Haberler logo Ocak '14 Arşivi

26 Ocak - 1 Şubat 2014

MİLYON DOLARLIK DUA KİTABI

 

 

Rönensans döneminden kalma bir dua kitabı, ABD'nin New York kentinde yapılan müzayedede 13.6 milyon dolardan alıcı buldu. Christie's Müzayede Evi'nden yapılan açıklamada, bankacılık devleri arasında gösterilen Rothschild ailesinin koleksiyonunda yer alan dua kitabının, müzayedeye telefonla katılan, ismi açıklanmayan bir kişi tarafından dün satın alındığı bildirildi. Son derece süslü çizimlerle bezenmiş, Rothschild Dua Kitabı adıyla da anılan Book of Hours adlı kitap, 1999'da Christie's tarafından Londra'da düzenlenen açık artırmada da Avrupalı bir alıcıya 13.4 milyon dolara satılmıştı. Hollanda'da, imparatorluk mahkemesinin bir üyesi tarafından 1505'te sipariş edilen el yazması kitap, Rothschild ailesinin koleksiyonuna 19. yüzyılda dahil oldu.

NAZİLER EL KOYMUŞTU
Rönesans döneminin usta sanatçılarınca çizilmiş tam sayfa renkli minyatürlere yer verilen 150 sayfalık kitap, İkinci Dünya Savaşı'nda Naziler tarafından el konulan hazineler arasında bulunuyordu. Kitap, Rothschild ailesine, Avusturya hükümeti tarafından 1999'da iade edilen sanat koleksiyonunun bir parçasını oluşturuyor.

Sabah, 31.01.2014

HUBER KÖŞKÜ'NE YENİ HAYAT

 

 

İstanbul’un en önemli mimari varlıklarından tarihi Huber Köşkü’nün orijinaline uygun şekilde restore edilmesi için Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), İtalyan Dış Ticaret ve Tanıtım Ajansı (ICE) ile Assorestauro Derneği arasında ‘İyi niyet protokolü’ imzalandı.

 

Roma’daki imza törenine Hayrünnisa Gül de katıldı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne ait tarihi İstanbul Huber Köşkü’nün, yapıldığı dönemin ruhunu ve orijinal tasarımını yansıtacak şekilde restore edilmesi için imzalanan protokolle, İtalyan ve Türk uzmanların sanat, mimari, restorasyon ve konservasyon konusundaki tecrübe ve birikimi bir araya getirilerek ortak bir çalışma yürütülmesi hedeflendi. Bu kapsamda, İTÜ ile Assorestauro Derneği ortak çalışmalar yürütecek.

İtalyan uzmanların Türkiye’ye davet edilerek yerinde incelemeler yapması, Türk uzmanların da İtalya’da yapılan çalışmaları yerinde incelemesi, İtalyan ve Türk öğrencilerin karşılıklı ziyaretleri planlanarak çalışmaların yürütülmesi mümkün olacak. 

Hürriyet, Haber: Esma Çakır, 31.01.2014

TARİHTEN BUGÜNE FIŞKIRAN SU: "ANZELE"

 

 

Diyarbakır Sur Belediyesi’nin, Büyükşehir Belediyesi ile ortaklaşa yürüttüğü proje kapsamında, tarihi Anzele suyu ve Balıklı havuzu tekrar gün yüzüne çıktı. Diyarbakır’ın Suriçi semtinde bir zamanlar efsanelere, türkülere konu olan Balıklı havuzu 1978 yılında çarpık kentleşme sonucunda tamamen yok olmuş, daha sonra üstüne itfaiye binası yapılmıştı.

Diyarbakır surlarının hemen yanı başındaki park bahçe düzenlemesi devam ederken, 2004 yılında Diyarbakır’ın kaybolan tarihi; Anzele suyu ve Balıklı havuzu kendini gösterdi. Bu yenilik sayesinde, Anzele suyunu Diyarbakır’a kavuşturma projesi de başlatılmış oldu. Geçtiğimiz ay Anzele suyu ve Balıklı havuzu ortaya çıktı. Çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor.

Asıl adı Ayn-ı Zelal olan bu yere kısaca Anzele deniyor. Ayn kelimesinin anlamı Göz-Göze. Zelal ise berrak ve temiz demek. Aynı Zelal ise berrak kaynak anlamında kullanılıyor.
 

DİCLE’YE DÖKÜLÜYOR

1950’lere kadar Anzele, şehrin üç önemli su kaynaklarından biri. Su, daha eski tarihlerde ise Diyarbakır’ın Mardinkapı semtinden dolanıp hayvan derilerinin işlendiği (Dabakhaneye) yerden geçiyor. Buradaki adı Haram su. Su değirmenlerini de çalıştırmak maksadıyla ilerleyen Anzele’nin yolculuğu, tarihi Hevsel bahçelerini de sulayarak, Dicle Nehri’ne dökülmesiyle son buluyor.

Bugün Anzele suyundan geriye 1915’lerden kalma sadece bir fotoğraf kaldı. Siyah beyaz fotoğrafta, ellerinde tokmak, çeşmede çamaşır yıkayan altı kadın var. Çeşmenin arka fonunda da Diyarbakır Surları görülüyor. Anzele suyuna sadece fotoğraflarda değil Evliya Çelebi’nin satırlarında da rastlanır: “Bu balıklı abı-ı hayat bir sudur, bir dolu insan bu suda yıkanıp humma ve cüzzam gibi hastalıklardan yıkanıp ölümden kurtulmuşlardır.” İşte türkülerde, efsanelere konu olan bu Balıklı havuzu bugün yeniden Diyarbakırlılarla buluştu.

Taraf, Haber: Edip Yükselen, 30.01.2014

KALEİÇİ'NE SİHİRLİ DOKUNUŞ

 

 

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer ve İl Genel Meclisi Başkanı Serdar Değirmenci ile birlikte Sığacık'ta devam eden Kaleiçi düzenleme çalışmalarını inceledi. Çalışmalar hakkında bilgi alan Başkan Kocaoğlu, "Buraya gelen insanlar, Kaleiçi evlerinde ayrı bir yaşamla, sevecenlikle karşılaşacaklar, tarih, doğa ve denizi aynı anda yaşayacaklar. Hedef ve çabamız bu yönde" dedi. Kent turizmini geliştirmek için kentin tarihi sokak ve binalarına ayrı fonksiyonlar yüklemek istediklerini bildiren Başkan Aziz Kocaoğlu, Sığacık'ta devam eden çalışmaları çok beğendiğini söyledi. Beldede yaşayan vatandaşlar da Başkan Kocaoğlu'na proje için teşekkürlerini dile getirdi.

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Seferihisar Belediyesi'nin ortaklaşa gerçekleştirdiği, İl Özel İdaresi'nin de katkı verdiği "Sığacık Kaleiçi Sokakları'nın Sağlıklaştırma Projesi Uygulama Ortak Hizmet Protokolü", 22 Aralık 2012 tarihinde Başkan Aziz Kocaoğlu ve Tunç Soyer tarafından imzalanmıştı. Büyükşehir Belediyesi'nin ihaleye çıkmasının ardından Mayıs 2013'te başlayan çalışmaların önümüzdeki Nisan ayında tamamlanması hedefleniyor.

 

NELER YAPILDI?

Çalışmalar kapsamında, sokak sağlıklaştırma ve cephe düzenlemesi yapılan 126-127-128-129-130-131-132-133-134-135-136-137 sokaklar ile çarşı yakın zamanda farklı bir görünüme kavuşacak. Proje kapsamında bugüne kadar, cephelerde niteliğini kaybetmiş olan sıvaların raspaları yapılarak alt malzemelerin onarımları gerekleştirildi. Bölgede bulunan Teos taşları cephede korunarak restorasyon ilkeleri doğrultusunda temizlenerek gün yüzüne çıkarıldı. Cephede bulunan malzemelerde derin kırılma, kopma, eksilmenin olduğu yerlerde yenilemeler yapıldı. Proje kapsamında bazı yerlerde onarım, bazı yerlerde ise değişimlerle kapı, pencere ve kepenklere müdahale edildi. Özgün haldeki donanımlar, orijinaline uygun olarak yenileniyor.

Gerçek Gündem, 30.01.2014

İZMİR'DE 800 YILLIK DEHLİZ BULUNDU

 

İzmir'in Ödemiş İlçesi'ne bağlı Birgi beldesinde, 800 yıllık 200 metre uzunluğunda, 1.5 metre genişliğinde, 3 metre yüksekliğinde bir dehliz bulundu.

 

Derenin yakınındaki 12. yüzyıldan kalma tarihi Küp Uçuran Kulesi (Pankonduz Kulesi) altında kazma kürekle yapılan çalışma sırasında işçiler, bir su dehliziyle karşılaştı. 14. yüzyılda Aydınoğulları Beyliği'ne başkentlik yapan beldede ortaya çıkarılan dehliz, heyecana sebep oldu. 200 metre uzunluğunda, 1.5 metre genişliğinde ve 3 metre yüksekliğindeki dehlizin içindeki kirli su dereye akıtılarak boşaltıldı. Kalıntıların tarihi dehliz olduğu anlaşılınca belediye ekipleri tarafından yürütülen çalışma durdurulup Ödemiş Müze Müdürlüğü ve İzmir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne bilgi verildi. Ödemiş Müze Müdürlüğü yetkilileri, tarihi dehlizden beylikler döneminden önce, mahalle çeşmelerine su aktarıldığını bildirdi. Müze yetkililerinin, yaklaşık 800 yıllık tarihi bir geçmişe sahip olduğunu belirttikleri tarihi su dehlizinde önümüzdeki günlerde çalışma başlatacakları öğrenildi. 

 

Birgi Belediye Başkanı Cumhur Şener, dehlizin, Cumhuriyet Mahallesi'nin ortasından geçen Birgi Deresi kenarındaki bazı evlerde su sızıntısı olduğu şikayetleri üzerine belediye ekipleri tarafından bölgede yapılan çalışmalar sonucu bulunduğunu bildirdi. 

 

Birgi Belediye Başkanı Cumhur Şener, dehlizin büyük el emeği harcanarak yapıldığının görüldüğünü belirterek "Büyük olasılıkla, üstteki kalenin bir kaçış dehlizi gibi görünüyor. En kısa sürüde çalışma yapılmasını bekliyoruz" dedi.   

 

Ödemişli emekli Arkeolog Prof.Dr. Veli Sevin de dehlizin ne amaçla yapıldığının araştırma sonucu ortaya çıkacağını söyledi.

Zaman, 30.01.2014

HAYDARPAŞA BÖLÜNEMEZ; İSTANBUL'UN TERASI

 

 

Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubeleri, Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası ve Liman-İş, 2012 yılında onaylanan planın iptali istemi ile İBB ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’na dava açtı. İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nde görülen davada Prof.Dr. Hüseyin Cengiz, Prof.Dr. Can Binan ve Yrd. Doç.Dr. Lütfi Yazıcıoğlu tarafından bilirkişi raporu hazırladı. Raporda korumu kurulu kararı ile “Haydarpaşa Garı ile Kadıköy merkez bölgesinin” planlama alanından ayrılması sonucu Üsküdar’daki “Harem ile Haydarpaşa Limanı ve geri sahasının” ayrı bir imar planı kapsamında değenlendirildiği anımsatıldı. Bölgede sit alanlarının yoğun olarak bulunduğuna dikkat çekilerek Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden itibaren İstanbul tarihinin çok önemli olaylarına tanıklık etmiş Haydarpaşa Garı ve Limanı’nın ulaşımda kilit rol oynadığı vurgulandı. Bütün bu değerler biraraya getirildiğinde Haydarpaşa Gar ve Limanı’nın geri sahası ile birlikte korunmasının bir zorunluluk olduğu belirtildi.

Deprem riski
Harem Alt Bölgesi’nin (Harem otogarı ve otopark) büyük bölümünün jeolojik açıdan yerleşime uygun olmayan alanlarda kaldığı kaydedildi. Burada deprem, tsunami, zeminin sıvılaşması tehlikesi gibi faktörlerin göz önünde bulundurulması gerekirken planda aktif yeşil alan olarak gösterilen parsele her birinin taban alanı 500 metrekareyi aşan, yüksekliği  2 kat olmak koşulu ile sosyal kültürel tesisler yapılabileceği kaydedildi.

Kruvaziyer limanı mı marina mı?
Liman Alt Bölgesi (Haydarpaşa Limanı), plana göre konteynır taşımacılığı, ulusal ve uluslararası yolcu taşımacılığına hizmet verecek kruvaziyer limanın dönüştürülecek.  Raporda, Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığı’nın burada turizm potansiyelini arttırmak için otel ve marina yapımını gündeme aldığına dikkat çekilerek bu amaçla yük hizmetine son verilmesinin planlandığı belirtildi.

Bu durumda plan raporu ile plan uygulama hükümlerinde limana verilecek fonksiyonların birbiri ile çeliştiğine dikkat çekildi. Planın bu açıdan yeterince tartışılmadan aceleyle hazırlanmış olduğu yorumu yapıldı.


Turizm-Ticaret alt bölgesi (Haydarpaya Limanı geri sahası) fonksiyonuna ayrılan alanların jeolojik açıdan yerleşime uygun olmadığı ifade edildi. Yeşil alan olarak değerlendirilmesi gereken alanlara turizm ve ticaret fonksiyonu verilmesinin de çelişkili olduğu söylendi. Ayrıca bu bölgede plan notlarına göre yeni bir merkezi iş alanı oluşacağı bölgeye komşu olan Kadıköy Üsküdar gibi merkezi iş alanları varken yenisine ihtiyaç duyulmadığı vurgulandı.

Garda tadilat
Öte yandan 28 Kasım 2010’da çatısı çıkan yangında kül olan tarihi Haydarpaşa Garı’nın “komple tadilatı” için ihale açıldı.  TCDD Emlak ve İnşaat Dairesi’nin 28 Ocak’ta düzenlediği ihale ilanda değişikliğe gidilmesi nedeniyle 25 Şubat’a ertelendi. Garda yapılacak restorasyon kapsamında gar binasının çatısı yenilenecek, dış cephe temizliği ve bakımı yapılacak. Binanın ahşap doğramaları da aslına uygun olarak yenilenecek.

Cumhuriyet, Haber: Özlem Güvemli, 30.01.2014

PICASSO YENİDEN
PERA MÜZESİ'NDE

 

Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, 5 Şubat-20 Nisan arasında iki yeni sergiye ev sahipliği yapacak.

 

Müzeden yapılan açıklamaya göre; 2010’da gerçekleştirilen ve Türkiye’de ilk kez sergilenen “Picasso-Suite Vollard” gravürler serisinden sonra 20. yüzyılın efsane sanatçısı Pablo Picasso’yu yeniden ağırlayacak.

Pablo Picasso’nun doğduğu evden, Malaga’daki Museo Casa Natal Koleksiyonu’ndan seçilen gravür, seramik ve kişisel eşyalarından oluşan “Picasso: Doğduğu Evden Gravürler ve Seramikler” başlıklı sergi, 5 Şubat’ta sanatseverlerle buluşacak.

Sergide, 56 gravür, 8 seramik olmak üzere 66 eserle birlikte sanatçının bebeklik gömleği, patikleri ve kurşun askerleri gibi kişisel objeleri de yer alacak. Sergi 20 Nisan’a kadar açık.

Zaman, 30.01.2014

UNESCO İÇİN YENİ ADIM

 

 

Dünya Mirası Geçici Listesinde yer alan Diyarbakır Surları ile sekiz bin yıllık Hevsel Bahçeleri’nin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmesi için hazırlanan nihai dosya tamamlandı. “Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı” ismiyle hazırlanan dosya Kültür ve Turizm Bakanlığı aracılığıyla UNESCO’ya sunuldu.

“Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı” adıyla hazırlanan dosya hakkında Diyarbakır Kalesi ve Surları Alan Başkanı Nevin Soyukaya açıklama yaptı.
 

ADAYLIĞIMIZA GÜVENİYORUZ

Soyukaya, konunun Diyarbakır Valiliği, tüm kurum ve kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları ve Dicle Üniversitesi’ndeki bilim insanları ile yabancı bilim insanları tarafından başından bu yana çok iyi sahiplendiğini ifade ederek şunları söyledi: “Böylesi bir destekle kültürel mirasımızın adaylığına da güveniyoruz. Umarız başvurumuz olumlu sonuçlanır. Dünya kültür miras listesine girdikten sonra uluslararası bir tanıtım söz konusu olacak. Diyarbakır bu önemli kültürel değeri korumak ve geleceğe taşımak için üzerine düşeni yapmak zorunda. Bizim için asıl önemli olan bu. Mart ayına kadar Dünya Miras Merkezi tarafından dosya ve bu alana ilişkin çalışmalar olacağını düşünüyoruz. Süreç bu aşamadan sonra UNESCO uzmanları tarafından yerinde tetkik ve incelemelerle sürecek. Sonrasında ise Kültür ve Turizm Bakanlığı ile müzakereler başlayacak. 2015 yılında ise nihai kararın verileceğini düşünüyoruz.”
 

DÜNYA ÇAPINDA BİLİNECEK

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Murat Alökmen da konuyla ilgili olarak, “UNESCO sayesinde tarihi surlar ve Hevsel Bahçeleri dünya çapında bilinecek” dedi.

 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Dicle Nehri üzerinde yapılması planlanan Dicle Vadisi Projesi’nde sona gelindi. Projeyle ilgili bilgi veren Çevre ve Şehircilik Diyarbakır İl Müdürü Mustafa Temel, Dicle Vadisi Projesi’nin Bakanlığın ana gündeminde yer aldığını söyledi. İmar ihalesinin geçtiğimiz Aralık ayında yapıldığını belirten Temel, şubat ayında ise imar planı ve 1’inci etap uygulamasının teslimatının yapılacağını kaydetti. Projenin Diyarbakır’ın akciğeri şeklinde tasarlandığını ifade eden Temel, “Dicle Vadisi bölgesi, şehir ile yeşil alan bağlantısını kuracak. Vadi, şehrin akciğerini oluşturacak” dedi.

Temel sözlerini şöyle sürdürdü: “Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi alan yönetimiyle birlikte UNESCO teklifi çalışmamız devam ediyor. Bakanlığımıza, Dicle Vadisi Projesi ile ilgili uygulamaları ve alan yönetiminin planını gönderdik. Basına Dicle Vadisiyle ilgili sürekli olumsuz haberler yansıyor. Bu haberlerin nedeni projenin uygulanacağı yerin rezerv yapı alanı adı altında ilan edilmiş olmasıdır. Halkımız müsterih olsun, Bakanlık olarak o bölgeye kesinlikle yatırım, konutlaştırma gibi bir çalışma öngörmüyoruz. O bölge konuta açılmayacak.”

Taraf, 30.01.2014

İZNİK'TE İNSAN YÜZÜ FİGÜRLÜ MOZAİK BULUNDU

 

 

İznik'te kanalizasyon kazısı yapılırken Doğu Roma döneminden ait insan yüzü figürlü taban mozaiği bulundu.

 

Alınan bilgiye göre, Beyler Mahallesi Afyon Sultan Sokağı'nda kanalizasyon kazısı yapan ekipler, iki metre derinlikte bir cisme rastladı. Bunun bir tarihi eser olduğunu fark eden görevliler, İznik Müze Müdürlüğü yetkililerine haber verdi.

 

Müze yetkilileri tarafından gerçekleştirilen incelemede, Doğu Roma döneminden kaldığı sanılan cismin, insan yüzü figürlü taban mozaiği olduğu tespit edildi.

 

Polis ile müze ekipleri tarafından koruma altına alınan mozaiğin çevresinde genişletme çalışması yapılacağı ve böylece hem büyüklüğünün hem de bir eve mi yoksa mabede mi ait olduğunun belirleneceği öğrenildi.

Anadolu Ajansı, Haber: Halil Ataş, 29.01.2014

İKİ USTA MİMARIN FERYADI VE ŞEHRE YABANCILIK

 

20. yüzyıl batı mimarlığının en önemli isimlerinden olan Le Courbusier, 78 yıllık hayatı boyunca yılmadan, usanmadan radikal bir şehir ve mimari savaşı vermiştir. İkinci Dünya Savaşıyla yerle bir olan Avrupa şehirlerini yeniden inşa etme yolunda büyük çaba harcamış, yeni ve alışılmamış önerilerle dikkat çekmişti.


Batı şehirlerinin yeniden inşası için eski anlayışı yıkıp radikal öneriler getiren, İstanbul’a hayran kalan ve tarihi şehir dokusunun mutlak muhafaza edilmesi gerektiğini ifade eden Le Courbusier; 1911 ve 1924 yıllarında İstanbul başta olmak üzere bazı Osmanlı şehirlerini gezmiş, kendi şehir ve mimari felsefesinden farklı bir dünya görüşü ve medeniyet tasavvurunun yansıması olan İstanbul için önemli tespitler yapmış ve bunları notlar halinde yazmıştır.


Le Courbusier, 1942 yılında Paris’te mimarlık öğrencilerinin ısrarlı talepleri üzerine manifesto niteliğinde “Mimarlık Öğrencileriyle Söyleşi” adlı eserini kaleme alır. Bu söyleşide şehir ve mimariye, özellikle de mimar ve şehircilerin sorumluluklarına ilişkin önemli tespitler yapar.
Le Corbusier’in Batı dünyası için söylediği, yazdığı ve yaptıklarını bizde rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever kendi medeniyet tasavvurumuzun tecelligahı olan şehirlerimiz için söylemiş, feryad etmiş ancak ne yazık ki karşılık bulamamıştır.


Bugün, 72 yıl sonra okuduğumuzda bile şehir ve mimari anlayışımızı sorgulamamıza neden olan Le Corbusier’den kesitleri buraya alıyoruz:
“Mimarlık nerelerde şimdi? Hiçbir dönemde bir toplum, bizimki kadar şaşkın, çaresiz kalmadı. Yaşamın maddesel süreciyle düşünsel davranış biçiminin doğal ögeleri arasındaki ilişkiyi böylesine koparıp yitirmedi. Amaçlarla araçlar arasında bir ilişki kopmasıydı bu, izlenecek bir çizginin yokluğuydu. Yapı alanında tutarsızlık dorukta bugün ve bir tür Bizans entrikacılığı, bir uygarlığın sahip olduğu en büyük gerçekleştirme imkanlarının akılcı amaçlara yönelmesini engelliyor.”


Corbusier Fransa’yı söz konusu etse de sanki bizim bugün ‘kentsel dönüşüm’ isimli katliamları ve mimari çirkinlikleri görerek konuşuyor gibidir:  “En büyük maddi gücüne ulaştığı bir zamanda insanoğlu, görme yeteneğini yitiriverdi. Beyaz uygarlığın deniz feneri Fransa, bu kargaşanın sergilendiği yer oldu. Makinalaşmış toplumumuzu bekleyen görevler, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de dev boyutlara ulaşıyor. Savaşın yıktıklarını yeniden inşa etmek zorundayız, ama asıl görevimizin yanında bu bir şey değil; tüm ülke çoktandır inşa edilmeli, yeniden inşa edilmeli, yeniden yapılanmalıydı; bir dokuda hücrelerin, evlerde ailelerin yenilendiği gibi; yeni nesillerin doğması ve yaşamın sonsuz oyununun sürmesi için. Ne yazık ki bizler uyuyorduk ve ülkeyi tozlar kaplamıştı.


Doğal ilişkiler bozuldu ve insan, bir anlamda yurdunun yabancısı oldu, geleneğin yollarını bırakarak, dengesini yitirerek ve çevresini, evini, sokağını, kentini, banliyösünü, kırlarını, düşüşünün meyvesi korkunçluklarla doldurarak. Yeni bir yapı dünyasıydı bu, her yanı istila eden, iğrenç, tuhaf, kaba, kötü ve çirkin; manzaraları, kentleri, yürekleri kirleten. Her şey oldu bitti, en kötünün sınırlarına dayandı-eksiksiz bir felaket…”


Le Corbusier’in feryadı demeyelim de ikazları bunlar.


Ünlü mimarın bu ontolojik uyarıları batıda büyük ölçüde karşılık buldu. Ama ülkemizde rahmetli Turgut Cansever’in ikaz ve feryatları şehir yöneticilerinin, mimarların, özellikle de şehrin geleceğine karar veren siyasilerin bırakın dikkatini çekmeyi, aksine idraklerinin alamayacağı derecede yorucu mesajlar olarak algılandı.


Cansever’in hayattayken tasarladığı ve uyguladığı birçok mimari eserinin doğrudan şehir ve mimarimize ikaz ve feryadlar olduğuna dikkat çekerek, rahmetli muhakkik mimarın  şehir tanımını hatırlayalım: “Şehir, ahlakın, sanatın, felsefenin ve dini düşüncenin geliştiği ortam olarak, insanın bu dünyadaki vazifesini, en üst düzeyde varlığının anlamını tamamladığı ortamdır. Bu idrak, şehir biçiminin oluşmasını sağlar ve insanın en üst gelişme düzeyine ulaşmasının temeli olur. ”


Bu tanımın ülkemizde nasıl bir idraksizliğe kurban edildiğine dikkat çeken Cansever “Türkiye gibi makine ve teknoloji putperestliğine ve aynı zamanda dünyada hakim şaşkın ve sözde araştırmacılığın takipçisi olmaya azmetmiş ülkelerde…” diyerek başladığı ikaz ve feryatlarına şöyle devam ediyor:
“İnsanın güzel bir dünyada yaşama ve çevresinin oluşmasına katılma hak ve sorumluluğu göz önünde tutulmadığı sürece, insana insan olarak bakılmış olamaz. Teknokratlar aristokratça bir tavırla, insanın karar verme ve seçme haklarını bir kenara iterek, her şeyi çözeceğine inandıkları makinelerin imkanlarına göre konut üretimini öngördüler. Bu tavrın insanları esir sayan despotik yönü ve insanları hakir gören gayr-i ahlakiliği ortadadır.”


İrfan ve idrakin terk ettiği, inşa ve ihyanın imhaya dönüştüğü şehirlerimizde devletin konut aygıtı TOKİ eliyle kurulan ‘tabutluklar’da biyolojik canlılar olarak yaşamaya ve gene hayatı başka yerlerde aramaya devam edeceğiz.

Güne Bakış, Yazı: Yahya Düzenli, 29.01.2014

SURİYE'NİN TARİHİ MİRASI YERLE BİR OLDU

 

 

Suriye'nin UNESCO'nun tarihi miras listesinde yer olan değerli yapıları bugün en kaz halinde.

The Guardian'ın haberinde fotoğraflarla Suriye'nin en önemli merkezlerinin nasıl enkaz haline dönüştürüldüğü gösteriliyor. 5000 yıllık tarih 3 yıl süren çatışmalarda işte böyle yok oldu...

 


Halep,Eski Pazar Yeri, 2007 ve 2013 yılına ait fotoğraflar (Foto:Corbis, Stanley Greene/Noor/Eyevine)

 

Bu pazar yeri dünyanın en eski çarşılarından biriydi. Bunun gibi pek çok eser zarar gördü. . Suriye UNESCO Kültürel Mirasına dahil olan 6 bölgeye sahip ve bunlar en az 2000 yıllık bir tarihin tanığı.

 


El-Kindi Hastanesi, 2012 ve 2013 yılına ait fotoğraflar

 

ÖSOcular askeri karargah olarak kullanılan Halep'in kuzeyindeki El-Kindi Hastanesi'ni, bomba yüklü araçlarla üst üste düzenlenen 2 intihar saldırısının ardından ele geçirmişti. Operasyonda, 80 Suriye askeri ölmüş, çok sayıda asker de esir alınmıştı.

 


Humus sokakları, 2011,2014

 

Tarihi kiliseler, yüzlerce yıl boyunca dayanmış Haçlı kalesi bu savaşla birlikte yok olmak üzere.Humus dünyadaki en önemli ortaçağ kalesinin ev sahibiydi, Krak des Chevaliers,Haçlı Kalesi olan bu kale Dünya'nın günümüze kadar korunmuş en önemli ortaçağ kalelerinden biriydi. Ayrıca Humus'taki yerleşim yerlerinin de durumu oldukça kötü.

 

Suriye'nin tarihi mirası hakkında rapor hazırlayan Emma Cunliffe, Suriye'nin tarihteki pek çok uygarlığa ev sahipliği yaptığını, Yunanlıların, Perslerin, Sasanilerin ve Arapların Suriye'yi başkent olarak seçtiğini, Haçlı Ordusu'nun buraya gelip çok etkileyici bir kale inşa ettiklerini belirterek bütün bu kültürlerin bir araya geldiği ve harmanlandığı bu yerin başka bir örneği olmadığını vurguluyor.

 


Emevii Cami, Halep 2012,2013

 

Bu tarihi Emevii Camii'nin ordu tarafındna yakıldığı iddia edilmişti ancak ordunun burayı üs olarak kullandığı bir dönemde neden yakacağına dair bir cevap alınamamıştı. AFP'nin bir haberine göre ise, Suriyeli muhaliflerin Emevi Camisi'ne yaptıkları saldırıda caminin duvarlarının yine bu silahlı çeteler tarafından zarar gördüğüne dair iddialar da gündeme gelmişti.

Sol Haber, 29.01.2014

'UCUBE'NİN BEDELİ 286 BİN TL!

 

Başbakan Erdoğan'ın 'ucube' dediği için yıktırılan 'İnsanlık Anıtı' heykeltraşına 286 bin TL ödendiği ortaya çıktı.


Erdoğan'ın sözlerinden sonra Mehmet Aksoy, kişilik haklarına saldırı iddiasıyla 100 bin TL, tazminata talep etmişti.

Mahkeme, geçtiğimiz eylül ayında yapılan duruşmada, Türk Dil Kurumu'na (TDK) yazı yazılarak "ucube" kelimesinin "tenkit" mi yoksa "yerme" amacıyla mı söylendiği ve hangi anlamları taşıdığının sorulmasına karar verdi.

İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi'nde dün gerçekleşen duruşmada, Kars Belediyesi'nin Aksoy'a heykelin yapımı için 286 bin TL ödeme yaptığı belirtildi.

Vatan, Haber: Canan İspir, 29.01.2014

BEŞ YILDIZLI OTEL VE AVM PROJESİ İPTAL

 

 

İstanbul Taksim'de Tuna İnşaat tarafından gerçekleştirilen 5 yıldızlı otel ve AVM inşaatı iptal edildi. Mimar Mehmet Alper'in Tures Mimarlık adına çizdiği projeye göre; İstanbul'da 1914'te yapılan ilk sinema binası Majik'le arkasındaki Maksim Gazinosu yıkılarak yerine otel ve ticaret merkezi yapılacaktı. 100 milyon dolar bütçeli projede otelin yer üstünde 9, yer altında 8 katı olacaktı. II No'lu Koruma Kurulu'nun "Kültür varlığı olarak tescilli binanın sadece cephesinin korunması" yönünde verdiği tartışmalı kararında, inşaatın Sıraselviler Caddesi'ne bakan cephesinde 27.50 metre (9 kata denk) yüksekliğe izin vermişti. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, otelin yapılacağı parsele ayrıcalıklı yapılaşma hakkı verildiğine, bunun civardaki diğer parseller ve sit alanının tarihi dokusuyla uyumsuz olduğuna, yapılaşmanın trafiği sıkıştıracağına, ayrıca üzerinde kültür varlığı bulunan parsellerin birleştirilerek tek parsele dönüştürülmesinin 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na aykırı olduğuna karar verdi. Kararın ardından Beyoğlu Belediyesi tarafından 750 işçinin çalıştığı inşaat mühürlendi. Malzemeler taşınmaya başladı.

Sabah, 29.01.2014

DEFİNECİLER TARİHE ZARAR VERMİŞ

 

 

Zonguldak'ın Ereğli Belediyesi, Süleymanlar Mahallesi'ndeki Akheron Koyağı nekropol alanı arkeolojik kazı sonuçları hakkında bilgilendirmede bulundu. Yapılan açıklamada tarihi eserlere definecilerin kazılarının zarar verdiği ifade edildi.

 

Konuyla ilgili yapılan yazılı açıklamada, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nun izni ile başlatılan çalışmalarda gelinen noktada, bazı tarihi buluntulara rastlandığı belirtilerek, 'Yaklaşık on bir dönümü içeren bu alanda iki ay süren arkeolojik amaçlı kurtarma kazısında 5 m x 5 m boyutunda kazılan 15 adet arkeolojik açmanın sekizinde tahrip edilmiş lahit, lahit kapağı, sanduka, dorsal türü gömü mezar gibi değerler yanında insan vücuduna ait kemik parçaları; kırılmış gözyaşı şişeleri, seramik eşyalar kiremitler bulunmuş; ama, ne yazık ki bu değerlerin define arayıcı tarafından tahrip edildiği saptanmıştır. Oldukça geniş bir alanı içeren nekropolis kazısının tamamı için ilgililer her yıl yaz mevsiminde 2 ay olmak üzere 5 yıllık bir izlence sundular. Bu izlence görev anlayışım açısından oldukça uzun bir dönemi içerdiğinden, daha kısa sürede sonuca ulaşmak için farklı bir teknik ve yöntem olan jeoradar arayışlarımız sürmektedir." denildi.

Açıklamada, çalışmayı projelendirip Kültür ve Turizm Bakanlığı'na, Tarihi Kentler Birliği'ne ve ÇEKÜL Vakfı'na sunup kabul ettiren Belediye Başkanlık Danışmanı Raif Tokel'e, projeye 10 bin lira tutarında hibe türü parasal destek sağlayan Tarihi Kentler Birliği Başkanı Dr. Asım Güzelbey'e, destek veren ÇEKÜL Vakfı Başkanı ve Tarihi Kentler Birliği Danışmanı Prof. Dr Metin Sözen'e, kazı çalışmalarını yürüten Ahmet Mercan, Melek Tüysüz Aydın, Ünver Göçen'den oluşan kazı ekibine teşekkür edildi.

Sabah, 29.01.2014

TARİHİ KİLİSEYE 'MERDİVEN' TURU

 

 

Ankara Ulus’taki tarihi Saint Clement Kilisesi’ni ziyaret etmek için Başkent’e gelen turistler gördükleri manzara karşısında şok oluyor. Etrafı binalarla çevrili olan kiliseye ulaşabilmek için turistler, bir apartmanın yangın merdivenlerini kullanmak zorunda kalıyor.




Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun (GEEAYK) 12/04/1980 yılı aldığı 2167 sayılı karar ile tescillenen St. Clement Kilisesi, kaybolmaya yüz tuttu. Anafartalar Caddesi ile Çıkrıkçılar Yokuşu arasında, Eski Adliye Binası’nın arkasında kalan ortaçağ dönemine ait yapı, çevresinde yükselen binalar ve üzerine inşa edilen yeni yapılar nedeniyle görünmez oldu. Bizans Dönemi’ne ait eserler arasında bulunan kiliseyi görmek için Ankara’ya gelen turistleri kendi apartman boşluklarında ağırlamak zorunda kaldıklarını belirten özel bir şahsa ait apartmanın görevlisi Ahmet Akdere, “Turistler ellerinde haritalarla kiliseyi görmeye geliyor. Ancak giriş olmadığı biz yangın merdivenimize çıkartarak, elimizden geldiğince yardımcı oluyoruz. Zaten gösterilebilecek iki tane sütun var. Mecburen turist rehberi oldum” diye konuştu.



 

GİRİŞ KAPISI YOK

Turistler, ortaçağ yıllarında yaşayan Clement isimli başpiskoposun, o dönem hristiyanlara karşı uygulanan baskı sonucu Antiochus Galerius tarafından öldürülerek, Denizciler Caddesi ile Anafartalar Caddesi arasında kalan St. Clement Kilisesi etrafında bir yere gömdüğünü düşünüyor. Manevi açıdan değer verdikleri kiliseyi görmek için kilometrelerce uzaktan Ankara’ya gelen turistler, hiç beklemedikleri bir durumla karşılaşıyor. Girişi olmayan kiliseyi görebilmek için bir apartmanın yangın merdivenine çıkmak zorunda kalan yabancı konuklar, dua edip, fotoğraf çekiyor.





REZİL OLMAYALIM

Kilisenin bitişiğindeki apartmanın görevlisi Ahmet Akdere, turistlere yardımcı olmaya çalıştığını söyledi. Yabancı konukların büyük bir heyecanla kiliseye görmek için geldiğini anlatan Akdere, “Biz elimizden geleni yapıyoruz. Kendi mülkümüz içinden geçirerek kiliseyi görmelerini sağlıyoruz ancak daha fazlasının yapılması lazım. Bu kadar önemli bir eserin seyir terası ya da turistlerin rahatça ulaşabileceği bir konumda olması gerekir. Bu ülkemizin imajı açısından çok önemli. Turistlere rezil olmamalıyız.”



 

BİZANS MABETİ

Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan Tarih İçinde Ankara kitabında da yer verilen kilise, Bizans Dönemi mabetlerinden biri olarak tanıtılıyor.

Hürriyet, Haber: Ender Baykuş, 29.01.2014

AKHERON NEKROPOL KAZISININ İLK AŞAMA SONUÇLARI AÇIKLANDI

 

 

Kdz. Ereğli Belediye Başkanı Halil Posbıyık, Belediye’nin çabaları sonucu gerekli izinlerin alındığı ve iki ay boyunca arkeolojik kazıların yürütüldüğü Akheron Koyağı Nekropol Alanı’nda, çeşitli buluntular elde edildiğini ancak bu buluntuların define arayıcılar tarafından tahrip edildiğini gördüklerini açıkladı.

 

Belediye Başkanı Halil Posbıyık yaptığı açıklamada, Akheron Koyağı Nekropol Alanı’ndaki kazı sonuçlarıyla ilgili bilgi verdi. Ankara Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nca, “Birinci ve Üçüncü Derece Arkeolojik Sit Alanı” olarak ilan edilen alanda, bugüne dek hiçbir arkeolojik çalışma yapılmadığını belirten Posbıyık, şöyle dedi: “Kent merkezine oldukça yakın olan bu alan, bakımsızlık nedeniyle görüntü kirliliği yarattığı gibi ıssız olduğu için güvenlik anlamında sorunlu olup; definecilerin de ilgisini çekmektedir. Bu olumsuzluğun giderilmesi yanında, yörenin geçmişine ışık tutacak belge niteliğindeki arkeolojik değerlerin gün yüzüne çıkarılması konusundaki başvurularımız ilgili birimce kabul edilmemesine karşın, Bakanlık düzeyinde sürdürdüğümüz girişimlerimiz sonucu talebimiz Bakanlık oluruyla uygun görülmüştür. 14 Haziran 2013 tarihinde yapılan protokol gereği masrafları Belediyemizce karşılanan arkeolojik kazı çalışmaları Kdz. Ereğli Müzesi Müdürü Ahmet Mercan’nın başkanlığında müze araştırmacısı Melek Tüysüz Aydın, arkeolog Ünver Göçen’den oluşan kazı ekibine Belediyemizce yirmi işçi ve gerekli kazı araçları sağlanmıştır.”

 

Yaklaşık on bir dönümlük söz konusu alanda iki ay boyunca arkeolojik amaçlı kurtarma kazısı yürütüldüğünü anlatan Posbıyık, şöyle devam etti: “5m x 5m boyutunda kazılan on beş adet arkeolojik açmanın sekizinde tahrip edilmiş lahit, lahit kapağı, sanduka, dorsal türü gömü mezar gibi değerler yanında insan vücuduna ait kemik parçaları; kırılmış gözyaşı şişeleri, seramik eşyalar kiremitler bulunmuş ama ne yazık ki bu değerlerin define arayıcı tarafından tahrip edildiği saptanmıştır. Oldukça geniş bir alanı içeren nekropolis kazısının tamamı için ilgililer her yıl yaz mevsiminde iki ay olmak üzere beş yıllık bir izlence sundular. Bu izlence görev anlayışım açısından oldukça uzun bir dönemi içerdiğinden daha kısa sürede sonuca ulaşmak için farklı bir teknik ve yöntem olan jeoradar arayışlarımız sürmektedir.”

 

Çalışmaların tümünde emeği geçenlere de teşekkür eden Posbıyık, şunları kaydetti: “Belediyemiz olanakları ve katkılarıyla Göztepe’de başlattığımız arkeolojik çalışmayı Akheron Koyağı Nekropol Alanı’da sürdürmemiz konuya verdiğimiz önem ve değerin somut kanıtı olup; hedefimiz ilçemizin başta kent merkezindeki arkeolojik sit alanları olmak üzere ilçe kırsalındaki diğer arkeolojik sit alanlarında da arkeolojik kazı çalışmalarını başlatarak yörenin toprak altında kalan tarihsel, arkeolojik ve ekinsel değerlerini gün yüzüne çıkarmaktır.”

Ereğli Bülteni, 28.01.2014

TARİHİ CAMİ YENİDEN AÇILDI

 

 

Bir yıldır devam eden restorasyonunun tamamlanmasıyla Mirliva Ahmet Bey (Çarşı ) Camii yeniden ibadete açıldı.

 

Kışın başlarında restorasyonunun tamamlanmasının ardından, halılarının da serilmesiyle Mirliva Ahmet Bey Camii yeniden ibadete açıldı. Müftülük tarafından gerçekleştirilen açılışta o esnada ilçede bulunan Malatya Belediye Başkanı Ahmet Çakır, Arapgir Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu, çok sayıda vatandaş katıldı.

 

Cami 1752 yılında Mirliva Ahmet Bey tarafından yaptırılmış, 1895 yılında çıkan bir yangından sonra Sultan 2. Abdulhamit tarafından tamir ettirilmiş. Tarihi Millet Hanı ve Çarşı Hamamı ile birlikte üçgen bir yapı birliği oluşturulurken, Cami son olarak geçtiğimiz yıl başlanan restorasyon çalışmasıyla eskiyen penceler ve ahşap yapıları aslına uygun olarak yenilenerek, iç duvarlarda bulunan sıvaların temizlenmesiyle mevcut ve gizlenmiş motiflerin gün yüzüne çıkarılması sağlanmış diğer yapılarla oluşturulan alanda da çevre düzenlemesi yapılarak bu yapıların gün yüzüne çıkarılması sağlanmış. Ayrıca yine geçtiğimiz yıl başlayan Çarşı Hamamı Restorasyonu da halen devam etmekte.

Malatya Haber, 28.01.2014

AKILLARA DURGUNLUK VEREN SAHTE TABLO OLAYI

 

Modern resmin büyük ismi Nejat Melih Devrim'in sahte bir tablosu az daha dünya müzayede devi Sotheby's'de satışa çıkıyordu. Neyse ki bu şeytana pabucunu ters giydiren sahtecilik olayını Galeri Nev'in sahibi Haldun Dostoğlu fark etti.

 

 

Dünyada sahte resim ligi olsa Türkiye muhtemelen ilk sıralarda yer alırdı. 2000’li yılların başında Türkiye’de her gün sahte bir Picasso tablosu çıkıyordu ortaya. Keza, 2001’de Koleksiyon Müzayede’nin Çırağan’da düzenlediği müzayedede satışa sunulan bazı tabloların sahte olduğu yüksek sesle dile getirilmişti. (Meraklısı Emel Armutçu’nun 13 Mayıs 2001 tarihinde Hürriyet Pazar’da yayımlanan ‘Resimdeki Susurluk’ dosyasına buraya ulaşabilir.) Ayrıca o kadar gerilere gitmeye de gerek yok. Tophane-i Amire’deki ‘Miro İstanbul ’da’ sergisi, geçen ay sahte Miro imzalı olduğu gerekçesiyle Miro Vakfı’nın isteği üzerine kapatılmamış mıydı? Her yıl birkaç kez karşımıza gelen Ankara Resim Heykel Müzesi’ndeki 50 küsur resmin sahtesinin yapılıp yerine konulduğuyla ilgili haberleri saymıyoruz bile...

Az daha Sotheby’s’de satılıyordu

Şimdi anlatacağımız ise şeytana bile pabucunu ters giydirecek türden bir sahtecilik olayı... Zira normalde ünlü bir ressamın varolan bir tablosunun sahtesi üretilirken burada ünlü bir ressamın iki farklı tablosu kurnazca birleştirilerek ortaya yeni bir tablo çıkartılmış. Yaşamının bir bölümünü (1946’dan 1968’e) Paris’te, ardından da Polonya’da geçiren ve 1995’te bu ülkede hayata veda eden modern resmin büyük ismi Nejad Melih Devrim’in bu sahte tablosu, az daha dünya müzayede devi Sotheby’s’de satışa çıkıyordu. Neyse ki Nejad Devrim konusunda uzman bir isim olan Galeri Nev İstanbul’un kurucusu Haldun Dostoğlu tarafından daha satışa çıkmadan fark edildi ve Sotheby’s büyük bir skandaldan kurtulmuş oldu.

Hikayenin gerisini Haldun Dostoğlu’ndan dinleyelim: “Geçenlerde Sotheby’s, satış için kendilerine teklif edilen bir Nejad Devrim tablosunun fotoğrafını gönderdi. Bu ilk kez olmuyor, özellikle Nejad Devrim, Mübin Orhon ve Erol Akyavaş tablolarının kaynağından çok emin olmazlarsa bana soruyorlar. Ben bu ressamlarla çok sergi yaptım, kitaplarını hazırladım. Bu nedenle bu sanatçıların yapıtlarına dair biraz bilgim var. Gerçi bilimsel bir cevabım olmuyor, hissiyatımla cevap veriyorum, ki hisler insanı çok az yanıltıyor. Sözü geçen resme ilk baktığımda, evet Nejad Devrim’e benziyordu ama bir şey beni kuşkulandırdı. ‘Rahatsız eden neydi?’ diye sorsanız, sadece hissiyat derim. Açtım ‘Nejad’ (Galeri Nev yayını) kitabını. Karıştırırken o sayfaya (s 86) gelince içgüdüsel bir şekilde durdum. Bu Nejad’ın soyut dönemi, 1950-54 arasına denk geliyor. Tadı, dokusu. İlişki kurmaya çalışıyorum kısaca. Bir baktım resmin üst yarısı Nejad’ın 1954 tarihli bir soyut kompozisyonuyla aynı ama yan döndürülerek kullanılmış. Alt yarısı ise yan sayfadaki (s 87) soyut tablonun alt yarısıyla aynı. Yani bir resmin yanına diğer resmi yan çevirip eklemişler. Bir ressam bunu yapar mı? Muhtemelen kitabın bu sayfası sahtecilere kaynak teşkil etmiş (gülüyor).”

Sahte tablonun sahibi ortada yok

Bunun üzerine Dostoğlu, sayfaların fotoğrafını çekmiş ve iki resmin kopyalanan yerlerini işaretleyerek Sotheby’s’e göndermiş. Sotheby’s de tabloyu kendilerine teklif eden kişiye gönderip resmi iade etmiş. “Önce tabloyu kimin verdiğini söylemediler. Sonra ‘Prensip olarak isim vermiyoruz ama bu kişi galiba mağdur. Muhtemelen onu da kandırmışlar. Sizinle görüşebilir’ dediler. Ben de ‘Hay hay, gelsin’ dedim. Ama 10 gün oldu, gelen giden yok” diye anlatıyor Dostoğlu.


Müzayedelerde yüksek fiyattan satıldığı için Nejad Devrim’in sahtelerinin üretildiğini belirten Dostoğlu, “Özellikle 50’li yıllara ait eserleri çok para ediyor. 100-150 cm. civarında bir tablosu ortalama 200-300 bin dolara satılıyor. 1 milyonu geçen tabloları da oldu ama onlar çok çok büyüktü. Nejad Devrim, yurtdışında yaşadığı için yabancılarda da çok tablosu var. Mesela Danimarka’da çok müzayedeye çıkıyor. Çünkü sağlığında Danimarka’da üç sergi açmış ve üç sergideki tabloların tamamına yakını satılmıştı. Danimarkalılar da Nejad’ın para ettiğini anlayınca satmaya başladılar” diye konuşuyor.

 

 

Türkiye’de sahte resmin çok yaygın olduğunu anlatan Haldun Dostoğlu, şu sıralar tartışmaların odağında olan yargının bu konuyla hiç ilgilenmemesinden yakınıyor: “Herkes biliyor ki piyasada bir sürü sahte var. Ama bu konu Türk adliyesinin hiçbir zaman gündemine gelmedi. Sahte resim suçundan kimse yargılanmadı. Bizim piyasada esnaf tabir edilen birileri var. İstanbul’da gereğinden, ihtiyaçtan fazla galeri var. Bir sürü galeri hayatlarını nasıl sürdürüyorlar doğrusu çok merak ediyorum. Bir galerinin hayatını nasıl sürdürebileceğiyle ilgili 30 yıllık deneyimden sonra üç aşağı beş yukarı biraz fikrim var. Bizlerin nasıl zorlandığını biliyorum ama bazı galeriler nasıl zorlanmıyor bir türlü anlayamıyorum.”

Sabri Berkel’lere dikkat!

Peki koleksiyoncular sahte tuzağına düşmemek için ne yapmalı? “Güvenilir müzayede şirketleri veya galerilerden satın alsınlar. Kaynağını bilmedikleri resmi almasınlar, kuşku duydukları şeyleri bilene sorsunlar” diyen Dostoğlu, özellikle Sabri Berkel konusunda da koleksiyoncuları uyarıyor: “Bilmediğim ve emin olduğum bir şey var. Piyasada birtakım Sabri Berkel resimleri dolaşıyor. Sabri Berkel uzmanı da doğru düzgün yok Türkiye’de. Sabri Berkel öldüğünde her şeyini Mimar Sinan’da çalıştığı odaya kilitlediler. Yıllarca kilitli kaldı o oda. O eserlerin akıbetini bilmiyoruz. Sabri Berkel’i iyi bilen bir Seyhun Topuz var, bir de Rabia Çapa. Mesela Seyhun Hanım piyasada sahte Sabri Berkel’lere rastladığını söylüyor.”


Birçok ressamın çok kolay taklit edilebildiğini anlatan Dostoğlu, taklidi imkansız ressam olarak Mehmet Güleryüz’ü örnek veriyor: “Güleryüz’den kimse kuşku duymaz. Çünkü öyle bir boyama tekniği vardır ki taklidi çok zor, hatta imkansızdır.”

 

İki sahte Nejad Devrim daha var

 

 

Haldun Dostoğlu: “Seneler önce bana Teşvikiyeli bir ‘esnaf’ bir tablo getirmişti. Nev’den çıkan Nejad Devrim kataloğu ve ona bakılarak üretildiği çok belli bir Nejad tablosu... Biraz renkleri ve boyutuyla oynamış ama asıl kompozisyonu bu resimden almış. Sahte diye biz bu resmi iade ettik. Bu resmin orijinali İstanbul Modern’de duvarda asılı. Yani bu resimden iki sahte tablo daha üretilmiş!”

 

 

Haldun Dostoğlu: “Bir başka gün ise yine bir ‘esnaf’ şöyle bir tablo getirdi. Görür görmez bir arkadaşımın (Cemal Şener) evinde gördüğüm bir Nejad Devrim tablosunu hatırladım. Sonra kitabı açıp baktım ve gerçekten de ona bakılarak yapıldığını anladım. Yapan kişi, biraz renklerini değiştirmiş, ‘Nejad’ imzasını daha kalın bir şekilde atmış, tarih yazmamış.

 

Çerçeveciden sahte Turan Erol!
İlginç bir sahtecilik olayı da yaşayan önemli ressamlarımızdan Turan Erol’un bir tablosunda yaşanmış. Bu sahtecilik olayı ise Turan Erol’un bir galeride gördüğü kendi tablosunun sahte olduğundan şüphelenmesiyle ortaya çıkmış. Tablonun sahibi ünlü bir koleksiyoncu, resmin orijinal olduğunu iddia ettiyse de biraz araştırınca kendi Turhan Erol tablosunun sahte olduğunu anlamış.
Olay şöyle gelişmiş: Ünlü koleksiyoncumuz Ankara’da açılan Turan Erol sergisinden bir tablo beğenip satın alıyor. Sonra da Ankara’da tanıdığı bir çerçeveciye gidiyor ve muhabbet sırasında Turan Erol sergisinden bir tablo aldığını anlatıyor, sonra İstanbul’a dönüyor. Bunun üzerine çerçeveci, sergiye bir öğrenci gönderip o tablonun fotoğrafını çektiriyor ve hemen aynısından bir sahte tablo üretiyor. Sergi bitimine iki gün kala ise İstanbul’daki ünlü koleksiyoncuyu arayıp “Ben yarın İstanbul’a geliyorum, istiyorsan senin resmini de getireyim” diyor. Koleksiyoncumuz da “Aaa çok iyi olur. Ben hemen galeriyi arayayım, resmi sana ulaştırsınlar” diyor. Galeri tabloyu gönderiyor, çerçeveci ise resmi çerçevesinden çıkartıp yerine kendi yaptırdığı sahte resmi koyuyor ve İstanbul’a getirip ünlü koleksiyoncumuza teslim ediyor. Yıllar sonra tablonun sahte olduğu anlaşılınca ünlü koleksiyoncumuz tabloyu çerçeveciye iade edip parasını geri alıyor.

Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 28.01.2014

YEŞİLOVA HÖYÜĞÜ ZİYARETÇİ MERKEZİ TAMAMLANIYOR

 

 

Bornova Belediyesi'nin Singapur'da düzenlenen Dünya Mimarlık Festivali'nde dünyanın en iyi ilk 10 projesi arasına giren Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'nin kısa süre içinde hizmete gireceği bildirildi.


Bornova Belediyesi'nin prestij projeleri arasında yeralan ve aldığı iki büyük ödülle daha bitmeden Bornova'nın gururu haline gelen Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi, yapımında kullanılan özel malzemeler ve tekniklerle de dikkatleri çekiyor. Bornova'nın tarihinin 8 bin 500 yıl öncesine dayandığını kanıtlayan arkeolojik eserlerin bulunduğu Yeşilova Höyüğü'nün yanıbaşındaki Ziyaretçi Merkezi İzmir'in turizm potansiyeline de katkıda bulunacak.


Singapur'da düzenlenen Dünya Mimarlık Festivali'nde mimari kültür projesi dalında dünyanın en iyi ilk 10 projesi arasına giren, Türkiye'de de Tarihi Kentler Birliği'nden “Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması'nda proje dalında ödül alan Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi, bir uçtan bir uca tam 155 metre uzunluğunda. Bina, güneşten en üst düzeyde yararlanmak amacıyla doğu-batı yönünde konumlandırıldı. Güneşin etkisinin daha az olduğu doğu yönünde bina dış yüzeyi şeffaf polikarbon malzemeyle kaplanarak gün ışığından daha çok yararlanılması amaçlandı. Batı yönünde ise özellikle öğleden sonra ve akşam güneşinin yatay ışınlarının yakıcı etkisini azaltmak için fiber beton kaplama kullanıldı. Binanın dış yüzeyine 3 metreye 6 metre ebatlarında 226 parça fiber beton plaka monte edildi. Doğu yönünde ise 194 adet polikarbon plaka kullanıldı. Bu mimari çözüm sayesinde ısıtma ve soğutmada önemli oranda enerji tasarrufu sağlanacak.

 

 

CAM KOLON KULLANILIYOR
Toplam 4 bin 756 metrekare kapalı alana sahip olan Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi binası tamamen çelik kolonlar üzerinde yükseliyor. 155 metrelik binanın tamamını 80 adet çelik kolon ayakta tutuyor. Binanın en dikkat çekici özelliklerinden biri de cam giydirme yapılacak olan yüksek ön cephede, kolonların da cam malzemeden kullanılması olacak. Cam parçalarının birleşme noktaları yine başka özel bir cam kolonla birbirine tutturulacak. Böylece ön cepheden bakıldığında tamamen cam bir yüzey görülecek.

 

YAĞMUR SULARI TOPLANACAK
Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'nin çatı ve bahçesindeki tüm dış yüzeyler yağmur suyunun toplanarak depolanmasına imkan verecek şekilde projelendirildi. Bu sayede toplanan sular depolanarak bahçe sulamasında kullanılacak. Diyarbakır'dan getirilen özel bazalt taşıyla kaplanan Ziyaretçi Merkezi girişindeki amfitiyatro, kafeterya, banklar ve çevre düzenlemesi canlılığı sağlayacak.

 

SEYİR TERASI
Yeşilova Höyüğü'ndeki kazı çalışmalarını birebir görme imkanını oluşturmak için seyir terası düzenlemesi de yapılan Ziyaretçi Merkezi'nde arkeologlar vatandaşlarla görsel temas halinde olacak. 45 metrelik rampanın sonundaki seyir terasından bütün kazı alanı tepeden görülürken, binanın içinde kazı ekibinin çalışmalarını yaptığı odalar da cam bölmelerden izlenebilecek. Ayrıca seyir terasında bir meşale de bulunuyor.

 
HER ŞEY BİR ARADA
Mimari projesini Umut Başbuğ ile Evren Başbuğ'un yaptığı ve yaklaşık 4 bin 756 metrekarelik kapalı alana kurulacak Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'nde, arkeoloji araştırma laboratuvarı, eğitim alanları, kafe restoran, aktivite alanları, ofisler, sergi alanları, konferans salonu, teknik odalar, arkeologlar için misafirhaneler yeralacak. Bornova Belediyesi'nin de desteğiyle Ege Üniversitesi'nin yürüttüğü Zaman Tüneli Projesi için de geniş bir alan bulunacak.


Projenin en önemli ve özgün özelliklerinden biri ise uzun duvarıyla, Yeşilova Höyüğü Kazı Alanı'na gelenleri şimdiki zamandan ayıracak olması. Bu duvar aynı zamanda şimdiki zamanla eski zaman arasında bir geçiş sağlayacak. Proje alanında birebir ölçülerde bir neolitik dönem köyü de olacak. Kazı alanından çıkarılan eserler, Arkeoloji Araştırma Laboratuvarı'nda değerlendirilerek sergilenecek. Zaman Tüneli Projesi olarak da adlandırılan proje kapsamında, kazı alanına gelenler hem uygarlıkların kurulduğu alanı ziyaret edecek hem de eserleri çıkarıldıkları yerde görebilecek. Projenin kazı bölgesiyle aynı alanda kurulacak olması nedeniyle dünyada ilgili pek çok kuruluşun dikkatini çekiyor.


Bornova Belediye Başkanı Prof.Dr. Kamil Okyay Sındır, Bornova'nın üniversitesi, sanayisi ve kültürüyle farklı ve öncü bir ilçe olduğunu belirterek, “İlçemizin bu niteliklerine uygun öncü bir eser ortaya koymak için elimizden geleni yaptık. Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'nin projesini yarışmayla belirledik. Umut Başbuğ ile Evren Başbuğ'un projesi yarışmayı kazandı ve uygulandı. Yanıbaşında çıkarılan tarihi eserlerin sergilenecek olması nedeniyle de çok özel bir proje olan Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'nin izmir'in turizm potansiyelini de artıracağına inanıyonrum” dedi.

Hürriyet, 28.01.2014

DİYARBAKIR SURLARI UNESCO YOLUNDA

 

 

Cumhurbaşkanı Gül'ün Cumhurbaşkanlığı himayesine aldığı Dünya Mirası Geçici Listesinde yer alan Diyarbakır Surları ve 700 hektarlık alanı kaplayan 8 bin yıllık Hevsel Bahçelerinin Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) Dünya Mirası Listesine girmesi için hazırlanan nihai dosya tamamlandı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesinde, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi bünyesinde kurulan Alan Yönetim Birimi ile Diyarbakır Valiliğince, kentteki tüm kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütlerinin desteğiyle "Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı" ismiyle hazırlanan dosya Kültür ve Turizm Bakanlığı aracılığıyla UNESCO'ya sunuldu.

 

Diyarbakır'ın simgesi olan yaklaşık 5 bin 700 metre uzunluğunda, 12 metre yüksekliğinde, 4 metre genişliğinde üzerindeki yazıtları, burçları ve bezemeleriyle görkemli bir açık hava müzesi konumunda olan Diyarbakır Surlarının dünya mirası olması için adaylık süreci resmen başladı.

 

Diyarbakır Kalesi ve Surları Alan Başkanı Soyukaya, AA muhabirine, Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Kültürel Peyzajının UNESCO'ya aday olduğunu belirterek, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesince hazırlanan nihai dosyayı tamamlayarak Kültür ve Turizm Bakanlığına teslim ettiklerini söyledi.

 

"UNESCO'ya adaylığımızda iddialıyız"

Soyukaya, büyükşehirlerde kentsel sit alanlarında bu çalışmaları yasa gereği belediyelerin yürüttüğünü, bu nedenle Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Kültürel Peyzajının UNESCO'ya sunulması için sürecin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesince yürütüldüğünü kaydetti.

 

Bu kapsamda bir birim oluşturularak konuyla ilgili yerli ve yabancı uzman ve danışmanlarla anlaşmalar yapıldığını anlatan Soyukaya, şöyle dedi:

"Danışmanlar ve bilim insanları ile kentteki tüm kurum, kuruluş ve sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle Kültür ve Turizm Bakanlığının öncülüğünde bu çalışma yapıldı. İyi bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Alan yönetim planı henüz sonuçlanmadı. Bu aşamadan sonra alan yönetim planı, danışma kurulunda tartışılacak. Diyarbakır Valiliği başkanlığında bir heyetle çalışmaları tartışmaya açtık. Eşgüdüm ve denetleme kurulunda bu tartışmayı yürüteceğiz. Bu kurul tarafından alan yönetim planının onaylanması halinde planı dosyaya eklenmek üzere mart ayı sonun kadar UNESCO'ya ulaştıracağız."

 

Soyukaya, şöyle konuştu:

"UNESCO'ya adaylığımızda iddialıyız. Diyarbakır kalesi gibi Mezopotamya'da, Akdeniz'de ve mevcut UNESCO Kültür Mirası içinde önemli bir değer ve dünya mirasına sahibiz. Aynı şekilde Hevsel Bahçelerine de sahibiz. Binlerce yıldır işlevini yitirmeden günümüze kadar ulaşmış bir kültürel peyzajdan söz ediyoruz. Çünkü Hevsel Bahçeleri sadece tarım değil, aynı zamanda kentle bütünleşmiş, kentin besin ihtiyacını yerine getirirken, somut olmayan kültürel mirasa da kaynaklık etmiş kültürel bir alandır. Kent doğduğu yerde 8 bin yıldır hiçbir şekilde ara vermeden yaşamını bugüne kadar getirmişse bunda Dicle Nehri ve Hevsel Bahçelerinin çok büyük önemi var. Bu nedenle iki tarihi mirasımızı UNESCO'ya sunduk."

Anadolu Ajansı, Haber: Sema Kaplan, 28.01.2014

İLK AVRUPALILAR ESMER ÇIKTI

 

7 bin yıl önce yaşamış Avrupalıların sanıldığından daha koyu tenli, koyu renk saçlı ve mavi gözlü olduğuna işaret eden bir genetik araştırmanın sonuçları Nature dergisinde yayımlandı.

 

 

İspanya ’da yapılan araştırma, günümüzden 7000 yıl önce Avrupa kıtasında yaşayan insanların nasıl bir görünüme sahip olduklarını ortaya koydu. Buna göre o dönemde genellikle mavi gözlü ve koyu tenli olan Avrupalılar avcılık ve toplayıcılıkla yaşamlarını sürdürüyordu. Barcelona Evrimsel Biyoloji Enstitüsü tarafından yapılan araştırmalar Nature dergisinde yayımlandı.


Araştırma ekibinden Doktor Carles Lalueza-Fox, Avrupalıların tenlerinin renginin yıllar içerisinde açıldığını, eski Avrupalıların koyu tenli olduğunu söyledi. 2006'da Kuzey İspanya’da bir mağarada bulunan toplayıcı-avcı Avrupalı iskeletleri üzerinde çalışan ekip, DNA’lar üzerinden eski Avrupalıların yaşamlarına dair bulgulara ulaştı. Ekip, eski Avrupalılara genetik olarak en çok benzeyenlerin İsveç ve Finlandiyalılar olduğunu ortaya koydu. Doktor Lalueza-Fox eski Avrupalıların gözlerinin mavi olduğunun bilindiğini ancak koyu tenli ve koyu saçlı çıkmalarının kendileri için bir sürpriz olduğunu söyledi. Bilim insanları Avrupalıların 45 bin yıl önce Afrika ’dan Avrupa’ya göç ettiğini düşünüyor.

Radikal, 27.01.2014

DÜNYANIN EN ZENGİN AMFORA MÜZESİ MERSİN'DE

 

 

Mersin'in Silifke İlçesi'ne bağlı Taşucu beldesinde 1997 yılında özel müze statüsüyle kapılarını açan Arslan Eyce Taşucu Amphora Müzesi, ticari amphoraları yok olmaktan kurtararak insanlık tarihine önemli bir katkı sunuyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Arslan Eyce Amphora Müzesi ve Taşucu Eğitim Doğal Hayatı Koruma Vakfı Başkanı Arslan Eyce, Antik Dönem ticaret tarihi hakkındaki verilerin önemli bölümünü Doğu Akdeniz'de gerçekleştirilen arkeolojik araştırmaların sağladığını belirtti. 

 

2004 yılı sonunda Ege Üniversitesi'nden bir ekip tarafından başlatılan çalışmalarda incelenen amphoraların teşhirinin tamamlandığını bu eserler doğrultusunda bölgenin ticaret tarihindeki yerinin değerlendirildiği bir yayın hazırlandığını belirten Arslan Eyce, "Müzemiz Doğu ve Batı Akdeniz ticaretinin önemli bir döneminde yapılan zeytinyağı  ticaretinde kullanılan amphoraları bünyesinde toplayan müzedir. Müzemizde Helenistik, Roma ve Bizans dönemi tarihçesini bünyesinde oluşturan müzemiz dünyadaki en kültürlü müzeden bir tanesidir. Zeytinyağı ticaretinin başladığı MÖ 8. yüzyıldan M.S 17. yüzyıla kadar zeytinyağı ticaretinde kullanılan amphoralar çok kültürlü bir müze olarak bünyesinde 33 kültürü barındırmaktadır. Yapılan bilimsel arlaştırmalar sonucunda da dünyanın en kültürlü Amphora müzesi bilim adamları tarafından belgelenmiştir." dedi. 

 

Müzede bulunan en eski amphoralar Doğu Akdeniz'de ticari yoğunluğun arttığı MÖ 8. yüzyılda kullanılan ve Suriye-Filistin kıyılarında üretilen ürünlerin taşındığı silindirik gövdeli küçük kulplara sahip formlar olduğunu belirten Eyce, "Arkaik dönemin başından Helenistik döneme kadar Fenike kıyılarından Akdeniz'e yoğun olarak ihraç edilen, torpil formlu, 12-13 lt. kapasiteli küçük amphoraların ise müzede üç tam örneği bulunmaktadır. Bu amphoraların Mısır'da ve Doğu Akdeniz'de birçok bölgede taklit edildikleri bilinmektedir. Zeytinyağı ticaretinde Akdeniz pazarında kendine ait özel bir yeri olan Kıbrıs'da üretilen amphoralar da müzeye balıkçıların kazandırdığı önemli bir grubu oluşturmaktadır. Aykırı formları ve yüksek kapasiteleriyle sepet kulplu amphoralar olarak adlandırılan Arkaik Kıbrıs amphoralarının Helenistik dönemin başlarına kadar, formlarındaki incelmeye rağmen asıl karakteri olan ağız kenarını aşan ve içinden bir sopa geçirilerek taşınmasına olanak sağlayan yüksek kulplarını korudukları görülmektedir. Adaya has olan bu formun Suriye-Filistin kıyılarında ve Mısır'da da üretilmesinin yanında Kıbrıs'ın ticari pazarları elinde tutmaya yönelik olarak dönemin popüler formlarında amphoralar da ürettiği bilinmektedir" diye konuştu.

Zaman, 27.01.2014

TÜNELİN SİMGESİ NARMANLI HAN YIKILACAK MI?

 

Geçtiğimiz günlerde 57 milyon dolara satılan Tünel'in simge binalarından Narmanlı Han ile ilgili tartışmalar bitmiyor.

 

 

Erkul Kozmetik'in sahibi Mehmet Erkul, hanın tarihi yapısını hiçbir şekilde bozmadan restorasyon yapacaklarını açıkladı. Cumhuriyet'te yer alan habere göre, projenin durdurulmasını sağlayan davayı açan dönemin İnsan Yerleşimleri Derneği Başkanı Korhan Gümüş de, "Orayı boş bir arsa olarak görüyorlar. Şimdi tekrar oraya inşaat yapmaya çalışacaklar. Bu gayret her zaman olacak" dedi.

 

Rus elçilik binasıydı İstiklal Caddesi'nde 2 bin 642 metrekarelik yüzölçümüne sahip olan Narmanlı Han, İtalyan mimar Giuseppe Fossati tarafından Rus elçilik binası olarak 1843 yılında tamamlandı. 1993 yılında Narmanlı ailesine satılan tescilli bina, mağaza, büro, konut ve sanat atölyesi olarak kullanılmaya başladı. Uzun yıllar yaşanan sorunlar nedeniyle atıl durumda olan Narmanlı Han'ın yüzde 15'lik hissesi, 2001 yılında restore etmek amacıyla Yapı Kredi-Koray tarafından satın alındı. Anıtlar Kurulu tarafından onaylanan restorasyon projesine göre tescilli binanın üzerine üç kat eklenecekti. İç avludaki ağaçlar kesilecek açık bahçenin üstüne yazın açılabilir, camdan bir çatı yapılacaktı. Restorasyon projesine tarihi yapıya zarar vereceği için semt dernekleri tarafından dava açılmış ve kazanılmıştı. Bunun üzerine uzun süre proje askıda kaldı. Narmanlı Han'ın 12 varisi 2008 yılında Yapı Kredi Koray'a dava açarak hisselerini geri almak istedi. Aile "gayrimenkul hissesi karşılığında inşaat yapımı ve satış vaadi sözleşmesinin feshi" için açtığı davayı kazandı. Yapı Kredi Koray GYO 2012 yılında kararı temyiz etti.

 

Boş Arsa Görüyorlar

Restorasyon projesinin durdurulmasını sağlayan davayı açan İnsan Yerleşimleri Derneği'nin o dönemki başkanı mimar Korhan Gümüş, Gezi Parkı'na Topçu Kışlası projesinin de mimarı olan Halil Onur'a ait projenin tekrar gündeme gelebileceğine dikkat çekerek "Kuruldan projeyi geçirebilirler. Bu ihtimal dahilinde çünkü burası çok önemli bir pafta" dedi. Şimdi buradaki karın maksimize edilmeye çalışılacağını belirten Gümüş, "Mülkün varisleri hisselerini devretmiş gibi gözükmüyorlar. Bu dersi yeniden çalışmaları lazım. Artık rant kapanın elinde kalmasın. Beyoğlu'nda böyle oldu bugüne kadar. Siyasetçiler Narmanlı Han'ı bir pasta olarak gördüler geçmişte. Mimarları onlar bu şekilde yönlendirdi. Sonunda proje duvara tosladı. Şimdi tekrar oraya inşaat yapmaya çalışacaklar" diye konuştu. Gümüş, o dönem davayı açan sivil toplum gruplarının tekrar harekete geçeceğini de söyledi. aşamasında sürerken Yapı Kredi Koray GYO, Kamu Aydınlatma Platformu'na açıklama yaparak uyuşmazlığın çözüldüğünü duyurdu. 19 Aralık 2013 tarihli açıklamada, şirket adına kayıtlı yüzde 15 hissenin tamamının Eteksan Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti. ile Erkul Kozmetik San. ve Tic. A.Ş'ye toplam 5 milyon 428 bin lira bedelle devredildiği kaydedildi. Erkul Kozmetik'in sahibi Mehmet Erkul, Narmanlı Han'ın mevcut hisselerini Eteksan Tekstil'in sahibi Tekin Esen ile birlikte yarı yarıya aldıklarını söyledi. Erkul, "Anlaşma yaparak onlardan hanı devraldı. Tarihi yapısını hiçbir şekilde bozmadan ufak restorasyonlar yapacağız. Aslına uygun olarak devam edecektir" dedi.

Yapı, 27.01.2014

GÖLÜN ALTINDAKİ BİN 600 YILLIK BAZİLİKA İLK KEZ GÖRÜNTÜLENDİ

 

 

Bitinya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapan İznik'in adını verdiği gölde kıyıdan yaklaşık 20 metre açıkta ve 2 metre derinlikte, erken Hristiyanlık mimarisinin özelliklerini taşıyan, Roma dönemine ait yaklaşık 1600 yıllık bazilika keşfedildi.

 

Bursa Büyükşehir Belediyesinin İznik'te başlattığı "Tarihi Kültürel Mirası Tespit ve Havadan Fotoğraflama Çalışmaları" sırasında çekilen görüntülerde tesadüfen fark edilen bazilikanın, M.S 740 depremindeki çökmenin etkisiyle göl sularına gömüldüğü tahmin ediliyor.

Bazilika; içi, ortadaki yüksek, yanlardakiler daha alçak olmak üzere iki sıra sütunla üç salona ayrılmış, dikdörtgen biçiminde büyük kilise olarak tanımlanıyor.

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, yaptığı açıklamada, İznik ve çevresindeki hava çekimlerinden elde edilen fotoğraflarda, "Senato Sarayı" olarak tanımlanan alanın 500 metre kadar doğusunda ve göl kıyısından yaklaşık 20 metre açıkta son derece belirgin şekilde anıtsal bir yapı kalıntısının fark edildiğini belirtti.

Doğu-batı doğrultusunda uzanan bu yapıya ilişkin daha sonra yine havadan detaylı görüntüleme çalışmaları yapıldığını anlatan Şahin, "Kalıntılar üzerinde daha sonra yapılan detaylı görüntüleme çalışmasında, Hristiyanlık'ta bazilika olarak adlandırılan yapı kompleksinin su altında bulunduğunu tespit ettik. Yerinde yaptığımız incelemelerde suyun yaklaşık 2 metre aşağısında çökmüş şekilde bir bazilikanın olduğu ortaya çıktı. Bu bazilika, bugüne kadar bilinmeyen bir yapıt. Bu şekilde tesadüfen de olsa keşfedilerek tekrar ortaya çıkarılmış oldu" diye konuştu.

Şahin, M.S 313 yılında Roma İmparatoru Konstantin döneminde Hristiyanlık'ın resmi din olarak kabul edildiğini, bu tarihten sonra Hristiyanlık'la ilgili dini yapıların inşasına izin verildiğini hatırlatarak, ibadet yeri olarak bazilikal planlı kiliselerin bu süreçte ortaya çıktığını belirtti.
 

"1999 depreminde Gölcük'te olduğu gibi bir çökme oldu"
Roma döneminde mahkemelerin ve pazar yerinin de bulunduğu "bazilika" ismi verilen yapı kompleksininin, kilise mimarisine aktarıldığını ve erken Hristiyanlık döneminde çok büyük kiliselerin inşa edildiğini anlatan Mustafa Şahin, şunları kaydetti:
"Ebatlarına, ölçülerine baktığımız zaman çok büyük bir yapının söz konusu olduğunu görüyoruz ki yapının etrafını zaten, göl kıyısında olmuş olsa gerek bir teras duvarı çevrelemekte. Bu tür büyük yapıları erken Hristiyanlık döneminde inşa ettiklerini biliyoruz. Bu nedenle bu yapının MS 4'üncü yüzyıl civarında inşa edildiğini düşünüyoruz. Yaklaşık bin 600 yıllık bir yapı söz konusu. İznik çok ciddi depremler geçirmiş, Bu depremlerden en büyüğü 740'larda olan deprem. Öyle tahmin ediyoruz ki; 740 depreminde bina yıkıldı ve yıkılmanın yanı sıra göl kıyılarında da 1999 depreminde Gölcük'te olduğu gibi bir çökme söz konusu oldu ve bu çökme neticesinde kilise tamamen yıkılarak gölün içerisine gömüldü. Bugüne kadar keşfedilmeyi bekliyordu."

Şahin, bazilikalarda en az üç koridorun bulunduğunu, bunların "nef" olarak isimlendirildiğini ve ortadakinin diğerlerine göre daha geniş olduğunu belirterek, şöyle devam etti:
"Gördüğümüz yapı da doğu-batı istikametinde yerleştirilmiş ve artı apsisi var ve bunlar bir araya geldiği zaman biz burada bir kiliseden, bazilikadan söz edebiliyoruz ki zaten bu plan daha sonra bazilika plan olarak adlandırılıyor ve literatüre bazilika plan olarak geçiyor. Yine hava fotoğraflarından anladığımız kadarıyla arkada 'narteks' ismi verilen son cemaat yeri var ve daha sonra avlu olarak adlandırabileceğimiz bir diğer bölüm var. Apsisin hemen iki yanında köşeli odalar ise kutsal eşyaların saklandığı yerler olarak biliniyor. Bizdeki Kutsal Emanetler'de olduğu gibi, bizim dinimizde de kutsal eşyalar var ve belli günlerde onlar camilerde açılıyor, mesela Hırka-i Şerif gibi. Benzer durum Hristiyanlık için de geçerli."

 

 

"Burası bir su altı müzesi haline getirilebilecek bir potansiyele sahip"
Fotoğraflarda belirgin şekilde görülen temel duvarlarının yanı sıra binanın içinde, çok sayıda yapı taşının gelişigüzel dağıldığına da değinen Şahin, bunun deprem ve sonrasındaki çökme olayı hakkında fikir verdiğini belirtti. Şahin, şöyle dedi:
"Gelecekte burada yapılacak su altı araştırmaları, hatta izin alınabilirse belki su altı temizlik çalışmaları, yapıyı tamamen açığa çıkartacaktır ve öyle tahmin ediyorum ki bu çöküntünün altında yapının zemini, yani bu mozaik de olabilir, mermer kaplamalarla yapılan bir zemin de olabilir. Şu an için onu söylemek mümkün değil. Açığa çıkartılıp, burası bir su altı müzesi haline getirilebilecek bir potansiyele sahip."

 

 

"Alan, dalışa yasak hale getirilmeli"
Şahin, göldeki su seviyesinin iklim koşulları nedeniyle 1-2 metre çekildiğini, ayrıca ısının düşmesinden dolayı suda planktonlardan kaynaklanan görüş seviyesini düşüren herhangi bir engelin olmadığına da değinerek, bütün bunların görüntülemeyi kolaylaştırdığını ifade etti.

Prof.Dr. Şahin, yüzyıllardır göl sularının altında sessizce keşfedilmeyi bekleyen bazilikaya ilişkin bilgileri en kısa zamanda yetkili mercilere ulaştıracaklarını belirterek, kalıntıların bulunduğu alanın dalışa yasak hale getirilmesi ve birinci derece arkeolojik sit kapsamına alınması gerektiğini sözlerine ekledi.

Hristiyanlık dünyasının önemli olaylarına sahne olan İznik'te, Senato Sarayı'nda MS 325 yılında I. Konsil, M.S 787 yılında de İznik Ayasofya Kilisesi'nde 7. Konsil toplantıları yapılmıştı.

Hürriyet, Haber: Haluk Yüksel, 27.01.2014

 

******


İZNİK GÖLÜ'NDEKİ 'KAYIP KİLİSE'NİN SIR PERDESİ ARALANIYOR

 

 

Adını, Bitinya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapan İznik'ten alan gölde, kıyıdan yaklaşık 20 metre açıkta, 2 metre derinlikte bulunan ve ilk kez görüntülenen bin 600 yıllık bazilikanın (büyük kilise) üzerindeki sır perdesi aralanmaya başlandı.

 

Bölgede 740 yılında yaşanan depremdeki çökmenin etkisiyle göl sularına gömüldüğü tahmin edilen bazilikaya ilişkin çalışmalarını sürdüren arkeolog, tarihçi ve sanat tarihçileri, bu anıtsal yapının, Hristiyanlığın yasak olduğu Milano Fermanı öncesi 303 yılında Romalı askerler tarafından 16 yaşında öldürülen "Aziz Neophytos" adına 4. yüzyılda inşa edildiği bilgisine ulaştı.

 

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, Bursa Büyükşehir Belediyesinin İznik'te başlattığı tarihi kültürel mirası tespit ve havadan fotoğraflama çalışmalarında çekilen görüntülerde tesadüfen fark edilen bazilikaya ilişkin Doğu Roma konusunda uzman akademisyenlerle defalarca toplantı yaptıklarını, pek çok kaynağı taradıklarını söyledi.

 

Aynı fakültenin Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Şahin Kılıç ve Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Emine Tok ile yaptıkları çalışmalarda önemli bilgilere ulaştıklarını aktaran Şahin, başından beri bazilikanın, İznik'teki Ayasofya Kilisesi'nin planıyla benzerliğinden dolayı 4. ya da 5. yüzyılda inşa edildiğini düşündüklerini anlattı.

 

Şahin, "Aziz Neophyts" adına rastladıklarını dile getirerek, "Neophytos özellikle Roma İmparatorları Dioclasien ve Galerius dönemlerinde Hristiyanlara karşı yasak ve cezalandırma tedbirlerinin arttığı bir dönemde şehit edilen azizler, dindar Hristiyanlar arasında yer almakta. Kaynaklara göre 303'te, yani Milano Fermanı yayımlanıp Hristiyanlığın serbest bırakılmasından 10 yıl kadar önce Romalı askerler tarafından, Hristiyanlığa inandığı gerekçesiyle cezalandırılıp öldürülen bir aziz" dedi.

 

"Bazilika, sulara gömüldükten bin 250 yıl sonra bulundu"

Şahin, 740 depremindeki çökmenin etkisiyle göl sularına gömüldüğünü tahmin ettikleri bazilikanın, bundan yaklaşık bin 250 yıl sonra bulunduğuna işaret ederek, "Kilisenin, sulara gömülmesinden yaklaşık bin 250 yıl sonra yeniden keşfinin, azizin şehit edildiği 21 Ocak tarihine denk gelen günlerde tesadüfen tespit edilmesi, gayet ilginç bir nokta olarak karşımıza çıkmaktadır" değerlendirmesinde bulundu.

 

Aziz Neophytos

Erken Hristiyanlık dönemi kaynaklarına göre, Roma İmparatorları Dioclasien ve Galerius'un buyruğuyla Hristiyanların çektiği eziyetler, Nikaia'da (İznik) da yarım yüzyıl sürdü ve birçok insan yaşamını yitirdi. Bu kurbanlardan Neophytos, İznik'in ve bölgenin ilk azizlerinden biri olarak biliniyor.

Anadolu Ajansı, Haber: Haluk Yüksel, 29.01.2014

BAKSI MÜZESİ'NE AVRUPA'DAN ÖDÜL

 

Sanatçı Hüsamettin Koçan'ın doğduğu köye tek kuruş devlet desteği almadanyaptığı Baksı Müzesi, hayatta hiçbir şeyin imkansız olmadığını anlatan örneklerden. "Hafif deli bir proje olduğunu kabul ediyorum. Çünkü akıllı insanlar böyle bir şey olmaz diyorlar" diyen Prof.Dr. Hüsamettin Koçan, SABAH Yazarı Şelale Kadak'ın A Haber'de yayınlanan İş'te Hayat programına konuk olarak, Baksı Müzesi'nin Avrupa'daki ödülünü anlattı. Baksı Müzesi, 3 Aralık 2013'te Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Kültür Komisyonu'nun oylamasında 22 ülkeden 37 müzeyi geride bırakarak, Avrupa'nın en prestijli müze ödülünün sahibi oldu. Koçan, ödülü almak için martta Fransa'nın Strasbourg kentindeki törene katılacak. Yarışmanın sembolü olan Joan Miro'nun bronz heykelciği de 1 yıl boyunca Bayburt'ta sergilenecek.

Doğu Karadeniz'de Çoruh Vadisi'ne bakan bir tepe üzerindeki Baksı Müzesi, çağdaş ve geleneksel sanatları aynı çatı altında topladı. Koçan müzeyi ve bölgedeki değişimi şöyle anlattı: "İçinde kütüphanesi, sergi salonları olan bir konak yapmak için yola çıktım. Bugün 50 dönüm arazide 7 bin metrekare kapalı alanı olan, içinde 40 kişinin ağırlandığı bir konuk evi, kadınların ehram ve kilim dokuduğu geleneksel ve çağdaş sanat atölyeleri var. 10 bin kitaplık bir kütüphane ile 150 kişilik konferans salonu da mevcut. Avrupa'dan ödül almak çok büyük bir onur. Demek ki, vicdan diye bir şey var diye düşünüyorum. Biz kural üstünden iş yapmıyoruz, hep kuralları zorluyoruz. "'Kırsal alanda, göç veren bir yerdeyiz oraya kimse gider mi' dediler. Biz gittik. Bazen sanatçı dostlarım geldiğinde orada kadınların ehram ve kilim dokuduğunu görüp, 'Bunların müzeyle ne ilişkisi var' diyerek eleştiriyorlar. Oysa orası bildiğimiz akıllı müzelerden değil ki... Biz ütopya üzerinden giden bir kurumuz. Hayatla ilgiliyiz, insanlar gülsün istiyoruz. Kadınların dokuduğu ehramları alıyoruz. Özlem Süer ve Arzu Kaprol'un tasarımlarıyla pazarlıyoruz. Bölgede yaratıcı potansiyeli mayalandırmak istiyoruz."

Baksı Müzesi Bayburt'a giden turist sayısını da artırmış. Koçan, doğduğu köyde pansiyonculuğu da başlatacaklarını belirterek, "Göç geri dönmeye başladı" dedi. Koçan, haziranda büyük bir sergi açacaklarını, köy filmi kökende birşey yapmak istediğini, yazlık sinema açmayı düşündüğünü de iletti.

Sabah, Haber: Şelale Kadak, 27.01.2014

TATE MODERN İLERİ!

 

Dünyanın en çok ziyaretedilen müzei Tate Modern için Herzog& deMeuron'un tasarımı olan ek galeri alanlarının inşaatı oldukça hızlı ilerliyor. Şehirle galeri arasında yeni bir bağlantı oluşturacak ve ek galeri alanlarıyla yeni tipolojilerde galeri formları ortaya çıkarak bu eklenti ayrıca sosyal merkez, öğrenme alanları gibi kapalı hacimler de sağlayacak. 

 

Eklenti yeni alanlar eklemekle kalmıyor, southwark'ı thames ile birleştirirken, bir pasaj gibi çalışarak Tate'in birincil giriş kapısı olan Riverside'dan giren ziyaretçileri türbin alanından geçirerek yeni meydana çıkaracak ve böylelikle binanın şehrle olan bağlantısını da güçlendirmeyi planlıyor. 

 

Nehir tarafından yaklaşıldığında eklentinin, orijinal binayı gçtiği ve onun imgesiyle yarıştığı görülebiliyor. Binayla sadece fiziksel temas kurmakla kalmayıp, aynı zamanda malzeme ile de gönderme yapan eklenti, delikli tuğla cephelerle ışığı filtreleyerek içeri alıyor, geceleri parlayan bir görüntü yaratacak.Orjinal strüktürle aynı temel tuğlalarından kullanıldı. 

Proje ayrıca değişik yeni kamusal alanlar tanımlayacak ve bu alanlar bir sirkulasyonla bu iki binayı devamlı bağlayacak.

 

İnşaatın 2016'da tamamlanması öngörülüyor.

Arkitera, Kaynak: Designboom, Derleyen: Ecem Sarıçayır, 27.01.2014

EDİRNE'NİN TARİHİ CAMİLERİ MÜZAYEDEDE SATILDI

 

 

Bu ülke, tarihinin nasıl yağmalandığına çok şahit oldu ama eminiz müzayedeye çıkarılan camileri pek çok kişi ilk kez duyuyor. Şair ve Türk-İslam sanatı tarihi araştırmacısı Rıfkı Melül Meriç'in (1901-1964), 1963'te yazdığı “Edirne'nin Tarihi ve Mimari Eserleri Hakkında” makalesi, eğer “Şehrin Hüznü” adıyla kitaplaştırılmasaydı, Edirne'deki 120 caminin akıbetini belki de uzun bir süre daha öğrenemeyecektik.

 

Rıfkı Melul Meriç, Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri Dergisi’nin 1963 yılında yayımlanan sayısı için bir makale yazar. 439-536 sayfa arasında, oldukça uzun olan makalenin içeriği Edirne’nin tarihi ve mimari eserleri hakkındadır. Meriç, yazısında, Edirne’de 1930’lu ve 1940’lı yıllarda satılan 120 camiyi tespit eder. Camilerin kimini Edirne Valiliği ve Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü resmi kayıtlarından, kimini gazete ilanlarından bulur. Meriç, iyi ki bu araştırmayı yapmış, eğer yapmasaydı bugün Edirne’de satılan, daha da vahimi müzayedeye çıkarılan camilerden haberdar olmayacaktık. Bu ülke, tarihinin nasıl yağmalandığına çok şahit oldu, ama açık artırmayla kelepir fiyata satılan camileri pek çoğumuz yeni öğreniyoruz.

 

Edirne Valiliği tarafından “Şehrin Hüznü” adıyla geçtiğimiz ay kitaplaştırılan makalede belirtildiğine göre 1800’lü yılların sonu, 1900’lü yılların başında şehirde 15’i selatin, 46’sı hayır sahipleri tarafından yaptırılan 61 cami, 164 mescit, 56 tekke ve zaviye, 49 medrese, 103 mezarlık ve türbe, 9 imaret, 53 mektep, 4 çarşı, bedesten ve arasta, 24 han, kervansaray, 6 harap ve eseri kalmayan han, 16 hamam, 19 tane izi kalmamış hamam, 13 sebil, 10 havuz, 124 çeşme, 8 köprü, 8 buzhane, 16 kilise, 2 Ermeni, 2 Bulgar, 1 Katolik, 1 Frenk ve 14 sinagog bulunuyor. Ancak bahsi geçen eserler, 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren Rus, Bulgar ve Yunan istilalarına maruz kalıyor, ardından 1. Dünya Savaşı’nda harap oluyor. Daha sonra depremler ve yangınlar geçiriyor. Bunca felakete uğrayan tarihi eserlerin zarar görmesi elbette normal. Yapılması gereken; tekrar ihya edilmesi. Aslında Mustafa Kemal Atatürk, 1935’te, mebuslardan, alimlerden, gazetecilerden oluşan bir heyeti eski eserler hakkında konuşmak üzere İstanbul’daki Denizköşkü’ne davet ediyor ve görüşme sonucunda eserlerin korunması ve tamir edilmesi üzerine karar veriliyor. Fakat Meriç’i hayrete düşüren olay, kendi ifadesiyle şöyle: “Yaptığım araştırmalara göre son zamanlara kadar ayakta duran ve daha uzun müddet de durabilecek olan tarihi ve mimari eserlerimizin cami, medrese, hamam, han, kervansaray, türbe, çeşme, imaret gibi binalarımızın büyük bir kısmı kendi kendilerine yıkılmamış, insan elinde bulunan ve insan iradesiyle işleyen kör kazmanın gadrine uğramıştır.”

 

MANZARAYI BOZUYOR DİYE...

Peki bunları kim yıkıyor, satıyor? Yine Meriç’in ifadesi ile aktaralım: “Ne faide ki, inkılapları düşünen ve yapandan daha çok inkılapçı görünmeyi çıkar edinen (…) iktidar mevkilerine geçmiş bulunan nadan, cahil, mütereddi, tatlı su Türkü birçok kimseler, yine alabildiklerine tahrip ve yok etmeye devam ettiler, bir kısım cahil halk da taş, tuğla ve kereste gibi ihtiyaçlarını kolayca, ucuzca ve bedavasına temin etmek imkanını elde ettikleri için bu vandalizme seve seve iştirak etti. Vatanın her köşesi, eski eserler katl-i ammına mahsus birer mezbaha oldu.”    

 

Meriç’in ne demek istediğini, vakıf kayıtlarından derlediği bilgi gayet güzel açıklıyor: “Su İşleri Müdüriyeti tarafından müteahhidine ihale olunan Bosna Köyündeki su bendi için taşa ihtiyaç olduğu makam-ı vilayetten bildirilmiş olduğundan Daye Hatun ve Veled-i Veliyüddin camilerinin duvar taşları 19 Eylül 1940 tarihinde müteahhid Mehmed Öker’e 50 liraya satılmıştır.” 17 Ağustos 1933’te İkinci Sultan Bayezid’in zevcesi Gülbahar Hatun tarafından yaptırılan Gülbahar Camii’nin avlu duvarı 70 liraya Çiçekçi Sezai’ye satılmış. Edirne Müşir Dairesi (o zamanki Orduevi) yanındaki metruk Ahi Çelebi Hamamı, manzaraya mani oluyor diye ortadan kaldırılmak istenmiş, kazmayla yıkılamayan bina dinamitle havaya uçurularak parçalanmış. Camilerin minare taşları ise ayrıca satılmış, mezarlıklarla hazirelerdeki lahit ve mezar taşlarından duvarlar örülmüş, kaldırımlar döşenmiş. Satış kayıtlarının bizce en acımasızı, müzayede yolu ile yani açık artırma usulüyle yapılanlar… İşte kitaptaki pek çok müzayede satış belgesinden biri: “Karabulut Camii: Banisi Karabulut İbrahim Bey’dir. Kıyık’tadır. 31 Mart 1932 ve 25 Nisan 1932 tarihli 302 ve 309 numaralı kararlarla müzayedeye çıkarılan enkazı, muhammen bedelinin yirmi lira fazlasıyla 14 Mayıs 1932’de Mustafa Efendi’ye yüz elli liraya satılmıştır. (Karar No: 617) Arsası 78 numaralı kararla 28 Eylül 1940’ta müzayedeye konmuştur.”

 

O zaman satışa çıkarılmayan; Selimiye, Üç Şerefeli Camii, Eski Muradiye, Darül Hadis ve Şifahane camileri bugün Edirne’nin sembolü olan eserler. Satılan 120 camiden ise sadece ikisi ayakta; Lari Cami nasıl olduysa yıkılmamış ve ibadete açık. Hasan Sezai Camii’ni ise Edirne Valiliği restore ediyor. Arzu edilen, devlet yardımıyla diğer 118 caminin de ihya edilmesi. Şehrin Hüznü, ibretlik bir yayın olarak tarihteki yerini aldı. İnşallah bu ve benzeri araştırmalar, bugün yapılan tarihi katliamlar için bir ihtar olur.

Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 27.01.2014

OKULDA VAJİNA GRAFFİTİSİ OLUR MU?

 

 

İsveç'in Nyköping kasabasındaki Tessin Lisesi'nin duvarında yer alan vajina şeklindeki grafitti, ülke çapında tartışma yarattı.

 

Göteborglu sanatçı Carolina Falkholt’un duvar resmi aslında belediyenin siparişi üzerine geçen sonbaharda yapıldı. Ancak daha sonra Nyköping Belediyesi Çocuk, Genç ve Kültür İşleri Ofisi, ‘çocuklar için uygunsuz’ olduğu gerekçesiyle yerel yetkililerin ‘graffitinin silinmesine’ karar verildiğini açıkladı.


Bu karar, sansür tartışmalarını beraberinde getirirken, Tessin Lisesi Müdürü Harke Steenbergen ise grafitinin silinmemesi gerektiği çıkış yaptı. ‘Duvar resmini ve mesajını şahsi olarak beğendiğini’ ifade eden Steenbergen, “Okulumuzda sanatsal çalışmalar olmasının pek çok pedagojik fayda görüyorum” dedi.


Nyköping Kültür Komitesi Başkan Yardımcısı olan Sol Partili Conny Jakobsson da, Steenbergen’e destek açıkladı. Jakobsson, sansür fikrinden hoşlanmadığını vurgulayıp “Bu graffittiye sadece kadın cinsel organını betimlediği gerekçesiyle sansür uygulamamız mı gerekiyor? Belki de öğrenciler, eğitim gördükleri okulun böyle bir şeye cesaret etmesinin çok havalı olduğunu düşünüyordur” dedi.


Son olarak ise Nyköping Belediyesi hafta sonunda ‘graffitinin silinmesi’ kararından vazgeçti. Yetkililer, ‘öncelikle duvar resminin bir lisede bulunmasının uygun olup olmadığı konusunda müzakereler yapılmasını istediklerini’ açıkladı.

Radikal, 27.01.2014

TEKİRDAĞ'DA 4. YÜZYILA AİT KİLOMETRE TAŞI BULUNDU

 

 

Tekirdağ’da 4. yüzyıl Roma dönemine ait kilometre sınır taşı bulundu.

 

Taşın, Roma İmparatoru Diocletianus döneminde kişilerin mülklerini belirlemek amacıyla İmparator adına sınırların belirlenmesi amacıyla konduğu tahmin ediliyor.

 

Edinilen bilgiye göre, Tekirdağ Süleymanpaşa Merkez İlçesi'nde gazete sahibi Fatih Erge ve Atılgan Alkıran, manzara fotoğrafı çekmek amacıyla Tekirdağ Naip Köyü etrafına gezintiye çıktı. İki arkadaş bir süre Tekirdağ Naip Köyü güney cephesinde manzara fotoğrafı çekmeye başladılar. Çektikleri fotoğrafları incelediklerinde bir taşın üzerinde yazı olduğunu fark ettiler.

 

Fatih Erge ve Atılgan Alkıran taşın tarihi eser olduğunu fark edince Tekirdağ eski Müze Müdür Mehmet Akif Işıl’a haber verdi. Taşın bulunduğu yere giden eski Müze Müdür Mehmet Akif Işıl ve Trakya bölgesinde konu ile ilgili doktora tezi yapan Dr. Mustafa Sayar taşı inceleyerek 4. yüzyıla ait yıllık kilometre sınır taşını olduğunu tespit etti.

 

Eski Müze Müdür Mehmet Akif Işıl, taş üstündeki yazıların Diocletianus döneminde yazılmış kadastro taşı olduğunu belirtti. Eski Müze Müdür Mehmet Akif Işıl, “Fatih Erge beni telefon ile aradı. Fotoğraf çektikleri sırada yazılı bir taş olduğunu bulduğunu söyledi. Yazılı taşın hangi döneme ait olduğunu ve bizden bilgi istedi. Söz konusu yazılı taş olunca, taşlarla ilgili Trakya bölgesinde araştırma yapan ve Trakya bölgesinde perintos yazıtları ile ilgili doktora tezi yapan Dr. Mustafa Sayar’a haber verdik. Taşın bulunduğu bölgeye gittik. Taşın üzerindeki yazıları okuduğumuzda, taşın imparator Diocletianus döneminde kadastro taşı olduğunu ve bölgede yine Diocletianus dönemine ait bunun gibi taşlar bulunduğunu belirttik. Benim müze müdürlüğü yaptığım dönemde Şarköy’de 2 tane aynı taşlardan bulunmuştu. Roma dönemi 4. yüzyıla ait kilometre taşları vardı. Demek ki Diocletianus döneminde kadastro taşları kişilerin mülklerini belirlemek amacıyla İmparator adına konup sınırlar belirleniyordu. Şuanda taş Naip Köyü Muhtarına teslim edilmiş durumda. Taş uygun bir zamanda Tekirdağ Müzesine teslim edilecek” şeklinde konuştu.

haberler.com, 26.01.2014

TARİHİ YETİMHANE DOĞA VAKFI OLACAK!

 

 

Büyükada’daki tarihi Rum Yetimhanesi’nin dinlerarası diyalog merkezi ve çevre vakfı olarak hizmet vermesi için restore edileceği belirtildi.

 

Fener-Rum Patrikhanesi Ruhani Lideri Patrik Bartholomeos’a geçtiğimiz günlerde Boğaziçi Üniversitesi tarafından çevre konularındaki duyarlılığı ve çalışmaları nedeniyle fahri doktora unvanı verildi. Fener Rum Patrikhanesi Basın Sözcüsü Peder Dositheos Anağnostopulos konuyla ilgili VATAN’a özel açıklamalarda bulundu: “Büyükada Rum Yetimhanesi için düşünülen iki proje var. 2009 yılında Başbakan Erdoğan, Büyükada’da tüm dinlerin temsilcilerine öğle yemeği vermiş, Patrik Hazretleri’ne Rum Yetimhanesi’ni görmek istediğini söylemişti. Patriğin yanında bulunuyordum. Heyetle birlikte binaya gittik ama gezemedik. Çünkü tarihi yetimhane harabe halinde. İçine girmek çok tehlikeli. Patrik Hazretleri Başbakan’a Büyükada’da bulunan ve Avrupa’nın en eski, ihtişamlı ahşap yapası olarak kabul edilen Rum Yetimhanesi bünyesinde çevre vakfı ve dinlerarası diyalog merkezi kurmayı amaçladıklarını söyledi. Bu iki proje için 2010 yılında çalışma başlattık. Restorasyon için 50 milyon liralık bir bütçe gerektiği telaffuz ediliyor. Yurt içi ve yurt dışından varlıklı insanlar konuyla ilgili bilgilendirildi. Yetimhanenin sadece Ortodoks alemi için değil tüm insanlık adına kullanılması isteniyor.”

Vatan, Haber: Mert İnan, 26.01.2014

BAŞBAKAN 'YIKILSIN' DEDİ, BELEDİYE 'YAPILSIN' DİYOR

 

İstanbul’un silüetini bozduğu için Başbakan Erdoğan’ın da tepkisini çeken ‘OnaltıDokuz’ projesinin ruhsat ve imar planını iptal eden İstanbul’un silüetini bozduğu için Başbakan Erdoğan’ın da tepkisini çeken ‘OnaltıDokuz’ projesinin ruhsat ve imar planını iptal eden mahkeme kararına İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin itiraz ettiği ortaya çıktı.

 

 

Zeytinburnu’nda hayata geçirilen ancak Tarih Yarımada’nın silüet görüntüsünü bozduğu gerekçesiyle tepki toplayan “OnaltıDokuz” projesi için iptal kararı çıkmıştı. Projenin iptali için mayıs ayında İstanbul 4. Asliye Mahkemesi’ne açılan davanın ardından aynı mahkeme aralıkta verdiği kararla silüete zarar veren katların tıraşlanması için karar aldı.

40 metreye tıraş kararı

Buna göre 85 metre yüksekliğindeki binaların tıraşlanarak 45 metreye düşürülmesi gerekiyordu. Ancak bu gelişmeler yaşanırken yıkım kararına temel olan imar planı ile ruhsatın iptal kararına karşı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) mahkemeye itirazda bulunduğu ortaya çıktı.

‘Askıda itiraz edilmeliydi’

 Vatan Gazetesi'nin haberine göre, İBB’nin yaptığı itirazda 3 noktaya dikkat çekildi. İtiraz dilekçesinde ilk olarak zaman imar planı askıya çıkarıldıktan sonra 60 gün içinde itiraz hakkı bulunduğu, ancak bu sürede hiçbir itiraz gelmediği vurgulandı.

 

Davacının bu sürede itiraz etmediği için de dava açma hakkı olmadığı söylendi. ‘Davacının ehliyeti yok’ İkinci olarak davayı açan kişinin, dava açma ehliyeti olmadığı iddia edildi. Yapılan açıklamada hukuki olarak davacının meşru menfaati olması gerektiğine dikkat çekildi ve davacı davayı hemşehri sıfatıyla açtığı belirtildi.

‘Hukuka aykırı değil’

Son olarak da davacının herhangi bir menfaatinin ihlal edilmediğinin altı çizilirken, itiraz dilekçesinde yapılan plan tadilatının hukuka aykırı olamadığı, 1/100.000 ölçekli planlara uygun hareket edildiğine vurgu yapıldı.

Erdoğan Böyle Demişti: ‘Sahibiyle konuşmuyorum’

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, projeyi sert dille eleştirmişti. Hatta bu projeyle ilgili sahibini uyardığını da şu sözlerle açıklamıştı: “Benim her yapılandan haberim olması mümkün değil. Bir bakıyorum bina yükselmiş. Benim gözüm kulağım olun, belediye başkanlarını ve beni uyarın. Zeytinburnu’nda tartışma konusu olan o binaların sahibiyle konuştum. Tıraşlayın dedim, özellikle rica ettim. Çok da yakından tanıdığım biri. Yapacaklarını beklerken, hiçbir şey yapmadılar. O nedenle çok kırıldım, 5 yıldır konuşmuyorum.”  

Milliyet, 26.01.2014

HALET ÇAMBEL'İ MUTFAK TARİHÇİLERİ DE MİNNETLE ANACAK

 

 

Antik çağda da lokantalar var mıydı; ziyafet-şölen yapılır mıydı? Bunlar tarihçilerin en sık karşılaştığı sorulardandır. Artık biliyoruz: MÖ 1. binyılın ikinci yarısından itibaren, gidilip gelinen yol üzerleri hanlar ile desteklenmiş; kentlerin sokakları birbirinden farklı hizmet veren çok sayıda dükkan ve yeme-içme mekanı ile donatılmıştı. Başka kentlerden gelen tüccar ve gezginlerin uğrak yeri haline gelen hanlar ve lokantalar, eğlence ihtiyacını da fark edip karşılamaya başlayınca, kentin nabzının attığı mekanlara dönüşmüş. MÖ 5. yüzyılda, özellikle deniz aşırı ticari cazibeleri yüksek olan liman kentlerinde, çok sayıda han ve benzeri hizmet veren işletme açılmaya başlamış.   

 

Geçtiğimiz hafta toprağa verdiğimiz değerli Arkeolog Halet Çambel’in kendi mesleğinde tartışmasız çok özel bir yeri vardır. Çalışmaları yalnızca Türkiye ile sınırlı kalmamış, Avrupa ve Amerika’daki bilim çevrelerinde de büyük kabul görmüştür. Kurduğu ‘Prehistorya Kürsüsü’ ve laboratuvarı, Karatepe’de eşi Nail Çakırhan ile birlikte oluşturduğu türünün ilk ‘Açık Hava Müzesi’, ileriye yönelik günümüz Türk arkeolojisinin önemli köşe taşlarını oluşturmuştur. 


Öte yandan Halet Çambel’i mutfak tarihçileri de minnetle anacaklardır. Adana-Osmaniye yakınlarındaki geç Hitit yerleşimi olan Karatepe-Aslantaş’ta buldukları ‘Kralın Yemek Şöleni’ adlı kabartma, sadece Anadolu’nun değil tüm dünyanın mutfak kültürü açısından önemli bir gelişme olarak kabul edilmektedir. Karatepe-Aslantaş MÖ 8. yüzyılda, yani ‘Geç Hitit Çağı’nda, kendisini o toprakların hükümdarı olarak tanıtan Asatiwata tarafından, kuzeydeki vahşi kavimlere karşı bir sınır kalesi olarak kurulmuş ve Asativadaya diye isimlendirilmiş. Kalenin batısında bir kervan yolu, doğusunda Ceyhan Irmağı (bugün Aslantaş baraj gölü) yer alır. Malum, yemeğin tarihi kısaca insanlığın da tarihi demektir. Hititler de, dünyada ‘devlet’ olarak tanımlayabileceğimiz ilk topluluktur. Dolaysıyla kent devletçikleri yoktur, aşiret gruplarından da söz edilemez. Üstelik Hititler, Orta Anadolu’nun yanı sıra Kafkasya’dan Batı Anadolu’ya, Karadeniz’den Mısır’a kadar izlerini takip edebildiğimiz bir mutfak kültürü de yaratmışlardır. Yani mutfak, hayatın tam da merkezindedir. Hatta, Boğazköy’deki Hitit kralının oğluna vasiyet olarak, “Sen önce ekmeğini yiyeceksin, suyunu da içeceksin.” yazan bir tablet bıraktığını biliyoruz. 


Bugün gezmek isterseniz ‘Geç Hitit Yurdu’ olan Karatepe-Aslantaş, yüksek kulelerle donatılmıştır ve T biçimli anıtsal iki kapı ile kale içine açılır. Hemen girişte de meşhur “Kralın Yemek Şöleni” kabartması yer alır. Halet Çambel, kazılarda bulduğu bu kabartmayı şöyle tanımlamıştır:  
Üstteki Sahne: Kral sol elinde bir köfte tutarken, sağ eliyle geniş bir kap içindeki pidelerden birini almaktadır. Kabın içinde üç köfte daha durmakta… İki uşak da uçuşan sinekleri kovmak ve serin hava sağlamak için yelpaze sallıyor. Daha solda ise uşaklar krala yiyecek içecek getirmekteler. Kızarmış tavşan, et, meyve ve içki...


Alttaki Sahne: Uşaklar şölen için bir öküz ve kuzu getiriyorlar. Çalgıcılar müzik yapıyor. Burada görülen lir, en eski lir biçimine benzemektedir. Kralın yemek masasının altında da, bir maymunu ve bir tavşanı gagalayan yırtıcı kuşları görülüyor.


Halet Hanım, sadece geç Hititler’e değil, prehistoryaya yani tarih öncesine de büyük hizmetler vermiş, insanlık tarihinin karanlık sayfalarının aydınlatılmasında öncelikli rol oynamış bir bilim insanıydı. Zengin coğrafyamızın mutfak kültürüne de hizmeti büyüktü, hep saygı ile anacağız kendisini…

Akşam, Yazı: Nedim Atilla, 26.01.2014

AKM'NİN HİKAYESİ, ÜLKEYİ YÖNETENLERİN HALET-İ RUHİYESİDİR

 

 

Atatürk Kültür Merkezi... Kısa adıyla AKM.

 

Temeli 1946'da atılmıştı ama kaynak sıkıntısı nedeniyle bitirilemeyince, 1953'te Bayındırlık Bakanlığı'na devredilmişti. Mimar Hayati Tabanlıoğlu'nun projesiyle yapımına devam edilen merkez 1969'da kültür ve sanat gösteri merkezi olarak hizmete girmişti.

 

Türk besteci Ferit Tüzün'ün "Çeşmebaşı Balesi"nin gösterimi ve İtalyan besteci Giuseppe Verdi'nin "Aida" operasının temsiliyle açılmıştı.

 

1970 yılında bir yangın atlattı.

 

Yangından sonra Tabanlıoğlu'nun tadilatıyla yeniden açılmıştı Cumhuriyet döneminin simgesi olarak bilinen yapı.

 

İçinde Devlet Tiyatrosu, Opera ve Balesi, Senfoni Orkestrası'nı barındırıyordu; onlarca sanatçı ve binlerce tiyatro, opera seyircisi, müzik dinleyicisi sanatsever...

 

Bir sanat merkezi, sanatın merkeziydi İstanbul'un göbeğinde.

 

Ama bir zamanlar.

 

*  *  *

 

İlk olarak eski kültür bakanlarından Atilla Koç AKM'nin ekonomik ömrünü tamamladığını, yıkılıp yerine başka bir kültür-sanat merkezi yapılacağını söylemişti.

 

2007'de 2010 Avrupa Kültür Başkenti tasarısı kapsamında yıkılmasına karar verilen yapı, yine aynı yıl İstanbul 2 No'lu Koruma Kurulu tarafından "birinci grup kültür varlığı" olarak tescillendi.

 

Bu dönemde tadilat için AKM'nin kapasına kilit vuruldu.

 

Tiyatro, opera ve senfoninin çilesi başlıyordu...

 

17 Ekim 2008'de bir protokol imzalandı. Turizm Bakanlığı'nın bu protokol ile tadilat işlemini Tabanlıoğlu Mimarlığa verdiği öğrenildi.

 

14 ay kapalı kalan AKM'de o süreçte ne olduğu anlaşılamadı. Ters giden bir şeyler vardı.

 

Yaygın kanı tadilata alınmasının yıkılması için bir maske olduğuydu.

 

Örneğin 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı (AKB) tanıtım reklamlarında İstanbul'un tarihi yerlerini değiştirerek sunmuş, Galata Kulesi'ni Kız Kulesi'nin, Haydarpaşa'yı da AKM'nin yerine koyuvermişti.

 

Yıkılacağı konusundaki endişeler daha da arttı bununla.

 

Tarihi yapı için mimarlar, sanatçılar, sanatseverler seferber oldu: "AKM yıkılmasın" dediler.

 

Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası'na (Kültür Sanat Sen) göre tadilat için yapılan projeler yapının özüne aykırıydı. Konuyu yargıya taşıdı. Gerekçe yapının ticari bir alan haline dönüştürülecek, ön cepheye dijital reklam yapılacak, bale salonunun restoran haline getirilecek olması idi.

 

Kültür-Sanat Sen, Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine açtığı davayı Ekim 2009'da kazandı.

 

Kültür Bakanlığı ve 2010 AKB'nin itirazı üzerine Yargıtay'a giden karar 16 Aralık 2009'da onandı.

Yıkılacağı veya özüne aykırı onarılacağı konusundaki endişeler son bulmuştu.

 

Bulmuştu ama AKM'nin yılan hikayesine dönen öyküsü bir roman halini alıyordu.

 

20 Aralık 2009'da bu kez Mimarlar Odası, Kültür Bakanlığı, 2010 AKB Ajansı ve AKM yetkilileri ile Mimar Murat Tabanlıoğlu arasında başka bir protokol imzalandı.

 

Uzlaşıldı sanıldı.

 

Zira buna göre 2 No'lu Koruma Kurulu kararları doğrultusunda revize edilecek projeler ile AKM en geç altı aya tadilatı tamamlanmış halde teslim edilecekti.

 

*  *  *

 

Sonra mı?

 

Sonrasını eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'dan dinleyelim:

"AKM ise geçen dönem gene bir yargı kararıyla durmuştu. Orayı yargıya dokunmayacak bir biçimde bir iyileştirme projesiyle birleştirip tekrar açmak için daha sonra yeterli kaynağı bulamadık, ajanstan böyle destek alamadık. Şimdi ajans serüveni de bitti."

 

Günay'ın bu açıklamasından sonra Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Türkiye Merkezi Başkanı Üstün Akmen, Koruma Kurulu'nun, 31 Aralık 2009 tarihinde AKM'nin mevcut haliyle onarımı yolunda aldığı karara AKB Ajansı tarafından uyulmadığını ve Ajansın AKM için ayrılan 75 milyonluk bütçeyi Bakanlığa aktarmadığını söyleyecek ve suç duyurusunda bulunacaktı.

 

Hikaye uzun...

 

Diğer yandan da aranan sponsor bulunmuştu: Sabancı Holding.

 

Sabancı Holding 30 bin liraya sponsor olacaktı AKM'ye, ancak büyük salona "Sabancı Salonu" adı verilmesi karşılığında.

 

Eyvallah denildi, protokol imzalandı Şubat 2012'de.

 

İhale açıldı yine. İhaleyi 70 milyon lira teklifle Yeni Yapı-Taca Ortaklığı aldı. 16 Mayıs 2012'de çalışmaların başladığı duyuruldu.

 

AKM 29 Ekim 2013'te açılacaktı.

 

*  *  *

 

2013 Haziran'ında Gezi Parkı eylemleri başlamıştı.

 

Taksim yayalaştırma projeleri, Topçu Kışlası'nın ne olacağı gündemdeydi.

 

Gezi Parkı protestosuyla AKM'nin akıbetini de öğrenmiştik.

 

Meğer AKM restore edilmeyip yıkılacakmış.

 

Şu sözler Başbakan Erdoğan'ın: "AKM inşallah yıkılacak. Muhteşem bir opera olarak kültür merkezi yapacağız. Evet cami de yapacağız. Ben bunun iznini gidip de birkaç çapulcudan alacak değilim."

 

"Hoppalaaa. Bu perhiz bu ne lahana turşusu" demek geldi mi içinizden bilmem ama şu bir gerçekti ki 2008'de kapısına kilit vurulan AKM artık yoktu.

 

AKM'nin tescillenmesi kararında imzası olan Prof. Mete Tapan, Erdoğan'ın bu sözlerinin şöyle değerlendirecekti:

"AKM mimarlık ve sanat tarihi açısından çok önemli olmamakla birlikte, kentin belleğini taşıyan bir simge yapı. Bu açıdan 1. grupta olmasını önerdik. "1. Grup tescilli bir bina yıkılamaz. Neden böyle söyledi anlamadım."

 

Erdoğan'ın yıkılacağını söylemesinin ardından Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik ise 2014 yılı içinde AKM'nin açılacağını söyledi.

 

Ama öncesinde, tadilatı yapan firmaya Kültür Bakanlığı'ndan giden yazıda tadilatın ikinci bir emre kadar durdurulduğu bildiriliyordu.

 

Zaten Bakan Çelik son açıklamasında da bu kez, yıkılacağını söyledi.

 

AKM'nin hikayesi ülkeyi yönetenlerin halet-i ruhiyesidir.

 

*  *  *

 

Üç bakan değişti!..

 

Önce AKM'nin yıkılacağı söylendi.

 

Sonra sözde tadilat için ihaleler açıldı, projeler yapıldı.

 

Tadilatın başladığı söylendi.

 

2010 AKB Ajansı'nın ayırdığı 75 milyonluk bütçe bakanlığa aktarılmadı.

 

Bu paranın ne olduğu sorgulanmadı!

 

Eski Bakan Günay tarafından kaynak olmadığı, eğer sponsor bulunursa açılacağı söylendi.

Sabancı, salona adının verilmesi şartıyla sponsor oldu.

 

Tadilat çalışmaları başladı sandık ki...

 

Başbakan Erdoğan yıkılacağını söyledi.

 

Ardından Bakan Çelik ise önce 2014 içinde açılacağını sonra da yıkılacağını söyledi.

 

Sanatın merkezi AKM sonunda polislerin karargah merkezi oldu.

 

Bu ülkede maalesef ki sanata verilen değer işte bu.

 

Herhalde ancak Türkiye gibi bir ülkede bir sanat merkezi polisin karargah merkezi olurdu.

 

Tebrikler...

 

İşte AKM'nin son hali:









Radikal Blog, Yazı: Sercan Engerek, 26.01.2014

SULUKULE, TARLABAŞI, FENER, BALAT'TA SON DURUM

 

Tarih Vakfı'nın Galata Rum Okulu'nda düzenlediği “Yine, Yeni: Dünya Kenti İstanbul” sergisi kapsamında gerçekleştirilen “Kente Dair Konuşmalar” dizisinin ilk paneli “İstanbul'un Tarihi Alanlarında Dönüşüm Riskleri ve Karşı Mücadeleler” oldu.

 

Dün yapılan panelde, Sulukule, Tarlabaşı, Fener-Balat-Ayvansaray özelinde kentte planlanan dönüşümler, bunlara karşı verilmekte olan mücadeleler ve gelinen süreç aktarıldı.

 

Eski sokaklar yok oldu

Sulukule Platformu'nda Derya Nukhet Özer, Erdoğan Bayraktar'ın dile getirdiği kentsel dönüşüm alanlarının birer siyasal dönüşüm alanı olduğunu vurgulayarak, projelerin bu amaç güdülerek yapıldığını belirtti. Sulukule'ye uygulanan proje ile buranın tüm tarihi ve sosyal dokusunun kaybolduğunu dile getiren Özer, “Proje ile birlikte sokaklar da yok oldu, tek bir ağaç kalmadı” dedi.

 

Hukuk karar verdiğinde Sulukule yoktu

Somut Miras-Soyut Miras meselesine de değinen Özer, Sulukule'nin fiziki çevresinin oradaki müzik ve dansla ne kadar içiçe olduğunu aktardı. Evleri yıkılan Sulukuleler'in “biz apartman istemiyoruz, biz müzik yapıyoruz” sözlerini hatırlattı. Hukuki sürecin yanlış ve tehlikeli bir biçimde işletildiğini söyleyen Özer “projenin kamu yararına olmadığı gerekçesiyle uygun bulunmadığı kararı çıktığında yüzde 99'u bitmişti” dedi.

 

Tarlabaşı'na otel ve ticaret merkezleri

Tarlabaşı Mülk Sahipleri ve Kiracıları Kalkındırma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği Başkanı Ahmet Gün, Tarlabaşı'nda tapusuz mülk olmadığını vurgulayarak proje ile birlikte mülk sahiplerine eski evlerinden çok daha küçük ve uzak yerlerde evler teklif edildiğini anlattı. Tarlabaşı Bulvarı'na yakın olan apartmanların proje ile birlikte otel ve ticaret merkezlerine dönüştürülmekte olduğunu aktaran Gün, hiçbir kiracıya yardım edilmediğini belirtti. Tarlabaşı'ndaki halkın asgari zararla bu dönüşümü atlatması için savaş verdiklerini söyleyen Gün, açılan davanın henüz Danıştay'da olduğunu hatırlattı.

 

Neo-liberal kent politikaları ve rant

Fener-Balat-Ayvansaray Mülk Sahiplerinin ve Kiracılarının Haklarını Koruma Sosyal Yardımlaşma Derneği (FEBAYDER) sözcüsü Çiğdem Şahin, kamusal alanın özelleştirilmesiyle sermaye birkiminin kent talanına geçtiğini, neo-liberal kent politikaları ile kontrolsüz bir şekilde kentin yağmalandığını anlatarak başladı konuşmasına.

 

Proje iptal davası kazanıldı

Fener-Balat bölgesine yapılan projenin hikayesini aktaran Şahin, “proje ile birlikte evlemizin yüzde 58'inin Çalık Holding'e ait olduğunu öğrendik” dedi. Mücadele sonucu proje iptal davasını kazandıklarını açıkladı. Bakanlar Kurulu kararı durmadığı sürece Fener-Balat yenileştirme projelerinden korktuklarını da belirten Şahin, “İhtiyacımız olan Gezi sürecindeki gibi topyekün itiraz" dedi. 

 

Tarih Vakfı Kente Dair Konuşmalar'ına 1 Şubat Cumartesi günü “Kentsel Dönüşümden Toplumsal Dönüşüme: Ayazma, Fikirtepe vd. Örnekler” paneliyle devam edecek. 14.00'da başlayacak panel, tıpkı ilki gibi yine sergi kapsamında, Galata Rum Okulu'nda gerçekleşecek.

Bianet, Haber: Pınar Çalışkan, 26.01.2014

RESTORASYON DENDİ GÖKDELEN ÇIKTI

 

Baruthane binalarının bulunduğu TOKİ'ye ait arazinin ihalesine yolsuzluk soruşturmasında adı geçen Osman Ağca'nın hissedarı olduğu Çelebican A.Ş.'nin tek başına katıldığı ortaya çıktı. Arazi, 'restorasyon' diye ihale edilirken, projenin altından 80 metrelik kuleler çıktı.

 

 

Ataköy sahilinde Koruma Kurulu onayı olmadan yapılaşma izni verildiği ortaya çıkan tescilli Baruthane binalarının bulunduğu araziyi 49 yıllığına kiralayan Çelebican A.Ş.'nin ihale için kurulduğu ve ihaleye katılan tek şirket olduğu ortaya çıktı. Tarihi Baruthane binaları, İskender Çelebi ihata duvarı ve anıt ağaçların bulunduğu araziye 1 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun onayı olmadan inşaat izni verildiği basında yer almıştı. Yolsuzluk soruşturmasında Blumar projesi için 'camide rüşvet' iddialarıyla gündeme gelen arazi TOKİ tarafından yıllık 6 milyon TL'ye Çelebican A.Ş.'ye 12 Temmuz 2010 tarihinde kiralandı.

 

Ticaret sicil gazetesi kayıtlarına göre; ihaleyi alan Çelebican A.Ş. ihale tarihinden hemen önce 30 Haziran 2010'da kuruldu. Çelebican A.Ş.'nin hissedarları arasında yolsuzluk soruşturmasında adı geçen isimlerden Yorum İnşaat'ın sahibi Osman Ağca ve E.E.A. da bulunuyor. Şirket hisselerinin yarısı ise, aynı zamanda şirketin yönetim kurulu başkanlığını yapan Medical Park'ın sahiplerinden Muharrem Usta'nın sahibi olduğu F.O.M Grup Mimarlık A.Ş.'ye ait.

 

RESTORE ET, İŞLET

TOKİ, Baruthane yapılarının bulunduğu araziyi 12 Temmuz 2010'da 'restore et, işlet' modeliyle kiralamak için ihaleye çıktı. Bakırköy-Zeytinlik'te 546 ada 160 parselde bulunan arazi, 59 bin 800 metrekare turizm ve rekreasyon alanı, taşınmaz üzerinde bulunan tarihi Baruthane yapılarının aslına uygun olarak restorasyonu ve anıt ağaçların korunması şartıyla yıllık 6 milyon TL muhammen bedel üzerinden 49 yıllığına kiralanacağı duyuruldu. Arazi, ihaleye katılan tek firma olan Çelebican A.Ş.'ye kaldı.

 

7 No'lu Koruma Kurulu, 14 Mart 2009'daki kararında tescilli Baruthane yapılarının bir bütün olarak korunmasına karar vermişti. 1 No'lu Koruma Kurulu ise 26 Temmuz 2012 tarihinde Osmanlı Dönemi İskender Çelebi Bahçesi ve İhata Duvarları ile bunların çevrelediği alanda bulunan Baruthane Yapılar Topluluğu'nun restorasyon projesini onayladı. Kurul kararında, “160 parselde yer alan Baruthane Yapılar topluluğuna ilişkin olarak Kurula sunulan restorasyon projesinin uygun olduğuna, parselde bulunan tescilli 57 no'lu ağaçla ilgili olarak Tabiat Varlıklarını Koruma Komisyonu'nun görüşünün alınması gerektiğine, uygulamanın müellif sorumluluğunda ilgili idare denetiminde yapılmasına” karar verildi.

 

80 METRE KULELER

Koruma Kurulu'nun arazide yapılaşma için herhangi bir onayı olmamasına rağmen, mimari proje Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Bakırköy Belediyesi tarafından onaylandı. Bakırköy Belediyesi, Çelebican A.Ş. tarafından inşa edilmesi planlanan proje için 12 Mart 2013'te yedi ayrı yapı ruhsatı verdi. Verilen ruhsata göre belediye, 213.303 metrekare inşaat alanı onayladı. Verilen inşaat iznine göre; araziye 80 metre yüksekliğinde 4 kule, 40 metre, 25 metre ve 19 metre yüksekliklerinde toplam yedi beton blok için inşaat izni verildi. Araziye Osman Ağca'nın sahibi olduğu Yorum İnşaat ve TURKMALL tarafından Blumar projesi hazırlanmıştı.

 

***

 

İş makineleri izinsiz çalıştı

Ataköy sakini Seniha Güngör, tescilli Baruthane Yapılar Topluluğu'nun bulunduğu 160 parsel üzerinde iş makineleri ile çalışıldığına ve tescilli ağaçların söküldüğüne dair 1 No'lu Koruma Kurulu'na başvuruda bulundu. Kurul, 10 Ocak'ta Güngör'ün başvurusuna, “Baruthane Yapılar Topluluğu'nun tarihi eser olarak ihyası yönündeki kararlar haricinde 160 parsele ilişkin olarak herhangi bir yeni yapı izni verilmediği gibi bu yönde bir talep de iletilmemiştir” diye yanıt verdi. Ataköy sakinlerinden Kemalettin Doğan'ın ise İstanbul 8. İdare Mahkemesi'ne TOKİ tarafından düzenlenen ihalenin iptali istemiyle açtığı dava ise sürüyor.

 

***

 

Cami'de rüşvet iddiaları

Blumar projesinin tasarlandığı tarihi Baruthane binalarının bulunduğu arazi 'Camide rüşvet' iddialarıyla gündeme gelmişti. Basına yansıyan haberlerde, tarihi alanda restorasyon yerine, rüşvet dağıtarak alışveriş merkezi ve rezidans yapıldığı iddia edilmişti. Ayrıca Osman Ağca tarafından 7 No'lu Koruma Kurulu üyesi Xxxx Xxxx’a (İsim KTVKK üyesinin isteği üzerine kaldırılmıştır) 55 bin TL rüşvet verildiği öne sürülmüş, projenin üst hakkının kullanılmasıyla ilgili ise İstanbul Tapu Kadastro 2. Bölge Şube Müdürü İsmail Kibici’ye 250 bin TL rüşvet verildiği iddia edilmişti.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 25.01.2014

TARİHİ EĞİRDİR GAR ARAZİLERİ DE SATILIYOR

 

Isparta’nın Eğirdir İlçesi'nde bulunan tarihi tren garına ait araziler satışa çıkarıldı. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nca (ÖİB) satışa çıkarılan üç ayrı parselde bulunan toplam 1037 metrekare büyüklüğündeki araziler için 344 bin ila 420 bin lira arasında teklif verildiği öğrenildi.

Mülkiyeti TCDDY’na ait olan parsellerin birine doğrudan, diğerlerine de gerekli düzenlemelerin ardından inşaat yapılabileceği belirtilirken tarihi Eğirdir Garı’nı çevreleyen arazilerin satışa çıkarılması üzüntüyle karşılandı.

 

Tarihi gar özelleştirme kapsamına alınmıştı
1919 yılında 'Aydın hattı Köşk-Eğirdir İşletme Müdürlüğü' adıyla işletmeye açılan Eğirdir demiryolunun son durağı olan Eğirdir Garı, yaklaşık 90 yıl bölge halkına yük ve insan taşımacılığı konusunda hizmet verdi. 2001 yılında kapatılarak kapı ve pencerelerine beton dökülen tarihi Eğirdir Garı, 2009 yılında özelleştirme kapsamına alınan 25 garın arasında yer aldı. Özelleştirme kapsamına alınan garı çevreleyen araziler ise Eylül 2013 tarihinde satışa çıkarıldı. Mülkiyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü’ne (TCDDY) ait olan Eğirdir Garını çevreleyen, 415 Ada, 2, 3 ve 15 numaralı üç ayrı parsel için 4 girişimcinin teklif verdiği öğrenildi.

 

İmar planında konut alanı olarak ayrıldı
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nca 20 Ocak tarihinde yapılan nihai pazarlık görüşmeleri sonucu, Yazla Mahallesi’nde yer alan göl manzaralı toplam 1037 metrekare arsalar için verilen en yüksek teklifin 344 bin lira olduğu öğrenildi. Aynı alanda bulunan 260 metrekarelik bir başka arazi içinse 420 bin lira teklif verildiği belirtiliyor. ÖİB, satışa çıkarılan arazilerin ilgili imar planlarında “konut alanı” olarak ayrıldığını belirtiyor.

 

Tarihi gar Kurtuluş Savaşı'nda önemli hizmetler verdi
Yıllardır atıl vaziyette duran ve yöre halkının tepkisini çeken Eğirdir Garı’nın bu şekilde satışa çıkarılması ilçe halkında üzüntüye yol açtı. Tarihi garın Eğirdir’in yanı sıra ülke için de önemli bir miras olduğunu belirten “Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Eğirdir” kitabının yazarı da olan eğitimci-yazar Recep Bozkurt, “Eğirdir Garı, ulusal kurtuluş savaşı sırasında Batı cephesinin en önemli dayanaklarından biriydi. Burada kurulan 20 depodan yüklenen her türlü mühimmat ve askeri malzeme ile çeşitli ihtiyaçlar Eğirdir Gölü üzerinden Afyon’un Şuhut İlçesi'ne ulaştırılıyor, oradan da cepheye gönderiliyordu. Cephedeki yaralılar aynı şekilde bu hat üzerinden taşınıyordu. Tarihi bakımdan taşıdığı önem anlatmakla bitmeyecek kadar fazla olan Eğirdir Garı, Batı cephesinin en önemli dayanaklarından biriydi. Bu alanın satışa çıkarılması, toplumsal hafızamızın yitirilmesi anlamına geliyor” diye konuştu.

 

Eğirdir Gölü manzarasına hakim, sırtını Sivridağ’ın yamacına dayayan bir alanda kurulan gar, pek çok Türk filminin çekimlerine de ev sahipliği yapmıştı. Türk sinemasının Sultan’ı Türkan Şoray’ın kariyerinde önemli bir yer tutan Mine filmi, Eğirdir Garı’nda çekilmişti. Usta yönetmen Atıf Yılmaz’ın yönettiği filmde başrolleri Cihan Ünal ile paylaşan Türkan Şoray, istasyon şefinin karısını canlandırdığı filmde 1980’li yıllarda cesur sayılabilecek bir öykü ile kadın sorunsalını beyazperdeye taşımıştı. Türkan Şoray ve Cihan Ünal, cesur sahneleriyle gündeme gelen Mine’nin çekimleri sırasında aralarında başlayan büyük aşkın ardından yaşamlarını birleştirmişlerdi.

Sol Haber: Haber: Yusuf Yavuz, 25.01.2014

TARİHİ YARIMADANIN ŞEKLİ BOZULDU

 

 

Sitesine Tarihi Yarımada'nın Google Earth'ten çektiği bir fotoğrafını koyan Ramazan Bedük, yarımadanın şeklinin bozulduğunu söyledi.

 

Bedük'ün notu ve paylaştığı fotoğraf şöyle:

"Bu fotoğrafı Google Maps’i kullanarak az önce çektim. Yenikapı sahil dolgusu, tarihi yarımadanın denize doğru bir çıkıntı yapmasına neden olunca seyyahların detaylı bir şekilde tarif ettiği ve bir kartal gagasına benzettiği tarihi yarımadanın şekli bozuldu.

 

Söz konusu dolgu sahası 1 milyon kişilik kapasiteye sahip, miting ve fuar akanı olarak kullanılacak."




Sol Haber, 25.01.2014

MİLYONLUK TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

Muğla'nın Marmaris İlçesi'nde jandarmanın bir araçta yaptığı aramada, yaklaşık 1 milyon TL değerinde Meryem Ana heykeli ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, Marmaris İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri yapmış oldukları istihbari çalışma sonucunda, plakası daha önceden belirlenen şüpheli aracı Çetibeli Jandarma Karakol Komutanlığı kontrol noktasında durdu. Arabada yapılan aramada koltuğun altına gizlenmiş şekilde bir adet Meryem Ana heykeli ele geçirildi.

Marmaris Müze Müdürlüğü yetkililerince yapılan ön incelemesinde heykelin Bizans dönemine ait olduğu, bronzdan yapıldığı ve müzede saklanması gereken eserler arasında yer aldığı belirlendi. Yaklaşık değeri 1 milyon TL civarında olduğu ifade edilen heykelin gerçek değerinin heyet tarafından belirleneceği belirtildi.

Araçta bulunan Y.G. (38) ve C.G. (37) isimli şahıslar gözaltına alınırken, adli makamlara sevk edilen şüpheliler, cumhuriyet savcısının talimatıyla serbest bırakıldı. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

Sabah, 25.01.2014

PERRE ANTİK KENTİ TURİZME KAZANDIRILIYOR

 

 

Adıyaman’daki Komagene Krallığı’nın konaklama ve ticaret şehri Perre antik kentine artık yürüyüş yoluyla daha rahat ulaşılabilecek. 

 

Kent merkezinde Komagene Krallığının 5 büyük şehrinden biri olan Perre antik kenti; sur duvarları, halen kullanılan çeşme ve yaklaşık 200 kaya mezarının bulunduğu toplu mezarlarıyla turistlerden ilgi görüyor.

 

Komagene Krallığının başkenti Samosata (Samsat) ile Melitene (Malatya ) arasında yer alan ve Roma kaynaklarında suyunun güzelliğinden bahsedilen ve kervan, yolcularla ordular tarafından dinlenme yeri olarak kullanılan antik kent, Adıyaman Valiliğinin hazırladığı çevre düzenleme ve alt yapı projesi kapsamında yapılan yürüyüş yoluyla daha rahat gezilecek.

 

Vali Mahmut Demirtaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Perre antik kentinin Komagene Krallığı’nın döneminde konaklama ve ticaret merkezi olarak kullanıldığını söyledi.

 

Tarihi kentin korunması ve çevre düzenlemesi kapsamında çalışmalar yürüttüklerini belirten Demirtaş, “Bu kapsamda tarihi kentimizde 3,5 kilometre uzunluğunda travers yapı yürüyüş yolu yapıyoruz. İnşallah kısmet olursa bu çalışmayı yıl içerisinde bitirmeyi planlıyoruz” dedi.

 

Vatandaşların engebeli bir yapıya sahip antik kente rahat ulaşabilmeleri için yürüyüş yolu yaptıklarını ifade eden Demirtaş, bu şekilde yerli ve yabancı turistleri daha rahat gezdireceklerini dile getirdi.

 

Çalışmaların yürüyüş yolu ile sınırlı kalmayacağına dikkati çeken Demirtaş, şöyle konuştu:

“Bunun yanında yön levhaları yapacağız. Ziyaretçileri bilgilendirerek antik kenti tanıtmayı amaçlıyoruz. Vatandaşlarımız görmek istedikleri yerlere bu çalışma sayesinde kolayca ulaşabilecek.”

 

54 metrekarelik mozaiğe koruma evi

Antik kentin tel örgülerle çevrilerek koruma altına alınacağını kaydeden Demirtaş, projenin maliyetinin ise 3,5 milyon lira olduğunu vurguladı.

 

Bölgeye otopark ve hizmet binası da yapacaklarını anlatan Demirtaş, “Bunun yanında antik kente bulunan 54 metrekare genişliğindeki mozaik yapı için bir koruma evi yapacağız. Ayrıca aydınlatma sahaları ve festival alanı yapmayı düşünüyoruz” ifadelerini kullandı

haberler.com, 24.01.2014

"TAŞ BİNALAR DA MÜZEYE DAHİL EDİLSİN"

 

Mimarlar Odası Denizli Şubesi Başkanı Cüneyt Zeytinci, 2009 yılında yapılan planlamada taş binalar için müze pozisyonu verildiğini ancak daha sonra bundan vazgeçildiğini söyledi.

Zeytinci "Yapıları gezdiğinizde göreceksiniz, yüksek yapılardır. Sergilemek amacıyla, müze olarak kullanılabilir. Binalarda bir deformasyon yok. 2006 yılında Denizli Belediyesi binaların depreme dayanıklılığı konusunda Pamukkale Üniversitesi'nden rapor istiyor ve üniversite depreme dayanıklı raporu veriyor" dedi.

 

Ümit Yakuphan ile Güne Bakış programına katılan Mimarlar Odası Denizli Şubesi Başkanı Cüneyt Zeytinci, Denizli Mimarlar Odası'nın düzenlediği Taş Binalar Müze Olsun başlıklı panel öncesinde konuyla ilgili değerlendirmeler yaptı. Zeytinci "Endüstri Meslek Lisesinin Atölye binaları 1945 yılında mimar Selçuk Milar tarafından yapılıyor. Taş atölyeler mimari açıdan ilkleri oluşturuyor. Denizli açısından baktığınızda yapıların kent belleğinde anı değeri olması, yaşayan birçok insanın oralarda eğitim görmüş olması, bugün toplantılarımıza oradan mezun olan insanlar bize anılarını anlatıyor, onlar için özel bir önem arz ediyor. Türkiye'nin Cumhuriyet tarihinden itibaren o bölgedeki atölyelerin olduğu alan, Gazi İlkokulu. Valilik binası, yıkılan kız meslek lisesi binaları Cumhuriyet dönemi eğitim yapılarının sembolleriydi. Bu yapıların geleceğe bırakılması, korunması gerekir. Cumhuriyet tarihinde Denizli'nin kasabadan şehirleşme aşamasında en önemli yapılardır. Bütün bu açılardan baktığınızda Denizli kamuoyunda da 22 dernek ve sivil toplum örgütü korunması gerektiğini açıklayan bir bildiriye imza attı. 2009 yılında hükümet konağı proje yarışmasında bu binalar korunuyor. Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu bu planı onaylarken endüstri meslek lisesi binalarının korunması kararı var. Ancak bu bir tescil kararı değil. O zaman kurul, yapıların korunması kararı alıyor. 2009 yılında yapılan planlamada bu yapıya müze pozisyonu veriliyor. 

 

"TESCİL EDİLMEMESİ KARARI"

Cüneyt Zeytinci "Zorlu Holding ile arkeoloji müzesi yapmak için protokol imzalandı İlk etapta iki müze düşünülmüştü. Biri Panıukkale'de biri Denizli'de. Daha sonra sadece Denizli'de daha büyük bir arkeoloji müzesi yapılmasına karar verildi. Yapılarda kurul üyeleri ile beraber biz de bir gezdik, görüşlerimizi belirttik Kuruldaki mimar arkadaşlar yapıların mimari ve sanat değeri olmadığı gerekçesiyle kültür varlığı olarak tescil edilmemesi kararı aldı" diye konuşlu.

 

"ÇAĞDAŞ MÜZE OLSUN"

Mimarlar Odası Denizli Şubesi Başkanı Cüneyt Zeytinci Pamukkale'deki hamam müzesi yeniden düzenlenirse dünyanın en güzle müzelerinden biri olacağını belirterek "Valimiz bizden daha önce nasıl bir arkeoloji müzesi olabilir diye bir görüş istedi. Yapılacak müze ile taş binaların birlikte değerlendirilebileceği söyledik. Dünyada bunun çok örneği var. Eski dokuyla bugünün çağdaş çizgisinin birlikte değerlendirilmesini istediğimizi vurguluyoruz. Şu anki proje mevcut taş yapıların tamamen yıkılıp yeniden yapılan bir proje. Arkeolojik kazılarda çıkan eserlerin yerinde sergilenmesi esastır. Şu an Pamukkale'deki hamam müzesi dünyadaki en güzel müzelerden birisidir. Alan olarak yetersiz. Ciddi bir onarım, alanın genişletilmesi için kazı çalışması yapılmalı. Burası düzenlenirse dünyanın en güzel müzesine sahip oluruz. Atölyeler yıkılmasın, çağdaş bir müze olsun istiyoruz. Denizli'de arkeoloji müzesi yapılması geç kalmış bir karardı. Taş binalarında birlikte değerlendirilmesini ve taş binaların sergi alanı olarak kullanılmasını talep ediyoruz" ifadelerini kullandı.

 

"MİMARİ YÖNÜ YOKTUR DİYE BAKIYORLAR"

Cüneyt Zeytinci "Ülkemizdeki eski yapıları korumak için illaki tarihi çağlardan kalması gerekmiyor. Ülkemizde Cumhuriyet dönemine ait yapıların en buyuk talihsizliği bu oldu. Bu yakın tarihimiz olan Cumhuriyet dönemine ait olan yapıları gelecek kuşaklara aktaramamamız anlamına geliyor. Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na da bunu söylüyoruz. Biz kentimizin belleği açısından bakarken dışarıdan gelen kurul üyeleri sadece sanat ve mimari yönü yoktur diye bakıyorlar" dedi.

 

ADAYLIK AÇIKLAMASI

Zeytinci Mimarlar Odası olarak genel kurulu ve seçimlerin 8-9 Şubat'ta gerçekleştireceğini ve yeni dönemde de aday olacağını söyledi.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 24.01.2014

'MARAŞ ASLANI' 128 YIL SONRA YUVASINDA SERGİLENİYOR

 

 

Kahramanmaraş Kalesi’nden 1886′da İstanbul Arkeoloji Müzesine götürülen ve geçen yıl kentte getirilen Maraş aslanı heykeli, Kahramanmaraş Arkeoloji Müzesinde sergilenmeye başlandı.

 

Vali Şükrü Kocatepe, gazetecilere yaptığı açıklamada, Maraş aslanı heykelinin kente getirilmesi için 2006′da çalışma başlatıldığını anımsattı. Eserin, Kültür ve Turizm Bakanlığının onayıyla geçen yıl kente getirildiğini aktaran Kocatepe, “Maraş aslanı daha önce İstanbul Arkeoloji Müzesinde teşhir ediliyor, şehrimizdeki müzede ise imitasyonu sergileniyordu. İnşallah bu heykel şehrimizin tanıtımına katkı sağlayacaktır” dedi.

 

İl Kültür Turizm Müdürü Seydihan Küçükdağlı da üzerindeki hiyerogliflerle Gurgum krallarının soy ağaçlarını barındıran heykelin Kahramanmaraş’taki müzede sergilenmesinin sevincini yaşadıklarını kaydetti.

haberler.com, 23.01.2014

TARİHİ BELKIS KÖPRÜSÜ YIKILMAKTAN KURTULDU

 

 

Tarihi Anadolu Selçuklu eseri olan Belkıs Köprüsü’nün ayakları ve taban kısmı sel ve su taşkınlarına karşı güçlendirildi. 

 

230 metre uzunluğunda 7 ayaklı köprünün 3 ayağının yıpranmaya bağlı restorasyonu ve taban güçlendirilmesi yapılarak sel ve su taşkınlarına karşı dirençli hale geldiği belirtildi. Antalya’nın Serik İlçesi Belkıs beldesi sınırları içinde bulunan tarihi köprü Manavgat-Serik ilçelerini birbirine bağlıyor.

 

MS 4. yüzyılda yapılan köprü, yıkılmaya bağlı 8 asır önce Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Alaaddin Keykubat tarafından yeniden yapıldığı ve yöre insanı tarafından ‘Eski Köprü’, ‘Köprü Pazar’, ‘Sultan Alaaddin’ ve ‘Belkıs’ gibi çeşitli isimlerle anılıyor. Tarihi köprü, 3 yıl önce bölgede meydana gelen şiddetli yağışlarda köprünü bir ayağında oluşan derin oyuklar nedeniyle yıkılma tehlikesi geçirmişti.Günümüzde Serik ve Manavgat ilçelerini birbirine bağlayan köprü, yılın 12 ayı turistler tarafından en fazla ziyaret edilen mekanlar arasında yer alıyor.

 

Sekiz ay önce restorasyon ve yenileme çalışması kapsamında Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından ihale edilen köprünün restorasyonunu, İşsan İnşaat Ticaret ve Sanayi Limidet Şirketi üstlenmişti. Köprünün ihale bedelinin 964 bin lira olduğu ve bir yıl içinde bitirilerek teslim edileceği ifade edilmişti. Tarihi köprünün restorasyon ve güçlendirme çalışmalarıyla ilgili bilgi veren İşsan İnşaat Ticaret ve Sanayi Limited Şirketi Şantiye Şefi ve inşaat mühendisi Bülent Adede, 7 ayaklı köprünün 3 ayağında yıpranma olduğunu ve 3 ayağı Selçuklu mimarisine uygun bir şekilde restore ettiklerini söyledi.

 

Restorasyon çalışması kapsamında sel suları ve su taşkınlarında tarihi Belkıs köprüsünün yıpranan 3 ayağı ve zeminini taş döşemesiyle güçlü hale getirdiklerini belirten Adede, firmalarının tarihi köprü restorasyonlarında tecrübeli olduğunu ve Sırplar tarafından yıkılan tarihi Mostar Köprüsü’nü de aslına uygun bir şekilde yeniden onarım planını kendisinin çizerek hayata geçirdiğini kaydetti. Adede, “Tarihi köprünün ayaklarını sel suyu ve su taşkınlarına karşı güçlü hale getirdik. Köprünün restorasyon ve güçlendirme çalışmasını tarihi orijinalitesine uygun yaptık. Tabanda yaptığımız güçlendirme çalışmasıyla şiddetli akan suyun köprünün ayağına verebilecek yıpranma zararının önüne geçtik. Tarihi köprünün asırlar boyunca akan su akışına bağlı yıpranan 3 ayağı güçlü hale geldi. 8 asırlık tarihi köprü bütün güzelliğiyle yerli ve yabancı turistleri büyülemeye devam ediyor.” diye konuştu.

 

Sultan Alaaddin Keykubat’ın Konya’dan Antalya ve Alanya’ya geçişlerinde Belkıs Köprüsü’nden 4 defa geçiş yaptığı belirtiliyor.

 

Rus Mobaly Turizm Seyahat Acentesi Genel Müdürü Natalia Baranov, 230 metre uzunluğundaki tarihi köprü üzerinde 48 bin Rus turistin ‘Geçmiş Zaman’ turuna çıktığını kaydetti.

 

Bölgede, Belkıs Köprüsü yanı sıra Beşkonak Köprülü Kanyon’da Roma döneminde kalma Anadolu Selçuklu Devleti tarafından onarılan Oluk Köprü(Köprülü Kanyon) ve Ali Baba(Gündoğmuş Güneycik Köyü) köprüleri bulunuyor.

Sabah, 23.01.2014

 

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin kentin tarihini yeniden canlandırmak ve gelecek nesillere aktarmak için yaptığı restorasyon projeleri ara vermeden devam ediyor. Yaptığı restorasyon çalışmalarıyla bu alanda çeşitli ödüller alan ve örnek gösterilen Büyükşehir Belediyesi, şimdi de Darıca bölgesinde 19. yüzyıldan kalma eserlerden birisi olan itfaiye binasını gün yüzüne çıkarmaya hazırlanıyor.

 

DARICA İTFAİYE BİNASI

Bölgenin karakteristik mimari özelliklerini bünyesinde barındıran Darıca İtfaiye binasının restorasyon çalışmalarına yakında başlanacak. Tarihi Mekanlar Şube Müdürlüğü tarafından restore edilmesi planlanan Darıca İtfaiye binasının restorasyon ihalesi, Büyükşehir Belediyesi’nin destek hizmetleri binasında yapıldı.

 

Kagir yapım tekniğiyle hayata geçirilen ve bölgenin en önemli tarihi eserleri arasında yer alan Darıca İtfaiye binası, yapılacak restorasyon çalışmasıyla aslına uygun olarak elden geçirilecek. Tarihi itfaiye binasının restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından sosyal alan olarak halkın kullanımına sunulması bekleniyor.

 

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi hizmet binasında gerçekleşen ihaleye iki firma katıldı. Darıca İtfaiye binasının restorasyonu için düzenlenen ihalede Demirlibahçe Ekmek Gıda 308 bin lira, Karamanoğlu Mimarlık ise 350 bin lira teklif verdi.

Değişen Kocaeli, 20.01.2014



19 - 25 Ocak 2014

TARİHİN İZİNİ KLAROS'TA SÜRECEKLER

 

İzmir Akdeniz Akademisi tarafından düzenlenen ‘Taşlar Yerine Oturuyor’ başlıklı arkeoloji söyleşilerinde bu kez antik dünyanın en erken bilicilik merkezi olarak tanınan ‘Klaros’ ele alınacak.

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi bünyesinde faaliyet gösteren İzmir Akdeniz Akademisi tarafından düzenlenen ‘Taşlar Yerine Oturuyor’ başlıklı söyleşi dizisi devam ediyor. Kentin çeşitli yerlerinde yapılan arkeolojik kazıların ekip başkanlarının İzmirlilerle buluştuğu söyleşilerde, bu ay antik dünyanın en eski bilicilik merkezi olarak bilinen Menderes’e bağlı Ahmetbeyli Mahallesi’ndeki Apollon Klaros Bilicilik Merkezi masaya yatırılacak.

 

25 Ocak Cumartesi günü Kültürpark Fuar Alanı’ndaki Gençlik Tiyatrosu’nda saat 18.00’de gerçekleşecek söyleşide, Prof.Dr. Nuran Şahin 2001 yılından bu yana başkanlığını yürüttüğü Klaros kazılarıyla ilgili bilgileri anlatacak. Yrd.Doç. Dr Akın Ersoy’un moderatörlüğünde gerçekleşecek söyleşinin tarihe yolculuk yapmak isteyenlerden ilgi görmesi bekleniyor.

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, ‘Taşlar Yerine Oturuyor’ söyleşi dizisini 2014 yılı Mayıs ayına kadar sürdürmeyi planlıyor.

 

Apollon Klaros Bilicilik Merkezi, MÖ 13.yüzyıl sonunda kurulup terkedildiği MS 4.yüzyıla kadar bilicilik merkezi olarak işlev yapmış. Klaros, antik dünyanın en erken bilicilik merkezi olarak tanınıyor. Klaros antik kentinin yer aldığı Ales Vadisi’ne ilişkin ilk araştırmalar ise 1904 yılında Macridy Bey tarafından başlatılmış. Bayraklı (Smyrna), Notion, Tahtalı Barajı kurtarma kazıları (Halil Ağa Tepesi) kazılarında kazı üyesi olarak katılan Prof.Dr. Nuran Şahin, 2001 yılından bu yana ise Klaros Kazı Başkanı olara görev yapıyor.

Selçuk Bölge Haberleri, 23.01.2014

ADIYAMAN'DAKİ TARİHİ ESER MERAKLILARI DERNEKLEŞMEK İSTİYOR

 

 

Yıllardır Adıyaman müzesine yüzlerce eser devreden yeri geldiğinde hibe eden tarihi eser meraklısı vatandaşlarımız konuyla ilgili yasada var olan mevzuatın uygulanmamasından şikayetçiler.


Tarihi eserin ellerine geçtiği günden itibaren 3 gün içerisinde müzeye tesliminin yapılması gerektiğinden haber olduklarını bildiren vatandaşlar, emniyet mensuplarının buna rağmen müze giriş çıkışlarında kendilerine zorluk çıkardıklarını belirtiyorlar.


Müzeye eser vermenin yasal olduğunu belirten eser meraklısı vatandaş Abdullah Akbaş, “Ben Ankara Anadolu Medeniyetler müzesine kadar eser vermiş bir insan olarak Adıyaman’da sıkıntı çekiyorum. Ayrıca bir vatandaş elinde eser bulundurduğunda üç gün içerisinde teslim etmese zaten suçluluğunu kabul etmiş olur. Bundan önceki olayda müzeye eser verdik ve kapıdan ayağımızı dışarı atar atmaz memur arkadaşlar üzerimizi arayıp bizlerden şüphelendiler. Bizler kaçakçılık yapmıyoruz. Köyümüzde, ilçelerimizde bulduğumuz ya da köylümüzde aldığımız tarihi eser niteliğindeki malları müzeye götürüp kendimiz de bu yoldan ekmek paramızı çıkartıyoruz. Kaçakçılığını yapsak zaten altımızda arabamızla gezerdik. Tek isteğimiz mevzuata uygun hareket edilsin.


Adıyaman’daki tarihi eser meraklıları adı altında dernekleşmek istediklerini de sözlerine ekleyen Abdullah Akbaş adındaki vatandaş arkadaşlarıyla birlikte Vali Mahmut Demirtaş’tan bu konuda müsaade almayı planladıklarını belirtti.


Akbaş “Kültür ve Turizm bakanımız Ertuğrul Günay yurt dışına giden eserlerimizi geri getirmek için milyonlarca dolar para harcarken bizler kendi eserlerimizi kendi müzemize kendi ülkemize kazandırmaya çalışıyoruz. Evet para da kazanıyoruz ama. Aylığımız sadece bizlerin çoluk çocuğunun giderini ancak karşılıyor. Bu güne kadar müzemize kazandırdığımız eserler bellidir. Araştırılabilir” dedi.

Adıyaman Haber, 23.01.2014

'KOLEKSİYONERLERDEN BAŞYAPITLAR'

 

 

17 - 31 Ocak tarihleri arasında Antik Palace sergi salonlarında sanatseverlerle buluşan “Koleksiyonerlerden Başyapıtlar” sergisi klasik Türk resminin ikon eserlerini bir araya getiriyor.

 

Sergide Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, Hüseyin Zekai Paşa, Süleyman Seyyid, Halil Paşa, Şevket Dağ, Hoca Ali Rıza, İbrahim Çallı, Nazmi Ziya, Hikmet Onat,Namık İsmail, Avni Lifij, Sami Yetik, Naci Kalmukoğlu, Feyhaman Duran, Hale Asaf, Cemal Tollu, Rıfat Çeteci, Ruhi Arel gibi Türkiye’nin en değerli ressamlarına ait eserler yer alıyor.

 

"Koleksiyonerler en gözde eserlerini sergiye verdiler”
Klasik Türk resim sanatının ve sanatçısının hak ettiği değerlere ulaşması, yeni ve genç sanat meraklılarına ışık tutması amacıyla gerçekleştirilen sergi önemli koleksiyonerlerin desteği ile gerçekleşti.

 

Erdoğan Demirören, Oya - Bülent Eczacıbaşı, Demet - Cengiz Çetindoğan, Mustafa Taviloğlu, Berrak - Nezih Barut, Ender Mermerci, Ahu - Can Has, Sema Çağa , Lucien Arkas, Kemal Bilginsoy, Yalçın Ayaslı, Murat Ülker, Yücel Çelik, Numan Ceyhan, Cem Kalyoncu, İsmail Koçak gibi Türkiye’nin önde gelen koleksiyoncularına ait eserlerden oluşan sergi klasik Türk resim sanatının görkemini günümüze taşıyor.

 

Antik A.Ş. yönetim kurulu başkanı Turgay Artam, değerli eserlerini paylaşan koleksiyonculara sanatseverler adına teşekkür ediyor ve bu eserlerin bir arada görülmesinin büyük bir şans olduğunu belirterek tüm sanatseverleri sergiyi yakından görmek için Antik Palace’a davet ediyor. Koleksiyonların özel sergiler ile toplumla paylaşılması, müze eksikliği olan İstanbul için büyük önem taşıyor. “Benzerlerine yurtdışında çok rastlanan eğitici ve bilgilendirme amaçlı koleksiyoner paylaşım sergilerinin Türkiye’de artacağına inanıyorum, koleksiyonlar toplumla paylaşıldıkça değerleri artar.”

Milliyet, 23.01.2014

DEFİNECİLERE SUÇÜSTÜ!

 

Yozgat Il Jandarma Komutanlığı ekipleri, düzenledikleri operasyonda kaçak define aradıkları iddia edilen 5 kişiyi suçüstü yakaladı. Şüpheliler, çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

 

Yozgat merkeze bağlı Baltasarılar Köyü Tereli mevkiinde kaçak olarak define arandığı ihbarını alan Yozgat Jandarma Komutanlığı ekipleri, operasyon düzenledi. Yapılan operasyonda kaçak kazı çalışması yaptıkları iddia edilen N.K., F.Ö., S.A.H., D.T. ve D.Y. isimli şahıslar, kazı malzemeleriyle birlikte suçüstü yakalandı. Kazı yapılan yerin Doğu Roma dönemine ait bir ibadethane odası olduğu tespit edilirken, gözaltına alınan zanlılar, yapılan sorgulamanın ardından çıkarıldıkları mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Yozgat Kent Haber, 23.01.2014

ARKEOLOGLARI BİLE ŞAŞIRTIYOR

 





 

Yüzyıllardır birçok medeniyete beşiklik eden İznik`te, 2 bin yılı aşkın geçmişe sahip olduğu sanılan tümülüslerden (mezar ya da mezarlık içeren, toprak yığılarak oluşturulmuş tepecik) birinin 3-4 ton ağırlığındaki yekpare taş kapıları ve aksamının hala çalışır durumda olması, arkeologları bile şaşırtıyor.

 

İlçeye bağlı Elbeyli beldesi Dörttepeler mevkisindeki nekropol (arkeolojik şehirlerde mezarlıkların ve toplu mezar yeri) sahasında, tarlalarını süren çiftçiler tarafından ya da yol yapım çalışmaları sırasında ortaya çıkarılan ve kazı işlemleri daha sonra yetkili merciler tarafından tamamlanan tümülüsler, MÖ 3-2`üncü yüzyıllara tarihlendiriliyor.

 

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, yaptığı açıklamada, tümülüslerin, Hellenistik dönem kabir tipine girdiğini ve Bitinya Krallığı döneminde inşa edilen mezarlardan olduğunu söyledi.

 

Şahin, bunlardan özellikle birinin, aradan 2 bin yıldan fazla süre geçmesine rağmen tüm unsurlarıyla sağlam bir şekilde günümüze kadar ulaştığına dikkati çekerek, "Burası şu anda bütün elemanlarıyla günümüze ulaşabilmiş, güzel bir mezar. Kapıları bile sağlam, çalışıyor. Hatta o kadar güzel mekanizma ve aks oluşturmuşlar ki parmağınızla bile 3-4 ton ağırlığındaki taş kapıyı açıp kapatabiliyorsunuz" dedi.

 

`GERÇEKTEN EŞSİZ BİR ÖRNEK` 

Bölgede 4 tümülüs olduğunu ifade eden Şahin, "Bu şekilde sağlam korunmuş örnek olduğunu bilmiyorum. Belki tesadüfen vardır ama bugüne kadar gezdiğim nekropollerde, özellikle kapısı bu şekilde sağlam, hala kullanılabilen bir mezar hatırlamıyorum. Çift kapılı ve çift kapısı da sağlam, menteşe üzerinde açılıp kapanıyor. Bu yönüyle gerçekten eşsiz bir örnek" değerlendirmesinde bulundu.

 

Şahin, tümülüslerin, yapımı zor ve pahalı olduğundan kentin ileri gelenlerine ait olduğunu, bunların, Bitinya Krallığı döneminde kraliyet ailesine mensup ya da yakınlarının gömüldüğü aile mezarları olduğunu tahmin ettiklerini belirtti.

 

Eni yaklaşık 4, boyu 5 metre olan kabrin, bir aile mezarı olduğunu, içinde "kline" adı verilen taştan yapılmış yatak ve yastıklar bulunduğunu anlatan Şahin, şu bilgileri verdi: 

"Taş yatak ve yastıkların üzerine cesetler uzatılıp kapılar kilitlenmiş. Hatta kilit mekanizmalarının yerleri de hala kapıların üzerinde, bronzdan yapıldığı için korunmuş durumda. Tekrar kapının kilidini açıp yeni mensubu odaya yatırmışlar. Bunlar, süreklilik arz eden mezarlar. Kapıların çalışması bunu gösteriyor. Yani 5-6 nesil hatta belki daha fazla burada gömü olmuş. Daha önce gömülenlerin kemikleri bir kenara süpürülüp yeni mensup, mezara defnedilmiş. Bu şekilde çok uzun süreli kullanılan mezarlar. Hatta bu mezarlara aile dışından kişilerin cesetlerinin gömülmemesi için Antik Çağda yasal düzenlemeler yapılmış. Bunu yazıtlardan biliyoruz. Önemli oranda cezaları da varmış. Yabancı birinin defnedildiği tespit edilirse çok ağır para cezaları verilmiş."

 

Mustafa Şahin, definecilik ve kaçak kazının, diğer illerde olduğu gibi bu bölgenin de kanayan yarası olduğuna değindi.

 

Bu sorunun, yasal düzenlemeler ve bilim insanları tarafından halkın bilinçlendirilmesiyle giderilebileceğini kaydeden Şahin, "Bunu, bilim insanları olarak ihmal ettik. Her konuda olduğu gibi bu konuda da devletten bir şeyler bekledik. Devletten beklemeden, üşenmeden, köy köy, kahve kahve, ilçe ilçe gezip insanlara bunların değerini anlatmamız lazım" diye konuştu.

Bursa Olay, 23.01.2014

BURSA'NIN 'DAĞ İLÇELERİ' KÜLTÜR TURİZMİNE KAZANDIRILACAK

 

Bursa’nın “dağ ilçeleri” olarak adlandırılan Orhaneli, Büyükorhan, Harmancık ve Keles’in, kültür turizminin uğrak noktalarından biri haline getirilmesi amacıyla Bursa Eskişehir Bilecik Kalkınma Ajansının (BEBKA) desteğiyle Uludağ Üniversitesi (UÜ) tarafından yürütülen “Bursa’nın Dağ İlçelerinin Tarihi ve Kültürel Mirası Envanteri Projesi” tanıtıldı.

 

Projeyi hazırlayan UÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, Rektörlükte yapılan toplantıda, Bursa’nın, en zengin illerden biri olmasına rağmen dağ ilçelerinin ekonomi ve istihdam alanında ihmal edildiğini ve hak ettiği değeri henüz bulamadığını savundu.

Bölgedeki kültür varlıklarının tanıtılması bakımından küçük ama öncü bir adım attıklarını belirten Şahin, bundan sonra gerçekleştirilecek çalışmalara ilham kaynağı olabilecek projenin, İznik dahil diğer ilçeler için teşvik edici bir ilk adım olmasını ümit ettiklerini dile getirerek, “Turizm alternatifleri içinde yer alan kültür turizmi konusunda Bursa’nın hak ettiği oranda tanıtılabilmesi ve turizm pastasından yeterli payı alabilmesi için öncelikle sahip olduğu büyük kültür mirasının tanıtılması gerekmektedir. Böylelikle Bursa sadece yıldızlı otelleri, kış turizmi alternatifleriyle değil, kültür turizmiyle de ön plana çıkarılacaktır” dedi.

 

Tanıtım kitabı ve broşürler bastırıldı

Proje çerçevesinde “Bursa’nın Dağ İlçelerinin Tarihi ve Kültürel Mirası Envanteri” başlıklı tanıtım kitabı yayımladıklarını ve broşürler bastırdıklarını bildiren Şahin, bunların, 2006 yılından bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle UÜ adına kendi başkanlığında yürütülen “Bursa ve İlçelerinde Kültür Envanteri” başlıklı yüzey araştırmalarının ürünü olduğunu söyledi.

 

Şahin, bu araştırmalar sırasında Büyükşehir Belediyesi, ilçe belediyeleri, Türkiye Bilimsel Ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) ve UÜ Bilimsel Araştırmalar Proje Biriminden destek aldıklarını anlatarak, şöyle devam etti:

“Bu tanıtım kitabı ve her bir ilçe için oluşturulmuş olan broşürler, Türkçe ve İngilizce hazırlanmıştır. Türkçe tanıtım kitabından 3 bin, İngilizce tanıtım kitabından 2 bin, broşürlerden ise 10 bin adet basılmış olup daha fazla sayıda ve kalitede baskı için belediyelerden destek alacağımızı ümit ediyoruz. Bu kitap, Büyükşehir Belediyesine bağlı Bursa Araştırmaları Merkezine, yayımlanmak üzere teslim edilen ve çok kısa bir zamanda yayımlanacağını ümit ettiğimiz asıl kitabın tanıtımına yöneliktir. Tüm bu çalışmaların asıl hedef kitlesi halktır. Bilimin halkla paylaşılmadıkça bir anlam ifade etmeyeceği ve bilginin paylaşıldıkça çoğalacağı bilincini her zaman taşımaktayız.”

 

Proje kapsamında, “www.olymposarastirmalari.com” adresli web sitesi oluşturulduğuna da değinen Şahin, 30 Ocak-2 Şubat’ta düzenlenecek “Emitt-Doğu Akdeniz Uluslararası Turizm ve Seyahat Fuarı”na katılım sağlanacağını, UÜ Rektörlüğünde 4-14 Mart’ta “Olympos’tan Uludağ’a Esintiler” fotoğraf sergisinin açılacağını, 8-11 Mayıs’ta “Uluslararası Mysia Olympos’u (Uludağ) Araştırmaları Çalıştayı”nın düzenleneceğini, 4 ilçeye dokunmatik ekranlı kiosklar yerleştirileceğini ve yöredeki çocuklara yönelik “çocuk atölyesi ve mihmandarlık eğitimi”ne ağırlık verileceğini anlattı.

 

“Bu, dağlık bölgenin kaderini bir ölçüde değiştirir”

Şahin, bir soru üzerine, dağ ilçelerinin kültür turizmi bakımından büyük potansiyele sahip olmasına rağmen bölgeye giden turist miktarının yok denecek kadar az olduğunu vurguladı.

Bölgenin göç verdiğine işaret eden Şahin, şöyle konuştu:

“Çok büyük oranda göç veriyor ve bu yaptığımız alan çalışmalarında boşalan köyler gördük. Tabii ki göçü durdurma veya geri çevirmek gibi bir iddiamız yok. Sadece bir miktar durdurabilirsek orada bir istihdam yaratmak için bir vesile olabilirsek bu bile büyük bir katma değerdir. Kültür turizmi açısından çok büyük bir potansiyele sahip ama bugüne kadar ihmal edilmiş bir bölge. Belki bu projeyle bir adım atılmış olacak. Devam ettirilebilirse sürekliliği sağlanabilirse istihdam da yaratmak üzere orada turistlerin konaklaması ve yerel yemekler yemelerine yönelik çok güzel yatırımlar yapılabilir ve bu, dağlık bölgenin kaderini bir ölçüde değiştirir diye düşünüyoruz.”

 

Toplantıya, UÜ Rektörü Prof.Dr. Kamil Dilek, Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Atilla Öğünç, Büyükorhan Belediye Başkanı Selami Selçuk Türkmen ve BEBKA Genel Sekreteri Tamer Değirmenci katıldı.

haberler.com, 23.01.2014

MAHKUMLAR, ANTİK KENTİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARIYOR

 

Eskipazar İlçesi'nde mahkumlar, ortaya çıkarılan mozaikler dolayısıyla “Karadeniz’in Zeugması” olarak adlandırılan Hadrianaupolis antik kentinde, kazı çalışmalarında çalışıyor. 

 

Eskipazar Kaymakamlığı ile Eskipazar Açık Ceza İnfaz Kurumu arasında imzalanan protokolle, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Hadrianaupolis Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Vedat Keleş önderliğinde antik kentte sürdürülen kazı çalışmalarında mahkumlar görev alıyor.

 

Her sabah ceza infaz kurumundan 2 gardiyan eşliğinde antik kente gelen 10 mahkum, mesai saatleri içinde kazı yaparak para kazanıyor.

 

Karabük Üniversitesinde görevli arkeolog Ersin Çelikbaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazıda çalışan mahkumlardan çok memnun olduklarını söyledi.

 

Mahkumların özveriyle çalıştıklarını anlatan Çelikbaş, “Sabah gelip akşam mesai bitimine kadar 10 mahkum burada çalışıyor. Şu anda Kilise B’nin üstünün kapatılması işi var. İşçiler bu işte çalışıyor. Verilen görevleri aksatmadan yapıyorlar. Memnunuz. Onlar da çalışmaktan memun. Bundan sonraki çalışmalarda da mahkumlardan yararlanmak istiyoruz” diye konuştu.

 

MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen Hadrianaupolis’teki kazılarda, Anadolu’da hiç örnekleri görülmeyen bazı zemin mozaiklerinin turizme kazandırılmasının hedeflendiğini vurgulayan Çelikbaş, “Erken Bizans döneminde ait Kilise B’de bulunan mozaiklerin korunması gerekli. Çok değerli bu mozaikler kumla kapanıyor ve tahrip oluyor. Bunu önlemek için Kilise B’nin üstü kapatılıyor. Bu değerleri gelecek nesillere aktarmalıyız. Bu amaçla burada çalışıyoruz” ifadesini kullandı.

haberler.com, 23.01.2014

'AKILLI KÖPRÜ' 10 YILDA DOĞDU

 

 

Haliç'te yapımı tartışma yaratan, yelkenli gemi görünümüne sahip metro köprüsünde sona gelindi.

 

Tam 10 yıl önce Mimar Hakan Kıran’ın kara kalem çizimlerini İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a ilk sunup, Haziran 2004’te TMMOB İstanbul Mimarlar Odası ile noter tarafından onaylanan Haliç Metro Köprüsü Projesi, 10 yıllık sancılı bir doğum sürecini geride bırakıp “Akıllı Köprü” olarak gün yüzüne çıktı. Köprü, üzerine yerleştirilen 36 adet 3 boyutlu sensörle günde 24 saat boyunca izlenecek. Herhangi olağandışı bir hareket hissettiğinde anında merkeze iletecek.

Denizin içindeki kazıkların paslanmasını engellemek için sürekli akım verilecek. Rüzgarda “aura dinamik” göstermesi için, elemanları rüzgara göre tasarlanan köprüden yaya olarak da karşıdan karşıya geçilebilecek.

 

GEMİ GÜVERTESİ ŞEKLİNDE

Köprünün iki ayağındaki ara katlarda kafeterya ve tuvaletler yer alabilecek. Engelliler her yere ulaşabilecek. Üstten bakıldığında “Gemi güvertesi” şeklinde tasarlanan durakların olduğu alanın üzerindeki cam kabinler, üzerine bağlanan kablolar sayesinde temizlikleri yapılabilecek. Duraklardaki temizlik için camı üzerine gerilen kabloya bağlanarak temizlik yapılabilecek.

 

Yapımı süresince yurt içindeki bilim çevreleri ve UNESCO’nun da gündeminden düşmeyen köprü, projenin arkasında duran İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da desteğiyle İstanbul’un prestij projelerinden biri olarak yerel seçimler öncesi hizmete girecek. Şubat sonu bitmesi planlan ve şu anda hızla metal kaplama ve elektro mekanik çalışmaları devam eden köprünün, aydınlatma, korkuluklar, merdiven, yürüyen merdiven ve asansör montajlarının tamamlanmasının ardından çevre düzenlemesine geçilecek olan köprüde ayrıca kum torbalarıyla da ağırlık testleri yapılıyor. Açılış öncesi, Türk medyasında ilk kez köprü üstüne çıkıp, iki yaka arasındaki raylar üzerindeki test sürüşlerinden birini, köprünün mimarı Hakan Kıran ile birlikte yaptık.

 

TÜM PROJENİN MALİYETİ 420 MİLYON DOLAR

Köprü, toplam 5.2 uzunluğunda, toplam 420 milyon dolara mal olan Taksim - Yenikapı Metro Hattı Projesi’nin en önemli ayağı. Bu hat, Taksim Meydanı’ndan başlayıp, Beyoğlu’nu takip ederek Şişhane istasyonuna varıyor, daha sonra Perşembe Pazarı’na iniyor. Bu noktadan itibaren yeryüzüne çıkıp, Haliç’i geçerek, Haliç’in güneybatı kıyısında Küçük Pazar Caddesi’nin üzerinden tekrar yer altına giriyor. Haliç Metro Geçiş Köprüsü, güneybatı yönünde “Unkapanı Yakası” ile kuzeydoğu yönünde “Beyoğlu Yakası” bölgeleri arasında yer alıyor. Tünelden tünele olan mesafe yaklaşık 1 kilometre.

TAKSİM YENİKAPI 8 DAKİKA

Karşılıklı kıyılarda yer alan iki tünel arasında köprünün üzerinde Unkapanı İstasyonu, her iki yakaya da hizmet verecek. Hat tünele girdikten sonra Süleymaniye istikametine dönerek, Tarihi Yarımada içindeki İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt Kampüs ve yurtlarına yakın bir noktadan üçüncü istasyonu olan “Şehzadebaşı” istasyonuna varacak. Buradan Marmara Kıyısı’na uzanan hat, “Boğaz Geçişi Marmaray” ile ortak olan dördüncü istasyon “Yenikapı”ya ulaşacak. Bu istasyonda Marmaray ve Havalimanı metro bağlantısıyla entegre olan proje sayesinde, Taksim - Yenikapı 8, Osmanbey - Kadıköy 28, Havaalanı - Maslak 56, Maslak  - Kartal ise 71 dakikaya inecek. Taksim - 4. Levent Metrosu’nu Yenikapı’ya bağlayacak köprüyle birlikte 21 kilometre ulaşacak metro hattının günlük yolcu taşıma kapasitesi, 1 milyon kişiye çıkacak.

 

90 DERECE AÇILIYOR
* Köprü, denizde 2,5 metre çapında, yaklaşık 110 metre derinliğe sahip 27 adet kazık üzerinde inşa edildi. İki adet çelik kuleye eğik kablolu sistem ile asılı bölümün uzunluğu 360 metre. Yapımında yaklaşık bin kişi çalıştı.
* 5 adet, 2,5 metre çapında kazık üzerinde inşa edilen “Döner köprü”, 12 santimetre yükselerek, tek pivot ayak üzerinde 90 derece dönerek açılıyor. 120 metre boyunda, 3 bin 500 ton hidrolik kaldırma kapasitesine sahip.
* Beyoğlu ve Unkapanı yaklaşım viyadükleri, metro tüneli portal yapıları ile çelik köprüler arasındaki bağlantıyı sağlıyor. Betonarme art germe sistemi ile üretilmiş olup, Unkapanı yakasında 171 metre, Beyoğlu yakasında ise 242 metre boyunda.
* Döner köprü merkez ayağı ile Unkapanı kıyısı arasında, beton kirişler tarafından taşınan platform il ile bu platformu koruma amaçlı 10 adet kazık ve başlık kirişi bulunuyor.
* Taksim - Yenikapı Metro Hattı’nın yapımı Anadolu Metro Ortaklığı (Yüksel - Güriş -Reha- Başyazıcıoğlu), Haliç - Metro Geçiş Köprüsü’nü Astaldı - Gülermak Ortak Girişimi (AGJV), Elektromeranik ve ince işlerin yapımı ise Alarko - Rotem - Hyundai Konsorsiyumu’nca gerçekleştirildi.

 

10 YILLIK SERÜVEN
Mimar Hakan Kıran, 14 Haziran 2004’teki ilk tasarımını, mevcut Unkapanı Köprüsü’nü kaldırılıp, yeniden araç, metro ve yaya köprüsü şeklinde yapmıştı. Amaç, ikinci bir köprü yerine bir güzergahta bütün ulaşım akslarını birleştirip, üzerinde yaya, araç ve metro geçişini sağlamaktı. Aynı zamanda Unkapanı Köprüsü’nün Haliç Tersanesi, Sinan’ın Sokullu Camii ve Haliç tabanına olan olumsuz etkisini gidermekti. Ancak bu fikir, 1985 yılında belirlenen güzergah üzerinde yapılan  bin 100 metrelik tünelin iptal edilip, aksın Unkapanı Köprüsü’nün devamı olan Saraçhane aksına alınmasını gerekiyordu. Bu fikir, Haliç köprüsüne karşı çıkan çevrelerce  ağır eleştirilere maruz tutuldu. Kamuoyu tepkisi üzerine, Haliç Metro Geçiş Köprüsü’nün, 1985 yılında kararlaştırılmış güzergah üzerine yapımını verildi. Hazırlanan eski proje Koruma Kurulu’na sunulmuşken bu projeden vazgeçilip, bugünkü aksında yer alan yerinde, birincisiyle aynı prensiplerle, yeni tasarım gerçekleştirildi.

Önce, rüzgar araştırması, Haliç’in zemin ve jeolojik yapısı ile her iki kıyının jeolojik yapısı ve yapılacak köprünün geçtiği güzergahtaki tarihi eserlere etkisi araştırıldı. Bu araştırma bütün proje çalışması boyunca devam eti. Projede Türkiye’nin ve dünyanın en önde gelen bilim adamları birlikte çalıştı.

 

TOPBAŞ, 1 YIL DURDURDU

Projenin, 1990 ile 2004 arasındaki aşamaları, Koruma Kurulu’na sunulan onlarca projenin kabul edilmeme nedenleri incelendi. Nisan 2015’de bugünkü tasarımın bir önceki hali yapıldı. Haziran 2015’da Başkanlık onayıyla Koruma Kurulu’na sunulup, onaylandı. Bu tarihten sonra itibaren Türkiye’nin dünyanın önde gelen çelik mühendisleriyle yapılan tasarımın eksiksiz uygulanabilir hale getirilmesi için çalışmalara başlandı. 2004 yılında İspanyol bir çelik firmasından danışmanlık alınmışken, 2005 yılında Fransızlarla çalışılmaya başlandı. Bu arada statik firmalarla zemin ve kaya mekaniği uzmanları ile jeoloji mühendislerinin görüşü alındı.

 

DÜNYANIN, PROJE ÇALIŞMASI EN UZUN SÜREN KÖPRÜSÜ

2006 yılında proje çalışmaları sürerken ÜNESCO’nun uyarısı üzerine, proje dünya kamuoyuna taşındı. 2010-2011 yılları arasında, Unesco talebi doğrultusunda, çalışmalar İBB tarafından bir yıl durduruldu. Bu arada, dünyanın sayılı zor zeminlerinden biri olarak kabul edilen Haliç’le ilgili iyileştirme ve çözüm çalışmaları hız kesmeden devam etti. 2011 yılında UNESCO ile yapılan 1 yıllık çalışma sonucunda inşaata devam kararı üzerine, bazı değişiklikler yapılarak Köprü, geceli gündüzlü çalışmayla bugünkü haline geldi. proje ve bilimsel çalışmaların hala sürdürüldüğü düşünülürse, proje çalışması en uzun süren bir köprü özelliğini taşıyor.
 
KIRAN: KÖPRÜ KİTAP OLACAK

10 yıl boyunca yıkıcı eleştirilere maruz kalan köprünün mimarı Hakan Kıran, eleştirileri doğal karşılarken, “Benim için üzücü olan, bilim ve mimarlık kavramları altında, bilim ve mimarlıktan uzak siyasi ve yıkıcı eleştirilerdi. Alışana kadar beni hayal kırıklığına uğrattı. Ama sonunda, insanların istediği yerde hayal kurabilme, istemediği yerde ise kör olma duygusuyla donatıldığını sonunda kabul ettim. Bugünün gelinen noktada, en baştaki duruşum ve duygularımdayım” dedi.

Eseriyle gurur duyan Kıran, İstanbul’un en önemli terası olacağı için bu duygulu herkesle paylaşacağı günü sabırsızlıkla bekliyor. Yazar Elif Şafak’ın “Ustam ve Ben” adlı son romanına atıfta bulunup, Mimar Sinan’ın eserlerini yaparken başına gelenlere dikkat çeken Kıran, köprü serüveninde yaşadıklarını bir kitapta toplayacak. Kıran aynı zamanda, karikatür çizimlerinden oluşan bir çalışmayla da Türkiye turuna çıkıp, yaşadıklarını mimarlık okullarında genç nesillere anlatacak.

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, Fotoğraf: Mustafa Küçük, 23.01.2014

 

******


6 MİNARELİ SÜLEYMANİYE

 

 

Taksim yonünden Yenikapı ’ya ulaşacak metro hattının Haliç geçişi için inşa edilen köprünün son hazırlıkları tamamlanıyor. Köprünün iki büyük ayağında Şişhane bölgesinden bakıldığında dikkat çeken bir görüntü oluşuyor. 4 minareli olan Süleymaniye Camii, köprünün ayakları ile bakıldığında sanki 6 minareliymiş gibi gözüküyor.

Radikal, 23.01.2014

PICASSO İSTANBUL'A GELİYOR

 

Pera Müzesi, 2010 yılında gerçekleştirdiği ve Türkiye’de ilk kez sergilenen “Picasso - Suite Vollard” gravürler serisinden sonra, 20. yüzyılın efsane sanatçısı Pablo Picasso'yu, "Picasso: Doğduğu Evden Gravürler ve Seramikler" ile yeniden ağırlayacak.

Sergide, 56 gravür, 8 seramik toplam 66 eserle birlikte sanatçının bebeklik gömleği, patikleri ve kurşun askerleri gibi kişisel objeleri de görülebilecek.

Çağdaş cam sanatının sıradışı uygulamalarından bir seçkiyi sanatseverlerle buluşturan “Aurora: Kuzey Ülkelerinden Çağdaş Cam Sanatı” sergisinde, İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka ve İzlanda’dan 25 sanatçının 51 yapıtı yer alıyor.

Habertürk, 23.01.2014

TARİHİ KÖPRÜ YIKILMAKTAN KURTULDU

 

 

Tarihi Anadolu Selçuklu eseri olan Belkıs Köprüsü'nün ayakları ve taban kısmı sel ve su taşkınlarına karşı güçlendirildi.

 

230 metre uzunluğunda 7 ayaklı köprünün 3 ayağının yıpranmaya bağlı restorasyonu ve taban güçlendirilmesi yapılarak sel ve su taşkınlarına karşı dirençli hale geldiği belirtildi. Antalya'nın Serik İlçesi Belkıs beldesi sınırları içinde bulunan tarihi köprü Manavgat-Serik ilçelerini birbirine bağlıyor.

 

MS 4. yüzyılda yapılan köprü, yıkılmaya bağlı 8 asır önce Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Alaaddin Keykubat tarafından yeniden yapıldığı ve yöre insanı tarafından 'Eski Köprü', 'Köprü Pazar', 'Sultan Alaaddin' ve 'Belkıs' gibi çeşitli isimlerle anılıyor. Tarihi köprü, 3 yıl önce bölgede meydana gelen şiddetli yağışlarda köprünü bir ayağında oluşan derin oyuklar nedeniyle yıkılma tehlikesi geçirmişti.Günümüzde Serik ve Manavgat ilçelerini birbirine bağlayan köprü, yılın 12 ayı turistler tarafından en fazla ziyaret edilen mekanlar arasında yer alıyor.

 

Cihan'ın haberine göre, sekiz ay önce restorasyon ve yenileme çalışması kapsamında Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından ihale edilen köprünün restorasyonunu, bir şirket üstlenmişti. Köprünün ihale bedelinin 964 bin lira olduğu ve bir yıl içinde bitirilerek teslim edileceği ifade edilmişti. Şirketin Şantiye Şefi ve inşaat mühendisi Bülent Adede, 7 ayaklı köprünün 3 ayağında yıpranma olduğunu ve 3 ayağı Selçuklu mimarisine uygun bir şekilde restore ettiklerini söyledi.

 

Restorasyon çalışması kapsamında sel suları ve su taşkınlarında tarihi Belkıs köprüsünün yıpranan 3 ayağı ve zeminini taş döşemesiyle güçlü hale getirdiklerini belirten Adede, firmalarının tarihi köprü restorasyonlarında tecrübeli olduğunu ve Sırplar tarafından yıkılan tarihi Mostar Köprüsü'nü de aslına uygun bir şekilde yeniden onarım planını kendisinin çizerek hayata geçirdiğini kaydetti. Adede, "Tarihi köprünün ayaklarını sel suyu ve su taşkınlarına karşı güçlü hale getirdik. Köprünün restorasyon ve güçlendirme çalışmasını tarihi orijinalitesine uygun yaptık. Tabanda yaptığımız güçlendirme çalışmasıyla şiddetli akan suyun köprünün ayağına verebilecek yıpranma zararının önüne geçtik. Tarihi köprünün asırlar boyunca akan su akışına bağlı yıpranan 3 ayağı güçlü hale geldi. 8 asırlık tarihi köprü bütün güzelliğiyle yerli ve yabancı turistleri büyülemeye devam ediyor." diye konuştu.

Yapı, 23.01.2014

BUZUL ÇAĞINDAN GELEN SALYANGOZ

 

Çanakkale'de bir akarsuda, nesli Buzul Çağı'ndan gelen ve sadece bu bölgede yaşayan "tatlı su salyangozu" tespit edildi. Uzmanlar bu canlıya, bilim insanı Prof.Dr. Mehmet Zeki Yıldırım'a ithafen "yildirimi" adını verdi. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Deniz Anıl Odabaşı, "Endemik bir tür olan tatlı su salyangozu 5-6 milimetre boyutunda. Bu kabuklu tür, bölgede kendine has koşullarda yaşıyor. Bu canlı, Buzul Çağı'ndan günümüze kadar ulaşmış türlerden biri. O bölgenin iklimsel koşulları da canlıya yaşama imkanı sunmuş" dedi. Canlının 2-3 yıl gibi bir yaşam döngüsüne sahip olduğu bilgisini veren Odabaşı, besin ağındaki yerini belirlemeye çalıştıklarını dile getirdi. Salyangozun, kirlilikten olumsuz etkilendiğini vurgulayan Odabaşı, bu durum devam ederse neslinin tehlikeye girebileceği uyarısında bulundu.

Sabah, 23.01.2014

'MEDENİYETLERİN BEŞİĞİ' İZNİK, DÜNYA MİRASI OLMA YOLUNDA

 

Tarihi MÖ 4'üncü yüzyıla kadar uzanan, Bitinya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarına ev sahipliği yapan İznik İlçesinin, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilmesi amacıyla çalışma başlatıldı.

 

İznik Belediyesi öncülüğünde Bursa Valiliği ve İznik Kaymakamlığının desteği, Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin'in koordinatörlüğü ve aynı fakültenin Tarih Bölümünden Yrd. Doç.Dr. Şahin Kılıç'ın katılımıyla ilçenin tarihi, kültürel ve arkeolojik zenginliklerinin dünya mirasına kazandırılması amacıyla hazırlanan proje, Kültür ve Turizm Bakanlığı UNESCO Türkiye Milli Komisyonuna sunulacak.

Prof.Dr. Şahin, yaptığı açıklamada, İznik'in ilk resmi kuruluşunun, Bitinya Krallığı döneminde MÖ 4. yüzyıl olduğunu ancak çevredeki kalıntılarda gerçekleştirilen araştırmaların, ilçenin geçmişinin MÖ 8. yüzyıla kadar gitmesi gerektirdiğini ortaya koyduğunu söyledi.

Bitinya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarına ait arkeolojik kalıntıların, ilçeye büyük bir tarihi ve kültürel zenginlik kattığını anlatan Şahin, kurulduğu tarihten itibaren İznik'in birçok medeniyete beşiklik yapmasının yanı sıra farklı medeniyetlere kesintisiz yerleşim imkanı sağlaması bakımından da dünyadaki ender yerlerden biri olduğuna dikkati çekti.

Şahin, Roma döneminde inşa edilmesine rağmen hala ayakta kalan sur duvarları, tiyatro kalıntıları, nekropol sahası ve yer altı mezarlarının, bu zenginliğin en güzel göstergesi olduğunu ifade ederek, "Şunu söylemek abartılı olmayacaktır; İstanbul'da Tarihi Yarımada ne ise İznik, Bursa açısından o kadar önemli bir yer. İstanbul nasıl Tarihi Yarımada'(ya gözü gibi bakmak zorundaysa Bursa'nın da İznik'e gözü gibi bakması gerekiyor. Surlarıyla ayakta olan bir kent" dedi.

Kenti çevreleyen sur duvarının neredeyse tamamına yakınının bugün hala ayakta olduğuna dikkati çeken Şahin, bu surların 2 bin yıllık bir geçmişe sahip olduğu bilgisini verdi.

Göl Kapı'da biraz sıkıntı olduğunu ancak İznik'in, üç sur kapısıyla (Lefke, İstanbul ve Yenişehir kapıları) ayakta duran ender kentlerden biri olduğunu anlatan Şahin, "Belki Diyarbakır burasıyla yarışabilir. Ayakta kalan sur duvarları bakımından Diyarbakır'ın dışında İznik ile şu anda Türkiye'de yarışabilecek başka bir kent yok. İstanbul'da bu kadar sağlam kalan sur duvarı yok, restorasyonlarla biraz ayağa kaldırmaya çalıştılar. Burada restorasyona da gerek olmayan sur duvarı mevcut. Dolayısıyla sahip çıkılması gereken bir kent" değerlendirmesinde bulundu.

 "Medeniyetler İttifakı Projesinde aday kentlerden biri İznik"
Şahin, Kültür ve Turizm Bakanlığının, son yıllarda İznik'e büyük destek sağladığını, ilçede sürdürülen tiyatro kazılarının bunun en güzel örneklerinden biri olduğunu ifade ederek, Bakanlığın ilgisinden cesaret alarak bu zenginliğin dünya mirasına kazandırılması için proje hazırladıklarını bildirdi.

Projeyi, Yrd. Doç.Dr. Kılıç ile hazırladıklarını belirten Şahin, şöyle devam etti:
"Projeyi başlattık. İznik Belediye Başkanımız ve Kaymakamımız da destekliyor. İznik Belediye Başkanlığı adına 'UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne İznik'i de alabilir miyiz?' diye yola çıktık. İlk çalışmalar yapıldı ve nisan ayına kadar en azından ön başvurumuzu yapıp aday listeye girmeye çalışacağız. Bu konuda da start verildiğinin müjdesini paylaşmak istiyorum. İnşallah yakın bir zamanda, öngördüğümüz gibi, burasını UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine kabul ettirerek hak ettiği değeri fazlasıyla veririz."

Mustafa Şahin, İznik'i, medeniyetlerin buluştuğu bir yer olarak gördüklerini vurguladı. İznik'in sadece Hristiyanlık dini için değil Müslümanlık bakımından da önemli olduğuna değinen Şahin, şunları kaydetti:
"Mesela Osmanlı'nın yaptığı ilk medresemiz burada. Bunu da göz önünde bulundurmak lazım. İlk camiler, önemli kiliseler burada. Pagan döneminden çok önemli tapınaklar var. Bunu, özellikle Roma dönemine ait sikkelerin üzerindeki betimler gösteriyor. Dolayısıyla medeniyetler ittifakının örtüştüğü bir nokta. Zaten bu öneminden dolayı da Başbakanımızın başlattığı, İspanya ile ortak sürdürülen Medeniyetler İttifakı Projesinde aday kentlerden biri İznik. İznik ile İspanya Endülüs-Cordoba arasında yapılan bir proje bu. Bu medeniyetler ittifakında onlar İslam eserlerini koruyacak biz de burada Hristiyanlık eserlerini koruyup böylece medeniyetlerin buluştuğu noktaları ortaya çıkaracağız. Bu tür projeler de var. Yani bütün bunlar bir araya geldiği zaman İznik'in potansiyeli dahi iyi anlaşılmış oluyor."

Roma döneminde inşa edilen ve halen dimdik ayakta duran 5 kilometre uzunluğundaki surlarla çevrili İznik, Roma ve Osmanlı dönemlerinden kalan çok sayıda eserin yanı sıra Hristiyanlık inancında önemli kabul edilen, Senato Sarayı'nda 325 yılında 1. Konsil, 787'de İznik Ayasofya Kilisesi'nde 7. Konsil toplantılarına ev sahipliği yapmıştı. 15 ve 16. yüzyıllarda ünü dünyaya yayılan İznik çinileriyle de adından söz ettiren ilçede bugün pek çok atölyede çini üretiliyor.

Hürriyet, Haber: Haluk Yüksel, 22.01.2014

'PRUSİAS AD HYPİUM' ANTİK KENTİNDEKİ KAZILAR SÜRECEK

 

 

Karadeniz'in "Efes"i olarak bilinen, 1. yüzyılda Konuralp beldesinde yapıldığı belirtilen antik kentteki tiyatroda kazı çalışmaları devam edecek.

 

DÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Ayengin: "Hep beraber Batı Karadeniz'in Efes'ini gün yüzüne çıkartacağız". Ayengin, yaptığı açıklamada, Konuralp Müzesi ve DÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nün ortaklaşa çalışmasıyla yürütülen kazılara Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün bütçe ayırdığını söyledi.

Çalışmaların hızlanarak devam edeceğini belirten Ayengin, şöyle konuştu:
"Geçen yıl sahne binası ve çevresinde çalışmalar yaptık. 'Kavea' ve orkestra alanında çalışmalar yapmıştık. Bu sene ise daha çok 'kavea' kısmındaki erozyondan dolayı orada bir konsültasyon çalışması yapmayı düşünüyoruz. Yine sahne binasında yapılan çalışmalara devam edilecek. 'Şimdiden bu sene de güzel bir sezon bizi bekliyor' diye düşünüyorum. Sahne binasının detaylarının daha da ortaya çıkması, oradaki dolguyla alakalı. Dolgu olduğu için onun kaldırılması gerekiyor. Kaldırıldıktan sonra 'kavea' kısmına girişlerde sağda ve solda bulunan tonozlu yapılar aşağıya inecek. Orada da yüksek miktarda erozyondan kaynaklı dolgu tabaka var. Tiyatro yamaca yaslı.

 

Yoğun yağmur ve kardan dolayı devamlı toprak akımı var. Buradaki dolgu toprağını kaldırdığınız zaman, tiyatro kendini çok daha iyi gösterecek. Gelen turisti çok daha iyi etkileyecek pozisyona gelecek. Bunun için bu dolgu toprağı kaldırmamız lazım. Özellikle 'kavea' yani oturma kısmındaki erozyondan dolayı kaymaları da engellememiz lazım. Bu sene acil olarak ilk yapacağımız çalışmalar bunlar."
 

"Bitinya bölgesinde Roma dönemi için en iyi korunmuş tiyatro alanı"
"Karadeniz'de bu kadar iyi korunmuş Roma dönemine tarihlendirilen bir tiyatro yapısı yok" diyen Ayengir, "Gerçekten biz çok şanslıyız. Bizim tiyatromuz Bitinya bölgesinde Roma döneminde en iyi korunmuş tiyatro alanı olduğu için çok önemli bir kazı. Bu çalışmaların sonuçlarının hem arkeolojik bilim dünyasına getirileri çok fazla olacak hem de Düzce, turizm açısından çok daha önemli bir potansiyele ulaşacak" diye konuştu.

Ayengin, kazı çalışmalarının heyecan yarattığını anlatarak, "Hep beraber Batı Karadeniz'in Efes'ini gün yüzüne çıkartacağız" dedi.

Sabah, 22.01.2014

HAT SANATININ 500 YILI BAHREYN'DE

 

 

Bahreyn Milli Müzesi 25. Yılını S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi'nin hazırladığı sergiyle kutluyor. 'İslam Hat Sanatının 500 Yılı' adını taşıyan sergi, Sabancı Müzesi'nin Kitap Sanatları, Hat ve Resim koleksiyonlarından yapılmış özel bir seçki.

 

Bahreyn Milli Müzesi, 25. yaşını Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nin koleksiyonlarından bir seçkiyle kutluyor. İslam Sanatının 500 Yılı adlı sergi, müzenin hat, el yazmaları koleksiyonundan bir seçki. Sergide resim de var. Sabancı Müzesi koleksiyonunda yer alan Halife Abdülmecit, Osman Hamdi Bey, Halil Paşa gibi önemli klasik sanatçılara ait resimlerden, hat sanatıyla ilgili mekanları ve insanları tasvir eden dokuz yağlıboya tablo Bahreyn’e getirilmiş.

Sergi, pazar günü Bahreyn’in Kültür Bakanı, kraliyet ailesinden Shaikha Mohammad Al Khalifa tarafından açıldı. Toplam 86 eserin yer aldığı sergide özellikle el yazması kitaplar, Kuran-ı Kerim’ler dikkat çekiyor. 15. yüzyıldan, 20. yüzyıla kadar sadece Osmanlı coğrafyasında değil, farklı İslam ülkelerinde yazılmış, bezemeleri, minyatürleriyle hakikaten göz kamaştıran değerli kitaplar bunlar. Bir diğer bölümde ise Sabancı hat koleksiyonunun çok önemli parçaları olan levhalar, Hilye-i Şerif örnekleri, kıt’alar, murakkalar ve Osmanlı padişahlarının tuğralarını taşıyan çeşitli berat ve fermanlar var.

 




Sergi, Bahreyn Kültür Bakanlığı’ndan gelen davet üzerine gerçekleşmiş. Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer, kendi koleksiyonlarından bu kente ve müzeye özel yep yeni bir seçki hazırlamış. Loş sergi salonunda ışıklı vitrinler içindeki eserler adeta kutsiyeti artmış biçimde, izleyiciyle etkileyici bir ilişki kuruyor. Ziyaretçileri eski hattatların kullandığı yazma aletleri karşılıyor. Salonun merkezindeki yazmalar, hat levhalar, fermanlar ve tablolarla çevrilmiş. Açılışın hemen ertesi gününden itibaren Bahreynliler ve turistler kadar okulların da ilgi gösterdiği serginin ev sahipleri halinden memnun. Müze Direktörü Rashad Faraj, bölgesel çapta ilgi odağı olmayı hedeflediklerini anlatıyor. Müze 25 yıl öncesi için iddialı bir mimari ve  teşhir salonlarına sahip. Ama onlar da bir yenilenme ihtiyacı içinde. Öncelikli mesele, günümüzün tüm müzelerinde olduğu gibi sürekli yeni sergiler açarak ilgiyi canlı tutan, izleyicisini arttıran bir çekim alanı olmak. Rashad Faraj, İslam Hat Sanatının 500 Yılı ile bu hedeflere doğru önemli bir adım attıklarını söylüyor.

Sakıp Sabancı’nın sağlığında oluşturduğu ‘Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu’ Sakıp Sabancı Müzesi’nin de temelini oluşturuyor. 1989’dan itibaren Altın Harfler adlı sergiyle New York Metropolitan, Louvre, Berlin Gugenheim müzelerini ziyaret eden koleksiyon 2002 yılından bu yana, Resim Koleksiyonu’yla birlikte Atlı Köşk’te sergileniyor.

 




Bahreyn Milli Müzesi ise başkent Manama’da ülkenin zengin arkeolojik mirası için kurulmuş. Kazıları yürüten Danimarkalılar müzenin kuruluşuna da katılmış. Deniz kıyısındaki müze binlerce yıllık Dilmun uygarlığından İslam dönemine çeşitli buluntuları sergiliyor. Müzede geleneksel Bahreyn yaşam tarzını ve inci avcılığını anlatan bal mumu heykellerle yapılmış düzenlemeler de önemli bir yer tutuyor.


Sergi 13 Nisan’a kadar açık kalacak.

Radkal, Yazı: Cem Erciyes, 22.01.2014

İNGİLTERE'DE MÜTHİŞ KEŞİF

 

İngiltere Dorset'te bulunan bu yer hazine avcılarının akınına uğradı...

 

 

Sebebi ise Noel'den bir gün sonra kıyıda bulunan dinozor fosili...

 

 

Neredeyse eksiksiz halde bulunan ichthyosaur türü dinozorun kemikleri yaklaşık 25 bin dolara satıldı. 180 milyon yıl önce oluşmuş uçurum oluşumları sebebiyle Dünya Mirası listesinde yer alan sahil şeridi 'Jurassic Sahili' adıyla da biliniyor. 1.5 metre uzunluğundaki fosili çıkaran profesyonel 'fosil avcısı' Paul Crossley, duygularını 'Çok güzel bir keyif' sözleriyle anlattı.

haber 3, 21.01.2014

KUTSAL DAĞIN EMANETLERİNE DEFİNE TALANI!

 

 

Aydın’ın Söke İlçesi'nde doğal ve kültürel mirasıyla ünlü Beşparmak Dağları’nda (Latmos) antik kalıntıların defineciler tarafından talan edildiği öne sürüldü.

Aydın’ın Söke İlçesi ile Muğla il sınırları içinde geniş bir alana yayılan ve Batı Menteşe Dağları’nın bir uzantısı olan Beşparmak Dağları’nda (Latmos), doğal ve kültürel kaynakların acımasızca yok edildiği ortaya çıktı.

Milli Park ilan edilsin
Eko Sistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD), dağdaki antik dönem yerleşimlerden biri Ören Asar’ının tescil edilerek korunması için Milas Müze Müdürlüğü’ne başvurdu.

EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, definecilerin dağı delik deşik ettiğini söyleyerek “Açılan çukurların, sökülen antik taşların, parçalanan eserlerin haddi hesabı yok. Bölgede yöre insanları tarafından Anadolu Parslarını (Panthera pardus tuliana) avlamak için kullanılan kapanlar bulduk. Ancak defineciler hem doğaya hem de kalıntılara büyük zarar vermiş. Bu doğa ve kültür mirasını yarınlara taşımak bir insanlık borcudur. Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün Latmos’u acilen Milli Park olarak ilan edilmesi gerekiyor. Kutsal dağın emanetlerini hep birlikte korumalıyız” dedi.

 

 

EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, “Yetkililer, bölgedeki talanı bir an önce durdurmalı. Bölge bir an önce Milli Park olarak ilan edilmeli” dedi.

Vatan, 21.01.2014

MARMARAY'DA KAÇAN FIRSAT

 

Marmaray Yenikapı İstasyonu’nun girişine “arkeolojik kazılar nedeniyle Marmaray projesinin beş sene gecikmiş olduğu” yazılı bir pano yerleştirilmiş. Panonun altında Ulaştırma Bakanlığı ve TCDD’nin imzaları var. Bu panodan anlaşıldığı kadarıyla yöneticiler kentin binlerce yıllık tarihine ışık tutan arkeolojik kazıları “zaman kaybı” olarak değerlendiriyorlar.

“Aslında Marmaray 29 Ekim 2013’e kalmayacaktı. 2010’e yetişebilirdi. Bize gecikmek yakışmaz, ertelemek yakışmaz. Sürekli yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı, yok bu çıktı diyerek önümüze engeller koydular. Bunlar mı önemli, insanlar mı önemli? Yok koruma kuruluydu, yok yargıydı bunlara takılıp kaldık. Üç sene bizi engellediler. Marmaray’ın işletmeye açılamaması değil maddi kaybı da ciddi noktada. Bundan sonra engel mengel tanımıyoruz, bedeli ne olursa olsun!”

Bu sözler de Başbakan Erdoğan’a ait. Bu açıklamadan da anlaşıldığı üzere Marmaray kazılarında gerçekleşen arkeolojik keşifleri önemsemediği, boş yere zaman kaybedildiğini ve kaynakların heba edildiğini düşündüğü görülüyor. Koruma kurulları, yargı kararları, üniversiteler, bilim insanlarına karşı öfkeli. Onları “çevre, kültür mirası gibi konuları bahane ederek” projeleri engellemeye çalışan kesimler olarak görüyor. Arkeolojik çalışmalar bahane edilerek halka hizmetin engellendiğine inanıyor. Şehri müteahhitlerin geliştirdiği projelerle imar edilebilecek, altyapı hizmetleriyle modernleştirilecek bir nesne olarak gören bir zihniyet dünyasının içinde yaşıyor. İstanbul için başka bir gelişme modelinin olabileceğini düşünmüyor. Şehri karmaşık ilişkiler sistemi olarak geliştirebilecek ve yönetebilecek bir deneyimin olabileceğine ihtimal vermiyor. Ulaşım kararlarının kültür mirasının korunmasını, istihdam ve üretim yapısını, sosyal hizmetleri ilgilendirdiğini fark etmiyor.


O zaman bizim de ona şu soruyu sormamız gerekmiyor mu?

Eğer söylediğiniz gibi arkeolojik kazılar için beş sene beklendiyse bu süre Marmaray’ın şehircilik ve mimarlık unsurlarını geliştirmek için mükemmel bir fırsattı. Bu süre içinde transfer merkezleri ve çevreleri, etkilenecek alanlar için yönetim planları, örgütlenmeler ve projeler geliştirilebilirdi. Madem böyle bir fırsat vardı, yöneticiler olarak görevinizi neden yapmadınız? İstanbul halkını boş yere beş sene neden oyaladınız? Yapa yapa (çevresiyle, işleviyle hiç mi hiç ilişkisi olmayan) “kalemtıraş” gibi binalar inşa ettirdiniz. 

İstanbul halkı olarak bizim de bunun hesabını sizden sormaya hakkımız yok mu?

İstanbul halkı olarak kazılarda arkeologların nasıl özveriyle ve heyecanla çalıştıklarını hepimiz gördük. Gecelerini gündüzlerine katarak çalıştılar. Marmaray’da mühendisinden işçisine, yabancı uzmanlara kadar herkes işini özveriyle yaptı. Onlara teşekkür borçluyuz. Peki, karar vericiler olarak siz ne yaptınız? Şehrin binlerce yıllık geçmişine ışık tutan arkeolojik kazıları bir engel, zaman kaybı olarak görmeniz yönetim zihniyetinizi ele veriyor.

İstanbullular olarak projenin geliştirilmesi için yaptığımız işbirliği taleplerine burun kıvırdınız. UNESCO Dünya Miras Komitesi’nin önerilerine kulaklarınızı kapattınız. Elinizde sınırsız imkanlar olmasına rağmen şehrin yeni kamu alanlarını oluşturacak transfer merkezleri için hiç yenilik geliştirmediniz. Marmaray’ı İstanbul için bir fırsata çeviremediniz. Üsküdar Meydanı’nı rezil ettiniz, Yenikapı’da uyduruktan projeler yaptırdınız. Görevinizi yapmadığınız için zamanını, heyecanını, gecesini, gündüzünü bu işe adayan insanların emekleri çöpe gitti. (Kazılarla hiç ilgisi olmayan istasyonlardaki projelendirme felaketine hiç değinmiyorum bile.)
Bu projeyi yönetebilecek bir deneyime sahip olmadığınız yaptıklarınızdan belli oldu. Uygulama aşamasına gelindiğinde, Yenikapı’da Büyükşehir’in iki ana metro hattının başlangıç noktasını oluşturan istasyonla, Marmaray’ın ana transfer merkezi arasında bir ilişki bile kurulmamıştı. Aralarında 800 metre mesafe bulunuyordu. Neyse ki arkeolojik kazılar sonucunda Marmaray istasyonunun yeri değişti de İstanbullular “transfer” için bu mesafeyi koşmaktan kurtuldular. Yalnızca bu değişiklik için bile İstanbullular olarak arkeologlara teşekkür borçluyuz.

İstanbul’un geleceğini etkileyecek bu projeyi müteahhitlik mantığı ile yönetmeye kalktınız. Şehri zenginleştirecek böylesine önemli bir fırsatı heba ettiniz. 

Marmaray’ın her istasyonu bir kimlik kazanabilir, içi ayrı bir mimari esere dönüşebilirdi. Böylece istasyonlar, transfer merkezleri kente yepyeni bir ruh kazandırabilirdi. Böylesine önemli bir şehircilik deneyimi için yönetim planları hazırlanabilir, yarışmalar yapılabilirdi. Ulaşım projeleri ile İstanbul için önem arz eden kültürel mirasın korunması, üretim ve istihdam koşullarının iyileştirilmesi, yaşam çevrelerinin niteliğinin geliştirilmesi arasında bir ilişki kurmadınız. Şehrin ana ulaşım şebekesinin omurgasını oluşturacak bu proje eğer iyi yönetilseydi, kamusal alanlarının yeniden yapılanmasında, nitelik kazanmasında işlev görebilirdi. Oluşan rant kente geri dönebilirdi. İstanbulluların yaşam çevresi daha nitelikli, daha renkli hale getirilebilirdi. Kendi çıkarlarınızı, küçük dünyanızı korumak için Marmaray’ı şehir için bir fırsata çevirebilecek yönetim deneyimini, yaratıcı çabaları İstanbul’dan, İstanbul halkından esirgediniz.

Bunları söylüyor olmak bana acı veriyor. Bu fırsatın kaybedildiğine üzülüyorum. Ama bundan sonrası için umutluyum. Eminim ki İstanbul halkı İstanbul’u son kullanım tarihi çoktan geçmiş yönetimlerin pençesinden kurtaracak.

Taraf, Haber: Korhan Gümüş, 21.01.2013

ALBAY İLE BİNBAŞININ DEFİNE MERAKI

 

 

Ankara’da görevli bir Albay ile binbaşının da aralarında bulunduğu 10 kişi, Çorlu’da define bulmak için kaçak kazı yaptı. Çevredekilerin ihbarıyla yakalanan kaçak kazıcılar gözaltına alındı.

Tekirdağ’ın Çorlu İlçesi’nde, aralarında Ankara’da görevli Albay B.T. ile Binbaşı B.Ş.’nin de bulunduğu 4’ü askeri personel 10 şüpheli, define aramak için kaçak kazı yaptıkları iddiasıyla yakalandı.

 

 

İhbar üzerine...
Çorlu İlçe Jandarma Komutanlığı’na bağlı ekipler Önerler Köyü yakınlarında bir arazide kaçak kazı yapıldığı ihbarıyla harekete geçti. Bölgede tarama yapan jandarma ekipleri toprak alanda iş makinesiyle kazı yapıldığını tespit ederek suçüstü yaptı. Kaçak kazı yaptıkları belirlenen 10 kişi gözaltına alınırken, şüpheliler arasında Ankara’da görevli olduğu belirtilen Albay B.T., Binbaşı B.Ş., Başçavuş R.R. ve askeri sivil memur M.K.’nın da yer aldığı ortaya çıktı.

 

Jandarma ekiplerinin olay yerinde yaptığı incelemelerde, iş makinesi ile çok sayıda patlayıcı ile kazı malzemeleri ele geçirildi. Şüpheliler ifade için Çorlu Jandarma Komutanlığı’na götürülürken, başlatılan soruşturma sürüyor.

Vatan, 21.01.2014

NEMRUT'TAKİ HEYKELLER SOĞUKTAN KORUNUYOR

 

 

Nemrut Dağı'daki iki heykelle nano teknolojiyle üretilen bezler giydirilerek koruma altına alındı.

Kommagene Kralı Antiochus Theos tarafından MÖ 62 yılında yapılan ve "Dünyada güneşin doğuşunun ve batışının en güzel izlendiği yer" olarak bilinen Nemrut Dağı ören yerindeki heykelleri korumaya yönelik çalışma başlatıldı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) arasında imzalanan protokol kapsamında, iki heykele nano teknolojiyle üretilen bezler giydirilerek, buza karşı korum altına alındı.

İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Ekinci, yaptığı açıklamada, heykelleri kış aylarının ağır koşullarından korumak için nano teknolojiyle üretilen bez kullanıldığını söyledi. Heykellerdeki çatlaklara sızan suyun soğuk nedeniyle buz tutarak yapıya zarar verdiğini ifade eden Ekinci, "Heykellerdeki kil zerreciklerinin kristalleşmesi sonucu o kılcal çatlaklar ya daha da büyüyordu ya da başka çatlakların ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Bunun önüne geçmek amacıyla nano teknoloji örtüler tercih edildi" dedi.

Uygulama bütün heykeller için yapılacak
Örtülerin sıcaklığı da dengelediğini vurgulayan Ekinci, şunları kaydetti:
"Örtülerin en büyük özelliği nefes alıp verme özelliği olması. Örtüler ısı farkını minimize ettiğinden yağmur ve kar suları heykellerin içerisine giremiyor. Böylelikle çatlakların oluşması engellenirken, heykellerin uzun ömürlü olmasını sağlıyoruz. Bu çalışma bir denemeydi daha önce de yapıldı. Denemeler sonucunda olumlu sonuçlar alındı. Nemrut Dağı'nda yapılacak restorasyon çalışmasından sonra bu uygulama bütün heykeller için yapılacak."

Hürriyet, 21.01.2014

TARİHİ ÇEŞME KURTARILDI

 

 

Demre-Kaş karayolu kenarındaki Likya Çeşmesi'nin (nympheum) bulunduğu alan, sanayi esnafının otomobil hurdalarını bırakması nedeniyle adeta hurdalığa dönüştü. Roma döneminde kalan 2 bin yıllık tarihe sahip Likya Çeşmesi'nin bu halini görenlerin şikayeti üzerine Demre Kaymakamı Yusuf İzzet Karaman harekete geçti. Kültür ve Turizm eski Bakanı Ertuğrul Günay da konuyla ilgili Demre Belediyesi'ni arayarak bilgi verdi.

HURDALAR KALDIRILDI
Belediye ekipleri tarafından tarihi çeşmenin etrafını temizledi. Yolun kıyısındaki otomobil hurdaları kaldırıldı. Çeşmenin suyunun aktığı bölge temizlenerek suyun akması sağlandı. Kaymakam Yusuf İzzet Karaman, tarihi çeşmenin etrafındaki çöp yığının temizlendiğini söyledi. Kış mevsimi nedeniyle rüzgarın taşıdığı çöplerin tarihi çeşmenin çevresini kirlettiğini kaydeden Karaman, bölgenin düzenli olarak temizleneceğini vurguladı. 

Güney Haberci, 20.01.2014

171 YILLIK FABRİKA KEÇİ AĞILI OLDU

 

 

Hereke'de 1843'te kurulan, 1933'te Sümerbank'a devredilen dokuma fabrikası özelleştirildikten sonra kapandı. Endüstriyel miras, artık keçilere ev sahipliği yapıyor.

 

Padişah Abdülmecit devrinde, mali ve ekonomik işlerde önemli roller oynayan Ohannes ve Bogos Dadyan, İzmit’teki çuha fabrikasının yapımını üstlenmişti. İkili, çuha fabrikasının yapımı için İstanbul’dan İzmit’e gidip gelirken Hereke’de verdikleri bir yemek molasında bölgenin doğal zenginliklerinden etkilenip çuha fabrikasının yapım masrafından kısarak Hereke’de bir dokuma fabrikası inşa etti. Fabrika, 1843’te kuruldu.

 

Padişah korkusu
Padişah Abdülmecit, fabrikanın kendisinden izinsiz kurulduğunu duyunca 1844’te Hereke’ye ziyaret düzenledi. Hereke’den sorumlu serasker Rıza Paşa ise korku ile fabrikayı padişah için yaptırdıklarını söyledi.

 

1845’te Ohannes ve Bogos Dadan fabrikayı padişaha karşılıksız verdi. Dünyaca ünlü Hereke halısı, bu fabrikada üretilmeye başlandı. Fabrika, 1925’te Maliye Bakanlığı’na bağlı Sanayi ve Maadin Bankası’na devredildi.

 

Kentin ilk sendikası
1933’te Sümerbank kuruldu ve fabrika Sümerbank’a bağlandı. Yaklaşık bin işçinin üretim yaptığı fabrikada işçiler, Kocaeli’nin ilk sendikası olan Sümerbank Hereke Kumaş Fabrikası İşçi Sendikası’nı kurdu.

 

1987’de Sümerbank’ın özelleştirilmesine karar verildi. Şirket, Kamu Ortaklığı İdaresi’ne devredildi. 1995’te Garipoğlu Şirketler Grubu, 103,4 milyon dolara Sümerbank’ı satın aldı. Hereke Kumaş ve Dokuma Fabrikası ise Garipoğlu Grubu’nun satın alım listesinde yer almadı. Fabrika, 1996’da Küçükçalık Grubu’na satıldı.

 

Özelleştirme sonrasında üretimi durduran Küçükçalık Grubu, aldıkları askeri giyim ihaleleri sonrasında Edirne ve Zeytinburnu dokuma fabrikalarındaki üretim yetersiz gelince Hereke’deki fabrikayı kullandı. Ancak grup, bir süre önce üretimi tamamen durdurdu.

 

Terk edilmiş fabrika
Yaklaşık 5 yıldır üretimin yapılmadığı fabrika çürüdü. Atıl durumdaki binaları ile Hereke’nin merkezinde terk edilmiş bir görüntüye sahip fabrikada keçiler konaklamaya başladı. 171 yıllık geçmişiyle adeta bir tarih olan fabrikanın önümüzdeki günlerde ne olacağı ise merak konusu.

Haber Sol, Haber: Uğur Enç, 20.01.2014

TARİHİ BİNALARIN SAĞLAMLIK SIRRI

 

 

Günümüzde beton ömrü 50-100 yıl ile ölçülürken, binlerce yıl önce inşa edilen eserler halen ayakta. Tarihi binaların sağlamlık sırrı ‘Küfeki taşı’nda gizli...

 

 

 

Taş deyip de geçme! Yerde değersiz gibi duran bir taş, iyi bir ustanın elinde yüzyıllara meydan okuyan bir şaheser olabilir. Taş, köprülerde hasretleri bitiren bir kavuşma vesilesi. Kervansarayda hasretle beklenen yolcuya yoldaş… Ya da bir çeşmede aşıklara sırdaş. Kimi zaman da kavuşamadan ölen aşığa mezar taşı…

 

Bir medeniyetin en önemli göstergelerinden biri hiç kuşkusuz bıraktığı eserleridir. Ruhsuz görünse de taşlar bizim nerelere ait olduğumuzu, nerelerden geldiğimizi, neler yaptığımızı ve medeniyetimizin büyüklüğünü bize gösteren önemli unsurlardan birisidir.

 

İnsanoğlunun taşla münasebeti çok eskilere dayanır. İnsanlık mirasının kadim izlerini hep taş üzerinden izlemişiz. Taş,  insanlık tarihine ışık tutmuş,  devirlere adını vermiş, sanatın ortaya çıkmasına ön ayak olmuş ve yazılı ilk kaynakları öğrendiğimiz,  insanlık için önemli bir madde.

İnsanoğlu taşla yüzyıllardır medeniyetler inşa etmiş. Taş, mimariye, sanata ve estetiğe temel olmuş, şekil vermiş. 

 

Şimdi bu taşlardan birisi olan, özellikle İstanbul’a siluet kazandıran, İstanbul’a armağan bir taştan, Küfeki taşından bahsedeceğiz. İlk başlarda yumuşak huylu olmasına bakmayın,  zamanla o kadar güzel sertleşiyor ki sertlik hiçbir şeye bu kadar yakışmamıştır. İnsan gibi yedisinde edindiği huy yetmişinde çıkmıyor. Ağaç gibi yaşken eğiliyor. 

 

Medeniyetler inşa eden bir taş

Küfeki taşı, Roma ve Bizans döneminde kullanılmaya başlanan; Osmanlı'nın, özellikle de Mimar Sinan'ın elinde zirveye ulaşan, Dünya’da "İstanbul taşı", Osmanlı’da ise “Bakırköy Taşı" olarak bilinen ve 2 bin 2 bin 500 yıl gibi uzun bir zaman ayakta kalabilen tek taştır. Küfeki taşı yatakları İstanbul’un batısında Davutpaşa, Bakırköy- Sefaköy (Yeşilköy, Şirinevler, Merter, Haznedar) arasındaki sahada İstanbul’dan Küçükçekmece'ye doğru uzanan neojen oluşuklar arasında yer almaktadır. Bu bölgede yüzyıllardır işletilen ocaklardan İstanbul, Trakya ve civar illerin yapı taşı gereksinimi karşılanmıştır. Evliya Çelebi'nin bu konudaki açıklaması şöyledir: "Edirnekapı dışında Davutpaşa bahçesi yakınında 7 yerde taş madeni vardır ki; böyle bir Allah yapısı hiçbir diyarda görülmemiştir. Bin yıldan beri günümüze kadar her gün bin deve, eşek, katır taş taşıdığı halde sanki deryada katre güneşte zerre miktarı azalmamıştır. Çünkü Allah’ın emriyle her gün havadan bitmektedir. Ayasofya’nın yapılması için hızır getirdiğinden hızır madeni derler. Güzel koparılması kolay bir makbul taştır." 

 

İstanbul camilerinin ve birçok tarihi mimarinin beyaz taş malzemesi olan Bakırköy küfekisi, artık Bakırköy’ün ve birçok küfeki taşı çıkan yerin yerleşim merkezi olması ve ocakların kapanması nedeni ile bulunamıyor. Günümüzde bu çoklukta olmasa da İstanbul çevresinde hala ocaklar mevcut.

 

Bunca yapıda, sanat eserinde kullanılmasının nedeni neydi?

Kullanımı gibi ismi de eskilere dayanıyor: Küfeki ya da Köfeki... Kökeni Yeni Yunanca kufaki “Ponza taşı veya talk” sözcüğünden alıntıdır. Eski Yunanca koupholithos “bir tür hafif ve süngersi taş” sözcüğüyle eş kökenlidir. Bu sözcük Eski Yunanca kouphos “kof, hafif” sözcüğünden türemiştir. Günümüzde çabuk kırılan taş, sünger taşı, gevrek, yumuşak, kof manalarına gelmektedir. Camiden medreseye, saraydan yalıya, köprüden su yoluna, handan kervansaraya, türbenden mezar taşına çeşmeye ve daha birçok eserde kullanılan eşsiz bir taş…  Peki “Küfeki” taşının bunca yapıda, sanat eserinde kullanılmasının nedeni neydi? Neydi bu taşı cazip ve eşsiz kılan şey?

 

Küfeki taşının Roma, Bizans ve Osmanlı döneminde mimaride ana malzeme olmasının birçok nedeni var. Özelliklerine geçmeden sağladığı avantajlardan kısaca bahsetmek gerekirse: Öncelikli avantajı üç imparatorluğun da başkenti olan İstanbul’dan çıkarılıyor olması. Yataklarının İstanbul’da olması, Ağırlığının diğer taşlara oranla az olması. Ocaktan çıkarma ve nakliye kolaylığı ekonomiklik ve zaman tasarrufu sağlamış.  Sağladığı diğer kolaylıklar ise, ocaktan çıktığında yumuşak olması ve kolay şekil alması nedeniyle yüksek üretim hızına sahip olunması. İstenilen boyutta işlenebilmesi. Ayrıca oyma yapılabilmesi birçok alanda kullanılmasına olanak sağlamış. Modüler eleman oluşturma kolaylığı. Kullanım çeşitliliği. Uzun zaman ayakta kalma özelliği (2 bin-2 bin 500 yıl). Harçla (Horasan harcıyla ve diğer harçlarla) kimyasal üniformluk göstermesi, adaransın kenetlenmenin yerinde sağlanması ve daha birçok kolaylık taşı ön plana çıkarmış...

 

Yıllar geçtikçe mukavemeti daha da artıyor

Küfeki taşının bilinen ve halihazırda keşfedilmeyi bekleyen birçok özelliği var. Organik tortul taş olan Küfeki, kalker, silis ve fosil (istiridye ve midye gibi) çökeltilerinden oluşmuştur. Açık bej, açık sarı, gri tonlarda, ince taneli ve kumlu görünümde, fosilli, boşluklu ve kristalli, kompakt bir taştır. Ocaktan çıkmadan önce yumuşaktır. Bu yüzden işlenmesi çok kolaydır. Daha sonra havadaki karbondioksit gazını alarak sertleşir. Bu sertleşme uzun süre devam eder. Yıllar geçtikçe betona nispetle mukavemeti daha da artar ve ömrü 2 bin 500 yıla kadar ulaşır. Küfeki taşının çekme, basınç, kayma mukavemetleri geçen süre içinde artarken oluşumundaki porlar azalmakta ve su, gaz emisyonları ve harici tesirlere karşı direnci artmaktadır. Su içinde bulunması da özelliklerini değiştirmez. Bu da köprülerde, su kemerlerinde, maskemlerde, çeşmelerde v.s. yerlerde kullanılmasını sağlamıştır. Yapısında su mevcuttur, bu suyun bir bölümü uçarken bir bölümü de dış çeperlerden içeriye doğru zamanla gelişen kalınlıkta karbonatlaşmanın sonucunda oluşan katman içinde hapsolmaktadır. Bünyede suyun varlığı dinamik yükler altında yapının taşıma gücüne önemli ilave katkı getirmektedir. Depreme de dayanıklı olan küfeki, üç eksenli gerilme altında (deprem yüklemesi) etkin bir sünek davranış gösterir.

 

Doğal klima “Küfeki”  

Küfeki taşı aynı zamanda klimatik özelliği de olan bir taştır. Yaz aylarında bunaltıcı sıcağı ve kış aylarında dondurucu soğuğu absorbe ederek rahat nefes almanızı sağlar. Ayrıca küfeki taşının 1986 yılında Moskova Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada nükleer dalgaları geçirmediği de tespit edilmiştir. Küfeki taşının İstanbul Teknik Üniversitesi´nde (İTÜ) yapılan kimyasal analizlerinde kireç, alçı, toz deterjan, pudranın yapımında da hammadde olarak kullanılabileceği tespit edilmiştir. Esas olarak kalker olduğundan ve bazı çıkan madenlerde kireç taşı özelliği taşıdığından günümüzde çimentoda hammadde olarak da kullanılmaktadır. 

 

Adına şiirler, hikayeler, romanlar hata destanlar yazılan “gülenin değil ağlayanın bile bahtiyar” olduğu şehir. Ne “İstanbul, önünde şair ile arkeologun, diplomat ile tüccarın prenses ile gemicinin, kuzeyliyle güneylinin, hepsinin aynı hayranlık duygusuyla haykırdığı evrensel ve son derece büyük bir güzelliktir. Bütün dünya, bu kentin dünyanın en güzel yeri olduğu düşüncesindedir" diyen Edmondo De Amicis’in ne de “İstanbul biricik ve kıyas kabul etmeyen bir şehirdir. Manzarasının güzelliği asla çizilemez” diyen Alphonse De Lamartine’in sözleri ne de başka bir edibin sözü İstanbul’u anlatmaya yetmiştir.

 

İstanbul’un hiç kuşkusuz olağanüstü güzellikte oluşunun en önemli nedeni de silüetidir. Bu eşsiz güzellikteki şehre silüet kazandıran da mimari eserlerdir. Şehirlerin kraliçesi olarak anılan İstanbul tacını küfeki taşına borçludur. Küfeki, Ayasofya’dan Yukarıkapı surlarına, Şehzadebaşı'ndan Selimiye’ye, Topkapı Sarayı'ndan Çırağan’a ve daha aklınıza gelen hemen her yerde yaradanın toprağa ektiği bir tohum gibi bitmiş ve İstanbul’u rengarenk çiçeklerle süslemiştir. Bugün İstanbul, tüm keşmekeşliğine rağmen eşsiz güzelliği ile bizi kendisine bağlamaktadır.

 

 

Mimar Sinan’ın elinde kemale eren Küfeki

Mimar ve mimari denince dünyada hemen herkesin aklına ilk gelen isim Mimar Sinan’dır. Dahi mimar, Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok yerinde şaheserler inşa etmiş, İstanbul siluetinin başmimarı olmuş ve eserleri hakkında dünyaca ünlü mimarlarca bugüne kadar sayısız araştırma ve inceleme yapılmıştır. Fakat yapılan çalışmalar, eserlerin o dönemdeki şartlarda hem sağlam ve estetik hem de zamanın en üst teknolojik donanımına sahip olduğunu aydınlatmaya yetmemiştir. Bugün de hala birçok yeniliği keşfedilmeyi bekleyen eserleri yüzyıllardır ayakta durmakta, yeni yetme yapılara karşı nispet edercesine şehirlere siluet kazandırmaktadır. 

 

Mimar Sinan "çıraklık, kalfalık ve ustalık eserlerim" dediği sırasıyla Şehzadebaşı, Süleymaniye ve Selimiye’de Küfeki taşını kullanmıştır. Mimar Sinan'ın hem dahi derecesinde büyük bir mimar hem de yüksek derecede bir mühendis mantığına sahip olduğunu biliyoruz. Sinan eserlerini inşa ederken ilginç hesaplamalar, ilginç tasarımlar ve ilginç malzemeler kullanmıştır. Mimar Sinan, Küfeki taşı üzerinde özel araştırmalar yapmış ve kolay işlenme, estetik ve mukavemet gibi özellikleri sebebiyle bu taşı eserlerinde ana yapı malzemesi olarak seçmiştir. Sinan’ın malzeme seçimindeki mühendislik dehası, değişik bakış açılarına dayalı çalışmaların ve disiplinlerin bir arada çalışma gereği her zaman hissedilmiştir. Eserlerinde seçtiği malzemelerin kullanım yerlerini ve sahip oldukları özellikleri çok iyi irdelemiş, yapıyı bir bütün olarak ele alıp tasarım ve sistem içindeki yük artımını kestirirken, Küfeki taşının zaman içindeki kimyasal (caco3), fiziksel (boşluklu yapı) ve mekanik değerlerin iyi yönde değiştiğini gözlemlemiştir. Bu da bize Mimar Sinan’ın, mimarlık ve mühendislik erginliğinin yanı sıra çok kuvvetli sezgisel gücü olduğunu kanıtlamaktadır. Dünya uygarlık tarihine armağan ettiği eserler, bizler için çok önemli gurur kaynağıdır. Küfeki son olarak Sinan Türbesi'nde kemale erer.  

 

Çok zengin bir kullanım alanı var 

Sadece dış cephe malzemesi olarak değil, kolay işlenmesi nedeniyle kesme taş ve yoğun bezemeli düzeye kadar değişik ve zengin bir kullanım alanı bulmuştur. Küfeki taşı dahili mekanlarda, döşeme kaplamalarında, kemerlerde, sütunlarda, sövelerde, cumbalarda, harpuştalarda, şöminelerde, bahçe düzenlemesinde, rölyeflerde, taç kapılarda, portal, mihrap ve minberlerde kuş evi, çörten, sadaka taşı gibi estetik, sanat ve zarafet gerektiren eserlerde de çokça kullanılmıştır. 

TOKİ Haber, 20.01.2014

DÜNYANIN EN ESKİ İKİNCİ METROSU 139 YAŞINDA

 

 

Londra metrosundan 12 yıl sonra hizmete giren ve dünyanın en eski ikinci metrosu olan Tünel, zamana meydan okuyor. 139. yaşı dolayısıyla karanfillerle gelin gibi süslenen Tünel, yolcularına sürpriz yaptı.

 

Karaköy ile Beyoğlu arasında çalışan ve dünyanın en eski ikinci metrosu olan Tünel, bu yıl 139. yılını kutluyor. Çeşitli müzisyenler eşliğinde gün boyu süren müzik ziyafeti yolculara keyifli dakikalar yaşattı. 17 Ocak 1875 tarihinde, yerli ve yabancı çok sayıda seçkin davetlinin katıldığı törenle hizmete açılan ahşap vagonlu ve buharlı Tünel, 1971 yılında elektrikli hale getirildi. Karaköy ile Beyoğlu arasındaki 573 metrelik mesafeyi 90 saniyede alan Tünel, günde ortalama 200 sefer yaparak 12 bin dolayında yolcu taşıyor. 

 

EN DEĞERLİ MARKALARDAN

İETT Genel Müdürü Dr. Hayri Baraçlı, 139. yaş günü dolayısıyla Tünel’i ziyaret eden ilköğretim öğrencileriyle bir araya gelerek, çocuklara Tünel’in tarihiyle ilgili bilgi verdi. Ardından da çocuklarla birlikte Tünel’de yolculuk yaparak fotoğraf çektirdi. 139. yaşını kutlayan Tünel’le ilgili bir açıklama da yapan İETT Genel Müdürü Dr. Hayri Baraçlı; “Dünyanın en eski ikinci metrosunun İstanbul’da olması gerçekten gurur verici. Tünel sadece İstanbul’un değil ülkemizin de en değerli markalarından bir tanesi. Tünel’i günlük, haftalık, aylık ve yıllık bakımlardan geçiriyor, bu köklü tarihi gelecek nesillere miras bırakabilmek için ne gerekiyorsa yapmaya çalışıyoruz” diye konuştu. 

 

HİÇBİR ZAMAN ESKİMEYECEK 

Karaköy’den deniz taşımacılığıyla gelen yolcuyu Tünel’den nostaljik tramvay ve metroyla Taksim’e kadar ulaştırdıklarını ifade eden Baraçlı, 1800’lü yıllardan beri toplu ulaşım planlamacıları ve uzmanları için entegre toplu ulaşımın ilk türlerinden biri olarak Tünel’in özel bir yere sahip olduğunu belirtti. Baraçlı; “Tünel’in yapımından tam 130 yıl sonra Tünel’den esinlenerek yapıldı. Bu özellikleri nedeniyle hem ulaşım hem de nostaljik anlamda Tünel’in değeri İstanbul için hiçbir zaman eksilmeyecek” diye konuştu. 

Akşam, 20.01.2014

ALTAMİRA'YA ZİYARETÇİ KOTASI KONDU

 

İspanya’nın Cantabria bölgesindeki 1879'da bulunan içinde insanlığın başlangıç dönemine ait çizimler bulundurmasıyla ünlü 'Altamira Mağarası' 12 yıl sonra yeniden ziyarete açıldı.

 

Aralarında İspanya’nın büyük bankalarından biri olan Banco Santander, Botin Vakfı, Cantabria Üniversitesi ve çeşitli resmi ve özel kültür kuruluşlarının yer aldığı bölge konseyinin yönetiminde yürütülen uzun bakım çalışmalarının ardından deneme amaçlı bir ziyaretçi kabulü gerçekleşecek. 1985 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası kabul edilen mağara, 200 kişilik bir ekiple orijinal haline getirildi. Altamira’daki yenileme ve bakım çalışmaları için araştırmalar bu yılın ağustos ayında bitirilecek. Ziyaretçi sistemi için imzalanan protokolün bu tarihten sonra yeniden ele alınabileceği de verilen haberler arasında yer alıyor.

Akşam, 20.01.2014

TARİHİ SOKAKLAR YENİLENDİ

 

 

Tarihi eser ve yapıları yenileyen ve ilçedeki vakıf eserlerine sahip çıkan Beykoz Belediyesi, Anadoluhisarı kale içi ve çevresindeki sokakları mahallenin tarihi kimliğine uygun olarak yeniledi.

 

Beykoz'daki tarihi eser ve sokakları ihya etmeye yönelik başlatılan tarihe vefa çalışmaları kapsamında Anadoluhisarı kale içi ve çevresindeki 13 sokağın taş kaplama ve düzenlemesi tamamlandı.

 

Anadoluhisarı'nı güzelleştiren çalışmalar kapsamında, ilçe sakinlerinin hayatını kolaylaştıran merdivenler andezit taş ve şık korkuluklarla kaplanırken çeşmelerin bakım ve onarımları da yapıldı.

 

Anadoluhisarı Kalesi içinde gerçekleşen açılışa Beykoz Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek, Beykoz AKP İlçe Başkanı Adem Sefer, Beykoz İlçe Milli Eğitim Müdürü Neşat Yayla, İlçe Müftüsü Hüseyin Demirtaş, Anadoluhisarı muhtar azası Güzin Mermerci, Anadoluhisarı Turizm ve Kalkındırma Derneği Başkan Yardımcısı Mustafa Babuz, belediye başkan yardımcıları, meclis üyeleri muhtarlar ve mahalle sakinleri katıldı.

 

Tarihe 1,5 milyonluk yatırım

Tarihi sokakların açılışı dolayısıyla düzenlenen toplantıda ilçe sakinlerine hitap eden Beykoz Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek, ilçenin her köşesine ayırım yapmaksızın hizmet götürdüklerini ifade etti. çelikbilek şunları söyledi:

"Burada zor bir işi başardık, Anadoluhisarı kale içi ve çevresi alt yapısı itibariyle yenilenmesi zor bir bölge idi. Dedemiz Yıldırım Bayezıt'a ait olan bu yerleri, kaleyi, tekrar ihya etmek gerekir diye düşündük. Bu bir vefa anlayışıdır. Anadoluhisarı'ndaki çalışma için 1,5 milyonluk bir harcama yaptık. İlçemize hizmet etmekten mutluluk ve onur duyuyoruz. İnşallah ecdadımız da bizden ve yaptığımız hizmetlerden memnun olur."

 

Hayaller Bir Bir Gerçek Oluyor

Anadoluhisarı Kalesi'nin turizme kazandırılacağını söyleyen Başkan Çelikbilek, "İlçemiz için kurduğumuz hayaller bir bir gerçek oluyor. Hayata geçmesi için büyük gayret gösterdiğimiz Beykoz Spor Kompleksi'nin temeli Şahinkaya'da sessiz sedasız atıldı. 60-70 milyon değerinde olan bu projeyi ilçemize kazandırdık. Baruthane Parkını çok güzel bir şekilde yeniledik. Göksu Deresi'nin üzerinde yaptığımız bir köprüyle İrfan Çakır Parkı ile Baruthane Parkı'nı birleştirdik. İlçe genelinde 300 merdivenin kaplama ve yenilemesini gerçekleştirdik. Halkımızdan 1000 tane daha merdiven isteği geldi. İnşallah bir bir bunları da yenilemeye çalışacağız" diye konuştu.

 

Kanlıca Çubuklu Arasına Yürüme Bandı

Küçüksu Çayırı Projesi'nin de aşamalarına değinen Başkan Çelikbilek şunları aktardı: "Küçüksu Çayırı maketini hazırladık. Planları da hazır hale getirdik. Bizden kaynaklanmayan teknik sebepler yüzünden geç kalınmış bir proje oldu. Proje kuruldan geçti, ihaleye çıkarılacak. Küçüksu'ya yakışan bir de cami yapım projemiz oldu. Yakında ibadete açacağız. Ayrıca Kanlıca Çubuklu arasında 1.5 km'lik yeni bir yürüyüş bandı inşa etme projemiz de var. Yenimahalle'ye içinde Aile Sağlık Merkezi olan bir hizmet binası kazandıracağız. Biz milletimizi, ilçemizi ve Beykoz halkını aşkla seviyoruz. Sizlerle birlikte en güzel hizmetleri yapmak için gayret gösteriyoruz."

Gerçek Gündem, 20.01.2014

AKSEKİ'DE BİR TARİH YAĞMALANIYOR!

 

 

Antalya’nın Akseki İlçesi’nde bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle yok olmaya yüz tutan tarihi düğmeli evlerdeki antika değeri taşıyan işlemeli kapı, pencere ve ahşap oymalar, kimliği belirlenemeyen kişilerce yerinden sökülerek talan ediliyor.

 

Akseki’nin 800 yıl önce kurulan Sarıhacılar Köyü, Osmanlı mimarisi tarzında yapılan yaklaşık 400 yıllık düğmeli evleri, tarihi camisi ve İpek Yolu ile turistlerin ilgisini çekiyor. Mimarisiyle dikkat çeken köy, 2007 yılında Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nca, ’Korunması Gerekli Kültür Varlığı’ olarak tescil edildi.

 

Koruma altına alınan köyde alternatif turizmin gelişimini sağlamak için Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) ile Antalya Mimarlar Odası işbirliğiyle ’7 Bölge 7 Kent’ projesi kapsamında tarihi düğmeli evlerden 10’u restore edildi. Bu evler turizmin hizmetine sunulurken, geri kalan onlarca tarihi yapı, yok olmaya terk edildi.





EVLER TALAN EDİLİYOR

İşlemeli kapı ve pencereleri, oyma pervazları, işlemeli gömme dolaplarıyla dikkat çeken evler bir bir yıkılıyor. Eski halinden eser kalmayan düğmeli evler, ilgisizliğin yanında hırsızların da kurbanı olmaya başladı. Evlerdeki el emeği antika değere sahip kapı, pencere ve dolapları sökerek götürenler, tarihi evleri adeta talan ediyor.

 

KORUMA ALTINA ALINDI

Sarıhacılar Köyü’nün Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nca, ’Korunması Gerekli Kültür Varlığı’ olarak tescil edildiğini belirten Sarıhacılar Köyü eski muhtarı 87 yaşındaki Mustafa Karahan, köydeki bazı evlerdeki işlemeli kapı ve pencerelerinin sökülerek çalındığını söyledi. Bu durumun kendilerini rahatsız ettiğini kaydeden Mustafa Karahan, "Köye 1938 yılında yerleştim. Köylüler Akseki bezi yani dokumacılık yaparak geçimini sağlardı. Dokumacılığın gelir getirmemesi nedeniyle köy göç vermeye başladı. Köy muhtarı olduğum için göç edenler evlerine sahip çıkmam için anahtarlarını bana verdi. Ancak zamanla yaşlanınca ilgilenemedim ve boş olan evler yıkılmaya başladı" diye konuştu.





İŞLEMELİ ESERLER ÇALINIYOR

Evlerin tarihi değere sahip olduğunu anlatan Mustafa Karahan, bunu bilen fırsatçıların tarihi yapıları talan ettiğini iddia etti. Pek çok evin yıkıldığına işaret eden Karahan, "Sağlam olan evlerin kapı, pencere, dolap, davlumbaz, tavan göbekleri çalınıyor. İşlemeli olan bu eserleri kimin çaldığı belli değil. Evlerin talan edilmesi beni çok üzüyor. Tarihi köyün korunması lazım. Böyle devam ederse köyde sağlam ev kalmayacak" diye konuştu.

 

Köy sakinlerinden Ümmühan Arıcı ise köydeki tarihi evlerin talan edildiğini kaydetti.

Milliyet, Haber: Adem Çetin, 20.01.2014

'BUNGALOV' DEDİ BETON ÇIKTI!



 

Kemer’in Tekirova beldesinde bulunan Phaselis antik kentine beton döküleceği ortaya çıktı. İş Adamı Fettah Tamince’nin, Phaselis antik kentinin bitişiğine inşa edeceği otel için, “çevreye saygılıyız, bungalov yapacağız” açıklamasının gerçeği yansıtmadığı anlaşıldı.

 

Tamince’nin kamuoyunu yanıltmaya çalıştığını söyleyen CHP Antalya Milletvekili Yıldıray Sapan şu bilgileri verdi: “Projeye göre 138 villa ile 41 apartın dışında kalan 86 oda ve 10 suit, burada otel tipi yapının olacak. Diğer üniteler de düşünüldüğünde milli park ve sit alanı içindeki arazi betona boğulacaktır. Phaselis antik kentinin görünümü zarar görecektir”

 

‘TATİL KÖYÜ PLANLANIYOR’

Başbakan Erdoğan’ın ailesi birlikte sık sık otellerinde tatil yaptığı, “N’aber Fettah” diye hitap edecek kadar samimi olduğu Fettah Tamince’nin bölgede yapmayı planladığı yeni turistik tesisin konumu dikkat çekti.  

 

Beydağları Olimpos Milli Parkı sınırlarında inşa edilmesi planlanan, 5 yıldızlı tatil köyü arazisinin bir bölümünün ise 1. derece arkeolojik sit alanı içerisinde bulunduğunun altını çizen Sapan, “Hal böyleyken söz konusu tesisin çevreye hiçbir zararının olmayacağının belirtilip, ‘ÇED Gerekli Değildir’ denilmesi son derece manidardır.  Milli Park ve sit kapsamında olmasına rağmen, 26 Aralık 2013 tarihinde olumlu ‘ÇED’ kararı verildi. 180 bin metrekarelik arazinin 161 bin 383 metrekarelik bölümünde, 62 milyon 862 bin liralık yatırımla 280 oda, 1000 yatak kapasiteli 5 yıldızlı tatil köyü yapılması planlanıyor. Tesisin 2014 yılı içinde tamamlanması amaçlanıyor”  diye konuştu.

 

PHASELİS ZARAR GÖRECEK

Fettah Tamince’nin konu ile ilgili yaptığı açıklamada, bölgenin dokusuna uygun bungalovlar yapılacağını, 5 yıldızlı otel binası olmayacağını yönündeki sözlerini Sapan şöyle değerlendiriyor: “Böylece akıllara Phaselis’e komşu Olimpos bölgesindeki ahşap bungalovların gelmesi amaçlanıyor. Doğal dokuya zarar verilmeyeceği algısı oluşturulmak isteniyor. Oysa projede otel yapılması halinde 13.5 metre, tatil köyü inşası halinde ise 10.5 metre yükseklikte inşaat izninin olduğu yer almaktadır. Ayrıca hazırlanan ÇED dosyasında 180 gün sürecek hafriyattan, taşınacak 32 bin 300 ton ağırlığındaki 19 bin metreküplük topraktan söz edilmektedir. Ayrıca iş akım şemasında kalıpların hazırlanması, beton dökülmesi ve katların inşa-sı vardır. Projede yer alan 5 milyon 957 bin 200 liralık beton işi, bungalov tipi olduğu iddia edilen yapıların ahşap olmayacağının göstergesidir. Projeden anlaşıldığı kadarı ile 138 villa suit ile 41 apartın dışında kalan 86 oda ile 10 suit, burada otel tipi yapının da olacağının göstergesidir.”

Evrensel, Haber: Yusuf Yavuz, 19.01.2014

AKDENİZ'İN TARİHİNİ YANSITAN MÜZE MERSİN'DE

 

Silifke Müzesi, Neolitik dönemden Osmanlı’ya kadar uzanan süreçte sahip olduğu 20 bin 337 eserle bölgenin tarihine ışık tutuyor.

 

Müze müdürü İlhame Öztürk, AA muhabirine yaptığı açıklamada, müzede, Neolitik dönemden başlayarak Grek, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı devirlerine ait 2 bin 975 adet arkeolojik, bin 410 adet etnografik, 15 bin 875 adet sikke, 77 adet mühür olmak üzere 20 bin 337 eser ile yöresel kıyafetlerin sergilendiğini belirtti.

 

Müzeyi ziyaret edenlerin bölgedeki yaşam hakkında bilgi sahibi olduğunu anlatan Öztürk, eserlerin ilk olarak 1958′de kent merkezindeki Cumhuriyet İlkokulu’nun bir bölümündeki depoda toplandığını, daha sonra ise bağımsız binaya taşınarak 1973′den itibaren sergilendiğini söyledi.

Zengin bir tarihe sahip olduklarını vurgulayan Öztürk, şunları kaydetti:

“Yüzde 80′i sit alanı olan Silifke’de müze, antik ve modern kentin iç içe olmasının getirdiği zorluklarla birlikte yakın dönemlere kadar yoğunlukla görülen tahribatları önleyici görevi de yerine getirmektedir. Çeşitli çalışmalarla açığa çıkan kalıntılarda gerçekleştirilen kurtarma kazılarıyla kent ve bölge tarihine yeni kazanımlar sağlanmaktadır” dedi.

 

Kazılarda yeni eserler ortaya çıkıyor

Öztürk, 2012′de Aydıncık İlçesi'ndeki Kelenderis antik kentindeki kazı çalışmalarında MS 2. yüzyıl sonu ile 3. yüzyıl başına ait olan mermer lahit bulunduğunu anımsattı.

 

Lahdin yatak biçimi verilmiş kapağı üzerinde yüzleri tam olarak işlenmemiş mezar sahibi ve sahibesinin uzanmış olarak betimlendiğini ifade eden Öztürk, “Asıl lahit teknesinin iki uzun ve bir kısa yüzünde eğlenen Eroslar, şimdi kırık olan bir kısa yüzde ise oturan grifon kabartmalar var” şeklinde konuştu.

haberler.com, 19.01.2014

KURTARICI İSA HEYKELİNE YILDIRIM DÜŞTÜ

 

 

Brezilya'nın en çok turist çeken Rio de Janeiro şehrinin simgesi olan devasa boyutlardaki "Kurtarıcı İsa Heykeli"ne yıldırım düştü. Geçen perşembeyi cumaya bağlayan gece etkisini gösteren fırtına dolayısıyla, Rio de Janeiro'da bir gecede 40 bin yıldırım görüldü. Bunlardan birkaçının isabet ettiği "Kurtarıcı İsa Heykeli"nin sağ elinin başparmağı ve sol elinin orta parmağı koptu. Heybetliyle muhteşem bir manzara oluşturan heykelin kadrajına bir de yıldırım eklenince, görüntünün etkileyiciliği bir kat daha arttı. Rio de Janeiro şehrinin Corcovado Dağı üzerinde, 710 metre rakımda yüzünü denize dönerek yükselen devasa heykel, 7 Temmuz 2007'de Dünyanın Yeni Yedi Harikası'ndan biri olarak seçilmişti. Brezilya'nın kuruluşunun 100'üncü yılı şerefine, 1922'de yapımına başlanılan ve 1931'de Fransız heykeltıraş Paul Landowski tarafından tamamlanan heykelin 83 yıllık tarihinde birçok kaza bulunuyor.

YILDIRIMLARI ÇEKİYOR
8 metrelik kaidesinin üzerinde kollarını açarak dikilen ve dev görüntüsüyle muhteşem bir manzara ortaya çıkaran heykelin başı en çok da yıldırımlarla derde girdi. 2008'in şubat ayında şehri etkisi altına alan bir yıldırım fırtınasının ardından heykelin yüzünde ve ellerinde önemli deformasyonlar meydana gelmiş, heykel detaylı bir restorasyondan geçirilmişti. Heykel bugüne kadar sadece doğa şartlarından değil insan davranışlarından da nasibini aldı. 2010'da ülkedeki aydınlatılmamış cinayetleri protesto eden bir grup, turistlerin uğramadan gitmediği heykelin üzerine "Kediler ortalıkta yokken, meydan farelere kalır" yazmış, dönemin belediye başkanı bu yazıyı "ulusa karşı işlenmiş bir suç" olarak nitelendirmişti. Heykelin son restorasyonu, yine 2010'da yapıldığı dönem kullanılan taşın aynısı bulunarak gerçekleştirilmiş ve 4 milyon dolarlık bir maliyet ortaya çıkmıştı. Bu kez sadece parmakları zarar gören heykelin daha ufak bir operasyonla eski görünümüne geri dönebileceği belirtiliyor.
Sabah, 19.01.2014



******


KURTARICI İSA'DA TAMİR ZAMANI

 

 

Brezilya'nın Rio de Janeiro şehrinin simgesi dev "Kurtarıcı İsa" heykelinde tamir zamanı. 16 Ocak gecesi Rio de Janeiro'ya düşen 40 bin yıldırımdan birkaçı Hz. İsa heykeline isabet etti. Heykelin sağ elinin başparmağı ve sol elinin orta parmağı koptu. Önceki gün başlanan tamir çalışmalarının 4 ay sürmesi bekleniyor. Görevliler ilk olarak 38 metrelik dev heykele çıkarak oluşan hasarları tek tek tespit edecek. Daha sonra da tamir çalışmalarına başlanacak. Tamirin yanı sıra yaşanacak yeni doğal kazaların önüne geçmek için de heykele daha fazla paratoner de yerleştirilecek. Çalışmalar boyunca heykelin turist ziyaretine açık kalacağı belirtildi. Tamiratın maliyeti hakkında şimdilik bir açıklama yapılmadı. Ancak 2010'daki yenileme çalışmalarına 4 milyon dolar harcanmıştı.

YENİ '7 HARİKA'DAN BİRİ
Rio'nun Corcovado Dağı üzerinde, 710 metre rakımda yüzünü denize dönerek yükselen devasa Hz. İsa heykeli, 7 Temmuz 2007'de dünyanın yeni 7 harikasından biri olarak seçildi. Brezilya'nın kuruluşunun 100'üncü yılı şerefine 1922'de yapımına başlanan ve 1931'de Fransız heykeltıraş Paul Landowski tarafından tamamlanan heykelin 83 yıllık tarihinde birçok kaza bulunuyor.

Sabah, 23.01.2014

1000 YILLIK İSTANBULLU MARİA

 

 

Yenikapı'da bulunan, yaklaşık 1000 yıllık bir iskeletten yol çıkarak yüzü yapılandırılan ve Yıldız Teknik Üniversitesi İstanbul Tarihi Yarımada Uygulama ve Araştırma Merkezi Biyolojik Materyal İnceleme Komisyonu Başkanı Mehmet Görgülü'nün o dönem en popüler kadın ismi olduğu için "Maria" adını verdiği bu eski İstanbul hanımefendi"sinin kızıl saçlı, 30 yaşlarında, Bizans'ın soylu ailelerinden birine mensup olduğu düşünülüyor.

 

 

Geçen haftalarda "Eski İstanbullu, kısa ama sağlıklı" diye kısa bir haber okudum. O eski İstanbullular, Yenikapı kazısında iskeletleri bulunan Bizans dönemi sakinleriydi. Onlar hakkında bilgi verense, Fatih Belediyesi'nin yardımıyla kazılarda materyal toplayan ve onları inceleyen Yıldız Teknik Üniversitesi İstanbul Tarihi Yarımada Uygulama ve Araştırma Merkezi (İSTYAM) Biyolojik Materyal İnceleme Komisyonu'nun başkanı Mehmet Görgülü. Kendisi bu konuda ilk ağız. Aynı zamanda genel cerrahi ve Adli Tıp bilimleri uzmanı. Elde edilen iskelet parçalarını sadece arkeolojik olarak incelemiyorlar. Kemiklerde oluşmuş deformasyonlara ve sebeplerine bakıp hastalıkları, genetik yakınlıkları, akrabalıkları ve ölüm sebeplerini de analiz ediyorlar. Hatta bu incelemeler bittiğinde Yenikapı toplumunu tüm detaylarıyla kitaplaştırmak gibi bir düşüncesi de var Görgülü'nün.

 

 

Görgülü'yle röportajı yapmak için seçtiğimiz mekan da ilginçti. Birkaç kafatası ve kol kemiklerinin bulunduğu bir odada sohbet ederken, Yenikapı'da bulunan iskeletleri yakından görmüş olduk. Haklarında türlü detayı öğrendik. Eski, yani 1000-1500 yıl önce yaşamış bir "İstanbullu" neye benzer sorusunun cevabını, Görgülü'nün kendi çizimlerinde inceledik. İskeletten yola çıkarak kafatası etlendirilen yaklaşık 1000 yıllık, kızıl saçlı, 30 yaşlarında, boyu 1.58 metre civarında, Bizans'ın soylu ailelerinden birine mensup olduğu düşünülen bir İstanbul hanımefendisinin yüzünü görüp, fotoğraflarını aldık. Gazetede nasıl kullanabiliriz diye düşünürken, zihnimiz heyecanla daha da ileri gitti. Ve dünyaca ünlü çizerimiz Kutlukhan Perker'e başvurduk. Soru şuydu: 1000 yıl önce bir moda dergisi olsa ve Bizanslı bu hanımefendi onun kapağında yer alsa nasıl olurdu? Bu sorunun yanıtını da kapakta Perker ve kalemi verdi. Şimdi detaylar...

 

 

En sade şekliyle anlatsanız, Yenikapı kazılarının bizim için önemi nedir?
Burada bulunan iskeletler, Bizans Devleti'nin başkenti ve en merkezi yerinde yaşayan insanlara ait. Muhtemelen Bizans'ın önemli insanları... Çok değerli bir grup. 300 ceset, bir topluluk hakkında bilgi sahibi olmak için yeterli. Bu kazılardan elde ettiğimiz sonuçlarla Bizans toplumunun nasıl bir yapıya sahip olduğunu ortaya çıkarabiliyoruz.

 

 

Sayısal değerler neler?
Ortalama 300 iskelet bulduk. Bunlar 1000-1500 yıl önce ölmüş insanlara ait. Onlara yeniden hayat veriyoruz. Bir toplumun biyolojik ve fiziksel olarak yeniden kurgulanmasına yardımcı olacak veriler elde ettik.

Nasıl veriler?
Yaş, cinsiyet, ortalama ömür ve fiziksel özellikler gibi... Hatta iskelet üzerinde iz bırakmışsa, ölüm sebeplerini bile kısmen saptayabiliyoruz.

 

 

Kemikler üzerinde yaptığınız işlemler neler?
Temel olarak "4 büyükler" denen bir uygulamamız var. Yaş, boy ve cinsiyet saptıyoruz. Dördüncüyse yaşanan bölgenin analiz edilmesi. Ama bunu bir ırk saptaması olarak düşünmeyin. Biz ırk çalışmıyoruz. Çünkü ırk denen şey sonradan oluşmuştur. Sınırdaş ülke insanlarının aynı kavme mensup oldukları, tarihte çok bilinen bir şey.

 

 

Günümüz insanıyla kıyaslandığında ne gibi farklar var?
Onların 20'lik dişleri çok sağlam ve düzgün. Bu iyi beslendiklerini ve sağlıklı olduklarını gösteriyor. Çeneleri bizimkilere göre daha büyük. Evrimle bugün 20'lik dişler ağıza fazla geliyor. Çünkü yeme şeklimiz değişti.

Peki ya hastalık teşhis edebiliyor musunuz?
Birtakım hastalıkların bıraktığı izleri buluyoruz. Ama bazı hastalıkları kemiğe kadar nüfuz etmedikleri için anlamamız mümkün olmuyor. Mesela o dönemde insanlarda çok fazla tümör olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü sadece 2 vakada kemiğe kadar ilerlemiş tümör tespit ettik. Onların da iyi huylu olduğunu düşünüyoruz. Belki de insanların genç yaşta ölüyor olması bu tür hastalıkların ilerlemesine müsaade etmemiş olabilir. Kesin bir şey söyleyemiyoruz.

 

 

Çalışma şekillerine dair ipuçları var mı?
Kemiklerdeki kireçlenmeler ya da kas yapışma yerlerinden, nasıl bir işte çalıştıklarını anlamak mümkün. Bu insanlar Yenikapı'da yaşadıkları için o dönemde Bizans'ın soylularından olduklarını düşünüyoruz. Ancak buna rağmen bedensel olarak yorulacakları ağır işlerde çalışmışlar.

Şişman ya da zayıf olduklarına dair bir bilgi edindiniz mi?
Kemik üzerinden yaptığımız çalışmalarda obeziteye bağlı bir değişim görmedik. Narin insanlar olduklarını düşünüyoruz. Aktif bir hayatları olmuş. Sürekli yürümüş ve hareket etmişler.

 

 

Ameliyat olduklarına dair izler buldunuz mu?
Bazı kafataslarında küçük delikler vardı. Bu delikler psikolojik rahatsızlıkları ya da beyin hastalıklarını tedavi etmek amacıyla uygulanmış olabilir. Bu Mısır uygarlığı döneminde de yapılan bir işlemdi.

Delikler kafatasının sahibi yaşarken mi açılmış? Nasıl emin olabiliriz?
Deliklerin kenarlarını kontrol ettiğimizde bir iyileşme sürecinin olduğunu görebiliriz. Bu bize o kişi yaşarken, tedavi amaçlı bir uygulamanın yapıldığını düşündürüyor.

 

 

'Anne soyları Ön Asya ve Mezopotamya'dan geliyor'
Mehmet Görgülü, bulunan iskeletler üzerinde DNA çalışması yapılmasının çok masraflı ve zor olduğunu belirtiyor. Bütün imkansızlıklara rağmen 250-300 iskelet arasından 24'ünün kemiklerinden alınan örneklerden DNA elde etmeyi başarmışlar. Görgülü, "DNA elde etmeyi başardığımız kemikler çok eski çağdan değildi. Bunlar içerisinde de 11'inde anne soyunu ve nereden geldiğini öğrenebildik. Örneğin, bu insanların anne soylarının Ön Asya ve Mezopotamya'dan geldiği ortaya çıktı. Baba soyları için şu anda bir şey diyemiyoruz. Bu çalışmayı diğer bireylerin üzerinde de yapabilirsek Yenikapı toplumunun soyunun nereye dayandığına dair daha net şeyler söyleyebiliriz" diyor. Bu gerçekten önemli, kentin tarihini çok eskilere götürebilecek bir proje zira İstanbul'da 8 bin yıl öncesine uzanan iskeletler de bulundu...

 

 

Ortak bir tipoloji var mı?
Tip olarak birbirlerine benziyorlar. Kafalarının büyüklüğü, iskeletlerin fiziksel yapıları da birbirine benziyor. Bunların akraba toplum olduklarını söylemek mümkün. Ama önemli olan bu kemiklerden DNA elde edip onun sonuçlarını incelemek.

Yapacak mısınız peki bunu?
250-300 iskeletin üzerinde çalışmak çok pahalı bir yöntem. Bu konuda DNA çalışması için sponsor bulmamız gerekiyor.

 

 

Ne sonuç elde edeceğiz peki DNA testinden?
Hem kökenleri ortaya çıkacak hem de akrabalık ilişkilerini çözeceğiz. Mesela bir çocukla bir kadının iskeletini yan yana bulduk ama o çocuk o kadına mı ait? Bunun cevabını şu an yüzde 100 veremiyoruz.

Günümüz insanına ne yarar sağlayacak peki bu bulgular?
İzine rastladığımız hastalıkların kökenine inmeye çalışıyoruz. Tanı ve tedavide kullanabileceğimiz veriler elde edeceğiz. Hastalıkların genetik yapılarında oluşan iyi ve kötü yönlü değişimlere bakıyoruz. Bu hastalıklardaki değişim insan geni üzerinde de değişiklik yapmıştır. Bunları çalışmayı planlıyoruz.

 

 

"Eski İstanbullular daha kısa" diye haberler çıkmıştı. Nedir bunun aslı?
Orada bir yanlış anlaşılma var. Türk toplumunun da ortalama boyu kısadır. Yenikapı insanlarından elde ettiğimiz bulgulara göre de erkeklerin ortalama boyu 168 santim, kadınlarınsa 158 santim kadar. Yani Türkiye ortalamasıyla örtüşür.


Eski insanlar daha uzun, daha iri diye düşünürdük...
Yanlış bir düşünce. İnsan doğası gereği öyle devasa ölçülere sahip olamaz. Çünkü bu hareket kabiliyetini kısıtlar ve hayatta kalması zorlaşır.

 

Ortalama yaşam süresi nedir peki?
35 yaş civarı öldüklerini söyleyebiliriz. Tabii bulduğumuz iskeletler içinde 50 yaşında insanlara, çocuklara ait olanlar da vardı.


Ama Yenikapı'daki insanlarının daha sağlıklı oldukları söyleniyordu...
Kesinlikle öyleler. Bunlar bir liman toplumu. Deniz ürünleri ve sebze-meyve ağırlıklı beslenmişler. Bulduğumuz gemi kalıntılarında yoğun meyve çekirdeklerine rastladık. Akdeniz tipi beslenmişler, bunu kemiklerinden bile anlıyoruz.

 

Yaşam süresinin bu kadar kısa olmasının sebebi ne o zaman?
Ölümler salgın hastalıklardan ya da savaş ve katliam gibi nedenlerden yaşanmış olabilir. Eğer bu insanlar aynı sağlıklı beslenme modeliyle, günümüz sağlık imkanlarıyla yaşamış olsaydı ortalama 100 yıl yaşarlardı.


Peki ya çocuk ölümleri...
Anadolu'daki çocuk ölümlerinde eksik beslenmenin etkisi büyüktür. Ancak burada öyle bir durum yok. Tıbbın gelişmemiş olması ve uzun savaş dönemleri çocuk ölümlerini artırmış.

 

En çok Bizans atı Yenikapı'da
Yenikapı metro ve Marmaray kazılarında 55 türe ait hayvan kalıntısı tespit edildi. 2004'ten itibaren yürütülen kazılarda elde edilen hayvan iskeletleri Prof.Dr. Vedat Onar başkanlığında bir ekip tarafından incelendi. Kazı çalışmalarında alanın tümüne dağılmış halde koyun, at, domuz ve sığır iskelet kalıntıları başta olmak üzere, çok sayıda hayvan kemikleri bulundu. 2008'deki radyokarbon tarihlendirmesine göre iskelet kalıntılarının Erken Bizans'tan (4.-7. yüzyıl) Geç Bizans'a (15. yüzyıl) kadar değişen bir zaman dilimine ait olduğu saptandı. Kazıda en fazla at ve tüketim hayvanı olan sığır, koyun, keçi, domuz, eşek, köpek, kızıl geyik ve develere ait fosillere rastlandı. Ayrıca fazla sayıda kuş ve deniz canlılarına ait kalıntılara da ulaşıldı. Yenikapı kazı alanı dünyada bu kadar yoğun Bizans atına rastlanan tek yer olması açısından büyük önem taşıyor. Bulunan hayvan iskeletleriyse İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi tarafından açılan Osteo Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.

 

Kazılarda bulduğunuz kalıntılar o dönem insanının sosyal hayatı hakkında ipucu veriyor mu?
Sosyal hayat bir yana, değişik ritüellerin olduğunu düşündürten şeyler gördük. Bir şapel kalıntısında tahta üzerinde bulunan bir kadın iskeleti vardı. Bu iskeletin baş ve ayak kısımlarında 25-30 kadar kadın kafatası bulduk.

Bedenleri yok muydu?
Sadece kafatası vardı. Bu kafataslarının da hangi yöntemle oraya konduğunu çözemedik. Çürümüş bir bedenden alınmış da olabilirler, ölen bir kişinin kafatası anında koparılıp oraya konmuş da olabilir. Enteresan olanı, bütün bu kafataslarının arasında bir de 9 aylık hamile bir kadının iskeletini bulduk. O da tahta üzerinde yatan kadın iskeletinin ayak tarafındaydı.

Bin yıl sonra hamile olduğunu nasıl anlıyorsunuz?
İskeletin rahim kısmında bebeğin iskeletini de bulduk. Tabii nasıl bir sebeple öldüklerini bilmiyoruz. Belki de orada yatan kadın kutsal bir kadındı ve bu kafataslarının sahipleri de onun için kurban edildi.

Kafataslarıyla bedenleri eşleştirmeniz mümkün oldu mu?
Her iskelet için geçerli olmamak kaydıyla bedenle kafatasının birarada olduğu iskeletler vardı. Mesela bir kazıda 8 kafatası bulundu. Onların bedenlerini bulamadık. Kafataslarının mitolojik tarihlerde sembolik anlamları vardır. Belki bu 8 kafatası da böyle mitolojik bir olgu için, katliam sonucu kafaları bedenlerinden ayrılan kişilere aittir.

 

İdam edilmiş olabilirler mi?
Söylemek zor. Çünkü kafatasları duruyordu ama omurgaları yoktu. O dönemde, genelde kılıçla idam edildiğini varsayarsak, omurilik kemiklerinden birkaç parça orada olmalıydı ama yoktu. Bu yüzden kafataslarının ölüm gerçekleştikten sonra bedenlerden ayrıldığını düşünüyorum.

Biraz önce katliam demiştiniz...
Bir çukur bulduk. Orada erkek, kadın, çocuk karışık bir sürü iskelet vardı. O çukurla ilgili düşüncemiz, Latin istilası sırasında gelişigüzel öldürülen insanların oraya atıldıkları yönünde. Ölen askerlerin değerli eşyaları ya da silahlarıyla gömüldükleri yönünde rivayetler vardı.

Böyle bir mezar buldunuz mu?
Bir asker mezarı bulduk, hemen yanında da bir at mezarı vardı. Muhtemelen kahraman bir askerdi ve atını da öldürüp yanına gömdüler...

 

 

Yenikapı'dakiler dışında geçmişe bu denli ışık tutan başka kalıntılar da buldunuz mu?
Denizli'de bir kemik parçası bulduk. Bu kocabaş kemiği ya da kocabaş insanı olarak tanımlanıyor. Kafatası homo erektus denen bir insanımsıya ait. 1 milyon yıllık bir kalıntıydı. Şu anda onu inceliyoruz.

Somut veriler elde ettiniz mi?
17-22 yaş arası, muhtemelen erkek bir insanımsı olduğunu düşünüyoruz. İnsan değildi çünkü 1 milyon yıl önce şu anki insan tanımına uyan canlılar yoktu. Dünya insanımsılara aitti. Bu buluntu Türkiye'nin ilk homo erektusudur.

 

 

Dünyada insanımsılara ait başka kalıntılar bulundu mu?
Irak, Suriye, Gürcistan ve Balkanlar'da da insanımsı iskeletleri bulundu. Gürcistan'da 4 milyon yıl öncesine ait bir kemik çıkarıldı.

Türkiye'de de daha eskileri olabilir mi?
Mutlaka vardır. Ancak bunların tanımlanması çok zor. Bulunduğu halde önemsenmemiş olabilir.

Habertürk, Haber: Aslı Öztürk, 19.01.2014

NARMANLI HAN 57 MİLYON DOLARA SATILDI

 

 

Yapı Kredi Koray’ın restore etmek için 2001’de yüzde 15 hissesini satın aldığı ama projeyi gerçekleştiremeyip Narmanlı Ailesiyle davalık olduğu Narmanlı Han el değiştirdi. 1831 yılında elçilik binası olarak inşa edilen Narmanlı Han’ı Erkul Kozmetik’in sahibi Mehmet Erkul ve Eteksan Tekstil’iıı sahibi Tekin Esen 57 milyon dolara satın aldı.

 

İstanbul’un en bilinen bölgesi olan İstiklal Caddesi’nin Tünel’e kıvrıldığı noktada, İsveç Konsolosluğu’nun tam karşısında yer alan Narmanlı Han, Beyoğlu’nun en güzel binalarından biri. 1831 yılında Rus elçilik binası olarak inşa edilen ve uzun yıllardır yaşanan sorunlar nedeniyle atıl durumda olan Narmanlı Han’ı, Erkul Kozmetik’in sahibi Mehmet Erkul ve Eteksan Tekstil’in sahibi Tekin Esen 57 milyon dolara satın aldı.

 

Yılan hikayesine dönen restorasyon nedeniyle Narmanlı Han uzun yıllardır kullanım dışıydı. Yapı Kredi Koray 2001 yılında restore etmek amacıyla Narmanlı Han’ın yüzde 15’lik hissesini satın almıştı. Yapı Kredi Koray’ın restorasyon projesi 2002′de Anıtlar Kurulu’ndan onay almış ama sivil toplum kuruluşlarının itirazı üzerine alman yürütmeyi durdurma kararı nedeniyle başlayamamıştı.

 

KÜLTÜR SANAT MERKEZİYDİ

Proje bir türlü gerçekleştirileme-yince Narmanlı Han’ın 12 varisi 2008 yılında Yapı Kredi Koray’a dava açarak hisselerini geri almak istedi. Ailenin “gayrimenkul hissesi karşılığında inşaat yapımı ve satış vaadi sözleşmesinin feshi” için açtığı davayı mirasçılar kazandı. Ardından hisseler Mehmet Erkul ve Tekin Esen’e satıldı. Geçen ay ortalarında tamamlanan anlaşmaya göre, Nar-manlı Han 57 milyon dolara satıldı.

 

Rus elçilik binası olarak inşa edilen ve 19’uncu yüzyılın ortalarından itibaren Rus hapishanesi olarak kullanılan Narmanlı Han’ın kaderi Narmanlı Kardeşler’in binayı 1933′te satın almasıyla değişti. O dönem İstanbul’un ünlü tüccarları arasında yer alan Avni ve Sıtkı Narmanlı, binayı satın aldıktan sonra Eminönü’ndeki ofislerini hanın ikinci katma taşıdı. Narmanlılar, yüksek kira tekliflerine rağmen hanı tüccarlara vermek yerine uygun fiyata sanatçılara kiralamayı tercih ettiler.

Hatta handa ikamet edenler arasında Bedri Rahmi, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Aliye Berger gibi isimler bulunuyordu.

Ekonomist, 18.01.2014

BEKÇİ MURTAZA'NIN NÖBET YERİNE MÜZE KOMPLEKSİ

 

 

Kültür Bakanlığı, Adana’da çürümeye yüz tutan tarihi binayı kurtardı.

 

1907’de kurulan ve 1990’da atıl duruma düşen Milli Mensucat Fabrikası, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'in talimatıyla müze kompleksi haline getiriliyor. Romancı Orhan Kemal’in katiplik yaptığı ve ‘Murtaza’ adlı eserine konu olan fabrikanın dönüşümü için 20 milyon lira ödenek ayrıldı. 38 bin metrekarelik alanda inşa edilecek kompleks; arkeoloji, mozaik, çocuk ve tarım müzelerinden oluşacak.

 

Orhan Kemal’in 1952 yılında yayınlanan romanı 1984’te beyazperdeye uyarlandı. Bekçi Murtaza rolünü ‘Müjdat Gezen’ oynamıştı. 

 

Ödenek sorunumuz yok 
Adana Valisi Hüseyin Coş, dört etaptan oluşan projeyle ilgili şunları söyledi: Müze çalışması Sayın Bakanımız Ömer Çelik'in katkılarıyla büyük bir hızla devam ediyor. Şu an birinci etaptaki inşaat çalışması sürüyor. İnşallah nisan ayı içerisinde ilk etabın hizmete açılacak. Sayın Çelik’in sayesinde birçok tarihi mekan yok olmaktan kurtarıldı. Ödenek sorunumuz yok, çalışmalar devam ediyor. İğne ile kuyu kazılır gibi tarihi eserler ortaya çıkartılıyor.

Akşam, 18.01.2014

KAYIP FİRAVUN SENEBKAY
BULUNDU

 

Mısır'ın güneyinde yeni bir firavun mezarı gün yüzüne çıktı. Mezarın, Eski Mısır'ın kayıp hanedanı Abydos'tan kaldığı bildirildi.

Adı "Senebkay" olan firavunun tarihte II. Ara Dönem'den olduğu (MÖ 1650) ve bu dönemden hiçbir firavuna rastlanmadığı kaydedildi.

Abydos hanedanı II. firavunu Senebkay'ın boyu, arkeologların uzun uğraşları sonucunda, 185 cm olarak belirlendi.

Sabah, 18.01.2014

MAJİK'İ YIKAN OTELİN RUHSATI İPTAL EDİLDİ, TEK DUYMAYAN BEYOĞLU BELEDİYESİ!

 

 

Taksim’in göbeğinde, yıkılan Majik Sineması ve Maksim Gazinosu’nun yerine yapılan otel ve AVM’nin ruhsatı 1. İdare Mahkemesi’nin kararıyla 107 gün önce iptal edilmesine rağmen inşaat son hızla devam ediyor.

Beyoğlu Belediyesi yetkilileri, mahkeme kararının hala kendilerine tebliğ edilmediğini ileri sürüyor. Ruhsatın iptaliyle sonuçlanan davayı açan, inşaata komşu Metropark Hotel’in sahibi Mehmet Ali Durucan ise “İnşaatı durdurmayarak ve mühürlemeyerek suç işleniyor” diyerek Beyoğlu Belediyesi aleyhinde Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Durucan, “Mahkeme kararından beri inşaat çok hızlandı. Gece gündüz durmadan çalışıyorlar, 12 günde bir kat attılar. İnşaat neredeyse bitmek üzere ama belediye hala ruhsatı iptal etmemekte direniyor” dedi.

EMEK GİBİ KURUL ONAYIYLA YIKILDI

Tuna İnşaat’ın 17 katlı otel ve AVM projesi için İstanbul ’un 1914 yılında yapılan ilk sinema binası Majik yıkılarak Sıraselviler Caddesi’ne bakan cephesi askıya alınmıştı. II No’lu Koruma Kurulu’nun, kültür varlığı olarak tescilli binanın sadece cephesinin korunması yönünde verdiği karar, aynı Emek Sineması’nın yıkılarak AVM’ye dönüştürülmesi gibi tartışmalara yol açmıştı.

Projeye göre kentte sinema salonu olarak inşa edilen ilk bina olan Majik ile arkasındaki Maksim Gazinosu yıkılarak yerlerine otel ve ticaret merkezi yapılacak. Mimar Mehmet Alper’in Tures Mimarlık adına çizdiği projeye göre otelin yer üstünde 9, yer altında da 8 katı olacak. II No’lu Koruma Kurulu, tartışmalı kararında inşaatın Sıraselviler Caddesi’ne bakan cephesinde 27.50 metre (9 kata denk) yüksekliğe izin vermişti.

Şantiyeye komşu Metropark Hotel’in sahibi Mehmet Ali Durucan’ın Kültür ve Turizm Bakanlığı, İBB ile Beyoğlu Belediyesi’ne açtığı davada mahkeme, inşaatın yapı ruhsatının yanında II No’lu Koruma Kurulu’nun projeyi onayladığı 21.07.2011 tarihli kararını ve Beyoğlu imar planlarının ilişkin kısımlarını da şehircilik-planlama ilkeleri ve kamu yararına aykırı bularak iptal etmişti.

‘AYRICALIKLI YAPILAŞMA HAKKI VERİLDİ’
1. İdare Mahkemesi, otelin yapılacağı parsele ayrıcalıklı yapılaşma hakkı verildiğine, bunun civardaki diğer parseller ve sit alanının tarihi dokusuyla uyumsuz olduğuna, yapılaşmanın - özellikle de otoparkların - trafiği sıkıştıracağına, ayrıca üzerinde kültür varlığı bulunan parsellerin birleştirilerek tek parsele dönüştürülmesinin 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na aykırı olduğuna karar verdi.

 

 

'İNŞAAT DAHA DA HIZLANDI'
Davayı açan Mehmet Ali Durucan, şantiyenin yanıbaşındaki Metropark Otel’in sahiplerinden. Eğer otel inşaatı yapılırsa arkadaki birçok binanın denize bakan cephesinin kapanacağını belirten Durucan, “Beyoğlu Belediyesi’ne mahkeme kararını elden verdim, hatta ıslak imzalı kararı da gösterdim ama ruhsatı iptal etmek için resmi tebliği beklediklerini söylüyorlar. İşin içinde büyük rant var. Davada karşı oy veren mahkeme başkanı da tam 2.5 ay boyunca imza atmayarak kararı bekletmişti. Zaman kazanmaya çalışılıyor. mahkeme kararından beri inşaat çok hızlandı. Gece gündüz durmadan çalışıyorlar, 12 günde bir kat attılar” dedi.

Proje daha önce TMMOB Mimarlar ve Şehir Plancıları Odaları tarafından dava konusu edilmişti. Mimarlar Odası İstanbul Şubesi, projeye itirazında “İlgili koruma bölge kurulunun evrensel, ulusal koruma ilkelerine aykırı olarak söz konusu alandaki mimari-kültürel mirasımız hakkındaki kararını sadece ön cephe koruma (restorasyon) projesinin uygunluğu kapsamına indirgeyerek yıkımına; 4305 m2'lik parselin tümünün yapılaşmasını öngören 8 bodrum kat, zemin kat ve sekiz normal katlı toplam 448028 m2'lik çevre ve metro güvenliğini de tehlike altına alacak bir yapı kompleksinin ortaya çıkmasına onay veren kararının da yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir” demişti. Radikal, Aralık 2011’de “Beyoğlu’nda Emek derken Majik de gitti” başlıklı haberinde 17 katlı otel ve AVM projesinin II No’lu Koruma Kurulu’ndan geçtiğini haberleştirmişti.

 

İSTANBUL’UN İLK SİNEMA SALONUYDU
1914’te İstanbul’da ilk sinema salonu olarak Mimar Guilio Mongeri tarafından yapılan binanın ilk sahibi Sarızade Ragıp Paşa’ydı. Tescilli sinema yapısı Majik,Türk, Taksim, Venüs Sineması ve Maksim Gazinosu isimleri altında yıllarca İstanbul’a hizmet vermiş, 1970’lerden 2007’de AVM ve otele dönüştürülme çalışmaları başlayıncaya kadar Devlet Tiyatroları Taksim Sahnesi olarak işlevine devam etmişti.

Radikal, Haber: Elif İnce, 18.01.2014

BEYOĞLU ÇÖKTÜ

 

Çöküntü bölgelerini yeniden ayağa kaldırmak, kentsel miras alanlarını korumak için çıkartılan 5366 sayılı Kentsel Dönüşüm Yasası yürürlüğe girmeden önce, imar projelerinin üzerinde yargının büyük bir kontrol gücü vardı. Koruma kurulları, idare mahkemeleri, mevzuata aykırılık bulduğunda, projeleri derhal durduruyordu.

 

Hükümete muhalif olanlar, bu mekanizmayı yoğun bir şekilde kullandılar. Galataport’tan, burgulu kulelere, zevksizlik abidesi pek çok projeye engel oldular.

 

Bütün bunlar olurken, İstanbul’un göbeğinde, gerçekten de birer çöküntü bölgesi olan mahallelere çivi bile çakmak imkansız hale geldi.

 

Atılan temeller, durdurulan yürütmeler, iptal kararları derken bayındırlık işi kilitlendi.

 

Hükümete, dolayısıyla AKP’ye şehirlerde derebeyi yetkileri veren iş bu yasa böyle bir ortamda hayatımıza girdi.


İstanbul’daki ilk uygulama alanlarından biri de Tarlabaşı oldu. Zaten yasa daha Meclis’e geldiğinde, bazı iktidar milletvekilleri tarafından “Tarlabaşı yasası” olarak nitelenmişti.

 

Ve Tarlabaşı yasası hükmünü icra etmeye başladı. Dar gelirli vatandaşların mülkleri, yasa kuvvetiyle satın alındı. Yerlerine lüks konut ve alışveriş merkezi yapılması için faaliyete geçildi. Tarlabaşı’nın sakinlerine ise, “Evleriniz karşılığında aldığınız paranın en az 50 katını fark olarak ödeyebilirseniz mahallenizde, yeni konutunuzda kalabilirsiniz” dediler. Yani “Buradan defolup gidin” dediler.

 

Ve Tarlabaşılılar gitti. Sulukuleliler gitti. Balatlılar gitti. Ayvansaraylılar gitti.

 

Sonra sıra Taksim Meydanı’na geldi. Meydandaki otobüs durakları dışında, göze batan bir sorunu olmayan, İstanbul’da kentli kültürün zirve noktası bir yerde, akıl dışı işlere giriştiler.

 

Metal perdelerin arkasında, kopkoyu bir kasvetle duran Tarlabaşı’nın bittiği yerden, yeni bir şantiye alanı başladı.

 

Dalış tünelleriyle, Topçu Kışlası kaosuyla, meyhanelere masa işkencesiyle Beyoğlu’nun huzurunu kaçırdılar.

 

Zaman zaman atılan gaz bombalarının sisi dağılınca ortaya iç burkan bir manzara çıktı: Üzerinde çıplak beton, altında trafik keşmekeşiyle zavallı bir Taksim Meydanı.

 

Kırılan parkeleri asfaltla yamanan utanç verici bir İstiklal Caddesi ve bütün sokaklara yayılan kitlesel bir hoşnutsuzluk. Beyoğlu’nda şimdi manzara bu.

 

Dün ajanslara birden bire Beyoğlu Belediyesi’ne operasyon haberi düştü. Alışageldiğimiz üzere polis, savcılığın talimatını yerine getirmedi. İlk çıkan haberlere göre, büyük ölçüde itfaiye teşkilatını kapsayan bir yolsuzluk soruşturmasıymış.

 

Soruşturmanın detayları nasıl olsa ortaya çıkar.


Son suçlamalar bir yana, iktidarın Beyoğlu’ndaki kentsel dönüşüm faaliyetlerinin neredeyse tümü mahkemelik oldu. İdare Mahkemelerinden, Danıştay’dan beklenen pek çok karar var.

 

Türkiye’nin içinden geçtiği hukuk krizi nereye gider, süren projelerle ilgili mahkeme kararları ne olur bilemem ama açıkça görülüyor ki Beyoğlu çöktü.

 

Yaşam tarzı endişesi, totaliterliğe isyan ya da faiz lobisi... Ne derseniz deyin, bugün yaşananlar Taksim’de başladı, orada çözülmeli.

 

Mahkeme kararı gereği yeniden hazırlanması gereken Beyoğlu Nazım Planı bunun için iyi bir başlangıç olabilir.

 

Beyoğlu’nda hukuk işlesin, mağduriyetler giderilsin, gasp edilen haklar iade edilsin. Herkesin katıldığı bir Beyoğlu ortaya çıksın. Türkiye bu örneğin arkasından gelir.

Taraf, Yazı: Ertan Altan, 17.01.2014

ÇATALHÖYÜK'ÜN GELECEĞİ İÇİN TOPLANDILAR

 

 

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan ve yaklaşık 9 bin 400 yıllık bir geçmişe sahip Çatalhöyük’te gerçekleştirilecek çalışmalara yön vermek, korunmasını sağlamak ve daha iyi tanıtmak amacıyla toplantı yapıldı. 

 

Kültür Ve Turizm Bakanlığı Uzmanı Evrim Ulusan, özel bir firmanın Çumra’daki üretim tesisinde, UNESCO’nun, tüm insanlığın mirası sayılan değerleri ortak geçmiş olarak benimsemek, tanıtmak ve gelecek nesillere aktarmak için 1972′de, “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşmesi”ni kabul ettiğini ifade etti.

 

Türkiye’nin bu sözleşmeye 14 Şubat 1983 yılında taraf olduğunu söyleyen Ulusan, “UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme kapsamında taraf devletler, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne kaydedilmesi uygun olan varlıklara ilişkin envanterlerini (geçici liste), UNESCO Dünya Miras Merkezi’ne iletmekle yükümlüdür. Merkezce yayınlanan bu listede yer alan varlıklara ilişkin hazırlanan adaylık dosyaları, Dünya Miras Komitesi’ne sunulmaktadır. Geçici listeler hazırlanırken varlıkların Dünya Miras Komitesi’nce belirlenen kriterleri karşılama durumlarıyla mimari, tarihi, estetik, kültürel, ekonomik, sosyal, sembolik ve felsefi özellikleri de dikkate alınmaktadır” diye konuştu.

 

2013 yılı itibarıyla dünya genelinde Dünya Mirası Listesi’ne kayıtlı 759′u kültürel, 193′ü doğal, 29′u karma (kültürel/doğal) eserin bulunduğunu anlatan Ulusan, “Amacımız bu evrensel, kültürel ve doğal değerlerimizin dünyaya tanıtılması ve korunmaları için uluslararası kaynaklardan da yararlanılarak, gelecek kuşaklara en iyi şekilde aktarılmasıdır. İlk kez 1994′te UNESCO Dünya Miras Merkezi’ne iletilen geçici listemiz 2000, 2011, 2012 ve 2013 yıllarında güncellenmiş olup, bu listede 2 karma, 1 doğal ve 38 kültürel olmak üzere toplam 41 adet varlık bulunmaktadır” dedi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Dünya Miras Alanları Şube Müdürü İpek Özbek de toplantıdan güzel bir çalışmanın ortaya çıkması temennisinde bulundu.

 

Konya Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan ise ilan edilen kültür varlığının nitelikli yönetiminin büyük önem arz ettiğini söyledi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, UNESCO’nun önemli adımlar atmasını sağladığını dile getiren Çıpan, Çatalhöyük’ün Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınmasını sağlayan kişi, kamu ve kuruluşlara teşekkür etti.

 

Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli, Kültür Ve Turizm Bakanlığı Uzmanı Şule Kılıç Yıldız’ın da katıldığı heyet, daha sonra Çatalhöyük’teki kazı alanında incelemelerde bulundu.

haberler.com, 17.01.2014

YOL ÇALIŞMASINDAN TARİH ÇIKTI

 

 

Sinop'ta devam eden yol çalışmalarında Osmanlı dönemine ait olduğu tahmin edilen tarihi bir köprü ortaya çıktı.

 

Sinop Organize Sanayi Bölgesi'nde devam eden Sinop-Samsun karayolu üzerinde gerçekleştirilen yol yapım çalışmaları sırasında işçiler kazı yaparken tarihi bir yapı ile karşılaştı. Tarihi yapıya zarar vermemek için yol çalışmalarına ara verildi. Daha sonra kazı alanına çağırılan yetkililer tarafından yapılan incelemede, yapının Osmanlı dönemine ait tarihi bir köprü olduğu ifade edildi. Konuyla ilgili İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, İlimiz kültür varlığı bakımından zengin bir şehir. Yapılan bu alt yapı çalışmalarında bu tür eserlere rastlıyoruz. Bu konuda deneyimliyiz. Yüklenici firma çalışanları tarafından yol yapım çalışmaları sırasında köprü kalıntısına rastlandı. İşçi arkadaşlarımız sağolsunlar duyarlılık gösterip hemen bize haber verdi. Bizde hemen bakanlıktan da bir kazı ekibi istedik. Ekiplerimiz bölgede kazı yaparak o yapıyı ortaya çıkardı. Yapılan ilk incelemelerde köprünün Osmanlı dönemine ait tarihi ipek yolu köprüsü olduğunu düşünüyoruz. Olayı anıtlar kuruluna intikal ettirdik. Bölgedeki yol yapım çalışmasını durdurduk dedi.

 

Yolun kent için önemli bir yatırım olduğunu dile getiren İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, Bakanlıktan gelecek heyet, gerekli incelemeleri yapacak. Köprünün yerinde mi kalacağı, başka bir yere nakil mi edileceği konusu sonuca bağlanacak. Kurulun vereceği karara göre biz de çalışmaları gerçekleştireceğiz. Kurul kararının sonucuna kadar köprünün bulunduğu bölgede yol çalışmaları yapılmayacak. Tabi yol büyük bir kamu yatırımı. İlimiz için önemli bir yatırım. Turizm kenti olarak bu yola çok ihtiyacımız var. Kültür varlığı da bizim için çok önemli. Hem yol çalışmalarına sekte vurmamak hem de kültür varlığını ihmal etmemek koşuluyla hızlı bir şekilde hareket ederek bu konuyu çözmeye çalışıyoruz diye konuştu.

Sinop Kent Haber, 16.01.2014

ESERLER DEPODA BEKLETİLİYOR

 

 

Samsun'da 32 yıldır faaliyette olan Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nin teşhir kapasitesinin dolması nedeniyle 7 bin 443 arkeolojik ve etnografik eserden 1669'u teşhir edilebiliyor.

 

5 bin 774 tarihi eser ise yer olmadığı için depoda bekletiliyor. Karadeniz Turizm Profesyonelleri Derneği Başkanı Mustafa Yavuz, toprak altından çıkarılan tarihi eserlerin teşhir edilecek yer olmadığı için müzenin deposunda muhafaza edilmek zorunda kalıdığını söyledi.

 

Samsun İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün 2013 yılı verilerine göre Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde kayıtlı 7 bin 443 arkeolojik ve etnografik eser bulunurken bunlardan sadece 1669'u teşhir ediliyor. Müze binasının kapasitesinin yetersiz olması nedeniyle 5 bin 774 tarihi eser ise depoda muhafaza ediliyor. Müzenin sikke envanterine kayıtlı 10 bin 496 sikke bulunurken bunlardan 1297'si teşhir ediliyor, 114'ü de Bafra Müzesi'nde bulunuyor. 9 bin 85 sikke ise depoda bekletiliyor. 32 yıl önce açılan, bugüne kadar aynı binada hizmet veren Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nin kapalı ve açık alan mekanlarının yeterli olmaması nedeniyle tarihi eserlerin teşhir edilemediği için depoda bekletildiği belirtildi.

 

Karadeniz Turizm Profesyonelleri Derneği Başkanı Mustafa Yavuz, Samsun'un çok acil bir şekilde yeni müze binasına ihtiyacı olduğunu söyledi. Yavuz, Mevcut bina günümüzün müzecilik anlayışına ve çalışmalarına uygun değil. Yapısal olarak ciddi sorunlar var. Eserlerin teşhiri için yeterli alan mevcut değil. Bu sebeple toprak altından çıkarılan tarihi eserler teşhir edilecek yer olmadığı için müzenin deposunda muhafaza edilmek zorunda kalıyor dedi.

 

Yavuz, uzun yılardır hizmet veren müzenin hizmet vereceği yeni bir mekana kavuşarak günümüz müzecilik anlayışına uygun bir şekilde hizmet verebileceğini dile getirdi. Yavuz, Müzeler artık eserleri görüp, haklarında bilgi alıp, inceleme yapıp, mevcutlarında yer alan kütüphanelerde araştırma imkanı bulunan, insanların müzeyi gezdikten sonra çay veya kahve içebilecekleri mekanlarında yer aldığı alanlar haline geldi. Hatta artık dünyanın farklı yerlerinde sergilenen eserler bir başka müzeye getirilip belirli sürelerde sergilenebiliyor. Bunun için müzelerde özel sergi salonları da bulunuyor. Artık teşhir stantlarındaki anlayış da değişti. Müzeler günümüzde mağazaların teşhir stantlarındaki anlayışla hizmet veriyor. Bu kapsamda arkeoloji ve etnografya müzemiz mevcut anlayışın uygulanabileceği kapasiteye sahip değil. Çok acil bir şekilde yeni bir mekana kavuşması gerekiyor diye konuştu.

 

Mustafa Yavuz, Samsun'un modern bir müzeye kavuşmasının kentin turizmine de olumlu yönde etki edeceğini belirtti. Yavuz, İnsanlar müzeyi ziyaret ettiklerinde eserleri görüyorlar. Zaten gördükleri eserlerin bulunduğu bir müzeye tekrara gelmek istemeyebilirler. Ancak yeni getirilecek yeni sergilerde yeni eserleri görebilirler. Bu sayede insanların müzeyi bir kaç defa ziyaret etmesini sağlayacak nedenler oluşur. Bütün bunları içinde bulundurabilecek bir müzeye ihtiyacımız var. Mevcut yapısal koşullar nedeniyle yeni çalışmaların yapılması maalesef mümkün değil dedi. Yavuz, yeni bir müze binanın yapılması ya da mevcut bir binanın bulunması için çalışmaların olduğunu da söyledi.

Samsun Kent Haber, 15.01.2014

2 BİN YILLIK KANAL HALA AYAKTA!

 

 

Çanakkale'nin Ezine İlçesi'ne bağlı Dalyan Köyü yakınındaki Alexandria Troas antik kentinde yaşayanların 2 bin yıl önce inşa ettiği kanal sistemlerinin hala fonksiyonelliğini koruduğu bildirildi.

 

Kazı Heyeti Başkanı ve Ankara Üniversitesi (AÜ) Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Erhan Öztepe, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kentin, Hellenistik dönemden itibaren teraslar üzerine kurulmuş bir yerleşim planına sahip olduğunu söyledi.

 

Roma döneminde de bu yerleşim sisteminin aynen korunduğunu, Hellenistik dönemden itibaren ise en yukarıdaki tiyatro terasından başlayıp, denize doğru devam eden temiz su iletim hatları ile atık su kanallarının kentte mevcut olduğunu dile getiren Öztepe, "Koruma alanındaki bu kanal sistemlerini tanıyabiliyoruz. Bunlar son iki yıldır kazdığımız sondajın içerisinde, kentteki caddenin hemen güney kanadındaki bir dükkanın yakınında ortaya çıkan büyük, taştan atık su kanalı olduğu gibi daha küçük ölçekte yine taşla örülmüş atık su kanalları şeklinde olabiliyor" diye konuştu.

 

Öztepe, kentteki yapılara su taşıyan pişmiş topraktan künklerle oluşturulmuş su iletim hatlarının da varlığını tespit ettiklerini belirterek, şu bilgileri verdi:

"Bunların yönleri çok farklı olabiliyor. Yapılardan ana kanala bağlantı sağlayan küçük su kanalları var, bir de mesela cadde boyunca tespit ettiğimiz hala yağmur sularının toplandığı kanallar bulunuyor. Bu da bize gösteriyor ki günümüzden yaklaşık 2 bin yıl önce inşa edilmiş kanal sistemleri hala fonksiyonel. Yer altı sularının buradaki kanallarda toplanıp denize kadar ulaştırıldığını söyleyebiliriz."

Çanakkale Kent Haber, 06.01.2014



12 - 18 Ocak 2014

MİMAR SİNAN'DAN SAHTE MİRO DAVASI

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörlüğü, iki ay önce sergilenen ressam ve heykeltıraş Joan Miro Sergisi'nde, sanatçının 56 eserinin sahte olduğu iddiasıyla Kült Reklamcılık şirketine dava açtı. Miro Vakfı'nın yetkilisi Rose Maria Malet'in uyarılarıyla yapılan incelemede, sergilenen eserlerdeki Miro'ya ait kurşun kalem imzalarının sahte olduğu tespit edildi. Kült Reklamcılık Organizasyon Hizmetleri Ltd. Şti., Tophane-i Amire binasında bulunan Kültür ve Sanat Merkezi'nde, 31 yıl önce vefat eden İspanyol sanatçı Joan Miro'ya ait eserlerin sergilenmesi için üniversiteden talepte bulundu. Kült Reklamcılık ile üniversite arasında imzalanan sözleşme gereği Tophane-i Amire binasının Beş Kubbe Salonu'nda sanatçının, 15 Kasım- 31 Ocak 2014 tarihleri arasında eserlerinin 2.5 ay süreyle sergilenmesine izin verildi. Ancak serginin açılmasından yaklaşık bir ay sonra sanatçıya ait Barcelona'daki Miro Vakfı'nın temsilcisi Rose Maria Malet, 18 Aralık 2013'te Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörlüğü'ne bir e-posta gönderdi. Vakıf temsilcisi Malet, Tophane-i Amire binasında sergilenen Joan Miro'nun eserlerinin sahte olduğunu belirterek serginin bir an önce kapatılmasını istedi. Bunun üzerine eserlerde bilirkişi incelemesi yapıldı. Yapılan araştırmada eserlerin kime ait olduğunu gösteren 'Miro' imzalı kurşun kalem imzalarının sahte olduğu ortaya çıktı.

'ÜNİVERSİTENİN İTİBARI SARSILDI'
Üniversite avukatı Orhan Şeker, "Söz konusu sahte imzalı 56 eser, müvekkil üniversite tarafından koruma altına alınmıştır. Sergiyi 1 ayda bin 714 kişi ziyaret etmiştir. Bu durum müvekkil üniversitenin itibarını olumsuz etkilemiştir. Ayrıca serginin tanıtımı için müvekkil üniversite tarafından 3 bin adet katalog bastırılmıştır. Tanıtım katalogunun baskı masrafları üniversite tarafından karşılanmıştır. Bu katalog baskısı için müvekkil üniversite 11 bin 505 lira harcama yapmıştır. Maddi zararımızın yanı sıra 5 bin lira manevi tazminatın davalı reklam şirketi tarafından tahsilini istiyoruz" dedi.

MİRO KİMDİR?
1893'te İspanya'da dünyaya gelen Joan Miro, ilk sergisini Barselona'da 1918'de açtı. Paris gezisi sırasında Pablo Picasso ile tanışan sanatçı, iç savaş nedeniyle İspanya'yı terk etmek zorunda kaldı. 1941'de tekrar ülkesine geri dönen sanatçı, New York'da ilk büyük retrospektif sergisini açtı. 1954'te Venedik Bienali'nde grafik dalında büyük ödüle layık görüldü. 1958'de Paris UNESCO Binası'ndaki eseri ile Uluslararası Guggenheim Ödülünü aldı. Sonraki yıl tekrar resim yapmaya başladı. 1960'ta heykeltıraşlığa başladı. Miro'nun retrospektifleri, Paris, Musee National d'Art Moderne ve Grand Palais'de yer aldı. Sanatçı 1983'te 90 yaşında iken hayatını kaybetti.

Sabah, Haber: Ali Oktay, 17.01.2014

YOL ÇALIŞMALARINDAN TARİH ÇIKTI

 

 

Sinop Organize Sanayi Bölgesi'nde devam eden Sinop-Samsun karayolu üzerinde gerçekleştirilen yol yapım çalışmaları sırasında işçiler kazı yaparken tarihi bir yapı ile karşılaştı. Tarihi yapıya zarar vermemek için yol çalışmalarına ara verildi. Daha sonra kazı alanına çağırılan yetkililer tarafından yapılan incelemede, yapının Osmanlı dönemine ait tarihi bir köprü olduğu ifade edildi.

 

Konuyla ilgili İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, İlimiz kültür varlığı bakımından zengin bir şehir. Yapılan bu alt yapı çalışmalarında bu tür eserlere rastlıyoruz. Bu konuda deneyimliyiz. Yüklenici firma çalışanları tarafından yol yapım çalışmaları sırasında köprü kalıntısına rastlandı.

İşçi arkadaşlarımız sağolsunlar duyarlılık gösterip hemen bize haber verdi. Bizde hemen bakanlıktan da bir kazı ekibi istedik. Ekiplerimiz bölgede kazı yaparak o yapıyı ortaya çıkardı. Yapılan ilk incelemelerde köprünün Osmanlı dönemine ait tarihi ipek yolu köprüsü olduğunu düşünüyoruz. Olayı anıtlar kuruluna intikal ettirdik. Bölgedeki yol yapım çalışmasını durdurduk dedi.

 

Yolun kent için önemli bir yatırım olduğunu dile getiren İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, Bakanlıktan gelecek heyet, gerekli incelemeleri yapacak. Köprünün yerinde mi kalacağı, başka bir yere nakil mi edileceği konusu sonuca bağlanacak. Kurulun vereceği karara göre biz de çalışmaları gerçekleştireceğiz. Kurul kararının sonucuna kadar köprünün bulunduğu bölgede yol çalışmaları yapılmayacak. Tabi yol büyük bir kamu yatırımı. İlimiz için önemli bir yatırım. Turizm kenti olarak bu yola çok ihtiyacımız var. Kültür varlığı da bizim için çok önemli. Hem yol çalışmalarına sekte vurmamak hem de kültür varlığını ihmal etmemek koşuluyla hızlı bir şekilde hareket ederek bu konuyu çözmeye çalışıyoruz diye konuştu.

Haber 7, 16.01.2014

2 BİN 300 YILLIK İNFAZ ODALARI GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

 




 

Bursa`da yürütülen arkeolojik kazılarda, 2 bin 300 yıl öncesinden kalma, Bitinya Krallığı döneminde idam cezalarının infazı ve işkence amacıyla kullanılan zindanlar ortaya çıkarıldı.

Arkeologlar, "kanlı kuyu", "işkence odası" ve "kule bağlantılı koridorlar"dan oluşan zindanlarda, ürkütücü infaz yöntemlerine başvurulduğunu belirledi.

 

Kazı heyetinde yer alan Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. İbrahim Yılmaz, yaptığı açıklamada, Osmangazi Belediyesi tarafından başlatılan ve Büyükşehir Belediyesince yürütülen "Bursa Surlarını Ortaya Çıkartma Projesi" kapsamında 2 bin 300 yıllık surların restorasyonunun hızla sürdüğünü söyledi.

 

Uzunluğu 3 bin 400 metre olan Bursa surlarının büyük ölçüde ortaya çıkarıldığını dile getiren Yılmaz, surların çevresinde yer alan ve kaleye girişleri sağlayan "Taht-ı Kale", "Yer Kapı", "Saltanat Kapısı", "Kaplıca Kapı" ve "Zindan Kapı"nın yerlerinin belirlendiğini anlattı.

 

Bursa surlarının son bölümünde yer alan Alacahırka Mahallesi`ndeki Zindan Kapı`da yürütülen çalışmalarda, zindan yapılarına ulaştıkları bilgisini veren Yılmaz, "Bu zindanların üzerinde vatandaşların yaşadığı evler vardı. Burada zindan ya da kalıntılar olabileceğini düşünerek bu binaları kamulaştırdık. Evlerin yıkılmasının ardından gerçekleştirilen bilimsel araştırma kazılarında Bursa zindanlarına ait kalıntılar ortaya çıktı" dedi.

 

Yılmaz, Bitinya Krallığı dönemindeki zindan yapılarında var olan tüm mekansal özellikleri burada görmenin mümkün olduğunu vurguladı.

 

Bursa zindanlarının, "stucco" adıyla kule bağlantılı yer altı yapılar olarak bilindiğini ifade eden Yılmaz, şöyle konuştu:

 

"Buradaki zindanlarda `kanlı kuyu`, `işkence odası` ve `kule bağlantılı koridorlar` mevcut. Ayrıca kuleye bağlı duvarlar, zindan odaları var. O dönemde sağır ve dilsizlerden oluşturulan cellatlar, buradan kaçma imkanı olmayan hükümlülerin başlarını kanlı kuyuda gövdelerinden ayırıyormuş. Cesedin baş kısmı kanlı kuyuya düşerken vücut bölümü hemen yan tarafa alınarak celladın inisiyatifi doğrultusunda ya yakınlarına teslim ediliyor ya da dereye bırakılıyormuş. Burada da cellatların, cesetleri bir bedel karşılığında ailelerine sattığı yönünde de çeşitli rivayetler bulunuyor. Bunları ortaya çıkardık. Bir proje hazırladık ve projemiz de aslına uygun olarak onaylandı. Kısa sürede inşaata başlayacağız. Bursa zindanları 2 bin 300 yıl sonra yeniden eski haliyle gün yüzüne çıkacak. Açık hava müzesi olarak dizayn edilecek mekan içinde eski dönemde kullanılan işkence aletleri ve mekanları da olacak. Bunları iki yıl içinde maketler şeklinde sergilemeyi düşünüyoruz."

Bursa Olay, 16.01.2014

BİR KEZ DAHA 'İSTANBUL KENT MÜZESİ' HAYALİ

 

 

Tarih Vakfı 18 yıl önce kapattığı sandıkları açtı ve ‘Dünya Kenti İstanbul’ sergisini ‘Yine, Yeni: Dünya Kenti İstanbul’ ismiyle İstanbullularla buluşturdu. 1996’da Topkapı Sarayı’nın dış avlusundaki tarihi Darphane-i Amire binasında açılan serginin yeni mekanı Karaköy’deki Galata Rum Okulu.

 

Bundan 18 yıl önce Topkapı Sarayı'nın dış avlusundaki tarihi Darphane-i Amire binasında açılan ‘Dünya Kenti İstanbul Sergisi'nin bütün malzemesi, sergi bitiminde, sandıklara kondu ve mekanın deposunda İstanbul Kent Müzesi'nin açılmasını beklemeye başladı. On binlerce belge İstanbul'un binlerce yıllık geçmişinin öyküsünü canlandırmak üzere bir araya getirildi. Ve bunun için yüzlerce yazılı, on binlerce de görsel belge elden geçti, tartışıldı, elendi ve seçildi. Tarih Vakfı, bu sergiyi UNESCO himayesinde gerçekleşen Habitat-II İnsan Yerleşimleri Konferansı'nın rüzgarıyla, büyük emeklerle açmıştı. Niyeti, İstanbul Kent Müzesi'nin çekirdek malzemesini hazır etmekti. Ama aradan 18 yıl geçmesine rağmen İstanbul Kent Müzesi bir türlü açılamayınca, hatta günlük çıkarlara söylem olarak hizmet etmekten öteye geçemeyince; sergiyi yeniden İstanbullularla buluşturmaya karar verdi.

 

22 Şubat’a kadar Galata Rum Okulu'nda ziyaret edilebilecek ‘Yine, Yeni: Dünya Kenti İstanbul' sergisi; her ne kadar değişen, dönüşen ve herhangileşen İstanbul'a hafıza tazeletmeyi amaçlasa da aslında biraz da mecburiyetten açıldı. Müze umuduyla itinayla saklanan sandıkların, artık Darphane-i Amire deposunu terk etmesi gerekiyordu. Çünkü orası bundan sonra Arkeoloji Müzeleri'ne hizmet edecekti.

 

Peki, sandıklar içindeki onca emek ne olacaktı; atılacak mıydı, satılacak mıydı? Tabii ki hayır; yani en azından bir kez daha sergilenmeden, hayır. Böylece 18 yıl önce Prof.Dr. Afife Batur'un genel koordinatörlüğünde, pek çok araştırmacı, arşivci ve mimarın gayretleriyle hazırlanan sergi yeniden ve aynı ekibin desteğiyle gün yüzüne çıktı. Ekipte yine Pelin Derviş, Ahmet Özgüner, Mert Eyiler, Eray Makal ve Murat Germen vardı.

 

İstanbul Kent Müzesi söylemlerinin gölgesinde yepyeni bir kuşağın karşısına çıkan sergiye şimdi bir de pencereden dışarı baktığımızda gördüğümüz İstanbul dahil edildi. Dünya kenti kavramıyla bütünleşen bir öykü akışında ve zamandizinsel olarak, hatta büyük patlamadan bugüne İstanbul'u itinayla anlatan serginin bir özelliği de kapanışla birlikte her biri kendi içinde bir tasarım nesnesi sayılan pano ve maketlerin ziyaretçilere bağış karşılığında emanet edilecek olması. Bu sayede, 18 yıl önceki serginin varoluş nedeni olan ama bir türlü gerçekleşmeyen ‘Hayali' İstanbul Müzesi için üretilmiş özgün malzemeler depolarda çürümekten kurtulacak. Sergi, 23 Şubat Pazar günü 10.00-18.00 saatleri arasında yapılacak ‘İstanbul Müzesi Hayali' pazarı ile son bulacak.

 

İstanbul Kent Müzesi’nde son durum

İstanbul Kent Müzesi tartışmaları 1990’ların başında Tarih Vakfı’nın çabalarıyla başlamıştı. Müze için ilk düşünülen yer Darphane-i Amire binalarıydı. Ama 1996’dan beri dillendirilen o proje bir türlü gerçekleşmedi. 2006’da başka bir yer önerildi: Sirkeci Garı. Hatta müzenin 2010 İstanbul Kültür Başkenti’ne yetişmesi planlandı ama o plan da hayata geçirilemedi. İstanbul’a bir kent müzesi kurulması tartışması, en son Gezi Parkı olayları başladığında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Burada bir kent müzesi de kurulabilir’ sözüyle gündeme geldi. Bu söylem 2012’nin son aylarında atılan ciddi adımları sekteye uğrattı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) 17-18 Kasım 2012’de müzeci, tarihçi, şehir plancısı ve ilgili disiplinlerden uzmanların davet edildiği bir çalıştay düzenlemişti. Çalıştayın raporunda İstanbul Kent Müzesi’nin kurulacağı yer olarak Topkapı Şehir Parkı gösteriliyordu. Konunun uzmanları İstanbul Kent Müzesi’nin projesinin hazır olduğunu, hatta ihaleye verildiğini ve çalışmaların yakında başlayacağını konuşuyordu. Ama Başbakan’ın malum açıklaması İstanbul Kent Müzesi çalışmalarını yeniden bir belirsizliğe sürükledi.

 

Sergiye eşlik eden etkinlikler

Müzesiz, hafızasız ve kimliksiz bırakılan İstanbul’un başına gelen olumsuzluklara işaret etmeyi amaçlayan sergiye pek çok yan etkinlik eşlik ediyor. 1993 yılında Tarih Vakfı’nın düzenlediği ‘İstanbul İçin Ütopyalar’ sempozyumuna atıfla düzenlenecek ‘Yine, Yeni: İstanbul İçin Ütopyalar’ buluşması, mekan kısıtı nedeniyle sergi kapsamından çıkarılan İstanbul Müzikleri bölümü yerine, bölüm küratörü Ersu Pekin ile ‘Yine, Yeni: İstanbul Müzikleri’ söyleşisi, hafta sonları gerçekleşecek ‘İstanbul İçin Açık Kürsü’ ve ‘İstanbul Forumu’ bunlardan bazıları.

Zaman, Haber: Jülide Güngör, 16.01.2014

MÜZE BİNASI YETERSİZ, ESERLER DEPODA BEKLETİLİYOR

 

Samsun’da 32 yıldır faaliyette olan Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nin teşhir kapasitesinin dolması nedeniyle 7 bin 443 arkeolojik ve etnografik eserden 1669′u teşhir edilebiliyor. 5 bin 774 tarihi eser ise yer olmadığı için depoda bekletiliyor. Karadeniz Turizm Profesyonelleri Derneği Başkanı Mustafa Yavuz, toprak altından çıkarılan tarihi eserlerin teşhir edilecek yer olmadığı için müzenin deposunda muhafaza edilmek zorunda kalıdığını söyledi.

 

Samsun İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün 2013 yılı verilerine göre Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nde kayıtlı 7 bin 443 arkeolojik ve etnografik eser bulunurken bunlardan sadece 1669′u teşhir ediliyor. Müze binasının kapasitesinin yetersiz olması nedeniyle 5 bin 774 tarihi eser ise depoda muhafaza ediliyor. Müzenin sikke envanterine kayıtlı 10 bin 496 sikke bulunurken bunlardan 1297′si teşhir ediliyor, 114′ü de Bafra Müzesi’nde bulunuyor. 9 bin 85 sikke ise depoda bekletiliyor. 32 yıl önce açılan, bugüne kadar aynı binada hizmet veren Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nin kapalı ve açık alan mekanlarının yeterli olmaması nedeniyle tarihi eserlerin teşhir edilemediği için depoda bekletildiği belirtildi.

 

Karadeniz Turizm Profesyonelleri Derneği Başkanı Mustafa Yavuz, Samsun’un çok acil bir şekilde yeni müze binasına ihtiyacı olduğunu söyledi. Yavuz, Mevcut bina günümüzün müzecilik anlayışına ve çalışmalarına uygun değil. Yapısal olarak ciddi sorunlar var. Eserlerin teşhiri için yeterli alan mevcut değil. Bu sebeple toprak altından çıkarılan tarihi eserler teşhir edilecek yer olmadığı için müzenin deposunda muhafaza edilmek zorunda kalıyor dedi.

 

Yavuz, uzun yılardır hizmet veren müzenin hizmet vereceği yeni bir mekana kavuşarak günümüz müzecilik anlayışına uygun bir şekilde hizmet verebileceğini dile getirdi. Yavuz, Müzeler artık eserleri görüp, haklarında bilgi alıp, inceleme yapıp, mevcutlarında yer alan kütüphanelerde araştırma imkanı bulunan, insanların müzeyi gezdikten sonra çay veya kahve içebilecekleri mekanlarında yer aldığı alanlar haline geldi. Hatta artık dünyanın farklı yerlerinde sergilenen eserler bir başka müzeye getirilip belirli sürelerde sergilenebiliyor. Bunun için müzelerde özel sergi salonları da bulunuyor. Artık teşhir stantlarındaki anlayış da değişti. Müzeler günümüzde mağazaların teşhir stantlarındaki anlayışla hizmet veriyor. Bu kapsamda arkeoloji ve etnografya müzemiz mevcut anlayışın uygulanabileceği kapasiteye sahip değil. Çok acil bir şekilde yeni bir mekana kavuşması gerekiyor diye konuştu.

 

Mustafa Yavuz, Samsun’un modern bir müzeye kavuşmasının kentin turizmine de olumlu yönde etki edeceğini belirtti. Yavuz, İnsanlar müzeyi ziyaret ettiklerinde eserleri görüyorlar. Zaten gördükleri eserlerin bulunduğu bir müzeye tekrara gelmek istemeyebilirler. Ancak yeni getirilecek yeni sergilerde yeni eserleri görebilirler. Bu sayede insanların müzeyi bir kaç defa ziyaret etmesini sağlayacak nedenler oluşur. Bütün bunları içinde bulundurabilecek bir müzeye ihtiyacımız var. Mevcut yapısal koşullar nedeniyle yeni çalışmaların yapılması maalesef mümkün değil dedi. Yavuz, yeni bir müze binanın yapılması ya da mevcut bir binanın bulunması için çalışmaların olduğunu da söyledi.

haberler.com, 15.01.2014

KOZAN KALESİ TURİZME KAZANDIRILACAK

 

 

Adana'nın Kozan Kalesi'nin turizme kazandırılması amacıyla başlatılan röleve, restitüsyon ve restorasyon projeleri için konusunda uzman akademisyenlerin katılımıyla bir çalışma yapıldı.

 

Kozan Belediye Meclis Salonu'nda gerçekleşen programda restorasyon firması yetkililerinden bilgi alan Kozan Belediye Başkanı Kazım Özgan ve İstanbul Teknik Üniversitesi'nden akademisyenlerden oluşan heyet daha sonra tarihi kaleye çıkarak proje çalışmalarını yerinde incelediler.

İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü Restorasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Gülsüm Tanyeli; Kozan Kalesi ile ilgili çalışmalara geçen yılın bahar aylarında başladıklarını, koruma kuruluna da rölevelerini götürdüklerini aktardı.


Neler yapılabileceği konusunda bir takım değerlendirmelerde bulunduklarını aktaran Prof.Dr. Tanyeli, 'Korunmasına yönelik kararların geliştirilmesi ve nasıl kullanılacağını aramızda değerlendirdik. Kozan'da kültür varlıkları adına yapılan dikkatimizi çekici ve arzu ettiğimiz çok önemli değişimler var. Kent kalitesi ve kent kültürü açısından Kozan 10 yılda önemli bir mesafe kat etti.' diye konuştu.


TURİZM SADECE DENİZ, KUM VE GÜNEŞTEN İBARET DEĞİL

Dünyada alternatif turizmlerin hem güzergahlar hem de farklı arayışlar olarak değiştiğini ifade eden Gülsüm Tanyeli, 'Turizm anlayışı sadece deniz, kum ve güneşle sınırlı değildir. Ülkemizde artık 77 milyon insan yaşıyor. Kozan özellikle güneyde doğa harikası ve çok önemli bir tarihsel geçmişi olan bir ilçemizdir. Kozan merkezi, kalesi ile beraber çok önemli bir potansiyele sahip. Kozan'ın turizmde geldiği nokta ile insanları buraya çekebilecek belirli bir payı alacaktır.' dedi.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mustafa Hamdi Sayar da Kozan Kalesi'nin tarih boyunca hangi dönemlerde kullanıldığını irdelediklerini belirtti. Kalenin geçirdiği dönemleri araştırdıklarını dile getiren Prof.Dr. Sayar, 'Bununla ilgili restitüsyon ve belgeleme çalışmaları ile araştırmalarımız kısa zamanda sonuçlanacak. Belgeleme çalışmaları tamamlanana kadar ilgili kurum ve kuruluşlara sunulacaktır. Çalışmalarımızın sürdürülüp sürdürülmeyeceğine ona göre karar verilecektir.' diye konuştu.


Kozan Kalesi Restorasyon ve Röleve Projesi çalışmasının oldukça zor olduğunu ifade eden İTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Yegan Kahya; 'Kale projesi çok zor özveri ve cesaret isteyen bir proje. Projeleri gördük. Röleveleri en çağdaş yöntemlerle çizilmiş. Güzel bir çalışma olmuş. Umarız bundan sonrası için de projeler üzerinde konuşulur. Kente daha iyi nasıl kazandırılabilir bu alan diye düşünmeliyiz. Tarihçi ve restorasyon uzmanı arkadaşlarla beraber bundan sonraki süreci tanımlama adına önemli girişimlerimiz devam edecektir. Burası da artık yavaş yavaş kent halkının kullandığı bir mekan haline gelecektir.' diye kaydetti.
 

BİR HAYALİ GERÇEKLEŞTİRİYORUZ

Belediye Başkanı Kazım Özgan, Kozan'ın çılgın projesi üzerinde çalıştıklarını söyledi. Kozan Kalesinde saraylar, mahzenler, kışlalar ve mağaraların bulunduğunu dile getiren Özgan, 'İnşallah dünya kültür mirasına biz burayı kazandıracağız. Neticesinde tarihi değerlerimizi korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak için çalışmalarımız devam ediyor. ' açıklamasında bulundu.

Kalede gerçekleştirilmesi planlanan projelerin içeriği hakkında bilgi veren Başkan Özgan; 'Kozan Kalesinde restorasyon ile birlikte müze ile restoran ve kafeler olacak. Yine kalemizde eski tarihi canlandıran savaşların yaşandığı alanlar olacak. Ayrıca daha önce projelerimiz arasında olan teleferik bu projeye dahil edeceğiz' diye konuştu.

Üç Kare Yapı İnşaat Restorasyon firma yetkilisi Yavuz Kuytul da 'Kozan Kalesi röleve ve restorasyon projesini yapmak üzere geçen sene çalışmalarımıza başlamıştık. Şuanda röleveleri teslim ettik. Bugün hocalarımızla beraber Kozan'ı daha güzel noktalara getirebilmek için kalede neler yapabiliriz bütün bu çalışmaları değerlendirdik.' dedi.

Sabah, 15.01.2014

KÜLTÜREL MİRASA 180 MİLYON LİRALIK YATIRIM

 

Türkiye’nin yüzlerce yıllık kültürel mirasının korunarak yaşatılmasına yönelik bakanlık desteği, geçtiğimiz yıl, ortalama yüzde 35 oranında arttı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bakan Ömer Çelik’in talimatıyla; proje, uygulama, kazı, kamulaştırma işleri ile taşınmaz kültür varlıklarına proje ve uygulama yardım faaliyetleri için 2013 yılında ortalama 180 milyon liralık bir kaynak kullandı. 

2013 YILINDA 18 ÖZEL MÜZE AÇILDI
Kültür varlıklarına 2012 yılında 135 milyon 245 bin 48 lira ödenek aktaran Bakanlık, geçtiğimiz yıl bu rakamı Bakan Ömer Çelik’in bu talimatıyla 179 milyon 539 bin 768 liraya çıkarttı.  Taşınmaz kültür varlıkları ile müzelerin rölöve, restitüsyon, restorasyon, çevre düzenleme ve mühendislik projeleri için ortalama 61 milyon lira aktaran bakanlık, Adana, Hatay, Urfa ve Uşak müzeleri olmak üzere 4 yeni müze inşaatına da başladı. 2013’te müze inşaatlarına 54 milyon 510 bin 256 lira ödenek sağlanırken, İstanbul, Ankara, Samsun, Balıkesir, Gaziantep, Aydın, Kahramanmaraş, Uşak ve Bursa’da toplam 18 özel müze ziyarete açıldı. Bu yıl 11 kültür merkezinin açılmasını planlayan bakanlık 94 olan kültür merkezi sayısını 105’e çıkaracak. 

Akşam, 15.01.2014

ORTA ANADOLU'DA KELT İZLERİ

 

Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nden Arkeolog Nilgün Şentürk, Ankara'nın kuzeyindeki bazı köylerde halen Kelt akrabalığı bulunduğunu savundu. Ankara'nın kuzeyindeki dış göçlerden pek fazla etkilenmemiş uzak köylerde aradan 2 bin yıl geçmesine rağmen Türk-Kelt akrabalığının izlerine rastlamak hala mümkün.

 

Nilgün Şentürk, Galatların bir başka kolunun Çanakkale Boğazı üzerinden Anadolu'ya geçtiğini ve boğazın Avrupa yakasında bulunan Gelibolu isminin de tarihte Galik bir isim olan Gallipoli olduğunu anımsattı.

 

Şentürk, "Anadolu'ya gelen Galatların bir kolu Eskişehir'e, o dönemdeki adıyla Pessinus'a, bir grup Ankara'ya, o dönemki adıyla Ancyra'ya, bir grup ise Yozgat'a, o dönemki ismiyle Tavium'a yerleşmiştir" dedi.

 

"Galatların genetik özellikleri gözlemleniyor"

Anadolu Medeniyetleri Müzesi arkeologlarından Mustafa Metin, "Yozgat'ta ve Ankara'nın çevresinde beyaz tenli, kızıl saçlı, renkli gözlere ait Galatların genetik özelliklerini gözlemlemenin hala mümkün olduğunu" anımsatarak Keltlerle olan etnik bağı doğruluyor.

 

Günümüzde Çorum halkında Hititlere ait fiziksel özelliklere rastlamanın bile mümkün olduğunun altını çizen Metin, "Bu coğrafyada, yani Anadolu'da yaşamış kavimlerin kolay kolay yok olmadığını" söyledi. "Galatlar, Helenistik dünya içerisinde yaşamış, küçük bir grup idi ve bu yüzden bölgeye hükmedecek bir kültür yaratamadılar" diyen Metin, Galatların dinlerini tapınak veya kilise gibi yapılar yerine açık havada toplandıkları ayinler eşliğindeki dini merasimler şeklinde icra ettiklerini söyledi.

 

Metin, "Paganizmin yerini tek tanrılı dinler olan Hristiyanlığa bırakması ve ardından da İslamiyet'in yayılışı ile Galatyalılar da Anadolu'da yaşamış diğer tüm etnik gruplar gibi ve onlarla birlikte bir pota içerisinde yoğruldular. Bu pota içerisinde kültürleri yok olsa da izleri yok olmadı" dedi.

 

Bölgedeki bazı kalelerin de Galatlar tarafından yapılmış olduğunu belirten Mustafa Metin, "Eski Ankara'nın Balıkhisar mahallesinde ve Beypazarı civarındaki bazı ufak kaleler, ayrıca kuzeydeki Bağlum Köyü yakınlarında bulunan kalıntılar, Galatlara ait bazı ayak izleridir" şeklinde konuştu.

 

Galik yer isimleri var

Hristiyan inanışına mensup çoğu kimse, milattan sonra 50 yılı civarında Hz. İsa'nın havarilerinden Aziz Paul tarafından yazılmış meşhur Galatyalılara Mektup'tan haberdar. Kuzey-Orta Anadolu bölgesine o dönemde verilen Galatya ismi, doğal olarak çok sayıda bilim insanının ve özellikle Kelt kabilelerinin MÖ III. yüzyılda bu bölgeye göç ettiklerini ispatlamış olan tarihçilerin de dikkatini çekiyor.

 

Avrupa'nın en batı ucundaki İspanya'dan en doğu ucundaki İstanbul'a kadar tüm kıta boyunca yayılmış çok sayıdaki Galik (Kelt'lerle ilgili) yer isimlerinin dikkatli bir gezgin tarafından fark edilmemesi mümkün değildir.

 

Galicia, Kuzeybatı İspanya'da bir idari yönetim bölgesidir. Tıpkı Birinci Dünya Savaşı'nda Ruslara karşı Avusturyalıların yanında savaşırken ölen binden fazla Türk askerinin hayatını kaybettiği yer olan Batı Ukrayna'daki Galiçya gibi. Bu isimler, Galya'lıların (Keltlerin) mirasıdır. Kelt kabileleri isimlerini aynı zamanda bir şehre (Romanya'daki Galati) ve çok iyi bilinen bir semte de (İstanbul'daki Galata) ve çok iyi bildiğimiz bir kasabaya (Gelibolu, Gallipoli) vermişlerdir.

 

Romanya bu kapsamda açık ara öndedir çünkü bu ülkedeki Galati veya Galatea adlarını taşıyan bir düzine köy ve mahallenin adları Galatlardan miras kalmıştır. Kelt'lerle eş anlamlı olan Gal (veya Gael) sözcüğünün, muhtemelen yerel dile bağlı nedenlerle "Galat" şekline dönüştüğü ülkenin de Romanya olduğu anlaşılmaktadır.

 

Diğer izleri ise bölgenin uzak köylerindeki bazı yüzlerde görmek, pek seyrek de olsa hala mümkün.

Yeni Şafak, 15.01.2014

ANADOLU FATİHİ'NİN KAYIP MEZARI ARANIYOR

 

Anadolu’nun kapılarını Türkler’e açan Sultan Alparslan’ın kayıp mezarını arama çalışmaları Türkmenistan’ın Merv kentinde yapılıyor.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Türkmenistan Devlet Başkanı Gurbangulı Berdimuhamedov’un imzaladığı anlaşmayla geçen ağustos ayında başlatılan çalışmaların ilk etabı tamamlandı. Malazgirt Zaferi’nden sonra 1072 yılındaki Buhara seferinde bir esir tarafından şehit edilen Alparslan’ın, vasiyeti üzerine babası Çağrı Bey’in mezarının yanına defnedildiği tahmin ediliyor, ancak 1221 yılındaki Moğol istilasında kaybolduğu ifade edilen mezarın yeri yaklaşık 800 yıldır bilinmiyor.

Hassas radarlarla...
Son teknolojik cihazlardan faydalanılan arama çalışmalarında şu anda kalıntılardan oluşan bölgenin fotoğraflarını çıkarma çalışmaları insansız hava aracıyla sürdürülüyor. Elde edilen bilgiler, haritalandırma çalışması için bilgisayarlara aktarılıyor. Yer altını 12,5 metreye kadar görüntüleyebilen hassas radarlarla yerin altı taranıyor.
 

Çalışmalar, 5 ayrı noktada yoğunlaşırken, Ankara Üniversitesi öğretim görevlilerinden ve projenin Bilim Heyeti Başkanı Doç. Dr. Ziya Kenan Bilici, bölgedeki Gavur Kale’nin merkezindeki Mescid-i Cuma’nın bunlardan birisi olduğunu kaydetti. 2017 yılında tamamlanması öngörülen proje kapsamında, TİKA tarafından Sultan Alparslan’ın mezarının olduğu yerde büyük bir türbe inşa edilecek.

Vatan, 15.01.2014

TÜRSAB, DARPHANE-İ AMİRE BİNALARINI DEPREME KARŞI GÜÇLENDİRİYOR

 

 

TÜRSAB (Türkiye Seyahat Acentaları Birliği), İstanbul Arkeoloji Müzesi'nden sonra Darphane-i Amire Binaları'nı da depreme karşı dayanıklı hale getirmek için çalışmalara başladı.

İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni yenilemek için Kültür ve Turizm Bakanlığı'yla birlikte yürüttüğü çalışmaların ardından TÜRSAB (Türkiye Seyahat Acentaları Birliği) yeni bir restorasyon projesini daha hayata geçiriyor. Mayıs ayına kadar sürecek proje sonunda; geçtiğimiz yıl İstanbul Arkeoloji Müzesi bünyesine katılan ve ilerleyen yıllarda kültür kompleksine dönüştürülmesi planlanan tarihi Darphane-i Amire Binaları'nın deprem güvenlik analizlerinin ve statik raporlarının hazırlanması hedefleniyor.

 

İstanbul Kalkınma Ajansı tarafından, 2012 Yılı Afetlere Hazırlık Mali Destek Programı kapsamında desteklenmeye hak kazanan projeyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu'nda para basımının yapıldığı, 18 tarihi binadan oluşan Darphane-i Amire'nin olası bir depreme ne derece dayanıklı olduğu tespit edilecek. Restorasyon çalışmalarının tarihi değerleri gelecek nesillere bırakabilmek adına son derece önemli olduğunu vurgulayan Proje Genel Koordinatörü Köyüm Özyüksel, her yıl yüzbinlerce kişi tarafından ziyaret edilen bu binaların büyük bir turistik değer taşıdığını ve afetlere karşı mutlaka korunmaları gerektiğini söylüyor:

"Ülkemizde ve İstanbul'da birçok tarihi eser, deprem başta olmak üzere doğal afetler nedeniyle önemli zararlar gördü ve hatta bugüne ulaşamadan kayboldu. Yeni yapılara oranla daha fazla yıpranmış olmaları nedeniyle tarihi binalar deprem gibi doğal afetlerden daha fazla etkilenmelerinin yanı sıra turistik merkezler olmaları nedeniyle de herhangi bir afet sırasında ciddi can kaybına yol açma riskini barındırmaktalar. Bu noktalardan yola çıkarak, sürdürdüğümüz restorasyon projeleri sayesinde kültürel değerlerimizin afetlere karşı dayanıklı hale getirilmesine TÜRSAB olarak biz de katkı sağlamak istiyoruz."

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 14.01.2014

ABDÜLHAMİD'İN BİLİNMEYEN BİR YÖNÜ DAHA ORTAYA ÇIKTI

 

 

Sultan II. Abdülhamid'in bilinmeyen bir yönü daha ortaya çıktı. İlk kez gün yüzüne çıkan Sultan II. Abdülhamid dönemine ait 150 harita ve planı bu yönünü ortaya koyuyor.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., Sultan II. Abdülhamid dönemine ait 150 harita ve planı gün yüzüne çıkararak ilk kez tek kitapta bir araya getirdi.

 

"Sultan II. Abdülhamid Devri Harita ve Planlarında İstanbul" adlı kitapta, Sultan II. Abdülhamid Han'ın emriyle hazırlanmış olan harita ve planların yanı sıra XIX. yüzyılın başlarından itibaren İstanbul ve çevresindeki padişah mülkleri, imar faaliyetleri, köprü ve resmi dairelerin çizimleri, askeri yapılar ve nüfus ile ilgili haritalar da bulunuyor.

 

PADİŞAHIN BU YÖNÜ BİLİNMİYOR

Sultan II. Abdülhamid'in Yıldız Sarayı Koleksiyonu içinde yer alan 150 harita ve planın yer aldığı kitap, İstanbul ve çevresini haritalarla takip etmiş ve elinin altında toplamış olan padişahın yeterince bilinmeyen bir yönünü ortaya koyuyor.

 

 

Kitapta yer alan bilgilere göre büyük fotoğraf albümleriyle ülkesinin her yanındaki gelişmeleri yakından takip eden II. Abdülhamid aynı zamanda İstanbul ve çevresini deyim yerindeyse semt semt haritalarıyla elinin altında toplamış. Padişahın ilgisi sadece İstanbul ile de sınırlı değil. Kitapta yer alan Osmanlı şehirlerinin haritalarını içeren atlas 1308/1891 tarihli. Karton üzerine, renkli, el yapımı, 24 haritadan oluşan atlas 76x122 cm boyutlarında.

 

HARİTALARIN ÇOĞU EL YAPIMI

Çoğu el yapımı olan haritaların arka kısımları atlas kumaş ile kaplanmış. Kitapta bulunan en eski tarihli harita 1806-1807 tarihli olup İstanbul'da yeniden inşa edilen tabyalarda yer alan topların menzillerini gösteriyor. Hendesehane ürünü olan harita, 82x92 cm ebadında renkli ve el yapımı. Çalışmada yer alan en yeni tarihli harita ise, Küçükçekmece kazasına tabi Alibeyköyü çiftliğinin karton üzerine bez, renkli, el yapımı, 134x190 cm ebadında olup 1902 tarihli.

 

HARİTA İLMİNDEN FAYDALANILMIŞ

Kitapta yer alan haritaların yer ve konularına bakıldığında ülkenin askeri yönden müdafaasından başlayarak, ulaşım yolları, meşhur mahalleri ve stratejik yerlerinin dönemin çağdaş teknolojileri mümkün olduğunca kullanılarak tespit edildiği görülüyor. 

 

Bu sayede ihtiyaç halinde nerede ve ne tür tedbirler alınacağı kolaylıkla belirlenebiliyor. Kitaptaki 150 harita ve plana bakıldığında harita ilminin en azından son dönem Osmanlı devlet yöneticileri tarafından yeterince önemsendiği ve nimetlerinden faydalanıldığı anlaşılıyor.

Akşam, 14.01.2014

İNCİL HAZİNELERİ KÜBA'DA SERGİLENECEK

 

Vatikan’ın baş arşivcisi ve Kutsal Roma Kilisesi kütüphanecisi Fransız Başpispokos Jean Louis Brugues, Havana’da açılacak İncil sergisi için Küba’ya gitti.

 

‘İnsanın Yolunda Tanrı’nın Yolu’ başlığını taşıyan ve Havana Katedrali’nde 20 Ocak’ta başlayacak ve 2 Şubat’a kadar sürecek olan sergide, aralarında İncil tarihine ilişkin orijinal parçalarından da bulunduğu 72 obje ve doküman yer alıyor. Din arkeolojisi bakımından önemli bulunan serginin Amerika’daki ünlü ‘Yeşil Koleksiyon’a ait parçalardan oluştuğu bildirildi. 40 bin parçalık bu kutsal emanetler hazinesi, dünyanın en büyük kişisel İncil elyazmaları ve süslemeleri koleksiyonu olarak biliniyor.

Akşam, 14.01.2014

AYA İRİNİ'Yİ ARTIK HERKES GEZECEK

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, bin 500 yıllık Aya İrini’yi genel ziyarete açtı. Bizans İmparatorluğu’nun ilk kiliselerinden biri olan ve İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrilmeyen yapı, 09.00-17.00 arasında gezilebilecek. Aya İrini için ilk girişim 2011’de başlatıldı. Topkapı Sarayı Müze Müdürlüğü, özel durumlarda ziyaret edilebilmesi için Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne görüş sordu. Genel Müdürlük; fiziki durumu göz önünde bulundurarak sınırlı sayıda ziyaretçiye izin vermişti. İki yılın ardından Aya İrini’nin genel ziyarete açılması kararı alındı. 

 

OSMANLI’NIN İLK MÜZESİ
Osmanlı döneminde Harbiye Ambarı olarak kullanılan Aya İrini, 1846’ta Eski Eserler Koleksiyonu ve Silah Koleksiyonu halinde düzenlenerek, İmparatorluk Müzesi adını aldı. Kilise, 1973’ten beri kısa süreli sanat etkinliklerine evsahipliği yapıyor. 

Akşam, 14.01.2014

TARİHİ KÖPRÜNÜN GİZLİ KALAN 3 KEMERİ ORTAYA ÇIKTI

 

 

Adana’nın Kozan İlçesi’nde Roma Dönemi’ne ait tarihi köprünün toprak altında kalan 3 kemeri daha ortaya çıkarıldı.

 

Kilgen Çayı üzerinde Roma Dönemi’nde yapılan tarihi Kozan Köprüsü’nün 6 ay önce başlayan restorasyon çalışmaları devam ediyor. Çukurova’da Adana Taşköprü ve Misis Köprüsü’nden sonra üçüncü büyük köprü olma özelliğini taşıyan ve Sis Köprüsü olarak da bilinen Kozan Köprüsü’nün restorasyonunu yapan firma yetkilisi Sedat Çetin, köprünün 8 kemeri olduğunu belirtti.

 

Çetin, “Restorasyon çalışmaları devam ederken köprüye ait, toprak altında gizli kalmış 3 kemer daha bulundu ve 8 kemerli olarak bilinen tarihi Kozan Köprüsü’nün 11 kemeri olduğu ortaya çıktı” dedi.

haberler.com, 13.01.2014

PICASSO'NUN 'TÜRK' RESMİ LONDRA'DA GİTTİ GİDİYOR

 

 

İspanyol ressam Pablo Picasso’nun 1955 yılında çizdiği ‘Türk kıyafetli sandalyede oturan kadın’ adlı eseri 4 Şubat’ta Londra’da müzayedeye çıkıyor.

 

Christie’s müzayede evi tarafından satılacak olan resmin 24.7 milyon ile 32.9 milyon dolar arasında alıcı bulması bekleniyor.


Picasso, orijinal adı ‘Femme au costume Turc dans un fauteuil’ olan tabloda o dönem sevgilisi olan ve sonra hayatını birleştireceği Jacqueline Roque’un bir portresini resmetti.

 

55 yıldır satışa sunulmayan tablo, Batılı sanatçıların hayallerindeki Osmanlı haremini anlatan ‘odalık’ temalı resimlerden.


Resim, Picasso’nun Jacqueline Roque’u Türk kıyafetiyle çizdiği az sayıda resimden sadece biri. Picasso’nun bu resmi çizdikten 6 yıl sonra evlendiği Roque, sanatçının hayatındaki en önemli ilham perilerinden.


Matisse de satılacak
Christie’s tarafından düzenlenen Empresyonist/Modern Sanat müzayedesinde Picasso ile birlikte, Vincent Van Gogh, Henri Matisse ve Alberto Giacometti’nin aralarında bulunduğu sanatçıların eserleri de satılacak. Müzayede evinin şubat ayı boyunca düzenleyeceği açık artırmalarda toplam 380 milyon dolarlık sanat eserini alıcılarla buluşturması bekleniyor.


Christie’s’in yine 4 Şubat’ta düzenleyeceği Sürreal Sanat müzayedesinde ise Rene Magritte’in Gecenin Kıyısındaki Avcılar adlı tablosunun 9.8 milyon dolar ile 14.8 milyon dolar arasında, Joan Miro’nun Kadınlar ve Kuşlar tablosunun ise 6.5 milyon dolar ve 11.5 milyon dolar arasında alıcı bulması bekleniyor.    

Milliyet, 13.01.2014

HALET ÇAMBEL VE NAİL ÇAKIRHAN'IN ESERİ: KARATEPE

 





 

12 Ocak Pazar günü yaşamını yitiren arkeolojinin en önemli isimlerinden Halet Çambel, eşi Nail Çakırhan ve Turgut Cansever'in yarattığı Karatepe Çıplak Beton Açık Hava Müzesi'nin temellerini atmıştı.

Arkeolojinin en önemli isimlerinden Prof. Halet Çambel, 12 Ocak'ta hayata veda etti. Yaptığı kazılarla tarihöncesi çağa ışık tutan ve birçok eserin günümüze taşınmasını sağlayan Çambel'in aynı zamanda mimarlık kültürüne yaptığı katkılar da unutulmazdı. Kariyerinin kırılma noktasını 1950'lerde yürüttüğü Karatepe Höyüğü Kazıları ile yaşayan Çambel'in bundan sonra hayatı boyunca üzerinde durduğu en önemli çalışması olacak Karatepe Kazıları, iki usta mimarın elinden çıkacak bir mimarlık eserinin temellerini atacaktı.

 

 

Hitit antik kenti Karatepe, 1946 yılında Prof. Bossert ve Halet Çambel tarafından keşfedilmişti. Bu tarihten sonra Çambel'in hayatını adayacağı Karatepe Kazıları, tarih öncesi birçok eserin günyüzüne çıkmasına katkıda bulunurken mimarlık kültürüne de büyük bir katkı koydu.

 


Halet Çambel´in Karatepe-Aslantaş kazı alanı çizimi (Kaynak: blog.iae.org.tr)

 

1950'lerde Karatepe Kazılar'ında elde edilen arkeolojik buluntuların restorasyonu, korunması ve sergilenmesi için geniş bir alanın saçaklıkla örtülmesi gereksinimi burada bir mimari eserin oluşmasına katkıda bulunur. Çalışmalara başlayan müteahit işi bıraktığı için Çambel'in eşi Nail Çakırhan yarım kalan çalışmaları yürütmek üzere işe koyulur. Böylece Türkiye'nin ilk Ağa Han ödüllü alaylı mimarı Nail Çakırhan, avan projesini Turgut Cansever'in yaptığı Karatepe projesi ile mimarlığa adımını atmış oldu.

 

 

İki usta mimarın birlikteliğinde Türkiye'nin ilk açık hava müzesi ve ilk geniş saçaklı görünebilen beton uygulaması ortaya çıktı. Bundan sonra da kazı evi, karakol, orman bölge şefliği binaları, bölge okullarının inşası birbirini takip etti. Çambel ve Çakırhan çiftinin Karatepe'deki büyük çabaları, arkeoloji ile mimarlığın iç içe geçtiği başarılı bir proje ortaya çıkararak mimarlık kültürüne unutulmaz bir katkı koymuş oldu.

Arkitera, 13.01.2014

ORADA BİR CAMİ BURADA BİR KİLİSE

 

 

Türkiye ile Yunanistan, kendi topraklarında kalmış Osmanlı ve Bizans eserlerini koruyacaklarına dair vermiş oldukları karşılıklı sözleri, aşamalı olarak gerçekleştiriyor. Geçen yıl Konya'nın Sille Köyündeki Bizans'tan kalma tarihi Aya Eleni Kilisesinin üniversite öğrencileri tarafından restore edilerek yeniden topluma kazandırılmasından sonra, aynı yıl, kuzey Yunanistan'ın Serez kentindeki Osmanlı'dan kalma 3 camiden biri olan Zincirli Cami'nin onarımı tamamlandı. Osmanlı ve Bizans'tan kalma cami ve kiliselerin onarılmasıyla, bunların yeniden ibadete açılması söz konusu olmasa bile, bu tarihi eserlerin restore edilerek bunların tekrar ortaya çıkarılması ve en azından sergi, müze ve sanatsal faaliyetler için kullanıma açılması Türk toplumunda olduğu kadar Yunan toplumu tarafından da ilgi ile karşılanıyor.

EN KUTSAL İBADET YERİYDİ
Sille'deki Aya Eleni kilisesi, İ.S. 371 yılında yani bundan 1643 yıl önce, Doğu Roma İmparatorluğu'nun (Bizans) kurucusu Büyük Konstantin'in annesi Helena tarafından kurulmuş ve 1553 yıl boyunca yani 1924 mübadelesine dek, Konya'da yaşayan Rumların (yani Romalıların Helen kökenli doğu Romalılara verilen isim) en kutsal ibadet yerlerinden biri olarak işlev görüyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun Yunan hakimiyeti döneminde en önemli balkan kentlerinden biri olarak kabul edilen Serez kentindeki Zincirli Cami 16. yüzyılda Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş; 1913'te Balkan savaşlarında Serez'i işgal eden Bulgarlar tarafından yakılmıştı. Yunanların Bulgar ordularını kovmasından sonra onarılan cami, 1924'teki mübadele ile Türkiye'ye göç eden Serezli Müslüman Türklerin önemli bir ibadet yeriydi. Bulgar işgali sürecinde kubbesindeki kurşun yaprakları da sökülerek cephanelik olarak kullanılan Zincirli Cami'nin 2013 sonlarında tamamlanan ve 1 milyon euroya mal olan restorasyonundan sonra sanat-kültür faaliyetleri için açılmış bulunuyor. Serez kentinde Ahmet Paşa ve Koca Mustafa Paşa camilerinin de onarımı için Yunan Kültür Bakanlığı'na bağlı "Bizans Arkeoloji Enstitüsü" tarafından gerekli çalışmaların başlatılması beklenirken, 1456'da Atina'nın Osmanlılar tarafından ele geçirilmesi anısına inşa edilen Atina merkezindeki Fethiye Camisi'nin onarımının da bu yıl içinde tamamlanacağı açıklandı.

PATRİK YETİMHANEYİ ANLATTI
Yunanistan'ın AB dönem başkanlığı için düzenlenen törenlere, Yunan Başbakanı Andonis Samaras'ın özel daveti üzerine Atina'ya gelen İstanbul Rum Patriki Bartholomeos, Türkiye'nin Atina Büyükelçisi Kerim Uras'a gerçekleştirdiği nezaket ziyaretinde bir süre önce patrikhaneye iade edilen İstanbul Büyükada'daki yetimhanenin ahşap binası ile ilgili çalışmalar hakkında bilgi verdi. Türk ve yabancı girişimcilerin de katkısıyla yeniden yapılandırılacak bu, Avrupa'nın ilk dev ahşap binasının tadilatından sonra uluslararası çapta Çevre Korunması Merkezi olarak hizmet vermesi hedefleniyor. Büyükelçi Uras, Patrik'i Büyükelçiliğin yeni edindiği kançılarya binasında karşılarken, "burası sizin de evinizdir" dedi ve Patrikhane'nin Türkiye'nin bin 700 yıllık en eski kurumu olduğunu söyledi.

Sabah, Haber: Stelyo Berberakis, 13.01.2014

GÜRCİSTAN'DAKİ OSMANLI CAMİSİ YENİLENİYOR

 

 

Ahıska’ya hakim bir tepedeki kale içinde bulunan Ahmediye Camii, uğradığı birçok tahribata rağmen yaklaşık 250 yıldır ayakta. Ne var ki kültürel mirasın korunması kapsamında yenilenecek ve böylelikle daha da sağlam hale getirilecek.

 

İspirli Divan şairi ve İbrahim Hakkı'nın Farsça hocası Hazık Efendi'ye ilham verip şiirler yazdıran Gürcistan'daki Ahmediye Camii ve Medresesi restore ediliyor. İçinde pek çok dini yapı olması nedeniyle hoşgörü parkı olarak düzenlenen Ahıska Kalesi'ndeki Ahmediye Camii ve Medresesi'nin restorasyonu Gürcü hükümetince Türk uzmanların gözetiminde yapılıyor. Türkiye ve Gürcistan'ın tarihi cami ve kiliselerin yeniden inşa edilmesi ve ortak kültürel öğelerin yaşatılması için yaptıkları işbirliği bu caminin restorasyonu ile başladı. Ahıska'ya hakim bir tepedeki kale içinde bulunan, uğradığı birçok tahribata rağmen yaklaşık 250 yıldır ayakta duran Ahmediye Camii, Hacı Ahmed Paşa'nın Ahıska Beylerbeyi iken İstanbul'daki Selatin camiler örnek alınarak yaptırılmış. Ahıska'ya gelenleri büyüleyecek güzellikteki Ahmediye Camii, İspirli Divan şairi Hazık Efendi'ye şiirler yazdırmış. Hazık Efendi, tertip ettiği Divan'ında Ahıska'daki cami ve medrese üzerine, tarih düşürdüğü manzumeler yazmış.

 

Kültürel mirasın korunması çalışmalarını yakından takip eden Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Gürcistan'daki kültürel mirasın restorasyonuna da önem veriyor. Gürcistan'la devam eden işbirliği anlaşması kapsamında, Kültür ve Turizm Bakanlığı uzmanları da Ahmediye Camii'nde en son aralık ayında olmak üzere birçok kez inceleme yaptı. İncelemelerin ardından restorasyon çalışmalarında gelinen son durum rapor halinde Bakan Çelik'e sunuldu. Raporda, Ahmediye'nin başarılı bir restorasyon süreci geçirdiği belirtildi.

 

İki ülke arasındaki anlaşma kapsamında Gürcü makamlarınca Batum'da arsa tahsis edilmesi halinde, yıkılmış olan Batum Aziziye Camii de yeniden yapılacak. Böylece, Osmanlı döneminde Batum'da yapılan en önemli dini eserlerin başında gelen Aziziye Camii yeniden kazandırılacak. İsmini 32. Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz'den alan Aziziye Camii, 1869'da dönemin Trabzon Valisi Emin Muhlis Paşa tarafından yaptırılmış fakat Sovyetler Birliği yöneticileri tarafından yıktırılmış.

 

​Türkiye'deki Gürcü eserler de onarılıyor

Gürcistan'daki restorasyon çalışmalarına karşılık Türkiye de, Artvin'deki İşhan Kilisesi ile Erzurum Uzundere'deki Öşvank Kilisesi'ni restore ediyor. 2012 yılında başlayan ve Gürcü uzmanların gözetiminde yürütülen restorasyonun büyük bir bölümü tamamlandı. Türkiye'nin kültürel mirasın korunması için yürüttüğü detaylı ve kapsamlı çalışmalardan duyulan memnuniyet Gürcü makamlarca birçok kez dile getirildi.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 13.01.2014

YOL KAZISINDAN 2 BİN YAŞINDA İSKELET ÇIKTI

 

ABD'nin Florida eyaletinde bulunan Davie kentindeki yol inşaatı çalışmaları sırasında bir iskelet bulundu. Arkeologlar iskeletin 20 veya 30 yaşlarında ölmüş Kızılderili bir kadına ait ve yaklaşık 2 bin yaşında olduğunu tahmin ediyor. İskeletin gömüldüğü gibi kalmasının çok nadir görüldüğünü belirten arkeologlar, kemikler üzerindeki incelemelerden sonra bölgede yaşamış Kızılderililere ait daha detaylı bilgilere ulaşmayı umuyor.

Sabah, 12.01.2014

RENOIR
ÇALINTI
ÇIKTI

 

ABD’de Marcia Fuqua adlı kadının 2009’da bit pazarından 7 dolara satın aldığını iddia ettiği, Fransız ressam Renoir’a ait tablonun, 1951’de Baltimore Sanat Müzesi’nden çalındığı ortaya çıktı.

 

100 bin dolarlık tablo, müzeye iade edilecek.

Hürriyet, 12.01.2014

AŞKIN'IN ESERLERİ MÜZEDE KAYIP!

 

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi eski rektörü Aşkın, yargılanmasına neden olan ve Van Müzesi’nde emanete alınan eserlerden 10 ferman ve tabloyla bronz ’Urartu iğnesi’nin kaybolduğunu söyledi.

 

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi(YYÜ) eski Rektörü Prof.Dr. Yücel Aşkın, Van Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 2005 yılında yürütülen soruşturma kapsamında, evinde yapılan aramada ele geçirilen bin 19 adet tarihi eserle ilgili Van 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde kendisi ve Van Müzesi Müdürü Ahmet Mete Tozkoparan hakkında açılan “Görevi kötüye kullanmak ve 2863 sayılı kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanununa muhalefet” suçlarından beraat etti. Beraat etmesinin ardından yaşadığı süreci anlatan Aşkın, “Hiç açılmaması gereken bir davada ikinci kez beraat ettim” dedi. Aşkın, savcılık kararıyla el konularak Van Müzesi’nde emanete alınan eserlerden 10 adet ferman ve tablo ile bronz ’Urartu iğnesi’nin kaybolduğuna dair bir tutanak tutulduğunu ve Van 2. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kaybolan eserler için Van Müzesi yetkilileri hakkında Van Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulduğunu ifade etti.

Herkes yargılanabilir’
Hukuk devletinde herkesin yargılanabileceğini belirten Aşkın, şöyle devam etti: “Defalarca bu dava için Van gidip gelmek zorunda kaldım. Bunlar benim açımdan katlanılabilir şeyler. Ancak bu tür davalar yargıya ve güvenlik güçlerinin yaptıkları icraatlara kuşku duyurabilecek şeylerdir ve toplumda yargıya olan güvenilirlik gittikçe azalıyor.”

Milliyet, 12.01.2014

BÜYÜK İSKENDER ŞARAPTAN ÖLDÜ

 

Büyük İskender’in 12 gün boyunca acı çekerek ölmesine zehirli şarabın yol açmış olabileceği ortaya kondu.

 

Yeni Zelanda’daki Otago Üniversitesi’nden Ulusal Zehirler Merkezi toksoloji uzmanı Dr. Leo Schep, tarihe damgasını vuran liderin ölümünün ardındaki sır perdesini 2 bin yıl sonra aralamış olabilir. Shep, birkaç gün içinde ya da hemen öldüren diğer zehirlerin aksine “Veratrum album” adlı masum görünen bitkinin katıldığı şarabın İskender’in 12 gün boyunca acı çekerek ölmesine yol açtığını açıkladı. MÖ 323 yılında 32 yaşındayken hayatını kaybeden İskender’in ölmesine bazı tarihçiler doğal sebepleri göstermişti.

Milliyet, 12.01.2014

 

******


BÜYÜK İSKENDER'İ ÖLDÜREN BİTKİ

 

Pers İmparatorluğu'nun güçlü ordularını yenmeyi başaran Makedonya kralı ve tarihteki en büyük komutanlardan biri olarak bilinen Büyük İskender'in bir bitkiyle zehirlediği iddia edildi.

 

Yeni Zelanda'daki Otago Üniversitesi araştırmacılarından Leo Schep, Pers İmparatorluğu'nun güçlü ordularını yenmeyi başararak adını tarihe altın harflerle yazdıran Büyük İskender'in, Latince adı "veratrum album" olan bir bitkiden içerek MÖ 323'te 32 yaşında öldüğü iddiasını ortaya attı.

 

Büyük İskender'in arsenik ya da striknik maddeleri kullanılarak zehirlenmesinin mümkün görünmediğini belirten Schep, "Bu maddeler insanı çok hızlı bir şekilde öldürür ancak, İskender 12 gün can çekişip, konuşamaz ve yürüyemez hale geldi" dedi.

 

Zehir bilimci Schep, "beyaz çöpleme" de denilen zararsız veratrum album bitkisinin mayalandığında ölümcül hale geldiğini belirterek, İskender'in şarabına bu bitkiden karıştırıldığını, acı tadı gizlemek için de tatlandırıcı bir madde kullanılmış olabileceğini ileri sürdü. Söz konusu araştırmanın sonuçları "Clinical Toxicology" dergisinde de yayımlandı.

Habertürk, 13.01.2014

2 BİN YILLIK KUTSAL ÇEŞME ÇÖPLÜK OLDU

 

 

Antalya’nın Demre İlçesi'nde bulunan ve Roma İmparatorluk dönemine (MS II. yy) tarihlenebileceği belirtilen anıtsal çeşme (nympheum), ihmal ve ilgisizlik nedeniyle hurdalık ve çöplüğe döndü. Hurdaya ayrılmış otomobillerin çevrelediği kutsal çeşmenin inşa edildiği kayaların arasından çıkan sülfür içeren şifalı sular ise içine atılan çöplerle foseptiğe dönüşmüş durumda. Likya uygarlığının önemli kentlerinden biri olan Myra kentinin limanı konumundaki Andriake’nin kuzeyinde, Demre-Kaş karayoluna bitişik konumdaki tarihi çeşmenin içler acısı durumu bölgeyi ziyaret edenlerin tepkisini çekiyor.

 

Eski Kültür Bakanı Günay’ın evine birkaç dakika mesafede
Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın Demre’de bir yazlık evinin bulunması ve yılın bir bölümünü burada geçirmesi, bugün çöplüğe dönen göz önündeki kültür varlığının durumunu daha da dramatikleştiriyor. Zira pislikten yanına yaklaşılmakta zorlanılan anıtsal yapı, eski Bakan Günay’ın yazlık evine sadece birkaç dakika mesafede bulunuyor. Şimdiki Bakan Ömer Çelik’in konu hakkında bilgisinin olup olmadığı da merak edilenlerin başında geliyor.





Prof.Dr.Nevzat Çevik: “Bölgede yaptığımız proje yarım kaldı
Konuyla ilgili sorularımızı yanıtlayan Akdeniz Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğr. Üy. Prof.Dr. Nevzat Çevik, anıtsal çeşmenin çöplüğe dönüşmesinin oldukça üzücü olduğunu belirterek, 2009 yılında bu alanı da içine alan “arkeopark” projesini de kapsayan bölgedeki bilimsel çalışmaların yarım kaldığını dile getirdi.

 

“Sanayi sitesinin taşınması için yer tespit edilmişti”
2009 yılında, başkanlığını yürüttüğü Myra kazıları kapsamında “Demre Arkeopark” başlığıyla bir proje geliştirdiklerini anlatan Prof.Dr. Nevzat Çevik, bugün çöplüğe dönen anıtsal çeşmenin de proje kapsamında değerlendirildiğinin altını çizerek, şöyle konuştu:

“2009 yılında nympheum çevresinde kazılar yaptık. Bölgeyi ziyaret eden turistlerin, anıtsal çeşmenin üzerine inşa edildiği kayaların arasından çıkan ve şifalı olduğuna inanılan sularda yüzebileceği tarihi bir atmosfer ortaya çıkarmayı hedefliyorduk. Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile Demre Belediyesi de bu projeye destek veriyordu. Proje kapsamında anıtsal çeşmenin bitişiğinde yer alan sanayi sitesinin taşınması için de başka bir alan tespit edilmiş, buradaki halkı mağdur etmeden bu işlemin gerçekleştirilmesi için girişimlerde de bulunulmuştu. Ancak Demre halkıyla işbirliği içinde yürütülen tüm bu çalışmalar, geçtiğimiz yıl kazı başkanlığı görevimden alınmamla yarım kaldı.”





“Bu vicdansızlığın hesabını kim verecek merak ediyorum”
Myra ve Andriake’de yürütülen arkeolojik kazıların önemine işaret eden Çevik, kazı başkanlığı görevinden alınmasıyla ilgili olarak başlattığı hukuki sürecin devam ettiğini ve kazı başkanlığı görevine yeniden geri döneceğine inandığını belirterek, “sadece anıtsal çeşme değil, Myra tiyatrosunda yürüttüğümüz restorasyon çalışmaları da yarım kaldı. Bölgede çalışan arkeoloji ekibi halkla iç içe kültür mirasına da sahip çıkıyordu. İki memurun kişisel hatasına kurban ediliyor her şey. Bu alanın çöplüğe dönüşmesine çok üzülüyorum. Bu bir vicdansızlık, bu bir katliam. Bunun hesabını kim verecek merak ediyorum?” görüşünü dile getirdi.

 

2009 yılında başlatılan Myra ve Andriake kazılarına başkanlık eden Prof.Dr. Nevzat Çevik, geçtiğimiz yıl Temmuz ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kazı başkanlığı görevinden alınmış, kazılar ise Antalya Müzesi Müdürlüğü’ne devredilmişti.

Haber Sol, Haber: Yusuf Yavuz, 12.01.2014

SAVARONA YENİDEN DEVLET GÜVENCESİNDE

 

Atatürk’ün gemisi Savarona, tam 25 yıl sonra yeniden devlet güvencesine giriyor. Kültür Bakanlığı’na devredilen gemide devlet konukları ağırlanacak. İlerleyen zamanda ‘müze’ olarak kullanılacak.

 

Yaklaşık 25 yıl önce Kahraman Sadıkoğlu’na satılan Atatürk’ün gemisi Savarona, tüm antika eşyaları ve anılarıyla birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredildi. Kültür Bakanı Ömer Çelik, gelişmeyi “Atatürk’ün hatırası olan Savarona’nın devlet tarafından koruma altına alınması vatandaşlarımızın genel talebiydi. Başbakanımız’ın talimatıyla bu çağrıya kulak verdik ve Savarona’nın özel sektörden devlete alınması süreci gerçekleşmiş oldu. Atatürk’e ait bir hatıranın vatandaşlarımızın talebi doğrultusunda devlet tarafından kullanılacak olması sevindirici bir gelişmedir” sözleriyle değerlendirdi. 

 

Gemi, Bakanlığa devredilmesinin ardından yabancı devlet konukları ve özel misafirler için verilecek davetlerde kullanılacak. Ayrıca bir süre sonra da “müze gemi” olarak hizmet verecek. Geçen yıl Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla harekete geçtiklerini söyleyen Çelik, Savarona’nın bakanlığa devri için “Süreç devam ediyor. Olgunlaşınca paylaşacağız” açıklamasında bulunmuştu. 

 

Savarona, alanında oldukça önemli bir isim olan ABD’li William Francis Gibbs tarafından 1931 yılında tasarlandı. Lüks transatlantik, 1938’de Türk Hükümeti tarafından satın alınarak Mustafa Kemal Atatürk’e tahsis edildi.

 

Tarihi ve manevi bir öneme sahip Savarona, dünyaca ünlü isimleri de ağırlamakla meşhur.  Prens Rainer, Prens Charles, Brunei Sultanı, İspanya Kralı Juan Carlos, Prenses Diana, Modacı Valentino, Claudia Schiffer, Nicole Kidman, Elizabeth Hurley, Sharon Stone, Hugh Grant, Tom Cruise ve Gerard Depardieu gibi birçok popüler isim ülkelerine Savarona’dan unutulmaz anılarla döndü. 

 

Atatürk başkanlığında kabine toplantılarına ev sahipliği yapan Savarona, büyük önderin dünya liderlerini ağırladığı mekan oldu. Atatürk’ün vefatından sonra yat, Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne devredildi. 1989’da işadamı Kahraman Sadıkoğlu tarafından satın alınan ve yangında büyük zarar gören yatta restorasyon yapıldı. 136 metre boyunda, 3 bin 600 metrekare açık alana sahip gemi, tam donanımlı. Türkiye’den Miami’ye durmadan seyahat edebiliyor.

Milliyet, 12.01.2014

 

******


SAVARONA'DA İŞLEM TAMAM, ARTIK DEVLETİN

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, son 25 yıldır ünlü armatör Kahraman Sadıkoğlu tarafından işletilen Atatürk'ün yatı Savarona'yı devralıyor. Eylül ayında başlayan görüşmeler sonuca ulaşırken, yarın veya salı günü resmi açıklamanın yapılması bekleniyor. Devletin Savarona'yı kaç liraya aldığı da o açıklama ile birlikte duyurulacak. Öte yandan Sadıkoğlu hurriyet.com.tr'ye yaptığı açıklamada, "Yakıştığı yere gitti. Ben Savarona'yı hep bunun için ayakta tuttum" ifadesini kullandı.

 

Hürriyet 10 Eylül tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Savarona'ya talip olduğunu ve Bakan Ömer Çelik'in bizzat Kuruçeşme'de demirli olan yata gelerek Sadıkoğlu ile görüştüğünü duyurmuştu.

 

O tarihten bu yana Sadıkoğlu ile hükümet yetkilileri arasında devam eden görüşmeler anlaşma ile sonuçlandı. Böylece Savarona artık önce yabancı devlet adamlarının ağırlanması için daha sonra da müze olarak kullanılacak. 

 

"FİYATI BAKANLIK AÇIKLAR"

Konuyla ilgili hurriyet.com.tr'nin sorularını yanıtlayan armatör Sadıkoğlu, bakanlık yetkilileri ile ilk temasın Eylül ayında olduğunu ve o günden bu yana görüşmelerin devam ettiğini belirtti. Artık devir işleminde son noktaya gelindiğini kaydeden Sadıkoğlu, "Bakan Çelik Sayın Başbakan'ın talimatı ile bütün işlemleri kendisi takip ediyor. Pazartesi veya Salı günü tüm prosedür tamamlanmış olur ve resmi açıklama yapılır. Ben şu anda devir fiyatını açıklayamıyorum ama Bakanlık en geç Salı günü bu açıklamayı yapacaktır" dedi.

 

Sadıkoğlu, görüşmelerin neden bu kadar uzun sürdüğü ile ilgili olarak da, "Biz yatı 1989'da Milli Emlak'tan kiraladığımızda içerisinde hiçbir şey yoktu. Ancak biz 25 yılda yat için çok büyük yatırımlar ve yenilemeler yaptık. Onların sayımları, değerlemeleri ve Bakan'ın da yurtdışı işleri nedeniyle anlaşma biraz uzadı" dedi.

 

Sadıkoğlu, Savarona'nın devlete geçmesi ile ilgili olarak da, "Yakıştığı yere gitti. Ben Savarona'yı hep bunun için ayakta tuttum" ifadesini kullandı.

 

25 YILDIR SADIKOĞLU'NDA   
Amerikalı William Francis Gibbs tarafından tasarlanan Savarona yatı, 1931 yılında 4 milyon dolara inşa edildi. Savarona, yedi yıl boyunca Atlantik Okyanusu ve Akdeniz sularında gezdikten sonra 1938’de Türk Hükümeti tarafından satın alındı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e tahsis edildi. Ancak Atatürk Savarona’da sadece altı hafta geçirebildi. Bu süre zarfında kabine toplantıları yatta yapılırken yurtdışından önemli konuklar ve devlet başkanları da ağırlandı. 

 

Savarona Atatürk’ün vefatından sonra Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne devredildi. 2’inci Dünya Savaşı sonrasında Türk Deniz Kuvvetleri’nin eğitim gemisi olarak kullanmasına kadar bir daha yelken açmadı. 1989 yılında Savarona’yı hurdaya çıkarma kararı alındı, ancak Kahraman Sadıkoğlu son dakika kararıyla yatı 49 yıllığına kiraladı. Sadıkoğlu, üç yıllık bir çalışma sonucu yatı yenileyerek tekrar hizmete soktu.

 

Toplam uzunluğu 136 metre yat Sadıkoğlu tarafından kiralandıktan sonra iç dekorasyonunda 260 ton cilalı mermer kullanıldı. Atatürk’ün anısına, özel suiti özel eşyalarının bulunduğu bir müze olarak restore edildi. Şimdiye kadar Savarona’nın VIP misafirleri arasında Prens Rainer, Prens Charles, Brunei Sultanı, İspanya Kralı Juan Carlos, Prenses Diana, Modacı Valentino, Claudia Schiffer, Nicole Kidman, Elizabeth Hurley, Sharon Stone, Hugh Grant, Tom Cruise ve Gerard Depardieu bulunuyor.

Hürriyet, Haber: Eren Güler, 13.01.2014

İLK ALTIN PARAYA
4 MİLYON 582 BİN $

 

ABD'nin Florida eyaletinde Heritage isimli açık artırma şirketinin düzenlediği müzayedede Amerikan paralarının en nadir bulunan iki parçası toplam 7.87 milyon dolara satıldı.

Geceyi 55 milyon dolar hasılatla kapatan müzayedede ABD'nin ilk altın madeni parası olan 1787 tarihli el yapımı Brasher Doubloon 4 milyon 582 bin 500 dolarla rekor fiyata alıcı buldu.

Amerikan polisiye dizisi "Hawaii 5-0"da konu edilen 1913 tarihli nikel para da 3 milyon 290 bin dolara satıldı.

Sabah, 12.01.2014

ANTİK KENTTE 5 YILDIZLI ÇILGIN PROJE!

 

 

Haftada 3-4 gün Başbakan Erdoğan’ı rüyasında gördüğünü söylemesiyle adından söz ettiren Rixos Otellerinin sahibi Fetttah Tamince, Antalya’daki Phaselis Antik kentinde yeni bir otelin inşasına daha başlıyor. Beydağları Olimpos Milli Parkı sınırlarında inşa edilmesi planlanan “Dream Of Phaselis” adı verilen 5 yıldızlı otel arazisinin bir bölümü ise 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı içerisinde bulunuyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca “ÇED Gerekli Değildir” kararı verilen projeye tepki var.

 

Antik kentte 280 oda, 6 tenis kortu, 3 yüzme havuzu
Başbakan Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen ve genç yaşta edindiği muazzam servetle adından sıkça söz ettiren Rixos Oteller zincirinin sahibi işadamı Fettah Tamince, Antalya’nın dünyaca ünlü antik kenti Phaselis’te yeni bir otel yapmak için kolları sıvadı. Tamince’nin sahibi olduğu Antalya merkezli ‘Ares Fasilis İnşaat Turizm Ticaret A.Ş’ tarafından yapılması planlanan 5 yıldızlı lüks otelin 280 oda kapasiteli olacağı belirtiliyor. 3 ayrı açık yüzme havuzu, 6 adet tenis kortu ile otopark ve 10 adet dükkan inşa edilmesi planlan otel kompleksinde çok sayıda eğlence ünitesi de yer alacak.

 

Tamince'nin "Phaselis rüyası" 2005'te başladı
Ancak otelin inşa edileceği 180 dönümlük parselin milli park sınırında bulunması, bir kısmının da 1. derece arkeolojik sit alanını kapsıyor oluşu tepkilere neden oldu. Söz konusu parselin içerisindeki 160 dönümlük alanda, “Phaselis Of Dream” adıyla yapımı planlanan otelin arazisi, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Turizm Teşvik Kanunu kapsamında 2005 yılında ilgili firmaya tahsis edildi. Ardından da bölgedeki imar planlarında yapılan değişikliklerin 2011 yılında bakanlıkça onaylanmasıyla inşa sürecinin önü açılmış oldu.

 

Koruma kurulu onayladı, Bakanlık "ÇED gerekli değildir" dedi
Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü’nün de yapımına onay verdiği otel projesiyle ilgili ÇED başvuru dosyasına Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü de 26 Aralık 2013 tarihinde “ÇED Gerekli Değildir” kararı verdi.

 

Toplumcu Mühendis ve Mimarlar Girişimi "kent suçu" ilan etti
Dünyaca ünlü antik kentin burnunun dibinde yapılmak istenen dev otel projesine yönelik bölgeden tepkiler yükselmeye başlarken, Toplumcu Mühendis ve Mimarlar Meclisi (TMMM) de girişimi “Kent Suçları” listesine aldı. Projeye ÇED Gerekli Değildir kararı verilmesinin manidar olduğu belirtilen TMMM değerlendirmesinde, rant uğruna yapılan doğa ve tarih talanının devam ettiğinin altı çizilerek, “Fettah Tamince son olarak tarihi Tersane-i Amire’de otel, yat limanı, AVM, cami kompleksini barındıran Haliçporti halesini almasıyla gündeme gelmişti. Antalya’nın en bakir kıyılarından olan Sazak Koyu’nun da Tamince’ye peşkeş çekildiği iddia edilmişti. Tamince'nin kent suçları listesi oldukça kabarmıştır. Şimdi de Phaselis Antik Kentinin sınırına 5 yıldızlı tatil köyü yapmak ve oteller zincirine antik kent manzaralı bir yenisini daha eklemek istiyor” görüşüne yer verildi.

 

"Tayyip Bey'i haftada 3-4 gün rüyamda görüyorum"
Hızlı yükseliş öyküsüyle tanınan Tamince’nin adı ilk kez AKP’nin Belek’teki Rixos Otel’de yaptığı toplantılarla gündeme geldi. Başbakan Erdoğan’ın tatilini geçirdiği otellerden biri olan Rixos, hızla büyüyerek yurt içi ve dışında otel zincirine yenilerini ekledi. Fethullah Gülen’in idolü olduğunu ve Amerika’ya gidip ziyaret ettiğini söyleyen Tamince, Başbakan Erdoğan için de "Yaptıklarımı takip ediyor, bana destek oluyor, Türkiye aşığı bir adam Tayyip Bey. Tanıdığım ilk günden beri haftanın 3-4 günü onu rüyamda görüyorum" ifadelerini kullanmıştı.

Haber Sol, 11.01.2014



******


ANTİK KENT SINIRLARINDA OTELE TEPKİ

 

 

Antalya’daki Phaselis Antik Kenti sınırlarına 5 yıldızlı bir otel yapımı için izin çıktığı iddia edildi.


Kültür ve Turizm Bakanlığı Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından alınan karara göre, Phaselis Antik kenti sınırları içersinde 5 yıldızlı lüks otel inşa edilebilecek.

Sol haber portalının haberine göre 180 dönümlük araziye inşa edilecek, Ares Fasilis İnşaat Turizm Ticaret A.Ş'nin lüks otel projesi olan ‘Dream Of Phaselis’de 280 oda bulunacak. Otelde 3 yüzme havuzu, 10 adet dükkan, 6 tenis kortu ve çok sayıda eğlence ünitesi olacak.

CHP MİLLETVEKİLİ SAPAN’DAN TEPKİ
Olayla ilgili CHP Antalya Milletvekili Yıldıray Sapan da bir açıklama yapıp; Tekirova’daki Phaselis Antik Kenti sınırlarına yapılacağı öne sürülen 5 yıldızlı otelin, Beydağları Olimpos Milli Parkı sınırları içinde olduğunu ve 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı’na girdiği yönünde iddialar olduğunu söyledi.

İddiaya göre otelin yapılacağı alanı Kültür ve Turizm Bakanlığı 2005 yılında Turizm Teşvik Kanunu kapsamında ilgili firmaya tahsis etti. Bölgedeki imar planlarında yapılan değişiklikler 2011 yılında bakanlıkça onaylandı ve inşa sürecinin önündeki engeller kalkmış oldu.

İMZA KAMPANYASI BAŞLATILDI
Bazı sivil toplum kuruluşları ve çevreciler verilen izne tepki gösterirken, change.org'da, 'Çevre ve Şehircilik Bakanlığı,Kültür ve Turizm Bakanlığı: Antalya Phaselis Antik Kentini Koru!' başlıklı bir imza kampanyası açıldı.

Vatan, 14.01.2014

TARİHİ TİBET KENTİ KÜL OLDU

 

 

Çin ’in güneybatısındaki Yunnan bölgesindeki tarihi bir Tibet kenti olan Dukezong alevlere teslim oldu. Parke taşlı sokaklarıyla ünlü 1300 yıllık kentte çıkan yangın büyük maddi zarara yol açarken, mucize eseri can kaybı yaşanmadı. Çoğu ahşap 100’den fazla evin kül olduğu yangında ölen ya da yaralanan olmadı.





100 milyon yuan (16 milyon dolar) zarara yol açtığı tahmin edilen yangın nedeniyle kent sakinleri de tahliye edildi. Yangının çıkış sebebi henüz belirlenemese de bir otelde başladığının tahmin edildiği belirtildi. Bir görgü tanığı, “Gürültüye uyandım. Alevler çok büyüktü. Kuvvetli rüzgar yangının yayılmasını sağladı. Sokaklar dar olduğu için itfaiye araçlarının bölgeye girişinde de zorluk yaşandı” dedi.





Sadece Çin’in değil dünya kültür mirasında da önemli bir yer tutan Dukezong, ülkenin turizm gelirlerine de büyük katkıda bulunuyordu.

Radikal, 11.01.2014

PARAYI LİDYALILAR DEĞİL SÜMERLER İCAT ETMİŞ

 

Liman Tepe Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Hayat Erkanal, para biriminin 5 bin yıl önce Sümerler tarafından icat edildiğini, Lidyalıların ise daha sonraki dönemde para üzerine baskı yaparak sikke ürettiğini bildirdi.

Çukurova Üniversitesinden (ÇÜ) yapılan yazılı açıklamaya göre, Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nün 15. kuruluş yıl dönümü kutlamaları kapsamında Adana'ya gelen Prof.Dr. Hayat Erkanal, Mithat Özsan Amfisi'nde "Mezopotamya uygarlığının doğuşu" konulu konferans verdi.

Erkanal, konferansta Mezopotamya havzasında oluşan ilk yerleşimlerin kent kültürüne geçiş serüvenini anlattı.

Beş bin yıl önce bölgede yaşanan ekonomik gelişmeye dikkati çeken ve paranın ortaya çıkışına ilişkin açıklamalarda bulunan Erkanal, şunları kaydetti:
"5 bin sene önceki ekonomik gelişme, ürün fazlası ürünlerin ticareti sonucu büyük boyutlu 'kış sarayı' gibi yapıları ortaya çıkardı ve ilk kez para kullanımını doğurdu. İlk kullanılan para maddeleri altın, gümüş ve diğer madenlerden yapılmış olan halkalardı. Bunlar gelişerek aynı madenlerden külçelere dönüştü. Sonuçta, bu ilk kullanılan para birimi Sümerler'in 5 bin yıl önceki icadıydı. Lidyalılar döneminde ise paranın üzerine baskı yapılarak sikkeler üretildi."

Erkanal, Mezopotamya'nın ilk önemli yerleşim yerlerindeki ekonomik yaşantıyla ilgili olarak da "Kentlerin üretim fazlası ürünleri tapınaklarda depolanırken, artık insan hafızası zorlandığı için yeni bir sistem ortaya çıktı. Böylece şekil yazısıyla ürünler kayıt altına alınmaya başlandı. Bir süre sonra sayıları 2 bini aşan bu şekiller de karışıklığa yol açtığı için killerin üzerine üçgen veya dörtgen kamışlarla işaretler yazılmaya başlandı ve yazının doğuş serüveni başladı" ifadelerini kullandı.

LİMAN TEPE KAZILARI
İzmir körfezinin güney sahilinde bulunan Liman Tepe, günümüzde Urla’nın İskele mahallesinde yer alıyor. Liman Tepe’de Klasik Çağ öncesi kültürlerin varlığı ilk olarak Ekrem Akurgal tarafından ortaya konuldu. Bu tespitin ardından 1979 yılında kazılara başlandı. 1980–1981 yıllarında ise çalışmalar Prof. Hayat Erkanal tarafından sürdürüldü. 1982-1992 arası kazılara bürokratik ve mali nedenlerle ara verildi. 1992'den itibaren ise Liman Tepe kazılarında ikinci safha başladı. Liman Tepe kazılarına halen Prof.Dr. Hayat Erkanal başkanlığında Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi (ANKÜSAM) adına devam ediliyor.

Star, 11.01.2014

2 YOLCUNUN ÇANTASINDA 27 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

 

Bursa’da jandarma ekipleri, Antalya’dan gelen yolcu otobüsünde yaptıkları aramada, Roma, Bizans ve Lidya dönemlerine ait 407 parça tarihi eser ele geçirdi.Olayla ilgili 2 kişi gözaltına alındı.

 

Yapılan bir ihbarı değerlendiren İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Antalya’dan Bursa’ya gelen yolcu otobüsünü takibe aldı. Bursa Şehirlerarası Terminali’ne giren otobüsteki yolcular ineceği sırada jandarma ekipleri, bavul ve çantalarda arama yaptı. Aramalar sonunda, yolculardan M.T. ve H.S.’nin çantalarında Roma, Bizans ve Lidya dönemlerine ait 351 sikke, 9 cam ve bronz bilezik, 4 Kandil, 23 takı ve süs eşyası, 4 bronz haç, 9 bronz ve bakır yüzük, 2 demir anahtar, bronzdan yapılan kadın heykeli, kadın heykeline ait kol, işkence iğnesi, demir ok ucu ve 1 işlemeli ağırlık olmak üzere çeşitli dönemlere ait toplam 407 parça tarihi eski eser ele geçirildi. Ele geçirilen tarihi eserler Müze Müdürlüğü’ne teslim edilirken, gözaltına alınan M.T. ve H.S.’nin sorgulamaları devam ediyor.

haberler.com, 09.01.2014

NEVALİ ÇORİ TAPINAĞI YENİ MÜZEDE SERGİLENECEK

 

 

Su altında kalmasın diye sökülen Nevali ÇoriTapınağı Şanlıurfa’da yapımı devam eden müzede sergilenecek.

 

Türkiye’nin en büyük müzesinin yapımı Şanlıurfa’da devam ediyor. 38 bin metrekaresi kapalı olmak üzere 60 bin metrekare üzerinde inşa edilen ve 70 milyon liraya mal olması beklenen müze, Haziran ayında açılması bekleniyor. Müze, tarihin tüm çağlarına ev sahipliği yapacak.

 

Şanlıurfa Kültür ve Turizm Il Müdür vekili Aydın Aslan ve Şanlıurfa Müze Müdürü Müslüm Ercan, Haleplibahçe mahallesinde yapımı devam eden müze ile ilgili son gelişmeleri paylaştı. Müzeyi basın mensupları ile birlikte gezen müdürler, müzede sergilenecek eserler hakkında bilgi aktardı.

 

Hummalı çalışmanın yapıldığı müzede en dikkat çeken eserlerden biri de Nevali Çori. Şanlıurfa’nın Hilvan İlçesine bağlı Kantara Köyünde yer alan ilk yerleşim yerlerinden biri olan Nevali Çori, 1980′li yılların sonunda ve 90’ların başındaki kurtarma kazıları sayesinde ortaya çıkarıldı ve sular altında kalmadan önce bulunan eserler, Urfa müzesine taşındı. Yaklaşık 20 yıldır müze deposunda bekletilen Nevali Çori eserleri olduğu gibi müzede yeniden monte ediliyor. Monte işlemi kazıyı yapan aynı arkeolog tarafından gerçekleşiyor.

 

Şanlıurfa Kültür ve Turizm Il Müdür Vekili Aydın Aslan, Nevali Çori tapınağı 20 yıl önce söküldü, baraj suyu altından kalmaktan kurtarıldı. 20 yıl sonra da söken hocamız tarafından müzemize kuruluşu yapılıyor.” diye konuştu.

 

MÜZE, TÜM ÇAĞLARIN KALINTILARINA EV SAHIPLIĞI YAPACAK

38 bin metrekaresi kapalı olmak üzere 60 bin metrekare üzerinde inşa edilen ve 70 milyon liraya mal olması beklenen müze, tüm çağlardaki kalıntılara ev sahipliği yapacak. Müze, ilk çağlardan itibaren başlayan ve yakın zamana kadarki tarihi süreci canlandırma eserler ile ziyaretçisini bir tarih yolculuğuna çıkaracak. Dünya standartlarına göre yapılan müzede tunç devri, Roma, Babil, Helenistik ve diğer dönemlere ait eserler yer alacak. Hiç merdiven kullanılmayan müzede üst katlara çıkmak için rampa yolları kullanılacak. Ayrıca mevcut yer olmadığı için yıllardır depolarda çürümeye terk edilen eserler, müzeyi süsleyecek. Mevcut müzede bin 500 eser sergilenirken yapımı devam eden müzede 10 bin eserin sergilenmesi planlanıyor.

 

Şanlıurfa Kültür ve Turizm Il Müdür Vekili Aydın Aslan, 200 dönüm üzerinde arkeolojik ve mozaik iki müzenin kurulduğunu hatırlatarak müzenin Haziran ayında açılmasını beklediklerini söyledi. Mevcut müzede bin 500 eserin sergilendiğini dile getiren Aslan, bu müzenin faaliyete girmesi ile yaklaşık 10 bin eserin sergileneceğini kaydetti. Aslan, Türkiye’nin en büyük müzesi olarak nitelendirdiği müzenin 70 milyon liraya mal olduğunu belirtti.

 

Müze Müdürü Müslüm Ercan ise gezi sırasında müzeye yerleştirilecek eserlerle ilgili bilgi verdi. Müzenin hangi bölümünde hangi çağa ait eserlerin sergileneceğini detaylı bir şekilde anlatan Ercan, müzenin Şanlıurfa’yı turizmci akınına uğratacağını söyledi. Birçok mozaikin de yeni müzede sergilenme imkanı bulacağını sözlerine ekleyen Ercan, Iilimizin 10 ayrı noktasından yaklaşık 30 yıldır bizden önceki müze müdürlerinin tespit ettiği mozaikleri o noktadan kaldırdık. Şu anda müzede restore ediliyor. Yeni müzede bunları sergileme imkanı bulacağız. Bu da yeni müzemiz için ayrı bir kazanç olacak.” şeklinde konuştu.

haberler.com, 09.01.2014



5 - 11 Ocak 2014



Türkiye çağdaş biliminin öncülerinden, İstanbul Üniversitesi'nin değerli öğretim üyelerinden; gazeteci, şair, mimar merhum Nail V. Çakırhan'ın eşi, arkeolog Prof.Dr. Halet Çambel hocamızı, 12 Ocak 2014 sabaha karşı 04:00 sularında yitirdik.

Cenazesi, 14 Ocak 2014 Salı günü, saat 10:00’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde yapılacak törenden sonra, 15 Ocak 2014 Çarşamba günü, Muğla’nın Akyaka beldesinde, eşinin yanına defnedilecektir.

Yakınlarına, öğrencilerine, bilim ve arkeoloji camiasına başsağlığı diliyoruz.



******


TAY Arşivinden...




Halet Çambel'in Roma'dan İstanbul'a geldiği bisiklet.


İstanbul Belediyesi tarafından verilmiş, 1940 tarihli "Bisiklet Kullananlara Mahsus Ehliyet Cüzdanı"

Sicil: 8127
Adı: Halet
Soyadı: Çakırhan
Baba adı: HasanCemil
Doğum tarihi: 1332
Oturduğu yer: Tozkoparan, Deniz Apartmanı, No:19
Tarih: 4/8/941

1 - Zabıta Memurlarının her yoklamasında işbu ehliyet varakasını göstermek mecburidir.
2 - İşbu cüzdan bedeli (25) kuruştur.



DAHA ÇOK ONLAR YAŞAMALIYDI…





Onları hep birer birer
Tanıyorum,
Onlarla yan yana,
Boyanamadığım diye kana
Kendi kendimden utanıyorum.
Daha çok onlar yaşamalıydı,
Daha çok onlar haketmişlerdi bunu.
Daha çok onlar bilirlerdi
Yaşamanın ne olduğunu.
Ben onlardan öğrendim
Sevmeyi sevilmeği,
Bana onlar öğrettiler
Dostu dost düşmanı düşman bilmeyi
Kafamı onlar yoğurdular.
Orada yepyeni
Taptaze
Gıcır gıcır bir âlemi
İlk önce onlar kurdular.
O topraklarda ayrı gayrı bilinmez.
O topraklarda hep el ele tutulmuştur,
O topraklarda dert unutulmuştur;
Burcu burcu ekmek kokan baharda,
Ağız dolusu gülünür o topraklarda.
Daha çok onlar yaşamalıydı,
Daha çok onlar haketmişlerdi bunu;
Daha çok onlar bilirlerdi
Yaşamanın ne olduğunu.
Kavgam onların adıyla anılır.
Onlar öyle aç,
Öyle çıplak
sanılır
Ama;
İlk önce onlar
altettiler yokluğu,
Onlar tattılar,
İlk önce asil tokluğu.
Daha çok onlar yaşamalıydı.
Daha çok onlar haketmişlerdi bunu;
Daha çok onlar bilirlerdi
Yaşamanın ne olduğunu.

Nail V., Yeni Edebiyat, 15.11.1941, sayı 26.

Adalar Postası'ndan alınmıştır, 12.01.2014






******


ARKEOLOG HALET ÇAMBEL'İ YİTİRDİK

Halet Çambel, Almanya'da askeri ataşelik görevi yapan ve Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Hasan Cemil Bey (Hasan Cemil Çambel) ile dönemin Berlin Büyükelçisi 'nin kızı Remziye Hanım'ın üçüncü çoçuğu olarak 27 Ağustos 1916'da dünyaya geldi.

Ortaokul ve liseyi Arnavutköy Kız Koleji'nde, şimdiki adıyla Robert Kolej'de okudu. Sanat tarihi öğretmeninin etkili anlatımı ve İstanbul'un tarihi mekanlarına düzenlediği geziler lise yıllarında onu derinden etkiledi. Bu arada eskrim sporunda ustalaştı ve ardından Paris Sorbonne Üniversitesi'nde arkeoloji okudu.

OLİMPİYATTAKİ İLK KADIN SPORCU

Eskrim dalında 1936 Yaz Olimpiyatlarında Türkiye'yi temsil etti ve Suat Fetgeri Aşeni ile birlikte olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın sporcu oldu. 1940'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde asistan olan Çambel, doktorasını da aynı üniversitede yaptı. Ardından iki yıl Almanya'da Saarbrücken Üniversitesi'nde konuk öğretim üyesi olarak çalıştı. Türkiye'ye döndükten sonra o dönemde Tan Gazetesinde çalışan bir gazeteci-yazar olan Nail Çakırhan (mimar kimliğini sonradan edinmiştir) ile evlendi.

1950'lerin başında o dönemde Adana (il)'inin bir ilçesi olan, günümüzde Osmaniye (il)'ine bağlı Kadirli yakınlarındaki Karatepe Hitit siti ile karşılaşması kariyerini belirleyici gelişme oldu. Hitit döneminin en bilgili uzmanlarından biri olan Çambel’in 1940’lı yıllarda Alman arkeolog H. Th. Bossert ile birlikte yaptıkları Adana Karatepe kazıları arkeoloji dünyası için de dönüm noktalarından biridir. Çambel, Hitit dilinin anlaşılması çalışmalarına da büyük katkı sağladı.

2005 yılında Hollanda devletinin kültür ve kalkınmaya hizmet edenlere verdiği Prens Claus ödülünün sahibi oldu.

HİTLER'İN ELİNİ SIKMAYI REDDETTİ

Halet Çambel,eskrim takımındaki diğer arkadaşı Suat Fetgeri Aşeni Tarı ile Hitler’e nasıl meydan okuduklarını şöyle anlatmıştı:

“Bize verdikleri Alman mihmandar sporcu kız, Bizi Hitler’e takdim etmeyi önerdi. Biz de Hitler rejimi olunca gelmezdik. Ancak hükümetimiz bizi gönderdiği için mecburen geldik, dedik. Bu yüzden mihmandarımızın önerisini kabul etmedik.”
Cumhuriyet, 12.01.2104


******





******


HALET ÇAMBEL'İ KAYBETTİK




Halet Çambel ve Rasih Nuri İleri


Türkiye arkeolojisinin önemli isimlerinden Prof. Dr. Halet Çambel hayatını kaybetti. 97 yaşında hayatını kaybeden arkeolog için 14 Ocak’ta İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesinde bir tören düzenlenecek. Çambel ardından Muğla'nın Akkaya ilçesine götürülecek ve 15 Ocak'ta ikindi vakti kılınacak cenaze namazının ardından toprağa verilecek.

Arkeoloji dünyasının en önemli isimlerinden İÜ emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Halet Çambel, 27 Ağustos 1916'da Berlin'de dünyaya geldi. Almanya'da askeri ataşelik görevi yapan ve Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Hasan Cemil Bey (Hasan Cemil Çambel) ile dönemin Berlin Büyükelçisi 'nin kızı Remziye Hanım'ın üçüncü çoçuğuydu. I. Dünya Savaşı sonrasında anne babası ile bir süre İsviçre ve Avusturya'da yaşadıktan sonra 8 yaşında dilini çat pat konuştuğu Türkiye'ye geldi. Sanat tarihi öğretmeninin etkili anlatımı ve İstanbul'un tarihi mekanlarına düzenlediği geziler lise yıllarında onu derinden etkiledi. 1940'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde asistan olan Çambel, doktorasını da aynı üniversitede yaptı. Ardından iki yıl Almanya'da Saarbrücken Üniversitesi'nde konuk öğretim üyesi olarak çalıştı. 1950'lerin başında Adana’da bulunan Kadirli yakınlarındaki Karatepe Hitit siti ile karşılaşması kariyerini belirleyici gelişme oldu.

2005 yılında Hollanda devletinin kültür ve kalkınmaya hizmet edenlere verdiği Prens Claus ödülünün sahibi oldu. 50 yıldan fazla bir zamanını prehistorya ve arkeolojiye adamıştır. Çambel'in cenazesi 14 Ocak Salı günü İÜ Edebiyat Fakültesinde düzenlenecek törenin ardından 15 Ocak'ta Muğla'nın Akkaya ilçesinde defnedilecek.

Evrensel. net, Kültür Servisi, 12.01.2014



Halet Çambel Kimdir?





Arkeoloji dünyasının en önemli isimlerinden İÜ emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Halet Çambel, Suat Aşeni Fetgeri ile birlikte 1936 Berlin Olimpiyatları’nda Türkiye’yi temsil ederek, Olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın sporcular olmuştu.

Arkeolojik eserler, onun elinde, sadece müzelerde sergilenen objeler olmaktan çıktı. Gün ışığına çıkarıldıkları yerde restore edilen, korunan, sergilenen ve tüm bunlar yapılırken çevresindeki toplumu bulunduğu noktadan daha yükseğe taşıyan bir araç hâline geldi.





Prof. Dr. Halet Çambel, tüm ömrünü bilim ve topluma hizmet düşüncesiyle geçirmiş, her dakikasını çalışmaya ve üretmeye adamış, arkeolojiye gönül vermiş, sayısız genç yetiştirerek hocaların hocası olmuş bir isim. Prof. Dr. Çambel’in Türkiye’nin birçok bölgesinde yürüttüğü kazı çalışmalarından birisi de Karatepe-Aslantaş. Bilim dünyası Karatepe-Aslantaş’ı Hitit hiyerogliflerinin çözüldüğü yer olarak tanıyor. Karatepe’ye ilk kez İstanbul Üniversitesi’nde asistan olarak görev yaptığı günlerde gelen Prof. Dr. Halet Çambel, neredeyse bütün ömrünü bölgeye adamış. Prof. Dr. Çambel, Karatepe-Aslantaş’ın kaderini değiştiren arkeolojik kazılarda bilim insanı olarak verdiği üstün çabalar yanı sıra toplumun eğitim seviyesinin yükseltilmesi ve gençlerin meslek sahibi olabilmesi için yürüttüğü çalışmalarla da yöre halkının gönlünü kazanmış durumda. Restorasyon çalışmalarını sürdürerek Karatepe’yi önce Milli Park, sonra da Türkiye’nin ilk Açık Hava Müzesi hâline getiren Prof. Dr. Çambel’in şimdiki amacı ise kazı evini de müze yapmak.

Osmaniye’nin Kadirli İlçesi’ne bağlı Karatepe-Aslantaş’ta yer alan kazı evinde görüştüğümüz Prof. Dr. Çambel, bilimsel çalışmaları ve şimdiye kadar yürüttüğü eğitim faaliyetlerinin yanı sıra eskrim dalında katıldığı 1936 Berlin Olimpiyatları ile ilgili sorularımıza da yanıt verdi.


Arkeolog olmayı neden istemiştiniz?

Arnavutköy Kız Koleji’nde okurken önce fiziğe merak sardım fakat yeni gelen fizik hocası zayıftı. Sonra bir sanat tarihi hocası geldi. O her hafta öğrencileri İstanbul’daki tarihi yerlere götürüp gezdirirdi. O hocanın etkisiyle bu alana merak duydum. Sonuçta 1935 yılında Fransa’daki Sorbonne Üniversitesi’ne Arkeoloji okumak için gittim.


Türkiye’nin olimpiyatlara katılan ilk iki kadın sporcusundan biri olarak 1936 Berlin Olimpiyatları’na da katılmıştınız. Bize o günleri anlatır mısınız?

Arnavutköy Kız Koleji’nde öğrencilerin katılabileceği folklor, tiyatro gibi etkinlikler vardı. Bunlardan bir tanesi de eskrimdi. Ben de eskrim eğitimlerine katılmıştım. Hocamız beni Beşiktaş Eskrim Kulübü’ne aldı, orada yetiştirdi. Fransa’ya gittikten sonra, bir tatilde İstanbul’a gelme hazırlıkları yapıyordum. Dediler ki “Gelme, Budapeşte’ye git, olimpiyatlara gidiyoruz.” Budapeşte’ye git-tim. Burada bir hazırlık döneminin sonunda Berlin’e gidip olimpiyatlarda müsabakalara çıktık. Türkiye’den gelen iki kadın sporcu vardı. Birisi ben, diğeri Güreş Federasyonu Başkanı Ahmet Fetgeri’nin kızı Suat Aşeni Fetgeri idi. Sonradan duyduk ki Olimpiyatlara kızların da katılmasını Atatürk istemiş.


Siz hiç Atatürk’ü gördünüz mü?

Evet. Ortaokul, lise yıllarıydı… Biz Arnavutköy’de oturuyorduk. Burası Rum balıkçı köyüdür. Orada akıntı burnu vardır. Atatürk’ün bir motoru vardı. Bazen gelir akıntı burnunu geçerdi. Biz onun geldiği-ni duyunca, “Ya ya ya, şa şa şa, Gazi Paşa çok yaşa..” diye tezahüratta bulunurduk. Lise yıllarında, bir defasında babamla birlikte Atatürk ile aynı sofrada bulunmuştum. Bambaşka güzellikte bir insandı. Son derece yakışıklı, keskin gözlü… Hareketleri bir kaplan gibi yumuşaktı. Atatürk’ün Türkiye’de arkeolojinin gelişmesine de çok büyük katkıları oldu. Ahlatlıbel kazılarına gitti. Tarihe çok meraklıydı.





Tüm dünyada arkeolojik eserlerin yerlerinden sökülüp müzelere götürülmesi ve yapay bir ortamda sergilenmesi düşüncesi hâkimken, Karatepe’de Türkiye’nin ilk açık hava müzesini kurmak nereden aklınıza geldi?

Tabii bu zaman içerisinde oluşan bir olay. Buraya geldiğimiz vakit burası orman içi bir dağ başıydı. Yolu yoktu, bir patika vardı. İlk gelişimizde gördüğümüz: devrilip yere yatmış üzeri yazılı bir heykel, arkaya devrilmiş bir boğa kaidesi ve etrafta üzerinde yazıların bulunduğu kırık parçalardı. Hitit hiyerogliflerinin ve Fenike yazısının bir arada bulunması bir ilkti. Eğer yazılar aynı döneme aitse bu çift dilli bir metin olabilirdi ve eğer bu doğruysa Fenike yazısı bilindiği için Hitit hiyerogliflerinin de nihai çözümü mümkün olabilirdi. Prof. Dr. Bossert ve Doç. Dr. U. Bahadır Alkım başkanlığında kazılara başladık. Sonra eserler çıktı ortaya. Sonuçta Prof. Dr. Bossert ile mesai arkadaşı Franz Xavier Steinherr’in, yazıtların gerçekten çift dilli bir metin olduklarını kanıtlaması tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. Bu durumu, Şampolyon’un Rosetta taşını okuyarak Mısır hiyerogliflerinin anlamını çözmesine benzetenler oldu ki gerçekten de Anadolu çapında benzer bir olaydır. 1951 yılında Prof. Dr. Bossert dedi ki “Çalışmalarımızı tamamladık, buradan gidiyoruz.” Ancak burayı biz açmışız, sorumluluğumuz var, koruma altına almamız lazım… Dedim ki “Ben yokum!” Böylece kırılıp sayısız parçaya ayrılmış olan eserlerin birleştirilmesine başladık. Tüm parçaların fotoğrafını çektik. Ancak o dönemde müzelerde restorasyon kavramı yoktu. İtalya’ya gittiğimde İtalyan Restorasyon Enstitüsü Müdürü ile iletişime geçtim. O önce parçaları buraya gönderin dedi fakat sonra ikna oldu ve bir restoratör gönderdi. Ancak binlerce parça var ve ne aradığınızı tam olarak bilmiyorsunuz. Tüm parçaları hafızaya almak gerekiyor. Hatta bazen uykudan uyanarak parçaları birleştirdiğim olurdu. Sonuçta uzun yıllar boyunca kırık parçaları birleştire birleştire, bu açık hava müzesini meydana getirdik.


Burayı açık hava müzesi hâline getirirken bir yandan da çocuklar için yaz okulları organize ettiniz. Delikanlılar için marangozluk ve demircilik, kadınlar için kilim dokumacılığı gibi mesleki eğitim programları düzenleyerek yöre insanına destek oldunuz. Bölgede okulların yapılabilmesi için bütün gücünüzle çalıştınız. Bu çalışmalarınızdan da bahseder misiniz?

Tarihi eserlere sahip çıkılması eğitimle mümkün. Komşulara “Çocuklar sizden, defter kalem bizden. Çocukları gönderin, saat beşten sonra okutalım.” dedik. Çocuklar sabah beşte geldiler. Irmağa gitmemeleri için aşçımızı başlarına koyduk. Mutfağın yanına sıralar kurduk, işten sonra derse giriliyordu. Burada ayrıca geleneksel olarak kilim dokumacılığı yapılıyordu ancak doğal değil kimyasal boya kullanılıyordu. Bunlar da akıyordu. Biz dedik ki doğal boya kullanırsanız daha iyi olur. İlk dokunan kilimi biraz yüksek fiyatla biz satın aldık. Bu sefer herkes heveslendi ve doğal boyaları kullanmaya başladı. Hatta bir genç kız, bu dalda Türkiye birinciliği kazandı. Daha sonra Mehmet Can diye bir kaymakam geldi ve hep birlikte bir okul seferberliğine başladık. Buraya ilk geldiğimiz yıllarda köyde doktor yoktu. Burada bir ilk yardım istasyonu kurduk. Bir arkadaş Eczacılar Birliği’nin Genel Sekreteriydi. Evvela ilaç gönderdi. Burada her türlü yarabereye, yanığa, basit hastalıklara elimizden geldiğince yardımcı olduk. Her gün 5- 6 hasta gelirdi.


Bu günlerde ne üzerinde çalışıyorsunuz?

Şu an kazıları sonlandırdık. Bu kazı evi Turgut Cansever’in projesi. Şimdi burayı Kültür Bakanlığı ile birlikte bir kazı evi müzesi şekline getirmek için çalışıyoruz. Bir yandan da yayın çalışmalarını sürdürüyorum.





OLİMPİYATLARA KATILAN İLK TÜRK KADINI

Halet Çambel, Babası Hasan Cemil Bey Berlin Büyükelçiliği’nde Askeri Ataşe iken Irak cephesinde fırka kumandanlığı yaptığı 1916 yılında Berlin’de doğdu. 1935-39 arasında Fransa’daki Sorbonne Üniversitesi’de Arkeoloji Bölümü’nde eğitim aldı. Halet Çambel, Suat Aşeni Fetgeri ile birlikte 1936 Berlin Olimpiyatları’nda eskrim dalında Türkiye’yi temsil etti. İstanbul Üniversitesi’nde 1940 yılında asistan, 1944 yılında doktor, 1960 yılında profesör oldu. Prehistorya Kürsüsü’nün kurucusu olan Prof. Dr. Çambel, 1984 yılında emekliye ayrıldı. Prof.Dr.Çambel, halen Karatepe-Aslantaş Kazılarının Başkanı olarak görevine devam etmektedir.


KARATEPE’NIN KEŞFEDILDIĞI GÜN

1945 sonbaharında, başında Prof. Dr. Helmuth Theodor Bossert’in bulunduğu İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Önasya Kültürleri Araştırma Enstitüsü’nden bir ekip, Hititler üzerine araştırma yaparken Kadirli yakınlarında bulunan dağlık-ormanlık bir alanda Hitit’lerden kalmış olabilecek bir arslan heykelinin bulunduğu haberini alır. Ancak yol koşulları ve mevsim şartları elverişli olmadığı için 1946 yılının Şubat ayında yola çıkılabilir. Yolculuğun, Kadirli İlçesi’nden Karatepe’ye kadar olan bölümü at sırtında gerçekleştirilir. Prof. Dr. Bossert ve Asistanı Dr. Halet Çambel, Adana Müzesi Müdürü Naci Kum ile birlikte Karatepe’ye çıktıklarında dağınık halde yazı, kabartma, heykel ve kale duvarı kalıntıları ile karşılaşırlar. Yaptıkları çalışmalarla buranın son Hitit dönemine (MÖ 700) ait bir sınır kalesi olduğunu ortaya koyarlar. Bu çalışmalar sonucu Karatepe-Aslantaş Kalesi bilim dünyasına kazandırılır.


“BENDEN SELAM OLSUN HALET BACI’YA”

Kazı çalışmalarında görev alan işçiler, bölgedeki köylerde yaşayan kişilerden oluşuyordu. Kazı yerinde kurulan çadırlarda konaklayan işçiler, akşamları kamp ateşinin karşısında neşeli şarkılar ve yanık halk türküleri ile kendi yazdıkları destan ve türküleri okuyordu. Yöre halkının kazıları ne kadar önemsediğini de gösteren metinlerde, Prof. Dr. Halet Çambel’in adı “Halet Bacı” olarak geçiyor. (Kaynak: “Karatepe Kazıları Birinci Ön Rapor” (1950) Prof. Dr. Bossert)

Yazı: Yrd.Doç.Dr. Özgü Yolcu, “Arkeolojiyi Toplumla Buluşturdu”, İstanbul Üniversitesi Bilim Kültür ve Sanat Dergisi, Sayı: 2, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü, Yıl: 2010, s: 36-49


Yaşamını Arkeolojiye ve Anadolu'ya Adamış Bir Bilim Kadını: Halet Çambel (Yazı: Murat Dirican, Bilim Teknik Dergisi, Ekim 1997).


TAYHaber, 12.01.2014



TARİHİ STADIN YERİNE OTOPARKLI MEYDAN

 

 

Cumhuriyet döneminin özgün mimari örneklerinden sayılan ve Atatürk ’ün de bağış yaparak katkıda bulunduğu Bursa Atatürk Stadyumu yıkılıp yerine otoparklı ‘kent meydanı’ inşa edilecek. Uzmanlar ise stadın tescillenerek korunması gerektiğini savunuyor.

Kurul karşı çıkmıştı
Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa Atatürk Stadı’nın yıkılıp yeniden yapılması için 2010 yılında Osmangazi İlçesinin 1/5000 nazım imar planını değiştirerek hazırladığı yeni 1/5000’lik planı Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na yolladı. Koruma Kurulu ise stadın Cumhuriyet döneminde kente kazandırılan çağdaş yapılardan biri olduğunu ve Atatürk’ün kişisel maddi desteğiyle yapıldığını belirterek, 17 bin 500 kişilik stadın aslının korunması şartıyla 33 binlik kapasiteye kadar büyütülmesine karar verdi. Ancak 2011 yılında Bursaspor için 45 bin kapasitelik, ‘Timsah Arena Stadı’nın yapımına başlanınca Bursa Atatürk Stadı’yla ilgili projeler iptal oldu. Bursa Büyükşehir Belediyesi, tarihi stadı yıkıp yerine otoparklı kent meydanı yapmak için 1/1000 ölçekli kentsel sit alanı koruma amaçlı imar planı ile 1/5000 ölçekli nazım imar planını değiştirerek yeni planları koruma kuruluna yolladı. Planlar kurul tarafından onaylandığı takdirde 1930 yılında Atatürk’ün de 1000 lira bağışlamasıyla yapılan ve Cumhuriyet döneminin ilk mimari yapıları arasında yer alan Bursa Atatürk Stadı yıkılıp yerine 1200 araç kapasiteye sahip otoparklı kent meydanı yapılacak.


Bursa Büyükşehir Belediyesi İmar ve Bayındırlık Komisyonu’nun hazırladığı plana göre Atatürk Stadı yıkılıp yerine 1200 araçlık yeraltı otoparklı kent meydanı yapılacak. Plan notlarına göre ‘kent meydanı’nda kafeterya gibi ticari yapılar yer alacak. Stadın hemen bitişiğinde bulunan Atatürk Kapalı Spor Salonu, Atatürk Lisesi ve 1925 yılında temelleri atılan İpek-İş fabrikasının tescilli bölümleri hariç, bütün yapılar yıkılıp yerine sosyal ve kültürel tesis alanı, özel sağlık tesis alanı kurulacak.
 

Alışveriş merkezi mi kurulacak?
Yaklaşık 100 bin metrekarelik büyüklüğe sahip alanda bulunan Atatürk Stadı’nın tescillenmesi için Mimarlar Odası Bursa Şubesi, Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na başvuruda bulundu. 1/1000 ölçekli planda inşaat alanının belirtilmediğini ifade eden Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi ise projeyi şöyle eleştirdi:
“Plan notlarında Atatürk Stadyumu’nun yerine yapılması düşünülen kent meydanında ticari birimler, kafeterya vb. kullanımlar yer alabileceği belirtilirken, bölgenin ne kadarının ticari faaliyete açılacağı belirtilmemiş. Bu durum bölgede bir alışveriş merkezi yapılacağı endişesi doğurmaktadır.”

‘Yıkmak yerine dönüştürmek lazım’
Bursa Atatürk Stadı’nın Cumhuriyet döneminde yapılan özgün mimari eserlerden biri olduğunu ve bu sebeple korunması gerektiğini söyleyen İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Afife Batur ise şu görüşü dile getirdi:

“Statlar gibi sportif faaliyetlerin yapıldığı yapılar, Cumhuriyet döneminde yapılan sportif devrimleri temsil eder. Bursa Atatürk Stadı sporda yapılmak istenen çağdaşlaşmanın ön ayaklarından biridir. Dönemine göre işlevsel ve temsili bir öneme sahip Atatürk Stadı’nı yıkmak yerine güzel bir projeyle dönüştürmek lazım.”

Radikal, Haber: İdris Emen, 10.01.2014

POMPEİLİLERİN SON YEMEĞİ ZÜRAFAYMIŞ

 

 

ABD ’deki Cincinnati Üniversitesi’nden bilim insanlarının araştırması, MS 79 yılının 24 Ağustos günü yanardağın patlamasından hemen önce Pompei’de zürafa eti yendiğini gösterdi. Bilim insanları orta sınıfın yaşadığı, en büyük ticaret merkezlerinden birinin bulunduğu bölgede 10 yılı aşkın süre araştırma yaptı. 20 kadar lokantanın bulunduğu bir mahalledeki mutfaklarda, aralarında zürafa ayağının da bulunduğu organik kalıntılara rastlandı.


Araştırmacılardan Steven Ellis, Roma İmparatorluğu dönemine ait bir arkeolojik yerleşim yerinde ilk kez zürafa kemiğinin bulunduğunu belirtti. Mutfaklarda, Endonezya’ya ait baharat kalıntılarının da bulunduğunu söyleyen araştırmacılar, bunun eski Romalıların egzotik yiyecekler satın almak için uzun mesafeler kat edebildiklerini, Pompeililerin zengin ve çok çeşitli beslenme tarzına sahip olduklarının gösterdiğini vurguladı. Araştırmanın sonuçları ABD Arkeoloji Enstitüsü’nün bu yılki konferansında sunuldu.


İtalya ’nın Napoli kenti yakınlarındaki Pompei, lavlarla kaplı dükkanları, evleri, kahvaltı sofrasında olduğu gibi kalmış rafadan yumurtası, amfi tiyatrosu ve hamamlarıyla turistlerin en önemli uğrak yerlerinden biri.

Radikal, 09.01.2014

TARİHİ MESCİT İLK GÜNKÜ İHTİŞAMINA KAVUŞUYOR

 

 

UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girme hedefi doğrultusunda emin adımlarla ilerleyen Bursa Büyükşehir Belediyesi Bat Pazarı çarşısındaki 500 yıllık Davut Paşa Mescidini de ilk günkü ihtişamına kavuşturuyor.

 

Bursa’nın yaşayan canlı bir müze kent olması doğrultusunda ilk dönem Osmanlı eserlerinden Cumhuriyet dönemi sivil mimarlık örneği yapılarına, 2300 yıllık Bitinya surlarından 8500 yıllık arkeolojik bölgelere kadar her alanda yoğun bir çaba harcayan Büyükşehir Belediyesi, çarşının kalbindeki bir eseri daha ayağa kaldırıyor. Tarihi Çarşı Hanlar Bölgesi ile UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne aday olan Büyükşehir Belediyesi Kayhan Reyhan bölgesindeki 500 yıllık Davut Paşa Mescidinin restorasyon çalışmalarına hız verdi. Bat Pazarı çarşısında yer alan ve Sultan 2. Beyazıt’ın veziri Davut Paşa tarafından yaptırılan tarihi mescit, geleneksel el sanatlarının yaşatıldığı çarşıya ayrı bir değer katacak.

 

Özgün halini alıyor
Restorasyonu tamamlanan Eskişehir Han’ın hemen arkasında yer alan Davut Paşa Mescidinde devam eden çalışmaları yerinde inceleyen Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, beraberindeki Tarihi ve Kültürel Miras Projeler Koordinatörü Aziz Elbas’tan çalışmalar hakkında bilgi aldı. Reyhan ve Kayhan bölgesindeki tarihi aks üzerindeki çalışmaların bir bütün olarak ele alındığını dile getiren Başkan Altepe, Bat Pazarı çarşısındaki 350’ye yakın işyerinde de cephe ve tabela düzenlemesi yapıldığını hatırlattı. Tarihi bölge içinde yer alan Davut Paşa Mescidinin de özgün halini alması için başlattıkları çalışmaların hızla sürdüğünü ifade eden Başkan Altepe, “Çarşı ve hanlar bölgesinin doğu kısmını oluşturan Kayhan bölgesindeki tüm tarihi yapılan özgün halini alıyor. Yaptığımız çalışmalarla çarşımızın değeri de artıyor” dedi.

Bursa Büyükşehir Belediyesi, 09.01.2014

ÇALINAN TABLOLAR ANADOLU'DAN

 

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ndeki kayıp eserlerle ilgili yapılan operasyonda ele geçirilen tabloların büyük bölümünün kaynağının Anadolu’daki Devlet Güzel Sanatlar Galerileri olduğu iddia ediliyor.


Anadolu’nun çeşitli illerinde bakanlığa bağlı Devlet Güzel Sanatlar Galerilerinin açılmasına karar verilmiş, 1960’larda İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nden çok sayıda eser bu galerilere gönderilmişti. İstanbul’un koleksiyonundan Antalya-Alanya’ya 39, Balıkesir’e 10, Erzurum’a 18, Eskişehir’e 13, Kütahya’ya 21, Bolu’ya 44, Bursa’ya 53, İzmir’e 14, Mersin’e 17 ve Isparta’nın Yalvaç İlçesi'ne 30 resim aktarıldı.


1980’e doğru Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nin açılması gündeme geldiğinde, galerilerdeki eserlerin İstanbul’a iadesi yerine, bakanlıkça Ankara’ya ulaştırılması istendi. İşte son operasyonda ele geçirilen eserlerin büyük bölümünü, bu galerilerden Ankara’ya dönen ya da “dönmesi gereken” eserlerin oluşturduğu belirtiliyor.


Örneğin, ele geçen eserlerden Halil Paşa’nın “Manzara: Brötanya” tablosu Bolu’ya, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Manzara” resmi ise Kütahya’ya gönderilen eserler arasında yer alıyordu.

Operasyonda ele geçirilen tabloların arasında, Mersin’e gönderiler eserlerin de olduğu söyleniyor.
Şehir galerilerinde bulunan eserlerin güvenliği, açıldıkları günden bu yana tartışmalara konu olmuş, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde 2002-2003 yıllarında yapılan envanter çalışmasında yeniden gündeme gelmişti. MSGSÜ, 2003 yılında Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ne, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’na gönderdiği birçok yazıyla galerilerdeki eserlerin akıbetini sormuştu.


Edinilen bilgilere göre, eserlerin tamamı ancak 2004 yılında Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nin envanter listesine kaydedildi. Bu durumda eserlerin 2004 sonrasında müzeden çıkarılmış veya eserlerin müzenin envanter listesine kaydedilmiş görülmesine karşın müzeye hiç girmeden çalınmış ya da “değiştirilmiş” olabileceği düşünülüyor.


Ayrıca, uzmanlar, operasyonda ele geçirilen eserlerle ilgili olarak, “sanki bir ürün kataloğundan seçilmişçesine, en değerli eserlerin müzeden çıkarılmış olduğunu” ifade ediyor.

Cumhuriyet, Haber: Aslı Uluşahin, 09.01.2014

PAMUKKALE'NİN TÜRSAB'A DEVREDİLMESİNE TEPKİ

 

 

Pamukkale’nin işletme hakkının Denizli Büyükşehir Belediyesi’ne verilmesini isteyen Sivil Toplum Kuruluşu temsilcileri, Pamukkale’nin geliri ve giderinin merkez değil yerelden yürütülmesi gerektiğini belirtiyor. STK’lar bu imkanların Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği’ne (TÜRSAB) devredilmesini yanlış buluyor.

 

Denizli’deki turistik Pamukkale ören yerinin Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği’ne (TÜRSAB) devredilmesi bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının tepkisini çekti. TOBB Yönetim Kurulu Üyesi Necdet Özer, Pamukkale’nin merkez yerine yerelden yönetilmesi gerektiğini söyledi.

 

Denizli’deki turistik Pamukkale ören yerinin Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği’ne (TÜRSAB) devredilmesi, oda ve dernek başkanlarının tepkisini çekiyor. Denizli’nin büyükşehir olması sebebiyle İl Özel İdare Müdürlüğü’nün 30 Mart 2014 tarihinde kapanarak tüzel kişiliğinin sona ereceğini gerekçe gösteren Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2006 yılında Vali Hasan Canpolat döneminde yapılan protokolle 2016’ya kadar işletmesini İl Özel İdare’ye devrettiği Pamukkale’yi, sözleşmeyi tek taraflı feshederek TÜRSAB’a verdi. Böylece Pamukkale’den yılda yaklaşık 19 milyon lira gelir elde eden İl Özel İdare’nin mal varlıklarının Denizli Büyükşehir Belediyesi’ne geçmesi planlanırken bu gelişme, ildeki sivil toplum kuruluşlarının tepkisini çekti.

 

TOBB Yönetim Kurulu Üyesi ve Denizli Ticaret Odası Başkanı, Denizli Sanayici, Tüccar ve İşadamları Platformu Dönem Sözcüsü Necdet Özer, Pamukkale’nin işletmesinin TÜRSAB’a verilmesinin yanlış bir uygulama olacağını söylüyor. Özer, “Pamukkale’nin geliri ve gideri merkezden yerine, yerelden yürütülmeliydi, çünkü ilimizde bunun bir örneğini görmekteyiz. 2008 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı, Anadolu’nun en büyük ve önemli antik şehri Laodikya’yı Denizli Belediyesi’ne devretmişti. Laodikya’da yapılan çalışmalar, unutulmaya yüz tutmuş kültür mirasının nasıl daha hızlı ayağa kaldırıldığını bizlere kanıtlamaktadır. Umarız, şu anda TÜRSAB’a devrolmuş olan Pamukkale, Laodikya gibi Denizli Belediyesi’ne devredilir ve kaynaklar yerinden yürütülür.” diyor. Denizli İhracatçılar Birliği Başkanı Süleyman Kocasert de Pamukkale’nin artık dünyaca tanındığını ve Denizli’ye mal olduğunu ifade ediyor. Kocasert, “Pamukkale, bir kültür ve tarih mirasıdır. Denizli’yle o kadar özdeşleşmiş ki gelirlerinin de Denizli dışında herhangi bir yere ait olmasını düşünemiyorum bile. Oldukça da önemli bir gelir kaynağıydı. Bir an önce bu yanlışlıktan dönülerek gelirlerin Denizli’de kalması en büyük arzumuzdur.” diye konuşuyor.

 

Denizli Sanayi Odası Başkanı Müjdat Keçeci ise bugüne kadar Pamukkale’nin yaşaması ve yaşatılması için valilik, özel idare, milletvekilleri ve sivil toplum kuruluşlarının gerçekten çok büyük fedakarlıklar yaptığını, bu sayede Türkiye ve dünyada özel tarihi ve turistik bir yer olarak UNESCO’nun da kabul ettiğini belirtiyor. Keçeci, “Bizim için Pamukkale, Denizli’yle birlikte tanıtılan ve prestijimizi koruyan önemli tarihsel bir bölgedir. Uzaktan yönetim şekliyle Pamukkale’nin yönetilmesinin çok doğru olmayacağını düşünüyorum. Bizim için ve tarih için buranın sorumluluklarını başka bir kurum almış olsa da Denizlililer olarak Pamukkale üzerinde gereken dikkat ve ihtimamda eksiklik göstermeyeceğiz. Dünyada başka bir Pamukkale yok.” diyor.

Zaman, Haber: Resul Cengiz, 09.01.2014

MAJİK'İ YIKAN OTELİN RUHSATI İPTAL EDİLDİ

 

 

Taksim’in göbeğinde, yıkılan Majik Sineması ve Maksim Gazinosu’nun yerine yapılacak 9 normal, 8 de bodrum olmak üzere 17 katlı otel ve AVM’nin ruhsatı mahkeme kararıyla iptal edildi. Tuna İnşaat’ın 5 yıldızlı otel ve alışveriş merkezi projesi için İstanbul ’un 1914 yılında yapılan ilk sinema binası Majik kurul kararıyla yıkılırken Sıraselviler Caddesi’ne bakan cephesi ise askıya alınmıştı. İstanbul 2 No’lu Koruma Kurulu’nun kültür varlığı olarak tescilli binanın yerine 9 kata yüksekliğinde binaya izin vermesi tartışmalara neden olmuştu. Projeyle kentte sinema salonu olarak inşa edilen ilk bina olan Majik ile arkasındaki Maksim Gazinosu yıkılarak yerlerine otel ve ticaret merkezi yapılmaya başlandı.


Otel ve AVM’nin inşaat çalışmalarının başlaması üzerine binanın komşusu Metropark Otel’nin sahibi Mehmet Ali Durucan, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Beyoğlu Belediyesi aleyhine ruhsat ve imar planlarının iptali için dava açtı. Davayı görüşen İstanbul 1. İdare Mahkemesi inşaatın yapı ruhsatı, İstanbul 2 No’lu Koruma Kurulu’nun projeyi onayladığı 21 Temmuz 2011 tarihli kararı ve Beyoğlu imar planlarının inşaata ilişkin kısımlarını şehircilik planlama ilkeleri ve kamu yararına aykırı bularak iptal etti. 

‘Ayrıcalıklı yapılaşma var’
İstanbul 1. İdare Mahkemesi kararında, otelin yapılacağı parsele ayrıcalıklı yapılaşma hakkı verildiğine dikkat çekerek, bunun civardaki diğer parseller ve sit alanının tarihi dokusuyla uyumsuz olduğuna, yapılaşmanın -özellikle de otoparkların- trafiği sıkıştıracağına, ayrıca üzerinde kültür varlığı bulunan parsellerin birleştirilerek tek parsele dönüştürülmesinin 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na aykırı olduğuna hükmetti.


Mahkemenin 3 Ekim 2013 tarihli kararı uyarınca Beyoğlu Belediyesi’nin hala devam eden inşaatı mühürlemesi bekleniyor. Belediye yetkilileri, yargı kararı kendilerine tebliğ edildiğinde gereğinin yapılacağını dile getirdi. 

Denizi göremeyeceğiz
Davayı açan Metropark Otel’in sahiplerinden Mehmet Ali Durucan, eğer otel inşaatı yapılırsa arkadaki birçok binanın denize bakan cephesinin kapanacağını belirterek,“Beyoğlu Belediyesi’ne mahkeme kararını elden verdim. İşin içinde büyük rant var. Davada karşı oy veren mahkeme başkanı da tam 2.5 ay boyunca imza atmayarak kararı bekletmişti. Zaman kazanmaya çalışılıyor, inşaat bu süreçte daha da hızlandı, sabah akşam çalışıyorlar” diye konuştu. Durucan, ruhsatı iptal etmeyen belediye hakkında suç duyurusunda bulunacağını da belirtti.

Oda dava açmıştı
Mimarlar Odası İstanbul Şubesi, projeye daha önce dava açmıştı. Oda itirazında “İlgili koruma bölge kurulunun evrensel, ulusal koruma ilkelerine aykırı olarak söz konusu alandaki mimari-kültürel mirasımız hakkındaki kararını sadece ön cephe koruma (restorasyon) projesinin uygunluğu kapsamına indirgeyerek yıkımına; 4305 metrekarelik parselin tümünün yapılaşmasını öngören inşaata izin vermiştir. Kurulan çevre ve metro güvenliğini de tehlike altına alacak bir yapı kompleksinin ortaya çıkmasına onay veren kararının da yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir” demişti. Radikal, Aralık 2011’de ‘Beyoğlu’nda Emek derken Majik de gitti’ başlıklı haberle projenin İstanbul 2 No’lu Koruma Kurulu’ndan geçtiğini duyurmuştu.

Radikal, Haber: Elif İnce, 09.01.2014

TÜRKİYE'NİN İLK CAM FABRİKASINA VEDA ZAMANI MI?

 

 

2002 yılında üretimi duran Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası'nın arazisi satışa çıkarıldı.
 

Toplamda yaklaşık 36.000 m2 turizm alanı gösterilen, 319 m2 tescilli yapının bulunduğu alanda mevcutta Türkiye'nin ilk cam fabrikası bulunuyor.

 

İstanbul Boğazı kıyısında bulunan arsaların sahil yolunda denize sıfır yaklaşık 300 m cephesi bulunmakta.

 

 

Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş., sözkonusu arsanın satışı için DTZ Pamir ve Soyuer'i görevlendirdi. 

 

Gayrimenkullerin, bir bütün olarak, şartname kapsamında, kapalı zarfla teklif alma ve açık artırma usulü pazarlık yolu ile satılması planlanıyor.

 

Kent Kimliği Yine mi Rant Kurbanı?

 

 

Fabrika 17 Şubat 1934'te İş Bankası öncülüğünde kurulmuştu. Türkiye tarihi açısından, ulus inşası, sınıf mücadelesi, işçi sınıfı ve sendikalaşma tarihi gibi birçok farklı boyutu anlamak açısından da her zaman örnek teşkil edici olarak ele alınmasının yanı sıra Türk cam sanatının gelişmesinde bir mihenk taşıydı.

 

Fabrikanın kapatılması ilk gündeme geldiğinde toplum ve kamu yararına, İstanbul'un kentsel kimliğinin-yaşam kaynaklarının korunması konularını Mimarlar Odası başta olmak üzere bir çok aktör gündeme getirmişti. Paşabahçe Cam Fabrikası'nın bir "sanayi kültür mirası" olarak bilimsel, kültürel ve sosyal içerikli bir proje kapsamında korunması aktörlerce üzerinde durulan noktalardan olmuştu.

 

1983 planlarına göre, Boğaziçi İmar Planı öngörünüm bölgesinde kalan Paşabahçe Fabrikası'nın olduğu alan "Turizm ve Konaklama" alanı olarak tasarlanmıştı. Bugün açılan ihaleye de bu plana göre çıkıldı. Parsel sadece arazi değeri üzerinden değerlendirildi...

 

Bugün dünya lüteratüründe üretim kapasitesini tamamlamış çoğu sanayi yapısı bir kültür mekanı olarak kente geri kazandırılıyor.

 

O sebeptendir ki bir mahalleye kimliğini vermiş, hatta bir ülkenin sınıf, emek mücadelsinde rol oynamış, kültür üretiminde tarih yazmış bir mekanın yine rant tartışmalarına kurban edileceği için üzgünüz...

Arkitera, Haber: Derya Gürsel, 08.01.2014

AFYON KALESİ ASANSÖRCÜ 'BABAYİĞİT'İNİ ARIYOR

 

 

Tarihi Afyonkarahisar Kalesi, şu sıralar Afyonkarahisar Belediyesi’nin neredeyse öncelikli konularından biri. Kente gelen turistlerin kaleyi sadece uzaktan “seyretmek”le yetinmeyip, gezmelerini de isteyen belediye, bu amacıyla asansör benzeri bir proje düşünmüştü. Bunun için araştırmalara girişen, ancak bir türlü “doğru kişi ve firma”yı bulamayan belediye, son olarak çareyi ‘asansörcü babayiğit’i ilanla aramakta buldu.


Afyonkarahisar Belediye Başkanı Burhanettin Çoban, 226 metre yüksekte bulunan ve sadece 600 basamaklı merdivenle çıkılabilen tarihi kalenin canlandırılması, turizme daha fazla katkı sağlaması amacıyla farklı seçenekleri değerlendirdiklerini söyledi.


Kale için ilk etapta teleferik gibi bir sistem düşündüklerini kaydeden Çoban, “Kale birinci derece arkeolojik ve doğal sit alanı olarak tescil edildi. Tepe noktasının dar olması nedeniyle de Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nca bu sisteme izin verilmiyor. Sadece asansör ya da benzeri bir siteme izin veriliyor” dedi.

Uygun kişi çıkmadı
Proje için ön izinleri aldıklarını ve ardından da araştırmalara başladıklarını anlatan Çoban, “Bu alanda çalışabilecek, bir asansör inşa edebilecek kimler var diye baktık, araştırdık. Çeşitli kişi ve firmalarla görüştük. Ancak yapabilecek kimseyi bulamadık. Bu girişimlerimizden sonuç çıkmayınca da, ilan vermeyi kararlaştırdık” diye konuştu. Çoban, proje için henüz bir maliyet hesabı yapmadıklarını, bunun, şirketlerin tekliflerinden sonra şekilleneceğini kaydetti.


Başkan Burhanettin Çoban, asansör benzeri sistemin yapılmasının, büyük kolaylığın yanı sıra bölgenin tanıtımına da katkı sağlayacağına dikkat çekerek şöyle devam etti:
“Şu an ulaşım çok eskiden kalmış dik ve 600 basamaklı bir merdivenle sağlanıyor, bakacak olursak bu çok ilkel bir yöntem. Bu da turist sayısını etkiliyor. Bu alana yıllık 200 bin ziyaretçi geliyor ama yüksekliğinden ötürü sadece uzaktan seyrediyorlar. Kaleye çıkanların sayısı yılda 3-5 bin kişi arasında. Amacımız gelen turistlerin kaleye de çıkmasını sağlamak. Kalesi olan şehirler dünyada büyük ilgi çekiyor. O yüzden bu çalışmayı bölgenin tanıtımını daha iyi yapabilmek için de istiyoruz.”

 

Dünyada örnekleri var
Projeye ilişkin sorularımızı yanıtlayan Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Uğur Tanyeli, istenilen sistemin dünyada örnekleri olduğunu ancak bu alanda yetkin kişilerle çalışılması gerektiğini vurguladı. Tanyeli “Öyle bir şekilde yapılır ki, dağın doğal peyzajını bozabilir. Yapılacak işin kalitesini bilmek gerekiyor. Bunu yapabilecek kalitede bir grup bulunmalı” dedi. Düzgün yapılmayan bir projenin, kale için felaket olabileceğini vurgulayan Tanyeli, projeyi uygulayacak şirket arayışındaki yöntemi eleştirdi. Tanyeli, “İlan vermeyle elde edilecek sonuç ne kadar iyi olabilir? Açık eksiltme gibi. Kim nasıl bir teklif verirse gibi olmuş. Yöntem yanlış, bu şekilde aranacak bir şey değil” dedi.


Dr. Sinan Genim ise “Böyle bir sistem yapılabilir. Olursa, turizm açısından da çok güzel olur. Mühendislik olarak hesabının doğru yapılması lazım. Ciddi bir mühendislik, çeşitli şekillerde inceleme lazım. Maliyetinin de iyi hesaplanması gerekir” diye konuştu.

Milliyet, Haber: Duygu Erdoğan, 08.01.2014

TESCİLLİ YAPILARA 'DEPREM' SINAVI

 

Haliçport proje yetkilisi Mehmet Culfik, tersane alanındaki korunması gereken tescilli üretim yapılarının “yıllardır boş ve terk edilmiş” olarak bırakıldığını ve proje dahilinde değerlendirilmesi için “deprem, sanat tarihi, insan ve çevre sağlığı” açısından inceleneceğini açıkladı. BirGün o yapıları inceledi.

 

 

Haliçport projesi için ihale edilen Taşkızak ve Camialtı tersanelerinin 550 yıllık üretim alanında korunması gereken kültür varlığı olarak tescilli yapılar yıkım tehdidi altında. Haliçport ihalesini alan Sembol İnşaat proje alanında bulunan korunması gereken kültür varlığı olarak tescilli yapıları proje için değerlendirmeden geçireceğini açıkladı. Haliçport proje yetkilisi Mehmet Culfik, BirGün’e yaptığı açıklamada tersane alanındaki yapıların “yıllardır boş ve terk edilmiş” olarak bırakıldığını ve bu yapıların “deprem, sanat tarihi, insan ve çevre sağlığı” açısından araştırılması için ihaleyi yapan Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’na başvuruda bulunacaklarını açıkladı. Culfik yıkım işlemleri için tersanelerin devir sürecinin tamamlanmasını ve gerekli izinlerin alınmasını beklediklerini söyledi. Anıtlar Kurulu’na ise Sembol İnşaat tarafından herhangi bir başvuru yapılmadı.
 

‘ARAZİ MUAMELESİ’
Haliç Dayanışması’ndan Kocaeli Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Gül Köksal, “Burayı yalnızca arazi olarak gören bir projeyle karşı karşıyayız. Bir yer arazi olarak görüldüğü zaman, üstündeki yapılar yıkılıyor ve ne yapılmak isteniyorsa o hayata geçiriliyor. Bu proje tersane alanında korunması gereken üretim yapılarını ortadan kaldırmadan ve mevcut tarihi dokuya zarar vermeden gerçekleşemez. Tescilli yapılar korunsa dahi, bu program buraya uygulandığı takdirde burası artık bir üretim alanı olmaktan çıkacak. Haliç’te gemicilik ve Osmanlı tarihi adına hiçbir şey kalmayacak” dedi.

39 TESCİLLİ YAPI 4 ÇINAR AĞACI
Haliçport projesiyle ihale edilen Camialtı ve Taşkızak Tersanelerinde korunması gereken kültür varığı olarak tescilli toplam 39 yapı ve yapı kalıntısı ile 4 tane tescilli çınar ağacı bulunuyor. Korunması gereken kültür varlığı olarak tescillenmiş yapılar özellikle Taşkızak Tersanesi alanında yoğunlaşıyor. Yrd. Doç.Dr. Gül Köksal o yapıları anlattı:

 

Valide Kızağı ve Taşkızak

 

 

“Gemi yapımında ve onarımında kullanılan ilk büyük kızaklar Taşkızak Tersanesi’nde 19. yüzyılda yapıldı. Taşkızak Tersanesi’ndeki Valide Kızağı ve Taşkızak’ın 1805 yılında Aynalıkavak Sarayı’nın bazı yapılarının yıkılarak kızakların bulunduğu alanın tersaneye devriyle kuruldu. Kızaklar, onarım ve yapım işlerinin görüldüğü sığ bir havuz bölümü ile geminin kızağa alınıp kızaktan indirilmesine olanak sağlayan deniz içindeki bölümlerden meydana geliyordu.”

 

***

 

Gözetleme Kulesi

 

 

» “Taşkızak Tersanesi ile Aynalıkavak Kasrı arasında bulunan bu kule 19. yy’da kontrol kulesi olarak kullanılıyordu”
 

***

 

 

Camialtı’ndaki kızaklar

 

 

»“Camialtı Tesanesi’nde Cumhuriyet döneminde yapılmış iki kızak bulunuyor. Kızaklarda gemi omurgası üretimi ve onarımı yapılıyordu. Camialtı Tersanesi’nin kızaklarındaki vinçler, raylar üzerinde hareket ederek malzemeleri atölyelere taşımaya yarıyordu.”

 

***



Haliçport projesiyle ihale edilen Camialtı ve Taşkızak Tersanelerinde korunması gereken kültür varığı olarak tescilli toplam 39 yapı ve yapı kalıntısı ile 4 tane tescilli çınar ağacı bulunuyor. Tescilli yapılar Taşkızak Tersanesi alanında yoğunlaşıyor

 

***

 

Gemi inşa kızağı


 

 

»“Gemi inşa kızağı Taşkızak Tersanesi’nde bulunuyor. Atölyeler ve kızaklar iç içe geçmiş birimler. Taşkızak Tersanesi savaş gemilerinin, hücum botlarının üretiminin yapıldığı bir tersane.”
 

***

 

Atölyeler



 

» “Taşkızak ve Camialtı Tersanesi’nde toplam 11 atölye bulunuyor. Atölyelerde gemi yapımı için döküm, demir, ahşap ve yelken bezi işleri yapılıyordu. Atölyeler içindeki donanımıyla bir bütün. Bu yapılar üretim değeri taşıdığı için önemli. Atölyelerde güç kaynakları, su kanalları gibi zeminin altında da makinelerin devamı yer alıyor. Malzemeyi taşımak için içeride vinçler bulunuyor. Atölyeler ve kızaklar iç içe geçmiş birimler.”

 

***

 

Tarihi sarnıç



 

***

 

Çorlulu Ali Paşa Camii

 

 

» “Çorlulu Ali Paşa Camii 18. yy başında 1707 yılında III. Ahmed döneminde Sadrazam Çorlulu Ali Paşa tarafından yaptırıldı. Haliçport projesiyle ihale edilen alanda 1000 kişilik bir cami yapılması planlanıyor. Ancak alanda zaten tescilli iki tarihi cami mevcut.”

 

***

 

Kent içinde üretim alanı neden olmasın?

Yrd. Doç.Dr. Gül Köksal, “Tersane-i Amire’nin İstanbul’un fethinden sonra 15. yy’da kurulduğuna dair bilgiler var. Tersane gözleriyle başlayan bir üretim süreci var. 16 yy’da bütün kıyıda 100’ün üstünde tersane gözü bulunuyordu. O dönem ahşap gövdeli kalyonlar, kadırgalar yapılıyordu. 19. yy’da buharın kullanılmaya başlanmasıyla kuru havuzlarda ve kızaklarda metal gövdeli büyük gemilerin yapımına başlandı. Dünyada eşi benzeri olmayan altı asırlık bir üretim tesisinden bahsediyoruz. Burası Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi gemicilik teknolojisini barındırması açısından önemli olduğu gibi geleceğe yönelik bilgiler barındırması açısından da önemli. Kent içinde üretim alanı niye olmasın? Haliçport projesiyle bu üretim alanı tamamen yok olacak.” dedi.

 

***

 

‘Rönesans duygularını yansıtacak’

Haliçport proje yetkilisi Mehmet Culfik ise projeye ilişkin şunları söyledi:
“Bölgenin tarihsel gelişimini büyük bir önem ve hassasiyetle inceliyoruz. Dünya mirası olan bölgemizde Rönesans duygularını yansıtan, gerek İstanbul ve İstanbul’u yaşayanlara, gerekse dünyadan İstanbul’un zenginliğini ziyaret edenlere bölgenin dününü, bugününü ve yarınını bir bütün olarak hissettirecek, mimari esintileri bir arada bulunduran bir İstanbul köşesini oluşturmaya çalışıyoruz.”

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 08.01.2014

PARKI YENİLERKEN SOYUT HEYKELLER PARAMPARÇA EDİLDİ

 

 

Fatih'te bulunan Saraçhane Parkı'nda (50.Yıl Parkı) yürütülen yapım ve yenileme çalışmaları, park içinde bulunan soyut eserlere zarar verdi. İBB Başkanlık Sarayı'nın hemen karşısında yer alan ve bina pencerelerinden de görülebilen şantiye alanı, tarihi Bozdoğan su kemerinin hemen yanı başında yer alıyor. Nuhoğlu İnşaat Sanayi ve Tic. A.Ş. tarafından yürütülen çalışmalar sırasında park içinde bulunan bazı soyut heykeller sökülerek kenara atıldı. 1994 yılında yapılan 6 adet soyut heykelden bazılarının kırıldığı, bazılarının üzerinde ise sürüklenme izlerinin bulunduğu görüldü. Parkta Fatma Başoğlu'nun 2 eseri bulunurken, Hakkı Baha Çavuşgil, Handan Börüteçene, Meriç Hızal, Nurettin Günaydın'ın birer eseri yer alıyor.

HANDAN BÖRÜTEÇENE: "BU TÜRKİYE 'DE SANATIN TOPLUMLA BULUŞMASINDAKİ FAY HATTI"
Saraçhane parkındaki soyut heykellerden birini yapan heykeltraş Handan Börüteçene, heykellerin 1994 yılında yapıldığını, Nurettin Sözen döneminde iki defa İstanbul Çağdaş Heykeller Yarışması gerçekleştirildiği belirterek, "Bu ikinci yarışmaydı. Zaten birinci yarışmadaki heykellerin çoğu ortada yok veya yerleri değişti. Bu Türkiye'de sanatın toplumla buluşmasındaki fay hattıdır. Ne yazık ki Türkiye'de sanat eserlerinin başına böyle şeyler geliyor. Benim oradaki heykelimin adı 'İstanbul Kitabı'ydı.Çok üzgünüm" dedi.

Radikal, 08.01.2014



******


SARAÇHANE'DEKİ HEYKELLER YERİNE KONUYOR

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Sarayı’nın karşısında yer alan Saraçhane Parkı’nda yürütülen yenileme ve yapım çalışmaları nedeniyle yerlerinden sökülen ve kenara atılan soyut heykellerin bazıları yerine konuldu.

 

Moloz yığını şeklinde bekletilen heykel parçaları tepkiler üzerine ayağa kaldırıldı. Bazı heykeller henüz orijinal formlarına sokulmazken, İBB tarafından yapılan açıklamada “Proje kapsamında heykellerin konulacağı yerler belli. Heykeller yerlerinden kaldırıldı ancak temizlenerek tekrar yerlerine konulacak” denildi.

Hürriyet, Haber: Ezgi Çapa, 09.01.2014

 

******


HEYKELİ SEVMİYORUZ

 

Heykeli sevmiyoruz!

 

Bu artık bir toplumsal gerçek halini almış durumda, ne yazık!

 

Bu demek ki uygar görünüşlü kentlere daha alışamadık.

 

Çünkü dünyanın bütün ülkelerinde, büyüklü küçüklü meydanlarda, özel veya resmi binaların önünde, parklarda, kentin önemli noktalarında ünlü adların heykelleri vardır... Her yerde bir heykele rastlarız.

 

Nedense biz bırakın heykel yapmayı, yapılanları kırıyor, yok olmasına göz yumuyoruz! Çekinmeden yıkıyoruz, yıktırıyoruz gözümüzün önünde yıkılmasına sessiz kalıyoruz.

 

Hürriyet’in sanat sayfasında “Çağdaş heykellere moloz muamelesi” haberini okuyunca, sanat ve uygarlık adına utanç duydum.

 

Ezgi Çapa’nın haberini hatırlatalım:

“İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin karşısındaki Saraçhane Parkı’nda bulunan ünlü heykelcilerin yapıtları moloz muamelesi görmüş.”

 

Haber yayımlandıktan sonra İBB’den konuyla ilgili bir açıklama yapıldı. Açıklamada, “Çalışma Düzenleme Anıtlar Kurulu’nun onayladığı proje doğrultusunda yapılıyor. Proje kapsamında heykellerin konulacağı yerler belli. Heykeller yerlerinden kaldırıldı ancak temizlenerek tekrar yerlerine konulacak” denildi.

 

Ancak sormadan edemiyorum; tüm bunlara kalkışılmadan önce sahasının içindeki sanat eserlerinin durumu hakkında, Büyükşehir Belediyesi’nin Kültür Dairesi, Kültür A.Ş.’den bir yetkiliye sorulmaz mı? Demek ki inşaat şirketleri, parkları, heykel alanlarını talan edecekler ve kimse ses çıkarmayacak! Öyle mi?

 

İlkel topluluklarda bile böyle bir umursamazlık olamaz.

 

Yapılacak ilk iş Nuhoğlu İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin bu tuhaf faaliyetini sorgulamak, durdurmaktır! Moloz muamelesi gören heykeller yeniden yerlerine konulmalı.

 

Bu kentte, Kültür Başkenti unvanını alan İstanbul’da heykele ve heykelciye reva görülen bu muamelenin sona ermesi için harekete geçilmesini bekliyoruz.

 

* * *

 

İstanbul'un heykel haritasını çıkardığınızda, birçok heykelin ya bakımsızlıktan perişan bir halde olduğuna, ya kaldırılıp bir depoya atıldığına ya da uzak bir parkta görülmeyen bir yere konulduğuna tanıklık edeceksiniz.

 

Bugüne kadar birçok heykel yarışması düzenlendi, ödül alan heykeller nerede?

 

Tophane’deki işçi heykeli parçalanmış halde.

 

Güzel İstanbul, Karaköy’den Yıldız Parkı’na sürüldü.

 

Şairler Parkı, iktidarlar değiştikçe acaba varlığını koruyabilecek mi?

 

İstanbul için heykel yarışmalarının sürmesini öneriyorum. Tabii konduğu yerden bir süre sonra kaldırılmamak, bir depoya atılmamak koşuluyla...

 

Bir de belediyedeki sanat, kültür işlerine bakanların, kentin heykel envanterini açıklamaları gerekmiyor mu artık? Hangi heykeller kaybolmuş, hangilerinin bakıma ihtiyacı var? Hangisi nereye nakledildi, neden nakledildi, bugünkü durumları neler?

 

Yalnız kentin meydanlarına, parklarına değil, ben büyük binaların girişine, lobisine, holdinglerin geniş alanlarına, hatta dört bir tarafımızda bulunan AVM’lerin de önlerinde ve içlerindeki geniş alanlara heykel konulmasından yanayım.

 

Soğuk görüntüyü ancak sanat eseri ısıtır.

 

* * *

 

İKSV’nin 2011 yılında, vakfın kültür politikaları geliştirme projeleri kapsamında hazırlanan Kamusal Alanda Sanat Uygulamaları İçin Öneriler başlıklı raporunda bir liste yer alıyordu. Listede hangi meydanda, parkta hangi heykel var, hangi yarışmalarda hangi heykeller kazanmış ve hangi semte konulmuş.. bununla ilgili ayrıntılı bir döküm çıkarılmıştı.

 

Şimdi bu listeye göre kentteki heykellerin peşine düşmek zamanı! 

 

Cumhuriyet’in 50. Yılında İstanbul’a 50 Heykel Yerleştirme Etkinliği'nde

 

İstanbul'da Açık Alanlara Yerleştirilen Heykellerin Listesi


 

1973

Muzaffer Ertoran

Tophane

İşçi Heykeli

1973

Gürdal Duyar

Yıldız Parkı

Güzel İstanbul

1973

Ferit Özşen

Arnavutköy Akıntı Burnu

Yağmur

1973

Metin Haseki

Gümüşsuyu Parkı, Dolmabahçe

Soyut: Negatif Form

1973

Bihrat Mavitan

Hilton Oteli önü, Harbiye

Soyut: Yükseliş

1973

Namık Denizhan

Taksim Gezi Parkı

İkili figür

1973

Haluk Tezonar

Maçka

Soyut

1973

Ali Teoman Germaner

Bebek Parkı

Soyut

1973

Hakkı Karayiğitoğlu

Yıldız Parkı

Bahar

1973

Zühtü Müridoğlu

Fındıklı Parkı

Soyut: Dayanışma

1973

Hüseyin Anka Özhan

Gümüşsuyu Parkı

Soyut: Yankı

1973

Füsun Onur

Fındıklı Parkı

Soyut

1973

Yavuz Görey

Taşlık Parkı, Beşiktaş

Soyut

1973

Mehmet Uyanık

Barbaros Bulvarı, Beşiktaş

Birlik

1973

Nusret Suman

Saraçhane Parkı, Fatih

Mimar Sinan

1973

Seyhun Topuz

4. Levent

 

Soyut

1973

Zerrin Bölükbaşı

Orduevi Bahçesi, Harbiye

Figür

1973

Tamer Başoğlu

Yenikapı

Soyut: Bediha Muvahhit Anısına

1973

Kuzgun Acar

Gülhane Parkı

Soyut

1973

Kamil Sonad

Gülhane Parkı

Kadın figürü

 

 

1992 Açık Alanlara Üç Boyutlu Çağdaş Sanat Yapıtları Yerleştirme Etkinliği'nde İstanbul'un Açık Alanlarına Yerleştirilen Heykeller (Tümü yarışmayla seçilmiştir.)

 

1992

Ümit Öztürk

Yeşilköy Havalimanı Kavşağı

Soyut

1992

Vedat Somay

Yenikapı

Soyut

1992

Adem Genç

Taksim Gezi Parkı

Soyut

1992

Meriç Hızal

Üsküdar İskele Parkı

Soyut

1992

Mümtaz Işıngör

Beşiktaş

Soyut

1992

Ayşe Erkmen

Tünel Meydanı, Taksim

Soyut

1992

Işılar Kür

Kadıköy

Soyut

1992

Rahmi Aksungur

Maçka Demokrasi Parkı

Soyut

1992

Ertuğ Atlı

Kabataş Parkı

Soyut

1992

Hakkı Karayiğitoğlu

tfü Kırdar önü, Harbiye

Figür


 

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 10.01.2014

SÜLEYMANİYE SİLUETİNDE DE 16:9

 

Uluslararası haber ajansı Reuters, İstanbul ’un tarihi silüetini bozan ve İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin yıkım kararı verdiği Zeytinburnu’ndaki 16:9 gökdelenine ilişkin son gelişmeleri hazırladığı ayrıntılı bir haberle dünya çapındaki aboneleriyle paylaştı. Haberle birlikte sunulan Murad Sezer imzalı fotoğraf da ayrıca dikkat çekti. Sezer’in Boğaziçi Köprüsü’nden çektiği fotoğrafta 16:9 gökdeleni ile Süleymaniye Camisi aynı kareye girdi. Haberde, eski bakan Ertuğrul Günay’ın eleştirilerine de yer verildi. Günay, “Maalesef kar hırsı, tarihi değerlerimizin korunmasından daha önemli hale geldi. İstanbul’un taşı toprağı altın derler. Gerçekten de öyle. Bazı insanlar, İstanbul’u altın madeniymiş gibi işliyor” dedi.

Radikal, 08.01.2014

ÇATIYI 84 YILDIR ONARMAYAN İDARE DE KUSURLU

 

 

Haydarpaşa Garı’nın çatısında çıkan yangınla ilgili davada iki işçiyi ve bir şirket yöneticisini cezalandıran Hakim Nuh Hüseyin Köse, gerekçeli kararında, çatının 84 yıldır onarılmadığını, kültür varlıklarına karşı gerekli sorumluluğun yerine getirilmediğini, bunun da yangına sebebiyet verdiğini savundu. Köse, bu ihmallerin idari ve siyasi anlamda birer kusur olduğunun altını çizdi.


Haydarpaşa Garı’nın çatısındaki tamirat sırasında 28 Kasım 2010’da çıkan yangınla ilgili açılan davada, izolasyonu yapan iki işçi ve şirket sahibi, ‘taksirle yangına neden olmak sureti ile genel güvenliğin taksir ve tehlikeye sokulması’ suçundan 10 ay ceza almıştı.


Davaya bakan Anadolu 8. Sulh Ceza Mahkemesi hakimi Nuh Hüseyin Köse, gerekçeli kararda, çatının 84 yıldır onarılmadığını, bunun da yangının oluşmasına yol açtığını belirtti. Kültür varlıklarına karşı gerekli sorumluluklar yerine getirilmediği için idari ve siyasi bir kusurun bulunduğunu belirten Hakim Köse, kararda şu ifadelere yer verdi:


“Bilirkişi raporunda değinildiği gibi yangının oluşmasında, çatının 84 yıldır bakım ve onarımdan geçmemiş, yangına karşı modern yöntemlerle donatılmamış ve korunmamış olmasının kolayca yanmasında ciddi katkısı bulunduğu; bu durumun kültür varlıklarına karşı gerekli sorumlulukların yerine getirilmemiş olmasından kaynaklandığı kabul edilmekle birlikte bu ihmallerin idari ve siyasi anlamda kusur olarak görülmesi mümkünse de ceza hukuku anlamında doğrudan bir nedensellik bağı sayılamayacağı kanaatine varılmıştır.”

Radikal, Haber: İsmail Saymaz, 08.01.2014

BOĞAZİÇİ'NDE TÜNEL SÜRPRİZİ

 

 

Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüs’te varlığı bir efsaneye dönüşen, yer altından bazı binaları birbirine bağlayan tüneller yıllar sonra öğrenciler tarafından ilk kez görüntülendi.

 

 

İşletme Bölümü hocalarından Yrd. Doç. Mehmet Nafi Artemel ile Boğaziçi Üniversitesi Mağara Kulübü’nün de eşlik ettiği öğrenciler, 1900’lü yıllarda Robert Kolej döneminde yapılan tünelleri gezdi. Bizans döneminde karşı yakaya geçen tüneller olduğu, tünellerin de onlardan esinlenerek oluşturulduğu düşünülüyor.


Gizemli tünel yolculuğu’nu Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü tarafından yayımlanan Dinamik gazetenin web sitesinde Berkay Karakaş kaleme aldı. Tünellerin 1970’lere kadar açık olduğu belirtilirken, Osmanlı’da azınlık ayaklanmaları sırasında Ermenilerin bu tünelleri silah deposu olarak kullandığı iddia ediliyor.

Bir yakadan bir yakaya
Tünellerin yapımına 1800’lü yılların sonlarında Robert Kolej’in inşası sırasında başlandığını belirten Karakaş, yazısında “İstanbul’da bugünkü Robert Kolej ile birleşen, Hisar Kampüs’e kadar devam eden ve hatta eski bir Bizans eseri olarak karşı yakaya geçen tünellerin olduğu ve bu tünellerin de daha sonra onlardan esinlenerek oluşturulduğu söyleniyor” ifadelerine yer verdi.


Kampüste iki tünel hattı bulunduğu belirtiliyor. Birinci hat Rektörlük Binası’nı 1. Kız Yurdu’na bağlarken ikinci hat Natuk Birkan Binası’nı Öğrenci Faaliyetleri Binası’na bağlıyor. Birinci hat kampüs dışına çıktığı için ‘dış galeri’, ikinci hat ise binaların içine açıldığı için ‘iç galeri’ olarak isimlendiriyor. Tünellerin hem doğal afetlere karşı bir barınak sağlamak hem de binaların ısınma, su gibi ihtiyaçlarını tek bir merkezden karşılamak amacıyla inşa edilmiş olduğu belirtiliyor. 1922 tarihli bir belgede bugünkü Natuk Birkan Binası olan yerin kazan dairesi olarak kullanıldığı kaydediliyor. Karakaş, içinden borular geçtiği için tünellerde tek sıra halinde yürünebildiğini belirterek, Rektörlük Binası’nın arkasındaki tünelde merdivenler olduğunu kaydetti.

‘Soruları çalmak istediler’
İstanbul’da Bizans’tan kalma birçok tünel ağı bulunduğunu belirten Artemel de “1970’lerdeki dönemde tünellere silah saklama ihtimali ortaya çıkınca girişleri kapatılıyor” ifadelerini kullandı. Prof.  John Freely ise “1960 ya da 70’lerde öğrenciler tünelden Albert Long Hall Binası’na girerek ofisimdeki soruları çalmaya çalıştılar” dedi.

‘Heyecanlı bir deneyimdi'
Milliyet’e konuşan Dinamik Gazete Genel Yayın Yönetmeni Kıvılcım Değirmencioğlu “Okulun köklü tarihiyle ilgili bir çalışma yapma fikri geçtiğimiz yaz ortaya çıkmıştı. Gerekli izinler alındıktan sonra okulda ilk defa öğrencilerden bir ekip tünellere girmişti. Heyecan verici bir deneyimdi” dedi.

Milliyet, Haber: Görkem Evci, 07.01.2014

NİKSAR KALESİ'NDE KRAL KIZLARININ GİZLİ HAMAM TÜNELİ BULUNDU

 

 

Türkiye'nin 2'inci büyük kalesi olan Tokat'ın Niksar İlçesi'ndeki kalede, Roma dönemine ait iki ayrı gizli tünel bulundu. Bunlardan birinin, kral kızlarının Çanakçı deresi bölgesinde bulunan hamama geçiş yapmakta kullandıkları türnel olduğu ileri sürüldü.


6.2 kilometre uzunluğundaki surlarıyla Diyarbakır'dan sonra Türkiye'nin ikinci büyük kalesi olan Niksar kalesinde, Belediye tarafından yapılan çalışmalar sonrası iki ayrı gizli tünel bulundu. Kalenin güney ve kuzey cephesinde bulunan ve yaklaşık 100 metre uzunluğundaki gizli tünellerde çalışma başlatıldı. Yapılan çalışmalar kapsamında tünellerin içerisinde bulunan toprak yığınları dışarıya çıkarıldı. Ancak daha sonra kazı izninin sonlanması ve elaman eksikliğinden dolayı çalışmalar sona erdi. Kuzey cephesine bakan 100 metre uzunluğundaki tünelin, kral kızlarının kaleden aşağıda bulunan Roma hamamına inmek için kullandıkları tünel olduğu ileri sürüldü.

 

"İKİ AYRI GİZLİ TÜNEL BULUNDU"

Her iki tünelde incelemelerde bulunan Niksar Belediye Başkanı Duran Yadigar, kalede yapılan çalışmalar sonrası güney ve kuzey yamaçlarında yer altı geçitlerinin giriş kısmının yer aldığını söyledi. Başkan Yadigar, "Bu geçit aşağı yukarı 100 metre kot farkı ile aşağıda bulunan dereye inmekte. Bu yer altı geçidinin hemen simetriğinde ise kral kızlarının Roma hamamına inmek için kullandıkları belirlenen yer altı geçidinde de şu anda kısmen kazı çalışmalarını yaptık. Bu kazı çalışmalarının tamamlanması halinde Niksar kalesinin güney ve kuzey istikametindeki her iki yer altı geçitleri ortaya çıkacak. Kalenin sanatsal özellikleri ortaya çıkacak." dedi.

 

İLGİLİ MAKAMLARDAN YARDIM İSTEDİ

Bu yapıtların ortaya çıkması ile birlikte Niksar kalesinin bölgede kültür turizmini önemli derece etkileyeceğini belirteren Başkan Yadigar, "Kültür ve Turizm Bakanlığımızın Niksar kalesine ilgisini beklemekteyiz. Batı yakasındaki dörtte birlik bölümü restore edilen Niksar kalesinin tamamlanması halinde burası UNESCO koruma listesine girebilir. Dolayısıyla Karadeniz Bölgesi, Tokat, Niksar ve ülkemiz büyük bir kıymeti dünyanın turizm gezginlerine sunma imkanına kavuşabiliriz. Niksar halkı olarak bu yer altı geçitlerinin ilgili makamlarının dikkatini çekmesini istiyorum" diye konuştu.

 

ÇALIŞMA YAPILACAK

Kazı çalışmaları ile ilgili ilgi veren Tokat Müze Müdürü Halis Şahin ise, ortaya çıkan tünellerin Roma dönemine ait olduğunu belirterek, tünellerin tamamen gün yüzüne çıkarılması için yıl içerisinde çalışmaların devam edeceğini dile getirdi.

Milliyet, Haber: Murat Turapoğlu - Fatih Yılmaz, 07.01.2014

İLK ŞEHİTLİĞİN TESCİLİ İÇİN BAKANLIK HAREKETE GEÇTİ

 

 

Rumeli Hisarı'nın yapımı sırasında öldürülen askerlerin yattığı Nafi Baba Şehitliği'nin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tescillenmesi için tüm envanteri tamamlandı. Şehitliğin, İstanbul'un ilk şehitliği olarak kayıtlara geçmesi bekleniyor. Boğaziçi Üniversitesi Güney Yerleşkesinin üstünde bulunan şehitliğin korunması için uzun yıllardır çalıştıklarını belirten Nafi Baba'nın torunlarından Yard. Doç. Mehmet Nafi Artemel, "Şehitliğin bakanlık tarafından korunması gerekiyor. Bürokratik engelleri aşmak için uzun uğraşlar verdik. Tarihi mekanın tespiti için üç ay önce Arkeoloji Müzesi'nden bir uzmanın gelmesi için müracaatımız oldu. Ocak ayı içerisinde tespitlerin yapılmasını bekliyoruz" dedi. 1451'de Sultan II. Mehmed'in emri ile Osmanlı ordusunun öncü kuvvetleri, akıncıları ve serdengeçtilerinden bir grup askerin hisar'ın inşaası sırasında şehit düştükleri yer olarak bilinen Şuheda Kuyusu, Türk sinemasının duayen isimlerinden Metin Erksan'ın buraya defnedilmesiyle bir kez daha gündeme gelmişti. Bakanlık yetkilileri ise, "Şehitliğin tescili için tüm çalışmalar tamamlandı. Müze görevlilerinin tespitlerinden sonra harekete geçilecek" diye konuştu. Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi'nden çıkan Rumelihisarı Şehitlik Dergahı ve Mezar Taşları adlı kitapta da belgeleriyle birlikte yer alan mezarlık, İstanbul'un fethi sırasında Rumeli Hisarı'nda ölen şehitlerin toplu olarak gömüldükleri ve Osmanlı'nın ilk şehitlik mezarlığı olarak biliniyor.

'DEDESİ BEKTAŞİLİĞİ BENİMSEMİŞTİ'
Sarıyer Belediyesi'nin bu şehitlik ve çevresinde bir 'Sosyete mezarlığı' kurma projesine ilişkin bir soruya da yanıt veren Doç. Artemel, "Metin Erksan buraya defnedildi. Tarih boyunca kendilerini Bektaşiliğe ait hisseden aileler buradan yer alıp vefatlarından sonra buraya gömülmüşler. Erksan'ın dedesi, dedesinin dedesi de kendisini Bektaşiliğe ait hisseden kişilerden birisiydi. Erksan'ın vasiyeti ve bizim bilgimiz dahilinde buraya defnedildi. Kamuoyunda sosyete mezarlığı oluşturulma söylentisi var. Ancak Erksan'ı bunlara örnek sayamayız. Büyük babaları dergaha sürekli gelip gittiği için bu gönül bağı nedeniyle burada dinlenmektedirler" dedi.

Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 07.01.2014

SELÇUKLU MÜZESİ'NDE SONA GELİNDİ

 

 

Şubat ayında hizmete girmesi planlanan müzede su üzerinde yürüme hissi uyandıracak bir teknoloji de ziyaretçilere farklı duygular yaşatacak.

 

Anadolu Selçuklu hükümdarlarından Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından kardeşi Gevher Nesibe Sultan'ın vasiyeti üzerine 1206 yılında yapımına başlanan Gevher Nesibe Medresesi, Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından Türkiye'nin ilk Selçuklu Müzesi olarak açılacak. Gevher Nesibe Medresesi'nin bir kısmı Selçuklu Medeniyeti ile ilgili uygarlığı ön plana çıkaran bir müze, diğer kısmı ise şifahiye özelliğini taşıyan tıp müzesi olarak düzenleniyor. Selçuklu Uygarlığı ile ilgili olan kısımda; 'Selçuklu Kenti', 'mimarisi', 'sanatı', 'bilimi', 'giysisi' gibi unsurlar ile 'Kayseri'de Selçuklular', 'Anadolu'da Selçuklular' gibi bölümler yer alacak.

 

Şifahiye ile ilgili kısımda ise; 'hastalıklar', 'tedavi yöntemleri ve aletleri', 'bilginler', 'ecza', 'su ve sağlık', 'müzik ile tedavi', 'renk ile tedavi' gibi bölümler bulunacak. Müze içerisinde sergilenecek Selçuklu etnografik eserlerinin yanı sıra, etkileşimli ve teknolojik görsellik içeren alanlar yer alacak. Böylece ziyaretçilerin; dinleyerek, deneyerek, uygulayarak ve teknolojik aletleri kullanarak bilgilenmeleri sağlanacak.

 

Müzede, dünyadaki ender müzelerde yer alan holografik üç boyutlu görüntüler, arttırılmış gerçeklik için bilgisayar donanımları yer alacak. Bu donanımlar sayesinde müzedeki ziyaretçiler suyun üzerinde yürüyebilecek ya da Selçuklu sultanları gibi giyinebilecek.

 

Gevher Nesibe Medresesi'nin anıt yapı özelliği dikkate alınarak yapılan ve Şubat ayında hizmete açılması planlanan müze, dijital müzeciliğin geldiği son nokta olarak kabul ediliyor.

Yeni Şafak, 06.01.2014

2 BİN YILLIK ALTYAPI HALA AYAKTA!

 

 

Ezine İlçesi'ne bağlı Dalyan Köyü yakınındaki Alexandria Troas antik kentinde yaşayanların 2 bin yıl önce inşa ettiği kanal sistemlerinin hala fonksiyonelliğini koruduğu bildirildi.

Kazı Heyeti Başkanı ve Ankara Üniversitesi (AÜ) Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Erhan Öztepe, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kentin, Hellenistik dönemden itibaren teraslar üzerine kurulmuş bir yerleşim planına sahip olduğunu söyledi.

Roma döneminde de bu yerleşim sisteminin aynen korunduğunu, Hellenistik dönemden itibaren ise en yukarıdaki tiyatro terasından başlayıp, denize doğru devam eden temiz su iletim hatları ile atık su kanallarının kentte mevcut olduğunu dile getiren Öztepe, "Koruma alanındaki bu kanal sistemlerini tanıyabiliyoruz. Bunlar son iki yıldır kazdığımız sondajın içerisinde, kentteki caddenin hemen güney kanadındaki bir dükkanın yakınında ortaya çıkan büyük, taştan atık su kanalı olduğu gibi daha küçük ölçekte yine taşla örülmüş atık su kanalları şeklinde olabiliyor" diye konuştu.

Öztepe, kentteki yapılara su taşıyan pişmiş topraktan künklerle oluşturulmuş su iletim hatlarının da varlığını tespit ettiklerini belirterek, şu bilgileri verdi:

"Bunların yönleri çok farklı olabiliyor. Yapılardan ana kanala bağlantı sağlayan küçük su kanalları var, bir de mesela cadde boyunca tespit ettiğimiz hala yağmur sularının toplandığı kanallar bulunuyor. Bu da bize gösteriyor ki günümüzden yaklaşık 2 bin yıl önce inşa edilmiş kanal sistemleri hala fonksiyonel. Yer altı sularının buradaki kanallarda toplanıp denize kadar ulaştırıldığını söyleyebiliriz."

Timeturk, 06.01.2014

2 BİN 500 YIL SONRA 'ANABASİS' ÇIĞLIĞI

 

 

Anabasis adıyla MÖ 400 civarlarında yazılan anlatıda sözü edilen tarihi yol, doğa turizmi çerçevesinde gün yüzüne çıkarıldı. Doğaseverler, Sesli Kaya'da özgürce çığlık atarken, güzergah üzerindeki hanlar ve hamamlar restore edildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteğiyle Trabzon'un Maçka Kaymakamlığı tarafından projelendirilen çalışmalarda sona gelindi. Kaymakam Alper Balcı, öz kaynaklarıyla finanse ettikleri Anabasis Yolu Projesi'nin kısa sürede doğaseverlerin büyük ilgisini çektiğini söyledi. MÖ 401'de Pers kralı Artakserkses'e karşı başlatılan savaşta denize ulaşmaya çalışan askerlerin kullandığı yol olarak tasvir edilen güzergahın, İpek Yolu olarak da kullanıldığını ancak daha sonra unutulduğunu anlatan Balcı, "Yol tam bir tarih ve doğa şöleni sunuyor. Güzergahta yol alan insanlar hem müthiş ve macera yaşıyor hem de tarih ve doğayı adeta yaşıyor. Bu kapsamda güzergahı yeniden yapılandırdık. Ortaya müthiş bir rota çıktı" dedi.

BİR AYDA 3 BİN TURİST YÜRÜDÜ
Yaklaşık 33 km'lik yol boyunca insanların Kusal Yaylasında kahvaltı yaptığını, İskobel Yaylası'ndaki Sesli Kaya'ya çıkıp çığlık attıklarını, Kofrakol Yaylası'ndan karşıdaki Sümela Manastırı'nın doyumsuz manzarasını izleyebildiğini anlatan Balcı, "Turistler çok özel dağ ve orman çiçeklerinin kokusu altında yürüyor. Mide rahatsızlığına iyi gelen çam sakızı çiğneyip, Pilav Dağı'nda teknolojinin ve yapaylığın giremediği yaylaları geziyor, fotoğraflıyor. Biz gerekli alt yapıyı hazırlayıp tanıtımını da iyi yaptıktan sonra bu yol yakın gelecekte doğaseverlerin akınına uğrayacak" diye konuştu. Son bir ayda yaklaşık 3 bin yerli ve yabancı turistin Anabasis Yolu'nda yolculuk yaptığı belirtildi.

PARALI ASKERLERİN ZORLU GÜZERGaHI
MÖ 430'da doğan ve MÖ 355'de öldüğü kabul edilen, Yunanlı tarihçi Ksenophon'un, Türkiye'de "Onbinlerin Dönüşü" adıyla yayımlanan eserinin orijinal adı Anabasis. Kitapta, Pers tahtını kardeşi Artakserkses'ten almak isteyen Kyros'un, paralı Yunan askerlerinden oluşan orduyla yaptığı yolculuk anlatılıyor. "Onbinler" diye ifade edilen ordu, Karadeniz'e ulaşmak için yola çıkıyor. Açlık ve yorgunluktan yaşamdan ümitlerini kesmişken İskobel Yaylası'na ulaşan ordu burada denizi görünce zafer çığlıkları atıyor.

Sabah, Haber: Özgür Özdemir, 06.01.2014

KYME ANTİK KENTİ YENİDEN DÜZENLENİYOR

 

 

Aliağa Belediyesi antik kent uygarlığının izlerini modern kent yaşamı içine taşıyacak. Aliağa'da bulunan Kyme Antik Kenti kazılarını uzun yıllar kazı başkanı olarak sürdüren İtalyan Sebastiana Lagona'nın adını taşıyan cadde, Aliağa Belediyesi tarafından adına uygun tarihi motiflerle yeniden düzenlenecek. Kyme'de çıkarılan 42 farklı sikkenin önlü arkalı 84 kopyası 600 metrelik caddenin kaldırımlarına işlenecek. Aliağa Merkezinde, vatandaşları deniz ve parklarla buluşturan Sebastiana Lagona Caddesi'nin antik kent uygarlığına ilişkin motifleri ve taşlarıyla büyük ilgi görmesi bekleniyor.

 

ALİAĞA'YA YAKIŞAN BİR CADDE OLACAK

Türkiye'nin en hızlı büyüyen kentlerinden Aliağa'da, Belediye tarafından yapılan çalışmalarla kentin çehresi değişiyor. Aliağa Belediyesi, Sebastiana Lagona Caddesi düzenleme projesi kapsamında geçtiğimiz ay ihaleye çıktı. Zemin hazırlık çalışmalarına start veren Aliağa belediyesi Fen işleri ekipleri, İZSU'nun altyapı çalışmasını bitirmesinin ardından projeyi hızla tamamlayacak. Proje ile Balıkçı Barınağı İskele Meydanından Hükümet Caddesine kadar olan bölgenin çehresi değişecek.

 

Proje kapsamındaki 600 metrelik yolda, İZSU işbirliği ile sürdürülen yağmur suyu drenaj hattı çalışmaları devam ediyor. Su ve kanalizasyon alt yapı hazırlıkları kısa sürede tamamlandıktan sonra caddede doğal taş döşeme işlemi yapılacak

 

TARİHİ MİRAS VE MODERN HAYAT BULUŞACAK

Proje ile Caddeye aşınmaya, dona ve yağmura dayanıklı 8 bin 500 m2 doğal taş, 2 bin metre doğal kırım granit bordür döşenecek. Projenin yapım aşamasında traverten taşı, andezit taşı, sikke rölyefleri kullanılacak. Aliağa Kyme Antik Kenti kazılarında çıkarılan 42 farklı sikkenin ön ve arka yüzlerinden oluşan 84 kopyası kaldırım üzerine işlenerek bölgenin tarihi ve kültürel mirası, Aliağa halkı ile buluşturulacak. Sikke kopyalarının yanında zeminde bilgi plakaları yerleştirilecek. Cadde aydınlatması da projenin görselliğini öne çıkaracak şekilde yeniden yapılacak.

 

CADDEDE ENGEL YOK

Aliağa Belediyesi, kentteki diğer altyapı projelerinde olduğu gibi Sebastiana Lagona Caddesi projesinde de engellilerin ihtiyaçlarını dikkate aldı. Caddede engelli vatandaşların kullanımını kolaylaştırmak amacıyla kaldırım veya taşıt yolunun engellilerce fark edebileceği yapıda döşeme yapılacak. Kaldırımlarda engelli vatandaşların kullanımı için engelli rampası yapılacak.

 

BAŞKAN OĞUZ: YATIRIM VE PROJELERİMİZ SÜRECEK

Aliağa Belediye başkanı Ömer Turgut Oğuz, 5 yıldan bu yana süren çalışmalarla hızla büyüyen Aliağa'nın altyapı ve sosyal yaşam ihtiyaçlarına kalıcı çözümler üretildiğini söyledi. Başkan Oğuz, altyapıda Aliağa'nın uzun yıllar ihtiyacı karşılayacak çalışmalara imza attıklarını ifade ederek, "Türkiye'ye örnek olacak, tarih ile modern yaşamı buluşturan bir projeye başlıyoruz. Uzun yıllar Aliağa Kyme Antik Kenti Kazı Başkanlığı yapan Arkeolog Ord. Prof.Dr. Sebastiana Lagona'nın adını taşıyan bu Caddemizde, anlamına uygun şekilde tarihi dokuyu modern yaşamla birleştireceğiz" dedi.


Lagona'nın Aliağa'ya uzun yıllar hizmet verdiğini anımsatan Başkan Oğuz, "Sayın Lagona'ya uzun sağlıklı bir yaşam diliyor, Aliağa halkı adına teşekkür ediyorum. Adını taşıyan bu Caddemizi, onun Kyme'de kazılarında bulduğu sikkelerin kopyalarını gösteren motiflerle donatacağız. İZSU'nun çalışmaları kısa sürede bitecek ve hemen projemizi hayata geçireceğiz. Aliağamıza hayırlı olmasını diliyorum" dedi.

Gerçek Gündem, 07.01.2014

SANAT GALERİSİ GİBİ METRO

 

İsveç’in başkent Stockholm’un metrosu, istasyonlarındaki sanat galerisine benzeyen sergileri ile dikkat çekiyor.

 

110 kilometre uzunluğundaki metronun 100 durağı bulunuyor ve bu durakların her birinde ya bir heykel, ya bir resim ya da mozaiklerle süslenmiş duvarlar ve tavanlar bulunuyor. Metronun bir diğer özelliği de birçok durağının eski mağaraların içinde bulunuyor olması.

1950 yılında açılan metronun duvarlarını 150’den fazla sanatçı eserleriyle süslemiş. Metroyla yolculuk yapanlar da böylelikle bir sanat yolculuğuna çıkmış oluyor. Sanat eserleri o kadar ilgi çekiyor ki, 1997 yılından beri metro içinde, sanat eserlerinin tanıtımının yapıldığı rehberli tur düzenleniyor. Tura katılmak için ekstra ücret ödemeye gerek yok, sadece tren biletini almanız yeterli.

Star,05.01.2014

KEMERALTI'NIN TARİHİ KEMERLERİ BULUNDU

 



 
Dünyanın en büyük açık hava çarşısı konumunda olan Tarihi Kemeraltı Çarşı'na ismini verdiği belirtilen kemerler bilimadamları tarafından gün yüzüne çıkarıldı. 2010 yılında bölgede bulunan yapıların yıkılmasıyla tespit edilen kemerlerin, 15. yüzyılın en cazibeli buluşma noktası olduğu belirtiliyor. Yapılan son kazı çalışmalarının ardından gün yüzüne çıkarılan kemerlerin koruma altına alındığı ve onarıma başlandığı kaydedildi.

Başka bir ipucu yok
Bölgedeki kazı çalışmalarını yöneten Agora Ören Yeri Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç. Akın Ersoy, "Bölgeyle ilgili sözlü kültürde yer alan Kemeraltı isminin, Agora antik kentinde bulunan Roma Hamamı içerisindeki kemerlerden geldiğini düşünüyoruz. Aksini ifade eden herhangi bir belge veya kanıt bulunmuyor" dedi.


Ersoy, kemerlerin 2010 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin Agora ve çevresinde yaptığı yıkımların ardından ortaya çıktığını söyledi. Ersoy, "Bu kemerler İzmir'in iki önemli sokağı olan Havra ve Dikilitaş sokaklarının kesiştiği noktada yer alıyor. Dikilitaş sokağı, İzmir'in Türk mahallesini, liman mahallesine bağlayan en önemli sokak akslarından bir tanesi. Roma Hamamı da bu iki sokağın bitiştiği noktada bulunuyor. Muhtemelen insanlar Osmanlı döneminde, buradaki yıkılmış olan ama iki büyük Emir'i hala ayakta olan hamam yapısından yola çıkarak bölgeyi Kemeraltı olarak anıyorlardı. Bölgedeki buluşmalar, Kemeraltı'nda mevki belirterek söyleniyordu belkide. Kemeraltı ismi, 16. yüzyıldan itibaren anılıyor. İnsanlar bu kemerleri randevu noktası ve kent içi işaret olarak sözlü kültürlerinde hep ifade etti. Biz bu kemerlerin kemeraltına ismini verdiğini düşünüyoruz. Çünkü başka hiçbir ipucu, Kemeraltı isminin nerden geldiğine açıklık getirmiyor" dedi.

16. yüzyıldan itibaren
Ersoy, "Bölgede çok büyük bir hamam yapısı bulunuyor. Sözlü kültüre göre bu yapı 2'nci yüzyıla kadar uzanıyor. Ancak daha sonra alan terk ediliyor ve ardından mezarlığa dönüşüyor. Arapların ve İranlıların gelerek kenti yağmaladığını biliyoruz. 14'üncü yüzyılda ise bölge tamamen terk ediliyor. Kemerlerin bulunduğu bölgeden limana ulaşılıyordu. Yapılan incelemelerde Kemeraltı'nın önceleri sadece iki sokaktan oluştuğu ortaya çıktı. Şimdiki gibi değildi. Ancak 1850 yılından sonra tamamen liman özelliğini kaybetmiştir ve günümüzdeki haline gelmiştir. Sözlü kültürde 16'ncı yüzyıldan itibaren bölge Kemeraltı olarak adlandırıldı. Aksini söyleyen hiçbir belge bulunmuyor. O belgeler ortaya çıkana kadar bu öngörüyü kabul ediyoruz" dedi.

Yeni Asır, Haber: Fatih Abacıoğlu, 05.01.2014

HÜRREM'İN HAREMİNİ 1 MİLYON KİŞİ GEZDİ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in göreve gelmesinin ardından özellikle üzerinde durduğu mekanlardan biri olan Topkapı Sarayı Müzesi’nde yapılan çalışmalar meyvesini verdi. Müze, 2013 yılında 3 milyon 400 bin kişi tarafından ziyaret edildi. Müze içinde bulunan ama ayrı bilet alınarak gezilen Harem bölümünü ise 1 milyon 30 bin 491 kişi gezdi. 2012 yılında Müze’nin genel ziyaretçi sayısı 3 milyon 335 bin, Harem bölümü ziyaretçileri ise 800 bin kişi olarak gerçekleşmişti.

Çalışmalar kapsamında; Topkapı Sarayı Müzesi içindeki Harem ve bahçede yer alan 10 havuz kullanılır hale getirilmiş, depo olarak kullanılan Karaağalar ve Kadınlar mescitleri aslına dönüştürülmüştü.


Ayrıca Müze’de yer alan kutsal emanetlerin tamamı Sultan Reşat döneminden 100 yıl sonra yeniden temizlenerek restore edilmiş, Osmanlı geleneğinde yer alan Ramazan ayının 15. günlerindeki Hırka-i Şerif ziyaretleri 2012 Eylül ayı itibariyle Saray’da yeniden uygulanmaya başlanmıştı. Ayrıca Topkapı Müzesi’nde yer alan tarihi Gülhane yeniden kurularak 40 bin gül dikilmiş, yarım milyon sümbül ve lalelerin salındığı özel sümbül ve lale bahçeleri açılmıştı. Topkapı Sarayı Müzesi’nde hayata geçirilen bir diğer yenilik ise yedi yıl aradan sonra Merkez Yazma Eserler Kütüphanesinin yeniden hizmet vermeye başlaması ve Saray Arşivi’nin ilk kez online hizmet vermesi olmuştu.

 

DİZİLER ETKİLEDİ

Sarayın ziyaretçi sayısının artışında araştırmacılar için vazgeçilmez kaynak olan El Yazma Kütüphanesi ile Müze arşivindeki bu yenilikler ve Saray’da gerçekleştirilen programların etkisi de ziyaretçi rakamlarına büyük katkı sağladı. Bu programların önemli bir bölümünü şenlikler, konferanslar, konserler ve sergiler oluşturdu. 2013’te Topkapı Sarayı’nda “Sultan II. Bayezid ve Sultan III. Selim’i anma konserleri, Atlı Okçuluk ve Mehteran gösterileri gibi sıra dışı etkinliklerin yanı sıra Piri Reis’ten Önce ve Sonra Topkapı Sarayı’nda Haritalar ve Piri Reis sergileri, İstanbul ’un Fethinin 560. yıl dönümü dolayısıyla İstanbul’un Fatihi: Sultan II. Mehmet Han Sergisi, Çin Kültür Yılı olması nedeniyle Çin Hazineleri, Kore Cumhuriyeti ve Türk Cumhuriyeti arasındaki münasebetlerin 55. yıl dönümü nedeniyle de İhtişam ve Zarafet: Kore Sanatı sergileri” yerli ve yabancı ziyaretçilerle buluştu.

Saray geleneklerinin yaşatılması için Baklava Alayı, Mersiye ve Aşure, Miraciye ve Muharremiye gelenekleri de çeşitli etkinliklerle ziyaretçilerin beğenisine sunuldu.


Bu kültürel etkinlikler, Topkapı’nın, müze kimliğinin yanında saray özelliğini de anımsatırken, tarihi mekana karşı ilgiyi de arttırdı. Harem bölümünün ziyaretçi sayısının artışında ise tarihi dizilerin ve filmlerin de etkisi oldu. Topkapı Sarayı’nı, Müzekart uygulaması ile gezenlerin sayısı da bu yıl 500 binden fazla oldu. Genel toplamda 635 bin kişi Müzekart kullanarak ziyaret yaptı.

Radikal, 05.01.2014

TARİHİ KÜTÜPHANE KUNDAKLANDI

 

 

Lübnan'ın Suriye sınırında bulunan Trablusşam kentinde tarihi bir kütüphane kimliği belirsiz kişilerce ateşe verildi. Çıkan yangında, kütüphanede bulunan 80 bin kitabın üçte ikisinin yandığı ifade edildi.

Yangına müdahale eden itfaiye ekiplerinin ellerinden gelen her şeyi yaptıkları ancak yangın söndürüldüğünde kitapların çoğunluğunun yanmış olduğu belirtildi. Yangının kim ya da kimler tarafından çıkarıldığı henüz bilinmezken Lübnan polisi konuyla ilgili detaylı bir soruşturma başlattı.

Kütüphanede çıkan yangınla ilgil birtakım spekülasyonlar yer alıyor. Konuyla ilgili ajanslara konuşan bazı kişiler, kütüphane kundaklamasını mezhep çatışmasına bağlarken bazı kişiler de bu eylemin Hıristiyanlara karşı yapılmış bir eylem olduğunu iddia ediyor.

Habertürk, 05.01.2014

BEYOĞLU NEDEN BİR ÖRNEK OLMASIN

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan “Beyoğlu Koruma Amaçlı İmar Planı”, semt derneklerinin açtığı dava sonucu iptal edildi. Kararın gerekçeleri arasında Beyoğlu’ndaki gelişmeleri etkileyecek projeleri kapsamına almadığı, bütünlüğünün olmadığı, master plan hüviyetindeki Çevre Planı ile uyumsuz olduğu, halkın katılımını dikkate almadığı gibi temel sorunlar sıralanıyor. 

 

Yönetimin yeni planı bu iptal gerekçelerini dikkate alarak altı ay içinde hazırlaması gerekiyor.

Biraz geriye gidelim: Beyoğlu 1993 yılında Koruma Kurulu kararıyla “SİT Alanı” (bütünlüklü olarak korunması gereken bölge) ilan edildi. 

 

Bu karar ile mevcut imar planı yürürlükten kalktı. (Yasaya göre “Koruma Amaçlı İmar Planı”nın hazırlanması gerekiyor.) Bu kararın alınmasından sonra neredeyse 20 yıl geçti, plan bir türlü hazırlanamadı. Bu uzun süre içinde Beyoğlu plansız yönetildi. (Koruma Planı’nın hazırlık sürecinde “Geçiş Dönemi Yapılaşma Koşulları”nı koruma kurulları belirliyor, ipler yerel yönetimin elinde oluyor. Kararlar proje bazında veriliyor.) Bu dönemde eski (yani koruma amaçlı olmayan) planda tescilli yapı, manzara terası, yeşil alan olarak gözüken yerler imara açıldı. Binlerce tarihi yapının yanında Narmanlı Hanı, Emek Sineması, Kamondo Hanı... gibi önemli anıt yapıların yerlerine pasajlar, rezidanslar, iş merkezleri, oteller inşa edilmeye çalışıldı. Bu arada kimi zaman yalnızca bir imar izninin yarattığı rantın belediyenin bütçesini aştığı görüldü. Bölge informel bir işleyişe sahne oldu.

 

2000’li yılların ortasında merkezi yönetim şehirdeki informel işleyişi kamu sistemi içine alan düzenlemeler yaptı. “Sit Alanı”nın neredeyse bütün kıyıları Özelleştirme İdaresi’nin yetkisindeydi. Park Oteli, Galata Kulesi çevresi, Perşembe Pazarı, Tarlabaşı ya “Yenileme Alanı”, ya da “Turizm Alanı” oldukları için plan dışında kaldı. Bu nedenle 2011 yılında hazırlanan planda Beyoğlu’nun kamu alanları boşluk olarak yer aldı. “İhya” projeleri ile kalan son yeşil alanlara, boşluklara yeni yapılar sıkıştırıldı. Bu arada da yapı adalarının ortasındaki bahçeler “park” ilan edilip, güya yeşil alan miktarları artırılmak istendi. Bunlar planın fiziki sorunlarıydı. Temel sorun geçen yirmi yıl içinde küresel sermaye Beyoğlu’nda cirit atarken, muazzam bir değişim yaşanırken, endüstri desantralize edilirken, dönüşümün piyasa aktörlerine bırakılmış olmasıydı. Şişhane, Galata, Tarlabaşı, Perşembe Pazarı, Hasköy, Kasımpaşa çevresindeki küçük üretim yapısının dönüşümü, kültür mirasının yönetimi, kamusal alanların işlevlendirilmesi, risklerin azaltılması, istihdam yapısının, sosyal programların, kültür, sanat, eğitim, spor ve rekreasyon alanlarının geliştirilmesi konusunda Beyoğlu stratejik hedeflerini belirleyemedi, katılıma açamadı. Bu yüzden sivil girişimler, bağımsız kuruluşlar yalnızca ayrıcalıklı imar izinlerine itiraz etmekten başka çare bulamadı. Yönetimler imardan elde ettikleri informel gelirleri keyfi bir biçimde kullandılar. Piyasanın mantığına teslim oldular, elde edilen kayıtdışı kaynakları kullanarak sivil toplumla patronaj ilişkilerini güçlendirdiler. 

 

Sonuçta planın iptali bu süreçte bir deneyim üretilemediğini belgelemiş oldu. Tekrar başa dönüldü. 20 yıl boşa geçti. Çünkü merkeziyetçi siyasal rejimin imar şubesi gibi algılanan şehir yönetimlerinin başka bir planlama deneyimi yok. Muhtemelen aynı mantık çerçevesinde (çekmecelerden çıkarılmış basmakalıp bilgilerle) yeni bir plan hazırlatılacak, yönetim bunu yeniden karşımıza koyacak. Biz de itiraz edeceğiz.

 

Bu katılım yöntemi yeterli mi? Şehirsel gelişmeyi, hareketliliği, ilişkileri, farklı kamu yararı kavramlarını temsil etmeyen bu belgelere “plan” adı verebilir miyiz? İlçe belediyesi “yeterli kadrolarının olmadığı için” karar alıyor, plan Büyükşehir Belediyesi’ndeki bürokratlar tarafından hazırlanıyor. Bu yöntemle birtakım basmakalıp bilgiler plan notlarına konuyor, sonra da yerel belediyenin görüşleri alınarak bazı imar hakları, fiziki alana ilişkin düzenlemeler getiriliyor. Bu plandaki yamalı bohça gibi “boşluk” olarak bırakılan yerler ise “yetkili” otoritelerin kararları ve projeleri ile dolduruluyor. Kamusal alanlara ilgili inisiyatif “yetkili” olan merkezi otoriteye bırakılıyor. Merkezi yönetim yerel kamu alanlarını özelleştirerek, oluşan imar rantına el koyuyor. Merkezi yönetim, projeleri kendi yakın çevresindeki sermaye grupları ile paylaşıyor. 

 

Sorun yalnızca şehir yönetimlerinin kendi normlarını oluşturamaması değil, bunu gerçekleştirebilecek bir siyasal deneyimlerinin olmaması. Dünyanın her yerinde, başka şehirlerde işlevini yitiren- yitirmeyen kamu alanlarının, ulaşımın, kültürel mirasın... yönetimi için yerel örgütlenmeler oluşturulurken Türkiye’deki yerel yönetimler endüstri sonrası toplumlarda yaşanan değişimi yönetebilecek, sivil toplumun enerjisini kamu alanına taşıyacak bir deneyime sahip değil.

Siyasetteki merkeziyetçilik imar yolsuzluklarına, otoriter bir işleyişe neden oluyor. Neredeyse ilk belediyelerin kurulduğu tarihten 19. yüzyılın kalıntısı olan bu yönetim modeli, şehir halkını merkeziyetçi siyasetin tahakkümü altına sokuyor. Bugün yaşanan sorunları şehirsel dinamiklerle, gelişmelerle, insanlarla, yaratıcılıkla ilişkisi olmayan imar planları ile çözülmesi mümkün değil. Şehir yönetimlerinin önümüzdeki dönemde artık siyasal bir bilinç sahibi olması, sivil toplumun kamusal faaliyetlere katılımını sağlaması, sosyal sorunları, farklı öncelikleri, gelişmeleri dikkate alan, birbiriyle ilişkilendiren, bunun için de açık uçlu süreçleri teşvik etmesi, katılımcı örgütlenmeler aracılığıyla şeffaf bir biçimde uygulaması, merkezi yönetimleri “kapasite geliştirici” aktörler olarak sürece dahil eden çok katmanlı planlama deneyimlerini örgütlemesi gerekiyor. 

Neden ilk modern belediyenin kurulduğu Beyoğlu, yerel yönetim anlayışının (halkın lehine olacak şekilde) yenilendiği, güncellendiği bir örnek olmasın?

Taraf, Haber: Korhan Gümüş, 05.01.2014

RESMİ AÇIKLAMA: MİRO SERGİSİ SAHTE

 

 

Kült Sergi Organizasyonu’ndan yapılan açıklama şöyle: “20 Kasım 2013 tarihinde Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi ’nde açılan Joan Miro Sergisi’ne dair İspanya’da bulunan Miro Vakfı’ndan gönderilen ve sergilenen eserlerin bazılarının üzerindeki imzaların orjinalliğinden şüphe duyulduğunu belirten elektronik posta üzerine, Joan Miro Sergisi’ne 20 Aralık 2013 tarihinden itibaren ziyaretçi girişi durdurulmuştur. Koleksiyonun sahibi ARETE Sanat Galerisi ile Miro Vakfı arasındaki bu anlaşmazlık çerçevesinde 23 Aralık 2013’te Miro Vakfı’ndan konu hakkında yetkili uzman İstanbul ’a gelip sergide incelemelerde bulunmuş; inceleme sonucunda 3 Ocak 2014 tarihinde tarafımıza gönderilen teknik raporda eser imzalarının orjinal olmadığı öne sürülmüştür. Konuyu hukuki boyuta intikal ettirdiğimizden, gerekli yasal başvurları yaptığımızdan dolayı, Türk mahkemelerince atanacak bilirkişi incelemesinin ardından detaylı bir inceleme için Miro Vakfı’nın da talebi üzerine eserler İspanya’ya gönderilecektir. Öncelikle ziyaretçilerimize ve sergiye mekan sponsorluğu yapan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne üzüntülerimizi bildirir, söz konusu süreçle ilgili oluşacak yeni gelişmelerden kamuoyunu bilgilendireceğimizi belirtmek isteriz.”

Radikal, 04.01.2014

 

******


MİRO VAKFI: İMZALAR SAHTE

 

 

20 Kasım’da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Amire’de açılan ‘Miro İstanbul ’da’ sergisinde yer alan bazı eserlerin sahte imzalı olabileceği şüphesiyle sergide incelemelerde bulunan Miro Vakfı yetkilileri, yaptıkları ilk incelemelerin ardından imzaların sahte olduğu sonucuna vardı.


Merkezi Barcelona’da bulunan Miro Vakfı’nın direktörü Rosa Maria Malet, ‘Miro İstanbul ’da’ sergisindeki bazı eserlerin sahte imzalı olabileceği şüphesi nedeniyle durumu bir mektupla MSGSÜ Rektörü Prof. Yalçın Karayağız ve sergiyi düzenleyen Kült Organizasyon’a iletmiş, eserler kendileri tarafından kontrol edilene kadar serginin kapalı tutulması gerektiğini vurgulamıştı. Bu gelişme üzerine Kült Organizasyon, 20 Aralık itibariyle sergiyi kapattıklarını duyurmuştu. Ardından Miro Vakfı’ndan bir uzman, 23 Aralık’ta İstanbul’a gelerek sergide incelemelerde bulunmuştu.


Kült Organizasyon, dün yazılı bir açıklama yaparak Miro Vakfı’nın sahte imza konusunda vardığı sonucu kamuoyuna duyurdu. Açıklamada, “İnceleme sonucunda 3 Ocak 2014 tarihinde (Miro Vakfı’ndan) tarafımıza gönderilen teknik raporda eser imzalarının orijinal olmadığı öne sürülmüştür. Konuyu hukuki boyuta intikal ettirdiğimizden, gerekli yasal başvurları yaptığımızdan dolayı, Türk mahkemelerince atanacak bilirkişi incelemesinin ardından detaylı bir inceleme için Miro Vakfı’nın da talebi üzerine eserler İspanya’ya gönderilecektir” ifadelerine yer verildi.


Peki sahte imzalı olduğu iddia edilen Miro eserleri nereden ve nasıl alındı? ‘Miro İstanbul’da’ sergisinde izleyiciyle buluşan koleksiyonun sahibi Arete Sanat Galerisi’nden Emre Sefer, eserleri Kanada ve ABD ’den satın aldığını belirtiyor. Eserlerin tamamının kendilerine ait olduğunu ve sergi için Kült Organizasyon’a bir süreliğine kiraladıklarını belirten Sefer’e ‘Yaklaşık 60 Miro eserinin yer aldığı koleksiyona ne kadar ücret ödediğini’ sorduğumuzda, “Ücret söylemem doğru olmaz” yanıtını alıyoruz.


Miro Vakfı’yla işbirliği içinde olduklarını söyleyen Emre Sefer, “Miro Vakfı bizim iyi niyetimizi gördü. Onlar ne istiyorsa yapıyoruz. İstanbul’da yaptıkları inceleme sonucunda bazı imzaların sahte olduğu şüphesinin devam ettiği sonucuna vardılar. Şimdi tam tespit yapmak için eserleri görmek istiyorlar. İrtibat halindeyiz, ne gerekiyorsa yapacağız. Mourlot & Maeght, dünya çapında büyük galeriler. Eserlerin her birinin Kanada British Columbia’daki Art Brokers West’ten sertifikası var. Miro Vakfı’na bunları da ilettik. Araştırıyorlar. Bizi değil, onları araştırıyorlar. Şu anda eserler sahtedir diyemeyiz. Süreç devam ediyor” diye konuşuyor.


Konuyla ilgili Kült Organizasyon’a da sorular yönelttik. İşte yanıtlar...


Miro sergisini açma süreci nasıl gelişti?
Koleksiyonerle iletişime geçildi. Koleksiyonun sergilenebilirliği uygun görüldükten sonra kürasyonu gerçekleşti. Buna göre sergi tasarımı tamamlandı. Gerekli sigortalama, nakliye ve kiralamalar yapıldı ve sergi kurulumu gerçekleştirildi.


Miro pahalı bir sanatçı. Eserlerin sahte olabileceği şüphesi hiç olmadı mı? Olduysa nasıl ikna oldunuz sahte olmadığına?
Arete Sanat Galerisi saygın bir galeri; daha önce de önemli sanatçıların sergilerini yapmış bir galeri. Ayrıca bu sergide sergilenen eserlerden bir kısmı daha önce İzmir’de de sergilendi ve de Arete bize orijinallik belgesi sundu.


Miro Vakfı yetkilileri İstanbul’a geldi, olaya yaklaşımları nasıldı?
Gayet olumlulardı. Bizlerin mağdur durumda olduğumuzun farkındalardı. Eserlerin tümünü detaylı incelediler.


Miro Vakfı’ndan en son size gelen açıklamada ne deniliyor?
Eserler üzerindeki imzaların orijinal olmadığını belirttiler. Ayrıca olayın mağdur tarafları olarak birlikte hareket edebilmek adına eserlerin kaynağını soruyorlar. Başlangıçtan beri işbirliğinde bulunduğumuz için teşekkür ettiler.


Bundan sonra olayı yargıya taşıdınız. Zarar tazminat talebinde mi bulundunuz?
İstanbul’da bir sergi düzenlemenin maliyeti çok yüksek. Koleksiyonun nakliyesi, sigortalanması ve kiralanması, mekanın sergiye hazır hale getirilmesi, reklam prodüksiyonu gibi maliyetler bulunmakta. Bundan daha önemlisi ciddi bir itibar zedelenmesi yaşadık. Bu nedenle tüm bu zararların tazmini için hukuki yollara başvurduk.

 

En pahalı sanatçılardan
Canlı renklerin, kadınların, kuşların, güneşin ve yıldızların göksel bir mekana serpiştirildiği çocuksu ve nükteli resimleriyle izleyiciye fantastik bir dünya sunan 20. yüzyıl sanatının en ilham verici isimlerinden Joan Miró, günümüzün en pahalı sanatçılarından biri. 1983’te hayata veda eden büyük İspanyol ressamın 1927 tarihli ‘Peinture (Etoile Bleue)’ - ‘Resim (Mavi Yıldız)’ adlı tablosu, iki yıl önce Londra’da düzenlenen Sotheby’s müzayedesinde 37 milyon dolara satılmıştı. Miro’nun 1925 tarihli ‘Painting-Poem’ adlı eseri de Londra’daki Christie’s müzayedesinde 27 milyon dolara alıcı bulmuştu.

1924 yılında Sürrealist Manifesto’yu yayımlayan Andre Breton’un “İçimizdeki en sürrealist” diye tanımladığı Joan Miró, özellikle kamusal alanlarında bulunan eserleriyle tıpkı Gaudi gibi Barcelona’ya mimari kimliğini kazandıran isimlerden biri. 1974 yılında Dünya Ticaret Merkezi için yaptığı duvar çalışması 11 Eylül saldırılarında yok olan Miro, Barcelona futbol takımının 75. yılı adına bir afişe imza atmış, 1982’de İspanya’da düzenlenen Dünya Kupası’nın afişini tasarlamıştı.

Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 05.01.2014

İNGİLTERE PARLAMENTO BİNASI DÜĞÜN MEKANI OLUYOR

 

 

Dünyanın en köklü parlamentosu olan ve parlamentoların anası olarak kabul edilen Londra'daki İngiltere Parlamento binası (Westminster Sarayı) özel organizasyonlara açılıyor. Avam Kamarası yetkilileri parlamentonun tamir ve restorasyon fonuna katkı için bazı odaları şirket ve kişilerin özel organizasyonları için kiralanacağını belirtti. Böylece kişiler Parlamento Binası'nda düğün yapabilecek.

 

Dünyanın geçmişi en geriye giden parlamentosu olan ve "Parlamentoların Anası" lakabıyla anılan Londra'daki İngiliz Parlamento binası (Westminster Sarayı) özel organizasyonlara açılıyor. Neo-Gotik mimari yapısına sahip ve İngiltere'nin Thames Nehri'nin kenarında bulunan binanın Pugin Odası ve Churchill Yemek Odası gibi kısımları şirketlere ve kişilere özel organizasyonları için kiralanacak.

 

BAKIM ONARIM FONUNA KATKI İÇİN
Tartışma yaratan hamleyle birlikte çiftler de düğünlerini meşhur Parlamento Binası'nda yapabilecek. İngiliz Avam Kamarası yetkilileri Parlamento binasının bakım ve onarım fonuna katkı için böyle bir karar aldıklarını söyledi.

 

İngiliz milletvekillerinin çoğu bu hamleyi desteklese de bazı milletvekili parlamentonun ticarileşmesine karşı çıktı. Bir milletvekili "Sıradaki ne? Westminster JP Morgan Sarayı'mı" diyerek parlamento binasının ticarileştirilmesine sert eleştiri getirdi.

 

DÜĞÜN YAPILABİLECEK, YEMEKLER PARLAMENTODAN
Uygulamanın hayata geçmesiyle şirketler özel parti ve etkinliklerini Parlamento binasının özel odalarında gerçekleştirebilecek. Çiftler de düğünlerini Thames Nehri'ni en güzel gören yerlerden biri olan binada yapabilecek. Plana göre etkinliklerde yemek servisini de Parlamento binasının catering hizmetleri karşılayacak.

 

Londra'nın en ünlü yapılarından Parlamento Binası 1834'te yanmış, kalıntıları arasında yeniden inşa edilmişti.

Hürriyet, 04.01.2014

DENİZ GÖRMEDEN AMERİKA'YI KEŞFETTİ

      İngiltere'de yayınlanan tarih dergisi History Today, Amerika'nın keşfi hakkında detaylı bir makale yayınladı. Dergi, 15'inci yüzyılda, Kristof Kolomb tarafından keşfedildiği söylenen Amerika topraklarının daha önce İskandinav denizciler ve İslam alimleri tarafından bilindiğini yazdı.

KOLOMB'DAN 5 YÜZYIL ÖNCE
Makaleye göre, 10'uncu yüzyılda İskandinav denizciler Kuzey Amerika topraklarına ayak basmış. Fakat daha şaşırtıcı olanı, hayatında açık denizlerin yakınına bile gitmemiş olan Fars asıllı Müslüman bilim insanı Biruni'nin, sadece dünyayı gözlemleyerek Amerika'nın varlığından bahsetmiş olması. Aral Denizi yakınlarında, günümüzde Özbekistan topraklarında kalan bölgede, 973 yılında doğan Biruni, daha gençliğinde birçok dil konuşmayı öğrendi. Eski Yunan'dan kalma bilim kaynaklarını taradı ve dönemindeki Asyalı bilim insanlarının keşiflerini inceledi. Maddelerin ölçülebilir özellikleri konusunda araştırmalar yapan Biruni, coğrafi ölçümlere, yaşadığı kasabanın yüzeyini hesaplamakla başladı. Kendisinden önceki astronomi kitaplarını da inceleyen Biruni, Güneş'in sabit, Dünya'nın da Güneş'in etrafında dönüyor olabileceği sonucuna vardı. Gelişmiş matematik ve astronomik incelemelere dalan Biruni, henüz 30 yaşındayken dünyanın çevresinin uzunluğunu ufak bir hata payıyla hesaplamayı başardı. Genç bilim insanı, bu keşfi sayesinde haritaların birçoğunda dünyanın sadece 5'te 2'lik bir kısmının resmedildiğini, dünyanın geri kalan 5'te 3'lük kısmının hiçbir haritada gösterilmediğini fark etti. Birçok mineralin öz ağırlıklarını ve coğrafi hareketleri inceleyen Biruni, dünyanın dengesini koruyabilmesi açısından, bu bilinmeyen 5'te 3'lük kısımda da karalar olması gerektiğini söyledi.





DÜNYANIN ÖBÜR UCUNDAN...
History Today'de yayınlanan makale Biruni'yi, Kolomb'dan 5 yüzyıl önce Amerika kıtasını teorik olarak keşfeden adam olarak anıyor. Biruni'nin, Asya'nın içlerinden yaptığı gözlem ve ince hesaplarla, dünyanın öbür ucundaki kıtalardan bahsettiği kitabı, astronomi dünyası hala saygıyla karşılıyor. Döneminin bu kadar ilerisinde bir eser veren Biruni, batıda da Alberoni adıyla tanınıyor.
 

BİRUNİ KİMDİR?
AsIl adı Ebu Reyhan El Biruni olan bilim insanı astronomi, matematik, doğa bilimleri, coğrafya ve tarih konusunda dönemini aydınlatan eserler ortaya koydu. Hinduizm ve İslam'ı karşılaştıran kitabıyla dünyanın ilk dinler karşılaştırması içerikli eserini verdi. Eserlerinin büyük bir kısmını dönemin önemli hükümdarlarından Gazneli Mahmut ve oğlu Sultan Mesud'un himayesi altında veren Biruni'nin, 1048'de vefat ettiği söyleniyor.

Sabah, 04.01.2014

AYASOFYA'DA SONA YAKLAŞILDI

 

Yüklenici firmanın çalışmalarını hızlı bir şekilde sürdürdüğü Ayasofya Kentsel Dönüşüm rekreasyon düzenlemesinin tamamlanması ile Ayasofya'nın çevresi güzel bir görünüme kavuşturulmuş olacak. Ayasofya'nın çevresini çarpık yapılaşmadan kurtarmak amacıyla 44 binanın kamulaştırılarak yıkıldığı ve hak sahiplerine yaklaşık 40 milyon TL'nin ödendiği kaydeden Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, "Kentin balkonu diye tabir edilen Ayasofya'da, Trabzon'un yöresel el sanatları ürünlerinin satışı ve tanıtımının yapılacağı alanların da oluşturacak. Tarihin, kültürün ve sanatın kenti olan Trabzon'un, Ayasofya bölgesindeki bu güzel birlikteliğin, şehrimizi ileriye taşıyacak, dünya kenti yapacak adımların en önemlilerinden biri olduğunu ve bunun gerçekleşmesi ile de mutlu olduğumuzu ifade etmek istiyorum" görüşlerine yer verdi.

 

Ayasofya Kentsel Dönüşüm Projesi'nde rekreasyonun bu yılın ilk çeyreğinde tamamlanarak hizmete sunulacağı kaydedildi.

Kuzey Ekspres, 04.01.2014

ÇİN'DE BİR ÇAKMA RESSAMLAR KÖYÜ

 

 

Çin’de bir köy var ki tüm ahalisi ressam. Yüzlerce atölyede, dünyaca ünlü ressamların en bilinen eserleri harıl harıl kopya ediliyor. Dünyadaki taklit yağlıboya tabloların yüzde 60’ı da bu köyde üretiliyor.

 

Çin’in güneyinde, Hong Kong’un doğusunda yer alan Shenzhen şehrine bağlı bir belde Dafen. ‘Ressamlar köyü’ olarak anılıyor burası.  Binlerce çeşit yağlıboya tablonun, en bilinen resimlerin reprodüksiyonları, seri halinde üretiliyor. Ancak köy denilmesi sizi aldatmasın. On binden fazla ressamın ‘sanat’ını icra ettiği bu köyde, üç yüzü aşkın atölye var. Dafen, her yıl milyonlarca tabloyu dünyanın birçok ülkesine özellikle de Rusya, Avrupa ve Amerika’ya ihraç ediyor.

Bugün binlerce ev ve otel duvarlarını süsleyen, tabiri caizse ‘çakma’ birçok tablonun menşei Dafen şehri. China Daily gazetesine göre dünyada yağlıboya tablo kopyalarının yüzde 60’ı burada üretiliyor.

 

Aslında her şey Huang Jiang’in Dafen’e resim atölyesi kurmasıyla başlıyor. İlk yıllarında tek başına çalışırken yüz binlerce Euro kazanan Jiang, artık o kadar kar edemiyor. Çıraklarının ayrılıp kendi atölyelerini kurması karının azalmasına sebep olmuş. Bu atölyelerin kurulmasıyla birlikte köyün çehresi ve hayat şartları da değişmiş. Bundan yaklaşık 25 yıl evvel, yoksul ve gelişmemiş, hayat şartları ve altyapısı kötü olan bir yer iken, şimdi refah düzeyi artmış. Yıllık ihracatları yaklaşık 30 milyon Euro’yu buluyor. Bu durum kiralar ve maaş arasındaki dengenin bozulmasına da sebep oluyor. Her şeye rağmen ressamlar şikayetçi değil. Çünkü bir fabrikada çalışmaktansa bağımsız bir atölyede çalışmayı tercih ediyorlar. Bu işi cezbedici kılan faktörler arasında çalışma saatlerinin esnek olması ve Çin’de bir işçinin aldığı paranın 3 ila 10 katı fazla kazançlarının olması.

 

Ressamlarımız, müşteri memnuniyeti için fırça sallıyor!

“Çakma resim” köyünde ünlü ressamların en bilindik eserlerinin seri halde üretimi yapılıyor. Tabloların fiyatı ressamın ustalığına göre değişiyor. Bir eserin üstünkörü yapılan kopyası için 5 Euro fiyat biçilirken orijinalinden ancak profesyonel gözlerin ayırt edebileceği eserler için dudak uçuklatan rakamlardan bahsediliyor.

 

Dafen köyünün sakinleri farklı profillere sahip. Sanat üniversitelerinden mezun işin ehli ressamlar da var, resim çizebilen ancak tasarlama kabiliyetinden uzak kişiler de. Profesyonel olanlar elbette bir gün kendi eserleriyle tanınmayı hayal ediyor ama birçoğu için bu sadece hayal olarak kalıyor.

Bir ressamın bazen bin kez aynı motifi çizdiği oluyor. Resmin oluşma aşamasında, ellerinde fırçalarıyla aynı motifi yapmak üzere tablodan tabloya koşuşturan ressamları görebiliyorsunuz. Daha kaliteli görünümlü ya da orijinaline yakın resimler için üniversite mezunları tercih ediliyor.

Bazı atölyeler uzmanlaştıkları motifleri belirlemiş, örneğin sadece çiçek ya da manzara resimlerinin seri üretimini yapıyorlar. Başkaları ise yalnız profesyonel taklitleri üretip satıyor. Uzmanlık alanı olarak bir ressamı seçmiş ve sadece onun eserlerini kopyalayan atölyeler de var.

Çin hukukuna göre bir sanatçının eserlerinin taklit edilmesi için ölümünden 50 yıl geçmiş olması gerekiyor. Ancak her koşulda müşterinin memnuniyeti ön planda tutulduğu için bazen kurallar göz ardı edilebiliyor. Sırf müşteri istiyor diye ünlü bir eseri bile değiştirebiliyorlar.

 

 

Tuvale istediğiniz her şeyi çiziyorlar

Köyde en çok kopyalanan ressamlar arasında Salvador Dali, Gustav Klimt, Vincent van Gogh, Pablo Picasso, Claude Monet, Edouard Manet ve Leonardo da Vinci yer alıyor. Sadece ünlü tabloların taklitlerini değil, binlerce manzara resmini, kendi portreniz veya çektiğiniz bir fotoğrafı da tablo üzerinde görme seçeneği sunuluyor. Tüm bu hizmetler internet yoluyla profesyonel siteler tarafından pazarlanıyor.

 

Bölge, turistik gezilere de açık. Atölyeleri ve köyü gezen turistlerin mutlaka uğradığı bir yer var; ‘Dafen Louvre’. Esin kaynağı Paris’teki Louvre’den biraz farklı burası. Öncelikle bir müze değil, ama Louvre’de ve dünyanın meşhur başka müzelerinde bulunan her türlü sanat eserinin taklitlerini buradan satın alabiliyorsunuz. Tüm bunlar akıllara 19. yüzyılda yaşayan Fransız ressam Edouard Manet’in eserlerinin, aynı ruhu yansıtabilen bir makineyle çoğaltılması hayalini getiriyor. Bunu, Dafen’de makineler değil, ressamlar yapıyor.

 

Bu ülkede kopyacılık çok itibarlı bir iş

Çin’de sanat eğitimi anlayışı Batı’dakinden çok farklı. Kopyalamak, Çin topraklarında aslını yaşatmak olarak görülüyor ve geçmişi çok eski zamanlara dayanıyor. Batı’da öğrenciler, kendi eserlerini ortaya koymak için teşvik edilirken, Çin’de büyük sanatçıların eserlerinin taklitlerini kopyalamak esas. Bir öğrenci ne kadar iyi taklit edebiliyorsa o kadar başarılı sayılıyor. Yine Çin’de, bir sanatçının eserini taklit etmek, sanatçıya bir saygı gösterisi olarak addediliyor. Bu nedenle kopyalamak ayıp değil, aksine itibar gören bir davranış.

 

Peki, dünya, taklit eserler konusunda ne düşünüyor? Çok farklı görüşler var. Kimileri ressamların, emeğinin çalındığını düşünüyor. Kimileriyse bazı eserlerin sadece müzede seyre sunulmasından veya kişisel koleksiyonlarda durmasından rahatsız.

Zaman, Haber: Ahu Temizsoy, 04.01.2014

HAYDARPAŞA 500 GÜNDE YENİLENECEK

 

Çatısındaki izolasyon çalışması yüzünden çıkan yangında büyük hasar gören tarihi Haydarpaşa Garı'nın komple tadilatı yapılacak. TCDD, Haydarpaşa Gar binasının yenilenmesi için ilk adımı 10 Kasım 2010'da attı. İstanbul Teknik Üniversitesi'ne başvuran TCDD yetkilileri, Haydarpaşa Garı'nın kullanılmadığı için birçok yapı problemi olan çatı katı başta olmak üzere, giriş ve bekleme holleri gibi gar yolcusuna hitap eden yakın çevresine yönelik iyileştirme çalışmalarının üniversite işbirliği ile yapılmasına karar verdi. 28 Kasım 2010'da gar binası çatısında meydana gelen yangın, 106 yıllık tarihi binanın restorasyon sürecini hızlandırdı. Marmaray Projesi kapsamında banliyö hatlarının yenilenmesi nedeniyle sefer yapılmayan Haydarpaşa Garı'nın restorasyonu çalışmalarında TCDD son aşamaya geldi. TCDD Emlak ve İnşaat Dairesi, 28 Ocak'ta ihale düzenleyerek Haydarpaşa Garı'nın komple tadilatını yaptıracak. Yapılacak restorasyon kapsamında gar binasının çatısı yenilenecek, dış cephe temizliği ve bakımı yapılacak. Ayrıca, binanın ahşap doğramaları da aslına uygun olarak yenilenecek. Önümüzdeki ay başlaması planlanan çalışma, 500 gün içinde tamamlanacak.

CEPHESİ YENİLENECEK
2010'da çıkan yangında büyük hasar gören tarihi Haydarpaşa Garı'nın çatısı yenilenecek, dış cephe temizliği ve bakımı yapılacak.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 04.01.2014

İŞTE MARMARAY KAZISINDA ORTAYA ÇIKAN İLK İSTANBULLULAR!

 

Marmaray kazı çalışmalarından çıkan eski çağlara ait kemik ve kafa tasları incelenerek, o dönemde yaşayan insanlarla ilgili önemli bulgulara ulaşıldı.

 

 

Marmaray kazı çalışmalarından çıkan eski çağlara ait kemik ve kafa tasları incelenerek, o dönemde yaşayan insanların fiziki yapıları, beslenme şekilleri ve sosyal hayatlarıyla ilgili önemli bulgulara ulaşıldı.

 

Yıldız Teknik Üniversitesi İstanbul Tarihi Yarımada Uygulama ve Araştırma Merkezi (İSTYAM) Biyolojik Materyal İnceleme Komisyonu Başkanı Mehmet Görgülü, ağırlıklı olarak Marmaray kazılarından çıkan bin yıllık iskeletler üzerinde incelemelerde bulunduklarını söyledi.

 

Görgülü, yapılan incelemelerde, Yenikapı'da yaşayan insanların iyi bir beslenme şekline sahip olduğunun saptandığını dile getirerek, şunları kaydetti:

"Biz bunlara 'Yenikapı toplumu' diyoruz. Liman toplumu bu insanlar. Anadolu'nun çeşitli yerlerinde yapılan kazılardan çıkarılan iskeletler üzerindeki incelemelerde beslenme konusunda ciddi sıkıntılar olduğu belirlenmişti. Yenikapı toplumu dediğimiz liman toplumundaki insanların, beslenme açısından çok sıkıntı içerisinde olmadıkları bilgisine ulaştık. Bu insanların 20'lik dişlerinde de çok ciddi bir düzgünlük saptadık. Günümüzde 20'lik dişler bayağı bir sorun olmaya başladı. Ancak kazılardan çıkan çene kemiklerini incelediğimizde, 20'lik dişlerin düzenli ve düzgün olduğunu gördük. Bu durumu, o dönemde ve günümüzdeki beslenme alışkanlıklarına bağlıyoruz."

 

"Kemiklerden 24 örnekten DNA elde etmeyi de başardık"

Görgülü, çocuk iskeletleri üzerinde de incelemelerde bulunduklarını ve bazı bulgulara ulaştıklarını ifade etti.

 

Halk arasında eski insanların devasa ve iri oldukları yönünde bir inanışın olduğunu ancak incelemelerde bunların doğru olmadığını gördüklerini söyledi.

 

Görgülü, incelemelerde o dönemde yaşayan insanların fiziki yapılarıyla ilgili saptamalarda da bulunduklarını aktararak, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"İskeletler üzerinde yaptığımız incelemelerde, fiziksel yapı olarak bu insanların orta boylu olduğunu saptadık. Kadınlar 1.58-1.59 metre civarında, erkekler 1.60-1.68 metre civarında. O dönemlerde çok çocuk ölümleri olduğu bilgisine ulaştık. Çok çocuk iskeleti vardı. O dönemin tıbbi şartları, enfeksiyon hastalıkları, doğal afetler, çevresel faktörler, çocuk ölümlerinin fazla olmasına yol açmış. Günümüzle kıyaslayacak olursak elbette ileri değil. Çocukların ortalama yaşam süreleri 13 yaş civarında iken, erişkin insanların yaşam süreleri 30-35 yaş civarında çıktı. Kemiklerden 24 örnekten DNA elde etmeyi de başardık. Çünkü çok eski çağdan değildi bunlar. Bunlar içerisinde de 11'inde anne soyunu ve nereden geldiğini öğrenebildik. Örneğin, bu insanların anne soylarının Ön Asya ve Mezopotamya'dan geldiği ortaya çıktı. Baba soyları için şu anda bir şey diyemiyoruz."

Yapı, 04.01.2014



******


MARMARAY'IN DİĞER YAKASI

 

 

Marmaray kazılarından çıkanlar şehrin tarihini 8 bin yıl öncesine kadar götürdü. Buluntuların çoğu Yenikapı Limanı’ndan çıkarılsa da tünelin diğer ucu olan Üsküdar ve Sirkeci kazılarında ulaşılan tarihi eserler en az diğerleri kadar kıymettar.

 

Efsaneler, mayası hayalle tutturulmuş hikayeler olmakla beraber, hakikatte bir sırrı gün yüzüne çıkaran manzumelerdir. Biz bunun parlak bir misaline medeniyet başkenti İstanbul’da şahit olduk. Marmaray inşaatı sırasında, şehrin tarihini 8 bin yıl önceye götüren bir kültür hazinesine rastlandı. Uzman arkeologlar, projenin denizle buluştuğu üç mevki olan Üsküdar, Sirkeci ve Yenikapı’da ticaret gemileri, atölyeler, mezarlık, yüzlerce toprak güğüm ve paha biçilemeyen altın sikkeleri gün yüzüne çıkardı. Bu da bize İstanbul’un taşı toprağı sözünün hakikatini ispat etti. Ortaya çıkan kalıntılardan en mühim olanı hiç şüphe yok Yenikapı’da bulunan Theodosius Limanı. Eski liman bölgesinden, 5-11. yüzyıl arasındaki zamana uzanan 35 adet tekne çıkarıldı. Kazıların tamamında ise Antik Çağ, Yunan, Roma, Erken Bizans Dönemi ve Geç Osmanlı dönemine ait toplamda 35 bin parça eser vardı. Projenin Yenikapı bulguları, düzenlenen sergi ve sempozyumla birlikte birçok kez gündeme geldiyse de suyun diğer ucu olan Üsküdar Meydanı ve yarım adanın bitiş noktası Sirkeci’den çıkanlar da yabana atılır gibi değil.

 

Anadolu’dan gelen yolların son durağı Üsküdar

Tarihteki eski isimleriyle Khrysopolis, Skutari, Altınşehir bin yıllardır Asya’dan toplanıp gelen ticaret yollarının bitiş noktası. Boğaz’a nezareti ve kara ticaret güzergahının bitişi olması hasebiyle birçok defa istilaya uğrayıp koloni şehri olarak zaptedilmiş. Marmaray kazıları içinde yer alan bölge, günümüzde de insan yoğunluğu ve trafik akışını koruyor. Bu sebeple, 2004 yılında başlanan arkeolojik kazı çalışmaları da haddinden fazla uzadı. Uzun süre yüksek levhalarla çevrili kalan meydanda ilk rastlantılar 19. ve 20. yüzyıllara ait depo, dükkan ve mağazalara ait molozlar olmuş. Özellikle 1954-56 ve 1980’li yıllarda yapılan şehir düzenlemesi, elektrik, su tesisatı gibi çalışmalar, bölgede MÖ 6 ve 7. yüzyıllara kadar uzanan bulguları tahrip ettiği anlaşılıyor.

Kazılarda açığa çıkarılan toprak çanak ve çömlekler tipik özellikleri bakımından Batı Anadolu’daki İyon kalıntılarını çağrıştırıyor. Uzmanlar bu bölgeden gelen göçmenlerin Üsküdar’a yerleştiği ve Karadeniz’e açılan ticaret yolundaki kilit noktada uzun bir zaman hüküm sürdüklerini ifade ediyor. Hemen meydanda bulunan mezarlığın da Batı Anadolu bölgelerinden gelen göçmenlere ait olduğu da öne sürülen iddialardan. Ardından gelen Pers istilası ve sandal dizisiyle Boğaz’ın karşı yakasına geçmelerinin izleri de Üsküdar’da çıkarılan kalıntılardan anlaşılabiliyor. Ksenofon’un eseri Hellenika’dan nakille, bugünkü Üsküdar Meydanı’nda 30 gemiden oluşan koruma filosunu barındıran liman ve şehir surlarıyla muhkem bir şehir bulunuyordu. Bu dönem nesneleri, bugünkü zeminin yaklaşık 8 metre derinliğinde ve deniz sularıyla karışık balçık içinde bulundu. Üsküdar kazılarından çıkarılan seramikler üzerinden yapılan bir çıkarım da semtin tarihini kökten değiştirecek bir iddiayı gündeme getirdi. Bugüne kadar Yunanistan’dan gelen Megaralıların kurduğuna inanılan kenti, milattan önce burada bulunduğu tahmin edilen Amphoraların kurduğu da arkeologlar arasında yoğun biçimde gündeme geldi. Burada zaman içinde, Bizans döneminden kalma Aziz Philippikos veya diğer ismiyle Hagia Marina manastırı da ortaya çıkarıldı. Bu tarihi yapının bulunduğu yer itibarıyla imparatorluk manastırı olarak kabul edildiği de uzmanlarca kaydediliyor. Üsküdar’da bulunan önemli kalıntılara ahşap iskele-rıhtım-mendirek kalıntılarının yanı sıra Osmanlı devrinden kalan su yolları ve dalga kıranları da eklemek gerek.

 

Sirkeci’deki Romalı kadın

Üsküdar’daki kadar geniş çaplı olmasa da Sarayburnu kazıları da önemli kalıntıları gün yüzüne çıkardı. Bölgedeki yoğun yapılaşmanın kazılara imkan tanımayışı, Sirkeci’de yürütülen çalışmadan kısıtlı bir netice alınmasına sebep oldu. İstasyon’un iki çıkış kapısı olan Cağaloğlu Vilayet önü ve Sirkeci Garı içinde yapılan sondajlarda, son dönem Bizans ve Fatih devri yapılaşmalarıyla karşılaşıldı. Hocapaşa’daki büyük yangının izlerine rast gelinirken, II. Abdülhamit’in emriyle yaptırılan Sirkeci Garı altında Fatih dönemi yapısı Elvanzade Mescidi’nin temeline de ulaşılmış. Daha derinlere inildikçe Bizans dönemi kalıntılarıyla karşılaşılıyor. Araştırmacıların tahminleri, bunların 13- 14. yy. kullanılan seramik fırınlarına işaret ediyor. Cağaloğlu çıkışında ise Roma dönemine uzanan bir kadın heykel başı da bulundu.

Zaman, Haber: Erkam Emre, 05.01.2014

 

******


BİN YIL ÖNCE ÇOK YİYİP AZ YAŞAMIŞLAR

 

 

Marmaray kazılarından çıkan bin yıllık iskeletler incelendi: Gıda sıkıntısı yok 20’lik dişler inci gibi. Ama yaşam süresi 30-35 yıl.

 

İKİ kıtayı birbirine bağlayan Marmaray için yapılan kazı çalışmalarından çıkan bin yıl öncesine ait çağlara ait kemik ve kafatasları incelendi. Tarihi Yarımada Uygulama ve Araştırma Merkezi Biyolojik Materyal İnceleme Komisyonu Başkanı Mehmet Görgülü, o dönemde yaşayan insanların fiziki yapıları, beslenme şekilleri ve sosyal hayatlarıyla ilgili elde ettikleri bulguları anlattı: Kadınlar 1.58-1.59 metre civarında, erkekler 1.60-1.68 metre civarında. O dönemlerde çok çocuk ölümleri olduğu bilgisine ulaştık. Çok çocuk iskeleti vardı. Çocukların ortalama yaşam süreleri 13 yaş civarında iken, erişkin insanların yaşam süreleri 30-35 yaş civarında çıktı. Yenikapı toplumu dediğimiz liman toplumundaki insanların, beslenme açısından çok sıkıntı içerisinde olmadıkları bilgisine ulaştık. Bu insanların 20’lik dişlerinde de çok ciddi bir düzgünlük saptadık. 

Kemiklerden elde edilen DNA örneklerine göre, bin yıl önce Yenikapı’da yaşayan insanların soyu Ön Asya ve Mezopotamya’ya dayanıyor. 

 

ALTINDAN TARİH FIŞKIRDI

İstanbul'un Avrupa ve Asya kıtasını birleştiren Marmaray’ın inşasına 2004’te başlandı. Ayrılıkçeşme ve Kazlıçeşme arasındaki 14 km’lik bölümü 29 Ekim 2013 tarihinde hizmete açıldı. Kazı çalışmaları sırasında 36 gemi, liman, sur, tünel, kral mezarı, 8 bin 500 yıl öncesine ait ayak izleri bulunmuştu. Kazılarda bulunan kalıntılar Yenikapı Arkeopark Alanı’nda sergilenecek.

Akşam, 05.01.2014

GÜRSU'DA TARİH CANLANIYOR

 

 

Bursa'nın Gürsu İlçesi'nde tarih ayağa kalkıyor. BEBKA'dan alınan 1.5 milyon liralık hibeyle harekete geçen Gürsu Belediyesi, kiliseden çevrilen Ortaköy Camii'nin yanına Kültür ve Turizm Merkezi, aynı sokaktaki papaz evine ise butik otel yapacak.

 

Mübadele öncesinde Rumların yaşadığı Gürsu'da turizmi canlandırmak için harekete geçen belediye, BEBKA'dan 1.5 milyar liralık hibe aldı. Bu kapsamda mazisi bin 400'lü yıllara dayanan İstiklal Mahallesi'nde tarihin ayağa kaldırılması için çalışmalar başlatıldı. 120'ye ye bakın bina tescillendi. Tarihin canlanması için Anıtlar Kurulu'ndan özel izin alındı. İlk olarak, açılışı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan ve kiliseden dönme tarihi Ortaköy Camii'nin bahçesine inşa edilecek Kültür ve Turizm Merkezi'nin temeli atıldı. 6 ayrı dalda teorik eğitim verileceği doğa sporları okulu ve kent müzesinin de yer alacağı merkez, geçmişin aynası olacak.

 

Tarihi dokuya uygun olarak rekonstrüksiyon yöntemiyle inşa edilecek 260 metrekarelik merkezin 5 ay içinde tamamlanması hedefleniyor. Ayrıca ilçeye butik otel de yapılacak. Kültür ve Turizm Merkezi'nin yer aldığı mahalledeki tarihi bir papaz evinin kamulaştırılması tamamlandı. 500 metrekarelik inşaat alanına sahip olan papaz evinin yerine, 20 yataklı bir otel yapılacak. Bölgedeki tarihi bir hamamın da kamulaştırılması için çalışmalara başlayan Gürsu Belediyesi, bölgede yerli ve yabancı turistleri ağırlamayı hedefliyor.

 

Kültür Merkezi'nin yapılacağı tarihi Ortaköy Camii'nin avlusunda incelemede bulunan ve inşaat çalışmalarına en kısa sürede başlanacağını söyleyen Gürsu Belediye Başkanı Orhan Özcü ise, 'Yaklaşık 1 milyar 500 milyon lira BEBKA'dan hibe aldık. Hem Kültür ve Turzm Merkezi, hem de butik otel inşaatına en kısa sürede başlayacağız. 4 ya da 5 ay içinde 2 bina da tamamlanacak. Bütçeleri hazır, proje çalışmaları bitti. İhale yapıldı. Bu bölgeye ciddi anlamda bir zenginlik kazandıracaktır. Biz Gürsulular olarak misafirlerimizi evlerimizde ağırlıyoruz. Ama resmi misafirler oluyor, yurt dışından gelen misafirler oluyor. Onlar otelde kalmak istiyorlar. Fakat otelimiz yok. Gürsu'da sadece Dışkıya'da paraşüt tesislerinin olduğu yerde konaklama imkanı var.

 

Onun dışında misafirlerimizi Bursa'ya göndermek zorunda kalıyoruz. Bu çalışmalar bittiği zaman ciddi anlamda konaklamaya dönük ihtiyacı gidermiş olacağız. Ama bu projelerin en önemli yönü tarihi mekanlar olarak gerçekleştirilecek. Binalar tamamen tarihi dokuya uygun olarak tamamlanacak. Çünkü bu binalar Anıtlar Kurulu'nca tescilli binalar. Özellikle 120'ye yakın tescilli binanın yer aldığı İstiklal Mahallesi için özel bir plan hazırlandı. Bu binaların hepsi tarihi özelliğe sahip binalar. 1420 yıllara ait bir tarihe sahip olduğu için Gürsu, bu değerleri de içerisinde de barındırıyor. Bizim de görevimiz geçmişten bugüne gelen bu binaları geleceğe taşımak' dedi.
Butik Otel'in inşa edileceği binanın Rumların yaşadığı dönemde bir papaz evi olarak kullanıldığını hatırlatan Başkan Özcü, 'Bu bina yıllar önce Rumların burada yaşadığı sırada kilise olarak kullanılan yerin yanında. Burada o kilisenin papazı kalıyormuş. 1921 ve 1922 yıllarda mübadele olunca buraya Türkler geliyor. Rumlarla evleri değiştiriliyor. Buradaki Rumlar, Türlerin Selanik'teki evlerine gidiyor. Oradan gelen Türkler de buraya yerleştiriliyorlar. Burada yıllar önce o papazın oturduğu anlatılırdı. Tabii burada kalan Gürsulu bir hemşerimizin dededen kalma eviydi. Onlarla biz görüştük. Buranın Gürsu'nun tarihi bir değeri olduğunu buraya butik otel inşa edeceğimizi söyledik. Bunu memnuniyetle karşıladı. BEBKA'dan aldığımız hibeyle burayı Anıtlar Kurulu'na tescil ettirerek projelendirdik. İhalesini yapıldı. 4 ay içerisinde tamamlamış olacağız. Yaklaşık 20'YE yakın oda düşünülüyor. Bin metrekareyi bahçe, 500 metrekareyi de kapalı alan olarak düşünüyoruz. İlk kez Gürsu'da bir otel yapılacak' diye konuştu.

 

Yıllardır bölgenin Selanik'ten gelen Rumları ağırladığını ifade eden Başkan Özcü, sözlerini şöyle sürdürdü:
'Çocukluğumdan beri buraya Selanik'ten, buradan giden Rumların çocukları ve torunları geliyor. Onları biz Gürsu'da misafir edemiyorduk. Ya Bursa'da kalıyor ya da İstanbul'a dönüyorlardı. Hemen arkamızda da tarihi bir hamam var. Onun sahipleriyle de görüşme halindeyiz. Belediyeye kazandırmak istiyoruz. Böylelikle otelin de tamamlanmasıyla güzel bir konsept proje oluyor. Avrupa'da şehirler, beldeler 100 yıl öncesi, 200 yıl öncesi kıyafetlerle, yemek kültürüyle turistleri ağırlıyor. Belki ilerde onun bir alt yapısını kurmuş olabiliriz. Selanik'teki Rumlarla bizim Osmanlı kültürümüz aynı . Bu kültürleri biz bağdaştırdığımız zaman, bir araya getirdiğimiz zaman dostluğa ve sevgiye dayalı bir bağ oluşur. Bu oluşumların kaynağında da karşılıklı ziyaretler var. Bunu tetiklemek istiyoruz. Gürsu'yu cazibe merkezi yapmak anlamında ciddi bir çalışma olacağını düşünüyorum'. 

Bursa Kent Haber, 01.01.2014




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi