27 Temmuz - 7 Ağustos 2014
|
GİRMELER MAĞARASI'NA TURİST İLGİSİ

Muğla İli'nin Seydikemer
İlçesi'ndeki Girmeler Mağarası, turistlerin ilgisini
çekmeye devam ediyor.
Cip
safari turlarına katılan yerli ve yabancı
turistlerin uğrak noktası olan mağara, Prehistorik
çağlardan günümüze kadar uzanan süreçte Likya
uygarlığına ışık tutuyor. Mağara çevresinde geçmiş
yıllarda yapılan kazı çalışmalarında elde edilen
buluntuların bölgede yaklaşık 11 bin 500 yıl
öncesindeki yerleşik hayatın varlığını ortaya
koyuyor. Mağaranın serin ortamı ve binlerce yılda
oluşan sarkıtları ziyaretçilerini büyülüyor.
Mağarada ilerlemek isteyen turistler bazı noktalarda
yaklaşık 50 santimetrelik kayaların altından
sürünerek geçebiliyor. Makedonya Kralı Büyük
İskender’in şifa bulmak amacıyla geldiği rivayet
edilen mağaranın tarihi, tur rehberleri tarafından
ziyaretçilere anlatılıyor. Tur rehberi Hakan Çınar,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, cip safari
turlarıyla bölgenin doğal güzelliklerinin yanı sıra
kültürel mirasını da yerli ve yabancı turistlere
tanıttıklarını söyledi. Girmeler Mağarası’nın tarihi
geçmişe sahip olduğu için özellikle İngiliz
turistlerin ilgisini çektiğini belirten Çınar, “Her
gün birçok cip safari turuna katılan turistler
buraya gelerek mağarayı geziyor. Mağaranın tarihi
geçmişini turistlerimize anlatıyoruz. Onlar da hem
ülkelerine döndüklerinde hem de bazı tatil
sitelerinde paylaşımda bulunarak bölgenin tanıtımına
katkıda bulunuyorlar” dedi. Çınar, içerisinde
yaklaşık 200 metre kadar ilerlenebilen mağaranın
serin ortamı ile özellikle yaz aylarında sıcaktan
bunalan ziyaretçilere serinleme imkanı sunduğunu
vurguladı. Büyük İskender’in şifa bulmak amacıyla
geldiği rivayet edilen Girmeler Mahallesi’ndeki
kaplıca ve mağaranın ziyaretçileri tarafından çok
beğenildiğini kaydeden Çınar, bölgenin safari
turlarının uğrak noktası olduğunu sözlerine ekledi.
Anayurt Gazetesi,
Haber: Osman Sayın, 08.08.2014
|
TEKFUR SARAYI'NA BİZANS OYUNU
Restorasyona alınan 1000 yıllık Tekfur Sarayı’na
ahşap pencere, alüminyum korkuluklar eklendi. Klima,
merdiven ve çatı yapılarak kapalı bir mekana
dönüştürüldü. Uzmanlar Ortaçağ’dan kalan bir yapıya
yapılan müdahaleleri “felaket” olarak nitelendirdi.

Bizans İmparatoru Porfirogenetos’un emri ile bin
yıl önce yaptırıldığı tahmin edilen Tekfur Sarayı,
12.yüzyıldan
İstanbul’un fethine kadar
Bizans’ın yönetildiği Blakernai Saray
Kompleksi’nin içindeydi. Dünyaca ünlü Kaşıkçı
Elması’nın çöplüğünden çıktığı rivayet edilen Tekfur
Sarayı, İstanbul’un fethinden sonra çeşitli
amaçlarla kullanıldı. 18. yüzyılda çini, 19.
yüzyılda cam imalathanesi olarak kullanılan ve 1864
yangınında büyük zarar gören saray, uzun yıllar
harabe halinde kaldıktan sonra 2002’de restorasyona
alındı. İhaleyi Alpek Müteahhitlik firması kazandı,
mimarlığını ise Şirin Akıncı üstlendi.
10 yıllık restorasyon çalışmalarında sona
gelinirken, bin yıllık maziye sahip saraya monte
edilen ahşap camlar ile teras kısmına konulan
alüminyum korkuluklar görenleri şaşırttı. Orjinal
yapıya monte edilen bu eklentileri eleştiren sanat
tarihi uzmanları, yapıya ayrıca merdiven eklenmesini
ve çatı yapılarak kapalı bir mekana dönüştürülmesini
büyük bir hata olarak değerlendirdi. Restorasyona
yönelik eleştiriler ve yanıtları şöyle;
‘Temalı tatil köyünü andırıyor’
Mimarlık Tarihçisi Prof.Dr. Uğur Tanyeli; “Restore
edilen eser adeta yeni bir bina haline getirilmiş.
Tarihsel nitelik kaybedilmiş, yeni bir Bizans eseri
ortaya çıkmış. Sarayın restore edilmiş haline
baktığımda
Antalya’daki temalı tatil köylerinden farksız
görüyorum. Ahşap camlar da neyin nesi! Bizans
yapısında ahşap pencere mi olur? Merdivenlerin
nereden çıktığı tam olarak bilinmiyordu.
Restorasyonda merdivenler eklenmiş. Soğuk demirciye
yaptırılan parlak korkuluklar gülünç olmuş. Bu kadar
kolay hoyratlık olmaz. Ortaçağ’dan kalan bir yapıyı
adeta yeniden inşaa etmişler.”
‘Restorasyon felaketi’
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Engin Akyürek;
“Bizans saray mimarisi konusunda önemli bir bilgi
kaynağı olan yapının başına ne yazık ki ‘restorasyon
felaketi’ geldi. İnşaat alanına konulan tabeladaki
başlık, ‘Tekfur Sarayı Tamamlama İnşaatı’. Sadece
dört beden duvarı kalmış olan yapı, mevcut haliyle
konsolide edilip korunmak yerine tamamlanıyorsa,
özgün niteliği yok olacak demektir. Bütün pencereler
orijinal biçimleri bilinmemesine karşın, çift camlı
pencere kanatları takıldı. Üçüncü Şapel dışarıdan
algılanmayacak biçimde tamamlandı. Şapelin harika
mimarisi dışarıdan bakıldığında kolayca
algılanıyorken, artık bu görüntü fotoğraflarda
kaldı. Şimdi şapel bina duvarına asılmış bir kutu
gibi duruyor. Yapıya son darbeyi de vurmak üzere
getirilen çok sayıda büyük boy klima cihazı, yapının
tasarlanan işlevi konusunda fikir veriyor. Bu yapı,
artık 12. yüzyıl Bizans sarayı kalıntısı olmaktan
çıkmış, mimari bütünlüğü ve özgünlüğü bozulmuştur.
Ne yazık ki çok değerli tarih yok olmuştur. Bütün
bunlar da bir ‘bilim heyeti’nin öneri ve onayı ile
yapılmıştır.”
‘İnfial uyandırdı’
Sanat Tarihi Uzmanı Prof.Dr.Zeynep Ahunbay: “Mimar
Sinan Üniversitesi 1990’ların sonuna doğru sarayı
bir kalıntı olarak korumayı öngörürken, şu anda
uygulanan proje sıradan bir yapı gibi yeniden yapıma
yöneldi. Önceki proje Sadettin Tantan’ın Fatih
Belediye başkanlığı döneminde ortaya çıkmış; sarayın
görkemli cephesini bir fon olarak kullanarak, avluda
konser ve kültürel etkinlikler yapmak üzere
geliştirilmişti. Son projede ise üst seviyelerine
ulaşılan bir kapalı mekan yaratılma yoluna gidildi.
Bu kadar önemli bir eserin ikinci derece tarihi eser
muamelesi görmesi üzücüdür. Bu eserin cahil
cesaretiyle, özgürce bütünlenmesi Bizans uzmanları,
arkeologlar ve mimarlar arasında infial
uyandırmıştır.”
‘Çalışmanın
her aşaması belgelendi’
Tekfur Sarayı’nın restorasyonunu yürüten mimar
Şirin Akıncı sözleşme gereği açıklama yapamayacağını
belirtti. İBB ise eleştirilere şöyle yanıt verdi;
“Sarayın 3 boyutlu tarama ve belgeleme çalışmaları
yapıldı. Zemin kotlarının tespit edilebilmesi için
Koruma Kurulu’ndan gerekli izinler alınarak İstanbul
arkeoloji Müzesi tarafından kazı çalışması
hayata geçirildi. Kazıda çıkan buluntular
belgelendikten sonra Koruma Kurulu’na verildi.
Bizans ve koruma konusunda uzman kişilerden bir
bilim heyeti oluşturuldu. Çalışmalar bu bilim
heyetinin görüşleri doğrultusunda ilerlemektedir ve
her aşaması belgelenerek, imalat detayları bu
doğrultuda hazırlandı.”
Milliyet, Haber: Mert İnan, 08.08.2014
|
1600 YILLIK İNCİL ELE GEÇİRİLDİ

Muğla'nın
Köyceğiz İlçesi'nde, 33 yaşındaki B.S.'nin
satmaya çalıştığı 1600 yıllık el yazması 6
deri
İncil,
jandarmanın operasyonuyla ele geçirildi.
Adliyeye sevk edilen şüpheli tutuklanırken 6
İncil müzeye teslim edildi.

İl
Jandarma Komutanlığı ile
Köyceğiz İlçe
Jandarma Komutanlığı ekipleri, 33 yaşındaki
B.S.'nin, tarihi el yazması 6
İncil'i satmak için müşteri aradığı
istihbaratını edindi. Yapılan teknik takip sonrası
İncil'i satmak için yola çıkan B.S., geçen salı
günü akşam saatlerinde, Beyobası'ndan ilçe merkezine
giderken yakalandı. Araçta yapılan aramada yaklaşık
1600 yıllık olduğu belirtilen 6
İncil ele geçirildi. B.S.,
jandarma tarafından gözaltına alındı. B.S.'nin
ifadesinde kitapları yolda bulduğunu ve eserleri
Fethiye Müze Müdürlüğü'ne teslim etmek için yola
çıktığını söylediği öğrenildi. Emniyetteki
işlemlerinin ardından adliyeye sevk edilen B.S.
tutuklandı. Tarihi
İncil'ler de Fethiye Müze Müdürlüğü'ne teslim
edildi.
Habertürk, Haber: Cihan Kaya - Adnan Tüfekçi,
07.08.2014
|
120 BİN PARÇALIK PUZZLE TARİHE IŞIK TUTACAK

Efes antik kenti içinde Roma döneminin ihtişamını
yansıtan Yamaç Evler'de ilginç bir restorasyon devam
ediyor. Kazılardan çıkarılan 120 bin küçük mermer
parçasını puzzledaki gibi yeniden bir araya getiren
restorasyon ekibi, 4 yılda ancak 50 bin parçanın
yerini bulabildi.
Türkiye'nin en büyük arkeoloji projesinin
yürütüldüğü Efes antik kenti içinde tarihe ışık
tutan kazıların yanında ilginç restorasyon
çalışmaları da yapılıyor. Antik Kent içinde ayrı bir
girişten ulaşılabilen Yamaç Evler bölümünü ziyaret
eden binlerce insan, büyük masaların üzerine
yayılmış küçük mermer parçalarını birleştirmeye
çalışan insanları şaşkınlıkla izliyor.
Ekibe liderlik eden heykeltraş ve restoratör Sinan
İlhan, büyük sabır isteyen işle ilgili AA muhabirine
yaptığı açıklamada, arkeolojide "puzzle
restorasyonu" olarak bilinen çalışma kapsamında
küçük parçaları bir araya getirip yerlerine monte
etmeye çalıştıklarını ifade etti.
Roma döneminde Efes'in zenginleri için yapılan Yamaç
Evler'in günümüz evleri için dahi lüks sayılabilecek
özelliklere sahip olduğuna dikkati çeken İlhan, 4
bin metrekarelik alanda 7 villanın bulunduğu
kompleksin yerden ısıtma, soğuk su kanallarıyla
soğutma gibi sistemlere sahip olduğunu, evlerin
Tunus, Mısır, Yunanistan ve Türkiye'deki 50'ye yakın
ocaktan getirilen mermerlerle döşendiğini, tavan
döşemelerinin altın varaklarla süslendiğini ifade
etti.
Duvar resimleri ve taban mozaikleriyle de bilinen bu
yapıların en görkemlisinin, dönemin Dionisos
Tapınağı rahibi olduğu tahmin edilen Flavius Furius
Aptus'a ait evin yemek salonu olduğuna işaret eden
İlhan, şöyle konuştu:
"Evin yemek salonu, misafirlerin ağırlandığı bir
prestij salonu olarak yapılmış. Salon, 22 ocaktan
getirilen renk renk mermer plakalarla döşenmiş.
Ortada bir havuzu bulunan salon, diğer evler gibi
depremlerle yıkılmış. Yapılan kazılarda bu salona
ait olduğu tahmin edilen yaklaşık 120 bin parça
mermer bulundu. 4 yıl önce başlatılan proje
kapsamında bu parçaları bir araya getirerek
yerlerine monte etmeye başladık. 6 kişilik bir ekip,
kasaların içindeki küçük parçaları masaların üzerine
yayıyor, biçim, renk ve desenlerine göre doğru
yerleri bulmaya çalışıyor.
Sabır ve dikkat gerektiren bu iş aslında herkesin
bildiği puzzle oyununa benziyor. Ancak normal puzzle
bulmacasında ortaya çıkacak resmi biliyorsunuz,
bozup yeniden yapabiliyorsunuz. Burada ise
bilmediğimiz bir resmi tamamlamaya çalışıyoruz. Çok
daha zor ama bir o kadar da heyecanlı bir iş. Burada
zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Bir plakanın
bitmesi aylar alıyor. Parçaları bulunamayan bazı
plakalar ise yapıldığı şekliyle monte ediliyor."
Asyalılar'ın puzzle merakı
Çalışma kapsamında bugüne kadar 50 bine yakın
parçanın yerleştirildiğini, salon içindeki ilk sıra
mermerlerin döşendiğini, ikinci sıranın da bu yıl
içinde döşeneceğini ifade eden İlhan, salonun
plakaların tamamını restore etmenin mümkün
olmadığını, dönemin ihtişamı hakkında fikir
verebilecek bir seviyeye gelene kadar puzzle yapmaya
devam edeceklerini ifade etti.
Projenin dünyanın en büyük puzzle restorasyonu
olduğuna dikkati çeken İlhan, "Proje kapsamında bir
ara bu alanda geliştirilmiş yazılımları kullanmaya
başladık. Her bir parçanın üç boyutlu taraması
yapılara bilgisayarda eşleştirme yapılıyordu. Ancak
bu işlemin çok yavaş ve maliyetli olması nedeniyle
yeniden insan eline döndük" dedi.
Çalışmalar sırasında Yamaç Evleri ziyaret eden
insanların kendilerini izlediğini ifade eden İlhan,
puzzle meraklısı bazı insanların yaptıkları işe
katılmak istediğini de anlattı. İlhan, "Burayı her
gün bine yakın insan geliyor. Yaptığımızı merakla
izliyorlar. Özellikle Asyalılar puzzle oyunların çok
meraklı. Bazı insanlar 'gelip biz de yapabilir miyiz
?' diyorlar"
Restorasyon ekibi içinde yer alan Serkan Ergen ise
bu projeye başlamadan önce bir kaç kez puzzle
bulmacası çözdüğünü ancak 4 yıldan sonra artık bu
konuda kendisini uzman hissettiğini anlattı.
Yaptıklarını işin sabır ve dikkat gerektirdiğini,
ekibin günde ancak 50-60 parçayı yerleştirmeyi
başardığını anlatan Ergen, "Bazı günler şansımız
yaver gidiyor ve 200 parçayı yerleştirebiliyoruz.
Parçalar bir araya geldiğinde ortaya çıkan
manzaradan keyif alıyoruz" dedi.
Sabah, 07.08.2014
|
 |
ŞEHİTLİK YAKININDAKİ BİNA MÜZE OLACAK
Bülbül Mahallesinde bulunan bir dönem resmi törenlerin önünde düzenlendiği Mehmetçik Asker Abidesi Şehitliği (Meçhul Asker) yanındaki bina Türkiye Muharip Gaziler Derneği Şube Başkanı Yüksel Öztürk’ün girişimleri ile kurtarılıyor. Bir süre restoran olarak işletildikten sonra madde bağımlılarına mekan olan bina valilik ve iş adamlarının desteğiyle Şehitler ve Gaziler Müzesi olacak. Binanın dönüşümünün bu ayın sonuna kadar bitirilmesi planlanırken, şehit yakınları ve gaziler bu duruma seviniyor.
Muharip Gaziler Derneği Şube Başkanı Yüksel Öztürk, binayı müze olarak kullanacaklarını belirterek, "Madde bağımlıları binayı sahiplenmiş. Restore edilip müze olarak kullanılmaya başlanınca eski değerine kavuşacak. Şimdilerde insanlar binanın önünden geçmeye korkuyor" diye konuştu.
Gerçek Gündem, Haber: Bedir Altunok, 07.08.2014
|
PARGALI BİR KEZ DAHA ÖLDÜ

Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman
dönemini konu alan ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisi
yayındayken ziyaretçi akınına uğrayan ve tanıtımı
için “özensiz” bir tabela asılan Pargalı İbrahim
Paşa’nın Fındıklı’daki kabri, harap bir halde ilgi
bekliyor.
Sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu, Kanuni
döneminde sadrazamlık yapan, önemli siyasal ve
askeri olaylarda rol oynayan ve idam edilen Pargalı
İbrahim Paşa’nın, Fındıklı’da binaların arasında
sıkışıp kalan kabri konusunda AA muhabirine
açıklamalarda bulundu.
İbrahim Paşa’nın, Kanuni döneminde seraskerlik
unvanı aldığını ve “padişahın gölgesi” konumunda
bulunduğunu anlatan Göncüoğlu, bir ramazan ayında
öldürülen İbrahim Paşa’nın kabrinin yerinin gizli
tutulduğunu söyledi.
Göncüoğlu, İbrahim Paşa’nın Canfeda Tekkesi
bahçesine gömüldüğünün bilindiğini ifade ederek, şu
bilgileri verdi:
“Paşa’nın mezar yeri gizli tutulmuştur. Şöyle
düşünmek gerekiyor; seraskerlik yapmış ve devletin
gölgesi bir şahsın mezarının yerinin belli olması
konjonktür gereği çok büyük bir hata olacaktır. Bu
yönde bir tavır alınsaydı orası bir güç merkezi
haline gelebilirdi. Bu nedenle Osmanlı’da bu tür
mezar yerleri çok fazla belli edilmezdi. İbrahim
Paşa’yla ilgili bir başka söylenti de naaşının
Sarayburnu’ndan denize intikal ettirildiği
yönündedir ama kuvvetli rivayetler bugünkü mezarın
yerini işaret etmektedir.”
“İşaret çitlembik ağacı”
Pargalı İbrahim Paşa’nın, Canfeda Tekkesi ile gönül
bağı olduğunu vurgulayan Göncüoğlu, kabrin yerinin,
çitlembik ağacı dikilerek işaretlendiğini söyledi.
Göncüoğlu, Prof. Dr Faik Yaltırık’ın 1972’de
kabirdeki çitlembik ağacını incelediğini ve 175
yıllık olduğu yönünde tespitte bulunduğunu aktardı.
Göncüoğlu “Bu çitlembik ağacı ya sembolik olarak
devam etti ya da ağaç onunla ilişkilendirildi.
Pargalı İbrahim Paşa, yaşadığı dönem içerisinde çok
önemli bir kişilikti,
sosyal dönüşüm konusunda da birçok yeniliğe imza
atmıştı. Bu nedenle böyle büyük bir şahsiyetin
mezarının koruyup kollanması gerekmektedir. Paşa’ya
gerekli saygının gösterilmesi ve kabrinin onarılması
gerektiğini düşünüyorum” diye konuştu.

“Kabirler birer hafızadır”
Tarihçi Süleyman Faruk Göncüoğlu, Pargalı İbrahim
Paşa’nın mezarının bakımsızlığına vurgu yaparak, bu
tür kabirlerin birer hafıza özelliği taşıdığını
söyledi. Bu amaçla belli anıtların, kabirlerin ve
tekkelerin korunması gerektiğini belirten Göncüoğlu,
başarılı çalışmaların geçmişle bağların kurulmasında
önemli olacağını dile getirdi.
İbrahim Paşa’nın mezarına asılan isim levhasını
“özensiz” olarak niteleyen Göncüoğlu, Türkiye’de
genel manada bir kitabe sorunu olduğuna dikkati
çekti.
Göncüoğlu, “Türkiye’de ya hamasi ifadelerin yer
aldığı ya da gereksiz bilgilerin işgal ettiği
kitabeler var. Bu konuda Million Anıtı’nın yanında
güzel bir çalışma gerçekleştirildi ve kalıcı bir
bilgilendirme yapıldı. Oradaki çalışma diğer
yerlerde de yapılabilir. Türkiye’deki bilgiyi net ve
yararlı şekilde aktaramama sorunu var. Çünkü bu
işleri uzmanlar yapmıyor. Genelde ajanslara havale
edilen işler sonunda güzel neticeler alınamıyor”
ifadelerini kullandı.
“Paşa, popüler kültürün unsuru oldu”
Tarihçi Süleyman Faruk Göncüoğlu, Pargalı İbrahim
Paşa ve onun gibi tarihi kişiliklerin dizi ve
kitaplara konu olmasının önemine işaret etti.
Pargalı’nın “Muhteşem Yüzyıl” dizisiyle popüler
kültürün bir unsuru haline geldiğini dile getiren
Göncüoğlu, tarihi şahsiyetlerin, doğru bilgilendirme
yapılarak ve aslına sadık kalınarak dizi ya da filme
konu olmasında sorun bulunmadığını söyledi.

Radikal, Haber: Sefa Mutlu, 06.08.2014
|
TARİHİ İSKALYON BİNASINDAKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARI

UNESCO Dünya Kültür Mirası
Listesi'nde bulunan Safranbolu İlçesi'ndeki
144 yıllık İskalyon binasında başlatılan restorasyon
çalışmaları tamamlandı.
Safranbolu Kaymakamı Murat
Bulacak, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1870
yılında yapılan ve daha önce kilise külliyesi,
askeri depo ve marangozhane olarak
kullanılan İskalyon binasının restorasyon
çalışmalarının tamamlandığını söyledi.
İlçede restorasyon
çalışmalarının yeniden canlandığını belirten
Bulacak, "İlçemizde bulunan tarihi eserlerden önemli
bir kesit olan İskalyon binasının yeniden
kazandırılması çok önemli bir proje. Çok farklı
amaçlarla uzun yıllar kullanılmış ve atıl kalmış bir
yer. Burası Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü hizmet
binası olarak kullanılacak. Bir tarihi daha ayağa
kaldırmanın mutluluğunu yaşıyoruz" diye konuştu.
Bulacak, tarihi binanın
kısa süre içinde hizmete alınacağını kaydetti.
haberler.com, 06.08.2014
|
VENEDİK BİENALİ'NE SARKİS'TEN BİR ESER DAHA

Türkiye'nin de artık kalıcı bir pavyonu olan Venedik
Bienali'nde Sarkis'ten bir eser daha yer alıyor. 9
Mayıs-22 Kasım 2015 tarihleri arasında
gerçekleştirilecek Venedik Bienali 56. Uluslararası
Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu’nda Sarkis’in yeni bir
eseri de yer alacak; sunumun küratörlüğünü ise Defne
Ayas üstlenecek. Sergi, İstanbul Kültür Sanat
Vakfı’nın girişimi ve 21 destekçinin katkılarıyla,
Arsenale’de 2014-2034 yılları arasında tahsis
edilen, uzun süreli mekanda yer alacak.
Mimar Sinan Üniversitesi İstanbul Güzel Sanatlar
Akademisi’nde öğrenim gören Sarkis, ilk sergisini
1960 yılında İstanbul Sanat Galerisi’nde açtı.
Resimle başladığı sanat hayatına heykelin yanı sıra
disiplinlerarası (işitsel, görsel) enstalasyonlar
gibi farklı sanat formları ekleyen sanatçının
eserleri, aralarında Centre Georges Pompidou
(Paris), Guggenheim Museum (New York), Musée d’Art
Moderne de la Ville de Paris (Paris),
Kunst-und-Austellungshalle (Bonn), Louvre Müzesi
(Paris), Bode Museum (Berlin), Kunsthalle
Düsseldorf’un bulunduğu birçok sanat merkezi, müze
ve galeride sergilendi. When Attitudes Become Form
sergisi (Kunsthalle Bern, 1969), DOCUMENTA VI,
DOCUMENTA VII (Kassel, 1977, 1982) ile Sidney,
Şangay, Sao Paulo, Moskova ve İstanbul Bienalleri
Sarkis’in katıldığı önemli sergiler arasında yer
alıyor.
Sarkis’in son dönem kişisel sergileri arasında
Galeri Mana (İstanbul, 2013), Arter (İstanbul,
2013, Museum Boijmans van Beuningen (Rotterdam,
2012), Galerie Nathalie Obadia (Paris, 2011 ve
2014), MAMCO-Cenevre Çağdaş Sanat Müzesi (Cenevre,
2011), Centre Pompidou Çağdaş Sanat Merkezi (Paris,
2010), ve İstanbul Modern (2009) sayılabilir.
Sanatçı çalışmalarını 1964’ten bu yana Paris’te
sürdürüyor.
Birgün, 06.08.2014
|
EFES, 4 MİLYON LİRA KAZANDIRDI

Türkiye ’nin yurt dışında en çok tanınan
tarihsel zenginliklerinden ve UNESCO
Dünya Mirası geçici listesindeki Efes
antik kentine, yılın ilk yarısında yapılanki ziyaretler 4
milyon liranın üstünde gelir getirdi.
AA muhabirinin, Kültür ve Turizm Bakanlığı
verilerinden derlediği bilgiye göre, İzmir’deki
Arkeoloji,
Atatürk , Tarih ve Sanat müzeleri, Agora, Efes,
St. Jean Anıtı, Yamaç Evleri, Bergama Müzesi,
Akropol, Asklepieion, Bazilika, Çeşme, Ödemiş ve
Tire müzeleri ile Çakırağa Konağı’nı, 1 Ocak ve 30
Haziran arasında 1 milyon 272 bin 845 kişi gezdi.
Bakanlığa bağlı müze ve ören yerlerinin yılın ilk 6
ayındaki geliri ise 5 milyon 935 bin 843 lira oldu.
Tarihi MÖ 6’ncı bin yıllara uzanan Efes antik kenti
de 773 bin 382 kişi ile bölgede en çok ziyaret
edilen ören yeri olarak 4 milyon 77 bin 325 lira
gelir getirdi. Efes antik kentini, Yamaç Evleri ve
Akropol izledi.
En büyük artış Bergama’da
Efes antik kentinin gelir ve turist sayısındaki
birinciliğini korumasına karşın hem ziyaretçi sayısı
hem de gelir konusunda en büyük artış, UNESCO’nun bu
yıl Dünya Miras Listesine giren Bergama’da yaşandı.
Bergama Müzesi’nin 2013 yılının ilk altı ayında 8
bin 835 olan ziyaretçi sayısı bu yılın aynı
döneminde 10 bin 474’e, Akropol ziyaretçisi 102 bin
470’ten, 109 bin 813’e, Bazilika ziyaretçi sayısı 5
bin 157’den 5 bin 422’ye çıktı. Aynı bölgedeki
Asklepieion’u geçen yıl 58 bin 980, bu yıl ise 58
bin 40 kişi gezdi. UNESCO’nun Dünya Miras Listesine
alınan Bergama’da, müzelerin geliri yüzde 32 ile 106
arasında yükseldi.
Ören yerlerinin düzenlenmesi
İzmir Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Efes’in Türkiye’de en
çok ziyaretçi çeken ören yerlerinden biri olduğunu,
ören yerlerinin düzenlenerek ziyarete açılması
konusunda bakanlık tarafından çok ciddi çalışmaların
yürütüldüğünü belirtti.
Ören yerlerinden elde edilen gelirlerin yine ören
yerlerinin iyileştirilmesi, restore edilmesi için
kullanıldığına dikkati çeken Ediz, Selçuk Müzesi’de
1,5 yıldır süren restorasyon çalışmalarının da kısa
sürede tamamlanacağını aktardı.
Dünya Miras Listesi dosya çalışması konusunda
Bergama’da bakanlık ve yerel yönetimin ortak çalışma
yürüttüğünü anlatan Ediz, “İşbirliğinin olumlu
sonucunu yaşadık. İnşallah 2015 yılında da Efes de
aynı listede yer alacak” dedi.
Radikal, Haber: Efsun Yılmaz, 06.08.2014
|
BİLİM İNSANLARINDAN DÜNYA MİRASINDA 100 YILLIK KEŞİF

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütünün (UNESCO) Dünya Miras Listesi'nde yer alan
Hierapolis antik kentinin gizli kalmış sırları gün
ışığına çıkıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından başlatılan
kurtarma kazıları kapsamında çalışmalar yürütülüyor.
Dünya mirasının kutsal mekanı olarak kabul edilen
Denizli Hierapolis'teki tarihi yolun 570 metrelik
asfalt kaplaması kurtarma kazılarıyla kaldırılarak
yolun tamamı ortaya çıkartıldı.
Antik kentin kuzey nekropolündeki Tripolis
yolunun doğu ve batısında yer alan mezarların çizimi
de tamamlandı.
Yüz yıllık keşif gözyaşı
şişeleri
Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu,
Tripolis yolunun batısındaki 155-C olarak
adlandırılan ve çalışmalar sonucu kazısı tamamlanan
anıtsal mezarın restorasyonu için yapılan çizimleri
onayladı.
Antik kentte sürdürülen kurtarma kazılarında
ayrıca, anıtsal mezarın hemen güney bitişiğinde
pişmiş toprak silindirik mezar ortaya çıkarıldı.
Ortaya çıkartılan silindirik mezar traverten üzerine
açılan çukur içine yerleştirildi.
Hierapolis antik kentinin nekropol tarihini 100
yıl eskiye götüren mezardaki buluntular kutsal mekan
için ayrıca önem taşıyor.
Uzmanlara göre mezarda bulunan unganterium
(gözyaşı şişesi) MÖ 3. yüzyılın başına
tarihlendiriliyor. Daha önceki nekropolde en eski
tarihli buluntu ise MÖ 2. yüzyıla aitti.
Çevre duvarları geçtiğimiz yıl açılan tümülüsün
bu yıl içerisinde giriş kapısı tespit edilerek,
dromos ve ön odası kazıldı. Tümülüsün kazısında
pişmiş toprak kandiller bulunurken, ayrıca kemiklik
bölümünde bir adet de altın yüzük ele geçildi. Kazı
çalışmaları devam eden Tümülüste bulunan yüzüğün kaş
bölümünde ise tanrıça kabartması bulunuyor.
Hierapolis Antik Kenti Kuzey
Nekrapolü
Çaldağı'nın güney eteklerinden gelen kalsiyum
oksit içeren suların oluşturduğu görkemli beyaz
travertenler ve geç Hellenistik ve erken
Hıristiyanlık dönemlerine ait kalıntılar içeren
Hierapolis Arkeolojik Kenti, antik çağlardan bugüne
kadar ulaşan en çarpıcı merkezlerden birisi olma
özelliği taşıyor.
Denizli'ye 2 kilometre uzaklıkta bulunan alan,
ayrıca çok çeşitli rahatsızlıklara iyi geldiğine
inanılan şifalı sularıyla da biliniyor.
Antik kentin MÖ 2. yüzyılda Bergama
krallarından II. Eumenes tarafından kurulduğu, adını
ise Bergama'nın kurucusu Telephos'un eşi Heira'dan
aldığı sanılıyor.
Eski kaynaklara göre metal ve taş işlemeciliği,
dokuma kumaşlarıyla ünlü kent, Konstantin döneminde
Frigya bölgesinin başkentliğini de yapmış.
Bizans döneminde piskoposluk merkezi de olan kent
1988'den bu yana UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yer
alıyor.
Hierapolis Kuzey Nekropolü anıtsal mezarların iyi
durumda korunagelmiş olması ve yayıldığı geniş
alanda, çok sayıda traverten lahitle bulunması
itibariyle etkileyici bir görüntü oluşturuyor.
Sayısı iki binden fazla olan mezarların
bazılarında ise yazıt bulunuyor. Mimarisi çok
çeşitli olan Hierapolis mezar anıtları değişik
uygulamalar gösteriyor. Hellenistik döneme tarihlenen
tümülüs mezarlar kenttin en eski mezarları
konumunda. Seçkin kişilere ait tümülüs mezarların
yanı sıra alanda fakir kişilere ait mezarlar da
mevcut.
Yeni Şafak, 06.08.2014
|
GRANDE ARCHE RESTORE EDİLECEK
20. yüzyılın Arc de Triomphe'u son dönemde
çatısından düşen parçalar ile kaygı uyandırıyordu.
La Défense bölgesinde bulunan eser Johann Otto
von Spreckelsen tarafından tasarlanmıştı. 1989
yılında tamamlanan ve Paris'in ticaret
bölgesinde bulunan yapının, restaurant ve gezi
platformu olarak kullanılan ve yılda 250.000
kişi ağırlayan çatı katı ise son 4 yıldır halka
kapatılmıştı.
Kapatılmanın sebebi olarak
çatıdan düşen kaplamalar ve yapının güvenliğine
dair oluşan bazı sorunlar gösterilmişti.
Hükümet ise "savaşlardaki zaferlerden ziyade
insanlığa ve insanlık ideallerine" adanan ve Arc
de Triomphe'u selamlayan yapının onarımı için
200 milyon Euro ayıracağını duyurdu.
Arkitera, Derleyen: Derya Gürsel, 06.08.2014
|
|
SOLİ POMPEİOPOLİS DÜNYA MİRASI SEÇİLEBİLİR

Mersin'de 2 bin 700 yıllık antik liman kenti Soli
Pompeiopolis'teki kazılara başkanlık eden Dokuz
Eylül Üniversitesi Müzecilik Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Remzi Yağcı; Neolitik, Hellenistik ve Roma
dönemlerine ait kalıntıların bulunduğu yerleşimin
UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girebileceğini
söyledi.
Prof.Dr. Remzi Yağcı, merkez Mezitli İlçesi
Virahşehir Mahallesi'ndeki antik liman kenti Soli
Pompeipolis'te 15 yıldan beri devam eden kazılarda
sütunlu caddenin güney ucundaki karşılıklı 7'şer
sütundan 14 sütunu ayağa kaldırdıklarını, bu yıl 17
Temmuz'da başlayıp, ağustos sonuna kadar devam
edecek kazılarda 30 kişilik ekiple restorasyona
yönelik kazı-temizlik çalışmaları yaptıklarını
anlattı.
Yağcı, "Soli, Rodos adasından gelen Dorlar
tarafından kurulmuş. Kent adı güneş anlamına
geliyor. Dorlar, güneş tanrısına taptıklarından
muhtemelen kentin adı da dini inançlarıyla ilgili.
Milattan sonra 525'teki depremde yıkılan Soli
Pompeiopolis'i ayağa kaldırmayı amaçlıyoruz. Hem
karadan, hem de denizden gezilebilir durumda olan
Soli Pompeipolis, UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne
girebilir" dedi.
Kazı alanını ziyaret eden Mezitli Belediye
Başkanı CHP'li Neşet Tarhan'a da bilgiler veren
Yağcı, burada gün ışığına çıkartılan Afrika, Kıbrıs
ve Foça seramiklerinin Roma ve Bizans dünyasının
sosyal ve ticari yaşantısını yansıttığını aktardı.
'ROMA DÖNEMİNE AİT ÖNEMLİ AYRINTILAR VAR'
Restorasyon yaptıkları alanda Roma dönemine ait
önemli ayrıntılar ortaya çıkardıklarını belirten
Yağcı şunları söyledi:
"Roma döneminin dükkanlarına ulaştık. Bu
dükkanların bodrum katlarında ilginç buluntularla
karşılaşıyoruz. Dönemin ticaret ve sosyal hayatını
yansıtan objeler çıkıyor. Örneğin, o dönemde
kullanılan bir tuvalet örneği bulduk. Bu dönemin
sosyal hayatı ile ilgili ilgi çekici bir kalıntı.
Kaldırdığım toprağın altından yeni sütun başlıkları
çıktı. Yine Roma döneminin sikkeleri çıkıyor.
Bunlar bize tarihlemede yardımcı oluyor. Sütunlu
caddeyi gezilebilir hale getirmeye çalışıyoruz"
Birçok medeniyeti içinde barındıran Soli'de 5-6
yıllık çalışmanın ardından müze kurulmasının uygun
olacağını kaydeden Yağcı şöyle konuştu:
"Neolitik,
Hellenistik ve Roma dönemleri gibi
birçok dönemi bünyesinde barındıran ve büyüleyici
yapısıyla hayranlık uyandırtan Soli, Mersin
tarihinin ne kadar zengin olduğunu, ne kadar geriye
gittiğini gösteriyor. Kazıların amacı tarih
bilincini oluşturmak ve bu kalıntıları gelecek
kuşaklara aktarmaktır. Arkeolojik çalışmaların
tamamlanmasından sonra burada bir müze kurmayı
tasarlıyoruz. Kurulacak müzeyle, sütunlu cadde
karadan ve denizden gezilebilir bir hale gelecek. Bu
müze, bir açık hava müzesi olacak veya bütün alanı
bir arkeopark haline getirmeye çalışacağız. Umarım
gerekli onaylar alındıktan sonra orta vadede
gerçekleştirilecek."
'SOLİ İHMAL EDİLMİŞ'
Mezitli Belediye Başkanı Tarhan ise Soli'nin uzun
yıllar ihmal edildiğini, antik kent bölgesinde
çarpık yapılaşmalara göz yumulduğunu söyledi.
Soli'nin kazıların tamamlanmasıyla Türkiye'nin
dünyaya açılan kapısı olacağına inandığını
vurgulayan Başkan Tarhan "Mezitli deniz turizmi,
yayla turizmi ve tarımdaki öneminin yanı sıra bu
tarihi değeriyle de dünyaya kendisini gösterecek.
Çok uzun yıllara dayanan geçmişi olan Soli maalesef
ihmal edilmiş ve hor kullanılmış. Tarihi
değerlerimizin üzerine çarpık yapılaşma kurulmuş.
Gelecek yıl çok daha geniş olanaklarla yapılacak
çalışmalarla antik limanın ortaya çıkacağına
inanıyorum. Burası sadece Mersin'in değil
Türkiye'nin dünyaya açılan kapısı olacaktır. Herkes
burayı ziyarete gelecek dünyanın odak noktası
olacaktır" dedi.
Gerçek Gündem, Haber: Gülhan Demirci, 06.08.2014
|
MİLAS'TA LAHİT MEZARDAN 8 İSKELET ÇIKTI
Milas’ta iş makinesiyle sürdürülen altyapı
çalışmaları sırasında
Roma dönemine ait olduğu düşünülen bir lahit
mezar bulundu. İncelenen mezarda ilk belirlemelere
göre toplam 8 kişiye ait iskelet ve altın ziynet
eşyalarına, toprak kaplara rastlandı.

Milas’ta devan eden altyapı ve kanalizasyon
çalışmaları, birçok kültür varlığının gün yüzüne
çıkmasına vesile oldu. Çalışmalar sırasında çok
sayıda tarihi eser çıkarılırken; içinde 8 kişiye ait
iskeletlerin bulunduğu bir lahit mezara daha
rastlandı. Tarihi
Gümüşlük Anıtı’nın bulunduğu Gümüşlük
Mahallesi’ndeki çalışmalar sırasında ortaya
çıkarılan lahit mezarda çalışma başlatan Milas Müze
Müdürlüğü yetkilileri, mezarda altın ziynet eşyaları
ve toprak kaplar buldu. Mezarda başlatılan kurtarma
çalışmalarında elde edilen ilk bulgulara göre
mezarın Roma Dönemi’ne ait olduğu düşünülürken; tam
tarihlendirme yapılması için incelemeler devam
ediyor. Kurtarma kazılarının tamamlanmasının
ardından mermer mezarın bulunduğu yerden çıkarılarak
Milas Müze Müdürlüğüne götürüleceği bildirildi.

“MEZARI TAŞ SANDIK”
Mezarı bulan iş makinesi operatörü Kemal Kabaç,
çalışmalar sırasında zeminin sert olması nedeniyle
kırıcı kullandıklarını belirterek şunları kaydetti;
“Kazarak kanala doğru ilerliyorduk bu sırada sert
bir cisimle karşılaştık. Bir kaya çıktı ve kırıcıyla
kırınca bunun mezar olduğunu anladık ve hemen müze
yetkililerine
haber verdik” dedi.
Milliyet, 06.08.2014
|
SIRA ANKARA'NIN KALBİNDE: SARAÇOĞLU KİME
PAZARLANACAK

AKP, Kızılay’da bulunan halk arasında “Saraçoğlu
Mahallesi” olarak bilinen ve ağaçlarıyla ünlü
Cumhuriyet’in ilk toplu konut alanı tarihi Namık
Kemal Mahallesi’ni “özelleştirmek”, yani satmak için
ilk adımı attı.
Hükümet, Ankara’nın merkezinde Kızılay’da bulunan
halk arasında “Saraçoğlu Mahallesi” olarak bilinen
Cumhuriyet’in ilk toplu konut alanı tarihi Namık
Kemal Mahallesi’ni “özelleştirmek”, yani satmak için
ilk adımı attı. Mahalledeki lojmanların yanı sıra
Adnan Ötüken Halk Kütüphanesi, ilçe milli eğitim
müdürlüğü, hükümet konağı, ilköğretim okulu
üzerindeki çeşitli bakanlıklara ait olan tahsisler
kaldırıldı. Karara göre, mahalledeki taşınmazlar
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından
yürütülecek projelerde de değerlendirilerek
“ekonomiye kazandırılacak”(!). Bu da 3. şahıslara
devir ve satış anlamına geliyor.
Kararda, taşınmazların aslına uygun şekilde
restore edilmek suretiyle öncelikle Maliye
Bakanlığı’nca değerlendireleceği belirtildi. Ancak
kararın devamında taşınmazların Maliye Bakanlığı’nca
uygun görülen hallerde Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Toplu
Konut İdaresi Başkanlığı ve diğer ilgili kamu kurum
ve kuruluşları tarafından yürütülecek projeler
kapsamında da değerlendirilebileceği ifade edildi.
Yine kararda taşınmazların “ekonomiye
kazandırılmasının amaçlandığının” vurgulanması da
dikkat çekti. Üzerindeki tahsisler kaldırılan
taşınmazlar arasında lojmanların yanı sıra Adnan
Ötüken Halk Kütüphanesi, ilçe milli eğitim
müdürlüğü, ilköğretim okulu, hükümet konağı da
bulunuyor. Kararda, taşınmazların Özelleştirme
İdaresi Başkanlığı tarafından gerçekleştirilecek
projelerde de değerlendirileceğinin ifade edilmesi,
“Mahallenin bulunduğu alan satılacak” şeklinde
yorumlandı.
Hükümetin “ben yaptım oldu” mantığı ile
tahsisleri kaldırdığına dikkat Mimarlar Odası Ankara
Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan, alanda ne
yapılacağının ise bilinmediğini söyledi. Candan,
mahallenin “Cumhuriyet döneminin ilk toplu konut
alanı” olduğunu, hükümetin alana ilişkin tek başına
karar veremeyeceğini vurguladı. “Kızılay’ın göbeği.
Yarın bir gün Topçu Kışlası benzeri bir yer de
yapmaya kalkışabilirler” diyen Candan, dava için
inceleme yaptıklarını da söyledi.
Bu arada Mimarlar Odası Ankara Şubesi, mahkeme
kararlarına karşın inşaatı devam eden yeni
Başbakanlık binası inşaatı ile Ankapark inşaatına
denetime gidiyor.
Cumhuriyet, Haber: Mustafa Çakır, 06.08.2014
******
O MAHALLE İŞTAH KABARTIYOR

Hükümetin satış için düğmeye bastığı Ankara
Kızılay’daki tarihi Saracoğlu Mahallesi’nin değeri
dudak uçuklatıyor. Ünlü emlak müşaviri Salim
Taşcı’ya göre 102 dönümlük alanın değeri en az 765
milyon dolar. “Ankara’nın en değerli arsası burası.
Kaşıkçı elması gibi bir şey” diyen Taşcı, alanın
satılmasına ise karşı çıktı. Taşcı, kesinlikle
ticari düşünülmemesini, “TOKİ kafasıyla” hareket
edilmemesini istedi.
Hükümet, Saracoğlu Mahallesi’nde bulunan yapılar
üzerindeki tahsisleri kaldırırken, Toplu Konut
İdaresi Başkanlığı ve Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı projelerinin de değerlendirileceğine
dikkat çekmişti. Bu da alanın satılmasına kapıyı
açtı. Ünlü emlak müşaviri Salim Taşcı, Saracoğlu
Mahallesi’nin 102 dönüm olduğunu söyledi. Alanın
metrekare değerinin de en az 7 bin 500 dolar
olduğuna dikkat çeken Taşcı, bunun 10 bin dolara
kadar çıkabileceğini ifade etti. En düşük metrekare
fiyatı 7 bin 500 dolar üzerinden hesaplandığında,
102 dönümlük alanın değeri tam 765 milyon dolar
ediyor. Rakamın çok yüksek olduğuna vurgu yapan
Taşcı, “Ankara’nın en değerli arsası. Kızılay
bölgesinde bu büyüklükte, ana arterlerde başka böyle
bir arsa yok. Tutup da burayı yıkmaya kalkarlarsa
çok yazık olur. Kumrular Sokak’a komşu bir yer
burası. Caddelere komşu. Çok kıymetli. Kaşıkçı
elması gibi bir şey” dedi.
Bu alanın satılmasına karşı çıkan Taşcı, kültürel
faaliyetler için kullanılması gerektiğini
vurgulayarak “Kültürel faaliyetler için
değerlendirilirse dört dörtlük olur. Kızılay
bölgesinin şeklini değiştirir. Geleceğe yatırım
olur. Ancak oraya AVM veya TOKİ kafasıyla bir şey
yapılacaksa bu Saracoğlu’nun de kemiklerini
sızlatır. Orası memurlara yönelik ilk toplu konut
alanıydı. O dönemde devletin memura verdiği önemi de
gösteriyor. Şimdi eğer TOKİ kafasıyla, ticari
zihniyetle hareket edilirse büyük ihanet olur” dedi.
Sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapılmasını,
Mimarlar Odası ve İnşaat Mühendisleri Odası’yla
görüşülmesini öneren Taşcı, “Sivil toplum
örgütlerini işin içine kattığınızda müspet yol
alınır. Aksi halde belediye ile TOKİ kol kola
girerse arabesk yapılaşmadan kurtulamayız, sonu
hüsran olur. TOKİ kafasıyla hareket edilmemeli. Bir
kere ticari zihniyeti kesinlikle silmemiz lazım.
Şehirciliği ön plana almamız lazım. Binalar kentin
aynasıdır. Aynayı iyi yapalım, kırmayalım. Burası
için kesinlikle sivil toplum örgütleri ile fikir
birliği içerisinde yola çıkılmalı” diye konuştu.
Kentin nefes alacağı yer kalmadı
CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka Saraçoğlu
Mahallesi’nin Cumhuriyet tarihinin ilk toplu konut
alanı olduğunu, Cumhuriyetin kuruluş yıllarının
izlerini taşıdığını söyledi. AKP’nin Cumhuriyetin
izlerini yok etmeye çalıştığını belirten Nazlıaka,
“Cumhuriyetle olan bu hesaplaşmayı bir türlü
bitiremediler. Ranta doymayan bu zihniyet kentlileri
boğuyor. Kentin nefes alabileceği bir alan kalmadı.
Kızılay’ın göbeğindeki bu alanı ne yapacaklarına
dair sürecin takipçisi olacağız. Ankaralıların
haklarını savunmaya devam edeceğiz” dedi.
Cumhuriyet, Haber: Mustafa Çakır, 06.08.2014
******
YALAN, 'DEVLETİN TEMELİNDE
Haberi sayfalarımızda.
Hükümet, 70 yıllık
“Saraçoğlu Mahallesi”ni
satacak.
Anıt ağaçları (çınar, atkestanesi) ve Ankara’nın
göbeğinde olmasına karşın, sakin kalabilmiş bu
tarihi mahalle üzerindeki Maliye Bakanlığı
tahsisleri artık yok!
Satışın önündeki son engeli de kaldıran Bakanlar
Kurulu kararı Resmi Gazete’de yayımlandı.
Kararın altında, görevi devretmesine
sayılı günler kalan Cumhurbaşkanı
Gül’ün
de
imzası var.
Yaygın adıyla, “Saraçoğlu”
ya da
“Devlet Mahallesi”
diye bilinen
lojmanlar için 1945 yılında, dönemin kamu
bankası Emlakbank görevlendiriliyor.
Ulusal mimari anlayışını benimseyen Alman mimar
Paul Bonatz
başkanlığındaki
Türk mimarlarca da yerel öğeleri öne çıkan bir
anlayışla yapılıyor.
Devlet Mahallesi”ni satışa açan
karardaki listeye baktım:
Çankaya İlçesi Yenişehir ve Namık Kemal
mahallelerinde 860 metrekareden başlayıp
19 bin 498 metrekareye kadar değişen
büyüklükteki 16 parselin, toplam yüzölçümü, 94
bin 297 metrekareye ulaşıyor.
94 dönümü aşkın bir alandan bahsediyoruz.
***
Hükümet, 37 dönümlük bu
tarihi alanı satma gerekçesini
“ekonomiye
kazandırmak” diye açıklıyor...
Bu gerekçenin arkasında büyük bir yalan var.
Yalan olan, bir Cumhuriyet yapısı olan
“Devlet Mahallesi”nin üzerinde AVM’ler,
mağazalar bulunan bir ticaret merkezine dönüşmek
üzere açılacak ihalelerle, Başbakan’a yakın
müteahhitlere satılacağı değil.
Bu satışı mümkün kılmak için hazırlanan
“kanun yoluyla hile” de.
***
O hileyi gözümüzün içine
baka baka yaptılar.
Kanunları, Resmi Gazete’yi kullana kullana
tasarlanan “Devlet Mahallesi”
yalanının
geçmişi, 8 Şubat 2013’e uzanıyor.
Bakanlar Kurulu toplanıp diyor ki:
“Ankara ili Çankaya
İlçesi Namık Kemal
Mahallesi sınırları içindeki alan risklidir.
Burayı ‘riskli alan’
ilan
ediyoruz.”
Gerekçeye koyduğu kanun maddesini açıp
bakıyorsunuz: Bir yere
“riskli alan”
demek için “zemin yapısı ve üzerindeki
yapılaşma
nedeniyle can ve mal kaybına
yol açma
ihtimali”
olması lazım.
Karar yayımlanınca o zaman çalıştığım gazeteden,
dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar’a ulaşarak,
“Devlet Mahallesi’nin zemini gerçekten
riskli mi? Tarihi binalar yıkılacak mı”
diye soruyorum.
Yolsuzluk operasyonu nedeniyle istifa etmek
zorunda kalan Bayraktar da, o gün,
“Aslında
bu durumda olan sadece birkaç
bina var.
Zaten amacımız yıkım değil.
Başkent’e
değer katacak bir kültürel kimlik
projesi hedefliyoruz. Birkaç zorunlu istisna
dışında tescilli binalar yıkılmayacak, anıt
ağaçlar kesilmeyecek”
diyor.
Saraçoğlu Mahallesi’nin müze, sanat galerisi,
ofis, kafe, restoran, butik otel gibi alanlardan
oluşan komplekse dönüşeceğini açıklıyor.
Şimdi göreceğiz...
30 dönümlük “Devlet Mahallesi”,
kararda
belirtildiği gibi,
“aslına uygun biçimde
restore edilecek”
mi, “bölgenin
özgün yapısı
korunacak”
mı?..
Atatürk Orman Çiftliği’nde binlerce ağaç
kesilmişken; işin içinde TOKİ ve Özelleştirme
İdaresi varken bu nasıl mümkün olacak?
Satışın önünü açabilmek için,
“riskli alan”
yalanıyla başladıkları bir projeyi, anıt
ağaçları kesmeden, eski yapıları yıkmadan
yalansız nasıl tamamlayacaklar?
“Devlet Mahallesi”
bu... Yalanı eksik
olmaz.
Cumhuriyet, Yazı: Çiğdem Toker, 06.08.2014
|
İSTASYON BİNALARININ KENTTEKİ ANLAMI ÜZERİNE
DÜŞÜNCELER
Prof.Dr. Gülşen
Özyadın ve Arş.Gör. Tuğçe Tezer'in hazırladığı bu
yazı Haydarpaşa – Bostancı arasındaki istasyon
binalarını ele alarak Anadolu Yakası'nın kentsel
gelişiminde ve kent hafızasının oluşmasındaki rolünü
irdeliyor.

Bu yazı İstanbul gündeminde tartışılan ve ilk
etapta değişime uğrayacak olan Haydarpaşa – Bostancı
arasındaki istasyon binalarını, özellikle kolektif
hafıza açısından taşıdıkları anlam üzerine
yoğunlaşarak ele almayı ve İstanbul'un Anadolu
yakasının kentsel gelişiminde ve kent hafızasının
oluşmasındaki rolü üzerinde durmayı hedeflemektedir.
Kentlerin kimlikleri, kimliği oluşturan öğelerin
sürekliliği ile var olmaktadır. Dolayısıyla kent
yaşamında günümüzle ilgili deneyimler, büyük ölçüde
geçmiş hakkında bilinenlerin üzerine oturur ve
geleceğe yapılan her türlü aktarımın içinde bir
anımsama öğesi yatar. Anımsamanın bireysel olmanın
ötesinde toplumsal bir yanı bulunmaktadır. Diğer bir
deyişle kente ait hafıza, toplumsal yoldan kurulan
zihinsel bir süreçtir. Bu süreçte kente ait bilgiler
kolektif hafıza yoluyla anımsanır ve hafıza
mekanları üzerinden geleceğe taşınır.
Hafıza mekanları, iç içe geçmiş iki tür gerçeklik
düzeninden oluşur. Mekana, zamana, dile, geleneğe
kaydolmuş, kimi kez maddi, ele gelir, kavranabilir
bir gerçeklik; diğeriyse simgesel ve tarihi
barındıran bir gerçeklik. Hafıza mekanlarını
oluşturan bu iki tür gerçeklik düzeni; maddi,
simgesel ve işlevsel olan üç anlamı farklı
düzeylerde içerir ve bu üç veçhe her zaman bir arada
bulunur.
Tartışma konumuz olan istasyon binalarının maddi,
simgesel ve işlevsel olan üç anlam düzeyini, ilgi
alanımız olan Haydarpaşa- Bostancı hattı arasında
gelişen kentsel olgular eşliğinde irdeleyelim.
İstasyon yapıları, Osmanlı İmparatorluğu'nun 19.
yüzyıldaki modernleşme serüvenine koşut biçimde
gelişim gösterir. 1871 yılında çıkarılan bir kanunla
Haydarpaşa-Gebze demiryolu hattının yapılmasına
karar verilir ve üç etap halinde planlanan hattın
ilk bölümünü oluşturan Haydarpaşa-Pendik demiryolu
banliyö hattının yapımı 1872 -1883 yılları arasında
tamamlanır. Daha sonraki yıllarda hem banliyö, hem
de demiryolu hattı için ilk ve son nokta olma
özelliğine sahip olan Haydarpaşa gar binası
1906-1908 yılları arasında, bu hat üzerinde yer alan
sırasıyla Kızıltoprak, Feneryolu, Göztepe, Erenköy,
Suadiye ve Bostancı istasyon binaları 1910 yılında
yapılır. Hiçbiri birbirinin aynısı olmayan,
bulunduğu yerin verilerini kullanarak oluşturdukları
özgün bir mimari dille yeni bir yapı tipolojisi
tanımlayan o dönemin modern yapıları, İstanbul'un
kent kimliğine katılırlar.
İstasyon binalarının mimari organizasyonları
incelendiğinde; yolcu salonu-gişeler, lojman ve yaya
alt geçitlerinin temel elemanlar olarak kullanıldığı
görülür. Arazi kotları ve çevre dokuyla olan
bağlantılar, belli bir ortak mimari dil içinde
farklı yerleşme örüntülerini karşımıza çıkarır.
Demiryolunun kendisinin bir sınır öğesi olması
nedeniyle kent içinde birbirinden ayrılmış iki
yakanın zaman zaman birbirine bağlanması
gerekliliği, farklı mimari çözümler oluşturur.
İstasyon binalarının kendi mekansal organizasyonları
kadar, çevre dokuyla olan etkileşimleri de kentsel
mekanın örgütlenmesini etkiler. Cami, sıbyan
mektebi, dükkanlar ve toplanma noktaları gibi
kullanımlarla birlikte yeni bir kentsel alt merkez
oluşumu ortaya çıkar.
Ulaşım imkanlarına bağlı olarak oluşan yeni
merkezlerle birlikte istasyon binalarının
etrafındaki alanlarda da değişim başlar. Daha önce
bağlık-bahçelik olan yerlerde, Osmanlı
modernleşmesinin ortaya çıkardığı yeni bir olgu olan
"sayfiye" yerleşmeleri oluşur. Banliyö hattı ile
birlikte deniz ulaşımının da devreye girmesi ve
Tanzimat sonrasında ilk kez yabancılara mülk edinme
hakkının tanınması, sayfiye hayatının hızla
gelişmesine neden olur. Göztepe, Altunizade, Kadıköy
yazlıkların gözde mekanı olurlar.19. Yüzyılın
sayfiye mekanlarına daha sonra Erenköy ve Suadiye de
katılacaktır. Özellikle Erenköy Abdülaziz ve II.
Abdülhamit döneminde devlet erkanının ve üst sınıfın
rağbet ettiği bir sayfiye yeri haline gelmiş, geniş
bahçeler içindeki köşk ve evlerin sayısı artmaya
başlamıştır. Anadolu yakasının önemli sayfiye
mekanlarından bir diğeri Bostancı'dır. Önceleri
Bostancı şehre girişi denetleyen bir karakol olarak
kurulmuşken, Tanzimat'tan sonra İstanbul
zenginlerinin sayfiyesi olarak gelişmiştir.
Bu genel değerlendirmeden sonra, söz konusu
istasyon binalarına daha yakından bakarak, yakın
dönem kent tarihi içinde, farklı dönemlerde kent
dokusu ile kurduğu ilişkiler ve bölgedeki önemli
yapılar bağlamında ele alındığında karşımıza şöyle
bir tablo çıkmaktadır:
Kızıltoprak İstasyonu
Kızıltoprak, 19. yüzyılın ortasına kadar bağ ve
bahçelik bir alandır (Raif, 1996). Bölge ismini,
tuğla ve seramik yapımına elverişli olan killi
toprağının renginden alır (Neyzi, 1994). 1900'lü
yıllarda Kurbağalıdere'den Kızıltoprak'a doğru
gidildiğinde, Papaz Bahçesi olarak isimlendirilen
alana ulaşılmakta olup, bu alan 1929 yılı itibariyle
Fenerbahçe Spor Kulübü'ne kiralanmıştır (Hür, 1994;
akt. Kösebay, 2007).Kurbağalıdere'den Kızıltoprak
yönüne gidilirken Papaz Bahçesi'ni geçince ulaşılan
Ihlamur Caddesi üzerinde ise 1900'lü yıllar
itibariyle Zühdi Paşa'nın köşkü bulunmakta,
bubinanın daha sonra Kızıltoprak Kız Orta Okulu'na
dönüştüğü bilinmektedir (Neyzi, 1994).
Neyzi'nin çalışması üzerinden yapılan
değerlendirmeye göre Kızıltoprak İstasyonu'nun konut
alanları ile ilişkisi incelendiğinde; konut
alanlarının tren istasyonunun kuzey kısmında
(Tuğlacıbaşı Mahallesi) yoğunlaştığı anlaşılmakta,
bu alandaki yapılaşma ayrı araziler içinde bulunan
köşkler biçimde ifade edilmektedir. Zühdi Paşa
Camii, Sıbyan Mektebi ve Zühdi Paşa'nın kendisine
ait köşk ise demiryolunun güneyinde yer almaktadır
(Kösebay, 2007).
Kızıltoprak bölgesinin kent dokusunda tarihsel
süreçte meydana gelen değişim değerlendirildiğinde;
bölgenin 1940'larda başlayan ve 1960'larda artan bir
ivme ile bahçe içindeki köşklerden oluşan dokusunu
kaybettiği ve hızla apartmanlaştığı bilinmektedir.
Bugün özellikle Kadıköy ve çevre yolu vasıtasıyla
Bağdat Caddesi'ne gitmek isteyen araçların sebep
olduğu trafik, Kızıltoprak'ın günlük yaşamını
olumsuz yönde etkilemektedir. Günümüzde Fenerbahçe
Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'nun getirdiği ek trafik
yükü, kent içi trafiğin sebep olduğu olumsuzlukları
arttırmış durumdadır (Kösebay, 2007).
Kızıltoprak İstasyonu, demiryolunun iki yakasında
konumlanan iki yapıdan oluşur ve demiryolunun güney
yakasında bulunan yapı yolcu binası olarak, kuzeyde
yer alan yapı ise lojman olarak kullanılmaktaydı. Bu
iki istasyon yapısı birbirine bir alt geçitle
bağlanmıştır. TCDD 1. Bölge Müdürlüğü kayıtlarına
göre bu yapılar, 1910 yılında inşa edilmiştir.
Kargir malzemeden yapılmış olan yapılar, 31.03.2004
tarihinde tescil edilmiştir. İlgili bakanlığın
konuya ilişkin yazısına göre: hattın güney tarafında
kalan mevcut istasyon binasının tarihi öneme sahip
olması nedeni ile yerinde muhafaza edileceği
belirtilmektedir.

Kızıltoprak İstasyonu, 2014 (Kaynak: URL1)
Kızıltoprak İstasyonu'nu içine alan bölgenin 1928
yılı haritasında, istasyon binasının çevresinde
büyük bahçeleri içindeki evlerden oluşan seyrek bir
yapılaşma gözlemlenmektedir. Günümüzde Fenerbahçe
Stadyumu olarak kullanılan alanda o dönemde de bir
stadyum alanı görülmekle beraber, Kurbağalıdere'nin
doğusundaki yeşil alan ilişkili olduğu
anlaşılmaktadır.

Kızıltoprak İstasyonu, 1928 (Kaynak: İstanbul Harita
Şirketi, İBB Atatürk Kitaplığı Arşivi)
Kızıltoprak İstasyonu ve çevresinin 1946, 1966,
1982 ve 2014 yılı haritaları incelendiğinde, ilk
dönemlerde bölgede geniş bahçeler içindeki müstakil
evlerden oluşan seyrek bir dokunun izlendiği, 1966
yılı itibariyle müstakil evlerin apartmanlara
dönüştüğü, 1982 ve 2014 yılı haritalarında ise
oldukça sıkışık ve denizden cephe alan kısımlar
hariç boşluksuz bir konut alanı gözlemlenmektedir.

Kızıltoprak İstasyonu, 1946, 1966, 1982, 2014 yılı haritaları (Kaynak: İBB Şehir Rehberi)
Feneryolu İstasyonu
Feneryolu olarak adlandırılan bölgede Sultan 2.
Mehmed (1451-1481) döneminde bahçe içinde köşkler
bulunduğu, Kanuni Dönemi'ne kadar ise pek çok
yenilemenin yapıldığı bilinmektedir (Artan, 1994;
akt. Kösebay, 2007). Bölgeye ismini veren Fener
Kulesi 1562 yılında ahşap malzemeden yapılmış, 17.
yüzyılda birkaç defa yangın geçirmesinden sonra
kargire çevrilmiştir. Bu yapıda her gece ışık
yakılmasına, 1837-1838 yıllarında başlanmıştır
(Ekdal, 1987). Sultan 1. Mahmut döneminde önemini
kaybetmeye başlayan Fener Bahçesi, 18. yüzyılın
ortalarından itibaren askeri talim alanı olarak
kullanılmaya başlanmıştır (Artan, 1994; akt.
Kösebay, 2007).
Ulaşımı oldukça zor olan bu alana erişimi
kolaylaştırmak için demiryolu ulaşımı sağlanmış
olup, 1873 yılında açılan bu hattın isminin
Fenerbahçe'ye ulaşan yol olduğu için Feneryolu
olarak belirlendiği bilinmektedir. Demiryolunun
gelişmesine paralel olarak Fenerbahçe'de yabancılar
ve Levantenler hızla mülk sahibi olmaya başlamış,
1870'li yıllarda Yavuz Sultan Selim Vakfı olan
Fenerbahçe, yabancı uyruklu kişiler tarafından satın
alınmıştır (Hür, 1994; Toydemir, 1954; akt. Kösebay,
2007).
Feneryolu İstasyonu yolcu binası, demiryolunun
güney yakasında yer almakta olup, TCDD 1. Bölge
Müdürlüğü kayıtlarına göre 1910 yılında inşa
edilmiştir. Kargir olarak yapılan bu bina, bu hat
üzerindeki diğer yolcu binalarında da görülen "üçlü
plan" düzeni ile yapılmıştır. Bu yapının güzergah
üzerindeki diğer yapılardan farkı, ahşap süsleme
öğelerinin bulunmaması ve iç dekorasyonunda
neoklasik bir üslubun benimsenmiş olmasıdır
(Kösebay, 2007).
Feneryolu İstasyon binası 31.03.2004 tarihi
itibariyle tescil edilmiş olup, ilgili bakanlığın
konuya ilişkin yazısına göre, hattın güney tarafında
kalan mevcut istasyon binası tarihi öneme sahip
olması nedeni ile yerinde muhafaza edileceği
belirtilmektedir.

Feneryolu İstasyonu, 2014 (Kaynak: URL2)
Feneryolu İstasyonu ve çevresinde, demiryolu
hattının diğer kısımlarında olduğu gibi önceki
dönemlerde bahçe içinde müstakil evlerin bulunduğu
bir yerleşme dokusu varken, sonraki dönemde
apartmanlaşmış ve sıkışık bir yerleşme dokusu
gözlemlenmektedir.

Feneryolu İstasyonu, 1946, 1966, 1982, 2014 yılı
haritaları (Kaynak: İBB Şehir Rehberi)
Göztepe İstasyonu
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan
Anadolu Yakası – Avrupa Yakası vapur seferleri
sonrasında bir yazlık yerleşim yeri görünümünü almış
olan Göztepe, 1873 yılında demiryolunun bu bölgeden
geçmesi ile yaz-kış ikamet edilen bir yerleşim yeri
halini almıştır. Bu bölge uzun bir müddet, ileri
gelen devlet adamlarının konut edinmek için tercih
ettiği bir bölge olmuştur (Şehsuvaroğlu, 1969).
Alanın 19. yüzyılda bağlık bir alan olduğu ve bir
şarap fabrikasının Cumhuriyet döneminde de varlığını
sürdürdüğü bilinmektedir. 1923 yılında açılan
Etfaiye Müfrezesi, 1921'de kurulmuş olan Telefon
Santrali binaları ile Erenköy Kız Lisesi, bölgenin
önemli yapılarıdır. Konut işlevinin daha çok
demiryolu hattı etrafında gelişme gösterdiği
bölgede, Bağdat Caddesi ve çevresinin Cumhuriyet
döneminde iskan alanı olarak tercih edilmediği
görülmektedir (Şehsuvaroğlu, 1969).
Bölgeye 1877 Rus Savaşı sırasında ve sonrasında
ve Balkan Savaşı sonrasında göçmenlerin, özellikle
demiryolunun kuzeyine yerleştirildiği bilinmektedir.
Göztepe'nin bir konut alanı olarak gelişmesinde
önemli bir rolü olan Tütüncü Mehmed Efendi, 19.
yüzyılın sonralarında Göztepe'den satın aldığı
yaklaşık 1000 dönüm büyüklüğündeki araziyi, 10-25
dönümlük parseller halinde satmıştır (Şehsuvaroğlu,
1969).
Göztepe İstasyonu, Haydarpaşa – Bostancı güzergahı
üzerindeki diğer istasyonlara göre oldukça kuzeyde
konumlanmıştır. Güzergahın batıdan başlayarak bu
istasyona kadar olan kısmında Bağdat Caddesi'ne
paralel biçimde devam ettiği, fakat bu noktada
denizden ve Bağdat Caddesi'nden uzaklaştığı
görülmektedir. Bu yön değiştirmenin bir sebebi
olarak, Tütüncü Mehmed Efendi'nin sahip olduğu 1000
dönümlük arazisinin parçalara ayrılması ile oluşan
çok sayıda ve farklı özel mülkiyetin, demiryolu
yapımı sırasında kamulaştırılamamış olduğunu önermek
mümkündür. Bu kesimde demiryolu hattı ile Bağdat
Caddesi tarafından çevrelenen alanın mevcut durumda
Tütüncü Mehmed Efendi Mahallesi olarak
isimlendirilmesi, bu önermeyi destekler
niteliktedir.

Göztepe İstasyonu'nun Haydarpaşa – Bostancı Hattı
Üzerindeki Yeri, MSGSÜ ŞBPB Arşivi, 2014
1914 yılında demiryolunun çifte hatta çevrilmesi
sebebiyle istimlaklerin yapıldığı Göztepe'de,
demiryolunun gelişi ile başlayan konut gelişimi
Cumhuriyet dönemine kadar bahçe içi köşkler
biçiminde gelişme göstermiştir. Erken dönemde
demiryolu çevresinde yoğunlaşma gösteren konut
alanları, Cumhuriyet'ten sonra Bağdat Caddesi
çevresine yayılmaya başlamıştır (Kösebay, 2007).
İlk yapıldığı durumda karayolu ile hemzemin
durumda bulunan yolcu binası, 1912 yılı itibariyle
hattın geçtiği alan kazılarak aşağı kota
indirilmiştir. Bugün hala kullanılmakta olan yeni
yolcu binası, 1915 yılında inşa edilmiştir. Eski
yolcu binasının zemin katı kargir, üst katı ahşap
olan orta bölümünün yanında, tek katlı ahşap
mekanlar bulunmaktadır (Şehsuvaroğlu, 1969).
Günümüzde kullanılmakta olan Göztepe yolcu binası,
içinden trenlerin geçtiği bir tünel üzerine kurulmuş
iki katlı bir yapıdır. Girişini Tütüncü Mehmet
Efendi Caddesi'nden alan ve yolcu hizmetleri verilen
bölüm üst katta, yolcuların aşağı kotta ilişki
kurmalarını sağlayan merdivenler ise peron kotunda
yer almaktadır. Yapıya doğu yönünden bakıldığında
ise yapı tek katlı görülmekte olup, planda görülen
simetrik düzenleme cephede de belirgin bir biçimde
okunmaktadır (Kösebay, 2007).
Göztepe İstasyon binası 29.02.1988 tarihi
itibariyle tescil edilmiş olup, ilgili bakanlığın
konuya ilişkin yazısına göre; mevcut çift hat
üzerinde bir köprü üzerine inşa edilmiş olan mevcut
istasyon binasının tarihi öneme sahip olması nedeni
ile yerinde muhafaza edileceği belirtilmektedir.

Göztepe İstasyonu (Kaynak: URL3)
Göztepe İstasyonu'nun çevresinde, hat boyunca
neredeyse hiç yapılaşmanın gözlemlenmediği 1946
haritasından sonra 1966 tarihli harita
incelendiğinde, yerleşmenin gitgide sıkışık bir
dokuya sahip olmaya başladığı, 1982 ve 2014 yılında
ise dokunun nefessiz sıkışık bir hal aldığı
görülmektedir.

Göztepe İstasyonu, 1946, 1966, 1982, 2014 yılı
haritaları (Kaynak: İBB Şehir Rehberi)
Erenköy İstasyonu
Erenköy'ün yerleşme olarak tarihi 14. yüzyıla
dayanmakta olup, bu bölge de önceleri sadece yaz
aylarında kullanılan bir sayfiye yeri niteliğinde
iken, demiryolu yapımından sonra gelişme göstererek
yaz-kış kullanılan bir konut alanı halini almıştır.
Göztepe gibi Erenköy de 19. yüzyılda bağlık bir alan
iken, daha sonra devlet ileri gelenlerinin tercih
ettiği bir konut alanı olmuştur (Hür, 1994; akt.
Kösebay, 2007).
Hür ve Ra'if'e referanslı kaynaklarda 1898 yılı
itibariyle bugün Göztepe İstasyonu olarak bilinen
istasyonun isminin Erenköy olduğu ve bugünkü Erenköy
İstasyonu'nun o dönemde henüz inşa edilmediği
belirtilmektedir. Pervitich 1923 yılında hazırladığı
haritalarda Erenköy'e ait bölümünde bir "Eski
İstasyon" ve bir "Yeni İstasyon"dan bahsetmektedir
(Kösebay, 2007).
TCDD 1. Bölge Müdürlüğü'nün kayıtlarına göre
Erenköy İstasyonu'nun yapım tarihi 1910 yılı olup;
bölgede bu dönemde önem taşıyan yapılar; liman reisi
Şükrü Bey'in konağı, Bay Pavli'nin mülkü, Enver Paşa
Lisesi ile fırın, postane, hamam ve okul
binalarıdır. 19. yüzyıl sonlarında Erenköy, devlet
adamlarının ve kadın sultanların ağırlıklı olarak
tercih ettiği bir yerleşim alanı olmuştur. Burada
yer alan konutlar, dönemin ünlü mimarları tarafından
tasarlanmıştır (Hür, 1994; akt. Kösebay, 2007).
Erenköy istasyon binası üçlü bir kurgu ile inşa
edilmiş olup; bekleme salonu, gişe ve lojman
işlevlerine sahiptir. Erenköy İstasyon binasının
tescil tarihi 10.11.1979 olup, ilgili bakanlığın
konuya ilişkin yazısına göre; hattın kuzey tarafında
kalan mevcut istasyon binasının tarihi öneme sahip
olması nedeni ile yerinde muhafaza edileceği
belirtilmektedir.

Erenköy İstasyonu (Kaynak: URL4)
Erenköy İstasyonu ve çevresi tarihsel süreçte
incelendiğinde, 1928 yılında hat üzerinde az sayıda
evin bulunduğu seyrek bir doku izlenirken, 1966 yılı
itibariyle sıkışık hale gelmeye başlayan kent
dokusu, 2014 yılı itibariyle güncel durumda sıkışık
düzende tümüyle apartmanlardan oluşmaktadır.

Erenköy İstasyonu, 1928, 1966, 1982, 2014 yılı
haritaları (Kaynak: İstanbul Harita Şirketi, İBB
Atatürk Kitaplığı Arşivi, İBB Şehir Rehberi)
Suadiye İstasyonu
Suadiye İstasyonu, demiryolunun büyük bir S
şeklinde kavis yaparak ulaştığı bir istasyon olup,
demiryolu hattının kuzeyinde konumlanmıştır.
Demiryolu hattının inşa edildiği ilk yıllarda bu
istasyon mevcut olmayıp, Suadiye bölgesinin
1907-1908 yıllarında yapılmış olan Suadiye Camii'nin
yapımından sonra geliştiği bilinmektedir. Bölgenin
parselasyonu, demiryolunun gelişinden sonra
yapılmıştır. Demiryolunun kuzeyi, deniz tarafına
göre daha çok yapılaşmış olup, deniz tarafında
yapılar geniş araziler içinde konumlandırılmıştır.
Suadiye İstasyonu, TCDD 1. Bölge Müdürlüğü
kayıtlarına göre 1910 yılında yapılmış olup, yolcu
binası durak niteliği taşımaktadır. Özgün durumunda
kargir ana binanın yanında ahşap bir sundurma
bulunmakta olup, yapının tescil tarihi 31.03.2004
olarak belirlenmiştir. İlgili bakanlığın konuya
ilişkin yazısına göre; hattın kuzey tarafında kalan
mevcut istasyon binasının tarihi öneme sahip olması
nedeni ile yerinde muhafaza edileceği
belirtilmektedir.

Suadiye İstasyonu (Kaynak: URL5)
Suadiye İstasyonu'nun çevresinde bulunan yerleşme
dokusunun, bahçe içinde sayılı müstakil konuttan
oluştuğu 1928 yılı sonrasında, 1966 yılında apartman
düzenine dönüştüğü, 2014 yılı itibariyle boşluksuz
bir doku kazandığı görülmektedir.

Suadiye İstasyonu, 1928, 1966, 1982, 2014 yılı haritaları (Kaynak: İstanbul Harita Şirketi, İBB Atatürk Kitaplığı Arşivi, İBB Şehir Rehberi)
Bostancı İstasyonu
Kadıköy İlçesinin en doğusunda yer alan Bostancı
bölgesi, Osmanlı döneminde Anadolu'ya yapılan
seferler sırasında giriş-çıkışı denetlemek için
kurulan bostancı derbendine ev sahipliği yapmıştır
(Eyice, 1994). Demiryolunun gelişine kadar birkaç
yapı dışında herhangi bir gelişmenin olmadığı Bağdat
Caddesi'nde, demiryolunun yapılmasının ardından
hattın her iki yanında geniş bahçeler içinde köşkler
yapılmaya başlanmıştır. Yerleşmenin artmasıyla doğan
ihtiyaç sonucunda Kemaleddin Bey'in 1911 yılına
tarihlenen projesi ile bir cami inşa edilmiş,
1912-1913 yıllarında ise Bostancı'ya bir vapur
iskelesi yapılmıştır. 1. Dünya Savaşı yıllarında
Cihangir yangınında evini kaybeden kişiler,
ağırlıklı olarak Bostancı'ya yerleşmiştir (Eyice,
1994).
Bostancı İstasyonu'nda yolcu binası demiryolunun
kuzeyinde, lojman binası ise demiryolunun güneyinde
yer almaktadır. TCDD 1. Bölge Müdürlüğü kayıtlarına
göre yolcu binasının yapım yılı 1910 olup, bu yapı
hat üzerindeki diğer yapılardan üçlü kurgunun
merkezine yapılan ek ile ayrılmaktadır. Cephe
özellikleri açısından ise bu yapı, güzergah
üzerindeki diğer yapılardan tümüyle farklı olup, dik
çatısı ve çatı feneri ile Haydarpaşa Garı ile
benzerlikler göstermektedir. Lojman Binası'nın TCDD
Taşınmaz Mallar Müdürlüğü'nden elde edilen yapım
yılı verisi, 1874 yılına işaret etmektedir (Kösebay,
2007).
Bostancı İstasyonu'nun tescil tarihi 31.03.2004
olup, ilgili bakanlığın konuya ilişkin yazısına
göre; hattın kuzey tarafında kalan mevcut istasyon
binasının tarihi öneme sahip olması nedeni ile
yerinde muhafaza edileceği belirtilmektedir.

Bostancı İstasyonu (Kaynak: URL6)
Bostancı İstasyonu, demiryolu hattı ve
çevresindeki kent dokusunun 1982 ve 2014 yılı
haritaları arasında büyük bir fark gözlemlenmezken,
demiryolu hattının açılmasından sonra müstakil
konutlardan oluşan yerleşme dokusunun apartman
düzeninde sıkışık bir doku halini aldığı
görülmektedir. Bostancı sahiline yapılan dolgu
alanı, yerleşme formunda bir farklılaşmaya sebep
olmuştur.

Bostancı İstasyonu, 1982, 2014 yılı haritaları
(Kaynak: İBB Şehir Rehberi) * Bostancı İstasyonu'nu
içeren 1946 ve 1966 yılı haritaları mevcut
olmadığından, bu kısımda yalnızca 1982 ve 2014 yılı
haritalarına yer verilmiştir.
Sonuç
Dünün sayfiye mekanları, bugünün sürekli ikamet
edilen yerleşim alanlarına dönüşmüş olmasına rağmen,
istasyon binaları gerek ulaşım işlevleri, gerek
özgün mimari nitelikleri, gerekse kent dokusunda
oluşturdukları anlam değerleri açısından
varlıklarını sürdürdüler. Somut olarak istasyon
binalarının bizatihi kendisi, simgesel değer olarak
yerleşim alanlarına erişim sağlayan noktalar olması
ve işlevsel olarak da günümüz metropolünün ulaşım
sistemi içinde demiryolu banliyö hattı alternatifi
oluşturması, istasyon binalarının kent içindeki
anlamını pekiştirmekteydi. Her zaman, yaşanan
gruplar tarafından üretilen yaşamın kendisiydi ve
sürekli şimdiki zamanda yaşananla geçmiş arasında
bir bağ kurmaktaydı. Somuta, uzama, harekete, imgeye
ve nesneye kök salmıştı. Bu nedenle istasyon
binaları kolektif hafızaya kaydedilmiş olan önemli
birer hafıza mekanıdırlar.
Mercek altına aldığımız ve hafıza mekanları
olarak işaretlediğimiz istasyon binalarının geleceği
için, hangi bağlamda olursa olsun karar alıcıları
kolektif hafızaya karşı duyarlı olmaya davet
ediyoruz...
* Bu yazı MSGSÜ
Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Başkanı Prof.Dr.
Gülşen Özaydın ve Arş.Gör. Saadet Tuğçe Tezer
tarafından hazırlanmıştır.
Yararlanılan Kaynaklar
Yazılı kaynaklar:
-
Ayşe Hür,
"Erenköy", Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,
Tarih Vakfı, 1994, ss. 178-179.
-
Bedi N.
Şehsuvaroğlu, Göztepe, TTOK Yayınları, İstanbul,
1969.
-
Mehmed Ra'if,
Mir'at-ı İstanbul, ed. Kut, G. ve Aynur, H.,
Çelik Gülersoy Vakfı Yayınları, İstanbul, 1996.
-
Mehmet Ö.
Alkan, "Osmanlı'da Sayfiyenin İcadı", Tanıl Bora
(Derleyen), Sayfiye, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2014, ss.15-44.
-
Müfid Ekdal,
Bir Fenerbahçe Vardı, Türkiye Turing ve
Otomobil Kurumu, İstanbul, 1987.
-
Nezih Neyzi,
Kızıltoprak Hatıraları, İletişim Yayınları,
İstanbul, 1994.
-
Paul
Connerton, Toplumlar Nasıl Anımsar? Türkçesi:
Alaeddin Şenel, Ayrıntı Yayınları, İstanbul,
1999.
-
Pierre Nora,
Hafıza Mekanları, Türkçesi: Mehmet Emin Özcan,
Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2006.
-
Semavi Eyice,
"Bostancı", Dünden Bugüne İstanbul
Ansiklopedisi, Tarih Vakfı, 1994, ss. 301-304.
-
T. Artan,
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Tarih
Vakfı, "Fener Bahçesi", 1994, ss. 281.
-
Yonca Kösebay
Erkan, "Anadolu Demi̇ryolu Çevresi̇nde Geli̇şen
Mi̇mari̇ ve Korunması", Doktora Tezi̇, İTÜ,
2007.
Görsel kaynaklar:
-
İBB Şehir
Rehberi, 2014 (www. sehirrehberi.gov.tr)
-
İstanbul
Harita Şirketi, İBB Atatürk Kitaplığı Arşivi
-
MSGSÜ ŞBPB
Arşivi, 2014
Arkitera, 05.08.2014
|
SANAT BİNALARININ SÜRGÜNÜ

Dün AKM, Taksim Sahnesi, Emek Sineması, Muammer
Karaca Tiyatrosu, bugün Şinasi ve Akün sahnelerinin
bertaraf edilmesi çabalarıyla sembolleşen sürece
topluca baktığımızda, son derece tehlikeli bir
“arındırma politikası” ile karşı karşıya olduğumuz
izlenimi, yalnızca doğmuyor, kendisini dayatıyor. Bu
politika, şehir merkezlerini sanat binalarından
arındırmayı, adeta kutsal bir göreve dönüştürmüş
durumda. Şinasi ve Akün sahneleri, Ankara’nın sanat
hayatında derin ize sahip bir binanın içinde yer
alıyor. Tunus Caddesi’ndeki Şinasi, bir grup genç
sanatçının girişimiyle, 1975’te Çağdaş Sahne adıyla
kurulan devrimci sanat girişiminin de başladığı
mekan. Atatürk Bulvarı tarafındaki Akün ise sinema
salonu olarak çalıştığı 911 koltuklu yıllarda,
Ankara’nın en şaşaalı sinema salonuydu. Devlet
Tiyatroları’nın bu iki sahnesini barındıran bina,
bir kamu konsorsiyumu olan Emek İnşaat’ın malı ve
bugünlerde ısrarla özel girişime satılmaya
çalışılıyor. İstanbul sinema hayatının “tektaş”ı
Emek Sineması’nın müştemilatında yer aldığı Cercle
d’Orient binası da bu konsorsiyumun elindeydi ve
çoktan satıldı. Cercle d’Orient’ın ana binası içinde
bir de tiyatro salonu vardı, 765 koltuklu Yeni
Komedi Sahnesi. İstanbul Şehir Tiyatrosu’nu yirmi
yıl ağırlayan bu sahne, Emek protestoları sürerken
külliyen unutulup gitmişti. Emek’in freskoları
itinayla sökülürken, yıllardır çökük kubbesiyle
gökyüzünü seyreden Yeni Komedi, “vefa”nın bir semt
adı değil, bir hafıza meselesi olduğunu ispatlamaya
çalışır gibiydi.
İstanbul’un merkezinde, şehrin opera, bale,
senfonik müzik, tiyatro ihtiyaçlarına bir arada
cevap veren yegane sanat binası olan Atatürk Kültür
Merkezi, 30 Mayıs 2008’den bu yana kapalı ve göz
göre göre çürümeye, korozyona terk edilmiş durumda.
1914’te yapılan ve son olarak Devlet Tiyatroları
Taksim Sahnesi ismini taşıyan tarihi Majik binası da
havuz müteahhitlerine satılarak tümden yok edildi.
Muammer Karaca Tiyatrosu yıllardır kapalı ve akıbeti
belirsiz. Sanatçıların çabalarıyla büyük ölçüde
kurtarılan Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ni dışarıda
tutarsak, İstanbul’un merkezi, sanat binalarından
arındırılmış durumda bugün. Sahne sayısı iki elin
parmaklarını az geçen başkentimiz de, bu
arındırma politikası ile karşı karşıya.
Bu arındırma politikası esasen iki referansa
dayandırılıyor. İlki ve hemen okunabilecek olanı,
şehir merkezlerinin artan cazibesi ve metrekare
fiyatlarıyla, yüksek rant getirisi vaat etmesi.
İkincisi ve sıklıkla gözden kaçanı ise merkezde
sembol değeri taşıyan kutsallık atfedilen yapıların
tersine, sanat binalarının seküler semboller olarak
evrilmiş olması.
İlki, bütün dünyada yaşanan bir problem.
Günümüzde, sanat binaları, şehrin sosyal hayatıyla
uyumlu hareket edebildikleri oranda ayakta kalma
şansına sahip. Bu durum, sanat binalarının maksimum
saat içerisinde şehirli kullanıcının ihtiyaçlarına
cevap verebilmelerini gerektiriyor. İlk etkili ve
tartışmalı örneği Paris’teki Centre Pompidou olan
çok amaçlı bina -asla çok amaçlı salon değil-
modeli, sanat kullanıcıları tarafından peşin tartıya
vurulmamalı. AKM örneğinde karşılaşıldığı türde
tuzaklara dikkat kesilinmeli.
İkincisi ise, seküler İslam-yoğun toplumların
kadim problemi. Burada, Türkiye’nin yalnız ve güzel
bir ülke olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Merkezdeki bu arındırma, sanat binalarının
merkezden tasfiye edilmesi politikası, aynı zamanda
seküler hafızanın silinmesine dönük anakronik bir
köktenciliğin tezahürü.
Yani sorun AKM, Şinasi, Akün, üç beş ağaç değil.
Bu, satha dönük bir saldırı...
Cumhuriyet, Yazı: Orhan Alkaya, 05.08.2014
|
LİDYA DÖNEMİ ESERLERİ YILLAR SONRA YURDA DÖNÜYOR
Kültür Bakanlığı, Anadolu'dan yurt dışına kaçırılan
Lidya dönemi mezarları ve adak stellerini ABD'den
geri getiriyor. Bakanlık, yerini tespit ettiği
eserleri FBI ve Washington Emniyet Müşavirliğinin
düzenlediği operasyonla geri aldı.

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Bakanlığın
uzun yıllar izini sürdüğü Lidya dönemi mezarları ve
adak stellerini ABD'den teslim aldığını bildirdi.
Stellerin en kısa zamanda
Türkiye 'ye getirileceğini dile getiren Çelik,
eserlerin önce Ankara Anadolu Medeniyetleri
Müzesi'nde, daha sonra da Manisa Müzesi'nde teşhir
edileceğini açıkladı.
10 YILDA 4 BİN 147 KÜLTÜR VARLIĞI TÜRKİYE'YE
KAZANDIRILDI
Yurt dışına kaçırılan eserlerin izini sürme
konusunda kararlı ve ısrarlı adımlar attıklarını
belirten Çelik, "Konuya ilişkin attığımız her adım,
bu topraklara ait olan eserlerin geri gelmesinde son
derece önemli gelişmeleri beraberinde getiriyor.
Diplomatik ilişkileri ve hukuki hakları dikkatli ve
ısrarlı bir şekilde devreye sokmamız Anadolu
topraklarına kazandırılan eser sayısını her geçen
gün daha da artırdı" diye konuştu.
Son 10 yılda yasa dışı yollarla yurt dışına
kaçırılan 4 bin 147 kültür varlığının Türkiye'ye
iadesinin sağlandığına işaret eden Çelik,
"Bakanlığımızın iadesini sağladığı kültür
varlıklarından sonuncusu ise Lidya bölgesine ait on
mezar ve adak stelleri oldu" dedi.
Çelik, 2006'da Lidya bölgesine (Batı Anadolu) ait 16
mezarla adak stelinin satışa çıkarıldığı ihbarını
alan Bakanlığın, eserlerin izini sürerek haziranda
stellerden 10'unun yerinin tespit ettiğini anlattı.
FBI ve Washington Emniyet Müşavirliğince yapılan
ortak operasyon neticesinde eserlerin tacirlerin
elinden alındığını bildiren Çelik, şunları kaydetti:
"Bakanlığımız, Lidya dönemi mezar ve adak stellerini
Washington Büyükelçiliğimiz aracılığıyla ABD'den
teslim aldı. Üzerinde büyük hassasiyetle durduğumuz
bu önemli konuda her geçen gün yeni ve sevindirici
gelişmeler yaşıyoruz. Bu coğrafyada yaşamış
medeniyetlerin kültürüyle
hayat bulmuş eserler yine bu toprakların bir
parçası olarak artık daha emin ellerde varlığını
sürdürecektir."
Öte yandan, MS 1-3. yüzyıllara tarihlendirilen
stellerin nereden ve ne
zaman kaçırıldıkları tespit edilememekle
birlikte Manisa kökenli oldukları düşünülüyor.
Radikal, 05.08.2014
|
EMEK'TEKİ HASARDA 'ÖNEM' BİLMECESİ
Emek
Sineması’nı yıkan Grand Pera’nın inşaatında tescilli
binaların hasar görmesi üzerine Koruma Kurulu’nun
önlem alınmasını isteyen kararının 5 aydır
uygulanmadığı ortaya çıktı. Kamer İnşaat’ın
ortaklarından Eyüboğlu, “Hasarlı kısımlar zaten
sökülecek” açıklaması yaptı.

Beyoğlu’nda yıkımı büyük tepkiye neden olan tarihi
Emek Sineması’nın yerine yapılan Grand Pera projesi
hızla yükseliyor. Tescilli yapıları tahribata
uğratan inşaat hakkında suç duyurusunda bulunan
Koruma Kurulu’nun alanda önlem alınıp Kurul’a bilgi
verilmesini isteyen kararının ise hala uygulanmadığı
ortaya çıktı. İstanbul I No’lu Yenileme Alanları
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, proje alanında
Serkildoryan binası ile korunması gereken kültür
varlığı olarak tescilli diğer yapılarda çatlaklar
tespit etmişti.
Kurul kararında, Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Yüksek Kurulu’nın 660 sayılı ilke kararına
göre, alanda tehlike arz eden yapılarda can ve mal
güvenliğinin alınıp Kurul’un bu konuda
bilgilendirilmesini istendi. Ancak aradan 5 ay
geçmesine rağmen Beyoğlu Belediyesi ve Kamer İnşaat
tarafından güvenlik önlemlerinin alınmış olduğuna
ilişkin bilgilendirme yazısı hala Koruma Kurulu’na
gönderilmedi.
SERKİLDORYAN ÇATLAMIŞTI
İstanbul I No’lu Yenileme Alanları Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu, 12 Şubat 2014’te verdiği
kararda Kamer İnşaat tarafından yıkılan Emek
Sineması’nın yerine yapılacak Grand Pera projesinin
Koruma Kurulu tarafından onaylanmış projede
öngörülen ‘moving’ yöntemine aykırı olarak
sürdürüldüğünü tespit etti.
Koruma Kurulu kararında “Yerinde yapılan incelemede
Cercle D’orient binasında çatlaklar olduğu
görüldüğünden olası tahribatın önüne geçmek adına
çatlakların gözlenmesi ve gerekli önlemlerin
alınmasına” karar verdi.
Emek’in bulunduğu “338 adada yapılan kazı
uygulamalarında gerekli önlemlerin alınmamış olması
sebebiyle” tescilli Melek apartmanının duvarlarında
çatlaklar oluştuğu belirlendi. Koruma Kurulu,
ilgililer hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 65. maddesi
kapsamında suç duyurusunda bulundu.
BELEDİYE TEBLİGATLA YETİNDİ
Alanda önlem alınarak kendisine bilgi verilmesini
isteyen karardan iki ay sonra, Beyoğlu Belediyesi 22
Nisan 2014’te gerekli güvenlik önlemlerinin alınması
için Kamer İnşaat’a tebligatta bulunduklarına dair
Koruma Kurulu’na bir yazı göndermekle yetindi. Bilgi
edinme hakkı kapsamında yapılan başvuruya Koruma
Kurulu’ndan gelen yanıtta “Alınan güvenlik
önlemlerinin sonucuna ilişkin herhangi bir
bilgilendirme yazısı Müdürlüğümüze iletilmemiştir”
diye belirtildi.
‘HASARLI BÖLÜM ZATEN SÖKÜLECEK’
Beyoğlu Belediyesi yetkilileri proje alanında
gerekli denetimleri yaparak rapor tuttuklarını,
ancak bu raporu Koruma Kurulu’na göndermediklerini
söylerken, Kamer İnşaat’ın ortaklarından Levent
Eyüboğlu BirGün’e açıklamada bulundu. Koruma
Kurulu’nun Serkildoryan binasında hasar tespit
etmediğini öne süren Eyüboğlu, tescilli Melek
Apartmanı’nda tespit edilen hasara ilişkin ise
“Melek Apartmanı’nda korunacak unsur yapının ön
cephesidir. Hasar olduğu öne sürülen bölüm, onaylı
projeye göre zaten sökülecek bir bölüme ait. Kurula
bu tür sonuçları titizlikle iletiyoruz” diye
belirtti.
Eyüboğlu, “Koruma Kurulu kararından sonra ekstra
önlem olarak betonarme karkas imalatı hızlandırıldı.
Uygulamaya ilişkin bilgi ve belgeler kurula
iletilecektir” diyerek güvenlik önlemlerinin
alındığını öne sürdü.
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 05.08.2014
|
ASLANTEPE KAZILARI BAŞLIYOR
Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden olan
Malatya Arslantepe Höyüğü ve Açık Hava Müzesi’nde bu
yılki kazıların 15 Ağustos’ta başlayacağı
bildirildi.
Battalgazi Orduzu Mahallesi’nde bulunan ve 2011
yılında Açık Hava Müzesi’ne dönüştürülen Arslantepe
Höyüğü ve Açık Hava Müzesi’nde bu yıl Ağustos
ortasında başlaması beklenen kazıların bir ay
civarında sürmesinin beklendiği bildirildi.
İtalyan La Spienza Üniversitesi öğretim üyesi ve
Arslantepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Marcella
Frangipane'nın başkanlığındaki ekip tarafından bu
yıl bir ay civarında zürmesi beklenen kazılarda,
birçok tarihi eserin gün ışığına çıkarılması
bekleniyor.
Malatya Müzesi Uzmanı Antropolog Hüseyin Şahin’e
göre, Arslantepe Höyüğü hakkında derleme özetle
şöyle:”Arslantepe MÖ 5000 yıllarından MS 11.yy’a
kadar yerleşim görmüştür. MS5-6yy’lar arasında
Roma köyü olarak kullanılmış ve daha sonra Bizans
Nekropolü (mezarlık) olarak yerleşimini
tamamlamıştır.
Arslantepe’de ilk kazılar 1930’larda Louis
Delaporte başkanlığında bir Fransız ekip tarafından
yapılmıştır. Özellikle kazı Geç Hitit tabakalarında
yapılmıştır. Kazılarda taş üzerine alçak kabartma
ile dekore edilmiş avlu ve giriş kapısının iki
yanında iki aslan heykeli ve karşısında devrilmiş
bir kral heykeli ile bir Geç Hitit Sarayı
bulunmuştur. Bu eserler o tarihlerde Malatya’da müze
bulunmadığı için Ankara Anadolu Medeniyetleri
Müzesi’ne götürülmüş ve halen orada
sergilenmektedir.
5.bin yılın sonundan 4.bin yılın sonuna kadar
olan zaman süresi içinde Malatya’nın bu bölgesi her
ne kadar Yukarı Mezopotamya’nın bir parçasını
oluşturmaktaysa da tam anlamıyla yerel özelliklerini
yitirmemiştir. Özellikle 4.bin yılda Arslantepe Orta
Fırat bölgesindeki yerleşmeler içinde önemli bir yer
tutmaktadır. Geç Kalkolitik Çağ’da yerel yüksek
tabakalardan oluşan sınıf, politik ve dinsel
egemenliğin yanı sıra ekonomiyi, ürün ve üretim
idaresini ellerinde tutmaktaydı. Yörenin su
kaynakları bakımından zengin, dolayısıyla tarım için
son derece uygun, ayrıca sık sık taşan Fırat
Irmağı’nın taşkın alanı dışında kalması gibi
ayrıcalıkları, Arslantepe’nin en azından MÖ5.bin
yıldan Bizans Dönemi’ne kadar kesintisiz olarak
iskan edilmesinde önemli etkendir. Yörenin doğal
yapısından kaynaklanan gücü, yüksek tarım
potansiyeli ile birleşince Arslantepe, topraklarını
denetim altında tutabilen ve bölgedeki ham maddeyi
işleyen ya da en azından işlenmesini organize eden
egemen bir merkez konumunu kazanmıştır.
Kerpiçten yapılmış anıtsal binaların bulunduğu
geniş bir ortak kullanım alanı, 4.bin yılın
sonlarında (MÖ 3300-3000) tepenin güney-batı
yamacında en az 2 bin 600 m2’lik bir alana
yayılmıştı. Bu alanda büyük olasılıkla farklı
işlevlere sahip çeşitli yapılar yer almaktaydı.
Ortaya çıkarıldığı kadarıyla bu kısım görkemli
mimari ve işlevsel açılardan farklı bölümlerden
oluşan büyük bir yapı topluluğudur. Çok amaçlı
düzeninden dolayı bu anıtsal yapı topluluğu Saray
olarak nitelendirilebilir. Sarayın koridor duvarları
baskı motif ve duvar resimleri ile bezenmiştir.
Binanın çeşitli bölümlerinde çok sayıda mühür
baskısının bulunması, idari etkinliklerin
yoğunluğunu ve bu işlerde, malları depolardan alma
ve mühürleme yetkisi bulunan çok sayıda memurun
çalıştığını ortaya koymaktadır. Duvarlardaki zengin
bezeme ve kabartmalarda gücü simgelemektedir. Bu
bütün etkinliklerin merkezileştirildiği, kayıt
amacıyla etkin bir mühürleme sisteminin kullanıldığı
ve giderek bürokrasinin geliştiği, güçlü siyasi ve
dini kurumları olan bir devlet sisteminin doğuşuna
kanıttır. Geçmişte daha çok dinsel amaçlar için
yapılan büyük yapı ilk kez başka işlevlerde kazanıp
içinde kamu hizmetlerinin de görüldüğü, mimari
açıdan gelişmiş, böylece Yakın Doğu’da sarayın
başlangıcını oluşturur.
MÖ 5.binden -MÖ 712 tarihindeki Asur
istilasına kadar yerleşim yeri olarak varlığını
sürdüren Arslantepe daha sonra bir süreliğine terk
edilmiş, MS 5-6.yy’lar arasında ise Roma Dönemi
köyü olarak kullanılmış ve daha sonra Bizans
Nekropolü (mezarlık) olarak yerleşimini
tamamlamıştır. Kazılara Geç Uruk dönemi Sarayı ile
Geç Hitit Sarayı alanında devam edilmektedir.
Arslantepe’deki kazılara
Prof.Dr. Marcella
Frangipane Başkanlığındaki İtalyan Kazı Heyeti
tarafından devam edilmektedir. Buluntular Malatya
Müzesi’nde sergilenmektedir. Ayrıca Geç Uruk
Dönemi’ne ait kerpiç Saray Kompleksinin Açık Hava
Müzesi haline getirilmesi yönündeki projelendirme
çalışması sürdürülmektedir. Bu projenin hayata
geçirilmesi ile birlikte Arslantepe’nin ilimiz
turizmine katkıları olumlu yönde artacaktır.”
BATTALGAZİ BAŞKANINI ZİYARET..
Bu arada Malatya Aslantepe Höyüğü ve Açık Hava
Müzesi Kazı Başkanı Prof.Dr. Marcella Frangipane,
Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan’ı
ziyaret etti.
Ziyarette, Aslantepe’nin dünya ve Türk tarihi
açısında öneminin yanı sıra Malatya’ya sağlayacağı
katkı konuşuldu.
Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan,
“Uzun yıllar Malatya’mızın tarihine ışık tutacak
araştırmalar yapmışlardır. 70’lerden sonra öğrenci
olarak geldiği Aslantepe kazı çalışmalarına, 2014
sürecinde de aktif olarak Prof.Dr. Marcella
Frangipane, Roma Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim üyesi ve kazı ekibi başkanı olarak
yürütmektedir. Biz kendilerine geçtiğimiz
kervansaray buluşmalarında fahri hemşerilik beratını
vermiştik. Kendisi ve öğrencileriyle birlikte
Malatyalıların gönlünde taht kurmuştur. Artık
kendilerini misafir olarak değil, ev sahibi olarak
görüyoruz. Kervansaray buluşmalarında da hep
yanımızda olmuştur. Aslantepe kültürel anlamda,
dünya kültürel mirasının ortak değeridir” dedi.
Aslantepe Kazı Başkanı
Prof.Dr. Marcella
Frangipane ise, Battalgazi Belediye Başkanı
Selahattin Gürkan ile birlikte Aslantepe’yi daha iyi
yerlere taşımak adına çalışacaklarını belirterek,
“Türkiye'yi seviyorum ama Malatya benim için çok
farklı. Malatya tarihinin Aslantepe’de yattığını
belirtmek isterim. Aslantepe'de 40 yılı aşkındır
hizmet ediyorum. Aslantepe'nin daha çok tanıtımı
için reklam lazım. Malatya için çok önemli bir tarih
yeridir Aslantepe. Orduzu'da ve Malatya'da
öğrencilere ve öğretmenlere tarihi anlatacak
konferanslar yapacağız. Amerika'da, Aslantepe için
konferanslar verdim. Başkanımızla el ele Aslantepe
yi daha iyi yerlere getireceğimizden eminim” diye
konuştu.
Malatya Haber, 04.08.2014
******
BU YIL GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR!

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Kurumu'nun (UNESCO) dünya mirası geçici listesine
Türkiye'den son dahil edilen 13 alandan biri olan ve
milattan önce 5 binli yıllara tarihlenen Aslantepe
Höyüğü'nde kazı çalışmaları başlıyor. İlk kazıların
1930 yılında Fransızlar tarafından başlatıldığı ören
yerinde geçtiğimiz yıllarda ortaya çıkarılan
dünyanın ilk kerpiç sarayının bu yıl tamamen gün
yüzüne çıkarılması hedefleniyor.
Aslantepe Kazı Başkanı ve İtalyan La Spienza
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcella
Frangipane, Malatya Valisi Vasip Şahin’i ziyaretinde
yaptığı açıklamada, 15 Ağustos’ta kazı çalışmalarına
başlanacağını bildirdi. Kazı çalışmalarıyla bu yıl,
'dünyanın ilk sarayı' olarak bilinen kerpiç saray
kalıntılarının tamamını ortaya çıkarmayı
planladıklarını söyleyen Frangipane, "Milattan önce
3 bin 300 yıllarına ait kerpiç sarayı bu yıl tamamen
ortaya çıkarmayı istiyoruz. Mezopotamya'da
tapınaklar vardı ama saray yoktu. Orada saraylar
daha sonra geliyor. Buradaki saray, ilk saraydır.
Çalışmalarımızla açık hava müzesi daha da geniş
olacaktır. Geçtiğimiz yıl saray içinde büyük bir
salonu gün yüzüne çıkardık. Turistler için geniş bir
kültür alanı oluşacak. Turizm açısından cazip bir
mekan oluşacak." dedi. Vali Şahin ile Frangipane,
Aslantepe'nin dünya ve Türk tarihi açısından
öneminin yanı sıra Malatya’ya sağlayacağı katkılar
hakkında görüş alışverişinde bulundu. Vali Şahin,
ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek
"Marcela Frangipane uzun yıllar Malatyamızın
tarihine ışık tutacak araştırmalar yapmışlardır.
Aslantepe kültürel anlamda dünya kültürel mirasının
ortak değeridir." şeklinde konuştu.
Bilim dünyasının en prestijli kurumlarından National
Academy of Sciences tarafından Frangipane’ye
Aslantepe’deki çalışmaları nedeniyle onur ödülü
verildi. Frangipane, ödül almak için gittiği ABD’de
kazı çalışmalarına ilişkin konferans verdi.
Vatan, 05.08.2014
|
YILDIRIM BAYEZİT KÜLLİYESİ AYAĞA KALDIRILIYOR

UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan Sultan
külliyelerinden Yıldırım Beyazıt Külliyesi’ni ecdada
yakışır hale getirme yönündeki çalışmalar hızla
sürüyor.
Bursa’da yaşanan 1855 depreminde yıkılan Yıldırım
Camii minarelerini 156 yıl sonra orijinal haliyle
yeniden inşa eden Büyükşehir Belediyesi, şimdi de
cami avlusu ve şadırvanlar başta olmak üzere tüm
külliyeyi restore ediyor.
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
yaklaşık 5 bin metrekarelik alanda traverten
taşlarla zemin döşemesi yapıldığını belirterek,
türbe ve dispanser başta olmak üzere külliyenin
tamamında bakım oranım çalışmalarının en kısa
zamanda tamamlanacağını söyledi.
Muradiye Külliyesi’ndeki çalışmalar hızla
sürürken, Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt
tarafından 1390’lı yıllarda yaptırılan külliyedeki
çalışmalar da devam ediyor. Külliyedeki çalışmalara
ilk olarak Yıldırım Camii ile başlayan Büyükşehir
Belediyesi, camiinin 1855 depreminde ve 1949 yılında
yaşanan doğal afetlerde yıkılan iki minaresini 156
yıl sonra orijinaline uygun olarak dikmişti. Bu
çalışmanın ardından külliyenin bütününe yönelik
çalışmalar sürerken, cami avlusundaki şadırvan,
abdest alma yerleri ve musalla taşları olmak üzere
bölge baştan sona yenilendi. Yaklaşık 5 bin
metrekarelik alan traverten zemin taşları ile
kaplanırken, bahçe duvarları, aydınlatma sistemleri
ve çevre düzenlemesiyle cami avlusunun çehresi
tamamen değişti.
Son 10 yıldır tarihi ve kültürel mirasa yönelik
yaptıkları çalışmaların UNESCO Dünya Mirası Listesi
ile taçlandığını dile getiren Başkan Altepe, tüm
külliyelerin ziyaretçiler tarafından daha rahat
gezilebilmesi için çevre düzenleme çalışmalarına da
önem verdiklerini söyledi. Yıldırım Camii’nin
orijinal minarelerinin yerine dikilmesinin ardından
yaklaşık 400 yıl önce ilk mahya uygulamasına ev
sahipliği yapan Yıldırım Camii’nde mahya
uygulamasının da ilk günkü haliyle başladığını ifade
eden Başkan Altepe, “Külliye alanında bulunan türbe,
dispanser ve medrese binalarıyla ilgili proje
çalışmaları devam ediyor. Şu ana kadar yapılan
çalışmalarla bile bölgenin çehresi değişti. Bir
taraftan tarihi eserleri kent siluetine
kazandırırken, bir taraftan da ecdada olan vefa
borcumuzu ödüyoruz” diye konuştu.
Toki Haber, 05.08.2014
|
ATATÜRK KÖŞKÜ RESTORE EDİLDİ

Trabzon'un en çok ziyaret edilen turizm
mekanlarından biri olan Atatürk Köşkü restore
edildi. Köşkün ziyarete açılması için çalışmalar
sürüyor.
Trabzon Büyükşehir Belediyesi tarafından
başlatılan restorasyon çalışmaları tamamlanan
Atatürk Köşkü'nün ziyarete açılması için son
hazırlıklar yapılıyor. Tefrişat düzenlemelerinin
ardından Atatürk Köşkü'nün ziyarete açılması
planlanıyor.
Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Orhan
Fevzi Gümrükçüoğlu, şehirde en çok ziyaret edilen
mekanlardan biri olan Atatürk Köşkü'nde esaslı bir
restorasyon yaptıklarını kaydederek, "Restorasyonu
büyük bir titizlikle yapılan Atatürk Köşkü'nde
çalışmalar tamamlandı. Son rötuşlerin yapılması,
temizleme ve tefrişat çalışmalarının tamamlanmasının
ardından önümüzdeki hafta içerisinde bu önemli
tarihi mekanı tekrar yerli ve bancı turistlerin
ziyaretine açacağız. Restorasyon çalışmalarında
emeği geçen herkese teşekkür ediyorum" ifadelerini
kullandı.
Toki Haber, 05.08.2014
|
APOLLON TAPINAĞI'NIN PROJELENDİRME ÇALIŞMASINI
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAPACAK

Antalya Side antik
kentinde tapınaklar bölgesinde
ikinci aşama restorasyon çalışmasını Anadolu
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nün yapacağı
bildirildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2,5 yıl önce antik
kente Apollon Tapınağı'nın bulunduğu alandaki
eserlerin korunması, onarımı ve restorasyonu için 30
Mart mahalli seçimler öncesi tüzel kişiliğini
yitirmeden Side Belediyesi'ne tahsis etmişti.
Tahsisle birlikte Side Belediyesi, tapınaklar
bölgesinde bulunan AA Bazilikası, Athena ve Apollon
Tapınağı'nın korunması için proje hazırlamıştı.
Hazırlanan proje kapsamında Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Antalya Valiliği ve Side Belediyesi'nin
destekleriyle tapınaklar bölgesindeki eserlerin 1
aşama restorasyon çalışması geçtiğimiz günlerde
tamamlanarak hizmete açılmıştı.
Anadolu Üniversitesi, tapınaklar bölgesinde
Athena ve Apollon Tapınağı'nda ikinci aşama proje
çalışması yapması için Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından yetkilendirildi. Anadolu Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve Side Kazı
Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Alanyalı, tapınaklar
bölgesininde ikinci aşama projelendirilme
çalışmaları için Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından yetkilendirildiklerini söyledi.
Önümüzdeki günlerde Athena ve Apollon
Tapınağı'nda proje kapsamında yapacakları çalışma
için Apollon Tapınağı mimarı ve restorasyon uzmanı
Prof.Dr. Zeynep Ahunbay'dan muvafakatname
alacaklarını belirten Alanyalı, "Tapınaklar
bölgesinde birinci aşama proje çalışması önemli
ölçüde tamamlandı. Bölgede Athena ve Apollon
Tapınağı'nda ikinci aşama proje çalışması için
bakanlık yetkisi ile Apollon Tapınağı'nı ayağa
kaldıran mimarı Prof.Dr. Zeynep Ahunbay hocamızdan
muvafakatname aldıktan sonra başlayacağız. Apollon
Tapınağı, Türk turizminin önemli sembollerinden
biri. Antik kentte bulunan eserlerin korunması ve
restorasyonuna özel önem veriyoruz. Bunlarda biride
Athena ve Apollon Tapınağı." diye konuştu.
İki yıl önce ayağa kaldırdıkları 18 asırlık Tüke
Tapınağı'nın bakımı 5 yıl yapacaklarını belirten
Alanyalı, Side antik kentinde 67 yıldır kazı
çalışması yapıldığını, bugün Side Müzesi'nde
sergilenen eserlerin gün yüzüne çıkmasında merhum
Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid Mansel ile Prof. Jale
İnan'ın katkısının yüksek olduğunu kaydetti.
Anadolu Üniversitesi'nin antik kente 6 yıldır
çalışma yaptığını belirten Alanyalı, bu sene kazı
çalışmasını Doğu Kapısı ile agora içinde antik kenti
ikiye bölen Attius Philippus Suru'nda çalışma
yaptıklarını söyledi.
Antik kentte 67 yıl içinde kazı çalışmalarında
şehrin yüzde 10'nun gün yüzüne çıkarıldığını
belirten Alanyalı, tarihi ören yerini yüzde 90'nın
toprak altında olduğunu, tamamının gün yüzüne
çıkmasının ise 5 asır sürebileceğini ifade etti.
Alanyalı, Side'de 6 yıl içinde yaptıkları
çalışmaları ön raporla 2 kitap halinde yayına hazır
hale getireceklerini sözlerini ekledi.
Zaman, Haber: Abdurrahman Büyükkeskin, 05.08.2014
|
KAPALIÇARŞI NEDEN BU HALDE?

Çatı klima, su deposu,
çanak anten gibi nedenlerle çoğu zaman tahribata
uğradı. Tarihi çarşının çatısına kaçak tuvalet bile
yapıldı.
Temeli 1461 yılında atılan tarihi çarşının
labirent şeklinde 30 bin 700 metrekareyi bulan bir
büyüklüğe sahip. 66 sokaklı 4 bin dükkana sahip.
İçinde 5 cami, 1 okul, 7 çeşme, 10 kuyu, 1 şadırvan,
22 kapı, 17 han vardır. 25 bin kişinin çalıştığı
çarşı günün her saatinde hareketli ve kalabalıktır.
İstanbul ’a gelen yerli yabancı her turistin
ziyaret etmek istediği tarihi çarşıda özellikle yaz
aylarında 500 bin kişinin gezdiği tahmin ediliyor.
Tarihinde büyük depremler ve yangınlarla bugünkü
şeklini alan Kapalıçarşı 1954 yılında çok büyük bir
yangın geçirdi. Kapalıçarşı’daki dükkanların yarıdan
fazlası bu yangında kül oldu. 1960 yılında kadar
uzun bir süre onarımları devam etti. Yaklaşık 550
yıllık çarşı en son 1984 ve 1985 yıllarında basit
onarımlar gördü. Bunun haricinde tarihi çarşı
kapsamlı bir onarım ve restorasyona tabi tutulmadı.
Çarşı işyeri sahipleri tarafından gerek dükkan
genişletmek gerekse işyerleri içinde izinsiz
yaptıkları değişikliklerle ciddi tahribata uğradı.
Statik yapısı bu tür nedenlerle tehlikeye girdi.
Diğer yandan uzun dönem onarım yapılmadığı için çatı
başta olmak üzere temelleri su alıp rutubete maruz
kaldı. Çatı klima, su deposu, çanak anten gibi
nedenlerle çoğu
zaman tahribata uğradı. Tarihi çarşının çatısına
kaçak tuvalet bile yapıldı. Bir belgesel çekimi
sırasında farkedilen pisuvarın
iş yeri sahibi tarafından kaçak olarak yapıldığı
ortaya çıktı. Ancak bu durum tescilli ve sit
kapsamında olan çarşıdaki başı bozukluğu gözler
önüne seriyor.
2010 yılında Kapalıçarşı yenileme alanına dahil
edildi. Hatta o dönem de ‘eyvah diğer yenileme
alanları gibi burayı da yıkıp AVM’mi yapılacak’
endişeleri duyuldu. Ancak korkulan olmadı. Bu
tarihten itibaren restorasyon için düğmeye basıldı.
İstanbul İl Özel İdare bütçesinden Fatih
Belediyesi’ne çok ciddi miktarda kaynak aktarımı
yapıldı. Fatih Belediyesi röleve, restutisyon ve
restorasyon projelerini Ütopya Mimarlık firmasına
yaklaşık 16 trilyona ihale etti. Firma 2012 yılında
projeleri İstanbul 1 Numaralı Yenileme Alanları
Koruma Kurulu’na teslim etti. Ancak projeler bu
tarihten itibaren kuruldan bir türlü çıkmadı yada
çıkarılamadı. Kurul projeleri onaylasa belki de
Kapalıçarşı için dönüm noktası olacak ve restorasyon
başlayacaktı. Ancak gerek kurul gerekse Fatih
Belediyesi’nin oyalamaları nedeniyle projeler bir
türlü onaylanmadı. Üstelik
Belediye mimarlık şirketine ihale bedeli ücreti
de ödemeyince işler iyice sarpa sardı.
Uzmanlar çarşı bir süre daha bu halde kalırsa çökme
riski yaşayabileceğinin altını ısrarla çiziyor.
Çatısı akan, temelleri su alan çarşının bir an önce
kapsamlı bir onarımının yapılması gerekiyor. Bu tür
tarihi yapıların 10 yılda bir elden geçmesi
gerekirken, tarihi çarşı 55 yıldır basit onarımlarla
geçiştiriliyor. Esnaf dertli, tarih meraklıları
dertli ama sorumlu yöneticiler gayet pişkin pişkin
tarihi binanın çöküşünü seyrediyor…
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 05.08.2014
|
|
TAVAN ARASINDA
SERVET BULUNDU
Yaşlı kadının başına talih kuşu kondu.
İngiltere'de ismi açıklanmayan yaşlı bir kadının evinde, 18'inci yüzyıldan kalma antik bir Çin eseri çıktı.
Uzmanlar üzerinde çeşitli motif işlemelerin olduğu 20 santimlik süs eşyasının, 18'inci yüzyılda yaşamış Çin İmparatoru Qianlong adına yapıldığını tespit etti.
Yeşim taşından üretilen eser açık artırmada Çinli bir koleksiyoncuya 360 bin sterline (1.2 milyon TL) satıldı.
Vatan, 05.08.2014
|
ZEUS TAPINAĞI'NDA TÜRK İZLERİ

Kütahya'daki Zeus Tapınağı
duvarlarına işlenen tuğ taşıyan süvariler,
avlananlar gibi sahneler Çavdar Tatarları'nın
yaşamına dair resimli kanıtlar sunuyor.
Kültürel yapısıyla sanat çevreleri tarafından
"İkinci Efes" unvanı verilen ve dünyanın en iyi
korunmuş Zeus tapınağını barındıran Aizanoi antik
kentinde 2014 kazı dönemi hızlı başladı. Haziranda
başlayan 2014 kazı sezonunun daha ilk günlerinde
Zeus Tapınağı duvarlarında yapılan temizlik
çalışmaları sırasında daha önce hiç görülmemiş,
Çavdar Tatarları'na ait figürler ortaya çıkarıldı.
Bergama, Bithynia ve Roma egemenliğinin ardından 13.
yüzyılda Çavdar Tatarları'na ev sahipliği yapan
kentteki Zeus Tapınağı duvarlarına çizilen resimler
bölgenin Türk dönemine de ışık tutuyor. Tapınak
duvarlarına işlenen, tuğ taşıyan süvariler,
avlananlar, kopuz çalanlar ve daha pek çok sahne
Çavdar Tatarları'nın yaşam biçimlerine dair resimli
kanıtlar sunuyor. Kütahya'nın Çavdarhisar İlçesi'ndeki Aizanoi'de ilk kazılar 1926'da Alman
Arkeoloji Enstitüsü'nce başlatıldı. Kazı
çalışmalarına 1970'ten bu yana her yıl sistematik
olarak devam ediliyor. 2014 kazı çalışmaları
Pamukkale Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Elif
Özer başkanlığında yürütülüyor.
Sabah, Haber: Şenay Ünal, 05.08.2014
|
PERGE ANTİK ŞEHRİ, 2015'DE GECE DE GEZİLEBİLECEK
Antalya Müze Müdürü Mustafa Demirel, Perge
antik kentinin 2015 yılından itibaren gece de
gezilebilecek hale geleceğini söyledi.
Antalya Kent Konseyi Turizm Grubu Recep Yavuz
Başkanlığında toplandı.
Toplantıya konuşmacı olarak Antalya Müze Müdürü
Mustafa Demirel ile 25 Perge’deki kazılarda 25
yıldır bulunan Arkeolog Sedef Çokay, Perge’deki
kazılar hakkında sunum yaptı.
1946 yılında kazı çalışmalarına başlanılan Perge
antik kentinden çıkarılan eserlerin Antalya
Müzesinde sergilendiğini anlatan Mustafa Demirel,
‘’Perge’deki kazılarda 50 kişilik ekip 12 ay boyunca
çalışıyor. Çevre düzenleme projesi tamamlandı.
Perge’de ok sayıda proje var. Bu projeler zamanla
hayata geçecek’’ dedi.
Antalya’nın yaz aylarında çok sıcak olduğunu
hatırlatan Demirel, ‘’Perge Anti Kenti için kamera,
ışıklandırma ve güvenlik ile ilgili proje
hazırlandı. Bu proje bu yıl içinde tamamlanır. Perge
antik kenti 2015 yılından itibaren gecede
gezilebilecek Sıcak günlerde antik kent gece
23.00-24.00’e kadar gezilebilecek hale gelecektir’’
diye konuştu.
Perge Antik Tiyatrosu ziyarete açılacak
Perge Antik
Tiyatrosu ile ilgili de konuşan Mustafa Demirel,
şunları söyledi: ‘’Perge tiyatrosunda drenaj sorunu
var. Orta kısım adeta göle dönüyor. Bu sorunu
gidermenin yollarını arıyoruz. Perge Antik Tiyatrosu
çok özel bir tiyatro. Aspendos’tan da güzel.
Tiyatroda bir takım iyileştirmeler yapıldıktan sonra
gezilebilecek. Belki tiyatronun her tarafı ziyarete
açılmayabilir. Ancak büyük kısmı gezilebilecek hale
gelecek. Perge bir bütün olarak 2016 Expo Antalya’ya
kadar gezilebilecek hale gelecek. Perge’nin
otoparkı, çevre düzenlemesi Expo’ya kadar bitecek.’’
Turizm Gazetesi, 05.08.2014
|
TARİHİ MOZAİKLER ERDOĞAN İÇİN Mİ TAŞINDI?
CHP
Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Urla
Zeytineli Köyü Hacılar Koyu’nda inşa edilen ve
ikisinin “Recep Tayyip Erdoğan’a ait olduğu iddia
edilen villaların inşa edildiği ve 1. Derece Sit Alanı'ndan usulsüz olarak 3. Derece Sit
Alanı'na
dönüştürüldüğü yönünde ciddi şüphelerin bulunduğu 20
hektarlık alanda keşfedildiği iddia edilen antik
Roma dönemine ait paha biçilemez mozaiklerin
villaların inşaatından önce gizlice başka bir yere
nakledildikleri” iddiasının doğru olup olmadığını
sordu.
Tanrıkulu, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in
yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığına sunduğu soru
önergesinde şöyle dedi:
“Mustafa Latif Topbaş’a ait oldukları Recep
Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan Urla Zeytineli
Köyü Hacılar Koyu’nda inşa edilen ve ikisinin Recep
Tayyip Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen villaların
inşa edildiği ve 1. Derece Sit Alanı'ndan usulsüz
olarak 3. Derece Sit Alanı'na dönüştürüldüğü yönünde
ciddi şüphelerin bulunduğu 20 hektarlık ( 20 bin
metrekare) alanda keşfedildiği iddia edilen antik
Roma dönemine ait paha biçilemez mozaiklerin
villaların inşaatından önce gizlice başka bir
yere/yerlere nakledildikleri iddiası doğru mudur?
İddia doğruysa, paha biçilemez değerde olmalarına
rağmen yasadışı yollardan her birine en az 20 Milyon
dolar değerinden rahatlıkla alıcı bulunabildiği
belirtilen ve onlarca adet oldukları iddia edilen
antik mozaikler hangi tarihte, kimler tarafından ve
nereye / nerelere nakledilmişlerdir?
Mustafa Latif Topbaş’a ait oldukları Recep Tayyip
Erdoğan tarafından da açıklanan Urla Zeytineli Köyü
Hacılar Koyu’nda inşa edilen ve ikisinin Recep
Tayyip Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen villaların
inşa edildiği 1. Derece sit alanının kapsadığı
arazide bulunduğu iddia edilen antik Roma dönemine
ait tüm tarihi eserlerin tam listesi nedir?
Söz konusu arazi hangi tarihte 1. Derece sit alanı
olarak tescil edilmiştir?
Arazinin 1. Derece sit alanı olarak belirlenmesi
yönünde hazırlanan rapor hangi tarihte hangi
yetkilerce hazırlanmıştır?
Arazinin 1. Derece sit alanı olarak belirlenmesinin
gerekçesi olarak hazırlanan arkeolojik değerlendirme
raporunun tam metni nedir?
Arazinin 3. Derece sit alanına dönüştürülmesi
sonrasında yasal prosedür gereği yapılması gereken
sondaj kazıları yapılmış mıdır; yapılmışsa hangi
tarihte hangi kurumlar tarafından yapılmıştır?
Sondaj kazılarına ait resmi raporlar düzenlenmiş
midir?
Sondaj kazılarına dair tüm resmi raporların tam
metinleri nelerdir?
Mustafa Latif Topbaş’ın 34 yıl önce 7 arkadaşıyla
birlikte satın aldığını ve inşaatlarına
başladıklarını açıkladığı ancak Google Earth
görüntülerinden de anlaşıldığı üzere inşaatlarına
2013 yılında başlandığı ortaya çıkan Urla Zeytineli
Köyü Hacılar Koyu’ndaki söz konusu 20 hektarlık
arazinin Mustafa Latif Topbaş ve bahsettiği 7 kişi
adına tapu kayıtlarına tescil edildiği tarih nedir?”
Sözcü, 04.08.2014
******
URLA'DAKİ MOZAİKLER NEREYE GÖTÜRÜLDÜ?

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu,
Urla Zeytineli Köyü Hacılar Koyu’nda inşa edilen ve
ikisinin Başbakan Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen
villaların inşa edildiği alandan çıkarılan antik
Roma dönemine ait mozaiklerinin akıbetini Meclis
gündemine taşıdı.
Tanrıkulu, soru önergesinde, işadamı Latif Topbaş
tarafından yaptırılan villaların inşa edildiği
alanın, 1. derece SİT alanından usulsüz olarak 3.
derece SİT alanına dönüştürüldüğü yönünde ciddi
şüphelerin bulunduğunu belirtti. 20 hektarlık alanda
keşfedildiği iddia edilen antik Roma dönemine ait
paha biçilemez mozaiklerin villaların inşaatından
önce gizlice başka bir yere nakledildikleri
iddiasının doğru olup olmadığını soran Tanrıkulu
önergesinde şöyle dedi:
“İddia doğruysa, paha biçilemez değerde
olmalarına rağmen yasadışı yollardan her birine en
az 20 milyon dolar değerinden rahatlıkla alıcı
bulunabildiği belirtilen ve onlarca adet oldukları
iddia edilen antik mozaikler hangi tarihte, kimler
tarafından ve nereye/nerelere nakledilmişlerdir?
Antik Roma dönemine ait tüm tarihi eserlerin tam
listesi nedir? Latif Topbaş’ın 34 yıl önce 7
arkadaşıyla birlikte satın aldığını ve inşaatlarına
başladıklarını açıkladı. Ancak Google Earth
görüntülerinden de anlaşıldığı üzere inşaata 2013’te
başlandığı ortaya çıkan söz konusu 20 hektarlık
arazinin Topbaş ve bahsettiği 7 kişi adına tapuya
tescil edildiği tarih nedir?”
Sözcü, 05.08.2014
|
BOYACIKÖY ÇEŞMESİ YA DA BÜROKRASİNİN YILAN HİKAYESİ
Boyacıköy Kilisesi Vakfı’na ait olan ve kilisenin
yan sokağında bulunan tarihi çeşmenin Sarıyer
Belediyesi'nden vakfa iadesi için yıllardır mücadele
veren Nazaret Özsahakyan’ın yaşadıkları, aynı
zamanda gayrimüslim vakıflarının, bürokrasinin
çarklarında çektiği çileyi özetleyen, ibretlik bir
hikaye.

Boyacıköy Kilisesi Vakfı’na ait olan ve kilisenin
yan sokağında bulunan tarihi çeşme, 1949’da yapılan
kadastro düzenlemesi çerçevesinde Sarıyer
Belediyesi’nin mülkü olarak envantere kaydedildi. O
tarihten sonra kendi kaderine terk edilen çeşmenin
talihi, 2000 yılında, vakfın başkanlığına Nazaret
Özsahakyan’ın seçilmesiyle değişti. 1853’te, Sultan
II. Mahmud’un sarrafı ve vergi toplayıcısı Misak
Amira’nın, babası Eğinli Hacı Bedros’un anısına inşa
ettirdiği çeşmenin iadesi için 11 yıl mücadele veren
Özsahakyan’ın yaşadıkları, aynı zamanda gayrimüslim
vakıflarının, bürokrasinin çarklarında çektiği
çileyi özetleyen, ibretlik bir hikaye. Sözü, göreve
gelir gelmez, Sarıyer Belediyesi’ne bu hatanın
düzeltilmesi için başvuran ve yıllarca devlet
daireleri ile Belediye arasında savrulan
Özsahakyan’a bırakıyoruz.
2000 yılında göreve başladığımda Sarıyer
Belediyesi’ne başvurarak, çeşmenin vakfımıza ait
olduğunu ve ihya edilmesi şartıyla, sembolik bir
bedelle vakfımıza satılmasını talep ettim. Dönemin
ANAP’lı belediye başkanı iyi niyetli olmasına
rağmen, Belediye Meclisi’nden bazı isimlerin
muhalefeti yüzünden, talebim kabul edilmedi. Bu
kişiler, 1977’ye kadar işlevini koruyan ama zamanla
bakımsızlık yüzünden kuruyan ve tahrip edilen
çeşmeyi kendilerinin restore etmeleri gerektiğini,
iadenin söz konusu olmayacağını savundular. Daha
sonra AK Parti’li belediye başkanının göreve
gelmesiyle, Belediye yine ikinci adresim oldu, ancak
tüm çabalarım nafile kaldı.
Kitabeyi çalacaklardı
2003 yılında bir gece yarısı hırsızlar çeşmenin
üstündeki Ermenice kitabeyi çalmaya çalışırlarken,
kilise bekçisinin haber vermesiyle son anda yetiştim
ve kitabeyi kurtarabildim. Bu olayın ardından,
Belediye’ye, kitabenin korunması için bir dilekçe
yazdım. Belediye’nin yanıtı, “Paramız yok, siz
yapın” şeklinde oldu.
Yoğun ısrarlarım sonucunda, Belediye’nin çeşmeyi
Vakfa satış dilekçesini Anıtlar Kurulu’na
yollatabildim. Kurul, çeşmenin kamu malı sayıldığı
için vakfımıza satılamayacağını beyan etti. Bunun
üzerine, uyum yasaları çerçevesinde kilisemize ait
taşınmazların iadesi için başvuruda bulunurken,
çeşme ve su haznesi için de talepte bulunduk.
Vakıflar Müdürlüğü iade taleplerimize olumlu yanıt
verdi ama çeşmenin iade edilmesini reddetti. Bu
arada, Belediye, Anıtlar Kurulu’na tekrar bir yazı
gönderdi; buna cevaben, çeşmenin tapusunun Sarıyer
Belediyesi’nde kalması, restorasyonun ise vakfımız
tarafından yapılması gerektiği yönünde karar
verildiği belirtildi.
Yeni belediye, aynı kader
Kurul, yazıyı Ankara’ya bildirirken belediye
seçimleri yapıldı ve bu kez CHP’li belediye göreve
geldi. Yeni yönetim, çeşmenin iadesine hiç sıcak
bakmadı. Anıtlar Kurulu’nda türlü zorluklarla
karşılaştıktan sonra, en yetkili kişiyle görüştüm ve
Belediye kanalıyla müdürlüğe satışa ilişkin dilekçe
gönderilmesi durumunda bürokratik işlemlerin devam
ettirileceği sözünü aldım. Uzun uğraşlardan sonra,
CHP İstanbul İl Teşkilatı’nın o zamanki başkanı
Gürsel Tekin’e ulaştım ve düğüm çözüldü. Bu sayede
Anıtlar Kurulu’na altıncı kez müracaat ettik ama
yine o karar çıktı: “Söz konusu mülk kamu malı
olduğundan satışın reddine, vakıf onarmak istiyorsa
müsaadesine...”
Geçici 11. maddeye sırf bu çabalarım nedeniyle
girdiğine inandığım ‘çeşme’ ibaresi de çözüm olmadı.
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem’i gördüğüm her
yerde çeşme meselesini anlatmam ve sevgili Laki
Vingas’ın başının etini yemem, 2012’de meyvesini
verdi; Laki Bey tapumuzu alabileceğimizi müjdeledi.
Ama gene hüsran... Bu kez de, Sarıyer Belediyesi’nin
SGK borçları nedeniyle hacizli olduğu için tapuyu
alamadık. Sonrasında, SGK, Belediye, AKP İl
Başkanlığı, İlçe Başkanlığı, Valilik, orası, burası
derken, 30 Ocak 2013’te tapumuzu alabildik.
Ama çilemiz bitmedi. Bu kez de 3 no’lu kurul
bizimle uğraşmaya başladı. Villalara her türlü
müsamahayı gösterirken, bizim çeşmenin projelerini
bozup bozup yeniden çizdiriyordu. En sonunda, kendi
isteğine göre, restorasyonun Koruma Uygulama ve
Denetim Müdürlüğü’nün nezaretinde yapılmasına
müsaade ediyor. Kuruldaki dosyamız ağır ceza
mahkemelerindeki dosyalardan daha kalın.
Her şeye rağmen çeşmenin restorasyonunu
tamamlayabildik ama bu kez de İSKİ’den su bağlatmayı
başaramıyoruz!
Agos, Haber: Melisa Arslanyan, 04.08.2014
|
'MÜZEDE SÜNNET'İN İKİNCİ KURBANI KÜLTÜR MÜDÜRÜ OLDU
Adı, Eti Arkeoloji Müzesi'nde tarihi eserlerin
bulunduğu alanda gerçekleştirilen sünnet düğünü ile
gündeme gelen Eskişehir İl Kültür Turizm Müdürü Ali
Osman Gül görevden alındı.

Eskişehir İl
Kültür
Turizm Müdürü Ali Osman Gül Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından görevden alındı. Gül’ün adı
geçen aylarda Eti Arkeoloji Müzesi’nde tarihi
eserlerin bulunduğu alanda gerçekleştirilen sünnet
düğünü ile gündeme gelmişti. Söz konusu olay basına
yansıdıktan sonra olayı Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik sert tepki göstermiş, “Gereği ne ise
yapılacaktır” demişti. Olayın hemen ardından müze
müdürü görevden alınmış ancak Gül’e dokunulmamıştı.
'MÜZEDE SÜNNET' TARTIŞMA YARATMIŞTI
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Eskişehir ETİ
Arkeoloji Müzesi’nde geçen haziran ayında yapılan
sünnet düğününde bir heykelin yanına ses düzeni
kurulması ve salonda
yemek masalarının kurulmasıyla ilgili
fotoğraflar
sosyal medyada yayımlanmıştı. Tepkiler üzerine
müze yetkilileri Eti Eskişehir Arkeoloji
Müzesi’ndeki sünnet etkinliğinin Bursa’da ’Osmanlı
usulü’ sünnetle aynı şekilde değerlendirilmesinden
üzüntü duyduklarını söyledi. Tartışılan salonun,
müzede çok amaçlı salon olarak kullanıldığını, daha
önce nikah töreni, seminerler, konferanslar,
sergiler ve kokteyller düzenlediğini belirten
yetkililer "Son olarak salon sünnet etkinliği
yapanlara kokteyl amacıyla kiraya verildi. Burada
sosyal ve kültürel amaçlı etkinlikler yapılıyor.
Salonda birkaç heykel de bulunuyor. Ancak asıl
eserler üst katta yer alıyor" dedi.
Radikal, 04.08.2014
|
DOĞANLAR KİLİSESİ YENİDEN DOĞDU

Kentteki tarihi yapıları ayağa kaldıran İzmir
Büyükşehir Belediyesi, harabe haline dönen
Bornova’daki Doğanlar Kilisesi’ni restore ederek
ayağa kaldırdı.
Geçmişi 8500 yıl öncesine uzanan ve pek çok
medeniyete ev sahipliği yapan İzmir’de, duvarlar
arasında kalan, dar sokaklara sıkışan köklü tarihi
gün yüzüne çıkarabilmek için yoğun çalışmalar hız
kesmeden devam ediyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi önderliğinde
yürütülen son çalışmalarda, bir çok yeri yıkılmış
durumda olan Doğanlar Kilisesi ayağa kaldırıldı. 19.
yüzyıldan kalma, tek nefli, üçgen alınlıklı
küçük bir kilise olan bu tarihi yapı, semt merkezi
olarak kullanılacak.
Büyükşehir Belediyesi tarafından Bornova Doğanlar
Köyü’nde yer alan Doğanlar Kilisesi’nin restorasyonu
için hazırlanan projeler İzmir 1 No’lu Kültür ve
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından
onaylanmıştı. Proje çerçevesinde güçlendirmesi
yapılan ve adeta yeniden yaratılan Doğanlar
Kilisesi’ne kullanımına uygun olarak mutfak ve
tuvalet bölümleri de yapıldı. Oturma grupları
konularak yaşayan bir merkez olması hedeflenen
kilisenin çevre düzenlemesi önümüzdeki günlerde
tamamlanacak.
Büyükşehir Belediyesi, “hoşgörü” ve “farklı
inançlara saygı” vizyonu çerçevesinde daha önce de
Emir Sultan Türbesi, Beith Hillel Sinagogu ve
Ayavukla Kilisesi’ni yenileyerek kente
kazandırmıştı.
UZUN SÜREDİR ATIL DURUMDAYDI
19.yüzyılın ikinci yarısında inşaa edildiği
düşünülen ve Doğanlar’daki küçük bir Rum cemaatine
hizmet veren kilise, Rum Ortadoks kiliselerinin
biçimselliğine sahip. Şapel uzun bir süre
marangozhane olarak kullanılmış ve büyük tahribata
uğramış.
İzmir’in tarihin farklı evrelerinde her kültüre,
her inanca, her dile kapısını açan bir kent olduğunu
söyleyen İzmir Büyükşehir Belediyesi yetkilileri,
“İzmir, farklılığını zenginlik olarak algılayıp bu
yönde hoşgörü içinde yaşayan insanların kenti. Biz
de kentimizin bu özelliğini pekiştirecek şekilde
türbeden kiliseye kadar pek çok yapıyı restore
ederek ve orijinal hallerini koruyarak kent kültürü
açısından tekrar ayağa kaldırmaya yönelik
çalışmalarımıza devam edeceğiz” dedi.
Haber Hürriyeti, 04.08.2014
|
BERBERKAYA LAHDİ KORUMAYA ALINIYOR

Bursa’nın İznik
İlçesi'ne 5 metre uzunluğu ile dünyanın en büyük
mezarı unvanını taşıyan Berberkaya lahiti koruma
altına alınıyor.
Abdulvahap tepesi mevkiinde bulunan lahit
mezarın korunması konusunda İznik Kaymakamı
Hüseyin Karameşe, çalışma başlattı.
MÖ 149 yılında ölen Bithynia kralı II. Prusias
için yaptırılan ancak taşınması sırasında
kırılarak parçalara ayrıldığı düşünülen anıt
mezar, çelik konstriksiyonla üzeri kapatılacak.
Bursa Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü`nün
hazırladığı rapor, Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü`ne
sunuldu. Raporda, anıt mezarın yoldan yaklaşık
30-40 metre aşağıda olup, mezar lahitin 30 ton
ağırlığında olduğu belirtildi.
Kırılan ve parçalara ayrılan lahitin kaldırılıp
taşınabilmesi için büyük tonajlı iş makinesine
ihtiyaç duyulduğu ancak, makinenin bu gölgeye
indirilip çalıştırılmasının da mümkün olmadığı
belirtildi. Bu nedenle mezar lahitin yerinde
korunmasına karar verildiği kaydedildi.
Tarih kitaplarında lahit ve oda mezar olarak
geçen Berberkaya mezarı, tek blok taştan
oyularak yapıldığı biliniyor. Tarihi mezarın
genişliği 4.38 metre yüksekliği 3.90 metre ve
uzunluğuda 5 metreden oluşmakta. Eserin geç
Helenestik-erken İmparatorluk döneminde
başlandığı tahmin ediliyor.
Bursa Olay, 04.08.2014
|
KARABİBİK'İN EVLERİ TURİZME AÇILDI
Antalya'nın Demre
İlçesi'ne bağlı Beymelek
Mahallesi'nde 19'uncu Yüzyıl'da yerleşilen Yukarı
Beymelek kısmındaki 100 yılı geride bırakan taş
evler, restore edilerek turizme kazandırılıyor. Türk
edebiyatının önemli eserlerinden 'Karabibik'i yazan
Nabizade Nazım'ın kaldığı ev de restore edilerek,
'Karabibik Evi' adıyla hizmete girdi.

Bu yıl 'Yeni Büyükşehir Yasası ile kapanan
Beymelek Belediyesi'nin, Batı Akdeniz Kalkınma
Ajansı (BAKA) ile birlikte yürüttüğü proje
kapsamında, yüzyılı aşkın geçmişi olan 45 taş evden
ilk etapta 5'i restore edildi. Beymelek taş evleri,
iç içe geçen taş ve ahşabın uyumunu yansıtıyor.
Yapıda sıva olarak kerpiç, ağaç olarak sedir
kullanılmış. Restorasyonda da odalarda bulunan
dolaplarda sedir ağacı kullanıldı, pencerelere el
işi perdeler takıldı, yerlere yöresel Barak
kilimleri serildi.
KARABİBİK'İN EVİ GERÇEK OLDU
İlk Türkçe realist köy romanı 'Karabibik'i 1890
yılında Türk edebiyatına kazandıran Nabizade
Nazım'ın, bu romanı yazarken kaldığı ev de restore
edildi. Konusu Beymelek Köyü'nde geçen romanın
kahramanı Karabibik'e atfen 'Karabibik Evi' adı
verilen taş ev, 2 oda ve 4 yatakla hizmete girdi.
Beymelek'te 15 yıl belediye başkanlığı yapan
Osman Güngör de dedesinden kalan taş konağı aslına
uygun restore ettirdi ve 10 oda, 24 yatakla turizme
hizmet vermeye başladı. Güngör, "Karabibik romanının
yazıldığı Beymelek taş evleri onarıp turizme açtık.
Turizme açılmasıyla birlikte dünyanın her yerinden,
değişik uluslardan insanlar geldi. Kendi
kültürümüzü, kendi mutfağımızı herkese tanıtmış
olduk" dedi.
Taş evlerden Hümmet Ağa Konağı, tam bir doğal
yaşam alanı olmasıyla dikkati çekiyor. Bahçesinde
tavuk, koyun, keçi, köpek gibi hayvanlar geziniyor.
Konuklar kahvaltıda yiyecekleri yumurtayı folluktan
kendileri alıyor. Hobi serasında yetiştirilen biber,
domates, kavun, patlıcan gibi ürünleri kendileri
toplayan konuklar, ayrıca konağın bahçesine ağaç
dikiyor ve bu ağaçlara onu diken konuğun adı
veriliyor.
TATİLCİLER MEMNUN
Eşi ve çocukları ile tatile gelen Fransız Aurelie
Giard, Beymelek taş evlerle ilgili olarak "Doğanın
ve tarihin buluştuğu, dünyada az kalan yapılar
turizme kazandırılmış. Çok mükemmel, çok güzel
restore edilmiş. İlk kez geldik. Gelecek yıl yine
geleceğiz" dedi.
Tatilcilerden Avukat Yurdahan Özkan da Beymelek
taş evleri çok beğendiğini belirterek, şöyle dedi:
"Likya Yolu üzerinde olması ayrı bir keyif. 100
yıllık olduğunu söylediler. 1 yıl önce restore
etmişler. Servis, odalar çok güzel. Herkese tavsiye
ediyoruz. Gelsinler, burayı görsünler."
Prof.Dr. Bülent Özbil de köyü çok beğendiğini,
çok doğal bir ortam olduğunu dile getirerek, "İçinde
bulunduğumuz bina aslına uygun olarak restore
edilmiş. Dışı orijinali yansıtsa da, içeride modern
çağın gereklerine uyan donanımlar hazırlanmış" diye
konuştu.
Akşam, 04.08.2014
|
NİCE 1000 YILLARA

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından
yapılan çalışmayla asırlık çınar ağaçları adeta
gençleştirildi. Ege Üniversitesi Ziraat
Fakültesi ile işbirliğiyle yürütülen çalışmalar
kapsamında asırlık ağaçlar, önce zarar veren
bakterilerden arındırıldı ve çürüyen kısımları
özel ilaçlarla tedavi edildi. Bu kapsamda, böcek
tahribatına maruz kalan alanlar özel macun ile
kapatıldı, ihtiyaç duyulan yerlerde güçlendirme
ve gerdirme çalışmaları yapıldı.
NELER YAPILDI?
Ölmüş dokuları ortadan kaldırıp canlı dokuya
ulaşmak için öncelikle kazıma işlemi yapıldı.
Diş çürüklerinde yapıldığı gibi çürük ve ölü
dokular titizlikle temizlendi, bitkinin uzun
yaşamasını sağlayan, çürüklere karşı önlem alan,
özel dolgular uygulandı. Ağaç yüzeyindeki açık
kovuklar hava almayacak şekilde paslanmaz çivi,
tel ve su bazlı özel alaşımla kaplanarak gövde
dokusu koruma altına alındı. Statik olarak
dengesizlik yaşayan, çürümüş ana dallarda temel
budamalar yapıldı. Rüzgardan sıkıntı yaşayacak
dallar için de çelik tellerle gergi şeklinde
statik koruma yapıldı. Çalışmaların ardından
asırlık ağaçların dallarına kuş yuvaları asıldı.
Kaynaklar Merkez Mahallesi Meydanı'nda bulunan
30 metre boyunda ve 4 metre çapındaki anıt çınar
ağacının (Kunduracı Çınarı-Platanus orientalis)
1000 yaşına yakın olduğu biliniyor. Ağaç, Orman
Bakanlığı Milli Parklar Genel Müdürlüğü İzmir
Başmühendisliği tarafından Eylül 1994 yılında
tescillenmişti.
Hürriyet, 04.08.2014
|
SAMSUN'DA 2 MİLYON YILLIK MAMUT FOSİLİ
Samsun'un
Ladik İlçesi'nde eski bir maden ocağında tesadüfen
bulunan fosillerin, yapılan inceleme sonucu 2 milyon
yıl önce yaşamış bir mamuta ait olduğu belirlendi.
Samsun Kültür ve Turizm Müdürü Yüksel Ünal ilçede
özel bir firma tarafından uzun yıllar işletilen
ancak son 10 yıldır atıl bekleyen linyit kömürü
madeninde 4 yıl önce bazı fosillerin çıkarıldığını
söyledi.

Bulunan parçaların neye ait olduğunun bulunması
için Maden Tetkik Arama (MTA) Tabiat Tarihi Müzesi
ile irtibata geçtiklerini belirten Ünal, şöyle
konuştu:
"Bilim adamları ilk gözlemlerinde fosillerin Akdeniz
Mamutu'na ait olduğunu tespit etti. Bunu da fosiller
arasında bulunan ve bu hayvanların karakteristik
özelliklerinden birisi olan sağ üst çenedeki son azı
dişinden anlamışlardı. Söz konusu fosillerin yaşının
tespit edilmesi, yakından incelenmesi gerektiği bize
bildirildi. Biz de MTA'yla irtibata geçtik ve
fosiller yaklaşık 1 yıl incelendi."

Fosilleri MTA Tabiat Tarihi Müzesi Paleontoloji
Birim Yöneticisi Ebru Albayrak'ın incelediğini
belirten Ünal, şunları kaydetti:
Ladik İlçesi'nde bulunan fosillerin 2 milyon yıl
önce yaşamış mamut, mamut dişi ve at dişleri olduğu
belirlendi. Ladik'in geçmişte erken pleistosen
döneminde yaklaşık 2 milyon yıl önce mamut ve atlar
için uygun bir iklim ve bitki örtüsüne sahip olduğu
tespit edildi. Ayrıca bu fosiller ile gelecekte bu
bölgede daha ayrıntılı çalışma yapılması durumunda
önemli fosillerin elde edilebileceği belirtildi.

Ünal, fosillerin Samsun'da müzede sergileneceğini
sözlerine ekledi.

Hürriyet, 04.08.2014
|
JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU
Elazığ’da jandarma
ekiplerinin düzenlediği operasyonda tarihi
sikke, mühür ve kolyeler ele geçirildi.
Elazığ İl Jandarma Komutanlığı ekipleri merkeze
bağlı Harput Mahallesi’nde durdurdukları bir
otomobildeki 2 kişinin üzerinde yaptıkları
aramada 18 sikke, 1 tarihi mühür, 2 kolye, 1
obje ele buldu.
Gözaltına alınan 2 kişi, Cumhuriyet Savcısı’nın
talimatı ile haklarında yasal işlem yapıldıktan
sonra serbest bırakıldı.
Hürriyet, 04.08.2014
|
KUZEY IRAK'TA BİR URARTU TAPINAĞI KEŞFEDİLDİ
Livesciense.com internet sitesinde yer alan bir
habere göre, Kuzey Irak’ta, Tanrı Haldi’ye
adandığı düşünülen, uzun süredir kalıntılarına
ulaşılmaya çalışılan bir tapınağa ait olduğu
sanılan gerçek boyutlu insan heykelleri ve sütun
kaidelerine ulaşıldı. Buluntuların 2500 yıl
öncesine, Demir Çağı’na ait olduğu sanılıyor.
Belirtilen çağda bölgede Urartuların,
Asurluların ve İskitlerin hüküm sürdüğü
biliniyor.
Bölgede 2005 yılından beri alan çalışmasını
sürdüren, Leiden Üniversitesi (Hollanda) doktora
öğrencisi arkeolog Dlshad Marf Zamua, henüz
detaylı bir arkeolojik kazı yapılmadığını,
buluntuların sondaj çalışmasıyla ve bölgede
yaşayan köylülerin kazara yaptıkları kazılarda
ortaya çıkarıldığını belirtti. Sütun
kaidelerinin tamamı bir köy sınırları içerisinde
bulunurken, içlerinde bronz bir yaban keçisi
heykelinin de yer aldığı diğer buluntular Irak,
İran ve Türkiye sınırlarının kesişimindeki geniş
bir bölgeden çıkarıldı.
Buluntuların yer aldığı bölgede Urartu döneminde
Ardini (Musaşir) antik kentinin bulunduğu
tahmin ediliyor. Bu kentin MÖ 714 yılında, Asur
Kralı II. Sargon döneminde Asurlular tarafından
fethedilerek yağmalandığı ve fethin ardından bir
Asur tabletine ele geçirilen eserlerin
listesinin kaydedildiği biliniyor. Söz konusu
tablette yer alan bilgilere göre, yağmalanan
tapınakta Urartu Kralı Sarduri’nin (MÖ 844-828)
oğlu İşpuini’nin (MÖ 828-810) heykeli, mabede
armağan edilmiş boğa, buzağı ve inek heykelleri
de bulunuyordu.
Zamua, gerçekleştirdiği alan çalışmasının en
büyük keşfinin, Urartuların Baştanrısı Haldi’ye
adanmış olan tapınağın sütun kaidelerinin
bulunması olduğunu aktardı. Söz konusu tapınak
ile ilgili Asur tabletlerinin dışında var olan
tek belge Fransız ressam Eugène Flandin’e ait
bir çizimden ibaret. Flandin, 1843 yılında İran
ve Suriye bölgesindeki Asur harabelerini
çizmekle görevlendirilmişti. Bu dönemde
Flandin’in yaptığı çizimler arasında Ardini
(Musaşir) antik kentinde bulunan tapınağının ön
cephesini gösteren bir kabartma da yer
almaktaydı. Şimdiye değin tapınağın nerede
olduğunun bulunamadığını belirten Zamua,
çalışmasında ulaştığı sütun kaideleri sayesinde
tapınağın bulunabileceği alanın büyük ölçüde
daraltıldığını belirtti.
Zamua’nın çalışması süresince ulaşılan
buluntular, Kuzey Irak’ın arkeolojik
zenginliğinin ne kadar geniş olabileceğine
ilişkin bazı ipuçları veriyor. Şimdiye değin
ulaşılan kireçtaşı, bazalt ya da kumtaşından
yapılmış olan gerçek boyutlu heykellerin
bazıları 2,3 m uzunluğa sahip. Tamamında sakallı
erkek figürleri bulunan heykellerin bazıları sağ
ellerinde bir kadehle ve sol elleri göbeklerinin
üzerinde tasvir edilmiş. İçlerinde elinde
baltası ve hançeriyle tasvir edilen erkek
figürleri de bulunuyor.
Dlshad Marf Zamua, buluntularla ilgili olarak
İsviçre’de Basel Üniversitesi’nde toplanan
Uluslararası Antik Yakın Doğu Arkeoloji
Kongresi’nde kısa süre önce bir sunum da
gerçekleştirdi.
Bilim ve Gelecek, Kaynak: livescience,
Çeviren: Uur Erözkan / ODTÜ Kentsel Politika
Planlaması Bölümü, Yüksek Lisans, 04.08.2014
|
1268 KASTAMONU KONAĞI YATIRIMCI BEKLİYOR

Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB)
Başkanı Başaran Ulusoy, turizm yatırımcılarına,
turizm yatırımı yapmaları için fırsat sunan 10 şehri
açıkladı.
Ulusoy, Kastamonu, Van, Kars, Trabzon, Mersin,
Kütahya, Afyon, Hatay, Adana, Erzincan gibi illerin
turizm geleceğinin çok parlak olduğunu belirterek
yatırımcıların bu şehirlerdeki turizm fırsatlarını
kaçırmaması gerektiğini söyledi.
Türk turizminin, dünya genelinde başarıyla
ilerlediğini kaydeden Ulusoy, “Türkiye, dünya
turizminde ilk beş ülke arasındadır. Türkiye’nin
geleceği, turizmdir. Yatırımcılar, otel yapmaya
devam etsin. Aman, nazara da gelmeyelim.” şeklinde
konuştu. Kastamonu’daki 1.268 konağa, yerli ve
yabancı yatırımcıları beklediklerini ifade eden
Kastamonu Valisi Şehmus Günaydın ise bu konakları
yatırımcılara tahsis etmek için, her türlü kolaylığı
sağlayacağını açıkladı. Kastamonu ilinin tarihi,
kültürel, doğal zenginliğiyle dünyada herkesin
muhakkak görmesi gereken bir şehir olduğunu
vurgulayan Kastamonu Valisi Günaydın, “İlimizde,
tarih, kültür, doğa, tarih, gastronomi, mağaralar,
kanyonlar, şelaleler gibi geniş bir yelpazede, henüz
yeterince keşfedilmeyen ciddi bir potansiyel var.
Kastamonu’nun potansiyelini, yurtiçi ve yurtdışı
fuarlarda daha aktif tanıtmak için, turizm atağına
geçtik. Berlin, Londra, Dubai, Japonya gibi dünyanın
her yerindeki fuarda, bugünden itibaren Kastamonu’yu
göreceksiniz.” dedi.
Zaman, 04.08.2014
|
ANADOLU'DA TEK VE İLK
Malatya'nın Battalgazi
İlçesi'nde 1224 yılında 1.
Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılan Ulu Cami,
yıllara meydan okuyor.
Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Alaeddin Keykubad
tarafından 1224 yılında yaptırılan, mimari olarak
Anadolu'da ilk ve tek olma özelliğini taşıyan Ulu
Camii, 1247 ve 1274 yıllarında esaslı tamir
görmüştür. Yakub Bin Ebubekir, Ahmed Bin Yakup ve
Üstad Hüsrev El-Benna tarafından yapılan tarihi Ulu
Cami, İran'daki Büyük Selçuklu İmparatorluğu cami
mimari geleneğini Anadolu'da temsil eden tek örnek
olarak önem kazanmaktadır.

Şehir surları içinde kalan ve 34x55 metre
boyutlarında olan cami, iki ayrı bölümden ibaret
olup, orijinal eyvanlı ve iç avlulu asıl kısım ile
kuzeydeki daha sonradan eklenen ikinci bir cami gibi
fonksiyon gören ek kuruluştan oluşur. Yapıda, mihrap
önü kubbesi, buna bitişik eyvan ve bunun önündeki
revaklı iç avlu, planın esasını teşkil eder. Yan
kanatlar, mihrap eksenine paralel uzanan beşik
tonozlu sahnlarla değerlendirilmiştir.

"TEK ÖRNEĞİ İRAN'DA MEVCUT"
Mimari olarak Anadolu'da ilk ve tek olan Ulu Cami
hakkında bilgiler veren cami imamı Said Uçar,
"Camimiz, 1224 yılında 1. Alaeddin Keykubad
tarafından inşa ettirilmiş. Camimiz mimari yapı
olarak Anadolu'da tek ve ilk. Tek örneği İran'da
mevcut. Mimari yapı dediğimiz mihrap üstü kubbe,
kubbeye bitişik eyvan kısım ve eyvana bitişik avlu
kısım. Camimiz, mimari olarak İran mimari yapısı
özelliğine sahip" dedi.
Uçar, caminin en tepesine Osmanlı tuğrasının
nakşedildiğini belirterek, "Camimizin avlusu
aydınlatma ve havalandırma için yapılmış. Tabi
coğrafi şartlar uygun olmadığı için etrafı
kapatılmış. Ama orijinalinde açık olması gerekiyor.
Camimizin mihrabı 1893 yılında yaşanan deprem
sonrası yıkılıyor. 2. Abdülhamit ödenek göndererek
mihrabı inşa ettiriyor ve en tepesine de Osmanlı
tuğrasını nakşediyor" şeklinde konuştu.
Caminin asıl minberinin Ankara Etnografya
Müzesi'nde olduğunu kaydeden Uçar, "Camimizin
minberi, asıl minberi değil. Asıl minberi şu anda
Ankara Etnografya Müzesi'nde sergilenmektedir. Şu an
ki minber, Malatya Söğütlü Camii'nin ahşap hali
yıkılınca, 'Ulu Cami'ye yakışır' diye buraya
getirmişler. Buda tamamen el oymacılığı ile
Malatyalı bir usta tarafından 3 yılda yapılmış" diye
konuştu.
Uçar, Ulu Cami'ye yoğun bir ilginin olduğunu da
dile getirerek, "Camimiz, yazlık ve kışlık olmak
üzere iki bölümden oluşuyor. Camimizin diğer bir
özelliği cuma günleri etraftaki camiler kapanır,
sadece Ulu Camimizde namaz kılınır" ifadelerini
kullandı.
Malatya Haber, 04.08.2014
|
BURDUR MEDENİYETİ YENİDEN KEŞFEDİLDİ

Türkiye'nin, İngiliz Kate
Clow tarafından bulunan Likya ve St. Paul uzun
yürüyüş yollarına, Türk buluşu bir yol
ekleniyor: Hanlar Yolu. Burdur-Antalya arasında
5 han, İnsuyu mağarası ve Sagalassos antik
kentinden geçecek 100 kilometrelik yolun 5
günde yürünmesi planlanıyor.
ROMA TARZI
Türkiye Bilimsel, Kültürel ve Stratejik
Araştırmalar Merkezi'nin (TÜBİKAM) yürüttüğü
‘Burdur'un Yerel Dinamikleri' projesi
çerçevesinde 5 biliminsanı Osmanlı'nın ticaret
için kullandığı güzergahı 3'üncü yürüyüş yolu
olarak belirledi. Başkan Prof.Dr. Alemdar
Yalçın, Makedon kralı Büyük İskender, Anadolu
Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubat, Pers
kralları ve Romalı General Manlius'un
kullandığı, “Via Sebaste” de denilen yolun
trekking yolu haline getirilmesiyle kente
turistlerin çekilebileceğini söyledi. 2015'te
açılması planlanan yolun Romalıların kilometre
gösteren mil taşlarına benzer taşlarla döşenmesi
planlanıyor.
BOTANİK TUR
Yolun flora ve fauna turları için de
kullanılması öngörülüyor. Burdur'un en zengin
bitki çeşitliliğine sahip yerlerin başında
geldiğini söyleyen flora uzmanı Prof.Dr. Hayri
Duman yolun bitki haritasını çıkaracak. Yol
üzerinde yaşayan kelebek, sürüngen, memeli ve
kuşlarla ilgili fauna tespiti de yapılacak.
Projeyi hazırlayacak olan Dağcılık Federasyonu
Hatay il temsilcisi ve öğretim üyesi Doç.Dr.
Yaşar Ergün ise, “Avrupa'da yürüyüş yolları
medeniyet göstergesi. Antalya'ya gelen 13 milyon
turistin onda birini hedeliyoruz” dedi.
Hürriyet, Haber: Şehriban Oğhan, 03.08.2014
|
KANALİZASYONDAN ÇIKTI

Bursa’nın İznik İlçesi’nde geçen Ocak ayında, belediye tarafından
yürütülen kanalizasyon çalışması sırasında ortaya
çıkan ve üzerinde insan yüzünün betimlendiği taban
mozaiğinin çevresinin kamulaştırılacağı bildirildi.
İznik Belediyesi tarafından geçen ocak ayında
Beyler Mahallesi, Afyon Sokak’ta yürütülen
kanalizasyon çalışması sırasında, 2 metre derinlikte
üzerinde insan yüzü figürünün bulunduğu taban
mozaiği bulundu.
Roma Sarayı kalıntısı olabileceği belirtilen
mozaiğin yer aldığı alanda İznik Müze Müdürlüğü
görevlilerince genişletme çalışması yaptı. İnsan
yüzü figürlü mozaiğin etrafındaki toprak tabakayı
yaklaşık 1 metrekare genişliğinde açarak büyüten
arkeologlar, mozaiğin yılan figürleri ile devam
ettiğini, toprakta kalan bölümlerde de yine altıgen
biçiminde farklı motiflerin olduğunu tespit etti.
Görevlilerin dışında kimsenin yaklaştırılmadığı ve
polis korumasında yapılan alan genişletme
çalışmasının ardından yetkililer, mozaiğin üzerini
kumdan bir örtü ile kapattı. Anıtlar Kurulu
tarafından yapılan inceleme sonucu birinci derece
sit bölgesi ilan edildi. Sit kararının ardından
İznik Müze Müdürlüğü, Müzeler Genel Müdürlüğü’nden
kurtarma kazısı talebinde bulunarak, mozaiğin
yayılma alanı olan parselinde kamulaştırılmasını
istedi.
ROMA SARAYI OLABİLİR
Müze Müdürlüğü’nün kazı ve kamulaştırmaya yönelik
dosyaları Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nda incelendiği ve verilecek
karar sonrası kamulaştırmaya başlanacağı bildirildi.
İznik Müzesi Eski Müdürü Taylan Sevil daha önce
yaptığı açıklamasında "Ortaya çıkarılan mozaiğin
bulunduğu alanda Roma sarayı olabilir" demişti.
Milliyet, 03.08.2014
|
MANET TABLOSU İLK KEZ MÜZAYEDEDE

19’uncu yüzyıl dünya
sanatının en etkili olmuş isimlerinden Fransız
ressam Edouard Manet’nin 1883’teki ölümünden iki yıl
önce resmettiği 1881 tarihli bir tablosu, 100 yılı
aşkın süredir aynı özel koleksiyonda kaldıktan sonra
ilk kez müzayedeye çıkıyor.
‘Le Printemps’ adlı tablo, Christie’s Müzayede
Evi tarafından
New York’ta 5 Kasım’da akşam müzayedesinde
satışa çıkacak. Müzayede evi satışı, “Sonbahar
sezonunun, müzayedeye çıkacak vurucu eseri” olarak
duyurdu. Tablo, 25-35 milyon
dolar aralığından satışa sunulacak. Müzayede
evinin açıklamasına göre, gerçek bir başyapıt olan
eser, 100 yıldır aynı özel koleksiyonda bulunuyordu
ve son 20 yıldır da
Washington’da bulunan National Gallery of
ART’a (Ulusal Sanat Galerisi olarak
çevrilebilir) ödünç verilmişti. Satıştan elde edilen
gelir
ABD’de bulunan özel bir vakfa yatırılacak.
Müzayede evinden Empresyonist ve Modern Sanat
bölümünün başkanı olan Brooke Lampley, eser için
“Modern çağa geçişin ilk ressamının elinden çıkma bu
eser, doğa, kadın, toplum ve modaya kadar erken
dönem modern resmin tüm temalarını barındırıyor.
Manet’nin en tanınan ve en çok reprodüksiyonu
üretilen eserlerinden olan “Le Printemps” Manet’nin
stilinin nasıl evrildiğinin de göstergesi” diyor.
Milliyet, 03.08.2014
|
SOKAKLAR MÜZEYE TAŞINDI

13 Ağustos'ta Pera Müzesi'nde
açılacak sergide, 20'den fazla graffiti sanatçısının
birbirinden renkli eserleri yer alacak.
Sokak kültürünün vazgeçilmezi graffitiler, bu kez
Pera Müzesi'nin duvarlarını süsleyecek. Duvarların
Dili sergisi 13 Ağustos'ta Pera Müzesi'nde açılacak.
Roxane Ayral küratörlüğünde gerçekleşecek sergiye
ABD, Almanya, Fransa, Japonya, İspanya gibi
ülkelerin yanı sıra Türkiye'den 20'den fazla sanatçı
konuk olacak. Sergide eserleri yer alacak ünlü
graffiticiler arasında New York'un metrolarına
yaptığı graffitilerle popüler olan ABD'li Futura ile
heykel ve graffitiyi birleştiren çalışmalarıyla
tanınan Carlos Mare bulunuyor. Sergide uluslararası
etkinliklerde sergilediği performanslarla 'Kral'
lakabını alan Cope 2, Forbes dergisinin
graffitinin Türk babaları arasında gösterdiği
Turbo'nun eserlerini de görebileceksiniz. Eserleri
sergilenecekler arasında Wyne, JonOne, Tilt, Mist,
Psyckoze, Craig Costello, Herakut, Logan Hicks,
C215, Suiko, Evol, Gaia, Tabone, Funk ve No More
Lies gibi farklı jenerasyon ve disiplinlerden
isimler de var. Graffiti sanatçıları, foto muhabir
Martha Cooper, hip hop ve graffiti kültürünü
fotoğraflayan Henry Chalfant ve çektiği spor
fotoğraflarıyla tanınan Hugh Holland'ın en güzel
enstantelerini Pera Müzesi'nin duvarlarına sprey
boyalarıyla işleyecek. 5 Ekim'e kadar açık olacak
sergi boyunca sokak ve müze ilişkisinin graffiti
örnekleri üzerinden konuşulup tartışılacağı bir
platform da oluşturulacak.
Sabah, 03.08.2014
|
SANATI PARAYA ÇEVİREN ADAM: JEFF KOONS

Jeff Koons
New York’un çenesini yoruyor. Ne demişler,
zenginin malı züğürdün çenesi, tam da o hikaye,
Koons popüler kültürün en önemli isimlerinden biri
ve şehirde açılan
sergisini duymayan yok! Whitney Müzesi’nin
önündeki kuyruklar müzenin açılış saatinden
dakikalar evvel başlıyor.
New York’ta
sergiye dair öyle bir duyuru bombardımanı
yaşanıyor ki henüz 40’ı çıkmayan bebeğiyle bile
gelenler var. Bence bir sıkıntı yok! Kuyrukta
bekleme süresi en az, o da erkenden sıra
kaptıysanız, 45 dakika. Beklerken konuşulan konu ise
ne acıklı ki Gazze’de yaşananlar. Gerçek dünyadan
kitsch bir dünyaya adım atılacak birazdan!
DELİ Mİ DAHİ Mİ?
İçeride yoğun güvenlik önlemleri var. NY’nin
bütün çocukları burada. Müzenin sırf çocuklara
hazırladığı broşür ve aktivite kitabı çok doğru bir
hamle, nitekim müzenin en üst katındaki eserlerin
başından ayrılamayacaklar, orası büyük bir oyun
odası gibi... Çocukların hepsi futbolcu olmak
zorunda değil, bakarsınız sizinki de
sanatçı olur! Bu arada önemsiz bir detay gibi
gözükse de müzede tek bir çocuk dahi tek bir esere
dokunmazken güvenlikten sert uyarı yiyenler 50 üstü
yaş grubu! Komik bile değil. Whitney Müzesi Koons’un
hakkını vermiş,
serginin adı ‘A Retrospective’ ve içeride de
Koons’un 1978’den günümüze kadar olan eserlerini
kapsayan 150 eseri var. Konu başlıklarından biri de
şu; ‘Bir bu, bir de Andy Warhol’. Dedim ya züğürdün
çenesi diye, normal, zira
sanatçının işleri daha yapım aşamasındayken
alıcı buluyor. Ve hatta şu meşhur balon köpek
serisinden bir eser geçtiğimiz yıl Christie’s
Müzayedesi’nde 58.4 milyon dolara satıldı, daha ne
olsun! 59 yaşındaki
Jeff Koons, 1970’li yıllarda medya merkezli
sanatçılardan biri olarak çalışmalarına başlamış
ve 35 yaşına geldiğinde pop kültürünü canlı tutmaya
karar vermiş. Pop kültürün göbeğinde durmasının bir
işareti midir bilmem, zira bir dönemini İtalyan
porno yıldızı Cicciolina’yla geçiren ve hatta
kadınla evlenip sansasyonlu bir boşanma yaşayan da
Koons’un ta kendisi. İşte bu evlilikten geriye kalan
Cicciolina’yla birlikte gerçekleştirdikleri erotik
fotoğraflar serisi: Made in Heaven. Bu fotoğrafların
bulunduğu bölmeye girmeden evvel çocuklu ailelere
bir uyarı var: “Burada göreceğiniz eserler
rahatsızlık verebilir.” Müzenin beş katına yayılan
Koons’un eserlerine bakarken dağıtılan audio
kulaklıklardan Koons’un dramı da anlatılıyor. Bu
kadar çocuğa dair eserin sebebi, yıllarca göremediği
oğlu Ludwig.
Sanatçı, “Günün birinde oğlumun bakıp da bu
işleri yaparken onu düşündüğümü anlayabileceği
sanat eserleri yapmaya çalışıyorum” diyor.
Müzeyi gezen çocuklar elbette bu dramdan habersiz,
renkli aynaların önünde poz veriyor.
‘İŞLERİMDE GİZLİ BİR ANLAM YOK’
Sergi New York’ta birçok serginin önüne geçerken,
Koons’un vakti zamanında anlattıklarını doğruluyor.
Şöyle diyor Koons: “Sanatım, izleyiciyle iletişim
kurmak adına her türlü adıma başvurur. İzleyicinin
ilgisini çekebilmek için her türlü hileye, ne
gerekiyorsa, ama ne gerekiyorsa ona başvurmaya
hazırım.’’ Valla açıkca söylemek gerekirse, ben de
“Dürüst olsunlar ciğerimizi yesinler” diye
düşünüyorum. Yoksa Koons’un boş kovasına bakınca
aklıma sadece 80’lerde memlekette yaşanan su
kesintileri, evde açık unutulan musluklar ve sabah
uyanıp da yataktan ayağını aşağıya attığında gelen
‘cup’ sesi geliyor.
Jeff Koons endüstrinin hazır nesnelerini
dönüştürerek ürettiği işleriyle, balon hayvanlar
gibi banal objeler üzerinden yarattığı eserlerle
sanat dünyasını ve eleştirmenleri ikiye bölmüş bir
insan. Zira kimileri Koons’un işlerini aşırı önemli
bulurken, kimileri de “Kitsch” diye aşağılıyor.
Zaten sanatçı da işlerinde gizli bir anlam
yatmadığını söylüyor. Serginin küratörü Scott
Rothkopf, eserlerin büyüklüğü, ağırlığı ve kırılgan
yüzeyleri nedeniyle büyük zorluk yaşadıklarını
söylerken, sergide en çok ilgiyi muhtemelen Koons’un
Michael Jackson’ın şempanzesiyse çektirdiği resimden
esinlenerek yaptığı heykel görüyor. Reklam sektörüne
ve medyaya tartışmasız inanan sanatçıya, bu
sektörler bu kadar destek verdiği için serginin
önünde kuyruklar var, hayat kendi döngüsünü kendi
tamamlıyor. Yolunuz buralara düşerse sergi 19 Ekim’e
kadar açık. Bir de not: Müzenin restoranı da şahane,
hani acıkırsanız diye. katılmıyorum” diyor.
Habertürk, Haber: Elif Key, 03.08.2014
|
KURUL 'İNCELENSİN' DEDİ, KÖŞK YANDI

Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nde Koruma Kurulu’nun
yangından önce aldığı son karar da akıllarda soru
işareti bıraktı. Cengiz İnşaat’ın projesini
onaylamayan Koruma Kurulu, yerinde inceleme kararı
aldı. Kurul inceleme yapamadan köşk yangınla kül
oldu.
İstanbul Üsküdar’da Fethi Paşa Korusu’nda yanan
tescilli Hüseyin Avni Paşa Köşkü ile ilgili Koruma
Kurulu tarafından alınan son karar da Köşk’ü yok
eden şüpheli yangınla ilgili akıllarda soru işareti
bıraktı. İstanbul 6 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu’nun yangından önce aldığı karar Cengiz
İnşaat’ın yangınla ilgili yaptığı açıklamayı
yalanladı. Hüseyin Avni Paşa Köşkü ve korusunu satın
alan Cengiz İnşaat’ın yangın sonrası yaptığı
açıklamada, Anıtlar Yüksek Kurulu’nun Köşk’ün
restorasyonu için gerekli proje ve izin
başvurularını değerlendirerek, 23 Haziran 2014’te
restorasyon için gerekli ön izni verdiği ve
restorasyon sürecini başlattığı belirtilmişti. Ancak
Cengiz İnşaat’ın öne sürdüğü gibi Koruma Kurulu
tarafından restorasyon izninin henüz verilmediği
ortaya çıktı.
İstanbul 6 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu, 23 Haziran 2014 tarihli kararında röleve ve
restitüsyon projesinin yerinde inceleme
yapılmasından sonra değerlendirilebileceğine karar
verdi. Bu karardan sadece beş gün sonra 28 Haziran
2014’te Koruma Kurulu projenin değerlendirilmesi
için yerinde inceleme yapamadan köşk yanarak tamamen
yok oldu. Koruma Kurulu’nun Cengiz İnşaat’ın
projesinin değerlendirilmesi için Köşk’te yapacağı
inceleme köşkü tamemen yok eden yangından sonraya
kaldı.
6 No’lu Koruma Kurulu’nun kararında yalnızca köşkün
restorasyon sırasında güçlendirilmesini esas alan
koruma amaçlı çelik yapı projesinin uygun olduğuna
karar verildi. Kararda Üsküdar’da 1310 ada 146
parselde yer alan Hüseyin Avni Paşa Köşkü ile ilgili
“Köşke ilişkin Rölöve ve Restitüsyon projesi ile
parselde yer alan harabelere ilişkin rölövenin
parselde yerinde inceleme yapılmasından sonra
değerlendirilebileceğine” karar verildi.
‘KUŞKULARIMIZ ARTTI’
Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nden Mücella Yapıcı,
Koruma Kurulu’nun bu kararıyla birlikte köşkte çıkan
yangınla ilgili kuşkularının arttığını belirtti.
Yapıcı, “Alınan karara göre restorasyon
değerlendirilmesi yapılmamış, bir ön izin
verilmemiş. Sadece yapının dışarıdan korunmasını
öngören koruma amaçlı çelik yapı projesi uygun
bulunmuş. Koruma Kurulu yapı korunsun diyor. Röleve
ve restitüsyon projelerine bile izin verilmemiş.
Kurul yangından sonra yerinde inceleme yapsa dahi
Köşk tamamen yok oldu. Bu karardan sonra yangın
tamamen kuşkulu” dedi.
***
NE OLMUŞTU?
Hüseyin Avni Paşa Köşkü, İstanbul 3 No’lu Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 8
Ocak 2002’de yıkılmadan korunması gereken 1. sınıf
kültür varlığı olarak tescillendi. Hüseyin Avni Paşa
Köşkü’nün de yer aldığı 81 bin 511 metrekarelik koru
arazisi, ismi 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasında
gündemden düşmeyen ve tapelerde millete küfrettiği
iddia edilen Cengiz İnşaat’ın Yönetim Kurulu Başkanı
Mehmet Cengiz tarafından satın alındı. Mehmet Cengiz
koru arazisinin yüzde 65 hissesini TMSF’den yüzde 35
hissesini ise özelden satın aldı.
2012’de restorasyon için KA-BA Mimarlık’la
anlaşıldı. İstanbul Teknik Üniversitesi köşkün
statik olarak sağlam olduğuna dair rapor hazırladı.
Ancak bu proje Mehmet Cengiz tarafından 2013’te
Koruma Kurulu’ndan çekildi. Cengiz İnşaat, 11 Nisan
2014’te köşkün rölöve projesini; 7 Mayıs 2014’te ise
restitüsyon projesi Koruma Kurulu’na sunuldu. 28
Haziran 2014’te çıkan yangında köşk tamamen yok
oldu. İtfaiye raporu köşkte elektrik bağlantısı
olmadığını tespit ederken yangın nedenini
belirleyemedi.
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 03.08.2014
|
MODA, TARİHİ RESTORE EDİYOR

Armani, Fendi, Bulgari ve Tods gibi dünyaca ünlü
markalar restorasyon işine el attı. Tarihi ve
turistik mekanların restorasyonlarına sponsor
oluyor, maddi ve manevi destekte bulunuyorlar.
Modanın yol
haritasını çizen modaevleri için tasarıma yatırım
neredeyse hayati öneme sahip. Modanın muhafızları
lüks markalar, yerlerini sağlam tutmak için tasarım
kadar markalarının tanıtımına da dikkat etmek
zorunda. Tanıtımlarını, katalog çekimi, gazete-dergi
ilanı, koleksiyon tanıtımı ve 15 dakikalık
defilelerden yani artık rutinleşen eylemlerden
ötesine taşıma derdindeler. Dünyaca ünlü markalar
bunu yapıyor, rutinin dışına çıkarak sürüden
ayrılıyor, markalaştırdığı değerlerin altını
çiziyor. Son olarak İtalya’da Rönesans mimarisinin
mihenk taşı sayılan tarihi yapılar, Armani’den
Etro’ya birçok markanın sponsorluklarıyla
yenilenecek.

Önce Rönesans modası, sonra Rönesans
yatırımı
Armani; Windsor Castle, Statens Museum gibi
yapıların yenilenmesine 300 bin Euro yardım edecek.
Bulgari ünlü İspanyol Merdivenleri’nin restorasyonu
için 1,5 milyon Euro bağış yapacak. Tods markasının
milyoner sahibi, Collezyum’un restorasyonuna katkı
sağlayacak. Fendi, tercihini ünlü Trevi Çeşmesi ya
da Aşıklar Çeşmesi’nden yana kullanırken, Emilio
Pucci ise Floransa’daki Baptistery’nin yenilenme
çalışmalarına katkı sağlayacak. Restorasyon bitene
kadar dış cephedeki koruma alanı markanın ikonik
eşarp deseniyle kaplanmış durumda. Tarihi şehre
Pucci havası kattığını itiraf etmek lazım.
Lüks marka konferansında
Prof.Dr. Piergiorgio
Dal Santo Lüks Marka Yönetimi Oturumu’nda Armani,
Hermes gibi markaları ele alırken bir geçmişi
olmasının yani tarihinin olması gerektiğinin altını
çizmişti. Zira insanlar geçmişi olan şeylere
bağlanıyor, güveniyor ve onların yüzyılları aşan
geçmişi lüks algısını pekiştiriyordu. Rönesans
mimarisinin eşsiz örnekleri olarak kabul edilen
yapılar, sponsor olarak destekleniyor mesela.
Binaların sadece İtalya’ya değil, dünyaya mal olmuş
ve dünyanın binbir çeşit ülkesinde turist ağırlayan
mekanların seçilmesi de kesinlikle tesadüf değil.
Mimariyle bir süredir içli dışlı olan modacılar,
Rönesans mimarisinin izdüşümleri barok, rokoko gibi
süsleme biçimlerini kıyafetlere taşımıştı. Kadınlara
maskulen dayatmaların ardından gelen bu gösterişli
sezon modası fazlasıyla alaka gördü. Lüks modanın
İtalyan kanadı da bu tasarımla başladığı Rönesans
hareketine tanıtımla devam ediyor. İtalya’nın önemli
binaları, onların sponsorluk desteğiyle yeni bir
çehreye kavuşacak.

Bizim markalarımız da restorasyon işine
girer mi?
Moda markalarının lansmanlara bile zar zor karar
verdiği bir ülkede yaşayınca bu tarz sıra dışı
tanıtım halleri insanda hayranlık uyandırıyor. Diğer
taraftan sadece açık hava reklam bütçeleri için
gözden çıkarılan rakamları düşününce, bizim moda
markalarımız için de hayata geçirilebilir bir fikir
olmaz mı, diye soruyorum. İtalyan lüks markalar için
de bütçe bizdeki kadar mühim. Burada sadece tarihi
bir binaya yatırım yapmıyorlar. Modada ‘Made in
İtaly’ denen şey yıllarca bir pazarlama fikri olarak
sattı. Markalar İtalya’nın temsil ettiği moda
efsanesine gönderme yapıyor. Türkiye’de de İstanbul,
birçok yabancı için marka şehir aslında. Belki de
modaya ve şehre yeniden bakmak lazım.
‘Türkiye’de soyutlama becerisi
gelişmiyor’
Marka Danışmanı Güven Borça, İtalyanların
yaptığının mükemmel olduğunu düşünüyor. Türkiye’de
de bazı zengin ailelerin benzer denemeleri olduğunu
ama başarılı sonuç alınamadığını söylüyor: “Zaten
bizim memlekette böyle işler yapacak büyük markalar
yok. Sadece Koç gibi, Eczacıbaşı gibi birkaç aile
var, onlar da kamuda muhatap bulamıyor. Çünkü kamu
bu işlere kafa yormuyor. İş dünyası; konsept, kamuda
doku deyince bir şey anlamıyor bizde. Soyutlama
becerisi gelişmedi. Türkiye’de bu işlerin çıkması
çok zor. Zira böyle dev markalarımız yok. Bir de bu
işlere yol açacak kamu yöneticilerimiz bulunmuyor.”
Zaman, Haber: Kezban Karagöz, 02.08.2014
|
ANADOLU'NUN 'STONEHENGE'İ KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR
Urartu Krallığı tarafından matematiksel bir hesapla
1600 metrekarelik alana sığdırılan 2 bin 475 dikilitaşın bulunduğu alan ve yer altındaki kaya
mezarları, turizme kazandırılmayı bekliyor.
Günümüzden yaklaşık 3 bin yıl önce bölgede hüküm
süren Urartular döneminden kalan yapılar, geçmiş
dönemlerin yaşam tarzının yanı sıra yaptıkları
bilimsel çalışmalarla ilgili bilgilerin de elde
edilmesine ışık tutuyor.
Van’ın Tuşba İlçesi'ne bağlı Kalecik Mahallesi’nin
1,5 kilometre kuzeydoğusunda yer alan ve Urartu
dönemine ait nekropol (mezarlık) alanda bulunan
dikilitaşlar ve taş halkaları, Urartuların
astronomi bilimiyle de uğraştığını ortaya koydu.
Kalecik bölgesinde, yumruk büyüklüğündeki
taşlardan oluşturulmuş, çapları 13 ile 40 metre
arasında değişen halka taşlar ile yer altına oyulmuş
25 kaya mezarın bulunduğu alanın doğuya bakan
kısmında da 1600 metrekarelik alan içine sıralanmış
2 bin 475 dikilitaş bulunuyor.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, Şahbağı tepesinde
yer alan taş ocaklarından getirilen ve ortalama
ağırlıkları 200 ile 500 kilogram olan taşların alana
büyük bir özenle yerleştirildiğini belirtti.
Çavuşoğlu, düz bir zemine oturtulan taşların,
Urartular döneminde astronomide de kullanıldığını
bildirerek, şöyle konuştu:
“Urartular gibi büyük bir devletin takvim sistemi
olması ihtimali üzerinde de duruyoruz. Bu
düşüncemizi yabancı bilim adamlarının fikirleri de
onaylıyor. İşlev olarak ne yaptığı sorusunun cevabı
ise yakın doğudan bildiğimiz ve Avrupa’da da
özellikle 400 metre çapa varan monolit taşlardan
oluşan bu şekildeki yerler var. Suriye, Hazar ve
Aral gölleri civarında yer alıyor. Urartuların şu
özelliği ön plana çıkıyor. Urartuların güneş ve ay
tanrıları var. Ay takvimini kullandıklarından dolayı
buranın dinsel işlevi olduğunu ve takvimsel bir
işleve sahip olduğunu düşünüyoruz. 21 Aralık ve 21
Haziran dediğimiz en uzun ve en kısa günlerin
yaşandığı dönemlerde burada gözlem yaptık. 21
Haziran’da güneşin Süphan Dağı Sığırlar Tepesi'nin
eteğinden battığını gözlemledik. 21 Aralık’ta ise
güneşin Kalecik Kalesi ile Van Gölü’nün üzerinden
taşlara uzun gölgeler bırakarak battığını gördük.
Burası Urartular döneminde bir gözlem evi gibi
kullanılmış.”
-”Turizme kazandırılmalı”
Dikilitaşların diziliş şekli, bulunduğu konum ve
kullanım amacı olarak İngiltere’de “Stonehenge”
olarak bilinen ve her yıl binlerce insanın ziyaret
ettiği yapıyla büyük benzerlik gösterdiğine dikkati
çeken Çavuşoğlu, şöyle devam etti:
“İngiltere’de ‘Stonehange’ denen yapı, bu türde
arkeolojik işlevi olan bir alan ve yılda bir milyon
insan orayı ziyaret ediyor. Biz de bu nedenle burayı
Anadolu’nun Stonehange’i olarak adlandırdık. Alanla
ilgili bilgilerimizi, verileri de yurt içinde ve
yurt dışında yayınladık. Buradaki taşlar
İngiltere’deki Stonehenge olarak bilinen ve
astronomiyle ilgili dinsel törenlerin yapıldığı
alana benziyor. Anadolu’da bu benzerlikte bir alan
yok. Buradaki Taşların Sırrı da keşfedilirse
İngiltere’de yılda bir milyon turistin ziyaret
ettiği Stonehenge taşları gibi olabilir. Bu nedenle
turizme kazandırılması gerekiyor.”
2004-2007 yılları arasında bölgede başlattıkları
kazı çalışmasını bazı sıkıntılar nedeniyle
durduklarını anımsatan Çavuşoğlu, bölgenin korunarak
ortaya çıkarılması, tur programlarına dahil edilerek
de turizm değeri heline getirilmesi gerektiğini
aktardı.
Çavuşoğlu, aynı alanda ayrıca yer altına oyulmuş
25 kaya mezar bulunduğunu ancak bu mezarların
defineciler tarafından tahrip edildiğini bildirerek,
bu mezarların da belli bir düzene göre inşa
edildiğini dile getirdi.
haberler.com, Haber: Cemal Aşan, 02.08.2014
|
TÜRK RESMİNİN ERKEN DÖNEMİ SSM'DE

‘Tanzimattan Cumhuriyete Türk Resmi’ başlıklı
resim sergisi Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı
Müzesi’nde (SSM) yeniden ziyarete açıldı.
Koleksiyonda Osman Hamdi Bey, Fikret Mualla ve Halil
Paşa gibi usta ressamların eserleri yer alıyor.
Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM),
resim koleksiyonunu, “Tanzimattan Cumhuriyete Türk
Resmi” başlığıyla, 31 Temmuz’dan itibaren yeniden
ziyaretçilerle buluşturdu. Osman Hamdi Bey, Fikret
Mualla, Halil Paşa, Şehzade Abdülmecid Efendi ve
İzzet Ziya gibi Türk resim sanatının önemli
sanatçılarının eserlerini içeren koleksiyon, Sakıp
Sabancı’nın Türk resminin belli bir dönemine ilişkin
güçlü bir merak ve ilgiyle oluşturduğu kişisel bir
koleksiyon.
Aynı zamanda ülkemiz topraklarında resim
sanatının gelişip serpilme sürecinin başlangıç
evresine dair önemli ipuçları veren bir kültürel
birikim. Bu yönüyle Sakıp Sabancı Müzesi Hat
Koleksiyonu’nun tarihsel süreçteki devamı
niteliğindeki koleksiyon, Türkiye’de görsel imge
üretimindeki dönüşümü, sanat ve sanatçı
kavramlarının değişen anlamlarını gözler önüne
sererek Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne
uzanan modernleşme sürecini yansıtıyor.
Bu toprakların geç keşfedip çabuk sahiplendiği
resim sanatı üzerinden, bir ülkenin toplumsal,
sosyal ve ekonomik dönüşümünü gözler önüne seren
sergide, dikkat çeken pek çok eser sanatseverlerin
beğenisine sunuluyor. Şevket Dağ’a ait görkemli
“Ayasofya” tablosu, Halil Paşa’nın 1889 Paris
Fuarı’nda sergilenen ve bronz madalya ile
ödüllendirilen “Madam X” adlı eseri ve orijinal ödül
belgesi, Osman Hamdi Bey imzalı “Naile Hanım”
portresi görülmesi gereken eserler arasında yer
alıyor. Özellikle arka planındaki, Bizans
ikonalarında kutsal kişilerin betimlenmesi için
kullanılan altın yaldızla dikkat çeken “Naile Hanım”
tablosu, Osman Hamdi Bey’in eşine ve kadına verdiği
önemi vurgulayarak, dönemin toplumsal yapısına dair
ipuçları veriyor. Nazmi Ziya Güran imzalı “Taksim
Meydanı” adlı eser ise Cumhuriyet’in halka sağladığı
yaşam standartlarını ve özellikle Türk kadınlarına
getirdiği özgürlüğü temsil ediyor.
Zaman, 02.08.2014
|
TARİHİ CAMİNİN YANINDAKİ AĞAÇLAR ARTIK YOK

İstanbul Cağaloğlu'nda Vilayet Camii olarak
bilinen Babıali Camii'nin çevresinde bulunan
ağaçların kesildiği ortaya çıktı.
Bazıları asırlık yaştaki ağaçların bir kısmının
restorasyon sırasında, bir kısmının ise Marmaray
çalışmaları sırasında kesildiği tespit edildi. Çam
ve çınarların da bulunduğu yerde kesilen ağaçların
sayısının 10'a yakın olduğu belirtiliyor. Sanat
tarihçisi Haldun Hürel, ağaçların ne olursa olsun
kesilmemesi gerektiğine ve onların bizim varlık
nedenimiz olduğuna dikkat çekerek, “Koru ağacı
kesilirken bile insanlar soruşturuyor. Göz önündeki
ağaç nasıl kesilir? Babıali Camii ve Marmaray metro
istasyonu inşaat çalışması sebebi ile ağaçları
kesmişler ve öncelik metro çalışmasına verilmiş.
Ancak diğer ülkelerde ağaçlar için yol
değiştiriliyor. Bizde ise her şey yapı öncelikli
oldu.” dedi. Cağaloğlu yokuşundan çıkarken birçok
insanın gölgelendiği ve dinlendiği ağaçlar
şimdilerde yok. Bahçenin yerinde ise sonradan
yapılmış bir çeşme mevcut. Ankara Caddesi’nde
yayınevi olan Taner Yılmaz buradaki çınar ağacının
köklerinin yolun karşı kısmına uzandığını ve yeni
çınar fidanlarının da çıkmış olduğunu söyledi.
Ancak fidanların büyüyüp ağaç olmasından endişeli
olan Yılmaz, “Fidanlar büyüdüğünde onları da kesmeye
gelecekler.” şeklinde konuştu.
“Babıali” olarak tanımlanan semtte 45 yıldır
çalışan Taner Yılmaz, “Ankara Caddesi’nde yer alan
caminin etrafındaki ağaçlar buranın nadir yeşil
kalan alanlarından biriydi. Ağaçlar kesilince
buranın hiçbir güzelliği kalmadı.” dedi. Caminin
yeni görüntüsüne de dikkat çeken Yılmaz,
“Minaresinde nal figürleri olduğu için Nallı Mescit
adını alan cami, Fatih döneminde pişmiş tuğladan
yapılmıştı. İkinci onarımında bu görüntüsü değişen
Babıali Camii, son restorasyonunda ilk haline
döndürülmeye çalışıldı. Ancak mermer görünümlü
plastik boya ile yapılan çalışma sonrası orijinal
yapısı da bozuldu.” diyerek caminin yeni halindeki
memnuniyetsizliğini dile getirdi.
Caminin restorasyon sonrasında göze batan bir hal
aldığını söyleyen Haldun Hürel, “Cami eski haline
benzetilmeye çalışılmış; ancak estetiği olmadan bir
yenileme çalışması yapılmış. Tarihi yapıların
restorasyonu yapılırken yapının inşasında gösterilen
hassasiyetten çok daha fazla hassasiyet göstermek
lazım. Ne olursa olsun harabeye dönmüş olsa bile
eski haliyle muhafaza etmek gerekirdi.” ifadelerini
kullandı.
Fatih Sultan Mehmed döneminde Akşemseddin'in
akrabası İmam Ali Efendi tarafından yaptırılan
tarihi cami yakın zamanda Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından restore edilerek ibadete açıldı.
Restorasyonun bitişi ile Marmaray Cağaloğlu istasyon
girişinin yapılması aynı zamana denk gelince
vatandaşlar tarafından burada yeni bir cami yapılmış
algısı oluştu.
Zaman, Haber: Sevde Nur Tunç, 01.08.2014
|
HADRİANAUPOLİS ANTİK KENTİ TURİZME AÇILIYOR
Karabük’ün Eskipazar
İlçesi'nde ‘Karadeniz’in
Zeugması’ olarak nitelendirilen MÖ 1. yüzyılda
kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla
kullanıldığı tahmin edilen Hadrianaupolis Antik
Kent’inde sürdürülen çalışmalar sonucu Kilise B’nin
üzeri çelik konstrüksiyonla kapatıldı.
İlçe merkezine 3 kilometre uzaklıkta bulunan
Budaklar Köyün’de MÖ 1’inci yüzyılda kurulduğu ve MS
8’inci yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı
tahmin edilen Hadrianaupolis Antik Kent’inde 2006
yılında başlayan kazı çalışmalarında, Hıristiyan
inancına göre cennetteki 4 nehir ‘Phison’, ‘Geon’,
‘Euphrates’, ‘Tigris’in adlarının yazılı olduğu ve
at, fil, panter, grifon (sanat tarihinde görülen
karışık bir hayvana verilen isim) mozaikleri gün
yüzüne çıkartıldı. Geçtiğimiz yıl Ağustos ayında
mozaikler korunması amacıyla bulunduğu Kilise B’nin
üzerinin kapatılma çalışmalarına başlanıldı.

Kilise B’nin üzerinin kapatılması işini yüklenen
müteahhit firmada görevli şantiye şefi Arif
Alankaya, çalışmaların birkaç gün içersinde
tamamlanacağını söyleyerek, “Geçen yıl Ağustos
ayında başladığımız çalışmalar proje değişikliği ve
hava şartları nedeniyle işi geciktirdi.Erken
Bizans dönemine ait Kilise B’nin üzerini çelik
konstrüksiyonla kapattık.Burada polikarbonat,
Ultraviyole malzeme kullandık.Bu malzeme yağmurda
problem çıkartmıyor.Kiliseyi ziyarete gelecek
olanlar için de yürüme parkuru yaptık” dedi.
Milliyet, 01.08.2014
|
UNESCO LİSTESİ'NDEKİ KÜLLİYELERDE DEĞİŞİM SÜRÜYOR

UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan sultan
külliyelerinden Yıldırım Beyazıt Külliyesi’ni ecdada
yakışır hale getirme yönündeki çalışmalar hızla
sürüyor. Bursa Büyükşehir Belediyesi, cami
avlusundaki şadırvan, abdest alma yerleri ve musalla
taşları olmak üzere tarihi bölgeyi baştan sona
yeniledi.
Bursa'da yaşanan 1855 depreminde yıkılan Yıldırım
Camii’nin minarelerini 156 yıl sonra orijinal
haliyle yeniden inşa eden Büyükşehir Belediyesi,
şimdi de cami avlusu ve şadırvanlar başta olmak
üzere tüm külliyeyi Bursa'ya yakışır hale getiriyor.
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, yaklaşık 5
bin metrekarelik alanda traverten taşlarla zemin
döşemesi yapıldığını belirterek, türbe ve dispanser
başta olmak üzere külliyenin tamamında bakım oranım
çalışmalarının en kısa zamanda tamamlanacağını
söyledi.
Bursa'nın UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınma
amacıyla 2000 yılında başlatılan ancak bir sonuç
alınamayan çalışmaları 2009 yılından itibaren
kapsamlı bir şekilde alan Büyükşehir Belediyesi,
Cumalıkızık, Çarşı ve Hanlar Bölgesi ile Sultan
Külliyelerinin dünya mirası olmasının ardından
sultan külliyelerindeki çalışmalara hız verdi.
Muradiye Külliyesi'ndeki çalışmalar hızla sürürken,
Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt tarafından 1390'lı
yıllarda yaptırılan külliyedeki çalışmalar da devam
ediyor. Külliyedeki çalışmalara ilk olarak Yıldırım
Camii ile başlayan Büyükşehir Belediyesi, camiinin
1855 depreminde ve 1949 yılında yaşanan doğal
afetlerde yıkılan iki minaresini 156 yıl sonra
orijinaline uygun olarak dikmişti. Bu çalışmanın
ardından külliyenin bütününe yönelik çalışmaları da
sürdüren Büyükşehir Belediyesi, cami avlusundaki
şadırvan, abdest alma yerleri ve musalla taşları
olmak üzere bölgeyi baştan sonra yeniledi. Yaklaşık
5 bin metrekarelik alan traverten zemin taşları ile
kaplanırken, bahçe duvarları, aydınlatma sistemleri
ve çevre düzenlemesiyle cami avlusunun çehresi
tamamen değişti. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep
Altepe, beraberindeki Kültür ve Turizm Dairesi
Başkanı Aziz Elbas ile birlikte Yıldırım Beyazıt
Külliyesi'nde devam eden çalışmaları yerinde
inceledi. Son 10 yıldır tarihi ve kültürel mirasa
yönelik yaptıkları çalışmaların UNESCO Dünya Mirası
Listesi ile taçlandığını dile getiren Başkan Altepe,
tüm külliyelerin ziyaretçiler tarafından daha rahat
gezilebilmesi için çevre düzenleme çalışmalarına da
önem verdiklerini söyledi. Yıldırım Camii'nin
orijinal minarelerinin yerine dikilmesinin ardından
yaklaşık 400 yıl önce ilk mahya uygulamasına ev
sahipliği yapan Yıldırım Camii'nde mahya
uygulamasının da ilk günkü haliyle başladığını ifade
eden Başkan Altepe, “Külliye alanında bulunan türbe,
dispanser ve medrese binalarıyla ilgili proje
çalışmaları devam ediyor. Şu ana kadar yapılan
çalışmalarla bile bölgenin çehresi değişti. Bir
taraftan tarihi eserleri kent silüetine
kazandırırken, bir taraftan da ecdada olan vefa
borcumuzu ödüyoruz.” diye konuştu.
Zaman, 01.08.2014
|
METAB BOĞSAK ADASI ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMA
ÇALIŞMALARINA DESTEK VERECEK

Mersin ve Çevresi Turizm Alt Yapı Hizmet Birliği
(METAB),
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat
Tarihi Bölümünden Yardımcı Doç.Dr. Günder
Varinlilioğlu başkanlığında sürdürülen
Silifke İlçesi Boğsak Adası arkeolojik yüzey
araştırma çalışmaları için katkı sağlanmasına karar
verdi.
Toplantıda konuşan METAB Başkanı ve Mersin
Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz,
"Silifke İlçemiz Taşucu Boğsak Turizm Merkezinin
karşısında bulunan Boğsak Adasında 2010 yılından
beri sürdürülen arkeolojik yüzey araştırma
çalışmalarının 2014 yılı dönem faaliyetleri için
METAB olarak hem turizm merkezinin cazibesini
arttırmak hemde ilimizdeki tarihi bir zenginliğinin
ortaya çıkarılmasına katkı sağlamayı amaçlayarak
maddi destek vereceğiz. MÖ 4-8. yüzyıllarda önemli
bir yerleşim bölgesi olduğu ifade edilen Boğsak
Adasında 2014 yılı arkeolojik yüzey araştırma
çalışmaları 23 Ağustos'a kadar yapılacak. METAB
olarak araştırma ekibine bölgesel ve su altı yüzey
araştırmaları, arkeometrik araştırmalar, hava
fotoğrafları ve benzeri çalışmalar için katkı
sağlıyoruz”dedi.
Milliyet, 01.08.2014
|
TARİHİ SEBİLLERİN DURUMU İÇLER ACISI

İzmir tarihi değerleri sebillerin içler acısı
halini görenler üzülüyor. Daha geçtiğimiz yıllarda
bu hayır suyundan içmek isteyenlerin kuyruklar
oluşturduğu sebiller yardım eli bekliyor.
Dönertaş ile
Kemeraltı Camii yanındaki Sinan Zade Sebili bu
olumsuz tabloyu yaşayan tarihi değerlerden sadece
biri. Kapıları kapalı önü ise seyyar işgaline
uğramış sebillerin bu haline üzülen İzmirliler
yetkilileri göreve çağırarak neden sebillerin
açılmadığını soruyor: “Sinan Zade Sebili hem de
Anafartalar caddesi üzerinde bulunan Dönertaş
Sebili’nin çeşmelerinden tıs sesi bile çıkmıyor. Bu
sebillerden faydalanıyorduk. Sebillerin yeniden
faaliyete geçmesini bekliyoruz”. Bu arada İzmir
Ticaret Odası’nın 1 milyon lira harcayarak
restorasyonunu yaptığı Kemeraltı’ndaki Salepçioğlu
Camii çeşmeleri de sebillerle aynı kaderi
paylaşıyor.
Zaman, 01.08.2014
|
FLORİDA HAZİNESİ
ABD'de bir aile, Florida
sahilinin doğusu açıklarında batık gemi
kalıntısında 300 yıllık altın kolyenin bir
parçasını buldu.
Eric Schmitt isimli ABD'li, geçen ay, 1715 yılında Florida'nın doğusunda bir kasırga sırasında batan 11 geminin olduğu enkaz bölgesinde dalış yaptı.
Eric, metal dedektörü sayesinde altın parçaya ulaştı. İspanyol uzmanlar, Eric'in teslim ettiği parçanın 25 yıl önce keşfedilen bir diğer eserin parçası olduğunu belirledi. ‘Pyx' adı verilen bu aksesuvar, yüksek rütbeli rahipler tarafından ayinlerde kullanılıyordu.
Altın parçanın değeri henüz bilinmiyor.
Hürriyet, 01.08.2014
|
|
SİNOP'TA BİZANS HAMAMI ORTAYA ÇIKIYOR

Sinop’ta, Bizans dönemine ait Balatlar
Kilisesi’nin altında bulunan hamam, yapılan kazı
çalışmalarıyla ortaya çıkarılmaya başlandı.
Bizans dönemine ait mimari kalıntıları barındıran
ve 2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle
başlayan Sinop Balatlar Kilisesi arkeolojik
çalışmalarının kazı başkanı Mimar Sinan Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Gülgün Köroğlu, hamamın
büyük havuzuna ulaşıp ortaya çıkardıklarını söyledi.
Kırk kişilik bir ekiple kazı çalışmalarını
gerçekleştirdiklerini belirten Köroğlu, yapılacak
kamulaştırma ile kazı alanını genişletmeyi
planladıklarını dile getirdi. Prof.Dr. Köroğlu,
“Ağırlıklı olarak büyük salon dediğimiz ‘palesta’
adı verilen alanda çalışıyoruz. En üst seviyede
yapının son döneminde manastır olduğu için mezarlık
alanı ortaya çıkarılmakta. Antropologlar onu
inceliyor. Daha aşağıda Roma dönemi hamamının büyük
havuzuna ulaştık. Onu ortaya çıkardık.
Çalışmalarımız altı hafta daha devam edecek. Sezon
sonunda daha yeni bulgularla Sinop tarihine ışık
tutacak bilgilere ulaşmış olacağız.” dedi.
Prof.Dr. Köroğlu, bu zamana kadar elde edilen
bulgular hakkında da bilgi verdi. Roma hamamı olan
yapının 4. yüzyılda kiliseye çevrildiğini söyleyen
Köroğlu, “4. ile 6. yüzyıl arasında çok önemli bir
kilise var. Geçen yıl ortaya çıkardığımız, içinde
kutsal bir emanetin saklandığı taş sandığın bir
parçasıydı. Ama kırık haldeydi. Burada çok sayıda
kırık heykel parçası bulduk. Daha geç bir dönemde bu
heykeller muhtemelen bu kutsal emanet muhafazası da
kırılmış, parçalanmış ve mermer yakılarak kireç elde
edilmiş olmalı.” şeklinde konuştu. Prof.Dr.
Köroğlu, ayrıca kazı içinde heykellere ait kol, el
ve bacak parçaları bulduklarını belirterek, bütün
yapının nişleri içerisinde heykeller sıralandığını,
ilerleyen zamanlarda daha sağlam durumda eserlerle
de karşılaşabileceklerini belirtti.
Zaman, 01.08.2014
|
|
ÜNLÜ MÜZEYİ FARELER BASTI
Avrupa'nın en ünlü
müzelerinden Louvre Müzesi'ni fareler bastı.
Paris'te bulunan müzenin çim alanlarında dolaşan
farelerin gözden kaçması neredeyse imkansız.
Belediye, Louvre mahallesindeki inşaat
çalışmalarının farelerin doğal ortamlarını
bozmasından ve turistlerin bahçeye yemek artığı
bırakmasından dolayı bu artışın yaşandığını
belirtti. Paris'te insan sayısının iki katı
kadar fare olduğu tahmin ediliyor.
Hürriyet, 01.08.2014
|
TARİH DEPODAN KURTULACAK
ManisaA'da, İşadamı İsmail Akçura tarafından
yaptırılacak Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nin
projesi onaylandı. Yeni müzede, Manisa Müzesi'nde
yer olmadığı için sergilenemeyen ve depolarda
tutulan tarihi eserlerin sergileneceği belirtildi.
Manisa İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Hamdi
Karayel, eski İl Özel İdare bahçesine yapılacak
Arkeoloji ve Etnografya müzesinin projesinin Kültür
ve Turizm Bakanlığı tarafından onaylandığını
açıkladı. Anemon Otelleri Onursal Başkanı İsmail
Akçura'nın sponsor olduğu müzenin Manisa turizmini
canlandıracağını kaydeden Karayel, 2 ay içerisinde
inşaat çalışmalarına başlanmasının beklendiğini
bildirdi. Karayel, ülkeye örnek olacak bir müze
yapılacağını söyledi. Karayel, 10 dönüm alan üzerine
yapılacak inşaatın tamamlanmasının ardından
başlayacak Teşhir ve Tanzim Projesi'nin süresinin 20
ay olduğunu söyledi.
ESERLER EN MODERN ŞEKİLDE SERGİLENECEK
Çarşı Mahallesi Murat Caddesi üzerinde bulunan
mevcut Manisa Müzesi'nin alanlarının sınırlı
olmasından dolayı tarihi eserlerin bir bölümünün
sergilenemediğini ifade eden Karayel, yeni yapılacak
müze sayesinde 40 bin eserin rahatlıkla
sergileneceğini söyledi. Arkeoloji ve etnografya
olmak üzere 2 bölümden oluşan Manisa Müzesi'nde
Arkeoloji bölümünün kapalı olduğu ve eserlerin
depolarda beklediği bilinirken, yeni müzede bu
eserler en modern şekilde sergilenecek.
12 MİLYON LİRALIK MÜZE
Yaklaşık 12 milyon liraya mal olacak müzeyle
birlikte yer konusunda yaşanan sıkıntıların büyük
oranda azalacağını kaydeden Karayel, "Yeni yapılacak
müzede her döneme ait eserler sergilenecek. Müzenin
projesi bu şekilde hazırlandı. Bulunduğu konum
açısından da iyi bir yerde. Yerli ve yabancı
turistlerin rahatlıkla gezip görebileceği bir yerde
olacak. Şu anki müzede yer alan arkeolojik eserlerin
tamamına yakını yeni müzeye taşınacak. Mevcut
kullanılan müze de Şehzadeler İslam Eserleri Müzesi
olarak devam edecek" dedi.
Turgutlu Yankı, 01.08.2014
|
TOPKAPI SARAYI'NDA BAKLAVA ALAYI
Topkapı Sarayı Müzesi'nde, Ramazan Bayramı kutlamaları kapsamında "Geleneksel Muayede (Bayramlaşma) Töreni" ve "Baklava Alayı" etkinliği düzenlendi.
Etkinlik, saray korumasında görevli atlı birliğin alana gelmesiyle başladı. Müzedeki görevliler, vatandaşlar ve turistlerin de katıldığı etkinlikte, Osmanlı padişahlarının Yeniçeri Ocağı'na ikram geleneği canlandırıldı.
Etkinlikte bakır sinilerde hazırlanan cevizli baklava ve saray şerbeti ikram edildi.
Sabah, 01.08.2014
|
|
2 BİN YILLIK 'APOLLON SMİNTHEUS TAPINAĞI' GÜN YÜZÜNE
ÇIKARILDI

Çanakkale'nin Ayvacık
İlçesi'ne bağlı Gülpınar
Köyü'nde, üzerinde yağhane bulunan 2 bin yıllık
Apollon Smintheus Tapınağı, uzun uğraşlar sonucu
yeniden arkeoloji dünyasına kazandırıldı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü adına Gülpınar Köyü'ndeki
kazılara 1980 yılında doçent olarak başlayan ve
sonraki yıllarda profesör unvanını alan Coşkun
Özgünel, ömrünün 35 yılını Apollon Smintheus
Tapınağı'na ayırdı. 2008 yılında emekli olmasına
rağmen kazıları sürdüren Prof.Dr. Özgünel, 18'inci
yıldan itibaren yağmalanan tapınağın güney giriş
cephesini, ellerindeki özgün malzemeleri kullanarak
ayağa kaldırmayı hedeflediklerini kaydetti. Prof.Dr. Özgünel, kazılara başladıklarında tapınağın
üzerinde bir yağhane ve peynir üretilen mandıra,
yanında da amele evi denilen bir baraka bulunduğunu,
çevresinde ise zeytin çuvalları konulan ambarlar
olduğunu söyledi. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bu
alanı kamulaştırmasından bir yıl sonra 1982'de
tapınağın üzerine inşa edilmiş olan yağhaneyi
kaldırmaya başladıklarını anlatan Özgünel, ancak
bölgede büyük bir tahribat ile karşılaştıklarını
belirtti. Özgünel, tapınağın birçok parçasını
Gülpınar ve Tuzla Ovaları'nda bulup topladıklarını
söyledi.
Kazı için geldiklerinde, bölgede Apollon
Smintheus'un bugünkü görselliğine ait hiçbir şey
bulunmadığını belirten Prof.Dr. Özgünel, "Alanın
bir tarafına sütun parçaları yığılmıştı. Her taraf
bahçeydi. Su havuzları yapılmış. Orada suyu
biriktiriyorlar ve bahçelerini suluyorlardı. Zaten
1866 yılından itibaren bu bölgenin adı da
Bahçeleriçi'ydi. Tapınağın üzerinde bir yağhane
vardı. Yağhane sahibi, burayı istediği şekilde
kullanmış, kazıp ambarlar yapmış. Zeytinin kara
suyunu atmak için kanallar yapmış, biz tapınağın
alanını böyle bulduk. Teker teker kamulaştırıldı.
Şuan tapınağın girişinde depo müze olarak
düzenlediğimiz yapı da yine başka bir yağhaneydi.
Tapınağın üzerinde büyük bir toprak tabakası vardı.
Özgün parçalarla önce Güney Batı köşesini yapmaya
başladık. 1866 yılında ilk olarak kazı yapan Pullan,
buranın bir rekonstrüksiyonunu yapmış ve bunları hep
tarif etmişti. Biz de onun izinden giderek bu
tapınağın yeniden kurulumunu sağlıyoruz. Tapınağın
güney giriş cephesini çizme başarısını gösterdik.
Şimdi bu cepheyi yüzde 80'i elimizde olan özgün
parçalarla ayağa kaldırmak için restorasyon
çalışmalarını sürdürüyoruz" dedi.
EN İYİ KORUNMUŞ KALKOLİTİK MERKEZ
GÜLPINAR BULUNDU
Prof.Dr. Özgünel, 35 yıl süren kazı çalışmaları
sonunda bulduklarını, bir yağhaneden tapınak, diğer
bir yağhaneden ilk kez bir ören yerinin özgün
malzemelerinin sergilendiği depo müze, gimnazyumu
ile birlikte büyük bir kutsal alana hizmet veren bir
hamam kompleksi, bir Roma villası, Roma villasına
ait bir hamam, çeşitli içlikler, su depoları ve en
önemlisi de MÖ 4 bin 500 yıllarına tarihlenen
Kuzeybatı Anadolu'nun en önemli, en iyi korunmuş
kalkolitik merkezi Gülpınar olarak sıraladı. Ama
daha yapılacak çok iş olduğunu ubelirten Özgünel,
"Bu çalışmalar yüzyıllar boyu sürecek. Troia ile
birlikte, Alexsandra Troas'a hizmet veren en büyük
kutsal alan tümüyle ortaya çıkarılmış olacak.
Öncelikle tapınakta başlattığımız ön cephe onarım ve
restorasyon çalışmalarını tamamlayacağız. Sonraki
aşamada büyük bir çevre düzenlemesi planlıyoruz.
Tapınağın uzun ve dar kenarlarını çimlendirdik.
Restorasyon bittikten sonra diğer cepheler de
çimlendirilip, küçük süs bitkileriyle donatılacak.
Ayrıca kalkolitik Gülpınar'ı da bir şekilde örtü
altına alıp, Kuzey Batı Anadolu'daki en önemli
kalkolitik merkezi de gelen ziyaretçilere açmak
istiyoruz. Ayrıca 2 yıl önce kamulaştırdığımız bir
diğer yağhaneyi de restore edip müze haline
getirmeyi hedefliyoruz. Gönlüm istiyor ki burada
çalışan bir gence kazıları bırakmak ve uzaktan
onları zevk içinde seyretmek. En büyük arzum bu."
Zaman, 01.08.2014
|
ŞANLIURFA MÜZELER ŞEHRİ OLMAYA ADAY

Güneydoğu'nun önemli tarih ve turizm kentlerinden
biri olan kent, adeta açık hava müzesini andırıyor.
Arkeolojik kazıların devam ettiği Şanlıurfa'da son
yıllarda ardı ardına müzeler açıldı.
Şehrin en eski müzesi olan Şanlıurfa Arkeoloji
Müzesi'nde aralarında ''Tarihin sıfır noktası''
olarak nitelendirilen Göbeklitepe kazı alanında
bulunan eserlerin de yer aldığı 76 bin eser
sergileniyor.
Kentin düşman işgalinden kurtuluşu esnasında
kullanılan savaş malzemeleri ise Kurtuluş Müzesi'nde
ziyaretçilerin beğenisine sunuluyor.
Tarih boyunca var olan geleneksel damak tadının
korunmaya çalışıldığı şehirde açılan Mutfak
Müzesi'nde de kentin meşhur lezzetleri tanıtılıyor.
Birçok ses sanatçısının yetiştiği Şanlıurfa'da,
bu çerçevede müzikle ilgili bilgi ve eserler
toplanılarak İbrahim Tatlıses Müzik Müzesi ve Müslüm
Gürses Müzesi de açıldı. Bu müzelerde, farklı müzik
aleti, plak, kaset ve fotoğraf gibi aksesuarlar yer
alıyor.
Balıklıgöl Yerleşkesi yakınındaki El Sanatları
Müzesi de meraklıların uğrak yerleri arasında
bulunuyor.
Bir süre önce açılan ''Urfa Kent Müzesi''nde ise
şehrin sosyal yaşantısından mutfağına kadar
geçmişten günümüze gelenek ve görenekler çeşitli
eserler aracılığıyla yansıtılıyor.
Tamamlandığında Türkiye'nin en büyük müze
kompleksi özelliğine sahip olacak "Haleplibahçe Müze
Kompleksi"ndeki çalışmalarda da sona yaklaşıldı.
Önümüzdeki günlerde hizmete girmesi planlanan
komplekste, tarihsel dönemlerin maketlerle
canlandırılacağı özel bölümler yer alacak.
Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi Turizm Tanıtım
Müdürü Necmi Karadağ yaptığı açıklamada, kenttin,
hizmete açılan müzelerle dikkatleri üzerine
çektiğini söyledi.
''Müze kent'' olma yolunda emin adımlarla
ilerlediklerini ifade eden Karadağ, şöyle konuştu:
''Şu anda 7 müzemiz hizmet veriyor. Şehrimiz
müzelerle adından söz ettirecek. Gelen turistleri
çok iyi gezdirmek ve eserlerimizi iyi anlatmamız
lazım. Mesela kent müzesini ziyaret eden bir kişi
kronolojik tarihe göre şehrin tarihi hakkında bilgi
sahibi oluyor. Bu konuda rehber ve acentelerimize iş
düşüyor. Turistleri müzelere yönlendirmemiz
gerekiyor. İnşallah bu noktada önemli çalışmalar
hayata geçireceğiz."
Karadağ, müzeler sayesinde turizm pastasından
daha fazla pay alacaklarına inandığını sözlerine
ekledi.
Trt Haber, 31.07.2014
|
LAODİKYA'YA 3. KİTAP

Denizli Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle kazı
çalışmaları yılın 12 ayına yayılan Laodikya’yı
anlatan kitaplar serisine bir yenisi daha eklendi.
“10. Yılında Laodikeia” isimli kitapta, antik kentte
2003 ile 2013 döneminde gerçekleştirilen kazı ve
restorasyon çalışmaları anlatılıyor.
Arkeolojik verilere göre, yerleşim tarihi
günümüzden 5 bin 500 yıl öncesine kadar uzanan,
İncil’de söz edilen yedi kiliseden birisine ev
sahipliği yapan Laodikya’da devam eden kazılarda,
toprak altında kalan güzellikler ve tarihin izleri
gün ışığına çıkarılıyor.
Her buluntu antik kentin geçmişini biraz daha
aydınlatırken, elde edilen bilgiler de kitaplarda
toplanarak birer arşiv belgesi haline getiriliyor.
Laodikya’yı anlatan ilk kitap “Kutsal Kent
Laodikeia’nın Kiliseleri” ismini taşıyor. İkinci
kitap “Laodikeia çalışmaları-2” ismini taşıyor.
Kazıların 2003 ile 2013 yılları arasındaki 10 yıllık
sürecini anlatan son kitap ise “10. Yılında
Laodikeia” isimli.
Kazılara başkanlık eden
Prof.Dr. Celal Şimşek ve
bu kitapları kaleme alan Prof.Dr. Celal Şimşek,
kazı çalışmalarının 10. yılında kentin planlaması,
depremlerle yıkılıp tekrar ayağa kaldırılması, dini
inançları, yapıları, lokal seramik ve heykeltıraşlık
üretimlerinin daha iyi anlaşılmaya başlandığını,
ortaya çıkarılan yazıtların inançlar, kent
sakinleri, dışarıdan gelenler, ticaret, yasalar,
spor, sanat ve kültürel yaşamın daha iyi
anlaşılmasına ışık tuttuğunu belirtti.
Prof.Dr. Şimşek, kazı çalışmalarının aynı
zamanda binlerce yıllık geçmiş ile günümüz
arasındaki bağlantıların kurulması, flora ve
faunanın daha iyi algılanmasını kolaylaştırdığını,
kazı çalışmalarının aynı zamanda tekstil ve dokuma
verilerini somut olarak ortaya koyduğunu söyledi.
Denizli Haber, 31.07.2014
|
YENİDEN ARTEMİS

Antik çağdan kalma
dünyanın 7 harikası arasında gösterilen Artemis
Tapınağı'nda kazı çalışmaları 20 yıllık aradan sonra
tekrar başlıyor.
Antik çağın en
önemli anıtsal yapıları arasında olan ve dünyanın 7
harikası arasında gösterilen Artemis Tapınağı'nda
kazılar tekrar başlıyor. 19'uncu yüzyıldan beri
kesintili olarak kazısı yapılan Artemis Tapınağı'yla
ilgili çok sayıda bilgi ve bulgunun ortaya konduğunu
ama bunların derlenmesi için bir süredir çalışma
yürütüldüğünü anlatan Ladstatter, tapınakla ilgili
kitabın yayımlanmasıyla birlikte yeni bir kazı
programı hazırlandığını ifade etti. En son kazısı 20
yıl önce yapılan Artemis Tapınağı'nda bayramdan
sonra çalışmalara başlanacağını belirten Ladstatter,
"Artemis Tapınağı kazısı bizim için çok önemli ve
heyecan verici bir kazı olacak. Bu kazılarda döneme
ilişkin tahmine dayalı bilgileri
kesinleştirebileceğimiz bulgulara ulaşacağımızı umut
ediyoruz" dedi. Efes Müzesi'nin eski baş arkeoloğu
Cengiz İçten Artemis Tapınağı kazılarının uzun
süredir beklendiğini, kazılarda önemli eserlere
ulaşılabileceğini ifade etti.
Futbol sahası büyüklüğünde
MÖ 550 civarında tamamlandığı tahmin edilen
tapınağın devasa bir yapıt olduğunu söyleyen İçten,
"Yaklaşık bir futbol sahası büyüklüğündeki bir alan
üzerinde 18 metre yüksekliğinde dev mermer sütunlar
üzerine kurulu bir tapınak düşünün. Bu yapıt o
dönemin muhteşem binalarından biriydi. Ancak zaman
içinde Hristiyanlığın yükselişiyle bu mabet,
etkisini kaybetti. Tapınakta kullanılan sütunların
da yeni yapılan binalarda kullanıldığı tahmin
ediliyor" dedi.
Dört bölge kazılacak
Efes Antik Kenti Kazı Başkanı
Doç.Dr. Sabine
Ladstatter, kazı çalışmalarının 4 bölgede
yoğunlaşacağını, Efes'in geçmişini tarih öncesi
döneme götüren Çukuriçi Höyük, Meryem Ana
Kilisesi'nin güney bölümündeki geç antik döneme ait
yerleşim alanı ve bir Türk hamamında başlatılan
kazıların yanı sıra arkeoloji dünyasında en fazla
merak edilen alanlardan biri olan Artemis
Tapınağı'nda da kazı çalışmaların başlayacağını
ifade etti.
Turistleri çekebilir...
Tapınağın mühendis John Turtle Wood tarafından
1860'ta fark edildiğini, o dönemde birçok parçanın
yurtdışına kaçırıldığını anımsatan İçten, kazılarda
yeni yapıtlara ulaşılması halinde tapınağın turistik
cazibeye sahip olabileceğine işaret etti.
Akşam, Haber: Tolga Albay, 31.07.2014
|
İZMİR'DEKİ ANTİK ROMA TİYATROSUNA İLK KAZMA
VURULUYOR

İzmir'in tarihi semtlerinden Kadifekale'de
gecekondular arasında sıkışıp kalan, bazı sütunları
evlere duvar yapılan Roma antik tiyatrosundaki
arkeolojik kazılar, kısa süre içinde başlayacak.
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından
kamulaştırmaları ve yıkımları yapılan tiyatro
alanındaki kazılar, Antik Smyrna Kazıları Başkanı
Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy ve ekibi tarafından
yürütülecek.
Belediye ekiplerinin bölgedeki yıkımları daha
tamamlanmadan, antik tiyatroya ait duvarlar ve
sütunlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Gecekondular
arasına sıkışıp kalan tiyatronun çıkarılması için 12
bin 972 metrekarelik alan üzerindeki 164 adet
parseli kamulaştırma kararı alan belediye, bugüne
kadar 11,4 milyon TL kamulaştırma bedeli ödedi.
Proje kapsamında öncelikle arkeolojik yüzey
araştırması yapılarak, tiyatroya ve sur duvarlarına
ait mimari kalıntılar ve gerçek yeri tam olarak
tespit edildi. 1/1000 ölçekli Kadifekale-Tiyatro ve
Çevresi Koruma Amaçlı İmar Planı'nda 2. derece
arkeolojik sit alanı olarak belirlenmiş yerlerin,
arkeoloji ve tarih parkı olarak düzenleneceği
bildirildi.
Kadifekale'deki antik tiyatroyla ilgili en
ayrıntılı bilgi, 1917–1918 yıllarında Otto Berg ve
Otto Walter'ın araştırmalarıyla bunlara yönelik
hazırladıkları plan ve kesitlerde bulunuyor. 16 bin
kişi kapasiteli olduğu düşünülen tiyatronun
kalıntılarının, Roma dönemi özellikleri taşıdığı
biliniyor. Eski kaynaklarda Erken Hristiyanlık, yani
Roma İmparatorluğu'nun paganizm döneminde İzmirli
St. Polikarp'ın bu tiyatroda öldürüldüğü, tiyatronun
tarihin trajik sahnelerine şahitlik ettiği öne
sürülüyor.
Zaman, Haber: Hasan Çilingir, 31.07.2014
|
DATÇA'DA 4 BİN YILLIK BAĞCILIK GELENEĞİNİ
YAŞATACAKLAR

Muğla’nın Datça İlçesi’nde, üç yıl önce 40
dönümlük arazide kurdukları bağ evinde, 4 bin yıllık
bağcılık geleneği yeniden yaşatmak için mücadele
başlatan Ankaralı çift 61 yaşındaki Hasan İşleyici
ile eşi 51 yaşındaki Meltem İşleyici, ilk olumlu
sonuçları almaya başladı.
Ankaralı işadamı kimya mühendisi Hasan İşleyici,
eşi Meltem İşleyici ile birlikte, Datça-Marmaris
karayolunun 10 uncu kilometresinde, bölgenin tarihi
yel değirmenlerinden esinlenerek bağ evi yaptı. 2011
yılında, Bursa’da faaliyet gösteren Bakus Şarapçılık
Limited Şirketi’ni devralarak, Datça Bağcılık ve
Şarapçılık firmasını kuran çift, kısa sürede Merlot,
Shrah (Şiraz) ve Cabernet Sauvignon gibi ünlü üzüm
türlerini yetiştirmeye başladı.
TARİHİ ŞARAP ATÖLYESİ EN GÜZEL KANIT
Bağcılık merakının 12 yıl önce başladığını
belirten Hasan İşleyici, Datça’yı tanıdıktan sonra
profesyonel anlamda bu işe soyunduğunu söyledi.
Datça’da bağcılık geleneğinin 4 bin yıllık bir
geçmişe sahip olduğunu hatırlatan İşleyici,
“Datça’nın ilk yerleşim merkezlerinden biri olan
Burgaz Ören yerinde, 1996-2003 yılları arası yapılan
kazı çalışmaları sırasında tarihi 3 bin yıl öncesine
ait bir şarap atölyesinin ortaya çıkarıldı. Halen
ayakta duran bu atölye, bölgenin zamanında üzüm
bağlarıyla kaplı olduğunun en güzel kanıtı olarak
gösteriliyor” dedi.
BAĞCILIK KÜLTÜRÜ YENİDEN CANLANIYOR
Datça’nın yüzyıllarca değişik toplumların ve
kültürlerin gelip geçtiği, izlerini bıraktığı bir
dünya cenneti olduğunu vurgulayan İşleyici, “Bu
topraklar bağcılık yapmaya çok elverişli. Bölgenin
tarihi geçmişini öğrenince, insan heyecanlanıyor.
İlçe merkezinde Akdeniz’in kıyısındaki Burgaz Ören
yeri, Dorlar’ın ilk yerleşim merkezi olarak
biliniyor. Dorlar, burada yerli halkla kaynaşarak
tarım yapıyorlar. Üzüm bağları da, en önemli geçim
kaynakları oluyor. Datça Yarımadası’nın en uç
kısmında Knidos antik kentine 2600 yıl önce göç
edilmesine rağmen, Kızlan bölgesinde tarım devam
ediyor. Ancak zamanla bağcılık unutuluyor. Bugün bu
coğrafyada bağcılık kültürünü yeniden canlandırmak
adına bir yola çıktık” diye konuştu.
ESKİ ASMALAR EHLİLEŞTİRİLECEK
Çalışmalarının olumlu sonuçlar vermeye
başladığını ifade eden İşleyici, “Kısa sürede çok
olumlu bir karar verdiğimizi gördük. Üç yıl gibi
kısa bir sürede 20′ye yakın üzüm türünü yetiştirmeyi
başardık. Bu yıl hedefimiz, dağlarda tek-tük
kaldığını sandığımız Datça’nın delice asmalarını
ehlileştirmek olacak. Yaptığımız çalışmalar sonucu,
eskiye ait 7 tür üzüm tespit edildi. Bu üzüm
çeşitlerini yeniden gün ışığına çıkarmayı umut
ediyoruz” dedi.
ŞARAP TİCARETİ MERKEZİ
Bölgenin, Hellenistik dönemde şarap ticareti ile
zenginleştiğine dikkat çeken Burgaz Örenyeri Kazı
Başkanı Prof.Dr. Numan Tuna, da o dönemde Akdeniz
bölgesindeki ülkelerin şarap ticaretinin yüzde
40′ının Knidoslular’ın elinde bulunduğunu kaydedip
şu bilgileri verdi:
“O dönemde Akdeniz bölgesindeki ülkelerin şarap
ticaretinin yüzde 40′ın Knidoslular’ın elindeydi.
Knidoslular, üretilen şarapların hangi atölyede,
hangi usta tarafından yapıldığının bilinmesine özel
önem gösteriyorlardı. Bu amaçla her şarabın üzerine,
üretilen atölyenin ya da üreten ustanın adı
yazılıyordu. Bir anlamda şaraplar markalanıyordu.
Böylelikle, pazarlanma kolaylaşıyor ve Knidos
şarapları, tüm Akdeniz bölgesinde aranılan şaraplar
haline geliyordu.”
BAĞCILIK GELENEĞİ ÇOK ESKİYE DAYALI
Şehir merkezine 1 kilometre mesafede bulunan
Burgaz Ören yerinde, ODTÜ Tarihsel Çevre Değerlerini
Araştırma Merkezi (TAŞDAM) tarafından yıllardır kazı
çalışmaları yürütülüyor. Yarımadanın güneyinde
Akdeniz’in kıyısındaki Ören yeri, Dorlar’ın ilk
yerleşim merkezi olarak biliniyor. Yaklaşık 40
hektarlık bir alanda kurulu olan tarihi Burgaz
yerleşim yerinde yapılan kazılar sonucu çok önemli
bulgulara ulaşıldı. MÖ 10′uncu yüzyıldan itibaren
yerleşim gören merkezin, MÖ 4′üncü yüzyıla kadar
bölgenin en büyük yerleşim yeri olduğuna dikkat
çekiliyor. Hellenistik dönem öncesi, bütün
yarımadanın nüfusu 10 bin kadar olduğu tahmin
ediliyor.
haberler.com, 31.07.2014
|
REYHAN PAŞA HAMAMI ÖZGÜN KİMLİĞİ İLE YENİDEN DOĞUYOR

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı, Bursa'da tarihi
yapıların bir bir yenilendiğini söyleyerek, Reyhan
Paşa Hamamı'nın da orijinal kimliğine
kavuşturulduğunu söyledi.
Bursa'daki tarihi yapıları restore ederek
kente değer katan
Bursa Büyükşehir Belediyesi, şehrin
kalbindeki Reyhan Paşa Hamamı'nın da orijinal
kimliğine kavuşturulması için restorasyon
çalışmalarını başlattı.
Bursa'yı hizmetleriyle geleceğe taşıyan ve
kentin ziynetlerini bir bir ayağa kaldıran
Büyükşehir Belediyesi, tarihi Reyhan Paşa
Hamamı'nı da orijinaline uygun olarak kente
kazandırıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı
Recep Altepe, Reyhan Mahallesi'nde bulunan
600 yıllık Reyhan Paşa Hamamı'nda devam eden
restorasyon çalışmalarını yerinde inceledi.
Bursa'yı değerleriyle geleceğe taşıdıklarını
söyleyen Başkan Altepe, "Büyükşehir Belediyesi
olarak tarih başkenti
Bursa'da kültür ve medeniyetlerin tüm
izlerini ortaya çıkarıyoruz.
Bursa merkezinde restore edilmemiş tarihi
eser kalmaması için yoğun bir çalışma içindeyiz.
Bu kapsamda onlarca yıldır harabe halinde
bekleyen tarihi eserleri ayağa kaldırıyoruz.
Reyhan Paşa Hamamı da
Bursa'nın kalbinde, çarşı içinde bulunan ilk
dönem Osmanlı eserlerinden, ilk yapılan
hamamlardan biri.
Bursa'da bir eser daha pırıl pırıl ortaya
çıkmış oluyor" diye konuştu.
Yılların harabesi
kimliğini buluyor
Reyhan Paşa Hamamı'nın 1430'lu yıllarda
yapıldığını kaydeden Başkan Altepe, "Bursa'nın
en önemli kimliği bir Osmanlı başkenti oluşu ve
ilk dönem Osmanlı eserlerinin örneklerinin
verildiği şehir oluşu.
Bursa'da yaklaşık 600 yıllık tarihi olan bu
eseri, kira karşılığı aldık ve restorasyona
başladık. Uzun yıllardır harabe halinde bekleyen
bu eser baştanbaşa elden geçiyor. Temelinden
kubbesine kadar tüm fazlalıklar ve yılların
birikimi temizleniyor, yapı ilk günkü özgün
haliyle ortaya çıkarılıyor" dedi.
Restorasyonun tamamlanmasının ardından sosyal ve
kültürel amaçlı faaliyetlerin gerçekleştireceği
mekanda Yeşilay
Bursa Şubesi'nin çalışmalarını sürdüreceğini
belirten Başkan Altepe, "Reyhan Paşa Hamamı
artık topluma hitap eden aktif bir yaşam merkezi
olacak. Yeri, konumu çok uygun olan yapının
restorasyonu hızlı bir şekilde sürüyor. Yıl
sonunda bu mekanı açmayı hedefliyoruz" şeklinde
konuştu.
Bursa'da bir harabenin daha ortadan
kaldırılmasının heyecanını duyduğunu vurgulayan
Başkan Altepe, "Yapılan çalışmalar sırasında
kubbelerin arasından 46 kamyon hafriyat çıkmış.
Bu da yapının ne kadar tahrip olduğunu ve hor
kullanıldığını gösteriyor" dedi.
Başkan Altepe, Büyükşehir Belediyesi'nin ecdada
gerçek anlamda sahip çıktığını ifade etti.
haberler.com, 31.07.2014
|
 |
TOKAT'TA 8 ASIRLIK KUR'AN-I KERİM İLGİ ÇEKİYOR
Tokat Müzesi’nde sergilenen, 823 yıllık, el yazması Kur’an-ı Kerim, ziyaretçilerin dikkatini çekiyor.
Tokat Müze Müdürü Halis Şahin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sulusokak’taki müzede birçok medeniyete ait eserlerin sergilendiğini belirterek, “Müzemizde Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerine ait eserler sergileniyor. Müzemizdeki eserlerin hemen hemen hepsini sergileyebiliyoruz” diye konuştu.
Müzede 823 yıllık el yazması Kur’an-ı Kerim bulunduğunu ifade eden Şahin, şunları kaydetti:
“Bu Kur’an-ı Kerim, müzemize 2010 yılında satın alma yoluyla kazandırıldı. Hicri 587, Miladi 1191 tarihli Kur’an-ı Kerimimiz, müzemizin ünik (eşi olmayan) eserlerimizden biri. Müzemizdeki el yazması Kur’an-ı Kerim, Anadolu’da yazılan ilk Kur’an-ı Kerimlerden biri olarak bilinmektedir. Bunun da Tokat’ta bulunması çok önemli. Bu da bizim açımızdan iyi bir durum. Bu eserin menşe Tokat, Tokat’ta yazılmış. Bu eserimiz diğer eserlere göre daha fazla ilgi çekiyor çünkü çok eski bir tarihi var.”
Esnaf Hasan Erdem’in teşvikiyle Tokat Müze Müdürlüğünce satın alınan 600 sayfalık Kur\’an-ı Kerim’in 162. sayfasının sonunda eserin yazıldığı tarihin ve hattat adının belirtildiği ketebe kaydı yer alıyor.
El yazması Kur’an-ı Kerim’in 35 sayfasının eksik olduğu belirtiliyor.
Haber 7, 31.07.2014
|
FATİH'İN DÖKÜMHANESİ YENİDEN CANLANIYOR
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'un fethinde kullandığı top ve güllelerin yapıldığı Kırklareli'ndeki tarihi Demirköy Fatih Dökümhanesi'ndeki kazı çalışmalarında sona yaklaşıldı.
Demirköy Fatih Dökümhanesi'nde güney sınırının dış duvar yüzeyleri açığa çıkarıldı. Kazı Başkanı Doç.Dr. Nurcan Yazıcı Metin "Bu yılki kazı çalışmalarımızda dökümhanenin güney sınırının dış duvar yüzeylerini açığa çıkarttık. Duvarın açığa çıkması, kazı çalışmalarının sonuna yaklaştığımızın göstergesidir" dedi.
Dönemin ileri teknolojisiyle döküm yapılan dökümhanede, 15. yüzyıl ortalarından 19. yüzyıl sonlarına kadar aralıksız üretim gerçekleştirildi. Dökümhanenin, ören yeri haline getirilerek sanayi müzesine dönüştürülmesi hedefleniyor.
Sabah, 31.07.2014
|
|
'VATAN ŞAİRİ'NİN ANISINA MÜZE

Tekirdağ Süleymanpaşa’da 1840'ta doğan Vatan
Şairi Namık Kemal adına yapılan ve aslına uygun
döşenen temsili ev, müze olarak kullanılıyor.
Tekirdağ Namık Kemal Derneği tarafından 19'uncu
yüzyıl Osmanlı mimarisi tarzında inşa edilen ve
1993’te Namık Kemal Evi Müzesi olarak hizmete giren
binada Namık Kemal döneminde bulunan eşyalar ve
şairin yazmış olduğu makaleler, kitaplar
sergileniyor.
Tekirdağ Namık Kemal Derneği Başkanı Sezai Kurt,
şairin hatıralarının yaşatıldığını ifade ederek,
“Burası Namık Kemal’in hatırasına düzenlenmiş
sembolik bir evdir. Namık Kemal’in doğduğu ve 6
yaşına kadar yaşadığı ev bu çevredeymiş. Ama ne
yazık ki korunamamış. Zamanla yıkılarak yerine beton
binalar yapılmış. 90’lı yıllarda Namık Kemal’in
evinin tekrar yapımı gündeme geldiğinde burası boş
bir arsaydı. Namık Kemal’in doğduğu evin eski
fotoğraflarına bakılarak, bire bir olmasa da benzeri
buraya inşa edildi. Binamız Tekirdağ’ın eski ahşap
evleri şeklindedir. Bu evler genellikle 2-3 katlı
ahşap evler şeklindedir. Dolayısıyla Namık Kemal evi
de 2 katlı ve bir bodrum katından oluşmaktadır.
Zemin katımızı hala sergi salonu olarak
kullanmaktayız. Evin diğer katlarını ise Namık
Kemal’in hatırasına düzenlemiş bulunuyoruz” dedi.
Akşam, Haber: Şahin Gin - Serhat Yeşilipek,
31.07.2014
|
MYRA-ANDRİAKE KAZILARINDA YENİ DÖNEM BAŞLIYOR
Antalya ili, Demre İlçesi, Myra-Andriake
antik
kentinde 2014 yılı Kazı, Restorasyon ve Temizlik
çalışmalarına Antalya Müzesi Başkanlığında
Erzurum Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nurettin Öztürk ve ekibi
ile işçilerin katılımıyla 15 Temmuz 2014
tarihinde başlandı.
15.08.2014 tarihine kadar devam edilmesi
planlanan çalışmalar kapsamında Antik Tiyatro ve
Kaya Mezarları çevresinde bitki temizliğine
devam ediliyor. Geçmiş yıllarda kazı başkanlığı
tarafından taş tarlası olarak kullanılan
alandaki antik tiyatroya ait mimari blokların,
TURSAB tarafından tahsis edilen Vinç yardımıyla
tiyatro yanında oluşturulan yeni alana taşınması
çalışmaları da devam ediyor.
Bu çalışmalar devam ederken diğer yandan da
Andriake antik kentinde de kazı alanlarında
bitki temizliğine geçilmesi planlanırken,
çalışmaların Ağustos ayından itibaren
Bakanlığımız ve Atatürk Üniversitesi adına
Doç.Dr. Nurettin ÖZTÜRK’ün başkanlığında
sürdürülmesi planlandı. Daha geniş kapsamlı bir
ekip tarafından devam edilecek olan çalışmaların
2014 yılında Eylül ayı onuna kadar sürmesi
öngörülürken, sonraki yıllarda kazı ve özellikle
restorasyon çalışmaların ivme kazanması
bekleniyor.
kvmgm.kultur.gov.tr, 31.07.2014
|
MİMARİMİZ NİYE BU HALDE?
Mimar Gökhan Avcıoğlu
mimarlık ve yerleşme kültürüyle ilgili kurduğu GAD
Vakfı’nın ilk işi duayen mimar Alparslan Ataman’ın
70 yıllık birikimini ortaya döken, onun
çizimleriyle, notlarıyla dolu dev kitaplar basmak
oldu.
GAD Vakfı mimariye binalar üzerinden değil,
yerleşme üzerinden bakıyor.
“Zaten Türkiye’nin en çok gol yediği yer
orası” diyor Avcıoğlu, “Binalar tek
tek güzel olsa da ortaya bir yerleşme kültürü
çıkmıyor.”
Avcıoğlu, otomobiller yüzünden iyi şehirler
kuramadığımıza vurgu yapıyor.
Otomobile göre şehirler düzenlenmeye başlandığından
beri daha önce öğrendiğimiz ve bildiğimiz her şeyin
yok olduğunu belirtiyor.
Yeni yüzyılın başlangıcından bu yana 14 yıl geçti,
modern dönem kapandı, sentez dönemi başladı.
Şimdi sorumlu mimarlar eskinin iyileriyle yeninin
iyilerini, yan etkileri de göz önünde bulundurarak
bir araya getiriyorlar.
Bir örnek veriyor Avcıoğlu:
“20’nci yüzyıl ‘bağlantı’ dönemiydi. Alttan
kanalizasyon, üstten elektrik bağlamak, vs. Artık
gördük ki altyapıyı böyle algılamak şehrin
yaşanırlığını ortadan kaldırıyor. Artık kendi
kendine yeten binalar zamanı.”
Suyu biriktiren, yeşil çatılı, geri
dönüşümlü malzemelerden üretilen yapılardan söz
ediyor.
Cevabını bilsem de “TOKİ bunu yapıyor mu?”
diye soruyorum.
Cevabı “Hayır. Adı Toplu Konut İdaresi olan
bir yer başka ne yapabilir? Toplu konut, perakende
komşuluk!” oluyor.
Avcıoğlu bu şekilde tasarlanan yerleşkeler üzerinde
çalıştıklarından bahsediyor. Bunlardan biri, ülkemiz
sınırına yakın bir yerde 100 bin kişilik bir
yerleşke.
Anadolu topraklarında alternatif yerleşmeler yapmak,
her bölge için proje geliştirmek istiyor.
Otomobili mümkün olduğunca konunun dışında tutan,
küçük elektrikli araçların çalıştığı kendi kendine
yeten yeni yerleşkeler.
Avcıoğlu kentlerde mimari açıdan, şehir kültürü ve
yaşam kültürü açısından herkesin moralinin bozuk
olduğunu ve vakıftaki çalışmalarla amaçlarının
öncelikle moralleri yükseltmek olduğunu söylüyor.
Ama hatanın başlangıç noktasını tespit etmemiz
gerektiği kanısında.
Ona göre hata Cumhuriyet’in senaryosunda.
Mübadeleyle, 6-7 Eylül olaylarıyla, bakış açılarıyla
kent ve mimarlık kaybetti:
“Önceden Müslümanlar inşaatta yoktular.
Gayrimüslimlerin tercih ettiği bir iş koluydu bu.
Balyan ailesi vardı mesela. Bankalar Caddesi’ni inşa
eden Mösyö Kamondo vardı. 6-7 Eylül olayları, Varlık
Vergisi falan derken... Sen bu adamları yok ettin,
gönderdin.
E ben kimden öğreneceğim? Bu binaları yapanların
çocukları nerede?
Cumhuriyet birçok şey kurdu ama mimariye zarar
verdi. Şimdi ben bunu söyleyince anti-Cumhuriyetçi
mi oluyorum?
Ben hayatım boyunca toplasan 20-30 bina yaparım.
Ötekileri kim yapar bilmiyorum. Halbuki bunun
topyekun bir şey olması lazım.”
Bu tabloya bakınca mimarinin fabrika
ayarlarına dönmesi gerektiği açıkça görülüyor. Zaten
Avcıoğlu da kurdukları vakıfla öncelikli amaçlarının
bu olduğunu söylüyor.
Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 31.07.2014
|
TRAKLARIN 5 BİN YILLIK TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
 

 
Tekirdağ’ın merkez Süleymanpaşa
İlçesi'nde bulunan
ve Traklar’ın Anadolu’ya gelişinden itibaren uzun
süre Trak yerleşimi olan 5 bin yıllık Heraion
Teikhos Kenti, yapılan kazı çalışmaları ile gün
yüzüne çıkartılıyor.Süleymanpaşa Karaevi Höyüğü
olarak bilinen Heraion Teikhos antik kenti, antik
çağda bugünkü Trakya, Bulgaristan ve Kuzey
Yunanistan'da yaşayan ve Büyük İskender'in
topraklarını ele geçirmesiyle asimile olan Trak
kavminin 5 bin yıllık tarihine ışık tutuyor.
Tekirdağ il merkezinin 15 kilometre doğusunda
İstanbul-Tekirdağ karayolu üzerinde Heradot’un da
sözünü ettiği Hera kenti olarak bilinen antik kent
Heraion Teikhos’ta yapılan kazı çalışmalarında
kentin MÖ 3 bin yılı başından MS 13. yüzyıla
kadar yerleşim yeri olarak kullanıldığı tahmin
ediliyor. Bir Trak yerleşimi olan kentin en parlak
dönemleri olan Klasik dönem ve Hellenistik dönemle
birlikte Bizans dönemi boyunca da iskan edildiği
biliniyor.
“TÜRKİYE’DE
ARAŞTIRILAN TEK TRAK KENTİ”
Namık Kemal Üniversitesi
(NKÜ) Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Neşe Atik,
5 bin yıllık Trak Heraion Teikhos Kenti’ni gün
yüzüne çıkarttıklarını ve yapılan kazı
çalışmalarının Türkiye’de Traklara ait araştırılan ilk çalışma
olduğunu söyledi. Çalışmaların sonunda Traklara ait
yaşam şeklini ortaya çıkarmayı hedeflediklerini dile
getiren Prof.Dr. Atik, “Traklar kabileler olarak
yaşamış ve çok geniş bir coğrafyaya yayılmış bir
halktır. Bugünkü Bulgaristan’ın tümü, Yunanistan’ın
kuzeyi, ülkemizde bütün Batı Trakya ve Romanya’nın
güneyini kapsayan bir alana yayılmışlar. Heradot’a
göre kabileler halinde olan Traklar, Hintlilerden
sonra dünyada en kalabalık olan halktır. ‘Eğer
birleşebilseler ve tek krallıkları olsa yenilmez
olurlardı’ diyor. Biz de şimdi ülkemizde, Trakya’da
bulunan bu kenti kazarak hem kültür turizmine
değişik bir antik kent kazandırmak istiyoruz, hem de
bilim tarihinde açık kalan Traklar’ın kökenini ve
kimliğini araştırıyoruz. ‘Traklar kimdir ve bir Türk
boyu mudur?’ sorularının cevabını arıyoruz. Bu
çalışmalarla onlara ışık tutmayı hedeflemekteyiz”
dedi.Antik kazı yapılmış alanın akropol denen şehrin
en yüksek tepesinde olduğunu kaydeden Prof.Dr.
Atik, “100 metreye 300 metrelik bir alanın
içerisinde çeşitli sondajlar yaptık. Kazı yaptığımız
hiçbir yer boş çıkmadı. Her yerde kalıntılar çıktı”
diye konuştu.
KAZI ALANI KAMULAŞTIRMA ÇALIŞMALARI
BAŞLADI”
Kazı çalışmalarının yapıldığı alanda
Tekirdağ Valisi Ali Yerlikaya’nın öncülüğünde
kamulaştırma çalışmalarının başladığını dile getiren
Prof.Dr. Atik, “En güzel gelişme bundan 2 yıl önce
Tekirdağ Valisi Ali Yerlikaya’nın ziyareti ile
gerçekleşti. Valimiz Ali Yerlikaya buradaki kültür
turizmi potansiyelini hemen fark etti ve kamulaşma
çalışmalarını başlattı. Şu anda çok güzel bir
noktaya gelindi. Kamulaşma çalışmaları son derece
güzel ilerledi ve bir iki aya kadar tamamlanması söz
konusu. Kamulaşmanın ardından bu antik kentimizin
etrafını çevirerek, daimi bekçi koyarak ve
levhalandırarak kültür turizmine kazandıracağız”
şeklinde konuştu.Traklar dönemini gün yüzüne
çıkarmayı hedefleyen kazı çalışmaları devam ediyor.
Mynet Haber, 30.07.2014
|
TEKSTİLDE 4 BİN YILLIK MARKA KENT
Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Laodikya Kazı
Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, kazı
çalışmalarında elde ettikleri bulguların,
Denizli’nin tekstilde 4 bin yıllık bir marka
olduğunu ve “Moda” kavramının o dönemde günümüze
yansıdığını ortaya çıkardığını bildirdi.
Şimşek, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Laodikya antik kentinden elde edilen buluntuların,
geçmişle bugün arasında köprü kurmasıyla çok önemli
bir yere sahip olduğunu belirtti.
Kazılarda elde ettikleri bulguların, çağdaş
Denizli için en önemli ekonomik faaliyetlerinden
biri olan tekstilin, kentte binlerce yıl öncesine
dayanan bir geçmişe sahip olduğunu ispat ettiğini
savunan Şimşek, Laodikya antik kentinde son olarak
MS 494 yılındaki depremde yıkılan sütunlu
galerilerde yaptıkları çalışmalarda yerin 7 metre
altında 2 parça halinde kumaş ortaya çıkardıklarını
söyledi.
Denizli’nin nemli iklim koşulları itibariyle
böylesi bir buluntu elde etmenin çok önemli olduğuna
dikkati çeken Şimşek, “Laodikya’daki dokuma
ürünlerinin, kazı buluntuları sonucunda tespit
edilmesi antik kaynakların verdiği bilgileri teyit
eder mahiyette. Bu önemli buluntular geçmişle
günümüz arasındaki bağlantıların kurulması
bakımından güzel bir örnek teşkil etmektedir. Kazı
ekibi olarak böyle güzel sürprizlerle karşılaşmaktan
çok mutluyuz” dedi.
Tekstilde 4 bin yıllık marka kent
Şimşek, bugüne kadar elde ettikleri bulgular
ışığında, Laodikya’da bir tekstil borsasının
olduğunu ve tekstilde bir marka olan Laodikya
dokumalarının, tüm antik dünyaya ihraç edildiğini
dile getirdi.
Antik dönemde, Fransa’da Laodikya kumaşlarını
satan bir kişinin öldükten sonra mezar taşına,
“Laodikya kumaşları satan kişi” olarak yazdırmasının
bunun bir ispatı olduğunu ifade eden Şimşek, şunları
kaydetti:
“Antik dönemdeki tekstil ürünleri de her kesimden
insana hitap edecek şekilde dokunuyordu. Sıradan,
orta ve üst gelirli insanların durumuna göre, farklı
kumaşlar üretiliyordu. Kazılarda elde ettiğimiz
buluntulardan, konfeksiyon teknolojisinin çok
geliştiğini tespit ettik. İnsanların günün modasına
göre çok kaliteli ürünleri rahat giyilebildiğini,
hatta markanın ön planda tutulduğunu gözlemledik.
Marka ve Moda, binlerce yıl öncesinden günümüze
yansımış durumda. Bu gün de Denizli’den tüm dünyaya
çok kaliteli dokuma ürünleri gönderiliyor. Bu
yönüyle de geçmişle günümüz arasındaki
bağlantılarının oluşturulması açısından önemli bir
arkeolojik materyal olduğunu düşünüyorum.”
haberler.com, 30.07.2014
|
KADİFEKALE YENİDEN HAYAT BULDU

İzmir Büyükşehir Belediyesi,
MÖ 334 yılında Pagos Dağı'nda Makedonya kralı
Büyük İskender'in isteği üzerine yaptırılan
tarihi Kadifekale sur duvarlarının restore etti.
Uygulamaya konulan proje ile Kadifekale surları
onarılarak sağlamlaştırıldı ve temizlenerek
kenti kuş bakışı gören, her gün çok sayıda
turistin ziyaret ettiği Kadifekale'nin bu
çalışmalarla adeta yüzü parladı.
Proje çalışmalarında sanat tarihçisi, malzeme
uzmanı, kimya uzmanı, mimar ve restorasyon
uzmanı gibi pek çok farklı alanda uzmanlaşmış
bir ekip, bin 120 metre sur duvarı, 18 kule ve
beş destek duvarında sağlamlaştırma ve
temizleme; 1420 metrelik koruma amaçlı çevre
duvarında ise onarım ve tamamlama çalışmaları
yaptı. Sur Duvarları restorasyon çalışmasına
başlanmadan önce, çok titiz bir çalışmayla sur
duvarlarının yüksekliği, yüzeydeki yapıları,
çevredeki ağaçlar gibi her şey farklı açılardan
ölçüldü. Ayrıca yüzeyde görünen her taş parçası
için tam ölçümler yapılıp çizimler buna göre
gerçekleştirildi. Malzeme analizi ile sur
duvarlarında kullanılan malzemeler net biçimde
ortaya konulurken, hangi dönemde surlara ne tür
müdahaleler, ekler yapıldığı da bilimsel ve
sayısal olarak ortaya çıkarıldı.
BÜYÜK İSKENDER
İSTEDİ
186 metre yüksekliğindeki antik adı Pagos Dağı olan
bir tepe üzerinde bulunan Kadifekale, ilk defa
MÖ 334 yılında Anadolu'yu Pers egemenliğinden
kurtaran Makedonya Kralı Büyük İskender'in (MÖ
356-323) isteği ile yapıldı. Kale, Roma döneminden
sonra Ortaçağ'da Timur orduları tarafından 1402'de
tahrip edildi; bunu
İzmir'deki 1668 yılında olan deprem izledi.
Kale'den günümüze pek az kalıntı gelebildi. Günümüze
gelebilen kalıntılar, daha çok Ortaçağ'a ait.
Ortaçağ kale duvarlarının altında yapılan
araştırmalarda ise Hellenistik döneme (MÖ 330-MS.
20) ait duvar kalıntıları ile karşılaşıldı. Günümüze
gelen kalıntılardan, kalenin moloz taş, kesme taş ve
tuğladan yapıldığı anlaşılıyor.
Hürriyet, Haber: Mustafa Oğuz, 30.07.2014
|

|
300 YILLIK DİBEK TAŞI HALEN KULLANILIYOR
Kütahya’nın Hisarcık İlçesi Şeyhçakır Köyü'nde bulunan ve halen kullanılan 300 yıllık olduğu tahmin edilen dibek taşı büyük ilgi görüyor.
Tarihe meydan okuyan dibek taşının yaklaşık 300 yıllık olduğunu ve halen içinde buğday dövüldüğünü söyleyen Şeyhçakır Köyü Muhtarı Mehmet Acar, “Köyümüzde yapılan düğün ve hayır yemeklerinde dedelerimizin yaklaşık 300 yıl önce komşu Kırgıl Köyü'nden getirdikleri dibek taşında buğday döverek keşkek yapıyoruz. Günümüzde teknolojinin ilerlemesiyle dibek taşına gerek kalmadı ama geleneklerimizi sürdürmek adına kültür mirasımız olan dibek taşını kullanmaya devam ediyoruz. Yıllardan günümüze kadar onu sakladık ve saklayacağız. Dibek taşı köyümüzün bir simgesi olarak tarihe meydan okumaya devam edecektir.” şeklinde konuştu.
Milliyet, 30.07.2014
|
KAYA RESİMLERİ İÇİN HAREKETE GEÇTİLER
Aydın ve
Muğla ili sınırları içinde bulunan Beşparmak
Dağları’ndaki (Latmos) dünyada eşi bulunmayan kaya
resimlerinin koruma altına alınması için
Uluslararası Kaya Sanat Organizasyonları
Federasyonu, ilgili bakanlıklarla iletişime geçmeye
hazırlanıyor.
Geçen hafta Çin’in güneyindeki Guiyang kentinde,
Pekin Kaya Resimleri Akademisi’nin organize ettiği,
Uluslararası Kaya Sanat Organizasyonları
Federasyonu’nun (IFRAO) kongresinde, Beşparmak
Dağları’ndaki binlerce yıllık kaya resimleri ele
alındı. Kongreye katılan Ekosistemi Koruma ve Doğa
Sevenler Derneği (Ekodosd) onursal üyesi Dr.
Anneleise Peschlow, taş ocaklarının tehdidi
altındaki kaya resimlerini anlattı. Dr. Anneleise
Peschlow Aydın ve Muğla İli sınırları içindeki
Türkiye’nin batı kıyılarının doğal güzellikleri ve
arkeolojik bulgular açısından en zengin yerlerinden
biri olan Latmos’taki tarih öncesi kaya resimlerini
tanıttı. Dr. Anneleise Peschlow, “Çin’e gelen
dünyadaki önemli uzmanlardan oluşan bir kitleye
Latmos’taki tarih öncesi kaya resimlerini anlatarak
bu çok önemli resimler için en büyük tehdit olan
maden faaliyetlerinin durdurulmasına destek istedim.
Yaptığım sunum ilgiyle izlendi. Sunumdan sonra bir
grup uzman, maden faaliyetlerinin yol açtığı
tehlikeler konusunda benimle bir toplantı yaptı.
Kongre süresince izlediğim sunumlardaki diğer kaya
resimleriyle kıyasladığımda, Latmos’taki kaya
resimlerinin tek ve benzersiz olduğunu gördüm” dedi.
IFRAO Yönetim Kurulu Başkanı Avustralyalı Robert
Bednarik, Fransız Kaya Resimleri Kuruluşu Başkanı
Dr. Jean Clottes, Çin’in Kaya Resimleri Araştırma
Kuruluşu Başkanı Prof. Zhang Yasha, Hindistan Kaya
Resimleri Araştırma Kuruluşu Başkanı Prof. Girijai
Kumar, Amerika Birleşik Devletleri’nden Dr. Mavis
Greer ve Dr. Anneleise Peschlow’un katılımıyla özel
bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantıda maden
faaliyetlerinin Latmos’ta yaratacağı tehlikeler
için, Ankara’da ilgili bakanlıklarla temasa
geçilmesi yönünde karar alındı.
MİLLİ PARK ÖNERİSİ
Çin’deki kongrede Latmos’taki kaya resimlerinin
büyük ilgi gördüğünü öğrendiklerini söyleyen Ekodosd
Başkanı Bahattin Sürücü, kaya resimleri için tüm
masraflarını kendi bütçesinden karşılayarak Çin’e
giden Dr. Anneleise Peschlow’a teşekkür etti.
Sürücü, yetkililerin duyarsızlık ve ligisizliğinden
yakınırken, “Kilometrelerce öteden Söke-Bodrum
yolundan bile görülebilen, Tekerlek Dağ, Kızlar
Sivrisi, Karahasan Sivrisi gibi dağın sembolik
kayalarından biri olan Eğilmez Kaya tehlike altına
girdi. Söke’nin bir mahallesi haline gelen eski
Karakaya Köyü, Latmos’ta en yoğun kaya resimlerinin
ve en güzel kayaçlarının olduğu bir bölgedir.
Bölgede benzersiz kayaçların yanı sıra, tarih öncesi
kaya resimleri ve Bizans Dönemi’ne ait arkeolojik
eserler bulunuyor. Kurul kararı olmasına rağmen, bir
maden şirketi tarafından Eğilmez Kaya bölgesinde bir
yol çalışması başlatıldığı görülüyor. Kayanın olduğu
alanda maden faaliyeti yapılacağı yönünde yöre
insanlarından bilgi aldık. Bu durumun araştırılması
için, Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü’ne başvurduk. Eğilmez Kaya yol
çalışmasının durdurulması için talepte bulunduk.
Henüz dünyaya tam olarak tanıtamadığımız, dünyadaki
kaya resim sanat uzmanlarının yeni farkına vardığı
Latmos’un benzersiz kaya resimlerinin korunması için
Latmos’un Milli Park olarak ilen edilmesi gerekiyor”
dedi.
haberler.com, 30.07.2014
|
ALİYE BERGER TALİMATLA FAHRÜNNİSA ZEYD OLDU
Ankara Resim Heykel Müzesi'ndeki Cihat Burak
tablosunun adı değişti. Yıllardır Aliye Berger
portresi olarak bilinen resmin adı birden bire
Fahrünnisa Zeyd portresi oldu. Yetkililer künye
değişikliğinin talimatla yapıldığını söylemekle
yetindi.

Ressam Cihat Burak’ın
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi
koleksiyonunda bulunan ve uzun yıllardır sergilenen
“Aliye Berger Portresi”’nin adı “Fahrünnisa Zeid
Portresi” olarak değiştirildi.
Resmi çizen Cihat Burak’ın kitabında o eser için
“Aliye Berger Portresi” tanımı yapılmasına rağmen
ismin değiştirilmesi tartışma yarattı. Müze
yetkililerinden alınan bilgilere göre, isim
değişikliği ‘talimatla’ yapıldı.
ÇİZİME TANIKLIK ETTİ
Araştırmacı Taha Toros ise 2002’de yayımlanan bir
makalesinde Aliye Berger’in yaşamını anlatırken,
Burak’ın o tabloyu çizdiği güne tanıklık ettiğini
aktardı. Tüm bu verilere karşın, Ankara Devlet Resim
ve Heykel Müzesi’nin yaptığı künye değişikliği
tartışma yarattı.
Fotoğraflar incelendiğinde, tablonun Aliye Berger’e
daha çok benzemesi dikkat çekiyor. Fahrünnisa
Zeid’in otoportresi de (kendisini çizdiği tablo)
Cihat Burak’ın tablosundaki karakterle pek benzerlik
taşımıyor.

ŞAKİR PAŞA AİLESİ
Tartışma konusu olan 1970 tarihli portreyi Cihat
Burak çizdi. 1915 doğumlu Burak, yaşamını anlatırken
mimarlığı geçinmek için, resmi ise sevdiği için
yaptığını belirtiyordu. Burak 1994’te yaşamını
yitirmesinden 3 yıl önce hayatını ve eserlerini
anlattığı kitapta da bu eserinden “Aliye Berger
Portresi” olarak bahsediyor. Aliye Berger ile
Fahrünnisa Zeid kardeşlerin her ikisi de
Türkiye’nin, yaşamını yitirmiş ünlü ressamları.
Babaları devlet adamı, asker ve tarihçi Kabaağaçlı
Mehmet Şakir Paşa. “Şakir Paşa Ailesi” pek çok
sanatçı yetiştirmiş olmasıyla biliniyor. Ünlü yazar
Cevat Şakir Kabaağaçlı da Aliye-Fahrünnisa
kardeşlerin ağabeyi. Ressam kardeşlerden Fahrünnisa
Zeid, 1901 doğumlu ve Aliye Berger’den iki yaş daha
büyük. “Zeid” soyadını Kral 1. Faysal’ın kardeşi ve
dönemin Irak Büyükelçisi olan Emir Zeid ile
evlendikten sonra aldı. Aliye Berger ise daha çok
heykel ve gravürleriyle tanınan bir sanatçı.
Radikal, Haber: Murat Gürgen, 30.07.2014
|
MODERN VE ÇAĞDAŞ SANATIN İKONLARI ARTINTERNATIONAL'DA

Andy Warhol’dan
David Hockney’e,
Banksy’den
Damien Hirst’e, günümüz sanatının ikonlaşmış
isimleri
Andipa Gallery ile birlikte Türkiye’ye geliyor.
Bu yıl ikincisi gerçekleşecek uluslararası sanat
fuarı
ARTInternatioal, modern ve çağdaş sanatın ünlü
isimlerini
İstanbul’da buluşturuyor. İngiltere’nin en köklü
galerilerinden Andipa’nın standında işleriyle yer
alacak
modern sanatçılar arasında pop art sanatının en
önemli temsilcilerinden
David Hockney ve Campbell'in çorba
konservelerinden Marilyn Monroe’ya, çağımızın
popüler ve ikonik isimlerini kullanarak yeniden
ürettiği eserleriyle pop art sanatında çığır açmış
Andy Warhol yer alıyor.
Sanatseverler
Andipa Gallery’de ayrıca, çağdaş sanatın ikonik
isimlerinin işlerini de görebilme fırsatı bulacak.
20 yıla yakındır ülkesi İngiltere başta olmak üzere
pek çok Amerika ve Avrupa ülkesinde şehir
duvarlarına yaptığı protest resimleri çok konuşulan,
“gerilla sanatçı”
Banksy, 21. yüzyıl İngiliz heykel sanatının en
önemli isimlerinden Peter Burke, formaldehitte
muhafaza edilen ölü hayvan figürleriyle büyük
tartışmalar yaratan, Young British Artists grubunun
en önemli temsilcilerinden
Damien Hirst, etkileyici vazolarıyla tanınan,
kadın alter-egosu “Claire” olarak da bilinen ve 2003
Turner Ödülü sahibi Grayson Perry’nin orijinal
eserleri fuar boyunca izlenebilecek.
ArtInternational sanat fuarı 26-28 Eylül
tarihlerinde
Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenecek.
Habertürk, 30.07.2014
|
VALİDEBAĞ KORUSU'NDA TAHSİS BİLMECESİ

Validebağ Korusu'nda üç ayrı inşaat çalışması
devam ederken İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin
korunun kendilerine tahsis edilmesi için yaptığı
girişimler endişe yarattı.
354 bin metrekare alanıyla İstanbul’un Anadolu
yakasının ikinci büyük yeşil alanı ve 1. derece
doğal sit olan Validebağ Korusu’nda şu an üç ayrı
inşaat çalışması yürütülüyor. Yıllardır süren inşaat
çalışmaları çevre halkını rahatsız ederken İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin korunun kendilerine tahsis
edilmesi için yaptığı girişimler de endişe yarattı.
Validebağ Gönüllüleri, korunun olduğu gibi korunması
için imza kampanyası başlattı.
Mülkiyeti Hazine’ye, kullanımı Milli Eğitim
Bakanlığı’na (MEB) ait olan koru, 1999 yılında 1.
derece doğal sit alanı edildi. Validebağ Korusu için
Üsküdar Belediyesi ile bakanlık 2006 yılında
temizlik, bakım ve onarım işi için protokol
imzaladı. Ancak korunun yapılaşmaya açılacağı ve
içinden yol geçirileceği endişesi taşıyan semt
sakinleri ayağa kalktı. İstanbul Valiliği yoğun
tepkiler üzerine bir açıklama yaparak protokolle
korunun Üsküdar Belediyesi’ne devir, tahsis ya da
kiralanmasının söz konusu olmadığını, belediyenin
koru düzenleme projesini de Koruma Kurulu’na
sunacağını bildirdi. Tepkiler üzerine belediye
projeyi askıya almak zorunda kaldı, fakat koruda
güvenlik görevlileri bulundurmaya devam etti. 2009
yılında Üsküdar Belediyesi koruda koşu parkuru
yapmaya başladı. Türkiye ve Avrupa Kros Şampiyonası
burada düzenlendi. Bu organizasyonlar koruya büyük
zarar verdi.
Tahsis başvurusu
İBB de son iki yılda iki kez MEB’e başvurarak
korunun kendilerine tahsis edilmesini istedi. Geçen
yıl yaptığı başvuru reddedildi ancak en son bu yıl
yapılan başvurunun sonucu henüz netleşmedi. Üsküdar
Belediyesi de korunun kendisine tahsis edildiğini
iddia ediyor. Yıllardır yapılaşma tehdidi ile karşı
karşıya olan koruya sahip çıkmak için kurulan
Validebağ Gönüllüleri Derneği ise son günlerde
gündeme gelen tahsis iddialarına karşı harekete
geçti. Dernek Başkanı Arif Belgin, ilçe
belediyesinin böyle bir tahsis için başvuruda dahi
bulunmadığını öğrendiklerini belirtti. Şu an koru
içinde 3 ayrı inşaat çalışması olduğunu anlatan
Belgin, “Biri Adile Sultan Kasrı çevresindeki yol
düzenleme çalışması. O bölge çok bakımsızdı
düzenleme yapılmasını biz de istiyorduk ama her
tarafı taşla kaplayıp ağaçları kesmelerini
beklemiyorduk” dedi. Yol ve çevre düzenlemesi
projesinde olmayan mescit yapımının ve duvar
yıkımının da bu çalışma kapsamında
gerçekleştirildiğini ifade eden Belgin, “Karşı
çıktık ama engel olamadık. Mescit yeri ayrıldı ama
yapımı henüz başlamadı. Portatif olacakmış. Buradaki
binaların içinde bir dolu boş alan var onlar mescit
olarak kullanılabilirdi” diye konuştu. Belgin,
Tophanelioğlu Caddesi’ne uzanan duvarların da
yıkılıp yeniden yapıldığını aktararak, bu duvarın
kısa süre önce tadilat geçirdiğini, iddia edildiği
gibi eski ve yıkılmak üzere olmadığını vurguladı.
Duvar ile koru içindeki tarihi yapılar arasında
görsel uyumun bozulduğunu söyleyen Belgin, “Bembeyaz
duvar diktiler yerine. Korunun bütün duvarlarının
yıkılacağı söylentisi de var” dedi. 2012 yılında
başlayan bu çalışmaların 8 ayda bitirilmesi
planlanmasına karşın hala devam ettiğine dikkat
çekti. İkinci çalışmanın da koru içinde hastane
binalarındaki güçlendirme çalışması olduğunu
söyledi. 10 yıl kadar önce İzci Müzesi’ne
dönüştürülen av köşkünün de restore edilmeye
başladığını belirten Belgin, 3 koldan süren inşaatın
koruyu olumsuz yönde etkilediğini vurguladı.
1. derece doğal sit alanı olan Validebağ
Korusu’nun doğal haliyle korunması için imza
kampanyası başlattıklarını duyuran Belgin, 5 günde
1400 imza topladıklarını açıkladı. Gönüllüler 40 bin
imza toplamayı hedefliyor. İmzalar, Koruma Kurulu ve
MEB’ye verilecek.
Cumuriyet, Haber: Özlem Güvemli, 29.07.2014
|
ŞEHZADE MEHMET'İN TÜRBESİ ZİYARETE AÇILDI
Kanuni
Sultan Süleyman’ın 21 yaşında vefat eden oğlu
Şehzade Mehmed adına Mimar Sinan tarafından inşa
edilen ‘Şehzade Külliyesi Türbeleri’ Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından yapılan restorasyonun
ardından Cumhuriyet tarihinde ilk kez ziyarete
açıldı.
Şehzade Külliyesi
içinde yer alan ve restorasyonu tamamlanan
türbelerin içinde Şehzade Mehmed Türbesi’nin yanı
sıra Şehzade Mahmud Türbesi, Hatice Sultan Türbesi,
Fatma Sultan Türbesi, Rüstem Paşa Türbesi, Bosnalı
İbrahim Paşa Türbesi, Destari Mustafa Paşa Türbesi
ile eşi Ayşe Sultan’a ait 2 ahşap sanduka ile üç
çocuk lahdi bulunuyor.
Zaman, Haber: Ali Cansev, 29.07.2014
|
KAPADOKYA'NIN 11 BİN YILLIK
KÖYÜ'NDE KAZILAR 25.
YILINDA

Kapadokya’da günümüzden 11 bin yıl önce
yerleşimin başladığı ilk köy olan Aşıklı Höyük’te
arkeolojik kazı çalışmaları 25. yılında uluslararası
uzmanların katılımıyla devam ediyor.
Aşıklı Höyük’te kazı çalışmaları 1989 yılında
Prof.Dr. Ufuk Esin tarafından başlatıldı, şimdi ise
çalışmalar Prof.Dr. Mihriban Özbaşaran
başkanlığında devam ediyor.
Aşıklı Höyük, bugüne kadar gerçekleştirilen
arkeolojik kazılarla Anadolu ve dünya tarihine ışık
tutuyor. Orta Anadolu’da yerleşik hayata geçiş
günümüzden 11 bin yıl önce başlarken, Aşıklı
Höyük’te ilk köy kurularak Kapadokya medeniyetinin
temelleri atıldı. Aşıklı halkı Orta Anadolu’da ilk
yerleşme, tarım, madencilik, beyin ameliyatı gibi
teknolojik ve bilişsel gelişmelerin öncüsü oldu.
Arkeolojik kazıların 25. yılında 11 bin yıllık
yerleşmenin en alt tabakaları araştırılıyor.
Mimarlık tarihi açısından çok önemli olan bu
araştırmalarda üç yapı dikkati çekiyor. En eski
yapılar ağaçla sazın birlikte örülerek yapıldığı
küçük çit benzeri kulübeler. Bu yapılar, hayvan
barınağı, depo gibi çeşitli amaçlarla kullanılmış.
Bu tabakanın üzerinde yuvarlak planlı barınaklar, en
üstte ise dörtgen planlı toprak zemin üzerine
yapılan konutlar yer alıyor.
Höyük girişindeki deneysel evler, ziyaretçilere
sergilenirken, arkeologlar da bu yapı tekniğinin
birebir uygulamasını gerçekleştirerek bir barınak
yapmanın ne kadar zaman aldığını, iş gücünü ve
malzemeleri araştırmaya devam ediyor.
Aşıklı Höyük’te ayrıca, koruyucu çatı yapısı
içindeki yürüme yollarının yapımı sürüyor. Ağustos
ayında tamamlanacak yürüme yollarından sonra
ziyaretçiler kazı alanı içini de gezebilecek. Bunun
dışında atölye çalışmaları ve araştırmalar da devam
ediyor.
Aşıklı Höyük’te çalışmalar uluslararası
uzmanların katılımıyla devam ederken, 32 kişilik bir
arkeolog ekibine ek olarak Kızılkaya Köyü’nden 30′a
yakın kişi de görev alıyor.
haberler.com, Haber: Murat Öner Taş, 29.07.2014
|
TROYA MÜZESİ ANTİK KENTİN KADERİNİ DE DEĞİŞTİRECEK
Çanakkale merkeze bağlı Tevfikiye
Köyü sınırları
içinde bulunan ve her sene 500 binden fazla kişinin
ziyaret ettiği Troya antik kentinin geleceğinin,
yapımına yıl başında başlanan Troya Müzesi ile
değişmesi bekleniyor.
Homeros’un destanı İlyada’da yer alan Truva
Savaşı’nın yapıldığı yer olarak da bilinen antik
kentte yıllık ziyaretçi sayısının 1 milyonu geçmesi,
yurt dışına kaçırılıp 44 ülkeye götürülen
hazinelerin Türkiye’ye iade edilmesi hedefleniyor.
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Kültür ve
Turizm Bakanlığınca bir yarışmayla belirlenen proje
çerçevesinde yıl başında başlanan Troya Müzesi
inşaatında yüzde 50′lik bölüm tamamlandı.
Maliyeti 22 milyon lira civarındaki müze, 3 bin
metrekaresi sergi salonları olmak üzere 10 bin
metrekare kapalı alana sahip olacak.
Troya Ören Yeri ve Çanakkale’de yer alan
kazılarda bulunan arkeolojik eserlerin de çağdaş
müzecilik anlayışına uygun olarak sergileneceği
müzenin yapımının yıl sonuna kadar tamamlanması
öngörülüyor.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütünce (UNESCO) 1998 yılında “Dünya Kültür Mirası
Listesi”ne dahil edilen, 5 bin yıllık geçmişe sahip
Troya antik kentinin önemi, müze projesi
tamamlandığında artacak.
Yurt dışına kaçırılan eserlerin iadesi
Çanakkale Kültür ve Turizm Müdür Vekili Özcan
Alarslan, Troya’nın dünya için önemli bir antik kent
olduğunu söyledi.
Bu bölgenin, dünyada tanınan önemli yerler
arasında bulunduğunu belirten Alarslan, uzun süredir
yapımı beklenen ve hazırlanan proje kapsamında Troya
Müzesi’nin tamamlanmasıyla antik kentin geleceğinin
değişeceğini anlattı.
Müzenin il turizmine sağlaması beklenen katkılara
değinen Alarslan, şöyle konuştu:
“Yıllık ziyaretçi sayısının iki kat artarak 1
milyona ulaşması bekleniyor. 1873′te Heinrich
Schliemann’ın çeşitli yollarla yurt dışına kaçırdığı
8 bin parça eser, Moskova’daki Puşkin Müzesi’nde
bulunuyor. Troya Müzesi’nin kurulmasıyla bu
eserlerin Türkiye’ye iadesi söz konusu olacaktır.
Tabii çeşitli yollarla 40 ülkeye kaçırılan eserlerin
de dönüşü bekleniyor. Bu eserler halen çeşitli
müzelerde sergileniyor ya da sergilenmek üzere
depolarda tutuluyor. Bu geri dönüş, Çanakkale’nin
Kazancı demektir. Troya Müzesi’yle yurt dışına
kaçırılan eserlerimize tekrar sahip olmak,
Çanakkale’nin turizm sirkülasyonunu da etkileyecek,
Çanakkale’ye büyük kazanımlar sağlayacaktır. Antik
kentin kaderi de buna bağlı olarak değişecek,
güzelleşecek, gelişecektir.”
haberler.com, Haber: Burak Akay, 29.07.2014
|
SIVANIN ALTINDAN 600 YILLIK TARİH ÇIKTI

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütünün (UNESCO) Dünya Miras Listesine dahil
edilen sultan külliyelerinden biri olan 6 asırlık
Muradiye Külliyesi'ndeki 2. Murad Cami'nin
restorasyonunda, Barok sanatının etkisiyle üstü
yaklaşık 150 yıl önce sıvayla kapatılan, 700-800
metrekare Osmanlı erken dönem kalem işçiliği ortaya
çıkarıldı.
Külliyedeki türbelerin restorasyonu sırasında da
bir süre önce aynı durumla karşılaşan ve Osmanlı
erken dönem tezyinatlarının üstündeki sıvayı
kaldıran uzmanlar, titiz bir çalışma sonucunda
tarihi camiyi de orijinal yapısına kavuşturdu.
Bursa Vakıflar Bölge Müdürü Mürsel Sarı, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, tarihi caminin
projelerinin 2011 yılı içinde hazırlanıp,
Anıtlar Kurulu'ndan onay alındığını, Mayıs
2012'de yapılan ihalenin ardından da çalışmalara
başlandığını hatırlatarak, camide yaklaşık 2
yıllık bir zaman içinde çok uzun detaylı
çalışmalar yapıldığını belirtti.
Barok sanatının etkisi altında, Osmanlı erken
dönem kalem işçiliğinin üzerine 1800'lerin
sonlarında kapatılan sıva ve Barok desenlerin,
raspalanarak kazıldığını anlatan Sarı, şunları
kaydetti:
"Bu çalışmalarda 700 metrekareyi aşkın, 800
metrekareye yakın kalem işleri ortaya çıkarıldı.
Daha önce bunların üzeri sıva ile kapatılmış.
Keza aynı durum şu anda onarımları devam eden,
yine bu caminin avlusunda, külliye içinde
bulunan türbelerde de söz konusu. Tabii bunlar
çok uzun süreci gerektiren çalışmalar. Bunların
birebir röleveleri alınarak, ayrıca bu kalem
işleri paftalarının da kurul onayları gerekiyor
ve bunlarla ince fırçalarla çalışılarak,
bakıldığında görülecektir ki orijinal eski
halleri de çıkarıldı, onlar da bırakıldı
bozulmamış olanlar."
- "600 yıllık bir eserden
bahsediyoruz"
Sarı, restorasyon için 2 yılın uzun bir süre
gibi geldiğini ancak bistüri ve ince fırça
uçları kullanılarak, Osmanlı erken dönem kalem
işçiliğinin gün yüzüne çıkarıldığını ifade
ederek, "600 yıllık bir eserden, bunu geleceğe
taşımaktan bahsediyoruz. Dolayısıyla çok itinalı
çalışmak zorundayız. Böyle bir eser başka bir
yerde yok. 'Pardon biz hata yaptık' deme
lüksümüz de yok. Onun için itinayla çalışmak
gerekiyor" değerlendirmesinde bulundu.
Cami duvarlarını süsleyen 160 metrekare İznik
çinilerinin yüzey temizlikleri ve arkalarında
boşalan çimento harçlarının yerine Horasan
harcının enjeksiyonunun itinayla yapıldığını
belirten Sarı, kündekari tekniğiyle (geometrik
ahşap parçalar ile bunları birbirine bağlayan
oluklu ahşap kirişlerin tutkal ya da çivi
kullanılmaksızın iç içe geçirilerek eserin
tamamlanması) yapılan kapısının da elden
geçirildiğini bildirdi.
Sarı, Muradiye Külliyesi'nin çok önemli bir
mekan olduğunu, UNESCO Dünya Miras Listesi'ne
giren sultan külliyelerinden birinin de Muradiye
Külliyesi olduğuna dikkati çeken Sarı, bundan
sonra koruma dengesini daha iyi yürütmek ve
gelecek nesillere taşımak gerektiğini
vurguladı.
Sarı, 2. Murad Cami'nin yaklaşık 1 milyon 400
bin liraya mal olduğunu kaydetti.
- Külliyedeki türbelerin
restorasyonunda aynı durum yaşanmıştı
Bursa Büyükşehir Belediyesinin hazırladığı
restorasyon projesi kapsamında, türbelerdeki
Barok desenlerle süslenmiş sıvayı fark eden
uzmanlar, yaptıkları sondajla gizli kalmış
tarihi değeri ortaya çıkarmış, yaklaşık 150
yıllık olduğunu tespit ettikleri sıvayı
kaldırınca yaklaşık 6 asır yıl önce işlenen
motiflerle karşılaşmıştı.
Avrupa'da 17'nci yüzyılda yaygınlaşan Barok
sanatının etkisi altında, Osmanlı erken dönem
tezyinatının (bezekler, süsler) üzerine
kapatılan sıva ve desenler, raspalama yapılarak
çıkarıldıktan sonra bistüri gibi aletler
kullanılarak titiz bir çalışmayla temizlenmiş,
bunun ardından orijinal Osmanlı motiflerinin
yıpranan bölümleri, kök boyalarla aslına uygun
şekilde onarılmıştı.
- Muradiye Cami ve Külliyesi
Bulunduğu semte adını veren Muradiye
Külliyesi içindeki cami, 2'nci Murad tarafından
1424-1426 yılında "Ters T" planlı olarak
yaptırıldı. Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne
ait cami, İznik Çinileri, Edirnekari tavan
süslemeleri ve özellikle girişte bulunan
Kündekari tekniğiyle yapılan ahşap kapısıyla
dikkati çekiyor.
Muradiye Külliyesi'nde, 2. Murad Cami'nin
dışında medrese, hamam ve imaret ile "2'nci
Murad, oğulları Alaaddin ile Ahmed, Fatih'in
annesi Hüma Hatun, oğlu Cem Sultan, eşlerinden
Gülşah Hatun, ebesi Ebe Hatun (Gülbahar Hatun),
2'nci Bayezid'in eşleri Şirin Hatun ile Gülruh
Hatun, oğlu Mahmud, gelini Mükrime Hatun, Kanuni
Sultan Süleyman'ın oğlu Mustafa'nın yanı sıra
saraya mensup kimselerin naaşlarının gömüldüğü
Cariyeler ve Saraylılar türbeleri bulunuyor.
Bursa'da Bugün, 29.07.2014
|
TRİPOLİS ANTİK KENTİNDEKİ PAZAR YERİ AÇILMAYI
BEKLİYOR

Denizli Valisi
Abdülkadir Demir, Tripolis antik kentinde
bulunan bin 500 yıllık pazar yerinin yapılan restore
çalışmalarının ardından yeniden pazar yeri olarak
kullanılabilmesi için çalışma yürüttüklerini
söyledi.
Buldan İlçesi'nde yer alan Tripolis antik kentindeki
çalışmalar devam ediyor. Denizli’de Laodikya ve
Hierapolis antik kentinden sonra çalışmaların hızlı
ilerlediği üçüncü yer olan antik kentteki kazıda,
Pamukkale Üniversitesi
arkeoloji Bölümü’nden Yardımcı Doçent Dr.
Bahadır
Duman görev alıyor.
Denizli Valisi Abdülkadir Demir de antik kentte
yürütülen çalışmaları yerinde inceledi. Yürütülen
çalışmaları inceleyen Vali Demir bin 500 yıllık
kapalı pazar yeriyle özel olarak ilgilendi. Pazar
yerindeki odalara giren ve duvardaki resimleri
inceleyen Vali Demir, arkeoloji ekibini yaptığı
çalışmalardan dolayı tebrik etti.
Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden
Yardımcı Doçent Dr. Bahadır Duman, antik kentte
yürütülen çalışmalar hakkında bilgi vererek,
"Tripolis antik kentinde çalışmalar 3 farklı alanda
devam ediyor. Ana caddemiz var. Bu caddenin sağ ve
solunda sütunlar var. Bu sütunların arasına da
heykeller yerleştirmişler. Bunlardan bazılarını
bulduk ancak daha fazla olduğunu düşünüyoruz. Su
depoları mevcut. Bin 500 yıllık su depolarını ortaya
çıkarmak için de çalışıyoruz. Ayrıca da diğer tarihi
eserlerin bulunması için çalışma yürütüyoruz’’dedi.
"BİN 500 YILLIK PAZAR YERİNİ YENİDEN
KULLANMAYI AMAÇLIYORUZ"
Denizli Valisi Abdülkadir Demir ise çalışmaların
olumlu ilerlediğini belirterek, "Tripolis, antik
çağda Laodikya, Hierapolis ile birlikte var olan
şehirlerden bir tanesidir. 3 yıl önce müze kazısı
olarak onayını aldık. Pamukkale Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü'nden hocamız burada kazının başında
bulunuyor. Geçen yıl bu antik kent için 1 milyon 200
bin TL kaynak aktarıldı. Buranın kaynak anlamında
bir sıkıntı yok. Bu antik kentin en önemli özelliği
toprak dolgu olması. Toprağı kaldırdıkça eserler
ortaya çıkıyor. Bulunan eserler de çok sağlam halde
oluyor’’dedi.
Pazar yerinin bölgeye hareketlilik getireceğini
kaydeden Demir, ‘"Burada antik dönem pazar yeri
tespit edildi. Hemen çalışmalara başlandı ve gereken
çalışmalar yapıldı. Biz bu antik kentte bulunan bu
bölgeyi günümüzde de pazar yeri olarak kullanmak
istiyoruz. Bunun için de Buldan İlçesi'ndeki buldan
bezlerini kullanabiliriz. Bu sayede turist artışı da
sağlayacağımızı düşünüyorum’’ diye konuştu.
Milliyet, 29.07.2014
|
O AĞACIN ALTI
Güne her zamanki gibi kahvemle
başlamıştım.
Cumhuriyet gazetesinin
ikinci
sayfasında Özgen Acar’ın yazısını
okurken o kelimeye takıldım.
“Dilek
ağacı...”
Yazı, 20 Temmuz’da kaybettiğimiz büyük arkeolog Dr.
Klaus Schmidt’le ilgiliydi.
Arkeoloji konularında uzman gazeteci
Özgen
Acar, Göbeklitepe’nin hikayesini çok güzel
yazmıştı. Bu diziyi hazırlamaya o gün oturup karar
verdim.
İlk işim Türkiye’nin en iyi rehberlerinden biri
sayılan Saffet Emre Tonguç’u aramak
oldu.
Süre çok kısaydı ve Hürriyet
okurlarının bu müthiş hikayeyi bayramda okumasını
istiyordum.
Göbeklitepe’deki kazılar hakkında
çok şey yazıldı.
Üç gün boyunca okuyacağınız bu dizi tabii ki, benim
gazeteci bakış açım ve hikaye anlatıcılığımın ürünü.
Ama Klaus Schmidt
gibi ben de
Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan
bulguların insanlık ve inançlar tarihi konusunda
birçok şeyi değiştirebileceğine inanıyorum.
İşte size bayram boyunca okuyabileceğiniz, müthiş
bir arkeoloji thriller’ı...
1. GÜN
Vazonun içindeki toprağın sırrı
-25 Temmuz 2014 günü, yani geçen
cuma günü saat 14’te Almanya’nın Diebach
kasabasının Gartenfeldweg
mahallesinin küçük kilisesinde mütevazı bir tören
vardı.
Törene küçük bir arkadaş ve aile grubu katılmıştı.
Küçük kalabalık önce, ölen arkadaşlarının anne ve
babasının yaşadığı evin arka tarafındaki bahçede
buluşmuşlardı.
Uğurladıkları arkadaşları bu bahçeyi çok seviyordu
ve belki de onu insanlık tarihinin en ilginç
buluşlarından birine götürecek olan yol, o bahçede
kurulan hayallerle başlamıştı.
Bir Ferzan Özpetek filmini hatırlatan arkadaş grubu,
kasabanın küçük mezarlığına doğru hareket ettiğinde,
siyah takım elbiseli bir adamın elindeki küçük vazo
kimsenin dikkati çekmedi.
Yeşil suni bir zeminin ortasına açılan boş mezar,
ondan tam 51 yıl öncesi başlayan gizemli bir
yolculuğun son durağıydı.
Elinde kavanozu tutan adam, yavaşça mezara yaklaştı
ve bir süre durdu.
Elindeki vazo kutsal kase gibiydi.
İnsanlığın inanç tarihini değiştirebilecek olan
bilgiler belki de bu vazonun içindeki toprakta
saklıydı.
Daha doğrusu, o toprağın alındığı
“O ağacın
altında”...
O gün toprağa verdikleri insan, hayatının
önemli bir kısmını o ağacın altındaki sırrı çözmeye
harcamıştı.

51 YIL ÖNCE GENÇ BİR ARKEOLOG O AĞACA
BAKIYOR VE ‘BİR TUHAFLIK VAR’ DİYOR
Diebach’taki cenaze töreninden
51 yıl önce, 1963 yılında...
Chicago ve İstanbul üniversitelerinin arkeoloji
bölümlerinden oluşan bir karma arkeolog heyeti
Şanlıurfa’ya geldiğinde, herkes bunun rutin bir
inceleme olduğunu düşünüyordu.
Arkeologlar eskiden beri Bizans arkeolojisi ile
ilgileniyorlardı ve aradıkları şey de buydu.
O gün Şanlıurfa’nın 10 km uzağındaki tepeye
geldiklerinde dikkatlerini çeken ilk şey, bir ağaç
oldu.
Bomboş bir arazide tek başına duran ağacın
etkileyici bir görüntüsü vardı. Bir dut ağacıydı ve
bölgede “Dilek ağacı” olarak
biliniyordu. İnsanlar çok eskiden beri oraya geliyor
ve dilek tutuyordu.
Arkeologlar ağacı incelerken, içlerinden birinin
gözü hemen ilerdeki küçük bir tepeye takıldı.
Tuhaf bir görüntüsü vardı. Toprağın dokusu
değişikti. Altında bir şey saklıyor gibiydi. Bir
süre incelediler ve hafifçe kazdılar.
Buldukları ilk şey, küçük kireç taşı
parçacıklarıydı. Chicago Üniversitesi arkeologları
bir süre sonra ülkelerine dönüp, gezi raporlarını
yazdılar.
Raporun o tepeyle ilgili bölümünde yazılanın özeti
şuydu: “Kayda değer bir bulguya
rastlanamadı. Burası muhtemelen bir Bizans ileri
karakoluna ait. Bulduğumuz kireçtaşları ise
muhtemelen mezar taşıdır.”
Dosya kapatıldı.
Tepedeki ağaç ilk işaretini vermişti ama ağacın
altındakiler bunu almamışlardı.
25 yıl sonra pulluğa takılan ikinci
işaret
-Şavak Yıldız için
“O
ağacın altında doğdu” denilebilirdi. Gerçi
yaşadığı köy, bu tepeye 5 kilometre uzaklıktaydı ama
o tepeyi herkes gibi çok iyi biliyordu. Ailesi kim
bilir kaç nesildir orada yaşıyordu.
1988 yılında, bir sabah her zaman çalıştığı tarlaya
giderken, insanlık tarihi ile ilgili bir işareti
alacağı aklına bile gelmemişti. Tarla, yeğeni
Mahmut Yıldız’a aitti. O yıl arpa
ekeceklerdi.
Tarlayı sürmeye başladığında güneş yavaş yavaş
büyüyordu. Üçüncü sıraya geldiği zaman, pulluğun
bıçağına çarpan sert şeyin çıkardığı sesi işitti.
Önce bir şey göremedi. Sonra eliyle toprağı
eşelemeye başlayınca, o sert şey parmaklarına
dokundu.
İki eliyle kazıp biraz derine inince, ikinci bir
cisim daha göründü. Heykele benzeyen iki şeydi.
Çıkardı, üzerindeki toprağı eliyle sildi. Bir süre
oyalandı ve sonra yine tarlayı sürmeye devam etti.
Hava kararmaya başlayınca, bulduğu iki heykeli alıp
eve getirdi. Yeğenleri ve öteki akrabaları bir süre
baktılar. Aralarından biri gidip antikacıya satmayı
teklif etti. Ancak Şavak Yıldız
kararlıydı.
“Yarın götürüp bunu müzeye teslim edeceğim”
dedi. “Sen deli misin”
dediler.
“O kadar yol...”
Ertesi sabah yola çıktığında, belki de bir ödül
alabileceği umudunu taşıyordu.
Müze müdürü de ikinci işareti anlamıyor
-Şanlıurfa köye 10 kilometre
kadar uzaklıktaydı. Bugün için yarım saatlik yol, at
arabasıyla çok uzun süre alıyordu.
Şavak Yıldız Şanlıurfa Arkeoloji
Müzesi’ne girerken, biraz sonra tuhaf bir cevap
alacağını aklına bile getirmemişti.
Müze müdürü Adnan Mısır
üstü başı
toz içindeki köylünün elindeki iki heykeli
inceledikten sonra, “Bunlar hiçbir işe
yaramaz, al götür” dedi.
Şavak Yıldız bozulmuştu.
“Ben bunları ne yapayım. Alın sizde kalsın”
deyip ayrıldı.
Köyüne dönerken, insanlık tarihini değiştirebilecek
bir işareti Şanlıurfa Müzesi’ne taşıdığının farkında
değildi. “Dünyayı değiştiren adam”
olmak ise aklından bile geçmeyecek bir şeydi.
O kapıdan çıkarken, müze müdürü masanın üzerinde
duran heykellere baktı ve bir görevliye seslendi:
“Alın bunları depoya atın...”
Ağacın altından gelen ikinci işareti onlar
da görmemişti.
Esrarengiz heykeller, bir
Indiana Jones
filmindeki gibi karanlık bir depoda, o
işareti alacak kişiyi beklemeye başlamışlardı.
İşaret 6 yıl sonra, Berlin’de iki katlı bir binanın
altındaki kütüphanede alınacaktı.
Altı yıl sonra bir adam o işareti alıyor ve yola
çıkıyor
-Alman Arkeoloji Enstitüsü,
Berlin’in Dahlem bölgesinde yan
yana üç binadan oluşuyor.
Dört dönüm arazi üzerine kurulu binalar, eski Yunan
ve Osmanlı mimarisinden esinlenerek yapılmış.
Enstitü başkanının da oturduğu ana binanın altında
büyük bir kütüphane var.
1994 yılında o kütüphanenin üst katındaki küçük
odalardan birinde oturan adam elindeki raporu
okuduktan sonra, “Bu doğru olamaz”
dedi.
Adamın adı Klaus Schmidt’ti. 41
yaşındaydı. Bir arkeolog için çok genç sayılabilecek
bir yaştı.
Birkaç gün önce eline tesadüfen bir rapor geçmişti.
Rapor, Chicago Üniversitesi arkeologlarınca
hazırlanmıştı.
Raporda yazılan bütün ayrıntıları tek tek okumuş,
sonuna geldiğinde o cümleye takılmıştı: “Bu
bulgular bir Bizans ileri karakoluna ait olabilir.”
O bulgulardan sonra “Kayda değer bir şey
yok” sonucuna ulaşılmasına şaşırmıştı.
O bölgeyi daha önceden biraz biliyordu. Bulunan
şeylerin Bizans kalıntısı olması mümkün değildi.
İçindeki ses ona, “Hayır burada çok önemli
bir şey var” diyordu.
“Hemen kalkıp oraya gitmeliyim”
dedi.
Şanlıurfa’daki o ağacın altından gelen işaret,
nihayet adresini bulmuştu.
İnancın ilk
Big Bang’i ve ilk kara delik orada mı meydana geldi
-Klaus Schmidt
bir hafta sonra
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nden içeri girerken,
insanlık ve dinler tarihinde birçok şeyi
değiştirebilecek yolculuk başlıyordu.
Tepedeki ağaç nihayet sesini bir insana
duyurabilmişti.
İnsanlık tarihinin ilk ilahi mesajı belki de o
ağacın köklerinden geliyordu.
Prof. Klaus Schmidt
emindi.
Tepedeki o ağaç, insanlığa ait en büyük sırrı
saklıyordu.
Dinlerin ve inancın sırrını...
“İnancın Big Bang’i orada meydana gelmiş,
kara deliği orada oluşmuştu.”
Kim bilir belki de Hazreti İbrahim’i o
topraklara çağıran ilahi ses de o ağacın altından
gelmişti.
Bir yıl sonra o inançla toprağı kazmaya başladıktan
bir süre sonra öyle bir şeyle karşılaşacaktı ki,
dünyadaki bir çok arkeoloğun ve komplo teoricisinin
gözü buraya dönecekti. On bir bin yıldır
sessizliğini koruyan Göbeklitepe,
ilk defa ses veriyordu.
İŞARETİ ANLAYAN ADAM

Geçen cuma günü Almanya’nın küçük bir
kasabasındaki kilisede bir tören vardı. Kilisede İsa
heykelinin yanına, başında Güneydoğu poşusu olan bir
insanın fotoğrafı konulmuştu. O insan,
Göbeklitepe’deki ağacın altından gelen mesajı alan
Dr. Klaus Schmidt’ti.
İKİNCİ İŞARETİ ALAN ADAM

Şavak Yıldız o yörede yaşayan bir köylü.
1988 yılında bir sabah tarlayı kazarken pulluğuna
takılan şeyi, ilahi bir işareti bulmuş, ama ne
olduğunu anlamamıştı.
Hürriyet, Yazı: Ertuğrul Özkök, 28.07.2014
******
KOZMİK İŞARET
Şanlıurfa Müzesi, yenisi yapılmak üzere kapatılmadan
önce, ziyarete açılan bölümünü gezen kadın, bir
heykelin karşısında durdu.
Üst kısmı aslan başı şeklinde olan 1 metre 90
santim yüksekliğindeki bu heykelin, orta kısmı bir
insan tasviriydi.
Alt kısmında ise bir bebek vardı.
Heykelin çevresini bir yılan sarmıştı.
Ziyaretçi bu heykeli uzun uzun seyretti, sonra başka
tarafa geçti.
Biraz önce uzun uzun baktığı toteme benzeyen heykel
o kadar etkileyiciydi ki, aynı müzedeki, taş
üzerindeki tuhaf bir kabartma dikkatini çekmedi.
Oysa, Dr. Schmidt, o kabartmayı
bulduğunda muhtemelen şöyle haykırmıştı:
“Aman Allah’ım, burası orası, bu ağaç o
ağaç...”
UZAY TASARIMI GİBİ İÇ İÇE DAİRELER

Dr. Schmidt 1994 sonbaharını, o
bölgede dolaşarak geçirdi.
Bir yıl sonra kazılara başladığında daha ilk gün
işinin ne kadar zor olduğunu anlamıştı.
Arkeolojik kazı, inşaat şantiyesi değildi. Her avuç
toprağı, neredeyse elle kazımak gerekiyordu.
Yoksa 11 bin yıl toprağın altında kalan bütün ilahi
işaretler bir anda gidebilirdi.
İlk umut, 1990’ların sonlarına doğru geldi.
Kazdıkları topraklarda birtakım daireler ortaya
çıkmıştı. Daireler, 1970’li yıllarda bütün dünyada
büyük ilgi uyandıran Daniken’in
“Tanrıların Arabaları” adlı fantastik
kitaplarındaki şekilleri andırıyordu.
Bunlar iç içe dairelerdi. Sanki bir uzay tasarımı
gibiydi.
Sonra o taşlara ulaştılar.
Birbirinin yanına dizilmiş taşlar.
Dr. Schimidt İngiltere’deki ünlü
Stonehenge taşlarını düşündü.
Tuhaf bir iz üzerindeydi ve ilk defa tezlerinin
doğru olabileceği duygusunu taşımaya başladı.
Sonra yavaş yavaş, o müthiş işaretler ve her bir
işaretten sonra da henüz cevabı verilemeyen o
sorular geldi...
Acaba...
PEKİ AMA 16 TON TAŞI BURAYA KİM TAŞIDI

Bulunan taşlar “T” şeklindeydi.
Boyları 5.4 metreydi.
Kollarını açıp yan yana duran insanlar gibiydiler.
Ve hepsinin yüzü önlerindeki dairelere bakıyordu.
O dairelerde bir şey vardı ve o taş insanlar,
dairelerin merkezindeki
“o şeyin” pervaneleri gibiydiler.
Onun cazibesine kapılmışlardı.
Sorular gittikçe derinleşecek, maddi bulgularla
metafizik sorular birbirine karışacaktı.
Ama önce cevabı verilmesi gereken fiziki bir soru
vardı.
Bu taşları oraya kim, nasıl getirmişti...
Basit bir soru gibi görünüyordu, ama cevabı kendisi
kadar basit değildi.
Taşların ağırlığı 16 ton civarındaydı.
Tarih kitapları ve arkeoloji bilimi, yük
hayvanlarının evcileştirilmesi hakkında kesin bir
bilgiye sahip değil. Bilinen tek bilgi, eşeğin, MÖ
3000 yıllarında Mısır’da yük hayvanı olarak
kullanıldığıydı.
Yani MÖ 8 bin yıllarına uzanan bu topraklarda yük
hayvanlarının evcilleştirildiğine dair yeterince
güçlü kanıt yoktu.
Bu kadar ağır taşı insan da kaldıramayacağına göre,
16 tonluk blokları oraya kim taşımış ve dikmişti...
Taşlar sanki ilahi bir güç tarafından taşınıp oraya
konmuştu.
Çevrede hiç insan yoksa bunları kim inşa etti

Bir soru daha vardı.
Yapılan kazılarda, daireler, “T” taşları bulunmuştu
ama bir şeye ait hiç iz yoktu.
İnsana...
Ne kadar geriye gitseler de oralarda insanın
yaşadığı ve yerleştiğine dair bir ize
rastlamamışlardı.
Ev duvarı yoktu. Ateş yakılıp yemek pişirilecek bir
ocak izi yoktu.
Ayrıca bölgede su kaynağı da yoktu. En yakın su, 5
kilometre ötedeydi.
Öyleyse, insanların yaşamadığı bu bölgedeki
dairelerin ve “T” taşlarının anlamı neydi ve onları
oraya kim, ne için yerleştirmişti.
Fiziki sorular çoğaldıkça, mistik sorular da
çoğalıyor ve bilimsel cevap bulmak güçleşiyordu.
Sonra bir gün daha eski dönemlere ait tabakalara
indiler ve o çok acayip durumla karşılaştılar.
BİRİLERİ ALT KATMANLARDAKİ BİR ŞEYİN
ÜSTÜNÜ ÖRTMEK Mİ İSTEDİ
Burada yatay kazı yapıyorlardı.
Daha eski dönemlere gittikçe, karşılarına şöyle bir
durum çıktı:
İç içe çok daire vardı.
Belli aralıklarla, o dairelerin üstleri toprakla
örtülmüş ve başka daireler inşa edilmişti.
Eski daireler sağlam dururken, niye yeni daireler
inşa edilmişti...
Acaba altta saklanmak, üzeri örtülmek, gizlenmek
istenen bir şey mi vardı...
Daha bu sorunun cevabını vermemişken, karşısına bir
başka soru daha çıktı.
Taşların üzerindeki hayvanların hepsinin iki ortak
özelliği vardı...
BU ERKEKLERİN DİŞİLERİ NEREDE
Daha ortaya çıkardıkları ilk taştan itibaren şunu
fark etmişlerdi.
Burası bir hayvanlar kozmosuydu.
Taşların üzerinde çok sayıda hayvan kabartması
bulunuyordu.
Buldukları hayvan kabartmaları ise akrep, yılan,
aslan, kartal, yabandomuzuydu...
Aşağılara doğru indikçe, kazıya katılanlar şunu fark
etmişlerdi.
Bunların hepsi ölümcül hayvanlardı.
Yani, ya yukarıdan saldırıp alan götürenler, ya
zehirleyip öldürenler, ya saldıranlar ya da
parçalayanlardı.
Tabii, Anadolu gibi bir arkeoloji cennetinde,
taşların üzerinde hayvan kabartmalarına rastlamak
öyle şaşırtıcı bir şey değildi.
Sıradan bir şey deyip geçebilirlerdi.
Ama alt katmanlara doğru indikçe, kendilerini çok
şaşırtan bir durumla karşılaştılar.
Buldukları kabartmalardaki bütün hayvanların hepsi
erkekti...
Peki öyleyse bu erkeklerin dişileri neredeydi...
Bu sorunun cevabını bir öğleden sonra, daha altları
kazdıklarında önlerine çıkan bir taş plaketin
üzerinde bulacaklardı.
Plaketi görünce, hayretler içinde kalmışlardı.
Ama o taş tabletin üzerindeki desene gelmeden önce,
Dr. Schmidt’i çok şaşırtan bir
başka keşfe dönelim.
EN
ALTTAKİ KABARTMALARI YAPAN MÜKEMMEL SANATÇI KİMDİ
2000’li yılların ortalarından
itibaren o ağacın köklerinin epey derinlerine
inilmişti.
Daireler daireleri izliyor ve sanki her şeyin
başladığı ilk daireye doğru gidiyorlardı.
İşte o günlerde çok çarpıcı bir şeyin farkına
vardılar.
Üst katmanlarda buldukları taş anıtların üzerindeki
hayvan desenleri çağlarına göre normaldi. Yani çok
uzman ve becerikli bir artistin elinden çıkmış gibi
değildi. Çok eski mağaralarda bulunan duvar
resimlerini andırıyordu.
Ancak ulaşılabilen en alt katmana inildiğinde
hayretler içinde kaldılar.
Çünkü zamanımızdan 11 bin yıl önceki bu tabletlerin
üzerindeki desenler mükemmeldi.
Sanki usta bir sanatçının elinden çıkmıştı.
Ayrıca “T” taşlarının işçiliği de mükemmeldi.
Bu arada “T” taşlarının bir başka özelliğini daha
keşfetmişlerdi.
Kılıcı andıran dikmelerin hepsinde ortak bir oran
vardı.
Eni, kalınlıklarının en az 5 katıydı.
Acaba bu oran da “Pi”
gibi bir şeyi
mi ifade ediyordu.
O andan itibaren düşünmeye başladılar.
En baştaki bu “mükemmel sanatçı”
kimdi...
İnsan eli, ondan binlerce yıl sonra çok daha
beceriksiz ve kaba kabartmalar yaparken, o mükemmel
sanatçı bunları nasıl yapabilmişti...
Derine indikçe, daha karanlığa
gömülüyorlardı...
Neresiydi burası...
Kim tasarlamıştı bu tuhaf mekanı...
Dr. Schmidt işte o gün defterine şu
notu yazacaktı:
“Çözdüğümüz her bilmece, iki bilmece daha
doğuruyor...”
İşte tam o sırada, karşılarına öyle bir taş
tablet çıkacaktı ki, hepsinin gözleri o ağaca
dönecekti...
KİM
TASARLADI

Göbeklitepe kazıları henüz başlangıcında. Ama
ortaya çıkan şu görüntü, bize çok şey anlatıyor.
Daireler ve “T” taşları. Mekan sanki görünmeyen bir
el tarafından ayin için hazırlanmış.
SEVİŞME Mİ, DOĞUM MU

Dr. Schimdt’i en çok düşündüren bulgulardan biri bu
çıplak kadın kabartmasıydı. Tabletler üzerindeki
hayvan kozmosunun ortasında tek dişi varlık oydu.
HOCAM ŞUNA BİR BAKAR MISINIZ
2000’li yıllar geçerken
arkeoloğun kafasında hala şu soru vardı:
Bu erkeklerin dişisi nerede...
Cevabını bir sabah alacaktı.
O gün yapılan kazıda yeni bir taş plaketi ortaya
çıkarmışlardı.
Üzerindeki toprağı küçük fırçalarla temizlediler.
Öğleye doğru, tabletin üzerindeki şekil ortaya
çıkmaya başlamıştı.
Akşamüzerine doğru, yardımcılarından biri, koşarak
Dr. Schmidt’e geldi ve
“Hocam şuna bir bakar mısınız” dedi...
Dr. Schmidt
tabletin üzerindeki desene baktığında donup kaldı. Karşısında
çırılçıplak bir kadın deseni duruyordu...
Doğuran kadın...
Belki de ilk kadın...
Karşısında bir ağaç duruyordu.
Önünde ise çıplak bir kadın...
Hıristiyan hafızası, iki görüntüyü anında
birleştirdi...
Aradığı her şey artık karşısındaydı.
Şanlıurfa Müzesi’nde kimsenin dikkatini çekmeyen
sessiz kadın konuşmaya başlamıştı.
Hürriyet, Yazı: Ertuğrul Özkök, 29.07.2014
******
İNANCIN KARA DELİĞİ
Toprağın altındaki heykelin ucu göründüğünde, güneş
batmak üzereydi.
Aslında o saatlerde işi bırakıyorlardı.
Ancak üst tarafı görünen heykel o kadar heyecan
vericiydi ki, Dr. Schmidt biraz daha devam etmek
istedi.
Heykelin yarıya yakın bölümü ortaya çıkmıştı ama bu
sırada hava da kararmıştı.
Yorgun arkeolog “Tamam, burada bırakıyoruz. Yarın
devam ederiz” dedi.
Bu kararının, ertesi sabahtan itibaren başına
hayatının en büyük belalarından birini açacağını
aklından bile geçirmemişti.
O gece yorgun ama mutlu şekilde yatağına uzandı.
Tarihi yeniden yazacak bilgilerin peşinde olmak, ona
tahmin edilemeyecek bir haz veriyordu.
Her günkü gibi günlük kazı yeri raporunu tamamlayıp,
uykuya daldı.
Ertesi sabah kapısı hızla çalındığında, bir önceki
günün yorgunluğunu henüz atamamıştı.
Asistanı hızla kapıya vuruyordu:
“Hocam uyanın, bir sorunumuz var...”
KAZI YERİNE GİTTİKLERİNDE ŞAŞKINLIKTAN DONDULAR
Sabah hazırlıkları yapmak üzere kazı yerine giden
ekip bir ‘yokla’ karşılaşmıştı.
Bir gece önce yarıya kadar çıkardıkları heykel
yerinde yoktu...
Türkiye’de kazı yapan arkeologların en büyük kabusu
buydu.
Koskoca Bergama’nın kaçırılmasının travmasını hala
atlatamayan Türkiye’de yabancı bir arkeoloğun başına
gelebilecek en büyük felaketti bu.
Yerel yöneticilerin ve Kültür Bakanlığı’nın gözleri
anında Dr. Schmidt’e dönmüştü...
Daha o gün müfettişler görevlendirilmiş ve çalışmaya
başlamıştı.
Olağan şüpheli Dr. Schmidt’ti...
Oysa o akşam kendisiyle birlikte olanlar Alman
arkeoloğun bu olayla hiçbir ilgisinin bulunmadığını
biliyorlardı. Onun amacı heykeller değil,
heykellerin bize anlattığı hikayeyi öğrenmekti.
Kayıp heykelin ne olduğu hiçbir zaman öğrenilemedi.
O heykeli yapan mahir ustayı bilemediğimiz gibi, o
sabah onu oradan alan mahir hırsızı da
bilemeyeceğiz.
Daha sonraki günlerde, hırsızlığın kazılarda çalışan
iki işçi grubunun çatışmasından kaynaklandığı ortaya
çıkacaktı, ama bu olay Dr. Schmidt’i çok üzmüştü.
Kayıp heykel bugüne kadar ortaya çıkmadı...
O yüzden, tarihin yeniden yazılmasında oynaması
gereken rolü oynayamadı.
BURASI TARİHİN İLK HAC MERKEZİ OLABİLİR
Mİ
Bütün bu ölümcül erkek hayvanlar arasında,
çırılçıplak bir kadının yeri ve anlamı neydi?
Dr. Schmidt yavaş yavaş o ağacın köklerine inmeye
başlamıştı.
Ama çıplak kadını, o ağacın altına yerleştirmeden
önce cevabını vermesi gereken bir soru vardı.
Artık emindi... Bu kozmik daireler ve onun etrafında
saf tutmuş taştan insan tasvirleri, bize açıkça şu
mesajı veriyordu:
Burası bir ayin yeriydi...
Ama etrafında insanların yaşadığına dair hiçbir
belirti bulunmadığına göre, burada kim ayin
yapıyordu...
İşte ilk defa o an düşündü...
Acaba burası bir hac merkezi miydi...
Gözünün önüne öteki hac merkezleri geldi...
Mekke... Vatikan... Kudüs... Buda’nın aydınlandığı
yer olan Bodh Gaya...
Kuzey Amerikalı yerlilerin kutsal bölgesi Cahokia...
İşte ilk defa o an aklındaki soruyu yüksek sesle
dile getirdi.
Acaba burası tarihin ilk hac merkezi mi?...
Kazı yerine bir sessizlik çöktü...
Sessizliği yardımcısının sorusu bozdu.
“Dr. Schmidt... İyi ama o tarihte henüz dinler yoktu
ki...”
DR. SCHMIDT ACABA İNANCIN KARA DELİĞİNİ Mİ
KEŞFETMİŞTİ

Kazdıkları bölge MÖ 8200 yılına aitti...
İnsanlar henüz yerleşik düzene geçmemişti... Avcılık
ve toplayıcılık dönemiydi...
Tarihçiler ve arkeologlar o güne kadar bize şunu
anlatmışlardı.
İnsanlar önce yerleşik düzene geçmiş, sonra dinler
ve inanışlar başlamıştı.
Bazılarına göre, “Dinleri ve inançları insan
yaratmıştı...”
Yani, “Allah insanı değil, insan Allah’ı
yaratmıştı...”
Dr. Schmidt bir süre sessiz kaldı...
Sonra ağzından şu cümle döküldü:
“Öyleyse bu bildiklerimiz yanlış...”
Göbeklitepe’de ulaşılan bilgiler, insanlığın daha
yerleşik döneme geçmeden, dinlerin ve inançların
ortaya çıktığını gösteriyordu.
Göbeklitepe’deki ağaç, artık bize hiç bilmediğimiz
bir hikayeyi anlatmaya başlamıştı.
Bu kazılar bize, insanlığın ve inaçların tarihinin
hiç de bize anlatıldığı gibi olmayabileceğini
söylüyordu.
Acaba “inancın kara deliği” o ağacın altında mı
başlıyordu?...
İnanç ve inanış tarihi acaba orada yeniden mi
yazılacaktı?...
Mesela o çıplak kadın kabartması...
“Acaba ilk günah o ağacın altında mı işlenmişti?...”
Havva’nın yediği yasak meyve elma değil de karadut
muydu?...
Veya o kadını ve yediği meyveyi insan zihni mi
yaratmıştı?...
BODRUM KATINDA BOEING 747 İMAL ETMEK GİBİ
BİR ŞEY
“O günün imkanlarıyla orada bu daireleri ve taş
yapıtları yapabilmek, bugün bodrum katında bir
Boeing imal etmek gibi bir şeydir...”
Dr. Schmidt daireleri ve taşların üzerindeki
işçiliği gördükten sonra arkadaşlarına böyle
demişti.
Evet, henüz kim olduğunu, ne olduğunu bilmediğimiz
bir güç,
MÖ 8200 yılında oraya mükemmel bir ustalıkla bir
inanç kozmozu kurmuştu...
O mahir sanatçının kim olduğunu hala bilmiyoruz.
İnsanlar mıydı, yoksa ilahi bir güç mü?...
Ama bildiğimiz bir şey varsa,
o da şu:
Tektanrılı dinlerin kurucusu olarak bildiğimiz
Hazreti İbrahim insanlığı yepyeni bir ilişkiler
sistemine götürecek olan ilahi yürüyüşüne bu
topraklardan başlamıştı.
Yani ‘O Ağaç’ın altından...
Bir tesadüf olamazdı.
O zaman o ağacın, hiç olmazsa sembolik bir anlamı
olmalıydı.
HAVVA ANAMIZIN ALTINDA YASAK ELMAYI YEDİĞİ
AĞAÇ YOKSA O MU
İncil’deki Genesis diye geçen “Yaradılış” bölümünde
Garden of Eden, yani yasak elmayı yiyen Adem ile
Havva’nın kovulduğu “Cennet Bahçesi”nin Asur’un
batısında olduğu yazıyor.
Asur tabletlerinde Beth Eden adlı bir medeniyetten
bahsediliyor. Tevrat’ta ise bahçenin Suriye’nin
kuzeyinde olduğu belirtiliyor. “Eden” kelimesi
Sümerce “Ova” anlamına geliyor.
Tektanrılı dinlerin kutsal kitaplarının “Cennet”
diye tarif ettiği yer ‘O Ağaç’ın köklerinin uzandığı
topraklar.
Göbeklitepe de Harran Ovası’nda bulunuyor.
İşte bu nedenle, Dr. Schmidt, “Göbeklitepe, Adem ile
Havva’nın yaşadığı cennet bahçesindeki bir
tapınaktı” diyor.
Orası ‘Cennet Bahçesi’ ise
o toprağın üzerinde insanları hala kendine çağıran O
Ağaç nedir?...
Yoksa T taşlarının üzerindeki o çırılçıplak kadının
yediği yasak meyve elma değil de, bu ağacın karadutu
muydu?
İnancın kara deliği bilinmezlerle dolu.
Kara deliğin içine düşen
meteorlar gibi... Işık hızından daha büyük bir hızla
dibe gittiği için oradan hiçbir şey geri
çıkamıyor...
“Öteki dünya” düşüncesi de böyle bir kara delik
değil mi?...
Oradan geriye dönen yok...
O zaman o kara deliğin bıraktığı boşlukları
yorumlamak biz insana düşüyor.
KARA DELİĞİ GÖBEKLİTEPE VE CERN Mİ AYDINLATACAK

‘O Ağaç’ın hikayesi burada bitiyor.
Arkeologlar inancın kara deliğini kazmaya devam
ediyorlar.
İsviçre’nin CERN laboratuvarlarında insanlar “Tanrı
parçacıklarını” arıyorlar.
Yaptıkları bilimsel deneyler onları görünmeyen
metafizik bir sınıra götürüyordu.
Fizik bilimi kainatın “Büyük Patlama”dan (Big Bang)
doğduğuna inanıyor.
Bu patlamadan sonra kara delikler oluşmuştu.
Göbeklitepe kazılarında ortaya çıkarılanlardan sonra
bazen kendime soruyorum.
Acaba dinler de böyle büyük bir patlamadan mı
doğdu?...
İnancın kara deliği ‘O Ağaç’ın altında mıydı?...
Felsefenin aradığı şu sorunun cevabı o kara delikte
mi yatıyordu:
“O mu bizi yarattı, yoksa biz mi O’nu...”
İnsanlığın çok, çok büyük bölümünün ve benim de
bugüne kadar verebildiğimiz cevap şuydu:
“O bizi yarattı...”
En azından kendi payıma, bu inancımı değiştirmem
için bir neden yok.
Öteki cevabı doğrulayacak kanıt bulamadığımız
sürece, bu belki de tek cevap olarak kalacak.
Belki de böyle kalması çok daha iyi...
Hala açlıklarla, zulümlerle, katliamlarla, zalim
diktatörlerle mücadele ettiğimiz şu dünyada
yalvaracak, yardım isteyecek, sığınacak ve
şükredecek bir Allah’ımızın olması en büyük
şansımızdır.
4 BİN KİLOMETRE ÖTEDE BİR MEZARLIKTA BİTEN YOLCULUK

Kasabanın kenarındaki küçük mezarlığa giren grup,
yeşil plastik halıya benzeyen zeminin ortasında
açılan mezara doğru ilerledi.
Tabut mezara indirildikten sonra, grubun arkasındaki
takım elbiseli erkek, mezara doğru yürüdü...
Elindeki vazonun kapağını açtı ve içindeki toprağı
mezarın içine boşalttı.
Toprak, 4 bin kilometre öteden, Türkiye’nin
Şanlıurfa şehrine 10 kilometre uzaklıktaki bir
tepeden getirilmişti.
‘O Ağaç’ın altından...
* * *
Dr. Schmidt 20 Temmuz günü aniden öldü. Geçmiş
tıbbi kayıtlarına göre belirgin bir hastalığı
yoktu... Beklenen bir ölüm değildi...
Sanki Göbeklitepe’yi kuran ilahi güç onu zamanından
önce
‘O Ağaç’ın altına çağırmıştı...
Toprak döküldükten sonra mezar kapatıldı...
Küçük arkadaş grubu sessiz adımlarla mezarlıktan
ayrıldı...
Ağacın biraz ötesindeki dairelere doğru kollarını
kaldırmış
T taşları, o gün son ayinlerini, bu olağanüstü
arkeolog için yaptılar.
Kasabanın rahibi gibi onlar da ayinlerini şu
sözlerle tamamladılar:
“Küller küllere, toprak toprağa...”
‘10 Emir’den eski

Taş, insanoğlunun geleceğe bıraktığı ilk mesaj. O
nedenle bir taş arkeolojisinden bile bahsedilebilir.
Bugüne kadar bilebildiğimiz en eski taş anıtlar,
İngiltere’deki Stonehenge’lerdi.
Göbeklitepe’deki T taşları ise onlardan 6 bin,
dünyanın 7 harikasından biri sayılan piramitlerden
ise 7500 yıl daha eskiye gidiyor.
Tektanrılı dinlerin ilk kutsal yazıtı sayılan ve
Sina Dağı’nda Musa’ya 2 taş plaket halinde indiğine
inanılan “On Emir”den de çok eskilere gidiyor.
Yani Göbeklitepe’nin T taşları için “Dünyanın taşla
verilen ilk ilahi mesajı” diyebiliriz.
Bu da inanç tarihinin yeniden yazılması düşüncesini
destekliyor.
Teşekkür

Bize bu diziyi hazırlama arzusunu veren
Cumhuriyet gazetesi yazarı Özgen Acar’a, Harran
konusunda uzman rehber Nükhet Everi’ye, Hürriyet
Berlin Bürosu Şefi Celal Özcan’a, Doğan Haber Ajansı
Gaziantep Bölge Şefi Hasan Kırmızıtaş’a,
Almanya’daki cenaze töreninin fotoğraflarını bizim
için çeken Doğan Haber Ajansı muhabiri İlhan Baba’ya
teşekkür ederiz. Bir de çok özel teşekkürümüz var.
Almanya’daki sadece yakın arkadaş grubunun katıldığı
cenaze töreninde fotoğraf çekmemize izin veren, o
acısı içinde bize bazı bilgileri aktaran, Dr. Klaus
Schmidt’in eşi Çiğdem Köksal Schmidt’e teşekkür
ederiz.
Önemli not
Bu yazı dizisi Dr. Klaus Schmidt ve ekibinin
Göbeklitepe’de yaptığı kazılarda buldukları üzerine
hazırlandı. Şunun altını açıkça çizmeliyim. Dr.
Klaus Schmidt çok başarılı bir arkeologdu ve
kazılarda ortaya çıkardıkları, yazdıkları kendi
başına çok önemli şeyler. Onları bu çerçeve içinde
değerlendirmek, arkeologların, tarihçilerin uzmanlık
alanına giren bir şeydir. Benim 3 gündür yazdıklarım
tabii ki, bir bilimsel makale değil. Bir gazetecinin
bu veriler üzerine kurduğu bir senaryo olarak
okunmalı. Bir nevi “Arkeolojik thriller” de
diyebilirsiniz. Schmidt’in çalışmaları elbette
bilimsel çalışmalarla daha ileri götürülecek. Ama
bugün inanç diye bildiğimiz, hatta tarih diye kabul
ettiğimiz olayların ne kadarı gerçek, ne kadarı
insan muhayyilesinin ürünüdür biliyor muyuz? Yani
arkeolojik bulgular üzerine hayal kuracak, senaryo
yazacak insanlara da ihtiyaç var. Arkeolojinin
giderek daha da yayılan bu “entertainment” yanını da
küçümsememeliyiz.
Hürriyet, Yazı: Ertuğrul Özkök, 30.07.2014
|
TARİHİ KİLİSE ONARIM BEKLİYOR

Nevşehir'in Derinkuyu
İlçesi'nde, 1836 yılında
İstanbul’da yaşayan Rumların mali destekleri ile
yapılarak ibadete açılan Aios Theodoros Kilisesi’nin
eskidiği, restorasyondan geçmesi gerektiği
belirtildi.
Derinkuyu yeraltı kentini ziyaret eden yerli ve
yabancı turistlerin sıklıkla ziyaret ettikleri Aios
Theodoros Kilisesi, Kapadokya bölgesinde tüm
yönleriyle ayakta kalabilmeyi başarmış en büyük
kiliselerinden biri. İstanbul’daki Rumların
sağladığı maddi katkılar ile inşaatı tamamlanarak
1836 yılında Ortodoksların ibadetine açılan kilise,
kubbeyi tamamen kaplayan İsa Peygamber freski
ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Kültür ve Turizm
Bakanlığının Kapadokya’da düzenlenecek ayinler için
izin verdiği kiliseler içerisinde yer alan Derinkuyu
Aios Theodoros Kilisesi’nde duvar resimlerindeki
tahribatın, yapılacak restorasyon çalışmaları ile
eski görünümüne kavuşabileceği belirtiliyor.
Evrensel, 28.07.2014
|
GÖBEKLİTEPE'DEN TOPRAK GETİRDİLER

Yeryüzünün ilk tapınağı
olarak bilinen Göbeklitepe’yi bulan ünlü Alman
arkeolog Klaus Peter Schmidt, memleketi
Almanya’da toprağa verildi. Mezarına
Göbeklitepe’den toprak getirildi.
Almanya'da Usedom’da tatil yaparken denizde
geçirdiği kalp krizi sonucu 60 yaşında hayatını
kaybeden yıldız arkeolog Klaus Peter Schmidt,
dün Köyü'nde toprağa verildi. Yeryüzünün ilk
tapınağı olarak bilinen 11 bin 500 yıllık tarihe
sahip Göbeklitepe tapınağını bulan Prof. Klaus
Peter Schmidt için Almanya’nın Bavyera
Eyaleti’nde yaşadığı Bellershausen Köyü'nde
cenaze töreni düzenlendi. Cenaze törenine
Türkiye’den Şanlıurfa vali yardımcısı Mehmet
Yüzer, Şanlıurfa müze müdürü Müslüm Ercan,
Berlin kültür müşaviri Dr. Tahsin Yılmaz,
Nürnberg konsolosu Adnan Bekçekaral, Alman
arkeoloji Enstitüsü yöneticileri ve arkeologlar
katıldı. Prof. Schmidt için yaşadığı evin hemen
yanındaki kilisede cenaze töreni düzenlendi.
TÜRKİYE’DEN TOPRAK
Arkeolog Schmidt, cenaze töreninden sonra aile
mezarlığına defnedildi. Şanlıurfa vali
yardımcısı ve müze müdürü Göbeklitepe’den
getrdikleri toprağı Schmidt’in eşi Çiğdem Köksal
Schmidt’le birlikte mezara döktü. Shmidt’in
memleketinde gömülmek istediğine dair vasiyeti
olduğu belirtildi. Mezarı başında yapılan
konuşmalarda Şanlıurfa Vali Yardımcısı Mehmet
Yüzer, Schmidt’in Türkiye için önemini vurguladı
ve onu asla unutturmayacaklarını söyledi. Türk
misafirler üzerinde “Yolun aydınlık, toprağın
bol olsun, güzel insan“ yazılı pullar
dağıttılar.
Hürriyet, Haber: İlhan Baba, 28.07.2014
|
MAHALLE İÇİNDE GİZLİ TARİH
Alman araştırmacıların 150 yıl önce
keşfettiği, İstanbul'un ilk arkeoloji parkı olarak
nitelendirilen 12 asırlık Küçükyalı Arkeoloji Parkı,
5 gün boyunca ziyarete açıldı.
İstanbul'un ortasında, ziyaretçilerini 12 asır
öncesine götüren arkeolojik kalıntılara ev sahipliği
yapan bir mahalle; Maltepe Çınar Mahallesi... Bizans
döneminden (867-877) kalma bir manastır, mezar odası
ve manastır kulesinin bulunduğu mahalledeki bu
arkeolojik alan Küçükyalı Arkeopark olarak
adlandırılıyor. 2800 metrekarelik alanda, kazıların
devam ettiği bu arkeopark, geçtiğimiz hafta 5 gün
kapılarını ziyaretçilere açtı. Tarih meraklılarının
büyük ilgi gösterdiği turlara, Maltepe Belediyesi
Başkan Yardımcıları ve İtalyan Başkonsolosu Gianluca
Alberini'nin ailesi de katıldı.
Katılımcılara, kazı
alanının yöneticisi Koç Üniversitesi Arkeoloji ve
Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr.
Alessandra Ricci tarafından tanıtıcı bilgiler
verildi. Maltepe Belediyesi ve İstanbul Kalkınma
Ajansı'nın destekleriyle sürdürülen kazı çalışması
hakkında bilgi veren kazı başkanı Ricci,
"Çalışmalara ilk olarak 2001 yılında alan çalışması
olarak Küçükyalı ve Samandıra'da başladık. 2011
yılından bugüne de alandan çeşitli bulgular ortaya
çıkardık" dedi. Ricci, kazıda ortaya çıkarılan
eserlerin sergilenmeleri için İstanbul Arkeoloji
Müzesi'ne gönderildiğini söyledi. Maltepe Belediye
Başkanı Ali Kılıç, "Aydınlatma konusunda gerekli
çalışmaları başlatıyoruz. Alanın güvenliği bizim
için önemli. Arkeoloji alanının çevresinde güvenlik
için bariyerler kuruyoruz" dedi. Arkeopark
kazılarının en önemli yönü, Bizans döneminden kalma
tek partik mezarının burada bulunması ve 14. yüzyıla
(III. Andronikos Paleologos dönemi) ait gümüş Bizans
sikkelerinin ilk olarak burada ortaya çıkarılması.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 28.07.2014
|
3 BİN YILLIK KANAL TURİZME KAZANDIRILACAK

Urartu Kralı Menua tarafından Van'ın Gürpınar
İlçesi'nden kent merkezine su getirmek amacıyla 3 bin
yılönce yaptırılan Şamran kanalı, günümüzde de
varlığını koruyan ve halen kullanılan en önemli
Urartu mimarileri arasında bulunuyor.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi
(YYÜ) tarafından hazırlanan proje ile tarihin en
eski sulama kanalı olarak bilinen Şamran kanalı
boyunca devam eden toprak yolun, bisiklet turları ve
çeşitli etkinliklerde kullanılarak turizme
kazandırılması amaçlanıyor.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi
(YYÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı
Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, zorlu bölge coğrafyasında büyük bir
bölümü kayalıkların oyulmasıyla oluşturulan kanaldan
getirilen suyla bölgede tarımın geliştirildiğini
belirtti.
Urartu kayıtlarında
kanalın isminin "Menua" olarak geçtiğini ancak
sonradan Şamran olarak değiştiğini anlatan
Çavuşoğlu, Ermeni tarihçi Movses'in, Şamzran isminin
Asur kraliçesi Semiramis'ten alındığından
bahsettiğini söyledi.
Kraliçe Semiramis'in,
Urartulardan sonra 42 bin işçisiyle kanalı yeniden
inşa ettiğinin kaynaklarda geçtiğini anlatan
Çavuşoğlu, Urartu çivi yazısının çözülmesinin
ardından kanalın 51 kilometreden Van ovasını sulamak
amacıyla Urartu Kralı Menua tarafından inşa
edildiğinin ortaya çıktığını ifade etti.
Çavuşoğlu, kanalın
geçtiği güzergahta bulunan 14 yazıtta şu ifadelerin
yer aldığını kaydetti.
"İşpuini'nin oğlu Menua,
Tanrı Haldi'nin gücü sayesinde bu kanalı açtı. Adı
Menua kanalıdır. Tanrı Haldi'nin büyüklüğü
sayesinde, Menua, güçlü kral, büyük kral, Bianili
ülkelerinin kralı, Tuşpa kentinin efendisidir. Menua
der ki kim bu yazıyı silerse, kim onu tahrip ederse,
kim bunu görürse, kim başkasına 'bu kanalı ben
açtım' derse o, tanrı Haldi, tanrı Teişeba, tanrı
Şivini ve bütün tanrılar tarafından mahvedilsin,
güneş ışığından yoksun edilsin."
Büyük bir mühendislik
harikası olan kanalın, çok ince matematiksel
hesaplarla inşa edildiğine dikkati çeken Çavuşoğlu,
Urartu kralı Menua'nın eşi Tariri'nin şu anda
Edremit İlçesi'nde "Yeşil vadi" olarak adlandırılan
bölgede bahçesinin bulunduğunu, kanaldan getirilen
suyla bahçenin sulamasının yapıldığını dile getirdi.
Çavuşoğlu, tarım
arazilerinin sulamasında kanalın kent için önemli
olduğuna değinerek, dünyanın hiçbir yerinde
bulunmayan mühendislik harikası kanalın turizme
kazandırılması için çeşitli projeler
hazırladıklarını bildirdi.
Kanal boyu bisiklet
yolu
Van'ın çok önemli tarihi
turistik alanlara sahip olduğuna işaret eden
Çavuşoğlu, şöyle konuştu:
"Özellikle Urartular
döneminden kalan eserler tarih açısından çok önemli.
Bulunduğumuz bölgedeki kanal da bu açıdan
değerlendirilmesi gereken en önemli yapılardan biri.
Bunun için bizim bir önerimiz var.
Kanalın yanından geçen bir yol var. Bu yol
düzenlenip belli dönemlerde bisiklet yarışmalarının
yapılacağı ya da farklı etkinliklerin yapılabileceği
bir yol olarak kullanılabilir. Böylece tarihin en
eski kanalı turizme kazandırılarak kente büyük fayda
sağlar."
Haber 7, 27.07.2014
|
25 YILDIR SÜREN KAZI ÇALIŞMALARI TARİHE IŞIK TUTUYOR

Urartu Kralı II. Rusa tarafından Van Gölü’ne
hakim bir tepe üzerinde yaptırılan, süslemeleri,
mimari yapısı ve kalıntılarıyla Urartular dönemine
ait önemli bilgilerin elde edilmesini sağlayan
Ayanis Kalesi’ndeki kazı çalışmaları 25 yıldır
sürüyor.
Taş ve kerpiç işçiliğinin yanı sıra tapınak
bölümündeki süsleme ve surlardaki kapartmalarla
dünya üzerindeki en önemli ve özel Urartu
tapınaklarından biri olan Ayanis Kalesi’ndeki kazı
çalışmaları, Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr.
Mehmet Işıklı başkanlığında yürütülüyor.
Önceki yıllarda yapılan kazılarda ortaya
çıkarılan tarihi eserlerle Urartular dönemine ait
çok önemli bilgilerin elde edildiği Ayanis
Kalesi’nde bu yıl da öğretim üyesi, yüksek lisans
öğrencileri, arkeoloji bölümü öğrencileri ve
restoratörlerden oluşan 25 kişilik ekiple çalışma
yapılacak.
Kazılarda çeyrek asır geride kaldı
Işıklı, yaptığı açıklamada, Ayanis Kalesi’ndeki
kazının 1989 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Altan Çilingiroğlu tarafından başlatıldığını
anımsatarak, hocasından aldığı bayrağı kendisinin
devam ettireceğini belirtti.
Doç.Dr. Işıklı, bu yıl kazıların 25. yılını
kutladıklarını ve en büyük destekçilerinin Kültür Ve
Turizm Bakanlığı olduğunu aktardı.
Erzurum Atatürk Üniversitesi Arkeoloji bülümü
öğrencileri, yüksek lisans öğrencileri ve öğretim
üyelerinin yanı sıra, Ege ve Batman
üniversitelerindeki restoratörlerden oluşan ekiple
çalıştıklarını aktaran Işıklı, şöyle dedi:
“Bu yılki program içinde özellikle acil müdahale
gerektiren alanlarda çalışmalarımız söz konusu. Bu
nedenle restoratörlere büyük bir iş yükü düşüyor. Bu
sene ayrıca Van Bölge Koruma Kurulundan onay alan
tapınağın çatı projesinin hayata geçirilmesi için
büyük mücadele veriyoruz. Bu hayata geçirilirse,
onarımla ilgili büyük bir aşama kaydetmiş olacağız.”
Yıllardır süren kazılarda çok önemli eserlerin
ortaya çıkarıldığını, son yıllarda da yapının
korunmasına yönelik çalışmalara ağırlık verdiklerini
dile getiren Işıklı, bu yıl tapınak alanında
ayrıntılı temizleme yapıp kerpiç mimarinin basit
korunması için sıva yapmayı öngürdüklerini
vurguladı.
Anadolu mimarisinde kerpicin çok önemli bir yer
tuttuğunu, neolitik dönemlerden bu yana insanların
kerpiç malzemesini kullanarak evlerini inşa ettiğini
anımsatan Işıklı, kerpicin son derece sağlıklı bir
malzeme olmasına rağmen korunmasının da aynı oranda
zor olduğunu ifade etti.
Ayanis Kalesi’nin çok önemli bir kültür
mimarisine sahip olduğunu, eşsiz bezemelerle ve
özenle inşa edildiğini kaydeden Işıklı, kalenin
Urartulardan bu güne kalan en iyi tapınak olduğuna
dikkati çekti.
“Bilim adamları hala başarıyı çözmeye
çalışıyorlar”
Urartu’nun bölgedeki en önemli kültürlerden biri
olduğunu ve transkafkasya ülkelerinde de yayılma
imkanı bulduğunu kaydeden Işıklı, şöyle konuştu:
“Urartular ana kayayı çok güzel işleyerek muazzam
kaleler ve kentler kuruyorlar. Bunlar inanılmaz
derecede mühendislik birikimi gerektiren unsurlar.
Bilim adamları bu başarıyı hala çözmeye çalışıyor.
Urartu sahip olduğu birikim sayesinde depreme karşı
da basit önlemler almış. Ana kaya ve duvarlar
üzerinde ilginç teknikler kullanarak dayanıklılığı
ve esnekliği arttırmış. Bu başarıyla kalede depremin
izleri var ama buna rağmen yaşadığı süreç boyunca
depremleri başarıyla atlatmış. 25 yıllık kazı tarihi
çok önemli bilgiler veriyor. Güçlü bir deprem ve
sonrasında çıkan büyük bir yangın sona erdiriyor
kaleyi. Bunların izlerini kazı yaptığımız bütün
alanlarda görebiliyoruz. Bu nedenle kale buluntusu
itibariyle bölgenin en önemi kalelerinden biri.”
“Bölgenin depremselliği araştırılacak”
Van’ın iki yıl önce büyük bir deprem felaketi
atlattığını ve Ayanis Kalesi kazı ekibi olarak
farklı bir projeye imza atacaklarını ifade eden
Işıklı, konuşmasını şöyle tamamladı:
“Deprem hepimizi derinden etkiledi. Bölgede kazı
yapan bizlerde etkilendik. Bunlarla ilgili
çalışmalar yapılıyor ama biz de Ayanis Kalesi kazı
ekibi olarak farklı proje yapmayı düşündük. İstanbul
Üniversitesi Jeoloji Bölümünden öğretim üyelerinin
teklif ettiği proje bu. Bölgenin depremselliği ve
jeolojik haritasını oluşturmak için yürütülecek bir
proje olacak. Bakanlıktan bununla ilgili bilgi
aldık. Bölgedeki depremle ilgili depremin yarattığı
hasarla ilgili analiz yapılacak ve bölgenin jeolojik
haritası ortaya konulmaya çalışılacak.”
haberler.com, Haber: Cemal Aşan, 26.07.2014
|
ŞEKER AHMET PAŞA'NIN 'KOÇ'LARI ORTAYA ÇIKTI

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde
önceki gün açılan “Seçkiler II Manzara” sergisinde
sanat tarihi açısından çok önemli bir bilinmez
ortaya çıktı. Araştırmacılar, Şeker Ahmet Paşa’nın
tahminen 83 yıldır kayıp olduğu bilinen koçlu
tablosunun, ölümünden sonra müdahaleye uğradığını
belirledi.
Şeker Ahmet (Ali) Paşa, 1907 yılında hayatını
kaybettiğinde geride çok değerli eserler bıraktı.
Paşa’nın adeta yaratıcısına hürmetle resmettiği
tablolarda, doğayla iç içeliği öyle iyi ‘okunabilir’
ki, onu idrak edişi, tüm zerrelerine kadar
kavrayışı, resmetmesindeki naiflik ve doğallık dile
gelir. Bir ormanın derinliği, bir ceylanın su içişi
ya da bir koyun sürüsü... Ne var ki eserlerinden
biri, kayıtlara “Manzara” olarak geçen “Erenköy
Civarında Tren İstasyonu” isimli tablo, tahminen 83
yıldır, arşivdeki kaydıyla 73 yıldır kayıptı. Kayıp
olduğu konusunda hiçbir şüphe yoktu çünkü 1902
yılında II. İstanbul Resim Salonları Sergisi’nde yer
alan Şeker Ahmet Paşa’yı Mercan’daki konağında resim
çalışırken gösteren fotoğrafta, arka planda bulunan
resmin uzmanlar ve sanat tarihçileri tarafından
artık mevcut olmadığı ifade edilmiş ve günümüze
kadar hiçbir şekilde izine rastlanmamıştı.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, açılışı
önceki akşam gerçekleştirilen “Seçkiler II Manzara”
sergisinin hazırlığını sürdürürken Şeker Ahmet Ali
Paşa’nın kayıp tablosunu ortaya çıkardı. 1941
yılında müzenin koleksiyonuna katılan ve “Manzara”
ismiyle envantere kaydedilen bu eserin yapılan
restorasyon çalışmalarıyla birlikte, aslında artık
var olmadığı sanılan eserin ta kendisi olduğu
anlaşıldı. Rektör Yalçın Karayağız’ın ifadesiyle
“Şeker Ahmet Ali Paşa uluslararası bilinirliği ve
tanınırlığı olan, John Berger dışında başkaları
tarafından da kabul gören bir sanatçı olsaydı bu,
dünyada bir sanat olayı olarak patlardı. Bu, bir
keşif, kaybolan bir hazinenin tekrar gün yüzüne
çıkması…”
Tablonun, ressam 1907’de vefat ettikten sonra,
1941 yılında müzenin arşivine katıldığı güne kadar
geçen 34 yıllık süreçte değiştirildiği tahmin
ediliyor. Kimin, resmin orijinalinde yer alan iki
koçu görünmez kılıp üzerine niçin belli belirsiz iki
figür eklediği şimdilik bilinmiyor. Eylülde bu
konuda bir araştırma başlatılacak. Ancak Rektör
Karayağız’a göre resim üzerinde yapılan bu müdahale
Paşa öldükten hemen sonra değil, en az 10-15 yıl
geçtikten sonra gerçekleşmiş. Karayağız, aynı
zamanda resme bu kritik müdahaleyi yapan kişinin
kesinlikle bir amatör olamayacağını ve üslup olarak
da Paşa’ya hiç benzemediğini düşünüyor.
Dört ay süren sergi hazırlıklarının sadece bir
ayı, “Erenköy Civarında Tren İstasyonu”nun
restorasyonu ve temizliğinde geçmiş. Bütün eserlerin
bakım, onarım ve temizliğinin yanı sıra uzmanların
birkaç eserde rantuale işlemi gerçekleştirmesiyle de
bu gerçek ortaya çıkmış. Karayağız, rantuale
işlemini şu sözlerle anlatıyor: “Resimlerin üzerine
yapıldığı keten tuval zamanla çürür. O bezin
rantuale edilmesi yani bir başka bez yüzeye
aktarılması gerekir. Bütün bu rantuanaj aşamaları da
eserlerin bir kısmında gerçekleşti. Ve sonrasında o
resimlerin yüzey temizlikleri yapıldı ve sonraki
aşamada vernik temizliğine geçildi.” Şeker Ahmet
Paşa’nın resmi üzerine yapılan müdahale de bu
aşamada fark edilmiş.
RESİM SANATININ BÜYÜK USTALARI SERGİDE
İlk kez 1902 yılında sergilenen eser, tahminen 83
yıl sonra ilk haliyle yeniden izleyiciyle buluştu.
Bu büyük keşfin yanında Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesi
koleksiyonlarından derlenen 91 başyapıt daha Karaköy
Antrepo 5’in girişinde yer alan Geçici Sergi
Salonları’nda sanatseverlerle buluşuyor. Türk sanat
tarihinin 63 önemli sanatçısının yer aldığı sergide,
Osman Hamdi Bey, Hoca Ali Rıza, Hüseyin Avni Lifij,
İbrahim Çallı, Hikmet Onat gibi erken Cumhuriyet
dönemi sanatçılarının eserlerinin yanı sıra Hale
Asaf, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nuri İyem gibi yakın
dönem ressamlar ve Leopold Levy, Amadeo Preziosi, J.
Vernet gibi Batılı ressamların karakteristik
çalışmaları da yer alıyor. Sergi 21 Eylül’e kadar
ziyaret edilebilir.
Zaman, Haber: Zehra Onat, 26.07.2014
|
LAODİKYA KAZILARI ÖMÜR TÜKETECEK

Pamukkale’nin Eskihisar Mahallesi yakınlarında
bulunan Laodikya, barındırdığı yapılarla ülkemizin
önemli arkeoloji merkezlerinden birisi olurken,
geniş bir alana yayılan antik kentin tamamında kazı
çalışmasının ancak 746 yılda tamamlanabileceği
belirtildi.
Milattan önce 3. yüzyılın ortalarında Seleukos
Kralı II. Antiokhos tarafından karısı Laodike adına
kurduğu şehir, Anadolu’daki yedi kiliseden birisine
sahip olması nedeniyle Hristiyan dünyası için dini
merkezlerden birisi olarak anılıyor.
2002’DEKİ ÇAĞRIYLA BAŞLADI
Toplamda 5 kilometrekare alana yayılan antik
kent, 2002’de işadamı Esat Sivri ve Mimar cengiz
Bektaş’ın “Laodikya bizi çağırıyor” girişimine
Denizli Valiliği’nin de destek vermesiyle kamuoyunun
gündemine geldi.
Burada yapılacak kazılar için Pamukkale
Üniversitesi görevlendirildi ve kazı heyeti
başkanlığına da Prof.Dr. Celal Şimşek atandı. 2003
yılından itibaren düzenli olarak yapılan kazılara
halen Prof.Dr. Şimşek başkanlık etmeyi sürdürüyor.
YÜZDE 1.3’Ü KAZILABİLDİ
Laodikya Kazı Heyeti Başkanı
Prof.Dr. Celal
Şimşek, kazıların Bakanlar Kurulu kararıyla 2003’te
başladığını, 2008’de Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Denizli Büyükşehir Belediye arasında imzalanan
protokolle kazılar ve restorasyon çalışmalarının
yılın 12 ayında yapılabilir hale geldiğini söyledi.
Geçen yıl UNESCO’nun Dünya Geçici Miras
Listesi’ne alınan Laodikya’nın bugüne kadar sadece
1.3’lük kısmının kazılabildiğini anlatan Prof.Dr.
Şimşek, “Antik kent toplam 5 kilometrekare bir
yerleşim alanına sahip. Türkiye’de kazıların 12 ay
yapıldığı tek yer. Bakıldığında çok geniş bir alan
kazılmış gibi.bir hesaplama yaptık, ancak 1.3’ünü
kazabilmişiz. Yılın 12 ayında çalışma kesintisiz
yapıldığında tamamı 746 yılda kazılabilecek” dedi.
Denizli Haber: Haber: Engin Ünal, 26.07.2014
|
JOAN MİRO'NUN KUŞLARI VE YILDIZLARI GELİYOR

S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), Barcelona
doğumlu Katalan ressam ve heykeltıraş Joan Miró'nun
eserlerinden oluşacak kapsamlı bir sergiye ev
sahipliği yapmaya hazırlanıyor.
20. yüzyılın ikinci
yarısında etkili olan dünyaca tanınmış sanatçı Joan
Miró'nun olgunluk dönemine odaklanan sergi, "Joan
Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar" adıyla
sanatseverlerle buluşacak. Barselona'daki Joan Miró
Vakfı, Mallorca'daki aile koleksiyonu Successió Miró
ve yine Mallorca'daki Pilar ve Joan Miró Vakfı
işbirliğiyle gerçekleştirilecek sergi, 23 Eylül
2014-1 Şubat 2015 tarihleri arasında görülebilecek.
Akdeniz coğrafyası ve insanına dair gözlemlerinden
ilham alan Miró'nun, kadın, kuş ve yıldız temalarına
yoğunlaşan sergi; resim, baskı, heykel ve
seramiklerin bulunduğu zengin bir seçkiyle,
sanatçının sembolik dilini anlama olanağı sunacak.
Zaman, 26.07.2014
|
KIRŞEHİR MERKEZ KALEHÖYÜK KAZI ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR
2012 ve 2013 yıllarında, Kırşehir Müze
Müdürlüğünün başkanlığında ve Ahi Evran
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim üyesi Yrd.
Doç.Dr. Işık Adak Adıbelli’nin bilimsel
danışmanlığında Kırşehir Merkez Kalehöyük’te
gerçekleştirilen kazı çalışmalarına 2014 yılında
da devam ediliyor.
2012 ve 2013 yıllarında höyüğün güney ve güney
doğusunda yer alan plankarelerde yaklaşık 550
metre karelik alanda kazı çalışmaları
gerçekleştirilirken, bu çalışmalar sonucunda
höyükte Osmanlı, Selçuklu, Bizans, Roma ve
Hellenistik dönem tabakalarının varlığı ortaya
konuldu.
2014 yılı kazı çalışmalarına Bakanlığımızca
sağlanan 120.000,00 TL ödenek ile devam
edilirken şimdiye kadar ortaya çıkarılan
tabakalarının altında olduğunu düşünülen Frig,
Hitit ve diğer Tunç Çağ kültürlerine, hatta
Kalkolitik döneme ait kalıntı ve buluntulara
ulaşılması hedefleniyor.
İlk defa 17. yüzyılda Katip Çelebi tarafından
zikredilen Kale Höyük ile ilgili ilk kapsamlı
araştırma ve yayın 1950’li yılarda B. Alkım ve
H.Th. Bossert tarafından yapılmış ve bu höyükte
kazı çalışmaları yapılması gerektiği
belirtilmiştir. Ancak höyükteki ilk arkeolojik
kazılar 2009 yılında Alaadin Camii’nin
restorasyonu sırasında yapılmış, ortaya çıkan
bulgular ve kültür katları höyükte arkeolojik
çalışmaların devam etmesi gerektiğini ortaya
koymuştur.
Höyüğün şehir merkezindeki önemli konumu ve
yapılan arkeolojik çalışmaların sonuçlarının
sergilenmesi amacıyla höyüğün bir arkeopark
olarak düzenlenmesi öngörülüyor. Kırşehir
Belediyesi’nin bu konudaki projeleri, Nevşehir
koruma Kurulu’nun gözetiminde hazırlanıyor.
kvmgm.kultur.gov.tr, 25.07.2014
|
EGE'DE 3 HAFTADA 8 YENİ BATIK BULUNDU

Türkiye ’deki batık envanterini çıkarmak
amacıyla 2007 yılından beri belirli periyotlarda
gerçekleştirilen çalışmalar kapsamında, Dokuz
Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknoloji
Enstitüsü ekibi, STS Bodrum Okul Gemisi'yle 3 hafta
önce yola çıktı. Datça Yarımadası ve Antalya'nın
batı sahilleri arasında araştırma yapan ekip,
çalışmalarını sonlandırdı. Muğla'nın Bodrum
İlçesi'ne dönen ekibin, 8 yeni batık bulduğu
öğrenildi.
Ege ve Akdeniz bölgesi araştırmalarının 2014 yılı
1'inci etabını tamamlamış olduklarını belirten Dokuz
Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknoloji
Enstitüsü Müdür Yardımcısı Yrd. Doç.Dr. Harun
Özdaş, "Öncelikle Bodrum Belediyesi'ne, Bodrum okul
gemisini bu etapta kullanma imkanını bize
sağladıkları için çok teşekkür ediyoruz. Projemizin
esas amacı Türkiye'nin batık envanterini çıkarmak
için yaptığımız bir çalışmadır. 2014 yılından
itibaren özellikle Osmanlı dönemini içine alan
süreci, daha doğrusu Osmanlı döneminde batmış olan
gemilerin envanter çalışmasına ağırlık vererek
yürütmekteyiz. Toplam süremiz 3 hafta olarak
gerçekleşti. Araştırma dalışlarında bu 3 haftalık
süre içerisinde 8 tane yeni batık tespit ettik. Çok
verimli bir çalışma oldu. Çünkü daha önceki yıllarda
hem bizim hem de bizden önceki yabancı ekiplerin
veya Türk ekiplerinin yaptığı araştırmalarda
bakmadıkları bölgeleri hedef alan bir çalışma oldu.
Özellikle de yelkenli bir gemi ile yola çıkmamızın
bize katkısı büyük oldu. Yelkenli gemilerin
gidebileceği rotalarda seyir ettik ve dolayısıyla
bunun batıkları bulmamıza da çok büyük etkisi oldu"
dedi.
MÜZEYE TESLİM EDİLECEK
Batıklardan bazı eserlerin gün ışığına çıkartıldığı
ve ilerleyen günlerde Bodrum Sualtı Arkeoloji
Müzesi'ne teslim edileceği açıklandı. Proje
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı
ve Bodrum Belediyesi tarafından destekleniyor.
Radikal, 25.07.2014
|
ARKEOLOG İSTİHDAM PLATFORMU'NDAN MESAJ VAR

“Cumhuriyetin ilk yıllarındaki müze sayısı, arkeolojik kazı sayısı ve çalışan personel sayısı bugün ile mukayese edildiğinde; uzman personel sayısı artacağı yerde azalmıştır. Oysa 2013 yılında Diyanet İşleri Başkanlığına 3750 personel alımı yapılırken Kültür ve Turizm Bakanlığına 50 yılda bırakın arkeologu bu kadar personel dahi alınmamıştır. 2013 Haziran sonu itibariyle Diyanet İşleri Başkanlığının 141,911, Adalet Bakanlığının 155.000, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ise 27,307 personeli mevcuttur. Buna karşın Kültür Bakanlığının Turizm ile birleşmesi ve kurumların özelleştirilmesi vesilesiyle çeşitli kurumlardan aktarılanlar ile personelle sayısı 17,683’e ulaşmış olsa da kültürel mirasın korunması konusunda uzman personel sayısı maalesef 700 civarındadır. 2014 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’nden Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan ödenek 5,443 milyar TL olduğu bilinmektedir. Bu haliyle Diyanet İşleri Başkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ekonomi, Çevre ve Şehircilik Bakanlıklarının toplam bütçelerine eşit bir bütçeye sahiptir. Fakat Kültür ve Turizm Bakanlığının Bütçesi Savunma Bakanlığı Bütçesinin sadece % 7’si kadardır. Polis sayısı 300,000’in üzerinde ve asker sayısının da 700.000 civarında olduğu düşünüldüğünde ülke genelinde 800’ü bile bulmayan arkeolog kadrosuyla devletin kültüre ne derece önem ortadadır.
Kültürel miras anlamında oldukça geniş yelpazeye
sahip olan Anadolu’da arkeolojik alanların kaderi
ile onlara gözbebeği gibi bakan arkeologların kaderi
aynıdır. İkisi de özensizliğe mahkum edilmektedir.
Her yıl üniversitelerin arkeoloji bölümünden mezun
olan arkeologların sayısı yaklaşık 2500 iken yılda
atama sayısı bu sayının %1’i bile değildir.
Tüm bu adaletsizliğe rağmen bizlerin istihdamının
sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı’na zorunlu
kılınması mezun işsiz sayısı ile atanan arkeolog
arasındaki uçurumu daha da arttırmaktadır.
Arkeologların; valiliklere bağlı İl Özel İdareler ve
belediyelerde kurulması zorunlu olan ancak bugüne
kadar sayısı 30’u geçmeyen KUDEB’lerde, Maden Teknik
ve Arama Enstitüsü’nde, Devlet Su İşleri’nde,
Karayolları’nda ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığında
istihdam edilmesi gerekmektedir. Oysaki 2012 KPSS
Haziran atamalarında Kültür ve Turizm Bakanlığına 9
arkeolog kadrosu ayrılırken yukarıda saydığımız
kurumların hiç birine alım yapılmamıştır. Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanlığında 11 arkeolog kadrosunun
9’unda istihdam mevcuttur. MTA’da sadece 6 arkeolog
bulunurken asıl arkeolog bulundurması gereken
kurumların başında olan Çevre ve Şehircilik
Bakanlığında ne yazık ki hiç arkeolog istihdamı
yoktur.
Bütün bu alternatiflerin yanında müzelerde uzman
arkeolog ihtiyacı da oldukça fazladır. Çünkü müze
uzmanları arkeolojik araştırmalara yetişememekte,
depolardaki eserlere gerekli zamanı ayıramamakta
sadece günlük bürokratik işlerle uğraşmaktadır.
Hatta bir müze müdürünün mevcut personelinin
yetersiz olduğu, bu nedenle kurtarma kazılarına dahi
yetişemedikleri geçtiğimiz aylarda ulusal basında
yer almıştır. Buna rağmen KPSS 2012 Haziran
atamasında 9 arkeolog alan Bakanlığın kadroları
artırmaya yönelik çaba harcamadığı açık ve net bir
şekilde görülmemektedir. Bu da yetmiyormuş gibi tüm
bölümlere uygulanan sözleşmeli personel alımı (4-B)
nedense arkeologlara uygulanmamaktadır. Bu durum ise
adaletsizliğin ve eşitsizliğin bir başka
göstergesidir.
Bizlerin Bakanlığa yönelik önerilerinden biri de;
ülkedeki arkeoloji bilincini arttırmak, bu ülkenin
sahip olduğu kültürel mirasını ve önemini gelecek
kuşaklara aktaracak olan çocuklarımıza kavratmak
için Milli Eğitim Bakanlığınca orta öğretim
müfredatına arkeoloji derslerinin konması ve bu
derslerin de konunun uzmanı arkeologlar tarafından
verilmesidir.
Ayrıca, Kültür ve Turizm Bakanlığına sunduğumuz
projelerden bir diğeri ise; müze ve koruma
kurullarına bağlı bölge kazı müdürlüklerinin
oluşturulmasıdır. Bu oluşum istihdam sorununa
alternatif çare olacağı gibi aynı zamanda müzelerin
çalışma yükünü hafifletecek hem de müze uzmanlarına
kendi alanlarına yönelik bilimsel çalışma yapma
fırsatı yaratacaktır.
Diğer önemli bir sorun ise, arkeologların kendi
alanı dışında yapılan KPSS sınavına tabi tutularak,
mesleki becerileri ve mesleklerine yönelik iş
deneyimleri göz önünde bulundurmadan sınav sonucuna
göre Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı “Koruma
Kurullarına” ve “Müzelere” yerleştirilmesidir. KPSS
atamalar neticesinde mesleki tecrübeden yoksun,
kağıt üzerinde diplomaları olan ancak Türkiye
arkeolojisine yeterli düzeyde katkı sunamayacak
kişiler ile arkeolojideki bilimsel çalışma kalitesi
de ne yazık ki düşmektedir.
YÖK’ün her yıl arkeolog kontenjanını artırması,
buna karşın devletin mevcut kültür politikasında
arkeolojiyi ve arkeologları %1’lik atama ile saf
dışı bırakması sonucunda, üniversitelere umutla
giren ancak mezun edildikten sonra adeta kaderine
terk edilen on binlerce genci ülkemizin tarihsel
geçmişiyle birlikte karanlığa mahkum etmektedir.
Bizler Arkeolog İstihdam Platformu olarak bir
yandan arkeolojiye gereken önemin verilmesi yönünde
çaba harcarken, diğer yandan arkeologların çalışması
zorunlu olan Kurumlarda arkeolog istihdamının
arttırılmasına yönelik gayret sarf etmekteyiz”
Arkeolog İstihdam Platformu, 25.07.2014
******
ARKEOLOJİ BÖLÜMÜ MEZUNLARI İSTİHDAM EDİLSİN
Arkeolog,
restoratör ve konservatör ihtiyacı bulunmasına
rağmen, Arkeoloji mezunlarının işsiz gezdiği
belirtilerek, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer ÇELİK’in
yanıtlaması istemiyle soru önergesi verildi.
Antalya milletvekili
Gürkut ACAR tarafından hazırlanan önergede, Binlerce
yıldır medeniyetlere ev sahipliği yapan Anadolunun
bütünüyle bir “açık hava müzesi” durumunda olduğu,
müzelerde sergilenen eserler kadar, depolarda ve yer
altında çıkarılmayı bekleyen tarihi eserler
bulunduğu, taş ocakları ve madencilik
faaliyetlerinin artmasıyla birlikte de çok sayıda
tarihi eser ve tarihi yapı ağır risk altında olduğu
vurgulandı.
Ancak eserlerin
korunması ve sergilenmesi için müzelerde yeterli
sayıda arkeolog, restoratör ve konservatör
bulunmadığı belirtilerek Kültür ve Turizm Bakanının
cevaplaması için şu sorulara yer verildi:
Bu kapsamda;
1- Müzelerin
arkeolog, restoratör ve konservatör kadrosu sayısı
nedir? Bu kadroların kaçı doludur? Son 10 yılda ve
yıllara göre, bu kadrolara kaç yeni atama
yapılmıştır?
2- Türkiye’deki
işsiz arkeolog sayısı nedir?
3- Son 10 yılda ve
yıllara göre kazılar ile kurtarma kazıları için ne
kadar ödenek kullanılmıştır?
4- Müze ve ören
yerlerinden son 10 yılda ve yıllara göre ne kadar
gelir elde edilmiştir?
5- Türkiye
genelinde hangi bölgelerde hangi tarihi yapı ve
eserler, madencilik faaliyetleri nedeniyle risk
altındadır? Bakanlığınız, bu risk altındaki yerler
için hangi çalışmaları yürütmektedir? Hangi
bölgelerde kurtarma kazıları yapılmıştır?
6- Türkiye’nin
tarihi yapıların korumasına dönük olarak daha fazla
arkeolog, restoratör ve konservatör gibi teknik
personelin görevlendirilmesi sağlanacak mıdır?
Tarihi eserler korumasız, arkeologlar işsiz kalmaya
devam mı edecektir?
memurunyeri.com, 25.07.2014
|
HACILAR BÜYÜK HÖYÜK KAZILARI BAŞLADI
Hacılar Büyük
Höyük’te 2014 Kazı döneminin başladığını belirten
Burdur Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Tanır;
kazıların insanlığın gelişim evrelerine ışık
tutacağını söyledi.
1957 yıllarında ilk defa James Mellart tarafından
yapılan 9000 yıllık geçmişe sahip Hacılar kazısı 50
yıl aradan sonra ilk kez 2011 yılında Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından başlatılmıştı. Burdur
Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından yürütülen
Hacılar Büyük Höyük 2014 kazısına Prof.Dr. Gülsüm
UMURTAK başkanlığında ilk kazma vuruldu.
Burdur Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Tanır;
insanlığın gelişim evrelerine ışık tutacak olan
kazılar hakkında şu açıklamalarda bulundu: “Geçen yıllarda yapılan kazılarda Tunç çağı
dönemine ait savunma duvarları, binaların
kalıntıları, dairesel yapılar, ticarette kullanılan
damga mühürler, iskeletler, günlük yaşamda
kullanılan eşyalar, toprak kaplar vb. ortaya
çıkarılmıştı. On iki kişilik bilim ekibiyle yabancı
bilim adamları da bu yıl kazılarda yer alacak. 20
Temmuz-20 Eylül tarihleri arasında planlana kazı
Bakanlık kazı temsilcisinin atanmasıyla bu günlerde
başladı.”
Hacılar Büyük Höyük Kazısının Batı Anadolu’nun en
önemli yerleşim yeri olduğuna dikkat çeken Tanır; şu
bilgileri aktardı: “2014 yılı kazılarında savunma sisteminin dışında
kalan açma sınırlarının düzgün bir hat halinde
düzenlenmesi planlanmaktadır. Binaların duvarlarının
onarımı ve kent dış çizgisinin ortaya çıkarılması
önemli çalışmalardan olacaktır. Bakanlığımızın
gönderdiği kazı ödenekleri ile kazılar hızla devam
edecektir. Bu yıl geçen yıla göre daha fazla ödenek
gönderildi.
Hacılar Büyük Höyük Kazısı Batı Anadolu’nun en
önemli yerleşim yeri olması nedeniyle insanlık
tarihinin bölgemizde tarihsel gelişimine ışık
tutması açısından ayrı önem taşımaktadır. Ayrıca
kazıda çalışan işçiler Hacılar, Döğer ve Karaçal
gibi yakın köylerden olduğu için sağladıkları iş
imkanlarından dolayı istihdama katkı vermektedir.”
Turizm Haberleri, 25.07.2014
|
'ÇİVİ BİLE ÇAKILAMAYAN' TARLABAŞI NASIL YIKILDI?

Tarlabaşı'nda 'çivi
bile çakılamayan' yüzlerce tarihi binanın yıkımı
için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı koruma
kurullarından nasıl izin alındığı ortaya çıktı. Eski
kurulun 2005'te koruma kararı verdiği binalara
"özellikleri olmadığı" gibi gerekçelerle yıkım onayı
verilmiş.
İstanbul ’un tarihi semtlerinden Beyoğlu
Tarlabaşı’nda tescilli ve koruma altında olduğu için
yıllarca ‘çivi bile çakılamayan’ tarihi binaların
yıkımı için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı
koruma kurullarından nasıl izin alındığı ortaya
çıktı.
Beyoğlu’ndan sorumlu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu, çoğu 1978’de tescil edilen
binaları bir envanter çalışması için 2005’te yeniden
değerlendirmiş ve tescillerinin devamına karar
vermişti. Beyoğlu Belediyesi, 2006’da Tarlabaşı’nı
‘Yenileme Kanunu’ adıyla anılan 5366 sayılı yasa
kapsamına alınca başvuruları değerlendirmesi için
‘Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu’ adıyla yeni bir kurul oluşturuldu.
20 BİNADAN 18’İ YIKILDI
Beyoğlu Belediyesi ve GAP İnşaat’ın proje alanında
kalan tarihi binaların tescillerinin düşürülmesi
için yaptığı başvuruları değerlendiren Yenileme
Kurulu, eski kurulun 2005’te korunması yönünde karar
verdiği birçok bina hakkında “özel bir yapı niteliği
taşımadığı ve özgün plan özelliğine sahip
olmadığı”gibi gerekçelerle yıkım izni verdi.
Çoğu binanın baştan aşağı yıkılmasına müsaade eden
kurul, az sayıda binanın da ön cephesinin askıya
alınarak korunmasını istedi. Örneğin Tarlabaşı
Caddesi üzerinde ‘360 Ofis’ adıyla satışa sunulan
360 No’lu adadaki 20 tescilli binadan ikisi dışında
hepsi yıkıldı. Geriye kalan iki tescilli binadan
birinin sadece cephesi korunacak. Buraya yer altında
beş, yer üstünde dokuz kat olmak üzere toplamda 14
katlı bir inşaat yapılacak.
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık
Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, projenin koruma ilkelerine
aykırı olduğunu savundu. Ahunbay, ‘’Bunlar koruma
mantığına ve ilkelerine uymayan müdahalelerdir.
Tarlabaşı, 19. yüzyılda gelişen kent dokusu, dönemin
mimari izlerini taşıyan dini ve
sivil yapıları ile tarihi ve estetik değer
taşıyan bir alandır. Dönemin yapım teknikleri,
üslupları ve cephe düzenlerinin belgeleri olan
yapılarıyla da yaşatılması önem taşımaktadır. Bu
yaşatma binaları iç mekan ve üçüncü boyutta da
korumayı gerektirir” diye konuştu.
KURUL TOPU ‘ÜÇLÜ HEYET’E ATTI
GAP İnşaat, Yenileme Kurulu’nun talebi üzerine
üniversitede görevli restoratör mimar, yapı
malzemesi ve statik uzmanlarından oluşan üç kişilik
bir heyete yıkılması istenen her binayla ilgili
rapor hazırlattı. Birkaç sene önce tescilinin
devamına karar verilen binalar hakkında “özel bir
yapı niteliği taşımadığı ve özgün bir plan
özelliğine sahip olmadığı” gibi tespitler yapan üçlü
heyetin raporları, kurulun yıkım izinlerine gerekçe
gösterildi. Kurul kararlarında, raporlardan birinin
Yıldız Teknik Üniversitesi’nin döner sermayesinden
çıktığı belirtilmiş.
Prof.Dr. Ahunbay, raporlar hakkında şöyle konuştu:
‘’Sanki korumaya değil, yıkıma zemin hazırlayan
uzman raporları üretilmiştir. Restorasyon harap olan
tarihi binayı onarmak, bozulmuş olan kısımlarını
olabildiğinde az müdahaleyle ayakta tutma çabasıdır.
Altına garaj vb. ekler sokulmak istenen tarihi
binaların yıkılmasını kolaylaştıracağı için
hazırlanan raporlar iç mekanları, kargir duvarları
gözardı etmiş gibi görünmektedir.”
ÖNCE SULUKULE, ŞİMDİ TARLABAŞI
1978’de
ünlü mimar Sedat Hakkı Eldem, sanat tarihçi
Semavi Eyice ve arkeolog Ekrem Akurgal gibi
uzmanların da imza attığı bir kararla
Tarlabaşı’ndaki yüzlerce bina tescil edilerek koruma
altına alındı. Beyoğlu Belediyesi’nin verilerine
göre proje alanındaki 269 binanın 188’i korunması
gerekli kültür varlığı olarak tescilli. Henüz
yıkılmayan binaların kaderini de Yenileme Kurulu
belirleyecek.
Meslek odaları tarafından yargıya taşınan ve çok
eleştirilen ‘Yenileme Kanunu’ gereğince oluşturulan
yenileme kurulları, Sulukule, Fener-Balat ve Emek
Sineması için de benzer tartışmalı kararlara imza
atmıştı. Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan,
daha önce Radikal’e verdiği bir röportajda ‘Yenileme
Kanunu’ hakkındaki eleştirilere cevaben
‘’Tarlabaşı’nda vatandaş bana gelip ‘Burayı
dönüştürelim’ deyince 5366 sayılı kanunu çıkartıp
tatbik etmiştim. Madde madde yazdık. 2863 Sayılı
Koruma Kanunu’nun devamıdır. Birbirleriyle çelişen
bir şey yok’’ demişti.
TARLABAŞI’NIN SIRA EVLERİ KAYBOLUYOR
İstanbul’un sıra evleri üzerine İstanbul Araştırma
Enstitüsü’yle bir araştırma yapan İTÜ Mimarlık
Fakültesi’nden Prof.Dr. Afife Batur da Tarlabaşı
projesini “kötü bir uygulama” olarak değerlendirdi.
Batur, ‘’ Bu yıkımla Osmanlı modernleşmesinin izleri
siliniyor. Tarlabaşı’nın sıra evlerinin İstanbul’un
kentleşme programının en önemli ögeleri olarak
korunması gereklidir. Bir binayı model olarak
bırakıp gerisini yıkmak olmaz, kent konutu toplu
olarak varolursa anlaşılır” diye konuştu.
Radikal, Haber: Elif İnce, 25.07.2014
|
DEFİNE AVCILARI TARİHİ ALANLARI TALAN ETTİ
Gercüş İlçesi Kırkat Köyü mıntıkasında tarihi
alanda defina arayan kişiler, Jandarma tarafından
yakalandı. Define bulmayan ve tarihi alanlara zarar
veren kişiler, gözaltına alındı. Jandarma, kaçak
defineciler ile ilgili yaptığı açıklamada “İl
Jandarma Komutanlığı unsurlarınca Gercüş ilçesi
Kırkat köyü Kole mevkiinde eski yerleşim alanı
içerisinde Kültür ve Tabiat Varlığı bulmak amacıyla
iş makinesi ile izinsiz kazı yapıldığı bilgileri
elde edilmiştir. Adli Makamlara bilgi verilerek
olaya müdahale edilmiş olup, şüpheli S.G. isimli
şahıs tarihi eser bulmak amacıyla iş makinesi ile
izinsiz kazı yaparken yakalanmıştır. Şüpheli şahsın
6 metre derinliğinde kazı yaptığı ve her hangi bir
tarihi eser bulamadığı tespit edilmiştir. Olayda
kullanılan iş makinesi muhafaza altına alınmış olup,
şüpheli S.G. isimli şahıs salıverilmiştir” denildi.
Batman Gazetesi, 16.07.2014
|
|
HASANKEYF GÜN SAYIYOR

Dicle nehri üzerine kurulan Ilısu Barajı antik
bir kentin sonu olacak. Almanya’nın meşhur basın
yayın organı Deutsche Welle, Hasankeyf’i yazdı.
Hasankeyf yaklaşık bir yıl sonra sular altına
gömülecek. Burada her taştan tarih akıyor. Arkeolog
Necdet Talayhan Dicle Nehri'ndeki tüm kazılarda yer
aldı. Tüm bu tarihi eserlerin yakında sular altında
kalacak olmasını kavramakta zorlanıyor. "Dicle
nehrine bakalım. Nehrin sol tarafındaki Saray
kalıntısının odaları var. Yine medrese kalıntısıyla
yan yanayız. Roma Duvarı'na doğru gidiyoruz. Dicle
nehrini göreceğiz. Çoğunun alt kısmında Roma
dönemine ait mezarları olan iki tane büyük yapının
içinde kilise olan mekanlarımız var. Dedelerinin
kültürlerinin yok oluşunu görüyor. Bu da insanın
geçmişle bütün bağının kopması anlamına geliyor ve
bir gelecek göremiyor."
KİREÇTAŞINDAN EVLER
Binlerce
yıl insanlar, Dicle'nin tepelerindeki kireçtaşı
evlerinde yaşadılar. Hasankeyf sakinleri
günümüzdeyse daha alçaktaki beton binalarda yaşıyor.
Ve yakında buralarda yaşamak zorunda kalacaklar;
bölgenin dışındaki apartmanlarda... Hasankeyf'in
yaklaşık bir yıl içinde sular altında kalacağı
tahmin ediliyor. Devasa bir baraj gölü vadiyi sular
altına gömecek... Hükümet, barajla Hasankeyf'in
yaşam standardını artırmayı vaat ediyor. Özellikle
de çocuklar için daha iyi bir gelecek sağlayacağı
belirtiliyor. Yerel yöneticiler ülkenin doğusunun
acilen enerjiye ihtiyacı olduğunu söylüyor...
Hasankeyf kaymakamı Temel Ayça, bölgede balıkçılığı
geliştireceklerini ayrıca tekne turlarıyla turizmin
canlandırılmasının planlandığını kaydediyor.
Hükümet, 13. yüzyıldan kalma bu cami gibi birçok
turistik yeri ise öncesinde bir sergi alanına
nakletmeyi planlıyor. Arkeolog Necdet Talayhan için
bu çok saçma; "Hem doğunun hem batının çok güzel
yansıtıldığı bir süsleme tekniği. Türkiye'de başka
bir camide daha var. Maalesef burası su altında
kaldığı zaman bu güzel süsleme de yok oluyor."
Hasankeyf'in pek yakında artık var olmayacağının
bilinmesinden bu yana kente daha fazla turist
geliyor. Bu da sadece hayvancılıkla geçinen yerliler
için ek gelir anlamına geliyor... Fırıncı Mevlüt
Güzel de hafta sonları gelen ziyaretçiler nedeniyle
iki kat fazla ekmek pişiriyor. Ancak bu onu memnun
etmiyor. Çünkü sular gelince sadece evinden değil,
fırınından olacağını da biliyor... "Bu toprağa
alışmışız. Buradan büyük şehirlere yerleşirsek
kaybolup gideriz. Biz alışkın değiliz." 100
kilometre uzaklıktaki baraj inşaatında hummalı bir
çalışma sürüyor. Yarıdan fazlası tamamlanmış
durumda. Ülke içi ve dışında proje protesto
ediliyor. Almanya'nın da bulunduğu yatırımcılar,
geri çekildiler. Hükümet ise projeyi tek başına
bitirmeye kararlı. Bölgede herkes baraja karşı
değil. Kent sakinleri bölünmüş durumda. Kimileri
protestolara destek verirken, kimileri hükümetin
daha fazla refah ve istihdam sözüne bel bağlamış
durumda. Projeyi eleştirenler, farklı bölgelerdeki
kireç taşı mağaralarının turistlere kiralandığını
ancak Hasankeyf'te ise sular altına gömüleceklerini
söylüyor. Mağarada yaşayan son kişiler de yazdan
sonra taşınmak zorunda...
Batman Gazetesi, 06.07.2014
******
HASANKEYF'İN NE KADAR ÖMRÜ KALDI?
Dicle Nehri üzerinde 8 yıl önce yapımına başlanan
Ilısu Barajı ve Hes'te fiziki gerçekleşmenin yüzde
72'ye ulaştığı bildirildi. 1 yıl sonra su
tutacakolan barajın, 1 yılda dolması halinde
Antikkentin en fazla 2 yıl ömrünün kaldığı
belirtildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından
2006'da temeli atılan ve gövde hacmi bakımdan
Atatürk Barajı'ndan sonra ikinci sırada yer alacak
Ilısu Barajı'nın yapımı tüm hızıyla devam ediyor.
TÜRKİYE’NİN 4. BÜYÜK BARAJI OLACAK
Türkiye'nin
hidroelektrik üretiminin yüzde 10'unu sağlayacak,
yılda 920 milyon lira değerinde 4 milyar 120 milyon
kilovatsaat enerji üretecek, gövde dolgusu yüzde
93'e ulaşan Ilısu Barajı üreteceği enerji bakımından
Atatürk, Karakaya ve Keban Barajlarından sonra
dördüncü büyük baraj olacak. DSİ 16. Bölge Müdürü
Mahmut Dündar, baraj yapımının hızla sürdüğünü
belirterek, bu kapsamda Ilısu Barajı ve HES
inşaatında büyük ilerleme sağlandığını söyledi.
Dündar, "Fiziki gerçekleşme yüzde 72, gövde dolgusu
ise yüzde 93 oranında tamamlandı" dedi.
ILISU
BARAJINDAN YILLIK 920 MİLYON TL GELİR ELDE EDİLECEK
"Ilısu Barajı 2015 yılı sonunda su tutmaya
başlayacak" ifadesini kullanan Dündar, şöyle
konuştu: "Mardin ve Şırnak arasında sınır teşkil
eden Dicle Nehri üzerinde yapılan barajın temelden
yüksekliği 135 metre ve yaklaşık 11 milyar metreküp
rezervuar hacmi olacak. Türkiye'nin hidroelektrik
üretiminin yüzde 10'unu sağlayacak barajın kurulu
gücü bin 200 megavat olacak ve yılda 4 milyar 120
milyon kilovatsaat enerji üretecek. Bu enerji
üretiminden dolayı ekonomiye yıllık katkısı ise 920
milyon lira olacak."
SU ALTINDA KALACAK ESERLER
TAŞINIYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle
hayata geçirilen, "Müzepark ve Bahçe Teşhir Alanları
Projesi" ile Ilısu Barajı nedeniyle su altında
kalmadan önce kazılarda çıkarılan eserler Batman ve
Hasankeyf'teki müzelerde sergilenecek. Batman Müzesi
Müdürü Tenzile Uysal, 3 ay sonra tamamlanacak
Müzepark'ta Hasankeyf'ten gelecek eserlerin de
sergileneceğini dile getirerek, tarihi eserlerin bir
kısmının Batman Müze Müdürlüğü bahçesinde kurulacak
Müzepark'a taşınmaya başladığını belirtti. Uysal,
Hasankeyf'ten çıkarılacak eserlerin büyük bölümünün
ise Hasankeyf yeni yerleşim bölgesinde DSİ
tarafından finanse edilecek TOKİ tarafından yapımı
süren müzede sergileneceğini sözlerine ekledi.
Batman Gazetesi, 22.07.2014
|
13 - 26 Temmuz 2014
|
KLAUS SCHMIDT HAYATINI KAYBETTİ

Dünyanın ilk mabedi olan Göbeklitepe'nin Kazı Başkanı Prof.Dr. Klaus Schmidt, hayatını kaybetti. 61 yaşındaki Alman Arkeolog Schmidt’in kalp krizinden dolayı hayatını kaybettiği öğrenildi.
Klaus Schmidt kimdir?
Alman
arkeoloji profesörü Klaus Schmidt 11 Aralık 1953'da
Feuchtwangen'da doğdu. Prehistorya ,Yakın
Tarih,Klasik Arkeoloji ve Jeoloji bölümlerini okuyan
Schmidt, Heidelberg Üniversitesi ve Erlangen
Üniversitesi'nde öğrenim gördü.
1978 yılında
Türkiye'ye gelen Schmidt Şanlıurfa Göbeklitepe'de
kazı çalışmalarına başladı.Şanlıurfa Müzesi
başkanlığında ve Klaus Schmidt bilimsel
danışmanlığında kazılar başlamıştır. 2007 yılından
itibaren ise kazı çalışmaları Bakanlar Kurulu
kararlı kazı statüsüyle ve yine Alman Arkeoloji
Enstitüsü'nden Prof.Dr. Klaus Schmidt'in
başkanlığında devam ettirilmiştir. Projeye Alman
Heidelberg Üniversitesi Tarihöncesi Enstitüsü de
katılmıştır. Yıllarca sürdürülen ayrıntılı kazı
çalışmaları, Neolitik Devrim'i ve hazırlayan
koşulları yeniden yazmayı sağlayacak güvenilir
bilimsel sonuçlar sağlamıştır.
Urfa Star, 21.07.2014
******
GÖBEKLİTEPE İÇİN
BÜYÜK KAYIP
İnsanlığın bilinen tarihini değiştiren
Göbeklitepe’yi gün ışığına çıkaran isimlerden kazı
başkanı Klaus Schmidt hayatını kaybetti. Bölgedeki
kazılar bu yıl yapılmayacak.

Dünyanın ilk mabedi olarak kabul edilen 12 bin
yıllık Göbeklitepe'nin kazı başkanı Prof.Dr. Klaus
Schmidt, hayatını kaybetti. 61 yaşındaki Alman
arkeoloğun havuzda yüzerken kalp krizi geçirerek
hayatını kaybettiği öğrenildi. Göbeklitepe’nin
dünyanın ilk yerleşim yerlerinden biri olduğunu
ortaya koyan ve bölge hakkında eserler kaleme alan
Schmidt’in Almanya’da hayatını kaybettiği
bildirildi.
İLK BULUŞMA 1978'DE
Klaus Schmidt her yıl ilk ve sonbahar alarında
Şanlıurfa’ya gelerek bir aylık kazılarını
sürdürüyordu. Göbeklitepe'de kazıların bu yıl
yapılamayacağı öğrenildi. Schmidt 11 Aralık 1953'da
Feuchtwangen'da doğdu. Prehistorya,Yakın Tarih,
Klasik Arkeoloji ve Jeoloji bölümlerini okuyan
arkeolog, Heidelberg Üniversitesi ve Erlangen
Üniversitesi'nde öğrenim gördü. Hz. Adem ile Hz.
Havva'nın yaşadığı yer olarak gündeme gelen
Göbeklitepe'de, 1995 yılında Alman Arkeoloji
Enstitüsü'nden (DAI) Prof.Dr. Schmidt başkanlığında
kazılara başlandı.
TÜM DÜNYAYA TANITTI
Şanlıurfa'ya 18 kilometre uzaklıktaki Örencik Köyü
yakınlarındaki Göbeklitepe'de yapılan çalışmalarda,
üzerinde hayvan ve insan figürlerinin bulunduğu 'T'
biçimli dikili taşların yanı sıra çapları 15 metreye
varan daire ve dikdörtgen biçimli tapınak
kalıntıları bulundu. Göbeklitepe'nin keşfi ve
dünyanın en eski tapınağı olduğunun anlatılması
noktasında uluslararası çalışmalarında kent
turizmine katkıda bulunan ve yılda 2 kez yapılan
kazı çalışmalarına başkanlık eden 61 yaşındaki
Schmidt'in ölümü, Türk eşi Çiğdem Schmidt ile
sevenlerini yasa boğdu.
2007'DEN BERİ ONA EMANETTİ
Kazı çalışmaları 1995’te Şanlıurfa Müzesi
başkanlığında ve İstanbul Alman Arkeoloji
Enstitüsü’nden (DAI) Harald Hauptmann bilimsel
danışmanlığında yapılan yüzey araştırmasından sonra
başladı. Hemen ertesinde yine Şanlıurfa Müzesi
başkanlığında ve Klaus Schmidt bilimsel
danışmanlığında kazılar yeniden yönlendirildi.
2007'den itibaren kazı çalışmaları Bakanlar Kurulu
kararlı kazı statüsüyle ve yine Alman Arkeoloji
Enstitüsü'nden Schmidt'in başkanlığında devam
ettiriliyordu.
Akşam, 22.07.2014
******
GÖBEKLİTEPE'NİN
KADERİNİ ÇİZMİŞTİ

Urfa’da Örencik Köyü
yakınındaki Neolitik Dönem’e ait 11 bin 500 yıllık
geçmişe sahip olan ve dünyanın en eski tapınağı
olarak bilinen Göbeklitepe’nin 1995 yılından bu yana
kazı başkanlığını yapan Alman
arkeoloji
Enstitüsü’nden (DAI) Prof.Dr. Klaus Schmidt, 61
yaşında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti.
Prof.Dr. Klaus Schmidt’in ölümü, Türk eşi Çiğdem
Schmidt ile yakınlarını yasa boğdu. Öğrencilik
yıllarından itibaren
Almanya,
Yunanistan,
Mısır, Suudi
arabistan ve
Ürdün’de çeşitli
arkeoloji projelerinde yer alan Klaus Schmidt,
Türkiye’deki çalışmalarına 1978 ve 1979 yılında
Elazığ Müzesi’nde
Norşuntepe kazısıyla başlamıştı. 1980 yılında Lidar
Höyük kazısına, 1983-1991 yılları arasında Nevalı
Cori kazısına katılmış, 1992-1994 yıllarında Nevalı
Cori buluntuları üzerine çalışmalarını Urfa’da
gerçekleştirmişti.
Göbeklitepe’yi bugünkü önemine kavuşturan ve
kaderini değiştiren ilk kazılar da 1995’te Schmidt
başkanlığında başlatılmıştı. Göbeklitepe’de yapılan
kazılarda, üzerinde hayvan ve insan figürlerinin yer
aldığı ‘T’ biçimli dikili taşların yanı sıra çapları
15 metreye varan daire ve dikdörtgen biçimli tapınak
kalıntıları bulunmuştu. Schmidt, bu keşifle,
şehirleşmeden önce tapınakların var olduğu tezini
yaratmıştı.
Schmidt’e göre, Göbeklitepe Bölgesi,
Mezopotamya’daki ilk şehirlerden 5 bin 500 yıl,
İngiltere’deki ünlü
Stonehenge’den de 7 bin yıl daha yaşlıydı. Alman
arkeolog, bu tezle
hem kendi hayatının hem de bilim tarihinin
değiştiğini ifade etmişti.
Urfa halkıyla da
yakındı
2011’de kendisiyle yaptığım röportajda “Buranın
önemi, insanların ilk defa doğaya hükmetmelerinden
çok daha önce inanç sahibi olduklarını görebilmemiz.
Bilinen dinlere benzemiyor, yazı olmadığı için
yazılı kaynak da yok. Dünya tarihinde bir anahtar
nokta olan Göbeklitepe sayesinde anlıyoruz ki
medeniyete geçişin bir şekli de inançla olmuş” diyen
arkeolog, hedeflerinin 20 yıl içinde en az zararla
en fazla bilgiyi toplamak olduğunu belirtmişti.
Kazı süresinde Urfa halkıyla da yakın ilişkiler
kuran Klaus Schmidt, “Göbeklitepe, Urfa’da günlük
yaşamın ve ekonomik hayatın bir parçası haline
geldi. Bir yandan da artık insanlar çok şey öğrendi.
Neredeyse bizimle çalışanların birer arkeolog
olduğunu söyleyebilirim” demişti.
Bakan Çelik: Gelecek
kuşaklara yol gösterdi
Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik,
Prof.Dr. Klaus Schmidt’in vefatı üzerine yaptığı
açıklamada ”Şanlıurfa Göbeklitepe Ören Yeri’nde 1995
yılından bu yana Bakanlığımız ve Alman Arkeoloji
Enstitüsü adına kazı çalışmalarını yürüten Prof.Dr.
Klaus Schmidt’in ani ve beklenmedik vefatını büyük
bir üzüntü ile öğrenmiş bulunuyorum. Prof.Dr. Klaus
Schmidt’in yakınlarına ve tümm bilim camiasına
başsağlıgı dilerim. Bilimsel kazı ve
araştırmalarıyla, ülkemiz ve dünya arkeolojisine
büyük katkılar sağlayan, üretkenliği ile gelecek
kuşaklara yol gösteren, kültür ve bilim hayatımızda
iz bırakan Prof.Dr. Klaus Schmidt’in ülkemizde
yapmış olduğu bilimsel çalışmalar daima takdirle
anılacaktır ”ifadelerini kullandı.
Milliyet, Haber: Fisun
Yalçınkaya, 22.07.2014
******
GÖBEKLİ TEPE, SCHMIDT'TEN SONRA SAHİPSİZ KALMASIN
Türkiye dostu İngiliz yazar-araştırmacı Andrew
Mango’dan sonra Göbekli Tepe’de kazı çalışmalarını
sürdüren Alman arkeolog Profesör Klaus Schmidt’i
kaybettik.
1995 yılından beri Göbekli Tepe’yi kazmakta olan
Schmidt, Urfa Müze Müdürü Müslüm Ercan’dan dün
öğrendiğime göre Almanya’da geçirdiği kalp krizi
sonucu hayatını kaybetmiş.
Göbekli Tepe ilk bundan altı yıl önce yani 2008
yılında tanışmıştım.
Garanti Anadolu Sohbetleri nedeniyle gittiğimiz
Urfa’da, müzede insan boyunda, gözlerine “obsidyen”
parçaları yerleştirilmiş 11 bin 500 yıllık heykeli
görünce nutkum tutulmuştu.
Dünyanın en eski heykeli karşımızdaydı.
O günden sonra Klaus Schmidt’in çalışmalarını hep
izledim.
Göbekli Tepe’den “tarihi yazan şehir” diye söz eden
Schmidt, Urfa’ya 15 kilometre mesafede Örencik Köyü
yakınlarındaki 12 bin yıllık yerleşim merkezini
ortaya çıkartırken az engelle karşılaşmamıştı.
Almanya’dan tarihi eserlerin iadesini isteyen Kültür
Bakanı Ertuğrul Günay döneminde Göbekli Tepe’nin
kazı izni bir araya tehlikeye girmişti.
Zira Günay, Almanya’dan talep edilen eserler iade
edilmediği takdirde Türkiye’de Alman arkeologlar
tarafından sürdürülen kazı izinlerinin iptal
edilmesini gündeme getirmişti.
Sadece bir tek bekçiyle korunmakta olan Göbekli
Tepe’den dört yıl kadar önce bir heykel çalındığında
fatura Profesör Schmidt’e çıkartılmıştı.
Kazı başkanı olarak Schmidt, çalınan heykel için
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na 150 bin lira ödemek
zorunda kalmıştı.
Eşi Doç.Dr. Çiğdem Schmidt’in de dahil olduğu ekibi
ve Urfa Müzesi’nin işbirliğiyle kazılarını sürdüren
Schmidt’in Göbekli Tepe ve dolayısıyla Urfa’nın
tanıtımında payı büyük.
Schmidt, kazı ve akademik çalışmalarından artan
zamanını Göbekli Tepe’nin önemini anlattığı
uluslararası konferanslara ayırmıştı.
Göbekli Tepe’yi birkaç ay önce ziyaret eden Serhan
Yedig’in yazısından öğrendiğime göre, kazı alanının
yıllık 500 bin euroluk bütçesinin büyük bölümünü
Alman Araştırma Vakfı karşılıyor.
Avrupa Birliği de kazı alanını koruyacak çatının
inşası için 2,5 milyon euro vermeyi taahhüt etmiş.
Yine Yedig’in yazısında, Amerikan Global Heritage
Vakfı, John Templeton Vakfı ve Koç Holding’in
desteğiyle kazı alanına kameraların yerleştirildiği
belirtiliyor.
Hırsızlıklara karşı aslında devletin önlem alması
gerekirken bu işi sponsorlar üstleniyor.
İyi ki varlar.
Urfa Müzesi Müdürü Müslüm Ercan dünkü konuşmamızda,
Göbekli Tepe kazılarının eylül-ekim aylarında
yeniden başlatmayı planlamış olduklarını söylüyor.
Kazılar devam eder mi? Schmidt’ten sonra kazıları
kim sürdürecek?
Bunlar cevap bekleyen sorular.
Göbekli Tepe’nin dünya kamuoyunun ilgisinin yoğun
bir şekilde sürdüğü bir sırada belirsizliklere
gündemden düşmeyeceğini umut ediyorum.
Yazık ki, Profesör Klaus Schmidt, gün ışığına yeni
çıkartılan Göbekli Tepe buluntularının da
barındıracak olan yeni Urfa Müzesi’nin önümüzdeki
aylar için planlanmış açılışında olamayacak.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, ömrünün 20 yılını
Göbekli Tepe kazılarına vermiş bu değerli bilim
insanının anısına güzel bir şeyler yapmasını
bekliyoruz.
Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor,
22.07.2014
******
TARİHİ DEĞİŞTİREN
ARKEOLOG
Göbeklitepe’nin şifresini çözen Klaus Schmidt
öldü.
Göbeklitepe kazılarının yapılmadığını
ve tarihin en önemli
buluntularının gün
ışığına çıkmadığını bir an için
düşünelim… Birisi çıkıp
10-30 metre
çaplarındaki, 20 kadar çukurda, insanı
betimleyen, yükseklikleri
2-6 m. arasında
değişen “T”
biçimli dikilitaşların olduğunu
söyleseydi... Bu sütunların
40-60 ton ağırlıklara
ulaştığını ekleseydi... Dikilitaşların üzerine
20’ye yakın türde hayvan
kabartmasının
yontulduğunu da anlatsaydı...
Anlatıcı bunları
madeni, çanak çömleği, tarımı, hayvanları
evcilleştirmeyi bilmeyen
insanoğlunun dinsel
inançlarını yansıtan, sanatsal yapıtlar olduğunu
da söyleseydi... Herhalde
dinleyenler bunu bir “kurgu roman”
olarak algılardı.
Anlatıcı, dinleyicilerini
Şanlıurfa’da Harran
Ovası’na tepeden bakan bir yere götürüp tek
başına yükselmiş bir karadut
ağacını gösterdikten
sonra, anlattıklarımın hepsi bu ağacın altında
deseydi, herhalde gülüp
geçilirdi.
Anlatıcı, karadut ağacının
çevre halkının
“dilek ağacı”
olduğunu ve yanındaki yatırı gösterip işte
bu
“dinsel ziyaret”
alanı, anlattıklarının burada
filizleneceğinin işareti
olduğunu söyleseydi…
Dinleyenler bir ikilem içinde kalabilirler
miydi?
Dilek ağacının altındaki
tapınak
1970’lerin sonunda
yöreden bir köylü müzeye
bir heykel teslim etti.
Heykel çok ilkel olduğu
için müze yetkililerince
ciddiye alınmadı, depoda
bir köşeye atıldı. Aradan
yıllar geçti. Depodaki
heykel Şanlıurfa’da çeşitli
kazılar yapan Türk ve
yabancı arkeologların dikkatini çekti.
Bunlardan biri de Elazığ’da
baraj suları altında
kalan ve dünyanın en eski insan yerleşmelerinden
biri olan Norşun Tepe
kazılarında bulunan
yapıtlar üzerine doçentlik tezini hazırlayan
Alman arkeolog
Klaus Schmidt
idi. Bu arada
Şanlıurfa’nın Hilvan İlçesi'ndeki bir başka eski
yerleşmelerden Nevali Çori
kazılarına katılmıştı.
Dolayısıyla insanoğlunun
mağaralardaki
“avcı ve toplayıcı”
konumu olan
“paleolitik
(yontma taş)”
döneminden çıkıp
“tarım yapan”
ve “hayvanları
evcileştiren” insanın
“neolitik
(cilalı taş)”
yerleşik düzene geçişini yakından
gözlemlemişti.
1995 yılına gelindiğinde
Schmidt’in bilimsel
danışmanlığında, müze müdürlüğünün
başkanlığında
“dilek ağacının”
bulunduğu
Göbeklitepe’de yüzey araştırmalarına başlandı.
Yüzeyde pek çok insanoğlunun
ilk araçları olan
taştan yonga ve delgi parçaları araştırmacılara
doğru iz üzerinde olduğunu
gösterdi.
Ertesi yıl yüzey araştırmalarının sonuçları
doğrultusunda Alman
Arkeoloji Enstitüsü’nün
şemsiyesi altında, müzeyle
ortak kazılara geçildi.
Anlatıcının
“bilimkurgusu”nun
artık bir kehanet
olmadığı kazılarla gerçekleşmeye başladı.
Schmidt 2007’de Bakanlar
Kurulu kararı ile
Göbeklitepe kazısının başkanı olarak
çalışmalarını yoğunlaştırdı.
Bu konuda kendisine
en büyük yardımı arkeolog olan eşi
Çiğdem
Köksal
verdi.
Dünyanın yedi harikasından biri olan
piramitlerden binlerce yıl,
İngiltere’nin ünlü
Stonehenge adlı dikilitaşlarından da 7 bin yıl
daha eski olan, bazıları
oval, bazıları dikdörtgen
biçimli alanlarda tapınaklar
olduğu saptandı.
Schmidt, şimdiye değin dünyada insanoğlunun
yaptığı en eski
tapınaklardan 20 kadarından
altısını kazabildi.
“T”
biçimli ve 2-6 metre yüksekliğindeki
kireçtaşından yapılma bu
dikili taşlarda
“T”nin üstünün
insanın kafasını; yanlardaki el ve kol
kabartmalarından dolayı da
altının gövdeyi
simgeledikleri anlaşıldı. Bu ağırlıktaki
taşların buraya nasıl
getirildiği sorusuna ise henüz yanıt
bulunabilmiş değil.
Dikili taşların üzerinde
aslan, boğa, yaban
domuzu, tilki, yılan, yaban ördekleri ve akbaba
gibi kabartmalar tapınağı
farklı bir gizem
katıyordu. Memeli hayvanların tümü erkekti,
dişilere yer verilmemişti.
Ancak bir taşta bir
çıplak kadın görüldü.
Şimdiye değin 100 bini aşkın
hayvan kemiği
bulundu. Bunların genellikle dinsel törenlerde
kurban edildiği ve ayrıca
tapınak yapımında
çalışanlarca yenildiği düşünülüyor. Schmidt,
hayvan kabartmalarının
“insanların
günlük yaşantılarında
önemli rol oynamış olmalarının
gerekmediği,
yapılma amacının mitolojik bir
ifadeye
dayandığı” yorumunu yapmıştı.
Göbeklitepe yakınlarında bir
yerleşme yoktu. Bu
tapınakları yapanların
“avcı ve
toplayıcı”
gezgin insanlarca yapıldığı belirlendi. Dinsel
alanların biçimlenmesi,
mimarisi, sanatı ile
insanoğlunun yerleşik düzene geçişindeki ara
dönemi anlaşılmasına
yardımcı oluyor.
“Yontma taş” ve
“cilalı taş”
arasında
“epipaleoltik (orta
taş çağı)”
denilen bir geçiş evresi yaşanmıştı.
Şu ana kadar yaklaşık yüzde
beşi kazıldığı
söylenen Göbeklitepe’deki buluntuların dört
tabakadan oluştuğu gözlendi.
En üstteki tabaka İÖ
9 binli yıllara giderken en alttaki tabakanın
bin yıl daha eski olduğu
belirlendi. Bir anlamda
bugün nasıl
“Ziyaret Tepe’de
dilek ağacı”
kutsallığın işareti ise insanoğlu da burayı,
birkaç binyıl boyunca
kutsal alan olarak kullanmış,
tapınaklar eklemişti.
150 bin lira para
cezası ödedi
Schmidt’i son dört yılda iki olay çok
üzmüştü. Birincisi
2010 yılındaki kazıda 40-50 cm.
yüksekliğinde bir insan başı
ve üzerinde bir
yırtıcı hayvan (kartal olabilir) bulunan 11 bin
yıllık bir yapıta ulaştılar.
Heykelin tümünü
bulmak ve ortamını algılamak için kazıyı ertesi
güne bıraktılar. Ancak ne
var ki ertesi günü
geldiklerinde heykel çalınmıştı!
Durum jandarmaya ve valiliğe bildirildi.
Soruşturmadan sonra bazı
işçiler gözaltına alındı.
Olayın kazı alanında çalışan
işçiler arasındaki
husumetten kaynaklandığı ve orada çalışanlar
aleyhine çalışmayanların bir
düzenlemesi olduğu
belirlendi.
Heykel bugüne değin
bulunamadı. O yıl
kazıya ara verildi. Kültür Bakanlığı sorumluluğu
Schmidt’e yükledi.
Sonrasında Schmidt,
Bakanlığa 150 bin lira para cezası ödedi. Kazıya
bir süre ara verildi. Bu
arada Schmidt’in ne denli
üzüldüğünü yakından
biliyorum.
İkincisi ise bu yılbaşında
bir TV sunucusu
hanımın Göbeklitepe’yi tanıtacağı savı ile
ortaya çıkıp, kazı
heyetini dışlamasıydı. Sonuçta sunucu
hanım, dediğini değil de
demediğini yaparak bir
fotoğraf sergisi ile
yetinmek zorunda kaldı.
Dünya için büyük kayıp
Klaus Schmidt’in (61)
ölümü yalnızca arkeoloji
dünyası için değil,
Göbeklitepe için de büyük
bir kayıptır. Kültür
Bakanlığı Göbeklitepe’yi
öksüz bırakmamak için en
azından Schmidt kadar
alçakgönüllü, çeşitli dillerde kitaplar,
makaleler yazabilecek
ve TV belgesellerini de başarabilecek
birisini kolay kolay
bulamayacaktır. Unutmayalım
ki en azından daha 14 alan
kazılmayı ve gün
ışığına çıkarılmayı bekliyor!
Göbeklitepe yüzey
araştırmalarının sonuçları doğrultusunda Alman
Arkeoloji Enstitüsü’nün şemsiyesi altında,
müzeyle ortak kazılara geçildi. Anlatıcının
“bilimkurgusu”nun artık bir kehanet olmadığı
kazılarla gerçekleşmeye başladı. Schmidt 2007’de
Bakanlar Kurulu kararı ile Göbeklitepe kazısının
başkanı olarak çalışmalarını yoğunlaştırdı. Bu
konuda kendisine en büyük yardımı arkeolog olan
eşi Çiğdem Köksal verdi. Dünyanın yedi
harikasından biri olan piramitlerden binlerce
yıl, İngiltere’nin ünlü Stonehenge adlı
dikilitaşlarından da 7 bin yıl daha eski olan,
bazıları oval, bazıları dikdörtgen biçimli
alanlarda tapınaklar olduğu saptandı. Schmidt,
şimdiye değin dünyada insanoğlunun yaptığı en
eski tapınaklardan 20 kadarından altısını
kazabildi.
Cumhuriyet, Yazı: Özgen
Acar, 23.07.2014
******
YAŞASAYDI DÜNYAYI
DAHA DA ŞAŞIRTACAKTI
Prof. Klaus
Schmidt’i son olarak, bu yılın mart ayı başında
Berlin Büyükelçiliği’nde gördüm. Kendisiyle
ayaküstü sohbet ettim. Göbeklitepe’nin tılsımını
sordum... Bakın bana nasıl bir yanıt verdi....
Alman arkeolog Prof.
Klaus Schmidt, Şanlıurfa'daki dünyanın en eski
tapınağı 11 bin 500 yıllık tarihe sahip
Göbeklitepe'yi ortaya çıkardığında, tüm dünya
“Tarih yeniden yazılmalı” dedi. “Göbeklitepe,
Adem ile Havva'nın yaşadığı yer. Tarihin sıfır
noktası, tarih Göbeklitepe'yle başlıyor”
denildi.
Schmidt, özdeşleştiği Göbeklitepe'de 1995’ten
beri kazı başkanlığını yürütüyordu. Yaz tatili
için eşi Çiğdem'le birlikte Almanya'nın Usedom
Adası'na gittiler. Pazar günü öğleden sonra
Baltık Denizi’nin sularında yüzüyordu. Kıyıdan
biraz açıldıktan sonra birden geri dönmeye
başladı. Ancak kıyıya ulaşamadan, eşi Çiğdem'in
gözü önünde suda kayboldu. Yardım çağrıları
üzerine gelen yüzücüler, Schmidt'i suda cansız
buldu. Yeniden canlandırılması için yapılan kalp
masajı da yetmedi.
ELÇİLİKTE
GÖRÜŞTÜK
Prof. Klaus Schmidt'i son olarak, bu
yılın mart ayı başında Berlin Büyükelçiliği'nde
gördüm. Berlin Turizm Fuarı vesilesiyle
büyükelçilikte Göbeklitepe sempozyumu
düzenlenmişti. Almanya'nın en yıldız
arkeologları oradaydı... Prof. Schmidt, Alman
Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Prof. Frederike
Fless, Göbeklitepe'nin öncüsü Nevali Çori
kazılarını yöneten Prof. Harald Hauptmann,
Latmos'ta kaya resimlerini çıkaran Annellese
Peschlow...
Schmidt'le ayaküstü sohbet ettim.
Göbeklitepe'nin tılsımını sordum. “Nedir dünyayı
bu kadar büyüleyen Göbeklitepe?” dedim. Bana,
ihtirasla Göbeklitepe'nin sırrını anlatırken,
şunları söyledi: “Şimdiye kadar bulduklarımız
daha buzdağının görünen bir ucu. Biraz daha
bekleyin. Biz daha işin başındayız. Dünyayı
hayrete düşürecek daha çok eser çıkaracağız...”
Bunları 5 ay önce söylerken çok iddialıydı. Ama
şimdi ani ölümüyle dünyayı hayrete düşürdü.
Türkiye Prof. Klaus Schmidt'le dünyadaki önemli
bir elçisini yitirdi. Başkent Berlin'deki Alman
Arkeoloji Enstitüsü şokta.
Güle güle Göbeklitepe’nin kaşifi...
Hürriyet, Yazı: Celal
Özcan, 23.07.2014
|
ULYA VOGT-GÖKNİL
HAYATINI KAYBETTİ
Mimar ve sanat tarihçisi
Ulya Vogt-Göknil, 9 Temmuz'da hayatını kaybetti.
Göknil, 1921 doğumlu idi.
İstanbul Güzel Sanatlar
Akademisi’nde, Mimarlık eğitimini bitirdikten sonra,
Zürih Üniversitesi’nde doktorasını tamamlayan Ulya
Vogt Göknil, doktora konusu olan ‘İslam sanatında
mekan’ üzerine araştırmalarını sürdürerek, yazdığı
kitap ve makaleleri yurtdışında
yayınlanmıştır.
Türkçe yayınlanan tek
kitabı Mimar Sinan'dır (İstanbul, 1987), (Almanca
basımı 1993).
Geometrie, Tektonik
Und Licht in Der Islamischen Architektur /‘Geometri,
Tektonik ve Işık’ adlı kitabında (Wasmuth, 2003) İslam mimarisinin Bizans ve Rönesans
mimarilerine oranla farklılığını;
Son kitabı Die
Schrift an islamischer Architektur /‘İslam
Mimarisinde Yazı’da (Wasmuth, 2007) yazının
mimarideki yerini ve önemini incelemiştir.
Sanat tarihçisi Nazan
İpşiroğlu’nun kardeşi olan Ulya Vogt Göknil, sanat
tarihçisi Adolf Max Vogt ile evlenerek yaşamını
Zürih’te sürdürmüştür.
Sanat Tarihi Derneği,
11.07.2014
|
IŞİD, HZ. YUNUS'UN
TÜRBESİNİ HAVAYA UÇURDU
Geçtiğimiz 10
Haziran'dan beri Irak'ın 2. büyük kenti Musul'un
kontrolüne ele geçiren terör örgütü Irak Şam
İslam Devleti
(IŞİD) yine dehşet saçtı.
Daha önce Musul, Telafer ve Kerkük'te din adamlarına
ait türbeleri ve Şii camilerini dinamit kullanarak
patlatan
örgüt bu kez
Musul'da peygamber Hz. Yunus'un türbesi olarak
bilinen tarihi mekanı aynı yöntemi kullanrak havaya
uçurdu. Müslümanlar ve Hristiyanlar için de kutsal
sayılan Yunus Peygamber türbesinin patlatılması
Irak'lılar arasında tepkiye neden oldu. 134 hicri
yılında yapılan cami her yıl çok sayıda yerli ve
yabancı turist tarafından ziyaret ediliyordu. Türk
hacılar kutsal topraklara giderken burayı ziyaret
etmeyi hacca tamamlayıcı bir ibadet olarak
görüyorlardı. 2010 haziranında caminin yakınında bir
bomba patlaması
sonucu dış duvarı zarar görmüştü.
Radikal, 25.07.2014
|
TARSUS SAAT KULESİ'NİN ÇANI NEDEN
ÇALMIYOR?
Tarsus
Saat Kulesi’ndeki saatin mekanizmaları 120 yılı
aşkın zamandır çalışıyor, saat işliyor ve çanı
çalıyor. Bu saatin bakımı bugün bile düzenli
yapılıyor. Ama nedense saat çalışıyor, çanı
çalmıyor.
Bu gerici zihniyet bundan bir yıl
önce de Aratos dergisi bürosundaki “Çıplak
Mahallesi” yazan tabelaya kafayı takmıştı. Şimdi de
kiliseyi çağrıştırıyor diye saatin çanı çalınmıyor.
Kent trafiğinin bugünkü kadar yoğun
olmadığı eski zamanlarda Saat Kulesi’nin zamanı
bildiren çan sesleri kendin diğer ucunda kendini
duyururdu. Şimdi ise insanlar ancak gecenin
sessizliğinde bu sesi duyabiliyor.
Tarsus’ta Ulu Cami’deki Saat
Kulesi’nin çanı neredeyse iki haftadır çalmıyor.
Saat mi arızalı yoksa başka bir nedenle mi çalmıyor
acaba? Bozuksa neden yapılmıyor?
Ama saat çalışıyor. Peki, çan neden
çalmıyor? İşte önemli nokta burasıdır. Ulu Cami ve
Kırkkaşık Bedesteni çevresinde tutucu kimi
insanların saat kulesinden gelen çan sesinin
kiliseyi çağrıştırdığından rahatsız oldukları
bilinmektedir.
Bu konuda bazı resmi kurumlara “Biz
çan sesi istemiyoruz” diye şikâyet ettikleri de
bilinmektedir.
Tarsus Saat Kulesi, Ramazanoğulları
döneminde Piri Paşa’nın oğlu İbrahim Bey tarafından
eski bir tapınağın temelleri üzerine 1579’da inşa
edilmiş olan Ulu Cami’nin revaklı avlusunun
kuzeydoğu köşesinde yer alır. Caminin iki
minaresinden birinin yıkılması sonucu Tarsus
Kaymakamı Ziya Bey tarafından yaptırılmıştır. Saat
Kulesi, 1892 yılında Kaymakamı Ziya Bey’in
özendirmesiyle, Tarsus eşraflarından Fevzi Ağanın
verdiği 200 lira ile eski minare kaidesi üzerine o
dönem moda olan Saat Kulesi yaptırma geleneğine
uyularak ve paranın 100 lirasıyla da Avrupa’dan bir
çalar saat getirtilerek inşa edilmiştir.
Tarsus Saat Kulesi’ne ilişkin en eski
fotoğraf 1893 yılında Servet-i Fünun dergisinde
yayınlanmış.
Tarsus Saat Kulesi’ndeki saatin
mekanizmaları 120 yılı aşkın zamandır çalışıyor,
saat işliyor ve çanı çalıyor. Bu saatin bakımı bugün
bile düzenli yapılıyor. Ama nedense saat çalışıyor,
çanı çalmıyor. Bunda iyi niyet aranabilir mi?
Birileri çan sesinden rahatsız
olduğunu yetkili kişilere söylüyor her haldeki,
saatin çan sesi devre dışı bırakılıyor.

Bu gerici zihniyet bundan bir yıl
önce de Aratos dergisi bürosundaki “Çıplak
Mahallesi” yazan tabelaya kafayı takmıştı.
Vatandaşın biri şikâyet ediyor. Tarsus Belediyesi
Zabıta amiri dört zabıtayı görevlendiriyor. Zabıta
ekibi büronun camındaki bürosundaki “Çıplak
Mahallesi” yazan tabelanın kaldırılmasını istiyor.
Neden? Çünkü çıplak sözcüğü vatandaşı rahatsız
ediyor. Dervişin fikri neyse zikri odur. Bu gerici
güruh, hem namusuna düşkün hem de dini bütün. Bu
yüzden de erotizmi çağrıştıran çıplak sözcüğü
olmayacak, kiliseyi anımsatan çan çalmayacak.
Tabi Aratos dergisi bürosundaki
“Çıplak Mahallesi” yazan tabelayı kaldıramadılar.
Kalkmayacak da. Öte yandan da Tarsus Saat Kulesi’nin
saati çalıştığı gibi çanı da çalacak ve çalmalı.
Gericilik bu kentte beden istiyor,
ödün istiyor. Mevzi kazanmak istiyor. Onlara mevzi
kazandırılmayacak ödün de verilmeyecektir.
Buna göre, “Saat Kulesi’nin çanı
çalsa ne olur, çalmasa ne olur” gibi saf bir
yaklaşım ortaya konulamaz. Bugün saatin çanına,
yarın tabelaya müdahale eden gerici zihniyet yarın
yaşamımızın temel yanlarına müdahale etme hakkını
kendinde görecektir.
Saat Kulesi’nin çanı sessiz kalmasın
siz de gelişmelere sessiz kalmayın.
Zaman, geleceğimize, ilerici
değerlere sahip çıkma zamanıdır. Zaman aydınlanma
zamanıdır.
Tarsus Saat Kulesi’nin çanı üzerinden
gerici hezeyan yapanlar ve burayı siyasete malzeme
etmesin.
İlgililere duyurulur. Saat Kulesi’nin
çanı çalmıyor.
Sol Haber, Haber: Uğur
Pişmanlık, 24.07.2014
|
SELİMİYE CAMİİ'NDE
KAPISI ÖRÜLEN ODAYA İNCELEME

Mimar Sinan’ın ustalık
eseri Selimiye Camii’nde yıllar içinde kapısı örülen
odanın yeniden işlevsel hale getirilmesi için
Edirne Vakıflar
Bölge Müdürlüğü harekete geçti.
Dönemin Padişahı 2’nci
Selim’in emriyle
Mimar Sinan
tarafından 1568 yılında yapımına başlanıp 1575’de
tamamlanıp ibadete açılan Selimiye Camii
minarelerinin olduğu bölümünde penceresi olan, ancak
kapısı olmayan oda tespit edildi. Edirne Vakıflar
Bölge Müdürlüğü yetkilileri, penceresi olup
kapısının olmayan odayla ilgili teknik çalışma
başlattı. Padişah mahvelinin altında halen imamların
kullandığı odanın içinden görülebilen sadece
penceresi olan kapısız odadan minarelere çıkıldığı
sanılıyor.

İMAMLAR ÜŞÜMESİN DİYE
YAPILMIŞ
Tarihi Selimiye
Camii’nde 35 yıl imamlık yapan Yusuf Karabıyık,
kapısız odanın Mimar Sinan tarafından imamların
kışın ezan okumak için minareye üşümeden çıkması
için yapıldığını tahmin ettiğini söyledi. Sinan’ın
bu odayı yapmasının ardından yıllar içinde kapısının
örüldüğünü düşündüğünü söyleyen emekli imam
Karabıyık, "Eski yıllarda ezanlar minareye çıkılıp
okunduğundan bu odanın Selimiye Camii’nde görevli
imamların odalarından üşümeden minareye çıkıp ezan
okumaları için yapıldığını tahmin ediyorum" dedi.
Edirne Vakıflar Bölge
Müdürlüğü yetkilileri kapısız odanın duvarından
örnekler alarak, sonradan örülen duvarın yerinin tam
tespitinden sonra orijinal hale getirileceğini
belirtti.
Milliyet, Haber: Ali Can
Zeray, 24.07.2014
|
'CASABLANCA'NIN PİYANOSU
SATILIYOR

1942 tarihli, üç Oscar
ödüllü
Hollywood klasiği “Casablanca”da
kullanılan
piyano 24 Kasım’da
New York’ta yapılacak müzayedede satılacak. Filmde
kullanılan iki düzineden fazla parçanın satılacağı
müzayedenin favorisi bu
piyano olarak
gösteriliyor. Dooley Wilson’ın canlandırdığı Sam
karakterinin bu
piyanoda,
Ingrid Bergman ve
Humphrey Bogart’ın
oynadığı Ilsa ve Rick için “As Time Goes By”ı
çaldığı sahne unutulmazlar arasında yerini almıştır.
Müzayedenin yıldızı somon rengi
piyanonun yanında
Bogart’ın gece kulübü “Rick’s Cafe Americain”ın
kapıları, film için yapılmış pasaport ve geçiş
belgeleri, senaryonun son halinin taslağı,
oyuncuların imzalı fotoğrafları, prodüksiyon notları
satışa sunulacak parçalar arasında.
Parçaların hepsi özel
bir koleksiyoncudan geliyor. Müzayede evi piyanonun
milyon dolarlık bir rakama satılmasını bekliyor.
Müzayedede başka filmlerden koleksiyoner parçaları
da olacak, 1939 yapımı “Oz Büyücüsü”nde Judy Garland
için tasarlanan deneme elbisesi ve önlüğü bunlardan
biri.

Habertürk, 24.07.2014
|
TARİHİ KONGRE BİNASI
TÖRENLE AÇILDI
23 Temmuz Erzurum kongresinin 95. yıl dönümü
etkinlikleri kapsamında restoresi tamamlanan kongre
binası TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in katıldığı törenle
açıldı. 95 yıl önce yapılan tarihi Erzurum kongresi
temsili olarak yeniden canlandırıldı.
23
Temmuz Erzurum kongresinin 95. yıl dönümü düzenlenen
etkinliklerle kutlanıyor. Geçtiğimiz yıllara oranla
çok daha geniş kapsamlı olarak planlanan kongre
etkinlikleri kapsamında restoresi tamamlanan kongre
binası, törene katılan TBMM Başkanı Cemil Çiçek
tarafından açıldı.
Açılış törenine TBMM Başkanı Cemil Çiçek, İçişleri
Bakanı Efkan Ala, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu,
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, AB Bakanı Mevlüt
Çavuşoğlu, Vali Ahmet Altıparmak, 9. Kolordu
Komutanı Korgeneral Kamil Başoğlu, Büyükşehir
Belediye Başkanı Mehmet Sekmen ve çok sayıda davetli
katıldı.
BAKAN ALA KONUŞMA YAPTI
Törende konuşan İçişleri Bakanı Efkan Ala,
Erzurum’un milli mücadeledeki önemine işaret etti.
Ala, 10 Ağustos’ta yapılacak Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde halkın kendi cumhurbaşkanını seçeceğini
belirterek, Türkiye’nin gelişme sürecini anlattı.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek ise Erzurum’un kurtuluş
mücadelesinde önemli bir konuma sahip olduğunu
belirtti. Çiçek, konuşmasında ayrıca Gazze’de
yaşanan İsrail saldırılarını kınadı.
600
öğrenciden oluşan koronun Erzurum türkülerini
seslendirmesinin ardından restorasyonu tamamlanan
binanın açılışı yapıldı. Kongrenin yapıldığı salonda
TBMM Başkanı Çiçek ve beraberindeki bakanlar
delegeleri temsilen koltuklarda oturarak temsilci
canlandırmaya eşlik etti.
TBMM Başkanı Çiçek ve Bakanlar daha sonra birlikte
kongre binasını gezdi.
Erzurum Gazetesi, Haber:
Ahmet Akbuğa - E. Mehmet Yılmaz, 23.07.2014
|
KAPALIÇARŞI ÇATLADI!

Dünyanın en büyük ve
en eski
alışveriş mekanlarından biri olan tarihi
Kapalıçarşı’nın farklı kısımlarında oluşan
çatlaklar nedeniyle önlem alındı. Çarşıda dün
sabah dükkanlarını açan bazı
esnaf,
tavanın bazı yerlerinde
çatlaklar oluştuğunu ve yerlere parçalar
düştüğünü gördü. Bazı dükkanların da zemininde
çatlaklar oluştuğu gözlendi. Durumun
bildirilmesi üzerine, belediye ekipleri tarafından
çatlakların oluştuğu bölgelerde önlem alındı.
Tehlike arz edebilecek yerlerin çevresi demir
bariyerlerle çevrildi.
Fesçiler Caddesi’nde
esnaflık yapan Hüseyin Şahin, yaptığı
açıklamada, dükkanlarına geldiklerinde gece oluşan
yarıklar nedeniyle yere düşen parçalar olduğunu
gördüklerini söyledi. Uzun zamandır çarşıda bu tür
sıkıntılar yaşandığını belirten Şahin, şöyle devam
etti:
“Kaymalar oluşuyor. Aylardır zaten dükkanlarımızın
kapıları çöküyor, sıkışıyor. Yerlerde de çökmeler
oldu. Gelip geçici önlemler aldılar. Dernek de bu
konuda yazı yazmış ama sorun halledilmedi. Burada
tadilat yapacaksak herkes karışıyor ama böyle
durumlarda sorumlu çıkmıyor. Belediye,
anıtlar kurulunun, onlar ise belediyenin
baktığını söylüyor. Bugün durumu bildirdikten sonra
belediyeden bir arkadaş geldi, resimleri çekti.
Bildireceğini söyledi ve gitti.
Anıtlar kurulundan da gelmişler. Önlem aldılar.
Dernek parça düşmemesi için güçlendirme yapacak.
Bakalım nasıl olacak?”
Habertürk, 23.07.2014
KAPALIÇARŞI 'KURUL'U
BEKLİYOR
553 yıllık
Kapalıçarşı
yıllardır
restorasyon
bekliyor malum... Temelleri 1461 yılında atılan,
dünyanın en eski ve büyük
alışveriş mekanı
olan çarşının her yanı dökülüyor zira... Nemle
birlikte duvarlar çatlıyor, tavan betonu öbek öbek
düşüyor, yerler deseniz çöküyor. Çatıyı ise hiç
sormayın. James Bond serisinin ‘Skyfall’ filminin
çekimleri sırasında çatının büyük zarar görmesi
gündeme gelmişti hatırlayacağınız üzere. Çatıdaki
çekimlerde kiremitlerin kırılması büyük tartışma
yaratmıştı. Çekimlerin ardından da çatıda ciddi
problemler
başladığı iddia edilmişti. Bunun yanında, altyapı
yetersizliği ve ısıtma sorunu da son yıllarda
kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı.
KADEMELİ TAHLİYE
OLACAK
Demem o ki,
Kapalıçarşı’nın her
yanından sorun fışkırır hale geldi. Ve işte tüm bu
problemlerin sona
ermesi için bir
restorasyon
projesi gündeme
geldi.
Proje bir türlü
başlayamadan önceki gün çarşının Fesçiler
Caddesi’nde tavanın bazı bölümlerinde ayrılmalar,
zeminde ise çökmeler oluştu. Bu hasarla birlikte de
‘Kapalıçarşı’nın
restorasyonu ne
zaman başlayacak?’ sorusu bir kez daha akıllara
takıldı. Sahi, aslına uygun yenileme
projesinde son
durum ne? İşte bu soruyu Fatih Belediyesi
yetkililerine ilettim ve şu yanıtı aldım: “Koruma
Kurulu, önceki gün çökmelerin olduğu
sorunlu bölge ile ilgili kararını verdi. Kurulun
‘660 ilke kararı’na göre sokak, kademeli tahliyeler
doğrultusunda kapatılacak. tahliye edilecek.
Ardından da nasıl müdahale edileceğinin tespiti için
bilirkişi tayin edilecek. Bilirkişinin hazırlayacağı
bu rapor kurul onayından sonra ilgilileri tarafından
ihaleye çıkılacak. İhale sonucunda çalışma
başlayacak.
Kapalıçarşı’nın
genel
restorasyon
projesi de
Koruma Kurulu’nda.
Kurul’dan çıkacak karar doğrultusunda bu yıl içinde
çalışmaların başlaması bekleniyor.”
SEYYAR İSTİLASI
TURİST KAÇIRIYOR
Kapalıçarşı’nın sorunlarından söz açılmışken,
çarşı etrafında yaşanan seyyar satıcı istilasına da
değinmeden olmaz. Özellikle de Nuruosmaniye
kapısında, kelimenin tam anlamıyla işporta işgali
yaşanıyor. Kapının önünde turistleri çeviren,
ısrarla alışveriş yapmalarını isteyen seyyarlar,
esnafı da turisti de bezdirmiş durumda. Bu köşenin
takipçileri hemen hatırlar... Çarşı önündeki seyyar
satıcı kuşatmasını defalarca dile getirdim. Esnaf,
“Turistlerin peşini bırakmayan seyyarlar, turizmi
baltalıyor. Turistler nasıl kaçacağını şaşırıyor. Bu
görüntüler İstanbul gibi bir dünya şehrine hiç
yakışmıyor” diye isyan ediyordu. Bu serzenişler
artarak devam ediyor. Belediyenin seyyarlar için
ciddi bir önlem alması bekleniyor.
Habertürk, Haber: Esra
Boğazlıyan, 24.07.2014
******
KAPALIÇARŞI'DA ALARM
ZİLLERİ ÇALIŞIYOR
Geçtiğimiz Cumartesi
günü yağan aşırı yağmurda içindeki kemerlerden
bazılarında 10 santimetriye aşan çatlaklar oluşan
Kapalıçarşı'nın havadan yapılan çekimleri, büyük bir
tehlikeyi ortaya çıkardı. 3 bin 600 dükkanın
bulunduğu Kapalıçarşı’nın çatısının adeta bir klima
ve çanak anten tarlası haline geldiği görüldü.
Ayrıca tonlarca su taşıyan onlarca su deposunun da
çatıya gelişi güzel yerleştirilmiş, bazıları de
bacaların üzerine konulmuş durumda. Tonlarca
ağırlıktaki su depoları ile yüzlerce klima ve çanak
antenlerin eski olan binaya aşırı yük bindirdiği,
bir çökme yaşanması durumunda facia yaşanabileceği
belirtildi.
ÇATLAKLAR 10
SANTİMETREYİ GEÇTİ, BAZI YERLER DESTEKLE AYAKTA
DURUYOR
Beyazıt, Nuruosmaniye ve
Mercan üçgeninde yer alan 64 cadde ve sokağı , iki
bedesteni, 16 hanı ve içindeki 3 bin 600 dükkanı ile
dünyanın en eski ve en büyük alışveriş merkezi olan
ve 22 kapısı bulunan Kapalıçarşı, geçtiğimiz
cumartesi günü İstanbul'da yağan ve pek çok yerde su
baskınlarına sebep olan aşırı yağıştan nasibini
aldı. Yağan yağmurun ardından Kapalıçarşı’nın
tavanında yaklaşık 2 yıl önce oluşan çatlaklar,
büyüyerek bazı yerlerde 10 santimetreyi geçti. Çökme
tehlikesi geçiren iç tavan kemerlerinden bazıları
demirle desteklendi.
HAVADAN YAPILAN
ÇEKİMLER TEHLİKEYİ ORTAYA ÇIKARDI
110 bin 868 metre kare
bir alana sahip olan 45 bin metre kare kapalı alanı
bulunan ve her gün 300 ile 500 bin kişinin ziyaret
ettiği Kapalıçarşı'nın havadan yapılan çekimlerinde
ise büyük bir tehlikeyi ortaya çıktı. Binanın
çatısının bir klima ve çanak anten tarlasını
benzediği görüldü. Asıl büyük tehlikeye sebep
olabilecek tonlarca su alabilen dev plastik su
depolarının çatının üzerine gelişi güzel
yerleştirilmesi. Bazı bölümlerde su depolarını
koyacak yer bulamayan esnafın bunları, binanın
bacaları üzerine monte ettiği gözlendi. Arıza yapan
klima ve çanak antenleri tamir etmek için hemen
hemen her gün dev alışveriş merkezinin çatısına
çıkan servis elemanlarının da çatıya zarar verdiği
belirtildi.
ÇATI JAMES BOND
FİLMİYLE GÜNDEME GELMİŞTİ
2012 yılında James Bond
serisinin 24. filmi olan “Skyfall”'ın çekimlerine ev
sahipliği yapan Kapalıçarşı’nın çatısının durumu
çekimler sırasında gündeme gelmişti. O tarihlerde
binanın çatısının ve içinin restarasyonun
yapılmasına karar verilirken, binanın tarihi bir
yapı olması ve gerekli izinler için başlatılan
çalışmalar bürokrasinin çarkları arasında
kaybolmuştu. En son 2014 yılının Mart ayında Fatih
Belediyesi tarafından yapılan açıklamada
Kapalıçarşı'nın aslına uygun olarak sil baştan
restore edileceği ve bunun için 200 milyon lira
harcanacağı duyrulmuştu. Ancak dün DHA Gökyüzü
kamerasıyla yapılan çekimlerde binanın çatısında
herhangi bir çalışma olmadığı, sadece bozulan
klimaları tamir ettiğini öğrenilen 3 kişinin
dolaştığı görüldü.
KAPALIÇARŞININ TARİHİ
İstanbula’a gelen
turistlerin mutlaka uğradığı 110 bin 868
metrekarelik alanı kaplayan ve 45 bin metre kare
kapalı alanı bulunan Kapalıçarşının çekirdeğini iki
bedesten oluşturuyor. İç Bedesten, yani Cevahir
Bedesteni tarihçiler arasında tartışmalı olmakla
beraber büyük olasılıkla Bizans’tan kalma bir yapı
olup 48 m x 36 m ölçülerinde. Yeni Bedesten ise 1461
yılında yaptırılmaya başlanan Kapalıçarşı’nın ikinci
önemli yapısıdır ve Sandal Bedesteni olarak
anılıyor. Burada bir yolu pamuk , bir yolu ipekten
dokunan ve Sandal adı verilen kumaş satıldığı için
Sandal Bedesteni ismi verilmiş. Fatih Sultan
Mehmet’in Kapalıçarşı’nın inşaatına başladığı yıl
olan 1461, Kapalıçarşı’nın kuruluş yılı olarak kabul
görmüş. Asıl büyük çarşı ise Kanuni Sultan Süleyman
tarafından ahşap olarak inşa ettirilmiş. Eski
zenginlerin mücevher , kıymetli maden , kürk ve
murassa silah gibi değerli eşyalarının yanı sıra
devlet hazinesinin büyük kısmı da buralardaki
kasalarda muhafaza edilirdi. Evliya Çelebi burayı
muazzam güçlü bir kale gibi tanımlamıştı.
Milliyet, Haber: Ali
Aksoyer - İlhan Parçal, 24.07.2014
|
EFES, 20 YILDIR
BEKLİYOR
UNESCO Dünya Kültür
Mirası Listesi’ne dört yılda girmeyi başaran
Bergama, hak ettiği ilgiye ve değere kavuştu.
İzmir’in diğer bir kültür değeri Efes antik kenti
ise 20 yıldır o listeye girmek için bekliyor.
Efes’in Dünya Miras Komitesi tarafından belirlenen
kriterlere uyduğunu belirten Yaşar Üniversitesi
Turizm İşletmeciliği Bölüm Başkanı Doç. Dr. Gökçe
Özdemir, “Efes, 1994 yılından bu yana geçici listede
bekletiliyor. Bu, bölge turizmi için hayal kırıklığı
yaratıyor.” dedi.
Türkiye, bu yıl Bergama
ve Bursa Cumalıkızık’ın UNESCO Dünya Kültür Mirası
Listesi’ne girmesinin ardından listede yer alan
kültürel ve doğal varlık sayısını 13’e yükseltti.
Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı’nın,
evrensel değerlere sahip kültürel ve doğal
varlıkları dünyaya tanıtmak için hazırlanan bu
listeye girmesi bölgede büyük sevinve sebep oldu.
Bergama’nın önümüzdeki dönemlerde ülke ve bölge
tanıtımında büyük rol oynayacağını belirten Doç. Dr.
Özdemir, Efes’in ise 20 yıldır geçici listeden asil
listeye girme mücadelesi verdiğini söyledi. Özdemir,
yaptığı açıklamada, “Bir alanın Dünya Miras
Listesi’ne girebilmesi için altı kültürel ve dört
doğal kriterden en az birini karşılaması gerekir.
Efes, mevcut haliyle zaten bu kriterleri
karşılamakta ancak ya bürokratik ya da teknik
süreçten kaynaklanan bir problemden dolayı asil
adaylık 20 yıldır gerçekleşemiyor. Bu süreç, Kültür
ve Turizm Bakanlığı tarafından izlenebileceği gibi
kamu ve özel kuruluşlar veya sivil toplum
kuruluşları tarafından desteklenebiliyor. Örneğin
Bergama Belediyesi bünyesinde kurulan Bergama UNESCO
Dünya Mirası ve Alan Yönetimi Birimi’nin bu sürece
büyük katkısı oldu ve süreç hızlı ilerledi. Sonuç
itibariyle de kısa sürede başarı elde edildi.
İzmir’den ayrıca Birgi tarihi kenti de 2012 yılından
bu yana geçici listeden asil listeye geçmek için
bekliyor.” şeklinde konuştu. UNESCO Dünya Kültür
Mirası Listesi etiketi taşıyan alanların, dünya
turizm pazarından yüksek oranda faydalandığını
belirten Özdemir, İngiltere’den dünyaca ünlü
Stonehenge örneğini verdi. Listeye giren alanların
uluslararası belgesel kanallarında da geniş yer
alarak dünyaca tanındığını, Efes’in yanısıra
Türkiye’nin Dünya Miras Geçici Listesi’nde yer alan
diğer 51 varlığı için de çalışmaların
hızlandırılması gerektiğini söyledi.
Sözcü, 23.07.2014
|
YENİ İSTANBUL HANGİ BÖLGEYE KURULACAK?

İstanbul'un iki
yeni şehir projesi Silivri ve Kartal projeleriyle
ortaya çıkmaya başladı. Kanal İstanbul projesine ev
sahipliği yapacak olan Avrupa Yakası’ndaki
Silivri’ye yakın olan Çatalca başta olmak üzere
buraya bağlı onlarca beldeyle Anadolu Yakası’nda
hızla değişen Kartal ve çevresinin İstanbul’u Doğu
ve Batı olarak bölen iki şehir meydana getireceği
biliniyordu. Tarihi Yarımada’nın kentsel dönüşümle
yeniden şekillenecek olması akıllara, “Yeni
İstanbul’un merkezi nerede kurulacak?” sorusunu
getiriyor. İstanbul’un iki yakasında dev şehir
kurulması beklenirken, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nin 2023 vizyonuyla hazırladığı 1/100
binlik planına göre dönüşüm hızla devam ediyor.
İstanbul’un gelişim aksının doğu-batı yönünde
olması için sürdürülen çalışmalar kapsamında kentin
iki değil, üç parçaya bölünmesi de öngörülüyor. Buna
göre Avrupa Yakası’nda Silivri, Anadolu Yakası’nda
Kartal olmak üzere iki yeni şehir merkezi daha
oluşturulacak. İstanbul’un merkezi olan tarihi
yarımada tamamen yerleşim bölgesinden arındılacak.
Yarımadanın Eski İstanbul olarak
adlandırılması,buradaki yerleşim bölgesinin istimlak
edilerek, Prag ya da Floransa gibi turistik bir
bölge olması plan dahilinde yer alıyor. Dörder
milyonluk yeni şehirlerden Silivri merkezli, diğeri
de Kartal merkezli olacak. İstanbul’un kentsel
dönüşümün devam etmesiyle, Silivri çevresinde 3.
Havalimanı, 3.Köprü, Otoyolu projelere geniş
alanlara yayılan üniversite, sanayi ve kongre
projelerinin dahil edilmesi dikkat çekiyor. Silivri
merkezli Batı İstanbul’da 4 milyon nüfusun barınması
amaçlanıyor.

ÇEVRE
PLANINDA ÜÇ ŞEHİR
İstanbul’u modern hale getirecek bu üç şehrin
şifrelerine çevre planında yer veriliyor. Kurulacak
şehirlerin detayları İstanbul’un dönüşüm atlası
sayılan ‘Çevre Düzeni Planı’nda gizli. Büyükçekmece
Gölü’nden Tekirdağ sınırına kadar olan bölge
kontrollü olarak genişleyecek. Silivri merkezli yeni
şehir, üniversite, teknoloji bölgesi, fuar, kongre
merkezlerinin yanı sıra turizm alanlarıyla
desteklenecek. Silivri’nin batısı ise Değirmenköy,
Çanta, Hadımköy ve Küçükçekmece Gölü’nün kuzeyindeki
Kayabaşı, Ispartakule merkezli olarak gelişerek
büyüyecek. Anadolu yakasında ise Kartal merkezli
olarak Maltepe, Kartal, Kurtköy, Tuzla, Orhanlı,
Şile ve Ağva gelişme alanı olarak öneriliyor. Pendik
limanı etrafında da yeni konut ve ticari alanlar
hedefleniyor.
YARIMADA DÖNÜŞÜMÜ BEKLİYOR
Tarihi yarımada sayılan İstanbul’un Fatih,
Bakırköy Eminönü, Kabataş, Beşiktaş, Şişli, Sarıyer
gibi bölgeler için kentsel dönüşüm İstanbul’un iki
yakasında dev yerleşim bölgelerinin inşasından sonra
gerçekleşecek. Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı İmar
Planı öncelikli olarak Sulukule'yle hayata geçmişti.
Plan yavaşlamış görünse de çalışmalar devam ediyor.
Tarihi yarımadanın önümüzdeki 10 yılda tamamen
trafikten arındırılması planlanıyor. Tarihi yarımada
için koruma imar planına en büyük engel olarak
trafik ve ulaşım görülüyor. İstanbul’a kurulması
beklenen üç bölge arasında şehrin merkezinin neresi
olacağı ise merak konusu.
Akşam, Haber: Necmi Çiçekçi, 23.07.2014
|
YENİ HASANKEYF
İSTEMİYORUZ!
Geçtiğimiz günlerde Ilısu Barajı
inşaatında incelemelerde bulunan Orman ve Su İşleri
Bakanı Veysel Eroğlu baraj tamamlandığı zaman yıllık
4 milyar kilovat elektrik üretip, arazilerin
sulanmasıyla barajın bölgeye hayat vereceğini iddia
etti. Fakat bu açıklama 60 yıl öncesinin
araştırmasına dayanıyor. Hasankeyf’in yok olmaması
için mücadele edenlerden ve esnaf olan Ömer Güzel
‘Projenin durdurulacağını inanmak istiyoruz’ diyor.
Bölgede çalışma yürüten Doğa Derneği de Hasankeyf’in
yerinde kalması gerektiğini söylüyor. Projeye
İsviçre, Almanya, Avusturya maddi destek veriyordu
fakat daha sonra hem barajın ÇED kararının olmayışı
hem de sivil toplum kuruluşlarından gelen tepkiler
sonucu projeden finansal desteklerini çektiklerini
açıkladılar. Türkiye’den Akbank ve Garanti Bankaları
finansal destek sağlıyor. Nurol ve Cengiz inşaatın
da aralarında bulunduğu konsorsiyum projenin
yapımını yürütüyor.
‘KÜLTÜRÜMÜZ YOK EDİLİYOR’
Ilısu esnaflarından Ömer Güzel, Bakan
Eroğlu’nun Ilısu ziyaretinde söylediklerine atıfta
bulunarak “Başbakan ve Bakan’ın söyledikleri
buradaki yerli halk ve esnafa dair gerçekleri
yansıtmıyor. Biz yerimizden edilip yeni Hasankeyf’e
taşınmak istemiyoruz. Buradaki tarihi ve kültürel
değerlerin, ekolojik yapının tahribata uğratılmasını
kabul etmiyoruz. Hayatımız sil baştan düzenlenmek
isteniyor. Kültürümüz yok edilmek isteniyor. Bize
lüks villalar vaat etseler dahi biz Hasankeyf’in yok
edilmesine karşıyız” dedi. Ayrıca Güzel Hasankeyf’i
katledecek bu proje ile birlikte çevrenin ve birçok
endemik bitkinin yok olacağını, Dicle Nehri’nde
yaşayan birçok hayvan türünün soyunun tükeneceğini
belirtti. Yerli halk olarak büyük sıkıntılar
yaşadıklarını belirten Güzel “Burada kimse bu
projeyi istemiyor, kendi aramızda toplantılar
düzenliyoruz. Bu projenin yapılacağına hala
inanmıyoruz, durdurulacağını biliyoruz” dedi.
“UNESCO’YA ADAY”
Doğa Derneği’nden Dicle Tuba Kılıç
ise “Bakan Eroğlu’nun barajın 4 milyar kilovat
elektirik üreteceği açıklaması 60 yıl önce
hesaplanmış bir rapora dayanıyor ve gerçeği
yansıtmıyor. Yeni bir etüt çalışması yapılıp
hesaplamanın yeniden yapılması gerekiyor. Çünkü
Dicle Nehri artık eski kapasitesinde akmıyor ve
debisi her yıl düşüyor. Yılda sadece 2 ay yüksek
debide akan nehirden 4 milyar kilovat elektrik
üretilmesi imkansız. Hasankeyf 11 bin yıllık tarihi
geçmişi ile Unesco’nun 11 kriterinden 9’unu sağlayan
tek yer. Baraj projesinin acilen durdurulup,
Hasankeyf’’in Unesco Dünya mirasına sokulması
gerekiyor. Ilısu Barajı yasadışı inşa ediliyor.
Danıştayın yürütmeyi durdurma kararı var. Odalar
sürekli dava açıyor. Danıştay olumlu karar alıyor
fakat Hükümet Meclis’te kanun hükmünde kararname
çıkarıyor ve inşaatın devam etmesine göz yumuluyor”
dedi.
***
Yok olacak bazı bitki ve hayvan
türleri
•Rafetus kaplumbağası
•Leopar sazanı
•Alaca yalıçapkını kuşu
•Küçük akbaba
•Büyük kız kuşu
Birgün, Haber: Hasan
Turhan, 23.07.2014
|
ANISH KAPOOR'UN ESERİ, SSM'NİN DAİMİ KONUĞU

Uluslararası heykel sanatçısı Anish Kapoor’un
“Çift-Double” isimli eseri S.Ü. Sakıp Sabancı
Müzesi’nin (SSM) kalıcı koleksiyonunda ziyarete
açıldı.
Kapoor’un Türkiye’de
bir müze koleksiyonunda ziyarete açılan ilk eseri
olan heykel çalışması, 2013 Eylül’de SSM’nin ev
sahipliği yaptığı ve binlerce ziyaretçiyi ağırlayan
“Anish Kapoor İstanbul’da” sergisinin kapsamında
müze bahçesinde sergilenmişti. 3 metre yüksekliğinde
ve 1.70 metre genişliğinde granit taştan üretilen
“Çift–Double”, 5.300 kg ağırlığıyla sergide yer alan
taş eserlerin en büyük ve ağırlarından biri olma
özelliğini taşıyor. Yapımı 2006’da tamamlanan eser,
artık kalıcı olarak SSM’nin bahçesinde
sanatseverlerle buluşuyor. Eserin Sabancı Müzesi’ne
gelmesine vesile olan “Anish Kapoor İstanbul’da”
sergisi, 10 Eylül 2013–2 Şubat 2014 tarihleri
arasında düzenlendi. Bu süre zarfında müze yönetimi,
“Çift–Double” eserini kalıcı koleksiyonuna katmak
üzere, sanatçı Anish Kapoor ile görüşmelere başladı.
6 Haziran 2014 tarihinde müze koleksiyonuna dahil
edilmek üzere Londra’dan yola çıkan heykel, 14
Haziran’da İstanbul’a geldi ve 15 Temmuz’dan
itibaren bahçede ziyarete açıldı.
Zaman, 23.07.2014
|
KNİDOS ANTİK TİYATRSOU
SAHNEYE ÇIKMAK İÇİN GÜN SAYIYOR
Muğla İli, Datça İlçesi,
Knidos antik kentinin 4500 kişilik antik küçük
tiyatrosunun rölöve, restitüsyon, restorasyon ve
ışıklandırma projelerinin hazırlanması ve onaylanan
projeler doğrultusunda tiyatronun onarımına
geçilmesi için ilk çalışmalar başladı.
1850’li yıllarda Ch.
Newton tarafından kısmen kazılan tiyatroda,
1970’lerde Amerikalı arkeologlar tiyatronun cavea ve
sahne bölümünü neredeyse tamamen açığa çıkartmış,
orkestra bölümünde ve batı analemmanın dışında kalan
son dolgu toprak 2006 ve 2013 yıllarında Türk
arkeologlarca kazılmış, Knidos’un iki tiyatrosundan
biri olan ‘Küçük Tiyatro’ tümüyle gün yüzüne
çıkartılmıştı.
İlk kez kazılmaya başladığından bugüne yaklaşık 160
yıl geçtikten sonra limana hakim konumu ile eşiz bir
manzaraya sahip olan bu görkemli anıtın eski
ihtişamlı günlerine dönmesine yönelik çalışmalara
hız verildi.
Bu amaçla Kültür ve
Turizm Bakanlığı ve Selçuk Üniversitesi adına
sürdürülen Knidos Kazı ve Araştırmaları kapsamında
2014 yılı kazı sezonu içinde planlanan en önemli
faaliyetlerden birisi olan ‘Küçük Tiyatro’ ile
ilgili çalışmalar kapsamında, iki yıl içinde
tiyatronun rölöve, restitüsyon, restorasyon ve
ışıklandırma projelerinin hazırlanması ve onaylanan
projeler doğrultusunda tiyatronun onarımına yönelik
birinci aşamanın gerçekleştirilmesi planlanıyor.
Finansal kaynağı Genel
Müdürlüğümüz ile Güney Ege Kalkınma Ajansı (GEKA)
tarafından sağlanan ve Datça Kaymakamlığı ve Selçuk
Üniversitesi tarafından hazırlanan projenin ilk
aşaması için 941.000,00TL bütçe ayrıldı.
Proje kapsamında,
geçtiğimiz Haziran ayında başlanan faaliyetlerin ilk
aşamasında zemin etüdü, morfolojik ve jeolojik
gözlemler ve haritalama, jeoradar, sismik
prospeksiyon, elektirik rezistivite ölçümleri ve
temel sondajlama çalışmaları yürütüldü. Deprem
kuşağında yer alan antik kentte ileride tiyatroda
yapılacak onarımların sağlıklı olabilmesi ve
kalıcılığı açısından önemli bir temel oluşturan bu
çalışmalar yanında, tiyatronun rölöve çalışmaları da
başlatıldı.
Ören Yeri’nin hemen
girişinde yer alan ve kente deniz yolu ile ulaşan
ziyaretçilerin de ilk karşılaştıkları yapı olan
tiyatronun, genel durumu ve ziyaret koşulları
iyileştirilerek, içten ve dıştan aydınlatmalar
sonrasında ziyarete açılması amaçlanıyor.

Knidos Küçük Tiyatro

Knidos Küçük Tiyatro ve liman

Knidos Küçük Tiyatro
kulturvarliklari.gov.tr,
23.07.2014
|
KARAMAN'IN TARİHİ
DEĞERLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Karaman’ın zengin tarihi mirasının turizme kazandırılması çalış yapılıyor. Bu çalışmalar kapsamında Karaman merkeze 50 km mesafede bulunan Üçkuyu Köyü sınırları içerisinde bulunan Değle Ören yerinde, koruma kurulunun izniyle temizlik çalışmaları başladı. Ören yerinde 6 adet kilise ve çok sayıda konut kalıntıları bulunuyor. Değle örenyerinde bulunan yapı kalıntıları, Madenşehir Köyünde bulunan yapı kalıntılarıyla çağdaş olup, MS 4-9 yüzyıllara tarihlendirilmektedir. Binbir Kilise olarak da adlandırılan bölgenin antik dönemde Piskoposluk merkezi olduğu düşünülmektedir.
Tarihi geçmişi ile
Karaman ili için büyük turizm değeri taşıyan bu
bölgede başlatılan temizlik, onarım ve kazı
çalışmalarıyla ilgili bilgi veren Karaman İl Kültür
ve Turizm Müdürü Cengiz Orta, “Değle Ören yerinde
bulunan yapı kalıntılarında temizlik çalışmaları ve
kiliselerin içlerine yıkılmış olan taşların
kaldırılarak duvarların onarılması, kiliselerin
içlerinin de temizlenerek turizme açılması büyük bir
önem arz etmektedir. Devam eden temizlik
faaliyetleri, kazı ve onarım çalışmalarıyla birlikte
daha çok eser ve daha geniş alanlar turizme
açılacaktır, bu durum Karaman turizmini de
hareketlendirecektir. Bu amaçla Değle ve Madenşehri
örenyerlerinde bulunan kalıntıların kurtarılması ve
gün yüzüne çıkarılması amacıyla Müdürlüğümüz
tarafından 31 Nolu Bazilikada 3 uzman 13 işçi ile
temizlik çalışmaları yapılıyor. Yapılan çalışmalarla
kilise içine yıkılan duvar kalıntıları kaldırıldı ve
kilisenin iç mekanı açığa çıkartıldı. Halihazırda
devam eden çalışmalarla birlikte diğer kilise,
manastır ve mezarlık alanlar da temizlenerek turizme
kazandırılacaktır.” dedi.
Zengin bir tarihi mirasa
sahip olan ve bu zenginliklerin turizme
kazandırılması için çalışmaların sürdürüldüğü
Karaman’ın Değle Ören yerindeki çalışmaları yerinde
inceleyen Marka Kent Karaman ekibinin koordinatörü
Yrd.Doç.Dr. Metin Çelik ise, turizm değeri oldukça
yüksek olan Bizans kiliselerinin turizme
kazandırılmasının Karaman için çok önemli olduğunu
söyledi. Sürdürülen temizlik, onarım ve tanıtım
faaliyetlerinin Karaman turizmine çok büyük katkılar
sağlayacağını belirten Çelik, turizmin gelişmesi
için tarihi değerlere sahip çıkmanın önemine vurgu
yaptı.
haberler.com, 22.07.2014
|
KERPE LİMANI TURİZME
AÇILIYOR, ARKEOLOGLAR TEPKİLİ
Sualtı arkeologları
büyük bölümü sular altında olan tarihi Kerpe
Limanı’nın Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından
sualtı tutkunlarının hizmetine açılmasını
eleştirerek, dalışların su altındaki gizli tarihe
zarar verebileceğini söyledi.

Kocaeli Büyükşehir
Belediyesi’nin şehrin Karadeniz’e açılan kapısı olan
Kerpe’de Cenevizlillerden kalan ve büyük bir bölümü
sular altında bulunan tarihi limanı ve bölgeyi dalış
turizmine açmak için harekete geçmesi, bazı
endişeleri de beraberinde getirdi.
Sözkonusu düzenlemenin
bölge turizmine ve spora katkı sağlayacağı düşüncesi
genelde hakim olurken, dünyanın en eski batığı
olarak tarihe geçen ve kazı çalışmaları tam 11 yıl
süren Kaş Uluburun Batığı’nın bulunmasında ve ilk
yıl kazısında görev alan Sualtı Arkeoloğu A. Feyyaz
Subay, bölgenin her seviyeden dalgıca açılmasının
bölgedeki tarihi eserleri riske atacağını söyledi.
Bu gibi tarihi
mekanlarda panik anında zemine atılacak bir ağırlık
kemerinin dahi binlerce yıllık ünik bir tarihi eseri
yok etmeye yeteceğini ifade eden Subay, “Bölge
konusunda çok iyi planlama yapılmalı. 22 binin
üzerinde dalış gerçekleştirilen Uluburun Batığı’nda
dünyanın 2 sayfalık en eski tableti bulundu ve
batığın ahşabı 3 bin 500 sene sularda gömülü kalmış.
Büyük uğraşlar gerektiren bu çalışmalardaki
buluntuların laboratuvar ortamında titizlikle
incelenmesi gerekiyor” diye konuştu.
Türkiye’nin dalış
turizmindeki payını artırmasını istediğini, böyle
bir projeye asla karşı olmadığını vurgulayan Subay,
“Ancak, şu sorunun cevabı iyi verilmeli. Belediye bu
projeye ayırdığı maddi kaynağa karşılık bu bölgeye
yurtdışından kaç kişiyi getirebilecek? Bölgedeki
turizm altyapısı projeyi destekler mahiyette mi?
Dalış sektöründe inanılmaz rekabet var. Potansiyel
bir yerlere geldi ve durdu. Sadece Bodrum’da 24
dalış merkezi satılık. Bu gerçekler de gözönünde
bulundurulmalı” dedi.
Limanın bir bölümü orijinal halinde bırakılacak.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu tarafından da onaylanan projede, mevcut
tarihi limanın bir bölümü orijinal halinde
bırakılacak, bir bölümü de restore edilecek.
Restorasyonda limanın mevcut taşları ve yöresel
malzeme kullanılacak. Limanın bulunduğu alanın da
turizme kazandırılması da düşünülüyor. Restorasyon
sonrası Ceneviz dönemini yansıtan 2 küçük Ceneviz
Gemisi yapılacak. Bu gemilerden biri denize
batırılarak dalış turizmine hizmet verirken diğer
gemi su üstünde turistik gezi amaçlı kullanılacak.
Bölgedeki Osmanlı dönemine ait 2 büyük top ve
imitasyon anforalar da yine dalgıçlar için bölgeye
yerleştirilecek. Limanın yanında dalış kulüpleri
için dalış evi de oluşturulacak. Osmanlı Devleti’nin
ticarette kullandığı liman, Karadeniz ve bölge
ticaretinde önemli yer tutuyordu.
Kerpe’deki dalış
merkezi projeden memnun
Yaz ve kış aylarında Kerpe’de faaliyet gösteren
tek dalış merkezi olan Derin Deniz Dalış Merkezi ise
projeden memnun. Konuyla ilgili görüşlerini
aldığımız dalış eğitmenleri bir süredir antik
Ceneviz Limanı’nı dalış noktası olarak
kullandıklarını vurgulayarak, “Limanın tarihi önemi
tecrübeli dalıcıların yoğun ilgisini çekiyor. Ayrıca
Kerpe Koyu’nun fırtına ve dalgaya kısmen korunaklı
olması başlangıç seviyesindeki dalıcılar için de
avantaj sağlıyor”dedi.
Dünya, Haber: Mehtap
Akbaş, 22.07.2014
|
DEFİNE ARARKEN ÖLDÜ

Balıkesir’de bir
kişi, define aramak için yaptığı gübre alaşımlı
patlayıcıdan yayılan karbonmonoksit gazından
hayatını kaybetti.
Olay, Balıkesir’in
Bigadiç İlçesi'ne bağlı Işıklar Mahallesi kırsalında
bulunan bir mağarada meydana geldi. Edinilen bilgiye
göre define aramak için bölgeye iş makinesi ile
gelen Sabri N. ve iki arkadaşı, mağaranın altında
define olduğuna kanaat getirdikten sonra harekete
geçti. İş makinesinden sonuç alamayan şahıslar, daha
sonra gübre alaşımlı patlayıcı madde ile mağaranın
içinde patlatma yaptı. Üç kişiden Sabri N., bu sabah
tekrar girdiği mağaradan aradan geçen süreye rağmen
çıkmayınca diğer şahıslar jandarmaya haber verdi.
Olay yerine çok sayıda
itfaiye giderken, ekipler içerideki karbonmonoksit
gazından dolayı müdahalede bulunamadı. Çalışmalara
Tunçbilek Termik Santrali’nden gelen ekipler de
destek verirken, olay yerine gelip mağaraya giren
AFAD personeli de gazdan etkilendi. İçeride hayatını
kaybeden şahsın cesedine, uzun çalışmalar sonucu
ulaşıldı.
Şahısların gübre
alaşımlı patlayıcı yapması akıllarda soru işareti
bırakırken, jandarmanın olayla ilgili soruşturma
başlattığı öğrenildi.
Akşam, 22.07.2014
|
KAYITLARA GÖRE DÜNYANIN EN ESKİ ŞARKISI TAM 3 BİN
400 YAŞINDA
Çivi yazısının sırrı
çözüldü, 'Hurri İlahisi' adındaki şarkı gün yüzüne
çıkarıldı. Tarihi MÖ 14. yüzyıla dayanan şarkı,
Ugarit kraliçesi Nikkal için bestelenmiş.

Ugarit harabelerinde keşfedilen kil tabletler
arkeolojide büyük bir öneme sahip. Ugarit, milattan
önce, Suriye’nin Ras Shamra bölgesinde yer alıyordu.
Depremle yerle bir olan Ugarit, zamanın en önemli
ticaret merkezlerinden de biriydi.
California Üniversitesi profesörü ve Berkeley
Antropoloji Müzesi’nin küratörü Anne Draffkorn
Kilmer, MÖ 14 yüzyıla dayanan tabletleri 15 yıl
boyunca çözmeye çalıştı.

Prof. Kilmer'ın 15 yılını alan
çalışıması Müzikolo
Kilmer’ın çalışmaları ortaya dünyanın en eski
şarkısını çıkardı.


EN ESKİ ŞARKININ ADI 'HURRİ İLAHİSİ'
Çivi yazısı 36 tablet gün ışığına çıkartıldıktan
sonra literatüre ‘Hurri İlahisi’ ismiyle kaydedildi.
Asuroloji profesörü Kilmer'a göre, yazıtlardaki
melodi tam 3 bin 400 yaşında.
Tapınakta keşfedilen ilahi, Ugarit tanrıçası
Nikkal için bestelenmiş. Tabletlerde, ilahilerin
arpla nasıl çalınacağına dair açıklamalar da mevcut.
Arkeologların paha biçilemez kadar değerli olarak
betimlediği nota tabletlerinin hepsi bugün Ulusal
Şam Müzesi’nde sergilenmekte.
Müzikoloji dünyasını sarsan keşif devrim yarattı ve
müziğin orijini tartışmalarında ekseni
Ortadoğu’ya kaydırdı.
Ugarit’te keşfedilen 36 müzikal yazıtın sadece bir
tanesi (Hymn 6) bugün çalınabilecek kadar korunmuş
konumda.


Şarkının bulunduğu tapınağın girişi.
Hürriyet, Haber: Ayla Günerhan, 22.07.2014
|
AVANOS'UN SİMGESİNE BETONARME HANÇERİ

Nevşehir’in Avanos
İlçesi'nde bulunan 116 yıllık
tarihi taş köprünün yanı başında inşaat izni
verilmesi tepkilere neden oldu. Bölgedeki kitle
örgütleri, kıyı kanunu ve imar kanununa aykırı
olarak inşa edildiğini öne sürülen bina için yargı
yoluna gideceklerini açıklarken, Avanos Belediyesi
kaba inşaatı tamamlanma aşamasında olan yapı için
her şey yasal diyor.
Nevşehir’in Avanos
İlçesi'ndeki tarihi taş köprü,
ilçenin simgelerinden biri. Avanos’u ziyaret eden
hemen herkesin üzerinden geçtiği ve hatıra fotoğrafı
çektirdiği tarihi köprü 116 yıldır yöre halkına
hizmet veriyor. Ancak çevresi pek çok kez onarım ve
tadilat gören taş köprü bugünlerde çirkin beton
yapılarla boğulmak üzere. Tarihi köprünün hemen yanı
başında inşasına başlanan bina, Avanos’un siluetini
de tehdit ediyor.
BELEDİYE: İMAR PLANI İÇERİSİNDE
Özel bir şirket tarafından yapımı sürdürülen
binanın, kıyı kanunu ve imar kanununa aykırı
olduğunu belirterek Avanos Belediyesi’ne başvuran
yöredeki kitle örgütleri, inşaatın durdurulmasını ve
ardından da yıkılmasını talep ettiler. Ancak Avanos
Belediyesinin, iki katlı işyeri olduğu belirtilen
bina inşaatının, uygulama imar planı içerisinde
olduğu yanıtını vermesi üzerine konuyu Nevşehir
Kültür Varlıklarını Koruma Kuruluna taşıyan
örgütler, Kurulun yapı hakkında inceleme yapmasını
bekliyor.
MİMARLAR ODASI DAVA AÇMAYA HAZIRLANIYOR
Kapadokya Tarih Kültür Araştırma ve Koruma
Derneği (KATED) Başkanı Mükremin Tokmak, kot farkı
gözetmeksizin inşa edildiğini belirttiği yapının
durdurulması gerektiğini vurgulayarak, “Avanos
Tarihi Kentler Birliği üyesi bir ilçe olarak
Türkiye’de saygın bir yere gelmek isterken, kentin
siluetinde meydana gelen bu büyük ve hızlı
değişiklikler kente ve yaşam alanlarına yabancılaşma
duygusunu da artırıyor” diye konuştu.
Yöredeki kitle örgütleriyle birlikte yaptıkları
başvuru üzerine TMMOB Mimarlar Odası’nın konuyla
ilgili dava açmaya hazırlandığının da altını çizen
Tokmak, “Nereden bakılırsa bakılsın Avanos hem
geçmişimiz, hem de geleceğimizdir. Ona sahip
çıkmalıyız. Belediye başkanına oy versin vermesin,
her türlü görüşten Avanoslu bu çirkin yapının kente
zarar verdiği konusunda hemfikir” dedi.
Evrensel, Haber: Yusuf Yavuz, 22.07.2014
|
TATİLDE 'ZAMAN YOLCULUĞU'NA ÇIKIYORLAR
Yaz
tatilinde yeni şeyler öğrenmeyi eğlenceyle
buluşturmak isteyen çocuklar, İzmir'in tarih öncesi
dönemde ilk yerleşim alanı olan Yeşilova Höyüğü'nde
8500 yıl öncesine yolculuk yapıyor.
Türkiye'nin çeşitli illerinden gelen 7-11 yaş
arası tarih meraklısı çocuk, İzmir'de "zaman
yolculuğuna" çıkıyor. Çocuklar, üç gün süren
yolculuk sırasında tarih öncesi döneme ait yaşamı, o
dönemdeki gibi giyinip, o şartlarda yaşayarak
öğreniyor. Keyfili vakit geçirmeyle yeni şeyler
öğrenmeyi bir arada gerçekleştiren yaz okulu, tarih
eserlere saygılı, onları koruma bilincine sahip
nesiller yetişmesini hedefliyor.
Yeşilova Höyüğü Kazı Başkanı Yrd.
Doç.Dr. Zafer
Derin, höyüğün 8500 yıl öncesine kadar giden tarihi
geçmişe sahip olduğunu ifade ederek, İzmir'de ilk
yaşayan toplumun kültürünü, yaşam tarzını, yaşam
koşullarını bu alandan öğrendiklerini kaydetti.
Alandaki kazı çalışmalarını 2005 yılından bu yana
sürdürdüklerini belirten Derin, her yıl kentin
tarihi ve kültürüne ilişkin yeni şeyler
öğrendiklerini söyledi.
Yrd. Doç.Dr. Derin, tarih öncesi dönem yerleşim
alanını topluma anlatmak ve alanı turizme açmak için
gayret ettiklerini aktararak, "İzmir ve çevresi
tarihi zenginliklerle dolu. Klasik dönem Roma
kentleri çok yoğun. Onların yolları, sütunları,
belirgin mimarları varken tarih öncesi dönemlere ait
bulgular günümüze kadar daha az kalabiliyor. İşte bu
ilk kültürü, ilk toplumu öğretmek için burada
Bornova Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve
Ege Üniversitesi'nin desteğiyle farklı aktivite
yaratmaya çalıştık" diye konuştu.
- Çocuklar arkeolog oluyor
Derin, internet üzerinden yaz okulu için kazı
alanına başvuru yapan çocukların, "Yeşilova
Höyüğü'nde Arkeoloji Eğitimi ve Zamana Yolculuk"
projesinde 3 gün süresince tarihi yaşayarak
öğrendiğini vurguladı. Çocukların öğrenmeleri için
kazı alanında tarih öncesi döneme ait bir köy inşa
ettiklerini anlatan Yrd. Doç.Dr. Derin, şöyle devam
etti:
"Köyde o dönemin uygun kıyafetleri giyerek,
buradaki kültürü yaşayarak anlatmaya çalışıyoruz.
Buğdaydan un, undan ekmek yapmayı, kilden takı,
taşlardan kesici alet yapmayı öğreniyorlar. Onlar
için hazırladığımız kazı alanında arkeolog gibi
çalışarak arkeolojinin nasıl bir şey olduğunu
anlıyorlar. Bizim en büyük eksiğimiz kendi
kültürümüzü ve tarihimizi çok iyi tanımamak. Hem iyi
öğrenmiyoruz, hem de iyi tanıtamıyoruz.
Öğrenemediğimiz için tarihi eserlerimiz çoğunlukla
tahrip edilebiliyor. Toprak altından çıkan eserler
hepimizin. Bunları korumak, anlamak ve geleceğe en
iyi şekilde taşımak için burada projeler
geliştirmeye çalışıyoruz."
-"Tarihi eserleri korumak gerektiğini öğrendim"
Yaz okulu için Yeşilova'yı tercih eden 11
yaşındaki Deniz Özmen, annesinin yaz okulları
ararken burayı gördüğünü, tarihi eserlere ilgisi
nedeniyle tercihini bu yönde kullandığını ifade
etti. Yaz okulunda tarihi alanlarda nasıl kazı
yapıldığını öğrendiğini aktaran Özmen, burada tarihi
eserlerin çok önemli şeyler olduğunu gördüğünü
söyledi. Özmen, etkinlikler çerçevesinde kazı
yaptıklarını, buldukları parçaları önce yıkayıp
kuruttuklarını, ardından parçaları bütün haline
geliştirmek için birleştirdiklerini dile getirerek,
"Tarihi eserleri korumak gerektiğini öğrendim,
bundan sonra tarihi eserleri koruyacağım" dedi.
Yaz okulu sayesinde ilk kez kazı alanına gelen 8
yaşındaki Mert Öztekin de arkeologların keyifli bir
işi olduğunu, büyüyünce arkeolog olmak istediğini
belirtti.
Time Türk, Haber: Halil Şahin, 22.07.2014
|
URLA LİMANTEPE'DE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Ankara Üniversitesi tarafından yürütülen ve Urla
Belediyesi tarafından desteklenen Urla Limantepe
Kazısı 2014 sezonu çalışmalarının startını verdi.

Urla Belediye Başkanı Sibel Uyar tarafından ilk
kazmanın vurulduğu çalışmalar 3 ayrı alanda
yapılacak. Prof.Dr. Hayat Erkanal başkanlığında
yürütülen çalışmalar 5 Bin yıl öncesine ait
kültürlerin ve kalıntıların araştırılmasını
kapsayacak. MÖ 2600’lü yıllara ait sur
duvarlarının takip edileceğini vurgulayan Erkanal,
geçen yıl kamusal bir yapıya ait olduğunu
belirledikleri bir mimari yapı bulduklarını bu sezon
ise bu yapının neyi kapsadığını bulmayı
hedeflediklerini söyledi.
İngiltere, Yunanistan, Kanada ve İtalya’dan bilim
insanlarının da yer alacağı uluslararası bir çalışma
olan Limantepe ve sualtı kazılarında yurt dışından
ve yurt genelinden birçok üniversiteli öğrenci de
staj yapmak için Urla’da olacak.
İlk kazmayı vuran ve var olan bulguları inceleyen
Başkan Sibel Uyar, “tarihe dokunmak inanılmaz bir
duygu. Umuyorum bizlere daha derin bilgiler
edinmemizi sağlayacak yazılı belgelere ulaşılabilir.
Sayın Hayat Erkanal’a ve tüm ekibe başarılar
diliyorum” dedi.
Ege'de Son Söz, 22.07.2014
|
KÜÇÜK ARKEOLOGLAR İŞ BAŞINDA

Çanakkale'de, tarihi eser ve
tarihi mirasa karşı farkındalık oluşturmak
amacıyla çocuklar için 'küçük arkeologlar'
projesi uygulamaya konuldu.
Parion Antik Kenti ile Apollon Smintheus
Tapınağı kazılarının sponsorluğunu sürdüren
İçdaş firması, sadece kazılarla tarihi
değerlerin ortaya çıkmasına destek olmakla
kalmayıp, genç neslin bu eserlere karşı
bilinçlenmeleri için de katkıda bulundu. Bu
kapsamda oluşturulan 'Küçük arkeologlar projesi'
ile tarihi kazı alanlarında çocuk ve gençlerin
tarihi miras ve tarihi değerlere karşı
bilinçlenmelerine katkıda bulunuluyor.
İlki geçtiğimiz günlerde yapılan proje
uygulamasına yaşları 7 ile 17 arasında değişen
100 çocuk katıldı. İki günlük etkinlikte önce
Parion antik kentinde uygulama yapıldı.
Dünyanın sayılı, Türkiye'nin en büyük tarihi
kazısının yapıldığı MÖ 8'inci yüzyıla ait Parion
antik kentindeki tiyatroda, küçük arkeologlar
için kazı alanı oluşturuldu. Küçük arkeologlar,
toprağın altına önceden yerleştirilen bazı
objeleri gün yüzüne çıkarmak için çabaladı.
Ellerinde küçük çapa, mala ve fırçalarla tıpkı
uzman arkeologlar gibi kazı yapmaya çabalayan
küçük arkeologlar, tarihi eserlerin hangi
zorluklarda ve sabırla çıkarılması gerektiğini
öğrendi. Çocuklar, toprak altından çıkardıkları
seramik parçaları, bakır eşyaları hassas bir
şekilde taşıyacakları sandıklarda topladı.
Ardından yıkayarak bu parçaların üzerinde yer
alan yazı, sembol, işaretleri inceledi. Küçük
arkeologlar, kazı yerlerinde hatıra için
hazırlanan kartonetlerle bol bol hatıra
fotoğrafı da çektirdi.
KAZI İKİNCİ GÜN DE SÜRDÜ
Parion Antik Kenti kazı başkanı Doç.Dr. Vedat
Keleş, küçük arkeologlara tarihi kazılarda uyulması
gereken kuralları anlatırken şöyle dedi:
"Sizlerin tarihi mirasa, kültürel değerlere bilinçli
yaklaşımınızı şimdiden bu tür projelerle sağlamaya
çalışıyoruz. Türkiye toprakları arkeolojik
değerlerle dolu. Belki de ileride bunları siz
çıkaracaksınız. Ancak çıkarmasanız dahi onlara sahip
çıkarak, korumanız daha önemli."
'BU MESLEK SEVEREK
YAPILABİLİR'
Uygulamanın ikinci günü küçük arkeologlar Ayvacık
İlçesi Gülpınar Köyündeki Hellenistik döneme ait
(MÖ 330-30) Kuzey Batı Anadolu'nun en önemli ve
yerel tanrısı ile önde gelen kutsal alanlarından
Apollon Smintheon Tapınağı'nı ziyaret etti. Kazı
başkanı Prof.Dr. Coşkun Özgünel tarafından
bilgilendirilen çocuklar, burada da çalıştı.
Prof.Dr. Özgünel "Arkeologlar çok para kazanmazlar. Bu
meslek severek yapılabilir. Dolayısıyla sizler
tarihi değerlerin kıymetini bilin ve anlayın. Bu
konuda amatör olarak uzmanlaşın istiyoruz. Bu
nedenle bu projeyi de gönülden alkışlıyoruz" diye
konuştu.
Hürriyet, Haber: Burak Gezen, 22.07.2014
|
MEDENİYETLERİN BEŞİĞİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Kafkaslar'dan Anadolu'ya ilk giriş kapısı olan Ani
Ören Yeri'nde restorasyon ve kazı çalışmalarına
kaldığı yerden devam ediyor.
Kurulduğu günden bu yana birçok medeniyete ev
sahipliği yapan ve aynı zamanda önemli bir ticaret
merkezi de olan Ani, sahip olduğu zenginliklerle
turizme kazandırılıyor.
Bakanlar Kurulu kararıyla yürütülen 160 kazı
çalışması ve 200'e yakın bilimsel ve kurtarma amaçlı
yapılan kazı çalışmasına 27 milyon lira destek
ayıran Bakanlık, üniversitelerin eğitim öğretim
döneminin sona ermesiyle kazı çalışmalarının
ödeneklerini de il kültür turizm ve müze
müdürlüklerine gönderdi.
Bu çerçevede 2012'den beri çalışmaların sürdürüldüğü
Ani Ören Yeri'nde 2014'te de Kars Müzesi
başkanlığında, Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü öğretim üyelerinden Prof.Dr. Fahriye
Bayramın'ın bilimsel başkanlığında çalışmalar
gerçekleştiriliyor. Kısa süre önce başlayan
çalışmaların ağustos ayı sonuna kadar sürdürülmesi
planlanıyor.
Fethiye Camisi bu yıl tamamlanacak
Geçen yıl batı ve güney cephesi önünde çalışılan ve
restorasyon projeleri hazırlanmış olan Fethiye
Camisi'nin (Katedral) etrafının tamamıyla ortaya
çıkarılması hedefleniyor.
Bunun yanı sıra 2014 sezonunda, Manuçehr Camisi'nin
tabandan gelen su probleminin çözümüne, alanının
grid çalışmalarına, daha önceki yıllarda açığa
çıkarılmış olan mekanların duvarlarının basit
onarımlarına, ziyaretçilerin rahat dolaşımı için
oluşturulan gezi yollarının düzenlenmesine,
yapıların temizlenmesine ve sonraki yıllarda
gerçekleştirilecek projelerin planlanmasına yönelik
çalışmalar da yürütülecek.
21 eser hala dimdik ayakta
Volkanik tüf tabakasının üzerine kurulan bir Ortaçağ
şehri olan Ani Ören Yeri'nde en eski tarih, MÖ
5000'li yıllara dayanıyor. Kurulduğu arazi üzerine
uyumu sağlamak amacıyla üçgenimsi bir şekilde inşa
edilen yedi girişli surlara sahip olan Ani'de, 21
eser halen ayakta duruyor.
İlk yerleşimin MÖ 5000'li yıllarda başladığı
Ani'de, Saka Türkleri, Sasaniler, Bağratlı Beyliği,
Bizanslılar, Şeddat Oğulları Beyliği, Anı Gürcü
Atabeyleri, Harzemşah Devleti, İlhanlılar,
Karakoyunlular, Akkoyunlular, Osmanlı Devleti ve
Ruslar hüküm sürdüğü biliniyor.
Ani Ören Yeri'nde bulunan ve ayakta duran eserler
arasında yer alan camiler, surlar ve kiliseler de bu
medeniyetlerin izlerini taşıyor. Ani, binlerce
yıldan beri yan yana duran cami, kilise ve zerdüşt
tapınağıyla ziyaretçileri karşılıyor.
Geçen yıl biletli 23 binden fazla kişinin ziyaret
ettiği antik kent, soğuk geçen kış şartlarında bile
ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Kültür turlarıyla
antik kente gelen yerli ve yabancı turistler, burada
bulunan eserleri inceleyerek fotoğraflarını da
çekiyor.
Sabah, 22.07.2014
|
IŞİD, TARİHİ MANASTIRA GİRİP RAHİPLERİ KOVDU
Irak
Şam İslam Devleti (IŞİD) militanları, Musul
yakınlarındaki tarihi bir manastıra el koyup, burada
yaşayan rahipleri kovdular.

Görgü tanıkları Mar Behnam Manastırı'nın
rahiplerinin, üzerlerindeki giysiler dışında hiç bir
şey alamadan dışarı atıldıklarını anlatıyor.
4'üncü yüzyıldan kalma Mar Behnam Manastırı,
Hristiyanlık aleminde hac yeri sayılan önemli bir
kutsal mekan.
Hristiyanlar, Musul'u ele geçiren IŞİD
militanlarının kendilerine Müslüman olma, yüksek bir
vergi ödeme ya da ölüm seçeneklerini sunması üzerine
bölgeden kaçmıştı.
Musul kentinde artık Hristiyan kalmadığı
bildiriliyor.
Süryani Katolik Kilisesi'ne bağlı olan Mar
Behnam, Irak'ın Musul eyaletinin güney doğu
kesimindeki Hristiyan kasabası Karakuş yakınlarında.
Süryani bir din adamı militanların manastırda
kalanlara "Burada işiniz yok hemen terk edin"
dediğini aktarıyor.
Aynı din adamı rahiplerin manastırdaki bazı
kutsal eşyayı almak istediklerini ama militanların
izin vermediğini de söyledi.
Peşmergeye sığınmışlar
Bölgede yaşayan Hristiyanlar Fransız Haber Ajansı
AFP'ye, manastırdan atılan rahiplerin kilometrelerce
yürüdükten sonra Kürt peşmergeler tarafından
bulunduklarını anlattılar.
Bu ayın başlarında IŞİD, Musul'da, İslami
toplumlarda yaşayan ve din değiştirmeyi reddeden
gayrimüslimlerin cizye adı verilen bir vergi
ödeyerek himaye altına girebileceklerini duyurmuştu.
Açıklamada Hristiyanlar "Bunu reddederlerse
sonları sadece kılıç olur" denilerek ölümle tehdit
edilmişti.
IŞİD Suriye'de Şubat'ta ele geçirdiği Rakka
şehrinde de benzeri bir uygulamaya başvurmuş,
Hristiyanların güvenlikleri karşılığında 14 gram
altın tutarında vergi vermelerini istemişti.
Irak dünyanın en eski Hristiyan toplumlarından
birinin ana vatanı. Fakat ülkedeki Hristiyan nüfus
2003'deki ABD öncülüğündeki işgalden bu yana sürekli
azalıyor.
BBC yorumcusu Sebastian Usher, "Iraklı
Hristiyanlar IŞİD yönetimi altında ayrımcılığa
uğruyor ve cezalandırılıyor olabilir ama diğer dini
gruplar örneğin Ezidiler ve Şii Müslümanların durumu
çok daha kötü, çünkü inançları yüzünden hemen
öldürülme tehlikesiyle karşı karşıyalar" diyor.
BBC, 21.07.2014
|
KALEHÖYÜK'TE KAZI ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR
Kırşehir Kalehöyük’te, 2012 yılında başlanan
arkeolojik kazı çalışmaları devam ediyor. Bugüne
kadar 43 eser çıkarıldı. Konuyla ilgili olarak, Vali
Özdemir Çakacak başkanlığında bilgilendirme
toplantısı düzenlendi.
Kırşehir’in tarih boyunca birçok medeniyete
evsahipliği yaptığını, bu yüzden de arkeolojik kazı
çalışmalarının insanlık tarihi açısından bütün önem
taşıdığını belirten Vali Çakacak, “Kalehöyük'te
yapılan kazılara, valiliğimiz ve belediyemizce
destek verilmektedir. Bu kapsamda iş makinesi,
elektrik, su gibi ihtiyaçlar tedarik edilmektedir.
Ahi Evran Üniversitemiz'ce de oluşturulan ekip,
kazının sağlıklı şekilde yürütülmesini
sağlamaktadır. Ayrıca 2013 yılında Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından da 60 bin TL ödenek
verilmiştir. Bu yıl da yine bakanlığımızca İl Özel
İdaremiz'e 120 bin TL ödenek gönderilmiştir." dedi.
Özdemir Çakacak, 2014 yılında da Kalehöyük’te kazı
çalışmalarının devam edeceğini söyledi.
Bugün, 21.07.2014
|
ANAVARZA KALESİ'NDE ANTİK YOL AÇILIYOR
Adana'nın Kozan
İlçesi'nde bulunan Anavarza antik
kentindeki kazı çalışmalarında, 30-35 metre
genişliğinde taşlarla döşeli antik cadde bulundu.

Malazgirt savaşı sonrası Doğu Anadolu
Ermenilerinin yerleştiği ve yeniden inşa ettiği
Anavarza antik kentinde arkeolojik kazılar devam
ediyor. Geçtiğimiz sezonlarda ortaya çıkarılan ve
bir antik kentin en önemli unsurlarından biri olan
antik yol, bu yılki kazı çalışmalarında detaylı bir
şekilde araştırılıyor.
En az Efes antik kenti kadar görkemli bir mimari
yapıya sahip olan hatta bazı kaynaklarda 'İkinci
Efes Antik Kenti' olarak tanımlanan Anavarza,
kalesi, mozaikleri, hamamları, kiliseleri, zafer
takları, su kemerleri, nekropolü, stadyumu ve
tiyatrosuyla 143 dönümlük bir alana yayılmış ve
Anadolu'nun en büyük kentlerinden biri olmuş.
Çukurova Üniversitesi bilimsel danışmanlığında, İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğüne bağlı arkeologların
yaptığı kazı çalışmaları sürerken, 30-35 metre
genişliğindeki taş döşeli antik yol bu yılki kazı
çalışmalarının merkezinde yer alıyor.
Bir kentin büyüklüğünü, ne kadar insanın yaşadığını,
ticaretinden sosyal statüsüne kadar nasıl bir
medeniyeti taşıdığına dair çok önemli ipuçları veren
antik yollar arasında, Anavarza'daki Anadolu'nun en
büyüklerinden biri olma özelliğine sahip.
Anavarza'nın eski adıyla Kilikya olarak bilinen
bölgenin en önemli merkezlerinden biri olduğunu
gösteren bu yol, bölgenin en önemli şenliklerinin ve
olimpiyat oyunlarının da düzenlendiği yerdi.
Kozan İlçesi'nin 28 kilometre güneyinde Dilekkaya
Köyü sınırlarında bulunan Anavarza Antik Kenti, Roma
döneminde milattan sonra 2. yüzyıldan
itibaren Anadolu'nun en önemli metropollerinden biri
olarak biliniyor. Anavarza, Yaşar Kemal'in başta
İnce Memed olmak üzere romanlarında da kendine yer
bulan Anadolu'nun en büyük antik kentlerinden biri.
Al
Jazeera - Anadolu Ajansı, 21.07.2014
|
KÜBİZM İLK KEZ GÖBEKLİTEPE HEYKELTRAŞLARI TARAFINDAN
KULLANILDI

Kübizm’i Picasso ve Braque’dan önce duvarlara
resmeden sanatçılar vardır. 20. yüzyılda ortaya
çıkan Kübizm’in aslında Göbeklitepe heykeltıraşları
tarafından çok daha önceden kullanıldığı
anlaşıldı..Göbeklitepe, Şanlı Urfa’ya 15 km
uzaklıkta yer alan ve günümüzden 12. 000 yıl
öncesine dayanan çok önemli bir merkez olarak ortaya
çıkarıldı.

DÜNYANIN EN ESKİ TAPINAĞI
Bu merkezin bu kadar önemli olmasındaki etken ise;
Dünya’nın İlk Tapınağı’nın burada inşa edilmiş
olmasıdır. Düşünün, avcı ve toplayıcı olan halk daha
yerleşim hayatına geçmeden Göbeklitepe’ye gelip
büyük bir tapınak yaparak bugüne imzalarını
atıyorlar.
Göbeklitepe’de 1995 yılında Alman Arkeolog Klaus
Schmidt tarafından başlatılan kazılar arkeoloji
tarihi başta olmak üzere dünya tarihi açısından çok
önemli ipuçlarını vermektedir. Öyle ki ortaya çıkan
buluntulardan sonra Schmidt, “Önce tapınak geldi,
sonra şehir geldi” diyerek erken medeniyet tarihine
yeni bir bakış açısı getirdi.

T’NİN ÖNEMİ
Bir tepe üzerinde kurulmuş olan Göbeklitepe çok
sayıda yuvarlak biçimli yapılardan oluşmaktadır. Taş
Devri’nden kalma bu tapınaklardaki ortak özellik;
“T” biçimli sütunlarla çevrilmiş olmaları ve
ortalarında iki adet “T” biçimli sütunun yer
almasıdır. Yapılan incelemeler sonucunda “T” biçimli
sütunların insanı stilize ettiği düşünülmeye
başlanmıştır. Ortada yer alan ikiz “T” lerde görülen
kol ve bacak tasvirleri bu görüşü desteklemektedir.
Bu sebeple mitlerini bizlere bırakmak istemiş
olmaları fikri daha ağır basmaktadır.
İlginç olan başka bir şey ise; yapıldıktan bin yıl
sonra bu tapınak alanının üzeri toprakla örtülmüş.
İnsanı merakta bırakan bir gizem: ‘Böyle devasa bir
yapı nasıl yapılmıştır?’ , ‘Yapımından bin yıl sonra
üzerinin toprakla örtülme sebebi nedir?’ Bu
soruların cevabı araştırıla dursun, biz gelelim
sanatına…

KÜBİZM VE GÖBEKLİTEPE
Sütunların üzerinde yer alan kabartmalarda
resmedilen hayvan ve insan motiflerine baktığımız
zaman tasvirlerin çoğunun tek bir yönden
resmedilmediğini, bazı tasvirlerde motiflerin
üstten, alttan ve yandan bir arada anlatıldığını
görmek mümkün. Anlatım açısından eğer bir boğayı
yandan anlatırsan gövdesinin bir kısmını göremezsin,
kafasını yukardan bakıp çizersen daha kolay
anlaşılmasını sağlayabilirsin.

Mesela ‘Aslanlı Dikilitaş’ yapısına ait
kabartmanın birinde yer alan kadın figüründe kadının
dizleri üzerinde durduğu söyleniyor, belki de
yatarken resmedilmek istenmiş olabilir. Dikkatli
baktığınızda kafasını hem sağa hem de sola çevirmiş
halde görürsünüz. Bu bir doğum sahnesi olarak da
yorumlanabilir. Kübizmin 20. yüzyılda doğduğunu
bilen birisi olarak kabartmalara baktığımda,
Göbeklitepe’de bulunan sanatçıların bu kavramı
Picasso ve Braque’den 12.000 yıl önce
uyguladıklarını görmüş olmak beni fazlasıyla
etkiledi.

Türkiye Turizm, 21.07.2014
|
LAODİKYA'DA 1500 YILLIK KETEN PARÇASI BULUNDU
Denizli'nin Eskihisar Mahallesi yakınlarındaki
Laodikya antik kentindeki kazı çalışmalarında 1500
yıl öncesine ait olduğu sanılan keten parçası
bulundu. Tarihi keten parçalarının Denizli'nin
tekstil geçmişinin 1500 yıl öncesine dayandığını
ortaya koyduğu belirtildi.

Kazı çalışmalarının tüm hızıyla sürdüğü Laodikya
antik kentinde, 1500 yıl öncesine ait keten tomarı
bulundu. Tekstil sektörüyle adını dünyaya duyuran
Denizli'nin bu alandaki geçmişinin izlerine
Laodikya'da da ulaştıklarını ifade eden Laodikya
Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek,Şimşek,
"Daha önce tekstil boya kalıntıları bulmuştuk. Bu
bulgular, Denizli'nin tekstil sanayisinin tarihinin
1500 yıl öncesine dayandığını gözler önüne
sermektedir. Şu anda da yapılan kazı çalışmalarında
rulo halinde yine 1500 yıllık keten parçasına
ulaştık. Bu tekstil sektörünün binlerce yıl öncesine
dayandığını bir kez daha göstermiş oldu" dedi.
ANTİK KENTTEKİ KİLİSE ZİYARETE AÇILACAK
Diğer yandan ziyaretçi sayısı her geçeng ün artan
Laodikya antik kentindeki kilisenin ziyaret
edilebilmesi için çalışmaların devam ettiğini
belirten Şimşek, "Tarihi kentteki en önemli
yerlerden birisi kilisenin bulunduğu alan. Buradaki
çalışmalarımız önemli derecede tamamlanmış durumda.
Vaftiz havuzu ve ibadet yerleri ile dikkat çeken
kilisenin ziyarette açılabilmesi için çalışıyoruz.
Kilisenin korunması ve ziyaret edilebilmesi için
gereken malzemeler şu an gelmiş durumda. Yakın
zamanda çalışmalar tamamlanarak kilise ziyaret
edilebilecek duruma gelecek" diye konuştu.
Cumhuriyet, 21.07.2014
|
'BÜYÜK ANA'NIN KOLLARINI KIRDINIZ
İlhan Koman’ın
‘Akdeniz’ heykelinin kolunun kırılmasıyla ilgili
vandalizm noktasında birleşiliyor. Daha önce de
benzer olayların yaşanması sebebiyle olayın sadece
‘heykel kırılması’ olayı olmadığı, heykellere
saldırının süreğen bir hal aldığının altı çiziliyor.

Geçen hafta içerisinde İsrail protestolarında
İlhan Koman’ın “Akdeniz” heykelinin tahrip
edilmesiyle ilgili sanat çevrelerinden tepkiler
gelmeye devam ediyor. Bedri Baykam insan hakları
adına gösteri düzenleyen grubun heykele saldırısını
sanata karşı girişilmiş bir vandalizm olarak
nitelerken, Mehmet Aksoy heykele ve sanata yapılan
saldırıların siyasilerce kışkırtıldığını belirtti.
Sanat eleştirmeni ve küratör Beral Madra “Bütün
Akdeniz’deki katliamları kınayan ve kurbanları
kucaklamak için kollarını açan ‘büyük ana’nın
kollarını kırdınız” dedi. Heykeltıraşlar Derneği ise
bir bildiri yayımlayarak, heykele saldıranları
şiddetle kınadı ve bulunup cezalandırılmalarını
istedi.
Heykelin saldırıya uğramasıyla ilgili
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Başkanı Bedri
Baykam “İsrail’i protesto edeceğiz diye kalkıp bir
başkonsolosluğun önünde bulunan bir heykeli taciz
etmek, darp etmek, sallayıp kırmaya çalışmak sözde
insan hakları adına oraya gittiğini söyleyen bir
grubun sanata karşı giriştiği bir vandalizm haline
gelmiştir. Bu acıklı bir çelişkidir” dedi. Olayın
ülkemizde sanatın orta çağdan kalma cadı avının bir
parçası haline gelebileceğinin yeni bir kanıtı
olduğunun altını çizen Baykam “Akdeniz heykeli bizim
çağdaş sanatımızın çok değerli bir parçası ve 34
yıllık bir iş, öte yandan kırılgan, çok narin,
korunması gereken bir iş. Bu kadar akıl almaz bir
noktada bir ülkenin bir ülkeye saldırısı konusunda
hedef haline gelebilmesi ülkenin ruh halini ve
sanatın içinde yüzdüğü, ülkedeki içler acını konumu
kanıtlıyor” diye konuştu. Baykam “Beni üzen şey
heykelin tamirinin zor olması. Heykel bu badireyi de
atlatacaktır. Tamir edecek olan Ferit Özşen’e
güveniyoruz, altından kalkacağına inanıyoruz”
ifadelerini kullandı.
Sanat eleştirmeni ve küratör Beral Madra, İlhan
Koman’ın Türkiye modernizminin en önemli
sanatçılarından birisi olduğunun altını çizerken
“Akdeniz” heykelinin çeşitli defalar yerinin
değiştirildiğinin hatırlattı. Heykelin İslam dininde
“put” ulus devlet ideolojisi bağlamında lider ve
kahramanlık simgesi olarak yer aldığını belirten
Madra “Bugün din ve modernizm arasındaki büyük krizi
yaşadığımıza göre, bu kırma olayına şaşırmak
anlamsızdır” dedi.
Heykel kırma olaylarıyla ilgili sanatçıların ve
sanat uzmanlarının uyarılarını hatırlatan Madra,
“Türkiye insanının çağdaş sanat ile epistemolojik
ilişkisi gerektiği gibi kurulmadığı için, geniş
kitlelerin ‘sanat yapıtı’ nedir ne değildir diye bir
bilgisi veya kaygısı da yok. Bunu kıran insanlara
şunu söylemek gerekiyor: Bütün Akdeniz’deki
katliamları kınayan ve kurbanları kucaklamak için
kollarını açan ‘büyük ana’nın kollarını kırdınız;
cehaletiniz ve dipsiz hırsınız sizi karanlığa mahkûm
ediyor” ifadelerini kullandı.
Olayla ilgili bir bildiri yayımlayan
Heykeltıraşlar Derneği ise olaya sadece “heykel
kırılması” olarak bakılmaması gerektiğini belirtti.
Bildiride, olayın cehalet kaynaklı şiddet eylemi
olduğu bildirilirken sanatın dönüştüren, yeniden
şekillendirerek mevcudu değiştirme gücünden çekinen,
her türlü yaratıcılık belirtisine tahammül
göstermeyen zihniyetin kötücül bir tezahürü olduğu
ifade edildi.
Bildiride her protesto eyleminin bir şiddet
zeminine dönüştüğü ve bundan endişe duyulduğu
belirtildi. Afganistan’da ve Suriye’de yaşananlarla
benzerlikler taşıyan eylemin Türkiye’ye
yakışmadığının altı çizilen bildiride, aynı
olayların yaşanmaması için bu tür olaylara hoşgörü
gösterilmemesini, suçluların bulunmasını ve
cezalandırılmasını istendi.
Daha önce, yaptığı “İnsanlık Anıtı” heykeli
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın tepkisi üzerine yıkılan
Mehmet Aksoy “Heykel insan var olduğundan beri olan
bir şey. Hiçbir dinde yasaklanmış değil, put değil.
Heykel, şarkı, türkü gibi bir şey... Bunu her yerde
insanlara anlatmak gerekiyor. Başbakan ve liderler
heykele söverek zaten heykel düşmanlığını körüklemiş
oluyorlar” dedi.
Akdeniz heykelini onaracağını açıklayan Ferit
Özşen “Heykeli ezbere biliyorum. Sağlam ve iyi
yapmaya çalışacağım. İlhan Abi’yle yakın bir
dostluğumuz vardı. Bu yaşananlar çok üzücü. Heykele
karşı genel bir alerji var. Başbakan bile ucube
diyor” diyerek tepkisini dile getirmişti.
Cumhuriyet, 21.07.2014
|
O KİTABE BURSA'DA
Yıllardır devam eden tartışmayı Türkiye lehine
sonlandırabilecek ‘en önemli kanıt’ olarak görülen
Şeyh Küşteri’nin kitabesinin Bursa Türk İslam
Eserleri Müzesi’nde olduğu belirlendi.

Yunan tiyatrosunun karakterleri” olduğunu yazdı.
Bu yazıya cevap gecikmedi. Gazetede çıkan haberin
ardından Türkiye’nin
Atina Büyükelçisi Kerim Uras, gazetenin genel
yayın yönetmenine, “Karagöz’ün Türk kültürünün
ayrılmaz bir parçası olduğunu” yazdı ve kanıt olarak
da
UNESCO’nun tescili ile
AİHM’nin kararını gösterdi. Mektup sonrasında
Yunan Kültür Bakanı Konstantinos Tassoulas,
“Karagiozis’in Yunan olduğunu söyleyebilirim” dedi.
Envanterde kayıtlı
Yıllardır süren tartışmayı Türkiye lehine
sonlandırabilecek ‘en önemli kanıt’ olarak görülen
mezar taşı ve kitabenin akibetini
Uludağ Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim
görevlisi Doç.Dr. Hasan Basri Öcalan anlattı. Her
ikisinin de
Bursa Türk
İslam Eserleri Müzesi envanterine kayıtlı
olduğunu belirten Öcalan, müze deposunda yaptığı
incelemelerde kitabeyi bulduğunu, mezar taşının ise
sadece fotoğraf kaydına erişebildiğini söyledi.
Öcalan, envanter kaydının yanında “Nerede olduğu
bilnmiyor” ibaresi düşülen mezar taşında, “Cennet
mekanı firdevs aşiyan sahib-i hayal Şeyh Muhammed
Küşteri ruhuna fatiha (802)” ifadesinin bulunduğunu
kaydetti.
‘Bursa ile özdeşleşiyor’
Mezar taşının resminin bulunmasının Şeyh Küşteri’nin
gerçekliğini sorgulayanlara bir yanıt niteliğinde
olduğunu ifade eden Öcalan, iddiaların Küşteri’nin
ölümünden sonra hazırlanan kitabede yer aldığını
belirtti. Bursa Alan Başkanı Prof.Dr. Neslihan
Dostoğlu ise Karagöz ve Hacivat’ın Bursa ile
özdeşleştiğini belirtti.
Sultan
Orhan’ı avutabilmek için
Rivayete göre, Bursa’da Ulucami inşaatında
çalışan Karagöz ve Hacivat herkesi güldürüp işleri
aksattıkları için Sultan Orhan Gazi tarafından
boyunları vurdurulur. Yaptığına pişman olan Orhan
Gazi’yi teselli etmek için Şeyh Küşteri adlı bir
kişi, Karagöz ve Hacivat’ın deriden yapılmış
tasvirlerini
perde arkasında oynatıp onların şakalarını
tekrarlayarak padişahı avutur.
Milliyet, Haber: Burcu Ünal, 21.07.2014
|
3 BİN YILLIK TARİHE DİNAMİTLİ SOYGUN

Daha önce kazma-küreklerle mezarları oyan, tahta
merdivenlerle tarihi eserlere zarar veren
defineciler ‘Bu kadarına da pes!’ dedirtti. Hazine
avcıları, baş tanrı ve tanrıça için yapılan tapınma
taşlarını dinamitle havaya uçurdu.
İstanbul Çatalca Dağyenice Köyü’nde bulunan 3 bin
200 yıllık kült alanı talan edildi. Frigler
döneminden kalma olduğu belirlenen dini mabet yeri
defineciler tarafından dinamitle patlatıldı. Daha
önce Bizans döneminden kalma mezarları kazma ve
küreklerle oyan defineciler, taşların içerisinde
bulunduğuna inandıkları defineyi almak için bu kez
dinamit kullandı.
Taşın içinde define aramışlar
Çatalca Kültür ve Turizm Dernek Başkanı Ahmet Rasim
Yücel, “Define avcılarının kültürel anlarda farklı
yöntemler uyduladıklarını görmüştük. Böylesine ilk
defa şahit olduk. İçinde define bulmak için taşları
dinamitle patlatmışlar. Gördüğümüz manzara
karşısında şok olduk. Bu kişilerle ilgili defalarca
şikayetlerde bulunduk ama maalesef herhangi bir
sonuç elde edemedik. Herkes burada define olduğuna
inanıyor. Bunun için belediye ve kaymakamlık üzerine
büyük görevler düşüyor” şeklinde konuştu.
Türkiye’deki terk örnekti
‘Erken Demirçağ’da İstanbul Boğazı Üzerinden Trak /
Frig Kavimlerinin Anadolu’ya Geçişine Ait İlk
Bulgular’ çalışmasında kült alanı şu şekilde
anlatılıyor: “Çatalca’nın Dağyenive Köyü’de tespit
edilen kült alanı Trak / Frig yapısal özelliği
taşıyor. Kör ya da kapalı kapı nişi uygulaması
Türkiye Trakya’sı ve Avrupa’nın en doğu noktasında
böylesi bir alan ilk defa görülmekte.
Bulgaristan’daki kült alanları da çok benziyor.”
Akşam, Haber: Ercan Öztürk, 21.07.2014
|
VATİKAN GİZLİ ARŞİVLERİNDEN ÇIKAN 526 YILLIK BELGE
Türkiye Katolik Ruhani Reisler Kurulu'nun resmi
tarihçisi Dr. Rinaldo Marmara'nın gün yüzüne
çıkardığı 526 yıllık belgede, Cem Sultan'ın
Vatikan'a verilmesi için Fransa Kralı 8. Şarl ile
Papa 8. Innocenzo arasında yapılan gizli antlaşmadan
söz ediliyor. Belgeye göre, antlaşmanın her bir
maddesini ihlal eden 500 kilo altın tazminat
ödeyecek.
Son 15 yıldır Vatikan Gizli Arşivi'ne Türkiye'den
girebilen tek kişi olan Türkiye Katolik Ruhani
Reisler Kurulu'nun resmi tarihçisi Dr. Rinaldo
Marmara, 526 yıllık iki ayrı belgeyi HABERTÜRK'le
paylaştı. Belgelerden ilki Fransa Kralı 8. Şarl
tarafından 10 Nisan 1488'de kaleme alınan ve Papa 8.
Innocenzo'ya yazılan mektup. Kral 8. Şarl mektubu
Vatikan'a ulaştırması için dört ayrı sözcüsüne
Fransa'nın Tours kentinden gönderiyor.
Fransa Kralı mektubunda Papa'nın bazı elçilerinin
kendisine geldiği hatırlatıyor ve şöyle diyor:
''(...)Elçilerin bize naklettiğine göre Papa,
Sultan'ın kardeşini Osmanlı himayesindeki Hristiyan
topraklarının en yakınında bulunan Ancona veya
Kilise'ye ait başka bir bölgede tutmak ister. Biz de
Papa'yı memnun etmek ve Hıristiyanlığın iyiliğini ve
menfaatini istemekteyiz.

Elçilerimin doğruluğuna, dürüstlüğüne ve
akıllarına güvendiğim için onları Papa ile Türk'ün
kardeşi ilgili seyahati konuşup sonuçlandırmasıyla
tam yetkili kılıyorum. Nakil sırasında Türk'ün
kardeşinin ihtiyacı olan her şeyinin karşılanması,
korunması ve mutabık kaldığımız antlaşmanın her bir
maddesinin yerine getirilmesi sözünü vermeniz
dileğiyle...''


Dr. Rinaldo Marmara'nın paylaştığı 3 sayfadan
oluşan ve Latince kaleme alınan 4 Temmuz 1488
tarihli ikinci belge ise işte bu gizli antlaşmanın
bugüne kadar bilinmeyen bir yönünü ortaya çıkardı.
''Rodos şövalyeleri emrinde Fransa'da bulunan
Zizim'in (Cem Sultan) Fransa Kralı tarafından nakli
vaadi'' başlığını taşıyan belge şöyle başlıyor:

''Kudüs San Giovanni tarikatının başı Pietro
D'Aubusson ve Rodos'taki aynı tarikatının ileri
gelenleri, ellerinde tutukları Zizim'i daha iyi
muhafaza edebilmek için Fransa topraklarına
nakletmişlerdi. Fakat Papa, Zizim'in Roma
Kilisesi'nin topraklarına naklinin daha uygun
olacağına karar vermişlerdi. Zizim'in nakli ve
tutukluk şartları konusunda iki yıl önce anlaşmaya
varılmasına rağmen Fransa Kralı nakil ve gerekli
yardımları yerine getirmeyi geçiktirmişti.''
Habertürk, Haber: Bülent Günal, 21.07.2014
|
TMSF, EROL AKSOY'UN KAÇIRDIĞI TABLOLARI PARİS'TE
YAKALADI
Zimmetine para geçirerek
İktisat Bankası’nı batırdığı için 12.5 yıl hapis
ve 351 milyon TL para cezasına çarptırılan bankanın
eski patronu
Erol Aksoy’un ‘kayıp’ tablolarından 30’u
bulundu. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun
anlaştığı uluslararası kurumsal dedektiflik firması
Erol Aksoy’un
İktisat Bankası’na aldırdığı ama fonun bankaya
el koymasından sonra izine rastlanmayan,
zimmetine geçirdiği suçlamasından da delil
yetersizliği gerekçesiyle beraat ettiği 74 tablodan
30’unu
Paris’te buldu.
İçinde milyonlarca dolarlık eserlerin bulunduğu depo
Erol Aksoy ve eşi İnci Aksoy adına kayıtlı
çıktı.
TMSF 30 tabloya tedbir konması için Fransız
yargısına başvurdu. Önce tedbir talebini redddeden
mahkeme
TMSF’nin itirazı üzerine tablolara tedbir
konmasına karar verdi. Aksoy’un tablo hırsızlığı
için yeterli delil de böylece bulunmuş oldu.
İktisat Bankası’nın kayıp tablolarını
zimmetine geçirme cezasından bir kez kurtulan
Erol Aksoy için, şimdi tablo tersine dönecek.
BANKA HESABINA KOLEKSİYONUNA
2001 yılında
TMSF tarafından el konulan
İktisat Bankası’nın patronu
Erol Aksoy, bankanın demirbaşında bulunan tablo
ve
sanat eserlerini
zimmetine geçirdiği iddiasıyla yargılanmış;
İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada,
Aksoy için beraat kararı çıkmıştı. İddianamaye göre
Aksoy bankanın çoğunluk hissedarı olduğu, murahhas
azası ve yönetim kurulu başkan vekili olarak
çalıştığı dönemde banka adına değerli tablolar ve
antika
sanat eserleri satın alıyor ve banka kayıtlarına
demirbaş olarak kaydettiriyor, ancak eserlerin
muhafaza, bakım ve denetimini bizzat yapıyordu.
‘TESLİM BELGESİ YOK’
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, bankaya
TMSF tarafından el konulması üzerine başlatılan
soruşturmada, Aksoy’un banka adına alınan ve
bankanın envanterine kayıtlı bulunan toplam 67 adet
tablo ve 78 adet sanat eserini
zimmetine geçirdiği iddia ediliyordu. Yargılama
esnasında, daha sonra Birleşik Fon Bankası haline
getirilecek olan Bayındırbank,
TMSF tasarrufuyla
İktisat Bankası’nı devraldı. Devir sonrası banka
envanterinin incelenmesiyle, 21 tablonun daha kayıp
olduğu anlaşıldı. 2005 yılında başlatılan
soruşturma, önceki dosyaya dahil edildi. Aksoy ve
avukatları, davaya konu eserlerin muhafazası için
veya herhangi bir nedenle sanığa teslim edildiğine
dair herhangi bir belgenin bulunmadığını ileri
sürmüşler ve suçun unsurlarının oluşmadığını
savunmuşlardı.
TMSF avukatları ise işlendiği iddia edilen suçun
vuku bulduğu tarihte yürürlükte olan Bankalar
Kanunu’na göre söz konusu teslim için herhangi bir
yazılı veya resmi belgeye ihtiyaç bulunmadığını öne
sürmüşlerdi.
TMSF Aksoy’un tabloların yerlerinin tespitine
yönelik beyanlarını ‘kesin ve net olmaktan uzak’
olarak nitelemişti. Bankanın taşınır mallarının
bankada bulunması gerekirken kurum dışında Aksoy’un
kontrolü altında bulunduğunu, bunların yurtiçinde ve
yurtdışında muhafazalarının sağlandığı iddia
ediliyordu.
TMSF’nin iddiaları arasında söz konusu eserlerin
Aksoy’un muhafaza, denetim ve sorumluluğunda olduğu
gerçeğinin kendisi tarafından kabul edildiğinin dava
dosyasındaki ifadelerinden anlaşılacağı da yer
alıyordu. Yargılama sırasında özel bir İngiliz
firmasında bulunduğu tespit edilen 14 eser de yurda
getirilerek Türk İslam Eserleri Müzesi’nde korunmaya
alındı. Böylece kayıp tablo sayısı 74’e düştü.
DELİL YETERSİZLİĞİ BERAATİNE YOL AÇMIŞTI
Mahkeme, bilirkişi raporunu da dikkate alarak banka
tarafından eksik olduğu belirtilen tablo ve
sanat eserlerinin tek tek isim ve özelliklerinin
bildirilmediği, muhasebe kayıtlarının açık ve
düzenli şekilde tutulmadığı, teslim tutanaklarının
olmadığı ve sanığın cezalandırılmasını gerektirecek,
her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil
bulunmaması sebebiyle 2013 yılında Aksoy’un tablo ve
sanat eserlerini
zimmetine geçirdiği suçundan beraatine karar
vermişti. Ancak
Paris’te ortaya çıkan depo bu kez tabloyu
tamamen değiştirecek. Aksoy’a tablo hırsızlığından
da hapis yolu görünebilir.
10 MİLYONLARCA DOLARLIK SANAT HIRSIZLIĞI
2001 yılında
İktisat Bankası’na el koyan
TMSF kayıtlardaki 409 tablodan sadece 322’sini
bankada fiziksel olarak buldu. Mevcut eserler
Topkapı Sarayı’nda koruma altına alındı. Kayıp 67
tablonun ve envanterde yer aldığı halde bankada
izine rastlanmayan 78 sanat eserinin değeri on
milyonlarca dolarla ifade ediliyor.
PROTOKOL İMZALANMIŞTI
TMSF ve
Erol Aksoy arasında 2006 yılında imzalanan
protokol kapsamında grup tarafından ödenmesi taahhüt
edilen tutarlar arasında on milyonlarca dolar
tutarında, tablo ve
sanat eserlerinin
zimmete geçirilmesi nedeniyle oluşan zarar da
yer almış, ancak ödemelerde temerrüde düşülmüştü.
Aksoy savunmasında, bir müze kurulması amacıyla
holding binasında galeri tahsis ettiklerini,
galeride envanter kaydı yapılmış bir kısım eserin
sergilendiğini, bir kısım eserin bankanın
iştiraklerinde sergilendiğini, bankanın tasfiye
sürecine girmesiyle uhdelerindeki eserlerin TMSF’ye
intikal ettirildiğini, bir eksiklik olmadığını, bir
kısım eserin bankanın Cenevre’deki iştirakinde
olduğunu, bu eserlerin tarafına tesliminin
yapılmadığını belirtmişti. Sadece tabloların
korunduğu vakfın başkanlığını yaptığını ileri süren
Aksoy muhafaza ve denetim sorumluluğunun olmadığını,
tabloların bulunduğu yer ve bilgileri paylaştığını
kaydetmişti.
607 BİN DOLARLIK İSTANBUL MANZARASI
Dosyadaki iddialara göre Aksoy, banka adına,
dünyanın önde gelen müzayede evlerinden
Christie’s’de yapılan açık artırmalarda birden fazla
tablo satın almıştı. Bunlardan bir tanesi, 607 bin
500 dolar verilerek satın alınan Antoine De
Favray’nin A View of Constantinople (İstanbul
Manzarası) adlı eseriydi. Eserin satışı için
hazırlanan faturanın banka değil de Aksoy adına
düzenlenmesi ise dikkat çekmişti. Eser, banka
envanterinde gözükmesine rağmen bulunamamıştı.
Aksoy’un zamanaşımı planı işe yaramadı
Zimmetine para geçirerek İktisat Bankası’nı
batırdığı için 12.5 yıl hapis ve 351 milyon TL para
cezasına çarptırılan bankanın eski patronu Erol
Aksoy hakkında Yargıtay 7. Ceza Mahkemesi’nin
vereceği karar bekleniyor. 2 Temmuz’daki duruşmada
Aksoy ve avukatlarının zamanaşımı planı işe
yaramamış, mahkeme Erol Aksoy hakkındaki temyiz
davasıyla ilgili kararını en geç 15 Ekim’de
açıklayacağını belirtmişti. Dosyayı incelemeye alan
daire bu tarihten önce de kararını yazabiliyor.
Iktisat Bankası’nın içini boşaltırken hem
yurtdışındaki off-shore bankasının yine kendi
şirketlerine verdiği batık kredilerini bankaya yıkan
hem de mevduatları devlet garantisine sokan Aksoy,
bu işlemle çifte yolsuzluk yapmıştı. Devlete 1.2
milyar dolar yükleyen ama diğer batık bankacıların
aksine ne rızasıyla 1 lira ödeyen ne de 1 gün hapis
yatan Erol Aksoy, yaz tatilini geçirdiği Bodrum’da
fotoğraflarıyla magazin haberlerine konu olmaya
devam ediyor.
Habertürk, Haber: Anıl Emre, 21.07.2014
|
TÜRKİYE'NİN KİLİKYA'DAKİ EFES'İ: ANAVARZA
UNESCO tarafından “Geçici Dünya Miras Listesi”ne
dahil edilen ve Efes antik kentinden 4 kat büyük
olan Adana’nın Kozan İlçesi'ndeki Anavarza Antik
Kenti keşfedilmeyi ve ziyaretçilerini bekliyor.
Adana Turist Rehberler Odası (ADRO) Başkanı İsa
Akdağ, yaptığı açıklamada, Kozan İlçesi'ne bağlı
Dilekkaya Mahallesi’ndeki Anavarza’nın Çukurova
yöresinin tam ortasında, Anavarza Dağı’nın batı
yakasında kurulmuş tarihi bir Kent olduğunu söyledi.
Kilikya bölgesinin en önemli merkezlerinden olan
Anavarza antik kentinin, Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik’in girişimleriyle UNESCO tarafından
“Geçici Dünya Mirası Listesi”ne dahil edildiğini
belirten Akdağ, Anavarza’nın keşfedilip buradaki
Roma ve Bizans Dönemleri’ne ait tarihi eserlerin gün
ışığına çıkartılacak olmasıyla Kilikya Bölgesi’ndeki
turizmi canlandıracağını ifade etti. Akdağ,
“Anavarza antik kenti Çukurova’nın tam ortasında,
Anavarza Dağı’nın batı yakasında kurulmuş tarihi bir
kenttir. Coğrafi konum olarak Kozan, Kadirli ve
Ceyhan’ın tam ortasındadır. Henüz tarihi değeri gün
ışığına çıkartılmamış saklı bir hazine gibi öylece
durmakta” dedi.
“TARİH UYANDIRILMAYI BEKLİYOR”
“Uçsuz bucaksız kilometrelerce tarih, yerde
yatıyor, hazine desem, inanın bu gizemli Kent
karşısında, çok ama çok değersiz kalır” diyen ADRO
Başkanı Akdağ, şunları ifade etti:
“Anavarza tüm bu özelliklerinden dolayı dünyadaki
diğer antik kentlerden farklı bir değer taşır.
Sütunlar yerde yatıyor dikilmeyi ve yolu adımlayacak
olan misafirlerini, heyecanla bekler gibi yere
kapanmış dua ediyor.
Ayrıca, pişmiş tuğlalardan yapılmış, şehir hamamı
öylesine duruyor. Bir zamanlar krallara ve bu
gizemli kente su taşıyan kemerler de tarihin aktığı
gibi bu kemerler ile suyun sızdığı yerlerde oluşan
sarkıt ve dikitler doğa harikası gibi duruyor.
Uzadıkça uzayan sütunlu cadde, agoralar,
keşfedilmeyi bekleyen akropol, Meryem Ana kilisesi
ve kayalara oyulmuş nekropol, dünya da eşi benzeri
olmayan 400 metre büyüklüğündeki hipodrom, derin
uykudaymış gibi uyandırılmayı bekliyor.
VATANDAŞLAR TARİHİN İÇERİSİNDE YAŞIYORLAR
Akdağ, Anavarza’nın bulunduğu Dilekkaya
Mahallesi’nde oturan halkın, şehrin taş ve
sütunlarından örülmüş evlerde tarihle iç içe
yaşadıklarını vurgulayarak, “Mahallenin tam
ortasındaki bir evde ise Anavarza müzesi yazan küçük
bir tabela görülüyor. Burada kralın kızı olduğu ve
bir havuz içerisinde mozaik yer alıyor. Müze evde
sütunlar, yazılı kayalar, lahitler ve balık mozaiği
de yer alıyor” dedi.
İsa Akdağ, dünyanın en önemli antik kentlerin den
biri olan Anavarza’nın tur programlarına dahil
edilmesi gerektiğini belirterek, Kilikya’nın başlı
başına bir destinasyon olduğunu bildirdi. Akdağ,
Kilikya Bölgesi’nde en az 2 gece konaklama
yapıldığında, dünyada eşi benzeri olmayan adam
kayalar, cennet cehennem ve ölümsüzlük şehri Misis,
Yılankale ve Anavarza gibi farklı bir destinasyon
gerçekleştirmiş olacaklarını sözlerine ekledi.
haberler.com, 20.07.2014
|
KAUNOS ANTİK KENTİNDE KAZI SEZONU

Köyceğiz'deki Kaunos
antik kentinde 2014 yılı
kazı çalışmaları başladı. Kaunos Antik Kenti
Kazı Başkan Yardımcısı Dr. Ufuk Çörtük, yaptığı
açıklamada, kentteki kazı çalışmalarının eylül
ayının sonlarına kadar devam edeceğini söyledi.
Kaunos'ta kazıların
Prof.Dr. Baki Öğün'ün
başkanlığında 1966'da başladığını ve bu yıla
kadar kesintisiz devam ettiğini bildiren Çörtük,
"Kentte sadece Apollon kutsal alanı olarak
bilinen alanda geçen yıl yarım kalan çalışma
devam edecek. Bunun dışında kentin başka bir
yerinde kazı çalışması olmayacak. Bu sezon
eskiden kazılan mevcut yapıların restorasyonu ve
korunmasına yönelik çalışmalara ağırlık
vereceğiz" dedi. Kaunos antik kentinin Karya ve
Likya bölgelerine komşu bir konumda, antik bir
yerleşim olduğunu anlatan Çörtük, kentte MÖ
750'lere kadar uzanan buluntulara
rastladıklarını kaydetti.
Çörtük, "Günümüzden yaklaşık 2 bin 750 yıl
öncesine kadar elimizde arkeolojik materyaller
mevcut. En geç yerleşimler ise Bizans dönemine
kadar ulaşıyor" diye konuştu. Geçen seneki
kazılarda Bizans dönemi yapı duvarlarında ters
vaziyette çevrilmiş yaklaşık 1 metre 20
santimetre boylarında çok iyi korunmuş mermerden
kadın heykeli bulunduğunu hatırlatan Çörtük,
heykelin diğer parçalarını da bu dönem
içerisinde bulmayı ümit ettiklerini dile
getirdi.
Yeni Asır, 20.07.2014
|
MARMARA'DAN 2 BİN 500 YILDIR MERMER ÇIKARILIYOR

Marmara Adası, Türkiye’nin mermer stokunun yüzde
15’ine sahip. Ayasofya’dan Mısır ve Vatikan’daki
binalara kadar dünyanın birçok yerinde Marmara
mermerine rastlamak mümkün. Marmara Belediye Başkanı
Süleyman Aksoy, “Adada 25 işletme çalışıyor. Bu yıl
krizlerden dolayı yüzde 30 kapasite ile
çalışılıyor.” diyor.
Balıkesir’in ada İlçesi olan ve adını mermerden
alan Marmara’da, 2 bin 500 yıldır mermer
çıkarılıyor. Türkiye’nin en önemli mermer sahasına
sahip ilçenin nüfusunun neredeyse tamamı bu işten
ekmek yiyor. İç piyasanın yanısıra birçok ülkeye
ihracat da yapan çoğu mermer ocağı, tarih öncesinden
kalma. İstanbul’daki Ayasofya Camii’nin bütün taban
döşemeleri yanında Mısır’da bulunan 2 bin 500 yıllık
yapılarla birlikte Vatikan başta olmak üzere birçok
dini eserde de Marmara mermerine rastlamak mümkün.
Ada, 1941 yılında kurulan Türkiye’nin ilk mermer
fabrikasına da evsahipliği yapıyor.
Marmara Denizi’nin güneybatısında bulunan,
Türkiye’nin ikinci büyük adası Marmara’da hayat,
neredeyse tamamen mermer üzerine kurulmuş durumda.
Tarih öncesi çağlardan kalma mermer ocakları bulunan
ilçenin hemen tamamı geçimini bundan sağlıyor.
Ocaklar, ağırlıklı olarak adanın kuzeyinde
bulunuyor. Türkiye’nin toplam rezervinin yüzde
15’ine sahip olan adanın yüzde 30’luk bölümünde
mermer çıkarılıyor.
Marmara Adalar Belediye Başkanı Süleyman Aksoy, 2
bin 500 olan ilçe nüfusunun, yaz aylarında 10 bini
bulduğunu belirtiyor. Saraylar Mahallesi’nde 25
mermer işletmesi olduğunu belirten Aksoy, şu
bilgileriv erdi: “Dünyada en büyük mermer
rezervlerine sahip olan yer, İtalya’nın Carara
bölgesinden sonra Marmara Adası’nın Saraylar
bölgesidir. İhracat, ağırlıklı olarak Suriye ve
Ortadoğu bölgesineydi. Ayrıca Yunanistan, ABD ve
İsrail’e de mermer gönderiliyor. Suriye’de iç savaş,
Yunanistan’da ekonomik kriz çıkınca, Çin’de ise
krediler durunca biz de tamamen iç piyasaya döndük.”
Mermer sektörünün duraklama döneminde olduğunu ifade
eden Başkan Aksoy, “Üç yıl öncesine göre kapasitenin
yüzde 30’uyla çalışıyoruz. Mermer ocaklarında
yaklaşık bin kişi çalışıyor ve dolaylı olarak
binlerce kişiyi olumlu etkiliyor.” diyor. Marmara’da
çıkan mermerin hava şartlarına ve dış etkenlere
dayanıklı olduğundan daha çok dış ortamlarda
kullanıldığını kaydeden Aksoy, “Cami ve kiliselerin
sütunları Marmara mermerinden yapılmıştır.” dedi.
Aksoy, “İlçe nüfusumuzun tamamının ekonomik geliri
bu sektörden karşılanıyor. Çıkan mermer, iç piyasaya
ve dünyanın farklı bölgelerine hem blok hem de
kesilmiş olarak gönderiliyor.” dedi.
Bölgede mermer işletmeciliği yapan maden
mühendisi Recep Ali Ayaz ise Marmara Adası’nda 30
ocak ve 25 ebatlama fabrikasının çalıştığını
söyledi. Yıllık ortalama 250 bin metreküp blok
mermer üretildiğini kaydeden Ayaz, “Türkiye’nin en
eski mermer fabrikası, 1941 yılında burada
yapılmıştır. Hala korunaklı bir şekilde, içindeki
makinelerle beraber ayaktadır.” dedi. Bahattin Say
da sektörde yaşanan sıkıntılara dikkat çekti. Adanın
denizaşırı bir konumda olduğunu belirten Say,
“Enerji sıkıntısı nedeniyle fabrikalarımıza ve
ocaklarımıza yeni makineler ilave edemiyoruz. Bu da
rekabet gücümüzü olumsuz etkiliyor.” diyor.
Zaman, Haber: Melih Gasgar, 20.07.2014
|
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI'NDAN ARKEOLOJİK SİT
KARARLARI
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bazı
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararları
Resmi Gazete'nin bugün ki sayısında yayımlandı.
paftanın uygun olduğuna; III. (Üç) Derece
Arkeolojik Sit sınırlarına ilişkin geçiş dönemi
koruma ve kullanma koşullarına ilişkin önerilerin
hazırlanarak Kurulumuza iletilmesine; söz konusu
alanda Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun
05.11.1999 gün, 658 sayılı İlke Kararı'nın ilgili
hükümlerinin geçerli olduğuna ve Kurulumuzdan
izinsiz herhangi bir fiziki ve inşai müdahalede
bulunulmamasına karar verildi.
Bir diğer toplantıda ; Afyonkarahisar İli,
İhsaniye İlçesi, Üçler Kayası Köyü'nde tespit edilen
Nallıkaya Nekropolü'nün 2863 sayılı Kanun kapsamında
I. (Bir) Derece Arkeolojik Sit olarak tesciline;
hazırlanan tescil fişi, 1/5.000 ölçekli koordinatlı
sit sınırı paftası ve sit sınırlarının aktarıldığı
kadastral paftanın uygun olduğuna; söz konusu alanda
Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun
Arkeolojik Sitler, Koruma ve Kullanma Koşulları'na
ilişkin 05.11.1999 gün, 658 sayılı İlke Kararı'ndaki
I. (Bir) Derece Arkeolojik Sitlerle ilgili
hükümlerin geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma
koşulları olarak belirlenmesine; sit sınırları
içerisinde Kurulumuzdan izinsiz herhangi bir fiziki
ve inşai müdahalede bulunulmamasına karar verildi.
Aynı gün yine; Afyonkarahisar İli, Bolvadin
İlçesi, Nusratlı Köyü, Tilkideliği Mevkii'nde ve
tapunun K26A-18D pafta, 127 ada, 37 ve 34
parsellerinde tespit edilen Milli Mücadele
Döneminden kalma siperin kararımız eki 1/5000
ölçekli harita ve 1/5000 ölçekli kadastral pafta
doğrultusunda "Tarihi Sit" olarak tescilinin ve
hazırlanan tescil fişinin uygun olduğuna; söz konusu
alanda Kurulumuzdan izinsiz herhangi bir fiziki ve
inşai müdahalede bulunulmamasına; ayrıca bahsi geçen
kalan alanın Çevre ve Orman Bakanlığına tahsis
edilmesinde, yukarıda bahsi geçen siper ile
30.01.2013 gün ve 1190 sayılı Kararımız ile tarihi
sit olarak tescilli, 127 ada, 22 ve 37 parsellerde
yer alan Milli Mücadele Dönemi siperlerinin en az
ellişer metre uzağında ağaçlandırma yapmak şartıyla
2863 sayılı Kanun kapsamında sakınca bulunmadığına
karar verildi.
Eskişehir İli, Odunpazarı İlçesi Uluçayır ve
Karaalan Mahalleleri'nde yer alan Konya Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 21.10.1988
tarih, 306 sayılı Kararı ile tescilli Çatalkaya ve
Sivrikaya Anıtları ve Çatalkaya Mevkii Arkeolojik
Siti'ne ilişkin "Çatalkaya (Keskaya)- Sivrikaya
Anıtı ve Arkeolojik Yerleşimi" olarak güncellenen
tescil fişi, 1/7500 ölçekli koordinatlı sit paftası
ve sit sınırlarının aktarıldığı kadastral paftanın
uygun olduğuna; söz konusu alanda Kültür
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun Arkeolojik
Sitler, Koruma ve Kullanma Koşulları'na ilişkin
05.11.1999 gün, 658 sayılı İlke Kararı'ndaki I.
(Bir) Derece Arkeolojik Sitlerle ilgili hükümlerin
geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma koşulları
olarak belirlenmesine ve Kurulumuzdan izinsiz
herhangi bir fiziki ve inşai müdahalede
bulunulmamasına karar verildi.
Zaman, 20.07.2014
|
HUBER KÖŞKÜ OTEL Mİ OLUYOR?

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu,
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a, İstanbul 2. Asliye
Mahkemesi hakiminin AKP aleyhine medyada çıkan
haberlerin neredeyse tamamına tekzip kararı verdiği
iddiasının doğru olup olmadığını sordu. Tanrıkulu,
Adalet Bakanı’nın yanıtlaması istemiyle TBMM
Başkanlığı’na sunduğu soru önergesinde şöyle dedi:
“İstanbul 2. Asliye Mahkemesi hakiminin AKP aleyhine
medyada çıkan haberlerin neredeyse tamamına tekzip
kararı verdiği iddiası doğru mudur? İddia doğru ise
tekzip kararlarının konularına göre dağılımı nedir?
Hakimin Reza Zarrab ve eşi Ebru Gündeş’in
başvurularıyla medya ve basın aleyhinde verdiği
tekzip kararları hangileridir? Hakim hakkında meslek
yaşantısı süresince soruşturma açılmış mıdır?"
Tanrıkulu, TBMM Başkanlığı’na verdiği bir başka
önergede de Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’e
Huber Köşkü’nün otel olarak kullanılabilmesi için 49
yıllığına özel bir şirkete kiralanıp kiralanmadığını
sordu. Tanrıkulu özetle şu sorulara yanıt istedi:
“Tarabya Yerleşkesi içindeki Huber Köşkü için 1 Ocak
2004-17 Temmuz 2014 arasındaki dönemde yapılan tüm
harcamaların ana başlıklarına göre tutarları ne
kadardır? Huber Köşkü’nün otel olarak
kullanılabilmesi için 49 yıllığına özel bir şirkete
kiralanacağı ve söz konusu özel şirketle bir
protokol imzalandığı iddiası doğru mudur? İddia
doğruysa, Huber Köşkü’nün 49 yıllığına kiralanması
için protokol yapılan özel şirket hangisidir?
Cumhuriyet, 19.07.2014
|
SÜMELA'YA 4 KİLOMETRELİK TELEFERİK KURULUYOR

Trabzon’daki
tarihi Sümela Manastın'na teleferikle çıkılması için
hazırlanan proje onaylandı.
Maçka Belediye Başkanı Koray Koçhan, projenin
hayata geçirilmesiyle turizmin çok daha
hareketleneceğini belirterek "Bu Sümela'nm
geleceğini kurtaracak bir proje. Ayrıca mevcut
tesisler yenilenecek, yöresel satış reyonları
olacak" dedi.
Teleferiğin kurulacağı yerle ilgili olarak ise
Koçhan "Milli Park'ııı girişinden yürüyüş yoluna
patikanın yanına kadar gelecek bir alan. 4
kilometrelik bir teleferik alanı. Tahminen 10
milyonluk bir yatırım olacak. Teleferik çok cazip
olacak çünkü Çakırgöl projesi var, kayak projesi
var. Bunların da olmasıyla birlikte yeşil yollar
projesi kapsamında Sümela ile aşağıdaki yol
genişletilecek. Sümela'ya gelen turistlerin yükünü
teleferik çekecek" ifadelerini kullandı.
Turizm Gazetesi, 19.07.2014
|
BİZANS HANEDAN ÜYESİNİN YAPTIRDIĞI BİR CAMİ
Üsküdar’a yanaşan vapur yolcularını tepeden
selamlayan kırmızı caminin hikayesi, bizi Fatih
Devri’ne götürür. Rum Mehmed Paşa Camii’nin sadece
dış görünümü değil, banisi Mehmet Paşa’nın hayatı da
sıradışıdır.

Kentin en eski Osmanlı eserlerinden olsa da hep
kafa karıştırır mimarisiyle. Taş ve tuğlalı
renkli duvar örgüsü, yüksek kasnağı, kasnaktaki
pencere uygulaması Bizans kiliselerini andıran
yapının adı da Rum Mehmed Paşa Camii üstelik.
Osmanlı veziriazamlarından ilk idam edilen
Çandarlı olur. İkincisi ise sadece üç yıl görev
yapan Rum Mehmet Paşa. Aslen Rum olan Mehmet
Paşa Müslüman olur, aldığı eğitimlerle yükselir.
Oysa tarih, aslında hiçbir zaman din
değiştirmediğini ve özellikle Türklere karşı çok
acımasız olduğunu yazar. Burası oldukça önemli
bir detay aslında. Fatih, İstanbul’u yeni
fethetmiş, sıra şehri şekillendirmeye gelmiştir.
İmparatorluğun yeni başkentinin temellerini
atılırken, imar faaliyetleriyle eşzamanlı siyasi
çalışmaları da sürdürülür. Ancak devletin ileri
gelenleri, bu hususta farklı yol izler.
Bizans’tan gelen devlet adamları (Mahmut Paşa,
Mehmet Paşa gibi) İstanbul’daki külliyelere
bani olurken Anadolu bağlantılı olanlar
imzalarını atacakları eserler için taşrayı
tercih eder.
AMACI YENİDEN GÖZE GİRME
Fetihten sonra yıllarca sadrazamlık yapanlar,
Angelos Hanedanı’ndan olan Mahmut Paşa,
Paleologos Hanedanı’ndan Murat Paşa ve Rum
Mehmet Paşa gibi Bizanslı ailelere mensuptur.
Rum Mehmet Paşa’nın bu eserleri, sert yönetim
tarzıyla gözden düşmesinin ardından, yeniden
göze girmek istediği için yaptırmak istediği
söylenir. Ekrem Hakkı Ayverdi, Fatih Devri
Mimarisi adlı eserinde durumu tüm açıklığıyla
anlatır: “Bütün motifler, süsleme ve inşaat
unsurları Türk olduğu gibi nispetler de
umumiyetle Türktür. Denebilir ki Bizans
ricalinden birisi olan hatta Paleologlar’a
mensubiyeti rivayet edilen Rum Mehmet Paşa, 1469
yılında sadaretten azlinden sonra isbatı diyanet
ve tekrar göze girmek niyeti ile bu camiye
başlamış fakat gene mensup olduğu muhiti
bırakamayıp mimarisini yaşatmak arzusunu
yenemeyerek, Rum ustalar kullanmış ve onlar da
eski itiyat sevkiyle, altı taş olarak işlenmiş
binanın üstünde ve kemerlerde tuğla kullanmış,
kornişi büküp yuvarlak kasnak işlemişlerdir.”
Rum Mehmet Paşa Üsküdar dışında, Aydın ve
Tire’de cami, Manisa’da ise bedesten inşa
ettirir.
Rum Mehmet Paşa’nın yaptıkları Rum ailelere
tanıdığı ayrıcalık ve İstanbul’a Anadolu’dan
Türklerin iskanına mani olmakla sınırlı kalmaz.
Özellikle Karaman Seferi’nde Türklere uyguladığı
zulüm, Aşık Paşa Tarihi’nde de yazılıdır. O
devri çok iyi bilen Aşık Paşazade “Rum Mehmet,
yürüdü. Larende’ye vardı. Mescitlerini ve
medreselerini yaktı, yıktı ve bozdu. Babasının
evi gibi harap eyledi. Şehrin kadınlarını ve
oğlanlarını soydurdu. Çıplak ettirdi.
Larende’den gitti. Vardı, Ereğli’ye çıktı.
Ereğli’nin ilini ve köylerini harap eyledi”
şeklinde tarihe not düşer.
Mehmet Mermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca
Üsküdar eserinde yapının etrafındaki yapıları
detaylarıyla yazar. Caminin hemen önünde meşhur
Şerefabad Kasrı, su deposu ve mutfağı, Adliye
Camii ve karakolu, II. Mahmud Çeşmesi, Abdülaziz
Efendi Namazgahı, Ümmü Gülsüm Sultan Çeşmesi,
Şair Şemi’nin Kabri, İsmal Ağa Çeşmesi ve Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa
Konağı bulunurmuş. Aslında külliye olarak inşa
edilen yapının medresesi, imareti ve hamamı
günümüze ulaşmaz.
Yapı erken Osmanlı devri mimarisi üslubunda.
Ters T planlı, klasik zaviyeli cami şemasında
inşa edilen yapının avlusuna Medrese Kapısı’ndan
basamakla çıkılarak ulaşılmakta. Bizans yapısı
üzerine inşa edildiği tahmin edilen yapını son
cemaat yeri 1894 depreminde yıkılınca ahşap
saçak yapılır. Son cemaat yerinin sütunlarının
Bizans olduğu dikkat çeker.
Kapının üzerinde Arapça kitabede tarih
yazmasa da ebced hesabıyla 1471-1472 tarihlerine
ulaşılır.
AZİZ MAHMUD HÜDAYİ’NİN ODASI
Kare planlı ana mekanı örten merkezi kubbenin
iki yanında ikişer kubbeli yan sahınların
bulunmakta. Kanatlı tip yapıdaki bu odalar
önemli. Ocaklı olan bu odalardan biri Aziz
Mahmud Hüdayi hazretleri kalmış eşiyle. Bursa’dan Üsküdar’a
geldiklerinde kaldıkları bu odada ilk
çocuklarının da dünyaya geldiği anlatılır. Dışa
çıkıntı yapan alçı mihrabın üzeri de yarım
kubbeyle örtülü. İki yana asılan bayrakların Rum
Mehmet Paşa’ya ait olduğu görüşü kadar Kabe
örtüsü olduğu da söylenir. Çemberlitaş Atik Ali
Paşa Camii plan tipini anımsatan yapının minberi
ahşap. Mahfiller, ahşap işçiliği ve iç mekanı
süsleyen kalem işlerinden bazıları yapıyla
yaşıt. Oymalı ahşap ayaklı vaiz kürsüsü de
oldukça eski.
Yapının ardındaki çokgen türbekesme taştan
yapılmış.Türbe ışığını, sivri kemerli üst
pencereler vedikdörtgen, klasik parmaklıklıalt
pencerelerden almakta.Türbe duvarları üzerine
sağır kubbesi oturtulmuştur. Türbenin içinde
ahşap bir sanduka vardır.
Cami ile türbenin farklı malzemelerden
yapılması, türbenin farklı tarihte inşa
edildiğini düşündürmekte.
Star, Haber: Belkıs Kamut Aktürk, 19.07.2014
|
HADRİANAUPOLİS ANTİK KENTİNDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI
Eskipazar İlçesi'nde "Karadeniz'in Zeugması" olarak
nitelendirilen Hadrianaupolis antik kentinin
turizme kazandırılması için sürdürülen çalışmalar
kapsamında Kilise B'nin üstü kapatıldı.
MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar
yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen
Hadrianaupolis'teki kazılarda, Anadolu'da
örneklerine rastlanmayan bazı zemin mozaikleri gün
yüzüne çıkartıldı.
Zeugma'dakiler kadar güzel olduğu belirtilen, at,
fil, panter, geyik ve grifon (mitolojik yaratık)
gibi birçok hayvanın tasvir edildiği mozaiklerle
ünlenen antik kentte, yeni kazılar yerine gün yüzüne
çıkartılan eserlerin korunması için
çalışma yürütülüyor.
Karabük Üniversitesinde görevli Arkeolog Ersin
Çelikbaş, gazetecilere yaptığı açıklamada, Kilise
B'deki koruma amaçlı çalışmaların tamamlandığını,
kısa sürede müteahhit firmadan teslim alınacağını
söyledi.
Daha önce mozaikleri oluşturan bir milyonu aşkın
tesseranın (mozaik parçası) özel yöntemlerle
temizlendiğini ve onarıldığını vurgulayan Çelikbaş,
"Anadolu'da hiç örnekleri görülmeyen erken Bizans
döneminde ait Kilise B'deki bazı zemin
mozaiklerinin turizme kazandırılması amacıyla
korunması çok önemli. Bu yönde başlatılan
çalışmalarda kilisenin üstü kapatıldı. Çalışmalar
müteahhit firma tarafından tamamlandı. Çevre
düzenlemesinin ardından teslim edilecek" diye
konuştu.
Müteahhit firmada görevli şantiye şefi Arif
Alankaya da çalışmaların tamamlandığını, birkaç
düzenlemenin ardından bir hafta içinde teslim
edeceklerini anlattı.
Mozaiklerin korunması amacıyla inşa edilen
yapının çelik konstrüksiyondan oluştuğunu
aktaran Alankaya, "Proje değişikliği ve hava
şartları işi biraz geciktirdi. Kullanılan malzeme
polikarbonat. Ultraviyole, yağmurda problem
çıkartmayan bir malzeme" ifadesini kullandı.
Memleket, 19.07.2014
|
DÜNYANIN EN BÜYÜK MOZAİK MÜZESİ AÇILIYOR
Dünyanın en büyük mozaik müzesi Hatay'da açılıyor.
Toplam 3.500 metrekare mozaik sergilenecek müzede
arkeolojik eserler de yer alacak. 32 bin 754
metrekare kapalı alana sahip olacak müze 20
Temmuz'da Başbakan Erdoğan'ın Hatay mitingine
yetiştirilmeye çalışılıyor.

Antakya Mozaik Müzesi’nin temeli 2011 yılında
atılmıştı. 2013 yılına yetiştirilmek istenen müze 2
kısma ayrıldı. Birinci kısım 20 Temmuz’a
yetiştirilmek üzere
gece gündüz çalışmalar sürüyor. Birinci kısımda
yaklaşık 1400 metre kare mozaik sergilenecek. İkinci
kısım da tamamlandığında 3500 metrekare mozaik
müzede sergilenecek.
Gaziantep Zeugma Müzesi’nde 2400 metrekare
mozaik sergilenirken Tunus Bardo Müzesi’nde 1300
metrekare mozaik sergileniyor. Tunuslular gerçek
rakamı gizleyip her defasında 5000 metrekare deseler
de bu rakam
ülke genelindeki tüm mozaikleri kapsıyor. Bardo
Müze’sinde sergilenen bunun üçte biri kadar. Bu
nedenle Hatay Müzesi açıldığında dünyanın en büyük
mozaik müzesi olacak.
Antakya Mozaik Müzesi’nde tüm uygarlıklara ait
sergiler 9 ayrı temada toplam 10 bin 700 metrekare
alanda sergilenecek. 400 m2'lik
çocuk müzesinin de yer alacağı müzede ayrıca 2
işlik, uygulama merkezi, 2 sözel kurs salonu, 97
m2'lik hediyelik eşya satış merkezleri, 250 m2'lik
kütüphane ve arşiv bölümü, misafir, personel ve
ziyaretçilerin araçları için 88 araçlık bir otopark
yeri ve 347 m2'lik kafe ve dinlenme alanı ile 222
kişilik toplantı salonu da yer alacak…
EŞSİZ MOZAİKLER VAR!
Eski müzede yer alan mozaikler de yeni müzeye
taşındı. Ayrıca depolarda ve arazideki mozaikler de
yeni müze içinde koruma altına alındı. Eski Antakya
Müzesi’nin ise Dinler Tarihi Müzesi olacağı
belirtiliyor.
Khresis Mozaiği, Büfe Mozaiği, Sarhoş Dionysos
Mozaiği, Narkisos Mozaiği, Mevsimler Mozaiği,
Dansözler Mozaiği, Venüsün Doğuşu mozaiği gibi çok
önemli mozaikler yeni müzede ziyaretçilere açılacak.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 19.07.2014
|
MÜZE YENİLENİYOR
Türkiye’nin en büyük
müzeleri arasında gösterilen Antalya Müzesi'ndeki
eski binaların yıkılıp yenilenmesine yönelik
projelendirme aşamasına geçildi
Her yıl binlerce yerli
ve yabancı turisti ağırlayan ve Türkiye'nin en büyük
müzeleri arasında yer alan Antalya Müzesi'ne prestij
kazandıracak yeni proje, Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik'in geçen yıl gerçekleştirdiği ziyarette
gündeme geldi. Bakan Çelik, müzenin sağlıklı olmayan
bazı kısımlarının yıkılarak yenileneceğini açıkladı.
DANIŞMANLIK İHALESİ
TAMAM
Bu aşamadan sonra başlatılan çalışmalar
kapsamında Antalya Müzesi'nde yenilenecek yapılara
ilişkin proje aşamasına geçildiği belirtildi. Bu yıl
mart ayında 'Antalya Yeni Arkeoloji Müzesi Proje
Yapım İşi'ni kapsayan danışmanlık ihalesi
tamamlanırken, projelendirme aşamasına geçildiği
öğrenildi.
2015'TE ÇALIŞMA
BAŞLAYACAK
İhaleye göre proje, 'yönetim', 'teşhir
salonları', 'kültürel ve sanatsal etkinlik
salonları', 'eser depoları', 'araştırma merkezi' ile
'çevre düzenleme ve alt yapı' ana kısımlarından
oluşacak. Bunların yanında projede, 'giriş holü',
'idare ve ofisler bölümü', 'teknik servisler ve
ortak kullanım alanları', 'interaktif salonlar',
'geçici sergi salonları' ve 'konferans salonu' gibi
üniteler yer alacak. Projenin bu yıl içerisinde
tamamlanması, 2015 yılında ise yapım işine geçilmesi
planlanıyor.
Akşam, 19.07.2014
|
2 BİN YILLIK RESİMLER HASAN USTA'YA EMANET
Dünyanın en önemli arkeolojik mirasları arasında yer
alan Efes antik kenti içinde dönemin zenginlerinin
konakladığı Yamaç Evler'deki 2 bin yıllık ihtişamlı
duvar resimleri, yeniden restore ediliyor.
Duvarların orijinale en yakın şekilde görülebilmesi
amacıyla yapılan çalışmada Türk işçilerin de emeği
büyük. Efes'e 23 yıl önce toprak taşımak için giren
Hasan Savaşer de "alaydan yetişme" bir restorasyon
uzmanı olarak çalışmalara katkı veriyor.
Her yıl 2 milyona yakın turistin ziyaret ettiği
Efes antik kenti içinde ayrı bir bölümde ziyaret
kabul eden Yamaç Evler, Efes medeniyetinin
zenginliğini yansıtan bir çalışmaya tanıklık ediyor.
Antik kentin yaslandığı Bülbül Dağı'nın
eteklerine MÖ 1. yüzyıldan itibaren açılmaya
başlanan teraslar üzerine kurulan Yamaç Evler, duvar
resimleri ve taban mozaikleriyle Efes medeniyetinin
ihtişamını yansıtıyor. 1977'deki kazısının ardından
restore edilen resimlerin teknolojiyle yeniden
restorasyonu için 2010 yılında başlatılan çalışma
kapsamında bu yıl 8 odadaki 120 metrekarelik duvar
yüzeyi elden geçirildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü'nün izniyle Avusturya
Arkeoloji Enstitüsü'nün bilimsel başkanlığında ve
Efes Vakfı'nın sponsorluğunda yürütülen proje
kapsamında tarihi resimlerle bezeli duvarlar
sağlamlaştırılarak özel kimyasallarla temizlendi.
Rötuş boyalarıyla yeniden canlanan resimler 2 bin
yıl öncesine en yakın görünümle tekrar ortaya
çıkarıldı.
Alanında dünyanın en iyisi olarak gösterilen 20
restorasyon uzmanı arasında belki de en dikkat
çekici kariyere sahip olan isim ise ilkokul mezunu
bir Türk.
Efes Antik Kenti'ne 1991 yılında el arabasıyla
toprak taşımak için giren 47 yaşındaki Hasan
Savaşer'in hikayesi, ekip içinde yer alan üst
düzeyde eğitimli insanlardan biraz farklı.
Kendisini "alaydan yetişme restorasyon uzmanı"
olarak tanımlayan Savaşer, AA muhabirine yaptığı
açıklamada Yamaç Evler'de dünyanın en zor
restorasyon işlemlerinden birinin
gerçekleştirildiğini, burada mesleğine aşık
insanların hünerlerini sergilediğini belirtti.
"2 bin yıllık bir esere dokunmak, sonraki 2 bin
yıllara taşımak ve bunu sizin yapıyor olmanız çok
haz verici" diye konuşan Savaşer, ekibin içinde yer
almanın kendisi için büyük gurur kaynağı olduğunu
ifade etti.
Savaşer, şöyle konuştu:
"1991'de 24 yaşındayken bu işe başladım. İlk
zamanlar kazı ekibine yardım ediyordum. Elimizde
kazma kürek el arabasıyla toprak çekiyorduk. Zamanla
burada ne yapıldığını anlamaya başladım. Arkeolojiye
merak saldım. Çıkarılan her eserde, ayağa kaldırılan
her sütunda ben de heyecan duymaya başladım. Burası
aynı zamanda bir okul. Şayet bu işi seviyorsanız
buradaki uzmanlar size inanılmaz destek veriyorlar.
Yeter ki sizin meraklı olduğunuzu, sorduğunuzu ve
öğrenmek istediğinizi görsünler. Burada da işçi
olmama rağmen bana çok büyük destek verdiler. Zaman
içinde restorasyon tekniğini öğrendim.
Bir gün, bir arkeolog kazıdan çıkan topraklı
tabanları kimin düzeltebileceğini sordu. Ben de 'ben
yaparım' dedim. Bana en ince ayrıntısına kadar
gösterdi. Daha sonra diğer buluntuların ve
mezarların temizliğini de öğrendim. 2010 yılında
duvar resimleri restorasyonu başladıktan sonra Yamaç
Evler'de çalıştım. Burada da uzmanlardan görerek,
kişisel olarak araştırma yaparak işi öğrendim.
Restorasyonun hemen her aşamasına katılıyorum.
Restorasyonu izlemek üzere gelen öğrenci grupları
oluyor. Kazı Başkanı Doç.Dr. Sabine Ladstatter'in
görevlendirmesiyle onlara burada ne yaptığımızı,
restorasyonun nasıl sürdüğünü anlatıyorum."
Bu işin kendisi için bir geçim kaynağından çok
yaşam biçimi haline geldiğini anlatan Savaşer,
sahada uzmanlaşan, işini tutkuyla seven bir kaç
işçinin daha bulunduğunu, herkesin bir süre sonra
belli alanlarda uzmanlaştığını kaydetti.
Efes'te uzun süre vakit geçiren insanların
buradan ayrılamadığını, burayı bir hastalık olarak
tanımladıklarını anlatan Savaşer, bir çok arkeoloğun
emekli olduğu halde buradan kopamadığına dikkati
çekti.
- Orijinale en yakın şekilde
Toprak altında çıkarıldıktan sonra 40 yıl
öncesinin teknolojisiyle restore edilen duvarları
tekrar ele aldıklarını anlatan Savaşer, yaptıkları
işlemi ise şöyle özetledi:
"Eserlerin kazısı 1977'de yapılmış, o dönemde
restorasyon yapılmış ancak eserler zaman içinde açık
havayla temas halinde olması nedeniyle kirlenmeye
yüz tutmuş. Gelişen restorasyon teknikleri ve
kimyasallarla duvarlardaki resimleri ve taban
mozaiklerini orijinal haline en yakın duruma
getiriyoruz. Duvarı sağlamlaştırdıktan sonra
üzerindeki kalkerler ve polenler nedeniyle oluşmuş
tabakayı kimyasallarla temizliyoruz. Bazı yüzeylerde
eserin orijinalliğini bozmayacak biçimde tamlamalar
yapıyoruz. Suluboyayla resimler üzerinde küçük
rötuşlar yapıyoruz. Burada amaç, resme müdahale
etmek değil birbirinden kopuk noktalar arasında
bütünlük sağlamak. Eserin dokusunu kesinlikle
bozmuyoruz. İşlemlerin zaman gerektirmesi ve çok
hassas çalışılması nedeniyle bir duvar ancak 2 ayda
bitirilebiliyor" dedi.
- 8 bin yıllık kent
8 bin yılı aşkın bir tarihe sahip olduğun tahmin
edilen Efes antik kentinde bugün ortaya çıkarılan
kent MÖ 3'üncü yüzyılda kuruldu. 12 İyonya
şehrinden biri olan ve döneminde Asya'nın en büyük
kentlerinden olan Efes, Roma İmparatorluğu'nda Asya
Eyaleti'nin başkenti ilan edilmişti. MS 4'üncü
yüzyılda limanın dolmasıyla ticari açıdan gerileyen
kent zamanla önemini kaybetmiş, 1330 yılında da
Aydınoğulları Beyliği'ne geçmişti.
19'uncu yüzyıldan bu yana kazı çalışmaları devam
eden Efes, halen Türkiye'nin en geniş kapsamlı
arkeolojik araştırması olarak gösteriliyor.
Time Türk, Haber: Tolga Albay, 19.07.2014
|
2 BİN 200 YILLIK TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Ordu kent merkezine 20 kilometre mesafedeki
Bayadı Mahallesi sınırları içinde bulunan antik
yerleşim alanı “Kurul Kayası” bölgesindeki kazı
çalışmaları yeniden başladı.
Doğu Karadeniz’in ilk arkeolojik kazısı olan ve
2010 yılında kazı çalışmaları başlatılan bölgedeki
Kurul Kalesi’nde çalışmalar yeniden başladı.
Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Başkanı Prof.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt’un
kazı başkanlığını yürüttüğü çalışmalar, 25 kişilik
ekiple sürdürülüyor.
Kazı çalışmalarının yürütüldüğü alanda AA
muhabirine kazıyla ilgili bilgi veren Şenyurt, Kurul
Kayası’nın artık bir “Kurul Kalesi” olduğuna dikkat
çekerek, “Biz artık buraya kaya değil kale diyoruz”
dedi.
Hedeflerinin bölgedeki tarihi ortaya çıkarmak
olduğuna değinen Şenyurt, şöyle devam etti:
“Burada 2010 yılında başlattığımız kazılardan
sonra Kurul Kayalığı olarak bilinen mevkinin bir
kale olduğu ve buranın bir kale olarak yapıldığını
tespit ettik. Daha önce sadece bir su tüneli
bulmuştuk. Buranın eski bir kale, garnizon olduğunu
anladık. Geçen yıl yaklaşık 45 gün süren
kazılarımızda 15 arkeolog, toplam 20 işçi ile
çalışmalarımızı sürdürmüştük. Bu yılki kazılarımızda
15′i arkeolog 25 kişi ile çalışmalarımızı başlatmış
bulunmaktayız.”
Bu yıl da çalışmaların ödenek azlığı nedeniyle 15
gün süreceğini belirten Prof.Dr. Şenyurt, şöyle
konuştu:
“Yaptığımız kazılar sonucu burasının 2 bin 200
yıllık bir geçmişi olduğunu ortaya çıkardık. Biz
açıkçası daha zayıf bir mimari yerleşim alanı
beklerken burada 1-2 metrelik kalın duvarları olan
ve içerisinde sayısı oldukça fazla olan büyük
depolama küplerinin bulunduğu ve şimdilik Saray ya
da mabet diyebileceğimiz bir yapı açığa çıkmaya
başladı. Bu da bize burada daha önce hem dini hem
askeri hem de ticari amaçlı yerleşildiğini bize
gösteriyor. Dört yıl süren çalışmalarımızın ardından
önemli eserleri toprak altından gün yüzüne çıkarmayı
başardık.”
Çıkarılan eserler müzede sergilenecek
Amaçlarının kazıları en az 20 yıl daha sürdürerek
Kurul Kalesi’ni tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarmak
olduğunu vurgulayan Şenyurt, “İnşallah burası tam
anlamıyla turizme kazandırılmış olacak. Önümüzdeki
yıllarda da turistlerin ziyaretine açılacak”
ifadelerini kullandı.
Toprak altından birçok mimarı kalıntının
çıkarılarak muhafaza altına alındığını anlatan
Şenyurt, şunları kaydetti:
“Kazı çalışmalarında tepe adaları, giriş kapısı,
dinsel ve kültürel alanlarda kullanılan seramik,
sikke, ok ucu, tanrı ve tanrıça büstleri ve birçok
ürün bulundu. Bunların yanı sıra yüzlerce yanmış
ahşap kalıntıları, yüzlerce çivi, metalden silahlar
ve bıçaklar, hançer uçları, baltalar, kazmalar,
çapalar, keskiler ve dokuma tezgahları çıktı.
Kazılar devam ettikçe bu eserlerden daha çok
çıkacağına eminiz. Bu eserler köy merkezine yapılan
bir kazı evinde toplanıyor. İleride kurulacak bir
müzede sergilenecek.”
Prof.Dr. Şenyurt, kazının bölge tarihine ışık
tuttuğunu sözlerine ekledi.
haberler.com, Haber: Hayati Akçay, 19.07.2014
|
ANTİK KENTİ İMARA AÇAN PLAN KURULDAN DÖNDÜ
Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu,
Myrelia antik kentinin imara açılmasını reddetti. Bu
alana inşa edilen süpermarketin yıkılıp
yıkılmayacağına ise mahkeme karar verecek.

Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, 2010
yılında Bursa’nın Mudanya İlçesi'nde Myrelia antik
kentinin yakınında yaptığı yüzey çalışması sırasında
yoğun seramik parçalarına rastladı. Bursa
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge
Kurulu’na başvuran üniversite, bölgenin 1.
derece SİT alanı olmasını istedi.
Bölgede incelemelerde bulunan dönemin koruma kurulu
bölgeyi 3. derece arkeolojik SİT alanı
ilan etmeyi uygun buldu. Bölge, 3. dereceden SİT
alanı ilan edilince mevcut imar planı da iptal
edilmiş oldu. Bunun üzerine Mudanya Belediyesi de 3.
derece SİT alanı olan antik kentte, bina kat
yüksekliğini ikiden beşe çıkartan ve antik kentin 50
bin metrekaresini ‘turizm alanı’ ilan ederek imara
açan yeni bir plan yapmaya başladı. 15 Kasım 2013’te
hazırlanan 1/1000 ölçekli yeni Koruma Amaçlı Nazım
İmar Planı Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Bölge Kurulu’na gönderildi. Planı inceleyen Koruma
Kurulu, kat yüksekliğini ikiden beşe çıkartan madde
ile antik kentin 50 bin metrekaresini imara açan
maddeyi değiştirdi.
ANTİK KENT ÜSTÜ SÜPERMARKET
Bölgede yapılacak olan kazılar sırasında arkeolojik
kalıntıların ortaya çıkabileceğini ve bu sebeple
bölgedeki arkeolojik kalıntı potansiyelinin
korunması gerektiğini belirten Kurul, 5 kat bina
yüksekliğini 3 kata indirdi. Kurul, ayrıca Antik
kentin liman kısmında bulunan 50 bin metrekarelik
alanın turizm alanı ilan edilerek imara açılmasını
reddederek, 50 bin metrekarelik alanı tekrar
belediye hizmet alanı olarak değiştirdi. Koruma
Kurulu, 1509 adadaki 18. ve 19. Parseller üzerinde
yapılan süpermarket için Bursa 1. İdare
Mahkemesi’nin daha önce yürütmeyi durdurma kararını
verdiğini belirterek, 18. ve 19. Parselleri plan
dışı bıraktı. 2700 yıllık tarihi antik kent
duvarının inşa edilen süpermarketin bodrum katında
kaldığını belirten Bursa Şehir Plancıları Odası
Başkanı Hakan Karademir sözlerine şu şekilde devam
etti: ‘’Koruma Kurulu’nun sit alanı olan antik
kentin imara açılmasını öngören planı değiştirmesi
olumlu bir karar. Ancak biz 3. Derece sit alanı olan
antik kentin 1. Derece sit alanı yapılmasını
istiyoruz. Ayrıca antik kent üzerine inşa edilen
süpermarketin yıkılmasını ve marketin bodrum katında
bulunan 2700 yıllık tarihi eserlerin gün yüzüne
çıkarılmasını istiyoruz.”
Radikal, Haber: İdris Emen, 19.07.2014
|
BAKANLIKTAN MÜZELERE AKŞAM AYARI

Kültür ve Turizm Bakanlığı, müze ve
örenyerlerinin hayatın içinde yer almasını
sağlayacak yeni bir proje başlattı.
İngiltere'deki National Gallery, Fransa'daki
Louvre, Hollanda'daki Van Gogh müzeleri gibi
dünyanın önemli sanat merkezlerinin örnek alınacağı
"Müze ve Örenyerlerinde Tarihe Yolculuk Projesi" ile
buraların kapanmasının ardından akşam saatlerinde
çeşitli sanatsal ve sosyal etkinlikler
gerçekleştirilecek.
Edinilen bilgiye göre, Antalya, İstanbul, İzmir
ve Denizli'deki Bakanlığa bağlı müze ve
örenyerlerinde sinema filmleri, sanal gezintiler,
ses ve ışık gösterileri gibi çeşitli etkinliklerin
düzenleneceği projeyle buraların hayatın içinden
mekanlar haline getirilmesi amaçlanıyor.
Müzelere daha önce hiç gelmemiş veya çok az
ziyarette bulunmuş kişilerin bile akşam etkinlikleri
çerçevesinde buraları tercih etmesini sağlayacak
proje aynı zamanda dünya kamuoyunda Türkiye'yi ve
projenin kapsadığı şehirleri tanıtarak kültür
turizmi hacminin büyütülmesi planlanıyor.
Projeyle, Türkiye'nin tarihinin bilgi
kirliliğinden arındırılarak bilimsel araştırmalar ve
teknolojinin imkanlarıyla en doğru anlatılması ve
tanıtılmasını hedefleniyor.
Geçtiğimiz günlerde Resmi Gazete'de ilanı
yayınlanan projenin ihalesi ise 4 Ağustos'ta
yapılacak.
Yapı, 18.07.2014
|
İSRAİL PROTESTOSUNDA AKDENİZ HEYKELİNİ TAHRİP ETTİLER

İsrail'in Gazze'ye karadan
saldırısını protesto edenler İsrail'in Levent'te
bulunan İstanbul Başkonsolosluğu'nun önünde eylem
yaptı. Binanın camlarını kıran ve içeriye girmek
isteyenlere polis biber gazıyla müdahale etti. Bu
arada gruptan bazı kendini bilmezler, konsolosluğun
bulunduğu plazanın önündeki İlhan Koman'a ait
Akdeniz heykelini yıkmaya çalıştı, başaramayınca
tahrip etti.
Dün gece İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım'ın,
Gazze'ye karadan saldırısı dolayısıyla İsrail'i
protesto ettiği konuşmasının ardından yaptığı çağrı
üzerine grubun bir bölümü dağılırken, bazı kişiler
ellerindeki taş, yumurta ve tahta parçalarını
plazaya doğru atmaya başladı.
Polis ekipleri, biber gazı ve TOMA'larla tazyikli su
sıkarak gruba tekrar müdahale etti. Gruptakiler de
polise tepki göstererek, TOMA'ları taşladı.
Yaklaşık yarım saat süren müdahalenin ardından
plazanın dış duvarının önünde toplanan gruptakiler,
slogan attı.
AKDENİZ
HEYKELİNİ TAHRİP ETTİLER
Bu arada, gruptan bazı kendini bilmezler de
plazanın önündeki İlhan Koman'a ait Akdeniz
heykelini yıkmaya çalıştı, başaramayınca tahrip
etti.

AKDENİZ HEYKELİ
Ünlü heykeltıraş İlhan Koman’ın Türkiye’deki en
bilinen eserlerinden biri olan Akdeniz Heykeli,
şehrin tanınmış sembollerinden biri.
Heykel, Halk Sigorta’nın isteği üzerine yapıldı ve
1980’de şirketin Zincirlikuyu’daki genel müdürlük
binasının önüne yerleştirildi.
Dört ton ağırlığında, 12 milimetre kalınlığında ve
112 metal levhanın yan yana getirilmesiyle
oluşturulan bir kadın figürü.
Uzun süre Zincirlikuyu’daki genel müdürlük binası
önünde durdu ve önünden gelip geçen otomobillerdeki
insanlar onu uzaktan seyretti.
Ardından
Galatasaray’da daha çok kişiyle buluşma fırsatı
yakaladı. Şimdi de Levent’teki Yapı
Kredi Binası’nın önünde duruyor.
Hürriyet, 18.07.2014
******
"AKDENİZ HEYKELİ
AKDENİZ'DE OLSUN"
İsrail'i protesto
eylemleri sırasında tahrip edilen 'Akdeniz
Heykeli'ni sosyal medyada gündeme getiren
Antalya'nın Muratpaşa İlçe Belediye Başkanı CHP'li
Ümit Uysal, "Akdeniz Heykeli'nin yeri Akdeniz
olmalı" dedi. Uysal, heykelin Antalya'da falazlere
dikilmesini önerdi.
Muratpaşa Belediye
Başkanı Ümit Uysal, İstanbul Levent'te İsrail'i
protesto eylemleri sırasında tahrip edilen Akdeniz
Heykeli'ni sosyal medyada gündeme taşıdı. Dünyaca
ünlü heykeltıraş İlhan Koman'ın Akdeniz Heykeli'nin
yerinin Akdeniz olması gerektiğini belirten Başkan
Uysal, Akdeniz Heykeli'nin yapıldığı günden bu yana
sürekli dolaştırıldığına dikkat çekerek, heykel
üzerinde tasarruf hakkı bulunan kişilere seslendi.
HEYKEL AKDENİZ'LE
BULUŞSUN
Sürekli yeri
değiştirilen Akdeniz Heykeli'nin 'Yörük Heykel'e
dönüştüğünü belirten Başkan Uysal, İlhan Koman'ın
Akdeniz Heykeli'ni Akdeniz'e bakan bir noktaya
konumlandırmak üzere tasarladığını söyledi. Başkan
Uysal, "Heykel üzerinde tasarruf hakkı bulunan kişi
ya da kişilere sesleniyoruz; Gelin bu heykeli
Muratpaşamızda falezlerin üzerinde hakim bir noktaya
koyalım. Hem sanatçının amacı ve vasiyeti
gerçekleşmiş olsun, hem de eser nihai yerine
kavuşsun. Özgürce, mutluca ve sevgiyle Akdeniz'in
dalgalarıyla buluşsun. Ne dersiniz?" diye konuştu.
Gerçek Gündem,
23.07.2014
|
2014 YILI NYSA KAZILARI BAŞLADI

Aydın’ın Sultanhisar
İlçesi'nde bulunan Nysa
antik kentinde 2012 yılından itibaren Aydın
Arkeoloji Müzesi başkanlığında, Ankara
Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Yard.
Doç.Dr. Serdar Hakan ÖZTANER’in bilimsel
danışmanlığında yürütülen kazı, onarım ve
restorasyon çalışmalarının bu yılki bölümüne
10.07.2014 tarihinde başlandı.
Nysa antik kenti kazı, onarım ve restorasyon
çalışmalarının bu yılki bölümü 1 ve 8 nolu
caddelerde, Tiyatro, Çarşı Bazilikası – Forum
alanlarında, Ankara Üniversitesi, Anadolu
Üniversitesi, Başkent Üniversitesi öğretim
üyeleri ve Aydın Arkeoloji Müzesi uzmanlarının
katılımı ile yaklaşık 60 kişilik bir ekiple
yürütülecek.
kvmgm.kultur.gov.tr, 18.07.2014
|
ANTİK KEKOVA'DA ARTIK YÜZMEK SERBEST!

Kekova bölgesi 18 Ocak 1990 yılında Çevre ve
Orman Bakanlığı tarafından özel koruma alanı
ilan edilmiş ve dalış yapmak ve yüzmek
yasaklanmıştı. Ancak Antalya’nın gözde
turizm merkezlerinden Kekova’nın sorunlarını
gidermek ve cazibe merkezi olması amacıyla
yüzme yasağı kaldırıldı.
Demre İlçe
Kaymakamlığı’na bağlı Deniz Turizm Kurulu,
Kekova Bölgesi’nde yer alan Kaleköy ve Batık
Kent’te yaşanan sorunlar için bir araya
geldi. Demre Kaymakamı Yusuf İzzet Karaman
başkanlığındaki toplantıya, Demre
Kaymakamlığı Yazı İşleri Müdürü Ahmet
Çırpan, Kaş Turizm Müdürü Mustafa Aydın, Kaş
Liman Başkanı Galip Avcı, Kekova Sahil
Güvenlik Bot Komutanı Beytullah Yurt,
Antalya Deniz Ticaret Odası Temsilcisi
Mehmet Şekerci katıldı.
Toplantıda günübirlik tatilcilerin ve yat
turizminin yoğun yaşandığı Kekova
Bölgesi’nin sorunları ve tatilcilerin kurula
yaptığı şikayetler değerlendirildi. Deniz
Turizm Kurulu, Batık Kent’te tekne turlarına
çıkan turist gruplarına eşlik eden
rehberlerin bölgeyi anlatırken kullandığı
mikrofondan kaynaklı yükses ses şikayetini
değerlendirdi. Bu sesin tatil için gelen
diğer turist gruplarını ve bölge halkını
rahatsız ettiği belirtilerek, bölgede
çalışan rehberlerin artık mikrofonlarını
kimseyi rahatsız etmeyecek şekilde
kullanması kararı alındı.
Ayrıca, Kaleköy’de bulunan iki bölgenin
yüzme alanı olarak kullanılmasına karar
verildi. Gelecek turizm sezonunda uygulanmak
üzere, Batık Kent ve Simena Antik Kenti’ne
günübirlik tekneler için yeni bir rota
çizildi.
Kaleköy’deki iskelelerin tadilat ve
yenilenmesi için de yeni bir proje yapılması
konusunda karar alındı.
Demre Kaymakamı Yusuf İzzet Karaman,
"Kekova, bölge, Türkiye ve dünya turizminde
bir marka. Günbirlik ve mavi yolculuk yat
turizminin merkezi. Yılda yaklaşık 1 milyon
turist gelen bir yöre. Bu nedenle bölgemizi
hak ettiği yere taşımak için yeni kuralları
uygulamaya koyduk" diye konuştu.
T24, 18.07.2014
******
KEKOVA YÜZME ALANINA AÇILMADI
18
Temmuz Cuma günü, bazı basın yayın organları ve
internet
haber sitelerinde yayınlanan “Artık Kekova'da
yüzülebilecek” başlıklı
haberlere Demre Kaymakamlığı'ndan yalanlama
geldi. Demre Kaymakamlığı konuya ilişkin bir basın
açıklaması yaparak, söz konusu haberlerin gerçeği
yansıtmadığını belirtti.
Demre Kaymakamlığı tarafından yapılan basın
açıklamasında şu ifadelere yer verildi: "bugün
bazı yerel ve ulusal basın yayın organları ile
internet haber sitelerinde ilçemiz Üçağız Mahallesi
sınırları içerisinde kalan Kekova Batık Şehir
Bölgesi'nde uygulanan yüzme ve dalış yasağının
kaldırıldığına dair haberler yayımlanmıştır. Söz
konusu haber gerçeği yansıtmamakta olup,
Kaymakamlığımızca 15 Temmuz 2014 tarihinde yapılan
Demre İlçesi Deniz Turizm Kurulu Toplantısı'nda
böyle bir karar alınmamıştır. Toplantıda ilçemiz
Üçağız Mahallesi Kaleköy mevkiinde bulunan turistik
pansiyon ve işletmelerde kalan kişilerin tekne
trafiğinden etkilenmeyecekleri uygun bir mevkide
denize girebilmelerinin temini için Kaleköy’ün hemen
önünde tekne geçişi olmayan 2 adet yerin yüzme alanı
olarak ilan edilmesi kararlaştırılmıştır. Tespit
edilen söz konusu 2 yer, haberlerde iddia edildiği
üzere kesinlikle Batık Şehir Bölgesi kapsamında
değildir. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanunu uyarınca belirlenmiş 1. derece tarihi
ve doğal sit alanında kalan ilçemiz Batık Şehir
mevkiinin şu an yürürlükte olan konu ile ilgili
resmi mevzuat çerçevesinde, yüzme, dalış vb. diğer
etkinliklere açılması kanunen mümkün değildir. Söz
konusu gerçeği yansıtmayan bilgi ve haberlere itibar
edilmemesi hususu kamuoyuna saygı ile duyurulur."
Milliyet, 18.07.2014
******
BATIK KENTE YÜZME YASAĞI DEVAM EDİYOR
Demre Kaymakamı Yusuf
İzzet Karaman, Batık Kent'te yüzme yasağının
kaldırıldığı yönündeki haberleri yalanladı. Karaman,
Kekova’nın sorunlarını gidermek ve cazibe merkezi
olması amacıyla bir dizi karar alındığını
belirterek, "Kekova’daki Batık Kent’te yüzme ve
dalış yasağı vardır. Bu yasağın kaldırılması
olanaksız ve söz konusu değildir" dedi.

Demre Kaymakamı Yusuf İzzet
karaman, geçen salı günü yapılan Deniz
Turizm Kurulu toplantısında, Kekova Bölgesi’nde
yer alan Kaleköy ve Batık Kent’te yaşanan
sorunların ele alındığı söyledi. Toplantıda
günübirlik tatilcilerin ve yat turizminin yoğun
yaşandığı Kekova Bölgesi’nin sorunları ve
tatilcilerin kurula yaptığı şikayetlerin
değerlendirildiğini aktaran Kaymakam Karaman,
toplantı sonrasında bazı basın yayın
organlarında ’Kekova’da yüzülebilecek’,
’Kekova’da yüzmek serbest’ gibi
haberler çıktığını vurguladı.
BATIK KENT’TE YÜZME YASAĞI DEVAM EDİYOR
Konunun yanlış aktarıldığını vurgulayan
Kaymakam Karaman, "Kekova, bir bölgenin adıdır.
Kekova’da bulunan Batık Kent’te yüzme ve dalış
yasağı vardır. Bu yasağın kaldırılması olanaksız
ve söz konusu değildir. Ayrıca kurulumuzun
yetkisinde de değildir" dedi. Kekova Bölgesi’nde
birçok noktada belirlenmiş dalış noktaları
olduğunu ve yüzmenin serbest olduğuna işaret
eden Karaman, "Üçağız Mahallesi ve Kaleköy’de
turistik pansiyonların ve işletmelerin önünde,
tur teknelerinin geçiş alanı dışındaki 2 küçük
bölge yüzme alanı olarak ilan edildi. Buraların
Batık Kent’le ilgisi yok. Batık Kent’te yüzme
yasağı devam ediyor" diye konuştu.
Milliyet, Haber: Ahmet Acar, 19.07.2014
|
MERSİN'İN SOLİ POMPEİOPOLİS ANTİK KENTİNDE KAZILAR
BAŞLADI

Mersin’in merkez Mezitli
İlçesi'nde bulunan ve
tarihi geçmişi MÖ 700 yılına uzanan Soli
Pompeiopolis Antik Kentindeki 2014 yılı kazı
çalışmaları başladı.
Mezitli Soli Pompeiopolis
antik kenti gün ışığına
çıkarmak amacıyla 16 yıldır gerçekleştirilen kazı
çalışmaları, bu yıl da devam ediyor. Tarihi geçmişi
MÖ 700 yılına dayanan Soli Pompeiopolis antik
kentindeki kazı çalışmaları, Prof.Dr. Remzi Yağcı
başkanlığında Sütunlu Cadde ve Soli Höyük’te
sürdürülecek. Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan
da kazı başkanı ve kazı ekibini ziyaret ederek
çalışmalar hakkında bilgi aldı.
Başkan Tarhan, Soli Pompeiopolis Antik Kenti,
Mezitli’nin dünyaya açılan kapısı olacağını
belirtti. Tüm herkesin dünyanın ortak değeri olan
kültürel miraslara sahip çıkması gerektiğinin altını
çizen Tarhan “Soli Pompeiopolis dünyanın en önemli
tarihi yerlerinden birisidir. Kazı Başkanı Prof.Dr.
Remzi Yağcı hocam 1999 yılından beri bu çalışmaların
başında. Ama gerek bakanlığın maddi desteğinin
oldukça zayıf, hatta yok denilebilecek düzeyde
olması, gerekse belediyelerin olanaklarının çok
sınırlı olması nedeniyle uzun yıllardır fazla bir
yol kat edilmedi. Bizim hedefimiz buradaki toprak
altında kalmış değerlerin toprak üstüne çıkarmak ve
ortak mirasımızı dünyaya tanıtmaktır. Biz buna son
derece önem veriyor ve destekliyoruz. Kültür ve
Turizm Bakanlığı ve Büyükşehirinde desteklemesini
bekliyoruz. Soli Pompeiopolis Mezitli veya Mersin’in
değil tüm Türkiye’nin dünyaya açılan kapılarından
birisi olacaktır. Ben buradan tüm sponsor olabilecek
özel kuruluşlarında kazı çalışmalarına destek
vermelerini istiyorum” dedi.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Remzi Yağcı ise,
restorasyona yönelik kazı-temizlik çalışmaları
hakkında Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan’a
bilgi verdi. Soli Pompeiopolis antik kentinin Roma
döneminde de cazibesini sürdürdüğünü belirten Yağcı
“Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Mezitli
Belediye’sinin desteğiyle sürdürülen Soli
Pompeiopolis’deki bu yılki çalışmalarımıza başladık.
Soli Pompeiopolis, Hellenistik döneminde yaklaşık 250
bin kişinin yaşadığı önemli bir kenttir. Roma
döneminde de bu cazibesini sürdürdü ve önemli bir
liman kenti oldu. Doğu Akdeniz’de limanla birleşen
ve sütunlu caddesi olan nadir kentlerden birisi.
Tabi ki kentin şu anda en önemli yerinde ana
caddesinde bulunuyoruz. Bu ana caddesinde çıkan
buluntular, Roma arkeolojisine çok önemli katkılarda
bulunmaktadır. Uzun vadeli bir projedir. Destekler
sürdükçe özellikle yerel yönetimlerin desteği
arttıkça elbette burada kazılar daha önemli bir ivme
kazanacaktır” diye konuştu.
Yağcı, arkeolojik olarak önemli bir liman kenti
olan Pompeiopolis’teki kazı çalışmalarının amacının,
Sütunlu Cadde ve Soli Höyük’te bulunan dükkanların
bodrum katlarını açığa çıkararak kentteki sosyal,
ticari yaşamı aydınlatmak olduğunu belirtti.
Son Dakika, 18.07.2014
|
KARACAHİSAR KALESİ'NDEKİ KAZIYA TATİL YOK

Eskişehir’deki Karacahisar Kalesi’nde Anadolu
Üniversitesi tarafından yürütülen kazı çalışmaları
sürüyor. Prof.Dr. Erol Altınsapan, öğrencilerin yaz
tatilinde ailelerinin yanına gitmeyerek kazı
çalışmalarına katıldıklarını söyledi. Vali Güngör
Azim Tuna da çalışmaları yerinde inceledi.
Anadolu Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Erol
Altınsapan, merkeze bağlı Karacaşehir Köyü’nde
bulunan ve Osmanlı Beyliği’nin kurulduğu yer olan
Karacahisar Kalesi’nde arkeolojik kazı
çalışmalarının sürdüğünü söyledi. Kazı
çalışmalarının ilk olarak 1999 yılında Prof.Dr.
Halil İnalcık ve Prof.Dr. Ebru Parman tarafından
başlatıldığını belirten Prof.Dr. Altınsapan, daha
sonra çalışmaların Eskişehir Arkeoloji Müzesi ve
Anadolu Üniversitesi tarafından yürütüldüğünü
kaydetti.
ÖĞRENCİLER TATİLE GİTMEDİ
Sanat Tarihi Bölümü öğrencilerinin yaz tatilinde
ailelerinin yanına gitmeyerek kazı çalışmalarına
katıldıklarını ifade eden kazı başkanı Prof.Dr.
Erol Altınsapan şöyle konuştu:
“Karacahisar Kalesi 1289 yılında Ertuğrul
Gazi’nin oğlu Osmangazi tarafından Bizanslı’lardan
fethedildi. Öncelikli hedefimiz kale içindeki
yerleşim dokusunu ortaya çıkartmak. Karacahisar
Kalesi’nin fethi Osmanlı İmparatorluğu’nun
başlangıcındaki en önemli olaydır. Burası ilk
hutbenin okunduğu yerdir. Karacahisar Kalesi,
Osmanlı’nın İznik’ten Edirne’ye kadar olan fetih
sürecinin başlangıcıdır. Kazı sonucunda Osmanlı
tarihi de değişebilir. Prof.Dr. Halil İnalcık da
Karacahisar’dan Osmanlı’nın ilk başkenti diye söz
ediyor.”
VALİ TUNA: OSMANLI DEVLETİNİN TEMELİ
Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna da Karacahisar
Kalesi’ndeki arkeolojik kazı çalışmalarını yerinde
inceleyerek Prof.Dr. Erol Altınsapan’dan bilgi
aldı. Vali Tuna, “Osmanlı Devletinin temeli
Karacahisar Kalesi’nin alınması ile atılmıştır.
Burada bir tarih yatıyor. Tarihi ve kültürel
değerlerimize sahip çıkmamız lazım. Gelecek
nesillere tarihimizi iyi anlatmalıyız. Burada yatan
tarih hepimizi ilgilendiriyor. Kazı çalışmalardan
çıkacak sonuçlar bizim için çok önemli” dedi.
Vali Güngör Azim Tuna, Karacahisar Kalesi’nde
kazı çalışmalarını yürüten Anadolu Üniversitesi
öğretim üyeleri ve öğrencileriyle birlikte hatıra
fotoğrafı çektirdikten sonra alandan ayrıldı.
haberler.com, 18.07.2014
|
550 YIL SONRA YENİ YERİNDE

Batman'ın antik ilçesi Hasankeyf'te bulunan ve
Akkoyunlular Dönemi'nde yapılan Zeynelbey Türbesi,
550 yıl sonra yerinden taşınıyor. DSİ 16'ncı Bölge
Müdürü Mahmut Dündar, Ilısu Baraj Gölü suyu altında
kalacak Zeynelbey Türbesi'ni yıl sonuna kadar yeni
yerleşim birimine taşıyacaklarını söyledi.
Ilısu baraj gölünden etkilenecek tarihi eserlerin
başında gelen Zeynelbey Türbesi, 550 yıl aradan
sonra yer değiştiriyor. Akkoyunlular'a ait tek eser
olan Zeynelbey Türbesi, Akkoyunlu hükümdarı Uzun
Hasan'ın oğlu Zeynelbey'e ait olduğu üzerindeki
kitabede belirtildi. Baraj altında kalacak 108
yerleşim birimi arasında tek ilçe olan
Hasankeyf'teki önemli bazı tarihi eserler,
Avrupa'daki sistemle yeni yerlerine taşınacak.
DSİ 16'ncı Bölge Müdürü Mahmut Dündar, 1462-88
yılları arasında yapımı tamamlanan Zeynelbey
Türbesi'nin baraj gölünde toplanacak sudan
etkilenmemesi için taşınma ihalesinin yapıldığını
söyledi. Dündar, şöyle dedi:
"Yabancı arkeolog ve bilim adamlarının da
görüşlerinin alındığı türbe için taşınma
hazırlıkları yapılıyor. Avrupa'da tarihi eserler
nasıl taşınıyorsa, türbeye zarar verilmeden aynı
yöntemle taşınacak. Bu yılın sonuna kadar Zeynelbey
Türbesi'nin taşınma işlemi tamamlanacak."
Cumhuriyet, 18.07.2014
|
BU MÜZE TARİHE IŞIK TUTUYOR
Balıkesir'in Ayvalık İlçesi'ndeki, Cunda
Adası'nda restore edilen Taksiyarhis Kilisesi'nde
kurulan Rahmi M. Koç Müzesi yoğun ilgi gördü.
Geçtiğimiz Mayıs ayının sonunda hizmete giren müzeyi
bugüne kadar 16 bin ziyaretçi gezdi.
Ayvalık'ın Cunda
Adası'nda 1873 yılında inşa edilen Taksiyarhis
Kilisesi 1923 - 1928 yıllara arasında cami olarak
kullanıldı. Daha sonra harap hale gelen bina,
geçtiğimiz yıllarda 26 aylık bir restorasyonun
ardından müze olarak düzenlendi. Müze, denizcilik
tarihi, tıp, eczacılık, gemi ve tren modelleri ile
sanayi devrimine ait makinelerle otomotiv sanayine
ait objeleri barındırıyor. İki katlı müzenin üst
katında ise bir kısım özel koleksiyoncuların
bağışlarından oluşan oyuncaklar yer alıyor. Müzeyi
gezen ziyaretçiler beğenilerini dile getirirken, Koç
ailesine teşekkür etti. Müzeye ilk kez gelen Dilay
Naz Özdemir, çok güzel bulduğunu söyledi. Kıvanç
Koca da ilk kez geldiği müze için emeği geçenlere
teşekkür etti. Yıllar önce harap halindeyken gördüğü
binanın restore edilerek güzel bir görünüme
kavuştuğunu belirten ziyaretçi Esin Silivri ise,
buranın tarihi hakkında bilgi sahibi olduklarını
hatırlattı.
Zaman, 17.07.2014
|
AHIRDA 5 BİN YILLIK MADEN OCAĞI BULUNDU

Erciyes Dağı'nın eteklerinde,
günümüzde ahır olarak kullanılan galerilerin 5 bin
yıllık maden ocağı olduğu tespit edildi.
Kültepe Kazısı Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu,
yaptığı açıklamada, ekip olarak Kayseri'de 2008
yılından bu yana yüzey araştırmaları
gerçekleştirdiklerini ve geçen yıl Erciyes Dağı'nın
eteklerindeki Hisarcık İlçesi'nde yaptıkları
çalışmalarda Anadolu'da çok az bulunan kalay madeni
ile karşılaştıklarını söyledi.
Anadolu tarihini aydınlatmak yaptıkları çalışmalar
kapsamında kalay madenini ilk olarak Hisarcık İlçesi
Sinir Sırtı olarak adlandırılan bölgede bulduklarını
belirten Kulakoğlu, 5 bin yıllık maden ocaklarının
ve galerilerin günümüzde bölge insanı tarafından
ahır olarak kullanıldığını kaydetti.
Kulak, köylülerin ahır olarak kullandıkları
galerilerin maden ocağı olduğunu bilmediklerini
ifade etti.
ANADOLU'DA BULUNAN İKİNCİ BÜYÜK KALAY
YATAKLARI
Dışarıdan bakan birisinin galerileri fark
edemeyeceğini anlatan Kulakloğlu, şunları kaydetti:
"Ahır sahiplerinden izin alarak yaptığımız
araştırmalarda eski Tunç Çağı'nda yani günümüzden 5
bin yıl öncesinden itibaren kullanılan kalay madeni
ocaklarıyla karşılaştık. Bunların bazıları
kapatılmış, bazıları ahır olarak kullanılıyor ama en
az 6 ayrı büyük galeri gördük. MTA'nın yaptığı
rezerv araştırmasına bunlar Anadolu'da bugüne kadar
bulunmuş ikinci büyük kalay yataklarını oluşturuyor.
Erciyes'in hemen dibindeki bu sırtlarda, hep
dışarıdan geldiğini sandığımız bir olguyu ortaya
çıkardık. Meğerse Anadolu'da günümüzden 5 bin yıl
öncesinde bu maden biliniyor işletiliyor ve
kullanılıyormuş."
KALAY BUGÜNÜN URANYUMU DEĞERİNDE
Kalayın bugünkü olgularla karşılaştırıldığında
uranyum değerinde bir maden olduğuna dikkati çeken
Kulakloğlu, "Bakır çok eski çağlardan itibaren
kullanılıyor ama yumuşak bir maden olduğu için silah
yapımına uygun değil, kılıç yapılamıyor, yapılsa
dahi hemen kırılır. Ama kalayın bakır ile birlikte
eritilmesiyle sert, kuvvetli bir alaşım olan tunç
elde edilmiş. Böylelikle rakiplerinizde olmayan bir
silaha kavuşmuş oluyorsunuz ve bir otorite, güç
sağlıyorsunuz. Kalay bu anlamda bugünün nükleer
silahı uranyum gibi o dönemde önem kazanıyor"
şeklinde konuştu.
Kalayın günümüzde çok fazla değeri olmadığını
belirten Kulakoğlu, Koloni Çağı olarak adlandırılan
5 bin yıl öncesinde Asurlu tüccarlardan kalma yazılı
belgeleri de incelediklerinde kalayın o dönemde
değerli bir maden olduğunu anlayabildiklerini
vurguladı.
Sabah, 17.07.2014
|
HASANKEYF'İN SAKLI TARİHİ: AĞLAYAN MAĞARA
Antik kent Hasankeyf'te bulunan onlarca saklı
güzellikten biri de Günfa olarak adlandırılan
mevkide bulunan Ağlayan Mağara. Yüksek kayalıklar
arasına saklanmış mağarada, kayalıklardan düşen her
su damlası piyanodan çıkan bir melodi gibi.
Batman'ın tarihi Hasankeyf
İlçesi'nde Urartular
döneminden kaldığı belirtilen 'Ağlayan Mağara' doğal
güzelliği ile ziyaretçileri büyülüyor. Mağaranın
tavanından damlayan su damlacıkları piyanodan çıkan
güzel bir melodi gibi. Mevsim normallerinin üzerinde
seyreden sıcaklarda bile oldukça serin olan mağarayı
ziyaret eden vatandaşlar, mağara ve çevresinin
serinliği ve mağaradan yayılan melodinin insanlara
huzur verdiğini ve tüm stresini aldığını söylüyor.
Yüksek kayalarla çevrili güneş görmeyen bir yerde
bulunan mağaranın üst katlarından gelen su, ağlayan
bir mağara manzarasını oluşturmuş. Su sızıntısı
kayayı serin tutuyor. Kayadan oyulan mağarada oluşan
şelale bölgede otantik bir hava oluşturuyor. Hemen
yanında bulunan Urartu ya da Sümerler dönemine ait
içi oyulmuş olan bir kaya parçası ise eyvan şekline
dönüştürülmüş. Ustaca kazınmış merdivenleri, odaları
ve eyvanı ile küçük bir mağara evi andıran kaya
ağlayan mağaranın güzelliğini tamamlıyor.
Hasankeyf'te özellikle Günfa'da ağlayan mağara
kenarında dinlenmenin, piknik yapmanın bir başka
olduğunu belirten vatandaşlar, mağaranın turizme
kazandırılmasını istiyor. Hasankeyf'te yapılan İmam
Abdullah anma etkinliklerinin iki yıldır buraya
alındığını, bu vesileyle mağaraya giden 5
kilometrelik yolun kilit taşlarıyla döşendiğini
hatırlatan vatandaşlar, "Hasankeyf'in güzelliklerine
doyum olmuyor. Bu güzellikleri herkesin görmeye
hakkı vardır. İnsana huzur veren bu saklı güzelliği
bölgede bile çok az kişi biliyor. Turizme
kazandırılmasını bekliyoruz, tanıtımı iyi yapılırsa
sadece anma etkinliğinde değil her zaman ziyaretçi
akınına uğrar." diye konuştu.
Zaman, Haber: Medeni Akbaş, 17.07.2014
|
DÜNYA MİRAS LİSTESİ'NDEKİ ADIYAMAN'A BİR DEĞER DAHA
Tarihin en eski yerleşim yerlerinden biri olarak
bilinen Adıyaman İli, hak ettiği tarihi değere
12 Ağustos 2014 tarihinde proje ihalesine
çıkılacak olan “Adıyaman Panorama ve Arkeoloji
Müzesi”yle ulaşacaktır.
1982 yılından beri aynı binasında hizmet veren
Adıyaman Müzesi’nin; gerek m² büyüklüğü gerekse
sergileme teknikleri ve elektro-mekanik
donanımıyla ihtiyaca cevap vermemesi sebebiyle
yeni bir müze binasının yapımına karar
verilmiştir.
30.000 m²’yi kaplayan bir alanda inşa edilecek
müzenin toplam kapalı alanı 10.000 m² olup Erken
Tunç Çağı’ndan Osmanlı Dönemi’nin sonuna kadar
olan arkeolojik ve etnografik eserler, toplamda
3000 m²’yi bulan bir alanda sergilenecektir.
Müzenin 2000 m²’lik alanında oluşturulacak
“Panorama” bölümünde ise; dünyanın en yüksek
açıkhava müzesi olarak da adlandırılan ve 1987
yılında Dünya Miras Listesinde yer alan Nemrut
Dağının, yüksekliği on metreyi bulan büyüleyici
heykelleriyle, metrelerce uzunluktaki
kitabelerinin panoramik olarak ziyaretçiye
aktarılması sağlanacaktır.
Sergileme alanlarının yanı sıra müzede; depo,
kafeterya, 600 m²’lik konferans salonu ve fuaye,
çocuk eğitim atölyesi, müze mağazaları,
kütüphane, idari birimler ve atölyelerin yer
alması planlanmaktadır.
Dünya Miras Listesinde yer alan eseri
barındırmasıyla geniş kitlelerde tanınan
Adıyaman İli, Panorama ve Arkeoloji Müzesi’nin
tamamlanması ve ziyarete açılması ile dikkat
çekici bir değere daha kavuşacaktır.

kvmgm.kultur.gov.tr, 17.07.2014
|
KAYIP MOZAİK PARÇALARI İÇİN 10 BİN İMZAYA İHTİYAÇ
VAR

Zeugma aAntik kentinden kaçırılarak ABD’deki
Bowling Green State Üniversitesi’nde sergilenen
Çingene kızı mozaiğin bazı parçalarının Türkiye’ye
iade edilmesi için başlatılan kampanya kapsamında
yaklaşık 8 bin imza toplandı.
Anadolu’nun özgün değerlerinden Çingene kızı
mozaiğinin parçalarının geri getirilmesi amacıyla
“www.change.org”da başlatılan kampanyanın amacına
ulaşabilmesi için 10 bin imzaya daha ihtiyaç var.
AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, Nizip
İlçesi'ndeki Zeugma antik kenti ve çevresinde 1960′lı
yıllardaki kaçak kazılar sırasında yurt dışına
kaçırıldığı tespit edilen mozaikler, ABD’deki
Bowling Green State Üniversitesi tarafından 1965′te
Manhattan’daki bir sanat galerisinden satın alındı.
3 bin 500 dolara satın alındığı bilinen mozaikler
Bowling Green State Universitesi, Wolfe Center
Binası, Eva Marie Saint tiyatrosunun lobisinde
dekorasyon amaçlı kullanılıyor.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Ergun Özuslu, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Zeugma’daki kaçak
kazılarda ele geçirilip yurt dışına kaçırılan 15
parça mozaiğin Türkiye’ye getirilmesi için
başlatılan çalışmaların sürdüğünü söyledi.
Parçaların ne zaman ve nasıl gittiği hakkında
ellerinde net bilgi olmadığını aktaran Özuslu,
“Tarihi eser kaçakçıları tarafından kaçak yollarla
yurt dışına götürülen eserler, Çingene kızı
mozaiğinin kayıp parçalarıyla uyumlu” dedi.
Prof.Dr. Kutalmış Görkay tarafından sunulan bir
raporla kaçırılan mozaiklerin Zeugma’ya ait
olduğunun kanıtlandığını belirten Özuslu, şöyle
devam etti:
“Zeugma’dan ABD’ye kaçırılan mozaiklerin iade
edilmesi için kampanya başlatıldı. Parçaların tekrar
Türkiye’ye getirilip sergilenmesi için
‘www.change.org’ adresinde ‘Zeugma’dan Amerika’ya
kaçırılan mozaikler iade edilsin’ başlığıyla
başlatılan kampanyada toplam 18 bin imzaya ihtiyaç
var. Şu anda yaklaşık 8 bin imza toplandı.
Kampanyada istenilen imzaya ulaşılmasının ardından
Kültür Ve Turizm Bakanlığı hukuki yollardan
başvuruda bulunacak. Mozaiklerin ait oldukları yer
olan Gaziantep’e getirilip sergilenmesi için bu
kampanya önem taşıyor.”
Özuslu, parçaların, 30 bin metrekarelik alana
inşa edilen Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi’ne iade
edilmesi için herkesi kampanyaya destek olmaya
çağırdı.
Çingene kızı mozaiği
Gaziantep’in Nizip
İlçesi'ndeki Zeugma antik kentindeki bir villanın yemek odasının tabanında
birçok bölümü tahrip edilmiş mozaiğin parçası olan
ve üzerine düşen sütunun kaldırılmasıyla bulunan
mozaik, günümüzde sadece Zeugma’nın değil Gaziantep
ve Türkiye’nin tanıtımına da katkı sağlıyor.
“Çingene kızı” olarak adlandırılan ve simge
haline dönüşen Mainad mozaği, Gaziantep Mozaik
Müzesi’nde özel odada sergileniyor. Çingene kızı
mozaiği, hangi açıdan bakılırsa bakılsın ziyaretçiye
bakıyormuş izlenimi vermesiyle dikkat çekiyor.
Labirent şeklinde dizayn edilen odanın dış
duvarında, kaçakçılar tarafından büyük oranda tahrip
edilen Mainad mozaiğinin ilk bulunduğu hali de yer
alıyor.
haberler.com, Haber: Yusuf Atlıhan, 17.07.2014
|
İŞTE O TARİHİ MOZAİK
Muğla'nın Milas İlçesi'nde yapılan altyapı
çalışmaları sırasında Roma Dönemi'ne ait, üzerinde
denizler, depremler ve atlar tanrısı Poseidon ile
denizkızı figürleri yer alan mozaik bulundu.

İsmetpaşa Mahallesi, Ahmet Taner Kışlalı
Caddesi'nde yağmur suyu ve kanalizasyon hatlarının
birbirinden ayrılması için yapılan çalışmalar
sırasında tarihi kalıntılara rastlandı.
Hatların döşenmesi için açılan yaklaşık bir
metrelik çukurda Yunan mitolojisinde denizler,
depremler ve atlar tanrısı olarak bilinen Poseidon
ile üst bölümünde deniz kızı figürü yer alan
mozaikler bulundu.
Mozaiklerin gün yüzüne çıkmasının ardından alt yapı
çalışmaları durduruldu.Milas Müze Müdürlüğü
görevlileri, mozaiklerin kurtarılması için kazı
çalışması başlattı.
Heyecan yaratan mozaiklerin bir bölümünü
yaklaşık 15 yıl önce denetimsiz bir şekilde yapılan
altyapı çalışmaları sırasında tahrip edildiği ortaya
çıktı.
Cnn Türk, 17.07.2014
******
MİLAS'TA ALTYAPIDAN MİTOLOJİK TANRILAR ÇIKTI

Milas’ta yürütülen altyapı çalışmalarında Roma
dönemine ait, mitolojik tanrıların tasvir edildiği
taban mozaiği bulundu.
Milas’ta İlbank’ın desteğiyle Muğla Büyükşehir
Belediyesi adına özel bir firma tarafından yürütülen
altyapı çalışmalarının Ahmet Taner Kışlalı
Caddesi’nde devam edilen bölümünde, yerin 50 santim
altında tarihi kalıntılara rastlandı. Taban
mozaiğinin önceki yıllarda yürütülen altyapı
çalışmaları sırasında ağır biçimde tahrip edildiği
ve yüzde 40′ının yok olduğu belirlendi.
3. derece arkeolojik sit alanı olan bölgede
yapılan çalışmalarda, tarihi kalıntılara rastlanması
üzerine görevli arkeolog kazının durdurulmasını
istedi. Milas Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü ekipleri,
alanda kurtarma kazısı başlattı. Temizleme ve
kurtarma çalışmalarının ilk bölümünde tarihi
kalıntının bir kilise ya da konut tabanında
kullanılan 5 metre uzunluk, 3 metre genişliğe sahip
mozaik olduğu anlaşıldı. Ekipler, Roma dönemine ait
mozaikte mitolojik öğe tasvirleri buldu. Kurtarma
çalışmalarında mozaiğin önceki yıllarda
gerçekleştirildiği anlaşılan içme suyu ya da
kanalizasyon şebekesi çalışmaları sırasında ağır bir
tahribe uğradığı gerçeğini ortaya çıkardı. Yapının
orta bölgesinde yatay doğrultudaki eserlerin yok
olduğu görüldü.
Müze Müdürlüğü ekipleri çalışmalarını
tamamlayarak mozaiğin korunmasına dönük işlemlerin
ardından alanı kapattı. Müze ekiplerince oluşturulan
raporun Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulunca değerlendirilmesinin ardından, mozaiğin
yerinde mi korunacağı, yoksa başka bir alana mı
taşınacağı belirlenecek.
haberler.com, 18.07.2014
|
DASKYLEİON ANTİK KENTİNDE ARKEOLOJİK KAZILARA
BAŞLANDI

Balıkesir’in Bandırma
İlçesi Ergili Köyü
sınırları içinde yer alan ve Pers İmparatorluğu’nun
Anadolu Satraplıkları’ndan günümüze kalan en önemli
antik yerleşim yeri Daskleyleion’da arkeolojik
kazıların bu yılki bölümüne başlandı.
Pers İmparatorluğu’nun Anadolu’daki ilk Satraplık
merkezi (Genel Valilik) olan Daskyleion antik
kentteki kazılar 27 yıldan bu yana devam ediyor.
Arkeolojik kazıları 5 yıldan bu yana yürüten Muğla
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Doçent Dr. Kaan İren, kazılar ile
ilgili bir açıklamanın Kültür Bakanlığı’ndan gelecek
‘Olur’ raporundan sonra yapılacağını söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi de
kazıların ne kadar ödenekle yapıldığı konusunda
bilgi vermedi.
DASKYLEİON’UN ÖNEMİ
Bandırma’nın Ergili Köyü Hisartepe Mevkii Manyas
Gölü yakınındaki Anadolu’daki ilk Satraplık merkezi
Daskyleion’daki ilk arkeolojik kazılar 1953 yılında
ünlü arkeolog Ord. Prof.Dr. Ekrem Akurgal
tarafından başlatıldı. 1959 yılına kadar devam eden
ve daha sonra uzun süre ara verilen kazılar, 1988
yılında Prof.Dr. Tomris Bakır tarafından yeniden
başlatılarak, kesintisiz olarak 20 yıl sürdü.
Kazıları son 5 yıldan beri de Muğla Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim
görevlisi Doçent Dr. Kaan İren başkanlığındaki ekip
sürdürülüyor.
Özellikle Valilik merkezi olması nedeniyle
Daskyleion’da, Traklar, Frigler, Lidyalılar,
Romalılar ve Bizanslılar’a eserler ve önemli
belgeler ortaya çıkıyor Bunlar arasında MÖ 330 yılına ait Pers İmparatorluğu Valilik
Sarayı’na ait eserler, Kyzikos paraları, fildişi
kakma süs eşyaları, MÖ 546 yılına ait evlerin de
temelleri ve kente giren Pers yolu büyük önem
taşıyor. 1998 yılı kazılarında MÖ 15′inci
Yüzyıl’da yapıldığı belirlenen Babil mührü bulundu.
Perslerden sonra Büyük İskender, Romalılar ve
Osmanlıların hüküm sürdüğü Daskyleion’da çıkan
eserler Bandırma Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.
haberler.com, 17.07.2014
|
1200 YILLIK URFA KALESİ'NE 'AK' DUVAR ÖRDÜLER
1200 yıllık Urfa Kalesi'nde yağmurdan çöken kısım
restore edildi ve ortaya 'bembeyaz bir duvar' çıktı.
Tepki çeken bu duruma karşı İl Kültür Müdürlüğü
yetkilileri beyaz görünüme orijinal Urfa taşının
neden olduğunu, zamanla duvarın geri kalanı gibi
eski görünüme kavuşacağını savunuyor.

Çanakkale’de 2 bin yıllık Apollon Tapınağı’nda
tarihi dokunun bozularak yapılan restorasyonun
yankısı sürerken, Şanlıurfa’da da tartışma yaratan
bir çalışma tüm hızıyla devam ediyor. Geçen sene
aşırı yağışlar nedeniyle çöken tarihi kalenin bir
cephesinin yeni restorasyonu büyük tepki çekti.
Şanlıurfa’daki 1200 yıllık kalenin 2013 yılının
Nisan ayında aşırı yağışlar nedeniyle çökmesinin
ardından başlayan restorasyon sürüyor. İl Özel
İdaresi tarafından 17 Aralık 2013’te ihalesi açılan
proje 24 Ocak’ta başladı.
Ağustos ayının sonuna tamamlanması planlanan
restorasyon çalışmaları halkı tedirgin ediyor.
Nedeni ise bölgede
zaman zaman küçük çaplı toprak ve moloz
kaymalarının yaşanması. Kaymalar, kalenin altında
yer alan ve her gün binlerce kişinin ziyaret ettiği
Balıklıgöl Yerleşkesi'ni tehdit ediyor.
ORİJİNAL TAŞLAR KULLANILMAMIŞ
Bir başka tepki ise restorasyon projesinin kapsamına
ve görünümüne. 1200 yıllık duvarlarla örülü kalenin
yıkılmış olan kısmı Çanakkale’de tartışma yaratan
Apollon Tapınağı restorasyonundaki görünüme sahip.
İl
Kültür Müdürlüğü, mümkün olduğunca eski taşların
kullanıldığını savunuyor,
beyaz görünüme orijinal olarak kullanılan Urfa
taşının neden olduğunu, zamanla duvarın geri kalanı
gibi eski görünüme kavuşacağını belirtiyor.
Uzmanlar ise uluslararası kuralları hatırlatarak
restorasyonda ağırlıklı olarak eski taşların
kullanılması gerektiğini vurguluyor: “Restorasyonda
önce yıkılan blokların kullanılması gerekir. Ancak
görünen eski bir taş yok. Uluslararası kurallar
birbirinden ayrılmış parçaların bir araya
getirilmesine izin verir. Tamamen yeniden inşa etmek
yanlış.”
Göçüğün ardından başlayan inşaat çalışmalarında
Roma, Selçuklu ve İslami dönemlere ait olduğu tahmin
edilen eserlere rastlanılması üzerine inşaata ara
verilmiş, kazı çalışmaları sonrasında çalışmalar
yeniden başlamıştı.
Kentin güneybatı kesiminde, Halil-ür Rahman ve Ayn-ı
Zeliha göllerinin güneyindeki Damlacık dağının kuzey
eteğinde bulunan kalenin tarihi 9. yüzyıla
dayanıyor. Bir rivayete göre, kale 814 yılında şehir
sularını yeniden ayağa kaldıran Abbasiler döneminde
Seleukoslar’dan kalan eski kalıntılar üzerine inşa
edildi. Bir diğer rivayete göre ise MS 812 yılında
Hıristiyanlar tarafından Arap akınlarına karşı kenti
korumak amacıyla yaptırıldı.
Radikal, Haber: Serdar Korucu, 17.07.2014
|
99 YIL SONRA ŞEHİT KEMİKLERİ ORTAYA ÇIKTI

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkında,
Eceabat İlçesi'ne bağlı Kilitbahir Köyü yakınlarında
bulunan Ağadare bölgesinde,
şehit
kemikleri 99 yıl sonra gün yüzüne çıktı. 450
dönümlük alanda, her adımda
şehit
kemiklerine rastlanıyor. Bölgede bulunan
şehit
kemikleri, oldukları yere defnediliyor.
99 yıl önce çetin savaşların gerçekleştiği
Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda
seyyar hastane olarak kullanılan Eceabat İlçesi'ne
bağlı Kilitbahir Köyü Ağadere mevkiindeki Ağadere
Ağır Mecruhin (Yaralı) Hastanesi bölgesinde, toprak
üzerinde bazı
kemik parçaları görüldü. Yapılan incelemede
ortaya çıkan
kemiklerin bir Şehidin kafatası ait olduğu
anlaşıldı. Alanda, çok sayıda
şehit
kemiklerinin toprak üstüne çıktığı belirlendi.
Bulunan
şehit
kemikleri, bulundukları yerlere defnedildi.
BİTKİ TEMİZLİĞİNDEN SONRA ORTAYA ÇIKTI
Ağadere Ağır Mecruhin Hastanesi alanında, jeofizik
radarla belirlenen gerçek şüheda kabristanlığının
hemen yanında, yarımadanın en büyük
şehitliği olacak olan Ağadere
şehitliği inşaatı da sürüyor.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü 3.
Bölge Müdürü İsrafil Erdoğan, bölgede isimleri
bilinen 2 bin 485 şehidin yattığını söyledi. Bölgede
şehit
kemiklerinin toprak üzerine çıktığını söyleyen
Erdoğan, "Ağadere
şehitliğinde düzenlemeye esas bitki temizliği
esnasında, bitkiler buradan çıkarılırken, toprağın
üst kısmının karışması neticesinde, bölge yoğun
şehitlik alanı olduğundan dolayı, 99 sene önce
buraya defnedilmiş olan
şehitlerimizin
kemikleri yüzeye çıkmaya başladı. Biz de ne
zaman buraya gelsek, gerek bizim personelimiz,
gerekse teknik arkadaşlarımız, her geldiğinde
gördüğümüz bu
şehit
kemiklerini, bulundukları yere küçük bir çukur
açarak oldukları yere defnetmeye çalışıyoruz. Burası
en büyük
şehitlik alanlarımızdan bir tanesi.
Yarımadadaki, belki Türkiye'deki en büyük
şehitliklerden bir tanesi" dedi.
İNŞAAT, ŞEHİTLİĞE ZARAR VERMEYECEK
Bölgede devam eden şehitlik inşaatının, gerçek
şehit kabristanlarının bulunduğu alana zarar
vermediğini de söyleyen İsrafil Erdoğan, "Biz bu
hataya düşmemek için, Jeofizik radarla
kabristanların yerini belirlemeden hiçbir şehitlik
yapmadık. Gerçek şehitliklerin üzerine, yaya yolu
yada şehitlik duvarı gelmemesi için önce jeofizik
radarla kontrol yaptık. Gördüğünüz bu alana hiçbir
fiziki müdahale yapılmayacak. Bu topraklara insan
ayağı bastırılmayacak. Ziyaretçiler için özel ahşap
yürüyüş yolları yapılıyor. Ziyaretçiler bölgenin
etrafından dolaşacaklar" dedi.
17 milyon liraya mal olacak Ağadere Şehitlik
inşaatı kapsamında bir ziyaretçi bilgilendirme
merkezi, hastane müzesi, müze binasının deniz
tarafına da 2 bin 485 şehidin isminin yazılacağı 136
metre uzunluğunda ve 8 metre yüksekliğinde kaide
yapılacak. Alanda sadece 2 bina ve küçük bir cami
inşa edilecek. Şehit kabristanlarının bulunduğu
alanda ise sadece peyzaj düzenlemeleri yapılacak.
Ağadere şehitliğinin hemen arkasında kalan, şehit
kemiklerinin yüzeye çıktığı şehit kabristanlarının
olduğu alan ise koruma altına alınacak. Alanın
etrafına, toprakla teması engellemek için çelik
rayların üzerinde ahşap yürüyüş yolu yapılacak.
Ziyaretçiler, gerçek şehitlik kabristanlarını,
toprağa ayak basmadan bu şekilde ziyaret edebilecek.
Habertürk, 17.07.2014
|
ROMA TİYATROSUNA MÜLTECİ ÇADIRI

Ulus’taki Roma dönemine ait
Antik Tiyatro kalıntılarının olduğu bölgeye
çadır kuran Suriyeli mülteciler, yaşam savaşı
veriyor.
Ankara Hürriyet, “Mülteci için sopa vakti”
manşetinin ardından Ulus ve Hacıbayram’a
çevresindeki Suriyeli mültecilerin yaşadıkları
sorunları görüntüledi. İftar çadırı önünde
yaşanan insanlık ayıbının yaklaşık 500 metre
ilerisinde ise bir başka dram daha fotoğraf
karelerine yansıdı. Büyükşehir Belediyesi’nin
Ulus ve Hacıbayram çevresinde başlattığı “Ulus
Tarihi Kent Merkezi Projesi” kapsamında
çalışmaların devam ettiği Roma dönemine ait
Antik Tiyatro kalıntılarının olduğu bölgeye
yerleşen Suriyeli mültecilerin, kurdukları
derme-çatma çadırlarda yaşam mücadelesi verdiği
ortaya çıktı.
Çevre sakinleri, Suriyelilerin kısa bir süre önce
Antik Tiyatro kalıntıları ile Tabakhane Camisi
arasında kalan bölgeye geldiği dile getirerek,
“Hacıbayram’da kentsel dönüşüm bekleyen yıkık-dökük
gecekondularda yer bulamayan Suriyeliler aileleriyle
birlikte boş buldukları alanlara gelişigüzel bir
şekilde yerleşiyor” dedi. Suriyelilerin çadır
kurarak tiyatro yanında yerleşik düzene geçtiğini
savunan vatandaşlar, şöyle devam etti:
“Gün boyunca dileniyorlar ya da ucuz işlerde
çalışıyorlar. Akşam olunca da kurdukları çadırlara
geliyorlar. Elektrik yok, tuvalet yok, sefalet
içinde yaşıyorlar. Çöpten buldukları eşyaları da
çadırlara getirip kullanıyorlar. Antik tiyatro
kalıntılarının oldukları bölgeye doğru
yerleşiyorlar. Gece olduğunda tiyatro içinde kim
olduğu belli olmayan bazı şahıslar da dolaşıyor.
Ulus ve çevresindeki mülteci sayısı son dönemlerde
artış gösterdi. Mültecilerin daha uygun şartlarda
barınabilecekleri bir yere götürülmesi gerekiyor.”
BİR KAP YEMEK
İÇİN
Hacıbayram Camisi’nin yakınındaki iftar çadırına
gelen Suriyeliler, bir kap yiyecek alabilmek için
saatler öncesinden sıraya giriyor. İftardan yaklaşık
2.5 saat önce çadırın önünde toplanan mülteciler,
kalabalığın artmasıyla birlikte ortaya çıkan eli
sopalı bir şahıs tarafından sıraya sokulmaya
çalışılıyor. İftar saatinin yaklaşmasıyla beraber
Türk vatandaşların ardından çadıra alınan
mülteciler, aldıkları yemekle dışarı çıkıp iftar
saatini beklemeden karınlarını doyuruyor.
Yemeklerini hijyen koşullarına ters bir şekilde yere
oturarak yemek zorunda kalan Suriyeliler, daha sonra
yerleştikleri gecekondulara ya da çadırlara dönüyor.
Radikal (Kısaltarak), Haber: Ender Baykuş - Mert
Gökhan Koç, 17.07.2014
******
ROMA TİYATROSUNDAKİ MÜLTECİLER TAŞINDI

Büyükşehir Belediyesi, Ankara
Hürriyet’in, “Roma Tiyatrosu’na mülteci çadırı”
haberinin ardından Ulus’taki Roma dönemine ait Antik
Tiyatro kalıntılarının olduğu bölgeye çadır kurarak
yaşam savaşı veren Suriyeli mültecileri, daha uygun
şartlarda yaşayabilecekleri kamplara yerleştirdi.
Çadırlarda yaşayan Suriyeli mültecilerin
sağlık koşullarının çok kötü olduğunun altını
çizen vatandaşlar, “Belediye ekipleri gelerek
aileleri topladı. Biz bu insanların yoksulluklarını
ve muhtaç durumlarına üzülüyorduk” dedi.
Kurdukları derme-çatma çadırlarda yaşam mücadelesi
veren Suriyeli mültecilerin boş buldukları alanlara
yerleşmesi nedeniyle Ulus’ta ciddi bir sıkıntı
yaşandığını belirten çevre esnafı şunları söyledi:
“Yapılan kentsel dönüşüm projeleri nedeniyle bölge
ciddi bir yıkımdan geçti. Yıkılan evler boşalırken
diğer kalan evler harabelerin içinde kaldı. Aynı
zamanda bu asayişsiz ortam uyuşturucu tacirleri için
büyük bir alan oluşturdu. Şu an her boş alana 3-4
Suriyeli aile geliyor. Çok sağlıksız bir ortamda
kaldıkları için onlara da yazık oluyor. Sürekli
olarak çöpten beslenip dileniyorlar. Bu durumun
yaşanmaması için yetkililer kesin bir tavır
sergilemeli. Yoksa anlık çözümler uygunlanmış
oluyor.”
Radikal, Haber: Ender Baykuş, 18.07.2014
|
AYAŞ ANTİK KENTİNDE YENİ MOZAİKLER BULUNDU

Yumurtalık'taki Ayaş
antik kentinde yeni
mozaiklerin açığa çıktığı bildirildi.
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünden yapılan
açıklamada, kazı alanında yeni bulunan mozaiklerin
"Aigeai" olarak da bilinen Ayaş antik
kentinin
turizm merkezi olması açısından büyük önem taşıdığı
kaydedildi.
Ayaş antik kentinin tarihine ışık tutacağı
belirtilen ve müdürlüğün titiz çalışmaları sonucu
ortaya çıkarılan mozaiklerin bölgeyi ihtişamlı
günlerine tekrar kavuşturacağı ifade edildi.
Mozaikler ve kalıntıların, kentin geçmişine ışık
tuttuğu, döneminde önemli bir liman kenti olan
Ayaş'ın bilinirliğinin artmasında etkili olacağı
aktarılan açıklamada şu bilgilere yer verildi:
"Müzenin geçen yıllarda yaptığı kurtarma kazıları
sonucu ortaya çıkarılan mozaiklerde, Eroslar
hippokamposlar üzerinde balık tutarken, olta ve ağ
ile balık avlarken tasvir edilmiş. İlk defa
Anadolu'da ve dünyada Eroslar yetişkin birer avcı
pozisyonunda Yumurtalık mozaiklerinde tasvir
edilmiş. Bu da mozaiğin arkeoloji dünyasında önemli
ve ayrıcalıklı bir yer edinmesini sağlıyor."
En parlak dönemini milattan önce 1. yüzyılda
yaşamış olan Ayaş kenti, antik dönemin en büyük
hastanelerinden birine ev sahipliği yapması ve Roma
İmparatorluğu döneminde Anadolu'yu Suriye ve
Mezopotamya'ya bağlayan anayolun üzerinde çok önemli
bir donanma üssü olması sebebiyle bölgenin en önemli
kentlerinden biri olarak kaynaklarda yer alıyor.
Trt Haber: 16.07.2014
|
ŞAHMERAN EFSANESİ YENİDEN HAYAT BULUYOR

Adana'nın Ceyhan
İlçesi'ndeki Şahmeran Kalesi
olarak da bilinen Yılankale'nin turizme
kazandırılması için restorasyon çalışmaları devam
ediyor.
Ceyhan ovasında yükselen ve Şahmeran efsanesiyle
özdeşleşen Yılankale'nin turizme kazandırılması için
başlatılan restorasyon çalışmasında ilk aşama
tamamlandı.
Bizanslılar tarafından 12'nci yüzyılda inşa
edildiği tahmin edilen Yılankale, İç Anadolu'dan
gelip Gülek Boğazı yolu ile Adana, Misis, Payas ve
Antakya'dan geçen tarihi fetih ve kervan yolunda
bulunuyor.
Bölgedeki dağ kaleleri zincirinin ilk halkasını
oluşturan yapı, yılanlara ev sahipliği yapması ve
efsaneye göre Şahmeran isimli yılan gövdeli kadının
yaşaması sebebiyle Şahmeran Kalesi olarak da
biliniyor.
Ceyhan Belediye Başkanı Alemdar Öztürk yaptığı
açıklamada, Yılankale'nin Anadolu'dan Arabistan
coğrafyasına geçiş güzergahındaki önemli bir nokta
olduğunu ve yolun kontrol altında tutulması
açısından tarihte önem arz ettiğini ifade etti.
Sarp kayalar üzerine kurulduğu için kalenin
fethinin güç olduğunu anlatan Öztürk, eskiden
"Kovara" ismiyle bilinen kalenin, Evliya Çelebi'nin
eserlerinde ise yılan gövdeli kadın Şahmeran'ın evi
olması efsanesinden yola çıkılarak Şahmeran Kalesi
olarak anıldığını hatırlattı.
Öztürk, kalenin turizme kazandırılması için
başlatılan restorasyon çalışmalarının sürdüğünü
belirterek, şöyle konuştu:
"Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ömer Çelik'in
desteğiyle restorasyonu yaptırılmakta olan kalenin,
restorasyonu bittikten sonra bölge turizmine büyük
katkıda bulunacağına inanıyoruz. Biz de yerel
yöneticiler olarak kalenin turizme kazandırılması
için gerekli çalışmaları yapacağız. İlerleyen
aşamalarda kalede kafeler açmayı, kır yürüyüşleri
yapmayı ve teleferik çalışmasını hayata geçirmeyi
arzuluyoruz. Yılankale'yi bir seyir terası olarak
Ceyhanlıların hizmetine sunmayı düşünüyoruz."
RESTORASYON MART 2016'DA TAMAMLANACAK
Yılankale'nin restorasyon işini yürüten firmanın
inşaat teknikeri Sultan Türkmen de proje kapsamında
üç yıllık çalışmanın ardından güzel bir kültür ve
tarihi alan elde etmeyi umduklarını söyledi.
Çalışmalarına resmi olarak mart ayında
başladıklarını bildiren Türkmen, ilk aşamada kale
çevresinin temizlendiğini ve iskelelerin
kurulduğunu, restorasyon çalışmalarının Mart 2016'da
tamamlanmasını hedeflediklerini kaydetti.
Efsaneye göre, yılanların kraliçesi olarak
bilinen Şahmeran isimli yılan gövdeli kadının kalede
yaşadığına inanılıyor.
Trt Haber, 16.07.2014
|
KAYALIKLAR ÜZERİNDE BİR SARAY

Ağrı'nın Doğubayazıt
İlçesi'nin beş
kilometre doğusunda, bir dağın yamacına kurulan
İshak Paşa Sarayı, Ağrı Dağı'nın tam karşısında yer
alıyor. Burası, Türkiye'nin Topkapı Sarayı'ndan
sonra ikinci büyük sarayı.
Ağrı
şehir merkezinden İshak Paşa Sarayı'na gitmek üzere
yola çıkıyoruz. Aracımızla yukarıya doğru
tırmandıkça sert ve dik kayalıklar üzerine inşa
edilmiş sarayı uzaktan görüyoruz. Şehirden çok
bulutlara yakın olan saraya yaklaştıkça o bizden
daha da uzaklaşıyor sanki. Saray, dik ve sert
dağların arasında tek başına, heybetli görüntüsüyle
bizi karşılıyor. Çıldıroğullarından II. İshak Paşa
ile Çolak Abdi Paşa tarafından 1685'te yaptırılan
saraya, 1784'te son şekli verilmiş. Sarayın
yapımının 99 yıl sürmüş olması da ilgi çekici.
Topkapı Sarayı'ndan sonra Türkiye'nin ikinci büyük
sarayı, dünyanın ilk kaloriferli binası olarak da
bilinmekte. Ayrıca kanalizasyon sistemi de
bulunuyor. Sarayın duvarları üzerindeki taş
oymacılığına, ağaç ve aslan figürlerine hayran
kalmamak mümkün değil. Gördüğümüz her ayrıntı bizi
büyülüyor. Rivayete göre, İshak Paşa, Ağrı Dağı'nın
kudretinden ve büyüklüğünden nefret edermiş. Ağrı'da
kendinden daha büyük bir şey olmadığına inandığı
için yaptırdığı sarayın pencerelerini de Ağrı
Dağı'na bakmayacak şekilde tasarlatmış. Sarayın
Doğubayazıt'ı ayakları altına alan müthiş bir
manzarası var. Ayrıca Birleşmiş Milletler'in dünyada
güneşin doğuşu ve batışının en güzel izlendiği
yerler listesinde de yer almakta.
SARAYDA GEZİNTİ
Saray iki avlu ve bu avluda bulunan yapılar
topluluğundan meydana gelmiş. Birinci avludaki
yapıların bazıları yıkılmış. Dört tarafı yapılarla
çevrili ikinci avlu dikdörtgen planlı. Girişin
sağında selamlık ve onun arkasında haremlik
bulunmakta. Bunların sonunda da cami ve türbe yer
alıyor. Türbe, Selçuklu kümbet mimarisi üslubunda
inşa edilmiş. Sarayın her iki katında toplam 366 oda
bulunuyor. Her odada taştan yapılmış ocaklar göze
çarpıyor. Taş duvarlardaki boşluklar bütün yapının
merkezi bir ısıtma sistemine sahip bulunduğunu
göstermekte. Duvarları Türk hat sanatının
örnekleriyle, sülüsle yazılmış ayet ve beyitlerle
süslü.
Heybetli Ağrı Dağı
Büyük ve Küçük Ağrı Dağı olmak üzere iki koni
şeklinde. Büyük Ağrı Dağı 5165 metre, Küçük Ağrı
Dağı ise 3896 metre yükseklikte. Türkiye'nin en
yüksek sönmüş volkanik dağ özelliğini taşıyor. Bu
sebeple çok ilgi çekiyor. İnsanın karşısında
heybetle durması ona doğal bir güzellik kazandırıyor
ve seyretmeye doyulamayacak manzara haline
getiriyor. Nuh'un Gemisi'nin burada olduğu inancı
yaygın olduğundan turistlerin de ilgisini çekiyor.
Yerli yabancı dağcıların buraya çıkmak için can
attıklarını ve Ağrı Dağı'nın yazın daha güzel
olduğunu öğreniyoruz. Dağa çıkmak için izin almak
gerekiyor. Yaz aylarında temmuz, ağustos ve eylülde,
kışın da ocak ve şubatta çıkış yapılıyor.
Eteklerinde yaban keçisi, geyik, ayı, domuz, kurt,
tilki, sansar, samur, tavşan, keklik ve sayısız av
kuşları bulunuyor.
Sabah, Haber: Meltem Doğan, 16.07.2014
|
BULDAN TARİHİ DOKUSUNA KAVUŞUYOR
Denizli Valisi Abdülkadir Demir, Buldan
İlçesi'nde
restore işlemleri devam eden tarihî evlerde
incelemelerde bulundu.
Buldan Belediye Başkanı Mustafa Gülbay'ın eşlik
ettiği Demir, Dokuma Pazarı Sokağı'nda gazetecilere,
iki yıldır çalışma yapıldığını söyledi. Vali Demir,
"Buldan, sivil mimari bakımından Osmanlı ve Selçuklu
dönemine ait çok önemli eserlerin bulunduğu bir
ilçemiz. Burada aşağı yukarı girdiğiniz her kapı,
sizi tarihle buluşturuyor. Bu anlamda da burada
yapılacak olan çalışmalar, hem Buldan hem de Denizli
turizmi için çok önemli. Buradaki hedefimiz,
bulabildiğimiz bütün konakları imkanlar ölçüsünde
restore edebilmek." dedi.
Buldan'a özgü evlerde yerli ve yabancı turistlere
konaklama imkanı sunmayı hedeflediklerini ifade eden
Demir, "Bunu sağladığımızda Buldan çok daha cazip
bir hale gelecektir. Buldan'a şu anda el
dokumasından dolayı, biliyorsunuz yılın belli
dönemlerinde çok yoğun ziyaretçiler geliyor ancak
sadece alışveriş yapıyor ve ayrılıyor. Bizse
Buldan'da konaklama imkanı oluşturarak, burada
kalmalarını sağlamak istiyoruz. Dolayısıyla daha
uzun konaklamayla ekonomik anlamda daha önemli
girdiler sağlayalım. Bu anlamda da bu yapılan
çalışmaların önemli olduğuna inanıyoruz. Geçen iki
yıl içerisinde İl Özel İdaresi ve emlak katkı
paylarından valilik olarak buraya önemli bir destek
sağlandı. Burada iki sokağın sağlıklaştırılması
tamamlanmak üzere. Beylerli Konağı ve Yazıcıoğlu
Konağı da şu anda tamamlandı. Şimdi bütün hedefimiz,
daha önce restore edilen binalarla birlikte buraları
butik otel şeklinde turizmin hizmetine sunmak,
dolayısıyla da gece konaklamasını sağlayabilmek. Bu
yıl da çalışmalarımız devam edecek. Bulabileceğimiz
yeni konakları ve caddeleri restore ederek,
özellikle Buldan ve Denizli turizmine sunmak
istiyoruz." diye konuştu.
Zaman, 16.07.2014
|
İSTANBUL MODERN YIKILIYOR MU?

Galataport projesi kapsamında
İstanbul Modern’in yıkılıp yeniden yapılacağı
konuşuluyor. Üç yıl sürecek inşaat sırasında müzenin
beş yıldızlı otel yapılması düşünülen Karaköy’deki
Paket Postanesi’ne taşınmasına karar verilmiş.
Galataport ihalesini Doğuş Holding geçen yıl
mayıs ayında 702 milyon dolarlık en yüksek teklifle
almıştı. Henüz yetkili ağızlardan bir açıklama
gelmemiş olsa da aldığım duyumlara göre
İstanbul Modern sanat müzesinin bulunduğu
binanın yıkılarak yerine yeni bir bina yapılacakmış.
İstanbul 2 No’lu Koruma Kurulu, İstanbul Modern’le
ilgili son kararını “4 numaralı antrepoda yer alan
İstanbul Modern’in yerinde kalması, 5 No’lu
antreponun da Resim ve Heykel Müzesi olması”
doğrultusunda vermişti.
Karaköy Rıhtımı’ndan Mimar Sinan Üniversitesi’ne
dek uzanan alanda inşa edilecek Galataport projesi
için Amerikalı bir mimarlık firmasıyla
konuşuluyormuş. Üç yıl sürmesi planlanan süreçte
İstanbul Modern’in Galataport sınırları içinde kalan
alanda yer alan ve daha önce yenilenerek beş
yıldızlı otel yapılması söz konusu olan Paket
Postanesi’ne taşınmasına karar verilmiş. Hatta eğer
abartılı bir dedikodu değilse, İstanbul Modern’in
yerine yapılacak yeni müze binasının altında altı
katlı otopark olacak ve teras katı da Doğuş Grubu
tarafından restoran olarak kullanılacakmış.
Denizcilik İşletmeleri için kuru yük deposu
olarak inşa edilmiş 8 bin metrekarelik İstanbul
Modern binası Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından
çevreyle uyumlu olacak bir biçimde tam donanımlı
müzeye dönüştürülmüştü. Yine Tabanlıoğlu Mimarlık
tarafından gerçekleştirileceği söylenen yeni
İstanbul Modern binası umarız eski ruhunu ve
havasını korur. Türkiye’nin ilk modern sanat müzesi
bugün olduğundan çok daha iyi olanaklara kavuşur. Ve
bir simge olan ilk yerinden ayrılmaz, başka
binaların içine eklemlenmez. Kendisinden çok
tepesine konacak restoranla konuşulmaz.
OYA ECZACIBAŞI: HER KOŞULU GÖZDEN
GEÇİRİYORUZ
İstanbul Modern’in yöneticisi Oya Eczacıbaşı,
kendisiyle geçtiğimiz hafta sonunda yaptığım
röportaj sırasında “Galata Port kapsamında mevcut
antreponun yıkılarak yeni müze binası yapılacağı
söyleniyor. Böyle bir plan var mı?” şeklindeki
sorumu “Bölgedeki dönüşümde İstanbul Modern’in müze
olarak varlığının ve işlevinin büyümesi için gerekli
olan her koşulu gözden geçiriyoruz. Bu aynı zamanda
büyük bir sinerji, dönüşüm ve işbirlikleri
doğuruyor. Şu ana kadar her zaman böyle ilerledik,
bundan sonra da böyle olacağına inanıyorum” diyerek,
yani bir anlamda ‘evet’ diye cevaplamıştı.
Hürriyet, Haber Müge Akgün, 16.07.2014
|
TRUVA'YA YEŞİL MÜZE
Çanakkale'nin merkeze bağlı
Tevfikiye Köyü sınırları içinde, 5 bin yıllık
geçmişe ışık tutan Truva antik kentinde, bir yıl
önce temeli atılan müze inşaatı yükselmeye başladı.
Müze, yağmur sularıyla sulanacak 5 bin metrekarelik
yeşil çatısı ve antik kentin surlarını andıran
istinat duvarıyla bittiğinde birçok mimari ödüle
aday olacak.
UNESCO'nun 1998 yılında Dünya Kültür Mirası
Listesi'ne aldığı 5 bin yıllık Truva antik kentinde, kaçırılan hazinelerin eve dönüşüne imkan
sağlayacak olan ve geçen yıl temmuz ayında yapımına
başlanan müze inşaatı hızla yükseldi. Yüklenici
firma Trans-T İnşaat San. Tic. Ltd. Şti. Genel
Müdürü ve şantiye şefi İbrahim Eğitmen, 22 milyon
liraya mal olacak müze projesinin yüzde 50'lik
bölümünün tamamlandığını, yıl sonunda ise
bitirilerek ziyarete açılacağını söyledi. Yarışmayla
belirlenen müze projesinin idealist bir düşüncenin
eseri olduğunu ifade eden İbrahim Eğitmen, natürel
ve doğal malzemeler kullanılan, farklı bir mimarisi
bulunan müze tamamlandığında, ziyaretçilerin binayı
hissetmeyeceklerini ve yeşil bir müze göreceklerini
vurguladı. Toplam 7 bin metrekare alan üzerine
oturan ve 10 bin metrekare kapalı alana sahip olan
müzenin, yüzde 80'lik bölümünün yerin altında
kalacağını belirten Eğitmen, "Buranın 5 bin
metrekarelik yeşil çatısı olacak. Çatının üzerine,
bölgede yetişen 22 farklı bitki dikilecek.
Bittiğinde doğal bir yeşil örtü olacak. Müzenin
yanında yağmur sularının depolanacağı bir su deposu
yapacağız. Kurak dönemlerde de bu depodaki suyla
yeşil çatı sulanacak. Yer üzerinde sadece 1000
metrekare alana oturan 3 katlı bina olacak. Bunun da
çirkin bir görünüm oluşturmaması için cephesi sanki
doğadan bir parçaymış gibi, doğal demir
görünümündeki corten malzemeyle kaplanacak. Müzenin
yola bakan cephesinde ise doğal taş ve kireç bazlı
horasan harcı kullanılan ve Truva'nın surlarını
andıran bir istinat duvarı yapılıyor. Müzenin
tamamlandığında, birçok mimari ödüle aday olacağını
düşünüyoruz" dedi.
HAZİNELERE GERİ DÖNÜŞ İMKANI SUNACAK
Müzenin yerin altında kalan B Bloğunda, idari
birimler, arkeolojik eserlerin muhafaza edileceği
depolar, laboratuarlar, cafe ve restoranlar, geçici
sergi alanları olacak. Üç katlı A Blok ise tamamen
sergi salonu olacak. Müzede, Truva, filmler,
rekonstrüksiyonlar ve animasyonlar gibi modern
müzecilik teknikleriyle mitolojisinden buluntularına
kadar detaylı şekilde anlatılacak. Dünyanın 44 müze
ve koleksiyonuna dağılmış eserler çıktığı topraklara
geri getirilme imkanı bulacak. Özellikle Alman
arkeolog Heinrich Schliemann tarafından 1873 yılında
antik kentten kaçırılan ve Truvalı hükümdarlara ait
olduğu tahmin edilen, şu an Rusya'nın Moskova
kentindeki Puşkin Müzesi'nde sergilenen yaklaşık 8
bin parçadan oluşan hazinelerin Türkiye'ye iadesi
gündeme gelecek. Yılda yaklaşık 500 bin kişinin
ziyaret ettiği Truva Antik Kenti'ni, müze ziyarete
açıldıktan sonra yılda 1 milyon kişinin ziyaret
etmesi bekleniyor.
Zaman, 15.07.2014
|
HATTUŞA KÜLTÜR HAVZASINDA ALTERNATİF TURİZM
PLANLAMASI
Boğazkale ilçe merkezi ve 5
kilometrelik çevresi “Hattuşa Kültür Havzası” olarak
tanımlanıyor. Hitit Dönemi, öncesi ve sonrası
yerleşmelerinin yoğun olarak bulunduğu havzada
Boğazkale Belediyesi’nin hedefleri arasında
alternatif turizm alanlarının açılması yer alıyor.

2010 yılında hazırlanan koruma amaçlı imar
planının, havzaya bütüncül bakış getirmediğini
tespit eden Boğazkale Belediye Başkanı Osman
Tangazoğlu ve beraberindeki heyet ÇEKÜL Evine
gelerek Prof.Dr. Metin Sözen ile sorunlarını ve
projelerini paylaştı.
Öncelikli hedefin havzada bütüncül korunma
olduğuna dikkat çekilen toplantıda, turizmin
gelişmesi için altyapı çalışmalarının başlandığı
vurgulandı. Konaklama ve dinlenme mekanlarının
yapılması, arkeopark alanının düzenlenmesi, yöreye
özgü el sanatlarının geliştirilmesi belediyenin
yapmayı planladığı çalışmalar arasında yer alıyor.

Prof.Dr. Metin Sözen, öncelikle kent merkezinde
halkın kullanacağı sosyal alanların iyileştirilmesi
gerektiğini vurgulayarak, konut sorununa çözüm
üretilmesi için planlanan toplu konut evlerinin
konumu ve mimarisinin dokuyu zedelemeyecek şekilde
planlanması gerektiğinin altını çizdi.
Ayrıca, arkeolojik alanda ve kent merkezinde
işaret levhalarının düzenlenmesi, Hitit
Araştırmaları Merkezinin geliştirilmesi ve daha çok
insanın bilgiye ulaşmasının sağlanması, Hattuşa
Kültür Havzasının envanterinin hazırlanması ve tüm
bu sürecin uzmanlarla birlikte, bilimsel veriler
ışığında planlanması gerektiği Metin Sözen’in
Boğazkale’nin yerel yöneticilerine verdiği mesajlar
arasındaydı.
Boğazkale’nin
Hitit coğrafyasındaki en önemli merkezlerden biri
olduğu vurgulan Sözen, arkeolojik alan ve kent
dokusunun mutlaka bütüncül ele alınması gerektiğini,
kontrolsüz kültür turizminden bölgenin olumsuz
etkilenmemesi için yerel yöneticilerin planlı bir
şekilde hareket etmesi gerektiğini söyledi; varolan
dışarı göç sorununun ancak bu şekilde
önlenebileceğini, yerelde yapılacak bilinçlendirme
çalışmalarıyla halkın mutlaka sürece dahil edilmesi
gerektiğinin altını çizdi.

Geçtiğimiz yıllarda Çorum Valiliği tarafından
yayımlanan ve geniş bir kitleye dağıtımı yapılan
Hitit Yürüyüş Parkurları, Kızılırmak Havzası
Gastronomi ve Yürüyüş Yolu ile Çorum
Mutfağına Güzelleme kitaplarıyla, havza
ölçeğinde kültür turizmi bir ivme kazanmıştı.
cekulvakfi, 15.07.2014
|
'PRIVA 34' MÜHÜRLENDİ
Bakırköy sahilde Veliefendi Hipodromunun hemen
önünde eski Sümerbank arazisine yapılması düşünülen
Pruva 34 proje inşaatı Bakırköy Belediyesi
tarafından mühürlendi.

İçinde tarihi eserler çıkan arazi için ruhsata
aykırı yapılaşma ve Ataköy sahilde
mahkeme tarafından verilen yürütmeyi durdurma
kararı gerekçe gösterildi.
İstanbul siluetine yeni bir darbe olacağı
tartışmalarının yaşandığı projede binalar 22 katlı
yaklaşık 67 metre olacaktı.
Doğa Şehircilik İç ve Dış Ticaret A.Ş.’nin,
İstanbul Bakırköy'de 2004 yılında 44 milyon dolara
satın aldığı 62 dönümlük Sümerbank arazisi üzerinde
Pruva 34 projesi adı altında 7’si rezidans, 3’ü otel
olarak kullanılacak 10 blok inşa edilecek. İnşaat
çalışmalarının başladığı arazide Bizans dönemine ait
Adalet Binası (Hebdomon Tribünalis) ile Sayfiye
Sarayı (Hebdomon lucundianea) antik yapı kalıntıları
bulunmuştu. Sondaj ve kurtarma kazıları sırasında
ortaya çıkan ve İstanbul 1 Nolu Koruma Kurulu
tarafından tescillenen kalıntılar Bizans dönemi için
önem arz ediyor.
Pruva 34 Bakırköy projesi 62 bin 373 metrekare
alanda yükseliyor. Pruva 34 Bakırköy projesinde
rezidans, otel ve apart otel alanları bulunuyor. 10
blok olarak tasarlanan Pruva 34 projesinin toplam
inşaat alanı 296 bin metrekare olarak belirlendi.
İstanbul’un siluetini etkilediği gerekçesiyle
mahkeme tarafından yıkım kararı verilen 16:9
kulelerinin çok yakınında inşaatına başlanan Pruva
34 projesinin de yüksekliği 67 metre olacaktı.
Yaklaşık 13 metre de yolun altına inşa edilecekti.
13.04.2006 tasdik tarihli 1/5000 ölçekli nazım imar
planında, 27.02.2007 tasdik tarihli 1/1000 ölçekli
uygulama imar planlarında tercihli kullanım alanı
olarak belirlendi. Daha sonra Ataköy Turizm planları
alanına dahil ediliyor. Ticaret, rezidans, otel gibi
kullanım fonksiyonu getiriliyor. Bakırköy Belediyesi
11 Kasım 2013 tarihinde verdiği ruhsatla 10 blok
yapılmasını onayladı.
İstanbul 5. İdare Mahkemesi ‘nin deprem riski göz
önüne alınmadan planların hazırlandığından, kıyı
kullanımının kamuya kapatıldığından ve 70 metre
yüksekliğin sakıncalarından söz ederek, çok katlı
binaların kıyıda yapılarak şehrin önünde bir duvar
oluşturduğuna vurgu yaparak planların‘planlama ilke
ve teknikleri ile kamu yararına uygun olmadığı’
sonucuna ulaşarak yürütmeyi durdurma kararı almıştı.
Bölge İdare Mahkemesi de bu kararı onamıştı.
Bakırköy Belediyesi mahkeme kararı doğrultusunda
Ataköy sahildeki yapılaşmaları geçen hafta durdurdu.
Şimdi de plan sınırı içinde yer alan Pruva 34
projesini de aynı gerekçeyle mühürledi. İçinde
tarihi eserlerin yer aldığı arazi ile ilgili olarak
ruhsata aykırı çalışmalar yapıldığı ileri sürüldü.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 15.07.2014
|
KAZI ÖDENEKLERİNİN AKTARIMI TAMAMLANDI
Üniversitelerin eğitim öğretim döneminin sona
ermesiyle başlayan kazı sezonuyla birlikte,
bilimsel heyetler ve Müze Müdürlüklerince 2014
yılında gerçekleştirilecek kazı çalışmalarına
Bakanlığımızca sağlanan ödeneklerin ilgili kazı
çalışmalarında kullanılmak üzere İl Kültür ve
Turizm Müdürlükleri ile Müze Müdürlüklerinin
hesaplarına aktarılması işlemleri tamamlandı.
Yaklaşık 27 milyon lirayı bulan 2014 yılı
ödeneklerinin kullanımında İl Kültür ve Turizm
Müdürlükleri ile Müze Müdürlükleri harcamada
yetkili kılınırken, ödeneksizlik nedeniyle
başlamayan kazı çalışması bulunmuyor. Bütçe
imkanları çerçevesinde, desteklenmeye devam
edilmesi öngörülen çalışmalar kapsamında 160’a
yakın Bakanlar Kurulu Kararlı kazı yanında, Müze
Müdürlüklerince de yıl içinde 200’ün üzerinde
bilimsel katılımlı ya da kurtarma kazısı
gerçekleştirilmesi planlanıyor.
Kalkınma Ajanslarından Önemli Destek
Bakanlıkça verilen ödenekler yanında ilgili
bilim kuruluşları ya da sponsorlarca desteklenen
kazılar bu sayede mali imkanlarını artırırken,
daha uzun süreli çalışma yürütmek de mümkün
olabiliyor. Özellikle neredeyse her bölgede var
olan Kalkınma Ajansları’nın kazı çalışmaları
kapsamındaki rölöve, restorasyon projelerine
büyük destekler vermesi kazı heyetlerinin bu
alanda projeler üretmesine de teşvik niteliği
taşıyor.
Bu kapsamda, 2013 yılında Knidos
antik kentinde
tiyatronun rölöve ve restorasyon projeleri için
Güney Ege Kalkınma Ajansı (GEKA), Kelenderis
antik kentinde liman hamamı olarak bilinen
yapının rölöve, restorasyon projeleri için ise
Çukurova Kalkınma Ajansı (ÇKA) tarafından büyük
destek sağlanmıştı. Mardin Müzesi tarafından
Dara Antik Kenti ve Mor Yakup Kilisesi için
hazırlanan projelerin ise Dicle Kalkınma
Ajansı’na sunulması için çalışmalar
yürütülüyor.
Kelenderis Liman Hamamı (ÇKA)

Knidos Küçük Tiyatro (GEKA)

Dara Antik Kenti

Perge Antik Kenti
kulturvarliklari.gov.tr, 15.07.2014
|
SEYİTÖMER'DE YENİ KAZI SEZONU BAŞLADI
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ)
arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Nejat Bilgen,
yapılan Seyitömer Höyük çalışmalarıyla alakalı
açıklamalarda bulundu.

Yeni kazı sezonunun başladığını kaydeden Prof.Dr.
Nejat Bilgen, “2014 yılı kazı çalışmaları
Bandırma Arkeoloji Müzesi’nden Uzman
arkeolog Şükrü Akbulut, gözetiminde başlatıldı.
Projenin 2014 yılındaki dokuzuncu sezon kazı
çalışması; öğretim elemanları, arkeoloji bölümü
öğrencileri ve 300 işçiden oluşan bir ekiple
yürütülmekte. Ayrıca Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Kazılar Dairesinin izni ile bu
yıl
Amerika Buffalo Üniversitesi başta olmak üzere
farklı üniversitelerden 15 kişilik bir grup kazı
çalışmalarına katılmıştır. Doktora, Yüksek Lisans ve
Lisans programlarında öğrenim gören yabancı ekip
Seyitömer Höyük Kazı çalışmaları kapsamında arazi ve
kazı evinde görev almaktadır. Seyitömer Höyüğün
dünya çapında tanıtılması ve bilimsel anlamda
yayımların hazırlanması için yapılan işbirliğinin
önümüzdeki kazı sezonlarında da sürdürülmesi
planlanmaktadır" diye konuştu.
Milliyet, 15.07.2014
|
YEŞİLOVA HÖYÜĞÜ'NDE KAZI SEZONU AÇILDI

İzmir’de yerleşik insan yaşamın 8 bin 500 yıl
öncesine dayandığını kanıtlayan buluntuların
çıkarıldığı Yeşilova Höyüğü’nde yeni dönem
çalışmaları başladı.
İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Bornova Belediyesi
tarafından desteklenen kazılarda yeni dönemin
açılması nedeniyle bir tören düzenlendi. Bornova
Belediye Başkanı Olgun Atila, törende yaptığı
konuşmada Bornova’nın tarihi değerleriyle de ön
plana çıkması gereken bir kent olduğunu söyledi.
Kazı ekibine başarılar dilediğini belirten Atila,
“Yeşilova Höyüğü Bornova’nın tarihi değerlerinin
başında geliyor. Kazıya verdiğimiz destekle
birlikte, bu alanların daha görünür ve ulaşılabilir
hale getirilmesi konusunda gerekli düzenlemelerin
yapılması için ilgili kurumlarla işbirliği
içerisindeyiz” diye konuştu.
Atila ile Kazı Heyeti Başkanı Yrd.
Doç.Dr. Zafer
Derin, törende ilk kazmayı vurarak sezonu açtı.
haberler.com, 15.07.2014
|
BEYOĞLU'NUN EN ESKİ DÜKKANINA 'BOŞALTIN' TEBLİGATI

Beyoğlu'nun en eski dükkanlarından biri. Vitrini
1936 yılından beri değişmedi. Hatta İstiklal
Caddesi'nde 1955'teki 6-7
Eylül olaylarının izini taşıyan neredeyse tek
dükkan. Yılların eskitemediği, İstiklal Caddesi'nin
sembol dükkanlarından Kelebek Korse'ye tahliye
tebligatı gönderildi. Dükkanın yılbaşına kadar
boşaltılmasını isteyen Santa Maria Kilisesi Vakfı,
gerekçe olarak yeni çıkan yasayı gösterdi. Yeni
yasa, ev ya da işyerinde 10 yılı dolduran
kiracıların gerekçe göstermeden çıkarılabilmesine
imkan sağlıyor.
‘YATALAK BABAM HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLADI’
Dededen kalma dükkanı babasından devralarak işleten
53 yaşındaki İlya Avramoğlu, direnmekte kararlı.
Avramoğlu, dükkanın hiç değişmeyen vitrin camlarına
protesto dövizleri astı. "10 yılda kiracı tahliye,
esnafın idam yasasıdır. 90 yaşındaki babamı sokağa
atıyor" yazılı dövizler, yoldan geçenlerin dikkatini
çekiyor. Yasanın yeniden gözden geçirilmesini
isteyen Avramoğlu, olayı anlattığında yatalak olan
babasının hüngür hüngür ağladığını söyledi.
VİTRİNİ 78 YILDIR DEĞİŞMEDİ...
"1936 yılından beri vitrini, dükkan iç dekorunu
korumaktayız" diyen Avramoğlu, "Beyoğlu,
Türkiye'dir. Beyoğlu'nda bir örneği daha yok.
Beyoğlu'nun tarihidir. Çok insan dükkanıma geliyor.
'Dokuyu koruduğunuz için sizi tebrik ediyoruz' diyen
var. Anı tazeleyen insanlar var bu dükkanda" dedi.
SAFİYE AYLA'NIN DEĞİŞMEZ MEKANI
Safiye Ayla'nın müşterileri olduğunu söyleyen
Avramoğlu, "Belinde rahatsızlığı olan bir hanımdı.
Bel rahatsızlığına iyi gelen bir korse modelini
verirdik kendisine. Uzun yıllar hizmet verdik
kendisine. Bazı TV dizilerine de hizmet veriyoruz"
diye konuştu.
MÜŞTERİLERDEN TEPKİ
Adını vermek istemeyen ve Kelebek Korse'nin 40
yılllık müşterisi olduğunu belirten bir
kadın da, "Burada dürüstlük var, efendilik var.
Üzülüyorum ama. Neden yani? Olmaması gereken bir
olay. Neden?" şeklinde konuştu.
VATANDAŞTAN DESTEK
Aynı vakfın kiracısı olup kendi dükkanlarında da
benzer bir tehlikeyle karşı karşıya olan çevre
esnafı da İlya Avramoğlu'na destek verdi. Sanat
galerisi sahibi Nurhan Acun, "80 yaşına gelmişim.
Emeğim var. Mal sahibi bizi çıkaracak, fahiş fiyatla
kiraya verecek" derken, kendisine destek veren bir
vatandaş da, "İnsanların buraya rağbet göstermesinin
sebebi, bu dükkanlar... Fast foodlar, büfeler değil"
şeklinde konuştu.
6-7 EYLÜL'ÜN İZLERİNİ TAŞIYOR
Kelebek Korse'yi babasından devralan İlya Avramoğlu,
dükkanın 6-7 Eylül olaylarında saldırıya uğradığını
belirterek, dükkanın arka bölümünde yer alan ve çok
az kişinin bildiği 6-7 Eylül'ün izlerini DHA
kamerasına gösterdi. Avramoğlu, "Bu, 6-7 Eylül günü
balyozla yapıldı. Hala da duruyor. Herhalde İstiklal
Caddesi'nde 6-7 Eylül'den kalma bundan başka bir iz
yoktur" dedi.
Radikal, Haber: Özgür Altuncu - Yaşar Kaçmaz,
15.07.2014
|
HASANKEYF İÇİN UMUT
Anayasa Mahkemesi’nin “ÇED
raporu olmadan baraj yapılamaz” kararının ardından
Ilısu Barajı’nın suları altında kalacak olan
Hasankeyf antik kenti için
umut doğdu. DTK Ekoloji ve Yerel Yönetimler
Komisyonu Üyesi Mimar Necati Pirinççioğlu, baraj
inşaatının derhal durdurulması gerektiğini anlattı.
Ekoloji ve Yerel Yönetimler Komisyonu Üyesi Mimar
Necati Pirinççioğlu, 21 Mayıs 2013’te torba yasaya
eklenen “1997’den önce yatırım programına alınmış
olup bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle
planlama aşaması geçmiş veya ihalesi yapılmış olan
veya üretim veya işletmeye başlamış projeler ile
bunların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan yapı
ve tesisler ÇED kapsamı dışındadır” düzenlemesinin
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararla geçen günlerde
iptal edildiğini anımsattı. 3. Havaalanı, 3. Köprü,
Gebze Otoyolu, Ilısu Barajı ve HES projeleri için
ÇED muafiyetinin kaldırıldığına dikkat çeken
Pirinççioğlu, buna karşın ÇED raporu olmayan
Hasankeyf’teki baraj inşaatının sürdüğüne dikkat
çekti. Pirinççioğlu şöyle konuştu:
“Çevresel Etki Değerlendirmesi yapılması ve
olumlu rapor alması zorunlu hale gelen bu projeler
iktidarın, ekonomik istikrar söylemleriyle rant
sağlamak amacıyla yapılaşmaya açtığı doğal alanlarda
yer almaktadır. Koruma alanları, ormanlar, kıyılar,
milli parklar, sit alanları, meralar, yaylalar vb.
tüm çevre rant alanları yok olmakta, çevre sorunları
hızla artmaktadır. Projelerle ilgili meslek odaları
ve hatta kamu kurumları tarafından düzenlenen
raporlar göz
ardı edilmektedir.”
Cumhuriyet, Haber: Mahmut Oral, 15.07.2014
|
ALTI TARİHİ ŞEHİR, ÜSTÜ KAÇAK DÜKKAN
Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1. Dereceden sit alanı
olan Nevşehir'in Özkonak İlçesi'ndeki yeraltı
şehrinde çevre düzenlemesi adı altına ruhsatsız
dükkan ve kafeterya inşaatına başladı. Bir yıldır
devam eden inşaat kaçak olduğu için belediye
tarafından durduruldu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Nevşehir’in Özkonak
Beldesinde bulunan 1.
Derece sit alanı olan Özkonak yeraltı şehri için
2012 yılında, ‘yeraltı şehri çevre düzenlemesi’
projesini hazırladı. Özkonak yeraltı şehrinin 30
metre uzağında turistik işletme olarak kullanılmak
üzere dükkan ve kafeterya yapılmasını öngören proje,
Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na
sunuldu. Kurul’un projeyi 21 Aralık 2012 Tarihinde
onaylaması üzerine proje Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından ihaleye çıkarıldı. ihaleyi 94 milyon 893
bin 473 lira karşılığında AYBA Restorasyon İnşaat
Yatırım Sanayi Ticaret Anonim Şirketi kazandı. Firma
projeyi hayata geçirmek için 20 Mayıs 2013 tarihinde
inşaata başladı. Yaklaşık bir yıl süren inşaat
ruhsatsız olduğu anlaşılınca 23 Haziran 2014
tarihinde Özkonak Belediyesi tarafından durduruldu.
İnşaat bitti, ruhsat yok
Özkonak yeraltı şehri çevre düzenlemesi projesine
göre bin 200 metrekarelik alanda
güvenlik odası, acil müdahale odası, hediyelik
alışveriş için dükkan ve kafeterya yapılacak. Proje
çerçevesinde Özkonak yeraltı şehrinin üst kısmı ise
6 metre yüksekliğinde ve 50 cm kalınlığında kesme
taş duvarla örülmesi planlanıyordu. Ancak Özkonak
yeraltı şehrinin duvarla kapatılmasına tepkili olan
bölge esnafı projenin iptal edilmesi için Kayseri 1.
İdare Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme bölgede
incelemede bulunması için bilirkişi görevlendirdi.
Bilirkişi bölgede incelemede bulunarak hazırladığı
raporu mahkemeye sundu. Bilirkişi raporunu dikkate
alan mahkeme yerel halkın işlettiği mevcut dükkanlar
ile yeraltı şehri arasına örülmesi planlanan duvarı
hukuka aykırı bularak projeyi kısmen iptal etti.
Radikal, Haber: İdris Emen, 14.07.2014
|
GUGGENHEIM BİR DÜNYA MİRASI MI?
2016 yılına kadar verilmesi beklenen karar sonrası,
Wright'ın tasarımları da UNESCO Dünya Miras
Listesi'nde yer alabilecek.

Aralarında Avustralya'daki Büyük Bariyer Resifi,
Küba'daki eski Havana bölgesi, Mısır piramitleri,
Tac Mahal, Çin Seddi, Peru'daki Machu Picchu,
Atina'daki Akropolis, Vatikan, Kudüs tarihi şehri ve
Sidney Opera Binası'nın da bulunduğu alanlar;
Birleşmiş Milletlerin Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütü'nün evrensel değerler ölçüsünde korumaya
değer bulduğu tabiat varlıkları.
UNESCO Dünya Miras Listesi Komitesi bu listeye
yenilerinin eklenmesiyle ilgili karar vermek için bu
ay Birleşik Arap Emirlikleri'nde toplanıyor.
Heyecan verici olan ise ünlü mimar Frank Lloyd
Wright'ın 11 eseri de bu yıl UNESCO'ya aday
gösterilenler arasında. Taliesin, S.C. Johnson İdari
Merkez binası, Jacobs evi, Oak Park'taki Birlik
Tapınağı, Şikago'daki Robie evi, Kaliforniya'daki
Hollyhock evi ve Marin Hükümet Binası,
Pensilvanya'daki Fallingwater evi, Arizona'daki
Taliesin West, Oklahoma'daki Price Kulesi ve New
York'taki Guggenheim Müzesi aday listesine giren
eserler.

Robie Evi, Şikago
"Coğrafi olarak bu kadar yayılmış adaylara
rastlamak her zaman karşılaşılan bir şey değildir"
diyen Dünya Mirası tarihçisi Phyllis Ellin, Dünya
Miras Listesi seçiminde Wright'ın her türden
tasarımını dahil etmektense global etki yaratan ve
yapısal bütünlüğe sahip eserlerine baktıklarını
belirtiyor.

Şelale
Evi, Pensilvanya
Arkitera, Çevrien:
Sema Çam, 14.07.2014
|
ANADOLU'DA 'KAZI' BEREKETİ
Akademik yılın sona
ermesiyle yeniden başlayan arkeolojik kazılar,
Anadolu topraklarının bereketini ortaya koydu.
Yurdun dört bir yanında yeni başlayan kazılarda
çeşitli buluntuları gün yüzüne çıkarmasının yanı
sıra yaklaşık 160 yıldır kazıların devam ettiği
Knidos Antik Tiyatrosu ziyarete açılmak için gün
sayıyor.
Yerli ve yabancı bilimadamları, arkeoloji
uzmanları ve öğrencilerin katılımıyla bütün hızıyla
devam eden kazı çalışmaları kapsamında, son dönemde
aralarında 163 santimetre yüksekliğinde mermer bir
erkek heykeli, Yunan mitolojisinde aşk tanrısı
olarak bilinen Eros'u simgeleyen 6 metrekarelik
mozayik ve Nevşehir'de gergedangiller fosillerinin
de bulunduğu eserler açığa çıkarıldı.
Kültür ve Turizm Bakanlığından edinilen bilgiye
göre, Muğla'nın Datça İlçesi'nde bulunan Knidos
antik kentinin 4 bin 500 kişilik küçük tiyatrosunun
rölöve, restitüsyon, restorasyon ve ışıklandırma
projelerinin hazırlanması ve tiyatronun onarımına
geçilmesi için ilk çalışmalar başladı.
1850'li yıllarda Charles Newton tarafından kısmen
kazılan tiyatroda, 1970'lerde Amerikalı arkeologlar
sahne bölümünü neredeyse tamamen açığa çıkartmış,
orkestra bölümünde ve batı analemmanın dışında kalan
son dolgu toprak 2006 ve 2013 yıllarında Türk
arkeologlarca kazılmış, Knidos'un iki tiyatrosundan
biri olan 'Küçük Tiyatro' tümüyle gün yüzüne
çıkarıldı.
İlk kez kazılmaya başladığından bugüne yaklaşık
160 yıl geçtikten sonra limana hakim konumuyla eşiz
bir manzaraya sahip bu görkemli anıtın eski
ihtişamlı günlerine dönmesine yönelik çalışmalara
hız verildi.
Bu amaçla Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Selçuk
Üniversitesi adına sürdürülen Knidos Kazı ve
Araştırmaları kapsamında bu kazı sezonu içinde
planlanan en önemli faaliyetlerden Küçük Tiyatro'nun
iki yıl içinde rölöve, restitüsyon, restorasyon ve
ışıklandırma projelerinin hazırlanması ve onaylanan
projeler doğrultusunda tiyatronun onarımına yönelik
birinci aşamanın gerçekleştirilmesi planlanıyor.
Proje kapsamında, geçen ay başlanan faaliyetlerin
ilk aşamasında zemin etüdü, morfolojik ve jeolojik
gözlemler ve haritalama, jeoradar, sismik
prospeksiyon, elektrik rezistivite ölçümleri ve
temel sondajlama çalışmaları yürütüldü. Deprem
kuşağında yer alan antik kentte, ileride tiyatroda
yapılacak onarımların sağlıklı ve kalıcı
olabilmesine temel oluşturan faaliyetlerin yanı sıra
rölöve çalışmaları da başlatıldı.
Ören yerinin hemen girişinde yer alan ve kente
deniz yoluyla ulaşan ziyaretçilerin de ilk
karşılaştıkları yapı olan tiyatronun, genel durumu
ve ziyaret koşulları iyileştirilerek içten ve dıştan
aydınlatmalar sonrasında ziyarete açılması
amaçlanıyor.
-Tripolis'te mermer heykel bulundu
Denizli'de yer alan Tripolis
antik kentindeki
kazılarda ise 163 santimetre yüksekliğinde mermer
bir erkek heykeline rastlandı.
Denizli Müzesi Müdürlüğü başkanlığında, 60
civarında kişi tarafından 4 farklı alanda yürütülen
çalışmalar neticesinde, orijinalinde cadde
kenarındaki mermer paye üzerinde yükseldiği
düşünülen heykelin bel kısmından kırıldığı, baş
kısmının günümüze kadar korunamadığı gözleniyor.
Boydan tek parça halindeki elbise ile tasvir
edildiği görülen heykelin, yapılacak restorasyon ve
konservasyon çalışmaları sonrasında Denizli Müzesi
Müdürlüğünde sergilenmesi öngörülüyor.
-Her yıl 4 binin üzerinde eser çıkarılıyor
Öte yandan, binlerce yıllık tarihiyle onlarca
medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu'nun dört bir
yanında yerli ve yabancı bilimadamları, arkeoloji
uzmanları ve öğrencilerin katılımıyla kazı
çalışmaları bütün hızıyla devam ediyor.
Geçen yıl 516 kazı çalışmasına yaklaşık 43 milyon
lira ödenek aktarılırken bu yıl ise kazı sayısının
570'e yükselmesi ve buna bağlı olarak ödeneğin de
arttırılması öngörülüyor. Balıkesir'den Adana'ya,
Kütahya'dan Bartın'a, Nevşehir'den Kars'a devam eden
kazılarda her yıl 4 binin üzerinde eser topraktan
çıkarılıyor.
Çoğu antik kentlerde kazı çalışmaları yeni
başlarken, son zamanlarda gündeme gelen
buluntulardan bazıları ise şöyle:
- Adana'nın Yumurtalık
İlçesi'ndeki arkeolojik
kazılarda, Yunan mitolojisinde aşk tanrısı olarak
bilinen Eros'u simgeleyen ve Roma dönemine ait 6
metrekare civarında at üzerinde balık avlayan yeni
mozaik bulundu.
- "Tarihin sıfır noktası" olarak nitelendirilen
ve dünyanın en eski tapınak merkezi olarak kabul
edilen Göbeklitepe'deki kazı çalışmalarında kanal
izlerine rastlandı.
- Amasra Çok Programlı Lisesinin temel kazısı
sırasında Roma dönemine ait tapınak kalıntılarına
rastlanıldı. Amasra Müze Müdürlüğünce yapılan sondaj
çalışmalarında Roma dönemine ait sütun başlığı ve
kaidelere ulaşılmasının ardından Karabük Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca, 3 bin
metrekarelik alanda kazı yapılması kararı alındı.
- Kütahya'nın Simav
İlçesi'nde kanalizasyon kazısı
sırasında ise Bizans dönemine ait olduğu tahmin
edilen bin 500 yıllık arşitrav bulundu.
- Nevşehir'in Gülşehir
İlçesi'ndeki TOKİ inşaatı
esnasında fosil yataklarına rastlanmasının ardından
yapılan kurtarma kazılarında atgiller, öküzgiller,
gergedangiller, zürafa, domuz gibi hayvanlara ait
fosiller ortaya çıkarıldı. Kapadokya Bölgesi'nin
jeolojik devir faunasının belirlenmesine önemli
katkı sağlayacağı düşünülen fosil örnekleri Nevşehir
Müze Müdürlüğünde koruma altına alındı.
Time Türk, Haber: Tuğba Özgür Durmaz - Şenay
Ünal, 14.07.2014
|
'PRUSİAS AD HYPİUM' ANTİK KENTİNDEKİ ÇALIŞMALAR
Düzce’de bulunan ”Prusias ad Hypium” antik kentinde
bu yılki kazı çalışmaları yarın başlayacak.
Konuralp Mahallesi’nde bulunan ve Bitinya
bölgesinin ayakta kalan tek antik kenti özelliği
taşıyan ”Prusias ad Hypium”, Düzce Üniversitesi (DÜ)
Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji bölümü tarafından 5
akedemisyen, öğrenciler ve 20 işçinin görev
almasayla başlayacak.
1. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen at figürlü
kapı, surlar, su kemerleri ve Roma Köprüsü’nün yer
aldığı antik kentte, halk arasında ”40 Basamaklar”
adıyla bilinen, 100 metre uzunluğunda ve 74 metre
genişliğindeki antik tiyatro ilgi çekiyor.
Tiyatro, yarım daire biçimindeki oturma alanı,
aslan pençesi figürleriyle süslenmiş basamakları,
kemerli geçitleri ve sahnesiyle ziyaretçilere görsel
güzellikler sunan antik kenti çevreleyen, beldenin
hemen her sokağında ve yolda rastlanabilecek
surların Doğu Roma İmparatorluğu döneminde
onarıldığı tahmin ediliyor.
- Eserler, müzede sergileniyor
Antik kentten çıkarılan eserlerden bazıları belde
girişinde yer alan 3 teşhir salonu, iki depo,
laboratuvar ve idari bölümden oluşan müzede
sergileniyor.
Müzede Bolu’dan getirilen ve ”Prusias ad Hypium”
antik kentinden çıkarılan buluntulardan oluşan bin
789 arkeolojik ve 456 etnografik eser ile 3 bin 837
antik para olmak üzere 6 bin 82 eser bulunuyor.
12 Kasım 2003′te hizmete giren müzenin arkeoloji
salonunda Tunç Çağı (MÖ 3000-2000) ve Doğu Roma
(395-1453) dönemine ait eserler, toprak kaplar,
kandiller, toprak ve mermer heykelcikler, metal
eserler, takılar, cam kaplar ve mezar hediyeleri,
kronolojik olarak ziyaretçilere sunuluyor.
Grek, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait
altın, bronz ve Gümüş paralara yer verilen 4 sikke
bölümü de bulunuyor.
Müzenin etnografya salonunda el işlemeleri,
yöresel kıyafetler, süs eşyaları, mutfak kapları,
aydınlatma araçları, kişisel eşyalar, Kılıçlar,
tüfekler gibi eserler sergileniyor. Salonda
mankenler, gelin odası ve geleneksel döşenmiş odada
yer alıyor.
Bahçede ise antik kentte gün yüzüne çıkarılan
büyük mimari parçalar, sütunlar, adak yazıtları,
ceset küllerinin konduğu küçük taş lahitler, şehir
yasası yazıtları, büyük depolama kapları, mezar
taşları bulunuyor.
haberler.com, 14.07.2014
|
ASSOS ANTİK KENTİ KAZILARINA SPONSOR DESTEĞİ
Ayvacık İlçesi sınırlarındaki Assos
antik kentinde
2 yıl yürütülecek kazıların sponsorluğunu, Çanakkale
Boğazı ile Adalar arasındaki deniz ulaşımını
sağlayan GESTAŞ AŞ şirketi üstlendi.
Çanakkale Valisi Ahmet Çınar, makamında
düzenlenen protokol imza töreninde yaptığı
konuşmada, kazılara her yıl GESTAŞ AŞ’nin 250 bin,
Behramkale Muhtarlığı’nın ise 150 bin lira destek
vereceğini söyledi.
Kent genelindeki birçok Ören yerinde kazıların
devam ettiğini dile getiren Çınar, “Biz de elimizden
gelen desteği vermek suretiyle, eserlerin daha hızlı
ortaya çıkarılmasını arzu ediyoruz. Bunlardan bir
tanesi de Assos Antik Kenti. Burada antik bir
tiyatro var. Çalışmalar tamamlanır, tiyatro
kullanılabilir hale getirilirse burada çok güzel
etkinlikler yapılabilir” dedi.
Çınar, şehrin kültür ve turizm hayatına katkı
sağlayabilecek bir mekana GESTAŞ aracılığıyla
sponsor olduklarını ifade ederek, “Elimizden gelen
yardımı yapmaya devam edeceğiz. İnşallah bu tarihi
mekan meydana çıkar, hem ulusal hem de uluslararası
anlamda birçok etkinliği burada yapma fırsatı
buluruz” diye konuştu.
-”Assos, bir polis şehrine, devletine tipik
örnek”
Antik kentteki kazıların başkanlığını yürüten
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Nurettin Arslan ise antik kente yürütülen kazılarla
ilgili bilgi verdi.
“İlk defa bölgemizdeki bir kurumun desteği söz
konusu” diyen Arslan, şöyle devam etti:
“Bu gerçekten onur verici, heyecan verici bir şey
bizim için. Yöredeki her antik kentin kendine özgü
özelliği var. Assos ise bir polis şehrine, devletine
tipik örnektir. Assos’u ziyaret ettiğiniz zaman bir
kentte olması gereken tiyatroyu, meclis binasını,
akropolü, nekropolü, surları rahatça
görebiliyorsunuz. Bazı kentler yerin altındadır,
kazarsınız ama sergilemek çok zordur. Assos’ta
kazdığınız her şey kalıcı. Ören yerindeki bilimsel
çalışmaları sürdürüyoruz. Zor olan restorasyon.
Bunun için belirli bir bütçe hazırlamak gerekiyor.
Valimizin ve GESTAŞ AŞ Genel Müdürü Hasan
Yürükçü’nün destekleriyle kısa vadedeki en önemli
hedefimiz 3 ayda tiyatronun restorasyonunu
tamamlamak.”
Arslan, Assos dendiğinde insanların aklına sadece
bir Ören yerinin gelmediğini, antik dönem filozofu
Platon’un akademisin kurulduğu ikinci yer olması
açısından da tüm dünya tarafından bilindiğini
belirterek, “Dünyada belki ilk defa bir Kent
filozoflar tarafından yönetiliyor. Burası da Assos.
GESTAŞ, bugüne kadar kıtalar arasında insanları
taşıdı ama bu imzadan sonra artık kültürel
mirasımızı geleceğe taşıyacak kurum haline
dönüşecektir” ifadesini kullandı.
Konuşmaların ardından Vali Çınar ile
Prof.Dr.
Arslan, sponsorluk anlaşmasını imzaladı.
haberler.com, 14.07.2014
|
EROS MOZAİĞİ SERGİDE

Adana'da bulunan deniz atına binmiş Yunan
mitolojisinde aşk tanrısı Eros'un resmedildiği
mozaiğin kopyası sergilenmeye başlandı.
Yumurtalık'da
sürdürülen kazı çalışmalarında bulunan Eros
mozaiğinin kopyası, Kültür ve Turizm Bakanlığının
katkılarıyla yapıldı. Mozaik, Ayas Mahallesi'nde
deniz kıyısında yapılan ve amfi tiyatro olarak da
kullanılan seyir terasının zeminine yerleştirildi.
Dokuz metrekare mozaikte, Yunan mitolojisinde aşk
tanrısı Eros'un genç ve yaşlı hali resmediliyor.
Eros, Yunan mitolojisinde deniz, deprem ve atlar
tanrısı Posedion'dan ödünç aldığı deniz atları
üzerinde balık avlarken görülüyor. Mozaik, Eros'un
deniz tutkusunun en yüksek derecede gösterildiği
eser kabul ediliyor.
Akşam, 14.07.2014
|
ANTİK KENTİN ÜZERİNDE 9.5 MİLYONLUK İNŞAAT
Jeolojik konumu sebebiyle tarih boyunca birçok
medeniyete ev sahipliği yapan, başkentlerin
kurulduğu, Roma’nın uzun süre yönetildiği kentimizde
maalesef bugüne kadar tek bir antik kazı yapılmadı.
Müze kurtarma kazıları olarak bilinen ve detaylı
olmadığı söylenen ufak birkaç kazının dışında bugüne
kadar kent tarihini ortaya çıkarmak için etkili bir
çalışma yapılmadı. Arkeolojik kazı yapamayan kent
tarihçileri, devletin bıraktığı boşluğu doldurmak
adına yaptıkları araştırmalarla Bitinya’nın ve
Astakos’un gerçeklerini ortaya çıkarmak için
çabaladı. İktidarın hangi siyasi görüşte olduğunun
bir önemi olmadan her dönemde çeşitli inşaatlar
sebebiyle kent tarihine kazma vuruldu.

MERMERLER NEREDE?
Bitinya dönemine ait eserler 1990’lı yıllarda
yapılan ve 2000 yılına kadar devam eden inşaat
çalışmalarıyla yok edildi. Bitinya dönemi en son
Seka Battı-Çıktısı inşa edilirken gündeme geldi.
Sadece saraylarda görülen mermer duvarların çıktığı
iddia edilen alanda bir gecelik çalışma sonrasında
bütün tarihi eserler ortadan kalktı. Mermer
duvarların, sütunların nereye gittiğini kimse
bilmedi. Yakın dönemde ise kentimizin ilk yerleşim
yeri olarak raportör tutanaklarına yansıyan Astakos
gündeme geldi. Başiskele’de bulunan Astakos’un bir
bölümü 1. derece sit alanı olarak askeri alan
içerisinde kalıyordu. Askeri alan dışında kalan
bölüm de 1. ve 2. derece sit alanı olarak
kayıtlıydı. Bu dönemde bir bölümü hazineye ve
şahıslara kayıtlı olan 2. derece sit alanı el
değiştirdi.

BELEDİYE VE ŞAHISLAR ALDI
2. derece sit alanı olan arazi, belediye ve kimi
şahıslar tarafından satın alındı. O dönemde kimse
inşaat yapımına olanak tanınmayan 2. derece sit
alanı arazilerin satın alınmasına bir anlam vermedi
ancak kısa süre içerisinde bir çalışma yapıldı ve
Mimar Sinan Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden
Doç.Dr. Zeynep Koçel Erdem’in raportörlüğünde 2. derece
olan sit alanı 3. dereceye düşürüldü. Bölge 3.
derece sit alanı ilan edildikten sonra 3’er kat
imarlı 4 ayrı bölüme ayrıldı. Bir dönem kent
gündeminde olan Astakos kısa süre içerisinde
unutuldu. Bu sırada Başiskele Belediyesi kendisine
ayrılan belediye hizmet alanının hemen yanına bir
tabela astı ve inşaat çalışmalarına başladı.
Belediye hizmet binası ve kent meydanı yapı işi
olarak adlandırılan projenin ihale bedeli 9.5 milyon
lira olarak belirlendi ve çalışma süresi için 450
gün ayrıldı.
2 BİN METREKARELİK ALANDA
Yılka İnşaat tarafından başlatılan inşaat
çalışmaları kapsamında belediye hizmet binasının
temeli kazıldı, bodrum katı inşa edildi. 3 katlı
olarak inşa edilecek olan yeni hizmet binasının
bodrum katı 2 bin metrekarelik alan üzerine kurulu
olacak. Belediye hizmet binasının hemen önünde ise
500 metrekarelik bir alanda meclis toplantı salonu
yapılacak. Belediye hizmet binası tamamlandıktan
sonra kaymakamlık binasının inşaatına başlanacak.
YETKİLİLER ‘MEZARLIK’ DEDİ
Konuyla ilgili Müze İl Müdürlüğü yetkilileri
yaptıkları açıklamalarda Astakos’un bir liman kenti
olduğunu ve söz konusu bölgede kurulu olmadığını
dile getirdi. Kimliklerinin açıklanmasını istemeyen
yetkililer, Astakos olarak anılan bölgenin ise
nekropol (mezarlık) olduğunu iddia etti. Raportör
Koçel Erdem’in hazırladığı ve Astakos’un kentimizin
ilk yerleşim yeri olduğunu belirten rapora da aykırı
olan bu iddialara kent tarihçisi Feyzullah Yavuz
Ulugün cevap verdi.
BİLİMSEL ÇALIŞMALAR BAŞLAMALI
Ulugün, bölgede bir an önce bilimsel kazı
çalışmalarının başlaması gerektiğini söyleyerek,
“Astakos Kocaeli’nin ilk yerleşim yeri. Hellenistik
döneme ait. Müze yetkililerinin iddia ettiği üzere
bir liman kenti değil. Liman kenti Wellborn Otel’in
yanında yer alıyor. Bu kent Roma dönemine ait.
Wellborn yakınlarından çıkan antik kalıntılar da
Roma dönemine ait” dedi. Astakos’un ise başka bir
yerleşim bölgesi olduğunu belirten Ulugün, “Bölgede
bir nekropol var, evet. Ancak bu nekropolün hemen
yanında yerleşim yeri de var. Bölgede çok sayıda
heykel, para ve çanak bulundu. Tüm ve tüme yakın
duvarlar tespit edildi. Bu bölge koruma altına
alınmalı ve yeni bir inşaat çalışmasına izin
verilmemeli” ifadelerini kullandı.
BELSA’DA YAŞANANLAR BURADA YAŞANMASIN
Kent kamuoyu şu anda tedirgin. Başiskele
Belediyesi’nin kullanacağı yeni hizmet binası ve
kent meydanı her geçen gün yükselirken kent tarihi
yok ediliyor. İnşaat çalışmaları kapsamında
arkeolojik denetim yapılmadığı için tedirgin
olduklarını ifade eden vatandaşlar, “Belsa
Plaza’nın, Merkez Bankası’nın, Metropol İş
Merkezi’nin, Seka battı çıktısının inşaat
çalışmalarında yaşanan tarih tahribatı bu bölgede
yaşanmasın. Yetkililer yanlıştan dönsün” diyor.
Manşet Kocaeli, Haber: Uğur Enç, 14.07.2014
|
APOLLON SYMINTHEUS KUTSAL ALANI KAZILARINDA
BULUNTULAR İLGİ ÇEKİYOR
Çanakkale İli, Gülpınar Beldesi Apollon
Smintheus Kutsal Alanı’nda (Smıntheion)
Bakanlığımız izinleri ile Prof.Dr. Coşkun
ÖZGÜNEL başkanlığında sürdürülen kazılarda
ortaya çıkarılan mimari buluntular ilgi çekiyor.
Suya bakılarak kehanette bulunulmasından ötürü
bir su kaynağı yakınına kurulan Apollon
Smintheus Kutsal Alanı’nın, eski yazılı
kaynaklar göz önüne alındığında; antik çağda
Troas bölgesi halkları kadar Ege dünyasının
birçok yerinden de kehanet için gelen insanlara
hizmet ettiği anlaşılıyor.
Kutsal alandaki tapınak, su depoları, Roma
hamamları, kutsal yol ve diğer mevcut
kalıntıların büyük çoğunluğu Hellenistik ve
Roma dönemlerine (MÖ 4. - MS 4. yüzyıllar)
tarihlenirken, 19. yüzyılda ilk kez keşfedilen
Apollon Smintheus Kutsal Alanı’nda
gerçekleştirilen arkeolojik kazılar 1980
yılından bu yana Prof.Dr. Coşkun Özgünel
başkanlığında bilimsel bir ekip tarafından
sürdürülüyor.
Çalışmalar sonucunda parça halinde ortaya
çıkarılan “Denizli” çevresi üretimi olan mermer
rhython parçası, Troas bölgesi ile
Denizli-Frigya ilişkileri yönünden önemli bir
belge olarak yorumlanıyor.
2012 yılından bu yana çalışmaları sürdürülen “
Roma Villası ve Hamam” yakınındaki, olasılıkla
bir kahraman anıtı olarak düşünülen yapı
çevresinde ele geçen alınlık ve arşitrav
parçaları da yapının hellenistik evrede önemli
bir bina olduğunu ortaya koyuyor.
Heroon alınlık

Heroon frizi

Tapınak frizi
kvmgm.kultur.gov.tr, 14.07.2014
|
NEO-ASURLULARIN BİLGİ TEKNOLOJİSİ

Türkiye’nin güneydoğusunda Diyarbakır’ın Bismil İlçesi'nde Neo-Asur imparatorluğunun ilk başkenti olan Tuşhan’da yapılan kazılarda MÖ 1. bin yıla ait yüzlerce kil markalar ortaya çıkarıldı. Kayıt tutma işleminde marka kullanımından çivi yazısı kullanımına 2 bin yıl daha erken geçildiği düşünülüyordu ancak bu kilden yapılmış markalar bir yönetim binasındaki teslimat alanı olarak kullanılan iki odada bulundu. Cambridge Üniversitesi arkeologlarından John MacGinnis. “Burada iki şeyden biri oldu diye düşünüyoruz. Ya buraya gelen çiftlik hayvanları hakkında bilgi toplanıyordu ya da hayvan sürülerinin bilgisi. Her çiftçinin veya çobanın kendi sürülerini temsil eden kil markalarının olduğu bir çantası vardı. Kil markalarla toplanan bilgi daha sonra çivi yazısı ile tabletlere kaydediliyordu. Markalar hareketli numara sistemi sağlıyordu. Bu sistem stokların taşınmasında ve hesapların modifiye edilmesinde ve güncellenmesinde kolaylık sağlıyordu. Ayrıca herkesin okur-yazar olmasını da gerektirmiyordu. MacGinnis marka sisteminin kodlarının bir gün tümüyle çözüleceğini umud ediyor.
arkeoloji.net, Kaynak: archaeology.org, Çeviri:
Cüneyt Acar,14.07.2014
|
MADEN ŞİRKETİ ANTİK
KENTE ZARAR VERİYOR
Muğla'nın Milas
İlçesi'nde yer alan Zeus Labrandos'un kutsal alanı
olan Labranda antik kentinde 2014 yılı kazı
çalışmaları başladı. Bölgedeki maden şirketlerinin
dinamitle çalışma yapmasının antik kentten
duyulduğunu belirten Kazı Heyeti Sorumlusu Fransız
Anadolu Araştırmaları Enstitüsü'nde görevli Dr.
Olivier Henry, "Kazı alanının hemen yanı başından
geçen ağır tonajlı araçlar buralara zarar veriyor.
Çünkü burası birinci derecede sit alanı" dedi.
Milas'ta bulunan
Labranda antik kentinde 1948'den bu yana İsveçli
Arkeolog Prof. Dr. Lars Karlsson'un başkanlığında
sürdürülen kazı çalışmaları bu yıl Milas Müze
Müdürlüğü'nce yürütülüyor. Kazı heyeti sorumlusu
Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü'nde görevli
Dr. Olivier Can Henry, 1 Temmuz'da başlayan kazı
çalışmalarının 30 Ağustos'ta sona ereceğini
belirtti. Kazı Heyeti Sorumlusu Henry, "Labranda
kazısı 1948'de başladı. Günümüze kadar devam etti.
Bu yıl ki çalışmalar Milas Müze Müdürlüğü
Başkanlığı'nda yaklaşık 2 ay sürecek. Kazı
çalışmalarımıza Kolombiya, Amerika Birleşik
Devletleri, Fransa, Yunanistan, İngiltere, Romanya,
Bulgaristan, Slovakya, Hindistan, İsveç ve
Türkiye'den hem arkeologlar hem de öğrenciler
katılıyor. Çalışmalarımızda yaklaşık 50 kişi görev
alacak" dedi.
ANTİK YOL MADEN
ŞİRKETLERİ YÜZÜNDEN YOK OLMUŞ
Kazı çalışmalarının 6
ayrı noktada sürdürüleceğini ifade eden Henry,
"Labranda antik kentinde ilk kez karşımıza çıkan MÖ
4'üncü yüzyıla ait olduğunu düşündüğümüz anıt
çeşmede ağırlıklı olarak çalışmalarımız olacak. Daha
sonra yine bölge içerisinde yer alan Roma dönemine
ait hamamda kazı başlatılacak. Kazı dışında antik
kentte genel bir çevre düzenlemesi ve çevre
temizliği yapılacak. Restorasyon çalışmalarımız da
olacak" diye konuştu. Labranda antik kentinin
bulunduğu bölgede 4 ayrı şirkete ait maden
ocaklarının bulunduğunu belirten Henry, "Bu
şirketlerden yalnızca birisi bizlere kazılarımızda
da yardımcı oluyor ve bizlerle iletişim sağlıyor.
Sürekli iletişim içerisinde olduğumuz için de
kazılarımızda yardımcı olan şirkete ait araçların
geçişi antik kente yakın olmuyor. Bu şirketin
dışındakilerle bir diyalogumuz yok. Kazı alanının
hemen yanı başından geçen ağır tonajlı araçlar
buralara zarar veriyor. Çünkü burası birinci
derecede sit alanı. Milas'tan Labranda'ya kadar
uzanan bir antik yol var burada. Labranda antik
kentinden Milas'a doğru ilerleyen yolun ikinci
kilometresinde bir ay önce 30 metrelik antik yol
kayıp olmuş. Bir şirket o alanda depolama yapmış.
Hiçbir kurumdan da izin almamışlar. Bu durum bizleri
rahatsız ediyor" dedi.
"DİNAMİTLE PATLATMA
YAPILIYOR"
Ağır tonajlı araçların
geçişi sırasında yoldan ve araçlardan çevreye yoğun
toz yayıldığını dile getiren Henry, "Araçlar toz
halinde olan feldspat madeni taşıyorlar. Bu tozu
sabahtan akşama kadar burada yutuyoruz. Ayrıca antik
kentin önünden hızlı geçen ağır tonajlı kamyonlar
nedeniyle bölgede sarsılmalar meydana geliyor. Bunun
yanı sıra antik kentin arkasında yer alan taş
ocağında ise dinamitle patlatmalar yapılıyor. Bu
patlatmaları biz burada duyuyor ve hissediyoruz"
diye konuştu. Geçen yıl, Milas'tan Labranda'ya kadar
olan kutsal yolla ilgili olarak çevre düzenlemesi
yapılması yönünde ODTÜ tarafından bir mastır tezi
hazırlandığını ifade eden Henry, "hazırlanan tezden
yola çıkarak, antik yol ile ilgili olarak Milas ve
Muğla'daki yerel yöneticilerle bir araya gelerek
antik yolun korunması ve maden ocaklarıyla ilgili
neler yapılabileceğini görüşeceğiz. Biz kavga etmek
istemiyoruz. Hem şirketler hem de bizim için çözüm
bulmamız lazım" dedi.
Gerçek Gündem, Haber:
Oktay Çayırlı, 12.07.2014
|
ESKİŞEHİR'DE TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI
Polisin düzenlediği operasyonda, Roma dönemine ait
olduğu belirlenen aralarında altın takı, sikke ve
heykellerinde bulunduğu 121 parça tarihi eser ele
geçirildi Olayla ilgili 4 şüpheli gözaltına alındı.

Eskişehir’de polis ekiplerince düzenlediği
operasyonda, Roma dönemine ait olduğu belirlenen
aralarında altın takı, sikke ve heykellerinde
bulunduğu 121 parça tarihi eser ele geçirildi.
Alınan bilgiye göre, İl Emniyet Müdürlüğü
Kaçakçılık Ve Organize Suçlarla Mücadele Şube
Müdürlüğü ekipleri, ihbar üzerine M.D. (32), K.M.
(43), F.G. (52) ve H.K’nin (46) içinde bulunduğu
otomobili durdurdu.
Otomobilde arama yapan emniyet güçleri, Roma
dönemine ait olduğu belirlenen altın küpe, göz
bandı, ağız bandı, sikke ve heykellerden oluşan
toplam 121 parça tarihi eser ele geçirdi. Gözatına
alınan 4 şüpheli emniyetteki işlemlerinin ardından
adliyeye sevk edildi.
Bu arada polis tarafından muhafaza altına alınan
tarihi eserler, Eskişehir Müze Müdürlüğü
görevlilerine teslim edildi.
haberler.com, 11.07.2014
|

|
MERETO DAĞI'NDA KİTABE BULUNDU
Batman’ın Sason İlçesi yakınlarındaki Mereto Dağı’nda bulunan Surp Asvadazin Meryem Ana Ermeni Kilisesi enkazında, tarihi kitabe ile bazı tarihi eser kalıntıları bulundu. Sason Ermeniler Derneği Başkanı Aziz Dağcı, “Enkazı kaldırdığımızda, üzerinde haç figürleri ile Ermenice yazılı büyük bir kitabe ortaya çıktı. Yine eski döneme ait at nalları ile Ermeniler’in bazı tarihi figürlerine rastladık” dedi. Dağcı, “Eserleri, tutanakla Batman Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim ettik. Resim ve belgeleri İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nde incelemeye alacağız. 2 bin 973 metre yükseklikteki Mereto Dağı’nın zirvesindeki kilisede bulunan eserlerin 2 bin yıllık olduğunu tahmin ediyoruz.”
Vatan, 10.07.2014
|
761 YILLIK MEDRESE TURİSTLERİ ÇEKECEK
Erzurum'un simgelerinden
olan tarihi Çifte Minareli Medrese, restorasyon
çalışmalarının tamamlanmasının ardından Vakıf
Eserleri Müzesi olacak.
Anadolu
Selçuklu Sultanı 1. Alaeddin Keykubad'ın kızı
Hüdavent Hatun tarafından 1253 yılında yaptırılan
medresede 3 yıl önce başlatılan onarım çalışmaları
tamamlanma aşamasına geldi. Zemin ve duvar,
minarelerdeki çinileri onarılan medrese,
restorasyonun ardından yeniden turizme
kazandırılacak.
Akşam, 09.07.2014
|
6 - 12 Temmuz 2014
|
TARİHİ ESERLER SATILIR
MI?

İngiltere'nin
Northampton kenti yönetimi, kendilerine 1880'de
'hediye' edilen bir
Mısır heykelini
açık artırmada sattı. Londra'daki Christie's
Müzayedevi'de yapılan açık artırmada, en az 4 bin
yıl önce yontulan bir "Sekhemka" yani firavunların
en üs düzey memurlarından birini tasvir eden 76 cm
yüksekliğindeki heykel, 15 milyon 760 bin sterline
(57,5 milyon TL) alıcı buldu. Alıcının kimliği
açıklanmadı. Northamton Kent Konseyi, elde edilen
gelirin, Northamton Müzesi ve Sanat Galerisi'nin
büyütülmesinde kullanılacağını bildirdi. Satış,
ülkede tartışma yarattı. İngiltere Sanat Konseyi,
kimliği belirsiz kişilere satışının kabul
edilemeyeceğini, Northamton Müzesi'nin
"akreditasyonunun iptal edilebileceğini" bildirdi.
Mısır'ın Londra Büyükelçisi Eşref Elkholy, satışı
"Mısır'ın arkeolojik ve kültürel malının satışı"
olarak niteledi ve kınadı. Büyükelçi, "Müzeler
mağaza değildir. Bir müze kamunun ziyaretine açması
gereken bir eseri nasıl satar? Bu parçanın özel bir
koleksiyona girmesinden büyük endişe duyuyoruz"
dedi. Tepkiler üzerine Christie's heykelin yeni
sahibinin kimliğinin daha sonra açıklanacağını
duyurdu.
Uzmanlara,
tarihi eserlerin
satılıp satılamayacağını sorduk...
'Tarihi
eser kaçakçılığının önü açılır'
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Nevzat Çevik:
İngiltere'nin yasalarını değerlendirmemiz doğru
olmaz. Ama Türkiye ve evrensel açıdan
tarihi eserlerin
satılmasını değerlendirecek olursak, binlerce yıllık
eserlerin serbest kapital obje haline gelmesi doğru
değildir, çok büyük yanlışlara neden olur. Eserlerin
maddi değerleri nedeniyle bilinmeyen bir ticaret
dünyası yaratılmış olur. Bu
tarihi eserler için
büyük bir risktir. Kaçak kazıların,
tarihi eserlerin
tahribatının,
tarihi eser
kaçakçılığının önü açılır. Aslında antik eserlere
maddi değer biçmek imkansızdır. Önemli olan bu
eserlerin taşıdığı
tarihi değer ve
bilgidir.
Tarihi eserler
kendi ortamına ve dönemine göre bir hikaye taşır.
Adi bakırdan oluşan bir eser bazen çok değerlidir
çünkü benzeri yoktur. Bir bakarsın kocaman bir altın
heykelin hiç değeri yoktur çünkü o eserden çok
sayıda vardır.
'Tarihi
eserler kesinlikle satılmamalıdır, ortak mirastır'
Avrupa Müze
Akademisi Türkiye Temsilcisi, Bursa
Kent Müzesi
Koordinatörü
Ahmet Erdönmez:
"Tarihi
Eserler kesinlikle satılmamalıdır. Düşünün ülkemizde
12 bin yıldan daha eskiye dayanan bir insan
tarihi var. Bu
tarihe ait eserler
nasıl satılır?
Tarihe her zaman
sahip çıkılmalı, eserler devletçe korunmalıdır. Ama
bazen ekonomik krizin aşılması için böyle şeylerin
yapıldığını görüyoruz. Zaten sömürülen ülkeden
getirilen bir eseri satmakta sakınca görmemişler.
Tarihi miraslar
korunmalı, mutlaka bir sonraki nesillere
ulaştırılmalıdır. İnsanoğlu en değerli eserlerini
satmamalı, aksine korumalıdır. Müzecilik anlayışı bu
olmalıdır"
'Kaçırmakla,
tarihi eser
satmanın farkı ne'
Prof.Dr.
Selami Kılıç (
Erzurum Atatürk üniversitesi
Tarih bölümü
başkanı)
Tarihi eser
kaçırmakla
tarihi eser
satmanın arasında ne fark vardır. Böyle
tarihi değerler ulu
orta sağda solda satılsaydı, müzelerin ne önemi
kalırdı. Bu eserler bırakın bulundukları veya ait
oldukları devletin değerleri olmayı, medeniyetlerin
ortak değerleridir. Bu nedenle bu tür satışların
yapılmasını ben doğru bulmuyorum. Bizim ülkemizden
de bir sürü
tarihi eserler yurt
dışlarına kaçırılarak satıldı. Şimdi bunları geri
almak için uğraşıp duruyoruz.
Tarihi eserin maddi
değeri olmaz. Bunlar bir kültür hazinesidir.
İnsanlığın
tarihin
belgeleridir"
'Maddi değil manevi
değerle ölçülür'
Prof.Dr. Kenan
İnan (KTÜ Tarih Bölümü ve Rektör Danışmanı)
Babadan deden kalma şeyleri satabilir bir gelir elde
edebilirsiniz. Ama bazı eserler vardır topluma mal
olmuştur, anladığım kadarıyla Antik Mısır da bulunan
bu heykel de o ülke tarihinin önemli figürlerinden
biri. Bu tür eserler topluma mal olması gerekir,
yani satışa çıkarılıp bir kişinin alıp koleksiyonuna
katacağı ve daha sonra 3-5 kişinin görebileceği bir
yere koyacağı bu tarihi mirası, tüm insanların
görmesi gerekmektedir. Bu nedenle bu tür eserlerin
yerleri müzelerdir. Bu kültür hazinelerinin layık
oldukları yerler de insanlığın ziyaretine sunulması
toplumun gözü önünde bulunması gerekmektedir. Tarihi
eserler maddi değerleriyle değil manevi değerleriyle
değerlendirilmeli, olaya maddi olarak bakarsanız,
geçmişinizi de umarsamaz olursunuz.
Kültür mirası sembol
satılabilir mi?
Dr.Osman Emir
(KTÜ Eğitim fakültesi tarih bölümü öğretim
görevlisi)
Tarihi malzemeler bir ülkenin tarihini, kültürünü,
geçmişinin simgeleridir. Değeri ne olursa olsun
kesinlikle satılmaması gerekiyor. Kültür mirası bir
sembol satılabilir mi? Tarihi eserler ilk bulunduğu
yere ait envanterlerdir. Her türlü antik ve tarihi
heykel veya benzeri sembol bulunduğu yerle bütünlük
arz eder. Bizim ülkemizden de geçmişte bir sürü
tarihi eserlerimiz yurt dışına kaçırıldı satıldı.
Hala da yapılıyor. Kültürüne, geçmişine önem veren
devletlerin bu miraslarına sahip çıkması, bunları
koruyup kollaması bu konuda uluslararası anlaşmalar
yapması ve kötü niyetli insanlara da ağır cezai
müeyyideler uygulaması gerekmektedir.
'Dünyada
uygulanıyor, illegal bir şey değil'
Artı
Mezat kurucusu ve
ortağı
Jale Tantekin
Müze bunu kendi yararına satıyorsa bu normal
karşılanmalı. Müzenin parayı nereye kullandığı da
burada önemli. Müze başka birkaç eser alacaktır veya
başka bir müze açıyor olabilir, bunu bilemezsiniz.
Ancak illegal bir şey değildir bu. Türkiye'de bugüne
dek hiç olmadı ama dünyadaki yapılanlara
baktığımızda, yapılagelen bir şey. Dünyada komple
koleksiyon satan müzeler de olmuştur; bunun
örnekleri vardır.
'Satılabilir ama
gerçekliğinin bilinmesi lazım'
Doç.Dr. Hülya
Tezcan
Tarihi eserler satılabilir. Ama bu eserlerin
gerçekliğinin kesinlikle bilinmesi lazım. Bu eserin
satımı hangi verilere göre karar verildi diye
sorarlar insana. Özellikle kolleksiyonerlerin bu
eserleri çok iyi araştırmaları lazım. Bu eserler
hakkında güçlü delillerinin olması lazım. Ama şöyle
de bir konu var : Mısır'ın eseri oraya nasıl gitmiş,
Northapton'daki eser Cristie's Müzayede Evi'nde
nasıl satılıyor onu da anlamış değilim. Burada çok
acaip şeyler var gerçekten.
'Her şey paraya
endekslendiği için tarihi eserler de alınıp
satılmaktadır'
Uludağ
Üniversitesi Tarih Bölümü Eski Çağ Tarihi Ana Bilim
Dalı Başkanı Yrd. Doç Dr. Kamil Doğancı:
"Günümüzde ve maalesef pratikte bu böyle değil.
Ülkemiz de bu durumdan, eserlerinin kaçırılıp
satılmasından muzdarip ülkelerin başında geliyor.
Ama tarihi eserler kesinlikle bulunduğu yerlerde,
ait olduğu yerlerde korunmalıdır. Kaçırıldıysa iade
edilmeli, bulunduğu yere döndürülerek sergilenip,
korunmalıdır, satılmamalı nesillere aktarılmalıdır.
Günümüzde her şey parayla endekslendiği için tarihi
eserler de alınıp satılmaktadır. Bu satışlar için
fazlaca yasal engel de pek yoktur. Örneğin ülkemizde
koleksiyonerler bu işleri oldukça rahatça
yapabilmektedirler"
'Alınıp satılmasını
doğru buluyorum'
Hayri Fehmi
Yılmaz – Sanat Tarihçisi
Kültür varlıkları dünyanın bütün ülkelerinde alınıp
satılabiliyor. Kamu ve özel müzelerin bu tür
satışlarını ben doğru bulmuyorum. Çok büyük ve eski
tarihi eserlere kesinlikle dokunulmaması ve
satılmamas, korunması lazım. Milli değer açısından
önemlidir. Ancak şöyle de bir durum var ki; küçük
objelerin de alınıp satılmasını doğru buluyorum.
Etnoğrafik ve etüdlük eserler alınıp satılabilir.
Veya son yüz yıllık objeler alınıp satılabilir. Bu
durum insanların tarihi eserleri takip etmelerini ve
tarihi eserler üzerindeki ilgilerinin de
kaybolmamasını sağlayacaktır. Bu sayede kültür
varlıklarına olan ilgi artacaktır.
Habertürk, Haber:
İsmet Acar - Soner Özcan – Kenan Taşkın – Caner Yılmaz, 12.07.2014
|
KÖLN'DEKİ KARAGÖZ
KOLEKSİYONU SARAYDAN ÇALINDI

Bugünlerde Karagöz
sanatçıları arasında bir tartışma sürüyor.
Almanya’da yaşayan Karagöz sanatçısı Ali Köken, 30
Haziran 2014’te milliyet.tv’ye bir açıklama yaptı ve
açıklamasında Karagöz oyununa ait nadide
koleksiyonlardan birinin Almanya’da Köln
Üniversitesi’ne ait olduğunu, toplam 150 parçadan
oluşan bu zengin koleksiyonda 200 yıllık figürlerin
yer aldığını ayrıca, bir şatoda muhafaza edilen
koleksiyonda, Türkiye’de 1936’da basılan, Rahmi
Balaban’a ait ilk Karagöz kitabının toplatılarak
yakılmasına neden olan domuz figürü de bulunduğu
söyledi.
UNIMA İstanbul Başkanı
Alpay Ekler, bu bilgilerin doğru olmadığını iddia
ediyor. “Açıklamaya göre Türkiye’de eski koleksiyon
yok, Karagöz ile ilgili hiçbir şey yapılmamış,
Almanlar bizden daha çok sahiplenmiş Karagöz’ü vs.
Bunlar doğru değil. Hem Topkapı Sarayı’nda hem
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın koleksiyonunda çok
daha eski tasvirler yer alıyor. Köln’deki bu
koleksiyon oraya nasıl gitmiş, ne zaman gitmiş,
Asar-ı Antika Nizamnamesi’ne göre işlem yapılmış mı,
yoksa kaçırılmış mı? Bu konular araştırılırsa bu
milletin kültürüne daha çok hizmet edilir. Belki de
o koleksiyonun Türkiye’ye geri gelmesine vesile
olur. Domuz figüründen dolayı kitap toplatma
olayının belgesi de yoktur. Domuz tasvirinin hangi
oyunda kullanıldığı bilinmesi gerekir.” diyen Ekler,
Avrupa’ya kaçırılan pek çok tarihi eser gibi
Köln’deki Karagöz tasvirlerinin de saraydan
çalındığını iddia ediyor.
Zaman, 12.07.2014
|
APOLLON'U 2000 YIL SONRA
TORUNLAR İNŞA EDİYOR
Apollon Smintheus Tapınag?ı'nda tam 2000 yıl sonra
yeniden inşa ediliyor. Tapınağın bir yüzü ayağa
kaldırılıyor. Beyaz çimento ve mermer tozu ile kalıp
çakılarak tapınağın basamakları yeniden yapıldı.

Çanakkale ili Ayvacık
İlçesi, Gülpınar beldesinde yer alan Apollon
Smintheus Tapınagˆı’nda uzun süredir hummalı bir
çalışma sürüyor. MÖ 2. Yüzyılda yapıldığı sanılan
tarihi tapınak tam 2000 yıl sonra yeniden inşa
ediliyor. Tapınağın bir yüzü ayağa kaldırılıyor.
Beyaz çimento ve
mermer tozu ile kalıp çakılarak tapınağın
basamakları yeniden yapıldı. Şimdi de arkeolojik
alanın dışında sütun ve tamburlar yapıldı torno
tezgahında yivleri açılıyor. Yakın zamanda tapınağın
bir kısmı hem de orijinal yerinde ayağa
kaldırılacak.
Apollon Smintheus
Tapınağı Biga Yarımadası’nın güneybatı ucunda,
Çanakkale ili sınırları içinde Gülpınar beldesinde
yer alıyor. Jean Baptista le Chevalier 1785 yılında
Lektum-Babakale’den Alexandria Troas’a giderken
tapınağın toprak üstünde kalan kalıntılarını gördü
ve arkeoloji dünyasına ilk kez Apollon Smintheus
Tapınağı’nı tanıttı. R.P. Pullan 1861 yılında
tapınak alanına gelip kazı kararı aldı. 1866 yılında
kazılara başlayıp Apollon Smintheus Tapınağı’nı
bilimsel olarak arkeoloji dünyasına sundu. 1980
yılından bu yana ise tapınak ve çevresinde kazı,
sondaj ve restorasyon çalışmaları Prof.Dr. Coşkun
Özgünel tarafından sürdürülüyor.
Kazı Başkanı Prof.
Özgünel yapılanın restorasyon olduğunu savunuyor.
Bilimsel mimari bir heyetle tapınağı ayağa
kaldırdıklarını gururla anlatıyor. Sponsor firmanın
desteği ile tamburları ve frizleri yaptıklarını,
temmuz ayı sonuna doğru ilk sütunu dikeceklerini
söylüyor. Ancak hem arkeologlar hem de restoratörler
hayretler içinde bu gelişmeyi izliyor.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın buna nasıl izin verdiği herkesin
merakı. Çanakkale Koruma Kurulu’ndan da onay alan
proje
Türkiye ’nin de
taraf olduğu Venedik Tüzüğü’ne aykırı olduğu ileri
sürülüyor.
Uzmanlar, ‘’6 sütun
ayağa kaldırılacak. Orijinal basamaklar kaybolmuş.
Mevcut hali de tüf taşından olduğundan statik açıdan
uygun değildi. 26 metre yükseklik olacak. Tonlarca
ağırlık binecek. Sağlam yapılmak zorundaydı. Önyüzün
yüzde 80 malzemesi orijinal. Dünyanın 3. Büyük
tapınağı burası. Frizlerde Troia savaşı anlatılıyor.
Başka örneği yok. Restorasyonun en büyük sıkıntısı
arkeoloji ve mimarlık dünyasında yeterince
tartışılmadan uygulamaya geçilmesi. ’’
Venedik Tüzüğü, tarihi
yapıların korunması ve restorasyonu hakkında
uluslararası çerçeve belirleyen bir antlaşmadır.
Apollon tapınağındaki restorasyon, tüzüğün 6, 9, 12.
Maddeleri ile 15. maddeye açıkça aykırıdır.
Restorasyon ekibine göre ise değil. Onlar tüzüğün
15. Maddesindeki anastilosis yani birbirinden
ayrılmış parçaları bir araya getirdiklerini
savunuyorlar.

İşte Venedik Tüzüğü’nün
o maddeleri:
MADDE 6- Anıtın korunması, ölçeği dışına taşmamak
şartıyla çevresinin de bakımını içine almalıdır.
Eğer geleneksel ortam varsa, olduğu gibi
bırakılmalıdır. Kütle ve renk ilişkilerini
değiştirecek hiçbir yeni eklentiye, yok etmeye, ya
da değiştirmeye izin verilmemelidir.
MADDE 9- Onarım uzmanlık gerektiren bir iştir.
Amacı, anıtın estetik ve tarihi değerini korumak ve
ortaya çıkarmaktır. Onarım kendine temel olarak
aldığı orijinal malzeme ile güvenilir belgelere
saygıyla bağlıdır. Faraziyenin başladığı yerde
onarım durmalıdır; yapılması gerekli herhangi bir
eklemenin mimari kompozisyondan farkı
anlaşılabilmeli ve gününün damgasını taşımalıdır.
Herhangi bir onarım işine başlamadan önce ve
bittikten sonra, anıtın arkeolojik ve tarihi bir
incelemesi yapılmalıdır.
MADDE 12- Eksik kısımlar tamamlanırken, bütünle
uyumlu bir şekilde bağdaştırılmalıdır; fakat bu
onarımın, aynı zamanda artistik ve tarihi tanıklığı
yanlış bir şekilde yansıtmaması için, orijinalden
ayırdedilebilecek bir şekilde yapılması gereklidir.
MADDE 15- … Bütün yeniden inşa işlemlerinden peşinen
(a priori) vazgeçilmelidir. Yalnız anastilosis’e,
yani mevcut fakat birbirinden ayrılmış parçaların
bir araya getirilmesine izin verilebilir.
Birleştirmekte kullanılan madde her zaman
ayırdedilebilecek bir nitelikte olmalı ve bu, anıtın
korunmasını sağlamak ve eski haline getirmek için
mümkün olduğu kadar az kullanılmalıdır.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 11.07.2014
|
YENİ BİR ANTİK KENT GÜN
YÜZÜNE ÇIKIYOR

Çanakkale'nin Eceabat
İlçesi'nde yapılan kazılarda 3 bin yıllık antik bir
kente ait bulgulara ulaşıldı. Dünyaca ünlü Troya
kenti kadar büyük olan kazıları, Onsekiz Mart
Üniversitesi yürütüyor.
Kazı alanında 25
kişilik ekip çalışıyor.
Kazı Başkanı Yrd. Doç.
Göksel Sazcı, "İlk Yunan göçlerine ait buluntular da
var burada. Bizans dönemine ait kalıntılar da var.
Burası Çanakkale bölgesinde Troya ile kıyaslanacak
kadar önemli bir yer. Artık burada da Tunç Çağları
araştırılarak bölgenin tarihsel mozaiği biraz daha
tümlenmiş olacak. Troya yalnız olmaktan artık
kurtulacak" dedi.
Maydos Kilise Tepesi
Höyüğü, Troya kenti kadar önemli, çünkü 3 bin 300
yıllık bir geçmişe sahip olduğu belirtiliyor.
Kazılarda, Troya
savaşına ait kalıntılara da rastlanılması
bekleniyor.
Trt Haber, 10.07.2014
|
PARİS'TE FRANSIZ
DEVRİMİ'NİN İZLERİ CANLANIYOR
Paris komününün,
Vendome Sütunu'nun yıkılması sırasındaki tahribatı
önlemek için inşa ettikleri dev tümsek yakın zamanda
o meydanda yeniden canlanabilir.

İstanbul'da kent
belleğinin yıkımını hazırlayan birçok projeye
seyirci kalırken Paris'te çok farklı tartışmalara
yelken açıldı bile. Tarihin en büyük kent
ayaklanmalarından biri olan Paris komününün kentteki
izlerinin canlandırılması gerektiğine inanan
profesör David Giseen, farklı bir projeyi kent
gündemine soktu. Paris'in ünlü Vendome Meydanı'nda
Napoleon tarafından inşa edilen, Paris komünü
isyanında yıkılan Vendome Sütunu'nun yıkılışı
sırasında etrafında kurulan koruma tümseğin yeniden
inşa edilmesi için kentin koruma kuruluna resmi bir
başvuruda bulunan tarihçi, önerisi için yaptığı
kapsamlı araştırmayı da bir sergiye dönüştürdü.

Vendome Sütunu, 1.
Napoleon'un emriyle 1810'da Paris'te inşa edilmişti.
44 metre yüksekliğindeki sütunun etrafını saran
kabartmalarda, Napoleon ordusunun savaşlardaki
galibiyetleri simgeleniyordu. Sütunun bronzları bile
Napoleon'un Austerlitz savaşının galibiyetine
karşılık aldığı 1200 topun eritilmesiyle elde
edilmişti. Tam da bu sebeple sütunun, Paris komünü
tarafından yıkılmasına karar verilmişti.

1870'lerde Paris
komününün yükselişi kentte de köklü bir etki
yaratmıştı. Emperyalist devletin izlerini kentten
silmek isteyen halkın nefret ettiği Vendome
Sütunu'nun yıkılması kararı da bunlardan biriydi.

Sütunun yılmasına karar
verildikten sonra sütunun etrafında, yıkım sırasında
ortaya çıkaracabilecek tahribatı önlemek için kum,
saman, dal parçaları ve gübreden oluşan bir tampon
bölge hazırlanmış.


Paris komününün
bastırılmasından sonra Vendome Sütunu 1873-1875
yılları arasında yeniden inşa edimişti. Buna
karşılık "Vendome Tümseği neden yeniden inşa
edilmesin?" diyen Paris Mimari ve Kültürel Miras
Departmanı'nı 2012'de tümseğin yeniden inşa edilmesi
için resmi bir başvuru yptı. 1871 yılındaki
olayların hatırlanması amacıyla bir devrim sembolü,
Paris komününün kente verdiği değerin göstergesi
olarak belirtilen tümseğin meydanda yeniden inşa
edilmesi bekleniyor.

Araştırmasını tarihçi
David Giseen'in yürüttüğü proje bir sergiye
dönüştürüldü. "The mound of Vendome" isimli sergi
kapsamında meydandaki yıkımın önce ve sonraki halini
gösteren pek çok sayıda fotoğraf bulunuyor. Sergide
aynı zamanda çizimler, modeller, gazete küpürleri,
Vendome tümseğinin yeniden inşa edilmesi için
yazılmış dilekçeler gibi birçok belge de yer alıyor.
Arkitera, Haber: Bahar
Bayhan, 10.07.2014
|
YENİŞEHİR'DEKİ BARCIN
HÖYÜĞÜ'NDE KAZILARA YENİDEN BAŞLANDI

Yenişehir İlçesi'nde,
Hollanda Araştırma Enstitüsünün 2007 yılından bu
yana Barcın Höyüğü’nde sürdürdüğü kazıların bu yılki
bölümüne başlandı.
Kazıda görevli Koç
Üniversitesinden Yrd. Doç.Dr. Rana Özbal, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, çalışmaların Boğaziçi
Üniversitesi Kimya Bölümünden Arkeometri Uzmanı
Prof.Dr. Hadi Özbal, Hollanda Araştırma Enstitüsü
Müdürü ve Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Fokke Gerritsen
yönetiminde, Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi
Arkeolog Salim Yılmaz ve Ege Üniversitesinden
Araştırma Görevlisi Dr. Mücella Erdalkıran
denetiminde gerçekleştirildiğini söyledi.
Bu sezon höyüğün en alt
tabakalarını kazmayı hedeflediklerini ifade eden
Özbal, artık yerleşim görmemiş, insanların
yaşamadığı tabakalara inmeyi umut ettiklerini
belirtti.
Özbal, MÖ 8600-8000
yıllarına tarihlenen tabakaların kazılacağını
anlatarak, “Yan yana yerleştirilmiş yapılar ve
avlulardan oluşan bir yerleşim dokusu kazılıyor.
Yapıları, mimari ögeleri ve inşaat tekniklerini daha
iyi anlayıp geçmiş insanların yaşam biçimlerini
ortaya çıkarmayı amaçlıyoruz. Buluntular ve elde
ettiğimiz bilgiler, ilçenin tarih öncesi dönemlerini
ve o dönem insanının nasıl bir yaşam sürdüğünü
anlamamıza yardımcı olacak” dedi.
Türkiye, İngiltere,
Hollanda, Finlandiya, ABD ve Kanada’dan 20 kişilik
üniversite öğrencisinin katıldığı kazılar, iki ay
sürecek.
haberler.com, 10.07.2014
|
TARİHİ MAHALLENİN
UCUBELERİ

Vilayet camii
restorasyon adı altında yapılan yenilemeden dün
bahsetmiştik.
Bugün de size
İstanbul ’un son
kalan Osmanlı mahallesinin nasıl yok edildiğini
göstereceğiz. Ayvansaray’da son Osmanlı evleri
yıkılıp yerine betondan binalar dikildi. Benzesin
diye de üzeri ahşapla kaplanıyor…
Ayvansaray Tokludede mahallesi 2 yıl önce özgün
mimari evleri dar sokakları ve içinde yaşayan halkı
ile adeta sizi bir asır önceye götürüyordu. Halk
tipi ahşap evlerden İstanbul’un bir başkla köşesin
de ya bir tane ya da hiç bulamazsınız. Tokludede’de
bunlardan onlarcası vardı ve yanyanaydı. Mahalle
halkı yıllarca yaşadıkları evlerini damı aksa,
çerçeveleri düşse bir çivi dahi çakamazdı. Belediye
ve Koruma Kurulu damlarını aktarmaya izin
vermedikleri evlerini bir gün ansızın ellerinden
aldı. 2005 yılında yenileme alanı yapılan Tokludede
mahallesinde mülk sahipleri bazen zorla bazen
kandırma yoluyla evlerinden çıkarılmaya başlandı.
Kandırma diyorum, direnenlere her türlü oyun
belediye tarafından oynandı. Müteahhit firmaya 3
katlı proje sözü verilirken vatandaşa 2 kat
denilerek mülkleri değersizleştirildi. Fatih
Belediyesi yenileme projesini Şener İnşaat adına
Altınboynuz Turizm İnşaat firmasına verdi.
RESTORE EDECEĞİZ
DENİLDİ
Fatih Belediyesi bu projeyi resmi sitesinden
şöyle tanıtmıştı; Türk mimari ve kültürel kimliğinin
korunması, uluslararası çerçevede sanatsal ve
kültürel etkinliklerin yapıldığı Sultanahmet’e
alternatif bir turizm aksı haline getirmek’’ Proje
alanındaki 11 tescilli binanın restore edilerek
mimari karakterinin bozulmasına yol açan eklerinden
arındırılarak orijinal haline getirilmesinin
planlandığı belirtilmişti.

YEPYENİ OLDU
Fakat proje beklenildiği
gibi olmadı. 48 konut 5 dükkan 1 otel 2 butik otel
ve bir sosyal tesis planlandı. Tescilli sivil
mimarinin İstanbul’da kalan son temsilcileri iş
makinaları ile yerle bir edildi. Yıkım aşamasında
yapılan haberler bile inşaat sahibini durduramadı.
Tarihi Yarımada içindeki tüm ilke kararları ve
UNESCO tavsiyeleri de fayda etmedi. Bu eşsiz tarihi
miras evlerin yerlerine ise fotoğraflarını
gördüğünüz beton binalar dikildi. O kendine özgü
mimarisi olan ahşap yapılar artık yok. Betondan
yapılan ve üzerine ahşap geçirilen taklit ucubeler
var. İstanbul’un kara ile deniz surlarının buluştuğu
bu ender mahalle şimdi yepyeni, pırıl pırıl
konutlarla doldu.
ÖZGÜNDÜ YOK OLDU!
Sanat Tarihçi Prof.Dr. Semavi Eyice bu evlerin yok
edilmesi ile ilgili bakın ne diyor; ‘’tarihi binalar
yıkılıp yerine dev binaların yapılması kentin
kültürünü ve dokusunun yok olmasına neden oluyor.
Eskiden İstanbul’un kendisine has bir mimari kimliği
vardı. Şimdi şöyle dışarı çıkıp İstanbul’a
baktığımda dev gökdelenler dışında bir şey
göremiyorum. Osmanlı mimarisinin özgün örnekleriydi
bu mahalle. Bu kültürü yok ettiler.’’
MÜLTECİLER YERLEŞİR!
Fatih Belediyesi yeni turizm alanı olarak yola çıktı
ama bırakın buraya turist gelmesini, o mahallede
oturacak halk bile zor bulunur. Tıpkı Sulukule’de
olduğu gibi buraya da Suriyeli ve Libya’lı
mülteciler yerleşir. Şimdi bu projenin Koruma
Kurulu’ndaki adı ise restorasyon olarak geçiyor.
Buna izin veren kurul üyeleri de, halkı ve kamuoyunu
kandıran Fatih Belediyesi de bu rezaletten
sorumludur.

Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 09.07.2014
|
MELİKGAZİ TÜRBESİ'NDE
RESTORASYON ÇALIŞMALARI

Kayseri Valisi
Orhan Düzgün,
Selçuklu döneminin
kentteki önemli miraslarından 12’nci yüzyıl eseri
Melikgazi Türbesi ile etrafındaki cami ve diğer iki
türbenin restorasyon çalışmalarının yüzde 95
oranında tamamlandığını belirtti.
Vali Düzgün, yaptığı açıklamada,
Pınarbaşı ilçe
sınırları içerisinde yer alan Danişmentli
Devleti’nin 2’nci Büyük Hükümdarı Melikgazi’nin
naaşının muhafaza edildiği Melikgazi Türbesi’nin
yaklaşık 9 asırlık bir geçmişi bulunduğunu söyledi.
Hükümdar Melikgazi’nin hayatta iken kendi adına
yaptırdığı türbenin son dönem Selçuklu Mimarisi
özellikleri taşıdığını ve türbenin tarihi ve
kültürel miras zenginliğimiz açısından özel öneme
sahip olduğunu kaydeden Vali Düzgün, “1901 yılında
yaptırılan Melikgazi Camisi ile Dulkadiroğulları
Beyliği Hükümdarı Emir Halil ve Selçuklu Din Alimi
Seyyid Selahaddin Türbeleri’nin de bulunduğu bölgede
kapsamlı bir restorasyon çalışması başlatılmıştı.
Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nca onaylanan
restorasyon projeleri ile Vakıflar bölge
Müdürlüğümüzün yaptığı çalışmalar sonucunda bölgemiz
aslına uygun bir hale getirilmiştir” dedi.
Vali Düzgün, bu toprakların Müslümanlaşması ve
Türkleşmesinde önemli bir yere sahip olan Danişment
Hükümdarı Melikgazi’nin türbesine yapılan
restorasyon çalışmaları sonrası ziyaretçi sayısının
da arttığına dikkat çekerek, ata yadigarı eserlere
sahip çıkmanın manevi bir sorumluluk olduğunun
önemini vurguladı.
Milliyet, 09.07.2014
|
AHMET CAHİDİ SULTAN
KÜLLİYESİ RESTORE EDİLİYOR

Çanakkale’de koruma
altında bulunan tarihi Ahmet Cahidi Sultan Camii ve
Türbesi restore edilmeye başlandı.
Eceabat İlçesi'ne bağlı
Kilitbahir Köyü'nde bulunan ve Türkiye’nin birçok
yerinden ziyaretçileri ağırlayan 4 asırlık Ahmet
Cahidi Sultan Camii ve türbesi restorasyon
çalışmaları sebebiyle ibadete ve ziyarete kapatıldı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü Balıkesir Bölge
Müdürlüğü’nce açılan ihale sonucu restorasyon
çalışmaları 250 bin TL’ye mal olacak. 17’nci
yüzyılın başlarında yapıldığı sanılan cami ve
sonradan ilave edildiği düşünülen türbenin duvar ve
tavanlarında oluşan çatlaklar sebebiyle güçlendirme
yapılması için ilk olarak dış sıvaları soyuldu.
Külliyenin ana yapısı olan cami ve sonradan
yapıldığı sanılan ve içinde Ahmet Cahidi Sultan ile
eşi Kerime Hatun’un mezarlarının bulunduğu türbe,
aslına uygun restore edilecek. Çevre düzenlemesi
çalışmalarının ardından yeniden ziyarete ve ibadete
açılacak. Kilitbahir’e Edirne’den gelip yerleşmiş
bir tasavvuf büyüğü olan Ahmet Cahidi Sultan,
1659’da vefat etmiş.
Zaman, 09.07.2014
|
OSMANLI'NIN İLK
FETHETTİĞİ KALE, VATANDAŞLARLA BULUŞMAYI BEKLİYOR

Ertuğrul Gazi’nin oğlu
Osman Gazi tarafından 1288′de Bizanslılar’dan
fethedilen, 1299′da ilk hutbenin okutularak Osmanlı
Beyliği’nin kurulduğu Karacahisar Kalesi’nin, devam
eden kazı çalışmalarının ardından restore edilerek
turizme kazandırılması planlanıyor.
Kazı Başkanı ve Anadolu
Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
Bölüm Başkanı Prof.Dr. Erol Altınsapan, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Karacahisar
Kalesi’nin ve yerleşiminin araştırılması fikrinin
ilk kez 1999′da tarihçi Prof.Dr. Halil İnalcık
tarafından ortaya konulduğunu belirterek, kazıların
aynı yıl İnalcık ve dönemin AÜ Edebiyat Fakültesi
Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ebru Parman
tarafından başlatıldığını hatırlattı.
Kazıların 2009′da
kendisinin bilimsel danışmanlığında, Eskişehir
Arkeoloji Müzesi sorumluluğunda, geçen mayıs ayında
hayatını kaybeden Müze Müdürü Dursun Çağlar’ın
başkanlığında başlatıldığını ifade eden Prof.Dr.
Altınsapan, “İnalcık, Parman, Çağlar ve dönemin
Valisi Mehmet Kılıçlar’a, dönemin AÜ Rektörü Engin
Ataç’a teşekkür ediyorum” dedi.
-”Kalenin ayağa
kalkmasını hedefliyoruz”
Altınsapan, bu yıl kazı
çalışmalarına 7 Temmuz’da başladıklarına değinerek,
Çankırı Müzesi’nden Arda Akçel’in bu yıl bakanlık
temsilci olarak ekiplerine dahil olduğunu bildirdi.
Çalışmaların yaklaşık 20
kişilik öğrenci ekibiyle sürdürdüklerini anlatan
Altınsapan, şöyle devam etti:
“Bu yıl çalışmalarımızı
iç kalede sürdüreceğiz. Geçen sene planladığımız
açmaların devamını yapacağız. Açtığımız işliklerin
devamı niteliğinde olan mekanların bulunduğunu var
sayıyoruz. Buralarda kazı çalışmalarına devam
edeceğiz. Kazıdan sonra çıkacak unsurlar yeni yol
haritamızı belirleyecek. Üç yıl boyunca yaptığımız
çalışmaların bir yayın haline dönüştürülüp kalenin
insanlarımıza tanıtılmasını istiyoruz. Konservasyon
ve restorasyon projelerini gerçekleştirerek kalenin
belli bir bölümünün ayağa kaldırılmasını istiyoruz.
Bu ulu kalenin bilimsel çalışmalarımız halk
kitlelerine kazandırılmasını ve restorasyon
çalışmaları sonucunda ayağa kalkmasını
hedefliyoruz.”
Altınsapan, Selçuklular
tarafından İç Anadolu Bölgesi’nin kuzeyine
yerleştirilen Ertuğrul Gazi’nin yönettiği Kayı
boyunun, zamanla kendi adına Bizanslılara karşı
akınlara başladığını ve Karacahisar Kalesi’nin
Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osman Gazi tarafından
Bizanslıların elinden fetihle alındığını ifade etti.
Kalenin fethinin Türk
tarihinde önemli bir siyasi gelişmenin başlamasına
neden olduğunu vurgulayan Altınsapan, “Karacahisar
Kalesi, Osmanlı Beyliği’nin rüşdünü, egemenliği ilan
ettiği yerdir. Osmanlı’nın kuruluşundan mihenk taşı
görevi yapan kalenin ayağa kaldırılarak halkımıza
tanıtılması ve ziyarete açılması en büyük hayalimiz”
dedi.
Altınsapan, Kültür Ve
Turizm Bakanlığı ile AÜ’nün de kazıda kendilerine
destek olduğunu sözlerine ekledi.
haberler.com, 09.07.2014
|
GERÇEK MİRO GELİYOR

Bu yıl 26-28 Eylül
tarihlerinde gerçekleşecek uluslararası sanat fuarı
ArtInternational, dünyaca ünlü Katalan ressam ve
heykeltıraş Joan Miró’yu İstanbul’a getiriyor.
Galerie Lelong’un standında bronz heykelleri ve kağıt üzerine çalışmaları sergilenecek sanatçının 2 metrelik “Statue” adlı heykeli de, Haliç Kongre Merkezi’nin terasına, fuarın “By The Waterside” bölümüne yerleştirilecek. Heykellerin 1970’lerde, kağıt üzerine eserlerin ise 1949–1951 ve 1970’lerde üretildiğini söyleyen Galerie Lelong direktörü Patrice Cotensin, Miró’nun temsilcilerinden biri olduklarını, bugün de ailesiyle birebir çalıştıklarını belirtti. Sanatçının ailesi tarafından haklarını korumak ve yürütmek için kurulan Successió Miró ile birlikte bütün eserlerinin kataloğunun yayıncısı olduklarının da altını çizen Cotensin, Miró’nun işleriyle İstanbul’a gelmekten büyük mutluluk duyduklarını söyledi.
Zaman, 09.07.2014
|
STRATONİKEİA'DA KAZI
ÇALIŞMALARI BAŞLADI

Yatağan'daki
Stratonikeia antik kentinde 2014 yılı kazı
çalışmaları başladı. Stratonikeia Antik Kenti Kazı
Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt, yaptığı açıklamada,
antik kentte, 3 bin yıllık tarihin her döneminden
kalıntılar bulabilmenin mümkün olduğunu, Karia
bölgesinin en önemli kentlerinden olan antik kentin
Tunç Dönemi'nden Cumhuriyet dönemine kadar adından
söz ettirdiğini söyledi. Kazı çalışmalarını yaklaşık
50 kişilik ekiple sürdürmeyi planladıklarını ifade
eden Söğüt, "Roma hamamında kazı ve konservasyon
çalışmalarına devam edilecek. Augustus ve
İmparatorlar Tapınağı'nda uzun süreli bir çalışma
yapılacak. Tiyatronun üst kısmındaki terasta bulunan
tapınak, kente gelen ziyaretçilerin en çok ilgisini
çeken yapılardan" dedi.
Söğüt, dünyanın en büyük mermer kentleri arasında
yer alan Stratonikeia antik kentindeki 2 bin yıllık
mozaiklerin, kenti ziyaret eden turistler ve güneş
ışığından korunduğunu, buradaki çalışmaların da
titizlikle devam ettiğini kaydetti. Mozaiklerin
bakım ve onarım çalışmalarının 10 kişilik bir ekiple
yürütüldüğünü ifade eden Söğüt, çalışmalar
tamamlandığında mozaiklerin üzerinin açılacağını,
kente gelen ziyaretçilerin bu alanları rahatlıkla
gezebileceğini
dile getirdi.
Stratonikeia antik kentinin yaşayan bir arkeoloji
kenti olduğunu, bir benzeri bulunmadığını dile
getiren Söğüt, antik dönemden günümüze yapıların bir
bütün olarak korunduğu, Osmanlı dönemi taş döşeli
yollarda yürünerek gezilen başka bir antik kent
bulunmadığını kaydetti.
Yeni Asır, 09.07.2014
|
HÜRREM SULTAN'IN PARFÜM
ŞİŞELERİNİN BULUNDUĞU SARAY KORUNACAK

Edirne Yeni Saray Kazısı
Başkanı ve Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Özer: “Saray çevresini ören yeri ilan etme
çalışmaları sürüyor”
Fatih Sultan Mehmet,
Kanuni Sultan Süleyman gibi Osmanlı’nın yükselme
dönemi padişahlarına ev sahipliği yapan Edirne
Sarayı’nın kazı alanı ören yeri haline getirilecek.
Tunca Nehri’nin yanında
yer alan ve 6 yıldır süren kazı çalışmaları
sırasında, Osmanlı dönemi kanalizasyon sistemi,
Saray mutfağına ait araç gereçlerin yanı sıra Hürrem
Sultan’ın kullandığı parfüm şişelerinin de bulunduğu
Edirne Sarayı kazı alanı, Ören yerine dönüştürülerek
koruma altına alınacak.
Edirne Yeni Saray Kazısı
Başkanı ve Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Mustafa Özer, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Kültür Ve Turizm Bakanlığı ile
Bahçeşehir Üniversitesi işbirliğiyle yürütülen
kazıların 6′ncı sezonunun başladığını söyledi.
Kazı çalışmalarında
önemli mesafeler katedildiğini ifade eden Özer,
şöyle konuştu:
“2009 yılından bu yana
devam eden çalışmalar kapsamında, saray yapılarından
kum kasrı, Saray hamamı ve Saray mutfağı arkeolojik
kazısı ve restorasyonu tamamlandı. Ayrıca Saray
rölevelerinin tamamı alındı, fotoğraflarla
belgelendi. Edirne Sarayı’nın üç boyutlu animasyonu
dışında Bahçeşehir Üniversitesi yayınlarından Saray
kazısında yapılanlar ve yol haritasının anlatıldığı
bir kitap yayımlandı.
“Surlar ortaya
çıkarılacak”
Özer, bu yıl sarayı
çevreleyen surların ortaya çıkarılacağını, Namazgah
Çeşmesi çevresinde kazı ve restorasyon çalışması
yürütüleceğini söyledi.
Saray ve kazı alanını
korumaya yönelik çalışmaların da devam ettiğini
belirten Özer, şunları anlattı:
“Saray çevresini Ören
yeri ilan etme çalışmaları sürüyor. Bu durum saray
kazı alanının korunmasına yardımcı olacak. Hazırlık
çalışmaları Kültür Ve Turizm Bakanlığı tarafından
yürütülen Edirne Sarayı Ören Yeri Projesi’ne altyapı
oluşturmak üzere haritalandırma çalışmalarını bu
yılki kazı programımız dahilinde kısa sürede
tamamlamayı planlıyoruz. Proje çerçevesinde
restorasyonu tamamlanan Saray mutfağının da bu yıl
işlevlendirilmesini bekliyoruz.”
Edirne Yeni Sarayı
Tunca Nehri kenarına
kurulan Edirne Sarayı’nın yapımına, II. Murat’ın
emriyle 1450 yılında başlandı. II. Murat’ın
vefatından sonra Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan
Süleyman, II. Selim, I. Ahmet, II. Ahmet, Sultan
Mustafa, III. Süleyman ve IV. Mehmet, sarayı yeni
yapılar ekleyerek genişletti.
Topkapı Sarayı’na benzer
bir yerleşim planına sahip Edirne Sarayı, büyük
meydanlar etrafında konumlanan değişik işlevli
yapılarıyla Türk Saray mimarisinin genel karakterini
yansıtmaktadır. İnşasının ardından Osmanlı-Rus
Savaşı, Balkan Savaşı, IV. Mehmet’in sünnet şöleni
gibi pek çok önemli olaya tanıklık eden Saray,
Osmanlı-Rus Savaşı’nda önemli oranda tahrip edildi.
Savaş sırasında
cephanelik olarak kullanılan Saray, Edirne’nin
istila edileceği ve cephanenin Ruslar’ın eline
geçebileceği düşüncesiyle dönemin Edirne Valisi
Cemil Paşa’nın emriyle havaya uçuruldu.
Saraydan günümüze
mutfağı, Babüssade, Cihannüma Kasrı, Kum Kasrı
Hamamı, Fatih Köprüsü, Adalet Kasrı, Kanuni Köprüsü,
Su Maksemi, Şehabeddin Paşa Köprüsü, Namazgahlı
Çeşmesi, Av Köşkü gibi yapılar ulaşabildi.
Saray, 2009′da
başlatılan kazılarla gün yüzüne çıkarılmaya
çalışılıyor.
haberler.com, 09.07.2014
|
PARION'UN SIRLARINI
ANLATACAK KAZILAR BAŞLADI

Çanakkale'nin Biga
İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü sınırları içerisinde
kalan Parion antik kentinin ortaya çıkarılması
çalışmaları kapsamında 10'uncu dönem kazıları
başladı. Parion antik kentinin, alan büyüklüğü ve
bulunan tarihi eserler bakımından büyük önem
taşıdığı vurgulandı.
Antik çağlarda bir
liman kenti olan Parion antik kentindeki kazı
çalışmalarını, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Atatürk Üniversitesi adına Atatürk Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Vedat
Keleş'in başkanlığında yürütüldüğü belirtildi. Kazı
Restorasyon ve Konservasyon çalışmalarında Atatürk
Üniversitesi, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi,
Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi, Karabük
Üniversitesi, Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi'nden 28 öğrenci, 19 arkeolog, 1
epigraf, 1antropolog, 7 mimar, 1 harita mühendisi, 8
restoratör ve konservatör olmak üzere 65 kişilik
ekibin görev aldığı açıklandı. Çalışmalara ayrıca
ana sponsor İÇDAŞ A.Ş.'nin verdiği 70 kişilik işçi
ekibinin de destek sağladığı kaydedildi. 2014
sezonunda geçen yıllarda başlayan kentteki güney
nekropol, tiyatro, odeion, Roma hamamı, yamaç yapısı
ve sondaj yapısı olmak üzere 7 sektörde kazı
çalışmalarına devam edileceği belirtildi. Bunun
yanında kentin değişik noktalarında sondaj
çalışmalarının da yürütüleceği belirtildi. 2014
sezonunda ağırlık verilecek çalışmalardan biri de
restorasyon ve konservasyon çalışmaları olacağı
açıklandı. Daha önceki yıllarda ortaya çıkarılan ve
kazısı biten erken Bizans şapeli arkeopark
projesinin bitirilmesinin hedeflendiği ifade edildi.
Parion antik kentinin 'Ören Yeri Statüsü' kazanması
için gerekli alt yapı proje çalışmaları da bu sezon
başlatılacağı belirtildi. Milattan önce 8'inci
yüzyıl sonlarına ait iki limanıyla önemli bir liman
kenti olan Parion'da, 2015 sezonunda başlatılması
düşünülen su altı arkeolojisi çalışmalarının alt
yapısının da bu sezon oluşturulacağı bildirildi.

ÖNCEKİ KAZILARDA
TARİH ÇIKTI
Geçen yıllardaki
kazılarda Parion antik kentinde meşe yapraklı altın
taç, Eros figürlü altın küpe, altın pulun da
bulunduğu 260 adet envanterlik tarihi esere
ulaşıldı. Kazı bölgesinde Hellenistik kültür öncesi
Pers dönemine ait 4 lahit, 60 mezar. Aralarında
altın takıların yanı sıra tarihi eserler. Cadde ve
caddenin iki yanında sıralanan yapılar. Nekropol,
saray veya villa benzeri bir yapı ile antik tiyatro
bulundu. Gün yüzüne çıkarılan Artemis heykeli
arkeolojik kazanım açısından hayli kıymetli bir eser
olarak değerlendirilirken, 5 bin kişilik olduğu
tahmin edilen stadyum kazısı tamamlandıktan sonra
Parion antik kentinin dünyaya tanıtılarak turizme
kazandırılması hedeflendiği belirtildi.
Zaman, 09.07.2014
******
ARKEOLOJİ ALANINDA
EFES'İ GERİDE BIRAKACAK

Alan büyüklüğü ve
bulunan tarihi eserler bakımından Efes antik kentini
geride bırakacak olan Çanakkale’deki Parion antik
kentinin ortaya çıkarılması için onuncu sezon
kazılarına başlanıldı.
2005 yılında ilk kez
kazı çalışmalarının başlatıldığı Biga’nın Kemer
Köyü’nde yer alan antik çağlardaki bir liman kenti
olan Parion’daki kazılar Kültür Ve Turizm Bakanlığı
ile Atatürk Üniversitesi adına Atatürk Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Profesör Cevat
Başaran başkanlığında yürütülüyor.
Çelik ve enerji
üretimiyle Türkiye ekonomisine büyük katkıda bulunan
ve bu yıl İSO 500 listesinde 7′inci sırada yer alan
İçdaş (İçdaş Çelik Enerji Tersane ve Ulaşım
A.Ş.)’nin 2008 yılından bu yana sürdürdüğü
sponsorlukla Parion antik Kent kazılarına devam
ediliyor. Dünyanın sayılı, Türkiye’nin ise en büyük
tarihi kazısının yapıldığı Parion Antik Kenti
İçdaş’ın sponsorluğunda gün yüzüne çıkartılıyor.
Kazı, restorasyon ve
konservasyon çalışmalarında Atatürk Üniversitesi,
Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Karamanoğlu
Mehmet Bey Üniversitesi, Karabük Üniversitesi,
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nden 28 öğrenci,
19 arkeolog, 1 epigraf, 1antropolog, 7 mimar, 1
harita mühendisi, 8 restoratör ve konservatör olmak
üzere toplam 65 kişilik ekip görev alıyor.
Çalışmalara ayrıca ana
sponsor İçdaş A.Ş.’nin verdiği 70 kişilik işçi ekibi
de destek sağlıyor.
2014 sezonunda geçen
yıllarda başlayan kentteki güney nekropol, tiyatro,
odeion, Roma hamamı, yamaç yapısı ve sondaj yapısı
olmak üzere 7 sektörde kazı çalışmalarına devam
edilecek.
Bunun yanında kentin
değişik noktalarında sondaj çalışmaları da
yürütülecek. 2014 sezonunda ağırlık verilecek
çalışmalardan biri de restorasyon ve konservasyon
çalışmaları olacak. Daha önceki yıllarda ortaya
çıkarılan ve kazısı biten erken Bizans şapeli
arkeopark projesinin bitirilmesi hedefleniyor.
Parion antik kentinin “Ören Yeri Statüsü” kazanması
için gerekli alt yapı proje çalışmaları da bu sezon
başlatılıyor.
MÖ 8. yüzyıl sonlarına
ait iki limanıyla önemli bir liman kenti olan
Parion’da 2015 sezonunda başlatılması düşünülen su
altı arkeolojisi çalışmaları alt yapısı da bu sezon
oluşturulacak.
Geçtiğimiz yıllardaki
kazılarda meşe Yapraklı altın Taç, Eros figürlü
altın küpe, altın pulun da bulunduğu 260 adet
envanterlik tarihi esere ulaşılmıştı. Kazı
bölgesinde Hellenistik kültür öncesi Pers dönemine
ait 4 lahit, 60 mezar, aralarında altın takıların
yanı sıra tarihi eserler, cadde ve caddenin iki
yanında sıralanan yapılar, nekropol, Saray veya
villa benzeri bir yapı ile antik tiyatro bulunmuştu.
Gün yüzüne çıkarılan
Artemis heykeli arkeolojik kazanım açısından hayli
kıymetli bir eser olarak değerlendirilirken, 5 bin
kişilik olduğu tahmin edilen stadyum kazısı
tamamlandıktan sonra Parion antik kentinin dünyaya
tanıtılarak turizme kazandırılması hedefleniyor.
Kazılar tamamlandığında Efes antik kentinden de
büyük bir merkezin ortaya çıkacağı belirtiliyor.
haberler.com, 09.07.2014
|
DENİZLİ'DEKİ ANTİK
KENTLER GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Türkiye'de turist çeken
önemli merkezler arasındaki Denizli'de, antik
kentler 12 ay süren çalışmalarla gün yüzüne
çıkartılıyor.
Denizli Valisi
Abdülkadir Demir, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Türkiye'nin arkeolojik alanlar yönünden
çok zengin bir ülke olduğunu, hemen hemen her
şehirde arkeolojik alanların bulunduğunu belirtti.
Denizli'de de 19 antik kentin bulunduğunu ve 5'inde
kazı çalışmalarına devam edildiğini bildiren Demir,
Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nce Laodikya
antik kentinde kazıların 12 ay kesintisiz sürdüğünü
bildirdi.
Arkeolojik çalışmaların
genellikle yılın belli bir iki aylık döneminde
gerçekleştirildiğine dikkati çeken
Demir, "Üniversitelerin tatile girdiği dönemde
asistanlar, öğrenciler ve diğer görevlilerle
birlikte 1 ay kadar çalışma yapılıyor. Ama
Laodikya'da yıl boyu devam eden kazılar sayesinde,
başka bir kazıda 12 yılda yapılan çalışmayı bir
yılda gerçekleştirdik. Bu eserlerin kısa sürede gün
yüzüne çıkmasını, görünmesini sağlıyor" diye
konuştu.
Denizli'de Laodikya'nın
yanı sıra, Pamukkale'de Hierapolis, Buldan
İlçesi'nde Tripolis, Çivril İlçesi'nde Beycesultan
ve Kale İlçesi'nde Tabea antik kentlerinde kazı
çalışmalarının devam ettirildiğini
bildiren Demir, "Pamukkale'deki Hierapolis antik
kenti kazısını, İtalyan kazı heyeti 50 yıldır
yapıyor. Bu çalışmaların bir kısmı müze kazısı
olarak devam ediyor. Laodikya'daki 12 ay süren kazı
başarısını, Denizli'deki diğer antik kentlerde de
uygulamaya başladık. Bu bize bir yıl
içerisinde neler yapabildiğimizi gösterdi" dedi.
Yürütülen çalışmalarla
ilgili ödenek sıkıntılarının bulunmadığını ifade
eden Demir, önceki yıllar İl Özel İdaresi
destekleriyle yürütülen çalışmalarla ilgili Kültür
ve Turizm Bakanlığı tarafından önemli kaynakların
sağlandığını kaydetti. Hierapolis antik kenti ve
Pamukkale'yi TÜRSAB'ın işletmeye başlamasıyla,
buralardan yürütülen kazılara önemli destek
sağlandığı bilgisini veren Vali Demir, ortaya
konulan iş birliğiyle model olabilecek bir kazı
sistemi gerçekleştirdiklerini, bu iş
birlikteliklerinin gelecek yıllarda da devam
edeceğini dile getirdi.
Kazılarda ortaya
çıkarılan eserlerin aynı yıl restore edilerek
ziyaretçiler için sergilendiğine değinen Demir,
şöyle devam etti:
"Çivril İlçesi'nde 2
yıldır çalışmaların yürütüldüğü Beycesultan'ın
tarihi 5 bin yıl öncesine dayanıyor. Bu kazı yapılan
alanların üzeri kapatılarak sergilenebilir hale
getirilecek. Muğla yolu üzerinde Kale İlçesi'ndeki
Tabae antik kentinde, sadece bu bölgeye has, başka
yerlerde görmediğimiz sarnıçlarla karşılaşıyoruz.
Pamukkale'yi görmeye gelen turistlerin rahatlıkla
ziyaret edebileceği bir yer. Bu yıl projeleri
tamamlanan sarnıçların ve diğer eserlerin
restorasyonu yapılacak. Bu alanların turizme
açılması planlanıyor. 2014 yılı Denizli'deki
arkeolojik kentler anlamında önemli bir yıl olacak.
Sahip olduğumuz bu arkeolojik alanları görünebilir
hale getirip restorasyonunu sağladığımızda
ziyaretçileri cezbedecek, alternatif gezi alanları
oluşturabileceğiz."
Memleket, Haber: Mustafa
Dermencioğlu, 09.07.2014
|
ÇUKUROVA'NIN İLK
ARKEOLOJİK GEZİ REHBERİ BASILDI

Çukurova
Üniversitesi (ÇÜ)
arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. K. Serdar Girginer ile
Dr. Haluk Uygur’un birlikte kaleme aldıkları
“Kilikya: Toros ve Amanosların Gölgesinde
Kültürlerin Buluştuğu Nokta” isimli arkeolojik
rehber, hem Türkçe, hem de
İngilizce olarak
basıldı.
Konuyla ilgili açıklama yapan Yrd. Doç.Dr. K.Serdar
Girginer, Çukurova’nın ilk arkeolojik gezi
rehberiyle ilgili şu bilgileri verdi;
“Bu kitabı yazmak istememizdeki en önemli nedenler
arasında, hem Türkçe hem de İngilizce nüshasının
rahat taşınabilmesi ve özet bilgilerden oluşarak
bölgedeki yeni gelişmelerin de anlatıldığı bir nevi
gezi güzergah rehberi mantığıyla ve güzel
görüntülerle Kilikya bölgesinin hem arkeolojik
kültür mirası, hem de doğal güzelliklerinin
tanıtılması amacı güdülmüştür.”
“Bu kitapta Kilikya’nın en batısından başlanarak
doğuya doğru bir takım gezi güzergah önerileri de
oluşturulmuştur. Rehberin içerdiği kentler arasında
Mersin,
Adana,
Osmaniye ve
Hatay
bulunmaktadır. Kitapları Arkeoloji camiasının A
sınıfı yayınevlerinden Homer Kitabevi (İstanbul)
basmıştır. Özellikle bu yayından turizm camiasının
da yararlanması beklentilerden birisidir. Bu
arkeolojik rehber, yerli-yabancı turistler ve tur
rehberlerinin rahatlıkla yararlanabileceği nitelikle
bir çalışma olmuş ve bölgede bu konudaki büyük bir
boşluğu doldurmuştur.”
KİLİKYA'NIN ÖNEMİ
Kitabın konusunu oluşturduğu Kilikya, kara,
deniz ve nehirler üzerinden sağladığı ulaşım,
Anadolu ve
Mezopotamya ile Doğu
Akdeniz arasındaki
köprü konumu, tarıma elverişli geniş toprakları ile
uygarlık tarihi açısından çok önemli bir bölgedir.
Mezopotamya dünyası ile Orta Anadolu ve Ege Bölgesi
arasında bir köprü olmakla kalmamış, kendine özgü
kültürler de yaratmıştır. Bunları başka bölgelere
taşımış, bağımsız devletler kurmuş, dilini en eski
devirlerden beri yazıya geçirmiş; din, edebiyat,
tıp, eczacılık, felsefe, büyücülük ve falcılık
konularında büyük gelişmelerin ve icatların
yapıldığı, eski dünyanın nadir bölgelerinden biri
olmuştur.
Milliyet, 09.07.2014
|
TELMESSOS ANTİK
TİYATROSU RESTORASYONUNDA NELER OLUYOR?
2012 Eylül ayında
başlayan restorasyon çalışmalarının gecikeceği
bildirilmişti fakat ortaya çıkan fotoğraflar
restorasyon projesi ile ilgili kafalarda soru
işaretleri yarattı.

Bugün sosyal medyada
dolaşan ve Telmessos Antik Tiyatrosu'na ait
fotoğraflarda tiyatronun tarihi dokusunu
kaybettiğine dikkat çekiliyor.

Roma döneminde inşa
edilen, MS 2. yy'da onarım geçiren ve Bizans
döneminde arena olarak kullanılan Türkiye'nin denize
yakın en eski tiyatrosu olan 6 bin kişi kapasiteli
tiyatro, Muğla İl Özel idaresinin web sayfasında yer
alan ihale ilanına göre, Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamındaki 'Kültür
Varlıklarının Rölöve, Restorasyon, Restitüsyon
Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme
Projeleri ve Bunların Uygulamaları İle
Değerlendirme, Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı
Çalışmalarına İlişkin Mal ve Hizmet Alımları'na dair
yönetmeliğin 24. maddesine göre 11 Haziran 2012 günü
ihaleye çıkmış ve 4 milyon 550 bin liraya işi alan
firma tarafından 600 gün içinde restore edileceğine
dair anlaşmaya varılmıştı.
Arkitera, Haber: Derya
Gürsel, 09.07.2014
|
İZİNSİZ KAZILAR ANTİK
KENTE ZARAR VERİYOR

Hellenistik ve Roma
dönemlerine ait kalıntılarıyla öne çıkan Silifke
İlçesi'ndeki Olba antik kenti, defineciler
tarafından tahrip ediliyor.
Olba’da kazı çalışması
yürüten ekibin başkan yardımcısı Murat Özyıldırım,
AA muhabirine, Türkiye’de arkeolojik alanların
korunması ile ilgili sorunun henüz çözülemediğini
savunarak, define bulma amacıyla yapılan izinsiz
kazıların ülke tarihi ve turizmi için ciddi sıkıntı
oluşturduğunu söyledi.
Define arayanların,
bilim insanlarının ‘bu eserlerin değeri, sadece
geçmişin aynası olmalarıdır, taşların içinde hazine
diye bir şey asla yoktur, bu akla ve mantığa
aykırıdır’ sözlerini dikkate almadığını vurgulayan
Özyıldırım, “Devletin kanunları, izinsiz kazıya
müsaade etmediği gibi Diyanet İşleri Başkanlığı da
devletten izinsiz kamu malına zararın caiz
olmadığını dile getirmekte. İzinsiz yapılan,
arkeolojik kalıntılara zarar veren, arkeolojiyi yok
etmeye yönelik bu tarz definecilik, milli servete
verdiği onarılamaz zarar nedeniyle vatan
hainliğidir” dedi.
Özyıldırım, tüm
uyarılara ve güvenlik güçlerinin önleme
çalışmalarına rağmen kaçak kazıların önüne
geçilemediğini ifade ederek, özellikle Olba antik
kentinin son yıllarda izinsiz kazı nedeniyle
tahribata uğradığını belirtti.
Yakın zamanda, MS 2.
yüzyıl sonlarına tarihlenen tapınak kabartmalı kaya
mezarının tahrip edildiğini bildiren Özyıldırım,
“Bölgede Korint başlıklı sütunlara sahip tek örnek
olması, bu eseri Kent arkeolojisi bakımından ayrıca
önemli kılmakta” diye konuştu.
Olba’da, Romalı askerler
kabartmasının ana kayadan tıraşlanıp kaçırılmak
üzereyken yüzey araştırması ekibi tarafından
bulunduğunu ve Silifke Müzesi’ne teslim edildiğini
anlatan Özyıldırım, şöyle devam etti:
“Olba kazı ekibi olarak
2010 yılında kaçak kazı yapan definecileri
Şeytanderesi Vadisi’nde tespit ederek, jandarma
tarafından yakalanmalarını sağladık. 2011′de de o
bölgeye yaptığımız bilimsel gezi esnasında tapınak
kabartmalı kaya mezarı üzerinde patlayıcı düzeneği
bulduk ve jandarmaya haber verdik. Bu sayede
kabartma, Mersin’den gelen uzman ekip tarafından
düzeneğin kaldırılmasıyla korunabilmişti. Ardından
Kültür Ve Turizm Bakanlığı’nın sağladığı kazı
ödeneğiyle Olba’ya bir bekçi görevlendirildi.
Jandarma tarafından da dar bir bölgeyi içerse de
kısmi kamera sistemi kuruldu ancak 2013 yılı kazı
döneminde kamera sisteminin bozulduğu görüldü ve
kazı sonunda bakanlığa bildirildi. Uzuncaburç
Jandarma Karakolu’nun kapatılmasından sonra yapılan
uyarılar, bir kez daha Olba’daki arkeoloji ekibini
haklı çıkardı. Geçtiğimiz aylarda da ne yazık ki
tapınak kabartmalı kaya mezarına yeniden saldıran
defineciler, patlayıcı yerleştirdikleri 2 bin yıllık
eseri tahrip etmiş.”
haberler.com, Haber:
Hüseyin Haskan, 08.07.2014
|
VİLAYET CAMİİ 'PIRIL
PIRIL' OLDU

Başta Vakıflar Genel
Müdürlüğü olmak üzere,
Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Milli Saraylar ve Belediyeler son 10
yılda inanılmaz bir restorasyon atağına kalktı. Bu
durum öyle bir noktaya kadar geldi ki varlığı yıllar
önce kaybolan ancak albümlerden, arşivlerden tespit
edilen yok olmuş eserlerin ihyasına –diğer bir
deyişle yeniden yapılmasına– kadar vardı. Bu bir
yandan iyi sonuçlar alınmasına neden olurken bir
başka yandan ise restorasyon rezaletlerini de ortaya
çıkardı.
METRO CAMİSİ!
İstanbul Valiliği’nin hemen önündeki Vilayet Cami
diğer adıyla 'Nallı Mescid' Cağaloğlu yokuşundan
çıkarken pek çok kişinin gözüne bile batmayacak
sadelikteydi. Klasik üslubun dışındaki mimarisi ile
Fatih Sultan Mehmed
döneminde Akşemseddin’in akrabası İmam Ali Efendi
tarafından yaptırılan tarihi cami yakın zamanda
restore edilerek ibadete açıldı. Ancak bugünlerde
şöyle bir etrafında dolaşın, acaba cami size Fatih
dönemi izlenimi verir mi? Babıali’de 1800’lerde
çıkan büyük yangından sonra tarihi cami 1868’de
yenilenmiş olsa da restorasyon sonrası hali içler
acısı. Caminin ön tarafında Marmaray metro istasyonu
yapıldı. İstasyonun açılışı ile restorasyonun bitiş
tarihi birbirlerine yakın döneme denk gelince de
sanki istasyonla birlikte ortaya yeni bir cami
kondurmuşlar havası doğdu. Yokuştan çıkan birçok
insan, "Buraya yeni cami yapmışlar" tepkisi veriyor.
Hatta burada eskiden cami olduğunu bilmeyenlerce
"metro cami" ismi bile konmuş.
İÇ MİMARİ
RESTORASYONU İYİ AMA...
Caminin içini gezdim. Kubbedeki kalem işleri ve
içindeki ahşap mimari oldukça iyi durumda. İç
mimarideki restorasyon başarısı maalesef dış yapıda
korunamamış. Daha önce Valilik binası ile eş renkte
olan cami dikkat çekmez sade görünümünü kaybetti.
Parlak boya ile kırmızı beyaza boyanan cami
metrelerce öteden ‘ben buradayım’ diye bağırıyor.
Siyah beyaz fotoğraflarında da caminin aslının bu
renkte olduğunu kanıtlayan bir iz bulamadık.

Caminin eski hali
'ZAMANLA SOLAR'
Vilayet Cami Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından
Yılmaz Yapı Taahhüt firmasına 2011 yılında ihale
edildi. Şirket sahibi Yusuf Yılmaz ile telefonda
konuştuk. Tüm çalışmaları bilimsel yaptıklarını ve
kurul iznine sunduklarını anlatan Yılmaz’ın kendisi
de aslında bu durumdan pek memnun değil. Yılmaz
şunları söyledi; "Eski görüntülerde de bu renkler
çıktı. Eski boyanın altında da kazıdığımızda bu
renkleri gördük. Fotoğraflarda da tespit edince
ilgili kurula yazdık. Onlarda raportörlerini
gönderdiler. Baktılar, incelediler. Proje
onaylandıktan sonra biz de uyguladık. Pırıl pırıl
olduğu benim de dikkatimi çekti ama 'zamanla solar'
dedik. Tamamen Koruma Kurulu’nun isteği
doğrultusunda hareket edildi."

Caminin şimdiki hali
'HOŞ DEĞİL!'
Tarihi caminin son halini restoratör ve mimar
Prof.Dr. Zeynep Ahunbay’a sorduğumuzda şu yanıtı
aldık: "Her alttan çıkanı üste taşımak gerekir mi
bilemiyorum. Ben de gördüm. Çok parlak 'pırıl pırıl'
yeni havasında. Bu başka bir üslup. 19. Yüzyıl
eklektik mimari üslup yerine Afrika, Arap marok
üslubu olmuş. Yani buna onay veren mercilere sormak
lazım, neden böyle istenmiş, neden böyle olması
kabul edilmiş. Hiç hoş durmuyor."
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 08.07.2014
|
İLK HAYVANAT BAHÇESİ
ANADOLU'DA KURULMUŞ

Kültepe/Kaniş-Karum Kazı
Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, “Kültepe-Kaniş’i
(Neşa) ele geçiren Kuşarra Kenti Kralı Anitta, MÖ
18′inci yüzyılda çeşitli yerlerden topladığı, aslan, leopar, yaban domuzu gibi yırtıcı, geyik, keçi gibi çevik hayvanları Kültepe’ye getirip korunaklı bir yerde muhafaza etmiş. Kültepe’deki bu hayvanların bir arada tutulduğu yer için kayıt olarak bildiğimiz dünyadaki en eski (ilk) hayvanat bahçesi diyebiliriz” dedi.
Konuyla ilgili
açıklamalarda bulunan Kazı Başkanı Prof.Dr. Fikri
Kulakoğlu, “Anitta Metni olarak bilinen tablet(ler),
Kültepe’de bulunmayan, ama Kültepe ve Anadolu tarihi
hakkında bilgiler sunan en önemli belgelerden
birisidir. Bu tabletlerde, yaklaşık olarak MÖ 18.
yüzyılda yaşamış ve yerini bilmediğimiz Kuşşara
Kenti Kralı olan Anitta’nın faaliyetleri
anlatılmaktadır. Ancak, bu faaliyetler MÖ 18.
yüzyılda değil, daha sonraları, yaklaşık 16.
yüzyılda yazılan ve Hititlerin başkenti Hattuşa’da
bulunan bir tablette anlatılmaktadır. Bu tablet
Kültepe değil, Boğazköy’de bulunmuş. Birkaç parça
halinde birkaç versiyonu değişik şekilde bilinen bir
metin. Bizim alanımızda Anitta olarak bilinen bir
tablet” diye konuştu.
Bu tablette ilk Hitit
Kralı olarak bilinen Anitta’nın yaptığı işlerin
bildirildiğini kaydeden Prof.Dr. Kulakoğlu, şöyle
devam etti:
“Tablette anlatıldığına
göre Anitta, bir gece baskınında Kültepe’yi ele
geçiriyor. Fakat insanlara zarar vermiyor, sadece
şehri ele geçiriyor. Yakmıyor, yıkmıyor. İnsanlara
anne ve babaları gibi davranıyor. Dolayısıyla buraya
geldikten sonra şehri imara başlıyor. Şehri imar
ederken beş tane tapınak yaptırıyor, Saray
yaptırıyor, şehir surlarını yeniliyor ve şehrin
kalkınmasında öncülük ediyor. Bunun yanında yaptığı
çok ilginç bir iş daha var. O dönemde büyük
olasılıkla da Mezopotamya’da da Moda olan bir kurum
inşa ediyor. Yazılı metinde bahsettiğine göre
çeşitli yabani hayvanları, aslanları, leoparları,
yabani domuzları ve yırtıcı hayvanları topluyor ve
bunları Kültepe’ye getiriyor. Kültepe’de bunları
büyük olasılıkla bir bahçe içerisinde bir alanda
saklıyor, koruyor.”
Prof.Dr. Kulakoğlu,
Anitta’nın hayvanları Kültepe’ye getirmesindeki
amacın, günümüzde olduğu gibi vatandaşların bunları
görüp bilgilerini artırmak olmadığını, bu hayvanları
getirmesindeki en büyük nedenin, kendi gücünü
göstermek olduğunu vurgulayarak, “O dönemde ve
sonraki dönemlerde bildiğimiz bir uygulama var.
Krallar güçlü insanlar, güçlü hayvanlarla,
varlıklarla mücadele edebilecek güçte büyük
insanlar. Bunlara özel günlerde özel törenlerde ava
çıkıyor. O törenin niteliğine uygun olarak örneğin
bir aslan avın çıkıyor. Aslan’ı zapt edebilecek
kadar kuvvetli kudretli kral olduğunu kendi halkına
göstermek için bu tür etkinlikler hazırlattırıyor.
Kültepe’de hayvanat bahçesi gibi bir tesisi
kurmasının nedeni de bu. Kendi gücünü kendi halkına
ispat etmek istemiş. Günümüzden 4 bin yıl önce bu
amaçla, topladığı hayvanlarla Kültepe Kaniş’te
oluşturduğu hayvanat bahçesi, Anadolu’da ilktir.
Diğer taraftan yakın doğuda benzer uygulamaların
olduğunu biz örneklerden biliyoruz. Ama kayıt olarak
bildiğimiz en eski hayvanat bahçesi diyebiliriz”
ifadelerini kullandı.
MEŞHUR ANİTTA TABLETİ (
StBoT 18)
“Kuššara kralı
Pithana’nın oğlu Anitta (şöyle der): Konuş:
Göğün Fırtına Tanrısına
(karşı) iyi idi,
ve Fırtına Tanrısına
(karşı) iyi olunca,
Neša kralı Kuššara
kralına (karşı) savaş açtı [ ]
Kuššara [kr]alı şehirden
aşağıya [ki]tle halinde ge[ldi,]
[ve Ne]ša’yı geceleyin
güçlü bir saldırı ile al[dı.]
[Ne]ša kralını yakaladı
ve Nešalılardan
hiçbirine kötülük
yapmadı.
[Onları] (kendisinin)
anaları, babaları yaptı.
Babam [Pi]thana’dan
sonra aynı yılda
Bir savaş kazandım.
Güneş Tanrısı tarafından (doğudan)
[ha]ngi ülke başkaldırdı
ise, onların hepsini [y]en[dim.]
…….
Neša’da surlar inşa
ettim. Şehir (surlarından) sonra
Göğün Fırtına Tanrısının
tapınağını ve Tanrı Šiunašummi’nin tapınağını inşa
ettim.
Taht Tanrısının
tapınağını, efendim Fırtına Tanrısının tapınağını ve
Tanrı Šiunašummi’nin tapınağını inşa ettim.
Seferden getirdiğim
ganimetle [onları] donattım.
Ve bir adak yaptım ve
lanet [ettim.]
Aynı gün iki aslan,
yetmiş domuz, altmış yaban domuzu,
yüzyirmi yaban hayvanı
(?), ya leopar ya aslanlar ya geyikler
ya dağ keçisi ya da
[…………….]
Neša’ya (baş) kentime
getirdim.”
haberler.com, 08.07.2014
|
2 BİN YIL SONRA YİNE
PAZAR YERİ OLACAK

Denizli'nin Buldan
İlçesi'ndeki Tripolis antik kentinde gün yüzüne
çıkartılan, 2 bin yıllık kapalı pazar yerinin, el
dokumalarıyla ünlü Buldan'ın tekstil ürünleri ile
hareketlendirilmesi planlanıyor.
Buldan İlçesi'ne bağlı
Yenicekent mahallesinde yer alan Tripolis antik
kentinde 1994 ve 2007 yıllarında başlatılan kazılar,
zaman zaman kesintiye uğrasa da 2 yıldan beri
Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) koordinatörlüğünde
gerçekleştiriliyor.
Hellenistik Dönem'de
Frigya, Karya ve Lidya bölgelerinin kesişim
noktasında, Lidya sınırları içerisinde yer alan
antik kenti gün yüzüne çıkarma çalışmalarını, PAÜ
Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. Bahadır Duman, 70 kişilik
bir kadro ile sürdürüyor.
2 BİN YILLIK KEMERLİ
PAZAR YERİ
Bölgeye hakim bir
tepenin yamacında kurulan antik kentte, bozulmadan
günümüze kadar ulaşan kilise ve freskli dükkanların
yanı sıra 2 bin yıllık kemerli pazar yeri dikkat
çekiyor. Kemerlerin üzerinde büyük kesme taşlardan
yapılmış tavan blokları ve havalandırma boşlukları
bulunan pazar yerinde 14 sütun, 20 kemer ve 88 çatı
bloku gün yüzüne çıkartıldı.
Tripolis Antik Kenti
Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Bahadır Duman,
antik kentteki ilk yerleşim izlerinin MÖ 3. yüzyıla
dayandığını belirtti.
Toprak dolguyu kazarak
yaklaşık 500 metrekare büyüklüğündeki pazar yerine
ulaştıklarını anlatan Duman, şu an ziyarete açık
pazarda, tarihi dokuya zarar vermeden dokuma
tezgahları kurulacağını açıkladı. Duman, pazar
yerinde eski üretim ve alışveriş alışkanlıklarının
canlandırılacağını ve buranın tanıtımı için önemli
bir adım atılacağını söyledi.
Denizli Valisi
Abdülkadir Demir de içine girilerek gezilebilen
kapalı pazarla ilgili şunları söyledi:
"Buldan'daki turizmle
birlikte, ki Buldan hem sahip olduğu sivil mimari
eserleri ile hem de el dokuması tekstili ile çok
meşhur, bununla da birleştirdiğimizde bu alan çok
iyi şekilde kullanılabilecek. Bununla ilgili,
özellikle Buldanımızın sahip olduğu o el
dokumalarını rahatlıkla burada pazarlayabiliriz.
Bunun için öncelikle buranın çok daha fazla
tanıtılmaya ihtiyacı var. Burada tekstille ilgili
defileler yapabiliriz. Geçen yıllarda burada bu
eserlerin hiçbiri yoktu.''
Restorasyon çalışmaları
tamamlanan pazar yerinin tanıtımı için Buldan
Kaymakamlığı ile PAÜ Buldan Meslek Yüksekokulu Moda
Tasarım ve Giyim Üretim Teknolojisi programlarının
mayıs ayında planladığı defile, yağışlar dolayısıyla
yapılamamıştı.
Trt Haber, 08.07.2014
|
BU KİTAP 1500 SENESİNDE
YAZILDI
Muğla Milas'ta ihbar
üzerine durdurulan otomobilde 1500 senesinde
yazıldığı belirlenen Osmanlıca el yazması kitap
bulundu.
Bir ihbarı değerlendiren
Milas Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Grup
Amirliği ekipleri, Milas-Bodrum karayolunda bir
otomobili durdurdu. Otomobilde gercekleşen aramada
bagaj bölümünde el yazması kitap bulundu. Milas
Arkeoloji Müzesine gönderilmektde olan kitabın, 1500
senesinde Osmanlıca el yazısıyla yazıldığı saptadı .
Otomobildeki B.K, N.Ç,
M.Ç. ve Y.Ç. gözaltına alındı. Eser, daha akabinde
sergilenmek üzere Konya Yazma Eserler Müzesi'ne
gönderildi.
Ajans 34, 08.07.2014
|
|
TARİHİ SAATLERLE 'ZAMANA
YOLCULUK'

Burdur Arkeoloji
Müzesi’nde bulunan çeşitli tarihi saatler, saat
olgusunun eskiden günümüze nasıl geldiğini gözler
önüne seriyor.
Burdur Valiliği, İl
Kültür Turizm Müdürlüğü ve Burdur Arkeoloji
Müzesi’nin yaptığı çalışma sonucu aralarında MS
2.yy’da yapılmış güneş saati ile 1900′lü yıllarda
üretilen saatler bir araya getirildi.
Bakımları büyük bir
özenle yapılan saatler, müzede ziyaretçilerin
ilgisine sunuldu.
Sergilenen saatler
arasında yer alan yaklaşık 1800 yıllık güneş saati,
aslan ayağı formunda bir kaide üzerine 60 derecelik
bir açıda halka şeklinde taştan yapılmış. İç kısmı
dilimli, dış kısmını ise bitkisel bir sarmal motifin
süslediği saatin halkasının kenarında yaptıran
kişinin adı yazıyor. Saat içinde bulunması gereken
sabit gösterge çubuğu (gnomon) ise eksik.
Ahşap kasalı, gong
çalabilen, kurmalı, üzerinde eski Türkçe ve Roma
rakamları bulunan saatlerin büyük bölümü çalışıyor.
- “Güneş saatiyle
başlayan serüven, dijital sisteme kadar geldi”
Müze Müdürü Hacı Ali
Ekinci, AA muhabirine yaptığı açıklamada, insanların
yaşamın başlangıcından bu yana zaman dilimini tayin
etme arzusunda olduğunu ve bunun sonucunda ilk güneş
saatlerinin ortaya çıktığını anlattı.
Bu saatlerin
Mezopotamya’dan, Mısır’dan ve Anadolu’daki diğer
kültürlerden günümüze geldiğini belirten Ekinci,
“Anadolu’da yaşayan kültürler içerisinde antik
kentlerin bir çoğunda güneş saatleri vardır.
Burdur’da da Sagalassos Antik Kenti kazısında
çıkarılan güneş saati bunlara güzel bir örnektir”
dedi.
İnsanların güneş
saatinden sonra gecenin de zamanını bilmek
istediklerini ve bunun için su, kum ve mum saatleri
gibi saatler ürettiklerini ifade eden Ekinci, şöyle
konuştu:
“İnsanoğlu 15. yy’dan
itibaren mekanik saate geçmiş. Osmanlı döneminde de
saatler genellikle 19.yy’da camilerimizin
duvarlarında görülmüştür. Mekanik saatler gelişince
kentlerimizin bir çoğunda saat kuleleri oluşmaya
başlamış. Osmanlı döneminde padişahlar tren
garlarında, camilerde büyük duvar saatleri ya da
ayaklı saatler yaptırarak Anadolu’ya da bunları
yaygınlaştırmışlar.”
Ekici, saat olgusunun
eski çağlardan günümüze geldiğini, günümüzden sonra
da gelecek kuşaklara aktarılacağını kaydetti.
Ekici, “Taştan mermerden
yapılmış güneş saatiyle başlayan serüven, bugün
dijital sisteme kadar geldi. Şimdi insanların büyük
kısmının kolunda saat yok. Çünkü cep telefonunda da,
bilgisayarlarda da dijital saatler var. Ama saate
olan ihtiyaç her zaman sürecek” dedi.
haberler.com, Habr:
Gökmen Yüce, 08.07.2014
|
HEDEF UNESCO KALICI
MİRAS LİSTESİ
Birleşmiş Milletler
Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumunun "Dünya mirası
geçici listesi"ne Türkiye'den son dahil edilen 13
alandan biri olan ve milattan önce 5 binli yıllara
tarihlenen Aslantepe Höyüğü'nün dünya mirasları
kalıcı listesine girmesi hedefleniyor.

Malatya Valisi Vasip
Şahin, yaptığı açıklamada, geçen yıl ağustos ayı
sonunda Aslantepe Höyüğü'nü ziyareti sırasında kazı
heyeti başkanı ve üyeleriyle görüştüğünü, yaptıkları
çalışmalar sonucunda höyüğün "Dünya mirası geçici
listesi"ne aday gösterilmesi noktasında gerekli
donelerin hazır olduğunu tespit ettiklerini söyledi.
"Aslantepe Höyüğü, son
yıllarda daha da ön plana çıktı"
Aslantepe Höyüğü
hakkında bilgi veren Şahin, şunları söyledi:
"Burada, şu ana kadar
tespit edilen 3 bin-3 bin 500 yılları arasında
yapıldığı düşünülen bir kerpiç saray, bir de 3 binli
yıllarda yapıldığı tespit edilen tapınak var. Bize,
orada çıkan 2 bine yakın mühür vesaire diğer
bürokraside kullanılabilen eşyalar gösteriyor ki
burası aynı zamanda bir yönetim merkezi. Aslantepe
Höyüğü, bu özelliğiyle zaten son yıllarda daha da ön
plana çıktı. Aslantepe Höyüğü, şu ana kadar tespit
edilebilen en eski yönetim yeri veya yönetim
anlamında düzenli bir hayatı olan yerleşim yeri
olarak öne çıktı. Hem il hem ülke olarak bu
değerimizi dünyaya çok daha hızlı, çok daha etkili
şekilde tanıtmamız lazım" diye konuştu.
Yeni Şafak, 08.07.2014
|
HASANKEYF GÜN SAYIYOR
Bugün, Dünya Su Günü.
Dünyada bir milyar insan temiz içme suyundan yoksun
iken içme suyu ve enerji temini için kurulan
barajlar da çevreciler tarafından eleştiriliyor. En
çok eleştirlenlerden biri ise Ilısu Barajı.

Birleşmiş Milletler tarafından kısa bir süre önce
açıklanan rapora göre yaklaşık bir milyar kişi,
temiz içme suyundan yoksun. Her yıl 1,5 milyon çocuk
kirli ve mikroplu suyla bulaşan hastalıklar sonucu
can veriyor. İklim değişikliği, dünya nüfusunun
hızla artması ve sanayi tesisleri gibi faktörler
nedeniyle suların giderek daha da kirlenmesi, yakın
gelecekte dünyadaki temiz su ihtiyacının had safhaya
ulaşması anlamına geliyor. Diğer yandan insanların
içme suyu ve enerji ihtiyacını karşılamak için
kurulan devasa barajlar ise çevreciler tarafından
sert bir biçimde eleştiriliyor.
'Ilısu'yu durdur' kampanyası
Yaklaşık 6 bin yıllık bir kültürel miras
niteliğindeki Hasankeyf’i sular altında bırakacak
olan Ilısu Barajı'na karşı yapılan yoğun
protestoların ardından, Almanya, İsviçre gibi
ülkelerin yanısıra Avrupa'dan çok sayıda banka ve
firma, projeye verdikleri desteği geri çekti. Ancak
Türkiye bir süre sonra baraj inşatına tek başına
devam etmeye başladı.
“Stop Ilısu - Ilısu'yu durdur” kampanyasının
Avusturya sözcüsü Ulrich Eichelmann, bu barajla
Dicle nehrinin yaklaşık 400 kilometresinin ve birçok
nehir kolunun tahrip edileceğini ifade ediyor.
Eichelmann, Hasankeyf’in yanı sıra yaklaşık 200
arkeolojik buluntunun da sular altında kalacağını ve
100'e yakın balık türünün yok olma tehlikesi ile
karşı karşıya kalacağını kaydediyor. Eichelmann,
Ilısu projesini “Pervasız bir kibirlilik saplantısı”
olarak değerlendiriyor ve "Bu projeyi durdurmak için
yeni standartlara ihtiyaç yok, zira Dünya Baraj
Komisyonu (WCD) 1990’ların sonunda gerekli
önerilerini yaptı" diye konuşuyor ve ekliyor:
“Öneriler harikaydı. Toplam 10 öneri geldi. Bir
baraj inşa edilmek isteniyorsa 5 sosyal, 5 de çevre
faktörünün dikkate alınması gerekiyor. Bunlardan
ilki, 'Bu bölgede mutlaka bir baraj yapılmalı mı ya
da bunun alternafi yok mu?' diye düşünmek gerek.
Eğer yapılacaksa bundan olumsuz etkilenen çevre
sakinleri de projeye dahil edilmeli. Bu Ilısu'da
sanki yapılıyormuş gibi gösteriliyor ancak gerçekler
çok daha farklı. Bu proje, en eski standartlara göre
inşa ediliyor ve idda ediyorum ki bu standartlar
1990’ların standartlarından bile çok daha kötü.
Çünkü o yıllara kıyasla, baraj projeleri giderek
büyüyor.”
“Nehirler yaşam için var, barajlar için
değil”
Türkiye'den geçiyoruz Fransa'ya... “Nehirler
yaşam için var, barajlar için değil” diye slogan
atıyor göstericiler... Fransa’nın Marsiya kentindeki
ana tren garının önünde toplanan çevreci
protestocular, ardından garın önündeki
merdivenlerden yuvarlanıp, kendi kurdukları baraj
setinin önünde ölü gibi uzanıyorlar. Baraj karşıtı
protestocular bu devasa projerin yeşil enerji
üretmediğini öne sürüyor. Birçok çevreci aktiviste
göre, baraj projeleri ormanların katledilmesine,
nehirlerdeki suyun azalmasına ve buna bağlı olarak
da birçok balık ve canlı türünün yok olmasına neden
oluyor. Ayrıca çevre örgütleri, dünya çapında 80
milyona yakın kişinin baraj kurulacak bölgelerden
göçe zorlandığını öne sürüyor.
Çevre örgütleri, baraj ve bentleri daha çevre
dostu inşa etmek için yapılan son girişimleri de
yetersiz buluyor. Örneğin 2011 yılında hükümetler,
çeşitli sivil toplum ve kalkınma örgütleri ile su
sektöründeki bazı işletmelerin ortak kararlaştırdığı
Hidro-enerji Sürdürülebilirlik Değerlendirmesi
Protokolü (HSAP) gibi. Uluslararası Hidro-enerji
Birliği’nin (IHA) girşimi ile düzenlenen ve yasal
bağlayıcılığı olmayan bu protokol, küresel baraj
standartlarını belirliyor.
Fransız çevre örgütü Les Ami de la Terre’in
sözcüsü Rancon Monabay, bu protokolü sert bir
biçimde eleştirenlerden biri. Monabay “Öncelikle
bunlar çok zayıf standartlar. İkinci olarak ise
baraj projelerine not verenler zaten bu barajları
inşa edenlerin kendisi. Ve üçüncü olarak da zaten
var olan bazı standartları daha da düşürmeye gerek
yok. Yani önümüzde muazzam büyük sorunlar bizi
beklerken, bu standartlar kesinlikle yetersiz
kalıyor” diye konuşuyor.
Deutsche Welle Türkçe, Haber: Michaela
Hoegen / Çeviren: Başak Demir, 07.07.2014
|
TARİHLE İÇİÇE YAŞIYORLAR

Yatağan İlçesi'ne bağlı Eskihisar Mahallesi'ndeki
Stratonikeia antik kentinde yaşayan vatandaşlar 3
bin yıllık kentte uygarlıklarla iç içe yaşıyor.
Anadolu'nun yerli halkı olarak bilinen Karialılar ve
Lelegler'e ev sahipliği yapan Stratonikeia Antik
Kenti, Hellenistik, Roma, Bizans, Anadolu beylikleri,
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde de önemini
sürdürdü. Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı
Prof.Dr. Bilal Söğüt, antik kentte, 3 bin 500
yıllık yerleşimle ilgili bulgular tespit
ettiklerini, kentte tarih sürecinin her döneminden
kalıntılar bulabilmenin mümkün olduğunu söyledi.
Antik kentin yaşayan bir arkeoloji kenti olma
özelliğiyle bir benzerinin bulunmadığını dile
getiren Söğüt, antik dönemden günümüze kadar olan
süreçte yapıların bir bütün olarak korunduğunu ifade
etti.
Söğüt, Osmanlı dönemi taş döşeli yollarda yürünerek
gezilen başka bir antik kent bulunmadığına dikkat
çekerek, kenti ziyaret edenlerin Hellenistik Dönem
Caddesi'nde yürürken bir tarafta Roma dönemine ait
meclis binası, diğer tarafta ise Osmanlı dönemine
ait Ağa Evi'ni görebildiğini belirtti. Bu
zenginliğin Stratonikeia antik kentinde günümüze
kadar devam eden bir yaşamın göstergesi olduğuna
işaret eden Söğüt, "Hala kent içerisinde yaşayan
aileler var ve burada yaşamlarını sürdürüyorlar.
Burada yaşayan insanlarla Stratonikeia'nın antik
dönemden günümüze kadar hiç ara vermeden
devamlılığını sürdürdüğünü görebiliyoruz. Tarihi
süreç boyunca bu yaşam bazen çok kalabalık bazen de
çok küçük olabiliyor" dedi.
YAŞAYAN AİLELER KENTİN KURUCULARI VE
KORUYUCULARI
Stratonikeia antik kentinde önemli kalıntıların
yanı sıra yaşayan insan hazinelerinin de bulunduğunu
anlatan Söğüt, şöyle konuştu: "Roma döneminde 80 bin
nüfusa çıkan bu kent şu an 5 aileye ev sahipliği
yapıyor. Burada yaşayan aileler gerçek olarak
buranın kurucuları ve koruyucuları. Biz de burada
hem kazıyoruz hem de yaşıyoruz. Antik kentte yaşayan
ailelerin hüzünleri, mutlulukları burada geçmiş. Bu
nedenle buraları terk edemiyorlar. Hayatlarını bu
kente adamış aileler kentin korunmasına da yardımcı
oluyorlar." Stratonikeia antik kentinde eşi ile
yaşayan Ahmet Sarı ise kentin yaşayan bir arkeoloji
kenti olduğunu ve bir benzeri bulunmadığını
vurguladı. 1970'de antik kente yerleştiğini anlatan
Sarı, "Aynı yıl başlatılan ilk kazı çalışmalarında
görev aldım. Bir süre kente gelen turistlere bilet
satışı da yaptım. Daha sonra kentin müze deposunda
gece bekçiliği görevini üstlendim. 1997 yılında da
burada emekli oldum" diye konuştu. Emekli olduktan
sonra da antik kentten ayrılamadığını ifade eden
Sarı, ölene kadar eşiyle birlikte kent içerisinde
bulunan evlerinde yaşayacaklarını dile getirdi.
Stratonikeia Antik Kenti'ne gelen ziyaretçilere çay
ve kahve ikramında bulunan Dursun Okutur da
Eskihisar Mahallesi'nde doğup büyüdüğüne işaret
ederek, şunları kaydetti: "Tarihle iç içe yaşamak
çok güzel bir duygu. Biz burada kente
gelenlere hizmet ederken diğer taraftan kentin
korunması için de çaba gösteriyoruz. Ölene kadar
burada yaşayacağım. Gelen misafirlere odunda çay ve
kahve yapıyorum, ikram ediyorum."
Yeni Asır, 07.07.2014
|
SİMAV'DA KAÇAKÇILARIN KAZDIĞI ALANDA KAZI ÇALIŞMASI
BAŞLADI

Kütahya’nın Simav
İlçesi'nde, tarihi eser
kaçakçılarının izinsiz kazı yaparken, “Yunan
mitolojisinde tanrıça Demeter” figürü olduğu
belirtilen 2 metrenin üzerinde heykelin çıktığı
alanda, kazı çalışması başlatıldı.
Yaklaşık 2 ay önce Simav Jandarma Komutanlığı
ekipleri bir ihbar üzerine ilçeye bağlı Karakoca
Köyü Kapançamı mevkisinde izinsiz kaçak kazı
yapıldığı ihbarını değerlendirerek, Yunan
mitolojisinde Zeus’un kızı tanrıça Demeter figürü
olduğu belirtilen 610 kilogram ağırlığında, 2 metre
8 santimetre boyunda heykel ele geçirmişti.
Bunun üzerine Kütahya Müze Müdürlüğü, ilçeye 25
kilometre uzaklıktaki Kapançamı mevkisinde heykele
ait başka kalıntıların varlığını araştırmak amacıyla
Simav Belediyesi ile ortaklaşa kazı çalışması
başlattı. Ören yerinde 3 gündür devam eden
kazılarda, Roma dönemine ait olduğu belirtilen ve
ölülerin yakılarak külleriyle gömüldüğü (kremasyon
merkezi) alan çıkarıldı.
Müze Müdürü Metin Türktüzün, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, 2 ay önce kaçakçılar tarafından
çıkarılan Demeter’e ait başka parçaların varlığını
araştırmak amacıyla kazı çalışması başlattıklarını
söyledi. Kazıların şimdilik yaklaşık 40 metrekarelik
bir alanda devam ettiğini belirten Türktüzün,
“Kazdığımız bölümde bir tane nişli bölüm var.
Yapının 3 duvarını bulduk, diğer duvarına henüz
ulaşamadık. Basit toplama taşlardan yapılmış örgü
duvarlar var. Harç kullanılmamış. Defineciler
bölgede tahribat yaptığı için girişini henüz
bulamadık. Tanrıça Demeter’e ait olan heykelin
birkaç parçasını bulduk. Demeter’in burayla ilgisini
henüz ortaya çıkartamadık” diye konuştu.
“Dinsel amaçlı kullanılan bir yapı”
Türktüzün, yapının “kült” amaçlı kullanıldığını
tahmin ettiklerini, yapıdan kandillerin ve yanmış
kemiklerin çıktığını dile getirdi. Bu alanda
kremasyon yapıldığını tahmin ettiklerini belirten
Türktüzün, şöyle konuştu:
“Yapı muhtemelen 2. veya 3. yüzyıla ait. Demeter
heykeli de o döneme ait. Muhtemelen Demeter heykeli
başka bir yerden buraya getirtildi. Çünkü mermerden
o kadar kaliteli işçiliği olan bir heykelin, bu
bölgede kullanılması pek uygun değil. Yapı
genellikle bir köy işçiliği gösteriyor ama Demeter
heykeli birinci sınıf bir heykel. Yüksek ve çevreye
hakim bir alanda olması din merkezli bir yer
olduğunu gösteriyor. Heykelinde muhtemelen Boğazköy,
Bahtıllı ve o civardaki antik kentlerden getirilip
buraya atıldığını veya buraya gömüldüğünü tahmin
ediyoruz. Çünkü parçaları, dağınık yerlerden
çıkıyor. Sonuç olarak burasının Roma döneminde
kullanılan, milattan sonra 2. veya 3. yüzyıla ait,
dinsel amaçlı kullanılan bir mekan olduğu belli.
Kazı çalışmamızı yapının temelini, tabanını ve
duvarlarını tamamen ortaya çıkardıktan sonra
sonuçlandıracağız. Bu arada belki bazı başka
parçalar da buluruz.”
Simav Belediyesi Kent Müzesi Sorumlusu Arkeolog
Özkan Sulak da kazılara 15 işçi ile başladıklarını
ve önemli bir şey çıkması halinde bu sayının
artırılacağını kaydetti.
haberler.com, 07.07.2014
|
HÜSEYİN AVNİ PAŞA KÖŞKÜ'NDE KUNDAKLAMA ŞÜPHESİ ARTTI

İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire
Başkanlığı
Anadolu Yakası İtfaiye Müdürlüğü tarafından 29
Haziran'daki yangından üç gün sonra hazırlanan
raporda, yangının çıkış nedeninin belirlenemediği,
yapılan araştırmada yangına neden olabilecek
herhangi bir unsura rastlanılmadığı belirtiliyor.
Cengiz İnşaat’ın sahibi olduğu Hüseyin Avni Paşa
Korusu’ndaki Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nü kül eden
yangınla ilgili itfaiye raporu kundaklama
şüphelerini artırdı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi
İtfaiye Daire Başkanlığı Anadolu Yakası İtfaiye
Müdürlüğü tarafından yangından üç gün sonra
hazırlanan raporda, yangının çıkış nedeninin
belirlenemediği, yapılan araştırmada yangına neden
olabilecek herhangi bir unsura rastlanılmadığı
belirtiliyor.
Birgün Gazetesi’nden Olgu Kundakçı’nın haberine
göre, itfaiyenin raporu 1 Temmuz’da hazırlandı.
Yanan Hüseyin Avni Paşa Köşkü’ne itfaiye müdahale
etmeden önce “köşkün alevli surette yanmakta olduğu
ve yangının ormanlık alana sirayet ettiği”
belirtilen raporda olayın çıkış sebebiyle ilgili şu
ifadelere yer verildi:
“Olay yerine ulaşıldığında, yangın sebebi ile çatısı
tamamen çöken, ikinci kat dahili alevli surette
yanan metruk köşke dahilden müdahale imkanı
olmadığından, hariçten ve binanın tüm cephelerine
müdahale edilerek, 45 dakika içerisinde yangın
kontrol altına alınmış ve soğutma çalışmaları
başlamıştır. Ayrıca ormana sirayeti önlemek için
yerden müdahale edilirken
hava desteği de alınmış ve sirayet önlemiştir.
Yapılan araştırmada metruk köşke elektirk bağlantısı
olmadığı tarafımızdan tespit edilmiş, köşkün tamamen
yanması nedeniyle yangın çıkışına sebep olacak
herhangi bir unsura rastlanmadığından çıkış sebebi
tarafımızca tespit edilememiştir.”
KÖŞK'ÜN SİGORTASI YOK
Raporda köşkün son durumuyla ilgili “ahşap köşk
tamamen, köşk çevresindeki çam ağaçları kısmen
yanmaktan dolayı zarar görmüştür” denildi. Köşkteki
zararın bilirkişiler tarafından tespit edilmesi
uygun görüldü. Cengiz İnşaat tarafından satın
alınarak restorasyonu planlanan köşkün sigortasız
olması ise dikkat çekti. Tarihi Hüseyin Avni Paşa
Köşkü, İstanbul 3 No’lu
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
tarafından 8 Ocak 2002’de yıkılmadan korunması
gereken 1. grup kültür varlığı olarak
tescillenmişti.
RESTORASYON İZNİ VERİLMİŞTİ
Yangından sonra Cengiz İnşaat tarafından yapılan
açıklamada, yangından sadece beş gün önce 23 Haziran
2014’te tarihi köşkün restorasyonu için ön izinlerin
Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından verildiği ortaya
çıkmıştı. Cengiz İnşaat’ın açıklamasında, “İtfaiye
raporundan sonra nedeni kesinleşecek olan yangın,
çatıdan başlayarak bütün binanın hasar görmesine
sebep olmuştur” denilmişti.
HALİDE EDİP ADIVAR DA
ORADA YAŞAMIŞTI
Sadrazam Hüseyin Avni Paşa Osmanlı’nın belki de en
çok tartışılan isimlerinden biriydi. Sultan
Abdülaziz’in tahttan devrilmesinde parmağı olduğu
konuşuluyordu. Devrik Sultan Abdülaziz’in
kayınbiraderi Çerkes Hasan tarafından Mithat
Paşa’nın Beyazıt’taki bir köşkünde öldürüldü. Ancak
Üsküdar, Paşalimanı Caddesi’nde sahibi olduğu koru
ve köşk, içerisinde Halide Edip Adıvar’ın ailesi
yaşasa bile Hüseyin Avni Paşa’nın adıyla anıldı.
Hüseyin Avni Paşa’nın adının anılmadığı tek yer,
köşkte açılan Halide Edip Adıvar’ın adını taşıyan
okul oldu. Ancak okulun kapanmasının ardından koru
ve köşk yine Hüseyin Avni Paşa’nın adıyla anılmaya
devam etti.
İçerisinde 3 bin tescilli ağacın bulunduğu korunun
yüzde 35 hissesi işadamı Zeynel Abidin Erdem’e
aitti. Korunun geri kalan hisseleri bir dönem
Korkmaz Yiğit’in üzerine geçmişti. Borcunu
ödeyemeyen Yiğit’in hisseleri Üsküdar 3’üncü İcra
Müdürlüğü’nden satışa çıkarılmıştı. 12 milyonla
ihaleye çıkılan korunun yüzde 65’lik bölümünü 5
milyon TL’ye Medya Holding satın aldı. Koru, 27 Ekim
2000’de Etibank’a el konulmasının ardından TMSF’ye
geçti. TMSF’nin elindeki yüzde 65’lik koru alanı
2009’da Cengiz İnşaat’a satıldı. Cengin İnşaat
2013’te İşadamı Erdem’in elindeki hisseleri de satın
aldı. Cengiz İnşaat koruyu satın almasının ardından,
içerisindeki köşkü restore ederek kullanıma
açacaklarını duyurmuştu. Ancak araziyle ilgili uzun
süre bir şey yapılmadı. Koru özel mülk olduğu için
vatandaşların giriş ve çıkışlarına kapalıydı.
Radikal 07.07.2014
|
TARİHİ SU KEMERİ, SEYİR TERASI VE RESTORAN OLUYOR

Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Yönetim
Kurulu Başkanı Tayfun Kahraman, Bozdoğan Su
Kemeri’ne seyir terası projesine karşı çıkıyor.
Kahraman, “Daha sonra başka ticari işletmeler de
yapılacaktır.” diyor.
Bizans ve Osmanlı dönemlerinde kentin önemli su
yollarından biri olan Bozdoğan Su Kemeri’ni
şimdilerde büyük bir tehlike bekliyor.
Unkapanı’ndaki tarihi kemer restore edilip üzerine
yürüyüş yolu, seyir terası ve restoran yapılacak.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nin hazırladığı proje Anıtlar Kurulu’nda
onay bekliyor. İstanbul’un önemli simgelerinden biri
olan Su Kemeri’nin tahrip edilmesine en büyük tepki
Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu
Başkanı Tayfun Kahraman’dan geldi. Kemerin seyir
terası olabilmesi için bu anıt esere yeni ekler ve
uygulamalar yapılması gerektiğini hatırlatan
Kahraman, “Bizans döneminden kalmış yapıyı bu
şekilde bozmaya gerek yok.” diyor. Kemer üzerinde
yapılması planlanan seyir terası ve restoran
projesinin kültürel mirası koruma değil, tahrip
amaçlı olduğunu söyleyen Kahraman, “Kemerin seyir
terası amaçlı turizme açılmasından sonra burada
ticari amaçlı işletmeler de yapılacaktır.”
ifadelerini kullanıyor.
Bozdoğan Su Kemeri, halihazırda İstanbulluların
seyir mekanlarından biri. Değnekçilerin kontrolü
altındaki kemere çıkmak isteyen vatandaşlar,
bölgedeki kaçak merdivenleri kullanıyor. Manzarayı
seyretmek isteyenler, değnekçilere 1 lira ödüyor,
turistlerde ise rakam 5 liraya çıkıyor. Ücret
karşılığı merdivenden çıkan vatandaşlar, hatıra
fotoğrafı çektirerek sosyal medyada paylaşıyor.
Kemerin üzerine çıkan vatandaşlardan biri,
“Merdivenden tırmanarak ipe tutunup kemere çıkış
oldukça zorlu. Ancak yukarıda izlediğimiz manzara
buna değiyor.” diye konuşuyor. Hiçbir koruma
önleminin bulunmadığı kemerin üstünde birçok taşın
da yola düşme tehlikesi var. Daha önce 921 metre
uzunluğundaki kemere çıkışları engelleyecek herhangi
bir düzeneği bulunmuyordu. Seyir terası projesi
planıyla birlikte Bozdoğan Su Kemeri’ne iniş
çıkışların demir tellerle kapatıldığı görüldü.
Zaman, 07.07.2014
|
"TÜRKİYE KÜLTÜR MİRASIYLA 'SÜPER DEVLET' SAYILMALI"
Dünya Miras Listesine kaydedilen, Bursa ve
Cumalıkızık ile Bergama dosyalarının komitede
görüşülmesine ilişkin bilgi veren Türkiye'nin UNESCO
nezdindeki Daimi Büyükelçisi Botsalı: Türkiye,
medeniyet ve kültür mirasıyla dünyada gelişmekte
olan bir devlet değil, süper devlet sayılmalıdır.

Türkiye'nin
Birleşmiş Milletler Eğitim,
Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) nezdindeki
Daimi Büyükelçisi Hüseyin Avni Botsalı,
Türkiye'nin 'Dünya Miras Listesi'ne kaydedilen,
Bursa ve
Cumalıkızık
ile Bergama dosyalarının komitede
görüşülmesine ilişkin bilgi verdi. Botsalı,
Dünya Miras Sözleşmesi'ne imzacı taraf
ülkeler arasında siyasi rekabet konusu olmadığını;
listeye ne kadar çok dosya girerse, medeniyetlerin,
ülkelerin, birbirine o kadar yakınlaşacağını ifade
etti.
Bergama ve Cumalıkızık görüşmelerinde, farklı
medeniyetlerin birbiri üzerine kurulmadığını
belirttiklerini söyleyen Botsalı, "Osmanlı
döneminde, önceki medeniyetler yok sayılmadı. Helen,
Roma ve Bizans arkeolojik kalıntıları nasıl
birbirine çelişki oluşturmuyorsa; Türkiye'nin devamı
olarak varlığını sürdüren köy ve kentlerin de yok
sayılamayacağını, mimari stil ve üslup
farklılıklarının tarihi ve kültürel mirasın
kıymetini etkilemeyeceğini anlattık" ifadelerini
kullandı.
Komitede dosyaların görüşülmesinde yaptığı bu
açıklamaların ardından, her iki dosyanın da
oybirliğiyle kabul edildiğini aktaran Botsalı, "Bu
Türkiye için büyük bir zaferdir. Türkiye, medeniyet
ve kültür mirasıyla dünyada gelişmekte olan bir
devlet değil, süper devlet sayılmalıdır. Ben böyle
olduğumuza samimiyetle inanıyorum" diye konuştu.
"Sırada Efes ve Diyarbakır Surları var"
Türkiye'nin geçici listede 54 dünya miras aday adayı
alanının bulunduğunu belirten Botsalı, "2015 yılında
sırada 'Efes' ve 'Diyarbakır Surları' dosyaları var.
Geçmişten alınan dersler ışığında bu dosyaların
uluslararası kriterlere uygun olarak profesyonelce
hazırlanması için gerekli yerlere tavsiye ve
telkinlerde bulunacağız" dedi. Botsalı, "Dünya Miras
Komitesi'nin gelecek yıl Almanya'nın Bonn şehrinde
düzenlenecek toplantısında ele alınması öngörülen
iki adaylık dosyasının da Liste'ye kaydedilmesi
hedefine yönelik çalışma yürüteceğiz" şeklinde
konuştu.
Bursa Cumalıkızık ve Bergama, 22 Haziran'da Doha'da
düzenlenen Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve
Kültür Örgütü (UNESCO) 38. Dünya Miras Komitesi
toplantısında Dünya Miras Listesine girmişti.
Yapı, 07.07.2014
|
DİYARBAKIR SURLARI
HAYAT BULUYOR

Diyarbakır Valiliği
tarafından yürütülen “Diyarbakır Surlarının Turizme
Kazandırılması Projesi” kapsamında
Mardin Kapı Burcu
ve Leblebikıran Burcu’nun onarımı tamamlanarak,
burçların Diyarbakır’ın turizmine kazandırılması
sağlandı.
Kalkınma Bakanlığının Karacadağ Kalkınma Ajansı
aracılığıyla sağladığı Cazibe Merkezlerini
Destekleme Programı kapsamında sağlanan desteklerle
Diyarbakır Valiliği’nin aktif çalışmaları sonucunda
tamamlanan 4 burcun onarımı yaklaşık 3,5 milyon
liraya mal oldu. Diyarbakır Valisi Mustafa Cahit
Kıraç’ın yakın ilgi ve takibiyle tamamlanan projeyle
Diyarbakır surlarının çehresi yenilenmeye devam
ederken, şehrin boynuna inci bir gerdanlık gibi
dizilen surların yeniden hayat bulması sağlandı.
Proje kapsamında 3 bin 962 metrekarelik alanın
restorasyon çalışması gerçekleştirildi. Yapılan
çalışmaları değerlendiren Diyarbakır Valisi Mustafa
Cahit Kıraç, projenin tamamlanmasından duyduğu
memnuniyeti dile getirerek Diyarbakır’ın tarihi ve
kültürel varlıklarını ortaya çıkartacak çalışmaların
devam edeceğini ifade etti.

Vali Kıraç, kentte yaşamış bütün medeniyetlerin
izlerini taşıyan surların, kentin can damarları ve
Diyarbakır’ın ihtiyaç duyduğu ekonomik ve sosyal
kalkınmayı sağlayacak hayati bir miras olduğunu
söyledi. Vali Kıraç, dünya mirası niteliğindeki bu
yapının korunması ve gelecek nesillere
bırakılmasının çok önemli bir kazanım olacağını dile
getirdi. Vali Kıraç, burçların Diyarbakır turizmine
hizmet edebilecek bir koruma-kullanma dengesi
içerisinde muhafaza edileceğini söyledi. İlerleyen
günlerde Diyarbakır için oluşturulması planlanan
‘Marka Kent’ imajının alt yapısının hazırlanabilmesi
için tarihi ve kültürel projelerin önemine vurgu
yapan Diyarbakır Valisi Mustafa Cahit Kıraç, şehir
için mevcut çalışmalarının artarak devam edeceğini
ifade etti.
“ŞEHRİMİZİN GÜZELLİKLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR”
Tarihi eser restorasyonu bakımından adeta bir
şantiyeye dönen Diyarbakır’ın sahip olduğu
güzelliklerin gün yüzüne çıkartılması adına yoğun
emek ve mesai harcadıklarını belirten Vali Kıraç,
ilerleyen zaman içerisinde mevcut işlerin
tamamlanması ile birlikte Diyarbakır’ın müze şehir
statüsü kazanacağını kaydederek, gerek iç turizm,
gerekse dünya turizm pastasından şehrin hak ettiği
payı alabilmesi için yapılan yatırımların önemli
olduğunu ifade etti.
Milliyet, 07.07.2014
|
MİSİS ANTİK KENTİ GÜN
YÜZÜNE ÇIKIYOR
Yüreğir Belediye
Başkanı Mahmut Çelikcan, Ölümsüzlük Şehri Misis'te
kazı çalışmalarının devam ettiğini belirtti.
Kazılarda yeni ve ilginç
arkeolojik eserler
bulunduğunu belirten Başkan Çelikcan, "9 bin yıllık
yaşam gün yüzüne çıkıyor. Kazı ekibi eylül ayında
çalışmalarına tekrar başlayacak. Eylül ayında
başlanacak kazıda daha ilginç arkeolojik buluntulara
ulaşılması bekleniliyor" dedi. Başkan
Proje ile ilgili olarak Kültür ve
Turizm Bakanlığı'ndan
gerekli izinlerin alındığın ve 24 Eylül 2012
tarihinden itibaren
Adana Müzesi
başkanlığında,
İtalya
Roma Ulusal
Araştırma Konseyi Prof.Dr. Anna Lucia D’Agata, Pisa
Üniversitesi’nden Prof.Dr. Giovanni Salmeri
konsorsiyumunda arkeolojik kazılara başlandığını
belirten Başkan Çelikcan, 2013-2014 yıllarında bahar
ve güz dönemleri olmak üzere, yılda ortalama 5 ay
gibi bir süreyle Pisa Üniversitesi ve Roma Ulusal
Araştırma Konseyi ile kazılara devam edildiğini
belirtti.

HÖYÜK KAZILARINDA ORTAYA ÇIKAN BULUNTULAR
Kazılar devam ettikçe çok ilginç buluntuların
ortaya çıktığını belirten Başkan Çelikcan, "2012’den
günümüze kadar 1100 metrekare alan kazılmıştır.
Farklı dönemlere ait buluntularla Misis’in oldukça
önemli bir kent olduğu net bir şekilde
anlaşılmıştır. A açmasında MS 7.- 9. YY'a ait erken
İslami dönem kale kalıntıları ile birlikte yine aynı
döneme ait bir cami olduğuna inandığımız bulgular
söz konusudur. O dönemde Misis’in adı Al-Masisa
olup, Ceyhan Ovası’nın tüm kontrolü buradan
yapılmaktaydı. Ardından
Bizans ve öncesi
döneme ait bazilika ve su sarnıcı bulunmuştur. Yine
kazılar ışığında en büyük antik abide ise yağmalanan
ve sonraki dönemlerde kullanılmış olan Roma
İmparatorluk Dönemi’ne ait çok büyük bir bina
bulunmuştur. Kazı heyetine göre söz konusu yer bir
tapınaktır. Çünkü bu alanda çok sayıda heykelcik
bulundu."

B açmasında ise yine birden fazla döneme ait savunma
binası kalıntılarına rastlandığını belirten
Çelikcan, "Erken İslami Dönem (7.-9. YY) ve Geç
Antik Dönem’e ait sur ve savunma duvarları ortaya
çıkartıldı (4.-5. YY). Roma İmparatorluk dönemi’ne
ait surlar üzerinde sıralı platformlar yer almakta
ve bu platformlar yerleşim bölgesini ayırmaktadır.
MÖ 1.-2. YY'a ait yüksek kalitede çanak çömlekler
bulunan iki odalı bir bina da bulunmuştur. Demir
Çağı’na ait yüksek kalitede materyallerin olması
Misis’in oldukça önemli bir bölge olduğunun
kanıtıdır. En ilginç buluntulardan biri, büyük bir
vazo içerisinde bir sığıra ait uzun kemiklere
rastlanması arkeoloji dünyası açısından oldukça
önemlidir. Yine bu alanda tandır ve sarnıca
ulaşılmıştır. Ayrıca Grek ve
Kıbrıs kökenli MÖ
7. ve 8. YY ait karakteristik resimlerle bezenmiş
yüksek kalite çanak ve çömlekler, heybetli
oranlardaki hayvan kemiklerinin bulunması Neo-Hitit
Dönemi’nde de Misis’in çok önemli olduğunun tüm
sinyallerini vermektedir. Kazı heyeti bu
buluntuların çok önemli olduğunu belirtmektedir"
şeklinde konuştu.
MİSİS PROJESİ ÇOK YÖNLÜ BİR PROJEDİR
Misis kazılarının çok yönlü bir proje olduğunu
belirten Yüreğir Belediye Başkanı Mahmut Çelikcan
projede sosyal, kültürel, turizm ve ekonomik alanlar
göz önüne alınmış ve ona göre planlama yapıldığını
belirterek, "Dünya kültürel mirasına kazandırılması
yönüyle kültürel boyutu, vatandaşların sosyal yaşama
kazandırılması yönüyle sosyal boyutu,
Çukurova turizmine
yeni bir odak kazandırılması yönü ile turizm ve
kültür boyutu, tarım-köy mantığıyla ekonomik
girdilerin sağlanması yönüyle ekonomik boyutu olan
ve özel olduğuna inandığımız bir projedir.
Belediyemiz “Ölümsüzlük Şehri Misis” Projesi ile
adeta bölgemiz ve ülkemiz için model teşkil edecek
nitelikli ve çok yönlü bir çalışmaya imza
atmaktadır" dedi.
Milliyet, 06.07.2014
|
DÜNYANIN 999UNCU KÜLTÜR MİRASI BERGAMA
İzmir’deki Bergama antik kenti UNESCO Dünya Kültür
Mirası Listesi’ne girdi. 1985’te İstanbul’un listeye
girmesiyle başlayan yolculuğumuzun son halkası
Bergama, bu listede yer alan 999’uncu kültür mirası
oldu.

Köylerinde siyanürle altın aranmasını protesto
eden direnişçi ve sempatik halkı ile basında sık sık
yer alan
Bergama geçtiğimiz hafta yine gündemdeydi.
İzmir’in bu sevimli
İlçesi'ne tekrar dikkatleri
çeken olay ise
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne
girmesiydi. Bergama antik kenti artık bütün
insanlığın ortak mirası. Evrensel değerlere sahip
kültürel ve doğal varlıkları dünyaya tanıtmak için
hazırlanan listede yer almasıyla Bergama hak ettiği
değere ve ilgiye kavuştu. 1985’te
İstanbul’un listeye girmesiyle başlayan dünya
kültür mirası yolculuğumuzun son ve 13’üncü halkası
Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı,
ülkemizin tanıtımında büyük rol oynayacak. Kentin
listeye girmesi için düzenlemeleri hazırlayan
arkeolog Bülent Türkmen’den dört yıl süren
serüveni ve Bergama’nın öyküsünü öğreniyoruz.
Hellenistik dönemde Pergamon Krallığı’nın başkenti
olan Bergama’nın tarihi MÖ 4000’lere dayanıyor.
Kent Hellenistik dönemde sanat, mimarlık, şehir
planlama ve tıp alanında ulaştığı ileri seviye ile
günümüz medeniyetinin öncüsü olmuştu. Anıtsal
biçimde tasarlanan kent antik dünyanın en etkileyici
medeniyeti.
Heykel sanatının doruk noktasıydı
Hellenistik dönemin en ünlü ve tanınmış heykel
okullarından birine sahip kent, dünya
harikalarından Zeus Sunağı’nın da yaratıcısı.
Bergama Heykeltıraşlık Okulu’nun MÖ II. yüzyılda
ürettiği Zeus Sunağı, Hellenistik dönem heykel
sanatının doruk noktasıdır.
Parşömeni de onlar icat etti
Bergama’nın insanlık tarihine başka bir armağanı ise
parşömen. Bergama Belediyesi UNESCO Dünya Mirası ve
Alan Yönetimi Birimi uzmanlarından Bülent Türkmen
“Ortaçağ’ın sonuna kadar bilimin ve kültürün aktarım
aracı olan parşömen kağıdı Bergama krallarının
istekleriyle icat edildi. Parşömen adı Bergama’dan
gelmekte.
200 bin rulodan oluşan ve Hellenistik Çağ’ın en önemli kütüphanelerinden birine
sahip olan kent aynı zamanda bilim ve sanat
merkeziydi” diyor.
Basınçlı su sistemi kullanıyorlardı
Bergama’nın başka bir harikası ise su sistemleri.
Kentlerin ve medeniyetlerin var olması için ihtiyaç
duyulan suyu Bergama gibi yükseklerdeki bir yerleşim
yerine götürmek elbette bin yıllar önce de
insanların zihnini kurcaladı. Suyu, basınç
sistemiyle 200 metre yukarıya, Pergamon Akropolü’ne
çıkaran Pergamonlular, bilimdeki öncülüklerini daha
sonra su kanallarıyla geliştirdi.
Roma çağında biri 45 kilometre, diğeri
80 kilometre uzunluğunda iki su sistemi yaparak
kentlerine yine su getirmeyi başardı.
Roma’nın saray hekimi Galenos
Antik dünyanın en ünlü üç kutsal
sağlık merkezinden (Asklepion) olan Pergamon,
aynı zamanda eczacılığın kurucusu ve Roma
İmparatorluğu’nun saray hekimi Galenos’un da kenti.
Antik kaynaklarda “Ölümün yasaklandığı,
vasiyetnamelerin açılmadığı yer” olarak anlatılan
ve sağlık tanrısı Asklepios’a adanarak MÖ 4.
yüzyılda kurulan kentte; perhiz, rüya tabirlerine
dayanan telkinler,
spor, güneşlenme, soğuk su banyoları, şifalı
otlar tedavi yöntemiydi.
MS 4. yüzyıla kadar şifa dağıtan kentte, müzik ve
tiyatro oyunlarının da tedavi yöntemleri arasında
olduğunu biliyoruz.
Türkmen “Roma Dönemi’nde kültürel ve bilimsel
hayattaki öncü rolü devam eden kent, 160 bine ulaşan
nüfusu ile antik dünyanın sayılı metropollerinden
biriydi.
MS 2. yüzyılda
Mısır tanrıları adına inşa edilen ve
bugün Kızılavlu olarak bilinen tapınak, bütün
görkemiyle kentin ortasında durmakta. Tapınağın iyi
korunmuş olması, nehrin üzerine yapılması,
Bizans’ta kilise, günümüzde cami olarak
kullanılması çok ilginç” diyor.
Atatürk’ün isteğiyle başlayan kermes
Bin yıllar önce ev sahipliği yaptığı şölen ve spor
karşılaşmaları ile ünlenen kentte,
Atatürk’ün isteği ile başlatılan ve bu yıl 78.
kez düzenlenecek “Bergama Kermesi” büyük ilgi
görüyor. Kent ve köy kültürünü bir arada yaşatan
Bergama müzisyenleriyle ve köy düğünleriyle de
tanınıyor. Bergama tüm bunlar nedeniyle tarih, sanat
ve bilimsel gelişmelere tanıklık eden dünya
üzerindeki ender yerlerinden birisi olduğu için
Unesco tarafından bu listeye
dahil edildi.
Bergama’nın
UNESCO süreci
Arkeolog Bülent Türkmen “Her ülkenin UNESCO Dünya
Mirası Listesi’ne girmesini istediği aday kentleri
vardır. UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’nin amacı
evrensel değerlerinin toplum tarafından daha iyi
anlaşılmasını sağlamaktır. Bergama UNESCO Dünya
Miras Geçici Listesi’ne Nisan 2011’de girdi. Aynı
yıl Kültür ve
Turizm Bakanlığı harekete geçti. Ülkemizde ilk
kez Bergama UNESCO Dünya Mirası ve Alan Yönetimi
Birimi kuruldu. Adaylık dosyası Ocak 2013’te
Paris’teki UNESCO Dünya Miras Merkezi’ne
iletildi. 15-25 Haziran tarihlerinde ise
Katar, Doha’daki toplantıda
bu listeye girdik” dedi.
Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 07.07.2014
|
KASTABALA KALESİ, GÜNEŞ ENERJİSİ İLE AYDINLANIYOR

Osmaniye'de bulunan Kastabala
antik kenti, güneş enerjisiyle aydınlatılmaya
başlandı. Osmaniye Valiliği İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü ile Korkut Ata Üniversitesi işbirliğinde
hazırlanan, Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı (DOĞAKA)
tarafından finansal destek gören "Kaleler Şehri,
Fıstığın Kalbi
Osmaniye" projesi ile Kastabala Kalesi'ne güneş
panelleri kuruldu.
Değişik noktalara yerleştirilen 76 LED projektör ile
Kale, Sütunlu Caddesi, Antik Tiyatro ve çevresi
geceleri güneş enerjisi ile aydınlatılmaya başlandı.
Osmaniye İl Merkezine 12 kilometre mesafede bulunan
Kastabala Hierapolis antik kenti, milattan önceki
yıllardan başlamak üzere özellikle Roma döneminden
kalan arkeolojik buluntuları; sütunlu caddesi,
tiyatrosu, kilise ve hamam kalıntılar ile ilin
turizm destinasyonu olmasında önemli bir potansiyele
sahip. Kastabala, döneminin bölgedeki en büyük
yerleşim alanı. Kastabala Ören yerinde Kültür ve
Turizm Bakanlığı ve Osmaniye Valiliğinin desteği ile
Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Turgut Hacı Zeyrek başkanlığında 2009 yılından
beri temmuz - eylül ayları arasında kazı çalışmaları
sürdürülmekte.Yetkililerden edinilen bilgiye göre,
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Osmaniye İl Özel
İdare bütçesinden 2003-2008 yılları arasında tarihi
mekandaki çalı, ot temizliği ile 2 kilometre
mesafedeki içme suyunun ören yeri girişine
getirilerek çeşme, bekçi kulübesi, bayan ve erkek
lavaboları yapımlarının gerçekleştirildiği
belirtildi. Ayrıca, Kastabala ören yeri Işıklandırma
Projesi için İl Özel İdaresi'nden 47 bin 180 TL ve
DOĞAKA' dan 110 bin 742 TL olmak üzere toplam 157
bin 922 TL harcanarak kalenin gerekli yerleri güneş
enerjisi ile aydınlatılması işinin tamamlandığı
kaydedildi.
Haber Aktüel, 06.07.2014
|
"METROPOLİS ANTİK KENTİ KAZILARI İÇİN DEVLERDEN
DESTEK İSTİYORUZ"
Metropolis antik kentinin ören
yeri olması için dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul
Günay’ı 2011 yılında Torbalı’ya davet edip rapor
hazırlayan Torbalı Ticaret Odası (TTO) için Yeniköy
kazı evinde tören düzenlendi.
TTO Başkanı Abdulvahap Olgun, Philsa’nın Sabancı
Vakfı üzerinden kazılara uzun yıllardan beri destek
verdiğini; İzmir’de ilk 100 firmaya giren Torbalılı
JTİ, Agromey, TTL Tütün, Sun Tekstil, Ekoten
Tekstil, TAD, TEZOL Tütün, Özgörkey, Dr. Oetker,
ARKAS, Verde Yağ, Alfemo, Batı Basma, TUKAŞ, ve
Süper Pak Ambalaj gibi firmalara, destek olmaları
için ziyaretler gerçekleştireceklerini açıkladı.
TTO Başkanı Olgun, Metropolis’te bulunan
‘atriumlu’ zengin evleri’nin bu bölgede ticaretin ne
kadar eski olduğunu gösterdiğini belirterek,
“Torbalı’nın ticaret yaşamı tarih kadar eski. Şimdi
devlerin kapısını çalıp zengin kenti Ana Tanrıça’ya
sahip çıkmalarını isteyeceğiz.” dedi. Doç.Dr.
Serdar Aybek ise “Metropolis’in Ören yeri olması
için Torbalı Ticaret Odası’nın çok desteğini gördük.
Bugün kendilerini kazı evine davet edip
çalışmalarımız hakkında bilgi verdik. Yapılan
çalışmalardan daima Torbalı Belediyesi, Sabancı
Vakfı ve MESEDER’in desteklerini görüyoruz. Diğer
firmaların desteği için başkanımızdan yardım
istedik.” şeklinde konuştu.
ÖREN YERİ TAMAM
İlçeyi turistlerin akınına uğratması beklenen ve
ekonomik açıdan büyük bir kalkınma yaşatacağı
belirtilen tarihi kentin Ören yeri çalışmaları
tamamlandı. Yürütülen çalışmalarda antik kentin
çevresi tel örgülerle çevrildi. Ziyaretçi karşılama
yeri, yürüyüş yolları, bilet kesim noktaları, oto
parklar ve diğer tüm hizmet binalarının büyük
çoğunluğu tamamlandı.
Turizm Bakanlığı ve Trakya Üniversitesi’nin
işbirliği ve Torbalı Belediyesi desteğiyle 23 yıldır
sürdürülen kazılarda yüzlerce eser gün yüzüne
çıkartıldı. Bölgenin açılışının yapılmasıyla
Torbalı’ya turist akını yaşanacak. İzmir Valisi
Mustafa Toprak’ın büyük önem verdiği Ören yeri
çalışmalarında sona gelindi. Ören yeri, yapılacak
tören ile turistlere açılacak. Metropolis Antik
Kenti aynı zamanda tur kapsamına da alınacak.
NELER BULUNDU?
1989 yılında dönemin Belediye Başkanı Ertan Ünver
tarafından başlatılan Metropolis kazıları Sabancı
Vakfı ve MESEDER’in katkıları ile tam 35 yıldır devam
ediyor. Torbalı Belediyesi’nce de desteklen
arkeolojik kazılar sonucu tiyatro, bouleuterion
(meclis yapısı), stoa (üstü kapalı gezinti yolu),
latrina (genel tuvalet), hamam-gymnasiumkompleksi,
atriumluve peristylli evler (ortasında sütunlu bir
avlu ve havuz bulunan konut tipi), hamam-palaestra
(güreş alanı) ortaya çıkarıldı. Kentin
akropolisi’nde yürütülen arkeolojik kazı çalışmaları
sırasında, burada da Erken Tunç Çağı ve Orta Tunç
Çağı’na ait bazı seramik parçaları ile taş baltalar
ve Hitit Dönemi ile çağdaş bir mühür ele geçirildi.
haberler.com, 06.07.2014
|
TRİPOLİS'TE KAZILAR SONUÇ VERMEYE BAŞLADI

Denizli İli Buldan İlçesi Yenicekent Mahallesi
sınırlarında yer alan Tripolis antik kentinde
Denizli Müzesi Müdürlüğü başkanlığında,
Pamukkale Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Bahadır DUMAN’ın bilimsel danışmanlığında
yürütülen kazı çalışmalarına, 2014 yılında da
devam ediliyor.
9 Haziran 2014 tarihinde başlayan 2014 yılı kazı
çalışmaları 60’a yakın kişi tarafından 4 farklı
alanda çalışmalar sürdürülürken, kentte yapılan
çalışmalar sırasında, sütunların arasından da
1.63 m. yüksekliğinde mermerden bir erkek
heykeli açığa çıkarıldı. Orjinalinde cadde
kenarındaki mermer paye üzerinde yükseldiği
düşünülen heykelin bel kısmından kırıldığı, baş
kısmının günümüze kadar korunamadığı
gözlemleniyor. Boydan tek parça halindeki elbise
ile tasvir edildiği görülen heykelin yapılacak
restorasyon ve konservasyon çalışmaları
sonrasında Denizli Müzesi Müdürlüğü’nde
sergilenmesi öngörülüyor.
kvmgm.kultur.gov.tr, 06.07.2014
|
SAGALASSOS ÖREN YERİ'NDE ÇEVRE DÜZENLEME ÇALIŞMALARI
TAMAMLANDI
Efes Antik Kenti’nden sonra ikinci en büyük
antik kent olan ve Dünya Miras Geçici Listesinde
yer alan Sagalassos Antik Kenti Burdur İli
Ağlasun İlçesi’ne 7 km. mesafede dağlık arazide
yer almaktadır. 1985 yılından beri kazı
çalışmaları devam etmektedir. MÖ 3000 yılına
tarihlenen kentte 13. yüzyıla kadar yerleşim
olduğu bilinmektedir. Sagalassos Antik Kenti,
kütüphane, tiyatro, tapınaklar ve çeşmeler gibi
birçok eşsiz kültür varlığını barındırmaktadır.
Böyle önemli bir tarihi kentte mevcut alanda,
gelen ziyaretçilerin gezebilecekleri düzenli bir
gezi güzergahının olmaması, dinlenme ve genel
ihtiyaçlarına cevap verecek ünitelerin
yetersizliğinden dolayı Kazı Başkanlığı ile
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü uzmanlarınca bu
eksiklikleri ortadan kaldırabilecek çevre
düzenleme projesi hazırlanarak ilgili koruma
bölge kurulunca onaylanmıştır.
Bu projeler doğrultusunda “Sagalassos Ören Yeri
Çevre Düzenlemesi İşi”nin uygulama çalışmalarına
16.07.2012 tarihinde yer teslimi yapılarak
başlanmıştır. 2.464.128,06 TL ödeneği
Bakanlığımızca karşılanan iş 06 Haziran 2014
tarihinde tamamlanmıştır.
Çevre düzenlemesi kapsamında; ziyaretçi
karşılama alanı ve otopark, bilet gişesi,
güvenlik sistemi ve ünitesi, turnikeler, gezi
güzergahları, çevre ihata sistemi ve seyir
terasları ile çevre donatı elemanları yer
almakta olup gerçekleştirilen uygulamalarla daha
sağlıklı ve etkin ziyaret olanağı sağlanmıştır.
kvmgm.kultur.gov.tr, 06.07.2014
|
SAMSUN'DA ANTİK YOL VE KAYA MERDİVENLER BULUNDU

Samsun'un Salıpazarı İlçesi'nde Demir Çağı
dönemine ait olduğu tahmin edilen kaya üzerine oyma
merdivenlerin de yer aldığı antik yol bulundu.
Samsun İl Kültür ve
Turizm Müdürü Yüksel Ünal, Salıpazarı İlçesi
Yeşilköy Kayadibi Mahallesi'nde bulunan 40 metrelik
antik yolda inceleme yaptı. Yeşilköy Kaya
Mezarlığı'na inen yolda yer yer kaya üzerine oyulmuş
merdivenlerin olduğu belirlendi. İlk tespitlere
göre Demir Çağı döneminde yapıldığı tahmin edilen
antik yol ve merdivenlerle ilgili detaylı çalışma
yapılacağı belirtildi. İl Kültür ve Turizm Müdürü
Yüksel Ünal, merdivenlerin zaman içinde tahrip
edilmiş olduğunu gördüklerini belirterek,
"Yaptığımız çalışmada antik yolun varlığını tespit
ettik. Burada daha kapsamlı bir çalışma yapacağız.
Yolun sit alanı ilan edilmesi için çalışma
başlatacağız" dedi.
Zaman, 06.07.2014
|
SMYRNA KAZILARINDA YENİ
AŞAMA: ANTİK TİYATRODA KAZILAR BAŞLIYOR
İzmir İli, Merkez Konak
İlçesi’nde Kadifekale ile Smyrna Agorası arasındaki
yamaçta yer alan ve yapılan kamulaştırma ve yıkımlar
sonrasında, caveasının topografik eğrisi ile sahne
binası hemen hemen oryaya çıkan Smyrna Antik
Tiyatrosu’nda kazılara başlanıyor.

Smyrna kazıları
kapsamında Agora ve Kadifekale olarak bilinen
alanlarda yürütülen çalışmalara ilaveten, Tiyatronun
bulunduğu alanda, niteliksiz yapılara yönelik son
etap yıkımların tamamlanması ile arkeolojik kazı
çalışmalarına başlanması planlandı.
Orkestra ile caveanın
alt oturma basamaklarının yamaçtan gelen dolgularla
hızla dolduğu öngörülen Tiyatronun korunmuşluk
derecesinin yüksek olduğu tahmin edilirken, caveayı
çevreleyen analemma duvarının bir bölümü halen
izlenebiliyor.

Pagos* (Kadifekale)
tepesinin kuzey yönelimli yamacında inşa edilmiş
olan tiyatro, İzmir Körfezini ve Smyrna’yı görsel
olarak mükemmel denebilecek bir açı ile izleyecek
bir konuma sahip bulunuyor. Tiyatronun ilk kez ne
zaman inşa edildiği bilinmemekle birlikte, Vitruvius
tarafından konu edildiğine göre MÖ 1. yüzyılda inşa
edilmiş durumda olduğu, Roma imparatorluk döneminde
olasılıkla bir deprem sonrasında İmparator Claudius
zamanında onarıldığı, son halini MS 178 yılındaki
depremden sonra yapılan onarım ve eklentilerle
aldığı düşünülüyor.
|
SOLİ POMPEİOPOLİS ANTİK KENTİNDE KAZI HAZIRLIĞI
Tarihi izleri MÖ 2 binli yıllara
uzanan Soli Pompeipolis antik kentinde gelecek
hafta başlayacak 2014 yılı kazı çalışmalarında,
erken Roma dönemine ait önemli buluntular elde
edilmesi hedefleniyor.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Remzi Yağcı, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Mezitli İlçesi'ndeki antik
kentteki kazı çalışmalarının bu yıl da devam etmesi
için gerekli onayın çıktığını bildirdi.
Çalışmalara gelecek hafta başlamayı
planladıklarını belirten Yağcı, ilk olarak mimari
bütünlük içinde ortaya çıkarılan sütunlu cadde ve
Roma dükkanlarında restorasyona yönelik temizlik
çalışmaları yapacaklarını söyledi.
Ortaya çıkarılan dükkanların geçmişle ilgili
önemli bulgular verdiğini ifade eden Yağcı, "Geçen
yıl olduğu gibi bu yıl da erken Roma dönemine
ilişkin önemli buluntular elde etmek istiyoruz.
Çünkü burası gerçekten önemli bir yer" dedi.
Antik kentin ziyaret edilebilir hala gelmesi için
çalıştıklarının altını çizen Yağcı, "Bu yılki
kazılarda, aralarında uzman personellerin, işçilerin
ve öğrencilerin olduğu bir ekiple geçmiş tarihi gün
yüzüne çıkarmak için çabalayacağız. Kazıların 1,5 ay
sürmesi ön görülüyor" diye konuştu.
- "Destek vermeye hazırız"
Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan da Soli
Pompeipolis antik kentindeki kazı çalışmalarını
önemsediklerini belirterek, desteğe hazır
olduklarını kaydetti.
Toprağın altındaki tarihin gün yüzüne
çıkarılmasından yana olduklarını ifade eden Tarhan,
"Bunun yanı sıra halkın da oralardan yasal sınırlar
çerçevesinde yararlanmasını istiyoruz. Bu yönde bir
proje hazırladık. Proje, antik kentteki kurallara
sabit kalarak, bölgeye yaya yolları,
aydınlatma ve oturma yerleri yapımını kapsıyor.
Deniz tarafında kalan boş alana çeşitli
etkinliklerin yapılabileceği yer ve 10 bin kişiyi
ağırlayacak portatif bir tribün düşünüyoruz" dedi.
Tarhan, antik kenti, Mezitli'nin "dünyaya açılan
bir kapısı" olarak gördüklerini
söyleyerek, bölgedeki sanatsal etkinliklerin de
devam edeceğini bildirdi.
- Soli Pompeipolis
İlk kazı çalışması, Mersin Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü tarafından 1999 yılında başlatılan Soli
Pompeipolis antik kentinde, geçen yıl yapılan ve 37
gün süren kazı çalışmalarında, antik kentin,
milattan önce 1. ve milattan sonra 1. yüzyıllarda
çok aktif bir liman olduğu ortaya çıktı. 2013
yılındaki kazılarda ayrıca, sütunlu cadde ve Roma
dükkanları mimari bütünlük içerisinde açığa
çıkarıldı.
Konya Hakimiyet, Haber: Sezgin Pancar, 05.07.2014
|
İTO'DAN ANTİK SMYRNA SİKKELERİ İÇİN İKİNCİ KİTAP

2003 yılından bu yana Agora Ören Yeri ve
Kadifekale'de yürütülen Antik Smyrna Kenti kazı ve
restorasyon çalışmalarına destek olan İzmir Ticaret
Odası, bu kazılarda çıkarılan eserlerle ilgili
bilgilerin yer aldığı ikinci kitap olan "Antik
Smyrna Sikkeleri 2008-2012" isimli katalog eseri
yayınladı. İzmir Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu
Başkanı Ekrem Demirtaş, Oda olarak İzmir için
belirdikleri vizyonda turizmin çok büyük önemi
olduğunu belirterek, bu nedenle İzmir'in 8500 yıllık
tarihine ilişkin toprak altındaki eserlerin gün
ışığına çıkartılması, restore edilmesi, dünya ile
paylaşılması ve hak ettiği şekilde turistler ile
İzmirlilere sergilenmesine büyük önem verdiklerini
söyledi.
İLKİ 2009'DA ÇIKTI
İlk olarak Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy
Başkanlığında başarı ile sürdürülen kazı çalışmaları
kapsamında ele geçen küçük eserlerden oluşan '2007-
2009 Antik Smyrna Seçilmiş Eserler ve Sikkeler
Katalogu'nu 2009 yılında yayınladıklarını hatırlatan
Demirtaş, "Bu kez, yine Antik Smyrna Kenti kazıları
kapsamında çıkarılan sikkelerden oluşan 'Antik
Smyrna Sikkeleri 2008-2012' isimli katalog eseri
Odamız yayınları kapsamında yayınladık. Bu önemli
eseri tüm araştırmacı ve ilgililerinin incelemesine
sunmanın mutluluğunu yaşıyoruz" dedi.
Sabah, 05.07.2014
|
MÜZEDEKİ TAPINAK

Atatürk Baraj Gölü’nün suları altında kalmaktan
1991’de kurtarılan 11 bin yıllık Nevali Çori
Tapınağı, Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nde yeniden
kuruluyor.
Şanlıurfa Hilvan’da bulunan Nevali Çori, Atatürk
Baraj Gölü’nün suları altında kalan arkeolojik
yerlerden biriydi. Almanya Heidelberg
Üniversitesi’nden Prof.Dr. Harald Hauptmann’ın
bilimsel danışmanlığında 1980’li yıların sonunda
kazılan Nevali Çori, özellikle üretici yerleşik
yaşamın, başka bir ifade ile Neolitik Çağ’ın
başlangıcıyla ilgili verdiği bilgiler nedeniyle
büyük ilgi uyandırmıştı. Neolitik Çağ genel olarak
insanların yerleşik yaşama geçtiği, bazı bitki ve
hayvan türlerini evcilleştirerek çiftçi bir yaşam
tarzını benimsediği dönem olarak tanımlanabilir.
Neolitik Çağ toplumlarının Toros Dağları’nın
kuzeyine geçmediği, Anadolu platosunun ikliminin bu
tarz bir yaşam biçimine uygun olmadığı düşünüldü
1950’lere kadar. Neolitik’in Yakındoğu’dan Avrupa’ya
yayıldığını iddia eden Gordon Childe bile yayılımın
doğrultusunu yalnızca kıyı boyu olarak öngörüyordu.
Ancak 1960’lı yıllarda Hacılar, Çatalhöyük, Çayönü
gibi Neolitik yaşam biçimini temsil eden önemli
yerleşmeler bulunması bu görüşün ne denli yanlış
olduğunu göstermişti. Özellikle Güneydoğu Anadolu’da
bu dönemin erken safhalarını yansıtan Çayönü, Hallan
Çemi, Gusir Höyük, Nevali Çori, Göbeklitepe gibi
yerleşmelerin bulunuşu, bu yaşam biçiminin ortaya
çıkışında bölgenin önemli bir role sahip olduğunu
gösteriyordu.
Yakındoğu prehistoryasının kurucularından
Childe’ın devrimci ve yenilikçi toplumlar olarak
tanımladığı Neolitik dönem insanı hammadde,
teknoloji, mimari ve buluntu geleneklerindeki
benzerliklerinin de gösterdiği gibi birbirleriyle
sıkı bir iletişim içindeydi; benzeri bir sosyal
organizasyona sahip, inançlar bakımından bütünlük
gösteren oldukça karmaşık bir sosyo-ekonomik yapıya
sahip topluluklardan oluşuyordu. Bunun en iyi
göstergelerinden bir de tapınaklardı. İlk
örneklerini Hallan Çemi ve Gusir Höyük’ten
bildiğimiz bu özel yapılar, yine Güneydoğu
Anadolu’daki Göbeklitepe, Çayönü ve Navali Çori
yerleşmelerinde görüldüğü gibi giderek
anıtsallaşmıştı.
Nevali Çori’de açığa çıkarılan tapınak,
konutların bulunduğu bölgenin uzağında, yerleşmenin
bir ucuna inşa edilmişti; yerleşme birçok kez
yenilenirken tapınak da kullanılmaya devam etmişti.
Yapının 14×14 metre boyutlarındaki tabanı
söndürülmüş kireçle hazırlanan bir tür harç
(terazzo) ile kaplıydı ve tabanın içine kanallar
açılmıştı. Yapının duvarları boyunca uzanan sekiler
ve bu sekilerin üzerinde belirli aralıklarla
yerleştirilmiş 12 dikilitaş bulunmaktaydı. Mekanın
orta kısmında da biri sağlam olarak günümüze kadar
ulaşan iki dikilitaş yer alıyordu. Yüksekliği 2,35
metre olan bu dikilitaşın üzerinde geniş yüzeylerden
gelerek dar kenarda birleşecek şekilde uzanan iki
kol kabartması görülür. Stilize insan heykelleri
oldukları düşünülen bu dikilitaşlar Göbeklitepe’den
bilinen örneklerde olduğu gibi erkek betimleriydi.
Buluntular arasında ise üst bitimleri kuş başı
şeklinde heykeller ile başının üstünde kabartma
halinde bir yılan kabartması bulunan gerçek
boyutlarda bir insan heykeli parçası vardır.
Nevali Çori Tapınağı höyük sualtında kalmadan
sökülerek 23 yıl önce yeniden kurulabilir düşüncesi
ile Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’ne taşındı. O gün
geldi ve inşası devam eden yeni müzede tapınak
yeniden kurulmaya başlandı. Bu işi Nevali Çori
kazılarına katılan ve tapınağı sökerek taşınmasında
görev alan Murat Akman üstlendi. Müzede
Göbeklitepe’de açığa çıkarılan bir başka tapınağın
kopyası ve Balıklı Göl yakınlarında bulunan anıtsal
Neolitik Çağ heykeli gibi buluntular da yer alıyor.
Neolitik Çağ için dünyanın önemli müzelerinden biri
olmaya aday Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nin bu yıl
açılması öngörülüyor.
kesfetmekicinbak.com, 05.07.2014
|
MAKEDONYA'DA ARASTA CAMİ YENİDEN İBADETE AÇILDI

Türk
Çarşısı'nda bulunan ve uzun yıllar harabe
görünümünde olan tarihi caminin yeniden ibadete
açılması dolayısıyla düzenlenen törene,
Makedonya İslam Birliği Başkanı Süleyman Recebi,
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
Üsküp'ün Çayır Belediye Başkanı İzzet Meciti, Ankara
Müftüsü Prof.Dr. Mefail Hızlı, Makedonyalı
müftüler, milletvekilleri ve vatandaşlar katıldı.
Törende konuşan Recebi,
caminin komünizm döneminde çöplerin atıldığı bir yer
olduğunu hatırlatarak, "bugün bu kutsal mekanın
hayatını yeniden iade ettiklerini" söyledi.
Caminin yeniden ibadete
açılmasına öncülük eden Bursa Büyükşehir Belediye
Başkanı Altepe de AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Anadolu ile Balkanlar'ın aynı yönetim altında, aynı
medeniyet kültürünü ve güzellikleri paylaştığına
dikkat çekti.
Bursa ile Balkanlar
arasında güçlü köprüler kurulmasını arzuladıklarını
söyleyen Altepe, ''Buradaki insanlarımız, kültürümüz
ayakta kalsın istiyoruz. Tüm Balkanlar'da refahın
gelişmesi, insanların sıkıntılarının kaldırılması
bizim en büyük temennimiz'' dedi.
"Üsküp'ün sureti
değişti"
Altepe, ecdat yadigarı
topraklarda inşa edilen eserlerin yok olmaması
adına, harabe durumundaki tarihi eserleri ilk günkü
haline getirebilmek için çalışmalar yaptıklarını
belirterek, bu eserlerin yeniden inşasıyla,
tadilatıyla Üsküp'ün, Balkanlar'ın suretinin
değiştiğini anlattı.
Türk Çarşısı'nın orta
yerindeki 600 yıllık
Arasta Camisi'nin son 100 yıldır harabe olduğunu
ve bu camide 80 yıldır ezan okunmadığını belirten
Altepe, son 50 yıldır sadece kapı duvarları ayakta
kalan caminin kümes olarak kullanılan bir harabeye
dönüştüğünü söyledi. Altepe, ''Bu, bize
yakışmıyordu. Ecdadımıza yakışmıyordu. Bursalı ve
İstanbullu hayırsever dostlarımızın desteğiyle, bu
eseri yeniden ibadete açtık'' diye konuştu.
Arasta Camisi
15. yüzyılda inşa edilen
Arasta Camisi, Yugoslavya döneminde gördüğü
zararların ardından 1963 yılındaki büyük Üsküp
depreminde yerle bir oldu.
Restorasyon çalışmaları
22 Nisan 2010'da başlayan cami, çalışmanın
tamamlanmasının ardından Türk Çarşısı'ndaki küçük
ama gözde camilerden biri haline geldi.
Caminin restorasyonu,
Bursa Büyükşehir Belediyesi koordinasyonunda, Çayır
Belediyesi ve Üsküp Müftülüğü işbirliğince, İstanbul
ve Bursa'dan işadamlarının maddi destekleriyle
tamamlandı.
Haber 7, 05.07.2014
|
PERGE'DE MANZARA HER GEÇEN GÜN BİRAZ DAHA DEĞİŞİYOR

Antalya ili, Aksu İlçesi, Perge
antik kentinde
Antalya Müzesi Müdürlüğü başkanlığında 2012 yılından
bu yana yürütülen kazı, restorasyon ve temizlik
çalışmalarına 2014 yılında da yaklaşık 60 kişilik
bir ekiple aralıksız devam ediliyor.
Kazı çalışmalarında kentin kuzey-güney caddesini
batı yönde kesen, üzerinde su kanalı, güney ve
kuzeyinde portikli yol ve dükkanlar yer alan batı
caddenin sonuna yaklaşılırken, Kuzey Hamamın caddeye
bakan cephesi de açığa çıkarılıyor.
Yine, kentin güneyinde 2. y.y. Roma kapısı dış
kısmındaki alanın temizlik ve kazı çalışması
sürdürülürken, doğu ve batıda yer alan iki kule
arasındaki bağlayıcı duvar ve ortada geç dönem
kapısı da ortaya çıkarıldı. Özellikle 2014 yılında
Perge antik kentinde Kuzey güney cadde ve Agora
çevresinde geçmiş yıllarda kazılarda açığa çıkarılan
ve ziyaretçi açısından olumsuz görünüm oluşturan,
tüm mimari yapı elamanları belgelenerek uygun
alanlarda tasnif edildi. Açığa çıkarılan caddeler
ıslah edilerek, portik yüzeylerinin kumlanmasından
sonra ziyaretçiye açılırken, Hellenistik Doğu
Kulenin yaklaşık 1300 mimari bloğu sur dışına
nakledildi.
2012 -2014 yılları arasında Toplam Batı caddede
18 sütunun ayağa kaldırıldığı Perge’de Kuzey Cadde
başlangıcında yer alan çeşmenin tonozu da
sağlamlaştırıldı. Ayrıca, yapı önünde bir de sütun
ayağa kaldırılırken, 2014 kazı, onarım ve
restorasyon çalışmaları esnasında, iki caddenin
kesiştiği bölümde ve tam olarak kanal üzerinde yer
aldığı bilinen tetrapylon yapısı (dört girişli bir
kapı) onarılarak ayağa kaldırıldı.
Özellikle Roma döneminde kavşak noktalarında dört
taraftan da geçişi sağlamak üzere anıtsal girişler
olarak tasarlanana tetrapylonlar estetik ve görsel
açıdan hemen her zaman vurgulanarak inşa
edilmişlerdir. Perge antik kentinde bir kavşak
noktasında konumlandırıldığı görülen bu tetrapylon
yapısı da tamamen görsellikle bağlantılı olup,
geçişleri sağlamaktan ziyade Perge’nin görkemli
anıtları arasında dekoratif bir zenginlikle
bulunduğu yere derinlik katmaktadır.
kulturvarliklari.gov.tr, 04.07.2014
|
1800 YILLIK GÜNEŞ SAATİ
Burdur Arkeoloji Müzesi'nde açılan 'Çağlar Boyu
Saat' sergisinde yer alan saatlerden Sagalassos
antik kentinde ortaya çıkarılan güneş saati büyük
ilgi çekiyor.
Aslan ayağı üzerine monte edilen
güneş saatinin
sadece gündüz vakitlerini gösterdiğini belirten
Burdur
Arkeoloji Müzesi Müdürü Hacı Ali Ekinci "Müze
olarak insanoğlunun kullandığı çeşitli aletlerin
sergisini açmıştık. Çağlar Boyu Aydınlatma, Çağlar
Boyu
Müzik Aletleri, Çağlar Boyu silah gibi
sergilerden sonra bu yıl zaman makinesi yani Çağlar
Boyu Saat sergisini açtık" dedi.
Bu sergilerin Burdurlulardan büyük ilgi
gördüğünü anlatan Müze Müdürü Ekinci "Sergideki
saatler
genellikle
Osmanlı dönemi ahşap saatler, metal cep
saatleri. Ama asıl ilgi gören Sagalassos’ta yapılan
kazılarda
Heron önünde bulunan
güneş saati. Saat
MS 2’nci yüzyıldan beri
insanlara zamanı gösteriyor" diye konuştu.
Posta,04.07.2014
|
|
KÜLTÜR BAKANLIĞI'NDA YENİ MÜSTEŞAR HALUK DURSUN
Topkapı Sarayı Müze Başkanlığı görevini yürüten
Prof.Dr.Haluk Dursun Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
yeni müsteşarı oldu.

Yaklaşık 10 gündür ismi gündemde olan Prof.
Dursun, Topkapı Müzesi’nden önce de Ayasofya
Müzesi’nin başkanlığını 7 yıl yürütmüştü. Halen
Marmara Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi
Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı'nda öğretim üyesi olan
Dursun’un çok sayıda yayımlanmış kitabı bulunuyor.
ÇELİK’İN İSTEDİĞİ İSİMLER KABUL GÖRMEDİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı müsteşar koltuğunda Özgür
Özaslan oturuyordu. Turizm Bakanlığı kökenli olan
Özaslan, Ömer Çelik’in göreve geldiğinden bu yana
aktif bir rol oynamıyordu. Bakan Çelik de yerine
birini atamak için çeşitli defalar girişimlerde
bulunduysa da götürdüğü isimler Başbakanlık nezdinde
kabul görmemişti. Hatta Bakan Çelik halen bakanlık
da çok yakın mesai arkadaşlarından iki ismi de
önermesine rağmen bir türlü müsteşar kadrosuna
getirtmeyi başaramamıştı.
BAŞBAKAN ÖNERDİ
Haluk Dursun ismi yaklaşık iki hafta önce gündeme
geldi. Dursun isminin Bakan Çelik’e rağmen olduğu
kulislerde konuşuluyor. Hatta daha da ileri giderek
Dursun ismini Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan ’ın bizzat kendisinin
verdiği belirtiliyor. Bakan Çelik’in gerek
parti içi yoğunluğu, gerekse dış
politika merakının bakanlıkla ilgilenmediği
algısı oluşturduğu, bu nedenle de uzun yıllar
bakanlıkta görev yapan Dursun’un tercih edildiği
düşünülüyor. Bakan Çelik’e yakın çevreler ise
bakanın aslında tüm bakanlığın işleyişinden haberdar
olduğunu, ancak Başbakana yakınlığı nedeniyle pek
kamuoyu önüne çıkmayı sevmediğini ifade ediyorlar.
RAHATSIZ OLANLAR VAR!
Prof. Dursun’un göreve getirilmesi gündeme gelince
Bakanlık içinde ise ciddi rahatsızlıklar belirdi.
Bakan Çelik’e yakın birkaç isim özellikle de
müsteşar yardımcısı Ali Şahin’in çok rahatsız olduğu
söyleniyor. Çünkü Şahin, Müsteşar Özgür Özlan’ın tüm
işlerini yapıyor, bakanlıkta adeta müsteşar gibi
davranıyordu. Rahatsız olan diğer bir isimde
müsteşar yardımcısı Nihat Gül. Kendisi de müsteşar
olmak için aylardır kulis yapan Gül, Dursun’un ismi
belirince büyük şok yaşadığı belirtiliyor. Telefonla
ulaştığımız Haluk Dursun ise sadece ‘hayırlısı
olsun’ demekle yetindi.
DURSUN’UN KİTAPLARI
Haluk Dursun'un
İstanbul 'da Yaşama Sanatı (İstanbul, Ötüken
Neşriyat, 1999 (1. Baskı)- Timaş Yayınları, 2010,
(10. Baskı), Nil'den Tuna'ya Osmanlı Yazıları
(İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2000, (1. Baskı)- Timaş
Yayınları, 2009, (5. Baskı); Tuna Güzellemesi
(İstanbul, Kubbealtı Yayınevi, 2004, (1. Baskı),
2007- (2. Baskı), Osmanlı Coğrafyası'na Yolculuk
(İstanbul, Timaş Yayınları, 2007, (1. Baskı), 2007-
(2. Baskı), Boğaziçi'nde Kırk Yılım (İstanbul,
Heyamola Yayınları, 2009, (1. Baskı), 2010- (2.
Baskı); Ayasofya Müzesi Kültür Envanteri (İstanbul,
Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011, (1. Baskı) adlı
kitapları bulunmaktadır. Ayrıca “İstanbul: Şehir ve
Kültür” isimli ders kitabında Haluk Dursun imzalı
“Tarih, Mekan ve Kültür: İstanbul” başlıklı bir
bölüm bulunmaktadır. (İstanbul, Profil Yayınları,
2011, (1.Baskı).
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 04.07.2014
|
TESCİLLİ YAPILARA DOKUNULMAYACAK
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Haliçport
projesinin yapılacağı alanda bulunan tescilli
yapılar ile kazı esnasında çıkacak tarihi eserlerin
korunacağını söyledi.

Milli Savunma Bakanı
İsmet Yılmaz,
Haliçport adıyla bilinen Haliç Yat Limanı ve
Kompleksi Projesi’yle bölgenin denizcilik
faaliyetlerinden uzaklaşacağı iddiasını,
“Yapılacak yat limanlarıyla denizcilik
faaliyetlerine devam edilecek” sözleriyle
yanıtladı.
CHP
İstanbul Milletvekili Melda Onur’un
Haliçport’a ilişkin soru önergesini yanıtlayan
Yılmaz, Haliç Tersaneler Bölgesi olarak
adlandırılan ve Tersane-i Amire olarak bilinen
bu alanın 3 tersaneden oluştuğunu, tersanelerin
ilkini 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet
tarafından yaptırılan tarihi Haliç Tersanesi
olduğunu, ikincisinin Haliç Tersanesi’nin
yanındami Taşkızak Tersanesi olduğunu, son
olarak Camialtı Tersanesi’nin inşa edildiğini
kaydetti. Yılmaz, şunları kaydetti:
‘Tersaneler atıl durumda’
“1455’te Fatih döneminde yapılan Haliç Tersanesi
halen faal olup İstanbul Deniz Otobüsleri
tarafından kullanılıyor. Bu tersane Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın
‘Haliçport Projesi’ içinde yer almıyor. Taşkızak
ve Camialtı Tersaneleri uzun zamandır atıl
durumda. Mevcut projeyle bu alanda hem
denizcilik faaliyetlerine devam edilmesi hem de
geri sahasında sosyal ve kültürel alanların
oluşturulması hedefleniyor.”
Yılmaz, şöyle devam etti:
‘Ekonomiye kazandırılacak’
“Atıl durumdaki bu alanın canlandırılarak
ekonomiye ve istihdama fayda sağlaması amacıyla
Maliye Bakanlığı tarafından Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’na tahsisi
gerçekleşti. Yüksek Planlama Kurulu da
Haliçport’un Yap-İşlet-Devret modeliyle ihale
edilmesi için bakanlığa yetki verldi. İhalesi
yapıldı ve sözleşmesi imzalanarak yer teslimi
gerçekleştirildi. Sözleşme hükümlerine göre bu
alanda bulunan hiçbir tescilli yapıya kesinlikle
dokunulmayacak ve bu tescilli yapılar onarılarak
koruma altına alınacaktır. Proje alanı olan ve
atıl durumdaki Taşkızak ve Camialtı Tersaneler
bölgesinin, Haliç Tersane Bölgesi ile hiçbir
ilgisi bulunmadığı gibi proje alanında hiçbir
gemi üretim ve bakımı da yapılmıyor.”
‘Yeniden tersane olamaz’
Yılmaz, şu bilgileri verdi:
“Bu proje ile sözkonusu alanın denizcilik
faaliyetlerinden uzaklaşacağı iddiası doğru
olmayıp, yapılacak yat limanları ile bu alanda
denizcilik faaliyetlerine devam edilecektir.
Haliç üzerine önceki yıllarda yapılan köprüler
ve deniz derinliğinden dolayı sözkonusu alan,
sadece küçük ve orta çaplı deniz taşıtlarının
bakım ve onarımına imkan vermektedir. Bu nedenle
bu alanın tersane gibi çok ciddi ve büyük bir
hizmeti yapabilmesi mümkün değildir.”
‘Tarihi
eserler korunacak’
Bakan İsmet Yılmaz, proje alanında bulunan
tescilli yapılar ile ilgili Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nca bir
çalışma yapıldığını belirterek, şunları söyledi:
“İhale şartnamesinde bu yapıların korunacağı
hususu belirtilmiştir. Yapılacak olan kazı
işlemleri sırasında çıkabilecek her türlü tarihi
eser niteliğindeki kalıntılar içinde mer-i
mevzuat hükümleri çerçevesinde işlemleri
yapılacaktır. Atıl durumdaki
Taşkızak ve Camialtı’nda halen istihdam yok.
Proje hayata geçince, oldukça fazla istihdam
kaynağı elde edilecektir.”
Milliyet, Haber: Meriç Tafolar, 04.07.2014
|
KENTSEL DÖNÜŞÜMLE SANAT SOKAĞA İNİYOR

İspanya’nın başkenti
Madrid’de sanatçılar varoş mahallelerde sanatsal
dönüşüm başlattı. 32 sanatçı, bölgedeki 27 binayı
resimlerle süslüyor.
Madrid'in
Tetutan, Usera ve Villaverde gibi varoş
mahallelerinde, eski bina cepheleri sanatçılar
tarafından boyanmaya başlandı. Borondo, E1000ink,
Suso33, San, SpY gibi 32 sanatçı, kentteki 27 binaya
ve bazı oyun alanlarına yaptıkları resimlerle
Madrid'in kenar mahallelerine farklı bir renk
getirdi.
DOĞDUKLARI MAHALLEYE HİZMET
Madrid Belediyesi tarafından "Madrid Sanat Sokak
Projesi" adı verilen projenin ilk aşamada 1 yıl
devam etmesi, daha sonra dageniş alanlara yayılması
öngörülüyor. Belediyenin kentsel düzenlemeden
sorumlu üyesi Jose Francisco Garcia, "Küçük
hareketlerle bir mahallenin görünümünün
iyileştirilebileceğini göstermek istiyoruz" dedi.
Sanatçılardan Suso33 de doğup büyüdüğü mahalle
Tetuan'da yaptığı işten zevk aldığını söyleyerek "Bu
proje benim için çok anlamlı. Benim kişiliğime yön
veren bir mahallenin duvarını resmetmek çok güzeldi"
dedi.
TURİST ÇEKECEK
Proje çerçevesinde çoğu eser Tetuan mahallesinde
yapıldı. Hazırlanan özel reklamlarla bu mahalleye
turistlerin ve Madridlilerin ilgisi çekilmeye
çalışılıyor.
Akşam, 04.07.2014
|
DÜNYADA EŞİ BENZERİ YOK

Adana'nın Yumurtalık İlçesi'nde, arka kısmı balık
kuyruğu olan at üstünde balık avlayan Eros figürü
tasvir edilmiş mozaik bulundu. Yunan mitolojisinde
Mozaiğin dünyada bir benzerinin olmadığı
belirtiliyor.
Ören Mahallesi'ndeki denize sıfır noktada üç yıl
önce varlığı fark edilen mozaik kalıntılarının
bulunduğu bölgede Adana Müze Müdürlüğü arkeologları
tarafından kazı çalışması başlatıldı. Geçen yıl
yapılan kazılarda yaklaşık 10 metrekare civarında at
üstünde balık avlayan Eros figürü tasvir edilmiş
mozaik bulundu.
Aşk tanrıçası Eros'un mozaiklerinin 3 metre uzağında
devam eden kazı çalışmaları sırasında 6 metrekare
civarında yine Eros'u simgeleyen ve at üstünde balık
avlayan Eros figürü tasvir edilmiş ikinci mozaik
bulundu.
Yaklaşık 2 yıl önce de ilçenin farklı bölgesinde
çıkarılan 36 metrekarelik aşk tanrıçası Eros'u
tasvir eden figürlere rastlanılmıştı. Antik Roma
döneminde zengin bir tüccara ait olduğu tahmin
edilen bu mozaikler üzeri kapatılarak koruma altına
alınmıştı.
Adana Valisi Mustafa Büyük, ilçeye yaptığı ziyaret
kapsamında yeni bulunan mozaikler hakkında
arkeologlardan bilgi aldı. Vali Büyük, "Bu bölgede
çıkarılan mozaikler beni heyecanlandırdı.
Anlaşılıyor ki bu bölgeye ilginin zamanla daha da
artacağını düşünüyorum. Bu sahanın tarihte çok
önemli bir yerleşim yeri olduğunu gösteriyor. Roma
döneminden bize kalan bu mirası en güzel şekilde
ortaya çıkarıp çalışmalarımızı sürdüreceğiz" dedi.
Sabah, 04.07.2014
|
TAM 4 BİN YILLIK KARA BÜYÜ TABLETİ
Kayseri’deki Kültepe, Kaniş-Karum Kazı Başkanı
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, ’’1948 yılından bu yana
devam eden kazılarda, 25 bine yakın tablet bulundu.
Bu tabletler arasında kara büyüye, kötü ruhlara
karşı yazılmış muska benzeri metinler de var’’ dedi.

Dünya tarihinin en eski ticaret merkezi olan
Kültepe, Kaniş-Karum ören yerinde 2014 yılı kazı
çalışmalarını önümüzdeki günlerde başlatacaklarını
belirten Prof.Dr. Kulakoğlu, kazı alanında bulunan
eserlerle ilgili bilgi verdi. Prof.Dr. Kulakoğlu,
kazı alanında dönemine göre büyük bir medeniyetin
varlığı ve yerel halk ile Asur’dan gelen tüccarlar
arasında çok ciddi bir ticaret ilişkisinin
bulunduğundan söz etmenin mümkün olduğunu ifade
ederek sözlerini şöyle sürdürdü: ’’1948 yılından
itibaren Kültepe’de yapılan kazılarda 25 bine yakın
tablet keşfedildi. Bu tabletlerin büyük bir çoğu
ticari, ekonomik konulara ilişkin tabletler,
vesikalar. Bunlar içinde o zaman Anadolu’ya gelmiş
tüccarların yaptıkları bütün harcamalar, ödemeler,
sattıkları malların karşılıkları ve buna benzer her
türlü iktisadi konu kaydedilmiş. Aslına bakarsanız
bu kayıtlar, para ile ilgili her konuyu içeriyor. Bu
konuların arasında çok ilginç olaylar da var.
Bunların arasında en azından söylenebilir ki,
günümüzde de halen kullanılan muska benzeri ya da
kötü ruhlara karşı yazılmış metinler de var.
Onlardan bir tanesinde insanların kara göze karşı,
kara büyüye karşı yaptıkları bir çeşit dua metni
var. Orada, insanların sağlıklı yaşayabilmeleri için
kötü gözlerden uzak durmasından bahsedilir ki aynı
şekilde ’kötü gözler’, ’kem gözler’ diye başlayan
bir çok deyiş vardır Anadolumuzda.’’
Prof.Dr. Kulakoğlu, günümüzden 4 bin yıl önce
yapılan büyü ya da yazılan muskalarda hiç bir zaman
bir kişi için kötülük amaçlanmadığını da
vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürdü: ’’Anadolu’da
ya da Kültepe’de ele geçirilen metinlerin hiç
birisi, kötülük yapmak üzerine kurulmamıştır. Hiç
birisinde birisinin kötülüğü üzerine metin yoktur.
Hepsi insanların kendilerini korumak için yaptıkları
şeylerdir. Örneğin kara köpeğe karşı yaptıkları
büyüden bahsedilir ya da doğum sırasında annenin
rahat doğum yapabilmesi için metinler vardır. Bunlar
belki de evlerin duvarlarında, evlerde bir şekilde
saklanıyordu. Şimdi günümüzde insanların nasıl
boyunlarına taktıkları muskalar varsa o dönemde de
bizim bildiğimiz Kültepe’den çıkarılan üzerinde çivi
deliği dahi bulunan tabletler var. Onlar da büyük
olasılıkla evin duvarlarında ya da rafında duran,
evi kötü ruhlara karşı korumak için yapılmış büyü ya
da muskalar idi’’
KÜLTEPE’DEKİ BÜYÜ TABLETLERİ
Kültepe, Kaniş-Karum Kazı Başkanı Prof.Dr. Fikri
Kulakoğlu, kazılarda bulunan muska ya da büyü
metinleriyle ilgili şu bilgileri verdi:
’’Kültepe’de ele geçirilen büyü uygulamalarının Eski
Babil veya sonraki Hitit metinlerinde örneklerini
gördüğümüz, bağlama büyüsü ya da kara büyü gibi kötü
niyetle yapılan büyüler olmadığı görülmektedir.
Bunlar daha çok hastalıklara ve kötü cine karşı
koruma amaçlı yapılmış pozitif büyülerdir. Yukarıda
bahsettiğimiz büyü metinlerinden Kt. 94/k 821, biçim
olarak da günümüzdeki muskalara benzer bir şekle
sahiptir. Üst kısmında delikli bir çıkıntı bulunan
tablet, hastanın iyileşmesine yardımcı olması
amacıyla veya evdeki kötü ruhu kovmak için odanın
duvarına asılmış olmalıdır. 1948 yılı kazılarında
ele geçirilen tabletlerden Kt. a/k 611, muhtemelen
ana kervandan ayrılmış küçük kervandaki insanları
bir kara köpeğe karşı korumak için yapılmış büyüyü
içermektedir. Kt. 90/k 178 numaralı belgede iki büyü
kayıtlıdır. Bunlardan ilki, ay ilahı Sin’in ineğine
benzetilen, doğum aşamasındaki bir anneye yardımcı
olmak amacıyla; diğeri de yeni doğan bebeklerin
yakalandığı sarılık hastalığına karşı yapılmıştır.
Kt. 94/k 520 numaralı belgenin konusu ise kötü göze
karşı yapılmış bir büyüdür.’’
Milliyet, 04.07.2014
|
SATRANCIN ATASI BATMAN MÜZESİ'NDE SERGİLENECEK
Ege
Üniversitesi nden Yrd. Doç.Dr. Haluk Sağlamtimur,
Ilısu barajı altında kalacak kültürel varlıkların
kurtarılmasına yönelik 13 yıldır Siirt ili Botan
vadisinde arkeolojik kazılar yapıyor.
Bölgedeki kazı çalışmaları ile ilgili gelişmeleri
sorduk kendisine. Yrd. Doç.Dr. Haluk Sağlamtimur şu
açıklamalarda bulundu:
” Bölgede Türbe Höyük ve Motit Kalesinde kazı
çalışmaları tamamlandı. Bu kazılardan biri olan
Motit Kalesi Ksenephon un ” Onbinlerin Dönüşü ” adlı
kitabında geçen kalelerden biri olduğunu belirtmek
isterim. Başur ve Çattepe Höyük'te halen çalışmaya
devam ediyoruz.
Başur Höyük MÖ 7. bin yıldan başlayarak
günümüze kadar yerleşilmiş bir höyük; MÖ 4. ve 3.
bin yıl buluntuları bu coğrafya ve Mezopotamya
kültürleri için önemli veriler sağlamakta. Çattepe
Höyük ise içerisinde höyük olan bir Roma kalesidir.
Bu kale Roma'nın doğudaki son kalesi olma özelliğini
taşıyor. Ayrıca bu döneme tarihlenen bir liman
ortaya çıkartıldı. Bu kale daha sonra MS 9. ve
10.ncu yüzyılda İslami şehir olan Tell Fafan'a
dönüşmüştür. ” dedi.
Başur Höyük'te Mezopotamya coğrafyasının bizim
topraklarda kalan bölümünde ortaya çıkartılan ve
2013 yılında bütün dünyanın ilgisini çeken buluntu
grubunun heyecan verici bir keşif olduğunu belirten
Sağlamtimur; Discovery Chanell ın kendisiyle bir
röportaj yaptığını söyledi.
SATRANCIN ATASI OLACAK KEŞİF….
Kazı alanında yeşil, kırmızı, mavi, siyah ve
beyaz renklerde 49 tane taş bulduklarını, bazı
taşlar domuz ve piramitlere benzediğini, bazılarının
ise yuvarlak ve mermi şeklinde olduğunu aktaran
Sağlamtimur bulgularla ilgili görüşlerini şöyle
aktardı:
” Siirt'teki Başur Höyük kazısında
İlk Tunç Çağ'ına tarihlenen mezarlar içerisinde satrancın atası
olabilecek buluntular bulduk. Bunların karbon-14
tarihlemeleri MÖ 3100-2900 tarihleri arasını
vermekte, bu buluntulardan daha erkene tarihlenen
figüratif oyun seti şimdilik yok. Bunlar Mezopotamya
da MÖ 4. bin yılın sonunda yazının bulunması veya
yazı ile birlikte kullanılan, yazının dışında
objeler olmalılar, yani önce oyun vardı galiba,
kültür oyunun etrafında gelişti gibi görünüyor.
Bulunan mezarın içerisinden iki çocuk bir yetişkin
iskeletinin bulunmuş olması nedeniyle oyun
taşlarının çocukların eğitiminin bir parçası,
strateji oyunu olduğunu düşünmekteyiz.
Bu buluntular yakın zamanda açılışı yapılacak
olan Batman Müzesi'nde sergilenecek. ”
Turizm Haberleri, Haber: Nilgün Atar, 03.07.2014
|
YOZGAT'TA YERALTINDAKİ TARİH AYDINLANIYOR
Yozgat’ın 5 ayrı bölgesinde bugüne kadar yabancı
arkeologlar tarafından yürütülen yüzey araştırması
ve kazı çalışmalarına bu yıl üç bölgede başlandı.
Yozgat’ın 5 ayrı bölgesinde bugüne kadar yabancı
arkeologlar tarafından yürütülen yüzey araştırması
ve kazı çalışmalarına bu yıl üç bölgede başlandı.
Yozgat Müze Müdürlüğü ekipleri, Sarıkaya
İlçesi'ndeki
tarihi Roma Hamamı kalıntılarına yönelik kazı
çalışmalarını sürdürürken; yabancı arkeologlar da 5
ayrı medeniyete ev sahipliği yapan Çadırhöyük ve
tarihte kayıp şehir Pteria antik kentinin izlerine
rastlanılan Kerkenes dağındaki kazılarına başladı.
Yozgat’ın Sorgun İlçesi Peyniryemez
Köyü
yakınlarındaki Çadırhöyük’te ABD’nin New Hampshire
Üniversitesinden Dr. Gregory McMahon başkanlığındaki
ekip tarafından başlatılan çalışmalar, Ağustos
ayının ortalarına kadar devam edecek. Çadırhöyük’te
1993 yılında yüzey araştırmasına başlanıldı, 1994
yılından itibaren ise kazı izni alındı. Yapılan
kazılar sonucunda 5 ayrı medeniyete ait eserler
bulundu. Kalkolitik, Tunç, Hitit, Hellenistik ve Üst
Bizans olmak üzere 5 ayrı döneme ait çok sayıda
tarihi esere ulaşıldı.
KAYIP ŞEHİR PTERİA
Sorgun İlçesinin Şahmuratlı
Köyü yakınlarında,
kayıp şehir Pteria antik şehrinin izlerine
rastlanılan Kerkenes dağında daha önceleri İngiliz
Arkeolog Dr. Geoffrey Summers başkanlığında
yürütülen yüzey araştırması ve kazı çalışmaları,
önceki yıldan itibaren farklı bir ekip tarafından
yürütülmeye başlanıldı. Chicago Üniversitesi’nden
ABD’li Arkeolog Dr. Scott Branting başkanlığındaki
30 yabancı arkeologdan oluşan ekip, Şahmuratlı
Köyü'ndeki kazı evine yerleşip, çalışmalarına
başladı. Ekip, Ağustos ayına kadar Kerkenes antik
kentini çevreleyen, 2 bin 600 yıllık tarihi geçmişe
sahip 7 kilometre uzunluğundaki surlar içerisindeki
alanda kazı çalışmalarını sürdürecek. Tarihte güneş
tutulması ile sona eren savaşın da yaşandığı
belirtilen antik kentin gizemi ortaya çıkartılırken,
şehir kalıntıları da şekillenmeye başladı.
KUŞAKLI HÖYÜK
Yozgat’ın Sorgun İlçesi Büyük Taşlık
Köyü
yakınlarında Kuşaklı höyükte 2008 yılından itibaren
İtalya Floransa Üniversitesi’nden Prof.Dr. Stefania
Mazzoni başkanlığındaki ekip, yaptığı çalışmalarda
bölgenin Hitit Uygarlığı’nın etki alanında yer
aldığını belirleyip, Hitit imparatorluğu dönemindeki
Zippalanda kentinin de bu bölgede olduğunu
değerlendirdi. Prof.Dr. Stefania Mazzoni ve
ekibinin bu yılki çalışmalarına önümüzdeki günlerde
Yozgat’a gelerek başlayacakları bildirildi.
ROMA HAMAMI
Yozgat’ın Sarıkaya
İlçesi'nde, dönemin Roma Kralı
tarafından, kızının cildindeki yaralardan
kurtulmasına vesile olmasının ardından halkın da
şifa bulabilmesi amacıyla yaptırdığı yaklaşık 2 bin
yıllık bir geçmişe sahip ‘Roma Hamamı’ kalıntıları
da gün yüzüne çıkartılıyor. Sarıkaya ilçe merkezi
yerleşim alanları arasında kalan tarihi Roma
Hamamına ait surun çevresindeki diğer parçalarının
da ortaya çıkartılmasına yönelik Yozgat Müze
Müdürlüğü tarafından 4 yıldır sürdürülen çalışmalara
halen devam ediyor. İki Arkeolog gözetiminde 16
işçiyle yürütülen kurtarma kazısı kapsamında
gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda Roma, Bizans,
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait izler ortaya
çıkartıldı.
Geçen yıl yapılan kazılarda ise Phitos
kalıntıları (küp), saklama kapları, yapı duvarları,
küçük su kanalları, İslami dönemlere ait küp
parçaları, taş harçlı ve mermer zemine ulaşıldı.
Bölgenin Roma dönemiyle birlikte Cumhuriyet dönemine
kadar birçok medeniyet tarafından yerleşim alanı
olarak kullanıldığı kaydedildi. Sarıkaya ilçe
merkezinde bulunan tarihi Roma Hamamı kalıntıları
çevresindeki istimlak edilen binalar da yıktırıldı.
Yozgat’ın Büyüknefes
Köyü'nde bulunan Galatların
Başşehri Tavium antik kentinde ise 2012 yılına kadar
devam eden kazı çalışmalarına bu yıl da talipli
çıkmadı. Bu nedenle çalışmalara ara verilirken
Yozgat Valisi Abdulkadir Yazıcı, Büyük Nefes
Köyü'nde
açık hava müzesi kurulmasına yönelik çalışma
başlattıklarını söyledi.
haberler.com, 03.07.2014
|
TARİHE KİMYASAL SIKMIŞLAR

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Tayyip
Erdoğan’ın bizzat ilgilenip sık sık ziyaretler
yaptığı Bitlis’teki Eski Ahlat Şehri kazılarındaki
tarihi alanda kazı başkanı Recai Karahan tarafından
başlatılan restorasyon işlerinin “önceden
hazırlanmış kapsamlı bir proje olmadan başlatıldığı”
ortaya çıktı. UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici
Listesi’nde de yer alan tarihi Selçuklu
Mezarlığı’nda yapılan çalışmalarda, taşların “ileri
yıllarda zarar verme olasılığı bulunan” Amonyum
Bikarbonat (AB 57) kimyasalı kullanılarak
temizlendiği de belirlendi. Oysa, ilgili yasa ve
yönetmeliklere göre, herhangi bir kazıda ortaya
çıkan eserlerin restorasyon işlemlerinin
yapılabilmesi için önceden kapsamlı bir projenin
hazırlanması şart. Aksi halde işlem yapanların
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’na göre
2 yıldan 5 yıla kadar hapis ve 5 bin güne kadar adli
para cezasıyla cezalandırılmaları gerekiyor.
Bitlis Ahlat’taki Selçuklu Meydanlık
Mezarlığı’nda uzun sürenin ardından 2005 yılında
tekrar başlanan kazılar, 2006 yılından itibaren
Doç.Dr. Nakış Karamağaralı başkanlığında devam etmişti.
Ancak Doç.Dr. Karamağaralı ve ekibi 2010 yılında
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca kazılardan el
çektirilmiş ve Karamağaralı’nın yerine “asıl
uzmanlık alanı halı, kilim ve eski kumaş desenleri
tasarımı” olarak bilinen Prof.Dr. Recai Karahan
getirilmişti. Karahan da 2011’den bu yana Selçuklu
Meydanlık Mezarlığı’nda “restorasyon” adı altında
çalışmalar yürütüyor.
Ancak yürütülen restorasyon çalışmalarının
önceden hazırlanmış bir planının bulunmadığı, eski
kazı ekibinde yer alan Alp Oğuz Turan’ın bakanlığa
ve Van Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü’ne “Bilgi Edinme Yasası” kapsamında
yazdığı resmi yazılarla ortaya çıktı.
Bilgi var, proje yok
Alp Oğuz Turan, Karahan’ın daha önce medyaya
yaptığı, mezarlıkta “mekanik ve kimyasal
müdahalelerin” restorasyon kapsamında yapıldığına
ilişkin açıklamaları üzerine, geçen şubat ayında,
Van Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü’ne yazılı başvuru yaparak, söz konusu
çalışmalar için daha önceden bir proje yapılıp
yapılmadığını ve kullanılan kimyasalların mezar
taşları üzerindeki olumlu veya olumsuz etkilerinin
ne olacağını sordu.
Kuruldan Turan’a gelen yanıtta, konuyla ilgili
olarak 15 Ağustos 2013 tarihinde kurulca toplantı
yapıldığı belirtilerek şöyle denildi:
“Kazı başkanlığının mezar taşlarındaki likenlerin
temizlik çalışmasında uygulamış olduğu AB 57
kimyasal yönteminin ileriki yıllarda mezar taşlarına
nasıl bir zarar vereceğinin bilinmemesi, eğer
kimyasal yöntemler ile temizlik çalışması
yapılacaksa bunun teknik raporlar ile desteklenmesi
gerektiğine; İstanbul Restorasyon ve Konservasyon
Merkez ve Bölge Müdürlüğü’nün kazı başkanlığına
sunmuş olduğu yazı doğrultusunda, mezar taşlarındaki
likenlerin temizlik çalışmasında uygulamanın mekanik
olarak yapılmasına (saf su, diş fırçası, tırnak
fırçası vs.), ayrıca düşen ve düşmekte olan mezar
taşlarının özgün biçimine göre yeniden
düzenlenmesinin uygun olacağına karar verildi.”
‘Kazı başkanına sor’
Turan’a veilen yanıtta daha önceden projenin
sunulup sunulmadığı konusunda bilgi yer almadı.
Turan, gelen yanıt üzerine, yeniden Van Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne ve
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne yazı
yazdı. Gelen yanıtın “sorduğu sorulara yanıt
olmadığını” ve yine yanıtta “AB 57 adlı kimyasalın
kazı başkanlığına önerildiğinin anlaşıldığını ancak
‘şimdilik uygun bulunmadığının’ belirtildiğini” dile
getirerek, aynı soruları yöneltti.
Turan’ın dilekçesine ilgili makamlardan bir kez
daha aynı yanıt gelince, Turan genel müdürlüğe bir
yazı daha yazarak, kurulun sözünü ettiği toplantıya
Başkan Yardımcısı Prof.Dr. Işık Aksulu, üyeler
Doç.Dr. Osman Aytekin ve Cüneyt Caner Güldal’ın
katılmadıklarının anlaşıldığını vurgulayarak,
toplantıya konu iş için, işin uzmanı olmayan kurul
üyelerince karar alınamayacağına dikkat çekti;
sorularını yine yineledi. Turan’a bu kez de genel
müdürlükten, “Sorularınızı Eski Ahlat Şehri Kazı
Başkanlığı’na sorunuz” yanıtı geldi.
Bir bölgede yapılan kazılarda ortaya çıkan
eserlerin restorasyon işlemlerinin yapılabilmesi
için önceden kapsamlı bir projenin hazırlanması
şartı bulunuyor. Aksi halde işlem yapanların 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Yasası’na göre 2 yıldan 5 yıla kadar hapis ve 5 bin
güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılmaları
gerekiyor.
Cumhuriyet, 03.07.2014
|
BİR SIR KAPISI DAHA ARALANDI

Denizli'nin Buldan İlçesi Yenicekent
yakınlarındaki Tripolis antik kentinde 500 metrekare
genişliğinde 2 bin yıllık kapalı pazaryeri bulundu.
Kazı heyeti başkanı Yrd. Doç.Dr. Bahadır Duman,
Denizli'nin tek antik kapalı pazaryerinin
restorasyonunun tamamlandığını ve ziyarete
açıldığını söyledi.
Dr. Duman, tarihte ilk kapalı pazaryeri olduğuna
dair kanıtlara ulaştıklarını, 15 kemer dizisinin
üzerinde büyük kesme taşlardan yapılmış tavan
blokların, yapının bugüne kadar ulaşmasında destek
olduğunu söyledi. Duman; 14 sütun, 20 kemer ve 88
çatı bloğunun dayanıklılığı artırdığını ifade etti.
12 ay kazı çalışmalarının devam ettiği Tripolis'te
20 öğrenci, 35 işçi ve 15 akademisyenin görev
aldığını belirten Duman, şu bilgileri verdi: "Kentin
yüksek bir tepe eteğinde kurulması nedeniyle, toprak
erozyonundan en fazla etkilenen binaların başında
gelen kapalı pazaryerinin tamamı toprak altında
kalmış. İlk kazılarda çatı bloklarının küçük bir
kısmı, bir kemeri ve bir de taşıyıcı sütunu açığa
çıkarıldı. Geçen yıl yapının tamamı açılarak restore
edildi ve tarihteki ilk pazaryeri ziyarete açıldı.
Yapının üst tarafındaki ışıklık ve havalandırma
boşlukları kapalı pazaryeri için ideal."
Kuş
figürleri bulundu
Tripolis kazı çalışmalarında Roma Dönemi evlerinin
duvarlarından keklik, sülün, güvercin, papağan ve
leopar resimleri bulunduğunu belirten Duman,
"Evlerin duvarlarında kuş resimleri bulduk.
Bozulmadan günümüze kadar gelen kuş türlerinin
bölgede bol miktarda bulunan kuşlar olduğunu
düşünüyoruz. Özellikle bulunan güvercin resmi
Denizli'ye has güvercin ırklarından birinin resmi
olabilir" dedi.
Yeni Asır, Haber: Hasan Durna,02.07.2014
|
BALATLAR KİLİSESİ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

Bizans dönemine ait mimari kalıntıları barındıran
ve 2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle
başlayan Sinop Balatlar Kilisesi arkeolojik kazı
çalışmaları yeniden başladı.
Kazı Başkanı Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Gülgün Köroğlu, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, dört yıl önce başlatılan
çalışmaların bu yılki bölümünü öğretim üyesi ve
öğrencilerden oluşan 20 kişilik ekip ve işçilerle
sürdüreceklerini söyledi.
Alan temizliği yaparak çalışmalara başladıklarını
belirten Köroğlu, “Ada Mahallesi’ndeki Balatlar
Kilisesi 2. yüzyılda inşa edilmiş 20. yüzyılın
başlarına kadar devamlı kullanılmış. Bu yıl
çalışmalarımız 10 numaralı salon diye anılan Roma
hamamının salonunda devam edecek. Kazı
çalışmalarının bu yıl ki bölümü 31 Ağustos’ta sona
erecek” dedi.
Köroğlu, kazılarda Balatlar yapı topluluğuyla
ilgili pek çok bilinmeyeni gün ışığına çıkarıp bilim
dünyasına tanıtmayı amaçladıklarını kaydetti.
haberler.com, 01.07.2014
|