19 - 25 Ekim 2014
|
TÜRKİYE'NİN ÜZERİNDE AYASOFYA'NIN LANETİ VAR"
Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi, Türkiye
üzerinde 'lanet' olduğunu bunun kalkması için
Ayasofya'nın tekrar cami haline getirilmesi ve
minarelerinde ezan okutulması gerektiğini söyledi.
Ayasofya camiinin vakıf olduğunu, Fatih Sultan
Mehmed'in vakfiyenin sonunda, vakfı bozacaklar için
lanet ve beddua ettiğini hatırlatan Eygi, yazısında
şu görüşlere yer verdi:
"Bu beddua ve lanet bütün Türkiyeyi kapsıyor.
Ayasofya müze olarak kaldıkça bundan kurtulmak
mümkün değil. Peki çare ne? O ulu mabedi tekrar cami
haline getirmek, minarelerinde ezan okutmak ve
vakfiyedeki bütün şartları hayata geçirmek.
Ayasofyanın bahçesinde bir medrese vardı.
Yıktılar. Onun laneti de Türkiyenin üzerindedir.
Başka lanetler, beddualar var mıdır? Vardır, hem
de sayılamayacak kadar çoktur.
Otuzlu yıllarda on binden fazla cami, mescid,
tekke, medrese, vakıf binası satılmış… kiraya
verilmiş… yıkılmış… gayesi dışında
kullanılmıştır. Onların lanetleri.
Bu memlekete huzur gelmesi için bu kötülüklerin
telafi edilmesi gerekir."
Merhaba Haber, 23.10.2014
|
HAZİNE ARAZİSİNDE KEPÇE İLE KAZI YAPAN 4 KİŞİ
GÖZALTINA ALINDI
Kayseri’de, hazine arazisinde
izinsiz kazı yaptıkları tespit edilen 4 kişi
yakalanarak gözaltına alındı. Yapılan soruşturmada
ifadeleri alınan şahıslar serbest bırakıldı.
Edinilen bilgilere göre, Özvatan
İlçesi Kermelik
mahallesinde meydana gelen olayda, hazine arazisinde
kepçe ile izinsiz kazı yaptıkları tespit edilen
S.G., T.Ç., O.T. ve F.B. yakalanarak gözaltına
alındı. Jandarma ekipleri tarafından gözaltına
alınan şahıslar, ifadelerinin alınmasının ardından
serbest bırakıldı.
Kayseri Gündem, 23.10.2014
|
|
RESTORASYON ALANINDA İŞ MAKİNASI

İzmir’in Basmane semtinde, Vakıflar Bölge
Müdürlüğü’ne ait Şeyh Bedrettin Türbesi’nin
restorasyonu çalışmalarında, kullanılmayacak
durumdaki ek yapıların yıkımı sırasında iş makinesi
kullanılması tepki çekti. Konuyla ilgili olarak
hurriyet.com.tr’ye açıklama yapan, İzmir Vakıflar
Genel Müdürü Kenan İba, “İş makinaları türbeye
dokunmuyor. Civarda yapılmaması gereken yapıları
yıkıyor” diye konuştu.
Basmane Oteller Sokağı’nda Vakıflar Bölge
Müdürlüğü’ne ait Şeyh Bedrettin Türbesi’nin
Anafartalar Caddesi’ne bakan binasında restorasyon
çalışmaları başladı. Türbeye ek, kullanılmayacak
durumda olan yapıların yıkımı sırasında iş
makinelerinin kullanılması hem türbenin bulunduğu
kagir yapı olan binaya hem de aynı sokakta bulunan
eski yapılara zarar verebileceği endişesi yarattı.
Eski tarihi yapıların bulunduğu sokakta
yıkımların insan eliyle yapılması gerektiğini
savunan esnaf, iş makinesi çalıştığında binalarda
sallanmalar olduğunu ve zarar görmesinden
kortuklarını dile getirdi. Şeyh Bedrettin
Türbesi’nin Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yap
işlet devret modeliyle kuran kursu olarak
kullanılmak amacıyla kiralandığı öne sürüldü.
PROJE KURULDAN ONAYLI
İzmir Vakıflar Genel Müdürü Kenan İba ise
restorasyonda iş makinalarının projesine göre
bulunabileceğini söyledi. İba hurriyet.com.tr’ye
yaptığı açıklamada, “Biz iş makinasını türbenin
restorasyonunda kullanmıyoruz. Civardaki binaların
yıkımında kullanıyoruz. O bölgeye sonradan
yapılmaması gereken yapılan konulmuş” diye konuştu.
İba, “Projemiz kuruldan onaylı. Fakat ben derhal
arkadaşları bölgeye gönderiyorum. Durumu kontrol
edecekler” diye konuştu. İba yıkılması gereken ek
binaların enkazının ancak iş makinalarıyla alandan
kaldırılabileceğini söyledi. Restorasyonun ne zaman
tamamlanacağı ise bilinmiyor.
Sözcü, 23.10.2014
|

|
BATMAN'DA TARİHİ ESER
OPERASYONU
Batmanda tarihi eser kaçakçıları yakalandı. Batman'da 900 adet tarihi maden paranın ele geçirildiği operasyonda 2 kişi gözaltına alındı İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, bir araçta yaptığı aramada, tarihi eser olarak değerlendirilen 900 adet madeni para ele geçirildi. Araçta bulunan K.B ve Ş.B gözaltına alındı.
Olayla ilgili soruşturma sürüyor.
Batman Gazetesi, 23.10.2014
|
GALATA KÖPRÜSÜNÜN 74 METRESİ KAYIP

Tam 22 yıl önce
Balat-Hasköy arasına taşınan tarihi
Galata Köprüsü’nün 25 metre eninde ve toplam 74
metre uzunluğundaki 3 parçası sır oldu. Yaklaşık bin
tonluk demir-çelikten oluşan parçaların ne zaman,
nasıl kaybolduğunu kimse bilmiyor.
Taşınmayı beklerken 16 Mayıs 1992’de şüpheli bir
yangın sonucu kullanılamaz hale gelen tarihi
Galata Köprüsü’nü oluşturan 12 parçadan 3’ü,
aradan geçen 22 yılda ortadan kayboldu. Oysa köprü,
“2. Derece Korunması Gerekli Kültür Varlığı”
statüsünde. 28 duba üzerinde duran, 25 metre eninde,
466.5 metre uzunluğundaki köprüde, Karaköy ve
Eminönü kıyısında köprünün kara bağlantılarını
sağlayan 17’şer metrelik 2 parça yer alıyordu.
Bunları birleştiren ortalama 40’ar metrelik 9 parça
ve köprünün tam ortasında gemilerin geçebilmesi için
açılabilen 66.7 metrelik en büyük parça bulunuyordu.
İstanbul’a 80 yıl boyunca hizmet veren köprü, hemen
yanı başında inşa edilen yeni köprünün
tamamlanmasının ardından emekli edilmeyi beklerken,
sabah saatlerinde çıkan esrarengiz bir
yangınla kullanılmaz hale geldi.
PARÇALAR HALİÇ’E TAŞINDI
Yangından 1 hafta sonra düzenlenen bir törenle
köprü parçaları Haliç’e taşındı. Taşınma sırasında
Eminönü tarafında bekletilen hasarlı bir parça, 28
Mayıs sabahı denize gömüldü. Dönemin İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen, parçanın
müteahhit firmanın üzerine yığdığı tonlarca kum ve
çakıl yüzünden battığını, yeni köprüyü yapan firma
tarafından çıkarılacağını açıkladı. Ardından
Balat-Hasköy ile Ayvansaray- Halıcıoğlu kıyıları
arasına yerleştirilen ve zaman zaman araç ve yaya
trafiğine açılan köprünün 12 parçasından 40 metrelik
1 parçası ile 17’şer metre uzunluğundaki 2 parçası,
geçen 22 yıl içinde ortadan kayboldu. Bu kıyılar
arasındaki uzunluk Eminönü-Karaköy mesafesinden kısa
olduğu için eksik parçalara rağmen köprü kuruldu.
Köprünün yaklaşık bin tonluk parçalarının ne zaman
ve nasıl kaybolduğu sorusuysa yanıt bekliyor.
SON DURUM İŞTE BÖYLE
Yıllardır Balat ve Hasköy kıyılarına bağlı halde
kullanılmayan köprünün son durumu da içler acısı.
Köprü altındaki dükkanlar evsizlere mekan olmuş.
Kapakları çalındığı için ağızları açık duran dubalar
her türlü tehlikeye davetiye çıkarıyor. Paslanma ve
otlanma da bakımsızlığın diğer izlerini oluşturuyor.
ALMAN MAN YAPTI
Sultan Abdülaziz köprü yapım işini 1909 yılında
Alman MAN firmasına verdi. Almanlar köprü için 80-85
metrelik ayaklar gerektiğini tespit etti ama dönemin
teknolojisi uygun olmadığı için köprünün dubalarla
suyun üstünde inşasına karar verildi. Almanya’da
üretilen parçalar, Hasköy Karaağaç Tersanesi’nde
birleştirildi. Köprü, 27 Nisan 1912’de törenle
hizmete girdi.
'KÖPRÜYÜ TAŞIDIK AMA'
Yeni Galata Köprüsü’nü inşa eden konsorsiyumda
görevli İbrahim Özen, eski köprünün taşınması
sürecini şöyle anlattı: “Şirket olarak sözleşmemizin
içinde, eski köprünün belediyenin tayin edeceği yere
çekilmesi işi de vardı ve yapıldı da zaten. Batan
kısım kenar ayak bağlantısıydı. Batmayla ilgili
soruşturma yapıldı, hukuki işlem yürütüldü. Biz
batma olayında sorumluluğumuz olmadığını, teknik
yönden de bilirkişiler yönünden de ispatladık. Bütün
parçalar belediyenin söylediği yere götürüldü.
Oradaki montajını belediye başka bir firmaya
yaptırdı.” Bu arada İstanbul Büyükşehir Belediyesi
köprünün 8 parça olarak göründüğü, parçaların 8’inin
de Balat ve Hasköy kıyılarında bağlı olduğu
açıklamasını yaptı.
Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 23.10.2014
|
PARİS PICASSO MÜZESİ YENİDEN AÇILIYOR
Fransa'nın başkenti
Paris'te 2009'dan beri tadilat ve yenileme
çalışmaları için kapalı olan Picasso Müzesi 5 yıllık
bir aradan sonra tekrar açılıyor. Müze yetkilileri,
yenileme çalışmaları için 5 yılda 52 milyon euroya
yakın masraf yapıldığını belirtiyor. Bu zamana kadar
birçok aksaklık yüzünden açılamayan müzenin, ressam
Pablo Picasso'nun doğum günü olan 25 Ekim'de
açılacağı kaydedildi. Kübizm akımının kurucusu
olarak kabul edilen ressam Pablo Picasso'nun 400
kadar eseri 3 bin 700 metre karelik alanda
sergilenecek.
Sabah, 22.10.2014
|
|
BALAT'TA BİNALARIN REHABİLİTASYON ÇALIŞMALARI
BAŞLADI

Fatih Belediyesi tarafından
Fener-Balat'taki bazı binalarda rehabilitasyon
çalışmaları başlatıldı. Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir'in de katıldığı tören Yıldırım
Caddesi'nde gerçekleştirildi. Mehter takımının
kısa bir konser verdiği törende Demir konuşma
yaptı. Konuşmanın ardından Demir temsili olarak
bir evin dış cephesini boyayarak projeye start
verdi.
Basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Başkan
Demir, yapılan çalışmaların bakım onarımdan
ziyade ağırlıklı olarak rehabilitasyon olduğunu
dile getirdi. Boya, badana ve çevre
düzenlemeleriyle daha yaşanılabilir bir mahalle
için çalıştıklarını kaydeden Başkan Mustafa
Demir “Aslında buranın normal şartlarda
potansiyeli var ama biz muhteşem bir manzarası
olan Yıldırım Caddesi'ni mahalle sakinlerinin
kendileri düzenlesin istedik ama olmadı. Biz
Fatih Belediyesi olarak böyle bir proje
başlattık. Kullanılan boyaları Polisan sağladı.
Dünyada bu tür manzarayı yakalayabileceğiniz çok
az yer vardır. İnşallah arzu ettiğimizi
gerçekleştireceğiz. Hedefimiz insanlara,
İstanbul'un merkezi sayılan bu bölge için
gerekli ilgi ve alakayı sağlamaktır. Bu proje
onlardan bir tanesidir" dedi.
MAHALLE SAKİNLERİ PROJEDEN MEMNUN
Törenin ardından Demir vatandaşlarla sohbet
etti. 1970'den beri Balat'ta yaşadığını söyleyen
Sebahat Acer, projeden memnun olduğunu söyledi.
Evi yeni boyanan bir mahalle sakini ise,
"Çalışmalardan memnunum, çok güzel oldu.
Ellerine kollarına sağlık" dedi.
136 BİNA
YENİLENECEK
Fener-Balat Rehabilitasyon çalışmaları
kapsamında 136 bina yenilenirken, 36 metruk bina
yıkılacak. Çalışmalar kapsamında cadde ve
sokaklardaki yol, kaldırım ve tretuvarlar da
yenilenecek.
Projenin 2 ayda bitirilmesi öngörülüyor.
Hürriyet, Haber: Erhan Tekten, 22.10.2014
|
SULTANAHMET DÜNYANIN EN İYİLERİ ARASINDA

Tripadvisor sitesinin kullanıcıları arasında
yaptığı ankete göre
Sultanahmet, ‘dünyanın en iyi 25
müze bölgesi’ arasında sayıldı.
Sultanahmet, sıralamada 16’ncı oldu. Site
kullanıcıları, özellikle 6. yüzyıldan kalma Ayasofya
Müzesi’nin eşsiz mozaikleriyle bölgenin en
önemli
müzesi olduğunu belirtti.
TripAdvisor kullanıcılarına göre dünyanın en iyi
müzesi ise ABD’nin Chicago kentindeki Sanat
Enstitüsü
Müzesi.
Aralarında Paris’teki
Louvre, Floransa’daki Ufficio ve Londra’daki
British Museum’un da bulunduğu çok sayıda ünlü
müzeyi geride bırakan Chicago’daki müzeyi farklı
kılansa 300 binden fazla resim ve heykel
koleksiyonuna ev sahipliği yapması.
Habertürk, 21.10.2014
|
10 BİN YILLIK KAYA RESİMLERİ KAYIT ALTINA ALINDI
Hakkari'nin Norduz bölgesindeki Trişin Yaylası'nda
bulunan ve 10 bin yıl öncesine ait olduğu
değerlendirilen kaya resimleri, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve
Arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Konyar ve
ekibince fotoğraflanarak kayıt altına alındı.
Konyar: "Kaya resimleri, arkeoloji literatürü ve
bölgenin pristoryası için çok önemli. Kaya resimleri
açısından en erken örnekler burada yer alıyor".
 
 
 
Hakkari'nin Norduz bölgesindeki Trişin
Yaylası'nda, 10 bin yıl öncesine ait olduğu
değerlendirilen kaya resimleri,
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Van Bölgesi Tarih ve
arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd.
Doç.Dr. Erkan
Konyar ve ekibi tarafından fotoğraflanarak kayıt
altına alındı.
İlk kez 1960 yılında bulunan ve o dönemden
sonra bölgede yaşanan terör olayları nedeniyle
gidilemeyen Trişin Yaylası'ndaki kaya resimleri,
bölgede çatışmaların sona ermesiyle yeniden
incelendi.
Yörede Van Müze Müdürlüğü'yle çalışma
yürüten Konyar, ekibiyle 1960 yılından bu yana ilk
kez kaya resimlerinin bulunduğu Trişin Yaylası'na
giderek araştırma yaptı.
Kaya resimlerini tek tek inceleyerek
fotoğraflayan Konyar, bölgede göçebe toplulukların
yaptığı çok basit kaya resimlerinin olduğunu ve
bunların tarih açısından önemli bilgiler
sağlayacağını bildirdi.
Hakkari'nin dağlık alanları arasında kalan
yaylanın deniz seviyesinden 3 bin metre yükseklikte
olduğunu kaydeden Konyar, şunları söyledi:
"Burası 1960 yılında keşfedilmiş ama o
tarihten bu yana arkeologlar buraya gelememiş. Bu
yıl 50 yıl aradan sonra ilk kez bir arkeolojik ekip
alanı ziyaret etti. Kaya resimlerini inceliyoruz.
Trişin Yaylası'ndaki kaya resimleri, arkeoloji
literatürü ve bölgenin prehistoryası için çok
önemli. Kaya resimleri açısından en erken örnekler
burada yer alıyor. Kum taşından kaya blokları
üzerinde gruplar halinde bazen tek tek vurgu
şeklinde işlenmiş, dağ keçisi, yaban geyiği, yılan
ve insan betimleri var. Dönemin koşulları ve
ihtiyaçları çerçevesinde resimler şekillendirilmiş.
Bunları, avın iyi gitmesi için yapılan törensel
resimler olarak tanımlayabiliriz."
Konyar, bölgede yüzlerce kaya resminin
bulunduğunu ve bunların bir kısmının korunduğunu
belirterek, bölgenin korunması için gerekli
önlemlerin alınması gerektiğini vurguladı.
Kaya resimlerinin belgeleme ve fotoğraflama
çalışmasını yaptıklarını, önümüzdeki dönemlerde de
bu çalışmalara devam edeceklerini kaydeden Konyar,
"Kaya üstü resimleri açısından burada yerleşmeler
olduğu tahmin ediliyor. Göçebe toplulukların
yaptığı çok basit kaya resimleri var. Kronolojisiyle
ilgili değerledirmeler yaptığımızda, bunların 10
bin yıl önce bölgede yaşayanların yaptığı sanatsal
üretimler olduğu söylenebilir" diye konuştu.
 
 
 
 
Milliyet, 21.10.2014
|
TEKE ZORTLATMASI İLE REMBETİKO RANTA KARŞI
BİRLEŞİYOR!
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında imzalanan
protokol çerçevesinde 23 Ekim’de ihaleye çıkarılacak
olan Muğla Fethiye’deki tarihi Kayaköy’de aynı günün
akşamı ranta karşı Türk ve Yunan halk türkülerini
birleşeceği bir konser düzenleniyor.

Muğla’nın Fethiye
İlçesi'nde bulunan ve tarihi Rum
evleriyle dikkat çeken 5 bin yıllık geçmişe sahip
Kayaköy, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı arasında geçtiğimiz yıl
imzalanan protokol gereğince 23 Ekim’de
gerçekleşecek ihaleyle 49 yıllığına özel bir şirkete
kiralanacak. Projeyle 300 yataklı bir otel yapılması
planlanan Kayaköy’ün bir bölümüne inşaat serbertisi
getirilirken, ihaleyi kazanan firma aşamalı olarak
tarihi evlerin restorasyonunu da üstlenecek. İki
firmanın teklif verdiği öğrenilen projenin
maliyetinin 30 ise milyon lira tutarında olduğu
belirtiliyor. Ancak bölgede pek çok insan, geçmişte
Levissi olarak da anılan 3 bin nüfuslu bir Rum
kasabası olan Kayaköy’ün bu şekilde turizme
açılmasına karşı çıkıyor.
'İyi yakamız üzerinizde' konseri
Bu amaçla kurulan ‘Kayaköy Savunması’ platform,
ihalenin yapılacağı 23 Ekim Perşembe günü saat
20.00’de Kayaköy’de bir konser düzenliyor. ‘İki
Yakamız Üzerinizde’ başlığını taşıyan konserde, Türk
müziğini kendi üslubuyla yorumlamasıyla da bilinen
Yunan şarkıcı Vassiliki Papageorgiou ile Yusuf İhsan
Bodur, Emre Dayıoğlu ve Eren Şahin’den oluşan
‘Üçtelli’ müzik topluluğu bir araya gelecek.
Teke zortlatması ile rembetiko ranta
karşı birleşecek
Kayaköy merkezinde bulunan Poseidon’da
gerçekleştirilecek ücretsiz konser öncesinde Kayaköy
Savunması tarafından yapılan çağrıda, “Kayaköy'de
inşaat gürültüsü değil ortak coğrafyadan farklı
sesler dinlemek istiyoruz . Kayaköy'ün ranta yenik
düşmemesi için binlerce yıl birlikte yaşamış olan
iki halkın ortak hafızası olan türküler ve
şarkılarla bize sesleniyor.Kayaköy' de aynı suyun
çocukları, rembetikolar ve zeybekikolar, kırık
havalar, zeybekler, teke zortlatmaları ile ‘Kayaköy'
de ranta hayır’ demek için aynı sahnede buluşuyor.
Vassiliki Papageorgiou: Uzun yıllardır
Heybeliada’da yaşayan ve aile kökleri İzmir ve
Midilli Adası’nda yatan Vassiliki Papageorgiou,
müzik aracılığıyla Türkiye ve Yunanistan arasında
gerçek bir kültür köprüsü oluşturmasıyla tanınıyor.
Papageorgiou, grubuyla birlikte, Şah Hatayi’den
Feyzullah Çınar’a, geleneksel Anadolu ezgilerinden
Theodorakis’e uzanan bir çizgide, Anadolu ve Rum
coğrafyasının ortak dilini ve ruhunu Türk ve Yunan
dilleriyle Kayaköy 'de dinleyicilerine taşıyacak.
Üçtelli Topluluğu: Fethiye' de yaşamını sürdiren
ve en önemli üç telli saz icracılarından biri olarak
Kabul edilen Yusuf İhsan Bodur ile müzik
araştırmacısı-müzisyen Emre Dayıoğlu ve konservatuar
öğrencisi - müzisyen Eren Şahin' den oluşan grubun
temel çıkış noktası Teke yöresi ve üçtelli bağlama.
Müzisyenler, farklı tip ve boyuttaki üçtelliler ile
bölgenin kendine özgü gurbet havaları, zeybek, kırık
hava, teke zortlatması ve oyun havalarından oluşan
performanslarıyla müziklerini bu kez de Kayaköy için
icra edecekler.
Sol Haber, Haber: Yusuf Yavuz, 21.10.2014
|
467 YILLIK HAMAMA KİRAYLA RESTORASYON!
Mimar Sinan’ın tarihi hamamını satın alan iki ortak,
restorasyon işi pahalıya gelince çareyi hamamı
kiralamakta buldu. 1547’de yaptırılan eserin
akıbetinin ne olacağı bilinmiyor.

Mimar Sinan tarafından 1547’de
yaptırılan Samatya’daki Kapıağası Yakup Ağa
Hamamı’nın 20 yıldır süren restorasyon
çalışmaları maddi sıkıntılardan dolayı yarım
kaldı. İşadamı Necati Polat ile Bahri Oral
tarafından 1987’de avukat Fani Motola’dan yüklü
bir para karşılığında satın alınan hamam,
İstanbul’un en eski tarihi eserleri arasında
yer alıyor.
4 milyar harcandı
Ortakların kişisel çabalarıyla restorasyon
çalışmalarının büyük kısmı tamamlanırken, tarihi
yapının ön kısmınında bulunan dükkan ise ise
görenleri şaşkına çeviriyor. 1992’de yapı
ruhsatı alınarak 1995’te restorasyonuna başlanan
eserin yeniden ihyası için bugüne kadar
4 milyar lira harcandığı belirtiliyor.
‘Adeta mezbeleydi’
Restorasyon parasının denkleştirilmesi için
tarihi hamamın ön tarafı kiralanırken, 467
yıllık eserin akıbetinin ne olacağı merak
ediliyor. Kültür Bakanlığı’ndan turistik lokanta
ve
Çarşı için proje onayı alınan Yakup Ağa
Hamamı’nın proje çizimlerini ise
gezi parkı’na yapılması düşünülen Topçu
Kışlası’nın mimarı Halil Onur’un
gerçekleştirdiği belirtiliyor.
Yakup Ağa Hamamı’nın ortakları hem belediyeden,
hem de Kültür Bakanlığı’ndan destek alamamaktan
şikayetçi. Harabe haldeyken aldıkları tarihi
yapıyı aslına uygun olarak ayağa kaldırdıklarını
ifade eden Necati Polat, “Ağa Hamamı, birinci
sınıf tarihi eser.
Mimar Sinan’ın yaptığı ilk çifte (kadınlar
ve erkekler) hamamı. Eser, Osmanlı’nın son
döneminde
Yahudi Motola ailesi tarafından satın
alınıyor. 100 yıl önce çıkan yangında ağır hasar
meydana geliyor. Biz bu eseri 1987’de rahmetli
Fani Motola’dan satın aldık. Hamam o dönem adeta
mezbeleydi. Mermerleri, duvarları yıkılmak
üzereydi. İçinde döküm atölyelerinin yanı sıra
marangoz, elektrikçi, toka imalatçıları da
vardı. Hamam, 1980’li yılların ortasında tamamen
boşaltılmış ve kaderine terk edilmişti. Satın
aldığımızda yandaki giriş kapılarının olduğu
kaldırımda 2
Kaçak bina vardı. Ecdat eserini ihya edelim
istedik. Mimar İlban Öz’e proje çizimini
yaptırdık. Öz rahmetli olunca Halil Onur devam
ettirdi. Sinan’ın eserini çocuklarımıza miras
bırakmak istiyorduk. Şu anda dükkan olan ön
kısmı meyhane, kahvehane yapmak isteyenler
kapımızı çaldı. Sinan’ın hatırasına uygun
görmediğimiz için bu yerlere kiraya vermedik”
dedi.
‘Aslını koruyarak restore ettirdik’
Aylık 4 bin lira kira aldıklarını
söyleyen Necati Polat, “Kira gelirlerinin
neredeyse tamamını restorasyon çalışmalarına
harcadık. Restorasyon işi tamamlandığında
süpermarket ile olan sözleşmeyi iptal etmeyi
düşünüyoruz” dedi.
Polat, restorasyon çalışmalarının bitirilmesi
için 1.5 milyar liraya ihtiyaç duyduklarını
belirterek, şunları söyledi:
“Bu parayı karşılayacak gücümüz yok. Kaba
restorasyonu bitirdik. Hamamın yanındaki
kaldırıma yapılan kaçak binaları bile kendi
cebimizden para harcayıp yıktırdık. Tarihi
eseri, aslını koruyarak restore ettirdik. Geçmiş
yıllarda
Fatih Belediyesi’ne iki teklif götürdük. O
dönemki belediye başkanlarına eseri satın
almaları veya kiralamalarını önerdik ancak
istemediler. Devlet bize uzun vadeli kredi
verirse projeyi tamamlarız.”
Milliyet, Haber: Mert İnan, 21.10.2014
|
2 BİN TARAMADAN SONRA ORTAYA ÇIKTI

Antik Mısır’ın en gizemli
mumyası Tutankamon’un gerçek yüzü ve bedeni 2 bini
aşkın bilgisayar taramasının ardından belirlendi.
Son bulgulara göre birinci dereceden akraba
evliliğinden doğan firavunun neredeyse bir kadınınki
kadar geniş kalçaları vardı, bacağındaki bir
yamukluk nedeniyle bir ayağını tam yere basamıyordu
ve dişlekti. MÖ 14’üncü yüzyılda hüküm süren genç
firavunun yürümek için bastona dayanmak zorunda
olduğu ve 20’li yaşlarını göremeden öldüğü ortaya
çıktı.
Yarışta ölmesi imkansız
Bilim adamları, firavunun kaza sonucu öldüğü tezini
de çürüttü. Genç firavun genetik rahatsızlık sonucu
öldü. Topallığı nedeniyle
araba yarışlarına katılması imkansızdı.
Tutankamon’un mezarında bulunan 130 kadar baston da
bunu doğruluyor. Yeni bulgular BBC’de ‘Tutankhamun:
The Truth Uncovered’ adlı belgeselde yayınlanacak.
Milliyet, 21.10.2014
|
VALİDEBAĞ KORUSU'NDA ŞAFAK
BASKINIYLA CAMİ İNŞAATI

İstanbul'da yasalara uygun olmaksızın
yıkılmak istenen ve mahalle halkının korumaya
çalıştığı Validebağ Korusu'nun yanındaki alana bugün
şafak vaktinde baskına uğradı.
Valideğ Korusu'nun yanında bulunan ve cami
yapılmak istenen alana, güneşin doğduğu saatlerde
çevik kuvvet polisleri ve kepçelerin akınına uğradı.
Kepçeler, koru alanına girer girmez inşaata
başladılar.
Cami yapılmak istenen alan, Validağ Korusu'nun
hemen yanında bulunuyor. Koruyu yıkıma karşı koruyan
gönüllüler, koruya zarar verilemeyeceği için
"çevresinden dolaşıldığını" düşünüyorlar.
Yıkımı haber alan mahalle halkı toplanmaya
çalışıyor. Acıbadem Dayanışması, halkı Çamlıca
Konakları tarafındaki kapıya gelmeye çağırdı.
Kuzey Ormanları Savunması grubunun verdiği
bilgiye göre, korudaki kaçak yıkımı korumak üzere
burada bulunan çevik kuvvet polisi, yıkımı
fotoğraflayarak belgelemek isteyen vatandaşı tehdit
etti.
Sol Haber, 21.10.2014
|
YAPTIK BİR MİMARİ, HERKES MÜZEYİ SEVSİN DİYE!

Dünyanın dört bir yanındaki müzeler,
sergiledikleri materyallerin yanı sıra mimari
yapılarıyla da adından söz ettiriyor. Çoğu Pritzker
ödüllü mimari yapılar arasında yer altına kurulan
da, zigzag şekilde inşa edilen de var.

Müzelerin müdavimleri olduğu kesin. Ama bir o
kadar da kapısından içeri adım atmakta önyargılı
davrananlar olduğu da… İşte bu algıyı yıkmak
isteyenler, müzeleri sıradanlıktan çıkarmak için
ellerinden ne geliyorsa yapıyor. Kimi içeriğini,
kimi mimarisini kimi de her ikisini bütünlüğe
kavuşturuyor. Mimarisiyle dikkat çeken en ilginç
müzeler, BBC tarafından derlendi. Orta Amerika’nın
en güney ülkesi Panama’da yer alan ‘Biomuseo’ isimli
biyoçeşitlilik müzesi, bunlardan biri. Panama
Kanalı’nın üzerinde yer alan ve geçtiğimiz ay açılan
müze, 4 bin metrekarelik bir alan üzerine inşa
edilmiş. Projenin mimarı; tekdüzeliğe meydan okuyan,
Pritzker ödüllü Frank Gehry. Değişik şekillerde
rengarenk çatılardan oluşan müzenin içerisinde 8
galeri mevcut. Bir diğeri, Çin’in Nankin şehrindeki
Sifang Sanat Müzesi. 2013 yılının Kasım ayında
kapılarını açan müze, Çinli mimar Li Hu ile ABD’li
mimar Steven Holl tarafından dizayn edildi. Siyah
bambunun dekorasyon malzemesi olarak kullanıldığı
müze, kentin manzarasını da sunuyor. Danimarka’nın
kuzeydoğusundaki Helsingör’de yer alan müze de ilgi
çekenlerden. Danimarka Ulusal Denizcilik Müzesi’nin
bütün tabuları yıktığını söyleyebiliriz. Zira mimar
Bjarke Ingels ve ekibi, projelerini hayata geçirmek
için yer üstünü değil de yer altını seçti. RIBA
ödülüne layık görülen müzede beton ve çelik
detayları öne çıkıyor. Hollanda’daki Stedelijk
Müzesi, çağdaş sanat koleksiyonunun yanı sıra
içindeki kilise ile ilgi çekiyor. Daha önce bakımsız
olan bu kilise, 2014 yılında yenilenmesinin ardından
modern bir mimariye kavuşmuş. Ancak pencere ve kolon
gibi tarihi parçalara dokunulmayarak orijinal havası
bozulmamış.

Son yıllarda açılan müzelerin çoğu mimarisiyle
akıllarda iz bırakmakta yarışıyor. Ne var ki BBC’nin
derlediği haberde yer verilen diğer müzeler arasında
Toronto’daki Aga Khan Müzesi, Fransa’nın Marsilya
şehrindeki ‘MuCEM’, Norveç’teki Porsgrunn Denizcilik
Müzesi ve Güney Kore’deki Chang Ucchin Müzesi var.
Geçen ay açılan Aga Khan Müzesi’nin dış cephesi
parlak beyaz taşlar ile dekore edilmiş. Yine
Pritzker ödüllü mimar Fumihiko Maki’nin mimarlığını
üstlendiği müze, İslam sanatına dair örnekler
sunuyor.

Zaman, 21.10.2014
|
"TÜRKLER HİÇ BİR ZAMAN TARİHLERİNDE..."
Çanakkale
2015 Koordinasyon Merkezi, tarafından düzenlenen
söyleşi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ)
İçdaş Kongre ve Fuar Merkezi’nde yapıldı. Vali
Yardımcısı Saim Eskioğlu, Belediye Başkanı Ülgür
Gökhan, İl Kültür ve Turizm Müdürü Kemal Dokuz,
Çanakkale 2015 – 100’ncü Yıl Koordinasyon Merkezi
Genel Sekreteri Mahmut Akkuş’un da katıldığı
söyleşiye öğrenci ve vatandaşlar da büyük ilgi
gösterdi.
Prof.Dr. Ortaylı, söyleşide 1’nci Dünya Savaşı
ve Çanakkale’yi anlattı. Bu savaşın Türkiye’nin çok
aktif olarak katıldığı bir kaos olduğunu kaydeden
Prof.Dr. İlber Ortaylı, “Savaşçı bir millet
olmamıza rağmen, tarihte hiç bu kadar geniş bir
seferberlik ve asker sayısıyla yüklü bir ordu
çıkarmamıştık. Türkler hiçbir zaman tarihlerinde 1
milyonu aşkın asker toplamadılar. Bu 1’nci cihan
savaşının bir gerçeğidir; kalabalık sayıda ordular
meydana getirmek. Zaten 20’nci yüzyılı bir kaosa
çeviren de budur. Bu ordular her yerde büyük
kayıplar verdiler. 1915’te Türkiye Çanakkale’de
sadece o zamanki vatanını ve başkentini değil,
bugünkü Türkiye’yi yani gelecek Türkiye’nin namusunu
kurtarmıştır. Bu çok önemlidir" dedi. Prof.Dr.
Ortaylı, söyleşinin ardından sevenleriyle bol bol
fotoğraf çektirdi.
Akşam, 20.10.2014
|
BANKSY YAKALANMADI!
Bugün internette dolaşan haberlere göre
İngiltere’nin en ünlü sokak sanatçısı
Banksy’nin yakalanıp tutuklandığını anlatıyordu.
Dünyadaki sokak duvarlarını alaycı toplumsal
eleştirileriyle boyayan ve resim yapan grafiti
sanatçısının, yakalandığı ve gerçek kimliğinin de
deşifre edildiği dedikoduları hızla yayıldı.
Ancak “Banksy
yakalandı” haberinin sahte medya haber ve
söylentiler yayan kurnaz internet
trollerinin düzenlediği koca bir oyun olduğu
ortaya çıktı.
Business Insider’ın
da doğruladığı üzere,
Londra Metropolitan
Polisi sokak sanatçısının yakalanmadığını ve
gerçek kimliğinin de ortaya çıkmadığı açıklandı.
Banksy’nin gerçek adının
Paul Horner olduğu iddia edilmiş ve
Banksy olduğu iddia edilen bir adamın fotoğrafı
dolaşmaya başlamıştı.
İnternetteki kargaşaya neden olan failler henüz
bulunmasa da online haber kuruluşları aceleci
haberciliklerindeki hatayı düzeltmeye başladı.
Bu eğlendirici skandal herkesin kafasını
karıştırmış olsa da İngilizler hala Banksy’nin sanat
eserlerini istiyor.
Habertürk, 20.10.2014
|
KLASİK DÖNEMİN EN UZUN ŞİİRİ BULUNDU

Milas İlçesi'ndeki Kral Hekatomnos Anıt Mezarı
çevresinde, üzerinde dönemin hükümdarına yazılmış
121 satırlık şiir yer alan 2 bin 400 yıllık stel
bulundu.
Hekatomnos Anıt Mezarı çevresindeki yazıtları
inceleyen İsviçreli epigrafist Prof.Dr. Christian
Marek, gazetecilere yaptığı açıklamada, bulunan
stelin üzerinde, dönemin hükümdarına methiyeler
içeren ifadelerin yer aldığını kaydetti.
Steldeki şiirin 121 satırdan oluştuğunu belirten
Marek, şiirde hükümdara "Sen" diye hitap edildiğini
ve başarılarının anlatıldığını söyledi. Marek,
stelin metninin çözümüne henüz başlandığını,
incelemelerin ardından daha detaylı bilgilere
ulaşılacağını bildirdi.
Yaklaşık 2 bin 400 yıllık olduğu sanılan stelin
üzerindeki bazı yazıların ise silindiğine işaret
eden Marek, "Yazıt, klasik dönem buluntuları
içindeki en uzun şiir" dedi.
Birgün, 20.10.2014
|
"ALPARSLAN'IN MEZARININ YERİNİ BİLİYORUM,
AÇIKLAMAYACAĞIM"
Türk
İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı
Başkanlığı’nın(TİKA) katkısıyla yürütülen Büyük
Selçuklu Devleti hükümdarı Sultan Alparslan’ın
Mezarının Bulunması ve Türbe İnşası Projesi’
kapsamında arkeolojik kazı çalışmaları 15 Eylül 2014
tarihinde başladı.

Selçuk Üniversitesi’nden
Prof.Dr. Osman
Eravşar, Prof.Dr. Haşim Karpuz ile
Gazi Üniversitesi’nden
Prof.Dr. Halit Çal’ın eşbaşkanlığında
Türkmenistan’ın Merv kentinde kazı çalışmaları
sürerken Türk Tarih Kurumu (TTK) eski başkanı MHP
Milletvekili Prof.Dr.
Yusuf Halaçoğlu, kazı çalışmasının yanlış yerde
yapıldığını savundu.
Halaçoğlu, “Sultanın mezarını yanlış yerde
arıyorlar. Gerçek mezar yerini TTK başkanlığından
ayrıldıktan hemen sonra, 2008 yılında tespit
etmiştim. O dönem Kültür Bakanlığı Müsteşarı olan
İsmet Yılmaz’la bölgeye gitmiştik. Sultan
Alparslan’ın mezar yerini yüzde 99 oranında tespit
etmiştim. Türkmenistan’la protokol imzalanıp,
arkeolojik kazılar yapılacaktı. Ancak imza aşaması
uzadı. Ben de siyasete girip MHP’den milletvekili
oldum. Sonrasında da beni arayıp, gerçek mezar
yerini soran olmadı” dedi.
Halaçoğlu, Alparslan’ın Çağrı Bey’in yanına
gömüldüğünü belirterek şunları kaydetti; “Bölgeye
gittiğimde birkaç noktanın krokisini çizmiştim.
Yapılacak sözleşme çerçevesinde Türkiye’den gidecek
ekibin başında olacaktım. Alparslan’ın türbesini,
Sultan Sencer’in türbesinin olduğu çevrede
arıyorlar. Sencer’in türbesi yeni Merv’de ortaya
çıkarılmıştı. Ancak Sultan Alparslan’ın mezar yeri
Sencer’in olduğu yerde değil. Türk hükümdarın babası
Çağrı Bey’in yanına gömüldüğü biliniyor. Mezar
yerinin bulunmasından sonra türbe inşa edilecek.
Yarın biri gerçek mezar yerini bulursa rezil
olurlar.”
‘Samimi olsalar beni ararlar’
Üç ayrı Merv şehri olduğunu dile getiren Halaçoğlu
şöyle devam etti; “Modern Merv, Sultan Sencer’in
Merv’i ve köhne MervÖ Bu yerler birbirlerine
bitişiktir. Asıl mezar yerini siyaseten istismar
etmemeleri için açıklamayacağım. Samimi olsalar beni
arayıp davet ederlerdi. Bana gelip ‘Hocam bu konuda
yardımcı olun deseler’ bilgileri paylaşırım. Asıl
üzücü olan böylesi tarihi bir konuda bile siyasi
kimlik ayrımı yapılması. Söz konusu olan MHP veya
AKP değil, Türk tarihidir. Türkiye’nin varoluşuna
ilk tuğlayı koyan Sultan Alparslan’ın mezar yerinin
bulunması partiler ve şahıslar üstü bir konudur.”
TİKA: 28 bilim
adamı katılacak
TİKA ise çalışmalar hakkında internet
sitesinden şu açıklamayı yaptı; “ Alparslan’ın
Merv’de tarihi süreç içinde inşa edildiği bilinen üç
Cuma Camisi’nden hangisine gömüldüğü tarihi
kaynaklarda belirtilmediğinden ve bu Cuma
Camileri’nin yerleri de bilinmediğinden, öncelikli
olarak yerlerinin bulunması amacıyla kazı
çalışmalarına başlanıldı.
Öncelikle türbenin Macan Cuma Camisi yakınlarında
olduğu değerlendirmesi kazı ekibi tarafından
yapılmış, bu bağlamda çalışmalar Sultan Sencer
Türbesi’nin çevresinde iki farklı bölgede
başlamıştır. Toplam 28 kişilik
bilim adamı kazı çalışmalarına farklı tarihlerde
katılacak.”
Milliyet, Haber: Mert İnan, 20.10.2014
|

|
RESİM SANATI ADINA BİR İLK
Ressamların tablo kavgası sonuçlandı. Birbirlerini resim kopyalamayla suçlayan ve olay mahkemeye intikal eden suçlamalar karara bağlandı. Ressam İsmail Acar mahkeme tarafından tazminata mahkum edildi.
Ressam İsmail Acar'ın bazı medya yayın organlarına verdiği demeçte ressam Metin Asağ'ın kendine ait bir resmin kopyasını yaptığını iddia etmiş ve Metin Asağ'ı kendi resmini kopyalamakla suçlamıştı.
Bu iddia üzerine Ressam Metin Asağ, aksam.com.tr'ye telefonla bağlanarak yaptığı açıklamada Ressam İsmail Acar'ın öne sürdüğü iddiayı sert bir şekilde yalanladı.
VE DAVA SONUÇLANDI
Ressam İsmail Acar mahkeme tarafından kusurlu bulunarak 10 bin TL tazminat ödemeye mahkum edildi.
Akşam, 20.10.2014
|
PERGE'DEN KAÇIRILMIŞ

2012 yılında Cenevre
Gümrüğü’nde ele geçirilen mermer üzeri
heykellerle bezeli Herakles Lahdi’nin, Antalya
Perge’den kaçırıldığı kesinleşti. Lahtin bir
benzerinin Antalya Müzesi’nde olduğu anlaşıldı.
Aynı taş ustasının elinden çıktığı tespit edilen
lahitlerin üzerindeki pek çok figür bile
neredeyse tıpatıp aynı. Halen İsviçre’de
mahkemesi devam eden lahit için Kültür ve Turizm
Bakanlığı hukuki mücadeleyi sürdürüyor. Cenevre
Gümrüğü’nde arkeoloji meraklısı bir görevli
tarafından fark edilerek alıkonulan lahit,
İsviçre Phoenix Sanat Galerisi üzerine kayıtlı.
İsviçre makamlarının yürüttüğü soruşturma
neticesinde lahde el konuldu. Türkiye olaydan
haberdar olunca bir ekibi İsviçre’ye gönderdi.
Lahdin
Antalya Perge’den kaçırılmış olduğuna karar
verilerek İsviçre’de açılan dava sürüyor.
Perge antik kenti sınırları içindeki nekrapol
(mezarlık) alanı uzun yıllar özel mülktü.
Yıllarca arazi sahipleri ve defineciler
tarafından bu alandan lahitlerin kaçak kazılarla
çıkarılıp satıldığı belirlendi. Arazi sahibi
Elmalı Cezaevi’nde yatan A.Ç. Herakles Lahti ile
ilgili verdiği ifadede amcasının kendisine 2001
yılında bir lahit sattığını söylediğini itiraf
etti. Lahtin kaçak çıkarıldığı arazide yapılan
arkeolojik kazılarda bazı lahitlerin
parçalanarak kaçırıldığı görüldü. İsviçre’de
soruşturmayı yürüten savcı 1 yıl önce Antalya’ya
gelerek Perge’yi ve Antalya Müzesi’ni gezdi.
İsviçreli savcı, A.Ç ile de görüştürüldü.
Antalya’da sergilenen lahit de kaçak kazılar
sonucunda yurtdışına kaçırılmış. Lahdin bir
yüzünü 1983 yılında
ABD Paul Getty Müzesi ülkemize iade etmiş.
Lahtin ön yüzü ise 1998 yılında Almanya’daki
Schwartzkopff Koleksiyonu’ndan iade yoluyla
alınmış. Antalya Müzesi şimdi müze
koleksiyonunda sergilenen lahtin yanına astığı
duyuru levhası ile Cenevre’de yakalanan lahti
geri istiyor.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 20.10.2014
|
MONTEZUMA HAİN DEĞİLMİŞ
Meksika'daki bir sergi Güney Amerika
yerlilerinin tarihi hakkında önemli bilgiler
içeriyor. Sergideki bir el yazmasında, Aztek
İmparatoru Montezuma'nın İspanyol bir işgalci
tarafından kılıçla öldürüldüğü ifade ediliyor. Eski
yazıtlarda, işgalcilerle işbirliği yaptığı iddia
edilen Montezuma'nın kendi halkı tarafından
öldürüldüğü yer alıyordu.
Sabah, 19.10.2014
|
|
SİLİVRİKAPI HİPOJESİ ARTIK KORUNACAK
Istanbul Büyükşehir Belediyesi, IV. Yüzyıl'dan
günümüze ulaşmış ancak yıllardır korumasız ve harabe
halinde olan Fatih'teki Silivrikapı hipojesinin
kurtarılması için çalışma başlattı.

1988 yılında Silivrikapı surlarının restorasyonu
sırasında bulunan Silivrikapı hipojesi (aile
mezarlığı, IV.yüzyıl’dan günümüze kalan ender
eserlerden biri sayılıyor. Mezarlık 1989 yılında
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından
restore edildi ancak daha sonra korumasız bir halde
kaderine terk edildi. Farklı zamanlarda pek çok kez
yağmalandığı
iddia edilen kral mezarı, yıllar içerisinde
giderek tahrip edildi ve
çöplüğe dönüştü.
Silivrikapı Hipojesinin durumunun tespiti 2011
yılında yapıldı. IV numaralı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun
hipoje ile ilgili 2011 yılında alınmış koruma kararı
olmasına rağmen bu karar uygulanmadı ve gerekli
önlemler alınmadı.
“ROMA BELEDİYESİ Mİ KURTARSIN?”
Silivrikapı surlarını gezerken mezarlığı
tesadüfen fark eden Selim Keskin,
internetten
araştırma yaptı ve yapının 1600 yıllık Silivrikapı
Hipojesi olduğunu fark etti. Bunun üzerine 14
Ağustos tarihinde İBB Beyaz Masa’ya başvurarak
mezarlığın durumundan bahseden Keskin, başvuru
dilekçesinde, “1600 yıllık Roma mezarını siz
dururken Roma Belediyesi mi kurtarsın” diye sordu.
Başvrusuna 15 Ekim’de yanıt geldi.
“ÇATISI YIKILMAK ÜZERE”
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Beyaz Masa yaptığı
açıklamada, hipoje için gerekli
güvenlik önlemlerinin alınarak yapıya ilişkin
proje çalışmalarının başlatılması konusunda
gereğinin yapılması için ilgili kurumlarla
iletişime geçildiğini
belirtti. IV numaralı
koruma kurulunun hipoje ile ilgili 2011 yılına ait
koruma kararının bulunduğuna işaret eden açıklamada,
hipojenin şuanki durumu ile ilgili IV nolu koruma
kuruluna,
Avrupa Yakası Zabıta Müdürlüğüne ve Tarihi Çevre
Müdürlüğüne resmi yazı gönderildiği açıklandı.
Mezarlığın çatısının yıkılmak üzere olduğu söylenen
söz konusu açıklama şöyle: “...Silivrikapı hipojesi
olarak belirlenen mezar yapısının tescillenerek
koruma grubunun I olarak belirlenmesine, rölöve,
restitüsyon ve restorasyon projelerinin mülkiyet
sahibi tarafından iletilerek
güvenlik önlemlerinin alınmasına ilişkin
İstanbul IV. Numaralı
Kültür ve Tabiat varlıklarını koruma Bölge Kurulunun
19.01.2011 tarih ve 4372 sayılı kararından bahisle
mülkiyet konusu belirlendikten sonra söz konusu
kurul kararı gereği proje çalışmalarına
başlanılacağı hususunun Tarihi Çevre Müdürlüğünün
18.04.2011 tarih ve 684 sayılı yazısında
belirtildiği görülmüştür. Fatih İlçesi, Silivrikapı
Mahallesi, 2964 ada 3 parselde Silivrikapı yakınında
yer alan Silivrikapı Hipojesinde 2863 sayılı kanunun
ilgili maddeleri uyarınca gerekli
güvenlik
önlemlerinin ivedilikle alınarak kontrol altında
tutulması ve yapıya ilişkin proje çalışmalarının
başlatılması hususunda gereğinin yapılması için
Avrupa Yakası Zabıta Müdürlüğü’ne ve Tarihi Çevre
Müdürlüğüne; bilgi için Halkla İlişkiler Müdürlüğüne
ve ilgili koruma kuruluna 17.09.2014 tarihinde resmi
yazı gönderilmiştir.”
Radikal, Haber: Fundanur Öztürk, 19.10.2014
|
DİKKAT! TARİHİ ESER ÇIKABİLİR

Avrasya Tüp Geçiş Tüneli
Projesi için kazılar tarihi yarımadanın içinde
Bizans dönemine ait Bukaleon Sarayı’nın hemen
yakınında başlayacak. Tarihçiler, kazıların
titizlikle yapılması konusunda uyarıda
bulunarak, “Kazılarda neler çıkacağını tahmin
edemeyiz. Maramaray’da olduğu gibi birçok
sürprizle karşılaşabiliriz” uyarısında
bulunuyor.
Marmaray Projesi ile birlikte yapılan kazılarda
insanlık tarihine ışık tutan bulguların
ardından, Boğaz’ın altından otomobillerin
geçişini sağlayacak Avrasya Tüp Geçiş Tüneli
Projesi için de kazılar başlıyor. Tarihi
yarımadanın içinde Bizans dönemine ait Bukaleon
Sarayı’nın hemen yakınında başlayacak kazılar
için tarihçiler uyarıda bulunarak, “Çalışmaların
titizlikle yapılması gerekiyor. Kazılarda neler
çıkacağını tahmin edemeyiz. Ancak Maramaray’da
olduğu gibi birçok sürprizle karşılaşabiliriz”
uyarısında bulunuyor.
ARKEOLOGLAR DEVREDE
Temeli 26 Şubat 2011’de atılan ve tüp batırma
çalışmaları devam eden, Asya ile Avrupa yakasını
denizin altından karayolu ile bağlayacak Avrasya
Tüneli’nde önemli yol alındı. Bulunduğu
güzergahın yolculuk süresini 100 dakikadan 15
dakikaya indirecek projede, an itibariyle
“köstebek” diye tabir edilen tünel kazma
makinesi ile Boğaz’ın altında yaklaşık 1
kilometrelik tünel yapıldı. Proje kapsamında
Avrupa Yakası’nda Kazlıçeşme-Çatladıkapı
arasında yollar genişletilecek kavşak ve yol
bağlantıları gerçekleştirilecek. Deniz altında
çalıştırılan tünel kazma makinesi
Çatladıkapı’da, tarihi Bukoleon Sarayı’nın
yaklaşık 70 metre yakınından çıkarılacak. İşte
bu noktada devreye arkeologlar giriyor ve kazı
başlıyor.
ÇATLADIKAPI’DA KAZI
Marmaray Projesi’nde olduğu gibi Avrasya Tüneli
Projesi’de de kazılar
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nün
gözetiminde yapılıyor. Marmaray Projesi’nde projenin
yaklaşık dört yılını oluşturan kazıların yeni
projede nasıl bir etki göstereceği ise toprağın
altında “gizli”. Deniz altında günde ortalama 8-10
metre hız ile ilerleyen köstebeğin Avrupa
yakasındaki çıkış noktası için Çatladıkapı’da
yapılacak kazıların önümüzdeki günlerde başlayacağı
öğrenildi. Bu kazılar sırasında gözler, günümüzde
önünden Kennedy Caddesi geçen ancak Bizans döneminde
deniz kenarında olduğu için sahil sarayı olarak
kullanılan Bukoleon Sarayı’nın çevresinde olacak.
Önemli bir
sorumluluk
Proje kapsamında yapılacak kazılar için
görüşlerine başvurduğumuz, Arkeolog-Editör Nezih
Başgelen, tarihi yarımadanın değerini hatırlatarak,
büyük projelerin ciddi riskler taşıdığına dikkat
çekti. Başgelen, “Lastik tekerlekli taşıtlar için
tasarlanan bu tünel Göztepe’den dalmakta, Sur içinde
Çatladıkapı’da, tarihi Bukoleon Sarayı’nın önünde
yüzeye çıkmakta, 4 şerit gidiş, 4 şerit dönüş olmak
üzere sahili izleyen bir otoyolla Sur dışına
yönelmektedir. Bu otoyolun, tarihi İstanbul
yarımadasının denizle olan ilişkisini tümüyle yok
edeceği anlaşılmaktadır. Oysa tarihi yarımada bir
Müze-Kent haline getirilerek korunması gereken,
İstanbul için yadsınamaz bir övünç kaynağı olan
değerlere sahiptir” değerlendirmesini yaptı.
GELECEK
KUŞAKLARA AKTARILMALI
Bukoleon Sarayı’nın tarihine vurgu yapan Başgelen,
şunları söyledi: “Tünelin çıktığı alandaki Bukoleon
Sarayı’da bu değerlerden birisidir. Tünel çıkışının
yer alacağı binlerce yılın birikiminden gelen
dolguların olduğu Çatladıkapı kesimindeki arkeolojik
kurtarma kazılarının da Yenikapı’da olduğu gibi
bilimsel çerçevede titizlikle yapılması gerekir.
Dünya Kültür Mirası’nın da bir parçası olan bu
kesimde çıkacak arkeolojik değerlerin, Bukoleon
Sarayı ve çevresindeki mevcut tarihi eserlerin
akılcı artı değerler katılarak gelecek kuşaklara
aktarılması üzerimizdeki önemli bir sorumluluktur.”

Paha
biçilemez eserler
Marmaray’ın temeli 9 Mayıs 2004’te Erdoğan
tarafından atıldı. Nisan 2009’da bitirilmesi
planlanıyordu. Üsküdar ile Yenikapı arasında 13.6
kilometrelik Boğaz tüp geçişi için kazılar başladı.
Ancak İstanbul’un en eski yerleşimlerinden olan bu
bölge nereye kazma vurulsa tarih fışkırıyordu.
Üsküdar, Yenikapı ve Sirkeci’de yapılan kazılarda
eserler çıktıkça proje de gecikmeye başladı.
Projenin bitiş tarihi en son 29 Ekim 2013 olarak
belirlendi. Ertelemenin maliyeti de yaklaşık 500
milyon lira oldu. Uzmanlara göre Marmaray
kazılarından çıkan eserler paha biçilemez nitelikte.
Projenin özellikleri
Avrasya Tüneli Projesi (İstanbul Boğazı Karayolu
Tüp Geçişi Projesi), Asya ve Avrupa yakalarını,
deniz tabanının altından geçen bir karayolu tüneli
ile birbirine bağlayacak. İstanbul’da araç
trafiğinin yoğun olduğu Kazlıçeşme-Göztepe hattında
hizmet verecek olan Avrasya Tüneli, toplam 14,6
kilometrelik bir güzergahı kapsıyor. Projenin 5,4
kilometrelik bölümü, deniz tabanı altına özel bir
teknoloji ile inşa edilecek olan iki katlı
tünelden ve diğer metotlarla inşa edilecek olan
bağlantı tünellerinden oluşurken Avrupa ve Asya
yakalarında toplam 9,2 kilometrelik güzergahta ise
yol genişletme ve iyileştirme çalışmaları yapılacak.
Sarayburnu-Kazlıçeşme ile Harem-Göztepe arasında yer
alan yaklaşım yolları genişletilecek. Araç alt
geçitleri ve yaya üst geçitleri inşa edilecek.
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile
Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü (AYGM), Avrasya
Tüneli Projesi’nin tasarımı, inşaatı ve 24 yıl 5 ay
işletmesini gerçekleştirmesi için Avrasya Tüneli
İşletme İnşaat ve Yatırım A.Ş.’yi (ATAŞ)
görevlendirdi. İşletme süresinin tamamlanması ile
Avrasya Tüneli kamuya devredilecek.

Şehrin
sahilsarayı
Bukoleon Sarayı, tarihi yarımadada Cankurtaran
ile Kumkapı arasında Çatladıkapı’da yer alıyor.
Bugün sadece doğu yakasının kalıntılarıyla tarihi
yarımadada yer alan Bukoleon Sarayı, şehrin sahil
surları üzerine kurulmuş bir yapı. İmparatorun,
Bukoleon Saray’ı ve aynı isimli sarayın limanını
kullanarak Büyük Saray’a ulaştığı düşünülüyor.
Bizans imparatorlarını ağırlayan saray, taripte
sahilsarayı olarak biliniyor. Saray hakkında en eski
bilgi orta Bizans döneminin ortalarına ait. Faros
denilen fener burcu ile imparatorluk iskelesi olarak
kullanılan burun arasında, surların üzerinde uzanan
Bukoleon Sarayı’nın temelinde ilkçağdan kalma mermer
bloklar kullanılmış. Sur duvarlarının arasında
görülebilen yaklaşık 300 metre uzunluğundaki ön
cephe, başlıca iki bölümden oluşuyor. Öndeki küçük
limanla sarayı birbirine bağlayan ve güney-kuzey
doğrultusundaki kısa bir duvarın içinden geçen
anıtsal bir merdiven, bu iki parçayı birbirinden
ayırmakta.
Marmaray’da bulunanlar
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Marmaray projesi
kapsamında yapılan kazılarda 35 bin envanterlik
eserin kayda girdiğini, 3 bin 250 etüdlük eserin
restorasyon ve konservasyonlarının
gerçekleştirildiğini, Bizans dönemine ait 37 gemi
kalıntısının da açığa çıkarıldığını açıkladı.
Kazılarda 60 arkeolog, 7 fotoğrafçı, 6 mimar, 6
restoratör, 600’den fazla işçi görev aldı. Ayrıca
adli tıp uzmanları, zeolog, arkeobotanik,
antropolog, sualtı arkeologları gibi farklı
disiplinlerden çok sayıda bilim insanı da projeye
destek verdi. 38 bin envanterlik yani müzelik
değerde yaklaşık 40 bin kasadan fazla eser ortaya
çıkarıldı.
Hürriyet, Haber: Çilem Kaya Açık, 19.10.2014
|
PARİS'İ BU HEYKEL KARIŞTIRDI

Paris’in meşhur bir meydanına dikilen şişme
heykel, seks oyuncağına benzediği gerekçesiyle büyük
bir tartışma koparttı.
BBC Türkçe’nin haberine göre; yeşil renkteki
şişme heykelin yaratıcısı Amerikalı sanatçı Paul
McCarthy, Fransız gazetesi Le Monde’a verdiği
mülakatta ‘Ağaç’ adlı eserin ilham kaynağının hem
Noel ağaçları hem de seks oyuncakları olduğunu
söyledi.
Heykele verilen tepkiler sanatçıya fiziki
saldırıya kadar vardı.
Place Vendome meydanına dikilen heykeli görmeye
giden sanatçı, sokaktan geçen bir adamın kendisine
tokat attıktan sonra kaçtığını söylüyor.
69 yaşındaki Amerikalı sanatçının 24 metre
uzunluğundaki heykeli Fransa’da sosyal medyada
eleştirildiği kadar bolca şakaya da malzeme oldu.
Daha önce Hollanda ve İsviçre’de sergilenen
enstlasyonları ile tartışma yaratmış olan Paul
McCarthy, “Ağaç” adlı heykelin espirili bir soyut
sanat eseri olduğunu belirtiyor.
Le Monde gazetesinin aktardığına göre sanatçıya
tokat atan saldırgan, Paul McCarthy’nin bir Fransız
olmadığını ve eserlerinin de Fransız sokaklarında
istenmediğini söyleyerek bağırdı.
Saldırı, sosyal medyada sanatçıya destek verenler
tarafından kınanıyor. Eserin Perşembe günü
dikilmesinin ardından Cuma günü Twitter’da en yoğun
mesaj trafiğinin yaşandığı konulardan biri “Ağaç”tı.
Bir Twitter mesajında, ”Sevin ya da sevmeyin Paul
McCarthy’ye yapılan saldırı çok aptalca” deniyor.
Eseri beğenmeyenler ise, Paul McCarthy’nin
”Paris’i aşağıladığı” kanısındalar.
Place Vendome, Fransız başkentinin en gözde
adreslerinden biri. Meydanda Ritz gibi lüks oteller
bulunuyor.
Sözcü, 18.10.2014
|
TARİHİ ROMA HAMAMI KALINTILARININ ÜZERİNE
KANALİZASYON

Ankara'nın Ulus semtinde yapımı devam eden
Hacı Bayram Veli Çarşısı Sokağı'nın kanalizasyon
çalışmalarında tarihi eserler ortaya çıktı.
Ankara Valiliği’nin arka sokağında belediye ekiplerinin kazı yaptığı sırada çıkartılan ve Roma dönemine ait olduğu belirlenen sütun başı ve parçalarının ardından bölgede inceleme yapan ekipler, tarihi Roma Hamamı’nın bir örneğine ait sütun parçalarına ulaştı. Ayrıca, yapılan kazılarda sütunların sıra halinde olduğu ve bir tünel boyunca devam ettiği belirlendi. Ancak tarih toprak altında kaldı. Belediye ekipleri kanalizasyon çalışmasına devam etti. Tarihi eserlerin olduğu bölüm toprakla doldurulduktan sonra üzerine kanalizasyon boruları döşenerek eserlerin içinde bulunduğu çukur kapatıldı.

Ankara Valiliği’nin arka girişinde yapılan
kanalizasyon çalışmaları kapsamında Belediye Fen
İşleri ekipleri yolu kazarak beton boruları
yerleştirmek istedi. Kepçe yardımıyla yapılan
kazı çalışmalarında toprağın 5 metre altında
sütun parçalarının olduğu fark edildi. Bunun
üzerine çalışmalara ara verildi. Bölgedeki
kanalizasyon çalışması durduruldu. Ancak
bölgenin doğalgaz hattı da aynı yerden geçmesi
nedeniyle tarihi eserlerin üzerinden hat
bağlanarak kullanıma açıldı. Daha sonra kazının
yapıldığı alan beton bloklarla korumaya alındı.
Yapılan araştırmalarda Roma Hamamı’nda
kullanılan sisteme benzer bir tarihi yapının
mevcut olduğu ortaya çıktı.

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan
Karakuş Candan da bulunan kalıntıların koruma
altına alınmasını istedi. Candan, “Bu ülkede
tarihe saygısı var ise insanların, koruma
kurulunda görev yapanların, müzede görev alan
arkeologların azıcık yaptıkları işe saygısı var
ise bunun üzerine gitmeleri gerekiyor. Biz
bunları kamuoyuna taşıyoruz, gerekli mercilerle
ilgileniyoruz ama yetmiyor, herkesin duyarlı
olması gerekiyor tarihe sahip çıkma konusunda.”
ifadelerini kullandı.
Ancak yapılan çağrılar sonuçsuz kaldı.
Belediye ekipleri tarihi eserlerin olduğu bölümü
toprakla kapatarak üzerine kanalizasyon
borularını döşedi. Bölgeye yapılan Ulus
Çarşısı’nın kanalizasyonunun döşendiği çalışma,
daha sonra üzerine toprak dökülerek kapatıldı.

Aktif Haber, 18.10.2014
|
TARİHİ HASKÖY İPLİK FABRİKASI İCRADAN SATIŞA ÇIKTI

İstanbul 10. İcra
Dairesi, 1953 yılında kurulan ve son dönemde birçok
etkinliğe ev sahipliği yapan Hasköy İplik
Fabrikası'nı icradan satışa çıkardı. 4 parsel olarak
satışa çıkan iplik fabrikasının ihalesinde toplam
tahmini bedel 43 milyon 616 bin 810 lira olarak
belirlendi. Yapının yer aldığı lokasyon, kentsel
dönüşüm kapsamında da ön planda. Rahmi
Koç Müzesi'nin hemen karşısında yer alan
Hasköy İplik Fabrikası denize yakın konumuyla da
dikkat çekiyor.

Beyoğlu
İlçesi,
Piripaşa Mahallesi, Kalaycıbahçe Mahallesi
sınırlarında kalan 2 parsel ile Kırmızı Minare Sokak
ve Şaban Deresi Sokak'ta bulunan gayrimenkullerin
ihalesi nasıl sonuçlanacak merak konusu. Birçok
organizasyona ev sahipliği yapan Hasköy İplik
Fabrikası'nda, 2012 Kentsel Dönüşüm Zirvesi'de
gerçekleştirilmişti.
Türkiye Gazetesi, 18.10.2014
|
DIŞ KALE'DEKİ 91 YAPI YENİLENECEK
Ankara Büyükşehir Belediyesi,
çalışmaların sürdürdüğü ‘Ulus Tarihi Kent
Merkezi Yenileme Alanı Projesi’ kapsamında yer
alan Ankara Kalesi’nin son durumuyla ilgili
yaptığı açıklamada, alt yapı çalışmalarının
tamamlandığını belirterek, şu ifadelere yer
verdi:
“Devam eden restorasyon çalışmalarının yanı sıra
sokak sağlıklaştırma projeleri kapsamında
bölgenin vitrini olarak gösterilen Dış Kale’de
57’si tescilli olmak üzere toplam 91 yapı
yenilenecek.”
Hürriyet, 18.10.2014
|
|
BAK TAŞINA ACI ACI, BU MEZARDA BİR GARİP VAR

Fatih'te Yarhisar Camii'nin aşağısında, Mustafa
Muslihiddin Çeşmesi'nin arkasındaki mezarlık
Günden güne kaybolan mahalle hayatının silinip
gidenleri arasında küçük mahalle kabristanları da
var. Kırılmış, köhne ve perişan halleriyle ecdat
yadigarı olan mezar taşları, muhafaza edilmeye
muhtaç.
Yahya Kemal, tam bir
coşkunluk hissiyle şöyle demiştir: “İstanbul’un
nüfusunu sayarken, ölülerini de saymak gerek.”
Şehrin tarihi vasfını haiz Fatih, Eyüp ve Üsküdar
gibi ilçelerinden birinde yaşıyorsanız, zamanın
beherinde bile olsa gözünüze muhakkak ilişmiştir…
İstanbul’un manevi hüviyetini temsil eden küçük
mahalle mezarlıkları, sanki eski İslam tavrı ve
marifetinin hayatın ince boşluklarını doldurmadaki
tılsımlı bir tecellisidir. Ne gariptir ki, bugün
izah edemediğimiz bu medeniyet lisanını, bizden
evvel gelenler belki gayri ihtiyari belki tam bir
iştiyak içinde konuşmaya muktedir olabilmişler.

Eyüp semtinde Nime’l-Ceyş’ten Evrenos Dede’nin
kabri. Yan yana duran üç kabirden birincisinin
taşında Osmanlıca ile Evrenos Dede yazarken, aynı
yazı özensiz Latin harfleriyle başka bir taşa da
yazılmış.
Bu merhalede, Ahmet
Hamdi Tanpınar’ın dediklerine kulak kabartmalıyız:
“Eski İstanbullu, yüzünü bu zamanın aynasında çok
uzak, adeta erişilmez ötelerden gelmiş bir şey,
bütün bir ahiret kokusuyla tütsülü bir gölge gibi
seyrederdi. Yanı başlarındaki küçük cami ve medrese
mezarlıklarındaki ölüleriyle yan yana yaşayan,
sevinçlerini, hüzünlerini onlarla paylaşan eski
İstanbul mahalleleri, bu zamanın içinde, gövdesine
ağır boğumlu sarmaşık halkaları kenetlenmiş yaşlı
bir ağaç gibi, güçlükle nefes alarak yaşarlardı. Bu
mahallelerde gün, beş ezanın beş tonozundan geçerek
ilerleyen, sırasına göre renkli, heybetli, zaman
zaman eğlenceli bir alaya benzerdi. Onun, hiçbir
törenin kaydetmediği, buna rağmen hiç değişmeyen bir
sürü merasimi, adabı vardı.” Büyük edibin bu
eksiksiz tarifinde işaret ettiği mistik bulut
tabakası, bugün ne esef ki şehrin neredeyse çok az
yerinde hissedilebiliyor. Eskinin esaslı maneviyatı
ve bu hayatın son işaretleri hükmündeki mahalle
mezarlıkları, adeta yağmurdan sonra çevreye
serpilmiş üç-beş çiğ tanesi gibi kurumaya yüz
tutarken, ancak ince bir telakki ile abad olacağı
günleri gözlüyor.

Ziyaretten maksat bir duadır…
Köşeyi dönünce hemen karşınıza çıkacak kadar
bilindik, yanı başında akmaz bir çeşmesi, sadaka
taşıyla mamur, yeşilliklerin içine gömülü mezar
taşları… Fanilerin son menzilinde uyudukları, gelip
geçenlerden bir Fatiha bekleyen ehl-i kuburun
nişaneleri onlar. Eski yazının unutulduğundan sebep
ebkem, dilsiz kalmış, dirilerle olan irtibatı bu
sebeple kopmuş mezar taşları, şimdi mezkur
mahallelerdeki betonarme binalar arasında tertipsiz,
nizamsız kaderine terk edilmiş. Başını gözleyen
kimsecikler yok bu garip taşların. Mevtaları çoktan
toprak olup gitmişken, neslinden gelenlerin
ihtiramsız, bigane tavrına kurban gidiyor bir bir.
Omuzlarında senelerin hatta asırların yükü var.
Eğilmiş, kırılıp bir köşeye atılmış, ince hat ile
süslenen alnındaki yazıları siliniyor taşların.

Bekçileri bir kediler ve bir de salyangozlar
olmuş. Hüvel baki, ah minel mevt ile başlayan mücmel
tarihçe-i hayatların kıymeti ne yazık ki yitirilince
akla geliyor.
Türk-İslam sanatının en güzel misallerinden
birini teşkil eden mahalle mezarlıkları bakımsız ve
perişan halleriyle dikkat çekiyor. Eski İstanbul’un
birçok yerinde ve bilhassa Fatih, Üsküdar, Eyüp
sınırları içinde dağılmış ufak mezarlıklar, kimi
zaman şehir idarecilerinin ihmaline, kimi zaman da
mahalle sakinlerinin vandal muamelelerine maruz
kalıyor. Hakkını vermek lazım, elbette bütün
saydığımız mezarlıkların durumu aynı değil. Ana
güzergahlar üzerinde yer alan kabristanlar ekseri
tertipli ve intizamlı bir görüntü arz ediyorken, ara
sokaklardakilerin viran ve harap hali, görenlerin
içini acıtıyor.

Kıymet bilmezlik, çalınana kadar
Uzamış otları arasında kediler için bırakılan
yiyecekler, sokağa savrulan çöpler, atıl bırakılmış
mezarlıkların en belirgin vasfı. Kendini bilmez
kimselerce serpuşları sökülen, oymaları kırılan
taşlar, tüm bunların haricinde bir sükut suikastına
maruz. Taşların kıymetini bilen üç-beş kişi de bu
sanat eserlerine olan tavra karşı çaresiz kalıyor.
Kimi mezarlıkların herhangi bir envanter kayıtları
bile yok. Zira taşların üzerinde kayıt altına
alındıklarına dair işaret ve numara yer almıyor. Bu
noktada hafızaları tazelemek ve yakın geçmişte
yaşanan bazı hadiselerden ibret devşirmemiz lazım.
Çok değil, geçen sene işte bu taşlar gibi üç adet
mezar taşı İngiltere’ye kaçırılarak açık artırmaya
çıkarılmıştı. Gazetelerin duyurduğu mevzua Kültür ve
Turizm Bakanlığı müdahil olarak, taşları eski yerine
getirmeyi başarmıştı. Bunlar haricinde, taşlar
birçok tehlikeyle karşı karşıya. Kitabelerin içinde
altın olduğuna inanan meczup hırsızlar mı dersiniz,
yoksa taşları koruma adı altında yeşil yağlı boyayı
boca edenler mi… Kenar mahallelerde kalan bu tip
köhne mezarlar ise tahmin edileceği üzere madde
bağımlıları için gözde mekanlardan.


Dergah
duvarında eski mezar taşları
Eski camilerin hazirelerine ve hususan halk
arasında manevi tesiri olan hak erlerine karşı
Müslüman ahali muhabbet beslemiş, dünyadaki cazibe
toprağın altında iken de devam etmiş. Ahirette bu
kimselerin yanında, yakınında haşrolmak arzusunu
beslemiş. Bu yüzden mezarlar mescitlerin, türbelerin
hazireleri dışına taşarak sokak aralarına kadar
yayılmış. Eyüp Sultan Kabristanı içinde yer alan
Kaşgari Dergahı da bu cazibe noktalarından biri. Şu
günlerde restorasyonu devam eden tekkenin bahçe
duvarları içinde yer alan mezar taşları, maneviyat
ehline sığmayacak bir abesiyet arz ediyor. Vaktiyle
örülen mücavir duvara iliştirilmiş bu eski mezar
kitabeleri hazır restorasyon devam ederken bilhassa
izale edilmeli, iade-i itibarı verilmelidir.
Zaman, Haber: Erkam Emre, 17.10.2014
|
2. ABDÜLHAMİD'İN TAHTI RESTORE EDİLİYOR
Yıldız
Sarayı Vakfı'ndan yapılan açıklamaya göre, vakıf,
tarihi ve kültürel emanetleri muhafaza
ederek,
genç nesillere tarih bilincini aşılamayı ilke
edinen faaliyetlerini sürdürüyor.
Çalışmalar kapsamında 2. Abdülhamid'in, Cuma
selamlığında ve elçi kabullerinde kullandığı 19.
yüzyılda yapılan tahtı restore ediliyor.
Vakıf, tahtın restorasyonuna katkıda bulunan Özgül
Holding onuruna özel bir davete
ev sahipliği yaptı. Davette,
cemiyet dünyasının tanınmış simaları bir araya
geldi.
Davette konuşan Yıldız Sarayı Vakfı Mütevelli Heyeti
Başkanı ve Şanlıurfa Milletvekili Zeynep Karahan
Uslu, ülkenin ve toplumun
sosyal gelişimine her
zaman duyarlı olduklarını belirterek,
"Sosyal sorumluluk anlayışımız; tarihi ve
kültürel emanetlerimizdeki muhafaza ve
iyileşmeleri teşvik eden bir yaklaşımdır. Bu
konularda toplumun her kesiminden alacağımız
destek ve güven duygusu bizler
için en büyük motivasyon kaynağı olacaktır"
dedi.
Özgül Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Faruk
Özgül de holdingin tarih ve sanat alanında
gerçekleştirdiği faaliyetler hakkında bilgi vererek,
"Sultan II. Abdülhamid'in 19. yüzyılda yapılan
tahtının restorasyonu konusu gündeme geldiğinde
büyük bir heyecan duyduk. Tarihi emanetlerin
korunması meselesini ulvi bir görev olarak
görüyoruz. Bu emanetler milletin geçmişiyle değil
geleceğiyle ilgili konulardır. Şu anda içinde
bulunduğumuz yapı ve üzerinde yaşadığımız topraklar
çok sayıda önemli medeniyete ev
sahipliği yaptı. Bizler bu değerli
emanetlerin mirasçısı olarak buradayız. Bu mirası
geleceğe taşıma konusunda bu tür faaliyetlerin çok
büyük önemi olduğunu düşünüyoruz" diye
konuştu.
Konuşmaların ardından Özgül Holding Başkanvekili
Züleyha Özgül, 2. Abdülhamid'in tahtının
restorasyonu için 30 bin lira tutarındaki temsili
çeki Uslu'ya takdim etti.
Uslu da katkılarından ötürü Özgül Holding'e teşekkür
ederek, Züleyha Özgül'e plaket verdi.
Radikal, 17.10.2014
|
MEVLEVİLERİN KULLANDIĞI ANTİK EŞYALAR ROMA'DA

İtalya'nın başkenti Roma'da, Mevlevi tekkelerinde
dervişlerin kullandığı antik eşyalar sergileniyor.
Tılsımlar ve Diğer Olağanüstü Eşyalar, Türk Dünyası
Tekke Objeleri adlı sergi, Roma'nın seçkin sanat
galerilerinden biri olan Cinque Lune'de dün akşam
verilen bir davetle kapılarını açtı.

Yoğun ilgi gören açılışa, Türkiye'nin Roma
Büyükelçisi Aydın Sezgin ve Vatikan Büyükelçisi
Prof.Dr. Mehmet Paçacı'nın yanı sıra çok sayıda
sanatsever katıldı.
Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA)
desteği, T.C. Kültür ve Tanıtma Müşavirliği
işbirliğiyle İstanbul merkezli New East
Foundation'ın (Yeni Doğu Vakfı) girişimiyle hayata
geçirilen sergide, Türk dünyasından toplanmış ve
Mevlevi tekkelerinde kullanılmış 350 objeye yer
verildi.
Geçtiğimiz 100 yıl içinde kullanılmış ve tamamı
tekke motifleriyle süslenmiş olan eşyalar arasında,
sarık, rahle, tespih, derviş kaşıkları, gülabdan,
tekke şişi, maşrapa, mangal, tütsü kabı, sarık,
kemer, bardak, şamdan, sefer tası, tekke kutuları,
tepsiler, şifa tası, dibek, anahtar, tekke
levhaları, derviş ağızlıkları ve keseler ile bakır,
gümüş ve seramikten yapılmış çeşitli objeler
bulunuyor.

Ressam Fatma Zeynep Çilek'in tekke kültüründen
esinlenerek hayata geçirdiği Yaratılış
koleksiyonundan çağdaş sanat yapıtı 5 tablo da
sergiye kondu.
10 BİN PARÇALIK BİR KOLEKSİYON VAR
7 Kasım'a kadar açık kalacak olan sergiye ilişkin
bilgi veren New East Foundation Başkanı,
Stratejist-Yazar Atılgan Bayar, aslında Emevi
döneminden bugüne gelen 10 bin parçalık bir tekke
eşyaları koleksiyonuna ulaşabilecekken sadece son
100 yıldakileri getirebildiklerini belirterek,
Yurtdışına çıkarma imkanları yüzünden burada sadece
son 100 yılı sergileyebiliyoruz, eserlerin başına
bir şey gelmemesi için dedi.
BATI'YI ANLAMAK İÇİN MERKEZ AÇIYORLAR
Çok yeni bir girişim olan ve yakında New York ile
Roma'da merkez açmaya hazırlandıkları New East
Foundation'ın temel amacının, Türk kültürünü dünyaya
tanıtmak ve Batı kültürünü tanımak olduğunu anlatan
Bayar, Türkiye olarak Batı kültürünü oluşturan
temellere sahip değiliz, bu temelleri bilmiyoruz.
Bilmediğimiz için de Batı'yı anlamakta güçlük
çekiyoruz. Örneğin, Türkiye'nin iyi bir Fransisken
uzmanı, iyi bir Opus Dei uzmanı, iyi bir Rönesans
sanatı uzmanı yok. Bunlar olmadığı için de biz bugün
bazı kararların ve bazı gelişmelerin ardındaki
gerçekleri bilemiyoruz diye konuştu.
Bayar, açacakları merkezlerde, başlangıçta doktora
düzeyindeki öğrenci ve sanatçılara burslar vererek,
Batı kültürünün temelleri üzerine çalışmalar
yapmalarını destekleyip, bunları
kitaplaştıracaklarını dile getirdi.
Aynı zamanda Türk kültürü ile Batı kültürünü
tanıştırıp, ortaklaşa yeni ürünler çıkarmak için
zeminler yaratmayı hedeflediklerini de belirten
Bayar, Türk Dünyası Tekke Objeleri sergisi, bu
çalışmaların ilki oldu. İtalyan sanatçılar, buradaki
objelerden esinlenerek, önümüzdeki günlerde eserler
yapmaya başlayacak ve moda endüstrisinde de Türk
tekke objeleri esintilerini görebileceğiz diye
sözlerini sürdürdü.
Akşam, 17.10.2014
|
SÜMELA MANASTIRI ESKİ GÖRÜNÜMÜNE KAVUŞUYOR

Trabzon'un Maçka
İlçesi'ndeki tarihi
Sümela Manastırı'nın restorasyon ve rölöve çalışması
için Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanan proje,
Kültür Varlıkları Koruma Kurulunca kabul edildi.
Trabzon İl Kültür ve Turizm
Müdürü İsmail Kansız, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Sümela Manastırı'nın Türkiye ve Doğu
Karadeniz'in en önemli turizm merkezlerinden biri
olduğunu ifade etti.
Manastırı her yıl yüz binlerce yerli ve yabancı
turistin ziyaret ettiğini vurgulayan Kansız, Sümela
Manastırının kente gelen turistlerin ilk ziyaret
ettiği tarihi mekanların başında geldiğini anlattı.
Kansız, bu nedenle alanın restorasyon çalışmalarının
büyük önem taşıdığını dile getirerek, Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından Sümela Manastırı için
yeni bir restorasyon projesi hazırlandığına işaret
etti.
Projeyle Sümela Manastırı'nın bulunduğu alanda çevre
düzenlemesi ile mekanda restorasyon çalışması
gerçekleştirileceğini ifade eden Kansız, şöyle
konuştu:
"Projeyle ayrıca çevredeki yürüyüş yolları, eksik
kalan işlerin tamamlanması ve ziyarete kapalı olan
bölümlerin restorasyonu tamamlanacak. Böylelikle
manastırda kapalı olan alanlar da manastıra gelen
yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açılacak.
Projenin hayata geçmesiyle birlikte her yıl artan
ziyaretçi sayısının daha da artmasını planlıyoruz."
"RESTORASYONA OCAK AYINDA BAŞLANACAK"
Maçka Belediye Başkanı Koray Koçhan da Sümela
Manastırı'nın Türkiye'deki en büyük manastırlardan
biri olduğuna dikkati çekerek, tarihi yapının son
yıllarda dünya turizminde ön plana çıktığını
kaydetti.
Koçhan, Kültür ve Turizm Bakanlığının katkılarıyla
Sümela Manastırı'nda sanatsal, kültürel ve mimari
açıdan detaylı proje hazırlandığını dile getirerek,
Maçka Belediyesi olarak hazırlanan projeyi
onaylayarak Kültür Varlıkları Koruma Kurulu'na
gönderdiklerini belirtti.
Kültür Varlıkları Koruma Kurulu tarafından da
onaylanan projeyle Sümela Manastırı'nda bundan
sonraki süreçte ilk defa aslına uygun kapsamlı ve
nitelikli restorasyon yapılacağını ifade eden
Koçhan, restorasyona gelecek yıl ocak ayında
başlanacağını vurguladı.
"TAMAMEN ASLINA UYGUN, ESKİ GÖRÜNÜMÜNE DÖNECEK"
Koçhan, çalışmaların yaklaşık 3 yıl süreceğini
vurgulayarak, Sümela Manastırı'nın aslına uygun
restore edilmesi Türkiye ve dünya turizmi açısından
önemli bir kazanım olacağını bildirdi.
Proje kapsamında manastırın kapalı alanlarının da
restore edilerek ziyarete açılacağını anlatan
Koçhan, "İnşallah restorasyonla Sümela Manastırı
dışarıdan tamamen aslına uygun tarihi eski
görünümüne dönecek" dedi.
Sabah, 16.10.2014
|
ESERİNİ IRKÇI BULDUKLARI İÇİN SİLDİLER

Dünyaca ünlü sokak sanatçısı
Banksy'nin
İngiltere'de Essex'in Clacton-on-Sea bölgesinde
bulunan ve
göçmen sorununu irdelediği bir eseri 'ırkçı'
bulunduğu için bölge yetkilileri tarafından silindi.
Belediye Meclisi, eserin 'ırkçı' ve 'saldırgan'
olduğu yönünde şikayet aldıklarını öne sürerken,
Banksy imzası taşıdığından habersiz olduklarını
belirtti.
Eserde, egzotik bir kuşun karşısında 'Afrika'ya geri
dön', 'Göçmenler
hoş gelmedi' gibi pankartlar taşıyan bir grup
güvercin resmediliyor. Eserin, 400 bin sterlin
değerinde olduğu tahmin ediliyor.
'UYGUN BİR ESERİ MEMNUNİYETLE KARŞILARIZ'
Eseri silen Belediye Meclisi'nden İletişim
Sorumlusu Nigel Brown ise, Bansky'nin 'uygun' bir
eserini her zaman memnuniyetle karşılayacaklarını
belirtti.
Banksy'nin eseri, seçime hazırlanan bu bölgede
geçtiğimiz hafta birdenbire belirmişti.
Banksy, eserin fotoğraflarını geçtiğimiz Salı
günü kendi internet sitesinden paylaşmıştı.
Banksy'nin bu hafta bir eseri daha gün yüzüne
çıkmıştı.
İngiltere’nin Kent şehrinde yapılan çalışmada,
yaşlı bir kadın üzerinde hiçbir sanat eseri olmayan
boş bir sütuna bakıyordu.
BİR ESERİ DAHA KALDIRILMIŞTI
Banksy'nin Bristol'daki bir eseri de 'binaya
zarar vereceği' gerekçesiyle, keşfedildikten sadece
birkaç saat sonra kaldırılmıştı. Söz konusu eserde,
birbirine sarılmışken cep telefonlarına bakan genç
bir çift resmediliyordu.
Habertürk, 02.10.2014
|
12 - 18 Ekim 2014
|
MÜDAHALE EDİN!
Restorasyon adında
‘tadilat’ denilebilecek çalışmalar İzmir’in
göbeğinde ve herkesin iyi bildiği Konak Pier’de
gerçekleşiyor. İş makinalarının rahat çalışması için
tarihi yapının bir duvarının yerle bir edilmesi ise
sahipsizliğe! örnek oluşturuyor
Yenigün Gazetesi İmtiyaz
Sahibi Ömer Dinçer'in köşe yazısı ile İzmir'in
gündemine getirdiği kentin tarihi mekanlarından
Konak Pier'de sürdürülen restorasyon çalışmalarının
ayrıntıları ortaya çıktı. İşçi güvenliğinden yoksun
bir şekilde devam eden yenileme çalışmalarında
kepçenin binanın içine girmesi için tarihi
duvarlardan birinin yıkıldığı, içeride toplanan
molozların bu sayede dışarıdaki kamyonlara
yüklendiği iddia edildi.
Deniz Kuvvetleri'nin
taşınmasının ardından boşaltılan Konak Pier'in kuzey
kısmında restorasyon başlatılmış, restorasyonda
kepçe ve kamyon kullanılması dikkatleri çekmişti.
Tarihi binada çatı işlemleri devam ederken bina
önünde bulunan moloz yığınlarının kepçelerle
kamyonlara yüklendiği fotoğraflarla belgelenmişti.
1995 yılında Konak Pier'in restorasyonu sırasında
çekilmiş bu fotoğrafa bakıldığında mevcut duvarın
yerinde durduğu görülürken bugün hala devam eden
restorasyon çalışmalarında ise kepçenin yıkılan
duvardan içeri girip çıktığı görülmüştü.
Yenigün Gazetesi İmtiyaz
Sahibi Ömer Dinçer, restorasyon çalışmalarının
yetkili makamlarca kontrol edilmesi gerektiğini,
eğer hatalı bir yenileme veya yıkım söz konusu ise
inşaatın derhal mühürlenmesi gerektiğini dile
getirmişti.
İşte Ömer Dinçer'in
yazısı
İzmir'de tarihi
binaların başına gelenleri gündeme getirmekten ciddi
anlamda rahatsızlık duysam da kurumlar ve insanlar
malzeme vermekten kendilerini alıkoyamıyorlar.
İznini nereden ve kimden aldı, içeriği nedir
bilinmez ama Konak Pier'in, Deniz Kuvvetleri'nin
boşalttığı alanında yapılan restorasyon canımı çok
sıktı.
Öncelikle anlamadığım
nokta kamyonların ve kepçelerin böyle bir
restorasyonda ne işi olduğu? İnanın gördüğümde beni
şoka sokan bu manzaradan herkes rahatsız.
Çatı kaldırılmış...
Olabilir aktarılıyordur, baştan yapılıyordur. Peki
iki bina arasını tamamen yıkan bir sistem ile tarihi
yapıda restorasyon yapmak ne anlama geliyor?
Kamyonlar dolusu moloz
da neyin nesi?
Tarihi yapıdan bu kadar
fazla moloz çıkar mı?
İşçiler herhangi bir
güvenlik olmadan çatılarda dolaşıyor bunu kimse
görmüyor mu?
Ve madem ki restorasyona
başladınız, zamanında kaçak olarak çıkılan o ikinci
katı neden yıkmıyorsunuz? Tuğla ve demir filizler
olarak bırakılan o iğrenç görüntü o şekilde kalacak
mı?
Böylesine bir
yenilemenin adı restorasyon olamaz, denilse denilse
“tadilat” denir bunun adına. Bina “tarihi”
kategorisinde yer aldığı için izninin Konak
Belediyesi'nden alınması mümkün değil. Biraz açık
konuşayım, tarihi binaların nasıl korunması
gerektiğini eğer az da olsa doğru anlamışsam, işçi
güvenliğinden yoksun bir şekilde Konak Pier'de
kamyon ve kepçelerle sürdürülen “sözde
restorasyonun” derhal mühürlenmesini talep ediyorum.
Artık iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olan
İzmir'in tarihi yapılarına gereken saygının
gösterilmesini, duvar yıkarak, gedik açarak yapılan
yenilemelerden biran önce vazgeçilmesini istiyorum.
“2014 yapımı” Konak Pier
eminim ki kimsenin ilgisini çekmeyecektir.
Yenigün, 16.10.2014
|
ESKİ ER HAMAMI,SERAMİK
MÜZESİ'NE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ
Çanakkale’de, 1904
yılında yapılan ve 1996′da boşaltılan “Müstahkem
Mevki Er Hamamı”, seramik müzesine dönüştürüldü.
Cevatpaşa Mahallesi’nde bulunan bina, restorasyonun
ardından seramik müzesi olarak törenle yeniden
hizmete açıldı. Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür
Gökhan, törende yaptığı konuşmada, kentte bir
seramik müzesi ihtiyacının bulunduğunu her zaman
dile getirildiğini hatırlattı. Bu binanın seramik
müzesine dönüştürülmesinin çok farklı bir düşünce
olduğunu belirten Gökhan, şöyle konuştu: “Kentimizin
isteğiydi. Güzel bir çalışma oldu. Bence keyifli bir
mekan oldu. İçeride hamamın banyo kısmı mermer
kaplı. Burada mermerle seramiğin bir buluşması oldu.
Hamamda o zaman askerlerin ne malzemeleri var?
Takunya, peştamal… Burası bahriyelilerin hamamı.
Onları da yaşatmaya çalıştık. Burasının hamam olduğu
belli ama o havayı fotoğraflar ve kıyafetlerle
bezedik. İçeride hem eski Çanakkale seramikleri var
hem de çağdaş sanatçıların sergisi var. Üst katı
sergi alanı. Toplantı salonları var. Yaşayan bir
müze olmasını istedik. Fonksiyonel bir bina.”
Bina 92 yıl asker hamamı olarak hizmet verdi
Osmanlı donanması askerlerinin Çanakkale’de
konaklarken ihtiyaçlarını karşılaması amacıyla
1904′te yaptırılan hamam, 1996′ya kadar askeri hamam
olarak faaliyetini sürdürdü. Bu tarihten itibaren
boş kalan ve çökme tehlikesi geçiren binayı restore
etmek için Çanakkale Belediyesi harekete geçti.
Çanakkale Boğaz ve Garnizon Komutanlığı ile
imzalanan protokolle binanın kullanımı 2009′da
Çanakkale Belediyesine devredildi. Restorasyon, 2012
yılında başlandı.
Tarihi dokusu tamamen korunan bina, seramik müzesi
olarak restore edildi. Bin 763 metrekare parsel
alanı, 565 metrekare inşaat alanı olarak hazırlana
projede, hamamın soğukluk, ılıklık ve sıcaklık
kısımları giriş, bilgilendirme ve sergi alanları
olarak düzenlendi. Ek bina olarak kullanılan kısım
ise, toplantı odası ve idari bölüm olarak planlandı.
Atıl durumda olan bahçenin peyzaj düzenlemesi
yapılarak kafeterya haline getirildi.
Burası Çanakkale,
17.10.2014
|
KORDON EVLERİ DEPO OLDU
Dünya literatürüne
Kordon evleri olarak giren Kordon'un tarihi binaları
İzmir'de kentlilerin eziyetine direniyor. Kordon
boyunca iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az
sayıda kalan evler doğanın olumsuz etkilerine
dayanmayı başarırken İzmirlilerin kurbanı oldu.
Eşsiz güzellikteki bu Kordon evi yıllardır yan
yatmış durumda kurtarılmayı bekliyor. Kentin ona
verdiği görev ise oldukça üzücü. Etrafı demir
parmaklıklarla çevrilen tarihi binanın bahçesini
bölge esnafı tarafından eski eşyaların konulduğu bir
depo olarak değerlendirilmiş.
Yenigün, 17.10.2014
|
PAMUKKALE ZİRVEYE
YERLEŞTİ
Denizli İl Kültür ve
Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz, Pamukkale
Örenyeri’nin, bu yıl ilk 8 aylık verilere göre ören
yerleri arasında en fazla ziyaret edilen yer
olduğunu söyledi.
İşletmesi yıl
başında TÜRSAB’a verilen PamukkaleÖrenyeri 78 ören
yeri arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
verilerine göre en fazla ziyaret edilen ören yeri
oldu. Denizli İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet
Korkmaz, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açıkladığı
rakamlara göre yılın ilk 8 ayında örenyerleri
arasında Efes’i bile geride bıraktığını belirtti.
Korkmaz, Kültür ve
Turizm Bakanlığı bünyesindeki 313 müze ve ören
yerinden 125’inin ücretsiz olduğunu, 110 müze ve 78
ören yerinin ücretli olarak ziyaret edilebildiğini
belirterek, "Bakanlığımızın geçen ay açıkladığı
yılın sekiz aylık verilerine göre Pamukkale en fazla
ziyaret edilen ören yeri oldu. Sekiz aylık dönemde 1
milyon 201 bin kişi Pamukkale’yi gezdi. Bakanlığın
sekiz aylık verilerine göre bu ziyaretlerden 22
milyon 599 bin 375 lira gelir sağlandı. Gelir
sıralamasında da örenyerleri arasında Pamukkale Ören
yeri ilk sırada. Pamukkale’nin ziyaretçi sayısı
geçen yıla göre yüzde 9.6 arttı. Eylül ayı sonu
itibariyle Pamukkale’yi ziyaret eden kişi sayısı 1
milyon 542 bin kişiye ulaştı" dedi.
İçerisinde Hierapolis
antik kentinin de bulunduğu Pamukkale’nin UNESCO’nun
Dünya Miras Listesi’nde yer aldığını, Türkiye’nin
önemli turizm destinasyonlarından biri olduğunu
belirten Korkmaz, ziyaretçi sayısının artmasında
tanıtım çalışmalarının önemli payı olduğunu
vurguladı.
Korkmaz, "Pamukkale’ye
20’den fazla ülkeden ziyaretçi geliyor. En fazla
ilgi gösterenler
iseRusya, Almanya, İngiltere, Çin ve Güney Koreli
turistler. Pamukkale ve Denizli’ye turistler inanç
turizmi, termal sağlık turizmi ve kültür turizmi
için geliyor. Bakanlık, Valilik ve Müdürlük olarak
yurtdışı fuarlarda yaptığımız tanıtma çalışmaları
ziyaretçi sayısının artmasında önemli bir rol
oynadı" diye konuştu.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın bu yılın sekiz aylık verilerine göre
müzeler arasında en fazla ziyaret edilen Topkapı
Sarayı ve Ayasofya Müzesi. Pamukkale Ören yerini,
Efes Örenyeri izliyor. Gelir sıralamasında ise
birinciliği Ayasofya Müzesi, ikinciliği Topkapı
Müzesi, üçüncülüğü Pamukkale Örenyeri, dördüncülüğü
Efes Örenyeri alıyor.
Yenigün, 17.10.2014
|
ÇANAKKALE'DE TARİHİ
ESERLER ELE GEÇİRİLDİ
Çanakkale’de düzenlenen
operasyonda Bizans dönemine ait 10 adet altın sikke
ve 8 adet tarihi eser ele geçirildi.
Olayla ilgili 4 kişi
gözaltına alındı. Alınan bilgiye göre Biga İlçesinde
ikamet eden U.K. isimli şahsın, Bursa’dan satmak
için tarihi eser niteliği taşıyan altın sikke ve
objeleri getireceği bilgisi alan Çanakkale Jandarma
Komutanlığı ekipleri, E-90 Karayolu üzerinde,
içerisinde U.K., Y.A., R.K. ve H.K. isimli
şahısların bulunduğu arabayı durdurarak arama yaptı.
Yapılan arama neticesinde U.K.’nin üzerinde Bizans
dönemine ait 10 adet altın sikke, bagaj kısmında ise
8 adet tarihi eser niteliği taşıyan obje ele
geçirildi. Tarihi eserler Çanakkale Müze
Müdürlüğü’ne teslim edilirken U.K., Y.A., R.K. ve
H.K., çıkarıldıkları mahkemece tutuksuz yargılanmak
üzere serbest bırakıldı.
Zaman, Haber: Mehmet
Güler, 16.10.2014
|
ATLI KÖŞK'E 'MÜZE'LİK
TEKNOLOJİ
Turkcell ve
Sakıp Sabancı
Müzesi tarafından müzeye özel geliştirilen uygulama
ile ziyaretçiler her türlü etkinliğin bilgilerine
ulaşacak. Uygulama ile müzedeki koleksiyonların
detaylarına, geçmiş sergilere ve müze ile ilgili
haberlere erişim sağlanacak. Sakıp
Sabancı Müzesi
Yönetim Kurulu Başkanı
Güler Sabancı ve
Turkcell Genel
Müdürü
Süreyya Ciliv’in
katıldığı törende, müze için geliştirilen
uygulamanın tanıtımı yapıldı.
12 yılda ilkleri
yarattı
Güler Sabancı, “Sakıp Sabancı Müzesi, 12 yıllık
geçmişi boyunca müzecilik, sergileme ve iletişim
alanlarında Türkiye kültür-sanat camiası için
ilkleri yarattı ve uyguladı. İşbirliği, müzemizin
sanat ve teknoloji alanında başlattığı projelerin
gelişimi açısından büyük önem taşıyor” dedi.
Süreyya Ciliv ise “Amacımız gerek uygulama üzerinden
sağladığımız kolaylıklar, gerek müşterilerimize
sunduğumuz avantajlarla müzede yer bulan sergilere,
koleksiyonlara ve etkinliklere gösterilen rağbetin
artmasına katkıda bulunmak” diye konuştu.
Pusetliye özel gezi
İşbirliği kapsamında müzede her hafta bir gün
Pusetli Anneler Günü olacak. Müze ziyaretçileri bir
hafta perşembe, bir hafta cumartesi olacak şekilde
hafta içi ve hafta sonunda Turkcell Platinum Pusetli
Anneler Günü’nden faydalanabilecek. 0-18 ay bebekler
için hazırlanan yarım saatlik programda seçilen
eserlerin önünde eğitmenle birlikte incelemeler
yapılarak, bebeklerde renklerin yarattığı etki
gözlenecek. Bu özel günlerde Turkcell Platinum
müşterisi annelerle birlikte gelen babalar da müzeye
ücretsiz girecek.
Milliyet, 16.10.2014
|
ROMA DÖNEMİ ANITSAL
ÇEŞME'NİN GÖRKEMLİ YAPISI RESTORASYONLA ORTAYA ÇIKTI

Anadolu topraklarında
ayakta kalan Roma döneminin en görkemli çeşmesi
Antalya Side antik kentinde bulunuyor. MS 2'nci
yüzyıldan kalma Anıtsal Çeşme'de (Dokuz Çeşmeler) 8
yıldır restorasyon ve ayağa kaldırma çalışması
yapılıyor. MS 2'nci yüzyılda 20 metre yüksekliğinde
52 metre genişliğinde inşa edilen çeşmenin meydana
gelen depremlerle 20 metre yüksekliğinin günümüzde
12 metreye düştüğü belirtiliyor.
Anıtsal Çeşme'de 2014
restorasyon ve ayağa kaldırma çalışmasının yıl
sonuna kadar süreceği bildirildi. Anıtsal Çeşme
restorasyon arkeologu Altan Algül yaptığı
açıklamada, restorasyon çalışmasını Barut Turizm
Ticaret AŞ sponsorluğunda Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Röleve,
Restitüsyon Projesi kapsamında yaptıklarını söyledi.
Restorasyon çalışmasını Side Müze Müdürlüğü ve
Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü kontrolünde
yaptıklarını belirten Algül, çeşmenin ayağa kaldırma
çalışmasının tamamen Barut Turizm Ticaret AŞ
katkılarıyla yapıldığını kaydetti.
8 yıl içinde tarihi
çeşmede 23 tarihi sütunu ayağa kaldırdıklarını, bu
sene içinde de 6 sütunu ayağa kaldırmayı
planladıklarını belirten Algül, "Side Anıtsal Çeşme
MS Antoninuslar dönemine ait bir çeşme. Anadolu'nun
en görkemli çeşmelerinden biri. Topraklarımızda Roma
dönemine ait bu büyüklükte başka bir çeşme yok.
İtalya Roma'da aynı büyüklükte 2 çeşme var. Anıtsal
Çeşme büyüklüğü bakımından tarihi öneme sahip. Ayağa
kaldırıldıkça görkemi daha ortaya çıkıyor. Anıtsal
Çeşme ile Burdur'un Ağlasun İlçesinde bulunan
Sagalassos antik kentindeki dünyaca ünlü Antoninler
Çeşmesi ile aynı döneme ait." diye konuştu.
Bu seneki restorasyon
çalışmalarında 3 sütun başlığı, 2 konsollu
arşitrav-friz ve geison bloğu yerleştirdiklerini
belirten Algül, kemer taşları çalışmasının devam
ettiğini söyledi. Bu sene ayrıca restorasyon
çalışmalarında geçmiş asırda yıkılmaya bağlı 150
parça birleştirmesi yaptıklarını anlatan Algül, "Bu
sene özellikle önceki yıllarda birleştirdikleri
tespit edilen mimari taşların birleştirme
işlemlerini sürdürdük." dedi.
Eski Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay'ın, bakanlığı döneminde Side
antik kentinde bulunan Anıtsal Çeşme restorasyon
çalışmalarını iki defa yerinde incelemişti.
Bakanlığı döneminde MS 161 – 180 yılları arasında
Roma İmparatoru Marcus Aurelius zamanında yapılmış
ve Roma İmparatorluğu'nun prestij göstergesi olarak
inşa edilmiş olan Sagalassos antik kentindeki
Antoninler Çeşmesi'ni ayağa kaldırmanın ve asırlarca
sonra tarihi çeşmeden su akıtmanın en güzel
mutluluklardan biri olduğunu belirten Günay, ikinci
görmek istediğinin ise Side Anıtsal Çeşme'nin
restorasyonun tamamlanarak turizme kazandırılması
olduğunu kaydetmişti. Antoninler Çeşmesi de Kültür
ve Turizm Bakanlığı, Aygaz ve Belçika Leuven
Üniversitesi iş birliğiyle yapılan çalışma
kapsamında 4 yıl önce restorasyonu tamamlanarak
insanlık kültür mirasına kazandırılmıştı.
Zaman, Haber:
Abdurrahman Büyükkeskin, 16.10.2014
|
TARİHİ DEFİNECİLER
ORTAYA ÇIKARDI
 
 
 
Bilecik’in Beşiktaş
Mahallesi’nde 1. ve 3. derece sit alanı özelliği
taşıyan bölgede kaçak kazılar sonucu ortaya çıkan
eserler çevreye yayılmış bir şekilde bekliyor.
Bilecik’teki eski
yerleşim yerlerinden biri olan Agrillion antik
kentinin bulunduğu bölgede
defineciler
tarafından yapılan kaçak kazılar sonucu ortaya çıkan
tarihi eser niteliğindeki mermer sütunlar çevreye
saçıldı. Bölgede açılan birçok çukurun çevresinde
sütunların yanı sıra kemik parçaları da belirlendi.
Bilecik İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü sorumluluğunda
olan bu alanda şimdiye kadar arkeolojik hiçbir
çalışma yapılmadığı, define avcıları tarafından
yapılan kaçak kazılar sonrası birçok tarihi eserin
ortaya çıktığı bildiriliyor.
Çevre sakinleri, birçok medeniyete ev sahipliği
yapmış ve Osmanlı’nın ilk başkenti olan Bilecik’te
sit alanı olarak kabul edilen Agrilion antik
kentinin bulunduğu alanda sözü geçen iddianın
araştırılması ve buna ilişkin olarak acil önlemlerin
alınmasının büyük bir önem taşıdığını belirterek,
"Arkeolojik araştırmalar yapmak üzere şehir dışına
gönderdiğimiz birçok araştırmacının
faydalanabileceği böyle alanların en kısa süre
içerisinde tespit edilip gerekli koruma işlemlerinin
de yapılması şehrimiz ve tarihimize verdiğimiz
önemin bir gereği olacaktır" dedi.
Bu arada Bilecik Müze Müdürlüğü yetkilileri, bu
bölgenin 1. ve 3 derece sit alanı olduğunu, direkt
hedef gösterilen bir alan haline geleceği için
etrafını güvenlik çemberi ile çevirmediklerini
söyledi. Yetkililer, müzelerin taşınabilir
malzemeleri topladığını, o bölgede taşınamaz
sütunlar olduğundan konuyla
Eskişehir Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun ilgilendiğini
ifade etti.
Milliyet, 16.10.2014
|
SİDE MÜZESİ'Nİ 9 AYDA
179 BİN KİŞİ ZİYARET ETTİ

Dünyaca ünlü Antalya
Side Müzesi'ni 2014 yılının ilk 9 ayında 179 bin 319
kişinin ziyaret ettiği bildirildi. Ziyaretin 36
bininin müze, 142 bin 506'nın ise Side Antik Tiyatro
olduğu belirtildi.
Side Müzesi'ni geçen yıl
192 bin 744 müzeseverin ziyaret ettiği ifade edildi.
Ziyaretin 43 binin müze, 148 bin 748'nin ise müze
bağlı Side Antik Tiyatro olduğunu kaydedildi.
Side antik kentinde 1947
yılından bu yana kazı çalışması yapılıyor. Bundan 67
yıl önce Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid Mansel'in
antik kentte başlattığı kazı çalışmasını Anadolu
Üniversitesi arkeoloji bölümü sürdürüyor.
Side Müzesi'nde,
Prof.Dr. Mansel'in 1947-1965 yılı kazı
çalışmalarında bulunan eserler ile Prof.Dr. Jale
İnan'ın antik kette 1970 sonrası gün yüzüne
çıkardığı eserler teşhir ediliyor. Türkiye'nin
müzelerin içinde tek tarihi eser ve sikke
konservasyon atölyesi ve laboratuvarı Side Müzesi
bulunuyor.
Zaman, Haber:
Abdurrahman Büyükkeskin, 16.10.2014
|
DRAKULA'NIN KALDIĞI
ZİNDANLAR KAMERALARLA GÖZETLENECEK
Tokat Kültür ve
Turizm Müdürü Akyüz, Tokat Kalesi'ne 8 kamera
yerleştirildiğini belirterek, "Kont Drakula'nın
kaldığı zindanlar 24 saat gözlem altında olacak"
dedi.
Akyüz, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, kalenin yapıldığı dönemde,
savunma amacıyla şehre hakim bir noktaya kurulduğuna
dikkati çekerek, "Kalede bazı kişilerin o dönemlerde
tutuklu kaldığı,
Kont Drakula
lakaplı,
Eflak Voyvodası 3. Vlad'ın,
Fatih Sultan Mehmet
döneminde esir olarak getirildiği ve kaledeki
zindanda 7 yıl kaldığı rivayet ediliyor" diye
konuştu.
Kalenin
Tokat'ın tanıtımı
açısından önemli olduğunu belirten Akyüz, şunları
kaydetti:
"Kalemizin önce gece ışıklandırma çalışması yapıldı.
Kalemizde temizlik çalışmaları sürüyor.
Tokat Valiliğimiz
tarafından kaleye biri 360 derece dönen 8 kamera
yerleştirildi. 3-4 gündür çalışmalar sürüyor. Bir
hafta-15 gün içinde kameralar faaliyete geçecek.
Tokat Kalesi,
yerleştirilen kameralarla 24 saat korunmuş olacak,
dünyanın herhangi bir yerinden canlı izlenebilecek.
Kont Drakula'nın
kaldığı zindanlar 24 saat gözlem altında olacak."
Roma dönemine ait kalenin 5'inci veya 6'ncı yüzyılda
yapıldığı tahmin ediliyor. "Kazıklı Voyvoda" ve
"Kont Drakula" olarak anılan
Eflak Voyvodası 3. Vlad'ın,
Fatih Sultan Mehmet
döneminde kaledeki zindanlarda esir tutulduğu
rivayet ediliyor.
Habertürk, 16.10.2014
|
ARKEOLOGLAR AÇLIK
GREVİNE GİDİYOR
Arkeolog ve sanat tarihçileri bir süredir kadro
alamamaktan şikayetçi. Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın Kasım 2014 KPSS atamalarında da kadro
vermemesine tepki olarak açlık grevi başlatma kararı
aldılar.
Kültür
Sanat Emekçileri
Derneği
Başkan Yardımcısı
ve Arkeologlar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Binnur
Çelebi, bu kararı aldıklarını duyurdu. Çelebi,
Grevin yapılacağı yer ve zamanın gerekli prosedür
tamamlandıktan sonra bildirileceğini söyledi.
Arkeolog ve sanat tarihçiler bir süredir
sosyal medya
üzerinden örgütlenerek kendilerine istihdam
sağlanmasını talep ediyorlardı. Ancak istihdama
yönelik Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan bir cevap
alamadıkları için açlık grevine gitme kararı
aldılar. Başkan Çelebi bu kararı nasıl aldıklarını
da kişisel sitesinden şöyle duyurdu;
‘’Kültür Sanat Emekçileri Derneği Başkanı Hızır İnan
ile birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı Personel
Dairesi Başkanı Ahmet Yılmaz ile 15.10.2014
tarihinde saat 15.30’da meslektaşlarımızın atamaları
hakkında görüşme yaptık. Sayın Yılmaz, mayıs ayında
bana KPSS 2014 Kasım atamalarında kadro ihdası ile
en az 50 arkeolog atayacaklarına dair söz verdiğini,
fakat Başbakanın şimdiye kadar yazıyı onaylamaması
nedeniyle sözlerini yerine getiremediklerini
söyledi. 70 arkeolog ve 50 müze araştırmacısı için
kadro ihdası taleplerinin imzalanması halinde ise bu
kadroları ancak KPSS 2015 Haziran atamalarında
kullanacaklarını, ellerinde kadro olmadığı için KPSS
2014 Kasım atamalarında hiçbir bölüm için talepte
bulunmadıklarını bildirdi. 2014 için arkeolog
ataması yapıldığı takdirde açlık grevine gideceğimi
daha önceki görüşmemdeki gibi tekrar ettiğimde
gülümseyerek ‘öyleyse sen yarın grevine başla’ dedi.
Bizlere umut vadeden başkanımız ne olduysa 4 ay
sonra umutlarımızı bir anda söndürdü.’’
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 16.10.2014
|
SON ON YILIN EN ÖNEMLİ
EPİGRAFİK BULUNTUSU MİLAS - UZUNYUVA'DAN
Muğla İli, Milas İlçesi,
Uzunyuva Mezar Anıtı çevresinde gerçekleştirilen
kazı ve araştırmalar kapsamında, bilimsel
çevrelerce çok önemli veriler içerdiği
değerlendirilen yazıtlı bir stel ortaya çıkarıldı.

Kaidesi üzerine dik oturtulmuş olan stel, alandaki
en son yerleşime ait bir mekanın ikinci katına çıkan
merdivende, merdiven basamağı olarak kullanılmış
olup, Milas Uzunyuva Projesi epigrafı Prof.Dr.
Christian Marek’ten alınan ilk bilgiye göre, stel
üzerindeki yazıt, şiirsel bir dille yazılmıştır.
Şiir filolojisinde “katalektik trocheik tetrametre”
olarak adlandırılan bir üslupla, yani her mısrada
iki trochaios=8 heceden sonra bir ara verilerek
kaleme alınmıştır. Stelin üst yüzeyinde yanlarda
görülen birer dübel ve çok hafif de olsa anatyrosis
işçiliği, bir üst parçanın daha olduğu ve bu
bağlamda da stelin yüksekliğinin 2.25 metreye varan
bugünkü ölçüsünden daha yüksek olduğunu
göstermektedir. Ele geçen bölüm üzerinde 121 satır
yer almaktadır. Stelin açık yüzeyi ayak basılmış
olmasından dolayı hiçbir iz kalmayacak kadar
aşınmıştır. Korunan satırlar açık yüzeyin kenarları
ile üzerindeki basamağın altında kalan yüzey
üzerindedir ki, bu da her bir mısranın yarısından
daha az bir bölümüdür.

Yazıtın harf karakterine
göre Stel MÖ 4. yüzyılın sonları ya da MÖ 3.
yüzyılın başlarında dikilmiş olduğu tahmin
edilmektedir.
Prof. Marek’in ilk
incelemesinin sonucuna göre şiir, bir hükümdara
atfedilmiştir. Metin içinde methiyeler dizilen
Hükümdar için daima ikinci tekil şahıs zamiri, “Sen”
kullanılmıştır. Yaşamının son dönemini dile getiren
cümlelerden anlaşıldığı gibi Efendi, bir “Tanrı”
değil, aksine bir “Ölümlü” dür. Bu kişinin hayatına
ait önemli olaylar, şiirin mısraları içinde
detaylarıyla anlatılmaktadır. Özellikle de “kötü
emelli kişilere” ve de “hasımlarına karşı verdiği
savaşlar methiyenin ana temasını oluşturmaktadır.
Hükümdarın kendisinden öğrendiğimiz en önemli bilgi,
Maussoleum’un mimarı olarak tanıdığımız döneminin
önemli Mimarı Pytheas’ın arkadaşı olduğudur. Yazıt
antik çağın “Hükümranlık Kültü”nün kökeni konusunda
da çok önemli bir bilgi sunmaktadır.
Stel, üzerindeki şiirin
Klasik Dönem içinde bugüne kadar ele geçen benzeri
buluntular arasında en uzunu olması nedeniyle,
özellikle de Tarihçiler ve Filologlar için şüphesiz
olağanüstü bir buluntudur.
Prof. Marek tarafından,
metnin çözümünün daha henüz başlarında olunduğu,
çekilen fotoğraflar ve özel kağıt üzerine alınan
kopyalar üzerinde detaylı incelemelerin bugünkü
başlangıç bilgilerini daha da ileriye taşıyacağı,
ayrıca buluntu yerinden hareketle Stelin, alandaki
Mezar Anıtı’nın hemen yakınlarında bir yerlerde
dikilmiş ve bu anıta ait orijinal bir armağan olduğu
ifade edilmektedir.

kulturvarliklari.gov.tr,
15.10.2014
|
CONTEMPORARY ISTANBUL
İÇİN GERİ SAYIM
Contemporary Istanbul,
9. senesinde 22 ülkeden, 520 sanatçı, 104
çağdaş sanat
galerisi ile beraber 75.000’den fazla ziyaretçiyi
13-16 Kasım tarihlerinde buluşturuyor. Yılın en
önemli etkinliklerinden CI’a sayılı günler kala
heyecan verici gelişmelerin paylaşıldığı özel bir
etkinlik düzenlendi.
14 Ekim 2014 Salı günü Contemporary İstanbul ve
Akbank Private Banking ev sahipliğinde
Muse Istanbul’da
gerçekleşen kokteyl partiye; basın mensupları,
galeri sahipleri-yöneticileri ile koleksiyonerler
katıldı.
Türkiye'nin en önemli illüstratör ve sokak
sanatçılarından Cins, her ay dünyaca ünlü bir
sanatçıyı misafir eden ve sanatçıların canlı çizim
performanslarını içeren tek gecelik Pop-Up
sergi/partilerinin altıncı edisyonu için etkinlikte
sanat performansı gerçekleştirdi. Pop-Up ve Cins’in
ortaklığı sayesinde İstanbul’un her daim hareketli
sanat ortamında farklı bir serginin ve eserin oluşma
süreci izlendi.
9.
Contemporary Istanbul!
Contemporary Istanbul
uluslararası
çağdaş sanatın en
iyi örneklerinin Istanbul’a getiriyor.
Kaçırılmayacak bir buluşma noktası olduğu kadar en
genç ve canlı sanat ortamına sahip,
çağdaş sanatın
geleceğini elinde tutan Istanbul’u keşfetme fırsatı
sunuyor. Plugin Yeni Medya bölümü ile de
çağdaş sanat
dünyasındaki yepyeni ve yenilikçi gelişmeleri takip
etme fırsatı yakalanıyor.
Bu sene
Contemporary Istanbul,
8. yılında da ana sponsorluğa devam eden Akbank
Private Banking, 3 yıldır ortak sponsorluğu üstlenen
Yıldız Holding ve 2014 yılında ortak sponsor olarak
katılan 42 Maslak ile yola devam ediyor.
Bu seneki katılımcı galeriler arasında Galerie
Lelong (Paris), Marlborough Galleries (New York),
Rampa (İstanbul), Emmanuel Fremin (New York),
Galerie Javier Lopez (Madrid), Kashya Hildebrand
Gallery (Londra), Galerie Kornfeld (Berlin), Galeri
Nev (İstanbul), Heis Gallery (Fukuoka-Japonya),
Galerie Pilar Serra Barbara Paci (Roma), Dirimart
(İstanbul), Andipa Gallery (New York) ve yakında
Istanbul’a da açacağı mekan ile Galleria Russo
(Roma) yer alıyor.
Contemporary Istanbul,
sanat edisyonlarının, çoklu sanatların farklı
formatlarının, kavramsal boyutlarının sunulduğu,
tartışıldığı ve paylaşıldığı yeni girişim ve
inisiyatifi CI Editions’ı sunuyor. Sınırlı sayıda
üretilen özel edisyonların yaygın dağıtımını
sağlayacak CI Editions, sanatın daha geniş izleyici
grubunun yanı sıra yeni sanatseverler ile
buluşmasında alternatif bir kanal yaratıyor. Orhan
Cem Çetin, Mustafa Horasan, Ansen, Ahmet Polat, Ali
Emir Tapan, Merve Morkoç, Fırat Engin, Alpin Arda
Bağcık, Sinan Demirtaş, Seçkin Pirim, Ahmet Duru,
Gözde Türkkan, Erdoğan Zümrütoğlu, Ardan Özmenoğlu,
Buğra Erol, Gülay Semercioğlu, Burçak Bingöl, Mehmet
Ali Uysal CI Editions’a özel edisyon üretecek
sanatçılar arasında..
Plugin Istanbul Yeni Medya Bölümü 2. senesinde
sanatsal anlamda daha geniş bir alanı kapsamayı
hedefliyor. Sadece video sanatı değil, ses ve ışık
enstalasyonları, etkileşimli ve jeneratif sanat
işleri, iç mekan mapping projeleri, robotik
tasarımlar, hepsi ve daha fazlası Plugin Istanbul'da
yer buluyor. Galerie AKINCI, DAM GALLERY, Karima
Celestin, URAStudio, Yellow Peril Gallery, Sedition,
Kasa Galeri, Zimoun Studios, Simon Heijdens ve
Brigitte Kowanz Plugin’in bu seneki katılımcıları.
Çin çağdaş sanatına farklı bir bakış ile 2010’dan
beri Çin video sanatı koleksiyonerliği yapan Dr.
Michael I. Jacobs’ın gözünden Çin video sanatını
görüleceği “Now You See” sergisi 18 genç sanatçıya
ait seçkiye yer veriyor. Dünya çapında tanınmış Liu
Bolin and LIo Dao gibi sanatçılar fuara konuk
oluyor. CI Dialogues konferans programında “Gelecek
Bugündür - Çin’de Çağdaş Sanat” ve “Çin’de Sanat
Arenası, Piyasası ve Kuruluşları” oturumları ile Çin
sanatı mercek altına alınıyor.
CI Dialogues konferans programı 2014 yılında da
güncel sanatın uluslararası fikir liderlerini
tartışma ve konuşmalar ile bir araya getiriyor.
Konferans programının bu seneki teması “The Other
Art. Alternatives. Choices. Options”.. Fuar alanında
gerçekleşecek konferansta “Koleksiyonerliğin
Geleceği”, “Kar Amacı Gütmeyen Organizasyon ve
Derneklerin Gücü‘’ ve “Yarının Fuarı” gibi konular
tartışılıyor. Sotheby’s International Yönetim Kurulu
Başkanı Robin Woodhead, Christie Hong Kong Çağdaş
Sanat Müzayede Müdürü Lauré Raibut, Artnet Kıdemli
Başkan Yardımcısı Roxanna Zarnegar, Art Beirut
Kurucusu & Fuar Direktörü Lauré D’Hauteville, Loop
Sanat Fuar Direktörü Emilio Alvatre, CI Dialogues
katılımcı konuşmacıları arasında yer alıyor.
CI 90 Minute Shows, her 90 dakikada bir, bir
sanatçının solo şovunun kurulup, sunulup,
tartışılıp, kaydedilip, başka bir sanatçının
kurulumu için tekrar boş bir alan bırakılarak
oluşturulan bir mekan-sergisi. 90 Minute Shows,
değişimleri takip eden, sanatın çoğulculuğunu ve
çeşitliliğini destekleyen dinamik ve yönlü bir
platform oluşturuyor. Contemporary Istanbul Program
Direktörü Marcus Graf’ın küratörlüğünü üstlendiği
serginin sanatçıları Charlotte “Charlie” Stein, Fani
Zguro, İsmail Necmi Sönmez, Mehmet Ali Uysal, Kerem
Ozan Bayraktar, Orhan Cem Çetin, Buğra Erol, Ansen,
Fırat Engin, Ali Emir Tapan, Irfan Önürmen, Özlem
Günyol&Mustafa Kunt.
Habertürk, 15.10.2014
|
AZINLIK VAKIFLARINDA YÖNETMELİK KRİZİ
Azınlık vakıflarında
seçme ve seçilme haklarını düzenleyen yönetmelik 22
ay önce iptal edildi. Vakıflar Genel Müdürlüğü yeni
yönetmelik hazırlamadığı için vakıflar yönetici
seçemiyor. Yönetim krizine çözüm yargıda aranıyor.

Vakıflar Genel Müdürlüğü, azınlıklara ait cemaat
vakıflarında seçme ve seçilme haklarını düzenleyen
yönetmeliği iptal etti. 2008’de çıkartılan
yönetmeliğin 19 Ocak 2013’teki iptal
kararına azınlık cemaat vakıflarının
gayrimenkullerine yatırım olanağı
tanınmasının ardından rant kavgaları ve
çeşitli şikayetler gerekçe gösterildi.
GEÇİCİ İDARE
Yönetmeliğin seçim usullerini düzenleyen
3. bölümü, seçim çevresi başlıklı 29.
maddesi, yönetim kurulunun oluşturulması
ve seçim süresi başlıklı 30. maddesi,
seçmenlik şartları başlıklı 31. maddesi,
seçileceklerde aranacak şartlar başlıklı
32. maddesi ve seçim usulleri başlıklı 33.
maddesini yürürlüten kaldırıldı. Bu
düzenlemenin ardından 22 ay
geçmesine rağmen yeni yönetmelik çıkartılmadığı
için azınlık cemaatlerine ait vakıflarda 22
aydır yönetimler
belirlenemiyor. Azınlık temsilcileri,
demokratik yöntemlerle yöneticilerini
seçemeyen azınlık
vakıflarının geçici yönetimlerle idare
edilmesinden rahatsız.
23 YILDIR AYNI YÖNETİM GÖREVDE
Bu rahatsızlık yargıya da taşınıyor. Rum
cemaatine mensup Katina Evdokiye
Veriopolos, Evdoksia
Galanopulo, Keti Vuças ve
Evangelos Mihailidis Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kasten veya görevini ihmal ettiğini iddia ederek Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurdu. Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nda Yönetim Kurulu seçimi kararı verilmesi ve seçime ilişkin usullerin belirlenmesi talebinde bulunuldu.
1991’deki seçimle belirlenen yönetimin 23
yıldır görevde olduğu belirtilen
dilekçede, “1991’den bu yana hiçbir seçim
yapılmadı. Mevcut yönetim Rum cemaatine
aldığı kararlara ilişkin bilgi dahi
vermemektedir. 90 yaşındaki Vakıf Başkanı
Dimitri Karayanni, 23
yıdır kesintisiz ve
seçimsiz olarak vakıf başkanlığını
yürütmektedir” denildi.
HAKİM BEY
SEÇSİN
Dört Rum cemaati üyesinin
avukatı olan Cem Murat Sofuoğlu, Türk Medeni
Kanunu’nun 1. maddesinde ‘Kanunda
uygulanabilir hüküm yoksa, hakim örf ve adet
hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun
koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak
idiyse ona göre karar verir’ hükmünü
gerekçe gösterdi. Sofuoğlu ve Rum cemaati
üyeleri, hakiminden
vakıflar seçim yaptırmıyorsa
yönetimimizi ‘Sen seç’ isteğinde bulundu.
Sofuoğlu, “Vakıflar Genel Müdürlüğü yeni
düzenleme yapmamış ve cemaat vakıflarının
yönetimlerini hukuken tartışılır ve
yönetimsiz bırakmıştır” dedi. Mahkeme
davada esasa girerek delillerin
toplanmasına karar verdi.
Bölünme ve
sosyal çatışmaya neden oluyor
Vakıflar Meclisi Azınlık Vakıfları
Temsilcisi Laki Vingas:
Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesindeki Vakıflar
Meclisi’nde azınlık vakıfları temsilcisi olarak
görev yapan Laki Vingas, 22
aydır yeni
yönetmelik hazırlanmadığı için
üyelikten
istifa etmişti. Vingas, durumu vicdani olarak kabul
edemediği için istifa ettiğini söyledi. “Daha sonra
Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç aradı. Sorunu
çözeceklerini söyledi ve istifamdan vazgeçmemi
istedi. Ona güvendim, inandım ve istifamı
geri aldım” diyen Vingas, ancak değişikliğin hala
yapılmadığını aktardı. Vingas, “Bazı vakıflar
karar alamıyor. Yönetim sıkıntıları baş
gösteriyor. Süresi dolanlar iş
yapamaz halde. Bunlar bizim gibi küçük toplumlarda
ciddi bölünmelere ve sosyal çatışmaya neden oluyor”
diyor.
Türkiye Museviler’i Hahambaşı Müşaviri
Silvyo Ovadya:
Yönetmeliğin neden çıkarılmadığını bilmiyorum. Bu
yüzden seçim de yapılamıyor. Seçim olmazsa vakıflar
çarlık gibi olur. Kimse seçilemeyecek diye vakıfları
istediği gibi yönetirler.
Apoyevmatini Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Mihail Vasiliadis:
AKP azınlık cemaatlerine olumlu yaklaşmak
zorunda. Bu lütuf değil, görevdir. AKP, keyfe
göre ‘Size acıdım bu hakları size veriyorum’
yaklaşımı içinde. Azınlıklara
karşı hep adım atma süreci içinde kalınıyor.
O adım
bir türlü atılmıyor.
Türkiye’deki
azınlıkların son durumu
Yaklaşık 60 bin kişi olduğu tahmin edilen
Ermeniler’in 45 bini İstanbul’da yaşıyor.
Cemaatin İstanbul’daki Ermeni
Patrikhanesi yanı sıra, 55 kilisesi, bir
anaokulu, 17 ilköğretim okulu ve beş lisesi
var. 52 Ermeni vakfı çalışma yürütüyor.
Ermeni toplumunun 5 gazete, bir dergisi ve
iki hastanesi bulunuyor.
Nüfusları 25 bin civarında olan Museviler’in
22 bini İstanbul’da yaşıyor. 36 sinagoğu
bulunan Museviler, 3 okul, 18 vakıf ve iki
hastaneye sahip.
Sayıları 3-4 bin olarak tahmin edilen Rum
vatandaşların çoğunluğu İstanbul’da
yaşıyor. İstanbul’da 15 ilköğretim okulu
ve 6 liseleri mevcut. Rumca yayımlanan iki
gazete çıkaran azınlığın 75 vakfı, 90’ı
ibadete açık 108 ibadethanesi ve bir
hastanesi bulunuyor.
Bugün, Haber: Yunus Tiryaki, 15.10.2014
|
REZA, PENCERELİ BRANDAYI ÇEKTİ, TARİHİ KÖŞKÜ YIKTI

Reza Zarrab, Kandilli sırtlarındaki Boğaz
manzaralı köşkü ‘yıkılamaz’ kaydına rağmen yerle bir
etti. Yerine kamuflaj için resmini astı.
17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet operasyonu
kapsamında tutuklanan ve 74 gün cezaevinde
kaldıktan sonra serbest bırakılan İranlı
işadamı Reza Zarrab’ın, İstanbul
Kandilli’de geçen sene satın aldığı
Boğaz’a nazır köşkte, inşaat çalışmaları
süratle devam ediyor. Ancak köşkle ilgili
çalışmalar başladığı günden bu yana
tartışmalar bitmiyor! Neden mi? Çünkü çevre
sakinleri, köşkün bahçesindeki ağaçların
kesilerek yerine yeni köşk yapılmak için
derin inşaat çukurları kazıldığını iddia
etti de ondan. Bir hatırlatma yapalım: Bölge,
tarihi ve doğal sit alanı içerisinde,
inşaat yapılması da yasak!
SÖZCÜ de bu iddiaları araştırdı ve çevre
sakinlerinin dediği gibi köşkün yerinde
yeller estiğini tespit etti. Bu arada bir de
uyanıklığa şahit olduk: Köşkün etrafı,
pencereli brandalarla çevrilmiş. Yani
dışarıdan bakanlar, köşkün yerinde
durduğunu zannetsin diye. İşte Anıtlar
Kurulu tarafından sadece restorasyon izni
verilen Zarrab’ın köşkünün öyküsü:
31 Mayıs’ta Radikal gazetesi, işadamının,
Kandilli’de Cem Kozlu’ya ait villayı 25 milyon
dolar (yaklaşık 52 milyon 432 bin TL)
karşılığında satın aldığını yazdı.
Gazete, köşk ile çevresindeki ağaç
kesimleri ve inşaat çalışmalarını
görüntülemek için giden muhabirinin
tartaklandığı ve kimlik kartına el
konulduğu haberini yayımladı.
Radikal’in haberinden 1 ay sonra Odatv
ekibi de olay yerine giderek köşkün
etrafının brandalarla kapatıldığını
görüntüledi. Odatv’nin haberinde şu
sorulara yanıt arandı: “Brandaların
arkasında ne var? Olayı, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi, Boğaziçi İmar,
Üsküdar Beediyesi Fen İşleri, Koruma
Kurulu 6. Daire takip ediyor mu? Projeler
onaylı mı”
SÖZCÜ, aradan geçen 4 ay sonra olayın
takipçisi oldu, Zarrab’ın köşkünün son
durumuna baktı. 2 bin 800 metrekare alan
içinde, yüksek blok pencereli brandalarla
kapatılan yerde köşkün olmadığı ortaya
çıktı. Ağaç kesimlerinin yapıldığı yerde de
derin inşaat çukurlarının kazıldığını
görüntüledi. Öte yandan köşk ve çevresinin
güvenlik kameralarıyla izlendiği
dikkatleri çekti.
Durumu tespit edince, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’ne söz konusu parselde yapılan
ağaç kesimleri ve inşaat çalışmaları
hakkındaki iddiaları sorduk. Büyükşehir
Belediyesi, köşkün yıkılıp yıkılmadığı
iddiasıyla ilgili sorumuza yanıt vermedi.
Üsküdar ilçesi, 958 ada 1 parselde bulunan
köşkün, 1986 yılında Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından
korunması gerekli kültür varlığı olarak
tescillendiğini öğrendik.
Daha önce böyleydi

Geçen mayıs ayında başlayan restorasyon çalışmaları sırasında Zarrab’ın köşkü yerindeydi
Onlarca ağacı kesti

İranlı işadamı Reza
Zarrab, Kandilli’deki araziyi kiralamadan önce, Google Earth
(Dünyanın uydularından çekilmiş değişik
çözünürlükteki fotoğraflarının,
şehirlerin ayrıntılarının görüldüğü
yazılım) üzerinden yapılan incelemede
alanın yemyeşil olduğu anlaşılıyor.
Şimdi böyle oldu

Zarrab’ın araziyi kiralamasının
ardından arazi üzerinde yer alan ağaçların iş
makineleriyle yok edildiği mahalleli
tarafından dile getirilmişti. Google Earth
üzerinden bakıldığında yeşil alanların yok
olduğu görülüyor.
Önündeki araziyi de 2 bin liraya kiraladı

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden edinilen
bilgiye göre Zarrab, Vakıflar’a ait 1000
metrekarelik araziyi, Ekim 2013’te bahçe
olarak kullanmak üzere kiraladı.
Kira sözleşmesine göre ise, Vakıflar’a
aylık 2 bin 100 lira kira bedeli ödeyecek.
Yani metrekare başına aylık 2 lira.
Okuldaki adı silindi

SÖZCÜ, Emine Erdoğan’ın yengesi Saadet
Gülbaran’ın başkanı olduğu Toplumsal
Gelişim Merkezi Eğitim ve Sosyal Dayanışma
Derneği’nin (TOGEMDER) belediyeden yasaya
aykırı arazi alıp Reza Zarrab’a okul
yaptırdığını iki gün önce, “Yengenin okulu
için arazi Hazine’den, para Reza’dan”
başlığıyla duyurmuştu. Haberimizde, CHP
Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Mehmet
Polat’ın savcılığa yaptığı suç
duyurusuna da yer vermiştik. İşte bu
haberin ardından Zarrab’ın ismi,
Gaziosmanpaşa’daki okulun tabelasından
hemen söküldü.
Sözcü, Haber: Yalçın Bel, 15.10.2014
|
NE OLACAK BU AKM'NİN HALİ!

Başkent’te akıbeti yılan
hikayesine dönen, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in
daha önce ‘ucube’ dediği Atatürk Kültür Merkezi
(AKM) binası ve alanıyla ilgili dün akademik
toplantı düzenlendi.
AKM alanının, milletin kültürünü yansıtması
gerektiğini belirten Çevre ve Şehircilik Bakanı
İdris Güllüce, “Atatürk Kültür Merkezi alanı
Türkiye’de yaşayan herkesin alanı. Tüm
bilimadamlarının fikirleriyle katkı vermesini
bekliyoruz” dedi.
Önceki yıllarda AKM ve alanı konusunda ‘Dev bir
meydan yapmak istiyoruz’ diyen Büyükşehir
Belediye Başkanı
Melih Gökçek, dünkü toplantıda ise ‘spor
alanı’ yapılması yönünde öneride bulundu.
Gökçek, şöyle konuştu:
‘İLLA MÜZE OLACAK’ FİKRİNE KATILMIYORUM
“Benim kanaatim hakim olursa 19 Mayıs Stadı
ile birleştirelim. Aradaki yolu yeraltına almak
suretiyle iki tarafı birleştirerek, dev bir
spor kompleksi haline getirelim. Buranın
ruhuna uygun olan bu. Alanın, Atatürk Kültür
Merkezi adını taşıması dolayısıyla illa burada
kültür merkezi olacak, kongre salonu olacak,
müze olacak fikrine kesinlikle katılmıyorum.
ŞEHRİN
GÖBEĞİNDE TEK NEFES ALINACAK YER
Ankara’da müze yapılacak çok yer var.
Atatürk Orman Çiftliği’nde sayısız kültür alanı
yapılacak yer var. Bu, şehrin göbeğinde tek
nefes alınacak yer. Nefes alacak yer olduğu için
buranın spor alanı olarak kazandırılması
Ankara’ya inanılmaz derecede de faydalı
olacağına kesinlikle inanıyorum. Teklifimiz
şahsen bu olacak. Tabii takdir netice itibarıyla
bakanlığın vereceği karar olacak.”
Hürriyet, 15.10.2014
|
|
KRALİÇENN DONU
6200 STERLİN
Kraliçe Victoria’nın iç çamaşırlarından bazıları
müzayedede satıldı. 2011’den farklı olarak bu
kez kraliçenin 1.3 metre genişliğinde bele sahip
kısa külodu 6200 sterline, uzun olanı ise 1100
sterline satıldı.
Kraliçe Victoria, 1837-1901 yılları arasında 63 yıl
yedi aylık bir süreyle
Birleşik Krallık tarihinde en uzun süre saltanat
sürmüş hükümdardır.
Habertürk, 15.10.2014
|

Manisa Yuntdağı Bölgesi'ndeki 2014 yılı Aigai
antik kenti kazı çalışmaları sona erdi. 10 yıldır
devam eden kazılarda tarihi meclis binasının yanı
sıra, 10 bine yakın tarihi eser ortaya çıkarıldı.
Manisa Valisi Erdoğan Bektaş, AKP Manisa
Milletvekili Selçuk Özdağ ile İl Kültür ve Turizm
Müdürü İbrahim Sudak, Yuntdağı Bölgesi'ndeki Aigai
Antik Kenti gezerek Kazı Başkanı Ege Üniversitesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ersin Doğer'den
bilgi aldı. Geziye, Aigai Antik Kent kazı
çalışmalarına maddi destekte bulunan Anemon Oteller
Onursal Başkanı İsmail Akçura da eşlik etti. Vali
Bektaş ve beraberindeki heyet antik kent içindeki
yerleşim yerlerini, meclisi ve Agora'yı gezerek
inceledi.
Prof.Dr. Ersin Doğer, Aigai'deki ilk kazıya
kendileri tarafından 2004 yılında başladığını
belirterek kazı çalışmalarının 11'inci yılına
gireceğini söyledi. Prof.Dr. Doğer, "Kültür
Bakanlığı'nın verdiği kaynakla idare ediyoruz.
Ayrıca 2004 yılında Aigai kazılarının başlamasına
neden olan Anemon Otelleri sahibi İsmail Akçura,
çalışmalara destek veriyor. Kazı çalışmalarını
temmuz, ağustos ve eylül ayları olmak üzere toplam 3
ayda yapıyoruz. 2014 yılı döneminin kazı
çalışmalarını tamamladık. 10 yıllık kazı
çalışmasında tarihi meclis binasını ortaya çıkardık.
Ayrıca 10 bine yakın tarihi eser ortaya çıktı.
Herbiri görülmeye değer tarihi eserler. Ancak kazı
çalışmaları en az 100 yıl daha sürer. Çünkü Aigai
Antik Kenti çok geniş bir alana yayılmış" diye
konuştu. Prof.Dr. Doğer, kazı çalışmaları
içerisinde ortaya çıkarılan tarihi eserlerin Anemon
Oteller Onursal Başkanı Akçura tarafından
yaptırılacak olan yeni Arkeoloji ve Etnografya
Müzesi'nde özel bir bölümde sergileneceğini dile
getirdi.
'KEÇİ KEMİKLERİNDEN KAŞIK YAPMIŞLAR'
Prof.Dr. Doğer, bu yıl yaptıkları kazı çalışmasında
kendilerini şaşırtan tarihi eserlerin ortaya
çıktığını vurguladı. Prof.Dr. Doğer, "Keçi
kemiklerinden kaşık ve süs eşyaları yapmışlar.
Ayrıca 'Büyük balık, küçük balığı yutar' atasözünün
gerçek olduğunu gösteren bir büyük balık kemikleri
içinde küçük balık kemiklerine rastladık. Bir de çok
farklı bir kandil bulduk. O beni çok şaşırttı. Bir
katır, katırın sağında ve solunda iki küfe, küfeler
kandil şeklinde. Seyyar bir sokak lambası gibi"
dedi.
‘TARİHİ VARLIĞI KORUYALIM’
Tarihi antik kenti gezen Vali Bektaş ise "Vaktiyle
burada çok büyük bir uygarlık varmış. İnşaat
malzemesi olarak taş kullanıldığı için bugüne kadar
kalabilmiş. Bu kadar kapsamlı, geniş, çok boyutlu
eserlerle karşılaşacağımı düşünmüyordum. Gerçekten
çok önemli bir yermiş. Bu tarihi varlığımızı
korumamız gerekir. Ancak hem yerli hem de yabancı
turistleri de bu tarihi antik kente çekmemiz lazım.
Bu konuda gerekli çalışmaları yapacağız" diye
konuştu.
Akşam, 14.10.2014
|
SAYIŞTAY RAPORUNDA BİR SKANDAL DAHA
Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'ni denetleyen
Sayıştay paha biçilemez eserlerin envanterinin
bulunmadığını tespit edip uyardı: Eserler çalınmaya
ve yangın riskine karşı güvensiz ortamda tutuluyor.
Binlerce eser kaybolmuş olabilir.

Sayıştay’ın
Atatürk'ün kurduğu Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi'ne yönelik denetim raporu
çarpıcı tespitler ortaya koydu. Raporda,
önemli eserlerin muhafaza
edildiği oda şartlarının
eserlerin korunmasına imkan
vermediğine işaret edilerek
şunlar kaydedildi: “Dil ve Tarih
Coğrafya Fakültesi’ne
Cumhuriyet’in en önemli eğitim
kurumlarından biri olması
dolayısıyla çoğu bağış yoluyla
aktarılan bu önemli eserlerin bir
kısmının taşınmalar, bölümlerin
birleşmesi ya da ayrılması vb.
nedenlerle kaybolmuş olma
ihtimali yüksektir.”
KÜLTÜREL MİRAS
Fakültedeki 15 bin yazma eserin tehdit
altında olduğunun vurgulandığı raporda
“Eserlerin değeri bakımından
Türkiye’nin en değerli yazma
eserlerini içerdiği ifade
edilmiştir. Bu durum ülkemiz
mirası açısından taşıdığı önemi
göstermektedir” denildi.
300
yıllık samuray zırhı vurgusu
Raporda, önemli eserlerin ayniyat
kaydının bile olmadığı
belirtildi. Aralarında Sultan
Abdülhamid’e Japon hükümeti
tarafından hediye olarak
gönderilen 300 yıllık Samuray
zırhının yer aldığı eserlerin son
derece “güvenliksiz” bir ortamda
tutulması da eleştirildi.
YANGIN ÇIKABİLİR
Sayıştay denetçilerince görülen
ihmaller raporda şöyle
sıralandı:
Eserlerin; temiz, havadar, güneş
ışınlarından uzak, rutubetsiz yerlerde
saklanması son derece önemli iken
havalandırmayı sağlamak üzere odada
bulunan klima çalışmıyor.
Paha biçilemez eserlerin
hırsızlığa uğramaması için
yeterli güvenlik şartları
oluşturulmamış.
Yangın riskine karşı alınan
önlemler yetersiz.
Eserlerin bir envanteri ve
ayniyat kayıtları bulunmuyor.
Restorasyon çalışmaları
yetersiz.
FAKÜLTE NE DEDi?
Fakülte Sayıştay’a verdiği cevapta
planlanan çalışmaları
anlatarak kendisini şöyle
savundu:
“Fakültemiz bünyesindeki yazma
ve nadir eserlerimiz için 2014’te
renovasyon çalışmalarına
başlanması planlanan kütüphane
binamız giriş katında yüksek
güvenlikli ve koruma bakım onarım
işlemlerinin bir arada
yürütüleceği ayrıca ihtisas
kitaplığı olarak da işlev görecek
bir D.T.C.F. Yazma ve Nair Eserler
Koleksiyonu bölümü oluşturulmuş
ve başta etnoarkeolojik eserler
olmak üzere anıtsal nitelikteki
eşyaların sergilenmesi
çalışmalarına başlanmıştır.”
Bugün, Haber: Kamil Elibol, 14.10.2014
|
KİM YAKTIYSA...
Diyarbakır'daki olaylar sırasında
Ziya Gökalp'in müze evinin yakılmasını, kitaplarının
çalınmasını dehşetle okudum ve seyrettim.
Kim yaktıysa, barbarlık tarihine geçti!
Şimdiye kadar ilkçağdan ortaçağa, ortaçağdan
faşizme, Nazizme kadar bütün kitap, kültür düşmanı
rejimlerin, barbarlıkların bir mensubu olmakla
övünebilir, bunu yapanlar!
Her kim yaktıysa, artık onun haklı davasında bile,
yanında yer alamam. Kim yaktıysa, kültürsüz
özgürlüğün, bilgisiz siyasetin gerçekleşemeyeceğini,
sadece yakıp yıkarak iyi bir şey yapamayacağını ve
insanlık tarihi tarafından lanetlenmiş olduğunu fark
edecektir.
Ben düşünürlerin, sanatçıların, edebiyatçıların
evlerinin yakılmasını, gelişmemişliğin bir simgesi,
barbarlığın en utanç vericisi olarak karşılarım.
Gerçi bu ülkede edebiyatçıların, sanatçıların
kendisini de yaktılar ya...
Yanlış anlaşılmasın sanki başkalarının evlerinin
yakılmasından rahatsız olmayacağım anlamı çıkmasın.
İsyanların, hak aramaların, yasal ya da yasal
olmayan direnmelerin siyasal tartışmasına her zaman
açığım ama kültür mekanlarını, kütüphaneleri, bir
ülkenin kültür tarihinde yer etmiş sembollere dair
unsurları, önemli evleri yakmaları bağışlayamam ve
bunu yapan kim olursa olsun kınarım. Yıkıp yakmaya,
basit bir cehalet diye bakmak içimden gelmiyor. Bu
olaylarda, bilmeden istemeden
Ziya Gökalp'in
evi yakılmış olabilir mi? Ben buna inanmıyorum!
O binanın levhası da var, bilinmesi de gerekir.
Sanırım Diyarbakır'da yaşayan herkes burayı biliyor,
bilmek zorunda. Çünkü bir şehrin ünlü adlarını
bilmeyen oranın vatandaşlık görevini yerine
getirmiyor demektir.
Ziya Gökalp'in düşünce tarihimizde,
kültür tarihimizdeki yerinin önemini,
vazgeçilmezliğini öğrenemeyenlerin, sadece bir
isyanın, başkaldırının veya başka birtakım
komploların ardına saklanmaya hakları yoktur.
Kitaplar da çalınmış, çalanlar, yakanlar gelecek
kuşakların kültür birikimlerinin oluşmasını
engellemekle, bir ayıbın gölgesinde yaşayacaklar
bundan sonra. O yakılmış yeri görenler, bunu
yapanların uygarlıktan yoksun olduklarına karar
vereceklerdir.
***
İskenderiye kütüphanesinden beri
kütüphaneleri yakanların nasıl anıldığını, bunu
yakanlar cehaletleri yüzünden bilmezler.
Mesele asla Ziya Gökalp
değil!
Yapılan protestolara, hak aramalara karşın bir
liderin, bir düşünürün, sanatçının evi kültürel
miras olarak görülmesi gereken neyi varsa o, çılgın
kalabalığa karşı korunması gereken unsurlardır! Ben
bunu insanlık görevi sayarım.
21. yüzyılın gelişmişliği içinde, Nazi Almanyası'nın
toplu kitap yakmalarından farkı olmadığını,
birilerinin bunu yapanlara hatırlatması gerekir.
Fahrenheit 451'i seyretmedinizse
seyredin, tez vakitte bulup okuyun. Ayrıca
Ziya Gökalp'e bu düşmanlığın nedenini
anlayamadım! Anlamam mümkün de değil zaten. Birtakım
köhne siyasi güdüler uğruna bir kültürel varlığı yok
saymaya çalışamazsınız... Yazar, düşünür evi yakarak
bir amaca ulaşıldığını tarih yazmıyor. Ben bir şehre
gittiğimde o şehrin önemli kişilerinin evlerini,
müzelerini ziyaret ederim, çünkü o şehri onlar
sayesinde tanır, onlar sayesinde severim, saygı
duyarım.
Cahit Sıtkı Tarancı'nın,
Ahmed Arif'in kentinde böyle bir davranış,
onların da onurunu zedelemektir!
Siirt Kütüphanesi'nin yakılmasını
da protesto ediyorum!
Kütüphaneler, yazar evleri tarihe armağan
edilmişlerdir ve insanlığın ortak mücevherleridir,
her kuşak bunu yaparken kendinden önceki ve
kendinden sonraki kuşakları da düşünmelidir.
***
Olayları bundan sonra bu açıdan takip
edeceğim. Kültür barbarlığını yapan her kimse hep
lanetleyeceğim ve yazacağım.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 14.10.2014
|
GALATAPORT'A YÜRÜTMEYİ DURDURMA KARARI

Türk Mühendis ve Mimar
Odaları Birliği (TMMOB), Galataport ihalesiyle
ilgili açtıkları davayı değerlendiren Danıştay
İdari Dava Daireleri Kurulu’nun, yürütmenin
durdurulmasına karar verdiğini açıkladı.
Galataport ihalesini 16 Mayıs 2013 tarihinde 702
milyon dolarla Doğuş Holding kazanmıştı. Öte
yandan dün Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç
Doğuş Holding ve Bilgili Holding'in ortak olduğu
Fatih ormanları projesine ruhsat verilmeyeceğini
bildirmişti. Galataport'ta da Ferit Şahenk ve
Bilgili Holding Yönetim Kurulu Başkanı Serdar
Bilgili ortak.
TMMOB'dan yapılan yazılı açıklamada, şu
görüşlere yer verildi: " Kamuoyunda 'Galataport'
olarak bilinen Salıpazarı Kruvaziyer Liman
Alanı’na ilişkin, Başbakanlık Özelleştirme
İdaresi Başkanlığı tarafından Şubat 2013
tarihinde hazırlanan “Koruma Amaçlı Nazım İmar
Planı” ile “Koruma Amaçlı Uygulama İmar
Planı'nın yürütmesinin durdurulması ve iptali
istemiyle
Danıştay 6. Dairesi’nde, TMMOB Mimarlar
Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi, Şehir Plancıları
Odası İstanbul Şubesi ve İnşaat Mühendisleri
Odası İstanbul Şubesi tarafından dava açılmıştı.
TALEP
REDDEDİLMİŞTİ
Onaylanan imar planları ile getirilen yeni
koşullarda İstanbul metropolü içinde büyük bir öneme
sahip olan Beyoğlu kentsel sit alanı ile söz konusu
planlama alanı içinde bir bütünlük sağlanamayacağı,
mevcut alanın yolcu gemisi karşılayan bir liman
olmasının ötesine geçerek konaklama tesisleri,
ofisler, alış-veriş merkezleri gibi fonksiyonların
getirilmesi ile insan, araç ve yapı yoğunluğu
bölgenin kaldıramayacağı değerlere ulaşacağı
gerekçeleriyle açılan davada Danıştay 6.Dairesi 23
Eylül 2013 tarihli kararında; 'Dava konusu planlara
planlanan Salıpazarı Kruvaziyer Limanın eskiden bu
yana kullanıldığı ve halen faal olduğu, esasen
davacılar tarafından da burada kruvaziyer limanın
yapılmaması gerektiği yönünde iddiaları bulunmadığı
görülmektedir. Buradaki uygulamalara ilişkin
hukukilik denetiminin de planların uygulanması
aşamasında yapılacak işlemelere (binaların avan
projelerinin yapılması vs.) karşı açılacak
davalarında yerine getirileceği de izahtan
varestedir?”) şeklindeki anlaşılması güç bir
gerekçeyle yürütmenin durdurulması talebini
reddetmişti.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na
yaptığımız itiraz, kurulun 17 Nisan 2014 tarih ve
2013/894 sayılı kararı ile kabul edilmiş ve Danıştay
6. Dairesi’nin kararının kaldırılmasına ve anılan
işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar
verilmiştir. Yüksek yargının verdiği karara bağlı
olarak 'Galataport' olarak adlandırılan tüm planlama
süreçleriyle birlikte ÇED sürecine ilişkin olarak da
yapılan tüm işlem ve eylemler derhal durdurularak
kamunun zarara uğratılmasının önüne geçilmelidir.
Hürriyet, 14.10.2014
|
REGGAE'NİN YIKAMADIĞI ŞEHİR: BABİL
Dünya tarihinin gelmiş geçmiş en meşhur
şehirlerinden biri şüphesiz ki Mezopotamya'nın
hazinesi Babil'dir. Bugün Irak'ın El Hilla
kasabasının üstünde bulunduğu toprakların altında
yatan Babil'in geçmiş çağlardan modern kültüre
uzanan yolculuğuna hazır olun!

Dünya tarihini anlatırken Babil'i ıskalamak
mümkün değil. Geçmişte kalan ve yıkılmış bir
uygarlık kalıntısı değil Babil. Bir fikir, bir
düşünce. Kimi kültürlere göre bir ütopyanın kimi
kültürlere göre ise bir distopyanın temsili. Üstüne
çok fazla mana yüklenmiş olan bu şehir uğruna batan
imparatorluklar, ölen büyük liderler ve sona eren
çağlar boşa değil. Gelin neden Bob Marley "Babil
sistemi kanımızı emiyor" demiş anlamaya çalışalım.
1.Babil ne demek?

Milattan önce birinci ve ikinci milenyum
içerisinde adı koyulan babil şehri, Akadca bir
kelimedir. Akadların mistik inanışlarıyla sosyal
yaşamlarını birleştiren bir mimariye sahip olan
şehrin adının anlamı; "Tanrı'nın kapısı"dır. Bu her
ne kadar Babil'in bir "Tapınak şehir" olduğu yönünde
bir izlenim yaratsa da, aslında farklı bir betimleme
söz konusudur. Tanrı'nın her zaman zenginlik ve
bolluk içerisinde var olduğu varsayımında
bulunulduğu için, Babil Tanrı ile aynı noktaya
ulaşmak isteyenlerin gözünü kamaştırmasından ötürü
bu adı almıştır.
2. Babil'in kuruluşu

Babil'e ilişkin ilk bilgiler Akadlardan kalan
tabletlerden edinilebilmekte. Sargon olarak bilinen
bir kral tarafından kurulduğu rivayet edilen Babil
şehri, dini metinlere göre ise Nemrut olarak bilinen
meşhur antik çağ krallarından biri tarafından
kurulmuştur. Büyük bir şehir olarak ilk defa
milattan önce 2286 yılında anıldığı düşünülen
Babil'in bilinen tarihin ilk mega kenti olduğu
düşünülmekte. Babil'i ayakta olduğu dönem için
günümüzden örneklerle tasvir etmek mümkün değildir.
Babil, kendi çağında tüm dünyanın başkentidir.
3. Şehirden krallığa bir dönüşüm

Kuruluşundan sonra 1000 yıla yakın süre boyunca
farklı kültürlerin başkenti olarak ayakta duran
Babil, milattan önce 1800'lerin hemen başında kendi
özgürlüğü ilan etmiş ve kendi krallığını kurarak
bölgede egemen olmaya başlamıştır.
4. Babili Babil yapan adam: Hammurabi

Dünya tarihinin ilk kanun reformunun yapıldığı
Babil'e bu değeri getiren ve tarihe adını kazıyan
yönetici Hamurrabi olarak tanınır. Tüm tarih
kitaplarında adını rahatlıkla görebileceğiniz
Hammurabi, milattan önce 1750 yılına kadar hüküm
sürdüğü dönemde Babil'i bir şehirden bir
imparatorluğa çevirmiştir. Bütün Mezopotamya'ya
yayılan bir egemenlik alanına yayılan Babiller,
kanunlarıyla ve mimarileriyle Ortadoğu kültürünün
adeta temelini atmışlardır. Anadolu, İran ve
Arabistan'a kendi kültürlerini engellenemez bir
hızla aktaran Babiller, çağlarının öncü medeniyeti
olmuşlardır. Babil'in altıncı kralı olan Hammurabi,
şehir olmaktan krallığa terfi etmiş bir medeniyeti
çağının en gelişmiş uygarlığına çevirmeyi hukuk
sayesinde başarmıştı. Bilinen dünyadaki ilk posta
teşkilatını, belediyecilik sistemini ve polis
teşkilatını yine ilk uygulamaya koyan Hammurabi'dir.
Tüm evlerin bir numaraya sahip olması, mahalle ve
sokakların oluşturulup isimlendirilmesi gibi
şehircilik faaliyetleri de yine Hammurabi'nin
kafasından çıkan fikirler arasındadır. Mimari alanda
da dünya harikaları arasında sayılan "Babil'in asma
bahçeleri" ve "Babil kulesi" gibi eserlerin altında
imzası bulunan Hammurabi, bu başarılarının ardından
kendisini "Kralların tanrısı" olarak ilan etmekten
de geri kalmamıştı. İnsanları köleler ve özgürler
olarak ayıran kanunlarında, "kısasa kısas" mantığını
getiren Hammurabi için suç ve ceza basit bir
çizgideydi. "Hırsızlık yapanın eli kesilir" gibi
etkili ve basit kanunlarla, hem Babil'e hem de çevre
medeniyetlere çağlar boyu yol gösterecek bir sistem
kurmuştur. Bu sistem modern hukuk geliştirilene
kadar tüm dünyada uygulanan, hatta günümüzde hala
bazı toplumlar tarafından bile kabul gören önemli
bir hukuki temeldir.
5. Fethedilen şehir Babil

Babil, her ne kadar İmparatorluğa uzanan bir
şehir olsa da çağlar sonra bir benzeri olarak ortaya
çıkan Roma'nın aksine çevre medeniyetler tarafından
defalarca fethedilmiş ve farklı uygarlıklara başkent
olmuştur. Bunların arasında Asurlar, Babil'in ilk
egemen toplumu olarak karşımıza çıkar. Çok kısa bir
süre için olsada Keldani İmparatorluğu olarak
bilinen İkinci Babil İmparatorluğu sınırlarında
kalan Babil, milattan önce 539'da Perslerin eline
geçmesiyle yeni bir uygarlığın egemenliği altına
girer. Babil'i başta Yunan medeniyeti olmak üzere
batı kültürü için önemli bir şehir haline getiren
gelişmeler silsilesi de bu şekilde başlamış olur.
Millattan önce 331 yılında Büyük İskender'in
Makedonya'dan yola çıkıp Babil'i fethetmesine kadar,
Babil Pers imparatorluğunun kalbi olarak
görülmüştür. Büyük İskender'in ölümünden sonra,
Babil tekrar el değiştirmiş önce Partlar son ra da
Sasaniler tarafından ele geçirilmiştir. Bu
dönemlerden sonra yıkılmaya ve talan edilmeye
başlayan şehir, yükselen İslam İmparatorluğu'nun
ardından Asya'dan gelen Türkler'in egemenliğine
geçmiş, Moğol İstilası ile tekrar talan edilmiş ve
tarihe karışmıştır.
6. Babil ve dinler tarihi

Babil'in dinler tarihindeki yeri de son derece
önem taşımaktadır. Bilinen üç büyük manevi dinin
metinlerinde de adı geçen Babil, yıkılışıyla
Tanrı'nın gazabı ve kıyamet ile özdeşleştirilen bir
semboldür. Hristiyan kültüründe anlatılan şudur ki,
Babil'in inşasından önce tüm insanlar tek dil
konuşuyorlardı ve "Tanrı'nın kapısı" olarak
gördükleri Babil'den içeri adım atarak kendilerini
tanrılallaştırıyorlardı. Bunun üzerine Babil'de
insanların birbirlerini bir daha anlamamaları için
farklı dillerde konuşarak büyük bir kopuş yaşamaları
sağlandığı İncil'de geçer. İslam dininde ise
Babil'in Kuran'da çok küçük bir yeri olmasına karşın
adı geçmektedir. Babil'in en büyük tanrısı olan
Marduk'un kimi araştırmacılara göre ilahi dinlerdeki
Tanrı ile benzerlikleri vardı ve Marduk'a ulaşmak
için yapılan Babil kulesinin inşasından sonra
İnsanlar bildikleri ortak dilden mahrum kalmışlardı.
Tevrat'ın yaratılışla ilgili bölümünde Büyük Tufan
sonrası'nda adı geçen Babil'in her din için manası
birbirine yakındır. İnsanın Tanrı'ya ulaşmaya
çalışmasının bir sembolüdür Babil. Tanrılaşmaya
çalışmanın getirdiği felaketle özdeşleşmiş bir
şehirdir. Babil'in fetheden en ünlü komutan Büyük
İskender'in bile Babil'e adım attıktan sonra
kendisini bir anlamda tanrı ilan etmesinden sonra
hastalanarak ölmesi, bu metaforu kuvvetlendiren
tarihi olaylardan biridir.
7. Babil kültürü

Babil'in köklü kültürü gerek dini gerekse sosyal
bir çok motifin çağlar boyunca medeniyetler arasında
yolculuk etmesini sağlamıştır. Ishtar, Marduk gibi
bilinen ve popüler kültürde kullanılan tanrı
isimleri bunların önemli yansımaları arasında yer
alır. Babil adı bile tek başına, kültürel zenginlik
ve insanların aynı çatı altında toplanmasını
sembolize eden önemli bir metafordur. Nebuchadnezzar
gibi kral isimleri de yine popüler kültürde birer
sembol olarak kullanılmaktadır. Hukuk alanında
özellikle önemli bir referans olan Babil kültürü,
kölelik düzeni için de getirdiği planlamalarla
çağlar boyunca özgürlük düşüncesine karşı bir tabu
olarak görülmüştür. Babil aynı zamanda köleliği
yasallaştırmasıyla eşitlik fikrine karşı da bir
duvar niteliğindedir. Bu sebeple Babil'in yıkılışı
baskı rejiminin sonu olarak da algılanır. Ancak
totaliter toplum yapıları için Babil'in çöküşü bir
nevi kıyamettir. Roma'nın çöküşünde İskenderiye ve
Roma'da yaşananlar her zaman Babil'i anımsatan
tasvirlerle anlatılır. Bu anlamda Babil kültürü,
bakış açısına göre kurtuluş ya da kıyametin bir
habercisi niteliğindedir.
8. New Yok ve Babil

Amerika'nın dünyaya egemen bir güç haline
gelmesi, yükselen kapitalizmin sembolü olarak
görülen New York'un bir nevi Babilleşmesi olarak
görülür. İlginçtir, insanların ortak bir dil
konuşmalarından sonra bölünmelerini sembolize eden
Babil Kulesinin yıkılışı, İkiz Kulelerin yıkılışıyla
benzer bir hikayeyi paylaşır. İngilizce'nin
günümüzde dünyanın ortak dili olduğu ve hemen
herkesin İngilizce konuştuğu malum bir durum.
İngilizceyi dünyada bu kadar yaygın hale getiren
"Güneş Batmayan İmparatorluk" yani İngiltere
Krallığı'ydı. İngiltere Krallığı'nın Amerika
kıtasındaki egemenliğinin yıkılmasının ardından
ortaya çıkan ABD'nin kendi özgürlüğünü ilan etmesi
ve dünyaya egemen bir güç haline gelmesi, ilginçtir
Babil tarihiyle benzerlikler taşır. Kapitalist
dünyanın bir anlamda tanrısı olan paranın en büyük
sembollerinden olan "Dünya Ticaret Merkezi"nin adeta
Babil Kulesi gibi New York'un göbeğinde yükseliyor
olması da şaşırtıcıdır. Kaldı ki New York'ta
"Babylon" yani Babil adında bir mahalle de vardır.
En çarpıcı olan ise, uğradığı saldırı sonrası
yıkılan İkiz Kuleler'in ardından ABD'nin kolları
sıvadığı operasyonla dünyada insanlar arasında büyük
bir ayrışma yaşanmasıdır. Özellikle Ortadoğu,
Avrupa, ABD, Çin ve Rusya'yı birbirlerine çok
yaklaştıkları bir dönemde tekrar birbirilerinin
uzağına iten gelişmelerin yaşanması ; Babil
Kulesi'nin ardından ayrı dilleri konuşmaya başlayan
insanları anımsatır. İşin ilginç yanı modern
dünyanın Babil'i New York'un uğradığı saldırıdan
sonra, modern dünyanın Babil İmparatorluğu olan
ABD'nin Irak'ı işgal ederek gerçek Babil toprakları
üzerinde hakimiyet kurması değil midir?
9. Bob Marley ve Babil

Reggae müziği kimilerine göre yaz aylarında
keyifle dinlenecek şarkılar topluluğudur. Aslında
büyük bir alt metni olan, özel bir kültür
patlamasının dışa vurumudur Reggae. Köleliğin ve
kapitalist düzenin dünya üzerinde ezilen halklardaki
karşılığı Babil'dir. Özellikle Afrika'dan ABD'ye
kölelik yapması için getirilen siyahiler için
lanetle anılan her şeyin kökeni olarak Babil
görülür. İnsanlar arası eşitsizliği yasalaştıran
Babil'i Bob Marley ve günümüzdeki pek çok Reggae
sanatçısı mısralarında lanetle anarlar. Günümüzde
popüler kültürde sadece bir saç modeli olarak
görülen ve Reggae ile özdeşleştirilen "Rasta" da
yine Babil'e karşı protest bir duruşun sembolüdür.
Babil'in baskı ve köleliğe dayanan dünyasından
kurtulmak için saçlarını uzatan ve taramayan
"Rastafaryanlar", bu şekilde Tanrıların kralı olarak
gördükleri Jah'ın onları saçlarından tutarak
kurtuluşun sembolü olan Zion şehrine götüreceğine
inanırlar. Rastafaryan kültüründe Babil, mevcut
kapitalist düzeninin ve sömürü sisteminin
sembolüdür. Özellikle Jamaika'da Babil cümle
içerisinde bir lanet kelimesi olarak kullanılır.
10. Günümüzde Babil

Babil'in özellikle bölgedeki egemenlik
savaşlarından sonra çağlar boyunca talan olmuş ve
toprak altında kalmış yüzüne dair ilk görüntüler 1.
Dünya savaşı sırasında gün ışığına çıkmıştır.
Osmanlı'nın Irak üzerinde etkisini kaybetmesiyle,
bölgeye gelen İngiliz birliklerin tarihi
kalıntılarını görüntülediği antik şehire ait bir çok
eser, savaş sonrası bölgeden çıkartılmıştır.
Uğradığı bu yağma sonrasında ancak 1983'te Saddam
Hüseyin'in projesiyle Babil yeniden hayata
döndürülmeye çalışılabilmiştir. Saddam Hüseyin'in
kendi sarayını yapmak için Babil'in bir çok
kalıntısını yok ettiği söylense de, yeniden inşa
edilmeye başlanan Babil, ABD'nin bölgeye düzenlediği
operasyon sonrasında tekrar zarar görmüştür. Şu an
Işid tehdidinin gün geçtikçe ciddileştiği Irak'ta,
Babil'in en parlak dönemi mumla aranıyor. Tanrı'nın
kapısı olarak bilinen topraklar bugün "Cehennem
kapısı" olarak adlandırılıyor. Her nasıl anılırsa
anılsın, Babil yıkıldıktan sonra bile varlığını
hissettiren kadim bir şehir. Bir şehir olmaktan öte,
bir sistem, bir düşünce ve bir sembol. İnsanlığın
Babil'le mücadelesi bitmeyecek gibi, ya dünya bir
gün Babil olacak ya da Babil yıkılacak. Ama
yıllardır Reggae dizelerinde bile yıkılamayan bir
sistemi, bir fikri yıkmak nasıl mümkün olacak? New
York, Roma, Paris, İstanbul, Tokyo belki çağlar
sonra toprak olacak adı unutulan bir çok şehir gibi,
ancak Babil hep orada olacak. Çünkü Babil,
duvarların ardına değil insanlığın en büyük
mücadelesinin ardında saklı bir şehir.
Radikal, Haber: Oktay Volkan Alkaya,
14.10.2014
|
110 YILLIK HAMAM ŞİMDİ SERAMİK MÜZESİ

Çanakkale Belediyesi, Boğaz
Komutanlığı’ndan devraldığı 110 yıllık Müstahkem
Mevkii Er Hamamı’nı seramik müzesi yaptı.
Tarihi seramikler kurna başlarına, kapalı ve
yalnız başına yıkanma hücrelerine, göbek taşına
yerleştirilerek sergilenmeye başlandı. Soyunma
ve giyinme odalarına ise askerlerin kıyafetleri,
peştamalleri ve takunyaları konuldu, orijinal
ahşap kubbe korundu.
Bir taşla iki
kuş
“Hamamı, hem
asırlık seramik, hem de güncel sanatçıların
eserlerinin de sergilendiği bir mekan haline
getirdik. İnsanlar asırlık seramiklerle tarihi
hamamı aynı anda görme imkanı buluyor” dedi.
Tarihi hamam müzenin üst katı da günümüz seramik
ustalarının yaptığı eserlerin sergilenmesi için
kullanılıyor. Geniş bahçe ise sosyal ve kültürel
etkinliklere evsahipliği yapıyor.
Hürriyet, Haber: Ersan Küçükkuru, 14.10.2014
|
BİRİ ÇAKMA BİRİ ORİJİNAL RESTORASYON

1993 yılında ihale yöntemiyle yapılan sözde
restorasyon betonla yapılırken, geçen yıl yapımına
başlanan restorasyon da ise sıfır çimento
kullanıldı. Ancak 1993 yılındaki yapı adeta yeniden
inşa edilmiş bir beton evi andırırken, günümüzde
bilimsel verilerle kazı ekibince yapılan restorasyon
ile tarihi kale eski görünümüne kavuştu.
Önceki gün
foça’da Ceneviz Osmanlı kalesinin açılışı
yapıldı. Tamamen orijinal taşları kullanılarak ve
horasan harcı ile restore edilen kale muhteşem
bir görüntü ile ortaya çıktı. Restorasyonların çok
eleştiri aldığı günümüzde tarihi eserlerin nasıl
onarılması gerektiği gösterildi. Sıfır çimento ile
eskisinden sağlam olan kale duvarları ve surları bu
restorasyon sayesinde
UNESCO Kültür Mirası Geçici Listeye girmeyi
başardı.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Ömer Özyiğit bilimsel
restorasyonun proje yürütücüsü. Milyonlarca liraya
mal olacak restorasyonu cüzi desteklerle ayağa
kaldırdı. Neredeyse yok pahasına denecek kadar
harcama ile müthiş bir restorasyon yapılabileceğini
ispat etti.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin maddi katkıları
yadırganmaz. Bizzat Başkan
Aziz Kocaoğlu restorayona hem lojistik hem de
maddi destek sağladı. Kültür ve
Turizm Bakanlığı da kazılara büyük önem veriyor.
Özellikle de kalenin UNESCO Kültür Mirası listesine
girmesi noktasında bakanlık yoğun bir diplomasi
yürütüyor.
Prof. Özyiğit kalenin restorasyonuna başlamadan
önce 11 ilke belirledi. Bu ilkelerin içinde en
önemlisi kesinlikle çimento kullanmamak. Özyiğit
formülünü testlerle kendi bulduğu horasan ve toprak
harçla yaptığı restorasyon için binlerce yıl doğal
şartlara dayanacağını iddia ediyor. Kalenin
kulelerini de orijinal olması açısından bilerek
tamamlamadıklarını, sur duvarlarının taşlarını da
arkeolojik kazılarla orijinallerini kullandıklarının
altını çiziyor.
Osmanlı Ceneviz kalesi 1983 ve 1993 yıllarında 10
yıl ara ile daha önce de iki kez restore edilmiş.
Dönemin Kültür Bakanlığı tarafından ihaleyle verilen
restorasyonlarda binlerce lira harcanmış. Ancak
gelin görün ki tarihi kale resmen bu
restorasyonlarla katledilmiş. Hatta buna restorasyon
bile demek büyük yanlış. Çünkü kalenin orijinalliği
tamamen bozulmuş. Fabrikasyon taşlarla beton dökülüp
çimento ile yapılan restorasyon(!) ile adeta kale
yepyeni bir görünüme kavuşmuş. Başkan Kocaoğlu
açılıştaki konuşmasında eski restorasyonlar için
‘’çakma’’ tabirini kullanarak haklı bir eleştiride
bulundu. Kazı başkanı Özyiğit ise o dönemde bu
onarımı durdurmak istediğini ancak başarılı
olamadığını söyledi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 14.10.2014
|
EDREMİT'TE CAMİSİZ MİNARE

Kuzey Ege'nin yaz turizmindeki merkezlerinden
olan
Edremit Körfezi'ndeki Altınoluk'a gidenlerin
dikkatini meydanında bulunan tek başına bir
minare çekiyor.
Tarihi olduğu düşünülerek yerli ve yabancı
turistlerin bolca fotoğrafladığı
minare, Altınoluk'la özdeşleşmesinin yanı sıra
bölgedeki turistlerin en fazla ilgisini çeken
unsurlar arasında yer alıyor.
Mahalle sakinlerinin "Bir garip
minare" dediği yapıyla ilgili bilgi veren eski
muhtar Abdurrahman Elman, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Altınoluk'un yaz aylarında birçok il
nüfusunu geride bırakan bir kalabalığa ev sahipliği
yaptığını söyledi.
Genellikle denizi tercih eden yerli ve yabancı
turistlerin, yaz akşamı yürüyüşünü sahil kenarında
ve Cumhuriyet Meydanı'nda yaptığını ifade eden
Elman, "Genellikle bu yürüyüş sırasında
minareyi görüyorlar.
Camisini arıyorlar bulamıyorlar ve gündüz
gözüyle tekrar gelip inceliyorlar" dedi.
Minarenin çok eski bir tarihinin bulunmadığını
dile getiren Elman, yapının 60-65 yıl önce meydanda
bulunan ahşap bir
camiye ait olduğunu anlattı.
Yaklaşık 20 yıl önce çevre düzenlemesi sırasında
başka bir yere yenisinin yapılması üzerine ahşap
caminin yıkıldığını belirten Elman, "Sadece
minaresi kaldı. Minaresini, saat kulesi olarak
düşündüler ama yapmadılar şu anda böyle duruyor"
ifadesini kullandı.
Caminin yıkılmasından sonra minareye bitişik olarak
dönemin belediyesi tarafından dükkanlar yapıldığını
aktaran Elman, ardından Anıtlar Kurulu tarafından
alınan kararla dükkanların geri yıkıldığını söyledi.
Bölgeye gelen turistlerin minareye bile çıkmak
istediğini vurgulayan Elman, "Bu minarenin camisi
nerede?' diye soranlar oluyor. 'Cami yıkıldığı için
acaba yerin altında mı kaldı?' diye soranlar da var.
Öyle ya da böyle duyan geliyor, bilgi alıyor" diye
konuştu.
Habertürk, 13.10.2014
|
KADIKÖY BELEDİYE BAŞKANI'NDAN HAYDARPAŞA VE
FİKİRTEPE İSYANI
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi (İBB) Başkanı Kadir Topbaş’ın "Bir
takım bakanlıkların, kurumların İstanbul’da plan
yapma yetkisinin kalkması gerektiğini" yönündeki
açıklamalarına benzer bir çıkış da Kadıköy
Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu’dan geldi.
İBB Meclisi’nin
Ekim ayı olağan toplantısında meclise hitap eden
Nuhoğlu, 4 yıldan bu yana yol alınamayan kentsel
dönüşüm alanı Fikirtepe ve Maliye Bakanı
Mehmet Şimşek’in geçtiğimiz günlerde
özelleştirilmesi planlanan alanlar arasında
saydığı Haydarpaşa Garı hakkında açıklama yaptı.
Nuhoğlu, plan yapma yetkisinin
İstanbul Büyükşehir ve ilçe belediyelerinde
olması gerektiğini savunarak, ilçe belediyesi
olarak Kadıköy’ün de sürece dahil edilmesi
gerektiğinin altını çizdi.
FİKİRTEPE İLE İLGİLİ SÜRECİN
HIZLANDIRILMASI GEREKİYOR
4 yıldır arapsaçına dönen Fikirtepe kentsel
dönüşüm projesinde sürecin hızlandırılması
gerektiğini söyleyen Nuhoğlu, "Fikirtepe’de 100
bine yakın insan yaşayacak. Şu anda 4 tane
ruhsat geçti, bunun dışındakiler bekliyor. Şu
anda İBB ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
arasında gidip geliyor. Bu sorun nereye kadar
devam edecek? Bu sorunu yerinde çözmek varken
niye
Ankara’ya gitti? Fikirtepe ile ilgili
sürecin hızlandırılması gerekiyor. Bu konuda
meclisin elinden geleni yaparak bir an önce
oyuncu olması gerekiyor" dedi.
HAYDARPAŞA GELİR GETİRECEK BİR YER OLMAK
ZORUNDA DEĞİL Kİ
Nuhoğlu, geçtiğimiz günlerde Kadıköy Belediyesi
tarafından orijinal projeye uygun olmadığı
gerekçesi ile restorasyon ruhsat başvurusu
reddedilen Haydarpaşa Garı ile ilgili de
konuştu. Haydarpaşa ve çevresinde bulunan 200
dönüme yakın arazinin imara açıldığını belirten
Nuhoğlu, "İstanbul’da bin yıla yakındır kamu
arazisi olarak kullanılan bir arazi bu. Üsküdar
tarafı da dahil olmak üzere 200 dönüme yakın
arazi İstanbul’da kalan son arazidir" dedi.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in özelleştirilmesi
planlanan alanlar arasında saydığı Haydarpaşa
Garı’nın değerini vurgulayan Nuhoğlu, "Her yeri
imara açmak zorunda mıyız? Burayı da milli park
yapalım, halkın kullanacağı alana dönüştürelim.
Her şeyden para kazanmak zorunda değiliz. Burası
gelir getirecek bir yer olmak zorunda değil ki"
diye konuştu.
Hürriyet, Haber: Ezgi Çapa, 13.10.2014
|
5 BİN YILLIK DUVAR RESİMLERİ BULUNDU

Höyük, MÖ 3 binli yıllara dayanan geçmişiyle,
Roma, Hellenistik, Akhaemenid, Orta ve Erken Tunç
çağlarına ait bulgularla, bilim adamlarına o dönemde
yaşamış insanlara ait veriler sunuyor.

DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Fikret Özbay, yaptığı
açıklamada, kazılarda kült ile ilişkili armut
formunda toprağa kazılmış yeni bir mekanın
bulunduğunu söyledi.

İlk defa Seyitömer Höyüğü'nde bu yapılardan iki
mekan ele geçirdiklerini belirten Özbay, şöyle
konuştu:

"Bu yeni bulunan değişik forumdaki mekanların
geniş kısmında duvar resimleri bulunuyor. Bunların
sıva üzerine yapıldığı ve yaklaşık 5 bin yıllık bir
tarihi olduğu için çok net bir şekilde
korunmamışlar.

Bu resimler, kırmızı boya ile insan ve hayvan
figürleri ve çeşitli geometrik şekillerden oluşuyor.
Daha önce Anadolu'daki kazı alanlarında genellikle
mağaralarda böyle resimler bulunurdu.

Fakat ilk defa bir yerleşim alanında bir mekanda
insan ve hayvan figürlerinden oluşan resimli duvar
ortaya çıktı. Bulunan mekanların üstü saz ve ahşapla
destelenerek yapılmış ve içinde yer alan sekiler
üzerinde yer alan oturma alanları da yer alıyor.

Bu da büyük olasılıkla bir kültle ilişkili. Fakat
Anadolu'da başka bir yerde bir örneğiyle
karşılaşmamış olmamızdan ötürü, hangi kültle
ilişkili olduğunu henüz söyleyemiyoruz ama
araştırmalarımız bu konuda devam ediyor."
Özbay, söz konusu yapıların yapılmasının
ardından, bunların içerisinde tanrıya verilmiş
adaklar için ayrılmış alanların da yer aldığını ve
bunların, armut forumlu yapının dar olan kısmının
geniş bölümünün önünde bulunduğunu dile getirdi.
Höyükte kazıların, DPÜ ile Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın iş birliğinde gerçekleştirildiğini ve
Seyitömer Termik Santrali'nin içinde yer aldığını
anlattı.
Höyüğün altında çok büyük bir kömür yatağının
varlığının tespit edildiğini aktaran Özbay,
sözlerini şöyle sürdürdü:
"Höyük, 2006 yılından itibaren sistemli bir
şekilde kurtarma kazısı olarak yapılıyor.
Höyükte birçok döneme ait yapı katları ve
buluntular açığa çıkarıldı.
Şu an içinde bulunduğumuz yapılar, günümüzden
yaklaşık 5 bin yıllık bir geçmişe sahip. Uzun
forumlu yan yana dediğimiz evlerden oluşuyor.
Bu yaşam alanlarının dışında üretime yönelik bize
veriler sağlayan fırınlar, ocaklar ve küçük işlikler
ile ürünlerin depolandığı depolama alanları ve
küpler açığa çıkarıldı."
Habertürk, 13.10.2014
|
BULGAR 'INDIANA JONES' VAMPİR MEZARI BULDU

Bulgaristan'ın Indiana Jones'u
olarak bilinen Prof. Nikolai Ovcharov, Perperikon'da
kalbine kazık çakılmış birine ait mezarı ortaya
çıkardı.
Hayatını antik
medeniyetlerin sırlarını ortaya çıkarmaya adayan ve
arkeoloji bilimine kazandırdığı sıra dışı buluntular
sebebiyle "Bulgaristan'ın Indiana Jones'u" olarak
tanınan Prof. Nikolai Ovcharov, ülkenin güneyinde 20
önce keşfedilen Perperikon antik kentinde "vampir
mezarı" buldu. Milattan önce 5 binli yıllara dayanan
Perperikon'da perşembe günü ortaya çıkarılan ve
13'üncü yüzyıla ait olduğu sanılan buluntuda bazı
ayrıntılar dikkat çekiyor. Bunlardan en önemlisinin
iskeletin göğsündeki metal parçası olduğunu ifade
eden ünlü arkeolog, bu kazığın, ölülerin mezardan
çıkıp yaşayanlara zarar vermesini engellemek
amacıyla kullanıldığını söylüyor. "İntihar gibi
sıradışı bir yolla yaşamını yitirenlere de bu gibi
uygulamalar yapılabiliyordu" diyen Ovcharov,
iskeletin 40 veya 50 yaşlarında bir kişiye ait
olduğunu tahmin ettiklerini ve göğsüne bir at
arabasına ait dingilden alınan kazığın çakıldığını
belirtiyor. "Vampir mezarı" 2012 ve 2013'te
Perperikon'un 200 mil doğusundaki Sozopol'de
bulunanlarla büyük benzerlikler taşıyor. Sofya'daki
Ulusal Tarih Müzesi müdürü Bozhidar Dimitrov,
Bulgaristan'da 100'ün üzerinde vampir olduğuna
inanılan kişilere ait iskelet çıkarıldığını
belirtiyor.
Sabah, 13.10.2014
|

Mimarlar Odası Bursa Şubesi, Bursa Büyükşehir
Belediyesi’nin gerçekleştirmek istediği planlara
tepki çekmek için mizansen bir haberle gazetelere
ilan verdi. Haberde Osmanlı Devleti döneminde
başkentlerden biri olan Bursa’da tarihi dokusuyla
dikkat çeken Ulucami’nin yıkılacağını ve yerine AVM
yapılacağını belirten mimarlar yapılacak olan
çalışmaların kentin kimliğini koruması gerektiğine
vurgu yaptılar. Mimarlar Odası Bursa Şubesi yapılan
mizansenle “kentin akademik birikiminden
faydalanılmaması durumunda gelecekte neler
yaşanabileceğini kenti yönetenlere anlatabilmeyi”
amaçladıklarını söylediler.
“ULUCAMİ TAŞINIRSA OTOPARK SORUNU KALKAR”
Yapılan mizansende ibadethaneye gelen makam
araçlarının yaşadığı otopark sorununa çözüm olarak
da Ulu Cami’yi ele alan Mimarlar Odası Bursa Şubesi
“2016 yılında Anıtlar Kurulu ve ilgili Meslek
Odalarının itirazlarına rağmen açılan Hünkar Kapısı
ile devlet büyükleri için daha konforlu bir
ibadethaneye dönüşen Ulu Cami’nin taşınmasıyla
birlikte otopark sorununun da büyük ölçüde çözülmüş
olacağı ve Hünkar Kapısı önünde oluşan makam aracı
trafiğinin de önüne geçileceği ifade edildi.”
şeklinde yaptıkları açıklamayla okuyucuları
şaşırttılar. Ancak dikkatli okuyucular sayfada yer
alan “Bu sayfada yer alan haberlerin ve kişilerin
tamamı hayal ürünüdür” ikazını görünce olayın
mizansen olduğunu anladılar.
Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin “kentin
gelişmesi” adı altında AVM’ler kurması ile büyük
rantların elde edileceğine dikkat çekmeye çalışan
TMMOB’lular “Kentin yeni gelişen bölgelerinde
AVM üretimi için yer kalmamasının ardından
Büyükşehir Belediyesi kentin önemli alanlarını
ticaret alanına çevirmek amacıyla çalışma
başlattı(…) Büyükşehir Belediye Başkanı Şaban
Yeşilova, ‘Bizleri rantçı bir anlayışa sahip olmakla
suçluyorlar, fakat ortada bir rant varsa bu
Bursa’nın rantı’ dedi.” İfadelerini kullandılar.
Odatv, Gizem Kurt, 13.10.2014
|
KILIÇ ALİ PAŞA CAMİİ'NİN SÖKÜLEN TOMBAK ALEMLERİ
ÇALINDI MI, 'DEPO'YA MI KALDIRILDI?

İstanbul Tophane’de 2010’da restorasyonuna
başlanan tarihi Kılıç Ali Paşa Camisi Külliyesi’nde bulunan
15 tombak (altın kaplama) alemin yerine mermer
alemlerin takıldığı ortaya çıktı.
İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü’ne göre
alemler depoya kaldırılmış olabilir. Ancak
yetkililer alemlerin hangi depoda olduğunu bilmiyor.
Bakır, tunç ve pirinçten yapılan alemler, tombaklama
denilen metotla civa kullanılarak altınla
kaplanıyor. Ancak bu metot ustaların zehirlenmesine
yol açtığı için artık uygulanmıyor. Bu yüzden
tombaklar, tekrar yapılması mümkün olmayan kıymetli
eserler.
Antikacılar, tombak alemlerin tanesinin 150 bin
lirada liradan başlayan fiyatlarla alıcı bulduğunu söylüyor.

1580 yılında Mimar Sinan tarafından Kaptan-ı
Derya Kılıç Ali Paşa adına yapılan 434 yıllık tarihi
Kılıç Ali
Paşa Camisi’nin restorasyonuna İstanbul’un Avrupa
Kültür Başkenti olduğu 2010’da Başbakanlık İstanbul
Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve İstanbul 2010 Avrupa
Kültür Başkenti Ajansı tarafından başlandı.
Restorasyonda caminin kubbe süslemeleri
değiştirilmişti
Deniz üzerine kurulan ilk cami olma özelliğini
taşıyan Kılıç Ali Paşa Camisi’nin restorasyonunun sürdüğü
sırada, 12 Şubat 2011’de elektrik kontağından
çıktığı iddia edilen bir yangın da meydana geldi.
Yangında kubbe ve mihrap zarar görürken,
restorasyonun 2011 sonunda bitmesinin ardından kubbe
süslemeleri tamamen değiştirildi.
Restorasyon sonrasında camide değişenler kubbe
süslemeleriyle sınırlı kalmadı. Caminin yan kubbelerindeki
12 alem ile avlu kapısındaki 2 ve şadırvanda bulunan
tombak (altın kaplama) alem de yerini mermer
alemlere bıraktı.

‘Depodadır ama hangisi bilmiyoruz’
Söz konusu değişikliği İstanbul Vakıflar 1. Bölge
Müdürlüğü’ne sorduk. Kılıç Ali Paşa Camisi’ndeki tombak
alemlerin söküldüğünü doğrulayan yetkililer,
alemlerin akıbetini sorduğumuzda “bir
depoya kaldırılmıştır” yanıtını verdi. İstanbul
Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü yetkililerinin “Alemler
hangi depoya kaldırıldı?” sorusuna verdiği cevap ise
“Bilmiyoruz” oldu.
Tombak alemler makette duruyor
Öte yandan cami avlusunda yer alan maket yapıda,
alemlerin mermer değil tombak olduğu görülüyor.

Zanaatkarını öldüren zanaat
Bakır, tunç ve pirinçten yapılan alemler
tombaklama denilen metodla civa kullanılarak
altınla kaplanıyor.
Ancak bu metot ustaların zehirlenmesine yol açtığı
için artık uygulanmıyor. Bu yüzden tombaklar, tekrar
yapılması mümkün olmayan kıymetli eserler.
Antikacılar, tombak alemlerin tanesinin 150 bin
lirada liradan başlayan fiyatlarla alıcı bulduğunu
söylüyor.
Kanun ‘alemi taşımak suç’ diyor
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun
9. maddesine göre taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarında
her çeşit inşai ve fiziksel müdahalede bulunmak veya
bunların kullanım alanlarını değiştirmek yasak. Buna
göre alemler taşınmaz kültür varlığı çerçevesinde
ele alınıyor ve taşınması suç sayılıyor.
T24, Haber: İnan Ketenciler, 13.10.2014
|
ANTİK ANTANDROS'TA YENİ MOZAİKLER

Balıkesir'in Edremit İlçesi'nde, kurtarma amaçlı
kazı çalışmaları 14 yıldan bu yana devam eden
Antandros antik kentinde, yeni mozaikler ortaya
çıktı. Kazı alanında yeni bulunan mozaiklerin
Antandros antik kentinin turizm merkezi olması
açısından büyük önem taşıdığı kaydedildi.
Bu yıl tamamlanan kazılarda, ulaşılan bir
villanın girişinde yer alan, geometrik desenli
mozaiklerin yanı sıra 'yılan' ve 'dört ayaklı bir
hayvan'a ait mozaikler ortaya çıkartıldı. MS Geç
3'üncü Yüzyıl'dan kalma, Roma Dönemi'ne ait ve bu
kente özgü olduğu düşünülen mozaiklerin antik kentin
ihtişamlı günlerinin göstergesi olduğu belirtildi.
Antandros Antik Kentini Kurtarma ve Yaşatma
Derneği Başkanı Mehmet Sakaroğlu, yeni mozaiklerin
Antandros antik kentinin tarihine ışık tutacağını,
bölgeyi ihtişamlı günlerine tekrar kavuşturacağını
söyledi. Sakaroğlu, "Mozaik ve kalıntıların, kentin
geçmişine ışık tuttuğu, döneminde önemli bir liman
kenti olan Antandros'un bilinirliğinin artmasında
etkili olacak" dedi.
Altınoluk-Edremit Karayolu'nun 3'üncü
kilometresinde bulunan MÖ 8'inci yüzyıldan
başlayan ve Roma Dönemi'ne kadar varlığını sürdüren
bir yerleşim yeri olan Antandros antik kentinde ilk
kazı çalışmaları 1989 yılında başlamıştı. 2001'den
itibaren Balıkesir Müzesi'nin öncülüğüyle Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü'nden Prof.Dr. Gürcan Polat başkanlığında
yürütülen kazılara Antandros Şehrini Kurtarma,
Koruma ve Yaşatma Derneği, Edremit Belediyesi ve
Edremit Ticaret Odası sponsor olarak destek veriyor.
Gerçek Gündem, Haber: Ahmet Ertan, 13.10.2014
|
FOÇA'DA TARİHİ DOKUNUŞ

UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Geçici
Listesi”ne alınan Foça, 5 bin yıllık tarihiyle
yeniden buluşuyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin
ana sponsorluğundaki restorasyon çalışmaları
sonucunda Bizans, Ceneviz ve Osmanlı izlerini
taşıyan kent duvarlarının 1. Etap Restorasyonu
tamamlandı.
Çalışmaların ardından Foça Kalesi ihtişamlı
görüntüsüne yeniden kavuştu. İzmir Büyükşehir
Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, ilçedeki tarihi
ayağa kaldıracak çalışmalara devam ederek,
UNESCO’nun kalıcı miras listesine Efes ile birlikte
Foça’yı da sokmak istediklerini vurguladı.
Surlar ayağa kalktı.
İzmir’in turizm cenneti Foça’da kazı ve
restorasyon çalışmalarında önemli mesafe alındı.
İlçenin 5 bin yıllık tarihiyle yeniden
kucaklaşmasını sağlayacak, Kent Duvarları
Restorasyonu I. Etabı tamamlandı. Restorasyon
çalışmalarıyla Bizans, Ceneviz ve Osmanlı
dönemlerinin izlerini taşıyan Phokaia Antik
Kenti’nin surları ayağa kaldırıldı.
Foça’nın turizm potansiyeli açısından büyük önem
taşıyan çalışmanın tamamlanması nedeniyle, kazı
alanında bir tören düzenlendi. Kocaoğlu, “Var
demeden, yok demeden, gerekçe sunmadan; Foça’nın,
İzmir’in ve Ege’nin değerlerinin ortaya çıkması için
elimizden gelen maddi, manevi desteği veriyoruz ve
vereceğiz. Bunları yaparsak yerelde kalkınma
hedefimize ulaşabileceğimizi biliyoruz” dedi.
Kordon ve Athena...
Foça kent duvarları restorasyonunun ardından
sıranın Kordon yolu ve Athena tapınağına geleceğini
kaydeden Kocaoğlu, “Yeldeğirmenlerinin altında bir
tiyatro var. İlk kazısı yapıldı. Onun da gün ışığına
çıkarılmasını istiyoruz. Bunları yaparak hep
birlikte, UNESCO’nun kalıcı miras listesine
Bergama’dan sonra Efes ve Foça’yı da sokmak
istiyoruz” diye konuştu.
Cumhuriyet, Haber: Şevki Avcı, 13.10.2014
|
UZUNKÖPRÜ, UNESCO'NUN EN UZUN TAŞ KÖPRÜSÜ OLACAK

Dünyanın en uzun taş köprüsü olan Uzunköprü'nün
UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınması
çalışmalara başlandı.
Osmanlı padişahlarından II. Murat döneminde mimar
Muslihiddin'e yaptırılan köprü, 16 yıl süren yapım
çalışmalarının ardından 1443 yılında tamamlanarak
hizmete açılmış. Trakya'nın en önemli nehirlerinden
biri olan Ergene üzerinde yapılan tarihi köprü,
Anadolu ile Balkanları birbirine bağlıyor. Zaman
içerisinde yıpranAn köprü en son 1963 yılında
onarılmış. Bu onarım sırasında üzerine beton
dökülerek tarihi kimliğine zarar verilmiş. Tarihi
köprü üzerinden halen Edirne-İzmir Devlet Karayolu
geçiyor.
Asırlık köprü, günümüzde yıkılma tehlikesi ile
karşı karşıya bulunuyor. Edirne Valisi Dursun Ali
Şahin, dünyanın en uzun taş köprüsü olan
Uzunköprü'nün UNESCO'ya alınması için çalışmalara
başlandığını söyledi. Edirne'nin tarihi eser
bakımından dünyada eşi benzeri olmayan bir şehir
olduğunu vurgulayan Şahin, "Muazzam bir tarihi eser
zenginliğimiz var. Edirne'de daha önce yapılan
çalışmalar neticesinde Selimiye UNESCO Dünya
Kültürel Miras Listesi'ne, Kırkpınar ise Somut
Olmayan Kültürel Miras Listesi'ne girmiş. Tabi bu
çok önemli bir başarı, bizde bu başarıyı daha
ileriye götürmek için 174 yüksek kemer üzerine bin
392 metre uzunluğunda ve Ergene Nehri üzerine
kurulan dünyanın en uzun taş köprüsü olan
Uzunköprü'nün UNESCO Dünya Kültürel Miras Listesi'ne
alınması için çalışmalara başladık." dedi.
Bunun kolay bir süreç olmadığını anlatan Vali,
"Bazı kriterleri var ve bizim çok iyi hazırlanmamız
gerekiyor. Umuyorum ki, kısa süre içerisinde
müracaatımızı yapacağız ve olumlu sonu alacağız"
diye konuştu.
Vali Şahin, İspanya'daki Roma Köprüsü'nden daha
eski ve daha uzun olan Uzunköprü'nün UNESCO
listesine girmesinin hem Türkiye hem Edirne için çok
büyük bir kazanım olacağını sözlerine ekledi.
YAPIM HİKAYESİ
Osmanlı'nın Balkanlara yaptığı seferlerde Ergene
Nehri doğal bir engel olarak ortaya çıkıyordu. Bu
engeli aşmak amacıyla inşa edilen asırlık köprü
Osmanlı ordusunun akınlarını kışın da
sürdürebilmesine imkan sağladı. Uzunköprü inşa
edildiğinde köprünün başına cami ve imaretin yanı
sıra Ergene şehri ismiyle bir yerleşim birimi inşa
edildi. Edirne'nin Uzunköprü İlçesine ismini veren
tarihi köprü bin 392 metre uzunluğa, 6 metre 80
santim genişliğe sahip. Köprü üzerinde yer alan 174
adet kemerin bazıları sivri, bazıları yuvarlak
yapıda. Yüksekliği ve genişliği yer yer değişiklik
gösteren köprünün bazı ayaklarında sel yaranlar ve
onların üzerinde de balkonlar inşa edilmiş. Taş
ayaklarında fil, aslan ve kuş figürlerinin dikkat
çektiği köprü, asırlar boyunca insanların ve
vasıtaların geçişine hizmet etti.
Zaman, 11.10.2014
|
ÇANAKKALE BİENALİ'NDE ESER KAYBOLDU
Kavramsal çerçevesi 1. Dünya Savaşı’nın 100. yılı
üstüne yapılandırılan 4. Uluslararası Çanakkale
Bienali’nde birkaç gün önce 1955 doğumlu Lübnanlı
sanatçı ve yönetmen Nigol Bezjian’ın ‘Çanakayna’
adlı yerleştirmesinin bir parçası sergileme
alanından kayboldu.
Eserde, 1915’te
Çanakkale’de savaşan askerlerin giydiği
üniformayla sokaklarda gezen ve kendini ‘Sarkis’
ismiyle tanıtan bir askerin insanlarla yaptığı
konuşmaları içeren bir video ve Osmanlı döneminde ve
sonrasında orduda görev yapmış 40’ın üzerinde Ermeni
askerin portresi bir arada sergileniyordu.
İşte söz konusu portrelerden, Albay Krikor
Takvoryan’a ait olan portre, yerinden yok oldu.
Ancak eserin kaybolan parçası yani baskı fotoğrafın
sanatçının önerisiyle yeniden bastırılıp yerine
konacağı açıklandı. Eser bu haliyle sergilenmeye
devam edecek. Konuyla ilgili olarak görüştüğümüz
Çanakkale Bienali küratörlerinden olan ve genel
direktör Seyhan Boztepe “Bienalde sergileme
yapılırken pek çok şey başınıza gelebiliyor. Birkaç
gün önce yaşanan bu olaya da çok üzüldük”
açıklamasında bulundu. Sanatçı Nigol Bezjian ise
konuyla ilgili olarak, “Fotoğrafın yerine yenisini
koymak için Bienali düzenleyenlerle yakın bir
şekilde çalışmaktayız. Bu sanat eseri bienal
bitimine kadar ziyaretçiler tarafından
görülebilecek,” dedi.
Milliyet, 11.10.2014
|
KOMŞU EGE'DE PAHA BİÇİLMEZ HAZİNE BULDU

Ege Denizi'ndeki Küçük Çuha (Antikythera) Adası
açıklarında 2000 yıldan daha uzun bir süre önce
batan Antik Yunan gemisinden paha biçilmez
arkeolojik eserler çıkarıldı. Woods Hole Oşinografi
Enstitüsü, internet sitesinde yaptığı açıklamada
varlığı 1900 yılından beri bilinen batıktan gün
ışığına çıkarılan parçalar arasında sofra
takımları, gemi onarımında kullanılan parçalar ve
gerçek boyutlu bir savaşçı heykeline ait olduğu
sanılan 2 metre uzunluğunda bronz mızrağın
bulunduğu bildirildi. Ekip, 15 Eylül ve 7 Ekim
arasında önce kendi kendini yönetebilen bir su altı
aracına yerleştirilen stereo kameralar yardımıyla
bölgenin 3 boyutlu haritasını çıkardı. Enstitüden
Brendan Foley, geminin 50 metre olarak
hesapladıklarını söyledi. Foley, "Gemi, şimdiye
kadar keşfedilen, eski çağlara ait en büyük gemi
enkazını oluşturuyor. Bu gemi antik çağların
Titanik'i" diye konuştu
Vatan, 11.10.2014
|
SANAT ESERİNİ EVİMİZE Mİ UYDURALIM?

Gün geçmiyor ki yeni bir galeri ve
sergi açılmasın! Sanat hayatımızın merkezine ve
evlerimizin başköşesine yerleşti ama acaba doğru mu
yerleşti?
İnsanlar artık görsel sanata çok daha fazla
değer veriyor. Sanat eserlerini evlerinde
dekorasyonun bir parçası haline getiriyorlar. Sanat
eseri sanatçının bakış açısıyla mı bir evde kendine
yer bulmalı? Yoksa onu alan sanatseverin gözüyle ve
ona ifade ettikleriyle mi yerleşmeli yeni yerine?
Home Art dergisinin bu ayki sayısında bu konuya yer
verdik. Bir sanat eserini müze ya da galeride
kurallar çerçevesinde sergilendiği halinden çıkarıp
eve getirdiğimizde yaşam alanıyla bütünleşecek
şekilde evde sergilemek istediğimizde nelere dikkat
etmeliyiz? Sanatı mı evimize uydurmalıyız yoksa
evimizi mi sanata uydurmalıyız? Bu soruları konunun
uzmanları cevapladı.
Seda Yörüker/Sanat tarihçisi ve editör
Eserin sergi mekanından çıkarılıp bir yaşam
alanına yerleştirilmesi aşamasında birkaç
belirleyici faktör var. Söz konusu eserin sanatçısı
yaşıyorsa onunla diyalog kurup yerleşim alanı ve
koşulları hakkında birlikte karar verilmesi yerinde
olur. Özellikle enstalasyon sanatçıları eserinin
nasıl sergileneceği ya da bir mekanda nasıl yer
alması gerektiği konusunda belli kurallar ortaya
koyar. Yaşamayan bir sanatçının eseri ise sanat
anlayışına vakıf olmak için hakkında araştırma
yapmak gerekebilir. Sanatçı kadar, o eserin
dünyasını tanımak da bizi eserle yakınlaştırır.
Bunların hiçbirini dikkate almamak ve eseri herhangi
bir dayanak olmadan kendi beğenimiz ve tercihimiz
doğrultusunda özgürce evimize koymak da bir yaklaşım
olabilir.
Güliz Özbek Collini/Art50. net'in kurucusu
Tarz, renk gibi etmenleri bir kenara
bırakırsak bir esere ilk görüşte duyulan ve baktıkça
artan mutluluk duygusu alım sebebi olmalıdır. Öte
yandan çok az kimse çok az durumda yaşam alanını
sanata uydurma şansına sahip, dolayısı ile genelde
'sanat' yaşam alanına uymak durumunda kalıyor. Benim
önerim bir orta yol bulmak. Önce gerçekten çok
beğendiğiniz bir eseri bulduğunuzu düşünelim. Bunun,
sergileyeceğiniz yerin büyüklüğü, rengi, tarzı ve
zemin-duvar ile uyumlu olması gerekiyor. Gün ışığı
isteyen bir eserse, ışık alan bir yere koyarken
dikkat edilmeli; ışıktan etkilenmeyecek bir
malzemeden olması gerekiyor. Gece için de ayrı bir
aydınlatma gerekebilir. Eğer söz konusu olan yeni
medya eserlerden ise (video, neon, light box gibi) o
zaman işin içine teknik kriterler de giriyor. Heykel
gibi objeler için de zeminin kaldırma gücü, yerin
hacmi gibi etkenlere dikkat etmek gerekiyor.
Ardından sıra eseri dekorasyona uydurmaya geliyor.
Aklınızda belli bir yer olsa bile, eseri birkaç
farklı yerde denemeniz gerekebiliyor.
Arzu Komili Baştaş/ Galeri Mana'nın direktörü
Bir sanat eserini kendi özel yaşam alanına
dahil etmek, o eser ile çok daha derin bir ilişki
kurma fırsatıdır. Sanat eserini illa yaşam alanıyla
bütünleştirmek gerekmiyor. Bazen yerleştirildiği
ortama aykırı olan işler çok hoş durabiliyor. Duvara
asılan işlerin yüksekliklerini iyi ayarlamak çok
fark ediyor. Birden fazla eser varsa hepsini aynı
hizada asmak, farklı duvarlarda olsalar bile önemli.
Heykelleri ise kaide üzerinde sergilemek yerine
halihazırda bulunan bir sehpa ya da raf üzerine
koymak da çok basit bir adım. Böylelikle hemen yaşam
alanının içine yerleşebiliyor eserler.
Sabah, Haber: Yasemin Savcı, 11.10.2014
|
ANTİK DÖNEMİN YÖNETİCİLERİ GÜN IŞIĞI İLE BULUŞTU
Denizli'nin Buldan İlçesi Yenicekent
Mahallesi'ndeki
Tripolis antik kentindeki kazılarda 1,80 metre
yüksekliğindeki mermerden yapılmış 7 heykel gün
yüzüne çıkarıldı.
Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi ve Tripolis Antik Kenti Kazı Heyeti
Başkanı Yrd. Doç Dr. Bahadır Duman, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Hellenistik Dönem'de Frigya,
Karya ve Lidya bölgelerinin kesişim noktasında,
Lidya sınırları içerisinde yer alan Tripolis antik
kentinde yaptıkları kazı ve restorasyonla antik
kenti gün yüzüne çıkarma çalışmalarının sürdüğünü
bildirdi.
Yrd. Doç.Dr. Duman, 2014 yılının kazı
çalışmalarının 4. ayını geride bıraktıklarını, Erken
Roma döneminde surlarla çevrilen ve bir yamaç kenti
olan Tripolis'te, çalışmaların 2 bin 500 metre kare
büyüklüğündeki pazar yerinin doğusundaki üstü kapalı
sütunlu galeri yakınlarında ve Sütunlu Cadde
üzerinde sürdürdüklerini ifade etti.
Duman, MS 1. 2. 3. yüzyıla ait Anadolu'da çok
fazla heykel bulunduğunu ve 5. yüzyıldaki heykel
sayısının daha az olduğunu belirterek şöyle
konuştu:
"Tripolis antik kenti çıkartılan heykeller
bakımından oldukça şanslı bir yer. Çünkü kazı
çalışmasına devam ettiğim alanda antik dönemde pazar
yerinin yanında ticaretin ve ekonominin döndüğü,
siyasetin ise fazlasıyla görüşüldüğü sütunlu
galerilerde güzel eserler ortaya çıkarttık. Sütunlu
galerilerin bir tanesini tamamen ortaya çıkartarak
restorasyon aşamasına geçtik. Bu üstü kapalı sütunlu
galeride 25 sütun yer almakta ve tamamı depremde
yıkıldığı gibi kalmış. Zamanla meydana gelen erozyon
sayesinde de korunabilmiş. Bu galerinin taban
döşemesinde altıgen sekizgen, onyxten ya da bantlı
traverten dediğimiz taş türünden yapılmış döşemesi
var. Sütunlar yaklaşık 3 metre yüksekliğinde ve
doğusunda bulunan duvar arasında bir çatı sistemi
yapılmış ve üstü kapalı bir galeri haline
getirilmiş."
- "Antik dönemin yöneticileri gün ışığı ile
buluştu"
Sütunlu galerinin devamında ve güneyinde de aynı
şekilde basamaklı bir platform bulduklarını anlatan
Duman, burada insanların hem ticaret hem de günlük
işlerini görmek amaçlı bir pazar yerine geldiklerini
tahmin ettiklerini kaydetti.
Kazılar ilerledikçe yeni buluntular elde
edildiğini dile getiren Duman, "Enteresan bir
buluntu grubumuz ise belki Türkiye'de bir ilk
diyebiliriz üstü kapalı sütunlu galeri ve pazar
yerinin etrafında şu ana kadar 7 tane heykel bulduk.
Normal insan boyutlarında 1,70-80 metre civarında
heykeller. Büyük bir kısmı tam olarak ele geçti.
Mermer ve onyx malzemeden yapılmış. Dolayısıyla geç
antik çağ Anadolu arkeolojisine önemli bir heykel
koleksiyonu kazandırmış olduk. Kazılar ilerledikçe
de heykellerin devamına ulaşmış olacağız" diye
konuştu.
Yrd. Doç.Dr. Bahadır Duman yaptıkları
hesaplamalara göre, toprak altından 15-20 tane
heykel çıkarmayı planladıklarını, bunun da bulunan
heykellerin üzerine dikilen
sütunların çıkartılmasından yola çıktıklarını
söyledi.
Heykellerin MS 5. yüzyıla tarihlendiğini ve geç
antik çağ diye bilinen Roma İmparatorluğu'nun yavaş
yavaş gücünü kaybettiği dönemin Tripolis'te hala
güçlü bir yerleşim olduğunu gördüklerini ifade eden
Duman şu bilgileri verdi:
"Heykellerin şehrin yönetici ve ileri gelen
yöneticileri, kimisi din sınıfından
heykeller. Heykellerin 5. yüzyıla ait olması
açısından çok önemli. Antik dönemin yöneticileri gün
ışığı ile buluştu diyebiliriz. Şu ana kadar ele
geçen kazı çalışmalarında bulduğumuz heykeller
yaklaşık bin 500 yılık ve Tripolis'in yöneticileri
artık gün yüzüne çıkmış durumda."
Memleket, Haber: Sebahattin Zeyrek, 10.10.2014
|
1591 YILLIK SÜTUN BİNALARIN ARASINDA SIKIŞTI
İstanbul’un yedinci tepesi olarak bilinen Fatih
Cerrahpaşa Mahallesi’nde 1591 yıllık Arcadius
sütununun kaidesi, binaların arasına sıkışmış
durumda.

Cami, külliye, mescit, mektep, hamam, sebil ve
türbelerin ihya projelerine hız veren Fatih
Belediyesi, Roma ve Bizans dönemine ait eserleri
görmezden geliyor. Fatih Belediyesi CHP’li meclis
üyeleri, İmparator I. Theodosius’a adanmış olan
sütunun etrafındaki binaların yıkılıp, alanın
turizme açılması için konuyu Belediye Meclisi’ne
taşıdı.
ANITIN ETRAFI AÇILMALI
CHP’li Belediye Meclis üyesi Fazıl Uğur Soylu, bu
sütunun etrafının derhal boşaltılarak, sütunun
turizme açılıp korunması için meclise önerge verdi.
FORUMDA YER ALIYOR
Bizans döneminde “Heleniana” olarak bilinen semtte,
sütunun etrafında Arcadius Forumu (Arcadius Meydanı)
olduğunu belirten Soylu sözlerine şöyle devam etti;
“Bu yüzden burada daha çok tarihi yapı olduğu tahmin
ediliyor. Bunlarında gün yüzüne çıkarılması
gerekiyor. Fatih Belediyesi, tarihi yarımadanın
zenginliklerinden olan ve restitüsyon denemesi
yapılmış olan bu tarihi eseri meydana çıkartmalı.
Anıtın etrafı açılmalı, burası turizme
kazandırılmalı.”
Taraf, Haber: Billur Özgül, 09.10.2014
|
5 - 11 Ekim 2014
|
THAMES'DAKİ KALE
1.5 MİLYON LİRA
İngiltere'nin başkenti Londra'nın ortasından geçen
Thames Nehri'nde, 19'uncu yüzyılda inşa edilen bir
kale 400 bin sterlinden (yaklaşık 1.5 milyon lira)
alıcı buldu.
Nehrin, Kuzey Denizi'yle buluştuğu noktaya 1885'te inşa edilen kale uzun bir süredir atıl haldeydi. Savunma amacıyla yapılan fakat günümüzde böyle bir amaca hizmet etmesi imkansız olan kalenin alıcısı, ismini açıklamadı.
Kaleye sadece nehrin debisinin düştüğü mevsimlerde 800 metrelik bir yürüyüşle ulaşılabiliyor. Normal zamanlarda ise bu yoculuk ancak botla gerçekleştirilebiliyor.
Sabah, 10.10.2014
|
|
MELEKLERLE AYETLER İÇİÇE
Kaleiçi’ndeki
Panhagia Kilisesi’nden dönüştürülen Sultan Alaaddin
Camisi’nin tavanında hala varlığını koruyan melek
figürleri ve avluda çan kulesi var
Antalya’nın tarihi
Kaleiçi semtindeki Sultan Alaaddin Camisi, tavan
süslemeleri arasında yer alan melek figürleri ve
avlusundaki çan kulesiyle dikkati çekiyor.
Kılıçaslan Mahallesi’nde yer alan ve 1834 yılında üç
nefli bir bazilika tipinde Panhagia Kilisesi olarak
inşa edilen yapı, 1922-1934 yıllarında
Arkeoloji Müzesi
olarak kullanıldı. Ardından apsis kısmına mihrap
eklenerek camiye çevrilen ve Sultan Alaaddin Camisi
adı verilen yapı, barındırdığı mimarı öğelerin
korunmasıyla alışılmışın dışında bir cami görüntüsü
veriyor.
Tavan süslemelerinde
İslami sembollerin yanı sıra
Hristiyan inancına
ait melek figürleri de bulunan cami, yerli ve
yabancı ziyaretçilerden büyük ilgi görüyor. Camiye
çevrilmiş kiliselerdeki yaygın uygulamanın aksine,
1958 yılında bir hayırsever tarafından minare
yaptırılan caminin avlusundaki çan kulesi de
yıkılmadı. Böylece yapının orijinal hali korunmuş
oldu.

Cami hakkında bilgi
veren
Antalya Müftüsü
Osman Artan, Sultan Alaaddin Camisi’nin, koruma
altına alınan tarihi camilerden olduğunu belirtti.
Artan, “Camimizin tavanında bazı figürler,
bahçesinde de çan kulesi şeklinde bir kule de var.
Bu, buraların tarih içerisinde hoşgörü merkezi
olduğunu, Hristiyan ve Müslümanların yan yana
ibadet edebildiğini göstermektedir. Bu da
Anadolu’muzun ne
kadar hoşgörülü bir yaşam tarzı olduğunun
örneğidir” dedi.
Müftü Artan, caminin
tavan süslemelerinde yer alan figürlerin ya da
avlusunda bulunan çan kulesinin namaz kılınmasına
engel teşkil etmeyeceğinin altını çizdi.
Vatan, 10.10.2014
|
|
BU MAĞARA RESİMLERİ
TARİH DEĞİŞTİRECEK
Endonezya'nın Sulawesi adasındaki mağarada insanlık tarihin en eski eserlerinden birine rastlandı.
Arkeologlar, mağaradaki el boyamalarının 40 bin yıl, vahşi hayvan resimlerinin ise 35 bin yıl önceye ait olduğunu ortaya çıkardı.
Son teknoloji ürünü tarihlendirme testleri uygulanan mağara duvarındaki baskılar, tarihin bilinen en eski baskıları olarak kayıtlara geçti. Uzmanlar bu buluş sayesinde ilk insanların kültürel geleneklerinin Avrupa'dan çok önce Asya, Afrika ve Avustralya'ya yayıldığı kanısına vardı.
Sabah, 10.10.2014
|
HİTİT KRALİÇESİ
PUDUHEPA'NIN ROMANI YAZILIYOR
Amerikalı romancı Judith
Starkston, üzerinde çalıştığı ve Hitit Kraliçesi
Puduhepa’nın hayatını konu edindiği romanına ilham
kaynağı olması için Tatarlı Höyük kazısını ziyaret
etti.
Starkston, Kültür ve
Turizm Bakanlığı,
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile
Çukurova Üniversitesi adına yapılan Tatarlı Höyük
kazısını ziyareti sırasında, Kraliçe Puduhepa
hakkında yazmaya devam ettiğini ve yaklaşık bir yıl
sonra piyasaya süreceği romanının üzerinde halen
çalıştığını söyledi. Puduhepa hakkında tarihsel
gizemlerin olacağı bir seri düşündüğünü belirten
Starkston, “Bu kitaplarda zeki ve bilgili bu
yöneticiyi bir dedektif olarak düşünüyorum. İlk
gizemli olayda, Lawazantiya’da yaşayan genç Puduhepa
II.Ramses ile savaşından dönen ve Tanrıça İştar’a
bir teklif yapan III. Hattusili ile buluşuyor.
Sonrasında Hattusili onu bitirmek için düzenlenen
bir cinayet planına karışıyor ve Puduhepa
Hattusili’nin ismini temize çıkarmak zorunda
kalıyor. Puduhepa’nın Hattusili’ye aşık olması ve
tanrıçasının bu karşı konulmaz adama yardım etmesi
için onu desteklediğini hissetmesi yapacakları için
ona daha fazla neden veriyor. Bu öykü beni inanılmaz
etkiledi” şeklinde konuştu.

ESKİÇAĞ TARİHİNDE
MÜSTESNA BİR KARAKTER
Ziyaretle ilgili
Çukurova Üniversitesi
arkeoloji Bölümü
Kurucu Başkanı ve Tatarlı Höyük Kazıları Başkanı
Yrd. Doç.Dr. K. Serdar Girginer şu bilgileri verdi:
“Puduhepa eskiçağ tarihinde çok müstesna ve önemli
bir karakterdir. Puduhepa, Kadeş Savaşı yıllarında,
MÖ 13 YY’da Lawazantiya kentinde babası Başrahip
Pentipşarri ile yaşarken, Hitit Kralı III.
Hattusili’nin rüyasına Tanrıça İştar girer. Ve ona
bu akıllı ve nitelikli kadın ile evlenmesini önerir.
Bu motif, tabii ki uzun yıllar bağımsız bir şekilde
yaşamış olan muazzam ve eşsiz bir bölgede krallık
kurmuş olan Kizzuwatna Ülkesini (yaklaşık 4000 yıl
önce günümüzün Çukurova Bölgesi) evlilik yoluyla
kendilerine bağlama yöntemidir. Gerçekten de Kadeş
Savaşı dönüşü III.Hattusili Puduhepa’yı alır ve
Başkent Boğazköy’e kraliçe olarak götürür. Bir süre
sonra bu akıllı kadın Kizzuwatna bölgesinin tüm
kültür özelliklerini Hitit Ülkesine taşımaya
başlayacaktır.”
"PUDUHEPA, HİTİT
DÖNEMİ’NİN ’HÜRREM SULTANI’"
Puduhepa’yı Hititler’in
“Hürrem Sultanı” olarak adlandırmanın yanlış
olmayacağını ifade eden Girginer, "Puduhepa
Adana’nın marka
değerlerinden birisidir. Kazısını yaptığımız Tatarlı
Höyük ise son yıllardaki buluntularıyla Lawazantiya
kentiyle aynı yerleşme olması olasılığına daha da
yaklaşmıştır. Dolayısıyla Lawazantiya da Adana’nın
marka değeri olma yolunda ilerlemektedir ve iki
marka değerimiz Adana’nın tanıtımında çok büyük
roller üstlenmeye başlamıştır" dedi.
KİTABI, ADANA’NIN
TANITIMINA KATKI SAĞLAYACAK
Amerikalı yazar Judith
Starkston’un Lawazantiya olma olasılığı çok yüksek
olan Tatarlı Höyük ve yakın çevresinde bulunan
kutsal “7 Pınar”ı ziyaret ettiğini ve yazmaya
başladığı romanıyla ilgili Puduhepa’nın gençlik
yıllarını geçirdiği mekanları ve konuşmaları
kurguladığını kaydeden Girginer, "3 cilt olarak
yazmayı düşündüğü romanlarının Türkçe’ye çevrilmesi
Adana ve kentin turizm hareketliliği konusunda son
derece önemlidir. Unutulmamalıdır ki, Christian
Jacq’ın yazdığı
Mısır romanları
Mısır turizminde bir patlama sağlamıştı" diye
konuştu.
Milliyet, 09.10.2014
|
EN ESKİ KUR'AN-I
KERİM'İN PARÇALARI YILDIZ HOLDİNG KOLEKSİYONUNDA

Türk sanatını dünyada
hak ettiği değere kavuşturmak için hem güncel hem de
klasik sanatlara destek olan Yıldız Holding,
koleksiyonuna çok değerli bir parça dahil etti.
Londra Sotheby’s
Müzayede Evi’nde dün düzenlenen açık artırmada
bilinen en eski Kur’an-ı Kerim yapraklarından beş
parça 61 bin dolar karşılığında Yıldız Holding Sanat
Koleksiyonu’na katıldı. Hicri takvimin başlangıcına;
miladi takvime göre ise 7. ve 8. yüzyıllara denk
gelen Kur’an-ı Kerim yaprakları, İslam’a ait
elyazmalarının en nadir örneklerinden biri olarak
görülüyor. Bir sayfada 6 ila 14 satırın yer aldığı
yapraklar kahverengi mürekkep ile nakşedilmiş. Arap
Yarımadası, Hicaz bölgesinden kaynaklanan yapraklar
İslam tarihinin ilk yazılı eserlerinden kabul
ediliyor. Yapraklar Araf, Enfal ve Tevbe
surelerinden bölümler içeriyor. Sotheby’s Müzayede
Evi’nin internet sitesinde yer alan bilgiye göre bu
parçalar, yalnızca Kur’an’ın en eski ve mevcut
yazılı örneklerinden biri olmakla kalmayıp Arapçaya
özgü ipuçları da barındırıyor. En eski Kur’an-ı
Kerim yaprak parçaları en son 3 Ekim 2012 yılında
satılmış. Bundan önce ise 2010, 2008, 1993, 1992 ve
1979 yıllarında yine Kur’an’a ait yaprak parçaları
ismi açıklanmayan koleksiyonerler tarafından
alınmış.
Murat Ülker’in yönetim
kurulu başkanlığını yaptığı Yıldız Holding’in sanata
katkısı bununla da sınırlı değil. 2010 yılında
“1400. yılında Kur’an-ı Kerim Sergisi” kültür sanat
dünyasına kazandırıldı. Sergi, dünyanın sayılı
koleksiyonları arasında yer alan ve pek çok örneği
yayınlanmamış Kur’an-ı Kerim’ler ve cüzlerden
oluşuyordu. Yaklaşık 250 eserin görülebildiği
sergide Hz. Osman ve Hz. Ali’ye atfedilen Mushaflar,
Kur’an’ın ilk elyazmaları arasında gösterilen Şam
Evrakları, Osmanlı padişahlarına ait Kur’an-ı
Kerim’ler ile kufi ve hat sanatının en güzel
örnekleri yer almıştı. 2 Ağustos–2 Eylül 2013
tarihleri arasında Yıldız Holding’in destekleriyle
gerçekleşen “Mukaddes Miras” sergisinde ise 9.
yüzyıldan 18. yüzyıla kadar 99 adet elyazması
Mushaf-ı Şerif sanatseverlerle buluşmuştu.
Zaman, 09.10.2014
|
EYFEL'E SELFİE ÇEKMEK İÇİN
CAMDAN BÖLME
Paris'teki Eyfel Kulesi'nde selfie tutkunları için özel cam bölme yapıldı.
Kule'deki 24 milyon sterlin maliyetli yenileme çalışmaları kapsamında yapılan selfie kabini, kullanıma açılmasıyla birlikte ziyaretçi akınına uğradı.
Zemin de dahil olmak üzere dört bir yanının cam olması sayesinde 360 derecelik bir görüntü sağlayan kabinde ziyaretçilerin bir kısmı yere yatıp selfie çekerken, bir kısmı da 60 metre yükseklikteki demirlerde yürüyormuş izlenimi uyandıran fotoğraflar çektirdi.
Sabah, 08.10.2014
|
|
2 BİN YILLIK YEMEK YER
MİSİNİZ?
Antalya'da Japon bir
bilim kadını tarafından açılan restoran, Roma
dönemine ait 2 bin yıl öncesinin yemekleri ile
dikkati çekiyor. Restoranda, tarifleri eski
kaynaklardan alınan "Antik Perge Lagane", "Galenus
Volkan Köfte", "Attalia Lagane" gibi yemekler
bulunuyor.

Yemek kültürü denilince
akla ilk olarak, Türk, İtalyan, Fransız, Japon
mutfağı şeklinde ülkelere ve toplumlara ait öne
çıkan yemekler ve damak tatları geliyor. Fakat
okuduğu bir kitaptan etkilenen Japon bilim insanı
Kaori Goto, sıra dışı bir çalışmaya imza atmaya
karar verdi.
Kaori, Anadolu'da 2 bin yıl önce yenen yemekleri
günümüze taşıyarak farklı bir anlayış ortaya koydu.
Kaori Goto, yaklaşık 6 ay önce
Antalya'da açtığı
restoranda müşterilerine binlerce yıl öncenin damak
tatlarını sunuyor.
Japonya'da Gunma Üniversitesi Anatomi ve Genetik
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Kaori Goto, bilimsel
çalışmalar sırasında ismine rastladığı Bergamalı
hekim Galenos'un kendisine ilham kaynağı olduğunu
söyledi.

Galenos'un insanları
iyileştirmenin yanı sıra keşfettiği şifalı bitkileri
sağlıklı insanların yemesini tavsiye ettiğini,
bunları kendisinin de yemek haline getirerek
insanlara sunduğunu anlatan Kaori, bu anlayıştan
yola çıkarak araştırmalar yaptı. Kaori, 2011'de
Türkiye'ye gelerek Galenos'un yaşadığı Bergama'da
araştırmalar yaptığını, yaşadığı bölgedeki bitkileri
incelediğini belirterek, eski kaynakları inceleyerek
yaptığı yemeklerin tariflerini öğrendiğini ve
yapmaya çalıştığını ifade etti.
KARADENİZLİLER 2 BİN YILDIR BU SOSU KULLANDI

Araştırmalarında
yemeklere lezzet veren bir sos tarifini fark
ettiğini anlatan Kaori, şöyle devam etti:
"Bu sos 2 bin yıldan bu yana kullanılagelmiş. 'Garum
sos' diye kaynaklarda ismi geçiyor. Yapılışını
öğrendikten sonra Türkiye'ye geldiğimde Trabzonlu
Havva Bahadır ile tanıştım. Havva hanıma sosun
tarifini vererek yapmasını istedim, oldukça başarılı
şekilde de yaptı. 2 bin yıllık sos, 50 yıl öncesine
kadar Karadeniz bölgesinde yapılan bir çeşniymiş."

Karadeniz'de yemek
kültürünün babaannelerden, anneannelerden çocuklara,
torunlara aktarılarak günümüze kadar geldiğini dile
getiren Kaori, antik kitaplarda tarifini aldığı bazı
yemeklerin Karadeniz'de hala yapıldığını kaydetti.
Kaori, "Bu çok ilginç bir durum. Bence bu, Dünya
Kültür Mirası'na alınmalıdır" dedi.
Kaori, 2 bin yıl öncesine ait yeme içme kültürünü de
uygulamaya çalıştığını kaydederek, açtığı Yemek
Doktoru (Galenus Farm) adlı restoran ile günümüze
taşınan yemekleri insanların damak tadına
sunduklarını söyledi.
Yemekleri özel yapılan toprak kaplarda
pişirildiklerini vurgulayan Kaori, "2 bin yıl
öncesinde zeytinyağı, balık, balıkyağı, su teresi
gibi yiyecekler yoğun olarak kullanılıyordu.
Restorandaki yemekler genel olarak Roma dönemi
mutfağından oluşuyor. Çalışmalarımı tamamlayınca
Japonya'da da bir restoran açmayı düşünüyorum" diye
konuştu.
İSTANBUL VE
ANKARA'DAN
MÜŞTERİLER GELİYOR
Kaori Goto'nun
tarifleriyle 2 bin yıllık yemekleri yapmayı
öğrendiğini anlatan Havva Bahadır ise "İstanbul'dan,
Ankara'dan sadece burada yemek yemek için gelen
müşterilerimiz var. Şimdilik yemekleri deneme
aşamasındayız. Birkaç ayda yeni bir yemeği
insanların damak zevkine sunuyoruz. 'Antik Perge
Lagane', 'Galenus Volkan Köfte', 'Attalia Lagane'
gibi antik yemeklerin yanı sıra Osmanlı mutfağından
'Kavunlu mulfy dolması' en çok tercih edilen
yemekler arasında" diyor.
GALENOS KİMDİR?
Bergamalı hekim Galenos 129'da doğdu. Dönemin ünlü
hekimlerden tıp öğrenimi alan Galenos,
İskenderiye'de hekimlik yaptı. Daha sonra Roma'ya
yerleşen ve 168'deki veba salgınında etkin görev
alan Galenos, saray hekimliği görevinde de bulundu.
Galenos'un günümüze aktarılabilen eserlerinden,
anatomi üzerine araştırmalar yaptığı
anlaşılmaktadır. Araştırmalarında kendisinden önce
gelen Hipokrates, Aristoteles gibi bilim adamlarının
görüşlerinden yararlanan Galenos, felsefe, dil ve
doğa bilimleriyle de ilgilendi.
Hürriyet, Haber: Hüseyin
Kanber, 08.10.2014
|
|
TARİHİ KÖPRÜYE
RESTORASYON
Roma İmparatoru Cladius'un MS 1'inci yy'da inşa ettirdiği Kocaeli'deki tarihi taş köprü restore edilecek.
Orjinal haliyle günümüze ulaşan Roma dönemine ait köprünün rölöve restorasyon projeleri tamamlandı.
Onarım çalışmaları için ihaleye çıkarılacak köprünün yapım çalışmaları, toplanacak teklifler sonrası başlayacak. 1940'da Kocaeli'de araştırma yapan Alman Karl Dörner, Kutluca Köprüsü'nün mimari özelliklerine bakarak köprünün Cladius döneminde inşa edildiğini belirledi. 7 gözlü, 5 kemerli köprü, yöresel kesme taş malzeme kullanılarak yapıldı.
Sabah, Haber: Zeynel
Yaman, 08.10.2014
|
FOÇA KENT DUVARLARININ
1. ETAP RESTORASYONU TAMAMLANDI
UNESCO Dünya Mirası
Geçici Listesi’nde bulunan ve 1. Etap Restorasyonu
tamamlanan
foça Kent
Duvarları’nın açılışı,
İzmir Büyükşehir
Belediye Başkanı
Aziz Kocaoğlu’nun
da katılacağı törenle yapılacak. 11 Ekim Cumartesi
günü, Foça Athena Tapınağı Kazı Alanı’nda yapılacak
olan açılış, saat 18.00’de başlayacak.
Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ, hedeflerinin
UNESCO Listesi’ne tam kabul olduğunu ifade ederek,
"Bunu başaracağımızdan eminim. Foçamız, yerli ve
yabancı birçok turistin her yıl gezip gördüğü
mekanlar arasında.Buaçıdan biz de turizm
hareketliliğimizi artırmak istiyoruz" dedi.

Tüm insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen
değerleri ortak bir geçmiş olarak benimsemek,
tanıtmak ve gelecek nesillere bu mirası aktarmak
için UNESCO 1972 yılında
Paris’te toplanan
16. Genel Konferansında "Dünya Kültürel ve Doğal
Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme"yi kabul
etmiştir. Türkiye, bu sözleşmeyi 23 Mayıs 1982
tarihinde onaylandı. Dünya Mirası Listesi, UNESCO’ya
bağlı Dünya Mirasları Komitesi tarafından belirlenen
ve bulundukları ülkenin devleti tarafından korunması
garanti edilen, tüm dünya için önemli bir değer
taşıdığı kabul edilen doğal ve kültürel varlıkların
yer aldığı bir liste. Tüm insanlığın ortak geçmişini
oluşturan değerlerin korunmasında uluslararası
işbirliğini mümkün kılmayı amaçlayan UNESCO,
kültürel ve doğal kriterleri ile özgün olan
varlıkları değerlendiriyor.
2011 yılı sonu itibariyle Dünya genelinde Dünya
Miras Listesine kayıtlı 936 kültürel ya da doğal
varlık bulunmaktadır. Bunların 725 tanesi kültürel,
183 tanesi doğal,28 tanesi ise karma
(kültürel/doğal) varlıktır.
Türkiye UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde 11 alan ile
yer alıyor ve 37 alanıyla da adaylığını devam
ettiriyor.
İstanbul Tarihi
Alanları,
Safranbolu Şehri,
Hattuşaş (Boğazköy)-Hitit Başkenti,Edirne
Selimiye Camii,Nemrut Dağı, Xanthos-Letoon, Divriği
Ulu Camii ve Şifahanesi, Truva Arkeolojik Kenti,
Hierapolis-Pamukkale,
Göreme Milli Parkı-Kapadokya veson olarak da
Bergama’nın tarihi
mekanları listeye dahil edildi.
Milliyet, 08.10.2014
|
WATERLOO'YU
HATALI HARİTA
KAYBETTİRMİŞ
Victor Hugo'nun, "Waterloo bir savaş değildir, dünyanin yüzünün değişmesidir" dediği Waterloo savaşıyla ilgili önemli bir iddia ortaya çıktı.
Tarihçi Franck Ferrand'ın çektiği bir belgeselde, Napolyon'un 1815 yılında İngiliz ve Prusya kuvvetleri tarafından Waterloo'da ağır bir yenilgiye uğratılmasının altında yatan nedenin hatalı harita olduğu öne sürüldü.
Haritadaki yanlış bir bilgi yüzünden Napolyon'un toplarını yanlış konumlandırdığı belirtildi.
Sabah, 08.10.2014
|
|
SAF SANATIN BABASI
MALEVİÇ'E ARMAĞAN

Rus ressam Kazimir MAleviç'in Londra'daki Tate
Modern'de sergilenen eserleri arasında (Yukarıdan
aşağıya) Otoportre, Supremus No. 50, Çiçekçi Kız ve
Suprematizm-1915 de yer alıyor.
Soyut sanat tarihinin en
önemli tablosu Siyah Kare’yi sanatseverlere armağan
eden 20. yüzyılın önemli sanatçılarından Rus ressam
Kazimir Maleviç’in Londra’daki Tate Modern
Müzesi’nde retrospektif sergisi açıldı. Maleviç için
gökyüzü mavinin aksine beyazdır ve sonsuzluğun
rengidir ve bu kapsamlı sergi, yeni bir soyut dil
arayışına giren usta bir sanatçının tüm evrelerini
ele veriyor.
Bir müzede veya galeride
önüne dikildiğimiz tabloya karşı boş bakışlarımızı,
onları hayranlıkla izleyenlerden kaçırmak bizi biraz
rahatlatır. Bu yüzden izleyicinin soyut sanata
duruşu ya sevgi ya da nefret üzerine kuruludur.
Fakat aradaki mesafeyi kısalttıkça, zevkli bir
alışverişe girdiğimiz anlar da olur. Her tablo
görsel bir metafor şölenine dönüşür, zihin tatlı
yorgunluğuna teslim olur.
Rus ressam Kazimir
Maleviç’in (1879-1935) Londra’daki Tate Modern
Müzesi’nde sergilenen soyut sanat tarihinin en
önemli tablosu Siyah Kare önündeki kalabalıktan,
hayranlık veya boşvermişliği okumak zor değil.
Maleviç için yaklaşık 30 yıl aradan sonra açılan ilk
retrospektif sergide 150’den fazla eserle birlikte
yer alan bu tablo serginin en önemli eseri. Tate
Modern’in 12 odasına yayılan “Maleviç: Rus
Avangardının Devrimcisi” adlı sergi, yaşadığı
dönemde yeni bir soyut dil arayışına giren usta
sanatçının tüm evrelerini ele veriyor. Sergi
dünyanın dört bir yanından çeşitli müze ve
koleksiyonlardan derlenmiş.

14 çocuklu bir ailenin
en büyüğü olarak Kiev’de doğan Maleviç’in çocukluğu,
sanat dünyasına epey uzak bir yerde, şekerpancarı
yetiştirilen köylerde geçer. Buradaki yaşantı
sanatının başlangıcı olur. Babasının ölümünün
ardından Moskova’da sanat eğitimi alan Maleviç, Rus
avangart ressamlarının arasına girer. 1915’te 106 x
106 cm boyundaki siyah bir kareyi, bir ikon gibi
serginin baş köşesine yerleştirdiği 0.10 adlı sergi,
sanat tarihinde radikal bir olay olarak kayıtlara
geçer; zira süprematizm adını verdiği bu yaklaşım,
soyut geometriciliği benimseyen bir resim
anlayışının manifestosu gibidir. Maleviç
eleştirmenlerin ve halkın görmeye alıştıkları şeyi
yerle bir etmiştir. Son derece yalın ve çarpıcı bir
eserdir söz konusu olan. Tate Modern’deki sergide,
dünyada dört tane olan Siyah Kare’lerden ikisi
sergileniyor. 1915’teki ilk tablo halen Mosko-va’da
ve buradan hiç ayrılmadı.
Kendi dilini bulan
sanatçı
Maleviç’in Latince “en
üst, en yüce” anlamına gelen “supreme” sözcüğünden
türettiği süprematizm, ‘hiçbir şeyin’ ve ‘her şeyin’
iç içe geçtiği bir sanat. Başka deyişle, saf sanatı
temsil eden bir yaklaşım. Tate Modern 0.10’dan yola
çıkarak, bir odayı tıpkı o dönemde sergilenen
haliyle düzenlemiş. Süprematizmi mimariye de
uygulamak isteyen Maleviç’in çeşitli maketleri de
sergileniyor. Ünlü mimar Zaha Hadid’in Maleviç
tutkunu olduğunu hatırlarsak, Maleviç’in etkisi daha
iyi anlaşılır.
Malevich’in formları
doğayı çağrıştırmaz, nesnelerin zihnimizdeki tanıdık
görünümleri geçersizdir. Sergide yer alan Beyaz
Üzerine Beyaz adlı bir başka önemli tablo, resmin en
saf formu olarak değerlendiriliyor. Onun renk
dünyasında gökyüzü mavinin aksine beyazdır ve
sonsuzluğun rengidir. 1919’da yazdığı Nesnesiz Resim
ve Süprematizm adlı manifestosunda sonsuzluğun
hakiki sembolünün beyaza evrildiğinden söz eder ve
ressamlara bir çağrıda bulunur: “Rengin sınırlarının
mavi ışık gölgelerinden geçtim ve beyaza ulaştım.
Beni izle yoldaş. Renkli gökyüzünün hatlarını altüst
ettim, yıktım ve rengi sıkıca düğümlediğim bohçaya
koydum. Beyaz, özgür derinlikte yüz, sonsuzluk
önünde...”
Sergide karalama ve
eskizlerin yer aldığı 10. oda, sanatçının tüm sanat
evresinin iz düşümü. Buradaki küçücük kağıtlara
yaptığı çizimlerin, o dönemde kağıdın pahalı olması
sebebiyle, daha sonra tablolara dönüştüğünü
sergideki eserlerden görebiliyorsunuz. Edebiyata ve
operaya da ilgilidir Maleviç. Kitaplara çizdiği
kapaklardan ve sahne tasarımını yaptığı Güneşe Karşı
Zafer operasından eskizler de sergide yer alıyor.
1930’larda ise Maleviç yeniden figüre döner ve
serginin son odasındaki portreler sanatçının bu
dönüşümünü önümüze seriyor. Stalin rejiminin
baskısından nasiplenen ve resimlerine el konulan
Maleviç, 56 yaşındayken kanserden hayata veda eder.
Ölürken yatağının başında Siyah Kare asılıdır.
Mezarına da aynısından yerleştirilir. Tate
Modern’deki Maleviç sergisi her sanatçının
arzuladığı kendi anlatım biçimini, kendi dilini
oluşturmanın zirve örneklerinden biri sayılabilir,
zira saf bir sanatla kurulmuş bir dünya var
karşımızda. Sergi 26 Ekim’e kadar açık.
Zaman, Haber: Musa
İğrek, 08.10.2014
|
ANTİK KENTTEKİ TOPLU
MEZARLARIN SIRRI

Isparta’nın Yalvaç
İlçesi’ndeki Pisidia Antiokheia antik kentinde 3
farklı noktada bulunan toplu mezarların gizemi
araştırılıyor. Bulunan iskeletlerin, 6 veya 9’uncu
Yüzyıl’da salgın hastalık sonucu ölen insanlara ait
olabileceği tahmin ediliyor.
Yalvaç’ta,
Hıristiyanlığın doğduğu merkezlerden biri olarak
kabul edilen Pisidia Antiokheia antik kentinde
sürdürülen kazı çalışmalarında, geçen yıl Cardo
Maksimus Caddesi Batı Portikosu’ndaki Roma Dönemi’ne
ait villada, yiyeceklerin saklanması için yapıldığı
tahmin edilen 2 kuyuda toplu mezar bulundu. Bu yılki
çalışmalarda ise bir toplu mezara daha rastlandı.
Toplam 24 kişiye ait insan iskeletleri Burdur Mehmet
Akif Ersoy Üniversitesi’nden bir antropolog
tarafından incelemeye alındı.
"SALGIN HASTALIKTAN
ÖLMÜŞ OLABİLİRLER"
Süleyman Demirel
Üniversitesi (SDÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölüm Başkanı ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Mehmet
Özhanlı, iskeletlerin incelenmesinde delici, kesici
alet ya da darp izine rastlanmadığını belirtirken,
şöyle dedi:
"Bu insanlar muhtemelen
6 ve 9’uncu yüzyılda meydana gelen veba türü bir
salgın hastalıktan ölmüş. Cesetler gelişigüzel
soğutma kuyularına atılmış ve üzerleri de toprak ve
taş parçalarıyla kapatılmış. Bu yıl aynı alanda
kazılarımızı sürdürürken aynı kuyulardan 3 tane daha
ortaya çıktı. Bunlardan birinde daha toplu mezar
bulduk. Aralarında 2-3 yaşlarında 1 çocuğun da
bulunduğu 5 kişilik bir aile olduğunu tahmin
ettiğimiz insan iskeletleri çıktı."
"İLK KEZ RASTLADIK"
Bugüne kadar
yürüttükleri hiçbir kazıda buna benzer bir duruma
rastlamadıklarının altını çizen Prof.Dr. Özhanlı,
şöyle dedi:
"İlk kez böyle bir
olayla karşılaştığımı söyleyebilirim. Burada
bulduğumuz sarnıca benzeyen ve büyük ihtimalle
işyerinin deposu olarak kullanılmış 1 metre çapında
2 metre derinliğindeki yapının içerisinde iskeletler
bulduk. Kafataslarından anladığımız kadarıyla 5
insan iskeleti mevcut. Burdur Mehmet Akif Ersoy
Üniversitesi’nden bir antropolog ile birlikte
detaylı bir inceleme yaparak bu insanların yaşları
ve cinsiyetleri konusunda bilgi edinmeye
çalışacağız. Ölülerin düzenli olarak gömülmedikleri
ve muhtemelen öldükten sonra buraya rastgele
atıldıkları şeklinde bir görünüm var."
Akşam, 07.10.2014
|
BURDUR'DA 'BİN 550
YILLIK RESTORAN' ORTAYA ÇIKARILDI
Gölhisar İlçesi'ndeki
Kibyra antik kentinde yapılan kazılarda Doğu
Romalılar döneminde kullanılmış yaklaşık bin 550
yıllık olduğu belirtilen restoran bulundu.

Kibyra antik kentinde
yapılan kazılarda görevli Diyarbakır Dicle
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Eskiçağ
Tarihi Anabilim Dalı'ndan Araştırma Görevlisi İsmail
Baytak, yaptığı açıklamada, antik kentin agora
bölümünde yaptıkları çalışmalarda bir fırın, fırının
önünde küçük bir ocak ve hemen yanında 1 metre
çapında 2 büyük ve bir küçük mermer masaya
rastladıklarını söyledi.

Bütün bu buluntulardan
söz konusu yapının şimdiki tanımlarıyla bir restoran
ya da lokanta olarak kullanılmış olduğunun
anlaşıldığını anlatan Baytak, "Ortaya çıkarılan
masalar içerisine yemek servisi yapılabilecek
şekilde tasarlanmış. Küçük ocakta ise tencere ya da
demlik gibi şeyler ısıtılmış" dedi.

Baytak, bu yapıya
rastladıklarında önce fırının üst kısmı üzerinde
çalıştıklarını daha sonra yavaş yavaş alt katmanlara
indiklerini ifade etti.

Fırının üst kısmını
kaldırdıktan sonra odun konulan ve pişirme işleminin
yapılabileceği bölümünün de ortaya çıktığını
belirten Baytak, "Fırın tuğlayla yapılmış.
Günümüzdeki fırınlarda da tuğla görmek mümkün çünkü
tuğla ısıyı tutabiliyor ve uzun süre yemek pişirmek
mümkün olabiliyor. Şimdi fırını 3 boyutlu olarak
tamamladık. İleride yapacağımız konservasyon
çalışmalarında üstünü de kapatacağız" diye konuştu.

Baytak, fırının alt
kısmında cam, seramik, kemik kalıntıları ve sikkeler
bulduklarını söyledi. Bu buluntular ışığında yapının
bin 500 ya da bin 550 yıllık olduğunu
söyleyebileceklerini dile getiren Baytak, şunları
kaydetti:

"Fırının çevresindeki
mermer masalar 25 kişilik ve yemek servisi yapıldığı
anlaşılıyor. Restoran kentin agora bölümünde yer
alıyor. Dışarıdan gelen tüccarların ürünlerini
sattıktan sonra restoranda yemek yedikleri tahmin
ediliyor. Restoranın ön bölümünde bulunan ve
'Filosebaston' diye okunan bir yazıt bulduk.

Bu kelime Latince
'Dostların Yeri' ya da 'Kibyra Dostu' anlamında
kullanılmış. Günümüzdeki lokanta ismi gibi...Bu
yazıt buranın bir restoran olarak kullanıldığı
fikrimizi destekledi."

Baytak, agora bölümünde
antik dönemde restoran olarak kullanılmış başka
yapıların da olabileceğini ancak burada bulunan
dükkanların henüz açılmadığını kaydetti.
Habertürk, 07.10.2014
|
DA VİNCİ'NİN 'KAYIP
MÜZİK ALETİ' ANKARA'DA
500 yıl önce Leonardo
Da Vinci’nin hayal edip tasarladığı ‘viola
organista’ya Polonyalı sanatçı Zubrycki hayat verdi.
Ankara Üniversitesi’ndeki konser büyük ilgi gördü.

Leonardo Da Vinci’nin
hayal edip tasarladığı, geçen yıla kadar gerçeğe
dönüşmediği için “kayıp müzik aleti” olarak bilinen
“viola organista”,
Ankara
Üniversitesi’nde (A.Ü.) seyirci karşısına çıktı.
Müzik aletine hayat veren
Polonyalı sanatçı
Slawomir Zubrycki, piyano ve çello seslerini
çağrıştıran “viola organista” ile dinleyenleri
büyüledi.
A.Ü., geçtiğimiz günlerde Türkiye-Polonya
ilişkilerinin 600’üncü yılı dolayısıyla düzenlenen
ilginç bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. A.Ü. Devlet
Konservatuvarı’nın Konser Salonu’nda iki ülkenin
köklü tarihine yönelik özel bir konser verildi.
Konsere başta Ankara Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.
Erkan İbiş olmak üzere Polonya Büyükelçisi
Mieczyslaw Cieniuch ile çok sayıda davetli katıldı.
Konserin içeriği ise enteresan bir yönüyle kendini
diğerlerinden farklı kıldı.
500 yıl önce
tasarladı
Polonya’dan gelen sanatçı Slawomir Zubrzycki,
Leonardo Da Vinci’nin 500 yıl önce hayal edip
tasarladığı ancak kendisinin hayata geçirdiği müzik
aleti “viola organista” ile sahne aldı. Geçen yıla
kadar gerçeğe dönüşmediği için “kayıp müzik aleti”
olarak nitelendirilen “viola organista”nın sesi,
piyano ile çelloyu aynı anda çağrıştıran bir ses
şeklinde yorumlandı.
Büyük ilgi gördü
Zubrzycki, Ankara Üniversitesi misafirlerine Polonya
Rönesans ve Barok müziği dinletileri sundu. Da
Vinci’nin uzun yıllar kağıt üstünde kalan ve
Zubrzycki’nin üretimiyle hayat bulan bu kayıp eserin
hiç duyulmayan sesi dinleyenleri büyüledi. Ücretsiz
gerçekleşen konsere başkentliler büyük ilgi
gösterdi.
Milliyet, Haber: Ayşegül
Kahvecioğlu, 06.10.2014
|
ESNAF 1800 YIL ÖNCE DE
BÖYLE BEKLİYORDU
Antalya'nın Perge antik kentinde nekropole uzanan
sütunlu caddedeki dükkanların önünde, tavlaya
benzeyen bir oyun taşı ve oyuncuların tabure olarak
kullandığı iki sütun başlığı bulundu.

Pergeli esnafın, 2 bin
yıl önce de müşteri beklerken dükkanın önünde
oyun oynayarak
oyalanıyordu.
Kültür ve
Turizm
Bakanlığı'nın
Antalya Müzesi
başkanlığında Aksu İlçesi, Perge antik kentinde
gerçekleştirdiği kazı çalışmalarında bulunan
tavla/kızmabiradere benzer bir oyun taşı ile tabure
fonksiyonunda kullanılan sütun başlıkları, ziyarete
gelen turistlerin ilgi odağı oldu.
Milattan sonra 2'nci yüzyıla ait olduğu tespit
edilen oyun taşı ile tabure olarak kullanılan sütun
başlıkları, bulunduğu yerde olduğu gibi bırakıldı.
Dükkanların önünde bulunan oyun taşının bir
benzerinin de yine Perge'deki bir podyumda yapı
malzemesi olarak kullanıldığı tespit edildi.
Dükkanların hemen önündeki oyun taşı gibi Antalya
Müzesi'nde de 2 taş bulunuyor.

Radikal, 06.10.2014
|
MİMAR SİNAN'IN ESERİ
TİNERCİ YUVASI OLDU

1571 tarihli Mimar Sinan
eseri olduğu tahmin edilen Siyavuşpaşa Kasrı,
tinerci yuvası oldu. Tarihi kasrın duvarları sprey
boyayla harap edilmiş.
Mimar Sinan tarafından 1571'de inşa edildiği
düşünülen İstanbul Bahçelievler'deki Milli Egemenlik
Parkı içinde bulunan Siyavuşpaşa Kasrı, tinercilerin
meskeni haline geldi. Beş yıl öncesine kadar çocuk
kütüphanesi olarak kullanılan sekiz köşeli tarihi
yapının duvarları spreylerle yazılmış yazılarla
dolu. Bölgede yaşayan onlarca tinerci ise gece
tarihi yapının altında hayvanları ile birlikte
uyuyor. Tinercilerin yaktıkları ateş ise tarihi
yapının beş asırdır ihtişamını sergilediği
duvarlarını siyaha boyamış. Spor aletleri ve çocuk
oyun parklarının bulunduğu parka gelen Bahçelievler
sakinleri ise köşkün etrafındaki köpek gezdiren
tinercilerden dertli. Tarihi kasr adını, Sultan III.
Mehmet zamanında iki defa sadrazamlık yapan, devlet
görevlisi Siyavuşpaşa'dan almış. Köşk, yüksek
duvarlı bir havuzun ortasına yapıldığı için tarihte
havuzlu köşk ismiyle de biliniyor.
Sabah, Haber: Deniz
Derin, 06.10.2014
|
HATTUŞA'DA 3 BİN 700
YILLIK SURLAR GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Hitit Medeniyeti’nin
baş?kenti Hattuş?a’ya ev sahipliğ?i yapan Çorum’un
Boğ?azkale İlçesi'ndeki kazı çalış?malarında,
Hititlerin baş?kent Hattuş?a’yı korumak için 3 bin
700 yıl önce inş?a ettiğ?i surların bir bölümü
açığ?a çıkarıldı.
Alman Arkeoloji
Enstitüsü adına kazı çalış?malarını yürüten kazı
baş?kanı Doç. Dr. Andreas Schachner, AA muhabirine
yaptığ?ı açıklamada, Boğ?azkale ilçesindeki Hattuş?a
ören yerinde 1906 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi
adına baş?latılan kazı çalış?malarının 108 yıldır
sürdürüldüğ?ünü söyledi.
Temmuz ayında baş?layan
çalış?maları, iş?çilerin de bulunduğ?u 90 kiş?ilik
ekiple sürdürdüklerini ifade eden Schachner, kazı
çalış?malarının tamamlandığ?ını belirtti.
Bu yıl kazı
çalış?malarının yanı sıra restorasyon çalış?malarına
da ağ?ırlık verdiklerini anlatan Schachner,
Hititlerin baş?kent Hattuş?a’yı korumak için 3 bin
700 yıl önce yaptıkları ve bir kısmı açığ?a
çıkarılan surlarda restorasyon çalış?maları
gerçekleş?tirdiklerini kaydetti.
Hititlerin, Hattuş?a’yı
baş?kent yaptıktan sonra ş?ehri korumak için
yaklaş?ık 4,5 kilometrelik sur inş?a ettiklerine
dikkati çeken Schachner, ş?öyle devam etti:
“Bölgede yürüttüğ?ümüz
çalış?malarda, baş?kent Hattuş?a’nın kuruluş?unda
inş?a edilen ve 1906 ile 1907 yıllarındaki ilk kazı
çalış?malarında açığ?a çıkarılan surların da
restorasyonunu yapıyoruz. Kazı çalış?malarında, 4,5
kilometrelik ş?ehir surunun yaklaş?ık 700 metresi
açığ?a çıkarıldı. Son 3 yıl içerisinde de surların
400 metrelik kısmında restorasyon çalış?ması yaptık.
Bu sur, Hititlerin Hattuş?a’yı baş?kent seçmesi ve
kral Hattuş?ili’nin buraya gelmesiyle ş?ehrin
ihtiş?am kazanması amacıyla yaptıkları ilk büyük
projedir. Yaklaş?ık 4,5 kilometre uzunluğ?undaki
sur, Büyük Kale’den baş?layarak tüm kenti sarıyor.”
Surun belirli
bölümlerinde 10 yer altı tüneli bulunduğ?una
değ?inen Schachner, “Bu tüneller saldırı ve iş?gal
durumunda ş?ehrin içerisindeki askerlerin gizlice
dış?arı çıkıp surun önünde savaş?masını sağ?lıyor.
Surun her 20-25 metresinde de bir kule bulunuyor.
Hititler suru yüksek suni bir tepe üzerine inş?a
ederek, hem daha güçlü bir savunma hattı oluş?turmak
hem de devletin gücünü ve ihtiş?amını tüm bölgeye
göstermek istemiş?” ifadelerini kullandı.
Surun ilk yapıldığ?ı
dönemde 10 metre uzunluğ?unda inş?a edildiğ?ini
tahmininde bulunduklarını dile getiren Schachner,
“Daha sonraki Hitit dönemlerinde bu oran 5-6 metreye
iniyor. Yükseklik hakkında kesin bir ş?ey söylemek
zor. Çünkü günümüzde üst yapıdan hiçbir iz kalmadı.
Kulelerin yüksekliğ?inin de 11-12 metre boyunda
olduğ?unu tahmin ediyoruz” dedi.
Surun tamamının açığ?a
çıkarılmasının uzun bir süre alacağ?ını anlatan
Schachner, surun açığ?a çıkarılan ve restore edilen
bölümünün ilçenin bazı yerlerinden görülebildiğ?ini,
baş?kent Hattuş?a’nın, bölgeye gelen ziyaretçilere
sunulacak yeni bir eser kazandığ?ını belirtti.
Beyaz Gazete, 06.10.2014
******
HİTİTLERİN BÜYÜK PROJESİ
GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

Hitit
medeniyetinin başkenti Hattuşaş’a ev sahipliği
yapan Çorum’un Boğazkale İlçesi'ndeki kazı
çalışmalarında, Hititlerin başkent Hattuşaş’ı
korumak için 3 bin 700 yıl önce inşa ettiği
surların bir bölümü açığa çıkarıldı.
Alman Arkeoloji
Enstitüsü adına kazı çalışmalarını yürüten kazı
başkanı Doç.Dr. Andreas Schachner,
İstanbul
Arkeoloji Müzesi adına başlatılan kazı
çalışmalarının 108 yıldır sürdürüldüğünü
söyledi.
Bölgenin ziyaretçilerine sunacak yeni bir eser
kazandığını belirten Schachner, Hititlerin
Hattuşaş’ı başkent yaptıktan sonra şehri korumak
için sur inşa ettiklerine dikkati çekerek şöyle
konuştu:
“Şehir surunun yaklaşık 700 metresi açığa
çıkarıldı. Son 3 yıl içerisinde de surların 400
metrelik kısmında restorasyon çalışması yaptık.
Bu sur, Hititlerin Hattuşaş’ı başkent seçmesi ve
kral Hattuşili’nin buraya gelmesiyle şehrin
ihtişam kazanması amacıyla yaptıkları ilk büyük
projedir. Yaklaşık 4.5 kilometre uzunluğundaki
sur, Büyük Kale’den başlayarak tüm kenti
sarıyor.”
Hürriyet, 08.10.2014
|
|
TARİHTE İLK SAKALSIZ
HZ. İSA TASVİRİ
İspanya'da yapılan kazılarda, 4'üncü yüzyıla ait bir Hz. İsa figürü bulundu.
Cam bir tabağın üzerinde yapılmış olan figürün en şaşırtıcı tarafı, İsa peygamberin sakalsız ve kısa saçlı olarak resmedilmesi.
Ülkenin güneyindeki Linares şehrinde bulunan tabağın kutsal aşai rabbani ayininde Hz. İsa'nın etini temsil ettiği düşünülen ekmeği koymak için kullanıldığı düşünülüyor.
Yüzde 81'i korunmuş olan tabağın parçaları bilim insanları tarafından bir araya getirildi.
Sabah, 06.10.2014
|
KARADENİZ'İN EFES'İ
MERAK UYANDIRIYOR
Düzce'de bulunan ve
"Karadeniz'in
Efes'i" olarak
adlandırılan Prusias ad Hypium antik kenti, bugüne
kadar korunmuş alanlarıyla arkeologları
heyecanlandırıyor.
Konuralp Mahallesi'nde,
"Prusias ad Hypium" olarak bilinen bölgede antik
tiyatro, at figürlü kapı, surlar, su kemerleri ve
Roma Köprüsü yer alıyor. Halk arasında "40
Basamaklar" adıyla bilinen, 100 metre uzunluğa, 74
metre genişliğe sahip antik tiyatronun yarım daire
biçimindeki oturma alanı, aslan pençesi figürleriyle
süslenmiş basamakları, kemerli geçitleri ve
sahnesinin bir bölümü bugünlere kadar ulaştı.
Düzce Üniversitesi
(DÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi ve Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Nurperi Ayengin,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, Prusias ad Hypium
antik kentinde iki yıl önce başladıklarını
belirterek, "Buradaki kazı biz arkeologlar için
büyük şans" dedi.
Kazı çalışmalarına bu
yılki bölümünün tamamlandığını aktaran Ayengin,
şöyle konuştu:
"Bu yıl dolgu temizleme
çalışması yaptık. Önümüzdeki yıl Bakanlığımızın
izniyle kazı çalışmalarına daha erken başlayacağız
ve daha uzun bir çalışma yapacağız. Tiyatromuzda bu
yıl dolgu temizliği yaptık ve iki yıllık çalışma
neticesinde daha estetik bir görüntüye sahip hale
getirdik. Yaklaşık 4-5 metrelik bir dolgu toprağı
vardı, o bölgeyi temizledik. Tiyatroya ait sütunlar
vardı, onları ortaya çıkardık. Kazı yaptıkça buranın
ne kadar büyük olduğu gün yüzüne çıkıyor. Önümüzdeki
yıllarda daha uzun süreli çalışmalarla daha çok yol
katedeceğimize inanıyorum."
Bölgede bu tür yapının
bulunmasının arkeologlar için büyük bir şans
olduğunu vurgulayan Ayengin, "Yapı, üniversitemiz
Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü yöneticileri
ve öğrencileri için büyük bir şans. Biz arkeologlar
için çok heyecan verici bir bölge. Önemli uygulama
alanları var. Karadenizin tamamına bakıldığında bu
kadar korunmuş bir alan yok. Uzun vadede düşünecek
olursak, tiyatro alanı ile antik kentin tamamında
çalışma fırsatımız olacak. Çok önemli bir alan,
bunun için de bizler burayı bir şans olarak
görüyoruz" ifadesini kullandı.
haberler.com, Haber:
Ömer Faruk Cebeci, 06.10.2014
|
KURTALAN'DAKİ ANTİK
LİMAN HASANKEYF'E TAŞINACAK
Siirt'in
Kurtalan İlçesi'ne
bağlı Çattepe Köy'ünde bulunan yaklaşık bin 700
yıllık antik liman,
Hasankeyf'in yeni
yerleşim yerindeki kültür parkına taşınacak.
Dicle Nehri ile
Botan Çayı'nın
birleştiği noktada gerçekleştirilen arkeolojik
kazılarda ortaya çıkarılan antik liman, Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile
Ankara Üniversitesi
Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi
(ANKÜSAM) işbirliği ile hazırlanan proje kapsamında
Hasankeyf'teki
kültür parkında sergilenecek.
ANKÜSAM Müdürü Prof.Dr.
Hayat Erkanal, AA
muhabirine, IIısu Barajı rezervuar alanının çok
geniş olduğunu belirterek, Diyarbakır,
Batman,
Şırnak,
Siirt ve
Mardin'i
kapsadığını söyledi.
Antik dönemde
Dicle ve Fırat'ın
çok önemli akarsular olduğunu ve bu nehirler
üzerinde o dönem ulaşım yapıldığını kaydeden
Erkanal, şöyle konuştu:
"Herodot'a göre, hammade
ve mamul eşyalar Anadolu'dan güneye doğru gidiyordu.
Tek yönde giden tekneler vardı. Bunlar hafif
malzemeden yapılmış hedefe geldikleri zaman
sökülüp, eşek sırtında tekrar kuzeye taşınıp yeniden
inşa ediliyordu. Bunların uğradıkları limanlar da
canlı birer ticaret merkeziydi."
Çattepe höyüğünde
yapılan kurtarma kazılarında Botan Vadisi'nde nehir
limanı bulunduğunu anımsatan Erkanal, bu antik
limanın geliştirdikleri projeyle Hasankeyf Kültür
Parkı'na taşınacağını vurguladı.
Teknelerin
benzeri yapılacak
"Amacımız
limanı Hasankeyf'te oluşturulan Kültür Parkı'na
taşıyarak, su altında kalmasını engellemektir" diyen
Erkanal, şöyle devem etti:
"Antik limanda yar
alacak teknelerin imalatına birkaç ay sonra
başlanacak. Asur kaynaklarına göre o dönemde 5
çeşit nehir teknesi vardı. Bir türü yakın zamana
kadar kullanılan tulumlar üzerinde hareket eden
'kelek' adı verilen teknelerdi.
İzmir'de bu 5 türün
benzerini inşa ederek
Hasankeyf'te sergileyeceğiz.
Bu kış projeyi bitirmeyi umuyoruz."
Sarnıçtan limana
dönüştürülmüş
Çattepe Höyüğü Kazı
Ekibi Başkanı ve Ege Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Haluk Sağlamtimur ise antik limanın
Anadolu'daki ender limanlardan biri olduğunu
söyledi.
Bulunan tarihi yapının
ilk önceleri "Sarnıç" olarak
yapıldığını ifade eden Sağlamtimur, şöyle dedi:
"Çünkü
Dicle aynı yerden
akmıyordu. Bu nedenle bir tatlı su kaynağı olarak
buraya bir havuz yapmışlar. Tatlı su kaynağı için 25
basamaklı bir iniş alanı yapmışlar. Ancak
sonrasında Dicle Nehri bu liman yapısının dibinde
aktığı için buraya iskele yapıp limana
çevirmişler."
"Liman kalıntıları bin
600 - bin 700 yıllık"
Arap yazıtlarına göre bu
liman sayesinde Çattepe'den Musul'a kadar bir su
yolu olduğunu ve bu su yolunda kayıkların
çalıştığını ifade eden Sağlamtimur, şöyle devam
etti:
"Bu liman sular atında
kalacağı için taşımayı düşünüyoruz. Özellikle ön
kısımda kireç taşından yapılmış su toplama havzası
ve iskele orijinal haliyle taşınıp, orada
kurulacak. Liman kalıntıları bin 600 - bin 700
yıllık."
haberler.cm, Haber:
Yılmaz Ekinci, 06.10.2014
|
1500 YILLIK BİZANS
KÖPRÜSÜ İLGİSİZLİK KURBANI

Beşköprü olarak da
bilinen
Sakarya'daki 1500
yıllık Justinianus Köprüsü,
Marmara Depremi'nde
hasar görmesine rağmen aradan geçen 15 yıla rağmen
restore edilmedi. Depremde bazı
Kemer ayaklarında
çatlaklar oluşan tarihi köprünün üzerindeki taş
duvarların bir bölümü de zamanla yıkıldı.
Karayolları, yıkılan taş duvarların yerine plastik
bariyerler koyarak önlem aldı.
İmparator Justinianus tarafından 1500 yıl önce
yaptırılan,
Ayasofya ile yaşıt
Justinianus Köprüsü, Bizans döneminin Anadolu'daki
en görkemli anıtsal yapılarından biri. 384 metre
uzunluk, 9,85 metre genişliğindeki köprü 12
Kemer gözünden
oluşuyor. Beşköprü olarak da bilinen tarihi köprünün
Batı ucunda tak izi, Doğu ucunda apsisli yapı ve
köprü ile ilgili tonozlu yapı kalıntıları bulunuyor.
Köprü, en son
Karayolları Genel Müdürlüğü'nce
1995 yılında onarılarak taşıt trafiğine kapatıldı.
Marmara depreminde
köprünün
Kemer ayaklarında
çatlaklar oluştu. Aradan geçen 15 yılda köprünün
onarımı yapılmadı. Köprünün üzerindeki taş
duvarların bir bölümü de zamanla yıkıldı. Tarihi
yapının restorasyonu için
Karayolları Genel Müdürlüğü
Tarihi Köprüler Şube Müdürlüğü,
Gazi Üniversitesi'nde
yüksek lisans tezi olarak bir proje hazırlattı.
Üniversitenin jürisinden geçen proje,
Kocaeli Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nden onay
alamadı. Kurul, projeyi, eksiklikleri olduğu
gerekçesiyle kabul etmedi. Projenin reddedilmesinin
ardından Karayolları, henüz yeni bir proje çalışması
başlatmadı.
İlgisizlik kurbanı olan tarihi köprünün yıkılan
duvarlarının tehlike oluşturması nedeniyle
Karayolları, plastik bariyerlerle önlem aldı.
Duvarlarına yazılar yazılan, düşen taşlarının yerine
plastik bariyer konan köprünün hali görenleri
üzüyor.
Tarihi yapının durumunun içler acısı olduğunu
belirten turizmciler, köprünün acilen onarılıp
çevresel düzenlemeleri yapılarak turizme
kazandırılması gerektiğini belirtiyor.
haberler.com, 06.10.2014
|
HATAY'DA SÜTUNLU ROMA
YOLU KALINTISI BULUNDU

Erzin İlçesi'nde İssos
harabeleri yöresinde yürütülen kazı çalışmalarında
15 metre genişliğinde sütunlu Roma yolu bulundu,
yolun bitişiğinde mozaik taban ortaya çıkarıldı.
Yörede, 2006′da kaçak
kazı yapıldığı ihbarı üzerine başlatılan arkeolojik
kazılarda Geç Roma dönemine ait hamam kompleksiyle
doktorlar tarafından kullanılan muayene odalarının
da yer aldığı harabelerde, tarihi Roma yolunun yanı
sıra odeon ve tiyatro, gün ışığına çıkarıldı.
Arkeoloji Müzesi
arkeoloğu ve kazı başkanı Ömer Çelik, AA muhabirine,
Erzin İlçesi'nde İssos Harabeleri olarak bilinen
bölgede 2006′daki kazıda ortaya çıkan ilk mimari
kompleksin Geç Roma dönemine ait hamam olduğunu
söyledi.
Odeon ve tiyatro
bulundu
Sonraki dönemde
yürütülen çalışmalarda buranın büyük bir antik kent
olduğu yönünde buluntulara rastladıklarını ifade
eden Çelik, şöyle devam etti:
“Yaptığımız incelemede,
bu bölgede şehrin İssos olarak adlandırılmasına
rağmen ilk isminin Oniandos olduğu daha sonra
Selevkoslar tarafından IV. Antiochoes’in buranın
ismini Epipfaneia olarak değiştirdiği anlaşıldı.
Kazılar, Epipfaneia antik kentine ait fakat Roma
döneminin üzerinde bir çalışma yapmaktayız. Geç Roma
dönemi hamamının kuzeyinde geçen yıl başlattığımız
çalışmalarda ortaya ilk ilginç veriler çıkmaya
başladı. Bunlardan ilki Hatay’da ilk defa ortaya
çıkan ‘Odeon’ olmuştur. İkincisi ise 1930′larda
Hatay’ın Harbiye beldesinde yapılan kazılarda ortaya
çıkan tiyatro. İlk sezonda tiyatronun 11 basamağını
gün yüzüne çıkardık.”
Çelik, geçen yılki
çalışmalarda 1990′da ortaya atılan ve şehrin surları
olarak bilinen mimari yapıların, tiyatroya ait
seyircilerin oturduğu bölüm olduğunu savundu.
15 metre genişliğinde
Roma yolu
Bu sezon yapılan
kazılarda, Epipfaneia antik kentinde sutünlü Roma
yolunun bir bölümünün ortaya çıkarıldığını
vurgulayan Çelik, şunları belirtti:
“Yolun hemen batısında
yola bitişik mozaik döşeli bir alan olduğunu tespit
ettik. Yolun tek dönemde yapılmadığını, iki bölümden
oluştuğunu düşünmekteyiz. Çalışmalarda yolun ve
mozaiğin üzerine farklı dönemlerde Geç Roma dönemine
ait yerleşim birimlerinin oturduğunu ve bunun da MS
3. yüzyılda Sasani baskınlarından sonra olduğunu
düşünmekteyiz. Deniz seviyesinden yaklaşık 46 metre
yükseklikte bulunan kazı alanının 42,5 metresinde
Roma dönemine ait Roma yolu ortaya çıkarılmış ve
yapılan incelemede bu şehrin, MS 1-3. yüzyıl
arasında hızlı imarlaşma faaliyetine girdiği tespit
edilmiştir. Roma yolu, odeon ve tiyatro, MS 1. ve 3.
yüzyıl arasında yapıldığı düşünülmekte. Daha sonra
değişikliğe uğradığını, üzerinde ilk etapta
Sasanilerin, ardından Abbasilerin tekrar
Bizanslıların, Haçlılar ve en son Osmanlıların
etkisinin olduğunu, mimarinin kat kat
tabakalaşmasından tespit etmekteyiz.”
Bu sezon kazıların
yaklaşık 1,5 ay sürdüğünü belirten Çelik, Roma
yolunun değişikliklerle 15 metre genişliğinde
olduğunu, bazalt döşeli kısmının 8 metreyi bulduğunu
söyledi.
Çelik, kazı
çalışmalarında çok sayıda sikke, çömlek ve heykel
parçalarının yanı sıra odeonun bulunduğu bölümde de
küçük Haçlı mezarlığına rastlandığını kaydetti.
Yol üzerindeki mozaikte
yer alan yazıları okuma çalışmalarının devam
ettiğini belirten Çelik, yazıların net çözümünden
sonra dairenin içine yerleştirilmiş figürlerin ne
anlama geldiğinin anlaşılabileceğini sözlerine
ekledi.
iskenderunn.com,
05.10.2014
|
TAPINAKLAR ŞEHRİNDE KAZI
ÇALIŞMASI SONA ERDİ

Muğla'nın Fethiye
İlçesi'ne bağlı Kumluova Mahallesi'ndeki
Likya Birliği'nin
tapınaklar şehri olarak bilinen
Letoon antik
kentindeki arkeolojik kazıların bu yılki bölümü
sona erdi.
Letoon antik
kentindeki kazılar 1962 yılında
Fransa'nın Bordeuex
Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Meztger
tarafından başlatıldı. Kazı yetkisi 2010 yılında
Fransız kazı ekibinden alınarak,
Başkent Üniversitesi
Sosyal Bilimler Yüksekokulu öğretim üyesi Doç.Dr.
Sema Atik Korkmaz'a verildi.
Likya Birliği'nin
önemli kenti olan Xanthaos antik kenti ile beraber
Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan
Letoon antik
kentindeki kazılar bu yıl 2.5 aydan fazla sürdü.
TAMAMI GEZİLİR HALE
GELDİ
Kültür Bakanlığı ve
Başkent Üniversitesi
tarafından ortaklaşa yürütülen kazıların bu yılki
bölümünde 16 bilim adamı, 9 arkeoloji öğrencisi ve 5
işçi çalıştı. Kazılarda Leto Tapınağı'ndaki taş
bloklara ait bu yıl 59 parça tespit edildi. Bu
parçalarla kurma çalışması yapıldı. Tiyatronun
kuzeyinde küçük kazı çalışmalarıyla tapınaklarda
konservasyon (sağlamlaştırma) çalışması yapıldı.
Oluşturulan veri tabanına tapınaklara ait yeni
malzemeler girildi, alan düzenlemesi yapıldı. Alanda
bulunan eski Grekçe, yerli dil Likçe ve Aramca'da
yazılmış yazıtlar düzenlendi. En önemlisi yıllarca
su altında kalan alanların
Sudan
arındırılmasında önemli yol alındı. Taş bloklar
restore edildi, antik kentin tamamı gezilir hale
getirildi.
'ÖNEMLİ ONARIMLAR
YAPILDI'
Kazı Başkanı Doç.Dr.
Sema Atik Korkmaz, çalışmaların 3 Temmuz'da
başladığını belirterek, "Çalışmalarda, Leto
Tapınağı'nda bulunan taş bloklara ait 59 yeni parça
bulundu. Bu parçaların birleştirmeleri yapıldı ve
korumaya alındı. Gelecek yıllarda taş bloklar
orjinal haline getirilecek" dedi.
UNESCO KÜLTÜR
MİRASI LİSTESİNDE
Tarihi MÖ 7'nci
yüzyıldan MS 8'inci yüzyıla kadar dayanan
Letoon antik kenti,
tanrı
Apollon ve
Artemis'in annesi Leto adına kurulmuş bir
Likya Birliği
kenti.
Likya Birliği'nin
kutsal şehri olan antik kentte üç tapınak dikkat
çekici. Bunlardan biri Leto'ya, biri
Apollon'a, diğeri
de Artemis'e ait. Antik kentin adı Hitit,
Likya,
Roma ve Bizans
tarihinde geçmektedir. Antik kent, 1988 yılında
UNESCO Kültür
Mirası Listesi'ne alındı.
haberler.com, 05.10.2014
|
ARKEOLOJİ DÜNYASINDA YILIN KEŞFİ: PERGE'DEKİ AT
HEYKELİ
Troya, Efes ve Bergama’ya
rakip gösterilen Antalya’daki Perge antik kentinde
her gün arkeoloji hazinemize eklenen bir keşif
yapılıyor. Akropoliste en son muhteşem bir at
heykeliyle, bir çıplak erkek heykeli ve bir tanrıça
başı bulundu.

Antalya Havalimanı’na 5 dakika uzaklıktaki Perge
antik kentinde sıradan bir gün... Kazı ekipleri,
güneşin altında rutin çalışmalarını sürdürüyor.
Önünden bir su yolu geçen tarihi hamamın çevresinde
devam eden kazı sırasında birden olağandışı bir şey
fark ediliyor. Toprağın altında beliren şekil bir at
heykeline ait. Kazı ekibi buraya yoğunlaşıyor. Tam
1900 yıllık olduğu tespit edilecek heykel, titiz bir
çalışmayla topraktan çıkartılıyor... Arkeoloji
dünyasının 2014’teki en büyük keşfine böylece şahit
oluyoruz.
Perge antik kenti adeta gizli kalmış bir cennet.
Türkiye’nin yeni Efes, Bergama ya da Troya antik
kenti olma yolunda hızla ilerliyor. Şehir merkezine
sadece 17 kilometre uzaklıkta. Şimdilik yılda
250-300 bin misafire ev sahipliği yapıyor. Ama yakın
zamanda bu sayının milyonlara ulaşması bekleniyor.
Çünkü tiyatrosu, stadyumu, anıtlarıyla insanları
büyüleyen antik kentte her geçen gün önemli bir
tarihi eser daha keşfediliyor.
1900 yıllık at heykeliyle birlikte bulunan, çıplak
erkek heykeli ve tanrıça başı da bunlar akropolisin
önemli son üç keşfi. Arkeoyoji uzmanları, kazı
çalışmalarının son üç yıldır Antalya Müzesi
tarafından sürdürüldüğü Perge’nin, kısa süre içinde
Efes ve Troya’ya rakip olacağı görüşünde.
ESKİ ZAMANLARA BÜYÜLÜ BİR TUR

At heykeli, su yolunun az
ilerisinde bulunduğunda kazı ekibinde büyük bir
heyecan yaşandı.
Perge’nin tarihi MÖ 1275’e kadar
uzanıyor. Şehir önce bugünkü akropolise kurulmuş,
daha sonra tepenin güney eteklerine doğru yayılmış.
Şehrin simgesi sayılan iki kuleyse Hellenistik
dönemde inşa edilmiş. Roma döneminde ise şehir adeta
anıtlarla dolmuş: Tiyatro, stadyum, hamamlar,
anıtsal çeşmeler ve agora bu dönemde inşa edilmiş.
Hıristiyanlık döneminde ise şehir de büyük kiliseler
inşa edilmiş ve Perge metropolitlik merkezi haline
gelmiş.
Bugün antik kentin güney kapısından girerseniz
Hellenistik dönemde yaılan o iki kule
karşılaşırsınız. Büyük İskender’in şehri
zaptetmesinden sonra yapıldığı düşünülen kulelerin
yüksekliği 13 metre. Bu kulelerin restorasyonu halen
devam ediyor. Doğudaki kulenin hemen yanındaysa
muhteşem bir agora bulunuyor. İki kulenin önünden
başlayan yanları sütunlu, ortasında iki metre
genişliğinde su kanalı bulunan cadde başlıyor.
Caddenin her iki kenarında ise dükkanlar var.
Mozaikli yolda yürürken büyülenmemeniz mümkün değil.
Hayal gücünüzü kullanıp eksik parçaları
birleştirdiğinizde kendinizi tarih öncesi çağlarda
buluyorsunuz. Kulağınızda caddenin ortasından akan
suyun sesi ve satıcıların canhıraş bağrışları
canlanıyor. Cadde kentin en kuzeyinde Nymphaeum
(çeşme) anıtı ile son buluyor. Çeşme anıtının
üzerindeki başı kırık heykel o haliyle bile bir
azamet sembolü gibi güneşin altında parıldıyor.
At heykeli (MS 2. yüzyıl)

İnce grenli beyaz mermerden yapılmış başı hafif
kendi soluna dönük, ince işçilikli bir heykel. Gövde
uzunluğu 110 cm, yüksekliği 85 cm. Heykelin ön
ayaklarının tamamı, arka ayaklarının ise baldır
kısmından aşağısı kırık. Yüz damarları belirgin
şekilde tasvir edilmiş olan atın, dili ve gemi de
görülmekte.
Çıplak erkek heykeli (Dioskur 2. yüzyıl)

Yüksekliği 159 cm, genişliği 62 cm, kalınlığı 29
cm olup merkezinde bir deniz yıldızı bulunmakta.
Burun, ağzı ve çenesi kırık. Vücut kasları belirgin
olup sağ kolun omuz altından sol kolun dirsek
altından (2 parça) sağ bacak diz altından, sol bacak
kalçadan eksik. Sol omzu üzerine atılmış bir pelerin
bulunmakta.
Tanrıça başı (MS 2. yüzyıl)

İnce gözenekli, beyaz mermerden yapılmış ideal
boyuttaki tanrıça heykeli. Baş hafifçe sağa dönük,
oval bir yüz hattına sahip saçlar ortadan ikiye
ayrılmış bukleler halinde enseye doğru. Başında
yüksek bir başlık, ön kısmında İsis tacı ve arkada
sur tacı bulunuyor. Sur tacı eksik. İsis ya da Tykhe
olduğu düşünülüyor.
Kazı başkanı Demirel: Muhteşem
heykellerin nasıl durduğunu henüz bilmiyoruz


At heykeli Perge’deki
akropolisin su yolunun sonundaki hamamın
yakınlarında bulundu.
Antalya Müzesi Müdürü ve aynı zamanda kazı
başkanı Mustafa Demirel heykeli nasıl bulduklarını
anlatıyor: ‘‘Batı caddenin sonlandığı hamamın
önündeki arkeolojik kazılar sırasında bulundu.
Havuzun hemen batı ucunda şu anda tam olarak
mimarisini tespit edemediğimiz bir anıt açığa çıktı.
Tabii anıtın hemen arkasında sol tarafta gördüğümüz
podyumla anıt arasında muhteşem diye tabir ettiğiniz
at heykeli çıktı. MS 2. yüzyıl
ortalarına tarihleyebileceğimiz atın gövdesiyle
kaidesi iki ayrı parça halinde bulundu. Şu anda
restorasyon çalışmaları devam ediyor. Onun yanında
bir tane de erkek heykeli çıktı. Bunların tabii aynı
şekilde anıtın en üstünde yan yana durup
durmadıklarını, şu anda net olarak karar vermiş
değiliz. Çalışma tamamlandıktan sonra konu
netleşecek. Sol ön ayak, sağ ön ayak ve sağ arka
ayakta biraz eksik parçalarımız var. Kazılar
sürüyor eksik parçaları da tamamlayacağımızı
düşünüyorum. Müzemizde at heykeli yoktu. Bu çok
önemli eseri koleksiyonumuza eklemiş olduk.”
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 05.10.2014
|
SURİÇİ'NİN BOYNU BÜKÜKLERİ

Ziya Paşa, İstanbul’un bugünkü halini görseydi o
ünlü gazelini “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler
kaşaneler gördüm / Dolaştım İstanbul’u bütün
viraneler gördüm.” şeklinde yazardı herhalde. Zira
Suriçi’nin tarihi binaları otel olmamaya ve zamana
karşı direniyor.
Dubrovnik, Budva ve Kotor, kale içi şehirler…
Tarihi mimarilerini dünden bugüne taşıyabilmiş bu
Balkan şehirleri insana zamanda yolculuk yaptırıyor.
Eskilerin İstanbul’u da bu kentler misüllü. Eğer
korunabilseydi misli olacağı kesindi. Bugün biz pek
telaffuz etmesek de şehr-i İstanbul’un bir “Suriçi”
var. Surları Bizans’tan devraldığımızdan mıdır,
yoksa kültürel mirasla pek barışık olmadığımızdan mı
bilinmez Suriçi’nin durumu vahim. Surlar dilencilere
terk edilmiş, tarihi binalar ise metrukluğa. Aman
siz siz olun İstanbul sokaklarında yürürken dikkat
edin. Zira başınıza cumba düşebilir, tarihi bir bina
karşınızda son nefesini verebilir ya da bir yangının
külüyle yeniden yanabilir. Metruk olmayanların
halini görünce de “Allah’tan metruklar!” diyor
insan. Çünkü birçoğu Gülhane’deki Osmanlı arşivleri
gibi otel oldu. Sonu böyle olacaksa metruk kalsın
daha iyi diye geçiyor aklımızdan. İşte şehrin belli
dönemlerine tanıklık etmiş metruk binalar:
İETT Troleybüs Aktarma Merkezi
Kimimizin unuttuğu, kimimizinse hiç tanışma
fırsatı bulamadığı İETT’nin saklı T’si troleybüs.
Kaçımız çocukluğunda İETT’nin açılımı nedir diye
kafa yormadık ki. İstanbul Elektrik Tramvay dedik,
troleybüse gelemedik. Zira 1984’e kadar hizmet veren
troleybüse yetişemedik. İşte bu mazide kalan
troleybüsün İstanbul serüveni yaklaşık 60 yıl önce
başlıyor. 1950’li yıllarda elektrikli tramvayların
kentin ihtiyacını karşılayamaması ve otobüslerin de
maliyetli olması nedeniyle troleybüse geçilmesine
karar veriliyor. İtalya’dan gelen ilk troleybüslerle
1961’de seferlere başlanıyor. Böylece Ankara’da
47’den, İzmir’de ise 56’dan beri var olan troleybüs,
İstanbulluların hayatına giriyor. Toplam uzunluğu 45
kilometre olan sistemin 6 kuvvet merkezi, 100
troleybüsü bulunuyor. 1968’de yerli araç Tosun’un da
katılmasıyla bu sayı 101’e ulaşıyor. 84’te elektrik
kesintileri yüzünden sık sık yollarda kalan ve
seferleri aksayan troleybüsler işletmeden
kaldırılıyor. Geriye ise binalar kalıyor. İşte
Beyazıt’taki kuvvet merkezi bunlardan biri. İstanbul
Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi ile
aynı sokakta bulunuyor. Kuvvet merkezinin yanına
fakültenin ek binaları inşa ediliyor. İETT’nin eski
binasının durumu ise meçhul.
Sultanahmet Çocuk Mahkemesi
Yıllardır çocuk mahkemesi olarak kullanılan bina,
adliyelerin Çağlayan’a taşınmasından sonra boş kaldı
ve tüm dikkatleri üzerine çekti. Zira burada da gözü
olan çok. Hem yeri hem de büyüklüğü üstüne bir de
tarihiyle dikkatleri çekmemesi mümkün değil tabii.
Girişin üzerinde bulunan kitabede Mekteb-i Rüşdiye-i
Askeriye yazıyor. Yani burası Osmanlı zamanında bir
askeri ortaokul imiş. Aslında sadece bir askeri okul
değil. Çünkü 1898 yılında Tababet-i Askeriye
Tatbikat Mektebi olarak kurulmuş. Bir nevi Askeri
Hekimlik Uygulama Okulu. Türk Silahlı Kuvvetleri
bünyesinde hizmet veren Gülhane Askeri Tıp
Akademisi’nin temelleri de bu binada atılıyor. Uzun
yıllar okul olarak kullanılan bina, çeşitli kamu
kuruluşlarına tahsis ediliyor. Bunlar arasında
1980’li yıllarda kapatılan Devlet Güvenlik
Mahkemeleri de yer alıyor. Ardından hepimizin
bildiği gibi Adalet Bakanlığı’na bağlı İstanbul
Çocuk Mahkemeleri buraya yerleşiyor. Şu an boş olan
binanın yeni sahibi konusunda söylentiler var.
Tarihi yapının bir vakıf üniversitesine satıldığı ya
da bir devlet üniversitesine devredileceği bunlar
arasında. Hangisinin doğru olduğunu zaman
gösterecek.
Sağlık yurdu
Gülhane’de Alay Köşkü Caddesi’nde bulunan metruk
bina. Çevredekiler on yıldan fazla boş olduğunu
söylüyor. Üzerinde eski harflerle “Sağlık Yurdu”
yazıyor. Ayrıca çini panoları, kemerli pencereleri
var. Bazı tarihçiler üzerindeki yazıya bakarak
Osmanlı Sıhhiye Nezareti’nin bir mahalle dispanseri
olarak kullanıldığını, çevrede oturan vatandaşlar
ise buranın ilk doğumhane olduğunu söylüyor. Binanın
talibinin çok olduğu ama sahibinin de satmadığı
duyduklarımız arasında.
O eski halinden
eser yok şimdi
Tarihi yarımadada otel olmayan bina yok gibi.
Osmanlı Devlet Arşivleri de bu akımın son
kurbanlarından. Sultanahmet Tacarethane Sokak’ta
bulunan arşiv Kağıthane’ye taşındı. Çok uzak olması
ve Kağıthane Deresi’ne yakınlığı tartışılırken
arşivi yeni evinde bir de su bastı. Tüm bunlara
eseflenirken arşivin eski binası da yenilenerek lüks
otel oldu. Aslında üç büyük medeniyetin başkenti
olan tarihi yarımada, 1995’ten beri birinci derece
sit alanı. Sit alanı ama her geçen gün evler ve
işyerleri birer birer otele dönüşüyor. Bugün
yarımadada bin beş yüzün üzerinde otel bulunuyor.
Tadilata hemen başlanması “Acaba arşiv bunun için
mi?” taşındı sorusunu akıllara getiriyor. Eski arşiv
binası, yeni Sura Hagia Sophia Hotel oldu. Yıllarca
yayınevlerinin bulunduğu Ticarethane Sokağı’nın otel
ve restoranlarla dolmasına sadece sokakta kalan
birkaç esnaf tepki gösteriyor. 10 yıldır sokakta
esnaflık yapan bir vatandaş “Buraya bakınca
görüyorum ki paranın açamayacağı hiçbir kapı yok.
Arşiv binası geçen yıl boşaltıldı. Üç ay içinde 24
saat çalışıp otele çevirdiler. Otelin yanındaki
hastane binasını da almışlar. Orayı da restoran
yapacaklarmış. İşin ucunda para olunca maalesef
tarih, doğa, ağaç hiçe sayılıyor. Bahçedeki ağaçları
bile kestiler.” diyor. Tarihi yarımadada otel
olmayan bina yok denecek kadar az. Yıkılan,
boşaltılan, restore edilen hemen her binanın mutlak
kaderi bu. Geçtiğimiz aylarda Yerebatan Sarnıcı’na
zarar verdiği için yıkılan İl Özel İdaresi’ne ait
bina yıkılıp yerine lüks restoran yapıldığı da
ortaya çıkmıştı.
Zaman, Haber: Tuğba Öcek, 05.10.2014
|
SAYILARLA ARTINTERNATIONAL
Fuarda
eserler incelenir, pazarlıklar yapılırken 70 binden
fazla çay ve kahve içildi , 17 bin porsiyondan fazla
yemek yendi ve bir de heykel kırıldı!
Haliç
Kongre Merkezi'ndeki ArtInternational sona ereli bir
hafta oldu ama hala eserlerden elde edilen rekor
hasılat ve katılımcı sayısı konuşuluyor. Fuarın
perde arkasında farklı rakamlar var. İşte bilinmeyen
sayılarıyla fuar.
En çok satış yapan 3 galeri
1. Assa Kauppi, Tony Cragg gibi sanatçıların
galerisi Anderson:Sandström
2. David Hockney, Banksy, Damien Hirst'in
galerisi Andipa
3. Diane Arbus, Lee Krasner, Herbert List,
Yayoi Kusama, Willem Oorebeek ve Patti Smith'in
galerisi Robert Miller Gallery
Satışı yapılan en pahalı eser
1. 235 bin avroyla Galerie Lelong'dan Jaume
Plensa'nın 2014 tarihli Sanna in Umea adlı heykeli.
2. 160 bin avroyla Deweer Gallery'den Jan
Fabre'nin 1996 tarihli "Flemish Warrior"ı.
Satış sayısı 400
Dağıtılan katalog sayısı 900
Çalışan kişi sayısı 1500
Verilen çanta sayısı 993
Fuar boyunca içilen kahve ve çay sayısı
75
bin
Fuarda yenen yemek sayısı
17 bin 500 posiyon
Satılan bilet sayısı 4 bin 779
Fuara ilk gelen ünlü 5 isim
1. Ayşecan Özyeğin Oktay
2. Edwina Sponza
3. Oya ve Füsun Eczacıbaşı
4. Metin Mızraklı 5. Murat Ülker
Geçen yıl eserlerden elde edilen hasılat.
21
milyon avro
İlk günkü ziyaretçi sayısı
8 bin 73
Bu yıl eserlerden elde edilen hasılat
26
milyon 500 bin avro
Katılan çocuk sayısı 1000
Fuara katılan öğrenci sayısı
2 bin 136
Fuara gelen sanat tüccarı sayısı 1520
Katılan ülke sayısı 24
Toplam ziyaretçi sayısı 22 bin 36
İlk kez sergilenen eser sayısı 38
Katılan sanatçı sayısı 410
Eser sayısı 1300
Sabah,
Haber: Ece Ulusum, 05.10.2014
|
SANAT PİYASASI ÇİN KUŞATMASINDA

Dünyanın en büyük sanat araştırma merkezi Paris
Artprice’ın rakamlarına göre, 2013/14 yılını 2
trilyon dolar gelirle kapatan çağdaş sanat piyasası,
kendi rekorunu kırmış oldu. Çin, 811 milyon dolarlık
satışla sanat marketini büyük ölçüde tekelinde
bulundururken, herkesin aklındaki soru ise bu piyasa
bir balon mu? Öyleyse ne zaman patlayacak?
Sanat iştah kabartıcı bir yatırım aracı olarak
kendi sularında akıyor. Bu karlı alanın senelerdir
büyük oyuncusu olan Avrupa, rolünü ABD’ye
devrederken, son rakamlar piyasanın buradan Çin’e
doğru uzandığını gösteriyor. Dünyanın en büyük sanat
araştırma merkezi Paris Artprice’ın rakamlarına
göre, 2013/14 yılını 2 trilyon gelirle kapatan
çağdaş sanat piyasası, bu uçuk rakamlarla birlikte
aynı zamanda kendi rekorunu kırmış oldu. Piyasanın
en önemli gelişmesi ise Amerikalı Jeff Koons’un,
“Balloon Dog” adlı eserinin 58,4 milyon dolara
satılmış olmasıydı.
Rakamlara göre bireysel satışlarda Amerikalı
sanatçıların lider olduğu bir liste dikkati
çekerken, Çin 811 milyon dolarlık satışla sanat
marketini büyük ölçüde tekelinde bulunduruyor.
Geçtiğimiz hafta İstanbul’da düzenlenen
Artinternational’ın katılımcıları arasında Galerie
Paris-Beijing, Lehmann Maupin, Pace ve Pearl Lam
Galleries gibi Çin kökenli galerinin çokluğu da
bunun küçük bir işaretiydi. Dünyanın ikinci büyük
ekonomisine sahip olan Çin’de sanat piyasasının
gittikçe güçlendiği açık bir gerçekken herkesin
aklındaki soru, bu piyasa bir balon mu ve öyle ise
ne zaman patlayacak!
Çin sanat piyasası 2011’den sonra büyük bir
yükselişe geçti. Çin’deki birçok endüstrinin önü
alınmaz büyümesiyle bu coşkunluktan nasibini alan
sanat piyasası uzmanları endişelendirmiyor değil,
zira bu alan çok hassas ve korunmasız. Öyle ki
geçtiğimiz yılın haziran ayında Çin hükümeti özel
bir müzeyi, mekanda yer alan yaklaşık 40 bin
parçalık sahte eser nedeniyle kapatmıştı.
Sanat piyasasının yükselmesindeki bir başka
etken, komünizmden kapitalist bir düzene doğru
silkinen ülkedeki yeni zengin sınıfın,
bastırılmışlıktan sıyrılıp bir anda kendine yeni bir
yol bulması... Sanatı bir yatırım aracı olarak
keşfeden ve sanatın her türlü formuyla bir anda
haşır neşir olan bu yükselen zengin sınıfın,
ülkedeki sanat piyasasına güvensizliğini de
belirtmek lazım. Bunun altındaki neden ise sahte
eser üretimindeki artış. Hem bu yeni zengin zümreye
mensup hem de sanat piyasasında yükselişinin
farkında olan pek çok kimse, Avrupa’daki ve
Amerika’daki sanat fakültelerine eğitim almak için
yollara düşüyor.
Küresel ekonomi ve sanat piyasası
Sanat piyasasında uzun yıllar çalışanlar bile bu
duruma hayret ederken gelişen bu yeni düzeni
kavramak zorlaşıyor. Çin’in etkisi dünyanın dört bir
yanında açılan sanat fuarlarında (yaklaşık iki yüzün
üstünde), düzenlenen müzayedelerde (online olanlar
daha da müşteri çekiyor), bienallerde, yeni
galerilerde etkisini gösterirken, sanat piyasasının
yeni aktörleri ortaya çıkıyor. Çin’in ardından
piyasaya sessizce giren ve büyük bir pazar oluşturan
Rusya, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni de bir
kenara yazmak gerek. Küresel ekonominin çarklarıyla
burun buruna giden bu piyasanın nelere gebe olduğunu
kestirmek zor.
Çin bir taraftan da yetenek ve deneyim konusunda
Londra, New York, Paris ve Berlin gibi kültür sanat
merkezleriyle işbirliğine girerek ülkeye sanat ithal
ediyor. Bunun yanı sıra çeşitli ülkelerde Çin’in
kültürel hazinesini dünyaya tanıtacak sergiler
düzenleniyor. Bunların son örneği ise geçtiğimiz
günlerde Londra’daki British Museum’da açılan ve
ülkenin 1400 ve 1450 yılları arasındaki dönemine
odaklanan “Ming: Çin’i Değiştiren Elli Yıl” adlı
sergi. Çin’in, bu tür etkinlikleri kültürel
diplomasinin bir aracı olarak gördüğü de
söylenebilir. Bir diğer önemli nokta ise
eğitimlerini Çin dışında tamamlayıp ülkeye geri
dönen birinci ve ikinci kuşak sanatçıların
oluşturduğu yeni dilin sanat ortamına getirdiği
hareketlilik. Bu gelişmelere, son yıllarda
Christie’s Sotheby’s gibi ünlü müzayede evlerinin
ülkede şube açmasını da eklemek lazım. Ekonomisinin
yanı sıra sanat alanında da yükselişte olan Çin’in,
büyük bir pay sahibi olduğu sanat piyasasının
gerçekten bir balon mu olduğu sorusunun cevabını ise
zaman gösterecek.
Zaman, Haber: Musa
İğrek, 05.10.2014
|
URARTU DÖNEMİNE AİT
'TİCARET FERMANI' BULUNDU
Van Kalesi'nin
kuzeyindeki höyükte
Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın izniyle 5 yıldır yürütülen kazı
çalışmalarında Urartular dönemine ait ticari
ilişkilerde kullanıldığı belirlenen ferman bulundu.
İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve
Arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Erkan
Konyar başkanlığında Van Kalesi'nin çevresinde 5
yıldır yürütülen kazı çalışmalarında, bölgenin
asırlar öncesi
sosyal ve kültürel
yaşamına ilişkin önemli bulgulara ulaşıldı.
Urartu Krallığı'nca 3
bin yıl önce üretilen savaş arabalarının kalıpları,
15. ve 16. yüzyıl dönemine ait nadide çanak ve
çömlekler, 5 bin yıllık seyyar ocak ve son olarak
2700 yıllık takıların ortaya çıkarıldığı höyükte, bu
yıl da Urartulara ait
sivil yerleşim
alanları, ticari ilişkilerde kullanıldığı belirlenen
ferman ve tunç fibulalar gün ışığına çıktı.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın izniyle Van höyüğünde başlattıkları
kazı çalışmalarında 5 yılı geride bıraktıklarını
belirten Konyar, kazılarda farklı üniversitelerden
35 bilim adamının görev yaptığını bildirdi.
Bu yıl yapılan kazılarda
Urartular dönemine ait önemli mekanların ve sivil
insanlara ait Urartu evlerinin ortaya çıkarıldığını
vurgulayan Konyar, evlerin, mimari ve ortaya çıkan
buluntulardan hareketle stadelde yaşayanların
ihtiyaçlarını karşılayan hizmet sektöründeki
insanlara ait olduğunun anlaşıldığını belirtti.
Aşağı bölümdeki
yerleşimlerin genellikle sivil karakter taşıdığını
ve evlerde kraliyet ailesine hizmet edenlerin
yaşadığını kaydeden Konyar, "Buluntuların büyük bir
bölümü sivil karakterli. 2014 yılındaki
buluntular arasında en önemlilerinden biri tablet.
Bir ferman ortaya çıkarıldı. Ferman ticari
içerikli. Buradan sevk edilen mal grubuna dair bir
yazışma ve bu açıdan oldukça önemli. Biyanili
ülkesinde yapılan bir ticareti tanımlıyor. Burası
belki bir katibin eviydi ve kil tabletler burada
yazılıyordu. Pişirilmemiş bir tabletti. Kısmen hasar
görmüştü. Şu anda bilimsel açıdan inceleniyor ve
okunmaya çalışılıyor. Aynı zamanda tunç fibulalar,
iğneler gibi bulgular da ortaya çıktı" diye konuştu.
Konyar, Urartular
dönemini araştırmak amacıyla yapılan kazıların büyük
bir bölümünün kalelerde gerçekleştirildiğini bu
nedenle krali yaşam tarzının daha çok bilindiğini
anımsatarak, Urartuların sivil yaşam tarzının çok
bilinmediğini bu nedenle höyükte yürütülen kazıların
çok önemli olduğunu aktardı.
Kazılarda, Urartular
dönemine ait evlerin içinde tandır, ocak, erzak
küpleri gibi buluntuların da ortaya çıkarıldığını
ifade eden Konyar şöyle konuştu:
"Van'da devam eden
geleneksel ev kültürünün Urartularda da var
olduğunu, Urartu'nun yansımasının günümüzde de devam
ettiğini görüyoruz. Van evlerindeki tandır evleri,
kiler gibi yapıların burada da bulunduğunu
söyleyebilirim. Evler belli düzen içinde değil.
ihtiyaca göre düzenlenmiş ve yaşayan insanların
niteliğine göre mimarisi değişen ev yapıları var. Bu
nedenle gelecek yıllarda yapacağımız kazılar çok
önemli. Diğer taraftan höyük gibi yerleşimlerden
evlerin bu kadar korunaklı gelmesi bizin için
sürpriz oldu. Duvarlar günümüze kadar varlığını
korumuş."
Van höyüğündeki
çalışmaların, kentin 5 bin yıllık yerleşme
karakterini de ortaya koyduğunu, kentin içinde yer
almasının da kent tarihi açısından önemli olduğunu
söyleyen Konyar, kazılar sayesinde kentte yaşaşan
insanların 5 bin yıllık kültüre tanıklık ettiğine
dikkati çekti.
Konyar, höyüğün kent
tarihinin belirlenmesi açısından oldukça önemli
bilgilerin elde edilmesini sağlayacağını bildirdi.
Radikal, Haber: Cemal
Aşan - Ali İhsan Öztürk, 04.10.2014
|
ÇANAKKALE'DE '2 BİN
YILLIK AYAK İZİ' BULUNDU

Biga İlçesi Kemer
Köyü yakınında yer alan
Hellenistik dönemin
önemli antik liman kenti
Parion'daki
kazılarda, 2 bin yıllık
ayak izi bulundu.
Bu izin,
tuğlaların yapımı
ve bölgedeki inşaat çalışmaları sırasında bir
işçinin yanlışlıkla harcın üzerine basması sonucu
oluştuğu tahmin ediliyor.
Antik kentteki sezon
kazılarına, güney nekropol, tiyatro, odeon, Roma
hamamı, yamaç ve sondaj yapıları başta olmak üzere 7
bölgede devam ediliyor. Bunun yanı sıra kentin
farklı noktalarında sondajlar yürütülüyor.
Restorasyon ve
konservasyon çalışmalarının da yapıldığı bölgede,
önceki yıllarda ortaya çıkarılan ve kazısı biten
erken Bizans şapeliyle ilgili arkeopark projesinin
tamamlanması hedefleniyor.
Kazı Heyeti Başkanı ve
Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Vedat Keleş, bu yılki
kazılarda çok önemli bilgilere ve verilere
ulaştıklarını söyledi.
Parion için çok
önemli veriler elde edilen Roma hamamı kazılarında
bir
tuğla bulduklarını
anlatan Keleş, şöyle devam etti:
"Tuğlanın
üzerinde, 2 bin yıl önce, o dönem burada yaşayan bir
kişinin
ayak izine
rastladık. Boyutlarına baktığımızda normal bir
ayak izi olduğunu
tespit ettik. Tahmin ediyoruz ki bu
ayak izi,
tuğlaların yapımı
ve bölgedeki inşaat çalışmaları esnasında orada
çalışan bir işçinin bilmeden, yanlışlıkla üzerine
basması sonucu oluştu. Bu
ayak izinin yanında
bir de pati izi var. Bu izin de,
ayak izinin
sahibinin köpeğine ait olduğunu tahmin ediyoruz. Söz
konusu izlerin, bilinçsizce,
tuğla henüz hamur
haldeyken yanlışlıkla üzerine basılması sonucu
oluştuğunu düşünüyoruz."
Keleş,
ayak izinin,
arkeoloji tarihi bakımından ilginç bir buluntu
olduğunu vurguladı.
Antik dönemde yaşamış
bir insanın ayak izine ulaşmaktan memnuniyet
duyduklarına değinen Keleş, "Antik Roma döneminde
yaşayan insanlarla şu anki insanların boyları hemen
hemen aynı. Bu ayak izi, normal yaşlarda yetişkin
sayılabilecek bir insana ait olabilir. 40 ya da 41
numara olduğunu tahmin ediyoruz" diye konuştu.
İnsan iskeletindeki
dişlerde aşınma izleri
İÇDAŞ Çelik, Enerji,
Tersane ve Ulaşım AŞ ana sponsorluğunda yürütülen
kazılarda bu yıl genel anlamda çok önemli bulgulara
rastladıklarını aktaran Keleş, ayrıca antropolojik
bulgular anlamında önemli bir keşfin de
Parion'da
gerçekleştiğini aktardı.
Keleş, şunları kaydetti:
"Burada kazılar
sırasında çıkan iskeletler antropologlar tarafından
incelendiği sırada hepsinin ön dişlerinde bir aşınma
olduğunu tespit ettik. Bu, neden olabilir diye
düşündük. Acaba tahıldan mıdır? Ya da bunun sebebi
nedir diye araştırdık. Tabii bunun için biz farklı
bir yöntem denedik. Kemer Köy'ünde yaşayan yaşlı bir
amcayı kazı evine davet ettik. Amcaya, bize ön
dişlerini göstermesini istedik. İskeletle
karşılaştırdığımızda amcanın dişlerindeki aşınmanın
birebir aynı olduğunu gördük. Çok ilginçti. Acaba
dedik, binlerce yıldır yemek rejiminde mi bir
değişiklik olmamış? Ya da başka bir neden mi var
diye sorduk amcaya. Meğer balıkçılar, ağ yaparken
malzemeyi ağızlarına alıp ön dişleriyle tutarmış.
Sonra anladık ki bu aşınma tamamen mesleki bir
aşınmaymış. Burası antik çağda, 2 bin yıl önce de
bir balıkçılık merkeziydi, şu anda da bölgede
balıkçılık yapılıyor. O dönemdeki insanların
dişlerindeki aşınmanın günümüzdeki insanlarda da
devam ettiğini gördük. Bu dişlerdeki aşınma 2 bin, 2
bin 200 yıldır devam ediyor."
Habertürk, 04.10.2014
|
GÖKDELEN YIKIMI İHALESİNE KİMSE KATILMADI
İstanbul'un tarihi siluetine etki eden katların
yıkımı onaylanınca gökdelenlerin tıraşlanması
bekleniyordu. Ancak Zeytinburnu Belediyesi'nin
kararı ne zaman uygulayacağı belli değildi. Belediye
2 Eylül'de sessiz sedasız ihaleye çıktı. Şartnamede
de, "Konsorsiyum olarak ihaleye teklif
verilemeyeceği" şartı getirildi. Kimse katılmayınca
ihale iptal oldu.

İstanbul 4. İdare Mahkemesi tarihi siluete etki
eden katların yıkımına verdiği kararı Danıştay 14.
Dairesi onayınca gökdelenlerin tıraşlanması
bekleniyordu. Ancak Zeytinburnu Belediyesi’nin
kararı ne
zaman uygulayacağı belli değildi.
Belediye 2
Eylül tarihinde sesiz sedasız ihaleye çıktı.
İhale şartnamesine de, ‘’Konsorsiyum olarak ihaleye
teklif verilemeyeceği’’ şartı getirildi. Kimse
katılmayınca ihale iptal oldu.
Şimdi Zeytinburnu Belediyesi ya pazarlık usulü ya da
en kısa süre içinde ikinci kez ihaleye çıkması
gerekiyor. Ancak Belediye'den yapılan açıklamada
Astay Gayri Menkul A.Ş.‘nin ihaleye itiraz ederek
dava açtığını, dava sonuçlanıncaya kadar da ikinci
bir ihaleye çıkılamadığını belirtiyor.
23 KATA İNDİRİLECEK
Danıştay, Zeytinburnu'ndaki gökdelenlerle ilgili
İstanbul 4. İdare Mahkemesi'nin verdiği, "tarihi
silueti bozan kısmın yıkımı" kararına ilişkin
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Zeytinburnu
Belediyesi'nce yapılan itirazı reddederek, yerel
mahkemenin kararını onamıştı.
Zeytinburnu’ndaki gökdelenlerin uygulama imar
planları ile yapı ruhsatları da daha önce iptal
edilmişti. Danıştay yıkım kararını onayınca da hangi
katların yıkılacağı merak edilmişti. İBB siluet için
her semte yükseklik kotası getirdi. Bu kotaya göre
Zeytinburnu için belirlenen yükseklik 70 metre yani
23 kat. Bu karara göre 36, 32 ve 26 kat olan 16:9
gökdelenleri için düşülmesi gereken minimum kat
yüksekliği 23. Bu durumda kulelerin birinden 13,
birinden 9 ve birinden de 3 kat yıkılması
gerekiyor.
KAÇAK YAPI YIKIM İŞİ!
Yıkım kararını belediyenin tebliğ tarihinden
itibaren 30 gün içinde uygulaması gerekiyor.
Zeytinburnu Belediyesi İmar Müdürlüğü bu sürenin
tamamlanmasına yakın ihaleye çıktı. Kaçak yapıların
yıkım işi Zeytinburnu Belediye Başkanlığı tarafından
ihaleye çıkıyor. 150 günde tamamlanacak yıkım işinin
ihalesi 2 Eylül 2014 tarihinde saat 14.00'te
düzenlendi. 2014 / 98231 ihale numarası ve ‘’771 Ada
12 Parsel 155.000 metrekare kaçak yapıların yıkım
işi" adıyla ihale duyuruldu. Yıkım işinin süresi
olarak da 150 gün belirlendi. Encümen Toplantı
Salonu-Kazlıçeşme Mah.Abay cad.No:165
Zeytinburnu/İSTANBUL adresinde yapılan ihaleye
katılım olmadı.
KONSORSİYUM OLMAZ!
İhale şartnamesinin 12. Maddesi'nde "Konsorsiyum
olarak ihaleye teklif verilemez" şartı getirildi. Bu
kadar büyük bir yıkım işine neden konsorsiyum
istenmediği ise anlaşılamadı. Zeytinburnu Belediyesi
konuyla ilgili olarak sadece, "Söz konusu yerdeki
yıkımlar ile alakalı olarak gerekli dosya fen işleri
müdürlüğümüze intikal ettirilmiş olup yıkım ile
ilgili ihale süreci başlatılmış ancak yetkili firma
Astay tarafından ihaleye itiraz davası açılmıştır
yasal süreç devam etmektedir" demekle yetindi.
Hukukçulara göre katılım olmadığı takdirde kamu
kurumunun ihale şartnamesini gözden geçirerek
yeniden ihaleye çıkması gerekiyor. Bunun için yasal
bir süre zorunluluğu bulunmuyor. Hatta Kamu İhale
Yasası’na göre pazarlama usulü ile aynı şartlarda
yeniden ihaleye çıkılabileceği belirtiliyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 04.10.2014
|
BÜYÜK İSKENDER'İN MEZARI MI BULUNDU?

Kuzey Yunanistan'ın Serrez ve Kavala kentleri
arasında kalan Amfipolis antik bölgesindeki kazılar
sürüyor. Temelleri 1950'li yıllarda ortaya
çıkartılan, ancak yakın zamanda aslan başlı iki
sfenkse rastlanmasıyla kazı çalışmalarına hız
verilen devasa boyutlardaki anıt mezarın üzerindeki
giz perdesi de aralanıyor. Antik Yunan tarihinin
belki de en büyük anıt mezarı olduğuna inanılan
yerde yapılan kazılarda ne bulunacağı konusu ise
arkeologları şimdiden karşı karşıya getirdi.
Kazılardan ne çıkacağına ilişkin senaryoların sayısı
14'ü buldu. Senaryolar arasında dikkat çeken ve
elbette en çok temenni edilen ancak fazla şans
tanınmayan, bu görkemli anıt mezarın Antik Yunan'ın
en büyük kumandanı Makedon Kral Büyük İskender'e ait
olabileceğine ilişkin olanı. Mezarın Büyük
İskender'in annesi Olympia'ya ait olabileceğini öne
sürenler de var. Bir başka senaryo da anıt mezarda
Büyük İskender'in meçhul ölümünden sonra yerine
geçmek isteyen Kral Kassandros tarafından öldürülen
İskender'in Pers asıllı eşi Roksana (Roxani) ile
küçük oğlu 4. İskender'in yattığına ilişkin. Mezarın
Kral Kassandros'a ya da Büyük İskender'in çocukluk
ve silah arkadaşi Ifestos'a ait olabileceğini
söyleyenler de var. Hatta anıt mezarın bir şehitlik
anıtı ya da Roma İmparatorluğu döneminde dikilen bir
anıt olduğu da iddia ediliyor.
ASLAN BAŞLI SFENKSLER
Kazılara gelince... Çevresi 497 metre, çapı 158
metre, yan duvarları üç metre yüksekliğindeki anıtın
girişinde bulunan iki metre yüksekliğinde ve birer
buçuk ton ağırlığındaki sfenkslerin arkasında
bulunan üç ayrı bölümün içindeki yoğun kum
yığınları, dördüncü bölüme girişi ve eğer varsa
mezar odasına ulaşımı oldukça zorlaştırıyor. Bu
bölümlerin içinden büyük bir titizlikle çıkartılan
kumlar, ilk önce elekten geçiriliyor ve bulunan
parçalar teker teker birleştiriliyor. İkinci bölümün
girişinde bulunan ikişer metre yüksekliğindeki kadın
figürleri (Karyates) ise arkeologları şaşkına
çevirmiş. 'Karyalı Kadın' anlamına gelen Karyates
heykellerinin, antik Yunan döneminde ve özellikle
Atina'daki Akropol tapınağındaki Karyates
heykelleriyle tıpatıp aynı olması, anıt mezarın
mimarının Atinalı olabileceği ihtimalini artırıyor.
Kum yığınından arındırılan üç metre yüksekliğinde ve
dört buçuk metre genişliğindeki bölümlerin tavan ve
tabanlarının mozaiklerle süslü olması, bugüne dek
ortaya çıkartılan antik mezarların en büyüğü, en
süslüsü ve en görkemlisi olduğunu gösteriyor.
Kazıların başında bulunan arkeolog Katerina
Peristeri, son yaptığı açıklamada anıt mezarın kime
ait olduğunun önümüzdeki bir ay içinde ortaya
çıkarılacağını ümit ettiğini söyledi. Peristeri,
kazılarda yer almadıkları halde fikir yürüten
meslektaşlarına 'daha az konuşmalarını' tavsiye
ederek diplomatik bir dille eleştirisini dile
getirmekten de kaçınmadı. Anıt mezarın İ.Ö. 325-300
yılları arasında, yani Büyük İskender'in hakimiyeti
döneminde inşa edildiğine inandığını belirten
Peristeri, bölümlerin içinden çıkartılan kum
yığınlarından alınan örneklerin, incelenmesi ve tam
olarak kaçıncı yıla ait olduklarının öğrenilmesi
için Almanya'da özel bir laboratuvara gönderildiğini
de açıkladı.
YAĞMALAMA OLDU MU?
Anıt mezarın yağmalanıp yağmalanmadığı ise
henüz kesinlik kazanmış değil. Bölümlerin içindeki
kum yığınlarının, anıt mezarın yağmalanmaması için
mimarı tarafından tasarlanmış olabileceği ya da 2
bin 300 yıl içinde anıt mezarı örten toprakların,
içteki bu bölümlere sızmış olabileceği gibi
tahminler yürütülüyor. Ancak mezar içindeki olası
değerli parçalar yağmalanmış olsa bile, bunların
antik dönemde yağmalanmış olabileceğine ve mezar
odanın içinde bulunacak olası iskelet ya da
iskeletlerin kimliklerinin kolayca saptanabileceğine
de dikkat çekiliyor. Anıt mezarın kazılar
tamamlandıktan sonra Atina'nın sembolü olan Akropol
tepesindeki Parthenon tapınağı kadar ilgi
çekebileceği belirtiliyor. Arkeologlar, ayrıca bu
kazıların Antik Yunan dönemindeki kent/devletleri
birleştiren Büyük İskender'le ilgili önemli ipuçları
vereceğini tahmin ediyor.
Sabah, Haber:
Stelyo Berberakis, 04.10.2014
|
İTALYA'DA MUMYALANMIŞ FETUS BULUNDU
Live Science'ın haberine göre İtalya'da 1840'lı
yıllarda mumyalanmış 29 haftalık bir fetus bulundu.
İzler fetüse anne karnında cerrahi müdahaleye işaret
ediyor.

Bölgede meydana gelen 6.3 şiddetindeki
deprem sonrasında pek çok insan vücuduyla
birlikte mumyalanmış bir fetus bulundu. Fetusün
üzerindeki işaretler anne karnında cerrahi
müdahaleyi gösteriyor. Detaylı araştırma geçtiğimiz
Ağustos ayında Uluslararası Osteoarkeoloji
Dergisi'nde yayınlandı. İşte araştırmaya göre olayın
gerçek yüzü.

2009 yılının Nisan ayında İtalya L'aquila'da
meydana gelen bir deprem 300'den fazla kişinin
ölmesine yol açarken pek çok evin yıkılmasına da
neden oldu. Yakınlardaki bir kasaba olan
Casentino'da yaşanan yıkım sonrasında ise
mumyalanmış fetus yıkıntılar arasında keşfedildi.

Kasabadaki St. John Kilisesi'nin tabanı çökünce
ortaya çıkan yeraltı odalarında mumyalanmış insan
bedenleri bulundu. Mumyalar arasında 1840'lı yıllara
uzanan bir fetusun de olduğu ortaya çıkarıldı.

Uzmanlar röntgen altında mumyayı incelediklerinde
ise fetusun iskeletinin birbirinden ayrılmış
olduğunu ortaya çıkardı. Kafatası omurgasından
ayrılmış olan fetusun kollarının da eklemlerinden
ayrıldığı gözlemlendi. Uzmanlar bu tür bir cerrahi
müdahalenin izine daha önce rastlamadıklarını
belirtti. Mumyayı inceleyen uzmanlardan Ruggero
D'Anastasio Live Science'a yaptığı açıklamada bunun
embriyotomi yapılmış bir fetusa benzediğini
belirtti. Embriyotomi, fetus anne karnında öldükten
sonra vajinal yolla bebeğin çıkarılması işlemidir.
Embriyotomi esnasında ölü fetusun parçalara
ayrılarak çıkarılması söz konusu olabilir.
Milliyet,
Çeviri: Gizem Aydoğan,
03.10.2014
|
SINIR DIŞINDAKİ TEK TÜRK TOPRAĞI: CABER KALESİ
Caber Kalesi, Türkiye'nin Türkiye sınırları dışında
sahip olduğu tek kara parçasıdır. Suriye'nin
kuzeyinde ve Fırat nehrinin sol kıyısında kalan bu
kalede 1921 yılından beri Türk bayrağı
dalgalanmaktadır.

İslamiyet'ten önceki devirde ve İslamiyet'in
başlangıcı sırasında "Davsara" olarak bilinen yer
Müslüman coğrafya alimleri tarafından "Davsen"
olarak adlandırılmıştır.

Hicri 5. asırda Beni Kuşeyrli Ca'ber tarafından
zaptedildiği için, bu isimle şöhret bulmuştur.

Bu kale, 1087'de Sultan Celaleddin Melikşah
tarafından zapt edilmiş ve Halep'teki Ukaylilerin
sonuncusu Salim'e verilmiştir.

1146'da Musul Emiri Atabeg Zengi tarafından
kuşatılmış ise de, ölümü üzerine zapt edilememiş,
ancak daha sonra bu kale, Ukayliler tarafından
Atabeg Zengi'nin oğlu Nureddin Zengi'ye teslim
edilmiştir.
1206'da Harzemşahların istilasına, 1260'ta da
zalim Hülagü'nün yağmasına ve tahribatına maruz
kalmıştır.
Memluklüler zamanında Haleb'e bağlanan kale,
Kılavun'un hükümdarlığının son zamanlarında tamir
edilmiş sonra da Döğer adlı Türkmen Boyunun eline
geçmiştir.
Bugünkü Rakka şehrinin 50 km. batısında ve
Halep'in 110 km. güneydoğusunda bulunan Caber
Kalesi, Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı
topraklarına katılmıştır.
Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Bey'in dedesi
Süleyman Bin Kaya Alp'ın mezarı da buradadır.
Süleyman Bin Kaya Alp, Malazgirt Zaferi'nden
sonra 1071'de Ahlat, Erzurum ve Erzincan bölgesinde
7 sene kalıp bu bölgeden güneye inmeye karar
vermiştir.
Süleyman Bin Kaya Alp'ın naaşı, sudan çıkarılarak
Caber Kalesinin önüne defnedilmiştir.
Osmanlı Devleti zamanında Rakka kazasına bağlı
bir nahiye olan Caber Kalesi, 1. Dünya Savaşı'nda
Osmanlı Devleti'nin yenilmesi üzerine, 1918 yılı
sonlarına doğru İngiliz Kuvvetleri tarafından işgal
edilmiş, daha sonra, Birleşmiş Milletler Cemiyeti
kararı ile Fransız mandası altına giren Suriye
Devleti sınırları içerisinde kalmıştır.
Türkler için büyük manevi değer taşıyan Caber
Kalesi, 20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümeti ile Fransız Hükümeti arasında
imzalanan Ankara Anlaşmasının 9. maddesi gereğince,
Osmanlı Devletinin kurucusu Sultan Osman'ın büyük
babası Süleyman Bin Kaya Alp'ın Caber kalesindeki,
Türk Mezarı adı altında tanınan kabri, müştemilatı
ile beraber, Türkiye'nin malı sayılmış ve Türkiye'ye
orada muhafızlar bulundurma ve Türk bayrağını çekme
hakkı tanınmıştır.

Atatürk'ün mezarında da bu çok önem verdiği
kaleden alınan toprak bulunduğu söylenmektedir.
Atatürk özellikle Suriye ve çevre bölgede bulunan
Türk toplumuna ve eserlerine çok büyük önem
vermiştir ve haklarını korumuştur (Bir çok kaynak
bildirir ancak genellikde Musul, Kerkük ve Kudüs
bölgesi tarih uzmanları tarafından vurgulanır)
Türbenin muhafazasını sağlamakla görevli olan
Jandarma İhtiram kıtasının ikameti için 30 Mayıs
1938 tarihinde modern bir karakol yaptırılmış, eski
türbenin tamiri imkansız hale geldiğinden tarihi
önem ve özelliğine uygun olarak, 1939 yılında da
karakolun yanında yeni bir türbe inşa ettirilerek
Süleyman Bin Kaya Alp'ın mezarı buraya
nakledilmiştir.
Türkiye ile Suriye heyetleri arasında 1956
yılında Halep’te yapılan üst seviyede bir toplantıda
düzenlenen tutanağın 13 ve 14 ncü maddelerinde türbe
için gönderilecek ihtiram kıtasının her ayın 7'sinde
değiştirilmesi kabul edilmiştir. Günümüzde her ayın
7 ve 20 sinde karakolun ikmali sağlanmakta ve
personel değişimi yapılmaktadır.

Caber Kalesi, Türkiye Cumhuriyeti 20. Zırhlı
Tugayı 3.Hudut Alay Komutanlığı 2. Hudut Taburuna
bağlı bir manga asker tarafından korunmaktadır.

Suriye Hükumeti, Fırat Nehri üzerinde 1966
tarihinde başlattığı Tabka barajının 1973 yılı
içerisinde her türlü inşaatını bitireceğini ve
barajın su toplamaya başlamasıyla Caber Kalesinin
tamamen baraj suları altında kalacağını ileri
sürerek, Türk hükumetinden türbenin yerini
değiştirilmesi veya türbenin Türkiye’ye naklini
talep etmiştir.

Yeni ortaya çıkan durum üzerine Türkiye ve Suriye
hükumetleri arasında yapılan görüşmeler sonucunda
imzalanan antlaşmaya göre; Türbe, müştemilatı ile
birlikte Karakozak Köyü yakınındaki yeni yerine
nakledilmiştir.
8797 m2 lik bir alan üzerinde yer alan Caber
Kalesini, bu defa yeni inşa edilmekte Teşin
Barajının suları tehdit etmektedir.



Akşam, 03.10.2014
|
1800 YILLIK YAPIDA
DEPREM İZİ
Çanakkale,
Ayvacık İlçesi Gülpınar Köy'ünde, "Apollon
Smintheus" adlı kutsal alanda yürütülen kazılarda
gün ışığına çıkarılan bin 800 yıllık binaya ait
kalıntıların, yapının deprem nedeniyle yıkılması
sonucu oluştuğu belirlendi.

Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü adına Prof.Dr. Coşkun Özgünel ve ekibi
tarafından yürütülen kazılarda, Hellenistik döneme
tarihlenen Apollon Smintheus Tapınağı'nın çok daha
küçük ölçeğinde bir Roma yapısı ön plana çıktı.

Kazı Grubunda yer alan
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Davut Kaplan, gün ışığına çıkardıkları
yapının, tıpkı tapınak gibi podyum temellerine kadar
tahrip edildiğini belirlediklerini söyledi.

Bu binanın, ölçüleri
dikkate alındığında tapınağın minyatürü olarak
kaldığını anlatan Kaplan, şöyle konuştu:
"Şimdilik podyumu açığa
çıkarılan ve Roma dönemine tarihlendirilen yapının
temel yapısı çok dikkati çekici. Birbirini kesen
özel kanallarla alınan önleme rağmen yapı depremle
yıkılmış. Yine bu yapının temel payandaları ve çevre
duvarı da depremle tahrip olmuş. Bu tür bir yıkıma
buradaki kazılarda ilk kez rastlıyoruz. Yapıda ve
çevre duvarında hala deprem kırığını görmek mümkün.
Buluntunun, Çanakkale'deki depremlerin geçmişine de
ışık tutacağını umuyoruz."

Kaplan, podyumlu yapının
üst yapı elemanlarına ait bazı parçaların mimari
dekorasyon bakımından çok daha özenli, detaylı ve
kaliteli olduğunu aktardı.
Yapının temellerinin
moloz taş ve kireç harçtan oluşan bir podyum üzerine
kalker bloklarla oturtulduktan sonra ana beden
duvarları mermerle devam ettiği bilgisini veren
Kaplan, "Eldeki bulgulara göre, çatının tümü
mermerden yapılmış" ifadesini kullandı.

Davut Kaplan, "muhteşem
podyumlu" binanın işlevini belirleyici bir ipucu ele
geçmediğini ancak boyutları ve işçiliği dikkate
alındığında küçük bir tapınak veya kahramana adanmış
bir yapı olabileceğini sözlerine ekledi.
Trt Haber, 03.10.2014
|