Haberler logo Şubat '14 Arşivi

23 Şubat - 1 Mart 2014

YAŞAR KEMAL İSTANBUL'DA SÜRGÜNDE

 

 

Yenikapı’daki görüntü, Yaşar Kemal heykelinin öteki malzemeler gibi bir arsaya ya da bir inşaat alanına ‘atılmış’ olduğu izlenimini veriyor. Görüntü böyleyse de öyküsü böyle değil ama geçmişi bilmeyenler ya da o kadar geride kaldı ki unutanlar “Aaaa birinin heykelini de buraya atmışlar ama ne alaka” diyebilir; oradan her gün geçen binlerce kişi böyle düşünebilir. Kaidesinin fark edilmesi de atılmış olmasını pek ihtimal dışı bırakmıyor, en azından çevredeki görüntü itibariyli. Öte yandan heykelin kime ait olduğunu çıkartanların şaşkınlığı, kuşkusuz çok daha büyük olacaktır. Dünya romancısı, bir şeyler yazıyor, elinde kalemi, defteri-kâğıtları. Heykelin kompozisyonu böyle; kaidesi de bir parça kırılmış, etrafta büyük kablolar, arkada kocaman bir vinç, el arabası hemen önünde, birazcık ileride çimento kamyonu. Tabii ki çimento kamyonu her zaman orada durmuyor, fotoğrafçının şansı diyelim. Son zamanlarda da arkasında kocaman kara bir su deposu belirdi, yanılmıyorsam bir-iki haftadır duruyor. Bir yerlerden getirip koymuşlar.

Hollywood filmleri vardır, küçük bir kentin dışında geçer olay, çoğunlukla macera filmleridir bu, itiş kakış, kavga kovalamaca birbirini izler. Böylesine bir mekânı anımsatıyor, şu an inşaat alanı olan Yenikapı’daki eski park. Zaten inşaat alanı Yedikule’ye kadar da uzanıyor. O eski parkta da yirmi yıl önce dikilen dünya romancısı Yaşar Kemal’in heykeli duruyor! O günleri gayet iyi anımsıyorum, hatta maketini bile görmüşlüğüm var! Öte yandan görüntü –heykel dolayısıyla tabii– muhalif bir Tarkovski filmini de çağrıştırıyor doğrusu.Gelelim heykelin öyküsüne... Yıllar önce Kültür Bakanlığı, yaşayanlar da aralarında olmak üzere, yazarlarımızın (değerlerimizin) heykelini yaptırıp, parklara-alanlara koymuştu. Fikri Sağlar dönemiydi. İstanbul AKM’de Yaşar Kemal için bir gece yapılıyordu. Belleğimde kaldığı kadarıyla 1993’ün bahar ayları olmalı. Türkiye Yazarlar Sendikası düzenliyordu. Bir ucundan yardım ediyordum, Yaşar ağbi rica etmişti. Onun ricasını geri çevirmek olmazdı, yurtdışına gideceğim bir toplantıya bu yüzden gidememiştim; Yaşar Kemal olunca akan sular durmalı, durmalı da onun heykeli bugün durduğu yerde durmamalı, neyse...

Geceye Kültür Bakanı da katılacaktı. Gündüzden AKM’de hazırlıkları sürdürüyorduk, bir ara bakanlığın o zamanki Güzel Sanatlar Genel Müdürü (Mehmet Özer olmalı) gelmişti, elinde de şimdi inşaat alanında duran heykelin maketi vardı. Hiç kimselere emanet edemediğini, Ankara ’dan kendisinin getirdiğini, hatta anımsadığım kadarıyla da uçakta yanındaki koltuğa koyduğunu falan söylemişti. Gecede de gösterildi. Bakan, konuşmasında en kısa zamanda yapılıp yerine konacağını söylemişti, öyle anımsıyorum; Fikri Sağlar geceye katılmamış olsa bile maket Güzel Sanatlar Genel Müdürü tarafından getirilmişti. Sonra heykel yapılıp Yenikapı’daki şimdi inşaat alanı olan parka yerleştirildi. Aslında orası pek merkezî bir yer değildi; öte yandan sahil yolunun yanında olduğu için de geçeni bol bir yerdi. Wikipedia’dan öğrendiğime göre de heykel Metin Yurdanur’a aitmiş ve tarihi de 1994’müş. Başka yazar, şairlerimizin anıt heykellerini de yapmış, örneğin Karacaoğlan, Âşık Veysel, Abidin Dino, Melih Cevdet Anday.

Birkaç yıl sonra tanık olduğum bir görüntüyü de Cumhuriyet’teki köşemde yazamadan edememiştim. Bir Kurban Bayramı’nın ilk günüydü, oradan dolmuşla geçiyordum, gördüklerim hem şaşırtmış hem de üzmüştü: “İkincisi, artık tüm bu kan görüntüsü bir kâbusa dönüşmüşken çünkü yol boyu bir türlü bitmek bilmiyor, Yenikapı’da karşılaştığım ‘manzara’. Gülsem mi, ağlasam mı, ne yapsam bilemiyorum. Yenikapı sahil parkındaki Yaşar Kemal’in heykelinin altında birileri, ‘kurbanlık bir hayvanı’ kesiyordu. Galiba biraz heykelin gölgesinden yararlanıyorlardı. İnsanın aklına başka şeyler de geliyor. Belki de heykelin ‘ermiş’ birine ait olduğunu sandıkları için orada kesiyorlardı. Ne bileyim, belki de ‘Yer Demir Gök Bakır’ı okumuşlardı da, hani Taşbaşoğlu’nun etkisinde çok kalmışlardı da, onun için orada kesiyorlardı. Belki de Yaşar Kemal için bir adaktı…”(24.4.1997)Ne kadar zamandır heykel çevresiyle böyle tam bilmiyorum ama birkaç yıl olmalı. Hemen hemen haftada bir geçtiğim bir yer, epeyce bir zamandır yüreğim ezilerek bakıyorum. İnşaata başlamışlar ancak ne yazık ki heykeli orada bırakmışlar. Oysa oradan alınıp başka bir yere taşınabilirdi; bugünkü olanaklarla bu güç bir iş olmasa gerek. İnşaat bittikten sonra yerine getirip konabilirdi. Bildiğim kadarıyla orası yine park olacak. Bugüne kadar heykel inşaat malzemelerinin arasında kaldı, kalmamalıydı ama şayet inşaat kısa bir sürede bitmeyecekse, alıp gecici olarak başka bir yere, insanların daha rahat görebileceği, çocuklarına “Bak işte bu Yaşar Kemal, dünya yazarı” diyebileceği bir yere konabilir. İnşaat bitince de eski yerine getirilir. Çok mu güç! Şimdiye kadar niye yapılmadı, yapılmalıydı. Pekâlâ şimdi de yapılabilir. Umarım öyle olur da Yaşar Kemal kent içindeki ‘sürgün’den kurtulur!

Radikal, Yazı: Atilla Birkiye, 28.02.2014

KENTSEL DÖNÜŞÜME AYM'DEN KISMİ İPTAL

 

CHP ’nin başvurusunu görüşen Anayasa Mahkemesi, Kentsel Dönüşüm Yasası'nda, idari işlemlere karşı açılacak davalarda yürütmenin durdurulmasına karar verilemeyeceğine ilişkin düzenlemeyi iptal etti.

Ayrıca karara göre, Hazine dışındaki kamu taşınmazları, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na bedelsiz olarak devredilemeyecek.

Yüksek Mahkeme ayrıca, doğal afet, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi durumlarda pazarlık usulüyle ihale yapılmasını da Anayasa'ya aykırı buldu.

Radikal, 28.02.2014

HAYDARPAŞA'NIN YENİ PLANI ASKIYA ÇIKTI!

 

Haydarpaşa Garı için 2012 yılında onaylanan imar planına açılan davada bilirkişinin verdiği "İstanbul'un terası Haydarpaşa bölünemez " raporunun ardından İBB yeni plan hazırlayarak askıya çıkardı. Yeni planda yeşil alan toplu taşıma peronu oldu, yeraltı otopark sayısı da artırıldı.

 

 

Cumhuriyet'in haberine göre, Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası ve Liman-lş, 2012 yılında onaylanan planın iptali istemi ile İBB ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'na dava açtı. İstanbul 5. İdare Mahkemesi'nde görülen davada 2013 yılının aralık ayında bilirkişi raporu hazırladı.

 

Raporda birçok yapılaşma fonksiyonu getirilen Haydarpaşa'nın İstanbul'un terası niteliğinde olduğu belirtilerek doğal afetler sonrasında toplanılacak yer açısından potansiyel oluşturduğuna da dikkat çekildi.

 

Bilirkişi raporundan sonra İBB Meclisi 13 Aralık 2013'te 1/5 bin ölçekli Haydarpaşa Gar, Kadıköy Meydanı ve Çevresel Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı'nda tadilat yaptı. Planın özü aynen korunarak yeniden hazırlanan plan 7 Şubat'ta askıya çıktı. Plan 30 gün boyunca 7 Mart'a kadar askıda kalacak.

 

Altı otopark, üstü peron Yeni plana göre TCDD alanının çevresindeki "ticaret alanı" olarak belirlenen bölgede zemin altı otopark yapılabilecek.

 

Eski planda aktif yeşil alan olan Ibrahimağa Aktarma Merkezi'ndeki alanının altı otopark olarak düzenlenecekti. Yeni planda ise altı otopark olacak bu yeşil alan tamamen ortadan kaldırılarak "toplu taşıma peron alanı" fonksiyonu getirildi. Yeni planda da tarihi gar binasının kültür merkezi, sosyal tesis ve konaklama tesisi fonksiyonu değişmedi.

 

Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhcu, yeni gibi sunulan plan yüzünden 2012 yılında açtıkları davanın kadük hale getirildiğini belirterek yeniden dava açacaklarını kaydetti. Muhcu, planda yapılan 2 değişiklik ile aktif yeşil alanlar azaltılırken yeni otopark alanlarıyla da araç yoğunluğunın artırıldığını vurguladı.

Yapı, 27.02.2014

HARRAN EVLERİ İNCELENECEK

 

HRÜ basın bürosundan yapılan açıklamaya göre,  üniversitelerin akademisyenlerinden oluşturulan ekip, Harran Evleri'nin geleneksel konik kubbe mimarisi, kullanılan yerel yapı malzemesi, doğal aydınlatma ve havalandırma kanalları incelenecek.

 

Ekip, tarafından bina içindeki ve bina dışındaki sıcaklık, nem, rüzgar hızı gibi iklimsel parametrelerin yerinde ölçümü için Harran Kaymakamlığına ait Kültür Evinde deneysel sistem kurup gerekli ölçümler yapacak.
Proje ekibinde HRÜ Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Bülent Yeşilata ile  LowaState Üniversitesi'nden Prof. Ulrike Passe,  HRÜ Rektörü İbrahim Halil Mutlu'yu makamında ziyaret etti,  proje hakkında bilgi verdi.

Gap Gündemi, 27.02.2014

SÜRYANİLER MOR GABRİEL'İN TAPUSUNU ALDI

 

 

Süryaniler, ikinci ‘Kudüs’ sayılan Mor Gabriel Manastırı’nın arazilerinin tapusunu aldı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’ın 30 Eylül ’de açıkladığı ‘demokratikleşme paketi’nin önemli maddelerinden biri olan Mor Gabriel Manastırı Vakfı’na ait 12 parselin iade süreci tamamlandı. Toplamda 244 dönümlük arazinin tapusu önceki gün Mor Gabriel Manastırı Vakfı adına tescil edildi. Tapu belgeleri Mor Gabriel Manastırı Vakfı Başkanı Kuryakos Ergün’e teslim edildi. 

Hazine’ye geçmişti
Mor Gabriel Manastırı, Mardin’in Midyat İlçesi'nde 1613 yıl önce inşa edildi. Midyat’ta 2008 yılında kadastro çalışmalarıyapılırken Yayvan­tepe, Eğlence ve Çandarlı köylerinin muhtarları Mor Gabriel Manastırı’nın köylülere ait 276 dönüm araziyi işgal ettiğini savunarak Hazine’ye başvurdu. Hazine ise araz­nin devlet mülkiyeti olarak tescil edilmesi için Midyat Kadastro Mahkemesi’ne tapu tescil davası açtı. Yerel mahkeme , arazinin kadimden beri kilisenin mülkiyetinde olduğunu, Süryani cemaatinin 1937 yılından itibaren düzenli olarak arazilerin vergilerini verdiğini belirterek davayı reddetmişti. Ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu yerel mahkemenin kararını bozup Mor Gabriel’in arazisinin Hazine’ye ait olduğuna karar verdi. Bunun üzerine Süryaniler geçen yıl Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne iade için başvuruda bulundu.


Başbakan Erdoğan tarafından açıklanan 18 maddelik ‘demokratikleşme paketi’nde yer alan Mor Gabriel Manastırı’nın arazilerinin iade edileceğine dair kararın ardından Vakıflar Meclisi geçen ekim ayında Mor Gabriel Manastırı’na ait 12 adet parselin vakfa iadesine karar verdi. Karar sonrası tapu tescil işlemleri de önceki gün tamamlandı. 

320 dönüm AİHM’de
Manastıra ait arazilerin tapusunu alan Mor Gabriel Manastırı Vakfı Başkanı Kuryakos Ergün, şunları söyledi: “244 dönümlük araziye ilişkin süreç tamamlandı. Yaklaşık 320 dönümlük arazimizle ilgili olarak ise AİHM’de görülmekte olan bir davamız var. Sayın Başbakan’ın 30 Eylül’deki açıklaması AİHM’ye konu olan parselleri de kapsıyordu. Umuyoruz ileride bu parsellerle ilgili de adımlar atılır; biz de AİHM’deki davamızı geri çekeriz. Neticede ülkemizin önemli bir sorunu çözülmüş oldu; devletim adına da sevinçliyim. Bundan sonra bize düşen o arazileri en iyi şekilde değerlendirmek.” 

‘Dönüşlere kapı aralar’
Vakıflar Meclisi’nde azınlık vakıflarının temsilcisi olarak görev üstlenen Laki Vingas ise tapuların tescili ile ilgili olarak, “Nihayet Mor Gabriel’e ait 12 parselin ait olduğu manastıra iadesi tapuların tahsisiyle tamamlandı. Bu iade manastırın korunması ve misyonunu özgürce yaşatabilmesine büyük katkı sağlayacaktır. Özellikle Süryani halkı için de olumlu etkileri olacaktır. Ait oldukları topraklarda çok daha rahat olacaklardır ve hatta bazı dönüşlere de kapı aralayabilir” dedi.

Radikal, Haber: Okan Konuralp, 27.02.2014

YEDİKULE'DE 'KÜLTÜR VARLIĞINA RASTLANMAMIŞ'

 



Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce, Yedikule Bostanlarının bulunduğu bölgenin Bakanlar Kurulunun kararı ile Yenileme Alanı ilan edildiğini, bu alanı da içeren tarihi yarımada koruma amaçlı uygulama imar planlarının 2 Ekim 2012 tarihinde Koruma Bölge Kurulunca uygun bulunduğunu bildirdi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, soru önergesinde Yedikule Bostanlarının büyük bölümünün Fatih Belediyesi ve İBB tarafından yapılacak 70 bin metrekarelik park projesi kapsamında üzerine moloz ve niteliksiz toprak yığılarak ürün veremeyecek hale getirildiğini iddia ederek konuyu Meclis gündemine taşıdı.

"TARİHİ DOKUYA ZARAR VERECEK PROJE TESPİT EDİLMEMİŞTİR"

Soru önergesini yanıtlayan Çevre ve Şehircilik Bakanı, Çevre Kanununun "idari cezalarda yetki" başlıklı 24'üncü maddesi uyarınca, öngörülen idari yaptırım kararlarını verme yetkisinin Bakanlığına ait olduğunu belirterek, "Ancak, bu yetki; anılan kanunun 12'nci maddenin birinci fıkrası uyarınca, denetim yetkisinin devredildiği kurum ve merciler tarafından da kullanılır hükmüne istinaden hafriyat toprağı ve inşaat/yıkıntı atıklarının toplanması, geçici biriktirilmesi, taşınması, bertaraf edilmesi faaliyetlerini denetleme ve idari yaptırım kararı verilmesi hususunda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına yetki devri yapılmıştır" dedi.

Çevre ve Şehircilik Bakanı, bu konuda İstanbul Valiliğine (Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne) herhangi bir şikayet intikal etmediğini ve tarihi dokuya zarar verecek proje tespit edilmediğini söyledi.

"KÜLTÜR VARLIĞINA RASTLANMAMIŞTIR"

Bakan Güllüce, İstanbul I Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 12 Temmuz 1995 tarih ve 6848 sayılı kararı ile belirlenen Tarihi Yarımada Kentsel ve Tarihi Sit Alanı içerisinde; 13 Ekim 2006 tarih ve 26318 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Bakanlar Kurulunun kararı ile ilan edilen yenileme alanında kaldığını, proje alanının da içinde bulunduğu bölgenin 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı İstanbul II Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 2 Ekim 2012 tarih ve 81 sayılı kararıyla uygun bulunduğunu kaydetti.

"UYGUN BULUNMUŞTUR"

Yedikule-Belgrad Kapı arasında yapılan düzenlemeye ilişkin Yenileme Avan Projelerinin Fatih Belediye Başkanlığınca, Uygulama Projelerinin ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığınca hazırlandığını ve Koruma Bölge Kurulu kararı sonrasında anılan belediye başkanlıklarınca uygulamaya konulduğunu ifade eden Çevre ve Şehircilik Bakanı şöyle dedi: "Onaylanmış projeye göre ortalama 44 cm tesviye çalışmasının yapıldığı, ilgili uzmanlarca tespit edilmiş olup, yapılan tesviye sırasında herhangi bir kültür varlığına rastlanmamıştır. Ayrıca, söz konusu alanda tarımsal faaliyetlerin sürdürülüp sürdürülemeyeceğine ilişkin gerekli değerlendirmeler; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile bağlı bulunduğu belediyesi tarafından yapılacaktır."

Bakan Güllüce, Yedikule Bostanlarının bulunduğu bölgenin Bakanlar Kurulunun kararı ile Yenileme Alanı ilan edildiğini belirterek, "Bu alanı da içeren Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı Uygulama İmar planları 2 Ekim 2012 tarihinde Koruma Bölge Kurulunca uygun bulunmuştur. Fatih Belediye Başkanlığınca Yenileme Alanı Avan Projeleri revizyonları ile birlikte hazırlanarak 29 Temmuz 2009 tarihinde onaylanmıştır. Avan Proje doğrultusunda; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına sunulan Uygulama Projeleri ise revizyonları ile birlikte 21 Mayıs 2013 tarihinde uygun görülmüştür" dedi.

Haberin Yeri, 27.02.2014

ÇİVİ ÇAKMADILAR BETON DÖKTÜLER

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı otopark şirketi İSPARK; tarihi ve doğal sit alanı olan Küçüksu mesire alanına beton döktü.

 

Beykoz’da Küçüksu Kasrı’nın hemen yanında bulunan Küçüksu mesiresi, İstanbul’un az kalan yeşil yerlerinden biri. İSPARK bu alanı otopark yapmak için her şeyi tamamlamış durumda. Bölgede artık kocaman bir beton yığını bulunuyor. İSPARK’ın astığı pankartta ise “Otoparkımız zemin düzeltme çalışmasından dolayı geçici bir süre hizmet veremeyecektir” yazıyor.


Küçüksu Kasrı’na gezmek için gelenleri deniz manzarası eşliğinde sağ tarafta betonlaştırılmış bir alan karşılıyor. Betonlaştırılmış alanın içinde kurumaya yüz tutmuş ağaçlar bulunuyor. İSPARK, otopark yapmak için 1 haftadır hummalı bir çalışma yürütüyor. Gece gelen dozer ve kepçelerle alana beton döküyor. Gündüz vakti ise dozer ve kepçeler betonlaştırılmış alanda bekletiliyor.

 

PROJEDE OTOPARK YOK
İstanbul Büyükşehir Belediyesine ait tarihi mesirenin kullanım hakkı Beykoz Belediyesinde. Beykoz Belediyesi’nin bölgeyle ilgili projesinde alan otopark değil yaya ve bisiklet alanı olarak gözüküyor. Alan, aynı zamanda Boğaziçi Kanunu ve Boğaziçi İmar ve Kültür Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu’nun koruması altında bulunuyor. İmar planlarında da “alanın meri planındaki fonksiyonuna aykırı hiçbir kullanıma (otopark vb.) izin verilmemesine...” hükmü yer alıyor.

 

İSPARK: KORUMADA OLDUĞUNU BİLİYORUZ
Tarihi mesire alanının otopark yapılmasını sorduğumuz İSPARK Basın Danışmanı Musa Hayal, “Küçüksu Mesiresi’nin koruma altında olduğunu biliyoruz. Zaten bizim yaptığımız sadece zemin düzeltme. İSPARK oraya bir çivi dahi çakmamıştır.” dedi. Otoparkın projede gözükmediğini ilişkin bilgiye dairse şunları söyledi: “Öyle bir şeyden haberim yok. Eğer bize orayı boşlatın derlerse hemen boşaltırız. Bir çivi dahi çakmadık alana. Ağaçları da koruyarak zemini düzelttik. İSPARK para öncelikli değil hizmet amaçlı bir kurumdur. Orayı para kazanmak için değil vatandaşlardan yoğun bir istek olduğu için yapıyoruz.”

 

OTOPARKÇILIKTAN VAZGEÇSİNLER

Semt sakini Selçuk Yılmazer “2 yıl önce Marmara Üniversitesi Sabancı Öğretmenevi karşısına ruhsatsız otopark açtı. 1 yıl uğraşıp kapattırdık. Bu kez İstanbul Büyükşehir Belediyesi otopark için mesireye giriyor. Hizmet üretmesi gereken kamu kurumları otoparkçılıktan vazgeçmelidir” dedi. Yılmazer aynı zamanda “Şu o alanda gördüğünüz ağaçların hepsini 2. köprü şantiyesi kapandıktan sonra bu halk kendi elleri ile dikti” diye konuştu.

 

Küçüksu Kasrı’nda bulunan cafede çalışan bir vatandaş ise mesire alanına ailecek piknik yapmaya geldiklerini söyleyerek “Zaten rahatça gezebileceğimiz, piknik yapabileceğimiz alanlar az. Beton yığınlarının arasında kaldık” diye sitem etti. Küçüksu Kasrı’na gezmek için gelen bir vatandaş ise, “Bu çok çirkin bir görüntü. Biz buraya rahatlamak için geliyoruz. Ama tek gördüğümüz beton yığını” diye konuştu.

Evrensel, Haber: Elif Gümüş, 26.02.2014

KAYSERİ'DE SELÇUKLU UYGARLIĞI MÜZESİ AÇILDI

 

Tarihteki ilk tıp medresesi olarak bilinen Kayseri’deki Gevher Nesibe Medresesi, restore edilip Selçuklu Uygarlığı Müzesi olarak önceki gün açıldı.

 

Farklı ülkelerden getirilen Selçuklu minyatürlerinin, bronz heykellerin, işlemelerin ve etnografik eserlerin sergilendiği; dijital uygulamalarla da Selçuklu medeniyetinin anlatıldığı müzede ayrıca çocuk eğitim ve bilgilendirme alanı, günümüzden 800 yıl önce kullanılan tedavi yöntemleri, tedavi odaları gibi birimler de yer alıyor. Toplam 4,7 milyon harcanan müzede engelliler için de uygulamalar bulunuyor.

Zaman, 26.02.2014

ABD'YE KAÇIRILAN AMFORALAR GERİ DÖNDÜ

 

 

Türkiye , yurtdışına kaçırılan tarihi eserlerin peşini bırakmıyor. Daha önce Herakles Heykeli, Boğazköy Sefenksi, Karun Hazinesi’ne ait Kanatlı Denizatı Broşu gibi çok önemli eski eserler ülkemize getirilmişti. Şimdi Kültür ve Turizm Bakanlığı 1950’li yıllarda ülkemizden kaçırılarak ABD’ye götürülen 8. yüzyıla ait 2 amforayı geri getirdi. Yasal olmayan yollarla ülkemizden kaçırılan eserlerin peşini bırakmayacaklarını belirten Bakan Ömer Çelik “Ülkemizden kaçırılan eserlerin getirilmesi konusunda yürüttüğümüz kararlı çalışmaların, tarihe duyarlı insanlar üzerinde olumlu etki bıraktığını görmek son derece sevindirici bir gelişme” dedi. 

Oğlu başvurdu
Anadolu’dan kaçırılarak dünyanın çeşitli yerlerine götürülen tarihi eserleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı takip etmeye devam ediyor. Tarihi eserlerin Türkiye’ye iadesinde etkili politika izleyen, ellerinde yasal olmayan eser bulunduran koleksiyoner ve müzelerdeki panik devam ediyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı ellerinde bu tür eserler bulunduranlar hakkında hem diplomatik hem de yasal haklarını kullanıyor.


1950’li yılların başlarında Türkiye’de görevli bulunan William O’Ryan tarafından yasadışı olarak ABD’ye götürülen iki adet amfora, oğlu tarafından ülkemize iade edildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Türkiye’den götürülen tarihi eserlerin iadesi konusundaki çalışmalarından etkilendiğini söyleyen Rick O’Ryan, Washington Kültür ve Tanıtma Müşavirliği’ne gelerek ‘‘Türkiye’nin kültür varlıklarının iadesi konusundaki gayretli çalışmalarından çok etkilendiğini, 1950’li yılların başlarında Türkiye’de görevli bulunan babası William O’Ryan’ın ABD’ye dönerken Türkiye’den götürdüğü iki adet amforayı geri vermek istediğini’’ söyledi. 

Bakan talimat verdi
Müşavirlik durumu hemen Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bildirdi. Genel Müdürlük Bakan Ömer Çelik’in talimatıyla hemen iletişime geçti. 2014 Ocak ayı ortalarında atılan bu ilk adımın ardından amforalara ilişkin bakanlık uzmanları tarafından bir değerlendirme çalışması yapıldı. İnceleme sonucunda amforaların Geç Doğu Roma Dönemi’ne tarihlenen (yaklaşık olarak MS 8. yüzyıl) orijinal eserler olduğu belirlendi. Bunun üzerine şahısla irtibata geçildi ve gösterdiği iyi niyetten ötürü teşekkür edilerek amforalar teslim alındı. Ülkemize getirilen amforalar Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü’ne teslim edildi.


Bakan Çelik, bakanlığından önce başlatılan yurtdışına kaçırılan eserlerin iadesi çalışmalarını destek vererek bakanlık bürokratlarına etkili diplomasi yürütülmesi konusunda talimat verdi. Bakan Ömer Çelik, son yıllarda Anadolu’dan kaçırılmış birçok tarihi eserin Türkiye’ye getirildiğini belirtti.


Çelik “Bu eserlerin hayat buldukları topraklara geri getirilmeleri en büyük arzumuzdur. Bakanlık olarak bu toprakların bir parçası olan eserlerin geri getirilmesi için her türlü çabayı gösteriyoruz. Bu çabalarımızın tarihe duyarlı insanlar üzerinde olumlu etki bıraktığını görmek de son derece sevindirici bir gelişme. Üzerinde bulunduğumuz coğrafyada yaşamış medeniyetlerin bizlere emanet ettiği eserleri ne pahasına olursa olsun ait olduğu topraklara geri getirmek hususunda kararlı çalışmalarımız devam edecektir. Bu, bizim ülkemize ve tarihimize karşı sorumluluğumuzun bir gereğidir” dedi. Bakan Çelik son olarak, Interpol tarafından 1998’den bu yana aranan Aksaray Ulu Camii Kapı Kanatları ile İngiltere’de bir müzayedede satışa çıkarılan 17. ve 18. yüzyıla ait Osmanlı mezar taşlarının Türkiye’ye iadesiyle bizzat ilgilenmişti.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 26.02.014

10 MİLYON DOLARLIK TARİHİ KEŞİF

 

ABD’nin California eyaletinde köpekleriyle yürüyüşe çıkan bir çift kendi arazileri içinde 10 milyon dolar değerinde eski altın paralar buldu. Yaşlı bir ağacın dibinde gömülmüş halde bulunan paralar 1847 ile 1894 yıllarına ait…

 

Toprağın içine saklanan 1427 adet altın paralar tarihi değere sahip… Metal kovalar içinde bunca yıldır bir ağacın altında duran paraları kimin oraya sakladığı ise bilinmiyor.

 

Tarihi metal paralar konusunda uzman David Hall daha önce Kuzey Amerika bölgesinde bu kadar değerli bir tarihi parayla yüzü yüze hiç gelmediğini söylüyor. 

Milliyet, 26.02.2014

RESME DAMGA VURACAK MÜZAYEDE

 

 

Teşvikiye'de Artı Mezat tarafından 1 Mart'ta düzenlenen müzayedeye büyük ilgi bekleniyor.

 

Son Osmanlı halifesi 2. Abdülmecid’in en yakın dostu ve meslektaşı olan, yurtdışında ‘Türk Ressam’ lakabıyla bilinen Şevket Dağ’ ın yağlı boya interiör, natür mort, peyzaj konulu eserleri ve yağlı boya desen çalışmaları sanat severlerin beğenisine sunulacak. Şevket Dağ’a ait böylesi bir koleksiyonun ilk kez görücüye çıkmasının ve ilk kez bu kadar çok Şevket Dağ eserinin bir araya gelmesinin çok önemli olduğunu belirten Artı Mezat Sanat Galerisi sahibi Jale Tan Tekin, “Geçmişte bir çok alım rekoru kıran Şevket Dağ’ın bu özel çalışmalarının büyük ilgi görmesini bekliyoruz” diyor.

 

Sanay-i Nefise Mektebi'ni (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) 1897 yılında birincilikle bitiren Şevket Dağ, Türk resim sanatında asker ressamlar kuşağının yetiştirdiği ilk sivil ressamlarımız arasında yer alıyor. 1919 yılında arkadaşları İbrahim Çallı ve Hikmet Onat'la birlikte Türk Ressamlar Cemiyeti'ni kuran Dağ, Mahmudiye Rüştiyesi, Vefa, Galata, Nişantaşı ve Galatasaray Liseleri'nde resim öğretmenliği yaptı. Ünlü ressam Fikret Mualla'nın da hocası. Yurtdışında “Türk Ressamı” olarak bilinen Dağ'ın en ünlü resimlerinden biri, Japon Büyükelçisi tarafından satın alınarak Tokyo Müzesi'ne gönderilmişti. Ayrıca ressam, 1909'da Münih Sergisi'nde altın madalya kazanmış ve Paris'te “Salon des Artistes Français”de üç tablosu sergilenmişti. Şevket Dağ'ın “Ayasofya” isimli bir çalışması, daha önce 2 milyon 150 bin liralıya alıcı bulmuştu.

 

Müzayedede, Ayasofya Müzesi'nin restorasyonunu yapan İtalyan mimar Gaspare Fossati'ye (1809-1893) ait Ayasofya konulu 7 adet suluboya eser satışa sunulacak. Ayrıca, saray ressamı Fausto Zonaro, Brindesi, Thomas Allom gibi ünlü oryantalist ressamlardan İstanbul peyzajları, Türk resminin duayenlerinden İbrahim Çallı'dan peyzaj ve natürmort konulu yağlıboya eseri ve Hikmet Onat'ın çok nadir olarak resmettiği 40x60 cm ölçülerindeki yağlıboya “natürmort”u da müzayedede yer alacak.

Habertürk, 26.02.2014

FRANSA'DAKİ ŞEHZADE KABİRLERİNİN DURUMU İÇLER ACISI

 

 
Bobigny Müslüman ezarlığı'ndaki Osmanlı mezarlarından Sultan II. Abdülhamid'in oğlu Şehzade Ahmed Nureddin'in mezar taşı günümüze ulaşbilmiş.

 

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra 1924'te halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı hanedanının yurtdışına çıkmaya zorlanmasıyla Fransa'ya da yoğun göç yaşandı.

 

Başta son halife Abdülmecid olmak üzere Fransa'yı tercih edenlerin büyük bölümü sefalet içerisinde yaşamlarını sürdürmeye çalıştı. Fransa'da hayatını kaybeden hanedan üyelerinden birçoğu ise o dönemde Türkiye'nin kabul etmemesi sebebiyle Fransa hükümeti tarafından Faslılara hediye edilen Bobigny Müslüman Mezarlığı'na defnedildi. Osmanlı hanedan üyelerinin kabirleri bakımsızlık sebebiyle kaybolmak üzere. Kalan birkaç mezar taşının durumu da hanım sultan ve şehzadelerin hatırasına ilgisizliği gözler önüne seriyor.

 

1937'de açılışı gerçekleştirilen mezarlığa ilk olarak II. Abdülhamid'in kızı Ayşe Sultan'ın eşi Mehmed Ali Rauf; son olarak ise 1973 yılında hayatını kaybeden Sultan V. Murad'ın torunu Şehzade Osman Fuat'ın cenazesi defnedildi. Fakat sadece 1945 yılında hayatını kaybeden II. Abdülhamid'in oğlu Şehzade Ahmed Nureddin'in mezar taşı günümüze ulaşabildi. 1952'de Paris'te bir otel odasında öldükten sonra Ahmed Nureddin'in yanına defnedilen II. Abdülhamit'in diğer oğlu Şehzade Abdürrahim Hayri'nin ise ismi silinmiş mezar taşı günümüze ulaşmış. Diğer mezar taşları ise kaybolmuş durumda. Osmanlı mezarlarının bulunduğu alanın dışında yer alan 5. Murad'ın kızı Selma Sultan'ın mezar taşı da ayakta kalabilmiş.

 

Bobigny Müslüman Mezarlığı Müdürlüğü yetkilileri, uzun yıllar önce Fransız bir tarihçinin Osmanlı mezarlarıyla ilgili bir çalışma gerçekleştirdiğini söyledi. Osmanlı hanedanı mezarlarını ziyaret eden olmadığını belirten yetkili, ziyaretçisi olan tek hanedan mezarının ise hala Fransa'da yaşayan yazar Kenize Murad'ın annesi merhum Selma Sultan olduğunu ifade etti. Yetkililer, mezarların Türkiye'ye taşınması ile ilgili Türkiye'den gelecek bir talebi ise kabul etmelerinin şu an itibarıyla mümkün olmadığını dile getirdi. Mezarlığın ilk açıldığı yıllarda kayıtların mezarlık imamı tarafından tutulduğuna ve isimlerin yanlış kaydedilmiş olabileceğine dikkat çekti. II. Abdülhamid'in kızı Ayşe Sultan'ın anılarını topladığı ‘Babam Sultan Abdülhamid' kitabında bahsedilen Bobigny Müslüman Mezarlığı'nda yatan Osmanlı hanedanından bazılarının isimleri ise şu şekilde: Rabia Peyveste Hanım (Sultan II. Abdülhamid'in eşi), Şehzade Ahmed Nureddin (Sultan II. Abdülhamid'in oğlu), Şehzade Abdürrahim Hayri (Sultan II. Abdülhamid'in oğlu), Şehsuvar Hanım (Halife Abdülmecid'in eşi), Pınardil Fahriye Hanım (Şehzade Abit'in eşi), Şehzade Osman Fuat (Sultan V. Murad'ın torunu), Damad Mehmed Ali Rauf Bey (Ayşe Sultan'ın eşi), Ayşe Sıdıka Hanımsultan (Sultan Abdülmecid'in torunu), Selma Sultan (V. Murad'ın torunu). 1944 yılında Paris'te hayatını kaybeden son Halife Abdülmecid'in naaşı ise dönemin Türk hükümetinin kabul etmemesi üzerine 10 yıl Paris Büyük Camii'nde bekletildikten sonra Medine'ye götürülerek Cennet'ül Baki Mezarlığı'na defnedilmişti.

Zaman, Haber: Ferhan Köseoğlu, 26.02.2014

"KARA BAHTLI" KONAK!

 

 

Niyazi Mısri Caddesi'ndeki Karakaş Konağı, yüz binlerce TL para harcanarak restore edilmesine karşın, 13 yıllık sürede vatandaşın hizmetine sunulmayarak kaderine terk edildi. Karakaş Konağı için bu süre içerisinde sürekli kullanımı için değişik alternatifler sunulmasına karşın, hiçbir alternatif öneri hayata geçirilemedi.

 

Karakaş Konağı’nın 13 yıllık serüveni şöyle:

 

RESTORASYON 2001 YILINDA BAŞLADI

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Malatya merkez Niyazi Mısri Caddesi'nde bulunan tarihi Karakaş Konağı için restorasyon çalışması 2001 yılında başlamış ve 3 ayrı restorasyon ihalesi sonucunda o dönem yaklaşık 530 bin TL para harcaması yapılmıştı. Karakaş Konağı’nın bu dönem Malatya Evi veya Etnoğrafya Müzesi olarak kullanılmasına karar verildi.

 

ÇATISI OLMAYAN KONAK, AÇILMADAN TADİLATINA BAŞLANDI

2003 yılında kesin teslimi yapılan Tarihi Karakaş Konağı hizmete girmeden 2004 yılında, Etnografya Müzesi'ne dönüştürme çalışmaları sürerken, konağın çatısı olmaması sebebiyle kerpiç binaya suların sızması nedeniyle 3 yıl sonra yeniden onarımına başlandı. Karakaş Konağı'nın daha önceki orijinal yapısında olan çatısının yapılmaması nedeniyle yağmur sularının etkisi ile kerpiç duvarları dökülmeye başladı.

 

Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay, o dönemi binanın çatısının yapılıp, iç döşemesinin gerçekleştirilmesinden sonra turizmin hizmetine açılacağını belirterek, "Bir yılı aşkın süredir tamamlanan bina, bazı eksikleri nedeniyle açılamadı. Kerpiç binaya su sızmalar ortaya çıktı. Çatısı ve iç dizaynının yapılmasından sonra açılışı gerçekleştirilecek" konuşmuştu.

 

ÇEVRESİ KAMULAŞTIRILAMADI

Restore edilen tarihi Karakaş Konağının, hizmete girmeden dökülmeye başlamasıyla başlayan serüveni, çevresindeki kamulaştırma yapılması gereken alanlarla ilgili sorunlarda yaşandı. 17 Şubat 2005 tarihinde kamulaştırma ile ilgili açıklamada bulunan  Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay, "Malatya Etnografya Müzesi olarak kullanılacak olan binanın iç dizaynın biran önce bitirilmesi gerekiyor" demiş ve Karakaş Konağı'nın en önemli sorunlarından birinin konağın etrafındaki 2 bin 544 metrekare alanın kamulaştırılması olduğunu aktarmıştı.  Özbay şunları söylemişti;  "Kamulaştırma için takriben, 200 bin YTL (200 milyar lira) ödeneğe ihtiyaç var. Bakanlığımızın kamulaştırma için mutlaka kaynak sağlaması gerekir. Ayrıca konağın korunması için acilen koruma güvenlik memuruna da ihtiyaç vardır."

 

Karakaş Konağı’nın çevresindeki o zaman boş olan alanlar kamulaştırılmayınca, çevresine iş merkezleri yapıldı. 

 

"BELEDİYE BURAYA NASIL RUHSAT VERİYOR ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİL"

Dönemin Malatya Kültür Sanat Derneği Başkanı Yaşar Karaasla,n 20 Ocak 2006 tarihinde tarihi Karakaş Konağı’nın çevresindeki boş alanlara belediyenin inşaat ruhsatı vermesine tepki göstermiş ve şunları söylemişti;  "Tarihi bina önüne bina yapılması, tarihi yapının görünümünü kapatır. 610 bin YTL para harcanarak restore edilen binanın önü kapanınca, hiçbir özelliği kalmaz. Ayrıca belediye buraya nasıl ruhsat veriyor, anlamak mümkün değil. Kültür ve Turizm Müdürlüğü neden müdahale etmedi?" demişti.  

 

Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay ise  Karakaş Konağı'nın önüne yapılan inşaatı kendilerinin geçtiğimiz aylarda durdurduklarını, ancak inşaatı yapan kişinin Adana Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'na müracaat ederek, inşaat yapma iznini aldığını açıklamıştı.

 

“UYAN SUNAM UYAN” TÜRKÜSÜ İÇİN KLİP ÇEKİLDİ

Nisan 2005’te o dönem Malatyaspor’un da sponsor olduğu Sanatçı Şükriye Tutkun, albümündeki "Uyan Sunam Uyan" adlı Fahri Kayahan'a ait olan Malatya türküsünün klipini Malatya'da çekmiş ve mekanlardan biriside Tarihi Karakaş Konağı olmuştu. Bir bölümü tarihi Karakaş Konağı'nda çekilen klipte Malatyalılar da oynarken, Sanatçı Tutkun ise klipte melek rolünde yer almıştı.

 

MEV KONAĞA TALİP OLDU

Merkezi İstanbul'da bulunan Malatya Eğitim Vakfı'nın o dönemki başkanı  Şaban Taçyıldız, 4 Haziran 2006 tarihli açıklamasında Tarihi Karakaş Konağı’nı işletmek üzere talipli olduklarını belirtti. Tarihi Karakaş Konağı'na talip olduklarını dile getiren Taçyıldız, konağı 'Geçmişten Geleceğe Malatya Kültür Evi' olarak kente kazandırmayı düşündüklerini söyledi. Taçyıldız, başta Malatya Valiliği olmak üzere yetkili mercilerle yazışmaların yapıldığını, valiliğin de konuya olumlu baktığını ifade etmişti. Kültür ve Turizm İl Müdürü Derviş Özbay ise, 7 Temmuz 2006 tarihli açıklamasında Karakaş Konağı'nın Malatya Eğitim Vakfı'na devri ile ilgili çalışmalarında Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde devam ettiğini kaydetmişti.

 

KÜLTÜR BAKANI ÇOK SİNİRLENDİ

Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, 26 Ağustos 2006 tarihinde geldiği Malatya’da Karakaş Konağı ile ilgili olarak oldukça ilginç bir şekilde tepki göstermişti. Karakaş Konağı’nın durumunun Malatya Valiliği ziyaretinde sorulması üzerine Bakan Koç,oldukça gergin dakikalar yaşanmıştı. Valilik ziyareti sonrasında beraberindeki dönemin Milletvekilleri ve dönemin Valisi Osman Derya Kadıoğlu ile birlikte Karakaş Konağına giden Bakan Koç, konağın restorasyondan sonra hiç kullanılmadan dökülmesi karşısında, "İçine can koymazsanız, canı çıkar" demişti. Karakaş Konağı'nın Malatya Eğitim Vakfı'na kiralanması durumunda ise, bakanlık olarak herhangi bir ödenek vermeyeceklerini söyleyen Bakan Koç, bu konuda Valiliğe yetki vereceklerini belirtmişti.

 

ÖZEL İDAREYE DEVİR

Kültür ve Turizm İl Müdürü Derviş Özbay  2 Ekim 2006 tarihli açıklamasında  Tarihi Karakaş Konağı'nın Milli Emlak Genel Müdürlüğü tarafından Malatya İl Özel İdare Müdürlüğü'ne devri için çalışma yapıldığını açıkladı. Konak bir süre sonra İl Özel İdaresi’ne devredildi. Konağın Malatya Eğitim Vakfı’na devri konusunda bu dönemde bir gelişme yaşanmadı. 

 

ÇATI 4 YIL SONRA YAPILMAYA BAŞLANDI

Tarihi Karakaş Konağı’nın yapılan restorasyon çalışması sonrasında 2003 yılında kesin tesliminin yapılmasından 4 yıl sonra çatısı da yapılmaya başlandı. Çatısı yapılmadığı ve dam kısmındaki izolasyonunun da standartlar ölçüsünde yapılmaması nedeniyle duvarları dökülün ve bir bölümü de yıkılan Karakaş Konağı’nın çatısı 9 Mayıs 2007 tarihinde yapılmaya başlandı. Bu dönem konak İl Özel İdaresi’ne aitti. Konağa onarımı esnasında projeye dahil edilmeyen çatısı için Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından olumlu karar verilmesi üzerine çatı yapılmasına başlandı. 

 

YENİ ÖNERİ: KÜLTÜR SANAT MERKEZİ OLABİLİR

Dönemin Valisi Halil İbrahim Daşöz, 24 Mayıs 2007 tarihinde Karakaş Konağı’nı ziyaret ederek, incelemelerde bulunmuş ve "Konakta eksik olan çatı kısmı yapılıyor. 36 bin YTL'lik malzemeyi biz aldık. İşçiliğini ise 5 konakları onaran Kartalkaya firması üstlendi. Bazı sıva bölümleri de yapılacak. Sanırım 50 - 55 bin YTL ile hizmete açılır hale gelecek" demişti. 

 

Tarihi binanın Malatya'nın mahalli yemeklerinin sergileneceği yer, kültür sanat merkezi olabileceğini aktaran Vali Daşöz, "Bu tarihi yapıyı Malatya'nın kültür ve turizmine kazandıracağız" şeklinde konuşmuştu. Dönemin İl Özel İdare Genel Sekreteri Ali Kazgan ise 12 Ağustos 2007 tarihli açıklamasında, yapılan çalışmaların Karakaş Konağı'nın orjinaline uygun olarak yürütüldüğünü söylemiş ve konağın kültür ve turizm amaçlı olarak kullanılacağını belirtmişti.

 

VAKIF MÜZESİ İÇİN BAŞVURU

Ocak 2009 döneminde Tarihi Karakaş Konağı'nın Vakıf Müzesi yapılması için çalışma başlatıldığı kamuoyuna duyuruldu. 

 

2007’de İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği'ne devredilen Karakaş Konağı'nın Vakıf Müzesi teklifi nedeniyle yeniden Kültür ve turizm İl Müdürlüğü'ne devredildiği açıklandı.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün Karakaş Konağı'nı Vakıf Müzesi olarak kullanmak amacıyla yaptığı başvuru Kültür ve Turizm Bakanlığı'na iletildi. Vakıf Müzesi'nde tarihi vakıf eşyalarının sergileneceği duyuruldu. Konak bir süre sonra süresiz olarak Vakıflar Bölge Müdürlüğüne devredildi.

 

SÜRESİZ OLARAK VAKIFLARA VERİLDİ

9 Nisan 2010 tarihinde dönemin Malatya Milletvekili Fuat Ölmeztoprak, Karakaş Konağı'nın hizmete açılması için 76 bin TL ödenek ayrıldığı ve Vakıf Eserleri Müzesi olarak hizmete açılacağı açıkladı. Milletvekili Ölmeztoprak, konuyla ilgili olarak yaptığı yazılı açıklamada, Malatya Merkez Vakıf Eserleri Müzesi (Karakaş Konağı) Müzolojik hizmet alanlarının tasarım, etüt ve proje çalışmalarına bu yıl için 76 bin TL ödenek ayrıldığını söyledi. Milletvekili Ölmeztoprak, Malatya Merkez Niyazi Mahallesi'nde bulunan mülkiyesi Maliye hazinesine ait iken müze yapılmak üzere Malatya Vakıflar Bölge Müdürlüğüne geçen yıl süresiz tahsisinin gerçekleştirilen Karakaş konağın güvenliğinin de sağlandığını belirtmişti.

 

BAŞBAKANIN ULUSA SESLENİŞİ

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 28 Ocak 2011 tarihli Ulusa Sesleniş Konuşmasında Tarihi Karakaş Konağı ile ilgili bölümde yer aldı. Başbakan Erdoğan; “Malatya Karakaş Konağı restore edildi ve müze haline getirildi” demişti.

 

BU KEZ TÜRSAB DEVREYE GİRDİ

Kullanılması için sürekli alternatif kullanım projeleri sunulan Karakaş Konağı için TÜRSAB’da gündeme geldi. Dönemin Valisi Ulvi Saran 10 Mayıs 2011 tarihli açıklamasında Karakaş Konağının Türkiye Seyahat Acantaları Birliği'ne (TÜRSAB) verileceğini açıkladı.  TÜRSAB Malatya Bölge Müdürlüğü'nün Karakaş Konağı'nda hizmet vereceğini aktaran Vali Saran, TÜRSAB'ın böylece Malatya'nın tarihi ve kültürel yerlerini tur kapsamına alacağını vurguladı. 

 

KARAKAŞ KONAĞI BU KEZ DE MALATYA BAROSU'NA VERİLDİ

 Sürekli devir konusu ile gündeme gelen ancak hiçbir şekilde kullanılmayan Karakaş Konağı için en son olarak gündeme gelen proje Malatya Barosuna devredilmesi oldu.12 Ağustos 2011 tarihli Malatya Valiliği’nin resmi açıklamasında şu ifadeler yer aldı; "Valiliğimiz ve Türkiye Barolar Birliği arasında varılan mutabakatla, tarihi Karakaş Konağı'nın Türkiye Barolara Birliği'nce restore edilerek Malatya Barosu hizmet binası olarak kullanılmasına karar verilmiştir. Varılan mutabakat ile Karakaş Konağı'nın aslına uygun olarak restore edilerek ilimiz turizmine kazandırılması yanında, konağın belirlenen 'Koruma Amaçlı Kullanım Kuralları' doğrultusunda kullanılması ile restorasyon sonrasında da uzun süreli korunması sağlanmış olacaktır." 

 

KONAK BARO’YA DEVREDİLDİ

23 Kasım 2011 tarihinde Karakaş Konağı, imzalanan protokolle Barolar Birliği'ne devredildi. Valilik'de düzenlenen protokol imza töreninde bir konuşma yapan Vali Ulvi Saran, "Barolar Birliği genel başkanı ile görüşmemizde konuyu iletmiştik. Yapılan anlaşmayla 33 yıllığına Karakaş Konağı'nı kiralıyoruz" dedi. Saran ayrıca, burasının tekrar bir onarımdan geçirileceğini, masraflarını Baro karşılamak üzere İl Özel İdaresi Koruma ve Uygulama Bürosu tarafından binada düzenlenme yapılacağını kaydetti. Baro Başkanı Eyüp Kutlubay ise, Barolar Birliği tarafından Karakaş Konağı için 192 bin TL gönderildiğini belirterek, düzenlemenin bitmesinin ardından konağın lokal ve hukuk merkezi olarak kullanacaklarını ifade etmişti.

 

SONRA İPTAL VE..

Eylül 2013’te yaşanan gelişme ile Tarihi Karakaş Konağı yine hizmete açılmadan ortada kaldı. Barolar Birliği’ne verilen konak, yeniden alındı.İl Genel Meclisi’nin Eylül 2013’te aldığı kararda; Karakaş Konağı’nın restore edilerek kültürel ve turizm amaçlı olarak kullanılmak üzere 2 yıllığına İl Özel İdaresine tahsis edilen Karakaş Konağının sosyal ve kültürel amaçlı kullanılmak üzere Hazineden 33 yıllığına İl Özel İdaresi adına kiralanmasına karar verilmesinden sonra akabinde söz konusu Karakaş Konağı restore edilmek üzere Barolar Birliği tarafından İl Özel İdare hesaplarına 192 bin TL ödenek aktarıldığı, ancak Maliye Hazinesi tarafından tahsis edilen bir yerin ikinci bir kişi veya kuruluşa verilemeyeceğinden verilen devir işlemi iptal edildi ve Barolar Birliği tarafından İl Özel İdaresi hesaplarına aktarılan 192 bin TL ödeneğin Barolar Birliği’ne iade edilmesi kararlaştırıldı.

 

Alınan bu karar ile Karakaş Konağı,restore edildiği 2001 yılından beri kullanılmadan yeniden atıl vaziyette kalmış oldu. Eylül 2013’ten bugüne kadar geçen süreçte ise Karakaş Konağı için yeni bir gelişme yaşanmadı ve konak kaderine terk edildi.

Malatya Haber, Haber ve Fotoğraf: Burhan Karaduman, 25.02.2014

ADAYLARIN KÜLTÜR-SANAT ALANLARINDAKİ VAATLERİ NE?

 

Belediye başkan adayları belli oldu.

Hepsi esip gürlüyor.
Genelde herkes kendi yapacaklarından çok rakiplerini eleştirerek zaman harcıyor.
Onların vaatleri arasında merak ettiğim konu şu.
Başkan adayları kentleri, ilçeleri kültür-sanat faaliyetleri açısından geliştirme, yükseltme projelerini hazırladılar mı?
Uzmanlarından, danışmanlarından bir kültür haritası istediler mi?
Belediye hizmetlerinin rutin olanları dışında kültürel yükümlülükler için planları var mı? Bu alandaki vaatlerini öğrenebilir miyiz?
Bırakın yerel yönetim seçimlerini, genel seçimde bile partilerin kültür konusundaki program kitapçığında verilen bilgi, yüzeysel, iki-üç sayfayı geçmeyen kurusıkı tekrarlardan ibaret. Liderler, gerek meydanlarda gerek salonlarda yaptıkları konuşmalarda kentin kültüründen, o kente kültür alanında yapacaklarından söz ettiklerine tanık olmadım.
Bilirsiniz, kültürün, sanatın adının geçmediği konuşmaları dinlemem, çünkü önem taşıdığına inanmam. Ayrıca o konuşmaların içinde kültür, edebiyat, sanat geçse sanırım hakaret unsurundan arınır o konuşmalar, biraz estetik kazanır.
O konuşmalarda vatandaşları öyle geriyorlar, siyasetin hücresine öylesine hapsediyorlar ki, onların da aklına uyanlar yahu bu lider, bu başkan adayı kültürden, sanattan hiç söz etmiyor diyeceklerine, kültürden, sanattan söz eden yazarları dahi siyasetçilerin şartlandırmaları yüzünden, eleştirecek hakkı buluyorlar kendilerinde. Sizi de o dar alana çekmek istiyorlar.
Onlara bir dost uyarısında bulunayım.
Bir ülke, bir kent kültürsüz, sanatsız, edebiyatsız hiçbir yere varamaz!
Sadece vardığını sanır.
Siyasetçileri sadece dinlemeyin, onlara soru sorun, onları eleştirin.
Çıkın karşılarına şöyle deyin: Vaatlerin içinde, genç kuşağın kültürel, sanatsal eğitimine dair bir şeyler söylemediniz, köprülerden, binalardan, yollardan söz ettiniz ama kütüphaneler, müzeler konusunda tek cümle söylemediniz!
Bunlardan söz etmeyenleri dinlememekte haksız mıyım?

***

İstanbul övgüleri içinde, metrolardan, köprülerden, kanallardan söz ediliyor. Peki kütüphane yapmaktan, müze açmaktan, konser salonu yapmaktan söz eden birine rastladınız mı?
Kültür Başkenti İstanbul’un projeleriyle, lüzumsuz yerlere harcanan ödenekleriyle nasıl bir fiyasko olduğunu unutmadık!
Şimdi yaşadığım İstanbul’dan söz etmek istiyorum.
Bakın oyumu kime vereceğim?
“Ben İstanbul’a bir
kütüphane yaptıracağım. Ben İstanbul’a bir konser salonu yaptıracağım. Ben İstanbul’a bir opera salonu yaptıracağım” diyene oyumu vereceğim.
Ve bir vaatte daha bulunmasını istiyorum.
“İstanbul’a artık AVM ve gökdelen yaptırmayacağım” diyene vereceğim oyumu!
Başkent Ankara’ya bir konser salonu yapıldı mı? Yeni bir kütüphane açıldı mı? Bunlar yapılmadıkça, o kenti yönetenin başarısından söz edemem. İzmir’den başlayarak birçok kent için, kültürel vaatlerde bulunmalarını bekliyorum başkanlardan. Tabii kazandıktan sonra icraata dönmesini bekleyerek... Diğer konular zaten görevleri, onlar için neden teşekkür edeyim kendilerine? Sözünü ettiğim binalar olamadan, hele bir yumru gibi duran AKM hakkında bir karara varılmadan, başkan adaylarını dinlemeyeceğim!

***

Başkan adayları artık çağlarının gereğini, kültürün önemini idrak etsinler. Bütün siyasetçiler dünyayı dolaştılar, bu sözünü ettiğim yerlerin örneklerini görmediler mi acaba?    

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 25.02.2014

1600 YILLIK BAZİLİKA ALTI CAM TEKNELERLE GEZİLECEK

 

 

Kurak mevsimin etkisiyle suları 2 metreye kadar çekilen İznik Gölü’nde Roma dönemine ait 600 yıllık bir Bazilika ortaya çıkmıştı. Bazilika’ya sualtı görüntüleme uzmanları ve arkeologlar dalış yaptı. Bursa Valisi Münir Karaoğlu, turizme katkısı olacağını söylediği yeni keşfedilen Bazilika için altı cam teknelerle turlar düzenlemeyi düşündüklerini söyledi.


Tarihi kalıntılar suların çekilmesinin ardından Şubatı ayı başında fark edilmişti. Göl üzerinde seyreden bir helikopterden tesadüf eseri keşfedilen kalıntılar için ilk araştırmalar tamamlandı. Bursa Valiliği’nin koordinasyonunda İznik Gölü’ne dalış yapıldı. Tarihi kilisenin fotoğrafları ve videosu çekildi. Dalışa Bodrum Müze Müdürlüğü’nden bir arkeolog da eşlik etti.


Bursa Valisi Münir Karaoğlu, yapılan ilk incelemelerin ardından Radikal’e şu bilgileri verdi: “Arkeologlar rapor hazırlıyor. Bir envanter çıkarılacak. Sualtından çıkarma şansımız yok. Bulunduğu yerde tespitler yapılacak. Dalışlar yapıldı. Bölge halkı tarafından biliniyormuş. Ancak bugüne kadar resmi bir kaydı yok. Görüntülenmemiş. İlk kez görüntülendi. Bu bizim bir değerimiz. İznik için, Bursa için bir değer. İznik bir inanç merkezi . Bu yapı da inancı temsil eden önemli merkezlerden biri. Bir Bazilika. Dalış turizmi yapıya zarar verebilir. O yüzden farklı planlarımız var.”

Vali: Rapor bekliyoruz
Vali Karaoğlu, farklı planlarını şöyle açıkladı: “Antalya Kaş’ta olan altı cam tekneler İznik Gölü’ne getirilebilir. Bu teknelerle turistlik turlar yaptırabiliriz. Kalkınma Ajansı ile bunu yapabiliriz. Teklif çağrısındayız.” Vali Karaoğlu, arkeologlar tarafından henüz raporun tamamlanmadığını ancak yapının bir kilise olduğunu, 3.- 5. yüzyıllar arasından kalma olduğunu tahmin ettiklerini bunun ancak rapordan sonra kesinleşeceğini söyledi. Karaoğlu ayrıca tarihi kilisenin bir deprem sonucu sular altında kaldığının da tamni edildiğini aktardı.


Dalışı Sualtı Görüntüleme Uzmanı Tahsin Ceylan, Değirmendere Sualtı Sporları Derneği (DESSAT) Başkanı Murak Kulakaç, Dünya Serbest Dalış Şampiyonu Şahika Ercümen ile birlikte yaptı. Ceylan bunun valilik adına yapılan resmi bir dalış olduğunu söyledi. Bazilikada bazı tarihi kalıntılar bulundu. Ancak bu eserler envanter çalışması tamamlanmadan kamuoyuyla paylaşılmayacağı belirtildi.

Radikal, Haber: Serkan Ocak, 25.02.2014



******


1600 YILLIK BAZİLİKANIN SIRRI ÇÖZÜLÜYOR

 

 

İznik Gölü'nün 2 metre derinliğinde bulunan Roma dönemine ait yaklaşık 1600 yıllık bazilikanın sırrı aydınlanıyor. İznik'te yaşayanlar tarafından bilinmesine rağmen 'Tarihi Kültürel Mirası Tespit ve Havadan Fotoğraflama Çalışmaları' sırasında ortaya çıkartılan muhteşem yapının üzerinde çalışan bilim insanları önemli bir tespitte bulundu. Tarih boyunca Bitinya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı gibi pek çok medeniyete ev sahipliği yapan İznik'teki bazilikadan Aziz Neophytos'un naaşının taşındığı kanıtlandı.

 

Antik kaynaklar, Romalı askerler tarafından İznik Gölü kıyısında öldürülen Aziz Neophytos'un naaşının önce bazilikanın içine gömüldüğünü, 740 yılında meydana gelen depremin ardından da mezarın yakındaki Koimesis Kilisesi'ne götürüldüğünü belirtiyor. Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Çetin de mezar kapağının açık olmasının antik kaynakları doğruladığını vurguladı.

 

Depremde göle gömüldü
Aziz Neophytos'un anısına, kentin dışında kalan göl kıyısında bir kilise inşa edildiğinin bilinmekte olduğunu kaydeden Çetin,  tarihi bazilikaya ilişkin şunları söyledi: "Aziz Neophytos için inşa edilen ama yeri tam olarak bilinmeyen kilise, büyük bir olasılıkla tespit ettiğimiz bu bazilika. Bazilika, 740 yılındaki depremle yıkılarak gölün derinliklerine gömülerek unutuldu. Yazılı kaynaklarda, 8. yüzyılda Aziz Neophytos'un naaşının, yine İznik'teki Koimesis Kilisesi'ne defnedildiği anlatıldı. Bugüne kadar naaşın neden taşındığı bilinmemekteydi. Mezarlardan birinin kapağının açık olması naaşın taşındığını doğrulamakta. Bazilikanın da Aziz Neophytos'a ait olduğunu söyleyebiliriz."

 

Yaşanan deprem nedeniyle bazilikanın zeminin örtüldüğünü düşündüklerini de kaydeden Prof.Dr. Çetin, "Enkazın kaldırılması durumunda mozaik kaplamalı zemin döşemesi dahil tüm birimleri sualtında görebiliriz. İznik ile birlikte Bursa'nın kültür ve dinler tarihi açısından önemli bir çekim merkezi olmasına da katkı sağlayacak bu yapıda arkeolojik çalışmalar büyük önem taşımakta. Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü olarak bilimsel çalışmayı yürütmeye hazırız" dedi.

Bursa'da Bugün, 26.02.2014

FETHİYE'DEKİ TELMESSOS ANTİK TİYATRO TURİZM SEZONUNA YETİŞMEYECEK

 

 

Muğla'nın Fethiye İlçesi'nde bulunan, Roma döneminde yapılan ve Bizans döneminde arena olarak kullanılan, Türkiye'nin denize yakın en eski tiyatrosu olan Telmessos'un restorasyonu gecikti.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2012 Eylül ayında başlatılan ve 2014 Mart ayında bitirileceği açıklanan yenileme çalışmaları, kamulaştırma ve proje tadilatlarındaki gecikmelerden dolayı turizm sezonu sonunda tamamlanabilecek.

Fethiye'nin tarihine ışık tutan en önemli eserler arasında bulunan, Likyalılar döneminde MÖ 2. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen Telmessos antik tiyatrosunda restorasyon çalışmaları devam ediyor. Romalılar döneminde arenaya dönüştürülen bölümleri sökülürken sahne meydanında da Likyalılar dönemini yansıtacak değişiklikler yapıldı. 3 bin kişi oturma kapasiteli antik tiyatro seminer, konser ve tiyatro gösterileri yapılabilecek şekilde tasarlandı. Türkiye'de denize en yakın antik tiyatro olma özelliğiyle dikkat çeken yapı, ilçenin turistik gelişimine önemli ölçüde katkı sağlayacak hale getiriliyor.

Tiyatronun ihalesi, Kültür Varlıklarının Rölöve, Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme Projeleri ve Bunların Uygulamalarıyla Değerlendirme, Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı Çalışmalarına İlişkin Mal ve Hizmet Alımlarına Dair Yönetmelik'in 24. maddesine göre istekliler arasında, 11 Haziran 2012 tarihinde yapıldı. 5 bin yıllık geçmişi bulunan, 6 bin kişi kapasiteli Telmessos'un, 4 milyon 550 bin liraya işi alan firma tarafından 600 gün içinde restore edilmesi hedefleniyordu fakat Kültür ve Turizm eski Bakanı Ertuğrul Günay tarafından başlatılan bakım onarım çalışmaları gecikti. Mart ayında bitirilerek turizm sezonunda çeşitli etkinliklere evsahipliği yapması beklenen tiyatronun restorasyonun, sezon sonunda bitirileceği açıklandı.

Telmessos'un, 1994 lie 1998 yılları arasında yapılan kazılarda ortaya çıktığını belirten Fethiye Kaymakamı Ekrem Çalık, Türkiye'de denize bu kadar yakın başka bir antik tiyatro bulunmadığını söyledi. Yenileme çalışmalarının bazı teknik aksaklıklar yüzünden gecikeceğini belirterek, "Restorasyon projesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın finansörlüğünde 2012 Eylül ayında başlatıldı. Mart 2014'te bitmesi planlanıyordu ancak kamulaştırma ve proje tadilatlarından dolayı turizm sezonu sonunda biteceğini tahmin ediyoruz. Restorasyon bittiğinde burada sürekli canlı etkinlikler olacak. Tatil köylerinde kalıp şehir merkezine hiç inmeyen turistlerin, burayı mutlaka görmek isteyeceğini tahmin ediyoruz. Bu sayede Fethiye içindeki esnafımız da yoğunluktan nasiplenecektir." dedi.

Sabah, 24.02.2014

"TÜRK SANATININ YARAMAZ ÇOCUĞUYUM"

 

Kendisini 'Türk sanatının yaramaz çocuğu' olarak tanımlayan Balkan Naci İslimyeli yeni sergisini Bozlu Art Project'te açtı. 'Arka Yüz' sergisi vesilesiyle biraraya gelip, merak ettiklerimizi sorduk.

 

 

Balkan Naci İslimyeli Türk sanatının tartışılmaz en önemli figürlerinden. Aynı zamanda şair ve sanat onun için bir aura. Resimlerini adeta nakşediyor, resimden çıkma yazıyı kendi özüne döndürüyor. Dikkatli izleyiciye bir tür yüzleşme yaşatmak, sarsmak, sorular sordurmak istiyor.

Bozlu Art Project’te açılan son sergisi ‘Arka Yüz’ ile insan yüzünü yine zengin bir ekran olarak kullanıyor. Ancak buradaki portreler itilmiş, saklanmış, kendi iradesiyle karanlığa gömülmüş veya toplumun karanlığa ittiği yüzlere ait. İslimyeli ile ‘Arka Yüz’leri konuştuk.

 

Portre alanı ile sorgulayıcı bir ilişki geliştirmişsiniz. Sonunda neyle karşılaşmayı umuyorsunuz, neyin peşindesiniz?Portrelerle ilişkim İtalya döneminde başlıyor. Burada örneklerini göreceğiniz gece yüzleri aslında gece yarısı Floransa’sından seçilmiş yeraltı portreleri. İtalya dönemindeki en çarpıcı izlenimim Pentimentolar oldu. Sanatçı bir resmi bitiriyor ya da henüz bitirmeden hoşnut kalmıyor üzerine bir kat çekiyor. Yeni bir astarla tekrar başlıyor resime. Zamanla bu katlar şeffaflaşıp inceldikçe birbirinin altından yavaş yavaş görünmeye başlıyor. Zaman katları, benim sanatımın en önemli parçalarından biri. Yani geçmişi, bugünü ve bunlara bağlı olarak gelecek hayallerini bir arada düşünme edimi. Benimkisi belleğe yönelik bir sanat. Arkamızda çok büyük bir birikim var. Yapmaya çalıştığım, kendi bireysel tarihimizin birikimiyle insanlık birikimini bir arada yoğurup gelecek projeksiyonu elde etmek. Resimlerimi de hep bindirilmiş katmanlar halinde yansıttım. Bu özellkle portrelerde böyle oldu. Çünkü aslında derinlemesine bakarsanız bir insan yüzünün, tarihin tüm acılarını tüm sırlarını yansıttığını, üzerinde biriktirdiğini göreceksiniz.

‘Arka Yüz’ deki portrelerle insanlık tarihinin karanlık yüzü ile mi yüzleştirmek istediniz bizleri?Portrecilik Batı’da başladı. Geleneksel portreler aydınlıktır, varsıllık sembolüdürler. Ben bu geleneği tersyüz etmek istedim. Benim ilgilendiğim modern dünyanın ve geçmişin itilmiş, ötekileştirilmiş yüzleri. Karanlık yüzleri, gece ortaya çıkan yüzler. Bir yüz bir insanın, bir toplumun bütün yalanlarını, sevgilerini, uğradığı şiddeti, ikiyüzlülüğünü hatta çok yüzlülüğünü yansıtabilir. Hayatla en hakiki savaşı veren, en doğrudan tipler, topluma omuz atan başkaldıran itilmiş insanlardır. Onların portreleri beni büyülüyor. Çünkü onlarda çok hakiki bir mücadelenin izleri, derinliği var. O yüzden gece yüzleri benim yaptığım en hakiki yüzlerdir.

 

İnsan sureti sizin için sisteminde kontrolünde bir köle mi? Hiç mi duygu ve düşüncelerine dair gerçek anlamlar okunmaz çağımızın yüzünden?Bize biçilmiş giysilerle makyajlarla, yüzlerle dolaşıyoruız. Ben bunu ahlaken yargılıyor değilim. Sistem bunu getiriyor, sistem yüzümüzü eskitiyor. Sistem yüzümüzü boşaltıp yeni yüzler çiziyor. Ne olmamız gerektiğini buyuruyor. Ve bunlar hep yüzümüzden başlıyor, merkez yüz. Önceki sistemler dayatmıyordu. Geçmişte yüz, ayrıcalıklıların projekte edildiği bir yanılsama alanıydı. Ama kapitalizm insan benliğini yeniden yarattığı gibi yüz de çiziyor. En alt kesim kendi varolma nedeniyle kendi yüzünü çiziyor, daha hakiki bir yüz çiziyor. Bence Ortaçağ’dan daha feodal bir kulluk dönemi yaşıyoruz. Kapitalizm demokrasi gibi özgürlük gibi globalizm gibi yumuşatıcı aksesuarlarla bizi yönetiyor. Müthiş bir kölelik dönemi bu. Ne vücudumuz bize ait, ne yüzümüz bize ait, ne giydiğimiz şeyler bize ait. Yüzlerinden çok ellerindeki çantaları, telefonları ile var olan bir insan topluluğu var dışarıda. Böyle yapmacık bir süreç.


“Sanat kendi hikayemizdir” tezini kanıtlarcasına kendi bedeninizi de çalışmalarınızda sıkça kullandınız. Peki bugüne geldiğimizde izleyiceye göstermek istediklerinizde, portrelerinizde nasıl bir değişim sergilendi?Portrelerimde değişim oldu tabi. Pentimentolarda aristokrat beden duruşunu, poz ediminin yapmacıklığını kullanarak onları modern bir ifadeyle tekrar yorumladım. Suret serisinde tamamen Doğu-Batı ikileminin getirdiği arada kalmışlığı kendi yüzümü kullanarak yırtmaya çalıştım. Deli Gömleklerinde Doğu ile Batı arası kimlik krizi yaşayan bir ülkenin sorununu yüzlere yansıttım. Kara Yazı: Afrika’da ihmal edilmiş, ezilmiş koca bir kıtanın sözcüleri olarak yüzleri kullandım. Bugün burada yaptığım ise o suçlu yüzlere karanlık yüzlere ikonografik bir anlam vermek, onları kutsamak. Onların yanında olduğumu söylüyorum.

 

Birey üzerinde sıklıkla duruyorsunuz. Peki ‘Arka Yüz’ün gece suretleri birey olabilmişler mi yoksa geniş bir cemaate mi mensuplar? Aslında sistemin empoze ettiği birey görünümü altında sizi cemaate dahil etmek, toplumda kastlar yaratmak, en üst kasta ulaşmak için insanları kışkırtmak. Alttan yukarıya doğru canhıraş bir yarış var, insanlık dışı bir koşu var. Bakıldığında televizyonlardaki bütün eğlence programları insanların benliğini öznelliğini istismar eden, sınıf atlama duygusunu körükleyen sadist oyunlar. Sistem Roma dönemindeki gladyatör savaşları gibi bunlara sizi ortak ediyor, seyircisi yapıyor. Kimse de bunun ayırdında değil. Kölelik dediğimiz şey bu. Başta bahsettiğimiz o toplum dışına itilmişlerde daha kuvvetli bir öznellik var. Onlar bireysel olarak ayakta duruyorlar ve cemaate mensup gibi dursalar da varolmak için birbirlerine de düşmanlar.

 

Radikal’de de yayınlanan genç sanatçılara ironik öğütler niteliğindeki 34 maddelik listeyle söz yerini buldu mu sizce? O gençlere bir takılmaydı. Bana alınmayacaklarını düşünüyorum. Çünkü Türk resminde varolan jenerasyonun önemli bir kısmını yetiştirmiş bir hocayım. Ciddi bir eleştiriydi. İnsanlar o kadar konformistler ki hiçbir şeyi kendi üstlerine almıyorlar. Ama ben adrese gittiğine eminim. Siz vatansever bir kuşaktan geliyorsunuz.

 

Günümüzde gerek sanat alanında gerekse başka alanlarda gençler kapitalizmin kısakacı altında. Sizinkisi gibi bir kuşak yeniden mümkün mü? Gezi olayları bu konuda bizi heyecanlandırmalı mı?Gezi olayları bizim yakın tarihimizde yaşadığımız en radikal en anlamlı direniş, hatta bizim kuşağın direnişinden bile anlamlı. Çünkü bu birikmiş bir sabrın, o birikimi göstermediği düşünülen hatta umurunda olmadığını sandığımız bir kuşağın patlaması karşı çıkışı oldu. Bence harikulade önemli bir şeydi ve bütünüyle bir sanat eseriydi. Bizim gibi düzeni değiştirme amacında değillerdi, bizimkisi romantik bir hareketti. Şimdiki gençler ise “Bize karışmayın, biz özgür bir ülkede yaşamak istiyoruz” diyorlar. Bu da çok insanı bir talep. Kapitalizm bir hapishane aslında. Malesef özendiğimiz şey onun sunduğu özgürlüklerle sınırlı. Daha ötesini düşünemiyoruz.

 

Türkiye beni anlamadı” demişsiniz. Bugün itibariyle insanların sizi ve yaptıklarınızı anladığını düşünüyor musunuz? Hayır düşünmüyorum. Ama hiç kimse anlamadı demek de nankörlük olur. Ben cezamı çekiyorum aslında. Risk aldım. Toplum bana onun yanıtını veriyor. Sürekli kendimi yeniledim. Sürekli değişik açılardan temel bir takım gerçeklerin etrafında dönerek galerileri şaşırttım, koleksiyonerleri şaşırttım. Onlar benim yenilenme sürecimi ihanet gibi gördüler. Sonuç olarak ben Türk sanat ortamının huysuz, yaramaz çocuğuyum.

Radikal, Haber: Evrim Şener, 24.02.2014

464 YILLIK KURŞUNLU HAN VİRANESİ!

 

 

Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı da olan Rüstem Paşa’nın sadrazamlık yaptığı dönemde inşa ettirdiği Rüstem Paşa Hanı ya da diğer ismiyle Kurşunlu Han, viraneye döndü. Mısır Çarşısı’nın tam karşısında yer alan 2 bin 194 metrekare arazi üzerine kurulu handaki dükkanların büyük bölümü kişilere ait.

10 MİLYON TL’Yİ AŞIYOR
Handa Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün sadece 5 dükkanı bulunuyor. Handa tamamı özel şahıslara satılmış 60’ın üzerinde dükkan oda yer alıyor.  Avlularıyla birlikte devasa bir yapı topluluğunda şimdilerde hırdavatçılar, tarihi duvarlar üzerine çaktıkları kazma-kürek vb malzemeleri satan dükkanlar bulunuyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında restorasyonu planlanan han, büyük bölümü özel mülkiyet olduğu için bütçe ayrılmaması nedeniyle restorasyan kapsamına alınmadı. Restorasyonu 10 milyon TL’yi aşan binada el yapımı döküm avlu kapıları bile çürümeye başladı. Girişteki, erken Bizans döneminden kalma çeşme yalağı ve sütun başlığına esnaf musluk bile çakmış. Kültür Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkili hanın son durumunu Habertürk’e şöyle anlattı:
“Hanın tamamı bir zamanlar Vakıflar Genel Müdürlüğü’nündü. Aslında vakıf eserdir. Ancak 1940’lı yıllarda diğer vakıf eserlerinden bir kısmı gibi satılmış, özel mülk olmuş. Şimdi çoğunluğu özel mülk olduğu için Vakıflar da bütçe ayıramıyor. Kültürel miras açısından çok değerli bir yer ama değerlendiremiyoruz.”

‘HEMEN İHYA EDERİZ’
Vakıflar İstanbul 1.Bölge Müdürü İbrahim Özekinci ise 464 yıllık hanın restorasyonuyla ilgili şunları söyledi: “Bizim mülkiyet oranımız sadece binde 2.2’dir. Mülkiyeti bizde olsaydı, şimdiye kadar Süleymaniye Camii, 4. Vakıf Han, 3. Vakıf Han gibi nadide eserler gibi ihya ederdik. Bu kişilerin restorasyon masraflarını hisseleri oranında kabul etmeleri halinde, restorasyona hazırız. Mimar Sinan’ın muhteşem eserlerinden biri ve biz onu kurtarmaya hazırız.”

Habertürk, 24.02.2014

BAKANLIK YEDİKULE'DE TARİHİ BOSTANI GÖREMEDİ

 

 

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı bir soru önergesine verdiği yanıtta Yedikule Bostanları’nda 2013 yılında ekim-dikim yapılmadığını ve tarihi bostanların kanunen ‘tarım dışı alan’ olduğunu öne sürdü.


Geçtiğimiz Haziran bostanların bir kısmı İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Fatih Belediyesi tarafından molozlarla kaplanmıştı. Radikal, Fatih Belediyesi’nin ‘parka dönüştürüleceğini’ öne sürdüğü bostanlarda 2-3 katlı konut inşaatı yapılmak üzere proje hazırlanarak Haziran ayında II No’lu Yenileme Kurulu’nda onaylandığını ortaya çıkartmıştı. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, 3 Ocak 2014’te CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur’un bostanlara dair soru önergesine verdiği cevapta şöyle denildi:
“2013 yılında bu alanlarda ekim-dikim yapılmadığı belirlenmiştir. Yedikule Surları’nın bulunduğu çok küçük alanlarda önceki yıllarda yazlık ve kışlık çeşitli sebzeler yetiştirilmiş, ancak bu alanlardaki üretim için Bakanlığımız tarafından yürütülen Çiftçi Kayıt Sistemi’ne herhangi bir kayıt yaptırılmamıştır. Bahse konu olan bölge yerleşme lejantında kaldığından ve İBB tarafından rekreasyon projesi uygulama alanı olarak planlandığından 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 3/i bendi gereği tarım dışı alan olarak değerlendirilmekte ve kanun kapsamı dışında kalmaktadır” dedi.


‘Google Earth’e baksınlar!’
Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık ise bakanlığın cevabını hayretle karşıladığını belirterek şöyle dedi :
“2013 Nisan ayında Sadrazam İbrahimpaşa ile İsmailpaşa Bostanları’nın ekili olduğu Google Earth üzerinden net bir şekilde gözükmektedir. 1500 yıldan daha uzun süredir kentsel tarım alanı olan bu bostanlar Haziran’da çiftçilere sebzelerini hasat etme olanağı bile tanınmadan molozla dolduruldu ve kullanılmaz hale getirildi. Osmanlı’dan günümüze kadar sulamada kullanılmış olan İsmailpaşa Bostanı‘ndaki iki kuyu da molozla örtülerek yok edildi. İBB tarafından 2010’da yapılan Fatih İlçesi Kentsel Sit Alanı 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nın notlarında ‘Mevcudiyetini devam ettiren tarihi bostan alanlarının tarımsal karakteri korunacaktır’ hükmü yer alıyor. Sayın Bakan ’ın ‘Ekim-dikim yapılmadı’ değil ‘Tarihi bostanlar katledildi’ deyip buraya sahip çıkması gerekirdi.”


Atalık, Yedikule’de bostancıların ecrimisil ödeyerek tarım yaptığını, ecrimisil ödeyen bostancıların kanunen Çiftçi Kayıt Sistemi’ne üye olamayacaklarını, ayrıca TÜİK verilerine göre İstanbul’da işlenen tarım arazilerinin sadece yüzde 50’sinin Çiftçi Kayıt Sistemi’ne kayıtlı olduğunu da söyledi. Odanın İstanbul Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’ne başvurarak molozların temizlenmesi ve zarar verilen tarım arazilerinin her metrekaresi için Toprak Koruma Kanunu çerçevesinde 2 TL cezanın verilmesini talep ettiğini belirten Atalık, ‘’Bakanlığı, valiliği ve İBB’yi Tarihi Yedikule Bostanları’na verilen zararı durdurma ve eski verimli haline geri çevirme konusunda görevlerini yapmaya davet ediyoruz’’ dedi.


Yedikule Bostanları Koruma Girişimi’nden Harvard Üniversitesi Tarih Bölümü Doktora öğrencisi Aleksandar Sopov ve British Columbia Üniversitesi Antropoloji öğrencisi Eda Çakmakçı’nın raporuna göre sur içinde 2013 itibariyle ekilebilir bostan arazisi 60 dönüm. Sur içi bostanda senelik 10 ton, sur hendeğinde ise 30 ton sebze üretiliyor. 100 meyve ağacında senelik yaklaşık 4 ton meyve (incir, dut, nar) üretiliyor. Ürünler semt pazarlarına sakılıyor.

Radikal, Haber: Elif İnce, 24.02.2014

ÖPÜŞEN POLİSLERE 575 BİN DOLAR

 

 

İngiliz grafiti sanatçısı Banksy'nin bir eseri, ABD'nin Miami kentindeki açık artırmada 575 bin dolara alıcı buldu. Müzayede Evi, Sanatçının 2005'de İngiltere'nin Brighton kentindeki Prens Albert Barı'nın duvarına sprey boya ile yaptığı "Kissing Coppers" adlı eserinin, adının açıklanmasını istemeyen bir koleksiyoncu tarafından satın alındığını açıkladı.

Eserin 500 bin ila 700 bin dolar arasında satılması bekleniyordu.


Öpüşen iki polisi gösteren grafiti, Banksy'nin en önemli eserlerinden biri kabul ediliyor.

Siyah beyaz eser, 2011'de barın duvarından çıkarılarak satılması için ABD'ye gönderilmişti.


Gerçek kimliğini açıklamayı reddeden Banksy'nin "Slave Labour" adlı eseri, geçen yıl 1 milyon 250 bin dolara satılmıştı.

Habertürk, 24.02.2014

EHL-İ BEYT MÜZESİ DAİM OLDU

 

 

Topkapı Sarayı Müzesi’nde 2008 yılında Ehl-i Beyt Sergisi olarak açılan bölümün devamlı teşhir salonu olmasına karar verildi. Topkapı Sarayı Has Oda Dairesi içerisinde Kutsal Emanetler Bölümü dışında ayrıca Silahtar Hazinesi Bölümü’nde de Ehl-i Beyt teşhir salonu açıldı. Kutsal Emanetlerin devamı niteliğinde açılan yeni bölümde; Hz. Ali’nin kılıcı, Hz. Fatıma’nın hırkası, sanduka örtüsü, sandığı, seccadesi, Hz. Hüseyin’in cüppesi, Kutsal Kerbela toprağı, Medine-i Münevvere toprağı, Hz. Peygamber’in sakal-ı şerifleri teşhir ediliyor. Ziyarete açık olan bu bölümdeki eserler zaman zaman dinlendirilme amacıyla değiştiriliyor. Müzede yer alan kutsal emanetlerin tamamı Sultan Reşat döneminden 100 yıl sonra yeniden temizlenerek restore edildi. Topkapı Sarayı’nın orijinal yapısına uygun gerçekleştirildiği belirtilen çalışmalarla müzenin her bölümünde, ait olduğu dönemin ruhu yeniden canlandırılmaya çalışılacak.


Son durak Ehli Beyt müzesi olacak Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in himayesinde 120 Alevi dedesi ve Bektaşi babası 12 gün boyunca Kerbela, Necef, Medine ve Mekke ziyareti gerçekleştirdi. Kutsal topraklara ziyarette bulunan Alevi dedeleri ve Bektaşi babaları manevi iklimin ardından yurda döner dönmez Topkapı Sarayı’nda bulunan Ehli Beyt Sergisi’ni de ücretsiz ziyaret edecek.


Topkapı Sarayı Müzesi 2013 yılında 3 milyon 400 bin kişi tarafından ziyaret edildi. Müze içinde bulunan ama ayrı bilet alınarak gezilen Harem bölümünü ise 1 milyon 30 bin 491 kişi gezdi.
2014 yılı Ocak ayında Topkapı’yı ziyaret eden kişi sayısı 227 bin 819. Geçen yılın aynı döneminde 184 bin 375 olan ziyaretçi sayısında yüzde 23.56 artış yaşandı.

Radikal, 24.02.2014

MODA'NIN 'BOŞ' KÖŞKÜ

 

Paşaların yaşadığı, öğrencilerin eğitim gördüğü Moda’daki Mahmut Muhtar Köşkü, kaderinin yeni dönemecinde. Uzun yıllar Kadıköy Lisesi olarak hizmet veren yapı, kültür evi olarak restore ettirilmek isteniyor ama gerekli izin hala çıkmadı.

 

 

Kadıköy’ün simgelerinden bir yapı. Mermer Köşk olarak da bilinen Mahmut Muhtar Paşa Köşk’ü  “Devlet erkanına ait” nadir eserlerden. Köşkün tarihi 1870’lere kadar uzanıyor. İtalyan bir mimarın inşa ettiği yapıda banker Alfred Frederic James Barker ve ailesi 10 yıl yaşadı. 1894 depreminden sonra binayı Dimitri Veldemi’ye sattı.Veldemi’nden satın alan kişi ise Gazi Ahmet Muhtar Paşa idi. Paşa, evlenecek olan oğlu Mahmut Muhtar Paşa için seçmişti bu köşkü.

 

Yapıda billur tokmakların açtığı kapılar Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın başarılarına da açıldı adeta. 1860 yılında Harbiye’yi birincilikle bitirip sadrazam oldu. Önemli bir bilim ve eğitim insanıdır. Uluslararası saat sistemi ve miladi takvime geçmeyi öneren ilk Osmanlı yöneticisidir. Darüşşafaka Cemiyeti’nin kurucularındandır. Oğlu için satın aldığı köşkün kaderinin eğitimle kesişmesi hoş bir tesadüf olsa gerek...

 

TEKNOLOJİSİYLE ÜNLÜYDÜ

Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın oğlu Mahmut Muhtar Paşa da babasının izinden gitti. Bahriye Nazırı oldu. Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın kızı Prenses Nimetullah Sultan ile evlenerek köşke yerleşti. Bu yerleşim, o zamana kadar levantenlerin yaşadığı Moda’ya Türk ailelerin gelmeye başlaması açısından önemli. Köşk bundan sonra, 1897-1929 yılları arasında burada yaşayan Mahmut Muhtar Paşa adıyla anıldı.

 

Teknolojisiyle de ününe ün kattı köşk. Anadolu yakasına henüz elektrik gelmemişken bahçeye kurulan sistemle elektrik sağlandı köşke. Merkezi ısıtma sistemi döşendi. Kabartma desenli petekler, bronz at ve geyik heykeller, çeşmeler, tavan ve duvar süslemeleri, Morano vitraylı mitolojik figürlerle süslü pencereler, mermer korkuluklar köşke şıklık ekleyen detaylar arasındaydı.

 

MİMARİSİ GÖZ KAMAŞTIRIYOR

Duvarlarla çevrili, dikdörtgen planlı, neoklasik yapı, mimari özellikleriyle de göz kamaştırıyor. Bodrum, giriş ve sofadan oluşan mermer köşkün kuzey, batı ve doğu cephelerinde birer kapısı bulunuyor. Doğu kapısı hareme, dört sütunlu ana giriş kapısı ise selamlığa açılıyor. Girişteki karşılıklı ve eş planlı altı oda misafirler, sofadaki odalar ev sakinleri, son kattaki odalar ise hizmetçiler için yapılmış. Üçüncü kata çıkılan ve hizmetçilerin kullandığı merdivenler konağı mutfağa bağlıyor. Köşkün bahçesinde ise selamlık, kapalı bir manej, ahırlar, mutfak, kiler ve yemekhane bulunuyor.

 

Bahriye Nazırlığı’ndan sonra Berlin’de sefirlik yapan Mahmut Muhtar Paşa İstanbul’a dönerek köşke yerleşti. Ancak beklenmedik bir olay ailenin hayatını kökten değiştirdi. Paşa, nazırlığı sırasında Osmanlı Donanması için İngiltere’ye ‘Sultan Osman’ ve ‘Reşadiye’ zırhlılarını sipariş edip bedelini ödemişti. Ancak bu gemiler Osmanlı’ya teslim edilmedi. Paşa ‘hazine hakkının

kaybına sebep’ten yargılanıp suçlu bulundu. Bedelini faiziyle ödemesine karar verildi. 22 bin altını ödeyen Paşa, ‘ailesinin adına leke sürüldüğü için’ ülkeyi terk edip Mısır’a yerleşti. 1935’te bir gemi yolculuğunda hayatını kaybetti. Felaket bununla bitmedi aile için. 1952’deki Mısır ihtilalinde varlığını kaybeden aile İstanbul’a döndü.

 

1959’DA BAKANLIĞIN OLDU

Aile köşke döndü ama borçları ödemek için 1956’da bir müzayede düzenlendi. Bu müzayedede Fransız heykeltraş Louis Doumas’ın 1864 yılında yaptığı ve Emirgan’daki Atlı Köşk’e ismini veren bronz at heykeli Sabancı ailesinin, Divan Oteli’nin simgesi geyik heykeli Koç ailesinin, bina ve arazi ise Milli Eğitim Bakanlığı’nın oldu.

 

Mezunları kültür evi yapmak istiyor

Milli Eğitim Bakanlığı köşkte Kadıköy Kız Lisesi’ni açtı. 2002’de karma eğitime geçilmesiyle Kadıköy Lisesi,  2008’de İstanbul Kadıköy Lisesi adını aldı. Akademik ve spordaki başarılarıyla önemli bir eğitim kurumu olan okulun özellikle basketbol alanında çok sayıda Türkiye ve dünya derecesi var. Okulun 14 bin mezunu arasında milletvekili Bihlun Tamaylıgil, oyuncu sanatçı Esra Akkaya, Şebnem Bozoklu, Açelya Elmas, Işıl Yücesoy, sporcu Etkin Kerimoğlu, Aysun Kaya gibi isimler bulunuyor.

 

Köşk, günümüzde kullanılamaz durumda. Mezunlar Derneği’nce tüm çalışmaları bitmiş olan binanın restorasyonu için hala gerekli izinlerin çıkması bekleniyor. Mezun olduğum okula, bir numarayla kaydolup mezun olan ilk kişi Gaye Barlas ve onun dönemindeki öğrencilerin bez pabuçlarla dolandığı köşkü gezerken çok hüzünlendim. Köşkün daha fazla hasar görmeden müzesi, sergi salonları olan bir kültür evine dönüşmesini bekliyor.

Star, Haber: Belkıs Kamut Aktürk, 23.02.2014

ZİNDAN TURİZM

 

 

Eminönü’ndeki tarihi Zindanhan, yeniden turizmin hizmetine açılıyor. En üst katına Osmanlı yemekleri sunan Surplus restoran açılan Zindanhan’da geleneksel Türk ürünleri, saat ve mücevher satılacak. Hemen yanında da ‘Cafer Baba’ türbesi bulunuyor.

 

Körfez sermayesi Damas Gayrimenkul tarafından 2008’de satın alınan tarihi Zindanhan, ‘turizm alışverişi’ için çok katlı mağaza (Department Store) olarak hizmete açılacak. Tüm kiracılarıyla kontrat süreleri dolduktan sonra, tamamı Damas Türkiye tarafından ‘mağaza’ olarak kullanılmak üzere yeniden tasarlanan 2500 metrekarelik yapının en üst katında 600 metrekarelik Surplus restoran hizmete başladı. Zindanhan’da antika, gümüş, porselen, şekerleme de satılacak. Damas Gayrimenkul Genel Müdürü ve Zindanhan  Mücevherat Yönetim Kurulu Üyesi Gökçe Atuk, “Bu bina önceden de turizm alışverişi için kullanılıyordu. 2008’de aldıktan sonra kiracıların kontrat sürelerini bekledik ve Damas’ın patronajında çok daha değerli bir ‘çok katlı mağaza’ ve Türk Osmanlı mutfağının en güzel örneklerinden biri olan Surplus restoran ile yola çıkıyoruz” dedi. Damas’ın mücevherde çok güçlü bir marka olduğunu da hatırlatan Atuk, şöyle konuştu: “Bölge İstanbul’un gözbebeği. Restoran olarak da tarihi dokuya uygun bir mutfak şarttı. Dorak Holding ile anlaştık. Çünkü Dorak, restorancılıkta, incoming turizmde, otelcilikte ve turizm alışverişinde çok güçlü bir grup. Dorak ile aynı zamanda binaya da büyük bir müşteri potansiyeli yakaladık. Surplus çok iyi bir restoran, alt katlarda turistlere yönelik çok amaçlı mağazalar kurduk. Mücevher, saat, antika, gümüş, porselen, şekerleme ve tarihi doku içinde sunulabilecek her şey.”

Zindanhan’ın, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında batı mimarisiyle inşa edildiğini belirten Gökçe Atuk,  “Yanında Cafer Baba Türbesi de var. Zindan, 1877 yılının sonuna kadar kullanılmış.  Katiller, dolandırıcılar, mahkum yeniçeriler ve borçlarını ödeyemeyen müflis tüccarlar yatarmış. Bir ara da kadın suçlulara ayrılmış. 20’nci yüzyılın başlarında da han olarak ticaret erbabının kullanımına bırakılmış” dedi.

Hürriyet (Kısaltarak), Haber: Sadi Özdemir, 23.02.2014

METAL DEDEKTÖRLE HAZİNE BULDULAR

 

Almanya'da ormanlık bir arazide metal dedektörle izinsiz bir arama çalışması yapan bir kişi Roma döneminden kalma 1 milyon euro değerinde hazine buldu.

Gümüş kaselerin, broşların, tören elbiselerinde yer alan mücevherlerin ve minyatürlerin bulunduğu hazineye devlet el koydu.

Kültür Bakanlığı yetkilileri, muhtemelen hazinenin bir kısmının devlet tarafından el koyulmadan önce yurtdışına kaçırılmış olabileceğinden endişe ediyor. Hazinenin bölgeye Barbarlar tarafından çalınarak saklamak için gömüldüğü tahmin ediliyor.

Sabah, 23.02.2014

MİMAR SİNAN'IN HAZİNELERİ

 

 

Yıllardır kapalı kapılar ardında kalan Mimar Sinan Üniversitesi İstanbul Resim Heykel Müzesi'nin benzersiz koleksiyonu, restorasyon çalışmaları süren 5 No'lu Antrepo'daki müze binasında seçkiler halinde sergilenmeye başlandı. 15 Mart'a kadar görülebilecek sergide 76 eser yer alıyor.

 
Türk sanatı için yol gösterici niteliğindeki sergide öne çıkan 10 başyapıtı inceledik, ortaya ilginç ayrıntılar çıktı.

 

1)Osman Hamdi Bey,
Cami Önünde Tartışan Hocalar, yaklaşık 1890, tuval üzerine yağlıboya, 140x105.5 cm.
Tek Türk oryantalist ressam Osman Hamdi Bey, neredeyse her resminde karşımıza çıkan otoportreleriyle de meşhurdur. Sanatçı bu resimdeki üç figürde de aslında kendi suretini yansıtmakta. Resim iki özelliği ile dikkati çeker. İlki, dini bir konu üzerinde Batılı tavrı olan tartışma sahnesini konu edinmesi, aydınlığa giden yolun özgür düşünce olduğu vurgusunu yapmasıdır. İkincisi ise erken tarihli bu resimin Osman Hamdi’nin sonraki yıllarda üreteceği şark giyim kuşam, mimari ve eşyalarının içinde bulunduğu ilk resim olmasıdır.


2)Osman Hamdi Bey,
Çocuklar Türbesinde Derviş, 1908, 124.5x94 cm.
Kimi zaman yanlış bir şekilde ‘Şehzade Camii Türbesi’ olarak da adlandırılan bu resmi Osman Hamdi’nin tıpkı bir puzzle gibi Türk–İslam sanatına ait çeşitli obje ve eşyaları bir araya getirerek oluşturduğunu biliyoruz. Bu resmin de sanatçının en meşhur tablosu olan ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ gibi iki ayrı versiyonu vardır. 1903 tarihli ilk versiyon İRHM Koleksiyonu’ndakinden neredeyse dört kat daha büyüktür ve Paris’in en önemli müzelerinden biri olan Musee d’Orsay’ın ziyaret salonlarında şu an sergilenen tek Türk ressam olma özelliğiyle de dikkat çeker.


3)Fatihli Mustafa,
Yıldız Sarayı Bahçesinden Bakış, 72.5x91.5 cm.
Fatihli Mustafa’nın bu resmi, primitifler olarak adlandırılan ressamlardan sadece bir örnektir. Resimlerdeki naif özelliklerden dolayı Osman Hamdi, Şeker Ahmet Paşa gibi sanatçılardan daha önceki yıllara ait olduğu düşünülen bu resimlerin II. Abdülhamit’in fotoğraf arşivinden yararlanılarak yapıldıkları 1980’lerin başında fark edildiğinde bu olay sanat dünyasında büyük yankı uyandırmış ve bu buluş Türk resim tarihinde kronolojik bir değişime neden olmuştur.


4) Şeker Ahmet Paşa, Ormanda Oduncu, 139.5x177 cm.
Türk resim sanatında ilk resim sergisini 1873 yılında düzenleyerek sanatın saraydan kamuya açılmasında önemli bir değişime imza atan Şeker Ahmet Paşa, tarihsel süreçte olduğu kadar ‘Orman’ isimli resmiyle de bir dönüşüme tanık olmamızı sağlar. ‘Orman’, Osmanlı’nın yüzyıllardan beri kitap resminde –minyatür- kullandığı Batı tarzı perspektif kurallarına aykırı olan uzaklığı yakına getiren bakış açısını akla getirir. Resim bu anlamda geleneksel sanatlardan Batı anlayışındaki tuval resmine geçişin en önemli sembollerinden biridir.


5)Hüseyin Avni Lifij, Pipolu Otoportre, 1908-09, TÜY, 65x46 cm.
Lifij’in 22 yaşındayken hiçbir sanatsal eğitim almadan yaptığı bu resim, sanatçının Osman Hamdi tarafından Sanayi-i Nefise Mektebi’ne kabul edilmesini sağlar. Resim, Osman Hamdi aracılığıyla sanatla yakından ilgilenen Şehzade Abdülmecid’e gösterilir. Abdülmecid resme karşı ciddi bir yeteneği olduğuna kanaat getirdiği Lifij’e burs vererek Paris’te eğitim almaya gönderir. Böylece Türk resminin hayranlık uyandıran sembolist ismi Lifij, 41 yıl sürecek kısa hayatında önemli yapıtlar üretme fırsatı bulur.


6)Abdülmecid Efendi,
Haremde Beethoven,
1915, 155.5x211 cm.
Osmanlı hanedan ailesinde resme ilgisi olan kişilerin en başında Abdülmecid gelir. Avni Lifij’in Paris’e eğitim için gönderilmesi, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin kurulması ve ilk sanat dergisinin yayın hayatına geçmesinde büyük rolü olan ve kendisi de bir ressam olan Abdülmecid, ‘Haremde Beethoven’la sarayın günlük hayatından bir kesiti gözler önüne serer. Duvarda asılı olan Ayvazovski resmi ve hemen altındaki Beethoven büstüyle keman, piyano bir şehzade sarayının Batı’lı bir saraydan farkı olmadığının da kanıtı gibidir. Piyanistin arkasında bir kaide üzerinde duran heykel ise babası Sultan Abdülaziz’e ait, Türkiye ’de bir padişahın yaptırdığı ile ve tek heykel olma özeliğine sahiptir.


7)Hikmet Onat, Siperde Mektup Okuyan Erler, 1917, 146.5x120 cm.
1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı’nın en karanlık döneminde gerçekleştirilen bu resim savaşın farklı gerçekliklerini gösterme özelliğine sahiptir. Savaşın en acımasız zamanlarında evlerinden ve sevdiklerinden uzakta olan askerleri konu alan bu resim, aynı zamanda devletin sanatı bir propaganda aracı olarak kullanmasının Türkiye’deki ilk örneğidir. Müttefik Almanya’da gerçekleştirilecek ‘Savaş Resimleri Sergisi’ için Şişli’de Enver Paşa himayesinde kurulan resim atölyesinde üretilen savaş resimleri, Almanya’da Osmanlı’nın askeri kabiliyet ve gücünü göstermeyi arzulamaktadır.


8)Ömer Adil, Kızlar
Atölyesi, 1921, 81x118 cm.
‘Kızlar Atölyesi’ resmi, Osmanlı’nın modernleşme sancılarının tuvale yansımasını birebir şekilde izleyene sunar. Resim, II. Meşrutiyet’le özgürlük havasının estiği 1914 yılında kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi atölyesini göstermekte. Kadının sanat üretiminde yer edinmesinin ilk adımını betimleyen ‘Kızlar Atölyesi’, Ömer Adil’in en ünlü eseridir. Resmin arka planında görülen kadın heykelleri, canlı modelin yasak olduğu dönemde kullanılan antik örneklerdir. Kadın resmi yapmaktan sıkılan kızlar, müdüreleri Mihri Müşfik’e Arkeoloji Müzesi’nden çıplak erkek heykeli getirmek için baskı yapar. Fakat bu olay polise yansır. Mihri Hanım, kızların heykele peştamal bağlayıp çalışma yaptıklarını söyleyerek polis soruşturmasından kurtulur.


9) MaurIce UtrIllo, Ağaçlar Arasında Kilise, mukavva üzerine yağlıboya, 38x46 cm.
İRHM Koleksiyonu’nda bulunan Fransız ressam Maurice Utrillo’nun resmi, ardında Türk resim sanatının ilk sanat tüccarlığı macerasını gizler. İstanbullu bir antikacı olan Selahattin Refik Sırmalı, 1937 yılında gittiği Paris’ten bu kez antika yerine Utrillo, Andre Derain, Pierre Bonnard ve Albert Marquet gibi bugün dünyaca ünlü sanatçıların resimlerini 1500 lira gibi o gün için çok yüksek bir rakama satın alır. İstanbul ’da bu resimleri daha yüksek fiyata satacağını düşünür ama Türkiye’ye dönmesinden sonra aylar geçmesine rağmen vermiş olduğu yüklü parayı nakite çevirmekte zorlanır. Bu resimleri kimse almaz. Son çare aynı yıl açılan İRHM’ye başvurmaktır. İRHM resimleri Sırmalı’nın satın aldığı fiyattan alır. Böylece hem Sırmalı resme yatırım yapılmadığı bir dönemde resim almanın acısından kurtulur hem de 1970’lere kadar yurtdışına çıkmakta zorlanan akademi öğrencileri yabancı resmi sadece kitapta görme boşluğunu aşmış olur.


10)Namık İsmail, Harman, 1923, 165x201 cm.
Türk resminin oluşum sürecinde saraydan halka yayılan bir özellik vardır, bu yüzden de ilk yapılan resimlerde daha çok saray ve erkanını görmek mümkün olur. Köy hayatı ise Türk resmine sonradan giren bir konudur. Namık İsmail’in Harman isimli yapıtı bu türün ilk örneklerindendir. Batı resminin Gustave Courbet ile yaşadığı bu sosyal gerçekçi dönüşüm, Türkiye’de 1930’lu yılların sonunda vereceği meyvelerden ilkini 1923 tarihli Namık İsmail’in İRHM’deki dev boyutlu eseri ile ortaya koyar.

Radika, Haber: Oğuz Erten, 23.02.2014

PEYGAMBERİN DOĞDUĞU YER REZİDANS UĞRUNA YIKILACAK

 

 

Suudi Arabistan’da yapılması planlanan yeni bir rezidans inşaatı için Peygamber Hz. Muhammed’in doğduğu yer üzerine yapılan Mescid-i Haram’ın bazı bölümlerinin yıkılacağı açıklandı.

 

Suudi Bin Ladin Grubu tarafından gerçekleştirilecek inşaat ile bölgeye bir rezidans ve Kraliyet Sarayı inşa edilmesi gündemde. Hz. Muhammed’in doğduğu binanın yerinde bugün bir halk kitaplığı bulunuyor. Ancak yeni inşaat nedeniyle bu binanın bir kısmının yıkılacağı ortaya çıktı. Suudi Kraliyet ailesinin kutsal bölgede yapmayı planladığı değişiklikler ise dünyadaki Müslümanların tepkisine neden oldu.

Milliyet, 23.02.2014

MİMAR ERDOĞAN'A CAMİ BEĞENDİRMEK

 

 

Selçuklu dönemine ait bir cami Başbakan'ın engin mimari gözü ile 'fazla modern' bulunduğu için inşaatı durdurulup, üzerine çakma kubbeler kondurulması isteniyor.

 

Malatya’da bir işadamı hayır için memleketine bir cami yaptırmak istiyor. Bunun için Türkiye’nin tartışmasız en iyi mimarlarından biri olan Nevzat Sayın’ın kapısını çalıyorlar. Nevzat Sayın daha önce cami yapmamış ancak projeye ilgi duyuyor ve kabul ediyor. Cami projesine başlamadan önce Türkiye’nin dört bir tarafındaki camileri dolaşıyor. Sadece camileri gezip incelemekle kalmıyor, Anadolu’da cami mimarisinin tarihçesi üzerine de akademik bir araştırmaya girişiyor. Nevzat Sayın, Malatya’nın tarihini incelediğinde Osmanlı döneminde yıldızı çok parlak olmasa da şehrin Selçuklular dönemindeki cazibesini fark ediyor. Bunun üzerine Selçuklular dönemindeki camileri incelemeye başlıyor. Bildiğiniz gibi Türkiye’de cami denilince akla ilk gelen kubbe oluyor. Kubbeler cami mimarisinde o kadar çok kullanılmış ki artık bir süre sonra neredeyse kubbesiz cami yapmak günah sayılabilecek bir noktaya ulaşılmış!

Oysa Selçuklu döneminde cami mimarisinde kubbe kullanılmıyormuş. Selçuklu döneminde camilerde sütunlar kullanıldığı için mekan doğal olarak bölünüyor, bu bölünme de ilginç bir davranış biçimine yol açıyormuş. Nevzat Sayın incelemelerinde kubbeli yani sütunsuz geniş mekanlı camilerde, cuma ya da bayram namazlarında binlerce kişinin doldurup, vakit namazlarında 40-50 kişinin genelde hep duvar kenalarına ya da sütunlara yakın oturduklarını gözlemlemiş.

Bütün bu araştırmalar sonrasında Malatya’ya Sulçuklu mimarisinin bütün özelliklerini taşıyan nerede ise aslına yakın bir cami tasarlamış. Hayırsever işadamı bakmış, beğenmiş. 10 bin kişilik caminin imar izinleri alınmış, işlemler bitmiş ve inşaat başlamış…

Buraya kadar ne kadar güzel geldik değil mi? Malatyalılara şehrin merkezinde hediye gibi bir cami Türk mimarisine ufuk açıcı şahane bir eser geliyor diye seviniyorsunuz.

Ancak bir dakika…

Her şey Başbakan Erdoğan’ın bir Malatya mitingi ile değişiyor.

Başbakan'ın bir Malatya ziyareti sırasında eşraftan biri caminin yapıldığı meydanı Başbakan'a ispiyonluyor. Zira şehrin merkezinde olan o meydan genelde AKP mitinglerinin de yapıldığı meydan. Buraya bir caminin yapılması meydanı küçültecek; olan, mitinglere olacak. Başbakan neyse ki daha sağduyulu. O gün bu konuşmaya tanık olanların anlattıklarına bakılırsa "Yer hususunda bir şey diyemem ancak cami denilince benim ayaklarım yerden kesilir. Gidip inceleyeceğim" diyor.

Nitekim gidip inceliyor. Hayırsever işadamı ve inşaatı hayata geçiren Yeşilyurt Belediye Başkanı Ahmet Kavuk ellerine caminin çizimlerini, planlarını alıp Başbakan’ın karşısına geçiyorlar. Mimar Nevzat Sayın bu apar topar denetime çağrılmıyor. Proje Başbakan'a anlatılıyor. İsterseniz sonrasını Belediye Başkanı Ahmet Kavuk’tan dinleyelim: “Yer üzerinde bir muhalefeti olmadı. Biz sözlerinden, ‘Malatya adına, olması iyi olur. Zaten merkezde cami olması lazım’ manasını anladık. Sadece mimaride bazı önerileri oldu. Allah nasip ederse yeniden çizimlerle farklı bir konseptle bir sunumu Sayın Başbakanımızdan bir randevu alarak kendisine arz edeceğiz. Başbakanımızın projeyi değerlendirmeye alması bizi mutlu ediyor. Belki bilmediklerimiz olabilir. Öneri yine manendir, bilerektir. Onu da değerlendireceğiz. Tabii memleketimizin Başbakanı. Bu kadar, memlekete emeği var. Önerileri dinlemek, değerlendirmek, anlaşmak bizi mutlu eder.”

Başbakan Erdoğan caminin tasarımlarında kubbe görmemişti. Bu yüzden projeyi ‘fazla modern’ bulmuştu.

Geçen perşembe günü 'Yeşil Binalar Zirvesi'nde bir panelde Mimar Nevzat Sayın ile karşılaştım. "Malatya’daki cami ne durumda, bitti mi" diye sordum. Sayın, "Hayır bitmedi. Yapımı durduruldu. Başbakan beğenmediği için ne olacağı bilinmiyor, bir değişiklik yapmam için fısıltılar gelmeye başladı bile" diyerek isyan ediyordu. Gel de isyan etme!

Selçuklu dönemine ait bir cami Başbakan’ın engin mimari gözü ile ‘fazla modern’ bulunduğu için inşaatı durdurulup, üzerine çakma kubbeler kondurulması isteniyor.

Asıl matrak olan ise Başbakan’ın Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği'ndeki binlerce ağacı katlederek yaptırdığı çakma 'Beyaz Saray'ımsı binayı da başından sonuna tasarımını takip edip, mimarlara binayı tarif ederken "Selçuklu dönemine ait izler taşısın" demesi sanırım.

Çamlıca Camii Yarışması'na da ‘fazla modern’ elemesi geldi, birinci yerine kubbeli olan ikinci proje yapılıyor malum!

Bunları bütün çıplaklığı ile anlatmamın nedeni böylesine şeylerin düne kadar sadece Türkmenistan gibi diktatörlük ötesi ülkelerde yaşanıyor olmasıydı.

Anlayacağınız Türkiye’de kamu binaları yapan ya da cami çizen mimarların son sözü söyleyen gizli bir işvereni daha var: Başbakan!

Biz hep internetin, basının üzerindeki baskılardan yakınıp duruyoruz ya mimarların bile baskıdan dertlendiği bir ülkede yaşadığımızın farkında değiliz.

Mimar Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük eseri kuşkusuz bir bina olmayacak ancak Türk mimarlarının kabusuna dönüşen, dünya mimarlık literatürüne kazandırdığı "Fazla modern" kavramı da unutulmayacak.

Kuşaktan kuşağa, mimardan mimara, kulaktan kulağa bir fıkra niyetine anlatılacak!

Radikal, Yazı: Cüneyt Özdemir, 23.02.2014

MÜZELER 'ONLINE' DENETLENECEK

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, müzelerdeki hırsızlıkların önüne geçmek için bir proje başlattı. Proje kapsamında online denetlenecek müzelerden gelen kamera görüntüleri Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nde toplanacak.

 

Uşak Arkeoloji Müzesi’nden çalınan ‘Kanatlı Denizatı’ broşu, geçtiğimiz yıl mart ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Almanya’dan alınarak Türkiye’ye getirilmişti. Bakanlık, bu ve benzeri hırsızlık hadiselerinin yeniden yaşanmaması için bir proje başlattı. Proje çerçevesinde bütün müzeler ‘online’ denetlenecek. Bu kapsamda müzelere internet sistemi kuruluyor. Müzelerin güvenlik kameralarından gelen görüntüler, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nde toplanacak. Bakan, bakanlıktaki üst yöneticiler ve genel müdür, tek tuşla bütün müzelerin kamera görüntülerini canlı izleyebilecek ve online denetleyebilecek. Çorum’da 1917 yılında yapılan kazılarda bulunan ‘Boğazköy Sfenksi’, bir başka örnek. Bakım için götürüldüğü Almanya’dan bir daha getirilemeyen ‘Boğazköy Sfenksi’, eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın girişimleriyle 94 yıl sonra bulunduğu topraklara dönmüştü. Bunun yanı sıra Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden yıllar önce çalınan tabloların bir kısmı iş dünyasına yapılan operasyonda ele geçirilmişti.

 

TÜRSAB’IN İŞLETTİĞİ MÜZE SAYISI 154’E ÇIKTI

Ülkemizdeki müzeler, tarihi ve kültürel objeler bakımından zengin. Ancak yeterince tanıtılmadığı için ziyaretçi sayıları beklenenin altında kalıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, müzelerin modernize edilerek işletilmesi için 2010 yılında çalışma başlatmıştı. Bu kapsamda Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB), 49 müzenin modernizasyon ve işletme ihalesini aldı. Üç yıldır süren bu çalışma Ekim 2013’te genişletildi. TÜRSAB, bu sefer 105 müze ve ören yerinin daha işletmesini Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü’nden (DÖSİMM) aldı. 105 müzede gişe işlemlerini devralmaya başladı. Yeni dönemde müzelere ziyaretçi erişimini kolaylaştırma hedefleniyor. Örneğin Ankara’da bulunan Roma Hamamı Açıkhava Müzesi’nde park alanı bulunmadığı için turist otobüsleri gelemiyordu. Burada yapılacak yenileme çalışmasıyla 10 otobüslük alan açılacak. Ayrıca 70 yıl önce yapılan prefabrik kazı evi kaldırılarak yerine turistlerin dinlenebileceği kafeterya kurulacak. Müzeleri gezmeyi özendirmek için de daha çok tanıtım yapılacak ve satış imkanları artırılacak.

Zaman, Haber: Ünal Lİvaneli, 23.02.2014

SARAYIN HALILARI ÇÜRÜDÜĞÜYLE KALDI

 

 

TBMM, çürümeye terk edilen Dolmabahçe Sarayı’ndaki 6 eşsiz nitelikteki tarihi Hereke halısının parasını almak için 7 görevliye dava açtı. Ancak mahkeme davayı reddetti.

 

2003 yılının Nisan ayında Dolmabahçe Sarayı’nın çatı onarımındaki hata nedeniyle yağmur sularının borulardan sızarak Muayede Salonu’ndaki eşsiz nitelikteki tarihi halıları ıslattığı, ancak halıların görevliler tarafından bakıma verilmek yerine rulo yapıp bir odaya kaldırıldığı ve burada çürümeye terk edildiği öne sürülmüştü. Soruşturma sonucunda 7 görevli hakkında ‘’görevi ihmal’ suçundan dava açıldı. İstanbul 4. Asliye Ceza Mahkemesi, yapılan yargılama sonucunda yalnızca Dolmabahçe Sarayı Müdür vekili Pelin Aykut Saçaklı’ya altı ay hapis cezası verirken bunu da erteledi. Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin bu kararı geçtiğimiz yıl onamasıyla karar kesinleşti.

 

TBMM’den alacak davası
Bu arada TBMM Başkanlığı da 19 Kasım 2003 yılında İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi’ne 7 sorumlu hakkında alacak davası başvurusunda bulunuldu. İstanbul Muhakemat Müdürlüğü avukatı Meral Kayaoğlu tarafından sunulan dilekçede Milli Saraylar Daire Başkanı Polat Akbulut, Dolmabahçe Sarayı Müdür Vekili Pelin Aykut Saçaklı, Mal Saymanı Yılmaz Erzurum, Mal Saymanlığı Şefi Talat Fazlı Sakarya, Koruma Amiri Şükrü Yiğit, Koruma Amiri Vekili Tahsin Toğral ve Koruma Memuru Mustafa Uzun davalı olarak yer aldı.



 

‘Yüzeyleri mantarlaşmış’
Avukat Meral Kayaoğlu’nun mahkemeye sunduğu dilekçesinde Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonu’nda 6 adet tarihi eser halının çatıdan akan sulardan dolayı ıslandığını ve zararın engellenmesi için hiçbir önlemin alınmadığını, söz konusu halıların 303 numaralı odaya kaldırıldığı yönünde ihbar yapıldığını, konu ile ilgili bilgi istenen davalılardan müdür vekili Pelin Aykut Saçaklı’nın ‘böyle bir şeyin olmadığı’ yönündeki cevap verdiği ancak yapılan incelemede rulo haline getirilip kaldırılan halıların yüzeylerinin tamamen parçalanmış, çürümüş ve hatta mantarlaşmış olduğu tespit edildiği kaydedildi.

73.500 TL istediler
Dilekçede, TBMM Genel Sekreterliği tarafından görevlendirilen üç kişilik bilirkişi heyetinin 15 Ağustos 2003 tarihli raporunda davalıların uğranılan zarardan ‘müştereken ve müteselsilen’ sorumlu oldukları da belirtilerek, yapılan tebligatlarına rağmen bugüne kadar söz konusu borcu ödemedikleri bu nedenle hesaplanan 73.500 TL’lik tutarın fazlaya dair hakları saklı kalması kaydıyla davalılardan tahsili talep edildi.

TBMM temyize gidebilir
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yapılan karar duruşmasında davalı yetkililer olayda bir kusurları olmadığını savundu. Mahkeme de 2003 yılından beri devam eden yargılamanın sonunda alacak davanın reddine karar verdi. Mahkeme gerekçeli kararını önümüzdeki günlerde açıklayacağını, TBMM Başkanlığı’nın kararı temyiz hakkı olduğunu da söyledi.

Arınç özür dilemişti

2 Eylül 2003’te Dolmabahçe Sarayı’nda basın toplantısı yapan dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç, ıslanarak çürüyen 6 tarihi halı için ‘‘Bu halıların gerçek sahibi halkımızdan özür diliyorum’’ demiş ve eklemişti: “İhmaller olmuştur. Göz ardı edilmiştir. Bildiğiniz gibi saraylar entrikanın bol olduğu yerlerdir. Eskiden de böyleydi, şimdi de böyledir.”

Vatan, Haber: Glçin Acar, 22.02.2014

ERDOĞAN'IN ÇILGIN PROJESİ AYASOFYA VE RUHBAN OKULU MU?

 

 

Başbakan Erdoğan, cumhurbaşkanı adayı olursa en büyük seçim kozu ne olacak? AKP'liler iki 'çılgın' projeyi dillendiriyor: Heybeliada Ruhban Okulu ve Ayasofya'nın eşzamanlı açılışı. Ruhban Okulu'nun açılış formülleri kolay ve hazır. Ayasofya biraz daha çetrefilli.

 

Yerel seçimlere gidiyoruz ama bütün hesaplar cumhurbaşkanlığı seçimine göre yapılıyor. Bugünün şartlarında 'Gül-Erdoğan' ikilisine dayalı senaryolar ön planda. AKP’nin yüzde 40 üzeri oy alması durumunda Başbakan Erdoğan’ın 'köşk’e çıkacağı beklentisi yaygın. 17 Aralık etkisi, artan kutuplaşmanın yüzde 50 oyu zorlaştırdığı, bu yüzden Erdoğan'ın yerinde kalmayı tercih edeceği son günlerde daha çok konuşulur oldu. 3 dönem kuralını değiştirmeye dönük baskılar arttı. Başbakan Erdoğan da artık eskisi gibi bu taleplere tepki vermiyor.


AKP için yüzde 40 bandı hayati önem taşıyor. Dramatik bir oy kaybı olmadığı takdirde Başbakan Erdoğan’ın 'köşk' şansının süreceğini düşünenlerin dilinden iki 'çılgın proje' düşmüyor. Sadece Türkiye’de değil dünya ölçeğinde gürültü koparacak projeler bunlar. Bir tanesi 'iç' diğeri 'dış' kamuoyunu yakından ilgilendiriyor. Eşzamanlı yapılması gündemdeymiş. Zira, iki farklı kamuoyuna seslenen, birine olan tepkiyi öbürüyle kapatabileceği açılışlar bunlar. Açılışlar için düşünülen zamanlama da 'manidar.' Mayıs ayı yani cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi. Köşk seçimi öncesi en büyük 'proje'lerin bunlar olacağının söylenmesi boşuna değil. Başbakan Erdoğan’a prestij ve oy getireceği düşünülüyor.

Ruhban Okulu formülü
Sözünü ettiğimiz 'çılgın proje'ler Ayasofya ve Ruhban Okulu’nun açılışları. Ayasofya’yı ibadete açmanın ve Ruhban Okulu’nda eğitime başlamanın yankısını tahmin etmek güç değil. İçerden ve dışarıdan tepki sesleri yükselecektir. O yüzden aynı paket içinde görülüyor. Aslında Ruhban Okulu’nu açmak daha kolay. ABD ve AB yıllardır bunu istiyor. Bir iki bakan yeşil ışık yaksa da devlet hep diretti. 'Mütekabiliyet' dedi, Atina’ya cami, Batı Trakya’daki müftülerin seçimini önşart olarak sundu. Şimdilerde eski ısrar görülmüyor. Hükümetin hazırlıkları tamam. Ruhban Okulu’nun orta ve yüksekokullarını açacak formüller hazır. Orta bölümün açılışı Milli Eğitim Bakanlığı’nın kararıyla bile mümkün. Teoloji eğitimi verilecek yüksek okul için ise Ortodoks Vakfı hazır.

Ayasofya’da cuma namazı
İstanbul’un fethinin sembolü olan Ayasofya’nın ibadete açılma işi biraz daha çetrefilli. Tam anlamıyla açılış için “Vakit tamam” diyenlere rastlansa da tepkilerin boyutu kestirilemiyor. Ayasofya’nın kısmen ibadete açılması denebilecek şöyle bir ara formül de gündemde: İstanbul’un fethinin yıldönümü olan 29 Mayıs’tan bir gün sonra yani 30 Mayıs günü Başbakan Erdoğan’ın bazı İslam ülkesi liderleriyle Ayasofya’da cuma namazı kılabileceği konuşuluyor. 1934 yılında müzeye çevrilen Ayasofya, muhafazakar hatta milliyetçi kesimlerin 70 yıllık rüyası. Menderes’ten Özal’a, Erbakan’a kadar neredeyse bütün sağ liderlerin bu konuya kafa yorduğu biliniyor. 

Başbakan Erdoğan, bir yıl önce Ayasofya’nın ne zaman açılacağını soran milletvekillerine, “Sultanahmet çok boş. Sultanahmet dolarsa Ayasofya’yı da gündeme alabiliriz” demişti. Sadece milliyetçi-muhafazakar seçmen değil Başbakan Erdoğan ve AKP kadrolarının uzun zamandır bunu istediği ve uygun zamanı beklediği biliniyor.

Ayasofya’nın 'şaibeli' bir şekilde müzeye dönüştürüldüğü iddiası son dönemde sıkça dile getiriliyor. Fatih Sultan Vakfı üzerine kayıtlı bulunan Ayasofya, bakanlar kurulu kararnamesi ile müzeye çevrildi. Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu ve bazı tarihçiler kararnamenin sayı numarası ve Atatürk’ün imzasının sahte olduğunu öne sürüyor. MHP Grup Başkanvekili Halaçoğlu, bu gerekçeleri sıraladıktan sonra Ayasofya’nın ibadete açılması için Meclis Başkanlığı’na yasa teklifi de vermişti. Ayasofya’yı ibadete açmak resmi prosedürler açısından kolay olsa da Batı dünyasından gelebilecek tepkiler düşündürüyor. Türkiye’de çoğunluğun 'fethin sembolü' gördüğü Ayasofya Batı için de farklı anlamlar taşıyor. Ayasofya’nın içerisinde Hıristiyanlığa ait ikonlar, mozaikler bulunuyor. Ayasofya’nın bütününün ibadete açılması halinde Hıristiyanlığa ait suretlerin ne olacağı tartışma konusu. Daha önce 'ışık perdeleri'yle örtme işlemi yapılarak namaz kılınabileceği gibi teknolojik seçenekler gündeme gelmişti.

Heybeliada’da bulunan Ruhban Okulu’nun açılışı yılan hikayesine döndü. Son olarak 'Demokratikleşme Paketi’ne gireceği umudu verilen Ruhban Okulu, her seferinde 'mütekabiliyet' kriterine takılıyor. Türkiye, Batı Trakya’daki Türklerin kendi müftülerini seçmesi ve Atina’daki iki caminin onarılıp ibadete açılması karşılığında Ruhban Okulu’nun açılacağını söylemişti. 1844 yılında din adamı yetiştirmek için kurulan Rum Ortodoks Ruhban Okulu, 1971 yılındaki karardan sonra kapandı. 'Özel Okullar Kanunu' gereği Türk üniversitesi veya ilahiyat fakültesine bağlanması istenen Ruhban Okulu, bunu kabul etmeyince kapanmıştı.

 
Radikal, Yazı: Ömer Şahin, 22.02.2014

TARİHİ CAMİLERE VEFA

 

 

Tarihi atmosferiyle ziyaretçilerini ruhani bir yolculuğa çıkaran İstanbul'un meşhur camilerinin restorasyonu için düğmeye basıldı. İstanbul'da ayrı bir öneme sahip 163 yıllık Hırka-i Şerif Camisi ile Haliç'teki 515 yıllık Gül Camisi ve 123 yıllık Teşvikiye Camisi'nin restorasyon çalışmaları yakında başlayacak. Hırka-i Şerif'in muhafaza edilmesi amacıyla Sultan Abdülmecid tarafından 1851 yılında Fatih'te yaptırılan Hırka-i Şerif Camisi'nin restorasyonu için geçen yıl İstanbul İl Özel İdaresi tarafından çalışma başlatıldı. Yapının rölöve, restitüsyon ve zemin etüdü hazırlandı, restorasyon projesi de çıkarıldı. Anıtlar Kurulu tarafından projelerinin onaylanmasının ardından İl Özel İdaresi, restorasyon için 3 Şubat'ta ihale düzenledi. Cami, yenileme çalışmaları sırasında ibadete açık kalacak.

BİN YILLIK TANIK
Kentin en eski tarihi yapılarından biri olan Haliç'teki Gül Camii'nin yenilenmesi için de proje çalışmalarına başlanıyor. Doğu Roma döneminde 10. yüzyılda kilise olarak inşa edilen, 1499 yılında camiye çevrilen Küçük Mustafa Paşa'daki tarihi yapının restorasyon çalışması 9 ay sürecek. Nişantaşı'ndaki tarihi Teşvikiye caminin yenilenerek, çevre düzenlemesinin yapılması için de İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü tarafından çalışma yapılacak. 1853 yılında Sultan Abdülmecid tarafından inşa ettirilen cami, 1891 yılında Sultan II. Abdülhamid tarafından yenilendi. Cami için mart ayında yapılacak ihaleyle proje çizim çalışmalarına başlanacak.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 22.02.2014

KARABÜK'TE 173 YILLIK ÇEŞME VE ÇAMAŞIRHANE RESTORE EDİLECEK

 

 

Karabük'ün Zobran Köyü'ndeki 173 yıllık çeşme ve çamaşırhane restore edilecek. Sadrazam İzzet Mehmet Paşa tarafından 1841 yılında yaptırılan, dış cephesi kesme, iç cephesi moloz taşlarla çevrili, yüzeyinde Anadolu Selçuklu üslubunu yansıtan zengin süslemelerin bulunduğu çeşme ve çamaşırhane restorasyonla yeniden işlevsel hale getirilecek.

 

Vali İzzettin Küçük, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çeşme ve çamaşırhanenin korumaya alınarak restorasyona karar verdiklerini söyledi. Tarihi yapının üzerindeki kaybolmaya yüz tutmuş süslemelerin aslına uygun hale getirileceğini anlatan Küçük, "İl genelindeki her tarihi yapı gelecek kuşaklara yaşatılarak aktarılıyor. Çeşmenin ve arkasında bulunan çamaşırhanenin çevresel etkiler sebebiyle özgün özelliklerinin bazılarını kaybetmesi nedeniyle restorasyonuna karar verildi. Tescilli çeşmenin onarımıyla ilgi rölöve-restitüsyon ve restorasyon projelerini Karabük Üniversitesi Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü üstlendi. Restorasyon, kısa sürede tamamlanacak. Tamamlandıktan sonra çeşme kullanıma açılacak ve çamaşırhane müze olarak kullanılacak" diye konuştu.

Star, 19.02.2014

TARİHİ KÖPRÜNÜN RESTORASYONUNA TEPKİ

 

 

Antik kent Hasankeyf’teki 12. yüzyıldan kalma Artuklu köprüsünün ayaklarının güçlendirme ve restorasyon çalışmaları Hasankeyflilerin tepkisine neden oldu. Karayolları Genel Müdürlüğü, Ilısu baraj suları altında kalacak olan eski köprü ayaklarının ve sular altında kalacak pek çok antik eserin korunması için yoğun bir çalışma başlattı. Hasankeyfliler, çalışmanın başlatıldığı alanın sit alanı olması ve bu alanın sular altında kalacak olmasından dolayı yapılan masrafa tepki gösterdi.

Karayollarının iş makinesiyle yaptığı çalışma sonrasında sular altında kalsalar bile eserlerin geçmişteki gibi korunacağı ifade ediliyor. Çalışmaların bitmesi ve Hasankeyf’in baraj suları altında kalmasından sonra korunan eserlerin, su altı turizmine kazandırılacağı belirtiliyor. Karayollarının iş makinesiyle yaptığı çalışmalarda Artuklu Köprüsü ayaklarının zarar görmediği, iş makinelerinin tarihi kalıntıya yaklaşmadan etrafına set çekildiği ve sudan korunmasına yönelik bir çalışma olduğu ifade edildi.

Batman Gazetesi, 14.02.2014



16 - 22 Şubat 2014

DENİZİN ALTINDAKİ 5 BİN YILLIK ORMAN

 

 

İngiltere'nin Galler bölgesinde ülkede yaşanan fırtınaların ardından denizin çekilmesiyle, 5 bin yıllık orman kalıntıları gün yüzüne çıktı.

 

 

Arkeologlar Borth kasabasının sahilinde ortaya çıkan ve Tunç çağı'na ait olduğu düşünülen ormanın, Galler efsanelerindeki kayıp şehir Cantre'r Gwaelod'la bağlantılı olabileceğini açıkladılar.

 

 

Efsaneye göre, Cardigan körfezi boyunca genişlemiş olan Cantre'r Gwaelod şehri, Mererid adlı rahibin görevlerini yerine getirmememsi üzerine sular altına gömülmüştü.

 




Bugün, 21.02.2014

EMEK SİNEMASI PROJESİNE SUÇ DUYURUSU

 



İstanbul Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Emek Sineması projesinde Cercle d’Orient binasının korunması gereken bölümlerine zarar verildiği için ilgililer hakkında suç duyurusunda bulundu.

 

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’nde düzenlediği “Mimarlığın Yerel Forumu III- Diren İstanbul” toplantısında konuşan Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yüksek Mimar Mücella Yapıcı, Emek Sineması projesinde Cercle d’Orient binasının korunması gereken ön tarafındaki yapıya ve diğer bölümlerine çalışmalar sırasında zarar verildiği için İstanbul Yenileme Alnaları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunduğunu açıkladı. Suç duyurusu yapılanlar arasında Kamer İnşaat ve Beyoğlu Belediyesi yetkilileri bulunuyor.

 

Emek Sineması projesini yürütenler arasında yer alan Kamer İnşaat’ın ortakları arasında 17 Aralık yolsuzluk rüşvet operasyonunda gözaltına alınan Osman Ağca da bulunuyor. Emek Sineması’nın yıkılarak üst katlarındaki projenin iptal edilmesiyle ilgili İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nde açılan dava devam ediyor. AVM olarak planlanan Emek Sineması projesinde Cercle d’Orient binasının iç bölümlerinin yenilenmesi ve Emek Sinemasının üst katlara taşınması öngörülüyor.

 

Yapıcı, ayrıca Şişli Etfal Hastanesi’nin başka bir yere taşınacağını belirterek hastane alanına AVM yapılacağını belirtti.

Sol Haber, Haber: Rıfat Doğan, 21.02.2014

KUŞKAYASI YOL ANITI'NA TURİST AKINI

 

 

Bartın’ın Amasra İlçesi'nde Roma döneminde yapılan Anadolu’nun tek yol anıtı olduğu belirtilen Kuşkayası Yol Anıtı’nı yılda 200 bin turist ziyaret ediyor.

 

Roma, Bizans, Cenova ve Osmanlı’dan kalan tarihi eserleri müzedeki arkeolojik ve etnografik kaynaklarıyla 3 bin yıllık tarihi geçmişe sahip Amasra İlçesi'ndeki yol anıtı, bölgenin tarihi geçmişini yansıtan eserler arasında ilk sıralarda yer alıyor.

 

MS 41-54 yıllarında Roma İmparatoru Tiberus Germanious Claudius döneminde, Doğu Eyaletleri İnşa Ordusu Komutanlığı görevinden sonra yaşam boyu Pontus Valiliği’ne atanan Gaius Julius Agilla tarafından yaptırılan, Anadolu’da benzeri bulunmayan anıt, turistlerin ilgisini çekiyor.

 

Amasra Kaymakamı Mehmet Yıldız yaptığı açıklamada, Kuşkayası Yol Anıtı’nın Anadolu’da benzerinin olmadığını söyledi. Yaklaşık 2 yıl önce tarihi geçmişine ve özelliğine yakışır şekilde anıtın çevresini düzenlediklerini anlatan Yıldız, “Anıt çevresine ışıklandırma ile araç parkı için de yol kenarına düzenleme yapıldı. Anıta çıkan merdivenlerin basamaklarının tarihi ve doğal ortama uygun biçimde yenilenmesi ve çevre düzenlenmesinin ardından ziyaretçi sayısında artış olduğunu gördük” diye konuştu.

 

Yıldız, anıtı yılda yaklaşık 200 bin kişinin ziyaret ettiğini vurgulayarak, şunları kaydetti:
“Roma dönemine ait, kemerli niş içine oyma tekniğiyle yapılan anıtın dünyada benzerinin olmadığını biliyoruz. Özellikle yaz aylarında olmak üzere yılın her ayında burası yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı oluyor. Anıt, ilçemizin çok önemli tarihi değerlerinden biridir. Kuşkayası Yol Anıtı’ndan ilçenin tarihi yerlerinden Roma Eyalet Meclis Sarayı olarak yapıldığı sanılan Bedesten’e giden tarihi yolu da turizme kazandıracağız. Yakın zamanda antik yol haritasını çıkararak bakımını yapacağız. Yaklaşık 5 kilometrelik bu yolun, yürüyüş meraklılarının ilgisini çekeceğini düşünüyoruz.”

 

Kuşkayası Yol Anıtı

Roma dönemine ait ve kemerli niş içine oyma tekniğiyle yapılan anıtta, “toga” giyimli bir insan figürü ve nişin sağındaki sütunun üzerinde kartal motifi yer alıyor. İki kitabesi bulunan ve kayaların oyulmasıyla oluşturulan anıttaki kartal, Roma askerlerinin sınırsız gücünü temsil ediyor. Birbirini tamamlayan kitabelerde, ”Devletler arası barışın ve dostluğun anısına, İmparator Germanious’un yüceliği için Gaius Julius Aguilla dağı yardı ve bu dinlenme yerini kendi özel ödeneği ile yaptırdı” ifadeleri yer alıyor.

nationalturk.com, 21.02.2014

AMASRA'DA MEDENİYETLERİN İZİ ARANACAK

 

Bartın’ın, resmi kazı yapılmamasına karşın tesadüfen bulunmuş eserlerle Türkiye’nin en zengin müzelerinden birine sahip olan Amasra İlçesi'ndeki Bedesten'de kazılara başlanacak.

 

Sesemos adıyla MÖ 12. yüzyılda Fenikeliler’in kıyılar boyunca oluşturduğu kolonilerle kurulan ve İranlı Prenses Amastrist’in yönetimi döneminde en parlak zamanını yaşayan Amasra, 3 bin yıllık tarihi geçmişin izlerini taşıyor.

 

Helenistik, Arkaik, Klasik, Roma, Bizans, Ceneviz, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait çok sayıda eserin bulunduğu bildirilen ilçede, Amasra Müze Müdürlüğünün başkanlığında kazı yapılması planlanıyor.

 

Karabük Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulunun kazıya izin verdiği ilçede, çalışmalara başlanabilmesi için Devlet Planlama Teşkilatı Kültür Yatırımları Fonu’ndan talep edilen ödenek gönderilmesi arkeologları heyecanlandırıyor.

 

Pişmiş toprak ve cam, gözyaşı şişeleri, altın ve bronz süs eşyaları ile inşaat temel kazılarında bulunan heykelcikler, bilezikler, olta iğneleri, haçlar, silahlar, kandiller ve kaplarla dolu müzenin, Bedesten mevkisinde çıkacak eserlerle daha da zenginleşmesi amaçlanıyor.

 

Sahile 1,5 kilometre uzaklıkta olan ve Roma Eyalet Meclis Sarayı olarak yapıldığı sanılan Bedesten’de gerçekleştirilecek kazılarda, Roma ve Bizans dönemine ait kalıntılara ulaşılacağı tahmin ediliyor.

 

“UNESCO için önemli argüman”

Amasra Kaymakamı Mehmet Yıldız, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Amasra’nın doğal güzelliklerinin yanı sıra tarihi birikimiyle kültür turizmi açısından da önem taşıyan merkez olduğunu söyledi.

 

Bedesten mevkiindeki 1. Derece Arkeoloji Sit Alanı’nda kalan kısımda kurtarma kazısı taleplerinin uygun görüldüğünü anlatan Yıldız, şöyle konuştu:

“Ödeneği hazır olan kazı çalışmalarına nisan veya mayıs ayında başlanacağını öngörüyoruz. Şu anda Bedesten ve akropol içerisi ve çevresindeki bütün temizlik çalışmaları bitirildi. Uzun yıllar sürecek kazı çalışmaları ilçe turizmine de büyük katkı sağlayacak. Zaten burada en önemli amacımız, ilçemize gelen yerli ve yabancı turistlerin bir görünürlük faaliyeti olarak ilgisini çekebilmek. Bugüne kadar da gelen turistler bizi ‘Bu kadar zengin tarihi olan bir yerde bir kazı çalışması olmuyor’ diye hep sorguladılar. Burada antik tiyatromuz, akropol var. Amasra’nın görünür kalesi ve diğer unsurlarını da sayarsak yer altından neler çıkabileceğini hep birlikte hayal edebiliriz.”

 

Yıldız, kazılarda çıkabilecek eserler ve yapılar konusunda ciddi beklentilere sahip olduklarını ifade ederek, “Kazı çalışması Amasra’da yıllardır planlanan bir durum. İnşallah bu dönemde gerçekleşecek ve biz de ilk kazmayı vurmayı heyecanla bekliyoruz. Kazı alanı yerli ve yabancı turistlere açık olacak ve kazı alanında gezi yapılmasına izin verilecek. Bu sayede turistler bu önemli çalışmaya tanıklık edebilecekler” diye konuştu.

 

Amasra’nın “Ceneviz Ticaret yolunda Akdeniz’den Karadeniz’e kadar Kale ve Suru Yerleşimleri” başlığı altında UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’ne de eklendiğini anımsatan Yıldız, kazı çalışmalarının ilçenin kalıcı listeye girebilmesi adına önemli bir argüman olacağını da kaydetti.

haberler.com, 21.02.2014

FENER BALAT'TA ACELE KAMULAŞTIRMA DURDURULDU

 

Danıştay, Fatih Belediyesi'nin Fener Balat'ta dört mahallede planladığı kentsel dönüşüm için çıkarttığı acele kamulaştırma kararını durdurdu: 'Acele kamulaştırma savaş gibi olaganüstü durumlarda kullanılır.

 

 

Fener Balat Ayvansaray Mülk Sahipleri ve Kiracılarının Haklarını Koruma Derneği’ adına 2012 Eylül’de açılan davada Danıştay, Fener Balat’ta kentsel dönüşüm yapılmak üzere dört mahallede çıkartılan acele kamulaştırma kararını gerekçesiz bularak yürütmesini durdurdu.


Danıştay 6. Dairesi, ‘acele kamulaştırmanın savaş gibi olağanüstü durumlarda uygulanacak bir yöntem olduğunu, Fatih Belediyesi’nin ‘yenileme projesi’nin bütün mahallede uygulanacak acele kamulaştırmaya gerekçe teşkil edemeyeceğini’ belirtti.

Hızlıca sonuçlansın diye!
Davalı Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı ve Fatih Belediyesi acele kamulaştırma kararını savunarak yenileme projesinin “hızlıca sonuçlandırılmasının” amaçlandığını, “bölgenin tarihi niteliğininin korunmaya ve yeniden ortaya çıkartılmaya çalışıldığını” öne sürdü.


Anayasa’nın 35. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gereğince mülkiyet hakkının korunduğunu belirten Danıştay ise 16 Aralık 2013’te oybirliğiyle verdiği kararda davalı idarelerin itirazlarını yerinde bulmayarak “yenileme alanındaki bütün taşınmazları kapsayan soyut nitelikte bir karar” alındığına, Fatih Belediyesi’nce “herhangi bir somut inceleme yapılmadığına” ve “kamulaştırmada acelelik hali bulunduğu yolunda herhangi bir gerekçe sunulmadığına”, “davacının mülkiyet hakkından yoksun bırakılmasına neden teşkil edebilecek şartların yerine getirilmediğine” ve “kamu yararının somut olarak ortaya konulamadığına” karar verdi.


Danıştay 6. Dairesi, mahalle sınırlarında yer alan Plato Meslek Yüksek Okulu hakkındaki acele kamulaştırma kararının yürütmesini de 2013’te aynı gerekçeyle durdurmuştu.

Sulukule için çok geç olsa da...
Sulukule,Tarlabaşı ve Süleymaniye de aynı şekilde 5366 sayılı ‘Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun’ kapsamında ‘yenileme alanı’ ilan edilmiş, ardından proje alanlarında Bakanlar Kurulu’nca acele kamulaştırma izni çıkartılmıştı.


Davanın avukatı Can Atalay, “İdarenin yenileme alanlarında hiç bir gerekçe göstermeksizin, kamu yararına uygunluğunu ortaya koymaksızın yürüttüğü acele kamulaştırma işlemlerinin hukuksuzluğunu ortaya koyar nitelikte bir karar. Yıkılmış olan Sulukule için bu kararın an itibariyle bir anlamı olamayabilir ancak Tarlabaşı’ndaki yurttaşlar açısından da muhatap oldukları acele kamulaştırma işlemleri açısından önemli” dedi.

 

İptal üstüne iptal!

Fatih Belediyesi’nin GAP İnşaat’la ortaklaşa yürüttüğü proje kapsamında UNESCO’nun tarihi miras listesinde yer alan ve İstanbul ’un en eski yerleşim alanlarından Fener-Balat’ın Tahta Minare, Molla Aşkı, Balat Karabaş ve Atik Mustafa Paşa mahalleleri 5366 sayılı kanun kapsamında ‘yenileme alanı’ ilan edilmiş, tarihi binaların çoğunun yanlızca cephesi ayakta kalacak şekilde yıkılması planlanmıştı. 278 bin metrekarelik alanda butik otel, rezidans ve ofis yapılmasını öngören avan proje, 2012’de ‘hukuka, kamu yararına, şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına’ uygun bulunmayarak İstanbul 5. İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi. 2013 Mayıs’ta İstanbul 1. İdare Mahkemesi bölgenin sosyal yapısını değiştirerek mevcut nüfusu yerinden edeceğini belirttiği imar planları hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Radikal, Haber: Elif İnce, 21.02.2014

AOÇ'DE YÜRÜTME DURDURULDU!

 

Atatürk Orman Çiftliği’nde yıkılan Marmara Oteli’nin bulunduğu alanda sit kararının kaldırılmasını yargı durdurdu. Ankara 18. İdare Mahkemesi’ne konuyu taşıyan meslek odaları, AOÇ içerisinde bulunan sit kararının kaldırılmasına dava açmıştı. Mahkeme, bilirkişi incelemesi yapılana kadar kararın yürütmesini durdurdu. 

 

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Hakkan; “Bu karar, sitin kaldırılmasını isteyen koruma kurulu kararına açtığımız davada alınan yürütmeyi durdurma kararıdır, önemli bir karardır. 63886 ada ve 5 parselin tarihi sit statüsünün düşürülmesi istenen alan, eski Marmara Oteli’nin bulunduğu, AOÇ’nin tarihi çekirdek alanıdır.  Karar olumlu ve sevindirici, tüm AOÇ için kararın verilmiş olmasını isterdik” dedi.

 

Mimarlar Odası Ankara Şube Genel Sekreteri Tezcan Karakuş Candan; “AOÇ’de 25 davamız var. Bu kararla Marmara Oteli’nin bulunduğu alanda sitin kaldırılmak istenmesi, bilirkişi incelemesine kadar engellendiği anlamına geliyor. Süreç uzamadan Aksaray’ın bulunduğu yerde yürütmeyi durdurma kararı keşke verilebilseydi. Bugün Aksaray’ın yerinde yeşil bir AOÇ alanı olacaktı. Diğer davalarımızın da yürütmeyi durdurma ile sonuçlanmasını umuyoruz; karar, yürüttüğümüz AOÇ mücadelesi için örnek bir karardır, çok önemlidir. Hatırlarsak kısa süre önce TBMM Kongre Merkezi yapılacak alanda bilirkişi incelemesi yapılamadan lojmanlar yıkılmıştı. Bilirkişi incelemesi yapılana kadar yürütmenin durdurulması örnek olmalıdır. Artık sık sık karşılaştığımız Koruma Kurulları’nın sit alanlarındaki sit statülerini kaldırma yönündeki kararları ise çok manidar bir şekilde ‘Koruma Kurulları neyi koruyor?’ sorusunu bizlere sorduruyor” ifadelerini kullandı.

Yapı, 20.02.2014

HALİÇ METRO KÖPRÜSÜ, TARİHE BİR GARABET OLARAK GEÇECEK

 

İstanbul Metrosu’nun Taksim- Yenikapı hattı açıldı. Hayırlı olsun. Bu hattın ve Bağcılar’a uzanacak ikinci hattın açılmasıyla birlikte Yenikapı şehrin en büyük transfer merkezine dönüşecek. Önce size gözlemlerimi aktarmak istiyorum:


1. Açılış galiba biraz aceleye gelmiş. Tünellerin içinde ince yapı inşaatları hala devam ediyor. Rayların yakınlarına inşaat malzemeleri yığılmış. Trenler bazı noktalardan geçerken yavaşlamak zorunda kalıyor. Umarım bir kaza olmaz. İş güvenliği açısından gerekli özenin gösterilmesini dilerim.


2. Haliç Metro Köprüsü az çok tamamlanmış. Dünyanın parası harcanan bu köprüde birçok tasarım hatası, gereksiz detaylar var. Örneğin ortaya yerleştirilmesi nedeniyle istasyonu kullanmak için uzun bir rampayı çıkmak gerekiyor. İstasyonu kaplayan cam örtü gereksiz kalınlıktaki çelik konsollara tutturulmuş. Metal kaplama yüzeyler ise işçilikleri ile geçici şantiye perdesi görüntüsü veriyor.


3. Metro istasyonu tam bir engelli düşmanı. Standartlara uymayan bir inşaat olmuş. Taşıyıcı sistem farklı olsa, peronlar gidiş geliş birleşik olarak ortaya yapılsaydı, hiç olmazsa rampaların sayısı yarı yarıya azalırdı. Peronları birleştirmek için üst geçit yapılmak zorunda kalınmazdı.


4. Denizin üzerinde istasyon yapılması yöneticilerin bir fantezisi olmalı. Belki de buradan Haliç manzarasının seyredileceği varsayılmış olmalı. Eğer öyleyse söylemek gerekir ki bu istenen pek olmamış. Peronların yanlara metal kaplamalar yerleştirilmiş. İstasyonda zaman geçirilecek, manzara seyredilecek bir ortam yok.


5. Vezneciler istasyonu henüz tamamlanmamış. Oysa köprü inşaatındaki gecikmeler, arkeolojik kazılar nedeniyle geçen sürede bu istasyon çoktan tamamlanmış olmalıydı.


6. Yeni yapılan metro istasyonlarının mimari kalitesinin giderek tekamül etmesi beklenirken, tersinin olduğu görülüyor. Yenikapı’da mimari kalitenin düşmesine karşılık, süslemeler artmış. Çevre düzenlemesi, ortaya çıkan mimari tasarımlar bu ölçekteki bir uygulamaya yakışmıyor. Bu önemli transfer merkezinin şehri mimari açıdan zenginleştirecek bir yapı olması beklenirdi. Yetkililer “Arkeolojik kazılar nedeniyle beş yıl geciktik” dediklerine göre, acaba bu süre içinde neden doğru dürüst bir proje yapılmadı? Bu alan için düzenlenen “mimarlık yarışması” ne oldu?


7. Şişhane istasyonunda gereksiz bir dolu boşluk var. Yalnızca yürüyen merdivenlerin ve uzatılan tünellerin maliyeti, işletme giderleri ile yeni bir kültür ve sanat merkezi ya da okul yapılabilirdi. Örneğin Beyoğlu Belediyesi’nin binasının yanına bir yürüyen merdiven yerleştirilebilir ve bunun onda biri kadar masrafla aynı ihtiyaç karşılanabilirdi.

 

Bu yapıyı yeniden işlevlendirilmesi gereken bir mekan olarak görmek mümkün. Buraya yerleştirilen İSMEK mağazası (?) işportacılara bile verilse çok daha iyi görünümlü olurdu. 


SONUÇ

Diyeceksiniz ki istasyon Unkapanı tarafında yer alabilirdi. Vezneciler’e de istasyon yapılmayabilirdi. Köprü tek hatlı ve bir yay çizecek şekilde tasarlanabilirdi. Ayaklar ortada yer alabilirdi ve bir ayak daha konarak bu zarif köprü taşınabilirdi, vs. vs.... Artık bunları tartışmak için çok geç. Bu köprü tıpkı Yenikapı dolgu alanı gibi bir garabet olarak şehrin tarihine geçecek. Neden doğru dürüst tartışamadık? Büyükşehir yönetimi neredeyse bir on yıl boyunca itiraz edenlerin köprüye karşı olduklarını, bitmiş olan tünellere rağmen köprüyü engellemeye çalıştıklarını düşündü. Sorunu kamu projelerinden pay alma, rant mücadelesi gibi algıladı. Bir anekdotla bitireyim: 2000’li yılların başında Tünel Meydanı’nı inşaattan kurtarmak için mücadele verirken (bilmeyenler için söyleyeyim, az kalsın Tünel Meydanı metro girişi ve havalandırma binası inşaatı ile yok ediliyordu) önerilerimizi kendisine iletmek için Büyükşehir Belediyesi’nin genel sekreterinden (Dursun Ali Çodur) randevu aldık. Bu kişi “Siz metroyu engellemeye çalışan gruptansınız” diyerek bizi büyük hiddetle karşıladı. “Metro yapılmasın diye uğraşıyorsunuz” diye üzerimize geldi. Yardımcı olmak, hatanın önüne geçmek için geldiğimizi ısrarla söylememize rağmen az kalsın kendisinden dayak yiyecektik. Güç bela derdimizi anlattık, kendisini sakinleştirmeyi başardık ve sonuçta bir ay gece gündüz çalışarak Tünel Meydanı’nı kurtardık. Halkı bilgilendirerek, alternatifleri toplantılarla tartışmaya açarak projeyi değiştirmeyi başardık. Peki, Haliç Metro Köprüsü’nde bu neden olmadı? Bu soruyu sormaya hakkımızın olduğunu düşünüyorum. Sorunları bir güç mücadelesi gibi algılayan önyargılı siyasetçilerin proje yönetimini bilmedikleri anlaşılıyor. Önyargılar ortadan kalktığında İstanbul gibi bir şehirde çok daha iyi bir yönetim olabileceğine inanıyorum.

Taraf, Yazı: Korhan Gümüş, 20.02.2014

156 TARİHİ YAPIYI PLANDAN SİLDİLER!

 

Fatih’teki 156 tarihi yapının imar planından silindiği ortaya çıktı. Fatih Belediyesi’nin 2005 yılında yayınlanan 1/1000 ölçekli koruma amaçlı imar planlarında var olan ve envanter kayıtlarına giren 102 camii, 34 tarihi tekke ve medrese, 20 tarihi hamam ve çeşme, 2012 yılında kabul edilen yeni 1/1000’lik koruma amaçlı imar planlarına işlenmedi. Söz konusu tarihi yapıların bulunduğu alanlar yeni planda ticarethane, konut ve turizm tesisi olarak gösterildi. Eminönü Eski Belediye Başkanı Lütfi Kibiroğlu, imar planının iptal edilmesi için dava açıldığını bildirdi. Fatih Belediyesi, 1/1000’lik imar planlarının Büyükşehir Belediyesi tarafından yapıldığını, kendilerinin de 2012 yılındaki planlarda tarihi yapıların yer almadığı konusunda Büyükşehir Belediyesi’ni uyardıklarını ifade etti. Kibiroğlu ise imar planlarına Fatih Belediyesi’nin itiraz hakkı bulunduğunu belirterek “Neden itiraz edilmedi” diye sordu.

 

COĞRAFİ BİLGİ SİSTEMİ KAPATILDI

Fatih Belediyesi, beş gün önce belediye sınırları içindeki yerlerin imar planındaki ve şimdiki durumunu fotoğraflı olarak görme imkanı sağlayan Coğrafi Bilgi Sistemi programını kapattı. Coğrafi Bilgi Sistemi programı yerine 2012 imar planının ham hali konuldu. Eski programda ada ve parsel numarası girildiğinde arsanın durumu kolaylıkla öğrenilebiliyordu.

 

İMAR PLANINDA OLMAYAN TARİHİ YAPILAR:

2012’deki imar planında bulunmayan bazı tarihi yapılar şöyle: Küçük Kovacılar Hamamı, Kule Hamamı, Üçler Camii, Cuma Tekkesi, Çerağa Tekkesi, İmrahor Camii Medreseleri, Etyemez Tekkesi, Arpa Emini Mektebi, İnas Rüştiye Mektebi, Ayşe Hatun Tekkesi, Hamza Paşa Camii, Hacı Ferhat Camii.

 

Fetih Gazisinin mezarı akaryakıt istasyonu oldu

İmar planından silinen camilerden biri de İstanbul’un fethine katılan Hacı Muhyiddin Efendi’nin türbesinin bulunduğu Ekmekçi Muhyiddin Camii. Caminin alanı yeni imar planında ticaret alanı olarak görülüyor. Caminin yerinde bugün akaryakıt istasyonu bulunuyor. İstanbul’un fethine katılan Hacı Muhyiddin Efendi’nin türbesi ise bu akaryakıt istasyonun tam ortasında kalmış durumda.

 

Koruma kurulu kararı şart

Şehir Plancısı Erbatur Çavuşoğlu tarihi yapıların imar planlarından çıkarılması için koruma kurulu kararı olması gerektiğini beliterek, “Bu yapılar imar planıyla ticaret alanına çevrilmişse ya da ortadan kaldırılmışsa bu hukuksuzdur, bunun koruma kurulları aracılığıyla yapılması gerekir” şeklinde konuştu.

 

Sulukule yok edildi

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi Sami Yılmaztürk, Fatih Belediyesi’nin önceki uygulamalarını hatırlatarak, “Sulukule, Fener, Balat’ta yargı kararlarına rağmen inşaatlar bitirildi. Bu belediyenin bizzat müdahil olduğu bir süreçti. Sulukule yok edildi. 1500 yıllık surların dibindeki bostanlar yok edildi. Artık koruma kurulları atama yoluyla oluştuğu için sıkıntılı kararlar alınabiliyor” dedi.

 

Seyirci kalamayız

Eminönü Eski Belediye Başkanı ve Saadet Partisi Fatih Belediye Başkan Adayı Lütfi Kibiroğlu, “Tarihin yok edilmesine seyirci kalmak istemiyoruz. Bu nedenle imar planının iptal edilmesi için dava açtık, süreci takip ediyoruz” dedi.

Taraf, Haber: Sümeyra Tansel, 20.02.2014

KAPALIÇARŞI'DA ESNAFA RESTORASYON SÜRGÜNÜ

 

Kapalıçarşı'daki Sandal Bedesteni esnafı restorasyon kapsamında ihaleye verilen dükkanlarından çıkartılmak isteniyor.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait 78 dükkanın olduğu bedestende kiracıların çoğu 20-30 yıldır orada çanta, takı gibi turistik hediyelik eşyalar satıyor.

 

Esnafa 2012 yılının sonunda kira kontratlarının son bulduğu bedestenin onarım sonrası kiralama modeli ile ihaleye çıkarılacağı söylendi.

 

Bir anda "işgalci" durumuna düşen esnaf, o tarihten itibaren kaldıkları sürece kira yerine ecrimisil (işgaliye) ödemeye başladı.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü 2013 yılının eylül ayında bedestenin "restore yap-işlet devret" modeliyle ihalesini yaptı. Bu süre zarfında esnaf Vakıflar Müdürlüğü'ne davalar açtı; hala sonuçlanmayanlar var. İhaleye karşı da dava hala sürüyor.

 

Şu anda 13 dükkan boşlatıldı; diğerleri de her an boşaltılma tehdidi yaşıyor.

 

"Restorasyonu biz yaparız"

Bedesten esnafı, bugün çarşıda bir basın açıklaması ile tepkisini dile getirdi.

 

Nuri Hondi, esnafın bedestende yapılacak her türlü restorasyonun maliyetini karşılayabileceğini gerekli görüldüğünde kira bedelinin arttırılabileceklerini ancak kendilerine böyle bir seçenek sunulmadan "kapı dışarı" edilmek istendiklerini söyledi.

 

Hondi, bedestenin yıllık kira bedelinin 120 bin ihalenin ise 850 bin civarında olduğuna dikkat çekerek bu fiyatı kimsenin karşılayamayacağını söyledi.

 

Zaten Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, ihale öncesinde bir gazeteye verdiği demeçte "Maalesef bu güne kadar oradan istifade edemedik. Çok düşük bir kira alıyoruz. İhale sonrası geliri en az 6-7 kat artacak" demişti.

 

Hondi, buradaki esnafın başka bir geliri olmadığına dikkat çekerek çalışanlarla birlikte 3 bin kişinin bu durumdan etkileneceğini söyledi.

 

"Gidecek yerimiz yok"

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'in iki sene önce çarşı ziyaretinde restorasyon çalışmaları kapsamında kimsenin mağdur olmayacağı sözü verdiğini hatırlatan Hondi, bu sözlerin unutularak esnafın rant uğruna mağdur edildiğini ifade etti.

 

25 yıldır çanta dükkanı olan Bahattin Ayaz, "Van'dan kalkmış zorla buraya göç ettirilmişim. Bu dükkan altı aile besliyor. Benim gidecek hiçbir yerim yok, yapacak başka bir işim yok" diyerek tepkisini gösterdi.

 

Ayaz, 16 metrekarelik dükkana 3,250 lira ödüyordu. 2014 için ecrimisil bedeli 6,500 liraya çıkartıldı.

 

Çarşıda yapılan basın açıklamasına katılan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Fatih Belediye Eş Başkan Adayı Turhan Yıldırım, bu konunun takipçisi olacaklarını ve esnafa her türlü hukuki desteği de sağlayacaklarını belirtti. 

 

Kapalıçarşı'da restorasyon

Dünyanın en büyük ve en eski alışveriş mekanlarından biri olan Kapalıçarşı'da, "Kapalıçarşı Röleve ve Restorasyon Çalışması" kapsamında 3 bin 600 dükkan ile çevresi ve çarşının çatısı, yaklaşık 200 milyon lira maliyetle restore edilecek.

 

Etap etap yapılacak restorasyon için hazırlanan projeler Anıtlar Kurulu tarafından onaylanmaya başlandı. Projeyi yürüten Fatih Belediyesi restorasyon için gerekli röleve çalışmasının büyük bir kısmını tamamladı. Bu yıl içinde restorasyonun başlaması bekleniyor.

 

Fatih Sultan Mehmet'in 1461'de inşasını başlattığı Kapalıçarşı Nuruosmaniye, Mercan ve Beyazıt arasında yer alıyor. Çarşıda 64 cadde, iki bedesten, 16 han , 22 kapı var. 45 bin metrekare kapalı alana sahip çarşıda yaklaşık 20 bin kişi çalışıyor. Mevsimine göre günde 300 ile 500 bin arasında ziyaretçi geliyor.

Bianet, Haber: Nilay Vardar, 20.02.2014

POLİS 'HALİÇ'TEN ÇIKAN' 50 TON ALTININ PEŞİNDE

 

Haliç'te bir atölyede tünel kazarak Bizans sarnıcı ve bina kalıntısı bulan 4 defineci gözaltına alındı. Zanlıların buradan yaklaşık 50 ton altın çıkardığı iddiası üzerine soruşturma başlatıldı.

 

İstanbul'da Haliç kıyısında bir atölyenin içinden tünel kazan define avcılarının 50 ton altın bulduğu ve eriterek sattıkları iddiası polisi alarma geçirdi. Definecilerin kazdığı tünelde Bizans dönemine ait sarnıç ve kemerli bir yapı bulan İstanbul polisi, bulunduğu iddia edilen altının peşine düştü.

Olayla ilgili 4 kişiyi gözaltına alan polis, şüphelilerin mal varlığı ve banka hesaplarını mercek altına aldı. Definecilerin bulduğu öne sürülen altının miktarı, Haliç'te Bizans'ın kayıp hazinesinin olduğu yolundaki şehir efsanesini de akıllara getirdi.

DEĞERİ 4.5 MİLYAR LİRA
İstanbul Beyoğlu'ndaki Haliç Polis Merkezi'ni 31 Ekim 2013 tarihinde arayan bir kişi, Hasköy Okmeydanı Caddesi üzerinde bulunan bir atölyede izinsiz kazı yapıldığını ve kazıda "yaklaşık 50 ton altın bulunduğunu" iddia etti. Definecilerin altınların bir kısmını eriterek sattığı yönündeki ihbarı değerlendiren ekipler, söz konusu adreste yapılan aramada gözlerine inanamadı. Atölyenin içinde 4 metre derinliğinde dairesel bir çukurun zemininden güney yönüne doğru uzanan bir tünel ortaya çıkarıldı. Ahşap kazıklarla desteklenmiş 1.5 metre yüksekliğinde, 1 metre enindeki tünelin içinde, Bizans dönemine ait bir sarnıç veya mimarinin alt yapısı olduğu değerlendirilen kemerli bir yapı keşfedildi. Yaklaşık 4 metre ilerden sağa doğru kıvrılan tünelin içinde ayrıca, tarihi yapıya bitişik nizamda horasan harç bağlamalı yaprak tuğla örgülü alt kotlara doğru devamlılık arz eden bir mimari yapı kalıntısı da bulundu. Tünelin her noktasını inceleyen polis ekipleri definecilerin bulduğu iddia edilen 50 ton altının izine rastlayamadı. Olayla ilgili 'izinsiz kazı yaptıkları' iddiasıyla K.Ö., Ş.A., A.A. ve K.Ç. adlı kişiler gözaltına alındı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı şüpheliler hakkında soruşturma başlattı. İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Kaçakçılık Büro Amirliği ekipleri, soruşturma kapsamında, piyasa değeri yaklaşık 4.5 milyar lirayı bulan 50 ton altınla ilgili bir ipucu aramaya başladı.

HESAPLARA İNCELEME
Kazı alanında iddia edildiği gibi yaklaşık 50 ton altın bulunup bulunmadığını araştıran polis, altının bir kısmını eriterek sattıkları öne sürülen şüphelilerin mal varlıkları, banka hesapları ve tapu kayıtlarını da incelemeye aldı.

BİZANS'IN KAYIP HAZİNESİ Mİ BULUNDU?
Definecilerin bulduğu iddia edilen altının miktarı duyanları şaşkına çevirirken, Bizans'ın kayıp hazinesinin Haliç'te olduğu yolundaki şehir efsanesini de akıllara getirdi. Tarihçiler, bölgede Bizans imparatorunun yazlık saray ve kasırlarının bulunduğu, ancak bu kadar çok altının olduğuna ihtimal vermediklerini söyledi.

"BATIKLAR HALİÇ'İN DİBİNDE"
Tarihçi Prof.Dr. İlber Ortaylı: "İstanbul'un belli yerlerinde hep altın çıkardı eskiden. Mesela Cerrahpaşa'da her kazıda altın çıkardı. Çünkü orası hem Bizans hem Osmanlı devrinde varlıklı sınıfların oturduğu bölgeydi. Hasköy'de de aynı durum olabilir. Haliç'te Bizans gemilerinin battığı da biliniyor. Ama balçığın içindeki gemiye tünelle ulaşılamaz tabii. 50 ton altın da çok fazla. Bildiğim kadarıyla Amerika'nın keşfinden sonra bu kadar çok altın bulundu."

"ŞİMDİYE DEK ORTAYA ÇIKARDI"
"Tarihte Hasköy" kitabının yazarı Doç. Dr. Süleyman Faruk Göncüoğlu: "Hasköy civarında Bizans dönemine ait yazlık saray ve kasır yapıları bulunduğu kaynaklarda geçer. Buradaki sarnıç da bu yapıların alt mimarisi olabilir. Altın bulunup bulunmadığı konusunda net bir şey söylemek mümkün değil. Halkımızda tarihi kalıntının olduğu yerde hazine bulunduğu algısı var. Sırlar ilgi uyandırıyor. Bu kadar büyük hazine olsaydı, şimdiye dek ortaya çıkardı diye düşünüyorum."

Milliyet, 20.02.2014

MİLYON DOLARLIK TABLO

 

 

İngiliz ressam Francis Bacon’ın “Portrait of George Dyer Talking” isimli tablosu rekor fiyata (51 milyon dolar) alıcı buldu.

 

Christie’s müzayede salonu, tabloya ödenen rakamın Avrupa’da şimdiye kadar bir resim için ödenen en yüksek meblağ olduğunu açıkladı.

 

Ekspresyonizmin temsilcilerinden Francis Bacon, 1,83 metre boyundaki yağlı boya çalışmayı 1966 yılında tamamlamıştı.

 

Bacon’ın, Freud üçlemesi, New York’ta geçen yılın kasım ayında yapılan müzayedede, rekor bir fiyatla 142 milyon 405 bin dolara alıcı bulmuştu. Ünlü ressam, “Portrait of George Dyer Talking” isimli tablosunda intihar ederek yaşamına son verdiği ileri sürülen sevgilisi George Dyer’ı resmetmişti.

Habertürk, 19.02.2014

KAMONDO MERDİVENİ'NİN İLGİNÇ HİKAYESİ

 

 

Buram buram tarih kokan İstanbul’un siluetine yokuşları kolaylaştıran merdivenlerin de ayrı bir katkısı bulunuyor. Bazılarının 7/24 manzara seyretme imkanı sunduğu, şehrin çeşitli yerlerinde bulunan merdivenler farklı anıların yaşandığı bir mabet niteliğinde. Merdivenlerde kimileri arkadaşlarıyla muhabbetin belini kırmış, kimileri düğün fotoğrafı çektirmiş, kimileri ise yalnızlığını paylaşmış. Yosun kokusuyla bezenmiş ve ‘benim üstümden tarih geçti ama ben hala ayaktayım’ dercesine varlığını koruyan merdivenlerin hikayeleri de ayrı bir tarih kokuyor.

Karaköy’de, Voyvoda Caddesi’yle Banker Sokağı’nı birleştiren ve 1850’li yıllarda bölgenin en önemli banker ailelerinden biri olan Kamondo Ailesinden Abraham Salomon Kamondo adına yaptırılan merdiven, hikayesi ile dikkat çekiyor.

2012 yılında James Bond’un Skyfall filminin çekimleri için geldiği İstanbul’da Bond’un dublörü Robbie Madison’un ilgisini çeken ve üzerinde motoruyla birkaç akrobatik hareket yaptığı Kamondo Merdivenleri, aslında bir dedenin torunlarına olan sevgisinden dolayı yaptırılmış.

Bazılarının ‘Aşıklar merdiveni’ olarak adlandırdığı ve Helezonik biçimiyle dikkat çeken merdivenlerin geçmişi hakkında görüşlerine başvurduğumuz araştırmacı, yazar ve tarihçi Talha Uğurluel, bazı kaynaklarda düşen birinin aşağıya kadar yuvarlanmasını engellenmek için bu merdivenlerde helezonik yapının tercih edildiği iddialarına açıklık getirdi. Uğurluel, bu merdiveni yaptıran kişinin özel biri olduğunu, böyle bir kaygıyla mimarinin oluşturulmadığını, zikzaklı yapının Barok döneminin özelliği olduğunu ve hiçbir kaynakta böyle geçmediğini belirtti.

“Sırf torunları için o merdivenleri yaptırmıştır”
Tarihçi Yazar Talha Uğurluel’in verdiği bilgiye göre; Avusturya Lisesi’nde okuyan torunlarının yokuşu rahat çıkmaları için Abram Kamondo tarafından inşa ettirilen bu merdivenlerin aynı zamanda o dönemde yaşayan Levantenlerin, Galata’daki iş yerlerinden, Pera tarafında olan evlerine gitmelerinin kolaylaştırılması amacı da güdülmüş. Sultan Abdülaziz döneminde zorlu yokuşu çıkan insanları rahatlatmak için Tünel açılsa da bu, merdivenlerin icra ettiği fonksiyondan çok uzak kalmış.

Merdiven Eklektik sistemde oluşturulmuş
Kamondo merdivenlerini Barok, Ampir, Rokoko gibi sadece tek bir mimari sanatla tarif edemeyeceğimizi vurgulayan Uğurluel, şöyle devam etti: “Barok, yani zıtlıkların intizamı dediğimiz taşkınlıklar; “s” ler, “c” ler var. 20. yüzyıla doğru Osmanlı bünyesine kabul edilen birtakım Neoklasik, Ampir gibi tarzlar bir araya gelmiş ve farklı bir ‘eklektik’ sistemi oluşturmuş. Bu merdiven, “eklektik” sanatıyla oluşturulmuş diyebiliriz”.

Abraham Salomon Kamondo, 1873’te öldüğünde, kaynaklara göre, mezarı isteği üzerine Paris’ten İstanbul’a getirilmiş ve Hasköy’de ki Yahudi mezarlığına kendi adına yapılan anıt mezara defnedilmiş. Talha Uğurluel bina şeklinde olan Abraham’ın mezarının define avcıları tarafından bir zamanlar tahrip edildiğini ve şuan ise restore edildiğini söyledi.

Star, Yazı: Okan Caklı, 19.02.2014

PHASELİS'TEKİ OTELE KURUL 'DUR' DEDİ

 

 

Antalya Olympos Sahil Milli Parkı içinde yer alan ve Antik Likya uygarlığının en önemli liman kentlerinden olan Phaselis Antik Kenti sınırlarına yapılacak otel için koruma kurulu ‘yeniden inceleme’ kararı verdi. Antalya, Isparta, Burdur, Denizli, Kaş Platformu’nun iddiasına göre, platformun başvurusu üzerine önceki gün toplanan koruma kurulu yeniden inceleme yapılana kadar bölge inşaat faaliyetlerinin de durdurulmasını istedi.

İmza toplandı
Antalya Kemer’e bağlı Tekirova Köyü’nde bulunan Phaselis antik kentine yapılmak istenen proje, antik kente ve bölgenin ekolojisine zarar vereceği gerekçesiyle tepki çekmişti. Proje aleyhine imza kampanyaları da başlatıldı. Proje ile ilgili ‘ÇED gerekli değildir’ kararı verildi. Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu da proje için olumlu görüş bildirdi. Kurulu, 180 dönüm içinde 20 dönüm olan sit alanı dışında projenin uygulanabileceğini bildirdi. Kurul ayrıca Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nden de görüş alınmasını istedi.


Kısaca A Platformu olarak anılan Antalya, Isparta, Burdur, Denizli, Kaş Platformu ile bazı sivil toplum örgütleri koruma kurulunun kararının yeniden incelenmesini talep etti. O inceleme önceki gün gerçekleşti. Platformun sözcüsü Hediye Gündüz, koruma kurulu üyelirnden edindiği bilgiyi Radikal’le paylaştı. Gündüz’ün iddiasına göre kurul üyelerini proje hakkında yeniden inceleme yapılmasına karar verdi. Bu inceleme yapılana kadar da inşaat faaliyetlerinin durdurulmasına hükmetti.

Radikal, Haber: Serkan Ocak, 19.02.2014

BORU DÖŞERKEN ANTİK KÖY BULDULAR

 

İsrail Eski Eserler İdaresi geçtiğimiz yaz bir doğalgaz boru hattı döşenmesi sırasında varlığı ortaya çıkan 2 bin 300 yıllık antik köyle ilgili kazı çalışmalarında son noktaya geldi.

Kudüs yakınlarındaki Mitzpe kasabasında gün yüzüne çıkan yerleşim yerinde yaşayanların Büyük İskender'in hükümranlığındaki Selevkos İmparatorluğu'na bağlı oldukları ve Herod hakimiyeti başladığında bölgeden göç ettikleri sanılıyor.

Toplamda 750 metrekarelik bir alanda küçük bahçeleri olan bir dizi evden oluşan yerleşim yerinde mutfak araç gereçleri ve gümüş sikkeler de bulundu.

Sabah, 19.02.2014

1 MİLYON DOLARLIK TARİHİ VAZOYU PARÇALADI

 

 

Amerika Miami'de 51 yaşındaki Maximo Caminero adlı sanatçı, protesto amacıyla, bir sergideki 1 milyon Dolar değerindeki tarihi vazoyu kırdı.

 

Caminero, Ai Weiwei'nin 2000 yıllık vazosunu yerden kaldırıp, eline aldı daha sonra sert bir hamleyle zemine bıraktı. Vazo paramparça olurken, sergideki görevli bir kadının "ona dokunma" diye bağırdığı duyuldu.

Olay sonrası göz altına alınan Caminero polise verdiği ifadesinde kendisinin de sanatçı olduğunu, yabancı eserlere yönelik ilgi ve Çin'i protesto etmek amacıyla böyle bir eylem yaptığını söyledi.

Sabah, 19.02.2014

DANIŞTAY SULUKULE İÇİN DİRENİYOR

 
Sulukule projesi, kamu yararına aykırı olduğu gerekçesiyle 2012'de 4. İdare Mahkemesi'nce iptal edilmiş, Fatih Belediyesi bu karara Danıştay'da itiraz etmişti. Danıştay 14. Dairesi, İdare Mahkemesi'nin kararının arkasında durarak Fatih Belediyesi'nin yürütmeyi durdurma talebini ikinci kez reddetti.

 

Sulukule Roman Derneği'nin 2008’de açtığı davada verilen ‘proje iptal’ kararının yürütmesinin durdurulması için Fatih Belediyesi’nin iki kez Danıştay 14. Dairesi'ne başvurduğu, Danıştay’ın ise 3 Aralık 2013’te Fatih Belediyesi'nin talebini ikinci kez reddettiği ortaya çıktı.

Haziran 2012'de, TOKİ ihalesiyle Özkar İnşaat’ın yaptığı binalar neredeyse tamamlanmak üzereyken İstanbul 4. İdare Mahkemesi kamu yararı olmadığı gerekçesiyle projeyi iptal etmişti. Fatih Belediyesi ise yeni bir avan proje onaylandığı gerekçesiyle inşaata devam etti. Mimarlar Odası İstanbul Şubesi, ikinci projenin de iptal edilenden bir farkı olmadığını belirterek yine dava açtı.

TEK YOL YIKIM

Fatih Belediyesi’nin itirazı üzerine Danıştay’a taşınan davanın avukatı Hilal Küey, “Danıştay, belediyenin talebini ikinci kez reddederek 4. İdare Mahkemesi’nin verdiği iptal kararının arkasında duruyor. Hukuken bu projenin kamu yararına uygun hale getirilmesinin tek yolu yıkımdır. Yıkım olmadan surun dibine yapılan 3-4 katlı binalar, bozulan sokak tipolojisi ve yok edilen tarihi doku mahkeme kararına uygun hale getirilemez. Yıkım için Danıştay’ın nihai kararının beklenmesi de gerekli değildir” dedi.

ODA AVUKATINA SALDIRI
TMMOB Mimarlar Odası'ndan Avukat Can Atalay, belediyenin inşaata devam gerekçesi olan ikinci projeye karşı açılan davanın bilirkişi keşfinde bugün saldırıya uğradı. Sulukule'de keşif sırasında arbede çıktığını anlatan Atalay, "Bilirkişiyle inşaatta gezerken devlet memuru olduğunu söyleyen bir şahıs 'Odalar dava açmasaydı proje çoktan bitmişti' diyerek üzerime yürüdü. Sonra da özel güvenliği çağırdı. Şahıs 'Keşif sırasında avukata saldırıyorsunuz' deyince uzaklaştı" diye konuştu.

Avukat Hilal Küey saldırıyı kınayarak “Fatih Belediyesi’nin hiçbir şeyi değiştirmeden, sadece inşaata devam edebilmek için ikinci bir avan proje onaylattığı bilirkişi keşfinde ortaya çıkacaktır. Bu saldırı hukuken haksız olmanın getirdiği saldırganlıktan ibarettir” dedi.

 

NE OLMUŞTU?

Avrupa'nın en eski Roman yerleşimlerinden Sulukule'nin yıkımına karşı Sulukule Roman Derneği, Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubeleri 2008'de dava açmıştı. Mayıs 2009'da mahallede yıkım başladı ancak mahkeme yürütmeyi durdurma kararı vermedi. Haziran 2012'de, TOKİ ihalesiyle Özkar İnşaat’ın yaptığı binalar neredeyse tamamlanmak üzereyken İstanbul 4'üncü İdare Mahkemesi "kamu yararı olmadığını" belirterek projeyi iptal etti.

 

Fatih Belediyesi ise yeni bir avan proje onaylandığı gerekçesiyle inşaata devam etti. Odalar ikinci projenin de iptal edilenden bir farkı olmadığını belirterek dava açtı. İlk projenin iptal kararı hala Danıştay'da görülürken bugün ikinci projeye karşı açılan davanın bilirkişi keşfi gerçekleşti. İlk projeye karşı açılan davada bilirkişi üç ayrı rapor yazarak projeyi eleştirmiş, İstanbul’un herhangi bir yerinde yapılabilecek türde inşaatların koruma adı altında Sulukule’de yapılmasını uygun bulmamıştı.

Radikal, Haber: Elif İnce, 18.02.2014

YENİ İLKE KORUMA KULLAN

 

Tarihi sit alanlarıyla ilgili kurallar değişti. Altyapı çalışması ve kamu hizmet binası yapılabilecek.

 

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yılda 3-5 kez gittiğini belirttiği Urla’daki sit arazisine inşa edilen evlerle ilgili tartışma sürerken dikkat çeken bir gelişme yaşandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1996 tarihli “Tarihi Sitler, Koruma ve Kullanma Koşulları” ilke kararını değiştirdi. Sit alanlarında, koruma amaçlı imar planları, koruma bölge kurulunca uygun görülünceye kadar yapılabilecekler arasına “zorunlu altyapı uygulamalarının” yanı sıra “kamu hizmet yapıları” da eklendi. Bu alanlarda önceden süregelen tarımsal faaliyet ile bağ ve bahçeciliğin yapılabileceği ancak bu amaç dışında kesinlikle  kullanılamayacağı hükmü de değiştirildi. Koruma amaçlı imar planları onaylandıktan sonra bu alanların bu amaç dışında kullanılmasına kapı aralandı.


Kültür ve Turizm Bakanlığı, 19 Nisan 1996 tarihli 421 sayılı “Tarihi Sitler, Koruma ve Kullanma Koşulları”na ilişkin ilke kararını değiştirdi. Eski ilke kararında, koruma ve kullanma koşulları sayılırken “Uzun devreli gelişme planı ilgili koruma bölge kurulunca uygun görülünceye kadar zorunlu altyapı uygulamaları dışında, bitki örtüsünü, topografik yapıyı, siluet etkisini bozabilecek, tahribata yönelik hiçbir inşai ve fiziki uygulamada bulunulamayacağı” vurgulanıyordu. Yeni kararda ise bu hüküm, “Milli Park bulunan yerlerde uzun devreli gelişim planı, milli park bulunmayan yerlerde alanın tarihi ve kültürel değerlerini koruyan koruma amaçlı imar planları ilgili koruma bölge kurulunca uygun görülünceye kadar zorunlu altyapı uygulamaları ve kamu hizmet yapıları dışında, bitki örtüsünü, topografik yapıyı, siluet etkisini bozabilecek, tahribata yönelik hiçbir inşai ve fiziki uygulamada bulunulamayacağı” şeklinde değiştirildi. Yeni kararda milli park ayrımı getirilirken, gelişme ve koruma amaçlı imar planları ilgili koruma bölge kurulunca uygun görülünceye kadar yapılabilecekler arasına “zorunlu altyapı uygulamalarının” yanı sıra “kamu hizmet yapıları” da eklenmiş oldu. Böylece milli park bulunan yerlerde uzun devreli gelişim planı, diğer yerlerde ise alanın tarihi ve kültürel değerlerini koruyan koruma amaçlı imar planları ilgili koruma bölge kurulunca uygun görülünceye kadar “kamu hizmet yapılarına” ilişkin “inşai ve fiziki” uygulamada bulunulabilecek.

 

Amaç dışı kullanım

Eski ilke kararında, “Bu alanlar içinde yer alan anıt ve şehitliklerin düzenleme ve gerekli onarımları için projeleriyle birlikte koruma kurulundan izin  alınması” öngörülüyordu. Yeni düzenlemeye göre ise, bu alanlar içinde yer alan “kamu hizmet yapıları” ile “altyapı hizmetleri”nin de düzenleme ve gerekli onarımları için projeleriyle birlikte koruma bölge kurulundan izin alınacak. Yine eski ilke kararında, bu alanlarda önceden süregelen tarımsal faaliyet ile bağ ve bahçeciliğin devam ettirilebileceği ancak bu amaç dışında kesinlikle kullanılamayacağı belirtiliyordu. Yeni kararda ise “koruma amaçlı imar planları onaylanmadan bu alanların bu amaç dışında kesinlikle kullanılamayacağı” şeklinde değişiklik yapıldı. Buna göre koruma amaçlı imar planları onaylandıktan sonra bu alanların bu amaç dışında kullanılabileceği sonucu da ortaya çıktı.

Cumhuriyet, Haber: Mustafa Çakır, 18.02.2014

 

******


"DEVLET ELİYLE TALAN"

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca değiştirilen “Tarihi Sit’ler, Koruma ve Kullanma Koşulları” ilke kararının altından İstanbul’a yapılacak 3. köprü, Haliç metro köprüsü, Haliç Tersanesi, Haydarpaşa Garı ile Ankara’da Atatürk Kültür Merkezi’ndeki (AKM) gibi yerlerin yapılaşma planlarına “kılıf” çıktı. Hükümet, değiştirilen sit ilke kararıyla söz konusu köprü, yol, su, baraj, elektrik, bulvar gibi hizmetlerini de bundan böyle “koruma bölge kurullarının ilgili kararını beklemeden zorunlu altyapı” kapsamına tabi tutabilecek. Değişikliğe Taksim Dayanışması’ndan tepki var.

Resmi Gazete’de önceki gün yayımlanan yeni ilke kararında düzenlenen “Milli Park bulunan yerlerde uzun devreli gelişim planı, milli park bulunmayan yerlerde alanın tarihi ve kültürel değerlerini koruyan koruma amaçlı imar planları ilgili koruma bölge kurulunca uygun görülünceye kadar, zorunlu altyapı uygulamaları ve kamu hizmet yapıları dışında, bitki örtüsünü, topografik yapıyı, silüet etkisini bozabilecek, tahribata yönelik hiçbir inşai ve fiziki uygulamada bulunulamayacağı” maddesi tartışmaları beraberinde getirdi.

Söz konusu kararın başta İstanbul olmak üzere, Ankara gibi pek çok il ve kıyı bölgelerde “devlet eliyle yapılaşmanın önünü açacağı” belirtildi.

Bakanlık yetkilileri ve uzmanların verdiği bilgiye göre, değişikliğin “kolaylaştıracağı” yapılaşmalardan bilinenleri şöyle:


Haliç metro köprüsü: İlke kararına göre “kılıfa sokulan” tartışmalı projelerden biri Haliç metro köprüsü. Köprü, tarihi Süleymaniye Camisi’nin silüetini bozduğu gerekçesiyle eleştirilmiş ve UNESCO’nun da köprüye onay vermediği tartışmalarına neden olmuştu. Söz konusu ilke kararıyla birlikte Haliç metro köprüsü artık “kamu hizmeti ve zorunlu altyapı uygulaması” kapsamına alınacağından Süleymaniye Camisi’nin silüetini bozmasının önemi kalmadı.

Haydarpaşa Garı: Ankara-İstanbul Yüksek Hızlı Tren Projesi kapsamında, İstanbul-Eskişehir bölümündeki demiryolu çalışmaları nedeniyle, 1 Şubat 2012’den bu yana kapalı olan tarihi Haydarpaşa Garı da ilke kararı değişikliğinden etkilenebilecek yapılardan biri. Söz konusu yapı da eğer istenirse “ulaşım politikaları adı altında zorunlu altyapı uygulaması”na tabi tutulabilecek.

3. Boğaz köprüsü: İstanbul’un her iki yakasındaki tarih, kültür ve doğa değerlerini doğrudan veya dolaylı bir şekilde tahribata uğratacağı yönünde sivil toplum kuruluşlarının tüm eleştirilerine karşın hükümetin bir türlü vazgeçmediği 3. köprünün de ilke kararıyla birlikte “kılıfı hazırlanıyor.” Köprünün inşatıyla birlikte yeni karayolları bağlantıları, viyadükler ve tüneller yapılacağı için de İstanbul’un tarihi ve doğal güzellikleri açısından da tehdit oluşturulacak köprü, ilke kararına göre “kamu hizmeti ve zorunlu altyapı uygulaması”na girebilecek.

Haliç Tersaneleri: Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın Beyoğlu kıyısında bulunan tarihi Aynalıkavak Kasrı, Taşkızak Tersanesi ve Divanhane binasının bulunduğu 25 dönümlük bir alanda yaşama geçireceği proje de yine “kamu hizmeti ve zorunlu altyapı uygulaması”na tabi olacak yerlerden biri. Proje kapsamında yat limanı 49 yıllığına yap-işlet-devret modeli ile yapılacaktı ve 4 yıl inşaat, 45 yıl da işletme süresi olacaktı. Bu proje ayrıca başlangıçta “kamu hizmeti” olarak görünse de özelleşmeye tabi tutulacağından ayrı bir önem taşıyor.

Ankara’da AKM alanı: Ertuğrul Günay, bakan olduğu dönemde AKM’yi yıkarak yerine 5 misli büyüklüğünde “Türkiye Uygarlıklar Müzesi” kurulacağını açıklamıştı. Hatta uygarlıklar müzesi için gerekli protokoller de imzalanmıştı. Ankara Anakent Belediye Başkanı Melih Gökçek de söz konusu tarihi AKM alanıyla ilgili olarak 19 Mayıs Stadı’yla AKM alanını birleştirme fikri olduğunu açıklamıştı. Bakan değiştikten sonra protokoller yarım kaldı ve Türkiye Uygarlıklar Müzesi projesi rafa kalktı. Daha sonra Anakent Belediyesi bölgeyi yapılaşmaya açmak istedi. İlke kararıyla birlikte Ankara’daki AKM alanı da “kamu hizmeti” adlı altında yapılaşmaya açılabilecek. Yapıların “kamu hizmet binası” adlı altında yapılabileceğinden Ankara kent merkezi silüetini bozmasının önemi kalmıyor. Ayrıca Ulus’ta kentin silüetini bozan kamu binaların da Merkez Bankası binası gibi, dönüştürülmesi, yıkılması Bakan Günay döneminde gündemdeydi. Bu binaların da ilke kararıyla dönüştülmesine istenirse gerek kalmayacak.

‘Yargıya başvuracağız’
İlke kararında yer alan “kamu hizmeti ve zorunlu altyapı uygulaması” ifadesini yorumlayan Taksim Dayanışma Yöneticisi ve Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Sekreteri Mücella Yapıcı, “böyle bir ifadenin kabul edilemez” olduğunun altını çizdi.

“Bu konuda bizler, ilgililer yargıya başvuracağız” diyen Yapıcı, ancak ne yazık ki yargının da ağır işlediğini ve yürütmeyi durdurma kararları da zamanında alınamadığı için tarihi ve doğal sit alanlarındaki talanların hızla arttığına dikkat çekti.

Kamu idaresinin aslında özel sektöre örnek olmak zorunda olduğunu da kaydeden Yapıcı, şöyle konuştu:
“Planlamada eşitlik ilkesi diye bir şey de vardır. Kamu adına kamu eliyle suç işlenirse, bu suç olmaktan çıkamaz. Bizim park alanlarımız, kamu mülkiyetinde bulunan alanlar da bu ilke kararının içine girebilir. Kamunun kendisi örnek olmak durumundayken, bizatihi bu cinayeti işleyip özel sektöre de durun diyemez. Ancak ne yazık ki Türkiye’de böyle bir garip durum var.”

'Kılıf uydurma'

Mimarlar Odası Ankara Şube Sekreteri Tezcan Karakuş Candan da “Değiştirilen ilke kararı devlet eliyle talan demektir. Hükümetin yaptığı tartışmalı icraatlara ‘zorunlu altyapı ve kamu hizmet binası’ adı altında kılıf uydurulmasıdır” dedi.

Cumhuriyet, Haber: Selda Güneysu, 19.02.2014

SAMSUN'DA İKİ HÖYÜK BULUNDU

 

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünce Samsun'un batısında yer alan yerleşim yerlerinde iki yıl önce başlatılan arkeolojik yüzey taraması sonucu, Geç Kalkolitik döneme ait yerleşim yerleri bulunduğu bildirildi.

 

 

OMÜ Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Davut Yiğitpaşa, Bafra İlçesi'nde sürdürülen arkeolojik yüzey araştırması çalışmasında Elifli Köyü ile Lengerli Köyü sınırları içinde belirlenen iki ayrı yerleşim yerinin Geç Kalkolitik döneme ait olduğunun kesinleştiğini söyledi.

 

Belirlenen yerleşim alanlarının milattan önce 5 binli yılların sonunu kapsadığını anlatan Yiğitpaşa, şöyle devam etti:

"Samsun'un Kalkolitik dönemden, özellikle Tunç Çağı'ndan itibaren büyük bir yerleşime sahne olduğu açıktır. Yaptığımız arkeolojik yüzey araştırması çalışmalarında Bafra İlçesine bağlı Elifli Köyünde 35 metre yükseklikte Deliklitepe diye adlandırılan alan ile Lengerli Köyündeki 20 metre yüksekliğindeki Kürkürün Tepesi'nde yaptığımız yüzey araştırmasında, bölgelerde çok sayıda çanak, çömlek ve seramik malzeme bulduk. Bulunan amorf parçalar söz konusu bölgenin, Geç Kalkolitik dönemden Helenistik döneme kadar uzanan bir süreci kapsadığını gösteriyor. İki yıl önce başlattığımız ve yer tespiti yaptığımız alanlarda Geç Kalkolitik dönemden Helenistik döneme uzanan iki yerleşim yerinin höyük olduğu kesinleşti."

 

Özellikle Kızılırmak ile Yeşilırmak vadilerinin önemli yerleşim merkezleri konumunda olduğunu ifade eden Yiğitpaşa, söz konusu höyüklerde arkeolojik kazılar yapılması ve yörenin bir bütün olarak kültür ve turizm açısından ele alınması gerektiğini kaydetti.

 

Şimdiye kadar arkeolojik yüzey araştırmalarının genellikle sahile yakın alanlarda yürütüldüğüne dikkati çeken Yiğitpaşa, şunları söyledi:

"Samsun'da kültür envanteri yapılmış ancak daha geniş ve kapsamlı bir araştırma yapılması gerekiyor. Sadece sahile yakın alanlarda değil daha iç bölgelerde de iyi bir araştırma yapmak önem taşıyor. Bölgede yürütülen arkeolojik kazılar milattan önce 5 bin yılının sonlarından itibaren bölgenin kültürel görünümü hakkında bilgiler sağlamış durumda. Samsun'un Kalkolitik Çağ'dan özellikle Tunç Çağ'ından itibaren yoğun bir yerleşime sahne olduğu açıktır. Bu nedenle yerleri kesinleşen her iki höyükte arkeolojik kazıların başlatılması önemli. Orta Karadeniz'in kültürel yönden çekirdek bölgesini teşkil eden Samsun'un bu yöresindeki çalışmalar, kültürlerin en iyi şekilde tanımlanmasına katkı sağlayacaktır."

Yeni Şafak, 18.02.2014

"ÖNCE BİZ KORUYALIM SONRA UNESCO"

 

Kaleiçi'nin korunmasıyla ilgili önerilerini sıralayan Prof.Dr. Nevzat Çevik, "UNESCO'nun yaptığını ulusal ölçekte önce biz yapmalıyız." dedi.

 

 

DHA'nın haberine göre, Antalya Kent Müzesi'nin 'Kent-Müze-Tarih Söyleşileri'ne konuk olan Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Müzecilik Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik, "UNESCO Dünya Kültür Emanetleri Listesi ve Antalya Kaleiçi" başlığı altında sunum yaptı. Kısa adı UNESCO olan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nü anlatan Prof.Dr. Çevik, dünyada 160 ülkede 981 doğal veya kültürel varlığın, UNESCO'nun koruma listesinde bulunduğunu hatırlattı. Türkiye'den sadece 11 anıtın bu listede olduğunun altını çizen Çevik, "UNESCO'nun koruma altına alınan yerler listesinin yanında bir de yedek liste var. Asıl listeye girmeyi amaçlayan bu listede ise Türkiye'den 41 doğal/kültürel varlık bulunuyor" dedi.

 

Türkiye'nin 95 bin değeri var

Kültür Bakanlığı envanterlerine göre Türkiye'nin 95 bin doğal veya kültürel varlığa sahip olduğunu da vurgulayan Prof.Dr. Nevzat Çevik, şöyle konuştu: "Onbinlerce yıllık tarihin zenginliğine sahip bu topraklarda, sadece 11 varlığın UNESCO listesinde yer alması bir sefalettir. Ama bu sahip olduğumuz varlıkların sefaleti değil, o varlıkları koruması gereken yöneticilerin sefaletidir. Memleketimizin kıymetini biliyoruz. Ama bunun gereğini yerine getirebiliyor muyuz, asıl soru bu. Türkiye'den son 4 yılda 24 anıtın yedek listeye girmiş olduğunu görüyoruz. Bu da yöneticilerimizin artık daha bilinçli olduğunu gösteriyor bize. Demek ki umut var."

 

Antalya'dan sadece Xanthos

UNESCO listesine Türkiye'den giren 11 anıttan sadece Xanthos antik kentinin Antalya'da bulunduğunu da belirten Prof.Dr. Çevik, sözlerini şöyle sürdürdü: "Klasik arkeolojinin ve turizmin başkentinde sadece Xanthos'un UNESCO listesinde yer alması da ayrı bir mesele. Neden Xanthos? Çünkü orayı Fransızlar kazdı. Yedek listeye bakıyorsunuz, Karain Mağarası 1994'ten beri bekliyor. Alanya Kalesi, St.Nicholas Kilisesi, Kekova ve Termessos Antik Kenti 2000 yılında yedek listeye alınmış. Antalya ve Muğla'daki tüm Likya Antik Kentleri ve Perge Antik Kenti ise 2009'dan bu yana asıl listeye girmeyi bekliyor."

 

Önce biz korumalıyız

"Geçmişten gelen değerlerin korunması temel değerdir" diyen Prof.Dr. Nevzat Çevik, "Ancak bu bilinç öyle kolay oluşmuyor. Benim önerim, öncelikli olarak Antalya'da korunması gereken yerlerin bir listesini çıkarmak. Koruma Kurulu'nda bunun altyapısı zaten mevcut. Ardından öncelik sırasına göre bir sıralama yaparak, en acil korunması gereken yerden başlamak üzere müdahale/koruma projeleri hazırlamak. Yani UNESCO'nun yaptığını ulusal ölçekte önce biz yapmalıyız. Anıtlarımıza sahip çıktığımızı göstermeliyiz."

 

Kaleiçi bir mucize

Daha sonra Antalya Kaleiçi'ne değinen Prof.Dr. Nevzat Çevik, bölgenin korunmasına yönelik önerilerini sıraladı. Bütün vandallık girişimlerine rağmen Kaleiçi'nin iyi korunmuş bir yer olduğunu ifade eden Çevik, "Kaleiçi büyük bir mucize. Bu düzeyde nasıl korunmuş hayret. Bunca yıkıcı girişim, rant darbesi karşısında bugün Kaleiçi'nden eser kalmaması lazımdı" diye konuştu. Kaleiçi'nin öncelikli olarak, geleneksel yapıya aykırı betonarme binalardan arındırılması gerektiğini belirten Prof.Dr. Çevik, "Bunu yapmadan, diğer yapılara müdahale etme şansınız yok. Vaktinde bu yönde bir proje yapılmıştı ancak o dönemin yöneticileri buna yanaşmadı" dedi.

 

Kesik Minare müze olmalı

Kaleiçi'nin en önemli tarihi yapılarından biri olan Kesik Minare'ye de değinen Prof.Dr. Nevzat Çevik, sözlerini şöyle sürdürdü: "Baktığınız zaman Kesik Minare, kentin tarihi kadar eski bir yapı. Her dönemi temsil eden böyle bir yapı başka yerde yok. Her inanca ev sahipliği yapmış. Binlerce yıl ibadethane olarak kullanılmış. Kesik Minare'nin bir açık hava müzesi olması konusunda proje hazırlandı ancak daha sonra buranın camiye çevrilmesi kararlaştırıldı biliyorsunuz. Ancak bu bölgede cami bir ihtiyaç değil. Ayrıca yapıyı camiye çevirmek de mümkün değil zaten. Hangi kalıntıyı camiye çevireceksiniz? Alanın müze olmasını istedik. Başta Mimarlar Odası olmak üzere kentteki sivil toplum örgütlerinin çabalarıyla bu mücadele kazanıldı. Yani her şey aslında bize bağlı."

Yapı, 18.02.2014

HÜRREM SULTAN'IN KUDÜS'TEKİ İZLERİ

 

 

Kudüs'te Mescid-i Aksa'yı ziyaret edenleri, Aksa'nın Batıya bakan "Nazır Kapısından" çıktıktan onları az ileride Kanuni Sultan Süleyman'ın yaptırdığı tarihi bir su sebili karşılar.

Aynı yol üzerinde yokuş çıkan merdivenli yolu takip edenler ise 150 metre ileride solda bir başka muhteşem yapı gelenlere "hoşgeldin" der.

Burası, Osmanlı Devleti'nin 10. Padişahı, batılıların "Muhteşem Süleyman" olarak adlandırdıkları Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi, Hürrem Sultan'ın 1552 yılında yoksulların karnını doyurması için ölmeden bir yıl evvel yaptırdığı "Haseki Sultan İmarethanesinin" kapısıdır.

Kapısında geleneksel Osmanlı mimarisinin motiflerinin görüldüğü muhteşem eser, asırlara meydan okuyarak, kesintisiz olarak 462 yıldır Kudüs'ün fakirlerine her gün ücretsiz yemek dağıtıyor. Haftada beş gün farklı 2 yemeğin verildiği imarethane, 4 bin 600 metrekare alana yayılmış. Binanın alt katı aşevi olarak hizmet verirken, üst katı yetimler okulu olarak faaliyet gösteriyor. Binanın sağ tarafında ise Kudüslü mesleksiz gençlere marangozluk eğitimi veren bir atölye yer alıyor. Aşevinin kapısından içeri girdikten sonra, kubbeli altıgen yapının altında, şimdilerde kullanılmayan eski kazanlar eski ocağın üzerinde yerli yerinde duruyor.

Öğleye doğru kapısında fakir fukaranın ellerinde boş kaplarla gelmeye başladığı kapıda, bir vakıf geleneği olarak önce kadınlara, sonra erkeklere yemek servis ediliyor. Aşevi sadece Müslümanlara değil, fakir Hristiyan ailelere de hizmet veriyor. Şu anda 8 Hristiyan aile aşevinin sürekli ziyaretçilerinden. Boş kaplarla gelen hüzünlü yüzler, ayrılışlarında yüzlerindeki ifade mutluluğa dönerken dudaklardan dua mırıltıları duyuluyor.

Aşevinin müdürü Abdullah Acec AA muhabirine yaptığı açıklamada, vakıf hakkında şunları anlatıyor:

"Burayı Allah rahmet eylesin, mek'nı cennet olsun, Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi Hürrem Sultan yaptırmış. Burası önceleri vakıf olduğu için kendisine ait vakıf binalarının gelirleri ile yaşıyordu. İsrail, savaştan sonra bunlara el koyunca gelirimiz azaldı, uzunca zaman zekat ve yardımlarla yürüdük. Şimdi ise Katar devletinin "Kızılay'ı" bizim harcamalarımızı karşılıyor. Burada 5 kişi çalışıyoruz ve her gün 5 yüz kişilik, 113 aileye yetecek yemek çıkarıyoruz. Günlük 2 bin dolar harcamamız oluyor. Ramazan'da ise iki kat yemek yapıyor ve daha fazla kişiye dağıtıyoruz. Haftanın 5 günü, Cuma ve Cumartesi hariç hizmet vermekteyiz."

Eski imarethanenin karşısındaki küçük ekmek fırını ise kapanmış, bir zamanlar yemeğini alan herkes bu fırından da sıcak bir somunu koltuğunun altına alarak gidermiş. Asırlara meydan okuyan aşevinin üst katında yetim öğrencileri ağırlarken avlusunun sağ tarafında ise mesleksiz gençlere meslek edindirecek marangoz atölyesiyle kucaklıyor.
 

HÜRREM SULTAN'IN DİĞER VAKIF ESERLERİ

Hürrem Sultan'ın Kudüs'te bulunan vakıfları ise sadece bununla sınırlı değil. Günümüzde Via Dolorosa (Çile yolu) üzerinde bir hamam da Ermeni kilisesinin malı olmuş.

İstanbul'da Türk İslam eserleri müzesinde bulunan 1557 tarihli Haseki Sultan Vakfiyesinin 9b-10A sayfasında Hürrem Sultan'ın Kudüs'te Camii Şerif (Kubbet'üs Sahra) yakınında yaptırdığı Hürrem Sultan Camisi, medresesi ve imarethanesinden bahseder. Eserin 12a -14b sayfalarında bu yapıların bakımı, temizliği, çalışanların maaşları vakfın işleyişini sağlamak için harcamaların nasıl yapılacağı tüm detayları ile anlatıldığı görülür. Eserin 49a sayfasında ise şahitlerin imzası ve Hürrem Sultan'ın mührü bulunur. Hürrem Sultan'ın arkasında bıraktığı eserler aslında bir ömre sığmayacak kadar fazla.

Bulgaristan'dan Mekke'ye kadar pek çok şehri, ihtiyacı olan yapılarla süsleyen Hürrem Sultan, ölmeden bir yıl önce yaptırdığı 'Kudüs Haseki Sultan İmareti' bunlardan sadece biri. Hürrem Sultan sarayda cariye olduğu dönemde aldığı maaşı Mekke'ye yardım amaçlı olarak göndermek ister. Cariye olduğu için bağışta bulunamayan Hürrem Sultan durumu Kanuni Sultan Süleyman'a mektupla bildirir. Kanuni de kendisini bu asil istek üzerine özgür bırakır.

Hürrem Sultan, kayıtlara göre Mekke'ye yıllık altı bin altın bağışta bulunur. Cariyeliğinden, Haseki Sultanlığa tırmandığı dönemin sonuna kadar pek çok şehirde cami, imaret, kervansaray gibi hayratları artarak sürer. Öyle ki vefat ettiği zaman Bulgaristan'dan Kudüs'e, Mekke'den Medine'ye kadar uzanan coğrafyada çok sayıda vakıf eserini arkasında bırakarak ölür. Eserlerin pek çoğunun altında ise ünlü Osmanlı mimarı, Mimar Sinan'ın imzasına rastlanır.

Sabah, 18.02.2014

BİZANS DÖNEMİNDE İSTANBUL

 

 

Fransa'nın Alsace bölgesinde yer alan Ribeauville'de büyümüş bir ressam, tasarımcı ve dekoratör olan Antoine Helbert, İstanbul’daki Bizans kalıntılarını inceleyerek o dönemin eserlerini tekrar canlandırdı.

 

 

"Ne anlama geldiğini bile bilmiyordum, kendimi birden insanı çeken bir medeniyetin, yeni bir dünyanın içinde buluverdim" diyen Helbert'in o günlerde başlayan Bizans merakı, bugünlere kadar getirdi.

 

 

Yıllarını Bizans, Roma ve tabii ki İstanbul üzerine araştırmalar yaparak geçiren tasarımcı, 35 yaşına geldiğinde ilk kez İstanbul'a ayak basar.

 

 

"Sanki karşıma çıkan her şeyi daha önce görmüştüm, tüm o Bizans kalıntıları gözlerimin önündeydi ve bu sefer gerçekti" diyen tasarımcı, binlerce fotoğraf çeker ve 'İstanbul'dan bir şaheser çıkarmaya adar kendini.

 

Gördüğü binalardan, manzaradan, yıkıntılardan yola çıkarak kalemiyle oluşturduğu çizimlerle şehri adeta yeniden yaratır. Mimarların bile unuttuğu detaylar, birden gerçek oluverir. Opera binalarına yaptığı resimler, plastik sanatlar alanındaki çalışmaları, orkestra salonlarındaki çalışmalarını bir yana bırakan Antoine Helbert, İstanbul çizimleri için "Benim bu yaptığım, var olanı çıkış noktası olarak alıp, hayal gücünü de katarak yeni bir benzerlik yaratmak" diyor.

 




Ayasofya Müzesi

 




Boğa Meydanı Bugünkü Beyazıt Meydanı

 


Çemberlitaş Sütunu

 


Jüstinyen Sütunu

 


Lausus Sarayı



















Habertürk, 18.02.2014

TARİHİ SİT ALANLARINA YENİ DÜZENLEME GELDİ

 

 

Tarihi sitler, koruma ve kullanma koşulları ilke kararında değişikliğe gidildi. Bugünkü Resmi Gazete 'de yayımlanan Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları Yüksek Kurulu'nun ilke kararına göre milli park alanı içinde olan tarihi sitlerde ‘uzun devreli gelişim planı’, milli park dışında kalan yerlerde ise ‘koruma bölge kurulu’ onayı olmadan hiçbir inşa çalışması, bitki örtüsü ve topografyayı etkileyebilecek hiçbir düzenleme yapılamayacak.

 

MİLLİ TARİH VE ASKERİ HARP TARİHİ AÇISINDAN ÖNEMLİ YERLER...

19 Nisan 1996 tarihli ve 421 sayılı milli tarih ve askeri harp tarihi açısından önemli tarihi olayların cereyan ettiği ve doğal yapısıyla birlikte korunması gerekli alanlar olan tarihi sitlerin koruma ve kullanma koşullarında değişikliğe gidildi.


Buna göre, milli park bulunan yerlerde uzun devreli gelişim planı, milli park bulunmayan yerlerde alanın tarihi ve kültürel değerlerini koruyan koruma amaçlı imar planları ilgili koruma bölge kurulunca uygun görülünceye kadar zorunlu altyapı uygulamaları ve kamu hizmet yapıları eklenen bölüm dışında, bitki örtüsünü, topografik yapıyı, siluet etkisini bozabilecek, tahribata yönelik hiçbir inşai ve fiziki uygulamada bulunulamayacak.


Bu alanları çevre düzeni planına kavuşturacak gerekli çalışmaların yapılarak hazırlanacak çevre düzeni planları için koruma bölge kurullarının uygun görüşleri alınacak. Alanın tescil tarihi öncesi doğal dengeyi bozucu yapılmış her türlü uygulamanın zaman içinde ıslahı için kamu kuruluşlarınca gerekli çalışmalar yapılacak.

ORMAN BAKANLIĞI VE BAĞ VE BAHÇECİLER ÇALIŞMAYA DEVAM EDEBİLECEK
Bu alanlar içinde yer alan orman alanlarında Orman ve Su İşleri Bakanlığınca gerekli çalışmalar yapılabilecek. Bu alanlar içinde yer alan kamu hizmet yapıları, altyapı hizmetleri ile anıt ve şehitliklerin düzenleme ve gerekli onarımları için projeleriyle birlikte koruma bölge kurulundan izin alınması gerekecek. Önceden süregelen tarımsal faaliyet ile bağ ve bahçeciliği devam ettirilebilecek, koruma amaçlı imar planları onaylanmadan bu alanlar bu amaç dışında kesinlikle kullanılamayacak.

Radikal, 18.02.2014

DEPREMLERİN VURDUĞU ANTİK KENT

 
Aydın Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka yaptığı açıklamada, antik kentte 2012 yılından bu yana, kazı, restorasyon ve onarım çalışmalarının sürdürüldüğünü söyledi.

 

Tralleis antik kentinin, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca, düzenlenmiş ören yeri statüsüne kavuşturulduğunu belirten Aktakka, çevre düzeni planının uygulanmasıyla yaz döneminde yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı olmasını beklediklerini vurguladı.


Tralleis'te tarihsel süreçte depremlerden zarar gören antik yapıların ayağa kaldırıldığını dile getiren Aktakka, şunları kaydetti:
"Antik kentte gymnasium binasının giriş kapısı özelliğini taşıyan, Üç Gözler ismini verdiğimiz ve Aydın'ın simgesi durumundaki yapı, depremlerden büyük zarar gören eserlerin başında geliyor. Hazırlanan proje gereği sağlamlaştırılmasının yanı sıra ışıklandırılarak şehrin girişinden dahi görünmesi sağlanacak. Bunun dışında Tralleis'te ortaya çıkarılan ve depremden zarar gördüğü anlaşılan sütunlu yolun ayağa kaldırılması için çalışmalar sürdürülüyor. Tralleis, bakanlığımızın çevre düzeni planı yıl içerisinde uygulandığında, çok geniş, zengin, gezilip görülecek bir yapıya kavuşmuş olacak."

 

Ödenek sıkıntısı yok
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Aydın Özel İdaresi'nin destekleri ile antik kentin ayağa kaldırılması sürecinde ödenek sıkıntılarının bulunmadığını ifade eden Aktakka, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Tralleis antik kenti, döneminin en önemli sanat ve ekonomi merkezlerindendir. Şehrin anıtsal yapıları, sivil mimarileri ortaya çıkarılmış, eski dönemlerdeki spor müsabakalarının kalıntılarına ulaşılmıştır. Bu yönleriyle Tralleis, birçok devrin aktivitelerini, sosyal yaşantısını yansıtacak özellik taşımaktadır. Helenistik dönemin yanı sıra Roma ve Bizans dönemlerine tanıklık etmiş, tarihin önemli izlerini içinde barındıran Tralleis antik kentini yerli ve yabancı turistlerin akın ettiği bir mekan haline getirmek için yoğun gayret harcıyoruz. "

 

"Depremde kentteki yapıların çoğu zarar görmüş"
Kazıların bilimsel danışmanı Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Aslı Saraçoğlu ise Tralleis antik kentindeki çalışmaların Üç Gözler'in yanı sıra depremden büyük oranda zarar gördüğü belirlenen antik yol üzerinde yoğunlaştırıldığını anlatarak, şöyle dedi:

"Tralleis'in antik çağda büyük depremlerden zarar gördüğünü biliyoruz. Antik kentin 'Sütunlu Cadde' ismini verdiğimiz alanı da depremden önemli ölçüde etkilenen bölümler arasında. Kazı çalışmalarında, antik kentin işlek yollarından birisi olarak karşımıza çıkan caddeye ait çok sayıda sütun, kompozit başlık ve kemer, gün yüzüne çıkarılarak restorasyon projesi hazırlandı. Geç Roma dönemi dükkanları önünde bulunan ve gymnasium yapısıyla bağlantılı olan antik yol, sütunları, başlık ve kaideleri ile birlikte ayağa kaldırılacak."

Saraçoğlu, Tralleis antik kentindeki kazılarda ayrıca seramik, kabartma, mozaik gibi dönemin gelenek ve kültürünü yansıtan farklı eserlere de ulaşıldığını kaydederek çalışmaların tamamlanmasıyla birlikte ziyaretçiler tarafından görülebileceğini sözlerine ekledi.

Sabah, 17.02.2014

TARİHİ HAMİDİYE TABYASI'NDA RESTORASYON ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Çanakkale'de, Barbaros Mahallesi'nde bulunan tarihi Hamidiye Tabyası'nda restorasyon çalışması başlatıldı. 2. Abdülhamit döneminde yaptırılan, Çanakkale Savaşları sırasında boğazın savunmasında önemli rol üstlenen Hamidiye Tabyası, çalışmalar tamamlandığında kültürel alan olarak hizmet verecek.

 

 

AKP Çanakkale Milletvekili ve AKP Belediye Başkan adayı Mehmet Daniş, tabyada düzenlediği basın toplantısında, 2. Abdülhamit döneminde yaptırılan, Çanakkale Savaşları sırasında, boğazın savunmasında önemli rol üstlenen tabyadaki proje çalışmasının Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yürütüldüğünü söyledi.

 

 

Yaklaşık 17 milyon liraya mal olması beklenen proje kapsamında, tabyanın içindeki 10 bonetin (cephanelik olarak kullanılan oda) iç ve dış restorasyonunun yapılacağını, su izolasyonunun sağlanacağını, topraklardan arındırılacağını dile getiren Daniş, "İlk 6 bonet müze haline getirilecek. Herbirinin teması farklı olacak. Diğer 4 bonet ise kültürel alan olarak işlev görecek. Özellikle iki büyük bonetin içinde 8'er oda var. Buralar kültür alanları haline getirilecek" dedi.

 

Daniş, bonetlerin önündeki 105 dönümlük bir sana bulunduğunu, giriş kapısından içeriye girildiğinde sağ tarafta kalan alanın daha çok sportif amaçlı kullanılabileceğini, sol tarafın sosyal alan olarak hizmet vereceğini ifade ederek, "Buraya gelecek misafirler, dinlenebilecek, yemek yiyebilecek. Buradaki mevcut ağaçlar korunacak, yeni ağaçlandırma yapılacak. Bonetlerin deniz tarafında ise kordon oluşturulacak" diye konuştu.

 

 

Hamidiye Tabyası'nın Çanakkale'nin turizmi açısından çok önemli bir yere sahip olduğuna işaret eden Daniş, şunları kaydetti:

"Burası kentin adeta nefes aldığı bir bölge. Müteahhit firma 18 Mart 2015'e kadar projeyi teslim edecek. Bölge, Çanakkale'ye gelen turistlerin de uğrak noktalarından birisi olacak. Bu, Çanakkale'nin en prestijli projelerinden birisi. Yıllarca burası askeriyenin elindeydi. Askeriye tarafından idare ediliyordu. Daha sonra Kültür ve Turizm Bakanlığımızın talebi ve bizim girişimlerimizle burası bakanlığa devredildi. Yıllarca atıl olarak kalan, kullanamadığımız, kapısından belki giremediğimiz bu alanın hem Çanakkale'ye hem turizme kazandırılmıyor olması kentimiz açısından çok önemli".

Yapı, Fotoğraf: Mehmet Bayer/AA, 17.02.2014

160 YILLIK APOSTOL HAN RESTORE EDİLDİ

 

 

Muğla’nın Saburhane semtinde bulunan ve bir dönem Muğla’da yaşayan Rumların tek hanı olma özelliği taşıyan tarihi Apostol Han, Muğla Belediyesi tarafından 347 bin TL harcanarak aslına uygun olarak restore edilerek hizmete açıldı. Apostol Han’ın açılış törenine Muğla Vali Yardımcıları Fethi Özdemir ve Ahmet Ertürk, Menteşe Kaymakamı Zeki Arslan, Muğla Belediye Başkan vekili Yavuz Kayı ve Saburhane semti sakinleri katıldı.

TESCİLİNDEN BİR YIL SONRA YANDI
Apostol Han, 8 Temmuz 1998 yılında tarihi yapı olarak tescilli tescillenmesinin ardından 16 Haziran 1999 tarihinde çıkan yangında tamamen yandı. 2006 yılında sokaktan geçen vatandaşlar için tehlike arz etmesi üzerine Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü kararı ile yıkıldı. 3 yıl süren mülkiyet çalışmaları sonrası 2012 yılının Nisan ayında Muğla Belediyesi’nin mülkiyetine geçti. Muğla Belediyesi tarafından restorasyon ihalesinin ardından yüklenici firma 11 Mart 2013 tarihinde restorasyon başladı ve 15 Kasım 2013 tarihinde tamamlandı. Apostol Han’ın restorasyonu için 347 bin 208 TL harcama yapıldı.

“TARİHİ VARLIKLARI GELECEĞE TAŞIYORUZ”
Törende konuşan Muğla Belediye Başkan Vekili Yavuz Kayı, Muğla’daki kültür varlıklarının geleceğe taşınması için Belediye olarak çalışmaların devam ettiğini ve bundan sonra da devam edeceğini belirtti. Kayı, “Apostol Han eski bir Saburhaneli olarak bizlerin çok yakından tanıdığı bir han. Saburhane sakinlerine buradan bir başka müjde daha vermek istiyorum. Saburhane meydan düzenlemesi ve restorasyon işi şu anda Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Müdürlüğü’nde imza bekliyor. Projenin onaylanmasından sonra Saburhane Meydanı da restore edilecek ve meydan düzenlemesi yapılacak” dedi.

APOSTOL HAN’IN GEÇMİŞİ
1850-1870 yılında Rumlar tarafından yaptırılan Apostol Han, o dönemde dağ köylerinden gelen vatandaşların konaklaması için kullanıldı. Muğla’daki Cumhuriyet döneminde Muğla’da ilkokul olarak kullanılandı. Muğla merkezde yeni adıyla Menteşe İlçesi Orta Mahalle Saburhane semtinde bulunan tarihi Apostol Hanı 428 m2’lik bir alan içinde bulunuyor. 1998 yılında tescillenen bina, 1999 yılında çıkan yangında tamamen harap oldu. Bina 2006 yılında, tehlike arz ettiği için, Koruma Kurulu kararı ile yıkıldı. Saburhane Meydanı’nda yer alan tarihi Apostol Han’ın mülkiyeti Muharrem Kızıldağ’a ait iken 3 yıl süren çalışmalar sonucunda 2012 yılı Nisan ayında Muğla Belediyesi tarafından kamulaştırılması tamamlandı. Tarihi binanın kamulaştırma bedeli 85 bin 314 lira olarak belirlendi. Rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri, Koruma Bölge Kurulunca onaylanan tarihi bina, rekonstrüksiyon (Yeniden Yapım) çalışmasının ardından restorasyonu tamamlandı.

İHA, Haber: Bekir Tosun, 17.02.2014

ARTIK KAN DEĞİL, TURİST AKACAK

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki antik kentleri ayağa kaldırmak için harekete geçti. 2015'te kazı başvurularında öncelikli olarak değerlendirmeye alınacak yerleri belirleyen Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Doğu'daki 7 ilden 13 antik alanı listeye aldı. 

MUŞ İLK SIRADA YER ALDI
Listede Adıyaman’daki Perre Antik Kenti, Van’daki Urartu Kaleleri ve Ağrı’daki Anzavurtepe Höyüğü de bulunuyor. 


Mardin'deki Dara Antik Kenti de listede yer alıyor. 2015 kazılarında öncelik verilecek yerler arasında Muş, 4 antik alanla ilk sırada. Bu alanlar, Malazgirt İlçesi'ndeki Dolabaş Höyüğü, Bostankale Höyüğü, Konakkuran Höyüğü ile Alyar Köyü Mezarlığı. Bozova’da bulunan Çarmelik Kervansarayı, cami, hamam, su sarnıcı ile Viranşehir’deki Çimdin Kalesi de listede Şanlıurfa’yı temsil ediyor. Listede, Doğu'dan son il Van. Van merkezdeki Aşağı ve Yukarı Anzaf Urartu Kaleleri, 2015'te öncelikli olarak kazılacak. 

 

ÖNCELİK VERİLEN KENTLER
Bartın Amasra Akrapol, Bartın Amasra Kalesi,Bayburt Kalesi, Gümüşhane Kelkit Satala Antik Kenti, Kocaeli Hereke Kalesi, Konya Seydişehir Vasada Antik Kenti, Nevşehir Ürgüp Sobesos Antik Kenti, Sivas Altınyayla Sarissa Antik Kenti, Tokat Sulusaray Sebastopolis Antik Kenti, Trabzon Akçaabat Akçakale, Yozgat Mercimektepe Höyüğü, Yozgat Sorgun Zeynel Höyüğü Tümülüsü.

Akşam, Haber: Volkan Yanardağ, 17.02.2014

KONYA'NIN KAPADOKYASI KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR

 

 

Konya'nın Meram İlçesi'nde yer alan ve görünümüyle Kapadokya'yı andıran Kilistra Antik Kenti Türkiye'nin önemli turizm merkezleri arasına girmeyi hedefliyor.

 

Meram İlçesi Gökyurt Köyü sınırı içinde, Kapadokya'daki gibi lav yığılmalarıyla meydana gelen volkanik arazi üzerine kurulu, Helenistik ve Roma dönemi eserlerinin yer aldığı Kilistra Antik Kenti, taşıdığı tarihi mirası ve coğrafi güzellikleriyle turizmde daha yukarıları hedefliyor.

 

Konya kent merkezine 50 kilometre uzaklıktaki, yeni adı Gökyurt olan Kilistra Antik Kenti, kayalara yapılmış oyma kilise ve şapelleri, bugüne kadar gelmiş sarnıç ve su kanallarıyla Orta Çağ Hristiyanlığının izlerini taşıyor.

 

Görünümüyle de Kapadokya'yı andıran antik kent, yeni proje ve yatırımlarla turizme kazandırılmayı bekliyor. 

 

Kilistra, 2 bin yıla uzanan geçmişiyle Orta Çağ Hristiyanlığının en önemli merkezleri arasında yer alıyor.

 

"Saklı kent" olarak da isimlendiriliyor

Helenistik dönemde yerleşimin başladığı tespit edilen antik kentin bulunduğu alanda yapılan arkeolojik kazılarda, Roma dönemine ait mezar taşındaki "Kilistra" ifadesinden adını alan kent, Orta Çağ'da Hristiyanlığı seçmiş halkın; putperestlerin ve yağmacıların yoğun baskıları sonucu buraya gizlenmiş olmalarından dolayı "saklı kent" olarak da isimlendiriliyor.

 

Köprüleri, sarnıçları, şaraphaneleri, ibadethane ve seramikhaneleriyle görenleri adeta bülüyeyen Kilistra, ziyaretçilerini tarihi bir yolculuğa çıkarıyor.

 

"Kırsal bir yerleşmenin çok iyi korunmuş örneği"

Kentteki kaya oyma mimarisini inceleyen Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Araştırma Görevlisi İlker Mete Mimiroğlu, AA muhabirine yaptı açıklamada, Kilistra'nın Orta Çağ dönemine ait, kırsal bir yerleşmenin çok iyi korunmuş örneği olduğunu söyledi.

 

"Kapadokya'dan farkı, özgün olması"

Mimiroğlu, Kilistra'nın kanalizasyon sistemi, sarnıç, kilise ve mezarlar gibi yapıların orijinal halinini koruduğunu belirterek, şunları kaydetti:

"Buna benzer yapılar Kapadokya'da da var. Fakat Kapadokya'daki mekanlar günümüzde de kullanılıyor, yeni mağaralar açılıyor. Kilistra bölgesinde ise insanlar yeni mağara açmıyor.

Böyle olunca buradaki tüm eserlerin, en orijinal haliyle, Roma ve Bizans'a ait olduğunu anlıyoruz. Bu bölgedeki doğal ve tarihi zenginlikler, el değmemiş özgün mirastır. Belediyelerin veya ilgili bakanlıkların bu bölgeyi turizme kazandırması lazım. Yapılacak proje ve yatırımlar, bölgeye yüz binlerce turistin gelmesini sağlayacaktır."

Anadolu Ajansı, Haber: Abdullah Doğan, 16.02.2014

VİKİNG YAZISI
ŞİFRELİ AŞK MEKTUBU

 

Norveçli bilim insanları, Vikingler dönemine ait 900 yıllık bir yazıt üzerinde yaptıkları çalışmada ilginç bir sonuca vardı.

Oslo Üniversitesi'nden Jonas Nordby o dönem Vikingler'in kullandığı Jötunvillur şifreleme yönetmiyle yazılan yazıda "Seni seviyorum, Öp beni" yazdığını açıkladı.

Nordby bu şifreleme dilinin konuşmada kullanılmadığını söyledi.

Sabah, 16.02.2014

FİKRET OTYAM HASTANEYE KALDIRILDI

 

 

Konyaaltı Caddesi'ndeki evinde dün rahatsızlanan 88 yaşındaki Fikret Otyam, dokuma sanatçısı eşi Filiz Otyam tarafından Özel Olimpos Hastanesi'ne getirildi. Sol karın bölgesindeki şikayet nedeniyle hastaneye kaldırılan gazeteci, yazar ve ressam Fikret Otyam, saat 15.40'da ameliyata alındı. Ameliyata, Op. Dr. Kutbettin Altun ile birlikte organ nakilleriyle ünlü Prof.Dr. Alper Demirbaş da katıldı. Ameliyatın ardından yoğun bakıma alınan Otyam, solunum cihazına bağlı tedavi ediliyor.

Ameliyatı gerçekleştiren Prof.Dr. Demirbaş, "Apandisit ve safra kesesinden şüphelenerek ameliyata girdik. Ama nadir görülen bir durumla karşılaştık.  Sıkıntılı bir ameliyat oldu. Bir süre yoğun bakımda gözlem altında tutulacak" dedi.

Habertürk, 15.02.2014

SAPANCA GÖLÜ'NDE KARA GÖRÜNDÜ

 

     

 

Sapanca Gölü’nün ortasındaki taşlar, kuraklığın artması sebebiyle ortaya çıktı. Göl çevresinde inceleme yaparken taşları fark edip görüntüleyen Muharrem Bucan, “Böyle bir kuraklık görmedim. Geçen yıla kadar su kayağı yapardık.” dedi. Kocaeli Müze Müdürü İlksen Özbay ise taşlarla ilgili incelemeyi en kısa zamanda yapacaklarını söyledi.

 

Kuraklığın sürmesi sebebiyle Sapanca Gölü’ndeki su seviyesi azalmaya devam ediyor. Öyle ki metrelerce çekilen gölün ortasındaki taşlar ortaya çıktı. Taşları görüntüleyen ise çevreci Muharrem Bucan oldu. Bucan, “Sapanca Gölü’nün kıyısında fotoğraf çekerken, tesadüfen kara parçasını gördüm. Bir kayık bularak keşif için o bölgeye gittim. Taşların üzerine çıkarak çekimler gerçekleştirdim. Taşları inceledim.” dedi.





Kocaeli ve Sakarya’nın içme suyu ihtiyacını karşılayan göldeki su seviyesi, kuraklık ve aşırı kullanım sebebiyle 30,44 kotuna düşmüştü. Bu durum endişelere sebep olmuştu. SASKİ Genel Müdürü Rüstem Keleş, Sapanca’daki tehlikeyi şöyle özetlemişti: “Su çekimi devam ederse göl içme suyu olarak da kullanılamaz hale gelecek. Göldeki ekolojik denge ve besin zinciri olumsuz yönde etkilenecek. Bu da Sapanca Gölü’nün içme suyu olarak elden çıkması anlamına gelir. Göl kısa sürede normal dengesine dönmezse arıtma sorunları ortaya çıkar.” Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mahnaz Gümrükçüoğlu ise gölün artık aşırı su tüketimi sebebiyle kendi kendini besleyemez duruma geldiğini söylemişti.





Çevreci Muharrem Bucan’ın gölün ortasındaki taşları görüntülemesiyle endişeler bir başka boyuta taşındı. Çocukken, kurak mevsimlerde Sapanca Gölü’ndeki bu taşların göründüğüne dair hikayeler dinlediğini aktaran Bucan, “Tabii o zaman bize cami minaresi denirdi. Biz de öyle sanırdık. Ancak bugün gördüm ki cami minaresi değilmiş. Orada simetrik taşlar var. Dizilmiş. Ne için oraya konulduğu ve tarihi bir önemi var mı onu bilemiyorum. Araştırılması gerekiyor.” ifadelerini kullandı. Göldeki kuraklığa dikkat çeken Bucan, “Bugüne kadar böyle bir kuraklık görmedim. Geçen yıla kadar su kayağı yapardık. Son aylarda ise göl metrelerce çekildi. Öyle ki bu kuraklık daha devam edecek. İçecek suyu için de zorlanacağımızı tahmin ediyorum.” diye konuştu.

 

‘Fonksiyonu belli olmayan taş kütlesi’

Efsaneye göre, sular çekildiğinde orada bir cami minaresi gözüktüğünü dile getiren Kocaeli Müze Müdürü İlksen Özbay, şöyle devam etti: “Kesinlikle öyle bir şey yok. O bölgeye, daha önce dalış yapılmıştı ancak kesin bir kanıya varılmamıştı. Oradaki yapıya kilise kalıntısı da deniyor ancak böyle bir şey de diyemeyiz. Bizim gözlemimiz, fonksiyonu, niteliği belli olmayan sıralı dizili taş kitlesi var orada. Su yüzeyine çıkmış. En kısa zamanda incelemede bulunacağız.”

Zaman, Haber: Cahit KIlıç, 15.02.2014

AĞA CAMİİ'NİN TARİHİNDEN ESER YOK

 

 

İstanbul Beyoğlu’nda üçte biri kaçak inşa edilen Demirören AVM inşaatının yerin altına 30 metre inerek çatlattığı 400 yıllık Hüseyin Ağa Camii’nin ‘restorasyonu’ tamamlandı. Mimarlar, bugün ibadete açılacak Ağa Camii’nin tarihi izlerinin tamamen yok olduğunu söylüyor. Beyoğlu Belediyesi ise Ağa Camii’nin açılışını “Gölcük depremine hasar gören tarihi Hüseyin Ağa Camii, restorasyon çalışmalarıyla depreme dayanıklı hale getirildi” açıklamasıyla duyurdu.


Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nden Mücella Yapıcı açıklamaya tepki gösterdi. Yapıcı, “Demirören AVM’nin inşaatı sırasında proje ruhsatına aykırı yapılan yasadışı kazılar nedeniyle Ağa Camii hasar gördü. Sadece o camii değil, etrafındaki birçok binaya hasar verilerek Demirören grubu tarafından el konuldu. Tekniğine hiç uygun olmayan, bir restorasyonla karşımıza çıkarılan Ağa Camii için depremde hasar gördü, biz onardık demek ne akla, ne mantığa ne de ahlaka sığar” dedi.


YERİN 30 METRE DİBİNE İNİLMİŞTİ
İstiklal Caddesi’nde ünlü Saray ve Lüks Sinemaları’nın yer aldığı Sin-Em Han’ın yerine yapılan Demirören AVM’nin projesi İstanbul I No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 2005 yılında onaylandı. Yalnızca 346 adada 3 parsel için onaylanmış olan projedeki inşaat alanı Yenileme Alanları Koruma Kurulu’nun yetkisine geçince proje tadilatıyla komşu 1 ve 2 parselleri içine aldı. İnşaat alanına komşu 13 ve 14 parsellerdeki tescilli yapılar Kurul izni olmadan yıkıldı, ve onaylı projeye aykırı olarak AVM alanına dahil edildi.


I No’lu Kurul’un Demirören AVM’nin yüksekliğinin yanıbaşındaki tescilli yapı Serkil Doryan’ın saçak kotunda olabileceğine dair 2004 yılındaki kararı hiçe sayılarak inşaat yüksekliği Sekil Doryan’ın iki katını buldu. Onaylı projede bodrum katları 10 metre kotunda gösterilmesine rağmen zeminin 30 metre derinliğe inilmesi Ağa Camii ve çevresindeki diğer tecilli binaların çatlamasına neden oldu. Sonunda projenin ilk halinde onaylanan 19 bin metrekare olan inşaat alanı 50 bin metrekareye çıktı. Kentsel sit alanında ruhsata aykırı bir şekilde inşa edilen Demirören AVM’nin kaçak katları için Yenileme Alanları Koruma Kurulu’nun verdiği yıkım kararlarına ise uyulmadı.

 

‘PİMAPEN GİBİ PENCERE TAKMIŞLAR’
Mimar Korhan Gümüş, Ağa Camii’ye restorasyon değil yeniden inşa projesi uygulandığını söyledi. Ağa Camii’ye ait bütün tarihi izlerin silindiğini belirten Gümüş, “Bu bir restorasyon değil, rekonstrüksiyon çalışmasıdır. Doğramalarıyla, saçaklarıyla, kafa penceresi dediğimiz üstteki pencereleriyle her şey tamamen kurmaca, taklit bir model esas alınarak yapılmış. Camiye 19. yy sonunda, 20. yy başında yapılan tarihi belge niteliğindeki eklemeler silinmiş. Pimapen gibi pencereler takılmış, herhangi bir doğramacıda yapılmış gibi uyduruktan doğramalar yapılmış. Basmakalıp bir müteahhit çalışmasıyla restorasyon yapamazsınız. Camii’deki tüm tarihi izlerin korunması gerekiyordu” dedi.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 14.02.2014

'HIRİSTİYAN HACI'LARIN SAYISI AZALIYOR

 




İzmir Efes’teki Meryem Ana Evi’ni ziyaret ederek hacı olan Hıristiyanlar Türkiye’ye eskisi kadar gelmiyor. Sektör temsilcileri, Türkiye’nin dünyanın en fazla turist ağırlayan 6’ncı büyük ülkesi konumunun yanı sıra, inanç turizminde de zirve destinasyonların arasına girebilecek kaynaklara sahip olduğunu belirtiyor. Ancak resmi turizm istatistiklerine bakıldığında, Türkiye’ye dini ve hac amacıyla gelen yabancı turist sayısında son 5 yılda büyük gerileme yaşanıyor. Özellikle hacı olmak için Kudüs, Efes ve Roma’yı ziyareteden Hıristiyanlar, Efes’i bünyesinde barındıran Türkiye’ye eskisi kadar gelmiyor. Verilere göre, bahar ve yaz aylarında daha çok hareketliliğin yaşandığı inanç turizmi için Türkiye’ye gelen yabancı turist sayısı 2009’dan itibaren düzenli olarak azaldı.

HATAY’DAN NEVŞEHİR’E...
Hıristiyanlar, inanç turizmi kapsamında Türkiye’de Hatay St. Pierre Anıt Müzesi, İçel St. Paul Anıt Müzesi, İzmir, Antalya Demre, St. Nicola Kilisesi, Bursa, İznik Ayasofya Camii, Manisa Sard, Alaşehir, Akhisar kiliseleri, Isparta Yalvaç Pisidia Antik Kenti, Nevşehir Derinkuyu Ortodoks Kilisesi ve Denizli Laodikya Antik Kenti’ni ziyaret ediyorlar. 

Habertürk, Haber: Aykan Çufaoğlu, 14.02.2014

ASSOS'UN SORUNLARI GÖRÜŞÜLDÜ

 

Vali Ahmet Çınar Assos’un sorunlarına çözüm aramak ve bu çözüm önerilerini tartışmak amacıyla geniş katılımlı bir toplantı düzenledi. Toplantıya Vali Yardımcısı Bekir Sıtkı Dağ, Ayvacık Kaymakamı Gökay Özkan, İl Jandarma Komutanı J.Kd.Albay Enver Aydın, İl Emniyet Müdürü Osman Zoroğlu, Sahil Güvenlik Grup Komutanı SG Albay Hasan Tunay, İl Genel Meclis Başkanı Ali Rıza Tekin, sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu yöneticileri, turizm sektörü mensupları, kazı heyetleri, bölgede bulunan muhtarlar ve belediye başkanları katıldı. Assos’un ulaşım sorunları, turizm yatırımları, otopark sorunları, çevreye atılan molozların ve katı atıkların toplanarak bertaraf edilmesi, deniz kirliliğinin önlenmesi, bölgede yapılan kazılar ve restorasyonlarla ilgili olarak tüm kesimlerin katıldığı toplantıda sorunlar ele alındı ve çözüm önerileri tartışıldı. Assos’un temizliğine ve doğal güzelliklerinin korunmasına vurgu yapan Vali Ahmet Çınar, bunun için kontrol mekanizmalarının işletilmesi ve temizlik ekiplerinin kurulması gerektiğini, bu konuda da her türlü desteği vereceklerini ifade etti. Toplantının ardından Nekropolis, Akropolis ve Agora kazı alanına giderek Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Araştırma Görevlisi Arkeolog Caner Bakan’dan kazı çalışmaları ve restorasyonlar hakkında bilgi aldı.

Çanakkale Olay, 14.02.2014

KAYSERİ'DE
ROMA DÖNEMİNE AİT
2 HEYKEL ELE GEÇTİ

 
Kayseri’nin İncesu İlçesi’ne bağlı Örenşehir Mahallesi’nde Roma dönemine ait kadın figürlü 2 heykel ele geçirildi.

 

Jandarma ekipleri, iki tarihi eser niteliğindeki heykelin satılacağı ihbarı üzerine operasyon yaptı. Örenşehir Mahallesi’ndeki bir evde yapılan aramada şüpheliler A.D., D.D. ve Ö.D.’ye ait, 35 santim büyüklüğünde mermerden yapılmış, Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen 2 kadın figürlü heykel ele geçirildi. Şüpheliler söz konusu heykelleri yüksek gerilim hattının yapımında çalışırken kazı sırasında bulduklarını söyledi.

Olayla ilgili Cumhuriyet Savcısına bilgi verilerek söz konusu heykeller Arkeoloji Müzesi’ne teslim edildi. 3 şüpheli ifadeleri alındıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

haberler.com, 14.02.2014

MAĞARA ADAMLARI GERİ DÖNDÜ

 

 

İlk insanların yaşadığı, Paleolitik, Mezolitik ve Tunç Çağı'na ait buluntulara rastlanan, Türkiye'de Antalya Karain Mağaraları'ndan sonra en eski yerleşim yeri olduğu tespit edilen Tekkeköy Mağaraları'nın etrafına, Taş Devri insanlarının yaşamlarını anlatan heykeller konuldu.

 

Paleolitik, Mezolitik ve Tunç Çağı dönemlerinde insanların yaşadığı Tekkeköy Mağaraları'nın turizme kazandırılması için yapılan çalışmalar tamamlandı. Mağaraların etrafında bulunan 5 bina kamulaştırılarak belediyeye devredildi. Tekkeköy Belediyesi, kamulaştırdığı binalara, imitasyon (taklit) müzesini kurdu. Müzenin etrafına, Taş Devri'nde yaşayan mağara adamlarının yaşam tarzını anlatan heykeller yerleştirildi.

Tekkeköy Belediye Başkanı Hayati Tekin, AA muhabirine, Tekkeköy Mağaraları'nda Frigler, Hititler, Rumlar gibi birçok uygarlığın yaşadığını söyledi.

Tekkeköylülerin mağaralara yıllarca sahip çıkmadığını anlatan Tekin, şöyle konuştu:
"Tekkeköy Mağaraları'nın etrafındaki binaları kamulaştırdık. Mağaraların etrafında temizlik çalışması yaptık. Şimdi turizme kazandırmak için Türkiye'nin ilk imitasyon müzesini kuruyoruz. Yani milattan önce 60 bin ile 10 bin yılları arasında yaşanan evrelerdeki insanoğlunun yaptığı, kullandığı eserleri imitasyon ederek sergileyeceğiz. Yine bu kapsamda müzelerin etrafına Taş Devri'nde yaşamış insanların heykellerini yerleştirdik."

Alanın sadece Samsun'un değil Türkiye'nin büyük turizm potansiyeline sahip yeri olduğuna değinen Tekin, "Her gün onlarca Alman, Rus, Japon ve Fransız bu bölgeye gelip hem inceleme yapıyor hem de buraları geziyor. Biz de turistlerin ilgisini çekmek için böyle bir düzenleme yaptık. İnşallah Tekkeköy dünyada gezilmesi gereken bir yer haline gelecek" ifadelerini kullandı.

 

"Bölgede birçok uygarlık yaşayarak yaşam katmanları oluşmuş"
İnsanoğlunun birçok evreden ve zorluklardan geçerek bugünlere geldiğini belirten Tekin, şunları kaydetti:
"Bu insanlar acaba nasıl hayatlarını devam ettirdiler, nasıl bir yaşam tarzı belirlediler ve hayatta kaldılar, hangi aletleri kulandılar, bu doğal ortamda bunu görüyoruz. Bunu gelecek kuşaklara aktarmak için biz de insanların heykellerini yaparak anlatmaya çalıştık. Bu doğal ortamı ilk insanlar çok güzel tespit etmiş. Bu bölgeden hiç ayrılmamışlar, doğasıyla, güvenliğiyle, vadisiyle tam bir yaşam alanı haline gelmiş. Onun için bu bölgede birçok uygarlık yaşayarak yaşam katmanları oluşmuş. Milattan önce 60 binli yıllardan günümüze kadar burada yaşam hiç sona ermemiş, burayı bir arkeoloji vadisi haline getireceğiz."

 

Tekkeköy Mağaraları
Tekkeköy'de 1941 yılında Prof.Dr. Kılıç Kökten başkanlığında Tahsin ve Nimet Özgüç'ten oluşan bir heyet tarafından yapılan kazılarda, bölgede Paleolitik Çağ, Mezolitik Çağ ve Tunç Çağı'na ait buluntular ortaya çıkarılırken, Çınarcık ve Fındıcak vadilerinin kesiştiği yerde bulunan ve her iki vadiye de hakim olan Delikli Kaya'nın geç dönem bir Frig Kalesi olduğu tespit edildi.

Bu mağaralarda yaşayan Paleolitik Çağ insanının madeni tanımadığı, bütün aletlerini taş, ağaç ve kemikten yaptığı, yaşamlarını avcılık ve toplayıcılıkla sürdürdükleri, taştan yontarak el baltaları, mızrak uçları, kesiciler, kazıyıcılar gibi çeşitli aletleri kullandıkları biliniyor.

Sabah, 14.02.2014

DENİZLİ'DE TAŞ BİNALAR ŞİMDİLİK KURTULDU

 

 

Denizli’de Valilik Binası yanındaki eski Yusuf Batur Endüstri Meslek Lisesi’ne ait taş yapı atölyelerin kent müzesi yapımı için yıkım süreci, yargı yoluyla durduruldu. Denizli İdare Mahkemesi, taş yapılara yıkım yolunu açacak uygulamayla ilgili yürütmeyi durdurma kararı verdi.

 

Mimarlar Odası Denizli Şube Başkanı Cüneyt Zeytinci, düzenlediği basın toplantısında, eski Yusuf Batur Endüstri Meslek Lisesi Atölye Yapıları’nın korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmesi talebiyle, Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na başvurduklarını belirtti. Kurulun 6 Aralık 2013 tarihli kararıyla talebi reddettiğini, aynı zamanda 2007 yılında taş yapıların korunmasına dair verdiği kararı da iptal ettiğini anlattı. Kararla, yerine kent müzesi yapılmak üzere taş atölye yapılarının yıkılması yolunun açıldığını belirten Zeytinci şunları söyledi:

 

“Oda olarak, Denizli’de birçok sivil toplum kuruluşu ile birlikte bu yapıların özgünlüğü, mimarisiyle cumhuriyet eğitim projesinin bir parçası olduğu gerekçesiyle bu işlemlere karşı çıktık. Karşı çıkışımız mevcut yapıların yıkımınadır. Müze projesine asla karşı olmadık. Kente kazandırılacak müzenin tarihi ve özgün değeri olan bu yapılar yıkılmadan, bu yapıları kullanarak yapılmasını savunduk. Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun yıkım yolunu açan kararıyla ilgili dava süreci başlattık. Yürütmenin durdurulması ve iptali için Denizli İdare Mahkemesi’ne dava açtık. Mahkeme yürütmesinin durdurulmasına karar verdi. Kararla Denizli’nin tarihi ve kültürel bir mirası olan, atölye binalarının yıkım işlemleri durdurulmuş oldu.”

Haber3, 13.02.2014



9 - 15 Şubat 2014

DEFİNE AVCILARI JANDARMAYA YAKALANDI

 

Bolu İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, aldıkları bir istihbarat doğrultusunda Gerede'de izinsiz kazı yapan 3 şahsı suçüstü yakaladı.


Aldıkları bir istihbaratı değerlendiren Jandarma ekipleri, Gerede'de define aradığı belirtilen üç kişiye suçüstü yaparak, define çukuru kazdıkları sırada yakaladı. 


Edinilen bilgilerdeki iddialara göre; Gerede Jandarma Komutanlığına bağlı ekipler, aldıkları bir istihbarat üzerine Süllertoklar Köyü Yaylası’nda çalışma başlattılar. Burada yapılan kontrolde; 1.90 metre genişliğinde, 13.50 metre derinliğinde kazılmış olan çukurun başında K.A, F.P. ve İ.B isimli şahısları, 3 adet kazma, 3 adet kürek, 1 adet hilti ve 150 metre elektrik kablosu malzemesi ile birlikte yakaladılar.


Şüphelilerden K.A'nın gözaltına alındığı, İ.B. ile F.P'nin ise ifadelerinin alınmasının ardından serbest bırakıldığı belirtildi.

Bolu'nun Sesi, 14.02.2014

BATIL İNANCIN 2 BİN 400 YILLIK AYAK İZLERİ

 

  

 

Muğla'nın Milas İlçesi'ndeki Hekatomnos Anıt Mezarı'nda devam eden kurtarma ve restorasyon çalışmaları sırasında 2 bin 400 yıl öncesiyle tarihlenen batıl inanç sembolleri bulundu.





Milas İlçesi'ndeki Hekatomnos Anıt Mezarı'nda devam eden kurtarma ve restorasyon çalışmaları sırasında 2 bin 400 yıl öncesiyle tarihlenen batıl inanç sembolleri bulundu. Çoğunluğunu Karya uygarlığında kutsal kabul edilen Zeus ve Poseidon tanrılarına bağlılığı anlatan çift yüzlü balta ve mızrakların oluşturduğu semboller arasında, çocuk, köpek, balık, ayak ve asker çizimleri bulunuyor.

Muğla Anıtlar Kurulu Başkanı ve Hekatomnos Anıt Mezarı Bilim Kurulu Koordinatörü Yrd. Doç.Dr. Abuzer Kızıl, yüzyılın arkeolojik keşfi olarak nitelendirilen Hekatomnos Anıt Mezarı'nda üç yüze yakın batıl inanç sembolleri bulunduğunu söyledi.





2010 yılında bulunan anıt mezar ve çevresinde her geçen gün yeni bulgulara ulaşıldığını belirten Kızıl, "Kurtarma kazılarında mezarı çevreleyen mermerler üzerinde çoğunluğunu dönemin tanrıları olan Zeus ve Poseidon'a bağlılığı anlatan çift yüzlü balta ve üçlü mızrak, çocuk, balık, asker, köpek, ayak izi gibi çizimler bulduk" dedi.


 

Kızıl; Karya Satrabı Hekatomnos'un mezarının anıtsal nitelikte olması nedeniyle kendi döneminde inanç ve çekim merkezi olduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:





"Karya uygarlığının en önemli anıtsal yapıtı olan bu mezar, Hekatomnos'un ölümünün ardından inanç merkezi ve dolayısıyla çekim alanı haline gelmiş. Hekatomnos Anıt Mezarı'nda kendi döneminde kutsal bir alan olması nedeniyle 2 bin 400 yıl öncesi batıl inançların izini bulduk. Mezarın çevresinde üç yüze yakın batıl inanç sembolü var. Dönemin tanrılarına bağlılık sembollerinin yanı sıra çocuk, balık, asker, köpek, ayak izi çizimleri bulunuyor. Tanrılarına bağlılıklarını ifade, bazı vücut hastalıklarına tedavi umuduyla ayak izi, çocuk sahibi olmak amacıyla çocuk, nüfuz sahibi olmak amacıyla asker çizimleri bulunuyor. Çeşitli hayvanların da burada tasvir edildiğini görüyoruz. Bu çizimleri koruyacağız."

Hekatomnos Anıt Mezarı'nın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alması için çalışmaların devam ettiğini ifade eden Kızıl, mezar ve çevresindeki Milas Evi yapılarının Kültür ve Turizm Bakanlığınca yürütülen Arkeopark Projesiyle ziyaretçilere açılacağını aktardı.

Sabah, 13.02.2014

VİKİNGLER LONDRA'YI BİR KEZ DAHA ZAPT EDECEK

 

Savaşçılığıyla bilinen İskandinav halkı Vikinglerin hayatı hakkında birinci elden fikir verecek bir sergi Londra British Museum’da açılacak.

 

6 Mart’tan 22 Haziran’a kadar ziyaretçi kabul edecek ve “Vikingler, Hayat ve Efsane” adıyla açılacak olan sergide önemli arkeolojik buluntular yer alacak. British Museum’da 30 yıldır düzenlenen Vikingler hakkındaki en büyük sergi olacak.

Akşam, 13.02.2014

DENİZLİ'DE DÜNYAYI DEĞİŞTİRECEK KEŞİF

 

 

Türkiye'de bulunan en eski insan kalıntısının tarihlendirilmesi, Türkiye'nin Avrupa ve Afrika arasında geçiş yolu olduğu teorisini güçlendirdi.

 

Türk ve Fransız bilim adamlarının ortak çalışması, Denizli'nin Kocabaş bölgesinde bulunan insan kalıntısının en az 1 milyon-1,1 milyon yaşında olduğunu gösterdi. Bu tarihlendirme, insanların nereden dünyaya yayıldığına ve göç yoluna ışık tutuyor.

 

İnsanların Afrika'dan Avrupa ve Asya'ya yayılma süreci, özellikle Doğu Asya (Endonezya, Çin) ve Batı Avrupa arasındaki ilişki, kalıntıların azlığı nedeniyle halen çok az biliyor. Bu nedenle daha önce Denizli'deki bir mermer ocağında bulunan 'Türkiye'nin en eski insanının' ayrıntılı tarihlendirilmesi sabırsızlıkla bekleniyordu.

 

Bilim adamları, bu eski insanın yaşına, kafatası ve bulunduğu iki katman arasında yer alan travertenlerdeki oluşumların özel bir yöntemle ayrıntılı incelenmesi sonucunda ulaştı.

 

Pamukkale Üniversitesi'nden Mehmet C. Alçiçek'in bulduğu kafatası, 1 milyon-1,6 milyon yıl önce yaşamış Etiyopyalı insan kalıntılarına morfolojik olarak çok yakın, dolayısıyla bu bulgu, Homo erectus'un, 1 milyon-1,3 milyon yıl önce İspanya, Fransa ve İtalya'ya ilk göç dalgasına işaret ediyor.

 

Araştırmanın sonuçları 'Earth and Planetary Science Letters' dergisinde yayımlandı.

Akşam, 13.02.2014

SİT ALANINDA İNŞAAT MAKİNASI KAFA KARIŞTIRDI

 

 

Ilısu Barajı’nın göl inşaatının 2014 yılında tamamlanması bekleniyor. Bu süreçle birlikte Batman’a bağlı olan Hasankeyf antik kenti sular altında kalacak. Sular altında kalacak bölgede 12. yüzyıldan kalma Artuklu Köprüsü’nün ayakları bulunuyor. Bu ayakların ve sular altında kalacak pek çok antik eserin korunması için devlet yoğun bir çalışma başlattı. Bu çalışmaya göre Karayolları Genel Müdürlüğü Artuklu köprüsünün ayaklarını suya karşı korumak için kolları sıvadı. Çalışmanın başlatıldığı alan ise sit alanı. Bu alanda gözüken inşaat makinaları ise çevredeki vatandaşların tepkisini çekti. Hukukçulara göre iş makinalarının sit alanında olması kanunlara aykırı. Öte yandan restorasyon çalışmaları bittiği zaman ise eserler sular altında kalsa bile aynı geçmişteki gibi korunacak.

 

Konuyla ilgili olarak hurriyet.com.tr’ye konuşan Batman İl Kültür Turizm Müdürü Mehmet İhsan Arslan 1972 yılından bu yana Hasankeyf’te hiçbir şekilde imara izin verilmediğini söylüyor. İhsan Arslan, “Köprü ayaklarıyla ilgili olarak ortada bir restorasyon çalışması var. Bunun için bir kurul görevlendirdik” dedi. Köprü ayaklarında görülen iş makinalarını sorulduğunda Arslan, “Ben iş makinalarını alanda hiç görmedim. Ama orada suların köprü ayağına gelmesini engellemek amacıyla yapılmış bir çalışma var” diye konuştu. Arslan suların köprü ayağına gelmemesi için Dicle Nehrinin doldurulduğunu ifade etti.

 

YIL SONUNDA ORTAYA ÇIKACAK

Konuyla ilgili olarak konuşan Batman Karayolları Bölge Müdürü Yardımcısı İshan Güç ise “Ilısu barajının altında kalacak tarihi eserlerin etkilenmemesi için özel bir malzeme ile bu eserleri kaplıyoruz. Yılsonuna kadar bu çalışma sağlanacak. Köprü yıl sonuna kadar çıkabilecek” diyor.

 

KÖPRÜYE BİR TEMAS YOK

Hasankeyf Kaymakamı Temel Ayça iş makinalarının SİT alanında olduğunu doğruluyor. Ayça, “İş makinaları sadece tarihi köprünün altındaki su alanlığında var. Restorasyon çalışmalarının yapılabilmesi için kullanılıyorlar. Bu makinaların köprüyle bir teması yok” dedi. Dicle nehrinin doldurulması hususunda da açıklamalar yapan Ayça ,”Köprü ayağını restorasyona uygun hale getirmek için dolgu sistemi uygulanıyor” diye konuştu.  

 

KALICI BİR ALAN DEĞİL

Konuyla ilgili olarak hurriyet.com.tr’ye konuşan Hasankeyf Kazı Kurulu Başkanı ve Batman Üniversitesi Rektörü Abdüsselam Uluçan Ilısu Barajı’nın yapılmasının tarihe zarar vereceğini fakat konuyla ilgili olarak ellerinden bir şey gelmediğini söyledi. Uluçan sit alanındaki iş makinalarıyla ilgili olarak, “Söz konusu köprü ayağının olduğu sit alanını normal bir sit alanı olarak görmemek lazım. Buradaki bazı eserleri taşıyoruz. Burası sular altında kalmayacak olsa yani kalıcı bir sit alanı olsa kimse iş makinasına izin vermez” diye konuştu. Amaçlarının Hasankeyf’teki kültür varlıklarını korumak olduğunu söyleyen Uluçan, “Hasankeyf’teki eserlerin korunması hususunda pek çok proje var. Bir çok devlet kurumu burada bir arada çalışıyor. Eserlerin tamamının belgelenme süreci var. Devlet Su İşleri de bu konura çalışıyor. Alandaki kalenin de tecrit edilmesi lazım” dedi.

 

130 YIL BAŞKENTLİK YAPTI 

Hasankeyf’in uzun yıllar boyunca devlet tarafından ihmal edildiğini belirten Uluçan, “Bu kent Artuklu’nun 130 yıl başkentliğini yaptı. 1966-1967 yılları arasında tarihi açıdan çok kötü yönetilmiş. Zararın neresinden dönsek kardır. Biz 10 yıldır bu alanda çalışmalar yapıyoruz” dedi. Ilısu Barajı’nın altında kalacak olan alanlardan birinin de İmam Abdullah Türbesi olduğunu söyleyen Uluçan, “İmam Abdullah Türbesi halk için oldukça önemli. Her Perşembe halk burayı ziyaret ediyor. Mesela burası da sular altına kalacak. Biz bunu çelik malzeme ile korumak için çalışmalar yapıyoruz” ifadesini kullandı.  

 

İŞ MAKİNALARI KULLANILABİLİR

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Doç.Dr. Necmi Karul prensip olarak inşaat makinalarının SİT alanlarına girmemesi gerektiğini söyledi. Fakat Karul gerekli önlemlerin alındığı takdirde bu makinaların alanlarda bulunabileceğini belirtti. Hasankeyf özelinde de konuşan Karul, “Sular altında kalacak yerlerin restorasyonları yapılıyor buralarda. İş makinaları kullanılmasının çok karşısında olmamak lazım. Taşınması gereken bazı eserler hususunda iş makinaları alanda kullanılabilir” diye konuştu.    

       

ÇOCUKLARIM MI GÖRÜR BİLİNMEZ

Hasankeyf’te kahve işletmeciliği yapan Zeydan Ayhan (23), Hasankeyf’te uzun yıllardır tarihi korumak adına hiçbir çalışma yapılmadığını ifade ediyor. Türkiye’de başka alanların çok daha sağlıklı korunduğunu anlatan Ayhan kayaların düşme riskinden dolayı restoranını bölgeden taşıdığını söylüyor. “Burada restorasyon işlerinde çimento kullanılıyor. Ağır iş makinaları ile iş yapılıyor. Bir tarihi eser restore ediliyor ve ilk yağmurda bu işlem yerle bir oluyor. Ilısu Barajı ise ne zaman biter bilmiyoruz. 2016 diyen var 2020 diyen var. Artık ben mi görürüm çocuklarım mı görür bilinmez” dedi. 

Hürriyet, Haber: Can Mumay, 13.02.2014

VAKIFLARDAN İLGİNÇ BİR TANITIM LEVHASI

 

 

Daha önce İsmail Bey Külliyesi tanıtım levhasını kitap görünümünde ahşap bir levha ile süsleyerek büyük beğeni toplayan Vakıflar Bölge Müdürlüğü, bu sefer de Şeyh Şaban-ı Veli Külliyesinde ilginç bir tanıtım levhası örneği yaptı.

 

Sarık biçiminde ahşaptan yapılan tanıtım levhası ile Kastamonu’nun en çok ziyaret edilen mekanı olan Hz. Pir Külliyesi’ne ayrı bir hava veren Vakıflar Bölge Müdürlüğünün bu uygulaması halktan da büyük beğeni topladı.

“Amacımız; Sayın Valimizin önderlik ettiği, ilimizin ahşap zenginliğinin öne çıkarılması çalışmalarına destek vermek ve ecdad yadigarı eserlerimize yakışır bir tanıtım levhası oluşturmak.” Diyen Vakıflar Bölge Müdürü Yavuz Yücebıyık; İsmail Bey Külliyesi ve Hz. Pir’deki ahşap kompozisyonunun ilimizin diğer önemli eserlerinde de uygulanacağını, eserlerin tanıtım ve isim levhalarının ahşap ve ferforje korumalı olarak peyder pey yapımına devam edeceklerini söyledi.

 

Şeyh Şaban-ı Veli Külliyesindeki ahşap sarık görünümlü tanıtım levhasının külliyeye giriş kısmına bakan yüzünde külliyeye ait tüm bilgiler yer alırken, türbeye bakan yüzünde de Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerinin hayatını içeren bilgiler ahşap oyma tekniği ile işlenmiş vaziyette…

Kastamonu Postası, Haber: Erdal Arslan, 12.02.2014

UŞAK'IN ARKEOLOJİK HARİTASI ÇIKARILACAK

 

Uşak Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi bünyesinde kurulan Arkeoloji Bölümü’nde göreve başlayan Almanya’daki Berlin Freie Üniversitesi’nden Prof.Dr. Rainer Czichon, Uşak’ın arkeolojik haritasını ortaya çıkartacak. 2014-15 eğitim öğretim yılında 100 öğrenci alarak eğitime başlayacak bölümde geleceğin arkeologları yetiştirilecek.

 

Suriye’de 8 yıl, Samsun Oymaağaç Höyüğü’nde de 7 yıldan bu yana kazı çalışmalarına başkanlık yapan Prof.Dr. Rainer Czichon’ın bu seferki durağı Uşak oldu. Würzburg Üniversitesi’ndeki bir sempozyumda tanıştığı Rektör Prof.Dr. Sait Çelik’in teklifi üzerine Uşak Üniversitesi’nde göreve başlayan Prof.Dr. Rainer Czichon, yeni kurulan Arkeoloji Bölümü’nde görev yapacak. Bu bölümde şu an için Doç. Emre Taşdemir, Yrd. Doç.Dr. Mümtaha Dinç ile birlikte 3 kişilik bir ekip olduklarını belirten Prof.Dr. Czichon, şöyle dedi:

“Daha sonra bir doçent arkadaşımız daha aramıza katılacak. Birlikte arkeolojik açıdan çok bakir bir bölge olan Uşak’ta önce yüzey araştırması yapacağız. Daha sonra nerde ne yapabiliriz bakacağız. Kültür Ve Turizm Bakanlığı’na Uşak Merkez ve ilçeleri dahil tüm bölgenin yüzey araştırması için müracaat ettik. Eylül ayında Uşak’ın arkeolojik haritasını çıkarmak için büyük bir çalışmaya imza atacağız.”

 

“KAÇAK KAZI İÇİN EĞİTİM DÜZENLEYECEĞİZ”

Türkiye’de tarihi değerlerin kaçak kazılarla yok edildiğini anlatan Prof.Dr. Czichon, bu konuda özelikle yörede oturanlar için bilgilendirici ve eğitici seminerler düzenleyeceklerini söyledi. Uşak’ın coğrafi olarak neolitik çağ (Yeni Taş Çağı) denilen MÖ 10 bin yıllarına dayanan bir coğrafya üzerinde olduğunu vurgulayan Prof.Dr. Czichon, şöyle konuştu:

“Uşak, Frigya, Lidya ve İyonlar gibi bir birçok uygarlığa evsahipliği yapmış bir şehir. Bu nedenle nereyi kazarsanız tarih fışkırıyor. İlk olarak bizi en çok zorlayan kaçak kazılarla mücadele için sempozyumlar, eğitimler, bilgilendirme toplantıları düzenlemek olacak. Halkı kazılara davet etmeyi düşünüyoruz. Halkı bilinçlendirmek ve kazıları onlarla birlikte yapmak istiyoruz. Uşak’ın tarihsel yapısını ortaya çıkaracağımıza inanıyorum.”

 

“UŞAK KALKINACAK”

Türkiye genelinde yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkan tarihin, bulundukları şehirlere turizm açısından değer kattığına dikkati çeken Uşak Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Sait Çelik ise, şöyle devam etti:

“Türkiye geneline baktığımızda pek çok kentimizde yapılan arkeolojik kazılarda çok büyük eserler ortaya çıkartıldı. Gün yüzüne çıkarılan eserler o illerin tanıtımına ve turizmine büyük katkılar sağlıyor. Bundan yola çıkarak üniversitemiz bünyesinde yeni arkeoloji bölümünü kurduk. Prof.Dr. Rainer Czichon’la da anlaşarak bölümün başına geçirdik. Uşak Üniversitesi olarak ilimizde yüzey araştırması yaparak tarihsel harita ortaya çıkaracağız. Uşak, arkeolojik açıdan çok geride kalmış bir il. Bizler bunu hızlandırmak istiyoruz. Bu nedenle işin uzmanı ve Alman ekolünden gelen, Türkiye’de birçok kazı projesi gerçekleştiren Prof.Dr. Rainer Czichon’un Uşak’a çok büyük faydaları olacak. 2014-15 eğitim sezonunda da bölümümüze 100 öğrenci almayı hedefliyoruz.”

haberler.com, 12.02.2014

MERSİN'DE YOL ÇALIŞMASINDA TARİHİ ESER ÇIKTI

 

 

Mersin’in merkez Mezitli İlçesi’nde yol çalışmaları sırasında 2 bin yıl öncesine ait olduğu sanılan sütun ve çeşitli tarihi eserler çıktı.

 

Menderes Mahallesi Barbaros Hayrettin Paşa Caddesi mevkiinde çalışma yürüten Mezitli Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü’ne bağlı ekipler, mermer sütunlar ve çeşitli kalıntıların ortaya çıkması üzerine çalışmayı durdurdu. Tarihi kalıntıların çıktığı yerin etrafı güvenlik şeridiyle çevrilirken müze yetkililerine de bilgi verildi. Toprak altından titizlikle çıkartılan tarihi eserler müze yetkilileri tarafından incelemek üzere Mersin Müzesi’ne götürülürken, eserlerin MS 2′nci ve 3′üncü yüzyıllara ait olduğu sanılıyor.

 

KAZDIKÇA TARİH ÇIKIYOR

İlçede son birkaç yıl içinde inşaat temel kazıları, yol ve altyapı çalışmaları sırasında bugünden yaklaşık 2 bin 500 yıl öncesine ait kayaya oyma mezarlar ortaya çıkmış, mezarların içerisinde çok sayıda kemik ve kafatasının yanı sıra yağdanlık ve tencere kapakları bulunmuştu. Topraktan çıkarılan çeşitli eserler, Mersin Müzesi’nde ziyaretçilere açıldı.

 

GİZEMİNİ KORUYOR

Arkeolojik açıdan Kilikya tarihinin önemli hazinelerden biri olan Soli Pompeipolis Antik Liman Kenti’nde yaklaşık 10 yıldır yürütülen kazılarda bugünden 3 bin yıl öncesine ait yüzlerce muhteşem eser bulundu. Kazılarda; liman, sütunlu cadde, tiyatro, Roma hamamı, Kent duvarları, Nekropol Su Kemeri gibi yapılar ortaya çıkarıldı. Roma imparatoru ile üst düzey yöneticilerinin büstlerini taşıdığı Sütunlu Cadde’de; Sağlık Tanrısı Asklepios ve Tanrıçası Hygeiea, Tanrıların Kralı Zeus, Adalet Tanrıçası Nemesis, Bereket Tanrıçası Demeter, Şarap Tanrısı Dionysos heykelleri bulundu. Höyük’te ise; antik çağda ölünün öbür dünyada kullanılması inancıyla bırakılmış olan, mezar hediyesi gibi işlevleri bulunan kandiller, Bizans dönemi baskı mühürleri, tabak ve kaseler ele geçti.

 

EFES’E RAKİP OLACAK

Çalışmaların tamamlanmasıyla, Neolitik, Helenistik, Roma dönemleri gibi birçok dönemi bünyesinde barındıran ve yapısıyla hayranlık uyandıran Soli’nin Efes kadar ilgi göreceği belirtiliyor.

haberler.com, 12.02.2014

GÖBEKLİ TEPE FOTOĞRAFLARI İSTANBUL'DA

 

 

Arkeoloji dünyasının en büyük keşfi olarak nitelendirilen ’nin tanıtım projesi kapsamında düzenlenen fotoğraf sergisi, kendi şehrinden sonra İstanbul’da ziyaretçilerle buluşuyor.

 

Göbekli Tepe sergisi, 25 Şubat-10 Mart tarihleri arasında İstinyePark’ta ücretsiz gezilebilecek. 12 bin yıl öncesine uzanan, tarihin en eski tapınağı ve arkeoloji dünyasının en büyük keşfi olarak nitelendirilen Göbekli Tepe’nin tanıtım projesi kapsamında ilk kez 24 Kasım 2013’te Şanlıurfa’da açılan sergi, bu kez İstanbul’da sanatseverlerin ilgisine sunuluyor. Sergi, 1995’ten bu yana kazıları devam eden, “Dünyanın En Eski Tapınağı Göbekli Tepe”den çıkan eserlerde yer alan hayvan figürlerinin seramiğe basılı fotoğraflarından oluşuyor. Mısır Piramitleri’nden 7 bin 500 yıl ve İngiltere’deki Stonehenge’den 7 bin yıl önce inşa edilmiş olan Göbekli Tepe kazı alanında bulunan eserler ile sanatçı Zekai Demir tarafından Urfa Müzesi’nde çekilen fotoğrafların yer aldığı sergide seramik üzerine basılmış 25 fotoğraf yer alıyor. Orijinal hallerini birebir yansıtacak şekilde kabartmalı etkiyle seramiklere basılan ve ağırlıklı olarak hayvan figürlerinin yer aldığı sergi, İstanbul’dan sonra Nisan 2014’e kadar Şanlıurfa’da Vali Kemalettin Gazezoğlu Kültür ve Sanat Merkezi’nde ücretsiz gezilebilecek. Doğuş Grubu ana sponsorluğunda hayata geçirilen serginin proje koordinatörlüğünü Ece Vahapoğlu yapıyor.

Zaman, 11.02.2014

CAMİDE DEFİNE KAZISI!

 

 

Tokat'ta çevre yolu çalışması sırasında patlatılan dinamitler sonrası zarar görerek kapatılan ve onarıma alınan Küçükbeybağı Cami, defineciler tarafından tahrip edildi.

 

Kent merkezi Küçükbeybağı Mahallesinde Osmanlı dönemine ait cami, yaklaşık iki yıl önce mahallenin üzerinde yapımı süren çevre yolu için patlatılan dinamitler sonrası zarar gördü. Zarar gören cami daha sonra onarımı yapılmak üzere Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından kullanıma kapatıldı. Ancak ibadete kapatılan camide kontrole gelen ekipler, içeride kazı yapılarak tahrip edildiğini fark etti. Ekipler daha sonra durumu yetkililere bildirdi. Kapalı bulunan caminin açık olan penceresinden bakıldığında, cami mihrabının önünün kazındığı ve toprağın bir kenarda toplandığı görüldü.

 

VATANDAŞLAR TEPKİ GÖSTERDİ

Mahalle sakinlerinden Mehmet Çetin, caminin çevre yolu yapımı sırasındaki patlamalardan dolayı zarar gördüğünü ve kapatıldığını söyledi. Çetin, camide definecilerin gece arama yaptığını söyleyerek, "Defineciler yan tarafı eşerek içeri girmişler, yeri belli. Burası bizim ibadet yaptığımız bir yer. Vicdan sızlatacak bir olay" dedi.

 

Vakıflar Tokat Bölge Müdürü İsmail Aktaş ise, içeride izinsiz kazı yapıldığını ve durumu emniyete bildirdiklerini söyledi. Ayrıca caminin projesinin onaylandığını ve bir kaç ay içerisinde ihalesinin hazırlanacağını söyleyen Müdür Aktaş, bu yıl içerisinde caminin onarılacağını sözlerine ekledi.

Tokat Kent Haber, 11.02.2014

100 YILLIK GAR 'ARSA' DİYE SATILDI

 

 

Özelleştirme kapsamına alınarak satışa çıkartılan ve arazilerinin bir kısmı satılan Isparta’nın Eğirdir İlçesi'ndeki tarihi garı kurtarmak için eylem yapıldı. Osmanlı döneminde 1914’te İngilizlere yaptırılan ve bugün 100 yaşını dolduran tarihi gara sahip çıkan Eğirdir halkı, Kurtuluş Savaşı’nda önemli rol oynayan mekanın kamunun ortak kullanabileceği bir alan olarak projelendirilerek yaşatılmasını talep ediyor.

 

2002’DE KORUMA, 2009’DA ÖZELLEŞTİRME
Tarihi Eğirdir Garı, yaklaşık 90 yıl bölge halkına yük ve insan taşımacılığı konusunda hizmet verdikten sonra 2001 yılında kapatılarak kapı ve pencerelerine beton döküldü. Gar ve çevresi, 2002 yılında Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararıyla ‘Korunması Gerekli Kültür Varlığı’ olarak tescil edildi. Ancak 2009 yılında özelleştirme kapsamına alınan 25 garın arasında bulunan tarihi garı çevreleyen araziler ise geçtiğimiz Eylül ayında Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından satışa çıkarıldı. Mülkiyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğüne (TCDD) ait olan garın arazileri, ihale yoluyla 344 bin lira bedel karşılığında satıldı. Satılan parsellerde konut amaçlı inşaat yapılabilecek.

 

EĞİRDİR HALKI TEPKİ GÖSTERDİ
29 Ocak’ta Resmi Gazete’de yayımlanarak duyurulan ve ilçede büyük tepkiye neden olan satış kararının ardından önceki gün Eğirdir Garı’nda bir araya gelen yüzlerce Eğirdirli satışı protesto etti. 100 yaşına giren tarihi Eğirdir Garı’nda bir araya gelen Eğirdirliler, hem fotoğraf çektiler hem de bölge halkına 90 yıl hizmet veren garlarına sahip çıktılar.


Eğirdir Akın Gazetesi’nin haberine göre, ilçe dışından çok sayıda demir yolu tutkunundan da destek gören etkinlikte bir konuşma yapan Hande Özdamar Tığlı, on yıldır Eğirdir’e uğramayan tren sesini içlerinde duyduklarını belirterek, özelleştirme kapsamında satışa çıkarılan gar ve arazilerinin tarihi yapıya karşı hassasiyetleri ortaya çıkardığını söyledi. Özdamar şunları ifade etti: “1914 yılında İngilizler tarafından inşa edilmiş olan bu tarihi yapı Avrupa mimari anlayışının ilçemizdeki temsilcisidir. Küçük parsellerin satışı ile başlayan bu süreç, gara ait tüm bu alanların satışına kadar gidecektir. Eğirdir Garı’nın satışını istemediğimizi anlatmak için buradayız. Hiçbir siyasi oluşumla bağlantılı olmayan sivil inisiyatif ve halk gücü olarak bu tarihi değeri korumak için buradayız. Yaşadığımız bu güzel ilçemizin değerlerine karşı halk olarak hassasiyet gösterdiğimizi anlatmak için buradayız. Bu tarihi değerin korunması için elimizden geleni yapalım.”

 

DAĞCILAR DEMİR YOLU KÖPRÜSÜNDE GÖSTERİ YAPTI
Tarihi garda yapılan eylem fotoğraf çekimi ve demir yolu üzerinden demir köprüye yapılan yürüyüşle devam etti. Tepki eylemi dağcıların demir yolu köprüsünde yaptıkları iniş gösterisi ile son buldu. “Bu Kent Bizim İnisiyatifi” adıyla bir araya gelen Eğirdirlilerin benzeri etkinlikleri sürdürecekleri belirtilirken, tarihi garda çekilen Mine filminin başrol oyuncuları Türkan Şoray ve Cihan Ünal’ın da bu kapsamda ilçeye davet edilmesi planlanıyor.

Evrensel, Haber: Yusuf Yavuz, Fotoğraf: Eğirdir Akın Gazetesi, 11.02.2014

MÜZE, KİLİSE İÇİN YEDİ KEZ UYARMIŞ

 

Diyarbakır’da, 2007 yılında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ancak üzerine mescit ve türbe yapılan 1600 yıllık kilise kalıntısıyla ilgili ayrıntılar gün yüzüne çıkıyor. Uzmanlar ve Müze Müdürlüğü tarafından, türbe inşaatının durdurulması için, ilgili kurumlara 7 kez resmi yazı gönderildiği belirlendi.

Kalıntılarının bulunduğu dönemde Müze Müdürlüğü; Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na kalıntıların korunması için 7 kez resmi yazı ve rapor sundu. Ancak inşaat sürdü. Diyarbakır Gazi Caddesi Ulu Cami’nin hemen yanında 2007 yılında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan 1600 yıllık kilise kalıntılarının üzerine yapılan Sultan Sasa türbesi ve mescidin önümüzdeki aylarda hizmete açılacağı belirtildi.

Taraf, 11.02.2014

OSMANLI ARŞİVİ YANDI ENDİŞESİ

 

Bosna Hersek'te hükümet karşıtı gösteriler sırasında cuma günü ateşe verilen başkent Saraybosna'daki cumhurbaşkanlığı binasında bulunan arşiv bölümünde Osmanlı eserlerinin olduğu ortaya çıktı.

Arşiv direktörü Adamir Jerkovic yanan eserler arasında Osmanlı dönemine ait belgelerin de yer aldığından endişe ettiklerini açıkladı.

Öte yandan dün 200 kişilik bir grup gösterilere devam ederken ülkenin kuzeyindeki Una-Sana Kantonu'nun Başbakanı Hamdiya Lipovaça da istifa etti.

Sabah, 11.02.2014

ŞEVKET DAĞ'IN 40 ESERİ MÜZAYEDEYE ÇIKIYOR

 

 

Türk resminin önemli isimlerinden  Şevket Dağ'a ait 40 eser ile Ayasofya Müzesi'nin restorasyonunu gerçekleştiren Gaspare Fossati'ye ait Ayasofya konulu 7 suluboya eser 1 Mart'ta Artı Mezat'ta satışa çıkıyor.

 

Son Osmanlı halifesi II. Abdül-mecid'in en yakın dostu olan, yurtdışında “Türk Ressam” lakabıyla bilinen Şevket Dağ'ın (1876-1944) interiyör (ev içi), natürmort, peyzaj konulu yağlıboya 40 eseri Teşvikiye'deki Artı Mezat Sanat Galerisi'nde 1 Mart'ta düzenlenecek müzayede ile satışa çıkıyor. Artı Mezat'ın sahibi Jale Tantekin yönetiminde saat 15.00'te yapılacak müzayedede, sanatçının eserlerinin yanı sıra resim çalışmaları sırasında kullandığı palet, fırça ve boyalarından oluşan şahsi eşyaları da yer alacak. Ressam Sırrı Eldem'e ait böyle bir koleksiyonun ilk kez gün yüzüne çıktığını ve yine ilk kez bu kadar çok Şevket Dağ eserinin bir arada olmasının önemli olduğunu belirten Artı Mezat Sanat Galerisi sahibi Jale Tantekin, “Şevket Dağ'ın bu özel çalışmalarının ilgi görmesini bekliyoruz. Türk resminin önemli isimlerinden biri Dağ, 50 yılı aşan sanat hayatında cami tabloları ile ünlendi.” dedi. Müzayedede ayrıca Sırrı Eldem'in Şevket Dağ hakkında 1945 yılında yazdığı, ancak maddi imkansızlıklar sebebiyle yayınlanamamış biyografik eser de orijinal haliyle ve yayın hakkıyla satılacak.

 

Sanayi-i Nefise Mektebi'ni (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) 1897 yılında birincilikle bitiren Şevket Dağ, Türk resim sanatında asker ressamlar kuşağının yetiştirdiği ilk sivil ressamlarımız arasında yer alıyor. 1919 yılında arkadaşları İbrahim Çallı ve Hikmet Onat'la birlikte Türk Ressamlar Cemiyeti'ni kuran Dağ, Mahmudiye Rüştiyesi, Vefa, Galata, Nişantaşı ve Galatasaray Liseleri'nde resim öğretmenliği yaptı. Ünlü ressam Fikret Mualla'nın da hocası. Yurtdışında “Türk Ressamı” olarak bilinen Dağ'ın en ünlü resimlerinden biri, Japon Büyükelçisi tarafından satın alınarak Tokyo Müzesi'ne gönderilmişti. Ayrıca ressam, 1909'da Münih Sergisi'nde altın madalya kazanmış ve Paris'te “Salon des Artistes Français”de üç tablosu sergilenmişti. Şevket Dağ'ın “Ayasofya” isimli bir çalışması, daha önce 2 milyon 150 bin liralıya alıcı bulmuştu.

 

Ayasofya'nın restoratörü Fossati'nin tabloları

Müzayedede, yine özel bir koleksiyonda bulunan önemli bir seri de satılacak. Ayasofya Müzesi'nin restorasyonunu yapan İtalyan mimar Gaspare Fossati'ye (1809-1893) ait Ayasofya konulu 7 adet suluboya eser satışa sunulacak. Ayrıca, saray ressamı Fausto Zonaro, Brindesi, Thomas Allom gibi ünlü oryantalist ressamlardan İstanbul peyzajları, Türk resminin duayenlerinden İbrahim Çallı'dan peyzaj ve natürmort konulu yağlıboya eseri ve Hikmet Onat'ın çok nadir olarak resmettiği 40x60 cm ölçülerindeki yağlıboya “natürmort”u da müzayedede yer alacak. Eserler müzayede öncesi Teşvikiye'de Artı Mezat Sanat Galerisi'nde görülebilir.

Zaman, 11.02.2014

İKİZEVLER ETNOGRAFYA MÜZESİ ZİYARETÇİLERİNİ BEKLİYOR

 

 

Gümüşhane'de tarihi iki konağın restore edilmesiyle oluşturulan, arkeolojik ve etnografik eserlerin yanı sıra yörenin gelenek-göreneklerini yansıtan materyallerin sergilendiği İkizevler Etnografya Müzesi, ziyaretçilerini bekliyor.

Kültür ve Turizm İl Müdürü Temel Yalçın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Özcan Mahallesi'nde Erol Karabiber ve İbrahim Ömürdağ'a ait yan yana iki konağın 1998 yılında kamulaştırıldığını belirterek, "Konakların müzeye dönüştürülmesi çalışmalarına 2004 yılında başlandı. Restorasyon çalışmalarımız ise 2006 yılı başında tamamlandı" dedi.

Müzeye, Gümüşhane'ye özgü iki konağın yan yana olması dolayısıyla İkizevler Etnografya Müzesi adının verildiğini ifade eden Yalçın, müzenin pazartesi günleri hariç ziyarete açık tutulduğunu söyledi.

Yalçın, müzenin 3 katlı olduğunu ve birinci katın giriş olarak kullanıldığını belirterek, "İkizevler Etnografya Müzesi'nin ikinci katında, yöremizin tarihini, kültürünü, geleneklerini yansıtan mankenler bulunmaktadır. Müzemize, kaynana ve gelinler, yöreye has kilim ve halı dokuyan genç kızlar, Kur'an-ı Kerim okuyan kayınpeder, büyük gelin, küçük gelin gibi mankenler konuldu" diye konuştu.

Müzede eski kab ve mutfak eşyalarının da sergilendiğini dile getiren Yalçın, müzenin üçüncü katında ise tamamıyla etnografik ve arkeolojik eserlerin sergilendiğini, burada 531 etnografik ve 19 arkeolojik eser ile 516 sikke bulunduğunu kaydetti.

Yalçın, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Gümüşhane'nin eski yerleşim yeri Süleymaniye Mahallesi'nde gümüş sikkeler basıldığını ancak bu sikkelerin çeşitli illerdeki 65 müzede bulunduğunu belirterek, şunları söyledi:

"İki yıl önce başlattığımız çalışmayla, bu 65 müzemizde 465 gümüş sikkenin varlığına ulaştık. Kültür ve Turizm Bakanlığına, bunların ilimize devri için başvurduk. Bakanlık onayıyla, gümüş sikkeleri getirerek özel yaptırdığımız vitrinlerde sergiliyoruz ancak hem ilimizde hem de Trabzon Müze Müdürlüğünde Osmanlıca bilen uzman personel olmadığından Bakanlıktan uzman personel talep ettik. 420 gümüş sikkenin üzerindeki yazılar okunup Türkçe'ye çevrilecek. İlimizde basılan gümüş sikkelerin peşini bırakmıyoruz. 420 gümüş sikkenin dışında üç koleksiyoncuda 15 gümüş sikke bulunduğunu tespit ettik. Tekirdağ'da da bir sikkenin varlığını tespit ettik ve Bakanlığımızdan ilimizdeki müzemize devrini sağladık. Önümüzdeki günlerde bu 16 sikkemizi de müzemize getireceğiz."

İkizevler Etnografya Müzesi'ni ziyaret edenlerden ücret alınmadığını belirten Yalçın, "Müzemizde bin 66 eserin yanı sıra Gümüşhane aile yaşamını sergilememize rağmen istediğimiz ziyaretçi sayısına ulaşamadık. Geçen yıl müzemizi bin 879 kişi ziyaret etti. Bu sayının artmasını istiyoruz. Yerli ve yabancı ziyaretçileri müzemize davet ediyoruz" dedi.

Sabah, 10.02.2014

ERMENİ MİMARLAR SANAL SERGİDE

 

 

İstanbul2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, İstanbul Modern Sanat Müzesi, Hrant Dink Vakfı ve HAYCAR Mimarlar ve Mühendisler Dayanışma Derneği’nin düzenlediği, Yapı-Endüstri Merkezi tarafından hayata geçirilen ve küratörlüğünü Mimar Hasan Kuruyazıcı’nın üstlendiği Batılılaşan İstanbul’un Ermeni Mimarları sergisi ilk olarak 2010 yılı Aralık ayında İstanbul Modern Sanat Müzesi’nde yer almıştı.

Şimdiyse sergiyi kaçırmış olanlar için www.mimarlikmuzesi.org sitesinde Türkçe, www.archmuseum.org‘da ise İngilizce olarak yeniden açıldı. Mimar Hasan Kuruyazıcı’nın küratörlüğündeki sergi, Ermeni mimarların katkılarını ortaya koymayı amaçlıyor. Sergide Hasan Kuruyazıcı’nın Kurtuluş, Pangaltı, Taksim, Cihangir, Tarlabaşı, Tünel, Galata, Eminönü ve Mahmutpaşa’da sokak sokak gezerek yaptığı taramalarla, İstanbul’un mimari çehresinin Batılı anlamda değişmesinde Ermeni mimarların oynadığı rol gözler önüne seriliyor. Benzer bir çalışmayı Rum mimarlarla ilgili olarak da yürüten Hasan Kuruyazıcı, uzun yıllar süren araştırmasının başlangıcını şöyle anlatıyor: “İstanbul’da 19’uncu yüzyıldan kalma büyük bir bina stoğu var. Çoğunu yakıp yıktığımız halde, ayakta kalmayı başarabilmiş binalar bunlar. ‘Bu kadar çok binayı kim yaptı?’ sorusu kafamı meşgul etmeye başlayınca, böyle bir araştırma yapmaya karar verdim.”

Taraf, 10.02.2014

TARİHİ BELEDİYE BİNASINDA HATALI RESTORASYON MU YAPILDI?

 

Beyoğlu Belediye binası olarak kullanılan Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk belediye binasının restorasyonu için uzmanlar, "çağdaş koruma ve restorasyon ilkeleriyle bağdaşmayarak tarihi yapısına zarar verilmiş" dedi.

 

 

Günümüzde Beyoğlu Belediye binası olarak kullanılan Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk belediye binası nam-ı diğer "Altıncı Daire" restorasyonu neredeyse tamamlandı.

 

Restorasyon kapsamında binanın iki yanına ve çatı katına "çağdaş ek" binalar yapıldı.

 

Uzmanlar binanın yeni halinin çağdaş koruma ve restorasyon ilkeleriyle bağdaşmayarak tarihi yapısına zarar verdiği görüşünde.

 

bianet'ten Nilay Vardar'ın haberine göre, Mimarlar Odası İstanbul Şube Sekreteri Sami Yılmaztürk,  mimarlık tarihine geçmiş ve özenle korunması gereken bir binanın yanına ek bina yapılarak hem tarihi binanın cephesinin kapanacağı hem de zeminde sarsıntılar nedeniyle çatlamalara neden olabileceği konusunda uyarmıştı.

 

Beyoğlu Belediyesi, günümüzde binanın özgün karakterini kaybettiği ve çağdaş gereksinimlere cevap vermediği için İstanbul I Numaralı Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararıyla koruma çalışmaları başlattığını açıklamıştı.

 

"Değerlerine zarar verilmemeliydi"

Binanın son haliyle ilgili uzmanlar şöyle konuştu:

İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı eski öğretim üyesi Prof.Dr. Zeynep Ahunbay: Altıncı Daire Beyoğlu bölgesinin ilk belediye binası olarak tarihi ve simgesel bir değer taşıyor. Bu yapıya sıradan bir 2. derece yapı gibi işlem yapmak onun değerine gerekli saygıyı göstermemek anlamına gelir.

 

19. yüzyıldaki gereksinimlerle bugünküler arasında kuşkusuz çok fark vardır. Yapının teknik olarak donanımının güncellenmesi ve benzeri taleplerin karşılanması, onun sahip olduğu değerlerle çelişmeden, zarar vermeden yapılmalıydı. Belki yeni çatı katı çağdaş bir ek olarak, eski resimlerdekinden daha estetik bulunabilir, ancak bu yapının yeni bir kimlik alması için yeterli bir gerekçe değil."

 

"Koruma ilkeleriyle bağdaşmıyor"

Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Üniversitesi Restorasyon Programı Bölümü Başkanı Doç.Dr. Sedat Kurugöl: Yapının restorasyon öncesi ve sonrasına ait fotoğraflar karşılaştırıldığında çağdaş koruma ve restorasyon ilkeleriyle bağdaşmayan bir uygulama ile karşılaştığımız anlaşılıyor. Diğer yandan  tarihi yapının yanında ve  son katı üzerindeki ek kısım uygulamalarının söz konusu ilkeler doğrultusunca binanın tarihi kimliği ve çevresiyle bağdaşmadığını söylemek mümkün.

 

Bir neoklasik klasiği

Osmanlı İmparatorluğu’nun bu ilk belediye binasını, 1879-1883 yılları arasında İtalyan mimar Giovanni Battista Barborini inşa etti. Tanzimat döneminde, Batı’dan esinlenilerek çağdaş kent anlayışı doğrultusunda inşa edilen bina Neoklasik anlayışta düzenlenmiş cephe kurgusu ile dikkat çekiyor.

 

Yıllarca tahrip edilmiş

Binanın zaten zaman içinde dokusuna çok ciddi müdahaleler yapılmış; ahşap olan döşemeleri betonarmeye çevrilip ara kat ilaveleri yapılmış. 80'li yıllarda da çatı katı cephesi geriye çekilerek duvar ve tavanlarda bulunması olası iç mekan süslemeleri tamamen yok olmuş.

Yapı, 10.02.2014

ASIRLIK KİTAPLARIN 28 YILLIK YUVASI YIKILMASIN

 

İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt yerleşkesindeki tarihi yapılar ve 70'lerde yapılan beton binaların tamamı yıkılarak yeniden inşa ediliyor. Yıkılıp yeniden yapılması planlanan beton binalardan biri de İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi…

 

 

İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, Türkiye'nin ilk üniversite kütüphanesi… Tarih sahnesinde ilklerden biri olarak yer edinen bu kütüphanenin geçmişi çok ötelere dayanıyor. 15. yüzyılın ikinci yarısında Fatih Sultan Mehmet'in kurduğu medreseye ait olan kütüphane, 1933 yılına kadar Darülfünun Kütüphanesi adıyla hizmet verdi. Ve derken mimar Hüseyin Başçetinçelik ve Şandor Hadi tarafından yeni bir bina tasarladı. 1970-1985 yılları arasında bu iki mimar tarafından Laleli ile Beyazıt arasında inşa edilen yeni bina, geçmişten bugüne uzanan pek çok kıymetli esere ev sahipliği yaptı. 28 yıldır Beyazıt Meydanı’nda hizmet veren kütüphane, Türkiye’nin en eski ve kitap kapasitesi açısından en büyük üniversite kütüphanesi unvanının sahibi. Ama ne var ki ölüm fermanı çoktan imzalanmış…

 

Başçetinçelik ve Hadi’nin tasarladığı kütüphane binasının yaklaşık bir yıl önce yıkılacağı konusu gündeme gelmişti. Henüz 28 yaşında, oldukça az sayıdaki nitelikli kütüphane mimarisi örneklerinden biri olan bu bina yazık ki yıkılacak. İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yunus Söylet; “2014'te Beyazıt'taki Merkez Kütüphane yıkılacak ve aynı yerde modern bir kütüphane binası inşa edilecek. 2014'te Avcılar’da da yeni bir merkez kütüphane inşa edeceğiz” demişti.

Kütüphane binasının dünyaya geliş sürecinin hikayesine yakından bakalım biraz da… Bina, 1964 yılında ulusal bir yarışma ile projesi elde edilmişti ve bir büyük oditoryum, iki küçük konferans salonuyla birlikte idari kısımları da kapsayacak şekilde geniş bir alan ihtiyacına göre tasarlanmıştı. Yarışmanın jürisinde ise Oktay Aslanapa, Sait Kuran, Adnan Ötüken, Asım Mutlu, Tuğrul Akçura, Feridun Akozan, Turgut Cansever, Maruf Önal, Naim Şukal, Cahide Tamer, Ercüment Tarcan, Muhlis Türkmen gibi dönemin ileri gelen kütüphaneci, mimar ve mühendisleri yer alıyordu. Ve yarışmayı Hüseyin Başçetinçelik ve Şandor Hadi’nin projesi kazanmıştı. Bu proje, bir avlu çevresinde konumlanan U şeklindeki bir plan şemasına sahipti.

Taşıma işlemi hiçbir zaman gerçekleşmedi

Ancak bu yarışma için bazı tarihi yapılar yok ediliyordu ve ortada birtakım problemler vardı. Mimar Ömer Kanıpak, Radikal Gazetesi’nde yer alan “Bir Hüzünlü Yapı” başlıklı yazısında şöyle anlatıyordu yarışmayla ilgili aksaklıkları: “Koruma ilkeleri açısından bugünün hassasiyetlerinin pek bulunmadığı bir dönemde jüri üyeleri yarışmaya açılan alandaki hayli ilginç bezemelere sahip tarihi üç katlı yığma bir yapıyı ve Seyfi Arkan’ın Frank Lloyd Wright’tan etkilenerek tasarladığı Beyazıt Trafo Binası’nı kütüphane binası için yok etmeyi göze almışlardı. 1946 yılının şartlarına göre ciddi bir ihtiyaç olan elektrik dağıtım trafosunun kentin en önemli meydanlarından birine konumlandırılması sorgulanmazken 20 yıl kadar sonra alan yarışmaya açıldığı zaman trafonun başka yere taşınması planlanmış, kütüphane ihtiyaç programı da bu öngörüye göre oluşturulmuş, mimarlar da projelerini bu varsayımlara göre tasarlamıştı. Lakin bu taşıma işlemi hiçbir zaman gerçekleşmemiş, yarışmadan dört yıl sonra proje sözleşmesi yapılmış ve bir sene sonra da temel atılmış olmasına rağmen binanın sadece okuma salonlarının bulunduğu bölüm 16 yıl sonra açılabilmişti”.

 

 

Dinamik ve zengin bir iç mekan organizasyonu

Şandor Hadi’nin tasarım kimliğini yansıtan kütüphane binasının, dışarıda pek algılanmasa da çok dinamik ve zengin bir iç mekan organizasyonu var. Kanıpak, yazısında binanın iç mekanını şöyle resmediyor: “Binanın dışından algılanması mümkün olmayan çok dinamik ve zengin bir iç mekan organizasyonu var. Üç büyük dikdörtgen kütle içinde ortadaki servis çekirdeği çevresinde farklı kotlarda konumlandırılmış okuma salonları görsel ilişkiyi kaybetmeden ve rafların ve masaların arkasında kaybolmadan Hertzberger’in 1972’deki Centraal Beheer ofis binasındaki gibi bireysel çalışma nişlerinin yaratılmasına imkan veriyor. Kotlardaki bu mimari oyunla ezici olabilecek büyük bir mekan daha insani ölçekte ancak kesintisiz bir şekilde parçalara ayrılıyor. Dolaylı ışığın tavandaki eğimli plaklardan yansıyarak mekanı doldurduğu kütüphanede bulutlu havalarda bile yeterli aydınlatma sağlanabiliyor”.

Yıkmak yerine alternatif çözümler bulunmalı

Türkiye’nin “modern” mimarlık tarihin en özgün yapılarından biri İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi binasını yıkmak ve belli bir dönemin mimari izlerini sadece fotoğraflarda kalmış bir anı olarak seyretmek yerine başka bir çözüm üretilemez mi peki? İşte bu noktada Kanıpak şunları aktarıyor: “Türkiye’nin sayılı önemli mimarlarından olan Şandor Hadi’nin uygulanmış sadece 10 projesi olduğu göz önüne alınırsa, Türkiye’nin 'modern' mimarlık tarihinin en özgün yapılarından biri olduğu akademik çevrelerce de kabul edilen İÜ Merkez Kitaplığı’nın korunmasının önemi daha iyi anlaşılabilir. Yıkılıp yeniden yapmaktan çok daha düşük bir bütçe ile günümüzün ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde çağdaş koruma ilkeleri ile tadil edilip üniversite öğrencilerinin ve üyelerinin bilimsel ve akademik araştırmalarında ana mekan olarak yıllarca hizmet vermeye devam edebilir. Üniversitenin mimarlık kültürünün sürekliliği ve korunması konusunda daha hassas davranarak alternatif çözümler bulması bu yapının yaşatılması için tek çare gibi görünmekte. Aksi takdirde bir üniversite bile elindeki değerleri bu şekilde müsrifçe harcarsa Türkiye’nin mimarlık tarihi 1900’lerden sonra ancak kitaplarda ve fotoğraflarda yaşayacak gibi görünüyor”.

Yapı, Haber: Elif Hamidi, 10.02.2014

BİR TARİH YIKILIYOR

 
Kırklareli’nin Lüleburgaz İlçesi'nde bulunan ve 1940’da Anıtkabir’in mimarlarından Emin Onat ve Türkiye’nin ilk kadın mimarı Leman Tomsu tarafından tasarlanan Kepirtepe Köy Ensitüsü’ne ait toplam 31 bina kaderine terk edildi. Kepirtepe Anadolu Öğretmen Lisesi’nin (KAÖL) 1998’de Köy Enstitüsü binalarından taşınması üzerine önce Trakya Üniversitesi (T.Ü) sonra Kırklareli Üniversitesi’ne (K.L.Ü) tahsis edilen yapıların bir kısmı kullanılmadığı için kendiliğinden yıkıldı. Okulun mezunları tarihi binaların onarılarak kullanılmasını istiyor.

Edirne’de 1938’de Köy Öğretmen Okulu ve Eğitmen Kursu olarak hizmet vermeye başlayan, 2. Dünya Savaşı tehlikesi nedeniyle göç ederek Kırklareli’nin Lüleburgaz İlçesine taşınan okul, 1940 yılında Kepirtepe Köy Enstitüsü ismini aldı. Türkiye’nin öğretmen yetiştiren ilk kurumlardan biri olan Kepirtepe’nin binaları Emin Onat ve Leman Tomsu tarafından tasarlandı. Öğrenciler tarafından inşa edilen ve 170 bin metre kare üzerine kurulu bulunan binalar 1998 yılında KAÖL tarafından boşaltıldı. Önce T.Ü’ye ardından da K.L.Ü’ye tahsis edilen binalar, üniversiteler tarafından kullanılmadı. Binalardan bazıları zaman içinde çökerken, Kepirtepeliler Eğitim Vakfı’nın (KEV) binaların onarılarak kullanılmasına ilişkin çabaları da sonuçsuz kaldı.


Kültür Bakanlığı tarafından 1999 yılında koruma altına alınan binalar için KEV aynı yıl boyama ve onarma yetkisi aldı. 2000 yılında da yapıların bulunduğu alan Edirne Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından sit alanı ilan edildi. Milli Eğitim Bakanlığı ile T.Ü arasında 2002’de imzalanan bir protokol ile binalar Kepirtepe Köy Enstitüsü Eğitim Müzesi ve Kepirtepe Eğitim Fakültesi kurulması şartı koşularak T.Ü’ye tahsis edildi.
 

Onarıldı ama kullanılmadı
Yapılarla ilgili bir girişimde bulunmayan T.Ü’nün “Onarırsanız eğitim için kullanırız” demesi üzerine KEV, 2006’da “Ana Bina”yı aslına uygun olarak onarmaya başladı. 2007’de K.Ü’nün kurulması üzerine K.Ü’ye tahsis edilen binalar, onarımın ardından yine sahipsiz kaldığı için hasar gördü. KEV yöneticilerinin 2013’te K.Ü yönetimi ile yaptığı görüşmede benzer şekilde “Binayı size tahsiz edemeyiz, onarırsanız kullanmaya başlarız” denildiğini belirten KEV Başkanı Veli Şenkarabacak, daha önceki tecrübeleri göz önünde bulundurduklarını söyleyerek “Binaları onarmak kolay değil. Daha önce onarıldı, kullanılmadığı için bina zarar gördü. Hırsızlar yenilenen elektrik tesisatını çaldı, camlar kırıldı. Ciddi bir protokol yapılması gerekli. İlk tahsisteki şartların geçerli olup olmadığını da bilmiyoruz” diye konuştu.

 

Aşık Veysel ders verdi
KEV Başkanı Şenkarabacak Milliyet’e yaptığı açıklamada okulun eğitim tarihi açısından çok önemli bir yere sahip olduğunu belirterek, bizzat öğrenciler tarafından yapılan bu eserlerin yeniden ayağa kaldırılması gerektiğini belirtti. Şenkarabacak şunları söyledi: “Bölgenin sit alanı olması ve yapıların aslına uygun olarak korunmak zorunda olması sevindirici. Aşık Veysel’in, ünlü akademisyenler Cavit Orhan Tütengil ve Tahir Alangu’nun ders verdiği, önemli bilim adamlarının, sanatçıların, eğitimcilerin yetiştiği 75 yıllık bu okulun onarılarak kullanılmasını istiyoruz.”

Milliyet, Haber: Görkem Evci, 10.02.2014

AKP'Lİ ADAY VALİDEBAĞ KORUSU'NA GÖZ DİKTİ

 

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan destek aldığını söyleyen AKP Üsküdar Belediye Başkan Adayı Hilmi Türkmen 354 dönümlük Validebağ Korusu’na göz koydu. Türkmen, 1. Derecede sit alanı olan koruda seyir terasları, Adalar’a kadar izlenme olanağı sağlayan gözlem kulesi projelerinin yapılacağını belirtti.

 

AKP’nin 30 Mart yerel seçimlerinde İstanbul Üsküdar İlçe Belediye Başkanı adayı olarak gösterdiği Hilmi Türkmen çılgın projesini açıkladı. Kendisine ait internet sitesine de projeyi koyan Türkmen, Başbakan Erdoğan’dan destek aldığını belirterek Validebağ Korusu’nu “Hyde Park” yapacaklarını ilan etti. 1999 yılında birinci derecede sit alanı ilan edilen 354 dönümlük koruyu yapılaşmaya açmaya hazırlanan Türkmen, projesiyle seyir terasları, açık hava tiyatrosu, çocuk eğlence ve oyun alanları, yürüyüş yolları, hidrolik koruma alanları, Adalar’a kadar görüş imkanı sağlayan gözlem kulesi ve dinlenme alanları yapmayı düşündüklerini kaydetti.

 

Türkmen, proje içinde koruya ek on bin ağacın dikilmesinin de hedeflendiğini belirterek, koruyu İstanbul’un kullanımına açacaklarını ifade etti. Türkmen’in açıklamasında daha ilginç olan nokta ise “Bu projeyi kimsenin provoke etmesine izin vermeyeceklerini, burayı kendi çıkarları için kullanan belli bir marjinal grubun tüm engellemelerine karşın Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle geniş kapsamlı bir düzenleme yapacaklarını ve tüm halkın kullanımına sunulacağı” yönündeki sözleri oldu.

 

Validebağ Korusu hikayesi yeni değil
Mülkiyeti Hazine’ye ait olan ve Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) tahsis edilen 354 dönümlük Validebağ Korusu için Üsküdar Belediyesi ile MEB, 2006 yılında bir protokol imzaladı. Protokolün amacı kırsal peyzaj uygulamasının yapılması ve bakım ve onarım yapılması olarak belirtildi.

Ancak korunun yapılaşmaya açılacağını ve içinden yol geçirileceğini belirten Validebağ Korusu Gönüllüleri grubu, buna çok sert tepki gösterdi. Grup bu nedenle Üsküdar Belediyesi’nin projesine karşı eylem yaptı. Üsküdar Belediyesi ile grup arasındaki tartışma devam ederken, tartışmanın bir tarafı olan İstanbul Valiliği yoğun tepkiler üzerine bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Protokolle korunun Üsküdar Belediyesi’ne devir, tahsis ya da kiralanmasının söz konusu olmadığını belirten Valilik, belediyenin koru düzenleme projesini de Koruma Kurulu’na sunacağını kaydetti. Tartışmalar nedeniyle belediye projeyi askıya almak zorunda kaldı.

 

6 yıl önce de yapılaşmaya açan plan yaptı
O süreçte Gönüllüler grubunun içinde yer alan mimar Arif Atılgan soL’a yaptığı açıklamada “O dönem imzalanan protokol sonrasında 2009 yılında Üsküdar Belediyesi koruyu koşu parkuruna çevirdi. Türkiye ve Avrupa Kros Şampiyonası burada düzenlendi. Bu organizasyon koruya büyük zarar verdi” dedi. Atılgan, ayrıca 2008 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Üsküdar Belediyesi’nin yaptıkları imar planlarıyla korunun etrafını yapılaşmaya açmaya çalıştıklarını söyledi. Koruyla ilgili eylemler içinde yer alan CHP’li İl Genel Meclis üyesi Ali Cemal Kimverdi de koru için çok büyük bir mücadele verdiklerini belirtti. Kimverdi, korudan yol geçirme planlarının olduğunu, bir siteye ulaşım için bu planın yapılmaya çalışıldığını ancak buna izin vermediklerini kaydetti.

Sol Haber, 10.02.2014

İSLAM MÜZESİ'NE İNEBAHTI TEPKİSİ

 

 

İtalya Başbakanı’nın Katar ziyaretinde Venedik’te İslam Müzesi açılacağı açıklaması ülkesinde aşırı sağcıların tepkisini çekti.Kuzey Birliği partisi, “İnebahtı zaferinde en çok kanı dökülen Venediklilere hakarettir” açıklaması yaptı.

 

İtalya Başbakanı Enrico Letta, geçen hafta Katar’da Emir Şeyh Hamad Bin Halife El Tani ile yaptığı görüşmeden sonra Venedik’teki tarihi Büyük Kanal’da İslam Müzesi açılacağını açıklamıştı. Letta’nın Katar Emiri’nin “özel isteğine” olumlu yanıt verdiği plana göre, turistlerin akınına uğrayan Büyük Kanal’da Rialto köprüsü yakınındaki tarihi “Pescheria” yalısı Katar Emirliği tarafından satın alındıktan sonra İslam müzesine dönüştürülecek. Venedik Belediye Başkanı Giorgio Orsini, Başbakan’ın açıkladığı projeyi memnuniyetle karşıladığını söyleyerek “Müze, Venedik’in kültürler ve dinler arası diyaloga açık olduğunun göstergesi olacak” yorumunda buldu. Ancak sağcı ve İslam karşıtı Kuzey Birliği partisi, İslam Müzesi’nin inşaatı başlarsa, sabah akşam yalının önünde eylem düzenleyeceklerini ve belediye başkanını protesto edeceklerini açıkladı.

 

İSLAM DÜNYASINA ÖDÜN VERDİ
Kuzey Birliği Senato Grup Başkanı Massimo Bitonci, 1571 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgiye uğradığı İnebahtı Deniz Muharebesi’ni hatırlattığı konuşmasında şunları söyledi: “Yüzyıllarca Venedik İslam’la çatıştı. Haçlı Seferleri düzenlendi. Bu tür bir müze tarihin akışını değiştiren, Osmanlı’ya karşı elde edilen İnebahtı zaferinde en çok kutsal kanı dökülen Venediklilere hakarettir.


Başbakan Letta, İslam dünyasına Doha’nın İtalya’da yapacağı yatırımlara karşı ödün verdi. Katar’la 500 milyon euro’luk anlaşma yapılması başka, Venedik’te İslam Müzesi’nin açılması başka. Gerçekten utanç verici bir olay. Müzenin yapılmasını engelleyeceğiz. Onun yerine Venedik’in hastaneleri onarılırsa daha makbule geçer.”

 

Vatikan destek verdi

Vatikan’ın Başbakan’ı Başpiskopos Pietro Parolin, dinle rarası diyalog ışığında Venedik’te İslam Müzesi’nin açılışının yapıcı bir girişim olduğunu ve desteklediklerini açıkladı. Ancak Parolin, İslam ülkelerinde de Hıristiyanlığa karşı aynı saygının gösterilmesini istedi.

Hürriyet, Haber: Reha Erus, 10.02.2014

DÜNYADA LOUVRE, TÜRKİYE'DE HAREM

 

 

2013 yılında Türkiye’deki müzeler 29 milyon 533 bin kişi tarafından ziyaret edilirken en yüksek artış Harem’in desteği ile Topkapı Sarayı’nda yaşandı. Topkapı Sarayı Harem’de ziyaretçi sayısı 2013 yılında ilk kez 1 milyon kişiyi aşarken, Topkapı Sarayı Müzesi’nin ziyaretçi sayısı da 3 milyon 397 bini geçti.

 

tarafından hazırlanan ‘Türkiye Müzeleri 2013 Raporu’na göre,  2013 yılında Topkapı Sarayı Müzesi en çok ziyaret edilen müzeler sıralamasında Ayasofya Müzesi'ni geride bıraktı. 2011 ve 2012'de Ayasofya Müzesi lehine sonuçlanan rekabette 2013'te Topkapı Sarayı müzesi 3 milyon 397 bin 907 ziyaretçiyle liderliği tekrar ele geçirdi. 50 müzenin işletmeciliğini, 105 müze ve örenyeri modernizasyonun üstlenen TÜRSAB, bu dönemde müzelerden elde edilen geliri de iki katından fazla artırarak 263 milyon 333 bin TL'ye çıkardı.

 

TOPKAPI, AYASOFYA'DAN LİDERLİĞİ GERİ ALDI

Türkiye'de en çok gezilen müzelere bakıldığında Topkapı Sarayı Müzesi'nin Ayasofya Müzesi'nden liderliği geri aldığı göze çarptı. 2013 yılında Topkapı Sarayı'nı gezen ziyaretçi sayısı 3 milyon 397 bin 907 olurken, Ayasofya'yı ziyaret eden kişi sayısı ise 3 milyon 275 bin 337 olarak gerçekleşti. Böylece son 2 senedir Ayasofya Müzesi lehine sonuçlanan liderlik yarışında bu yıl Topkapı Sarayı tekrar birinciliği kapmış oldu.

 

Listede 3'üncü sırada 1.8 milyon kişinin gezdiği Efes Örenyeri yer alırken, en çarpıcı artış ise Topkapı Sarayı Harem'den geldi. Özellikle Muhteşem Yüzyıl dizisinin etkisiyle son 3 yıldır ziyaretçi sayısında dikkat çekici bir artış trendi yakalayan Topkapı Sarayı Harem'i bu yıl ilk kez 1 milyonu aşkın kişi gezdi. Harem, 2012'de 744.6 bin olan ziyaretçi sayısını 1 milyon 30 bin 556'ya çıkarmayı başardı.

 

İşte TÜRSAB'ın ‘Müzeler 2013 Raporu’ndan öne çıkanlar:

- 2013'te Türkiye'deki müze ve ören yerlerini 29 milyon 533 bin 966 kişi gezdi.

- Ziyaretçilerin yüzde 69'unu yabancılar, yüzde 31'ini Türkiye vatandaşları oluşturdu.

- Topkapı Sarayı Müzesi ve Topkapı Sarayı Harem'i toplam 4 milyon 428 bin 463 kişi ziyaret etti.

- Müze ziyaretçilerinin sayısı turizmden hızlı büyüdü. 2000 ile 2013 yılları arasında yabancı turist sayısı yüzde 335 artarken, müze ve ören yerlerini gezen ziyaretçi sayısı yüzde 428,8 arttı.

- Müze ziyaretlerinin yüzde 44'ü İstanbul Bölgesi'nde gerçekleşti.

- Toplam Müzekart sahibi 2013 yılında 4 milyon 420 bine ulaştı. Müzekartlıların yüzde 23'ü Topkapı Sarayı'nı gezmeyi tercih etti.

 

DÜNYA LİDERİ YİNE L'OUVRE

Türkiye'deki umut verici yükseliş trendini dünyayla kıyaslayınca yine de gidilecek yolun uzun olduğu ortaya çıkıyor. Türkiye, tarihi miras ve yapılar olarak dünyadaki rakiplerinden avantajlı durumda olsa da özellikle ABD, İngiltere ve Fransa müzecilikte lider konumda. Dünyanın en çok gezilen müzesi Paris'teki L'ouvre Müzesi. Ziyaretçi sayısı 2012 yılına göre yüzde 6 gerileyip 9.2 milyona düşse de, L'ouvre, halen dünya birinciliğini koruyor.

 

En çok ziyaret edilen 10 müzenin toplam ziyaretçi sayısı 66.8 milyon. Bu rakam 2012 yılında yaklaşık 56 milyon olarak gerçekleşmişti. En çok ziyaret edilen 10 müzenin 4'ü ABD'de, 4'ü İngiltere'de bulunuyor. ABD'deki bu müzelerin ziyaretçi sayısı 29.2 milyon. İngiltere'dekilerin ziyaretçi sayısı ise 22.9 milyon.

Zaman, 10.02.2014

800 YILLIK ÇINAR KÖYÜN ANITI OLDU

 

Aydın'ın Germencik İlçesi Selatin Köyü'nde, tarihe tanıklık eden ve ilin sembolleri arasında yer alan 800 yıllık anıt çınara, köylüler özenle bakıyor.

Köylülerden İbrahim Kaçar, ağacın gövde çapının yaklaşık 9, yüksekliğinin 18, gölge çapının ise 35 metre olduğunu belirterek ağacın insanlar için bir moral kaynağı olduğunu da ifade etti.

Köy eski muhtarı 71 yaşındaki Halil Kaçar da nesillerin altında büyüdüğü anıt ağacın 2002'de İzmir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca koruma altına alındığını da kaydetti.

Sabah, 10.02.2014

O CAMİ YENİDEN TASARLANDI

 

 

Çorum'un İskilip İlçesi'nde atıl vaziyetteki 50 kişi kapasiteli 80 yıllık çatma cami, yerinden sökülüp getirildiği restorasyon atölyesinde 100 kişinin ibadet edebileceği şekilde yeniden tasarlandı.

 

İskilip'e bağlı Saraycık Köyü'nde atıl vaziyette bulunan 80 yıllık ahşap cami, turizme kazandırılmak amacıyla bulunduğu yerden sökülerek ilçe merkezine getirildi.

 

Çivi kullanılmadan "çandı" tekniğiyle yapılmış tamamı ahşap cami, belediyenin restorasyon atölyesindeki çalışmalarla yeniden kullanıma uygun hale getirildi.

 

İskilip Belediyesince, Meydan Mahallesi sakinlerinin talebi üzerine, mahallenin ortasından geçen yağmur suyu yatağının üzerine kurulan cami, İskilipli Tavukçu Hoca Efendi Camisi adıyla ibadete açıldı.

 

Kapasite iki katına çıkarıldı

İskilip Belediye Başkanı Numan Sezer, yaptığı açıklamada, restorasyon çalışmaları ile caminin 50 kişilik kapasitesinin 100'e çıkarıldığını söyledi.

 

Cami imamı Sadık Çördük ise caminin, takviyelerle genişletildiğini, namaz kılınan bölüme balkonlar eklendiğini, kadınlar için ayrı bir bölüm yapıldığını anlattı.  

Çorum Kent Haber, 10.02.2014

ABDÜLHAMİT'İN TORUNLARI İSTANBUL'UN YARISINI İSTİYOR

 

 

Sultan Abdülhamit’in torunları, aralarında Kabataş Meydanı, Galatasaray Adası ve Veliefendi’nin de olduğu onlarca değerli mülk ve arazinin kendilerine miras kaldığı iddiasıyla dava açtı.

 

Osmanlı Devleti'nin 34’üncü padişahı Sultan Abdülhamit’in torunları, dedelerinden miras kaldığını öne sürdükleri onlarca değerli mülk ve arazinin kendilerine verilmesi için dava açtı. Talep edilen yerlerin toplam değeri milyar dolarla ifade ediliyor. Bu yerler arasında Kabataş Meydanı, Galatasaray Adası, Dolmabahçe’de bostan bile var.

 

250 akraba dava açıyor
Vatan gazetesinden Mert İnan’ın haberine göre, Miras için 2010 yılında veraset, yani akraba ispatlığı davası açıldı. Osmanlı arşivinden çıkan belgelere göre aralarında Türkiye, Lübnan, Suriye İngiltere, hatta Meksika’dan isimlerin olduğu 250 kişilik bir varis listesi oluşturuldu. Bu 250 akraba için mahkeme geçen Aralık’ta yapılan duruşmada, kararını 27 Mart 2014’te açıklayacağını söyledi. Eğer İstanbul 12. Sulh Hukuk Mahkemesi, verasetleri kabul ederse miras davasının önü açılacak.

 

‘Yerlerin parasını verin’
Abdülhamit’in bir kısım varisinin vekilliğini üstlenen Akkuş Hukuk Bürosu’ndan avukat Meral Akkuş ile Mehmet Erkan Akkuş, konuyla ilgili şu bilgileri verdi: “Mahkeme davacı kişilerin Abdülhamit’in varisleri olup olmadığı yönünde karar verecek. Varislerin Şehzade Mehmet Selim’e kadar veraset belgeleri alınmış durumda. Son halka Abdülhamit. Mahkeme tarafından veraset belgesi çıkması durumunda miras pay oranları da ortaya çıkacak. Söz konusu yerlerin birebir iadesi mümkün değil. Varisler kendi miras payları oranında maddi karşılık talep ediyor. Anlaşma yapılamaması durumunda AİHM’e kadar gidecekler.”

 

Galatasaray Adası'nı istiyorlar
Osmanlı maliyesinin 1875 yılında iflas etmesiyle borç ödemeleri durduruldu. Birçok ünlü eser yapan dönemin mimarlarından Sarkis Balyan’a alacaklarının karşılığında Kuruçeşme’deki ünlü Galatasaray Adası verildi. Balyan’ın vefatının ardından adaya kimse sahip çıkmayınca Osmanlı vergi borçları ödenmediği gerekçesiyle el koydu. Ada 1914 yılında Türkiye’nin ilk denizcilik işletmesi olan Şirket-i Hayriye’ye kiralandı, 1957’te Galatasaray Kulübü’ne 150 bin TL’ye satıldı. 2006’dan beri de Suada adıyla eğlence yeri olarak hizmet veriyor.

 

'Cumhuriyet’ten sonra kamulaştırıldı’
Varislerin avukatı Meral Akkuş: “1924 tarihli 431 sayılı yasa padişah mallarıyla ilgili talepte bulunulmasına engel. Sultan Abdülhamit, 1918 yılında vefat etti. Ancak Abdülhamit’e ait mal varlıkları 1924 yılında kamulaştırıldı. Yani Cumhuriyet ilan edildikten 1 yıl sonra. Şayet kamulaştırma Cumhuriyet’ten önce yapılsaydı varisler hak iddia edemezdi. Yani miras varislerin mülkiyetine geçer.”

 

İstenen mülklerden bazıları

- Galatasaray Adası

- Sultanhamam’daki İzmirli Hanı

- İstanbul Gedikpaşa’daki tiyatro arsası

- Eyüp Kopçageçidi’ndeki 21 dönüm tarla

- Eyüp’te 18 dönümlük Bahariye Kışlası

- Kağıthane’de 20 dönüm arazi

- Bakırköy’de 70 dönüm arazi

- Bakırköy Veliefendi çayırı

- Dolmabahçe’de 30 dönüm bostan

- Beşiktaş Serencebey’de 2 dönüm bağ, Ihlamur’da 3 dönüm arsa

- İstanbul Horhor’da konak ve 5 dönüm arsası

- Arnavutköy Akıntı Burnu’nda gazino ve müştemilatı

- Ortaköy’de Dalyan mahallesi ve Ali Saip Paşa Yalısı ile müştemilatı

- Paşabahçe İrcirli Köyü’nde 40 dönüm arazi ve şişe fabrikası

- Beykoz’da 40 dönüm bostan, üç bahçe, 6 tarla, 2 çayır, 3 arsa, 1 bağ, 1 dükkan ve yalısıyla Tokat çiftliği, Yalnız Servi çiftliği.

- Beykoz’da Abraham Paşa’dan alınan 38 dönüm arazi ve üzerindeki müştemilat

- Şişli’de İzzet Paşa çiftliği

- Çatalca ve Çekmece’de; Filifos çiftliği, Kaparya çiftliği, Safra çiftliği, Kılıçali Sağır çiftliği, Silivri çiftliği, Bosna çiftliği, Sazlı Bosna çiftliği, Haraççı çiftliği, Papas Bergos çiftliği, İzzettin çiftliği, Tozalak çiftliği ve Yahya Bey Kışlası.

 

Osmanlı hanedanı 2013’ün mart ayında Londra’da Bakan Davutoğlu ile bir araya gelmişti.

 

Davutoğlu'yla görüşmüşlerdi
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 2013’ün mart ayında Osmanoğlu ailesinin İngiltere'de yaşayan mensupları ile Londra Büyükelçiliği ikametgahında verilen akşam yemeğinde bir araya gelmişti. Osmanoğlu ailesini Konya'da düzenlenen Şeb-i Aruz törenlerine davet eden Davutoğlu, hanedan mensuplarına "daha sık görüşelim" demişti.

Sol Haber, 10.02.2014

BETONARME RESTORASYONLA, VAHDETTİN KÖŞKÜ'NDE ERDOĞAN KÖŞKÜ'NE

 

 

Son Osmanlı padişahı olan Vahdettin'in tahta çıkmadan önce kaldığı köşk Mimar Alexandre Vallaury'e yaptırılmıştır. Özellikle "soğan başlı" kubbesiyle mimari anlamda oldukça önemli olan yapı, 1984 yılında korunması gereken kültür varlığı olarak tescillenmiş ve koruma altına alınmıştır.
 
Vahdettin Köşkü'nün trajik hikayesi Turgut Özal'la başlamıştır. Özal başbakanlık döneminde "restorasyon" yapılması için yapıyı Diyanet İşleri'ne devretmiş, bu restorasyon sırasında yapının bir bölümünün betonarmeye çevrilip ahşap ile kaplandığı daha sonra İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun yaptığı incelemelerde tespit edilmiş ve yapının yıkılarak aslına uygun olarak yeniden inşa edilmesine karar verilmiştir.
 
Tarih ve kültür varlıklarına nasıl sahip çıktığını Tersane-i Amire, Haydarpaşa, AKM ile gösteren AKP iktidarı, Vahdettin Köşkü'nün de akıbetini belirlemiştir. Restorasyon projesini 2009 seçimlerinde AKP'nin Kadıköy Belediye Başkan Adayı olan Sinan Genim'in yaptığı köşkte gerçekleştirilen uygulama ile, aslına uygun kalmak şöyle dursun, yapının özgün malzemesi değiştirilip yapım sistemi betonarmeye çevrilmiş, en önemli özelliği olan soğan başlı kubbe yok olmuş ve özgün yapı boyutları aşılmıştır. 50 bin metrekare orman alanı içinde bulunan arazinin mevcut imarlı kısmı 10 bin metrekare iken 30 bin metrekareye çıkarılmış ve arazi içinde bulunan ağaçlar inşaat yüzünden talan edilmiştir.

2 Temmuz 2013'te "Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgesi Uygulama İmar Planı ve Vahdettin Köşkü ve Çevresi Yol Düzenlemesi Projesi" kapsamında Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'ün de imzalarının olduğu Bakanlar Kurulu kararıyla köşke çıkan yolun 4 bin metrekarelik alanı acele kamulaştırma yöntemiyle kamulaştırılmıştır. Roma ziyareti sonrasında Roma'nın korunan mimarisinden ne kadar etkilendiğini ifade eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, ülkemizdeki tarihi ve kültürel mirasın korunması konusunda sorumluluk hissetmediği ortadadır. Tarih ve kültür varlıklarını korumak konusunda defalarca sınıfta kalan AKP bir kez daha suç işlemiştir. Böylesi tarihi ve önemli bir yapının yıkılması kararına imza atanların tamamı suçludur.

Restorasyon Forum, 09.02.2014



******


VAHDETTİN KÖŞKÜ'NDE TARUMAR OLAN SADECE BİR KÖŞK DEĞİL

 

Önceki gün internete düşen bir fotoğraf gerçekten iç burkucuydu. Çengelköy sırtlarındaki tarihi Vahdettin Köşkü yıkılıp yeni baştan betonarme ve "aslına uygun" olarak yeniden inşa edilmişti. Ancak iki fotoğraf arasında o kadar bariz farklar vardı ki, mimarlıktan hiç anlamayan birisine  bile "bu kadar olmaz" dedirtecek cinstendi. En belirgin fark 19. yy. köşk ve yalılarında mehtap seyretmek için seyir terası olarak inşa edilen ve geleneksel adı "cihannüma" olan kulenin soğan kubbesi unutulmuştu. Hadi diyelim "onu sonradan ekleyeceğiz" dediler. Ya köşkün mimarı Aleksandr Vallaury'nin neredeyse alamet-i farikası haline gelmiş at nalı biçimindeki eğrisel saçaklar nerede? Eğrisel saçaklar tamamen yok edilerek çatılara düz saçaklar yerleştirilmiş ve mimarın imzası adeta binadan kazınmış. Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu bu durumu nasıl görmez? 1. derece tarihi eser olması gereken bu köşkün komple yıkılıp yerine beton bir ucube dikilmesini bir kenara bırakalım, bari binanın mimarına biraz saygı gerekmez mi? O mimar ki, bu şehre Arkeoloji Müzesini, Pera Palas'ı, Osmanlı Bankası Binasını, İstanbul Erkek Lisesi'ni, Tokatlıyan Otellerini, Büyükada Rum Yetimhanesini benim mezunu olduğum Sanayi-i Nefise mektebini ve son olarak bu "restorasyonun" altında imzası bulunan mimarın da mezunu olduğu Haydarpaşa Lisesini inşa etmiştir. Ben bir mimar değilim ama Türkiyede ilk mimarlık fakültesini kuran, ilk dersleri veren Aleksandr Vallury'nin "doktor" unvanı almış mimarlardan daha fazla saygı görmesini beklerim.

 

Orhan Veli'ye Şiir Yazdıran Koru Artık Yok 
Orhan Veli'nin artık kült olmuş şiiri "İstanbul'u Dinliyorum"u Vahdettin Korusunda yazdığını biliyor muydunuz? Şiir bu şehre yazılmış en güzel şiirlerden birisidir. olağanüstü bir duygu anında yazıldığı aşikardır. Şöyle başlar:
"İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda"


Orhan Veli'ye bu olağanüstü şiiri yazdırtan koru şimdi artık yok. 50 dönüm araziye yayılmış koru boğaziçinin belki de en endemik florasına sahip bir yerdi. Denize doğru oldukça dik bir yamaç üzerine yayılmış olan koru setler üzerine kuruludur. Koru peyzaj tarihi açısından incelenmeye değer bir doğallıktaydı. Daha önce burada bulunan Köçeoğlu Köşkü ile birlikte oluşan florası yıllar içinde zenginleşerek günümüze kadar ulaşmaştı. Sedad Hakkı Eldem tarafından tespiti yapılan bahçe şemasından Türk geometrik bahçe düzeni görülürdü. Ağaçların geometrik bir çerçeve içine alınarak disipline edildiği bu düzende kurulan geometrik kompozisyonlarla yeşil hacimler meydana getirilmişti.

 


Vahdettin Korusunun 1990'da çekilen bir fotoğraf

 

Bahçede bulunan bazı bitki ve ağaç türleri şunlardı: Kocayemiş, ağaç fundası, katırtırnağı, boyacı katırtırnağı, ateş dikeni, akça kesme, geniş yapraklı akça kesme, kermes meşesi, leylak, defne, sarı salkım, çin mürveri, karayemiş, çitlrmbik, ispir, çoban püskülü, karrtopu, kurtbağrı, kardak, yasemin, mahonya, yabani gül, böğürtlen, lavanta, yılanyastığı, çiğdem, yabani kuşkonmaz, Trabzon hurması, malta eriği, armut, ayva, delice zeytin, kiraz, vişne, erik, çakal eriği, üvez, fındık, nar, kızılcık, dut, oldukça boylu olmak kaydıyla fıstık çamları, büyük kozalaklı çamlar, kızıl çam, Lübnan sediri, servi, porsuk, su sediri, mazı, batı çınarı, ıhlamur, meşe, akçaağaç, çınar yapraklı akçaağaç, kestane, erguvan, akasya, dişbudak, karaağaç, ceviz, gülibrişim, atkestanesi, manolya, sakız, incir, kokarağaç, akkavak.


Bahçenin içinde yer alan Ağalar köşkü, Köçeoğlu köşkü ve Kadınefendi köşkünün akıbeti hakkında herhangi bir bilgimiz yok. Ancak bahçede yoğun bir yapılaşma olduğunu ve bazı çalışma ofisleriyle misafirhane binaları eklandiğini basından öğrenmiş bulunuyoruz.


Birkaç yıl önceye kadar Çengelköylülerin rahatça girip hülyalara daldığı bu doğa parçası bağrına saplanan dozer kepçeleri ve dökülen betonlarla yok edildi. Geriye çirkin duvarlar, anısına saygısızlık edilmiş bir güzel mimar ve şair kaldı...
http://kulturistanbul.blogspot.com.tr/, Kaynak: Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi Cilt:6 Vahdettin Köşkü ve Vahdettin Korusu Maddesi, 10.02.2014

KANALİZASYON KAZISINDAN TARİH ÇIKTI

 

 

İznik’te kanalizasyon çalışması sırasında Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen yılan figürlü mozaik bulundu. Figürün üç yana uzadığı belirtildi.

 

İznik Gölü'nde sular altında bir kilise kalıntısının ardından kanalizasyon çalışmalarında ortaya çıkan insan yüzü figürlü mozaiğin alanı İznik Müze Müdürlüğü tarafından koruma altına alındı. Gerekli resmi yazışmaların ardından Mozaiğin bulunduğu alanda genişletme çalışması yapan arkeologlar, toprak tabakayı yaklaşık bir metre kare genişliğinde açtı. Büyüten alanının içerisindeki mozaiğin yılan figürleri ile devam ettiğini toprakta kalan bölümlerde de yine altıgen biçiminde farklı motiflerin olduğunu tespit edildi.

Görevli harici kimsenin yaklaştırılmadığı ve polis korumasında gerçekleştirilen alan genişletme çalışmasının ardından yetkililer, mozaiğin üzerini kumdan bir örtü ile kapattı. Edinilen bilgiye göre, mozaiğin, anıtlar kurulundan gelecek karar doğrultusunda tekrar açılacağı ve genişletme çalışmasının devam edileceği öğrenildi.

Sabah, 09.02.2014

 

******


MOZAİK YILAN FİGÜRLERİ ÜÇ YANA UZUYOR

 

 

İznik`te peşpeşe tarihi eserlerin çıkmasıyla bölge arkeolojik alan ilan edildi.

 

İznik gölünde sular altında bir kilise kalıntısının ardından kanalizasyon çalışmalarında ortaya çıkan insan yüzü figürlü mozaiğin alanı İznik Müze Müdürlüğü tarafından koruma altına alındı.

 

Gerekli resmi yazışmaların ardından Mozaiğin bulunduğu alanda genişletme çalışması yapan arkeologlar, toprak tabakayı yaklaşık bir metre kare genişliğinde açtı.

 

Büyüten alanının içerisindeki mozaiğin yılan figürleri ile devam ettiğini toprakta kalan bölümlerde de yine altıgen biçiminde farklı motiflerin olduğunu tespit edildi.

 

Görevli harici kimsenin yaklaştırılmadığı ve polis korumasında gerçekleştirilen alan genişletme çalışmasının ardından yetkililer, mozaiğin üzerini kumdan bir örtü ile kapattı.

 

Edinilen bilgiye göre, mozaiğin, anıtlar kurulundan gelecek karar doğrultusunda tekrar açılacağı ve genişletme çalışmasının devam edileceği öğrenildi.

Bursa Olay, 10.02.2014

SULAR ÇEKİLDİ 800 BİN YILLIK AYAK İZLERİ ORTAYA ÇIKTI

 

İngiltere'nin doğusundaki Norfolk kıyılarında bulunan ayak izlerinin 800 bin yıl öncesine ait olduğu belirlendi. İlginç keşif bilim adamlarını heyecanlandırırken, söz konusu kalıntının Afrika haricinde dünyanın en eski ayak izleri olduğu belirtildi. Happisburgh kıyılarında bulunan ayak izleri, bilinen en eski insan varlığının Kuzey Avrupa'da olduğuna ilişkin doğrudan kanıtları oluşturuyor. Bilim dergisi Plos One'da yayımlanan keşfin gelgitin ardından denizin çekilmesi sonucu mayısta gerçekleştiği, kıyıdaki kumların arındırılması ile bir dizi oyuğun ortaya çıkarıldığı belirtiliyor. Keşif ekibinden Dr. Nick Ashton, ayak izlerini erken dönem insanlarına dair bilinen temel bilgileri yeniden yazılmasına neden olabileceğini belirtiyor.

Sabah, 09.02.2014

KÜLTÜR VARLIKLARIMIZ MUSTAFA AMCA'YA ARMAĞAN OLSUN

 

Hayatımıza yeni bir şahsiyet girdi.

Bu zat dünyanın bilmem kaçıncı en zengin adamıymış.
Boşuna değil...
Her Allah’ın günü Başbakan’la ya da bir bakanla diyalogları çarşaf çarşaf önümüze seriliyor.
“Her işe de kendi mi koşuyor?” diye düşünmeden edemiyor insan.
Villadaki taharet musluğundan tutun da depo yapacağı arazinin koruma statüsüne kadar her detayla bizzat ilgileniyor.
E, o paralar kolay kazanılmıyor. Engelleri tek tek ortadan kaldırtmak kolay iş değil, milyar dolarlar kendi kendine birikmiyor.

 

*

 

Otoritenin “Abi”, kızının “Mustafa Amca” diye seslendiği bu zatın villa milla bir kenara...
En asap bozucu girişimi birkaç gün önce gün yüzüne çıkan, kültür ve tarihi mirasımızdan kurtulma çabaları.
Mustafa Amca meğer İzmir Kemalpaşa’da bir depo yapacakmış.
Ne deposu kim bilir...
Yanına ülkece ruhumuzu teslim ettiğimiz AVM’lerden birini mi konduracaktı, zincir marketini mi oturtacaktı, orası ayrı soru işareti...
Neyse...

 

*

 

Bu depo için hafriyat çalışmaları esnasında kalıntılara rastlanıyor.
E kanun mecbur kılıyor; İzmir Müze Müdürlüğü’ne haber veriliyor.
Arkeologlar bir de ne görsünler, gelecekteki deponun yerinde Anadolu parsı ve aslanı gibi nesli tükenen hayvanlara ait mozaikler ve büyük bir yerleşim kompleksi yatıyor.
Şimdi o partiden istifa eden, vaktiyle türlü nedenlerle eleştirsek de gelenin gideni epey arattığı dönemin Kültür Bakanı çıkıyor, “Burası Batı’nın Zeugma’sı” diye beyanatlar veriyor.

 

*

 

Mustafa Amca bana mısın demiyor, depo da depo diye tutturuyor, alanın üstünün örtülmesini ya da mozaiklerle duvar kalıntılarının kaldırılmasını istiyor. 
Ne var ki alan 1. derece sit alanı olarak tescilleniyor.
Mustafa Amca karara iki kez itiraz ediyor.
Ege Üniversitesi’nden iki akademisyen yüzleri kızarmadan “Taşınır canım bu mozaikler” raporu veriyor; Mustafa Amca’ya gün doğuyor.
Ama kıyağın da bir sınırı var.
“Duvarları da taşırsınız, ne var” demeye kimsenin dili varmıyor.
Mustafa Amca da ne yapsın, yeni Kültür Bakanı’nı arıyor.
Kültür Bakanı, “Mozaikleri kaldırın dedim, kaldırıyorlar. Ama duvarları ‘sit’ten çıkaramıyoruz” diyor.
Mustafa Amca ne bilsin kültür varlığı falan, cillop AVM’lerin adamı, ısrar kıyamet Bakan’a “Abi o duvarlar hiç mühim değil. Dökülmüş, toprağın altından biz çıkardık onları” minvalinde ikna çabaları sergiliyor.
Bilmez ki arkeoloji buna yarar zaten, yıkık dökük ama zengin mi zengin geçmişi kazıp çıkarmak için...
Bakan milyonuncu kere “Abi birinci derece sit alanı, dokunamıyorlar” diyor.
Mustafa Amca “Ama n’olur ya...” minvalinde tutturmayı sürdürünce, Bakan artık samimi mi, yoksa başından savmak için mi bilinmez, “Bakalım ne yaparız” diye ortadan bir lafla konuşmayı sonlandırıyor.
Sonrası Allah kerim.

 

*

 

Bir yıl önce bu köşede yeni fabrikasının temel kazısında Bizans’tan kalma bir sarnıca rastlayan bir işadamını yazmıştım.
Nurettin Çelik o darmaduman sarnıç için Anıtlar Kurulu’na başvurmuş, “Ben bu sarnıcı kazdırıp ortaya çıkarıp restore ettirmek istiyorum. Finansmanını ben sağlayacağım, önümü açın” demişti.
Kazıya 71 bin 470 lira harcamıştı.
Restorasyon projesinin onayını bekliyordu, burayı müze yapacaktı.
Etraftan yükselen “Manyak mısın? Ne diye harcıyorsun bu parayı? Bırak ya, senin mi sanki? Git kendine araba al” diye yükselen seslere gülüp geçiyordu.
O vakit şöyle yazmıştım:
“Şimdilerde ‘Eser yapacağız’ diyorlar. Çamlıca Tepesi’ne cami mesela. Bu bizim eserimiz olacakmış. 100-150 yıl ömrü olan betonla yapacaklar bunu. Oysa eser dediğiniz böyle olur. 1000 yıl orada durur, sonra iyi niyetli bir adam gelir, onu sürdürür.”

 

*

 

Ama bir de kötü niyetli adamlar var.
Mustafa Amca mesela, kolilerini dolduracak diye bin yıllık mozaikleri taşıtıyor, “Yav dökük bunlar” diyerek tarihi duvarları yıktırtmaya davranıyor.
Tamam, tarihi mirası korumak devletin görevi.
Lakin sermayenin kötü niyetlisi de hiç yardımcı olmuyor.

Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 08.02.2014

GAZZE'NİN APOLLON'U DEPODA KALDI

 

 

Antik Apollon bronz heykelinin keşfi normalde büyük sevinç yaratırken Gazze Şeridi’nde öyle olmadı. Yaptırımlar yüzünden heykelin Gazze’den çıkarılması mümkün gözükmüyor, Hamas yönetimi nedeniyle heykelin sergilenmesi de zor.

 

Arkeologların, “Gazze’de daha önce bu kadar güzel, bu kadar büyük ve bu kadar az bozulmuş heykel görmedik” dedikleri bronz Apollon heykelini bulan 26 yaşındaki Filistinli balıkçı Jouda Ghurab’a “devlet kuşu” konabilirdi. Ancak öyle olmadı. MÖ beşinci yüzyılla MS ikinci yüzyıl arasında yapıldığı sanılan, bir gözü eksik Apollon heykeli, 453 kilo ağırlığında, 1.82 metre uzunluğunda. Ayakları “mucizevi” şekilde zarar görmemiş, bir elindeki dört parmağı ise kırılmış.

 

Bloomberg Businessweek dergisine konuşan Ghurab, heykeli geçen yıl ağustos ayında bir cuma günü Gazze Şeridi’nin 12 kilometre güneybatısındaki Deir al Balah açıklarında çapak balığı yakalarken gördüğünü söyledi. Denizden 4-5 metre aşağıda kumlarla kaplı heykeli önce yanmış ceset sanan Ghurab, elindeki balıkları kıyıya bırakmak ve cuma namazını kaçırmamak için sudan çıktı ama daha sonra geri döndü. Kendisine yardım için namazdan çıkan altı kişiyi yanına çağıran balıkçı, halatla ve bir arkadaşının teknesiyle heykeli çıkarmaya başardı. Eve götürdüğü heykelin kaç para ettiğini anlamak için parmaklarından birini kırdılar. Hamas’ın askeri kanadı İzzettin el-Kassam Tugayları’ndan kuzenlerinin heykelini götürdüğünü anlatan balıkçı, satıştan pay kapmanın hayallerini kuruyor.

 

Heykel, satışa çıkarılırsa 61 milyon TL’den alıcı bulabilir. Ancak Gazze’yi yöneten Hamas, ABD ve Avrupa Birliği tarafından terör örgütü ilan edildiği için heykel hiç Gazze’den ayrılmayabilir. Eğer ABD’li, Avrupalı bir müze ya da koleksiyoncu heykeli satın alırsa terörü finanse, yaptırımları delme riskiyle karşı karşıya kalabilir. James Ede isimli antik eşya tüccarı, “Eğer satılabilirse çok fazla para eder. Ancak satılamaz. Eğer satmaya kalkarlarsa öfke yaratabilir” dedi.

 

DEPODA TUTULUYOR
Cinsel organı nedeniyle heykelin Gazze’de sergilenmesi de olası gözükmüyor. Gazze’de daha önce arkeolojik çalışmalara katılan Fransa’daki Orleans Üniversitesi’nden tarih profesörü Thomas Bauzou, heykelin balıkçının söylediği gibi denizde bulunduğuna inanmadığını söylerken “İslami bakış açısına göre, Apollon, put ve açık saçık bir heykel.” dedi. Heykel şuanda İçişleri Bakanlığı’na ait bir depoda tutuluyor. Bakanlıktan müsteşar Muhammed İsmail Hillah, heykelin yabancı bir ülkeye ödünç verilebilmesi durumunda siyasi ilişkilerin iyileştirilmesine yardımcı olabileceğini söyleyerek “Herhangi bir hükümetle işbirliği yapmak için kapımızı açık tutmaya devam ediyoruz.” dedi. Hillah, heykelin Gazze’de sergilenebileceği önerisi yaptı.

Hürriyet, 08.02.2014

 

******


2 BİN YILLIK HEYKELİ İNTERNETTE SATACAKTI

 

 

Gazze'de bir balıkçı tarafından aylar önce denizden çıkarılan 500 kilo ağırlığındaki Yunan tanrısı Apollo'ya ait heykele, internette satışa sunulduktan sonra polis tarafından el koyuldu. İnternetteki müzayede sitesi eBay'de bir süre önce Joudat Ghrab (26) adlı balıkçının satışa çıkardığı heykel için 500 bin dolar istendiği fakat gerçek değerinin bunun çok üstünde olduğu belirtiliyor. Balıkçının bir eşek üstünde taşıyarak evine getirdiği heykelin arkeoloji dünyası için büyük bir kazanç olabileceği ifade ediliyor. Net olmayan fotoğraflara bakarak yorum yapmak zorunda kalan uzmanlar heykelin en az 2 bin yıllık olduğunu vurguluyor. Değeri konusunda yorum yapılamayacağını söyleyen Kudüs Arkeoloji Fakültesi'nden Jean-Michel de Tarragon, "Eser emsalsiz. Çünkü mermer ya da taş dışında metal heykel çok az sayıda bulunuyor. Kimse fiyatını belirleyemez. Fakat denizden çıkmışa benzemiyor" dedi. Balıkçı Ghrab ise heykeli Mısır-Gazze sınırının 100 metre açığında bulduğunu söylüyor.

Sabah, 11.02.2014

BAZİLİKA SU ALTINDAN DA GÖRÜNTÜLENDİ

 

 

Atlas Dergisi Su Altı Yapımcısı Ali Ethem Keskin, su altı fotoğrafçısı Recep Şen, Mavi Keyif Dalış Okulu sahibi Hikmet Orakçı, su altı editörü ve gazeteci Gökhan Gültekin Karataş, müzeden bir arkeolog nezaretinde sahilin doğusunda kıyıdan 20 metre açıkta ve 1,5 metre derinlikte bulunan bazilikayı su altında görüntüledi.

 

Arkeolojik alan ilan edilen bölgede çekimler, Bursa Valiliği ve İznik Kaymakamlığından alınan özel izinle yapıldı. Ekip, kiraladıkları tekne ile bazilikanın bulunduğu alana doğru yol aldı. Hristiyanlık mimarisinin özelliklerini taşıyan Roma dönemine ait yaklaşık bin 600 yıllık bazilika, hava şartlarının iyi olması sayesinde objektiflere yansıdı.

 

APSİS VE NEFLER GÖRÜNTÜLENDİ
Su altı ekibi, dalış izni verilmeyen alanda tekne ile su üstünden sualtı kamera ve fotoğraflama çalışması yaptı. Ekip, bazilikanın ayin odasının giriş kapısı olan doğu ucundaki yarım daire planlı "apsis"i ve koridor uzantıları olarak bilinen "nef"leri görüntülemeyi başardı.

 

MS 4. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen göl altındaki bazilika, ilçe merkezindeki Ayasofya mimarisine benziyor ancak Ayasofya'dan daha büyük. Bazilikanın MS 740 Depremi'nin etkisiyle göl sularının altında kaldığı tahmin ediliyor.

 

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, yapının artı apsise sahip olduğunu, bunlar bir araya getirildiğinde bazilikanın yer aldığını söylemişti. Şahin, bazilikanın 'narteks' ismi verilen son cemaat yeri ve avlu kısmı olduğunu, hemen iki yanında köşeli odalar, yani kutsal eşyaların saklandığı bölümlerin bulunduğuna dikkat çekmişti.

 

SU ALTI TURİZMİ İÇİN İDEAL
İznik Gölü'ndeki araştırmasını tamamlayan ekip üyelerinden su altı yapımcısı Ali Ethem Keskin, "Ortaya çıkan bazilika heyecan verici özelliğe sahip. Daha önce buluntunun ilerisine dalmıştım. Görüş çok kısıtlıydı, şimdi suların çekilmesiyle netleşmiş. Su altından fotoğraf almamız kolaylaştı. Buranın turizm açısından bulunmaz olduğuna inanıyorum" dedi.

 

Mavi Keyif Dalış Okulu'nun sahibi Hikmet Orakçı ise, "Ben İznikliyim. Çocukluğum bu gölde geçti. Yıllar önce burada sazlıklar vardı. Sazlıkların arkasında kalan bu bölümdeki taşların üzerine çıkar, olta atardık. Yelkenlilerle geçerken salmalarını çarpardık. Meğer burada bir yapı varmış. Burada bir çalışma yapmak benim için çok ayrıcalıklı oldu. Su altındaki bu tarihi yapı su altı turizmine açılabilir. Altyapı elverişli hale getirebilirlerse biz de dalış okulu olarak burada turizme katkı sağlarız. İznik gölünde yatan tarihin birçok insanda dalış merakı uyandıracağına inanıyorum" diye konuştu.

 

Video çeken Recep Şen, "Sakarya'dan geliyorum. Burası ilgimi çekti. Su altı video ve fotoğrafçıları olarak, suyun altındaki tarihi çekip insanların görmesini sağlamaya çalışıyoruz. Hiçbir ticari beklentimiz yok. İznik gerçekten tarihi hazineye sahip. Bugün bunu gördük. Eşsiz bir yer" dedi.

Su altı yapımcısı ve gazetecisi Gökhan Gültekin Karakaş da, "Ben Anadolu'nun tarihine bağlı bir gazeteciyim. Arkeolojik alanların Anadolu tarihini zenginleştirdiğini her araştırmamda görüyorum. Sadece deniz kıyılarımızda değil, iç sularımızda da insanlık tarihini şaşırtacak, eserler var. Başka ülkeler, kendi tarihlerini anlatmak için tarihi heykeller yaparak suyun altına indiriyorlar fakat biz zengin bir tarihe sahibiz. Mısır'da altı camdan botlar ile turistler gezdiriliyor. İznik Gölü'nde de bu model oluşturulabilir" denildi.

Bursa'da Bugün, 08.02.2014

 

******


ÖNCE YAĞMACILAR KEŞFETMİŞ

Bitinya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapan İznik’in adını taşıyan gölde kıyıdan yaklaşık 20 metre açıkta ve 2 metre derinlikte bulunan bazilika ilk kez Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın çalışmasıyla görüntülenmişti. Roma dönemine ait yaklaşık 1600 yıllık bazilika Sualtı görüntüleme uzmanları Ali Ethem Keskin ve Recep Şen tarafından sualtından da fotoğraflandı.

 

Resmi envanter kayıtları tutulmadığı için yapının bulunduğu alanda dalış yapmalarına izin verilmeyen Keskin ve Şen, sualtındaki tarihi suya indirdikleri kameralarla kayıt altına aldı.  Gölün hemen kıyısında yaklaşık 200 metrelik duvarlarla çevrilen kilise yapısının dikdörtgen olduğu görülürken, ortasındaki avluda ise imparator için ayrılan mekanların bulunduğu belirlendi. Yapının ortasında senato sarayı ya da imparatorun adalet dağıttığı bölüm olarak ayrılan boşluk görüldü. Kilise yapısının içinde iki tane mezar görüntülenirken, batıda yer alan mezarın üstünün açık olması ise dikkat çekti.

Mezarın içine girilmiş
Fotoğrafları çeken Ali Ethem Keskin, “Bir mezarın açık olması daha önce içine girildiğini gösteriyor. Umarım bundan sonra koruyarak tarihimizi anlatabiliriz” dedi.

Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 08.02.2014

DÜNYANIN EN ESKİ MANZARA RESMİ

 

Dünyanın en eski manzara resmi Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergileniyor.

 

Fotoğrafta, 1960’larda Çatalhöyük’teki bir kazı sırasında bulunan ve şu anda Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen bir duvar resmi ya da harita görülüyor. MÖ 6000-8000 yılları arasına tarihlenen resmin, tüm şüphelere karşın bir volkan patlamasını betimlediği düşünülüyordu. 2013’te Hasan Dağı’nda topladıkları süngertaşlarını inceleyen bilim insanları, dağın MÖ 6960 civarında patladığını tespit etti.

 

"Harita" alanında İspanya’da 14 bin yıllık, Çek Cumhuriyeti’nde ise 25 bin yıllık rakipleri bulunan 8 bin yıllık bu resim, dünyanın en eski manzara resmi olabilir.

Sol Haber, Fotoğraf: John Swogger08.02.2014

8 BİN YILLIK CİNAYET AYDINLANDI

 

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin de destek verdiği 8 bin 500 yıllık Aktopraklık Höyüğü'ndeki kazı çalışmaları İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Necmi Karul başkanlığında sürdürülürken, önemli bulgular elde edildi. Bursa'nın yanı sıra Anadolu'nun tarihine de ışık tutan kazı çalışmalarında 3 yıl önce bulunan yetişkin erkek ve kadın ile çocuğa ait iskeletlerin, domuz bağıyla bağlanıp, işkenceyle öldürüldüğü saptandı.

 

İskeletlerin parçalanmış kafa tasları 3 ay önce Denizli'ye gönderildi. Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Doç.Dr. Bora Boz'un yürüttüğü proje kapsamında iskeletlere yeni yüz yapılması için çalışma başlatıldı. PAÜ Tıp Fakültesi öğretim üyesi anatomi uzmanı Doç.Dr. Mehmet Bülent Özdemir, parçalı olan kafa kemiklerini bütün haline getirdi. Yeniden yüz oluşturulması için parametreleri belirledi. PAÜ Teknokent'te Ar-Ge çalışmaları yapan Elektrik-Elektronik Yüksek Mühendisi Ali Boz, da 3D teknolojisini kullanarak kadına ait olan kafatasına yüz yaptı. Yüksek Mühendis Boz, şöyle konuştu:

"Anadolu insanının doku yüz kalınlıklarının dataları kullanarak kemiklerin üzerinde yüzlendirme yaptık. Pamukkale Üniversitesi Teknopark'taki firmamızda 3D teknolojisini kullanarak mataryellere zarar vermeden yüzlendirme yapabiliyoruz. Tarihçiler, 8 bin yıllık iskeletlerin, Avrupa göç edenlerin atalarına ait olduğunu söylüyor. Bizim yüzünü yaptığımız kadına, 'Avrupa'nın atalarından biri' diyebiliriz."

"ARKEOPARK'TA SERGİLENECEK"

Kardeşi Ali Boz ile yer aldığı projenin yürütücüsü Doç.Dr. Bora Boz ise, Bursa Aktopraklık Höyüğü Kazı Heyeti Başkanı Doç.Dr. Necmi Karul ile yaptıkları görüşmede, yüzlendirme yaptıkları kadının çene kemiğinin geniş olduğunu, bunun normal değer olmadığını söylediklerini anlattı. Doç.Dr. Boz, şöyle dedi:

"Çünkü, bir kadına göre çene kemiği oldukça genişti. Necmi Karul, 8 bin yıl önce bu insanların sepetçilik yaptığını, sepet yaparken sürekli ağız kısmını kullandıkları için, çenelerinin güçlü olduğunu söyledi. Bizim Denizli'ye getirdiğimiz üç kafatası bir erkek, bir kadın ve bir çocuğa ait. Üçü de domuz bağıyla bağlanıp, infaz edilmiş. Bu insanlar kurban edilmişte olabilir. Kazı bölgesinde antropolojik çalışmaların yanı sıra DNA araştırmaları da devam ederken, biz de Denizli'de etlendirme ve yüzlendirme çalışmalarını sürdüreceğiz. Yüzler bittiğinde Arkeopark alanında sergilenecek."

Bursa Hakimiyet, 08.02.2014

700 YILLIK KARAMANOĞLU SARAYI TOPRAK ÜSTÜNE ÇIKARILDI

 

Karaman Kalesi'nde yapılan kurtarma kazılarında, Anadolu'nun en güçlü beyliklerinden Karamaoğulları'na ait saray kalıntıları bulundu.

 

AA muhabirinin Kültür ve Turizm Bakanlığından edindiği bilgiye göre, Konya Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu kararıyla Karaman Kalesi'nin avlusuna yapılan amfi tiyatro, sahne ve soyunma kabinlerinin kaldırılması için başlatılan hafriyat çalışmaları sırasında arkeolojik duvar kalıntılarıyla karşılaşıldı ve kurtarma kazıları başlatıldı.

 

Bulunan kalıntıların ise 14. yüzyılda aktif kullanılan, Karamanoğulları Beyliği'ne ait bir saray olduğu düşünülüyor.

 

Karaman Müzesi Müdürlüğünce yürütülen kazılarda, sarayın kabul ve taht salonu, hazine odası, mescit, harem odası, konuk odaları, hamam, mutfak, çamaşırhane ve tuvalet bölümleri gün yüzüne çıkarıldı. Ayrıca, fildişinden satranç tasları, kandiller, heykel kaidesi, top namluları, seramik kaplar ve alçı süslemeleri de bulundu.

 

-Arkeo-park yapılacak

Yeniden toprak üstüne çıkarılan sarayla birlikte Karaman Kale'si, restorasyon çalışmalarının ardından bir arkeo-parka dönüştürülecek.

 

Böylece, Karaman ve çevresinde ortaya çıkarılan İslami dönem eserlerinin de sergileneceği yeni bir turizm destinasyonu oluşturulacak.

 

-"Son derece önemli bir keşif"

Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Hatice Oruç, AA muhabirine buluntuyu değerlendirdi.

Beylikler dönemiyle ilgili arşiv kaynaklarının eksikliği ve eldeki kaynakların da çoğunlukla Osmanlı kroniklerine dayandığına işaret eden Oruç, "14. yüzyıl Anadolu tarihinin aydınlığa kavuşması açısından son derece önemli bir keşif" dedi.

 

Oruç, kendilerini Selçuklu'nun varisi görmeleri dolayısıyla Osmanlı Devleti ile rekabet eden Karamanoğulları Beyliğinin, diğer Anadolu Beylikleri arasında ayrıcalıklı bir yere sahip olduğunu belirtti.

 

-Karamanoğulları Beyliği

"Türkçeyi resmi dil olarak kullanan Anadolu'daki ilk beylik" olarak tarihe geçen Karamanoğulları Beyliği, 1250-1487 yıllarında hüküm sürdü.

 

Oğuzların Salur ya da Avşar boyundan oldukları tahmin edilen beylik 13. yüzyıl Anadolu'nun en güçlü Türk otoritesiydi ve beyliğin kurucusu Karamen Bey, tüm Türkleri tek çatı altında toplamayı gaye edindi.

 

Karamanoğulları, Osmanlı Devleti'nin Balkanlarda ilerlediği dönemde Osmanlı şehirlerini ele geçirmesi üzerine iki beylik arasında Sultan II. Bayezid dönemine kadar süren bir anlaşma imzalandı.

 

1403 yılında, Anadolu'ya giren Timur'a bağlılığını sunan beylik, güç kazanarak Osmanlı'ya ait bazı toprakları ele geçirdi. Osmanlı Devleti'nin 1443-1444 yılları arasında yaptığı Varna Savaşı esnasında, Karamanoğlu İbrahim Bey Ankara ve Kütahya'yı aldı ancak savaştan zaferle dönen II. Murat'ın Karamanoğullarına düzenlediği sefer ile beylik 1487 yılında Osmanlı topraklarına katıldı.

Memleket, Haber: Tuğba Özgür Yılmaz, 08.02.2014

ERMENİ CEMAATİNE EN BÜYÜK MÜJDE

 

Yaklaşık 40 yıl önce devlet tarafından el konulan, Türkiye'deki Ermeni cemaatinin en değerli mülkü olan Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Vakfı Hastanesi'nin karşısındaki 42 dönümlük arazi, hastane vakfına iade edildi. Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Bedros Şirinoğlu, "Sayın Başbakan olmasaydı azınlıkların gayrimenkullerinin hiçbiri geri gelmezdi. Sayın Başbakan, dürüst, hakkı hakka teslim eden bir insan. Sayın Başbakan adil davrandı. Devletimize minnettarız" dedi. Azınlık vakıflarının, zamanında çeşitli nedenlerle el konulan gayrimenkullerinin iadesine olanak sağlayan 5737 sayılı yeni Vakıflar Kanunu'nun 27 Şubat 2008'de yürürlüğü girmesinden sonra Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı da el konulan gayrimenkullerin iadesi için Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne başvurdu. İnceleme sonunda Eminönü'ndeki Selamet Han'ın da aralarında bulunduğu bazı gayrimenkuller vakfa iade edildi. Hastanin karşısında olan ve çay bahçesi, otopark, kapalı spor salonu ve stat olarak kullanılan 42 dönümlük arazi için yapılan iade başvurusundan ise bu arazinin yüzde 10'luk kısmının iadesi kararı çıktı. 27 Ağustos 2011'de çıkarılan kanun hükmünde kararname sonrası Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı, arazinin kalan kısmının da iadesi için başvuru yaptı. Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisi'nin yaptığı inceleme sonunda yaklaşık 42 dönümlük arazinin vakıf adına tescil edilmesine karar verildi.

BAŞBAKAN SAYESİNDE
Şirinoğlu ocak ayı sonunda tapusunu aldıklarını belirttiği arazinin, 1970'li yıllarda el konulan Türkiye'deki Ermeni cemaatinin en değerli mülkü olduğunu vurguladı. Sayın Başbakan sayesinde burası bize geri geldi" diyen Şirinoğlu, Azınlık vakıflarına gayrimenkul iadelerine AB baskısı nedeniyle yapıldığı eleştirilerine katılmadığını, daha önceki hükümetler zamanında da AB üyeliğinin gündemde olduğunu ancak böyle bir girişimde bulunulmadığını söyledi.

SELAMET HAN DA VERİLDİ
Vakfa ait önemli bir gayrimenkul olan Eminönü'ndeki Selamet Han da 2011'de iade edilmişti. Ermeni işadamı Kalust Gülbenkyan'ın 1953'te Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı'na bağışladığı İstanbul Eminönü'ndeki Selamet Han'ın mülkiyeti açılan dava sonucunda 1994'te Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne geçmişti. Han, 2008'de çıkan yeni Vakıflar Kanunu sonrasında hastane vakfına iade edilmişti.

Sabah, Haber: Haan Ay, 08.02.2014

ÇARŞI'YI ESNAF KURTARACAK

 

 

Bakımsızlıktan dökülen tarihi Kapalıçarşı’nın restorasyonu bu yıl içinde başlatılacak. 200 milyon TL’lik maliyetin tamamını esnaf karşılayacak. Çatıdan altyapı ve ısıtma sistemine kadar çarşının dört bir yanı aslına uygun olarak yenilenecek.

 

Dünyanın en büyük ve en eski alışveriş mekanlarından biri olan tarihi Kapalıçarşı’da, Kapalıçarşı Röleve ve Restorasyon Çalışması Projesi kapsamında 3 bin 600 dükkan ile çevresindeki 38 han ve çarşının çatısı, yaklaşık 200 milyon lira maliyetle restore edilecek. Bu yıl içinde başlaması planlanan restorasyon çalışmaları kapsamında, ilk olarak James Bond serisinin “Skyfall” filmi çekimleri sırasında gündeme gelen, tarihi gözetleme kulelerinin de bulunduğu çarşının çatısı yenilenecek. Böylece merkezi ısıtma ve soğutma sistemleri de kurulacak. Röleve çalışmaları tamamlandıktan sonra restorasyon çalışmalarına başlanacak.

 

ETAP ETAP YAPILACAK

Restorasyon çalışmaları, esnafı ve ziyaretçileri olumsuz etkilememesi için etap etap yapılacak. 40 bin metrekarelik Kapalıçarşı’nın ana yapısının röleve ve restitüsyon çalışmalarının bir kısmı tamamlandı. Tamamlanan projeler onaylanmak üzere Anıtlar Kurulu’na sunuldu. Projelerin bir kısmı onaylandı, onay işlemleri devam ediyor. Kapalıçarşı’nın restorasyon bedelinin ilk tespitlere göre 200 milyon lira olacağı öngörülüyor. Önemli bir kısmı özel mülkiyete ait olan Kapalıçarşı’da yapılacak restorasyonun maliyeti çarşıdaki esnafın hissesi oranında katılım sağlanarak karşılanacak. Bu konuları da içeren yönetim planı çalışması da devam ediyor. Kapalıçarşı esnafı da restorasyon için ne gerekiyorsa yapılması gerektiğini belirterek, bu konuda ellerinden gelen desteği vermeye hazır olduklarını kaydetti. Esnaf, bunun zamanının ve yapılış şeklinin önemli olduğunu aktararak, çalışmalar sırasında mağdur edilmemeleri ve dükkanların kapalı kalmaması gerektiğini vurguladı. Kapalıçarşı Esnafları Derneği Yönetim Kurulu üyesi Faruk Bektaş, Kapalıçarşı’nın altyapı sorunları olduğunu dile getirerek, özellikle çatıların restorasyonuna ihtiyaç duyulduğunu söyledi.

 

James Bond serisinin ‘Skyfall’ filminin çekimlerinin ardından Kapalıçarşı’nın çatısına zarar verildiği tartışmaları yaşanmıştı. Çarşının içinde, tavan ve duvarlarında da yıpranmalar var.

 

‘Dokusu zarar gördü’

Kapalıçarşı Esnafları Derneği Yönetim Kurulu üyesi Faruk Bektaş, çarşının sorunlarını şöyle anlatıyor: “Yağmur ve güneşten çarşının dokusu zarar gördü. Altyapı yetersizliğinin yanı sıra ısıtma ve otopark problemi de var. Yağmurlar yağdığı zaman suların akmadığı, lağımların taşmadığı bir çarşı olacak. Restorasyonun tamamını esnaf ödeyecek. Ama dükkanların haricinde yollar ve caddeler var. Bunların yenilenmesini de Fatih Belediyesi’nden bekleyeceğiz. Röleve bittikten sonra restorasyon çalışması yapılacak.”

Habertürk,08.02.2014

YENİ BİR SANAT TÜRÜ OLARAK BELEDİYE HEYKELCİLİĞİ

 

 

Belediyeler tarafından yaptırılan heykeller, ‘belediye heykelciliği’ adıyla literatüre girdi. Çoğu zaman o muhitin meşhur nesnesi ile özdeşleşen heykellere, ‘bir sanatkar elinden çıkmış’ tanımlaması yapmak zor.

 

Türkiye’de neredeyse her şehrin en bilindik meydanı, o şehrin kültürü ve tarihi ile ilgili bir simgeyle süslüdür. Alamet-i farika misali öne çıkan ve çoğu zaman şehrin önde gelen meşhuru, o muhitte çokça üretilen bir mamul veya tabii güzellikleri konu edinen bu simge genellikle heykel şeklinde arz-ı endam eder. Kütahya’ya ziyarete giden bir kimsenin meydandaki çinilerle kaplı vazo, Diyarbakır caddelerinde turlayanların surların üzerinde duran dev karpuz veya Gemlik’ten geçenlerin girişteki kavşakta çatala saplı zeytin ile karşılaşması mukadderdir. Bu heykellerle beraber, Mustafa Kemal Atatürk’ün okul bahçeleri ve devlet dairelerindeki büst ve boy heykellerini de hatırlatmak gerekiyor. Sipariş usulüyle veya bir yarışma sonucu yapılıp şehrin önemli köşelerinde yer edinen bu heykeller, genellikle belediyeler eliyle meydana çıkar. Bu usul ile yapılan pek çok heykelin sanatçı inceliğinden uzak bir görüntü arz etmesi,  belediye heykelciliğinin öne çıkan yüzü. Dayanıksız malzeme ve kaba işçilik ürünü dekoratif malzemelerin ‘heykel’ adı altında halka sunulması ise meselenin ikinci yönünü yansıtıyor. Geçtiğimiz günlerde Salt Beyoğlu Forum’da gerçekleştirilen “Belediye Heykelciliği” forumunda ele alınan bu konu, birçok akademisyen ve araştırmacı tarafından enine boyuna tartışıldı. Bu forumdan ilhamla, çevreye daha bir dikkatlice baktık.

 

Kendine has statüsü olabilir mi?

Heykel,  Müslüman toplumlar içerisinde dini hassasiyetler sebebiyle uzun yıllar revaç bulmamış bir sanat dalı. Cumhuriyet’le birlikte başlayan meydanların heykellerle donatılması geleneği ise bugün bile tartışılan bir konuya temel teşkil ediyor. 91 yıllık Cumhuriyet devrinde heykeller, ideolojinin simgeleştiği kamu nesneleri oldu. ‘Bir fikrin ve ideolojik yapının sokaktaki izdüşümü’ tanımlaması, belediye heykelleri için kullanılabilir. Zira her devir ve dönemin hakim siyasi anlayışına göre şekil alan heykeller belediye heykelciliği başlığıyla literatürdeki yerini edindi. Temelinde İslam kültür ve dünya görüşü yer alan Türk toplumunun hayatına sonradan giren heykellerin hala nüfuz edememiş olması, her seferinde gündem olmasından anlaşılabiliyor. Soyut olduğu bahanesiyle umumi alanlarda fark edilmeyen veya müstehcen öğeler barındırmasından ötürü birçok kez vandalizme hedef olan heykeller, toplumun sosyal kodları ve halk tarafından seçilen belediyelerin sanat anlayışı hakkında da önemli deliller sunuyor. İşte ‘belediye heykelciliği’ denilen anlayışa birkaç ilginç örnek:

 

Efsane kırmızı fil artık yok

Kadıköy Acıbadem semtinin unutulmaz karakterlerinden kırmızı fil, yakın zaman önce kaldırıldı. Adres tarif edenler için bulunmaz bir nimet olan kırmızıya boyalı ve gözleri mavi fil, adeta bir çocuk masalından çıkıp Acıbadem’e inmiş gibi çevre yolu kenarında duruyordu. Etrafta oturanların haber vermesiyle sarı, gri ve mavi renklere boyanan ve en sonunda kaldırılan fili geri isteyenler çoğunlukta.

 

Van’da sevimli Van Gölü dinozoru

90’lı yılların televizyon fenomenlerinden biriydi Van Gölü canavarı. Ekranda açıktan görünmese de konuşula konuşula gerçek bir efsane halini aldı. Öyle ki artık Van’ın simgelerinden biri bu canavar. Gevaş İlçesi'nde yapılan heykel ise canavardan çok çizgi filmlerde yer alan prehistorik bir dinozorun cisimleşmiş hali.

 

Libadiye caddesinde bir pokemon

İstanbul’da Kısıklı mevkiine çıkan Libadiye Caddesi’nin son 200’üncü metresindeki parka yerleştirilmiş bir ördek heykeli… Sarı cırtlak rengi ve yüzündeki hafif gülümsemesiyle  parkın köşesinde herkese sırtını çevirmiş şekilde arz-ı endam ediyor. Kimseye minneti olmayan dev biblo, ironik bir şekilde önünde duran boşluktan ufka doğru bakmaya devam ediyor.

 

Akşehir’de bir Nasreddin Hoca

Eşeğe ters binen Nasreddin Hoca, çokça kullanılan bir figür. Yandaki heykel ise tahmin edilebileceği gibi Konya’nın Akşehir İlçesi'nden.

 

Her ‘yerden’ çıkan şu eller

Yurdun dört bir yanına dağılmış heykellerin bir ortak yanı da yerden çıkan eller. Malatya’da eller üzerinde yükselen kayısıya, Manisa’da bulunan ve yine el üstünde tutulan üzüm heykeli eşlik ediyor. Buna Gaziantep’teki fıstık ve Erzurum’da oltu taşından yapılmış tesbihi de eklemek mümkün.

 

Halay çeken timsahlar

Bursaspor’un resmi maskotu olan timsahlar, takımın şampiyon olmasıyla beraber şehrin muhtelif yerlerinde görünmeye başladı. Bursa’nın Yıldırım İlçesi'ndeki su havuzunda yer alan üç adet ayağa kalkmış timsah, uzaktan bakıldığı vakit neşeyle halay çekildiği izlenimi sunuyor.

 

Burası sucuk diyarıdır ey dostlar

Afyonkarahisar’da üretilen meşhur sucuklar şehrin meydanlarından birine yerleştirilmiş. Kurutulmak üzere asılmış kangal sucuklara şahit olduğumuz heykel için bir yorumda bulunmak güç.

 

Avrupa şehirlerine özenti var

Ömer Kanıpak (Tasarım atölyesi-Kadıköy): Yerel idarelerin sorumlu oldukları kentlerde “kültür” adına yaptırılan heykellerin halktan tepki çekmesi normal, çünkü katılımcı bir süreçle halkla birlikte karar verilerek yerleştirilen sanat eserleri değil hiçbiri. Dolayısıyla  benimsenmesi mümkün değil. Didaktik bir yönetim anlayışı ile Avrupa şehirlerine özenerek, heykellerle kentleri “süslediğini” sanan belediye yöneticilerinin sanat anlayışı ile ukde tatmini yapılıyor.

 

‘Bir millet ki heykel yapmaz…’

Türk toplumunun heykel sanatıyla tanışması, geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreği sonuna tekabül ediyor. Daha doğrusu, heykelin umuma açık mahallerde halka sergilenmesi... Zira Osmanlı’nın son zamanlarında  heykel sanatının icra edildiği ve kapalı mekanlarda sergilendiği biliniyor. İslamiyet öncesi Arap ve Türk toplumlarında dini birer simge halinde bulunan heykelin tekrar toplum nezdine taşınması ise Cumhuriyet dönemine rastlıyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün Bursa Şark Sineması’nda yaptığı konuşmada geçen “Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; kabul etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.” ifadesi, yeni Türk toplumunu oluşturma adına atılan sanat hamlelerinde önemli ipuçları sunuyor. Bu konuşmanın akabinde umuma açık heykellerin yapılması için derhal harekete geçilir ve o zamanki ismiyle İstanbul Şehremini (Belediye Başkanı) Emin Erkul, Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel’e  bir heykel yaptırır. Sarayburnu sahillerinde, Gülhane Parkı’nın eteklerinde yer alan bu Atatürk heykeliyle Türkiye’deki belediye heykelciliği başlamış olur. Açılışta yapılan konuşma sonrası, heykelin üzerindeki bezin alınması Atatürk’e bir saygı ifadesi oyarak, şapkaların çıkarılması ise o devirdeki sosyolojik dinamiklerin okunması adına önemli ipuçları sunuyor.

Zaman, Haber: Erkam Emre, 08.02.2014

FRANSIZ GEÇİDİ'NE BAK, NARMANLI YURDU'NU  ANLA

 

Bu yazı Narmanlı ailesine ait bir binanın başına gelenlerden yola çıkarak Narmanlı Hanı'nın başına gelebilecekler hakkında bir fikir amacıyla kaleme alınmıştır.


Geçtiğimiz günlerde Tünel'de bulunan Narmanlı Hanın 57 Milyon dolara bir kozmetik firmasına satıldığını gazetelerden öğrendik. Bu, Narmanlı Hanının ikinci el değiştirmesi. 2001 yılında da Yapı Kredi Koray İnşaat burayı satın almış, ancak kamuoyundan gelen tepkiler ve açılan davalar sonucunda yapmaya niyetlendikleri projeyi gerçekleştirmeyip elden çıkarma yoluna gitmişler.

 

 

Narmanlı Yurdu diye de anılan bu yapının tarihi 1831'e dek uzanır. 19. Yüzyıl'da beyoğlunda iki büyük yangın felaketi vardır. İlk yangın 1831'de ikincisi 1870'de gerçekleşir. Bugün İstiklal Caddesi üzerinde "eski" olarak tasvir ettiğimiz tüm yapılar 1870 yangını sonrası inşa edilmiştir. Bir kaçı hariç. 1831 yangınından sonra inşa edilen Narmanlı Hanı 1870 yangınını atlatarak günümüze ulaşabilmiş en eski yapılardan birisidir.


1831'de Rus elçilik binası olarak inşa edilen yapı 1845 yılına kadar bu amaçla kullanıldıktan sonra, yolun karşısına bugünkü Rus elçilik sarayı inşa edilince, mahkeme ve hapishane binası olarak işlevine devam etmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında beyaz rusları ve Rus turizm şirketlerini ağırlayan yapı 1933 yılında aslen Erzurum'un Narman İlçesi'nden gelen iki tüccar kardeşe satılır. Avni ve Sıtkı Narmanlı kardeşler burayı yüksek kira bedelleriyle ticarethanelere kiralamak yerine sanatçı ve edebiyatçılara kiralamayı tercih etmişler. Bedri Rahmi, Aliye Berger, Ahmet Hamdi Tanpınar, Firsek Karol gibi pekçok sanatçıya evsahipliği yapmış bir mekandır burası. Tatyana Moran "Dün Bugün" adlı anı kitabında Narmanlı yurdu ile ilgili şunları yazar: “Ankara’dan döndükten sonra Hamdi profesör olarak Edebiyat Fakültesi’ne girdi. Aynı zamanda da güzel sanatlarda ders veriyordu. Mali durumunu düzeltmişti. Bana artık ablasının evinden ayrılıp taşınmak istediğini söyledi. Aklıma derhal bizim Narmanlı yurdunda giriş katında küçük bir daire geldi; bir büyük oda, mutfak ve banyodan ibaretti. Ucuza da vereceklerdi. Teklif ettim. Hamdi çok sevindi. Derhal tuttu ve taşındı. Perde olarak gazeteler yapıştırdı. Bir iki tabak, bardak satın alındı. Hamdi bir gün hasta oldu. Bizim hizmetçi Melahat aşağıya inip, “Hamdi Bey nedir o eski yorgan, o sizi ısıtmıyor, perdeleriniz de yok, niye böyle oturuyorsunuz?” “Param yok” demiş Hamdi. “Bunları taksitle size yaptırırım” demiş ve yaptırdı da. Bu daire her akşam dolup taşıyordu; Bedri Rahmi, karısı, kız kardeşi Mualla, Sabahattin Eyüpoğlu, Zeki Faik İzer… Türküler söylenir, yenilip içilirdi. "


Bu han Türk Resim Sanatı tarihi açısından da önemlidir. D Gurubu sanatçıları ilk resim sergisini han içindeki Mimoza Şapka evinde açmışlardır.

 

 

1990'lara gelindiğinde geriye Türkiyenin en eski gazetesi Jamanak, 70 yıldır hanı bekleyen ve 98 yaşında ölen bekçi Raşit amca, sahaf ve plakçı Deniz Pınar, Çaycı Ali, Namık Denizhan'ın heykel atölyesi, onlarca kedi ve kedileri besleyen Meral Hanım, kocaman bir kara tavuk kümesi, el boyaması yün halı tamircisi, bir noter, sürekli piç veren arsız akasyalar, mor salkımlar ve onlarca tahliye davası kalmıştı geriye. Hanın varisleri bir an önce herkesi tahliye edip burayı elden çıkarmak istiyordu. Başardılar da. 2001 yılında Yapı Kredi Koray gurubu burayı satın aldı. Ancak başta Korhan Gümüş ve Mimarlar Odası projeye karşı çıktı ve yürütme durduruldu. İstanbul Dergisi'nin 2002 Nisan sayısında Narmanlı Yurdu için geniş bir dosya hazırlanmıştı. Gerek Korhan Gümüş gerekse konunun taraflarıyla yapılmış röportajlar vardı. Meraklısı bulsun okusun.
Bugün gelinen noktada hanın içi tamamen boşaltılmış ve "insansız bölge" ilan edilmiş. Geride sadece Raşit Amcanın oğlunun beklediği ıssız bir avlu kaldı. 


Gelelim Fransız Geçidine. Karaköy'de Cite Francaise adıyla da bilinen bu geçit tıpkı Narmanlı Hanı gibi Narmanlı ailesine aitti. 1982 yılında restorasyon için başvuruluyor. 10 yıllık bir bekleme sürecinden sonra inşaata başlanıyor ve 2000 yılında Karaköy Electronic Center olarak hizmete açılıyor. Geçmişte Fransız ve Rus tüccarların ofislerinin bulunduğu bu 19. yy binası üzerine eklenen mavi cam kütle ile tanınmaz hale getirildi. 1980'li yılların post-modern mimari modası saçma sapan bir "estetik" anlayışını getirip dayattı ve metrekare kazanmanın kılıfını oluşturdu. Şimdilerde eğlence merkezi haline gelen geçit bu anlayışın kurbanı oldu. 


Narmanlı Hanının da aynı kaderi paylaşmaması dileğiyle...

 




Fransız Geçidinin günümüzdeki hali

 



Fransız Geçidinin Restorasyondan önceki hali

kulturistanbul, 08.02.2014

DÜNÜN KİLİSESİ YİNE CAMİ Mİ OLACAK?

 

Yaz aylarında adını duyanların aklına ‘deniz-kum-güneş’ üçlemesini getiren Antalya, kışın ağırladığı ‘kültür turistleri’ni yıkık ya da farklı kullanılan kiliseleri ile karşılıyor. En kötü durumda olansa şehrin simgelerinden biri sayılan Kesik Minare ya da orijinal ismi ile Aya İrini ya da Panagia Kilisesi. Bugünse yapı bir yol ayrımında. Ya müze olacak ya da camiye dönüştürülen kiliseler listesine dahil olacak.

 

 

Yaz aylarında adını duyanların aklına ‘deniz-kum-güneş’ üçlemesini getiren Antalya, kışın ağırladığı ‘kültür turistleri’ni yıkık ya da farklı kullanılan kiliseleri ile karşılıyor. En kötü durumda olansa şehrin simgelerinden biri sayılan Kesik Minare ya da orijinal ismi ile Aya İrini ya da Panagia Kilisesi. Bugünse yapı bir yol ayrımında. Ya müze olacak ya da camiye dönüştürülen kiliseler listesine dahil olacak. Tıpkı İznik ve Trabzon’daki Ayasofya kiliseleri gibi…

 

Antik dünyada inşa edilmiş bir tapınağın taşlarından inşa edilen, 13. yüzyılda Selçukluların şehri ele geçirmesinden üç yüzyıl sonra 16. yüzyılda minare eklenmesi ve apsis içine mihrap inşa edilmesi ile camiye dönüştürülen Aya İrini Kilisesi’nin bugün yeniden Müslümanların ibadetine açılıp açılmayacağı tartışılıyor.

 

Kurul’dan ret kararı

1974’te cephe ve giriş kısmı onarım geçiren, etrafı moloz taş duvar ve demir korkuluklarla çevrilen kilise için ilk karar 1992’de alındı. Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun kararında yapının ‘Açık Hava Müzesi’ olarak yapının onarımının yapılması ve örenyeri olarak gezilmesi istendi. 1999’da kurul kararında bölgenin her döneminin tarihlenmesi için bilim heyeti oluşturulması istenirken, 2012 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü yapının cami olarak kullanılmasını talep etti. Ancak bu istek Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından reddedildi.

 

Bunun üzerine Vakıflar Bölge Müdürlüğü, kararı Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’na götürdü. Kurul 26 Eylül 2012’de itirazı kabul etti; cami olarak kullanımına yönelik Vakıflar Genel Müdürlüğünce ilgili belediyeden koruma amaçlı imar planında yapılması gereken değişikliğin talep edilmesi kararını aldı. Bu kararı durduransa Mimarlar Odası’nın açtığı dava oldu. Dava sonucunda mahkeme yürütmenin durdurulmasına karar verdi. Kararın ardından cami için girişim şimdilik durmuş olsa da yapı bugün kaderini arıyor. Geleceğinin ne olacağı ise belirsiz…

Agos, Haber: Serdar Korucu, 07.02.2014

AA BAZİLİKASI MART AYINDA AÇILACAK

 

 

Manavgat’ın Side Beldesi’nde Apollon ve Athena tapınaklarının bulunduğu ‘AA bazilikası’nda başlatılan restorasyon çalışmaları mart ayında tamamlanacak.

 

Side Belediyesi ve Anadolu Üniversitesi işbirliğinde Apollon ve Athena tapınaklarının bulunduğu ‘AA bazilikası’ alanında yapılan restorasyon çalışmalarında sona yaklaşıldı. Tapınaklar bölgesi restorasyonu, Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Side Kazı Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Alanyalı gözetiminde yapılıyor. Yaklaşık 1 yıl önce başlatılan çalışmaların mart ayı sonunda tamamlanıp hizmete açılacağı kaydedildi. Çalışmalar hakkında bilgi veren Prof.Dr. Hüseyin Alanyalı, ‘Daha önce bu alan kötü bir haldeydi. Burada yaptığımız çalışmalarla tarih eserleri ayağa kaldırıyoruz. Bazilikanın yıkılmasından sonra içine yapılan ‘şapel’in restorasyonu yapıldı. Tahmini olarak tüm restorasyon çalışmaları mart ayının sonunda tamamlanarak ziyarete açılacak diye konuştu.

haberler.com, 07.02.2014

DÜNYA BELLEĞİ'NE TÜRK MİRASI

 

 

Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Türkiye Milli Komisyonu Başkanı Öcal Oğuz,  Türkiye'den bu yıl Divan-ı Lügati't-Türk ve Kültepe Tabletleri'nin UNESCO Dünya Belleği'ne alınması için başvuracaklarını açıkladı.

1072-1074 yıllarında Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan ve Türk dilinin Arapça sözlüğü olan Divan-ı Lügati't -Türk'ün, dilbilimciler için çok önemli olduğunu belirten Oğuz,  "Divan-ı Lügati't -Türk demek, yaklaşık 80 ülkeyi yakından ilgilendiren bir kültürel hafızadan söz ediyoruz demektir" dedi.

Oğuz, Kaşgarlı Mahmud'un,  eserinde çizdiği dünya haritasıyla topografi, harita belleği ve kültürü açısından da önem taşıdığını vurgulayarak, şöyle devam etti:
"Kaşgarlı Mahmud, Kaşgar'dan Bağdat'a kadar o bölgede yerleşik Türk, Arap, Fars ve diğer etnik kültürel grupları tanıyor, bunlarla ilgili bilgiler veriyor, dönemin kültürel birikimini ve belleğini sözlük vasıtasıyla günümüze aktarıyor. Dolayısıyla Divan-ı Lügati't -Türk demek Kazakistan, Özbekistan, Uygur Özerk Bölgesi, Kırgızistan, Azerbaycan, Türkmenistan, İran, Afganistan Tacikistan gibi ülkelerin bugünkü coğrafyalarıyla Fas'tan Moritanya'ya, Çad'dan Sudan'a kadar körfez ülkeleri dahil yaklaşık 80 ülkeyi yakından ilgilendiren bir kültürel hafızadan söz ediyoruz demektir."

Kayseri'deki Kültepe kazılarında gün ışığına çıkarılan ve çivi yazısıyla Asurca yazılan Kültepe Tableri de Dünya Belleği'ne girmeye hazırlanıyor.

Oğuz, Anadolu'da Türklerden önceki Sümerler'den Hititlerlere kadim uygarlıklarının izlerinin yer aldığı tabletlerde, insanlık tarihini aydınlatacak önemli bilgiler, anlaşmalar, yazışmalar bulunduğunu söyledi. Oğuz, her iki dosyanın da yazım çalışmasının devam ettiğini ve 31 Mart'a kadar UNESCO Genel Merkezine başvuruda bulunacaklarını bildirdi.

Habertürk, 07.02.2014

DİYARBAKIR'DAKİ ASKERİ KIŞLADA İNSAN KEMİKLERİ BULUNDU

 

 

Diyarbakır'da bulunan Orgeneral Galip Deniz Kışlası'nın iç bahçesinde, yapılan temel kazı çalışmasında, 6 mezar ve insana ait kemik kalıntıları bulundu.

 

Uzmanlar, mezarların hangi döneme ait olduğunun henüz tespit edilmediğini, ancak gömülme şeklinden dolayı Müslümanlara ait olduğunu söyledi. Diyarbakır'ın Elazığ karayolu üzerindeki 7'nci Kolordu Komutanlığı sahası içerisinde yer alan, Orgeneral Galip Deniz Kışlası içerisinde yapımına başlanan Askerlik Şubesi binası inşaatı sırasında insana ait kemik kalıntıları bulundu. Kemik ve kalıntıların bulunması üzerine Milli Savunma Bakanlığı, İnşaat Emlak Bölge Başkanlığı'nca, İl Kültür ve Müze Müdürlüğü'ne resmi yazı ile burada inceleme yapılması için başvuruda bulundu. Aralarında bir müze araştırmacısı ve 3 arkeoloğun bulunduğu 4 kişiden oluşan uzman ekip, kemik ve kalıntıların bulunduğu bölgede bir haftalık araştırma yaptı. Araştırma sonucu hazırlanan raporda, bölgede 6 mezar bulunduğu belirtildi. Raporda, 'Bu mezarların sondaj çalışmasında ise, insan kemikleri ve kalıntılar ortaya çıktı. 3 sondaj çalışmasında, iş makinesi ile kazılan alanın yaklaşık olarak 10 metre doğusunda, 5X3 metre ebatlarında yaklaşık 1.30 metre derinliğinde kazılırken, sondaj çukurunda oldukça kötü durumda olan ve tahrip edilmiş mezarlar tespit edildi. Aynı yerde oldukça kötü durumda olan kemikler tespit edildi. Diğer çalışmalarda da, yine mezarlıklarda kötü durumda olan kemikler tespit edilirken, bir mezar taşı üzerinde, 'La ilahe İllalah Muhameddün Resullulah Haza Kabrul Merhum…Haci…yazısı bulunmaktadır' denildi.

MEZARLARIN HANGİ DÖNEME AİT OLDUĞU BİLİNMİYOR
Raporun sonuç bölümünde, ortaya çıkarılan mezarlık alan içerisinde bulunan mezarların, dikdörtgen planlı olduğu belirtilerek, 'Düzgün kesme taş ve kaba yontulu taşlarla yapıldığı, mezarların içerisinde sağlam durumda bulunan iskeletlerin doğu-batı doğrultusunda gömüldüğü ve kemiklerin deforme olduğu tespit edilmiştir. Bu mezarların, plan ve gömülme şekillerinin aynı olduğu, bulunan mezar taşlarının bazalt taştan yapıldığı, genel anlamda form olarak birbirine benzerlik gösterdiği, üzerlerinde herhangi bir yazı ve tarih bulunmadı. Yine, bir adet yarısı eksik ve kırık olan ön yüzünde geometrik motif bulunan, arka yüzünde oyuk şeklinde olan mezar taşı ile, kazı çalışmaları esnasında mezarlık girişi olarak düşünülen zemine gömülü şekilde, üzerinde 3 satır Osmanlıca yazı bulunan 1 adet, kırık ve eksik olan mezar taşı, çalışmalar sırasında bulundu. Araştırmalarda, ayrıca bulunan mezar taşlarının Sur İlçesi'ndeki Tarihi Kurşunlu Camii'nin haziresinde bulunan mezar taşlarıyla şekil olarak benzerlik gösterdiği tespit edildi' ifadeleri yeraldı.

Uzman ekibin yaptığı araştırmada hazırlanan rapor son bölümünde, söz konusu alanda bir mezarlık olduğu ve bu mezarlığın geniş bir alana yayıldığının da tespit edildiği ifade edelirek, şu görüşlere yer verildi: 'Yaptığımız araştırmalarda bu mezarlıklarla ilgili herhangi bir belgeye rastlanılmamıştır. Kazı esnasında ortaya çıkarılan mezar taşlarında da herhangi bir tarih yer almadığı için mezarların hangi döneme ait olduğu tespit edilememiştir. Ancak gömülme şeklinden yola çıkılarak mezarların Müslümanlar'a ait olduğu tespit edildi. Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun kararı doğrultusunda kazı alanında ortaya çıkarılan 4 mezar taşı tahribata açık bir durumda olmalarından dolayı müze müdürlüğüne götürüldü.'

Radikal, Haber: Mehmet Türk, 06.02.2014

 

******


DİYARBAKIR'DAKİ TARİHİ KALEDE İNSAN KEMİKLERİ BULUNDU

 

 

Diyarbakır'ın Çınar İlçesi'nde bulunan tarihi Zerzavan Kalesi içinde bulunan su sarnıcında, yaklaşık 25 insana ait olduğu belirtilen kafası ve kemikler bulundu.

 

Çınar İlçesi'nin Mardin karayolu üzerinde bulunan tarihi Zerzevan Kalesi'ni gezmeye giden 2 kişi, kale içerisinde bulunan ve su sarnıcı olduğu belirtilen kuyuda kemiğe benzer cisimler görünce durumu jandarmaya bildirdi. Jandarma ekiplerinin kuyuda yaptığı araştırmada, 25 insan kafatası ve kemikler bulundu. Jandarma, Diyarbakır Valiliği ile İl Kültür ve Müze Müdürlüğü'ne resmi yazı ile durumu bildirerek inceleme yapılmasını istedi.


Kültür ve Müze Müdürlüğü'nden arkeolog ve uzman ekiplerce kemiklerden alınan örnekler incelemeye götürüldü. Tarihi kalenin Roma dönemine ait olduğunu belirten yetkililer, geniş çaplı soruşturma başlatıldığını söyledi. 

Radikal, Haber: Canan Altıntaş- Serdar Sunar, 07.02.2014

105 YILLIK TARİH YAŞAYACAK

 

 

Kemer baraj sınıfında Türkiye'nin en yüksek barajı olan Artvin Deriner'in suları altında kalmaktan kurtarılan tarihi Zeytinlik Camisi'nden sonra 105 yıllık Oruçlu Camisi ile Oruçlu gümrük binası da aslına uygun inşa ediliyor.

 

Osmanlı dönemine ait tarihi eserlerin Deriner Barajı suları altında kalmaktan kurtarılması amacıyla Oruçlu Köyü gümrük binası, Oruçlu Camisi, Zeytinlik Camisi, Zeytinlik Aşağı Türbe'nin yeniden yapımı ve bazı kısımların taşınması ile Berta Köprüsü ve Avcılar Köprüsü'nün yerinde korunmasına ilişkin kararlar alındı.

 

Söz konusu eserlerden kent merkezine 50 kilometre mesafedeki Zeytinlik Camisi'nin sular altında kalmaktan kurtarılan sağlam parçaları, 2012 yılında köyün üst kısmında belirlenen alana nakledilerek aslına uygun inşa edildi.

 

Kitabesinde 1857 yılında yapıldığı belirtilen ve yeni yerleşim yerinde ibadete açılan Zeytinlik Camisi'nin çevre düzenlemesi gelecek aylarda yapılacak.

 

Merkeze bağlı Oruçlu Köyü'nde 1909 yılında yapılan ve minaresi hariç günümüze kadar sağlam ulaşan Oruçlu Camisi'nin iç kısmında, yapıldığı dönemin ahşap ve taş işçiliğini yansıtan minber, mihrap, tavan kaplamaları, süslemeler, korkuluklar, dış kapı ve üzerinde bilgilerin yazılı olduğu dış cephedeki taşlar da 2012 yılında sökülerek, köyün kurulduğu yaklaşık bin 100 rakımlı yeni yerleşim yerine taşındı.

 

Hazırlanan rölöve, restorasyon, restitüsyon projeleri doğrultusunda Oruçlu Camisi'nin taşınan kısımları, aslına uygun inşa edilen camiye monte edilmeye başlandı.

 

Rus işgali sırasında inşa edilen ve gümrük binası olarak kullanılan, Şükrü Ağa Konağı olarak da bilinen Oruçlu Köyü gümrük binası da köyün yeni yerleşim alanına nakledildi. Gümrük binasının dış cephesi tamamlanırken, iç kısımların monte edilmesi ise hava şartlarının elverişli olduğu aylarda yapılacak.

 

"Bu eserleri koruyup gelecek kuşaklara taşımak istiyoruz"

Köy sakinlerinden 50 yaşındaki Seçkin Özay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Çoruh Havzası'nda kurulan Deriner Barajı dolayısıyla köylerinin sular altında kaldığını söyledi.

 

Evleri, bahçeleri, mezarlıkları ve anılarının sular altında kaldığını ifade eden Özay, "Tek sevincimiz tarihi eserlerimiz olan Oruçlu Camisi ile gümrük binasının özenle sökülerek yeni yerleşim yerimizde, aslına uygun monte edilmesidir. Geçen yıl bahar aylarında başlanan çalışmalar sonucu cami ve gümrük binasının dış kısmı tamamen bitmiş durumda. Kış olduğu için çalışmalar şimdilik durdu. Baharla tarihi eserlerin iç kısımları monte edilecek" dedi.

 

Köylüler olarak tarihe sahip çıkan Artvin Valiliği, DSİ 26. Bölge Müdürlüğü ve emeği geçenlere teşekkür ettiklerini kaydeden Özay, "Eserler monte edilirken büyük özen gösterildi. Tek bir ayrıntıya dahi dikkat edildi. Biz de bu eserleri koruyup gelecek kuşaklara taşımak istiyoruz" diye konuştu

Artvin Kent Haber, 06.02.2014

TARİHİ YARIMADA'YA İKİNCİ METRO

 

Beyazıt'tan Sultançiftliğine ulaşacak yeni bir metro hattının yanı sıra, Marmaray'ın Anadolu Yakası'ndaki son istasyonundan Kaynarca'ya uzanan bir metro daha geliyor.
 

Taksim Yenikapı bağlantısını sağlayan Haliç metro köprüsünün Şehzadebaşı'ndaki istasyonuna bağlanacak yeni metro hattıyla Fatih Fevzipaşa caddesini takip ederek Edirnekapı'dan Sultançiftliği'ne kadar gidilebilecek. İstanbul büyükşehir Belediyesi tarafından proje ihalesine çıkarılan metro hattı, Edirnekapı İstasyonundan geçerek Eyüp merkez'den Düğmeciler, Rami Cuma, Rami, Sarıgöl, Bağlarbaşı, Fevzi Çakmak, Yeşilpınar, Kazım Karabekir, Karayolları Mahalleleri, Yunus Emre, Esentepe, Uğur Mumcu, Cebeci Mahalleleri üzerinden Sultançiftliğine ulaşacak. 10 Mart tarihinde ihaleye çıkarılacak proje kapsamında hat üzerinde yapılacak metro sisteminin fizibilite ve etüd çalışması yapılacak. Yeni metro hattı Edirnekapı'dan Sultançiftliğine giden tramvay hattından farklı olarak üç ilçenin merkez ve mahallelerini de dolaşacak.

Sabah, 06.02.2014

TÜRKİYE PHASELİS'İ KORUMAYA SÖZ VERMİŞ!

 

 

Antalya’nın 2 bin 700 yıllık geçmişe sahip olan tarihi kenti Phaselis’in uluslararası Barselona Sözleşmesi kapsamında Akdeniz’de korunması gereken 100 sitten biri olduğu ortaya çıktı.

Bölghenin otel projesi için imara açılması tepki toplamıştı.

 

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kentleşme ve Çevre Sorunları Ana Bilim Dalı Öğr. Üy. Prof.Dr. Nesrin Algan, Akdeniz Eylem Planı’nın ikinci on yılı çerçevesinde hazırlanan ‘Cenova Deklarasyonu’nun 17 (h) maddesi gereğince başlatılmış olan çalışmalar kapsamında belirlenen kriterlere göre, Akdeniz’de ortak öneme sahip 100 tarihi sit alanının tespit edildiği bilgisini verdi. 1987 yılında yapılan 5. Olağan Hükümetler arası toplantıda, taraf ülkelerce bu sitlerin koruma altına alınmasının uygun bulunduğunu belirterek, “Barselona Sözleşmesinin eki Özel Koruma Alanları Protokolünde tarihi sitlere ilişkin düzenleme yokken bu sitlerin seçimi ve korunması Cenova Deklarasyonu’na göre yapılmıştı. Ama daha sonra bu protokol değiştirildi ve ‘Akdeniz’de Özel Koruma Alanları ve Biyolojik Çeşitliliğe İlişkin Protokol’ adını aldı. Artık 100 tarihi sitin korunması, Türkiye’nin de taraf olduğu yürürlükteki bu yeni protokole göre yapılmaktadır” diye konuştu.

 

PHASELİS 1987’DE SİT LİSTESİNE GİRDİ

Phaselis’in de 100 tarihi siti içeren listeye 1987 yılında kabul edildiğini belirten Algan, Phaselis’in de aralarında bulunduğu 100 tarihi sitin korunmasının hukuki dayanaklardan birinin de 22 Ağustos 2002 tarih ve 24854 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Akdeniz’de Özel Koruma Alanları ve Biyolojik Çeşitliliğe İlişkin Protokol olduğunu söyledi.

Evrensel, Haber: Yusuf Yavuz, 06.02.2014



******


YAĞMA SIRASI SİT ALANLARINDA

 

 

Türkiye’nin içeride ve dışarıdaki manzarası hiç iç açıcı değil… Millet yolsuzlukların, rüşvetin ortaya çıkmasından, ayakkabı kutularına doldurulan paralardan, yatak odasındaki para sayma makinelerinden, gazete ve bir televizyonu satın almak için açılan havuzdan, villa pazarlıklarından, ortalıklarda uçuşan telefon kayıtlarına geçen pazarlıklardan, eş dostun nemalandırılmasından enikonu rahatsız… Bu konularda yargı kesin kararını vermediğinden hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğu da tam olarak netleşmiş değil. Bazıları bunları örtmeye, dikkatleri başka yönlere çekmeye çalışırken ortaya bir de antik kentlerden Phaselis’deki (Tekirova) yapılanma girişimi çıktı.

 

Yaklaşan yerel seçimler nedeniyle Türkiye’nin gündemi bunlarla çalkalanırken, Anadolu arkeolojisinin önde gelen antik şehirlerinden Phaselis ile ilgilenen çıkar mı?

 

Medya bile Phaselis ile ilgilenmemiş; bir iki küçük haber dışında topluma verilen bilgi yok…

 

Spekülatif davranışlardan, çıkar uğruna yok ettiğimiz Bodrum gözden çıkarıldı, daha doğrusu bunca yazıya çiziye rağmen yok olup gitti… Bodruma gidenler kıyı yağmalarından denize girecek yer bile bulamıyorlar. Şimdi bazıları yeni çıkar kapıları arıyor, kültür çevrelerinin direnmesine rağmen Phaselis’e el atmışlar…

 

Antalya’ya 35 km. uzaklıkta, Tekirova’nın hemen yanı başındaki Phaselis antik şehrinden söz ettikten sonra sinyalleri verilen yeni yağmadan söz etmek istiyorum.

 

Phaselis, Hellen dilinde “Tanrı esirger” anlamında bir sözcüktür. Luwi kökenli olup “Deniz kentçiği” anlamında “Passala”dan gelmiştir.

 

Mythoslara göre, MÖ 2000’li yılların sonunda Mopsos ve Lakious tarafından bu şehir kurulmuştur. Antik tarihçilerden Athenaios’un anlattığı göre Lakious, kendine bağlı topluluklarla buraya gelerek, bu şehri kurmaya karar vermiştir. O dönemde bölgede Kylabras isimli bir çoban yaşıyor ve sürülerini otlatıyormuş. Lakious, çobandan sürülerini otlattığı arazisine karşılık, kendisine hububat veya balık teklif etmiş. Çoban da kurutulmuş balığa karşılık sürüsünü alarak çekip gitmiş. Bu yüzden de adak olarak kuru balık yörede gelenekselleşmiştir. Sonraki yüzyıllarda bu pazarlık bir nevi adak olarak benimsenmiş ve adaklara “Phaselis adağı” deyimi yöreye özgü olarak kalmıştır.

 

Antik çağların ünlü coğrafyacısı Strabon; Phaselis’in üç limanı olduğunu, bunların en büyüğünün yarımadanın güneyinde yer aldığını, arkeolojinin ana kaynaklarından Geographika (Coğrafya) isimli kitabında yazmıştır. Şehrin kuruluşuna kesin bir tarih verilememekle beraber ismi, Fenike ile Yunanistan arasında ticaret gemilerinin uğrak yeri olarak geçmiştir. Bazılarına göre Phaselis MÖ 690’da zengin ormanlık bölgeye yakın oluşundan ötürü Rodos kolonisi olarak kurulmuştur. MÖ VII-VI yüzyıllarda burada yaşayanlar geçimlerini denizden sağlamış ve bu yüzden de halkı maddi anlamda oldukça gelişmiştir. Batı Anadolu’ya Persler egemen olduğunda Phaselis de bundan payını almıştır. MÖ V. Yüzyılda ilk basılan sikkelerinde Pers etkisi açıkça görülmektedir. Phaselis’in bilinen en eski gümüş sikkelerinin üzerinde bir tarafında gemi diğer tarafında da yıldız resmine yer verilmiştir.

 

Büyük İskender’in Anadolu’ya gelişinde Phaselis’liler kapılarını ona açmış ve böylece şehir yağmalanmamıştır. İskender de bu nedenle Phaselis’lilere son derece iyi muamele etmiş, Pamphylia’ya gelen elçileri burada kabul etmiştir. İskender’in ölümünden sonra, diğer Lycia kentleri gibi Phaselis de İ.Ö.309-197 yıllarında Ptoleimaios’luların yönetimine girmiştir. Apameia barışından sonra şehrin yönetimi Rhodos’lulara verilmiştir. MÖ 160’da kent özgürlüğüne kavuşarak Lycia Birliğine katılmışsa da bir süre Olympos ile birlikte korsanlara yataklık etmiştir. Roma’nın bölgeye hakim olmasıyla birlikte, MÖ 42’de Marcus Junius Brutus kente gelerek bölgeyi korsanlardan temizleyerek Roma topraklarına katmıştır. Böyle olunca da Phaselis çok daha gelişmiştir. İmparator Hadrianus MS 129’da Phaselis’e gelmiş, halk şehrin her yanını imparatorun onuruna heykelleriyle donatmıştır. Bu arada İmparator’un gemisinin yanaşacağı liman yoluna da anıtsal bir kapı yapılmıştır. Bizans döneminde önemli bir piskoposluk merkezi olmasına rağmen korsanların baskınlarından bir türlü kurtulamamıştır. Ardından Arap akınlarının artmasıyla da MS IX yüzyılda tamamen terk edilmiştir.

 

Antik çağlarda limanlarıyla ünlü bir şehir olmasından ötürü yarımadanın güney-batısına ve liman girişine 200 m. uzunluğunda bir mendirek yapılmıştır. Günümüzde bu mendireğin büyük bir bölümü sular altında kalmıştır. Kentin ikinci limanı tiyatronun kuzey-doğusunda olup onun da ayrı bir mendireği vardır. Bu mendirek günümüzde çok iyi bir durumda gelmiştir. Üçüncü liman kuzeydeki geniş kumsalın olduğu yerdedir. Limanın güneyinde bu mendirek ile bağlantılı rıhtım kalıntıları görülmektedir. Phaselis’i kuşatan surların kalıntıları yarımadanın güney-batısında yer almıştır. Bizans devrinde onarılan surların eski özelliklerinden uzaklaştıkları açıkça görülmektedir.

 

Phaselis’in devlet yönetim ve diğer önemli yapıları kuzey ve güneydeki limanları birbirine bağlayan ana caddenin her iki yanına sıralanmıştır. Bunlar uzunluğu 125 m., genişliği de 20-25 m. olan caddenin iki yanına üçer basamakla çıkılan bir setin üzerinde yer almışlardır. Ortasında bir de meydan oluşturan cadde düzgün taşlarla döşenmiş, altına da mükemmel bir kanalizasyon sistemi yapılmıştır. İmparator Hadrianus’a ait kapının kalıntıları caddenin batısında görülmektedir. Cadde boyunca sıralanmış dükkanlar, onların arkasındaki karmaşık planlı yapılar, hamam ve gymnasium oldukça iyi durumdadır. Gymnasium’un arkasındaki spor eğitimi için yapılan odalar geç devirlerde yapılan eklerden ötürü özelliğini büyük ölçüde yitirmiş olmasına rağmen mozaik döşeli tabanı, iki kapısı, güneydeki soyunma ve soğukluk, ılıklık kısımlarına girilen bölümleri yine de iyi durumdadır. MS III yüzyılda yapılmış hamamın sonraki dönemlerde de kullanıldığı anlaşılmaktadır.

 

Hamamın güneyindeki agora (Pazar yeri) meydana büyük bir kapıyla açılmıştır. İmparator Hadrianus döneminde (MS 117-138) yapılmasından ötürü agoraya imparatorun ismi verilmiş, caddeye bakan duvarları heykellerle bezenmiştir. Bunların arasında diğer Lycia kentlerine yardım eden ve özellikle en büyük desteğini de Phaselis’e veren Rhodiapolisli Opramoas ile Saxa Amyntianus’un heykellerinin farklı bir konumlarda oluşları da dikkati çekmektedir. MS V-VI. yüzyıllarda Hadrianus Agorası’nın kuzey-batısına, bugün yalnızca apsisi görülen, dikdörtgen planlı bir bazilika eklenmiştir. Phaselis ana caddesinin meydanla birleştiği yerin güneyine ikinci bir agora daha yapılmıştır. Domitianus Agorası diye tanınan bu agora İmparator Domitianus’un (MS 81-96) şehre yaptığı yardımların göstergesidir. Geç dönem mimarisini yansıtan agora caddeye açılan kapılardan birisinin üzerinde İmparator Domitianus’un yazıtı yerleştirilmiştir. Avlulu büyük yapı kompleksi şeklinde olan agoranın portiklerle çevrili iç avlusu ile arkasındaki dükkanlar günümüze oldukça iyi bir durumda gelmiştir.

 

Yarımada akropolünün en üst noktasına, ana caddeden taş merdivenlerle çıkılan tiyatro batıya yöneliktir. MS II. yüzyıla tarihlenen tiyatro yaklaşık 1500-2000 kişilik bir izleyiciyi alabilecek kapasitedir. Tiyatrosu’nun üzerinde bulunan akropolde Athena Mabedine yer verilmiştir. Onun yanı sıra Herakles, Hestia ve Hermes’e adanmış mabetlerin olduğu eski kaynaklardan öğreniliyorsa da onların izlerine henüz rastlanamamıştır.

 

Tarihine ve arkeolojisine kısaca değinmeğe çalıştığım Phaselis için şimdi tehlike çanları çalıyor. Anlaşılan sata sata elde mal kalmadı, sıra kültür varlıklarımıza geldi. Phaselis’in Milli Park ve I. derece arkeoloji sit alanı sınırları içerisinde denize hakim tepesine tatil köyü ve otel projesine Antalya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu sakıncası yok diye onay vermiş!..

 

Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Phaselis’in kemirilmesini koruyamıyorsa acaba neyi koruyacak?

 

Kültür ve Tabiat Varlıkları başlı başına kültür varlıklarımızın kanayan yarasıdır. Eskiden kurullara akademik kariyeri, eserleri olan, konuları bilen kişiler seçilirdi. Şimdi kurul üyelerinin çoğu Kültür ve Turizm Bakanlığı ile belediyenin elemanlarından seçiliyor. İşlerine gelmeyenler olunca da anında azlediliyor. Kurul üyeleri arasında akademik geçinenlere sorun bakalım; kaç eseriniz var diye?

 

Tatil Köyü yapımcıları kolları sıvamışlar ve kesilecek çam ağaçlarını bile numaralamışlar! Projenin raporunu imzalayanlar arasında Melike Gül isimli bir uzmanın da olduğu dikkati çekmiş ve bu hanımın Cumhurbaşkanının yakını olduğu iddia edilmiş!.. Ancak bir cumhurbaşkanı yakının böylesine bir kültür katliamına yardımcı olacağını sanmıyoruz. Olsa olsa isim benzerliğidir!..

 

Sözcüğün tam anlamıyla bir kültür vandalizmi olan bu girişime duyarlı Antalyalılar anında tepkilerini göstermişler. Kemer Doğa Dostları Derneği, A Platformu ve İstanbul Çarşı Grubu ve bazı sanatçılar bu girişimin ve projenin iptali için haklı tepkileri dile getirirmişler. Duyarlı çevreciler, “Talana ve Halkın iradesini yok sayan anlayışa karşı bir buradayız:”, “Phaselis’i Vermeyeceğiz.”, “Diren Phaselis” sloganlarıyla seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Tepki eylemine AKP dışındaki belediye başkan ve adayları da katıldılar. “Diren Phaselis” sloganları atan eylemciler, “Phaselis’e dokunma” yazılarını asırlık çam ağaçlarına astılar. Bu arada ortak bir basın açıklaması yapan grup “Şiddete, talana, ve halkın iradesini yok sayan anlayışlara karşı biz kadınlar irademizi ortaya koyuyor, orman dokusunun bozulmasına ve doğal hayatın yok edilmesine izin vermeyeceğiz” diyerek tepkilerini dile getirdiler.

 

Phasalis’in yanı sıra bir başka yıkımın da Bodrum’da gerçekleştiği görüyoruz. Bodrum tarihi yel değirmenlerinin bulunduğu Değirmen Burnu ve bunun gibi birçok sit alanının yanı başında lüks daire ve villa inşaatları başlamış bile... Acaba bunları yapanlar kimlerin yakını?

 

Bilen var mı?

Kent Haber; Yazı: Erdem Yücel, 08.02.2014

300 BİN YILLIK KAMP ATEŞİ

 

 

İsrailli arkeologlar, başkent Tel-Aviv'in yaklaşık 11 km dışında bulunan Qesem mağarasında 300 bin yıl öncesine ait kamp ateşi buldu.

 

Weizmann Bilim Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen çalışmada, kamp ateşinin yanında hayvanları kesmek ve parçalamak için kullanıldığı düşünülen taş aletlerin parçalarına rastlandı.

 

Archaeological Science dergisinde yayımlanan araştırmada yer alan  Ruth Shahack-Gross, 'ilk insanların bir araya gelmek ve aynı zamanda yemek pişirmek için yüzbinlerce yıl öncesinde ateş kullanıyor olmasının kültür gelişiminde bir dönüm noktasını temsil ettiğini' söyledi.

 

Keşif, ilk insanların çok eski zamanlarda algı ve sosyal gelişimlerinde de sanıldığından çok daha ileri seviyede olduklarını ortaya koydu.

 

Arkeologların kül izlerinden elde ettiği bulgular, genişliği 2 metreye kadar ulaşan kamp ateşinin defalarca kullanıldığını gösterdi.

 

Birçok insanın kullandığı anlaşılan antik şömine, aynı zamanda ortak karar mekanizmasının da güçlenmesini sağladı. Çok sayıda mağara insanı, şöminenin nereye kurulması gerektiği konusunda karar vermek zorundaydı. Bu durum, eski insanların belli bir zeka seviyesine sahip olduklarını gösterdi.

 

 

'İLK ATEŞ' TARTIŞMALARI
Yol çalışması esnasında 10 yıldan uzun bir süre önce keşfedilen Qesem mağarası, geçmişte de ateş izlerine ait bulgular sunmuş, hatta geyik gibi büyük hayvanların kemik parçaları bulunmuştu. Bu kalıntıların, 400 bin yıl öncesine kadar uzandığı düşünülüyor.

 

Bilim dünyasında ilk ateşin ilk ne zaman yakıldığı halen tartışma konusuyken, 2011 yılında incelenen bir Homo eractus dişi, eski insanların 1.9 milyon yıl öncesinde eti pişirerek yediği ve ateşin sürekliliğini sağlamak için odun toplamak gibi görev dağılımı bile yaptığını öne sürmüştü.

 

Güney Afrika'nın Wonderwerk mağarasında bulunan kemik ve kül kalıntıları da ateşim 1 milyon öncesinde kullanıldığını savundu.

 

Qesem mağarasında bulunan dişler ise burayı kullanmış insanların 400-200 bin yıl önce yaşadığını göstermişti. Qesem ve İsrail'in kuzeyindeki bir diğer mağara olan Skhul'da bulunan diğer kalıntılarla yapılan karşılaştırma ise burada bulunmuş insanların 120-80 bin yıl öncesinde yaşadığına dair izler sunmuştu.

 

Discovery News'in haberine göre, bu bulgular Afrika'da 200  bin yıl önce beliren Homo sapiens'in mağaralardaki ateşten sorumlu olamayacağını gösteriyor.

Ntvmsnbc, 29.01.2014


2 - 8 Şubat 2014

İSTANBUL'DA TARİHİ ESERİ RESTORE EDİYORUZ DİYEREK TARİHİ SİLDİLER

 

 

Mimar Sinan’ın eseri olan Mesih Paşa Camii’nin çeşmesi ile Recai Mehmet Efendi Sıbyan Mektebi’nin kitabesi yok edildi. Restorasyon çalışmaları sırasında yapılan bilinçsiz çalışma, kitabelerdeki tarihi yazıların erimesine yol açtı.
 

Fatih’te ve Vefa’da iki tarihi yapı restorasyon kurbanı oldu. III. Murad’ın vezirlerinden Hadım Mesih Paşa’nın 1585 yılında yaptırdığı Mesih Paşa Camii’nin köşesinde yer alan muhteşem çeşmenin “sülüs” hatla yazılmış muhteşem kitabesi yapılan yanlış çalışma sonucunda eridi. Yine aynı şekilde Vefa semtinde bulunan 1775 yılında yaptırılan Recai Mehmet Efendi Sıbyan Mektebi’nin kitabesi de yapılan restorasyon sırasında büyük zarar gördü.

ASİTLE Mİ SİLDİLER?
Mesih Paşa Camii çeşmesinin uğradığı tahribatı ortaya çıkaran Yüksek Mimar Dr. İ. Aydın Yüksel, konuyu çeşitli mahfillerde dile getirdiğini ama ilgilenen olmadığını söyledi. Mimar Yüksel, “Mesih Paşa Camii’nin köşesinde muhteşem bir çatal çeşme vardır. Bu cami ve çeşmesi çeşitli tarihlerde onarımdan geçirilmiştir. Bu tamirlerin fotoğrafları vardır. Ben de  1984, 1986 ve 1998’de fotoğraflarını çektim. Çeşmenin yazısı “Celi Sülüs”tü ve çok temiz bir işçilikle işlenmişti” dedi.

Yüksel, Mesih Paşa Camii ve çeşmesinin 2011’de tekrar restorasyona alındığını ve facianın da bu sırada meydana geldiğini belirtti: “Restorasyonu yapanlar kum veya asit veya hangi malzeme ile temizliyorlarsa yazılar, hemen hemen yarı yarıya ve bazı yerleri tamamen yok edilmiş, kalanlar da fare kemirmiş gibi. Yapılan rezalet altın bezeme ile giderilmeye çalışılmışsa da nafiledir.” Yüksel’in tespiti sadece yazılarla sınırlı değil. Çeşmenin üzerinde bir esnaf loncasına ait işaret olduğu düşünülen bir kabartma da restorasyon sırasında yok edilmiş. Kabartmanın bulunduğu yere ise restorasyonu yaptırtan İTO ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin pleksiglas tabelası asılmış. Mimar Aydın Yüksel restorasyon sırasında yapılan yanlışların bununla sınırlı kalmadığını, tamiratta imitasyon harcı ve taş taklidi işlerin de berbat olduğunu belirtti.

Yazıları altınla kaplamışlar
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilen Recai Mehmet Efendi Sıbyan Mektebi’nde de benzer hatalar yapılmış. Mektebin ön ve yan cephelerinde yer alan “Celi Sülüs” ve “Ta’lik” yazılar restorasyon sırasında zarar görmüş. Bunun üzerine yazılar altınla kaplanarak yapılan tahribat kapatılmaya çalışılmış. Recai Mehmet Efendi Sıbyan Mektebi, şimdi İlim-Yayma Vakfı tarafından kütüphane olarak kullanılıyor.

Bugün, Haber: Tuncay Hopçin, 07.02.2014

KULA'DA BEYLER EVİ KORUMA ALTINDA

 

 

Kula'da 18 Yüzyıl Beyler Sülalesi tarafından yaptırıldığı için Beyler Evi olarak adlandırılan Tarihi Kula Evleri'nin en tipik özelliklerini taşıyan Mülkiyeti Kula Belediyesi'ne ait olan Tarihi Beyler evi çatı tamiratı bitti.

 

Kula'da 3 bine yakın tarihi yapının bulunduğunu ifade eden Kula Belediye Başkanı Selim Aşkın, Kula Belediyesi olarak tarihi evlerin kötü hava şartlarına karşı korunmasına yönelik olarak birinci dereceden tescilli olan evlerin çatı onarım ve tamirat çalışmalarının bittiğini söyledi.

 

Aşkın, "Kula'da yaklaşık 3 bin tarihi ev bulunuyor. Tarihi evlerin korunmasına yönelik olarak birçok projeye imza attık. Bu tarihi evlerin korunması ve ana duvarlarının kötü hava koşullarından etkilenmemesi için çatıların tamiratlarına önem veriyoruz. Çatılar yenilendikten sonra taşıyıcı olan ana duvarların korunması daha kolay olurken binaların yıkılmasının da önüne geçiyoruz" dedi.

 

Tarihi Beyler Evi'nin de karakteristlik özellikleri hakkında da bilgi veren Aşkın sözlerine şöyle devam etti: "Beyler Evi, dış sofalı üç odalı plan tipinde iki katlıdır. Odaların başlıca pencereleri sofaya bakmaktadır. Köşk odası vardır. Ocak üstünde iki kat ahşaptan yapılmış bir davlumbaz vardır. Davlumbazın da ön yüzünde kalan işleme ve oymalı kısmı cevizdendir. Altta kalan kısmı sert ağaçtan olup yüzeyi katkılı alçı ile sıvanmıştır. İnşa malzemesi olarak avlu ve birinci kat duvarları ile doğu duvarının tamamında kabayonu taş kayrak taşı kullanılmış, üst kat duvarları karkas arasına köfeke taş ve tuğla kırıklarıyla dolgulanmıştır. Taban ve tavanlar ahşap avlu kayrak taşı döşelidir. Alaturka kiremitle kaplı kırma çatıyla örtülüdür. Zemin katta mutfak ve depolar yer alır. Buradan 1.5 metre yükseklikteki iki odalı ara kara çıkılır. Hayatın kuzey ve güney uçlarında 40 cm yükseklikte sekiler bulunur. Pencereler ahşap kafeslidir. Odalar baş oda gibi düzenlenmiştir. İkini katın güney batı ve kuzey batı köşelerinde bugün var olmayan ama orijinalinde olduğu tespit edilen iki adet köşk odası mevcuttur. Odalarda yüklük, dolap, güsulhane raf, iocak ve gözenekler bulunur. 18. Yüzyıldan Beyler Sülalesi tarafından yaptırılan üç katlı evde toplamda yedi oda bulunuyor" dedi.

 

Beyoğlu Evi üst kattaki büyük bir zevk ve incelikle işlenen ahşap süslemesi ile dikkati çeker.Bu süslemeler saçak kornişinde, davlumbazda,gözenek ve dolapların üstündeki göz tabir edilen nişlerin cephelerinde ajur tekniğiyle, tavanlarda, kapılarda,dolap kapaklarında, merdiven babasında,yüklük ve sütun başlıklarında oyma tekniğiyle karşımıza çıkar.Hayat tavanında sekizgen göbek, göbek içine bitkisel motifler işlenmiştir.Göbeğin dışında kalan tavan yüzeyinde ahşaptan kesitler halinde baklava dilimleri meydana getirilmiştir.Kula evlerinde tavanlar iki kısım olarak karşımıza çıkar.Bunlar tek kaplamalı tavanlar,çift kaplamalı tavanlardır. Tavanlarda göbek süslemeleri ve kenar süslemeleri olarak iki kısımda karşımıza çıkar" dedi.

 

Beyler Evi Sinema Tarihinde Hülya Avşar ve Kenan Kalav'ın başrollerini oynadığı Tutku filmini de ev sahipliği yapmıştı. 

Manisa Kent Haber, 06.02.2014

105 YILLIK TARİH YAŞATILACAK

 

 

Kemer baraj sınıfında Türkiye'nin en yüksek barajı olan Artvin Deriner'in suları altında kalmaktan kurtarılan tarihi Zeytinlik Camisi'nden sonra 105 yıllık Oruçlu Camisi ile Oruçlu gümrük binası da aslına uygun inşa ediliyor.

 

Osmanlı dönemine ait tarihi eserlerin Deriner Barajı suları altında kalmaktan kurtarılması amacıyla Oruçlu Köyü gümrük binası, Oruçlu Camisi, Zeytinlik Camisi, Zeytinlik Aşağı Türbe'nin yeniden yapımı ve bazı kısımların taşınması ile Berta Köprüsü ve Avcılar Köprüsü'nün yerinde korunmasına ilişkin kararlar alındı.

 

Söz konusu eserlerden kent merkezine 50 kilometre mesafedeki Zeytinlik Camisi'nin sular altında kalmaktan kurtarılan sağlam parçaları, 2012 yılında köyün üst kısmında belirlenen alana nakledilerek aslına uygun inşa edildi.

 

Kitabesinde 1857 yılında yapıldığı belirtilen ve yeni yerleşim yerinde ibadete açılan Zeytinlik Camisi'nin çevre düzenlemesi gelecek aylarda yapılacak.

 

Merkeze bağlı Oruçlu Köyü'nde 1909 yılında yapılan ve minaresi hariç günümüze kadar sağlam ulaşan Oruçlu Camisi'nin iç kısmında, yapıldığı dönemin ahşap ve taş işçiliğini yansıtan minber, mihrap, tavan kaplamaları, süslemeler, korkuluklar, dış kapı ve üzerinde bilgilerin yazılı olduğu dış cephedeki taşlar da 2012 yılında sökülerek, köyün kurulduğu yaklaşık bin 100 rakımlı yeni yerleşim yerine taşındı.

 

Hazırlanan rölöve, restorasyon, restitüsyon projeleri doğrultusunda Oruçlu Camisi'nin taşınan kısımları, aslına uygun inşa edilen camiye monte edilmeye başlandı.

 

Rus işgali sırasında inşa edilen ve gümrük binası olarak kullanılan, Şükrü Ağa Konağı olarak da bilinen Oruçlu Köyü gümrük binası da köyün yeni yerleşim alanına nakledildi. Gümrük binasının dış cephesi tamamlanırken, iç kısımların monte edilmesi ise hava şartlarının elverişli olduğu aylarda yapılacak.

 

"Bu eserleri koruyup gelecek kuşaklara taşımak istiyoruz"

Köy sakinlerinden 50 yaşındaki Seçkin Özay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Çoruh Havzası'nda kurulan Deriner Barajı dolayısıyla köylerinin sular altında kaldığını söyledi.

 

Evleri, bahçeleri, mezarlıkları ve anılarının sular altında kaldığını ifade eden Özay, "Tek sevincimiz tarihi eserlerimiz olan Oruçlu Camisi ile gümrük binasının özenle sökülerek yeni yerleşim yerimizde, aslına uygun monte edilmesidir. Geçen yıl bahar aylarında başlanan çalışmalar sonucu cami ve gümrük binasının dış kısmı tamamen bitmiş durumda. Kış olduğu için çalışmalar şimdilik durdu. Baharla tarihi eserlerin iç kısımları monte edilecek" dedi.

 

Köylüler olarak tarihe sahip çıkan Artvin Valiliği, DSİ 26. Bölge Müdürlüğü ve emeği geçenlere teşekkür ettiklerini kaydeden Özay, "Eserler monte edilirken büyük özen gösterildi. Tek bir ayrıntıya dahi dikkat edildi. Biz de bu eserleri koruyup gelecek kuşaklara taşımak istiyoruz" diye konuştu

Artvin Kent Haber, 06.02.2014

HANGAH RESTORE EDİLECEK

 

 

Aksaray Il Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Doğan, darphane binası olarak bilinen ve aslında hangah olan tarihi yapının Konya Ovası Projesi (KOP) kapsamında restore edilmesi için çalışmalara başladıklarını söyledi.

 

Aksaray'da darphane binası olarak bilinen yapının aslında hangah olduğu öğrenildi.

 

Kaynaklarda Melik Mahmud Gazi Hangahı olarak geçen yapının ne amaçla yapıldığı konusunda bilgi bulunmuyor. Planı yan mekanlı, zaviyeli camilere benzeyen hangah, aynı zamanda Konya Sahip Ata Hangahı, Afyon Boyalıköy Kureyş Baba Hangahı ve Çorum Mecitözü Elvan Çelebi Dergahı ile plan bakımından benzerlik gösteriyor. Ancak bu yapılar Aksaray hangahında olduğu gibi çini kaplı değil.

 

Tarihi yapı hakkında bilgi veren Aksaray Il Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Doğan, "Hangahın kitabesi bulunmadığından yapım tarihi bilinmemektedir. Ancak yapının üzerinde bulunan çinilere dayanılarak XIII-XV. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Hangaha ismini veren Melik Mahmud Gazi, Danişmendli hükümdarlarından Nizameddin Yağıbasan'ın oğlu olup, asıl adı Muzafferiddin Melik Mahmud Gazi'dir." dedi.

 

Aksaray'ın en eski tarihi yapılarından biri olduğunu ifade eden Il Kültür ve Turizm Müdürü Doğan, şunları söyledi: "Yapının kitabesi yoktur. Ancak 1994 yılında Ege Üniversitesi Sanat Tarihi bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Bekir Deniz'in yaptığı kazı esnasında Müminun süresinin 16 ayeti yazılı olduğu bir kitabe bulunmuştur. Halkın dilinde darphane, tarihi kayıtlarda vakfiyelerde hangah olarakta geçmekte. Konya Sahip Ata Fahrettin Hangahıyla benzerlik göstermekte. Dolayısıyla bu yapının Selçuklular dönemine ait olabileceği konusunda tarihçilerin görüşleri vardır. 1925 yılına kadar olan süreçte Somuncu Baba Hazretleri soyundan gelen ailelere vakıf olarak devredilmiştir. Yapıya ait ilk vakfiyeye Sultan II.Beyazıt dönemine rastlıyoruz. Yapının 13 ve 15 yüzyıllara tarihlendiğini görüyoruz. Danişmentlerin zayıflaması ile beraber Gıyasettinkeyhüsver döneminde Melik Mahmut Gazi Aksaray Emiri olarak Selçuklular adına görev yaptığı dönemde yapıldığı söylenebilir. Bunun yol boyu örnekleri kervansaraylardır. Şehir içerisinde bir misafirhane gibi kullanılmıştır. Somuncu Baba Hazretleri döneminde, 15. ve 16. yüzyıllarda Yusuf Hakiki Baba ve onun soyundan gelen tarikat mensupları burayı bir tekke gibi zaviye gibi kullanmışlardır."

 

Yapının eski görünümüne dönmesi için ilgili kurumlarla çalışma başlatıldığını ifade eden Mustafa Doğan, "Günümüzde yapı şu anda restorasyonu ile ilgili çalışmalar sürdürülüyor. Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Aksaray Belediyemiz ve Kültür Turizm Müdürlüğümüz Aksaray, Karaman, Konya ve Niğde illerini içine alan Konya Ovası Projesi (KOP) kapsamında 2014 yılı itibariyle tekrar ayağa kaldırılmasına yönelik çalışmalara başladık." dedi.

Aksaray Kent Haber, 06.02.2014

YENİ TAKSİM PROJESİ VE AKM

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş yeni Taksim projesini açıkladı.

Burada AKM’nin de yer alacağından söz etti.


Projenin ayrıntısını bilmiyorum, nasıl bir AKM olacağı konusunda da ayrıntılı bilgimiz yok.
AKM meselesi artık yeni yılan hikayesine döndü.


Hep yazdım, yine tekrar edeceğim; İstanbul kültür başkenti olduğu yıl ne yazık ki siyasal tartışmalara kurban edildi AKM.


Her dosya açılıyor, geçmişin bütün olayları yeniden didikleniyor, şüphem yok bir gün İstanbul’un kültür başkenti olduğu yıla dair dosya da bir gün açılacak, kimlerin ne yaptığı, ne kadar para harcandığı, harcanan paraların nerelerde kullanıldığı, kimin ne kadar para aldığı, bu uğurda AKM’nin ve daha nice önemli projenin göz ardı edildiği ortaya çıkacak.


Başkent olayının en garip yanı, dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın bu projeden uzak tutulmasıydı, bu garabeti bugün bile bir türlü anlayabilmiş değilim.


Üstelik AKM için bakan bir çözüm de bulmuştu, Sabancı Grubu sponsor olmuş, imzalar atılmıştı.
Ne olduysa oldu bu girişim de gerçekleşmedi.


Ertuğrul Günay’ın bir başka girişimi de yarıda kaldı.


Maslak’ta İKSV’nin başlattığı kültür kompleksi için de bir inşaat şirketiyle anlaşmıştı, anladığım kadarıyla şirket orayı sadece bir kültür kompleksi olarak algılamamıştı.


Gene de oranın terk edilmiş bir harabe olmaktan kurtulması teselli ediciydi.


Sanata tahsis edilen bir kompleks başka türlü kullanılamazdı.


Sanırım o da yarım kaldı.
   
* * *

 

Şimd gelelim AKM meselesine.


Yaz aylarından beri AKM’nin adeta polis içtima alanına döndüğüne yakınından geçen herkes tanık olmuştur... Önünde, yanında, çevresinde polisler ve polis araçları bekliyor. Belki de AKM’ye sahip çıkalım, onu koruyalım derken, akla gelen yol olarak bunu tercih ettiler(!).


Şaka bir yana AKM ile ilgili hala bazı soruların yanıtını bekliyorum.


Bina bu haliyle kalıp onarılacağı güne kadar çürümeye mi terk edilecek?


Murat Tabanlıoğlu benim bildiğim kadarıyla babası Hayati Tabanlıoğlu’nun yaptığı binanın onarımı için para almayacaktı, bu anlaşma devam edecek mi? Yoksa bina yıkılıp yeni bir AKM mi yapılacak?


İki projeden hangisi tercih edilecek?


Eğer yeni bir merkez yapılacaksa, salonlar hangi ihtiyaçlara yönelik yapılacak?


Çok amaçlı diye cevap verilirse, benim bütün umudum kırılır.


Çok amaçlı demek, nikah töreninden kongrelere, sünnetten kermese kadar her şeye açık yer demek... Örneklerini de görüyoruz.


Eski AKM hem İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin hem İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın gereksinimini karşılıyordu, şimdi opera ve konser salonlarının, türüne has özellikler taşıdığı için ayrı ayrı yapılması gerektiği kanısındayım.


İstanbul gibi bir kentte ikisinin yokluğu, bu kentin ayıbıdır.


Yeniden düzenlenecek, onarılacak veya yapılacak AKM’de bir CD satış mağazası, bir müzik kütüphanesi bulunmalı.


Seyircilerin oturacağı, yemek yiyebileceği bir kafeterya ve lokanta da zorunludur!


Taksim projesini çok dikkatle incelemek, tartışmak gerekiyor.


Çünkü oranın kültür hayatımızdaki yeri pekiştirilecek biçimde düzenlenmelidir.
   
* * *


AKM bugünkü utanç verici durumundan ve görüntüsünden kurtarılmalıdır.

Hürriyet, Yazı Doğan Hızlan, 06.02.2014

BU KADIN 1800 YAŞINDA

 

Bilim insanları milattan sonra 245 yılında İngiltere’nin Doğu Sussex bölgesinde yaşamış bir kadının yüzünü, 3D rökonstrüksiyon teknikleri kullanarak yeniden yaratmayı başardı.

 

1953’te bulunan kemiklere uygulanan testler sonucu öldüğünde 30 yaşında olduğu belirlenen kadının Afrika ülkelerinden birinden geldiği açıklandı.

Hürriyet, 06.02.2014

BU DA DİNOZOR ÇAĞININ POMPEİİ'Sİ

 

 

Amerikalı araştırmacılar Çin’de bugüne dek bulunmuş en iyi korunmuş fosilleri elde etti. New York ’ta bulunan Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nden bir eklip Çin’in kuzeydoğusunda bulunan Jehol Biota’daki fosil sahasında mükemmel derecede korunmuş ve üzerinde kristalize olmuş bölgeler bulunan fosillere ulaştı. Uzmanlar bulunan 14 fosilin Vezüv Yanardağı’nın patlamasının Pompei’de yarattığı etkiye benzer bir durumda olduğunu açıkladı. Ekip fosillerin bulunduğu bölgede volkanik kayalar ve tortular üzerinde de çalışmaya başladı.


Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nden George Harlow yaptığı açıklamada “Kelimenin tam anlamıyla birisi bu hayvanları ızgara üzerinde kavurmuş gibi” dedi. Ekip tarafından Nature Communications’e yapılan açıklamada düşük Kretase Yixian ve Juifotang oluşumların sayısız iyi korunmuş omurgalı, omurgasız ve bitki fosilini içerdiği belirtildi. Biota’nın karasal ve tatlısu fosilleri alanda bazı bölgelerde görüldüğü ve toplu ölüm olayları yaşandığı düşünülüyor. Fosillerin olağanüstü şekilde korunmasının ardında yatan doğal mekanizma ise henüz çözülebilmiş değil.


Pompei’deki gibi bir vokanik patlama sonucunda ortaya çıkacak kaya parçaları ve küllerin fosilleri koruduğu düşünülüyor. Kuzeydoğu Çin’de Jahol Biota olarak bilinen antik ekosistem bölgesinin 120 ile 130 milyon yıllık bir tarihi olduğu ifade ediliyor. 

Pompei’de ne olmuştu?
Pompei MS 79 yılında Vezüv Yanardağı’nın patlaması ile birlikte derin bir kül tabakası altına gömülen bir güney İtalya şehri. Kent, 24 Ağustos günü başlayan kül yağmuruyla derin bir tortu tabakası altında kalmıştı. Kentin kalıntıları ancak 1748’de ortaya çıkmıştı. İnsanlar kükürt gazından zehirlenerek hayatlarını kaybederken kül tabakasının donması sebebiyle cesetlerin kalıpları günümüze kadar ulaştı.

Radikal, 06.02.2014

TAKSİM'DE DEĞŞİKLİK YAPILAMAZ

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, geçtiğimiz gün Twitter adresinden ‘Yeni Taksim Meydanı’nın görüntülerini paylaşmış ve aynı gün yaptığı açıklamada Taksim Meydanı’ndaki düzenlemeler için yapılacak ihalenin tekliflerini almaya başladıklarını ifade etmişti. Topbaş’ın açıkladığı proje ise mahkemelerin verdiği kararlar ile çelişiyor. Taksim Meydanı’nda herhangi bir değişiklik yapmayı engelleyen iki temel mahkeme kararı bulunuyor.

Bu mahkeme kararlarından biri; Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi, Gezi Parkı’na Topçu Kışlası projesi, Taksim cami projesi ve Galatasaray katlı otoparkı dahil birçok projenin dayanağı olan ve en son 2011 yılında hazırlanan 1 /5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı ve 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planları’nı iptal eden 10. İdare Mahkemesi kararı.

Değişikliği engelleyen diğer mahkeme kararı ise direkt olarak Taksim Meydanı ve Gezi Parkı projelerini iptal eden 1. İdare Mahkemesinin kararı.

Mahkeme kararlarının gerekçelerinde ise iptal edilen projelerin şehircilik ilkelerine uygun olmadığı ve  koruma amaçlı olmadığı vurgulanıyor.

İşte Taksim Meydanı’nda yeni bir projeye izin vermeyen mahkeme kararları ve gerekçeleri:

10. İDARE MAHKEMESİ: KARARLAR KORUMA AMAÇLI DEĞİL
Cihangir Güzelleştirme Derneği ve Galata Derneğinin, Beyoğlu Belediye Başkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına 2011 yılında açtığı dava 25 Eylül 2013’te oy birliğiyle sonuçlandı. Mahkeme gerekçeli kararında; 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı ve 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planını;

* Koruma amacından ve korumaya ilişkin yasal mevzuattaki kurallardan uzak olduğu,

* Turizmin ön plana çıkarıldığı ama bunu yaparken Beyoğlu’nun yerel özelliğinin göz ardı edildiği,

* Kültür odaklı turizm yerine ticaret ve hizmet odaklı turizme ağırlık veren ve özelliği gelir düzeyi yüksek turistlere yönelik bir planlama olduğu,

* Bölgede yaşayan insanları kentten ve Beyoğlu’dan uzaklaştırmaya yönelik kararlar içerdiği gibi gerekçelerle iptal etti.

1. İDARE MAHKEMESİ: ŞEHİRCİLİK İLKELERİNE UYGUN DEĞİL
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına, Taksim Yayalaştırma Projesi ve Gezi Parkı’na Topçu Kışlası projeleri için açılan davanın kararı 6 Haziran 2013 tarihinde verildi. Mahkemenin gerekçeli kararında ise şunlar belirtildi:

 * Gezi Parkı’nda yapılması planlanan Topçu Kışlası projesi şehircilik ilkelerine uygun değil,

* SİT alanı kapsamında olan Gezi Parkı’ndaki ağaçların ve peyzajının korunması için Koruma Komisyonuna başvuruda bulunulmadı, görüş veya onay alınmadı,

* Değişiklik öncesi STK, ilgili uzman ve hane-işyeri sahiplerinin görüşü alınması gerekirken bu görüşler alınmadı,

* İsmet İnönü Caddesi (Gümüşsuyu), Mete Caddesi, Sıraselviler Caddesi’ndeki dalış tünelleri koruma ilke ve kararlarına uygun değildir.

Evrensel, Haber: Metin Akarsu, 05.02.2014

BİN 500 YILLIK ESERLER BU MÜZEDE

 

 

Ermenistan ile Kars sınırı arasında yer alan Ani Ören Yeri'nde 1965 yılından bu yana yapılan alan ile yüzey kazalarında ortaya çıkarılan ve geçmişleri 2 bin yıla dayanan eserler Kars Müzesi'nde sergileniyor.

 

Kars Müze Müdürü Necmettin Alp, Ani Ören Yeri'nin Kafkaslar'dan Anadolu'ya girişteki ilk ticaret kenti olduğunu belirterek, uluslararası öneme ait bir antik şehir olduğunu söyledi.

 

Ani'nin Türkiye'nin en önemli Ören yerlerinden biri olduğunu, burada bulunan 21 eserin 85 hektar alan üzerine yayıldığını dile getiren Alp, "Ani Ören Yeri 20 bin nüfuslu, ticaretin çok canlı olduğu bir antik kent. 15. yüzyıl sonuna kadar kentte yaşam devam ediyor. Bu süre içinde Ören yerinde 5 kilometrelik bir sur sistemi içerisinde camiler, kiliseler, hamamlar, Saraylar, sivil mimarlık örneği yapılar ve kaleler inşa ediliyor" dedi.

 

Alp, Ani Ören Yeri'nin tamamının birinci derecede arkeolojik sit alanı olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:

"Çevresi de üçüncü derece arkeolojik sit alanı olarak ilan edilmiştir. Ani Ören Yeri'nde arkeolojik kazılarımız 1965 yılından bu yana devam ediyor. Bu kazılarda ortaya çıkarılan pişmiş toprak eserler, madeni eserler, cam eserler ve sikkeler Kars Müzesi'nde sergileniyor. Kazılarımız hala devam ediyor. 1965 yılında Prof.Dr. Kemal Balkan ile başlayan kazılar daha sonra Prof.Dr. Beyhan Karamağaralı ile devam etti. Bu çalışmalar 1989'dan 2004 yılına kadar sürdü. 2005 yılından itibaren ise Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu 5 yıl süreyle arkeolojik kazılar yaptı. 2001 yılından beri de Kars Müze Müdürlüğü'nün başkanlığında alanda kazılar yapılıyor."

 

"Günümüze en yakın olanı pişmiş toprak eserler"

Ani'deki "Antik Yol, Ebu Manucehr Camii, Selçuklu Hamamı, Tigran Hones Kilisesi ve Polatoğlu Kilisesi"nde arkeolojik kazıların tamamlandığını ifade eden Alp, 2014 yılındaki kazı sezonunda da sur dışındaki Bostanlar Deresi'ne inen yolda yeni bir alanı belirlediklerini kaydetti.

Yeni Şafak, 05.02.2014

DERİK KALESİ RESTORE EDİLMEYİ BEKLİYOR

 

 

Adıyaman’ın Sincik İlçesi'ne bağlı Fatih Mahallesi sınırları içerisinde bulunan Derik Kalesi restore edilerek ilçe turizmine kazandırılmayı bekliyor.

Sincik İlçesi'nin en önemli arkeolojik ören yerlerinden biri olan Derik Kalesi (Temenos) kapı kitabe ve kemer taşlarından oluşuyor. Köylüler yaklaşık 300 yıldan beri burada olduklarını, Derik Kalesi’ni gönüllü olarak koruduklarını ifade ederek yetkililerden kaleye sahip çıkmalarını istedi.

 

Köylülerden Abuzer Kaymak, “Yaklaşık 300 yıldır biz burada yaşıyoruz. Atalarımız dedelerimiz Derik Kalesi’ne gönüllü bekçilik yapmışlar, biz de yapıyoruz. Artık devletin bu kaleye sahip çıkarak gerekli tamiratı yapmasını istiyoruz. Derik Kalesi’ne turistler gelmiyor. Çünkü kimsenin bu kaleden haberi yok. Tamiratı yapılsa, tanıtımı yapılsa turist gelir ilçemize, ekonomik katkısı olur” şeklinde konuştu.

haberler.com, 05.02.2014

VAHDETTİN KÖŞKÜ'NE ERDOĞAN YERLEŞECEK

 

 

İngilizlere ülkeyi teslim eden son Osmanlı Padişahı Vahdettin, 12 Eylül’ün “sivil” yüzü Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan... Çengelköy’deki bir köşk, bu üçlüyü bir araya getirdi.

 

Çengelköy’de, Boğaz’ın hemen kıyısında bulunan bir tepede gelenleri yeşillikler içinde karşılayan Vahdettin Köşkü, yıllardır yaşadığı büyük trajedinin ardından, son darbeyi AKP’den yedi. Önceki gün son halini görüntülemek ve “Başbakanlık Ofisi ve Konuk Evi olacak” iddialarına ilişkin gerçeği öğrenmek için ziyaret ettiğimiz inşaat alanında görüntü almamız “Başbakanlık arazisi” denerek engellenmek istense de çektiğimiz görüntülerle Boğaz kenarında yaşanan tarih yıkımının ardından nasıl bir ucubenin yükseldiğine de tanıklık ettik...

 

Köşkün trajik hikayesi
Osmanlı’nın son döneminde yapılan İstanbul Arkeoloji Müzesi, Galata’daki Osmanlı Bankası, Beyoğlu’ndaki Emek Sineması, Haydarpaşa’daki Marmara Üniversitesi Tıp ve Hukuk Fakültesi binaları gibi önemli eserlere imzasını atan Mimar Alexandre Vallaury’ye yaptırılan Vahdettin Köşkü, özellikle “soğan başlı” kubbesiyle oldukça önemli bir yapı olarak değerlendiriliyor. 1984 yılında korunması gereken kültür varlığı olarak tescillenen köşk, koruma altına alınmıştı.

 


Vahdettin Köşkü'nün eski hali.

 

Son Osmanlı padişahı Vahdettin’in tahta çıkmadan önce yaşadığı köşk, yıllar sonra Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde “restorasyon yapılması için” Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredildi. Korunması gereken bir kültürel varlığın restorasyon için Diyanet’e devredilmesi skandalı sonrası, köşkün bir kısmı betonarme yapıldı.

 

Koruma Kurulu, köşk için yıllar sonra aslına uygun olarak yeniden inşa edilmesi kararı aldı. Köşkün önemli bir kısmının ayakta olmasına, diğer bölümlerin restorasyonla yeniden yapılması mümkün olmasına karşın alınan bu kararla köşk yerle bir edildi.

 

Buraya kadar oldukça trajik bir hikayeye sahip olan Vahdettin Köşkü, tarihi/kültürel varlıklara iktidarı boyunca adeta savaş açan AKP döneminde yeni bir yıkımla daha karşılaşmış oldu.

 

Son darbe AKP'den
Aslına uygun olarak yapılacağı söylenen Boğaz’a nazır köşk, kendisini değerli kılan en önemli özelliklerinden birisi olan “soğan başlı kubbesini” AKP iktidarında yapılan bu “restorasyon”da kaybetti.

 

Köşk tamamen yıkılırken, 3 yıldır süren çalışmalar sonucunda önce o geniş yeşil alanlarının önemli bir kısmını betonlara teslim etti, sonra da yeni yapılan beton bina art arda yapılan beton duvarların ardına gizlendi.

 

 

Çalışmaları hızla devam eden köşk için geçtiğimiz aylarda ortaya çıkan “Başbakanlık Ofisi olacak” iddiaları resmi ağızlardan doğrulanmazken, bu konuda herhangi bir açıklama da gelmemişti. Buna karşın önceki gün son halini görüntülemek için ziyaret ettiğimiz inşaat alanında güvenlikler ve çalışanlar tarafından “Burası Başbakanlık’ın arazisi” denerek engellemeye maruz kaldık. İnşaat güvenlikleri ve görevlilerin bu açıklamaları iddiaların doğruluğunu bir kez daha teyit ederken, devam eden inşaat çalışmalarının dışarısından yaptığımız görüntülemeler de köşkün nasıl bir yıkımla karşı karşıya kaldığını gözler önüne sermeye yetti.

 

Köşkün içinde yer alan yeşil alanların eski karelere bakıldığında nasıl yok edildiği, dışardan çekilebilen fotoğraflarla dahi net şekilde anlaşılırken, Boğaz Öngörünüm Alanı’nda olan köşkün eskisinden daha fazla ve daha büyük yapılarla donatıldığı da görüldü.

 

"Bu yapılan büyük bir suç"
Çengelköy’deki tarih yıkımını soL’a değerlendiren Mimarlar Odası İstanbul Şube Sekreteri Sami Yılmaztürk, “Vahdettin Köşkü 1. Grup Tescilli, tarihi yapı ve önemli bir kültür varlığıydı” dedi.

 

Bu yapıların yıkılmadığı ve ağır tahribata maruz kalmadığı durumlarda yıkılmasının mümkün olmadığını belirten Yılmaztürk, köşkün yıkılmasının bir hukuksuzluk ve suç olduğunu dile getirdi.

Ahşap yapıların yıkılmasının gerekli olduğu durumlarda dahi aslına uygun olarak, aynı malzemelerle yapılaması gerektiğini vurgulayan Yılmaztürk, burada beton bir yapıyla karşı karşıya olduklarını ve bunun da ayrı bir suç olduğunu ifade etti.

 

Başbakan’ın talimatıyla böylesi tarihi ve önemli bir yapının yıkılmasının kabul edilemez olduğunu belirten Yılmaztürk, bu kararda imzası olanların tamamının suçlu olduğunu ifade etti.

 

Başbakanlık'tan yanıt yok
İnşaat alanında attığımız her adımda aldığımız “Başbakanlık Ofisi” yanıtına karşın teyit için aradığımız Başbakanlık’tan, sadece “bilgimiz dahilinde değil” yanıtı aldık. Konuyla ilgili aradığımız Başbakanlık Müşavirliği, bizi Basın Bürosu’na, Basın Bürosu da Başbakanlık Mali ve İdari İşler Müdürlüğü’ne yönlendirdi. Sonuç olarak aldığımız yanıtsa yine “bilgimiz dahilinde değil” oldu.

 

Başbakan için kamulaştırma
2 Temmuz 2013’de “Vahdettin Köşkü ve Çevresi Yol Düzenlemesi Projesi” adıyla alınan Bakanlar Kurulu kararı sonucu, köşke çıkan yollarda 4 bin metrekareyi kapsayan büyük bir “acele kamulaştırma kararı” alındı. Başbakan Erdoğan’ın da imzacısı olduğu ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanan kararda, şu ifadeler yer aldı:

 

“İstanbul İli, Üsküdar İlçesi, Çengelköy Mahallesi sınırları içerisinde yapılacak Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgesi Uygulama İmar Planı ve Vahdettin Köşkü ve Çevresi Yol Düzenlemesi Projesi kapsamında ekli listede bulundukları yer ile ada ve parsel numaraları belirtilen taşınmazların İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından acele kamulaştırılması; İçişleri Bakanlığının 17/6/2013 tarihli ve 17366 sayılı yazısı üzerine, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 27 nci maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 18/6/2013 tarihinde kararlaştırılmıştır.”

Sol Haber, Haber: Ali Ufuk Arikan, 05.02.2014

MOZAİKLER GİDİYOR DEPO GELİYOR

 

 

BİM’in Kemalpaşa’da depo yapmak istediği arsada bulunan tarihi mozaiklerin taşınmasına karar verildiği ortaya çıktı. Ancak Batı’nın Zeugma’sı olarak da adlandırılan mozaiklerle ilgili yapılan görüşmeler, kamuoyuna “Urla Villaları”yla ilgili olarak yansıdı.

 

Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, görevi devrettiği  Bakan Ömer Çelik ve BİM’in ortaklarından işadamı Latif Topbaş’ın kamuoyuna da yansıyan konuşmalarındaki mozaiklerin aslında bu tarihi kalıntılarla ilgili olduğunu söyledi.

 

Günay, Hürriyet’e şu bilgileri verdi:
“Ben Kemalpaşa’daki mozaiklerin bulunduğu alanı 2012’nin son aylarında gidip görmüştüm. Gerek mozaikler, gerekse çevresindeki duvar kalıntıları önemli bir yerleşim merkezi olduğunu açıkça gösteriyor. Gördüklerimiz bizi çok heyecanlandırdı ve Ege Bölgesi’nde önemli bir Zeugma keşfettiğimizi düşündük. Bu düşüncelerimizi  de basınla paylaştım. Ancak bu buluntulardan yaklaşık üç ay sonra görevimden ayrılmak zorunda kaldım. Bu alan o zamanki tespitlerime göre 1. Derece Arkeolojik SİT Alanı olarak işaretlenmesi gereken bir alandır. Şimdi burada yeni bir yapılaşma  gerçekleştirmek için sürdürülen çalışmaları dikkatle takip ediyorum ve ayrıntıları öğrenmeye çalışıyorum. Daha ayrıntılı bilgi edindikten sonra bu konuda ve İzmir’de sit alanlarında yapılmaya çalışılan başka alanlarla ilgili detaylı açıklama yapacağım.”

 

Önce taşınamaz sonra taşınsın kararı
Hürriyet “Batı’nın Zeugması” olarak o günlerde kamuoyunda da yankı yaratan bölgeyi görüntüledi, mozaiklerin kaldırılmasına kadar giden,  İzmir 2 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu ve Yüksek Koruma Kurulu kararlarına ulaştı.

 

Süreç  şöyle gelişti:
2012’de Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi Ulucak mevkii 7 No’lu parselinde perakende zinciri BİM depo amaçlı inşaat yapmak üzere çalışmalara başladı.


Sondaj çalışmaları sırasında  arkeolojik buluntular ortaya çıktı.


Alan, İzmir 2 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından ilk etapta 3. Derece sit olarak tescillenip korumaya alındı.


Alanda kurtarma kazıları başladı.Bu kazılarda  Anadolu parsı ve aslanı gibi nesli tükenen hayvanlara ait mozaikler ve büyük bir yerleşim kompleksi ortaya çıktı.


Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay o günlerde, alanda bir basın toplantısı yaparak, buranın “Batı’nın Zeugması” olacak değerde önemli bir arkeolojik bölge olduğunu söyledi. 


Bu arada BİM sanayi inşaatı yapmak istediğini, alanın ya üzerinin örtülmesini ya da mozaikler ile duvar kalıntıların kaldırılmasını  talep etti. Ancak kurtarma kazıları tamamlandığında mozaikler ve duvarların olduğu alanın  1. Derece, diğer kısımların ise 3.Derece olarak tescillenmesi, bu nedenle de mozaik ve duvarların kaldırılmadan yerinde korunmasına karar verildi. 


BİM; kurulun 12.06.2013’te aldığı bu karara iki kez itiraz etti. Bu kez itirazlar Ankara’ya, Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’na gitti. 12 Aralık 2014’te toplanan kurul, BİM’in itirazlarını değerlendirdi. 


Müze müdürlüğünün raporu ile BİM’in yaptığı  itiraz başvurusuna ek olarak sunulan ve Ege Üniversitesi Rektörlüğünden Prof.Dr. Ersin Doğaner ve Yrd.Doç. Emine Tok tarafından hazırlanan raporları dikkate alan Yüksek Kurul, mozaiklerin taşınmasına karar verdi. Plan veren duvarların bulunduğu alana ilişkin ise Koruma Yüksek Kurulu’nun 37 sayılı  ilke kararları hükümleri göz önünde bulundurularak hazırlanacak projelerin, İzmir 2 Nolu Koruma Kurulu’nca değerlendirilmesi kararı çıktı. 

 

Koruma altında
Hürriyet’in görüntülediği Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi içindeki alan, koruma altına alındığı günden bu yana sürekli polis gözetiminde tutulurken,  550 metrekarelik villanın 11 odasının altısında bulunan mozaiklerin ise toprakla kaplanarak koruma altına alındığı görüldü. Kalıntılar arasında duvarlar, sütunlar ve mezarlar da dikkat çekti. 

 

 

Takdir kurulun
Kurtarma kazılarını gerçekleştiren İzmir Arkeoloji Müzesi’nin Müdürü Mehmet Tuna,  özellikle mozaiklerin bulunduğu alanın 1.Derece Arkeolojik Sit Alanı olduğunu belirtirken Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi  ve Antik Smyrna Kazı Başkanı Yrd.Doç.Akın Ersoy buluntuları değerlendirdi:
“İpuçlarından MS 4.yy yüzyıl sonralarından 7.yy’a kadar kullanıldığı anlaşılıyor. O dönemde kırsalda olan merkezi  mekanlı  villalara benziyor. Ya zengin Nyphaion’li (Kemalpaşa) ya da Smrynalı (İzmir) bir aristokrata ait bir villa olabilir. 200 yıllık yaşam süren bir yapı. Kente Müslüman Arap saldırıları olduğu sırada burada yaşamın sona erdiğini söylemek mümkün. Şu an görünen malzemeler orijinal. Kamu yararı söz konusu olduğunda kimi zaman kurullar müzede sergilenmesi yönünde böyle kararlar alabilir. Ancak bu şekliyle baktığımızda 1. Derece Arkeolojik SİT alanı olmaya aday bir alan. Ama takdir yine de koruma kurulunundur.” 

 

Alanın en son durumu ile görüşlerine başvurulan İzmir  2 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, internet sitelerindeki arıza nedeniyle en son yüklemeyi 2 Eylül 2010’da yaptıklarını daha sonra başvurumuza yazılı olarak yanıt vereceklerini belirtti.

 

Batı’nın Zeugması
Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 20 Ekim 2012’de  "İzmir'e bayram öncesinde herkesi çok şaşırtacak ve görenlerin şaşkınlığını gizleyemeyeceği büyük bir arkeolojik müjde vereceğiz" şeklinde açıklamasıyla gündeme gelmişti. Milattan sonra 4'ncü yüzyıla ait antik bir Roma kenti olduğu düşünülen alanda yapılan kurtarma kazısı sonrasında geniş çaplı kazı çalışmaları başlamış ve yine o dönemin Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü, "Anadolu'da kayıp kentlerin olduğu biliniyor. Yapılacak bilimsel çalışmalar sonucu belki bu kentin de hangi kayıp kent olduğu ortaya çıkacak. Burada 'Batı'nın Zeugması' denebilecek bir yapılaşma var” demişti.

 

Süslü, "Alan sadece villadan oluşmuyor. Sondaj kazılarıyla arazi genelinde yapılara rastlamakla beraber zaman içinde zengin verilere de rastlayacağımız aşikar. Bir kent ya da yerleşim birimi olup olmadığı belirlendikten sonra buranın durumu netlik kazanacak" demişti.

 

 

BİM: MÜZEYE TAŞINMASI İÇİN BAŞVURDUK
BİM Birleşik Mağazalar A.Ş. ise konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı:
Sosyal medya üzerinden yayıldığı tespit edilen tapelerle, mülkiyeti şirketimize ait bu arazi arasında hiçbir ilişki yoktur. Şirketimize ait İzmir ili, Kemalpaşa İlçesi, Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesinde yaklaşık 40.000 m² büyüklüğünde bir arazi bulunmaktadır. Söz konusu araziye ilişkin son durum bilgileri kronolojik olarak şu şekildedir:


1- 26 Ocak 2012 tarihinde bu arazi üzerinde bir depo yapımı için proje hazırlanmış ve yerel yönetimin onayına sunulmuştur.
2- Bunu takiben 13 Mart 2012 tarihinde kuralına uygun olarak başlatılan hafriyat çalışmaları esnasında bazı kalıntıların varlığı tarafımızca tespit edilmiş ve gecikmeksizin İzmir Müze Müdürlüğü bilgilendirilmiştir.
3- 23 Mart tarihinde müze arkeologları yerinde yaptıkları inceleme sonucunda söz konusu kalıntılar ile ilgili bir tespit tutanağı düzenlemişlerdir. Bunun akabinde 23 Mayıs 2012 tarihinde İzmir 2 No’lu Koruma Kurulu tarafından mülkiyetimizde olan bu arazi 3. derece sit alanı ilanı edilmiştir.
4-  3 Eylül 2012 tarihinde ise Müze Müdürlüğü tarafından öncelikle sondaj kazıları başlatılmış ve devamında 26 Eylül tarihinde kurtarma kazıları başlatılmıştır. Keza 29 Ekim 2012 tarihinde kazı alanı dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından ziyaret edilmiş; bulunan tarihi eserler basında haber olarak yer almıştır.
5 – 5 Nisan 2013 tarihinde kurtarma kazısı tamamlanmış, müze uzmanları tarafından hazırlanan rapor temelinde İzmir 2 No’lu Koruma Kurulu, 12 Haziran 2013 tarihinde eserlerin bulunduğu bölüm için 1. derece sit diğer kalan kısım için 3. derece sit alanı kararı almıştır.
6-  20 Ağustos 2013 tarihinde şirketimiz, bulunan tarihi eserlerin müzeye taşınması hususunda ilgili Üst Kurula bir başvuruda bulunmuştur. Üst Kurul Ege Üniversitesi tarafından hazırlanan raporu dikkate alarak 12 Aralık 2013 tarihinde bulunan mozaiklerin müzeye taşınması ve diğer kalan duvar kalıntılarının yerinde korunması şartıyla araziyi 3. derece sit alanı ilanı olarak karara bağlamıştır.


Bugün bulunulan noktada, şirketimiz tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı’na söz konusu arazinin maliyet fiyatı üzerinden kamu tarafından geri alınması için yazılı müracaatta bulunma kararı alınmış bulunmaktadır.

 







Hürriyet, 05.02.2014


******

 

İŞTE BİM'İN MOZAİKLERİ

 

 

BİM’in İzmir Kemalpaşa’da depo yapmak istediği arsada bulunan ve taşınmasına neden olan tarihi mozaikler Zeugma’dakiler kadar önemli. İzmir Kemalpaşa’da geçen yıllardaki kurtarma kazılarında çok değerli taban mozaikleri, Anadolu parsı ve aslanı gibi nesli tükenen hayvanlara ait panolar ve büyük bir yerleşim kompleksi ortaya çıkmıştı. ‘Batının Zeugması’ olarak nitelendirilen mozaikler, MS 4 yüzyıl ile 7 yüzyıl arasına tarihleniyor.


Kaynaklardan henüz antik kentin ismi bile tespit edilememişken dünya şaheseri sayılabilecek mozaiklerin taşınmasına karar verilmesi arkeologları da şaşırttı. İzmir Müzesi ya da üniversite tarafından kazı çalışmaları genişletilmesi beklenirken kurulun mozaikleri kaldırma kararı vermemesi gerekiyor. ‘Bir aristokratın villası’ değerlendirilmesi de yapılan mozaikler için bilinmedik bir antik kent olabileceği vurgusu da yapılıyor. 

‘Koruma alanı genişletilmeli’
Arkeoloji Sanat Dergisi Editörü Nezih Başgelen, mozaiklerin kaldırılmasına karar verenlerin bir yanlışın içinde olduklarına değinerek bilimsel kazı çalışmalarının alanda devam etmesi gerektiğini ve eserlerin en azından bilimsel verileri tamamlanıncaya kadar yerinde kalması gerektiğini, sit derecesinin kesinlikle değiştirilmeyerek koruma alanının genişletilmesi gerektiğine değindi. Başgelen, ‘‘Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu bugüne kadar aldığı kararlarla adeta bir Kültür Varlıklarını Koruma (ma) ve (Yoketme) Yüksek Kurulu gibi hareket ediyor’’ dedi. 

‘Yerinde korunmalı’
Kurtarma kazıları sırasında da dönemin Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü de “Hiç bilmediğimiz bir antik kentle karşı karşıyayız, Anadolu’da keşfedilmeyi bekleyen çok sayıda antik kent bulunuyor’’ demişti. Yine Dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da mozaiklerin yerinde korunması gerektiğine dikkat çekerek, mozaikler için ‘Batının Zeugması’ benzetmesi yapmıştı.

Teklif geri çevrildi 
17 Aralık operasyonun ardından internete ve basına yansıyan fezlekelerde, Kemalpaşa’daki araziyle ilgili BİM’in yönetim kurulu başkanı Latif Topbaş ile Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in telefon konuşmaları da yer almıştı. Topbaş’ın, burasının koruma kararının 3’üncü derece Sit’e düşürülmesi için Bakan Çelik’ten yardım istediği iddia edilmişti. Bakanlık yetkililerinin verdiği bilgiye göre, Ömer Çelik, iddia konusu olan telefon görüşmesinde, duvarın taşınmasının mümkün olmadığını söyleyerek olumsuz bir tavır ortaya koydu. Yetkililer, “Daha önce de mozaik taşınması gibi konular söz konusu olduğu halde buradaki örnekte duvarın taşınmasının imkansız olduğu tespiti yapıldı. Dolayısıyla da ilgili firmanın talebi geri çevrildi. Bu detaylar telefon görüşmesinin basına verilmeyen son bölümünde yer alıyordu” dediler.

BİM devrediyor 
BİM Birleşik Mağazalar A.Ş.’den konuyla ilgili yapılan açıklamada şöyle denildi: “20 Ağustos 2013 tarihinde şirketimiz, bulunan tarihi eserlerin müzeye taşınması hususunda ilgili Üst Kurul’a bir başvuruda bulunmuştur. Üst Kurul, Ege Üniversitesi tarafından hazırlanan raporu dikkate alarak 12 Aralık 2013 tarihinde bulunan mozaiklerin müzeye taşınması ve diğer kalan duvar kalıntılarının yerinde korunması şartıyla araziyi 3’üncü derece sit alanı ilanı olarak karara bağlamıştır. Bugün bulunulan noktada, şirketimiz tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı’na söz konusu arazinin maliyet fiyatı üzerinden kamu tarafından geri alınması için yazılı müracaatta bulunma kararı alınmış bulunmaktadır.”

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 06.02.2014

TAPINAKLARIN RESTORASYONU TAMAMLANIYOR

 

 

Dünyaca ünlü Antalya Side'de tapınaklar bölgesinde tarihi eserler restorasyonun mart ayında sona ereceği bildirildi.

 

10 ay önce tapınaklar bölgesinde başlayan restorasyon çalışmalarının yüzde 90 oranında tamamlandığı belirtiliyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, tapınaklar bölgesinin tahsisini 2 yıl önce Side Belediyesi'ne devretmişti. Tapınaklar bölgesinde ilk restorasyon çalışması, 10 ay önce Side Antik Kent'te Athena ve Apollon Tapınağı'nın bulunduğu kutsal alan içinde bulunan Güney Bazilikası'nda (Erken Hristiyan ve Ortaçağ mimarilerinde, yan geçitleri bulunan yan nef, galerili veya galerisiz kilise) başladı.
 

GÜNEY BAZİLİKASI MS 5. YÜZYILDA İNŞA EDİLMİŞ
Tapınaklar bölgesi restorasyonu Side Belediyesi öncülüğünde Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Side Kazı Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Alanyalı ile eşi Doç.Dr. Feriştah Alanyalı gözetiminde yapılıyor. Restorasyon çalışması 10 aydır 25 kişilik ekipler sürdürülüyor.

Tapınaklar bölgesinde yapılan restorasyon ve kurtarma çalışmalarıyla ilgili bilgi veren arkeolog Altan Algül, 5.'nci yüzyıldan kalma Güney Bazilikası'nda restorasyon çalışmalarının yüzde 90 oranında tamamlandığını söyledi. Restorasyon çalışmasının mart ayı sonunda bitmesini hedeflediklerini belirten Algün, çalışmaların Prof. Hüseyin Alanyalı'nın kontrolünde Side Belediyesi'nin gözetiminde yapıldığını kaydetti. Algül, "Tapınaklar bölgesindeki restorasyon çalışmasının sonuna yaklaştık. Mart ayı sonunda bitirmeyi planlıyoruz. Restorasyon çalışmamız tüm hızıyla devam ediyor." dedi.

Side Belediye Başkanı Abdulkadir Uçar, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, içinde Athena ve Türk turizminin sembolü olan Apollon Tapınağı'nın da bulunduğu tapınaklar bölgesinin restorasyon, ayağa kaldırma ve korunması için tahsisin belediyelerine yapıldığını söyledi. Side'nin tarihi ve kültürel mirasına sahip çıkma ve gelecek nesillere emanet edilmesi için tapınaklar bölgesinde bulunan ayağa kaldırma çalışmalarına başladıklarını belirten Uçar, hedeflerinin bölgedeki eserleri kısa sürede ayağa kaldırarak koruma altına almak olduğunu kaydetti.

Sabah, 05.02.2014

RUS GEMİSİNİN ALTINLARI TALAN EDİLDİ

 

 

6-7 Temmuz 1770’de Rus donanmasının Çeşme’de demirli Osmanlı gemilerine yaptığı baskında batan Yevstafiy adlı kalyonun sırrı ortaya çıktı... Deniz araştırmacısı Mahmut Suner, Çariçe 2. Katherina’nın emriyle St. Petersburg’daki Petro Kalesi’nde basılan 5 ton altın parayı taşıyan geminin 234 yıl önce Çeşme Deniz Savaşı sırasında battıktan sonra talan edildiğini söyledi.
21 gemilik Rus donanmasının savaş bütçesi olarak bastırılan altın paraları taşıyan Yevstafiy kalyonunun ‘Burc-U Zafer’ adlı Osmanlı kalyonuyla çarpışması sırasında battığını ekleyen Suner, yazdığı ‘Derinlerin Sırrı’ adlı son kitabında su altında kalan altınların kimler tarafından çıkartıldığının bilinmediğini vurguladı. Türkiye’nin en ünlü su altı araştırmacısı Emre Omur’un, Kültür Bakanlığı’ndan aldığı define arama izni ile yaptıkları dalışlarda altınların izine rastlamadıklarını ekledi. 

‘Aradık ama bulamadık’
Suner, “Rahmetli Emre Omur, Çeşme Deniz Savaşı’nın bilinmeyenlerini araştıran ve arta kalanların ülkemiz topraklarında sergilenmesini arzu eden bir araştırmacıydı. Bunun için Kültür Bakanlığı’ndan araştırma ve define izni aldı. Tüm araştırmalarının masraflarını kendi karşıladı. 1998-2000 arasında defalarca su altına inerek tüm batıkları araştırdık. Rus kalyonundaki 5 ton altının akıbetini düşünmeden duramıyorum. Bu sırrın cevabını  bulmak için
2000 yılında Yestafiy’nin sualtı kazısına su altı fotoğrafları çekmem için bulunuyordum. Yevstafiy batığındaki altının izine rastlamadık. Sanırım bizden çok önce talan edildi. Bizim ülkemizde sergilenmeleri için çabaladık ama çoktan kaçırıldığını gördük” dedi.

‘Tarihimizi koruyamadık’
Mahmut Suner, Osmanlı kalyonu ‘Burc-U Zafer’ ile Rus Amiral gemisi Yesvtafiy’in birlikte battığını belirterek, “Zaman içinde özellikle Ruslar ardından da pek çok ülkenin araştırmacısı defalarca Çeşme’de bulundu. Kontrol edilmediği ya da korunmadığı için altınlarla birlikte batıklardan çıkartılan pek çok tarihsel eşya da yurtdışına çıkartıldı. Emre Omur’un en büyük hayali bu batıkların tanıtılmasıydı. Çeşme’deki batıklarımızı koruyamadık” dedi.


Suner, Çeşme Damlasuyu mevkiinde 35 metre derinlikte bulunan Yevstafiy batığının üzerinde çok sayıda insan iskeleti ve Osmanlı levendlerinin eşyalarının da bulunduğunu söyleyerek, “Karşımda kum bulutlarını arasında şekil almaya başlayan 3.5 tonluk bronz topunu görünce çok heyecanlandım. Batığın diğer bölümlerinde kum tabaka kalktıkça, halatların altı dağılmış insan iskeletleri, kol bacak kemikleri, kafatası parçaları, çene kemikleriyle bulunuyordu. Ama ana define yoktu” dedi.

 

11 bin levent şehit oldu
1768-1774 arasında süren Osmanlı-Rus savaşlarının bir parçası olan Çeşme Deniz çarpışması 5-7 Temmuz 1770 tarihleri arasında yaşandı. Osmanlı donanması tamamen yok edilirken 11 bin dolayında levent (Osmanlı deniz askeri) şehit oldu. Ruslar ise sadece 700 kayıp verdi. İnebahtı’dan sonra denizlerde aldığımız en büyük yenilgi olarak kabul edilen Çeşme Deniz Savaşı sonrasında Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandı. Osmanlı devleti ayrıca Karadeniz’i Ruslarla paylaşmak zorunda kalırken, Ruslar Akdeniz’de donanma bulundurma hakkı   elde etti.

İddialar ‘Derinlerin Sırrı’nda
Çeşme, Damlasuyu mevkiinde 35 metre derinlikte yatan Yevstafiy kalyonundan 5 ton altın paranın kaybolduğunu söyleyen Mahmut Suner, son kitabı ‘Derinlerin Sırrı’nda iddialarını dile getirdi. 12 sualtı araştırmacısının Türkiye kıyılarında yaptığı araştırmaların konu alındığı kitapta, Türkiye’nin zengin deniz tarihi de gözler önüne seriliyor. Kitapta, Alman denizaltısı U 20’nin Sakarya’daki macerası ve nesli tükenme tehdidi altındaki canlıların davranışları gibi konular işleniyor.

Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 05.02.2014

PICASSO'NUN EVİNE YOLCULUK

 

 

Pera Müzesi, Picasso’nun doğduğu evden ve Malaga’daki Museo Casa Natal Koleksiyonu’ndan seçilen gravür, seramiklere ev sahipliği yapıyor. Bugün başlayan sergide ressamın yürümeye başladığında annesinin hediye ettiği patiği de görmek mümkün.

 

“Sanat nedir? Eğer bilseydim, kendime saklardım. Ben aramıyorum, rastlıyorum” diyen Picasso’nun kendi özelindeki, evindeki eserleri Pera Müzesi’nde sergilenmeye başlandı. Bugün başlayan ve 20 Nisan’a kadar devam edecek olan “Picasso: Doğduğu Evden Gravürler ve Seramikler” sergisinde Pablo Picasso’nun doğduğu evden, Málaga’daki Museo Casa Natal Koleksiyonu’ndan seçilen gravür, seramik ve kişisel eşyaları yer alacak. Picasso’nun Akdenizli özünün şekillendiği, 2500 yıllık geçmişe sahip, İspanya’nın Malaga kentinin kendine has karakterini, 20. yüzyılın en büyük sanatçısının durmak bilmez arayışını yansıtan 6 bölüm aracılığıyla buluşturan sergide gravür ve seramiklere, Picasso’nun çocukluğunda sahip olduğu kişisel eşyaları da eşlik ediyor. 

YOLUNUN BAŞLANGICI OLACAK
Serginin açılışında konuşan Küratör Mario Virgilio Montanez Arroyo, sergideki patiklerin simgesel değeri üzerinde durdu. Bunlar Picasso’nun ilk patikleriymiş. Annesi ona “Pablo, bak artık yürüyorsun. Bir insan için yürümek çok önemli. Bu patikler senin yolunun başlangıcı olacak” demiş. Picasso, kişisel tarihinde çok önemli olan patikleri çok iyi saklamış. Arroyo sanatçının Malaga’daki yetişmesini şöyle anlattı: “O geleneksel İspanya’da doğdu. O zamanlar Malaga’da sanata ve eğitime önem veren bir burjuva sınıfı vardı. Sanat eğitimi antik Yunan ve Roma’nın eserlerinin kopyalanması üzerineydi.  Picasso, 1890’ların Malaga'sında bunda büyük bir maharet  gösterdi. İlk gravürlerinde Delacroix’dan yararlandığını söyleyebilirim. 1923- 50 sürecinde iyice yetkinleşti. Zaman zaman sert virajlar aldı sanatında. Yani keskin tarz değişikliklerine gitti. Bazı gravürlerinde gelenekle olan bağı açıkça görülüyor. Ortaçağ Alman resmi ile yoğun ilgilendi bir dönem.  Seramikler, onun çok yönlü oluşunun örneği. Seramik ondan önce dekoratif bir unsurdu. Picasso, nasıl kübizmle Batı sanatını değiştirdiyse, bunu seramiklerle de yaptı; formu değiştirdi. Akdenizli sentez yeteneğinin çok büyük bir örneğidir. Yaşlandıkça daha üretken oldu. 8-10 disiplinde çalıştı. 900 civarında seramik eseri var. Bunlardan 32’si bizde.” 

2010'DAN SONRA YENİDEN
Pera Müzesi’nin 2010’da gerçekleştirdiği 'Picasso-Suite Vollard' gravürler sergisinden sonra, Picasso’yu yeniden ağırladığı sergide, 56 gravür, 8 seramik toplam 66 eser var. Sanatçının bebeklik gömleği, kurşun askerleri gibi kişisel eşyaları da görülebilir. Tüm zamanların görme biçimlerine damgasını vuran Picasso’nun üslupsal geçiş örneklerini sunan seçki, arayışlarla dolu dünyasının yansıması niteliğinde. Picasso Vakfı, Picasso Evi Müzesi Koleksiyonu’ndan derlenen gravürler, sanatçının, kullandığı kalıpları, tekniği ve tarzı panoramik bir bütünlük içinde sunuyor.

Akşam, Haber: Adnan Özer,  05.02.2014

 

******


PICASSO İLE YAŞAMAK

 

Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi de 20 Nisan'a kadar James Ivory'nin 'Picasso ile Yaşamak' filminin filmin eşlik edeceği bir sergiye ev sahipliği yapıyor: 'Picasso: Doğduğu evden gravürler ve seramikler'...

 

 

Dönem filmlerinin merhum ustası James Ivory’nin yüklü külliyatına şöyle bir bakılınca en öne çıkan yapımlardan biri 1996 tarihli ‘Surviving Picasso/Picasso ile Yaşamak’tır, kuşkusuz. Ivory’yi alışık olduğu Britanya soğuğundan 1920’ler İspanya ve Fransası’nın güneşli kıyılarına götüren hikaye, Picasso’nun hayatına giren kadınların en bağımsızlarından, kendi de ressam olan François Gilot’nun tanıklığına başvurur, modernizmin bu sarsılmaz figürüyle yaşamanın nasıl bir şey olduğu sorusunu konu alır. Çizgili tişörtleri ve espadrillerinden ayrı düşünülemeyecek bu ‘Akdenizli’ usta stereotipini alır ve onu deşer.


Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi de 20 Nisan’a kadar tam bu filmin eşlik edeceği bir sergiye ev sahipliği yapıyor: ‘Picasso: Doğduğu Evden Gravürler ve Seramikler’… Sanatçının doğduğu Malaga’dan ilk kez dışarı çıkan patiklerinin yanı sıra bebeklik gömleği ve kurşun askerlerinin de sergilenmesinden anlaşılacağı üzere Picasso’ya bir insan olarak nüfuz etmeyi mümkün kılan bir sergi bu.


64 eser yer alıyor
Picasso Vakfı ve Picasso Evi Müzesi koleksiyonundan derlenen 56’sı gravür, 8’i seramik 64 eserin yer aldığı seçkide François Gilot’yu ve Picasso’nun iki çocuğunu tasvir eden gravürleri de var, 1920’ler Rivierası’nda Fitzgerald’la, Picasso’yla beraber modern yaz tatilini keşfeden ABD’li sanat hamisi Sara Murphy’e göndermeler de var.


Ancak Picasso söz konusu olduğunda bu tür özel hayat detayları magazin iştahını doyurmanın ötesinde anlamlar taşıyor. Serginin küratörü Mario Virgilio Montanez Arroyo’ya başvuralım: “Picasso’nun en çok atıfta bulunulan sözü şudur: ‘Ben aramıyorum, rastlıyorum’” Bu arayış kendini yüzlerce yıllık bir geleneğin içine yerleştiren sanatçının, sanat tarihinde çıktığı üslupsal yolculuğa denk geliyor. Picasso, ismi dünyanın dört bir yanında duyulmuşken Delacroix’yı, Alman rönesansının ustalarından Yaşlı Lucas Cranach’ı tekrar ziyaret edebiliyor. Güzel Sanatlar Fakültesi’nden edindiği ‘ustaları’ tekrar tekrar yorumlama pratiğini hiçbir zaman bırakmıyor. Sonuç; üslup ve içerik arasındaki gerilimden beslenen heyecanlı bir yolculuk…


17’nci yüzyıl Hollanda resminin eviçi manzaralarından feyz alan taş baskılarda uzanarak kitap okuyan François Gilot, 17’nci yüzyıldakinden çok daha farklı bir model–ressam ilişkisi ortaya koyuyor. Antik çağdan gözde bir temanın devamı niteliğindeki ‘Üç Yıkananlar’ serisinde Arroyo’ya göre Picasso’nun arzuladığı kadınlardan Sara Murphy’e açık gönderme de onun sanat tarihindeki arayışını nasıl içgüdüsel bir şekilde sürdürdüğünün kanıtı. Picasso, modernizmin ilerlemeci çizgisinde yürüyerek görme biçimlerini sonsuza kadar değiştiriyor, Pera Müzesi de bu sürecin en ‘kişiye özel’ anlarının takip edilebileceği bir sergi düzeni sunuyor.


Seramikler öne çıkıyor
‘Picasso: Doğduğu Evden Gravürler ve Seramikler’de altı bölüm var: ‘İki Yorum : Cranach ve Delacroix’, ‘Sarsıcı Güzellik’, ‘Aile Meseleleri’, ‘Antikçağ Merakı’, ‘Şövalyenin Yola Çıkışı’ ve ‘Kadınlar’. Haliyle gravürler ağırlıkta ama Picasso seramikleri de serginin en öne çıkan unsurlarından. Açılış öncesi basın toplantısında konuşan Arroyo, sanatçının hayatı boyunca 900 civarı seramik ürettiğini, bunlardan 32’sinin de Picasso Evi Müzesi koleksiyonunda olduğunu söyledi. Tıpkı resim gibi seramikte de Picasso’nun görme biçimlerini tamamen değiştirdiği Arroyo’nun üstünde durduğu bir başka unsurdu.

 

 

KUZEY'DEN CAM SANATI
Bu da tipik bir Akdenizli olarak tanımlanan Picasso sergisine evsahipliği yapan Pera Müzesi’nin bir diğer sergisine, Avrupa’nın bir diğer ucundan gelen ‘Aurora: Kuzey Ülkelerinden Çağdaş Cam Sanatı’na götürüyor bizi. Yine 20 Nisan’a kadar sürecek sergi İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka ve İzlanda’dan 25 sanatçının işlerine yer veriyor. Tıpkı Picasso’nun seramikte yaptığı devrim gibi, Mats Jansson’un küratörü olduğu bu sergi de camda devrimi gözler önüne sürüyor. Dekoratif özellikleri sürekli ön planda olan cam malzemesi, bu sergideki halleriyle toplumsal cinsiyet kimliklerinden teknolojiye türlü meselenin yorumlanması için aracı oluyor. Minimalizm ve işlevsellikle anılan İskandinav tasarımına karşı başlattıkları devrim de cabası.

Radikal, Haber: Erman Ata Uncu, 05.02.2014

GÜNAY: SİT DERECESİ DÜŞÜRÜLEREK VİLLALARIN DEVAMI SAĞLANMIŞ

 

Bağımsız İzmir Milletvekili Ertuğrul Günay, İzmir'in Urla İlçesi'ndeki doğal sit alanına yapılan villaların yıkımı ile ilgili kararın 2010 yılında verildiğini söyledi.

 

Günay, TBMM'de basın toplantısı düzenledi. İzmir'in Urla İlçesi'ndeki sit alanları tartışmalara değinen Günay, "Yıkım tebliğ edilmiş ama gerçekleştirilmemiş. Çeşitli itiraz süreçleri olduğu için gerçekleşmemiş. 2010 yılında bir kararname çıktı, bu alanlar Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan alındı ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na verildi. Bizim bakanlıktan alındıktan sonra tabiat varlıkları tamamen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na bağlı bir komisyon haline dönüştü. 2011 yılında sit derecesi düşürülerek bu villaların devamı sağlanmış" dedi.


Kemalpaşa'daki mozaiklerle ilgili olarak ise Günay, "O arazi 3'ncü  derece arkeolojik tarihi SİT alanı olarak değerlendirilmiş bir alan. Bir firma oraya depo yapmak istemiş, sondaj kazıları esnasında son derece önemli arkeolojik buluntular çıkmış. O mozaiklerin içinde bir tanesi Anadolu parsını temsil ediyor. Bu alan bu buluntudan sonra 1'nci derece haline geldi. Alanın bütününde çalışma yapmadan mozaiklerin kaldırılmasına karar vermek bence doğru değil. Üzerinde çalışmaya başlanmasından 3 ay sonra benim bakanlığım sona erdi. Mozaik olan bir alanın üzerinde bir müze yapılabilir ama tümüyle çevreyi kapatacak olan bir depo yapısı kesinlikle olmaz. Mozaikler kaldırılsa bile o buluntular orada bulunduğu sürece bir depo yapılamaz. Bakan da şuanda bir depo yapılmasına müsaade etmiş değil, hakkını da yemeyelim" diye konuştu.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile aralarındaki ihtilafın sadece İstanbul üzerine olmadığını belirten Ertuğrul Günay, "İstanbul'a gider gitmez Kazlıçeşme'deki konutları gördüm, ben İzmir kampanyası ile meşgulken yükselmeye başlamıştı. Hemen bir turizm ve sit bölgesi olmamasına ama surlara çok yakın, surları etkileme alanı içinde olmasına dayanarak o kulelerin durdurulması için yazı çıkarttım ve ilgili birimlere tebliğ ettim. Ondan sonra Sayın başbakan ile ilişkilerimiz düzelmedi. İstanbul'daki yapılaşmalar beni bakanken de, şuanda da rahatsız ediyor. İstanbul'da bıraksak Sultanahmet Meydanı'na AVM yapacaklar diye feveran etmiştim. Ben sanıyordum ki, Başbakan ile ihtilafımız İstanbul üzerinedir, ama şimdi anlıyorum ki Urla'da da birilerinin ayağına basmışız, Kemalpaşa'da da basmak üzereymişiz" dedi.

Son günlerde 'tuzluk' ifadesine ve 4 bakan ile ilgili fezlekelerin sorulması üzerine, Günay "Fezlekeyi Meclis'e göndermeyen arkadaşlarımız anayasa suçu işliyorlar. Türkiye'de bir milletvekili arkadaşımız kendilerini koyuna benzetmiş. Et kokarsa tuz var, tuz kokarsa ne var? Başbakan tuzluklara bakmasın, Türkiye'de tuz kokuyor ona baksın" dedi.

Cumhuriyet, 05.02.2014

SULTANAHMET'TE BÜYÜK TEHLİKE

 

 

Habertürk, İstanbul'un en önemli tarihi eserlerinden Sultanahmet Camii'nin 4 No'lu minaresinin 3-5 santim kaydığını geçen ekim ayında okurlarına duyurdu. Vakıflar Genel Müdürlüğü, İTÜ öğretim üyelerinin raporu doğrultusunda minarenin restorasyonu için acil ihaleye çıkma kararı aldı.

 

Minareden düşen taşların insanlara zarar vermemesi için restorasyon süreci hızlandırıldı. 17 Şubat'ta çıkılacak ihalede, 'Belli istekliler arasında' usulü uygulanacak.

 

Bu yöntemle ihale taliplerinin ön yeterlilik değerlendirilmesi sonucunda Vakıflar tarafından davet edilen istekliler teklif verecek. Vakıflar, bu yöntemi çalışmanın uzmanlık ve ileri teknoloji gerektirmesi nedeniyle tercih etti.

 

400 GÜNDE BİTECEK
İhaleye yerli istekliler katılabilecek. Yabancı firmalarla ortak girişim yapan yerli firmalar ön yeterlik başvurusunda bulunamayacak. Konsorsiyum teklifi kabul edilmeyecek. İhaleyi alan firmaya 5 gün içinde yer teslimi yapılacak ve restorasyon için 400 gün süre verilecek.

 

3-5 SANTİM KAYMA VAR TAŞLAR ERİYOR
İTÜ'nün raporunda minarenin durumuyla ile ilgili şu tespitler yapılmıştı:
- Minarenin ikinci şerefesinin üstündeki bölüm, alttaki bölüme göre yatayda 3-5 santim kaymış.

- Taşlarda erime ve oyuklar var.
- Minare gövdesi taşlarında derz boşalmaları gözlendi.
- Bazı taşların arasında gözle görülür boşluklar mevcut.

 

ÖZGÜN HARCA BENZER MALZEME KULLANILACAK
Vakıflar, minarenin restorasyonu için olağanüstü özen gösterilmesini istedi. Nitelikli bir yüzey temizliği yapılacak minareye yerleştirmeler, düşük basınç altında hassas şekilde gerçekleştirilecek.

 

- Yıkma ve sökme, metal, sıva ve derz, yonu taşı ve mermer, cephe temizliği, kurşun ve bakır ile ahşap külah konusunda uzmanlık aranacak.
- Derzler özgün harca benzer özelliklerdeki malzemeyle onarılacak.

- Minarenin 2. şerefesinin üzerindeki taşlar numaralandırılıp sökülecek. Ardından yeniden inşa edilecek.
- İstelaktit adı verilen, Mimar Sinan döneminde, düşey bir yüzeyden üzerinde bulunan daha taşkın bir yüzeye geçmek ve ona bindirmelik görevi yapmak için taş veya tuğladan küçük prizmalar şeklinde, birbiri üzerine oturan bindirmelikler kullanılacak.

- Yüzeyi bozulan taşlara ekleme yapılacak.
- Onaya göre sıva altı dolgusu ile sıva ve derzlerde hidrolik kireç harcı kullanılacak.

Habertürk, Haber: Aykan Çufaoğlu, 05.02.2014

İSTANBUL'UN SIRLARI: BURNUMUZUN DİBİNDEKİ KOLEZYUM

 

 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Roma ziyareti sırasında attığı bir tweet büyük ses getirdi ve Türk basınında haber oldu. Cumhurbaşkanı “Şehrin yüzlerce yıllık ihtişamlı binaları, meydanları, sokakları öyle korunmuş ki ne bir gökdelen ne de bir AVM var” diyordu. Bu Türkiye’deki genel siyaset açısından adeta hükümete ve çevrecilere verilen bir mesajdı. Gazeteler haber yaptı, on bine yakın kişi retweet yaptı.

 

Ancak bu tweetin satır arasında bir başka gerçek daha vardı: Roma’ya ya da başka kentlere bakarken burnumuzun dibindeki tarihi görememek. İstanbul Roma tarihi açısından en az Roma kadar belki daha da değerli. İstanbul’un bin yıla yakın bir zaman Roma İmparatorluğu’nun başkenti olduğunu, buradaki tarihi ve kültürel mirası unutuyoruz.

 

 

Tarihçiler bilir. İstanbul ve Roma gerçek anlamda kardeş şehirlerdir. İkisi de Büyük Roma İmparatorluğu’nun ihtişamlı başkentleridir. Şehrin kurucusu ve o dönemin isim babası olarak bilinen Konstantin, başkenti İstanbul’a taşıdığında Roma’yı gölgede bırakacak eserler de bırakmak istemiş, bunu da başarmıştır. Ayasofya’nın dışında da ülkeye turist çekecek, insanların ağzını açık bırakacak onlarca, yüzlerce kalıntı hala keşfedilmeyi bekliyor.

 

Fatih’in 1453’teki zaferinden bu yana Roma döneminin kalıntıları çok araştırılmadı. Zaten o yıllarda böyle bir kültür de yoktu. Cumhuriyetten sonra da İstanbul’da geniş kapsamlı kazı çalışmaları yapıldığı söylenemez. Bunun bir sebebi finansal sorunlarsa diğeri de siyaset elbette.

 

 

Ama artık dönem değişiyor ve en azından göz önündeki eserlerin korunması gereği giderek güçleniyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün bir fotoğrafla birlikte takipçilerine aktardığı “2000 yıl önce yapılan Kolezyum hakkında bilgi aldıkları” haberi bunları düşündürüyor.


Çünkü İstanbul’daki tarihi en az Kolezyum kadar eski olan Hipodrom ortada. Onun içler acısı halini artık görmek gerekmiyor mu?

 

40 yıllık İstanbul’luların pek çoğu Sultanahmet’teki tarihi hipodromun bir bölümünün hala ayakta olduğundan habersiz. Hatta öyle ki insanlar önünden geçiyor, otomobilini hemen altındaki parka bırakıyor, önünde pazar yapıyor ama hipodromun varlığını bilmiyor.

 

Sultanahmet Meydanı’nın sonundaki, herkesin surların bir parçası sandığı kalıntı kaderine terk edilmiş durumda. Üzerine Sultanahmet Erkek Sanat Enstitüsü ve Marmara Üniversitesi rektörlüğü binaları inşa edilmiş. Ama binanın güneyindeki U şeklindeki yapı hala ayakta, direniyor.

 

 

Geçtiğimiz aylarda hipodromu eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a sorma fırsatı yakalamıştım. “Tahribat çok fazla. Kurtarılması çok zor” demişti. Ama herhalde bu durum üzerine bir yazı, bir açıklama konulmasına engel değildir. Ya da kalan kısmının korunmasına.

 

Tarihi hipodrom belli ki geçmiş yıllarda gecekondulara duvar olmuş. Tarihi MS 200’lere kadar uzanan hipodromun dış yüzeyine yapışık gecekondular yıkılmış. Ama o günlerden kalan tuvalet lavaboları ve banyo fayansları hala üzerinde, temizlenmemiş.

 

Roma gerçekten güzel ve tarihi eserleriyle milyonları kendine çekiyor. Ama Neva Roma yani İstanbul da en az onun kadar çekici. Yeter ki sahip çıkılsın.

Euronews, Hab: Bora Bayraktar, 04.02.2014

5 ASIRLIK HAMAM KÜLTÜR MERKEZ OLDU

Bursa’nın ‘tarih kenti’ kimliğini öne çıkaran çalışmalarıyla kentin her köşesindeki değerleri yeniden canlandıran Büyükşehir Belediyesi tarafından İncirli Caddesi’ndeki restore edilen yapılardan biri olan Muallimzade Hamamı, kültür merkezi olarak hizmete açıldı. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Bursa’nın ecdad yadigarı yapılarını özgün değerleriyle yenilediklerini ifade ederek, “Osmanlı’nın ilk dönem eserlerini anıtsal yapılar olarak ayağa kaldırıyoruz. Farklı semtlerde bulunan eserleri, han, hamam, medrese gibi tüm yapıları kendi öz değerleriyle buluşturuyoruz. Muallimzade Hamamı da hamam kimliğinin yanı sıra 500 yıllık tarihi boyunca, dökümcülerin kullandığı dökümhane ve daha sonra da marangozların kullandığı bir alan olarak yaşadı. Uzun süre harabe halinde kalan Muallimzade Hamamı’nı kültür merkezi olarak Yıldırım’a kazandırmaktan dolayı heyecanlıyız” diye konuştu.

 

1572’DEN BUGÜNE

Muallimzade Hamamı’nın 1500’lü yıllarda Muallimzade Ahmet Efendi adlı hayırsever tarafından yaptırıldığını hatırlatan Başkan Altepe, “Yıldırım İlçesi’nde Davutkadı semtine hizmet eden bu anıtsal eser, yılların yorgunluğuyla bugüne kadar gelmiş. Büyükşehir Belediyesi olarak burayı kamulaştırdık. Satın aldık, restore ettik ve kültür merkezi olarak ilçeye kazandırdık” dedi.

 

Muallimzade Hamamı’nın orta büyüklükte bir çifte hamam olduğunu anlatarak, mekanın tarihi ile ilgili bilgiler veren Başkan Altepe, “Hamam, 1572 tarihinde Kazasker Muallimzade Ahmet Efendi tarafından, Zeyniler Mahallesi’ndeki camii ile Aksu Köyü’ndeki cami, okul ve zaviyesine gelir için yaptırılmış. Yaşanan depremlerden harap duruma düşen hamam, zaman zaman kapsamlı onarımlar geçirmiş. Hamam Celali isyanları sırasında tahribat yaşamış, 1613,1655, 1730, 1744, 1830 yıllarında muhtelif onarımlar görmüş. Kamil Kepecioğlu, 1930’lu yıllarda yapının etrafının tarlalarla çevrili olduğunu ve kalıntıların fark edilmediğini belirtiyor. Zaman içerisinde dökümhane olarak kullanılan ve bu adla da anılan hamam, 2010 yılında kamulaştırılmak suretiyle mülkiyeti Büyükşehir Belediyesi tarafından elde edildi” şeklinde konuştu.

 

HAMAMIN ÖNÜ MEYDAN OLACAK

Hamamın restorasyon amaçlı projelerinin hazırlatılarak Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun onayı doğrultusunda uygulama çalışmalarının yapıldığını söyleyen Altepe, proje kapsamında betonarmeye çevrilen tavan döşemelerinin itinalı bir şekilde alınarak kubbelerin ortaya çıkarıldığını ve izlerine göre bu kubbelerin tamamlandığını anlattı. Restorasyon çalışmalarıyla birlikte arka bahçede mevcut olan trafonun küçültülmesiyle bir park oluşturulduğunu da kaydeden Altepe, mekanın ön kısmında yer alan meydanın da kısa sürede düzenleneceğini, taksi durağının karşıya alınacağını belirtti.

 

“BURSA TEMALI ESERLER BURADA ÜRETİLECEK”

Çalışmalarla ilgili detaylı bilgi veren Başkan Altepe, “Mekanda çok amaçlı salon, derslikler, çocuk gösteri salonu, genel ihtiyaç mekanları ve yönetim odası bulunuyor. Yapı, bölgenin öncelikleri göz önüne alınarak işlevlendirildi. Bu amaçla kültürel etkinlik merkezi kimliğinin yanında hamamın en önemli işlevi de Bursa temalı hediyelik eşya üretim merkezi olmasıdır. Bu kapsamda bir yandan usta sanatkarlardan tarafından üretimler gerçekleştirilirken diğer taraftan çevre halkına ebru, tezhip, sedefkarlık, filografi ve çini gibi kurslar verilecek” diye konuştu.

 

Muallimzade Hamamı’nın 500 yıl önceki orijinal kimliğine döndürüldüğünü vurgulayan Başkan Altepe, “5 asırlık tarihiyle bugünden itibaren Yıldırım’a can katacak olan Muallimzade Hamamı Kültür Merkezi, özel bir eser olarak parıldıyor, ışıldıyor. Burası artık bölge halkının buluşma noktası, sosyal, kültürel ve sanatsal faaliyetlerin kalbinin attığı bir merkez olacak” dedi.

 

Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin de Yıldırım İlçesi’nde tarihi değerlerin gün yüzüne çıkarılmasının heyecanını yaşadığını belirterek, Büyükşehir Belediyesi ile ilçe belediyelerinin her zaman gönül gönül el ele çalışmalarını gerçekleştirdiğini vurguladı.

Davutkadı Mahallesi Muhtarı Nihat Gençer de mahallelerine güzel bir eser kazandıran Altepe’ye teşekkür etti. Konuşmaların ardından Başkan Altepe, protokol üyeleriyle birlikte mekanın açılış kurdelesini keserek Muallimzade Hamamı Davutkadı Kültür Merkezi’ni gezdi.

Bursa Olay, 04.02.2014

KAPANAN RUM OKULU SERGİ MEKANI OLDU

 

 

Öğrenci yokluğundan kapanan Rum okulları farklı amaçlar için kullanılıyor. En son 1987-88 yıllarında eğitim veren Yoakimion Rum Kız Okulu da Galata Rum Okulu gibi sergi mekanı olarak kullanılmaya başlandı. Okul binasındaki ilk sergi ise Yunanistanlı sanatçı Kalliopi Lemos’un erkek şiddetini anlattığı “Ben, benim, dünyalar arasında ve gögeler arasında” isimli heykel sergisi.

Rum Vakıfları Derneği geçtiğimiz hafta gazetecilerle kilise ve kurum binalarına yönelik bir gezi gerçekleştirdi. Gezinin duraklarından biri de 1879 yılında kurulan Fener’deki Yoakimion Rum Kız Okulu’ydu. Okulu gazetecilere Yoakimion’un eski bir öğrencisi olan Katerina Türker gezdirdi. Okulun Fener Rum Erkek Lisesi’ne yakınlığına dikkati çeken Türker o günleri anlatırken, “Buradan erkek okuluna kafamızı bile çevirmemiz yasaktı” dedi.
 

SON ÖĞRENCİ ANLATTI

Yoakimion, 1988 yılında son mezunlarını vermiş. Okulun son öğrencileri Fener Rum Okulu’na devredilmiş. İlerleyen yıllarda da Rum nüfusu artmadığı için bir daha açılamamış. Katerina Türker, eski okulunun şimdi sergi mekanı olarak kullanılmasından memnun; “Binanın kültür, eğitim alanında kullanılması güzel, nasılsa okul olarak devam edemeyecek. Okulun kültürel alanda kullanılması oradaki yönetim kurulunun da her zaman arzusuydu.”
 

Türker, öğrenci azlığından kapanan diğer okul binalarının da eğitim kurumlarına devredildiğini an0latıyor; “Feriköy Rum Okulu dil kursu olarak faaliyet gösterecek. Kadıköy Rum Okulu ise anaokulu olarak kullanılıyor. Şimdi Heybeliada’da restorasyonu devam eden eski okul binası için de bir proje var. Orası da ses ve müzik alanında bir araştırma ve kayıt stüdyosu olarak faaliyet gösterecek.” Yoakimion Okulu şimdi Bardakçı ailesine emanet. Bülent Bardakçı kızı, oğlu ve eşiyle birlikte okul binasının alt katında kalıyor. Artık kültür sanat faaliyetlerine mekan olan okul bahçesinin bir bölümü ise Bardakçı ailesi tarafından tavuğu horozu olan ekim dikim yapılan bir bahçeye olarak kullanılıyor.

Taraf, Haber: Sümeyra Tansel, 04.02.2014

 

Arkeoloji meraklıları güney Finlandiya’da ki Janakkala’da olağanüstü bir tarihi eser bulduklarında şaşkına döndüler. Erken haçlı dönemine ait olduğu anlaşılan bu antik mezar, iki ayrı döneme ait 2 kılıç ile gömülmüş. 

 

Günümüze dek çok iyi korunmuş mezardaki; 12.yy Viking dönemine ait olduğu net biçimde anlaşılan kılıç muhtemelen ölü yakma geleneğinin bir parçasıydı.

 
Amatör tarihçiler Hyviklaladaki tarlada, tarih öncesi  döneme ait bir yerleşkeyi işaret etmiş metal detektörleri kullanıyorlardı. Birkaç küçük parçanın bulunmasının ardından detektör, bir Mızrak ucu ve balta bıçağı buldu. Kısa süren kazının ardından grup, kırık bir kılıç buldu. Tam bu noktada amatör tarihçiler çalışmalarını sonlandırıp milli tarihi eserler kurumu (national board of antiquities NBA) bilgi verdiler.

 
HAÇLI DÖNEMINE AİT ENDER GÖRÜLEN MEZARLIK
Uzun süren araştırmalar mezarlığın nadir ve değerli olduğunu ortaya çıkardı. Araştırmacılar 12.yy haçlı döneminden kalan bir mezar buldular. inanılmayacak şekilde iyi korunmuş bu kadavra daha önce kullanılmayan yeni tekniklerin korunmasını sağlıyor böylece daha çok bilgi toplanabiliyordu.Tüm bunların ötesinde eşine az rastlanır iki kılıçlı bu mezar diğer bir deyişle bu gezginin öteki dünyadaki yolculuğunda kendine eşlik edecek 2 kılıcı vardı.Daha da ilginci bu 2 kılıç birbirinden çok farklı dönemlere aitti.


Geçtiğimiz hafta kazıyı yöneten NBA araştırmacısı sima Vanhatalo “Biri diğerinden küçük Viking dönemine ait üst üste 2 kılıç vardı. Bu kılıçlardan eski olan ya yanmıştı ya da atalarından kalma ölü yakma töreninden yadigardı.Diğer kılıç ise haçlılardan ya da Ortaçağın ortalarından kalma Finlandiya’nın en uzun kılıcıydı.Bu ikiliye gerçekten çok az rastlayabiliriz.”dedi.


Kılıçlara ek olarak; eşyaların düzeni ölü gezginler için sağlanmıştı.Kalıntılar bu maceraperestin Viking ya da haçlı dönemine ait 120 cm uzunluğundaki kılıcını taşıyabilecek kadar 1.80 boyunda güçlü kuvvetli biri olduğunu gösteriyor.

 

YENİ ARAŞTIRMA VERİLERİ

Araştırmacıların beklentileri son analizler sonucunda yaklaşık 1000 yıl önce yaşayan bu soylu şövalyenin kimliğini, nerede olduğunu ve hatta son akşam yemeğinde neler yediğini açıklayabilecekleri yönünde.

 
“DNA ve izotop teknikleriyle nerede doğup nerede yaşadığını radyokarbon tekniğiyle de ne zaman öldüğünü açıklayabiliriz.Kafası hala kum içinde kapalı vaziyette henüz dokunmadık.Konusunda uzman araştırmacılarında incelemesi gerekiyor. Kafatası en az gövdesi kadar olağanüstü iyi korunmuş durumda bu da bize iskelet yapısını incelemek için bir çok malzeme veriyor. “Dedi Vanhatola.

Nereye Dergisi, Haber: İlaynur Şafak, 04.02.2014

DİYARBAKIR VALİLİĞİ'NDEN 'TARİHİ KİLİSE' AÇIKLAMASI

 

Diyarbakır Valiliği, 2007 yılında yapılan kazıda ortaya çıkarılan ve Koruma Kurulu tarafından 1'inci derecede tescilli yapı ilan edilen 1600 yıllık Roma mimarisine ait kilise müştemilatının bulunduğu alan üzerine Sultan Sasa Türbesi'nin yapıldığı haberinin doğru olmadığını savundu.

 

 

DHA'nın haberine göre, gazetelerde bugün çıkan haberler üzerine Valilikten yapılan yazılı açıklamada, söz konusu alanın Mazbut Sultan Sasaa Vakfı'na ait olduğu, Koruma Kurulu'nun 14 Aralık 2007 tarih ve 1366 sayılı kararıyla 1'nci derecede tescilli yapı olarak ilan edildiği belirtildi.

 

Aynı tarih ve aynı karar ile alanda konservasyon projesinin yapılması istendiği dile getirilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:

"Ortaya çıkan kalıntılar neticesinde, Koruma Kurulu 1'nci derece tescilli yapı olarak belirlediği taşınmazın 14.12.2007 tarih ve 1366 sayılı karar ile konservasyon projesinin hazırlanmasını istemiştir. Vakıf kütüklerinde, ilk İslam Valisi Sultan Sasa'ya izafe edilmiş olan bir cami ve türbeden bahsedilmekte olup, türbenin yerinin de 1926 yılına kadar 5 nolu parselde bulunduğu, daha sonra da bulunduğu yerden taşındığı bilinmektedir. Yapının hayrat olması sebebiyle de yapılacak imalatların eski fonksiyonuna ve değerine uygun olması restorasyon ilkelerinin gereği olduğundan, cami ve türbenin modern malzeme ile yeniden inşasına karar verilmiştir. Yapım tarihi ve banisi belli değilse de, halifeler dönemi ilk yapısının Sasa Camisi olduğu kaynaklarda belirtilmekte olup, günümüze ulaşan bir kilise varlığından bahsedilmemektedir. Bu nedenle eski bir kilise kalıntısına mescid inşasının yapıldığı iddiası doğru değildir."

Yapı, 04.02.2014

PASAPORTA'NIN TARİHİ BİNASI YENİLENİYOR

 

İzmir'de Gümrük, Karakol, Denizcilik işletmelerinin içinde bulunduğu tarihi Pasaport İskelesi binasında onarım çalışmaları başladı.

 

Bir yandan tarihi binanın bulunduğu bölgede kıyı tasarım projesi ile Birinci Kordon'a yeni bir kimlik kazandırılma çalışmaları devam ederken, diğer yandan da dış ve iş cepheleri yıpranan, her gün çok sayıda İzmirlinin işe gidip gelirken içinden geçtiği tarihi binada onarım çalışmaları İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılıyor. Son dönemdeki kötü görünümü İzmirliler'in tepkisini çeken tarihi bina, 2003 yılında da yapılan bir çalışmayla yenilenmişti.

Hürriyet, Haber: Mustafa Oğuz, 04.02.2014

PERİBACALARINA İNŞAAT MAHKEMELİK

 

 

Uçhisar beldesindeki inşaatlar Kapadokya’nın dokusunu tahrip ediyor. Araştırmacı-yazar  Mustafa Kaya, otel inşaatının bir kısmının birinci derecede doğal SİT alanına yapıldığını dile getirdi.

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Hakkan, bölgedeki inşaatlar sebebiyle Kapadokya’nın UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’nden çıkarılma ihtimalinin gündeme gelebileceğini söyledi.

UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’nde bulunan Kapadokya Milli Parkı, bölgede yapılan inşaatlar sebebiyle tarihi dokusunu kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. SİT alanı olmasına rağmen Koruma Kurulları’ndan bölgede otel ve bina yapımına izin verildi. Tarihi dokuyu tahrip eden yapılardan biri de iki yıl önce yapımına başlanan Arinna Lodge Otel. Nisan ayında açılması planlanan otelin inşaatı bitme aşamasına geldi.

 

Kapadokya’daki en büyük peribacası olarak kabul edilen Uçhisar Kalesi, UNESCO tarafından 1985 yılında hem doğal hem de kültürel miras listesine alındı. Bu sebeple bölgede yapılan küçük büyük her inşaat çevreye ve tarihe duyarlı kişi, kurum ve kuruluşlar tarafından yakından takip ediliyor. Uçhisar beldesi Tekeli Mahallesi’nde 2012 yılında bir butik otel inşaatı da başladığı andan itibaren dikkatleri üzerine çekti. Koray Edemen’in sahibi olduğu Neon Tours tarafından yapımına başlanan inşaat, Kapadokya Çevre Grubu adı altında toplanan çevreci sivil toplum kuruluşlarının protestolarıyla karşılaştı. Ankara Mimarlar Odası, İstanbul merkezli Çevre Hukuku Derneği gibi kuruluşlar, hatta muhalefet milletvekilleri protestolara destek vererek, Arinna Lodge Otel ve diğer inşaatların durdurulması için Nevşehir Valiliği ile birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı’na dilekçeyle başvurdu. Bununla yetinmeyen sivil toplum kuruluşları, inşaat için hukuki mücadele başlattı. Bölgede incelemelerde bulunan Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve Çevre Hukuku Derneği, Kayseri İdari Mahkemesi’nde dava açtı.

 

Kapadokya araştırmacısı yazar Mustafa Kaya, otel inşaatının bir kısmının birinci derecede doğal SİT’te yapıldığını dile getirdi. Kaya, yasaya aykırı olarak kayaların kesilerek oda yapıldığına dikkat çekti. Uçhisar Belediye Başkanı Osman Süslü ise otel inşaatının birkaç parsel üzerinde devam ettiğini, inşaata devam izni verildiğini dile getirdi. Süslü, sorun olan parsellerle ilgili ise raporun tamamlanmasını beklediklerini söyledi. Arinna Lodge Otel proje sorumlusu Sercan Soybaş da, “Gerek Kültür ve Turizm Bakanlığı gerekse Müzeler Genel Müdürlüğü’nden gelen ekipler, inşaatta herhangi bir sorun görmedi. ” dedi.

 

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Hakkan, Uçhisar beldesinde inşa edilen Arinna Lodge Otel SİT alanında olduğu için dava açtıklarını dile getirdi.  Hakkan, Kültür ve Turizm Bakanlığı müfettişlerinin  otel izni veren Koruma Kurulu ile ilgili bir rapor hazırladığını ve bu raporun kurul üyelerinin aleyhinde olduğunu açıkladı. Rapora rağmen mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı vermemesini eleştiren Hakkan, “Son yıllarda Kapadokya’da 8-10 katlı binalar yapılmaya başlandı. Tarihi ve tabii doku artık eskisi gibi görünmüyor.” diye konuştu.

Zaman, Haber: Murat Şişman - Muzaffer Salcıoğlu, 04.02.2014

KONYA'DA JANDARMADAN DEFİNE AVCISINA SUÇÜSTÜ

 

Konya'da dedektörle define aradığı iddia edilen kişi, jandarma tarafından yakalandı.

 

İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, merkez Selçuklu İlçesi'ne bağlı Çaltı Köyü'nde devriye görevi yaptığı sırada, arazide elinde detektörle dolaşan bir kişiyi fark etti. 

 

Yakalanan A.R.Y'nin ifadesinde, define değil, çivi aradığını söylediği iddia edildi. Şüpheliye, sorgusunun ardından işlem yapan ekipler, dedektöre el koydu.

Manşet Gazetesi, 04.02.2014

İSTANBUL'DAKİ HEYKELLERİN SIRLARI AÇIĞA ÇIKIYOR

 

 

1850’den günümüze İstanbul sınırlarında, kamusal mekandaki tüm sanat eserlerinin hikayesinin kaydını tutan Ferda Çağlayan; bu kapsamlı envanter çalışmasını yakında ‘İstanbul’un Heykelleri ve Duvar Resimleri’ başlığı altında dev bir kitapla görücüye çıkaracak.

 

Yıllar önce, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin Resim Bölümü’nde okumak için Sivas’ın Zara İlçesi'nden çıkıp İstanbul’a gelen 1964 doğumlu Ferda Çağlayan; henüz birinci sınıftayken hocası Hadi Bey’den Akdeniz Heykeli’nin hikayesini dinler. Hadi Bey, İlhan Koman’ın heykelini öyle güzel anlatır ki kasabadan gelen ve büstten başka heykel bilmeyen Çağlayan yerinde duramaz. Birkaç gün sonra kendini Zincirlikuyu’da Akdeniz Heykeli’nin başında bulur. Heykelin çevresinde epey zaman geçiren ve onu gerçekten çok seven Çağlayan için kıvılcım o gün çakar. Artık ne zaman sokağa çıksa gözü heykel arar.

 

Gözlemleri araştırmaya dönüştüğünde bir yandan öğretmenliğe devam ederken bir yandan da İstanbul’daki heykellerin geçmişini anlatan yazılar kaleme almaya çalışır Çağlayan. O sırada fark eder ki sokaktaki heykellere sahip çıkan bir kişi bile yok; her şey tamamen kaderine terk edilmiş... Derken elinden geldiğince, olduğu kadarıyla bir envanter çıkarmaya karar verir. En azından kimi belge ve bilgilere ulaşabileceğini düşünür. İşe belediyelere başvurarak başlar; yardım talep eder, en basitinden nerede ne var diye… Ama hiçbir belediyede bırakın envanteri, en ufak bir bilgi kırıntısına bile rastlamaz. Kelimenin tam anlamıyla hiçbir şey yoktur. En azından Taksim Anıtı ya da İstanbul’un ilk heykeli Sarayburnu Atatürk Heykeli gibi önemli yapıtlarla ilgili birtakım sözleşmeler, planlar, hesaplar bulabileceğini sanır ama gerçekten hiçbir şey yoktur. Çok şaşırır ve bu işe daha bir merakla sarılır. Çok sonra, efemera satan bir antikacıda Taksim Anıtı’nın orijinal metninin 6 bin liraya satıldığını görecektir.

 

‘HEYKELLERE HEYKELTIRAŞLAR BİLE SAHİP ÇIKMIYOR’

“Kimse önemsememiş ve her şey talan edilmişti. Gerçekten de artık birisi bir şey yapmalı, sahip çıkmalı, en azından var olanları kaydetmeli.” diyen Çağlayan, ‘neleri yitiriyoruz?’ sorusunun cevabını arıyor evet ama aslında niyeti, sanat eserlerini kaderlerine terk etmemek, duyarlılık geliştirmek, hatta sivil toplum kuruluşlarını harekete geçirmek… Çünkü Çağlayan’a göre Plastik Sanatlar Derneği ve Heykeltıraşlar Derneği gibi kurumlar maalesef hiçbir şey yapmıyor.

 

Zaman zaman bu derneklerle de iletişime geçen fakat hiçbir destek alamayan Çağlayan, bu işte tamamen yalnız olduğunu ve büyük bir inatla yola devam etmesi gerektiğini anlıyor ve öyle de yapıyor. Yine de “Gerçi” diyor, “belediyeler heykelleri yaptırıyor sonra da sahip çıkmıyor diye yakınıyoruz. Ama çoğu zaman heykelin sahibi heykeltıraşlar da sahip çıkmıyor onlara; imzalarını bile atmıyorlar. Ya asistanlarına yaptırdıkları için ya da heykeli sipariş üzerine ve benimsemeden yaptıklarından… Yani aslında heykeltıraşlar bile yeterince ilkeli davranmıyor bu konuda. Tabii onlar da hayatta kalma mücadelesi veriyor sonuçta. Ama ödün vermenin de bir sınırı olmalı. Aslında belediye tek bir kişiyi bile heykellerin bakımıyla görevlendirse sorunların bir kısmı çözülecek ama…”

 

Sadece bir kısmı elbette. Çünkü İstanbul’da tablo hiç de iç açıcı değil. Hatta yürek kaldırmayacak cinsten. Çağlayan’ın neredeyse 20 yılını verdiği araştırması; İstanbul’da sanat adına kamusal alanda neler olup bitmişse ve olup bitmeye devam ediyorsa hepsini belgesiyle, bilgisiyle, fotoğrafı ve hikayesiyle bir bir seriyor önümüze. İş Bankası Kültür Yayınları’ndan önümüzdeki günlerde çıkacak 500 sayfalık büyük boy kitapta; 1850’den günümüze İstanbul sınırları içinde kamusal mekanda ne olup bitmişse, hepsi yer alıyor. Osmanlı, bilhassa Abdülaziz dönemindeki anıtlardan Cumhuriyet tarihinin ilk figüratif heykellerine, belediyelerin açtığı yarışmalardan yine belediyelerin yerlerinden ettiği heykellere kadar. Bilmediğimiz o kadar çok hikaye, o kadar çok ayrıntı var ki... Hepsi ‘İstan-bul’un Heykelleri ve Duvar Resimleri’ isimli kitapta.

Zaman, Haber: Jülide Güngör, 04.02.2014

TARİHİ BİNA YANDI

 

 

Denizli’nin Buldan İlçesi'nde koruma altındaki Hatice Demirel Evi, yangın nedeniyle kullanılamaz hale geldi.

 

Buldan’ın Çaybaşı Mahallesi, Haydar Caddesi üzerinde, Buldan Devlet Hastanesi yanındaki vefat eden Hatice Demirel’e ait 150 yıllık, koruma altındaki tarihi evin çatısından saat 14.30'da dumanlar yükselmeye başladı. Buldan Belediyesi itfaiyesinin anında müdahalesi ile yangının yandaki evlere sıçraması önlenirken, Hatice Demirel Evi’nin çatısı tamamen yandı, içinde de önemli hasar meydana geldi. 

 

Hatice Demirel’in ölümünden sonra, içinde kimsenin oturmadığı evdeki yangının, elektrik kontağından çıktığı tahmin ediliyor.

 

Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 2000’li yılların başında korumaya alınan evde çıkan yangınla ilgili polisin başlattığı soruşturma devam ediyor.

Akşam 03.02.2014

1600 YILLIK KİLİSE KALINTISI ÜZERİNE MESCİT

 

 

Diyarbakır ’da Büyükşehir Belediyesi’nin Gazi Caddesi üzerinde düzenleme projesi kapsamında, mülkiyeti Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne ait olan 5 no’lu parsel, 2007 yılında nitelikli yapılar yapılması için Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce yıkılmak istendi. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Müze Müdürlüğü’nün söz konusu alanda kazı yapmasını istedi. 2007 yılının kasım ayında başlayan ve 20 gün süren kazılarda, 200 metrekarelik alanda 1600 yıllık Roma dönemine ait mimari bir yapı ortaya çıkarıldı.


Mimari yapının, tarihi Ulu Cami yapılmadan önce yerinde bulunan Martoma Kilisesi’nin ek binası olabileceği düşünülerek durum Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na rapor edildi ve rapor kurul tarafından onaylandı.

Uzun süre korumasız bırakıldı
Diyarbakır’da bazı çevrelerin söz konusu alanın Diyarbakır’ın ilk Müslüman Valisi Sahabe Sultan Sasa’nın türbesi olduğunu ileri sürmesi üzerine, dönemin Valisi Hüseyin Avni Mutlu Dicle Üniversitesi’nden görüş istedi. Üniversiteden gelen bilimsel görüşün de müze ile aynı paralelde olması sonucu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kazıda ortaya çıkan tarihi yapının korunması için söz konusu 5 no’lu parseli 1’inci derece arkeolojik sit alanı ilan etti. Kurul Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden alanda açığa çıkan yapıların belgelenip konservasyonlarının yapılarak korunması ve turizme kazandırılması için proje hazırlamasını istedi. Alanı korumak ile görevli Vakıflar Bölge Müdürlüğü uzun süre koruma tedbiri alamayınca, kazıda ortaya çıkan tarihi kalıntılar tahrip edildi. Çevredeki bazı esnaf ise gün ışığına çıkarılan 1600 yıllık tarihi yapının bulunduğu alanı çöple doldurdu.

Vakıflar diretti, kurul kararını değiştirdi
Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Sultan Sasa türbesi iddiasını dile getiren çevrelerin baskısı üzerine yeniden Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na başvurarak, SİT koruma alanı kararının değiştirilmesini istedi. Kurul, başvuru üzerine Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne kalıntıların konserve edilip koruma önlemlerinin alınması ve sergilenmesine imkan vermek şartı ile üzerinde türbe ve mescit yapılması onayını verdi.


Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Koruma Kurulu’ndan aldığı izin ile 1600 yıllık kilise müştemilatı üzerinde türbe ve mescit yapılması kararını alarak, Ocak 2013’te ihale yaptı. Mescidin yapımına başlanırken, alt kısımda çıkan tarihi kalıntıların korunmadığı, alttaki kalıntılar gözetilmeden demir kolonların, çıkan arkeolojik kalıntılar üzerine veya içine yerleştirildiği ve üzerinin demir kolonlar ile kapatıldığı görüldü.

‘Ulu Cami’nin yanında mescide mi ihtiyaç var?’
Diyarbakır Mimarlar Odası Başkanı Necati Pirinççioğlu, yapılan kazılarda ortaya çıkan tarihi kalıntıların kilise müştemilatı olduğunu, bu nedenle koruma kurulunun önce alanı 1’inci derece sit alanı olarak tescillediğini belirterek şunları söyledi:
“Ancak, bazı çevreler ve vakıflar, ortaya çıkan kalıntıların bilinçli olarak tahrip edilmesine koruma tedbiri almayarak göz yumdular. Sultan Sasa Türbesi bu bölgeden 1925 yılında taşınmış. Biz cami ve mescit yapılmasına karşı değiliz. Dünyada 5’inci Haremi Şerif olarak kabul edilen Ulu Cami’nin hemen yanı başında mescide mi ihtiyaç var ki tarihi kalıntıların üzerine mescit yapıyorlar. Bazı çevreler, ulusal ve uluslararası alanda çok dilli, çok inançlı ve çok kültürlü olan bu kentin kimliğini değiştirmek için algı kampanyaları yürütüyor. Bu doğru bir anlayış değildir. Tarihi yapılarımızı korumamız gerekiyor.”

‘Türbe kalıntısı yok ama kayıtlarda orası türbe’
Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürü Metin Evsen ise vakıfların kayıtlarında söz konusu yerin Sultan Sasa Türbesi ve mescidi olarak göründüğünü, ancak kazı yapılırken bir türbe kalıntısına rastlanmadığını belirtti. Evsen, “Bizim orada yaptığımız mescit ve temsili türbe inşaatı Koruma Kurulu’nun kararına göre yapılmaktadır. Alt kısımda çıkan kalıntılar korunacak, zemin cam ile kapatılacak ve üstte namaz kılan biri alttaki kalıntıları rahatlıkla görebilecek. Alt kısmın ışıklandırması da yapılacak. İsteyen kişi mescidin altına inerek o tarihi kalıntıları görebilecektir” dedi.
 

Sultan Sasa kimdir?

Diyarbakır, İslam’ın efsane komutanlarından Halid bin Velid tarafından 639 yılında fethedilirken yaralanan sahabe Sultan Sasa kente ilk Müslüman vali olarak atandı. 2 ay sonra Sahabe Sultan Sasa vefat edince, bugünkü Hasan Paşa Hanı karşısında bulunan Küçük Cami avlusuna defnedildi. 1925 yılında dönemin Belediye Başkanı Nazım Önen tarafından yıktırılan caminin yerine park yapıldı. Sultan Sasa’nın türbesi de Yenişehir semtinde bulunan ve bugün imara açıldığı için üstüne konutlar yapılan Rızvanağa Mezarlığı’na taşındı. Bazı tarihi kaynaklarda ise Sultan Sasa Türbesi’nin 1925 yılında Gazi Caddesi’nin genişletilmesi esnasında, bugünkü cadde sınırlarında kaldığı için yıkıldığı belirtiliyor. 5 no’lu parselde 2007 yılında yapılan kazılarda da bu alanda herhangi bir türbe kalıntısına rastlanmamıştı.

Mortoma Kilisesi
Hıristiyanlığın kabul edilmesinden önce, puta tapanların kullandığı bir mabet olarak inşa edilen Martoma Kilisesi’nin ilk yapılış tarihi bilinmemekte. Hıristiyanlığın resmi bir din olmasından sonra birtakım eklemelerle yapılan yapı Martoma Kilise olarak kullanılmaya başlanmış. 639 yılında Diyarbakır’ın İslam orduları tarafından fethedilmesi ile camiye çevrilen kilisenin yerinde bugün dünyanın 5’inci Haremi Şerifi kabul edilen Ulu Cami bulunuyor.

Radikal, 03.02.2014

ANADOLU'NUN İLK CAMİSİ TURİZME KAZANDIRILACAK

 

 

Hatay’da eski bir tapınağın yerine 636 yılında yapılan Anadolu’nun ilk camisi Habib-i Neccar Camii için Vakıflar Genel Müdürlüğü özel bir proje alanı geliştirdi. Yapılacak restorasyonun ardından alan, Türkiye’nin önemli turizm destinasyonlarından biri haline getirilecek. Vakıflar Genel Müdürlüğü, kültür varlıklarının restorasyonlarının gerçekleştirilmesi için bu yıl kesenin ağzını açtı ve 193 milyon TL’lik rekor bir kaynak ayırdı. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından bu ayın sonunda düzenlenecek restorasyon ihalesinin ardından bir zamanlar kilise olarak da kullanılan cami için özel bir proje alanı oluşturulacak. Alandaki 6 konak, bahçe ve caminin dış bölümleri restore edilecek. Yeşillendirme çalışmaları da yapılarak bölgenin çevresiyle birlikte cazibe merkezi olması sağlanacak. Açık teklif yöntemi sonucu ihaleyi alan firma, restorasyonu 1.5 yıl içerisinde tamamlayacak. Restorasyonun bitmesiyle bölge Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca Türkiye’nin önemli turizm destinasyonları arasında gösterilecek.

HABİB-İ NECCAR’IN TÜRBESİ
Habib-i Neccar Camii, Hz. Ömer’in komutanlarından Ebu Ubeyde Bin Cerrah tarafından 636 yılında inşa edildi. Hz. İsa’nın havarilerine ilk inanan Habib-i Neccar, Kuran-ı Kerim’in Yasin Suresi’nde övülen bir şehit olarak biliniyor. Habib-i Neccar’ın türbesi de caminin içinde yer alıyor. Hz. İsa tarafından Antakya’ya gönderilen elçiler Yuhanna, Pavlos ve Şemun Safa’nın mezarları da caminin içinde yer alıyor. Caminin iç restorasyonu, 2007’de tamamlanmış ve yeniden ibadete açılmıştı.

Habertürk, Haber: Aykan Çufaoğlu, 02.02.2014

JALE İNAN 100 YAŞINA GİRDİ

 

 

1 Şubat 1914’te İstanbul ’da doğan Prof.Dr. Jale İnan, ülkemiz arkeolojisinde eğitim, araştırma, kazı, yayın, müze kurma, restorasyon projeleri, eski eser kaçakçılığı ile mücadele alanlarında verdiği unutulmaz hizmetlerle tanınan, yurtiçinde ve dışında Türk arkeolojisinin ‘Saygın Hanımefendisi’ olarak tanınmış değerli bir bilim kadınımızdır.


1934’te arkeoloji eğitimi için Alexander von Humbolt’un ilk bursiyerlerinden biri olarak Berlin’e giden Jale İnan bir yıl sonra Türk devletinin bursunu alarak 1943 yılında Roma Sikkeleri Üzerinde teziyle ünlü bilimadamı Gerhard Rodenwalt’ın yanında doktorasını tamamlamıştır. 1944 yılında Yüksek Mühendis Mektebi öğretim üyelerinden Mustafa İnan ile evlenmiş, 1945’te oğlu Hüseyin İnan dünyaya gelmiştir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde, 1946 yılında eğitime başlayan Klasik Arkeoloji Kürsüsü’nün kuruluşu sırasında Arif Müfid Mansel ile birlikte büyük emekleri geçmiş, aynı yıl başlayan Perge ve Side antik kentleri kazılarına katılmış, daha sonra geldiği kürsü başkanlığını da emekli oluncaya kadar sürdürmüştür. 1970-1972 yılları arasında Burdur’un 60 km güneydoğusunda Bucak İlçesi'ne bağlı Çamlık Köyü yakınındaki Kremna antik kentinde ve 1972-1979 yılları arasında Antalya-Manavgat İlçesi sınırları içerisinde yer alan Lyrbe-Seleukeia antik kentinde başarılı kurtarma kazıları yapmıştır. Bu arada Side’deki bir antik hamamın müze binası olarak onarılması ve hizmete girmesini sağlamıştır. 1981-1990 yıllarında Side’de Apollon Tapınağı’nda yürüttüğü onarım çalışmaları ile de Türkiye arkeolojisine önemli bir restorasyon uygulaması kazandırmıştır.


1967 yılında Amerika’da, bir grup halinde göz kamaştıran kalitede büyük tunç antik heykeller grubu ortaya çıktığında, bu heykellerin Anadolu’nun güneybatısında yapılan kaçak bir kazıdan çıktığı ancak buluntu yerinin kesin bilinmediği öne sürülmüştür. Prof.Dr. Jale İnan 1973 yılından itibaren konuyla yakından ilgilenmiş ve bu heykellerin buluntu yerinin Burdur ili, Gölhisar İlçesi'ne bağlı İbecik Köyü’nün yakınında yer alan Boubon kenti olduğunu 1990 yılında bu ören yerinde yaptığı kazılarla ispat etmiş ve heykellerin yer aldığı Sebasteion’u gün ışığına çıkarmıştır. 1985-1992’de Perge Tiyatrosu’nda yaptığı kazılarda meslek hayatının en görkemli heykeltıraşlık buluntularını ve kabartmaları gün ışığına çıkartmıştır. Özellikle bulduğu Hera, Herakles, Hypnos, Büyük İskender, Khitonlu Büyük İskender, Zırhlı Hadrianus, Çıplak Trianus, Zırhlı Trianus heykelleri ve Herakles büstü bugün Antalya Müzesi’nin en seçkin eserleri arasında yer almaktadır.


Jale İnan, öğrenciliğinden itibaren heykeltıraşlık sanatına büyük ilgi duymuş bu konuda önemli boşluğu dolduran İngilizce, Almanca ve Türkçe kitaplara imza atmıştır. Uzun bilimsel yaşamında titizlikle topladığı kitaplarının önemli bölümünü sağlığında Antalya Müzesi’ne hibe eden Jale İnan, böylece Antalya Müzesi’nde çalışacak meslektaşlarının, bu kitaplardan yararlanmasını sağlamıştır. Doğumunun 100. yıldönümünde anısını sevgi, saygı ve minnetle anıyoruz.

Radikal, Yazı: Nezih Başgelen, 02.02.2014

 

Ünlü mimar Emin Necip Uzman’ın 1945-47 arasında tasarladığı Sadıklar Apartmanı’nı satın alan inşaat firması, tescilli binayı depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle Afet Yasası kapsamında yıkmayı planlıyor. Şişli Halaskargazi Caddesi’nde Cumhuriyet dönemi konut mimarisinin önemli örneklerinden Sadıklar Apartmanı’nı geçen sene satın alan Özkök Şişli Proje İnşaat firması, kiracıların su ve doğalgazını keserek binayı 60 gün içinde tahliye etmelerini talep etti. 

Mimarlar binayı sahiplendi
Kiracıların çoğu binayı terk etti. Teğet Mimarlık ekibiyse binanın yıkılmasını engellemek için ofislerinden çıkmıyor. Teğet Mimarlık’ın ortaklarından Mimar Ertuğ Uçar, apartmanın 2012’deki başvuruları sayesinde ‘korunması gerekli kültür varlığı’ olarak tescillendiğini anlatarak “Kolayca güçlendirilebilecek bu değerli binanın yıkılmasının doğru olmadığını düşünüyoruz ve korunması için ofisimizi terk etmeyerek direniyoruz” dedi.


Mimarlar, sözleşmelerinin 2015 ortasına kadar devam etmesine rağmen üç hafta boyunca doğalgazı keserek kendilerini tahliyeye zorlayan Özkök Şişli Proje İnşaat firması aleyhinde de suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusunda tüm aidatların ödenmesine rağmen doğalgaz ve suyun kışın en soğuk günlerinde kesildiğini belirten mimarlar, ayrıca Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na da bir dilekçe yollayarak binanın depreme dayanıksız olmadığı halde kiracıları kolayca tahliye etmek için Afet Kanunu’na dahil edilmeye çalışıldığını öne sürdü. 

‘Şişli’nin tarihi dokusu kayboluyor’
Binanın tescillenmesinde emeği geçen İTÜ Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yıldız Salman ise “1950’lerin hızla gelişen bir bölgesinde yap-sat zihniyeti ile inşa edilmemiş nitelikli bir binadır ve İstanbul konut tarihinin önemli bir örneğidir. Ne yazık ki modern yapılar toplum nezdinde sıradan yapı olarak algılanıyor, hatta betonarme oluşları nedeniyle meslek insanları da ‘yıkar aynısını yaparız’ diye düşünüyor. Bu gibi betonarme kültür varlığı yapılar için Afet Yasası büyük bir tehdit” dedi.


Mimar Ertuğ Uçar da Şişli’deki tarihi kent dokusunun yıllar içinde kaybolduğuna dikkat çekti: “Ofiste bulunduğumuz sekiz senede civarda az bakımla ayağa kaldırılabilecek birçok apartman yıkıldı. Şişli’nin özgün dokusunu oluşturan yapılar bir bir çirkin otellere dönüşüyor, zamanın ince apartmanlarının yerine pasta binalar geliyor.”


Şişli Belediyesi’nden İmar ve Şehircilik Müdürlüğü yetkilileri “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı binaya riskli raporu vermiş ama tescil edildiği için yıkılması söz konusu değil, güçlendirilmesi gerekiyor” dedi. Özkök Şişli Proje İnşaat firması ise Radikal’in sorularına cevap vermedi.

“Afet Yasası kiracı hakkını sıfırlıyor”
Mimar Ertuğ Uçar, kısaca ‘Afet Yasası’ adıyla anılan ‘6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un kiracıların yasal haklarını ‘sıfırlamak’ için kullanıldığını belirtti. Uçar, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu uyduruk deprem raporlarına dayanarak firmanın yıkım başvurusunu kabul ederse bizim kira sözleşmemiz 10 yıllık bile olsa geçersiz oluyor ve 60 gün içerisinde kapı dışarı ediliyoruz” diye konuştu.

Radikal, Haber: Elif İnce, 02.02.2014

AKM'Yİ (BU DEFA) NASIL YAKMALI?*

 

Taksim’e kışla yapılamadı ama şehrin en önemli kültür yapısı, AKM Gezi direnişinden sonra polis karargahına çevrildi. Basında konuyla ilgili çıkan haberlerde Kültür Sanat Emekçileri Sendikası’nın (Kültür Sanat-Sen) “Bakanlığın onarım süreci ile ilgili suç işlediğini ve görevini kötüye kullandığını gerekçe göstererek suç duyurusunda bulunacağı” yer alıyor. 2008 yılından beri terk edilmiş duran yapının meydana bakan cephesindeki bir panoda “kültür ve sanat dünyasına yeniden kazandırılmak üzere Sabancı Holding’in katkıları ile restore edildiği” bilgisi yer alıyor. 

 

Yapım süreci 1946’da başlayan, 1970’lere doğru tamamlandığında şaibeli bir yangınla kül olan, 1977’de tekrar inşa edilen Atatürk Kültür Merkezi (AKM) Cumhuriyet tarihinin herhalde en tartışmalı yapısı. İlk adıyla “Opera”nın adımları Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra epey bir gecikmeyle, 1940’lara doğru başladı. Tanınmış bir Fransız mimar Auguste Perret’nin hazırladığı bir projeyle. İnşaat ise ancak 1946’da, savaşın ertesinde başlayabildi ve ancak 1969’da bitirilebildi. Bu arada “Opera” “Kültür Sarayı” oldu, inşaat biter bitmez 1970’te arkasında bir dolu soru işareti bırakan bir yangınla kül oldu. Ancak devletin kültür eliti bu işten vazgeçmedi.

 

İlk tasarımı yapan mimar Hayati Tabanlıoğlu, yangından sonraki projeyi de üstlendi. Yapı yedi yılda yeniden inşa edildi ve 1978’de tekrar açıldı. Bu defa adı “Atatürk Kültür Merkezi” (AKM) olmuştu. İstanbul’a bir opera binasının yapılmasının arkasında devletin topluma “Batılı bir kültür ekseni” kazandırma fikri vardı. Modernleşme sürecinin başından beri opera, bale, senfonik müzik, heykel, resim gibi uğraşlar gündeme devlet eliti tarafından getirilmişti. (Zaten piyasa ortamında bu “yüksek sanat”ın gelişmesi mümkün değildi.) Gezi içindeki spor tesisleri, rekreasyon alanları, tiyatrolar, çok amaçlı salonlar, sergi alanları ile Avrupa başkentlerindeki şehir parklarına bir örnek oluşturacak, şehrin yeni meydanının, Taksim’in simgesi ise bir kültür yapısı olacaktı. 

 

Avrupa’daki benzerlerinden hiç aşağı kalmayan mimari özelliklere ve altyapıya sahip olan bu modern yapı 2007 yılında Koruma Kurulu tarafından “1. derece kültür varlığı” olarak tescil edildi. 2008 yılında ise daha ortada bir proje olmadan, nedeni anlaşılmayan bir kararla kapılarını kapattı. AKM güya restore edilecekti. 2009 yılında büyük güçlüklerle, yapıyı tasarlayan Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu mimar Murat Tabanlıoğlu tarafından (gönüllü olarak) bir yenileme projesi hazırlandı. Ancak tam uygulamaya girişilecek iken mahkeme projeyi durdurdu. Sonunda AKM yenileme projesi içinden çıkılamaz bir hal kazandı ve ne olacağı konusunda bir muamma oluştu. AKM’nin hikayesinde belli ki yüklü bir bagaj var. Bir tür bilinçaltına itilmiş bir konu, bir türlü bilinç üstüne çıkartılamıyor. Bu tür konuların açıkça konuşulamaması aynı zamanda bir acze de işaret ediyor: İktidar için AKM, Cumhuriyet’in Batılı değerleri benimseyen bir simgesi. İktidarın şehirde gerçekleştirdiği “ihya” ve cami yapımı projelerini sürdürürken, bir taraftan da örtük bir biçimde başta AKM olmak üzere, modern yapılara karşı da bir tavır aldığı söylenebilir.

 

İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti adayı olduğu süreçte gönüllüler tarafından başvuru dosyası hazırlanırken, AKM tartışmalarının ayrı bir yeri var. Resmi tarafın görüşü “AKM problemli bir konu, onu başvuru dosyasının dışında bırakın” şeklinde özetlenebilirdi. STK temsilcileri ise “Kültür Başkenti olacak bir şehirde en önemli kültür yapısı onarılmayacak da ne yapılacak” diye ısrar ediliyorlardı. Kamu tarafı ise STK’ları, oluşan sivil inisiyatifi ikna etmek için “AKM’nin neresini beğeniyorsunuz, neden yıkılmasını istemiyorsunuz? Yıkılsın, sonra sizin istediğiniz gibi bir proje için yarışma, ne istiyorsanız yaparız” diyorlardı. Oysa İstanbul’un Kültür Başkenti seçildiği 2010 yılından önce sivil bir inisiyatifin girişimiyle bağımsız bir kurul oluşturulmuş ve içinde son derece deneyimli uzmanlar ve mimarlar gönüllü olarak çalışmaya başlamıştı. Bu süreçte AKM’nin sahne sistemleri, salonlarının mimari özellikleri açısından dünya standartlarındaki en iyi yapılardan biri olduğu ortaya çıkmıştı. 

 

Proje konusunda uluslararası deneyimlere sahip mimarların, uzmanların ve mühendislerin çalışmaları sonucunda bir “mucize” gerçekleşti: Kamu tarafı sayısız toplantılar, çalıştaylar, konferanslar düzenlenerek, uzun tartışmalar sonucunda ikna edildi. İktidar ısrarla yıkmak istediği yapının onarımına para ayırdı. Başbakan ikna edildi. Yapının enerji etkin hale getirilmesi, elektromekanik sistemlerinin güncellenmesi, statik açıdan güçlendirilmesi için şimdiye kadar bir kamu yapısının görüp, görebileceği en iyi restorasyon projesi hazırlandı. Proje için uzmanlar, mimarlar, kültür yöneticileri, sanatçılarla yüzlerce toplantı yapıldı. Bunların hiçbirini kamunun bildik karar alma ve ihale sistemi ile gerçekleştirmek mümkün değildi. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın “aman projeyi engellemesinler, üzerindeki restoran bölümünü çıkarın” ricası ile, AKM’yi geceleri de açık tutacak, kullanım biçimine ve sosyalleşmesine katkıda bulunacak bu işlev de projeden çıkarıldı. Ancak bakanlığın hazırladığı eski avan projeye göre hazırlanan bilirkişi raporuyla karar veren mahkeme, uygulama aşamasındaki projeyi iptal etti. Bunun üzerine Başbakan rahatladı, bir bakıma üzerindeki baskı kalkmış oldu ve “istemiyorlarsa yapmayın” talimatını verdi. Tekrar başa dönüldü. Sonuçta bunca emek boşa gitti, yeni bir deneyim yaşama fırsatı da bastırılmış oldu. 

 

Şimdi binanın hali içler acısı. Sanki planlı bir biçimde AKM’nin yıpranması ve sonra da yıkılması hedefleniyor. Çok açık ki sorun AKM’nin onarım için kaynak bulmak, ya da bir uygulama projesinin olmaması değil. Sivil girişimin de bu süreçte bertaraf edilmesi. Yoksa bir savaş uçağı için milyarlar ayıran devlet bunun onda biri kadar bir kaynağı neden şehrin en değerli kültür yapısına ayırmasın?


(*) Başlıkta 10. İstanbul Bienali’nin küratörü Hou Hanru’dan esinlendim. Hanru bu bienalde neoklasik kamu alanlarının günümüzde yaşadığı çelişkiye dikkat çekmek için kaleme aldığı yazıya bu kışkırtıcı başlığı koymuştu.

Taraf, Yazı: Korhan Gümüş, 02.02.2014

MÜZEDE BİR GECE

 

 

Hitit krallarının 7 bin yıllık heykelleri, Hititler döneminde kullanılan eşyaların da aralarında bulunduğu yüzlerce tarihi eser... Çorum'un en eski ve en ihtişamlı binasında hizmet veren Çorum Müzesi, nadide eserlere ev sahipliği yapmakla kalmıyor gençlere hayatları boyunca unutamayacakları bir deneyim yaşatıyor. Türkiye'nin ilk ve tek yatılı müzesinde bir gece geçirmek üzere gelen öğrencileri, kapıda Sanat Tarihçisi ve Müze Uzmanı Sümeyra Şengül ile yardımcısı Hititolog Meral Yılmaz karşılıyor. Önce yatakhaneye geçip eşyalarını bırakan gençler artık müze turuna hazır. Biraz merak biraz da çekingenlikle etrafı inceleyen öğrencileri bekleyen ilk sürpriz müzenin zemin katında sergilenen kral mezarı oluyor. Krallarına aynı zamanda 'Tanrı' unvanı da veren Hititler'in dini ritüellerinin bire bir kopya edildiği, ortada cenin pozisyonunda yatan bir iskeletin bulunduğu alan tüyler ürpertici. Ama kimse bozuntuya vermiyor. Yapılan şakalarla ortam yumuşatılmaya çalışılıyor.

ÇİVİYLE YAZI YAZMAK
2011'den bu yana binden fazla öğrencinin deneyimlediği bu sıra dışı müze etkinliğinin en önemli parçası düzenlenen atölyeler. Müze gezisinin ardından atölyeye alınan öğrenciler, yaş gruplarına göre çeşitli görsel sanat çalışmaları yapıyor. 12 tanrı figürü, Hititler'in vazgeçilmez simgesi olarak camlara işlenip boyanırken, bazı öğrenciler yine cam üzerine Çorum Müzesi'nin binasını çizmeyi tercih ediyor. Bir yandan da orijinallerine bakılarak Hitit takıları tasarlanıyor. Atölye çalışmasında öğrencilerin en çok ilgisini çeken ise Hitit alfabesi ile hazırlanan kil tabletler oluyor. Hititolog Meral Yılmaz'dan isimlerinin Hititçe'ye çevrilmiş halini öğrenen öğrenciler, bu isimleri çivi yazısıyla kil tabletlere işliyor. Eller biraz çamura bulansa da, ortaya çıkan eserler, hepsini fazlasıyla memnun ediyor. Atölye çalışmasından sonra ise binlerce yıl önce dev bir medeniyet kuran Hititler'in yaşam standartlarını anlatan zaman tüneli yolculuğu başlıyor. Müzedeki topraktan inşa edilmiş Hitit evine konuk olan öğrenciler, yine topraktan yapılmış sedirlere oturarak, aynı Hititliler gibi buğday ezmeyi uygulamalı olarak öğreniyor.

UNUTULMAZ GECE BAŞLIYOR
Akşam olup, atölye ve gezi çalışmalarını tamamlayan öğrenciler, 'iyi geceler' dileyen müze görevlilerinin binadan ayrılmasıyla, tarihin izlerini taşıyan müzede bir başlarına kalıyorlar. Akşam yemeğinden sonra yatakhaneye geçen öğrenciler, bir yandan ailelerinden ayrı kalmanın heyecanını yaşarken bir yandan da artık bir parçası oldukları tarihi zenginliklerin kritiğini yapıyor. Kimi zaman sessizliğe bürünen yatakhanede, tüm kulaklar zihinlerde canlanan iskeletlerin ve kral heykellerinin sesini duyma endişesiyle dikkat kesiliyor. Muzip bir öğrencinin bağırtısıyla önce çığlıklar, sonra da kahkahaların yankılandığı duvarlar, gençlerin seslerini binlerce yıl öncesinden günümüze gelen tarihi eserlerin en ücra köşelerine kadar iletiyor. Sabah ise "Günaydın" diyen müze görevlilerinin sesiyle, tüm karanlık hayaller bir anda aydınlanıveriyor. Binlerce yıllık bir medeniyetin izlerinde koşuşan öğrenciler, yaşadıkları zamana dönmenin mutluluğu ile kahvaltılarını yapıp müzeden ayrılıyor.

Sabah, Haber: Erol Taşkan, 02.02.2014

'BEY SARAYI' KAPISININ RUSYA'DAN GETİRİLECEĞİ GÜNÜ BEKLİYOR

 

Osmanlı padişahlarından 1. Murad tarafından inşa ettirilen, "Fatih Sultan Mehmed'in doğduğu yer" olduğu sanılan ve sadece tek duvarı ayakta kalan Bursa'daki "Bey Sarayı"nın tüm bölümleriyle ortaya çıkarılması ve Rusya'nın Saint Petersburg kentinde bulunduğu ileri sürülen kapısının getirilmesi bekleniyor.

 

 

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Sezai Sevim, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1. Murad'ın tahta çıktıktan bir süre sonra Bursa'da saray inşa ettirdiğini söyledi.

 

Yıldırım Bayezid'in düğününün bu sarayda yapıldığını belirten Sevim, söz konusu mekanın, Tophane mevkisinde günümüzde orduevi olarak kullanılan alandaki Bey Sarayı olduğunu anlattı.

 

Osmanlı sultanlarının, Bey Sarayı'nda bazı ekleme ve onarımlar yaptırdığını, Osmanlı Devleti'nin son yıllarına kadar bu yapının kısmen ayakta olduğunu ancak 1855 senesindeki depreminde yıkıldığını dile getiren Sevim, "Cumhuriyet döneminde, Bursa'daki askeri yönetim birimleri burasının orduevi olarak kullanmaya karar vermiş. Bugün sarayın bahçe duvarlarının nereden geçtiğini, nereye kadar uzandığını bildiğimiz bu alanı, yeni binalar inşa ederek kullanmaya başlamışlar. Sarayın temellerinin çok büyük bir kısmı ortadan kalkmış vaziyette" dedi.

 

- "Başkentliği anlatmanın yolu saraydan geçiyor"

Bursa'nın en önemli özelliklerinden birinin, Osmanlı Devleti'ne başkentlik yapması olduğunu vurgulayan Sevim, bu payitahtlığı anlatabilmek için sarayın önemine değindi.

 

Bey Sarayı'nı ayağa kaldırılıp restore etmeden Bursa'nın başkentliğini anlatmanın kolay olmadığına dikkati çeken Sevim, şöyle devam etti:

"Bazı Batılı yazarlar, Osmanlı'yı, devlet tecrübesi, yönetimi bilgisi olmayan kişilerin yönettiği bir devlet olarak göstermeye çalışır. İstanbul'un fethiyle Bizans Devleti'ne ait sarayı gören Osmanlı Devleti'nin, büyük bir devletin sarayı olması gerektiğini anlayarak Topkapı Sarayı'nı yaptırdığını söylerler. Osmanlı Devleti'nin daha önce de saray inşa ettirdiği bilgisine vakıf olmamıza rağmen bu iddialar karşısında gösterebileceğimiz saray yok. Bu boşluğu gidermek de Bursa'daki Bey Sarayı'nın ayağa kaldırılmasıyla olur."

 

- "Timur'un oğlu Cihangir, sarayın kapısını Kütahya'ya götürdü" iddiası

Sevim, İstanbul'un fethinden önce sultanların, Bursa'da ya da Edirne'de doğduğunu dile getirdi.

Bursa'nın, hanedanın çoğunlukla hayatını sürdürdüğü bir şehir olduğunu söyleyen Sevim, Fatih Sultan Mehmed'in de Bey Sarayı'nda doğmuş olabileceğini aktardı.

 

Bazı kaynaklarda, Bursa'nın Muradiye semtinde "Fatih'in doğduğu ev olarak" tarif edilen bir bina bulunduğunu ancak bu bilginin doğru olmadığını anlatan Sevim, şunları kaydetti:

"Kaynaklarda, Yıldırım Bayezid'in Ankara Savaşı'nda yenilmesiyle Timur'un oğlu Cihangir'in Bursa'ya geldiği, Bey Sarayı'nı talan ettiği ve birçok şeyi alıp Kütahya'ya götürdüğü anlatılır.

Bursa'daki sarayın kapısı da bu sırada götürülmüş olabilir. Bununla ilgili Mustafa Armağan, Saint Petersburg'da bir saray kapısı gördüğünü anlatıyor. Kapının Kütahya'dan Semerkand'a götürüldüğü anlaşılıyor. Bu dönemde İspanyol Seyyah Clavio, Timur'un otağının kapısında ahşap bir kapı görüyor. Gelenekte, otağın kapısı ahşap olmaz, keçeyle kapanır. Clavio'nun anlattığı kapı, Bey Sarayı'nın kapısıdır. Saint Petersburg'daki bu kapının delillendirilmesi, belgelendirilmesi ve Bey Sarayı ayağa kaldırılırken buraya getirilmesi, aksi halde aynısının yeniden yapılması gerekir."

Bursa'da Bugün, 01.02.2014

ROMA HAMAMINA TALİP BULUNAMIYOR

 

Tokat'ın Niksar İlçesi'nde Roma döneminden kalan hamama, sahibi, 9 yıldır kiracı arıyor.

 

Çepnibey Mahallesi'ndeki 2 katlı bir evin altında bulunan ve Roma döneminde kral kızlarının kullandığı tahmin edilen hamam, 2005 yılından bu yana kiracı bulunamadığı için işletilemiyor.

Mülkiyeti, bir süre önce vefat eden Cemil Araslar'a ait olan hamam, mimari yapısıyla dikkati çekiyor. 

Akşam, 01.02.2014

ÇİN MALI AMA 84 MİLYON DOLAR

 

 

Çin malı denince akla taklit telefonlar, çakma markalar ve ucuz kalitesiz ürünler gelir. Fakat bundan yüzyıllar önce Çin Hanedanı üyelerinin kullandıkları porselen eşyalar paha biçilemezdi. Çinli soylular en pahalı vazolarını evinde sergiler, milyon dolarlık porselen fincanlarında çaylarını içerdi.

 

İŞTE GÜNÜMÜZDEKİ EN PAHALI PORSELENLER:

 

 
Joseon porseleni: 1.2 milyon dolar
Adını 1397 ve 1910 yılları arasında Kore Yarımadasını yöneten hanedandan alan bu porselenler, diğerlerinin aksine boyasız bir şekilde bembeyaz üretilirdi. 15. yüzyılda tüm Çin'de çok moda olan bu porselenlerden nadir bulunanı günümüzde 1.2 milyon dolara alıcı bulmakta.

 

 
Kan kırmızısı porselen: 9.5 milyon dolar
Çin kültüründe kırmızı rengi her zaman neşeyi ve mutluluğu simgeler. Bu yüzden Çinliler kan kırmızısı porselenlere oldukça değer verirler. İlk defa 10. yüzyılda Tang Hanedanı sırasında ortaya çıkan kan kırmızısı porselenler, sır tekniklerin gelişmesiyle Qing Hanedanı sırasında daha güzel ve parlak hale geldi. 2 lotuslu kan kırmızısı porselen geçtiğimiz günlerde bir açık arttırmada 9.5 milyon dolara satıldı.

 

 
Jihong porseleni: 10 milyon dolar
Kan kırmızısı porselenler için yapılan sır tekniği yeni bir porselen türünün doğmasına neden oldu. Ming Hanedanlığı sırasına genelde kurban ayinleridne kullanılan bu porselenlerden geriye kalan bakırla kırmızı renkli sırlanmış bir tanesi 2006'da 10 milyon dolara alıcı buldu. "Kurban kırmızısı" anlamına gelen Jihong porseleninin yapım tekniği zaman içinde unutuldu. Günümüzde bu porselenden tekrar üretilmeye kalkılsa da bire bir aynısı yapılamamaktadır.

 

 
Mavi ve Beyaz porselen: 21.6 milyon dolar
Kobalt Mavisi porselenin geçmişi 9. yüzyılda Çin'in Henan bölgesine kadar gider. Çin tarihi boyunca oldukça ünlü olan mavi beyaz porselenler, kobalt oksitlerin sırlanmasıyla yapılır ve altının 2 katı kadar değerli ürünlerdir. Hong Kong'da 21.4 milyon dolara satılan bu resimde gördüğünüz poreselen, 500 sene eskiye dayanan Ming hanedanlığının başlangıcından beri satılan en pahalı mavi beyaz porselendir.

 

 
Qing Hanedanlığı porseleni: 84 milyon dolar
İşte tarihin en pahalı porselenleri! Yapımında Çin kili ve Çin taşı da bulunan bu porselen çeşidi en parlak görünümlü porselen olarak biliniyor. Yapımında sert çamur kullanılan porselenler özenle ve ince iş isteyen bir işçilik sonucu üretiliyor. 17. yüzyılda üretilen ve Qing hanedanlığının en nadide eserleri olarak sayılan bu porselenlerden bir tanesi en pahalı porselen olma rekorunu 84 milyon dolara alıcı bularak kırdı.

Habertürk, 01.02.2014

'TÜRK KOSTÜMLÜ KADIN'A 70 MİLYON

 

Dünyaca ünlü İspanyol ressam Pablo Picasso’nun ‘Sandalyede oturan Türk kostümlü kadın (Femme au costume turc dans un fauteuil)’ tablosu Londra'da gerçekleştirilecek müzayedede alıcısını bulacak.

 

Usta sanatçının en önemli eserleri arasında yer alan çalışma için yakında düzenlenecek açık artırma öncesi biçilen değer ise 31 milyon dolar (70 milyon TL). Picasso’nun eşi Jacqueline Roque’u bir cariye gibi resmettiği tablo, 55 yıldır İsviçreli bir sanatseverin koleksiyonundaydı.

Akşam, 01.02.2014

RUMLAR KİLİSELERİNİ DEVLETTEN İSTEDİ

 

 

Rum cemaati, Türk Ortodoks Patrikhanesi’ne verilen üç kilise ve kiliselere ait mal varlıklarını geri istiyor. Türk Ortodoks Patrikhanesi, 1924 ve 1965 yıllarında akarlarıyla birlikte devlet tarafından kendilerine hibe edilen 3 kilise vakfı sayesinde gayrimenkul zengini oldu. Rumlar, cemaati olmayan ve hiçbir Ortodoks kilisesi tarafından tanınmayan bu Patrikhane’ye hukuksuzca verilen kiliseleri geri almak için yasal mücadele başlattı.

GAYRİMENKUL ZENGİNİ
Kamuoyu, Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin adını ilk kez 301 davaları sırasında kilise sözcüsü Sevgi Erenerol’un yaptığı açıklamalarla duymuştu. Erenerol, Ergenekon davasında “hükümeti yıkmaya teşebbüs” suçundan müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Rumların geri istediği kiliseler ve akarlarının yönetiminin ise Erenerol ailesinde olduğu belirtiliyor.

'AKARLARI ARAŞTIRACAĞIZ'
Üç kilisenin Rum Patrikhanesi’ne iadesi için dava açan Avukat Hülya Benlisoy, Taraf’a yaptığı açıklamada kiliselerin gelirleri için ayrıca hukuki girişimde bulunacaklarını belirterek şunları söyledi: “Biz şu anda sadece kiliselerin mülkiyetiyle ilgili bir hukuki süreç başlattık, o devam ediyor. Daha sonra akarlarla ilgili de girişimde bulunacağız. Vakıfların akarlarıyla Erenerol ailesi ilgileniyor. Gelirleri Erenerol ailesi alıyor. Akarların ekonomik büyüklüğü konusunu tam olarak bilemiyorum. Seneler içinde menfi ya da müsbet tasarruflarda bulunmuş olabilirler. Onu daha sonra araştıracağız”

İddialara göre, faaliyetlerini, “Bağımsız Türk Ortodoks Kiliseleri Başpapazlığı Vakfı” ismiyle yürüten patrikhanenin Beyoğlu ve Karaköy’de yirmiden fazla dükkanı ve büyük bir hanı var. Bu han Sevgi Erenerol’un adını taşıyan Sevgi Han. Vakfın sahibi olduğu yirmiden fazla dükkan ve handa ise onlarca kiracı bulunuyor.

Kerinçsiz ve ekibinin toplantı yeri
Türk Ortodoks Patrikhanesi’ne ilk kilise (Panayia Kafaitani), Eftim isimli bir Rumun talebi üzerine Atatürk tarafından verildi. Eftim, adını değiştirerek Zeki Erenerol adını aldı. Kiliseye cemaat devşirilmeye çalışılsa da kilisenin düzenli bir cemaati hiç olmadı. 1965 yılında Aya Yani ve Aya Nikola kiliseleri de Rumlardan alınarak patrikhaneye verildi. Şimdiki patrik Paşa Erenerol ve kardeşi Sevgi Erenerol, Zeki Erenerol’un torunları. Sevgi Erenerol bugün Ergenekon hükümlüsü olarak cezaevinde. Zeki Erenerol’a verilen Karaköy’deki bu kilise, Ergenekon’dan hüküm giyen Sevgi Erenerol, Kemal Kerinçsiz ve ekibinin toplantı yaptığı mekan olarak biliniyordu.

'Bu kilisenin cemaati yok'
Rum Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Dositheos Anağnostopulos, Taraf’a yaptığı açıklamada kiliselerin kendilerinden zorla alındığını belirterek şöyle konuştu: “Üç kiliseyi de istiyoruz. Türk Ortadoks Patrikhanesi dünyada hiçbir Ortadoks kilisesi tarafından tanınmayan bir yapı. Cemaati de yok. Bu kiliseler bize geri verilirse Galata civarında oturan cemaatimiz oraya gider.”

Radikal, 01.02.2014

810 YIL SONRA YENİDEN 'TRABZON KRALLIĞI'

 

 

Karadeniz'de dev turizm projesi... Tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapan kentte 1200'lerde hüküm süren Komnenos Krallığı’na ait saray arkeolojik kazıyla ortaya çıkarılacak.

Karadeniz Bölgesi'ndeki tarihi yerleri turizme kazandırmak için harekete geçiliyor. Birçok uygarlığa beşiklik yapan Trabzon’da, il kültür ve turizm müdürlüğü ile belediyenin ortak hazırladığı proje kapsamında, 1204-1461 yılları arasında bölgeye hükmeden Komnenos Krallığı’nın kalıntıları ve kral sarayının bulunması için arkeolojik çalışma başlatılıyor. 

KAZI ALANINDA İSTİMLAK 
Çalışma çerçevesinde, Komnenos Krallığı’nın kalıntıları ve kral sarayı arkeolojik çalışmayla gün yüzüne çıkarılacak. Trabzon’un Zağnos Vadisi içinde kalan, Bahçeçik ve Erdoğdu mahalleleri arasındaki Komnenos Sarayı alanındaki surlar, mahzenler, kanallar için arkeolojik kazılar yapılacak. Kazı alanında bulunan yerleşim yerleri istimlak edilerek alan açık hava müzesine dönüştürülerek ziyaretçilere sunulacak. 

'DÜNYAYA TANITACAĞIZ' 
Bu projenin ardından diğer tarihi yerlerin turizme kazandırılması için çalışma yapılacak. Projeyle ilgili bilgi veren Trabzon Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, “4 bin yıllık kentin tam ortasındayız. Tarihi şehrimizin merkezi Ortahisar’ı dünyaya yeni yüzü ile lanse edeceğiz” dedi.

  

Trabzon İmparatorluğu, Trabzon'a sığınan Bizans tahtının varisi Komnenos Hanedanına mensup David ve Aleksios Komnenos tarafından kuruldu. Krallığını simgesi ise yukarıda bulunan figürdeki gibiydi.

Akşam, Haber: Gürkan Ata, 01.02.2014

YAZMA ESERLER İÇİN YENİ ŞİFAHANE

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı yazma eserlerin zarar görmemesi ve dokularının bozulmaması için yeni şifahane merkezi kurma kararı aldı.
 

Süleymaniye Doğumevi olarak bilenen binaya yapılacak merkezde 170 bin yazma eserin öncelikli olarak onarılacağı belirtiliyor. İstanbul’da bulunan Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesinde sınırlı olanaklarla yapılan şifahane çalışması, yeni açılacak olan merkez sayesinde daha sistemli hale getirilmesi planlanıyor

Bugün, Haber: Selvi Çelik, 01.02.2014

ATAKÖY SAHİLİNDEKİ HÜLLELERE 'DUR'

 

 

İstanbul Ataköy sahilinde, TOKİ’ye ait olan ve içinde tarihi Baruthane binaları ve tescilli ağaçların da olduğu 160 parselde yapılan çalışmalar, İstanbul 1 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nca durduruldu. Kurul, 27 Ocak’ta Bakırköy Belediyesi’ne gönderdiği yazıda TOKİ’nin parsel üzerinde yaptığı tüm hüllelere tek tek cevap verdi. Kurul yeni bir karar alıncaya kadar da fiziki müdahaleye son verilmesini istedi. Bakırköy Belediyesi de Koruma Kurulu’nun bu talebi üzerine yapı tespit ve durdurma tutanağı düzenleyerek inşaatı durdurdu. Yaklaşık 200 binden fazla kapalı inşaat alanına sahip Blumar Otel - Çarşı Kompleksi için 2014 yılı sonunda teslimat yapılması düşünülüyordu.


‘İnşaat izni vermedik’
TOKİ’nin gelir ortaklığı yoluyla Çelebican İnşaat şirketiyle başladığı Ataköy Blumar Otel–Çarşı kompleksi için, arazideki tüm ağaçlar yok edilerek iş makineleri araziye sokulmuştu. TOKİ tarafından İstanbul 1 No’lu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’ndan izin alınmadan inşaat çalışmalarının başladığını, Radikal 23 Ocak tarihinde manşetten duyurmuştu. 1 No’lu Koruma Kurulu araziyle ilgili aldığı son kararda sadece tarihi yapıların restorasyon ve restütite projelerini onaylamış, burada yapılacak inşaai faaliyetle ilgili bilgisi olmadığını ve kendilerine başvuru yapılmadığını açıklamıştı. Radikal’in haberinden sonra TOKİ’den yapılan açıklamada ise doğal ve arkeolojik sitler ya da tescilli kültür varlıkları ile tescilli ağaçların kesiştiği parsellerde karar yetkisinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı Tabiat Varlıkları Komisyonları’nda olduğu hatırlatılarak, projenin İstanbul 3 Nolu Tabiat Varlıkları Komisyonu’nca 2.07.2012’de onaylandığı belirtilmişti.


Baruthane binalarının bulunduğu 564 ada 160 parselde iş makineleri ile çalışma yapıldığı ve ağaçların söküldüğü yönünde İstanbul 1 No’lu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na yapılan şikayet üzerine 7 Ocak 2014 günü müdürlük uzmanları parsele gönderildi. Ancak özel güvenlik görevlileri, kurul uzmanlarını inşaat sahasına sokmadı. Bunun üzerine kurul TOKİ’den parselde yapılan işlemlerle ilgili ivedilikle kendilerine bilgi verilmesini istedi. Ancak TOKİ gönderdiği yazıda, parseldeki uygulamalar için ilgili Tabiat Varlıkları Komisyonu’ndan karar alındığını, başka bir karara gerek olmadığını ve bu kararla İBB İmar Müdürlüğü’nden izin alındığını, Bakırköy Belediyesi’nin de inşaat ruhsatı düzenlediğini hatırlatarak adeta Kültür Varlıkları Kurulu’nu yok saydı.


Bunun üzerine 1 No’lu Koruma Kurulu 27.01.2014 tarihli ikinci bir yazıyı gereği için Bakırköy Belediyesi’ne ve TOKİ’ye gönderdi. Kurul aldığı son kararı hatırlatarak, kendilerine ulaştırılan projede herhangi bir yeni ek yapı bulunmadığını, yalnızca kültür varlığı yapılarının restorasyon projesi olduğunu, dolayısıyla kurulun sadece restorasyon ve restutite projelerini onayladığını belirtti. Çakışan alanlarla ilgili Kültür Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında imzalanan protokolün 5.1 maddesine atıfla “Çakışan alanlara ilişkin başvurular öncelikle kültürel değerler yönünden ilgili koruma kurulunca değerlendirilir. Kültürel değerler açısından alınan karar ile birlikte doğal değerler açısından değerlendirme yapılarak Koruma Bölge Komisyonu’nca nihai karar alınır” denildi. Yine protokolün 5.2 ve 5.6 maddeleri de hatırlatılarak söz konusu parsele ilişkin satış, kiralama, tahsis, devir, irtifak hakkı, intifa hakkı, kazı, sondaj, yeni yapı projesi gibi konularda koruma kurulu görüşü alınması gerektiği belirtildi. 

Belediye ruhsatı askıda
Kurul tüm bunlardan sonra şu ifadelerle inşaatın durdurulmasını istedi: “Tescilli kültür varlığı Baruthane yapılarının yer aldığı 18 pafta 564 ada 160 parsel numaralı taşınmazda yapıldığı ifade edilen her türlü fiziki ve inşai müdahalenin kurul tarafından değerlendirilinceye kadar durdurularak, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu gereğince alanda yapılacak her türlü inceleme için müdürlük uzmanlarına gerekli kolaylığın gösterilmesi gerekmektedir.”
Bakırköy Belediyesi de Koruma Kurulu’nun isteği doğrultusunda önceki gün yapı tespit ve durdurma tutanağı hazırlayarak inşai faaliyetleri durdurdu. Belediye, bir anlamda daha önce verdiği inşaat ruhsatını kurul yeni bir karar alıncaya kadar askıya almış oldu.

 

Blumar Ataköy Otel - Çarşı Kompleksi
İstanbul’un Avrupa yakasında yer alan Ataköy’de inşa edilen Blumar Ataköy projesi, 200 bin metrekare insaat alanına sahip. Proje Yorum İnşaat ile Turkmall tarafından hayata geçiriliyor. Blumar Ataköy Evleri’nde teslimler 2014 yılının son çeyreğinde yapılacak. Projede rezidans, ofis, otel ve AVM yer alıyor. Rezidans alanı 30 bin metrekare, ofis alanı 8 bin metrekare, AVM alanı 27 bin 500 metrekare olarak tasarlandı.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 01.02.2014

HER ŞEY ONUN BAŞININ ALTINDAN ÇIKMIŞ

 

Nature dergisinde sonuçları yayımlanan bir araştırmaya göre, günümüz insanı bazı hastalıkların kökeninde yatan gen tiplerini Neandertaller ile çiftleşen atalarından kaptı. İltihabi bir bağırsak hastalığı olan Crohn hastalığı, Tip 2 diyabet ve tuhaf bir şekilde sigara tiryakiliğini de Neandertal genlerin taşıdığı düşünülüyor.

 

 

Genom haritası Homosapien insanın Afrika'dan ayrıldıktan sonra Neandertaller ile beraber olduğuna işaret ediyor. Bugüne kadar Neandertal DNA'sının etkileri ve insan sağlığı üzerinde nasıl bir iz bıraktığı konusu açıklık kazanmamıştı. Afrikalı olmayan insanların genetik yapılarının yüzde 2 ila 4 arasında bir oranının Neandertallerden geldiği tahmin ediliyor.

 

 

Harvard Tıp Fakültesi'nden genetik bilimci Sriram Sankararaman ve meslektaşları 1004 kişinin genomunu inceleyerek farklı genlerin Neandertal versiyonlarına sahip olan bölgelerini belirledi. Bunlar arasında sigara bırakma zorluğuyla ilişkilendirilen bir gen varyantının Neandertal kökenli olduğunu öğrenmek epey sürpriz yarattı.

 

 

Bu keşif Neandertal atalarımızın mağaralarda zincirleme sigara içtiği anlamına gelmiyor tabii. Araştırmacılar bu mutasyonun başka işlevleri de olması gerektiğini söylüyor. İki tür birbiriyle karşılaştığı zaman, Neandertaller birkaç yüz bin yıldır soğuk iklim koşullarına ayak uydurarak yaşamış.

 

 

Neandertaller, İngiltere'den Sibirya'ya kadar uzanan bir coğrafyaya yayılmış, bodur ve sağlam yapılı avcılardı. Fakat yaklaşık 30 bin yıl önce Homosapienler Afrika'dan çıkıp dünyaya yayılmaya başladığında Neandertallerin de türü sona erdi.

 


Habertürk, 01.02.2014

1500 YILLIK ALATURKA TUVALET TÜRKİYE'DE

 

 

Afyonkarahisar'da dünyanın en eski medeniyetlerinden biri olan Friglerden kalma alaturka tuvalet, dünyanın ve Anadolu’nun bilinen en eski tuvaletlerinden birisi kabul ediliyor.

 

Milattan önce (MÖ) 1200-700 yılları arasında yaşayan ve devasa kayalara oydukları yerleşim yerleriyle bilinen Frig Uygarlığı, sadece kaya anıtlarıyla değil, kaya anıtlarının içerisine yaptıkları ve günümüzde de geçerliliği olan bölümlerle görenleri şaşırtıyor.

 

Afyonkarahisar’ın İhsaniye İlçesi'ne bağlı Ayazini beldesinde dönemin yöneticilerinin meclis binası olarak kullandıkları düşünülen 3 katlı bir kaya oyması yapının en üst katına yapılan alaturka tuvaletin o zamanlarda düşünülmesi, yapıyı ziyarete gelen turistlerin hayli ilgisini çekiyor.

 

Friglere ait kaya yapısına Roma ya da Bizans döneminde yapıldığı ve yaklaşık bin 500 yıllık olduğu tahmin edilen alaturka tuvalet, aynı zamanda dünyanın ve Anadolu’nun bilinen en eski tuvaletlerinden birisi olarak da kabul ediliyor. Tuvaletin yanında döneminde banyo olarak kullanıldığı tahmin edilen ve küvet şeklindeki oymalar da en az tuvalet kadar görenleri şaşırtıyor. O dönemlerde ihtiyaçtan yola çıkılarak yapıldığı sanılan bu bölümlerin aynı zamanda günümüze de örnek olduğu biliniyor.

 

“FRİGYA BÖLGEMİZİN EN ÖNEMLİ MERKEZLERİNDEN BİRİ AYAZİNİ BELDESİDİR”

Yapı ve içerisinde bulunan bölümlerle ilgili açıklamalarda bulunan Afyonkarahisar Müze Müdürü Mevlüt Üyümez, kentin tarihi süreç içerisinde medeniyetlere beşiklik etmiş Anadolu’nun önemli merkezlerinden birisi olduğunu kaydetti. Friglerin MÖ 1200 ile 700 yılları arasında Anadolu’da yaşadıklarını ve çok sayıda yapı inşa ettiklerini dile getiren Üyümez, “Frigler ülkeleri yıkıldıktan sonra bu bölgede uzunca süre yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Frigya Salutaris olarak adlandırılan yani ‘Şifalı Frigya’ olarak adlandırılan bölgemizde Roma ve Bizans döneminde de yerleşimler olmuş ve önemli kalıntılar günümüzde kadar oluşmuştur. Frigya bölgemizin en önemli merkezlerinden birisi de Ayazini beldesidir. Burası Roma döneminde Metropolis kenti olarak bilinmekteydi ve bu kentin içerisinde kayalara oyulmuş kiliseler, şapeller, mezarlar ve kaya yerleşimleri yer almaktaydı” dedi.

 

ALATURKA TUVALETİN BİR BENZERİ

Üyümez, açıklamalarına şöyle devam etti: “Bunlardan biriside Ayazini, Avdaraz Vadisi girişinde bulunan Avdaraz kaya yerleşimidir. Bu kaya yerleşiminde döneminin idarecilerinin kullandığı mekan ve bu mekan içerisinden bulunan tuvalet ziyaretçilerin dikkatini çekmektedir. Bu tuvalet günümüzde alaturka tuvalet olarak bilinen tuvaletin bir benzerini oluşturmaktadır.

 

ANADOLU'DA HİÇ GÖRMEMİŞTİK

Anadolu’da tuvaletin Romalılar döneminde Efes’te kullanıldığını biliyoruz ama şu anda gördüğümüzün tuvaletin benzerlerini Anadolu’da görmek mümkün değil ve ilk defa bölgemizde böyle bir tuvalet olgusuyla karşılaşmaktayız.”

 

Öte yandan yapı ve tuvalet hakkında bilgi veren Ayazini Belde Belediye Başkanı Atilla Kızıldere ise, vadide bulunan kaya yerleşimlerini ve içerisinde bulunan tuvalet gibi bölümleri gören ziyaretçilerin şaşkınlıklarını gizleyemediklerini söyledi.

 

Ziyaretçiler ise o dönemde bile banyo ve tuvalet gibi bölümlerin düşünülmesinin ve bunların kayanın içerisine oyularak yapılmasının hayli ilginç ve dikkat çekici olduğunu kaydetti.

Milliyet, 31.01.2014

DÜNYANIN EN ESKİ KUMAŞI ÇATALHÖYÜK'TE BULUNDU

 

 

Geçen yıl 15 Haziran'da başlayıp 25 Ağustos'a kadar süren ve 22 ülkeden 120'yi aşkın kişinin katıldığı Çatalhöyük'teki kazı çalışmalarıyla ilgili raporda yeni buluntulara yer verildi. Her yıl yapılan kazılara ait raporlarının yayınladığı 'www.catalhoyuk.com' adlı internet sitesindeki raporda en dikkat çeken ise, neolitik dönemde yanmış olan bir evin tabanında, bebek iskeletine sarılmış kendirden dokunmuş dünyanın en eski kumaş parçasının bulunması oldu.

Hazırlanan raporda bulunan kumaş parçasını değerlendiren Kazı Başkanı Stanford Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ian Hodder, 2013 yılındaki en önemli buluntuların höyüğün uygun koruma koşulları sayesinde ortaya çıktığını belirttii. Kazı çalışmalarında bulunan kumaş parçasına dikkat çeken Ian Hodder, şunları söyledi:

"Yangın, binanın zeminini ve platformlarını ısıtarak fırınlama etkisi yaratmış. Böylece zeminin altındaki gömüleri ve gömülerle birlikte yerleştirilen bir kumaş parçasını korumuş. Bu kumaş parçası kazı evindeki laboratuvarlarda incelenmiş ve kumaşın kendirden dokunmuş keten olduğu tespit edilmiştir. Bu dünyadaki ilk kumaş parçalarından biri olmakla birlikte aynı zamanda en iyi korunmuş örneklerden de biridir."

KUMAŞ PARÇASI TİCARETİ GÖSTERİYOR
Kumaş parçasının ticaretle ilgisine de değinen Prof.Dr. Hodder şöyle konuştu: "Çok ince dokunmuş olan bu keten parçası, büyük ihtimalle Orta Anadolu 'ya Doğu Akdeniz'den gelmiştir. Neolitik dönemde Orta Doğu'da gerçekleşen uzun mesafeli ticarette obsidyen ve deniz kabuklarının değiş tokuş yapıldığı çoktan beri bilinmekteydi. Ancak bu kumaş parçası ticaretin bir başka içeriğini ortaya çıkartmış olabilir. Belki de değiş tokuşu Kapadokya obsidyeni karşılığında yapılmıştı."

YENİ DUVAR RESİMLERİ
Kazı çalışmaları sırasında yeni bir duvar resmine de rastlanıldığını anlatan Prof.Dr. Hodder açıklamasını şöyle sürdürdü:
"2013 kazı sezonunda ayrıca Doğu Höyük'ün güney eteğindeki alanda da Neolitik döneme ait binaların kazısına başlanılmıştır. TPC alanında bulduğumuz binalar gerçekten de erken dönem binalarından farklı özelliklere sahiptiler. Binaların kalın duvarları, duvar örmede kullanılan kerpiçlerin daha büyük olması ve binaların terk edilme sırasında yakılmamış olması bu duruma bir örnektir. Burada açığa çıkartılan bir binanın doğu duvarında bulunan duvar resmi, daha önce benzerine rastlamadığımız bir örnektir. Genellikle Çatalhöyük'teki resimler beyaz zemin üzerine kırmızı ve siyah gibi koyu renk sürülerek yapılmıştır. Ancak bu örnekte koyu renk zemin üzerine beyaz çizgilerden oluşan geometrik şekiller betimlenmiştir. Bu resmin 3 binanın doğu ve kuzey duvarları boyunca devam ettiği düşünülmektedir. Geçmişte canlı bir atmosfere sahip olan bu odayı ortaya çıkarmak bizler için heyecanlı bir deneyim oldu."

Radikal, Haber: Mehmet Kayhan Yıldız, 31.01.2014

PHASELİS'İN KADERİ MİLLİ PARKLAR MÜDÜRLÜĞÜ'NÜN ELİNDE

 

 

Antalya Olympos Sahil Milli Parkı içinde yer alan Antik Likya uygarlığının en önemli liman kentlerinden olan Phaselis Antik Kenti yapılaşma tehdidiyle karşı karşıya.

 

Koruma kurulundan geçen, "ÇED gerekli değildir" kararı verilen alan için gözler Milli Parklar Genel Müdürlüğü'nün bağlı olduğu Orman ve Su Bakanlığı 6. Bölge Müdürlüğü'nde.

 

Müdürlük yaptığı açıklamada, söz konusu parselin milli park sınırları içerisinde bulunduğunu belirterek "uygulama projelerinin kurumumuz açısından değerlendirmek üzere izin sahibinin müracaat etmesi beklenmektedir” dedi.

 

Antik kentin yamacına 180 dönüme yayılan 280 odalı; 6 tenis kortu ve 3 açık yüzme havuzu olacak “Dream of Phaselis” isimli otel yapılmak isteniyor.

 

Tamamı Milli Park sınırları içinde olan otel projesinin yüzde 10'luk kısmı ise 1. derece arkeolojik sit alanı içinde.

 

 

Yerel halk projeye tepkili, Kemer Sivil Toplum Platformu, otelin sahibi Fettah Tamimce'ye "Dünyanın göz bebeği Phaselis’te antik kent manzaralı bir tatil köyü sahibi olmayı, ancak  rüyalarında görmeni temenni ediyoruz" diyerek seslendi.

 

Rixox otellerinin de sahibi olan Fettah Tamince, tepkiler üzerine “Bölgenin dokusuna uygun bungalov projesi yapacağız” açıklamasını yapmıştı.

 

"Nitelikli bir Likya arkeolojik alanı"

Konuya müdahil olan ÇEKÜL'den şehir plancısı Esra Karataş, Phalesis'in önemli bir Likya arkeolojik peyzaj alanı olduğuna dikkat çekti.

 

"Phaselis, taşınır/ taşınmaz eserleri ve günümüz dünyasına sağladığı bilimsel verilerin yanı sıra, bulunduğu çevreyle ele alındığında da nitelikli bir Likya arkeolojik peyzaj alanı. Kentin sahip olduğu değerler bütünü, yerleşimin konumlanmasından kıyı şeridi ve suyla kurduğu ilişkiye, ekolojik çevresinden tarihsel gelişimi ve mimari özelliklerine uzanan geniş bir çerçeveye yayılıyor; Phaselis’in bu açıdan çevresiyle birlikte ele alınarak korunması gerekiyor."

 

Karataş, iddia edildiği gibi arkeolojik alanda kalan kısmında yapılaşma öngörülmese dahi Phaselis ve çevresinin yüksek kapasiteli turizm yatırımlarından korunması gerektiğini belirtti.

"Antik kentin çeperinde 160 dönümlük araziye yayılan, 5 yıldızlı bir turizm tesisinin inşa edilmesi; bölgenin kapasitesini aşan bir insan yoğunluğunun yaratacak, ekolojik yaşam ve arkeolojik mirasın tahrip edilmesine neden olacak."

 

Arazi 2005'de satılmıştı

Planlanan otelin arazisi 2005 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, Turizm Teşvik Kanunu kapsamında Ares Fasilis İnşaat Turizm Ticaret A.Ş’ye tahsis edildi.

 

Otel projesi için imar planı değişiklikleri 2011'de bakanlık tarafından onaylandı. Ardından Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu; “arkeolojik sit alanına giren kısma müdahale edilmemesi koşuluyla projenin uygulanmasında sakınca yoktur” kararını verdi. Kurul kararında bunun yanında “ancak alan aynı zamanda Milli Park olduğu için, ilgili kurumca milli parklar mevzuatı açısından da incelenmeli” ifadesi kullanıldı.

 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 26 Aralık’ta projenin Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporu gerektirmediğine yönelik bir karar çıkardı.

 

TMMOB'a bağlı Mimarlar, Çevre Mühendisleri ve Şehir Plancıları Odası, şubat ayı sonunda otele karşı dava açacak.

Bianet, Haber: Nilay Vardar, 31.01.2014

MÜZE GEÇMİŞİ YAŞAMDAN KOPARIR

 

1831’de Rusya’nın elçilik binası olarak inşa edilen ve 1933’te Narmanlı kardeşlere satıldıktan sonra onların adıyla anılmaya başlayan Narmanlı Han yalnızca Tünel’deki nadide konumundan ve mimarisinden dolayı değil, birçok sanatçı ve yazara, bir dönem de Jamanak gazetesine ev sahipliği yapmış olması nedeniyle de simge bir mekan. Besim Delalloğlu, ‘AVM mi olsun, müze mi?’ tartışmaları arasında, Tanpınar’ın ruhuna uygun bir üçüncü yola işaret ediyor.

 

 

1831’de Rusya’nın elçilik binası olarak inşa edilen ve 1933’te Narmanlı kardeşlere satıldıktan sonra onların adıyla anılmaya başlayan Narmanlı Han yalnızca Tünel’deki nadide konumundan ve mimarisinden dolayı değil, aralarında Ahmet Hamdi Tanpınar, Bedri Rahmi ve Aliye Berger’in de bulunduğu birçok sanatçı ve yazara, bir dönem de Jamanak gazetesine ev sahipliği yapmış olması nedeniyle de simge bir mekan. Hanın, 57 milyon dolara bir kozmetik ve tekstil şirketi ortaklığına satıldığı yönündeki haberler üzerine, ‘Modernleşmenin Zihniyet Dünyası - Bir Tanpınar Fetişizmi’ adlı kitabın yazarı, felsefeci, akademisyen Besim Delalloğlu ile konuştuk. Tanpınar’ı Doğu ile Batı arasındaki ayrıksı konumundan ötürü örnek bir figür olarak gören Delalloğlu, ‘AVM mi olsun, müze mi?’ tartışmaları arasında, Tanpınar’ın ruhuna uygun bir üçüncü yola işaret ediyor.

 

Kentsel dönüşümün İstanbul’un hafızasını tehdit ettiği bir safhadayız. Muhafazakar bir iktidarın, muhafaza etmek için çaba göstermediği bir tarihin yanı sıra, yeniden canlandırmaya çalıştığı bir tarih var gibi görünüyor. Bu, bir türlü çözülemeyen modernleşme sorunumuza geri döndüğümüz anlamına mı geliyor?

Bu ‘muhafazakarlık’ meselesi epeydir benim de kafamı kurcalıyor. Şu soru kafamda dönüp duruyor: Türkiye’de gerçekten bir ‘muhafazakarlık’ var mıdır? Hatta hiç var olmuş mudur? Sadece sosyalizm, liberalizm, anarşizm vb. Batılı değil, muhafazakarlık da Batı’dan gelen bir kavram. Ve Fransız Devrimi’nin hemen sonrasında, bir anlamda ‘geçmişte hiç mi iyi, doğru bir şey yoktu’ hissiyatını ifade ediyor. Dolayısıyla, muhafazakarlık, muhafaza etmeye değer bulunan bir şeyler üretildiği iddiasına dayanır öncelikle. Eğer muhafaza etmeye değer anlamlar üretmemişseniz, her şeyden kolay vazgeçersiniz. Bizim modernleşmemizin en kritik özelliklerinden biri de, geçmişte muhafaza etmeye değer hiçbir anlam veya değerin bulunmadığı düşüncesidir. Asıl ilginç olan, modernleşmeci ekolün ana akım temsilcilerinin yani Kemalizm’in böyle düşünmesi değil, ona her zaman mesafeli hatta muhalif olan kanadın yani bugün iktidarda olan çizginin de aynı tavra sahip olması. Daha önce AKP’yi gelenekçi ve modern bir parti olarak tanımlamıştım. Meselenin öncelikle bir zihniyet meselesi olduğunu düşünüyorum. Kentsel dönüşüm, mimarlık vb. bunun tezahürleri aslında. Daha nitelikli değerler üretemeyenler, mevcut, egemen değerlere teslim olurlar. Bu açıdan Kemalizm’le AKP bana birbirinden çok farklı gibi görünmüyor.

 

Emek Sineması için, “Böyle büyük bir salon artık iş yapamıyorsa ne yapılabilir?” sorusuna yanıt aranırken, akla bir sinema müzesi formülü geldi. Üretim-tüketim ilişkileri, kentin sosyoekonomik yapısı değişirken Emek gibi, Narmanlı Han gibi değerler nasıl korunabilir?

Ben, açıkçası, her türlü ‘müze’ önerisine artık şüpheyle yaklaşıyorum. Müze öncelikle bir 19. yüzyıl kurumudur. Ulus-devletlerin kendilerini toplumsallaştırırken, kamusallaştırırken kullandıkları en önemli kurumlardan biridir. Bence artık Louvre bir müze müzesidir. Müze, sanılanın tam tersine, içindekilerin bugüne ait olmadığını anlatır. Müze, geçmişten, onu sergileyerek vazgeçer. Müze modernliğin kendi öncesini paranteze alması ve bugünden, yaşanandan koparmasıdır.

Bizim modernleşme zihniyetimizin geçmişle ilişkisi iki türlü: İlki ‘yık ve yenisini yap’ ve böylece geçmişin bugünle bağlantısını kes; ikincisi ise, ‘müzeleştir’ ve bu şekilde yaşamdan kopar. Bu ikisi ilk bakışta birbirinin alternatifi gibi görünse de, sonuçta aynı kapıya çıkarlar.

 

Elbette, en doğrusu, geçmişte gerçekten değerli olan bir şeyin bugünde de karşılığının olabilmesidir. Tıpkı Hacıbekir gibi! Hacıbekir’den lokum aldığımızda muhafazakar mı oluyoruz? Geçmişe ait değerli bir şey bugünde yeterince karşılık bulamıyorsa, o zaman o değerin bilincinde olanlar ona sahip çıkmalıdır. Bu noktada en önemli merci kamudur, devlettir. Ardından sivil kurumlar, hatta bireyler gelir.

 

Bu noktada bir başka kavşağa geliyoruz. Bu sahip çıkma, değer bilme nasıl yapılacak? ‘Müze’, burada en basit çözüm gibi görünüyor hala birçoğumuza. Bu iyi niyeti anlıyorum ama bu bence kolay çözüm. İşin aslı, o değeri bugünde popüler olmasa da yaşatacak kurumları üretebilmek. Örneğin Hacıbekir’in ekonomik olarak devam edemeyeceği bir noktada ne yapacağız? Lokum müzesi? Yoksa onu, kamu ya da sivil toplumun ekonomik desteğiyle, lokum üreten bir işletme olarak ayakta tutmaya mı çalışmalıyız? Sürekli zarar edeceğini bile bile, eğer lokumu çok seviyorsak, bir Lokum Sevenler Derneği kurup, onun üzerinden Hacıbekir’in yaşamasını mı sağlamalıyız? Müzede lokumun adı var ama tadı yok. O lezzeti hayatın içinde nasıl tutacağız? Bence asıl mesele bu.

 

‘Tanpınar fetişizmi’ni eleştiriyorsunuz ama bu dediğiniz de bir tür fetişleştirmeye davetiye çıkarmak değil mi?

Lokumu bir fetiş olarak yaşamayan biri bu kadar yükün altına girer mi? Hacıbekir’i zarar etse bile yaşatmaya çalışmak bir fetiş değil de nedir? Narmanlı Han meselesine gelince; evet, genel gidişe bakarsak yakında orası da bir AVM olarak yeniden inşa edilecek. O kadar parayı veren biri, oradan para kazanmak için yapıyordur bu yatırımı herhalde.

 

Öncelikle, Narmanlı Han’ın korunmaya değer olduğunu ne kadar idrak edebiliyoruz ve bunu nasıl yapmalıyız?  Bence bugün Narmanlı Han’ı koruması gereken öncelikle kamu erki yani devlettir. Bunun için de, devlette, Narmanlı Han’ı, onun satışından elde edilecek paradan daha değerli bulabilecek bir zihniyetin hakim olması gerekir. Bunun varlığından şüpheliyim ben, yani iyimser değilim. Ama böyle bir zihniyetin var olduğunu varsayarak, neyin, nasıl yapılması gerektiği konusunda da tartışalım.

 

Narmanlı Han’ı korumak istememiz mesela Tanpınar yüzünden ise, bu tercihin seçime de yansıması gerekmez mi? Müze olunca ne olacak? İnsanlar oraya gidince ne görecekler? Eğer Tanpınar için yapacak isek, öncelikle Tanpınar’ın derdinin, niyetinin ne olduğu düşünmemiz gerekmez mi? Tanpınar’ın derdi bence Türkiye idi. Ama dünyalı, dünyada bir Türkiye...

 

‘Dünyada bir Türkiye’nin kentleri nasıl olmalıdır?

Tanpınar bence Türkiye’nin ilk moderniydi, yani hem Türkiyeli, hem de dünyalıydı. Türkiye’de bir Rönesans inşa etmeye çalışıyordu belki de. Hem Batı’yı biliyordu, hem burayı. Kendine, Türkiye’ye ve dünyaya bu kadar geniş bir açıdan bakabilen bir entelektüel, bu topraklarda nadirdir. Benim naçizane önerim bu geniş perspektife paralel bir enstitünün kurulması ve bu kuruma onun adının verilmesi; mekanının da Narmanlı Han olması. Bugünkü akademik terminolojiye uygun olarak, bir ‘kültürel çalışmalar enstitüsü’ olsun. Dünyada, bu adı taşıyan ilk kurum Tanpınar’ın ölümünden iki yıl sonra, 1964’te, İngiltere’de kuruldu. ‘Kültürel Çalışmalar’ Tanpınar’dan sonra çıktı ama onun külliyatına baktığımızda, yapıtının bütününün bu kapsamda değerlendirmeye çok müsait olduğunu iddia edeceğim. Birileri mutlaka itiraz edecek ama buna gönülden inanıyorum.

Bir araştırma ve lisansüstü eğitim enstitüsü. Türkiye’ye ve dünyaya komplekssiz bakabilen bir kurum. Tanpınar’ın bir dediğini doğrulayan: “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkanını vermiyor.”  Ama en azından bir dediğini artık yanlışlayabilen: “Türkiye beni yedin.”

Agos, 31.01.2014





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi