insan taşımacılığı
konusunda hizmet verdi. 2001 yılında kapatılarak
kapı ve pencerelerine beton dökülen tarihi Eğirdir
Garı, 2009 yılında özelleştirme kapsamına alınan 25
garın arasında yer aldı. Özelleştirme kapsamına
alınan garı çevreleyen araziler ise Eylül 2013
tarihinde satışa çıkarıldı. Mülkiyeti Devlet
Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü’ne (TCDDY)
ait olan Eğirdir Garını çevreleyen, 415 Ada, 2, 3 ve
15 numaralı üç ayrı parsel için 4 girişimcinin
teklif verdiği öğrenildi.
İmar planında konut alanı olarak ayrıldı
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nca 20 Ocak
tarihinde yapılan nihai pazarlık görüşmeleri sonucu,
Yazla Mahallesi’nde yer alan göl manzaralı toplam
1037 metrekare arsalar için verilen en yüksek
teklifin 344 bin lira olduğu öğrenildi. Aynı alanda
bulunan 260 metrekarelik bir başka arazi içinse 420
bin lira teklif verildiği belirtiliyor. ÖİB, satışa
çıkarılan arazilerin ilgili imar planlarında “konut
alanı” olarak ayrıldığını belirtiyor.
Tarihi gar Kurtuluş Savaşı'nda önemli
hizmetler verdi
Yıllardır atıl vaziyette duran ve yöre halkının
tepkisini çeken Eğirdir Garı’nın bu şekilde satışa
çıkarılması ilçe halkında üzüntüye yol açtı. Tarihi
garın Eğirdir’in yanı sıra ülke için de önemli bir
miras olduğunu belirten “Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda
Eğirdir” kitabının yazarı da olan eğitimci-yazar
Recep Bozkurt, “Eğirdir Garı, ulusal kurtuluş savaşı
sırasında Batı cephesinin en önemli dayanaklarından
biriydi. Burada kurulan 20 depodan yüklenen her
türlü mühimmat ve askeri malzeme ile çeşitli
ihtiyaçlar Eğirdir Gölü üzerinden Afyon’un Şuhut
İlçesi'ne ulaştırılıyor, oradan da cepheye
gönderiliyordu. Cephedeki yaralılar aynı şekilde bu
hat üzerinden taşınıyordu. Tarihi bakımdan taşıdığı
önem anlatmakla bitmeyecek kadar fazla olan Eğirdir
Garı, Batı cephesinin en önemli dayanaklarından
biriydi. Bu alanın satışa çıkarılması, toplumsal
hafızamızın yitirilmesi anlamına geliyor” diye
konuştu.
Eğirdir Gölü manzarasına hakim, sırtını Sivridağ’ın
yamacına dayayan bir alanda kurulan gar, pek çok
Türk filminin çekimlerine de ev sahipliği yapmıştı.
Türk sinemasının Sultan’ı Türkan Şoray’ın
kariyerinde önemli bir yer tutan Mine filmi, Eğirdir
Garı’nda çekilmişti. Usta yönetmen Atıf Yılmaz’ın
yönettiği filmde başrolleri Cihan Ünal ile paylaşan
Türkan Şoray, istasyon şefinin karısını
canlandırdığı filmde 1980’li yıllarda cesur
sayılabilecek bir öykü ile kadın sorunsalını
beyazperdeye taşımıştı. Türkan Şoray ve Cihan Ünal,
cesur sahneleriyle gündeme gelen Mine’nin çekimleri
sırasında aralarında başlayan büyük aşkın ardından
yaşamlarını birleştirmişlerdi.
Sol Haber: Haber: Yusuf Yavuz, 25.01.2014
|
TARİHİ YARIMADANIN ŞEKLİ BOZULDU

Sitesine Tarihi Yarımada'nın Google Earth'ten çektiği bir fotoğrafını koyan Ramazan Bedük, yarımadanın şeklinin bozulduğunu söyledi.
Bedük'ün notu ve paylaştığı fotoğraf şöyle:
"Bu fotoğrafı Google Maps’i kullanarak az
önce çektim. Yenikapı sahil dolgusu, tarihi
yarımadanın denize doğru bir çıkıntı yapmasına
neden olunca seyyahların detaylı bir şekilde
tarif ettiği ve bir kartal gagasına benzettiği
tarihi yarımadanın şekli bozuldu.
Söz konusu dolgu sahası 1 milyon kişilik
kapasiteye sahip, miting ve fuar akanı olarak
kullanılacak."

Sol Haber, 25.01.2014
|
MİLYONLUK TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ
Muğla'nın Marmaris
İlçesi'nde jandarmanın bir araçta
yaptığı aramada, yaklaşık 1 milyon TL değerinde
Meryem Ana heykeli ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre, Marmaris İlçe Jandarma
Komutanlığı ekipleri yapmış oldukları istihbari
çalışma sonucunda, plakası daha önceden belirlenen
şüpheli aracı Çetibeli Jandarma Karakol Komutanlığı
kontrol noktasında durdu. Arabada yapılan aramada
koltuğun altına gizlenmiş şekilde bir adet Meryem
Ana heykeli ele geçirildi.
Marmaris Müze Müdürlüğü yetkililerince yapılan ön
incelemesinde heykelin Bizans dönemine ait olduğu,
bronzdan yapıldığı ve müzede saklanması gereken
eserler arasında yer aldığı belirlendi. Yaklaşık
değeri 1 milyon TL civarında olduğu ifade edilen
heykelin gerçek değerinin heyet tarafından
belirleneceği belirtildi.
Araçta bulunan Y.G. (38) ve C.G. (37) isimli
şahıslar gözaltına alınırken, adli makamlara sevk
edilen şüpheliler, cumhuriyet savcısının talimatıyla
serbest bırakıldı. Olayla ilgili soruşturma
başlatıldı.
Sabah, 25.01.2014
|
PERRE ANTİK KENTİ TURİZME KAZANDIRILIYOR

Adıyaman’daki Komagene Krallığı’nın konaklama ve
ticaret şehri Perre antik kentine artık yürüyüş
yoluyla daha rahat ulaşılabilecek.
Kent merkezinde Komagene Krallığının 5 büyük
şehrinden biri olan Perre antik kenti; sur
duvarları, halen kullanılan çeşme ve yaklaşık 200
kaya mezarının bulunduğu toplu mezarlarıyla
turistlerden ilgi görüyor.
Komagene Krallığının başkenti Samosata (Samsat)
ile Melitene (Malatya ) arasında yer alan ve Roma
kaynaklarında suyunun güzelliğinden bahsedilen ve
kervan, yolcularla ordular tarafından dinlenme yeri
olarak kullanılan antik kent, Adıyaman Valiliğinin
hazırladığı çevre düzenleme ve alt yapı projesi
kapsamında yapılan yürüyüş yoluyla daha rahat
gezilecek.
Vali Mahmut Demirtaş, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Perre antik kentinin Komagene
Krallığı’nın döneminde konaklama ve ticaret merkezi
olarak kullanıldığını söyledi.
Tarihi kentin korunması ve çevre düzenlemesi
kapsamında çalışmalar yürüttüklerini belirten
Demirtaş, “Bu kapsamda tarihi kentimizde 3,5
kilometre uzunluğunda travers yapı yürüyüş yolu
yapıyoruz. İnşallah kısmet olursa bu çalışmayı yıl
içerisinde bitirmeyi planlıyoruz” dedi.
Vatandaşların engebeli bir yapıya sahip antik
kente rahat ulaşabilmeleri için yürüyüş yolu
yaptıklarını ifade eden Demirtaş, bu şekilde yerli
ve yabancı turistleri daha rahat gezdireceklerini
dile getirdi.
Çalışmaların yürüyüş yolu ile sınırlı
kalmayacağına dikkati çeken Demirtaş, şöyle konuştu:
“Bunun yanında yön levhaları yapacağız.
Ziyaretçileri bilgilendirerek antik kenti tanıtmayı
amaçlıyoruz. Vatandaşlarımız görmek istedikleri
yerlere bu çalışma sayesinde kolayca ulaşabilecek.”
54 metrekarelik mozaiğe koruma evi
Antik kentin tel örgülerle çevrilerek koruma
altına alınacağını kaydeden Demirtaş, projenin
maliyetinin ise 3,5 milyon lira olduğunu vurguladı.
Bölgeye otopark ve hizmet binası da yapacaklarını
anlatan Demirtaş, “Bunun yanında antik kente bulunan
54 metrekare genişliğindeki mozaik yapı için bir
koruma evi yapacağız. Ayrıca aydınlatma sahaları ve
festival alanı yapmayı düşünüyoruz” ifadelerini
kullandı
haberler.com, 24.01.2014
|
"TAŞ BİNALAR DA MÜZEYE DAHİL EDİLSİN"
Mimarlar
Odası Denizli Şubesi Başkanı Cüneyt Zeytinci, 2009
yılında yapılan planlamada taş binalar için müze
pozisyonu verildiğini ancak daha sonra bundan
vazgeçildiğini söyledi.
Zeytinci "Yapıları gezdiğinizde göreceksiniz,
yüksek yapılardır. Sergilemek amacıyla, müze olarak
kullanılabilir. Binalarda bir deformasyon yok. 2006
yılında Denizli Belediyesi binaların depreme
dayanıklılığı konusunda Pamukkale Üniversitesi'nden
rapor istiyor ve üniversite depreme dayanıklı raporu
veriyor" dedi.
Ümit Yakuphan ile Güne Bakış programına katılan
Mimarlar Odası Denizli Şubesi Başkanı Cüneyt
Zeytinci, Denizli Mimarlar Odası'nın düzenlediği Taş
Binalar Müze Olsun başlıklı panel öncesinde konuyla
ilgili değerlendirmeler yaptı. Zeytinci "Endüstri
Meslek Lisesinin Atölye binaları 1945 yılında mimar
Selçuk Milar tarafından yapılıyor. Taş atölyeler
mimari açıdan ilkleri oluşturuyor. Denizli açısından
baktığınızda yapıların kent belleğinde anı değeri
olması, yaşayan birçok insanın oralarda eğitim
görmüş olması, bugün toplantılarımıza oradan mezun
olan insanlar bize anılarını anlatıyor, onlar için
özel bir önem arz ediyor. Türkiye'nin Cumhuriyet
tarihinden itibaren o bölgedeki atölyelerin olduğu
alan, Gazi İlkokulu. Valilik binası, yıkılan kız
meslek lisesi binaları Cumhuriyet dönemi eğitim
yapılarının sembolleriydi. Bu yapıların geleceğe
bırakılması, korunması gerekir. Cumhuriyet tarihinde
Denizli'nin kasabadan şehirleşme aşamasında en
önemli yapılardır. Bütün bu açılardan baktığınızda
Denizli kamuoyunda da 22 dernek ve sivil toplum
örgütü korunması gerektiğini açıklayan bir bildiriye
imza attı. 2009 yılında hükümet konağı proje
yarışmasında bu binalar korunuyor. Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu bu planı onaylarken
endüstri meslek lisesi binalarının korunması kararı
var. Ancak bu bir tescil kararı değil. O zaman
kurul, yapıların korunması kararı alıyor. 2009
yılında yapılan planlamada bu yapıya müze pozisyonu
veriliyor.
"TESCİL EDİLMEMESİ KARARI"
Cüneyt Zeytinci "Zorlu Holding ile arkeoloji
müzesi yapmak için protokol imzalandı İlk etapta iki
müze düşünülmüştü. Biri Panıukkale'de biri
Denizli'de. Daha sonra sadece Denizli'de daha büyük
bir arkeoloji müzesi yapılmasına karar verildi.
Yapılarda kurul üyeleri ile beraber biz de bir
gezdik, görüşlerimizi belirttik Kuruldaki mimar
arkadaşlar yapıların mimari ve sanat değeri olmadığı
gerekçesiyle kültür varlığı olarak tescil edilmemesi
kararı aldı" diye konuşlu.
"ÇAĞDAŞ MÜZE OLSUN"
Mimarlar Odası Denizli Şubesi Başkanı Cüneyt
Zeytinci Pamukkale'deki hamam müzesi yeniden
düzenlenirse dünyanın en güzle müzelerinden biri
olacağını belirterek "Valimiz bizden daha önce nasıl
bir arkeoloji müzesi olabilir diye bir görüş istedi.
Yapılacak müze ile taş binaların birlikte
değerlendirilebileceği söyledik. Dünyada bunun çok
örneği var. Eski dokuyla bugünün çağdaş çizgisinin
birlikte değerlendirilmesini istediğimizi
vurguluyoruz. Şu anki proje mevcut taş yapıların
tamamen yıkılıp yeniden yapılan bir proje.
Arkeolojik kazılarda çıkan eserlerin yerinde
sergilenmesi esastır. Şu an Pamukkale'deki hamam
müzesi dünyadaki en güzel müzelerden birisidir. Alan
olarak yetersiz. Ciddi bir onarım, alanın
genişletilmesi için kazı çalışması yapılmalı. Burası
düzenlenirse dünyanın en güzel müzesine sahip
oluruz. Atölyeler yıkılmasın, çağdaş bir müze olsun
istiyoruz. Denizli'de arkeoloji müzesi yapılması geç
kalmış bir karardı. Taş binalarında birlikte
değerlendirilmesini ve taş binaların sergi alanı
olarak kullanılmasını talep ediyoruz" ifadelerini
kullandı.
"MİMARİ YÖNÜ YOKTUR DİYE BAKIYORLAR"
Cüneyt Zeytinci "Ülkemizdeki eski yapıları
korumak için illaki tarihi çağlardan kalması
gerekmiyor. Ülkemizde Cumhuriyet dönemine ait
yapıların en buyuk talihsizliği bu oldu. Bu yakın
tarihimiz olan Cumhuriyet dönemine ait olan yapıları
gelecek kuşaklara aktaramamamız anlamına geliyor.
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na da bunu
söylüyoruz. Biz kentimizin belleği açısından
bakarken dışarıdan gelen kurul üyeleri sadece sanat
ve mimari yönü yoktur diye bakıyorlar" dedi.
ADAYLIK AÇIKLAMASI
Zeytinci Mimarlar Odası olarak genel kurulu ve
seçimlerin 8-9 Şubat'ta gerçekleştireceğini ve yeni
dönemde de aday olacağını söyledi.
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 24.01.2014
|
 |
'MARAŞ ASLANI' 128 YIL SONRA YUVASINDA SERGİLENİYOR
Kahramanmaraş Kalesi’nden 1886′da İstanbul Arkeoloji Müzesine götürülen ve geçen yıl kentte getirilen Maraş aslanı heykeli, Kahramanmaraş Arkeoloji Müzesinde sergilenmeye başlandı.
Vali Şükrü Kocatepe, gazetecilere yaptığı açıklamada, Maraş aslanı heykelinin kente getirilmesi için 2006′da çalışma başlatıldığını anımsattı. Eserin, Kültür ve Turizm Bakanlığının onayıyla geçen yıl kente getirildiğini aktaran Kocatepe, “Maraş aslanı daha önce İstanbul Arkeoloji Müzesinde teşhir ediliyor, şehrimizdeki müzede ise imitasyonu sergileniyordu. İnşallah bu heykel şehrimizin tanıtımına katkı sağlayacaktır” dedi.
İl Kültür Turizm Müdürü Seydihan Küçükdağlı da üzerindeki hiyerogliflerle Gurgum krallarının soy ağaçlarını barındıran heykelin Kahramanmaraş’taki müzede sergilenmesinin sevincini yaşadıklarını kaydetti.
haberler.com, 23.01.2014
|
TARİHİ BELKIS KÖPRÜSÜ YIKILMAKTAN KURTULDU

Tarihi Anadolu Selçuklu eseri olan Belkıs
Köprüsü’nün ayakları ve taban kısmı sel ve su
taşkınlarına karşı güçlendirildi.
230 metre uzunluğunda 7 ayaklı köprünün 3
ayağının yıpranmaya bağlı restorasyonu ve taban
güçlendirilmesi yapılarak sel ve su taşkınlarına
karşı dirençli hale geldiği belirtildi. Antalya’nın
Serik İlçesi Belkıs beldesi sınırları içinde bulunan
tarihi köprü Manavgat-Serik ilçelerini birbirine
bağlıyor.
MS 4. yüzyılda yapılan köprü, yıkılmaya bağlı 8
asır önce Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Alaaddin
Keykubat tarafından yeniden yapıldığı ve yöre insanı
tarafından ‘Eski Köprü’, ‘Köprü Pazar’, ‘Sultan
Alaaddin’ ve ‘Belkıs’ gibi çeşitli isimlerle
anılıyor. Tarihi köprü, 3 yıl önce bölgede meydana
gelen şiddetli yağışlarda köprünü bir ayağında
oluşan derin oyuklar nedeniyle yıkılma tehlikesi
geçirmişti.Günümüzde Serik ve Manavgat ilçelerini
birbirine bağlayan köprü, yılın 12 ayı turistler
tarafından en fazla ziyaret edilen mekanlar arasında
yer alıyor.
Sekiz ay önce restorasyon ve yenileme çalışması
kapsamında Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından
ihale edilen köprünün restorasyonunu, İşsan İnşaat
Ticaret ve Sanayi Limidet Şirketi üstlenmişti.
Köprünün ihale bedelinin 964 bin lira olduğu ve bir
yıl içinde bitirilerek teslim edileceği ifade
edilmişti. Tarihi köprünün restorasyon ve
güçlendirme çalışmalarıyla ilgili bilgi veren İşsan
İnşaat Ticaret ve Sanayi Limited Şirketi Şantiye
Şefi ve inşaat mühendisi Bülent Adede, 7 ayaklı
köprünün 3 ayağında yıpranma olduğunu ve 3 ayağı
Selçuklu mimarisine uygun bir şekilde restore
ettiklerini söyledi.
Restorasyon çalışması kapsamında sel suları ve su
taşkınlarında tarihi Belkıs köprüsünün yıpranan 3
ayağı ve zeminini taş döşemesiyle güçlü hale
getirdiklerini belirten Adede, firmalarının tarihi
köprü restorasyonlarında tecrübeli olduğunu ve
Sırplar tarafından yıkılan tarihi Mostar Köprüsü’nü
de aslına uygun bir şekilde yeniden onarım planını
kendisinin çizerek hayata geçirdiğini kaydetti.
Adede, “Tarihi köprünün ayaklarını sel suyu ve su
taşkınlarına karşı güçlü hale getirdik. Köprünün
restorasyon ve güçlendirme çalışmasını tarihi
orijinalitesine uygun yaptık. Tabanda yaptığımız
güçlendirme çalışmasıyla şiddetli akan suyun
köprünün ayağına verebilecek yıpranma zararının
önüne geçtik. Tarihi köprünün asırlar boyunca akan
su akışına bağlı yıpranan 3 ayağı güçlü hale geldi.
8 asırlık tarihi köprü bütün güzelliğiyle yerli ve
yabancı turistleri büyülemeye devam ediyor.” diye
konuştu.
Sultan Alaaddin Keykubat’ın Konya’dan Antalya ve
Alanya’ya geçişlerinde Belkıs Köprüsü’nden 4 defa
geçiş yaptığı belirtiliyor.
Rus Mobaly Turizm Seyahat Acentesi Genel Müdürü
Natalia Baranov, 230 metre uzunluğundaki tarihi
köprü üzerinde 48 bin Rus turistin ‘Geçmiş Zaman’
turuna çıktığını kaydetti.
Bölgede, Belkıs Köprüsü yanı sıra Beşkonak
Köprülü Kanyon’da Roma döneminde kalma Anadolu
Selçuklu Devleti tarafından onarılan Oluk
Köprü(Köprülü Kanyon) ve Ali Baba(Gündoğmuş Güneycik
Köyü) köprüleri bulunuyor.
Sabah, 23.01.2014
|

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin kentin tarihini
yeniden canlandırmak ve gelecek nesillere aktarmak
için yaptığı restorasyon projeleri ara vermeden
devam ediyor. Yaptığı restorasyon çalışmalarıyla bu
alanda çeşitli ödüller alan ve örnek gösterilen
Büyükşehir Belediyesi, şimdi de Darıca bölgesinde
19. yüzyıldan kalma eserlerden birisi olan itfaiye
binasını gün yüzüne çıkarmaya hazırlanıyor.
DARICA İTFAİYE BİNASI
Bölgenin karakteristik mimari özelliklerini
bünyesinde barındıran Darıca İtfaiye binasının
restorasyon çalışmalarına yakında başlanacak. Tarihi
Mekanlar Şube Müdürlüğü tarafından restore edilmesi
planlanan Darıca İtfaiye binasının restorasyon
ihalesi, Büyükşehir Belediyesi’nin destek hizmetleri
binasında yapıldı.
Kagir yapım tekniğiyle hayata geçirilen ve
bölgenin en önemli tarihi eserleri arasında yer alan
Darıca İtfaiye binası, yapılacak restorasyon
çalışmasıyla aslına uygun olarak elden geçirilecek.
Tarihi itfaiye binasının restorasyon çalışmalarının
tamamlanmasının ardından sosyal alan olarak halkın
kullanımına sunulması bekleniyor.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi hizmet binasında
gerçekleşen ihaleye iki firma katıldı. Darıca
İtfaiye binasının restorasyonu için düzenlenen
ihalede Demirlibahçe Ekmek Gıda 308 bin lira,
Karamanoğlu Mimarlık ise 350 bin lira teklif verdi.
Değişen Kocaeli, 20.01.2014
|
19 - 25 Ocak 2014
|
TARİHİN İZİNİ KLAROS'TA
SÜRECEKLER
İzmir Akdeniz
Akademisi tarafından düzenlenen ‘Taşlar Yerine
Oturuyor’ başlıklı arkeoloji söyleşilerinde bu
kez antik dünyanın en erken bilicilik merkezi
olarak tanınan ‘Klaros’ ele alınacak.
İzmir Büyükşehir
Belediyesi bünyesinde faaliyet gösteren İzmir
Akdeniz Akademisi tarafından düzenlenen ‘Taşlar
Yerine Oturuyor’ başlıklı söyleşi dizisi devam
ediyor. Kentin çeşitli yerlerinde yapılan
arkeolojik kazıların ekip başkanlarının
İzmirlilerle buluştuğu söyleşilerde, bu ay antik
dünyanın en eski bilicilik merkezi olarak
bilinen Menderes’e bağlı Ahmetbeyli
Mahallesi’ndeki Apollon Klaros Bilicilik Merkezi
masaya yatırılacak.
25 Ocak Cumartesi
günü Kültürpark Fuar Alanı’ndaki Gençlik
Tiyatrosu’nda saat 18.00’de gerçekleşecek
söyleşide, Prof.Dr. Nuran Şahin 2001 yılından bu
yana başkanlığını yürüttüğü Klaros kazılarıyla
ilgili bilgileri anlatacak. Yrd.Doç. Dr Akın
Ersoy’un moderatörlüğünde gerçekleşecek
söyleşinin tarihe yolculuk yapmak isteyenlerden
ilgi görmesi bekleniyor.
İzmir Büyükşehir
Belediyesi, ‘Taşlar Yerine Oturuyor’ söyleşi
dizisini 2014 yılı Mayıs ayına kadar sürdürmeyi
planlıyor.
Apollon Klaros
Bilicilik Merkezi, MÖ 13.yüzyıl sonunda kurulup
terkedildiği MS 4.yüzyıla kadar bilicilik
merkezi olarak işlev yapmış. Klaros, antik
dünyanın en erken bilicilik merkezi olarak
tanınıyor. Klaros antik kentinin yer aldığı Ales
Vadisi’ne ilişkin ilk araştırmalar ise 1904
yılında Macridy Bey tarafından başlatılmış.
Bayraklı (Smyrna), Notion, Tahtalı Barajı
kurtarma kazıları (Halil Ağa Tepesi) kazılarında
kazı üyesi olarak katılan Prof.Dr. Nuran Şahin,
2001 yılından bu yana ise Klaros Kazı Başkanı
olara görev yapıyor.
Selçuk Bölge Haberleri,
23.01.2014
|
ADIYAMAN'DAKİ TARİHİ
ESER MERAKLILARI DERNEKLEŞMEK İSTİYOR

Yıllardır Adıyaman
müzesine yüzlerce eser devreden yeri geldiğinde hibe
eden tarihi eser meraklısı vatandaşlarımız konuyla
ilgili yasada var olan mevzuatın uygulanmamasından
şikayetçiler.
Tarihi eserin ellerine geçtiği günden itibaren 3 gün
içerisinde müzeye tesliminin yapılması gerektiğinden
haber olduklarını bildiren vatandaşlar, emniyet
mensuplarının buna rağmen müze giriş çıkışlarında
kendilerine zorluk çıkardıklarını belirtiyorlar.
Müzeye eser vermenin yasal olduğunu belirten eser
meraklısı vatandaş Abdullah Akbaş, “Ben Ankara
Anadolu Medeniyetler müzesine kadar eser vermiş bir
insan olarak Adıyaman’da sıkıntı çekiyorum. Ayrıca
bir vatandaş elinde eser bulundurduğunda üç gün
içerisinde teslim etmese zaten suçluluğunu kabul
etmiş olur. Bundan önceki olayda müzeye eser verdik
ve kapıdan ayağımızı dışarı atar atmaz memur
arkadaşlar üzerimizi arayıp bizlerden şüphelendiler.
Bizler kaçakçılık yapmıyoruz. Köyümüzde,
ilçelerimizde bulduğumuz ya da köylümüzde aldığımız
tarihi eser niteliğindeki malları müzeye götürüp
kendimiz de bu yoldan ekmek paramızı çıkartıyoruz.
Kaçakçılığını yapsak zaten altımızda arabamızla
gezerdik. Tek isteğimiz mevzuata uygun hareket
edilsin.
Adıyaman’daki tarihi eser meraklıları adı altında
dernekleşmek istediklerini de sözlerine ekleyen
Abdullah Akbaş adındaki vatandaş arkadaşlarıyla
birlikte Vali Mahmut Demirtaş’tan bu konuda müsaade
almayı planladıklarını belirtti.
Akbaş “Kültür ve Turizm bakanımız Ertuğrul Günay
yurt dışına giden eserlerimizi geri getirmek için
milyonlarca dolar para harcarken bizler kendi
eserlerimizi kendi müzemize kendi ülkemize
kazandırmaya çalışıyoruz. Evet para da kazanıyoruz
ama. Aylığımız sadece bizlerin çoluk çocuğunun
giderini ancak karşılıyor. Bu güne kadar müzemize
kazandırdığımız eserler bellidir. Araştırılabilir”
dedi.
Adıyaman Haber, 23.01.2014
|
'KOLEKSİYONERLERDEN
BAŞYAPITLAR'

17 - 31 Ocak tarihleri
arasında Antik Palace sergi salonlarında
sanatseverlerle buluşan “Koleksiyonerlerden
Başyapıtlar” sergisi klasik Türk resminin ikon
eserlerini bir araya getiriyor.
Sergide Osman Hamdi Bey,
Şeker Ahmet Paşa, Hüseyin Zekai Paşa, Süleyman
Seyyid, Halil Paşa, Şevket Dağ, Hoca Ali Rıza,
İbrahim Çallı, Nazmi Ziya, Hikmet Onat,Namık İsmail,
Avni Lifij, Sami Yetik, Naci Kalmukoğlu, Feyhaman
Duran, Hale Asaf, Cemal Tollu, Rıfat Çeteci, Ruhi
Arel gibi Türkiye’nin en değerli ressamlarına ait
eserler yer alıyor.
"Koleksiyonerler en
gözde eserlerini sergiye verdiler”
Klasik Türk resim sanatının ve sanatçısının hak
ettiği değerlere ulaşması, yeni ve genç sanat
meraklılarına ışık tutması amacıyla gerçekleştirilen
sergi önemli koleksiyonerlerin desteği ile
gerçekleşti.
Erdoğan Demirören, Oya -
Bülent Eczacıbaşı, Demet - Cengiz Çetindoğan,
Mustafa Taviloğlu, Berrak - Nezih Barut, Ender
Mermerci, Ahu - Can Has, Sema Çağa , Lucien Arkas,
Kemal Bilginsoy, Yalçın Ayaslı, Murat Ülker, Yücel
Çelik, Numan Ceyhan, Cem Kalyoncu, İsmail Koçak gibi
Türkiye’nin önde gelen koleksiyoncularına ait
eserlerden oluşan sergi klasik Türk resim sanatının
görkemini günümüze taşıyor.
Antik A.Ş. yönetim
kurulu başkanı Turgay Artam, değerli eserlerini
paylaşan koleksiyonculara sanatseverler adına
teşekkür ediyor ve bu eserlerin bir arada
görülmesinin büyük bir şans olduğunu belirterek tüm
sanatseverleri sergiyi yakından görmek için Antik
Palace’a davet ediyor. Koleksiyonların özel sergiler
ile toplumla paylaşılması, müze eksikliği olan
İstanbul için büyük önem taşıyor. “Benzerlerine
yurtdışında çok rastlanan eğitici ve bilgilendirme
amaçlı koleksiyoner paylaşım sergilerinin Türkiye’de
artacağına inanıyorum, koleksiyonlar toplumla
paylaşıldıkça değerleri artar.”
Milliyet, 23.01.2014
|
DEFİNECİLERE SUÇÜSTÜ!
Yozgat Il Jandarma
Komutanlığı ekipleri, düzenledikleri operasyonda
kaçak define aradıkları iddia edilen 5 kişiyi
suçüstü yakaladı. Şüpheliler, çıkarıldıkları mahkeme
tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest
bırakıldı.
Yozgat merkeze bağlı
Baltasarılar Köyü Tereli mevkiinde kaçak olarak
define arandığı ihbarını alan Yozgat Jandarma
Komutanlığı ekipleri, operasyon düzenledi. Yapılan
operasyonda kaçak kazı çalışması yaptıkları iddia
edilen N.K., F.Ö., S.A.H., D.T. ve D.Y. isimli
şahıslar, kazı malzemeleriyle birlikte suçüstü
yakalandı. Kazı yapılan yerin Doğu Roma dönemine ait
bir ibadethane odası olduğu tespit edilirken,
gözaltına alınan zanlılar, yapılan sorgulamanın
ardından çıkarıldıkları mahkemece tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Yozgat Kent Haber,
23.01.2014
|
|
ARKEOLOGLARI BİLE
ŞAŞIRTIYOR
 
 
 
Yüzyıllardır birçok
medeniyete beşiklik eden İznik`te, 2 bin yılı aşkın
geçmişe sahip olduğu sanılan tümülüslerden (mezar ya
da mezarlık içeren, toprak yığılarak oluşturulmuş
tepecik) birinin 3-4 ton ağırlığındaki yekpare taş
kapıları ve aksamının hala çalışır durumda olması,
arkeologları bile şaşırtıyor.
İlçeye bağlı Elbeyli
beldesi Dörttepeler mevkisindeki nekropol
(arkeolojik şehirlerde mezarlıkların ve toplu
mezar yeri) sahasında, tarlalarını süren
çiftçiler tarafından ya da yol yapım çalışmaları
sırasında ortaya çıkarılan ve kazı işlemleri
daha sonra yetkili merciler tarafından
tamamlanan tümülüsler, MÖ 3-2`üncü yüzyıllara
tarihlendiriliyor.
Uludağ Üniversitesi
(UÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm
Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, yaptığı
açıklamada, tümülüslerin, Hellenistik dönem
kabir tipine girdiğini ve Bitinya Krallığı
döneminde inşa edilen mezarlardan olduğunu
söyledi.
Şahin, bunlardan
özellikle birinin, aradan 2 bin yıldan fazla
süre geçmesine rağmen tüm unsurlarıyla sağlam
bir şekilde günümüze kadar ulaştığına dikkati
çekerek, "Burası şu anda bütün elemanlarıyla
günümüze ulaşabilmiş, güzel bir mezar. Kapıları
bile sağlam, çalışıyor. Hatta o kadar güzel
mekanizma ve aks oluşturmuşlar ki parmağınızla
bile 3-4 ton ağırlığındaki taş kapıyı açıp
kapatabiliyorsunuz" dedi.
`GERÇEKTEN EŞSİZ
BİR ÖRNEK`
Bölgede 4 tümülüs
olduğunu ifade eden Şahin, "Bu şekilde sağlam
korunmuş örnek olduğunu bilmiyorum. Belki
tesadüfen vardır ama bugüne kadar gezdiğim
nekropollerde, özellikle kapısı bu şekilde
sağlam, hala kullanılabilen bir mezar
hatırlamıyorum. Çift kapılı ve çift kapısı da
sağlam, menteşe üzerinde açılıp kapanıyor. Bu
yönüyle gerçekten eşsiz bir örnek"
değerlendirmesinde bulundu.
Şahin, tümülüslerin,
yapımı zor ve pahalı olduğundan kentin ileri
gelenlerine ait olduğunu, bunların, Bitinya
Krallığı döneminde kraliyet ailesine mensup ya
da yakınlarının gömüldüğü aile mezarları
olduğunu tahmin ettiklerini belirtti.
Eni yaklaşık 4, boyu
5 metre olan kabrin, bir aile mezarı olduğunu,
içinde "kline" adı verilen taştan yapılmış yatak
ve yastıklar bulunduğunu anlatan Şahin, şu
bilgileri verdi:
"Taş yatak ve
yastıkların üzerine cesetler uzatılıp kapılar
kilitlenmiş. Hatta kilit mekanizmalarının
yerleri de hala kapıların üzerinde, bronzdan
yapıldığı için korunmuş durumda. Tekrar kapının
kilidini açıp yeni mensubu odaya yatırmışlar.
Bunlar, süreklilik arz eden mezarlar. Kapıların
çalışması bunu gösteriyor. Yani 5-6 nesil hatta
belki daha fazla burada gömü olmuş. Daha önce
gömülenlerin kemikleri bir kenara süpürülüp yeni
mensup, mezara defnedilmiş. Bu şekilde çok uzun
süreli kullanılan mezarlar. Hatta bu mezarlara
aile dışından kişilerin cesetlerinin gömülmemesi
için Antik Çağda yasal düzenlemeler yapılmış.
Bunu yazıtlardan biliyoruz. Önemli oranda
cezaları da varmış. Yabancı birinin defnedildiği
tespit edilirse çok ağır para cezaları
verilmiş."
Mustafa Şahin,
definecilik ve kaçak kazının, diğer illerde
olduğu gibi bu bölgenin de kanayan yarası
olduğuna değindi.
Bu sorunun, yasal
düzenlemeler ve bilim insanları tarafından
halkın bilinçlendirilmesiyle giderilebileceğini
kaydeden Şahin, "Bunu, bilim insanları olarak
ihmal ettik. Her konuda olduğu gibi bu konuda da
devletten bir şeyler bekledik. Devletten
beklemeden, üşenmeden, köy köy, kahve kahve,
ilçe ilçe gezip insanlara bunların değerini
anlatmamız lazım" diye konuştu.
Bursa Olay, 23.01.2014
|
BURSA'NIN 'DAĞ İLÇELERİ'
KÜLTÜR TURİZMİNE KAZANDIRILACAK
Bursa’nın “dağ ilçeleri”
olarak adlandırılan Orhaneli, Büyükorhan, Harmancık
ve Keles’in, kültür turizminin uğrak noktalarından
biri haline getirilmesi amacıyla Bursa Eskişehir
Bilecik Kalkınma Ajansının (BEBKA) desteğiyle Uludağ
Üniversitesi (UÜ) tarafından yürütülen “Bursa’nın
Dağ İlçelerinin Tarihi ve Kültürel Mirası Envanteri
Projesi” tanıtıldı.
Projeyi hazırlayan UÜ
Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Mustafa Şahin, Rektörlükte yapılan
toplantıda, Bursa’nın, en zengin illerden biri
olmasına rağmen dağ ilçelerinin ekonomi ve istihdam
alanında ihmal edildiğini ve hak ettiği değeri henüz
bulamadığını savundu.
Bölgedeki kültür
varlıklarının tanıtılması bakımından küçük ama öncü
bir adım attıklarını belirten Şahin, bundan sonra
gerçekleştirilecek çalışmalara ilham kaynağı
olabilecek projenin, İznik dahil diğer ilçeler için
teşvik edici bir ilk adım olmasını ümit ettiklerini
dile getirerek, “Turizm alternatifleri içinde yer
alan kültür turizmi konusunda Bursa’nın hak ettiği
oranda tanıtılabilmesi ve turizm pastasından yeterli
payı alabilmesi için öncelikle sahip olduğu büyük
kültür mirasının tanıtılması gerekmektedir.
Böylelikle Bursa sadece yıldızlı otelleri, kış
turizmi alternatifleriyle değil, kültür turizmiyle
de ön plana çıkarılacaktır” dedi.
Tanıtım kitabı ve
broşürler bastırıldı
Proje çerçevesinde
“Bursa’nın Dağ İlçelerinin Tarihi ve Kültürel Mirası
Envanteri” başlıklı tanıtım kitabı yayımladıklarını
ve broşürler bastırdıklarını bildiren Şahin,
bunların, 2006 yılından bu yana Kültür ve Turizm
Bakanlığının izniyle UÜ adına kendi başkanlığında
yürütülen “Bursa ve İlçelerinde Kültür Envanteri”
başlıklı yüzey araştırmalarının ürünü olduğunu
söyledi.
Şahin, bu araştırmalar
sırasında Büyükşehir Belediyesi, ilçe belediyeleri,
Türkiye Bilimsel Ve Teknolojik Araştırma Kurumu
(TÜBİTAK) ve UÜ Bilimsel Araştırmalar Proje
Biriminden destek aldıklarını anlatarak, şöyle devam
etti:
“Bu tanıtım kitabı ve
her bir ilçe için oluşturulmuş olan broşürler,
Türkçe ve İngilizce hazırlanmıştır. Türkçe tanıtım
kitabından 3 bin, İngilizce tanıtım kitabından 2
bin, broşürlerden ise 10 bin adet basılmış olup daha
fazla sayıda ve kalitede baskı için belediyelerden
destek alacağımızı ümit ediyoruz. Bu kitap,
Büyükşehir Belediyesine bağlı Bursa Araştırmaları
Merkezine, yayımlanmak üzere teslim edilen ve çok
kısa bir zamanda yayımlanacağını ümit ettiğimiz asıl
kitabın tanıtımına yöneliktir. Tüm bu çalışmaların
asıl hedef kitlesi halktır. Bilimin halkla
paylaşılmadıkça bir anlam ifade etmeyeceği ve
bilginin paylaşıldıkça çoğalacağı bilincini her
zaman taşımaktayız.”
Proje kapsamında,
“www.olymposarastirmalari.com” adresli web sitesi
oluşturulduğuna da değinen Şahin, 30 Ocak-2 Şubat’ta
düzenlenecek “Emitt-Doğu Akdeniz Uluslararası Turizm
ve Seyahat Fuarı”na katılım sağlanacağını, UÜ
Rektörlüğünde 4-14 Mart’ta “Olympos’tan Uludağ’a
Esintiler” fotoğraf sergisinin açılacağını, 8-11
Mayıs’ta “Uluslararası Mysia Olympos’u (Uludağ)
Araştırmaları Çalıştayı”nın düzenleneceğini, 4
ilçeye dokunmatik ekranlı kiosklar
yerleştirileceğini ve yöredeki çocuklara yönelik
“çocuk atölyesi ve mihmandarlık eğitimi”ne ağırlık
verileceğini anlattı.
“Bu, dağlık bölgenin
kaderini bir ölçüde değiştirir”
Şahin, bir soru üzerine,
dağ ilçelerinin kültür turizmi bakımından büyük
potansiyele sahip olmasına rağmen bölgeye giden
turist miktarının yok denecek kadar az olduğunu
vurguladı.
Bölgenin göç verdiğine
işaret eden Şahin, şöyle konuştu:
“Çok büyük oranda göç
veriyor ve bu yaptığımız alan çalışmalarında boşalan
köyler gördük. Tabii ki göçü durdurma veya geri
çevirmek gibi bir iddiamız yok. Sadece bir miktar
durdurabilirsek orada bir istihdam yaratmak için bir
vesile olabilirsek bu bile büyük bir katma değerdir.
Kültür turizmi açısından çok büyük bir potansiyele
sahip ama bugüne kadar ihmal edilmiş bir bölge.
Belki bu projeyle bir adım atılmış olacak. Devam
ettirilebilirse sürekliliği sağlanabilirse istihdam
da yaratmak üzere orada turistlerin konaklaması ve
yerel yemekler yemelerine yönelik çok güzel
yatırımlar yapılabilir ve bu, dağlık bölgenin
kaderini bir ölçüde değiştirir diye düşünüyoruz.”
Toplantıya, UÜ Rektörü
Prof.Dr. Kamil Dilek, Büyükşehir Belediyesi Başkan
Vekili Atilla Öğünç, Büyükorhan Belediye Başkanı
Selami Selçuk Türkmen ve BEBKA Genel Sekreteri Tamer
Değirmenci katıldı.
haberler.com, 23.01.2014
|
MAHKUMLAR, ANTİK KENTİ
GÜN YÜZÜNE ÇIKARIYOR
Eskipazar İlçesi'nde
mahkumlar, ortaya çıkarılan mozaikler dolayısıyla
“Karadeniz’in Zeugması” olarak adlandırılan
Hadrianaupolis antik kentinde, kazı çalışmalarında
çalışıyor.
Eskipazar Kaymakamlığı
ile Eskipazar Açık Ceza İnfaz Kurumu arasında
imzalanan protokolle, Samsun Ondokuz Mayıs
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve
Hadrianaupolis Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr.
Vedat Keleş önderliğinde antik kentte sürdürülen
kazı çalışmalarında mahkumlar görev alıyor.
Her sabah ceza infaz
kurumundan 2 gardiyan eşliğinde antik kente gelen 10
mahkum, mesai saatleri içinde kazı yaparak para
kazanıyor.
Karabük Üniversitesinde
görevli arkeolog Ersin Çelikbaş, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, kazıda çalışan mahkumlardan çok
memnun olduklarını söyledi.
Mahkumların özveriyle
çalıştıklarını anlatan Çelikbaş, “Sabah gelip akşam
mesai bitimine kadar 10 mahkum burada çalışıyor. Şu
anda Kilise B’nin üstünün kapatılması işi var.
İşçiler bu işte çalışıyor. Verilen görevleri
aksatmadan yapıyorlar. Memnunuz. Onlar da
çalışmaktan memun. Bundan sonraki çalışmalarda da
mahkumlardan yararlanmak istiyoruz” diye konuştu.
MÖ 1. yüzyılda kurulduğu
ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla
kullanıldığı tahmin edilen Hadrianaupolis’teki
kazılarda, Anadolu’da hiç örnekleri görülmeyen bazı
zemin mozaiklerinin turizme kazandırılmasının
hedeflendiğini vurgulayan Çelikbaş, “Erken Bizans
döneminde ait Kilise B’de bulunan mozaiklerin
korunması gerekli. Çok değerli bu mozaikler kumla
kapanıyor ve tahrip oluyor. Bunu önlemek için Kilise
B’nin üstü kapatılıyor. Bu değerleri gelecek
nesillere aktarmalıyız. Bu amaçla burada
çalışıyoruz” ifadesini kullandı.
haberler.com, 23.01.2014
|
'AKILLI KÖPRÜ' 10 YILDA
DOĞDU

Haliç'te yapımı
tartışma yaratan, yelkenli gemi görünümüne sahip
metro köprüsünde sona gelindi.
Tam 10 yıl önce
Mimar Hakan Kıran’ın kara kalem çizimlerini
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş’a
ilk sunup, Haziran 2004’te TMMOB İstanbul
Mimarlar Odası ile noter tarafından onaylanan
Haliç Metro Köprüsü Projesi, 10 yıllık sancılı
bir doğum sürecini geride bırakıp “Akıllı Köprü”
olarak gün yüzüne çıktı. Köprü, üzerine
yerleştirilen 36 adet 3 boyutlu sensörle günde
24 saat boyunca izlenecek. Herhangi olağandışı
bir hareket hissettiğinde anında merkeze
iletecek.
Denizin içindeki kazıkların paslanmasını
engellemek için sürekli akım verilecek. Rüzgarda
“aura dinamik” göstermesi için, elemanları
rüzgara göre tasarlanan köprüden yaya olarak da
karşıdan karşıya geçilebilecek.
GEMİ GÜVERTESİ
ŞEKLİNDE
Köprünün iki
ayağındaki ara katlarda kafeterya ve tuvaletler
yer alabilecek. Engelliler her yere
ulaşabilecek. Üstten bakıldığında “Gemi
güvertesi” şeklinde tasarlanan durakların olduğu
alanın üzerindeki cam kabinler, üzerine bağlanan
kablolar sayesinde temizlikleri yapılabilecek.
Duraklardaki temizlik için camı üzerine gerilen
kabloya bağlanarak temizlik yapılabilecek.
Yapımı süresince
yurt içindeki bilim çevreleri ve UNESCO’nun da
gündeminden düşmeyen köprü, projenin arkasında
duran İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş ve Başbakan
Tayyip Erdoğan’ın
da desteğiyle İstanbul’un prestij projelerinden
biri olarak yerel seçimler öncesi hizmete
girecek. Şubat sonu bitmesi planlan ve şu anda
hızla metal kaplama ve elektro mekanik
çalışmaları devam eden köprünün, aydınlatma,
korkuluklar, merdiven, yürüyen merdiven ve
asansör montajlarının tamamlanmasının ardından
çevre düzenlemesine geçilecek olan köprüde
ayrıca kum torbalarıyla da ağırlık testleri
yapılıyor. Açılış öncesi, Türk medyasında ilk
kez köprü üstüne çıkıp, iki yaka arasındaki
raylar üzerindeki test sürüşlerinden birini,
köprünün mimarı Hakan Kıran ile birlikte yaptık.
TÜM PROJENİN
MALİYETİ 420 MİLYON
DOLAR
Köprü, toplam 5.2
uzunluğunda, toplam 420 milyon dolara mal olan
Taksim - Yenikapı Metro Hattı Projesi’nin en
önemli ayağı. Bu hat, Taksim Meydanı’ndan
başlayıp, Beyoğlu’nu takip ederek Şişhane
istasyonuna varıyor, daha sonra Perşembe
Pazarı’na iniyor. Bu noktadan itibaren yeryüzüne
çıkıp, Haliç’i geçerek, Haliç’in güneybatı
kıyısında Küçük Pazar Caddesi’nin üzerinden
tekrar yer altına giriyor. Haliç Metro Geçiş
Köprüsü, güneybatı yönünde “Unkapanı Yakası” ile
kuzeydoğu yönünde “Beyoğlu Yakası” bölgeleri
arasında yer alıyor. Tünelden tünele olan mesafe
yaklaşık 1 kilometre.
TAKSİM YENİKAPI 8
DAKİKA
Karşılıklı kıyılarda
yer alan iki tünel arasında köprünün üzerinde
Unkapanı İstasyonu, her iki yakaya da hizmet
verecek. Hat tünele girdikten sonra Süleymaniye
istikametine dönerek, Tarihi Yarımada içindeki
İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt Kampüs ve
yurtlarına yakın bir noktadan üçüncü istasyonu
olan “Şehzadebaşı” istasyonuna varacak. Buradan
Marmara Kıyısı’na uzanan hat, “Boğaz Geçişi
Marmaray” ile ortak olan dördüncü istasyon
“Yenikapı”ya ulaşacak. Bu istasyonda Marmaray ve
Havalimanı metro bağlantısıyla entegre olan
proje sayesinde, Taksim - Yenikapı 8, Osmanbey -
Kadıköy 28, Havaalanı - Maslak 56, Maslak -
Kartal ise 71 dakikaya inecek. Taksim - 4.
Levent Metrosu’nu Yenikapı’ya bağlayacak
köprüyle birlikte 21 kilometre ulaşacak metro
hattının günlük yolcu taşıma kapasitesi, 1
milyon kişiye çıkacak.
90 DERECE
AÇILIYOR
* Köprü, denizde 2,5 metre çapında, yaklaşık 110
metre derinliğe sahip 27 adet kazık üzerinde
inşa edildi. İki adet çelik kuleye eğik kablolu
sistem ile asılı bölümün uzunluğu 360 metre.
Yapımında yaklaşık bin kişi çalıştı.
* 5 adet, 2,5 metre çapında kazık üzerinde inşa
edilen “Döner köprü”, 12 santimetre yükselerek,
tek pivot ayak üzerinde 90 derece dönerek
açılıyor. 120 metre boyunda, 3 bin 500 ton
hidrolik kaldırma kapasitesine sahip.
* Beyoğlu ve Unkapanı yaklaşım viyadükleri,
metro tüneli portal yapıları ile çelik köprüler
arasındaki bağlantıyı sağlıyor. Betonarme art
germe sistemi ile üretilmiş olup, Unkapanı
yakasında 171 metre, Beyoğlu yakasında ise 242
metre boyunda.
* Döner köprü merkez ayağı ile Unkapanı kıyısı
arasında, beton kirişler tarafından taşınan
platform il ile bu platformu koruma amaçlı 10
adet kazık ve başlık kirişi bulunuyor.
* Taksim - Yenikapı Metro Hattı’nın yapımı
Anadolu Metro Ortaklığı (Yüksel - Güriş -Reha-
Başyazıcıoğlu), Haliç - Metro Geçiş Köprüsü’nü
Astaldı - Gülermak Ortak Girişimi (AGJV),
Elektromeranik ve ince işlerin yapımı ise Alarko
- Rotem - Hyundai Konsorsiyumu’nca
gerçekleştirildi.
10 YILLIK SERÜVEN
Mimar Hakan Kıran, 14 Haziran 2004’teki ilk
tasarımını, mevcut Unkapanı Köprüsü’nü
kaldırılıp, yeniden araç, metro ve yaya köprüsü
şeklinde yapmıştı. Amaç, ikinci bir köprü yerine
bir güzergahta bütün ulaşım akslarını
birleştirip, üzerinde yaya, araç ve metro
geçişini sağlamaktı. Aynı zamanda Unkapanı
Köprüsü’nün Haliç Tersanesi, Sinan’ın Sokullu
Camii ve Haliç tabanına olan olumsuz etkisini
gidermekti. Ancak bu fikir, 1985 yılında
belirlenen güzergah üzerinde yapılan bin 100
metrelik tünelin iptal edilip, aksın Unkapanı
Köprüsü’nün devamı olan Saraçhane aksına
alınmasını gerekiyordu. Bu fikir, Haliç
köprüsüne karşı çıkan çevrelerce ağır
eleştirilere maruz tutuldu. Kamuoyu tepkisi
üzerine, Haliç Metro Geçiş Köprüsü’nün, 1985
yılında kararlaştırılmış güzergah üzerine
yapımını verildi. Hazırlanan eski proje Koruma
Kurulu’na sunulmuşken bu projeden vazgeçilip,
bugünkü aksında yer alan yerinde, birincisiyle
aynı prensiplerle, yeni tasarım
gerçekleştirildi.
Önce, rüzgar araştırması, Haliç’in zemin ve
jeolojik yapısı ile her iki kıyının jeolojik
yapısı ve yapılacak köprünün geçtiği
güzergahtaki tarihi eserlere etkisi araştırıldı.
Bu araştırma bütün proje çalışması boyunca devam
eti. Projede Türkiye’nin ve dünyanın en önde
gelen bilim adamları birlikte çalıştı.
TOPBAŞ, 1 YIL
DURDURDU
Projenin, 1990 ile
2004 arasındaki aşamaları, Koruma Kurulu’na
sunulan onlarca projenin kabul edilmeme
nedenleri incelendi. Nisan 2015’de bugünkü
tasarımın bir önceki hali yapıldı. Haziran
2015’da Başkanlık onayıyla Koruma Kurulu’na
sunulup, onaylandı. Bu tarihten sonra itibaren
Türkiye’nin dünyanın önde gelen çelik
mühendisleriyle yapılan tasarımın eksiksiz
uygulanabilir hale getirilmesi için çalışmalara
başlandı. 2004 yılında İspanyol bir çelik
firmasından danışmanlık alınmışken, 2005 yılında
Fransızlarla çalışılmaya başlandı. Bu arada
statik firmalarla zemin ve kaya mekaniği
uzmanları ile jeoloji mühendislerinin görüşü
alındı.
DÜNYANIN, PROJE
ÇALIŞMASI EN UZUN SÜREN KÖPRÜSÜ
2006 yılında proje
çalışmaları sürerken ÜNESCO’nun uyarısı üzerine,
proje dünya kamuoyuna taşındı. 2010-2011 yılları
arasında, Unesco talebi doğrultusunda,
çalışmalar İBB tarafından bir yıl durduruldu. Bu
arada, dünyanın sayılı zor zeminlerinden biri
olarak kabul edilen Haliç’le ilgili iyileştirme
ve çözüm çalışmaları hız kesmeden devam etti.
2011 yılında UNESCO ile yapılan 1 yıllık çalışma
sonucunda inşaata devam kararı üzerine, bazı
değişiklikler yapılarak Köprü, geceli gündüzlü
çalışmayla bugünkü haline geldi. proje ve
bilimsel çalışmaların hala sürdürüldüğü
düşünülürse, proje çalışması en uzun süren bir
köprü özelliğini taşıyor.
KIRAN: KÖPRÜ
KİTAP OLACAK
10 yıl boyunca
yıkıcı eleştirilere maruz kalan köprünün mimarı
Hakan Kıran, eleştirileri doğal karşılarken,
“Benim için üzücü olan, bilim ve mimarlık
kavramları altında, bilim ve mimarlıktan uzak
siyasi ve yıkıcı eleştirilerdi. Alışana kadar
beni hayal kırıklığına uğrattı. Ama sonunda,
insanların istediği yerde hayal kurabilme,
istemediği yerde ise kör olma duygusuyla
donatıldığını sonunda kabul ettim. Bugünün
gelinen noktada, en baştaki duruşum ve
duygularımdayım” dedi.
Eseriyle gurur duyan
Kıran, İstanbul’un en önemli terası olacağı için
bu duygulu herkesle paylaşacağı günü
sabırsızlıkla bekliyor. Yazar Elif Şafak’ın
“Ustam ve Ben” adlı son romanına atıfta bulunup,
Mimar Sinan’ın eserlerini yaparken başına
gelenlere dikkat çeken Kıran, köprü serüveninde
yaşadıklarını bir kitapta toplayacak. Kıran aynı
zamanda, karikatür çizimlerinden oluşan bir
çalışmayla da Türkiye turuna çıkıp,
yaşadıklarını mimarlık okullarında genç
nesillere anlatacak.
Hürriyet, Haber: Fatma
Aksu, Fotoğraf: Mustafa Küçük, 23.01.2014
******
6 MİNARELİ SÜLEYMANİYE

Taksim yonünden
Yenikapı ’ya
ulaşacak
metro hattının
Haliç geçişi için
inşa edilen köprünün son hazırlıkları tamamlanıyor.
Köprünün iki büyük ayağında Şişhane bölgesinden
bakıldığında dikkat çeken bir görüntü oluşuyor. 4
minareli olan Süleymaniye Camii, köprünün ayakları
ile bakıldığında sanki 6 minareliymiş gibi
gözüküyor.
Radikal, 23.01.2014
|

|
PICASSO İSTANBUL'A GELİYOR
Pera Müzesi, 2010 yılında gerçekleştirdiği ve Türkiye’de ilk kez sergilenen “Picasso - Suite Vollard” gravürler serisinden sonra, 20. yüzyılın efsane sanatçısı Pablo Picasso'yu, "Picasso: Doğduğu Evden Gravürler ve Seramikler" ile yeniden ağırlayacak.
Sergide, 56 gravür, 8 seramik toplam 66 eserle birlikte sanatçının bebeklik gömleği, patikleri ve kurşun askerleri gibi kişisel objeleri de görülebilecek.
Çağdaş cam sanatının sıradışı uygulamalarından bir seçkiyi sanatseverlerle buluşturan “Aurora: Kuzey Ülkelerinden Çağdaş Cam Sanatı” sergisinde, İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka ve İzlanda’dan 25 sanatçının 51 yapıtı yer alıyor.
Habertürk, 23.01.2014
|
TARİHİ KÖPRÜ YIKILMAKTAN
KURTULDU

Tarihi Anadolu Selçuklu
eseri olan Belkıs Köprüsü'nün ayakları ve taban
kısmı sel ve su taşkınlarına karşı güçlendirildi.
230 metre uzunluğunda 7
ayaklı köprünün 3 ayağının yıpranmaya bağlı
restorasyonu ve taban güçlendirilmesi yapılarak sel
ve su taşkınlarına karşı dirençli hale geldiği
belirtildi. Antalya'nın Serik İlçesi Belkıs beldesi
sınırları içinde bulunan tarihi köprü Manavgat-Serik
ilçelerini birbirine bağlıyor.
MS 4. yüzyılda yapılan
köprü, yıkılmaya bağlı 8 asır önce Anadolu Selçuklu
Sultanı 1. Alaaddin Keykubat tarafından yeniden
yapıldığı ve yöre insanı tarafından 'Eski Köprü',
'Köprü Pazar', 'Sultan Alaaddin' ve 'Belkıs' gibi
çeşitli isimlerle anılıyor. Tarihi köprü, 3 yıl önce
bölgede meydana gelen şiddetli yağışlarda köprünü
bir ayağında oluşan derin oyuklar nedeniyle yıkılma
tehlikesi geçirmişti.Günümüzde Serik ve Manavgat
ilçelerini birbirine bağlayan köprü, yılın 12 ayı
turistler tarafından en fazla ziyaret edilen
mekanlar arasında yer alıyor.
Cihan'ın haberine göre,
sekiz ay önce restorasyon ve yenileme çalışması
kapsamında Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından
ihale edilen köprünün restorasyonunu, bir şirket
üstlenmişti. Köprünün ihale bedelinin 964 bin lira
olduğu ve bir yıl içinde bitirilerek teslim
edileceği ifade edilmişti. Şirketin Şantiye Şefi ve
inşaat mühendisi Bülent Adede, 7 ayaklı köprünün 3
ayağında yıpranma olduğunu ve 3 ayağı Selçuklu
mimarisine uygun bir şekilde restore ettiklerini
söyledi.
Restorasyon çalışması
kapsamında sel suları ve su taşkınlarında tarihi
Belkıs köprüsünün yıpranan 3 ayağı ve zeminini taş
döşemesiyle güçlü hale getirdiklerini belirten
Adede, firmalarının tarihi köprü restorasyonlarında
tecrübeli olduğunu ve Sırplar tarafından yıkılan
tarihi Mostar Köprüsü'nü de aslına uygun bir şekilde
yeniden onarım planını kendisinin çizerek hayata
geçirdiğini kaydetti. Adede, "Tarihi köprünün
ayaklarını sel suyu ve su taşkınlarına karşı güçlü
hale getirdik. Köprünün restorasyon ve güçlendirme
çalışmasını tarihi orijinalitesine uygun yaptık.
Tabanda yaptığımız güçlendirme çalışmasıyla şiddetli
akan suyun köprünün ayağına verebilecek yıpranma
zararının önüne geçtik. Tarihi köprünün asırlar
boyunca akan su akışına bağlı yıpranan 3 ayağı güçlü
hale geldi. 8 asırlık tarihi köprü bütün
güzelliğiyle yerli ve yabancı turistleri büyülemeye
devam ediyor." diye konuştu.
Yapı, 23.01.2014
|
BUZUL ÇAĞINDAN GELEN SALYANGOZ
Çanakkale'de bir akarsuda, nesli Buzul
Çağı'ndan gelen ve sadece bu bölgede yaşayan "tatlı
su salyangozu" tespit edildi. Uzmanlar bu canlıya,
bilim insanı Prof.Dr. Mehmet Zeki Yıldırım'a
ithafen "yildirimi" adını verdi. Çanakkale Onsekiz
Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Deniz Bilimleri ve
Teknolojisi Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr.
Deniz Anıl Odabaşı, "Endemik bir tür olan tatlı su
salyangozu 5-6 milimetre boyutunda. Bu kabuklu tür,
bölgede kendine has koşullarda yaşıyor. Bu canlı,
Buzul Çağı'ndan günümüze kadar ulaşmış türlerden
biri. O bölgenin iklimsel koşulları da canlıya
yaşama imkanı sunmuş" dedi. Canlının 2-3 yıl gibi
bir yaşam döngüsüne sahip olduğu bilgisini veren
Odabaşı, besin ağındaki yerini belirlemeye
çalıştıklarını dile getirdi. Salyangozun,
kirlilikten olumsuz etkilendiğini vurgulayan
Odabaşı, bu durum devam ederse neslinin tehlikeye
girebileceği uyarısında bulundu.
Sabah, 23.01.2014
|
'MEDENİYETLERİN BEŞİĞİ'
İZNİK, DÜNYA MİRASI OLMA YOLUNDA
Tarihi MÖ 4'üncü
yüzyıla kadar uzanan, Bitinya, Roma, Selçuklu ve
Osmanlı uygarlıklarına ev sahipliği yapan İznik
İlçesinin, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve
Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Kültür Mirası
Listesine dahil edilmesi amacıyla çalışma
başlatıldı.
İznik Belediyesi
öncülüğünde Bursa Valiliği ve İznik
Kaymakamlığının desteği, Uludağ Üniversitesi
(UÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm
Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin'in
koordinatörlüğü ve aynı fakültenin Tarih
Bölümünden Yrd. Doç.Dr. Şahin Kılıç'ın
katılımıyla ilçenin tarihi, kültürel ve
arkeolojik zenginliklerinin dünya mirasına
kazandırılması amacıyla hazırlanan proje, Kültür
ve Turizm Bakanlığı UNESCO Türkiye Milli
Komisyonuna sunulacak.
Prof.Dr. Şahin, yaptığı açıklamada, İznik'in ilk
resmi kuruluşunun, Bitinya Krallığı döneminde MÖ
4. yüzyıl olduğunu ancak çevredeki kalıntılarda
gerçekleştirilen araştırmaların, ilçenin
geçmişinin MÖ 8. yüzyıla kadar gitmesi
gerektirdiğini ortaya koyduğunu söyledi.
Bitinya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı
uygarlıklarına ait arkeolojik kalıntıların,
ilçeye büyük bir tarihi ve kültürel zenginlik
kattığını anlatan Şahin, kurulduğu tarihten
itibaren İznik'in birçok medeniyete beşiklik
yapmasının yanı sıra farklı medeniyetlere
kesintisiz yerleşim imkanı sağlaması bakımından
da dünyadaki ender yerlerden biri olduğuna
dikkati çekti.
Şahin, Roma döneminde inşa edilmesine rağmen
hala ayakta kalan sur duvarları, tiyatro
kalıntıları, nekropol sahası ve yer altı
mezarlarının, bu zenginliğin en güzel göstergesi
olduğunu ifade ederek, "Şunu söylemek abartılı
olmayacaktır;
İstanbul'da
Tarihi Yarımada ne ise İznik, Bursa açısından o
kadar önemli bir yer. İstanbul nasıl Tarihi
Yarımada'(ya gözü gibi bakmak zorundaysa
Bursa'nın da İznik'e gözü gibi bakması
gerekiyor. Surlarıyla ayakta olan bir kent"
dedi.
Kenti çevreleyen sur duvarının neredeyse
tamamına yakınının bugün hala ayakta olduğuna
dikkati çeken Şahin, bu surların 2 bin yıllık
bir geçmişe sahip olduğu bilgisini verdi.
Göl Kapı'da biraz sıkıntı olduğunu ancak
İznik'in, üç sur kapısıyla (Lefke, İstanbul ve
Yenişehir kapıları) ayakta duran ender
kentlerden biri olduğunu anlatan Şahin, "Belki
Diyarbakır burasıyla yarışabilir. Ayakta kalan
sur duvarları bakımından Diyarbakır'ın dışında
İznik ile şu anda Türkiye'de yarışabilecek başka
bir kent yok. İstanbul'da bu kadar sağlam kalan
sur duvarı yok, restorasyonlarla biraz ayağa
kaldırmaya çalıştılar. Burada restorasyona da
gerek olmayan sur duvarı mevcut. Dolayısıyla
sahip çıkılması gereken bir kent"
değerlendirmesinde bulundu.
"Medeniyetler
İttifakı Projesinde aday kentlerden biri İznik"
Şahin, Kültür ve Turizm Bakanlığının, son
yıllarda İznik'e büyük destek sağladığını,
ilçede sürdürülen tiyatro kazılarının bunun en
güzel örneklerinden biri olduğunu ifade ederek,
Bakanlığın ilgisinden cesaret alarak bu
zenginliğin dünya mirasına kazandırılması için
proje hazırladıklarını bildirdi.
Projeyi, Yrd. Doç.Dr. Kılıç ile hazırladıklarını
belirten Şahin, şöyle devam etti:
"Projeyi başlattık. İznik Belediye Başkanımız ve
Kaymakamımız da destekliyor. İznik Belediye
Başkanlığı adına 'UNESCO Dünya Kültür Mirası
Listesi'ne İznik'i de alabilir miyiz?' diye yola
çıktık. İlk çalışmalar yapıldı ve nisan ayına
kadar en azından ön başvurumuzu yapıp aday
listeye girmeye çalışacağız. Bu konuda da start
verildiğinin müjdesini paylaşmak istiyorum.
İnşallah yakın bir zamanda, öngördüğümüz gibi,
burasını UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine
kabul ettirerek hak ettiği değeri fazlasıyla
veririz."
Mustafa Şahin, İznik'i, medeniyetlerin buluştuğu
bir yer olarak gördüklerini vurguladı. İznik'in
sadece Hristiyanlık dini için değil Müslümanlık
bakımından da önemli olduğuna değinen Şahin,
şunları kaydetti:
"Mesela Osmanlı'nın yaptığı ilk medresemiz
burada. Bunu da göz önünde bulundurmak lazım.
İlk camiler, önemli kiliseler burada. Pagan
döneminden çok önemli tapınaklar var. Bunu,
özellikle Roma dönemine ait sikkelerin
üzerindeki betimler gösteriyor. Dolayısıyla
medeniyetler ittifakının örtüştüğü bir nokta.
Zaten bu öneminden dolayı da Başbakanımızın
başlattığı, İspanya ile ortak sürdürülen
Medeniyetler İttifakı Projesinde aday kentlerden
biri İznik. İznik ile İspanya Endülüs-Cordoba
arasında yapılan bir proje bu. Bu medeniyetler
ittifakında onlar İslam eserlerini koruyacak biz
de burada Hristiyanlık eserlerini koruyup
böylece medeniyetlerin buluştuğu noktaları
ortaya çıkaracağız. Bu tür projeler de var. Yani
bütün bunlar bir araya geldiği zaman İznik'in
potansiyeli dahi iyi anlaşılmış oluyor."
Roma döneminde inşa edilen ve halen dimdik
ayakta duran 5 kilometre uzunluğundaki surlarla
çevrili İznik, Roma ve Osmanlı dönemlerinden
kalan çok sayıda eserin yanı sıra Hristiyanlık
inancında önemli kabul edilen, Senato Sarayı'nda
325 yılında 1. Konsil, 787'de İznik Ayasofya
Kilisesi'nde 7. Konsil toplantılarına ev
sahipliği yapmıştı. 15 ve 16. yüzyıllarda ünü
dünyaya yayılan İznik çinileriyle de adından söz
ettiren ilçede bugün pek çok atölyede çini
üretiliyor.
Hürriyet, Haber: Haluk
Yüksel, 22.01.2014
|
'PRUSİAS AD HYPİUM'
ANTİK KENTİNDEKİ KAZILAR SÜRECEK

Karadeniz'in "Efes"i
olarak bilinen, 1. yüzyılda Konuralp beldesinde
yapıldığı belirtilen antik kentteki tiyatroda kazı
çalışmaları devam edecek.
DÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı
Başkanı Yrd. Doç.Dr. Ayengin: "Hep beraber Batı
Karadeniz'in Efes'ini gün yüzüne çıkartacağız".
Ayengin, yaptığı açıklamada, Konuralp Müzesi ve DÜ
Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nün
ortaklaşa çalışmasıyla yürütülen kazılara Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün bütçe
ayırdığını söyledi.
Çalışmaların hızlanarak devam edeceğini belirten
Ayengin, şöyle konuştu:
"Geçen yıl sahne binası ve çevresinde çalışmalar
yaptık. 'Kavea' ve orkestra alanında çalışmalar
yapmıştık. Bu sene ise daha çok 'kavea' kısmındaki
erozyondan dolayı orada bir konsültasyon çalışması
yapmayı düşünüyoruz. Yine sahne binasında yapılan
çalışmalara devam edilecek. 'Şimdiden bu sene de
güzel bir sezon bizi bekliyor' diye düşünüyorum.
Sahne binasının detaylarının daha da ortaya çıkması,
oradaki dolguyla alakalı. Dolgu olduğu için onun
kaldırılması gerekiyor. Kaldırıldıktan sonra 'kavea'
kısmına girişlerde sağda ve solda bulunan tonozlu
yapılar aşağıya inecek. Orada da yüksek miktarda
erozyondan kaynaklı dolgu tabaka var. Tiyatro yamaca
yaslı.
Yoğun yağmur ve kardan dolayı devamlı toprak akımı
var. Buradaki dolgu toprağını kaldırdığınız zaman,
tiyatro kendini çok daha iyi gösterecek. Gelen
turisti çok daha iyi etkileyecek pozisyona gelecek.
Bunun için bu dolgu toprağı kaldırmamız lazım.
Özellikle 'kavea' yani oturma kısmındaki erozyondan
dolayı kaymaları da engellememiz lazım. Bu sene acil
olarak ilk yapacağımız çalışmalar bunlar."
"Bitinya bölgesinde Roma
dönemi için en iyi korunmuş tiyatro alanı"
"Karadeniz'de bu
kadar iyi korunmuş Roma dönemine tarihlendirilen bir
tiyatro yapısı yok" diyen Ayengir, "Gerçekten biz
çok şanslıyız. Bizim tiyatromuz Bitinya bölgesinde
Roma döneminde en iyi korunmuş tiyatro alanı olduğu
için çok önemli bir kazı. Bu çalışmaların
sonuçlarının hem arkeolojik bilim dünyasına
getirileri çok fazla olacak hem de Düzce, turizm
açısından çok daha önemli bir potansiyele ulaşacak"
diye konuştu.
Ayengin, kazı çalışmalarının heyecan yarattığını
anlatarak, "Hep beraber Batı Karadeniz'in Efes'ini
gün yüzüne çıkartacağız" dedi.
Sabah, 22.01.2014
|
HAT SANATININ 500 YILI BAHREYN'DE

Bahreyn Milli Müzesi 25. Yılını S.Ü. Sakıp Sabancı
Müzesi'nin hazırladığı sergiyle kutluyor. 'İslam Hat
Sanatının 500 Yılı' adını taşıyan sergi, Sabancı
Müzesi'nin Kitap Sanatları, Hat ve Resim
koleksiyonlarından yapılmış özel bir seçki.
Bahreyn Milli Müzesi, 25. yaşını Sabancı
Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nin
koleksiyonlarından bir seçkiyle kutluyor. İslam
Sanatının 500 Yılı adlı sergi, müzenin hat, el
yazmaları koleksiyonundan bir seçki. Sergide
resim de var. Sabancı Müzesi koleksiyonunda yer
alan Halife Abdülmecit, Osman Hamdi Bey, Halil
Paşa gibi önemli klasik sanatçılara ait
resimlerden, hat sanatıyla ilgili mekanları ve
insanları tasvir eden dokuz yağlıboya tablo
Bahreyn’e getirilmiş.
Sergi, pazar günü Bahreyn’in Kültür Bakanı,
kraliyet ailesinden Shaikha Mohammad Al Khalifa
tarafından açıldı. Toplam 86 eserin yer aldığı
sergide özellikle el yazması kitaplar, Kuran-ı
Kerim’ler dikkat çekiyor. 15. yüzyıldan, 20.
yüzyıla kadar sadece Osmanlı coğrafyasında
değil, farklı İslam ülkelerinde yazılmış,
bezemeleri, minyatürleriyle hakikaten göz
kamaştıran değerli kitaplar bunlar. Bir diğer
bölümde ise Sabancı hat koleksiyonunun çok
önemli parçaları olan levhalar, Hilye-i Şerif
örnekleri, kıt’alar, murakkalar ve Osmanlı
padişahlarının tuğralarını taşıyan çeşitli berat
ve fermanlar var.

Sergi, Bahreyn Kültür Bakanlığı’ndan gelen davet
üzerine gerçekleşmiş. Sabancı Müzesi Müdürü
Nazan Ölçer, kendi koleksiyonlarından bu kente
ve müzeye özel yep yeni bir seçki hazırlamış.
Loş sergi salonunda ışıklı vitrinler içindeki
eserler adeta kutsiyeti artmış biçimde,
izleyiciyle etkileyici bir ilişki kuruyor.
Ziyaretçileri eski hattatların kullandığı yazma
aletleri karşılıyor. Salonun merkezindeki
yazmalar, hat levhalar, fermanlar ve tablolarla
çevrilmiş. Açılışın hemen ertesi gününden
itibaren Bahreynliler ve turistler kadar
okulların da ilgi gösterdiği serginin ev
sahipleri halinden memnun. Müze Direktörü Rashad
Faraj, bölgesel çapta ilgi odağı olmayı
hedeflediklerini anlatıyor. Müze 25 yıl öncesi
için iddialı bir mimari ve teşhir
salonlarına sahip. Ama onlar da bir yenilenme
ihtiyacı içinde. Öncelikli mesele, günümüzün tüm
müzelerinde olduğu gibi sürekli yeni sergiler
açarak ilgiyi canlı tutan, izleyicisini arttıran
bir çekim alanı olmak. Rashad Faraj, İslam Hat
Sanatının 500 Yılı ile bu hedeflere doğru önemli
bir adım attıklarını söylüyor.
Sakıp Sabancı’nın sağlığında oluşturduğu ‘Kitap
Sanatları ve Hat Koleksiyonu’ Sakıp Sabancı
Müzesi’nin de temelini oluşturuyor. 1989’dan
itibaren Altın Harfler adlı sergiyle New York
Metropolitan, Louvre, Berlin Gugenheim
müzelerini ziyaret eden koleksiyon 2002 yılından
bu yana, Resim Koleksiyonu’yla birlikte Atlı
Köşk’te sergileniyor.

Bahreyn Milli Müzesi ise başkent Manama’da
ülkenin zengin arkeolojik mirası için kurulmuş.
Kazıları yürüten Danimarkalılar müzenin
kuruluşuna da katılmış. Deniz kıyısındaki müze
binlerce yıllık Dilmun uygarlığından İslam
dönemine çeşitli buluntuları sergiliyor. Müzede
geleneksel Bahreyn yaşam tarzını ve inci
avcılığını anlatan bal mumu heykellerle yapılmış
düzenlemeler de önemli bir yer tutuyor.
Sergi 13 Nisan’a kadar açık kalacak.
Radkal, Yazı: Cem Erciyes, 22.01.2014
|
İNGİLTERE'DE MÜTHİŞ KEŞİF
İngiltere Dorset'te
bulunan bu yer hazine avcılarının akınına uğradı...

Sebebi ise Noel'den bir gün sonra kıyıda bulunan
dinozor fosili...

Neredeyse eksiksiz halde
bulunan ichthyosaur türü
dinozorun kemikleri yaklaşık
25 bin
dolara
satıldı. 180 milyon yıl önce
oluşmuş uçurum oluşumları
sebebiyle Dünya Mirası
listesinde yer alan sahil
şeridi 'Jurassic Sahili'
adıyla da biliniyor. 1.5
metre uzunluğundaki fosili
çıkaran profesyonel 'fosil
avcısı' Paul Crossley,
duygularını 'Çok güzel bir
keyif' sözleriyle anlattı.
haber 3, 21.01.2014
|
KUTSAL DAĞIN EMANETLERİNE DEFİNE TALANI!

Aydın’ın Söke İlçesi'nde doğal ve kültürel
mirasıyla ünlü Beşparmak Dağları’nda (Latmos) antik
kalıntıların defineciler tarafından talan edildiği
öne sürüldü.
Aydın’ın Söke İlçesi ile Muğla il sınırları içinde
geniş bir alana yayılan ve Batı Menteşe Dağları’nın
bir uzantısı olan Beşparmak Dağları’nda (Latmos),
doğal ve kültürel kaynakların acımasızca yok
edildiği ortaya çıktı.
Milli Park ilan edilsin
Eko Sistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği
(EKODOSD), dağdaki antik dönem yerleşimlerden biri
Ören Asar’ının tescil edilerek korunması için Milas
Müze Müdürlüğü’ne başvurdu.
EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, definecilerin dağı
delik deşik ettiğini söyleyerek “Açılan çukurların,
sökülen antik taşların, parçalanan eserlerin haddi
hesabı yok. Bölgede yöre insanları tarafından
Anadolu Parslarını (Panthera pardus tuliana) avlamak
için kullanılan kapanlar bulduk. Ancak defineciler
hem doğaya hem de kalıntılara büyük zarar vermiş. Bu
doğa ve kültür mirasını yarınlara taşımak bir
insanlık borcudur. Orman ve Su İşleri Bakanlığı,
Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün
Latmos’u acilen Milli Park olarak ilan edilmesi
gerekiyor. Kutsal dağın emanetlerini hep birlikte
korumalıyız” dedi.

EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, “Yetkililer,
bölgedeki talanı bir an önce durdurmalı. Bölge bir
an önce Milli Park olarak ilan edilmeli” dedi.
Vatan, 21.01.2014
|
MARMARAY'DA KAÇAN FIRSAT
Marmaray Yenikapı İstasyonu’nun girişine “arkeolojik kazılar nedeniyle Marmaray projesinin beş sene gecikmiş olduğu” yazılı bir pano yerleştirilmiş. Panonun altında Ulaştırma Bakanlığı ve TCDD’nin imzaları var. Bu panodan anlaşıldığı kadarıyla yöneticiler kentin binlerce yıllık tarihine ışık tutan arkeolojik kazıları “zaman kaybı” olarak değerlendiriyorlar.
“Aslında Marmaray 29 Ekim 2013’e kalmayacaktı. 2010’e yetişebilirdi. Bize gecikmek yakışmaz, ertelemek yakışmaz. Sürekli yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı, yok bu çıktı diyerek önümüze engeller koydular. Bunlar mı önemli, insanlar mı önemli? Yok koruma kuruluydu, yok yargıydı bunlara takılıp kaldık. Üç sene bizi engellediler. Marmaray’ın işletmeye açılamaması değil maddi kaybı da ciddi noktada. Bundan sonra engel mengel tanımıyoruz, bedeli ne olursa olsun!”
Bu sözler de Başbakan Erdoğan’a
ait. Bu açıklamadan da anlaşıldığı üzere Marmaray
kazılarında gerçekleşen arkeolojik keşifleri
önemsemediği, boş yere zaman kaybedildiğini ve
kaynakların heba edildiğini düşündüğü görülüyor.
Koruma kurulları, yargı kararları, üniversiteler,
bilim insanlarına karşı öfkeli. Onları “çevre,
kültür mirası gibi konuları bahane ederek” projeleri
engellemeye çalışan kesimler olarak görüyor.
Arkeolojik çalışmalar bahane edilerek halka hizmetin
engellendiğine inanıyor. Şehri müteahhitlerin
geliştirdiği projelerle imar edilebilecek, altyapı
hizmetleriyle modernleştirilecek bir nesne olarak
gören bir zihniyet dünyasının içinde
yaşıyor. İstanbul için başka bir gelişme modelinin
olabileceğini düşünmüyor. Şehri karmaşık ilişkiler
sistemi olarak geliştirebilecek ve yönetebilecek bir
deneyimin olabileceğine ihtimal vermiyor. Ulaşım
kararlarının kültür mirasının korunmasını, istihdam
ve üretim yapısını, sosyal hizmetleri
ilgilendirdiğini fark etmiyor.
O zaman bizim de ona şu soruyu sormamız gerekmiyor
mu?
Eğer söylediğiniz gibi arkeolojik kazılar için beş sene beklendiyse bu süre Marmaray’ın şehircilik ve mimarlık unsurlarını geliştirmek için mükemmel bir fırsattı. Bu süre içinde transfer merkezleri ve çevreleri, etkilenecek alanlar için yönetim planları, örgütlenmeler ve projeler geliştirilebilirdi. Madem böyle bir fırsat vardı, yöneticiler olarak görevinizi neden yapmadınız? İstanbul halkını boş yere beş sene neden oyaladınız? Yapa yapa (çevresiyle, işleviyle hiç mi hiç ilişkisi olmayan) “kalemtıraş” gibi binalar inşa ettirdiniz.
İstanbul halkı olarak bizim de bunun hesabını sizden sormaya hakkımız yok mu?
İstanbul halkı olarak kazılarda arkeologların nasıl özveriyle ve heyecanla çalıştıklarını hepimiz gördük. Gecelerini gündüzlerine katarak çalıştılar. Marmaray’da mühendisinden işçisine, yabancı uzmanlara kadar herkes işini özveriyle yaptı. Onlara teşekkür borçluyuz. Peki, karar vericiler olarak siz ne yaptınız? Şehrin binlerce yıllık geçmişine ışık tutan arkeolojik kazıları bir engel, zaman kaybı olarak görmeniz yönetim zihniyetinizi ele veriyor.
İstanbullular olarak projenin geliştirilmesi için yaptığımız işbirliği taleplerine burun kıvırdınız. UNESCO Dünya Miras Komitesi’nin önerilerine kulaklarınızı kapattınız. Elinizde sınırsız imkanlar olmasına rağmen şehrin yeni kamu alanlarını oluşturacak transfer merkezleri için hiç yenilik geliştirmediniz. Marmaray’ı İstanbul için bir fırsata çeviremediniz. Üsküdar Meydanı’nı rezil ettiniz, Yenikapı’da uyduruktan projeler yaptırdınız. Görevinizi yapmadığınız için zamanını, heyecanını, gecesini, gündüzünü bu işe adayan insanların emekleri çöpe gitti. (Kazılarla hiç ilgisi olmayan istasyonlardaki projelendirme felaketine hiç değinmiyorum bile.)
Bu projeyi yönetebilecek bir deneyime sahip olmadığınız yaptıklarınızdan belli oldu. Uygulama aşamasına gelindiğinde, Yenikapı’da Büyükşehir’in iki ana metro hattının başlangıç noktasını oluşturan istasyonla, Marmaray’ın ana transfer merkezi arasında bir ilişki bile kurulmamıştı. Aralarında 800 metre mesafe bulunuyordu. Neyse ki arkeolojik kazılar sonucunda Marmaray istasyonunun yeri değişti de İstanbullular “transfer” için bu mesafeyi koşmaktan kurtuldular. Yalnızca bu değişiklik için bile İstanbullular olarak arkeologlara teşekkür borçluyuz.
İstanbul’un geleceğini etkileyecek bu projeyi müteahhitlik mantığı ile yönetmeye kalktınız. Şehri zenginleştirecek böylesine önemli bir fırsatı heba ettiniz.
Marmaray’ın her istasyonu bir kimlik kazanabilir, içi ayrı bir mimari esere dönüşebilirdi. Böylece istasyonlar, transfer merkezleri kente yepyeni bir ruh kazandırabilirdi. Böylesine önemli bir şehircilik deneyimi için yönetim planları hazırlanabilir, yarışmalar yapılabilirdi. Ulaşım projeleri ile İstanbul için önem arz eden kültürel mirasın korunması, üretim ve istihdam koşullarının iyileştirilmesi, yaşam çevrelerinin niteliğinin geliştirilmesi arasında bir ilişki kurmadınız. Şehrin ana ulaşım şebekesinin omurgasını oluşturacak bu proje eğer iyi yönetilseydi, kamusal alanlarının yeniden yapılanmasında, nitelik kazanmasında işlev görebilirdi. Oluşan rant kente geri dönebilirdi. İstanbulluların yaşam çevresi daha nitelikli, daha renkli hale getirilebilirdi. Kendi çıkarlarınızı, küçük dünyanızı korumak için Marmaray’ı şehir için bir fırsata çevirebilecek yönetim deneyimini, yaratıcı çabaları İstanbul’dan, İstanbul halkından esirgediniz.
Bunları söylüyor olmak bana acı veriyor. Bu fırsatın
kaybedildiğine üzülüyorum. Ama bundan sonrası için
umutluyum. Eminim ki İstanbul halkı İstanbul’u son
kullanım tarihi çoktan geçmiş yönetimlerin
pençesinden kurtaracak.
Taraf, Haber: Korhan
Gümüş, 21.01.2013
|
ALBAY İLE BİNBAŞININ DEFİNE MERAKI

Ankara’da görevli bir Albay ile binbaşının da
aralarında bulunduğu 10 kişi, Çorlu’da define bulmak
için kaçak kazı yaptı. Çevredekilerin ihbarıyla
yakalanan kaçak kazıcılar gözaltına alındı.
Tekirdağ’ın Çorlu İlçesi’nde, aralarında Ankara’da
görevli Albay B.T. ile Binbaşı B.Ş.’nin de bulunduğu
4’ü askeri personel 10 şüpheli, define aramak için
kaçak kazı yaptıkları iddiasıyla yakalandı.

İhbar üzerine...
Çorlu İlçe Jandarma Komutanlığı’na bağlı ekipler
Önerler Köyü yakınlarında bir arazide kaçak kazı
yapıldığı ihbarıyla harekete geçti. Bölgede tarama
yapan jandarma ekipleri toprak alanda iş makinesiyle
kazı yapıldığını tespit ederek suçüstü yaptı. Kaçak
kazı yaptıkları belirlenen 10 kişi gözaltına
alınırken, şüpheliler arasında Ankara’da görevli
olduğu belirtilen Albay B.T., Binbaşı B.Ş., Başçavuş
R.R. ve askeri sivil memur M.K.’nın da yer aldığı
ortaya çıktı.
Jandarma ekiplerinin olay yerinde yaptığı
incelemelerde, iş makinesi ile çok sayıda patlayıcı
ile kazı malzemeleri ele geçirildi. Şüpheliler ifade
için Çorlu Jandarma Komutanlığı’na götürülürken,
başlatılan soruşturma sürüyor.
Vatan, 21.01.2014
|
NEMRUT'TAKİ HEYKELLER SOĞUKTAN KORUNUYOR

Nemrut Dağı'daki iki
heykelle nano teknolojiyle üretilen bezler
giydirilerek koruma altına alındı.
Kommagene Kralı
Antiochus Theos tarafından MÖ 62 yılında
yapılan ve "Dünyada güneşin doğuşunun ve
batışının en güzel izlendiği yer" olarak bilinen
Nemrut Dağı ören yerindeki heykelleri korumaya
yönelik çalışma başlatıldı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) arasında
imzalanan protokol kapsamında, iki heykele nano
teknolojiyle üretilen bezler giydirilerek, buza
karşı korum altına alındı.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Ekinci,
yaptığı açıklamada, heykelleri kış aylarının
ağır koşullarından korumak için nano
teknolojiyle üretilen bez kullanıldığını
söyledi. Heykellerdeki çatlaklara sızan suyun
soğuk nedeniyle buz tutarak yapıya zarar
verdiğini ifade eden Ekinci, "Heykellerdeki kil
zerreciklerinin kristalleşmesi sonucu o kılcal
çatlaklar ya daha da büyüyordu ya da başka
çatlakların ortaya çıkmasına sebep oluyordu.
Bunun önüne geçmek amacıyla nano
teknoloji örtüler tercih edildi" dedi.
Uygulama bütün heykeller için yapılacak
Örtülerin sıcaklığı da dengelediğini vurgulayan
Ekinci, şunları kaydetti:
"Örtülerin en büyük özelliği nefes alıp verme
özelliği olması. Örtüler ısı farkını minimize
ettiğinden yağmur ve kar suları heykellerin
içerisine giremiyor. Böylelikle çatlakların
oluşması engellenirken, heykellerin uzun ömürlü
olmasını sağlıyoruz. Bu çalışma bir denemeydi
daha önce de yapıldı. Denemeler sonucunda olumlu
sonuçlar alındı. Nemrut Dağı'nda yapılacak
restorasyon çalışmasından sonra bu uygulama
bütün heykeller için yapılacak."
Hürriyet, 21.01.2014
|
TARİHİ ÇEŞME KURTARILDI

Demre-Kaş karayolu kenarındaki Likya Çeşmesi'nin
(nympheum) bulunduğu alan, sanayi esnafının otomobil
hurdalarını bırakması nedeniyle adeta hurdalığa
dönüştü. Roma döneminde kalan 2 bin yıllık tarihe
sahip Likya Çeşmesi'nin bu halini görenlerin
şikayeti üzerine Demre Kaymakamı Yusuf İzzet Karaman
harekete geçti. Kültür ve Turizm eski Bakanı
Ertuğrul Günay da konuyla ilgili Demre Belediyesi'ni
arayarak bilgi verdi.
HURDALAR KALDIRILDI
Belediye ekipleri tarafından tarihi çeşmenin
etrafını temizledi. Yolun kıyısındaki otomobil
hurdaları kaldırıldı. Çeşmenin suyunun aktığı bölge
temizlenerek suyun akması sağlandı. Kaymakam Yusuf
İzzet Karaman, tarihi çeşmenin etrafındaki çöp
yığının temizlendiğini söyledi. Kış mevsimi
nedeniyle rüzgarın taşıdığı çöplerin tarihi çeşmenin
çevresini kirlettiğini kaydeden Karaman, bölgenin
düzenli olarak temizleneceğini vurguladı.
Güney Haberci, 20.01.2014
|
171 YILLIK FABRİKA KEÇİ AĞILI OLDU

Hereke'de 1843'te kurulan, 1933'te
Sümerbank'a devredilen dokuma fabrikası
özelleştirildikten sonra kapandı. Endüstriyel miras,
artık keçilere ev sahipliği yapıyor.
Padişah Abdülmecit devrinde, mali ve ekonomik
işlerde önemli roller oynayan Ohannes ve Bogos
Dadyan, İzmit’teki çuha fabrikasının yapımını
üstlenmişti. İkili, çuha fabrikasının yapımı için
İstanbul’dan İzmit’e gidip gelirken Hereke’de
verdikleri bir yemek molasında bölgenin doğal
zenginliklerinden etkilenip çuha fabrikasının yapım
masrafından kısarak Hereke’de bir dokuma fabrikası
inşa etti. Fabrika, 1843’te kuruldu.
Padişah korkusu
Padişah Abdülmecit, fabrikanın kendisinden izinsiz
kurulduğunu duyunca 1844’te Hereke’ye ziyaret
düzenledi. Hereke’den sorumlu serasker Rıza Paşa ise
korku ile fabrikayı padişah için yaptırdıklarını
söyledi.
1845’te Ohannes ve Bogos Dadan fabrikayı padişaha
karşılıksız verdi. Dünyaca ünlü Hereke halısı, bu
fabrikada üretilmeye başlandı. Fabrika, 1925’te
Maliye Bakanlığı’na bağlı Sanayi ve Maadin
Bankası’na devredildi.
Kentin ilk sendikası
1933’te Sümerbank kuruldu ve fabrika Sümerbank’a
bağlandı. Yaklaşık bin işçinin üretim yaptığı
fabrikada işçiler, Kocaeli’nin ilk sendikası olan
Sümerbank Hereke Kumaş Fabrikası İşçi Sendikası’nı
kurdu.
1987’de Sümerbank’ın özelleştirilmesine karar
verildi. Şirket, Kamu Ortaklığı İdaresi’ne
devredildi. 1995’te Garipoğlu Şirketler Grubu, 103,4
milyon dolara Sümerbank’ı satın aldı. Hereke Kumaş
ve Dokuma Fabrikası ise Garipoğlu Grubu’nun satın
alım listesinde yer almadı. Fabrika, 1996’da
Küçükçalık Grubu’na satıldı.
Özelleştirme sonrasında üretimi durduran
Küçükçalık Grubu, aldıkları askeri giyim ihaleleri
sonrasında Edirne ve Zeytinburnu dokuma
fabrikalarındaki üretim yetersiz gelince Hereke’deki
fabrikayı kullandı. Ancak grup, bir süre önce
üretimi tamamen durdurdu.
Terk edilmiş fabrika
Yaklaşık 5 yıldır üretimin yapılmadığı fabrika
çürüdü. Atıl durumdaki binaları ile Hereke’nin
merkezinde terk edilmiş bir görüntüye sahip
fabrikada keçiler konaklamaya başladı. 171 yıllık
geçmişiyle adeta bir tarih olan fabrikanın
önümüzdeki günlerde ne olacağı ise merak konusu.
Haber Sol, Haber:
Uğur Enç, 20.01.2014
|
TARİHİ BİNALARIN SAĞLAMLIK SIRRI

Günümüzde beton ömrü
50-100 yıl ile ölçülürken, binlerce yıl önce inşa
edilen eserler halen ayakta. Tarihi binaların
sağlamlık sırrı ‘Küfeki taşı’nda gizli...
Taş deyip de geçme! Yerde
değersiz gibi duran bir taş, iyi bir ustanın elinde
yüzyıllara meydan okuyan bir şaheser olabilir. Taş,
köprülerde hasretleri bitiren bir kavuşma vesilesi.
Kervansarayda hasretle beklenen yolcuya yoldaş… Ya
da bir çeşmede aşıklara sırdaş. Kimi zaman da
kavuşamadan ölen aşığa mezar taşı…
Bir medeniyetin en önemli göstergelerinden biri hiç
kuşkusuz bıraktığı eserleridir. Ruhsuz görünse de
taşlar bizim nerelere ait olduğumuzu, nerelerden
geldiğimizi, neler yaptığımızı ve medeniyetimizin
büyüklüğünü bize gösteren önemli unsurlardan
birisidir.
İnsanoğlunun taşla münasebeti çok
eskilere dayanır. İnsanlık mirasının kadim izlerini
hep taş üzerinden izlemişiz. Taş, insanlık tarihine
ışık tutmuş, devirlere adını vermiş, sanatın ortaya
çıkmasına ön ayak olmuş ve yazılı ilk kaynakları
öğrendiğimiz, insanlık için önemli bir madde.
İnsanoğlu taşla yüzyıllardır medeniyetler inşa
etmiş. Taş, mimariye, sanata ve estetiğe temel
olmuş, şekil vermiş.
Şimdi bu taşlardan birisi olan, özellikle İstanbul’a
siluet kazandıran, İstanbul’a armağan bir taştan,
Küfeki taşından bahsedeceğiz. İlk başlarda yumuşak
huylu olmasına bakmayın, zamanla o kadar güzel
sertleşiyor ki sertlik hiçbir şeye bu kadar
yakışmamıştır. İnsan gibi yedisinde edindiği huy
yetmişinde çıkmıyor. Ağaç gibi yaşken eğiliyor.
Medeniyetler inşa eden bir taş
Küfeki taşı, Roma ve Bizans döneminde kullanılmaya
başlanan; Osmanlı'nın, özellikle de Mimar Sinan'ın
elinde zirveye ulaşan, Dünya’da "İstanbul taşı",
Osmanlı’da ise “Bakırköy Taşı" olarak bilinen ve 2
bin 2 bin 500 yıl gibi uzun bir zaman ayakta
kalabilen tek taştır. Küfeki taşı yatakları
İstanbul’un batısında Davutpaşa, Bakırköy- Sefaköy
(Yeşilköy, Şirinevler, Merter, Haznedar) arasındaki
sahada İstanbul’dan Küçükçekmece'ye doğru uzanan
neojen oluşuklar arasında yer almaktadır. Bu bölgede
yüzyıllardır işletilen ocaklardan İstanbul, Trakya
ve civar illerin yapı taşı gereksinimi
karşılanmıştır. Evliya Çelebi'nin bu konudaki
açıklaması şöyledir: "Edirnekapı dışında Davutpaşa
bahçesi yakınında 7 yerde taş madeni vardır ki;
böyle bir Allah yapısı hiçbir diyarda görülmemiştir.
Bin yıldan beri günümüze kadar her gün bin deve,
eşek, katır taş taşıdığı halde sanki deryada katre
güneşte zerre miktarı azalmamıştır. Çünkü Allah’ın
emriyle her gün havadan bitmektedir. Ayasofya’nın
yapılması için hızır getirdiğinden hızır madeni
derler. Güzel koparılması kolay bir makbul taştır."
İstanbul camilerinin ve birçok tarihi mimarinin
beyaz taş malzemesi olan Bakırköy küfekisi, artık
Bakırköy’ün ve birçok küfeki taşı çıkan yerin
yerleşim merkezi olması ve ocakların kapanması
nedeni ile bulunamıyor. Günümüzde bu çoklukta olmasa
da İstanbul çevresinde hala ocaklar mevcut.
Bunca
yapıda, sanat eserinde kullanılmasının nedeni neydi?
Kullanımı gibi ismi de eskilere dayanıyor: Küfeki ya
da Köfeki... Kökeni Yeni Yunanca kufaki “Ponza taşı
veya talk” sözcüğünden alıntıdır. Eski Yunanca
koupholithos “bir tür hafif ve süngersi taş”
sözcüğüyle eş kökenlidir. Bu sözcük Eski Yunanca
kouphos “kof, hafif” sözcüğünden türemiştir.
Günümüzde çabuk kırılan taş, sünger taşı, gevrek,
yumuşak, kof manalarına gelmektedir. Camiden
medreseye, saraydan yalıya, köprüden su yoluna,
handan kervansaraya, türbenden mezar taşına çeşmeye
ve daha birçok eserde kullanılan eşsiz bir taş…
Peki “Küfeki” taşının bunca yapıda, sanat eserinde
kullanılmasının nedeni neydi? Neydi bu taşı cazip ve
eşsiz kılan şey?
Küfeki taşının Roma, Bizans ve Osmanlı döneminde
mimaride ana malzeme olmasının birçok nedeni var.
Özelliklerine geçmeden sağladığı avantajlardan
kısaca bahsetmek gerekirse: Öncelikli avantajı üç
imparatorluğun da başkenti olan İstanbul’dan
çıkarılıyor olması. Yataklarının İstanbul’da olması,
Ağırlığının diğer taşlara oranla az olması. Ocaktan
çıkarma ve nakliye kolaylığı ekonomiklik ve zaman
tasarrufu sağlamış. Sağladığı diğer kolaylıklar
ise, ocaktan çıktığında yumuşak olması ve kolay
şekil alması nedeniyle yüksek üretim hızına sahip
olunması. İstenilen boyutta işlenebilmesi. Ayrıca
oyma yapılabilmesi birçok alanda kullanılmasına
olanak sağlamış. Modüler eleman oluşturma kolaylığı.
Kullanım çeşitliliği. Uzun zaman ayakta kalma
özelliği (2 bin-2 bin 500 yıl). Harçla (Horasan
harcıyla ve diğer harçlarla) kimyasal üniformluk
göstermesi, adaransın kenetlenmenin yerinde
sağlanması ve daha birçok kolaylık taşı ön plana
çıkarmış...
Yıllar geçtikçe mukavemeti daha da artıyor
Küfeki taşının bilinen ve halihazırda keşfedilmeyi
bekleyen birçok özelliği var. Organik tortul taş
olan Küfeki, kalker, silis ve fosil (istiridye ve
midye gibi) çökeltilerinden oluşmuştur. Açık bej,
açık sarı, gri tonlarda, ince taneli ve kumlu
görünümde, fosilli, boşluklu ve kristalli, kompakt
bir taştır. Ocaktan çıkmadan önce yumuşaktır. Bu
yüzden işlenmesi çok kolaydır. Daha sonra havadaki
karbondioksit gazını alarak sertleşir. Bu sertleşme
uzun süre devam eder. Yıllar geçtikçe betona
nispetle mukavemeti daha da artar ve ömrü 2 bin 500
yıla kadar ulaşır. Küfeki taşının çekme, basınç,
kayma mukavemetleri geçen süre içinde artarken
oluşumundaki porlar azalmakta ve su, gaz emisyonları
ve harici tesirlere karşı direnci artmaktadır. Su
içinde bulunması da özelliklerini değiştirmez. Bu da
köprülerde, su kemerlerinde, maskemlerde, çeşmelerde
v.s. yerlerde kullanılmasını sağlamıştır. Yapısında
su mevcuttur, bu suyun bir bölümü uçarken bir bölümü
de dış çeperlerden içeriye doğru zamanla gelişen
kalınlıkta karbonatlaşmanın sonucunda oluşan katman
içinde hapsolmaktadır. Bünyede suyun varlığı dinamik
yükler altında yapının taşıma gücüne önemli ilave
katkı getirmektedir. Depreme de dayanıklı olan
küfeki, üç eksenli gerilme altında (deprem
yüklemesi) etkin bir sünek davranış gösterir.
Doğal
klima “Küfeki”
Küfeki taşı aynı
zamanda klimatik özelliği de olan bir taştır. Yaz
aylarında bunaltıcı sıcağı ve kış aylarında
dondurucu soğuğu absorbe ederek rahat nefes almanızı
sağlar. Ayrıca küfeki taşının 1986 yılında Moskova
Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada nükleer
dalgaları geçirmediği de tespit edilmiştir. Küfeki
taşının İstanbul Teknik Üniversitesi´nde (İTÜ)
yapılan kimyasal analizlerinde kireç, alçı, toz
deterjan, pudranın yapımında da hammadde olarak
kullanılabileceği tespit edilmiştir. Esas olarak
kalker olduğundan ve bazı çıkan madenlerde kireç
taşı özelliği taşıdığından günümüzde çimentoda
hammadde olarak da kullanılmaktadır.
Adına şiirler, hikayeler, romanlar hata destanlar
yazılan “gülenin değil ağlayanın bile bahtiyar”
olduğu şehir. Ne “İstanbul, önünde şair ile
arkeologun, diplomat ile tüccarın prenses ile
gemicinin, kuzeyliyle güneylinin, hepsinin aynı
hayranlık duygusuyla haykırdığı evrensel ve son
derece büyük bir güzelliktir. Bütün dünya, bu kentin
dünyanın en güzel yeri olduğu düşüncesindedir" diyen
Edmondo De Amicis’in ne de “İstanbul biricik ve
kıyas kabul etmeyen bir şehirdir. Manzarasının
güzelliği asla çizilemez” diyen Alphonse De
Lamartine’in sözleri ne de başka bir edibin sözü
İstanbul’u anlatmaya yetmiştir.
İstanbul’un hiç
kuşkusuz olağanüstü güzellikte oluşunun en önemli
nedeni de silüetidir. Bu eşsiz güzellikteki şehre
silüet kazandıran da mimari eserlerdir. Şehirlerin
kraliçesi olarak anılan İstanbul tacını küfeki
taşına borçludur. Küfeki, Ayasofya’dan Yukarıkapı
surlarına, Şehzadebaşı'ndan Selimiye’ye, Topkapı
Sarayı'ndan Çırağan’a ve daha aklınıza gelen hemen
her yerde yaradanın toprağa ektiği bir tohum gibi
bitmiş ve İstanbul’u rengarenk çiçeklerle
süslemiştir. Bugün İstanbul, tüm keşmekeşliğine
rağmen eşsiz güzelliği ile bizi kendisine
bağlamaktadır.

Mimar
Sinan’ın elinde kemale eren Küfeki
Mimar ve mimari denince dünyada hemen herkesin
aklına ilk gelen isim Mimar Sinan’dır. Dahi mimar,
Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok yerinde şaheserler
inşa etmiş, İstanbul siluetinin başmimarı olmuş ve
eserleri hakkında dünyaca ünlü mimarlarca bugüne
kadar sayısız araştırma ve inceleme yapılmıştır.
Fakat yapılan çalışmalar, eserlerin o dönemdeki
şartlarda hem sağlam ve estetik hem de zamanın en
üst teknolojik donanımına sahip olduğunu
aydınlatmaya yetmemiştir. Bugün de hala birçok
yeniliği keşfedilmeyi bekleyen eserleri yüzyıllardır
ayakta durmakta, yeni yetme yapılara karşı nispet
edercesine şehirlere siluet kazandırmaktadır.
Mimar Sinan "çıraklık, kalfalık ve ustalık
eserlerim" dediği sırasıyla Şehzadebaşı, Süleymaniye
ve Selimiye’de Küfeki taşını kullanmıştır. Mimar
Sinan'ın hem dahi derecesinde büyük bir mimar hem de
yüksek derecede bir mühendis mantığına sahip
olduğunu biliyoruz. Sinan eserlerini inşa ederken
ilginç hesaplamalar, ilginç tasarımlar ve ilginç
malzemeler kullanmıştır. Mimar Sinan, Küfeki taşı
üzerinde özel araştırmalar yapmış ve kolay işlenme,
estetik ve mukavemet gibi özellikleri sebebiyle bu
taşı eserlerinde ana yapı malzemesi olarak
seçmiştir. Sinan’ın malzeme seçimindeki mühendislik
dehası, değişik bakış açılarına dayalı çalışmaların
ve disiplinlerin bir arada çalışma gereği her zaman
hissedilmiştir. Eserlerinde seçtiği malzemelerin
kullanım yerlerini ve sahip oldukları özellikleri
çok iyi irdelemiş, yapıyı bir bütün olarak ele alıp
tasarım ve sistem içindeki yük artımını kestirirken,
Küfeki taşının zaman içindeki kimyasal (caco3),
fiziksel (boşluklu yapı) ve mekanik değerlerin iyi
yönde değiştiğini gözlemlemiştir. Bu da bize Mimar
Sinan’ın, mimarlık ve mühendislik erginliğinin yanı
sıra çok kuvvetli sezgisel gücü olduğunu
kanıtlamaktadır. Dünya uygarlık tarihine armağan
ettiği eserler, bizler için çok önemli gurur
kaynağıdır. Küfeki son olarak Sinan Türbesi'nde
kemale erer.
Çok
zengin bir kullanım alanı var
Sadece dış cephe malzemesi olarak değil, kolay
işlenmesi nedeniyle kesme taş ve yoğun bezemeli
düzeye kadar değişik ve zengin bir kullanım alanı
bulmuştur. Küfeki taşı dahili mekanlarda, döşeme
kaplamalarında, kemerlerde, sütunlarda, sövelerde,
cumbalarda, harpuştalarda, şöminelerde, bahçe
düzenlemesinde, rölyeflerde, taç kapılarda, portal,
mihrap ve minberlerde kuş evi, çörten, sadaka taşı
gibi estetik, sanat ve zarafet gerektiren eserlerde
de çokça kullanılmıştır.
TOKİ Haber,
20.01.2014
|
DÜNYANIN EN ESKİ İKİNCİ METROSU 139 YAŞINDA

Londra metrosundan 12 yıl sonra hizmete giren ve
dünyanın en eski ikinci metrosu olan Tünel, zamana
meydan okuyor. 139. yaşı dolayısıyla karanfillerle
gelin gibi süslenen Tünel, yolcularına sürpriz
yaptı.
Karaköy ile
Beyoğlu arasında çalışan ve dünyanın en eski ikinci
metrosu olan Tünel, bu yıl 139. yılını kutluyor.
Çeşitli müzisyenler eşliğinde gün boyu süren müzik
ziyafeti yolculara keyifli dakikalar yaşattı. 17
Ocak 1875 tarihinde, yerli ve yabancı çok sayıda
seçkin davetlinin katıldığı törenle hizmete açılan
ahşap vagonlu ve buharlı Tünel, 1971 yılında
elektrikli hale getirildi. Karaköy ile Beyoğlu
arasındaki 573 metrelik mesafeyi 90 saniyede alan
Tünel, günde ortalama 200 sefer yaparak 12 bin
dolayında yolcu taşıyor.
EN DEĞERLİ MARKALARDAN
İETT Genel Müdürü Dr. Hayri Baraçlı, 139. yaş
günü dolayısıyla Tünel’i ziyaret eden ilköğretim
öğrencileriyle bir araya gelerek, çocuklara Tünel’in
tarihiyle ilgili bilgi verdi. Ardından da çocuklarla
birlikte Tünel’de yolculuk yaparak fotoğraf
çektirdi. 139. yaşını kutlayan Tünel’le ilgili bir
açıklama da yapan İETT Genel Müdürü Dr. Hayri
Baraçlı; “Dünyanın en eski ikinci metrosunun
İstanbul’da olması gerçekten gurur verici. Tünel
sadece İstanbul’un değil ülkemizin de en değerli
markalarından bir tanesi. Tünel’i günlük, haftalık,
aylık ve yıllık bakımlardan geçiriyor, bu köklü
tarihi gelecek nesillere miras bırakabilmek için ne
gerekiyorsa yapmaya çalışıyoruz” diye konuştu.
HİÇBİR ZAMAN ESKİMEYECEK
Karaköy’den deniz taşımacılığıyla gelen yolcuyu
Tünel’den nostaljik tramvay ve metroyla Taksim’e
kadar ulaştırdıklarını ifade eden Baraçlı, 1800’lü
yıllardan beri toplu ulaşım planlamacıları ve
uzmanları için entegre toplu ulaşımın ilk
türlerinden biri olarak Tünel’in özel bir yere sahip
olduğunu belirtti. Baraçlı; “Tünel’in yapımından tam
130 yıl sonra Tünel’den esinlenerek yapıldı. Bu
özellikleri nedeniyle hem ulaşım hem de nostaljik
anlamda Tünel’in değeri İstanbul için hiçbir zaman
eksilmeyecek” diye konuştu.
Akşam, 20.01.2014
|
ALTAMİRA'YA ZİYARETÇİ KOTASI KONDU
İspanya’nın Cantabria bölgesindeki 1879'da bulunan
içinde insanlığın başlangıç dönemine ait çizimler
bulundurmasıyla ünlü 'Altamira Mağarası' 12 yıl
sonra yeniden ziyarete açıldı.
Aralarında İspanya’nın büyük bankalarından biri
olan Banco Santander, Botin Vakfı, Cantabria
Üniversitesi ve çeşitli resmi ve özel kültür
kuruluşlarının yer aldığı bölge konseyinin
yönetiminde yürütülen uzun bakım çalışmalarının
ardından deneme amaçlı bir ziyaretçi kabulü
gerçekleşecek. 1985 yılında UNESCO tarafından Dünya
Mirası kabul edilen mağara, 200 kişilik bir ekiple
orijinal haline getirildi. Altamira’daki yenileme ve
bakım çalışmaları için araştırmalar bu yılın ağustos
ayında bitirilecek. Ziyaretçi sistemi için imzalanan
protokolün bu tarihten sonra yeniden ele
alınabileceği de verilen haberler arasında yer
alıyor.
Akşam, 20.01.2014
|
|
TARİHİ SOKAKLAR YENİLENDİ

Tarihi eser ve yapıları yenileyen ve ilçedeki
vakıf eserlerine sahip çıkan Beykoz Belediyesi,
Anadoluhisarı kale içi ve çevresindeki sokakları
mahallenin tarihi kimliğine uygun olarak yeniledi.
Beykoz'daki tarihi eser ve sokakları ihya etmeye
yönelik başlatılan tarihe vefa çalışmaları
kapsamında Anadoluhisarı kale içi ve çevresindeki 13
sokağın taş kaplama ve düzenlemesi tamamlandı.
Anadoluhisarı'nı güzelleştiren çalışmalar
kapsamında, ilçe sakinlerinin hayatını kolaylaştıran
merdivenler andezit taş ve şık korkuluklarla
kaplanırken çeşmelerin bakım ve onarımları da
yapıldı.
Anadoluhisarı Kalesi içinde gerçekleşen açılışa
Beykoz Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek, Beykoz AKP İlçe Başkanı Adem Sefer, Beykoz İlçe Milli
Eğitim Müdürü Neşat Yayla, İlçe Müftüsü Hüseyin
Demirtaş, Anadoluhisarı muhtar azası Güzin Mermerci,
Anadoluhisarı Turizm ve Kalkındırma Derneği Başkan
Yardımcısı Mustafa Babuz, belediye başkan
yardımcıları, meclis üyeleri muhtarlar ve mahalle
sakinleri katıldı.
Tarihe 1,5 milyonluk yatırım
Tarihi sokakların açılışı dolayısıyla düzenlenen
toplantıda ilçe sakinlerine hitap eden Beykoz
Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek, ilçenin her
köşesine ayırım yapmaksızın hizmet götürdüklerini
ifade etti. çelikbilek şunları söyledi:
"Burada zor bir işi başardık, Anadoluhisarı kale
içi ve çevresi alt yapısı itibariyle yenilenmesi zor
bir bölge idi. Dedemiz Yıldırım Bayezıt'a ait olan
bu yerleri, kaleyi, tekrar ihya etmek gerekir diye
düşündük. Bu bir vefa anlayışıdır.
Anadoluhisarı'ndaki çalışma için 1,5 milyonluk bir
harcama yaptık. İlçemize hizmet etmekten mutluluk ve
onur duyuyoruz. İnşallah ecdadımız da bizden ve
yaptığımız hizmetlerden memnun olur."
Hayaller Bir Bir Gerçek Oluyor
Anadoluhisarı Kalesi'nin turizme
kazandırılacağını söyleyen Başkan Çelikbilek,
"İlçemiz için kurduğumuz hayaller bir bir gerçek
oluyor. Hayata geçmesi için büyük gayret
gösterdiğimiz Beykoz Spor Kompleksi'nin temeli
Şahinkaya'da sessiz sedasız atıldı. 60-70 milyon
değerinde olan bu projeyi ilçemize kazandırdık.
Baruthane Parkını çok güzel bir şekilde yeniledik.
Göksu Deresi'nin üzerinde yaptığımız bir köprüyle
İrfan Çakır Parkı ile Baruthane Parkı'nı
birleştirdik. İlçe genelinde 300 merdivenin kaplama
ve yenilemesini gerçekleştirdik. Halkımızdan 1000
tane daha merdiven isteği geldi. İnşallah bir bir
bunları da yenilemeye çalışacağız" diye konuştu.
Kanlıca Çubuklu Arasına Yürüme Bandı
Küçüksu Çayırı Projesi'nin de aşamalarına değinen
Başkan Çelikbilek şunları aktardı: "Küçüksu Çayırı
maketini hazırladık. Planları da hazır hale
getirdik. Bizden kaynaklanmayan teknik sebepler
yüzünden geç kalınmış bir proje oldu. Proje kuruldan
geçti, ihaleye çıkarılacak. Küçüksu'ya yakışan bir
de cami yapım projemiz oldu. Yakında ibadete
açacağız. Ayrıca Kanlıca Çubuklu arasında 1.5 km'lik
yeni bir yürüyüş bandı inşa etme projemiz de var.
Yenimahalle'ye içinde Aile Sağlık Merkezi olan bir
hizmet binası kazandıracağız. Biz milletimizi,
ilçemizi ve Beykoz halkını aşkla seviyoruz. Sizlerle
birlikte en güzel hizmetleri yapmak için gayret
gösteriyoruz."
Gerçek Gündem, 20.01.2014
|
AKSEKİ'DE BİR TARİH YAĞMALANIYOR!

Antalya’nın Akseki İlçesi’nde bakımsızlık ve
ilgisizlik nedeniyle yok olmaya yüz tutan tarihi
düğmeli evlerdeki antika değeri taşıyan işlemeli
kapı, pencere ve ahşap oymalar, kimliği
belirlenemeyen kişilerce yerinden sökülerek
talan ediliyor.
Akseki’nin 800 yıl önce
kurulan Sarıhacılar Köyü, Osmanlı mimarisi
tarzında yapılan yaklaşık 400 yıllık düğmeli
evleri, tarihi camisi ve İpek Yolu ile
turistlerin ilgisini çekiyor. Mimarisiyle dikkat
çeken köy, 2007 yılında Antalya Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nca, ’Korunması
Gerekli Kültür Varlığı’ olarak tescil edildi.
Koruma altına alınan köyde alternatif
turizmin gelişimini sağlamak için Çevre ve
Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı
(ÇEKÜL) ile Antalya Mimarlar Odası işbirliğiyle
’7 Bölge 7 Kent’ projesi kapsamında tarihi
düğmeli evlerden 10’u restore edildi. Bu evler
turizmin hizmetine sunulurken, geri kalan
onlarca tarihi yapı, yok olmaya terk edildi.

EVLER TALAN EDİLİYOR
İşlemeli kapı ve pencereleri, oyma
pervazları, işlemeli gömme dolaplarıyla dikkat
çeken evler bir bir yıkılıyor. Eski halinden
eser kalmayan düğmeli evler, ilgisizliğin
yanında hırsızların da kurbanı olmaya başladı.
Evlerdeki el emeği antika değere sahip kapı,
pencere ve dolapları sökerek götürenler, tarihi
evleri adeta talan ediyor.
KORUMA ALTINA ALINDI
Sarıhacılar Köyü’nün Antalya Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nca, ’Korunması
Gerekli Kültür Varlığı’ olarak tescil edildiğini
belirten Sarıhacılar Köyü eski muhtarı 87
yaşındaki Mustafa Karahan, köydeki bazı
evlerdeki işlemeli kapı ve pencerelerinin
sökülerek çalındığını söyledi. Bu durumun
kendilerini rahatsız ettiğini kaydeden Mustafa
Karahan, "Köye 1938 yılında yerleştim. Köylüler
Akseki bezi yani dokumacılık yaparak geçimini
sağlardı. Dokumacılığın gelir getirmemesi
nedeniyle köy göç vermeye başladı. Köy muhtarı
olduğum için göç edenler evlerine sahip çıkmam
için anahtarlarını bana verdi. Ancak zamanla
yaşlanınca ilgilenemedim ve boş olan evler
yıkılmaya başladı" diye konuştu.

İŞLEMELİ ESERLER ÇALINIYOR
Evlerin tarihi değere sahip olduğunu anlatan
Mustafa Karahan, bunu bilen fırsatçıların tarihi
yapıları talan ettiğini iddia etti. Pek çok evin
yıkıldığına işaret eden Karahan, "Sağlam olan
evlerin kapı, pencere, dolap, davlumbaz, tavan
göbekleri çalınıyor. İşlemeli olan bu eserleri
kimin çaldığı belli değil. Evlerin talan
edilmesi beni çok üzüyor. Tarihi köyün korunması
lazım. Böyle devam ederse köyde sağlam ev
kalmayacak" diye konuştu.
Köy sakinlerinden Ümmühan Arıcı ise köydeki
tarihi evlerin talan edildiğini kaydetti.
Milliyet, Haber: Adem Çetin, 20.01.2014
|
'BUNGALOV' DEDİ BETON ÇIKTI!

Kemer’in Tekirova beldesinde bulunan Phaselis
antik kentine beton döküleceği ortaya çıktı. İş
Adamı Fettah Tamince’nin, Phaselis antik kentinin
bitişiğine inşa edeceği otel için, “çevreye
saygılıyız, bungalov yapacağız” açıklamasının
gerçeği yansıtmadığı anlaşıldı.
Tamince’nin kamuoyunu yanıltmaya çalıştığını
söyleyen CHP Antalya Milletvekili Yıldıray Sapan şu
bilgileri verdi: “Projeye göre 138 villa ile 41
apartın dışında kalan 86 oda ve 10 suit, burada otel
tipi yapının olacak. Diğer üniteler de
düşünüldüğünde milli park ve sit alanı içindeki
arazi betona boğulacaktır. Phaselis antik kentinin
görünümü zarar görecektir”
‘TATİL KÖYÜ PLANLANIYOR’
Başbakan Erdoğan’ın ailesi birlikte sık sık
otellerinde tatil yaptığı, “N’aber Fettah” diye
hitap edecek kadar samimi olduğu Fettah Tamince’nin
bölgede yapmayı planladığı yeni turistik tesisin
konumu dikkat çekti.
Beydağları Olimpos Milli Parkı sınırlarında inşa
edilmesi planlanan, 5 yıldızlı tatil köyü arazisinin
bir bölümünün ise 1. derece arkeolojik sit alanı
içerisinde bulunduğunun altını çizen Sapan, “Hal
böyleyken söz konusu tesisin çevreye hiçbir
zararının olmayacağının belirtilip, ‘ÇED Gerekli
Değildir’ denilmesi son derece manidardır. Milli
Park ve sit kapsamında olmasına rağmen, 26 Aralık
2013 tarihinde olumlu ‘ÇED’ kararı verildi. 180 bin
metrekarelik arazinin 161 bin 383 metrekarelik
bölümünde, 62 milyon 862 bin liralık yatırımla 280
oda, 1000 yatak kapasiteli 5 yıldızlı tatil köyü
yapılması planlanıyor. Tesisin 2014 yılı içinde
tamamlanması amaçlanıyor” diye konuştu.
PHASELİS ZARAR GÖRECEK
Fettah Tamince’nin konu ile ilgili yaptığı
açıklamada, bölgenin dokusuna uygun bungalovlar
yapılacağını, 5 yıldızlı otel binası olmayacağını
yönündeki sözlerini Sapan şöyle değerlendiriyor:
“Böylece akıllara Phaselis’e komşu Olimpos
bölgesindeki ahşap bungalovların gelmesi
amaçlanıyor. Doğal dokuya zarar verilmeyeceği algısı
oluşturulmak isteniyor. Oysa projede otel yapılması
halinde 13.5 metre, tatil köyü inşası halinde ise
10.5 metre yükseklikte inşaat izninin olduğu yer
almaktadır. Ayrıca hazırlanan ÇED dosyasında 180 gün
sürecek hafriyattan, taşınacak 32 bin 300 ton
ağırlığındaki 19 bin metreküplük topraktan söz
edilmektedir. Ayrıca iş akım şemasında kalıpların
hazırlanması, beton dökülmesi ve katların inşa-sı
vardır. Projede yer alan 5 milyon 957 bin 200
liralık beton işi, bungalov tipi olduğu iddia edilen
yapıların ahşap olmayacağının göstergesidir.
Projeden anlaşıldığı kadarı ile 138 villa suit ile
41 apartın dışında kalan 86 oda ile 10 suit, burada
otel tipi yapının da olacağının göstergesidir.”
Evrensel, Haber: Yusuf Yavuz, 19.01.2014
|
AKDENİZ'İN TARİHİNİ YANSITAN MÜZE MERSİN'DE
Silifke Müzesi, Neolitik dönemden Osmanlı’ya kadar
uzanan süreçte sahip olduğu 20 bin 337 eserle
bölgenin tarihine ışık tutuyor.
Müze müdürü İlhame Öztürk, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, müzede, Neolitik dönemden başlayarak
Grek, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı
devirlerine ait 2 bin 975 adet arkeolojik, bin 410
adet etnografik, 15 bin 875 adet sikke, 77 adet
mühür olmak üzere 20 bin 337 eser ile yöresel
kıyafetlerin sergilendiğini belirtti.
Müzeyi ziyaret edenlerin bölgedeki yaşam hakkında
bilgi sahibi olduğunu anlatan Öztürk, eserlerin ilk
olarak 1958′de kent merkezindeki Cumhuriyet
İlkokulu’nun bir bölümündeki depoda toplandığını,
daha sonra ise bağımsız binaya taşınarak 1973′den
itibaren sergilendiğini söyledi.
Zengin bir tarihe sahip olduklarını vurgulayan
Öztürk, şunları kaydetti:
“Yüzde 80′i sit alanı olan Silifke’de müze, antik
ve modern kentin iç içe olmasının getirdiği
zorluklarla birlikte yakın dönemlere kadar
yoğunlukla görülen tahribatları önleyici görevi de
yerine getirmektedir. Çeşitli çalışmalarla açığa
çıkan kalıntılarda gerçekleştirilen kurtarma
kazılarıyla kent ve bölge tarihine yeni kazanımlar
sağlanmaktadır” dedi.
Kazılarda yeni eserler ortaya çıkıyor
Öztürk, 2012′de Aydıncık
İlçesi'ndeki Kelenderis antik kentindeki kazı çalışmalarında
MS 2. yüzyıl
sonu ile 3. yüzyıl başına ait olan mermer lahit
bulunduğunu anımsattı.
Lahdin yatak biçimi verilmiş kapağı üzerinde
yüzleri tam olarak işlenmemiş mezar sahibi ve
sahibesinin uzanmış olarak betimlendiğini ifade eden
Öztürk, “Asıl lahit teknesinin iki uzun ve bir kısa
yüzünde eğlenen Eroslar, şimdi kırık olan bir kısa
yüzde ise oturan grifon kabartmalar var” şeklinde
konuştu.
haberler.com, 19.01.2014
|
KURTARICI İSA HEYKELİNE YILDIRIM DÜŞTÜ

Brezilya'nın en çok turist çeken Rio de Janeiro
şehrinin simgesi olan devasa boyutlardaki "Kurtarıcı
İsa Heykeli"ne yıldırım düştü. Geçen perşembeyi
cumaya bağlayan gece etkisini gösteren fırtına
dolayısıyla, Rio de Janeiro'da bir gecede 40 bin
yıldırım görüldü. Bunlardan birkaçının isabet ettiği
"Kurtarıcı İsa Heykeli"nin sağ elinin başparmağı ve
sol elinin orta parmağı koptu. Heybetliyle muhteşem
bir manzara oluşturan heykelin kadrajına bir de
yıldırım eklenince, görüntünün etkileyiciliği bir
kat daha arttı. Rio de Janeiro şehrinin Corcovado
Dağı üzerinde, 710 metre rakımda yüzünü denize
dönerek yükselen devasa heykel, 7 Temmuz 2007'de
Dünyanın Yeni Yedi Harikası'ndan biri olarak
seçilmişti. Brezilya'nın kuruluşunun 100'üncü yılı
şerefine, 1922'de yapımına başlanılan ve 1931'de
Fransız heykeltıraş Paul Landowski tarafından
tamamlanan heykelin 83 yıllık tarihinde birçok kaza
bulunuyor.
YILDIRIMLARI ÇEKİYOR
8 metrelik kaidesinin üzerinde kollarını açarak
dikilen ve dev görüntüsüyle muhteşem bir manzara
ortaya çıkaran heykelin başı en çok da yıldırımlarla
derde girdi. 2008'in şubat ayında şehri etkisi
altına alan bir yıldırım fırtınasının ardından
heykelin yüzünde ve ellerinde önemli deformasyonlar
meydana gelmiş, heykel detaylı bir restorasyondan
geçirilmişti. Heykel bugüne kadar sadece doğa
şartlarından değil insan davranışlarından da
nasibini aldı. 2010'da ülkedeki aydınlatılmamış
cinayetleri protesto eden bir grup, turistlerin
uğramadan gitmediği heykelin üzerine "Kediler
ortalıkta yokken, meydan farelere kalır" yazmış,
dönemin belediye başkanı bu yazıyı "ulusa karşı
işlenmiş bir suç" olarak nitelendirmişti. Heykelin
son restorasyonu, yine 2010'da yapıldığı dönem
kullanılan taşın aynısı bulunarak gerçekleştirilmiş
ve 4 milyon dolarlık bir maliyet ortaya çıkmıştı. Bu
kez sadece parmakları zarar gören heykelin daha ufak
bir operasyonla eski görünümüne geri dönebileceği
belirtiliyor.
Sabah, 19.01.2014
******
KURTARICI İSA'DA TAMİR
ZAMANI
Brezilya'nın Rio de Janeiro şehrinin simgesi dev
"Kurtarıcı İsa" heykelinde tamir zamanı. 16 Ocak
gecesi Rio de Janeiro'ya düşen 40 bin yıldırımdan
birkaçı Hz. İsa heykeline isabet etti. Heykelin sağ
elinin başparmağı ve sol elinin orta parmağı koptu.
Önceki gün başlanan tamir çalışmalarının 4 ay
sürmesi bekleniyor. Görevliler ilk olarak 38
metrelik dev heykele çıkarak oluşan hasarları tek
tek tespit edecek. Daha sonra da tamir çalışmalarına
başlanacak. Tamirin yanı sıra yaşanacak yeni doğal
kazaların önüne geçmek için de heykele daha fazla
paratoner de yerleştirilecek. Çalışmalar boyunca
heykelin turist ziyaretine açık kalacağı belirtildi.
Tamiratın maliyeti hakkında şimdilik bir açıklama
yapılmadı. Ancak 2010'daki yenileme çalışmalarına 4
milyon dolar harcanmıştı.
YENİ '7 HARİKA'DAN BİRİ
Rio'nun Corcovado Dağı üzerinde, 710 metre rakımda
yüzünü denize dönerek yükselen devasa Hz. İsa
heykeli, 7 Temmuz 2007'de dünyanın yeni 7
harikasından biri olarak seçildi. Brezilya'nın
kuruluşunun 100'üncü yılı şerefine 1922'de yapımına
başlanan ve 1931'de Fransız heykeltıraş Paul
Landowski tarafından tamamlanan heykelin 83 yıllık
tarihinde birçok kaza bulunuyor.
Sabah, 23.01.2014
|
1000 YILLIK İSTANBULLU MARİA

Yenikapı'da bulunan, yaklaşık 1000 yıllık bir
iskeletten yol çıkarak yüzü yapılandırılan ve Yıldız
Teknik Üniversitesi İstanbul Tarihi Yarımada
Uygulama ve Araştırma Merkezi Biyolojik Materyal
İnceleme Komisyonu Başkanı Mehmet Görgülü'nün o
dönem en popüler kadın ismi olduğu için "Maria"
adını verdiği bu eski İstanbul hanımefendi"sinin
kızıl saçlı, 30 yaşlarında, Bizans'ın soylu
ailelerinden birine mensup olduğu düşünülüyor.

Geçen haftalarda "Eski İstanbullu, kısa ama
sağlıklı" diye kısa bir haber okudum. O eski
İstanbullular, Yenikapı kazısında iskeletleri
bulunan Bizans dönemi sakinleriydi. Onlar hakkında
bilgi verense, Fatih Belediyesi'nin yardımıyla
kazılarda materyal toplayan ve onları inceleyen
Yıldız Teknik Üniversitesi İstanbul Tarihi Yarımada
Uygulama ve Araştırma Merkezi (İSTYAM) Biyolojik
Materyal İnceleme Komisyonu'nun başkanı Mehmet
Görgülü. Kendisi bu konuda ilk ağız. Aynı zamanda
genel cerrahi ve Adli Tıp bilimleri uzmanı. Elde
edilen iskelet parçalarını sadece arkeolojik olarak
incelemiyorlar. Kemiklerde oluşmuş deformasyonlara
ve sebeplerine bakıp hastalıkları, genetik
yakınlıkları, akrabalıkları ve ölüm sebeplerini de
analiz ediyorlar. Hatta bu incelemeler bittiğinde
Yenikapı toplumunu tüm detaylarıyla kitaplaştırmak
gibi bir düşüncesi de var Görgülü'nün.

Görgülü'yle röportajı yapmak için seçtiğimiz
mekan da ilginçti. Birkaç kafatası ve kol
kemiklerinin bulunduğu bir odada sohbet ederken,
Yenikapı'da bulunan iskeletleri yakından görmüş
olduk. Haklarında türlü detayı öğrendik. Eski, yani
1000-1500 yıl önce yaşamış bir "İstanbullu" neye
benzer sorusunun cevabını, Görgülü'nün kendi
çizimlerinde inceledik. İskeletten yola çıkarak
kafatası etlendirilen yaklaşık 1000 yıllık, kızıl
saçlı, 30 yaşlarında, boyu 1.58 metre civarında,
Bizans'ın soylu ailelerinden birine mensup olduğu
düşünülen bir İstanbul hanımefendisinin yüzünü
görüp, fotoğraflarını aldık. Gazetede nasıl
kullanabiliriz diye düşünürken, zihnimiz heyecanla
daha da ileri gitti. Ve dünyaca ünlü çizerimiz
Kutlukhan Perker'e başvurduk. Soru şuydu: 1000 yıl
önce bir moda dergisi olsa ve Bizanslı bu
hanımefendi onun kapağında yer alsa nasıl olurdu? Bu
sorunun yanıtını da kapakta Perker ve kalemi verdi.
Şimdi detaylar...

En sade şekliyle anlatsanız, Yenikapı
kazılarının bizim için önemi nedir?
Burada bulunan iskeletler, Bizans Devleti'nin
başkenti ve en merkezi yerinde yaşayan insanlara
ait. Muhtemelen Bizans'ın önemli insanları... Çok
değerli bir grup. 300 ceset, bir topluluk hakkında
bilgi sahibi olmak için yeterli. Bu kazılardan elde
ettiğimiz sonuçlarla Bizans toplumunun nasıl bir
yapıya sahip olduğunu ortaya çıkarabiliyoruz.

Sayısal değerler neler?
Ortalama 300 iskelet bulduk. Bunlar 1000-1500 yıl
önce ölmüş insanlara ait. Onlara yeniden hayat
veriyoruz. Bir toplumun biyolojik ve fiziksel olarak
yeniden kurgulanmasına yardımcı olacak veriler elde
ettik.
Nasıl veriler?
Yaş, cinsiyet, ortalama ömür ve fiziksel özellikler
gibi... Hatta iskelet üzerinde iz bırakmışsa, ölüm
sebeplerini bile kısmen saptayabiliyoruz.

Kemikler üzerinde yaptığınız işlemler neler?
Temel olarak "4 büyükler" denen bir uygulamamız var.
Yaş, boy ve cinsiyet saptıyoruz. Dördüncüyse yaşanan
bölgenin analiz edilmesi. Ama bunu bir ırk saptaması
olarak düşünmeyin. Biz ırk çalışmıyoruz. Çünkü ırk
denen şey sonradan oluşmuştur. Sınırdaş ülke
insanlarının aynı kavme mensup oldukları, tarihte
çok bilinen bir şey.

Günümüz insanıyla kıyaslandığında ne gibi
farklar var?
Onların 20'lik dişleri çok sağlam ve düzgün. Bu iyi
beslendiklerini ve sağlıklı olduklarını gösteriyor.
Çeneleri bizimkilere göre daha büyük. Evrimle bugün
20'lik dişler ağıza fazla geliyor. Çünkü yeme
şeklimiz değişti.
Peki ya hastalık teşhis edebiliyor musunuz?
Birtakım hastalıkların bıraktığı izleri buluyoruz.
Ama bazı hastalıkları kemiğe kadar nüfuz etmedikleri
için anlamamız mümkün olmuyor. Mesela o dönemde
insanlarda çok fazla tümör olmadığını
söyleyebiliriz. Çünkü sadece 2 vakada kemiğe kadar
ilerlemiş tümör tespit ettik. Onların da iyi huylu
olduğunu düşünüyoruz. Belki de insanların genç yaşta
ölüyor olması bu tür hastalıkların ilerlemesine
müsaade etmemiş olabilir. Kesin bir şey
söyleyemiyoruz.

Çalışma şekillerine dair ipuçları var mı?
Kemiklerdeki kireçlenmeler ya da kas yapışma
yerlerinden, nasıl bir işte çalıştıklarını anlamak
mümkün. Bu insanlar Yenikapı'da yaşadıkları için o
dönemde Bizans'ın soylularından olduklarını
düşünüyoruz. Ancak buna rağmen bedensel olarak
yorulacakları ağır işlerde çalışmışlar.
Şişman ya da zayıf olduklarına dair bir bilgi
edindiniz mi?
Kemik üzerinden yaptığımız çalışmalarda obeziteye
bağlı bir değişim görmedik. Narin insanlar
olduklarını düşünüyoruz. Aktif bir hayatları olmuş.
Sürekli yürümüş ve hareket etmişler.

Ameliyat olduklarına dair izler buldunuz mu?
Bazı kafataslarında küçük delikler vardı. Bu
delikler psikolojik rahatsızlıkları ya da beyin
hastalıklarını tedavi etmek amacıyla uygulanmış
olabilir. Bu Mısır uygarlığı döneminde de yapılan
bir işlemdi.
Delikler kafatasının sahibi yaşarken mi açılmış?
Nasıl emin olabiliriz?
Deliklerin kenarlarını kontrol ettiğimizde bir
iyileşme sürecinin olduğunu görebiliriz. Bu bize o
kişi yaşarken, tedavi amaçlı bir uygulamanın
yapıldığını düşündürüyor.

'Anne soyları Ön Asya ve Mezopotamya'dan
geliyor'
Mehmet Görgülü, bulunan iskeletler üzerinde DNA
çalışması yapılmasının çok masraflı ve zor olduğunu
belirtiyor. Bütün imkansızlıklara rağmen 250-300
iskelet arasından 24'ünün kemiklerinden alınan
örneklerden DNA elde etmeyi başarmışlar. Görgülü,
"DNA elde etmeyi başardığımız kemikler çok eski
çağdan değildi. Bunlar içerisinde de 11'inde anne
soyunu ve nereden geldiğini öğrenebildik. Örneğin,
bu insanların anne soylarının Ön Asya ve
Mezopotamya'dan geldiği ortaya çıktı. Baba soyları
için şu anda bir şey diyemiyoruz. Bu çalışmayı diğer
bireylerin üzerinde de yapabilirsek Yenikapı
toplumunun soyunun nereye dayandığına dair daha net
şeyler söyleyebiliriz" diyor. Bu gerçekten önemli,
kentin tarihini çok eskilere götürebilecek bir proje
zira İstanbul'da 8 bin yıl öncesine uzanan
iskeletler de bulundu...

Ortak bir tipoloji var mı?
Tip olarak birbirlerine benziyorlar. Kafalarının
büyüklüğü, iskeletlerin fiziksel yapıları da
birbirine benziyor. Bunların akraba toplum
olduklarını söylemek mümkün. Ama önemli olan bu
kemiklerden DNA elde edip onun sonuçlarını
incelemek.
Yapacak mısınız peki bunu?
250-300 iskeletin üzerinde çalışmak çok pahalı bir
yöntem. Bu konuda DNA çalışması için sponsor
bulmamız gerekiyor.

Ne sonuç elde edeceğiz peki DNA testinden?
Hem kökenleri ortaya çıkacak hem de akrabalık
ilişkilerini çözeceğiz. Mesela bir çocukla bir
kadının iskeletini yan yana bulduk ama o çocuk o
kadına mı ait? Bunun cevabını şu an yüzde 100
veremiyoruz.
Günümüz insanına ne yarar sağlayacak peki bu
bulgular?
İzine rastladığımız hastalıkların kökenine inmeye
çalışıyoruz. Tanı ve tedavide kullanabileceğimiz
veriler elde edeceğiz. Hastalıkların genetik
yapılarında oluşan iyi ve kötü yönlü değişimlere
bakıyoruz. Bu hastalıklardaki değişim insan geni
üzerinde de değişiklik yapmıştır. Bunları çalışmayı
planlıyoruz.

"Eski İstanbullular daha kısa" diye haberler
çıkmıştı. Nedir bunun aslı?
Orada bir yanlış anlaşılma var. Türk toplumunun da
ortalama boyu kısadır. Yenikapı insanlarından elde
ettiğimiz bulgulara göre de erkeklerin ortalama boyu
168 santim, kadınlarınsa 158 santim kadar. Yani
Türkiye ortalamasıyla örtüşür.
Eski insanlar daha uzun, daha iri diye
düşünürdük...
Yanlış bir düşünce. İnsan doğası gereği öyle devasa
ölçülere sahip olamaz. Çünkü bu hareket kabiliyetini
kısıtlar ve hayatta kalması zorlaşır.
Ortalama yaşam süresi nedir peki?
35 yaş civarı öldüklerini söyleyebiliriz. Tabii
bulduğumuz iskeletler içinde 50 yaşında insanlara,
çocuklara ait olanlar da vardı.
Ama Yenikapı'daki insanlarının daha sağlıklı
oldukları söyleniyordu...
Kesinlikle öyleler. Bunlar bir liman toplumu. Deniz
ürünleri ve sebze-meyve ağırlıklı beslenmişler.
Bulduğumuz gemi kalıntılarında yoğun meyve
çekirdeklerine rastladık. Akdeniz tipi beslenmişler,
bunu kemiklerinden bile anlıyoruz.
Yaşam süresinin bu kadar kısa olmasının sebebi
ne o zaman?
Ölümler salgın hastalıklardan ya da savaş ve katliam
gibi nedenlerden yaşanmış olabilir. Eğer bu insanlar
aynı sağlıklı beslenme modeliyle, günümüz sağlık
imkanlarıyla yaşamış olsaydı ortalama 100 yıl
yaşarlardı.
Peki ya çocuk ölümleri...
Anadolu'daki çocuk ölümlerinde eksik beslenmenin
etkisi büyüktür. Ancak burada öyle bir durum yok.
Tıbbın gelişmemiş olması ve uzun savaş dönemleri
çocuk ölümlerini artırmış.
En çok Bizans atı Yenikapı'da
Yenikapı metro ve Marmaray kazılarında 55 türe ait
hayvan kalıntısı tespit edildi. 2004'ten itibaren
yürütülen kazılarda elde edilen hayvan iskeletleri
Prof.Dr. Vedat Onar başkanlığında bir ekip
tarafından incelendi. Kazı çalışmalarında alanın
tümüne dağılmış halde koyun, at, domuz ve sığır
iskelet kalıntıları başta olmak üzere, çok sayıda
hayvan kemikleri bulundu. 2008'deki radyokarbon
tarihlendirmesine göre iskelet kalıntılarının Erken
Bizans'tan (4.-7. yüzyıl) Geç Bizans'a (15. yüzyıl)
kadar değişen bir zaman dilimine ait olduğu
saptandı. Kazıda en fazla at ve tüketim hayvanı olan
sığır, koyun, keçi, domuz, eşek, köpek, kızıl geyik
ve develere ait fosillere rastlandı. Ayrıca fazla
sayıda kuş ve deniz canlılarına ait kalıntılara da
ulaşıldı. Yenikapı kazı alanı dünyada bu kadar yoğun
Bizans atına rastlanan tek yer olması açısından
büyük önem taşıyor. Bulunan hayvan iskeletleriyse
İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi
tarafından açılan Osteo Arkeoloji Müzesi'nde
sergileniyor.
Kazılarda bulduğunuz kalıntılar o dönem
insanının sosyal hayatı hakkında ipucu veriyor mu?
Sosyal hayat bir yana, değişik ritüellerin olduğunu
düşündürten şeyler gördük. Bir şapel kalıntısında
tahta üzerinde bulunan bir kadın iskeleti vardı. Bu
iskeletin baş ve ayak kısımlarında 25-30 kadar kadın
kafatası bulduk.
Bedenleri yok muydu?
Sadece kafatası vardı. Bu kafataslarının da hangi
yöntemle oraya konduğunu çözemedik. Çürümüş bir
bedenden alınmış da olabilirler, ölen bir kişinin
kafatası anında koparılıp oraya konmuş da olabilir.
Enteresan olanı, bütün bu kafataslarının arasında
bir de 9 aylık hamile bir kadının iskeletini bulduk.
O da tahta üzerinde yatan kadın iskeletinin ayak
tarafındaydı.
Bin yıl sonra hamile olduğunu nasıl anlıyorsunuz?
İskeletin rahim kısmında bebeğin iskeletini de
bulduk. Tabii nasıl bir sebeple öldüklerini
bilmiyoruz. Belki de orada yatan kadın kutsal bir
kadındı ve bu kafataslarının sahipleri de onun için
kurban edildi.
Kafataslarıyla bedenleri eşleştirmeniz mümkün oldu
mu?
Her iskelet için geçerli olmamak kaydıyla bedenle
kafatasının birarada olduğu iskeletler vardı. Mesela
bir kazıda 8 kafatası bulundu. Onların bedenlerini
bulamadık. Kafataslarının mitolojik tarihlerde
sembolik anlamları vardır. Belki bu 8 kafatası da
böyle mitolojik bir olgu için, katliam sonucu
kafaları bedenlerinden ayrılan kişilere aittir.
İdam edilmiş olabilirler mi?
Söylemek zor. Çünkü kafatasları duruyordu ama
omurgaları yoktu. O dönemde, genelde kılıçla idam
edildiğini varsayarsak, omurilik kemiklerinden
birkaç parça orada olmalıydı ama yoktu. Bu yüzden
kafataslarının ölüm gerçekleştikten sonra
bedenlerden ayrıldığını düşünüyorum.
Biraz önce katliam demiştiniz...
Bir çukur bulduk. Orada erkek, kadın, çocuk karışık
bir sürü iskelet vardı. O çukurla ilgili düşüncemiz,
Latin istilası sırasında gelişigüzel öldürülen
insanların oraya atıldıkları yönünde. Ölen
askerlerin değerli eşyaları ya da silahlarıyla
gömüldükleri yönünde rivayetler vardı.
Böyle bir mezar buldunuz mu?
Bir asker mezarı bulduk, hemen yanında da bir at
mezarı vardı. Muhtemelen kahraman bir askerdi ve
atını da öldürüp yanına gömdüler...

Yenikapı'dakiler dışında geçmişe bu denli ışık
tutan başka kalıntılar da buldunuz mu?
Denizli'de bir kemik parçası bulduk. Bu kocabaş
kemiği ya da kocabaş insanı olarak tanımlanıyor.
Kafatası homo erektus denen bir insanımsıya ait. 1
milyon yıllık bir kalıntıydı. Şu anda onu
inceliyoruz.
Somut veriler elde ettiniz mi?
17-22 yaş arası, muhtemelen erkek bir insanımsı
olduğunu düşünüyoruz. İnsan değildi çünkü 1 milyon
yıl önce şu anki insan tanımına uyan canlılar yoktu.
Dünya insanımsılara aitti. Bu buluntu Türkiye'nin
ilk homo erektusudur.

Dünyada insanımsılara ait başka kalıntılar
bulundu mu?
Irak, Suriye, Gürcistan ve Balkanlar'da da insanımsı
iskeletleri bulundu. Gürcistan'da 4 milyon yıl
öncesine ait bir kemik çıkarıldı.
Türkiye'de de daha eskileri olabilir mi?
Mutlaka vardır. Ancak bunların tanımlanması çok zor.
Bulunduğu halde önemsenmemiş olabilir.
Habertürk, Haber: Aslı Öztürk, 19.01.2014
|
NARMANLI HAN 57 MİLYON DOLARA SATILDI

Yapı Kredi Koray’ın restore etmek için 2001’de
yüzde 15 hissesini satın aldığı ama projeyi
gerçekleştiremeyip Narmanlı Ailesiyle davalık olduğu
Narmanlı Han el değiştirdi. 1831 yılında elçilik
binası olarak inşa edilen Narmanlı Han’ı Erkul
Kozmetik’in sahibi Mehmet Erkul ve Eteksan
Tekstil’iıı sahibi Tekin Esen 57 milyon dolara satın
aldı.
İstanbul’un en bilinen bölgesi olan İstiklal
Caddesi’nin Tünel’e kıvrıldığı noktada, İsveç
Konsolosluğu’nun tam karşısında yer alan Narmanlı
Han, Beyoğlu’nun en güzel binalarından biri. 1831
yılında Rus elçilik binası olarak inşa edilen ve
uzun yıllardır yaşanan sorunlar nedeniyle atıl
durumda olan Narmanlı Han’ı, Erkul Kozmetik’in
sahibi Mehmet Erkul ve Eteksan Tekstil’in sahibi
Tekin Esen 57 milyon dolara satın aldı.
Yılan hikayesine dönen restorasyon nedeniyle
Narmanlı Han uzun yıllardır kullanım dışıydı. Yapı
Kredi Koray 2001 yılında restore etmek amacıyla
Narmanlı Han’ın yüzde 15’lik hissesini satın
almıştı. Yapı Kredi Koray’ın restorasyon projesi
2002′de Anıtlar Kurulu’ndan onay almış ama sivil
toplum kuruluşlarının itirazı üzerine alman
yürütmeyi durdurma kararı nedeniyle başlayamamıştı.
KÜLTÜR SANAT MERKEZİYDİ
Proje bir türlü gerçekleştirileme-yince Narmanlı
Han’ın 12 varisi 2008 yılında Yapı Kredi Koray’a
dava açarak hisselerini geri almak istedi. Ailenin
“gayrimenkul hissesi karşılığında inşaat yapımı ve
satış vaadi sözleşmesinin feshi” için açtığı davayı
mirasçılar kazandı. Ardından hisseler Mehmet Erkul
ve Tekin Esen’e satıldı. Geçen ay ortalarında
tamamlanan anlaşmaya göre, Nar-manlı Han 57 milyon
dolara satıldı.
Rus elçilik binası olarak inşa edilen ve 19’uncu
yüzyılın ortalarından itibaren Rus hapishanesi
olarak kullanılan Narmanlı Han’ın kaderi Narmanlı
Kardeşler’in binayı 1933′te satın almasıyla değişti.
O dönem İstanbul’un ünlü tüccarları arasında yer
alan Avni ve Sıtkı Narmanlı, binayı satın aldıktan
sonra Eminönü’ndeki ofislerini hanın ikinci katma
taşıdı. Narmanlılar, yüksek kira tekliflerine rağmen
hanı tüccarlara vermek yerine uygun fiyata
sanatçılara kiralamayı tercih ettiler.
Hatta handa ikamet edenler arasında Bedri Rahmi,
Ahmet Hamdi Tanpınar ve Aliye Berger gibi isimler
bulunuyordu.
Ekonomist, 18.01.2014
|
BEKÇİ MURTAZA'NIN NÖBET YERİNE MÜZE KOMPLEKSİ

Kültür Bakanlığı, Adana’da çürümeye yüz tutan tarihi
binayı kurtardı.
1907’de kurulan ve 1990’da atıl duruma düşen
Milli Mensucat Fabrikası, Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik'in talimatıyla müze kompleksi haline
getiriliyor. Romancı Orhan Kemal’in katiplik yaptığı
ve ‘Murtaza’ adlı eserine konu olan fabrikanın
dönüşümü için 20 milyon lira ödenek ayrıldı. 38 bin
metrekarelik alanda inşa edilecek kompleks;
arkeoloji, mozaik, çocuk ve tarım müzelerinden
oluşacak.
Orhan Kemal’in 1952 yılında yayınlanan
romanı 1984’te beyazperdeye uyarlandı. Bekçi Murtaza
rolünü ‘Müjdat Gezen’ oynamıştı.
Ödenek sorunumuz yok
Adana Valisi Hüseyin Coş, dört etaptan oluşan
projeyle ilgili şunları söyledi: Müze çalışması
Sayın Bakanımız Ömer Çelik'in katkılarıyla büyük bir
hızla devam ediyor. Şu an birinci etaptaki inşaat
çalışması sürüyor. İnşallah nisan ayı içerisinde ilk
etabın hizmete açılacak. Sayın Çelik’in sayesinde
birçok tarihi mekan yok olmaktan kurtarıldı. Ödenek
sorunumuz yok, çalışmalar devam ediyor. İğne ile
kuyu kazılır gibi tarihi eserler ortaya
çıkartılıyor.
Akşam, 18.01.2014
|
KAYIP FİRAVUN SENEBKAY
BULUNDU
Mısır'ın güneyinde yeni bir firavun mezarı gün
yüzüne çıktı. Mezarın, Eski Mısır'ın kayıp hanedanı
Abydos'tan kaldığı bildirildi.
Adı "Senebkay" olan firavunun tarihte II. Ara Dönem'den olduğu (MÖ 1650) ve bu dönemden hiçbir firavuna rastlanmadığı kaydedildi.
Abydos hanedanı II. firavunu Senebkay'ın boyu, arkeologların uzun uğraşları sonucunda, 185 cm olarak belirlendi.
Sabah, 18.01.2014
|
|
MAJİK'İ YIKAN OTELİN RUHSATI İPTAL EDİLDİ, TEK
DUYMAYAN BEYOĞLU BELEDİYESİ!

Taksim’in göbeğinde, yıkılan Majik Sineması ve
Maksim Gazinosu’nun yerine yapılan otel ve AVM’nin
ruhsatı 1. İdare Mahkemesi’nin kararıyla 107 gün
önce iptal edilmesine rağmen inşaat son hızla devam
ediyor.
Beyoğlu Belediyesi yetkilileri, mahkeme kararının
hala kendilerine tebliğ edilmediğini ileri sürüyor.
Ruhsatın iptaliyle sonuçlanan davayı açan, inşaata
komşu Metropark Hotel’in sahibi Mehmet Ali Durucan
ise “İnşaatı durdurmayarak ve mühürlemeyerek suç
işleniyor” diyerek Beyoğlu Belediyesi aleyhinde
Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.
Durucan, “Mahkeme kararından beri inşaat çok
hızlandı. Gece gündüz durmadan çalışıyorlar, 12
günde bir kat attılar. İnşaat neredeyse bitmek üzere
ama belediye hala ruhsatı iptal etmemekte direniyor”
dedi.
EMEK GİBİ KURUL ONAYIYLA YIKILDI
Tuna İnşaat’ın 17 katlı otel ve AVM projesi için
İstanbul ’un 1914 yılında yapılan ilk
sinema binası Majik yıkılarak Sıraselviler
Caddesi’ne bakan cephesi askıya alınmıştı. II No’lu
Koruma Kurulu’nun, kültür varlığı olarak tescilli
binanın sadece cephesinin korunması yönünde verdiği
karar, aynı Emek Sineması’nın yıkılarak AVM’ye
dönüştürülmesi gibi tartışmalara yol açmıştı.
Projeye göre kentte sinema salonu olarak inşa edilen
ilk bina olan Majik ile arkasındaki Maksim Gazinosu
yıkılarak yerlerine otel ve ticaret
merkezi yapılacak. Mimar Mehmet Alper’in Tures
Mimarlık adına çizdiği projeye göre otelin yer
üstünde 9, yer altında da 8 katı olacak. II No’lu
Koruma Kurulu, tartışmalı kararında inşaatın
Sıraselviler Caddesi’ne bakan cephesinde 27.50 metre
(9 kata denk) yüksekliğe izin vermişti.
Şantiyeye komşu Metropark Hotel’in sahibi Mehmet Ali
Durucan’ın Kültür ve Turizm Bakanlığı, İBB ile
Beyoğlu Belediyesi’ne açtığı davada mahkeme,
inşaatın yapı ruhsatının yanında II No’lu Koruma
Kurulu’nun projeyi onayladığı 21.07.2011 tarihli
kararını ve Beyoğlu imar planlarının ilişkin
kısımlarını da şehircilik-planlama ilkeleri ve kamu
yararına aykırı bularak iptal etmişti.
‘AYRICALIKLI YAPILAŞMA HAKKI VERİLDİ’
1. İdare Mahkemesi, otelin yapılacağı parsele
ayrıcalıklı yapılaşma hakkı verildiğine, bunun
civardaki diğer parseller ve sit alanının tarihi
dokusuyla uyumsuz olduğuna, yapılaşmanın - özellikle
de otoparkların - trafiği sıkıştıracağına, ayrıca
üzerinde kültür varlığı bulunan parsellerin
birleştirilerek tek parsele dönüştürülmesinin 2863
Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu’na aykırı olduğuna karar verdi.

'İNŞAAT DAHA DA HIZLANDI'
Davayı açan Mehmet Ali Durucan, şantiyenin
yanıbaşındaki Metropark Otel’in sahiplerinden. Eğer
otel inşaatı yapılırsa arkadaki birçok binanın
denize bakan cephesinin kapanacağını belirten
Durucan, “Beyoğlu Belediyesi’ne mahkeme kararını
elden verdim, hatta ıslak imzalı kararı da gösterdim
ama ruhsatı iptal etmek için resmi tebliği
beklediklerini söylüyorlar. İşin içinde büyük rant
var. Davada karşı oy veren mahkeme başkanı da tam
2.5 ay boyunca imza atmayarak kararı bekletmişti.
Zaman kazanmaya çalışılıyor. mahkeme kararından beri
inşaat çok hızlandı. Gece gündüz durmadan
çalışıyorlar, 12 günde bir kat attılar” dedi.
Proje daha önce TMMOB Mimarlar ve Şehir Plancıları
Odaları tarafından dava konusu edilmişti. Mimarlar
Odası İstanbul Şubesi, projeye itirazında “İlgili
koruma bölge kurulunun evrensel, ulusal koruma
ilkelerine aykırı olarak söz konusu alandaki
mimari-kültürel mirasımız hakkındaki kararını sadece
ön cephe koruma (restorasyon) projesinin uygunluğu
kapsamına indirgeyerek yıkımına; 4305 m2'lik
parselin tümünün yapılaşmasını öngören 8 bodrum kat,
zemin kat ve sekiz normal katlı toplam 448028 m2'lik
çevre ve metro güvenliğini de tehlike altına alacak
bir yapı kompleksinin ortaya çıkmasına onay veren
kararının da yeniden gözden geçirilmesi
gerekmektedir” demişti. Radikal, Aralık 2011’de
“Beyoğlu’nda Emek derken Majik de gitti” başlıklı
haberinde 17 katlı otel ve AVM projesinin II No’lu
Koruma Kurulu’ndan geçtiğini haberleştirmişti.
İSTANBUL’UN İLK SİNEMA SALONUYDU
1914’te İstanbul’da ilk sinema salonu olarak Mimar
Guilio Mongeri tarafından yapılan binanın ilk sahibi
Sarızade Ragıp Paşa’ydı. Tescilli sinema yapısı
Majik,Türk, Taksim, Venüs Sineması ve Maksim
Gazinosu isimleri altında yıllarca İstanbul’a hizmet
vermiş, 1970’lerden 2007’de AVM ve otele
dönüştürülme çalışmaları başlayıncaya kadar Devlet
Tiyatroları Taksim Sahnesi olarak işlevine devam
etmişti.
Radikal, Haber: Elif İnce, 18.01.2014
|
BEYOĞLU ÇÖKTÜ
Çöküntü bölgelerini yeniden ayağa
kaldırmak, kentsel miras alanlarını korumak için
çıkartılan 5366 sayılı Kentsel Dönüşüm Yasası
yürürlüğe girmeden önce, imar projelerinin üzerinde
yargının büyük bir kontrol gücü vardı. Koruma
kurulları, idare mahkemeleri, mevzuata aykırılık
bulduğunda, projeleri derhal durduruyordu.
Hükümete muhalif olanlar, bu mekanizmayı yoğun
bir şekilde kullandılar. Galataport’tan,
burgulu kulelere, zevksizlik abidesi pek çok
projeye engel oldular.
Bütün bunlar olurken, İstanbul’un göbeğinde,
gerçekten de birer çöküntü bölgesi olan mahallelere
çivi bile çakmak imkansız hale geldi.
Atılan temeller, durdurulan yürütmeler, iptal
kararları derken bayındırlık işi kilitlendi.
Hükümete, dolayısıyla
AKP’ye şehirlerde
derebeyi yetkileri veren iş bu yasa böyle bir
ortamda hayatımıza girdi.
İstanbul’daki ilk uygulama alanlarından biri de
Tarlabaşı oldu. Zaten yasa daha Meclis’e
geldiğinde, bazı iktidar milletvekilleri tarafından
“Tarlabaşı yasası” olarak nitelenmişti.
Ve Tarlabaşı yasası hükmünü icra etmeye başladı.
Dar gelirli vatandaşların mülkleri, yasa kuvvetiyle
satın alındı. Yerlerine lüks konut ve alışveriş
merkezi yapılması için faaliyete geçildi.
Tarlabaşı’nın sakinlerine ise, “Evleriniz
karşılığında aldığınız paranın en az 50 katını fark
olarak ödeyebilirseniz mahallenizde, yeni
konutunuzda kalabilirsiniz” dediler. Yani “Buradan
defolup gidin” dediler.
Ve Tarlabaşılılar gitti. Sulukuleliler
gitti. Balatlılar gitti. Ayvansaraylılar
gitti.
Sonra sıra Taksim Meydanı’na geldi.
Meydandaki otobüs durakları dışında, göze batan bir
sorunu olmayan, İstanbul’da kentli kültürün zirve
noktası bir yerde, akıl dışı işlere giriştiler.
Metal perdelerin arkasında, kopkoyu bir kasvetle
duran Tarlabaşı’nın bittiği yerden, yeni bir şantiye
alanı başladı.
Dalış tünelleriyle, Topçu Kışlası
kaosuyla, meyhanelere masa işkencesiyle Beyoğlu’nun
huzurunu kaçırdılar.
Zaman zaman atılan gaz bombalarının sisi
dağılınca ortaya iç burkan bir manzara çıktı:
Üzerinde çıplak beton, altında trafik keşmekeşiyle
zavallı bir Taksim Meydanı.
Kırılan parkeleri asfaltla yamanan utanç verici
bir İstiklal Caddesi ve bütün sokaklara
yayılan kitlesel bir hoşnutsuzluk. Beyoğlu’nda
şimdi manzara bu.
Dün ajanslara birden bire Beyoğlu
Belediyesi’ne operasyon haberi düştü.
Alışageldiğimiz üzere polis, savcılığın talimatını
yerine getirmedi. İlk çıkan haberlere göre, büyük
ölçüde itfaiye teşkilatını kapsayan bir
yolsuzluk soruşturmasıymış.
Soruşturmanın detayları nasıl olsa ortaya çıkar.
Son suçlamalar bir yana, iktidarın Beyoğlu’ndaki
kentsel dönüşüm faaliyetlerinin neredeyse tümü
mahkemelik oldu. İdare Mahkemelerinden, Danıştay’dan
beklenen pek çok karar var.
Türkiye’nin içinden geçtiği hukuk krizi nereye
gider, süren projelerle ilgili mahkeme kararları ne
olur bilemem ama açıkça görülüyor ki Beyoğlu
çöktü.
Yaşam tarzı endişesi, totaliterliğe isyan ya da
faiz lobisi... Ne derseniz deyin, bugün yaşananlar
Taksim’de başladı, orada çözülmeli.
Mahkeme kararı gereği yeniden hazırlanması
gereken Beyoğlu Nazım Planı bunun için iyi
bir başlangıç olabilir.
Beyoğlu’nda hukuk işlesin, mağduriyetler
giderilsin, gasp edilen haklar iade edilsin.
Herkesin katıldığı bir Beyoğlu ortaya çıksın.
Türkiye bu örneğin arkasından gelir.
Taraf, Yazı: Ertan Altan, 17.01.2014
|
ÇATALHÖYÜK'ÜN GELECEĞİ İÇİN TOPLANDILAR

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan ve
yaklaşık 9 bin 400 yıllık bir geçmişe sahip
Çatalhöyük’te gerçekleştirilecek çalışmalara yön
vermek, korunmasını sağlamak ve daha iyi tanıtmak
amacıyla toplantı yapıldı.
Kültür Ve Turizm Bakanlığı Uzmanı Evrim Ulusan,
özel bir firmanın Çumra’daki üretim tesisinde,
UNESCO’nun, tüm insanlığın mirası sayılan değerleri
ortak geçmiş olarak benimsemek, tanıtmak ve gelecek
nesillere aktarmak için 1972′de, “Dünya Kültürel ve
Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşmesi”ni kabul
ettiğini ifade etti.
Türkiye’nin bu sözleşmeye 14 Şubat 1983 yılında
taraf olduğunu söyleyen Ulusan, “UNESCO Dünya
Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair
Sözleşme kapsamında taraf devletler, UNESCO Dünya
Mirası Listesi’ne kaydedilmesi uygun olan varlıklara
ilişkin envanterlerini (geçici liste), UNESCO Dünya
Miras Merkezi’ne iletmekle yükümlüdür. Merkezce
yayınlanan bu listede yer alan varlıklara ilişkin
hazırlanan adaylık dosyaları, Dünya Miras
Komitesi’ne sunulmaktadır. Geçici listeler
hazırlanırken varlıkların Dünya Miras Komitesi’nce
belirlenen kriterleri karşılama durumlarıyla mimari,
tarihi, estetik, kültürel, ekonomik, sosyal,
sembolik ve felsefi özellikleri de dikkate
alınmaktadır” diye konuştu.
2013 yılı itibarıyla dünya genelinde Dünya Mirası
Listesi’ne kayıtlı 759′u kültürel, 193′ü doğal, 29′u
karma (kültürel/doğal) eserin bulunduğunu anlatan
Ulusan, “Amacımız bu evrensel, kültürel ve doğal
değerlerimizin dünyaya tanıtılması ve korunmaları
için uluslararası kaynaklardan da yararlanılarak,
gelecek kuşaklara en iyi şekilde aktarılmasıdır. İlk
kez 1994′te UNESCO Dünya Miras Merkezi’ne iletilen
geçici listemiz 2000, 2011, 2012 ve 2013 yıllarında
güncellenmiş olup, bu listede 2 karma, 1 doğal ve 38
kültürel olmak üzere toplam 41 adet varlık
bulunmaktadır” dedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü Dünya Miras Alanları Şube
Müdürü İpek Özbek de toplantıdan güzel bir
çalışmanın ortaya çıkması temennisinde bulundu.
Konya Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan ise
ilan edilen kültür varlığının nitelikli yönetiminin
büyük önem arz ettiğini söyledi. Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu’nun, UNESCO’nun önemli adımlar
atmasını sağladığını dile getiren Çıpan,
Çatalhöyük’ün Dünya Kültür Mirası Listesi’ne
alınmasını sağlayan kişi, kamu ve kuruluşlara
teşekkür etti.
Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli, Kültür Ve
Turizm Bakanlığı Uzmanı Şule Kılıç Yıldız’ın da
katıldığı heyet, daha sonra Çatalhöyük’teki kazı
alanında incelemelerde bulundu.
haberler.com, 17.01.2014
|
YOL ÇALIŞMASINDAN
TARİH ÇIKTI

Sinop'ta devam eden yol
çalışmalarında Osmanlı dönemine ait olduğu tahmin
edilen tarihi bir köprü ortaya çıktı.
Sinop Organize Sanayi
Bölgesi'nde devam eden Sinop-Samsun karayolu
üzerinde gerçekleştirilen yol yapım çalışmaları
sırasında işçiler kazı yaparken tarihi bir yapı ile
karşılaştı. Tarihi yapıya zarar vermemek için yol
çalışmalarına ara verildi. Daha sonra kazı alanına
çağırılan yetkililer tarafından yapılan incelemede,
yapının Osmanlı dönemine ait tarihi bir köprü olduğu
ifade edildi. Konuyla ilgili İl Kültür ve Turizm
Müdürü Hikmet Tosun, İlimiz kültür varlığı
bakımından zengin bir şehir. Yapılan bu alt yapı
çalışmalarında bu tür eserlere rastlıyoruz. Bu
konuda deneyimliyiz. Yüklenici firma çalışanları
tarafından yol yapım çalışmaları sırasında köprü
kalıntısına rastlandı. İşçi arkadaşlarımız
sağolsunlar duyarlılık gösterip hemen bize haber
verdi. Bizde hemen bakanlıktan da bir kazı ekibi
istedik. Ekiplerimiz bölgede kazı yaparak o yapıyı
ortaya çıkardı. Yapılan ilk incelemelerde köprünün
Osmanlı dönemine ait tarihi ipek yolu köprüsü
olduğunu düşünüyoruz. Olayı anıtlar kuruluna intikal
ettirdik. Bölgedeki yol yapım çalışmasını durdurduk
dedi.
Yolun kent için önemli
bir yatırım olduğunu dile getiren İl Kültür ve
Turizm Müdürü Hikmet Tosun, Bakanlıktan gelecek
heyet, gerekli incelemeleri yapacak. Köprünün
yerinde mi kalacağı, başka bir yere nakil mi
edileceği konusu sonuca bağlanacak. Kurulun vereceği
karara göre biz de çalışmaları gerçekleştireceğiz.
Kurul kararının sonucuna kadar köprünün bulunduğu
bölgede yol çalışmaları yapılmayacak. Tabi yol büyük
bir kamu yatırımı. İlimiz için önemli bir yatırım.
Turizm kenti olarak bu yola çok ihtiyacımız var.
Kültür varlığı da bizim için çok önemli. Hem yol
çalışmalarına sekte vurmamak hem de kültür varlığını
ihmal etmemek koşuluyla hızlı bir şekilde hareket
ederek bu konuyu çözmeye çalışıyoruz diye konuştu.
Sinop Kent Haber,
16.01.2014
|
ESERLER DEPODA
BEKLETİLİYOR

Samsun'da 32 yıldır
faaliyette olan Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nin
teşhir kapasitesinin dolması nedeniyle 7 bin 443
arkeolojik ve etnografik eserden 1669'u teşhir
edilebiliyor.
5 bin 774 tarihi eser
ise yer olmadığı için depoda bekletiliyor. Karadeniz
Turizm Profesyonelleri Derneği Başkanı Mustafa
Yavuz, toprak altından çıkarılan tarihi eserlerin
teşhir edilecek yer olmadığı için müzenin deposunda
muhafaza edilmek zorunda kalıdığını söyledi.
Samsun İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü'nün 2013 yılı verilerine göre
Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde kayıtlı 7 bin 443
arkeolojik ve etnografik eser bulunurken bunlardan
sadece 1669'u teşhir ediliyor. Müze binasının
kapasitesinin yetersiz olması nedeniyle 5 bin 774
tarihi eser ise depoda muhafaza ediliyor. Müzenin
sikke envanterine kayıtlı 10 bin 496 sikke
bulunurken bunlardan 1297'si teşhir ediliyor, 114'ü
de Bafra Müzesi'nde bulunuyor. 9 bin 85 sikke ise
depoda bekletiliyor. 32 yıl önce açılan, bugüne
kadar aynı binada hizmet veren Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi'nin kapalı ve açık alan
mekanlarının yeterli olmaması nedeniyle tarihi
eserlerin teşhir edilemediği için depoda
bekletildiği belirtildi.
Karadeniz Turizm
Profesyonelleri Derneği Başkanı Mustafa Yavuz,
Samsun'un çok acil bir şekilde yeni müze binasına
ihtiyacı olduğunu söyledi. Yavuz, Mevcut bina
günümüzün müzecilik anlayışına ve çalışmalarına
uygun değil. Yapısal olarak ciddi sorunlar var.
Eserlerin teşhiri için yeterli alan mevcut değil. Bu
sebeple toprak altından çıkarılan tarihi eserler
teşhir edilecek yer olmadığı için müzenin deposunda
muhafaza edilmek zorunda kalıyor dedi.
Yavuz, uzun yılardır
hizmet veren müzenin hizmet vereceği yeni bir mekana
kavuşarak günümüz müzecilik anlayışına uygun bir
şekilde hizmet verebileceğini dile getirdi. Yavuz,
Müzeler artık eserleri görüp, haklarında bilgi alıp,
inceleme yapıp, mevcutlarında yer alan
kütüphanelerde araştırma imkanı bulunan, insanların
müzeyi gezdikten sonra çay veya kahve içebilecekleri
mekanlarında yer aldığı alanlar haline geldi. Hatta
artık dünyanın farklı yerlerinde sergilenen eserler
bir başka müzeye getirilip belirli sürelerde
sergilenebiliyor. Bunun için müzelerde özel sergi
salonları da bulunuyor. Artık teşhir stantlarındaki
anlayış da değişti. Müzeler günümüzde mağazaların
teşhir stantlarındaki anlayışla hizmet veriyor. Bu
kapsamda arkeoloji ve etnografya müzemiz mevcut
anlayışın uygulanabileceği kapasiteye sahip değil.
Çok acil bir şekilde yeni bir mekana kavuşması
gerekiyor diye konuştu.
Mustafa Yavuz, Samsun'un
modern bir müzeye kavuşmasının kentin turizmine de
olumlu yönde etki edeceğini belirtti. Yavuz,
İnsanlar müzeyi ziyaret ettiklerinde eserleri
görüyorlar. Zaten gördükleri eserlerin bulunduğu bir
müzeye tekrara gelmek istemeyebilirler. Ancak yeni
getirilecek yeni sergilerde yeni eserleri
görebilirler. Bu sayede insanların müzeyi bir kaç
defa ziyaret etmesini sağlayacak nedenler oluşur.
Bütün bunları içinde bulundurabilecek bir müzeye
ihtiyacımız var. Mevcut yapısal koşullar nedeniyle
yeni çalışmaların yapılması maalesef mümkün değil
dedi. Yavuz, yeni bir müze binanın yapılması ya da
mevcut bir binanın bulunması için çalışmaların
olduğunu da söyledi.
Samsun Kent Haber,
15.01.2014
|
2 BİN YILLIK KANAL
HALA AYAKTA!

Çanakkale'nin Ezine
İlçesi'ne bağlı Dalyan Köyü yakınındaki Alexandria
Troas antik kentinde yaşayanların 2 bin yıl önce
inşa ettiği kanal sistemlerinin hala
fonksiyonelliğini koruduğu bildirildi.
Kazı Heyeti Başkanı ve
Ankara Üniversitesi (AÜ) Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr.
Erhan Öztepe, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
kentin, Hellenistik dönemden itibaren teraslar
üzerine kurulmuş bir yerleşim planına sahip olduğunu
söyledi.
Roma döneminde de bu
yerleşim sisteminin aynen korunduğunu, Hellenistik
dönemden itibaren ise en yukarıdaki tiyatro
terasından başlayıp, denize doğru devam eden temiz
su iletim hatları ile atık su kanallarının kentte
mevcut olduğunu dile getiren Öztepe, "Koruma
alanındaki bu kanal sistemlerini tanıyabiliyoruz.
Bunlar son iki yıldır kazdığımız sondajın
içerisinde, kentteki caddenin hemen güney
kanadındaki bir dükkanın yakınında ortaya çıkan
büyük, taştan atık su kanalı olduğu gibi daha küçük
ölçekte yine taşla örülmüş atık su kanalları
şeklinde olabiliyor" diye konuştu.
Öztepe, kentteki
yapılara su taşıyan pişmiş topraktan künklerle
oluşturulmuş su iletim hatlarının da varlığını
tespit ettiklerini belirterek, şu bilgileri verdi:
"Bunların yönleri çok
farklı olabiliyor. Yapılardan ana kanala bağlantı
sağlayan küçük su kanalları var, bir de mesela cadde
boyunca tespit ettiğimiz hala yağmur sularının
toplandığı kanallar bulunuyor. Bu da bize gösteriyor
ki günümüzden yaklaşık 2 bin yıl önce inşa edilmiş
kanal sistemleri hala fonksiyonel. Yer altı
sularının buradaki kanallarda toplanıp denize kadar
ulaştırıldığını söyleyebiliriz."
Çanakkale Kent Haber,
06.01.2014
|
12 - 18 Ocak 2014
|
MİMAR SİNAN'DAN SAHTE
MİRO DAVASI
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörlüğü,
iki ay önce sergilenen ressam ve heykeltıraş Joan
Miro Sergisi'nde, sanatçının 56 eserinin sahte
olduğu iddiasıyla Kült Reklamcılık şirketine dava
açtı. Miro Vakfı'nın yetkilisi Rose Maria Malet'in
uyarılarıyla yapılan incelemede, sergilenen
eserlerdeki Miro'ya ait kurşun kalem imzalarının
sahte olduğu tespit edildi. Kült Reklamcılık
Organizasyon Hizmetleri Ltd. Şti., Tophane-i Amire
binasında bulunan Kültür ve Sanat Merkezi'nde, 31
yıl önce vefat eden İspanyol sanatçı Joan Miro'ya
ait eserlerin sergilenmesi için üniversiteden
talepte bulundu. Kült Reklamcılık ile üniversite
arasında imzalanan sözleşme gereği Tophane-i Amire
binasının Beş Kubbe Salonu'nda sanatçının, 15 Kasım-
31 Ocak 2014 tarihleri arasında eserlerinin 2.5 ay
süreyle sergilenmesine izin verildi. Ancak serginin
açılmasından yaklaşık bir ay sonra sanatçıya ait
Barcelona'daki Miro Vakfı'nın temsilcisi Rose Maria
Malet, 18 Aralık 2013'te Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi Rektörlüğü'ne bir e-posta gönderdi.
Vakıf temsilcisi Malet, Tophane-i Amire binasında
sergilenen Joan Miro'nun eserlerinin sahte olduğunu
belirterek serginin bir an önce kapatılmasını
istedi. Bunun üzerine eserlerde bilirkişi incelemesi
yapıldı. Yapılan araştırmada eserlerin kime ait
olduğunu gösteren 'Miro' imzalı kurşun kalem
imzalarının sahte olduğu ortaya çıktı.
'ÜNİVERSİTENİN İTİBARI SARSILDI'
Üniversite avukatı Orhan Şeker, "Söz konusu
sahte imzalı 56 eser, müvekkil üniversite tarafından
koruma altına alınmıştır. Sergiyi 1 ayda bin 714
kişi ziyaret etmiştir. Bu durum müvekkil
üniversitenin itibarını olumsuz etkilemiştir. Ayrıca
serginin tanıtımı için müvekkil üniversite
tarafından 3 bin adet katalog bastırılmıştır.
Tanıtım katalogunun baskı masrafları üniversite
tarafından karşılanmıştır. Bu katalog baskısı için
müvekkil üniversite 11 bin 505 lira harcama
yapmıştır. Maddi zararımızın yanı sıra 5 bin lira
manevi tazminatın davalı reklam şirketi tarafından
tahsilini istiyoruz" dedi.
MİRO KİMDİR?
1893'te İspanya'da dünyaya gelen Joan Miro,
ilk sergisini Barselona'da 1918'de açtı. Paris
gezisi sırasında Pablo Picasso ile tanışan sanatçı,
iç savaş nedeniyle İspanya'yı terk etmek zorunda
kaldı. 1941'de tekrar ülkesine geri dönen sanatçı,
New York'da ilk büyük retrospektif sergisini açtı.
1954'te Venedik Bienali'nde grafik dalında büyük
ödüle layık görüldü. 1958'de Paris UNESCO
Binası'ndaki eseri ile Uluslararası Guggenheim
Ödülünü aldı. Sonraki yıl tekrar resim yapmaya
başladı. 1960'ta heykeltıraşlığa başladı. Miro'nun
retrospektifleri, Paris, Musee National d'Art
Moderne ve Grand Palais'de yer aldı. Sanatçı 1983'te
90 yaşında iken hayatını kaybetti.
Sabah, Haber: Ali Oktay,
17.01.2014
|
YOL ÇALIŞMALARINDAN
TARİH ÇIKTI

Sinop Organize
Sanayi Bölgesi'nde devam
eden Sinop-Samsun
karayolu üzerinde
gerçekleştirilen yol
yapım çalışmaları
sırasında işçiler kazı yaparken
tarihi bir yapı
ile karşılaştı.
Tarihi yapıya zarar
vermemek için yol çalışmalarına
ara verildi.
Daha sonra kazı alanına
çağırılan yetkililer
tarafından yapılan
incelemede, yapının
Osmanlı dönemine ait
tarihi bir köprü olduğu ifade edildi.
Konuyla ilgili
İl Kültür ve
Turizm Müdürü
Hikmet Tosun,
İlimiz kültür varlığı
bakımından zengin bir şehir.
Yapılan bu alt
yapı çalışmalarında
bu tür eserlere rastlıyoruz. Bu
konuda deneyimliyiz.
Yüklenici firma
çalışanları tarafından yol
yapım çalışmaları
sırasında köprü kalıntısına rastlandı.
İşçi arkadaşlarımız
sağolsunlar duyarlılık gösterip
hemen bize
haber verdi. Bizde
hemen bakanlıktan da bir kazı ekibi istedik.
Ekiplerimiz bölgede kazı yaparak
o yapıyı
ortaya çıkardı. Yapılan
ilk incelemelerde
köprünün Osmanlı dönemine
ait tarihi ipek yolu
köprüsü olduğunu düşünüyoruz.
Olayı anıtlar kuruluna
intikal ettirdik. Bölgedeki yol
yapım çalışmasını
durdurduk dedi.
Yolun kent için önemli bir
yatırım olduğunu dile getiren İl
Kültür ve Turizm
Müdürü Hikmet Tosun, Bakanlıktan
gelecek heyet, gerekli
incelemeleri yapacak.
Köprünün yerinde mi
kalacağı, başka bir yere
nakil mi edileceği konusu
sonuca bağlanacak.
Kurulun vereceği karara
göre biz de çalışmaları
gerçekleştireceğiz.
Kurul kararının
sonucuna kadar köprünün bulunduğu bölgede yol
çalışmaları yapılmayacak.
Tabi yol büyük bir kamu yatırımı.
İlimiz için önemli bir yatırım.
Turizm kenti olarak bu yola çok ihtiyacımız
var. Kültür varlığı da
bizim için çok önemli. Hem yol
çalışmalarına sekte vurmamak hem de
kültür varlığını ihmal etmemek koşuluyla
hızlı bir şekilde hareket ederek bu
konuyu çözmeye
çalışıyoruz diye
konuştu.
Haber 7, 16.01.2014
|
2 BİN 300 YILLIK
İNFAZ ODALARI GÜN YÜZÜNE ÇIKTI
 
 
Bursa`da yürütülen
arkeolojik kazılarda, 2 bin 300 yıl öncesinden
kalma, Bitinya Krallığı döneminde idam cezalarının
infazı ve işkence amacıyla kullanılan zindanlar
ortaya çıkarıldı.
Arkeologlar, "kanlı
kuyu", "işkence odası" ve "kule bağlantılı
koridorlar"dan oluşan zindanlarda, ürkütücü
infaz yöntemlerine başvurulduğunu belirledi.
Kazı heyetinde yer
alan Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi
Dr. İbrahim Yılmaz, yaptığı açıklamada,
Osmangazi Belediyesi tarafından başlatılan ve
Büyükşehir Belediyesince yürütülen "Bursa
Surlarını Ortaya Çıkartma Projesi" kapsamında 2
bin 300 yıllık surların restorasyonunun hızla
sürdüğünü söyledi.
Uzunluğu 3 bin 400
metre olan Bursa surlarının büyük ölçüde ortaya
çıkarıldığını dile getiren Yılmaz, surların
çevresinde yer alan ve kaleye girişleri sağlayan
"Taht-ı Kale", "Yer Kapı", "Saltanat Kapısı",
"Kaplıca Kapı" ve "Zindan Kapı"nın yerlerinin
belirlendiğini anlattı.
Bursa surlarının son
bölümünde yer alan Alacahırka Mahallesi`ndeki
Zindan Kapı`da yürütülen çalışmalarda, zindan
yapılarına ulaştıkları bilgisini veren Yılmaz,
"Bu zindanların üzerinde vatandaşların yaşadığı
evler vardı. Burada zindan ya da kalıntılar
olabileceğini düşünerek bu binaları
kamulaştırdık. Evlerin yıkılmasının ardından
gerçekleştirilen bilimsel araştırma kazılarında
Bursa zindanlarına ait kalıntılar ortaya çıktı"
dedi.
Yılmaz, Bitinya
Krallığı dönemindeki zindan yapılarında var olan
tüm mekansal özellikleri burada görmenin mümkün
olduğunu vurguladı.
Bursa zindanlarının,
"stucco" adıyla kule bağlantılı yer altı yapılar
olarak bilindiğini ifade eden Yılmaz, şöyle
konuştu:
"Buradaki
zindanlarda `kanlı kuyu`, `işkence odası` ve
`kule bağlantılı koridorlar` mevcut. Ayrıca
kuleye bağlı duvarlar, zindan odaları var. O
dönemde sağır ve dilsizlerden oluşturulan
cellatlar, buradan kaçma imkanı olmayan
hükümlülerin başlarını kanlı kuyuda
gövdelerinden ayırıyormuş. Cesedin baş kısmı
kanlı kuyuya düşerken vücut bölümü hemen yan
tarafa alınarak celladın inisiyatifi
doğrultusunda ya yakınlarına teslim ediliyor ya
da dereye bırakılıyormuş. Burada da cellatların,
cesetleri bir bedel karşılığında ailelerine
sattığı yönünde de çeşitli rivayetler bulunuyor.
Bunları ortaya çıkardık. Bir proje hazırladık ve
projemiz de aslına uygun olarak onaylandı. Kısa
sürede inşaata başlayacağız. Bursa zindanları 2
bin 300 yıl sonra yeniden eski haliyle gün
yüzüne çıkacak. Açık hava müzesi olarak dizayn
edilecek mekan içinde eski dönemde kullanılan
işkence aletleri ve mekanları da olacak. Bunları
iki yıl içinde maketler şeklinde sergilemeyi
düşünüyoruz."
Bursa Olay, 16.01.2014
|
BİR KEZ DAHA 'İSTANBUL
KENT MÜZESİ' HAYALİ

Tarih Vakfı 18 yıl önce
kapattığı sandıkları açtı ve ‘Dünya Kenti İstanbul’
sergisini ‘Yine, Yeni: Dünya Kenti İstanbul’ ismiyle
İstanbullularla buluşturdu. 1996’da Topkapı
Sarayı’nın dış avlusundaki tarihi Darphane-i Amire
binasında açılan serginin yeni mekanı Karaköy’deki
Galata Rum Okulu.
Bundan 18 yıl önce
Topkapı Sarayı'nın dış avlusundaki tarihi Darphane-i
Amire binasında açılan ‘Dünya Kenti İstanbul
Sergisi'nin bütün malzemesi, sergi bitiminde,
sandıklara kondu ve mekanın deposunda İstanbul Kent
Müzesi'nin açılmasını beklemeye başladı. On binlerce
belge İstanbul'un binlerce yıllık geçmişinin
öyküsünü canlandırmak üzere bir araya getirildi. Ve
bunun için yüzlerce yazılı, on binlerce de görsel
belge elden geçti, tartışıldı, elendi ve seçildi.
Tarih Vakfı, bu sergiyi UNESCO himayesinde
gerçekleşen Habitat-II İnsan Yerleşimleri
Konferansı'nın rüzgarıyla, büyük emeklerle açmıştı.
Niyeti, İstanbul Kent Müzesi'nin çekirdek
malzemesini hazır etmekti. Ama aradan 18 yıl
geçmesine rağmen İstanbul Kent Müzesi bir türlü
açılamayınca, hatta günlük çıkarlara söylem olarak
hizmet etmekten öteye geçemeyince; sergiyi yeniden
İstanbullularla buluşturmaya karar verdi.
22 Şubat’a kadar Galata
Rum Okulu'nda ziyaret edilebilecek ‘Yine, Yeni:
Dünya Kenti İstanbul' sergisi; her ne kadar değişen,
dönüşen ve herhangileşen İstanbul'a hafıza
tazeletmeyi amaçlasa da aslında biraz da
mecburiyetten açıldı. Müze umuduyla itinayla
saklanan sandıkların, artık Darphane-i Amire
deposunu terk etmesi gerekiyordu. Çünkü orası bundan
sonra Arkeoloji Müzeleri'ne hizmet edecekti.
Peki, sandıklar içindeki
onca emek ne olacaktı; atılacak mıydı, satılacak
mıydı? Tabii ki hayır; yani en azından bir kez daha
sergilenmeden, hayır. Böylece 18 yıl önce Prof.Dr.
Afife Batur'un genel koordinatörlüğünde, pek çok
araştırmacı, arşivci ve mimarın gayretleriyle
hazırlanan sergi yeniden ve aynı ekibin desteğiyle
gün yüzüne çıktı. Ekipte yine Pelin Derviş, Ahmet
Özgüner, Mert Eyiler, Eray Makal ve Murat Germen
vardı.
İstanbul Kent Müzesi
söylemlerinin gölgesinde yepyeni bir kuşağın
karşısına çıkan sergiye şimdi bir de pencereden
dışarı baktığımızda gördüğümüz İstanbul dahil
edildi. Dünya kenti kavramıyla bütünleşen bir öykü
akışında ve zamandizinsel olarak, hatta büyük
patlamadan bugüne İstanbul'u itinayla anlatan
serginin bir özelliği de kapanışla birlikte her biri
kendi içinde bir tasarım nesnesi sayılan pano ve
maketlerin ziyaretçilere bağış karşılığında emanet
edilecek olması. Bu sayede, 18 yıl önceki serginin
varoluş nedeni olan ama bir türlü gerçekleşmeyen
‘Hayali' İstanbul Müzesi için üretilmiş özgün
malzemeler depolarda çürümekten kurtulacak. Sergi,
23 Şubat Pazar günü 10.00-18.00 saatleri arasında
yapılacak ‘İstanbul Müzesi Hayali' pazarı ile son
bulacak.
İstanbul Kent
Müzesi’nde son durum
İstanbul Kent Müzesi
tartışmaları 1990’ların başında Tarih Vakfı’nın
çabalarıyla başlamıştı. Müze için ilk düşünülen yer
Darphane-i Amire binalarıydı. Ama 1996’dan beri
dillendirilen o proje bir türlü gerçekleşmedi.
2006’da başka bir yer önerildi: Sirkeci Garı. Hatta
müzenin 2010 İstanbul Kültür Başkenti’ne yetişmesi
planlandı ama o plan da hayata geçirilemedi.
İstanbul’a bir kent müzesi kurulması tartışması, en
son Gezi Parkı olayları başladığında, Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın ‘Burada bir kent müzesi de
kurulabilir’ sözüyle gündeme geldi. Bu söylem
2012’nin son aylarında atılan ciddi adımları sekteye
uğrattı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) 17-18
Kasım 2012’de müzeci, tarihçi, şehir plancısı ve
ilgili disiplinlerden uzmanların davet edildiği bir
çalıştay düzenlemişti. Çalıştayın raporunda İstanbul
Kent Müzesi’nin kurulacağı yer olarak Topkapı Şehir
Parkı gösteriliyordu. Konunun uzmanları İstanbul
Kent Müzesi’nin projesinin hazır olduğunu, hatta
ihaleye verildiğini ve çalışmaların yakında
başlayacağını konuşuyordu. Ama Başbakan’ın malum
açıklaması İstanbul Kent Müzesi çalışmalarını
yeniden bir belirsizliğe sürükledi.
Sergiye eşlik eden
etkinlikler
Müzesiz, hafızasız ve
kimliksiz bırakılan İstanbul’un başına gelen
olumsuzluklara işaret etmeyi amaçlayan sergiye pek
çok yan etkinlik eşlik ediyor. 1993 yılında Tarih
Vakfı’nın düzenlediği ‘İstanbul İçin Ütopyalar’
sempozyumuna atıfla düzenlenecek ‘Yine, Yeni:
İstanbul İçin Ütopyalar’ buluşması, mekan kısıtı
nedeniyle sergi kapsamından çıkarılan İstanbul
Müzikleri bölümü yerine, bölüm küratörü Ersu Pekin
ile ‘Yine, Yeni: İstanbul Müzikleri’ söyleşisi,
hafta sonları gerçekleşecek ‘İstanbul İçin Açık
Kürsü’ ve ‘İstanbul Forumu’ bunlardan bazıları.
Zaman, Haber: Jülide
Güngör, 16.01.2014
|
MÜZE BİNASI YETERSİZ,
ESERLER DEPODA BEKLETİLİYOR
Samsun’da 32 yıldır
faaliyette olan Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nin
teşhir kapasitesinin dolması nedeniyle 7 bin 443
arkeolojik ve etnografik eserden 1669′u teşhir edilebiliyor. 5 bin 774 tarihi eser ise yer olmadığı için depoda bekletiliyor. Karadeniz Turizm Profesyonelleri Derneği Başkanı Mustafa Yavuz, toprak altından çıkarılan tarihi eserlerin teşhir edilecek yer olmadığı için müzenin deposunda muhafaza edilmek zorunda kalıdığını söyledi.
Samsun İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü’nün 2013 yılı verilerine göre
Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nde kayıtlı 7 bin 443
arkeolojik ve etnografik eser bulunurken bunlardan
sadece 1669′u teşhir ediliyor. Müze binasının
kapasitesinin yetersiz olması nedeniyle 5 bin 774
tarihi eser ise depoda muhafaza ediliyor. Müzenin
sikke envanterine kayıtlı 10 bin 496 sikke
bulunurken bunlardan 1297′si teşhir ediliyor, 114′ü
de Bafra Müzesi’nde bulunuyor. 9 bin 85 sikke ise
depoda bekletiliyor. 32 yıl önce açılan, bugüne
kadar aynı binada hizmet veren Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi’nin kapalı ve açık alan
mekanlarının yeterli olmaması nedeniyle tarihi
eserlerin teşhir edilemediği için depoda
bekletildiği belirtildi.
Karadeniz Turizm
Profesyonelleri Derneği Başkanı Mustafa Yavuz,
Samsun’un çok acil bir şekilde yeni müze binasına
ihtiyacı olduğunu söyledi. Yavuz, Mevcut bina
günümüzün müzecilik anlayışına ve çalışmalarına
uygun değil. Yapısal olarak ciddi sorunlar var.
Eserlerin teşhiri için yeterli alan mevcut değil. Bu
sebeple toprak altından çıkarılan tarihi eserler
teşhir edilecek yer olmadığı için müzenin deposunda
muhafaza edilmek zorunda kalıyor dedi.
Yavuz, uzun yılardır
hizmet veren müzenin hizmet vereceği yeni bir mekana
kavuşarak günümüz müzecilik anlayışına uygun bir
şekilde hizmet verebileceğini dile getirdi. Yavuz,
Müzeler artık eserleri görüp, haklarında bilgi alıp,
inceleme yapıp, mevcutlarında yer alan
kütüphanelerde araştırma imkanı bulunan, insanların
müzeyi gezdikten sonra çay veya kahve içebilecekleri
mekanlarında yer aldığı alanlar haline geldi. Hatta
artık dünyanın farklı yerlerinde sergilenen eserler
bir başka müzeye getirilip belirli sürelerde
sergilenebiliyor. Bunun için müzelerde özel sergi
salonları da bulunuyor. Artık teşhir stantlarındaki
anlayış da değişti. Müzeler günümüzde mağazaların
teşhir stantlarındaki anlayışla hizmet veriyor. Bu
kapsamda arkeoloji ve etnografya müzemiz mevcut
anlayışın uygulanabileceği kapasiteye sahip değil.
Çok acil bir şekilde yeni bir mekana kavuşması
gerekiyor diye konuştu.
Mustafa Yavuz, Samsun’un
modern bir müzeye kavuşmasının kentin turizmine de
olumlu yönde etki edeceğini belirtti. Yavuz,
İnsanlar müzeyi ziyaret ettiklerinde eserleri
görüyorlar. Zaten gördükleri eserlerin bulunduğu bir
müzeye tekrara gelmek istemeyebilirler. Ancak yeni
getirilecek yeni sergilerde yeni eserleri
görebilirler. Bu sayede insanların müzeyi bir kaç
defa ziyaret etmesini sağlayacak nedenler oluşur.
Bütün bunları içinde bulundurabilecek bir müzeye
ihtiyacımız var. Mevcut yapısal koşullar nedeniyle
yeni çalışmaların yapılması maalesef mümkün değil
dedi. Yavuz, yeni bir müze binanın yapılması ya da
mevcut bir binanın bulunması için çalışmaların
olduğunu da söyledi.
haberler.com, 15.01.2014
|
KOZAN KALESİ TURİZME
KAZANDIRILACAK

Adana'nın Kozan
Kalesi'nin turizme kazandırılması amacıyla
başlatılan röleve, restitüsyon ve restorasyon
projeleri için konusunda uzman akademisyenlerin
katılımıyla bir çalışma yapıldı.
Kozan Belediye Meclis Salonu'nda gerçekleşen
programda restorasyon firması yetkililerinden bilgi
alan Kozan Belediye Başkanı Kazım Özgan ve İstanbul
Teknik Üniversitesi'nden akademisyenlerden oluşan
heyet daha sonra tarihi kaleye çıkarak proje
çalışmalarını yerinde incelediler.
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü
Restorasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Gülsüm Tanyeli; Kozan Kalesi ile ilgili çalışmalara
geçen yılın bahar aylarında başladıklarını, koruma
kuruluna da rölevelerini götürdüklerini aktardı.
Neler yapılabileceği konusunda bir takım
değerlendirmelerde bulunduklarını aktaran Prof.Dr.
Tanyeli, 'Korunmasına yönelik kararların
geliştirilmesi ve nasıl kullanılacağını aramızda
değerlendirdik. Kozan'da kültür varlıkları adına
yapılan dikkatimizi çekici ve arzu ettiğimiz çok
önemli değişimler var. Kent kalitesi ve kent kültürü
açısından Kozan 10 yılda önemli bir mesafe kat
etti.' diye konuştu.
TURİZM SADECE DENİZ, KUM VE GÜNEŞTEN İBARET
DEĞİL
Dünyada alternatif
turizmlerin hem güzergahlar hem de farklı arayışlar
olarak değiştiğini ifade eden Gülsüm Tanyeli,
'Turizm anlayışı sadece deniz, kum ve güneşle
sınırlı değildir. Ülkemizde artık 77 milyon insan
yaşıyor. Kozan özellikle güneyde doğa harikası ve
çok önemli bir tarihsel geçmişi olan bir ilçemizdir.
Kozan merkezi, kalesi ile beraber çok önemli bir
potansiyele sahip. Kozan'ın turizmde geldiği nokta
ile insanları buraya çekebilecek belirli bir payı
alacaktır.' dedi.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Mustafa Hamdi Sayar da Kozan Kalesi'nin
tarih boyunca hangi dönemlerde kullanıldığını
irdelediklerini belirtti. Kalenin geçirdiği
dönemleri araştırdıklarını dile getiren Prof.Dr.
Sayar, 'Bununla ilgili restitüsyon ve belgeleme
çalışmaları ile araştırmalarımız kısa zamanda
sonuçlanacak. Belgeleme çalışmaları tamamlanana
kadar ilgili kurum ve kuruluşlara sunulacaktır.
Çalışmalarımızın sürdürülüp sürdürülmeyeceğine ona
göre karar verilecektir.' diye konuştu.
Kozan Kalesi Restorasyon ve Röleve Projesi
çalışmasının oldukça zor olduğunu ifade eden İTÜ
Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Yegan
Kahya; 'Kale projesi çok zor özveri ve cesaret
isteyen bir proje. Projeleri gördük. Röleveleri en
çağdaş yöntemlerle çizilmiş. Güzel bir çalışma
olmuş. Umarız bundan sonrası için de projeler
üzerinde konuşulur. Kente daha iyi nasıl
kazandırılabilir bu alan diye düşünmeliyiz. Tarihçi
ve restorasyon uzmanı arkadaşlarla beraber bundan
sonraki süreci tanımlama adına önemli girişimlerimiz
devam edecektir. Burası da artık yavaş yavaş kent
halkının kullandığı bir mekan haline gelecektir.'
diye kaydetti.
BİR HAYALİ
GERÇEKLEŞTİRİYORUZ
Belediye Başkanı Kazım
Özgan, Kozan'ın çılgın projesi üzerinde
çalıştıklarını söyledi. Kozan Kalesinde saraylar,
mahzenler, kışlalar ve mağaraların bulunduğunu dile
getiren Özgan, 'İnşallah dünya kültür mirasına biz
burayı kazandıracağız. Neticesinde tarihi
değerlerimizi korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak
için çalışmalarımız devam ediyor. ' açıklamasında
bulundu.
Kalede gerçekleştirilmesi planlanan projelerin
içeriği hakkında bilgi veren Başkan Özgan; 'Kozan
Kalesinde restorasyon ile birlikte müze ile restoran
ve kafeler olacak. Yine kalemizde eski tarihi
canlandıran savaşların yaşandığı alanlar olacak.
Ayrıca daha önce projelerimiz arasında olan
teleferik bu projeye dahil edeceğiz' diye konuştu.
Üç Kare Yapı İnşaat Restorasyon firma yetkilisi
Yavuz Kuytul da 'Kozan Kalesi röleve ve restorasyon
projesini yapmak üzere geçen sene çalışmalarımıza
başlamıştık. Şuanda röleveleri teslim ettik. Bugün
hocalarımızla beraber Kozan'ı daha güzel noktalara
getirebilmek için kalede neler yapabiliriz bütün bu
çalışmaları değerlendirdik.' dedi.
Sabah, 15.01.2014
|
KÜLTÜREL MİRASA 180 MİLYON LİRALIK YATIRIM
Türkiye’nin yüzlerce yıllık kültürel mirasının
korunarak yaşatılmasına yönelik bakanlık desteği,
geçtiğimiz yıl, ortalama yüzde 35 oranında arttı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bakan Ömer Çelik’in
talimatıyla; proje, uygulama, kazı, kamulaştırma
işleri ile taşınmaz kültür varlıklarına proje ve
uygulama yardım faaliyetleri için 2013 yılında
ortalama 180 milyon liralık bir kaynak kullandı.
2013 YILINDA 18 ÖZEL MÜZE AÇILDI
Kültür varlıklarına 2012 yılında 135 milyon 245 bin
48 lira ödenek aktaran Bakanlık, geçtiğimiz yıl bu
rakamı Bakan Ömer Çelik’in bu talimatıyla 179 milyon
539 bin 768 liraya çıkarttı. Taşınmaz kültür
varlıkları ile müzelerin rölöve, restitüsyon,
restorasyon, çevre düzenleme ve mühendislik
projeleri için ortalama 61 milyon lira aktaran
bakanlık, Adana, Hatay, Urfa ve Uşak müzeleri olmak
üzere 4 yeni müze inşaatına da başladı. 2013’te müze
inşaatlarına 54 milyon 510 bin 256 lira ödenek
sağlanırken, İstanbul, Ankara, Samsun, Balıkesir,
Gaziantep, Aydın, Kahramanmaraş, Uşak ve Bursa’da
toplam 18 özel müze ziyarete açıldı. Bu yıl 11
kültür merkezinin açılmasını planlayan bakanlık 94
olan kültür merkezi sayısını 105’e çıkaracak.
Akşam, 15.01.2014
|
ORTA ANADOLU'DA KELT
İZLERİ
Ankara'daki Anadolu
Medeniyetleri Müzesi'nden Arkeolog Nilgün Şentürk,
Ankara'nın kuzeyindeki bazı köylerde halen Kelt
akrabalığı bulunduğunu savundu. Ankara'nın
kuzeyindeki dış göçlerden pek fazla etkilenmemiş
uzak köylerde aradan 2 bin yıl geçmesine rağmen
Türk-Kelt akrabalığının izlerine rastlamak hala
mümkün.
Nilgün Şentürk,
Galatların bir başka kolunun Çanakkale Boğazı
üzerinden Anadolu'ya geçtiğini ve boğazın Avrupa
yakasında bulunan Gelibolu isminin de tarihte Galik
bir isim olan Gallipoli olduğunu anımsattı.
Şentürk, "Anadolu'ya
gelen Galatların bir kolu Eskişehir'e, o dönemdeki
adıyla Pessinus'a, bir grup Ankara'ya, o dönemki
adıyla Ancyra'ya, bir grup ise Yozgat'a, o dönemki
ismiyle Tavium'a yerleşmiştir" dedi.
"Galatların genetik
özellikleri gözlemleniyor"
Anadolu Medeniyetleri
Müzesi arkeologlarından Mustafa Metin, "Yozgat'ta ve
Ankara'nın çevresinde beyaz tenli, kızıl saçlı,
renkli gözlere ait Galatların genetik özelliklerini
gözlemlemenin hala mümkün olduğunu" anımsatarak
Keltlerle olan etnik bağı doğruluyor.
Günümüzde Çorum halkında
Hititlere ait fiziksel özelliklere rastlamanın bile
mümkün olduğunun altını çizen Metin, "Bu coğrafyada,
yani Anadolu'da yaşamış kavimlerin kolay kolay yok
olmadığını" söyledi. "Galatlar, Helenistik dünya
içerisinde yaşamış, küçük bir grup idi ve bu yüzden
bölgeye hükmedecek bir kültür yaratamadılar" diyen
Metin, Galatların dinlerini tapınak veya kilise gibi
yapılar yerine açık havada toplandıkları ayinler
eşliğindeki dini merasimler şeklinde icra
ettiklerini söyledi.
Metin, "Paganizmin
yerini tek tanrılı dinler olan Hristiyanlığa
bırakması ve ardından da İslamiyet'in yayılışı ile
Galatyalılar da Anadolu'da yaşamış diğer tüm etnik
gruplar gibi ve onlarla birlikte bir pota içerisinde
yoğruldular. Bu pota içerisinde kültürleri yok olsa
da izleri yok olmadı" dedi.
Bölgedeki bazı kalelerin
de Galatlar tarafından yapılmış olduğunu belirten
Mustafa Metin, "Eski Ankara'nın Balıkhisar
mahallesinde ve Beypazarı civarındaki bazı ufak
kaleler, ayrıca kuzeydeki Bağlum Köyü yakınlarında
bulunan kalıntılar, Galatlara ait bazı ayak
izleridir" şeklinde konuştu.
Galik yer isimleri var
Hristiyan inanışına
mensup çoğu kimse, milattan sonra 50 yılı civarında
Hz. İsa'nın havarilerinden Aziz Paul tarafından
yazılmış meşhur Galatyalılara Mektup'tan haberdar.
Kuzey-Orta Anadolu bölgesine o dönemde verilen
Galatya ismi, doğal olarak çok sayıda bilim
insanının ve özellikle Kelt kabilelerinin MÖ III.
yüzyılda bu bölgeye göç ettiklerini ispatlamış olan
tarihçilerin de dikkatini çekiyor.
Avrupa'nın en batı
ucundaki İspanya'dan en doğu ucundaki İstanbul'a
kadar tüm kıta boyunca yayılmış çok sayıdaki Galik
(Kelt'lerle ilgili) yer isimlerinin dikkatli bir
gezgin tarafından fark edilmemesi mümkün değildir.
Galicia, Kuzeybatı
İspanya'da bir idari yönetim bölgesidir. Tıpkı
Birinci Dünya Savaşı'nda Ruslara karşı
Avusturyalıların yanında savaşırken ölen binden
fazla Türk askerinin hayatını kaybettiği yer olan
Batı Ukrayna'daki Galiçya gibi. Bu isimler,
Galya'lıların (Keltlerin) mirasıdır. Kelt kabileleri
isimlerini aynı zamanda bir şehre (Romanya'daki
Galati) ve çok iyi bilinen bir semte de
(İstanbul'daki Galata) ve çok iyi bildiğimiz bir
kasabaya (Gelibolu, Gallipoli) vermişlerdir.
Romanya bu kapsamda açık
ara öndedir çünkü bu ülkedeki Galati veya Galatea
adlarını taşıyan bir düzine köy ve mahallenin adları
Galatlardan miras kalmıştır. Kelt'lerle eş anlamlı
olan Gal (veya Gael) sözcüğünün, muhtemelen yerel
dile bağlı nedenlerle "Galat" şekline dönüştüğü
ülkenin de Romanya olduğu anlaşılmaktadır.
Diğer izleri ise
bölgenin uzak köylerindeki bazı yüzlerde görmek, pek
seyrek de olsa hala mümkün.
Yeni Şafak, 15.01.2014
|
ANADOLU FATİHİ'NİN KAYIP MEZARI ARANIYOR
Anadolu’nun kapılarını Türkler’e açan Sultan
Alparslan’ın kayıp mezarını arama çalışmaları
Türkmenistan’ın Merv kentinde yapılıyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Türkmenistan Devlet
Başkanı Gurbangulı Berdimuhamedov’un imzaladığı
anlaşmayla geçen ağustos ayında başlatılan
çalışmaların ilk etabı tamamlandı. Malazgirt
Zaferi’nden sonra 1072 yılındaki Buhara seferinde
bir esir tarafından şehit edilen Alparslan’ın,
vasiyeti üzerine babası Çağrı Bey’in mezarının
yanına defnedildiği tahmin ediliyor, ancak 1221
yılındaki Moğol istilasında kaybolduğu ifade edilen
mezarın yeri yaklaşık 800 yıldır bilinmiyor.
Hassas radarlarla...
Son teknolojik cihazlardan faydalanılan arama
çalışmalarında şu anda kalıntılardan oluşan bölgenin
fotoğraflarını çıkarma çalışmaları insansız hava
aracıyla sürdürülüyor. Elde edilen bilgiler,
haritalandırma çalışması için bilgisayarlara
aktarılıyor. Yer altını 12,5 metreye kadar
görüntüleyebilen hassas radarlarla yerin altı
taranıyor.
Çalışmalar, 5 ayrı noktada yoğunlaşırken, Ankara
Üniversitesi öğretim görevlilerinden ve projenin
Bilim Heyeti Başkanı Doç. Dr. Ziya Kenan Bilici,
bölgedeki Gavur Kale’nin merkezindeki Mescid-i
Cuma’nın bunlardan birisi olduğunu kaydetti. 2017
yılında tamamlanması öngörülen proje kapsamında,
TİKA tarafından Sultan Alparslan’ın mezarının olduğu
yerde büyük bir türbe inşa edilecek.
Vatan,
15.01.2014
|
TÜRSAB, DARPHANE-İ AMİRE BİNALARINI DEPREME KARŞI
GÜÇLENDİRİYOR

TÜRSAB (Türkiye Seyahat Acentaları Birliği),
İstanbul Arkeoloji Müzesi'nden sonra Darphane-i
Amire Binaları'nı da depreme karşı dayanıklı hale
getirmek için çalışmalara başladı.
İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni yenilemek için Kültür
ve Turizm Bakanlığı'yla birlikte yürüttüğü
çalışmaların ardından TÜRSAB (Türkiye Seyahat
Acentaları Birliği) yeni bir restorasyon projesini
daha hayata geçiriyor. Mayıs ayına kadar sürecek
proje sonunda; geçtiğimiz yıl İstanbul Arkeoloji
Müzesi bünyesine katılan ve ilerleyen yıllarda
kültür kompleksine dönüştürülmesi planlanan tarihi
Darphane-i Amire Binaları'nın deprem güvenlik
analizlerinin ve statik raporlarının hazırlanması
hedefleniyor.
İstanbul Kalkınma Ajansı tarafından,
2012 Yılı Afetlere Hazırlık Mali Destek Programı
kapsamında desteklenmeye hak kazanan projeyle
birlikte Osmanlı İmparatorluğu'nda para basımının
yapıldığı, 18 tarihi binadan oluşan Darphane-i
Amire'nin olası bir depreme ne derece dayanıklı
olduğu tespit edilecek. Restorasyon çalışmalarının
tarihi değerleri gelecek nesillere bırakabilmek
adına son derece önemli olduğunu vurgulayan Proje
Genel Koordinatörü Köyüm Özyüksel, her yıl
yüzbinlerce kişi tarafından ziyaret edilen bu
binaların büyük bir turistik değer taşıdığını ve
afetlere karşı mutlaka korunmaları gerektiğini
söylüyor:
"Ülkemizde ve İstanbul'da birçok tarihi eser,
deprem başta olmak üzere doğal afetler nedeniyle
önemli zararlar gördü ve hatta bugüne ulaşamadan
kayboldu. Yeni yapılara oranla daha fazla yıpranmış
olmaları nedeniyle tarihi binalar deprem gibi doğal
afetlerden daha fazla etkilenmelerinin yanı sıra
turistik merkezler olmaları nedeniyle de herhangi
bir afet sırasında ciddi can kaybına yol açma
riskini barındırmaktalar. Bu noktalardan yola
çıkarak, sürdürdüğümüz restorasyon projeleri
sayesinde kültürel değerlerimizin afetlere karşı
dayanıklı hale getirilmesine TÜRSAB olarak biz de
katkı sağlamak istiyoruz."
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 14.01.2014
|
ABDÜLHAMİD'İN BİLİNMEYEN BİR YÖNÜ DAHA ORTAYA ÇIKTI

Sultan II. Abdülhamid'in bilinmeyen bir yönü daha
ortaya çıktı. İlk kez gün yüzüne çıkan Sultan II.
Abdülhamid dönemine ait 150 harita ve planı bu
yönünü ortaya koyuyor.
İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., Sultan II.
Abdülhamid dönemine ait 150 harita ve planı gün
yüzüne çıkararak ilk kez tek kitapta bir araya
getirdi.
"Sultan II. Abdülhamid Devri Harita ve
Planlarında İstanbul" adlı kitapta, Sultan II.
Abdülhamid Han'ın emriyle hazırlanmış olan harita ve
planların yanı sıra XIX. yüzyılın başlarından
itibaren İstanbul ve çevresindeki padişah mülkleri,
imar faaliyetleri, köprü ve resmi dairelerin
çizimleri, askeri yapılar ve nüfus ile ilgili
haritalar da bulunuyor.
PADİŞAHIN BU YÖNÜ BİLİNMİYOR
Sultan II. Abdülhamid'in Yıldız Sarayı
Koleksiyonu içinde yer alan 150 harita ve planın yer
aldığı kitap, İstanbul ve çevresini haritalarla
takip etmiş ve elinin altında toplamış olan
padişahın yeterince bilinmeyen bir yönünü ortaya
koyuyor.

Kitapta yer alan bilgilere göre büyük fotoğraf
albümleriyle ülkesinin her yanındaki gelişmeleri
yakından takip eden II. Abdülhamid aynı zamanda
İstanbul ve çevresini deyim yerindeyse semt semt
haritalarıyla elinin altında toplamış. Padişahın
ilgisi sadece İstanbul ile de sınırlı değil. Kitapta
yer alan Osmanlı şehirlerinin haritalarını içeren
atlas 1308/1891 tarihli. Karton üzerine, renkli, el
yapımı, 24 haritadan oluşan atlas 76x122 cm
boyutlarında.
HARİTALARIN ÇOĞU EL YAPIMI
Çoğu el yapımı olan haritaların arka kısımları
atlas kumaş ile kaplanmış. Kitapta bulunan en eski
tarihli harita 1806-1807 tarihli olup İstanbul'da
yeniden inşa edilen tabyalarda yer alan topların
menzillerini gösteriyor. Hendesehane ürünü olan
harita, 82x92 cm ebadında renkli ve el yapımı.
Çalışmada yer alan en yeni tarihli harita ise,
Küçükçekmece kazasına tabi Alibeyköyü çiftliğinin
karton üzerine bez, renkli, el yapımı, 134x190 cm
ebadında olup 1902 tarihli.
HARİTA İLMİNDEN FAYDALANILMIŞ
Kitapta yer alan haritaların yer ve konularına
bakıldığında ülkenin askeri yönden müdafaasından
başlayarak, ulaşım yolları, meşhur mahalleri ve
stratejik yerlerinin dönemin çağdaş teknolojileri
mümkün olduğunca kullanılarak tespit edildiği
görülüyor.
Bu sayede ihtiyaç halinde nerede ve ne tür
tedbirler alınacağı kolaylıkla belirlenebiliyor.
Kitaptaki 150 harita ve plana bakıldığında harita
ilminin en azından son dönem Osmanlı devlet
yöneticileri tarafından yeterince önemsendiği ve
nimetlerinden faydalanıldığı anlaşılıyor.
Akşam, 14.01.2014
|
|
İNCİL HAZİNELERİ KÜBA'DA SERGİLENECEK
Vatikan’ın baş arşivcisi ve Kutsal Roma Kilisesi
kütüphanecisi Fransız Başpispokos Jean Louis
Brugues, Havana’da açılacak İncil sergisi için
Küba’ya gitti.
‘İnsanın Yolunda Tanrı’nın Yolu’ başlığını
taşıyan ve Havana Katedrali’nde 20 Ocak’ta
başlayacak ve 2 Şubat’a kadar sürecek olan sergide,
aralarında İncil tarihine ilişkin orijinal
parçalarından da bulunduğu 72 obje ve doküman yer
alıyor. Din arkeolojisi bakımından önemli bulunan
serginin Amerika’daki ünlü ‘Yeşil Koleksiyon’a ait
parçalardan oluştuğu bildirildi. 40 bin parçalık bu
kutsal emanetler hazinesi, dünyanın en büyük kişisel
İncil elyazmaları ve süslemeleri koleksiyonu olarak
biliniyor.
Akşam, 14.01.2014
|
AYA İRİNİ'Yİ ARTIK HERKES GEZECEK
Kültür ve Turizm Bakanlığı, bin 500 yıllık Aya İrini’yi genel ziyarete açtı. Bizans İmparatorluğu’nun ilk kiliselerinden biri olan ve İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrilmeyen yapı, 09.00-17.00 arasında gezilebilecek. Aya İrini için ilk girişim 2011’de başlatıldı. Topkapı Sarayı Müze Müdürlüğü, özel durumlarda ziyaret edilebilmesi için Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne görüş sordu. Genel Müdürlük; fiziki durumu göz önünde bulundurarak sınırlı sayıda ziyaretçiye izin vermişti. İki yılın ardından Aya İrini’nin genel ziyarete açılması kararı alındı.
OSMANLI’NIN İLK MÜZESİ
Osmanlı döneminde Harbiye Ambarı olarak kullanılan Aya İrini, 1846’ta Eski Eserler Koleksiyonu ve Silah Koleksiyonu halinde düzenlenerek, İmparatorluk Müzesi adını aldı. Kilise, 1973’ten beri kısa süreli sanat etkinliklerine evsahipliği yapıyor.
Akşam, 14.01.2014
|
 |

|
TARİHİ KÖPRÜNÜN GİZLİ KALAN 3 KEMERİ ORTAYA ÇIKTI
Adana’nın Kozan İlçesi’nde Roma Dönemi’ne ait tarihi köprünün toprak altında kalan 3 kemeri daha ortaya çıkarıldı.
Kilgen Çayı üzerinde Roma Dönemi’nde yapılan tarihi Kozan Köprüsü’nün 6 ay önce başlayan restorasyon çalışmaları devam ediyor. Çukurova’da Adana Taşköprü ve Misis Köprüsü’nden sonra üçüncü büyük köprü olma özelliğini taşıyan ve Sis Köprüsü olarak da bilinen Kozan Köprüsü’nün restorasyonunu yapan firma yetkilisi Sedat Çetin, köprünün 8 kemeri olduğunu belirtti.
Çetin, “Restorasyon çalışmaları devam ederken köprüye ait, toprak altında gizli kalmış 3 kemer daha bulundu ve 8 kemerli olarak bilinen tarihi Kozan Köprüsü’nün 11 kemeri olduğu ortaya çıktı” dedi.
haberler.com, 13.01.2014
|
PICASSO'NUN 'TÜRK' RESMİ LONDRA'DA GİTTİ GİDİYOR

İspanyol ressam Pablo
Picasso’nun 1955 yılında çizdiği ‘Türk kıyafetli
sandalyede oturan kadın’ adlı eseri 4 Şubat’ta
Londra’da müzayedeye çıkıyor.
Christie’s
müzayede evi tarafından satılacak olan resmin
24.7
milyon ile 32.9 milyon
dolar arasında alıcı bulması bekleniyor.
Picasso, orijinal adı ‘Femme au costume Turc
dans un fauteuil’ olan tabloda o dönem
sevgilisi olan ve sonra
hayatını birleştireceği Jacqueline Roque’un bir
portresini resmetti.
55 yıldır satışa sunulmayan
tablo, Batılı sanatçıların hayallerindeki
Osmanlı haremini anlatan ‘odalık’ temalı
resimlerden.
Resim, Picasso’nun Jacqueline Roque’u Türk
kıyafetiyle çizdiği az sayıda resimden sadece biri.
Picasso’nun bu
resmi çizdikten 6
yıl sonra evlendiği Roque, sanatçının
hayatındaki en önemli ilham perilerinden.
Matisse de satılacak
Christie’s tarafından düzenlenen Empresyonist/Modern
Sanat müzayedesinde Picasso ile birlikte,
Vincent
Van Gogh, Henri Matisse ve Alberto
Giacometti’nin aralarında bulunduğu sanatçıların
eserleri de satılacak. Müzayede evinin
şubat ayı boyunca düzenleyeceği açık
artırmalarda
toplam 380 milyon dolarlık sanat eserini
alıcılarla buluşturması bekleniyor.
Christie’s’in yine 4 Şubat’ta düzenleyeceği Sürreal
Sanat müzayedesinde ise Rene Magritte’in Gecenin
Kıyısındaki Avcılar adlı tablosunun 9.8 milyon dolar
ile 14.8 milyon dolar arasında, Joan
Miro’nun
Kadınlar ve
Kuşlar tablosunun ise 6.5 milyon dolar ve 11.5
milyon dolar arasında alıcı bulması bekleniyor.
Milliyet, 13.01.2014
|
HALET ÇAMBEL VE NAİL ÇAKIRHAN'IN ESERİ: KARATEPE
 
 

12 Ocak Pazar günü yaşamını yitiren arkeolojinin
en önemli isimlerinden Halet Çambel, eşi Nail
Çakırhan ve Turgut Cansever'in yarattığı Karatepe
Çıplak Beton Açık Hava Müzesi'nin temellerini
atmıştı.
Arkeolojinin en önemli isimlerinden Prof. Halet
Çambel, 12 Ocak'ta hayata veda etti. Yaptığı
kazılarla tarihöncesi çağa ışık tutan ve birçok
eserin günümüze taşınmasını sağlayan Çambel'in aynı
zamanda mimarlık kültürüne yaptığı katkılar da
unutulmazdı. Kariyerinin kırılma noktasını
1950'lerde yürüttüğü Karatepe Höyüğü Kazıları ile
yaşayan Çambel'in bundan sonra hayatı boyunca
üzerinde durduğu en önemli çalışması olacak Karatepe
Kazıları, iki usta mimarın elinden çıkacak bir
mimarlık eserinin temellerini atacaktı.

Hitit antik kenti Karatepe, 1946 yılında Prof.
Bossert ve Halet Çambel tarafından keşfedilmişti. Bu
tarihten sonra Çambel'in hayatını adayacağı Karatepe
Kazıları, tarih öncesi birçok eserin günyüzüne
çıkmasına katkıda bulunurken mimarlık kültürüne de
büyük bir katkı koydu.

Halet Çambel´in Karatepe-Aslantaş kazı alanı çizimi (Kaynak: blog.iae.org.tr)
1950'lerde Karatepe Kazılar'ında elde edilen
arkeolojik buluntuların restorasyonu, korunması ve
sergilenmesi için geniş bir alanın saçaklıkla
örtülmesi gereksinimi burada bir mimari eserin
oluşmasına katkıda bulunur. Çalışmalara başlayan
müteahit işi bıraktığı için Çambel'in eşi Nail
Çakırhan yarım kalan çalışmaları yürütmek üzere işe
koyulur. Böylece Türkiye'nin ilk Ağa Han ödüllü
alaylı mimarı Nail Çakırhan, avan projesini Turgut
Cansever'in yaptığı Karatepe projesi ile mimarlığa
adımını atmış oldu.

İki usta mimarın birlikteliğinde Türkiye'nin ilk
açık hava müzesi ve ilk geniş saçaklı görünebilen
beton uygulaması ortaya çıktı. Bundan sonra da kazı
evi, karakol, orman bölge şefliği binaları, bölge
okullarının inşası birbirini takip etti. Çambel ve
Çakırhan çiftinin Karatepe'deki büyük çabaları,
arkeoloji ile mimarlığın iç içe geçtiği başarılı bir
proje ortaya çıkararak mimarlık kültürüne unutulmaz
bir katkı koymuş oldu.
Arkitera, 13.01.2014
|
ORADA BİR CAMİ BURADA BİR KİLİSE

Türkiye ile Yunanistan, kendi topraklarında kalmış
Osmanlı ve Bizans eserlerini koruyacaklarına dair
vermiş oldukları karşılıklı sözleri, aşamalı olarak
gerçekleştiriyor. Geçen yıl Konya'nın Sille
Köyündeki Bizans'tan kalma tarihi Aya Eleni
Kilisesinin üniversite öğrencileri tarafından
restore edilerek yeniden topluma kazandırılmasından
sonra, aynı yıl, kuzey Yunanistan'ın Serez
kentindeki Osmanlı'dan kalma 3 camiden biri olan
Zincirli Cami'nin onarımı tamamlandı. Osmanlı ve
Bizans'tan kalma cami ve kiliselerin onarılmasıyla,
bunların yeniden ibadete açılması söz konusu olmasa
bile, bu tarihi eserlerin restore edilerek bunların
tekrar ortaya çıkarılması ve en azından sergi, müze
ve sanatsal faaliyetler için kullanıma açılması Türk
toplumunda olduğu kadar Yunan toplumu tarafından da
ilgi ile karşılanıyor.
EN KUTSAL İBADET YERİYDİ
Sille'deki Aya Eleni kilisesi, İ.S. 371 yılında yani
bundan 1643 yıl önce, Doğu Roma İmparatorluğu'nun
(Bizans) kurucusu Büyük Konstantin'in annesi Helena
tarafından kurulmuş ve 1553 yıl boyunca yani 1924
mübadelesine dek, Konya'da yaşayan Rumların (yani
Romalıların Helen kökenli doğu Romalılara verilen
isim) en kutsal ibadet yerlerinden biri olarak işlev
görüyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun Yunan
hakimiyeti döneminde en önemli balkan kentlerinden
biri olarak kabul edilen Serez kentindeki Zincirli
Cami 16. yüzyılda Mimar Sinan tarafından inşa
edilmiş; 1913'te Balkan savaşlarında Serez'i işgal
eden Bulgarlar tarafından yakılmıştı. Yunanların
Bulgar ordularını kovmasından sonra onarılan cami,
1924'teki mübadele ile Türkiye'ye göç eden Serezli
Müslüman Türklerin önemli bir ibadet yeriydi. Bulgar
işgali sürecinde kubbesindeki kurşun yaprakları da
sökülerek cephanelik olarak kullanılan Zincirli
Cami'nin 2013 sonlarında tamamlanan ve 1 milyon
euroya mal olan restorasyonundan sonra sanat-kültür
faaliyetleri için açılmış bulunuyor. Serez kentinde
Ahmet Paşa ve Koca Mustafa Paşa camilerinin de
onarımı için Yunan Kültür Bakanlığı'na bağlı "Bizans
Arkeoloji Enstitüsü" tarafından gerekli çalışmaların
başlatılması beklenirken, 1456'da Atina'nın
Osmanlılar tarafından ele geçirilmesi anısına inşa
edilen Atina merkezindeki Fethiye Camisi'nin
onarımının da bu yıl içinde tamamlanacağı açıklandı.
PATRİK YETİMHANEYİ ANLATTI
Yunanistan'ın AB dönem başkanlığı
için düzenlenen törenlere, Yunan Başbakanı Andonis
Samaras'ın özel daveti üzerine Atina'ya gelen
İstanbul Rum Patriki Bartholomeos, Türkiye'nin Atina
Büyükelçisi Kerim Uras'a gerçekleştirdiği nezaket
ziyaretinde bir süre önce patrikhaneye iade edilen
İstanbul Büyükada'daki yetimhanenin ahşap binası ile
ilgili çalışmalar hakkında bilgi verdi. Türk ve
yabancı girişimcilerin de katkısıyla yeniden
yapılandırılacak bu, Avrupa'nın ilk dev ahşap
binasının tadilatından sonra uluslararası çapta
Çevre Korunması Merkezi olarak hizmet vermesi
hedefleniyor. Büyükelçi Uras, Patrik'i
Büyükelçiliğin yeni edindiği kançılarya binasında
karşılarken, "burası sizin de evinizdir" dedi ve
Patrikhane'nin Türkiye'nin bin 700 yıllık en eski
kurumu olduğunu söyledi.
Sabah, Haber:
Stelyo Berberakis, 13.01.2014
|
GÜRCİSTAN'DAKİ OSMANLI CAMİSİ YENİLENİYOR

Ahıska’ya hakim bir tepedeki kale içinde bulunan
Ahmediye Camii, uğradığı birçok tahribata rağmen
yaklaşık 250 yıldır ayakta. Ne var ki kültürel
mirasın korunması kapsamında yenilenecek ve
böylelikle daha da sağlam hale getirilecek.
İspirli Divan şairi ve İbrahim Hakkı'nın Farsça
hocası Hazık Efendi'ye ilham verip şiirler yazdıran
Gürcistan'daki Ahmediye Camii ve Medresesi restore
ediliyor. İçinde pek çok dini yapı olması nedeniyle
hoşgörü parkı olarak düzenlenen Ahıska Kalesi'ndeki
Ahmediye Camii ve Medresesi'nin restorasyonu Gürcü
hükümetince Türk uzmanların gözetiminde yapılıyor.
Türkiye ve Gürcistan'ın tarihi cami ve kiliselerin
yeniden inşa edilmesi ve ortak kültürel öğelerin
yaşatılması için yaptıkları işbirliği bu caminin
restorasyonu ile başladı. Ahıska'ya hakim bir
tepedeki kale içinde bulunan, uğradığı birçok
tahribata rağmen yaklaşık 250 yıldır ayakta duran
Ahmediye Camii, Hacı Ahmed Paşa'nın Ahıska
Beylerbeyi iken İstanbul'daki Selatin camiler örnek
alınarak yaptırılmış. Ahıska'ya gelenleri
büyüleyecek güzellikteki Ahmediye Camii, İspirli
Divan şairi Hazık Efendi'ye şiirler yazdırmış. Hazık
Efendi, tertip ettiği Divan'ında Ahıska'daki cami ve
medrese üzerine, tarih düşürdüğü manzumeler yazmış.
Kültürel mirasın korunması çalışmalarını yakından
takip eden Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik,
Gürcistan'daki kültürel mirasın restorasyonuna da
önem veriyor. Gürcistan'la devam eden işbirliği
anlaşması kapsamında, Kültür ve Turizm Bakanlığı
uzmanları da Ahmediye Camii'nde en son aralık ayında
olmak üzere birçok kez inceleme yaptı. İncelemelerin
ardından restorasyon çalışmalarında gelinen son
durum rapor halinde Bakan Çelik'e sunuldu. Raporda,
Ahmediye'nin başarılı bir restorasyon süreci
geçirdiği belirtildi.
İki ülke arasındaki anlaşma kapsamında Gürcü
makamlarınca Batum'da arsa tahsis edilmesi halinde,
yıkılmış olan Batum Aziziye Camii de yeniden
yapılacak. Böylece, Osmanlı döneminde Batum'da
yapılan en önemli dini eserlerin başında gelen
Aziziye Camii yeniden kazandırılacak. İsmini 32.
Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz'den alan Aziziye
Camii, 1869'da dönemin Trabzon Valisi Emin Muhlis
Paşa tarafından yaptırılmış fakat Sovyetler Birliği
yöneticileri tarafından yıktırılmış.
Türkiye'deki Gürcü eserler de onarılıyor
Gürcistan'daki restorasyon çalışmalarına karşılık
Türkiye de, Artvin'deki İşhan Kilisesi ile Erzurum
Uzundere'deki Öşvank Kilisesi'ni restore ediyor.
2012 yılında başlayan ve Gürcü uzmanların
gözetiminde yürütülen restorasyonun büyük bir bölümü
tamamlandı. Türkiye'nin kültürel mirasın korunması
için yürüttüğü detaylı ve kapsamlı çalışmalardan
duyulan memnuniyet Gürcü makamlarca birçok kez dile
getirildi.
Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 13.01.2014
|
YOL KAZISINDAN 2 BİN YAŞINDA İSKELET ÇIKTI
ABD'nin Florida eyaletinde bulunan Davie kentindeki yol inşaatı çalışmaları sırasında bir iskelet bulundu. Arkeologlar iskeletin 20 veya 30 yaşlarında ölmüş Kızılderili bir kadına ait ve yaklaşık 2 bin yaşında olduğunu tahmin ediyor. İskeletin gömüldüğü gibi kalmasının çok nadir görüldüğünü belirten arkeologlar, kemikler üzerindeki incelemelerden sonra bölgede yaşamış Kızılderililere ait daha detaylı bilgilere ulaşmayı umuyor.
Sabah, 12.01.2014
|
 |
|
RENOIR
ÇALINTI
ÇIKTI
ABD’de Marcia Fuqua adlı
kadının 2009’da bit pazarından 7 dolara satın
aldığını iddia ettiği, Fransız ressam Renoir’a
ait tablonun, 1951’de Baltimore Sanat
Müzesi’nden çalındığı ortaya çıktı.
100 bin dolarlık tablo, müzeye iade edilecek.
Hürriyet, 12.01.2014
|
AŞKIN'IN ESERLERİ MÜZEDE KAYIP!
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi eski rektörü Aşkın,
yargılanmasına neden olan ve Van Müzesi’nde emanete
alınan eserlerden 10 ferman ve tabloyla bronz
’Urartu iğnesi’nin kaybolduğunu söyledi.
Van Yüzüncü
Yıl Üniversitesi(YYÜ)
eski Rektörü
Prof.Dr.
Yücel Aşkın, Van Cumhuriyet Başsavcılığı’nca
2005 yılında yürütülen
soruşturma kapsamında,
evinde yapılan aramada ele geçirilen bin 19 adet
tarihi eserle ilgili Van 2. Asliye Ceza
Mahkemesi’nde kendisi ve Van Müzesi Müdürü Ahmet
Mete Tozkoparan hakkında açılan “Görevi kötüye
kullanmak ve 2863 sayılı
kültür ve
tabiat varlıklarını
koruma kanununa
muhalefet” suçlarından beraat
etti. Beraat etmesinin ardından yaşadığı süreci
anlatan Aşkın, “Hiç açılmaması gereken bir davada
ikinci kez beraat ettim” dedi. Aşkın,
savcılık kararıyla el konularak Van Müzesi’nde
emanete alınan eserlerden 10 adet
ferman ve
tablo ile bronz ’Urartu iğnesi’nin kaybolduğuna
dair bir tutanak tutulduğunu ve Van 2. Asliye Ceza
Mahkemesi tarafından kaybolan eserler
için Van Müzesi yetkilileri hakkında Van
Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda
bulunulduğunu
ifade etti.
‘Herkes
yargılanabilir’
Hukuk devletinde herkesin yargılanabileceğini
belirten Aşkın, şöyle devam etti: “Defalarca bu dava
için Van gidip gelmek zorunda kaldım. Bunlar benim
açımdan katlanılabilir şeyler. Ancak bu tür davalar
yargıya ve
güvenlik güçlerinin yaptıkları icraatlara
kuşku duyurabilecek şeylerdir ve toplumda
yargıya olan güvenilirlik gittikçe azalıyor.”
Milliyet, 12.01.2014
|
BÜYÜK İSKENDER ŞARAPTAN ÖLDÜ
Büyük İskender’in 12 gün boyunca acı çekerek
ölmesine zehirli şarabın yol açmış olabileceği
ortaya kondu.
Yeni
Zelanda’daki Otago Üniversitesi’nden Ulusal
Zehirler Merkezi toksoloji uzmanı Dr. Leo Schep,
tarihe damgasını vuran liderin ölümünün ardındaki
sır perdesini 2 bin
yıl sonra aralamış olabilir. Shep, birkaç gün
içinde ya da hemen öldüren
diğer zehirlerin aksine “Veratrum album” adlı
masum görünen bitkinin katıldığı şarabın
İskender’in 12 gün boyunca acı çekerek ölmesine
yol açtığını açıkladı. MÖ 323 yılında 32
yaşındayken
hayatını kaybeden İskender’in ölmesine bazı
tarihçiler doğal sebepleri göstermişti.
Milliyet, 12.01.2014
******
BÜYÜK İSKENDER'İ ÖLDÜREN BİTKİ
Pers
İmparatorluğu'nun güçlü ordularını yenmeyi başaran
Makedonya kralı ve tarihteki en büyük komutanlardan
biri olarak bilinen Büyük İskender'in bir bitkiyle
zehirlediği iddia edildi.
Yeni Zelanda'daki Otago Üniversitesi
araştırmacılarından Leo Schep, Pers
İmparatorluğu'nun güçlü ordularını yenmeyi başararak
adını tarihe altın harflerle yazdıran Büyük
İskender'in, Latince adı "veratrum album" olan bir
bitkiden içerek MÖ 323'te 32 yaşında öldüğü
iddiasını ortaya attı.
Büyük İskender'in arsenik ya da striknik
maddeleri kullanılarak zehirlenmesinin mümkün
görünmediğini belirten Schep, "Bu maddeler insanı
çok hızlı bir şekilde öldürür ancak, İskender 12 gün
can çekişip, konuşamaz ve yürüyemez hale geldi"
dedi.
Zehir bilimci Schep, "beyaz çöpleme" de denilen
zararsız veratrum album bitkisinin mayalandığında
ölümcül hale geldiğini belirterek, İskender'in
şarabına bu bitkiden karıştırıldığını, acı tadı
gizlemek için de tatlandırıcı bir madde kullanılmış
olabileceğini ileri sürdü. Söz konusu araştırmanın
sonuçları "Clinical Toxicology" dergisinde de
yayımlandı.
Habertürk, 13.01.2014
|
2 BİN YILLIK KUTSAL ÇEŞME ÇÖPLÜK OLDU

Antalya’nın Demre
İlçesi'nde bulunan ve Roma
İmparatorluk dönemine (MS II. yy) tarihlenebileceği
belirtilen anıtsal çeşme (nympheum), ihmal ve
ilgisizlik nedeniyle hurdalık ve çöplüğe döndü.
Hurdaya ayrılmış otomobillerin çevrelediği kutsal
çeşmenin inşa edildiği kayaların arasından çıkan
sülfür içeren şifalı sular ise içine atılan çöplerle
foseptiğe dönüşmüş durumda. Likya uygarlığının
önemli kentlerinden biri olan Myra kentinin limanı
konumundaki Andriake’nin kuzeyinde, Demre-Kaş
karayoluna bitişik konumdaki tarihi çeşmenin içler
acısı durumu bölgeyi ziyaret edenlerin tepkisini
çekiyor.
Eski Kültür Bakanı Günay’ın evine birkaç
dakika mesafede
Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
Demre’de bir yazlık evinin bulunması ve yılın bir
bölümünü burada geçirmesi, bugün çöplüğe dönen göz
önündeki kültür varlığının durumunu daha da
dramatikleştiriyor. Zira pislikten yanına
yaklaşılmakta zorlanılan anıtsal yapı, eski Bakan
Günay’ın yazlık evine sadece birkaç dakika mesafede
bulunuyor. Şimdiki Bakan Ömer Çelik’in konu hakkında
bilgisinin olup olmadığı da merak edilenlerin
başında geliyor.

Prof.Dr.Nevzat Çevik: “Bölgede yaptığımız
proje yarım kaldı
Konuyla ilgili sorularımızı yanıtlayan Akdeniz
Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğr. Üy. Prof.Dr. Nevzat Çevik, anıtsal
çeşmenin çöplüğe dönüşmesinin oldukça üzücü olduğunu
belirterek, 2009 yılında bu alanı da içine alan
“arkeopark” projesini de kapsayan bölgedeki bilimsel
çalışmaların yarım kaldığını dile getirdi.
“Sanayi sitesinin taşınması için yer
tespit edilmişti”
2009 yılında, başkanlığını yürüttüğü Myra kazıları
kapsamında “Demre Arkeopark” başlığıyla bir proje
geliştirdiklerini anlatan Prof.Dr. Nevzat Çevik,
bugün çöplüğe dönen anıtsal çeşmenin de proje
kapsamında değerlendirildiğinin altını çizerek,
şöyle konuştu:
“2009 yılında nympheum çevresinde kazılar
yaptık. Bölgeyi ziyaret eden turistlerin,
anıtsal çeşmenin üzerine inşa edildiği kayaların
arasından çıkan ve şifalı olduğuna inanılan
sularda yüzebileceği tarihi bir atmosfer ortaya
çıkarmayı hedefliyorduk. Dönemin Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile Demre
Belediyesi de bu projeye destek veriyordu. Proje
kapsamında anıtsal çeşmenin bitişiğinde yer alan
sanayi sitesinin taşınması için de başka bir
alan tespit edilmiş, buradaki halkı mağdur
etmeden bu işlemin gerçekleştirilmesi için
girişimlerde de bulunulmuştu. Ancak Demre
halkıyla işbirliği içinde yürütülen tüm bu
çalışmalar, geçtiğimiz yıl kazı başkanlığı
görevimden alınmamla yarım kaldı.”

“Bu vicdansızlığın hesabını kim verecek
merak ediyorum”
Myra ve Andriake’de yürütülen arkeolojik kazıların
önemine işaret eden Çevik, kazı başkanlığı
görevinden alınmasıyla ilgili olarak başlattığı
hukuki sürecin devam ettiğini ve kazı başkanlığı
görevine yeniden geri döneceğine inandığını
belirterek, “sadece anıtsal çeşme değil, Myra
tiyatrosunda yürüttüğümüz restorasyon çalışmaları da
yarım kaldı. Bölgede çalışan arkeoloji ekibi halkla
iç içe kültür mirasına da sahip çıkıyordu. İki
memurun kişisel hatasına kurban ediliyor her şey. Bu
alanın çöplüğe dönüşmesine çok üzülüyorum. Bu bir
vicdansızlık, bu bir katliam. Bunun hesabını kim
verecek merak ediyorum?” görüşünü dile getirdi.
2009 yılında başlatılan Myra ve Andriake
kazılarına başkanlık eden Prof.Dr. Nevzat Çevik,
geçtiğimiz yıl Temmuz ayında Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından kazı başkanlığı görevinden
alınmış, kazılar ise Antalya Müzesi Müdürlüğü’ne
devredilmişti.
Haber Sol, Haber: Yusuf Yavuz, 12.01.2014
|
SAVARONA YENİDEN DEVLET GÜVENCESİNDE
Atatürk’ün gemisi Savarona, tam 25 yıl sonra yeniden
devlet güvencesine giriyor. Kültür Bakanlığı’na
devredilen gemide devlet konukları ağırlanacak.
İlerleyen zamanda ‘müze’ olarak kullanılacak.
Yaklaşık 25
yıl önce
Kahraman Sadıkoğlu’na satılan
Atatürk’ün gemisi
Savarona, tüm antika eşyaları ve anılarıyla
birlikte
Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na devredildi. Kültür
Bakanı
Ömer Çelik, gelişmeyi “Atatürk’ün
hatırası olan Savarona’nın
devlet tarafından
koruma altına alınması vatandaşlarımızın
genel talebiydi.
Başbakanımız’ın
talimatıyla bu çağrıya
kulak verdik ve Savarona’nın özel sektörden
devlete alınması süreci gerçekleşmiş oldu.
Atatürk’e ait bir hatıranın
vatandaşlarımızın talebi doğrultusunda devlet
tarafından kullanılacak olması sevindirici bir
gelişmedir” sözleriyle değerlendirdi.
Gemi, Bakanlığa devredilmesinin ardından
yabancı devlet konukları ve özel misafirler
için verilecek davetlerde kullanılacak.
Ayrıca bir süre sonra da “müze
gemi” olarak
hizmet verecek.
Geçen yıl Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın talimatıyla harekete geçtiklerini
söyleyen Çelik, Savarona’nın bakanlığa devri
için “Süreç
devam ediyor. Olgunlaşınca paylaşacağız”
açıklamasında bulunmuştu.
Savarona, alanında oldukça önemli bir
isim olan ABD’li
William
Francis Gibbs tarafından 1931 yılında
tasarlandı.
Lüks transatlantik, 1938’de Türk Hükümeti
tarafından satın alınarak Mustafa
Kemal Atatürk’e tahsis
edildi.
Tarihi ve manevi bir öneme sahip Savarona,
dünyaca ünlü isimleri de ağırlamakla meşhur. Prens
Rainer,
Prens Charles,
Brunei Sultanı,
İspanya Kralı
Juan Carlos, Prenses
Diana,
Modacı
Valentino, Claudia Schiffer,
Nicole Kidman,
Elizabeth Hurley,
Sharon Stone,
Hugh Grant,
Tom Cruise ve Gerard Depardieu gibi birçok
popüler isim ülkelerine Savarona’dan
unutulmaz anılarla döndü.
Atatürk başkanlığında
kabine toplantılarına ev sahipliği yapan
Savarona, büyük önderin dünya liderlerini
ağırladığı
mekan oldu. Atatürk’ün vefatından sonra
yat,
Türkiye
Denizcilik İşletmeleri’ne devredildi.
1989’da
işadamı Kahraman Sadıkoğlu tarafından satın
alınan ve yangında büyük
zarar
gören yatta
restorasyon yapıldı. 136 metre boyunda, 3
bin 600
metrekare açık alana sahip gemi, tam
donanımlı. Türkiye’den Miami’ye durmadan
seyahat edebiliyor.
Milliyet, 12.01.2014
******
SAVARONA'DA İŞLEM
TAMAM, ARTIK DEVLETİN
Kültür ve Turizm Bakanlığı, son 25 yıldır ünlü
armatör Kahraman Sadıkoğlu tarafından işletilen
Atatürk'ün yatı Savarona'yı devralıyor. Eylül ayında
başlayan görüşmeler sonuca ulaşırken, yarın veya
salı günü resmi açıklamanın yapılması bekleniyor.
Devletin Savarona'yı kaç liraya aldığı da o açıklama
ile birlikte duyurulacak. Öte yandan Sadıkoğlu
hurriyet.com.tr'ye yaptığı açıklamada, "Yakıştığı
yere gitti. Ben Savarona'yı hep bunun için ayakta
tuttum" ifadesini kullandı.
Hürriyet 10 Eylül tarihinde Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın Savarona'ya talip olduğunu ve Bakan
Ömer Çelik'in bizzat Kuruçeşme'de demirli olan yata
gelerek Sadıkoğlu ile görüştüğünü duyurmuştu.
O tarihten bu yana Sadıkoğlu ile hükümet
yetkilileri arasında devam eden görüşmeler anlaşma
ile sonuçlandı. Böylece Savarona artık önce yabancı
devlet adamlarının ağırlanması için daha sonra da
müze olarak kullanılacak.
"FİYATI
BAKANLIK AÇIKLAR"
Konuyla ilgili hurriyet.com.tr'nin sorularını
yanıtlayan armatör Sadıkoğlu, bakanlık yetkilileri
ile ilk temasın Eylül ayında olduğunu ve o günden bu
yana görüşmelerin devam ettiğini belirtti. Artık
devir işleminde son noktaya gelindiğini kaydeden
Sadıkoğlu, "Bakan Çelik Sayın Başbakan'ın talimatı
ile bütün işlemleri kendisi takip ediyor. Pazartesi
veya Salı günü tüm prosedür tamamlanmış olur ve
resmi açıklama yapılır. Ben şu anda devir fiyatını
açıklayamıyorum ama Bakanlık en geç Salı günü bu
açıklamayı yapacaktır" dedi.
Sadıkoğlu, görüşmelerin neden bu kadar uzun
sürdüğü ile ilgili olarak da, "Biz yatı 1989'da
Milli Emlak'tan kiraladığımızda içerisinde hiçbir
şey yoktu. Ancak biz 25 yılda yat için çok büyük
yatırımlar ve yenilemeler yaptık. Onların sayımları,
değerlemeleri ve Bakan'ın da yurtdışı işleri
nedeniyle anlaşma biraz uzadı" dedi.
Sadıkoğlu, Savarona'nın devlete geçmesi ile
ilgili olarak da, "Yakıştığı yere gitti. Ben
Savarona'yı hep bunun için ayakta tuttum" ifadesini
kullandı.
25 YILDIR
SADIKOĞLU'NDA
Amerikalı William Francis Gibbs tarafından
tasarlanan Savarona yatı, 1931 yılında 4 milyon
dolara inşa edildi. Savarona, yedi yıl boyunca
Atlantik Okyanusu ve Akdeniz sularında gezdikten
sonra 1938’de Türk Hükümeti tarafından satın alındı
ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk’e tahsis edildi. Ancak Atatürk Savarona’da
sadece altı hafta geçirebildi. Bu süre zarfında
kabine toplantıları yatta yapılırken yurtdışından
önemli konuklar ve devlet başkanları da ağırlandı.
Savarona Atatürk’ün vefatından sonra Türkiye
Denizcilik İşletmeleri’ne devredildi. 2’inci Dünya
Savaşı sonrasında Türk Deniz Kuvvetleri’nin eğitim
gemisi olarak kullanmasına kadar bir daha yelken
açmadı. 1989 yılında Savarona’yı hurdaya çıkarma
kararı alındı, ancak Kahraman Sadıkoğlu son dakika
kararıyla yatı 49 yıllığına kiraladı. Sadıkoğlu, üç
yıllık bir çalışma sonucu yatı yenileyerek tekrar
hizmete soktu.
Toplam uzunluğu 136 metre yat Sadıkoğlu
tarafından kiralandıktan sonra iç dekorasyonunda 260
ton cilalı mermer kullanıldı. Atatürk’ün anısına,
özel suiti özel eşyalarının bulunduğu bir müze
olarak restore edildi. Şimdiye kadar Savarona’nın
VIP misafirleri arasında Prens Rainer, Prens
Charles, Brunei Sultanı, İspanya Kralı Juan Carlos,
Prenses Diana, Modacı Valentino, Claudia Schiffer,
Nicole Kidman, Elizabeth Hurley, Sharon Stone, Hugh
Grant, Tom Cruise ve Gerard Depardieu bulunuyor.
Hürriyet, Haber: Eren Güler, 13.01.2014
|
İLK ALTIN PARAYA
4 MİLYON 582 BİN $
ABD'nin Florida eyaletinde Heritage isimli açık artırma şirketinin düzenlediği müzayedede Amerikan paralarının en nadir bulunan iki parçası toplam 7.87 milyon dolara satıldı.
Geceyi 55 milyon dolar hasılatla kapatan müzayedede ABD'nin ilk altın madeni parası olan 1787 tarihli el yapımı Brasher Doubloon 4 milyon 582 bin 500 dolarla rekor fiyata alıcı buldu.
Amerikan polisiye dizisi "Hawaii 5-0"da konu edilen 1913 tarihli nikel para da 3 milyon 290 bin dolara satıldı.
Sabah, 12.01.2014
|
|
ANTİK KENTTE 5 YILDIZLI ÇILGIN PROJE!

Haftada 3-4 gün Başbakan Erdoğan’ı rüyasında
gördüğünü söylemesiyle adından söz ettiren Rixos
Otellerinin sahibi Fetttah Tamince, Antalya’daki
Phaselis Antik kentinde yeni bir otelin inşasına
daha başlıyor. Beydağları Olimpos Milli Parkı
sınırlarında inşa edilmesi planlanan “Dream Of
Phaselis” adı verilen 5 yıldızlı otel arazisinin bir
bölümü ise 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı içerisinde
bulunuyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca “ÇED
Gerekli Değildir” kararı verilen projeye tepki var.
Antik kentte 280 oda, 6 tenis kortu, 3
yüzme havuzu
Başbakan Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen ve genç
yaşta edindiği muazzam servetle adından sıkça söz
ettiren Rixos Oteller zincirinin sahibi işadamı
Fettah Tamince, Antalya’nın dünyaca ünlü antik kenti
Phaselis’te yeni bir otel yapmak için kolları
sıvadı. Tamince’nin sahibi olduğu Antalya merkezli
‘Ares Fasilis İnşaat Turizm Ticaret A.Ş’ tarafından
yapılması planlanan 5 yıldızlı lüks otelin 280 oda
kapasiteli olacağı belirtiliyor. 3 ayrı açık yüzme
havuzu, 6 adet tenis kortu ile otopark ve 10 adet
dükkan inşa edilmesi planlan otel kompleksinde çok
sayıda eğlence ünitesi de yer alacak.
Tamince'nin "Phaselis rüyası" 2005'te
başladı
Ancak otelin inşa edileceği 180 dönümlük parselin
milli park sınırında bulunması, bir kısmının da 1.
derece arkeolojik sit alanını kapsıyor oluşu
tepkilere neden oldu. Söz konusu parselin
içerisindeki 160 dönümlük alanda, “Phaselis Of
Dream” adıyla yapımı planlanan otelin arazisi,
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Turizm Teşvik
Kanunu kapsamında 2005 yılında ilgili firmaya tahsis
edildi. Ardından da bölgedeki imar planlarında
yapılan değişikliklerin 2011 yılında bakanlıkça
onaylanmasıyla inşa sürecinin önü açılmış oldu.
Koruma kurulu onayladı, Bakanlık "ÇED
gerekli değildir" dedi
Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Antalya Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü’nün de yapımına
onay verdiği otel projesiyle ilgili ÇED başvuru
dosyasına Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü de 26
Aralık 2013 tarihinde “ÇED Gerekli Değildir” kararı
verdi.
Toplumcu Mühendis ve Mimarlar Girişimi
"kent suçu" ilan etti
Dünyaca ünlü antik kentin burnunun dibinde yapılmak
istenen dev otel projesine yönelik bölgeden tepkiler
yükselmeye başlarken, Toplumcu Mühendis ve Mimarlar
Meclisi (TMMM) de girişimi “Kent Suçları” listesine
aldı. Projeye ÇED Gerekli Değildir kararı
verilmesinin manidar olduğu belirtilen TMMM
değerlendirmesinde, rant uğruna yapılan doğa ve
tarih talanının devam ettiğinin altı çizilerek,
“Fettah Tamince son olarak tarihi Tersane-i Amire’de
otel, yat limanı, AVM, cami kompleksini barındıran
Haliçporti halesini almasıyla gündeme gelmişti.
Antalya’nın en bakir kıyılarından olan Sazak
Koyu’nun da Tamince’ye peşkeş çekildiği iddia
edilmişti. Tamince'nin kent suçları listesi oldukça
kabarmıştır. Şimdi de Phaselis Antik Kentinin
sınırına 5 yıldızlı tatil köyü yapmak ve oteller
zincirine antik kent manzaralı bir yenisini daha
eklemek istiyor” görüşüne yer verildi.
"Tayyip Bey'i haftada 3-4 gün rüyamda
görüyorum"
Hızlı yükseliş öyküsüyle tanınan Tamince’nin adı ilk
kez AKP’nin Belek’teki Rixos Otel’de yaptığı
toplantılarla gündeme geldi. Başbakan Erdoğan’ın
tatilini geçirdiği otellerden biri olan Rixos, hızla
büyüyerek yurt içi ve dışında otel zincirine
yenilerini ekledi. Fethullah Gülen’in idolü olduğunu
ve Amerika’ya gidip ziyaret ettiğini söyleyen
Tamince, Başbakan Erdoğan için de "Yaptıklarımı
takip ediyor, bana destek oluyor, Türkiye aşığı bir
adam Tayyip Bey. Tanıdığım ilk günden beri haftanın
3-4 günü onu rüyamda görüyorum" ifadelerini
kullanmıştı.
Haber Sol, 11.01.2014
******
ANTİK KENT SINIRLARINDA OTELE TEPKİ

Antalya’daki Phaselis Antik Kenti sınırlarına 5
yıldızlı bir otel yapımı için izin çıktığı iddia
edildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Antalya Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından alınan karara
göre, Phaselis Antik kenti sınırları içersinde 5
yıldızlı lüks otel inşa edilebilecek.
Sol haber portalının haberine göre 180 dönümlük
araziye inşa edilecek, Ares Fasilis İnşaat Turizm
Ticaret A.Ş'nin lüks otel projesi olan ‘Dream Of
Phaselis’de 280 oda bulunacak. Otelde 3 yüzme
havuzu, 10 adet dükkan, 6 tenis kortu ve çok sayıda
eğlence ünitesi olacak.
CHP MİLLETVEKİLİ SAPAN’DAN TEPKİ
Olayla ilgili CHP Antalya Milletvekili Yıldıray
Sapan da bir açıklama yapıp; Tekirova’daki Phaselis
Antik Kenti sınırlarına yapılacağı öne sürülen 5
yıldızlı otelin, Beydağları Olimpos Milli Parkı
sınırları içinde olduğunu ve 1. Derece Arkeolojik
Sit Alanı’na girdiği yönünde iddialar olduğunu
söyledi.
İddiaya göre otelin yapılacağı alanı Kültür ve
Turizm Bakanlığı 2005 yılında Turizm Teşvik Kanunu
kapsamında ilgili firmaya tahsis etti. Bölgedeki
imar planlarında yapılan değişiklikler 2011 yılında
bakanlıkça onaylandı ve inşa sürecinin önündeki
engeller kalkmış oldu.
İMZA KAMPANYASI BAŞLATILDI
Bazı sivil toplum kuruluşları ve çevreciler verilen
izne tepki gösterirken, change.org'da, 'Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı,Kültür ve Turizm Bakanlığı:
Antalya Phaselis Antik Kentini Koru!' başlıklı bir
imza kampanyası açıldı.
Vatan, 14.01.2014
|
TARİHİ TİBET KENTİ KÜL OLDU

Çin ’in güneybatısındaki Yunnan bölgesindeki
tarihi bir Tibet kenti olan Dukezong alevlere teslim
oldu. Parke taşlı sokaklarıyla
ünlü 1300 yıllık kentte çıkan yangın büyük maddi
zarara yol açarken, mucize eseri can kaybı
yaşanmadı. Çoğu ahşap 100’den fazla evin kül olduğu
yangında ölen ya da yaralanan olmadı.

100 milyon yuan (16 milyon dolar) zarara yol
açtığı tahmin edilen yangın nedeniyle kent sakinleri
de tahliye edildi. Yangının çıkış sebebi henüz
belirlenemese de bir otelde başladığının tahmin
edildiği belirtildi. Bir görgü tanığı, “Gürültüye
uyandım. Alevler çok büyüktü. Kuvvetli rüzgar
yangının yayılmasını sağladı. Sokaklar dar olduğu
için itfaiye araçlarının bölgeye girişinde de zorluk
yaşandı” dedi.

Sadece Çin’in değil dünya kültür mirasında da
önemli bir yer tutan Dukezong, ülkenin turizm
gelirlerine de büyük katkıda bulunuyordu.
Radikal, 11.01.2014
|
PARAYI LİDYALILAR DEĞİL SÜMERLER İCAT ETMİŞ
Liman
Tepe Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Hayat Erkanal,
para biriminin 5 bin yıl önce Sümerler tarafından
icat edildiğini, Lidyalıların ise daha sonraki
dönemde para üzerine baskı yaparak sikke ürettiğini
bildirdi.
Çukurova Üniversitesinden (ÇÜ) yapılan yazılı
açıklamaya göre, Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü'nün 15. kuruluş yıl dönümü kutlamaları
kapsamında Adana'ya gelen Prof.Dr. Hayat Erkanal,
Mithat Özsan Amfisi'nde "Mezopotamya uygarlığının
doğuşu" konulu konferans verdi.
Erkanal, konferansta Mezopotamya havzasında oluşan
ilk yerleşimlerin kent kültürüne geçiş serüvenini
anlattı.
Beş bin yıl önce bölgede yaşanan ekonomik gelişmeye
dikkati çeken ve paranın ortaya çıkışına ilişkin
açıklamalarda bulunan Erkanal, şunları kaydetti:
"5 bin sene önceki ekonomik gelişme, ürün fazlası
ürünlerin ticareti sonucu büyük boyutlu 'kış sarayı'
gibi yapıları ortaya çıkardı ve ilk kez para
kullanımını doğurdu. İlk kullanılan para maddeleri
altın, gümüş ve diğer madenlerden yapılmış olan
halkalardı. Bunlar gelişerek aynı madenlerden
külçelere dönüştü. Sonuçta, bu ilk kullanılan para
birimi Sümerler'in 5 bin yıl önceki icadıydı.
Lidyalılar döneminde ise paranın üzerine baskı
yapılarak sikkeler üretildi."
Erkanal, Mezopotamya'nın ilk önemli yerleşim
yerlerindeki ekonomik yaşantıyla ilgili olarak da
"Kentlerin üretim fazlası ürünleri tapınaklarda
depolanırken, artık insan hafızası zorlandığı için
yeni bir sistem ortaya çıktı. Böylece şekil
yazısıyla ürünler kayıt altına alınmaya başlandı.
Bir süre sonra sayıları 2 bini aşan bu şekiller de
karışıklığa yol açtığı için killerin üzerine üçgen
veya dörtgen kamışlarla işaretler yazılmaya başlandı
ve yazının doğuş serüveni başladı" ifadelerini
kullandı.
LİMAN TEPE KAZILARI
İzmir körfezinin güney sahilinde bulunan Liman Tepe,
günümüzde Urla’nın İskele mahallesinde yer alıyor.
Liman Tepe’de Klasik Çağ öncesi kültürlerin varlığı
ilk olarak Ekrem Akurgal tarafından ortaya konuldu.
Bu tespitin ardından 1979 yılında kazılara başlandı.
1980–1981 yıllarında ise çalışmalar Prof. Hayat
Erkanal tarafından sürdürüldü. 1982-1992 arası
kazılara bürokratik ve mali nedenlerle ara verildi.
1992'den itibaren ise Liman Tepe kazılarında ikinci
safha başladı. Liman Tepe kazılarına halen Prof.Dr.
Hayat Erkanal başkanlığında Türkiye Cumhuriyeti
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ankara Üniversitesi
Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi
(ANKÜSAM) adına devam ediliyor.
Star, 11.01.2014
|
 |
2 YOLCUNUN ÇANTASINDA 27 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ
Bursa’da jandarma ekipleri, Antalya’dan gelen yolcu otobüsünde yaptıkları aramada, Roma, Bizans ve Lidya dönemlerine ait 407 parça tarihi eser ele geçirdi.Olayla ilgili 2 kişi gözaltına alındı.
Yapılan bir ihbarı değerlendiren İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Antalya’dan Bursa’ya gelen yolcu otobüsünü takibe aldı. Bursa Şehirlerarası Terminali’ne giren otobüsteki yolcular ineceği sırada jandarma ekipleri, bavul ve çantalarda arama yaptı. Aramalar sonunda, yolculardan M.T. ve H.S.’nin çantalarında Roma, Bizans ve Lidya dönemlerine ait 351 sikke, 9 cam ve bronz bilezik, 4 Kandil, 23 takı ve süs eşyası, 4 bronz haç, 9 bronz ve bakır yüzük, 2 demir anahtar, bronzdan yapılan kadın heykeli, kadın heykeline ait kol, işkence iğnesi, demir ok ucu ve 1 işlemeli ağırlık olmak üzere çeşitli dönemlere ait toplam 407 parça tarihi eski eser ele geçirildi. Ele geçirilen tarihi eserler Müze Müdürlüğü’ne teslim edilirken, gözaltına alınan M.T. ve H.S.’nin sorgulamaları devam ediyor.
haberler.com, 09.01.2014
|
NEVALİ ÇORİ TAPINAĞI
YENİ MÜZEDE SERGİLENECEK

Su altında kalmasın diye
sökülen Nevali ÇoriTapınağı Şanlıurfa’da yapımı
devam eden müzede sergilenecek.
Türkiye’nin en büyük
müzesinin yapımı Şanlıurfa’da devam ediyor. 38 bin
metrekaresi kapalı olmak üzere 60 bin metrekare
üzerinde inşa edilen ve 70 milyon liraya mal olması
beklenen müze, Haziran ayında açılması bekleniyor.
Müze, tarihin tüm çağlarına ev sahipliği yapacak.
Şanlıurfa Kültür ve
Turizm Il Müdür vekili Aydın Aslan ve Şanlıurfa Müze
Müdürü Müslüm Ercan, Haleplibahçe mahallesinde
yapımı devam eden müze ile ilgili son gelişmeleri
paylaştı. Müzeyi basın mensupları ile birlikte gezen
müdürler, müzede sergilenecek eserler hakkında bilgi
aktardı.
Hummalı çalışmanın
yapıldığı müzede en dikkat çeken eserlerden biri de
Nevali Çori. Şanlıurfa’nın Hilvan İlçesine bağlı
Kantara Köyünde yer alan ilk yerleşim yerlerinden
biri olan Nevali Çori, 1980′li yılların sonunda ve
90’ların başındaki kurtarma kazıları sayesinde
ortaya çıkarıldı ve sular altında kalmadan önce
bulunan eserler, Urfa müzesine taşındı. Yaklaşık 20
yıldır müze deposunda bekletilen Nevali Çori
eserleri olduğu gibi müzede yeniden monte ediliyor.
Monte işlemi kazıyı yapan aynı arkeolog tarafından
gerçekleşiyor.
Şanlıurfa Kültür ve
Turizm Il Müdür Vekili Aydın Aslan, Nevali Çori
tapınağı 20 yıl önce söküldü, baraj suyu altından
kalmaktan kurtarıldı. 20 yıl sonra da söken hocamız
tarafından müzemize kuruluşu yapılıyor.” diye
konuştu.
MÜZE, TÜM ÇAĞLARIN
KALINTILARINA EV SAHIPLIĞI YAPACAK
38 bin metrekaresi
kapalı olmak üzere 60 bin metrekare üzerinde inşa
edilen ve 70 milyon liraya mal olması beklenen müze,
tüm çağlardaki kalıntılara ev sahipliği yapacak.
Müze, ilk çağlardan itibaren başlayan ve yakın
zamana kadarki tarihi süreci canlandırma eserler ile
ziyaretçisini bir tarih yolculuğuna çıkaracak. Dünya
standartlarına göre yapılan müzede tunç devri, Roma,
Babil, Helenistik ve diğer dönemlere ait eserler yer
alacak. Hiç merdiven kullanılmayan müzede üst
katlara çıkmak için rampa yolları kullanılacak.
Ayrıca mevcut yer olmadığı için yıllardır depolarda
çürümeye terk edilen eserler, müzeyi süsleyecek.
Mevcut müzede bin 500 eser sergilenirken yapımı
devam eden müzede 10 bin eserin sergilenmesi
planlanıyor.
Şanlıurfa Kültür ve
Turizm Il Müdür Vekili Aydın Aslan, 200 dönüm
üzerinde arkeolojik ve mozaik iki müzenin
kurulduğunu hatırlatarak müzenin Haziran ayında
açılmasını beklediklerini söyledi. Mevcut müzede bin
500 eserin sergilendiğini dile getiren Aslan, bu
müzenin faaliyete girmesi ile yaklaşık 10 bin eserin
sergileneceğini kaydetti. Aslan, Türkiye’nin en
büyük müzesi olarak nitelendirdiği müzenin 70 milyon
liraya mal olduğunu belirtti.
Müze Müdürü Müslüm Ercan
ise gezi sırasında müzeye yerleştirilecek eserlerle
ilgili bilgi verdi. Müzenin hangi bölümünde hangi
çağa ait eserlerin sergileneceğini detaylı bir
şekilde anlatan Ercan, müzenin Şanlıurfa’yı turizmci
akınına uğratacağını söyledi. Birçok mozaikin de
yeni müzede sergilenme imkanı bulacağını sözlerine
ekleyen Ercan, Iilimizin 10 ayrı noktasından
yaklaşık 30 yıldır bizden önceki müze müdürlerinin
tespit ettiği mozaikleri o noktadan kaldırdık. Şu
anda müzede restore ediliyor. Yeni müzede bunları
sergileme imkanı bulacağız. Bu da yeni müzemiz için
ayrı bir kazanç olacak.” şeklinde konuştu.
haberler.com, 09.01.2014
|
5 - 11 Ocak 2014
|
Türkiye çağdaş biliminin öncülerinden, İstanbul Üniversitesi'nin değerli öğretim üyelerinden; gazeteci, şair, mimar merhum Nail V. Çakırhan'ın eşi, arkeolog Prof.Dr. Halet Çambel hocamızı, 12 Ocak 2014 sabaha karşı 04:00 sularında yitirdik.
Cenazesi, 14 Ocak 2014 Salı günü, saat 10:00’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde yapılacak törenden sonra, 15 Ocak 2014 Çarşamba günü, Muğla’nın Akyaka beldesinde, eşinin yanına defnedilecektir.
Yakınlarına, öğrencilerine, bilim ve arkeoloji camiasına başsağlığı diliyoruz.
******
TAY Arşivinden...

Halet Çambel'in Roma'dan İstanbul'a geldiği bisiklet.
|

İstanbul Belediyesi tarafından verilmiş, 1940 tarihli "Bisiklet Kullananlara Mahsus Ehliyet Cüzdanı"
Sicil: 8127
Adı: Halet
Soyadı: Çakırhan
Baba adı: HasanCemil
Doğum tarihi: 1332
Oturduğu yer: Tozkoparan, Deniz Apartmanı, No:19
Tarih: 4/8/941
1 - Zabıta Memurlarının her yoklamasında işbu ehliyet varakasını göstermek mecburidir.
2 - İşbu cüzdan bedeli (25) kuruştur. |
DAHA ÇOK ONLAR YAŞAMALIYDI…

Onları hep birer birer
Tanıyorum,
Onlarla yan yana,
Boyanamadığım diye kana
Kendi kendimden utanıyorum.
Daha çok onlar yaşamalıydı,
Daha çok onlar haketmişlerdi bunu.
Daha çok onlar bilirlerdi
Yaşamanın ne olduğunu.
Ben onlardan öğrendim
Sevmeyi sevilmeği,
Bana onlar öğrettiler
Dostu dost düşmanı düşman bilmeyi
Kafamı onlar yoğurdular.
Orada yepyeni
Taptaze
Gıcır gıcır bir âlemi
İlk önce onlar kurdular.
O topraklarda ayrı gayrı bilinmez.
O topraklarda hep el ele tutulmuştur,
O topraklarda dert unutulmuştur;
Burcu burcu ekmek kokan baharda,
Ağız dolusu gülünür o topraklarda.
Daha çok onlar yaşamalıydı,
Daha çok onlar haketmişlerdi bunu;
Daha çok onlar bilirlerdi
Yaşamanın ne olduğunu.
Kavgam onların adıyla anılır.
Onlar öyle aç,
Öyle çıplak
sanılır
Ama;
İlk önce onlar
altettiler yokluğu,
Onlar tattılar,
İlk önce asil tokluğu.
Daha çok onlar yaşamalıydı.
Daha çok onlar haketmişlerdi bunu;
Daha çok onlar bilirlerdi
Yaşamanın ne olduğunu.
Nail V., Yeni Edebiyat, 15.11.1941, sayı 26.
Adalar Postası'ndan alınmıştır, 12.01.2014
|
******
ARKEOLOG HALET ÇAMBEL'İ YİTİRDİK
Halet Çambel, Almanya'da askeri ataşelik görevi yapan ve Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Hasan Cemil Bey (Hasan Cemil Çambel) ile dönemin Berlin Büyükelçisi 'nin kızı Remziye Hanım'ın üçüncü çoçuğu olarak 27 Ağustos 1916'da dünyaya geldi.
Ortaokul ve liseyi Arnavutköy Kız Koleji'nde, şimdiki adıyla Robert Kolej'de okudu. Sanat tarihi öğretmeninin etkili anlatımı ve İstanbul'un tarihi mekanlarına düzenlediği geziler lise yıllarında onu derinden etkiledi. Bu arada eskrim sporunda ustalaştı ve ardından Paris Sorbonne Üniversitesi'nde arkeoloji okudu.
OLİMPİYATTAKİ İLK KADIN SPORCU
Eskrim dalında 1936 Yaz Olimpiyatlarında Türkiye'yi temsil etti ve Suat Fetgeri Aşeni ile birlikte olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın sporcu oldu. 1940'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde asistan olan Çambel, doktorasını da aynı üniversitede yaptı. Ardından iki yıl Almanya'da Saarbrücken Üniversitesi'nde konuk öğretim üyesi olarak çalıştı. Türkiye'ye döndükten sonra o dönemde Tan Gazetesinde çalışan bir gazeteci-yazar olan Nail Çakırhan (mimar kimliğini sonradan edinmiştir) ile evlendi.
1950'lerin başında o dönemde Adana (il)'inin bir ilçesi olan, günümüzde Osmaniye (il)'ine bağlı Kadirli yakınlarındaki Karatepe Hitit siti ile karşılaşması kariyerini belirleyici gelişme oldu. Hitit döneminin en bilgili uzmanlarından biri olan Çambel’in 1940’lı yıllarda Alman arkeolog H. Th. Bossert ile birlikte yaptıkları Adana Karatepe kazıları arkeoloji dünyası için de dönüm noktalarından biridir. Çambel, Hitit dilinin anlaşılması çalışmalarına da büyük katkı sağladı.
2005 yılında Hollanda devletinin kültür ve kalkınmaya hizmet edenlere verdiği Prens Claus ödülünün sahibi oldu.
HİTLER'İN ELİNİ SIKMAYI REDDETTİ
Halet Çambel,eskrim takımındaki diğer arkadaşı Suat Fetgeri Aşeni Tarı ile Hitler’e nasıl meydan okuduklarını şöyle anlatmıştı:
“Bize verdikleri Alman mihmandar sporcu kız, Bizi Hitler’e takdim etmeyi önerdi. Biz de Hitler rejimi olunca gelmezdik. Ancak hükümetimiz bizi gönderdiği için mecburen geldik, dedik. Bu yüzden mihmandarımızın önerisini kabul etmedik.”
Cumhuriyet, 12.01.2104
******
******
HALET ÇAMBEL'İ KAYBETTİK

Halet Çambel ve Rasih Nuri İleri
Türkiye arkeolojisinin önemli isimlerinden Prof. Dr. Halet Çambel hayatını kaybetti. 97 yaşında hayatını kaybeden arkeolog için 14 Ocak’ta İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesinde bir tören düzenlenecek. Çambel ardından Muğla'nın Akkaya ilçesine götürülecek ve 15 Ocak'ta ikindi vakti kılınacak cenaze namazının ardından toprağa verilecek.
Arkeoloji dünyasının en önemli isimlerinden İÜ emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Halet Çambel, 27 Ağustos 1916'da Berlin'de dünyaya geldi. Almanya'da askeri ataşelik görevi yapan ve Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Hasan Cemil Bey (Hasan Cemil Çambel) ile dönemin Berlin Büyükelçisi 'nin kızı Remziye Hanım'ın üçüncü çoçuğuydu. I. Dünya Savaşı sonrasında anne babası ile bir süre İsviçre ve Avusturya'da yaşadıktan sonra 8 yaşında dilini çat pat konuştuğu Türkiye'ye geldi. Sanat tarihi öğretmeninin etkili anlatımı ve İstanbul'un tarihi mekanlarına düzenlediği geziler lise yıllarında onu derinden etkiledi. 1940'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde asistan olan Çambel, doktorasını da aynı üniversitede yaptı. Ardından iki yıl Almanya'da Saarbrücken Üniversitesi'nde konuk öğretim üyesi olarak çalıştı. 1950'lerin başında Adana’da bulunan Kadirli yakınlarındaki Karatepe Hitit siti ile karşılaşması kariyerini belirleyici gelişme oldu.
2005 yılında Hollanda devletinin kültür ve kalkınmaya hizmet edenlere verdiği Prens Claus ödülünün sahibi oldu. 50 yıldan fazla bir zamanını prehistorya ve arkeolojiye adamıştır.
Çambel'in cenazesi 14 Ocak Salı günü İÜ Edebiyat Fakültesinde düzenlenecek törenin ardından 15 Ocak'ta Muğla'nın Akkaya ilçesinde defnedilecek.
Evrensel. net, Kültür Servisi, 12.01.2014
Halet Çambel Kimdir?

Arkeoloji dünyasının en önemli isimlerinden İÜ emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Halet Çambel, Suat Aşeni Fetgeri ile birlikte 1936 Berlin Olimpiyatları’nda Türkiye’yi temsil ederek, Olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın sporcular olmuştu.
Arkeolojik eserler, onun elinde, sadece müzelerde sergilenen objeler olmaktan çıktı. Gün ışığına çıkarıldıkları yerde restore edilen, korunan, sergilenen ve tüm bunlar yapılırken çevresindeki toplumu bulunduğu noktadan daha yükseğe taşıyan bir araç hâline geldi.

Prof. Dr. Halet Çambel, tüm ömrünü bilim ve topluma hizmet düşüncesiyle geçirmiş, her dakikasını çalışmaya ve üretmeye adamış, arkeolojiye gönül vermiş, sayısız genç yetiştirerek hocaların hocası olmuş bir isim. Prof. Dr. Çambel’in Türkiye’nin birçok bölgesinde yürüttüğü kazı çalışmalarından birisi de Karatepe-Aslantaş. Bilim dünyası Karatepe-Aslantaş’ı Hitit hiyerogliflerinin çözüldüğü yer olarak tanıyor. Karatepe’ye ilk kez İstanbul Üniversitesi’nde asistan olarak görev yaptığı günlerde gelen Prof. Dr. Halet Çambel, neredeyse bütün ömrünü bölgeye adamış. Prof. Dr. Çambel, Karatepe-Aslantaş’ın kaderini değiştiren arkeolojik kazılarda bilim insanı olarak verdiği üstün çabalar yanı sıra toplumun eğitim seviyesinin yükseltilmesi ve gençlerin meslek sahibi olabilmesi için yürüttüğü çalışmalarla da yöre halkının gönlünü kazanmış durumda. Restorasyon çalışmalarını sürdürerek Karatepe’yi önce Milli Park, sonra da Türkiye’nin ilk Açık Hava Müzesi hâline getiren Prof. Dr. Çambel’in şimdiki amacı ise kazı evini de müze yapmak.
Osmaniye’nin Kadirli İlçesi’ne bağlı Karatepe-Aslantaş’ta yer alan kazı evinde görüştüğümüz Prof. Dr. Çambel, bilimsel çalışmaları ve şimdiye kadar yürüttüğü eğitim faaliyetlerinin yanı sıra eskrim dalında katıldığı 1936 Berlin Olimpiyatları ile ilgili sorularımıza da yanıt verdi.
Arkeolog olmayı neden istemiştiniz?
Arnavutköy Kız Koleji’nde okurken önce fiziğe merak sardım fakat yeni gelen fizik hocası zayıftı. Sonra bir sanat tarihi hocası geldi. O her hafta öğrencileri İstanbul’daki tarihi yerlere götürüp gezdirirdi. O hocanın etkisiyle bu alana merak duydum. Sonuçta 1935 yılında Fransa’daki Sorbonne Üniversitesi’ne Arkeoloji okumak için gittim.
Türkiye’nin olimpiyatlara katılan ilk iki kadın sporcusundan biri olarak 1936 Berlin Olimpiyatları’na da katılmıştınız. Bize o günleri anlatır mısınız?
Arnavutköy Kız Koleji’nde öğrencilerin katılabileceği folklor, tiyatro gibi etkinlikler vardı. Bunlardan bir tanesi de eskrimdi. Ben de eskrim eğitimlerine katılmıştım. Hocamız beni Beşiktaş Eskrim Kulübü’ne aldı, orada yetiştirdi. Fransa’ya gittikten sonra, bir tatilde İstanbul’a gelme hazırlıkları yapıyordum. Dediler ki “Gelme, Budapeşte’ye git, olimpiyatlara gidiyoruz.” Budapeşte’ye git-tim. Burada bir hazırlık döneminin sonunda Berlin’e gidip olimpiyatlarda müsabakalara çıktık. Türkiye’den gelen iki kadın sporcu vardı. Birisi ben, diğeri Güreş Federasyonu Başkanı Ahmet Fetgeri’nin kızı Suat Aşeni Fetgeri idi. Sonradan duyduk ki Olimpiyatlara kızların da katılmasını Atatürk istemiş.
Siz hiç Atatürk’ü gördünüz mü?
Evet. Ortaokul, lise yıllarıydı… Biz Arnavutköy’de oturuyorduk. Burası Rum balıkçı köyüdür. Orada akıntı burnu vardır. Atatürk’ün bir motoru vardı. Bazen gelir akıntı burnunu geçerdi. Biz onun geldiği-ni duyunca, “Ya ya ya, şa şa şa, Gazi Paşa çok yaşa..” diye tezahüratta bulunurduk. Lise yıllarında, bir defasında babamla birlikte Atatürk ile aynı sofrada bulunmuştum. Bambaşka güzellikte bir insandı. Son derece yakışıklı, keskin gözlü… Hareketleri bir kaplan gibi yumuşaktı. Atatürk’ün Türkiye’de arkeolojinin gelişmesine de çok büyük katkıları oldu. Ahlatlıbel kazılarına gitti. Tarihe çok meraklıydı.

Tüm dünyada arkeolojik eserlerin yerlerinden sökülüp müzelere götürülmesi ve yapay bir ortamda sergilenmesi düşüncesi hâkimken, Karatepe’de Türkiye’nin ilk açık hava müzesini kurmak nereden aklınıza geldi?
Tabii bu zaman içerisinde oluşan bir olay. Buraya geldiğimiz vakit burası orman içi bir dağ başıydı. Yolu yoktu, bir patika vardı. İlk gelişimizde gördüğümüz: devrilip yere yatmış üzeri yazılı bir heykel, arkaya devrilmiş bir boğa kaidesi ve etrafta üzerinde yazıların bulunduğu kırık parçalardı. Hitit hiyerogliflerinin ve Fenike yazısının bir arada bulunması bir ilkti. Eğer yazılar aynı döneme aitse bu çift dilli bir metin olabilirdi ve eğer bu doğruysa Fenike yazısı bilindiği için Hitit hiyerogliflerinin de nihai çözümü mümkün olabilirdi. Prof. Dr. Bossert ve Doç. Dr. U. Bahadır Alkım başkanlığında kazılara başladık. Sonra eserler çıktı ortaya. Sonuçta Prof. Dr. Bossert ile mesai arkadaşı Franz Xavier Steinherr’in, yazıtların gerçekten çift dilli bir metin olduklarını kanıtlaması tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. Bu durumu, Şampolyon’un Rosetta taşını okuyarak Mısır hiyerogliflerinin anlamını çözmesine benzetenler oldu ki gerçekten de Anadolu çapında benzer bir olaydır. 1951 yılında Prof. Dr. Bossert dedi ki “Çalışmalarımızı tamamladık, buradan gidiyoruz.” Ancak burayı biz açmışız, sorumluluğumuz var, koruma altına almamız lazım… Dedim ki “Ben yokum!” Böylece kırılıp sayısız parçaya ayrılmış olan eserlerin birleştirilmesine başladık. Tüm parçaların fotoğrafını çektik. Ancak o dönemde müzelerde restorasyon kavramı yoktu. İtalya’ya gittiğimde İtalyan Restorasyon Enstitüsü Müdürü ile iletişime geçtim. O önce parçaları buraya gönderin dedi fakat sonra ikna oldu ve bir restoratör gönderdi. Ancak binlerce parça var ve ne aradığınızı tam olarak bilmiyorsunuz. Tüm parçaları hafızaya almak gerekiyor. Hatta bazen uykudan uyanarak parçaları birleştirdiğim olurdu. Sonuçta uzun yıllar boyunca kırık parçaları birleştire birleştire, bu açık hava müzesini meydana getirdik.
Burayı açık hava müzesi hâline getirirken bir yandan da çocuklar için yaz okulları organize ettiniz. Delikanlılar için marangozluk ve demircilik, kadınlar için kilim dokumacılığı gibi mesleki eğitim programları düzenleyerek yöre insanına destek oldunuz. Bölgede okulların yapılabilmesi için bütün gücünüzle çalıştınız. Bu çalışmalarınızdan da bahseder misiniz?
Tarihi eserlere sahip çıkılması eğitimle mümkün. Komşulara “Çocuklar sizden, defter kalem bizden. Çocukları gönderin, saat beşten sonra okutalım.” dedik. Çocuklar sabah beşte geldiler. Irmağa gitmemeleri için aşçımızı başlarına koyduk. Mutfağın yanına sıralar kurduk, işten sonra derse giriliyordu. Burada ayrıca geleneksel olarak kilim dokumacılığı yapılıyordu ancak doğal değil kimyasal boya kullanılıyordu. Bunlar da akıyordu. Biz dedik ki doğal boya kullanırsanız daha iyi olur. İlk dokunan kilimi biraz yüksek fiyatla biz satın aldık. Bu sefer herkes heveslendi ve doğal boyaları kullanmaya başladı. Hatta bir genç kız, bu dalda Türkiye birinciliği kazandı. Daha sonra Mehmet Can diye bir kaymakam geldi ve hep birlikte bir okul seferberliğine başladık. Buraya ilk geldiğimiz yıllarda köyde doktor yoktu. Burada bir ilk yardım istasyonu kurduk. Bir arkadaş Eczacılar Birliği’nin Genel Sekreteriydi. Evvela ilaç gönderdi. Burada her türlü yarabereye, yanığa, basit hastalıklara elimizden geldiğince yardımcı olduk. Her gün 5- 6 hasta gelirdi.
Bu günlerde ne üzerinde çalışıyorsunuz?
Şu an kazıları sonlandırdık. Bu kazı evi Turgut Cansever’in projesi. Şimdi burayı Kültür Bakanlığı ile birlikte bir kazı evi müzesi şekline getirmek için çalışıyoruz. Bir yandan da yayın çalışmalarını sürdürüyorum.

OLİMPİYATLARA KATILAN İLK TÜRK KADINI
Halet Çambel, Babası Hasan Cemil Bey Berlin Büyükelçiliği’nde Askeri Ataşe iken Irak cephesinde fırka kumandanlığı yaptığı 1916 yılında Berlin’de doğdu. 1935-39 arasında Fransa’daki Sorbonne Üniversitesi’de Arkeoloji Bölümü’nde eğitim aldı. Halet Çambel, Suat Aşeni Fetgeri ile birlikte 1936 Berlin Olimpiyatları’nda eskrim dalında Türkiye’yi temsil etti. İstanbul Üniversitesi’nde 1940 yılında asistan, 1944 yılında doktor, 1960 yılında profesör oldu. Prehistorya Kürsüsü’nün kurucusu olan Prof. Dr. Çambel, 1984 yılında emekliye ayrıldı. Prof.Dr.Çambel, halen Karatepe-Aslantaş Kazılarının Başkanı olarak görevine devam etmektedir.
KARATEPE’NIN KEŞFEDILDIĞI GÜN
1945 sonbaharında, başında Prof. Dr. Helmuth Theodor Bossert’in bulunduğu İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Önasya Kültürleri Araştırma Enstitüsü’nden bir ekip, Hititler üzerine araştırma yaparken Kadirli yakınlarında bulunan dağlık-ormanlık bir alanda Hitit’lerden kalmış olabilecek bir arslan heykelinin bulunduğu haberini alır. Ancak yol koşulları ve mevsim şartları elverişli olmadığı için 1946 yılının Şubat ayında yola çıkılabilir. Yolculuğun, Kadirli İlçesi’nden Karatepe’ye kadar olan bölümü at sırtında gerçekleştirilir. Prof. Dr. Bossert ve Asistanı Dr. Halet Çambel, Adana Müzesi Müdürü Naci Kum ile birlikte Karatepe’ye çıktıklarında dağınık halde yazı, kabartma, heykel ve kale duvarı kalıntıları ile karşılaşırlar. Yaptıkları çalışmalarla buranın son Hitit dönemine (MÖ 700) ait bir sınır kalesi olduğunu ortaya koyarlar. Bu çalışmalar sonucu Karatepe-Aslantaş Kalesi bilim dünyasına kazandırılır.
“BENDEN SELAM OLSUN HALET BACI’YA”
Kazı çalışmalarında görev alan işçiler, bölgedeki köylerde yaşayan kişilerden oluşuyordu. Kazı yerinde kurulan çadırlarda konaklayan işçiler, akşamları kamp ateşinin karşısında neşeli şarkılar ve yanık halk türküleri ile kendi yazdıkları destan ve türküleri okuyordu. Yöre halkının kazıları ne kadar önemsediğini de gösteren metinlerde, Prof. Dr. Halet Çambel’in adı “Halet Bacı” olarak geçiyor. (Kaynak: “Karatepe Kazıları Birinci Ön Rapor” (1950) Prof. Dr. Bossert)
Yazı: Yrd.Doç.Dr. Özgü Yolcu, “Arkeolojiyi Toplumla Buluşturdu”, İstanbul Üniversitesi Bilim Kültür ve Sanat Dergisi, Sayı: 2, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü, Yıl: 2010, s: 36-49 |
Yaşamını Arkeolojiye ve Anadolu'ya Adamış Bir Bilim Kadını: Halet Çambel (Yazı: Murat Dirican, Bilim Teknik Dergisi, Ekim 1997).
TAYHaber, 12.01.2014
|
TARİHİ STADIN YERİNE OTOPARKLI MEYDAN

Cumhuriyet döneminin özgün mimari örneklerinden
sayılan ve
Atatürk ’ün de bağış yaparak katkıda bulunduğu
Bursa Atatürk Stadyumu yıkılıp yerine otoparklı
‘kent meydanı’ inşa edilecek. Uzmanlar ise stadın
tescillenerek korunması gerektiğini savunuyor.
Kurul karşı çıkmıştı
Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa Atatürk Stadı’nın
yıkılıp yeniden yapılması için 2010 yılında
Osmangazi İlçesinin 1/5000 nazım imar planını
değiştirerek hazırladığı yeni 1/5000’lik planı Bursa
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na
yolladı. Koruma Kurulu ise stadın Cumhuriyet
döneminde kente kazandırılan çağdaş yapılardan biri
olduğunu ve Atatürk’ün kişisel maddi desteğiyle
yapıldığını belirterek, 17 bin 500 kişilik stadın
aslının korunması şartıyla 33 binlik kapasiteye
kadar büyütülmesine karar verdi. Ancak 2011 yılında
Bursaspor için 45 bin kapasitelik, ‘Timsah Arena
Stadı’nın yapımına başlanınca Bursa Atatürk
Stadı’yla ilgili projeler iptal oldu. Bursa
Büyükşehir Belediyesi, tarihi stadı yıkıp yerine
otoparklı kent meydanı yapmak için 1/1000 ölçekli
kentsel sit alanı koruma amaçlı imar planı ile
1/5000 ölçekli nazım imar planını değiştirerek yeni
planları koruma kuruluna yolladı. Planlar kurul
tarafından onaylandığı takdirde 1930 yılında
Atatürk’ün de 1000 lira bağışlamasıyla yapılan ve
Cumhuriyet döneminin ilk mimari yapıları arasında
yer alan Bursa Atatürk Stadı yıkılıp yerine 1200
araç kapasiteye sahip otoparklı kent meydanı
yapılacak.
Bursa Büyükşehir Belediyesi İmar ve Bayındırlık
Komisyonu’nun hazırladığı plana göre Atatürk Stadı
yıkılıp yerine 1200 araçlık yeraltı otoparklı kent
meydanı yapılacak. Plan notlarına göre ‘kent
meydanı’nda kafeterya gibi ticari yapılar yer
alacak. Stadın hemen bitişiğinde bulunan Atatürk
Kapalı Spor Salonu, Atatürk Lisesi ve 1925 yılında
temelleri atılan İpek-İş fabrikasının tescilli
bölümleri hariç, bütün yapılar yıkılıp yerine sosyal
ve kültürel tesis alanı, özel sağlık tesis alanı
kurulacak.
Alışveriş merkezi mi kurulacak?
Yaklaşık 100 bin metrekarelik büyüklüğe sahip alanda
bulunan Atatürk Stadı’nın tescillenmesi için
Mimarlar Odası Bursa Şubesi, Bursa Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na başvuruda
bulundu. 1/1000 ölçekli planda inşaat alanının
belirtilmediğini
ifade eden Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi
ise projeyi şöyle eleştirdi:
“Plan notlarında Atatürk Stadyumu’nun yerine
yapılması düşünülen kent meydanında ticari birimler,
kafeterya vb. kullanımlar yer alabileceği
belirtilirken, bölgenin ne kadarının ticari
faaliyete açılacağı belirtilmemiş. Bu durum bölgede
bir alışveriş merkezi yapılacağı endişesi
doğurmaktadır.”
‘Yıkmak yerine dönüştürmek lazım’
Bursa Atatürk Stadı’nın Cumhuriyet döneminde yapılan
özgün mimari eserlerden biri olduğunu ve bu sebeple
korunması gerektiğini söyleyen
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık
Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Afife Batur ise şu
görüşü dile getirdi:
“Statlar gibi sportif faaliyetlerin yapıldığı
yapılar, Cumhuriyet döneminde yapılan sportif
devrimleri temsil eder. Bursa Atatürk Stadı sporda
yapılmak istenen çağdaşlaşmanın ön ayaklarından
biridir. Dönemine göre işlevsel ve temsili bir öneme
sahip Atatürk Stadı’nı yıkmak yerine güzel bir
projeyle dönüştürmek lazım.”
Radikal, Haber: İdris Emen, 10.01.2014
|
POMPEİLİLERİN SON YEMEĞİ ZÜRAFAYMIŞ

ABD ’deki Cincinnati Üniversitesi’nden
bilim insanlarının araştırması, MS 79 yılının 24
Ağustos günü yanardağın patlamasından hemen önce
Pompei’de zürafa eti yendiğini gösterdi. Bilim
insanları orta sınıfın yaşadığı, en büyük ticaret
merkezlerinden birinin bulunduğu bölgede 10 yılı
aşkın süre araştırma yaptı. 20 kadar lokantanın
bulunduğu bir mahalledeki mutfaklarda, aralarında
zürafa ayağının da bulunduğu organik kalıntılara
rastlandı.
Araştırmacılardan Steven Ellis, Roma İmparatorluğu
dönemine ait bir arkeolojik yerleşim yerinde ilk kez
zürafa kemiğinin bulunduğunu belirtti. Mutfaklarda,
Endonezya’ya ait baharat kalıntılarının da
bulunduğunu söyleyen araştırmacılar, bunun eski
Romalıların egzotik yiyecekler satın almak için uzun
mesafeler kat edebildiklerini, Pompeililerin zengin
ve çok çeşitli beslenme tarzına sahip olduklarının
gösterdiğini vurguladı. Araştırmanın sonuçları ABD
Arkeoloji Enstitüsü’nün bu yılki konferansında
sunuldu.
İtalya ’nın Napoli kenti yakınlarındaki Pompei,
lavlarla kaplı dükkanları, evleri, kahvaltı
sofrasında olduğu gibi kalmış rafadan yumurtası,
amfi tiyatrosu ve hamamlarıyla turistlerin en önemli
uğrak yerlerinden biri.
Radikal, 09.01.2014
|
TARİHİ MESCİT İLK GÜNKÜ İHTİŞAMINA KAVUŞUYOR

UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girme hedefi
doğrultusunda emin adımlarla ilerleyen Bursa
Büyükşehir Belediyesi Bat Pazarı çarşısındaki 500
yıllık Davut Paşa Mescidini de ilk günkü ihtişamına
kavuşturuyor.
Bursa’nın yaşayan canlı bir müze kent olması
doğrultusunda ilk dönem Osmanlı eserlerinden
Cumhuriyet dönemi sivil mimarlık örneği yapılarına,
2300 yıllık Bitinya surlarından 8500 yıllık
arkeolojik bölgelere kadar her alanda yoğun bir çaba
harcayan Büyükşehir Belediyesi, çarşının kalbindeki
bir eseri daha ayağa kaldırıyor. Tarihi Çarşı Hanlar
Bölgesi ile UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne aday olan
Büyükşehir Belediyesi Kayhan Reyhan bölgesindeki 500
yıllık Davut Paşa Mescidinin restorasyon
çalışmalarına hız verdi. Bat Pazarı çarşısında yer
alan ve Sultan 2. Beyazıt’ın veziri Davut Paşa
tarafından yaptırılan tarihi mescit, geleneksel el
sanatlarının yaşatıldığı çarşıya ayrı bir değer
katacak.
Özgün halini alıyor
Restorasyonu tamamlanan Eskişehir Han’ın hemen
arkasında yer alan Davut Paşa Mescidinde devam eden
çalışmaları yerinde inceleyen Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe, beraberindeki Tarihi ve
Kültürel Miras Projeler Koordinatörü Aziz Elbas’tan
çalışmalar hakkında bilgi aldı. Reyhan ve Kayhan
bölgesindeki tarihi aks üzerindeki çalışmaların bir
bütün olarak ele alındığını dile getiren Başkan
Altepe, Bat Pazarı çarşısındaki 350’ye yakın
işyerinde de cephe ve tabela düzenlemesi yapıldığını
hatırlattı. Tarihi bölge içinde yer alan Davut Paşa
Mescidinin de özgün halini alması için başlattıkları
çalışmaların hızla sürdüğünü ifade eden Başkan
Altepe, “Çarşı ve hanlar bölgesinin doğu kısmını
oluşturan Kayhan bölgesindeki tüm tarihi yapılan
özgün halini alıyor. Yaptığımız çalışmalarla
çarşımızın değeri de artıyor” dedi.
Bursa Büyükşehir Belediyesi, 09.01.2014
|
ÇALINAN TABLOLAR ANADOLU'DAN
Ankara Devlet Resim
ve Heykel Müzesi’ndeki kayıp eserlerle ilgili
yapılan operasyonda ele geçirilen tabloların büyük
bölümünün kaynağının Anadolu’daki Devlet Güzel
Sanatlar Galerileri olduğu iddia ediliyor.
Anadolu’nun çeşitli illerinde bakanlığa bağlı Devlet
Güzel Sanatlar Galerilerinin açılmasına karar
verilmiş, 1960’larda İstanbul Resim ve Heykel
Müzesi’nden çok sayıda eser bu galerilere
gönderilmişti. İstanbul’un koleksiyonundan
Antalya-Alanya’ya 39, Balıkesir’e 10, Erzurum’a 18,
Eskişehir’e 13, Kütahya’ya 21, Bolu’ya 44, Bursa’ya
53, İzmir’e 14, Mersin’e 17 ve Isparta’nın Yalvaç
İlçesi'ne 30 resim aktarıldı.
1980’e doğru Ankara Devlet Resim ve Heykel
Müzesi’nin açılması gündeme geldiğinde,
galerilerdeki eserlerin İstanbul’a iadesi yerine,
bakanlıkça Ankara’ya ulaştırılması istendi. İşte son
operasyonda ele geçirilen eserlerin büyük bölümünü,
bu galerilerden Ankara’ya dönen ya da “dönmesi
gereken” eserlerin oluşturduğu belirtiliyor.
Örneğin, ele geçen eserlerden Halil Paşa’nın
“Manzara: Brötanya” tablosu Bolu’ya, Bedri Rahmi
Eyüboğlu’nun “Manzara” resmi ise Kütahya’ya
gönderilen eserler arasında yer alıyordu.
Operasyonda ele geçirilen tabloların arasında,
Mersin’e gönderiler eserlerin de olduğu söyleniyor.
Şehir galerilerinde bulunan eserlerin güvenliği,
açıldıkları günden bu yana tartışmalara konu olmuş,
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde 2002-2003
yıllarında yapılan envanter çalışmasında yeniden
gündeme gelmişti. MSGSÜ, 2003 yılında Ankara Devlet
Resim ve Heykel Müzesi’ne, Güzel Sanatlar Genel
Müdürlüğü ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
gönderdiği birçok yazıyla galerilerdeki eserlerin
akıbetini sormuştu.
Edinilen bilgilere göre, eserlerin tamamı ancak 2004
yılında Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nin
envanter listesine kaydedildi. Bu durumda eserlerin
2004 sonrasında müzeden çıkarılmış veya eserlerin
müzenin envanter listesine kaydedilmiş görülmesine
karşın müzeye hiç girmeden çalınmış ya da
“değiştirilmiş” olabileceği düşünülüyor.
Ayrıca, uzmanlar, operasyonda ele geçirilen
eserlerle ilgili olarak, “sanki bir ürün
kataloğundan seçilmişçesine, en değerli eserlerin
müzeden çıkarılmış olduğunu” ifade ediyor.
Cumhuriyet, Haber: Aslı Uluşahin, 09.01.2014
|
PAMUKKALE'NİN TÜRSAB'A DEVREDİLMESİNE TEPKİ

Pamukkale’nin işletme hakkının Denizli Büyükşehir
Belediyesi’ne verilmesini isteyen Sivil Toplum
Kuruluşu temsilcileri, Pamukkale’nin geliri ve
giderinin merkez değil yerelden yürütülmesi
gerektiğini belirtiyor. STK’lar bu imkanların
Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği’ne (TÜRSAB)
devredilmesini yanlış buluyor.
Denizli’deki turistik Pamukkale ören yerinin
Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği’ne (TÜRSAB)
devredilmesi bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının
tepkisini çekti. TOBB Yönetim Kurulu Üyesi Necdet
Özer, Pamukkale’nin merkez yerine yerelden
yönetilmesi gerektiğini söyledi.
Denizli’deki turistik Pamukkale ören yerinin
Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği’ne (TÜRSAB)
devredilmesi, oda ve dernek başkanlarının tepkisini
çekiyor. Denizli’nin büyükşehir olması sebebiyle İl
Özel İdare Müdürlüğü’nün 30 Mart 2014 tarihinde
kapanarak tüzel kişiliğinin sona ereceğini gerekçe
gösteren Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2006 yılında
Vali Hasan Canpolat döneminde yapılan protokolle
2016’ya kadar işletmesini İl Özel İdare’ye
devrettiği Pamukkale’yi, sözleşmeyi tek taraflı
feshederek TÜRSAB’a verdi. Böylece Pamukkale’den
yılda yaklaşık 19 milyon lira gelir elde eden İl
Özel İdare’nin mal varlıklarının Denizli Büyükşehir
Belediyesi’ne geçmesi planlanırken bu gelişme,
ildeki sivil toplum kuruluşlarının tepkisini çekti.
TOBB Yönetim Kurulu Üyesi ve Denizli Ticaret
Odası Başkanı, Denizli Sanayici, Tüccar ve
İşadamları Platformu Dönem Sözcüsü Necdet Özer,
Pamukkale’nin işletmesinin TÜRSAB’a verilmesinin
yanlış bir uygulama olacağını söylüyor. Özer,
“Pamukkale’nin geliri ve gideri merkezden yerine,
yerelden yürütülmeliydi, çünkü ilimizde bunun bir
örneğini görmekteyiz. 2008 yılında Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Anadolu’nun en büyük ve önemli antik
şehri Laodikya’yı Denizli Belediyesi’ne devretmişti.
Laodikya’da yapılan çalışmalar, unutulmaya yüz
tutmuş kültür mirasının nasıl daha hızlı ayağa
kaldırıldığını bizlere kanıtlamaktadır. Umarız, şu
anda TÜRSAB’a devrolmuş olan Pamukkale, Laodikya
gibi Denizli Belediyesi’ne devredilir ve kaynaklar
yerinden yürütülür.” diyor. Denizli İhracatçılar
Birliği Başkanı Süleyman Kocasert de Pamukkale’nin
artık dünyaca tanındığını ve Denizli’ye mal olduğunu
ifade ediyor. Kocasert, “Pamukkale, bir kültür ve
tarih mirasıdır. Denizli’yle o kadar özdeşleşmiş ki
gelirlerinin de Denizli dışında herhangi bir yere
ait olmasını düşünemiyorum bile. Oldukça da önemli
bir gelir kaynağıydı. Bir an önce bu yanlışlıktan
dönülerek gelirlerin Denizli’de kalması en büyük
arzumuzdur.” diye konuşuyor.
Denizli Sanayi Odası Başkanı Müjdat Keçeci
ise bugüne kadar Pamukkale’nin yaşaması ve
yaşatılması için valilik, özel idare,
milletvekilleri ve sivil toplum kuruluşlarının
gerçekten çok büyük fedakarlıklar yaptığını, bu
sayede Türkiye ve dünyada özel tarihi ve turistik
bir yer olarak UNESCO’nun da kabul ettiğini
belirtiyor. Keçeci, “Bizim için Pamukkale,
Denizli’yle birlikte tanıtılan ve prestijimizi
koruyan önemli tarihsel bir bölgedir. Uzaktan
yönetim şekliyle Pamukkale’nin yönetilmesinin çok
doğru olmayacağını düşünüyorum. Bizim için ve tarih
için buranın sorumluluklarını başka bir kurum almış
olsa da Denizlililer olarak Pamukkale üzerinde
gereken dikkat ve ihtimamda eksiklik
göstermeyeceğiz. Dünyada başka bir Pamukkale yok.”
diyor.
Zaman, Haber: Resul Cengiz, 09.01.2014
|
MAJİK'İ YIKAN OTELİN RUHSATI İPTAL EDİLDİ

Taksim’in göbeğinde, yıkılan Majik Sineması ve
Maksim Gazinosu’nun yerine yapılacak 9 normal, 8 de
bodrum olmak üzere 17 katlı otel ve AVM’nin ruhsatı
mahkeme kararıyla iptal edildi. Tuna İnşaat’ın 5
yıldızlı otel ve alışveriş
merkezi projesi için
İstanbul ’un 1914 yılında yapılan ilk
sinema binası Majik kurul kararıyla yıkılırken
Sıraselviler Caddesi’ne bakan cephesi ise askıya
alınmıştı. İstanbul 2 No’lu Koruma Kurulu’nun kültür
varlığı olarak tescilli binanın yerine 9 kata
yüksekliğinde binaya izin vermesi tartışmalara neden
olmuştu. Projeyle kentte sinema salonu olarak inşa
edilen ilk bina olan Majik ile arkasındaki Maksim
Gazinosu yıkılarak yerlerine otel ve ticaret merkezi
yapılmaya başlandı.
Otel ve AVM’nin inşaat çalışmalarının başlaması
üzerine binanın komşusu Metropark Otel’nin sahibi
Mehmet Ali Durucan, Kültür ve Turizm Bakanlığı,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Beyoğlu
Belediyesi aleyhine ruhsat ve imar planlarının
iptali için dava açtı. Davayı görüşen İstanbul 1.
İdare Mahkemesi inşaatın yapı ruhsatı, İstanbul 2
No’lu Koruma Kurulu’nun projeyi onayladığı 21 Temmuz
2011 tarihli kararı ve Beyoğlu imar planlarının
inşaata ilişkin kısımlarını şehircilik planlama
ilkeleri ve kamu yararına aykırı bularak iptal
etti.
‘Ayrıcalıklı yapılaşma var’
İstanbul 1. İdare Mahkemesi kararında, otelin
yapılacağı parsele ayrıcalıklı yapılaşma hakkı
verildiğine dikkat çekerek, bunun civardaki diğer
parseller ve sit alanının tarihi dokusuyla uyumsuz
olduğuna, yapılaşmanın -özellikle de otoparkların-
trafiği sıkıştıracağına, ayrıca üzerinde kültür
varlığı bulunan parsellerin birleştirilerek tek
parsele dönüştürülmesinin 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na aykırı olduğuna
hükmetti.
Mahkemenin 3 Ekim 2013 tarihli kararı uyarınca
Beyoğlu Belediyesi’nin hala devam eden inşaatı
mühürlemesi bekleniyor. Belediye yetkilileri, yargı
kararı kendilerine tebliğ edildiğinde gereğinin
yapılacağını dile getirdi.
Denizi göremeyeceğiz
Davayı açan Metropark Otel’in sahiplerinden Mehmet
Ali Durucan, eğer otel inşaatı yapılırsa arkadaki
birçok binanın denize bakan cephesinin kapanacağını
belirterek,“Beyoğlu Belediyesi’ne mahkeme kararını
elden verdim. İşin içinde büyük rant var. Davada
karşı oy veren mahkeme başkanı da tam 2.5 ay boyunca
imza atmayarak kararı bekletmişti.
Zaman kazanmaya çalışılıyor, inşaat bu süreçte
daha da hızlandı, sabah akşam çalışıyorlar” diye
konuştu. Durucan, ruhsatı iptal etmeyen belediye
hakkında suç duyurusunda bulunacağını da belirtti.
Oda dava açmıştı
Mimarlar Odası İstanbul Şubesi, projeye daha önce
dava açmıştı. Oda itirazında “İlgili koruma bölge
kurulunun evrensel, ulusal koruma ilkelerine aykırı
olarak söz konusu alandaki mimari-kültürel mirasımız
hakkındaki kararını sadece ön cephe koruma
(restorasyon) projesinin uygunluğu kapsamına
indirgeyerek yıkımına; 4305 metrekarelik parselin
tümünün yapılaşmasını öngören inşaata izin
vermiştir. Kurulan çevre ve metro güvenliğini de
tehlike altına alacak bir yapı kompleksinin ortaya
çıkmasına onay veren kararının da yeniden gözden
geçirilmesi gerekmektedir” demişti. Radikal, Aralık
2011’de ‘Beyoğlu’nda Emek derken Majik de gitti’
başlıklı haberle projenin İstanbul 2 No’lu Koruma
Kurulu’ndan geçtiğini duyurmuştu.
Radikal, Haber: Elif İnce, 09.01.2014
|
TÜRKİYE'NİN İLK CAM FABRİKASINA VEDA ZAMANI MI?

2002 yılında üretimi duran Paşabahçe Şişe Cam
Fabrikası'nın arazisi satışa çıkarıldı.
Toplamda yaklaşık 36.000 m2
turizm alanı gösterilen, 319 m2 tescilli
yapının bulunduğu alanda mevcutta Türkiye'nin ilk
cam fabrikası bulunuyor.
İstanbul Boğazı kıyısında bulunan arsaların sahil
yolunda denize sıfır yaklaşık 300 m cephesi
bulunmakta.

Türkiye Şişe ve
Cam Fabrikaları A.Ş., sözkonusu arsanın satışı için
DTZ Pamir ve Soyuer'i görevlendirdi.
Gayrimenkullerin,
bir bütün olarak, şartname kapsamında, kapalı zarfla
teklif alma ve açık artırma usulü pazarlık yolu ile
satılması planlanıyor.
Kent Kimliği Yine
mi Rant Kurbanı?

Fabrika 17 Şubat 1934'te İş Bankası öncülüğünde
kurulmuştu. Türkiye tarihi açısından, ulus inşası,
sınıf mücadelesi, işçi sınıfı ve sendikalaşma tarihi
gibi birçok farklı boyutu anlamak açısından da her
zaman örnek teşkil edici olarak ele alınmasının yanı
sıra Türk cam sanatının gelişmesinde bir mihenk
taşıydı.
Fabrikanın kapatılması ilk gündeme
geldiğinde toplum ve kamu yararına, İstanbul'un
kentsel kimliğinin-yaşam kaynaklarının korunması
konularını Mimarlar Odası başta olmak üzere bir çok
aktör gündeme getirmişti. Paşabahçe
Cam Fabrikası'nın bir "sanayi kültür mirası" olarak
bilimsel, kültürel ve sosyal içerikli bir proje
kapsamında korunması aktörlerce üzerinde durulan
noktalardan olmuştu.
1983 planlarına
göre, Boğaziçi İmar Planı öngörünüm bölgesinde kalan
Paşabahçe Fabrikası'nın olduğu alan "Turizm ve
Konaklama" alanı olarak tasarlanmıştı. Bugün açılan
ihaleye de bu plana göre çıkıldı. Parsel sadece
arazi değeri üzerinden değerlendirildi...
Bugün dünya lüteratüründe üretim kapasitesini
tamamlamış çoğu sanayi yapısı bir kültür mekanı
olarak kente geri kazandırılıyor.
O sebeptendir ki bir mahalleye kimliğini vermiş,
hatta bir ülkenin sınıf, emek mücadelsinde rol
oynamış, kültür üretiminde tarih yazmış bir mekanın
yine rant tartışmalarına kurban edileceği için
üzgünüz...
Arkitera, Haber: Derya Gürsel, 08.01.2014
|
AFYON KALESİ ASANSÖRCÜ 'BABAYİĞİT'İNİ ARIYOR

Tarihi Afyonkarahisar Kalesi, şu sıralar
Afyonkarahisar Belediyesi’nin neredeyse
öncelikli konularından biri. Kente gelen
turistlerin kaleyi sadece
uzaktan “seyretmek”le yetinmeyip,
gezmelerini de isteyen belediye, bu amacıyla
asansör benzeri bir
proje düşünmüştü. Bunun
için araştırmalara girişen, ancak bir türlü
“doğru kişi ve
firma”yı bulamayan belediye, son olarak
çareyi ‘asansörcü
babayiğit’i ilanla aramakta buldu.
Afyonkarahisar
Belediye Başkanı Burhanettin
Çoban, 226 metre yüksekte bulunan ve sadece
600 basamaklı merdivenle çıkılabilen tarihi
kalenin canlandırılması, turizme daha fazla
katkı sağlaması amacıyla
farklı seçenekleri değerlendirdiklerini
söyledi.
Kale için ilk etapta
teleferik gibi bir
sistem düşündüklerini kaydeden Çoban, “Kale
birinci
derece arkeolojik ve doğal
sit alanı olarak
tescil
edildi.
Tepe noktasının dar olması nedeniyle de
Kültür Varlıkları
Koruma Kurulu’nca bu sisteme
izin verilmiyor. Sadece asansör ya da
benzeri bir siteme izin veriliyor” dedi.
Uygun kişi çıkmadı
Proje için ön izinleri aldıklarını ve ardından
da araştırmalara başladıklarını anlatan Çoban,
“Bu alanda çalışabilecek, bir asansör inşa
edebilecek
kimler var diye baktık, araştırdık. Çeşitli
kişi ve firmalarla görüştük. Ancak yapabilecek
kimseyi bulamadık. Bu girişimlerimizden sonuç
çıkmayınca da,
ilan vermeyi kararlaştırdık” diye
konuştu. Çoban, proje için henüz bir
maliyet hesabı yapmadıklarını, bunun,
şirketlerin tekliflerinden sonra şekilleneceğini
kaydetti.
Başkan Burhanettin Çoban, asansör benzeri
sistemin yapılmasının, büyük kolaylığın yanı
sıra bölgenin tanıtımına da katkı sağlayacağına
dikkat çekerek şöyle devam
etti:
“Şu an
ulaşım çok
eskiden kalmış dik ve 600 basamaklı bir
merdivenle sağlanıyor, bakacak olursak bu çok
ilkel bir yöntem. Bu da
turist sayısını etkiliyor. Bu alana yıllık
200
bin ziyaretçi
geliyor ama yüksekliğinden ötürü sadece
uzaktan seyrediyorlar. Kaleye çıkanların
sayısı yılda 3-5 bin kişi arasında. Amacımız
gelen turistlerin kaleye de çıkmasını sağlamak.
Kalesi olan
şehirler
dünyada büyük
ilgi çekiyor. O yüzden bu çalışmayı bölgenin
tanıtımını daha iyi yapabilmek için de
istiyoruz.”
Dünyada örnekleri var
Projeye ilişkin sorularımızı yanıtlayan
Mardin Artuklu Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi Dekanı
Prof.Dr. Uğur Tanyeli, istenilen sistemin
dünyada örnekleri olduğunu ancak bu alanda
yetkin kişilerle çalışılması gerektiğini
vurguladı. Tanyeli “Öyle bir şekilde yapılır ki,
dağın doğal peyzajını bozabilir. Yapılacak işin
kalitesini bilmek gerekiyor. Bunu yapabilecek
kalitede bir
grup bulunmalı” dedi. Düzgün yapılmayan bir
projenin, kale için
felaket olabileceğini vurgulayan Tanyeli,
projeyi uygulayacak
şirket arayışındaki yöntemi eleştirdi.
Tanyeli, “İlan vermeyle elde edilecek sonuç
ne kadar iyi olabilir? Açık eksiltme gibi.
Kim nasıl bir
teklif verirse gibi olmuş. Yöntem
yanlış, bu şekilde aranacak bir şey değil”
dedi.
Dr.
Sinan Genim ise “Böyle bir sistem
yapılabilir. Olursa,
turizm açısından da çok
güzel olur.
Mühendislik olarak hesabının doğru yapılması
lazım. Ciddi bir mühendislik, çeşitli şekillerde
inceleme lazım. Maliyetinin de iyi
hesaplanması gerekir” diye konuştu.
Milliyet, Haber: Duygu Erdoğan, 08.01.2014
|
TESCİLLİ YAPILARA 'DEPREM' SINAVI
Haliçport proje
yetkilisi Mehmet Culfik, tersane alanındaki
korunması gereken tescilli üretim yapılarının
“yıllardır boş ve terk edilmiş” olarak bırakıldığını
ve proje dahilinde değerlendirilmesi için “deprem,
sanat tarihi, insan ve çevre sağlığı” açısından
inceleneceğini açıkladı. BirGün o yapıları inceledi.

Haliçport projesi için ihale edilen Taşkızak ve
Camialtı tersanelerinin 550 yıllık üretim alanında
korunması gereken kültür varlığı olarak tescilli
yapılar yıkım tehdidi altında. Haliçport ihalesini
alan Sembol İnşaat proje alanında bulunan korunması
gereken kültür varlığı olarak tescilli yapıları
proje için değerlendirmeden geçireceğini açıkladı.
Haliçport proje yetkilisi Mehmet Culfik, BirGün’e
yaptığı açıklamada tersane alanındaki yapıların
“yıllardır boş ve terk edilmiş” olarak bırakıldığını
ve bu yapıların “deprem, sanat tarihi, insan ve
çevre sağlığı” açısından araştırılması için ihaleyi
yapan Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme
Bakanlığı’na başvuruda bulunacaklarını açıkladı.
Culfik yıkım işlemleri için tersanelerin devir
sürecinin tamamlanmasını ve gerekli izinlerin
alınmasını beklediklerini söyledi. Anıtlar Kurulu’na
ise Sembol İnşaat tarafından herhangi bir başvuru
yapılmadı.
‘ARAZİ MUAMELESİ’
Haliç Dayanışması’ndan Kocaeli Üniversitesi Mimarlık
Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Gül Köksal,
“Burayı yalnızca arazi olarak gören bir projeyle
karşı karşıyayız. Bir yer arazi olarak görüldüğü
zaman, üstündeki yapılar yıkılıyor ve ne yapılmak
isteniyorsa o hayata geçiriliyor. Bu proje tersane
alanında korunması gereken üretim yapılarını ortadan
kaldırmadan ve mevcut tarihi dokuya zarar vermeden
gerçekleşemez. Tescilli yapılar korunsa dahi, bu
program buraya uygulandığı takdirde burası artık bir
üretim alanı olmaktan çıkacak. Haliç’te gemicilik ve
Osmanlı tarihi adına hiçbir şey kalmayacak” dedi.
39 TESCİLLİ YAPI 4 ÇINAR AĞACI
Haliçport projesiyle ihale edilen Camialtı ve
Taşkızak Tersanelerinde korunması gereken kültür
varığı olarak tescilli toplam 39 yapı ve yapı
kalıntısı ile 4 tane tescilli çınar ağacı bulunuyor.
Korunması gereken kültür varlığı olarak tescillenmiş
yapılar özellikle Taşkızak Tersanesi alanında
yoğunlaşıyor. Yrd. Doç.Dr. Gül Köksal o yapıları
anlattı:
Valide Kızağı ve Taşkızak

“Gemi yapımında ve onarımında kullanılan ilk büyük kızaklar Taşkızak Tersanesi’nde 19. yüzyılda yapıldı. Taşkızak Tersanesi’ndeki Valide Kızağı ve Taşkızak’ın 1805 yılında Aynalıkavak Sarayı’nın bazı yapılarının yıkılarak kızakların bulunduğu alanın tersaneye devriyle kuruldu. Kızaklar, onarım ve yapım işlerinin görüldüğü sığ bir havuz bölümü ile geminin kızağa alınıp kızaktan indirilmesine olanak sağlayan deniz içindeki bölümlerden meydana geliyordu.”
***
Gözetleme Kulesi

» “Taşkızak Tersanesi ile Aynalıkavak Kasrı arasında
bulunan bu kule 19. yy’da kontrol kulesi olarak
kullanılıyordu”
***
Camialtı’ndaki kızaklar

»“Camialtı Tesanesi’nde Cumhuriyet döneminde
yapılmış iki kızak bulunuyor. Kızaklarda gemi
omurgası üretimi ve onarımı yapılıyordu. Camialtı
Tersanesi’nin kızaklarındaki vinçler, raylar
üzerinde hareket ederek malzemeleri atölyelere
taşımaya yarıyordu.”
***
Haliçport projesiyle ihale edilen Camialtı ve
Taşkızak Tersanelerinde korunması gereken kültür
varığı olarak tescilli toplam 39 yapı ve yapı
kalıntısı ile 4 tane tescilli çınar ağacı bulunuyor.
Tescilli yapılar Taşkızak Tersanesi alanında
yoğunlaşıyor
***
Gemi inşa kızağı

»“Gemi inşa kızağı Taşkızak Tersanesi’nde bulunuyor.
Atölyeler ve kızaklar iç içe geçmiş birimler.
Taşkızak Tersanesi savaş gemilerinin, hücum
botlarının üretiminin yapıldığı bir tersane.”
***
Atölyeler

» “Taşkızak ve Camialtı Tersanesi’nde toplam 11
atölye bulunuyor. Atölyelerde gemi yapımı için
döküm, demir, ahşap ve yelken bezi işleri
yapılıyordu. Atölyeler içindeki donanımıyla bir
bütün. Bu yapılar üretim değeri taşıdığı için
önemli. Atölyelerde güç kaynakları, su kanalları
gibi zeminin altında da makinelerin devamı yer
alıyor. Malzemeyi taşımak için içeride vinçler
bulunuyor. Atölyeler ve kızaklar iç içe geçmiş
birimler.”
***
Tarihi sarnıç

***
Çorlulu Ali Paşa Camii

» “Çorlulu Ali Paşa Camii 18. yy başında 1707
yılında III. Ahmed döneminde Sadrazam Çorlulu Ali
Paşa tarafından yaptırıldı. Haliçport projesiyle
ihale edilen alanda 1000 kişilik bir cami yapılması
planlanıyor. Ancak alanda zaten tescilli iki tarihi
cami mevcut.”
***
Kent içinde üretim alanı neden olmasın?
Yrd. Doç.Dr. Gül Köksal, “Tersane-i Amire’nin
İstanbul’un fethinden sonra 15. yy’da kurulduğuna
dair bilgiler var. Tersane gözleriyle başlayan bir
üretim süreci var. 16 yy’da bütün kıyıda 100’ün
üstünde tersane gözü bulunuyordu. O dönem ahşap
gövdeli kalyonlar, kadırgalar yapılıyordu. 19. yy’da
buharın kullanılmaya başlanmasıyla kuru havuzlarda
ve kızaklarda metal gövdeli büyük gemilerin yapımına
başlandı. Dünyada eşi benzeri olmayan altı asırlık
bir üretim tesisinden bahsediyoruz. Burası Osmanlı
ve Cumhuriyet dönemi gemicilik teknolojisini
barındırması açısından önemli olduğu gibi geleceğe
yönelik bilgiler barındırması açısından da önemli.
Kent içinde üretim alanı niye olmasın? Haliçport
projesiyle bu üretim alanı tamamen yok olacak.”
dedi.
***
‘Rönesans duygularını yansıtacak’
Haliçport proje yetkilisi Mehmet Culfik ise projeye
ilişkin şunları söyledi:
“Bölgenin tarihsel gelişimini büyük bir önem ve
hassasiyetle inceliyoruz. Dünya mirası olan
bölgemizde Rönesans duygularını yansıtan, gerek
İstanbul ve İstanbul’u yaşayanlara, gerekse dünyadan
İstanbul’un zenginliğini ziyaret edenlere bölgenin
dününü, bugününü ve yarınını bir bütün olarak
hissettirecek, mimari esintileri bir arada
bulunduran bir İstanbul köşesini oluşturmaya
çalışıyoruz.”
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 08.01.2014
|
PARKI YENİLERKEN SOYUT HEYKELLER PARAMPARÇA EDİLDİ

Fatih'te bulunan Saraçhane Parkı'nda (50.Yıl
Parkı) yürütülen yapım ve yenileme çalışmaları, park
içinde bulunan soyut eserlere zarar verdi. İBB
Başkanlık Sarayı'nın hemen karşısında yer alan ve
bina pencerelerinden de görülebilen şantiye alanı,
tarihi Bozdoğan
su kemerinin hemen yanı başında yer alıyor.
Nuhoğlu İnşaat Sanayi ve Tic. A.Ş. tarafından
yürütülen çalışmalar sırasında park içinde bulunan
bazı soyut heykeller sökülerek kenara atıldı. 1994
yılında yapılan 6 adet soyut heykelden bazılarının
kırıldığı, bazılarının üzerinde ise sürüklenme
izlerinin bulunduğu görüldü. Parkta Fatma
Başoğlu'nun 2 eseri bulunurken, Hakkı Baha Çavuşgil,
Handan Börüteçene, Meriç Hızal, Nurettin Günaydın'ın
birer eseri yer alıyor.
HANDAN BÖRÜTEÇENE: "BU
TÜRKİYE 'DE SANATIN TOPLUMLA BULUŞMASINDAKİ FAY
HATTI"
Saraçhane parkındaki soyut heykellerden birini yapan
heykeltraş Handan Börüteçene, heykellerin 1994
yılında yapıldığını, Nurettin Sözen döneminde iki
defa İstanbul Çağdaş Heykeller Yarışması
gerçekleştirildiği belirterek, "Bu ikinci
yarışmaydı. Zaten birinci yarışmadaki heykellerin
çoğu ortada yok veya yerleri değişti. Bu Türkiye'de
sanatın toplumla buluşmasındaki fay hattıdır. Ne
yazık ki Türkiye'de
sanat eserlerinin başına böyle şeyler geliyor.
Benim oradaki heykelimin adı 'İstanbul
Kitabı'ydı.Çok üzgünüm" dedi.
Radikal, 08.01.2014
******
SARAÇHANE'DEKİ
HEYKELLER YERİNE KONUYOR
İstanbul Büyükşehir Belediye
Sarayı’nın karşısında yer alan Saraçhane
Parkı’nda yürütülen yenileme ve yapım
çalışmaları nedeniyle yerlerinden sökülen ve
kenara atılan soyut heykellerin bazıları yerine
konuldu.
Moloz yığını şeklinde bekletilen heykel parçaları
tepkiler üzerine ayağa kaldırıldı. Bazı heykeller
henüz orijinal formlarına sokulmazken, İBB
tarafından yapılan açıklamada “Proje kapsamında
heykellerin konulacağı yerler belli. Heykeller
yerlerinden kaldırıldı ancak temizlenerek tekrar
yerlerine konulacak” denildi.
Hürriyet, Haber: Ezgi Çapa, 09.01.2014
******
HEYKELİ SEVMİYORUZ
Heykeli sevmiyoruz!
Bu artık bir toplumsal gerçek halini almış durumda,
ne yazık!
Bu demek ki uygar görünüşlü kentlere daha
alışamadık.
Çünkü dünyanın bütün ülkelerinde, büyüklü küçüklü
meydanlarda, özel veya resmi binaların önünde,
parklarda, kentin önemli noktalarında ünlü adların
heykelleri vardır... Her yerde bir heykele
rastlarız.
Nedense biz bırakın heykel yapmayı, yapılanları
kırıyor, yok olmasına göz yumuyoruz! Çekinmeden
yıkıyoruz, yıktırıyoruz gözümüzün önünde yıkılmasına
sessiz kalıyoruz.
Hürriyet’in sanat sayfasında “Çağdaş heykellere
moloz muamelesi” haberini okuyunca, sanat ve
uygarlık adına utanç duydum.
Ezgi Çapa’nın haberini hatırlatalım:
“İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin karşısındaki
Saraçhane Parkı’nda bulunan ünlü heykelcilerin
yapıtları moloz muamelesi görmüş.”
Haber yayımlandıktan sonra İBB’den konuyla ilgili
bir açıklama yapıldı. Açıklamada, “Çalışma Düzenleme
Anıtlar Kurulu’nun onayladığı proje doğrultusunda
yapılıyor. Proje kapsamında heykellerin konulacağı
yerler belli. Heykeller yerlerinden kaldırıldı ancak
temizlenerek tekrar yerlerine konulacak” denildi.
Ancak sormadan edemiyorum; tüm bunlara kalkışılmadan
önce sahasının içindeki sanat eserlerinin durumu
hakkında, Büyükşehir Belediyesi’nin Kültür Dairesi,
Kültür A.Ş.’den bir yetkiliye sorulmaz mı? Demek ki
inşaat şirketleri, parkları, heykel alanlarını talan
edecekler ve kimse ses çıkarmayacak! Öyle mi?
İlkel topluluklarda bile böyle bir umursamazlık
olamaz.
Yapılacak ilk iş Nuhoğlu İnşaat Sanayi ve Ticaret
A.Ş.’nin bu tuhaf faaliyetini sorgulamak,
durdurmaktır! Moloz muamelesi gören heykeller
yeniden yerlerine konulmalı.
Bu kentte, Kültür Başkenti unvanını alan İstanbul’da
heykele ve heykelciye reva görülen bu muamelenin
sona ermesi için harekete geçilmesini bekliyoruz.
* * *
İstanbul'un heykel haritasını çıkardığınızda, birçok
heykelin ya bakımsızlıktan perişan bir halde
olduğuna, ya kaldırılıp bir depoya atıldığına ya da
uzak bir parkta görülmeyen bir yere konulduğuna
tanıklık edeceksiniz.
Bugüne kadar birçok heykel yarışması düzenlendi,
ödül alan heykeller nerede?
Tophane’deki işçi heykeli parçalanmış halde.
Güzel İstanbul, Karaköy’den Yıldız Parkı’na sürüldü.
Şairler Parkı, iktidarlar değiştikçe acaba varlığını
koruyabilecek mi?
İstanbul için heykel yarışmalarının sürmesini
öneriyorum. Tabii konduğu yerden bir süre sonra
kaldırılmamak, bir depoya atılmamak koşuluyla...
Bir de belediyedeki sanat, kültür işlerine
bakanların, kentin heykel envanterini açıklamaları
gerekmiyor mu artık? Hangi heykeller kaybolmuş,
hangilerinin bakıma ihtiyacı var? Hangisi nereye
nakledildi, neden nakledildi, bugünkü durumları
neler?
Yalnız kentin meydanlarına, parklarına değil, ben
büyük binaların girişine, lobisine, holdinglerin
geniş alanlarına, hatta dört bir tarafımızda bulunan
AVM’lerin de önlerinde ve içlerindeki geniş alanlara
heykel konulmasından yanayım.
Soğuk görüntüyü ancak sanat eseri ısıtır.
* * *
İKSV’nin 2011 yılında, vakfın kültür politikaları
geliştirme projeleri kapsamında hazırlanan Kamusal
Alanda Sanat Uygulamaları İçin Öneriler başlıklı
raporunda bir liste yer alıyordu. Listede hangi
meydanda, parkta hangi heykel var, hangi
yarışmalarda hangi heykeller kazanmış ve hangi semte
konulmuş.. bununla ilgili ayrıntılı bir döküm
çıkarılmıştı.
Şimdi bu listeye göre kentteki heykellerin peşine
düşmek zamanı!
Cumhuriyet’in 50. Yılında İstanbul’a 50 Heykel
Yerleştirme Etkinliği'nde
İstanbul'da Açık Alanlara Yerleştirilen Heykellerin
Listesi
1973
|
Muzaffer Ertoran
|
Tophane
|
İşçi Heykeli
|
1973
|
Gürdal Duyar
|
Yıldız Parkı
|
Güzel İstanbul
|
1973
|
Ferit Özşen
|
Arnavutköy Akıntı Burnu
|
Yağmur
|
1973
|
Metin Haseki
|
Gümüşsuyu Parkı, Dolmabahçe
|
Soyut: Negatif Form
|
1973
|
Bihrat Mavitan
|
Hilton Oteli önü, Harbiye
|
Soyut: Yükseliş
|
1973
|
Namık Denizhan
|
Taksim Gezi Parkı
|
İkili figür
|
1973
|
Haluk Tezonar
|
Maçka
|
Soyut
|
1973
|
Ali Teoman Germaner
|
Bebek Parkı
|
Soyut
|
1973
|
Hakkı Karayiğitoğlu
|
Yıldız Parkı
|
Bahar
|
1973
|
Zühtü Müridoğlu
|
Fındıklı Parkı
|
Soyut: Dayanışma
|
1973
|
Hüseyin Anka Özhan
|
Gümüşsuyu Parkı
|
Soyut: Yankı
|
1973
|
Füsun Onur
|
Fındıklı Parkı
|
Soyut
|
1973
|
Yavuz Görey
|
Taşlık Parkı, Beşiktaş
|
Soyut
|
1973
|
Mehmet Uyanık
|
Barbaros Bulvarı, Beşiktaş
|
Birlik
|
1973
|
Nusret Suman
|
Saraçhane Parkı, Fatih
|
Mimar Sinan
|
1973
|
Seyhun Topuz
|
4. Levent
|
Soyut
|
1973
|
Zerrin Bölükbaşı
|
Orduevi Bahçesi, Harbiye
|
Figür
|
1973
|
Tamer Başoğlu
|
Yenikapı
|
Soyut: Bediha Muvahhit Anısına
|
1973
|
Kuzgun Acar
|
Gülhane Parkı
|
Soyut
|
1973
|
Kamil Sonad
|
Gülhane Parkı
|
Kadın figürü
|
1992 Açık Alanlara Üç Boyutlu Çağdaş Sanat Yapıtları
Yerleştirme Etkinliği'nde İstanbul'un Açık
Alanlarına Yerleştirilen Heykeller
(Tümü yarışmayla seçilmiştir.)
1992
|
Ümit
Öztürk
|
Yeşilköy Havalimanı Kavşağı
|
Soyut
|
1992
|
Vedat
Somay
|
Yenikapı
|
Soyut
|
1992
|
Adem
Genç
|
Taksim
Gezi
Parkı
|
Soyut
|
1992
|
Meriç
Hızal
|
Üsküdar
İskele
Parkı
|
Soyut
|
1992
|
Mümtaz
Işıngör
|
Beşiktaş
|
Soyut
|
1992
|
Ayşe
Erkmen
|
Tünel
Meydanı,
Taksim
|
Soyut
|
1992
|
Işılar
Kür
|
Kadıköy
|
Soyut
|
1992
|
Rahmi
Aksungur
|
Maçka
Demokrasi
Parkı
|
Soyut
|
1992
|
Ertuğ
Atlı
|
Kabataş
Parkı
|
Soyut
|
1992
|
Hakkı
Karayiğitoğlu
|
Lütfü
Kırdar
önü, Harbiye
|
Figür
|
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 10.01.2014
|
SÜLEYMANİYE SİLUETİNDE DE 16:9
Uluslararası
haber ajansı Reuters,
İstanbul ’un tarihi silüetini bozan ve İstanbul
4. İdare Mahkemesi’nin yıkım kararı verdiği
Zeytinburnu’ndaki 16:9 gökdelenine ilişkin son
gelişmeleri hazırladığı ayrıntılı bir haberle
dünya çapındaki aboneleriyle paylaştı. Haberle
birlikte sunulan Murad Sezer imzalı fotoğraf da
ayrıca dikkat çekti. Sezer’in Boğaziçi Köprüsü’nden
çektiği fotoğrafta 16:9 gökdeleni ile Süleymaniye
Camisi aynı kareye girdi. Haberde, eski
bakan Ertuğrul Günay’ın eleştirilerine de yer
verildi. Günay, “Maalesef kar hırsı, tarihi
değerlerimizin korunmasından daha önemli hale geldi.
İstanbul’un taşı toprağı altın derler. Gerçekten de
öyle. Bazı insanlar, İstanbul’u altın madeniymiş
gibi işliyor” dedi.
Radikal, 08.01.2014
|
|
ÇATIYI 84 YILDIR ONARMAYAN İDARE DE KUSURLU

Haydarpaşa Garı’nın çatısında çıkan yangınla
ilgili davada iki işçiyi ve bir şirket yöneticisini
cezalandıran Hakim Nuh Hüseyin Köse, gerekçeli
kararında, çatının 84 yıldır onarılmadığını,
kültür varlıklarına karşı gerekli sorumluluğun
yerine getirilmediğini, bunun da yangına sebebiyet
verdiğini savundu. Köse, bu ihmallerin idari ve
siyasi anlamda birer kusur olduğunun altını
çizdi.
Haydarpaşa Garı’nın çatısındaki tamirat sırasında 28
Kasım 2010’da çıkan yangınla ilgili açılan davada,
izolasyonu yapan iki işçi ve şirket sahibi,
‘taksirle yangına neden olmak sureti ile genel
güvenliğin taksir ve tehlikeye sokulması’ suçundan
10 ay
ceza almıştı.
Davaya bakan
Anadolu 8. Sulh Ceza Mahkemesi hakimi Nuh
Hüseyin Köse, gerekçeli kararda, çatının 84 yıldır
onarılmadığını, bunun da yangının oluşmasına yol
açtığını belirtti. Kültür varlıklarına karşı gerekli
sorumluluklar yerine getirilmediği için idari ve
siyasi bir kusurun bulunduğunu belirten Hakim Köse,
kararda şu ifadelere yer verdi:
“Bilirkişi raporunda değinildiği gibi yangının
oluşmasında, çatının 84 yıldır bakım ve onarımdan
geçmemiş, yangına karşı modern yöntemlerle
donatılmamış ve korunmamış olmasının kolayca
yanmasında ciddi katkısı bulunduğu; bu durumun
kültür varlıklarına karşı gerekli sorumlulukların
yerine getirilmemiş olmasından kaynaklandığı kabul
edilmekle birlikte bu ihmallerin idari ve siyasi
anlamda kusur olarak görülmesi mümkünse de ceza
hukuku anlamında doğrudan bir nedensellik bağı
sayılamayacağı kanaatine varılmıştır.”
Radikal, Haber: İsmail Saymaz, 08.01.2014
|
BOĞAZİÇİ'NDE TÜNEL SÜRPRİZİ

Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüs’te varlığı bir
efsaneye dönüşen, yer altından bazı binaları
birbirine bağlayan tüneller yıllar sonra öğrenciler
tarafından
ilk kez görüntülendi.

İşletme Bölümü hocalarından Yrd. Doç.
Mehmet Nafi Artemel ile Boğaziçi Üniversitesi
Mağara Kulübü’nün de eşlik ettiği öğrenciler,
1900’lü yıllarda
Robert Kolej döneminde yapılan tünelleri gezdi.
Bizans döneminde karşı yakaya geçen tüneller
olduğu, tünellerin de onlardan esinlenerek
oluşturulduğu düşünülüyor.
‘Gizemli
tünel yolculuğu’nu Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve
Ekonomi Kulübü tarafından yayımlanan Dinamik
gazetenin web sitesinde Berkay Karakaş kaleme aldı.
Tünellerin 1970’lere kadar açık olduğu
belirtilirken,
Osmanlı’da azınlık ayaklanmaları sırasında
Ermenilerin bu tünelleri silah deposu olarak
kullandığı
iddia ediliyor.
Bir yakadan bir yakaya
Tünellerin yapımına 1800’lü yılların sonlarında
Robert Kolej’in inşası sırasında başlandığını
belirten Karakaş, yazısında “İstanbul’da
bugünkü Robert Kolej ile birleşen, Hisar Kampüs’e
kadar devam eden ve hatta
eski bir Bizans eseri olarak karşı yakaya geçen
tünellerin olduğu ve bu tünellerin de daha sonra
onlardan esinlenerek oluşturulduğu söyleniyor”
ifadelerine yer
verdi.
Kampüste
iki tünel hattı bulunduğu belirtiliyor. Birinci
hat Rektörlük Binası’nı 1. Kız Yurdu’na bağlarken
ikinci hat Natuk Birkan Binası’nı Öğrenci
Faaliyetleri Binası’na bağlıyor. Birinci hat kampüs
dışına çıktığı için ‘dış
galeri’, ikinci hat ise binaların içine açıldığı
için ‘iç galeri’ olarak isimlendiriyor. Tünellerin
hem doğal afetlere karşı bir barınak sağlamak hem de
binaların ısınma,
su gibi ihtiyaçlarını
tek bir merkezden karşılamak amacıyla inşa
edilmiş olduğu belirtiliyor. 1922 tarihli bir
belgede bugünkü Natuk Birkan Binası olan yerin
kazan dairesi olarak kullanıldığı kaydediliyor.
Karakaş, içinden borular geçtiği için tünellerde tek
sıra halinde yürünebildiğini belirterek, Rektörlük
Binası’nın arkasındaki tünelde
merdivenler olduğunu kaydetti.
‘Soruları çalmak istediler’
İstanbul’da Bizans’tan kalma birçok tünel ağı
bulunduğunu belirten Artemel de “1970’lerdeki
dönemde tünellere silah saklama ihtimali ortaya
çıkınca girişleri kapatılıyor” ifadelerini kullandı.
Prof. John Freely ise “1960 ya da 70’lerde
öğrenciler tünelden Albert Long Hall Binası’na
girerek ofisimdeki soruları çalmaya çalıştılar”
dedi.
‘Heyecanlı bir deneyimdi'
Milliyet’e konuşan Dinamik Gazete
Genel Yayın Yönetmeni Kıvılcım Değirmencioğlu
“Okulun köklü tarihiyle ilgili bir çalışma yapma
fikri geçtiğimiz yaz ortaya çıkmıştı. Gerekli
izinler alındıktan sonra
okulda ilk defa öğrencilerden bir
ekip tünellere girmişti.
Heyecan verici bir deneyimdi” dedi.
Milliyet, Haber: Görkem Evci, 07.01.2014
|
NİKSAR KALESİ'NDE KRAL KIZLARININ GİZLİ HAMAM TÜNELİ
BULUNDU

Türkiye'nin 2'inci
büyük kalesi olan
Tokat'ın Niksar
İlçesi'ndeki kalede,
Roma dönemine ait
iki ayrı
gizli
tünel bulundu. Bunlardan birinin,
kral kızlarının Çanakçı deresi bölgesinde
bulunan hamama
geçiş yapmakta kullandıkları türnel olduğu
ileri sürüldü.
6.2 kilometre uzunluğundaki surlarıyla
Diyarbakır'dan sonra Türkiye'nin
ikinci büyük kalesi olan Niksar kalesinde,
Belediye tarafından yapılan çalışmalar sonrası
iki ayrı gizli tünel bulundu. Kalenin
güney ve
kuzey cephesinde bulunan ve yaklaşık 100
metre uzunluğundaki gizli tünellerde çalışma
başlatıldı. Yapılan çalışmalar kapsamında
tünellerin içerisinde bulunan
toprak yığınları dışarıya çıkarıldı. Ancak
daha sonra
kazı izninin sonlanması ve elaman
eksikliğinden dolayı çalışmalar
sona erdi. Kuzey cephesine
bakan 100 metre uzunluğundaki tünelin, kral
kızlarının kaleden aşağıda bulunan Roma hamamına
inmek
için kullandıkları tünel olduğu ileri
sürüldü.
"İKİ AYRI GİZLİ TÜNEL BULUNDU"
Her iki
tünelde incelemelerde bulunan Niksar
Belediye Başkanı Duran Yadigar, kalede
yapılan çalışmalar sonrası güney ve kuzey
yamaçlarında yer altı geçitlerinin
giriş kısmının yer aldığını söyledi.
Başkan Yadigar, "Bu geçit aşağı yukarı 100
metre kot
farkı ile aşağıda bulunan dereye inmekte. Bu
yer altı geçidinin hemen simetriğinde ise kral
kızlarının Roma hamamına inmek için
kullandıkları belirlenen yer altı geçidinde de
şu anda kısmen kazı çalışmalarını yaptık. Bu
kazı çalışmalarının tamamlanması halinde Niksar
kalesinin güney ve kuzey istikametindeki her iki
yer altı geçitleri ortaya çıkacak. Kalenin
sanatsal
özellikleri ortaya çıkacak." dedi.
İLGİLİ MAKAMLARDAN
YARDIM İSTEDİ
Bu yapıtların ortaya çıkması ile birlikte
Niksar kalesinin bölgede
kültür turizmini önemli
derece etkileyeceğini belirteren Başkan
Yadigar, "Kültür ve
Turizm Bakanlığımızın Niksar kalesine
ilgisini beklemekteyiz. Batı yakasındaki dörtte
birlik bölümü restore edilen Niksar kalesinin
tamamlanması halinde burası
UNESCO
koruma listesine girebilir. Dolayısıyla
Karadeniz Bölgesi, Tokat, Niksar ve ülkemiz
büyük bir kıymeti dünyanın turizm gezginlerine
sunma imkanına kavuşabiliriz. Niksar halkı
olarak bu yer altı geçitlerinin ilgili
makamlarının dikkatini çekmesini
istiyorum" diye
konuştu.
ÇALIŞMA YAPILACAK
Kazı çalışmaları ile ilgili
ilgi veren Tokat
Müze Müdürü
Halis
Şahin ise, ortaya çıkan tünellerin Roma
dönemine ait olduğunu belirterek, tünellerin
tamamen gün yüzüne çıkarılması için
yıl içerisinde çalışmaların devam edeceğini
dile getirdi.
Milliyet, Haber: Murat Turapoğlu - Fatih Yılmaz,
07.01.2014
|
İLK ŞEHİTLİĞİN TESCİLİ İÇİN BAKANLIK HAREKETE GEÇTİ

Rumeli Hisarı'nın yapımı sırasında öldürülen
askerlerin yattığı Nafi Baba Şehitliği'nin Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından tescillenmesi için tüm
envanteri tamamlandı. Şehitliğin, İstanbul'un ilk
şehitliği olarak kayıtlara geçmesi bekleniyor.
Boğaziçi Üniversitesi Güney Yerleşkesinin üstünde
bulunan şehitliğin korunması için uzun yıllardır
çalıştıklarını belirten Nafi Baba'nın torunlarından
Yard. Doç. Mehmet Nafi Artemel, "Şehitliğin bakanlık
tarafından korunması gerekiyor. Bürokratik engelleri
aşmak için uzun uğraşlar verdik. Tarihi mekanın
tespiti için üç ay önce Arkeoloji Müzesi'nden bir
uzmanın gelmesi için müracaatımız oldu. Ocak ayı
içerisinde tespitlerin yapılmasını bekliyoruz" dedi.
1451'de Sultan II. Mehmed'in emri ile Osmanlı
ordusunun öncü kuvvetleri, akıncıları ve
serdengeçtilerinden bir grup askerin hisar'ın
inşaası sırasında şehit düştükleri yer olarak
bilinen Şuheda Kuyusu, Türk sinemasının duayen
isimlerinden Metin Erksan'ın buraya defnedilmesiyle
bir kez daha gündeme gelmişti. Bakanlık yetkilileri
ise, "Şehitliğin tescili için tüm çalışmalar
tamamlandı. Müze görevlilerinin tespitlerinden sonra
harekete geçilecek" diye konuştu. Boğaziçi
Üniversitesi Yayınevi'nden çıkan Rumelihisarı
Şehitlik Dergahı ve Mezar Taşları adlı kitapta da
belgeleriyle birlikte yer alan mezarlık, İstanbul'un
fethi sırasında Rumeli Hisarı'nda ölen şehitlerin
toplu olarak gömüldükleri ve Osmanlı'nın ilk
şehitlik mezarlığı olarak biliniyor.
'DEDESİ BEKTAŞİLİĞİ BENİMSEMİŞTİ'
Sarıyer Belediyesi'nin bu şehitlik ve çevresinde bir
'Sosyete mezarlığı' kurma projesine ilişkin bir
soruya da yanıt veren Doç. Artemel, "Metin Erksan
buraya defnedildi. Tarih boyunca kendilerini
Bektaşiliğe ait hisseden aileler buradan yer alıp
vefatlarından sonra buraya gömülmüşler. Erksan'ın
dedesi, dedesinin dedesi de kendisini Bektaşiliğe
ait hisseden kişilerden birisiydi. Erksan'ın
vasiyeti ve bizim bilgimiz dahilinde buraya
defnedildi. Kamuoyunda sosyete mezarlığı oluşturulma
söylentisi var. Ancak Erksan'ı bunlara örnek
sayamayız. Büyük babaları dergaha sürekli gelip
gittiği için bu gönül bağı nedeniyle burada
dinlenmektedirler" dedi.
Sabah, Haber: Erhan
Öztürk, 07.01.2014
|
SELÇUKLU MÜZESİ'NDE SONA GELİNDİ

Şubat ayında hizmete girmesi planlanan müzede su
üzerinde yürüme hissi uyandıracak bir teknoloji de
ziyaretçilere farklı duygular yaşatacak.
Anadolu Selçuklu hükümdarlarından Gıyaseddin
Keyhüsrev tarafından kardeşi Gevher Nesibe Sultan'ın
vasiyeti üzerine 1206 yılında yapımına başlanan
Gevher Nesibe Medresesi, Kayseri Büyükşehir
Belediyesi tarafından Türkiye'nin ilk Selçuklu
Müzesi olarak açılacak. Gevher Nesibe Medresesi'nin
bir kısmı Selçuklu Medeniyeti ile ilgili uygarlığı
ön plana çıkaran bir müze, diğer kısmı ise şifahiye
özelliğini taşıyan tıp müzesi olarak düzenleniyor.
Selçuklu Uygarlığı ile ilgili olan kısımda;
'Selçuklu Kenti', 'mimarisi', 'sanatı', 'bilimi',
'giysisi' gibi unsurlar ile 'Kayseri'de
Selçuklular', 'Anadolu'da Selçuklular' gibi bölümler
yer alacak.
Şifahiye ile ilgili kısımda ise; 'hastalıklar',
'tedavi yöntemleri ve aletleri', 'bilginler',
'ecza', 'su ve sağlık', 'müzik ile tedavi', 'renk
ile tedavi' gibi bölümler bulunacak. Müze içerisinde
sergilenecek Selçuklu etnografik eserlerinin yanı
sıra, etkileşimli ve teknolojik görsellik içeren
alanlar yer alacak. Böylece ziyaretçilerin;
dinleyerek, deneyerek, uygulayarak ve teknolojik
aletleri kullanarak bilgilenmeleri sağlanacak.
Müzede, dünyadaki ender müzelerde yer alan
holografik üç boyutlu görüntüler, arttırılmış
gerçeklik için bilgisayar donanımları yer alacak. Bu
donanımlar sayesinde müzedeki ziyaretçiler suyun
üzerinde yürüyebilecek ya da Selçuklu sultanları
gibi giyinebilecek.
Gevher Nesibe Medresesi'nin anıt yapı özelliği
dikkate alınarak yapılan ve Şubat ayında hizmete
açılması planlanan müze, dijital müzeciliğin geldiği
son nokta olarak kabul ediliyor.
Yeni Şafak, 06.01.2014
|
2 BİN YILLIK ALTYAPI HALA AYAKTA!

Ezine İlçesi'ne bağlı Dalyan
Köyü yakınındaki
Alexandria Troas antik kentinde yaşayanların 2 bin
yıl önce inşa ettiği kanal sistemlerinin hala
fonksiyonelliğini koruduğu bildirildi.
Kazı Heyeti Başkanı ve Ankara Üniversitesi (AÜ) Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Doç.Dr. Erhan Öztepe, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, kentin, Hellenistik dönemden itibaren
teraslar üzerine kurulmuş bir yerleşim planına sahip
olduğunu söyledi.
Roma döneminde de bu yerleşim sisteminin aynen
korunduğunu, Hellenistik dönemden itibaren ise en
yukarıdaki tiyatro terasından başlayıp, denize doğru
devam eden temiz su iletim hatları ile atık su
kanallarının kentte mevcut olduğunu dile getiren
Öztepe, "Koruma alanındaki bu kanal sistemlerini
tanıyabiliyoruz. Bunlar son iki yıldır kazdığımız
sondajın içerisinde, kentteki caddenin hemen güney
kanadındaki bir dükkanın yakınında ortaya çıkan
büyük, taştan atık su kanalı olduğu gibi daha küçük
ölçekte yine taşla örülmüş atık su kanalları
şeklinde olabiliyor" diye konuştu.
Öztepe, kentteki yapılara su taşıyan pişmiş
topraktan künklerle oluşturulmuş su iletim
hatlarının da varlığını tespit ettiklerini
belirterek, şu bilgileri verdi:
"Bunların yönleri çok farklı olabiliyor. Yapılardan
ana kanala bağlantı sağlayan küçük su kanalları var,
bir de mesela cadde boyunca tespit ettiğimiz hala
yağmur sularının toplandığı kanallar bulunuyor. Bu
da bize gösteriyor ki günümüzden yaklaşık 2 bin yıl
önce inşa edilmiş kanal sistemleri hala fonksiyonel.
Yer altı sularının buradaki kanallarda toplanıp
denize kadar ulaştırıldığını söyleyebiliriz."
Timeturk, 06.01.2014
|
2 BİN 500 YIL SONRA 'ANABASİS' ÇIĞLIĞI

Anabasis adıyla MÖ 400 civarlarında yazılan
anlatıda sözü edilen tarihi yol, doğa turizmi
çerçevesinde gün yüzüne çıkarıldı. Doğaseverler,
Sesli Kaya'da özgürce çığlık atarken, güzergah
üzerindeki hanlar ve hamamlar restore edildi. Kültür
ve Turizm Bakanlığı'nın desteğiyle Trabzon'un Maçka
Kaymakamlığı tarafından projelendirilen çalışmalarda
sona gelindi. Kaymakam Alper Balcı, öz kaynaklarıyla
finanse ettikleri Anabasis Yolu Projesi'nin kısa
sürede doğaseverlerin büyük ilgisini çektiğini
söyledi. MÖ 401'de Pers kralı Artakserkses'e karşı
başlatılan savaşta denize ulaşmaya çalışan
askerlerin kullandığı yol olarak tasvir edilen
güzergahın, İpek Yolu olarak da kullanıldığını ancak
daha sonra unutulduğunu anlatan Balcı, "Yol tam bir
tarih ve doğa şöleni sunuyor. Güzergahta yol alan
insanlar hem müthiş ve macera yaşıyor hem de tarih
ve doğayı adeta yaşıyor. Bu kapsamda güzergahı
yeniden yapılandırdık. Ortaya müthiş bir rota çıktı"
dedi.
BİR AYDA 3 BİN TURİST YÜRÜDÜ
Yaklaşık 33 km'lik yol boyunca insanların Kusal
Yaylasında kahvaltı yaptığını, İskobel Yaylası'ndaki
Sesli Kaya'ya çıkıp çığlık attıklarını, Kofrakol
Yaylası'ndan karşıdaki Sümela Manastırı'nın doyumsuz
manzarasını izleyebildiğini anlatan Balcı,
"Turistler çok özel dağ ve orman çiçeklerinin kokusu
altında yürüyor. Mide rahatsızlığına iyi gelen çam
sakızı çiğneyip, Pilav Dağı'nda teknolojinin ve
yapaylığın giremediği yaylaları geziyor,
fotoğraflıyor. Biz gerekli alt yapıyı hazırlayıp
tanıtımını da iyi yaptıktan sonra bu yol yakın
gelecekte doğaseverlerin akınına uğrayacak" diye
konuştu. Son bir ayda yaklaşık 3 bin yerli ve
yabancı turistin Anabasis Yolu'nda yolculuk yaptığı
belirtildi.
PARALI ASKERLERİN ZORLU GÜZERGaHI
MÖ 430'da doğan ve MÖ
355'de öldüğü kabul edilen, Yunanlı tarihçi
Ksenophon'un, Türkiye'de "Onbinlerin Dönüşü" adıyla
yayımlanan eserinin orijinal adı Anabasis. Kitapta,
Pers tahtını kardeşi Artakserkses'ten almak isteyen
Kyros'un, paralı Yunan askerlerinden oluşan orduyla
yaptığı yolculuk anlatılıyor. "Onbinler" diye ifade
edilen ordu, Karadeniz'e ulaşmak için yola çıkıyor.
Açlık ve yorgunluktan yaşamdan ümitlerini kesmişken
İskobel Yaylası'na ulaşan ordu burada denizi görünce
zafer çığlıkları atıyor.
Sabah, Haber: Özgür
Özdemir, 06.01.2014
|
KYME ANTİK KENTİ YENİDEN DÜZENLENİYOR

Aliağa Belediyesi antik kent uygarlığının
izlerini modern kent yaşamı içine taşıyacak.
Aliağa'da bulunan Kyme Antik Kenti kazılarını uzun
yıllar kazı başkanı olarak sürdüren İtalyan
Sebastiana Lagona'nın adını taşıyan cadde, Aliağa
Belediyesi tarafından adına uygun tarihi motiflerle
yeniden düzenlenecek. Kyme'de çıkarılan 42 farklı
sikkenin önlü arkalı 84 kopyası 600 metrelik
caddenin kaldırımlarına işlenecek. Aliağa
Merkezinde, vatandaşları deniz ve parklarla
buluşturan Sebastiana Lagona Caddesi'nin antik kent
uygarlığına ilişkin motifleri ve taşlarıyla büyük
ilgi görmesi bekleniyor.
ALİAĞA'YA YAKIŞAN BİR CADDE OLACAK
Türkiye'nin en hızlı büyüyen kentlerinden
Aliağa'da, Belediye tarafından yapılan çalışmalarla
kentin çehresi değişiyor. Aliağa Belediyesi,
Sebastiana Lagona Caddesi düzenleme projesi
kapsamında geçtiğimiz ay ihaleye çıktı. Zemin
hazırlık çalışmalarına start veren Aliağa belediyesi
Fen işleri ekipleri, İZSU'nun altyapı çalışmasını
bitirmesinin ardından projeyi hızla tamamlayacak.
Proje ile Balıkçı Barınağı İskele Meydanından
Hükümet Caddesine kadar olan bölgenin çehresi
değişecek.
Proje kapsamındaki 600 metrelik yolda, İZSU
işbirliği ile sürdürülen yağmur suyu drenaj hattı
çalışmaları devam ediyor. Su ve kanalizasyon alt
yapı hazırlıkları kısa sürede tamamlandıktan sonra
caddede doğal taş döşeme işlemi yapılacak
TARİHİ MİRAS VE MODERN HAYAT BULUŞACAK
Proje ile Caddeye aşınmaya, dona ve yağmura
dayanıklı 8 bin 500 m2 doğal taş, 2 bin metre doğal
kırım granit bordür döşenecek. Projenin yapım
aşamasında traverten taşı, andezit taşı, sikke
rölyefleri kullanılacak. Aliağa Kyme Antik Kenti
kazılarında çıkarılan 42 farklı sikkenin ön ve arka
yüzlerinden oluşan 84 kopyası kaldırım üzerine
işlenerek bölgenin tarihi ve kültürel mirası, Aliağa
halkı ile buluşturulacak. Sikke kopyalarının yanında
zeminde bilgi plakaları yerleştirilecek. Cadde
aydınlatması da projenin görselliğini öne çıkaracak
şekilde yeniden yapılacak.
CADDEDE ENGEL YOK
Aliağa Belediyesi, kentteki diğer altyapı
projelerinde olduğu gibi Sebastiana Lagona Caddesi
projesinde de engellilerin ihtiyaçlarını dikkate
aldı. Caddede engelli vatandaşların kullanımını
kolaylaştırmak amacıyla kaldırım veya taşıt yolunun
engellilerce fark edebileceği yapıda döşeme
yapılacak. Kaldırımlarda engelli vatandaşların
kullanımı için engelli rampası yapılacak.
BAŞKAN OĞUZ: YATIRIM VE PROJELERİMİZ
SÜRECEK
Aliağa Belediye başkanı Ömer Turgut Oğuz, 5
yıldan bu yana süren çalışmalarla hızla büyüyen
Aliağa'nın altyapı ve sosyal yaşam ihtiyaçlarına
kalıcı çözümler üretildiğini söyledi. Başkan Oğuz,
altyapıda Aliağa'nın uzun yıllar ihtiyacı
karşılayacak çalışmalara imza attıklarını ifade
ederek, "Türkiye'ye örnek olacak, tarih ile modern
yaşamı buluşturan bir projeye başlıyoruz. Uzun
yıllar Aliağa Kyme Antik Kenti Kazı Başkanlığı yapan
Arkeolog Ord. Prof.Dr. Sebastiana Lagona'nın adını
taşıyan bu Caddemizde, anlamına uygun şekilde tarihi
dokuyu modern yaşamla birleştireceğiz" dedi.
Lagona'nın Aliağa'ya uzun yıllar hizmet verdiğini
anımsatan Başkan Oğuz, "Sayın Lagona'ya uzun
sağlıklı bir yaşam diliyor, Aliağa halkı adına
teşekkür ediyorum. Adını taşıyan bu Caddemizi, onun
Kyme'de kazılarında bulduğu sikkelerin kopyalarını
gösteren motiflerle donatacağız. İZSU'nun
çalışmaları kısa sürede bitecek ve hemen projemizi
hayata geçireceğiz. Aliağamıza hayırlı olmasını
diliyorum" dedi.
Gerçek Gündem, 07.01.2014
|

|
SANAT GALERİSİ GİBİ METRO
İsveç’in başkent Stockholm’un metrosu, istasyonlarındaki sanat galerisine benzeyen sergileri ile dikkat çekiyor.
110 kilometre uzunluğundaki metronun 100 durağı bulunuyor ve bu durakların her birinde ya bir heykel, ya bir resim ya da mozaiklerle süslenmiş duvarlar ve tavanlar bulunuyor. Metronun bir diğer özelliği de birçok durağının eski mağaraların içinde bulunuyor olması.
1950 yılında açılan metronun duvarlarını 150’den fazla sanatçı eserleriyle süslemiş. Metroyla yolculuk yapanlar da böylelikle bir sanat yolculuğuna çıkmış oluyor. Sanat eserleri o kadar ilgi çekiyor ki, 1997 yılından beri metro içinde, sanat eserlerinin tanıtımının yapıldığı rehberli tur düzenleniyor. Tura katılmak için ekstra ücret ödemeye gerek yok, sadece tren biletini almanız yeterli.
Star,05.01.2014
|
KEMERALTI'NIN TARİHİ KEMERLERİ BULUNDU

Dünyanın en büyük açık hava çarşısı konumunda
olan Tarihi Kemeraltı Çarşı'na ismini verdiği
belirtilen kemerler bilimadamları tarafından gün
yüzüne çıkarıldı. 2010 yılında bölgede bulunan
yapıların yıkılmasıyla tespit edilen kemerlerin, 15.
yüzyılın en cazibeli buluşma noktası olduğu
belirtiliyor. Yapılan son kazı çalışmalarının
ardından gün yüzüne çıkarılan kemerlerin koruma
altına alındığı ve onarıma başlandığı kaydedildi.
Başka bir ipucu yok
Bölgedeki kazı çalışmalarını yöneten Agora Ören Yeri
Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç. Akın Ersoy, "Bölgeyle
ilgili sözlü kültürde yer alan Kemeraltı isminin,
Agora antik kentinde bulunan Roma Hamamı
içerisindeki kemerlerden geldiğini düşünüyoruz.
Aksini ifade eden herhangi bir belge veya kanıt
bulunmuyor" dedi.
Ersoy, kemerlerin 2010 yılında İzmir Büyükşehir
Belediyesi'nin Agora ve çevresinde yaptığı
yıkımların ardından ortaya çıktığını söyledi. Ersoy,
"Bu kemerler İzmir'in iki önemli sokağı olan Havra
ve Dikilitaş sokaklarının kesiştiği noktada yer
alıyor. Dikilitaş sokağı, İzmir'in Türk mahallesini,
liman mahallesine bağlayan en önemli sokak
akslarından bir tanesi. Roma Hamamı da bu iki
sokağın bitiştiği noktada bulunuyor. Muhtemelen
insanlar Osmanlı döneminde, buradaki yıkılmış olan
ama iki büyük Emir'i hala ayakta olan hamam
yapısından yola çıkarak bölgeyi Kemeraltı olarak
anıyorlardı. Bölgedeki buluşmalar, Kemeraltı'nda
mevki belirterek söyleniyordu belkide. Kemeraltı
ismi, 16. yüzyıldan itibaren anılıyor. İnsanlar bu
kemerleri randevu noktası ve kent içi işaret olarak
sözlü kültürlerinde hep ifade etti. Biz bu
kemerlerin kemeraltına ismini verdiğini düşünüyoruz.
Çünkü başka hiçbir ipucu, Kemeraltı isminin nerden
geldiğine açıklık getirmiyor" dedi.
16. yüzyıldan itibaren
Ersoy, "Bölgede çok büyük bir hamam yapısı
bulunuyor. Sözlü kültüre göre bu yapı 2'nci yüzyıla
kadar uzanıyor. Ancak daha sonra alan terk ediliyor
ve ardından mezarlığa dönüşüyor. Arapların ve
İranlıların gelerek kenti yağmaladığını biliyoruz.
14'üncü yüzyılda ise bölge tamamen terk ediliyor.
Kemerlerin bulunduğu bölgeden limana ulaşılıyordu.
Yapılan incelemelerde Kemeraltı'nın önceleri sadece
iki sokaktan oluştuğu ortaya çıktı. Şimdiki gibi
değildi. Ancak 1850 yılından sonra tamamen liman
özelliğini kaybetmiştir ve günümüzdeki haline
gelmiştir. Sözlü kültürde 16'ncı yüzyıldan itibaren
bölge Kemeraltı olarak adlandırıldı. Aksini söyleyen
hiçbir belge bulunmuyor. O belgeler ortaya çıkana
kadar bu öngörüyü kabul ediyoruz" dedi.
Yeni Asır, Haber: Fatih Abacıoğlu, 05.01.2014
|
HÜRREM'İN HAREMİNİ 1 MİLYON KİŞİ GEZDİ
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in göreve
gelmesinin ardından özellikle üzerinde durduğu
mekanlardan biri olan Topkapı Sarayı Müzesi’nde
yapılan çalışmalar meyvesini verdi. Müze, 2013
yılında 3 milyon 400 bin kişi tarafından ziyaret
edildi. Müze içinde bulunan ama ayrı bilet alınarak
gezilen Harem bölümünü ise 1 milyon 30 bin 491 kişi
gezdi. 2012 yılında Müze’nin genel ziyaretçi sayısı
3 milyon 335 bin, Harem bölümü ziyaretçileri ise 800
bin kişi olarak gerçekleşmişti.
Çalışmalar kapsamında; Topkapı Sarayı Müzesi
içindeki Harem ve bahçede yer alan 10 havuz
kullanılır hale getirilmiş, depo olarak kullanılan
Karaağalar ve Kadınlar mescitleri aslına
dönüştürülmüştü.
Ayrıca Müze’de yer alan kutsal emanetlerin tamamı
Sultan Reşat döneminden 100 yıl sonra yeniden
temizlenerek restore edilmiş, Osmanlı geleneğinde
yer alan Ramazan ayının 15. günlerindeki Hırka-i
Şerif ziyaretleri 2012
Eylül ayı itibariyle Saray’da yeniden
uygulanmaya başlanmıştı. Ayrıca Topkapı Müzesi’nde
yer alan tarihi Gülhane yeniden kurularak 40 bin gül
dikilmiş, yarım milyon sümbül ve lalelerin salındığı
özel sümbül ve lale bahçeleri açılmıştı. Topkapı
Sarayı Müzesi’nde hayata geçirilen bir diğer yenilik
ise yedi yıl aradan sonra Merkez Yazma Eserler
Kütüphanesinin yeniden hizmet vermeye başlaması ve
Saray Arşivi’nin ilk kez online hizmet vermesi
olmuştu.
DİZİLER ETKİLEDİ
Sarayın ziyaretçi sayısının artışında
araştırmacılar için vazgeçilmez kaynak olan El Yazma
Kütüphanesi ile Müze arşivindeki bu yenilikler ve
Saray’da gerçekleştirilen programların etkisi de
ziyaretçi rakamlarına büyük katkı sağladı. Bu
programların önemli bir bölümünü şenlikler,
konferanslar, konserler ve sergiler oluşturdu.
2013’te Topkapı Sarayı’nda “Sultan II. Bayezid ve
Sultan III. Selim’i anma konserleri, Atlı Okçuluk ve
Mehteran gösterileri gibi sıra dışı etkinliklerin
yanı sıra Piri Reis’ten Önce ve Sonra Topkapı
Sarayı’nda Haritalar ve Piri Reis sergileri,
İstanbul ’un Fethinin 560. yıl dönümü
dolayısıyla İstanbul’un Fatihi: Sultan II. Mehmet
Han Sergisi, Çin Kültür Yılı olması nedeniyle Çin
Hazineleri, Kore Cumhuriyeti ve Türk Cumhuriyeti
arasındaki münasebetlerin 55. yıl dönümü nedeniyle
de İhtişam ve Zarafet: Kore Sanatı sergileri” yerli
ve yabancı ziyaretçilerle buluştu.
Saray geleneklerinin yaşatılması için Baklava Alayı,
Mersiye ve Aşure, Miraciye ve Muharremiye
gelenekleri de çeşitli etkinliklerle ziyaretçilerin
beğenisine sunuldu.
Bu kültürel etkinlikler, Topkapı’nın, müze
kimliğinin yanında saray özelliğini de anımsatırken,
tarihi mekana karşı ilgiyi de arttırdı. Harem
bölümünün ziyaretçi sayısının artışında ise tarihi
dizilerin ve filmlerin de etkisi oldu. Topkapı
Sarayı’nı, Müzekart uygulaması ile gezenlerin sayısı
da bu yıl 500 binden fazla oldu. Genel toplamda 635
bin kişi Müzekart kullanarak ziyaret yaptı.
Radikal, 05.01.2014
|
TARİHİ KÜTÜPHANE KUNDAKLANDI
Lübnan'ın Suriye sınırında bulunan Trablusşam kentinde tarihi bir kütüphane kimliği belirsiz kişilerce ateşe verildi. Çıkan yangında, kütüphanede bulunan 80 bin kitabın üçte ikisinin yandığı ifade edildi.
Yangına müdahale eden itfaiye ekiplerinin ellerinden gelen her şeyi yaptıkları ancak yangın söndürüldüğünde kitapların çoğunluğunun yanmış olduğu belirtildi. Yangının kim ya da kimler tarafından çıkarıldığı henüz bilinmezken Lübnan polisi konuyla ilgili detaylı bir soruşturma başlattı.
Kütüphanede çıkan yangınla ilgil birtakım spekülasyonlar yer alıyor. Konuyla ilgili ajanslara konuşan bazı kişiler, kütüphane kundaklamasını mezhep çatışmasına bağlarken bazı kişiler de bu eylemin Hıristiyanlara karşı yapılmış bir eylem olduğunu iddia ediyor.
Habertürk, 05.01.2014
|
 |
BEYOĞLU NEDEN BİR ÖRNEK OLMASIN
İstanbul
Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan “Beyoğlu
Koruma Amaçlı İmar Planı”, semt derneklerinin
açtığı dava sonucu iptal edildi. Kararın gerekçeleri
arasında Beyoğlu’ndaki gelişmeleri etkileyecek
projeleri kapsamına almadığı, bütünlüğünün olmadığı,
master plan hüviyetindeki Çevre Planı ile uyumsuz
olduğu, halkın katılımını dikkate almadığı gibi
temel sorunlar sıralanıyor.
Yönetimin yeni planı bu iptal gerekçelerini
dikkate alarak altı ay içinde hazırlaması gerekiyor.
Biraz geriye gidelim: Beyoğlu 1993 yılında Koruma
Kurulu kararıyla “SİT Alanı” (bütünlüklü
olarak korunması gereken bölge) ilan edildi.
Bu karar ile mevcut imar planı yürürlükten
kalktı. (Yasaya göre “Koruma Amaçlı İmar Planı”nın
hazırlanması gerekiyor.) Bu kararın
alınmasından sonra neredeyse 20 yıl geçti, plan bir
türlü hazırlanamadı. Bu uzun süre içinde Beyoğlu
plansız yönetildi. (Koruma Planı’nın hazırlık
sürecinde “Geçiş Dönemi Yapılaşma Koşulları”nı
koruma kurulları belirliyor, ipler yerel yönetimin
elinde oluyor. Kararlar proje bazında veriliyor.) Bu
dönemde eski (yani koruma amaçlı olmayan) planda
tescilli yapı, manzara terası, yeşil alan olarak
gözüken yerler imara açıldı. Binlerce tarihi yapının
yanında Narmanlı Hanı, Emek Sineması,
Kamondo Hanı... gibi önemli anıt yapıların
yerlerine pasajlar, rezidanslar, iş merkezleri,
oteller inşa edilmeye çalışıldı. Bu arada kimi zaman
yalnızca bir imar izninin yarattığı rantın
belediyenin bütçesini aştığı görüldü. Bölge informel
bir işleyişe sahne oldu.
2000’li yılların ortasında merkezi yönetim
şehirdeki informel işleyişi kamu sistemi içine alan
düzenlemeler yaptı. “Sit Alanı”nın neredeyse
bütün kıyıları Özelleştirme İdaresi’nin
yetkisindeydi. Park Oteli, Galata Kulesi
çevresi, Perşembe Pazarı, Tarlabaşı
ya “Yenileme Alanı”, ya da “Turizm Alanı”
oldukları için plan dışında kaldı. Bu nedenle 2011
yılında hazırlanan planda Beyoğlu’nun kamu alanları
boşluk olarak yer aldı. “İhya” projeleri ile
kalan son yeşil alanlara, boşluklara yeni yapılar
sıkıştırıldı. Bu arada da yapı adalarının
ortasındaki bahçeler “park” ilan edilip, güya
yeşil alan miktarları artırılmak istendi. Bunlar
planın fiziki sorunlarıydı. Temel sorun geçen yirmi
yıl içinde küresel sermaye Beyoğlu’nda cirit
atarken, muazzam bir değişim yaşanırken, endüstri
desantralize edilirken, dönüşümün piyasa aktörlerine
bırakılmış olmasıydı. Şişhane, Galata,
Tarlabaşı, Perşembe Pazarı, Hasköy,
Kasımpaşa çevresindeki küçük üretim yapısının
dönüşümü, kültür mirasının yönetimi, kamusal
alanların işlevlendirilmesi, risklerin azaltılması,
istihdam yapısının, sosyal programların, kültür,
sanat, eğitim, spor ve rekreasyon alanlarının
geliştirilmesi konusunda Beyoğlu stratejik
hedeflerini belirleyemedi, katılıma açamadı. Bu
yüzden sivil girişimler, bağımsız kuruluşlar
yalnızca ayrıcalıklı imar izinlerine itiraz etmekten
başka çare bulamadı. Yönetimler imardan elde
ettikleri informel gelirleri keyfi bir biçimde
kullandılar. Piyasanın mantığına teslim oldular,
elde edilen kayıtdışı kaynakları kullanarak sivil
toplumla patronaj ilişkilerini güçlendirdiler.
Sonuçta planın iptali bu süreçte bir deneyim
üretilemediğini belgelemiş oldu. Tekrar başa
dönüldü. 20 yıl boşa geçti. Çünkü merkeziyetçi
siyasal rejimin imar şubesi gibi algılanan şehir
yönetimlerinin başka bir planlama deneyimi yok.
Muhtemelen aynı mantık çerçevesinde (çekmecelerden
çıkarılmış basmakalıp bilgilerle) yeni bir plan
hazırlatılacak, yönetim bunu yeniden karşımıza
koyacak. Biz de itiraz edeceğiz.
Bu katılım yöntemi yeterli mi? Şehirsel
gelişmeyi, hareketliliği, ilişkileri, farklı kamu
yararı kavramlarını temsil etmeyen bu belgelere “plan”
adı verebilir miyiz? İlçe belediyesi “yeterli
kadrolarının olmadığı için” karar alıyor, plan
Büyükşehir Belediyesi’ndeki bürokratlar tarafından
hazırlanıyor. Bu yöntemle birtakım basmakalıp
bilgiler plan notlarına konuyor, sonra da yerel
belediyenin görüşleri alınarak bazı imar hakları,
fiziki alana ilişkin düzenlemeler getiriliyor. Bu
plandaki yamalı bohça gibi “boşluk” olarak
bırakılan yerler ise “yetkili” otoritelerin
kararları ve projeleri ile dolduruluyor. Kamusal
alanlara ilgili inisiyatif “yetkili” olan
merkezi otoriteye bırakılıyor. Merkezi yönetim yerel
kamu alanlarını özelleştirerek, oluşan imar rantına
el koyuyor. Merkezi yönetim, projeleri kendi yakın
çevresindeki sermaye grupları ile paylaşıyor.
Sorun yalnızca şehir yönetimlerinin kendi
normlarını oluşturamaması değil, bunu
gerçekleştirebilecek bir siyasal deneyimlerinin
olmaması. Dünyanın her yerinde, başka şehirlerde
işlevini yitiren- yitirmeyen kamu alanlarının,
ulaşımın, kültürel mirasın... yönetimi için yerel
örgütlenmeler oluşturulurken Türkiye’deki yerel
yönetimler endüstri sonrası toplumlarda yaşanan
değişimi yönetebilecek, sivil toplumun enerjisini
kamu alanına taşıyacak bir deneyime sahip değil.
Siyasetteki merkeziyetçilik imar yolsuzluklarına,
otoriter bir işleyişe neden oluyor. Neredeyse ilk
belediyelerin kurulduğu tarihten 19. yüzyılın
kalıntısı olan bu yönetim modeli, şehir halkını
merkeziyetçi siyasetin tahakkümü altına sokuyor.
Bugün yaşanan sorunları şehirsel dinamiklerle,
gelişmelerle, insanlarla, yaratıcılıkla ilişkisi
olmayan imar planları ile çözülmesi mümkün değil.
Şehir yönetimlerinin önümüzdeki dönemde artık
siyasal bir bilinç sahibi olması, sivil toplumun
kamusal faaliyetlere katılımını sağlaması, sosyal
sorunları, farklı öncelikleri, gelişmeleri dikkate
alan, birbiriyle ilişkilendiren, bunun için de açık
uçlu süreçleri teşvik etmesi, katılımcı
örgütlenmeler aracılığıyla şeffaf bir biçimde
uygulaması, merkezi yönetimleri “kapasite
geliştirici” aktörler olarak sürece dahil eden
çok katmanlı planlama deneyimlerini örgütlemesi
gerekiyor.
Neden ilk modern belediyenin kurulduğu Beyoğlu,
yerel yönetim anlayışının (halkın lehine olacak
şekilde) yenilendiği, güncellendiği bir örnek
olmasın?
Taraf, Haber: Korhan Gümüş, 05.01.2014
|
RESMİ AÇIKLAMA: MİRO SERGİSİ SAHTE

Kült Sergi Organizasyonu’ndan yapılan açıklama
şöyle: “20 Kasım 2013 tarihinde Tophane-i Amire
Kültür ve Sanat
Merkezi ’nde açılan Joan Miro Sergisi’ne dair
İspanya’da bulunan Miro Vakfı’ndan gönderilen ve
sergilenen eserlerin bazılarının üzerindeki
imzaların orjinalliğinden şüphe duyulduğunu belirten
elektronik posta üzerine, Joan Miro Sergisi’ne 20
Aralık 2013 tarihinden itibaren ziyaretçi girişi
durdurulmuştur. Koleksiyonun sahibi ARETE Sanat
Galerisi ile Miro Vakfı arasındaki bu anlaşmazlık
çerçevesinde 23 Aralık 2013’te Miro Vakfı’ndan konu
hakkında yetkili uzman
İstanbul ’a gelip sergide incelemelerde
bulunmuş; inceleme sonucunda 3 Ocak 2014 tarihinde
tarafımıza gönderilen
teknik raporda eser imzalarının orjinal olmadığı
öne sürülmüştür. Konuyu hukuki boyuta intikal
ettirdiğimizden, gerekli yasal başvurları
yaptığımızdan dolayı, Türk mahkemelerince atanacak
bilirkişi incelemesinin ardından detaylı bir
inceleme için Miro Vakfı’nın da talebi üzerine
eserler İspanya’ya gönderilecektir. Öncelikle
ziyaretçilerimize ve sergiye mekan sponsorluğu yapan
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne
üzüntülerimizi bildirir, söz konusu süreçle ilgili
oluşacak yeni gelişmelerden kamuoyunu
bilgilendireceğimizi belirtmek isteriz.”
Radikal, 04.01.2014
******
MİRO VAKFI: İMZALAR SAHTE

20 Kasım’da Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi Tophane-i Amire’de açılan ‘Miro
İstanbul ’da’ sergisinde yer alan bazı eserlerin
sahte imzalı olabileceği şüphesiyle sergide
incelemelerde bulunan Miro Vakfı yetkilileri,
yaptıkları ilk incelemelerin ardından imzaların
sahte olduğu sonucuna vardı.
Merkezi Barcelona’da bulunan Miro Vakfı’nın
direktörü Rosa Maria Malet, ‘Miro İstanbul ’da’
sergisindeki bazı eserlerin sahte imzalı olabileceği
şüphesi nedeniyle durumu bir mektupla MSGSÜ Rektörü
Prof. Yalçın Karayağız ve sergiyi düzenleyen Kült
Organizasyon’a iletmiş, eserler kendileri tarafından
kontrol edilene kadar serginin kapalı tutulması
gerektiğini vurgulamıştı. Bu gelişme üzerine Kült
Organizasyon, 20 Aralık itibariyle sergiyi
kapattıklarını duyurmuştu. Ardından Miro Vakfı’ndan
bir uzman, 23 Aralık’ta İstanbul’a gelerek sergide
incelemelerde bulunmuştu.
Kült Organizasyon, dün yazılı bir açıklama yaparak
Miro Vakfı’nın sahte imza konusunda vardığı sonucu
kamuoyuna duyurdu. Açıklamada, “İnceleme sonucunda 3
Ocak 2014 tarihinde (Miro Vakfı’ndan) tarafımıza
gönderilen teknik raporda eser imzalarının orijinal
olmadığı öne sürülmüştür. Konuyu hukuki boyuta
intikal ettirdiğimizden, gerekli yasal başvurları
yaptığımızdan dolayı, Türk mahkemelerince atanacak
bilirkişi incelemesinin ardından detaylı bir
inceleme için Miro Vakfı’nın da talebi üzerine
eserler İspanya’ya gönderilecektir” ifadelerine yer
verildi.
Peki sahte imzalı olduğu
iddia edilen Miro eserleri nereden ve nasıl
alındı? ‘Miro İstanbul’da’ sergisinde izleyiciyle
buluşan koleksiyonun sahibi Arete Sanat
Galerisi’nden Emre Sefer, eserleri Kanada ve
ABD ’den satın aldığını belirtiyor. Eserlerin
tamamının kendilerine ait olduğunu ve sergi için
Kült Organizasyon’a bir süreliğine kiraladıklarını
belirten Sefer’e ‘Yaklaşık 60 Miro eserinin yer
aldığı koleksiyona ne kadar ücret ödediğini’
sorduğumuzda, “Ücret söylemem doğru olmaz” yanıtını
alıyoruz.
Miro Vakfı’yla işbirliği içinde olduklarını söyleyen
Emre Sefer, “Miro Vakfı bizim iyi niyetimizi gördü.
Onlar ne istiyorsa yapıyoruz. İstanbul’da yaptıkları
inceleme sonucunda bazı imzaların sahte olduğu
şüphesinin devam ettiği sonucuna vardılar. Şimdi tam
tespit yapmak için eserleri görmek istiyorlar.
İrtibat halindeyiz, ne gerekiyorsa yapacağız.
Mourlot & Maeght,
dünya çapında büyük galeriler. Eserlerin her
birinin Kanada British Columbia’daki Art Brokers
West’ten sertifikası var. Miro Vakfı’na bunları da
ilettik. Araştırıyorlar. Bizi değil, onları
araştırıyorlar. Şu anda eserler sahtedir diyemeyiz.
Süreç devam ediyor” diye konuşuyor.
Konuyla ilgili Kült Organizasyon’a da sorular
yönelttik. İşte yanıtlar...
Miro sergisini açma süreci nasıl gelişti?
Koleksiyonerle iletişime geçildi. Koleksiyonun
sergilenebilirliği uygun görüldükten sonra kürasyonu
gerçekleşti. Buna göre sergi tasarımı tamamlandı.
Gerekli sigortalama, nakliye ve kiralamalar yapıldı
ve sergi kurulumu gerçekleştirildi.
Miro pahalı bir sanatçı. Eserlerin sahte
olabileceği şüphesi hiç olmadı mı? Olduysa nasıl
ikna oldunuz sahte olmadığına?
Arete Sanat Galerisi saygın bir galeri; daha önce de
önemli sanatçıların sergilerini yapmış bir galeri.
Ayrıca bu sergide sergilenen eserlerden bir kısmı
daha önce İzmir’de de sergilendi ve de Arete bize
orijinallik belgesi sundu.
Miro Vakfı yetkilileri İstanbul’a geldi,
olaya yaklaşımları nasıldı?
Gayet olumlulardı. Bizlerin mağdur durumda
olduğumuzun farkındalardı. Eserlerin tümünü detaylı
incelediler.
Miro Vakfı’ndan en son size gelen açıklamada
ne deniliyor?
Eserler üzerindeki imzaların orijinal olmadığını
belirttiler. Ayrıca olayın mağdur tarafları olarak
birlikte hareket edebilmek adına eserlerin kaynağını
soruyorlar. Başlangıçtan beri işbirliğinde
bulunduğumuz için teşekkür ettiler.
Bundan sonra olayı yargıya taşıdınız. Zarar
tazminat talebinde mi bulundunuz?
İstanbul’da bir sergi düzenlemenin maliyeti çok
yüksek. Koleksiyonun nakliyesi, sigortalanması ve
kiralanması, mekanın sergiye hazır hale getirilmesi,
reklam prodüksiyonu gibi maliyetler bulunmakta.
Bundan daha önemlisi ciddi bir itibar zedelenmesi
yaşadık. Bu nedenle tüm bu zararların tazmini için
hukuki yollara başvurduk.
En pahalı sanatçılardan
Canlı renklerin, kadınların, kuşların, güneşin ve
yıldızların göksel bir mekana serpiştirildiği
çocuksu ve nükteli resimleriyle izleyiciye fantastik
bir dünya sunan 20. yüzyıl sanatının en ilham verici
isimlerinden Joan Miró, günümüzün en pahalı
sanatçılarından biri. 1983’te hayata veda eden büyük
İspanyol ressamın 1927 tarihli ‘Peinture (Etoile
Bleue)’ - ‘Resim (Mavi Yıldız)’ adlı tablosu, iki
yıl önce Londra’da düzenlenen Sotheby’s
müzayedesinde 37 milyon dolara satılmıştı. Miro’nun
1925 tarihli ‘Painting-Poem’ adlı eseri de
Londra’daki Christie’s müzayedesinde 27 milyon
dolara alıcı bulmuştu.
1924 yılında Sürrealist Manifesto’yu yayımlayan
Andre Breton’un “İçimizdeki en sürrealist” diye
tanımladığı Joan Miró, özellikle kamusal alanlarında
bulunan eserleriyle tıpkı Gaudi gibi Barcelona’ya
mimari kimliğini kazandıran isimlerden biri. 1974
yılında Dünya Ticaret Merkezi için yaptığı duvar
çalışması 11 Eylül saldırılarında yok olan Miro,
Barcelona futbol takımının 75. yılı adına bir afişe
imza atmış, 1982’de İspanya’da düzenlenen Dünya
Kupası’nın afişini tasarlamıştı.
Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 05.01.2014
|
İNGİLTERE PARLAMENTO BİNASI DÜĞÜN MEKANI OLUYOR

Dünyanın en köklü
parlamentosu olan ve parlamentoların anası
olarak kabul edilen Londra'daki İngiltere
Parlamento binası (Westminster Sarayı) özel
organizasyonlara açılıyor. Avam Kamarası
yetkilileri parlamentonun tamir ve restorasyon
fonuna katkı için bazı odaları şirket ve
kişilerin özel organizasyonları için
kiralanacağını belirtti. Böylece kişiler
Parlamento Binası'nda düğün yapabilecek.
Dünyanın geçmişi en geriye giden parlamentosu
olan ve "Parlamentoların Anası" lakabıyla anılan
Londra'daki İngiliz Parlamento binası (Westminster
Sarayı) özel organizasyonlara açılıyor. Neo-Gotik
mimari yapısına sahip ve İngiltere'nin Thames
Nehri'nin kenarında bulunan binanın Pugin Odası ve
Churchill Yemek Odası gibi kısımları şirketlere ve
kişilere özel organizasyonları için kiralanacak.
BAKIM ONARIM
FONUNA KATKI İÇİN
Tartışma yaratan hamleyle birlikte çiftler de
düğünlerini meşhur Parlamento Binası'nda
yapabilecek. İngiliz Avam Kamarası yetkilileri
Parlamento binasının bakım ve onarım fonuna katkı
için böyle bir karar aldıklarını söyledi.
İngiliz milletvekillerinin çoğu bu hamleyi
desteklese de bazı milletvekili parlamentonun
ticarileşmesine karşı çıktı. Bir milletvekili
"Sıradaki ne? Westminster JP Morgan Sarayı'mı"
diyerek parlamento binasının ticarileştirilmesine
sert eleştiri getirdi.
DÜĞÜN
YAPILABİLECEK, YEMEKLER PARLAMENTODAN
Uygulamanın hayata geçmesiyle şirketler özel parti
ve etkinliklerini Parlamento binasının özel
odalarında gerçekleştirebilecek. Çiftler de
düğünlerini Thames Nehri'ni en güzel gören yerlerden
biri olan binada yapabilecek. Plana göre
etkinliklerde yemek servisini de Parlamento
binasının catering hizmetleri karşılayacak.
Londra'nın en ünlü yapılarından Parlamento Binası
1834'te yanmış, kalıntıları arasında yeniden inşa
edilmişti.
Hürriyet, 04.01.2014
|
DENİZ GÖRMEDEN AMERİKA'YI KEŞFETTİ
İngiltere'de yayınlanan tarih dergisi
History Today, Amerika'nın keşfi hakkında
detaylı bir makale yayınladı. Dergi, 15'inci
yüzyılda, Kristof Kolomb tarafından keşfedildiği
söylenen Amerika topraklarının daha önce İskandinav
denizciler ve İslam alimleri tarafından bilindiğini
yazdı.
KOLOMB'DAN 5 YÜZYIL ÖNCE
Makaleye göre, 10'uncu yüzyılda İskandinav
denizciler Kuzey Amerika topraklarına ayak basmış.
Fakat daha şaşırtıcı olanı, hayatında açık
denizlerin yakınına bile gitmemiş olan Fars asıllı
Müslüman bilim insanı Biruni'nin, sadece dünyayı
gözlemleyerek Amerika'nın varlığından bahsetmiş
olması. Aral Denizi yakınlarında, günümüzde
Özbekistan topraklarında kalan bölgede, 973 yılında
doğan Biruni, daha gençliğinde birçok dil konuşmayı
öğrendi. Eski Yunan'dan kalma bilim kaynaklarını
taradı ve dönemindeki Asyalı bilim insanlarının
keşiflerini inceledi. Maddelerin ölçülebilir
özellikleri konusunda araştırmalar yapan Biruni,
coğrafi ölçümlere, yaşadığı kasabanın yüzeyini
hesaplamakla başladı. Kendisinden önceki astronomi
kitaplarını da inceleyen Biruni, Güneş'in sabit,
Dünya'nın da Güneş'in etrafında dönüyor olabileceği
sonucuna vardı. Gelişmiş matematik ve astronomik
incelemelere dalan Biruni, henüz 30 yaşındayken
dünyanın çevresinin uzunluğunu ufak bir hata payıyla
hesaplamayı başardı. Genç bilim insanı, bu keşfi
sayesinde haritaların birçoğunda dünyanın sadece
5'te 2'lik bir kısmının resmedildiğini, dünyanın
geri kalan 5'te 3'lük kısmının hiçbir haritada
gösterilmediğini fark etti. Birçok mineralin öz
ağırlıklarını ve coğrafi hareketleri inceleyen
Biruni, dünyanın dengesini koruyabilmesi açısından,
bu bilinmeyen 5'te 3'lük kısımda da karalar olması
gerektiğini söyledi.

DÜNYANIN ÖBÜR UCUNDAN...
History Today'de yayınlanan makale Biruni'yi,
Kolomb'dan 5 yüzyıl önce Amerika kıtasını teorik
olarak keşfeden adam olarak anıyor. Biruni'nin,
Asya'nın içlerinden yaptığı gözlem ve ince
hesaplarla, dünyanın öbür ucundaki kıtalardan
bahsettiği kitabı, astronomi dünyası hala saygıyla
karşılıyor. Döneminin bu kadar ilerisinde bir eser
veren Biruni, batıda da Alberoni adıyla tanınıyor.
BİRUNİ KİMDİR?
AsIl adı Ebu Reyhan El Biruni olan bilim
insanı astronomi, matematik, doğa bilimleri,
coğrafya ve tarih konusunda dönemini aydınlatan
eserler ortaya koydu. Hinduizm ve İslam'ı
karşılaştıran kitabıyla dünyanın ilk dinler
karşılaştırması içerikli eserini verdi. Eserlerinin
büyük bir kısmını dönemin önemli hükümdarlarından
Gazneli Mahmut ve oğlu Sultan Mesud'un himayesi
altında veren Biruni'nin, 1048'de vefat ettiği
söyleniyor.
Sabah, 04.01.2014
|

|
AYASOFYA'DA SONA YAKLAŞILDI
Yüklenici firmanın çalışmalarını hızlı bir şekilde sürdürdüğü Ayasofya Kentsel Dönüşüm rekreasyon düzenlemesinin tamamlanması ile Ayasofya'nın çevresi güzel bir görünüme kavuşturulmuş olacak. Ayasofya'nın çevresini çarpık yapılaşmadan kurtarmak amacıyla 44 binanın kamulaştırılarak yıkıldığı ve hak sahiplerine yaklaşık 40 milyon TL'nin ödendiği kaydeden Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, "Kentin balkonu diye tabir edilen Ayasofya'da, Trabzon'un yöresel el sanatları ürünlerinin satışı ve tanıtımının yapılacağı alanların da oluşturacak. Tarihin, kültürün ve sanatın kenti olan Trabzon'un, Ayasofya bölgesindeki bu güzel birlikteliğin, şehrimizi ileriye taşıyacak, dünya kenti yapacak adımların en önemlilerinden biri olduğunu ve bunun gerçekleşmesi ile de mutlu olduğumuzu ifade etmek istiyorum" görüşlerine yer verdi.
Ayasofya Kentsel Dönüşüm Projesi'nde rekreasyonun bu yılın ilk çeyreğinde tamamlanarak hizmete sunulacağı kaydedildi.
Kuzey Ekspres, 04.01.2014
|
ÇİN'DE BİR ÇAKMA RESSAMLAR KÖYÜ

Çin’de bir köy var ki tüm ahalisi ressam.
Yüzlerce atölyede, dünyaca ünlü ressamların en
bilinen eserleri harıl harıl kopya ediliyor.
Dünyadaki taklit yağlıboya tabloların yüzde 60’ı da
bu köyde üretiliyor.
Çin’in güneyinde, Hong Kong’un doğusunda yer alan
Shenzhen şehrine bağlı bir belde Dafen. ‘Ressamlar
köyü’ olarak anılıyor burası. Binlerce çeşit
yağlıboya tablonun, en bilinen resimlerin
reprodüksiyonları, seri halinde üretiliyor. Ancak
köy denilmesi sizi aldatmasın. On binden fazla
ressamın ‘sanat’ını icra ettiği bu köyde, üç yüzü
aşkın atölye var. Dafen, her yıl milyonlarca tabloyu
dünyanın birçok ülkesine özellikle de Rusya, Avrupa
ve Amerika’ya ihraç ediyor.
Bugün binlerce ev ve otel duvarlarını süsleyen,
tabiri caizse ‘çakma’ birçok tablonun menşei Dafen
şehri. China Daily gazetesine göre dünyada yağlıboya
tablo kopyalarının yüzde 60’ı burada üretiliyor.
Aslında her şey Huang Jiang’in Dafen’e resim
atölyesi kurmasıyla başlıyor. İlk yıllarında tek
başına çalışırken yüz binlerce Euro kazanan Jiang,
artık o kadar kar edemiyor. Çıraklarının ayrılıp
kendi atölyelerini kurması karının azalmasına sebep
olmuş. Bu atölyelerin kurulmasıyla birlikte köyün
çehresi ve hayat şartları da değişmiş. Bundan
yaklaşık 25 yıl evvel, yoksul ve gelişmemiş, hayat
şartları ve altyapısı kötü olan bir yer iken, şimdi
refah düzeyi artmış. Yıllık ihracatları yaklaşık 30
milyon Euro’yu buluyor. Bu durum kiralar ve maaş
arasındaki dengenin bozulmasına da sebep oluyor. Her
şeye rağmen ressamlar şikayetçi değil. Çünkü bir
fabrikada çalışmaktansa bağımsız bir atölyede
çalışmayı tercih ediyorlar. Bu işi cezbedici kılan
faktörler arasında çalışma saatlerinin esnek olması
ve Çin’de bir işçinin aldığı paranın 3 ila 10 katı
fazla kazançlarının olması.
Ressamlarımız, müşteri memnuniyeti için
fırça sallıyor!
“Çakma resim” köyünde ünlü ressamların en
bilindik eserlerinin seri halde üretimi yapılıyor.
Tabloların fiyatı ressamın ustalığına göre
değişiyor. Bir eserin üstünkörü yapılan kopyası için
5 Euro fiyat biçilirken orijinalinden ancak
profesyonel gözlerin ayırt edebileceği eserler için
dudak uçuklatan rakamlardan bahsediliyor.
Dafen köyünün sakinleri farklı profillere sahip.
Sanat üniversitelerinden mezun işin ehli ressamlar
da var, resim çizebilen ancak tasarlama
kabiliyetinden uzak kişiler de. Profesyonel olanlar
elbette bir gün kendi eserleriyle tanınmayı hayal
ediyor ama birçoğu için bu sadece hayal olarak
kalıyor.
Bir ressamın bazen bin kez aynı motifi çizdiği
oluyor. Resmin oluşma aşamasında, ellerinde
fırçalarıyla aynı motifi yapmak üzere tablodan
tabloya koşuşturan ressamları görebiliyorsunuz. Daha
kaliteli görünümlü ya da orijinaline yakın resimler
için üniversite mezunları tercih ediliyor.
Bazı
atölyeler uzmanlaştıkları motifleri belirlemiş,
örneğin sadece çiçek ya da manzara resimlerinin seri
üretimini yapıyorlar. Başkaları ise yalnız
profesyonel taklitleri üretip satıyor. Uzmanlık
alanı olarak bir ressamı seçmiş ve sadece onun
eserlerini kopyalayan atölyeler de var.
Çin hukukuna göre bir sanatçının eserlerinin
taklit edilmesi için ölümünden 50 yıl geçmiş olması
gerekiyor. Ancak her koşulda müşterinin memnuniyeti
ön planda tutulduğu için bazen kurallar göz ardı
edilebiliyor. Sırf müşteri istiyor diye ünlü bir
eseri bile değiştirebiliyorlar.

Tuvale istediğiniz her şeyi çiziyorlar
Köyde en çok kopyalanan ressamlar arasında
Salvador Dali, Gustav Klimt, Vincent van Gogh, Pablo
Picasso, Claude Monet, Edouard Manet ve Leonardo da
Vinci yer alıyor. Sadece ünlü tabloların
taklitlerini değil, binlerce manzara resmini, kendi
portreniz veya çektiğiniz bir fotoğrafı da tablo
üzerinde görme seçeneği sunuluyor. Tüm bu hizmetler
internet yoluyla profesyonel siteler tarafından
pazarlanıyor.
Bölge, turistik gezilere de açık. Atölyeleri ve
köyü gezen turistlerin mutlaka uğradığı bir yer var;
‘Dafen Louvre’. Esin kaynağı Paris’teki Louvre’den
biraz farklı burası. Öncelikle bir müze değil, ama
Louvre’de ve dünyanın meşhur başka müzelerinde
bulunan her türlü sanat eserinin taklitlerini
buradan satın alabiliyorsunuz. Tüm bunlar akıllara
19. yüzyılda yaşayan Fransız ressam Edouard Manet’in
eserlerinin, aynı ruhu yansıtabilen bir makineyle
çoğaltılması hayalini getiriyor. Bunu, Dafen’de
makineler değil, ressamlar yapıyor.
Bu ülkede
kopyacılık çok itibarlı bir iş
Çin’de sanat eğitimi anlayışı Batı’dakinden çok
farklı. Kopyalamak, Çin topraklarında aslını
yaşatmak olarak görülüyor ve geçmişi çok eski
zamanlara dayanıyor. Batı’da öğrenciler, kendi
eserlerini ortaya koymak için teşvik edilirken,
Çin’de büyük sanatçıların eserlerinin taklitlerini
kopyalamak esas. Bir öğrenci ne kadar iyi taklit
edebiliyorsa o kadar başarılı sayılıyor. Yine
Çin’de, bir sanatçının eserini taklit etmek,
sanatçıya bir saygı gösterisi olarak addediliyor. Bu
nedenle kopyalamak ayıp değil, aksine itibar gören
bir davranış.
Peki, dünya, taklit eserler konusunda ne
düşünüyor? Çok farklı görüşler var. Kimileri
ressamların, emeğinin çalındığını düşünüyor.
Kimileriyse bazı eserlerin sadece müzede seyre
sunulmasından veya kişisel koleksiyonlarda
durmasından rahatsız.
Zaman, Haber: Ahu Temizsoy, 04.01.2014
|
HAYDARPAŞA 500 GÜNDE YENİLENECEK
Çatısındaki izolasyon çalışması yüzünden çıkan
yangında büyük hasar gören tarihi Haydarpaşa
Garı'nın komple tadilatı yapılacak. TCDD, Haydarpaşa
Gar binasının yenilenmesi için ilk adımı 10 Kasım
2010'da attı. İstanbul Teknik Üniversitesi'ne
başvuran TCDD yetkilileri, Haydarpaşa Garı'nın
kullanılmadığı için birçok yapı problemi olan çatı
katı başta olmak üzere, giriş ve bekleme holleri
gibi gar yolcusuna hitap eden yakın çevresine
yönelik iyileştirme çalışmalarının üniversite
işbirliği ile yapılmasına karar verdi. 28 Kasım
2010'da gar binası çatısında meydana gelen yangın,
106 yıllık tarihi binanın restorasyon sürecini
hızlandırdı. Marmaray Projesi kapsamında banliyö
hatlarının yenilenmesi nedeniyle sefer yapılmayan
Haydarpaşa Garı'nın restorasyonu çalışmalarında TCDD
son aşamaya geldi. TCDD Emlak ve İnşaat Dairesi, 28
Ocak'ta ihale düzenleyerek Haydarpaşa Garı'nın
komple tadilatını yaptıracak. Yapılacak restorasyon
kapsamında gar binasının çatısı yenilenecek, dış
cephe temizliği ve bakımı yapılacak. Ayrıca, binanın
ahşap doğramaları da aslına uygun olarak
yenilenecek. Önümüzdeki ay başlaması planlanan
çalışma, 500 gün içinde tamamlanacak.
CEPHESİ YENİLENECEK
2010'da çıkan yangında büyük hasar gören
tarihi Haydarpaşa Garı'nın çatısı yenilenecek, dış
cephe temizliği ve bakımı yapılacak.
Sabah, Haber: Hasan
Ay, 04.01.2014
|
İŞTE MARMARAY KAZISINDA ORTAYA ÇIKAN İLK
İSTANBULLULAR!
Marmaray kazı çalışmalarından çıkan
eski çağlara ait kemik ve kafa tasları incelenerek,
o dönemde yaşayan insanlarla ilgili önemli bulgulara
ulaşıldı.

Marmaray kazı çalışmalarından çıkan eski çağlara
ait kemik ve kafa tasları incelenerek, o dönemde
yaşayan insanların fiziki yapıları, beslenme
şekilleri ve sosyal hayatlarıyla ilgili önemli
bulgulara ulaşıldı.
Yıldız Teknik Üniversitesi İstanbul Tarihi
Yarımada Uygulama ve Araştırma Merkezi (İSTYAM)
Biyolojik Materyal İnceleme Komisyonu Başkanı Mehmet
Görgülü, ağırlıklı olarak Marmaray kazılarından
çıkan bin yıllık iskeletler üzerinde incelemelerde
bulunduklarını söyledi.
Görgülü, yapılan incelemelerde, Yenikapı'da
yaşayan insanların iyi bir beslenme şekline sahip
olduğunun saptandığını dile getirerek, şunları
kaydetti:
"Biz bunlara 'Yenikapı toplumu' diyoruz. Liman
toplumu bu insanlar. Anadolu'nun çeşitli yerlerinde
yapılan kazılardan çıkarılan iskeletler üzerindeki
incelemelerde beslenme konusunda ciddi sıkıntılar
olduğu belirlenmişti. Yenikapı toplumu dediğimiz
liman toplumundaki insanların, beslenme açısından
çok sıkıntı içerisinde olmadıkları bilgisine
ulaştık. Bu insanların 20'lik dişlerinde de çok
ciddi bir düzgünlük saptadık. Günümüzde 20'lik
dişler bayağı bir sorun olmaya başladı. Ancak
kazılardan çıkan çene kemiklerini incelediğimizde,
20'lik dişlerin düzenli ve düzgün olduğunu gördük.
Bu durumu, o dönemde ve günümüzdeki beslenme
alışkanlıklarına bağlıyoruz."
"Kemiklerden 24 örnekten DNA elde etmeyi
de başardık"
Görgülü, çocuk iskeletleri üzerinde de
incelemelerde bulunduklarını ve bazı bulgulara
ulaştıklarını ifade etti.
Halk arasında eski insanların devasa ve iri
oldukları yönünde bir inanışın olduğunu ancak
incelemelerde bunların doğru olmadığını gördüklerini
söyledi.
Görgülü, incelemelerde o dönemde yaşayan
insanların fiziki yapılarıyla ilgili saptamalarda da
bulunduklarını aktararak, konuşmasını şöyle
sürdürdü:
"İskeletler üzerinde yaptığımız incelemelerde,
fiziksel yapı olarak bu insanların orta boylu
olduğunu saptadık. Kadınlar 1.58-1.59 metre
civarında, erkekler 1.60-1.68 metre civarında. O
dönemlerde çok çocuk ölümleri olduğu bilgisine
ulaştık. Çok çocuk iskeleti vardı. O dönemin tıbbi
şartları, enfeksiyon hastalıkları, doğal afetler,
çevresel faktörler, çocuk ölümlerinin fazla olmasına
yol açmış. Günümüzle kıyaslayacak olursak elbette
ileri değil. Çocukların ortalama yaşam süreleri 13
yaş civarında iken, erişkin insanların yaşam
süreleri 30-35 yaş civarında çıktı. Kemiklerden 24
örnekten DNA elde etmeyi de başardık. Çünkü çok eski
çağdan değildi bunlar. Bunlar içerisinde de 11'inde
anne soyunu ve nereden geldiğini öğrenebildik.
Örneğin, bu insanların anne soylarının Ön Asya ve
Mezopotamya'dan geldiği ortaya çıktı. Baba soyları
için şu anda bir şey diyemiyoruz."
Yapı, 04.01.2014
******
MARMARAY'IN DİĞER YAKASI

Marmaray kazılarından çıkanlar şehrin tarihini 8
bin yıl öncesine kadar götürdü. Buluntuların çoğu
Yenikapı Limanı’ndan çıkarılsa da tünelin diğer ucu
olan Üsküdar ve Sirkeci kazılarında ulaşılan tarihi
eserler en az diğerleri kadar kıymettar.
Efsaneler, mayası hayalle tutturulmuş hikayeler
olmakla beraber, hakikatte bir sırrı gün yüzüne
çıkaran manzumelerdir. Biz bunun parlak bir misaline
medeniyet başkenti İstanbul’da şahit olduk. Marmaray
inşaatı sırasında, şehrin tarihini 8 bin yıl önceye
götüren bir kültür hazinesine rastlandı. Uzman
arkeologlar, projenin denizle buluştuğu üç mevki
olan Üsküdar, Sirkeci ve Yenikapı’da ticaret
gemileri, atölyeler, mezarlık, yüzlerce toprak güğüm
ve paha biçilemeyen altın sikkeleri gün yüzüne
çıkardı. Bu da bize İstanbul’un taşı toprağı sözünün
hakikatini ispat etti. Ortaya çıkan kalıntılardan en
mühim olanı hiç şüphe yok Yenikapı’da bulunan
Theodosius Limanı. Eski liman bölgesinden, 5-11.
yüzyıl arasındaki zamana uzanan 35 adet tekne
çıkarıldı. Kazıların tamamında ise Antik Çağ, Yunan,
Roma, Erken Bizans Dönemi ve Geç Osmanlı dönemine
ait toplamda 35 bin parça eser vardı. Projenin
Yenikapı bulguları, düzenlenen sergi ve sempozyumla
birlikte birçok kez gündeme geldiyse de suyun diğer
ucu olan Üsküdar Meydanı ve yarım adanın bitiş
noktası Sirkeci’den çıkanlar da yabana atılır gibi
değil.
Anadolu’dan gelen yolların son durağı
Üsküdar
Tarihteki eski isimleriyle Khrysopolis, Skutari,
Altınşehir bin yıllardır Asya’dan toplanıp gelen
ticaret yollarının bitiş noktası. Boğaz’a nezareti
ve kara ticaret güzergahının bitişi olması hasebiyle
birçok defa istilaya uğrayıp koloni şehri olarak
zaptedilmiş. Marmaray kazıları içinde yer alan
bölge, günümüzde de insan yoğunluğu ve trafik
akışını koruyor. Bu sebeple, 2004 yılında başlanan
arkeolojik kazı çalışmaları da haddinden fazla
uzadı. Uzun süre yüksek levhalarla çevrili kalan
meydanda ilk rastlantılar 19. ve 20. yüzyıllara ait
depo, dükkan ve mağazalara ait molozlar olmuş.
Özellikle 1954-56 ve 1980’li yıllarda yapılan şehir
düzenlemesi, elektrik, su tesisatı gibi çalışmalar,
bölgede MÖ 6 ve 7. yüzyıllara kadar uzanan
bulguları tahrip ettiği anlaşılıyor.
Kazılarda açığa
çıkarılan toprak çanak ve çömlekler tipik
özellikleri bakımından Batı Anadolu’daki İyon
kalıntılarını çağrıştırıyor. Uzmanlar bu bölgeden
gelen göçmenlerin Üsküdar’a yerleştiği ve
Karadeniz’e açılan ticaret yolundaki kilit noktada
uzun bir zaman hüküm sürdüklerini ifade ediyor.
Hemen meydanda bulunan mezarlığın da Batı Anadolu
bölgelerinden gelen göçmenlere ait olduğu da öne
sürülen iddialardan. Ardından gelen Pers istilası ve
sandal dizisiyle Boğaz’ın karşı yakasına
geçmelerinin izleri de Üsküdar’da çıkarılan
kalıntılardan anlaşılabiliyor. Ksenofon’un eseri
Hellenika’dan nakille, bugünkü Üsküdar Meydanı’nda
30 gemiden oluşan koruma filosunu barındıran liman
ve şehir surlarıyla muhkem bir şehir bulunuyordu. Bu
dönem nesneleri, bugünkü zeminin yaklaşık 8 metre
derinliğinde ve deniz sularıyla karışık balçık
içinde bulundu. Üsküdar kazılarından çıkarılan
seramikler üzerinden yapılan bir çıkarım da semtin
tarihini kökten değiştirecek bir iddiayı gündeme
getirdi. Bugüne kadar Yunanistan’dan gelen
Megaralıların kurduğuna inanılan kenti, milattan
önce burada bulunduğu tahmin edilen Amphoraların
kurduğu da arkeologlar arasında yoğun biçimde
gündeme geldi. Burada zaman içinde, Bizans
döneminden kalma Aziz Philippikos veya diğer ismiyle
Hagia Marina manastırı da ortaya çıkarıldı. Bu
tarihi yapının bulunduğu yer itibarıyla imparatorluk
manastırı olarak kabul edildiği de uzmanlarca
kaydediliyor. Üsküdar’da bulunan önemli kalıntılara
ahşap iskele-rıhtım-mendirek kalıntılarının yanı
sıra Osmanlı devrinden kalan su yolları ve dalga
kıranları da eklemek gerek.
Sirkeci’deki
Romalı kadın
Üsküdar’daki kadar geniş çaplı olmasa da
Sarayburnu kazıları da önemli kalıntıları gün yüzüne
çıkardı. Bölgedeki yoğun yapılaşmanın kazılara imkan
tanımayışı, Sirkeci’de yürütülen çalışmadan kısıtlı
bir netice alınmasına sebep oldu. İstasyon’un iki
çıkış kapısı olan Cağaloğlu Vilayet önü ve Sirkeci
Garı içinde yapılan sondajlarda, son dönem Bizans ve
Fatih devri yapılaşmalarıyla karşılaşıldı.
Hocapaşa’daki büyük yangının izlerine rast
gelinirken, II. Abdülhamit’in emriyle yaptırılan
Sirkeci Garı altında Fatih dönemi yapısı Elvanzade
Mescidi’nin temeline de ulaşılmış. Daha derinlere
inildikçe Bizans dönemi kalıntılarıyla
karşılaşılıyor. Araştırmacıların tahminleri,
bunların 13- 14. yy. kullanılan seramik fırınlarına
işaret ediyor. Cağaloğlu çıkışında ise Roma dönemine
uzanan bir kadın heykel başı da bulundu.
Zaman, Haber: Erkam Emre, 05.01.2014
******
BİN YIL ÖNCE ÇOK YİYİP AZ YAŞAMIŞLAR

Marmaray kazılarından
çıkan bin yıllık iskeletler incelendi: Gıda
sıkıntısı yok 20’lik dişler inci gibi. Ama yaşam
süresi 30-35 yıl.
İKİ kıtayı
birbirine bağlayan Marmaray için yapılan kazı
çalışmalarından çıkan bin yıl öncesine ait çağlara
ait kemik ve kafatasları incelendi. Tarihi Yarımada
Uygulama ve Araştırma Merkezi Biyolojik Materyal
İnceleme Komisyonu Başkanı Mehmet Görgülü, o dönemde
yaşayan insanların fiziki yapıları, beslenme
şekilleri ve sosyal hayatlarıyla ilgili elde
ettikleri bulguları anlattı: Kadınlar 1.58-1.59
metre civarında, erkekler 1.60-1.68 metre civarında.
O dönemlerde çok çocuk ölümleri olduğu bilgisine
ulaştık. Çok çocuk iskeleti vardı. Çocukların
ortalama yaşam süreleri 13 yaş civarında iken,
erişkin insanların yaşam süreleri 30-35 yaş
civarında çıktı. Yenikapı toplumu dediğimiz liman
toplumundaki insanların, beslenme açısından çok
sıkıntı içerisinde olmadıkları bilgisine ulaştık. Bu
insanların 20’lik dişlerinde de çok ciddi bir
düzgünlük saptadık.
Kemiklerden elde edilen DNA örneklerine göre, bin
yıl önce Yenikapı’da yaşayan insanların soyu Ön Asya
ve Mezopotamya’ya dayanıyor.
ALTINDAN TARİH FIŞKIRDI
İstanbul'un Avrupa ve Asya kıtasını birleştiren
Marmaray’ın inşasına 2004’te başlandı. Ayrılıkçeşme
ve Kazlıçeşme arasındaki 14 km’lik bölümü 29 Ekim
2013 tarihinde hizmete açıldı. Kazı çalışmaları
sırasında 36 gemi, liman, sur, tünel, kral mezarı, 8
bin 500 yıl öncesine ait ayak izleri bulunmuştu.
Kazılarda bulunan kalıntılar Yenikapı Arkeopark
Alanı’nda sergilenecek.
Akşam, 05.01.2014
|
GÜRSU'DA TARİH
CANLANIYOR

Bursa'nın Gürsu
İlçesi'nde tarih ayağa kalkıyor. BEBKA'dan alınan
1.5 milyon liralık hibeyle harekete geçen Gürsu
Belediyesi, kiliseden çevrilen Ortaköy Camii'nin
yanına Kültür ve Turizm Merkezi, aynı sokaktaki
papaz evine ise butik otel yapacak.
Mübadele öncesinde
Rumların yaşadığı Gürsu'da turizmi canlandırmak için
harekete geçen belediye, BEBKA'dan 1.5 milyar
liralık hibe aldı. Bu kapsamda mazisi bin 400'lü
yıllara dayanan İstiklal Mahallesi'nde tarihin ayağa
kaldırılması için çalışmalar başlatıldı. 120'ye ye
bakın bina tescillendi. Tarihin canlanması için
Anıtlar Kurulu'ndan özel izin alındı. İlk olarak,
açılışı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından
yapılan ve kiliseden dönme tarihi Ortaköy Camii'nin
bahçesine inşa edilecek Kültür ve Turizm Merkezi'nin
temeli atıldı. 6 ayrı dalda teorik eğitim verileceği
doğa sporları okulu ve kent müzesinin de yer alacağı
merkez, geçmişin aynası olacak.
Tarihi dokuya uygun
olarak rekonstrüksiyon yöntemiyle inşa edilecek 260
metrekarelik merkezin 5 ay içinde tamamlanması
hedefleniyor. Ayrıca ilçeye butik otel de yapılacak.
Kültür ve Turizm Merkezi'nin yer aldığı mahalledeki
tarihi bir papaz evinin kamulaştırılması tamamlandı.
500 metrekarelik inşaat alanına sahip olan papaz
evinin yerine, 20 yataklı bir otel yapılacak.
Bölgedeki tarihi bir hamamın da kamulaştırılması
için çalışmalara başlayan Gürsu Belediyesi, bölgede
yerli ve yabancı turistleri ağırlamayı hedefliyor.
Kültür Merkezi'nin
yapılacağı tarihi Ortaköy Camii'nin avlusunda
incelemede bulunan ve inşaat çalışmalarına en kısa
sürede başlanacağını söyleyen Gürsu Belediye Başkanı
Orhan Özcü ise, 'Yaklaşık 1 milyar 500 milyon lira
BEBKA'dan hibe aldık. Hem Kültür ve Turzm Merkezi,
hem de butik otel inşaatına en kısa sürede
başlayacağız. 4 ya da 5 ay içinde 2 bina da
tamamlanacak. Bütçeleri hazır, proje çalışmaları
bitti. İhale yapıldı. Bu bölgeye ciddi anlamda bir
zenginlik kazandıracaktır. Biz Gürsulular olarak
misafirlerimizi evlerimizde ağırlıyoruz. Ama resmi
misafirler oluyor, yurt dışından gelen misafirler
oluyor. Onlar otelde kalmak istiyorlar. Fakat
otelimiz yok. Gürsu'da sadece Dışkıya'da paraşüt
tesislerinin olduğu yerde konaklama imkanı var.
Onun dışında
misafirlerimizi Bursa'ya göndermek zorunda
kalıyoruz. Bu çalışmalar bittiği zaman ciddi anlamda
konaklamaya dönük ihtiyacı gidermiş olacağız. Ama bu
projelerin en önemli yönü tarihi mekanlar olarak
gerçekleştirilecek. Binalar tamamen tarihi dokuya
uygun olarak tamamlanacak. Çünkü bu binalar Anıtlar
Kurulu'nca tescilli binalar. Özellikle 120'ye yakın
tescilli binanın yer aldığı İstiklal Mahallesi için
özel bir plan hazırlandı. Bu binaların hepsi tarihi
özelliğe sahip binalar. 1420 yıllara ait bir tarihe
sahip olduğu için Gürsu, bu değerleri de içerisinde
de barındırıyor. Bizim de görevimiz geçmişten bugüne
gelen bu binaları geleceğe taşımak' dedi.
Butik Otel'in inşa edileceği binanın Rumların
yaşadığı dönemde bir papaz evi olarak kullanıldığını
hatırlatan Başkan Özcü, 'Bu bina yıllar önce
Rumların burada yaşadığı sırada kilise olarak
kullanılan yerin yanında. Burada o kilisenin papazı
kalıyormuş. 1921 ve 1922 yıllarda mübadele olunca
buraya Türkler geliyor. Rumlarla evleri
değiştiriliyor. Buradaki Rumlar, Türlerin
Selanik'teki evlerine gidiyor. Oradan gelen Türkler
de buraya yerleştiriliyorlar. Burada yıllar önce o
papazın oturduğu anlatılırdı. Tabii burada kalan
Gürsulu bir hemşerimizin dededen kalma eviydi.
Onlarla biz görüştük. Buranın Gürsu'nun tarihi bir
değeri olduğunu buraya butik otel inşa edeceğimizi
söyledik. Bunu memnuniyetle karşıladı. BEBKA'dan
aldığımız hibeyle burayı Anıtlar Kurulu'na tescil
ettirerek projelendirdik. İhalesini yapıldı. 4 ay
içerisinde tamamlamış olacağız. Yaklaşık 20'YE yakın
oda düşünülüyor. Bin metrekareyi bahçe, 500
metrekareyi de kapalı alan olarak düşünüyoruz. İlk
kez Gürsu'da bir otel yapılacak' diye konuştu.
Yıllardır bölgenin
Selanik'ten gelen Rumları ağırladığını ifade eden
Başkan Özcü, sözlerini şöyle sürdürdü:
'Çocukluğumdan beri buraya Selanik'ten, buradan
giden Rumların çocukları ve torunları geliyor.
Onları biz Gürsu'da misafir edemiyorduk. Ya Bursa'da
kalıyor ya da İstanbul'a dönüyorlardı. Hemen
arkamızda da tarihi bir hamam var. Onun sahipleriyle
de görüşme halindeyiz. Belediyeye kazandırmak
istiyoruz. Böylelikle otelin de tamamlanmasıyla
güzel bir konsept proje oluyor. Avrupa'da şehirler,
beldeler 100 yıl öncesi, 200 yıl öncesi
kıyafetlerle, yemek kültürüyle turistleri ağırlıyor.
Belki ilerde onun bir alt yapısını kurmuş
olabiliriz. Selanik'teki Rumlarla bizim Osmanlı
kültürümüz aynı . Bu kültürleri biz bağdaştırdığımız
zaman, bir araya getirdiğimiz zaman dostluğa ve
sevgiye dayalı bir bağ oluşur. Bu oluşumların
kaynağında da karşılıklı ziyaretler var. Bunu
tetiklemek istiyoruz. Gürsu'yu cazibe merkezi yapmak
anlamında ciddi bir çalışma olacağını düşünüyorum'.
Bursa Kent Haber,
01.01.2014
|