Haberler logo Ekim '14 Arşivi

19 - 25 Ekim 2014

TÜRKİYE'NİN ÜZERİNDE AYASOFYA'NIN LANETİ VAR"

 

Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi, Türkiye üzerinde 'lanet' olduğunu bunun kalkması için Ayasofya'nın tekrar cami haline getirilmesi ve minarelerinde ezan okutulması gerektiğini söyledi.

 

Ayasofya camiinin vakıf olduğunu, Fatih Sultan Mehmed'in vakfiyenin sonunda, vakfı bozacaklar için lanet ve beddua ettiğini hatırlatan Eygi, yazısında şu görüşlere yer verdi:

 

"Bu beddua ve lanet bütün Türkiyeyi kapsıyor. Ayasofya müze olarak kaldıkça bundan kurtulmak mümkün değil. Peki çare ne? O ulu mabedi tekrar cami haline getirmek, minarelerinde ezan okutmak ve vakfiyedeki bütün şartları hayata geçirmek.

 

Ayasofyanın bahçesinde bir medrese vardı. Yıktılar. Onun laneti de Türkiyenin üzerindedir. Başka lanetler, beddualar var mıdır? Vardır, hem de sayılamayacak kadar çoktur. Otuzlu yıllarda on binden fazla cami, mescid, tekke, medrese, vakıf binası satılmış… kiraya verilmiş… yıkılmış… gayesi dışında kullanılmıştır. Onların lanetleri. Bu memlekete huzur gelmesi için bu kötülüklerin telafi edilmesi gerekir."

Merhaba Haber, 23.10.2014

HAZİNE ARAZİSİNDE KEPÇE İLE KAZI YAPAN 4 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI

 

Kayseri’de, hazine arazisinde izinsiz kazı yaptıkları tespit edilen 4 kişi yakalanarak gözaltına alındı. Yapılan soruşturmada ifadeleri alınan şahıslar serbest bırakıldı.

 

Edinilen bilgilere göre, Özvatan İlçesi Kermelik mahallesinde meydana gelen olayda, hazine arazisinde kepçe ile izinsiz kazı yaptıkları tespit edilen S.G., T.Ç., O.T. ve F.B. yakalanarak gözaltına alındı. Jandarma ekipleri tarafından gözaltına alınan şahıslar, ifadelerinin alınmasının ardından serbest bırakıldı.

Kayseri Gündem, 23.10.2014

RESTORASYON ALANINDA İŞ MAKİNASI

 

 

İzmir’in Basmane semtinde, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne ait Şeyh Bedrettin Türbesi’nin restorasyonu çalışmalarında, kullanılmayacak durumdaki ek yapıların yıkımı sırasında iş makinesi kullanılması tepki çekti. Konuyla ilgili olarak hurriyet.com.tr’ye açıklama yapan, İzmir Vakıflar Genel Müdürü Kenan İba, “İş makinaları türbeye dokunmuyor. Civarda yapılmaması gereken yapıları yıkıyor” diye konuştu.

 

Basmane Oteller Sokağı’nda Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne ait Şeyh Bedrettin Türbesi’nin Anafartalar Caddesi’ne bakan binasında restorasyon çalışmaları başladı. Türbeye ek, kullanılmayacak durumda olan yapıların yıkımı sırasında iş makinelerinin kullanılması hem türbenin bulunduğu kagir yapı olan binaya hem de aynı sokakta bulunan eski yapılara zarar verebileceği endişesi yarattı.

 

Eski tarihi yapıların bulunduğu sokakta yıkımların insan eliyle yapılması gerektiğini savunan esnaf, iş makinesi çalıştığında binalarda sallanmalar olduğunu ve zarar görmesinden kortuklarını dile getirdi. Şeyh Bedrettin Türbesi’nin Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yap işlet devret modeliyle kuran kursu olarak kullanılmak amacıyla kiralandığı öne sürüldü.

 

PROJE KURULDAN ONAYLI

İzmir Vakıflar Genel Müdürü Kenan İba ise restorasyonda iş makinalarının projesine göre bulunabileceğini söyledi. İba hurriyet.com.tr’ye yaptığı açıklamada, “Biz iş makinasını türbenin restorasyonunda kullanmıyoruz. Civardaki binaların yıkımında kullanıyoruz. O bölgeye sonradan yapılmaması gereken yapılan konulmuş” diye konuştu. İba, “Projemiz kuruldan onaylı. Fakat ben derhal arkadaşları bölgeye gönderiyorum. Durumu kontrol edecekler” diye konuştu. İba yıkılması gereken ek binaların enkazının ancak iş makinalarıyla alandan kaldırılabileceğini söyledi. Restorasyonun ne zaman tamamlanacağı ise bilinmiyor.

Sözcü, 23.10.2014

BATMAN'DA TARİHİ ESER
OPERASYONU

 

Batmanda tarihi eser kaçakçıları yakalandı. Batman'da 900 adet tarihi maden paranın ele geçirildiği operasyonda 2 kişi gözaltına alındı İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, bir araçta yaptığı aramada, tarihi eser olarak değerlendirilen 900 adet madeni para ele geçirildi. Araçta bulunan K.B ve Ş.B gözaltına alındı.

Olayla ilgili soruşturma sürüyor.

Batman Gazetesi, 23.10.2014

GALATA KÖPRÜSÜNÜN 74 METRESİ KAYIP

 

 

Tam 22 yıl önce Balat-Hasköy arasına taşınan tarihi Galata Köprüsü’nün 25 metre eninde ve toplam 74 metre uzunluğundaki 3 parçası sır oldu. Yaklaşık bin tonluk demir-çelikten oluşan parçaların ne zaman, nasıl kaybolduğunu kimse bilmiyor.

Taşınmayı beklerken 16 Mayıs 1992’de şüpheli bir yangın sonucu kullanılamaz hale gelen tarihi Galata Köprüsü’nü oluşturan 12 parçadan 3’ü, aradan geçen 22 yılda ortadan kayboldu. Oysa köprü, “2. Derece Korunması Gerekli Kültür Varlığı” statüsünde. 28 duba üzerinde duran, 25 metre eninde, 466.5 metre uzunluğundaki köprüde, Karaköy ve Eminönü kıyısında köprünün kara bağlantılarını sağlayan 17’şer metrelik 2 parça yer alıyordu. Bunları birleştiren ortalama 40’ar metrelik 9 parça ve köprünün tam ortasında gemilerin geçebilmesi için açılabilen 66.7 metrelik en büyük parça bulunuyordu. İstanbul’a 80 yıl boyunca hizmet veren köprü, hemen yanı başında inşa edilen yeni köprünün tamamlanmasının ardından emekli edilmeyi beklerken, sabah saatlerinde çıkan esrarengiz bir yangınla kullanılmaz hale geldi.

PARÇALAR HALİÇ’E TAŞINDI
Yangından 1 hafta sonra düzenlenen bir törenle köprü parçaları Haliç’e taşındı. Taşınma sırasında Eminönü tarafında bekletilen hasarlı bir parça, 28 Mayıs sabahı denize gömüldü. Dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen, parçanın müteahhit firmanın üzerine yığdığı tonlarca kum ve çakıl yüzünden battığını, yeni köprüyü yapan firma tarafından çıkarılacağını açıkladı. Ardından Balat-Hasköy ile Ayvansaray- Halıcıoğlu kıyıları arasına yerleştirilen ve zaman zaman araç ve yaya trafiğine açılan köprünün 12 parçasından 40 metrelik 1 parçası ile 17’şer metre uzunluğundaki 2 parçası, geçen 22 yıl içinde ortadan kayboldu. Bu kıyılar arasındaki uzunluk Eminönü-Karaköy mesafesinden kısa olduğu için eksik parçalara rağmen köprü kuruldu. Köprünün yaklaşık bin tonluk parçalarının ne zaman ve nasıl kaybolduğu sorusuysa yanıt bekliyor.

SON DURUM İŞTE BÖYLE
Yıllardır Balat ve Hasköy kıyılarına bağlı halde kullanılmayan köprünün son durumu da içler acısı. Köprü altındaki dükkanlar evsizlere mekan olmuş. Kapakları çalındığı için ağızları açık duran dubalar her türlü tehlikeye davetiye çıkarıyor. Paslanma ve otlanma da bakımsızlığın diğer izlerini oluşturuyor.

ALMAN MAN YAPTI
Sultan Abdülaziz köprü yapım işini 1909 yılında Alman MAN firmasına verdi. Almanlar köprü için 80-85 metrelik ayaklar gerektiğini tespit etti ama dönemin teknolojisi uygun olmadığı için köprünün dubalarla suyun üstünde inşasına karar verildi. Almanya’da üretilen parçalar, Hasköy Karaağaç Tersanesi’nde birleştirildi. Köprü, 27 Nisan 1912’de törenle hizmete girdi.

'KÖPRÜYÜ TAŞIDIK AMA'
Yeni Galata Köprüsü’nü inşa eden konsorsiyumda görevli İbrahim Özen, eski köprünün taşınması sürecini şöyle anlattı: “Şirket olarak sözleşmemizin içinde, eski köprünün belediyenin tayin edeceği yere çekilmesi işi de vardı ve yapıldı da zaten. Batan kısım kenar ayak bağlantısıydı. Batmayla ilgili soruşturma yapıldı, hukuki işlem yürütüldü. Biz batma olayında sorumluluğumuz olmadığını, teknik yönden de bilirkişiler yönünden de ispatladık. Bütün parçalar belediyenin söylediği yere götürüldü. Oradaki montajını belediye başka bir firmaya yaptırdı.” Bu arada İstanbul Büyükşehir Belediyesi köprünün 8 parça olarak göründüğü, parçaların 8’inin de Balat ve Hasköy kıyılarında bağlı olduğu açıklamasını yaptı.

Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 23.10.2014

PARİS PICASSO MÜZESİ YENİDEN AÇILIYOR

 

Fransa'nın başkenti Paris'te 2009'dan beri tadilat ve yenileme çalışmaları için kapalı olan Picasso Müzesi 5 yıllık bir aradan sonra tekrar açılıyor. Müze yetkilileri, yenileme çalışmaları için 5 yılda 52 milyon euroya yakın masraf yapıldığını belirtiyor. Bu zamana kadar birçok aksaklık yüzünden açılamayan müzenin, ressam Pablo Picasso'nun doğum günü olan 25 Ekim'de açılacağı kaydedildi. Kübizm akımının kurucusu olarak kabul edilen ressam Pablo Picasso'nun 400 kadar eseri 3 bin 700 metre karelik alanda sergilenecek.

Sabah, 22.10.2014

BALAT'TA BİNALARIN REHABİLİTASYON ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

 

Fatih Belediyesi tarafından Fener-Balat'taki bazı binalarda rehabilitasyon çalışmaları başlatıldı. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'in de katıldığı tören Yıldırım Caddesi'nde gerçekleştirildi. Mehter takımının kısa bir konser verdiği törende Demir konuşma yaptı. Konuşmanın ardından Demir temsili olarak bir evin dış cephesini boyayarak projeye start verdi.

 

Basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Başkan Demir, yapılan çalışmaların bakım onarımdan ziyade ağırlıklı olarak rehabilitasyon olduğunu dile getirdi. Boya, badana ve çevre düzenlemeleriyle daha yaşanılabilir bir mahalle için çalıştıklarını kaydeden Başkan  Mustafa Demir “Aslında buranın normal şartlarda potansiyeli var ama biz muhteşem bir manzarası olan Yıldırım Caddesi'ni mahalle sakinlerinin kendileri düzenlesin istedik ama olmadı. Biz Fatih Belediyesi olarak böyle bir proje başlattık. Kullanılan boyaları Polisan sağladı. Dünyada bu tür manzarayı yakalayabileceğiniz çok az yer vardır. İnşallah arzu ettiğimizi gerçekleştireceğiz. Hedefimiz insanlara, İstanbul'un merkezi sayılan bu bölge için gerekli ilgi ve alakayı sağlamaktır. Bu proje onlardan bir tanesidir" dedi.

 

MAHALLE SAKİNLERİ PROJEDEN MEMNUN

Törenin ardından Demir vatandaşlarla sohbet etti. 1970'den beri Balat'ta yaşadığını söyleyen Sebahat Acer, projeden memnun olduğunu söyledi. Evi yeni boyanan bir mahalle sakini ise, "Çalışmalardan memnunum, çok güzel oldu. Ellerine kollarına sağlık" dedi.

 

136 BİNA YENİLENECEK

Fener-Balat Rehabilitasyon çalışmaları kapsamında 136 bina yenilenirken, 36 metruk bina yıkılacak.  Çalışmalar kapsamında cadde ve sokaklardaki yol, kaldırım ve tretuvarlar da yenilenecek.


Projenin 2 ayda bitirilmesi öngörülüyor.

Hürriyet, Haber: Erhan Tekten, 22.10.2014

SULTANAHMET DÜNYANIN EN İYİLERİ ARASINDA

 

 

Tripadvisor sitesinin kullanıcıları arasında yaptığı ankete göre Sultanahmet, ‘dünyanın en iyi 25 müze bölgesi’ arasında sayıldı.

 

Sultanahmet, sıralamada 16’ncı oldu. Site kullanıcıları, özellikle 6. yüzyıldan kalma Ayasofya Müzesi’nin eşsiz mozaikleriyle bölgenin en önemli müzesi olduğunu belirtti. TripAdvisor kullanıcılarına göre dünyanın en iyi müzesi ise ABD’nin Chicago kentindeki Sanat Enstitüsü Müzesi.

 

Aralarında Paris’teki Louvre, Floransa’daki Ufficio ve Londra’daki British Museum’un da bulunduğu çok sayıda ünlü müzeyi geride bırakan Chicago’daki müzeyi farklı kılansa 300 binden fazla resim ve heykel koleksiyonuna ev sahipliği yapması.

Habertürk, 21.10.2014

10 BİN YILLIK KAYA RESİMLERİ KAYIT ALTINA ALINDI

 

Hakkari'nin Norduz bölgesindeki Trişin Yaylası'nda bulunan ve 10 bin yıl öncesine ait olduğu değerlendirilen kaya resimleri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Konyar ve ekibince fotoğraflanarak kayıt altına alındı. Konyar: "Kaya resimleri, arkeoloji literatürü ve bölgenin pristoryası için çok önemli. Kaya resimleri açısından en erken örnekler burada yer alıyor".

 





 

Hakkari'nin Norduz  bölgesindeki Trişin Yaylası'nda, 10 bin yıl öncesine ait olduğu değerlendirilen  kaya resimleri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve  arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar ve ekibi tarafından  fotoğraflanarak kayıt altına alındı.

 

İlk kez 1960 yılında bulunan ve o dönemden sonra bölgede yaşanan terör  olayları nedeniyle gidilemeyen Trişin Yaylası'ndaki kaya resimleri, bölgede  çatışmaların sona ermesiyle yeniden incelendi.

 

Yörede Van Müze Müdürlüğü'yle çalışma yürüten Konyar, ekibiyle 1960  yılından bu yana ilk kez kaya resimlerinin bulunduğu Trişin Yaylası'na giderek  araştırma yaptı.

 

Kaya resimlerini tek tek inceleyerek fotoğraflayan Konyar, bölgede  göçebe toplulukların yaptığı çok basit kaya resimlerinin olduğunu ve bunların  tarih açısından önemli bilgiler sağlayacağını bildirdi.

 

Hakkari'nin dağlık alanları arasında kalan yaylanın deniz seviyesinden  3 bin metre yükseklikte olduğunu kaydeden Konyar, şunları söyledi:

"Burası 1960 yılında keşfedilmiş ama o tarihten bu yana arkeologlar  buraya gelememiş. Bu yıl 50 yıl aradan sonra ilk kez bir arkeolojik ekip alanı  ziyaret etti. Kaya resimlerini inceliyoruz. Trişin Yaylası'ndaki kaya resimleri,  arkeoloji literatürü ve bölgenin prehistoryası için çok önemli. Kaya resimleri  açısından en erken örnekler burada yer alıyor. Kum taşından kaya blokları  üzerinde gruplar halinde bazen tek tek vurgu şeklinde işlenmiş, dağ keçisi, yaban  geyiği, yılan ve insan betimleri var. Dönemin koşulları ve ihtiyaçları  çerçevesinde resimler şekillendirilmiş. Bunları, avın iyi gitmesi için yapılan  törensel resimler olarak tanımlayabiliriz."

 

Konyar, bölgede yüzlerce kaya resminin bulunduğunu ve bunların bir  kısmının korunduğunu belirterek, bölgenin korunması için gerekli önlemlerin  alınması gerektiğini vurguladı.

 

Kaya resimlerinin belgeleme ve fotoğraflama çalışmasını yaptıklarını,  önümüzdeki dönemlerde de bu çalışmalara devam edeceklerini kaydeden Konyar, "Kaya  üstü resimleri açısından burada yerleşmeler olduğu tahmin ediliyor. Göçebe  toplulukların yaptığı çok basit kaya resimleri var. Kronolojisiyle ilgili  değerledirmeler yaptığımızda, bunların 10 bin yıl önce bölgede yaşayanların  yaptığı sanatsal üretimler olduğu söylenebilir" diye konuştu.

 








Milliyet, 21.10.2014

TEKE ZORTLATMASI İLE REMBETİKO RANTA KARŞI BİRLEŞİYOR!

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında imzalanan protokol çerçevesinde 23 Ekim’de ihaleye çıkarılacak olan Muğla Fethiye’deki tarihi Kayaköy’de aynı günün akşamı ranta karşı Türk ve Yunan halk türkülerini birleşeceği bir konser düzenleniyor.

 

 

Muğla’nın Fethiye İlçesi'nde bulunan ve tarihi Rum evleriyle dikkat çeken 5 bin yıllık geçmişe sahip Kayaköy, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında geçtiğimiz yıl imzalanan protokol gereğince 23 Ekim’de gerçekleşecek ihaleyle 49 yıllığına özel bir şirkete kiralanacak. Projeyle 300 yataklı bir otel yapılması planlanan Kayaköy’ün bir bölümüne inşaat serbertisi getirilirken, ihaleyi kazanan firma aşamalı olarak tarihi evlerin restorasyonunu da üstlenecek. İki firmanın teklif verdiği öğrenilen projenin maliyetinin 30 ise milyon lira tutarında olduğu belirtiliyor. Ancak bölgede pek çok insan, geçmişte Levissi olarak da anılan 3 bin nüfuslu bir Rum kasabası olan Kayaköy’ün bu şekilde turizme açılmasına karşı çıkıyor.

 

'İyi yakamız üzerinizde' konseri
Bu amaçla kurulan ‘Kayaköy Savunması’ platform, ihalenin yapılacağı 23 Ekim Perşembe günü saat 20.00’de Kayaköy’de bir konser düzenliyor. ‘İki Yakamız Üzerinizde’ başlığını taşıyan konserde, Türk müziğini kendi üslubuyla yorumlamasıyla da bilinen Yunan şarkıcı Vassiliki Papageorgiou ile Yusuf İhsan Bodur, Emre Dayıoğlu ve Eren Şahin’den oluşan ‘Üçtelli’ müzik topluluğu bir araya gelecek.

 

Teke zortlatması ile rembetiko ranta karşı birleşecek
Kayaköy merkezinde bulunan Poseidon’da gerçekleştirilecek ücretsiz konser öncesinde Kayaköy Savunması tarafından yapılan çağrıda, “Kayaköy'de inşaat gürültüsü değil ortak coğrafyadan farklı sesler dinlemek istiyoruz . Kayaköy'ün ranta yenik düşmemesi için binlerce yıl birlikte yaşamış olan iki halkın ortak hafızası olan türküler ve şarkılarla bize sesleniyor.Kayaköy' de aynı suyun çocukları, rembetikolar ve zeybekikolar, kırık havalar, zeybekler, teke zortlatmaları ile ‘Kayaköy' de ranta hayır’ demek için aynı sahnede buluşuyor.

 

Vassiliki Papageorgiou: Uzun yıllardır Heybeliada’da yaşayan ve aile kökleri İzmir ve Midilli Adası’nda yatan Vassiliki Papageorgiou, müzik aracılığıyla Türkiye ve Yunanistan arasında gerçek bir kültür köprüsü oluşturmasıyla tanınıyor. Papageorgiou, grubuyla birlikte, Şah Hatayi’den Feyzullah Çınar’a, geleneksel Anadolu ezgilerinden Theodorakis’e uzanan bir çizgide, Anadolu ve Rum coğrafyasının ortak dilini ve ruhunu Türk ve Yunan dilleriyle Kayaköy 'de dinleyicilerine taşıyacak.

 

Üçtelli Topluluğu: Fethiye' de yaşamını sürdiren ve en önemli üç telli saz icracılarından biri olarak Kabul edilen Yusuf İhsan Bodur ile müzik araştırmacısı-müzisyen Emre Dayıoğlu ve konservatuar öğrencisi - müzisyen Eren Şahin' den oluşan grubun temel çıkış noktası Teke yöresi ve üçtelli bağlama. Müzisyenler, farklı tip ve boyuttaki üçtelliler ile bölgenin kendine özgü gurbet havaları, zeybek, kırık hava, teke zortlatması ve oyun havalarından oluşan performanslarıyla müziklerini bu kez de Kayaköy için icra edecekler.

Sol Haber, Haber: Yusuf Yavuz, 21.10.2014

467 YILLIK HAMAMA KİRAYLA RESTORASYON!

 

Mimar Sinan’ın tarihi hamamını satın alan iki ortak, restorasyon işi pahalıya gelince çareyi hamamı kiralamakta buldu. 1547’de yaptırılan eserin akıbetinin ne olacağı bilinmiyor.

 

 

Mimar Sinan tarafından 1547’de yaptırılan Samatya’daki Kapıağası Yakup Ağa Hamamı’nın 20 yıldır süren restorasyon çalışmaları maddi sıkıntılardan dolayı yarım kaldı. İşadamı Necati Polat ile Bahri Oral tarafından 1987’de avukat Fani Motola’dan yüklü bir para karşılığında satın alınan hamam, İstanbul’un en eski tarihi eserleri arasında yer alıyor.

4 milyar harcandı
Ortakların kişisel çabalarıyla restorasyon çalışmalarının büyük kısmı tamamlanırken, tarihi yapının ön kısmınında bulunan dükkan ise ise görenleri şaşkına çeviriyor. 1992’de yapı ruhsatı alınarak 1995’te restorasyonuna başlanan eserin yeniden ihyası için bugüne kadar 4 milyar lira harcandığı belirtiliyor.

‘Adeta mezbeleydi’
Restorasyon parasının denkleştirilmesi için tarihi hamamın ön tarafı kiralanırken, 467 yıllık eserin akıbetinin ne olacağı  merak ediliyor. Kültür Bakanlığı’ndan turistik lokanta ve Çarşı için proje onayı alınan Yakup Ağa Hamamı’nın proje çizimlerini ise gezi parkı’na yapılması düşünülen Topçu Kışlası’nın mimarı Halil Onur’un gerçekleştirdiği belirtiliyor.


Yakup Ağa Hamamı’nın ortakları hem belediyeden, hem de Kültür Bakanlığı’ndan destek alamamaktan şikayetçi. Harabe haldeyken aldıkları tarihi yapıyı aslına uygun olarak ayağa kaldırdıklarını ifade eden Necati Polat, “Ağa Hamamı, birinci sınıf tarihi eser. Mimar Sinan’ın yaptığı ilk çifte (kadınlar ve erkekler) hamamı. Eser, Osmanlı’nın son döneminde Yahudi Motola ailesi tarafından satın alınıyor. 100 yıl önce çıkan yangında ağır hasar meydana geliyor. Biz bu eseri 1987’de rahmetli Fani Motola’dan satın aldık. Hamam o dönem adeta mezbeleydi. Mermerleri, duvarları yıkılmak üzereydi. İçinde döküm atölyelerinin yanı sıra marangoz, elektrikçi, toka imalatçıları da vardı. Hamam, 1980’li yılların ortasında tamamen boşaltılmış ve kaderine terk edilmişti. Satın aldığımızda yandaki giriş kapılarının olduğu kaldırımda 2 Kaçak bina vardı. Ecdat eserini ihya edelim istedik. Mimar İlban Öz’e proje çizimini yaptırdık. Öz rahmetli olunca Halil Onur devam ettirdi. Sinan’ın eserini çocuklarımıza miras bırakmak istiyorduk. Şu anda dükkan olan ön kısmı meyhane, kahvehane yapmak isteyenler kapımızı çaldı. Sinan’ın hatırasına uygun görmediğimiz için bu yerlere kiraya vermedik” dedi.

 

‘Aslını koruyarak restore ettirdik’

Aylık 4 bin lira kira aldıklarını söyleyen Necati Polat, “Kira gelirlerinin neredeyse tamamını restorasyon çalışmalarına harcadık. Restorasyon işi tamamlandığında süpermarket ile olan sözleşmeyi iptal etmeyi düşünüyoruz” dedi.


Polat, restorasyon çalışmalarının bitirilmesi için 1.5 milyar liraya ihtiyaç duyduklarını belirterek, şunları söyledi:
“Bu parayı karşılayacak gücümüz yok. Kaba restorasyonu bitirdik. Hamamın yanındaki kaldırıma yapılan kaçak binaları bile kendi cebimizden para harcayıp yıktırdık. Tarihi eseri, aslını koruyarak restore ettirdik. Geçmiş yıllarda Fatih Belediyesi’ne iki teklif götürdük. O dönemki belediye başkanlarına eseri satın almaları veya kiralamalarını önerdik ancak istemediler. Devlet bize uzun vadeli kredi verirse projeyi tamamlarız.”

Milliyet, Haber: Mert İnan, 21.10.2014

2 BİN TARAMADAN SONRA ORTAYA ÇIKTI

 

 

Antik Mısır’ın en gizemli mumyası Tutankamon’un gerçek yüzü ve bedeni 2 bini aşkın bilgisayar taramasının ardından belirlendi.

 

Son bulgulara göre birinci dereceden akraba evliliğinden doğan firavunun neredeyse bir kadınınki kadar geniş kalçaları vardı, bacağındaki bir yamukluk nedeniyle bir ayağını tam yere basamıyordu ve dişlekti. MÖ 14’üncü yüzyılda hüküm süren genç firavunun yürümek için bastona dayanmak zorunda olduğu ve 20’li yaşlarını göremeden öldüğü ortaya çıktı. 

 

Yarışta ölmesi imkansız
Bilim adamları, firavunun kaza sonucu öldüğü tezini de çürüttü. Genç firavun genetik rahatsızlık sonucu öldü. Topallığı nedeniyle araba yarışlarına katılması imkansızdı. Tutankamon’un mezarında bulunan 130 kadar baston da bunu doğruluyor. Yeni bulgular BBC’de ‘Tutankhamun: The Truth Uncovered’ adlı belgeselde yayınlanacak. 

Milliyet, 21.10.2014

VALİDEBAĞ KORUSU'NDA ŞAFAK BASKINIYLA CAMİ İNŞAATI

 

 

İstanbul'da yasalara uygun olmaksızın yıkılmak istenen ve mahalle halkının korumaya çalıştığı Validebağ Korusu'nun yanındaki alana bugün şafak vaktinde baskına uğradı.

 

Valideğ Korusu'nun yanında bulunan ve cami yapılmak istenen alana, güneşin doğduğu saatlerde çevik kuvvet polisleri ve kepçelerin akınına uğradı. Kepçeler, koru alanına girer girmez inşaata başladılar.

 

Cami yapılmak istenen alan, Validağ Korusu'nun hemen yanında bulunuyor. Koruyu yıkıma karşı koruyan gönüllüler, koruya zarar verilemeyeceği için "çevresinden dolaşıldığını" düşünüyorlar.

Yıkımı haber alan mahalle halkı toplanmaya çalışıyor. Acıbadem Dayanışması, halkı Çamlıca Konakları tarafındaki kapıya gelmeye çağırdı.

 

Kuzey Ormanları Savunması grubunun verdiği bilgiye göre, korudaki kaçak yıkımı korumak üzere burada bulunan çevik kuvvet polisi, yıkımı fotoğraflayarak belgelemek isteyen vatandaşı tehdit etti.

Sol Haber, 21.10.2014

YAPTIK BİR MİMARİ, HERKES MÜZEYİ SEVSİN DİYE!

 

 

Dünyanın dört bir yanındaki müzeler, sergiledikleri materyallerin yanı sıra mimari yapılarıyla da adından söz ettiriyor. Çoğu Pritzker ödüllü mimari yapılar arasında yer altına kurulan da, zigzag şekilde inşa edilen de var.





Müzelerin müdavimleri olduğu kesin. Ama bir o kadar da kapısından içeri adım atmakta önyargılı davrananlar olduğu da… İşte bu algıyı yıkmak isteyenler, müzeleri sıradanlıktan çıkarmak için ellerinden ne geliyorsa yapıyor. Kimi içeriğini, kimi mimarisini kimi de her ikisini bütünlüğe kavuşturuyor. Mimarisiyle dikkat çeken en ilginç müzeler, BBC tarafından derlendi. Orta Amerika’nın en güney ülkesi Panama’da yer alan ‘Biomuseo’ isimli biyoçeşitlilik müzesi, bunlardan biri. Panama Kanalı’nın üzerinde yer alan ve geçtiğimiz ay açılan müze, 4 bin metrekarelik bir alan üzerine inşa edilmiş. Projenin mimarı; tekdüzeliğe meydan okuyan, Pritzker ödüllü Frank Gehry. Değişik şekillerde rengarenk çatılardan oluşan müzenin içerisinde 8 galeri mevcut. Bir diğeri, Çin’in Nankin şehrindeki Sifang Sanat Müzesi. 2013 yılının Kasım ayında kapılarını açan müze, Çinli mimar Li Hu ile ABD’li mimar Steven Holl tarafından dizayn edildi. Siyah bambunun dekorasyon malzemesi olarak kullanıldığı müze, kentin manzarasını da sunuyor. Danimarka’nın kuzeydoğusundaki Helsingör’de yer alan müze de ilgi çekenlerden. Danimarka Ulusal Denizcilik Müzesi’nin bütün tabuları yıktığını söyleyebiliriz. Zira mimar Bjarke Ingels ve ekibi, projelerini hayata geçirmek için yer üstünü değil de yer altını seçti. RIBA ödülüne layık görülen müzede beton ve çelik detayları öne çıkıyor. Hollanda’daki Stedelijk Müzesi, çağdaş sanat koleksiyonunun yanı sıra içindeki kilise ile ilgi çekiyor. Daha önce bakımsız olan bu kilise, 2014 yılında yenilenmesinin ardından modern bir mimariye kavuşmuş. Ancak pencere ve kolon gibi tarihi parçalara dokunulmayarak orijinal havası bozulmamış.





Son yıllarda açılan müzelerin çoğu mimarisiyle akıllarda iz bırakmakta yarışıyor. Ne var ki BBC’nin derlediği haberde yer verilen diğer müzeler arasında Toronto’daki Aga Khan Müzesi, Fransa’nın Marsilya şehrindeki ‘MuCEM’, Norveç’teki Porsgrunn Denizcilik Müzesi ve Güney Kore’deki Chang Ucchin Müzesi var. Geçen ay açılan Aga Khan Müzesi’nin dış cephesi parlak beyaz taşlar ile dekore edilmiş. Yine Pritzker ödüllü mimar Fumihiko Maki’nin mimarlığını üstlendiği müze, İslam sanatına dair örnekler sunuyor.




Zaman, 21.10.2014

"TÜRKLER HİÇ BİR ZAMAN TARİHLERİNDE..."

 

Çanakkale 2015 Koordinasyon Merkezi, tarafından düzenlenen söyleşi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) İçdaş Kongre ve Fuar Merkezi’nde yapıldı. Vali Yardımcısı Saim Eskioğlu, Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, İl Kültür ve Turizm Müdürü Kemal Dokuz, Çanakkale 2015 – 100’ncü Yıl Koordinasyon Merkezi Genel Sekreteri Mahmut Akkuş’un da katıldığı söyleşiye öğrenci ve vatandaşlar da büyük ilgi gösterdi.

 

Prof.Dr. Ortaylı, söyleşide 1’nci Dünya Savaşı ve Çanakkale’yi anlattı. Bu savaşın Türkiye’nin çok aktif olarak katıldığı bir kaos olduğunu kaydeden Prof.Dr. İlber Ortaylı, “Savaşçı bir millet olmamıza rağmen, tarihte hiç bu kadar geniş bir seferberlik ve asker sayısıyla yüklü bir ordu çıkarmamıştık. Türkler hiçbir zaman tarihlerinde 1 milyonu aşkın asker toplamadılar. Bu 1’nci cihan savaşının bir gerçeğidir; kalabalık sayıda ordular meydana getirmek. Zaten 20’nci yüzyılı bir kaosa çeviren de budur. Bu ordular her yerde büyük kayıplar verdiler. 1915’te Türkiye Çanakkale’de sadece o zamanki vatanını ve başkentini değil, bugünkü Türkiye’yi yani gelecek Türkiye’nin namusunu kurtarmıştır. Bu çok önemlidir" dedi. Prof.Dr. Ortaylı, söyleşinin ardından sevenleriyle bol bol fotoğraf çektirdi.

Akşam, 20.10.2014

BANKSY YAKALANMADI!

 

Bugün internette dolaşan haberlere göre İngiltere’nin en ünlü sokak sanatçısı Banksy’nin yakalanıp tutuklandığını anlatıyordu. Dünyadaki sokak duvarlarını alaycı toplumsal eleştirileriyle boyayan ve resim yapan grafiti sanatçısının, yakalandığı ve gerçek kimliğinin de deşifre edildiği dedikoduları hızla yayıldı.

 

Ancak “Banksy yakalandı” haberinin sahte medya haber ve söylentiler yayan kurnaz internet trollerinin düzenlediği koca bir oyun olduğu ortaya çıktı.

 

Business Insider’ın da doğruladığı üzere, Londra Metropolitan Polisi sokak sanatçısının yakalanmadığını ve gerçek kimliğinin de ortaya çıkmadığı açıklandı. Banksy’nin gerçek adının Paul Horner olduğu iddia edilmiş ve Banksy olduğu iddia edilen bir adamın fotoğrafı dolaşmaya başlamıştı.

 
İnternetteki kargaşaya neden olan failler henüz bulunmasa da online haber kuruluşları aceleci haberciliklerindeki hatayı düzeltmeye başladı.

 

Bu eğlendirici skandal herkesin kafasını karıştırmış olsa da İngilizler hala Banksy’nin sanat eserlerini istiyor.

Habertürk, 20.10.2014

KLASİK DÖNEMİN EN UZUN ŞİİRİ BULUNDU

 

 

Milas İlçesi'ndeki Kral Hekatomnos Anıt Mezarı çevresinde, üzerinde dönemin hükümdarına yazılmış 121 satırlık şiir yer alan 2 bin 400 yıllık stel bulundu.

Hekatomnos Anıt Mezarı çevresindeki yazıtları inceleyen İsviçreli epigrafist Prof.Dr. Christian Marek, gazetecilere yaptığı açıklamada, bulunan stelin üzerinde, dönemin hükümdarına methiyeler içeren ifadelerin yer aldığını kaydetti.

Steldeki şiirin 121 satırdan oluştuğunu belirten Marek, şiirde hükümdara "Sen" diye hitap edildiğini ve başarılarının anlatıldığını söyledi. Marek, stelin metninin çözümüne henüz başlandığını, incelemelerin ardından daha detaylı bilgilere ulaşılacağını bildirdi.

Yaklaşık 2 bin 400 yıllık olduğu sanılan stelin üzerindeki bazı yazıların ise silindiğine işaret eden Marek, "Yazıt, klasik dönem buluntuları içindeki en uzun şiir" dedi.

Birgün, 20.10.2014

"ALPARSLAN'IN MEZARININ YERİNİ BİLİYORUM, AÇIKLAMAYACAĞIM"

 

Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı’nın(TİKA) katkısıyla yürütülen Büyük Selçuklu Devleti hükümdarı Sultan Alparslan’ın Mezarının Bulunması ve Türbe İnşası Projesi’ kapsamında arkeolojik kazı çalışmaları 15 Eylül 2014 tarihinde başladı.

 

 

Selçuk Üniversitesi’nden Prof.Dr. Osman Eravşar, Prof.Dr. Haşim Karpuz ile Gazi Üniversitesi’nden Prof.Dr. Halit Çal’ın eşbaşkanlığında Türkmenistan’ın Merv kentinde kazı çalışmaları sürerken Türk Tarih Kurumu (TTK) eski başkanı MHP Milletvekili Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu, kazı çalışmasının yanlış yerde yapıldığını savundu.


Halaçoğlu, “Sultanın mezarını yanlış yerde arıyorlar. Gerçek mezar yerini TTK başkanlığından ayrıldıktan hemen sonra, 2008 yılında tespit etmiştim. O dönem Kültür Bakanlığı Müsteşarı olan İsmet Yılmaz’la bölgeye gitmiştik. Sultan Alparslan’ın mezar yerini yüzde 99 oranında tespit etmiştim. Türkmenistan’la protokol imzalanıp, arkeolojik kazılar yapılacaktı. Ancak imza aşaması uzadı. Ben de siyasete girip MHP’den milletvekili oldum. Sonrasında da beni arayıp, gerçek mezar yerini soran olmadı” dedi.


Halaçoğlu, Alparslan’ın Çağrı Bey’in yanına gömüldüğünü belirterek şunları kaydetti; “Bölgeye gittiğimde birkaç noktanın krokisini çizmiştim. Yapılacak sözleşme çerçevesinde Türkiye’den gidecek ekibin başında olacaktım. Alparslan’ın türbesini, Sultan Sencer’in türbesinin olduğu çevrede arıyorlar. Sencer’in türbesi yeni Merv’de ortaya çıkarılmıştı. Ancak Sultan Alparslan’ın mezar yeri Sencer’in olduğu yerde değil. Türk hükümdarın babası Çağrı Bey’in yanına gömüldüğü biliniyor. Mezar yerinin bulunmasından sonra türbe inşa edilecek. Yarın biri gerçek mezar yerini bulursa rezil olurlar.”

‘Samimi olsalar beni ararlar’
Üç ayrı Merv şehri olduğunu dile getiren Halaçoğlu şöyle devam etti; “Modern Merv, Sultan Sencer’in Merv’i ve köhne MervÖ Bu yerler birbirlerine bitişiktir. Asıl mezar yerini siyaseten istismar etmemeleri için açıklamayacağım. Samimi olsalar beni arayıp davet ederlerdi. Bana gelip ‘Hocam bu konuda yardımcı olun deseler’ bilgileri paylaşırım. Asıl üzücü olan böylesi tarihi bir konuda bile siyasi kimlik ayrımı yapılması. Söz konusu olan MHP veya AKP değil, Türk tarihidir. Türkiye’nin varoluşuna ilk tuğlayı koyan Sultan Alparslan’ın mezar yerinin bulunması partiler ve şahıslar üstü bir konudur.”

TİKA: 28 bilim adamı katılacak

TİKA ise çalışmalar hakkında internet sitesinden şu açıklamayı yaptı; “ Alparslan’ın Merv’de tarihi süreç içinde inşa edildiği bilinen üç Cuma Camisi’nden hangisine gömüldüğü tarihi kaynaklarda belirtilmediğinden ve bu Cuma Camileri’nin yerleri de bilinmediğinden, öncelikli olarak yerlerinin bulunması amacıyla kazı çalışmalarına başlanıldı.


Öncelikle türbenin Macan Cuma Camisi yakınlarında olduğu değerlendirmesi kazı ekibi tarafından yapılmış, bu bağlamda çalışmalar Sultan Sencer Türbesi’nin çevresinde iki farklı bölgede başlamıştır. Toplam 28 kişilik bilim adamı kazı çalışmalarına farklı tarihlerde katılacak.”

Milliyet, Haber: Mert İnan, 20.10.2014

RESİM SANATI ADINA BİR İLK

 

Ressamların tablo kavgası sonuçlandı. Birbirlerini resim kopyalamayla suçlayan ve olay mahkemeye intikal eden suçlamalar karara bağlandı. Ressam İsmail Acar mahkeme tarafından tazminata mahkum edildi.

 

Ressam İsmail Acar'ın bazı medya yayın organlarına verdiği demeçte ressam Metin Asağ'ın kendine ait bir resmin kopyasını yaptığını iddia etmiş ve Metin Asağ'ı kendi resmini kopyalamakla suçlamıştı.

 

Bu iddia üzerine Ressam Metin Asağ,  aksam.com.tr'ye telefonla bağlanarak yaptığı açıklamada  Ressam İsmail Acar'ın öne sürdüğü iddiayı sert bir şekilde yalanladı.

 

VE DAVA SONUÇLANDI 

Ressam İsmail Acar mahkeme tarafından kusurlu bulunarak 10 bin TL tazminat ödemeye mahkum edildi.

Akşam, 20.10.2014

PERGE'DEN KAÇIRILMIŞ

 

 

2012 yılında Cenevre Gümrüğü’nde ele geçirilen mermer üzeri heykellerle bezeli Herakles Lahdi’nin, Antalya Perge’den kaçırıldığı kesinleşti. Lahtin bir benzerinin Antalya Müzesi’nde olduğu anlaşıldı.

 

Aynı taş ustasının elinden çıktığı tespit edilen lahitlerin üzerindeki pek çok figür bile neredeyse tıpatıp aynı. Halen İsviçre’de mahkemesi devam eden lahit için Kültür ve Turizm Bakanlığı hukuki mücadeleyi sürdürüyor. Cenevre Gümrüğü’nde arkeoloji meraklısı bir görevli tarafından fark edilerek alıkonulan lahit, İsviçre Phoenix Sanat Galerisi üzerine kayıtlı. İsviçre makamlarının yürüttüğü soruşturma neticesinde lahde el konuldu. Türkiye olaydan haberdar olunca bir ekibi İsviçre’ye gönderdi. Lahdin Antalya Perge’den kaçırılmış olduğuna karar verilerek İsviçre’de açılan dava sürüyor.


Perge antik kenti sınırları içindeki nekrapol (mezarlık) alanı uzun yıllar özel mülktü. Yıllarca arazi sahipleri ve defineciler tarafından bu alandan lahitlerin kaçak kazılarla çıkarılıp satıldığı belirlendi. Arazi sahibi Elmalı Cezaevi’nde yatan A.Ç. Herakles Lahti ile ilgili verdiği ifadede amcasının kendisine 2001 yılında bir lahit sattığını söylediğini itiraf etti. Lahtin kaçak çıkarıldığı arazide yapılan arkeolojik kazılarda bazı lahitlerin parçalanarak kaçırıldığı görüldü. İsviçre’de soruşturmayı yürüten savcı 1 yıl önce Antalya’ya gelerek Perge’yi ve Antalya Müzesi’ni gezdi. İsviçreli savcı, A.Ç ile de görüştürüldü.  Antalya’da sergilenen lahit de kaçak kazılar sonucunda yurtdışına kaçırılmış. Lahdin bir yüzünü 1983 yılında ABD Paul Getty Müzesi ülkemize iade etmiş. Lahtin ön yüzü ise 1998 yılında Almanya’daki Schwartzkopff Koleksiyonu’ndan iade yoluyla alınmış. Antalya Müzesi şimdi müze koleksiyonunda sergilenen lahtin yanına astığı duyuru levhası ile Cenevre’de yakalanan lahti geri istiyor.              

Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 20.10.2014

MONTEZUMA HAİN DEĞİLMİŞ

 

Meksika'daki bir sergi Güney Amerika yerlilerinin tarihi hakkında önemli bilgiler içeriyor. Sergideki bir el yazmasında, Aztek İmparatoru Montezuma'nın İspanyol bir işgalci tarafından kılıçla öldürüldüğü ifade ediliyor. Eski yazıtlarda, işgalcilerle işbirliği yaptığı iddia edilen Montezuma'nın kendi halkı tarafından öldürüldüğü yer alıyordu.

Sabah, 19.10.2014

SİLİVRİKAPI HİPOJESİ ARTIK KORUNACAK

 

Istanbul Büyükşehir Belediyesi, IV. Yüzyıl'dan günümüze ulaşmış ancak yıllardır korumasız ve harabe halinde olan Fatih'teki Silivrikapı hipojesinin kurtarılması için çalışma başlattı.

 

 

1988 yılında Silivrikapı surlarının restorasyonu sırasında bulunan Silivrikapı hipojesi (aile mezarlığı, IV.yüzyıl’dan günümüze kalan ender eserlerden biri sayılıyor. Mezarlık 1989 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edildi ancak daha sonra korumasız bir halde kaderine terk edildi. Farklı zamanlarda pek çok kez yağmalandığı iddia edilen kral mezarı, yıllar içerisinde giderek tahrip edildi ve çöplüğe dönüştü.

Silivrikapı Hipojesinin durumunun tespiti 2011 yılında yapıldı. IV numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun hipoje ile ilgili 2011 yılında alınmış koruma kararı olmasına rağmen bu karar uygulanmadı ve gerekli önlemler alınmadı.


“ROMA BELEDİYESİ Mİ KURTARSIN?”

Silivrikapı surlarını gezerken mezarlığı tesadüfen fark eden Selim Keskin, internetten araştırma yaptı ve yapının 1600 yıllık Silivrikapı Hipojesi olduğunu fark etti. Bunun üzerine 14 Ağustos tarihinde İBB Beyaz Masa’ya başvurarak mezarlığın durumundan bahseden Keskin, başvuru dilekçesinde, “1600 yıllık Roma mezarını siz dururken Roma Belediyesi mi kurtarsın” diye sordu. Başvrusuna 15 Ekim’de yanıt geldi.


“ÇATISI YIKILMAK ÜZERE”

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Beyaz Masa yaptığı açıklamada, hipoje için gerekli güvenlik önlemlerinin alınarak yapıya ilişkin proje çalışmalarının başlatılması konusunda gereğinin yapılması için ilgili kurumlarla iletişime geçildiğini belirtti. IV numaralı koruma kurulunun hipoje ile ilgili 2011 yılına ait koruma kararının bulunduğuna işaret eden açıklamada, hipojenin şuanki durumu ile ilgili IV nolu koruma kuruluna, Avrupa Yakası Zabıta Müdürlüğüne ve Tarihi Çevre Müdürlüğüne resmi yazı gönderildiği açıklandı.

Mezarlığın çatısının yıkılmak üzere olduğu söylenen söz konusu açıklama şöyle: “...Silivrikapı hipojesi olarak belirlenen mezar yapısının tescillenerek koruma grubunun I olarak belirlenmesine, rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin mülkiyet sahibi tarafından iletilerek güvenlik önlemlerinin alınmasına ilişkin İstanbul IV. Numaralı Kültür ve Tabiat varlıklarını koruma Bölge Kurulunun 19.01.2011 tarih ve 4372 sayılı kararından bahisle mülkiyet konusu belirlendikten sonra söz konusu kurul kararı gereği proje çalışmalarına başlanılacağı hususunun Tarihi Çevre Müdürlüğünün 18.04.2011 tarih ve 684 sayılı yazısında belirtildiği görülmüştür. Fatih İlçesi, Silivrikapı Mahallesi, 2964 ada 3 parselde Silivrikapı yakınında yer alan Silivrikapı Hipojesinde 2863 sayılı kanunun ilgili maddeleri uyarınca gerekli güvenlik önlemlerinin ivedilikle alınarak kontrol altında tutulması ve yapıya ilişkin proje çalışmalarının başlatılması hususunda gereğinin yapılması için Avrupa Yakası Zabıta Müdürlüğü’ne ve Tarihi Çevre Müdürlüğüne; bilgi için Halkla İlişkiler Müdürlüğüne ve ilgili koruma kuruluna 17.09.2014 tarihinde resmi yazı gönderilmiştir.”

Radikal, Haber: Fundanur Öztürk, 19.10.2014

DİKKAT! TARİHİ ESER ÇIKABİLİR

 

 

Avrasya Tüp Geçiş Tüneli Projesi için kazılar tarihi yarımadanın içinde Bizans dönemine ait Bukaleon Sarayı’nın hemen yakınında başlayacak. Tarihçiler, kazıların titizlikle yapılması konusunda uyarıda bulunarak, “Kazılarda neler çıkacağını tahmin edemeyiz. Maramaray’da olduğu gibi birçok sürprizle karşılaşabiliriz” uyarısında bulunuyor.

 

Marmaray Projesi ile birlikte yapılan kazılarda insanlık tarihine ışık tutan bulguların ardından, Boğaz’ın altından otomobillerin geçişini sağlayacak Avrasya Tüp Geçiş Tüneli Projesi için de kazılar başlıyor. Tarihi yarımadanın içinde Bizans dönemine ait Bukaleon Sarayı’nın hemen yakınında başlayacak kazılar için tarihçiler uyarıda bulunarak, “Çalışmaların titizlikle yapılması gerekiyor. Kazılarda neler çıkacağını tahmin edemeyiz. Ancak Maramaray’da olduğu gibi birçok sürprizle karşılaşabiliriz” uyarısında bulunuyor.

 

ARKEOLOGLAR DEVREDE
Temeli 26 Şubat 2011’de atılan ve tüp batırma çalışmaları devam eden, Asya ile Avrupa yakasını denizin altından karayolu ile bağlayacak Avrasya Tüneli’nde önemli yol alındı. Bulunduğu güzergahın yolculuk süresini 100 dakikadan 15 dakikaya indirecek projede, an itibariyle “köstebek” diye tabir edilen tünel kazma makinesi ile Boğaz’ın altında yaklaşık 1 kilometrelik tünel yapıldı. Proje kapsamında Avrupa Yakası’nda Kazlıçeşme-Çatladıkapı arasında yollar genişletilecek kavşak ve yol bağlantıları gerçekleştirilecek. Deniz altında çalıştırılan tünel kazma makinesi Çatladıkapı’da, tarihi Bukoleon Sarayı’nın yaklaşık 70 metre yakınından çıkarılacak. İşte bu noktada devreye arkeologlar giriyor ve kazı başlıyor.

 

 

ÇATLADIKAPI’DA KAZI 
Marmaray Projesi’nde olduğu gibi Avrasya Tüneli Projesi’de de kazılar İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nün gözetiminde yapılıyor. Marmaray Projesi’nde projenin yaklaşık dört yılını oluşturan kazıların yeni projede nasıl bir etki göstereceği ise toprağın altında “gizli”. Deniz altında günde ortalama 8-10 metre hız ile ilerleyen köstebeğin Avrupa yakasındaki çıkış noktası için Çatladıkapı’da yapılacak kazıların önümüzdeki günlerde başlayacağı öğrenildi. Bu kazılar sırasında gözler, günümüzde önünden Kennedy Caddesi geçen ancak Bizans döneminde deniz kenarında olduğu için sahil sarayı olarak kullanılan Bukoleon Sarayı’nın çevresinde olacak.

 

Önemli bir sorumluluk

Proje kapsamında yapılacak kazılar için görüşlerine başvurduğumuz, Arkeolog-Editör Nezih Başgelen, tarihi yarımadanın değerini hatırlatarak, büyük projelerin ciddi riskler taşıdığına dikkat çekti. Başgelen, “Lastik tekerlekli taşıtlar için tasarlanan bu tünel Göztepe’den dalmakta, Sur içinde Çatladıkapı’da, tarihi Bukoleon Sarayı’nın önünde yüzeye çıkmakta, 4 şerit gidiş, 4 şerit dönüş olmak üzere sahili izleyen bir otoyolla Sur dışına yönelmektedir. Bu otoyolun, tarihi İstanbul yarımadasının denizle olan ilişkisini tümüyle yok edeceği anlaşılmaktadır. Oysa tarihi yarımada bir Müze-Kent haline getirilerek korunması gereken, İstanbul için yadsınamaz bir övünç kaynağı olan  değerlere sahiptir” değerlendirmesini yaptı.

 

GELECEK KUŞAKLARA AKTARILMALI
Bukoleon Sarayı’nın tarihine vurgu yapan Başgelen, şunları söyledi: “Tünelin çıktığı alandaki Bukoleon Sarayı’da bu değerlerden birisidir. Tünel çıkışının yer alacağı binlerce yılın birikiminden gelen dolguların olduğu Çatladıkapı kesimindeki arkeolojik kurtarma kazılarının da Yenikapı’da olduğu gibi bilimsel çerçevede titizlikle yapılması gerekir. Dünya Kültür Mirası’nın da bir parçası olan bu kesimde çıkacak arkeolojik değerlerin, Bukoleon Sarayı ve çevresindeki mevcut tarihi eserlerin akılcı artı değerler katılarak gelecek kuşaklara aktarılması üzerimizdeki önemli bir sorumluluktur.”

 

 

Paha biçilemez eserler

Marmaray’ın temeli 9 Mayıs 2004’te Erdoğan tarafından atıldı. Nisan 2009’da bitirilmesi planlanıyordu. Üsküdar ile Yenikapı arasında 13.6 kilometrelik Boğaz tüp geçişi için kazılar başladı. Ancak İstanbul’un en eski yerleşimlerinden olan bu bölge nereye kazma vurulsa tarih fışkırıyordu. Üsküdar, Yenikapı ve Sirkeci’de yapılan kazılarda eserler çıktıkça proje de gecikmeye başladı. Projenin bitiş tarihi en son 29 Ekim 2013 olarak belirlendi. Ertelemenin maliyeti de yaklaşık 500 milyon lira oldu. Uzmanlara göre Marmaray kazılarından çıkan eserler paha biçilemez nitelikte.


Projenin özellikleri

Avrasya Tüneli Projesi (İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçişi Projesi), Asya ve Avrupa yakalarını, deniz tabanının altından geçen bir karayolu tüneli ile birbirine bağlayacak. İstanbul’da araç trafiğinin yoğun olduğu Kazlıçeşme-Göztepe hattında hizmet verecek olan Avrasya Tüneli, toplam 14,6 kilometrelik bir güzergahı kapsıyor. Projenin 5,4 kilometrelik bölümü, deniz tabanı altına özel bir teknoloji ile inşa edilecek olan iki katlı tünelden ve diğer metotlarla inşa edilecek olan bağlantı tünellerinden oluşurken Avrupa ve Asya yakalarında toplam 9,2 kilometrelik güzergahta ise yol genişletme ve iyileştirme çalışmaları yapılacak. Sarayburnu-Kazlıçeşme ile Harem-Göztepe arasında yer alan yaklaşım yolları genişletilecek. Araç alt geçitleri ve yaya üst geçitleri inşa edilecek.


Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü (AYGM), Avrasya Tüneli Projesi’nin tasarımı, inşaatı ve 24 yıl 5 ay işletmesini gerçekleştirmesi için Avrasya Tüneli İşletme İnşaat ve Yatırım A.Ş.’yi (ATAŞ) görevlendirdi. İşletme süresinin tamamlanması ile Avrasya Tüneli kamuya devredilecek.

 

 

Şehrin sahilsarayı

Bukoleon Sarayı, tarihi yarımadada Cankurtaran ile Kumkapı arasında Çatladıkapı’da yer alıyor. Bugün sadece doğu yakasının kalıntılarıyla tarihi yarımadada yer alan Bukoleon Sarayı, şehrin sahil surları üzerine kurulmuş bir yapı. İmparatorun, Bukoleon Saray’ı ve aynı isimli sarayın limanını kullanarak Büyük Saray’a ulaştığı düşünülüyor. Bizans imparatorlarını ağırlayan saray, taripte sahilsarayı olarak biliniyor. Saray hakkında en eski bilgi orta Bizans döneminin ortalarına ait. Faros denilen fener burcu ile imparatorluk iskelesi olarak kullanılan burun arasında, surların üzerinde uzanan Bukoleon Sarayı’nın temelinde ilkçağdan kalma mermer bloklar kullanılmış. Sur duvarlarının arasında görülebilen yaklaşık 300 metre uzunluğundaki ön cephe, başlıca iki bölümden oluşuyor. Öndeki küçük limanla sarayı birbirine bağlayan ve güney-kuzey doğrultusundaki kısa bir duvarın içinden geçen anıtsal bir merdiven, bu iki parçayı birbirinden ayırmakta.


Marmaray’da bulunanlar

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Marmaray projesi kapsamında yapılan kazılarda 35 bin envanterlik eserin kayda girdiğini, 3 bin 250 etüdlük eserin restorasyon ve konservasyonlarının gerçekleştirildiğini, Bizans dönemine ait 37 gemi kalıntısının da açığa çıkarıldığını açıkladı. Kazılarda 60 arkeolog, 7 fotoğrafçı, 6 mimar, 6 restoratör, 600’den fazla işçi görev aldı. Ayrıca adli tıp uzmanları, zeolog, arkeobotanik, antropolog, sualtı arkeologları gibi farklı disiplinlerden çok sayıda bilim insanı da projeye destek verdi. 38 bin envanterlik yani müzelik değerde yaklaşık 40 bin kasadan fazla eser ortaya çıkarıldı.

Hürriyet, Haber: Çilem Kaya Açık, 19.10.2014

PARİS'İ BU HEYKEL KARIŞTIRDI

 

 

Paris’in meşhur bir meydanına dikilen şişme heykel, seks oyuncağına benzediği gerekçesiyle büyük bir tartışma koparttı.

 

BBC Türkçe’nin haberine göre; yeşil renkteki şişme heykelin yaratıcısı Amerikalı sanatçı Paul McCarthy, Fransız gazetesi Le Monde’a verdiği mülakatta ‘Ağaç’ adlı eserin ilham kaynağının hem Noel ağaçları hem de seks oyuncakları olduğunu söyledi.

 

Heykele verilen tepkiler sanatçıya fiziki saldırıya kadar vardı.

 

Place Vendome meydanına dikilen heykeli görmeye giden sanatçı, sokaktan geçen bir adamın kendisine tokat attıktan sonra kaçtığını söylüyor.

 

69 yaşındaki Amerikalı sanatçının 24 metre uzunluğundaki heykeli Fransa’da sosyal medyada eleştirildiği kadar bolca şakaya da malzeme oldu.


Daha önce Hollanda ve İsviçre’de sergilenen enstlasyonları ile tartışma yaratmış olan Paul McCarthy, “Ağaç” adlı heykelin espirili bir soyut sanat eseri olduğunu belirtiyor.

 

Le Monde gazetesinin aktardığına göre sanatçıya tokat atan saldırgan, Paul McCarthy’nin bir Fransız olmadığını ve eserlerinin de Fransız sokaklarında istenmediğini söyleyerek bağırdı.

 

Saldırı, sosyal medyada sanatçıya destek verenler tarafından kınanıyor. Eserin Perşembe günü dikilmesinin ardından Cuma günü Twitter’da en yoğun mesaj trafiğinin yaşandığı konulardan biri “Ağaç”tı.

 

Bir Twitter mesajında, ”Sevin ya da sevmeyin Paul McCarthy’ye yapılan saldırı çok aptalca” deniyor.

 

Eseri beğenmeyenler ise, Paul McCarthy’nin ”Paris’i aşağıladığı” kanısındalar.

 

Place Vendome, Fransız başkentinin en gözde adreslerinden biri. Meydanda Ritz gibi lüks oteller bulunuyor.

Sözcü, 18.10.2014

TARİHİ ROMA HAMAMI KALINTILARININ ÜZERİNE KANALİZASYON

 

 

Ankara'nın Ulus semtinde yapımı devam eden Hacı Bayram Veli Çarşısı Sokağı'nın kanalizasyon çalışmalarında tarihi eserler ortaya çıktı. Ankara Valiliği’nin arka sokağında belediye ekiplerinin kazı yaptığı sırada çıkartılan ve Roma dönemine ait olduğu belirlenen sütun başı ve parçalarının ardından bölgede inceleme yapan ekipler, tarihi Roma Hamamı’nın bir örneğine ait sütun parçalarına ulaştı. Ayrıca, yapılan kazılarda sütunların sıra halinde olduğu ve bir tünel boyunca devam ettiği belirlendi. Ancak tarih toprak altında kaldı. Belediye ekipleri kanalizasyon çalışmasına devam etti. Tarihi eserlerin olduğu bölüm toprakla doldurulduktan sonra üzerine kanalizasyon boruları döşenerek eserlerin içinde bulunduğu çukur kapatıldı.





Ankara Valiliği’nin arka girişinde yapılan kanalizasyon çalışmaları kapsamında Belediye Fen İşleri ekipleri yolu kazarak beton boruları yerleştirmek istedi. Kepçe yardımıyla yapılan kazı çalışmalarında toprağın 5 metre altında sütun parçalarının olduğu fark edildi. Bunun üzerine çalışmalara ara verildi. Bölgedeki kanalizasyon çalışması durduruldu. Ancak bölgenin doğalgaz hattı da aynı yerden geçmesi nedeniyle tarihi eserlerin üzerinden hat bağlanarak kullanıma açıldı. Daha sonra kazının yapıldığı alan beton bloklarla korumaya alındı. Yapılan araştırmalarda Roma Hamamı’nda kullanılan sisteme benzer bir tarihi yapının mevcut olduğu ortaya çıktı.





Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan da bulunan kalıntıların koruma altına alınmasını istedi. Candan, “Bu ülkede tarihe saygısı var ise insanların, koruma kurulunda görev yapanların, müzede görev alan arkeologların azıcık yaptıkları işe saygısı var ise bunun üzerine gitmeleri gerekiyor. Biz bunları kamuoyuna taşıyoruz, gerekli mercilerle ilgileniyoruz ama yetmiyor, herkesin duyarlı olması gerekiyor tarihe sahip çıkma konusunda.” ifadelerini kullandı.

Ancak yapılan çağrılar sonuçsuz kaldı. Belediye ekipleri tarihi eserlerin olduğu bölümü toprakla kapatarak üzerine kanalizasyon borularını döşedi. Bölgeye yapılan Ulus Çarşısı’nın kanalizasyonunun döşendiği çalışma, daha sonra üzerine toprak dökülerek kapatıldı.





Aktif Haber, 18.10.2014

TARİHİ HASKÖY İPLİK FABRİKASI İCRADAN SATIŞA ÇIKTI

 

 

İstanbul 10. İcra Dairesi, 1953 yılında kurulan ve son dönemde birçok etkinliğe ev sahipliği yapan Hasköy İplik Fabrikası'nı icradan satışa çıkardı. 4 parsel olarak satışa çıkan iplik fabrikasının ihalesinde toplam tahmini bedel 43 milyon 616 bin 810 lira olarak belirlendi. Yapının yer aldığı lokasyon, kentsel dönüşüm kapsamında da ön planda. Rahmi Koç Müzesi'nin hemen karşısında yer alan Hasköy İplik Fabrikası denize yakın konumuyla da dikkat çekiyor.

 

 

Beyoğlu İlçesi, Piripaşa Mahallesi, Kalaycıbahçe Mahallesi sınırlarında kalan 2 parsel ile Kırmızı Minare Sokak ve Şaban Deresi Sokak'ta bulunan gayrimenkullerin ihalesi nasıl sonuçlanacak merak konusu. Birçok organizasyona ev sahipliği yapan Hasköy İplik Fabrikası'nda, 2012 Kentsel Dönüşüm Zirvesi'de gerçekleştirilmişti.

Türkiye Gazetesi, 18.10.2014

DIŞ KALE'DEKİ 91 YAPI YENİLENECEK

 

Ankara Büyükşehir Belediyesi, çalışmaların sürdürdüğü ‘Ulus Tarihi Kent Merkezi Yenileme Alanı Projesi’ kapsamında yer alan Ankara Kalesi’nin son durumuyla ilgili yaptığı açıklamada, alt yapı çalışmalarının tamamlandığını belirterek, şu ifadelere yer verdi:

“Devam eden restorasyon çalışmalarının yanı sıra sokak sağlıklaştırma projeleri kapsamında bölgenin vitrini olarak gösterilen Dış Kale’de 57’si tescilli olmak üzere toplam 91 yapı yenilenecek.”

Hürriyet, 18.10.2014

BAK TAŞINA ACI ACI, BU MEZARDA BİR GARİP VAR

 


Fatih'te Yarhisar Camii'nin aşağısında, Mustafa Muslihiddin Çeşmesi'nin arkasındaki mezarlık 

 

Günden güne kaybolan mahalle hayatının silinip gidenleri arasında küçük mahalle kabristanları da var. Kırılmış, köhne ve perişan halleriyle ecdat yadigarı olan mezar taşları, muhafaza edilmeye muhtaç.

 

Yahya Kemal, tam bir coşkunluk hissiyle şöyle demiştir: “İstanbul’un nüfusunu sayarken, ölülerini de saymak gerek.” Şehrin tarihi vasfını haiz Fatih, Eyüp ve Üsküdar gibi ilçelerinden birinde yaşıyorsanız, zamanın beherinde bile olsa gözünüze muhakkak ilişmiştir… İstanbul’un manevi hüviyetini temsil eden küçük mahalle mezarlıkları, sanki eski İslam tavrı ve marifetinin hayatın ince boşluklarını doldurmadaki tılsımlı bir tecellisidir. Ne gariptir ki, bugün izah edemediğimiz bu medeniyet lisanını, bizden evvel gelenler belki gayri ihtiyari belki tam bir iştiyak içinde konuşmaya muktedir olabilmişler.

 


Eyüp semtinde Nime’l-Ceyş’ten Evrenos Dede’nin kabri. Yan yana duran üç kabirden birincisinin taşında Osmanlıca ile Evrenos Dede yazarken, aynı yazı özensiz Latin harfleriyle başka bir taşa da yazılmış.

 

Bu merhalede, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediklerine kulak kabartmalıyız: “Eski İstanbullu, yüzünü bu zamanın aynasında çok uzak, adeta erişilmez ötelerden gelmiş bir şey, bütün bir ahiret kokusuyla tütsülü bir gölge gibi seyrederdi. Yanı başlarındaki küçük cami ve medrese mezarlıklarındaki ölüleriyle yan yana yaşayan, sevinçlerini, hüzünlerini onlarla paylaşan eski İstanbul mahalleleri, bu zamanın içinde, gövdesine ağır boğumlu sarmaşık halkaları kenetlenmiş yaşlı bir ağaç gibi, güçlükle nefes alarak yaşarlardı. Bu mahallelerde gün, beş ezanın beş tonozundan geçerek ilerleyen, sırasına göre renkli, heybetli, zaman zaman eğlenceli bir alaya benzerdi. Onun, hiçbir törenin kaydetmediği, buna rağmen hiç değişmeyen bir sürü merasimi, adabı vardı.” Büyük edibin bu eksiksiz tarifinde işaret ettiği mistik bulut tabakası, bugün ne esef ki şehrin neredeyse çok az yerinde hissedilebiliyor. Eskinin esaslı maneviyatı ve bu hayatın son işaretleri hükmündeki mahalle mezarlıkları, adeta yağmurdan sonra çevreye serpilmiş üç-beş çiğ tanesi gibi kurumaya yüz tutarken, ancak ince bir telakki ile abad olacağı günleri gözlüyor.

 

 

Ziyaretten maksat bir duadır…

Köşeyi dönünce hemen karşınıza çıkacak kadar bilindik, yanı başında akmaz bir çeşmesi, sadaka taşıyla mamur, yeşilliklerin içine gömülü mezar taşları… Fanilerin son menzilinde uyudukları, gelip geçenlerden bir Fatiha bekleyen ehl-i kuburun nişaneleri onlar. Eski yazının unutulduğundan sebep ebkem, dilsiz kalmış, dirilerle olan irtibatı bu sebeple kopmuş mezar taşları, şimdi mezkur mahallelerdeki betonarme binalar arasında tertipsiz, nizamsız kaderine terk edilmiş. Başını gözleyen kimsecikler yok bu garip taşların. Mevtaları çoktan toprak olup gitmişken, neslinden gelenlerin ihtiramsız, bigane tavrına kurban gidiyor bir bir. Omuzlarında senelerin hatta asırların yükü var. Eğilmiş, kırılıp bir köşeye atılmış, ince hat ile süslenen alnındaki yazıları siliniyor taşların.

 

 

Bekçileri bir kediler ve bir de salyangozlar olmuş. Hüvel baki, ah minel mevt ile başlayan mücmel tarihçe-i hayatların kıymeti ne yazık ki yitirilince akla geliyor.

 

Türk-İslam sanatının en güzel misallerinden birini teşkil eden mahalle mezarlıkları bakımsız ve perişan halleriyle dikkat çekiyor. Eski İstanbul’un birçok yerinde ve bilhassa Fatih, Üsküdar, Eyüp sınırları içinde dağılmış ufak mezarlıklar, kimi zaman şehir idarecilerinin ihmaline, kimi zaman da mahalle sakinlerinin vandal muamelelerine maruz kalıyor. Hakkını vermek lazım, elbette bütün saydığımız mezarlıkların durumu aynı değil. Ana güzergahlar üzerinde yer alan kabristanlar ekseri tertipli ve intizamlı bir görüntü arz ediyorken, ara sokaklardakilerin viran ve harap hali, görenlerin içini acıtıyor.

 

 

Kıymet bilmezlik, çalınana kadar

Uzamış otları arasında kediler için bırakılan yiyecekler, sokağa savrulan çöpler, atıl bırakılmış mezarlıkların en belirgin vasfı. Kendini bilmez kimselerce serpuşları sökülen, oymaları kırılan taşlar, tüm bunların haricinde bir sükut suikastına maruz. Taşların kıymetini bilen üç-beş kişi de bu sanat eserlerine olan tavra karşı çaresiz kalıyor. Kimi mezarlıkların herhangi bir envanter kayıtları bile yok. Zira taşların üzerinde kayıt altına alındıklarına dair işaret ve numara yer almıyor. Bu noktada hafızaları tazelemek ve yakın geçmişte yaşanan bazı hadiselerden ibret devşirmemiz lazım. Çok değil, geçen sene işte bu taşlar gibi üç adet mezar taşı İngiltere’ye kaçırılarak açık artırmaya çıkarılmıştı. Gazetelerin duyurduğu mevzua Kültür ve Turizm Bakanlığı müdahil olarak, taşları eski yerine getirmeyi başarmıştı. Bunlar haricinde, taşlar birçok tehlikeyle karşı karşıya. Kitabelerin içinde altın olduğuna inanan meczup hırsızlar mı dersiniz, yoksa taşları koruma adı altında yeşil yağlı boyayı boca edenler mi… Kenar mahallelerde kalan bu tip köhne mezarlar ise tahmin edileceği üzere madde bağımlıları için gözde mekanlardan.

 



 

Dergah duvarında eski mezar taşları

Eski camilerin hazirelerine ve hususan halk arasında manevi tesiri olan hak erlerine karşı Müslüman ahali muhabbet beslemiş, dünyadaki cazibe toprağın altında iken de devam etmiş. Ahirette bu kimselerin yanında, yakınında haşrolmak arzusunu beslemiş. Bu yüzden mezarlar mescitlerin, türbelerin hazireleri dışına taşarak sokak aralarına kadar yayılmış. Eyüp Sultan Kabristanı içinde yer alan Kaşgari Dergahı da bu cazibe noktalarından biri. Şu günlerde restorasyonu devam eden tekkenin bahçe duvarları içinde yer alan mezar taşları, maneviyat ehline sığmayacak bir abesiyet arz ediyor. Vaktiyle örülen mücavir duvara iliştirilmiş bu eski mezar kitabeleri hazır restorasyon devam ederken bilhassa izale edilmeli, iade-i itibarı verilmelidir.

Zaman, Haber: Erkam Emre, 17.10.2014

2. ABDÜLHAMİD'İN TAHTI RESTORE EDİLİYOR

 

Yıldız Sarayı Vakfı'ndan yapılan açıklamaya göre, vakıf, tarihi ve kültürel emanetleri muhafaza ederek, genç nesillere tarih bilincini aşılamayı ilke edinen faaliyetlerini sürdürüyor.

Çalışmalar kapsamında 2. Abdülhamid'in, Cuma selamlığında ve elçi kabullerinde kullandığı 19. yüzyılda yapılan tahtı restore ediliyor. 

Vakıf, tahtın restorasyonuna katkıda bulunan Özgül Holding onuruna özel bir davete ev sahipliği yaptı. Davette, cemiyet dünyasının tanınmış simaları bir araya geldi. 

Davette konuşan Yıldız Sarayı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı ve Şanlıurfa Milletvekili Zeynep Karahan Uslu, ülkenin ve toplumun sosyal gelişimine her zaman duyarlı olduklarını belirterek, "Sosyal sorumluluk anlayışımız; tarihi ve kültürel emanetlerimizdeki muhafaza ve iyileşmeleri teşvik eden bir yaklaşımdır. Bu konularda toplumun her kesiminden alacağımız destek ve güven duygusu bizler için en büyük motivasyon kaynağı olacaktır" dedi. 

Özgül Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Faruk Özgül de holdingin tarih ve sanat alanında gerçekleştirdiği faaliyetler hakkında bilgi vererek, "Sultan II. Abdülhamid'in 19. yüzyılda yapılan tahtının restorasyonu konusu gündeme geldiğinde büyük bir heyecan duyduk. Tarihi emanetlerin korunması meselesini ulvi bir görev olarak görüyoruz. Bu emanetler milletin geçmişiyle değil geleceğiyle ilgili konulardır. Şu anda içinde bulunduğumuz yapı ve üzerinde yaşadığımız topraklar çok sayıda önemli medeniyete ev sahipliği yaptı. Bizler bu değerli emanetlerin mirasçısı olarak buradayız. Bu mirası geleceğe taşıma konusunda bu tür faaliyetlerin çok büyük önemi olduğunu düşünüyoruz" diye konuştu. 

Konuşmaların ardından Özgül Holding Başkanvekili Züleyha Özgül, 2. A
bdülhamid'in tahtının restorasyonu için 30 bin lira tutarındaki temsili çeki Uslu'ya takdim etti.


Uslu da katkılarından ötürü Özgül Holding'e teşekkür ederek, Züleyha Özgül'e plaket verdi.

Radikal, 17.10.2014

MEVLEVİLERİN KULLANDIĞI ANTİK EŞYALAR ROMA'DA

 

 

İtalya'nın başkenti Roma'da, Mevlevi tekkelerinde dervişlerin kullandığı antik eşyalar sergileniyor. Tılsımlar ve Diğer Olağanüstü Eşyalar, Türk Dünyası Tekke Objeleri adlı sergi, Roma'nın seçkin sanat galerilerinden biri olan Cinque Lune'de dün akşam verilen bir davetle kapılarını açtı.

 

 

Yoğun ilgi gören açılışa, Türkiye'nin Roma Büyükelçisi Aydın Sezgin ve Vatikan Büyükelçisi Prof.Dr. Mehmet Paçacı'nın yanı sıra çok sayıda sanatsever katıldı.

Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) desteği, T.C. Kültür ve Tanıtma Müşavirliği işbirliğiyle İstanbul merkezli New East Foundation'ın (Yeni Doğu Vakfı) girişimiyle hayata geçirilen sergide, Türk dünyasından toplanmış ve Mevlevi tekkelerinde kullanılmış 350 objeye yer verildi. 

Geçtiğimiz 100 yıl içinde kullanılmış ve tamamı tekke motifleriyle süslenmiş olan eşyalar arasında, sarık, rahle, tespih, derviş kaşıkları, gülabdan, tekke şişi, maşrapa, mangal, tütsü kabı, sarık, kemer, bardak, şamdan, sefer tası, tekke kutuları, tepsiler, şifa tası, dibek, anahtar, tekke levhaları, derviş ağızlıkları ve keseler ile bakır, gümüş ve seramikten yapılmış çeşitli objeler bulunuyor. 

 

 

Ressam Fatma Zeynep Çilek'in tekke kültüründen esinlenerek hayata geçirdiği Yaratılış koleksiyonundan çağdaş sanat yapıtı 5 tablo da sergiye kondu. 

10 BİN PARÇALIK BİR KOLEKSİYON VAR
7 Kasım'a kadar açık kalacak olan sergiye ilişkin bilgi veren New East Foundation Başkanı, Stratejist-Yazar Atılgan Bayar, aslında Emevi döneminden bugüne gelen 10 bin parçalık bir tekke eşyaları koleksiyonuna ulaşabilecekken sadece son 100 yıldakileri getirebildiklerini belirterek, Yurtdışına çıkarma imkanları yüzünden burada sadece son 100 yılı sergileyebiliyoruz, eserlerin başına bir şey gelmemesi için dedi. 

BATI'YI ANLAMAK İÇİN MERKEZ AÇIYORLAR
Çok yeni bir girişim olan ve yakında New York ile Roma'da merkez açmaya hazırlandıkları New East Foundation'ın temel amacının, Türk kültürünü dünyaya tanıtmak ve Batı kültürünü tanımak olduğunu anlatan Bayar, Türkiye olarak Batı kültürünü oluşturan temellere sahip değiliz, bu temelleri bilmiyoruz. Bilmediğimiz için de Batı'yı anlamakta güçlük çekiyoruz. Örneğin, Türkiye'nin iyi bir Fransisken uzmanı, iyi bir Opus Dei uzmanı, iyi bir Rönesans sanatı uzmanı yok. Bunlar olmadığı için de biz bugün bazı kararların ve bazı gelişmelerin ardındaki gerçekleri bilemiyoruz diye konuştu.

Bayar, açacakları merkezlerde, başlangıçta doktora düzeyindeki öğrenci ve sanatçılara burslar vererek, Batı kültürünün temelleri üzerine çalışmalar yapmalarını destekleyip, bunları kitaplaştıracaklarını dile getirdi.

Aynı zamanda Türk kültürü ile Batı kültürünü tanıştırıp, ortaklaşa yeni ürünler çıkarmak için zeminler yaratmayı hedeflediklerini de belirten Bayar, Türk Dünyası Tekke Objeleri sergisi, bu çalışmaların ilki oldu. İtalyan sanatçılar, buradaki objelerden esinlenerek, önümüzdeki günlerde eserler yapmaya başlayacak ve moda endüstrisinde de Türk tekke objeleri esintilerini görebileceğiz diye sözlerini sürdürdü.

Akşam, 17.10.2014

SÜMELA MANASTIRI ESKİ GÖRÜNÜMÜNE KAVUŞUYOR

 

 

Trabzon'un Maçka İlçesi'ndeki tarihi Sümela Manastırı'nın restorasyon ve rölöve çalışması için Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanan proje, Kültür Varlıkları Koruma Kurulunca kabul edildi.

 

Trabzon İl Kültür ve Turizm Müdürü İsmail Kansız, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sümela Manastırı'nın Türkiye ve Doğu Karadeniz'in en önemli turizm merkezlerinden biri olduğunu ifade etti.

Manastırı her yıl yüz binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini vurgulayan Kansız, Sümela Manastırının kente gelen turistlerin ilk ziyaret ettiği tarihi mekanların başında geldiğini anlattı.

Kansız, bu nedenle alanın restorasyon çalışmalarının büyük önem taşıdığını dile getirerek, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Sümela Manastırı için yeni bir restorasyon projesi hazırlandığına işaret etti.

Projeyle Sümela Manastırı'nın bulunduğu alanda çevre düzenlemesi ile mekanda restorasyon çalışması gerçekleştirileceğini ifade eden Kansız, şöyle konuştu:

"Projeyle ayrıca çevredeki yürüyüş yolları, eksik kalan işlerin tamamlanması ve ziyarete kapalı olan bölümlerin restorasyonu tamamlanacak. Böylelikle manastırda kapalı olan alanlar da manastıra gelen yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açılacak. Projenin hayata geçmesiyle birlikte her yıl artan ziyaretçi sayısının daha da artmasını planlıyoruz."
 

"RESTORASYONA OCAK AYINDA BAŞLANACAK"
Maçka Belediye Başkanı Koray Koçhan da Sümela Manastırı'nın Türkiye'deki en büyük manastırlardan biri olduğuna dikkati çekerek, tarihi yapının son yıllarda dünya turizminde ön plana çıktığını kaydetti.

Koçhan, Kültür ve Turizm Bakanlığının katkılarıyla Sümela Manastırı'nda sanatsal, kültürel ve mimari açıdan detaylı proje hazırlandığını dile getirerek, Maçka Belediyesi olarak hazırlanan projeyi onaylayarak Kültür Varlıkları Koruma Kurulu'na gönderdiklerini belirtti.

Kültür Varlıkları Koruma Kurulu tarafından da onaylanan projeyle Sümela Manastırı'nda bundan sonraki süreçte ilk defa aslına uygun kapsamlı ve nitelikli restorasyon yapılacağını ifade eden Koçhan, restorasyona gelecek yıl ocak ayında başlanacağını vurguladı.

 

"TAMAMEN ASLINA UYGUN, ESKİ GÖRÜNÜMÜNE DÖNECEK"

Koçhan, çalışmaların yaklaşık 3 yıl süreceğini vurgulayarak, Sümela Manastırı'nın aslına uygun restore edilmesi Türkiye ve dünya turizmi açısından önemli bir kazanım olacağını bildirdi.

Proje kapsamında manastırın kapalı alanlarının da restore edilerek ziyarete açılacağını anlatan Koçhan, "İnşallah restorasyonla Sümela Manastırı dışarıdan tamamen aslına uygun tarihi eski görünümüne dönecek" dedi.

Sabah, 16.10.2014

ESERİNİ IRKÇI BULDUKLARI İÇİN SİLDİLER

 

 

Dünyaca ünlü sokak sanatçısı Banksy'nin İngiltere'de Essex'in Clacton-on-Sea bölgesinde bulunan ve göçmen sorununu irdelediği bir eseri 'ırkçı' bulunduğu için bölge yetkilileri tarafından silindi.

Belediye Meclisi, eserin 'ırkçı' ve 'saldırgan' olduğu yönünde şikayet aldıklarını öne sürerken, Banksy imzası taşıdığından habersiz olduklarını belirtti.

Eserde, egzotik bir kuşun karşısında 'Afrika'ya geri dön', 'Göçmenler hoş gelmedi' gibi pankartlar taşıyan bir grup güvercin resmediliyor. Eserin, 400 bin sterlin değerinde olduğu tahmin ediliyor.

 

'UYGUN BİR ESERİ MEMNUNİYETLE KARŞILARIZ'

Eseri silen Belediye Meclisi'nden İletişim Sorumlusu Nigel Brown ise, Bansky'nin 'uygun' bir  eserini her zaman memnuniyetle karşılayacaklarını belirtti.

Banksy'nin eseri, seçime hazırlanan bu bölgede geçtiğimiz hafta birdenbire belirmişti. Banksy, eserin fotoğraflarını geçtiğimiz Salı günü kendi internet sitesinden paylaşmıştı.

Banksy'nin bu hafta bir eseri daha gün yüzüne çıkmıştı. İngiltere’nin Kent şehrinde yapılan çalışmada, yaşlı bir kadın üzerinde hiçbir sanat eseri olmayan boş bir sütuna bakıyordu.

BİR ESERİ DAHA KALDIRILMIŞTI

Banksy'nin Bristol'daki bir eseri de 'binaya zarar vereceği' gerekçesiyle, keşfedildikten sadece birkaç saat sonra kaldırılmıştı. Söz konusu eserde, birbirine sarılmışken cep telefonlarına bakan genç bir çift resmediliyordu.

Habertürk, 02.10.2014



12 - 18 Ekim 2014

MÜDAHALE EDİN!

 
Restorasyon adında ‘tadilat’ denilebilecek çalışmalar İzmir’in göbeğinde ve herkesin iyi bildiği Konak Pier’de gerçekleşiyor. İş makinalarının rahat çalışması için tarihi yapının bir duvarının yerle bir edilmesi ise sahipsizliğe! örnek oluşturuyor

 

Yenigün Gazetesi İmtiyaz Sahibi Ömer Dinçer'in köşe yazısı ile İzmir'in gündemine getirdiği kentin tarihi mekanlarından Konak Pier'de sürdürülen restorasyon çalışmalarının ayrıntıları ortaya çıktı. İşçi güvenliğinden yoksun bir şekilde devam eden yenileme çalışmalarında kepçenin binanın içine girmesi için tarihi duvarlardan birinin yıkıldığı, içeride toplanan molozların bu sayede dışarıdaki kamyonlara yüklendiği iddia edildi.

 

Deniz Kuvvetleri'nin taşınmasının ardından boşaltılan Konak Pier'in kuzey kısmında restorasyon başlatılmış, restorasyonda kepçe ve kamyon kullanılması dikkatleri çekmişti. Tarihi binada çatı işlemleri devam ederken bina önünde bulunan moloz yığınlarının kepçelerle kamyonlara yüklendiği fotoğraflarla belgelenmişti. 1995 yılında Konak Pier'in restorasyonu sırasında çekilmiş bu fotoğrafa bakıldığında mevcut duvarın yerinde durduğu görülürken bugün hala devam eden restorasyon çalışmalarında ise kepçenin yıkılan duvardan içeri girip çıktığı görülmüştü.

 

Yenigün Gazetesi İmtiyaz Sahibi Ömer Dinçer, restorasyon çalışmalarının yetkili makamlarca kontrol edilmesi gerektiğini, eğer hatalı bir yenileme veya yıkım söz konusu ise inşaatın derhal mühürlenmesi gerektiğini dile getirmişti.

 

İşte Ömer Dinçer'in yazısı

İzmir'de tarihi binaların başına gelenleri gündeme getirmekten ciddi anlamda rahatsızlık duysam da kurumlar ve insanlar malzeme vermekten kendilerini alıkoyamıyorlar. İznini nereden ve kimden aldı, içeriği nedir bilinmez ama Konak Pier'in, Deniz Kuvvetleri'nin boşalttığı alanında yapılan restorasyon canımı çok sıktı.

 

Öncelikle anlamadığım nokta kamyonların ve kepçelerin böyle bir restorasyonda ne işi olduğu? İnanın gördüğümde beni şoka sokan bu manzaradan herkes rahatsız.

 

Çatı kaldırılmış... Olabilir aktarılıyordur, baştan yapılıyordur. Peki iki bina arasını tamamen yıkan bir sistem ile tarihi yapıda restorasyon yapmak ne anlama geliyor?

 

Kamyonlar dolusu moloz da neyin nesi?

 

Tarihi yapıdan bu kadar fazla moloz çıkar mı?

 

İşçiler herhangi bir güvenlik olmadan çatılarda dolaşıyor bunu kimse görmüyor mu?

 

Ve madem ki restorasyona başladınız, zamanında kaçak olarak çıkılan o ikinci katı neden yıkmıyorsunuz? Tuğla ve demir filizler olarak bırakılan o iğrenç görüntü o şekilde kalacak mı?

 

Böylesine bir yenilemenin adı restorasyon olamaz, denilse denilse “tadilat” denir bunun adına. Bina “tarihi” kategorisinde yer aldığı için izninin Konak Belediyesi'nden alınması mümkün değil. Biraz açık konuşayım, tarihi binaların nasıl korunması gerektiğini eğer az da olsa doğru anlamışsam, işçi güvenliğinden yoksun bir şekilde Konak Pier'de kamyon ve kepçelerle sürdürülen “sözde restorasyonun” derhal mühürlenmesini talep ediyorum. Artık iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olan İzmir'in tarihi yapılarına gereken saygının gösterilmesini, duvar yıkarak, gedik açarak yapılan yenilemelerden biran önce vazgeçilmesini istiyorum.

 

“2014 yapımı” Konak Pier eminim ki kimsenin ilgisini çekmeyecektir.

Yenigün, 16.10.2014

ESKİ ER HAMAMI,SERAMİK MÜZESİ'NE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ

 

Çanakkale’de, 1904 yılında yapılan ve 1996′da boşaltılan “Müstahkem Mevki Er Hamamı”, seramik müzesine dönüştürüldü.


Cevatpaşa Mahallesi’nde bulunan bina, restorasyonun ardından seramik müzesi olarak törenle yeniden hizmete açıldı. Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, törende yaptığı konuşmada, kentte bir seramik müzesi ihtiyacının bulunduğunu her zaman dile getirildiğini hatırlattı. Bu binanın seramik müzesine dönüştürülmesinin çok farklı bir düşünce olduğunu belirten Gökhan, şöyle konuştu: “Kentimizin isteğiydi. Güzel bir çalışma oldu. Bence keyifli bir mekan oldu. İçeride hamamın banyo kısmı mermer kaplı. Burada mermerle seramiğin bir buluşması oldu. Hamamda o zaman askerlerin ne malzemeleri var? Takunya, peştamal… Burası bahriyelilerin hamamı. Onları da yaşatmaya çalıştık. Burasının hamam olduğu belli ama o havayı fotoğraflar ve kıyafetlerle bezedik. İçeride hem eski Çanakkale seramikleri var hem de çağdaş sanatçıların sergisi var. Üst katı sergi alanı. Toplantı salonları var. Yaşayan bir müze olmasını istedik. Fonksiyonel bir bina.”
Bina 92 yıl asker hamamı olarak hizmet verdi


Osmanlı donanması askerlerinin Çanakkale’de konaklarken ihtiyaçlarını karşılaması amacıyla 1904′te yaptırılan hamam, 1996′ya kadar askeri hamam olarak faaliyetini sürdürdü. Bu tarihten itibaren boş kalan ve çökme tehlikesi geçiren binayı restore etmek için Çanakkale Belediyesi harekete geçti. Çanakkale Boğaz ve Garnizon Komutanlığı ile imzalanan protokolle binanın kullanımı 2009′da Çanakkale Belediyesine devredildi. Restorasyon, 2012 yılında başlandı.
Tarihi dokusu tamamen korunan bina, seramik müzesi olarak restore edildi. Bin 763 metrekare parsel alanı, 565 metrekare inşaat alanı olarak hazırlana projede, hamamın soğukluk, ılıklık ve sıcaklık kısımları giriş, bilgilendirme ve sergi alanları olarak düzenlendi. Ek bina olarak kullanılan kısım ise, toplantı odası ve idari bölüm olarak planlandı. Atıl durumda olan bahçenin peyzaj düzenlemesi yapılarak kafeterya haline getirildi.

Burası Çanakkale, 17.10.2014

KORDON EVLERİ DEPO OLDU

 

Dünya literatürüne Kordon evleri olarak giren Kordon'un tarihi binaları İzmir'de kentlilerin eziyetine direniyor. Kordon boyunca iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az sayıda kalan evler doğanın olumsuz etkilerine dayanmayı başarırken İzmirlilerin kurbanı oldu. Eşsiz güzellikteki bu Kordon evi yıllardır yan yatmış durumda kurtarılmayı bekliyor. Kentin ona verdiği görev ise oldukça üzücü. Etrafı demir parmaklıklarla çevrilen tarihi binanın bahçesini bölge esnafı tarafından eski eşyaların konulduğu bir depo olarak değerlendirilmiş.

Yenigün, 17.10.2014

PAMUKKALE ZİRVEYE YERLEŞTİ

 

Denizli İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz, Pamukkale Örenyeri’nin, bu yıl ilk 8 aylık verilere göre ören yerleri arasında en fazla ziyaret edilen yer olduğunu söyledi.

 

İşletmesi yıl başında TÜRSAB’a verilen PamukkaleÖrenyeri 78 ören yeri arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verilerine göre en fazla ziyaret edilen ören yeri oldu. Denizli İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açıkladığı rakamlara göre yılın ilk 8 ayında örenyerleri arasında Efes’i bile geride bıraktığını belirtti.

 

Korkmaz, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesindeki 313 müze ve ören yerinden 125’inin ücretsiz olduğunu, 110 müze ve 78 ören yerinin ücretli olarak ziyaret edilebildiğini belirterek, "Bakanlığımızın geçen ay açıkladığı yılın sekiz aylık verilerine göre Pamukkale en fazla ziyaret edilen ören yeri oldu. Sekiz aylık dönemde 1 milyon 201 bin kişi Pamukkale’yi gezdi. Bakanlığın sekiz aylık verilerine göre bu ziyaretlerden 22 milyon 599 bin 375 lira gelir sağlandı. Gelir sıralamasında da örenyerleri arasında Pamukkale Ören yeri ilk sırada. Pamukkale’nin ziyaretçi sayısı geçen yıla göre yüzde 9.6 arttı. Eylül ayı sonu itibariyle Pamukkale’yi ziyaret eden kişi sayısı 1 milyon 542 bin kişiye ulaştı" dedi.

 

İçerisinde Hierapolis antik kentinin de bulunduğu Pamukkale’nin UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’nde yer aldığını, Türkiye’nin önemli turizm destinasyonlarından biri olduğunu belirten Korkmaz, ziyaretçi sayısının artmasında tanıtım çalışmalarının önemli payı olduğunu vurguladı.

Korkmaz, "Pamukkale’ye 20’den fazla ülkeden ziyaretçi geliyor. En fazla ilgi gösterenler iseRusya, Almanya, İngiltere, Çin ve Güney Koreli turistler. Pamukkale ve Denizli’ye turistler inanç turizmi, termal sağlık turizmi ve kültür turizmi için geliyor. Bakanlık, Valilik ve Müdürlük olarak yurtdışı fuarlarda yaptığımız tanıtma çalışmaları ziyaretçi sayısının artmasında önemli bir rol oynadı" diye konuştu.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu yılın sekiz aylık verilerine göre müzeler arasında en fazla ziyaret edilen Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi. Pamukkale Ören yerini, Efes Örenyeri izliyor. Gelir sıralamasında ise birinciliği Ayasofya Müzesi, ikinciliği Topkapı Müzesi, üçüncülüğü Pamukkale Örenyeri, dördüncülüğü Efes Örenyeri alıyor.

Yenigün, 17.10.2014

ÇANAKKALE'DE TARİHİ ESERLER ELE GEÇİRİLDİ

 

Çanakkale’de düzenlenen operasyonda Bizans dönemine ait 10 adet altın sikke ve 8 adet tarihi eser ele geçirildi.

 

Olayla ilgili 4 kişi gözaltına alındı. Alınan bilgiye göre Biga İlçesinde ikamet eden U.K. isimli şahsın, Bursa’dan satmak için tarihi eser niteliği taşıyan altın sikke ve objeleri getireceği bilgisi alan Çanakkale Jandarma Komutanlığı ekipleri, E-90 Karayolu üzerinde, içerisinde U.K., Y.A., R.K. ve H.K. isimli şahısların bulunduğu arabayı durdurarak arama yaptı. Yapılan arama neticesinde U.K.’nin üzerinde Bizans dönemine ait 10 adet altın sikke, bagaj kısmında ise 8 adet tarihi eser niteliği taşıyan obje ele geçirildi. Tarihi eserler Çanakkale Müze Müdürlüğü’ne teslim edilirken U.K., Y.A., R.K. ve H.K., çıkarıldıkları mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Zaman, Haber: Mehmet Güler, 16.10.2014

ATLI KÖŞK'E 'MÜZE'LİK TEKNOLOJİ

 

Turkcell ve Sakıp Sabancı Müzesi tarafından müzeye özel geliştirilen uygulama ile ziyaretçiler her türlü etkinliğin bilgilerine ulaşacak. Uygulama ile müzedeki koleksiyonların detaylarına, geçmiş sergilere ve müze ile ilgili haberlere erişim sağlanacak. Sakıp Sabancı Müzesi Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı ve Turkcell Genel Müdürü Süreyya Ciliv’in katıldığı törende, müze için geliştirilen uygulamanın tanıtımı yapıldı.

12 yılda ilkleri yarattı
Güler Sabancı, “Sakıp Sabancı Müzesi, 12 yıllık geçmişi boyunca müzecilik, sergileme ve iletişim alanlarında Türkiye kültür-sanat camiası için ilkleri yarattı ve uyguladı. İşbirliği, müzemizin sanat ve teknoloji alanında başlattığı projelerin gelişimi açısından büyük önem taşıyor” dedi.


Süreyya Ciliv ise “Amacımız gerek uygulama üzerinden sağladığımız kolaylıklar, gerek müşterilerimize sunduğumuz avantajlarla müzede yer bulan sergilere, koleksiyonlara ve etkinliklere gösterilen rağbetin artmasına katkıda bulunmak” diye konuştu.

 

Pusetliye özel gezi
İşbirliği kapsamında müzede her hafta bir gün Pusetli Anneler Günü olacak. Müze ziyaretçileri bir hafta perşembe, bir hafta cumartesi olacak şekilde hafta içi ve hafta sonunda Turkcell Platinum Pusetli Anneler Günü’nden faydalanabilecek. 0-18 ay bebekler için hazırlanan yarım saatlik programda seçilen eserlerin önünde eğitmenle birlikte incelemeler yapılarak,  bebeklerde renklerin yarattığı etki gözlenecek. Bu özel günlerde Turkcell Platinum müşterisi annelerle birlikte gelen babalar da müzeye ücretsiz girecek.

Milliyet, 16.10.2014

ROMA DÖNEMİ ANITSAL ÇEŞME'NİN GÖRKEMLİ YAPISI RESTORASYONLA ORTAYA ÇIKTI

 

 

Anadolu topraklarında ayakta kalan Roma döneminin en görkemli çeşmesi Antalya Side antik kentinde bulunuyor. MS 2'nci yüzyıldan kalma Anıtsal Çeşme'de (Dokuz Çeşmeler) 8 yıldır restorasyon ve ayağa kaldırma çalışması yapılıyor. MS 2'nci yüzyılda 20 metre yüksekliğinde 52 metre genişliğinde inşa edilen çeşmenin meydana gelen depremlerle 20 metre yüksekliğinin günümüzde 12 metreye düştüğü belirtiliyor.

 

Anıtsal Çeşme'de 2014 restorasyon ve ayağa kaldırma çalışmasının yıl sonuna kadar süreceği bildirildi. Anıtsal Çeşme restorasyon arkeologu Altan Algül yaptığı açıklamada, restorasyon çalışmasını Barut Turizm Ticaret AŞ sponsorluğunda Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Röleve, Restitüsyon Projesi kapsamında yaptıklarını söyledi. Restorasyon çalışmasını Side Müze Müdürlüğü ve Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü kontrolünde yaptıklarını belirten Algül, çeşmenin ayağa kaldırma çalışmasının tamamen Barut Turizm Ticaret AŞ katkılarıyla yapıldığını kaydetti.

 

8 yıl içinde tarihi çeşmede 23 tarihi sütunu ayağa kaldırdıklarını, bu sene içinde de 6 sütunu ayağa kaldırmayı planladıklarını belirten Algül, "Side Anıtsal Çeşme MS Antoninuslar dönemine ait bir çeşme. Anadolu'nun en görkemli çeşmelerinden biri. Topraklarımızda Roma dönemine ait bu büyüklükte başka bir çeşme yok. İtalya Roma'da aynı büyüklükte 2 çeşme var. Anıtsal Çeşme büyüklüğü bakımından tarihi öneme sahip. Ayağa kaldırıldıkça görkemi daha ortaya çıkıyor. Anıtsal Çeşme ile Burdur'un Ağlasun İlçesinde bulunan Sagalassos antik kentindeki dünyaca ünlü Antoninler Çeşmesi ile aynı döneme ait." diye konuştu.

 

Bu seneki restorasyon çalışmalarında 3 sütun başlığı, 2 konsollu arşitrav-friz ve geison bloğu yerleştirdiklerini belirten Algül, kemer taşları çalışmasının devam ettiğini söyledi. Bu sene ayrıca restorasyon çalışmalarında geçmiş asırda yıkılmaya bağlı 150 parça birleştirmesi yaptıklarını anlatan Algül, "Bu sene özellikle önceki yıllarda birleştirdikleri tespit edilen mimari taşların birleştirme işlemlerini sürdürdük." dedi.

 

Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın, bakanlığı döneminde Side antik kentinde bulunan Anıtsal Çeşme restorasyon çalışmalarını iki defa yerinde incelemişti. Bakanlığı döneminde MS 161 – 180 yılları arasında Roma İmparatoru Marcus Aurelius zamanında yapılmış ve Roma İmparatorluğu'nun prestij göstergesi olarak inşa edilmiş olan Sagalassos antik kentindeki Antoninler Çeşmesi'ni ayağa kaldırmanın ve asırlarca sonra tarihi çeşmeden su akıtmanın en güzel mutluluklardan biri olduğunu belirten Günay, ikinci görmek istediğinin ise Side Anıtsal Çeşme'nin restorasyonun tamamlanarak turizme kazandırılması olduğunu kaydetmişti. Antoninler Çeşmesi de Kültür ve Turizm Bakanlığı, Aygaz ve Belçika Leuven Üniversitesi iş birliğiyle yapılan çalışma kapsamında 4 yıl önce restorasyonu tamamlanarak insanlık kültür mirasına kazandırılmıştı.

Zaman, Haber: Abdurrahman Büyükkeskin, 16.10.2014

TARİHİ DEFİNECİLER ORTAYA ÇIKARDI

 



 

 

Bilecik’in Beşiktaş Mahallesi’nde 1. ve 3. derece sit alanı özelliği taşıyan bölgede kaçak kazılar sonucu ortaya çıkan eserler çevreye yayılmış bir şekilde bekliyor.

 

Bilecik’teki eski yerleşim yerlerinden biri olan Agrillion antik kentinin bulunduğu bölgede defineciler tarafından yapılan kaçak kazılar sonucu ortaya çıkan tarihi eser niteliğindeki mermer sütunlar çevreye saçıldı. Bölgede açılan birçok çukurun çevresinde sütunların yanı sıra kemik parçaları da belirlendi. Bilecik İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü sorumluluğunda olan bu alanda şimdiye kadar arkeolojik hiçbir çalışma yapılmadığı, define avcıları tarafından yapılan kaçak kazılar sonrası birçok tarihi eserin ortaya çıktığı bildiriliyor.


Çevre sakinleri, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve Osmanlı’nın ilk başkenti olan Bilecik’te sit alanı olarak kabul edilen Agrilion antik kentinin bulunduğu alanda sözü geçen iddianın araştırılması ve buna ilişkin olarak acil önlemlerin alınmasının büyük bir önem taşıdığını belirterek, "Arkeolojik araştırmalar yapmak üzere şehir dışına gönderdiğimiz birçok araştırmacının faydalanabileceği böyle alanların en kısa süre içerisinde tespit edilip gerekli koruma işlemlerinin de yapılması şehrimiz ve tarihimize verdiğimiz önemin bir gereği olacaktır" dedi.


Bu arada Bilecik Müze Müdürlüğü yetkilileri, bu bölgenin 1. ve 3 derece sit alanı olduğunu, direkt hedef gösterilen bir alan haline geleceği için etrafını güvenlik çemberi ile çevirmediklerini söyledi. Yetkililer, müzelerin taşınabilir malzemeleri topladığını, o bölgede taşınamaz sütunlar olduğundan konuyla Eskişehir Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun ilgilendiğini ifade etti.

Milliyet, 16.10.2014

SİDE MÜZESİ'Nİ 9 AYDA 179 BİN KİŞİ ZİYARET ETTİ

 

 

Dünyaca ünlü Antalya Side Müzesi'ni 2014 yılının ilk 9 ayında 179 bin 319 kişinin ziyaret ettiği bildirildi. Ziyaretin 36 bininin müze, 142 bin 506'nın ise Side Antik Tiyatro olduğu belirtildi.

 

Side Müzesi'ni geçen yıl 192 bin 744 müzeseverin ziyaret ettiği ifade edildi. Ziyaretin 43 binin müze, 148 bin 748'nin ise müze bağlı Side Antik Tiyatro olduğunu kaydedildi.

 

Side antik kentinde 1947 yılından bu yana kazı çalışması yapılıyor. Bundan 67 yıl önce Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid Mansel'in antik kentte başlattığı kazı çalışmasını Anadolu Üniversitesi arkeoloji bölümü sürdürüyor.

 

Side Müzesi'nde, Prof.Dr. Mansel'in 1947-1965 yılı kazı çalışmalarında bulunan eserler ile Prof.Dr. Jale İnan'ın antik kette 1970 sonrası gün yüzüne çıkardığı eserler teşhir ediliyor. Türkiye'nin müzelerin içinde tek tarihi eser ve sikke konservasyon atölyesi ve laboratuvarı Side Müzesi bulunuyor.

Zaman, Haber: Abdurrahman Büyükkeskin, 16.10.2014

DRAKULA'NIN KALDIĞI ZİNDANLAR KAMERALARLA GÖZETLENECEK

 

Tokat Kültür ve Turizm Müdürü Akyüz, Tokat Kalesi'ne 8 kamera yerleştirildiğini belirterek, "Kont Drakula'nın kaldığı zindanlar 24 saat gözlem altında olacak" dedi.

 

Akyüz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kalenin yapıldığı dönemde, savunma amacıyla şehre hakim bir noktaya kurulduğuna dikkati çekerek, "Kalede bazı kişilerin o dönemlerde tutuklu kaldığı, Kont Drakula lakaplı, Eflak Voyvodası 3. Vlad'ın, Fatih Sultan Mehmet döneminde esir olarak getirildiği ve kaledeki zindanda 7 yıl kaldığı rivayet ediliyor" diye konuştu.

Kalenin Tokat'ın tanıtımı açısından önemli olduğunu belirten Akyüz, şunları kaydetti:
"Kalemizin önce gece ışıklandırma çalışması yapıldı. Kalemizde temizlik çalışmaları sürüyor. Tokat Valiliğimiz tarafından kaleye biri 360 derece dönen 8 kamera yerleştirildi. 3-4 gündür çalışmalar sürüyor. Bir hafta-15 gün içinde kameralar faaliyete geçecek. Tokat Kalesi, yerleştirilen kameralarla 24 saat korunmuş olacak, dünyanın herhangi bir yerinden canlı izlenebilecek. Kont Drakula'nın kaldığı zindanlar 24 saat gözlem altında olacak."

Roma dönemine ait kalenin 5'inci veya 6'ncı yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor. "Kazıklı Voyvoda" ve "Kont Drakula" olarak anılan Eflak Voyvodası 3. Vlad'ın, Fatih Sultan Mehmet döneminde kaledeki zindanlarda esir tutulduğu rivayet ediliyor.

Habertürk, 16.10.2014

ARKEOLOGLAR AÇLIK GREVİNE GİDİYOR

 

Arkeolog ve sanat tarihçileri bir süredir kadro alamamaktan şikayetçi. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Kasım 2014 KPSS atamalarında da kadro vermemesine tepki olarak açlık grevi başlatma kararı aldılar.

 

Kültür Sanat Emekçileri Derneği Başkan Yardımcısı ve Arkeologlar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Binnur Çelebi, bu kararı aldıklarını duyurdu. Çelebi, Grevin yapılacağı yer ve zamanın gerekli prosedür tamamlandıktan sonra bildirileceğini söyledi.

Arkeolog ve sanat tarihçiler bir süredir sosyal medya üzerinden örgütlenerek kendilerine istihdam sağlanmasını talep ediyorlardı. Ancak istihdama yönelik Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan bir cevap alamadıkları için açlık grevine gitme kararı aldılar. Başkan Çelebi bu kararı nasıl aldıklarını da kişisel sitesinden şöyle duyurdu;

‘’Kültür Sanat Emekçileri Derneği Başkanı Hızır İnan ile birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı Personel Dairesi Başkanı Ahmet Yılmaz ile 15.10.2014 tarihinde saat 15.30’da meslektaşlarımızın atamaları hakkında görüşme yaptık. Sayın Yılmaz, mayıs ayında bana KPSS 2014 Kasım atamalarında kadro ihdası ile en az 50 arkeolog atayacaklarına dair söz verdiğini, fakat Başbakanın şimdiye kadar yazıyı onaylamaması nedeniyle sözlerini yerine getiremediklerini söyledi. 70 arkeolog ve 50 müze araştırmacısı için kadro ihdası taleplerinin imzalanması halinde ise bu kadroları ancak KPSS 2015 Haziran atamalarında kullanacaklarını, ellerinde kadro olmadığı için KPSS 2014 Kasım atamalarında hiçbir bölüm için talepte bulunmadıklarını bildirdi. 2014 için arkeolog ataması yapıldığı takdirde açlık grevine gideceğimi daha önceki görüşmemdeki gibi tekrar ettiğimde gülümseyerek ‘öyleyse sen yarın grevine başla’ dedi. Bizlere umut vadeden başkanımız ne olduysa 4 ay sonra umutlarımızı bir anda söndürdü.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 16.10.2014

SON ON YILIN EN ÖNEMLİ EPİGRAFİK BULUNTUSU MİLAS - UZUNYUVA'DAN

 

Muğla İli, Milas İlçesi, Uzunyuva Mezar Anıtı çevresinde gerçekleştirilen kazı ve araştırmalar kapsamında,  bilimsel çevrelerce çok önemli veriler içerdiği değerlendirilen yazıtlı bir stel ortaya çıkarıldı.






Kaidesi üzerine dik oturtulmuş olan stel, alandaki en son yerleşime ait bir mekanın ikinci katına çıkan merdivende, merdiven basamağı olarak kullanılmış olup, Milas Uzunyuva Projesi epigrafı Prof.Dr. Christian Marek’ten alınan ilk bilgiye göre, stel üzerindeki yazıt, şiirsel bir dille yazılmıştır. Şiir filolojisinde “katalektik trocheik tetrametre” olarak adlandırılan bir üslupla, yani her mısrada iki trochaios=8 heceden sonra bir ara verilerek kaleme alınmıştır. Stelin üst yüzeyinde yanlarda görülen birer dübel ve çok hafif de olsa anatyrosis işçiliği, bir üst parçanın daha olduğu ve bu bağlamda da stelin yüksekliğinin 2.25 metreye varan bugünkü ölçüsünden daha yüksek olduğunu göstermektedir. Ele geçen bölüm üzerinde 121 satır yer almaktadır. Stelin açık yüzeyi ayak basılmış olmasından dolayı hiçbir iz kalmayacak kadar aşınmıştır. Korunan satırlar açık yüzeyin kenarları ile üzerindeki basamağın altında kalan yüzey üzerindedir ki, bu da her bir mısranın yarısından daha az bir bölümüdür.





Yazıtın harf karakterine göre Stel MÖ 4. yüzyılın sonları ya da MÖ 3. yüzyılın başlarında dikilmiş olduğu tahmin edilmektedir.

 

Prof. Marek’in ilk incelemesinin sonucuna göre şiir, bir hükümdara atfedilmiştir. Metin içinde methiyeler dizilen Hükümdar için daima ikinci tekil şahıs zamiri, “Sen” kullanılmıştır. Yaşamının son dönemini dile getiren cümlelerden anlaşıldığı gibi Efendi, bir “Tanrı” değil, aksine bir “Ölümlü” dür. Bu kişinin hayatına ait önemli olaylar, şiirin mısraları içinde detaylarıyla anlatılmaktadır. Özellikle de “kötü emelli kişilere” ve de “hasımlarına karşı verdiği savaşlar methiyenin ana temasını oluşturmaktadır. Hükümdarın kendisinden öğrendiğimiz en önemli bilgi, Maussoleum’un mimarı olarak tanıdığımız döneminin önemli Mimarı Pytheas’ın arkadaşı olduğudur. Yazıt antik çağın “Hükümranlık Kültü”nün kökeni konusunda da çok önemli bir bilgi sunmaktadır.

 

Stel, üzerindeki şiirin Klasik Dönem içinde bugüne kadar ele geçen benzeri buluntular arasında en uzunu olması nedeniyle, özellikle de Tarihçiler ve Filologlar için şüphesiz olağanüstü bir buluntudur.

 

Prof. Marek tarafından, metnin çözümünün daha henüz başlarında olunduğu, çekilen fotoğraflar ve özel kağıt üzerine alınan kopyalar üzerinde detaylı incelemelerin bugünkü başlangıç bilgilerini daha da ileriye taşıyacağı, ayrıca buluntu yerinden hareketle Stelin, alandaki Mezar Anıtı’nın hemen yakınlarında bir yerlerde dikilmiş ve bu anıta ait orijinal bir armağan olduğu ifade edilmektedir.

 


kulturvarliklari.gov.tr, 15.10.2014

CONTEMPORARY ISTANBUL İÇİN GERİ SAYIM

 

Contemporary Istanbul, 9. senesinde 22 ülkeden, 520 sanatçı, 104 çağdaş sanat galerisi ile beraber 75.000’den fazla ziyaretçiyi 13-16 Kasım tarihlerinde buluşturuyor. Yılın en önemli etkinliklerinden CI’a sayılı günler kala heyecan verici gelişmelerin paylaşıldığı özel bir etkinlik düzenlendi.

14 Ekim 2014 Salı günü Contemporary İstanbul ve Akbank Private Banking ev sahipliğinde Muse Istanbul’da gerçekleşen kokteyl partiye; basın mensupları, galeri sahipleri-yöneticileri ile koleksiyonerler katıldı.

Türkiye'nin en önemli illüstratör ve sokak sanatçılarından Cins, her ay dünyaca ünlü bir sanatçıyı misafir eden ve sanatçıların canlı çizim performanslarını içeren tek gecelik Pop-Up sergi/partilerinin altıncı edisyonu için etkinlikte sanat performansı gerçekleştirdi. Pop-Up ve Cins’in ortaklığı sayesinde İstanbul’un her daim hareketli sanat ortamında farklı bir serginin ve eserin oluşma süreci izlendi.

9. Contemporary Istanbul!
Contemporary Istanbul uluslararası çağdaş sanatın en iyi örneklerinin Istanbul’a getiriyor. Kaçırılmayacak bir buluşma noktası olduğu kadar en genç ve canlı sanat ortamına sahip, çağdaş sanatın geleceğini elinde tutan Istanbul’u keşfetme fırsatı sunuyor. Plugin Yeni Medya bölümü ile de çağdaş sanat dünyasındaki yepyeni ve yenilikçi gelişmeleri takip etme fırsatı yakalanıyor.

Bu sene Contemporary Istanbul, 8. yılında da ana sponsorluğa devam eden Akbank Private Banking, 3 yıldır ortak sponsorluğu üstlenen Yıldız Holding ve 2014 yılında ortak sponsor olarak katılan 42 Maslak ile yola devam ediyor.

Bu seneki katılımcı galeriler arasında Galerie Lelong (Paris), Marlborough Galleries (New York), Rampa (İstanbul), Emmanuel Fremin (New York), Galerie Javier Lopez (Madrid), Kashya Hildebrand Gallery (Londra), Galerie Kornfeld (Berlin), Galeri Nev (İstanbul), Heis Gallery (Fukuoka-Japonya), Galerie Pilar Serra Barbara Paci (Roma), Dirimart (İstanbul), Andipa Gallery (New York) ve yakında Istanbul’a da açacağı mekan ile Galleria Russo (Roma) yer alıyor.

Contemporary Istanbul, sanat edisyonlarının, çoklu sanatların farklı formatlarının, kavramsal boyutlarının sunulduğu, tartışıldığı ve paylaşıldığı yeni girişim ve inisiyatifi CI Editions’ı sunuyor. Sınırlı sayıda üretilen özel edisyonların yaygın dağıtımını sağlayacak CI Editions, sanatın daha geniş izleyici grubunun yanı sıra yeni sanatseverler ile buluşmasında alternatif bir kanal yaratıyor. Orhan Cem Çetin, Mustafa Horasan, Ansen, Ahmet Polat, Ali Emir Tapan, Merve Morkoç, Fırat Engin, Alpin Arda Bağcık, Sinan Demirtaş, Seçkin Pirim, Ahmet Duru, Gözde Türkkan, Erdoğan Zümrütoğlu, Ardan Özmenoğlu, Buğra Erol, Gülay Semercioğlu, Burçak Bingöl, Mehmet Ali Uysal CI Editions’a özel edisyon üretecek sanatçılar arasında..

Plugin Istanbul Yeni Medya Bölümü 2. senesinde sanatsal anlamda daha geniş bir alanı kapsamayı hedefliyor. Sadece video sanatı değil, ses ve ışık enstalasyonları, etkileşimli ve jeneratif sanat işleri, iç mekan mapping projeleri, robotik tasarımlar, hepsi ve daha fazlası Plugin Istanbul'da yer buluyor. Galerie AKINCI, DAM GALLERY, Karima Celestin, URAStudio, Yellow Peril Gallery, Sedition, Kasa Galeri, Zimoun Studios, Simon Heijdens ve Brigitte Kowanz Plugin’in bu seneki katılımcıları.

Çin çağdaş sanatına farklı bir bakış ile 2010’dan beri Çin video sanatı koleksiyonerliği yapan Dr. Michael I. Jacobs’ın gözünden Çin video sanatını görüleceği “Now You See” sergisi 18 genç sanatçıya ait seçkiye yer veriyor. Dünya çapında tanınmış Liu Bolin and LIo Dao gibi sanatçılar fuara konuk oluyor. CI Dialogues konferans programında “Gelecek Bugündür - Çin’de Çağdaş Sanat” ve “Çin’de Sanat Arenası, Piyasası ve Kuruluşları” oturumları ile Çin sanatı mercek altına alınıyor.

CI Dialogues konferans programı 2014 yılında da güncel sanatın uluslararası fikir liderlerini tartışma ve konuşmalar ile bir araya getiriyor. Konferans programının bu seneki teması “The Other Art. Alternatives. Choices. Options”.. Fuar alanında gerçekleşecek konferansta “Koleksiyonerliğin Geleceği”, “Kar Amacı Gütmeyen Organizasyon ve Derneklerin Gücü‘’ ve “Yarının Fuarı” gibi konular tartışılıyor. Sotheby’s International Yönetim Kurulu Başkanı Robin Woodhead, Christie Hong Kong Çağdaş Sanat Müzayede Müdürü Lauré Raibut, Artnet Kıdemli Başkan Yardımcısı Roxanna Zarnegar, Art Beirut Kurucusu & Fuar Direktörü Lauré D’Hauteville, Loop Sanat Fuar Direktörü Emilio Alvatre, CI Dialogues katılımcı konuşmacıları arasında yer alıyor.

CI 90 Minute Shows, her 90 dakikada bir, bir sanatçının solo şovunun kurulup, sunulup, tartışılıp, kaydedilip, başka bir sanatçının kurulumu için tekrar boş bir alan bırakılarak oluşturulan bir mekan-sergisi. 90 Minute Shows, değişimleri takip eden, sanatın çoğulculuğunu ve çeşitliliğini destekleyen dinamik ve yönlü bir platform oluşturuyor. Contemporary Istanbul Program Direktörü Marcus Graf’ın küratörlüğünü üstlendiği serginin sanatçıları Charlotte “Charlie” Stein, Fani Zguro, İsmail Necmi Sönmez, Mehmet Ali Uysal, Kerem Ozan Bayraktar, Orhan Cem Çetin, Buğra Erol, Ansen, Fırat Engin, Ali Emir Tapan, Irfan Önürmen, Özlem Günyol&Mustafa Kunt.

Habertürk, 15.10.2014

AZINLIK VAKIFLARINDA YÖNETMELİK KRİZİ

 

Azınlık vakıflarında seçme ve seçilme haklarını düzenleyen yönetmelik 22 ay önce iptal edildi. Vakıflar Genel Müdürlüğü yeni yönetmelik hazırlamadığı için vakıflar yönetici seçemiyor. Yönetim krizine çözüm yargıda aranıyor.

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü, azınlıklara ait cemaat vakıflarında seçme ve seçilme haklarını düzenleyen yönetmeliği iptal etti. 2008’de çıkartılan yönetmeliğin 19 Ocak 2013’teki iptal kararına azınlık cemaat vakıflarının gayrimenkullerine yatırım olanağı tanınmasının ardından rant kavgaları ve çeşitli şikayetler gerekçe gösterildi.

GEÇİCİ İDARE
Yönetmeliğin seçim usullerini düzenleyen 3. bölümü, seçim çevresi başlıklı 29. maddesi, yönetim kurulunun oluşturulması ve seçim süresi başlıklı 30. maddesi, seçmenlik şartları başlıklı 31. maddesi, seçileceklerde aranacak şartlar başlıklı 32. maddesi ve seçim usulleri başlıklı 33. maddesini yürürlü­ten kaldırıldı. Bu düzenlemenin ardından 22 ay geçmesine rağmen yeni yönetmelik çıkartılmadığı için azınlık cemaatlerine ait vakıflarda 22 aydır yönetimler belirlenemiyor. Azınlık temsilcileri, demokratik yöntemlerle yöneticilerini seçemeyen azınlık vakıflarının geçici yönetimlerle idare edilmesinden rahatsız.

23 YILDIR AYNI YÖNETİM GÖREVDE
Bu rahatsızlık yargıya da taşınıyor. Rum cemaatine mensup Katina Evdokiye Veriopolos, Evdoksia Galanopulo, Keti Vuças ve Evangelos Mihailidis Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kasten veya görevini ihmal ettiğini iddia ederek Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurdu. Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nda Yönetim Kurulu seçimi kararı verilmesi ve seçime ilişkin usullerin belirlenmesi talebinde bulunuldu.  


1991’deki seçimle belirlenen yönetimin 23 yıldır görevde olduğu belirtilen dilekçede, “1991’den bu yana hiçbir seçim yapılmadı. Mevcut yönetim Rum cemaatine aldığı kararlara ilişkin bilgi dahi vermemektedir. 90 yaşındaki Vakıf Başkanı Dimitri Karayanni, 23 dır kesintisiz ve seçimsiz olarak vakıf başkanlığını yürütmektedir” denildi.

HAKİM BEY SEÇSİN
Dört Rum cemaati üyesinin avukatı olan Cem Murat Sofuoğlu, Türk Medeni Kanunu’nun 1. maddesinde ‘Kanunda uygulanabilir hüküm yoksa, hakim örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir’ hükmünü gerekçe gösterdi. Sofuoğlu ve Rum cemaati üyeleri, hakiminden vakıflar seçim yaptırmıyorsa yönetimimizi ‘Sen seç’ isteğinde bulundu.  


Sofuoğlu, “Vakıflar Genel Müdürlüğü yeni düzenleme yapmamış ve cemaat vakıflarının yönetimlerini hukuken tartışılır ve yönetimsiz bırakmıştır” dedi.  Mahkeme davada esasa girerek delillerin toplanmasına karar verdi.

Bölünme ve sosyal çatışmaya neden oluyor
Vakıflar Meclisi Azınlık Vakıfları Temsilcisi Laki Vingas:

Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesindeki Vakıflar Meclisi’nde azınlık vakıfları temsilcisi olarak görev yapan Laki Vingas, 22 aydır yeni yönetmelik hazırlanmadığı için üyelikten istifa etmişti. Vingas, durumu vicdani olarak kabul edemediği için istifa ettiğini söyledi. “Daha sonra Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç aradı. Sorunu çözeceklerini söyledi ve istifamdan vazgeçmemi istedi. Ona güvendim, inandım ve istifamı geri aldım” diyen Vingas, ancak değişikliğin hala yapılmadığını aktardı. Vingas, “Bazı vakıflar karar alamıyor. Yönetim sıkıntıları baş gösteriyor. Süresi dolanlar yapamaz halde. Bunlar bizim gibi küçük toplumlarda ciddi bölünmelere ve sosyal çatışmaya neden oluyor” diyor.

Türkiye Museviler’i Hahambaşı Müşaviri  Silvyo Ovadya:
Yönetmeliğin neden çıkarılmadığını bilmiyorum. Bu yüzden seçim de yapılamıyor. Seçim olmazsa vakıflar çarlık gibi olur. Kimse seçilemeyecek diye vakıfları istediği gibi yönetirler.

Apoyevmatini Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis:
AKP azınlık cemaatlerine olumlu yaklaşmak zorunda. Bu lütuf değil, görevdir. AKP, keyfe göre ‘Size acıdım bu hakları size veriyorum’ yaklaşımı içinde. Azınlıklara karşı hep adım atma süreci içinde kalınıyor. O adım
bir türlü atılmıyor.

Türkiye’deki azınlıkların son durumu
Yaklaşık 60 bin kişi olduğu tahmin edilen Ermeniler’in 45 bini İstanbul’da yaşıyor. Cemaatin İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi yanı sıra, 55 kilisesi, bir anaokulu, 17 ilköğretim okulu ve beş lisesi var. 52 Ermeni vakfı çalışma yürütüyor. Ermeni toplumunun 5 gazete, bir dergisi ve iki hastanesi bulunuyor.

Nüfusları 25 bin civarında olan Museviler’in 22 bini İstanbul’da yaşıyor. 36 sinagoğu bulunan Museviler, 3 okul, 18 vakıf ve iki hastaneye sahip.

Sayıları 3-4 bin olarak tahmin edilen Rum vatandaşların çoğunluğu İstanbul’da yaşıyor. İstanbul’da 15 ilköğretim okulu ve 6 liseleri mevcut. Rumca yayımlanan iki gazete çıkaran azınlığın 75 vakfı, 90’ı ibadete açık 108 ibadethanesi ve bir hastanesi bulunuyor.

Bugün, Haber: Yunus Tiryaki, 15.10.2014

REZA, PENCERELİ BRANDAYI ÇEKTİ, TARİHİ KÖŞKÜ YIKTI

 

 

Reza Zarrab, Kandilli sırtlarındaki Boğaz manzaralı köşkü ‘yıkılamaz’ kaydına rağmen yerle bir etti. Yerine kamuflaj için resmini astı.

 

17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet operasyonu kapsamında tutuklanan ve 74 gün cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakılan İranlı işadamı Reza Zarrab’ın, İstanbul Kandilli’de geçen sene satın aldığı Boğaz’a nazır köşkte, inşaat çalışmaları süratle devam ediyor. Ancak köşkle ilgili çalışmalar başladığı günden bu yana tartışmalar bitmiyor! Neden mi? Çünkü çevre sakinleri, köşkün bahçesindeki ağaçların kesilerek yerine yeni köşk yapılmak için derin inşaat çukurları kazıldığını iddia etti de ondan. Bir hatırlatma yapalım: Bölge, tarihi ve doğal sit alanı içerisinde, inşaat yapılması da yasak!


SÖZCÜ de bu iddiaları araştırdı ve çevre sakinlerinin dediği gibi köşkün yerinde yeller estiğini tespit etti. Bu arada bir de uyanıklığa şahit olduk: Köşkün etrafı, pencereli brandalarla çevrilmiş. Yani dışarıdan bakanlar, köşkün yerinde durduğunu zannetsin diye. İşte Anıtlar Kurulu tarafından sadece restorasyon izni verilen Zarrab’ın köşkünün öyküsü:


31 Mayıs’ta Radikal gazetesi, işa­damının, Kandil­li’de Cem Koz­lu’ya ait villayı 25 milyon dolar (yaklaşık 52 milyon 432 bin TL) karşılığında satın aldığını yazdı. Gazete, köşk ile çevresindeki ağaç kesimleri ve inşaat çalışmalarını görüntülemek için giden muhabirinin tartaklandığı ve kimlik kartına el konulduğu haberini yayımladı. Radikal’in haberinden 1 ay sonra Odatv ekibi de olay yerine giderek köşkün etrafının brandalarla kapatıldığını görüntüledi. Odatv’nin haberinde şu sorulara yanıt arandı: “Brandaların arkasında ne var? Olayı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Boğaziçi İmar, Üsküdar Be­ediyesi Fen İşleri, Koruma Kurulu 6. Daire takip ediyor mu? Projeler onaylı mı”


SÖZCÜ, aradan geçen 4 ay sonra olayın takipçisi oldu, Zarrab’ın köşkünün son durumuna baktı. 2 bin 800 metrekare alan içinde, yüksek blok pencereli brandalarla kapatılan yerde köşkün olmadığı ortaya çıktı. Ağaç kesimlerinin yapıldığı yerde de derin inşaat çukurlarının kazıldığını görün­tüledi. Öte yandan köşk ve çevresinin güvenlik kameralarıyla izlendiği dikkatleri çekti.
Duru­mu tespit edince, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne söz konusu parselde yapılan ağaç kesimleri ve inşaat çalışmaları hakkındaki iddiaları sorduk. Büyükşehir Belediyesi, köşkün yıkılıp yıkılmadığı iddiasıyla ilgili sorumuza yanıt vermedi. Üs­küdar ilçesi, 958 ada 1 parselde bulunan köşkün, 1986 yılında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından korunması gerekli kültür varlığı olarak tescillendiğini öğrendik.

 

Daha önce böyleydi

 


Geçen mayıs ayında başlayan restorasyon çalışmaları sırasında Zarrab’ın köşkü yerindeydi

 

Onlarca ağacı kesti



 

İranlı işadamı Reza Zarrab, Kandilli’deki araziyi kiralamadan önce, Google Earth (Dünyanın uydularından çekilmiş değişik çözünürlükteki fotoğraflarının, şehirlerin ayrıntılarının görüldüğü yazılım) üzerinden yapılan incelemede alanın yemyeşil olduğu anlaşılıyor.

 

Şimdi böyle oldu

 

 

Zarrab’ın araziyi kiralamasının ardından arazi üzerinde yer alan ağaçların iş makineleriyle yok edildiği mahalleli tarafından dile getirilmişti. Google Earth üzerinden bakıldığında yeşil alanların yok olduğu görülüyor.

 

Önündeki araziyi de 2 bin liraya kiraladı

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden edinilen bilgiye göre Zarrab, Vakıflar’a ait 1000 metrekarelik araziyi, Ekim 2013’te bahçe olarak kullanmak üzere kiraladı. Kira sözleşmesine göre ise, Vakıflar’a aylık 2 bin 100 lira kira bedeli ödeyecek. Yani metrekare başına aylık 2 lira.

 

Okuldaki adı silindi

 

 

SÖZCÜ, Emine Erdoğan’ın yengesi Saadet Gülbaran’ın başkanı olduğu Toplumsal Gelişim Merkezi Eğitim ve Sosyal Dayanışma Derneği’nin (TO­GEM­DER) belediyeden yasaya aykırı arazi alıp Reza Zarrab’a okul yaptırdığını iki gün önce, “Yengenin okulu için arazi Hazine’den, para Reza’dan” başlığıyla duyurmuştu. Haberimizde, CHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Mehmet Polat’ın savcılığa yaptığı suç duyurusuna da yer vermiştik. İşte bu haberin ardından Zarrab’ın ismi, Gaziosmanpaşa’daki okulun tabelasından hemen söküldü.

Sözcü, Haber: Yalçın Bel, 15.10.2014

NE OLACAK BU AKM'NİN HALİ!

 

 

Başkent’te akıbeti yılan hikayesine dönen, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in daha önce ‘ucube’ dediği Atatürk Kültür Merkezi (AKM) binası ve alanıyla ilgili dün akademik toplantı düzenlendi.

AKM alanının, milletin kültürünü yansıtması gerektiğini belirten Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce, “Atatürk Kültür Merkezi alanı Türkiye’de yaşayan herkesin alanı. Tüm bilimadamlarının fikirleriyle katkı vermesini bekliyoruz” dedi.


Önceki yıllarda AKM ve alanı konusunda ‘Dev bir meydan yapmak istiyoruz’ diyen Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, dünkü toplantıda ise ‘spor alanı’ yapılması yönünde öneride bulundu. Gökçek, şöyle konuştu:

 

‘İLLA MÜZE OLACAK’ FİKRİNE KATILMIYORUM

“Benim kanaatim hakim olursa 19 Mayıs Stadı ile birleştirelim. Aradaki yolu yeraltına almak suretiyle iki tarafı birleştirerek, dev bir spor kompleksi haline getirelim. Buranın ruhuna uygun olan bu. Alanın, Atatürk Kültür Merkezi adını taşıması dolayısıyla illa burada kültür merkezi olacak, kongre salonu olacak, müze olacak fikrine kesinlikle katılmıyorum.

 

ŞEHRİN GÖBEĞİNDE TEK NEFES ALINACAK YER

Ankara’da müze yapılacak çok yer var. Atatürk Orman Çiftliği’nde sayısız kültür alanı yapılacak yer var. Bu, şehrin göbeğinde tek nefes alınacak yer. Nefes alacak yer olduğu için buranın spor alanı olarak kazandırılması Ankara’ya inanılmaz derecede de faydalı olacağına kesinlikle inanıyorum. Teklifimiz şahsen bu olacak. Tabii takdir netice itibarıyla bakanlığın vereceği karar olacak.”

Hürriyet, 15.10.2014

KRALİÇENN DONU
6200 STERLİN

 

Kraliçe Victoria’nın iç çamaşırlarından bazıları müzayedede satıldı. 2011’den farklı olarak bu kez kraliçenin 1.3 metre genişliğinde bele sahip kısa külodu 6200 sterline, uzun olanı ise 1100 sterline satıldı.

Kraliçe Victoria,  1837-1901 yılları arasında 63 yıl yedi aylık bir süreyle Birleşik Krallık tarihinde en uzun süre saltanat sürmüş hükümdardır.


Habertürk, 15.10.2014

 

Manisa Yuntdağı Bölgesi'ndeki 2014 yılı Aigai antik kenti kazı çalışmaları sona erdi. 10 yıldır devam eden kazılarda tarihi meclis binasının yanı sıra, 10 bine yakın tarihi eser ortaya çıkarıldı.

Manisa Valisi Erdoğan Bektaş, AKP Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ ile İl Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Sudak, Yuntdağı Bölgesi'ndeki Aigai Antik Kenti gezerek Kazı Başkanı Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ersin Doğer'den bilgi aldı. Geziye, Aigai Antik Kent kazı çalışmalarına maddi destekte bulunan Anemon Oteller Onursal Başkanı İsmail Akçura da eşlik etti. Vali Bektaş ve beraberindeki heyet antik kent içindeki yerleşim yerlerini, meclisi ve Agora'yı gezerek inceledi.

Prof.Dr. Ersin Doğer, Aigai'deki ilk kazıya kendileri tarafından 2004 yılında başladığını belirterek kazı çalışmalarının 11'inci yılına gireceğini söyledi. Prof.Dr. Doğer, "Kültür Bakanlığı'nın verdiği kaynakla idare ediyoruz. Ayrıca 2004 yılında Aigai kazılarının başlamasına neden olan Anemon Otelleri sahibi İsmail Akçura, çalışmalara destek veriyor. Kazı çalışmalarını temmuz, ağustos ve eylül ayları olmak üzere toplam 3 ayda yapıyoruz. 2014 yılı döneminin kazı çalışmalarını tamamladık. 10 yıllık kazı çalışmasında tarihi meclis binasını ortaya çıkardık. Ayrıca 10 bine yakın tarihi eser ortaya çıktı. Herbiri görülmeye değer tarihi eserler. Ancak kazı çalışmaları en az 100 yıl daha sürer. Çünkü Aigai Antik Kenti çok geniş bir alana yayılmış" diye konuştu. Prof.Dr. Doğer, kazı çalışmaları içerisinde ortaya çıkarılan tarihi eserlerin Anemon Oteller Onursal Başkanı Akçura tarafından yaptırılacak olan yeni Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde özel bir bölümde sergileneceğini dile getirdi.

'KEÇİ KEMİKLERİNDEN KAŞIK YAPMIŞLAR'
Prof.Dr. Doğer, bu yıl yaptıkları kazı çalışmasında kendilerini şaşırtan tarihi eserlerin ortaya çıktığını vurguladı. Prof.Dr. Doğer, "Keçi kemiklerinden kaşık ve süs eşyaları yapmışlar. Ayrıca 'Büyük balık, küçük balığı yutar' atasözünün gerçek olduğunu gösteren bir büyük balık kemikleri içinde küçük balık kemiklerine rastladık. Bir de çok farklı bir kandil bulduk. O beni çok şaşırttı. Bir katır, katırın sağında ve solunda iki küfe, küfeler kandil şeklinde. Seyyar bir sokak lambası gibi" dedi.

‘TARİHİ VARLIĞI KORUYALIM’
Tarihi antik kenti gezen Vali Bektaş ise "Vaktiyle burada çok büyük bir uygarlık varmış. İnşaat malzemesi olarak taş kullanıldığı için bugüne kadar kalabilmiş. Bu kadar kapsamlı, geniş, çok boyutlu eserlerle karşılaşacağımı düşünmüyordum. Gerçekten çok önemli bir yermiş. Bu tarihi varlığımızı korumamız gerekir. Ancak hem yerli hem de yabancı turistleri de bu tarihi antik kente çekmemiz lazım. Bu konuda gerekli çalışmaları yapacağız" diye konuştu.

Akşam, 14.10.2014

SAYIŞTAY RAPORUNDA BİR SKANDAL DAHA

 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'ni denetleyen Sayıştay paha biçilemez eserlerin envanterinin bulunmadığını tespit edip uyardı: Eserler çalınmaya ve yangın riskine karşı güvensiz ortamda tutuluyor. Binlerce eser kaybolmuş olabilir.

 

 

Sayıştay’ın Atatürk'ün kurduğu Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'ne yönelik denetim raporu çarpıcı tespitler ortaya koydu. Raporda, önemli eserlerin muhafaza edildiği oda şartlarının eserlerin korunmasına imkan vermediğine işaret edilerek şunlar kaydedildi: “Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne Cumhuriyet’in en önemli eğitim kurumlarından biri olması dolayısıyla çoğu bağış yoluyla aktarılan bu önemli eserlerin bir kısmının taşınmalar, bölümlerin birleşmesi ya da ayrılması vb. nedenlerle kaybolmuş olma ihtimali yüksektir.”

KÜLTÜREL MİRAS
Fakültedeki 15 bin yazma eserin tehdit altında olduğunun vurgulandığı raporda “Eserlerin değeri bakımından Türkiye’nin en değerli yazma eserlerini içerdiği ifade edilmiştir. Bu durum ülkemiz mirası açısından taşıdığı önemi göstermektedir” denildi.

300 yıllık samuray zırhı vurgusu
Raporda, önemli eserlerin ayniyat kaydının bile olmadığı belirtildi. Aralarında Sultan Abdülhamid’e Japon hükümeti tarafından hediye olarak gönderilen 300 yıllık Samuray zırhının yer aldığı eserlerin son derece “güvenliksiz” bir ortamda tutulması da eleştirildi.

YANGIN ÇIKABİLİR
Sayıştay denetçilerince görülen ihmaller raporda şöyle sıralandı:

Eserlerin; temiz, havadar, güneş ışınlarından uzak, rutubetsiz yerlerde saklanması son derece önemli iken havalandırmayı sağlamak üzere odada bulunan klima çalışmıyor.

Paha biçilemez eserlerin hırsızlığa uğramaması için yeterli güvenlik şartları oluşturulmamış.

Yangın riskine karşı alınan önlemler yetersiz.

Eserlerin bir envanteri ve ayniyat kayıtları bulunmuyor.  

Restorasyon çalışmaları yetersiz.

FAKÜLTE NE DEDi?
Fakülte Sayıştay’a verdiği cevapta planlanan çalışmaları anlatarak kendisini şöyle savundu:
“Fakültemiz bünyesindeki yazma ve nadir eserlerimiz için 2014’te renovasyon çalışmalarına başlanması planlanan kütüphane binamız giriş katında yüksek güvenlikli ve koruma bakım onarım işlemlerinin bir arada yürütüleceği ayrıca ihtisas kitaplığı olarak da işlev görecek bir D.T.C.F. Yazma ve Nair Eserler Koleksiyonu bölümü oluşturulmuş ve başta etnoarkeolojik eserler olmak üzere anıtsal nitelikteki eşyaların sergilenmesi çalışmalarına başlanmıştır.”
Bugün, Haber: Kamil Elibol, 14.10.2014

KİM YAKTIYSA...

 

Diyarbakır'daki olaylar sırasında Ziya Gökalp'in müze evinin yakılmasını, kitaplarının çalınmasını dehşetle okudum ve seyrettim.

 

Kim yaktıysa, barbarlık tarihine geçti!


Şimdiye kadar ilkçağdan ortaçağa, ortaçağdan faşizme, Nazizme kadar bütün kitap, kültür düşmanı rejimlerin, barbarlıkların bir mensubu olmakla övünebilir, bunu yapanlar!


Her kim yaktıysa, artık onun haklı davasında bile, yanında yer alamam. Kim yaktıysa, kültürsüz özgürlüğün, bilgisiz siyasetin gerçekleşemeyeceğini, sadece yakıp yıkarak iyi bir şey yapamayacağını ve insanlık tarihi tarafından lanetlenmiş olduğunu fark edecektir.


Ben düşünürlerin, sanatçıların, edebiyatçıların evlerinin yakılmasını, gelişmemişliğin bir simgesi, barbarlığın en utanç vericisi olarak karşılarım. Gerçi bu ülkede edebiyatçıların, sanatçıların kendisini de yaktılar ya...


Yanlış anlaşılmasın sanki başkalarının evlerinin yakılmasından rahatsız olmayacağım anlamı çıkmasın.


İsyanların, hak aramaların, yasal ya da yasal olmayan direnmelerin siyasal tartışmasına her zaman açığım ama kültür mekanlarını, kütüphaneleri, bir ülkenin kültür tarihinde yer etmiş sembollere dair unsurları, önemli evleri yakmaları bağışlayamam ve bunu yapan kim olursa olsun kınarım. Yıkıp yakmaya, basit bir cehalet diye bakmak içimden gelmiyor. Bu olaylarda, bilmeden istemeden Ziya Gökalp'in evi yakılmış olabilir mi? Ben buna inanmıyorum!


O binanın levhası da var, bilinmesi de gerekir. Sanırım Diyarbakır'da yaşayan herkes burayı biliyor, bilmek zorunda. Çünkü bir şehrin ünlü adlarını bilmeyen oranın vatandaşlık görevini yerine getirmiyor demektir.


Ziya Gökalp'in düşünce tarihimizde, kültür tarihimizdeki yerinin önemini, vazgeçilmezliğini öğrenemeyenlerin, sadece bir isyanın, başkaldırının veya başka birtakım komploların ardına saklanmaya hakları yoktur.


Kitaplar da çalınmış, çalanlar, yakanlar gelecek kuşakların kültür birikimlerinin oluşmasını engellemekle, bir ayıbın gölgesinde yaşayacaklar bundan sonra. O yakılmış yeri görenler, bunu yapanların uygarlıktan yoksun olduklarına karar vereceklerdir.

***

İskenderiye kütüphanesinden beri kütüphaneleri yakanların nasıl anıldığını, bunu yakanlar cehaletleri yüzünden bilmezler.


Mesele asla Ziya Gökalp değil! Yapılan protestolara, hak aramalara karşın bir liderin, bir düşünürün, sanatçının evi kültürel miras olarak görülmesi gereken neyi varsa o, çılgın kalabalığa karşı korunması gereken unsurlardır! Ben bunu insanlık görevi sayarım.


21. yüzyılın gelişmişliği içinde, Nazi Almanyası'nın toplu kitap yakmalarından farkı olmadığını, birilerinin bunu yapanlara hatırlatması gerekir. Fahrenheit 451'i seyretmedinizse seyredin, tez vakitte bulup okuyun. Ayrıca Ziya Gökalp'e bu düşmanlığın nedenini anlayamadım! Anlamam mümkün de değil zaten. Birtakım köhne siyasi güdüler uğruna bir kültürel varlığı yok saymaya çalışamazsınız... Yazar, düşünür evi yakarak bir amaca ulaşıldığını tarih yazmıyor. Ben bir şehre gittiğimde o şehrin önemli kişilerinin evlerini, müzelerini ziyaret ederim, çünkü o şehri onlar sayesinde tanır, onlar sayesinde severim, saygı duyarım.


Cahit Sıtkı Tarancı'nın, Ahmed Arif'in kentinde böyle bir davranış, onların da onurunu zedelemektir!
Siirt Kütüphanesi'nin yakılmasını da protesto ediyorum!


Kütüphaneler, yazar evleri tarihe armağan edilmişlerdir ve insanlığın ortak mücevherleridir, her kuşak bunu yaparken kendinden önceki ve kendinden sonraki kuşakları da düşünmelidir.

***

Olayları
bundan sonra bu açıdan takip edeceğim. Kültür barbarlığını yapan her kimse hep lanetleyeceğim ve yazacağım.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 14.10.2014

GALATAPORT'A YÜRÜTMEYİ DURDURMA KARARI

 

 

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Galataport ihalesiyle ilgili açtıkları davayı değerlendiren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun, yürütmenin durdurulmasına karar verdiğini açıkladı. Galataport ihalesini 16 Mayıs 2013 tarihinde 702 milyon dolarla Doğuş Holding kazanmıştı. Öte yandan dün Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç Doğuş Holding ve Bilgili Holding'in ortak olduğu Fatih ormanları projesine ruhsat verilmeyeceğini bildirmişti. Galataport'ta da Ferit Şahenk ve Bilgili Holding Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Bilgili ortak.

 

TMMOB'dan yapılan yazılı açıklamada, şu görüşlere yer verildi: " Kamuoyunda 'Galataport' olarak bilinen Salıpazarı Kruvaziyer Liman Alanı’na ilişkin, Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından Şubat 2013 tarihinde hazırlanan “Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı” ile “Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı'nın yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Danıştay 6. Dairesi’nde, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi ve İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi tarafından dava açılmıştı.

 

 

TALEP REDDEDİLMİŞTİ

Onaylanan imar planları ile getirilen yeni koşullarda İstanbul metropolü içinde büyük bir öneme sahip olan Beyoğlu kentsel sit alanı ile söz konusu planlama alanı içinde bir bütünlük sağlanamayacağı, mevcut alanın yolcu gemisi karşılayan bir liman olmasının ötesine geçerek konaklama tesisleri, ofisler, alış-veriş merkezleri gibi fonksiyonların getirilmesi ile insan, araç ve yapı yoğunluğu bölgenin kaldıramayacağı değerlere ulaşacağı gerekçeleriyle açılan davada Danıştay 6.Dairesi 23 Eylül 2013 tarihli kararında; 'Dava konusu planlara planlanan Salıpazarı Kruvaziyer Limanın eskiden bu yana kullanıldığı ve halen faal olduğu, esasen davacılar tarafından da burada kruvaziyer limanın yapılmaması gerektiği yönünde iddiaları bulunmadığı görülmektedir. Buradaki uygulamalara ilişkin hukukilik denetiminin de planların uygulanması aşamasında yapılacak işlemelere (binaların avan projelerinin yapılması vs.) karşı açılacak davalarında yerine getirileceği de izahtan varestedir?”) şeklindeki anlaşılması güç bir gerekçeyle yürütmenin durdurulması talebini reddetmişti.

 

 

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na yaptığımız itiraz, kurulun 17 Nisan 2014 tarih ve 2013/894 sayılı kararı ile kabul edilmiş ve Danıştay 6. Dairesi’nin kararının kaldırılmasına ve anılan işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Yüksek yargının verdiği karara bağlı olarak 'Galataport' olarak adlandırılan tüm planlama süreçleriyle birlikte ÇED sürecine ilişkin olarak da yapılan tüm işlem ve eylemler derhal durdurularak kamunun zarara uğratılmasının önüne geçilmelidir.

Hürriyet, 14.10.2014

REGGAE'NİN YIKAMADIĞI ŞEHİR: BABİL

 

Dünya tarihinin gelmiş geçmiş en meşhur şehirlerinden biri şüphesiz ki Mezopotamya'nın hazinesi Babil'dir. Bugün Irak'ın El Hilla kasabasının üstünde bulunduğu toprakların altında yatan Babil'in geçmiş çağlardan modern kültüre uzanan yolculuğuna hazır olun!

 

 

Dünya tarihini anlatırken Babil'i ıskalamak mümkün değil. Geçmişte kalan ve yıkılmış bir uygarlık kalıntısı değil Babil. Bir fikir, bir düşünce. Kimi kültürlere göre bir ütopyanın kimi kültürlere göre ise bir distopyanın temsili. Üstüne çok fazla mana yüklenmiş olan bu şehir uğruna batan imparatorluklar, ölen büyük liderler ve sona eren çağlar boşa değil. Gelin neden Bob Marley "Babil sistemi kanımızı emiyor" demiş anlamaya çalışalım.

1.Babil ne demek?

 

 

Milattan önce birinci ve ikinci milenyum içerisinde adı koyulan babil şehri, Akadca bir kelimedir. Akadların mistik inanışlarıyla sosyal yaşamlarını birleştiren bir mimariye sahip olan şehrin adının anlamı; "Tanrı'nın kapısı"dır. Bu her ne kadar Babil'in bir "Tapınak şehir" olduğu yönünde bir izlenim yaratsa da, aslında farklı bir betimleme söz konusudur. Tanrı'nın her zaman zenginlik ve bolluk içerisinde var olduğu varsayımında bulunulduğu için, Babil Tanrı ile aynı noktaya ulaşmak isteyenlerin gözünü kamaştırmasından ötürü bu adı almıştır.

2. Babil'in kuruluşu

 

 

Babil'e ilişkin ilk bilgiler Akadlardan kalan tabletlerden edinilebilmekte. Sargon olarak bilinen bir kral tarafından kurulduğu rivayet edilen Babil şehri, dini metinlere göre ise Nemrut olarak bilinen meşhur antik çağ krallarından biri tarafından kurulmuştur. Büyük bir şehir olarak ilk defa milattan önce 2286 yılında anıldığı düşünülen Babil'in bilinen tarihin ilk mega kenti olduğu düşünülmekte. Babil'i ayakta olduğu dönem için günümüzden örneklerle tasvir etmek mümkün değildir. Babil, kendi çağında tüm dünyanın başkentidir.

3. Şehirden krallığa bir dönüşüm

 

 

Kuruluşundan sonra 1000 yıla yakın süre boyunca farklı kültürlerin başkenti olarak ayakta duran Babil, milattan önce 1800'lerin hemen başında kendi özgürlüğü ilan etmiş ve kendi krallığını kurarak bölgede egemen olmaya başlamıştır.

4. Babili Babil yapan adam: Hammurabi

 

 

Dünya tarihinin ilk kanun reformunun yapıldığı Babil'e bu değeri getiren ve tarihe adını kazıyan yönetici Hamurrabi olarak tanınır. Tüm tarih kitaplarında adını rahatlıkla görebileceğiniz Hammurabi, milattan önce 1750 yılına kadar hüküm sürdüğü dönemde Babil'i bir şehirden bir imparatorluğa çevirmiştir. Bütün Mezopotamya'ya yayılan bir egemenlik alanına yayılan Babiller, kanunlarıyla ve mimarileriyle Ortadoğu kültürünün adeta temelini atmışlardır. Anadolu, İran ve Arabistan'a kendi kültürlerini engellenemez bir hızla aktaran Babiller, çağlarının öncü medeniyeti olmuşlardır. Babil'in altıncı kralı olan Hammurabi, şehir olmaktan krallığa terfi etmiş bir medeniyeti çağının en gelişmiş uygarlığına çevirmeyi hukuk sayesinde başarmıştı. Bilinen dünyadaki ilk posta teşkilatını, belediyecilik sistemini ve polis teşkilatını yine ilk uygulamaya koyan Hammurabi'dir. Tüm evlerin bir numaraya sahip olması, mahalle ve sokakların oluşturulup isimlendirilmesi gibi şehircilik faaliyetleri de yine Hammurabi'nin kafasından çıkan fikirler arasındadır. Mimari alanda da dünya harikaları arasında sayılan "Babil'in asma bahçeleri" ve "Babil kulesi" gibi eserlerin altında imzası bulunan Hammurabi, bu başarılarının ardından kendisini "Kralların tanrısı" olarak ilan etmekten de geri kalmamıştı. İnsanları köleler ve özgürler olarak ayıran kanunlarında, "kısasa kısas" mantığını getiren Hammurabi için suç ve ceza basit bir çizgideydi. "Hırsızlık yapanın eli kesilir" gibi etkili ve basit kanunlarla, hem Babil'e hem de çevre medeniyetlere çağlar boyu yol gösterecek bir sistem kurmuştur. Bu sistem modern hukuk geliştirilene kadar tüm dünyada uygulanan, hatta günümüzde hala bazı toplumlar tarafından bile kabul gören önemli bir hukuki temeldir.

5. Fethedilen şehir Babil

 

 

Babil, her ne kadar İmparatorluğa uzanan bir şehir olsa da çağlar sonra bir benzeri olarak ortaya çıkan Roma'nın aksine çevre medeniyetler tarafından defalarca fethedilmiş ve farklı uygarlıklara başkent olmuştur. Bunların arasında Asurlar, Babil'in ilk egemen toplumu olarak karşımıza çıkar. Çok kısa bir süre için olsada Keldani İmparatorluğu olarak bilinen İkinci Babil İmparatorluğu sınırlarında kalan Babil, milattan önce 539'da Perslerin eline geçmesiyle yeni bir uygarlığın egemenliği altına girer. Babil'i başta Yunan medeniyeti olmak üzere batı kültürü için önemli bir şehir haline getiren gelişmeler silsilesi de bu şekilde başlamış olur. Millattan önce 331 yılında Büyük İskender'in Makedonya'dan yola çıkıp Babil'i fethetmesine kadar, Babil Pers imparatorluğunun kalbi olarak görülmüştür. Büyük İskender'in ölümünden sonra, Babil tekrar el değiştirmiş önce Partlar son ra da Sasaniler tarafından ele geçirilmiştir. Bu dönemlerden sonra yıkılmaya ve talan edilmeye başlayan şehir, yükselen İslam İmparatorluğu'nun ardından Asya'dan gelen Türkler'in egemenliğine geçmiş, Moğol İstilası ile tekrar talan edilmiş ve tarihe karışmıştır.

6. Babil ve dinler tarihi

 

 

Babil'in dinler tarihindeki yeri de son derece önem taşımaktadır. Bilinen üç büyük manevi dinin metinlerinde de adı geçen Babil, yıkılışıyla Tanrı'nın gazabı ve kıyamet ile özdeşleştirilen bir semboldür. Hristiyan kültüründe anlatılan şudur ki, Babil'in inşasından önce tüm insanlar tek dil konuşuyorlardı ve "Tanrı'nın kapısı" olarak gördükleri Babil'den içeri adım atarak kendilerini tanrılallaştırıyorlardı. Bunun üzerine Babil'de insanların birbirlerini bir daha anlamamaları için farklı dillerde konuşarak büyük bir kopuş yaşamaları sağlandığı İncil'de geçer. İslam dininde ise Babil'in Kuran'da çok küçük bir yeri olmasına karşın adı geçmektedir. Babil'in en büyük tanrısı olan Marduk'un kimi araştırmacılara göre ilahi dinlerdeki Tanrı ile benzerlikleri vardı ve Marduk'a ulaşmak için yapılan Babil kulesinin inşasından sonra İnsanlar bildikleri ortak dilden mahrum kalmışlardı. Tevrat'ın yaratılışla ilgili bölümünde Büyük Tufan sonrası'nda adı geçen Babil'in her din için manası birbirine yakındır. İnsanın Tanrı'ya ulaşmaya çalışmasının bir sembolüdür Babil. Tanrılaşmaya çalışmanın getirdiği felaketle özdeşleşmiş bir şehirdir. Babil'in fetheden en ünlü komutan Büyük İskender'in bile Babil'e adım attıktan sonra kendisini bir anlamda tanrı ilan etmesinden sonra hastalanarak ölmesi, bu metaforu kuvvetlendiren tarihi olaylardan biridir.

7. Babil kültürü

 

 

Babil'in köklü kültürü gerek dini gerekse sosyal bir çok motifin çağlar boyunca medeniyetler arasında yolculuk etmesini sağlamıştır. Ishtar, Marduk gibi bilinen ve popüler kültürde kullanılan tanrı isimleri bunların önemli yansımaları arasında yer alır. Babil adı bile tek başına, kültürel zenginlik ve insanların aynı çatı altında toplanmasını sembolize eden önemli bir metafordur. Nebuchadnezzar gibi kral isimleri de yine popüler kültürde birer sembol olarak kullanılmaktadır. Hukuk alanında özellikle önemli bir referans olan Babil kültürü, kölelik düzeni için de getirdiği planlamalarla çağlar boyunca özgürlük düşüncesine karşı bir tabu olarak görülmüştür. Babil aynı zamanda köleliği yasallaştırmasıyla eşitlik fikrine karşı da bir duvar niteliğindedir. Bu sebeple Babil'in yıkılışı baskı rejiminin sonu olarak da algılanır. Ancak totaliter toplum yapıları için Babil'in çöküşü bir nevi kıyamettir. Roma'nın çöküşünde İskenderiye ve Roma'da yaşananlar her zaman Babil'i anımsatan tasvirlerle anlatılır. Bu anlamda Babil kültürü, bakış açısına göre kurtuluş ya da kıyametin bir habercisi niteliğindedir.

8. New Yok ve Babil

 

 

Amerika'nın dünyaya egemen bir güç haline gelmesi, yükselen kapitalizmin sembolü olarak görülen New York'un bir nevi Babilleşmesi olarak görülür. İlginçtir, insanların ortak bir dil konuşmalarından sonra bölünmelerini sembolize eden Babil Kulesinin yıkılışı, İkiz Kulelerin yıkılışıyla benzer bir hikayeyi paylaşır. İngilizce'nin günümüzde dünyanın ortak dili olduğu ve hemen herkesin İngilizce konuştuğu malum bir durum. İngilizceyi dünyada bu kadar yaygın hale getiren "Güneş Batmayan İmparatorluk" yani İngiltere Krallığı'ydı. İngiltere Krallığı'nın Amerika kıtasındaki egemenliğinin yıkılmasının ardından ortaya çıkan ABD'nin kendi özgürlüğünü ilan etmesi ve dünyaya egemen bir güç haline gelmesi, ilginçtir Babil tarihiyle benzerlikler taşır. Kapitalist dünyanın bir anlamda tanrısı olan paranın en büyük sembollerinden olan "Dünya Ticaret Merkezi"nin adeta Babil Kulesi gibi New York'un göbeğinde yükseliyor olması da şaşırtıcıdır. Kaldı ki New York'ta "Babylon" yani Babil adında bir mahalle de vardır. En çarpıcı olan ise, uğradığı saldırı sonrası yıkılan İkiz Kuleler'in ardından ABD'nin kolları sıvadığı operasyonla dünyada insanlar arasında büyük bir ayrışma yaşanmasıdır. Özellikle Ortadoğu, Avrupa, ABD, Çin ve Rusya'yı birbirlerine çok yaklaştıkları bir dönemde tekrar birbirilerinin uzağına iten gelişmelerin yaşanması ; Babil Kulesi'nin ardından ayrı dilleri konuşmaya başlayan insanları anımsatır. İşin ilginç yanı modern dünyanın Babil'i New York'un uğradığı saldırıdan sonra, modern dünyanın Babil İmparatorluğu olan ABD'nin Irak'ı işgal ederek gerçek Babil toprakları üzerinde hakimiyet kurması değil midir?

9. Bob Marley ve Babil

 

 

Reggae müziği kimilerine göre yaz aylarında keyifle dinlenecek şarkılar topluluğudur. Aslında büyük bir alt metni olan, özel bir kültür patlamasının dışa vurumudur Reggae. Köleliğin ve kapitalist düzenin dünya üzerinde ezilen halklardaki karşılığı Babil'dir. Özellikle Afrika'dan ABD'ye kölelik yapması için getirilen siyahiler için lanetle anılan her şeyin kökeni olarak Babil görülür. İnsanlar arası eşitsizliği yasalaştıran Babil'i Bob Marley ve günümüzdeki pek çok Reggae sanatçısı mısralarında lanetle anarlar. Günümüzde popüler kültürde sadece bir saç modeli olarak görülen ve Reggae ile özdeşleştirilen "Rasta" da yine Babil'e karşı protest bir duruşun sembolüdür. Babil'in baskı ve köleliğe dayanan dünyasından kurtulmak için saçlarını uzatan ve taramayan "Rastafaryanlar", bu şekilde Tanrıların kralı olarak gördükleri Jah'ın onları saçlarından tutarak kurtuluşun sembolü olan Zion şehrine götüreceğine inanırlar. Rastafaryan kültüründe Babil, mevcut kapitalist düzeninin ve sömürü sisteminin sembolüdür. Özellikle Jamaika'da Babil cümle içerisinde bir lanet kelimesi olarak kullanılır.

10. Günümüzde Babil

 

 

Babil'in özellikle bölgedeki egemenlik savaşlarından sonra çağlar boyunca talan olmuş ve toprak altında kalmış yüzüne dair ilk görüntüler 1. Dünya savaşı sırasında gün ışığına çıkmıştır. Osmanlı'nın Irak üzerinde etkisini kaybetmesiyle, bölgeye gelen İngiliz birliklerin tarihi kalıntılarını görüntülediği antik şehire ait bir çok eser, savaş sonrası bölgeden çıkartılmıştır. Uğradığı bu yağma sonrasında ancak 1983'te Saddam Hüseyin'in projesiyle Babil yeniden hayata döndürülmeye çalışılabilmiştir. Saddam Hüseyin'in kendi sarayını yapmak için Babil'in bir çok kalıntısını yok ettiği söylense de, yeniden inşa edilmeye başlanan Babil, ABD'nin bölgeye düzenlediği operasyon sonrasında tekrar zarar görmüştür. Şu an Işid tehdidinin gün geçtikçe ciddileştiği Irak'ta, Babil'in en parlak dönemi mumla aranıyor. Tanrı'nın kapısı olarak bilinen topraklar bugün "Cehennem kapısı" olarak adlandırılıyor. Her nasıl anılırsa anılsın, Babil yıkıldıktan sonra bile varlığını hissettiren kadim bir şehir. Bir şehir olmaktan öte, bir sistem, bir düşünce ve bir sembol. İnsanlığın Babil'le mücadelesi bitmeyecek gibi, ya dünya bir gün Babil olacak ya da Babil yıkılacak. Ama yıllardır Reggae dizelerinde bile yıkılamayan bir sistemi, bir fikri yıkmak nasıl mümkün olacak? New York, Roma, Paris, İstanbul, Tokyo belki çağlar sonra toprak olacak adı unutulan bir çok şehir gibi, ancak Babil hep orada olacak. Çünkü Babil, duvarların ardına değil insanlığın en büyük mücadelesinin ardında saklı bir şehir.

 


Radikal, Haber: Oktay Volkan Alkaya, 14.10.2014

110 YILLIK HAMAM ŞİMDİ SERAMİK MÜZESİ

 

 

Çanakkale Belediyesi, Boğaz Komutanlığı’ndan devraldığı 110 yıllık Müstahkem Mevkii Er Hamamı’nı seramik müzesi yaptı.

 

Tarihi seramikler kurna başlarına, kapalı ve yalnız başına yıkanma hücrelerine, göbek taşına yerleştirilerek sergilenmeye başlandı. Soyunma ve giyinme odalarına ise askerlerin kıyafetleri, peştamalleri ve takunyaları konuldu, orijinal ahşap kubbe korundu.

 

Bir taşla iki kuş

“Hamamı, hem asırlık seramik, hem de güncel sanatçıların eserlerinin de sergilendiği bir mekan haline getirdik. İnsanlar asırlık seramiklerle tarihi hamamı aynı anda görme imkanı buluyor” dedi. Tarihi hamam müzenin üst katı da günümüz seramik ustalarının yaptığı eserlerin sergilenmesi için kullanılıyor. Geniş bahçe ise sosyal ve kültürel etkinliklere evsahipliği yapıyor.

Hürriyet, Haber: Ersan Küçükkuru, 14.10.2014

BİRİ ÇAKMA BİRİ ORİJİNAL RESTORASYON

 

 

1993 yılında ihale yöntemiyle yapılan sözde restorasyon betonla yapılırken, geçen yıl yapımına başlanan restorasyon da ise sıfır çimento kullanıldı. Ancak 1993 yılındaki yapı adeta yeniden inşa edilmiş bir beton evi andırırken, günümüzde bilimsel verilerle kazı ekibince yapılan restorasyon ile tarihi kale eski görünümüne kavuştu.

 

Önceki gün foça’da Ceneviz Osmanlı kalesinin açılışı yapıldı. Tamamen orijinal taşları kullanılarak ve horasan harcı ile restore edilen kale muhteşem bir görüntü ile ortaya çıktı. Restorasyonların çok eleştiri aldığı günümüzde tarihi eserlerin nasıl onarılması gerektiği gösterildi. Sıfır çimento ile eskisinden sağlam olan kale duvarları ve surları bu restorasyon sayesinde UNESCO Kültür Mirası Geçici Listeye girmeyi başardı.

 

Kazı Başkanı Prof.Dr. Ömer Özyiğit bilimsel restorasyonun proje yürütücüsü. Milyonlarca liraya mal olacak restorasyonu cüzi desteklerle ayağa kaldırdı. Neredeyse yok pahasına denecek kadar harcama ile müthiş bir restorasyon yapılabileceğini ispat etti. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin maddi katkıları yadırganmaz. Bizzat Başkan Aziz Kocaoğlu restorayona hem lojistik hem de maddi destek sağladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı da kazılara büyük önem veriyor. Özellikle de kalenin UNESCO Kültür Mirası listesine girmesi noktasında bakanlık yoğun bir diplomasi yürütüyor.

 

Prof. Özyiğit kalenin restorasyonuna başlamadan önce 11 ilke belirledi. Bu ilkelerin içinde en önemlisi kesinlikle çimento kullanmamak. Özyiğit formülünü testlerle kendi bulduğu horasan ve toprak harçla yaptığı restorasyon için binlerce yıl doğal şartlara dayanacağını iddia ediyor. Kalenin kulelerini de orijinal olması açısından bilerek tamamlamadıklarını, sur duvarlarının taşlarını da arkeolojik kazılarla orijinallerini kullandıklarının altını çiziyor.

 

Osmanlı Ceneviz kalesi 1983 ve 1993 yıllarında 10 yıl ara ile daha önce de iki kez restore edilmiş. Dönemin Kültür Bakanlığı tarafından ihaleyle verilen restorasyonlarda binlerce lira harcanmış. Ancak gelin görün ki tarihi kale resmen bu restorasyonlarla katledilmiş. Hatta buna restorasyon bile demek büyük yanlış. Çünkü kalenin orijinalliği tamamen bozulmuş. Fabrikasyon taşlarla beton dökülüp çimento ile yapılan restorasyon(!) ile adeta kale yepyeni bir görünüme kavuşmuş. Başkan Kocaoğlu açılıştaki konuşmasında eski restorasyonlar için ‘’çakma’’ tabirini kullanarak haklı bir eleştiride bulundu. Kazı başkanı Özyiğit ise o dönemde bu onarımı durdurmak istediğini ancak başarılı olamadığını söyledi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 14.10.2014

EDREMİT'TE CAMİSİZ MİNARE

 

 

Kuzey Ege'nin yaz turizmindeki merkezlerinden olan Edremit Körfezi'ndeki Altınoluk'a gidenlerin dikkatini meydanında bulunan tek başına bir minare çekiyor.

Tarihi olduğu düşünülerek yerli ve yabancı turistlerin bolca fotoğrafladığı minare, Altınoluk'la özdeşleşmesinin yanı sıra bölgedeki turistlerin en fazla ilgisini çeken unsurlar arasında yer alıyor.

Mahalle sakinlerinin "Bir garip minare" dediği yapıyla ilgili bilgi veren eski muhtar Abdurrahman Elman, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Altınoluk'un yaz aylarında birçok il nüfusunu geride bırakan bir kalabalığa ev sahipliği yaptığını söyledi.

 

Genellikle denizi tercih eden yerli ve yabancı turistlerin, yaz akşamı yürüyüşünü sahil kenarında ve Cumhuriyet Meydanı'nda yaptığını ifade eden Elman, "Genellikle bu yürüyüş sırasında minareyi görüyorlar. Camisini arıyorlar bulamıyorlar ve gündüz gözüyle tekrar gelip inceliyorlar" dedi.

Minarenin çok eski bir tarihinin bulunmadığını dile getiren Elman, yapının 60-65 yıl önce meydanda bulunan ahşap bir camiye ait olduğunu anlattı.

Yaklaşık 20 yıl önce çevre düzenlemesi sırasında başka bir yere yenisinin yapılması üzerine ahşap caminin yıkıldığını belirten Elman, "Sadece minaresi kaldı. Minaresini, saat kulesi olarak düşündüler ama yapmadılar şu anda böyle duruyor" ifadesini kullandı.

Caminin yıkılmasından sonra minareye bitişik olarak dönemin belediyesi tarafından dükkanlar yapıldığını aktaran Elman, ardından Anıtlar Kurulu tarafından alınan kararla dükkanların geri yıkıldığını söyledi.

Bölgeye gelen turistlerin minareye bile çıkmak istediğini vurgulayan Elman, "Bu minarenin camisi nerede?' diye soranlar oluyor. 'Cami yıkıldığı için acaba yerin altında mı kaldı?' diye soranlar da var. Öyle ya da böyle duyan geliyor, bilgi alıyor" diye konuştu.

Habertürk, 13.10.2014

KADIKÖY BELEDİYE BAŞKANI'NDAN HAYDARPAŞA VE FİKİRTEPE İSYANI

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Kadir Topbaş’ın "Bir takım bakanlıkların, kurumların İstanbul’da plan yapma yetkisinin kalkması gerektiğini" yönündeki açıklamalarına benzer bir çıkış da Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu’dan geldi.

 

 İBB Meclisi’nin Ekim ayı olağan toplantısında meclise hitap eden Nuhoğlu, 4 yıldan bu yana yol alınamayan kentsel dönüşüm alanı Fikirtepe ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in geçtiğimiz günlerde özelleştirilmesi planlanan alanlar arasında saydığı Haydarpaşa Garı hakkında açıklama yaptı. Nuhoğlu, plan yapma yetkisinin İstanbul Büyükşehir ve ilçe belediyelerinde olması gerektiğini savunarak, ilçe belediyesi olarak Kadıköy’ün de sürece dahil edilmesi gerektiğinin altını çizdi.

FİKİRTEPE İLE İLGİLİ SÜRECİN HIZLANDIRILMASI GEREKİYOR
4 yıldır arapsaçına dönen Fikirtepe kentsel dönüşüm projesinde sürecin hızlandırılması gerektiğini söyleyen Nuhoğlu, "Fikirtepe’de 100 bine yakın insan yaşayacak. Şu anda 4 tane ruhsat geçti, bunun dışındakiler bekliyor. Şu anda İBB ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında gidip geliyor. Bu sorun nereye kadar devam edecek? Bu sorunu yerinde çözmek varken niye Ankara’ya gitti? Fikirtepe ile ilgili sürecin hızlandırılması gerekiyor. Bu konuda meclisin elinden geleni yaparak bir an önce oyuncu olması gerekiyor" dedi.

HAYDARPAŞA GELİR GETİRECEK BİR YER OLMAK ZORUNDA DEĞİL Kİ
Nuhoğlu, geçtiğimiz günlerde Kadıköy Belediyesi tarafından orijinal projeye uygun olmadığı gerekçesi ile restorasyon ruhsat başvurusu reddedilen Haydarpaşa Garı ile ilgili de konuştu. Haydarpaşa ve çevresinde bulunan 200 dönüme yakın arazinin imara açıldığını belirten Nuhoğlu, "İstanbul’da bin yıla yakındır kamu arazisi olarak kullanılan bir arazi bu. Üsküdar tarafı da dahil olmak üzere 200 dönüme yakın arazi İstanbul’da kalan son arazidir" dedi.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in özelleştirilmesi planlanan alanlar arasında saydığı Haydarpaşa Garı’nın değerini vurgulayan Nuhoğlu, "Her yeri imara açmak zorunda mıyız? Burayı da milli park yapalım, halkın kullanacağı alana dönüştürelim. Her şeyden para kazanmak zorunda değiliz. Burası gelir getirecek bir yer olmak zorunda değil ki" diye konuştu.

Hürriyet, Haber: Ezgi Çapa, 13.10.2014

5 BİN YILLIK DUVAR RESİMLERİ BULUNDU

 

 

Höyük, MÖ 3 binli yıllara dayanan geçmişiyle, Roma, Hellenistik, Akhaemenid, Orta ve Erken Tunç çağlarına ait bulgularla, bilim adamlarına o dönemde yaşamış insanlara ait veriler sunuyor.

 

 

DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Fikret Özbay, yaptığı açıklamada, kazılarda kült ile ilişkili armut formunda toprağa kazılmış yeni bir mekanın bulunduğunu söyledi.

 

 

İlk defa Seyitömer Höyüğü'nde bu yapılardan iki mekan ele geçirdiklerini belirten Özbay, şöyle konuştu:

 

 

"Bu yeni bulunan değişik forumdaki mekanların geniş kısmında duvar resimleri bulunuyor. Bunların sıva üzerine yapıldığı ve yaklaşık 5 bin yıllık bir tarihi olduğu için çok net bir şekilde korunmamışlar.

 

 

Bu resimler, kırmızı boya ile insan ve hayvan figürleri ve çeşitli geometrik şekillerden oluşuyor. Daha önce Anadolu'daki kazı alanlarında genellikle mağaralarda böyle resimler bulunurdu.

 

 

Fakat ilk defa bir yerleşim alanında bir mekanda insan ve hayvan figürlerinden oluşan resimli duvar ortaya çıktı. Bulunan mekanların üstü saz ve ahşapla destelenerek yapılmış ve içinde yer alan sekiler üzerinde yer alan oturma alanları da yer alıyor.

 

 

Bu da büyük olasılıkla bir kültle ilişkili. Fakat Anadolu'da başka bir yerde bir örneğiyle karşılaşmamış olmamızdan ötürü, hangi kültle ilişkili olduğunu henüz söyleyemiyoruz ama araştırmalarımız bu konuda devam ediyor."

 

Özbay, söz konusu yapıların yapılmasının ardından, bunların içerisinde tanrıya verilmiş adaklar için ayrılmış alanların da yer aldığını ve bunların, armut forumlu yapının dar olan kısmının geniş bölümünün önünde bulunduğunu dile getirdi.

 

Höyükte kazıların, DPÜ ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın iş birliğinde gerçekleştirildiğini ve Seyitömer Termik Santrali'nin içinde yer aldığını anlattı.

 

Höyüğün altında çok büyük bir kömür yatağının varlığının tespit edildiğini aktaran Özbay, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Höyük, 2006 yılından itibaren sistemli bir şekilde kurtarma kazısı olarak yapılıyor. Höyükte birçok döneme ait yapı katları ve buluntular açığa çıkarıldı.

 

Şu an içinde bulunduğumuz yapılar, günümüzden yaklaşık 5 bin yıllık bir geçmişe sahip. Uzun forumlu yan yana dediğimiz evlerden oluşuyor.

 

Bu yaşam alanlarının dışında üretime yönelik bize veriler sağlayan fırınlar, ocaklar ve küçük işlikler ile ürünlerin depolandığı depolama alanları ve küpler açığa çıkarıldı."

Habertürk, 13.10.2014

BULGAR 'INDIANA JONES' VAMPİR MEZARI BULDU

 

 

Bulgaristan'ın Indiana Jones'u olarak bilinen Prof. Nikolai Ovcharov, Perperikon'da kalbine kazık çakılmış birine ait mezarı ortaya çıkardı.

 

Hayatını antik medeniyetlerin sırlarını ortaya çıkarmaya adayan ve arkeoloji bilimine kazandırdığı sıra dışı buluntular sebebiyle "Bulgaristan'ın Indiana Jones'u" olarak tanınan Prof. Nikolai Ovcharov, ülkenin güneyinde 20 önce keşfedilen Perperikon antik kentinde "vampir mezarı" buldu. Milattan önce 5 binli yıllara dayanan Perperikon'da perşembe günü ortaya çıkarılan ve 13'üncü yüzyıla ait olduğu sanılan buluntuda bazı ayrıntılar dikkat çekiyor. Bunlardan en önemlisinin iskeletin göğsündeki metal parçası olduğunu ifade eden ünlü arkeolog, bu kazığın, ölülerin mezardan çıkıp yaşayanlara zarar vermesini engellemek amacıyla kullanıldığını söylüyor. "İntihar gibi sıradışı bir yolla yaşamını yitirenlere de bu gibi uygulamalar yapılabiliyordu" diyen Ovcharov, iskeletin 40 veya 50 yaşlarında bir kişiye ait olduğunu tahmin ettiklerini ve göğsüne bir at arabasına ait dingilden alınan kazığın çakıldığını belirtiyor. "Vampir mezarı" 2012 ve 2013'te Perperikon'un 200 mil doğusundaki Sozopol'de bulunanlarla büyük benzerlikler taşıyor. Sofya'daki Ulusal Tarih Müzesi müdürü Bozhidar Dimitrov, Bulgaristan'da 100'ün üzerinde vampir olduğuna inanılan kişilere ait iskelet çıkarıldığını belirtiyor.

Sabah, 13.10.2014

 

Mimarlar Odası Bursa Şubesi, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin gerçekleştirmek istediği planlara tepki çekmek için mizansen bir haberle gazetelere ilan verdi.  Haberde Osmanlı Devleti döneminde başkentlerden biri olan Bursa’da tarihi dokusuyla dikkat çeken Ulucami’nin yıkılacağını ve yerine AVM yapılacağını belirten mimarlar yapılacak olan çalışmaların kentin kimliğini koruması gerektiğine vurgu yaptılar. Mimarlar Odası Bursa Şubesi yapılan mizansenle “kentin akademik birikiminden faydalanılmaması durumunda gelecekte neler yaşanabileceğini kenti yönetenlere anlatabilmeyi” amaçladıklarını söylediler.

 

“ULUCAMİ TAŞINIRSA OTOPARK SORUNU KALKAR”

Yapılan mizansende ibadethaneye gelen makam araçlarının yaşadığı otopark sorununa çözüm olarak da Ulu Cami’yi ele alan Mimarlar Odası Bursa Şubesi “2016 yılında Anıtlar Kurulu ve ilgili Meslek Odalarının itirazlarına rağmen açılan Hünkar Kapısı ile devlet büyükleri için daha konforlu bir ibadethaneye dönüşen Ulu Cami’nin taşınmasıyla birlikte otopark sorununun da büyük ölçüde çözülmüş olacağı ve Hünkar Kapısı önünde oluşan makam aracı trafiğinin de önüne geçileceği ifade edildi.” şeklinde yaptıkları açıklamayla okuyucuları şaşırttılar. Ancak dikkatli okuyucular sayfada yer alan “Bu sayfada yer alan haberlerin ve kişilerin tamamı hayal ürünüdür” ikazını görünce olayın mizansen olduğunu anladılar.

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin “kentin gelişmesi” adı altında AVM’ler kurması ile büyük rantların elde edileceğine dikkat çekmeye çalışan TMMOB’lular  “Kentin yeni gelişen bölgelerinde AVM üretimi için yer kalmamasının ardından Büyükşehir Belediyesi kentin önemli alanlarını ticaret alanına çevirmek amacıyla çalışma başlattı(…) Büyükşehir Belediye Başkanı Şaban Yeşilova, ‘Bizleri rantçı bir anlayışa sahip olmakla suçluyorlar, fakat ortada bir rant varsa bu Bursa’nın rantı’ dedi.” İfadelerini kullandılar.

Odatv, Gizem Kurt, 13.10.2014

KILIÇ ALİ PAŞA CAMİİ'NİN SÖKÜLEN TOMBAK ALEMLERİ ÇALINDI MI, 'DEPO'YA MI KALDIRILDI?

 

 

İstanbul Tophane’de 2010’da restorasyonuna başlanan tarihi Kılıç Ali Paşa Camisi Külliyesi’nde bulunan 15 tombak (altın kaplama) alemin yerine mermer alemlerin takıldığı ortaya çıktı.

 

İstanbul  Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü’ne göre alemler depoya kaldırılmış olabilir. Ancak yetkililer alemlerin hangi depoda olduğunu bilmiyor. Bakır, tunç ve pirinçten yapılan alemler, tombaklama denilen metotla civa kullanılarak altınla kaplanıyor. Ancak bu metot ustaların zehirlenmesine yol açtığı için artık uygulanmıyor. Bu yüzden tombaklar, tekrar yapılması mümkün olmayan kıymetli eserler. 

 

Antikacılar, tombak alemlerin tanesinin 150 bin lirada liradan başlayan fiyatlarla alıcı bulduğunu söylüyor.





1580 yılında Mimar Sinan tarafından Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa adına yapılan 434 yıllık tarihi Kılıç Ali Paşa Camisi’nin restorasyonuna İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olduğu 2010’da Başbakanlık İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından başlandı.

 

Restorasyonda caminin kubbe süslemeleri değiştirilmişti

Deniz üzerine kurulan ilk cami olma özelliğini taşıyan Kılıç Ali Paşa Camisi’nin restorasyonunun sürdüğü sırada, 12 Şubat 2011’de elektrik kontağından çıktığı iddia edilen bir yangın da meydana geldi. Yangında kubbe ve mihrap zarar görürken, restorasyonun 2011 sonunda bitmesinin ardından kubbe süslemeleri tamamen değiştirildi.

 

Restorasyon sonrasında camide değişenler kubbe süslemeleriyle sınırlı kalmadı. Caminin yan kubbelerindeki 12 alem ile avlu kapısındaki 2 ve şadırvanda bulunan tombak (altın kaplama) alem de yerini mermer alemlere bıraktı.

 

 

‘Depodadır ama hangisi bilmiyoruz’

Söz konusu değişikliği İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü’ne sorduk. Kılıç Ali Paşa Camisi’ndeki tombak alemlerin söküldüğünü doğrulayan yetkililer, alemlerin akıbetini sorduğumuzda “bir depoya kaldırılmıştır” yanıtını verdi. İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü yetkililerinin “Alemler hangi depoya kaldırıldı?” sorusuna verdiği cevap ise “Bilmiyoruz” oldu.

 

Tombak alemler makette duruyor

Öte yandan cami avlusunda yer alan maket yapıda, alemlerin mermer değil tombak olduğu görülüyor.

 

 

Zanaatkarını öldüren zanaat 

Bakır, tunç ve pirinçten yapılan alemler tombaklama denilen metodla civa kullanılarak altınla kaplanıyor. Ancak bu metot ustaların zehirlenmesine yol açtığı için artık uygulanmıyor. Bu yüzden tombaklar, tekrar yapılması mümkün olmayan kıymetli eserler. Antikacılar, tombak alemlerin tanesinin 150 bin lirada liradan başlayan fiyatlarla alıcı bulduğunu söylüyor.

 

Kanun ‘alemi taşımak suç’ diyor

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 9. maddesine göre taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarında her çeşit inşai ve fiziksel müdahalede bulunmak veya bunların kullanım alanlarını değiştirmek yasak. Buna göre alemler taşınmaz kültür varlığı çerçevesinde ele alınıyor ve taşınması suç sayılıyor.

T24, Haber: İnan Ketenciler, 13.10.2014

ANTİK ANTANDROS'TA YENİ MOZAİKLER

 

 

Balıkesir'in Edremit İlçesi'nde, kurtarma amaçlı kazı çalışmaları 14 yıldan bu yana devam eden Antandros antik kentinde, yeni mozaikler ortaya çıktı. Kazı alanında yeni bulunan mozaiklerin Antandros antik kentinin turizm merkezi olması açısından büyük önem taşıdığı kaydedildi.

 

Bu yıl tamamlanan kazılarda, ulaşılan bir villanın girişinde yer alan, geometrik desenli mozaiklerin yanı sıra 'yılan' ve 'dört ayaklı bir hayvan'a ait mozaikler ortaya çıkartıldı. MS Geç 3'üncü Yüzyıl'dan kalma, Roma Dönemi'ne ait ve bu kente özgü olduğu düşünülen mozaiklerin antik kentin ihtişamlı günlerinin göstergesi olduğu belirtildi.

 

Antandros Antik Kentini Kurtarma ve Yaşatma Derneği Başkanı Mehmet Sakaroğlu, yeni mozaiklerin Antandros antik kentinin tarihine ışık tutacağını, bölgeyi ihtişamlı günlerine tekrar kavuşturacağını söyledi. Sakaroğlu, "Mozaik ve kalıntıların, kentin geçmişine ışık tuttuğu, döneminde önemli bir liman kenti olan Antandros'un bilinirliğinin artmasında etkili olacak" dedi.

 

Altınoluk-Edremit Karayolu'nun 3'üncü kilometresinde bulunan MÖ 8'inci yüzyıldan başlayan ve Roma Dönemi'ne kadar varlığını sürdüren bir yerleşim yeri olan Antandros antik kentinde ilk kazı çalışmaları 1989 yılında başlamıştı. 2001'den itibaren Balıkesir Müzesi'nin öncülüğüyle Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nden Prof.Dr. Gürcan Polat başkanlığında yürütülen kazılara Antandros Şehrini Kurtarma, Koruma ve Yaşatma Derneği, Edremit Belediyesi ve Edremit Ticaret Odası sponsor olarak destek veriyor.

Gerçek Gündem, Haber: Ahmet Ertan, 13.10.2014

FOÇA'DA TARİHİ DOKUNUŞ

 

 

UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi”ne alınan Foça, 5 bin yıllık tarihiyle yeniden buluşuyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ana sponsorluğundaki restorasyon çalışmaları sonucunda Bizans, Ceneviz ve Osmanlı izlerini taşıyan kent duvarlarının 1. Etap Restorasyonu tamamlandı.

 

Çalışmaların ardından Foça Kalesi ihtişamlı görüntüsüne yeniden kavuştu. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, ilçedeki tarihi ayağa kaldıracak çalışmalara devam ederek, UNESCO’nun kalıcı miras listesine Efes ile birlikte Foça’yı da sokmak istediklerini vurguladı. 

Surlar ayağa kalktı.

 

İzmir’in turizm cenneti Foça’da kazı ve restorasyon çalışmalarında önemli mesafe alındı. İlçenin 5 bin yıllık tarihiyle yeniden kucaklaşmasını sağlayacak, Kent Duvarları Restorasyonu I. Etabı tamamlandı. Restorasyon çalışmalarıyla Bizans, Ceneviz ve Osmanlı dönemlerinin izlerini taşıyan Phokaia Antik Kenti’nin surları ayağa kaldırıldı.

 

Foça’nın turizm potansiyeli açısından büyük önem taşıyan çalışmanın tamamlanması nedeniyle, kazı alanında bir tören düzenlendi. Kocaoğlu, “Var demeden, yok demeden, gerekçe sunmadan; Foça’nın, İzmir’in ve Ege’nin değerlerinin ortaya çıkması için elimizden gelen maddi, manevi desteği veriyoruz ve vereceğiz. Bunları yaparsak yerelde kalkınma hedefimize ulaşabileceğimizi biliyoruz” dedi. 

 

Kordon ve Athena...

Foça kent duvarları restorasyonunun ardından sıranın Kordon yolu ve Athena tapınağına geleceğini kaydeden Kocaoğlu, “Yeldeğirmenlerinin altında bir tiyatro var. İlk kazısı yapıldı. Onun da gün ışığına çıkarılmasını istiyoruz. Bunları yaparak hep birlikte, UNESCO’nun kalıcı miras listesine Bergama’dan sonra Efes ve Foça’yı da sokmak istiyoruz” diye konuştu.

Cumhuriyet, Haber: Şevki Avcı, 13.10.2014

UZUNKÖPRÜ, UNESCO'NUN EN UZUN TAŞ KÖPRÜSÜ OLACAK

 

 

Dünyanın en uzun taş köprüsü olan Uzunköprü'nün UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınması çalışmalara başlandı.

 

Osmanlı padişahlarından II. Murat döneminde mimar Muslihiddin'e yaptırılan köprü, 16 yıl süren yapım çalışmalarının ardından 1443 yılında tamamlanarak hizmete açılmış. Trakya'nın en önemli nehirlerinden biri olan Ergene üzerinde yapılan tarihi köprü, Anadolu ile Balkanları birbirine bağlıyor. Zaman içerisinde yıpranAn köprü en son 1963 yılında onarılmış. Bu onarım sırasında üzerine beton dökülerek tarihi kimliğine zarar verilmiş. Tarihi köprü üzerinden halen Edirne-İzmir Devlet Karayolu geçiyor.

 

Asırlık köprü, günümüzde yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyor. Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, dünyanın en uzun taş köprüsü olan Uzunköprü'nün UNESCO'ya alınması için çalışmalara başlandığını söyledi. Edirne'nin tarihi eser bakımından dünyada eşi benzeri olmayan bir şehir olduğunu vurgulayan Şahin, "Muazzam bir tarihi eser zenginliğimiz var. Edirne'de daha önce yapılan çalışmalar neticesinde Selimiye UNESCO Dünya Kültürel Miras Listesi'ne, Kırkpınar ise Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi'ne girmiş. Tabi bu çok önemli bir başarı, bizde bu başarıyı daha ileriye götürmek için 174 yüksek kemer üzerine bin 392 metre uzunluğunda ve Ergene Nehri üzerine kurulan dünyanın en uzun taş köprüsü olan Uzunköprü'nün UNESCO Dünya Kültürel Miras Listesi'ne alınması için çalışmalara başladık." dedi.

 

Bunun kolay bir süreç olmadığını anlatan Vali, "Bazı kriterleri var ve bizim çok iyi hazırlanmamız gerekiyor. Umuyorum ki, kısa süre içerisinde müracaatımızı yapacağız ve olumlu sonu alacağız" diye konuştu.

 

Vali Şahin, İspanya'daki Roma Köprüsü'nden daha eski ve daha uzun olan Uzunköprü'nün UNESCO listesine girmesinin hem Türkiye hem Edirne için çok büyük bir kazanım olacağını sözlerine ekledi.

 

YAPIM HİKAYESİ

Osmanlı'nın Balkanlara yaptığı seferlerde Ergene Nehri doğal bir engel olarak ortaya çıkıyordu. Bu engeli aşmak amacıyla inşa edilen asırlık köprü Osmanlı ordusunun akınlarını kışın da sürdürebilmesine imkan sağladı. Uzunköprü inşa edildiğinde köprünün başına cami ve imaretin yanı sıra Ergene şehri ismiyle bir yerleşim birimi inşa edildi. Edirne'nin Uzunköprü İlçesine ismini veren tarihi köprü bin 392 metre uzunluğa, 6 metre 80 santim genişliğe sahip. Köprü üzerinde yer alan 174 adet kemerin bazıları sivri, bazıları yuvarlak yapıda. Yüksekliği ve genişliği yer yer değişiklik gösteren köprünün bazı ayaklarında sel yaranlar ve onların üzerinde de balkonlar inşa edilmiş. Taş ayaklarında fil, aslan ve kuş figürlerinin dikkat çektiği köprü, asırlar boyunca insanların ve vasıtaların geçişine hizmet etti.

Zaman, 11.10.2014

ÇANAKKALE BİENALİ'NDE ESER KAYBOLDU

 

Kavramsal çerçevesi 1. Dünya Savaşı’nın 100. yılı üstüne yapılandırılan 4. Uluslararası Çanakkale Bienali’nde birkaç gün önce 1955 doğumlu Lübnanlı sanatçı ve yönetmen Nigol Bezjian’ın ‘Çanakayna’ adlı yerleştirmesinin bir parçası sergileme alanından kayboldu.

 

Eserde, 1915’te Çanakkale’de savaşan askerlerin giydiği üniformayla sokaklarda gezen ve kendini ‘Sarkis’ ismiyle tanıtan bir askerin insanlarla yaptığı konuşmaları içeren bir video ve Osmanlı döneminde ve sonrasında orduda görev yapmış 40’ın üzerinde Ermeni askerin portresi bir arada sergileniyordu.

 

İşte söz konusu portrelerden, Albay Krikor Takvoryan’a ait olan portre, yerinden yok oldu. Ancak eserin kaybolan parçası yani baskı fotoğrafın sanatçının önerisiyle yeniden bastırılıp yerine konacağı açıklandı. Eser bu haliyle sergilenmeye devam edecek. Konuyla ilgili olarak görüştüğümüz Çanakkale Bienali küratörlerinden olan ve genel direktör Seyhan Boztepe “Bienalde sergileme yapılırken pek çok şey başınıza gelebiliyor. Birkaç gün önce yaşanan bu olaya da çok üzüldük” açıklamasında bulundu. Sanatçı Nigol Bezjian ise konuyla ilgili olarak, “Fotoğrafın yerine yenisini koymak için Bienali düzenleyenlerle yakın bir şekilde çalışmaktayız. Bu sanat eseri bienal bitimine kadar ziyaretçiler tarafından görülebilecek,” dedi. 

Milliyet, 11.10.2014

KOMŞU EGE'DE PAHA BİÇİLMEZ HAZİNE BULDU

 

 

Ege Denizi'ndeki Küçük Çuha (Antikythera) Adası açıklarında 2000 yıldan daha uzun bir süre önce batan Antik Yunan gemisinden paha  biçilmez arkeolojik eserler çıkarıldı. Woods Hole Oşinografi Enstitüsü, internet sitesinde yaptığı açıklamada varlığı 1900 yılından beri bilinen batıktan gün ışığına çıkarılan parçalar  arasında sofra takımları, gemi onarımında kullanılan parçalar ve gerçek boyutlu bir savaşçı heykeline ait olduğu sanılan 2 metre uzunluğunda bronz mızrağın  bulunduğu bildirildi.  Ekip, 15 Eylül ve 7 Ekim arasında önce kendi kendini yönetebilen bir  su altı aracına yerleştirilen stereo kameralar yardımıyla bölgenin 3 boyutlu  haritasını çıkardı. Enstitüden Brendan Foley,  geminin 50 metre olarak hesapladıklarını söyledi.  Foley, "Gemi, şimdiye kadar keşfedilen, eski çağlara ait en büyük gemi  enkazını oluşturuyor. Bu gemi antik çağların Titanik'i" diye konuştu

Vatan, 11.10.2014

SANAT ESERİNİ EVİMİZE Mİ UYDURALIM?

 

 

Gün geçmiyor ki yeni bir galeri ve sergi açılmasın! Sanat hayatımızın merkezine ve evlerimizin başköşesine yerleşti ama acaba doğru mu yerleşti?

 

İnsanlar artık görsel sanata çok daha fazla değer veriyor. Sanat eserlerini evlerinde dekorasyonun bir parçası haline getiriyorlar. Sanat eseri sanatçının bakış açısıyla mı bir evde kendine yer bulmalı? Yoksa onu alan sanatseverin gözüyle ve ona ifade ettikleriyle mi yerleşmeli yeni yerine? Home Art dergisinin bu ayki sayısında bu konuya yer verdik. Bir sanat eserini müze ya da galeride kurallar çerçevesinde sergilendiği halinden çıkarıp eve getirdiğimizde yaşam alanıyla bütünleşecek şekilde evde sergilemek istediğimizde nelere dikkat etmeliyiz? Sanatı mı evimize uydurmalıyız yoksa evimizi mi sanata uydurmalıyız? Bu soruları konunun uzmanları cevapladı.

Seda Yörüker/Sanat tarihçisi ve editör
Eserin sergi mekanından çıkarılıp bir yaşam alanına yerleştirilmesi aşamasında birkaç belirleyici faktör var. Söz konusu eserin sanatçısı yaşıyorsa onunla diyalog kurup yerleşim alanı ve koşulları hakkında birlikte karar verilmesi yerinde olur. Özellikle enstalasyon sanatçıları eserinin nasıl sergileneceği ya da bir mekanda nasıl yer alması gerektiği konusunda belli kurallar ortaya koyar. Yaşamayan bir sanatçının eseri ise sanat anlayışına vakıf olmak için hakkında araştırma yapmak gerekebilir. Sanatçı kadar, o eserin dünyasını tanımak da bizi eserle yakınlaştırır. Bunların hiçbirini dikkate almamak ve eseri herhangi bir dayanak olmadan kendi beğenimiz ve tercihimiz doğrultusunda özgürce evimize koymak da bir yaklaşım olabilir.

Güliz Özbek Collini/Art50. net'in kurucusu
Tarz, renk gibi etmenleri bir kenara bırakırsak bir esere ilk görüşte duyulan ve baktıkça artan mutluluk duygusu alım sebebi olmalıdır. Öte yandan çok az kimse çok az durumda yaşam alanını sanata uydurma şansına sahip, dolayısı ile genelde 'sanat' yaşam alanına uymak durumunda kalıyor. Benim önerim bir orta yol bulmak. Önce gerçekten çok beğendiğiniz bir eseri bulduğunuzu düşünelim. Bunun, sergileyeceğiniz yerin büyüklüğü, rengi, tarzı ve zemin-duvar ile uyumlu olması gerekiyor. Gün ışığı isteyen bir eserse, ışık alan bir yere koyarken dikkat edilmeli; ışıktan etkilenmeyecek bir malzemeden olması gerekiyor. Gece için de ayrı bir aydınlatma gerekebilir. Eğer söz konusu olan yeni medya eserlerden ise (video, neon, light box gibi) o zaman işin içine teknik kriterler de giriyor. Heykel gibi objeler için de zeminin kaldırma gücü, yerin hacmi gibi etkenlere dikkat etmek gerekiyor. Ardından sıra eseri dekorasyona uydurmaya geliyor. Aklınızda belli bir yer olsa bile, eseri birkaç farklı yerde denemeniz gerekebiliyor.

Arzu Komili Baştaş/ Galeri Mana'nın direktörü
Bir sanat eserini kendi özel yaşam alanına dahil etmek, o eser ile çok daha derin bir ilişki kurma fırsatıdır. Sanat eserini illa yaşam alanıyla bütünleştirmek gerekmiyor. Bazen yerleştirildiği ortama aykırı olan işler çok hoş durabiliyor. Duvara asılan işlerin yüksekliklerini iyi ayarlamak çok fark ediyor. Birden fazla eser varsa hepsini aynı hizada asmak, farklı duvarlarda olsalar bile önemli. Heykelleri ise kaide üzerinde sergilemek yerine halihazırda bulunan bir sehpa ya da raf üzerine koymak da çok basit bir adım. Böylelikle hemen yaşam alanının içine yerleşebiliyor eserler.
Sabah, Haber: Yasemin Savcı, 11.10.2014

ANTİK DÖNEMİN YÖNETİCİLERİ GÜN IŞIĞI İLE BULUŞTU

 

Denizli'nin Buldan İlçesi Yenicekent Mahallesi'ndeki Tripolis antik kentindeki kazılarda 1,80 metre yüksekliğindeki mermerden yapılmış 7 heykel gün yüzüne çıkarıldı. 

 

Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Tripolis Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç Dr. Bahadır Duman, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Hellenistik Dönem'de Frigya, Karya ve Lidya bölgelerinin kesişim noktasında, Lidya sınırları içerisinde yer alan Tripolis antik kentinde yaptıkları kazı ve restorasyonla antik kenti gün yüzüne çıkarma çalışmalarının sürdüğünü bildirdi.

 

Yrd. Doç.Dr. Duman, 2014 yılının kazı çalışmalarının 4. ayını geride bıraktıklarını, Erken Roma döneminde surlarla çevrilen ve bir yamaç kenti olan Tripolis'te, çalışmaların 2 bin 500 metre kare büyüklüğündeki pazar yerinin doğusundaki üstü kapalı sütunlu galeri yakınlarında ve Sütunlu Cadde üzerinde sürdürdüklerini ifade etti.

 

Duman, MS 1. 2. 3. yüzyıla ait Anadolu'da çok fazla heykel bulunduğunu ve 5. yüzyıldaki heykel sayısının daha az olduğunu belirterek şöyle konuştu: 

"Tripolis antik kenti çıkartılan heykeller bakımından oldukça şanslı bir yer. Çünkü kazı çalışmasına devam ettiğim alanda antik dönemde pazar yerinin yanında ticaretin ve ekonominin döndüğü, siyasetin ise fazlasıyla görüşüldüğü sütunlu galerilerde güzel eserler ortaya çıkarttık. Sütunlu galerilerin bir tanesini tamamen ortaya çıkartarak restorasyon aşamasına geçtik. Bu üstü kapalı sütunlu galeride 25 sütun yer almakta ve tamamı depremde yıkıldığı gibi kalmış. Zamanla meydana gelen erozyon sayesinde de korunabilmiş. Bu galerinin taban döşemesinde altıgen sekizgen, onyxten ya da bantlı traverten dediğimiz taş türünden yapılmış döşemesi var. Sütunlar yaklaşık 3 metre yüksekliğinde ve doğusunda bulunan duvar arasında bir çatı sistemi yapılmış ve üstü kapalı bir galeri haline getirilmiş."

 

- "Antik dönemin yöneticileri gün ışığı ile buluştu"

Sütunlu galerinin devamında ve güneyinde de aynı şekilde basamaklı bir platform bulduklarını anlatan Duman, burada insanların hem ticaret hem de günlük işlerini görmek amaçlı bir pazar yerine geldiklerini tahmin ettiklerini kaydetti.

 Kazılar ilerledikçe yeni buluntular elde edildiğini dile getiren Duman, "Enteresan bir buluntu grubumuz ise belki Türkiye'de bir ilk diyebiliriz üstü kapalı sütunlu galeri ve pazar yerinin etrafında şu ana kadar 7 tane heykel bulduk. Normal insan boyutlarında 1,70-80 metre civarında heykeller. Büyük bir kısmı tam olarak ele geçti. Mermer ve onyx malzemeden yapılmış. Dolayısıyla geç antik çağ Anadolu arkeolojisine önemli bir heykel koleksiyonu kazandırmış olduk. Kazılar ilerledikçe de heykellerin devamına ulaşmış olacağız" diye konuştu.

 

Yrd. Doç.Dr. Bahadır Duman yaptıkları hesaplamalara göre, toprak altından 15-20 tane heykel çıkarmayı planladıklarını, bunun da bulunan heykellerin üzerine dikilen sütunların çıkartılmasından yola çıktıklarını söyledi.

 

Heykellerin MS 5. yüzyıla tarihlendiğini ve geç antik çağ diye bilinen Roma İmparatorluğu'nun yavaş yavaş gücünü kaybettiği dönemin Tripolis'te hala güçlü bir yerleşim olduğunu gördüklerini ifade eden Duman şu bilgileri verdi:

 "Heykellerin şehrin yönetici ve ileri gelen yöneticileri, kimisi din sınıfından heykeller. Heykellerin 5. yüzyıla ait olması açısından çok önemli. Antik dönemin yöneticileri gün ışığı ile buluştu diyebiliriz. Şu ana kadar ele geçen kazı çalışmalarında bulduğumuz heykeller yaklaşık bin 500 yılık ve Tripolis'in yöneticileri artık gün yüzüne çıkmış durumda." 

Memleket, Haber: Sebahattin Zeyrek, 10.10.2014

1591 YILLIK SÜTUN BİNALARIN ARASINDA SIKIŞTI

 

İstanbul’un yedinci tepesi olarak bilinen Fatih Cerrahpaşa Mahallesi’nde 1591 yıllık Arcadius sütununun kaidesi, binaların arasına sıkışmış durumda.

 

 

Cami, külliye, mescit, mektep, hamam, sebil ve türbelerin ihya projelerine hız veren Fatih Belediyesi, Roma ve Bizans dönemine ait eserleri görmezden geliyor. Fatih Belediyesi CHP’li meclis üyeleri, İmparator I. Theodosius’a adanmış olan sütunun etrafındaki binaların yıkılıp, alanın turizme açılması için konuyu Belediye Meclisi’ne taşıdı.

ANITIN ETRAFI AÇILMALI
CHP’li Belediye Meclis üyesi Fazıl Uğur Soylu, bu sütunun etrafının derhal boşaltılarak, sütunun turizme açılıp korunması için meclise önerge verdi.

FORUMDA YER ALIYOR
Bizans döneminde “Heleniana” olarak bilinen semtte, sütunun etrafında Arcadius Forumu (Arcadius Meydanı) olduğunu belirten Soylu sözlerine şöyle devam etti; “Bu yüzden burada daha çok tarihi yapı olduğu tahmin ediliyor. Bunlarında gün yüzüne çıkarılması gerekiyor. Fatih Belediyesi, tarihi yarımadanın zenginliklerinden olan ve restitüsyon denemesi yapılmış olan bu tarihi eseri meydana çıkartmalı. Anıtın etrafı açılmalı, burası turizme kazandırılmalı.” 

Taraf, Haber: Billur Özgül, 09.10.2014



5 - 11 Ekim 2014

THAMES'DAKİ KALE
1.5 MİLYON LİRA

 

İngiltere'nin başkenti Londra'nın ortasından geçen Thames Nehri'nde, 19'uncu yüzyılda inşa edilen bir kale 400 bin sterlinden (yaklaşık 1.5 milyon lira) alıcı buldu.

 

Nehrin, Kuzey Denizi'yle buluştuğu noktaya 1885'te inşa edilen kale uzun bir süredir atıl haldeydi. Savunma amacıyla yapılan fakat günümüzde böyle bir amaca hizmet etmesi imkansız olan kalenin alıcısı, ismini açıklamadı.

Kaleye sadece nehrin debisinin düştüğü mevsimlerde 800 metrelik bir yürüyüşle ulaşılabiliyor. Normal zamanlarda ise bu yoculuk ancak botla gerçekleştirilebiliyor.

Sabah, 10.10.2014

MELEKLERLE AYETLER İÇİÇE

 

Kaleiçi’ndeki Panhagia Kilisesi’nden dönüştürülen Sultan Alaaddin Camisi’nin tavanında hala varlığını koruyan melek figürleri ve avluda çan kulesi var

 

Antalya’nın tarihi Kaleiçi semtindeki  Sultan Alaaddin Camisi, tavan süslemeleri arasında yer alan melek figürleri ve  avlusundaki çan kulesiyle dikkati çekiyor. Kılıçaslan Mahallesi’nde yer alan ve 1834 yılında üç nefli bir  bazilika tipinde Panhagia Kilisesi olarak inşa edilen yapı, 1922-1934 yıllarında Arkeoloji Müzesi olarak kullanıldı. Ardından apsis kısmına mihrap eklenerek camiye çevrilen ve Sultan Alaaddin Camisi adı verilen yapı, barındırdığı mimarı  öğelerin korunmasıyla alışılmışın dışında bir cami görüntüsü veriyor.

 

Tavan süslemelerinde İslami  sembollerin yanı sıra Hristiyan inancına ait melek figürleri de bulunan cami, yerli ve yabancı ziyaretçilerden büyük ilgi görüyor. Camiye çevrilmiş kiliselerdeki yaygın uygulamanın aksine, 1958 yılında bir hayırsever tarafından minare yaptırılan caminin avlusundaki çan kulesi de yıkılmadı. Böylece yapının  orijinal hali korunmuş oldu.

 

 

Cami hakkında bilgi veren Antalya Müftüsü Osman Artan,  Sultan Alaaddin Camisi’nin, koruma altına alınan tarihi camilerden olduğunu  belirtti. Artan, “Camimizin tavanında bazı figürler, bahçesinde de çan kulesi şeklinde bir kule de var. Bu, buraların tarih içerisinde hoşgörü merkezi olduğunu, Hristiyan ve Müslümanların yan yana ibadet  edebildiğini göstermektedir. Bu da Anadolu’muzun ne kadar hoşgörülü bir yaşam  tarzı olduğunun örneğidir” dedi.

 

Müftü Artan, caminin tavan süslemelerinde yer alan figürlerin ya da avlusunda bulunan çan kulesinin namaz kılınmasına engel teşkil etmeyeceğinin altını çizdi.

Vatan, 10.10.2014

BU MAĞARA RESİMLERİ
TARİH DEĞİŞTİRECEK

 

Endonezya'nın Sulawesi adasındaki mağarada insanlık tarihin en eski eserlerinden birine rastlandı.

Arkeologlar, mağaradaki el boyamalarının 40 bin yıl, vahşi hayvan resimlerinin ise 35 bin yıl önceye ait olduğunu ortaya çıkardı.

Son teknoloji ürünü tarihlendirme testleri uygulanan mağara duvarındaki baskılar, tarihin bilinen en eski baskıları olarak kayıtlara geçti. Uzmanlar bu buluş sayesinde ilk insanların kültürel geleneklerinin Avrupa'dan çok önce Asya, Afrika ve Avustralya'ya yayıldığı kanısına vardı.

Sabah, 10.10.2014

HİTİT KRALİÇESİ PUDUHEPA'NIN ROMANI YAZILIYOR

 

  

 

Amerikalı romancı Judith Starkston, üzerinde çalıştığı ve Hitit Kraliçesi Puduhepa’nın hayatını konu edindiği romanına ilham kaynağı olması için Tatarlı Höyük kazısını ziyaret etti.


Starkston, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Çukurova Üniversitesi adına yapılan Tatarlı Höyük kazısını ziyareti sırasında, Kraliçe Puduhepa hakkında yazmaya devam ettiğini ve yaklaşık bir yıl sonra piyasaya süreceği romanının üzerinde halen çalıştığını söyledi. Puduhepa hakkında tarihsel gizemlerin olacağı bir seri düşündüğünü belirten Starkston, “Bu kitaplarda zeki ve bilgili bu yöneticiyi bir dedektif olarak düşünüyorum. İlk gizemli olayda, Lawazantiya’da yaşayan genç Puduhepa II.Ramses ile savaşından dönen ve Tanrıça İştar’a bir teklif yapan III. Hattusili ile buluşuyor. Sonrasında Hattusili onu bitirmek için düzenlenen bir cinayet planına karışıyor ve Puduhepa Hattusili’nin ismini temize çıkarmak zorunda kalıyor. Puduhepa’nın Hattusili’ye aşık olması ve tanrıçasının bu karşı konulmaz adama yardım etmesi için onu desteklediğini hissetmesi yapacakları için ona daha fazla neden veriyor. Bu öykü beni inanılmaz etkiledi” şeklinde konuştu.





ESKİÇAĞ TARİHİNDE MÜSTESNA BİR KARAKTER

Ziyaretle ilgili Çukurova Üniversitesi arkeoloji Bölümü Kurucu Başkanı ve Tatarlı Höyük Kazıları Başkanı Yrd. Doç.Dr. K. Serdar Girginer şu bilgileri verdi:
“Puduhepa eskiçağ tarihinde çok müstesna ve önemli bir karakterdir. Puduhepa, Kadeş Savaşı yıllarında, MÖ 13 YY’da Lawazantiya kentinde babası Başrahip Pentipşarri ile yaşarken, Hitit Kralı III. Hattusili’nin rüyasına Tanrıça İştar girer. Ve ona bu akıllı ve nitelikli kadın ile evlenmesini önerir. Bu motif, tabii ki uzun yıllar bağımsız bir şekilde yaşamış olan muazzam ve eşsiz bir bölgede krallık kurmuş olan Kizzuwatna Ülkesini (yaklaşık 4000 yıl önce günümüzün Çukurova Bölgesi) evlilik yoluyla kendilerine bağlama yöntemidir. Gerçekten de Kadeş Savaşı dönüşü III.Hattusili Puduhepa’yı alır ve Başkent Boğazköy’e kraliçe olarak götürür. Bir süre sonra bu akıllı kadın Kizzuwatna bölgesinin tüm kültür özelliklerini Hitit Ülkesine taşımaya başlayacaktır.”

 

"PUDUHEPA, HİTİT DÖNEMİ’NİN ’HÜRREM SULTANI’"

Puduhepa’yı Hititler’in “Hürrem Sultanı” olarak adlandırmanın yanlış olmayacağını ifade eden Girginer, "Puduhepa Adana’nın marka değerlerinden birisidir. Kazısını yaptığımız Tatarlı Höyük ise son yıllardaki buluntularıyla Lawazantiya kentiyle aynı yerleşme olması olasılığına daha da yaklaşmıştır. Dolayısıyla Lawazantiya da Adana’nın marka değeri olma yolunda ilerlemektedir ve iki marka değerimiz Adana’nın tanıtımında çok büyük roller üstlenmeye başlamıştır" dedi.

 

KİTABI, ADANA’NIN TANITIMINA KATKI SAĞLAYACAK

Amerikalı yazar Judith Starkston’un Lawazantiya olma olasılığı çok yüksek olan Tatarlı Höyük ve yakın çevresinde bulunan kutsal “7 Pınar”ı ziyaret ettiğini ve yazmaya başladığı romanıyla ilgili Puduhepa’nın gençlik yıllarını geçirdiği mekanları ve konuşmaları kurguladığını kaydeden Girginer, "3 cilt olarak yazmayı düşündüğü romanlarının Türkçe’ye çevrilmesi Adana ve kentin turizm hareketliliği konusunda son derece önemlidir. Unutulmamalıdır ki, Christian Jacq’ın yazdığı Mısır romanları Mısır turizminde bir patlama sağlamıştı" diye konuştu.

Milliyet, 09.10.2014

EN ESKİ KUR'AN-I KERİM'İN PARÇALARI YILDIZ HOLDİNG KOLEKSİYONUNDA

 

 

Türk sanatını dünyada hak ettiği değere kavuşturmak için hem güncel hem de klasik sanatlara destek olan Yıldız Holding, koleksiyonuna çok değerli bir parça dahil etti.

 

Londra Sotheby’s Müzayede Evi’nde dün düzenlenen açık artırmada bilinen en eski Kur’an-ı Kerim yapraklarından beş parça 61 bin dolar karşılığında Yıldız Holding Sanat Koleksiyonu’na katıldı. Hicri takvimin başlangıcına; miladi takvime göre ise 7.  ve 8. yüzyıllara denk gelen Kur’an-ı Kerim yaprakları, İslam’a ait elyazmalarının en nadir örneklerinden biri olarak görülüyor. Bir sayfada 6 ila 14 satırın yer aldığı yapraklar kahverengi mürekkep ile nakşedilmiş. Arap Yarımadası, Hicaz bölgesinden kaynaklanan yapraklar İslam tarihinin ilk yazılı eserlerinden kabul ediliyor.  Yapraklar Araf, Enfal ve Tevbe surelerinden bölümler içeriyor. Sotheby’s Müzayede Evi’nin internet sitesinde yer alan bilgiye göre bu parçalar, yalnızca Kur’an’ın en eski ve mevcut yazılı örneklerinden biri olmakla kalmayıp Arapçaya özgü ipuçları da barındırıyor. En eski Kur’an-ı Kerim yaprak parçaları en son 3 Ekim 2012 yılında satılmış. Bundan önce ise 2010, 2008, 1993, 1992 ve 1979 yıllarında yine Kur’an’a ait yaprak parçaları ismi açıklanmayan koleksiyonerler tarafından alınmış.

 

Murat Ülker’in yönetim kurulu başkanlığını yaptığı Yıldız Holding’in sanata katkısı bununla da sınırlı değil. 2010 yılında “1400. yılında Kur’an-ı Kerim Sergisi” kültür sanat dünyasına kazandırıldı. Sergi, dünyanın sayılı koleksiyonları arasında yer alan ve pek çok örneği yayınlanmamış Kur’an-ı Kerim’ler ve cüzlerden oluşuyordu. Yaklaşık 250 eserin görülebildiği sergide Hz. Osman ve Hz. Ali’ye atfedilen Mushaflar, Kur’an’ın ilk elyazmaları arasında gösterilen Şam Evrakları, Osmanlı padişahlarına ait Kur’an-ı Kerim’ler ile kufi ve hat sanatının en güzel örnekleri yer almıştı. 2 Ağustos–2 Eylül 2013 tarihleri arasında Yıldız Holding’in destekleriyle gerçekleşen “Mukaddes Miras” sergisinde ise 9. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar 99 adet elyazması Mushaf-ı Şerif  sanatseverlerle buluşmuştu.

Zaman, 09.10.2014

EYFEL'E SELFİE ÇEKMEK İÇİN
CAMDAN BÖLME

Paris'teki Eyfel Kulesi'nde selfie tutkunları için özel cam bölme yapıldı.

Kule'deki 24 milyon sterlin maliyetli yenileme çalışmaları kapsamında yapılan selfie kabini, kullanıma açılmasıyla birlikte ziyaretçi akınına uğradı.

Zemin de dahil olmak üzere dört bir yanının cam olması sayesinde 360 derecelik bir görüntü sağlayan kabinde ziyaretçilerin bir kısmı yere yatıp selfie çekerken, bir kısmı da 60 metre yükseklikteki demirlerde yürüyormuş izlenimi uyandıran fotoğraflar çektirdi.

Sabah, 08.10.2014

2 BİN YILLIK YEMEK YER MİSİNİZ?

 

Antalya'da Japon bir bilim kadını tarafından açılan restoran, Roma dönemine ait 2 bin yıl öncesinin yemekleri ile dikkati çekiyor. Restoranda, tarifleri eski kaynaklardan alınan "Antik Perge Lagane", "Galenus Volkan Köfte", "Attalia Lagane" gibi yemekler bulunuyor.

 

 

Yemek kültürü denilince akla ilk olarak, Türk, İtalyan, Fransız, Japon mutfağı şeklinde ülkelere ve toplumlara ait öne çıkan yemekler ve damak tatları geliyor. Fakat okuduğu bir kitaptan etkilenen Japon bilim insanı Kaori Goto, sıra dışı bir çalışmaya imza atmaya karar verdi.
     
Kaori, Anadolu'da 2 bin yıl önce yenen yemekleri günümüze taşıyarak farklı bir anlayış ortaya koydu. Kaori Goto, yaklaşık 6 ay önce Antalya'da açtığı restoranda müşterilerine binlerce yıl öncenin damak tatlarını sunuyor.


Japonya'da Gunma Üniversitesi Anatomi ve Genetik Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Kaori Goto, bilimsel çalışmalar sırasında ismine rastladığı Bergamalı hekim Galenos'un kendisine ilham kaynağı olduğunu söyledi.

 

 

Galenos'un insanları iyileştirmenin yanı sıra keşfettiği şifalı bitkileri sağlıklı insanların yemesini tavsiye ettiğini, bunları kendisinin de yemek haline getirerek insanlara sunduğunu anlatan Kaori, bu anlayıştan yola çıkarak araştırmalar yaptı. Kaori, 2011'de Türkiye'ye gelerek Galenos'un yaşadığı Bergama'da araştırmalar yaptığını, yaşadığı bölgedeki bitkileri incelediğini belirterek, eski kaynakları inceleyerek yaptığı yemeklerin tariflerini öğrendiğini ve yapmaya çalıştığını ifade etti.

KARADENİZLİLER 2 BİN YILDIR BU SOSU KULLANDI

 

 

Araştırmalarında yemeklere lezzet veren bir sos tarifini fark ettiğini anlatan Kaori, şöyle devam etti:
"Bu sos 2 bin yıldan bu yana kullanılagelmiş. 'Garum sos' diye kaynaklarda ismi geçiyor. Yapılışını öğrendikten sonra Türkiye'ye geldiğimde Trabzonlu Havva Bahadır ile tanıştım. Havva hanıma sosun tarifini vererek yapmasını istedim, oldukça başarılı şekilde de yaptı. 2 bin yıllık sos, 50 yıl öncesine kadar Karadeniz bölgesinde yapılan bir çeşniymiş."

 

 

Karadeniz'de yemek kültürünün babaannelerden, anneannelerden çocuklara, torunlara aktarılarak günümüze kadar geldiğini dile getiren Kaori, antik kitaplarda tarifini aldığı bazı yemeklerin Karadeniz'de hala yapıldığını kaydetti. Kaori, "Bu çok ilginç bir durum. Bence bu, Dünya Kültür Mirası'na alınmalıdır" dedi.
     
Kaori, 2 bin yıl öncesine ait yeme içme kültürünü de uygulamaya çalıştığını kaydederek, açtığı Yemek Doktoru (Galenus Farm) adlı restoran ile günümüze taşınan yemekleri insanların damak tadına sunduklarını söyledi.


Yemekleri özel yapılan toprak kaplarda pişirildiklerini vurgulayan Kaori, "2 bin yıl öncesinde zeytinyağı, balık, balıkyağı, su teresi gibi yiyecekler yoğun olarak kullanılıyordu. Restorandaki yemekler genel olarak Roma dönemi mutfağından oluşuyor. Çalışmalarımı tamamlayınca Japonya'da da bir restoran açmayı düşünüyorum" diye konuştu.
     
İSTANBUL VE ANKARA'DAN MÜŞTERİLER GELİYOR

Kaori Goto'nun tarifleriyle 2 bin yıllık yemekleri yapmayı öğrendiğini anlatan Havva Bahadır ise "İstanbul'dan, Ankara'dan sadece burada yemek yemek için gelen müşterilerimiz var. Şimdilik yemekleri deneme aşamasındayız. Birkaç ayda yeni bir yemeği insanların damak zevkine sunuyoruz. 'Antik Perge Lagane', 'Galenus Volkan Köfte', 'Attalia Lagane' gibi antik yemeklerin yanı sıra Osmanlı mutfağından 'Kavunlu mulfy dolması' en çok tercih edilen yemekler arasında" diyor. 
            
GALENOS KİMDİR?      
Bergamalı hekim Galenos 129'da doğdu. Dönemin ünlü hekimlerden tıp öğrenimi alan Galenos, İskenderiye'de hekimlik yaptı. Daha sonra Roma'ya yerleşen ve 168'deki veba salgınında etkin görev alan Galenos, saray hekimliği görevinde de bulundu. 
    
Galenos'un günümüze aktarılabilen eserlerinden, anatomi üzerine araştırmalar yaptığı anlaşılmaktadır. Araştırmalarında kendisinden önce gelen Hipokrates, Aristoteles gibi bilim adamlarının görüşlerinden yararlanan Galenos, felsefe, dil ve doğa bilimleriyle de ilgilendi.

Hürriyet, Haber: Hüseyin Kanber, 08.10.2014

TARİHİ KÖPRÜYE
RESTORASYON

 

Roma İmparatoru Cladius'un MS 1'inci yy'da inşa ettirdiği Kocaeli'deki tarihi taş köprü restore edilecek.

Orjinal haliyle günümüze ulaşan Roma dönemine ait köprünün rölöve restorasyon projeleri tamamlandı.

Onarım çalışmaları için ihaleye çıkarılacak köprünün yapım çalışmaları, toplanacak teklifler sonrası başlayacak. 1940'da Kocaeli'de araştırma yapan Alman Karl Dörner, Kutluca Köprüsü'nün mimari özelliklerine bakarak köprünün Cladius döneminde inşa edildiğini belirledi. 7 gözlü, 5 kemerli köprü, yöresel kesme taş malzeme kullanılarak yapıldı.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 08.10.2014

FOÇA KENT DUVARLARININ 1. ETAP RESTORASYONU TAMAMLANDI

 

 

 

UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde bulunan ve 1. Etap Restorasyonu tamamlanan foça Kent Duvarları’nın açılışı, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun da katılacağı törenle yapılacak. 11 Ekim Cumartesi günü, Foça Athena Tapınağı Kazı Alanı’nda yapılacak olan açılış, saat 18.00’de başlayacak.


Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ, hedeflerinin UNESCO Listesi’ne tam kabul olduğunu ifade ederek, "Bunu başaracağımızdan eminim. Foçamız, yerli ve yabancı birçok turistin her yıl gezip gördüğü mekanlar arasında.Buaçıdan biz de turizm hareketliliğimizi artırmak istiyoruz" dedi.






Tüm insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen değerleri ortak bir geçmiş olarak benimsemek, tanıtmak ve gelecek nesillere bu mirası aktarmak için UNESCO 1972 yılında Paris’te toplanan 16. Genel Konferansında "Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme"yi kabul etmiştir. Türkiye, bu sözleşmeyi 23 Mayıs 1982 tarihinde onaylandı. Dünya Mirası Listesi, UNESCO’ya bağlı Dünya Mirasları Komitesi tarafından belirlenen ve bulundukları ülkenin devleti tarafından korunması garanti edilen, tüm dünya için önemli bir değer taşıdığı kabul edilen doğal ve kültürel varlıkların yer aldığı bir liste. Tüm insanlığın ortak geçmişini oluşturan değerlerin korunmasında uluslararası işbirliğini mümkün kılmayı amaçlayan UNESCO, kültürel ve doğal kriterleri ile özgün olan varlıkları değerlendiriyor.


2011 yılı sonu itibariyle Dünya genelinde Dünya Miras Listesine kayıtlı 936 kültürel ya da doğal varlık bulunmaktadır. Bunların 725 tanesi kültürel, 183 tanesi doğal,28 tanesi ise karma (kültürel/doğal) varlıktır.


Türkiye UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde 11 alan ile yer alıyor ve 37 alanıyla da adaylığını devam ettiriyor. İstanbul Tarihi Alanları, Safranbolu Şehri, Hattuşaş (Boğazköy)-Hitit Başkenti,Edirne Selimiye Camii,Nemrut Dağı, Xanthos-Letoon, Divriği Ulu Camii ve Şifahanesi, Truva Arkeolojik Kenti, Hierapolis-Pamukkale, Göreme Milli Parkı-Kapadokya veson olarak da Bergama’nın tarihi mekanları listeye dahil edildi.

Milliyet, 08.10.2014

WATERLOO'YU
HATALI HARİTA
KAYBETTİRMİŞ

 

Victor Hugo'nun, "Waterloo bir savaş değildir, dünyanin yüzünün değişmesidir" dediği Waterloo savaşıyla ilgili önemli bir iddia ortaya çıktı.

Tarihçi Franck Ferrand'ın çektiği bir belgeselde, Napolyon'un 1815 yılında İngiliz ve Prusya kuvvetleri tarafından Waterloo'da ağır bir yenilgiye uğratılmasının altında yatan nedenin hatalı harita olduğu öne sürüldü.

Haritadaki yanlış bir bilgi yüzünden Napolyon'un toplarını yanlış konumlandırdığı belirtildi.

Sabah, 08.10.2014

SAF SANATIN BABASI MALEVİÇ'E ARMAĞAN

 


Rus ressam Kazimir MAleviç'in Londra'daki Tate Modern'de sergilenen eserleri arasında (Yukarıdan aşağıya) Otoportre, Supremus No. 50, Çiçekçi Kız ve Suprematizm-1915 de yer alıyor.

 

Soyut sanat tarihinin en önemli tablosu Siyah Kare’yi sanatseverlere armağan eden 20. yüzyılın önemli sanatçılarından Rus ressam Kazimir Maleviç’in Londra’daki Tate Modern Müzesi’nde retrospektif sergisi açıldı. Maleviç için gökyüzü mavinin aksine beyazdır ve sonsuzluğun rengidir ve bu kapsamlı sergi, yeni bir soyut dil arayışına giren usta bir sanatçının tüm evrelerini ele veriyor.

 

Bir müzede veya galeride önüne dikildiğimiz tabloya karşı boş bakışlarımızı, onları hayranlıkla izleyenlerden kaçırmak bizi biraz rahatlatır. Bu yüzden izleyicinin soyut sanata duruşu ya sevgi ya da nefret üzerine kuruludur. Fakat aradaki mesafeyi kısalttıkça, zevkli bir alışverişe girdiğimiz anlar da olur. Her tablo görsel bir metafor şölenine dönüşür, zihin tatlı yorgunluğuna teslim olur.

 

Rus ressam Kazimir Maleviç’in (1879-1935) Londra’daki Tate Modern Müzesi’nde sergilenen soyut sanat tarihinin en önemli tablosu Siyah Kare önündeki kalabalıktan, hayranlık veya boşvermişliği okumak zor değil. Maleviç için yaklaşık 30 yıl aradan sonra açılan ilk retrospektif sergide 150’den fazla eserle birlikte yer alan bu tablo serginin en önemli eseri. Tate Modern’in 12 odasına yayılan “Maleviç: Rus Avangardının Devrimcisi” adlı sergi, yaşadığı dönemde yeni bir soyut dil arayışına giren usta sanatçının tüm evrelerini ele veriyor. Sergi dünyanın dört bir yanından çeşitli müze ve koleksiyonlardan derlenmiş.

 

 

14 çocuklu bir ailenin en büyüğü olarak Kiev’de doğan Maleviç’in çocukluğu, sanat dünyasına epey uzak bir yerde, şekerpancarı yetiştirilen köylerde geçer. Buradaki yaşantı sanatının başlangıcı olur. Babasının ölümünün ardından Moskova’da sanat eğitimi alan Maleviç, Rus avangart ressamlarının arasına girer. 1915’te 106 x 106 cm boyundaki siyah bir kareyi, bir ikon gibi serginin baş köşesine yerleştirdiği 0.10 adlı sergi, sanat tarihinde radikal bir olay olarak kayıtlara geçer; zira süprematizm adını verdiği bu yaklaşım, soyut geometriciliği benimseyen bir resim anlayışının manifestosu gibidir. Maleviç eleştirmenlerin ve halkın görmeye alıştıkları şeyi yerle bir etmiştir. Son derece yalın ve çarpıcı bir eserdir söz konusu olan. Tate Modern’deki sergide, dünyada dört tane olan Siyah Kare’lerden ikisi sergileniyor. 1915’teki ilk tablo halen Mosko-va’da ve buradan hiç ayrılmadı.

 

Kendi dilini bulan sanatçı

Maleviç’in Latince “en üst, en yüce” anlamına gelen “supreme” sözcüğünden türettiği süprematizm, ‘hiçbir şeyin’ ve ‘her şeyin’ iç içe geçtiği bir sanat. Başka deyişle, saf sanatı temsil eden bir yaklaşım. Tate Modern 0.10’dan yola çıkarak, bir odayı tıpkı o dönemde sergilenen haliyle düzenlemiş. Süprematizmi mimariye de uygulamak isteyen Maleviç’in çeşitli maketleri de sergileniyor. Ünlü mimar Zaha Hadid’in Maleviç tutkunu olduğunu hatırlarsak, Maleviç’in etkisi daha iyi anlaşılır.

 

Malevich’in formları doğayı çağrıştırmaz, nesnelerin zihnimizdeki tanıdık görünümleri geçersizdir. Sergide yer alan Beyaz Üzerine Beyaz adlı bir başka önemli tablo, resmin en saf formu olarak değerlendiriliyor. Onun renk dünyasında gökyüzü mavinin aksine beyazdır ve sonsuzluğun rengidir. 1919’da yazdığı Nesnesiz Resim ve Süprematizm adlı manifestosunda sonsuzluğun hakiki sembolünün beyaza evrildiğinden söz eder ve ressamlara bir çağrıda bulunur: “Rengin sınırlarının mavi ışık gölgelerinden geçtim ve beyaza ulaştım. Beni izle yoldaş. Renkli gökyüzünün hatlarını altüst ettim, yıktım ve rengi sıkıca düğümlediğim bohçaya koydum. Beyaz, özgür derinlikte yüz, sonsuzluk önünde...”

 

Sergide karalama ve eskizlerin yer aldığı 10. oda, sanatçının tüm sanat evresinin iz düşümü. Buradaki küçücük kağıtlara yaptığı çizimlerin, o dönemde kağıdın pahalı olması sebebiyle, daha sonra tablolara dönüştüğünü sergideki eserlerden görebiliyorsunuz. Edebiyata ve operaya da ilgilidir Maleviç. Kitaplara çizdiği kapaklardan ve sahne tasarımını yaptığı Güneşe Karşı Zafer operasından eskizler de sergide yer alıyor. 1930’larda ise Maleviç yeniden figüre döner ve serginin son odasındaki portreler sanatçının bu dönüşümünü önümüze seriyor. Stalin rejiminin baskısından nasiplenen ve resimlerine el konulan Maleviç, 56 yaşındayken kanserden hayata veda eder. Ölürken yatağının başında Siyah Kare asılıdır. Mezarına da aynısından yerleştirilir. Tate Modern’deki Maleviç sergisi her sanatçının arzuladığı kendi anlatım biçimini, kendi dilini oluşturmanın zirve örneklerinden biri sayılabilir, zira saf bir sanatla kurulmuş bir dünya var karşımızda. Sergi 26 Ekim’e kadar açık.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 08.10.2014

ANTİK KENTTEKİ TOPLU MEZARLARIN SIRRI

 

 

Isparta’nın Yalvaç İlçesi’ndeki Pisidia Antiokheia antik kentinde 3 farklı noktada bulunan toplu mezarların gizemi araştırılıyor. Bulunan iskeletlerin, 6 veya 9’uncu Yüzyıl’da salgın hastalık sonucu ölen insanlara ait olabileceği tahmin ediliyor.

 

Yalvaç’ta, Hıristiyanlığın doğduğu merkezlerden biri olarak kabul edilen Pisidia Antiokheia antik kentinde sürdürülen kazı çalışmalarında, geçen yıl Cardo Maksimus Caddesi Batı Portikosu’ndaki Roma Dönemi’ne ait villada, yiyeceklerin saklanması için yapıldığı tahmin edilen 2 kuyuda toplu mezar bulundu. Bu yılki çalışmalarda ise bir toplu mezara daha rastlandı. Toplam 24 kişiye ait insan iskeletleri Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nden bir antropolog tarafından incelemeye alındı. 

 

"SALGIN HASTALIKTAN ÖLMÜŞ OLABİLİRLER"

Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Mehmet Özhanlı, iskeletlerin incelenmesinde delici, kesici alet ya da darp izine rastlanmadığını belirtirken, şöyle dedi:

"Bu insanlar muhtemelen 6 ve 9’uncu yüzyılda meydana gelen veba türü bir salgın hastalıktan ölmüş. Cesetler gelişigüzel soğutma kuyularına atılmış ve üzerleri de toprak ve taş parçalarıyla kapatılmış. Bu yıl aynı alanda kazılarımızı sürdürürken aynı kuyulardan 3 tane daha ortaya çıktı. Bunlardan birinde daha toplu mezar bulduk. Aralarında 2-3 yaşlarında 1 çocuğun da bulunduğu 5 kişilik bir aile olduğunu tahmin ettiğimiz insan iskeletleri çıktı."

 

"İLK KEZ RASTLADIK"

Bugüne kadar yürüttükleri hiçbir kazıda buna benzer bir duruma rastlamadıklarının altını çizen Prof.Dr. Özhanlı, şöyle dedi:

"İlk kez böyle bir olayla karşılaştığımı söyleyebilirim. Burada bulduğumuz sarnıca benzeyen ve büyük ihtimalle işyerinin deposu olarak kullanılmış 1 metre çapında 2 metre derinliğindeki yapının içerisinde iskeletler bulduk. Kafataslarından anladığımız kadarıyla 5 insan iskeleti mevcut. Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nden bir antropolog ile birlikte detaylı bir inceleme yaparak bu insanların yaşları ve cinsiyetleri konusunda bilgi edinmeye çalışacağız. Ölülerin düzenli olarak gömülmedikleri ve muhtemelen öldükten sonra buraya rastgele atıldıkları şeklinde bir görünüm var."

Akşam, 07.10.2014

BURDUR'DA 'BİN 550 YILLIK RESTORAN' ORTAYA ÇIKARILDI

 

Gölhisar İlçesi'ndeki Kibyra antik kentinde yapılan kazılarda Doğu Romalılar döneminde kullanılmış yaklaşık bin 550 yıllık olduğu belirtilen restoran bulundu.

 

 

Kibyra antik kentinde yapılan kazılarda görevli Diyarbakır Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı'ndan Araştırma Görevlisi İsmail Baytak, yaptığı açıklamada, antik kentin agora bölümünde yaptıkları çalışmalarda bir fırın, fırının önünde küçük bir ocak ve hemen yanında 1 metre çapında 2 büyük ve bir küçük mermer masaya rastladıklarını söyledi.

 

 

Bütün bu buluntulardan söz konusu yapının şimdiki tanımlarıyla bir restoran ya da lokanta olarak kullanılmış olduğunun anlaşıldığını anlatan Baytak, "Ortaya çıkarılan masalar içerisine yemek servisi yapılabilecek şekilde tasarlanmış. Küçük ocakta ise tencere ya da demlik gibi şeyler ısıtılmış" dedi.

 

 

Baytak, bu yapıya rastladıklarında önce fırının üst kısmı üzerinde çalıştıklarını daha sonra yavaş yavaş alt katmanlara indiklerini ifade etti.

 

 

Fırının üst kısmını kaldırdıktan sonra odun konulan ve pişirme işleminin yapılabileceği bölümünün de ortaya çıktığını belirten Baytak, "Fırın tuğlayla yapılmış. Günümüzdeki fırınlarda da tuğla görmek mümkün çünkü tuğla ısıyı tutabiliyor ve uzun süre yemek pişirmek mümkün olabiliyor. Şimdi fırını 3 boyutlu olarak tamamladık. İleride yapacağımız konservasyon çalışmalarında üstünü de kapatacağız" diye konuştu.

 

 

Baytak, fırının alt kısmında cam, seramik, kemik kalıntıları ve sikkeler bulduklarını söyledi. Bu buluntular ışığında yapının bin 500 ya da bin 550 yıllık olduğunu söyleyebileceklerini dile getiren Baytak, şunları kaydetti:

 

 

"Fırının çevresindeki mermer masalar 25 kişilik ve yemek servisi yapıldığı anlaşılıyor. Restoran kentin agora bölümünde yer alıyor. Dışarıdan gelen tüccarların ürünlerini sattıktan sonra restoranda yemek yedikleri tahmin ediliyor. Restoranın ön bölümünde bulunan ve 'Filosebaston' diye okunan bir yazıt bulduk.

 

 

Bu kelime Latince 'Dostların Yeri' ya da 'Kibyra Dostu' anlamında kullanılmış. Günümüzdeki lokanta ismi gibi...Bu yazıt buranın bir restoran olarak kullanıldığı fikrimizi destekledi."

 

 

Baytak, agora bölümünde antik dönemde restoran olarak kullanılmış başka yapıların da olabileceğini ancak burada bulunan dükkanların henüz açılmadığını kaydetti.

Habertürk, 07.10.2014

DA VİNCİ'NİN 'KAYIP MÜZİK ALETİ' ANKARA'DA

 

500 yıl önce Leonardo Da Vinci’nin hayal edip tasarladığı ‘viola organista’ya Polonyalı sanatçı Zubrycki hayat verdi. Ankara Üniversitesi’ndeki konser büyük ilgi gördü.

 

 

Leonardo Da Vinci’nin hayal edip tasarladığı, geçen yıla kadar gerçeğe dönüşmediği için “kayıp müzik aleti” olarak bilinen “viola organista”, Ankara Üniversitesi’nde (A.Ü.) seyirci karşısına çıktı. Müzik aletine hayat veren Polonyalı sanatçı Slawomir Zubrycki, piyano ve çello seslerini çağrıştıran “viola organista” ile dinleyenleri büyüledi.


A.Ü., geçtiğimiz günlerde Türkiye-Polonya ilişkilerinin 600’üncü yılı dolayısıyla düzenlenen ilginç bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. A.Ü. Devlet Konservatuvarı’nın Konser Salonu’nda iki ülkenin köklü tarihine yönelik özel bir konser verildi. Konsere başta Ankara Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Erkan İbiş olmak üzere Polonya Büyükelçisi Mieczyslaw Cieniuch ile çok sayıda davetli katıldı. Konserin içeriği ise enteresan bir yönüyle kendini diğerlerinden farklı kıldı.

500 yıl önce tasarladı
Polonya’dan gelen sanatçı Slawomir Zubrzycki, Leonardo Da Vinci’nin 500 yıl önce hayal edip tasarladığı ancak kendisinin hayata geçirdiği müzik aleti “viola organista” ile sahne aldı. Geçen yıla kadar gerçeğe dönüşmediği için “kayıp müzik aleti” olarak nitelendirilen “viola organista”nın sesi, piyano ile çelloyu aynı anda çağrıştıran bir ses şeklinde yorumlandı.


Büyük ilgi gördü
Zubrzycki, Ankara Üniversitesi misafirlerine Polonya Rönesans ve Barok müziği dinletileri sundu. Da Vinci’nin uzun yıllar kağıt üstünde kalan ve Zubrzycki’nin üretimiyle hayat bulan bu kayıp eserin hiç duyulmayan sesi dinleyenleri büyüledi. Ücretsiz gerçekleşen konsere başkentliler büyük ilgi gösterdi.

Milliyet, Haber: Ayşegül Kahvecioğlu, 06.10.2014

ESNAF 1800 YIL ÖNCE DE BÖYLE BEKLİYORDU

 

Antalya'nın Perge antik kentinde nekropole uzanan sütunlu caddedeki dükkanların önünde, tavlaya benzeyen bir oyun taşı ve oyuncuların tabure olarak kullandığı iki sütun başlığı bulundu.

 

 

Pergeli esnafın, 2 bin yıl önce de müşteri beklerken dükkanın önünde oyun oynayarak oyalanıyordu. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Antalya Müzesi başkanlığında Aksu İlçesi, Perge antik kentinde gerçekleştirdiği kazı çalışmalarında bulunan tavla/kızmabiradere benzer bir oyun taşı ile tabure fonksiyonunda kullanılan sütun başlıkları, ziyarete gelen turistlerin ilgi odağı oldu.

Milattan sonra 2'nci yüzyıla ait olduğu tespit edilen oyun taşı ile tabure olarak kullanılan sütun başlıkları, bulunduğu yerde olduğu gibi bırakıldı. Dükkanların önünde bulunan oyun taşının bir benzerinin de yine Perge'deki bir podyumda yapı malzemesi olarak kullanıldığı tespit edildi. Dükkanların hemen önündeki oyun taşı gibi Antalya Müzesi'nde de 2 taş bulunuyor.

 


Radikal, 06.10.2014

MİMAR SİNAN'IN ESERİ TİNERCİ YUVASI OLDU

 

 

1571 tarihli Mimar Sinan eseri olduğu tahmin edilen Siyavuşpaşa Kasrı, tinerci yuvası oldu. Tarihi kasrın duvarları sprey boyayla harap edilmiş.

 

Mimar Sinan tarafından 1571'de inşa edildiği düşünülen İstanbul Bahçelievler'deki Milli Egemenlik Parkı içinde bulunan Siyavuşpaşa Kasrı, tinercilerin meskeni haline geldi. Beş yıl öncesine kadar çocuk kütüphanesi olarak kullanılan sekiz köşeli tarihi yapının duvarları spreylerle yazılmış yazılarla dolu. Bölgede yaşayan onlarca tinerci ise gece tarihi yapının altında hayvanları ile birlikte uyuyor. Tinercilerin yaktıkları ateş ise tarihi yapının beş asırdır ihtişamını sergilediği duvarlarını siyaha boyamış. Spor aletleri ve çocuk oyun parklarının bulunduğu parka gelen Bahçelievler sakinleri ise köşkün etrafındaki köpek gezdiren tinercilerden dertli. Tarihi kasr adını, Sultan III. Mehmet zamanında iki defa sadrazamlık yapan, devlet görevlisi Siyavuşpaşa'dan almış. Köşk, yüksek duvarlı bir havuzun ortasına yapıldığı için tarihte havuzlu köşk ismiyle de biliniyor.

Sabah, Haber: Deniz Derin, 06.10.2014

HATTUŞA'DA 3 BİN 700 YILLIK SURLAR GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

Hitit Medeniyeti’nin baş?kenti Hattuş?a’ya ev sahipliğ?i yapan Çorum’un Boğ?azkale İlçesi'ndeki kazı çalış?malarında, Hititlerin baş?kent Hattuş?a’yı korumak için 3 bin 700 yıl önce inş?a ettiğ?i surların bir bölümü açığ?a çıkarıldı.

 

Alman Arkeoloji Enstitüsü adına kazı çalış?malarını yürüten kazı baş?kanı Doç. Dr. Andreas Schachner, AA muhabirine yaptığ?ı açıklamada, Boğ?azkale ilçesindeki Hattuş?a ören yerinde 1906 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi adına baş?latılan kazı çalış?malarının 108 yıldır sürdürüldüğ?ünü söyledi.

 

Temmuz ayında baş?layan çalış?maları, iş?çilerin de bulunduğ?u 90 kiş?ilik ekiple sürdürdüklerini ifade eden Schachner, kazı çalış?malarının tamamlandığ?ını belirtti.

 

Bu yıl kazı çalış?malarının yanı sıra restorasyon çalış?malarına da ağ?ırlık verdiklerini anlatan Schachner, Hititlerin baş?kent Hattuş?a’yı korumak için 3 bin 700 yıl önce yaptıkları ve bir kısmı açığ?a çıkarılan surlarda restorasyon çalış?maları gerçekleş?tirdiklerini kaydetti.

 

Hititlerin, Hattuş?a’yı baş?kent yaptıktan sonra ş?ehri korumak için yaklaş?ık 4,5 kilometrelik sur inş?a ettiklerine dikkati çeken Schachner, ş?öyle devam etti:

“Bölgede yürüttüğ?ümüz çalış?malarda, baş?kent Hattuş?a’nın kuruluş?unda inş?a edilen ve 1906 ile 1907 yıllarındaki ilk kazı çalış?malarında açığ?a çıkarılan surların da restorasyonunu yapıyoruz. Kazı çalış?malarında, 4,5 kilometrelik ş?ehir surunun yaklaş?ık 700 metresi açığ?a çıkarıldı. Son 3 yıl içerisinde de surların 400 metrelik kısmında restorasyon çalış?ması yaptık. Bu sur, Hititlerin Hattuş?a’yı baş?kent seçmesi ve kral Hattuş?ili’nin buraya gelmesiyle ş?ehrin ihtiş?am kazanması amacıyla yaptıkları ilk büyük projedir. Yaklaş?ık 4,5 kilometre uzunluğ?undaki sur, Büyük Kale’den baş?layarak tüm kenti sarıyor.”

 

Surun belirli bölümlerinde 10 yer altı tüneli bulunduğ?una değ?inen Schachner, “Bu tüneller saldırı ve iş?gal durumunda ş?ehrin içerisindeki askerlerin gizlice dış?arı çıkıp surun önünde savaş?masını sağ?lıyor. Surun her 20-25 metresinde de bir kule bulunuyor. Hititler suru yüksek suni bir tepe üzerine inş?a ederek, hem daha güçlü bir savunma hattı oluş?turmak hem de devletin gücünü ve ihtiş?amını tüm bölgeye göstermek istemiş?” ifadelerini kullandı.

 

Surun ilk yapıldığ?ı dönemde 10 metre uzunluğ?unda inş?a edildiğ?ini tahmininde bulunduklarını dile getiren Schachner, “Daha sonraki Hitit dönemlerinde bu oran 5-6 metreye iniyor. Yükseklik hakkında kesin bir ş?ey söylemek zor. Çünkü günümüzde üst yapıdan hiçbir iz kalmadı. Kulelerin yüksekliğ?inin de 11-12 metre boyunda olduğ?unu tahmin ediyoruz” dedi.

 

Surun tamamının açığ?a çıkarılmasının uzun bir süre alacağ?ını anlatan Schachner, surun açığ?a çıkarılan ve restore edilen bölümünün ilçenin bazı yerlerinden görülebildiğ?ini, baş?kent Hattuş?a’nın, bölgeye gelen ziyaretçilere sunulacak yeni bir eser kazandığ?ını belirtti.

Beyaz Gazete, 06.10.2014



******


HİTİTLERİN BÜYÜK PROJESİ GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

 

 

Hitit medeniyetinin başkenti Hattuşaş’a ev sahipliği yapan Çorum’un Boğazkale İlçesi'ndeki kazı çalışmalarında, Hititlerin başkent Hattuşaş’ı korumak için 3 bin 700 yıl önce inşa ettiği surların bir bölümü açığa çıkarıldı.

 

Alman Arkeoloji Enstitüsü adına kazı çalışmalarını yürüten kazı başkanı Doç.Dr. Andreas Schachner, İstanbul Arkeoloji Müzesi adına başlatılan kazı çalışmalarının 108 yıldır sürdürüldüğünü söyledi.

Bölgenin ziyaretçilerine sunacak yeni bir eser kazandığını belirten Schachner, Hititlerin Hattuşaş’ı başkent yaptıktan sonra şehri korumak için sur inşa ettiklerine dikkati çekerek şöyle konuştu:
“Şehir surunun yaklaşık 700 metresi açığa çıkarıldı. Son 3 yıl içerisinde de surların 400 metrelik kısmında restorasyon çalışması yaptık. Bu sur, Hititlerin Hattuşaş’ı başkent seçmesi ve kral Hattuşili’nin buraya gelmesiyle şehrin ihtişam kazanması amacıyla yaptıkları ilk büyük projedir. Yaklaşık 4.5 kilometre uzunluğundaki sur, Büyük Kale’den başlayarak tüm kenti sarıyor.” 

Hürriyet, 08.10.2014

TARİHTE İLK SAKALSIZ
HZ. İSA TASVİRİ

 

İspanya'da yapılan kazılarda, 4'üncü yüzyıla ait bir Hz. İsa figürü bulundu.

Cam bir tabağın üzerinde yapılmış olan figürün en şaşırtıcı tarafı, İsa peygamberin sakalsız ve kısa saçlı olarak resmedilmesi.

Ülkenin güneyindeki Linares şehrinde bulunan tabağın kutsal aşai rabbani ayininde Hz. İsa'nın etini temsil ettiği düşünülen ekmeği koymak için kullanıldığı düşünülüyor.

Yüzde 81'i korunmuş olan tabağın parçaları bilim insanları tarafından bir araya getirildi.

Sabah, 06.10.2014

KARADENİZ'İN EFES'İ MERAK UYANDIRIYOR

 

Düzce'de bulunan ve "Karadeniz'in Efes'i" olarak adlandırılan Prusias ad Hypium antik kenti, bugüne kadar korunmuş alanlarıyla arkeologları heyecanlandırıyor.

 

Konuralp Mahallesi'nde, "Prusias ad Hypium" olarak bilinen bölgede antik tiyatro, at figürlü kapı, surlar, su kemerleri ve Roma Köprüsü yer alıyor. Halk arasında "40 Basamaklar" adıyla bilinen, 100 metre uzunluğa, 74 metre genişliğe sahip antik tiyatronun yarım daire biçimindeki oturma alanı, aslan pençesi figürleriyle süslenmiş basamakları, kemerli geçitleri ve sahnesinin bir bölümü bugünlere kadar ulaştı.

 

Düzce Üniversitesi (DÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Nurperi Ayengin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Prusias ad Hypium antik kentinde iki yıl önce başladıklarını belirterek,  "Buradaki kazı biz arkeologlar için büyük şans" dedi.

 

Kazı çalışmalarına bu yılki bölümünün tamamlandığını aktaran Ayengin, şöyle konuştu:

"Bu yıl dolgu temizleme çalışması yaptık. Önümüzdeki yıl Bakanlığımızın izniyle kazı çalışmalarına daha erken başlayacağız ve daha uzun bir çalışma yapacağız. Tiyatromuzda  bu yıl dolgu temizliği yaptık ve iki yıllık çalışma neticesinde daha estetik bir görüntüye sahip hale getirdik. Yaklaşık 4-5 metrelik bir dolgu toprağı vardı, o bölgeyi temizledik. Tiyatroya ait sütunlar vardı, onları ortaya çıkardık. Kazı yaptıkça buranın ne kadar büyük olduğu gün yüzüne çıkıyor. Önümüzdeki yıllarda daha uzun süreli çalışmalarla daha çok yol katedeceğimize inanıyorum."

 

Bölgede bu tür yapının bulunmasının arkeologlar için büyük bir şans olduğunu vurgulayan Ayengin, "Yapı, üniversitemiz Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü yöneticileri ve öğrencileri için büyük bir şans. Biz arkeologlar için çok heyecan verici bir bölge. Önemli uygulama alanları var. Karadenizin tamamına bakıldığında bu kadar korunmuş bir alan yok. Uzun vadede düşünecek olursak, tiyatro alanı ile antik kentin tamamında çalışma fırsatımız olacak. Çok önemli bir alan, bunun için de bizler burayı bir şans olarak görüyoruz" ifadesini kullandı.

haberler.com, Haber: Ömer Faruk Cebeci, 06.10.2014

KURTALAN'DAKİ ANTİK LİMAN HASANKEYF'E TAŞINACAK

 

Siirt'in Kurtalan İlçesi'ne bağlı Çattepe Köy'ünde bulunan yaklaşık bin 700 yıllık antik liman, Hasankeyf'in yeni yerleşim yerindeki kültür parkına taşınacak.

 

Dicle Nehri ile Botan Çayı'nın birleştiği noktada gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan antik liman, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi (ANKÜSAM) işbirliği ile hazırlanan proje kapsamında Hasankeyf'teki kültür parkında sergilenecek.

 

ANKÜSAM Müdürü Prof.Dr. Hayat Erkanal, AA muhabirine, IIısu Barajı rezervuar alanının çok geniş olduğunu belirterek, Diyarbakır, Batman, Şırnak, Siirt ve Mardin'i kapsadığını söyledi.

 

Antik dönemde Dicle ve Fırat'ın çok önemli akarsular olduğunu ve bu nehirler üzerinde o dönem ulaşım yapıldığını kaydeden Erkanal, şöyle konuştu:

"Herodot'a göre, hammade ve mamul eşyalar Anadolu'dan güneye doğru gidiyordu. Tek yönde giden tekneler vardı. Bunlar hafif malzemeden yapılmış hedefe geldikleri zaman sökülüp, eşek sırtında tekrar kuzeye taşınıp yeniden inşa ediliyordu. Bunların uğradıkları limanlar da canlı birer ticaret merkeziydi."

 

Çattepe höyüğünde yapılan kurtarma kazılarında Botan Vadisi'nde nehir limanı bulunduğunu anımsatan Erkanal, bu antik limanın geliştirdikleri projeyle Hasankeyf Kültür Parkı'na taşınacağını vurguladı.

 

Teknelerin benzeri yapılacak

"Amacımız limanı Hasankeyf'te oluşturulan Kültür Parkı'na taşıyarak, su altında kalmasını engellemektir" diyen Erkanal, şöyle devem etti:

"Antik limanda yar alacak teknelerin imalatına birkaç ay sonra başlanacak. Asur kaynaklarına göre o dönemde 5 çeşit nehir teknesi vardı. Bir türü yakın zamana kadar kullanılan tulumlar üzerinde hareket eden 'kelek' adı verilen teknelerdi. İzmir'de bu 5 türün benzerini inşa ederek Hasankeyf'te sergileyeceğiz. Bu kış projeyi bitirmeyi umuyoruz." 

 

Sarnıçtan limana dönüştürülmüş

Çattepe Höyüğü Kazı Ekibi Başkanı ve Ege Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Haluk Sağlamtimur ise antik limanın Anadolu'daki ender limanlardan biri olduğunu söyledi. 

 

 Bulunan tarihi yapının ilk önceleri "Sarnıç" olarak yapıldığını ifade eden Sağlamtimur, şöyle dedi:

"Çünkü Dicle aynı yerden akmıyordu. Bu nedenle bir tatlı su kaynağı olarak buraya bir havuz yapmışlar. Tatlı su kaynağı için 25 basamaklı bir iniş alanı yapmışlar. Ancak sonrasında Dicle Nehri bu liman yapısının dibinde aktığı için buraya iskele yapıp limana çevirmişler." 

 

"Liman kalıntıları bin 600 - bin 700 yıllık"

Arap yazıtlarına göre bu liman sayesinde Çattepe'den Musul'a kadar bir su yolu olduğunu ve bu su yolunda kayıkların çalıştığını ifade eden Sağlamtimur, şöyle devam etti:

"Bu liman sular atında kalacağı için taşımayı düşünüyoruz. Özellikle ön kısımda kireç taşından yapılmış su toplama havzası ve iskele orijinal haliyle taşınıp, orada kurulacak. Liman kalıntıları bin 600 - bin 700 yıllık."

haberler.cm, Haber: Yılmaz Ekinci, 06.10.2014

1500 YILLIK BİZANS KÖPRÜSÜ İLGİSİZLİK KURBANI

 

 

Beşköprü olarak da bilinen Sakarya'daki 1500 yıllık Justinianus Köprüsü, Marmara Depremi'nde hasar görmesine rağmen aradan geçen 15 yıla rağmen restore edilmedi. Depremde bazı Kemer ayaklarında çatlaklar oluşan tarihi köprünün üzerindeki taş duvarların bir bölümü de zamanla yıkıldı. Karayolları, yıkılan taş duvarların yerine plastik bariyerler koyarak önlem aldı.

İmparator Justinianus tarafından 1500 yıl önce yaptırılan, Ayasofya ile yaşıt Justinianus Köprüsü, Bizans döneminin Anadolu'daki en görkemli anıtsal yapılarından biri. 384 metre uzunluk, 9,85 metre genişliğindeki köprü 12 Kemer gözünden oluşuyor. Beşköprü olarak da bilinen tarihi köprünün Batı ucunda tak izi, Doğu ucunda apsisli yapı ve köprü ile ilgili tonozlu yapı kalıntıları bulunuyor.

Köprü, en son Karayolları Genel Müdürlüğü'nce 1995 yılında onarılarak taşıt trafiğine kapatıldı. Marmara depreminde köprünün Kemer ayaklarında çatlaklar oluştu. Aradan geçen 15 yılda köprünün onarımı yapılmadı. Köprünün üzerindeki taş duvarların bir bölümü de zamanla yıkıldı. Tarihi yapının restorasyonu için Karayolları Genel Müdürlüğü Tarihi Köprüler Şube Müdürlüğü, Gazi Üniversitesi'nde yüksek lisans tezi olarak bir proje hazırlattı. Üniversitenin jürisinden geçen proje, Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nden onay alamadı. Kurul, projeyi, eksiklikleri olduğu gerekçesiyle kabul etmedi. Projenin reddedilmesinin ardından Karayolları, henüz yeni bir proje çalışması başlatmadı.

İlgisizlik kurbanı olan tarihi köprünün yıkılan duvarlarının tehlike oluşturması nedeniyle Karayolları, plastik bariyerlerle önlem aldı. Duvarlarına yazılar yazılan, düşen taşlarının yerine plastik bariyer konan köprünün hali görenleri üzüyor.


Tarihi yapının durumunun içler acısı olduğunu belirten turizmciler, köprünün acilen onarılıp çevresel düzenlemeleri yapılarak turizme kazandırılması gerektiğini belirtiyor.

haberler.com, 06.10.2014

HATAY'DA SÜTUNLU ROMA YOLU KALINTISI BULUNDU

 

 

Erzin İlçesi'nde İssos harabeleri yöresinde yürütülen kazı çalışmalarında 15 metre genişliğinde sütunlu Roma yolu bulundu, yolun bitişiğinde mozaik taban ortaya çıkarıldı.

 

Yörede, 2006′da kaçak kazı yapıldığı ihbarı üzerine başlatılan arkeolojik kazılarda Geç Roma dönemine ait hamam kompleksiyle doktorlar tarafından kullanılan muayene odalarının da yer aldığı harabelerde, tarihi Roma yolunun yanı sıra odeon ve tiyatro, gün ışığına çıkarıldı.

 

Arkeoloji Müzesi arkeoloğu ve kazı başkanı Ömer Çelik, AA muhabirine, Erzin İlçesi'nde İssos Harabeleri olarak bilinen bölgede 2006′daki kazıda ortaya çıkan ilk mimari kompleksin Geç Roma dönemine ait hamam olduğunu söyledi.

 

Odeon ve tiyatro bulundu

Sonraki dönemde yürütülen çalışmalarda buranın büyük bir antik kent olduğu yönünde buluntulara rastladıklarını ifade eden Çelik, şöyle devam etti:

“Yaptığımız incelemede, bu bölgede şehrin İssos olarak adlandırılmasına rağmen ilk isminin Oniandos olduğu daha sonra Selevkoslar tarafından IV. Antiochoes’in buranın ismini Epipfaneia olarak değiştirdiği anlaşıldı. Kazılar, Epipfaneia antik kentine ait fakat Roma döneminin üzerinde bir çalışma yapmaktayız. Geç Roma dönemi hamamının kuzeyinde geçen yıl başlattığımız çalışmalarda ortaya ilk ilginç veriler çıkmaya başladı. Bunlardan ilki Hatay’da ilk defa ortaya çıkan ‘Odeon’ olmuştur. İkincisi ise 1930′larda Hatay’ın Harbiye beldesinde yapılan kazılarda ortaya çıkan tiyatro. İlk sezonda tiyatronun 11 basamağını gün yüzüne çıkardık.”

 

Çelik, geçen yılki çalışmalarda 1990′da ortaya atılan ve şehrin surları olarak bilinen mimari yapıların, tiyatroya ait seyircilerin oturduğu bölüm olduğunu savundu.

 

15 metre genişliğinde Roma yolu

Bu sezon yapılan kazılarda, Epipfaneia antik kentinde sutünlü Roma yolunun bir bölümünün ortaya çıkarıldığını vurgulayan Çelik, şunları belirtti:

“Yolun hemen batısında yola bitişik mozaik döşeli bir alan olduğunu tespit ettik. Yolun tek dönemde yapılmadığını, iki bölümden oluştuğunu düşünmekteyiz. Çalışmalarda yolun ve mozaiğin üzerine farklı dönemlerde Geç Roma dönemine ait yerleşim birimlerinin oturduğunu ve bunun da MS 3. yüzyılda Sasani baskınlarından sonra olduğunu düşünmekteyiz. Deniz seviyesinden yaklaşık 46 metre yükseklikte bulunan kazı alanının 42,5 metresinde Roma dönemine ait Roma yolu ortaya çıkarılmış ve yapılan incelemede bu şehrin, MS 1-3. yüzyıl arasında hızlı imarlaşma faaliyetine girdiği tespit edilmiştir. Roma yolu, odeon ve tiyatro, MS 1. ve 3. yüzyıl arasında yapıldığı düşünülmekte. Daha sonra değişikliğe uğradığını, üzerinde ilk etapta Sasanilerin, ardından Abbasilerin tekrar Bizanslıların, Haçlılar ve en son Osmanlıların etkisinin olduğunu, mimarinin kat kat tabakalaşmasından tespit etmekteyiz.”

 

Bu sezon kazıların yaklaşık 1,5 ay sürdüğünü belirten Çelik, Roma yolunun değişikliklerle 15 metre genişliğinde olduğunu, bazalt döşeli kısmının 8 metreyi bulduğunu söyledi.

 

Çelik, kazı çalışmalarında çok sayıda sikke, çömlek ve heykel parçalarının yanı sıra odeonun bulunduğu bölümde de küçük Haçlı mezarlığına rastlandığını kaydetti.

 

Yol üzerindeki mozaikte yer alan yazıları okuma çalışmalarının devam ettiğini belirten Çelik, yazıların net çözümünden sonra dairenin içine yerleştirilmiş figürlerin ne anlama geldiğinin anlaşılabileceğini sözlerine ekledi.

iskenderunn.com, 05.10.2014

TAPINAKLAR ŞEHRİNDE KAZI ÇALIŞMASI SONA ERDİ

 

 

Muğla'nın Fethiye İlçesi'ne bağlı Kumluova Mahallesi'ndeki Likya Birliği'nin tapınaklar şehri olarak bilinen Letoon antik kentindeki arkeolojik kazıların bu yılki bölümü sona erdi.

 

Letoon antik kentindeki kazılar 1962 yılında Fransa'nın Bordeuex Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Meztger tarafından başlatıldı. Kazı yetkisi 2010 yılında Fransız kazı ekibinden alınarak, Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Yüksekokulu öğretim üyesi Doç.Dr. Sema Atik Korkmaz'a verildi. Likya Birliği'nin önemli kenti olan Xanthaos antik kenti ile beraber Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Letoon antik kentindeki kazılar bu yıl 2.5 aydan fazla sürdü.

 

TAMAMI GEZİLİR HALE GELDİ

Kültür Bakanlığı ve Başkent Üniversitesi tarafından ortaklaşa yürütülen kazıların bu yılki bölümünde 16 bilim adamı, 9 arkeoloji öğrencisi ve 5 işçi çalıştı. Kazılarda Leto Tapınağı'ndaki taş bloklara ait bu yıl 59 parça tespit edildi. Bu parçalarla kurma çalışması yapıldı. Tiyatronun kuzeyinde küçük kazı çalışmalarıyla tapınaklarda konservasyon (sağlamlaştırma) çalışması yapıldı. Oluşturulan veri tabanına tapınaklara ait yeni malzemeler girildi, alan düzenlemesi yapıldı. Alanda bulunan eski Grekçe, yerli dil Likçe ve Aramca'da yazılmış yazıtlar düzenlendi. En önemlisi yıllarca su altında kalan alanların Sudan arındırılmasında önemli yol alındı. Taş bloklar restore edildi, antik kentin tamamı gezilir hale getirildi.

 

'ÖNEMLİ ONARIMLAR YAPILDI'

Kazı Başkanı Doç.Dr. Sema Atik Korkmaz, çalışmaların 3 Temmuz'da başladığını belirterek, "Çalışmalarda, Leto Tapınağı'nda bulunan taş bloklara ait 59 yeni parça bulundu. Bu parçaların birleştirmeleri yapıldı ve korumaya alındı. Gelecek yıllarda taş bloklar orjinal haline getirilecek" dedi.

 

UNESCO KÜLTÜR MİRASI LİSTESİNDE

Tarihi MÖ 7'nci yüzyıldan MS 8'inci yüzyıla kadar dayanan Letoon antik kenti, tanrı Apollon ve Artemis'in annesi Leto adına kurulmuş bir Likya Birliği kenti. Likya Birliği'nin kutsal şehri olan antik kentte üç tapınak dikkat çekici. Bunlardan biri Leto'ya, biri Apollon'a, diğeri de Artemis'e ait. Antik kentin adı Hitit, Likya, Roma ve Bizans tarihinde geçmektedir. Antik kent, 1988 yılında UNESCO Kültür Mirası Listesi'ne alındı.

haberler.com, 05.10.2014

ARKEOLOJİ DÜNYASINDA YILIN KEŞFİ: PERGE'DEKİ AT HEYKELİ

 

Troya, Efes ve Bergama’ya rakip gösterilen Antalya’daki Perge antik kentinde her gün arkeoloji hazinemize eklenen bir keşif yapılıyor. Akropoliste en son muhteşem bir at heykeliyle, bir çıplak erkek heykeli ve bir tanrıça başı bulundu.

 

 

Antalya Havalimanı’na 5 dakika uzaklıktaki Perge antik kentinde sıradan bir gün... Kazı ekipleri, güneşin altında rutin çalışmalarını sürdürüyor. Önünden bir su yolu geçen tarihi hamamın çevresinde devam eden kazı sırasında birden olağandışı bir şey fark ediliyor. Toprağın altında beliren şekil bir at heykeline ait. Kazı ekibi buraya yoğunlaşıyor. Tam 1900 yıllık olduğu tespit edilecek heykel, titiz bir çalışmayla topraktan çıkartılıyor... Arkeoloji dünyasının 2014’teki en büyük keşfine böylece şahit oluyoruz.

Perge antik kenti adeta gizli kalmış bir cennet. Türkiye’nin yeni Efes, Bergama ya da Troya antik kenti olma yolunda hızla ilerliyor. Şehir merkezine sadece 17 kilometre uzaklıkta. Şimdilik yılda 250-300 bin misafire ev sahipliği yapıyor. Ama yakın zamanda bu sayının milyonlara ulaşması  bekleniyor. Çünkü tiyatrosu, stadyumu, anıtlarıyla insanları büyüleyen antik kentte her geçen gün önemli bir tarihi eser daha keşfediliyor.


1900 yıllık at heykeliyle birlikte bulunan, çıplak erkek heykeli ve tanrıça başı da bunlar akropolisin önemli son üç keşfi. Arkeoyoji uzmanları, kazı çalışmalarının son üç yıldır Antalya Müzesi tarafından sürdürüldüğü Perge’nin, kısa süre içinde Efes ve Troya’ya rakip olacağı görüşünde.

 

ESKİ ZAMANLARA BÜYÜLÜ BİR TUR

 


At heykeli, su yolunun az ilerisinde bulunduğunda kazı ekibinde büyük bir heyecan yaşandı.
 


Perge’nin tarihi MÖ 1275’e kadar uzanıyor. Şehir önce bugünkü akropolise kurulmuş, daha sonra tepenin güney eteklerine doğru yayılmış. Şehrin simgesi sayılan iki kuleyse Hellenistik dönemde inşa edilmiş. Roma döneminde ise şehir adeta anıtlarla dolmuş: Tiyatro, stadyum, hamamlar, anıtsal çeşmeler ve agora bu dönemde inşa edilmiş. Hıristiyanlık döneminde ise şehir de büyük kiliseler inşa edilmiş ve Perge metropolitlik merkezi haline gelmiş.

Bugün antik kentin güney kapısından girerseniz Hellenistik dönemde yaılan o iki kule karşılaşırsınız. Büyük İskender’in şehri zaptetmesinden sonra yapıldığı düşünülen kulelerin yüksekliği 13 metre. Bu kulelerin restorasyonu halen devam ediyor. Doğudaki kulenin hemen yanındaysa muhteşem bir agora bulunuyor. İki kulenin önünden başlayan yanları sütunlu, ortasında iki metre genişliğinde su kanalı bulunan cadde başlıyor. Caddenin her iki kenarında ise dükkanlar var. Mozaikli yolda yürürken büyülenmemeniz mümkün değil. Hayal gücünüzü kullanıp eksik parçaları birleştirdiğinizde kendinizi tarih öncesi çağlarda buluyorsunuz. Kulağınızda caddenin ortasından akan suyun sesi ve satıcıların canhıraş bağrışları canlanıyor. Cadde kentin en kuzeyinde Nymphaeum (çeşme) anıtı ile son buluyor. Çeşme anıtının üzerindeki başı kırık heykel o haliyle bile bir azamet sembolü gibi güneşin altında parıldıyor.

 

At heykeli (MS 2. yüzyıl)

 

 

İnce grenli beyaz mermerden yapılmış başı hafif kendi soluna dönük, ince işçilikli bir heykel. Gövde uzunluğu 110 cm, yüksekliği 85 cm. Heykelin ön ayaklarının tamamı, arka ayaklarının ise baldır kısmından aşağısı kırık. Yüz damarları belirgin şekilde tasvir edilmiş olan atın, dili ve gemi de görülmekte.

 

Çıplak erkek heykeli (Dioskur 2. yüzyıl)

 

 

Yüksekliği 159 cm,  genişliği 62 cm, kalınlığı 29 cm olup merkezinde bir deniz yıldızı bulunmakta. Burun, ağzı ve çenesi kırık. Vücut kasları belirgin olup sağ kolun omuz altından sol kolun dirsek altından (2 parça) sağ bacak diz altından, sol bacak kalçadan eksik. Sol omzu üzerine atılmış bir pelerin bulunmakta.

 

Tanrıça başı (MS 2. yüzyıl)

 

 

İnce gözenekli, beyaz mermerden yapılmış ideal boyuttaki tanrıça heykeli. Baş hafifçe sağa dönük, oval bir yüz hattına sahip saçlar ortadan ikiye ayrılmış bukleler halinde enseye doğru. Başında yüksek bir başlık, ön kısmında İsis tacı ve arkada sur tacı bulunuyor. Sur tacı eksik. İsis ya da Tykhe olduğu düşünülüyor.

 

Kazı başkanı Demirel: Muhteşem heykellerin nasıl durduğunu henüz bilmiyoruz

 



At heykeli Perge’deki akropolisin su yolunun sonundaki hamamın yakınlarında bulundu.

 

Antalya Müzesi Müdürü ve aynı zamanda kazı başkanı Mustafa Demirel heykeli nasıl bulduklarını anlatıyor: ‘‘Batı caddenin sonlandığı hamamın önündeki arkeolojik kazılar sırasında bulundu. Havuzun hemen batı ucunda şu anda tam olarak mimarisini tespit edemediğimiz bir anıt açığa çıktı. Tabii anıtın hemen arkasında sol tarafta gördüğümüz podyumla anıt arasında muhteşem diye tabir ettiğiniz at heykeli çıktı. MS 2. yüzyıl ortalarına tarihleyebileceğimiz atın gövdesiyle kaidesi iki ayrı parça halinde bulundu. Şu anda restorasyon çalışmaları devam ediyor. Onun yanında bir tane de erkek heykeli çıktı. Bunların tabii aynı şekilde anıtın en üstünde yan yana durup durmadıklarını, şu anda net olarak karar vermiş değiliz. Çalışma tamamlandıktan sonra konu netleşecek. Sol ön ayak, sağ ön ayak ve sağ arka ayakta biraz eksik parçalarımız var.  Kazılar sürüyor eksik parçaları da tamamlayacağımızı düşünüyorum. Müzemizde at heykeli yoktu. Bu çok önemli eseri koleksiyonumuza eklemiş olduk.”

Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 05.10.2014

SURİÇİ'NİN BOYNU BÜKÜKLERİ

 

 

Ziya Paşa, İstanbul’un bugünkü halini  görseydi o ünlü gazelini  “Diyar-ı küfrü  gezdim beldeler kaşaneler gördüm / Dolaştım İstanbul’u bütün viraneler gördüm.” şeklinde yazardı herhalde. Zira Suriçi’nin tarihi binaları otel olmamaya ve zamana karşı direniyor.

 

Dubrovnik, Budva ve Kotor, kale içi şehirler… Tarihi mimarilerini dünden bugüne taşıyabilmiş bu Balkan şehirleri insana zamanda yolculuk yaptırıyor. Eskilerin İstanbul’u da bu kentler misüllü. Eğer korunabilseydi misli olacağı kesindi. Bugün biz pek telaffuz etmesek de şehr-i İstanbul’un bir “Suriçi” var. Surları Bizans’tan devraldığımızdan mıdır, yoksa kültürel mirasla pek barışık olmadığımızdan mı bilinmez Suriçi’nin durumu vahim. Surlar dilencilere terk edilmiş, tarihi binalar ise metrukluğa. Aman siz siz olun İstanbul sokaklarında yürürken dikkat edin. Zira başınıza cumba düşebilir, tarihi bir bina karşınızda son nefesini verebilir ya da bir yangının külüyle yeniden yanabilir. Metruk olmayanların halini görünce de “Allah’tan metruklar!” diyor insan. Çünkü birçoğu Gülhane’deki Osmanlı arşivleri gibi otel oldu. Sonu böyle olacaksa metruk kalsın daha iyi diye geçiyor aklımızdan. İşte şehrin belli dönemlerine tanıklık etmiş metruk binalar:

 

İETT Troleybüs Aktarma Merkezi

Kimimizin unuttuğu, kimimizinse hiç tanışma fırsatı bulamadığı İETT’nin saklı T’si troleybüs. Kaçımız çocukluğunda İETT’nin açılımı nedir diye kafa yormadık ki. İstanbul Elektrik Tramvay dedik, troleybüse gelemedik. Zira 1984’e kadar hizmet veren troleybüse yetişemedik. İşte bu mazide kalan troleybüsün İstanbul serüveni yaklaşık 60 yıl önce başlıyor. 1950’li yıllarda elektrikli tramvayların kentin ihtiyacını karşılayamaması ve otobüslerin de maliyetli olması nedeniyle troleybüse geçilmesine karar veriliyor. İtalya’dan gelen ilk troleybüslerle 1961’de seferlere başlanıyor. Böylece Ankara’da 47’den, İzmir’de ise 56’dan beri var olan troleybüs, İstanbulluların hayatına giriyor. Toplam uzunluğu 45 kilometre olan sistemin 6 kuvvet merkezi, 100 troleybüsü bulunuyor. 1968’de yerli araç Tosun’un da katılmasıyla bu sayı 101’e ulaşıyor. 84’te elektrik kesintileri yüzünden sık sık yollarda kalan ve seferleri aksayan troleybüsler işletmeden kaldırılıyor. Geriye ise binalar kalıyor. İşte Beyazıt’taki kuvvet merkezi bunlardan biri. İstanbul Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi ile aynı sokakta bulunuyor. Kuvvet merkezinin yanına fakültenin ek binaları inşa ediliyor. İETT’nin eski binasının durumu ise meçhul.

 

Sultanahmet Çocuk Mahkemesi

Yıllardır çocuk mahkemesi olarak kullanılan bina, adliyelerin Çağlayan’a taşınmasından sonra boş kaldı ve tüm dikkatleri üzerine çekti. Zira burada da gözü olan çok. Hem yeri hem de büyüklüğü üstüne bir de tarihiyle dikkatleri çekmemesi mümkün değil tabii. Girişin üzerinde bulunan kitabede Mekteb-i Rüşdiye-i Askeriye yazıyor. Yani burası Osmanlı zamanında bir askeri ortaokul imiş. Aslında sadece bir askeri okul değil. Çünkü 1898 yılında Tababet-i Askeriye Tatbikat Mektebi olarak kurulmuş. Bir nevi Askeri Hekimlik Uygulama Okulu. Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde hizmet veren Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin temelleri de bu binada atılıyor. Uzun yıllar okul olarak kullanılan bina, çeşitli kamu kuruluşlarına tahsis ediliyor. Bunlar arasında 1980’li yıllarda kapatılan Devlet Güvenlik Mahkemeleri de yer alıyor. Ardından hepimizin bildiği gibi Adalet Bakanlığı’na bağlı İstanbul Çocuk Mahkemeleri buraya yerleşiyor. Şu an boş olan binanın yeni sahibi konusunda söylentiler var. Tarihi yapının bir vakıf üniversitesine satıldığı ya da bir devlet üniversitesine devredileceği bunlar arasında. Hangisinin doğru olduğunu zaman gösterecek.

 

Sağlık yurdu

Gülhane’de Alay Köşkü Caddesi’nde bulunan metruk bina. Çevredekiler on yıldan fazla boş olduğunu söylüyor. Üzerinde eski harflerle “Sağlık Yurdu” yazıyor. Ayrıca çini panoları, kemerli pencereleri var. Bazı tarihçiler üzerindeki yazıya bakarak Osmanlı Sıhhiye Nezareti’nin bir mahalle dispanseri olarak kullanıldığını, çevrede oturan vatandaşlar ise buranın ilk doğumhane olduğunu söylüyor. Binanın talibinin çok olduğu ama sahibinin de satmadığı duyduklarımız arasında.

 

O eski halinden eser yok şimdi

Tarihi yarımadada otel olmayan bina yok gibi. Osmanlı Devlet Arşivleri de bu akımın son kurbanlarından. Sultanahmet Tacarethane Sokak’ta bulunan arşiv Kağıthane’ye taşındı. Çok uzak olması ve Kağıthane Deresi’ne yakınlığı tartışılırken arşivi yeni evinde bir de su bastı. Tüm bunlara eseflenirken arşivin eski binası da yenilenerek lüks otel oldu. Aslında üç büyük medeniyetin başkenti olan tarihi yarımada, 1995’ten beri birinci derece sit alanı. Sit alanı ama her geçen gün evler ve işyerleri birer birer otele dönüşüyor. Bugün yarımadada bin beş yüzün üzerinde otel bulunuyor. Tadilata hemen başlanması “Acaba arşiv bunun için mi?” taşındı sorusunu akıllara getiriyor. Eski arşiv binası, yeni Sura Hagia Sophia Hotel oldu. Yıllarca yayınevlerinin bulunduğu Ticarethane Sokağı’nın otel ve restoranlarla dolmasına sadece sokakta kalan birkaç esnaf tepki gösteriyor. 10 yıldır sokakta esnaflık yapan bir vatandaş “Buraya bakınca görüyorum ki paranın açamayacağı hiçbir kapı yok. Arşiv binası geçen yıl boşaltıldı. Üç ay içinde 24 saat çalışıp otele çevirdiler. Otelin yanındaki hastane binasını da almışlar. Orayı da restoran yapacaklarmış. İşin ucunda para olunca maalesef tarih, doğa, ağaç hiçe sayılıyor. Bahçedeki ağaçları bile kestiler.” diyor. Tarihi yarımadada otel olmayan bina yok denecek kadar az. Yıkılan, boşaltılan, restore edilen hemen her binanın mutlak kaderi bu. Geçtiğimiz aylarda Yerebatan Sarnıcı’na zarar verdiği için yıkılan İl Özel İdaresi’ne ait bina yıkılıp yerine lüks restoran yapıldığı da ortaya çıkmıştı.

Zaman, Haber: Tuğba Öcek, 05.10.2014

SAYILARLA ARTINTERNATIONAL

 

Fuarda eserler incelenir, pazarlıklar yapılırken 70 binden fazla çay ve kahve içildi , 17 bin porsiyondan fazla yemek yendi ve bir de heykel kırıldı!

 

Haliç Kongre Merkezi'ndeki ArtInternational sona ereli bir hafta oldu ama hala eserlerden elde edilen rekor hasılat ve katılımcı sayısı konuşuluyor. Fuarın perde arkasında farklı rakamlar var. İşte bilinmeyen sayılarıyla fuar.

En çok satış yapan 3 galeri
1. Assa Kauppi, Tony Cragg gibi sanatçıların galerisi Anderson:Sandström
2. David Hockney, Banksy, Damien Hirst'in galerisi Andipa
3. Diane Arbus, Lee Krasner, Herbert List, Yayoi Kusama, Willem Oorebeek ve Patti Smith'in galerisi Robert Miller Gallery

Satışı yapılan en pahalı eser
1. 235 bin avroyla Galerie Lelong'dan Jaume Plensa'nın 2014 tarihli Sanna in Umea adlı heykeli.
2. 160 bin avroyla Deweer Gallery'den Jan Fabre'nin 1996 tarihli "Flemish Warrior"ı.

Satış sayısı 400
Dağıtılan katalog sayısı 900
Çalışan kişi sayısı 1500
Verilen çanta sayısı 993
Fuar boyunca içilen kahve ve çay sayısı 75 bin
Fuarda yenen yemek sayısı 17 bin 500 posiyon
Satılan bilet sayısı 4 bin 779

Fuara ilk gelen ünlü 5 isim
1. Ayşecan Özyeğin Oktay
2. Edwina Sponza
3. Oya ve Füsun Eczacıbaşı
4. Metin Mızraklı 5. Murat Ülker

Geçen yıl eserlerden elde edilen hasılat. 21 milyon avro
İlk günkü ziyaretçi sayısı 8 bin 73
Bu yıl eserlerden elde edilen hasılat 26 milyon 500 bin avro
Katılan çocuk sayısı 1000
Fuara katılan öğrenci sayısı 2 bin 136
Fuara gelen sanat tüccarı sayısı 1520
Katılan ülke sayısı 24
Toplam ziyaretçi sayısı 22 bin 36
İlk kez sergilenen eser sayısı 38
Katılan sanatçı sayısı 410
Eser sayısı 1300

Sabah, Haber: Ece Ulusum, 05.10.2014

SANAT PİYASASI ÇİN KUŞATMASINDA

 

 

Dünyanın en büyük sanat araştırma merkezi Paris Artprice’ın rakamlarına göre, 2013/14 yılını 2 trilyon dolar gelirle kapatan çağdaş sanat piyasası, kendi rekorunu kırmış oldu. Çin, 811 milyon dolarlık satışla sanat marketini büyük ölçüde tekelinde bulundururken, herkesin aklındaki soru ise bu piyasa bir balon mu? Öyleyse ne zaman patlayacak?

 

Sanat iştah kabartıcı bir yatırım aracı olarak kendi sularında akıyor. Bu karlı alanın senelerdir büyük oyuncusu olan Avrupa, rolünü ABD’ye devrederken, son rakamlar piyasanın buradan Çin’e doğru uzandığını gösteriyor. Dünyanın en büyük sanat araştırma merkezi Paris Artprice’ın rakamlarına göre, 2013/14 yılını 2 trilyon gelirle kapatan çağdaş sanat piyasası, bu uçuk rakamlarla birlikte aynı zamanda kendi rekorunu kırmış oldu. Piyasanın en önemli gelişmesi ise Amerikalı Jeff Koons’un, “Balloon Dog” adlı eserinin 58,4 milyon dolara satılmış olmasıydı.

 

Rakamlara göre bireysel satışlarda Amerikalı sanatçıların lider olduğu bir liste dikkati çekerken, Çin 811 milyon dolarlık satışla sanat marketini büyük ölçüde tekelinde bulunduruyor. Geçtiğimiz hafta İstanbul’da düzenlenen Artinternational’ın katılımcıları arasında Galerie Paris-Beijing, Lehmann Maupin, Pace ve Pearl Lam Galleries gibi Çin kökenli galerinin çokluğu da bunun küçük bir işaretiydi. Dünyanın ikinci büyük ekonomisine sahip olan Çin’de sanat piyasasının gittikçe güçlendiği açık bir gerçekken herkesin aklındaki soru, bu piyasa bir balon mu ve öyle ise ne zaman patlayacak!

 

Çin sanat piyasası 2011’den sonra büyük bir yükselişe geçti. Çin’deki birçok endüstrinin önü alınmaz büyümesiyle bu coşkunluktan nasibini alan sanat piyasası uzmanları endişelendirmiyor değil, zira bu alan çok hassas ve korunmasız. Öyle ki geçtiğimiz yılın haziran ayında Çin hükümeti özel bir müzeyi, mekanda yer alan yaklaşık 40 bin parçalık sahte eser nedeniyle kapatmıştı.

 

Sanat piyasasının yükselmesindeki bir başka etken, komünizmden kapitalist bir düzene doğru silkinen ülkedeki yeni zengin sınıfın, bastırılmışlıktan sıyrılıp bir anda kendine yeni bir yol bulması... Sanatı bir yatırım aracı olarak keşfeden ve sanatın her türlü formuyla bir anda haşır neşir olan bu yükselen zengin sınıfın, ülkedeki sanat piyasasına güvensizliğini de belirtmek lazım. Bunun altındaki neden ise sahte eser üretimindeki artış. Hem bu yeni zengin zümreye mensup hem de sanat piyasasında yükselişinin farkında olan pek çok kimse, Avrupa’daki ve Amerika’daki sanat fakültelerine eğitim almak için yollara düşüyor.

 

Küresel ekonomi ve sanat piyasası

Sanat piyasasında uzun yıllar çalışanlar bile bu duruma hayret ederken gelişen bu yeni düzeni kavramak zorlaşıyor. Çin’in etkisi dünyanın dört bir yanında açılan sanat fuarlarında (yaklaşık iki yüzün üstünde), düzenlenen müzayedelerde (online olanlar daha da müşteri çekiyor), bienallerde, yeni galerilerde etkisini gösterirken, sanat piyasasının yeni aktörleri ortaya çıkıyor. Çin’in ardından piyasaya sessizce giren ve büyük bir pazar oluşturan Rusya, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni de bir kenara yazmak gerek. Küresel ekonominin çarklarıyla burun buruna giden bu piyasanın nelere gebe olduğunu kestirmek zor.

 

Çin bir taraftan da yetenek ve deneyim konusunda Londra, New York, Paris ve Berlin gibi kültür sanat merkezleriyle işbirliğine girerek ülkeye sanat ithal ediyor. Bunun yanı sıra çeşitli ülkelerde Çin’in kültürel hazinesini dünyaya tanıtacak sergiler düzenleniyor. Bunların son örneği ise geçtiğimiz günlerde Londra’daki British Museum’da açılan ve ülkenin 1400 ve 1450 yılları arasındaki dönemine odaklanan “Ming: Çin’i Değiştiren Elli Yıl” adlı sergi. Çin’in, bu tür etkinlikleri kültürel diplomasinin bir aracı olarak gördüğü de söylenebilir. Bir diğer önemli nokta ise eğitimlerini Çin dışında tamamlayıp ülkeye geri dönen birinci ve ikinci kuşak sanatçıların oluşturduğu yeni dilin sanat ortamına getirdiği hareketlilik. Bu gelişmelere, son yıllarda Christie’s Sotheby’s gibi ünlü müzayede evlerinin ülkede şube açmasını da eklemek lazım. Ekonomisinin yanı sıra sanat alanında da yükselişte olan Çin’in, büyük bir pay sahibi olduğu sanat piyasasının gerçekten bir balon mu olduğu sorusunun cevabını ise zaman gösterecek.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 05.10.2014

URARTU DÖNEMİNE AİT 'TİCARET FERMANI' BULUNDU

 

Van Kalesi'nin kuzeyindeki höyükte Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle 5 yıldır yürütülen kazı çalışmalarında Urartular dönemine ait ticari ilişkilerde kullanıldığı belirlenen ferman bulundu.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında Van Kalesi'nin çevresinde 5 yıldır yürütülen kazı çalışmalarında, bölgenin asırlar öncesi sosyal ve kültürel yaşamına ilişkin önemli bulgulara ulaşıldı. 

 

Urartu Krallığı'nca 3 bin yıl önce üretilen savaş arabalarının kalıpları, 15. ve 16. yüzyıl dönemine ait nadide çanak ve çömlekler, 5 bin yıllık seyyar ocak ve son olarak 2700 yıllık takıların ortaya çıkarıldığı höyükte, bu yıl da Urartulara ait sivil yerleşim alanları, ticari ilişkilerde kullanıldığı belirlenen ferman ve tunç fibulalar gün ışığına çıktı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle Van höyüğünde başlattıkları kazı çalışmalarında 5 yılı geride bıraktıklarını belirten Konyar, kazılarda farklı üniversitelerden 35 bilim adamının görev yaptığını bildirdi. 

 

Bu yıl yapılan kazılarda Urartular dönemine ait önemli mekanların ve sivil insanlara ait Urartu evlerinin ortaya çıkarıldığını vurgulayan Konyar, evlerin, mimari ve ortaya çıkan buluntulardan hareketle stadelde yaşayanların ihtiyaçlarını karşılayan hizmet sektöründeki insanlara ait olduğunun anlaşıldığını belirtti.

 

Aşağı bölümdeki yerleşimlerin genellikle sivil karakter taşıdığını ve evlerde kraliyet ailesine hizmet edenlerin yaşadığını kaydeden Konyar, "Buluntuların büyük bir bölümü sivil karakterli. 2014 yılındaki buluntular arasında en önemlilerinden biri tablet. Bir ferman ortaya çıkarıldı. Ferman ticari içerikli. Buradan sevk edilen mal grubuna dair bir yazışma ve bu açıdan oldukça önemli. Biyanili ülkesinde yapılan bir ticareti tanımlıyor. Burası belki bir katibin eviydi ve kil tabletler burada yazılıyordu. Pişirilmemiş bir tabletti. Kısmen hasar görmüştü. Şu anda bilimsel açıdan inceleniyor ve okunmaya çalışılıyor. Aynı zamanda tunç fibulalar, iğneler gibi bulgular da ortaya çıktı" diye konuştu.

 

Konyar, Urartular dönemini araştırmak amacıyla yapılan kazıların büyük bir bölümünün kalelerde gerçekleştirildiğini bu nedenle krali yaşam tarzının daha çok bilindiğini anımsatarak, Urartuların sivil yaşam tarzının çok bilinmediğini bu nedenle höyükte yürütülen kazıların çok önemli olduğunu aktardı. 

 

Kazılarda, Urartular dönemine ait evlerin içinde tandır, ocak, erzak küpleri gibi buluntuların da ortaya çıkarıldığını ifade eden Konyar şöyle konuştu:

"Van'da devam eden geleneksel ev kültürünün Urartularda da var olduğunu, Urartu'nun yansımasının günümüzde de devam ettiğini görüyoruz. Van evlerindeki tandır evleri, kiler gibi yapıların burada da bulunduğunu söyleyebilirim. Evler belli düzen içinde değil. ihtiyaca göre düzenlenmiş ve yaşayan insanların niteliğine göre mimarisi değişen ev yapıları var. Bu nedenle gelecek yıllarda yapacağımız kazılar çok önemli. Diğer taraftan höyük gibi yerleşimlerden evlerin bu kadar korunaklı gelmesi bizin için sürpriz oldu. Duvarlar günümüze kadar varlığını korumuş."

 

Van höyüğündeki çalışmaların, kentin 5 bin yıllık yerleşme karakterini de ortaya koyduğunu, kentin içinde yer almasının da kent tarihi açısından önemli olduğunu söyleyen Konyar, kazılar sayesinde kentte yaşaşan insanların 5 bin yıllık kültüre tanıklık ettiğine dikkati çekti. 

 

Konyar, höyüğün kent tarihinin belirlenmesi açısından oldukça önemli bilgilerin elde edilmesini sağlayacağını bildirdi.

Radikal, Haber: Cemal Aşan - Ali İhsan Öztürk, 04.10.2014

ÇANAKKALE'DE '2 BİN YILLIK AYAK İZİ' BULUNDU

 

 

Biga İlçesi Kemer Köyü yakınında yer alan Hellenistik dönemin önemli antik liman kenti Parion'daki kazılarda, 2 bin yıllık ayak izi bulundu. Bu izin, tuğlaların yapımı ve bölgedeki inşaat çalışmaları sırasında bir işçinin yanlışlıkla harcın üzerine basması sonucu oluştuğu tahmin ediliyor.

 

Antik kentteki sezon kazılarına, güney nekropol, tiyatro, odeon, Roma hamamı, yamaç ve sondaj yapıları başta olmak üzere 7 bölgede devam ediliyor. Bunun yanı sıra kentin farklı noktalarında sondajlar yürütülüyor.

 

Restorasyon ve konservasyon çalışmalarının da yapıldığı bölgede, önceki yıllarda ortaya çıkarılan ve kazısı biten erken Bizans şapeliyle ilgili arkeopark projesinin tamamlanması hedefleniyor.

 

Kazı Heyeti Başkanı ve Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Vedat Keleş, bu yılki kazılarda çok önemli bilgilere ve verilere ulaştıklarını söyledi.

 

Parion için çok önemli veriler elde edilen Roma hamamı kazılarında bir tuğla bulduklarını anlatan Keleş, şöyle devam etti:

"Tuğlanın üzerinde, 2 bin yıl önce, o dönem burada yaşayan bir kişinin ayak izine rastladık. Boyutlarına baktığımızda normal bir ayak izi olduğunu tespit ettik. Tahmin ediyoruz ki bu ayak izi, tuğlaların yapımı ve bölgedeki inşaat çalışmaları esnasında orada çalışan bir işçinin bilmeden, yanlışlıkla üzerine basması sonucu oluştu. Bu ayak izinin yanında bir de pati izi var. Bu izin de, ayak izinin sahibinin köpeğine ait olduğunu tahmin ediyoruz. Söz konusu izlerin, bilinçsizce, tuğla henüz hamur haldeyken yanlışlıkla üzerine basılması sonucu oluştuğunu düşünüyoruz."

 

Keleş, ayak izinin, arkeoloji tarihi bakımından ilginç bir buluntu olduğunu vurguladı.

 

Antik dönemde yaşamış bir insanın ayak izine ulaşmaktan memnuniyet duyduklarına değinen Keleş, "Antik Roma döneminde yaşayan insanlarla şu anki insanların boyları hemen hemen aynı. Bu ayak izi, normal yaşlarda yetişkin sayılabilecek bir insana ait olabilir. 40 ya da 41 numara olduğunu tahmin ediyoruz" diye konuştu.

 

İnsan iskeletindeki dişlerde aşınma izleri

İÇDAŞ Çelik, Enerji, Tersane ve Ulaşım AŞ ana sponsorluğunda yürütülen kazılarda bu yıl genel anlamda çok önemli bulgulara rastladıklarını aktaran Keleş, ayrıca antropolojik bulgular anlamında önemli bir keşfin de Parion'da gerçekleştiğini aktardı.

 

Keleş, şunları kaydetti:

"Burada kazılar sırasında çıkan iskeletler antropologlar tarafından incelendiği sırada hepsinin ön dişlerinde bir aşınma olduğunu tespit ettik. Bu, neden olabilir diye düşündük. Acaba tahıldan mıdır? Ya da bunun sebebi nedir diye araştırdık. Tabii bunun için biz farklı bir yöntem denedik. Kemer Köy'ünde yaşayan yaşlı bir amcayı kazı evine davet ettik. Amcaya, bize ön dişlerini göstermesini istedik. İskeletle karşılaştırdığımızda amcanın dişlerindeki aşınmanın birebir aynı olduğunu gördük. Çok ilginçti. Acaba dedik, binlerce yıldır yemek rejiminde mi bir değişiklik olmamış? Ya da başka bir neden mi var diye sorduk amcaya. Meğer balıkçılar, ağ yaparken malzemeyi ağızlarına alıp ön dişleriyle tutarmış. Sonra anladık ki bu aşınma tamamen mesleki bir aşınmaymış. Burası antik çağda, 2 bin yıl önce de bir balıkçılık merkeziydi, şu anda da bölgede balıkçılık yapılıyor. O dönemdeki insanların dişlerindeki aşınmanın günümüzdeki insanlarda da devam ettiğini gördük. Bu dişlerdeki aşınma 2 bin, 2 bin 200 yıldır devam ediyor."

Habertürk, 04.10.2014

GÖKDELEN YIKIMI İHALESİNE KİMSE KATILMADI

 

İstanbul'un tarihi siluetine etki eden katların yıkımı onaylanınca gökdelenlerin tıraşlanması bekleniyordu. Ancak Zeytinburnu Belediyesi'nin kararı ne zaman uygulayacağı belli değildi. Belediye 2 Eylül'de sessiz sedasız ihaleye çıktı. Şartnamede de, "Konsorsiyum olarak ihaleye teklif verilemeyeceği" şartı getirildi. Kimse katılmayınca ihale iptal oldu.

 

 

İstanbul 4. İdare Mahkemesi tarihi siluete etki eden katların yıkımına verdiği kararı Danıştay 14. Dairesi onayınca gökdelenlerin tıraşlanması bekleniyordu. Ancak Zeytinburnu Belediyesi’nin kararı ne zaman uygulayacağı belli değildi. Belediye 2 Eylül tarihinde sesiz sedasız ihaleye çıktı. İhale şartnamesine de, ‘’Konsorsiyum olarak ihaleye teklif verilemeyeceği’’ şartı getirildi. Kimse katılmayınca ihale iptal oldu. 

Şimdi Zeytinburnu Belediyesi ya pazarlık usulü ya da en kısa süre içinde ikinci kez ihaleye çıkması gerekiyor. Ancak Belediye'den yapılan açıklamada Astay Gayri Menkul A.Ş.‘nin ihaleye itiraz ederek dava açtığını, dava sonuçlanıncaya kadar da ikinci bir ihaleye çıkılamadığını belirtiyor.

 

23 KATA İNDİRİLECEK 
Danıştay, Zeytinburnu'ndaki gökdelenlerle ilgili İstanbul 4. İdare Mahkemesi'nin verdiği, "tarihi silueti bozan kısmın yıkımı" kararına ilişkin İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Zeytinburnu Belediyesi'nce yapılan itirazı reddederek, yerel mahkemenin kararını onamıştı.
Zeytinburnu’ndaki gökdelenlerin uygulama imar planları ile yapı ruhsatları da daha önce iptal edilmişti. Danıştay yıkım kararını onayınca da hangi katların yıkılacağı merak edilmişti. İBB siluet için her semte yükseklik kotası getirdi. Bu kotaya göre Zeytinburnu için belirlenen yükseklik 70 metre yani 23 kat. Bu karara göre 36, 32 ve 26 kat olan 16:9 gökdelenleri için düşülmesi gereken minimum kat yüksekliği 23. Bu durumda kulelerin birinden 13, birinden 9 ve birinden de 3 kat yıkılması gerekiyor. 

KAÇAK YAPI YIKIM İŞİ! 
Yıkım kararını belediyenin tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde uygulaması gerekiyor. Zeytinburnu Belediyesi İmar Müdürlüğü bu sürenin tamamlanmasına yakın ihaleye çıktı. Kaçak yapıların yıkım işi Zeytinburnu Belediye Başkanlığı tarafından ihaleye çıkıyor. 150 günde tamamlanacak yıkım işinin ihalesi 2 Eylül 2014 tarihinde saat 14.00'te düzenlendi. 2014 / 98231 ihale numarası ve ‘’771 Ada 12 Parsel 155.000 metrekare kaçak yapıların yıkım işi" adıyla ihale duyuruldu. Yıkım işinin süresi olarak da 150 gün belirlendi. Encümen Toplantı Salonu-Kazlıçeşme Mah.Abay cad.No:165 Zeytinburnu/İSTANBUL adresinde yapılan ihaleye katılım olmadı. 

KONSORSİYUM OLMAZ! 
İhale şartnamesinin 12. Maddesi'nde "Konsorsiyum olarak ihaleye teklif verilemez" şartı getirildi. Bu kadar büyük bir yıkım işine neden konsorsiyum istenmediği ise anlaşılamadı. Zeytinburnu Belediyesi konuyla ilgili olarak sadece, "Söz konusu yerdeki yıkımlar ile alakalı olarak gerekli dosya fen işleri müdürlüğümüze intikal ettirilmiş olup yıkım ile ilgili ihale süreci başlatılmış ancak yetkili firma Astay tarafından ihaleye itiraz davası açılmıştır yasal süreç devam etmektedir" demekle yetindi.


Hukukçulara göre katılım olmadığı takdirde kamu kurumunun ihale şartnamesini gözden geçirerek yeniden ihaleye çıkması gerekiyor. Bunun için yasal bir süre zorunluluğu bulunmuyor. Hatta Kamu İhale Yasası’na göre pazarlama usulü ile aynı şartlarda yeniden ihaleye çıkılabileceği belirtiliyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 04.10.2014

BÜYÜK İSKENDER'İN MEZARI MI BULUNDU?

 

 

Kuzey Yunanistan'ın Serrez ve Kavala kentleri arasında kalan Amfipolis antik bölgesindeki kazılar sürüyor. Temelleri 1950'li yıllarda ortaya çıkartılan, ancak yakın zamanda aslan başlı iki sfenkse rastlanmasıyla kazı çalışmalarına hız verilen devasa boyutlardaki anıt mezarın üzerindeki giz perdesi de aralanıyor. Antik Yunan tarihinin belki de en büyük anıt mezarı olduğuna inanılan yerde yapılan kazılarda ne bulunacağı konusu ise arkeologları şimdiden karşı karşıya getirdi. Kazılardan ne çıkacağına ilişkin senaryoların sayısı 14'ü buldu. Senaryolar arasında dikkat çeken ve elbette en çok temenni edilen ancak fazla şans tanınmayan, bu görkemli anıt mezarın Antik Yunan'ın en büyük kumandanı Makedon Kral Büyük İskender'e ait olabileceğine ilişkin olanı. Mezarın Büyük İskender'in annesi Olympia'ya ait olabileceğini öne sürenler de var. Bir başka senaryo da anıt mezarda Büyük İskender'in meçhul ölümünden sonra yerine geçmek isteyen Kral Kassandros tarafından öldürülen İskender'in Pers asıllı eşi Roksana (Roxani) ile küçük oğlu 4. İskender'in yattığına ilişkin. Mezarın Kral Kassandros'a ya da Büyük İskender'in çocukluk ve silah arkadaşi Ifestos'a ait olabileceğini söyleyenler de var. Hatta anıt mezarın bir şehitlik anıtı ya da Roma İmparatorluğu döneminde dikilen bir anıt olduğu da iddia ediliyor.

ASLAN BAŞLI SFENKSLER
Kazılara gelince... Çevresi 497 metre, çapı 158 metre, yan duvarları üç metre yüksekliğindeki anıtın girişinde bulunan iki metre yüksekliğinde ve birer buçuk ton ağırlığındaki sfenkslerin arkasında bulunan üç ayrı bölümün içindeki yoğun kum yığınları, dördüncü bölüme girişi ve eğer varsa mezar odasına ulaşımı oldukça zorlaştırıyor. Bu bölümlerin içinden büyük bir titizlikle çıkartılan kumlar, ilk önce elekten geçiriliyor ve bulunan parçalar teker teker birleştiriliyor. İkinci bölümün girişinde bulunan ikişer metre yüksekliğindeki kadın figürleri (Karyates) ise arkeologları şaşkına çevirmiş. 'Karyalı Kadın' anlamına gelen Karyates heykellerinin, antik Yunan döneminde ve özellikle Atina'daki Akropol tapınağındaki Karyates heykelleriyle tıpatıp aynı olması, anıt mezarın mimarının Atinalı olabileceği ihtimalini artırıyor. Kum yığınından arındırılan üç metre yüksekliğinde ve dört buçuk metre genişliğindeki bölümlerin tavan ve tabanlarının mozaiklerle süslü olması, bugüne dek ortaya çıkartılan antik mezarların en büyüğü, en süslüsü ve en görkemlisi olduğunu gösteriyor. Kazıların başında bulunan arkeolog Katerina Peristeri, son yaptığı açıklamada anıt mezarın kime ait olduğunun önümüzdeki bir ay içinde ortaya çıkarılacağını ümit ettiğini söyledi. Peristeri, kazılarda yer almadıkları halde fikir yürüten meslektaşlarına 'daha az konuşmalarını' tavsiye ederek diplomatik bir dille eleştirisini dile getirmekten de kaçınmadı. Anıt mezarın İ.Ö. 325-300 yılları arasında, yani Büyük İskender'in hakimiyeti döneminde inşa edildiğine inandığını belirten Peristeri, bölümlerin içinden çıkartılan kum yığınlarından alınan örneklerin, incelenmesi ve tam olarak kaçıncı yıla ait olduklarının öğrenilmesi için Almanya'da özel bir laboratuvara gönderildiğini de açıkladı.

YAĞMALAMA OLDU MU?
Anıt mezarın yağmalanıp yağmalanmadığı ise henüz kesinlik kazanmış değil. Bölümlerin içindeki kum yığınlarının, anıt mezarın yağmalanmaması için mimarı tarafından tasarlanmış olabileceği ya da 2 bin 300 yıl içinde anıt mezarı örten toprakların, içteki bu bölümlere sızmış olabileceği gibi tahminler yürütülüyor. Ancak mezar içindeki olası değerli parçalar yağmalanmış olsa bile, bunların antik dönemde yağmalanmış olabileceğine ve mezar odanın içinde bulunacak olası iskelet ya da iskeletlerin kimliklerinin kolayca saptanabileceğine de dikkat çekiliyor. Anıt mezarın kazılar tamamlandıktan sonra Atina'nın sembolü olan Akropol tepesindeki Parthenon tapınağı kadar ilgi çekebileceği belirtiliyor. Arkeologlar, ayrıca bu kazıların Antik Yunan dönemindeki kent/devletleri birleştiren Büyük İskender'le ilgili önemli ipuçları vereceğini tahmin ediyor.

Sabah, Haber: Stelyo Berberakis, 04.10.2014

İTALYA'DA MUMYALANMIŞ FETUS BULUNDU

 

Live Science'ın haberine göre İtalya'da 1840'lı yıllarda mumyalanmış 29 haftalık bir fetus bulundu. İzler fetüse anne karnında cerrahi müdahaleye işaret ediyor.

 

 

Bölgede meydana gelen 6.3 şiddetindeki deprem sonrasında pek çok insan vücuduyla birlikte mumyalanmış bir fetus bulundu. Fetusün üzerindeki işaretler anne karnında cerrahi müdahaleyi gösteriyor. Detaylı araştırma geçtiğimiz Ağustos ayında Uluslararası Osteoarkeoloji Dergisi'nde yayınlandı. İşte araştırmaya göre olayın gerçek yüzü.

 

 

2009 yılının Nisan ayında İtalya L'aquila'da meydana gelen bir deprem 300'den fazla kişinin ölmesine yol açarken pek çok evin yıkılmasına da neden oldu. Yakınlardaki bir kasaba olan Casentino'da yaşanan yıkım sonrasında ise mumyalanmış fetus yıkıntılar arasında keşfedildi.

 

 

Kasabadaki St. John Kilisesi'nin tabanı çökünce ortaya çıkan yeraltı odalarında mumyalanmış insan bedenleri bulundu. Mumyalar arasında 1840'lı yıllara uzanan bir fetusun de olduğu ortaya çıkarıldı.

 

 

Uzmanlar röntgen altında mumyayı incelediklerinde ise fetusun iskeletinin birbirinden ayrılmış olduğunu ortaya çıkardı. Kafatası omurgasından ayrılmış olan fetusun kollarının da eklemlerinden ayrıldığı gözlemlendi. Uzmanlar bu tür bir cerrahi müdahalenin izine daha önce rastlamadıklarını belirtti. Mumyayı inceleyen uzmanlardan Ruggero D'Anastasio Live Science'a yaptığı açıklamada bunun embriyotomi yapılmış bir fetusa benzediğini belirtti. Embriyotomi, fetus anne karnında öldükten sonra vajinal yolla bebeğin çıkarılması işlemidir. Embriyotomi esnasında ölü fetusun parçalara ayrılarak çıkarılması söz konusu olabilir.

Milliyet, Çeviri: Gizem Aydoğan, 03.10.2014

SINIR DIŞINDAKİ TEK TÜRK TOPRAĞI: CABER KALESİ

 

Caber Kalesi, Türkiye'nin Türkiye sınırları dışında sahip olduğu tek kara parçasıdır. Suriye'nin kuzeyinde ve Fırat nehrinin sol kıyısında kalan bu kalede 1921 yılından beri Türk bayrağı dalgalanmaktadır.

 

 

İslamiyet'ten önceki devirde ve İslamiyet'in başlangıcı sırasında "Davsara" olarak bilinen yer Müslüman coğrafya alimleri tarafından "Davsen" olarak adlandırılmıştır.

 

 

Hicri 5. asırda Beni Kuşeyrli Ca'ber tarafından zaptedildiği için, bu isimle şöhret bulmuştur.

 

 

Bu kale, 1087'de Sultan Celaleddin Melikşah tarafından zapt edilmiş ve Halep'teki Ukaylilerin sonuncusu Salim'e verilmiştir.

 

 

1146'da Musul Emiri Atabeg Zengi tarafından kuşatılmış ise de, ölümü üzerine zapt edilememiş, ancak daha sonra bu kale, Ukayliler tarafından Atabeg Zengi'nin oğlu Nureddin Zengi'ye teslim edilmiştir.

 

1206'da Harzemşahların istilasına, 1260'ta da zalim Hülagü'nün yağmasına ve tahribatına maruz kalmıştır.

 

Memluklüler zamanında Haleb'e bağlanan kale, Kılavun'un hükümdarlığının son zamanlarında tamir edilmiş sonra da Döğer adlı Türkmen Boyunun eline geçmiştir.

 

Bugünkü Rakka şehrinin 50 km. batısında ve Halep'in 110 km. güneydoğusunda bulunan Caber Kalesi, Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı topraklarına katılmıştır.

 

Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Bey'in dedesi Süleyman Bin Kaya Alp'ın mezarı da buradadır.

 

Süleyman Bin Kaya Alp, Malazgirt Zaferi'nden sonra 1071'de Ahlat, Erzurum ve Erzincan bölgesinde 7 sene kalıp bu bölgeden güneye inmeye karar vermiştir.

 

Süleyman Bin Kaya Alp'ın naaşı, sudan çıkarılarak Caber Kalesinin önüne defnedilmiştir.

 

Osmanlı Devleti zamanında Rakka kazasına bağlı bir nahiye olan Caber Kalesi, 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin yenilmesi üzerine, 1918 yılı sonlarına doğru İngiliz Kuvvetleri tarafından işgal edilmiş, daha sonra, Birleşmiş Milletler Cemiyeti kararı ile Fransız mandası altına giren Suriye Devleti sınırları içerisinde kalmıştır.

 

Türkler için büyük manevi değer taşıyan Caber Kalesi, 20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Fransız Hükümeti arasında imzalanan Ankara Anlaşmasının 9. maddesi gereğince, Osmanlı Devletinin kurucusu Sultan Osman'ın büyük babası Süleyman Bin Kaya Alp'ın Caber kalesindeki, Türk Mezarı adı altında tanınan kabri, müştemilatı ile beraber, Türkiye'nin malı sayılmış ve Türkiye'ye orada muhafızlar bulundurma ve Türk bayrağını çekme hakkı tanınmıştır.

 

 

Atatürk'ün mezarında da bu çok önem verdiği kaleden alınan toprak bulunduğu söylenmektedir. Atatürk özellikle Suriye ve çevre bölgede bulunan Türk toplumuna ve eserlerine çok büyük önem vermiştir ve haklarını korumuştur (Bir çok kaynak bildirir ancak genellikde Musul, Kerkük ve Kudüs bölgesi tarih uzmanları tarafından vurgulanır)

 

Türbenin muhafazasını sağlamakla görevli olan Jandarma İhtiram kıtasının ikameti için 30 Mayıs 1938 tarihinde modern bir karakol yaptırılmış, eski türbenin tamiri imkansız hale geldiğinden tarihi önem ve özelliğine uygun olarak, 1939 yılında da karakolun yanında yeni bir türbe inşa ettirilerek Süleyman Bin Kaya Alp'ın mezarı buraya nakledilmiştir.

 

Türkiye ile Suriye heyetleri arasında 1956 yılında Halep’te yapılan üst seviyede bir toplantıda düzenlenen tutanağın 13 ve 14 ncü maddelerinde türbe için gönderilecek ihtiram kıtasının her ayın 7'sinde değiştirilmesi kabul edilmiştir. Günümüzde her ayın 7 ve 20 sinde karakolun ikmali sağlanmakta ve personel değişimi yapılmaktadır.

 

 

Caber Kalesi, Türkiye Cumhuriyeti 20. Zırhlı Tugayı 3.Hudut Alay Komutanlığı 2. Hudut Taburuna bağlı bir manga asker tarafından korunmaktadır.

 

 

Suriye Hükumeti, Fırat Nehri üzerinde 1966 tarihinde başlattığı Tabka barajının 1973 yılı içerisinde her türlü inşaatını bitireceğini ve barajın su toplamaya başlamasıyla Caber Kalesinin tamamen baraj suları altında kalacağını ileri sürerek, Türk hükumetinden türbenin yerini değiştirilmesi veya türbenin Türkiye’ye naklini talep etmiştir.

 

 

Yeni ortaya çıkan durum üzerine Türkiye ve Suriye hükumetleri arasında yapılan görüşmeler sonucunda imzalanan antlaşmaya göre; Türbe, müştemilatı ile birlikte Karakozak Köyü yakınındaki yeni yerine nakledilmiştir.

 

8797 m2 lik bir alan üzerinde yer alan Caber Kalesini, bu defa yeni inşa edilmekte Teşin Barajının suları tehdit etmektedir.

 






Akşam, 03.10.2014

1800 YILLIK YAPIDA DEPREM İZİ

 

Çanakkale, Ayvacık İlçesi Gülpınar Köy'ünde, "Apollon Smintheus" adlı kutsal alanda yürütülen kazılarda gün ışığına çıkarılan bin 800 yıllık binaya ait kalıntıların, yapının deprem nedeniyle yıkılması sonucu oluştuğu belirlendi.



 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü adına Prof.Dr. Coşkun Özgünel ve ekibi tarafından yürütülen kazılarda, Hellenistik döneme tarihlenen Apollon Smintheus Tapınağı'nın çok daha küçük ölçeğinde bir Roma yapısı ön plana çıktı.

 

 

Kazı Grubunda yer alan Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Davut Kaplan, gün ışığına çıkardıkları yapının, tıpkı tapınak gibi podyum temellerine kadar tahrip edildiğini belirlediklerini söyledi.

 

 

Bu binanın, ölçüleri dikkate alındığında tapınağın minyatürü olarak kaldığını anlatan Kaplan, şöyle konuştu:

"Şimdilik podyumu açığa çıkarılan ve Roma dönemine tarihlendirilen yapının temel yapısı çok dikkati çekici. Birbirini kesen özel kanallarla alınan önleme rağmen yapı depremle yıkılmış. Yine bu yapının temel payandaları ve çevre duvarı da depremle tahrip olmuş. Bu tür bir yıkıma buradaki kazılarda ilk kez rastlıyoruz. Yapıda ve çevre duvarında hala deprem kırığını görmek mümkün. Buluntunun, Çanakkale'deki depremlerin geçmişine de ışık tutacağını umuyoruz."

 

 

Kaplan, podyumlu yapının üst yapı elemanlarına ait bazı parçaların mimari dekorasyon bakımından çok daha özenli, detaylı ve kaliteli olduğunu aktardı.

 

Yapının temellerinin moloz taş ve kireç harçtan oluşan bir podyum üzerine kalker bloklarla oturtulduktan sonra ana beden duvarları mermerle devam ettiği bilgisini veren Kaplan, "Eldeki bulgulara göre, çatının tümü mermerden yapılmış" ifadesini kullandı.

 

 

Davut Kaplan, "muhteşem podyumlu" binanın işlevini belirleyici bir ipucu ele geçmediğini ancak boyutları ve işçiliği dikkate alındığında küçük bir tapınak veya kahramana adanmış bir yapı olabileceğini sözlerine ekledi.

Trt Haber, 03.10.2014




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi