Haberler logo Temmuz '14 Arşivi

27 Temmuz - 7 Ağustos 2014

GİRMELER MAĞARASI'NA TURİST İLGİSİ

 

 

Muğla İli'nin Seydikemer İlçesi'ndeki Girmeler Mağarası, turistlerin ilgisini çekmeye devam ediyor.

 

Cip safari turlarına katılan yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktası olan mağara, Prehistorik çağlardan günümüze kadar uzanan süreçte Likya uygarlığına ışık tutuyor. Mağara çevresinde geçmiş yıllarda yapılan kazı çalışmalarında elde edilen buluntuların bölgede yaklaşık 11 bin 500 yıl öncesindeki yerleşik hayatın varlığını ortaya koyuyor. Mağaranın serin ortamı ve binlerce yılda oluşan sarkıtları ziyaretçilerini büyülüyor. Mağarada ilerlemek isteyen turistler bazı noktalarda yaklaşık 50 santimetrelik kayaların altından sürünerek geçebiliyor. Makedonya Kralı Büyük İskender’in şifa bulmak amacıyla geldiği rivayet edilen mağaranın tarihi, tur rehberleri tarafından ziyaretçilere anlatılıyor. Tur rehberi Hakan Çınar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, cip safari turlarıyla bölgenin doğal güzelliklerinin yanı sıra kültürel mirasını da yerli ve yabancı turistlere tanıttıklarını söyledi. Girmeler Mağarası’nın tarihi geçmişe sahip olduğu için özellikle İngiliz turistlerin ilgisini çektiğini belirten Çınar, “Her gün birçok cip safari turuna katılan turistler buraya gelerek mağarayı geziyor. Mağaranın tarihi geçmişini turistlerimize anlatıyoruz. Onlar da hem ülkelerine döndüklerinde hem de bazı tatil sitelerinde paylaşımda bulunarak bölgenin tanıtımına katkıda bulunuyorlar” dedi. Çınar, içerisinde yaklaşık 200 metre kadar ilerlenebilen mağaranın serin ortamı ile özellikle yaz aylarında sıcaktan bunalan ziyaretçilere serinleme imkanı sunduğunu vurguladı. Büyük İskender’in şifa bulmak amacıyla geldiği rivayet edilen Girmeler Mahallesi’ndeki kaplıca ve mağaranın ziyaretçileri tarafından çok beğenildiğini kaydeden Çınar, bölgenin safari turlarının uğrak noktası olduğunu sözlerine ekledi.

Anayurt Gazetesi, Haber: Osman Sayın, 08.08.2014

TEKFUR SARAYI'NA BİZANS OYUNU

 

Restorasyona alınan 1000 yıllık Tekfur Sarayı’na ahşap pencere, alüminyum korkuluklar eklendi. Klima, merdiven ve çatı yapılarak kapalı bir mekana dönüştürüldü. Uzmanlar Ortaçağ’dan kalan bir yapıya yapılan müdahaleleri “felaket” olarak nitelendirdi.

 

 

Bizans İmparatoru Porfirogenetos’un emri ile bin yıl önce yaptırıldığı tahmin edilen Tekfur Sarayı, 12.yüzyıldan İstanbul’un fethine kadar Bizans’ın yönetildiği Blakernai Saray Kompleksi’nin içindeydi. Dünyaca ünlü Kaşıkçı Elması’nın çöplüğünden çıktığı rivayet edilen Tekfur Sarayı, İstanbul’un fethinden sonra çeşitli amaçlarla kullanıldı. 18. yüzyılda çini, 19. yüzyılda cam imalathanesi olarak kullanılan ve 1864 yangınında büyük zarar gören saray, uzun yıllar harabe halinde kaldıktan sonra 2002’de restorasyona alındı. İhaleyi Alpek Müteahhitlik firması kazandı, mimarlığını ise Şirin Akıncı üstlendi.


10 yıllık restorasyon çalışmalarında sona gelinirken, bin yıllık maziye sahip saraya monte edilen ahşap camlar ile teras kısmına konulan alüminyum korkuluklar görenleri şaşırttı. Orjinal yapıya monte edilen bu eklentileri eleştiren sanat tarihi uzmanları, yapıya ayrıca merdiven eklenmesini ve çatı yapılarak kapalı bir mekana dönüştürülmesini büyük bir hata olarak değerlendirdi. Restorasyona yönelik eleştiriler ve yanıtları şöyle;

‘Temalı tatil köyünü andırıyor’
Mimarlık Tarihçisi Prof.Dr. Uğur Tanyeli; “Restore edilen eser adeta yeni bir bina haline getirilmiş. Tarihsel nitelik kaybedilmiş, yeni bir Bizans eseri ortaya çıkmış. Sarayın restore edilmiş haline baktığımda Antalya’daki temalı tatil köylerinden farksız görüyorum. Ahşap camlar da neyin nesi! Bizans yapısında ahşap pencere mi olur? Merdivenlerin nereden çıktığı tam olarak bilinmiyordu. Restorasyonda merdivenler eklenmiş. Soğuk demirciye yaptırılan parlak korkuluklar gülünç olmuş. Bu kadar kolay hoyratlık olmaz. Ortaçağ’dan kalan bir yapıyı adeta yeniden inşaa etmişler.”

‘Restorasyon felaketi’
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Engin Akyürek; “Bizans saray mimarisi konusunda önemli bir bilgi kaynağı olan yapının başına ne yazık ki ‘restorasyon felaketi’ geldi. İnşaat alanına konulan tabeladaki başlık, ‘Tekfur Sarayı Tamamlama İnşaatı’. Sadece dört beden duvarı kalmış olan yapı, mevcut haliyle konsolide edilip korunmak yerine tamamlanıyorsa, özgün niteliği yok olacak demektir. Bütün pencereler orijinal biçimleri bilinmemesine karşın, çift camlı pencere kanatları takıldı. Üçüncü Şapel dışarıdan algılanmayacak biçimde tamamlandı. Şapelin harika mimarisi dışarıdan bakıldığında kolayca algılanıyorken, artık bu görüntü fotoğraflarda kaldı. Şimdi şapel bina duvarına asılmış bir kutu gibi duruyor. Yapıya son darbeyi de vurmak üzere getirilen çok sayıda büyük boy klima cihazı, yapının tasarlanan işlevi konusunda fikir veriyor. Bu yapı, artık 12. yüzyıl Bizans sarayı kalıntısı olmaktan çıkmış, mimari bütünlüğü ve özgünlüğü bozulmuştur. Ne yazık ki çok değerli tarih yok olmuştur. Bütün bunlar da bir ‘bilim heyeti’nin öneri ve onayı ile yapılmıştır.”

‘İnfial uyandırdı’
Sanat Tarihi Uzmanı Prof.Dr.Zeynep Ahunbay: “Mimar Sinan Üniversitesi 1990’ların sonuna doğru sarayı bir kalıntı olarak korumayı öngörürken, şu anda uygulanan proje sıradan bir yapı gibi yeniden yapıma yöneldi. Önceki proje Sadettin Tantan’ın Fatih Belediye başkanlığı döneminde ortaya çıkmış; sarayın görkemli cephesini bir fon olarak kullanarak, avluda konser ve kültürel etkinlikler yapmak üzere geliştirilmişti. Son projede ise üst seviyelerine ulaşılan bir kapalı mekan yaratılma yoluna gidildi. Bu kadar önemli bir eserin ikinci derece tarihi eser muamelesi görmesi üzücüdür. Bu eserin cahil cesaretiyle, özgürce bütünlenmesi Bizans uzmanları, arkeologlar ve mimarlar arasında infial uyandırmıştır.”

 

‘Çalışmanın her aşaması belgelendi’

Tekfur Sarayı’nın restorasyonunu yürüten mimar Şirin Akıncı sözleşme gereği açıklama yapamayacağını belirtti. İBB ise eleştirilere şöyle yanıt verdi; “Sarayın 3 boyutlu tarama ve belgeleme çalışmaları yapıldı. Zemin kotlarının tespit edilebilmesi için Koruma Kurulu’ndan gerekli izinler alınarak İstanbul arkeoloji Müzesi tarafından kazı çalışması hayata geçirildi. Kazıda çıkan buluntular belgelendikten sonra Koruma Kurulu’na verildi. Bizans ve koruma konusunda uzman kişilerden bir bilim heyeti oluşturuldu. Çalışmalar bu bilim heyetinin görüşleri doğrultusunda ilerlemektedir ve her aşaması belgelenerek, imalat detayları bu doğrultuda hazırlandı.”

Milliyet, Haber: Mert İnan, 08.08.2014

1600 YILLIK İNCİL ELE GEÇİRİLDİ

 

 

Muğla'nın Köyceğiz İlçesi'nde, 33 yaşındaki B.S.'nin satmaya çalıştığı 1600 yıllık el yazması 6 deri İncil, jandarmanın operasyonuyla ele geçirildi. Adliyeye sevk edilen şüpheli tutuklanırken 6 İncil müzeye teslim edildi.

 

 

İl Jandarma Komutanlığı ile Köyceğiz İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, 33 yaşındaki B.S.'nin, tarihi el yazması 6 İncil'i satmak için müşteri aradığı istihbaratını edindi. Yapılan teknik takip sonrası İncil'i satmak için yola çıkan B.S., geçen salı günü akşam saatlerinde, Beyobası'ndan ilçe merkezine giderken yakalandı. Araçta yapılan aramada yaklaşık 1600 yıllık olduğu belirtilen 6 İncil ele geçirildi. B.S., jandarma tarafından gözaltına alındı. B.S.'nin ifadesinde kitapları yolda bulduğunu ve eserleri Fethiye Müze Müdürlüğü'ne teslim etmek için yola çıktığını söylediği öğrenildi. Emniyetteki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edilen B.S. tutuklandı. Tarihi İncil'ler de Fethiye Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.

Habertürk, Haber: Cihan Kaya - Adnan Tüfekçi, 07.08.2014

120 BİN PARÇALIK PUZZLE TARİHE IŞIK TUTACAK

 

 

Efes antik kenti içinde Roma döneminin ihtişamını yansıtan Yamaç Evler'de ilginç bir restorasyon devam ediyor. Kazılardan çıkarılan 120 bin küçük mermer parçasını puzzledaki gibi yeniden bir araya getiren restorasyon ekibi, 4 yılda ancak 50 bin parçanın yerini bulabildi.

Türkiye'nin en büyük arkeoloji projesinin yürütüldüğü Efes antik kenti içinde tarihe ışık tutan kazıların yanında ilginç restorasyon çalışmaları da yapılıyor. Antik Kent içinde ayrı bir girişten ulaşılabilen Yamaç Evler bölümünü ziyaret eden binlerce insan, büyük masaların üzerine yayılmış küçük mermer parçalarını birleştirmeye çalışan insanları şaşkınlıkla izliyor.

Ekibe liderlik eden heykeltraş ve restoratör Sinan İlhan, büyük sabır isteyen işle ilgili AA muhabirine yaptığı açıklamada, arkeolojide "puzzle restorasyonu" olarak bilinen çalışma kapsamında küçük parçaları bir araya getirip yerlerine monte etmeye çalıştıklarını ifade etti.

Roma döneminde Efes'in zenginleri için yapılan Yamaç Evler'in günümüz evleri için dahi lüks sayılabilecek özelliklere sahip olduğuna dikkati çeken İlhan, 4 bin metrekarelik alanda 7 villanın bulunduğu kompleksin yerden ısıtma, soğuk su kanallarıyla soğutma gibi sistemlere sahip olduğunu, evlerin Tunus, Mısır, Yunanistan ve Türkiye'deki 50'ye yakın ocaktan getirilen mermerlerle döşendiğini, tavan döşemelerinin altın varaklarla süslendiğini ifade etti.

Duvar resimleri ve taban mozaikleriyle de bilinen bu yapıların en görkemlisinin, dönemin Dionisos Tapınağı rahibi olduğu tahmin edilen Flavius Furius Aptus'a ait evin yemek salonu olduğuna işaret eden İlhan, şöyle konuştu:
"Evin yemek salonu, misafirlerin ağırlandığı bir prestij salonu olarak yapılmış. Salon, 22 ocaktan getirilen renk renk mermer plakalarla döşenmiş. Ortada bir havuzu bulunan salon, diğer evler gibi depremlerle yıkılmış. Yapılan kazılarda bu salona ait olduğu tahmin edilen yaklaşık 120 bin parça mermer bulundu. 4 yıl önce başlatılan proje kapsamında bu parçaları bir araya getirerek yerlerine monte etmeye başladık. 6 kişilik bir ekip, kasaların içindeki küçük parçaları masaların üzerine yayıyor, biçim, renk ve desenlerine göre doğru yerleri bulmaya çalışıyor.

Sabır ve dikkat gerektiren bu iş aslında herkesin bildiği puzzle oyununa benziyor. Ancak normal puzzle bulmacasında ortaya çıkacak resmi biliyorsunuz, bozup yeniden yapabiliyorsunuz. Burada ise bilmediğimiz bir resmi tamamlamaya çalışıyoruz. Çok daha zor ama bir o kadar da heyecanlı bir iş. Burada zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Bir plakanın bitmesi aylar alıyor. Parçaları bulunamayan bazı plakalar ise yapıldığı şekliyle monte ediliyor."

Asyalılar'ın puzzle merakı
Çalışma kapsamında bugüne kadar 50 bine yakın parçanın yerleştirildiğini, salon içindeki ilk sıra mermerlerin döşendiğini, ikinci sıranın da bu yıl içinde döşeneceğini ifade eden İlhan, salonun plakaların tamamını restore etmenin mümkün olmadığını, dönemin ihtişamı hakkında fikir verebilecek bir seviyeye gelene kadar puzzle yapmaya devam edeceklerini ifade etti.

Projenin dünyanın en büyük puzzle restorasyonu olduğuna dikkati çeken İlhan, "Proje kapsamında bir ara bu alanda geliştirilmiş yazılımları kullanmaya başladık. Her bir parçanın üç boyutlu taraması yapılara bilgisayarda eşleştirme yapılıyordu. Ancak bu işlemin çok yavaş ve maliyetli olması nedeniyle yeniden insan eline döndük" dedi.

Çalışmalar sırasında Yamaç Evleri ziyaret eden insanların kendilerini izlediğini ifade eden İlhan, puzzle meraklısı bazı insanların yaptıkları işe katılmak istediğini de anlattı. İlhan, "Burayı her gün bine yakın insan geliyor. Yaptığımızı merakla izliyorlar. Özellikle Asyalılar puzzle oyunların çok meraklı. Bazı insanlar 'gelip biz de yapabilir miyiz ?' diyorlar"

Restorasyon ekibi içinde yer alan Serkan Ergen ise bu projeye başlamadan önce bir kaç kez puzzle bulmacası çözdüğünü ancak 4 yıldan sonra artık bu konuda kendisini uzman hissettiğini anlattı. Yaptıklarını işin sabır ve dikkat gerektirdiğini, ekibin günde ancak 50-60 parçayı yerleştirmeyi başardığını anlatan Ergen, "Bazı günler şansımız yaver gidiyor ve 200 parçayı yerleştirebiliyoruz. Parçalar bir araya geldiğinde ortaya çıkan manzaradan keyif alıyoruz" dedi.

Sabah, 07.08.2014

ŞEHİTLİK YAKININDAKİ BİNA MÜZE OLACAK

 

 

Bülbül Mahallesinde bulunan bir dönem resmi törenlerin önünde düzenlendiği Mehmetçik Asker Abidesi Şehitliği (Meçhul Asker) yanındaki bina Türkiye Muharip Gaziler Derneği Şube Başkanı Yüksel Öztürk’ün girişimleri ile kurtarılıyor. Bir süre restoran olarak işletildikten sonra madde bağımlılarına mekan olan bina valilik ve iş adamlarının desteğiyle Şehitler ve Gaziler Müzesi olacak. Binanın dönüşümünün bu ayın sonuna kadar bitirilmesi planlanırken, şehit yakınları ve gaziler bu duruma seviniyor.

 

Muharip Gaziler Derneği Şube Başkanı Yüksel Öztürk, binayı müze olarak kullanacaklarını belirterek, "Madde bağımlıları binayı sahiplenmiş. Restore edilip müze olarak kullanılmaya başlanınca eski değerine kavuşacak. Şimdilerde insanlar binanın önünden geçmeye korkuyor" diye konuştu.

Gerçek Gündem, Haber: Bedir Altunok, 07.08.2014

PARGALI BİR KEZ DAHA ÖLDÜ

 

 

Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman dönemini konu alan ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisi yayındayken ziyaretçi akınına uğrayan ve tanıtımı için “özensiz” bir tabela asılan Pargalı İbrahim Paşa’nın Fındıklı’daki kabri, harap bir halde ilgi bekliyor.


Sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu, Kanuni döneminde sadrazamlık yapan, önemli siyasal ve askeri olaylarda rol oynayan ve idam edilen Pargalı İbrahim Paşa’nın, Fındıklı’da binaların arasında sıkışıp kalan kabri konusunda AA muhabirine açıklamalarda bulundu.


İbrahim Paşa’nın, Kanuni döneminde seraskerlik unvanı aldığını ve “padişahın gölgesi” konumunda bulunduğunu anlatan Göncüoğlu, bir ramazan ayında öldürülen İbrahim Paşa’nın kabrinin yerinin gizli tutulduğunu söyledi.


Göncüoğlu, İbrahim Paşa’nın Canfeda Tekkesi bahçesine gömüldüğünün bilindiğini ifade ederek, şu bilgileri verdi:
“Paşa’nın mezar yeri gizli tutulmuştur. Şöyle düşünmek gerekiyor; seraskerlik yapmış ve devletin gölgesi bir şahsın mezarının yerinin belli olması konjonktür gereği çok büyük bir hata olacaktır. Bu yönde bir tavır alınsaydı orası bir güç merkezi haline gelebilirdi. Bu nedenle Osmanlı’da bu tür mezar yerleri çok fazla belli edilmezdi. İbrahim Paşa’yla ilgili bir başka söylenti de naaşının Sarayburnu’ndan denize intikal ettirildiği yönündedir ama kuvvetli rivayetler bugünkü mezarın yerini işaret etmektedir.”

“İşaret çitlembik ağacı”
Pargalı İbrahim Paşa’nın, Canfeda Tekkesi ile gönül bağı olduğunu vurgulayan Göncüoğlu, kabrin yerinin, çitlembik ağacı dikilerek işaretlendiğini söyledi. Göncüoğlu, Prof. Dr Faik Yaltırık’ın 1972’de kabirdeki çitlembik ağacını incelediğini ve 175 yıllık olduğu yönünde tespitte bulunduğunu aktardı.


Göncüoğlu “Bu çitlembik ağacı ya sembolik olarak devam etti ya da ağaç onunla ilişkilendirildi. Pargalı İbrahim Paşa, yaşadığı dönem içerisinde çok önemli bir kişilikti, sosyal dönüşüm konusunda da birçok yeniliğe imza atmıştı. Bu nedenle böyle büyük bir şahsiyetin mezarının koruyup kollanması gerekmektedir. Paşa’ya gerekli saygının gösterilmesi ve kabrinin onarılması gerektiğini düşünüyorum” diye konuştu.






“Kabirler birer hafızadır”

Tarihçi Süleyman Faruk Göncüoğlu, Pargalı İbrahim Paşa’nın mezarının bakımsızlığına vurgu yaparak, bu tür kabirlerin birer hafıza özelliği taşıdığını söyledi. Bu amaçla belli anıtların, kabirlerin ve tekkelerin korunması gerektiğini belirten Göncüoğlu, başarılı çalışmaların geçmişle bağların kurulmasında önemli olacağını dile getirdi.


İbrahim Paşa’nın mezarına asılan isim levhasını “özensiz” olarak niteleyen Göncüoğlu, Türkiye’de genel manada bir kitabe sorunu olduğuna dikkati çekti.


Göncüoğlu, “Türkiye’de ya hamasi ifadelerin yer aldığı ya da gereksiz bilgilerin işgal ettiği kitabeler var. Bu konuda Million Anıtı’nın yanında güzel bir çalışma gerçekleştirildi ve kalıcı bir bilgilendirme yapıldı. Oradaki çalışma diğer yerlerde de yapılabilir. Türkiye’deki bilgiyi net ve yararlı şekilde aktaramama sorunu var. Çünkü bu işleri uzmanlar yapmıyor. Genelde ajanslara havale edilen işler sonunda güzel neticeler alınamıyor” ifadelerini kullandı.

“Paşa, popüler kültürün unsuru oldu”
Tarihçi Süleyman Faruk Göncüoğlu, Pargalı İbrahim Paşa ve onun gibi tarihi kişiliklerin dizi ve kitaplara konu olmasının önemine işaret etti. Pargalı’nın “Muhteşem Yüzyıl” dizisiyle popüler kültürün bir unsuru haline geldiğini dile getiren Göncüoğlu, tarihi şahsiyetlerin, doğru bilgilendirme yapılarak ve aslına sadık kalınarak dizi ya da filme konu olmasında sorun bulunmadığını söyledi.

 


Radikal, Haber: Sefa Mutlu, 06.08.2014

TARİHİ İSKALYON BİNASINDAKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARI

 

 

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde bulunan Safranbolu İlçesi'ndeki 144 yıllık İskalyon binasında başlatılan restorasyon çalışmaları tamamlandı.

 

Safranbolu Kaymakamı Murat Bulacak, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1870 yılında yapılan ve daha önce kilise külliyesi, askeri depo ve marangozhane olarak kullanılan İskalyon binasının restorasyon çalışmalarının tamamlandığını söyledi.

 

İlçede restorasyon çalışmalarının yeniden canlandığını belirten Bulacak, "İlçemizde bulunan tarihi eserlerden önemli bir kesit olan İskalyon binasının yeniden kazandırılması çok önemli bir proje. Çok farklı amaçlarla uzun yıllar kullanılmış ve atıl kalmış bir yer. Burası Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü hizmet binası olarak kullanılacak. Bir tarihi daha ayağa kaldırmanın mutluluğunu yaşıyoruz" diye konuştu. 

 

Bulacak, tarihi binanın kısa süre içinde hizmete alınacağını kaydetti.

haberler.com, 06.08.2014

VENEDİK BİENALİ'NE SARKİS'TEN BİR ESER DAHA

 

 

Türkiye'nin de artık kalıcı bir pavyonu olan Venedik Bienali'nde Sarkis'ten bir eser daha yer alıyor. 9 Mayıs-22 Kasım 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilecek Venedik Bienali 56. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu’nda Sarkis’in yeni bir eseri de yer alacak; sunumun küratörlüğünü ise Defne Ayas üstlenecek. Sergi, İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın girişimi ve 21 destekçinin katkılarıyla, Arsenale’de 2014-2034 yılları arasında tahsis edilen,  uzun süreli mekanda yer alacak.

 

Mimar Sinan Üniversitesi İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenim gören Sarkis, ilk sergisini 1960 yılında İstanbul Sanat Galerisi’nde açtı. Resimle başladığı sanat hayatına heykelin yanı sıra disiplinlerarası (işitsel, görsel) enstalasyonlar gibi farklı sanat formları ekleyen sanatçının eserleri, aralarında Centre Georges Pompidou  (Paris), Guggenheim Museum (New York), Musée d’Art Moderne de la Ville de Paris (Paris), Kunst-und-Austellungshalle (Bonn), Louvre Müzesi (Paris), Bode Museum (Berlin), Kunsthalle Düsseldorf’un bulunduğu birçok sanat merkezi, müze ve galeride sergilendi. When Attitudes Become Form sergisi (Kunsthalle Bern, 1969), DOCUMENTA VI, DOCUMENTA VII (Kassel, 1977, 1982) ile Sidney, Şangay, Sao Paulo, Moskova ve İstanbul Bienalleri Sarkis’in katıldığı önemli sergiler arasında yer alıyor.

 

Sarkis’in son dönem kişisel sergileri arasında Galeri Mana (İstanbul, 2013),  Arter (İstanbul, 2013, Museum Boijmans van Beuningen (Rotterdam, 2012), Galerie Nathalie Obadia (Paris, 2011 ve 2014), MAMCO-Cenevre Çağdaş Sanat Müzesi (Cenevre, 2011), Centre Pompidou Çağdaş Sanat Merkezi (Paris, 2010), ve İstanbul Modern (2009) sayılabilir. Sanatçı çalışmalarını 1964’ten bu yana Paris’te sürdürüyor.

Birgün, 06.08.2014

EFES, 4 MİLYON LİRA KAZANDIRDI

 

 

Türkiye ’nin yurt dışında en çok tanınan tarihsel zenginliklerinden ve UNESCO Dünya Mirası geçici listesindeki Efes antik kentine, yılın ilk yarısında yapılanki ziyaretler 4 milyon liranın üstünde gelir getirdi.


AA muhabirinin, Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerinden derlediği bilgiye göre, İzmir’deki Arkeoloji, Atatürk , Tarih ve Sanat müzeleri, Agora, Efes, St. Jean Anıtı, Yamaç Evleri, Bergama Müzesi, Akropol, Asklepieion, Bazilika, Çeşme, Ödemiş ve Tire müzeleri ile Çakırağa Konağı’nı, 1 Ocak ve 30 Haziran arasında 1 milyon 272 bin 845 kişi gezdi.
Bakanlığa bağlı müze ve ören yerlerinin yılın ilk 6 ayındaki geliri ise 5 milyon 935 bin 843 lira oldu.


Tarihi MÖ 6’ncı bin yıllara uzanan Efes antik kenti de 773 bin 382 kişi ile bölgede en çok ziyaret edilen ören yeri olarak 4 milyon 77 bin 325 lira gelir getirdi. Efes antik kentini, Yamaç Evleri ve Akropol izledi.

En büyük artış Bergama’da
Efes antik kentinin gelir ve turist sayısındaki birinciliğini korumasına karşın hem ziyaretçi sayısı hem de gelir konusunda en büyük artış, UNESCO’nun bu yıl Dünya Miras Listesine giren Bergama’da yaşandı. Bergama Müzesi’nin 2013 yılının ilk altı ayında 8 bin 835 olan ziyaretçi sayısı bu yılın aynı döneminde 10 bin 474’e, Akropol ziyaretçisi 102 bin 470’ten, 109 bin 813’e, Bazilika ziyaretçi sayısı 5 bin 157’den 5 bin 422’ye çıktı. Aynı bölgedeki Asklepieion’u geçen yıl 58 bin 980, bu yıl ise 58 bin 40 kişi gezdi. UNESCO’nun Dünya Miras Listesine alınan Bergama’da, müzelerin geliri yüzde 32 ile 106 arasında yükseldi.

Ören yerlerinin düzenlenmesi
İzmir Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Efes’in Türkiye’de en çok ziyaretçi çeken ören yerlerinden biri olduğunu, ören yerlerinin düzenlenerek ziyarete açılması konusunda bakanlık tarafından çok ciddi çalışmaların yürütüldüğünü belirtti.
Ören yerlerinden elde edilen gelirlerin yine ören yerlerinin iyileştirilmesi, restore edilmesi için kullanıldığına dikkati çeken Ediz, Selçuk Müzesi’de 1,5 yıldır süren restorasyon çalışmalarının da kısa sürede tamamlanacağını aktardı.


Dünya Miras Listesi dosya çalışması konusunda Bergama’da bakanlık ve yerel yönetimin ortak çalışma yürüttüğünü anlatan Ediz, “İşbirliğinin olumlu sonucunu yaşadık. İnşallah 2015 yılında da Efes de aynı listede yer alacak” dedi.

Radikal, Haber: Efsun Yılmaz, 06.08.2014

BİLİM İNSANLARINDAN DÜNYA MİRASINDA 100 YILLIK KEŞİF

 

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütünün (UNESCO) Dünya Miras Listesi'nde yer alan Hierapolis antik kentinin gizli kalmış sırları gün ışığına çıkıyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından başlatılan kurtarma kazıları kapsamında çalışmalar yürütülüyor.

 

Dünya mirasının kutsal mekanı olarak kabul edilen Denizli Hierapolis'teki tarihi yolun 570 metrelik asfalt kaplaması kurtarma kazılarıyla kaldırılarak yolun tamamı ortaya çıkartıldı.

 

Antik kentin kuzey nekropolündeki Tripolis yolunun doğu ve batısında yer alan mezarların çizimi de tamamlandı.

 

Yüz yıllık keşif gözyaşı şişeleri

Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Tripolis yolunun batısındaki 155-C olarak adlandırılan ve çalışmalar sonucu kazısı tamamlanan anıtsal mezarın restorasyonu için yapılan çizimleri onayladı.

 

Antik kentte sürdürülen kurtarma kazılarında ayrıca, anıtsal mezarın hemen güney bitişiğinde pişmiş toprak silindirik mezar ortaya çıkarıldı. Ortaya çıkartılan silindirik mezar traverten üzerine açılan çukur içine yerleştirildi.

 

Hierapolis antik kentinin nekropol tarihini 100 yıl eskiye götüren mezardaki buluntular kutsal mekan için ayrıca önem taşıyor.

 

Uzmanlara göre mezarda bulunan unganterium (gözyaşı şişesi) MÖ 3. yüzyılın başına tarihlendiriliyor. Daha önceki nekropolde en eski tarihli buluntu ise MÖ 2. yüzyıla aitti.

 

Çevre duvarları geçtiğimiz yıl açılan tümülüsün bu yıl içerisinde giriş kapısı tespit edilerek, dromos ve ön odası kazıldı. Tümülüsün kazısında pişmiş toprak kandiller bulunurken, ayrıca kemiklik bölümünde bir adet de altın yüzük ele geçildi. Kazı çalışmaları devam eden Tümülüste bulunan yüzüğün kaş bölümünde ise tanrıça kabartması bulunuyor.

 

Hierapolis Antik Kenti Kuzey Nekrapolü

Çaldağı'nın güney eteklerinden gelen kalsiyum oksit içeren suların oluşturduğu görkemli beyaz travertenler ve geç Hellenistik ve erken Hıristiyanlık dönemlerine ait kalıntılar içeren Hierapolis Arkeolojik Kenti, antik çağlardan bugüne kadar ulaşan en çarpıcı merkezlerden birisi olma özelliği taşıyor.

 

Denizli'ye 2 kilometre uzaklıkta bulunan alan, ayrıca çok çeşitli rahatsızlıklara iyi geldiğine inanılan şifalı sularıyla da biliniyor.

 

Antik kentin MÖ 2. yüzyılda Bergama krallarından II. Eumenes tarafından kurulduğu, adını ise Bergama'nın kurucusu Telephos'un eşi Heira'dan aldığı sanılıyor.

 

Eski kaynaklara göre metal ve taş işlemeciliği, dokuma kumaşlarıyla ünlü kent, Konstantin döneminde Frigya bölgesinin başkentliğini de yapmış.

 

Bizans döneminde piskoposluk merkezi de olan kent 1988'den bu yana UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yer alıyor.

 

Hierapolis Kuzey Nekropolü anıtsal mezarların iyi durumda korunagelmiş olması ve yayıldığı geniş alanda, çok sayıda traverten lahitle bulunması itibariyle etkileyici bir görüntü oluşturuyor.

 

Sayısı iki binden fazla olan mezarların bazılarında ise yazıt bulunuyor. Mimarisi çok çeşitli olan Hierapolis mezar anıtları değişik uygulamalar gösteriyor. Hellenistik döneme tarihlenen tümülüs mezarlar kenttin en eski mezarları konumunda. Seçkin kişilere ait tümülüs mezarların yanı sıra alanda fakir kişilere ait mezarlar da mevcut.

Yeni Şafak, 06.08.2014

GRANDE ARCHE RESTORE EDİLECEK

 

20. yüzyılın Arc de Triomphe'u son dönemde çatısından düşen parçalar ile kaygı uyandırıyordu.

 

La Défense bölgesinde bulunan eser Johann Otto von Spreckelsen tarafından tasarlanmıştı. 1989 yılında tamamlanan ve Paris'in ticaret bölgesinde bulunan yapının, restaurant ve gezi platformu olarak kullanılan ve yılda 250.000 kişi ağırlayan çatı katı ise son 4 yıldır halka kapatılmıştı. 

 

Kapatılmanın sebebi olarak çatıdan düşen kaplamalar ve yapının güvenliğine dair oluşan bazı sorunlar gösterilmişti.

 

Hükümet ise "savaşlardaki zaferlerden ziyade insanlığa ve insanlık ideallerine" adanan ve Arc de Triomphe'u selamlayan yapının onarımı için 200 milyon Euro ayıracağını duyurdu. 

Arkitera, Derleyen: Derya Gürsel, 06.08.2014

SOLİ POMPEİOPOLİS DÜNYA MİRASI SEÇİLEBİLİR

 

 

Mersin'de 2 bin 700 yıllık antik liman kenti Soli Pompeiopolis'teki kazılara başkanlık eden Dokuz Eylül Üniversitesi Müzecilik Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Remzi Yağcı; Neolitik, Hellenistik ve Roma dönemlerine ait kalıntıların bulunduğu yerleşimin UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girebileceğini söyledi.

 

Prof.Dr. Remzi Yağcı, merkez Mezitli İlçesi Virahşehir Mahallesi'ndeki antik liman kenti Soli Pompeipolis'te 15 yıldan beri devam eden kazılarda sütunlu caddenin güney ucundaki karşılıklı 7'şer sütundan 14 sütunu ayağa kaldırdıklarını, bu yıl 17 Temmuz'da başlayıp, ağustos sonuna kadar devam edecek kazılarda 30 kişilik ekiple restorasyona yönelik kazı-temizlik çalışmaları yaptıklarını anlattı.

 

Yağcı, "Soli, Rodos adasından gelen Dorlar tarafından kurulmuş. Kent adı güneş anlamına geliyor. Dorlar, güneş tanrısına taptıklarından muhtemelen kentin adı da dini inançlarıyla ilgili. Milattan sonra 525'teki depremde yıkılan Soli Pompeiopolis'i ayağa kaldırmayı amaçlıyoruz. Hem karadan, hem de denizden gezilebilir durumda olan Soli Pompeipolis, UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girebilir" dedi.

 

Kazı alanını ziyaret eden Mezitli Belediye Başkanı CHP'li Neşet Tarhan'a da bilgiler veren Yağcı, burada gün ışığına çıkartılan Afrika, Kıbrıs ve Foça seramiklerinin Roma ve Bizans dünyasının sosyal ve ticari yaşantısını yansıttığını aktardı.

 

'ROMA DÖNEMİNE AİT ÖNEMLİ AYRINTILAR VAR'

Restorasyon yaptıkları alanda Roma dönemine ait önemli ayrıntılar ortaya çıkardıklarını belirten Yağcı şunları söyledi:

"Roma döneminin dükkanlarına ulaştık. Bu dükkanların bodrum katlarında ilginç buluntularla karşılaşıyoruz. Dönemin ticaret ve sosyal hayatını yansıtan objeler çıkıyor. Örneğin, o dönemde kullanılan bir tuvalet örneği bulduk. Bu dönemin sosyal hayatı ile ilgili ilgi çekici bir kalıntı. Kaldırdığım toprağın altından yeni sütun başlıkları çıktı. Yine Roma döneminin sikkeleri çıkıyor.

 

Bunlar bize tarihlemede yardımcı oluyor. Sütunlu caddeyi gezilebilir hale getirmeye çalışıyoruz"

 

Birçok medeniyeti içinde barındıran Soli'de 5-6 yıllık çalışmanın ardından müze kurulmasının uygun olacağını kaydeden Yağcı şöyle konuştu:

"Neolitik, Hellenistik ve Roma dönemleri gibi birçok dönemi bünyesinde barındıran ve büyüleyici yapısıyla hayranlık uyandırtan Soli, Mersin tarihinin ne kadar zengin olduğunu, ne kadar geriye gittiğini gösteriyor. Kazıların amacı tarih bilincini oluşturmak ve bu kalıntıları gelecek kuşaklara aktarmaktır. Arkeolojik çalışmaların tamamlanmasından sonra burada bir müze kurmayı tasarlıyoruz. Kurulacak müzeyle, sütunlu cadde karadan ve denizden gezilebilir bir hale gelecek. Bu müze, bir açık hava müzesi olacak veya bütün alanı bir arkeopark haline getirmeye çalışacağız. Umarım gerekli onaylar alındıktan sonra orta vadede gerçekleştirilecek."

 

'SOLİ İHMAL EDİLMİŞ'

Mezitli Belediye Başkanı Tarhan ise Soli'nin uzun yıllar ihmal edildiğini, antik kent bölgesinde çarpık yapılaşmalara göz yumulduğunu söyledi.

 

Soli'nin kazıların tamamlanmasıyla Türkiye'nin dünyaya açılan kapısı olacağına inandığını vurgulayan Başkan Tarhan "Mezitli deniz turizmi, yayla turizmi ve tarımdaki öneminin yanı sıra bu tarihi değeriyle de dünyaya kendisini gösterecek. Çok uzun yıllara dayanan geçmişi olan Soli maalesef ihmal edilmiş ve hor kullanılmış. Tarihi değerlerimizin üzerine çarpık yapılaşma kurulmuş. Gelecek yıl çok daha geniş olanaklarla yapılacak çalışmalarla antik limanın ortaya çıkacağına inanıyorum. Burası sadece Mersin'in değil Türkiye'nin dünyaya açılan kapısı olacaktır. Herkes burayı ziyarete gelecek dünyanın odak noktası olacaktır" dedi.

Gerçek Gündem, Haber: Gülhan Demirci, 06.08.2014

MİLAS'TA LAHİT MEZARDAN 8 İSKELET ÇIKTI

 

     

 

Milas’ta iş makinesiyle sürdürülen altyapı çalışmaları sırasında Roma dönemine ait olduğu düşünülen bir lahit mezar bulundu. İncelenen mezarda ilk belirlemelere göre toplam 8 kişiye ait iskelet ve altın ziynet eşyalarına, toprak kaplara rastlandı.






Milas’ta devan eden altyapı ve kanalizasyon çalışmaları, birçok kültür varlığının gün yüzüne çıkmasına vesile oldu. Çalışmalar sırasında çok sayıda tarihi eser çıkarılırken; içinde 8 kişiye ait iskeletlerin bulunduğu bir lahit mezara daha rastlandı. Tarihi Gümüşlük Anıtı’nın bulunduğu Gümüşlük Mahallesi’ndeki çalışmalar sırasında ortaya çıkarılan lahit mezarda çalışma başlatan Milas Müze Müdürlüğü yetkilileri, mezarda altın ziynet eşyaları ve toprak kaplar buldu. Mezarda başlatılan kurtarma çalışmalarında elde edilen ilk bulgulara göre mezarın Roma Dönemi’ne ait olduğu düşünülürken; tam tarihlendirme yapılması için incelemeler devam ediyor. Kurtarma kazılarının tamamlanmasının ardından mermer mezarın bulunduğu yerden çıkarılarak Milas Müze Müdürlüğüne götürüleceği bildirildi.






“MEZARI TAŞ SANDIK”
Mezarı bulan iş makinesi operatörü Kemal Kabaç, çalışmalar sırasında zeminin sert olması nedeniyle kırıcı kullandıklarını belirterek şunları kaydetti; “Kazarak kanala doğru ilerliyorduk bu sırada sert bir cisimle karşılaştık. Bir kaya çıktı ve kırıcıyla kırınca bunun mezar olduğunu anladık ve hemen müze yetkililerine haber verdik” dedi.

Milliyet, 06.08.2014

SIRA ANKARA'NIN KALBİNDE: SARAÇOĞLU KİME PAZARLANACAK

 

 

AKP, Kızılay’da bulunan halk arasında “Saraçoğlu Mahallesi” olarak bilinen ve ağaçlarıyla ünlü Cumhuriyet’in ilk toplu konut alanı tarihi Namık Kemal Mahallesi’ni “özelleştirmek”, yani satmak için ilk adımı attı.

 

Hükümet, Ankara’nın merkezinde Kızılay’da bulunan halk arasında “Saraçoğlu Mahallesi” olarak bilinen Cumhuriyet’in ilk toplu konut alanı tarihi Namık Kemal Mahallesi’ni “özelleştirmek”, yani satmak için ilk adımı attı. Mahalledeki lojmanların yanı sıra Adnan Ötüken Halk Kütüphanesi, ilçe milli eğitim müdürlüğü, hükümet konağı, ilköğretim okulu üzerindeki çeşitli bakanlıklara ait olan tahsisler kaldırıldı. Karara göre, mahalledeki taşınmazlar Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından yürütülecek projelerde de değerlendirilerek “ekonomiye kazandırılacak”(!). Bu da 3. şahıslara devir ve satış anlamına geliyor.

 

Kararda, taşınmazların aslına uygun şekilde restore edilmek suretiyle öncelikle Maliye Bakanlığı’nca değerlendireleceği belirtildi. Ancak kararın devamında taşınmazların Maliye Bakanlığı’nca uygun görülen hallerde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ve diğer ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından yürütülecek projeler kapsamında da değerlendirilebileceği ifade edildi. Yine kararda taşınmazların “ekonomiye kazandırılmasının amaçlandığının” vurgulanması da dikkat çekti. Üzerindeki tahsisler kaldırılan taşınmazlar arasında lojmanların yanı sıra Adnan Ötüken Halk Kütüphanesi, ilçe milli eğitim müdürlüğü, ilköğretim okulu, hükümet konağı da bulunuyor. Kararda, taşınmazların Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından gerçekleştirilecek projelerde de değerlendirileceğinin ifade edilmesi, “Mahallenin bulunduğu alan satılacak” şeklinde yorumlandı.

 

Hükümetin “ben yaptım oldu” mantığı ile tahsisleri kaldırdığına dikkat Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan, alanda ne yapılacağının ise bilinmediğini söyledi. Candan, mahallenin “Cumhuriyet döneminin ilk toplu konut alanı” olduğunu, hükümetin alana ilişkin tek başına karar veremeyeceğini vurguladı. “Kızılay’ın göbeği. Yarın bir gün Topçu Kışlası benzeri bir yer de yapmaya kalkışabilirler” diyen Candan, dava için inceleme yaptıklarını da söyledi.

 

Bu arada Mimarlar Odası Ankara Şubesi, mahkeme kararlarına karşın inşaatı devam eden yeni Başbakanlık binası inşaatı ile Ankapark inşaatına denetime gidiyor.

Cumhuriyet, Haber: Mustafa Çakır, 06.08.2014

 

******


O MAHALLE İŞTAH KABARTIYOR

 

 

Hükümetin satış için düğmeye bastığı Ankara Kızılay’daki tarihi Saracoğlu Mahallesi’nin değeri dudak uçuklatıyor. Ünlü emlak müşaviri Salim Taşcı’ya göre 102 dönümlük alanın değeri en az 765 milyon dolar. “Ankara’nın en değerli arsası burası. Kaşıkçı elması gibi bir şey” diyen Taşcı, alanın satılmasına ise karşı çıktı. Taşcı, kesinlikle ticari düşünülmemesini, “TOKİ kafasıyla” hareket edilmemesini istedi.

 

Hükümet, Saracoğlu Mahallesi’nde bulunan yapılar üzerindeki tahsisleri kaldırırken, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığı projelerinin de değerlendirileceğine dikkat çekmişti. Bu da alanın satılmasına kapıyı açtı. Ünlü emlak müşaviri Salim Taşcı, Saracoğlu Mahallesi’nin 102 dönüm olduğunu söyledi. Alanın metrekare değerinin de en az 7 bin 500 dolar olduğuna dikkat çeken Taşcı, bunun 10 bin dolara kadar çıkabileceğini ifade etti. En düşük metrekare fiyatı 7 bin 500 dolar üzerinden hesaplandığında, 102 dönümlük alanın değeri tam 765 milyon dolar ediyor. Rakamın çok yüksek olduğuna vurgu yapan Taşcı, “Ankara’nın en değerli arsası. Kızılay bölgesinde bu büyüklükte, ana arterlerde başka böyle bir arsa yok. Tutup da burayı yıkmaya kalkarlarsa çok yazık olur. Kumrular Sokak’a komşu bir yer burası. Caddelere komşu. Çok kıymetli. Kaşıkçı elması gibi bir şey” dedi.

 

Bu alanın satılmasına karşı çıkan Taşcı, kültürel faaliyetler için kullanılması gerektiğini vurgulayarak “Kültürel faaliyetler için değerlendirilirse dört dörtlük olur. Kızılay bölgesinin şeklini değiştirir. Geleceğe yatırım olur. Ancak oraya AVM veya TOKİ kafasıyla bir şey yapılacaksa bu Saracoğlu’nun de kemiklerini sızlatır. Orası memurlara yönelik ilk toplu konut alanıydı. O dönemde devletin memura verdiği önemi de gösteriyor. Şimdi eğer TOKİ kafasıyla, ticari zihniyetle hareket edilirse büyük ihanet olur” dedi. Sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapılmasını, Mimarlar Odası ve İnşaat Mühendisleri Odası’yla görüşülmesini öneren Taşcı, “Sivil toplum örgütlerini işin içine kattığınızda müspet yol alınır. Aksi halde belediye ile TOKİ kol kola girerse arabesk yapılaşmadan kurtulamayız, sonu hüsran olur. TOKİ kafasıyla hareket edilmemeli. Bir kere ticari zihniyeti kesinlikle silmemiz lazım. Şehirciliği ön plana almamız lazım. Binalar kentin aynasıdır. Aynayı iyi yapalım, kırmayalım. Burası için kesinlikle sivil toplum örgütleri ile fikir birliği içerisinde yola çıkılmalı” diye konuştu.

 

Kentin nefes alacağı yer kalmadı

CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka Saraçoğlu Mahallesi’nin Cumhuriyet tarihinin ilk toplu konut alanı olduğunu, Cumhuriyetin kuruluş yıllarının izlerini taşıdığını söyledi. AKP’nin Cumhuriyetin izlerini yok etmeye çalıştığını belirten Nazlıaka, “Cumhuriyetle olan bu hesaplaşmayı bir türlü bitiremediler. Ranta doymayan bu zihniyet kentlileri boğuyor. Kentin nefes alabileceği bir alan kalmadı. Kızılay’ın göbeğindeki bu alanı ne yapacaklarına dair sürecin takipçisi olacağız. Ankaralıların haklarını savunmaya devam edeceğiz” dedi.

Cumhuriyet, Haber: Mustafa Çakır, 06.08.2014

 

******


YALAN, 'DEVLETİN TEMELİNDE

 

Haberi sayfalarımızda.
Hükümet, 70 yıllık “Saraçoğlu Mahallesi”ni satacak.


Anıt ağaçları (çınar, atkestanesi) ve Ankara’nın göbeğinde olmasına karşın, sakin kalabilmiş bu tarihi mahalle üzerindeki Maliye Bakanlığı tahsisleri artık yok!
Satışın önündeki son engeli de kaldıran Bakanlar Kurulu kararı Resmi Gazete’de yayımlandı.
Kararın altında, görevi devretmesine sayılı günler kalan Cumhurbaşkanı Gül’ün de imzası var.
Yaygın adıyla, “Saraçoğlu” ya da “Devlet Mahallesi” diye bilinen lojmanlar için 1945 yılında, dönemin kamu bankası Emlakbank görevlendiriliyor.
Ulusal mimari anlayışını benimseyen Alman mimar Paul Bonatz başkanlığındaki Türk mimarlarca da yerel öğeleri öne çıkan bir anlayışla yapılıyor.
Devlet Mahallesi”ni satışa açan karardaki listeye baktım:
Çankaya İlçesi Yenişehir ve Namık Kemal mahallelerinde 860 metrekareden başlayıp 19 bin 498 metrekareye kadar değişen büyüklükteki 16 parselin, toplam yüzölçümü, 94 bin 297 metrekareye ulaşıyor.
94 dönümü aşkın bir alandan bahsediyoruz.

 

***

 

Hükümet, 37 dönümlük bu tarihi alanı satma gerekçesini “ekonomiye kazandırmak” diye açıklıyor...
Bu gerekçenin arkasında büyük bir yalan var.
Yalan olan, bir Cumhuriyet yapısı olan “Devlet Mahallesi”nin üzerinde AVM’ler, mağazalar bulunan bir ticaret merkezine dönüşmek üzere açılacak ihalelerle, Başbakan’a yakın müteahhitlere satılacağı değil.
Bu satışı mümkün kılmak için hazırlanan “kanun yoluyla hile” de.

 

***

 

O hileyi gözümüzün içine baka baka yaptılar.
Kanunları, Resmi Gazete’yi kullana kullana tasarlanan “Devlet Mahallesi” yalanının geçmişi, 8 Şubat 2013’e uzanıyor.
Bakanlar Kurulu toplanıp diyor ki:
“Ankara ili Çankaya İlçesi Namık Kemal Mahallesi sınırları içindeki alan risklidir. Burayı ‘riskli alan’ ilan ediyoruz.”
Gerekçeye koyduğu kanun maddesini açıp bakıyorsunuz: Bir yere “riskli alan” demek için “zemin yapısı ve üzerindeki yapılaşma nedeniyle can ve mal kaybına yol açma ihtimali” olması lazım.
Karar yayımlanınca o zaman çalıştığım gazeteden, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’a ulaşarak, “Devlet Mahallesi’nin zemini gerçekten riskli mi? Tarihi binalar yıkılacak mı” diye soruyorum.
Yolsuzluk operasyonu nedeniyle istifa etmek zorunda kalan Bayraktar da, o gün, “Aslında bu durumda olan sadece birkaç bina var. Zaten amacımız yıkım değil. Başkent’e değer katacak bir kültürel kimlik projesi hedefliyoruz. Birkaç zorunlu istisna dışında tescilli binalar yıkılmayacak, anıt ağaçlar kesilmeyecek” diyor.
Saraçoğlu Mahallesi’nin müze, sanat galerisi, ofis, kafe, restoran, butik otel gibi alanlardan oluşan komplekse dönüşeceğini açıklıyor.
Şimdi göreceğiz...
30 dönümlük “Devlet Mahallesi”, kararda belirtildiği gibi, “aslına uygun biçimde restore edilecek” mi, “bölgenin özgün yapısı korunacak” mı?..
Atatürk Orman Çiftliği’nde binlerce ağaç kesilmişken; işin içinde TOKİ ve Özelleştirme İdaresi varken bu nasıl mümkün olacak?
Satışın önünü açabilmek için, “riskli alan” yalanıyla başladıkları bir projeyi, anıt ağaçları kesmeden, eski yapıları yıkmadan yalansız nasıl tamamlayacaklar?
“Devlet Mahallesi” bu... Yalanı eksik olmaz.  

Cumhuriyet, Yazı: Çiğdem Toker, 06.08.2014

İSTASYON BİNALARININ KENTTEKİ ANLAMI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

 

Prof.Dr. Gülşen Özyadın ve Arş.Gör. Tuğçe Tezer'in hazırladığı bu yazı Haydarpaşa – Bostancı arasındaki istasyon binalarını ele alarak Anadolu Yakası'nın kentsel gelişiminde ve kent hafızasının oluşmasındaki rolünü irdeliyor.

 

 

Bu yazı İstanbul gündeminde tartışılan ve ilk etapta değişime uğrayacak olan Haydarpaşa – Bostancı arasındaki istasyon binalarını, özellikle kolektif hafıza açısından taşıdıkları anlam üzerine yoğunlaşarak ele almayı ve İstanbul'un Anadolu yakasının kentsel gelişiminde ve kent hafızasının oluşmasındaki rolü üzerinde durmayı hedeflemektedir.

 

Kentlerin kimlikleri, kimliği oluşturan öğelerin sürekliliği ile var olmaktadır. Dolayısıyla kent yaşamında günümüzle ilgili deneyimler, büyük ölçüde geçmiş hakkında bilinenlerin üzerine oturur ve geleceğe yapılan her türlü aktarımın içinde bir anımsama öğesi yatar. Anımsamanın bireysel olmanın ötesinde toplumsal bir yanı bulunmaktadır. Diğer bir deyişle kente ait hafıza, toplumsal yoldan kurulan zihinsel bir süreçtir. Bu süreçte kente ait bilgiler kolektif hafıza yoluyla anımsanır ve hafıza mekanları üzerinden geleceğe taşınır.

 

Hafıza mekanları, iç içe geçmiş iki tür gerçeklik düzeninden oluşur. Mekana, zamana, dile, geleneğe kaydolmuş, kimi kez maddi, ele gelir, kavranabilir bir gerçeklik; diğeriyse simgesel ve tarihi barındıran bir gerçeklik. Hafıza mekanlarını oluşturan bu iki tür gerçeklik düzeni; maddi, simgesel ve işlevsel olan üç anlamı farklı düzeylerde içerir ve bu üç veçhe her zaman bir arada bulunur.

 

Tartışma konumuz olan istasyon binalarının maddi, simgesel ve işlevsel olan üç anlam düzeyini, ilgi alanımız olan Haydarpaşa- Bostancı hattı arasında gelişen kentsel olgular eşliğinde irdeleyelim.

 

İstasyon yapıları, Osmanlı İmparatorluğu'nun 19. yüzyıldaki modernleşme serüvenine koşut biçimde gelişim gösterir. 1871 yılında çıkarılan bir kanunla Haydarpaşa-Gebze demiryolu hattının yapılmasına karar verilir ve üç etap halinde planlanan hattın ilk bölümünü oluşturan Haydarpaşa-Pendik demiryolu banliyö hattının yapımı 1872 -1883 yılları arasında tamamlanır. Daha sonraki yıllarda hem banliyö, hem de demiryolu hattı için ilk ve son nokta olma özelliğine sahip olan Haydarpaşa gar binası 1906-1908 yılları arasında, bu hat üzerinde yer alan sırasıyla Kızıltoprak, Feneryolu, Göztepe, Erenköy, Suadiye ve Bostancı istasyon binaları 1910 yılında yapılır. Hiçbiri birbirinin aynısı olmayan, bulunduğu yerin verilerini kullanarak oluşturdukları özgün bir mimari dille yeni bir yapı tipolojisi tanımlayan o dönemin modern yapıları, İstanbul'un kent kimliğine katılırlar.

 

İstasyon binalarının mimari organizasyonları incelendiğinde; yolcu salonu-gişeler, lojman ve yaya alt geçitlerinin temel elemanlar olarak kullanıldığı görülür. Arazi kotları ve çevre dokuyla olan bağlantılar, belli bir ortak mimari dil içinde farklı yerleşme örüntülerini karşımıza çıkarır. Demiryolunun kendisinin bir sınır öğesi olması nedeniyle kent içinde birbirinden ayrılmış iki yakanın zaman zaman birbirine bağlanması gerekliliği, farklı mimari çözümler oluşturur. İstasyon binalarının kendi mekansal organizasyonları kadar, çevre dokuyla olan etkileşimleri de kentsel mekanın örgütlenmesini etkiler. Cami, sıbyan mektebi, dükkanlar ve toplanma noktaları gibi kullanımlarla birlikte yeni bir kentsel alt merkez oluşumu ortaya çıkar.

 

Ulaşım imkanlarına bağlı olarak oluşan yeni merkezlerle birlikte istasyon binalarının etrafındaki alanlarda da değişim başlar. Daha önce bağlık-bahçelik olan yerlerde, Osmanlı modernleşmesinin ortaya çıkardığı yeni bir olgu olan "sayfiye" yerleşmeleri oluşur. Banliyö hattı ile birlikte deniz ulaşımının da devreye girmesi ve Tanzimat sonrasında ilk kez yabancılara mülk edinme hakkının tanınması, sayfiye hayatının hızla gelişmesine neden olur. Göztepe, Altunizade, Kadıköy yazlıkların gözde mekanı olurlar.19. Yüzyılın sayfiye mekanlarına daha sonra Erenköy ve Suadiye de katılacaktır. Özellikle Erenköy Abdülaziz ve II. Abdülhamit döneminde devlet erkanının ve üst sınıfın rağbet ettiği bir sayfiye yeri haline gelmiş, geniş bahçeler içindeki köşk ve evlerin sayısı artmaya başlamıştır. Anadolu yakasının önemli sayfiye mekanlarından bir diğeri Bostancı'dır. Önceleri Bostancı şehre girişi denetleyen bir karakol olarak kurulmuşken, Tanzimat'tan sonra İstanbul zenginlerinin sayfiyesi olarak gelişmiştir.

 

Bu genel değerlendirmeden sonra, söz konusu istasyon binalarına daha yakından bakarak, yakın dönem kent tarihi içinde, farklı dönemlerde kent dokusu ile kurduğu ilişkiler ve bölgedeki önemli yapılar bağlamında ele alındığında karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:

 

Kızıltoprak İstasyonu

Kızıltoprak, 19. yüzyılın ortasına kadar bağ ve bahçelik bir alandır (Raif, 1996). Bölge ismini, tuğla ve seramik yapımına elverişli olan killi toprağının renginden alır (Neyzi, 1994). 1900'lü yıllarda Kurbağalıdere'den Kızıltoprak'a doğru gidildiğinde, Papaz Bahçesi olarak isimlendirilen alana ulaşılmakta olup, bu alan 1929 yılı itibariyle Fenerbahçe Spor Kulübü'ne kiralanmıştır (Hür, 1994; akt. Kösebay, 2007).Kurbağalıdere'den Kızıltoprak yönüne gidilirken Papaz Bahçesi'ni geçince ulaşılan Ihlamur Caddesi üzerinde ise 1900'lü yıllar itibariyle Zühdi Paşa'nın köşkü bulunmakta, bubinanın daha sonra Kızıltoprak Kız Orta Okulu'na dönüştüğü bilinmektedir (Neyzi, 1994).

Neyzi'nin çalışması üzerinden yapılan değerlendirmeye göre Kızıltoprak İstasyonu'nun konut alanları ile ilişkisi incelendiğinde; konut alanlarının tren istasyonunun kuzey kısmında (Tuğlacıbaşı Mahallesi) yoğunlaştığı anlaşılmakta, bu alandaki yapılaşma ayrı araziler içinde bulunan köşkler biçimde ifade edilmektedir. Zühdi Paşa Camii, Sıbyan Mektebi ve Zühdi Paşa'nın kendisine ait köşk ise demiryolunun güneyinde yer almaktadır (Kösebay, 2007).

 

Kızıltoprak bölgesinin kent dokusunda tarihsel süreçte meydana gelen değişim değerlendirildiğinde; bölgenin 1940'larda başlayan ve 1960'larda artan bir ivme ile bahçe içindeki köşklerden oluşan dokusunu kaybettiği ve hızla apartmanlaştığı bilinmektedir. Bugün özellikle Kadıköy ve çevre yolu vasıtasıyla Bağdat Caddesi'ne gitmek isteyen araçların sebep olduğu trafik, Kızıltoprak'ın günlük yaşamını olumsuz yönde etkilemektedir. Günümüzde Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'nun getirdiği ek trafik yükü, kent içi trafiğin sebep olduğu olumsuzlukları arttırmış durumdadır (Kösebay, 2007).

 

Kızıltoprak İstasyonu, demiryolunun iki yakasında konumlanan iki yapıdan oluşur ve demiryolunun güney yakasında bulunan yapı yolcu binası olarak, kuzeyde yer alan yapı ise lojman olarak kullanılmaktaydı. Bu iki istasyon yapısı birbirine bir alt geçitle bağlanmıştır. TCDD 1. Bölge Müdürlüğü kayıtlarına göre bu yapılar, 1910 yılında inşa edilmiştir. Kargir malzemeden yapılmış olan yapılar, 31.03.2004 tarihinde tescil edilmiştir. İlgili bakanlığın konuya ilişkin yazısına göre: hattın güney tarafında kalan mevcut istasyon binasının tarihi öneme sahip olması nedeni ile yerinde muhafaza edileceği belirtilmektedir.

 


Kızıltoprak İstasyonu, 2014 (Kaynak: URL1)

 

Kızıltoprak İstasyonu'nu içine alan bölgenin 1928 yılı haritasında, istasyon binasının çevresinde büyük bahçeleri içindeki evlerden oluşan seyrek bir yapılaşma gözlemlenmektedir. Günümüzde Fenerbahçe Stadyumu olarak kullanılan alanda o dönemde de bir stadyum alanı görülmekle beraber, Kurbağalıdere'nin doğusundaki yeşil alan ilişkili olduğu anlaşılmaktadır.

 


Kızıltoprak İstasyonu, 1928 (Kaynak: İstanbul Harita Şirketi, İBB Atatürk Kitaplığı Arşivi)

 

Kızıltoprak İstasyonu ve çevresinin 1946, 1966, 1982 ve 2014 yılı haritaları incelendiğinde, ilk dönemlerde bölgede geniş bahçeler içindeki müstakil evlerden oluşan seyrek bir dokunun izlendiği, 1966 yılı itibariyle müstakil evlerin apartmanlara dönüştüğü, 1982 ve 2014 yılı haritalarında ise oldukça sıkışık ve denizden cephe alan kısımlar hariç boşluksuz bir konut alanı gözlemlenmektedir.

 


Kızıltoprak İstasyonu, 1946, 1966, 1982, 2014 yılı haritaları (Kaynak: İBB Şehir Rehberi)

 

Feneryolu İstasyonu

Feneryolu olarak adlandırılan bölgede Sultan 2. Mehmed (1451-1481) döneminde bahçe içinde köşkler bulunduğu, Kanuni Dönemi'ne kadar ise pek çok yenilemenin yapıldığı bilinmektedir (Artan, 1994; akt. Kösebay, 2007). Bölgeye ismini veren Fener Kulesi 1562 yılında ahşap malzemeden yapılmış, 17. yüzyılda birkaç defa yangın geçirmesinden sonra kargire çevrilmiştir. Bu yapıda her gece ışık yakılmasına, 1837-1838 yıllarında başlanmıştır (Ekdal, 1987). Sultan 1. Mahmut döneminde önemini kaybetmeye başlayan Fener Bahçesi, 18. yüzyılın ortalarından itibaren askeri talim alanı olarak kullanılmaya başlanmıştır (Artan, 1994; akt. Kösebay, 2007).

 

Ulaşımı oldukça zor olan bu alana erişimi kolaylaştırmak için demiryolu ulaşımı sağlanmış olup, 1873 yılında açılan bu hattın isminin Fenerbahçe'ye ulaşan yol olduğu için Feneryolu olarak belirlendiği bilinmektedir. Demiryolunun gelişmesine paralel olarak Fenerbahçe'de yabancılar ve Levantenler hızla mülk sahibi olmaya başlamış, 1870'li yıllarda Yavuz Sultan Selim Vakfı olan Fenerbahçe, yabancı uyruklu kişiler tarafından satın alınmıştır (Hür, 1994; Toydemir, 1954; akt. Kösebay, 2007).

 

Feneryolu İstasyonu yolcu binası, demiryolunun güney yakasında yer almakta olup, TCDD 1. Bölge Müdürlüğü kayıtlarına göre 1910 yılında inşa edilmiştir. Kargir olarak yapılan bu bina, bu hat üzerindeki diğer yolcu binalarında da görülen "üçlü plan" düzeni ile yapılmıştır. Bu yapının güzergah üzerindeki diğer yapılardan farkı, ahşap süsleme öğelerinin bulunmaması ve iç dekorasyonunda neoklasik bir üslubun benimsenmiş olmasıdır (Kösebay, 2007).

 

Feneryolu İstasyon binası 31.03.2004 tarihi itibariyle tescil edilmiş olup, ilgili bakanlığın konuya ilişkin yazısına göre, hattın güney tarafında kalan mevcut istasyon binası tarihi öneme sahip olması nedeni ile yerinde muhafaza edileceği belirtilmektedir.

 


Feneryolu İstasyonu, 2014 (Kaynak: URL2)

 

Feneryolu İstasyonu ve çevresinde, demiryolu hattının diğer kısımlarında olduğu gibi önceki dönemlerde bahçe içinde müstakil evlerin bulunduğu bir yerleşme dokusu varken, sonraki dönemde apartmanlaşmış ve sıkışık bir yerleşme dokusu gözlemlenmektedir.

 


Feneryolu İstasyonu, 1946, 1966, 1982, 2014 yılı haritaları (Kaynak: İBB Şehir Rehberi)

 

Göztepe İstasyonu

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan Anadolu Yakası – Avrupa Yakası vapur seferleri sonrasında bir yazlık yerleşim yeri görünümünü almış olan Göztepe, 1873 yılında demiryolunun bu bölgeden geçmesi ile yaz-kış ikamet edilen bir yerleşim yeri halini almıştır. Bu bölge uzun bir müddet, ileri gelen devlet adamlarının konut edinmek için tercih ettiği bir bölge olmuştur (Şehsuvaroğlu, 1969).

 

Alanın 19. yüzyılda bağlık bir alan olduğu ve bir şarap fabrikasının Cumhuriyet döneminde de varlığını sürdürdüğü bilinmektedir. 1923 yılında açılan Etfaiye Müfrezesi, 1921'de kurulmuş olan Telefon Santrali binaları ile Erenköy Kız Lisesi, bölgenin önemli yapılarıdır. Konut işlevinin daha çok demiryolu hattı etrafında gelişme gösterdiği bölgede, Bağdat Caddesi ve çevresinin Cumhuriyet döneminde iskan alanı olarak tercih edilmediği görülmektedir (Şehsuvaroğlu, 1969).

 

Bölgeye 1877 Rus Savaşı sırasında ve sonrasında ve Balkan Savaşı sonrasında göçmenlerin, özellikle demiryolunun kuzeyine yerleştirildiği bilinmektedir. Göztepe'nin bir konut alanı olarak gelişmesinde önemli bir rolü olan Tütüncü Mehmed Efendi, 19. yüzyılın sonralarında Göztepe'den satın aldığı yaklaşık 1000 dönüm büyüklüğündeki araziyi, 10-25 dönümlük parseller halinde satmıştır (Şehsuvaroğlu, 1969).


Göztepe İstasyonu, Haydarpaşa – Bostancı güzergahı üzerindeki diğer istasyonlara göre oldukça kuzeyde konumlanmıştır. Güzergahın batıdan başlayarak bu istasyona kadar olan kısmında Bağdat Caddesi'ne paralel biçimde devam ettiği, fakat bu noktada denizden ve Bağdat Caddesi'nden uzaklaştığı görülmektedir. Bu yön değiştirmenin bir sebebi olarak, Tütüncü Mehmed Efendi'nin sahip olduğu 1000 dönümlük arazisinin parçalara ayrılması ile oluşan çok sayıda ve farklı özel mülkiyetin, demiryolu yapımı sırasında kamulaştırılamamış olduğunu önermek mümkündür. Bu kesimde demiryolu hattı ile Bağdat Caddesi tarafından çevrelenen alanın mevcut durumda Tütüncü Mehmed Efendi Mahallesi olarak isimlendirilmesi, bu önermeyi destekler niteliktedir.

 


Göztepe İstasyonu'nun Haydarpaşa – Bostancı Hattı Üzerindeki Yeri, MSGSÜ ŞBPB Arşivi, 2014

 

1914 yılında demiryolunun çifte hatta çevrilmesi sebebiyle istimlaklerin yapıldığı Göztepe'de, demiryolunun gelişi ile başlayan konut gelişimi Cumhuriyet dönemine kadar bahçe içi köşkler biçiminde gelişme göstermiştir. Erken dönemde demiryolu çevresinde yoğunlaşma gösteren konut alanları, Cumhuriyet'ten sonra Bağdat Caddesi çevresine yayılmaya başlamıştır (Kösebay, 2007).

 

İlk yapıldığı durumda karayolu ile hemzemin durumda bulunan yolcu binası, 1912 yılı itibariyle hattın geçtiği alan kazılarak aşağı kota indirilmiştir. Bugün hala kullanılmakta olan yeni yolcu binası, 1915 yılında inşa edilmiştir. Eski yolcu binasının zemin katı kargir, üst katı ahşap olan orta bölümünün yanında, tek katlı ahşap mekanlar bulunmaktadır (Şehsuvaroğlu, 1969). Günümüzde kullanılmakta olan Göztepe yolcu binası, içinden trenlerin geçtiği bir tünel üzerine kurulmuş iki katlı bir yapıdır. Girişini Tütüncü Mehmet Efendi Caddesi'nden alan ve yolcu hizmetleri verilen bölüm üst katta, yolcuların aşağı kotta ilişki kurmalarını sağlayan merdivenler ise peron kotunda yer almaktadır. Yapıya doğu yönünden bakıldığında ise yapı tek katlı görülmekte olup, planda görülen simetrik düzenleme cephede de belirgin bir biçimde okunmaktadır (Kösebay, 2007).

 

Göztepe İstasyon binası 29.02.1988 tarihi itibariyle tescil edilmiş olup, ilgili bakanlığın konuya ilişkin yazısına göre; mevcut çift hat üzerinde bir köprü üzerine inşa edilmiş olan mevcut istasyon binasının tarihi öneme sahip olması nedeni ile yerinde muhafaza edileceği belirtilmektedir.

 


Göztepe İstasyonu (Kaynak: URL3)

 

Göztepe İstasyonu'nun çevresinde, hat boyunca neredeyse hiç yapılaşmanın gözlemlenmediği 1946 haritasından sonra 1966 tarihli harita incelendiğinde, yerleşmenin gitgide sıkışık bir dokuya sahip olmaya başladığı, 1982 ve 2014 yılında ise dokunun nefessiz sıkışık bir hal aldığı görülmektedir.

 


Göztepe İstasyonu, 1946, 1966, 1982, 2014 yılı haritaları (Kaynak: İBB Şehir Rehberi)

 

Erenköy İstasyonu

Erenköy'ün yerleşme olarak tarihi 14. yüzyıla dayanmakta olup, bu bölge de önceleri sadece yaz aylarında kullanılan bir sayfiye yeri niteliğinde iken, demiryolu yapımından sonra gelişme göstererek yaz-kış kullanılan bir konut alanı halini almıştır. Göztepe gibi Erenköy de 19. yüzyılda bağlık bir alan iken, daha sonra devlet ileri gelenlerinin tercih ettiği bir konut alanı olmuştur (Hür, 1994; akt. Kösebay, 2007). 

 

Hür ve Ra'if'e referanslı kaynaklarda 1898 yılı itibariyle bugün Göztepe İstasyonu olarak bilinen istasyonun isminin Erenköy olduğu ve bugünkü Erenköy İstasyonu'nun o dönemde henüz inşa edilmediği belirtilmektedir. Pervitich 1923 yılında hazırladığı haritalarda Erenköy'e ait bölümünde bir "Eski İstasyon" ve bir "Yeni İstasyon"dan bahsetmektedir (Kösebay, 2007).

 

TCDD 1. Bölge Müdürlüğü'nün kayıtlarına göre Erenköy İstasyonu'nun yapım tarihi 1910 yılı olup; bölgede bu dönemde önem taşıyan yapılar; liman reisi Şükrü Bey'in konağı, Bay Pavli'nin mülkü, Enver Paşa Lisesi ile fırın, postane, hamam ve okul binalarıdır. 19. yüzyıl sonlarında Erenköy, devlet adamlarının ve kadın sultanların ağırlıklı olarak tercih ettiği bir yerleşim alanı olmuştur. Burada yer alan konutlar, dönemin ünlü mimarları tarafından tasarlanmıştır (Hür, 1994; akt. Kösebay, 2007).

 

Erenköy istasyon binası üçlü bir kurgu ile inşa edilmiş olup; bekleme salonu, gişe ve lojman işlevlerine sahiptir. Erenköy İstasyon binasının tescil tarihi 10.11.1979 olup, ilgili bakanlığın konuya ilişkin yazısına göre; hattın kuzey tarafında kalan mevcut istasyon binasının tarihi öneme sahip olması nedeni ile yerinde muhafaza edileceği belirtilmektedir.

 


Erenköy İstasyonu (Kaynak: URL4)

 

Erenköy İstasyonu ve çevresi tarihsel süreçte incelendiğinde, 1928 yılında hat üzerinde az sayıda evin bulunduğu seyrek bir doku izlenirken, 1966 yılı itibariyle sıkışık hale gelmeye başlayan kent dokusu, 2014 yılı itibariyle güncel durumda sıkışık düzende tümüyle apartmanlardan oluşmaktadır.

 


Erenköy İstasyonu, 1928, 1966, 1982, 2014 yılı haritaları (Kaynak: İstanbul Harita Şirketi, İBB Atatürk Kitaplığı Arşivi, İBB Şehir Rehberi)

 

Suadiye İstasyonu

Suadiye İstasyonu, demiryolunun büyük bir S şeklinde kavis yaparak ulaştığı bir istasyon olup, demiryolu hattının kuzeyinde konumlanmıştır. Demiryolu hattının inşa edildiği ilk yıllarda bu istasyon mevcut olmayıp, Suadiye bölgesinin 1907-1908 yıllarında yapılmış olan Suadiye Camii'nin yapımından sonra geliştiği bilinmektedir. Bölgenin parselasyonu, demiryolunun gelişinden sonra yapılmıştır. Demiryolunun kuzeyi, deniz tarafına göre daha çok yapılaşmış olup, deniz tarafında yapılar geniş araziler içinde konumlandırılmıştır.

 

Suadiye İstasyonu, TCDD 1. Bölge Müdürlüğü kayıtlarına göre 1910 yılında yapılmış olup, yolcu binası durak niteliği taşımaktadır. Özgün durumunda kargir ana binanın yanında ahşap bir sundurma bulunmakta olup, yapının tescil tarihi 31.03.2004 olarak belirlenmiştir. İlgili bakanlığın konuya ilişkin yazısına göre; hattın kuzey tarafında kalan mevcut istasyon binasının tarihi öneme sahip olması nedeni ile yerinde muhafaza edileceği belirtilmektedir.

 


Suadiye İstasyonu (Kaynak: URL5)

 

Suadiye İstasyonu'nun çevresinde bulunan yerleşme dokusunun, bahçe içinde sayılı müstakil konuttan oluştuğu 1928 yılı sonrasında, 1966 yılında apartman düzenine dönüştüğü, 2014 yılı itibariyle boşluksuz bir doku kazandığı görülmektedir.

 


Suadiye İstasyonu, 1928, 1966, 1982, 2014 yılı haritaları (Kaynak: İstanbul Harita Şirketi, İBB Atatürk Kitaplığı Arşivi, İBB Şehir Rehberi)

 

Bostancı İstasyonu

Kadıköy İlçesinin en doğusunda yer alan Bostancı bölgesi, Osmanlı döneminde Anadolu'ya yapılan seferler sırasında giriş-çıkışı denetlemek için kurulan bostancı derbendine ev sahipliği yapmıştır (Eyice, 1994). Demiryolunun gelişine kadar birkaç yapı dışında herhangi bir gelişmenin olmadığı Bağdat Caddesi'nde, demiryolunun yapılmasının ardından hattın her iki yanında geniş bahçeler içinde köşkler yapılmaya başlanmıştır. Yerleşmenin artmasıyla doğan ihtiyaç sonucunda Kemaleddin Bey'in 1911 yılına tarihlenen projesi ile bir cami inşa edilmiş, 1912-1913 yıllarında ise Bostancı'ya bir vapur iskelesi yapılmıştır. 1. Dünya Savaşı yıllarında Cihangir yangınında evini kaybeden kişiler, ağırlıklı olarak Bostancı'ya yerleşmiştir (Eyice, 1994).

 

Bostancı İstasyonu'nda yolcu binası demiryolunun kuzeyinde, lojman binası ise demiryolunun güneyinde yer almaktadır. TCDD 1. Bölge Müdürlüğü kayıtlarına göre yolcu binasının yapım yılı 1910 olup, bu yapı hat üzerindeki diğer yapılardan üçlü kurgunun merkezine yapılan ek ile ayrılmaktadır. Cephe özellikleri açısından ise bu yapı, güzergah üzerindeki diğer yapılardan tümüyle farklı olup, dik çatısı ve çatı feneri ile Haydarpaşa Garı ile benzerlikler göstermektedir. Lojman Binası'nın TCDD Taşınmaz Mallar Müdürlüğü'nden elde edilen yapım yılı verisi, 1874 yılına işaret etmektedir (Kösebay, 2007).

 

Bostancı İstasyonu'nun tescil tarihi 31.03.2004 olup, ilgili bakanlığın konuya ilişkin yazısına göre; hattın kuzey tarafında kalan mevcut istasyon binasının tarihi öneme sahip olması nedeni ile yerinde muhafaza edileceği belirtilmektedir.

 


Bostancı İstasyonu (Kaynak: URL6)

 

Bostancı İstasyonu, demiryolu hattı ve çevresindeki kent dokusunun 1982 ve 2014 yılı haritaları arasında büyük bir fark gözlemlenmezken, demiryolu hattının açılmasından sonra müstakil konutlardan oluşan yerleşme dokusunun apartman düzeninde sıkışık bir doku halini aldığı görülmektedir. Bostancı sahiline yapılan dolgu alanı, yerleşme formunda bir farklılaşmaya sebep olmuştur.

 


Bostancı İstasyonu, 1982, 2014 yılı haritaları (Kaynak: İBB Şehir Rehberi) * Bostancı İstasyonu'nu içeren 1946 ve 1966 yılı haritaları mevcut olmadığından, bu kısımda yalnızca 1982 ve 2014 yılı haritalarına yer verilmiştir.

 

Sonuç

Dünün sayfiye mekanları, bugünün sürekli ikamet edilen yerleşim alanlarına dönüşmüş olmasına rağmen, istasyon binaları gerek ulaşım işlevleri, gerek özgün mimari nitelikleri, gerekse kent dokusunda oluşturdukları anlam değerleri açısından varlıklarını sürdürdüler. Somut olarak istasyon binalarının bizatihi kendisi, simgesel değer olarak yerleşim alanlarına erişim sağlayan noktalar olması ve işlevsel olarak da günümüz metropolünün ulaşım sistemi içinde demiryolu banliyö hattı alternatifi oluşturması, istasyon binalarının kent içindeki anlamını pekiştirmekteydi. Her zaman, yaşanan gruplar tarafından üretilen yaşamın kendisiydi ve sürekli şimdiki zamanda yaşananla geçmiş arasında bir bağ kurmaktaydı. Somuta, uzama, harekete, imgeye ve nesneye kök salmıştı. Bu nedenle istasyon binaları kolektif hafızaya kaydedilmiş olan önemli birer hafıza mekanıdırlar.

 

Mercek altına aldığımız ve hafıza mekanları olarak işaretlediğimiz istasyon binalarının geleceği için, hangi bağlamda olursa olsun karar alıcıları kolektif hafızaya karşı duyarlı olmaya davet ediyoruz...

 

* Bu yazı MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Başkanı Prof.Dr. Gülşen Özaydın ve  Arş.Gör. Saadet Tuğçe Tezer tarafından hazırlanmıştır.

 

Yararlanılan Kaynaklar

 

Yazılı kaynaklar:

  • Ayşe Hür, "Erenköy", Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Tarih Vakfı, 1994, ss. 178-179.

  • Bedi N. Şehsuvaroğlu, Göztepe, TTOK Yayınları, İstanbul, 1969.

  • Mehmed Ra'if, Mir'at-ı İstanbul, ed. Kut, G. ve Aynur, H., Çelik Gülersoy Vakfı Yayınları, İstanbul, 1996.

  • Mehmet Ö. Alkan, "Osmanlı'da Sayfiyenin İcadı", Tanıl Bora (Derleyen), Sayfiye, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014, ss.15-44.

  • Müfid Ekdal, Bir Fenerbahçe Vardı, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, İstanbul, 1987.

  • Nezih Neyzi, Kızıltoprak Hatıraları, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994.

  • Paul Connerton, Toplumlar Nasıl Anımsar? Türkçesi: Alaeddin Şenel, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1999.

  • Pierre Nora, Hafıza Mekanları, Türkçesi: Mehmet Emin Özcan, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2006.

  • Semavi Eyice, "Bostancı", Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Tarih Vakfı, 1994, ss. 301-304.

  • T. Artan, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Tarih Vakfı, "Fener Bahçesi", 1994, ss. 281.

  • Yonca Kösebay Erkan, "Anadolu Demi̇ryolu Çevresi̇nde Geli̇şen Mi̇mari̇ ve Korunması", Doktora Tezi̇, İTÜ, 2007.

Görsel kaynaklar:

  • İBB Şehir Rehberi, 2014 (www. sehirrehberi.gov.tr)

  • İstanbul Harita Şirketi, İBB Atatürk Kitaplığı Arşivi

  • MSGSÜ ŞBPB Arşivi, 2014

Arkitera, 05.08.2014

SANAT BİNALARININ SÜRGÜNÜ

 

 

Dün AKM, Taksim Sahnesi, Emek Sineması, Muammer Karaca Tiyatrosu, bugün Şinasi ve Akün sahnelerinin bertaraf edilmesi çabalarıyla sembolleşen sürece topluca baktığımızda, son derece tehlikeli bir “arındırma politikası” ile karşı karşıya olduğumuz izlenimi, yalnızca doğmuyor, kendisini dayatıyor. Bu politika, şehir merkezlerini sanat binalarından arındırmayı, adeta kutsal bir göreve dönüştürmüş durumda. Şinasi ve Akün sahneleri, Ankara’nın sanat hayatında derin ize sahip bir binanın içinde yer alıyor. Tunus Caddesi’ndeki Şinasi, bir grup genç sanatçının girişimiyle, 1975’te Çağdaş Sahne adıyla kurulan devrimci sanat girişiminin de başladığı mekan. Atatürk Bulvarı tarafındaki Akün ise sinema salonu olarak çalıştığı 911 koltuklu yıllarda, Ankara’nın en şaşaalı sinema salonuydu. Devlet Tiyatroları’nın bu iki sahnesini barındıran bina, bir kamu konsorsiyumu olan Emek İnşaat’ın malı ve bugünlerde ısrarla özel girişime satılmaya çalışılıyor. İstanbul sinema hayatının “tektaş”ı Emek Sineması’nın müştemilatında yer aldığı Cercle d’Orient binası da bu konsorsiyumun elindeydi ve çoktan satıldı. Cercle d’Orient’ın ana binası içinde bir de tiyatro salonu vardı, 765 koltuklu Yeni Komedi Sahnesi. İstanbul Şehir Tiyatrosu’nu yirmi yıl ağırlayan bu sahne, Emek protestoları sürerken külliyen unutulup gitmişti. Emek’in freskoları itinayla sökülürken, yıllardır çökük kubbesiyle gökyüzünü seyreden Yeni Komedi, “vefa”nın bir semt adı değil, bir hafıza meselesi olduğunu ispatlamaya çalışır gibiydi.

 

İstanbul’un merkezinde, şehrin opera, bale, senfonik müzik, tiyatro ihtiyaçlarına bir arada cevap veren yegane sanat binası olan Atatürk Kültür Merkezi, 30 Mayıs 2008’den bu yana kapalı ve göz göre göre çürümeye, korozyona terk edilmiş durumda.

 

1914’te yapılan ve son olarak Devlet Tiyatroları Taksim Sahnesi ismini taşıyan tarihi Majik binası da havuz müteahhitlerine satılarak tümden yok edildi. Muammer Karaca Tiyatrosu yıllardır kapalı ve akıbeti belirsiz. Sanatçıların çabalarıyla büyük ölçüde kurtarılan Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ni dışarıda tutarsak, İstanbul’un merkezi, sanat binalarından arındırılmış durumda bugün. Sahne sayısı iki elin parmaklarını az geçen başkentimiz de, bu
arındırma politikası ile karşı karşıya.

 

Bu arındırma politikası esasen iki referansa dayandırılıyor. İlki ve hemen okunabilecek olanı, şehir merkezlerinin artan cazibesi ve metrekare fiyatlarıyla, yüksek rant getirisi vaat etmesi. İkincisi ve sıklıkla gözden kaçanı ise merkezde sembol değeri taşıyan kutsallık atfedilen yapıların tersine, sanat binalarının seküler semboller olarak evrilmiş olması.

 

İlki, bütün dünyada yaşanan bir problem. Günümüzde, sanat binaları, şehrin sosyal hayatıyla uyumlu hareket edebildikleri oranda ayakta kalma şansına sahip. Bu durum, sanat binalarının maksimum saat içerisinde şehirli kullanıcının ihtiyaçlarına cevap verebilmelerini gerektiriyor. İlk etkili ve tartışmalı örneği Paris’teki Centre Pompidou olan çok amaçlı bina -asla çok amaçlı salon değil- modeli, sanat kullanıcıları tarafından peşin tartıya vurulmamalı. AKM örneğinde karşılaşıldığı türde tuzaklara dikkat kesilinmeli.

 

İkincisi ise, seküler İslam-yoğun toplumların kadim problemi. Burada, Türkiye’nin yalnız ve güzel bir ülke olduğunu da unutmamak gerekiyor.

 

Merkezdeki bu arındırma, sanat binalarının merkezden tasfiye edilmesi politikası, aynı zamanda seküler hafızanın silinmesine dönük anakronik bir köktenciliğin tezahürü.

 

Yani sorun AKM, Şinasi, Akün, üç beş ağaç değil. Bu, satha dönük bir saldırı...

Cumhuriyet, Yazı: Orhan Alkaya, 05.08.2014

LİDYA DÖNEMİ ESERLERİ YILLAR SONRA YURDA DÖNÜYOR

 

Kültür Bakanlığı, Anadolu'dan yurt dışına kaçırılan Lidya dönemi mezarları ve adak stellerini ABD'den geri getiriyor. Bakanlık, yerini tespit ettiği eserleri FBI ve Washington Emniyet Müşavirliğinin düzenlediği operasyonla geri aldı.

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Bakanlığın uzun yıllar izini sürdüğü Lidya dönemi mezarları ve adak stellerini ABD'den teslim aldığını bildirdi.

Stellerin en kısa zamanda Türkiye 'ye getirileceğini dile getiren Çelik, eserlerin önce Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde, daha sonra da Manisa Müzesi'nde teşhir edileceğini açıkladı.
 

10 YILDA 4 BİN 147 KÜLTÜR VARLIĞI TÜRKİYE'YE KAZANDIRILDI
Yurt dışına kaçırılan eserlerin izini sürme konusunda kararlı ve ısrarlı adımlar attıklarını belirten Çelik, "Konuya ilişkin attığımız her adım, bu topraklara ait olan eserlerin geri gelmesinde son derece önemli gelişmeleri beraberinde getiriyor. Diplomatik ilişkileri ve hukuki hakları dikkatli ve ısrarlı bir şekilde devreye sokmamız Anadolu topraklarına kazandırılan eser sayısını her geçen gün daha da artırdı" diye konuştu.

Son 10 yılda yasa dışı yollarla yurt dışına kaçırılan 4 bin 147 kültür varlığının Türkiye'ye iadesinin sağlandığına işaret eden Çelik, "Bakanlığımızın iadesini sağladığı kültür varlıklarından sonuncusu ise Lidya bölgesine ait on mezar ve adak stelleri oldu" dedi.

Çelik, 2006'da Lidya bölgesine (Batı Anadolu) ait 16 mezarla adak stelinin satışa çıkarıldığı ihbarını alan Bakanlığın, eserlerin izini sürerek haziranda stellerden 10'unun yerinin tespit ettiğini anlattı.

FBI ve Washington Emniyet Müşavirliğince yapılan ortak operasyon neticesinde eserlerin tacirlerin elinden alındığını bildiren Çelik, şunları kaydetti:
"Bakanlığımız, Lidya dönemi mezar ve adak stellerini Washington Büyükelçiliğimiz aracılığıyla ABD'den teslim aldı. Üzerinde büyük hassasiyetle durduğumuz bu önemli konuda her geçen gün yeni ve sevindirici gelişmeler yaşıyoruz. Bu coğrafyada yaşamış medeniyetlerin kültürüyle hayat bulmuş eserler yine bu toprakların bir parçası olarak artık daha emin ellerde varlığını sürdürecektir."

Öte yandan, MS 1-3. yüzyıllara tarihlendirilen stellerin nereden ve ne zaman kaçırıldıkları tespit edilememekle birlikte Manisa kökenli oldukları düşünülüyor.

Radikal, 05.08.2014

EMEK'TEKİ HASARDA 'ÖNEM' BİLMECESİ

 

Emek Sineması’nı yıkan Grand Pera’nın inşaatında tescilli binaların hasar görmesi üzerine Koruma Kurulu’nun önlem alınmasını isteyen kararının 5 aydır uygulanmadığı ortaya çıktı. Kamer İnşaat’ın ortaklarından Eyüboğlu, “Hasarlı kısımlar zaten sökülecek” açıklaması yaptı.

 

 

Beyoğlu’nda yıkımı büyük tepkiye neden olan tarihi Emek Sineması’nın yerine yapılan Grand Pera projesi hızla yükseliyor. Tescilli yapıları tahribata uğratan inşaat hakkında suç duyurusunda bulunan Koruma Kurulu’nun alanda önlem alınıp Kurul’a bilgi verilmesini isteyen kararının ise hala uygulanmadığı ortaya çıktı. İstanbul I No’lu Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, proje alanında Serkildoryan binası ile korunması gereken kültür varlığı olarak tescilli diğer yapılarda çatlaklar tespit etmişti.


Kurul kararında, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nın 660 sayılı ilke kararına göre, alanda tehlike arz eden yapılarda can ve mal güvenliğinin alınıp Kurul’un bu konuda bilgilendirilmesini istendi. Ancak aradan 5 ay geçmesine rağmen Beyoğlu Belediyesi ve Kamer İnşaat tarafından güvenlik önlemlerinin alınmış olduğuna ilişkin bilgilendirme yazısı hala Koruma Kurulu’na gönderilmedi.


SERKİLDORYAN ÇATLAMIŞTI
İstanbul I No’lu Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, 12 Şubat 2014’te verdiği kararda Kamer İnşaat tarafından yıkılan Emek Sineması’nın yerine yapılacak Grand Pera projesinin Koruma Kurulu tarafından onaylanmış projede öngörülen ‘moving’ yöntemine aykırı olarak sürdürüldüğünü tespit etti.


Koruma Kurulu kararında “Yerinde yapılan incelemede Cercle D’orient binasında çatlaklar olduğu görüldüğünden olası tahribatın önüne geçmek adına çatlakların gözlenmesi ve gerekli önlemlerin alınmasına” karar verdi.


Emek’in bulunduğu “338 adada yapılan kazı uygulamalarında gerekli önlemlerin alınmamış olması sebebiyle” tescilli Melek apartmanının duvarlarında çatlaklar oluştuğu belirlendi. Koruma Kurulu, ilgililer hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 65. maddesi kapsamında suç duyurusunda bulundu.


BELEDİYE TEBLİGATLA YETİNDİ
Alanda önlem alınarak kendisine bilgi verilmesini isteyen karardan iki ay sonra, Beyoğlu Belediyesi 22 Nisan 2014’te gerekli güvenlik önlemlerinin alınması için Kamer İnşaat’a tebligatta bulunduklarına dair Koruma Kurulu’na bir yazı göndermekle yetindi. Bilgi edinme hakkı kapsamında yapılan başvuruya Koruma Kurulu’ndan gelen yanıtta “Alınan güvenlik önlemlerinin sonucuna ilişkin herhangi bir bilgilendirme yazısı Müdürlüğümüze iletilmemiştir” diye belirtildi.

‘HASARLI BÖLÜM ZATEN SÖKÜLECEK’
Beyoğlu Belediyesi yetkilileri proje alanında gerekli denetimleri yaparak rapor tuttuklarını, ancak bu raporu Koruma Kurulu’na göndermediklerini söylerken, Kamer İnşaat’ın ortaklarından Levent Eyüboğlu BirGün’e açıklamada bulundu. Koruma Kurulu’nun Serkildoryan binasında hasar tespit etmediğini öne süren Eyüboğlu, tescilli Melek Apartmanı’nda tespit edilen hasara ilişkin ise “Melek Apartmanı’nda korunacak unsur yapının ön cephesidir. Hasar olduğu öne sürülen bölüm, onaylı projeye göre zaten sökülecek bir bölüme ait. Kurula bu tür sonuçları titizlikle iletiyoruz” diye belirtti.


Eyüboğlu, “Koruma Kurulu kararından sonra ekstra önlem olarak betonarme karkas imalatı hızlandırıldı. Uygulamaya ilişkin bilgi ve belgeler kurula iletilecektir” diyerek güvenlik önlemlerinin alındığını öne sürdü.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 05.08.2014

ASLANTEPE KAZILARI BAŞLIYOR

 

 

Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden olan Malatya Arslantepe Höyüğü ve Açık Hava Müzesi’nde bu yılki kazıların 15 Ağustos’ta başlayacağı bildirildi. 

 

Battalgazi Orduzu Mahallesi’nde bulunan ve 2011 yılında Açık Hava Müzesi’ne dönüştürülen Arslantepe Höyüğü ve Açık Hava Müzesi’nde bu yıl Ağustos ortasında başlaması beklenen kazıların bir ay civarında sürmesinin beklendiği bildirildi.

 

İtalyan La Spienza Üniversitesi öğretim üyesi ve Arslantepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Marcella Frangipane'nın başkanlığındaki ekip tarafından bu yıl bir ay civarında zürmesi beklenen kazılarda, birçok tarihi eserin gün ışığına çıkarılması bekleniyor.

 

Malatya Müzesi Uzmanı Antropolog Hüseyin Şahin’e göre, Arslantepe Höyüğü hakkında derleme özetle şöyle:”Arslantepe MÖ 5000 yıllarından MS 11.yy’a kadar yerleşim görmüştür. MS5-6yy’lar arasında Roma köyü olarak kullanılmış ve daha sonra Bizans Nekropolü (mezarlık) olarak yerleşimini tamamlamıştır.

 

Arslantepe’de ilk kazılar 1930’larda Louis Delaporte başkanlığında bir Fransız ekip tarafından yapılmıştır. Özellikle kazı Geç Hitit tabakalarında yapılmıştır. Kazılarda taş üzerine alçak kabartma ile dekore edilmiş avlu ve giriş kapısının iki yanında iki aslan heykeli ve karşısında devrilmiş bir kral heykeli ile bir Geç Hitit Sarayı bulunmuştur. Bu eserler o tarihlerde Malatya’da müze bulunmadığı için Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne götürülmüş ve halen orada sergilenmektedir.

 

5.bin yılın sonundan 4.bin yılın sonuna kadar olan zaman süresi içinde Malatya’nın bu bölgesi her ne kadar Yukarı Mezopotamya’nın bir parçasını oluşturmaktaysa da tam anlamıyla yerel özelliklerini yitirmemiştir. Özellikle 4.bin yılda Arslantepe Orta Fırat bölgesindeki yerleşmeler içinde önemli bir yer tutmaktadır. Geç Kalkolitik Çağ’da yerel yüksek tabakalardan oluşan sınıf, politik ve dinsel egemenliğin yanı sıra ekonomiyi, ürün ve üretim idaresini ellerinde tutmaktaydı. Yörenin su kaynakları bakımından zengin, dolayısıyla tarım için son derece uygun, ayrıca sık sık taşan Fırat Irmağı’nın taşkın alanı dışında kalması gibi ayrıcalıkları, Arslantepe’nin en azından MÖ5.bin yıldan Bizans Dönemi’ne kadar kesintisiz olarak iskan edilmesinde önemli etkendir. Yörenin doğal yapısından kaynaklanan gücü, yüksek tarım potansiyeli ile birleşince Arslantepe, topraklarını denetim altında tutabilen ve bölgedeki ham maddeyi işleyen ya da en azından işlenmesini organize eden egemen bir merkez konumunu kazanmıştır.

 

Kerpiçten yapılmış anıtsal binaların bulunduğu geniş bir ortak kullanım alanı, 4.bin yılın sonlarında (MÖ 3300-3000) tepenin güney-batı yamacında en az 2 bin 600 m2’lik bir alana yayılmıştı. Bu alanda büyük olasılıkla farklı işlevlere sahip çeşitli yapılar yer almaktaydı. Ortaya çıkarıldığı kadarıyla bu kısım görkemli mimari ve işlevsel açılardan farklı bölümlerden oluşan büyük bir yapı topluluğudur. Çok amaçlı düzeninden dolayı bu anıtsal yapı topluluğu Saray olarak nitelendirilebilir. Sarayın koridor duvarları baskı motif ve duvar resimleri ile bezenmiştir. Binanın çeşitli bölümlerinde çok sayıda mühür baskısının bulunması, idari etkinliklerin yoğunluğunu ve bu işlerde, malları depolardan alma ve mühürleme yetkisi bulunan çok sayıda memurun çalıştığını ortaya koymaktadır. Duvarlardaki zengin bezeme ve kabartmalarda gücü simgelemektedir. Bu bütün etkinliklerin merkezileştirildiği, kayıt amacıyla etkin bir mühürleme sisteminin kullanıldığı ve giderek bürokrasinin geliştiği, güçlü siyasi ve dini kurumları olan bir devlet sisteminin doğuşuna kanıttır. Geçmişte daha çok dinsel amaçlar için yapılan büyük yapı ilk kez başka işlevlerde kazanıp içinde kamu hizmetlerinin de görüldüğü, mimari açıdan gelişmiş, böylece Yakın Doğu’da sarayın başlangıcını oluşturur.

 

MÖ 5.binden -MÖ 712 tarihindeki Asur istilasına kadar yerleşim yeri olarak varlığını sürdüren Arslantepe daha sonra bir süreliğine terk edilmiş, MS 5-6.yy’lar arasında ise Roma Dönemi köyü olarak kullanılmış ve daha sonra Bizans Nekropolü (mezarlık) olarak yerleşimini tamamlamıştır. Kazılara Geç Uruk dönemi Sarayı ile Geç Hitit Sarayı alanında devam edilmektedir.

 

Arslantepe’deki kazılara Prof.Dr. Marcella Frangipane Başkanlığındaki İtalyan Kazı Heyeti tarafından devam edilmektedir. Buluntular Malatya Müzesi’nde sergilenmektedir. Ayrıca Geç Uruk Dönemi’ne ait kerpiç Saray Kompleksinin Açık Hava Müzesi haline getirilmesi yönündeki projelendirme çalışması sürdürülmektedir. Bu projenin hayata geçirilmesi ile birlikte Arslantepe’nin ilimiz turizmine katkıları olumlu yönde artacaktır.”

 

BATTALGAZİ BAŞKANINI ZİYARET..

Bu arada Malatya Aslantepe Höyüğü ve Açık Hava Müzesi Kazı Başkanı Prof.Dr. Marcella Frangipane, Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan’ı ziyaret etti. 

 

Ziyarette, Aslantepe’nin dünya ve Türk tarihi açısında öneminin yanı sıra Malatya’ya sağlayacağı katkı konuşuldu.

 

Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, “Uzun yıllar Malatya’mızın tarihine ışık tutacak araştırmalar yapmışlardır. 70’lerden sonra öğrenci olarak geldiği Aslantepe kazı çalışmalarına, 2014 sürecinde de aktif olarak Prof.Dr. Marcella Frangipane, Roma Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim üyesi ve kazı ekibi başkanı olarak yürütmektedir. Biz kendilerine geçtiğimiz kervansaray buluşmalarında fahri hemşerilik beratını vermiştik. Kendisi ve öğrencileriyle birlikte Malatyalıların gönlünde taht kurmuştur. Artık kendilerini misafir olarak değil, ev sahibi olarak görüyoruz. Kervansaray buluşmalarında da hep yanımızda olmuştur. Aslantepe kültürel anlamda, dünya kültürel mirasının ortak değeridir” dedi.

 

Aslantepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Marcella Frangipane ise, Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan ile birlikte Aslantepe’yi daha iyi yerlere taşımak adına çalışacaklarını belirterek, “Türkiye'yi seviyorum ama Malatya benim için çok farklı. Malatya tarihinin Aslantepe’de yattığını belirtmek isterim. Aslantepe'de 40 yılı aşkındır hizmet ediyorum. Aslantepe'nin daha çok tanıtımı için reklam lazım. Malatya için çok önemli bir tarih yeridir Aslantepe. Orduzu'da ve Malatya'da öğrencilere ve öğretmenlere tarihi anlatacak konferanslar yapacağız. Amerika'da, Aslantepe için konferanslar verdim. Başkanımızla el ele Aslantepe yi daha iyi yerlere getireceğimizden eminim” diye konuştu.

Malatya Haber, 04.08.2014

 

******


BU YIL GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR!

 

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu'nun (UNESCO) dünya mirası geçici listesine Türkiye'den son dahil edilen 13 alandan biri olan ve milattan önce 5 binli yıllara tarihlenen Aslantepe Höyüğü'nde kazı çalışmaları başlıyor. İlk kazıların 1930 yılında Fransızlar tarafından başlatıldığı ören yerinde geçtiğimiz yıllarda ortaya çıkarılan dünyanın ilk kerpiç sarayının bu yıl tamamen gün yüzüne çıkarılması hedefleniyor.

Aslantepe Kazı Başkanı ve İtalyan La Spienza Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcella Frangipane, Malatya Valisi Vasip Şahin’i ziyaretinde yaptığı açıklamada, 15 Ağustos’ta kazı çalışmalarına başlanacağını bildirdi. Kazı çalışmalarıyla bu yıl, 'dünyanın ilk sarayı' olarak bilinen kerpiç saray kalıntılarının tamamını ortaya çıkarmayı planladıklarını söyleyen Frangipane, "Milattan önce 3 bin 300 yıllarına ait kerpiç sarayı bu yıl tamamen ortaya çıkarmayı istiyoruz. Mezopotamya'da tapınaklar vardı ama saray yoktu. Orada saraylar daha sonra geliyor. Buradaki saray, ilk saraydır. Çalışmalarımızla açık hava müzesi daha da geniş olacaktır. Geçtiğimiz yıl saray içinde büyük bir salonu gün yüzüne çıkardık. Turistler için geniş bir kültür alanı oluşacak. Turizm açısından cazip bir mekan oluşacak." dedi. Vali Şahin ile Frangipane, Aslantepe'nin dünya ve Türk tarihi açısından öneminin yanı sıra Malatya’ya sağlayacağı katkılar hakkında görüş alışverişinde bulundu. Vali Şahin, ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek "Marcela Frangipane uzun yıllar Malatyamızın tarihine ışık tutacak araştırmalar yapmışlardır. Aslantepe kültürel anlamda dünya kültürel mirasının ortak değeridir." şeklinde konuştu.

Bilim dünyasının en prestijli kurumlarından National Academy of Sciences tarafından Frangipane’ye Aslantepe’deki çalışmaları nedeniyle onur ödülü verildi. Frangipane, ödül almak için gittiği ABD’de kazı çalışmalarına ilişkin konferans verdi.

Vatan, 05.08.2014

YILDIRIM BAYEZİT KÜLLİYESİ AYAĞA KALDIRILIYOR

 

 

UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan Sultan külliyelerinden Yıldırım Beyazıt Külliyesi’ni ecdada yakışır hale getirme yönündeki çalışmalar hızla sürüyor.

 

Bursa’da yaşanan 1855 depreminde yıkılan Yıldırım Camii minarelerini 156 yıl sonra orijinal haliyle yeniden inşa eden Büyükşehir Belediyesi, şimdi de cami avlusu ve şadırvanlar başta olmak üzere tüm külliyeyi restore ediyor.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, yaklaşık 5 bin metrekarelik alanda traverten taşlarla zemin döşemesi yapıldığını belirterek, türbe ve dispanser başta olmak üzere külliyenin tamamında bakım oranım çalışmalarının en kısa zamanda tamamlanacağını söyledi.

 

Muradiye Külliyesi’ndeki çalışmalar hızla sürürken, Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt tarafından 1390’lı yıllarda yaptırılan külliyedeki çalışmalar da devam ediyor. Külliyedeki çalışmalara ilk olarak Yıldırım Camii ile başlayan Büyükşehir Belediyesi, camiinin 1855 depreminde ve 1949 yılında yaşanan doğal afetlerde yıkılan iki minaresini 156 yıl sonra orijinaline uygun olarak dikmişti. Bu çalışmanın ardından külliyenin bütününe yönelik çalışmalar sürerken, cami avlusundaki şadırvan, abdest alma yerleri ve musalla taşları olmak üzere bölge baştan sona yenilendi. Yaklaşık 5 bin metrekarelik alan traverten zemin taşları ile kaplanırken, bahçe duvarları, aydınlatma sistemleri ve çevre düzenlemesiyle cami avlusunun çehresi tamamen değişti.

 

Son 10 yıldır tarihi ve kültürel mirasa yönelik yaptıkları çalışmaların UNESCO Dünya Mirası Listesi ile taçlandığını dile getiren Başkan Altepe, tüm külliyelerin ziyaretçiler tarafından daha rahat gezilebilmesi için çevre düzenleme çalışmalarına da önem verdiklerini söyledi. Yıldırım Camii’nin orijinal minarelerinin yerine dikilmesinin ardından yaklaşık 400 yıl önce ilk mahya uygulamasına ev sahipliği yapan Yıldırım Camii’nde mahya uygulamasının da ilk günkü haliyle başladığını ifade eden Başkan Altepe, “Külliye alanında bulunan türbe, dispanser ve medrese binalarıyla ilgili proje çalışmaları devam ediyor. Şu ana kadar yapılan çalışmalarla bile bölgenin çehresi değişti. Bir taraftan tarihi eserleri kent siluetine kazandırırken, bir taraftan da ecdada olan vefa borcumuzu ödüyoruz” diye konuştu.

Toki Haber, 05.08.2014

ATATÜRK KÖŞKÜ RESTORE EDİLDİ

 

 

Trabzon'un en çok ziyaret edilen turizm mekanlarından biri olan Atatürk Köşkü restore edildi. Köşkün ziyarete açılması için çalışmalar sürüyor.

 

Trabzon Büyükşehir Belediyesi tarafından başlatılan restorasyon çalışmaları tamamlanan Atatürk Köşkü'nün ziyarete açılması için son hazırlıklar yapılıyor. Tefrişat düzenlemelerinin ardından Atatürk Köşkü'nün ziyarete açılması planlanıyor.

 

Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, şehirde en çok ziyaret edilen mekanlardan biri olan Atatürk Köşkü'nde esaslı bir restorasyon yaptıklarını kaydederek, "Restorasyonu büyük bir titizlikle yapılan Atatürk Köşkü'nde çalışmalar tamamlandı. Son rötuşlerin yapılması, temizleme ve tefrişat çalışmalarının tamamlanmasının ardından önümüzdeki hafta içerisinde bu önemli tarihi mekanı tekrar yerli ve bancı turistlerin ziyaretine açacağız. Restorasyon çalışmalarında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum" ifadelerini kullandı.

Toki Haber, 05.08.2014

APOLLON TAPINAĞI'NIN PROJELENDİRME ÇALIŞMASINI ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAPACAK

 

 

Antalya Side antik kentinde tapınaklar bölgesinde ikinci aşama restorasyon çalışmasını Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nün yapacağı bildirildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2,5 yıl önce antik kente Apollon Tapınağı'nın bulunduğu alandaki eserlerin korunması, onarımı ve restorasyonu için 30 Mart mahalli seçimler öncesi tüzel kişiliğini yitirmeden Side Belediyesi'ne tahsis etmişti. Tahsisle birlikte Side Belediyesi, tapınaklar bölgesinde bulunan AA Bazilikası, Athena ve Apollon Tapınağı'nın korunması için proje hazırlamıştı. Hazırlanan proje kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı, Antalya Valiliği ve Side Belediyesi'nin destekleriyle tapınaklar bölgesindeki eserlerin 1 aşama restorasyon çalışması geçtiğimiz günlerde tamamlanarak hizmete açılmıştı.

 

Anadolu Üniversitesi, tapınaklar bölgesinde Athena ve Apollon Tapınağı'nda ikinci aşama proje çalışması yapması için Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yetkilendirildi. Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve Side Kazı Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Alanyalı, tapınaklar bölgesininde ikinci aşama projelendirilme çalışmaları için Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yetkilendirildiklerini söyledi.

 

Önümüzdeki günlerde Athena ve Apollon Tapınağı'nda proje kapsamında yapacakları çalışma için Apollon Tapınağı mimarı ve restorasyon uzmanı Prof.Dr. Zeynep Ahunbay'dan muvafakatname alacaklarını belirten Alanyalı, "Tapınaklar bölgesinde birinci aşama proje çalışması önemli ölçüde tamamlandı. Bölgede Athena ve Apollon Tapınağı'nda ikinci aşama proje çalışması için bakanlık yetkisi ile Apollon Tapınağı'nı ayağa kaldıran mimarı Prof.Dr. Zeynep Ahunbay hocamızdan muvafakatname aldıktan sonra başlayacağız. Apollon Tapınağı, Türk turizminin önemli sembollerinden biri. Antik kentte bulunan eserlerin korunması ve restorasyonuna özel önem veriyoruz. Bunlarda biride Athena ve Apollon Tapınağı." diye konuştu.

 

İki yıl önce ayağa kaldırdıkları 18 asırlık Tüke Tapınağı'nın bakımı 5 yıl yapacaklarını belirten Alanyalı, Side antik kentinde 67 yıldır kazı çalışması yapıldığını, bugün Side Müzesi'nde sergilenen eserlerin gün yüzüne çıkmasında merhum Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid Mansel ile Prof. Jale İnan'ın katkısının yüksek olduğunu kaydetti.

 

Anadolu Üniversitesi'nin antik kente 6 yıldır çalışma yaptığını belirten Alanyalı, bu sene kazı çalışmasını Doğu Kapısı ile agora içinde antik kenti ikiye bölen Attius Philippus Suru'nda çalışma yaptıklarını söyledi.

 

Antik kentte 67 yıl içinde kazı çalışmalarında şehrin yüzde 10'nun gün yüzüne çıkarıldığını belirten Alanyalı, tarihi ören yerini yüzde 90'nın toprak altında olduğunu, tamamının gün yüzüne çıkmasının ise 5 asır sürebileceğini ifade etti. Alanyalı, Side'de 6 yıl içinde yaptıkları çalışmaları ön raporla 2 kitap halinde yayına hazır hale getireceklerini sözlerini ekledi.

Zaman, Haber: Abdurrahman Büyükkeskin, 05.08.2014

KAPALIÇARŞI NEDEN BU HALDE?

 

 

Çatı klima, su deposu, çanak anten gibi nedenlerle çoğu zaman tahribata uğradı. Tarihi çarşının çatısına kaçak tuvalet bile yapıldı.

 

Temeli 1461 yılında atılan tarihi çarşının labirent şeklinde 30 bin 700 metrekareyi bulan bir büyüklüğe sahip. 66 sokaklı 4 bin dükkana sahip. İçinde 5 cami, 1 okul, 7 çeşme, 10 kuyu, 1 şadırvan, 22 kapı, 17 han vardır. 25 bin kişinin çalıştığı çarşı günün her saatinde hareketli ve kalabalıktır. İstanbul ’a gelen yerli yabancı her turistin ziyaret etmek istediği tarihi çarşıda özellikle yaz aylarında 500 bin kişinin gezdiği tahmin ediliyor. 

Tarihinde büyük depremler ve yangınlarla bugünkü şeklini alan Kapalıçarşı 1954 yılında çok büyük bir yangın geçirdi. Kapalıçarşı’daki dükkanların yarıdan fazlası bu yangında kül oldu. 1960 yılında kadar uzun bir süre onarımları devam etti. Yaklaşık 550 yıllık çarşı en son 1984 ve 1985 yıllarında basit onarımlar gördü. Bunun haricinde tarihi çarşı kapsamlı bir onarım ve restorasyona tabi tutulmadı. 

Çarşı işyeri sahipleri tarafından gerek dükkan genişletmek gerekse işyerleri içinde izinsiz yaptıkları değişikliklerle ciddi tahribata uğradı. Statik yapısı bu tür nedenlerle tehlikeye girdi. Diğer yandan uzun dönem onarım yapılmadığı için çatı başta olmak üzere temelleri su alıp rutubete maruz kaldı. Çatı klima, su deposu, çanak anten gibi nedenlerle çoğu zaman tahribata uğradı. Tarihi çarşının çatısına kaçak tuvalet bile yapıldı. Bir belgesel çekimi sırasında farkedilen pisuvarın yeri sahibi tarafından kaçak olarak yapıldığı ortaya çıktı. Ancak bu durum tescilli ve sit kapsamında olan çarşıdaki başı bozukluğu gözler önüne seriyor. 

2010 yılında Kapalıçarşı yenileme alanına dahil edildi. Hatta o dönem de ‘eyvah diğer yenileme alanları gibi burayı da yıkıp AVM’mi yapılacak’ endişeleri duyuldu. Ancak korkulan olmadı. Bu tarihten itibaren restorasyon için düğmeye basıldı. İstanbul İl Özel İdare bütçesinden Fatih Belediyesi’ne çok ciddi miktarda kaynak aktarımı yapıldı. Fatih Belediyesi röleve, restutisyon ve restorasyon projelerini Ütopya Mimarlık firmasına yaklaşık 16 trilyona ihale etti. Firma 2012 yılında projeleri İstanbul 1 Numaralı Yenileme Alanları Koruma Kurulu’na teslim etti. Ancak projeler bu tarihten itibaren kuruldan bir türlü çıkmadı yada çıkarılamadı. Kurul projeleri onaylasa belki de Kapalıçarşı için dönüm noktası olacak ve restorasyon başlayacaktı. Ancak gerek kurul gerekse Fatih Belediyesi’nin oyalamaları nedeniyle projeler bir türlü onaylanmadı. Üstelik Belediye mimarlık şirketine ihale bedeli ücreti de ödemeyince işler iyice sarpa sardı. 

Uzmanlar çarşı bir süre daha bu halde kalırsa çökme riski yaşayabileceğinin altını ısrarla çiziyor. Çatısı akan, temelleri su alan çarşının bir an önce kapsamlı bir onarımının yapılması gerekiyor. Bu tür tarihi yapıların 10 yılda bir elden geçmesi gerekirken, tarihi çarşı 55 yıldır basit onarımlarla geçiştiriliyor. Esnaf dertli, tarih meraklıları dertli ama sorumlu yöneticiler gayet pişkin pişkin tarihi binanın çöküşünü seyrediyor…

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 05.08.2014

TAVAN ARASINDA
SERVET BULUNDU

 

Yaşlı kadının başına talih kuşu kondu.

 

İngiltere'de ismi açıklanmayan yaşlı bir kadının evinde, 18'inci yüzyıldan kalma antik bir Çin eseri çıktı.

Uzmanlar üzerinde çeşitli motif işlemelerin olduğu 20 santimlik süs eşyasının, 18'inci yüzyılda yaşamış Çin İmparatoru Qianlong adına yapıldığını tespit etti.

Yeşim taşından üretilen eser açık artırmada Çinli bir koleksiyoncuya 360 bin sterline (1.2 milyon TL) satıldı.

Vatan, 05.08.2014

ZEUS TAPINAĞI'NDA TÜRK İZLERİ

 

 

Kütahya'daki Zeus Tapınağı duvarlarına işlenen tuğ taşıyan süvariler, avlananlar gibi sahneler Çavdar Tatarları'nın yaşamına dair resimli kanıtlar sunuyor.

 

Kültürel yapısıyla sanat çevreleri tarafından "İkinci Efes" unvanı verilen ve dünyanın en iyi korunmuş Zeus tapınağını barındıran Aizanoi antik kentinde 2014 kazı dönemi hızlı başladı. Haziranda başlayan 2014 kazı sezonunun daha ilk günlerinde Zeus Tapınağı duvarlarında yapılan temizlik çalışmaları sırasında daha önce hiç görülmemiş, Çavdar Tatarları'na ait figürler ortaya çıkarıldı. Bergama, Bithynia ve Roma egemenliğinin ardından 13. yüzyılda Çavdar Tatarları'na ev sahipliği yapan kentteki Zeus Tapınağı duvarlarına çizilen resimler bölgenin Türk dönemine de ışık tutuyor. Tapınak duvarlarına işlenen, tuğ taşıyan süvariler, avlananlar, kopuz çalanlar ve daha pek çok sahne Çavdar Tatarları'nın yaşam biçimlerine dair resimli kanıtlar sunuyor. Kütahya'nın Çavdarhisar İlçesi'ndeki Aizanoi'de ilk kazılar 1926'da Alman Arkeoloji Enstitüsü'nce başlatıldı. Kazı çalışmalarına 1970'ten bu yana her yıl sistematik olarak devam ediliyor. 2014 kazı çalışmaları Pamukkale Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Elif Özer başkanlığında yürütülüyor.

Sabah, Haber: Şenay Ünal, 05.08.2014

PERGE ANTİK ŞEHRİ, 2015'DE GECE DE GEZİLEBİLECEK

Antalya Müze Müdürü Mustafa Demirel, Perge antik kentinin 2015 yılından itibaren gece de gezilebilecek hale geleceğini söyledi.

 

Antalya Kent Konseyi Turizm Grubu Recep Yavuz Başkanlığında toplandı.

 

Toplantıya konuşmacı olarak Antalya Müze Müdürü Mustafa Demirel ile 25 Perge’deki kazılarda 25 yıldır bulunan Arkeolog Sedef Çokay, Perge’deki kazılar hakkında sunum yaptı.

 

1946 yılında kazı çalışmalarına başlanılan Perge antik kentinden çıkarılan eserlerin Antalya Müzesinde sergilendiğini anlatan Mustafa Demirel, ‘’Perge’deki kazılarda 50 kişilik ekip 12 ay boyunca çalışıyor. Çevre düzenleme projesi tamamlandı. Perge’de ok sayıda proje var. Bu projeler zamanla hayata geçecek’’ dedi.

 

Antalya’nın yaz aylarında çok sıcak olduğunu hatırlatan Demirel, ‘’Perge Anti Kenti için kamera, ışıklandırma ve güvenlik ile ilgili proje hazırlandı. Bu proje bu yıl içinde tamamlanır. Perge antik kenti 2015 yılından itibaren gecede gezilebilecek Sıcak günlerde antik kent gece 23.00-24.00’e kadar gezilebilecek hale gelecektir’’ diye konuştu.

 

Perge Antik Tiyatrosu ziyarete açılacak 

Perge Antik Tiyatrosu ile ilgili de konuşan Mustafa Demirel, şunları söyledi: ‘’Perge tiyatrosunda drenaj sorunu var. Orta kısım adeta göle dönüyor. Bu sorunu gidermenin yollarını arıyoruz. Perge Antik Tiyatrosu çok özel bir tiyatro. Aspendos’tan da güzel. Tiyatroda bir takım iyileştirmeler yapıldıktan sonra gezilebilecek. Belki tiyatronun her tarafı ziyarete açılmayabilir. Ancak büyük kısmı gezilebilecek hale gelecek. Perge bir bütün olarak 2016 Expo Antalya’ya kadar gezilebilecek hale gelecek. Perge’nin otoparkı, çevre düzenlemesi Expo’ya kadar bitecek.’’

Turizm Gazetesi, 05.08.2014

TARİHİ MOZAİKLER ERDOĞAN İÇİN Mİ TAŞINDI?

 

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Urla Zeytineli Köyü Hacılar Koyu’nda inşa edilen ve ikisinin “Recep Tayyip Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen villaların inşa edildiği ve 1. Derece Sit Alanı'ndan usulsüz olarak 3. Derece Sit Alanı'na dönüştürüldüğü yönünde ciddi şüphelerin bulunduğu 20 hektarlık alanda keşfedildiği iddia edilen antik Roma dönemine ait paha biçilemez mozaiklerin villaların inşaatından önce gizlice başka bir yere nakledildikleri” iddiasının doğru olup olmadığını sordu.

 

Tanrıkulu, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığına sunduğu soru önergesinde şöyle dedi:

 

“Mustafa Latif Topbaş’a ait oldukları Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan Urla Zeytineli Köyü Hacılar Koyu’nda inşa edilen ve ikisinin Recep Tayyip Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen villaların inşa edildiği ve 1. Derece Sit Alanı'ndan usulsüz olarak 3. Derece Sit Alanı'na dönüştürüldüğü yönünde ciddi şüphelerin bulunduğu 20 hektarlık ( 20 bin metrekare) alanda keşfedildiği iddia edilen antik Roma dönemine ait paha biçilemez mozaiklerin villaların inşaatından önce gizlice başka bir yere/yerlere nakledildikleri iddiası doğru mudur?


İddia doğruysa, paha biçilemez değerde olmalarına rağmen yasadışı yollardan her birine en az 20 Milyon dolar değerinden rahatlıkla alıcı bulunabildiği belirtilen ve onlarca adet oldukları iddia edilen antik mozaikler hangi tarihte, kimler tarafından ve nereye / nerelere nakledilmişlerdir?

 

Mustafa Latif Topbaş’a ait oldukları Recep Tayyip Erdoğan tarafından da açıklanan Urla Zeytineli Köyü Hacılar Koyu’nda inşa edilen ve ikisinin Recep Tayyip Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen villaların inşa edildiği 1. Derece sit alanının kapsadığı arazide bulunduğu iddia edilen antik Roma dönemine ait tüm tarihi eserlerin tam listesi nedir?


Söz konusu arazi hangi tarihte 1. Derece sit alanı olarak tescil edilmiştir?


Arazinin 1. Derece sit alanı olarak belirlenmesi yönünde hazırlanan rapor hangi tarihte hangi yetkilerce hazırlanmıştır?


Arazinin 1. Derece sit alanı olarak belirlenmesinin gerekçesi olarak hazırlanan arkeolojik değerlendirme raporunun tam metni nedir?


Arazinin 3. Derece sit alanına dönüştürülmesi sonrasında yasal prosedür gereği yapılması gereken sondaj kazıları yapılmış mıdır; yapılmışsa hangi tarihte hangi kurumlar tarafından yapılmıştır?


Sondaj kazılarına ait resmi raporlar düzenlenmiş midir?


Sondaj kazılarına dair tüm resmi raporların tam metinleri nelerdir?


Mustafa Latif Topbaş’ın 34 yıl önce 7 arkadaşıyla birlikte satın aldığını ve inşaatlarına başladıklarını açıkladığı ancak Google Earth görüntülerinden de anlaşıldığı üzere inşaatlarına 2013 yılında başlandığı ortaya çıkan Urla Zeytineli Köyü Hacılar Koyu’ndaki söz konusu 20 hektarlık arazinin Mustafa Latif Topbaş ve bahsettiği 7 kişi adına tapu kayıtlarına tescil edildiği tarih nedir?”

Sözcü, 04.08.2014

 

******


URLA'DAKİ MOZAİKLER NEREYE GÖTÜRÜLDÜ?

 

 

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Urla Zeytineli Köyü Hacılar Koyu’nda inşa edilen ve ikisinin Başbakan Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen villaların inşa edildiği alandan çıkarılan antik Roma dönemine ait mozaiklerinin akıbetini Meclis gündemine taşıdı.

 

Tanrıkulu, soru önergesinde, işadamı Latif Topbaş tarafından yaptırılan villaların inşa edildiği alanın, 1. derece SİT alanından usulsüz olarak 3. derece SİT alanına dönüştürüldüğü yönünde ciddi şüphelerin bulunduğunu belirtti. 20 hektarlık alanda keşfedildiği iddia edilen antik Roma dönemine ait paha biçilemez mozaiklerin villaların inşaatından önce gizlice başka bir yere nakledildikleri iddiasının doğru olup olmadığını soran Tanrıkulu önergesinde şöyle dedi:

“İddia doğruysa, paha biçilemez değerde olmalarına rağmen yasadışı yollardan her birine en az 20 milyon dolar değerinden rahatlıkla alıcı bulunabildiği belirtilen ve onlarca adet oldukları iddia edilen antik mozaikler hangi tarihte, kimler tarafından ve nereye/nerelere nakledilmişlerdir? Antik Roma dönemine ait tüm tarihi eserlerin tam listesi nedir? Latif Topbaş’ın 34 yıl önce 7 arkadaşıyla birlikte satın aldığını ve inşaatlarına başladıklarını açıkladı. Ancak Google Earth görüntülerinden de anlaşıldığı üzere inşaata 2013’te başlandığı ortaya çıkan söz konusu 20 hektarlık arazinin Topbaş ve bahsettiği 7 kişi adına tapuya tescil edildiği tarih nedir?”

Sözcü, 05.08.2014

BOYACIKÖY ÇEŞMESİ YA DA BÜROKRASİNİN YILAN HİKAYESİ

 

Boyacıköy Kilisesi Vakfı’na ait olan ve kilisenin yan sokağında bulunan tarihi çeşmenin Sarıyer Belediyesi'nden vakfa iadesi için yıllardır mücadele veren Nazaret Özsahakyan’ın yaşadıkları, aynı zamanda gayrimüslim vakıflarının, bürokrasinin çarklarında çektiği çileyi özetleyen, ibretlik bir hikaye.

 

 

Boyacıköy Kilisesi Vakfı’na ait olan ve kilisenin yan sokağında bulunan tarihi çeşme, 1949’da yapılan kadastro düzenlemesi çerçevesinde Sarıyer Belediyesi’nin mülkü olarak envantere kaydedildi. O tarihten sonra kendi kaderine terk edilen çeşmenin talihi, 2000 yılında, vakfın başkanlığına Nazaret Özsahakyan’ın seçilmesiyle değişti. 1853’te, Sultan II. Mahmud’un sarrafı ve vergi toplayıcısı Misak Amira’nın, babası Eğinli Hacı Bedros’un anısına inşa ettirdiği çeşmenin iadesi için 11 yıl mücadele veren Özsahakyan’ın yaşadıkları, aynı zamanda gayrimüslim vakıflarının, bürokrasinin çarklarında çektiği çileyi özetleyen, ibretlik bir hikaye. Sözü, göreve gelir gelmez, Sarıyer Belediyesi’ne bu hatanın düzeltilmesi için başvuran ve yıllarca devlet daireleri ile Belediye arasında savrulan Özsahakyan’a bırakıyoruz.

 

2000 yılında göreve başladığımda Sarıyer Belediyesi’ne başvurarak, çeşmenin vakfımıza ait olduğunu ve ihya edilmesi şartıyla, sembolik bir bedelle vakfımıza satılmasını talep ettim. Dönemin ANAP’lı belediye başkanı iyi niyetli olmasına rağmen, Belediye Meclisi’nden bazı isimlerin muhalefeti yüzünden, talebim kabul edilmedi. Bu kişiler, 1977’ye kadar işlevini koruyan ama zamanla bakımsızlık yüzünden kuruyan ve tahrip edilen çeşmeyi kendilerinin restore etmeleri gerektiğini, iadenin söz konusu olmayacağını savundular. Daha sonra AK Parti’li belediye başkanının göreve gelmesiyle, Belediye yine ikinci adresim oldu, ancak tüm çabalarım nafile kaldı.

 

Kitabeyi çalacaklardı

2003 yılında bir gece yarısı hırsızlar çeşmenin üstündeki Ermenice kitabeyi çalmaya çalışırlarken, kilise bekçisinin haber vermesiyle son anda yetiştim ve kitabeyi kurtarabildim. Bu olayın ardından, Belediye’ye, kitabenin korunması için bir dilekçe yazdım. Belediye’nin yanıtı, “Paramız yok, siz yapın” şeklinde oldu.

 

Yoğun ısrarlarım sonucunda, Belediye’nin çeşmeyi Vakfa satış dilekçesini Anıtlar Kurulu’na yollatabildim. Kurul, çeşmenin kamu malı sayıldığı için vakfımıza satılamayacağını beyan etti. Bunun üzerine, uyum yasaları çerçevesinde kilisemize ait taşınmazların iadesi için başvuruda bulunurken, çeşme ve su haznesi için de talepte bulunduk. Vakıflar Müdürlüğü iade taleplerimize olumlu yanıt verdi ama çeşmenin iade edilmesini reddetti. Bu arada, Belediye, Anıtlar Kurulu’na tekrar bir yazı gönderdi; buna cevaben, çeşmenin tapusunun Sarıyer Belediyesi’nde kalması, restorasyonun ise vakfımız tarafından yapılması gerektiği yönünde karar verildiği belirtildi.

 

Yeni belediye, aynı kader

Kurul, yazıyı Ankara’ya bildirirken belediye seçimleri yapıldı ve bu kez CHP’li belediye göreve geldi. Yeni yönetim, çeşmenin iadesine hiç sıcak bakmadı. Anıtlar Kurulu’nda türlü zorluklarla karşılaştıktan sonra, en yetkili kişiyle görüştüm ve Belediye kanalıyla müdürlüğe satışa ilişkin dilekçe gönderilmesi durumunda bürokratik işlemlerin devam ettirileceği sözünü aldım. Uzun uğraşlardan sonra, CHP İstanbul İl Teşkilatı’nın o zamanki başkanı Gürsel Tekin’e ulaştım ve düğüm çözüldü. Bu sayede Anıtlar Kurulu’na altıncı kez müracaat ettik ama yine o karar çıktı: “Söz konusu mülk kamu malı olduğundan satışın reddine, vakıf onarmak istiyorsa müsaadesine...”

 

Geçici 11. maddeye sırf bu çabalarım nedeniyle girdiğine inandığım ‘çeşme’ ibaresi de çözüm olmadı. Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem’i gördüğüm her yerde çeşme meselesini anlatmam ve sevgili Laki Vingas’ın başının etini yemem, 2012’de meyvesini verdi; Laki Bey tapumuzu alabileceğimizi müjdeledi. Ama gene hüsran... Bu kez de, Sarıyer Belediyesi’nin SGK borçları nedeniyle hacizli olduğu için tapuyu alamadık. Sonrasında, SGK, Belediye, AKP İl Başkanlığı, İlçe Başkanlığı, Valilik, orası, burası derken, 30 Ocak 2013’te tapumuzu alabildik.

 

Ama çilemiz bitmedi. Bu kez de 3 no’lu kurul bizimle uğraşmaya başladı. Villalara her türlü müsamahayı gösterirken, bizim çeşmenin projelerini bozup bozup yeniden çizdiriyordu. En sonunda, kendi isteğine göre, restorasyonun Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü’nün nezaretinde yapılmasına müsaade ediyor. Kuruldaki dosyamız ağır ceza mahkemelerindeki dosyalardan daha kalın.

 

Her şeye rağmen çeşmenin restorasyonunu tamamlayabildik ama bu kez de İSKİ’den su bağlatmayı başaramıyoruz!

Agos, Haber: Melisa Arslanyan, 04.08.2014

'MÜZEDE SÜNNET'İN İKİNCİ KURBANI KÜLTÜR MÜDÜRÜ OLDU

 

Adı, Eti Arkeoloji Müzesi'nde tarihi eserlerin bulunduğu alanda gerçekleştirilen sünnet düğünü ile gündeme gelen Eskişehir İl Kültür Turizm Müdürü Ali Osman Gül görevden alındı.

 

 

Eskişehir İl Kültür Turizm Müdürü Ali Osman Gül  Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından görevden alındı. Gül’ün adı geçen aylarda Eti Arkeoloji Müzesi’nde tarihi eserlerin bulunduğu alanda gerçekleştirilen sünnet düğünü ile gündeme gelmişti. Söz konusu olay basına yansıdıktan sonra olayı Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik  sert tepki göstermiş,  “Gereği ne ise yapılacaktır” demişti. Olayın hemen ardından müze müdürü görevden alınmış ancak Gül’e dokunulmamıştı. 

 

'MÜZEDE SÜNNET' TARTIŞMA YARATMIŞTI

Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Eskişehir ETİ Arkeoloji Müzesi’nde geçen haziran ayında yapılan sünnet düğününde bir heykelin yanına ses düzeni kurulması ve salonda yemek masalarının kurulmasıyla ilgili fotoğraflar sosyal medyada yayımlanmıştı. Tepkiler üzerine müze yetkilileri Eti Eskişehir Arkeoloji Müzesi’ndeki sünnet etkinliğinin Bursa’da ’Osmanlı usulü’ sünnetle aynı şekilde değerlendirilmesinden üzüntü duyduklarını söyledi. Tartışılan salonun, müzede çok amaçlı salon olarak kullanıldığını, daha önce nikah töreni, seminerler, konferanslar, sergiler ve kokteyller düzenlediğini belirten yetkililer "Son olarak salon sünnet etkinliği yapanlara kokteyl amacıyla kiraya verildi. Burada sosyal ve kültürel amaçlı etkinlikler yapılıyor. Salonda birkaç heykel de bulunuyor. Ancak asıl eserler üst katta yer alıyor" dedi.

Radikal, 04.08.2014

DOĞANLAR KİLİSESİ YENİDEN DOĞDU

 

 

Kentteki tarihi yapıları ayağa kaldıran İzmir Büyükşehir Belediyesi, harabe haline dönen Bornova’daki Doğanlar Kilisesi’ni restore ederek ayağa kaldırdı.

 

Geçmişi 8500 yıl öncesine uzanan ve pek çok medeniyete ev sahipliği yapan İzmir’de, duvarlar arasında kalan, dar sokaklara sıkışan köklü tarihi gün yüzüne çıkarabilmek için yoğun çalışmalar hız kesmeden devam ediyor.

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi önderliğinde yürütülen son çalışmalarda, bir çok yeri yıkılmış durumda olan Doğanlar Kilisesi ayağa kaldırıldı. 19. yüzyıldan kalma, tek nefli, üçgen alınlıklı küçük bir kilise olan bu tarihi yapı, semt merkezi olarak kullanılacak.

 

Büyükşehir Belediyesi tarafından Bornova Doğanlar Köyü’nde yer alan Doğanlar Kilisesi’nin restorasyonu için hazırlanan projeler İzmir 1 No’lu Kültür ve Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylanmıştı. Proje çerçevesinde güçlendirmesi yapılan ve adeta yeniden yaratılan Doğanlar Kilisesi’ne kullanımına uygun olarak mutfak ve tuvalet bölümleri de yapıldı. Oturma grupları konularak yaşayan bir merkez olması hedeflenen kilisenin çevre düzenlemesi önümüzdeki günlerde tamamlanacak.

 

Büyükşehir Belediyesi, “hoşgörü” ve “farklı inançlara saygı” vizyonu çerçevesinde daha önce de Emir Sultan Türbesi, Beith Hillel Sinagogu ve Ayavukla Kilisesi’ni yenileyerek kente kazandırmıştı.

 

UZUN SÜREDİR ATIL DURUMDAYDI

19.yüzyılın ikinci yarısında inşaa edildiği düşünülen ve Doğanlar’daki küçük bir Rum cemaatine hizmet veren kilise, Rum Ortadoks kiliselerinin biçimselliğine sahip. Şapel uzun bir süre marangozhane olarak kullanılmış ve büyük tahribata uğramış.

 

İzmir’in tarihin farklı evrelerinde her kültüre, her inanca, her dile kapısını açan bir kent olduğunu söyleyen İzmir Büyükşehir Belediyesi yetkilileri, “İzmir, farklılığını zenginlik olarak algılayıp bu yönde hoşgörü içinde yaşayan insanların kenti. Biz de kentimizin bu özelliğini pekiştirecek şekilde türbeden kiliseye kadar pek çok yapıyı restore ederek ve orijinal hallerini koruyarak kent kültürü açısından tekrar ayağa kaldırmaya yönelik çalışmalarımıza devam edeceğiz” dedi.

Haber Hürriyeti, 04.08.2014

BERBERKAYA LAHDİ KORUMAYA ALINIYOR

 

 

Bursa’nın İznik İlçesi'ne 5 metre uzunluğu ile dünyanın en büyük mezarı unvanını taşıyan Berberkaya lahiti koruma altına alınıyor.

 

Abdulvahap tepesi mevkiinde bulunan lahit mezarın korunması konusunda İznik Kaymakamı Hüseyin Karameşe, çalışma başlattı.
 

MÖ 149 yılında ölen Bithynia kralı II. Prusias için yaptırılan ancak taşınması sırasında kırılarak parçalara ayrıldığı düşünülen anıt mezar, çelik konstriksiyonla üzeri kapatılacak.
 

Bursa Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü`nün hazırladığı rapor, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü`ne sunuldu. Raporda, anıt mezarın yoldan yaklaşık 30-40 metre aşağıda olup, mezar lahitin 30 ton ağırlığında olduğu belirtildi.
 

Kırılan ve parçalara ayrılan lahitin kaldırılıp taşınabilmesi için büyük tonajlı iş makinesine ihtiyaç duyulduğu ancak, makinenin bu gölgeye indirilip çalıştırılmasının da mümkün olmadığı belirtildi. Bu nedenle mezar lahitin yerinde korunmasına karar verildiği kaydedildi.
 

BERBERKAYA LAHDİ

Tarih kitaplarında lahit ve oda mezar olarak geçen Berberkaya mezarı, tek blok taştan oyularak yapıldığı biliniyor. Tarihi mezarın genişliği 4.38 metre yüksekliği 3.90 metre ve uzunluğuda 5 metreden oluşmakta. Eserin geç Helenestik-erken İmparatorluk döneminde başlandığı tahmin ediliyor.

Bursa Olay, 04.08.2014

KARABİBİK'İN EVLERİ TURİZME AÇILDI

 

Antalya'nın Demre İlçesi'ne bağlı Beymelek Mahallesi'nde 19'uncu Yüzyıl'da yerleşilen Yukarı Beymelek kısmındaki 100 yılı geride bırakan taş evler, restore edilerek turizme kazandırılıyor. Türk edebiyatının önemli eserlerinden 'Karabibik'i yazan Nabizade Nazım'ın kaldığı ev de restore edilerek, 'Karabibik Evi' adıyla hizmete girdi.

 

 

Bu yıl 'Yeni Büyükşehir Yasası ile kapanan Beymelek Belediyesi'nin, Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı (BAKA) ile birlikte yürüttüğü proje kapsamında, yüzyılı aşkın geçmişi olan 45 taş evden ilk etapta 5'i restore edildi. Beymelek taş evleri, iç içe geçen taş ve ahşabın uyumunu yansıtıyor. Yapıda sıva olarak kerpiç, ağaç olarak sedir kullanılmış. Restorasyonda da odalarda bulunan dolaplarda sedir ağacı kullanıldı, pencerelere el işi perdeler takıldı, yerlere yöresel Barak kilimleri serildi.

 

KARABİBİK'İN EVİ GERÇEK OLDU

İlk Türkçe realist köy romanı 'Karabibik'i 1890 yılında Türk edebiyatına kazandıran Nabizade Nazım'ın, bu romanı yazarken kaldığı ev de restore edildi. Konusu Beymelek Köyü'nde geçen romanın kahramanı Karabibik'e atfen 'Karabibik Evi' adı verilen taş ev, 2 oda ve 4 yatakla hizmete girdi. 

 

Beymelek'te 15 yıl belediye başkanlığı yapan Osman Güngör de dedesinden kalan taş konağı aslına uygun restore ettirdi ve 10 oda, 24 yatakla turizme hizmet vermeye başladı. Güngör, "Karabibik romanının yazıldığı Beymelek taş evleri onarıp turizme açtık. Turizme açılmasıyla birlikte dünyanın her yerinden, değişik uluslardan insanlar geldi. Kendi kültürümüzü, kendi mutfağımızı herkese tanıtmış olduk" dedi.

 

Taş evlerden Hümmet Ağa Konağı, tam bir doğal yaşam alanı olmasıyla dikkati çekiyor. Bahçesinde tavuk, koyun, keçi, köpek gibi hayvanlar geziniyor. Konuklar kahvaltıda yiyecekleri yumurtayı folluktan kendileri alıyor. Hobi serasında yetiştirilen biber, domates, kavun, patlıcan gibi ürünleri kendileri toplayan konuklar, ayrıca konağın bahçesine ağaç dikiyor ve bu ağaçlara onu diken konuğun adı veriliyor. 

 

TATİLCİLER MEMNUN

Eşi ve çocukları ile tatile gelen Fransız Aurelie Giard, Beymelek taş evlerle ilgili olarak "Doğanın ve tarihin buluştuğu, dünyada az kalan yapılar turizme kazandırılmış. Çok mükemmel, çok güzel restore edilmiş. İlk kez geldik. Gelecek yıl yine geleceğiz" dedi.

 

Tatilcilerden Avukat Yurdahan Özkan da Beymelek taş evleri çok beğendiğini belirterek, şöyle dedi:

"Likya Yolu üzerinde olması ayrı bir keyif. 100 yıllık olduğunu söylediler. 1 yıl önce restore etmişler. Servis, odalar çok güzel. Herkese tavsiye ediyoruz. Gelsinler, burayı görsünler."

 

Prof.Dr. Bülent Özbil de köyü çok beğendiğini, çok doğal bir ortam olduğunu dile getirerek, "İçinde bulunduğumuz bina aslına uygun olarak restore edilmiş. Dışı orijinali yansıtsa da, içeride modern çağın gereklerine uyan donanımlar hazırlanmış" diye konuştu.

Akşam, 04.08.2014

NİCE 1000 YILLARA

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan çalışmayla asırlık çınar ağaçları adeta gençleştirildi. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi ile işbirliğiyle yürütülen çalışmalar kapsamında asırlık ağaçlar, önce zarar veren bakterilerden arındırıldı ve çürüyen kısımları özel ilaçlarla tedavi edildi. Bu kapsamda, böcek tahribatına maruz kalan alanlar özel macun ile kapatıldı, ihtiyaç duyulan yerlerde güçlendirme ve gerdirme çalışmaları yapıldı.

NELER YAPILDI?
Ölmüş dokuları ortadan kaldırıp canlı dokuya ulaşmak için öncelikle kazıma işlemi yapıldı. Diş çürüklerinde yapıldığı gibi çürük ve ölü dokular titizlikle temizlendi, bitkinin uzun yaşamasını sağlayan, çürüklere karşı önlem alan, özel dolgular uygulandı. Ağaç yüzeyindeki açık kovuklar hava almayacak şekilde paslanmaz çivi, tel ve su bazlı özel alaşımla kaplanarak gövde dokusu koruma altına alındı. Statik olarak dengesizlik yaşayan, çürümüş ana dallarda temel budamalar yapıldı. Rüzgardan sıkıntı yaşayacak dallar için de çelik tellerle gergi şeklinde statik koruma yapıldı. Çalışmaların ardından asırlık ağaçların dallarına kuş yuvaları asıldı. Kaynaklar Merkez Mahallesi Meydanı'nda bulunan 30 metre boyunda ve 4 metre çapındaki anıt çınar ağacının (Kunduracı Çınarı-Platanus orientalis) 1000 yaşına yakın olduğu biliniyor. Ağaç, Orman Bakanlığı Milli Parklar Genel Müdürlüğü İzmir Başmühendisliği tarafından Eylül 1994 yılında tescillenmişti.

Hürriyet, 04.08.2014

SAMSUN'DA 2 MİLYON YILLIK MAMUT FOSİLİ

 

Samsun'un Ladik İlçesi'nde eski bir maden ocağında tesadüfen bulunan fosillerin, yapılan inceleme sonucu 2 milyon yıl önce yaşamış bir mamuta ait olduğu belirlendi.

 

Samsun Kültür ve Turizm Müdürü Yüksel Ünal ilçede özel bir firma tarafından uzun yıllar işletilen ancak son 10 yıldır atıl bekleyen linyit kömürü madeninde 4 yıl önce bazı fosillerin çıkarıldığını söyledi.

 

 

Bulunan parçaların neye ait olduğunun bulunması için Maden Tetkik Arama (MTA) Tabiat Tarihi Müzesi ile irtibata geçtiklerini belirten Ünal, şöyle konuştu:
"Bilim adamları ilk gözlemlerinde fosillerin Akdeniz Mamutu'na ait olduğunu tespit etti. Bunu da fosiller arasında bulunan ve bu hayvanların karakteristik özelliklerinden birisi olan sağ üst çenedeki son azı dişinden anlamışlardı. Söz konusu fosillerin yaşının tespit edilmesi, yakından incelenmesi gerektiği bize bildirildi. Biz de MTA'yla irtibata geçtik ve fosiller yaklaşık 1 yıl incelendi."

 

 

Fosilleri MTA Tabiat Tarihi Müzesi Paleontoloji Birim Yöneticisi Ebru Albayrak'ın incelediğini belirten Ünal, şunları kaydetti:

Ladik İlçesi'nde bulunan fosillerin 2 milyon yıl önce yaşamış mamut, mamut dişi ve at dişleri olduğu belirlendi. Ladik'in geçmişte erken pleistosen döneminde yaklaşık 2 milyon yıl önce mamut ve atlar için uygun bir iklim ve bitki örtüsüne sahip olduğu tespit edildi. Ayrıca bu fosiller ile gelecekte bu bölgede daha ayrıntılı çalışma yapılması durumunda önemli fosillerin elde edilebileceği belirtildi.





Ünal, fosillerin Samsun'da müzede sergileneceğini sözlerine ekledi.

 


Hürriyet, 04.08.2014

JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Elazığ’da jandarma ekiplerinin düzenlediği operasyonda tarihi sikke, mühür ve kolyeler ele geçirildi.

 

Elazığ İl Jandarma Komutanlığı ekipleri merkeze bağlı Harput Mahallesi’nde durdurdukları bir otomobildeki 2 kişinin üzerinde yaptıkları aramada 18 sikke, 1 tarihi mühür, 2 kolye, 1 obje ele buldu.

Gözaltına alınan 2 kişi, Cumhuriyet Savcısı’nın talimatı ile haklarında yasal işlem yapıldıktan sonra serbest bırakıldı.

Hürriyet, 04.08.2014

KUZEY IRAK'TA BİR URARTU TAPINAĞI KEŞFEDİLDİ

Livesciense.com internet sitesinde yer alan bir habere göre, Kuzey Irak’ta, Tanrı Haldi’ye adandığı düşünülen, uzun süredir kalıntılarına ulaşılmaya çalışılan bir tapınağa ait olduğu sanılan gerçek boyutlu insan heykelleri ve sütun kaidelerine ulaşıldı. Buluntuların 2500 yıl öncesine, Demir Çağı’na ait olduğu sanılıyor. Belirtilen çağda bölgede Urartuların, Asurluların ve İskitlerin hüküm sürdüğü biliniyor.

 

Bölgede 2005 yılından beri alan çalışmasını sürdüren, Leiden Üniversitesi (Hollanda) doktora öğrencisi arkeolog Dlshad Marf Zamua, henüz detaylı bir arkeolojik kazı yapılmadığını, buluntuların sondaj çalışmasıyla ve bölgede yaşayan köylülerin kazara yaptıkları kazılarda ortaya çıkarıldığını belirtti. Sütun kaidelerinin tamamı bir köy sınırları içerisinde bulunurken, içlerinde bronz bir yaban keçisi heykelinin de yer aldığı diğer buluntular Irak, İran ve Türkiye sınırlarının kesişimindeki geniş bir bölgeden çıkarıldı.

 

Buluntuların yer aldığı bölgede Urartu döneminde Ardini (Musaşir) antik kentinin bulunduğu tahmin ediliyor. Bu kentin MÖ 714 yılında, Asur Kralı II. Sargon döneminde Asurlular tarafından fethedilerek yağmalandığı ve fethin ardından bir Asur tabletine ele geçirilen eserlerin listesinin kaydedildiği biliniyor. Söz konusu tablette yer alan bilgilere göre, yağmalanan tapınakta Urartu Kralı Sarduri’nin (MÖ 844-828) oğlu İşpuini’nin (MÖ 828-810) heykeli, mabede armağan edilmiş boğa, buzağı ve inek heykelleri de bulunuyordu.

 

Zamua, gerçekleştirdiği alan çalışmasının en büyük keşfinin, Urartuların Baştanrısı Haldi’ye adanmış olan tapınağın sütun kaidelerinin bulunması olduğunu aktardı. Söz konusu tapınak ile ilgili Asur tabletlerinin dışında var olan tek belge Fransız ressam Eugène Flandin’e ait bir çizimden ibaret. Flandin, 1843 yılında İran ve Suriye bölgesindeki Asur harabelerini çizmekle görevlendirilmişti. Bu dönemde Flandin’in yaptığı çizimler arasında Ardini (Musaşir) antik kentinde bulunan tapınağının ön cephesini gösteren bir kabartma da yer almaktaydı. Şimdiye değin tapınağın nerede olduğunun bulunamadığını belirten Zamua, çalışmasında ulaştığı sütun kaideleri sayesinde tapınağın bulunabileceği alanın büyük ölçüde daraltıldığını belirtti.

 

Zamua’nın çalışması süresince ulaşılan buluntular, Kuzey Irak’ın arkeolojik zenginliğinin ne kadar geniş olabileceğine ilişkin bazı ipuçları veriyor. Şimdiye değin ulaşılan kireçtaşı, bazalt ya da kumtaşından yapılmış olan gerçek boyutlu heykellerin bazıları 2,3 m uzunluğa sahip. Tamamında sakallı erkek figürleri bulunan heykellerin bazıları sağ ellerinde bir kadehle ve sol elleri göbeklerinin üzerinde tasvir edilmiş. İçlerinde elinde baltası ve hançeriyle tasvir edilen erkek figürleri de bulunuyor.

 

Dlshad Marf Zamua, buluntularla ilgili olarak İsviçre’de Basel Üniversitesi’nde toplanan Uluslararası Antik Yakın Doğu Arkeoloji Kongresi’nde kısa süre önce bir sunum da gerçekleştirdi.

Bilim ve Gelecek, Kaynak: livescience, Çeviren: Uur Erözkan / ODTÜ Kentsel Politika Planlaması Bölümü, Yüksek Lisans, 04.08.2014

1268 KASTAMONU KONAĞI YATIRIMCI BEKLİYOR

 

 

Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Başkanı Başaran Ulusoy, turizm yatırımcılarına, turizm yatırımı yapmaları için fırsat sunan 10 şehri açıkladı.

 

Ulusoy, Kastamonu, Van, Kars, Trabzon, Mersin, Kütahya, Afyon, Hatay, Adana, Erzincan gibi illerin turizm geleceğinin çok parlak olduğunu belirterek yatırımcıların bu şehirlerdeki turizm fırsatlarını kaçırmaması gerektiğini söyledi.

 

Türk turizminin, dünya genelinde başarıyla ilerlediğini kaydeden Ulusoy, “Türkiye, dünya turizminde ilk beş ülke arasındadır. Türkiye’nin geleceği, turizmdir. Yatırımcılar, otel yapmaya devam etsin. Aman, nazara da gelmeyelim.” şeklinde konuştu. Kastamonu’daki 1.268 konağa, yerli ve yabancı yatırımcıları beklediklerini ifade eden Kastamonu Valisi Şehmus Günaydın ise bu konakları yatırımcılara tahsis etmek için, her türlü kolaylığı sağlayacağını açıkladı. Kastamonu ilinin tarihi, kültürel, doğal zenginliğiyle dünyada herkesin muhakkak görmesi gereken bir şehir olduğunu vurgulayan Kastamonu Valisi Günaydın, “İlimizde, tarih, kültür, doğa, tarih, gastronomi, mağaralar, kanyonlar, şelaleler gibi geniş bir yelpazede, henüz yeterince keşfedilmeyen ciddi bir potansiyel var. Kastamonu’nun potansiyelini, yurtiçi ve yurtdışı fuarlarda daha aktif tanıtmak için, turizm atağına geçtik. Berlin, Londra, Dubai, Japonya gibi dünyanın her yerindeki fuarda, bugünden itibaren Kastamonu’yu göreceksiniz.” dedi.

Zaman, 04.08.2014

ANADOLU'DA TEK VE İLK

 

     

 

Malatya'nın Battalgazi İlçesi'nde 1224 yılında 1. Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılan Ulu Cami, yıllara meydan okuyor. 

 

Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Alaeddin Keykubad tarafından 1224 yılında yaptırılan, mimari olarak Anadolu'da ilk ve tek olma özelliğini taşıyan Ulu Camii, 1247 ve 1274 yıllarında esaslı tamir görmüştür. Yakub Bin Ebubekir, Ahmed Bin Yakup ve Üstad Hüsrev El-Benna tarafından yapılan tarihi Ulu Cami, İran'daki Büyük Selçuklu İmparatorluğu cami mimari geleneğini Anadolu'da temsil eden tek örnek olarak önem kazanmaktadır.





Şehir surları içinde kalan ve 34x55 metre boyutlarında olan cami, iki ayrı bölümden ibaret olup, orijinal eyvanlı ve iç avlulu asıl kısım ile kuzeydeki daha sonradan eklenen ikinci bir cami gibi fonksiyon gören ek kuruluştan oluşur. Yapıda, mihrap önü kubbesi, buna bitişik eyvan ve bunun önündeki revaklı iç avlu, planın esasını teşkil eder. Yan kanatlar, mihrap eksenine paralel uzanan beşik tonozlu sahnlarla değerlendirilmiştir.





"TEK ÖRNEĞİ İRAN'DA MEVCUT"

Mimari olarak Anadolu'da ilk ve tek olan Ulu Cami hakkında bilgiler veren cami imamı Said Uçar, "Camimiz, 1224 yılında 1. Alaeddin Keykubad tarafından inşa ettirilmiş. Camimiz mimari yapı olarak Anadolu'da tek ve ilk. Tek örneği İran'da mevcut. Mimari yapı dediğimiz mihrap üstü kubbe, kubbeye bitişik eyvan kısım ve eyvana bitişik avlu kısım. Camimiz, mimari olarak İran mimari yapısı özelliğine sahip" dedi.

 

Uçar, caminin en tepesine Osmanlı tuğrasının nakşedildiğini belirterek, "Camimizin avlusu aydınlatma ve havalandırma için yapılmış. Tabi coğrafi şartlar uygun olmadığı için etrafı kapatılmış. Ama orijinalinde açık olması gerekiyor. Camimizin mihrabı 1893 yılında yaşanan deprem sonrası yıkılıyor. 2. Abdülhamit ödenek göndererek mihrabı inşa ettiriyor ve en tepesine de Osmanlı tuğrasını nakşediyor" şeklinde konuştu.

 

Caminin asıl minberinin Ankara Etnografya Müzesi'nde olduğunu kaydeden Uçar, "Camimizin minberi, asıl minberi değil. Asıl minberi şu anda Ankara Etnografya Müzesi'nde sergilenmektedir. Şu an ki minber, Malatya Söğütlü Camii'nin ahşap hali yıkılınca, 'Ulu Cami'ye yakışır' diye buraya getirmişler. Buda tamamen el oymacılığı ile Malatyalı bir usta tarafından 3 yılda yapılmış" diye konuştu.

 

Uçar, Ulu Cami'ye yoğun bir ilginin olduğunu da dile getirerek, "Camimiz, yazlık ve kışlık olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Camimizin diğer bir özelliği cuma günleri etraftaki camiler kapanır, sadece Ulu Camimizde namaz kılınır" ifadelerini kullandı.

Malatya Haber, 04.08.2014

BURDUR MEDENİYETİ YENİDEN KEŞFEDİLDİ

 

 

Türkiye'nin, İngiliz Kate Clow tarafından bulunan Likya ve St. Paul uzun yürüyüş yollarına, Türk buluşu bir yol ekleniyor: Hanlar Yolu. Burdur-Antalya arasında 5 han, İnsuyu mağarası ve Sagalassos antik kentinden geçecek 100 kilometrelik yolun 5 günde yürünmesi planlanıyor.

 

ROMA TARZI
Türkiye Bilimsel, Kültürel ve Stratejik Araştırmalar Merkezi'nin (TÜBİKAM) yürüttüğü ‘Burdur'un Yerel Dinamikleri' projesi çerçevesinde 5 biliminsanı Osmanlı'nın ticaret için kullandığı  güzergahı 3'üncü yürüyüş yolu olarak belirledi. Başkan Prof.Dr. Alemdar Yalçın, Makedon kralı Büyük İskender, Anadolu Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubat, Pers kralları ve Romalı General Manlius'un kullandığı, “Via Sebaste” de denilen yolun trekking yolu haline getirilmesiyle kente turistlerin çekilebileceğini söyledi. 2015'te açılması planlanan yolun Romalıların kilometre gösteren mil taşlarına benzer taşlarla döşenmesi planlanıyor.


BOTANİK TUR
Yolun flora ve fauna turları için de kullanılması öngörülüyor. Burdur'un en zengin bitki çeşitliliğine sahip yerlerin başında geldiğini söyleyen flora uzmanı Prof.Dr. Hayri Duman yolun bitki haritasını çıkaracak. Yol üzerinde yaşayan kelebek, sürüngen, memeli ve kuşlarla ilgili fauna tespiti de yapılacak. Projeyi hazırlayacak olan Dağcılık Federasyonu Hatay il temsilcisi ve öğretim üyesi Doç.Dr. Yaşar Ergün ise, “Avrupa'da yürüyüş yolları medeniyet göstergesi. Antalya'ya gelen 13 milyon turistin onda birini hedeliyoruz” dedi.

Hürriyet, Haber: Şehriban Oğhan, 03.08.2014

KANALİZASYONDAN ÇIKTI

 

 

Bursa’nın İznik İlçesi’nde geçen Ocak ayında, belediye tarafından yürütülen kanalizasyon çalışması sırasında ortaya çıkan ve üzerinde insan yüzünün betimlendiği taban mozaiğinin çevresinin kamulaştırılacağı bildirildi.

 

İznik Belediyesi tarafından geçen ocak ayında Beyler Mahallesi, Afyon Sokak’ta yürütülen kanalizasyon çalışması sırasında, 2 metre derinlikte üzerinde insan yüzü figürünün bulunduğu taban mozaiği bulundu. Roma Sarayı kalıntısı olabileceği belirtilen mozaiğin yer aldığı alanda İznik Müze Müdürlüğü görevlilerince genişletme çalışması yaptı. İnsan yüzü figürlü mozaiğin etrafındaki toprak tabakayı yaklaşık 1 metrekare genişliğinde açarak büyüten arkeologlar, mozaiğin yılan figürleri ile devam ettiğini, toprakta kalan bölümlerde de yine altıgen biçiminde farklı motiflerin olduğunu tespit etti.

Görevlilerin dışında kimsenin yaklaştırılmadığı ve polis korumasında yapılan alan genişletme çalışmasının ardından yetkililer, mozaiğin üzerini kumdan bir örtü ile kapattı. Anıtlar Kurulu tarafından yapılan inceleme sonucu birinci derece sit bölgesi ilan edildi. Sit kararının ardından İznik Müze Müdürlüğü, Müzeler Genel Müdürlüğü’nden kurtarma kazısı talebinde bulunarak, mozaiğin yayılma alanı olan parselinde kamulaştırılmasını istedi.

 

ROMA SARAYI OLABİLİR

Müze Müdürlüğü’nün kazı ve kamulaştırmaya yönelik dosyaları Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda incelendiği ve verilecek karar sonrası kamulaştırmaya başlanacağı bildirildi.

İznik Müzesi Eski Müdürü Taylan Sevil daha önce yaptığı açıklamasında "Ortaya çıkarılan mozaiğin bulunduğu alanda Roma sarayı olabilir" demişti.

Milliyet, 03.08.2014

MANET TABLOSU İLK KEZ MÜZAYEDEDE

 

 

19’uncu yüzyıl dünya sanatının en etkili olmuş isimlerinden Fransız ressam Edouard Manet’nin 1883’teki ölümünden iki yıl önce resmettiği 1881 tarihli bir tablosu, 100 yılı aşkın süredir aynı özel koleksiyonda kaldıktan sonra ilk kez müzayedeye çıkıyor.

 

‘Le Printemps’ adlı tablo, Christie’s Müzayede Evi tarafından New York’ta 5 Kasım’da akşam müzayedesinde satışa çıkacak. Müzayede evi satışı, “Sonbahar sezonunun, müzayedeye çıkacak vurucu eseri” olarak duyurdu. Tablo, 25-35 milyon dolar aralığından satışa sunulacak. Müzayede evinin açıklamasına göre, gerçek bir başyapıt olan eser, 100 yıldır aynı özel koleksiyonda bulunuyordu ve son 20 yıldır da Washington’da bulunan National Gallery of ART’a (Ulusal Sanat Galerisi olarak çevrilebilir) ödünç verilmişti. Satıştan elde edilen gelir ABD’de bulunan özel bir vakfa yatırılacak.

 

Müzayede evinden Empresyonist ve Modern Sanat bölümünün başkanı olan Brooke Lampley, eser için  “Modern çağa geçişin ilk ressamının elinden çıkma bu eser, doğa, kadın, toplum ve modaya kadar erken dönem modern resmin tüm temalarını barındırıyor.


Manet’nin en tanınan ve en çok reprodüksiyonu üretilen eserlerinden olan “Le Printemps” Manet’nin stilinin nasıl evrildiğinin de göstergesi” diyor.

Milliyet, 03.08.2014

SOKAKLAR MÜZEYE TAŞINDI

 

 

13 Ağustos'ta Pera Müzesi'nde açılacak sergide, 20'den fazla graffiti sanatçısının birbirinden renkli eserleri yer alacak.

 

Sokak kültürünün vazgeçilmezi graffitiler, bu kez Pera Müzesi'nin duvarlarını süsleyecek. Duvarların Dili sergisi 13 Ağustos'ta Pera Müzesi'nde açılacak. Roxane Ayral küratörlüğünde gerçekleşecek sergiye ABD, Almanya, Fransa, Japonya, İspanya gibi ülkelerin yanı sıra Türkiye'den 20'den fazla sanatçı konuk olacak. Sergide eserleri yer alacak ünlü graffiticiler arasında New York'un metrolarına yaptığı graffitilerle popüler olan ABD'li Futura ile heykel ve graffitiyi birleştiren çalışmalarıyla tanınan Carlos Mare bulunuyor. Sergide uluslararası etkinliklerde sergilediği performanslarla 'Kral' lakabını alan Cope 2, Forbes dergisinin graffitinin Türk babaları arasında gösterdiği Turbo'nun eserlerini de görebileceksiniz. Eserleri sergilenecekler arasında Wyne, JonOne, Tilt, Mist, Psyckoze, Craig Costello, Herakut, Logan Hicks, C215, Suiko, Evol, Gaia, Tabone, Funk ve No More Lies gibi farklı jenerasyon ve disiplinlerden isimler de var. Graffiti sanatçıları, foto muhabir Martha Cooper, hip hop ve graffiti kültürünü fotoğraflayan Henry Chalfant ve çektiği spor fotoğraflarıyla tanınan Hugh Holland'ın en güzel enstantelerini Pera Müzesi'nin duvarlarına sprey boyalarıyla işleyecek. 5 Ekim'e kadar açık olacak sergi boyunca sokak ve müze ilişkisinin graffiti örnekleri üzerinden konuşulup tartışılacağı bir platform da oluşturulacak.

Sabah, 03.08.2014

SANATI PARAYA ÇEVİREN ADAM: JEFF KOONS

 

 

Jeff Koons New York’un çenesini yoruyor. Ne demişler, zenginin malı züğürdün çenesi, tam da o hikaye, Koons popüler kültürün en önemli isimlerinden biri ve şehirde açılan sergisini duymayan yok! Whitney Müzesi’nin önündeki kuyruklar müzenin açılış saatinden dakikalar evvel başlıyor. New York’ta sergiye dair öyle bir duyuru bombardımanı yaşanıyor ki henüz 40’ı çıkmayan bebeğiyle bile gelenler var. Bence bir sıkıntı yok! Kuyrukta bekleme süresi en az, o da erkenden sıra kaptıysanız, 45 dakika. Beklerken konuşulan konu ise ne acıklı ki Gazze’de yaşananlar. Gerçek dünyadan kitsch bir dünyaya adım atılacak birazdan!

 

DELİ Mİ DAHİ Mİ?

İçeride yoğun güvenlik önlemleri var. NY’nin bütün çocukları burada. Müzenin sırf çocuklara hazırladığı broşür ve aktivite kitabı çok doğru bir hamle, nitekim müzenin en üst katındaki eserlerin başından ayrılamayacaklar, orası büyük bir oyun odası gibi... Çocukların hepsi futbolcu olmak zorunda değil, bakarsınız sizinki de sanatçı olur! Bu arada önemsiz bir detay gibi gözükse de müzede tek bir çocuk dahi tek bir esere dokunmazken güvenlikten sert uyarı yiyenler 50 üstü yaş grubu! Komik bile değil. Whitney Müzesi Koons’un hakkını vermiş, serginin adı ‘A Retrospective’ ve içeride de Koons’un 1978’den günümüze kadar olan eserlerini kapsayan 150 eseri var. Konu başlıklarından biri de şu; ‘Bir bu, bir de Andy Warhol’. Dedim ya züğürdün çenesi diye, normal, zira sanatçının işleri daha yapım aşamasındayken alıcı buluyor. Ve hatta şu meşhur balon köpek serisinden bir eser geçtiğimiz yıl Christie’s Müzayedesi’nde 58.4 milyon dolara satıldı, daha ne olsun! 59 yaşındaki Jeff Koons, 1970’li yıllarda medya merkezli sanatçılardan biri olarak çalışmalarına başlamış ve 35 yaşına geldiğinde pop kültürünü canlı tutmaya karar vermiş. Pop kültürün göbeğinde durmasının bir işareti midir bilmem, zira bir dönemini İtalyan porno yıldızı Cicciolina’yla geçiren ve hatta kadınla evlenip sansasyonlu bir boşanma yaşayan da Koons’un ta kendisi. İşte bu evlilikten geriye kalan Cicciolina’yla birlikte gerçekleştirdikleri erotik fotoğraflar serisi: Made in Heaven. Bu fotoğrafların bulunduğu bölmeye girmeden evvel çocuklu ailelere bir uyarı var: “Burada göreceğiniz eserler rahatsızlık verebilir.” Müzenin beş katına yayılan Koons’un eserlerine bakarken dağıtılan audio kulaklıklardan Koons’un dramı da anlatılıyor. Bu kadar çocuğa dair eserin sebebi, yıllarca göremediği oğlu Ludwig. Sanatçı, “Günün birinde oğlumun bakıp da bu işleri yaparken onu düşündüğümü anlayabileceği sanat eserleri yapmaya çalışıyorum” diyor. Müzeyi gezen çocuklar elbette bu dramdan habersiz, renkli aynaların önünde poz veriyor.

 

‘İŞLERİMDE GİZLİ BİR ANLAM YOK’

Sergi New York’ta birçok serginin önüne geçerken, Koons’un vakti zamanında anlattıklarını doğruluyor. Şöyle diyor Koons: “Sanatım, izleyiciyle iletişim kurmak adına her türlü adıma başvurur. İzleyicinin ilgisini çekebilmek için her türlü hileye, ne gerekiyorsa, ama ne gerekiyorsa ona başvurmaya hazırım.’’ Valla açıkca söylemek gerekirse, ben de “Dürüst olsunlar ciğerimizi yesinler” diye düşünüyorum. Yoksa Koons’un boş kovasına bakınca aklıma sadece 80’lerde memlekette yaşanan su kesintileri, evde açık unutulan musluklar ve sabah uyanıp da yataktan ayağını aşağıya attığında gelen ‘cup’ sesi geliyor.

 

Jeff Koons endüstrinin hazır nesnelerini dönüştürerek ürettiği işleriyle, balon hayvanlar gibi banal objeler üzerinden yarattığı eserlerle sanat dünyasını ve eleştirmenleri ikiye bölmüş bir insan. Zira kimileri Koons’un işlerini aşırı önemli bulurken, kimileri de “Kitsch” diye aşağılıyor. Zaten sanatçı da işlerinde gizli bir anlam yatmadığını söylüyor. Serginin küratörü Scott Rothkopf, eserlerin büyüklüğü, ağırlığı ve kırılgan yüzeyleri nedeniyle büyük zorluk yaşadıklarını söylerken, sergide en çok ilgiyi muhtemelen Koons’un Michael Jackson’ın şempanzesiyse çektirdiği resimden esinlenerek yaptığı heykel görüyor. Reklam sektörüne ve medyaya tartışmasız inanan sanatçıya, bu sektörler bu kadar destek verdiği için serginin önünde kuyruklar var, hayat kendi döngüsünü kendi tamamlıyor. Yolunuz buralara düşerse sergi 19 Ekim’e kadar açık. Bir de not: Müzenin restoranı da şahane, hani acıkırsanız diye. katılmıyorum” diyor.

Habertürk, Haber: Elif Key, 03.08.2014

KURUL 'İNCELENSİN' DEDİ, KÖŞK YANDI

 

 

Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nde Koruma Kurulu’nun yangından önce aldığı son karar da akıllarda soru işareti bıraktı. Cengiz İnşaat’ın projesini onaylamayan Koruma Kurulu, yerinde inceleme kararı aldı. Kurul inceleme yapamadan köşk yangınla kül oldu.

 

İstanbul Üsküdar’da Fethi Paşa Korusu’nda yanan tescilli Hüseyin Avni Paşa Köşkü ile ilgili Koruma Kurulu tarafından alınan son karar da Köşk’ü yok eden şüpheli yangınla ilgili akıllarda soru işareti bıraktı. İstanbul 6 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun yangından önce aldığı karar Cengiz İnşaat’ın yangınla ilgili yaptığı açıklamayı yalanladı. Hüseyin Avni Paşa Köşkü ve korusunu satın alan Cengiz İnşaat’ın yangın sonrası yaptığı açıklamada, Anıtlar Yüksek Kurulu’nun Köşk’ün restorasyonu için gerekli proje ve izin başvurularını değerlendirerek, 23 Haziran 2014’te restorasyon için gerekli ön izni verdiği ve restorasyon sürecini başlattığı belirtilmişti. Ancak Cengiz İnşaat’ın öne sürdüğü gibi Koruma Kurulu tarafından restorasyon izninin henüz verilmediği ortaya çıktı.  


İstanbul 6 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 23 Haziran 2014 tarihli kararında röleve ve restitüsyon projesinin yerinde inceleme yapılmasından sonra değerlendirilebileceğine karar verdi. Bu karardan sadece beş gün sonra 28 Haziran 2014’te Koruma Kurulu projenin değerlendirilmesi için yerinde inceleme yapamadan köşk yanarak tamamen yok oldu. Koruma Kurulu’nun Cengiz İnşaat’ın projesinin değerlendirilmesi için Köşk’te yapacağı inceleme köşkü tamemen yok eden yangından sonraya kaldı.


6 No’lu Koruma Kurulu’nun kararında yalnızca köşkün restorasyon sırasında güçlendirilmesini esas alan koruma amaçlı çelik yapı projesinin uygun olduğuna karar verildi. Kararda Üsküdar’da 1310 ada 146 parselde yer alan Hüseyin Avni Paşa Köşkü ile ilgili “Köşke ilişkin Rölöve ve Restitüsyon projesi ile parselde yer alan harabelere ilişkin rölövenin parselde yerinde inceleme yapılmasından sonra değerlendirilebileceğine” karar verildi.


‘KUŞKULARIMIZ ARTTI’
Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nden Mücella Yapıcı, Koruma Kurulu’nun bu kararıyla birlikte köşkte çıkan yangınla ilgili kuşkularının arttığını belirtti. Yapıcı, “Alınan karara göre restorasyon değerlendirilmesi yapılmamış, bir ön izin verilmemiş. Sadece yapının dışarıdan korunmasını öngören koruma amaçlı çelik yapı projesi uygun bulunmuş. Koruma Kurulu yapı korunsun diyor. Röleve ve restitüsyon projelerine bile izin verilmemiş. Kurul yangından sonra yerinde inceleme yapsa dahi Köşk tamamen yok oldu. Bu karardan sonra yangın tamamen kuşkulu” dedi.

 

***

 

NE OLMUŞTU?

Hüseyin Avni Paşa Köşkü, İstanbul 3 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 8 Ocak 2002’de yıkılmadan korunması gereken 1. sınıf kültür varlığı olarak tescillendi. Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nün de yer aldığı 81 bin 511 metrekarelik koru arazisi, ismi 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasında gündemden düşmeyen ve tapelerde millete küfrettiği iddia edilen Cengiz İnşaat’ın Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz tarafından satın alındı. Mehmet Cengiz koru arazisinin yüzde 65 hissesini TMSF’den yüzde 35 hissesini ise özelden satın aldı.


2012’de restorasyon için KA-BA Mimarlık’la anlaşıldı. İstanbul Teknik Üniversitesi köşkün statik olarak sağlam olduğuna dair rapor hazırladı. Ancak bu proje Mehmet Cengiz tarafından 2013’te Koruma Kurulu’ndan çekildi. Cengiz İnşaat, 11 Nisan 2014’te köşkün rölöve projesini; 7 Mayıs 2014’te ise restitüsyon projesi Koruma Kurulu’na sunuldu. 28 Haziran 2014’te çıkan yangında köşk tamamen yok oldu. İtfaiye raporu köşkte elektrik bağlantısı olmadığını tespit ederken yangın nedenini belirleyemedi.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 03.08.2014

MODA, TARİHİ RESTORE EDİYOR

 

 

Armani, Fendi, Bulgari ve Tods gibi dünyaca ünlü markalar restorasyon işine el attı. Tarihi ve turistik mekanların restorasyonlarına sponsor oluyor, maddi ve manevi destekte bulunuyorlar. 

Modanın yol haritasını çizen modaevleri için tasarıma yatırım neredeyse hayati öneme sahip. Modanın muhafızları lüks markalar, yerlerini sağlam tutmak için tasarım kadar markalarının tanıtımına da dikkat etmek zorunda. Tanıtımlarını, katalog çekimi, gazete-dergi ilanı, koleksiyon tanıtımı ve 15 dakikalık defilelerden yani artık rutinleşen eylemlerden ötesine taşıma derdindeler. Dünyaca ünlü markalar bunu yapıyor, rutinin dışına çıkarak sürüden ayrılıyor, markalaştırdığı değerlerin altını çiziyor. Son olarak İtalya’da Rönesans mimarisinin mihenk taşı sayılan tarihi yapılar, Armani’den Etro’ya birçok markanın sponsorluklarıyla yenilenecek.

 

 

Önce Rönesans modası, sonra Rönesans yatırımı

Armani; Windsor Castle, Statens Museum gibi yapıların yenilenmesine 300 bin Euro yardım edecek. Bulgari ünlü İspanyol Merdivenleri’nin restorasyonu için 1,5 milyon Euro bağış yapacak. Tods markasının milyoner sahibi, Collezyum’un restorasyonuna katkı sağlayacak. Fendi, tercihini ünlü Trevi Çeşmesi ya da Aşıklar Çeşmesi’nden yana kullanırken, Emilio Pucci ise Floransa’daki Baptistery’nin yenilenme çalışmalarına katkı sağlayacak. Restorasyon bitene kadar dış cephedeki koruma alanı markanın ikonik eşarp deseniyle kaplanmış durumda. Tarihi şehre Pucci havası kattığını itiraf etmek lazım.

 

Lüks marka konferansında Prof.Dr. Piergiorgio Dal Santo Lüks Marka Yönetimi Oturumu’nda Armani, Hermes gibi markaları ele alırken bir geçmişi olmasının yani tarihinin olması gerektiğinin altını çizmişti. Zira insanlar geçmişi olan şeylere bağlanıyor, güveniyor ve onların yüzyılları aşan geçmişi lüks algısını pekiştiriyordu. Rönesans mimarisinin eşsiz örnekleri olarak kabul edilen yapılar, sponsor olarak destekleniyor mesela. Binaların sadece İtalya’ya değil, dünyaya mal olmuş ve dünyanın binbir çeşit ülkesinde turist ağırlayan mekanların seçilmesi de kesinlikle tesadüf değil.

 

Mimariyle bir süredir içli dışlı olan modacılar, Rönesans mimarisinin izdüşümleri barok, rokoko gibi süsleme biçimlerini kıyafetlere taşımıştı. Kadınlara maskulen dayatmaların ardından gelen bu gösterişli sezon modası fazlasıyla alaka gördü. Lüks modanın İtalyan kanadı da bu tasarımla başladığı Rönesans hareketine tanıtımla devam ediyor. İtalya’nın önemli binaları, onların sponsorluk desteğiyle yeni bir çehreye kavuşacak.

 

 

Bizim markalarımız da restorasyon işine girer mi?

Moda markalarının lansmanlara bile zar zor karar verdiği bir ülkede yaşayınca bu tarz sıra dışı tanıtım halleri insanda hayranlık uyandırıyor. Diğer taraftan sadece açık hava reklam bütçeleri için gözden çıkarılan rakamları düşününce, bizim moda markalarımız için de hayata geçirilebilir bir fikir olmaz mı, diye soruyorum. İtalyan lüks markalar için de bütçe bizdeki kadar mühim. Burada sadece tarihi bir binaya yatırım yapmıyorlar. Modada ‘Made in İtaly’ denen şey yıllarca bir pazarlama fikri olarak sattı. Markalar İtalya’nın temsil ettiği moda efsanesine gönderme yapıyor. Türkiye’de de İstanbul, birçok yabancı için marka şehir aslında. Belki de modaya ve şehre yeniden bakmak lazım.

 
‘Türkiye’de soyutlama becerisi gelişmiyor’

Marka Danışmanı Güven Borça, İtalyanların yaptığının mükemmel olduğunu düşünüyor. Türkiye’de de bazı zengin ailelerin benzer denemeleri olduğunu ama başarılı sonuç alınamadığını söylüyor: “Zaten bizim memlekette böyle işler yapacak büyük markalar yok. Sadece Koç gibi, Eczacıbaşı gibi birkaç aile var, onlar da kamuda muhatap bulamıyor. Çünkü kamu bu işlere kafa yormuyor. İş dünyası; konsept, kamuda doku deyince bir şey anlamıyor bizde. Soyutlama becerisi gelişmedi. Türkiye’de bu işlerin çıkması çok zor. Zira böyle dev markalarımız yok. Bir de bu işlere yol açacak kamu yöneticilerimiz bulunmuyor.”  

Zaman, Haber: Kezban Karagöz, 02.08.2014

ANADOLU'NUN 'STONEHENGE'İ KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR

 

Urartu Krallığı tarafından matematiksel bir hesapla 1600 metrekarelik alana sığdırılan 2 bin 475 dikilitaşın bulunduğu alan ve yer altındaki kaya mezarları, turizme kazandırılmayı bekliyor.

 

Günümüzden yaklaşık 3 bin yıl önce bölgede hüküm süren Urartular döneminden kalan yapılar, geçmiş dönemlerin yaşam tarzının yanı sıra yaptıkları bilimsel çalışmalarla ilgili bilgilerin de elde edilmesine ışık tutuyor.

 

Van’ın Tuşba İlçesi'ne bağlı Kalecik Mahallesi’nin 1,5 kilometre kuzeydoğusunda yer alan ve Urartu dönemine ait nekropol (mezarlık) alanda bulunan dikilitaşlar ve taş halkaları, Urartuların astronomi bilimiyle de uğraştığını ortaya koydu.

 

Kalecik bölgesinde, yumruk büyüklüğündeki taşlardan oluşturulmuş, çapları 13 ile 40 metre arasında değişen halka taşlar ile yer altına oyulmuş 25 kaya mezarın bulunduğu alanın doğuya bakan kısmında da 1600 metrekarelik alan içine sıralanmış 2 bin 475 dikilitaş bulunuyor.

 

Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Şahbağı tepesinde yer alan taş ocaklarından getirilen ve ortalama ağırlıkları 200 ile 500 kilogram olan taşların alana büyük bir özenle yerleştirildiğini belirtti.

 

Çavuşoğlu, düz bir zemine oturtulan taşların, Urartular döneminde astronomide de kullanıldığını bildirerek, şöyle konuştu:

“Urartular gibi büyük bir devletin takvim sistemi olması ihtimali üzerinde de duruyoruz. Bu düşüncemizi yabancı bilim adamlarının fikirleri de onaylıyor. İşlev olarak ne yaptığı sorusunun cevabı ise yakın doğudan bildiğimiz ve Avrupa’da da özellikle 400 metre çapa varan monolit taşlardan oluşan bu şekildeki yerler var. Suriye, Hazar ve Aral gölleri civarında yer alıyor. Urartuların şu özelliği ön plana çıkıyor. Urartuların güneş ve ay tanrıları var. Ay takvimini kullandıklarından dolayı buranın dinsel işlevi olduğunu ve takvimsel bir işleve sahip olduğunu düşünüyoruz. 21 Aralık ve 21 Haziran dediğimiz en uzun ve en kısa günlerin yaşandığı dönemlerde burada gözlem yaptık. 21 Haziran’da güneşin Süphan Dağı Sığırlar Tepesi'nin eteğinden battığını gözlemledik. 21 Aralık’ta ise güneşin Kalecik Kalesi ile Van Gölü’nün üzerinden taşlara uzun gölgeler bırakarak battığını gördük. Burası Urartular döneminde bir gözlem evi gibi kullanılmış.”

 

-”Turizme kazandırılmalı”

Dikilitaşların diziliş şekli, bulunduğu konum ve kullanım amacı olarak İngiltere’de “Stonehenge” olarak bilinen ve her yıl binlerce insanın ziyaret ettiği yapıyla büyük benzerlik gösterdiğine dikkati çeken Çavuşoğlu, şöyle devam etti:

“İngiltere’de ‘Stonehange’ denen yapı, bu türde arkeolojik işlevi olan bir alan ve yılda bir milyon insan orayı ziyaret ediyor. Biz de bu nedenle burayı Anadolu’nun Stonehange’i olarak adlandırdık. Alanla ilgili bilgilerimizi, verileri de yurt içinde ve yurt dışında yayınladık. Buradaki taşlar İngiltere’deki Stonehenge olarak bilinen ve astronomiyle ilgili dinsel törenlerin yapıldığı alana benziyor. Anadolu’da bu benzerlikte bir alan yok. Buradaki Taşların Sırrı da keşfedilirse İngiltere’de yılda bir milyon turistin ziyaret ettiği Stonehenge taşları gibi olabilir. Bu nedenle turizme kazandırılması gerekiyor.”

 

2004-2007 yılları arasında bölgede başlattıkları kazı çalışmasını bazı sıkıntılar nedeniyle durduklarını anımsatan Çavuşoğlu, bölgenin korunarak ortaya çıkarılması, tur programlarına dahil edilerek de turizm değeri heline getirilmesi gerektiğini aktardı.

 

Çavuşoğlu, aynı alanda ayrıca yer altına oyulmuş 25 kaya mezar bulunduğunu ancak bu mezarların defineciler tarafından tahrip edildiğini bildirerek, bu mezarların da belli bir düzene göre inşa edildiğini dile getirdi.

haberler.com, Haber: Cemal Aşan, 02.08.2014

TÜRK RESMİNİN ERKEN DÖNEMİ SSM'DE

 

 

‘Tanzimattan Cumhuriyete Türk Resmi’ başlıklı resim sergisi Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nde (SSM) yeniden ziyarete açıldı. Koleksiyonda Osman Hamdi Bey, Fikret Mualla ve Halil Paşa gibi usta ressamların eserleri yer alıyor.

 

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), resim koleksiyonunu, “Tanzimattan Cumhuriyete Türk Resmi” başlığıyla, 31 Temmuz’dan itibaren yeniden ziyaretçilerle buluşturdu. Osman Hamdi Bey, Fikret Mualla, Halil Paşa, Şehzade Abdülmecid Efendi ve İzzet Ziya gibi Türk resim sanatının önemli sanatçılarının eserlerini içeren koleksiyon, Sakıp Sabancı’nın Türk resminin belli bir dönemine ilişkin güçlü bir merak ve ilgiyle oluşturduğu kişisel bir koleksiyon.

Aynı zamanda ülkemiz topraklarında resim sanatının gelişip serpilme sürecinin başlangıç evresine dair önemli ipuçları veren bir kültürel birikim. Bu yönüyle Sakıp Sabancı Müzesi Hat Koleksiyonu’nun tarihsel süreçteki devamı niteliğindeki koleksiyon, Türkiye’de görsel imge üretimindeki dönüşümü, sanat ve sanatçı kavramlarının değişen anlamlarını gözler önüne sererek Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan modernleşme sürecini yansıtıyor.

 

Bu toprakların geç keşfedip çabuk sahiplendiği resim sanatı üzerinden, bir ülkenin toplumsal, sosyal ve ekonomik dönüşümünü gözler önüne seren sergide, dikkat çeken pek çok eser sanatseverlerin beğenisine sunuluyor. Şevket Dağ’a ait görkemli “Ayasofya” tablosu, Halil Paşa’nın 1889 Paris Fuarı’nda sergilenen ve bronz madalya ile ödüllendirilen “Madam X” adlı eseri ve orijinal ödül belgesi, Osman Hamdi Bey imzalı “Naile Hanım” portresi görülmesi gereken eserler arasında yer alıyor. Özellikle arka planındaki, Bizans ikonalarında kutsal kişilerin betimlenmesi için kullanılan altın yaldızla dikkat çeken “Naile Hanım” tablosu, Osman Hamdi Bey’in eşine ve kadına verdiği önemi vurgulayarak, dönemin toplumsal yapısına dair ipuçları veriyor. Nazmi Ziya Güran imzalı “Taksim Meydanı” adlı eser ise Cumhuriyet’in halka sağladığı yaşam standartlarını ve özellikle Türk kadınlarına getirdiği özgürlüğü temsil ediyor.

Zaman, 02.08.2014

TARİHİ CAMİNİN YANINDAKİ AĞAÇLAR ARTIK YOK

 

 

İstanbul Cağaloğlu'nda Vilayet Camii olarak bilinen Babıali Camii'nin çevresinde bulunan ağaçların kesildiği ortaya çıktı.

 

Bazıları asırlık yaştaki ağaçların bir kısmının restorasyon sırasında, bir kısmının ise Marmaray çalışmaları sırasında kesildiği tespit edildi. Çam ve çınarların da bulunduğu yerde kesilen ağaçların sayısının 10'a yakın olduğu belirtiliyor. Sanat tarihçisi Haldun Hürel, ağaçların ne olursa olsun kesilmemesi gerektiğine ve onların bizim varlık nedenimiz olduğuna dikkat çekerek, “Koru ağacı kesilirken bile insanlar soruşturuyor. Göz önündeki ağaç nasıl kesilir? Babıali Camii ve Marmaray metro istasyonu inşaat çalışması sebebi ile ağaçları kesmişler ve öncelik metro çalışmasına verilmiş. Ancak diğer ülkelerde ağaçlar için yol değiştiriliyor. Bizde ise her şey yapı öncelikli oldu.” dedi. Cağaloğlu yokuşundan çıkarken birçok insanın gölgelendiği ve dinlendiği ağaçlar şimdilerde yok. Bahçenin yerinde ise sonradan yapılmış bir çeşme mevcut. Ankara Caddesi’nde yayınevi olan Taner Yılmaz buradaki çınar ağacının köklerinin yolun karşı kısmına uzandığını ve yeni çınar fidanlarının da çıkmış olduğunu söyledi.  Ancak fidanların büyüyüp ağaç olmasından endişeli olan Yılmaz, “Fidanlar büyüdüğünde onları da kesmeye gelecekler.” şeklinde konuştu.

 

“Babıali” olarak tanımlanan semtte 45 yıldır çalışan Taner Yılmaz, “Ankara Caddesi’nde yer alan caminin etrafındaki ağaçlar buranın nadir yeşil kalan alanlarından biriydi. Ağaçlar kesilince buranın hiçbir güzelliği kalmadı.” dedi. Caminin yeni görüntüsüne de dikkat çeken Yılmaz, “Minaresinde nal figürleri olduğu için Nallı Mescit adını alan cami, Fatih döneminde pişmiş tuğladan yapılmıştı. İkinci onarımında bu görüntüsü değişen Babıali Camii, son restorasyonunda ilk haline döndürülmeye çalışıldı. Ancak mermer görünümlü plastik boya ile yapılan çalışma sonrası orijinal yapısı da bozuldu.” diyerek caminin yeni halindeki memnuniyetsizliğini dile getirdi.

 

Caminin restorasyon sonrasında göze batan bir hal aldığını söyleyen Haldun Hürel, “Cami eski haline benzetilmeye çalışılmış; ancak estetiği olmadan bir yenileme çalışması yapılmış. Tarihi yapıların restorasyonu yapılırken yapının inşasında gösterilen hassasiyetten çok daha fazla hassasiyet göstermek lazım. Ne olursa olsun harabeye dönmüş olsa bile eski haliyle muhafaza etmek gerekirdi.” ifadelerini kullandı.

 

Fatih Sultan Mehmed döneminde Akşemseddin'in akrabası İmam Ali Efendi tarafından yaptırılan tarihi cami yakın zamanda Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilerek ibadete açıldı. Restorasyonun bitişi ile Marmaray Cağaloğlu istasyon girişinin yapılması aynı zamana denk gelince vatandaşlar tarafından burada yeni bir cami yapılmış algısı oluştu.

Zaman, Haber: Sevde Nur Tunç, 01.08.2014

HADRİANAUPOLİS ANTİK KENTİ TURİZME AÇILIYOR

 

  

 

Karabük’ün Eskipazar İlçesi'nde ‘Karadeniz’in Zeugması’ olarak nitelendirilen MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen Hadrianaupolis Antik Kent’inde sürdürülen çalışmalar sonucu Kilise B’nin üzeri çelik konstrüksiyonla kapatıldı.
İlçe merkezine 3 kilometre uzaklıkta bulunan Budaklar Köyün’de MÖ 1’inci yüzyılda kurulduğu ve MS 8’inci yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen Hadrianaupolis Antik Kent’inde 2006 yılında başlayan kazı çalışmalarında, Hıristiyan inancına göre cennetteki 4 nehir ‘Phison’, ‘Geon’, ‘Euphrates’, ‘Tigris’in adlarının yazılı olduğu ve at, fil, panter, grifon (sanat tarihinde görülen karışık bir hayvana verilen isim) mozaikleri gün yüzüne çıkartıldı. Geçtiğimiz yıl Ağustos ayında mozaikler korunması amacıyla bulunduğu Kilise B’nin üzerinin kapatılma çalışmalarına başlanıldı.






Kilise B’nin üzerinin kapatılması işini yüklenen müteahhit firmada görevli şantiye şefi Arif Alankaya, çalışmaların birkaç gün içersinde tamamlanacağını söyleyerek, “Geçen yıl Ağustos ayında başladığımız çalışmalar proje değişikliği ve hava şartları nedeniyle işi geciktirdi.Erken Bizans dönemine ait Kilise B’nin üzerini çelik konstrüksiyonla kapattık.Burada polikarbonat, Ultraviyole malzeme kullandık.Bu malzeme yağmurda problem çıkartmıyor.Kiliseyi ziyarete gelecek olanlar için de yürüme parkuru yaptık” dedi.

Milliyet, 01.08.2014

UNESCO LİSTESİ'NDEKİ KÜLLİYELERDE DEĞİŞİM SÜRÜYOR

 

 

UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan sultan külliyelerinden Yıldırım Beyazıt Külliyesi’ni ecdada yakışır hale getirme yönündeki çalışmalar hızla sürüyor. Bursa Büyükşehir Belediyesi, cami avlusundaki şadırvan, abdest alma yerleri ve musalla taşları olmak üzere tarihi bölgeyi baştan sona yeniledi.

 

Bursa'da yaşanan 1855 depreminde yıkılan Yıldırım Camii’nin minarelerini 156 yıl sonra orijinal haliyle yeniden inşa eden Büyükşehir Belediyesi, şimdi de cami avlusu ve şadırvanlar başta olmak üzere tüm külliyeyi Bursa'ya yakışır hale getiriyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, yaklaşık 5 bin metrekarelik alanda traverten taşlarla zemin döşemesi yapıldığını belirterek, türbe ve dispanser başta olmak üzere külliyenin tamamında bakım oranım çalışmalarının en kısa zamanda tamamlanacağını söyledi.

 

Bursa'nın UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınma amacıyla 2000 yılında başlatılan ancak bir sonuç alınamayan çalışmaları 2009 yılından itibaren kapsamlı bir şekilde alan Büyükşehir Belediyesi, Cumalıkızık, Çarşı ve Hanlar Bölgesi ile Sultan Külliyelerinin dünya mirası olmasının ardından sultan külliyelerindeki çalışmalara hız verdi. Muradiye Külliyesi'ndeki çalışmalar hızla sürürken, Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt tarafından 1390'lı yıllarda yaptırılan külliyedeki çalışmalar da devam ediyor. Külliyedeki çalışmalara ilk olarak Yıldırım Camii ile başlayan Büyükşehir Belediyesi, camiinin 1855 depreminde ve 1949 yılında yaşanan doğal afetlerde yıkılan iki minaresini 156 yıl sonra orijinaline uygun olarak dikmişti. Bu çalışmanın ardından külliyenin bütününe yönelik çalışmaları da sürdüren Büyükşehir Belediyesi, cami avlusundaki şadırvan, abdest alma yerleri ve musalla taşları olmak üzere bölgeyi baştan sonra yeniledi. Yaklaşık 5 bin metrekarelik alan traverten zemin taşları ile kaplanırken, bahçe duvarları, aydınlatma sistemleri ve çevre düzenlemesiyle cami avlusunun çehresi tamamen değişti. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, beraberindeki Kültür ve Turizm Dairesi Başkanı Aziz Elbas ile birlikte Yıldırım Beyazıt Külliyesi'nde devam eden çalışmaları yerinde inceledi. Son 10 yıldır tarihi ve kültürel mirasa yönelik yaptıkları çalışmaların UNESCO Dünya Mirası Listesi ile taçlandığını dile getiren Başkan Altepe, tüm külliyelerin ziyaretçiler tarafından daha rahat gezilebilmesi için çevre düzenleme çalışmalarına da önem verdiklerini söyledi. Yıldırım Camii'nin orijinal minarelerinin yerine dikilmesinin ardından yaklaşık 400 yıl önce ilk mahya uygulamasına ev sahipliği yapan Yıldırım Camii'nde mahya uygulamasının da ilk günkü haliyle başladığını ifade eden Başkan Altepe, “Külliye alanında bulunan türbe, dispanser ve medrese binalarıyla ilgili proje çalışmaları devam ediyor. Şu ana kadar yapılan çalışmalarla bile bölgenin çehresi değişti. Bir taraftan tarihi eserleri kent silüetine kazandırırken, bir taraftan da ecdada olan vefa borcumuzu ödüyoruz.” diye konuştu.

Zaman, 01.08.2014

METAB BOĞSAK ADASI ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMA ÇALIŞMALARINA DESTEK VERECEK

 

 

Mersin ve Çevresi Turizm Alt Yapı Hizmet Birliği (METAB), Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünden Yardımcı Doç.Dr. Günder Varinlilioğlu başkanlığında sürdürülen Silifke İlçesi Boğsak Adası arkeolojik yüzey araştırma çalışmaları için katkı sağlanmasına karar verdi.


Toplantıda konuşan METAB Başkanı ve Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, "Silifke İlçemiz Taşucu Boğsak Turizm Merkezinin karşısında bulunan Boğsak Adasında 2010 yılından beri sürdürülen arkeolojik yüzey araştırma çalışmalarının 2014 yılı dönem faaliyetleri için METAB olarak hem turizm merkezinin cazibesini arttırmak hemde ilimizdeki tarihi bir zenginliğinin ortaya çıkarılmasına katkı sağlamayı amaçlayarak maddi destek vereceğiz. MÖ 4-8. yüzyıllarda önemli bir yerleşim bölgesi olduğu ifade edilen Boğsak Adasında 2014 yılı arkeolojik yüzey araştırma çalışmaları 23 Ağustos'a kadar yapılacak. METAB olarak araştırma ekibine bölgesel ve su altı yüzey araştırmaları, arkeometrik araştırmalar, hava fotoğrafları ve benzeri çalışmalar için katkı sağlıyoruz”dedi.

Milliyet, 01.08.2014

TARİHİ SEBİLLERİN DURUMU İÇLER ACISI

 

 

İzmir tarihi değerleri sebillerin içler acısı halini görenler üzülüyor. Daha geçtiğimiz yıllarda bu hayır suyundan içmek isteyenlerin kuyruklar oluşturduğu sebiller yardım eli bekliyor.

 

Dönertaş ile Kemeraltı Camii yanındaki Sinan Zade Sebili bu olumsuz tabloyu yaşayan tarihi değerlerden sadece biri. Kapıları kapalı önü ise seyyar işgaline uğramış sebillerin bu haline üzülen İzmirliler yetkilileri göreve çağırarak neden sebillerin açılmadığını soruyor: “Sinan Zade Sebili hem de Anafartalar caddesi üzerinde bulunan Dönertaş Sebili’nin çeşmelerinden tıs sesi bile çıkmıyor. Bu sebillerden faydalanıyorduk. Sebillerin yeniden faaliyete geçmesini bekliyoruz”. Bu arada İzmir Ticaret Odası’nın 1 milyon lira harcayarak restorasyonunu yaptığı Kemeraltı’ndaki Salepçioğlu Camii çeşmeleri de sebillerle aynı kaderi paylaşıyor.

Zaman, 01.08.2014

FLORİDA HAZİNESİ

 

ABD'de bir aile, Florida sahilinin doğusu açıklarında batık gemi kalıntısında 300 yıllık altın kolyenin bir parçasını buldu.

 

Eric Schmitt isimli ABD'li, geçen ay, 1715 yılında Florida'nın doğusunda bir kasırga sırasında batan 11 geminin olduğu enkaz bölgesinde dalış yaptı.

Eric, metal dedektörü sayesinde altın parçaya ulaştı. İspanyol uzmanlar, Eric'in teslim ettiği parçanın 25 yıl önce keşfedilen bir diğer eserin parçası olduğunu belirledi. ‘Pyx' adı verilen bu aksesuvar, yüksek rütbeli rahipler tarafından ayinlerde kullanılıyordu. 

Altın parçanın değeri henüz bilinmiyor.

Hürriyet, 01.08.2014

SİNOP'TA BİZANS HAMAMI ORTAYA ÇIKIYOR

 

 

Sinop’ta, Bizans dönemine ait Balatlar Kilisesi’nin altında bulunan hamam, yapılan kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarılmaya başlandı.

 

Bizans dönemine ait mimari kalıntıları barındıran ve 2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle başlayan Sinop Balatlar Kilisesi arkeolojik çalışmalarının kazı başkanı Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Gülgün Köroğlu, hamamın büyük havuzuna ulaşıp ortaya çıkardıklarını söyledi.

 

Kırk kişilik bir ekiple kazı çalışmalarını gerçekleştirdiklerini belirten Köroğlu, yapılacak kamulaştırma ile kazı alanını genişletmeyi planladıklarını dile getirdi. Prof.Dr. Köroğlu, “Ağırlıklı olarak büyük salon dediğimiz ‘palesta’ adı verilen alanda çalışıyoruz. En üst seviyede yapının son döneminde manastır olduğu için mezarlık alanı ortaya çıkarılmakta. Antropologlar onu inceliyor. Daha aşağıda Roma dönemi hamamının büyük havuzuna ulaştık. Onu ortaya çıkardık. Çalışmalarımız altı hafta daha devam edecek. Sezon sonunda daha yeni bulgularla Sinop tarihine ışık tutacak bilgilere ulaşmış olacağız.” dedi.

 

Prof.Dr. Köroğlu, bu zamana kadar elde edilen bulgular hakkında da bilgi verdi. Roma hamamı olan yapının 4. yüzyılda kiliseye çevrildiğini söyleyen Köroğlu, “4. ile 6. yüzyıl arasında çok önemli bir kilise var. Geçen yıl ortaya çıkardığımız, içinde kutsal bir emanetin saklandığı taş sandığın bir parçasıydı. Ama kırık haldeydi. Burada çok sayıda kırık heykel parçası bulduk. Daha geç bir dönemde bu heykeller muhtemelen bu kutsal emanet muhafazası da kırılmış, parçalanmış ve mermer yakılarak kireç elde edilmiş olmalı.” şeklinde konuştu. Prof.Dr. Köroğlu, ayrıca kazı içinde heykellere ait kol, el ve bacak parçaları bulduklarını belirterek, bütün yapının nişleri içerisinde heykeller sıralandığını, ilerleyen zamanlarda daha sağlam durumda eserlerle de karşılaşabileceklerini belirtti.

Zaman, 01.08.2014

ÜNLÜ MÜZEYİ FARELER BASTI

 

Avrupa'nın en ünlü müzelerinden Louvre Müzesi'ni fareler bastı. Paris'te bulunan müzenin çim alanlarında dolaşan farelerin gözden kaçması neredeyse imkansız.

 

Belediye, Louvre mahallesindeki inşaat çalışmalarının farelerin doğal ortamlarını bozmasından ve turistlerin bahçeye yemek artığı bırakmasından dolayı bu artışın yaşandığını belirtti. Paris'te insan sayısının iki katı kadar fare olduğu tahmin ediliyor.

Hürriyet, 01.08.2014

TARİH DEPODAN KURTULACAK

 

     

 

ManisaA'da, İşadamı İsmail Akçura tarafından yaptırılacak Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nin projesi onaylandı. Yeni müzede, Manisa Müzesi'nde yer olmadığı için sergilenemeyen ve depolarda tutulan tarihi eserlerin sergileneceği belirtildi. 

 

Manisa İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Hamdi Karayel, eski İl Özel İdare bahçesine yapılacak Arkeoloji ve Etnografya müzesinin projesinin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından onaylandığını açıkladı. Anemon Otelleri Onursal Başkanı İsmail Akçura'nın sponsor olduğu müzenin Manisa turizmini canlandıracağını kaydeden Karayel, 2 ay içerisinde inşaat çalışmalarına başlanmasının beklendiğini bildirdi. Karayel, ülkeye örnek olacak bir müze yapılacağını söyledi. Karayel, 10 dönüm alan üzerine yapılacak inşaatın tamamlanmasının ardından başlayacak Teşhir ve Tanzim Projesi'nin süresinin 20 ay olduğunu söyledi. 

 

ESERLER EN MODERN ŞEKİLDE SERGİLENECEK 

Çarşı Mahallesi Murat Caddesi üzerinde bulunan mevcut Manisa Müzesi'nin alanlarının sınırlı olmasından dolayı tarihi eserlerin bir bölümünün sergilenemediğini ifade eden Karayel, yeni yapılacak müze sayesinde 40 bin eserin rahatlıkla sergileneceğini söyledi. Arkeoloji ve etnografya olmak üzere 2 bölümden oluşan Manisa Müzesi'nde Arkeoloji bölümünün kapalı olduğu ve eserlerin depolarda beklediği bilinirken, yeni müzede bu eserler en modern şekilde sergilenecek. 



12 MİLYON LİRALIK MÜZE

Yaklaşık 12 milyon liraya mal olacak müzeyle birlikte yer konusunda yaşanan sıkıntıların büyük oranda azalacağını kaydeden Karayel, "Yeni yapılacak müzede her döneme ait eserler sergilenecek. Müzenin projesi bu şekilde hazırlandı. Bulunduğu konum açısından da iyi bir yerde. Yerli ve yabancı turistlerin rahatlıkla gezip görebileceği bir yerde olacak. Şu anki müzede yer alan arkeolojik eserlerin tamamına yakını yeni müzeye taşınacak. Mevcut kullanılan müze de Şehzadeler İslam Eserleri Müzesi olarak devam edecek" dedi.

Turgutlu Yankı, 01.08.2014

TOPKAPI SARAYI'NDA BAKLAVA ALAYI

 

Topkapı Sarayı Müzesi'nde, Ramazan Bayramı kutlamaları kapsamında "Geleneksel Muayede (Bayramlaşma) Töreni" ve "Baklava Alayı" etkinliği düzenlendi.

Etkinlik, saray korumasında görevli atlı birliğin alana gelmesiyle başladı. Müzedeki görevliler, vatandaşlar ve turistlerin de katıldığı etkinlikte, Osmanlı padişahlarının Yeniçeri Ocağı'na ikram geleneği canlandırıldı.

Etkinlikte bakır sinilerde hazırlanan cevizli baklava ve saray şerbeti ikram edildi.

Sabah, 01.08.2014

2 BİN YILLIK 'APOLLON SMİNTHEUS TAPINAĞI' GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI

 

 

Çanakkale'nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Gülpınar Köyü'nde, üzerinde yağhane bulunan 2 bin yıllık Apollon Smintheus Tapınağı, uzun uğraşlar sonucu yeniden arkeoloji dünyasına kazandırıldı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü adına Gülpınar Köyü'ndeki kazılara 1980 yılında doçent olarak başlayan ve sonraki yıllarda profesör unvanını alan Coşkun Özgünel, ömrünün 35 yılını Apollon Smintheus Tapınağı'na ayırdı. 2008 yılında emekli olmasına rağmen kazıları sürdüren Prof.Dr. Özgünel, 18'inci yıldan itibaren yağmalanan tapınağın güney giriş cephesini, ellerindeki özgün malzemeleri kullanarak ayağa kaldırmayı hedeflediklerini kaydetti. Prof.Dr. Özgünel, kazılara başladıklarında tapınağın üzerinde bir yağhane ve peynir üretilen mandıra, yanında da amele evi denilen bir baraka bulunduğunu, çevresinde ise zeytin çuvalları konulan ambarlar olduğunu söyledi. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bu alanı kamulaştırmasından bir yıl sonra 1982'de tapınağın üzerine inşa edilmiş olan yağhaneyi kaldırmaya başladıklarını anlatan Özgünel, ancak bölgede büyük bir tahribat ile karşılaştıklarını belirtti. Özgünel, tapınağın birçok parçasını Gülpınar ve Tuzla Ovaları'nda bulup topladıklarını söyledi. 

 

Kazı için geldiklerinde, bölgede Apollon Smintheus'un bugünkü görselliğine ait hiçbir şey bulunmadığını belirten Prof.Dr. Özgünel, "Alanın bir tarafına sütun parçaları yığılmıştı. Her taraf bahçeydi. Su havuzları yapılmış. Orada suyu biriktiriyorlar ve bahçelerini suluyorlardı. Zaten 1866 yılından itibaren bu bölgenin adı da Bahçeleriçi'ydi. Tapınağın üzerinde bir yağhane vardı. Yağhane sahibi, burayı istediği şekilde kullanmış, kazıp ambarlar yapmış. Zeytinin kara suyunu atmak için kanallar yapmış, biz tapınağın alanını böyle bulduk. Teker teker kamulaştırıldı. Şuan tapınağın girişinde depo müze olarak düzenlediğimiz yapı da yine başka bir yağhaneydi. Tapınağın üzerinde büyük bir toprak tabakası vardı. Özgün parçalarla önce Güney Batı köşesini yapmaya başladık. 1866 yılında ilk olarak kazı yapan Pullan, buranın bir rekonstrüksiyonunu yapmış ve bunları hep tarif etmişti. Biz de onun izinden giderek bu tapınağın yeniden kurulumunu sağlıyoruz. Tapınağın güney giriş cephesini çizme başarısını gösterdik. Şimdi bu cepheyi yüzde 80'i elimizde olan özgün parçalarla ayağa kaldırmak için restorasyon çalışmalarını sürdürüyoruz" dedi. 

 

EN İYİ KORUNMUŞ KALKOLİTİK MERKEZ GÜLPINAR BULUNDU 

Prof.Dr. Özgünel, 35 yıl süren kazı çalışmaları sonunda bulduklarını, bir yağhaneden tapınak, diğer bir yağhaneden ilk kez bir ören yerinin özgün malzemelerinin sergilendiği depo müze, gimnazyumu ile birlikte büyük bir kutsal alana hizmet veren bir hamam kompleksi, bir Roma villası, Roma villasına ait bir hamam, çeşitli içlikler, su depoları ve en önemlisi de MÖ 4 bin 500 yıllarına tarihlenen Kuzeybatı Anadolu'nun en önemli, en iyi korunmuş kalkolitik merkezi Gülpınar olarak sıraladı. Ama daha yapılacak çok iş olduğunu ubelirten Özgünel, "Bu çalışmalar yüzyıllar boyu sürecek. Troia ile birlikte, Alexsandra Troas'a hizmet veren en büyük kutsal alan tümüyle ortaya çıkarılmış olacak. Öncelikle tapınakta başlattığımız ön cephe onarım ve restorasyon çalışmalarını tamamlayacağız. Sonraki aşamada büyük bir çevre düzenlemesi planlıyoruz. Tapınağın uzun ve dar kenarlarını çimlendirdik. Restorasyon bittikten sonra diğer cepheler de çimlendirilip, küçük süs bitkileriyle donatılacak. Ayrıca kalkolitik Gülpınar'ı da bir şekilde örtü altına alıp, Kuzey Batı Anadolu'daki en önemli kalkolitik merkezi de gelen ziyaretçilere açmak istiyoruz. Ayrıca 2 yıl önce kamulaştırdığımız bir diğer yağhaneyi de restore edip müze haline getirmeyi hedefliyoruz. Gönlüm istiyor ki burada çalışan bir gence kazıları bırakmak ve uzaktan onları zevk içinde seyretmek. En büyük arzum bu." 

Zaman, 01.08.2014

ŞANLIURFA MÜZELER ŞEHRİ OLMAYA ADAY

 

 

Güneydoğu'nun önemli tarih ve turizm kentlerinden biri olan kent, adeta açık hava müzesini andırıyor. Arkeolojik kazıların devam ettiği Şanlıurfa'da son yıllarda ardı ardına müzeler açıldı.

 

Şehrin en eski müzesi olan Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi'nde aralarında ''Tarihin sıfır noktası'' olarak nitelendirilen Göbeklitepe kazı alanında bulunan eserlerin de yer aldığı 76 bin eser sergileniyor.

 

Kentin düşman işgalinden kurtuluşu esnasında kullanılan savaş malzemeleri ise Kurtuluş Müzesi'nde ziyaretçilerin beğenisine sunuluyor.

 

Tarih boyunca var olan geleneksel damak tadının korunmaya çalışıldığı şehirde açılan Mutfak Müzesi'nde de kentin meşhur lezzetleri tanıtılıyor.

 

Birçok ses sanatçısının yetiştiği Şanlıurfa'da, bu çerçevede müzikle ilgili bilgi ve eserler toplanılarak İbrahim Tatlıses Müzik Müzesi ve Müslüm Gürses Müzesi de açıldı. Bu müzelerde, farklı müzik aleti, plak, kaset ve fotoğraf gibi aksesuarlar yer alıyor.

 

Balıklıgöl Yerleşkesi yakınındaki El Sanatları Müzesi de meraklıların uğrak yerleri arasında bulunuyor.

 

Bir süre önce açılan ''Urfa Kent Müzesi''nde ise şehrin sosyal yaşantısından mutfağına kadar geçmişten günümüze gelenek ve görenekler çeşitli eserler aracılığıyla yansıtılıyor.

 

Tamamlandığında Türkiye'nin en büyük müze kompleksi özelliğine sahip olacak "Haleplibahçe Müze Kompleksi"ndeki çalışmalarda da sona yaklaşıldı. Önümüzdeki günlerde hizmete girmesi planlanan komplekste, tarihsel dönemlerin maketlerle canlandırılacağı özel bölümler yer alacak.

 

Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi Turizm Tanıtım Müdürü Necmi Karadağ yaptığı açıklamada, kenttin, hizmete açılan müzelerle dikkatleri üzerine çektiğini söyledi.

 

''Müze kent'' olma yolunda emin adımlarla ilerlediklerini ifade eden Karadağ, şöyle konuştu:

''Şu anda 7 müzemiz hizmet veriyor. Şehrimiz müzelerle adından söz ettirecek. Gelen turistleri çok iyi gezdirmek ve eserlerimizi iyi anlatmamız lazım. Mesela kent müzesini ziyaret eden bir kişi kronolojik tarihe göre şehrin tarihi hakkında bilgi sahibi oluyor. Bu konuda rehber ve acentelerimize iş düşüyor. Turistleri müzelere yönlendirmemiz gerekiyor. İnşallah bu noktada önemli çalışmalar hayata geçireceğiz."

 

Karadağ, müzeler sayesinde turizm pastasından daha fazla pay alacaklarına inandığını sözlerine ekledi.

Trt Haber, 31.07.2014

LAODİKYA'YA 3. KİTAP

 

 

Denizli Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle kazı çalışmaları yılın 12 ayına yayılan Laodikya’yı anlatan kitaplar serisine bir yenisi daha eklendi. “10. Yılında Laodikeia” isimli kitapta, antik kentte 2003 ile 2013 döneminde gerçekleştirilen kazı ve restorasyon çalışmaları anlatılıyor.

 

Arkeolojik verilere göre, yerleşim tarihi günümüzden 5 bin 500 yıl öncesine kadar uzanan, İncil’de söz edilen yedi kiliseden birisine ev sahipliği yapan Laodikya’da devam eden kazılarda, toprak altında kalan güzellikler ve tarihin izleri gün ışığına çıkarılıyor.

 

Her buluntu antik kentin geçmişini biraz daha aydınlatırken, elde edilen bilgiler de kitaplarda toplanarak birer arşiv belgesi haline getiriliyor. Laodikya’yı anlatan ilk kitap “Kutsal Kent Laodikeia’nın Kiliseleri” ismini taşıyor. İkinci kitap “Laodikeia çalışmaları-2” ismini taşıyor. Kazıların 2003 ile 2013 yılları arasındaki 10 yıllık sürecini anlatan son kitap ise “10. Yılında Laodikeia” isimli.

 

Kazılara başkanlık eden Prof.Dr. Celal Şimşek ve bu kitapları kaleme alan Prof.Dr. Celal Şimşek, kazı çalışmalarının 10. yılında kentin planlaması, depremlerle yıkılıp tekrar ayağa kaldırılması, dini inançları, yapıları, lokal seramik ve heykeltıraşlık üretimlerinin daha iyi anlaşılmaya başlandığını, ortaya çıkarılan yazıtların inançlar, kent sakinleri, dışarıdan gelenler, ticaret, yasalar, spor, sanat ve kültürel yaşamın daha iyi anlaşılmasına ışık tuttuğunu belirtti.

 

Prof.Dr. Şimşek, kazı çalışmalarının aynı zamanda binlerce yıllık geçmiş ile günümüz arasındaki bağlantıların kurulması, flora ve faunanın daha iyi algılanmasını kolaylaştırdığını, kazı çalışmalarının aynı zamanda tekstil ve dokuma verilerini somut olarak ortaya koyduğunu söyledi.

Denizli Haber, 31.07.2014

YENİDEN ARTEMİS

 

 

Antik çağdan kalma dünyanın 7 harikası arasında gösterilen Artemis Tapınağı'nda kazı çalışmaları 20 yıllık aradan sonra tekrar başlıyor.

 

Antik çağın en önemli anıtsal yapıları arasında olan ve dünyanın 7 harikası arasında gösterilen Artemis Tapınağı'nda kazılar tekrar başlıyor. 19'uncu yüzyıldan beri kesintili olarak kazısı yapılan Artemis Tapınağı'yla ilgili çok sayıda bilgi ve bulgunun ortaya konduğunu ama bunların derlenmesi için bir süredir çalışma yürütüldüğünü anlatan Ladstatter, tapınakla ilgili kitabın yayımlanmasıyla birlikte yeni bir kazı programı hazırlandığını ifade etti. En son kazısı 20 yıl önce yapılan Artemis Tapınağı'nda bayramdan sonra çalışmalara başlanacağını belirten Ladstatter, "Artemis Tapınağı kazısı bizim için çok önemli ve heyecan verici bir kazı olacak. Bu kazılarda döneme ilişkin tahmine dayalı bilgileri kesinleştirebileceğimiz bulgulara ulaşacağımızı umut ediyoruz" dedi.  Efes Müzesi'nin eski baş arkeoloğu Cengiz İçten Artemis Tapınağı kazılarının uzun süredir beklendiğini, kazılarda önemli eserlere ulaşılabileceğini ifade etti. 

 

Futbol sahası büyüklüğünde 

MÖ 550 civarında tamamlandığı tahmin edilen tapınağın devasa bir yapıt olduğunu söyleyen İçten, "Yaklaşık bir futbol sahası büyüklüğündeki bir alan üzerinde 18 metre yüksekliğinde dev mermer sütunlar üzerine kurulu bir tapınak düşünün. Bu yapıt o dönemin muhteşem binalarından biriydi. Ancak zaman içinde Hristiyanlığın yükselişiyle bu mabet, etkisini kaybetti. Tapınakta kullanılan sütunların da yeni yapılan binalarda kullanıldığı tahmin ediliyor" dedi. 

 

Dört bölge kazılacak

Efes Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Sabine Ladstatter, kazı çalışmalarının 4 bölgede yoğunlaşacağını, Efes'in geçmişini tarih öncesi döneme götüren Çukuriçi Höyük, Meryem Ana Kilisesi'nin güney bölümündeki geç antik döneme ait yerleşim alanı ve bir Türk hamamında başlatılan kazıların yanı sıra arkeoloji dünyasında en fazla merak edilen alanlardan biri olan Artemis Tapınağı'nda da kazı  çalışmaların başlayacağını ifade etti. 

 

Turistleri çekebilir...

Tapınağın mühendis John Turtle Wood tarafından 1860'ta fark edildiğini, o dönemde birçok parçanın yurtdışına kaçırıldığını anımsatan İçten, kazılarda yeni yapıtlara ulaşılması halinde tapınağın turistik cazibeye sahip olabileceğine işaret etti. 

Akşam, Haber: Tolga Albay, 31.07.2014

İZMİR'DEKİ ANTİK ROMA TİYATROSUNA İLK KAZMA VURULUYOR

 

 

İzmir'in tarihi semtlerinden Kadifekale'de gecekondular arasında sıkışıp kalan, bazı sütunları evlere duvar yapılan Roma antik tiyatrosundaki arkeolojik kazılar, kısa süre içinde başlayacak. İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından kamulaştırmaları ve yıkımları yapılan tiyatro alanındaki kazılar, Antik Smyrna Kazıları Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy ve ekibi tarafından yürütülecek.

 

Belediye ekiplerinin bölgedeki yıkımları daha tamamlanmadan, antik tiyatroya ait duvarlar ve sütunlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Gecekondular arasına sıkışıp kalan tiyatronun çıkarılması için 12 bin 972 metrekarelik alan üzerindeki 164 adet parseli kamulaştırma kararı alan belediye, bugüne kadar 11,4 milyon TL kamulaştırma bedeli ödedi. Proje kapsamında öncelikle arkeolojik yüzey araştırması yapılarak, tiyatroya ve sur duvarlarına ait mimari kalıntılar ve gerçek yeri tam olarak tespit edildi. 1/1000 ölçekli Kadifekale-Tiyatro ve Çevresi Koruma Amaçlı İmar Planı'nda 2. derece arkeolojik sit alanı olarak belirlenmiş yerlerin, arkeoloji ve tarih parkı olarak düzenleneceği bildirildi.

 

Kadifekale'deki antik tiyatroyla ilgili en ayrıntılı bilgi, 1917–1918 yıllarında Otto Berg ve Otto Walter'ın araştırmalarıyla bunlara yönelik hazırladıkları plan ve kesitlerde bulunuyor. 16 bin kişi kapasiteli olduğu düşünülen tiyatronun kalıntılarının, Roma dönemi özellikleri taşıdığı biliniyor. Eski kaynaklarda Erken Hristiyanlık, yani Roma İmparatorluğu'nun paganizm döneminde İzmirli St. Polikarp'ın bu tiyatroda öldürüldüğü, tiyatronun tarihin trajik sahnelerine şahitlik ettiği öne sürülüyor.

Zaman, Haber: Hasan Çilingir, 31.07.2014

DATÇA'DA 4 BİN YILLIK BAĞCILIK GELENEĞİNİ YAŞATACAKLAR

 

 

Muğla’nın Datça İlçesi’nde, üç yıl önce 40 dönümlük arazide kurdukları bağ evinde, 4 bin yıllık bağcılık geleneği yeniden yaşatmak için mücadele başlatan Ankaralı çift 61 yaşındaki Hasan İşleyici ile eşi 51 yaşındaki Meltem İşleyici, ilk olumlu sonuçları almaya başladı.

 

Ankaralı işadamı kimya mühendisi Hasan İşleyici, eşi Meltem İşleyici ile birlikte, Datça-Marmaris karayolunun 10 uncu kilometresinde, bölgenin tarihi yel değirmenlerinden esinlenerek bağ evi yaptı. 2011 yılında, Bursa’da faaliyet gösteren Bakus Şarapçılık Limited Şirketi’ni devralarak, Datça Bağcılık ve Şarapçılık firmasını kuran çift, kısa sürede Merlot, Shrah (Şiraz) ve Cabernet Sauvignon gibi ünlü üzüm türlerini yetiştirmeye başladı.

 

TARİHİ ŞARAP ATÖLYESİ EN GÜZEL KANIT

Bağcılık merakının 12 yıl önce başladığını belirten Hasan İşleyici, Datça’yı tanıdıktan sonra profesyonel anlamda bu işe soyunduğunu söyledi. Datça’da bağcılık geleneğinin 4 bin yıllık bir geçmişe sahip olduğunu hatırlatan İşleyici, “Datça’nın ilk yerleşim merkezlerinden biri olan Burgaz Ören yerinde, 1996-2003 yılları arası yapılan kazı çalışmaları sırasında tarihi 3 bin yıl öncesine ait bir şarap atölyesinin ortaya çıkarıldı. Halen ayakta duran bu atölye, bölgenin zamanında üzüm bağlarıyla kaplı olduğunun en güzel kanıtı olarak gösteriliyor” dedi.

 

BAĞCILIK KÜLTÜRÜ YENİDEN CANLANIYOR

Datça’nın yüzyıllarca değişik toplumların ve kültürlerin gelip geçtiği, izlerini bıraktığı bir dünya cenneti olduğunu vurgulayan İşleyici, “Bu topraklar bağcılık yapmaya çok elverişli. Bölgenin tarihi geçmişini öğrenince, insan heyecanlanıyor. İlçe merkezinde Akdeniz’in kıyısındaki Burgaz Ören yeri, Dorlar’ın ilk yerleşim merkezi olarak biliniyor. Dorlar, burada yerli halkla kaynaşarak tarım yapıyorlar. Üzüm bağları da, en önemli geçim kaynakları oluyor. Datça Yarımadası’nın en uç kısmında Knidos antik kentine 2600 yıl önce göç edilmesine rağmen, Kızlan bölgesinde tarım devam ediyor. Ancak zamanla bağcılık unutuluyor. Bugün bu coğrafyada bağcılık kültürünü yeniden canlandırmak adına bir yola çıktık” diye konuştu.

 

ESKİ ASMALAR EHLİLEŞTİRİLECEK

Çalışmalarının olumlu sonuçlar vermeye başladığını ifade eden İşleyici, “Kısa sürede çok olumlu bir karar verdiğimizi gördük. Üç yıl gibi kısa bir sürede 20′ye yakın üzüm türünü yetiştirmeyi başardık. Bu yıl hedefimiz, dağlarda tek-tük kaldığını sandığımız Datça’nın delice asmalarını ehlileştirmek olacak. Yaptığımız çalışmalar sonucu, eskiye ait 7 tür üzüm tespit edildi. Bu üzüm çeşitlerini yeniden gün ışığına çıkarmayı umut ediyoruz” dedi.

 

ŞARAP TİCARETİ MERKEZİ

Bölgenin, Hellenistik dönemde şarap ticareti ile zenginleştiğine dikkat çeken Burgaz Örenyeri Kazı Başkanı Prof.Dr. Numan Tuna, da o dönemde Akdeniz bölgesindeki ülkelerin şarap ticaretinin yüzde 40′ının Knidoslular’ın elinde bulunduğunu kaydedip şu bilgileri verdi:

“O dönemde Akdeniz bölgesindeki ülkelerin şarap ticaretinin yüzde 40′ın Knidoslular’ın elindeydi. Knidoslular, üretilen şarapların hangi atölyede, hangi usta tarafından yapıldığının bilinmesine özel önem gösteriyorlardı. Bu amaçla her şarabın üzerine, üretilen atölyenin ya da üreten ustanın adı yazılıyordu. Bir anlamda şaraplar markalanıyordu. Böylelikle, pazarlanma kolaylaşıyor ve Knidos şarapları, tüm Akdeniz bölgesinde aranılan şaraplar haline geliyordu.”

 

BAĞCILIK GELENEĞİ ÇOK ESKİYE DAYALI

Şehir merkezine 1 kilometre mesafede bulunan Burgaz Ören yerinde, ODTÜ Tarihsel Çevre Değerlerini Araştırma Merkezi (TAŞDAM) tarafından yıllardır kazı çalışmaları yürütülüyor. Yarımadanın güneyinde Akdeniz’in kıyısındaki Ören yeri, Dorlar’ın ilk yerleşim merkezi olarak biliniyor. Yaklaşık 40 hektarlık bir alanda kurulu olan tarihi Burgaz yerleşim yerinde yapılan kazılar sonucu çok önemli bulgulara ulaşıldı. MÖ 10′uncu yüzyıldan itibaren yerleşim gören merkezin, MÖ 4′üncü yüzyıla kadar bölgenin en büyük yerleşim yeri olduğuna dikkat çekiliyor. Hellenistik dönem öncesi, bütün yarımadanın nüfusu 10 bin kadar olduğu tahmin ediliyor.

haberler.com, 31.07.2014

REYHAN PAŞA HAMAMI ÖZGÜN KİMLİĞİ İLE YENİDEN DOĞUYOR

 

 

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı, Bursa'da tarihi yapıların bir bir yenilendiğini söyleyerek, Reyhan Paşa Hamamı'nın da orijinal kimliğine kavuşturulduğunu söyledi.

 

Bursa'daki tarihi yapıları restore ederek kente değer katan Bursa Büyükşehir Belediyesi, şehrin kalbindeki Reyhan Paşa Hamamı'nın da orijinal kimliğine kavuşturulması için restorasyon çalışmalarını başlattı.

 

Bursa'yı hizmetleriyle geleceğe taşıyan ve kentin ziynetlerini bir bir ayağa kaldıran Büyükşehir Belediyesi, tarihi Reyhan Paşa Hamamı'nı da orijinaline uygun olarak kente kazandırıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Reyhan Mahallesi'nde bulunan 600 yıllık Reyhan Paşa Hamamı'nda devam eden restorasyon çalışmalarını yerinde inceledi.


Bursa'yı değerleriyle geleceğe taşıdıklarını söyleyen Başkan Altepe, "Büyükşehir Belediyesi olarak tarih başkenti Bursa'da kültür ve medeniyetlerin tüm izlerini ortaya çıkarıyoruz. Bursa merkezinde restore edilmemiş tarihi eser kalmaması için yoğun bir çalışma içindeyiz. Bu kapsamda onlarca yıldır harabe halinde bekleyen tarihi eserleri ayağa kaldırıyoruz. Reyhan Paşa Hamamı da Bursa'nın kalbinde, çarşı içinde bulunan ilk dönem Osmanlı eserlerinden, ilk yapılan hamamlardan biri. Bursa'da bir eser daha pırıl pırıl ortaya çıkmış oluyor" diye konuştu.

 

Yılların harabesi kimliğini buluyor
Reyhan Paşa Hamamı'nın 1430'lu yıllarda yapıldığını kaydeden Başkan Altepe, "Bursa'nın en önemli kimliği bir Osmanlı başkenti oluşu ve ilk dönem Osmanlı eserlerinin örneklerinin verildiği şehir oluşu. Bursa'da yaklaşık 600 yıllık tarihi olan bu eseri, kira karşılığı aldık ve restorasyona başladık. Uzun yıllardır harabe halinde bekleyen bu eser baştanbaşa elden geçiyor. Temelinden kubbesine kadar tüm fazlalıklar ve yılların birikimi temizleniyor, yapı ilk günkü özgün haliyle ortaya çıkarılıyor" dedi.


Restorasyonun tamamlanmasının ardından sosyal ve kültürel amaçlı faaliyetlerin gerçekleştireceği mekanda Yeşilay Bursa Şubesi'nin çalışmalarını sürdüreceğini belirten Başkan Altepe, "Reyhan Paşa Hamamı artık topluma hitap eden aktif bir yaşam merkezi olacak. Yeri, konumu çok uygun olan yapının restorasyonu hızlı bir şekilde sürüyor. Yıl sonunda bu mekanı açmayı hedefliyoruz" şeklinde konuştu.


Bursa'da bir harabenin daha ortadan kaldırılmasının heyecanını duyduğunu vurgulayan Başkan Altepe, "Yapılan çalışmalar sırasında kubbelerin arasından 46 kamyon hafriyat çıkmış. Bu da yapının ne kadar tahrip olduğunu ve hor kullanıldığını gösteriyor" dedi.


Başkan Altepe, Büyükşehir Belediyesi'nin ecdada gerçek anlamda sahip çıktığını ifade etti.

haberler.com, 31.07.2014

TOKAT'TA 8 ASIRLIK KUR'AN-I KERİM İLGİ ÇEKİYOR

 

 

Tokat Müzesi’nde sergilenen, 823 yıllık, el yazması Kur’an-ı Kerim, ziyaretçilerin dikkatini çekiyor.

 

Tokat Müze Müdürü Halis Şahin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sulusokak’taki müzede birçok medeniyete ait eserlerin sergilendiğini belirterek, “Müzemizde Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerine ait eserler sergileniyor. Müzemizdeki eserlerin hemen hemen hepsini sergileyebiliyoruz” diye konuştu.

 

Müzede 823 yıllık el yazması Kur’an-ı Kerim bulunduğunu ifade eden Şahin, şunları kaydetti:

“Bu Kur’an-ı Kerim, müzemize 2010 yılında satın alma yoluyla kazandırıldı. Hicri 587, Miladi 1191 tarihli Kur’an-ı Kerimimiz, müzemizin ünik (eşi olmayan) eserlerimizden biri. Müzemizdeki el yazması Kur’an-ı Kerim, Anadolu’da yazılan ilk Kur’an-ı Kerimlerden biri olarak bilinmektedir. Bunun da Tokat’ta bulunması çok önemli. Bu da bizim açımızdan iyi bir durum. Bu eserin menşe Tokat, Tokat’ta yazılmış. Bu eserimiz diğer eserlere göre daha fazla ilgi çekiyor çünkü çok eski bir tarihi var.”

 

Esnaf Hasan Erdem’in teşvikiyle Tokat Müze Müdürlüğünce satın alınan 600 sayfalık Kur\’an-ı Kerim’in 162. sayfasının sonunda eserin yazıldığı tarihin ve hattat adının belirtildiği ketebe kaydı yer alıyor.

 

El yazması Kur’an-ı Kerim’in 35 sayfasının eksik olduğu belirtiliyor.

Haber 7, 31.07.2014

FATİH'İN DÖKÜMHANESİ YENİDEN CANLANIYOR

 

Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'un fethinde kullandığı top ve güllelerin yapıldığı Kırklareli'ndeki tarihi Demirköy Fatih Dökümhanesi'ndeki kazı çalışmalarında sona yaklaşıldı.

Demirköy Fatih Dökümhanesi'nde güney sınırının dış duvar yüzeyleri açığa çıkarıldı. Kazı Başkanı Doç.Dr. Nurcan Yazıcı Metin "Bu yılki kazı çalışmalarımızda dökümhanenin güney sınırının dış duvar yüzeylerini açığa çıkarttık. Duvarın açığa çıkması, kazı çalışmalarının sonuna yaklaştığımızın göstergesidir" dedi.

Dönemin ileri teknolojisiyle döküm yapılan dökümhanede, 15. yüzyıl ortalarından 19. yüzyıl sonlarına kadar aralıksız üretim gerçekleştirildi. Dökümhanenin, ören yeri haline getirilerek sanayi müzesine dönüştürülmesi hedefleniyor.

Sabah, 31.07.2014

'VATAN ŞAİRİ'NİN ANISINA MÜZE

 

 

Tekirdağ Süleymanpaşa’da 1840'ta doğan Vatan Şairi Namık Kemal adına yapılan ve aslına uygun döşenen temsili ev, müze olarak kullanılıyor. Tekirdağ Namık Kemal Derneği tarafından 19'uncu yüzyıl Osmanlı mimarisi tarzında inşa edilen ve 1993’te Namık Kemal Evi Müzesi olarak hizmete giren binada Namık Kemal döneminde bulunan eşyalar ve şairin yazmış olduğu makaleler, kitaplar sergileniyor. 


Tekirdağ Namık Kemal Derneği Başkanı Sezai Kurt, şairin hatıralarının yaşatıldığını ifade ederek, “Burası Namık Kemal’in hatırasına düzenlenmiş sembolik bir evdir. Namık Kemal’in doğduğu ve 6 yaşına kadar yaşadığı ev bu çevredeymiş. Ama ne yazık ki korunamamış. Zamanla yıkılarak yerine beton binalar yapılmış. 90’lı yıllarda Namık Kemal’in evinin tekrar yapımı gündeme geldiğinde burası boş bir arsaydı. Namık Kemal’in doğduğu evin eski fotoğraflarına bakılarak, bire bir olmasa da benzeri buraya inşa edildi. Binamız Tekirdağ’ın eski ahşap evleri şeklindedir. Bu evler genellikle 2-3 katlı ahşap evler şeklindedir. Dolayısıyla Namık Kemal evi de 2 katlı ve bir bodrum katından oluşmaktadır. Zemin katımızı hala sergi salonu olarak kullanmaktayız. Evin diğer katlarını ise Namık Kemal’in hatırasına düzenlemiş bulunuyoruz” dedi.  

Akşam, Haber: Şahin Gin - Serhat Yeşilipek, 31.07.2014

MYRA-ANDRİAKE KAZILARINDA YENİ DÖNEM BAŞLIYOR

 

     

 

Antalya ili, Demre İlçesi, Myra-Andriake  antik kentinde 2014 yılı Kazı, Restorasyon ve Temizlik çalışmalarına  Antalya Müzesi Başkanlığında Erzurum Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü  Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nurettin  Öztürk ve ekibi ile işçilerin  katılımıyla 15 Temmuz 2014 tarihinde başlandı.





15.08.2014 tarihine kadar devam edilmesi planlanan çalışmalar kapsamında Antik Tiyatro ve Kaya Mezarları çevresinde bitki temizliğine devam ediliyor. Geçmiş yıllarda kazı başkanlığı tarafından taş tarlası olarak kullanılan alandaki antik tiyatroya ait mimari blokların, TURSAB tarafından tahsis edilen Vinç yardımıyla tiyatro yanında oluşturulan yeni alana taşınması çalışmaları da devam ediyor.





Bu çalışmalar devam ederken diğer yandan da Andriake antik kentinde de kazı alanlarında bitki temizliğine geçilmesi planlanırken, çalışmaların Ağustos ayından itibaren Bakanlığımız ve Atatürk Üniversitesi adına Doç.Dr. Nurettin ÖZTÜRK’ün başkanlığında sürdürülmesi planlandı. Daha geniş kapsamlı bir ekip tarafından devam edilecek olan çalışmaların 2014 yılında Eylül ayı onuna kadar sürmesi öngörülürken, sonraki yıllarda kazı ve özellikle restorasyon çalışmaların ivme kazanması bekleniyor.

kvmgm.kultur.gov.tr, 31.07.2014

MİMARİMİZ NİYE BU HALDE?

 

Mimar Gökhan Avcıoğlu mimarlık ve yerleşme kültürüyle ilgili kurduğu GAD Vakfı’nın ilk işi duayen mimar Alparslan Ataman’ın 70 yıllık birikimini ortaya döken, onun çizimleriyle, notlarıyla dolu dev kitaplar basmak oldu.

GAD Vakfı mimariye binalar üzerinden değil, yerleşme üzerinden bakıyor.
“Zaten Türkiye’nin en çok gol yediği yer orası” diyor Avcıoğlu, “Binalar tek tek güzel olsa da ortaya bir yerleşme kültürü çıkmıyor.”
Avcıoğlu, otomobiller yüzünden iyi şehirler kuramadığımıza vurgu yapıyor.
Otomobile göre şehirler düzenlenmeye başlandığından beri daha önce öğrendiğimiz ve bildiğimiz her şeyin yok olduğunu belirtiyor.
Yeni yüzyılın başlangıcından bu yana 14 yıl geçti, modern dönem kapandı, sentez dönemi başladı.
Şimdi sorumlu mimarlar eskinin iyileriyle yeninin iyilerini, yan etkileri de göz önünde bulundurarak bir araya getiriyorlar.


Bir örnek veriyor Avcıoğlu:
“20’nci yüzyıl ‘bağlantı’ dönemiydi. Alttan kanalizasyon, üstten elektrik bağlamak, vs. Artık gördük ki altyapıyı böyle algılamak şehrin yaşanırlığını ortadan kaldırıyor. Artık kendi kendine yeten binalar zamanı.”
Suyu biriktiren, yeşil çatılı, geri dönüşümlü malzemelerden üretilen yapılardan söz ediyor.
Cevabını bilsem de “TOKİ bunu yapıyor mu?” diye soruyorum.
Cevabı “Hayır. Adı Toplu Konut İdaresi olan bir yer başka ne yapabilir? Toplu konut, perakende komşuluk!” oluyor.
Avcıoğlu bu şekilde tasarlanan yerleşkeler üzerinde çalıştıklarından bahsediyor. Bunlardan biri, ülkemiz sınırına yakın bir yerde 100 bin kişilik bir yerleşke.
Anadolu topraklarında alternatif yerleşmeler yapmak, her bölge için proje geliştirmek istiyor.
Otomobili mümkün olduğunca konunun dışında tutan, küçük elektrikli araçların çalıştığı kendi kendine yeten yeni yerleşkeler.
Avcıoğlu kentlerde mimari açıdan, şehir kültürü ve yaşam kültürü açısından herkesin moralinin bozuk olduğunu ve vakıftaki çalışmalarla amaçlarının öncelikle moralleri yükseltmek olduğunu söylüyor.
Ama hatanın başlangıç noktasını tespit etmemiz gerektiği kanısında.
Ona göre hata Cumhuriyet’in senaryosunda. Mübadeleyle, 6-7 Eylül olaylarıyla, bakış açılarıyla kent ve mimarlık kaybetti:
“Önceden Müslümanlar inşaatta yoktular. Gayrimüslimlerin tercih ettiği bir iş koluydu bu. Balyan ailesi vardı mesela. Bankalar Caddesi’ni inşa eden Mösyö Kamondo vardı. 6-7 Eylül olayları, Varlık Vergisi falan derken... Sen bu adamları yok ettin, gönderdin.
E ben kimden öğreneceğim? Bu binaları yapanların çocukları nerede?
Cumhuriyet birçok şey kurdu ama mimariye zarar verdi. Şimdi ben bunu söyleyince anti-Cumhuriyetçi mi oluyorum?
Ben hayatım boyunca toplasan 20-30 bina yaparım. Ötekileri kim yapar bilmiyorum. Halbuki bunun topyekun bir şey olması lazım.”
Bu tabloya bakınca mimarinin fabrika ayarlarına dönmesi gerektiği açıkça görülüyor. Zaten Avcıoğlu da kurdukları vakıfla öncelikli amaçlarının bu olduğunu söylüyor.

Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 31.07.2014

TRAKLARIN 5 BİN YILLIK TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 



 



 
Tekirdağ’ın merkez Süleymanpaşa İlçesi'nde bulunan ve Traklar’ın Anadolu’ya gelişinden itibaren uzun süre Trak yerleşimi olan 5 bin yıllık Heraion Teikhos Kenti, yapılan kazı çalışmaları ile gün yüzüne çıkartılıyor.Süleymanpaşa Karaevi Höyüğü olarak bilinen Heraion Teikhos antik kenti, antik çağda bugünkü Trakya, Bulgaristan ve Kuzey Yunanistan'da yaşayan ve Büyük İskender'in topraklarını ele geçirmesiyle asimile olan Trak kavminin 5 bin yıllık tarihine ışık tutuyor. Tekirdağ il merkezinin 15 kilometre doğusunda İstanbul-Tekirdağ karayolu üzerinde Heradot’un da sözünü ettiği Hera kenti olarak bilinen antik kent Heraion Teikhos’ta yapılan kazı çalışmalarında kentin MÖ 3 bin yılı başından MS 13. yüzyıla kadar yerleşim yeri olarak kullanıldığı tahmin ediliyor. Bir Trak yerleşimi olan kentin en parlak dönemleri olan Klasik dönem ve Hellenistik dönemle birlikte Bizans dönemi boyunca da iskan edildiği biliniyor.

 

TÜRKİYE’DE ARAŞTIRILAN TEK TRAK KENTİ”

Namık Kemal Üniversitesi (NKÜ) Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Neşe Atik, 5 bin yıllık Trak Heraion Teikhos Kenti’ni gün yüzüne çıkarttıklarını ve yapılan kazı çalışmalarının Türkiye’de Traklara ait araştırılan ilk çalışma olduğunu söyledi. Çalışmaların sonunda Traklara ait yaşam şeklini ortaya çıkarmayı hedeflediklerini dile getiren Prof.Dr. Atik, “Traklar kabileler olarak yaşamış ve çok geniş bir coğrafyaya yayılmış bir halktır. Bugünkü Bulgaristan’ın tümü, Yunanistan’ın kuzeyi, ülkemizde bütün Batı Trakya ve Romanya’nın güneyini kapsayan bir alana yayılmışlar. Heradot’a göre kabileler halinde olan Traklar, Hintlilerden sonra dünyada en kalabalık olan halktır. ‘Eğer birleşebilseler ve tek krallıkları olsa yenilmez olurlardı’ diyor. Biz de şimdi ülkemizde, Trakya’da bulunan bu kenti kazarak hem kültür turizmine değişik bir antik kent kazandırmak istiyoruz, hem de bilim tarihinde açık kalan Traklar’ın kökenini ve kimliğini araştırıyoruz. ‘Traklar kimdir ve bir Türk boyu mudur?’ sorularının cevabını arıyoruz. Bu çalışmalarla onlara ışık tutmayı hedeflemekteyiz” dedi.Antik kazı yapılmış alanın akropol denen şehrin en yüksek tepesinde olduğunu kaydeden Prof.Dr. Atik, “100 metreye 300 metrelik bir alanın içerisinde çeşitli sondajlar yaptık. Kazı yaptığımız hiçbir yer boş çıkmadı. Her yerde kalıntılar çıktı” diye konuştu.

 

KAZI ALANI KAMULAŞTIRMA ÇALIŞMALARI BAŞLADI”

Kazı çalışmalarının yapıldığı alanda Tekirdağ Valisi Ali Yerlikaya’nın öncülüğünde kamulaştırma çalışmalarının başladığını dile getiren Prof.Dr. Atik, “En güzel gelişme bundan 2 yıl önce Tekirdağ Valisi Ali Yerlikaya’nın ziyareti ile gerçekleşti. Valimiz Ali Yerlikaya buradaki kültür turizmi potansiyelini hemen fark etti ve kamulaşma çalışmalarını başlattı. Şu anda çok güzel bir noktaya gelindi. Kamulaşma çalışmaları son derece güzel ilerledi ve bir iki aya kadar tamamlanması söz konusu. Kamulaşmanın ardından bu antik kentimizin etrafını çevirerek, daimi bekçi koyarak ve levhalandırarak kültür turizmine kazandıracağız” şeklinde konuştu.Traklar dönemini gün yüzüne çıkarmayı hedefleyen kazı çalışmaları devam ediyor.

Mynet Haber, 30.07.2014

TEKSTİLDE 4 BİN YILLIK MARKA KENT

 

Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, kazı çalışmalarında elde ettikleri bulguların, Denizli’nin tekstilde 4 bin yıllık bir marka olduğunu ve “Moda” kavramının o dönemde günümüze yansıdığını ortaya çıkardığını bildirdi.

 

Şimşek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Laodikya antik kentinden elde edilen buluntuların, geçmişle bugün arasında köprü kurmasıyla çok önemli bir yere sahip olduğunu belirtti.

 

Kazılarda elde ettikleri bulguların, çağdaş Denizli için en önemli ekonomik faaliyetlerinden biri olan tekstilin, kentte binlerce yıl öncesine dayanan bir geçmişe sahip olduğunu ispat ettiğini savunan Şimşek, Laodikya antik kentinde son olarak MS 494 yılındaki depremde yıkılan sütunlu galerilerde yaptıkları çalışmalarda yerin 7 metre altında 2 parça halinde kumaş ortaya çıkardıklarını söyledi.

 

Denizli’nin nemli iklim koşulları itibariyle böylesi bir buluntu elde etmenin çok önemli olduğuna dikkati çeken Şimşek, “Laodikya’daki dokuma ürünlerinin, kazı buluntuları sonucunda tespit edilmesi antik kaynakların verdiği bilgileri teyit eder mahiyette. Bu önemli buluntular geçmişle günümüz arasındaki bağlantıların kurulması bakımından güzel bir örnek teşkil etmektedir. Kazı ekibi olarak böyle güzel sürprizlerle karşılaşmaktan çok mutluyuz” dedi.

 

Tekstilde 4 bin yıllık marka kent

Şimşek, bugüne kadar elde ettikleri bulgular ışığında, Laodikya’da bir tekstil borsasının olduğunu ve tekstilde bir marka olan Laodikya dokumalarının, tüm antik dünyaya ihraç edildiğini dile getirdi.

 

Antik dönemde, Fransa’da Laodikya kumaşlarını satan bir kişinin öldükten sonra mezar taşına, “Laodikya kumaşları satan kişi” olarak yazdırmasının bunun bir ispatı olduğunu ifade eden Şimşek, şunları kaydetti:

“Antik dönemdeki tekstil ürünleri de her kesimden insana hitap edecek şekilde dokunuyordu. Sıradan, orta ve üst gelirli insanların durumuna göre, farklı kumaşlar üretiliyordu. Kazılarda elde ettiğimiz buluntulardan, konfeksiyon teknolojisinin çok geliştiğini tespit ettik. İnsanların günün modasına göre çok kaliteli ürünleri rahat giyilebildiğini, hatta markanın ön planda tutulduğunu gözlemledik. Marka ve Moda, binlerce yıl öncesinden günümüze yansımış durumda. Bu gün de Denizli’den tüm dünyaya çok kaliteli dokuma ürünleri gönderiliyor. Bu yönüyle de geçmişle günümüz arasındaki bağlantılarının oluşturulması açısından önemli bir arkeolojik materyal olduğunu düşünüyorum.”

haberler.com, 30.07.2014

KADİFEKALE YENİDEN HAYAT BULDU

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, MÖ 334 yılında Pagos Dağı'nda Makedonya kralı Büyük İskender'in isteği üzerine yaptırılan tarihi Kadifekale sur duvarlarının restore etti. Uygulamaya konulan proje ile Kadifekale surları onarılarak sağlamlaştırıldı ve temizlenerek kenti kuş bakışı gören, her gün çok sayıda turistin ziyaret ettiği Kadifekale'nin bu çalışmalarla adeta yüzü parladı.


Proje çalışmalarında sanat tarihçisi, malzeme uzmanı, kimya uzmanı, mimar ve restorasyon uzmanı gibi pek çok farklı alanda uzmanlaşmış bir ekip, bin 120 metre sur duvarı, 18 kule ve beş  destek duvarında sağlamlaştırma ve temizleme; 1420 metrelik koruma amaçlı çevre duvarında ise onarım ve tamamlama çalışmaları yaptı. Sur Duvarları restorasyon çalışmasına başlanmadan önce, çok titiz bir çalışmayla sur duvarlarının yüksekliği, yüzeydeki yapıları, çevredeki ağaçlar gibi her şey farklı açılardan ölçüldü. Ayrıca yüzeyde görünen her taş parçası için tam ölçümler yapılıp çizimler buna göre gerçekleştirildi. Malzeme analizi ile sur duvarlarında kullanılan malzemeler net biçimde ortaya konulurken, hangi dönemde surlara ne tür müdahaleler, ekler yapıldığı da bilimsel ve sayısal olarak ortaya çıkarıldı.

 

 

BÜYÜK İSKENDER İSTEDİ
186 metre yüksekliğindeki antik adı Pagos Dağı olan bir tepe üzerinde bulunan Kadifekale, ilk defa MÖ 334 yılında Anadolu'yu Pers egemenliğinden kurtaran Makedonya Kralı Büyük İskender'in (MÖ 356-323) isteği ile yapıldı. Kale, Roma döneminden sonra Ortaçağ'da Timur orduları tarafından 1402'de tahrip edildi; bunu İzmir'deki 1668 yılında olan deprem izledi. Kale'den günümüze pek az kalıntı gelebildi. Günümüze gelebilen kalıntılar, daha çok Ortaçağ'a ait. Ortaçağ kale duvarlarının altında yapılan araştırmalarda ise Hellenistik döneme (MÖ 330-MS. 20) ait duvar kalıntıları ile karşılaşıldı. Günümüze gelen kalıntılardan, kalenin moloz taş, kesme taş ve tuğladan yapıldığı anlaşılıyor.

Hürriyet, Haber: Mustafa Oğuz, 30.07.2014

300 YILLIK DİBEK TAŞI HALEN KULLANILIYOR

 

Kütahya’nın Hisarcık İlçesi Şeyhçakır Köyü'nde bulunan ve halen kullanılan 300 yıllık olduğu tahmin edilen dibek taşı büyük ilgi görüyor.


Tarihe meydan okuyan dibek taşının yaklaşık 300 yıllık olduğunu ve halen içinde buğday dövüldüğünü söyleyen Şeyhçakır Köyü Muhtarı Mehmet Acar, “Köyümüzde yapılan düğün ve hayır yemeklerinde dedelerimizin yaklaşık 300 yıl önce komşu Kırgıl Köyü'nden getirdikleri dibek taşında buğday döverek keşkek yapıyoruz. Günümüzde teknolojinin ilerlemesiyle dibek taşına gerek kalmadı ama geleneklerimizi sürdürmek adına kültür mirasımız olan dibek taşını kullanmaya devam ediyoruz. Yıllardan günümüze kadar onu sakladık ve saklayacağız. Dibek taşı köyümüzün bir simgesi olarak tarihe meydan okumaya devam edecektir.” şeklinde konuştu.

Milliyet, 30.07.2014

KAYA RESİMLERİ İÇİN HAREKETE GEÇTİLER

 

Aydın ve Muğla ili sınırları içinde bulunan Beşparmak Dağları’ndaki (Latmos) dünyada eşi bulunmayan kaya resimlerinin koruma altına alınması için Uluslararası Kaya Sanat Organizasyonları Federasyonu, ilgili bakanlıklarla iletişime geçmeye hazırlanıyor.

 

Geçen hafta Çin’in güneyindeki Guiyang kentinde, Pekin Kaya Resimleri Akademisi’nin organize ettiği, Uluslararası Kaya Sanat Organizasyonları Federasyonu’nun (IFRAO) kongresinde, Beşparmak Dağları’ndaki binlerce yıllık kaya resimleri ele alındı. Kongreye katılan Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (Ekodosd) onursal üyesi Dr. Anneleise Peschlow, taş ocaklarının tehdidi altındaki kaya resimlerini anlattı. Dr. Anneleise Peschlow Aydın ve Muğla İli sınırları içindeki Türkiye’nin batı kıyılarının doğal güzellikleri ve arkeolojik bulgular açısından en zengin yerlerinden biri olan Latmos’taki tarih öncesi kaya resimlerini tanıttı. Dr. Anneleise Peschlow, “Çin’e gelen dünyadaki önemli uzmanlardan oluşan bir kitleye Latmos’taki tarih öncesi kaya resimlerini anlatarak bu çok önemli resimler için en büyük tehdit olan maden faaliyetlerinin durdurulmasına destek istedim. Yaptığım sunum ilgiyle izlendi. Sunumdan sonra bir grup uzman, maden faaliyetlerinin yol açtığı tehlikeler konusunda benimle bir toplantı yaptı. Kongre süresince izlediğim sunumlardaki diğer kaya resimleriyle kıyasladığımda, Latmos’taki kaya resimlerinin tek ve benzersiz olduğunu gördüm” dedi.

 

IFRAO Yönetim Kurulu Başkanı Avustralyalı Robert Bednarik, Fransız Kaya Resimleri Kuruluşu Başkanı Dr. Jean Clottes, Çin’in Kaya Resimleri Araştırma Kuruluşu Başkanı Prof. Zhang Yasha, Hindistan Kaya Resimleri Araştırma Kuruluşu Başkanı Prof. Girijai Kumar, Amerika Birleşik Devletleri’nden Dr. Mavis Greer ve Dr. Anneleise Peschlow’un katılımıyla özel bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantıda maden faaliyetlerinin Latmos’ta yaratacağı tehlikeler için, Ankara’da ilgili bakanlıklarla temasa geçilmesi yönünde karar alındı.

 

MİLLİ PARK ÖNERİSİ

Çin’deki kongrede Latmos’taki kaya resimlerinin büyük ilgi gördüğünü öğrendiklerini söyleyen Ekodosd Başkanı Bahattin Sürücü, kaya resimleri için tüm masraflarını kendi bütçesinden karşılayarak Çin’e giden Dr. Anneleise Peschlow’a teşekkür etti. Sürücü, yetkililerin duyarsızlık ve ligisizliğinden yakınırken, “Kilometrelerce öteden Söke-Bodrum yolundan bile görülebilen, Tekerlek Dağ, Kızlar Sivrisi, Karahasan Sivrisi gibi dağın sembolik kayalarından biri olan Eğilmez Kaya tehlike altına girdi. Söke’nin bir mahallesi haline gelen eski Karakaya Köyü, Latmos’ta en yoğun kaya resimlerinin ve en güzel kayaçlarının olduğu bir bölgedir. Bölgede benzersiz kayaçların yanı sıra, tarih öncesi kaya resimleri ve Bizans Dönemi’ne ait arkeolojik eserler bulunuyor. Kurul kararı olmasına rağmen, bir maden şirketi tarafından Eğilmez Kaya bölgesinde bir yol çalışması başlatıldığı görülüyor. Kayanın olduğu alanda maden faaliyeti yapılacağı yönünde yöre insanlarından bilgi aldık. Bu durumun araştırılması için, Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne başvurduk. Eğilmez Kaya yol çalışmasının durdurulması için talepte bulunduk. Henüz dünyaya tam olarak tanıtamadığımız, dünyadaki kaya resim sanat uzmanlarının yeni farkına vardığı Latmos’un benzersiz kaya resimlerinin korunması için Latmos’un Milli Park olarak ilen edilmesi gerekiyor” dedi.

haberler.com, 30.07.2014

ALİYE BERGER TALİMATLA FAHRÜNNİSA ZEYD OLDU

 

Ankara Resim Heykel Müzesi'ndeki Cihat Burak tablosunun adı değişti. Yıllardır Aliye Berger portresi olarak bilinen resmin adı birden bire Fahrünnisa Zeyd portresi oldu. Yetkililer künye değişikliğinin talimatla yapıldığını söylemekle yetindi.

 

 

Ressam Cihat Burak’ın Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi koleksiyonunda bulunan ve uzun yıllardır sergilenen “Aliye Berger Portresi”’nin adı “Fahrünnisa Zeid Portresi” olarak değiştirildi. Resmi çizen Cihat Burak’ın kitabında o eser için “Aliye Berger Portresi” tanımı yapılmasına rağmen ismin değiştirilmesi tartışma yarattı. Müze yetkililerinden alınan bilgilere göre, isim değişikliği ‘talimatla’ yapıldı.

ÇİZİME TANIKLIK ETTİ
Araştırmacı Taha Toros ise 2002’de yayımlanan bir makalesinde Aliye Berger’in yaşamını anlatırken, Burak’ın o tabloyu çizdiği güne tanıklık ettiğini aktardı. Tüm bu verilere karşın, Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nin yaptığı künye değişikliği tartışma yarattı.
Fotoğraflar incelendiğinde, tablonun Aliye Berger’e daha çok benzemesi dikkat çekiyor. Fahrünnisa Zeid’in otoportresi de (kendisini çizdiği tablo) Cihat Burak’ın tablosundaki karakterle pek benzerlik taşımıyor.

 

 

ŞAKİR PAŞA AİLESİ
Tartışma konusu olan 1970 tarihli portreyi Cihat Burak çizdi. 1915 doğumlu Burak, yaşamını anlatırken mimarlığı geçinmek için, resmi ise sevdiği için yaptığını belirtiyordu. Burak 1994’te yaşamını yitirmesinden 3 yıl önce hayatını ve eserlerini anlattığı kitapta da bu eserinden “Aliye Berger Portresi” olarak bahsediyor. Aliye Berger ile Fahrünnisa Zeid kardeşlerin her ikisi de Türkiye’nin, yaşamını yitirmiş ünlü ressamları. Babaları devlet adamı, asker ve tarihçi Kabaağaçlı Mehmet Şakir Paşa. “Şakir Paşa Ailesi” pek çok sanatçı yetiştirmiş olmasıyla biliniyor. Ünlü yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı da Aliye-Fahrünnisa kardeşlerin ağabeyi. Ressam kardeşlerden Fahrünnisa Zeid, 1901 doğumlu ve Aliye Berger’den iki yaş daha büyük. “Zeid” soyadını Kral 1. Faysal’ın kardeşi ve dönemin Irak Büyükelçisi olan Emir Zeid ile evlendikten sonra aldı. Aliye Berger ise daha çok heykel ve gravürleriyle tanınan bir sanatçı.

Radikal, Haber: Murat Gürgen, 30.07.2014

MODERN VE ÇAĞDAŞ SANATIN İKONLARI ARTINTERNATIONAL'DA

 

 

Andy Warhol’dan David Hockney’e, Banksy’den Damien Hirst’e, günümüz sanatının ikonlaşmış isimleri Andipa Gallery ile birlikte Türkiye’ye geliyor.
 
Bu yıl ikincisi gerçekleşecek uluslararası sanat fuarı ARTInternatioal, modern ve çağdaş sanatın ünlü isimlerini İstanbul’da buluşturuyor. İngiltere’nin en köklü galerilerinden Andipa’nın standında işleriyle yer alacak modern sanatçılar arasında pop art sanatının en önemli temsilcilerinden David Hockney ve Campbell'in çorba konservelerinden Marilyn Monroe’ya, çağımızın popüler ve ikonik isimlerini kullanarak yeniden ürettiği eserleriyle pop art sanatında çığır açmış Andy Warhol yer alıyor.
 
Sanatseverler Andipa Gallery’de ayrıca, çağdaş sanatın ikonik isimlerinin işlerini de görebilme fırsatı bulacak. 20 yıla yakındır ülkesi İngiltere başta olmak üzere pek çok Amerika ve Avrupa ülkesinde şehir duvarlarına yaptığı protest resimleri çok konuşulan, “gerilla sanatçı” Banksy, 21. yüzyıl İngiliz heykel sanatının en önemli isimlerinden Peter Burke, formaldehitte muhafaza edilen ölü hayvan figürleriyle büyük tartışmalar yaratan, Young British Artists grubunun en önemli temsilcilerinden Damien Hirst, etkileyici vazolarıyla tanınan, kadın alter-egosu “Claire” olarak da bilinen ve 2003 Turner Ödülü sahibi Grayson Perry’nin orijinal eserleri fuar boyunca izlenebilecek.
 
ArtInternational sanat fuarı 26-28 Eylül tarihlerinde Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenecek.

Habertürk, 30.07.2014

VALİDEBAĞ KORUSU'NDA TAHSİS BİLMECESİ

 

 

Validebağ Korusu'nda üç ayrı inşaat çalışması devam ederken İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin korunun kendilerine tahsis edilmesi için yaptığı girişimler endişe yarattı.

 

354 bin metrekare alanıyla İstanbul’un Anadolu yakasının ikinci büyük yeşil alanı ve 1. derece doğal sit olan Validebağ Korusu’nda şu an üç ayrı inşaat çalışması yürütülüyor. Yıllardır süren inşaat çalışmaları çevre halkını rahatsız ederken İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin korunun kendilerine tahsis edilmesi için yaptığı girişimler de endişe yarattı. Validebağ Gönüllüleri, korunun olduğu gibi korunması için imza kampanyası başlattı.

 

Mülkiyeti Hazine’ye, kullanımı Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) ait olan koru, 1999 yılında 1. derece doğal sit alanı edildi. Validebağ Korusu için Üsküdar Belediyesi ile bakanlık 2006 yılında temizlik, bakım ve onarım işi için protokol imzaladı. Ancak korunun yapılaşmaya açılacağı ve içinden yol geçirileceği endişesi taşıyan semt sakinleri ayağa kalktı. İstanbul Valiliği yoğun tepkiler üzerine bir açıklama yaparak protokolle korunun Üsküdar Belediyesi’ne devir, tahsis ya da kiralanmasının söz konusu olmadığını, belediyenin koru düzenleme projesini de Koruma Kurulu’na sunacağını bildirdi. Tepkiler üzerine belediye projeyi askıya almak zorunda kaldı, fakat koruda güvenlik görevlileri bulundurmaya devam etti. 2009 yılında Üsküdar Belediyesi koruda koşu parkuru yapmaya başladı. Türkiye ve Avrupa Kros Şampiyonası burada düzenlendi. Bu organizasyonlar koruya büyük zarar verdi.

 

Tahsis başvurusu

İBB de son iki yılda iki kez MEB’e başvurarak korunun kendilerine tahsis edilmesini istedi. Geçen yıl yaptığı başvuru reddedildi ancak en son bu yıl yapılan başvurunun sonucu henüz netleşmedi. Üsküdar Belediyesi de korunun kendisine tahsis edildiğini iddia ediyor. Yıllardır yapılaşma tehdidi ile karşı karşıya olan koruya sahip çıkmak için kurulan Validebağ Gönüllüleri Derneği ise son günlerde gündeme gelen tahsis iddialarına karşı harekete geçti. Dernek Başkanı Arif Belgin, ilçe belediyesinin böyle bir tahsis için başvuruda dahi bulunmadığını öğrendiklerini belirtti. Şu an koru içinde 3 ayrı inşaat çalışması olduğunu anlatan Belgin, “Biri Adile Sultan Kasrı çevresindeki yol düzenleme çalışması. O bölge çok bakımsızdı düzenleme yapılmasını biz de istiyorduk ama her tarafı taşla kaplayıp ağaçları kesmelerini beklemiyorduk” dedi. Yol ve çevre düzenlemesi projesinde olmayan mescit yapımının ve duvar yıkımının da bu çalışma kapsamında gerçekleştirildiğini ifade eden Belgin, “Karşı çıktık ama engel olamadık. Mescit yeri ayrıldı ama yapımı henüz başlamadı. Portatif olacakmış. Buradaki binaların içinde bir dolu boş alan var onlar mescit olarak kullanılabilirdi” diye konuştu. Belgin, Tophanelioğlu Caddesi’ne uzanan duvarların da yıkılıp yeniden yapıldığını aktararak, bu duvarın kısa süre önce tadilat geçirdiğini, iddia edildiği gibi eski ve yıkılmak üzere olmadığını vurguladı. Duvar ile koru içindeki tarihi yapılar arasında görsel uyumun bozulduğunu söyleyen Belgin, “Bembeyaz duvar diktiler yerine. Korunun bütün duvarlarının yıkılacağı söylentisi de var” dedi. 2012 yılında başlayan bu çalışmaların 8 ayda bitirilmesi planlanmasına karşın hala devam ettiğine dikkat çekti. İkinci çalışmanın da koru içinde hastane binalarındaki güçlendirme çalışması olduğunu söyledi. 10 yıl kadar önce İzci Müzesi’ne dönüştürülen av köşkünün de restore edilmeye başladığını belirten Belgin, 3 koldan süren inşaatın koruyu olumsuz yönde etkilediğini vurguladı.

 

1. derece doğal sit alanı olan Validebağ Korusu’nun doğal haliyle korunması için imza kampanyası başlattıklarını duyuran Belgin, 5 günde 1400 imza topladıklarını açıkladı. Gönüllüler 40 bin imza toplamayı hedefliyor. İmzalar, Koruma Kurulu ve MEB’ye verilecek.

Cumuriyet, Haber: Özlem Güvemli, 29.07.2014

ŞEHZADE MEHMET'İN TÜRBESİ ZİYARETE AÇILDI

 

Kanuni Sultan Süleyman’ın 21 yaşında vefat eden oğlu Şehzade Mehmed adına Mimar Sinan tarafından inşa edilen ‘Şehzade Külliyesi Türbeleri’ Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılan restorasyonun ardından Cumhuriyet tarihinde ilk kez ziyarete açıldı.

 

Şehzade Külliyesi içinde yer alan ve restorasyonu tamamlanan türbelerin içinde Şehzade Mehmed Türbesi’nin yanı sıra Şehzade Mahmud Türbesi, Hatice Sultan Türbesi, Fatma Sultan Türbesi, Rüstem Paşa Türbesi, Bosnalı İbrahim Paşa Türbesi, Destari Mustafa Paşa Türbesi ile eşi Ayşe Sultan’a ait 2 ahşap sanduka ile üç çocuk lahdi bulunuyor.

Zaman, Haber: Ali Cansev, 29.07.2014

KAPADOKYA'NIN 11 BİN YILLIK KÖYÜ'NDE KAZILAR 25. YILINDA

 

 

Kapadokya’da günümüzden 11 bin yıl önce yerleşimin başladığı ilk köy olan Aşıklı Höyük’te arkeolojik kazı çalışmaları 25. yılında uluslararası uzmanların katılımıyla devam ediyor.

 

Aşıklı Höyük’te kazı çalışmaları 1989 yılında Prof.Dr. Ufuk Esin tarafından başlatıldı, şimdi ise çalışmalar Prof.Dr. Mihriban Özbaşaran başkanlığında devam ediyor.

 

Aşıklı Höyük, bugüne kadar gerçekleştirilen arkeolojik kazılarla Anadolu ve dünya tarihine ışık tutuyor. Orta Anadolu’da yerleşik hayata geçiş günümüzden 11 bin yıl önce başlarken, Aşıklı Höyük’te ilk köy kurularak Kapadokya medeniyetinin temelleri atıldı. Aşıklı halkı Orta Anadolu’da ilk yerleşme, tarım, madencilik, beyin ameliyatı gibi teknolojik ve bilişsel gelişmelerin öncüsü oldu.

 

Arkeolojik kazıların 25. yılında 11 bin yıllık yerleşmenin en alt tabakaları araştırılıyor.

 

Mimarlık tarihi açısından çok önemli olan bu araştırmalarda üç yapı dikkati çekiyor. En eski yapılar ağaçla sazın birlikte örülerek yapıldığı küçük çit benzeri kulübeler. Bu yapılar, hayvan barınağı, depo gibi çeşitli amaçlarla kullanılmış. Bu tabakanın üzerinde yuvarlak planlı barınaklar, en üstte ise dörtgen planlı toprak zemin üzerine yapılan konutlar yer alıyor.

 

Höyük girişindeki deneysel evler, ziyaretçilere sergilenirken, arkeologlar da bu yapı tekniğinin birebir uygulamasını gerçekleştirerek bir barınak yapmanın ne kadar zaman aldığını, iş gücünü ve malzemeleri araştırmaya devam ediyor.

 

Aşıklı Höyük’te ayrıca, koruyucu çatı yapısı içindeki yürüme yollarının yapımı sürüyor. Ağustos ayında tamamlanacak yürüme yollarından sonra ziyaretçiler kazı alanı içini de gezebilecek. Bunun dışında atölye çalışmaları ve araştırmalar da devam ediyor.

 

Aşıklı Höyük’te çalışmalar uluslararası uzmanların katılımıyla devam ederken, 32 kişilik bir arkeolog ekibine ek olarak Kızılkaya Köyü’nden 30′a yakın kişi de görev alıyor.

haberler.com, Haber: Murat Öner Taş, 29.07.2014

TROYA MÜZESİ ANTİK KENTİN KADERİNİ DE DEĞİŞTİRECEK

 

Çanakkale merkeze bağlı Tevfikiye Köyü sınırları içinde bulunan ve her sene 500 binden fazla kişinin ziyaret ettiği Troya antik kentinin geleceğinin, yapımına yıl başında başlanan Troya Müzesi ile değişmesi bekleniyor.

 

Homeros’un destanı İlyada’da yer alan Truva Savaşı’nın yapıldığı yer olarak da bilinen antik kentte yıllık ziyaretçi sayısının 1 milyonu geçmesi, yurt dışına kaçırılıp 44 ülkeye götürülen hazinelerin Türkiye’ye iade edilmesi hedefleniyor.

 

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Kültür ve Turizm Bakanlığınca bir yarışmayla belirlenen proje çerçevesinde yıl başında başlanan Troya Müzesi inşaatında yüzde 50′lik bölüm tamamlandı.

 

Maliyeti 22 milyon lira civarındaki müze, 3 bin metrekaresi sergi salonları olmak üzere 10 bin metrekare kapalı alana sahip olacak.

 

Troya Ören Yeri ve Çanakkale’de yer alan kazılarda bulunan arkeolojik eserlerin de çağdaş müzecilik anlayışına uygun olarak sergileneceği müzenin yapımının yıl sonuna kadar tamamlanması öngörülüyor.

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütünce (UNESCO) 1998 yılında “Dünya Kültür Mirası Listesi”ne dahil edilen, 5 bin yıllık geçmişe sahip Troya antik kentinin önemi, müze projesi tamamlandığında artacak.

 

Yurt dışına kaçırılan eserlerin iadesi

Çanakkale Kültür ve Turizm Müdür Vekili Özcan Alarslan, Troya’nın dünya için önemli bir antik kent olduğunu söyledi.

 

Bu bölgenin, dünyada tanınan önemli yerler arasında bulunduğunu belirten Alarslan, uzun süredir yapımı beklenen ve hazırlanan proje kapsamında Troya Müzesi’nin tamamlanmasıyla antik kentin geleceğinin değişeceğini anlattı.

 

Müzenin il turizmine sağlaması beklenen katkılara değinen Alarslan, şöyle konuştu:

“Yıllık ziyaretçi sayısının iki kat artarak 1 milyona ulaşması bekleniyor. 1873′te Heinrich Schliemann’ın çeşitli yollarla yurt dışına kaçırdığı 8 bin parça eser, Moskova’daki Puşkin Müzesi’nde bulunuyor. Troya Müzesi’nin kurulmasıyla bu eserlerin Türkiye’ye iadesi söz konusu olacaktır. Tabii çeşitli yollarla 40 ülkeye kaçırılan eserlerin de dönüşü bekleniyor. Bu eserler halen çeşitli müzelerde sergileniyor ya da sergilenmek üzere depolarda tutuluyor. Bu geri dönüş, Çanakkale’nin Kazancı demektir. Troya Müzesi’yle yurt dışına kaçırılan eserlerimize tekrar sahip olmak, Çanakkale’nin turizm sirkülasyonunu da etkileyecek, Çanakkale’ye büyük kazanımlar sağlayacaktır. Antik kentin kaderi de buna bağlı olarak değişecek, güzelleşecek, gelişecektir.”

haberler.com, Haber: Burak Akay, 29.07.2014

SIVANIN ALTINDAN 600 YILLIK TARİH ÇIKTI

 

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütünün (UNESCO) Dünya Miras Listesine dahil edilen sultan külliyelerinden biri olan 6 asırlık Muradiye Külliyesi'ndeki 2. Murad Cami'nin restorasyonunda, Barok sanatının etkisiyle üstü yaklaşık 150 yıl önce sıvayla kapatılan, 700-800 metrekare Osmanlı erken dönem kalem işçiliği ortaya çıkarıldı.

 

Külliyedeki türbelerin restorasyonu sırasında da bir süre önce aynı durumla karşılaşan ve Osmanlı erken dönem tezyinatlarının üstündeki sıvayı kaldıran uzmanlar, titiz bir çalışma sonucunda tarihi camiyi de orijinal yapısına kavuşturdu.

 

Bursa Vakıflar Bölge Müdürü Mürsel Sarı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tarihi caminin projelerinin 2011 yılı içinde hazırlanıp, Anıtlar Kurulu'ndan onay alındığını, Mayıs 2012'de yapılan ihalenin ardından da çalışmalara başlandığını hatırlatarak, camide yaklaşık 2 yıllık bir zaman içinde çok uzun detaylı çalışmalar yapıldığını belirtti.

 

Barok sanatının etkisi altında, Osmanlı erken dönem kalem işçiliğinin üzerine 1800'lerin sonlarında kapatılan sıva ve Barok desenlerin, raspalanarak kazıldığını anlatan Sarı, şunları kaydetti:

"Bu çalışmalarda 700 metrekareyi aşkın, 800 metrekareye yakın kalem işleri ortaya çıkarıldı. Daha önce bunların üzeri sıva ile kapatılmış. Keza aynı durum şu anda onarımları devam eden, yine bu caminin avlusunda, külliye içinde bulunan türbelerde de söz konusu. Tabii bunlar çok uzun süreci gerektiren çalışmalar. Bunların birebir röleveleri alınarak, ayrıca bu kalem işleri paftalarının da kurul onayları gerekiyor ve bunlarla ince fırçalarla çalışılarak, bakıldığında görülecektir ki orijinal eski halleri de çıkarıldı, onlar da bırakıldı bozulmamış olanlar."

 

- "600 yıllık bir eserden bahsediyoruz"

Sarı, restorasyon için 2 yılın uzun bir süre gibi geldiğini ancak bistüri ve ince fırça uçları kullanılarak, Osmanlı erken dönem kalem işçiliğinin gün yüzüne çıkarıldığını ifade ederek, "600 yıllık bir eserden, bunu geleceğe taşımaktan bahsediyoruz. Dolayısıyla çok itinalı çalışmak zorundayız. Böyle bir eser başka bir yerde yok. 'Pardon biz hata yaptık' deme lüksümüz de yok. Onun için itinayla çalışmak gerekiyor" değerlendirmesinde bulundu.

 

Cami duvarlarını süsleyen 160 metrekare İznik çinilerinin yüzey temizlikleri ve arkalarında boşalan çimento harçlarının yerine Horasan harcının enjeksiyonunun itinayla yapıldığını belirten Sarı, kündekari tekniğiyle (geometrik ahşap parçalar ile bunları birbirine bağlayan oluklu ahşap kirişlerin tutkal ya da çivi kullanılmaksızın iç içe geçirilerek eserin tamamlanması) yapılan kapısının  da elden geçirildiğini bildirdi.

 

Sarı, Muradiye Külliyesi'nin çok önemli bir mekan olduğunu, UNESCO Dünya Miras Listesi'ne giren sultan külliyelerinden birinin de Muradiye Külliyesi olduğuna dikkati çeken Sarı, bundan sonra koruma dengesini daha iyi yürütmek ve gelecek nesillere taşımak gerektiğini vurguladı.   

Sarı, 2. Murad Cami'nin yaklaşık 1 milyon 400 bin liraya mal olduğunu kaydetti. 

 

- Külliyedeki türbelerin restorasyonunda aynı durum yaşanmıştı

Bursa Büyükşehir Belediyesinin hazırladığı restorasyon projesi kapsamında, türbelerdeki Barok desenlerle süslenmiş sıvayı fark eden uzmanlar, yaptıkları sondajla gizli kalmış tarihi değeri ortaya çıkarmış, yaklaşık 150 yıllık olduğunu tespit ettikleri sıvayı kaldırınca yaklaşık 6 asır yıl önce işlenen motiflerle karşılaşmıştı.

 

Avrupa'da 17'nci yüzyılda yaygınlaşan Barok sanatının etkisi altında, Osmanlı erken dönem tezyinatının (bezekler, süsler) üzerine kapatılan sıva ve desenler, raspalama yapılarak çıkarıldıktan sonra bistüri gibi aletler kullanılarak titiz bir çalışmayla temizlenmiş, bunun ardından orijinal Osmanlı motiflerinin yıpranan bölümleri, kök boyalarla aslına uygun şekilde onarılmıştı.

 

- Muradiye Cami ve Külliyesi

Bulunduğu semte adını veren Muradiye Külliyesi içindeki cami, 2'nci Murad tarafından 1424-1426 yılında "Ters T" planlı olarak yaptırıldı. Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait cami, İznik Çinileri, Edirnekari tavan süslemeleri ve özellikle girişte bulunan Kündekari tekniğiyle yapılan ahşap kapısıyla dikkati çekiyor.

 

Muradiye Külliyesi'nde, 2. Murad Cami'nin dışında medrese, hamam ve imaret ile "2'nci Murad, oğulları Alaaddin ile Ahmed, Fatih'in annesi Hüma Hatun, oğlu Cem Sultan, eşlerinden Gülşah Hatun, ebesi Ebe Hatun (Gülbahar Hatun), 2'nci Bayezid'in eşleri Şirin Hatun ile Gülruh Hatun, oğlu Mahmud, gelini Mükrime Hatun, Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu Mustafa'nın yanı sıra saraya mensup kimselerin naaşlarının gömüldüğü Cariyeler ve Saraylılar türbeleri bulunuyor.

Bursa'da Bugün, 29.07.2014

TRİPOLİS ANTİK KENTİNDEKİ PAZAR YERİ AÇILMAYI BEKLİYOR

 

 

Denizli Valisi Abdülkadir Demir, Tripolis antik kentinde bulunan bin 500 yıllık pazar yerinin yapılan restore çalışmalarının ardından yeniden pazar yeri olarak kullanılabilmesi için çalışma yürüttüklerini söyledi.


Buldan İlçesi'nde yer alan Tripolis antik kentindeki çalışmalar devam ediyor. Denizli’de Laodikya ve Hierapolis antik kentinden sonra çalışmaların hızlı ilerlediği üçüncü yer olan antik kentteki kazıda, Pamukkale Üniversitesi arkeoloji Bölümü’nden Yardımcı Doçent Dr. Bahadır Duman görev alıyor.


Denizli Valisi Abdülkadir Demir de antik kentte yürütülen çalışmaları yerinde inceledi. Yürütülen çalışmaları inceleyen Vali Demir bin 500 yıllık kapalı pazar yeriyle özel olarak ilgilendi. Pazar yerindeki odalara giren ve duvardaki resimleri inceleyen Vali Demir, arkeoloji ekibini yaptığı çalışmalardan dolayı tebrik etti.


Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Yardımcı Doçent Dr. Bahadır Duman, antik kentte yürütülen çalışmalar hakkında bilgi vererek, "Tripolis antik kentinde çalışmalar 3 farklı alanda devam ediyor. Ana caddemiz var. Bu caddenin sağ ve solunda sütunlar var. Bu sütunların arasına da heykeller yerleştirmişler. Bunlardan bazılarını bulduk ancak daha fazla olduğunu düşünüyoruz. Su depoları mevcut. Bin 500 yıllık su depolarını ortaya çıkarmak için de çalışıyoruz. Ayrıca da diğer tarihi eserlerin bulunması için çalışma yürütüyoruz’’dedi.

 

"BİN 500 YILLIK PAZAR YERİNİ YENİDEN KULLANMAYI AMAÇLIYORUZ"

Denizli Valisi Abdülkadir Demir ise çalışmaların olumlu ilerlediğini belirterek, "Tripolis, antik çağda Laodikya, Hierapolis ile birlikte var olan şehirlerden bir tanesidir. 3 yıl önce müze kazısı olarak onayını aldık. Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden hocamız burada kazının başında bulunuyor. Geçen yıl bu antik kent için 1 milyon 200 bin TL kaynak aktarıldı. Buranın kaynak anlamında bir sıkıntı yok. Bu antik kentin en önemli özelliği toprak dolgu olması. Toprağı kaldırdıkça eserler ortaya çıkıyor. Bulunan eserler de çok sağlam halde oluyor’’dedi.


Pazar yerinin bölgeye hareketlilik getireceğini kaydeden Demir, ‘"Burada antik dönem pazar yeri tespit edildi. Hemen çalışmalara başlandı ve gereken çalışmalar yapıldı. Biz bu antik kentte bulunan bu bölgeyi günümüzde de pazar yeri olarak kullanmak istiyoruz. Bunun için de Buldan İlçesi'ndeki buldan bezlerini kullanabiliriz. Bu sayede turist artışı da sağlayacağımızı düşünüyorum’’ diye konuştu.

Milliyet, 29.07.2014

O AĞACIN ALTI

 

Güne her zamanki gibi kahvemle başlamıştım.


Cumhuriyet gazetesinin ikinci sayfasında Özgen Acar’ın yazısını okurken o kelimeye takıldım. “Dilek ağacı...”


Yazı, 20 Temmuz’da kaybettiğimiz büyük arkeolog Dr. Klaus Schmidt’le ilgiliydi.


Arkeoloji konularında uzman gazeteci Özgen Acar, Göbeklitepe’nin hikayesini çok güzel yazmıştı. Bu diziyi hazırlamaya o gün oturup karar verdim.


İlk işim Türkiye’nin en iyi rehberlerinden biri sayılan Saffet Emre Tonguç’u aramak oldu.
Süre çok kısaydı ve Hürriyet okurlarının bu müthiş hikayeyi bayramda okumasını istiyordum.
Göbeklitepe’deki kazılar hakkında çok şey yazıldı.


Üç gün boyunca okuyacağınız bu dizi tabii ki, benim gazeteci bakış açım ve hikaye anlatıcılığımın ürünü.


Ama Klaus Schmidt gibi ben de Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan bulguların insanlık ve inançlar tarihi konusunda birçok şeyi değiştirebileceğine inanıyorum.


İşte size bayram boyunca okuyabileceğiniz, müthiş bir arkeoloji thriller’ı...

 

1. GÜN

 

Vazonun içindeki toprağın sırrı

-25 Temmuz 2014 günü, yani geçen cuma günü saat 14’te Almanya’nın Diebach kasabasının Gartenfeldweg mahallesinin küçük kilisesinde mütevazı bir tören vardı.


Törene küçük bir arkadaş ve aile grubu katılmıştı. Küçük kalabalık önce, ölen arkadaşlarının anne ve babasının yaşadığı evin arka tarafındaki bahçede buluşmuşlardı.


Uğurladıkları arkadaşları bu bahçeyi çok seviyordu ve belki de onu insanlık tarihinin en ilginç buluşlarından birine götürecek olan yol, o bahçede kurulan hayallerle başlamıştı.


Bir Ferzan Özpetek filmini hatırlatan arkadaş grubu, kasabanın küçük mezarlığına doğru hareket ettiğinde, siyah takım elbiseli bir adamın elindeki küçük vazo kimsenin dikkati çekmedi.


Yeşil suni bir zeminin ortasına açılan boş mezar, ondan tam 51 yıl öncesi başlayan gizemli bir yolculuğun son durağıydı.


Elinde kavanozu tutan adam, yavaşça mezara yaklaştı ve bir süre durdu.


Elindeki vazo kutsal kase gibiydi.


İnsanlığın inanç tarihini değiştirebilecek olan bilgiler belki de bu vazonun içindeki toprakta saklıydı.


Daha doğrusu, o toprağın alındığı “O ağacın altında”...


O gün toprağa verdikleri insan, hayatının önemli bir kısmını o ağacın altındaki sırrı çözmeye harcamıştı.



 


51 YIL ÖNCE GENÇ BİR ARKEOLOG O AĞACA BAKIYOR VE ‘BİR TUHAFLIK VAR’ DİYOR

Diebach’taki cenaze töreninden 51 yıl önce, 1963 yılında...
Chicago ve İstanbul üniversitelerinin arkeoloji bölümlerinden oluşan bir karma arkeolog heyeti Şanlıurfa’ya geldiğinde, herkes bunun rutin bir inceleme olduğunu düşünüyordu.


Arkeologlar eskiden beri Bizans arkeolojisi ile ilgileniyorlardı ve aradıkları şey de buydu.
O gün Şanlıurfa’nın 10 km uzağındaki tepeye geldiklerinde dikkatlerini çeken ilk şey, bir ağaç oldu.


Bomboş bir arazide tek başına duran ağacın etkileyici bir görüntüsü vardı. Bir dut ağacıydı ve bölgede “Dilek ağacı” olarak biliniyordu. İnsanlar çok eskiden beri oraya geliyor ve dilek tutuyordu.


Arkeologlar ağacı incelerken, içlerinden birinin gözü hemen ilerdeki küçük bir tepeye takıldı.
Tuhaf bir görüntüsü vardı. Toprağın dokusu değişikti. Altında bir şey saklıyor gibiydi. Bir süre incelediler ve hafifçe kazdılar.


Buldukları ilk şey, küçük kireç taşı parçacıklarıydı. Chicago Üniversitesi arkeologları bir süre sonra ülkelerine dönüp, gezi raporlarını yazdılar.


Raporun o tepeyle ilgili bölümünde yazılanın özeti şuydu: “Kayda değer bir bulguya rastlanamadı. Burası muhtemelen bir Bizans ileri karakoluna ait. Bulduğumuz kireçtaşları ise muhtemelen mezar taşıdır.”


Dosya kapatıldı.


Tepedeki ağaç ilk işaretini vermişti ama ağacın altındakiler bunu almamışlardı.

25 yıl sonra pulluğa takılan ikinci işaret

-Şavak Yıldız için “O ağacın altında doğdu” denilebilirdi. Gerçi yaşadığı köy, bu tepeye 5 kilometre uzaklıktaydı ama o tepeyi herkes gibi çok iyi biliyordu. Ailesi kim bilir kaç nesildir orada yaşıyordu.


1988 yılında, bir sabah her zaman çalıştığı tarlaya giderken, insanlık tarihi ile ilgili bir işareti alacağı aklına bile gelmemişti. Tarla, yeğeni Mahmut Yıldız’a aitti. O yıl arpa ekeceklerdi.
Tarlayı sürmeye başladığında güneş yavaş yavaş büyüyordu. Üçüncü sıraya geldiği zaman, pulluğun bıçağına çarpan sert şeyin çıkardığı sesi işitti. Önce bir şey göremedi. Sonra eliyle toprağı eşelemeye başlayınca, o sert şey parmaklarına dokundu.


İki eliyle kazıp biraz derine inince, ikinci bir cisim daha göründü. Heykele benzeyen iki şeydi. Çıkardı, üzerindeki toprağı eliyle sildi. Bir süre oyalandı ve sonra yine tarlayı sürmeye devam etti.
Hava kararmaya başlayınca, bulduğu iki heykeli alıp eve getirdi. Yeğenleri ve öteki akrabaları bir süre baktılar. Aralarından biri gidip antikacıya satmayı teklif etti. Ancak Şavak Yıldız kararlıydı.
“Yarın götürüp bunu müzeye teslim edeceğim” dedi. “Sen deli misin” dediler. “O kadar yol...”
Ertesi sabah yola çıktığında, belki de bir ödül alabileceği umudunu taşıyordu.

 

Müze müdürü de ikinci işareti anlamıyor

-Şanlıurfa köye 10 kilometre kadar uzaklıktaydı. Bugün için yarım saatlik yol, at arabasıyla çok uzun süre alıyordu.


Şavak Yıldız Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’ne girerken, biraz sonra tuhaf bir cevap alacağını aklına bile getirmemişti.


Müze müdürü Adnan Mısır üstü başı toz içindeki köylünün elindeki iki heykeli inceledikten sonra, “Bunlar hiçbir işe yaramaz, al götür” dedi.


Şavak Yıldız bozulmuştu.
“Ben bunları ne yapayım. Alın sizde kalsın” deyip ayrıldı.


Köyüne dönerken, insanlık tarihini değiştirebilecek bir işareti Şanlıurfa Müzesi’ne taşıdığının farkında değildi. “Dünyayı değiştiren adam” olmak ise aklından bile geçmeyecek bir şeydi.


O kapıdan çıkarken, müze müdürü masanın üzerinde duran heykellere baktı ve bir görevliye seslendi:
“Alın bunları depoya atın...”


Ağacın altından gelen ikinci işareti onlar da görmemişti.


Esrarengiz heykeller, bir Indiana Jones filmindeki gibi karanlık bir depoda, o işareti alacak kişiyi beklemeye başlamışlardı.


İşaret 6 yıl sonra, Berlin’de iki katlı bir binanın altındaki kütüphanede alınacaktı.

 

Altı yıl sonra bir adam o işareti alıyor ve yola çıkıyor

-Alman Arkeoloji Enstitüsü, Berlin’in Dahlem bölgesinde yan yana üç binadan oluşuyor.
Dört dönüm arazi üzerine kurulu binalar, eski Yunan ve Osmanlı mimarisinden esinlenerek yapılmış.


Enstitü başkanının da oturduğu ana binanın altında büyük bir kütüphane var.


1994 yılında o kütüphanenin üst katındaki küçük odalardan birinde oturan adam elindeki raporu okuduktan sonra, “Bu doğru olamaz” dedi.


Adamın adı Klaus Schmidt’ti. 41 yaşındaydı. Bir arkeolog için çok genç sayılabilecek bir yaştı.


Birkaç gün önce eline tesadüfen bir rapor geçmişti. Rapor, Chicago Üniversitesi arkeologlarınca hazırlanmıştı.


Raporda yazılan bütün ayrıntıları tek tek okumuş, sonuna geldiğinde o cümleye takılmıştı: “Bu bulgular bir Bizans ileri karakoluna ait olabilir.”


O bulgulardan sonra “Kayda değer bir şey yok” sonucuna ulaşılmasına şaşırmıştı.


O bölgeyi daha önceden biraz biliyordu. Bulunan şeylerin Bizans kalıntısı olması mümkün değildi.
İçindeki ses ona, “Hayır burada çok önemli bir şey var” diyordu.


“Hemen kalkıp oraya gitmeliyim” dedi.


Şanlıurfa’daki o ağacın altından gelen işaret, nihayet adresini bulmuştu.


İnancın ilk Big Bang’i ve ilk kara delik orada mı meydana geldi

-Klaus Schmidt bir hafta sonra Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nden içeri girerken, insanlık ve dinler tarihinde birçok şeyi değiştirebilecek yolculuk başlıyordu.


Tepedeki ağaç nihayet sesini bir insana duyurabilmişti.


İnsanlık tarihinin ilk ilahi mesajı belki de o ağacın köklerinden geliyordu.


Prof. Klaus Schmidt emindi. Tepedeki o ağaç, insanlığa ait en büyük sırrı saklıyordu.

Dinlerin ve inancın sırrını...

 

“İnancın Big Bang’i orada meydana gelmiş, kara deliği orada oluşmuştu.”
Kim bilir belki de Hazreti İbrahim’i o topraklara çağıran ilahi ses de o ağacın altından gelmişti.
Bir yıl sonra o inançla toprağı kazmaya başladıktan bir süre sonra öyle bir şeyle karşılaşacaktı ki, dünyadaki bir çok arkeoloğun ve komplo teoricisinin gözü buraya dönecekti. On bir bin yıldır sessizliğini koruyan Göbeklitepe, ilk defa ses veriyordu.


İŞARETİ ANLAYAN ADAM

 



Geçen cuma günü Almanya’nın küçük bir kasabasındaki kilisede bir tören vardı. Kilisede İsa heykelinin yanına, başında Güneydoğu poşusu olan bir insanın fotoğrafı konulmuştu. O insan, Göbeklitepe’deki ağacın altından gelen mesajı alan Dr. Klaus Schmidt’ti.


İKİNCİ İŞARETİ ALAN ADAM




Şavak Yıldız o yörede yaşayan bir köylü. 1988 yılında bir sabah tarlayı kazarken pulluğuna takılan şeyi, ilahi bir işareti bulmuş, ama ne olduğunu anlamamıştı.

Hürriyet, Yazı: Ertuğrul Özkök, 28.07.2014

 

******


KOZMİK İŞARET

 

Şanlıurfa Müzesi, yenisi yapılmak üzere kapatılmadan önce, ziyarete açılan bölümünü gezen kadın, bir heykelin karşısında durdu.

Üst kısmı aslan başı şeklinde olan 1 metre 90 santim yüksekliğindeki bu heykelin, orta kısmı bir insan tasviriydi.
Alt kısmında ise bir bebek vardı.
Heykelin çevresini bir yılan sarmıştı.
Ziyaretçi bu heykeli uzun uzun seyretti, sonra başka tarafa geçti.


Biraz önce uzun uzun baktığı toteme benzeyen heykel o kadar etkileyiciydi ki, aynı müzedeki, taş üzerindeki tuhaf bir kabartma dikkatini çekmedi.


Oysa, Dr. Schmidt, o kabartmayı bulduğunda muhtemelen şöyle haykırmıştı:
“Aman Allah’ım, burası orası, bu ağaç o ağaç...”


UZAY TASARIMI GİBİ İÇ İÇE DAİRELER





Dr. Schmidt 1994 sonbaharını, o bölgede dolaşarak geçirdi.
Bir yıl sonra kazılara başladığında daha ilk gün işinin ne kadar zor olduğunu anlamıştı.


Arkeolojik kazı, inşaat şantiyesi değildi. Her avuç toprağı, neredeyse elle kazımak gerekiyordu.
Yoksa 11 bin yıl toprağın altında kalan bütün ilahi işaretler bir anda gidebilirdi.


İlk umut, 1990’ların sonlarına doğru geldi.


Kazdıkları topraklarda birtakım daireler ortaya çıkmıştı. Daireler, 1970’li yıllarda bütün dünyada büyük ilgi uyandıran Daniken’in “Tanrıların Arabaları” adlı fantastik kitaplarındaki şekilleri andırıyordu.


Bunlar iç içe dairelerdi. Sanki bir uzay tasarımı gibiydi.


Sonra o taşlara ulaştılar.


Birbirinin yanına dizilmiş taşlar.


Dr. Schimidt İngiltere’deki ünlü Stonehenge taşlarını düşündü.


Tuhaf bir iz üzerindeydi ve ilk defa tezlerinin doğru olabileceği duygusunu taşımaya başladı.


Sonra yavaş yavaş, o müthiş işaretler ve her bir işaretten sonra da henüz cevabı verilemeyen o sorular geldi...


Acaba...

 

PEKİ AMA 16 TON TAŞI BURAYA KİM TAŞIDI

 




Bulunan taşlar “T” şeklindeydi.
Boyları 5.4 metreydi.
Kollarını açıp yan yana duran insanlar gibiydiler.
Ve hepsinin yüzü önlerindeki dairelere bakıyordu.
O dairelerde bir şey vardı ve o taş insanlar, dairelerin merkezindeki “o şeyin” pervaneleri gibiydiler.
Onun cazibesine kapılmışlardı.


Sorular gittikçe derinleşecek, maddi bulgularla metafizik sorular birbirine karışacaktı.


Ama önce cevabı verilmesi gereken fiziki bir soru vardı.
Bu taşları oraya kim, nasıl getirmişti...
Basit bir soru gibi görünüyordu, ama cevabı kendisi kadar basit değildi.
Taşların ağırlığı 16 ton civarındaydı.


Tarih kitapları ve arkeoloji bilimi, yük hayvanlarının evcileştirilmesi hakkında kesin bir bilgiye sahip değil. Bilinen tek bilgi, eşeğin, MÖ 3000 yıllarında Mısır’da yük hayvanı olarak kullanıldığıydı.


Yani MÖ 8 bin yıllarına uzanan bu topraklarda yük hayvanlarının evcilleştirildiğine dair yeterince güçlü kanıt yoktu.


Bu kadar ağır taşı insan da kaldıramayacağına göre, 16 tonluk blokları oraya kim taşımış ve dikmişti...


Taşlar sanki ilahi bir güç tarafından taşınıp oraya konmuştu.

 

Çevrede hiç insan yoksa bunları kim inşa etti

 

 

Bir soru daha vardı.
Yapılan kazılarda, daireler, “T” taşları bulunmuştu ama bir şeye ait hiç iz yoktu.
İnsana...


Ne kadar geriye gitseler de oralarda insanın yaşadığı ve yerleştiğine dair bir ize rastlamamışlardı.
Ev duvarı yoktu. Ateş yakılıp yemek pişirilecek bir ocak izi yoktu.
Ayrıca bölgede su kaynağı da yoktu. En yakın su, 5 kilometre ötedeydi.


Öyleyse, insanların yaşamadığı bu bölgedeki dairelerin ve “T” taşlarının anlamı neydi ve onları oraya kim, ne için yerleştirmişti.


Fiziki sorular çoğaldıkça, mistik sorular da çoğalıyor ve bilimsel cevap bulmak güçleşiyordu.


Sonra bir gün daha eski dönemlere ait tabakalara indiler ve o çok acayip durumla karşılaştılar.

 

BİRİLERİ ALT KATMANLARDAKİ BİR ŞEYİN ÜSTÜNÜ ÖRTMEK Mİ İSTEDİ

Burada yatay kazı yapıyorlardı.


Daha eski dönemlere gittikçe, karşılarına şöyle bir durum çıktı:
İç içe çok daire vardı.
Belli aralıklarla, o dairelerin üstleri toprakla örtülmüş ve başka daireler inşa edilmişti.
Eski daireler sağlam dururken, niye yeni daireler inşa edilmişti...
Acaba altta saklanmak, üzeri örtülmek, gizlenmek istenen bir şey mi vardı...


Daha bu sorunun cevabını vermemişken, karşısına bir başka soru daha çıktı.
Taşların üzerindeki hayvanların hepsinin iki ortak özelliği vardı...

 

BU ERKEKLERİN DİŞİLERİ NEREDE

Daha ortaya çıkardıkları ilk taştan itibaren şunu fark etmişlerdi.
Burası bir hayvanlar kozmosuydu.
Taşların üzerinde çok sayıda hayvan kabartması bulunuyordu.
Buldukları hayvan kabartmaları ise akrep, yılan, aslan, kartal, yabandomuzuydu...


Aşağılara doğru indikçe, kazıya katılanlar şunu fark etmişlerdi.
Bunların hepsi ölümcül hayvanlardı.
Yani, ya yukarıdan saldırıp alan götürenler, ya zehirleyip öldürenler, ya saldıranlar ya da parçalayanlardı.


Tabii, Anadolu gibi bir arkeoloji cennetinde, taşların üzerinde hayvan kabartmalarına rastlamak öyle şaşırtıcı bir şey değildi.
Sıradan bir şey deyip geçebilirlerdi.


Ama alt katmanlara doğru indikçe, kendilerini çok şaşırtan bir durumla karşılaştılar.
Buldukları kabartmalardaki bütün hayvanların hepsi erkekti...
Peki öyleyse bu erkeklerin dişileri neredeydi...


Bu sorunun cevabını bir öğleden sonra, daha altları kazdıklarında önlerine çıkan bir taş plaketin üzerinde bulacaklardı.


Plaketi görünce, hayretler içinde kalmışlardı.


Ama o taş tabletin üzerindeki desene gelmeden önce, Dr. Schmidt’i çok şaşırtan bir başka keşfe dönelim.

 

EN ALTTAKİ KABARTMALARI YAPAN MÜKEMMEL SANATÇI KİMDİ
2000’li yılların ortalarından itibaren o ağacın köklerinin epey derinlerine inilmişti.


Daireler daireleri izliyor ve sanki her şeyin başladığı ilk daireye doğru gidiyorlardı.


İşte o günlerde çok çarpıcı bir şeyin farkına vardılar.


Üst katmanlarda buldukları taş anıtların üzerindeki hayvan desenleri çağlarına göre normaldi. Yani çok uzman ve becerikli bir artistin elinden çıkmış gibi değildi. Çok eski mağaralarda bulunan duvar resimlerini andırıyordu.


Ancak ulaşılabilen en alt katmana inildiğinde hayretler içinde kaldılar.


Çünkü zamanımızdan 11 bin yıl önceki bu tabletlerin üzerindeki desenler mükemmeldi.

Sanki usta bir sanatçının elinden çıkmıştı.


Ayrıca “T” taşlarının işçiliği de mükemmeldi.


Bu arada “T” taşlarının bir başka özelliğini daha keşfetmişlerdi.
Kılıcı andıran dikmelerin hepsinde ortak bir oran vardı.
Eni, kalınlıklarının en az 5 katıydı.
Acaba bu oran da “Pi” gibi bir şeyi mi ifade ediyordu.


O andan itibaren düşünmeye başladılar.
En baştaki bu “mükemmel sanatçı” kimdi...
İnsan eli, ondan binlerce yıl sonra çok daha beceriksiz ve kaba kabartmalar yaparken, o mükemmel sanatçı bunları nasıl yapabilmişti...
Derine indikçe, daha karanlığa gömülüyorlardı...
Neresiydi burası...
Kim tasarlamıştı bu tuhaf mekanı...


Dr. Schmidt işte o gün defterine şu notu yazacaktı:
“Çözdüğümüz her bilmece, iki bilmece daha doğuruyor...”


İşte tam o sırada, karşılarına öyle bir taş tablet çıkacaktı ki, hepsinin gözleri o ağaca dönecekti...

 

KİM TASARLADI


 

Göbeklitepe kazıları henüz başlangıcında. Ama ortaya çıkan şu görüntü, bize çok şey anlatıyor. Daireler ve “T” taşları. Mekan sanki görünmeyen bir el tarafından ayin için hazırlanmış.

 

SEVİŞME Mİ, DOĞUM MU

 



Dr. Schimdt’i en çok düşündüren bulgulardan biri bu çıplak kadın kabartmasıydı. Tabletler üzerindeki hayvan kozmosunun ortasında tek dişi varlık oydu.

 

HOCAM ŞUNA BİR BAKAR MISINIZ

2000’li yıllar geçerken arkeoloğun kafasında hala şu soru vardı:
Bu erkeklerin dişisi nerede...
Cevabını bir sabah alacaktı.


O gün yapılan kazıda yeni bir taş plaketi ortaya çıkarmışlardı.
Üzerindeki toprağı küçük fırçalarla temizlediler.
Öğleye doğru, tabletin üzerindeki şekil ortaya çıkmaya başlamıştı.


Akşamüzerine doğru, yardımcılarından biri, koşarak Dr. Schmidt’e geldi ve “Hocam şuna bir bakar mısınız” dedi...


Dr. Schmidt tabletin üzerindeki desene baktığında donup kaldı. Karşısında çırılçıplak bir kadın deseni duruyordu...
Doğuran kadın...
Belki de ilk kadın...
Karşısında bir ağaç duruyordu.
Önünde ise çıplak bir kadın...


Hıristiyan hafızası, iki görüntüyü anında birleştirdi...
Aradığı her şey artık karşısındaydı.
Şanlıurfa Müzesi’nde kimsenin dikkatini çekmeyen sessiz kadın konuşmaya başlamıştı.

Hürriyet, Yazı: Ertuğrul Özkök, 29.07.2014

 

******


İNANCIN KARA DELİĞİ

 

Toprağın altındaki heykelin ucu göründüğünde, güneş batmak üzereydi.
Aslında o saatlerde işi bırakıyorlardı.
Ancak üst tarafı görünen heykel o kadar heyecan vericiydi ki, Dr. Schmidt biraz daha devam etmek istedi.


Heykelin yarıya yakın bölümü ortaya çıkmıştı ama bu sırada hava da kararmıştı.
Yorgun arkeolog “Tamam, burada bırakıyoruz. Yarın devam ederiz” dedi.


Bu kararının, ertesi sabahtan itibaren başına hayatının en büyük belalarından birini açacağını aklından bile geçirmemişti.


O gece yorgun ama mutlu şekilde yatağına uzandı.


Tarihi yeniden yazacak bilgilerin peşinde olmak, ona tahmin edilemeyecek bir haz veriyordu.


Her günkü gibi günlük kazı yeri raporunu tamamlayıp, uykuya daldı.


Ertesi sabah kapısı hızla çalındığında, bir önceki günün yorgunluğunu henüz atamamıştı.
Asistanı hızla kapıya vuruyordu:
“Hocam uyanın, bir sorunumuz var...”


KAZI YERİNE GİTTİKLERİNDE ŞAŞKINLIKTAN DONDULAR

Sabah hazırlıkları yapmak üzere kazı yerine giden ekip bir ‘yokla’ karşılaşmıştı.
Bir gece önce yarıya kadar çıkardıkları heykel yerinde yoktu...


Türkiye’de kazı yapan arkeologların en büyük kabusu buydu.


Koskoca Bergama’nın kaçırılmasının travmasını hala atlatamayan Türkiye’de yabancı bir arkeoloğun başına gelebilecek en büyük felaketti bu.


Yerel yöneticilerin ve Kültür Bakanlığı’nın gözleri anında Dr. Schmidt’e dönmüştü...


Daha o gün müfettişler görevlendirilmiş ve çalışmaya başlamıştı.


Olağan şüpheli Dr. Schmidt’ti...


Oysa o akşam kendisiyle birlikte olanlar Alman arkeoloğun bu olayla hiçbir ilgisinin bulunmadığını biliyorlardı. Onun amacı heykeller değil, heykellerin bize anlattığı hikayeyi öğrenmekti.


Kayıp heykelin ne olduğu hiçbir zaman öğrenilemedi. O heykeli yapan mahir ustayı bilemediğimiz gibi, o sabah onu oradan alan mahir hırsızı da bilemeyeceğiz.


Daha sonraki günlerde, hırsızlığın kazılarda çalışan iki işçi grubunun çatışmasından kaynaklandığı ortaya çıkacaktı, ama bu olay Dr. Schmidt’i çok üzmüştü.


Kayıp heykel bugüne kadar ortaya çıkmadı...


O yüzden, tarihin yeniden yazılmasında oynaması gereken rolü oynayamadı.

 

BURASI TARİHİN İLK HAC MERKEZİ OLABİLİR Mİ

Bütün bu ölümcül erkek hayvanlar arasında, çırılçıplak bir kadının yeri ve anlamı neydi?


Dr. Schmidt yavaş yavaş o ağacın köklerine inmeye başlamıştı.


Ama çıplak kadını, o ağacın altına yerleştirmeden önce cevabını vermesi gereken bir soru vardı.


Artık emindi... Bu kozmik daireler ve onun etrafında saf tutmuş taştan insan tasvirleri, bize açıkça şu mesajı veriyordu:
Burası bir ayin yeriydi...


Ama etrafında insanların yaşadığına dair hiçbir belirti bulunmadığına göre, burada kim ayin yapıyordu...


İşte ilk defa o an düşündü...


Acaba burası bir hac merkezi miydi...
Gözünün önüne öteki hac merkezleri geldi...
Mekke... Vatikan... Kudüs... Buda’nın aydınlandığı yer olan Bodh Gaya...
Kuzey Amerikalı yerlilerin kutsal bölgesi Cahokia...


İşte ilk defa o an aklındaki soruyu yüksek sesle dile getirdi.
Acaba burası tarihin ilk hac merkezi mi?...
Kazı yerine bir sessizlik çöktü...
Sessizliği yardımcısının sorusu bozdu.
“Dr. Schmidt... İyi ama o tarihte henüz dinler yoktu ki...”

DR. SCHMIDT ACABA İNANCIN KARA DELİĞİNİ Mİ KEŞFETMİŞTİ


 

Kazdıkları bölge MÖ 8200 yılına aitti...
İnsanlar henüz yerleşik düzene geçmemişti... Avcılık ve toplayıcılık dönemiydi...


Tarihçiler ve arkeologlar o güne kadar bize şunu anlatmışlardı.
İnsanlar önce yerleşik düzene geçmiş, sonra dinler ve inanışlar başlamıştı.


Bazılarına göre, “Dinleri ve inançları insan yaratmıştı...”
Yani, “Allah insanı değil, insan Allah’ı yaratmıştı...”


Dr. Schmidt bir süre sessiz kaldı...
Sonra ağzından şu cümle döküldü:
“Öyleyse bu bildiklerimiz yanlış...”


Göbeklitepe’de ulaşılan bilgiler, insanlığın daha yerleşik döneme geçmeden, dinlerin ve inançların ortaya çıktığını gösteriyordu.


Göbeklitepe’deki ağaç, artık bize hiç bilmediğimiz bir hikayeyi anlatmaya başlamıştı.


Bu kazılar bize, insanlığın ve inaçların tarihinin hiç de bize anlatıldığı gibi olmayabileceğini söylüyordu.


Acaba “inancın kara deliği” o ağacın altında mı başlıyordu?...
İnanç ve inanış tarihi acaba orada yeniden mi yazılacaktı?...
Mesela o çıplak kadın kabartması...
“Acaba ilk günah o ağacın altında mı işlenmişti?...”
Havva’nın yediği yasak meyve elma değil de karadut muydu?...
Veya o kadını ve yediği meyveyi insan zihni mi yaratmıştı?...

 

BODRUM KATINDA BOEING 747 İMAL ETMEK GİBİ BİR ŞEY

“O günün imkanlarıyla orada bu daireleri ve taş yapıtları yapabilmek, bugün bodrum katında bir Boeing imal etmek gibi bir şeydir...”


Dr. Schmidt daireleri ve taşların üzerindeki işçiliği gördükten sonra arkadaşlarına böyle demişti.
Evet, henüz kim olduğunu, ne olduğunu bilmediğimiz bir güç,
MÖ 8200 yılında oraya mükemmel bir ustalıkla bir inanç kozmozu kurmuştu...


O mahir sanatçının kim olduğunu hala bilmiyoruz.
İnsanlar mıydı, yoksa ilahi bir güç mü?...


Ama bildiğimiz bir şey varsa, o da şu:
Tektanrılı dinlerin kurucusu olarak bildiğimiz Hazreti İbrahim insanlığı yepyeni bir ilişkiler sistemine götürecek olan ilahi yürüyüşüne bu topraklardan başlamıştı.
Yani ‘O Ağaç’ın altından...
Bir tesadüf olamazdı.
O zaman o ağacın, hiç olmazsa sembolik bir anlamı olmalıydı.


HAVVA ANAMIZIN ALTINDA YASAK ELMAYI YEDİĞİ AĞAÇ YOKSA O MU

İncil’deki Genesis diye geçen “Yaradılış” bölümünde Garden of Eden, yani yasak elmayı yiyen Adem ile Havva’nın kovulduğu “Cennet Bahçesi”nin Asur’un batısında olduğu yazıyor.


Asur tabletlerinde Beth Eden adlı bir medeniyetten bahsediliyor. Tevrat’ta ise bahçenin Suriye’nin kuzeyinde olduğu belirtiliyor. “Eden” kelimesi Sümerce “Ova” anlamına geliyor.


Tektanrılı dinlerin kutsal kitaplarının “Cennet” diye tarif ettiği yer ‘O Ağaç’ın köklerinin uzandığı topraklar.


Göbeklitepe de Harran Ovası’nda bulunuyor.


İşte bu nedenle, Dr. Schmidt, “Göbeklitepe, Adem ile Havva’nın yaşadığı cennet bahçesindeki bir tapınaktı” diyor.


Orası ‘Cennet Bahçesi’ ise o toprağın üzerinde insanları hala kendine çağıran O Ağaç nedir?...


Yoksa T taşlarının üzerindeki o çırılçıplak kadının yediği yasak meyve elma değil de, bu ağacın karadutu muydu?


İnancın kara deliği bilinmezlerle dolu.
Kara deliğin içine düşen meteorlar gibi... Işık hızından daha büyük bir hızla dibe gittiği için oradan hiçbir şey geri çıkamıyor...


“Öteki dünya” düşüncesi de böyle bir kara delik değil mi?...
Oradan geriye dönen yok...
O zaman o kara deliğin bıraktığı boşlukları yorumlamak biz insana düşüyor.


KARA DELİĞİ GÖBEKLİTEPE VE CERN Mİ AYDINLATACAK


 

‘O Ağaç’ın hikayesi burada bitiyor.
Arkeologlar inancın kara deliğini kazmaya devam ediyorlar.


İsviçre’nin CERN laboratuvarlarında insanlar “Tanrı parçacıklarını” arıyorlar.
Yaptıkları bilimsel deneyler onları görünmeyen metafizik bir sınıra götürüyordu.
Fizik bilimi kainatın “Büyük Patlama”dan (Big Bang) doğduğuna inanıyor.
Bu patlamadan sonra kara delikler oluşmuştu.


Göbeklitepe kazılarında ortaya çıkarılanlardan sonra bazen kendime soruyorum.
Acaba dinler de böyle büyük bir patlamadan mı doğdu?...
İnancın kara deliği ‘O Ağaç’ın altında mıydı?...
Felsefenin aradığı şu sorunun cevabı o kara delikte mi yatıyordu:
“O mu bizi yarattı, yoksa biz mi O’nu...”
İnsanlığın çok, çok büyük bölümünün ve benim de bugüne kadar verebildiğimiz cevap şuydu:
“O bizi yarattı...”


En azından kendi payıma, bu inancımı değiştirmem için bir neden yok.
Öteki cevabı doğrulayacak kanıt bulamadığımız sürece, bu belki de tek cevap olarak kalacak.
Belki de böyle kalması çok daha iyi...


Hala açlıklarla, zulümlerle, katliamlarla, zalim diktatörlerle mücadele ettiğimiz şu dünyada yalvaracak, yardım isteyecek, sığınacak ve şükredecek bir Allah’ımızın olması en büyük şansımızdır.


4 BİN KİLOMETRE ÖTEDE BİR MEZARLIKTA BİTEN YOLCULUK




Kasabanın kenarındaki küçük mezarlığa giren grup, yeşil plastik halıya benzeyen zeminin ortasında açılan mezara doğru ilerledi.


Tabut mezara indirildikten sonra, grubun arkasındaki takım elbiseli erkek, mezara doğru yürüdü... Elindeki vazonun kapağını açtı ve içindeki toprağı mezarın içine boşalttı.
Toprak, 4 bin kilometre öteden, Türkiye’nin Şanlıurfa şehrine 10 kilometre uzaklıktaki bir tepeden getirilmişti.
‘O Ağaç’ın altından...

 

* * *

 

Dr. Schmidt 20 Temmuz günü aniden öldü. Geçmiş tıbbi kayıtlarına göre belirgin bir hastalığı yoktu... Beklenen bir ölüm değildi...


Sanki Göbeklitepe’yi kuran ilahi güç onu zamanından önce ‘O Ağaç’ın altına çağırmıştı...
Toprak döküldükten sonra mezar kapatıldı...
Küçük arkadaş grubu sessiz adımlarla mezarlıktan ayrıldı...
Ağacın biraz ötesindeki dairelere doğru kollarını kaldırmış
T taşları, o gün son ayinlerini, bu olağanüstü arkeolog için yaptılar.
Kasabanın rahibi gibi onlar da ayinlerini şu sözlerle tamamladılar:
“Küller küllere, toprak toprağa...”


‘10 Emir’den eski


 

Taş, insanoğlunun geleceğe bıraktığı ilk mesaj. O nedenle bir taş arkeolojisinden bile bahsedilebilir. Bugüne kadar bilebildiğimiz en eski taş anıtlar, İngiltere’deki Stonehenge’lerdi.
Göbeklitepe’deki T taşları ise onlardan 6 bin, dünyanın 7 harikasından biri sayılan piramitlerden ise 7500 yıl daha eskiye gidiyor.


Tektanrılı dinlerin ilk kutsal yazıtı sayılan ve Sina Dağı’nda Musa’ya 2 taş plaket halinde indiğine inanılan “On Emir”den de çok eskilere gidiyor.


Yani Göbeklitepe’nin T taşları için “Dünyanın taşla verilen ilk ilahi mesajı” diyebiliriz.


Bu da inanç tarihinin yeniden yazılması düşüncesini destekliyor.


Teşekkür

 




Bize bu diziyi hazırlama arzusunu veren Cumhuriyet gazetesi yazarı Özgen Acar’a, Harran konusunda uzman rehber Nükhet Everi’ye, Hürriyet Berlin Bürosu Şefi Celal Özcan’a, Doğan Haber Ajansı Gaziantep Bölge Şefi Hasan Kırmızıtaş’a, Almanya’daki cenaze töreninin fotoğraflarını bizim için çeken Doğan Haber Ajansı muhabiri İlhan Baba’ya teşekkür ederiz. Bir de çok özel teşekkürümüz var. Almanya’daki sadece yakın arkadaş grubunun katıldığı cenaze töreninde fotoğraf çekmemize izin veren, o acısı içinde bize bazı bilgileri aktaran, Dr. Klaus Schmidt’in eşi Çiğdem Köksal Schmidt’e teşekkür ederiz.

 

Önemli not

Bu yazı dizisi Dr. Klaus Schmidt ve ekibinin Göbeklitepe’de yaptığı kazılarda buldukları üzerine hazırlandı. Şunun altını açıkça çizmeliyim. Dr. Klaus Schmidt çok başarılı bir arkeologdu ve kazılarda ortaya çıkardıkları, yazdıkları kendi başına çok önemli şeyler. Onları bu çerçeve içinde değerlendirmek, arkeologların, tarihçilerin uzmanlık alanına giren bir şeydir. Benim 3 gündür yazdıklarım tabii ki, bir bilimsel makale değil. Bir gazetecinin bu veriler üzerine kurduğu bir senaryo olarak okunmalı. Bir nevi “Arkeolojik thriller” de diyebilirsiniz. Schmidt’in çalışmaları elbette bilimsel çalışmalarla daha ileri götürülecek. Ama bugün inanç diye bildiğimiz, hatta tarih diye kabul ettiğimiz olayların ne kadarı gerçek, ne kadarı insan muhayyilesinin ürünüdür biliyor muyuz? Yani arkeolojik bulgular üzerine hayal kuracak, senaryo yazacak insanlara da ihtiyaç var. Arkeolojinin giderek daha da yayılan bu “entertainment” yanını da küçümsememeliyiz.

Hürriyet, Yazı: Ertuğrul Özkök, 30.07.2014

TARİHİ KİLİSE ONARIM BEKLİYOR

 

 

Nevşehir'in Derinkuyu İlçesi'nde, 1836 yılında İstanbul’da yaşayan Rumların mali destekleri ile yapılarak ibadete açılan Aios Theodoros Kilisesi’nin eskidiği, restorasyondan geçmesi gerektiği belirtildi.

 

Derinkuyu yeraltı kentini ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerin sıklıkla ziyaret ettikleri Aios Theodoros Kilisesi, Kapadokya bölgesinde tüm yönleriyle ayakta kalabilmeyi başarmış en büyük kiliselerinden biri. İstanbul’daki Rumların sağladığı maddi katkılar ile inşaatı tamamlanarak 1836 yılında Ortodoksların ibadetine açılan kilise, kubbeyi tamamen kaplayan İsa Peygamber freski ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Kültür ve Turizm Bakanlığının Kapadokya’da düzenlenecek ayinler için izin verdiği kiliseler içerisinde yer alan Derinkuyu Aios Theodoros Kilisesi’nde duvar resimlerindeki tahribatın, yapılacak restorasyon çalışmaları ile eski görünümüne kavuşabileceği belirtiliyor.

Evrensel, 28.07.2014

GÖBEKLİTEPE'DEN TOPRAK GETİRDİLER

 

 

Yeryüzünün ilk tapınağı olarak bilinen Göbeklitepe’yi bulan ünlü Alman arkeolog Klaus Peter Schmidt, memleketi Almanya’da toprağa verildi. Mezarına Göbeklitepe’den toprak getirildi.

 

Almanya'da Usedom’da tatil yaparken denizde geçirdiği kalp krizi sonucu 60 yaşında hayatını kaybeden yıldız arkeolog Klaus Peter Schmidt, dün Köyü'nde toprağa verildi. Yeryüzünün ilk tapınağı olarak bilinen 11 bin 500 yıllık tarihe sahip Göbeklitepe tapınağını bulan Prof. Klaus Peter Schmidt için Almanya’nın Bavyera Eyaleti’nde yaşadığı Bellershausen Köyü'nde cenaze töreni düzenlendi. Cenaze törenine Türkiye’den Şanlıurfa vali yardımcısı Mehmet Yüzer, Şanlıurfa müze müdürü Müslüm Ercan, Berlin kültür müşaviri Dr. Tahsin Yılmaz, Nürnberg konsolosu Adnan Bekçekaral, Alman arkeoloji Enstitüsü yöneticileri ve arkeologlar katıldı. Prof. Schmidt için yaşadığı evin hemen yanındaki kilisede cenaze töreni düzenlendi.

 

TÜRKİYE’DEN TOPRAK
Arkeolog Schmidt, cenaze töreninden sonra aile mezarlığına defnedildi. Şanlıurfa vali yardımcısı ve müze müdürü Göbeklitepe’den getrdikleri toprağı Schmidt’in eşi Çiğdem Köksal Schmidt’le birlikte mezara döktü. Shmidt’in memleketinde gömülmek istediğine dair vasiyeti olduğu belirtildi. Mezarı başında yapılan konuşmalarda Şanlıurfa Vali Yardımcısı Mehmet Yüzer, Schmidt’in Türkiye için önemini vurguladı ve onu asla unutturmayacaklarını söyledi. Türk misafirler üzerinde “Yolun aydınlık, toprağın bol olsun, güzel insan“ yazılı pullar dağıttılar.

Hürriyet, Haber: İlhan Baba, 28.07.2014

MAHALLE İÇİNDE GİZLİ TARİH

 
Alman araştırmacıların 150 yıl önce keşfettiği, İstanbul'un ilk arkeoloji parkı olarak nitelendirilen 12 asırlık Küçükyalı Arkeoloji Parkı, 5 gün boyunca ziyarete açıldı.

 

İstanbul'un ortasında, ziyaretçilerini 12 asır öncesine götüren arkeolojik kalıntılara ev sahipliği yapan bir mahalle; Maltepe Çınar Mahallesi... Bizans döneminden (867-877) kalma bir manastır, mezar odası ve manastır kulesinin bulunduğu mahalledeki bu arkeolojik alan Küçükyalı Arkeopark olarak adlandırılıyor. 2800 metrekarelik alanda, kazıların devam ettiği bu arkeopark, geçtiğimiz hafta 5 gün kapılarını ziyaretçilere açtı. Tarih meraklılarının büyük ilgi gösterdiği turlara, Maltepe Belediyesi Başkan Yardımcıları ve İtalyan Başkonsolosu Gianluca Alberini'nin ailesi de katıldı.

 

Katılımcılara, kazı alanının yöneticisi Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Alessandra Ricci tarafından tanıtıcı bilgiler verildi. Maltepe Belediyesi ve İstanbul Kalkınma Ajansı'nın destekleriyle sürdürülen kazı çalışması hakkında bilgi veren kazı başkanı Ricci, "Çalışmalara ilk olarak 2001 yılında alan çalışması olarak Küçükyalı ve Samandıra'da başladık. 2011 yılından bugüne de alandan çeşitli bulgular ortaya çıkardık" dedi. Ricci, kazıda ortaya çıkarılan eserlerin sergilenmeleri için İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne gönderildiğini söyledi. Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, "Aydınlatma konusunda gerekli çalışmaları başlatıyoruz. Alanın güvenliği bizim için önemli. Arkeoloji alanının çevresinde güvenlik için bariyerler kuruyoruz" dedi. Arkeopark kazılarının en önemli yönü, Bizans döneminden kalma tek partik mezarının burada bulunması ve 14. yüzyıla (III. Andronikos Paleologos dönemi) ait gümüş Bizans sikkelerinin ilk olarak burada ortaya çıkarılması.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 28.07.2014

3 BİN YILLIK KANAL TURİZME KAZANDIRILACAK

 

 

Urartu Kralı Menua tarafından Van'ın Gürpınar İlçesi'nden kent merkezine su getirmek amacıyla 3 bin yılönce yaptırılan Şamran kanalı, günümüzde de varlığını koruyan ve halen kullanılan en önemli Urartu mimarileri arasında bulunuyor.
 

Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) tarafından hazırlanan proje ile tarihin en eski sulama kanalı olarak bilinen Şamran kanalı boyunca devam eden toprak yolun, bisiklet turları ve çeşitli etkinliklerde kullanılarak turizme kazandırılması amaçlanıyor.

 

Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, zorlu bölge coğrafyasında büyük bir bölümü kayalıkların oyulmasıyla oluşturulan kanaldan getirilen suyla bölgede tarımın geliştirildiğini belirtti.

 

Urartu kayıtlarında kanalın isminin "Menua" olarak geçtiğini ancak sonradan Şamran olarak değiştiğini anlatan Çavuşoğlu, Ermeni tarihçi Movses'in, Şamzran isminin Asur kraliçesi Semiramis'ten alındığından bahsettiğini söyledi.

 

Kraliçe Semiramis'in, Urartulardan sonra 42 bin işçisiyle kanalı yeniden inşa ettiğinin kaynaklarda geçtiğini anlatan Çavuşoğlu, Urartu çivi yazısının çözülmesinin ardından kanalın 51 kilometreden Van ovasını sulamak amacıyla Urartu Kralı Menua tarafından inşa edildiğinin ortaya çıktığını ifade etti.

 

Çavuşoğlu, kanalın geçtiği güzergahta bulunan 14 yazıtta şu ifadelerin yer aldığını kaydetti.

"İşpuini'nin oğlu Menua, Tanrı Haldi'nin gücü sayesinde bu kanalı açtı. Adı Menua kanalıdır. Tanrı Haldi'nin büyüklüğü sayesinde, Menua, güçlü kral, büyük kral, Bianili ülkelerinin kralı, Tuşpa kentinin efendisidir. Menua der ki kim bu yazıyı silerse, kim onu tahrip ederse, kim bunu görürse, kim başkasına 'bu kanalı ben açtım' derse o, tanrı Haldi, tanrı Teişeba, tanrı Şivini ve bütün tanrılar tarafından mahvedilsin, güneş ışığından yoksun edilsin."

 

Büyük bir mühendislik harikası olan kanalın, çok ince matematiksel hesaplarla inşa edildiğine dikkati çeken Çavuşoğlu, Urartu kralı Menua'nın eşi Tariri'nin şu anda Edremit İlçesi'nde "Yeşil vadi" olarak adlandırılan bölgede bahçesinin bulunduğunu, kanaldan getirilen suyla bahçenin sulamasının yapıldığını dile getirdi.

 

Çavuşoğlu, tarım arazilerinin sulamasında kanalın kent için önemli olduğuna değinerek, dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan mühendislik harikası kanalın turizme kazandırılması için çeşitli projeler hazırladıklarını bildirdi.

 

Kanal boyu bisiklet yolu

Van'ın çok önemli tarihi turistik alanlara sahip olduğuna işaret eden Çavuşoğlu, şöyle konuştu:

"Özellikle Urartular döneminden kalan eserler tarih açısından çok önemli. Bulunduğumuz bölgedeki kanal da bu açıdan değerlendirilmesi gereken en önemli yapılardan biri. Bunun için bizim bir önerimiz var.

Kanalın yanından geçen bir yol var. Bu yol düzenlenip belli dönemlerde bisiklet yarışmalarının yapılacağı ya da farklı etkinliklerin yapılabileceği bir yol olarak kullanılabilir. Böylece tarihin en eski kanalı turizme kazandırılarak kente büyük fayda sağlar."

Haber 7, 27.07.2014

25 YILDIR SÜREN KAZI ÇALIŞMALARI TARİHE IŞIK TUTUYOR

 

 

Urartu Kralı II. Rusa tarafından Van Gölü’ne hakim bir tepe üzerinde yaptırılan, süslemeleri, mimari yapısı ve kalıntılarıyla Urartular dönemine ait önemli bilgilerin elde edilmesini sağlayan Ayanis Kalesi’ndeki kazı çalışmaları 25 yıldır sürüyor.

 

Taş ve kerpiç işçiliğinin yanı sıra tapınak bölümündeki süsleme ve surlardaki kapartmalarla dünya üzerindeki en önemli ve özel Urartu tapınaklarından biri olan Ayanis Kalesi’ndeki kazı çalışmaları, Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mehmet Işıklı başkanlığında yürütülüyor.

 

Önceki yıllarda yapılan kazılarda ortaya çıkarılan tarihi eserlerle Urartular dönemine ait çok önemli bilgilerin elde edildiği Ayanis Kalesi’nde bu yıl da öğretim üyesi, yüksek lisans öğrencileri, arkeoloji bölümü öğrencileri ve restoratörlerden oluşan 25 kişilik ekiple çalışma yapılacak.

 

Kazılarda çeyrek asır geride kaldı

Işıklı, yaptığı açıklamada, Ayanis Kalesi’ndeki kazının 1989 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Altan Çilingiroğlu tarafından başlatıldığını anımsatarak, hocasından aldığı bayrağı kendisinin devam ettireceğini belirtti.

 

Doç.Dr. Işıklı, bu yıl kazıların 25. yılını kutladıklarını ve en büyük destekçilerinin Kültür Ve Turizm Bakanlığı olduğunu aktardı.

 

Erzurum Atatürk Üniversitesi Arkeoloji bülümü öğrencileri, yüksek lisans öğrencileri ve öğretim üyelerinin yanı sıra, Ege ve Batman üniversitelerindeki restoratörlerden oluşan ekiple çalıştıklarını aktaran Işıklı, şöyle dedi:

“Bu yılki program içinde özellikle acil müdahale gerektiren alanlarda çalışmalarımız söz konusu. Bu nedenle restoratörlere büyük bir iş yükü düşüyor. Bu sene ayrıca Van Bölge Koruma Kurulundan onay alan tapınağın çatı projesinin hayata geçirilmesi için büyük mücadele veriyoruz. Bu hayata geçirilirse, onarımla ilgili büyük bir aşama kaydetmiş olacağız.”

 

Yıllardır süren kazılarda çok önemli eserlerin ortaya çıkarıldığını, son yıllarda da yapının korunmasına yönelik çalışmalara ağırlık verdiklerini dile getiren Işıklı, bu yıl tapınak alanında ayrıntılı temizleme yapıp kerpiç mimarinin basit korunması için sıva yapmayı öngürdüklerini vurguladı.

 

Anadolu mimarisinde kerpicin çok önemli bir yer tuttuğunu, neolitik dönemlerden bu yana insanların kerpiç malzemesini kullanarak evlerini inşa ettiğini anımsatan Işıklı, kerpicin son derece sağlıklı bir malzeme olmasına rağmen korunmasının da aynı oranda zor olduğunu ifade etti.

 

Ayanis Kalesi’nin çok önemli bir kültür mimarisine sahip olduğunu, eşsiz bezemelerle ve özenle inşa edildiğini kaydeden Işıklı, kalenin Urartulardan bu güne kalan en iyi tapınak olduğuna dikkati çekti.

 

“Bilim adamları hala başarıyı çözmeye çalışıyorlar”

Urartu’nun bölgedeki en önemli kültürlerden biri olduğunu ve transkafkasya ülkelerinde de yayılma imkanı bulduğunu kaydeden Işıklı, şöyle konuştu:

“Urartular ana kayayı çok güzel işleyerek muazzam kaleler ve kentler kuruyorlar. Bunlar inanılmaz derecede mühendislik birikimi gerektiren unsurlar. Bilim adamları bu başarıyı hala çözmeye çalışıyor. Urartu sahip olduğu birikim sayesinde depreme karşı da basit önlemler almış. Ana kaya ve duvarlar üzerinde ilginç teknikler kullanarak dayanıklılığı ve esnekliği arttırmış. Bu başarıyla kalede depremin izleri var ama buna rağmen yaşadığı süreç boyunca depremleri başarıyla atlatmış. 25 yıllık kazı tarihi çok önemli bilgiler veriyor. Güçlü bir deprem ve sonrasında çıkan büyük bir yangın sona erdiriyor kaleyi. Bunların izlerini kazı yaptığımız bütün alanlarda görebiliyoruz. Bu nedenle kale buluntusu itibariyle bölgenin en önemi kalelerinden biri.”

 

“Bölgenin depremselliği araştırılacak”

Van’ın iki yıl önce büyük bir deprem felaketi atlattığını ve Ayanis Kalesi kazı ekibi olarak farklı bir projeye imza atacaklarını ifade eden Işıklı, konuşmasını şöyle tamamladı:

“Deprem hepimizi derinden etkiledi. Bölgede kazı yapan bizlerde etkilendik. Bunlarla ilgili çalışmalar yapılıyor ama biz de Ayanis Kalesi kazı ekibi olarak farklı proje yapmayı düşündük. İstanbul Üniversitesi Jeoloji Bölümünden öğretim üyelerinin teklif ettiği proje bu. Bölgenin depremselliği ve jeolojik haritasını oluşturmak için yürütülecek bir proje olacak. Bakanlıktan bununla ilgili bilgi aldık. Bölgedeki depremle ilgili depremin yarattığı hasarla ilgili analiz yapılacak ve bölgenin jeolojik haritası ortaya konulmaya çalışılacak.”

haberler.com, Haber: Cemal Aşan, 26.07.2014

ŞEKER AHMET PAŞA'NIN 'KOÇ'LARI ORTAYA ÇIKTI

 

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde önceki gün açılan “Seçkiler II Manzara” sergisinde sanat tarihi açısından çok önemli bir bilinmez ortaya çıktı. Araştırmacılar, Şeker Ahmet Paşa’nın tahminen 83 yıldır kayıp olduğu bilinen koçlu tablosunun, ölümünden sonra müdahaleye uğradığını belirledi.

 

Şeker Ahmet (Ali) Paşa, 1907 yılında hayatını kaybettiğinde geride çok değerli eserler bıraktı. Paşa’nın adeta yaratıcısına hürmetle resmettiği tablolarda, doğayla iç içeliği öyle iyi ‘okunabilir’ ki, onu idrak edişi, tüm zerrelerine kadar kavrayışı, resmetmesindeki naiflik ve doğallık dile gelir. Bir ormanın derinliği, bir ceylanın su içişi ya da bir koyun sürüsü... Ne var ki eserlerinden biri, kayıtlara “Manzara” olarak geçen “Erenköy Civarında Tren İstasyonu” isimli tablo, tahminen 83 yıldır, arşivdeki kaydıyla 73 yıldır kayıptı. Kayıp olduğu konusunda hiçbir şüphe yoktu çünkü 1902 yılında II. İstanbul Resim Salonları Sergisi’nde yer alan Şeker Ahmet Paşa’yı Mercan’daki konağında resim çalışırken gösteren fotoğrafta, arka planda bulunan resmin uzmanlar ve sanat tarihçileri tarafından artık mevcut olmadığı ifade edilmiş ve günümüze kadar hiçbir şekilde izine rastlanmamıştı.

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, açılışı önceki akşam gerçekleştirilen “Seçkiler II Manzara” sergisinin hazırlığını sürdürürken Şeker Ahmet Ali Paşa’nın kayıp tablosunu ortaya çıkardı. 1941 yılında müzenin koleksiyonuna katılan ve “Manzara” ismiyle envantere kaydedilen bu eserin yapılan restorasyon çalışmalarıyla birlikte, aslında artık var olmadığı sanılan eserin ta kendisi olduğu anlaşıldı. Rektör Yalçın Karayağız’ın ifadesiyle “Şeker Ahmet Ali Paşa uluslararası bilinirliği ve tanınırlığı olan, John Berger dışında başkaları tarafından da kabul gören bir sanatçı olsaydı bu, dünyada bir sanat olayı olarak patlardı. Bu, bir keşif, kaybolan bir hazinenin tekrar gün yüzüne çıkması…”  

 

Tablonun, ressam 1907’de vefat ettikten sonra, 1941 yılında müzenin arşivine katıldığı güne kadar geçen 34 yıllık süreçte değiştirildiği tahmin ediliyor. Kimin, resmin orijinalinde yer alan iki koçu görünmez kılıp üzerine niçin belli belirsiz iki figür eklediği şimdilik bilinmiyor. Eylülde bu konuda bir araştırma başlatılacak. Ancak Rektör Karayağız’a göre resim üzerinde yapılan bu müdahale Paşa öldükten hemen sonra değil, en az 10-15 yıl geçtikten sonra gerçekleşmiş. Karayağız, aynı zamanda resme bu kritik müdahaleyi yapan kişinin kesinlikle bir amatör olamayacağını ve üslup olarak da Paşa’ya hiç benzemediğini düşünüyor.

 

Dört ay süren sergi hazırlıklarının sadece bir ayı, “Erenköy Civarında Tren İstasyonu”nun restorasyonu ve temizliğinde geçmiş. Bütün eserlerin bakım, onarım ve temizliğinin yanı sıra uzmanların birkaç eserde rantuale işlemi gerçekleştirmesiyle de bu gerçek ortaya çıkmış. Karayağız, rantuale işlemini şu sözlerle anlatıyor: “Resimlerin üzerine yapıldığı keten tuval zamanla çürür. O bezin rantuale edilmesi yani bir başka bez yüzeye aktarılması gerekir. Bütün bu rantuanaj aşamaları da eserlerin bir kısmında gerçekleşti. Ve sonrasında o resimlerin yüzey temizlikleri yapıldı ve sonraki aşamada vernik temizliğine geçildi.” Şeker Ahmet Paşa’nın resmi üzerine yapılan müdahale de bu aşamada fark edilmiş.

 

RESİM SANATININ BÜYÜK USTALARI SERGİDE

İlk kez 1902 yılında sergilenen eser, tahminen 83 yıl sonra ilk haliyle yeniden izleyiciyle buluştu. Bu büyük keşfin yanında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesi koleksiyonlarından derlenen 91 başyapıt daha Karaköy Antrepo 5’in girişinde yer alan Geçici Sergi Salonları’nda sanatseverlerle buluşuyor. Türk sanat tarihinin 63 önemli sanatçısının yer aldığı sergide, Osman Hamdi Bey, Hoca Ali Rıza, Hüseyin Avni Lifij, İbrahim Çallı, Hikmet Onat gibi erken Cumhuriyet dönemi sanatçılarının eserlerinin yanı sıra Hale Asaf, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nuri İyem gibi yakın dönem ressamlar ve Leopold Levy, Amadeo Preziosi, J. Vernet gibi Batılı ressamların karakteristik çalışmaları da yer alıyor. Sergi 21 Eylül’e kadar ziyaret edilebilir.

Zaman, Haber: Zehra Onat, 26.07.2014

LAODİKYA KAZILARI ÖMÜR TÜKETECEK

 

 

Pamukkale’nin Eskihisar Mahallesi yakınlarında bulunan Laodikya, barındırdığı yapılarla ülkemizin önemli arkeoloji merkezlerinden birisi olurken, geniş bir alana yayılan antik kentin tamamında kazı çalışmasının ancak 746 yılda tamamlanabileceği belirtildi.

 

Milattan önce 3. yüzyılın ortalarında Seleukos Kralı II. Antiokhos tarafından karısı Laodike adına kurduğu şehir, Anadolu’daki yedi kiliseden birisine sahip olması nedeniyle Hristiyan dünyası için dini merkezlerden birisi olarak anılıyor.

 

2002’DEKİ ÇAĞRIYLA BAŞLADI

Toplamda 5 kilometrekare alana yayılan antik kent, 2002’de işadamı Esat Sivri ve Mimar cengiz Bektaş’ın “Laodikya bizi çağırıyor” girişimine Denizli Valiliği’nin de destek vermesiyle kamuoyunun gündemine geldi.

 

Burada yapılacak kazılar için Pamukkale Üniversitesi görevlendirildi ve kazı heyeti başkanlığına da Prof.Dr. Celal Şimşek atandı. 2003 yılından itibaren düzenli olarak yapılan kazılara halen Prof.Dr. Şimşek başkanlık etmeyi sürdürüyor.

 

YÜZDE 1.3’Ü KAZILABİLDİ

Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, kazıların Bakanlar Kurulu kararıyla 2003’te başladığını, 2008’de Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Denizli Büyükşehir Belediye arasında imzalanan protokolle kazılar ve restorasyon çalışmalarının yılın 12 ayında yapılabilir hale geldiğini söyledi.

 

Geçen yıl UNESCO’nun Dünya Geçici Miras Listesi’ne alınan Laodikya’nın bugüne kadar sadece 1.3’lük kısmının kazılabildiğini anlatan Prof.Dr. Şimşek, “Antik kent toplam 5 kilometrekare bir yerleşim alanına sahip. Türkiye’de kazıların 12 ay yapıldığı tek yer. Bakıldığında çok geniş bir alan kazılmış gibi.bir hesaplama yaptık, ancak 1.3’ünü kazabilmişiz. Yılın 12 ayında çalışma kesintisiz yapıldığında tamamı 746 yılda kazılabilecek” dedi.

Denizli Haber: Haber: Engin Ünal, 26.07.2014

JOAN MİRO'NUN KUŞLARI VE YILDIZLARI GELİYOR

 

 

S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), Barcelona doğumlu Katalan ressam ve heykeltıraş Joan Miró'nun eserlerinden oluşacak kapsamlı bir sergiye ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.

 

20. yüzyılın ikinci yarısında etkili olan dünyaca tanınmış sanatçı Joan Miró'nun olgunluk dönemine odaklanan sergi, "Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar" adıyla sanatseverlerle buluşacak. Barselona'daki Joan Miró Vakfı, Mallorca'daki aile koleksiyonu Successió Miró ve yine Mallorca'daki Pilar ve Joan Miró Vakfı işbirliğiyle gerçekleştirilecek sergi, 23 Eylül 2014-1 Şubat 2015 tarihleri arasında görülebilecek. Akdeniz coğrafyası ve insanına dair gözlemlerinden ilham alan Miró'nun, kadın, kuş ve yıldız temalarına yoğunlaşan sergi; resim, baskı, heykel ve seramiklerin bulunduğu zengin bir seçkiyle, sanatçının sembolik dilini anlama olanağı sunacak.

Zaman, 26.07.2014

KIRŞEHİR MERKEZ KALEHÖYÜK KAZI ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

 

  

 

2012 ve 2013 yıllarında, Kırşehir Müze Müdürlüğünün başkanlığında ve Ahi Evran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Işık Adak Adıbelli’nin bilimsel danışmanlığında Kırşehir Merkez Kalehöyük’te gerçekleştirilen kazı çalışmalarına 2014 yılında da devam ediliyor.

 

2012 ve 2013 yıllarında höyüğün güney ve güney doğusunda yer alan  plankarelerde yaklaşık 550 metre karelik alanda kazı çalışmaları gerçekleştirilirken, bu çalışmalar sonucunda höyükte Osmanlı, Selçuklu, Bizans, Roma ve Hellenistik dönem tabakalarının varlığı ortaya konuldu.





2014 yılı kazı çalışmalarına Bakanlığımızca sağlanan 120.000,00 TL ödenek ile devam edilirken şimdiye kadar ortaya çıkarılan tabakalarının altında olduğunu düşünülen  Frig, Hitit ve diğer Tunç Çağ kültürlerine,  hatta Kalkolitik döneme ait kalıntı ve buluntulara ulaşılması hedefleniyor.

 

İlk defa 17. yüzyılda Katip Çelebi tarafından zikredilen Kale Höyük ile ilgili ilk kapsamlı araştırma ve yayın 1950’li yılarda B. Alkım ve H.Th. Bossert tarafından yapılmış ve bu höyükte kazı çalışmaları yapılması gerektiği belirtilmiştir. Ancak höyükteki ilk arkeolojik kazılar 2009 yılında Alaadin Camii’nin restorasyonu sırasında yapılmış, ortaya çıkan bulgular ve kültür katları höyükte arkeolojik çalışmaların devam etmesi gerektiğini ortaya koymuştur.

 

Höyüğün şehir merkezindeki önemli konumu ve yapılan arkeolojik çalışmaların sonuçlarının sergilenmesi amacıyla höyüğün bir arkeopark olarak düzenlenmesi öngörülüyor. Kırşehir Belediyesi’nin bu konudaki projeleri, Nevşehir koruma Kurulu’nun gözetiminde hazırlanıyor.

kvmgm.kultur.gov.tr, 25.07.2014

EGE'DE 3 HAFTADA 8 YENİ BATIK BULUNDU

 

 

Türkiye ’deki batık envanterini çıkarmak amacıyla 2007 yılından beri belirli periyotlarda gerçekleştirilen çalışmalar kapsamında, Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü ekibi, STS Bodrum Okul Gemisi'yle 3 hafta önce yola çıktı. Datça Yarımadası ve Antalya'nın batı sahilleri arasında araştırma yapan ekip, çalışmalarını sonlandırdı. Muğla'nın Bodrum İlçesi'ne dönen ekibin, 8 yeni batık bulduğu öğrenildi.

Ege ve Akdeniz bölgesi araştırmalarının 2014 yılı 1'inci etabını tamamlamış olduklarını belirten Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü Müdür Yardımcısı Yrd. Doç.Dr. Harun Özdaş, "Öncelikle Bodrum Belediyesi'ne, Bodrum okul gemisini bu etapta kullanma imkanını bize sağladıkları için çok teşekkür ediyoruz. Projemizin esas amacı Türkiye'nin batık envanterini çıkarmak için yaptığımız bir çalışmadır. 2014 yılından itibaren özellikle Osmanlı dönemini içine alan süreci, daha doğrusu Osmanlı döneminde batmış olan gemilerin envanter çalışmasına ağırlık vererek yürütmekteyiz. Toplam süremiz 3 hafta olarak gerçekleşti. Araştırma dalışlarında bu 3 haftalık süre içerisinde 8 tane yeni batık tespit ettik. Çok verimli bir çalışma oldu. Çünkü daha önceki yıllarda hem bizim hem de bizden önceki yabancı ekiplerin veya Türk ekiplerinin yaptığı araştırmalarda bakmadıkları bölgeleri hedef alan bir çalışma oldu. Özellikle de yelkenli bir gemi ile yola çıkmamızın bize katkısı büyük oldu. Yelkenli gemilerin gidebileceği rotalarda seyir ettik ve dolayısıyla bunun batıkları bulmamıza da çok büyük etkisi oldu" dedi.

MÜZEYE TESLİM EDİLECEK
Batıklardan bazı eserlerin gün ışığına çıkartıldığı ve ilerleyen günlerde Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'ne teslim edileceği açıklandı. Proje Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı ve Bodrum Belediyesi tarafından destekleniyor.

Radikal, 25.07.2014

ARKEOLOG İSTİHDAM PLATFORMU'NDAN MESAJ VAR

 

 

“Cumhuriyetin ilk yıllarındaki müze sayısı, arkeolojik kazı sayısı ve çalışan personel sayısı bugün ile mukayese edildiğinde; uzman personel sayısı artacağı yerde azalmıştır. Oysa 2013 yılında Diyanet İşleri Başkanlığına 3750 personel alımı yapılırken Kültür ve Turizm Bakanlığına 50 yılda bırakın arkeologu bu kadar personel dahi alınmamıştır. 2013 Haziran sonu itibariyle Diyanet İşleri Başkanlığının 141,911, Adalet Bakanlığının 155.000, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ise 27,307 personeli mevcuttur. Buna karşın Kültür Bakanlığının Turizm ile birleşmesi ve kurumların özelleştirilmesi vesilesiyle çeşitli kurumlardan aktarılanlar ile personelle sayısı 17,683’e ulaşmış olsa da kültürel mirasın korunması konusunda uzman personel sayısı maalesef 700 civarındadır. 2014 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’nden Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan ödenek 5,443 milyar TL olduğu bilinmektedir. Bu haliyle Diyanet İşleri Başkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ekonomi, Çevre ve Şehircilik Bakanlıklarının toplam bütçelerine eşit bir bütçeye sahiptir. Fakat Kültür ve Turizm Bakanlığının Bütçesi Savunma Bakanlığı Bütçesinin sadece % 7’si kadardır. Polis sayısı 300,000’in üzerinde ve asker sayısının da 700.000 civarında olduğu düşünüldüğünde ülke genelinde 800’ü bile bulmayan arkeolog kadrosuyla devletin kültüre ne derece önem ortadadır.

Kültürel miras anlamında oldukça geniş yelpazeye sahip olan Anadolu’da arkeolojik alanların kaderi ile onlara gözbebeği gibi bakan arkeologların kaderi aynıdır. İkisi de özensizliğe mahkum edilmektedir. Her yıl üniversitelerin arkeoloji bölümünden mezun olan arkeologların sayısı yaklaşık 2500 iken yılda atama sayısı bu sayının %1’i bile değildir.

 

Tüm bu adaletsizliğe rağmen bizlerin istihdamının sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı’na zorunlu kılınması mezun işsiz sayısı ile atanan arkeolog arasındaki uçurumu daha da arttırmaktadır. Arkeologların; valiliklere bağlı İl Özel İdareler ve belediyelerde kurulması zorunlu olan ancak bugüne kadar sayısı 30’u geçmeyen KUDEB’lerde, Maden Teknik ve Arama Enstitüsü’nde, Devlet Su İşleri’nde, Karayolları’nda ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığında istihdam edilmesi gerekmektedir. Oysaki 2012 KPSS Haziran atamalarında Kültür ve Turizm Bakanlığına 9 arkeolog kadrosu ayrılırken yukarıda saydığımız kurumların hiç birine alım yapılmamıştır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığında 11 arkeolog kadrosunun 9’unda istihdam mevcuttur. MTA’da sadece 6 arkeolog bulunurken asıl arkeolog bulundurması gereken kurumların başında olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığında ne yazık ki hiç arkeolog istihdamı yoktur.

 

Bütün bu alternatiflerin yanında müzelerde uzman arkeolog ihtiyacı da oldukça fazladır. Çünkü müze uzmanları arkeolojik araştırmalara yetişememekte, depolardaki eserlere gerekli zamanı ayıramamakta sadece günlük bürokratik işlerle uğraşmaktadır. Hatta bir müze müdürünün mevcut personelinin yetersiz olduğu, bu nedenle kurtarma kazılarına dahi yetişemedikleri geçtiğimiz aylarda ulusal basında yer almıştır. Buna rağmen KPSS 2012 Haziran atamasında 9 arkeolog alan Bakanlığın kadroları artırmaya yönelik çaba harcamadığı açık ve net bir şekilde görülmemektedir. Bu da yetmiyormuş gibi tüm bölümlere uygulanan sözleşmeli personel alımı (4-B) nedense arkeologlara uygulanmamaktadır. Bu durum ise adaletsizliğin ve eşitsizliğin bir başka göstergesidir.

 

Bizlerin Bakanlığa yönelik önerilerinden biri de; ülkedeki arkeoloji bilincini arttırmak, bu ülkenin sahip olduğu kültürel mirasını ve önemini gelecek kuşaklara aktaracak olan çocuklarımıza kavratmak için Milli Eğitim Bakanlığınca orta öğretim müfredatına arkeoloji derslerinin konması ve bu derslerin de konunun uzmanı arkeologlar tarafından verilmesidir.

 

Ayrıca, Kültür ve Turizm Bakanlığına sunduğumuz projelerden bir diğeri ise; müze ve koruma kurullarına bağlı bölge kazı müdürlüklerinin oluşturulmasıdır. Bu oluşum istihdam sorununa alternatif çare olacağı gibi aynı zamanda müzelerin çalışma yükünü hafifletecek hem de müze uzmanlarına kendi alanlarına yönelik bilimsel çalışma yapma fırsatı yaratacaktır.

 

Diğer önemli bir sorun ise, arkeologların kendi alanı dışında yapılan KPSS sınavına tabi tutularak, mesleki becerileri ve mesleklerine yönelik iş deneyimleri göz önünde bulundurmadan sınav sonucuna göre Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı “Koruma Kurullarına” ve “Müzelere” yerleştirilmesidir. KPSS atamalar neticesinde mesleki tecrübeden yoksun, kağıt üzerinde diplomaları olan ancak Türkiye arkeolojisine yeterli düzeyde katkı sunamayacak kişiler ile arkeolojideki bilimsel çalışma kalitesi de ne yazık ki düşmektedir.

 

YÖK’ün her yıl arkeolog kontenjanını artırması, buna karşın devletin mevcut kültür politikasında arkeolojiyi ve arkeologları %1’lik atama ile saf dışı bırakması sonucunda, üniversitelere umutla giren ancak mezun edildikten sonra adeta kaderine terk edilen on binlerce genci ülkemizin tarihsel geçmişiyle birlikte karanlığa mahkum etmektedir.

 

Bizler Arkeolog İstihdam Platformu olarak bir yandan arkeolojiye gereken önemin verilmesi yönünde çaba harcarken, diğer yandan arkeologların çalışması zorunlu olan Kurumlarda arkeolog istihdamının arttırılmasına yönelik gayret sarf etmekteyiz”

Arkeolog İstihdam Platformu, 25.07.2014

 

******


ARKEOLOJİ BÖLÜMÜ MEZUNLARI İSTİHDAM EDİLSİN

 

Arkeolog, restoratör ve konservatör ihtiyacı bulunmasına rağmen, Arkeoloji mezunlarının işsiz gezdiği belirtilerek, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer ÇELİK’in yanıtlaması istemiyle soru önergesi verildi.

 

Antalya milletvekili Gürkut ACAR tarafından hazırlanan önergede, Binlerce yıldır medeniyetlere ev sahipliği yapan Anadolunun bütünüyle bir “açık hava müzesi” durumunda olduğu, müzelerde sergilenen eserler kadar, depolarda ve yer altında çıkarılmayı bekleyen tarihi eserler bulunduğu, taş ocakları ve madencilik faaliyetlerinin artmasıyla birlikte de çok sayıda tarihi eser ve tarihi yapı ağır risk altında olduğu vurgulandı.

 

Ancak eserlerin korunması ve sergilenmesi için müzelerde yeterli sayıda arkeolog, restoratör ve konservatör bulunmadığı belirtilerek Kültür ve Turizm Bakanının cevaplaması için şu sorulara yer verildi:

 

Bu kapsamda;

1-   Müzelerin arkeolog, restoratör ve konservatör kadrosu sayısı nedir? Bu kadroların kaçı doludur? Son 10 yılda ve yıllara göre, bu kadrolara kaç yeni atama yapılmıştır?

2-    Türkiye’deki işsiz arkeolog sayısı nedir?

3-   Son 10 yılda ve yıllara göre kazılar ile kurtarma kazıları için ne kadar ödenek kullanılmıştır?

4-   Müze ve ören yerlerinden son 10 yılda ve yıllara göre ne kadar gelir elde edilmiştir?

5-   Türkiye genelinde hangi bölgelerde hangi tarihi yapı ve eserler, madencilik faaliyetleri nedeniyle risk altındadır? Bakanlığınız, bu risk altındaki yerler için hangi çalışmaları yürütmektedir? Hangi bölgelerde kurtarma kazıları yapılmıştır?

6-   Türkiye’nin tarihi yapıların korumasına dönük olarak daha fazla arkeolog, restoratör ve konservatör gibi teknik personelin görevlendirilmesi sağlanacak mıdır? Tarihi eserler korumasız, arkeologlar işsiz kalmaya devam mı edecektir?

memurunyeri.com, 25.07.2014

HACILAR BÜYÜK HÖYÜK KAZILARI BAŞLADI

 

Hacılar Büyük Höyük’te 2014 Kazı döneminin başladığını belirten Burdur Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Tanır; kazıların insanlığın gelişim evrelerine ışık tutacağını söyledi.

 

1957 yıllarında ilk defa James Mellart tarafından yapılan 9000 yıllık geçmişe sahip Hacılar kazısı 50 yıl aradan sonra ilk kez 2011 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından başlatılmıştı. Burdur Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından yürütülen Hacılar Büyük Höyük 2014 kazısına Prof.Dr. Gülsüm UMURTAK başkanlığında ilk kazma vuruldu.

 

Burdur Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Tanır; insanlığın gelişim evrelerine ışık tutacak olan kazılar hakkında şu açıklamalarda bulundu: “Geçen yıllarda yapılan kazılarda Tunç çağı dönemine ait savunma duvarları, binaların kalıntıları, dairesel yapılar, ticarette kullanılan damga mühürler, iskeletler, günlük yaşamda kullanılan eşyalar, toprak kaplar vb. ortaya çıkarılmıştı. On iki kişilik bilim ekibiyle yabancı bilim adamları da bu yıl kazılarda yer alacak. 20 Temmuz-20 Eylül tarihleri arasında planlana kazı Bakanlık kazı temsilcisinin atanmasıyla bu günlerde başladı.”

 

Hacılar Büyük Höyük Kazısının Batı Anadolu’nun en önemli yerleşim yeri olduğuna dikkat çeken Tanır; şu bilgileri aktardı: “2014 yılı kazılarında savunma sisteminin dışında kalan açma sınırlarının düzgün bir hat halinde düzenlenmesi planlanmaktadır. Binaların duvarlarının onarımı ve kent dış çizgisinin ortaya çıkarılması önemli çalışmalardan olacaktır. Bakanlığımızın gönderdiği kazı ödenekleri ile kazılar hızla devam edecektir. Bu yıl geçen yıla göre daha fazla ödenek gönderildi.

 

Hacılar Büyük Höyük Kazısı Batı Anadolu’nun en önemli yerleşim yeri olması nedeniyle insanlık tarihinin bölgemizde tarihsel gelişimine ışık tutması açısından ayrı önem taşımaktadır. Ayrıca kazıda çalışan işçiler Hacılar, Döğer ve Karaçal gibi yakın köylerden olduğu için sağladıkları iş imkanlarından dolayı istihdama katkı vermektedir.”

Turizm Haberleri, 25.07.2014

'ÇİVİ BİLE ÇAKILAMAYAN' TARLABAŞI NASIL YIKILDI?

 

 

Tarlabaşı'nda 'çivi bile çakılamayan' yüzlerce tarihi binanın yıkımı için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı koruma kurullarından nasıl izin alındığı ortaya çıktı. Eski kurulun 2005'te koruma kararı verdiği binalara "özellikleri olmadığı" gibi gerekçelerle yıkım onayı verilmiş.

 

İstanbul ’un tarihi semtlerinden Beyoğlu Tarlabaşı’nda tescilli ve koruma altında olduğu için yıllarca ‘çivi bile çakılamayan’ tarihi binaların yıkımı için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı koruma kurullarından nasıl izin alındığı ortaya çıktı.

Beyoğlu’ndan sorumlu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, çoğu 1978’de tescil edilen binaları bir envanter çalışması için 2005’te yeniden değerlendirmiş ve tescillerinin devamına karar vermişti. Beyoğlu Belediyesi, 2006’da Tarlabaşı’nı ‘Yenileme Kanunu’ adıyla anılan 5366 sayılı yasa kapsamına alınca başvuruları değerlendirmesi için ‘Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ adıyla yeni bir kurul oluşturuldu.

20 BİNADAN 18’İ YIKILDI
Beyoğlu Belediyesi ve GAP İnşaat’ın proje alanında kalan tarihi binaların tescillerinin düşürülmesi için yaptığı başvuruları değerlendiren Yenileme Kurulu, eski kurulun 2005’te korunması yönünde karar verdiği birçok bina hakkında “özel bir yapı niteliği taşımadığı ve özgün plan özelliğine sahip olmadığı”gibi gerekçelerle yıkım izni verdi.

Çoğu binanın baştan aşağı yıkılmasına müsaade eden kurul, az sayıda binanın da ön cephesinin askıya alınarak korunmasını istedi. Örneğin Tarlabaşı Caddesi üzerinde ‘360 Ofis’ adıyla satışa sunulan 360 No’lu adadaki 20 tescilli binadan ikisi dışında hepsi yıkıldı. Geriye kalan iki tescilli binadan birinin sadece cephesi korunacak. Buraya yer altında beş, yer üstünde dokuz kat olmak üzere toplamda 14 katlı bir inşaat yapılacak.

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, projenin koruma ilkelerine aykırı olduğunu savundu. Ahunbay, ‘’Bunlar koruma mantığına ve ilkelerine uymayan müdahalelerdir. Tarlabaşı, 19. yüzyılda gelişen kent dokusu, dönemin mimari izlerini taşıyan dini ve sivil yapıları ile tarihi ve estetik değer taşıyan bir alandır. Dönemin yapım teknikleri, üslupları ve cephe düzenlerinin belgeleri olan yapılarıyla da yaşatılması önem taşımaktadır. Bu yaşatma binaları iç mekan ve üçüncü boyutta da korumayı gerektirir” diye konuştu.

KURUL TOPU ‘ÜÇLÜ HEYET’E ATTI
GAP İnşaat, Yenileme Kurulu’nun talebi üzerine üniversitede görevli restoratör mimar, yapı malzemesi ve statik uzmanlarından oluşan üç kişilik bir heyete yıkılması istenen her binayla ilgili rapor hazırlattı. Birkaç sene önce tescilinin devamına karar verilen binalar hakkında “özel bir yapı niteliği taşımadığı ve özgün bir plan özelliğine sahip olmadığı” gibi tespitler yapan üçlü heyetin raporları, kurulun yıkım izinlerine gerekçe gösterildi. Kurul kararlarında, raporlardan birinin Yıldız Teknik Üniversitesi’nin döner sermayesinden çıktığı belirtilmiş.

Prof.Dr. Ahunbay, raporlar hakkında şöyle konuştu: ‘’Sanki korumaya değil, yıkıma zemin hazırlayan uzman raporları üretilmiştir. Restorasyon harap olan tarihi binayı onarmak, bozulmuş olan kısımlarını olabildiğinde az müdahaleyle ayakta tutma çabasıdır. Altına garaj vb. ekler sokulmak istenen tarihi binaların yıkılmasını kolaylaştıracağı için hazırlanan raporlar iç mekanları, kargir duvarları gözardı etmiş gibi görünmektedir.”

ÖNCE SULUKULE, ŞİMDİ TARLABAŞI
1978’de ünlü mimar Sedat Hakkı Eldem, sanat tarihçi Semavi Eyice ve arkeolog Ekrem Akurgal gibi uzmanların da imza attığı bir kararla Tarlabaşı’ndaki yüzlerce bina tescil edilerek koruma altına alındı. Beyoğlu Belediyesi’nin verilerine göre proje alanındaki 269 binanın 188’i korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli. Henüz yıkılmayan binaların kaderini de Yenileme Kurulu belirleyecek.

Meslek odaları tarafından yargıya taşınan ve çok eleştirilen ‘Yenileme Kanunu’ gereğince oluşturulan yenileme kurulları, Sulukule, Fener-Balat ve Emek Sineması için de benzer tartışmalı kararlara imza atmıştı. Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan, daha önce Radikal’e verdiği bir röportajda ‘Yenileme Kanunu’ hakkındaki eleştirilere cevaben ‘’Tarlabaşı’nda vatandaş bana gelip ‘Burayı dönüştürelim’ deyince 5366 sayılı kanunu çıkartıp tatbik etmiştim. Madde madde yazdık. 2863 Sayılı Koruma Kanunu’nun devamıdır. Birbirleriyle çelişen bir şey yok’’ demişti.

TARLABAŞI’NIN SIRA EVLERİ KAYBOLUYOR
İstanbul’un sıra evleri üzerine İstanbul Araştırma Enstitüsü’yle bir araştırma yapan İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden Prof.Dr. Afife Batur da Tarlabaşı projesini “kötü bir uygulama” olarak değerlendirdi. Batur, ‘’ Bu yıkımla Osmanlı modernleşmesinin izleri siliniyor. Tarlabaşı’nın sıra evlerinin İstanbul’un kentleşme programının en önemli ögeleri olarak korunması gereklidir. Bir binayı model olarak bırakıp gerisini yıkmak olmaz, kent konutu toplu olarak varolursa anlaşılır” diye konuştu.

Radikal, Haber: Elif İnce, 25.07.2014

DEFİNE AVCILARI TARİHİ ALANLARI TALAN ETTİ

 

Gercüş İlçesi Kırkat Köyü mıntıkasında tarihi alanda defina arayan kişiler, Jandarma tarafından yakalandı. Define bulmayan ve tarihi alanlara zarar veren kişiler, gözaltına alındı. Jandarma, kaçak defineciler ile ilgili yaptığı açıklamada “İl Jandarma Komutanlığı unsurlarınca Gercüş ilçesi Kırkat köyü Kole mevkiinde eski yerleşim alanı içerisinde Kültür ve Tabiat Varlığı bulmak amacıyla iş makinesi ile izinsiz kazı yapıldığı bilgileri elde edilmiştir. Adli Makamlara bilgi verilerek olaya müdahale edilmiş olup, şüpheli S.G. isimli şahıs tarihi eser bulmak amacıyla iş makinesi ile izinsiz kazı yaparken yakalanmıştır. Şüpheli şahsın 6 metre derinliğinde kazı yaptığı ve her hangi bir tarihi eser bulamadığı tespit edilmiştir. Olayda kullanılan iş makinesi muhafaza altına alınmış olup, şüpheli S.G. isimli şahıs salıverilmiştir” denildi.

Batman Gazetesi, 16.07.2014

HASANKEYF GÜN SAYIYOR

 

 

Dicle nehri üzerine kurulan Ilısu Barajı antik bir kentin sonu olacak. Almanya’nın meşhur basın yayın organı Deutsche Welle, Hasankeyf’i yazdı. Hasankeyf yaklaşık bir yıl sonra sular altına gömülecek. Burada her taştan tarih akıyor. Arkeolog Necdet Talayhan Dicle Nehri'ndeki tüm kazılarda yer aldı. Tüm bu tarihi eserlerin yakında sular altında kalacak olmasını kavramakta zorlanıyor. "Dicle nehrine bakalım. Nehrin sol tarafındaki Saray kalıntısının odaları var. Yine medrese kalıntısıyla yan yanayız. Roma Duvarı'na doğru gidiyoruz. Dicle nehrini göreceğiz. Çoğunun alt kısmında Roma dönemine ait mezarları olan iki tane büyük yapının içinde kilise olan mekanlarımız var. Dedelerinin kültürlerinin yok oluşunu görüyor. Bu da insanın geçmişle bütün bağının kopması anlamına geliyor ve bir gelecek göremiyor."

 

KİREÇTAŞINDAN EVLER

Binlerce yıl insanlar, Dicle'nin tepelerindeki kireçtaşı evlerinde yaşadılar. Hasankeyf sakinleri günümüzdeyse daha alçaktaki beton binalarda yaşıyor. Ve yakında buralarda yaşamak zorunda kalacaklar; bölgenin dışındaki apartmanlarda... Hasankeyf'in yaklaşık bir yıl içinde sular altında kalacağı tahmin ediliyor. Devasa bir baraj gölü vadiyi sular altına gömecek... Hükümet, barajla Hasankeyf'in yaşam standardını artırmayı vaat ediyor. Özellikle de çocuklar için daha iyi bir gelecek sağlayacağı belirtiliyor. Yerel yöneticiler ülkenin doğusunun acilen enerjiye ihtiyacı olduğunu söylüyor... Hasankeyf kaymakamı Temel Ayça, bölgede balıkçılığı geliştireceklerini ayrıca tekne turlarıyla turizmin canlandırılmasının planlandığını kaydediyor. Hükümet, 13. yüzyıldan kalma bu cami gibi birçok turistik yeri ise öncesinde bir sergi alanına nakletmeyi planlıyor. Arkeolog Necdet Talayhan için bu çok saçma; "Hem doğunun hem batının çok güzel yansıtıldığı bir süsleme tekniği. Türkiye'de başka bir camide daha var. Maalesef burası su altında kaldığı zaman bu güzel süsleme de yok oluyor."

 

Hasankeyf'in pek yakında artık var olmayacağının bilinmesinden bu yana kente daha fazla turist geliyor. Bu da sadece hayvancılıkla geçinen yerliler için ek gelir anlamına geliyor... Fırıncı Mevlüt Güzel de hafta sonları gelen ziyaretçiler nedeniyle iki kat fazla ekmek pişiriyor. Ancak bu onu memnun etmiyor. Çünkü sular gelince sadece evinden değil, fırınından olacağını da biliyor... "Bu toprağa alışmışız. Buradan büyük şehirlere yerleşirsek kaybolup gideriz. Biz alışkın değiliz." 100 kilometre uzaklıktaki baraj inşaatında hummalı bir çalışma sürüyor. Yarıdan fazlası tamamlanmış durumda. Ülke içi ve dışında proje protesto ediliyor. Almanya'nın da bulunduğu yatırımcılar, geri çekildiler. Hükümet ise projeyi tek başına bitirmeye kararlı. Bölgede herkes baraja karşı değil. Kent sakinleri bölünmüş durumda. Kimileri protestolara destek verirken, kimileri hükümetin daha fazla refah ve istihdam sözüne bel bağlamış durumda. Projeyi eleştirenler, farklı bölgelerdeki kireç taşı mağaralarının turistlere kiralandığını ancak Hasankeyf'te ise sular altına gömüleceklerini söylüyor. Mağarada yaşayan son kişiler de yazdan sonra taşınmak zorunda...

Batman Gazetesi, 06.07.2014

 

******


HASANKEYF'İN NE KADAR ÖMRÜ KALDI?

 

Dicle Nehri üzerinde 8 yıl önce yapımına başlanan Ilısu Barajı ve Hes'te fiziki gerçekleşmenin yüzde 72'ye ulaştığı bildirildi. 1 yıl sonra su tutacakolan barajın, 1 yılda dolması halinde Antikkentin en fazla 2 yıl ömrünün kaldığı belirtildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2006'da temeli atılan ve gövde hacmi bakımdan Atatürk Barajı'ndan sonra ikinci sırada yer alacak Ilısu Barajı'nın yapımı tüm hızıyla devam ediyor.

 

TÜRKİYE’NİN 4. BÜYÜK BARAJI OLACAK

Türkiye'nin hidroelektrik üretiminin yüzde 10'unu sağlayacak, yılda 920 milyon lira değerinde 4 milyar 120 milyon kilovatsaat enerji üretecek, gövde dolgusu yüzde 93'e ulaşan Ilısu Barajı üreteceği enerji bakımından Atatürk, Karakaya ve Keban Barajlarından sonra dördüncü büyük baraj olacak. DSİ 16. Bölge Müdürü Mahmut Dündar, baraj yapımının hızla sürdüğünü belirterek, bu kapsamda Ilısu Barajı ve HES inşaatında büyük ilerleme sağlandığını söyledi. Dündar, "Fiziki gerçekleşme yüzde 72, gövde dolgusu ise yüzde 93 oranında tamamlandı" dedi.

 

ILISU BARAJINDAN YILLIK 920 MİLYON TL GELİR ELDE EDİLECEK

"Ilısu Barajı 2015 yılı sonunda su tutmaya başlayacak" ifadesini kullanan Dündar, şöyle konuştu: "Mardin ve Şırnak arasında sınır teşkil eden Dicle Nehri üzerinde yapılan barajın temelden yüksekliği 135 metre ve yaklaşık 11 milyar metreküp rezervuar hacmi olacak. Türkiye'nin hidroelektrik üretiminin yüzde 10'unu sağlayacak barajın kurulu gücü bin 200 megavat olacak ve yılda 4 milyar 120 milyon kilovatsaat enerji üretecek. Bu enerji üretiminden dolayı ekonomiye yıllık katkısı ise 920 milyon lira olacak."

 

SU ALTINDA KALACAK ESERLER TAŞINIYOR

Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle hayata geçirilen, "Müzepark ve Bahçe Teşhir Alanları Projesi" ile Ilısu Barajı nedeniyle su altında kalmadan önce kazılarda çıkarılan eserler Batman ve Hasankeyf'teki müzelerde sergilenecek. Batman Müzesi Müdürü Tenzile Uysal, 3 ay sonra tamamlanacak Müzepark'ta Hasankeyf'ten gelecek eserlerin de sergileneceğini dile getirerek, tarihi eserlerin bir kısmının Batman Müze Müdürlüğü bahçesinde kurulacak Müzepark'a taşınmaya başladığını belirtti. Uysal, Hasankeyf'ten çıkarılacak eserlerin büyük bölümünün ise Hasankeyf yeni yerleşim bölgesinde DSİ tarafından finanse edilecek TOKİ tarafından yapımı süren müzede sergileneceğini sözlerine ekledi.

Batman Gazetesi, 22.07.2014



13 - 26 Temmuz 2014

KLAUS SCHMIDT HAYATINI KAYBETTİ

 

 

Dünyanın ilk mabedi olan Göbeklitepe'nin Kazı Başkanı Prof.Dr. Klaus Schmidt, hayatını kaybetti. 61 yaşındaki Alman Arkeolog Schmidt’in kalp krizinden dolayı hayatını kaybettiği öğrenildi.  

 

Klaus Schmidt kimdir?
Alman arkeoloji profesörü Klaus Schmidt 11 Aralık 1953'da Feuchtwangen'da doğdu. Prehistorya ,Yakın Tarih,Klasik Arkeoloji ve Jeoloji bölümlerini okuyan Schmidt, Heidelberg Üniversitesi ve Erlangen Üniversitesi'nde öğrenim gördü.


1978 yılında Türkiye'ye gelen Schmidt Şanlıurfa Göbeklitepe'de kazı çalışmalarına başladı.Şanlıurfa Müzesi başkanlığında ve Klaus Schmidt bilimsel danışmanlığında kazılar başlamıştır. 2007 yılından itibaren ise kazı çalışmaları Bakanlar Kurulu kararlı kazı statüsüyle ve yine Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Prof.Dr. Klaus Schmidt'in başkanlığında devam ettirilmiştir. Projeye Alman Heidelberg Üniversitesi Tarihöncesi Enstitüsü de katılmıştır. Yıllarca sürdürülen ayrıntılı kazı çalışmaları, Neolitik Devrim'i ve hazırlayan koşulları yeniden yazmayı sağlayacak güvenilir bilimsel sonuçlar sağlamıştır.

Urfa Star, 21.07.2014

 

******


GÖBEKLİTEPE İÇİN BÜYÜK KAYIP

 

İnsanlığın bilinen tarihini değiştiren Göbeklitepe’yi gün ışığına çıkaran isimlerden kazı başkanı Klaus Schmidt hayatını kaybetti. Bölgedeki kazılar bu yıl yapılmayacak. 

 

 

Dünyanın ilk mabedi olarak kabul edilen 12 bin yıllık Göbeklitepe'nin kazı başkanı Prof.Dr. Klaus Schmidt, hayatını kaybetti. 61 yaşındaki Alman arkeoloğun havuzda yüzerken kalp krizi geçirerek hayatını kaybettiği öğrenildi. Göbeklitepe’nin dünyanın ilk yerleşim yerlerinden biri olduğunu ortaya koyan ve bölge hakkında eserler kaleme alan Schmidt’in Almanya’da hayatını kaybettiği bildirildi. 

 

İLK BULUŞMA 1978'DE  
Klaus Schmidt her yıl ilk ve sonbahar alarında Şanlıurfa’ya gelerek bir aylık kazılarını sürdürüyordu. Göbeklitepe'de kazıların bu yıl yapılamayacağı öğrenildi. Schmidt 11 Aralık 1953'da Feuchtwangen'da doğdu. Prehistorya,Yakın Tarih, Klasik Arkeoloji ve Jeoloji bölümlerini okuyan arkeolog, Heidelberg Üniversitesi ve Erlangen Üniversitesi'nde öğrenim gördü. Hz. Adem ile Hz. Havva'nın yaşadığı yer olarak gündeme gelen Göbeklitepe'de, 1995 yılında Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden (DAI) Prof.Dr. Schmidt başkanlığında kazılara başlandı. 

 

TÜM DÜNYAYA TANITTI
Şanlıurfa'ya 18 kilometre uzaklıktaki Örencik Köyü yakınlarındaki Göbeklitepe'de yapılan çalışmalarda, üzerinde hayvan ve insan figürlerinin bulunduğu 'T' biçimli dikili taşların yanı sıra çapları 15 metreye varan daire ve dikdörtgen biçimli tapınak kalıntıları bulundu. Göbeklitepe'nin keşfi ve dünyanın en eski tapınağı olduğunun anlatılması noktasında uluslararası çalışmalarında kent turizmine katkıda bulunan ve yılda 2 kez yapılan kazı çalışmalarına başkanlık eden 61 yaşındaki Schmidt'in ölümü, Türk eşi Çiğdem Schmidt ile sevenlerini yasa boğdu.

 

2007'DEN BERİ ONA EMANETTİ
Kazı çalışmaları 1995’te Şanlıurfa Müzesi başkanlığında ve İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden (DAI) Harald Hauptmann bilimsel danışmanlığında yapılan yüzey araştırmasından sonra başladı. Hemen ertesinde yine Şanlıurfa Müzesi başkanlığında ve Klaus Schmidt bilimsel danışmanlığında kazılar yeniden yönlendirildi. 2007'den itibaren kazı çalışmaları Bakanlar Kurulu kararlı kazı statüsüyle ve yine Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Schmidt'in başkanlığında devam ettiriliyordu.

Akşam, 22.07.2014

 

******


GÖBEKLİTEPE'NİN KADERİNİ ÇİZMİŞTİ

 

 

Urfa’da Örencik Köyü yakınındaki Neolitik Dönem’e ait 11 bin 500 yıllık geçmişe sahip olan ve dünyanın en eski tapınağı olarak bilinen Göbeklitepe’nin 1995 yılından bu yana kazı başkanlığını yapan Alman arkeoloji Enstitüsü’nden (DAI) Prof.Dr. Klaus Schmidt, 61 yaşında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti.


Prof.Dr. Klaus Schmidt’in ölümü, Türk eşi Çiğdem Schmidt ile yakınlarını yasa boğdu. Öğrencilik yıllarından itibaren Almanya, Yunanistan, Mısır, Suudi arabistan ve Ürdün’de çeşitli arkeoloji projelerinde yer alan Klaus Schmidt, Türkiye’deki çalışmalarına 1978 ve 1979 yılında Elazığ Müzesi’nde Norşuntepe kazısıyla başlamıştı. 1980 yılında Lidar Höyük kazısına, 1983-1991 yılları arasında Nevalı Cori kazısına katılmış, 1992-1994 yıllarında Nevalı Cori buluntuları üzerine çalışmalarını Urfa’da gerçekleştirmişti.


Göbeklitepe’yi bugünkü önemine kavuşturan ve kaderini değiştiren ilk kazılar da 1995’te  Schmidt başkanlığında başlatılmıştı. Göbeklitepe’de yapılan kazılarda, üzerinde hayvan ve insan figürlerinin yer aldığı ‘T’ biçimli dikili taşların yanı sıra çapları 15 metreye varan daire ve dikdörtgen biçimli tapınak kalıntıları bulunmuştu. Schmidt, bu keşifle, şehirleşmeden önce tapınakların var olduğu tezini yaratmıştı.


Schmidt’e göre, Göbeklitepe Bölgesi, Mezopotamya’daki ilk şehirlerden 5 bin 500 yıl, İngiltere’deki ünlü Stonehenge’den de 7 bin yıl daha yaşlıydı. Alman arkeolog, bu tezle hem kendi hayatının hem de bilim tarihinin değiştiğini ifade etmişti.


Urfa halkıyla da yakındı
2011’de kendisiyle yaptığım röportajda “Buranın önemi, insanların ilk defa doğaya hükmetmelerinden çok daha önce inanç sahibi olduklarını görebilmemiz. Bilinen dinlere benzemiyor, yazı olmadığı için yazılı kaynak da yok. Dünya tarihinde bir anahtar nokta olan Göbeklitepe sayesinde anlıyoruz ki medeniyete geçişin bir şekli de inançla olmuş” diyen arkeolog, hedeflerinin 20 yıl içinde en az zararla en fazla bilgiyi toplamak olduğunu belirtmişti.
Kazı süresinde Urfa halkıyla da yakın ilişkiler kuran Klaus Schmidt, “Göbeklitepe, Urfa’da günlük yaşamın ve ekonomik hayatın bir parçası haline geldi. Bir yandan da artık insanlar çok şey öğrendi. Neredeyse bizimle çalışanların birer arkeolog olduğunu söyleyebilirim” demişti.

 

Bakan Çelik: Gelecek kuşaklara yol gösterdi

Kültür ve Turizm Bakanı  Ömer Çelik,  Prof.Dr. Klaus Schmidt’in vefatı üzerine yaptığı açıklamada ”Şanlıurfa Göbeklitepe Ören Yeri’nde 1995 yılından bu yana Bakanlığımız ve Alman Arkeoloji Enstitüsü adına kazı çalışmalarını yürüten Prof.Dr. Klaus Schmidt’in ani ve beklenmedik vefatını büyük bir üzüntü ile öğrenmiş bulunuyorum. Prof.Dr. Klaus Schmidt’in yakınlarına ve tümm bilim camiasına başsağlıgı dilerim. Bilimsel kazı ve araştırmalarıyla, ülkemiz ve dünya arkeolojisine büyük katkılar sağlayan, üretkenliği ile gelecek kuşaklara yol gösteren,  kültür ve bilim hayatımızda iz bırakan Prof.Dr. Klaus Schmidt’in ülkemizde yapmış olduğu bilimsel çalışmalar daima takdirle anılacaktır ”ifadelerini kullandı.

Milliyet, Haber: Fisun Yalçınkaya, 22.07.2014

 

******


GÖBEKLİ TEPE, SCHMIDT'TEN SONRA SAHİPSİZ KALMASIN

 

Türkiye dostu İngiliz yazar-araştırmacı Andrew Mango’dan sonra Göbekli Tepe’de kazı çalışmalarını sürdüren Alman arkeolog Profesör Klaus Schmidt’i kaybettik.

 

1995 yılından beri Göbekli Tepe’yi kazmakta olan Schmidt, Urfa Müze Müdürü Müslüm Ercan’dan dün öğrendiğime göre Almanya’da geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetmiş.


Göbekli Tepe ilk bundan altı yıl önce yani 2008 yılında tanışmıştım.


Garanti Anadolu Sohbetleri nedeniyle gittiğimiz Urfa’da, müzede insan boyunda, gözlerine “obsidyen” parçaları yerleştirilmiş 11 bin 500 yıllık heykeli görünce nutkum tutulmuştu.
Dünyanın en eski heykeli karşımızdaydı.


O günden sonra Klaus Schmidt’in çalışmalarını hep izledim.


Göbekli Tepe’den “tarihi yazan şehir” diye söz eden Schmidt, Urfa’ya 15 kilometre mesafede Örencik Köyü yakınlarındaki 12 bin yıllık yerleşim merkezini ortaya çıkartırken az engelle karşılaşmamıştı.


Almanya’dan tarihi eserlerin iadesini isteyen Kültür Bakanı Ertuğrul Günay döneminde Göbekli Tepe’nin kazı izni bir araya tehlikeye girmişti.


Zira Günay, Almanya’dan talep edilen eserler iade edilmediği takdirde Türkiye’de Alman arkeologlar tarafından sürdürülen kazı izinlerinin iptal edilmesini gündeme getirmişti.


Sadece bir tek bekçiyle korunmakta olan Göbekli Tepe’den dört yıl kadar önce bir heykel çalındığında fatura Profesör Schmidt’e çıkartılmıştı.


Kazı başkanı olarak Schmidt, çalınan heykel için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na 150 bin lira ödemek zorunda kalmıştı.


Eşi Doç.Dr. Çiğdem Schmidt’in de dahil olduğu ekibi ve Urfa Müzesi’nin işbirliğiyle kazılarını sürdüren Schmidt’in Göbekli Tepe ve dolayısıyla Urfa’nın tanıtımında payı büyük.


Schmidt, kazı ve akademik çalışmalarından artan zamanını Göbekli Tepe’nin önemini anlattığı uluslararası konferanslara ayırmıştı.


Göbekli Tepe’yi birkaç ay önce ziyaret eden Serhan Yedig’in yazısından öğrendiğime göre, kazı alanının yıllık 500 bin euroluk bütçesinin büyük bölümünü Alman Araştırma Vakfı karşılıyor.
Avrupa Birliği de kazı alanını koruyacak çatının inşası için 2,5 milyon euro vermeyi taahhüt etmiş.
Yine Yedig’in yazısında, Amerikan Global Heritage Vakfı, John Templeton Vakfı ve Koç Holding’in desteğiyle kazı alanına kameraların yerleştirildiği belirtiliyor.


Hırsızlıklara karşı aslında devletin önlem alması gerekirken bu işi sponsorlar üstleniyor.
İyi ki varlar.


Urfa Müzesi Müdürü Müslüm Ercan dünkü konuşmamızda, Göbekli Tepe kazılarının eylül-ekim aylarında yeniden başlatmayı planlamış olduklarını söylüyor.


Kazılar devam eder mi? Schmidt’ten sonra kazıları kim sürdürecek?


Bunlar cevap bekleyen sorular.


Göbekli Tepe’nin dünya kamuoyunun ilgisinin yoğun bir şekilde sürdüğü bir sırada belirsizliklere gündemden düşmeyeceğini umut ediyorum.


Yazık ki, Profesör Klaus Schmidt, gün ışığına yeni çıkartılan Göbekli Tepe buluntularının da barındıracak olan yeni Urfa Müzesi’nin önümüzdeki aylar için planlanmış açılışında olamayacak.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, ömrünün 20 yılını Göbekli Tepe kazılarına vermiş bu değerli bilim insanının anısına güzel bir şeyler yapmasını bekliyoruz.

Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 22.07.2014

 

******


TARİHİ DEĞİŞTİREN ARKEOLOG

 

Göbeklitepe’nin şifresini çözen Klaus Schmidt öldü.

 

Göbeklitepe kazılarının yapılmadığını ve tarihin en önemli buluntularının gün ışığına çıkmadığını bir an için düşünelim… Birisi çıkıp 10-30 metre çaplarındaki, 20 kadar çukurda, insanı betimleyen, yükseklikleri 2-6 m. arasında değişen “T” biçimli dikilitaşların olduğunu söyleseydi... Bu sütunların 40-60 ton ağırlıklara ulaştığını ekleseydi... Dikilitaşların üzerine 20’ye yakın türde hayvan kabartmasının yontulduğunu da anlatsaydı...


Anlatıcı bunları
madeni, çanak çömleği, tarımı, hayvanları evcilleştirmeyi bilmeyen insanoğlunun dinsel inançlarını yansıtan, sanatsal yapıtlar olduğunu da söyleseydi... Herhalde dinleyenler bunu bir “kurgu roman” olarak algılardı. Anlatıcı, dinleyicilerini Şanlıurfa’da Harran Ovası’na tepeden bakan bir yere götürüp tek başına yükselmiş bir karadut ağacını gösterdikten sonra, anlattıklarımın hepsi bu ağacın altında deseydi, herhalde gülüp geçilirdi.


Anlatıcı, karadut ağacının çevre halkının “dilek ağacı” olduğunu ve yanındaki yatırı gösterip işte bu “dinsel ziyaret” alanı, anlattıklarının burada filizleneceğinin işareti olduğunu söyleseydi… Dinleyenler bir ikilem içinde kalabilirler miydi?

 

Dilek ağacının altındaki tapınak
1970’lerin sonunda yöreden bir köylü müzeye bir heykel teslim etti. Heykel çok ilkel olduğu için müze yetkililerince ciddiye alınmadı, depoda bir köşeye atıldı. Aradan yıllar geçti. Depodaki heykel Şanlıurfa’da çeşitli kazılar yapan Türk ve yabancı arkeologların dikkatini çekti.


Bunlardan biri de Elazığ’da baraj suları altında kalan ve dünyanın en eski insan yerleşmelerinden biri olan Norşun Tepe kazılarında bulunan yapıtlar üzerine doçentlik tezini hazırlayan Alman arkeolog Klaus Schmidt idi. Bu arada Şanlıurfa’nın Hilvan İlçesi'ndeki bir başka eski yerleşmelerden Nevali Çori kazılarına katılmıştı.


Dolayısıyla insanoğlunun mağaralardaki “avcı ve toplayıcı” konumu olan “paleolitik (yontma taş)döneminden çıkıp “tarım yapan” ve “hayvanları evcileştiren” insanın “neolitik (cilalı taş)” yerleşik düzene geçişini yakından gözlemlemişti.


1995 yılına gelindiğinde Schmidt’in bilimsel danışmanlığında, müze müdürlüğünün başkanlığında “dilek ağacının” bulunduğu Göbeklitepe’de yüzey araştırmalarına başlandı. Yüzeyde pek çok insanoğlunun ilk araçları olan taştan yonga ve delgi parçaları araştırmacılara doğru iz üzerinde olduğunu gösterdi.


Ertesi yıl yüzey araştırmalarının sonuçları
doğrultusunda Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün şemsiyesi altında, müzeyle ortak kazılara geçildi. Anlatıcının “bilimkurgusu”nun artık bir kehanet olmadığı kazılarla gerçekleşmeye başladı.


Schmidt 2007’de Bakanlar Kurulu kararı ile Göbeklitepe kazısının başkanı olarak çalışmalarını yoğunlaştırdı. Bu konuda kendisine en büyük yardımı arkeolog olan eşi Çiğdem Köksal verdi.
Dünyanın yedi harikasından biri olan
piramitlerden binlerce yıl, İngiltere’nin ünlü Stonehenge adlı dikilitaşlarından da 7 bin yıl daha eski olan, bazıları oval, bazıları dikdörtgen biçimli alanlarda tapınaklar olduğu saptandı. Schmidt, şimdiye değin dünyada insanoğlunun yaptığı en eski tapınaklardan 20 kadarından altısını kazabildi.


“T” biçimli ve 2-6 metre yüksekliğindeki kireçtaşından yapılma bu dikili taşlarda “T”nin üstünün insanın kafasını; yanlardaki el ve kol kabartmalarından dolayı da altının gövdeyi simgeledikleri anlaşıldı. Bu ağırlıktaki taşların buraya nasıl getirildiği sorusuna ise henüz yanıt bulunabilmiş değil.


Dikili taşların üzerinde aslan, boğa, yaban domuzu, tilki, yılan, yaban ördekleri ve akbaba gibi kabartmalar tapınağı farklı bir gizem katıyordu. Memeli hayvanların tümü erkekti, dişilere yer verilmemişti. Ancak bir taşta bir çıplak kadın görüldü.


Şimdiye değin 100 bini aşkın hayvan kemiği bulundu. Bunların genellikle dinsel törenlerde kurban edildiği ve ayrıca tapınak yapımında çalışanlarca yenildiği düşünülüyor. Schmidt, hayvan kabartmalarının “insanların günlük yaşantılarında önemli rol oynamış olmalarının gerekmediği, yapılma amacının mitolojik bir ifadeye dayandığı” yorumunu yapmıştı.


Göbeklitepe yakınlarında bir yerleşme yoktu. Bu tapınakları yapanların “avcı ve toplayıcı” gezgin insanlarca yapıldığı belirlendi. Dinsel alanların biçimlenmesi, mimarisi, sanatı ile insanoğlunun yerleşik düzene geçişindeki ara dönemi anlaşılmasına yardımcı oluyor. “Yontma taş” ve “cilalı taş” arasında “epipaleoltik (orta taş çağı)” denilen bir geçiş evresi yaşanmıştı.


Şu ana kadar yaklaşık yüzde beşi kazıldığı söylenen Göbeklitepe’deki buluntuların dört tabakadan oluştuğu gözlendi. En üstteki tabaka İÖ 9 binli yıllara giderken en alttaki tabakanın bin yıl daha eski olduğu belirlendi. Bir anlamda bugün nasıl “Ziyaret Tepe’de dilek ağacı” kutsallığın işareti ise insanoğlu da burayı, birkaç binyıl boyunca kutsal alan olarak kullanmış, tapınaklar eklemişti.

 

150 bin lira para cezası ödedi
Schmidt’i son dört yılda iki olay çok üzmüştü.
Birincisi 2010 yılındaki kazıda 40-50 cm. yüksekliğinde bir insan başı ve üzerinde bir yırtıcı hayvan (kartal olabilir) bulunan 11 bin yıllık bir yapıta ulaştılar. Heykelin tümünü bulmak ve ortamını algılamak için kazıyı ertesi güne bıraktılar. Ancak ne var ki ertesi günü geldiklerinde heykel çalınmıştı!


Durum jandarmaya ve valiliğe bildirildi.
Soruşturmadan sonra bazı işçiler gözaltına alındı. Olayın kazı alanında çalışan işçiler arasındaki husumetten kaynaklandığı ve orada çalışanlar aleyhine çalışmayanların bir düzenlemesi olduğu belirlendi.


Heykel bugüne değin bulunamadı. O yıl kazıya ara verildi. Kültür Bakanlığı sorumluluğu Schmidt’e yükledi. Sonrasında Schmidt, Bakanlığa 150 bin lira para cezası ödedi. Kazıya bir süre ara verildi. Bu arada Schmidt’in ne denli üzüldüğünü yakından biliyorum.


İkincisi ise bu yılbaşında bir TV sunucusu hanımın Göbeklitepe’yi tanıtacağı savı ile ortaya çıkıp, kazı heyetini dışlamasıydı. Sonuçta sunucu hanım, dediğini değil de demediğini yaparak bir fotoğraf sergisi ile yetinmek zorunda kaldı.

 

Dünya için büyük kayıp
Klaus Schmidt’in (61) ölümü yalnızca arkeoloji dünyası için değil, Göbeklitepe için de büyük bir kayıptır. Kültür Bakanlığı Göbeklitepe’yi öksüz bırakmamak için en azından Schmidt kadar alçakgönüllü, çeşitli dillerde kitaplar, makaleler yazabilecek ve TV belgesellerini de başarabilecek birisini kolay kolay bulamayacaktır. Unutmayalım ki en azından daha 14 alan kazılmayı ve gün ışığına çıkarılmayı bekliyor!

 

Göbeklitepe yüzey araştırmalarının sonuçları doğrultusunda Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün şemsiyesi altında, müzeyle ortak kazılara geçildi. Anlatıcının “bilimkurgusu”nun artık bir kehanet olmadığı kazılarla gerçekleşmeye başladı. Schmidt 2007’de Bakanlar Kurulu kararı ile Göbeklitepe kazısının başkanı olarak çalışmalarını yoğunlaştırdı. Bu konuda kendisine en büyük yardımı arkeolog olan eşi Çiğdem Köksal verdi. Dünyanın yedi harikasından biri olan piramitlerden binlerce yıl, İngiltere’nin ünlü Stonehenge adlı dikilitaşlarından da 7 bin yıl daha eski olan, bazıları oval, bazıları dikdörtgen biçimli alanlarda tapınaklar olduğu saptandı. Schmidt, şimdiye değin dünyada insanoğlunun yaptığı en eski tapınaklardan 20 kadarından altısını kazabildi.  

Cumhuriyet, Yazı: Özgen Acar, 23.07.2014

 

******


YAŞASAYDI DÜNYAYI DAHA DA ŞAŞIRTACAKTI

 

Prof. Klaus Schmidt’i son olarak, bu yılın mart ayı başında Berlin Büyükelçiliği’nde gördüm. Kendisiyle ayaküstü sohbet ettim. Göbeklitepe’nin tılsımını sordum... Bakın bana nasıl bir yanıt verdi....

 

Alman arkeolog Prof. Klaus Schmidt, Şanlıurfa'daki dünyanın en eski tapınağı 11 bin 500 yıllık tarihe sahip Göbeklitepe'yi ortaya çıkardığında, tüm dünya “Tarih yeniden yazılmalı” dedi. “Göbeklitepe, Adem ile Havva'nın yaşadığı yer. Tarihin sıfır noktası, tarih Göbeklitepe'yle başlıyor” denildi.

Schmidt, özdeşleştiği Göbeklitepe'de 1995’ten beri kazı başkanlığını yürütüyordu. Yaz tatili için eşi Çiğdem'le birlikte Almanya'nın Usedom Adası'na gittiler. Pazar günü öğleden sonra Baltık Denizi’nin sularında yüzüyordu. Kıyıdan biraz açıldıktan sonra birden geri dönmeye başladı. Ancak kıyıya ulaşamadan, eşi Çiğdem'in gözü önünde suda kayboldu. Yardım çağrıları üzerine gelen yüzücüler, Schmidt'i suda cansız buldu. Yeniden canlandırılması için yapılan kalp masajı da yetmedi.

ELÇİLİKTE GÖRÜŞTÜK
Prof. Klaus Schmidt'i son olarak, bu yılın mart ayı başında Berlin Büyükelçiliği'nde gördüm. Berlin Turizm Fuarı vesilesiyle büyükelçilikte Göbeklitepe sempozyumu düzenlenmişti. Almanya'nın en yıldız arkeologları oradaydı... Prof. Schmidt, Alman Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Prof. Frederike Fless, Göbeklitepe'nin öncüsü Nevali Çori kazılarını yöneten Prof. Harald Hauptmann, Latmos'ta kaya resimlerini çıkaran Annellese Peschlow...

Schmidt'le ayaküstü sohbet ettim. Göbeklitepe'nin tılsımını sordum. “Nedir dünyayı bu kadar büyüleyen Göbeklitepe?” dedim. Bana, ihtirasla Göbeklitepe'nin sırrını anlatırken, şunları söyledi: “Şimdiye kadar bulduklarımız daha buzdağının görünen bir ucu. Biraz daha bekleyin. Biz daha işin başındayız. Dünyayı hayrete düşürecek daha çok eser çıkaracağız...”


Bunları 5 ay önce söylerken çok iddialıydı. Ama şimdi ani ölümüyle dünyayı hayrete düşürdü.

Türkiye Prof. Klaus Schmidt'le dünyadaki önemli bir elçisini yitirdi. Başkent Berlin'deki Alman Arkeoloji Enstitüsü şokta.


Güle güle Göbeklitepe’nin kaşifi...

Hürriyet, Yazı: Celal Özcan, 23.07.2014

ULYA VOGT-GÖKNİL HAYATINI KAYBETTİ

 

Mimar ve sanat tarihçisi Ulya Vogt-Göknil, 9 Temmuz'da hayatını kaybetti. Göknil, 1921 doğumlu idi. 

 

İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde, Mimarlık eğitimini bitirdikten sonra,  Zürih Üniversitesi’nde doktorasını tamamlayan Ulya Vogt Göknil, doktora konusu olan ‘İslam sanatında mekan’ üzerine araştırmalarını sürdürerek, yazdığı kitap ve makaleleri yurtdışında yayınlanmıştır.

 

Türkçe yayınlanan tek kitabı Mimar Sinan'dır (İstanbul, 1987), (Almanca basımı 1993).

 

Geometrie, Tektonik Und Licht in Der Islamischen Architektur /‘Geometri, Tektonik ve Işık’ adlı kitabında (Wasmuth, 2003) İslam mimarisinin Bizans ve Rönesans mimarilerine oranla farklılığını;

 

Son kitabı Die Schrift an islamischer Architektur /‘İslam Mimarisinde Yazı’da (Wasmuth, 2007) yazının mimarideki yerini ve önemini incelemiştir.

 

Sanat tarihçisi Nazan İpşiroğlu’nun kardeşi  olan Ulya Vogt Göknil, sanat tarihçisi Adolf Max Vogt ile evlenerek yaşamını Zürih’te sürdürmüştür. 

Sanat Tarihi Derneği, 11.07.2014

IŞİD, HZ. YUNUS'UN TÜRBESİNİ HAVAYA UÇURDU

 

 

Geçtiğimiz 10 Haziran'dan beri Irak'ın 2. büyük kenti Musul'un kontrolüne ele geçiren terör örgütü Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) yine dehşet saçtı.

Daha önce Musul, Telafer ve Kerkük'te din adamlarına ait türbeleri ve Şii camilerini dinamit kullanarak patlatan örgüt bu kez Musul'da peygamber Hz. Yunus'un türbesi olarak bilinen tarihi mekanı aynı yöntemi kullanrak havaya uçurdu. Müslümanlar ve Hristiyanlar için de kutsal sayılan Yunus Peygamber türbesinin patlatılması Irak'lılar arasında tepkiye neden oldu. 134 hicri yılında yapılan cami her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret ediliyordu. Türk hacılar kutsal topraklara giderken burayı ziyaret etmeyi hacca tamamlayıcı bir ibadet olarak görüyorlardı. 2010 haziranında caminin yakınında bir bomba patlaması sonucu dış duvarı zarar görmüştü.

Radikal, 25.07.2014

TARSUS SAAT KULESİ'NİN ÇANI NEDEN ÇALMIYOR?

 

 

Tarsus Saat Kulesi’ndeki saatin mekanizmaları 120 yılı aşkın zamandır çalışıyor, saat işliyor ve çanı çalıyor. Bu saatin bakımı bugün bile düzenli yapılıyor. Ama nedense saat çalışıyor, çanı çalmıyor.

 

Bu gerici zihniyet bundan bir yıl önce de Aratos dergisi bürosundaki “Çıplak Mahallesi” yazan tabelaya kafayı takmıştı. Şimdi de kiliseyi çağrıştırıyor diye saatin çanı çalınmıyor.

 

Kent trafiğinin bugünkü kadar yoğun olmadığı eski zamanlarda Saat Kulesi’nin zamanı bildiren çan sesleri kendin diğer ucunda kendini duyururdu. Şimdi ise insanlar ancak gecenin sessizliğinde bu sesi duyabiliyor.

 

Tarsus’ta Ulu Cami’deki Saat Kulesi’nin çanı neredeyse iki haftadır çalmıyor. Saat mi arızalı yoksa başka bir nedenle mi çalmıyor acaba? Bozuksa neden yapılmıyor?

 

Ama saat çalışıyor. Peki, çan neden çalmıyor? İşte önemli nokta burasıdır. Ulu Cami ve Kırkkaşık Bedesteni çevresinde tutucu kimi insanların saat kulesinden gelen çan sesinin kiliseyi çağrıştırdığından rahatsız oldukları bilinmektedir.

 

Bu konuda bazı resmi kurumlara “Biz çan sesi istemiyoruz” diye şikâyet ettikleri de bilinmektedir.

 

Tarsus Saat Kulesi, Ramazanoğulları döneminde Piri Paşa’nın oğlu İbrahim Bey tarafından eski bir tapınağın temelleri üzerine 1579’da inşa edilmiş olan Ulu Cami’nin revaklı avlusunun kuzeydoğu köşesinde yer alır. Caminin iki minaresinden birinin yıkılması sonucu Tarsus Kaymakamı Ziya Bey tarafından yaptırılmıştır. Saat Kulesi, 1892 yılında Kaymakamı Ziya Bey’in özendirmesiyle, Tarsus eşraflarından Fevzi Ağanın verdiği 200 lira ile eski minare kaidesi üzerine o dönem moda olan Saat Kulesi yaptırma geleneğine uyularak ve paranın 100 lirasıyla da Avrupa’dan bir çalar saat getirtilerek inşa edilmiştir.

 

Tarsus Saat Kulesi’ne ilişkin en eski fotoğraf 1893 yılında Servet-i Fünun dergisinde yayınlanmış.

 

Tarsus Saat Kulesi’ndeki saatin mekanizmaları 120 yılı aşkın zamandır çalışıyor, saat işliyor ve çanı çalıyor. Bu saatin bakımı bugün bile düzenli yapılıyor. Ama nedense saat çalışıyor, çanı çalmıyor. Bunda iyi niyet aranabilir mi?

 

Birileri çan sesinden rahatsız olduğunu yetkili kişilere söylüyor her haldeki, saatin çan sesi devre dışı bırakılıyor.

 

 

Bu gerici zihniyet bundan bir yıl önce de Aratos dergisi bürosundaki “Çıplak Mahallesi” yazan tabelaya kafayı takmıştı. Vatandaşın biri şikâyet ediyor. Tarsus Belediyesi Zabıta amiri dört zabıtayı görevlendiriyor. Zabıta ekibi büronun camındaki bürosundaki “Çıplak Mahallesi” yazan tabelanın kaldırılmasını istiyor. Neden? Çünkü çıplak sözcüğü vatandaşı rahatsız ediyor. Dervişin fikri neyse zikri odur. Bu gerici güruh, hem namusuna düşkün hem de dini bütün. Bu yüzden de erotizmi çağrıştıran çıplak sözcüğü olmayacak, kiliseyi anımsatan çan çalmayacak.

 

Tabi Aratos dergisi bürosundaki “Çıplak Mahallesi” yazan tabelayı kaldıramadılar. Kalkmayacak da. Öte yandan da Tarsus Saat Kulesi’nin saati çalıştığı gibi çanı da çalacak ve çalmalı.

 

Gericilik bu kentte beden istiyor, ödün istiyor. Mevzi kazanmak istiyor. Onlara mevzi kazandırılmayacak ödün de verilmeyecektir.

 

Buna göre, “Saat Kulesi’nin çanı çalsa ne olur, çalmasa ne olur” gibi saf bir yaklaşım ortaya konulamaz. Bugün saatin çanına, yarın tabelaya müdahale eden gerici zihniyet yarın yaşamımızın temel yanlarına müdahale etme hakkını kendinde görecektir.

 

Saat Kulesi’nin çanı sessiz kalmasın siz de gelişmelere sessiz kalmayın.

 

Zaman, geleceğimize, ilerici değerlere sahip çıkma zamanıdır. Zaman aydınlanma zamanıdır.

Tarsus Saat Kulesi’nin çanı üzerinden gerici hezeyan yapanlar ve burayı siyasete malzeme etmesin.

 

İlgililere duyurulur. Saat Kulesi’nin çanı çalmıyor.

Sol Haber, Haber: Uğur Pişmanlık, 24.07.2014

SELİMİYE CAMİİ'NDE KAPISI ÖRÜLEN ODAYA İNCELEME

 

 

Mimar Sinan’ın ustalık eseri Selimiye Camii’nde yıllar içinde kapısı örülen odanın yeniden işlevsel hale getirilmesi için Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü harekete geçti.

 

Dönemin Padişahı 2’nci Selim’in emriyle Mimar Sinan tarafından 1568 yılında yapımına başlanıp 1575’de tamamlanıp ibadete açılan Selimiye Camii minarelerinin olduğu bölümünde penceresi olan, ancak kapısı olmayan oda tespit edildi. Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, penceresi olup kapısının olmayan odayla ilgili teknik çalışma başlattı. Padişah mahvelinin altında halen imamların kullandığı odanın içinden görülebilen sadece penceresi olan kapısız odadan minarelere çıkıldığı sanılıyor. 





İMAMLAR ÜŞÜMESİN DİYE YAPILMIŞ

Tarihi Selimiye Camii’nde 35 yıl imamlık yapan Yusuf Karabıyık, kapısız odanın Mimar Sinan tarafından imamların kışın ezan okumak için minareye üşümeden çıkması için yapıldığını tahmin ettiğini söyledi. Sinan’ın bu odayı yapmasının ardından yıllar içinde kapısının örüldüğünü düşündüğünü söyleyen emekli imam Karabıyık, "Eski yıllarda ezanlar minareye çıkılıp okunduğundan bu odanın Selimiye Camii’nde görevli imamların odalarından üşümeden minareye çıkıp ezan okumaları için yapıldığını tahmin ediyorum" dedi.

 

Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri kapısız odanın duvarından örnekler alarak, sonradan örülen duvarın yerinin tam tespitinden sonra orijinal hale getirileceğini belirtti.

Milliyet, Haber: Ali Can Zeray, 24.07.2014

'CASABLANCA'NIN PİYANOSU SATILIYOR

 

 

1942 tarihli, üç Oscar ödüllü Hollywood klasiği “Casablanca”da kullanılan piyano 24 Kasım’da New York’ta yapılacak müzayedede satılacak.  Filmde kullanılan iki düzineden fazla parçanın satılacağı müzayedenin favorisi bu piyano olarak gösteriliyor. Dooley Wilson’ın canlandırdığı Sam karakterinin bu piyanoda, Ingrid Bergman ve Humphrey Bogart’ın oynadığı Ilsa ve Rick için “As Time Goes By”ı çaldığı sahne unutulmazlar arasında yerini almıştır.

Müzayedenin yıldızı somon rengi piyanonun yanında Bogart’ın gece kulübü “Rick’s Cafe Americain”ın kapıları, film için yapılmış pasaport ve geçiş belgeleri, senaryonun son halinin taslağı, oyuncuların imzalı fotoğrafları, prodüksiyon notları satışa sunulacak parçalar arasında.

Parçaların hepsi özel bir koleksiyoncudan geliyor. Müzayede evi piyanonun milyon dolarlık bir rakama satılmasını bekliyor.

Müzayedede başka filmlerden koleksiyoner parçaları da olacak, 1939 yapımı “Oz Büyücüsü”nde Judy Garland için tasarlanan deneme elbisesi ve önlüğü bunlardan biri.

 


Habertürk, 24.07.2014

TARİHİ KONGRE BİNASI TÖRENLE AÇILDI

 

23 Temmuz Erzurum kongresinin 95. yıl dönümü etkinlikleri kapsamında restoresi tamamlanan kongre binası TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in katıldığı törenle açıldı. 95 yıl önce yapılan tarihi Erzurum kongresi temsili olarak yeniden canlandırıldı.

 

23 Temmuz Erzurum kongresinin 95. yıl dönümü düzenlenen etkinliklerle kutlanıyor. Geçtiğimiz yıllara oranla çok daha geniş kapsamlı olarak planlanan kongre etkinlikleri kapsamında restoresi tamamlanan kongre binası, törene katılan TBMM Başkanı Cemil Çiçek tarafından açıldı.

 

Açılış törenine TBMM Başkanı Cemil Çiçek, İçişleri Bakanı Efkan Ala, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, AB Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Vali Ahmet Altıparmak, 9. Kolordu Komutanı Korgeneral Kamil Başoğlu, Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen ve çok sayıda davetli katıldı.

 

BAKAN ALA KONUŞMA YAPTI

Törende konuşan İçişleri Bakanı Efkan Ala, Erzurum’un milli mücadeledeki önemine işaret etti. Ala, 10 Ağustos’ta yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halkın kendi cumhurbaşkanını seçeceğini belirterek, Türkiye’nin gelişme sürecini anlattı.

 

TBMM Başkanı Cemil Çiçek ise Erzurum’un kurtuluş mücadelesinde önemli bir konuma sahip olduğunu belirtti. Çiçek, konuşmasında ayrıca Gazze’de yaşanan İsrail saldırılarını kınadı.

 

600 öğrenciden oluşan koronun Erzurum türkülerini seslendirmesinin ardından restorasyonu tamamlanan binanın açılışı yapıldı. Kongrenin yapıldığı salonda TBMM Başkanı Çiçek ve beraberindeki bakanlar delegeleri temsilen koltuklarda oturarak temsilci canlandırmaya eşlik etti.

 

TBMM Başkanı Çiçek ve Bakanlar daha sonra birlikte kongre binasını gezdi.

Erzurum Gazetesi, Haber: Ahmet Akbuğa - E. Mehmet Yılmaz, 23.07.2014

KAPALIÇARŞI ÇATLADI!

 

 

Dünyanın en büyük ve en eski alışveriş mekanlarından biri olan tarihi Kapalıçarşı’nın farklı kısımlarında oluşan çatlaklar nedeniyle önlem alındı. Çarşıda dün sabah dükkanlarını açan bazı esnaf, tavanın bazı yerlerinde çatlaklar oluştuğunu ve yerlere parçalar düştüğünü gördü. Bazı dükkanların da zemininde çatlaklar oluştuğu gözlendi. Durumun bildirilmesi üzerine, belediye ekipleri tarafından çatlakların oluştuğu bölgelerde önlem alındı. Tehlike arz edebilecek yerlerin çevresi demir bariyerlerle çevrildi.

Fesçiler Caddesi’nde esnaflık yapan Hüseyin Şahin, yaptığı açıklamada, dükkanlarına geldiklerinde gece oluşan yarıklar nedeniyle yere düşen parçalar olduğunu gördüklerini söyledi. Uzun zamandır çarşıda bu tür sıkıntılar yaşandığını belirten Şahin, şöyle devam etti:

“Kaymalar oluşuyor. Aylardır zaten dükkanlarımızın kapıları çöküyor, sıkışıyor. Yerlerde de çökmeler oldu. Gelip geçici önlemler aldılar. Dernek de bu konuda yazı yazmış ama sorun halledilmedi. Burada tadilat yapacaksak herkes karışıyor ama böyle durumlarda sorumlu çıkmıyor. Belediye, anıtlar kurulunun, onlar ise belediyenin baktığını söylüyor. Bugün durumu bildirdikten sonra belediyeden bir arkadaş geldi, resimleri çekti. Bildireceğini söyledi ve gitti. Anıtlar kurulundan da gelmişler. Önlem aldılar. Dernek parça düşmemesi için güçlendirme yapacak. Bakalım nasıl olacak?”

Habertürk, 23.07.2014

 

 

KAPALIÇARŞI 'KURUL'U BEKLİYOR

 

553 yıllık Kapalıçarşı yıllardır restorasyon bekliyor malum... Temelleri 1461 yılında atılan, dünyanın en eski ve büyük alışveriş mekanı olan çarşının her yanı dökülüyor zira... Nemle birlikte duvarlar çatlıyor, tavan betonu öbek öbek düşüyor, yerler deseniz çöküyor. Çatıyı ise hiç sormayın. James Bond serisinin ‘Skyfall’ filminin çekimleri sırasında çatının büyük zarar görmesi gündeme gelmişti hatırlayacağınız üzere. Çatıdaki çekimlerde kiremitlerin kırılması büyük tartışma yaratmıştı. Çekimlerin ardından da çatıda ciddi problemler başladığı iddia edilmişti. Bunun yanında, altyapı yetersizliği ve ısıtma sorunu da son yıllarda kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı.

KADEMELİ TAHLİYE OLACAK
Demem o ki, Kapalıçarşı’nın her yanından sorun fışkırır hale geldi. Ve işte tüm bu problemlerin sona ermesi için bir restorasyon projesi gündeme geldi. Proje bir türlü başlayamadan önceki gün çarşının Fesçiler Caddesi’nde tavanın bazı bölümlerinde ayrılmalar, zeminde ise çökmeler oluştu. Bu hasarla birlikte de ‘Kapalıçarşı’nın restorasyonu ne zaman başlayacak?’ sorusu bir kez daha akıllara takıldı. Sahi, aslına uygun yenileme projesinde son durum ne? İşte bu soruyu Fatih Belediyesi yetkililerine ilettim ve şu yanıtı aldım: “Koruma Kurulu, önceki gün çökmelerin olduğu sorunlu bölge ile ilgili kararını verdi. Kurulun ‘660 ilke kararı’na göre sokak, kademeli tahliyeler doğrultusunda kapatılacak. tahliye edilecek. Ardından da nasıl müdahale edileceğinin tespiti için bilirkişi tayin edilecek. Bilirkişinin hazırlayacağı bu rapor kurul onayından sonra ilgilileri tarafından ihaleye çıkılacak. İhale sonucunda çalışma başlayacak. Kapalıçarşı’nın genel restorasyon projesi de Koruma Kurulu’nda. Kurul’dan çıkacak karar doğrultusunda bu yıl içinde çalışmaların başlaması bekleniyor.”

SEYYAR İSTİLASI TURİST KAÇIRIYOR
Kapalıçarşı’nın sorunlarından söz açılmışken, çarşı etrafında yaşanan seyyar satıcı istilasına da değinmeden olmaz. Özellikle de Nuruosmaniye kapısında, kelimenin tam anlamıyla işporta işgali yaşanıyor. Kapının önünde turistleri çeviren, ısrarla alışveriş yapmalarını isteyen seyyarlar, esnafı da turisti de bezdirmiş durumda. Bu köşenin takipçileri hemen hatırlar... Çarşı önündeki seyyar satıcı kuşatmasını defalarca dile getirdim. Esnaf, “Turistlerin peşini bırakmayan seyyarlar, turizmi baltalıyor. Turistler nasıl kaçacağını şaşırıyor. Bu görüntüler İstanbul gibi bir dünya şehrine hiç yakışmıyor” diye isyan ediyordu. Bu serzenişler artarak devam ediyor. Belediyenin seyyarlar için ciddi bir önlem alması bekleniyor.

Habertürk, Haber: Esra Boğazlıyan, 24.07.2014

 

******


KAPALIÇARŞI'DA ALARM ZİLLERİ ÇALIŞIYOR

 

Geçtiğimiz Cumartesi günü yağan aşırı yağmurda içindeki kemerlerden bazılarında 10 santimetriye aşan çatlaklar oluşan Kapalıçarşı'nın havadan yapılan çekimleri, büyük bir tehlikeyi ortaya çıkardı. 3 bin 600 dükkanın bulunduğu Kapalıçarşı’nın çatısının adeta bir klima ve çanak anten tarlası haline geldiği görüldü. Ayrıca tonlarca su taşıyan onlarca su deposunun da çatıya gelişi güzel yerleştirilmiş, bazıları de bacaların üzerine konulmuş durumda. Tonlarca ağırlıktaki su depoları ile yüzlerce klima ve çanak antenlerin eski olan binaya aşırı yük bindirdiği, bir çökme yaşanması durumunda facia yaşanabileceği belirtildi.

 

ÇATLAKLAR 10 SANTİMETREYİ GEÇTİ, BAZI YERLER DESTEKLE AYAKTA DURUYOR

Beyazıt, Nuruosmaniye ve Mercan üçgeninde yer alan 64 cadde ve sokağı , iki bedesteni, 16 hanı ve içindeki 3 bin 600 dükkanı ile dünyanın en eski ve en büyük alışveriş merkezi olan ve 22 kapısı bulunan Kapalıçarşı, geçtiğimiz cumartesi günü İstanbul'da yağan ve pek çok yerde su baskınlarına sebep olan aşırı yağıştan nasibini aldı. Yağan yağmurun ardından Kapalıçarşı’nın tavanında yaklaşık 2 yıl önce oluşan çatlaklar, büyüyerek bazı yerlerde 10 santimetreyi geçti. Çökme tehlikesi geçiren iç tavan kemerlerinden bazıları demirle desteklendi.

 

HAVADAN YAPILAN ÇEKİMLER TEHLİKEYİ ORTAYA ÇIKARDI

110 bin 868 metre kare bir alana sahip olan 45 bin metre kare kapalı alanı bulunan ve her gün 300 ile 500 bin kişinin ziyaret ettiği Kapalıçarşı'nın havadan yapılan çekimlerinde ise büyük bir tehlikeyi ortaya çıktı. Binanın çatısının bir klima ve çanak anten tarlasını benzediği görüldü. Asıl büyük tehlikeye sebep olabilecek tonlarca su alabilen dev plastik su depolarının çatının üzerine gelişi güzel yerleştirilmesi. Bazı bölümlerde su depolarını koyacak yer bulamayan esnafın bunları, binanın bacaları üzerine monte ettiği gözlendi. Arıza yapan klima ve çanak antenleri tamir etmek için hemen hemen her gün dev alışveriş merkezinin çatısına çıkan servis elemanlarının da çatıya zarar verdiği belirtildi.

 

ÇATI JAMES BOND FİLMİYLE GÜNDEME GELMİŞTİ

2012 yılında James Bond serisinin 24. filmi olan “Skyfall”'ın çekimlerine ev sahipliği yapan Kapalıçarşı’nın çatısının durumu çekimler sırasında gündeme gelmişti. O tarihlerde binanın çatısının ve içinin restarasyonun yapılmasına karar verilirken, binanın tarihi bir yapı olması ve gerekli izinler için başlatılan çalışmalar bürokrasinin çarkları arasında kaybolmuştu. En son 2014 yılının Mart ayında Fatih Belediyesi tarafından yapılan açıklamada Kapalıçarşı'nın aslına uygun olarak sil baştan restore edileceği ve bunun için 200 milyon lira harcanacağı duyrulmuştu. Ancak dün DHA Gökyüzü kamerasıyla yapılan çekimlerde binanın çatısında herhangi bir çalışma olmadığı, sadece bozulan klimaları tamir ettiğini öğrenilen 3 kişinin dolaştığı görüldü.

 

KAPALIÇARŞININ TARİHİ

İstanbula’a gelen turistlerin mutlaka uğradığı 110 bin 868 metrekarelik alanı kaplayan ve 45 bin metre kare kapalı alanı bulunan Kapalıçarşının çekirdeğini iki bedesten oluşturuyor. İç Bedesten, yani Cevahir Bedesteni tarihçiler arasında tartışmalı olmakla beraber büyük olasılıkla Bizans’tan kalma bir yapı olup 48 m x 36 m ölçülerinde. Yeni Bedesten ise 1461 yılında yaptırılmaya başlanan Kapalıçarşı’nın ikinci önemli yapısıdır ve Sandal Bedesteni olarak anılıyor. Burada bir yolu pamuk , bir yolu ipekten dokunan ve Sandal adı verilen kumaş satıldığı için Sandal Bedesteni ismi verilmiş. Fatih Sultan Mehmet’in Kapalıçarşı’nın inşaatına başladığı yıl olan 1461, Kapalıçarşı’nın kuruluş yılı olarak kabul görmüş. Asıl büyük çarşı ise Kanuni Sultan Süleyman tarafından ahşap olarak inşa ettirilmiş. Eski zenginlerin mücevher , kıymetli maden , kürk ve murassa silah gibi değerli eşyalarının yanı sıra devlet hazinesinin büyük kısmı da buralardaki kasalarda muhafaza edilirdi. Evliya Çelebi burayı muazzam güçlü bir kale gibi tanımlamıştı.

Milliyet, Haber: Ali Aksoyer - İlhan Parçal, 24.07.2014

EFES, 20 YILDIR BEKLİYOR

 

 

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dört yılda girmeyi başaran Bergama, hak ettiği ilgiye ve değere kavuştu. İzmir’in diğer bir kültür değeri Efes antik kenti ise 20 yıldır o listeye girmek için bekliyor. Efes’in Dünya Miras Komitesi tarafından belirlenen kriterlere uyduğunu belirten Yaşar Üniversitesi Turizm İşletmeciliği Bölüm Başkanı Doç. Dr. Gökçe Özdemir, “Efes, 1994 yılından bu yana geçici listede bekletiliyor. Bu, bölge turizmi için hayal kırıklığı yaratıyor.” dedi.

 

Türkiye, bu yıl Bergama ve Bursa Cumalıkızık’ın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmesinin ardından listede yer alan kültürel ve doğal varlık sayısını 13’e yükseltti. Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı’nın, evrensel değerlere sahip kültürel ve doğal varlıkları dünyaya tanıtmak için hazırlanan bu listeye girmesi bölgede büyük sevinve sebep oldu. Bergama’nın önümüzdeki dönemlerde ülke ve bölge tanıtımında büyük rol oynayacağını belirten Doç. Dr. Özdemir, Efes’in ise 20 yıldır geçici listeden asil listeye girme mücadelesi verdiğini söyledi. Özdemir, yaptığı açıklamada, “Bir alanın Dünya Miras Listesi’ne girebilmesi için altı kültürel ve dört doğal kriterden en az birini karşılaması gerekir. Efes, mevcut haliyle zaten bu kriterleri karşılamakta ancak ya bürokratik ya da teknik süreçten kaynaklanan bir problemden dolayı asil adaylık 20 yıldır gerçekleşemiyor. Bu süreç, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından izlenebileceği gibi kamu ve özel kuruluşlar veya sivil toplum kuruluşları tarafından desteklenebiliyor. Örneğin Bergama Belediyesi bünyesinde kurulan Bergama UNESCO Dünya Mirası ve Alan Yönetimi Birimi’nin bu sürece büyük katkısı oldu ve süreç hızlı ilerledi. Sonuç itibariyle de kısa sürede başarı elde edildi. İzmir’den ayrıca Birgi tarihi kenti de 2012 yılından bu yana geçici listeden asil listeye geçmek için bekliyor.” şeklinde konuştu. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi etiketi taşıyan alanların, dünya turizm pazarından yüksek oranda faydalandığını belirten Özdemir, İngiltere’den dünyaca ünlü Stonehenge örneğini verdi. Listeye giren alanların uluslararası belgesel kanallarında da geniş yer alarak dünyaca tanındığını, Efes’in yanısıra Türkiye’nin Dünya Miras Geçici Listesi’nde yer alan diğer 51 varlığı için de çalışmaların hızlandırılması gerektiğini söyledi.

Sözcü, 23.07.2014

YENİ İSTANBUL HANGİ BÖLGEYE KURULACAK?

 

 

İstanbul'un iki yeni şehir projesi Silivri ve Kartal projeleriyle ortaya çıkmaya başladı. Kanal İstanbul projesine ev sahipliği yapacak olan Avrupa Yakası’ndaki Silivri’ye yakın olan Çatalca başta olmak üzere buraya bağlı onlarca beldeyle Anadolu Yakası’nda hızla değişen Kartal ve çevresinin İstanbul’u Doğu ve Batı olarak bölen iki şehir meydana getireceği biliniyordu. Tarihi Yarımada’nın kentsel dönüşümle yeniden şekillenecek olması akıllara, “Yeni İstanbul’un merkezi nerede kurulacak?” sorusunu getiriyor.  İstanbul’un iki yakasında dev şehir kurulması beklenirken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2023 vizyonuyla hazırladığı 1/100 binlik planına göre dönüşüm hızla devam ediyor.   

 

İstanbul’un gelişim aksının doğu-batı yönünde olması için sürdürülen çalışmalar kapsamında kentin iki değil, üç parçaya bölünmesi de öngörülüyor. Buna göre Avrupa Yakası’nda Silivri, Anadolu Yakası’nda Kartal olmak üzere iki yeni şehir merkezi daha oluşturulacak. İstanbul’un merkezi olan tarihi yarımada tamamen yerleşim bölgesinden arındılacak. Yarımadanın Eski İstanbul olarak adlandırılması,buradaki yerleşim bölgesinin istimlak edilerek, Prag ya da Floransa gibi turistik bir bölge olması plan dahilinde yer alıyor. Dörder milyonluk yeni şehirlerden Silivri merkezli, diğeri de Kartal merkezli olacak. İstanbul’un kentsel dönüşümün devam etmesiyle, Silivri çevresinde 3. Havalimanı, 3.Köprü, Otoyolu projelere geniş alanlara yayılan üniversite, sanayi ve kongre projelerinin dahil edilmesi dikkat çekiyor. Silivri merkezli Batı İstanbul’da 4 milyon nüfusun barınması amaçlanıyor. 

 

 

ÇEVRE PLANINDA ÜÇ ŞEHİR  

İstanbul’u modern hale getirecek bu üç şehrin şifrelerine çevre planında yer veriliyor.  Kurulacak şehirlerin detayları İstanbul’un dönüşüm atlası sayılan ‘Çevre Düzeni Planı’nda gizli. Büyükçekmece Gölü’nden Tekirdağ sınırına kadar olan bölge kontrollü olarak genişleyecek. Silivri merkezli yeni şehir, üniversite, teknoloji bölgesi, fuar, kongre merkezlerinin yanı sıra turizm alanlarıyla desteklenecek. Silivri’nin batısı ise Değirmenköy, Çanta, Hadımköy ve Küçükçekmece Gölü’nün kuzeyindeki Kayabaşı, Ispartakule merkezli olarak gelişerek büyüyecek. Anadolu yakasında ise Kartal merkezli olarak Maltepe, Kartal, Kurtköy, Tuzla, Orhanlı, Şile ve Ağva gelişme alanı olarak öneriliyor. Pendik limanı etrafında da yeni konut ve ticari alanlar hedefleniyor. 

 

YARIMADA DÖNÜŞÜMÜ BEKLİYOR 

Tarihi yarımada sayılan İstanbul’un Fatih, Bakırköy Eminönü, Kabataş, Beşiktaş, Şişli, Sarıyer gibi bölgeler için kentsel dönüşüm İstanbul’un iki yakasında dev yerleşim bölgelerinin inşasından sonra gerçekleşecek. Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı İmar Planı öncelikli olarak Sulukule'yle hayata geçmişti. Plan yavaşlamış görünse de çalışmalar devam ediyor. Tarihi yarımadanın önümüzdeki 10 yılda tamamen trafikten arındırılması planlanıyor. Tarihi yarımada için koruma imar planına en büyük engel olarak trafik ve ulaşım görülüyor. İstanbul’a kurulması beklenen üç bölge arasında şehrin merkezinin neresi olacağı ise merak konusu.

Akşam, Haber: Necmi Çiçekçi, 23.07.2014

YENİ HASANKEYF İSTEMİYORUZ!

 
Geçtiğimiz günlerde Ilısu Barajı inşaatında incelemelerde bulunan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu baraj tamamlandığı zaman yıllık 4 milyar kilovat elektrik üretip, arazilerin sulanmasıyla barajın bölgeye hayat vereceğini iddia etti. Fakat bu açıklama 60 yıl öncesinin araştırmasına dayanıyor.  Hasankeyf’in yok olmaması için mücadele edenlerden ve esnaf olan Ömer Güzel ‘Projenin durdurulacağını inanmak istiyoruz’ diyor. Bölgede çalışma yürüten Doğa Derneği de Hasankeyf’in yerinde kalması gerektiğini söylüyor. Projeye İsviçre, Almanya, Avusturya maddi destek veriyordu fakat daha sonra hem barajın ÇED kararının olmayışı hem de sivil toplum kuruluşlarından gelen tepkiler sonucu projeden finansal desteklerini çektiklerini açıkladılar. Türkiye’den Akbank ve Garanti Bankaları finansal destek sağlıyor. Nurol ve Cengiz inşaatın da aralarında bulunduğu konsorsiyum projenin yapımını yürütüyor.

‘KÜLTÜRÜMÜZ YOK EDİLİYOR’
Ilısu esnaflarından Ömer Güzel, Bakan Eroğlu’nun Ilısu ziyaretinde söylediklerine atıfta bulunarak “Başbakan ve Bakan’ın söyledikleri buradaki yerli halk ve esnafa dair gerçekleri yansıtmıyor. Biz yerimizden edilip yeni Hasankeyf’e taşınmak istemiyoruz. Buradaki tarihi ve kültürel değerlerin, ekolojik yapının tahribata uğratılmasını kabul etmiyoruz. Hayatımız sil baştan düzenlenmek isteniyor. Kültürümüz yok edilmek isteniyor. Bize lüks villalar vaat etseler dahi biz Hasankeyf’in yok edilmesine karşıyız” dedi. Ayrıca Güzel Hasankeyf’i katledecek bu proje ile birlikte çevrenin ve birçok endemik bitkinin yok olacağını, Dicle Nehri’nde yaşayan birçok hayvan türünün soyunun tükeneceğini belirtti. Yerli halk olarak büyük sıkıntılar yaşadıklarını belirten Güzel “Burada kimse bu projeyi istemiyor, kendi aramızda toplantılar düzenliyoruz. Bu projenin yapılacağına hala inanmıyoruz, durdurulacağını biliyoruz” dedi.

“UNESCO’YA ADAY”
Doğa Derneği’nden Dicle Tuba Kılıç ise “Bakan Eroğlu’nun barajın 4 milyar kilovat elektirik üreteceği açıklaması 60 yıl önce hesaplanmış bir rapora dayanıyor ve gerçeği yansıtmıyor. Yeni bir etüt çalışması yapılıp hesaplamanın yeniden yapılması gerekiyor. Çünkü Dicle Nehri artık eski kapasitesinde akmıyor ve debisi her yıl düşüyor. Yılda sadece 2 ay yüksek debide akan nehirden 4 milyar kilovat elektrik üretilmesi imkansız. Hasankeyf 11 bin yıllık tarihi geçmişi ile Unesco’nun 11 kriterinden 9’unu sağlayan tek yer. Baraj projesinin acilen durdurulup, Hasankeyf’’in Unesco Dünya mirasına sokulması gerekiyor. Ilısu Barajı yasadışı inşa ediliyor. Danıştayın yürütmeyi durdurma kararı var. Odalar sürekli dava açıyor. Danıştay olumlu karar alıyor fakat Hükümet Meclis’te kanun hükmünde kararname çıkarıyor ve inşaatın devam etmesine göz yumuluyor” dedi.

 

***

 

Yok olacak bazı bitki ve hayvan türleri

•Rafetus kaplumbağası
•Leopar sazanı
•Alaca yalıçapkını kuşu
•Küçük akbaba
•Büyük kız kuşu

Birgün, Haber: Hasan Turhan, 23.07.2014

ANISH KAPOOR'UN ESERİ, SSM'NİN DAİMİ KONUĞU

 

 

Uluslararası heykel sanatçısı Anish Kapoor’un “Çift-Double” isimli eseri S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi’nin (SSM) kalıcı koleksiyonunda ziyarete açıldı.

 

Kapoor’un Türkiye’de bir müze koleksiyonunda ziyarete açılan ilk eseri olan heykel çalışması, 2013 Eylül’de SSM’nin ev sahipliği yaptığı ve binlerce ziyaretçiyi ağırlayan “Anish Kapoor İstanbul’da” sergisinin kapsamında müze bahçesinde sergilenmişti. 3 metre yüksekliğinde ve 1.70 metre genişliğinde granit taştan üretilen “Çift–Double”, 5.300 kg ağırlığıyla sergide yer alan taş eserlerin en büyük ve ağırlarından biri olma özelliğini taşıyor. Yapımı 2006’da tamamlanan eser, artık kalıcı olarak SSM’nin  bahçesinde sanatseverlerle buluşuyor. Eserin Sabancı Müzesi’ne gelmesine vesile olan “Anish Kapoor İstanbul’da” sergisi, 10 Eylül 2013–2 Şubat 2014 tarihleri arasında düzenlendi. Bu süre zarfında müze yönetimi, “Çift–Double” eserini kalıcı koleksiyonuna katmak üzere, sanatçı Anish Kapoor ile görüşmelere başladı. 6 Haziran 2014 tarihinde müze koleksiyonuna dahil edilmek üzere Londra’dan yola çıkan heykel, 14 Haziran’da İstanbul’a geldi ve 15 Temmuz’dan itibaren bahçede ziyarete açıldı.

Zaman, 23.07.2014

KNİDOS ANTİK TİYATRSOU SAHNEYE ÇIKMAK İÇİN GÜN SAYIYOR

 

Muğla İli, Datça İlçesi, Knidos antik kentinin 4500 kişilik antik küçük tiyatrosunun  rölöve, restitüsyon, restorasyon ve ışıklandırma projelerinin hazırlanması ve onaylanan projeler doğrultusunda tiyatronun onarımına geçilmesi için ilk çalışmalar başladı.

 

1850’li yıllarda Ch. Newton tarafından kısmen kazılan tiyatroda, 1970’lerde Amerikalı arkeologlar tiyatronun cavea ve sahne bölümünü neredeyse tamamen açığa çıkartmış, orkestra bölümünde ve batı analemmanın dışında kalan son dolgu toprak 2006 ve 2013 yıllarında Türk arkeologlarca kazılmış, Knidos’un iki tiyatrosundan biri olan  ‘Küçük Tiyatro’ tümüyle gün yüzüne çıkartılmıştı.
 
İlk kez kazılmaya başladığından bugüne yaklaşık 160 yıl geçtikten sonra limana hakim konumu ile eşiz bir manzaraya sahip olan bu görkemli anıtın eski ihtişamlı günlerine dönmesine yönelik çalışmalara hız verildi.

 

Bu amaçla Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Selçuk Üniversitesi adına sürdürülen Knidos Kazı ve Araştırmaları kapsamında 2014 yılı kazı sezonu içinde planlanan en önemli faaliyetlerden birisi olan ‘Küçük Tiyatro’ ile ilgili çalışmalar kapsamında, iki yıl içinde tiyatronun rölöve, restitüsyon, restorasyon ve ışıklandırma projelerinin hazırlanması ve onaylanan projeler doğrultusunda tiyatronun onarımına yönelik birinci aşamanın gerçekleştirilmesi planlanıyor.

 

Finansal kaynağı Genel Müdürlüğümüz ile Güney Ege Kalkınma Ajansı (GEKA) tarafından sağlanan ve Datça Kaymakamlığı ve Selçuk Üniversitesi tarafından hazırlanan projenin ilk aşaması için 941.000,00TL bütçe ayrıldı.

 

Proje kapsamında, geçtiğimiz Haziran ayında başlanan faaliyetlerin ilk aşamasında zemin etüdü, morfolojik ve jeolojik gözlemler ve haritalama,  jeoradar, sismik prospeksiyon, elektirik rezistivite ölçümleri ve temel sondajlama çalışmaları yürütüldü. Deprem kuşağında yer alan antik kentte ileride tiyatroda yapılacak onarımların sağlıklı olabilmesi ve kalıcılığı açısından önemli bir temel oluşturan bu çalışmalar yanında, tiyatronun rölöve çalışmaları da başlatıldı.

 

Ören Yeri’nin hemen girişinde yer alan ve kente deniz yolu ile ulaşan ziyaretçilerin de ilk karşılaştıkları yapı olan tiyatronun, genel durumu ve ziyaret koşulları iyileştirilerek,  içten ve dıştan aydınlatmalar sonrasında ziyarete açılması amaçlanıyor.

 


Knidos Küçük Tiyatro

 


Knidos Küçük Tiyatro ve liman

 


Knidos Küçük Tiyatro

kulturvarliklari.gov.tr, 23.07.2014

KARAMAN'IN TARİHİ DEĞERLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

 
Karaman’ın zengin tarihi mirasının turizme kazandırılması çalış yapılıyor. Bu çalışmalar kapsamında Karaman merkeze 50 km mesafede bulunan Üçkuyu Köyü sınırları içerisinde bulunan Değle Ören yerinde, koruma kurulunun izniyle temizlik çalışmaları başladı. Ören yerinde 6 adet kilise ve çok sayıda konut kalıntıları bulunuyor. Değle örenyerinde bulunan yapı kalıntıları, Madenşehir Köyünde bulunan yapı kalıntılarıyla çağdaş olup, MS 4-9 yüzyıllara tarihlendirilmektedir. Binbir Kilise olarak da adlandırılan bölgenin antik dönemde Piskoposluk merkezi olduğu düşünülmektedir.

 

Tarihi geçmişi ile Karaman ili için büyük turizm değeri taşıyan bu bölgede başlatılan temizlik, onarım ve kazı çalışmalarıyla ilgili bilgi veren Karaman İl Kültür ve Turizm Müdürü Cengiz Orta, “Değle Ören yerinde bulunan yapı kalıntılarında temizlik çalışmaları ve kiliselerin içlerine yıkılmış olan taşların kaldırılarak duvarların onarılması, kiliselerin içlerinin de temizlenerek turizme açılması büyük bir önem arz etmektedir. Devam eden temizlik faaliyetleri, kazı ve onarım çalışmalarıyla birlikte daha çok eser ve daha geniş alanlar turizme açılacaktır, bu durum Karaman turizmini de hareketlendirecektir. Bu amaçla Değle ve Madenşehri örenyerlerinde bulunan kalıntıların kurtarılması ve gün yüzüne çıkarılması amacıyla Müdürlüğümüz tarafından 31 Nolu Bazilikada 3 uzman 13 işçi ile temizlik çalışmaları yapılıyor. Yapılan çalışmalarla kilise içine yıkılan duvar kalıntıları kaldırıldı ve kilisenin iç mekanı açığa çıkartıldı. Halihazırda devam eden çalışmalarla birlikte diğer kilise, manastır ve mezarlık alanlar da temizlenerek turizme kazandırılacaktır.” dedi.

Zengin bir tarihi mirasa sahip olan ve bu zenginliklerin turizme kazandırılması için çalışmaların sürdürüldüğü Karaman’ın Değle Ören yerindeki çalışmaları yerinde inceleyen Marka Kent Karaman ekibinin koordinatörü Yrd.Doç.Dr. Metin Çelik ise, turizm değeri oldukça yüksek olan Bizans kiliselerinin turizme kazandırılmasının Karaman için çok önemli olduğunu söyledi. Sürdürülen temizlik, onarım ve tanıtım faaliyetlerinin Karaman turizmine çok büyük katkılar sağlayacağını belirten Çelik, turizmin gelişmesi için tarihi değerlere sahip çıkmanın önemine vurgu yaptı.

haberler.com, 22.07.2014

KERPE LİMANI TURİZME AÇILIYOR, ARKEOLOGLAR TEPKİLİ

 

Sualtı arkeologları büyük bölümü sular altında olan tarihi Kerpe Limanı’nın Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından sualtı tutkunlarının hizmetine açılmasını eleştirerek, dalışların su altındaki gizli tarihe zarar verebileceğini söyledi.

 

 

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin şehrin Karadeniz’e açılan kapısı olan Kerpe’de Cenevizlillerden kalan ve büyük bir bölümü sular altında bulunan tarihi limanı ve bölgeyi dalış turizmine açmak için harekete geçmesi, bazı endişeleri de beraberinde getirdi. 

 

Sözkonusu düzenlemenin bölge turizmine ve spora katkı sağlayacağı düşüncesi genelde hakim olurken, dünyanın en eski batığı olarak tarihe geçen ve kazı çalışmaları tam 11 yıl süren Kaş Uluburun Batığı’nın bulunmasında ve ilk yıl kazısında görev alan Sualtı Arkeoloğu A. Feyyaz Subay, bölgenin her seviyeden dalgıca açılmasının bölgedeki tarihi eserleri riske atacağını söyledi. 

 

Bu gibi tarihi mekanlarda panik anında zemine atılacak bir ağırlık kemerinin dahi binlerce yıllık ünik bir tarihi eseri yok etmeye yeteceğini ifade eden Subay, “Bölge konusunda çok iyi planlama yapılmalı. 22 binin üzerinde dalış gerçekleştirilen Uluburun Batığı’nda dünyanın 2 sayfalık en eski tableti bulundu ve batığın ahşabı 3 bin 500 sene sularda gömülü kalmış. Büyük uğraşlar gerektiren bu çalışmalardaki buluntuların laboratuvar ortamında titizlikle incelenmesi gerekiyor” diye konuştu. 

 

Türkiye’nin dalış turizmindeki payını artırmasını istediğini, böyle bir projeye asla karşı olmadığını vurgulayan Subay, “Ancak, şu sorunun cevabı iyi verilmeli. Belediye bu projeye ayırdığı maddi kaynağa karşılık bu bölgeye yurtdışından kaç kişiyi getirebilecek? Bölgedeki turizm altyapısı projeyi destekler mahiyette mi? Dalış sektöründe inanılmaz rekabet var. Potansiyel bir yerlere geldi ve durdu. Sadece Bodrum’da 24 dalış merkezi satılık. Bu gerçekler de gözönünde bulundurulmalı” dedi. 


Limanın bir bölümü orijinal halinde bırakılacak. 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından da onaylanan projede, mevcut tarihi limanın bir bölümü orijinal halinde bırakılacak, bir bölümü de restore edilecek. Restorasyonda limanın mevcut taşları ve yöresel malzeme kullanılacak. Limanın bulunduğu alanın da turizme kazandırılması da düşünülüyor. Restorasyon sonrası Ceneviz dönemini yansıtan 2 küçük Ceneviz Gemisi yapılacak. Bu gemilerden biri denize batırılarak dalış turizmine hizmet verirken diğer gemi su üstünde turistik gezi amaçlı kullanılacak. Bölgedeki Osmanlı dönemine ait 2 büyük top ve imitasyon anforalar da yine dalgıçlar için bölgeye yerleştirilecek. Limanın yanında dalış kulüpleri için dalış evi de oluşturulacak. Osmanlı Devleti’nin ticarette kullandığı liman, Karadeniz ve bölge ticaretinde önemli yer tutuyordu.

 

Kerpe’deki dalış merkezi projeden memnun 
Yaz ve kış aylarında Kerpe’de faaliyet gösteren tek dalış merkezi olan Derin Deniz Dalış Merkezi ise projeden memnun. Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız dalış eğitmenleri bir süredir antik Ceneviz Limanı’nı dalış noktası olarak kullandıklarını vurgulayarak, “Limanın tarihi önemi tecrübeli dalıcıların yoğun ilgisini çekiyor. Ayrıca Kerpe Koyu’nun fırtına ve dalgaya kısmen korunaklı olması başlangıç seviyesindeki dalıcılar için de avantaj sağlıyor”dedi.

Dünya, Haber: Mehtap Akbaş, 22.07.2014

DEFİNE ARARKEN ÖLDÜ

 

 

Balıkesir’de bir kişi, define aramak için yaptığı gübre alaşımlı patlayıcıdan yayılan karbonmonoksit gazından hayatını kaybetti.

 

Olay, Balıkesir’in Bigadiç İlçesi'ne bağlı Işıklar Mahallesi kırsalında bulunan bir mağarada meydana geldi. Edinilen bilgiye göre define aramak için bölgeye iş makinesi ile gelen Sabri N. ve iki arkadaşı, mağaranın altında define olduğuna kanaat getirdikten sonra harekete geçti. İş makinesinden sonuç alamayan şahıslar, daha sonra gübre alaşımlı patlayıcı madde ile mağaranın içinde patlatma yaptı. Üç kişiden Sabri N., bu sabah tekrar girdiği mağaradan aradan geçen süreye rağmen çıkmayınca diğer şahıslar jandarmaya haber verdi.

 

Olay yerine çok sayıda itfaiye giderken, ekipler içerideki karbonmonoksit gazından dolayı müdahalede bulunamadı. Çalışmalara Tunçbilek Termik Santrali’nden gelen ekipler de destek verirken, olay yerine gelip mağaraya giren AFAD personeli de gazdan etkilendi. İçeride hayatını kaybeden şahsın cesedine, uzun çalışmalar sonucu ulaşıldı.

Şahısların gübre alaşımlı patlayıcı yapması akıllarda soru işareti bırakırken, jandarmanın olayla ilgili soruşturma başlattığı öğrenildi.

Akşam, 22.07.2014

KAYITLARA GÖRE DÜNYANIN EN ESKİ ŞARKISI TAM 3 BİN 400 YAŞINDA

 

Çivi yazısının sırrı çözüldü, 'Hurri İlahisi' adındaki şarkı gün yüzüne çıkarıldı. Tarihi MÖ 14. yüzyıla dayanan şarkı, Ugarit kraliçesi Nikkal için bestelenmiş.

 

 

Ugarit harabelerinde keşfedilen kil tabletler arkeolojide büyük bir öneme sahip. Ugarit, milattan önce, Suriye’nin Ras Shamra bölgesinde yer alıyordu. Depremle yerle bir olan Ugarit, zamanın en önemli ticaret merkezlerinden de biriydi. 

 

California Üniversitesi profesörü ve Berkeley Antropoloji Müzesi’nin küratörü Anne Draffkorn Kilmer, MÖ 14 yüzyıla dayanan tabletleri 15 yıl boyunca çözmeye çalıştı.

 


Prof. Kilmer'ın 15 yılını alan çalışıması Müzikolo

 

Kilmer’ın çalışmaları ortaya dünyanın en eski şarkısını çıkardı.

 



 

EN ESKİ ŞARKININ ADI 'HURRİ İLAHİSİ'

Çivi yazısı 36 tablet gün ışığına çıkartıldıktan sonra literatüre ‘Hurri İlahisi’ ismiyle kaydedildi. Asuroloji profesörü Kilmer'a göre, yazıtlardaki melodi tam 3 bin 400 yaşında.

 

Tapınakta keşfedilen ilahi, Ugarit tanrıçası Nikkal için bestelenmiş. Tabletlerde, ilahilerin arpla nasıl çalınacağına dair açıklamalar da mevcut. Arkeologların paha biçilemez kadar değerli olarak betimlediği nota tabletlerinin hepsi bugün Ulusal Şam Müzesi’nde sergilenmekte.
  
Müzikoloji dünyasını sarsan keşif devrim yarattı ve müziğin orijini tartışmalarında ekseni Ortadoğu’ya kaydırdı.


Ugarit’te keşfedilen 36 müzikal yazıtın sadece bir tanesi (Hymn 6) bugün çalınabilecek kadar korunmuş konumda.

 



Şarkının bulunduğu tapınağın girişi.

Hürriyet, Haber: Ayla Günerhan, 22.07.2014

AVANOS'UN SİMGESİNE BETONARME HANÇERİ

 

 

Nevşehir’in Avanos İlçesi'nde bulunan 116 yıllık tarihi taş köprünün yanı başında inşaat izni verilmesi tepkilere neden oldu. Bölgedeki kitle örgütleri, kıyı kanunu ve imar kanununa aykırı olarak inşa edildiğini öne sürülen bina için yargı yoluna gideceklerini açıklarken, Avanos Belediyesi kaba inşaatı tamamlanma aşamasında olan yapı için her şey yasal diyor.

 

Nevşehir’in Avanos İlçesi'ndeki tarihi taş köprü, ilçenin simgelerinden biri. Avanos’u ziyaret eden hemen herkesin üzerinden geçtiği ve hatıra fotoğrafı çektirdiği tarihi köprü 116 yıldır yöre halkına hizmet veriyor. Ancak çevresi pek çok kez onarım ve tadilat gören taş köprü bugünlerde çirkin beton yapılarla boğulmak üzere. Tarihi köprünün hemen yanı başında inşasına başlanan bina, Avanos’un siluetini de tehdit ediyor.

 

BELEDİYE: İMAR PLANI İÇERİSİNDE

Özel bir şirket tarafından yapımı sürdürülen binanın, kıyı kanunu ve imar kanununa aykırı olduğunu belirterek Avanos Belediyesi’ne başvuran yöredeki kitle örgütleri, inşaatın durdurulmasını ve ardından da yıkılmasını talep ettiler. Ancak Avanos Belediyesinin, iki katlı işyeri olduğu belirtilen bina inşaatının, uygulama imar planı içerisinde olduğu yanıtını vermesi üzerine konuyu Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Kuruluna taşıyan örgütler, Kurulun yapı hakkında inceleme yapmasını bekliyor.

 

MİMARLAR ODASI DAVA AÇMAYA HAZIRLANIYOR

Kapadokya Tarih Kültür Araştırma ve Koruma Derneği (KATED) Başkanı Mükremin Tokmak, kot farkı gözetmeksizin inşa edildiğini belirttiği yapının durdurulması gerektiğini vurgulayarak, “Avanos Tarihi Kentler Birliği üyesi bir ilçe olarak Türkiye’de saygın bir yere gelmek isterken, kentin siluetinde meydana gelen bu büyük ve hızlı değişiklikler kente ve yaşam alanlarına yabancılaşma duygusunu da artırıyor” diye konuştu.

 

Yöredeki kitle örgütleriyle birlikte yaptıkları başvuru üzerine TMMOB Mimarlar Odası’nın konuyla ilgili dava açmaya hazırlandığının da altını çizen Tokmak, “Nereden bakılırsa bakılsın Avanos hem geçmişimiz, hem de geleceğimizdir. Ona sahip çıkmalıyız. Belediye başkanına oy versin vermesin, her türlü görüşten Avanoslu bu çirkin yapının kente zarar verdiği konusunda hemfikir” dedi.

Evrensel, Haber: Yusuf Yavuz, 22.07.2014

TATİLDE 'ZAMAN YOLCULUĞU'NA ÇIKIYORLAR

 

Yaz tatilinde yeni şeyler öğrenmeyi eğlenceyle buluşturmak isteyen çocuklar, İzmir'in tarih öncesi dönemde ilk yerleşim alanı olan Yeşilova Höyüğü'nde 8500 yıl öncesine yolculuk yapıyor.

 

Türkiye'nin çeşitli illerinden gelen 7-11 yaş arası tarih meraklısı çocuk, İzmir'de "zaman yolculuğuna" çıkıyor. Çocuklar, üç gün süren yolculuk sırasında tarih öncesi döneme ait yaşamı, o dönemdeki gibi giyinip, o şartlarda yaşayarak öğreniyor. Keyfili vakit geçirmeyle yeni şeyler öğrenmeyi bir arada gerçekleştiren yaz okulu, tarih eserlere saygılı, onları koruma bilincine sahip nesiller yetişmesini hedefliyor.

 

Yeşilova Höyüğü Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, höyüğün 8500 yıl öncesine kadar giden tarihi geçmişe sahip olduğunu ifade ederek, İzmir'de ilk yaşayan toplumun kültürünü, yaşam tarzını, yaşam koşullarını bu alandan öğrendiklerini kaydetti. Alandaki kazı çalışmalarını 2005 yılından bu yana sürdürdüklerini belirten Derin, her yıl kentin tarihi ve kültürüne ilişkin yeni şeyler öğrendiklerini söyledi.

 

Yrd. Doç.Dr. Derin, tarih öncesi dönem yerleşim alanını topluma anlatmak ve alanı turizme açmak için gayret ettiklerini aktararak, "İzmir ve çevresi tarihi zenginliklerle dolu. Klasik dönem Roma kentleri çok yoğun. Onların yolları, sütunları, belirgin mimarları varken tarih öncesi dönemlere ait bulgular günümüze kadar daha az kalabiliyor. İşte bu ilk kültürü, ilk toplumu öğretmek için burada Bornova Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Ege Üniversitesi'nin desteğiyle farklı aktivite yaratmaya çalıştık" diye konuştu.

 

- Çocuklar arkeolog oluyor

Derin, internet üzerinden yaz okulu için kazı alanına başvuru yapan çocukların, "Yeşilova Höyüğü'nde Arkeoloji Eğitimi ve Zamana Yolculuk" projesinde 3 gün süresince tarihi yaşayarak öğrendiğini vurguladı. Çocukların öğrenmeleri için kazı alanında tarih öncesi döneme ait bir köy inşa ettiklerini anlatan Yrd. Doç.Dr. Derin, şöyle devam etti:

"Köyde o dönemin uygun kıyafetleri giyerek, buradaki kültürü yaşayarak anlatmaya çalışıyoruz. Buğdaydan un, undan ekmek yapmayı, kilden takı, taşlardan kesici alet yapmayı öğreniyorlar. Onlar için hazırladığımız kazı alanında arkeolog gibi çalışarak arkeolojinin nasıl bir şey olduğunu anlıyorlar. Bizim en büyük eksiğimiz kendi kültürümüzü ve tarihimizi çok iyi tanımamak. Hem iyi öğrenmiyoruz, hem de iyi tanıtamıyoruz. Öğrenemediğimiz için tarihi eserlerimiz çoğunlukla tahrip edilebiliyor. Toprak altından çıkan eserler hepimizin. Bunları korumak, anlamak ve geleceğe en iyi şekilde taşımak için burada projeler geliştirmeye çalışıyoruz."

 

-"Tarihi eserleri korumak gerektiğini öğrendim"

Yaz okulu için Yeşilova'yı tercih eden 11 yaşındaki Deniz Özmen, annesinin yaz okulları ararken burayı gördüğünü, tarihi eserlere ilgisi nedeniyle tercihini bu yönde kullandığını ifade etti. Yaz okulunda tarihi alanlarda nasıl kazı yapıldığını öğrendiğini aktaran Özmen, burada tarihi eserlerin çok önemli şeyler olduğunu gördüğünü söyledi. Özmen, etkinlikler çerçevesinde kazı yaptıklarını, buldukları parçaları önce yıkayıp kuruttuklarını, ardından parçaları bütün haline geliştirmek için birleştirdiklerini dile getirerek, "Tarihi eserleri korumak gerektiğini öğrendim, bundan sonra tarihi eserleri koruyacağım" dedi.

 

Yaz okulu sayesinde ilk kez kazı alanına gelen 8 yaşındaki Mert Öztekin de arkeologların keyifli bir işi olduğunu, büyüyünce arkeolog olmak istediğini belirtti.

Time Türk, Haber: Halil Şahin, 22.07.2014

URLA LİMANTEPE'DE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Ankara Üniversitesi tarafından yürütülen ve Urla Belediyesi tarafından desteklenen Urla Limantepe Kazısı 2014 sezonu çalışmalarının startını verdi.

 

 

Urla Belediye Başkanı Sibel Uyar tarafından ilk kazmanın vurulduğu çalışmalar 3 ayrı alanda yapılacak. Prof.Dr. Hayat Erkanal başkanlığında yürütülen çalışmalar 5 Bin yıl öncesine ait kültürlerin ve kalıntıların araştırılmasını kapsayacak. MÖ 2600’lü yıllara ait sur duvarlarının takip edileceğini vurgulayan Erkanal, geçen yıl kamusal bir yapıya ait olduğunu belirledikleri bir mimari yapı bulduklarını bu sezon ise bu yapının neyi kapsadığını bulmayı hedeflediklerini söyledi.
 
İngiltere, Yunanistan, Kanada ve İtalya’dan bilim insanlarının da yer alacağı uluslararası bir çalışma olan Limantepe ve sualtı kazılarında yurt dışından ve yurt genelinden birçok üniversiteli öğrenci de staj yapmak için Urla’da olacak.
 
İlk kazmayı vuran ve var olan bulguları inceleyen Başkan Sibel Uyar, “tarihe dokunmak inanılmaz bir duygu. Umuyorum bizlere daha derin bilgiler edinmemizi sağlayacak yazılı belgelere ulaşılabilir. Sayın Hayat Erkanal’a ve tüm ekibe başarılar diliyorum” dedi.
Ege'de Son Söz, 22.07.2014

KÜÇÜK ARKEOLOGLAR İŞ BAŞINDA

 

 

Çanakkale'de, tarihi eser ve tarihi mirasa karşı farkındalık oluşturmak amacıyla çocuklar için 'küçük arkeologlar' projesi uygulamaya konuldu.


Parion Antik Kenti ile Apollon Smintheus Tapınağı kazılarının sponsorluğunu sürdüren İçdaş firması, sadece kazılarla tarihi değerlerin ortaya çıkmasına destek olmakla kalmayıp, genç neslin bu eserlere karşı bilinçlenmeleri için de katkıda bulundu. Bu kapsamda oluşturulan 'Küçük arkeologlar projesi' ile tarihi kazı alanlarında çocuk ve gençlerin tarihi miras ve tarihi değerlere karşı bilinçlenmelerine katkıda bulunuluyor.


İlki geçtiğimiz günlerde yapılan proje uygulamasına yaşları 7 ile 17 arasında değişen 100 çocuk katıldı. İki günlük etkinlikte önce Parion antik kentinde uygulama yapıldı. Dünyanın sayılı, Türkiye'nin en büyük tarihi kazısının yapıldığı MÖ 8'inci yüzyıla ait Parion antik kentindeki tiyatroda, küçük arkeologlar için kazı alanı oluşturuldu. Küçük arkeologlar, toprağın altına önceden yerleştirilen bazı objeleri gün yüzüne çıkarmak için çabaladı. Ellerinde küçük çapa, mala ve fırçalarla tıpkı uzman arkeologlar gibi kazı yapmaya çabalayan küçük arkeologlar, tarihi eserlerin hangi zorluklarda ve sabırla çıkarılması gerektiğini öğrendi. Çocuklar, toprak altından çıkardıkları seramik parçaları, bakır eşyaları hassas bir şekilde taşıyacakları sandıklarda topladı. Ardından yıkayarak bu parçaların üzerinde yer alan yazı, sembol, işaretleri inceledi. Küçük arkeologlar, kazı yerlerinde hatıra için hazırlanan kartonetlerle bol bol hatıra fotoğrafı da çektirdi.

 

 



KAZI İKİNCİ GÜN DE SÜRDÜ
Parion Antik Kenti kazı başkanı Doç.Dr. Vedat Keleş, küçük arkeologlara tarihi kazılarda uyulması gereken kuralları anlatırken şöyle dedi:
"Sizlerin tarihi mirasa, kültürel değerlere bilinçli yaklaşımınızı şimdiden bu tür projelerle sağlamaya çalışıyoruz. Türkiye toprakları arkeolojik değerlerle dolu. Belki de ileride bunları siz çıkaracaksınız. Ancak çıkarmasanız dahi onlara sahip çıkarak, korumanız daha önemli."


'BU MESLEK SEVEREK YAPILABİLİR'
Uygulamanın ikinci günü küçük arkeologlar Ayvacık İlçesi Gülpınar Köyündeki Hellenistik döneme ait (MÖ 330-30) Kuzey Batı Anadolu'nun en önemli ve yerel tanrısı ile önde gelen kutsal alanlarından Apollon Smintheon Tapınağı'nı ziyaret etti. Kazı başkanı Prof.Dr. Coşkun Özgünel tarafından bilgilendirilen çocuklar, burada da çalıştı. Prof.Dr. Özgünel "Arkeologlar çok para kazanmazlar. Bu meslek severek yapılabilir. Dolayısıyla sizler tarihi değerlerin kıymetini bilin ve anlayın. Bu konuda amatör olarak uzmanlaşın istiyoruz. Bu nedenle bu projeyi de gönülden alkışlıyoruz" diye konuştu.

Hürriyet, Haber: Burak Gezen, 22.07.2014

MEDENİYETLERİN BEŞİĞİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 


Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kafkaslar'dan Anadolu'ya ilk giriş kapısı olan Ani Ören Yeri'nde restorasyon ve kazı çalışmalarına kaldığı yerden devam ediyor.

 

Kurulduğu günden bu yana birçok medeniyete ev sahipliği yapan ve aynı zamanda önemli bir ticaret merkezi de olan Ani, sahip olduğu zenginliklerle turizme kazandırılıyor.

Bakanlar Kurulu kararıyla yürütülen 160 kazı çalışması ve 200'e yakın bilimsel ve kurtarma amaçlı yapılan kazı çalışmasına 27 milyon lira destek ayıran Bakanlık, üniversitelerin eğitim öğretim döneminin sona ermesiyle kazı çalışmalarının ödeneklerini de il kültür turizm ve müze müdürlüklerine gönderdi.

Bu çerçevede 2012'den beri çalışmaların sürdürüldüğü Ani Ören Yeri'nde 2014'te de Kars Müzesi başkanlığında, Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof.Dr. Fahriye Bayramın'ın bilimsel başkanlığında çalışmalar gerçekleştiriliyor. Kısa süre önce başlayan çalışmaların ağustos ayı sonuna kadar sürdürülmesi planlanıyor.

Fethiye Camisi bu yıl tamamlanacak
Geçen yıl batı ve güney cephesi önünde çalışılan ve restorasyon projeleri hazırlanmış olan Fethiye Camisi'nin (Katedral) etrafının tamamıyla ortaya çıkarılması hedefleniyor.

Bunun yanı sıra 2014 sezonunda, Manuçehr Camisi'nin tabandan gelen su probleminin çözümüne, alanının grid çalışmalarına, daha önceki yıllarda açığa çıkarılmış olan mekanların duvarlarının basit onarımlarına, ziyaretçilerin rahat dolaşımı için oluşturulan gezi yollarının düzenlenmesine, yapıların temizlenmesine ve sonraki yıllarda gerçekleştirilecek projelerin planlanmasına yönelik çalışmalar da yürütülecek.

21 eser hala dimdik ayakta
Volkanik tüf tabakasının üzerine kurulan bir Ortaçağ şehri olan Ani Ören Yeri'nde en eski tarih, MÖ 5000'li yıllara dayanıyor. Kurulduğu arazi üzerine uyumu sağlamak amacıyla üçgenimsi bir şekilde inşa edilen yedi girişli surlara sahip olan Ani'de, 21 eser halen ayakta duruyor.

İlk yerleşimin MÖ 5000'li yıllarda başladığı Ani'de, Saka Türkleri, Sasaniler, Bağratlı Beyliği, Bizanslılar, Şeddat Oğulları Beyliği, Anı Gürcü Atabeyleri, Harzemşah Devleti, İlhanlılar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Osmanlı Devleti ve Ruslar hüküm sürdüğü biliniyor.

Ani Ören Yeri'nde bulunan ve ayakta duran eserler arasında yer alan camiler, surlar ve kiliseler de bu medeniyetlerin izlerini taşıyor. Ani, binlerce yıldan beri yan yana duran cami, kilise ve zerdüşt tapınağıyla ziyaretçileri karşılıyor.

Geçen yıl biletli 23 binden fazla kişinin ziyaret ettiği antik kent, soğuk geçen kış şartlarında bile ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Kültür turlarıyla antik kente gelen yerli ve yabancı turistler, burada bulunan eserleri inceleyerek fotoğraflarını da çekiyor.

Sabah, 22.07.2014

IŞİD, TARİHİ MANASTIRA GİRİP RAHİPLERİ KOVDU

 

Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) militanları, Musul yakınlarındaki tarihi bir manastıra el koyup, burada yaşayan rahipleri kovdular.

 

 

Görgü tanıkları Mar Behnam Manastırı'nın rahiplerinin, üzerlerindeki giysiler dışında hiç bir şey alamadan dışarı atıldıklarını anlatıyor.

 

4'üncü yüzyıldan kalma Mar Behnam Manastırı, Hristiyanlık aleminde hac yeri sayılan önemli bir kutsal mekan.

 

Hristiyanlar, Musul'u ele geçiren IŞİD militanlarının kendilerine Müslüman olma, yüksek bir vergi ödeme ya da ölüm seçeneklerini sunması üzerine bölgeden kaçmıştı.

 

Musul kentinde artık Hristiyan kalmadığı bildiriliyor.

Süryani Katolik Kilisesi'ne bağlı olan Mar Behnam, Irak'ın Musul eyaletinin güney doğu kesimindeki Hristiyan kasabası Karakuş yakınlarında.

 

Süryani bir din adamı militanların manastırda kalanlara "Burada işiniz yok hemen terk edin" dediğini aktarıyor.

 

Aynı din adamı rahiplerin manastırdaki bazı kutsal eşyayı almak istediklerini ama militanların izin vermediğini de söyledi.

 

Peşmergeye sığınmışlar

Bölgede yaşayan Hristiyanlar Fransız Haber Ajansı AFP'ye, manastırdan atılan rahiplerin kilometrelerce yürüdükten sonra Kürt peşmergeler tarafından bulunduklarını anlattılar.

 

Bu ayın başlarında IŞİD, Musul'da, İslami toplumlarda yaşayan ve din değiştirmeyi reddeden gayrimüslimlerin cizye adı verilen bir vergi ödeyerek himaye altına girebileceklerini duyurmuştu.

 

Açıklamada Hristiyanlar "Bunu reddederlerse sonları sadece kılıç olur" denilerek ölümle tehdit edilmişti.

 

IŞİD Suriye'de Şubat'ta ele geçirdiği Rakka şehrinde de benzeri bir uygulamaya başvurmuş, Hristiyanların güvenlikleri karşılığında 14 gram altın tutarında vergi vermelerini istemişti.

 

Irak dünyanın en eski Hristiyan toplumlarından birinin ana vatanı. Fakat ülkedeki Hristiyan nüfus 2003'deki ABD öncülüğündeki işgalden bu yana sürekli azalıyor.

 

BBC yorumcusu Sebastian Usher, "Iraklı Hristiyanlar IŞİD yönetimi altında ayrımcılığa uğruyor ve cezalandırılıyor olabilir ama diğer dini gruplar örneğin Ezidiler ve Şii Müslümanların durumu çok daha kötü, çünkü inançları yüzünden hemen öldürülme tehlikesiyle karşı karşıyalar" diyor.

BBC, 21.07.2014

KALEHÖYÜK'TE KAZI ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR

 

Kırşehir Kalehöyük’te, 2012 yılında başlanan arkeolojik kazı çalışmaları devam ediyor. Bugüne kadar 43 eser çıkarıldı. Konuyla ilgili olarak, Vali Özdemir Çakacak başkanlığında bilgilendirme toplantısı düzenlendi.

Kırşehir’in tarih boyunca birçok medeniyete evsahipliği yaptığını, bu yüzden de arkeolojik kazı çalışmalarının insanlık tarihi açısından bütün önem taşıdığını belirten Vali Çakacak, “Kalehöyük'te yapılan kazılara, valiliğimiz ve belediyemizce destek verilmektedir. Bu kapsamda iş makinesi, elektrik, su gibi ihtiyaçlar tedarik edilmektedir. Ahi Evran Üniversitemiz'ce de oluşturulan ekip, kazının sağlıklı şekilde yürütülmesini sağlamaktadır. Ayrıca 2013 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından da 60 bin TL ödenek verilmiştir. Bu yıl da yine bakanlığımızca İl Özel İdaremiz'e 120 bin TL ödenek gönderilmiştir." dedi. Özdemir Çakacak, 2014 yılında da Kalehöyük’te kazı çalışmalarının devam edeceğini söyledi.

Bugün, 21.07.2014

ANAVARZA KALESİ'NDE ANTİK YOL AÇILIYOR

 

Adana'nın Kozan İlçesi'nde bulunan Anavarza antik kentindeki kazı çalışmalarında, 30-35 metre genişliğinde taşlarla döşeli antik cadde bulundu.

 

 

Malazgirt savaşı sonrası Doğu Anadolu Ermenilerinin yerleştiği ve yeniden inşa ettiği Anavarza antik kentinde arkeolojik kazılar devam ediyor. Geçtiğimiz sezonlarda ortaya çıkarılan ve bir antik kentin en önemli unsurlarından biri olan antik yol, bu yılki kazı çalışmalarında detaylı bir şekilde araştırılıyor.

 

En az Efes antik kenti kadar görkemli bir mimari yapıya sahip olan hatta bazı kaynaklarda 'İkinci Efes Antik Kenti' olarak tanımlanan Anavarza, kalesi, mozaikleri, hamamları, kiliseleri, zafer takları, su kemerleri, nekropolü, stadyumu ve tiyatrosuyla 143 dönümlük bir alana yayılmış ve Anadolu'nun en büyük kentlerinden biri olmuş. Çukurova Üniversitesi bilimsel danışmanlığında, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne bağlı arkeologların yaptığı kazı çalışmaları sürerken, 30-35 metre genişliğindeki taş döşeli antik yol bu yılki kazı çalışmalarının merkezinde yer alıyor.

Bir kentin büyüklüğünü, ne kadar insanın yaşadığını, ticaretinden sosyal statüsüne kadar nasıl bir medeniyeti taşıdığına dair çok önemli ipuçları veren antik yollar arasında, Anavarza'daki Anadolu'nun en büyüklerinden biri olma özelliğine sahip. Anavarza'nın eski adıyla Kilikya olarak bilinen bölgenin en önemli merkezlerinden biri olduğunu gösteren bu yol, bölgenin en önemli şenliklerinin ve olimpiyat oyunlarının da düzenlendiği yerdi.

 

Kozan İlçesi'nin 28 kilometre güneyinde Dilekkaya Köyü sınırlarında bulunan Anavarza Antik Kenti, Roma döneminde milattan sonra 2. yüzyıldan itibaren Anadolu'nun en önemli metropollerinden biri olarak biliniyor. Anavarza, Yaşar Kemal'in başta İnce Memed olmak üzere romanlarında da kendine yer bulan Anadolu'nun en büyük antik kentlerinden biri.

Al Jazeera - Anadolu Ajansı, 21.07.2014

KÜBİZM İLK KEZ GÖBEKLİTEPE HEYKELTRAŞLARI TARAFINDAN KULLANILDI

 

 

Kübizm’i Picasso ve Braque’dan önce duvarlara resmeden sanatçılar vardır. 20. yüzyılda ortaya çıkan Kübizm’in aslında Göbeklitepe heykeltıraşları tarafından çok daha önceden kullanıldığı anlaşıldı..Göbeklitepe, Şanlı Urfa’ya 15 km uzaklıkta yer alan ve günümüzden 12. 000 yıl öncesine dayanan çok önemli bir merkez olarak ortaya çıkarıldı.

 

 

DÜNYANIN EN ESKİ TAPINAĞI
Bu merkezin bu kadar önemli olmasındaki etken ise; Dünya’nın İlk Tapınağı’nın burada inşa edilmiş olmasıdır. Düşünün, avcı ve toplayıcı olan halk daha yerleşim hayatına geçmeden Göbeklitepe’ye gelip büyük bir tapınak yaparak bugüne imzalarını atıyorlar.


Göbeklitepe’de 1995 yılında Alman Arkeolog Klaus Schmidt tarafından başlatılan kazılar arkeoloji tarihi başta olmak üzere dünya tarihi açısından çok önemli ipuçlarını vermektedir. Öyle ki ortaya çıkan buluntulardan sonra Schmidt, “Önce tapınak geldi, sonra şehir geldi” diyerek erken medeniyet tarihine yeni bir bakış açısı getirdi.

 

 

T’NİN ÖNEMİ
Bir tepe üzerinde kurulmuş olan Göbeklitepe çok sayıda yuvarlak biçimli yapılardan oluşmaktadır. Taş Devri’nden kalma bu tapınaklardaki ortak özellik; “T” biçimli sütunlarla çevrilmiş olmaları ve ortalarında iki adet “T” biçimli sütunun yer almasıdır. Yapılan incelemeler sonucunda “T” biçimli sütunların insanı stilize ettiği düşünülmeye başlanmıştır. Ortada yer alan ikiz “T” lerde görülen kol ve bacak tasvirleri bu görüşü desteklemektedir. Bu sebeple mitlerini bizlere bırakmak istemiş olmaları fikri daha ağır basmaktadır.


İlginç olan başka bir şey ise; yapıldıktan bin yıl sonra bu tapınak alanının üzeri toprakla örtülmüş. İnsanı merakta bırakan bir gizem: ‘Böyle devasa bir yapı nasıl yapılmıştır?’ , ‘Yapımından bin yıl sonra üzerinin toprakla örtülme sebebi nedir?’ Bu soruların cevabı araştırıla dursun, biz gelelim sanatına…

 

 

KÜBİZM VE GÖBEKLİTEPE
Sütunların üzerinde yer alan kabartmalarda resmedilen hayvan ve insan motiflerine baktığımız zaman tasvirlerin çoğunun tek bir yönden resmedilmediğini, bazı tasvirlerde motiflerin üstten, alttan ve yandan bir arada anlatıldığını görmek mümkün. Anlatım açısından eğer bir boğayı yandan anlatırsan gövdesinin bir kısmını göremezsin, kafasını yukardan bakıp çizersen daha kolay anlaşılmasını sağlayabilirsin.

 

 

Mesela ‘Aslanlı Dikilitaş’ yapısına ait kabartmanın birinde yer alan kadın figüründe kadının dizleri üzerinde durduğu söyleniyor, belki de yatarken resmedilmek istenmiş olabilir. Dikkatli baktığınızda kafasını hem sağa hem de sola çevirmiş halde görürsünüz. Bu bir doğum sahnesi olarak da yorumlanabilir. Kübizmin 20. yüzyılda doğduğunu bilen birisi olarak kabartmalara baktığımda, Göbeklitepe’de bulunan sanatçıların bu kavramı Picasso ve Braque’den 12.000 yıl önce uyguladıklarını görmüş olmak beni fazlasıyla etkiledi.

 


Türkiye Turizm, 21.07.2014

LAODİKYA'DA 1500 YILLIK KETEN PARÇASI BULUNDU

 

Denizli'nin Eskihisar Mahallesi yakınlarındaki Laodikya antik kentindeki kazı çalışmalarında 1500 yıl öncesine ait olduğu sanılan keten parçası bulundu. Tarihi keten parçalarının Denizli'nin tekstil geçmişinin 1500 yıl öncesine dayandığını ortaya koyduğu belirtildi.

 

 

Kazı çalışmalarının tüm hızıyla sürdüğü Laodikya antik kentinde, 1500 yıl öncesine ait keten tomarı bulundu. Tekstil sektörüyle adını dünyaya duyuran Denizli'nin bu alandaki geçmişinin izlerine Laodikya'da da ulaştıklarını ifade eden Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek,Şimşek, "Daha önce tekstil boya kalıntıları bulmuştuk. Bu bulgular, Denizli'nin tekstil sanayisinin tarihinin 1500 yıl öncesine dayandığını gözler önüne sermektedir. Şu anda da yapılan kazı çalışmalarında rulo halinde yine 1500 yıllık keten parçasına ulaştık. Bu tekstil sektörünün binlerce yıl öncesine dayandığını bir kez daha göstermiş oldu" dedi. 

 

ANTİK KENTTEKİ KİLİSE ZİYARETE AÇILACAK

Diğer yandan ziyaretçi sayısı her geçeng ün artan Laodikya antik kentindeki kilisenin ziyaret edilebilmesi için çalışmaların devam ettiğini belirten Şimşek, "Tarihi kentteki en önemli yerlerden birisi kilisenin bulunduğu alan. Buradaki çalışmalarımız önemli derecede tamamlanmış durumda. Vaftiz havuzu ve ibadet yerleri ile dikkat çeken kilisenin ziyarette açılabilmesi için çalışıyoruz. Kilisenin korunması ve ziyaret edilebilmesi için gereken malzemeler şu an gelmiş durumda. Yakın zamanda çalışmalar tamamlanarak kilise ziyaret edilebilecek duruma gelecek" diye konuştu.

Cumhuriyet, 21.07.2014

'BÜYÜK ANA'NIN KOLLARINI KIRDINIZ

 

İlhan Koman’ın ‘Akdeniz’ heykelinin kolunun kırılmasıyla ilgili vandalizm noktasında birleşiliyor. Daha önce de benzer olayların yaşanması sebebiyle olayın sadece ‘heykel kırılması’ olayı olmadığı, heykellere saldırının süreğen bir hal aldığının altı çiziliyor.

 

 

Geçen hafta içerisinde İsrail protestolarında İlhan Koman’ın “Akdeniz” heykelinin tahrip edilmesiyle ilgili sanat çevrelerinden tepkiler gelmeye devam ediyor. Bedri Baykam insan hakları adına gösteri düzenleyen grubun heykele saldırısını sanata karşı girişilmiş bir vandalizm olarak nitelerken, Mehmet Aksoy heykele ve sanata yapılan saldırıların siyasilerce kışkırtıldığını belirtti. Sanat eleştirmeni ve küratör Beral Madra “Bütün Akdeniz’deki katliamları kınayan ve kurbanları kucaklamak için kollarını açan ‘büyük ana’nın kollarını kırdınız” dedi. Heykeltıraşlar Derneği ise bir bildiri yayımlayarak, heykele saldıranları şiddetle kınadı ve bulunup cezalandırılmalarını istedi.

Heykelin saldırıya uğramasıyla ilgili Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Başkanı Bedri Baykam “İsrail’i protesto edeceğiz diye kalkıp bir başkonsolosluğun önünde bulunan bir heykeli taciz etmek, darp etmek, sallayıp kırmaya çalışmak sözde insan hakları adına oraya gittiğini söyleyen bir grubun sanata karşı giriştiği bir vandalizm haline gelmiştir. Bu acıklı bir çelişkidir” dedi. Olayın ülkemizde sanatın orta çağdan kalma cadı avının bir parçası haline gelebileceğinin yeni bir kanıtı olduğunun altını çizen Baykam “Akdeniz heykeli bizim çağdaş sanatımızın çok değerli bir parçası ve 34 yıllık bir iş, öte yandan kırılgan, çok narin, korunması gereken bir iş. Bu kadar akıl almaz bir noktada bir ülkenin bir ülkeye saldırısı konusunda hedef haline gelebilmesi ülkenin ruh halini ve sanatın içinde yüzdüğü, ülkedeki içler acını konumu kanıtlıyor” diye konuştu. Baykam “Beni üzen şey heykelin tamirinin zor olması. Heykel bu badireyi de atlatacaktır. Tamir edecek olan Ferit Özşen’e güveniyoruz, altından kalkacağına inanıyoruz” ifadelerini kullandı.

 

Sanat eleştirmeni ve küratör Beral Madra, İlhan Koman’ın Türkiye modernizminin en önemli sanatçılarından birisi olduğunun altını çizerken “Akdeniz” heykelinin çeşitli defalar yerinin değiştirildiğinin hatırlattı. Heykelin İslam dininde “put” ulus devlet ideolojisi bağlamında lider ve kahramanlık simgesi olarak yer aldığını belirten Madra “Bugün din ve modernizm arasındaki büyük krizi yaşadığımıza göre, bu kırma olayına şaşırmak anlamsızdır” dedi.

 

Heykel kırma olaylarıyla ilgili sanatçıların ve sanat uzmanlarının uyarılarını hatırlatan Madra, “Türkiye insanının çağdaş sanat ile epistemolojik ilişkisi gerektiği gibi kurulmadığı için, geniş kitlelerin ‘sanat yapıtı’ nedir ne değildir diye bir bilgisi veya kaygısı da yok. Bunu kıran insanlara şunu söylemek gerekiyor: Bütün Akdeniz’deki katliamları kınayan ve kurbanları kucaklamak için kollarını açan ‘büyük ana’nın kollarını kırdınız; cehaletiniz ve dipsiz hırsınız sizi karanlığa mahkûm ediyor” ifadelerini kullandı.

 

Olayla ilgili bir bildiri yayımlayan Heykeltıraşlar Derneği ise olaya sadece “heykel kırılması” olarak bakılmaması gerektiğini belirtti. Bildiride, olayın cehalet kaynaklı şiddet eylemi olduğu bildirilirken sanatın dönüştüren, yeniden şekillendirerek mevcudu değiştirme gücünden çekinen, her türlü yaratıcılık belirtisine tahammül göstermeyen zihniyetin kötücül bir tezahürü olduğu ifade edildi.

 

Bildiride her protesto eyleminin bir şiddet zeminine dönüştüğü ve bundan endişe duyulduğu belirtildi. Afganistan’da ve Suriye’de yaşananlarla benzerlikler taşıyan eylemin Türkiye’ye yakışmadığının altı çizilen bildiride, aynı olayların yaşanmaması için bu tür olaylara hoşgörü gösterilmemesini, suçluların bulunmasını ve cezalandırılmasını istendi.

 

Daha önce, yaptığı “İnsanlık Anıtı” heykeli Başbakan Tayyip Erdoğan’ın tepkisi üzerine yıkılan Mehmet Aksoy “Heykel insan var olduğundan beri olan bir şey. Hiçbir dinde yasaklanmış değil, put değil. Heykel, şarkı, türkü gibi bir şey... Bunu her yerde insanlara anlatmak gerekiyor. Başbakan ve liderler heykele söverek zaten heykel düşmanlığını körüklemiş oluyorlar” dedi.

 

Akdeniz heykelini onaracağını açıklayan Ferit Özşen “Heykeli ezbere biliyorum. Sağlam ve iyi yapmaya çalışacağım. İlhan Abi’yle yakın bir dostluğumuz vardı. Bu yaşananlar çok üzücü. Heykele karşı genel bir alerji var. Başbakan bile ucube diyor” diyerek tepkisini dile getirmişti.

Cumhuriyet, 21.07.2014

O KİTABE BURSA'DA

 

Yıllardır devam eden tartışmayı Türkiye lehine sonlandırabilecek ‘en önemli kanıt’ olarak görülen Şeyh Küşteri’nin kitabesinin Bursa Türk İslam Eserleri Müzesi’nde olduğu belirlendi.

 

 

Yunan tiyatrosunun karakterleri” olduğunu yazdı. Bu yazıya cevap gecikmedi. Gazetede çıkan haberin ardından Türkiye’nin Atina Büyükelçisi Kerim Uras, gazetenin genel yayın yönetmenine, “Karagöz’ün Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası olduğunu” yazdı ve kanıt olarak da UNESCO’nun tescili ile AİHM’nin kararını gösterdi. Mektup sonrasında Yunan Kültür Bakanı Konstantinos Tassoulas, “Karagiozis’in Yunan olduğunu söyleyebilirim” dedi.


Envanterde kayıtlı
Yıllardır süren tartışmayı Türkiye lehine sonlandırabilecek ‘en önemli kanıt’ olarak görülen mezar taşı ve kitabenin akibetini Uludağ Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim görevlisi Doç.Dr. Hasan Basri Öcalan anlattı. Her ikisinin de Bursa Türk İslam Eserleri Müzesi envanterine kayıtlı olduğunu belirten Öcalan, müze deposunda yaptığı incelemelerde kitabeyi bulduğunu, mezar taşının ise sadece fotoğraf kaydına erişebildiğini söyledi. Öcalan, envanter kaydının yanında “Nerede olduğu bilnmiyor” ibaresi düşülen mezar taşında, “Cennet mekanı firdevs aşiyan sahib-i hayal Şeyh Muhammed Küşteri ruhuna fatiha (802)” ifadesinin bulunduğunu kaydetti.


‘Bursa ile özdeşleşiyor’
Mezar taşının resminin bulunmasının Şeyh Küşteri’nin gerçekliğini sorgulayanlara bir yanıt niteliğinde olduğunu ifade eden Öcalan, iddiaların Küşteri’nin ölümünden sonra hazırlanan kitabede yer aldığını belirtti. Bursa Alan Başkanı Prof.Dr. Neslihan Dostoğlu ise Karagöz ve Hacivat’ın Bursa ile özdeşleştiğini belirtti.

 

Sultan Orhan’ı avutabilmek için

Rivayete göre, Bursa’da Ulucami inşaatında çalışan Karagöz ve Hacivat herkesi güldürüp işleri aksattıkları için Sultan Orhan Gazi tarafından boyunları vurdurulur. Yaptığına pişman olan Orhan Gazi’yi teselli etmek için Şeyh Küşteri adlı bir kişi, Karagöz ve Hacivat’ın deriden yapılmış tasvirlerini perde arkasında oynatıp onların şakalarını tekrarlayarak padişahı avutur.

Milliyet, Haber: Burcu Ünal, 21.07.2014

3 BİN YILLIK TARİHE DİNAMİTLİ SOYGUN

 

 

Daha önce kazma-küreklerle mezarları oyan, tahta merdivenlerle tarihi eserlere zarar veren defineciler ‘Bu kadarına da pes!’ dedirtti. Hazine avcıları, baş tanrı ve tanrıça için yapılan tapınma taşlarını dinamitle havaya uçurdu.

 

İstanbul Çatalca Dağyenice Köyü’nde bulunan 3 bin 200 yıllık kült alanı talan edildi. Frigler döneminden kalma olduğu belirlenen dini mabet yeri defineciler tarafından dinamitle patlatıldı. Daha önce Bizans döneminden kalma mezarları kazma ve küreklerle oyan defineciler, taşların içerisinde bulunduğuna inandıkları defineyi almak için bu kez dinamit kullandı.

 

Taşın içinde define aramışlar
Çatalca Kültür ve Turizm Dernek Başkanı Ahmet Rasim Yücel, “Define avcılarının kültürel anlarda farklı yöntemler uyduladıklarını görmüştük. Böylesine ilk defa şahit olduk. İçinde define bulmak için taşları dinamitle patlatmışlar. Gördüğümüz manzara karşısında şok olduk. Bu kişilerle ilgili defalarca şikayetlerde bulunduk ama maalesef herhangi bir sonuç elde edemedik. Herkes burada define olduğuna inanıyor. Bunun için belediye ve kaymakamlık üzerine büyük görevler düşüyor” şeklinde konuştu.

 

Türkiye’deki terk örnekti
‘Erken Demirçağ’da İstanbul Boğazı Üzerinden Trak / Frig Kavimlerinin Anadolu’ya Geçişine Ait İlk Bulgular’ çalışmasında kült alanı şu şekilde anlatılıyor: “Çatalca’nın Dağyenive Köyü’de tespit edilen kült alanı Trak / Frig yapısal özelliği taşıyor. Kör ya da kapalı kapı nişi uygulaması Türkiye Trakya’sı ve Avrupa’nın en doğu noktasında böylesi bir alan ilk defa görülmekte. Bulgaristan’daki kült alanları da çok benziyor.”

Akşam, Haber: Ercan Öztürk, 21.07.2014

VATİKAN GİZLİ ARŞİVLERİNDEN ÇIKAN 526 YILLIK BELGE

 

Türkiye Katolik Ruhani Reisler Kurulu'nun resmi tarihçisi Dr. Rinaldo Marmara'nın gün yüzüne çıkardığı 526 yıllık belgede, Cem Sultan'ın Vatikan'a verilmesi için Fransa Kralı 8. Şarl ile Papa 8. Innocenzo arasında yapılan gizli antlaşmadan söz ediliyor. Belgeye göre, antlaşmanın her bir maddesini ihlal eden 500 kilo altın tazminat ödeyecek.

 

Son 15 yıldır Vatikan Gizli Arşivi'ne Türkiye'den girebilen tek kişi olan Türkiye Katolik Ruhani Reisler Kurulu'nun resmi tarihçisi Dr. Rinaldo Marmara, 526 yıllık iki ayrı belgeyi HABERTÜRK'le paylaştı. Belgelerden ilki Fransa Kralı 8. Şarl tarafından 10 Nisan 1488'de kaleme alınan ve Papa 8. Innocenzo'ya yazılan mektup. Kral 8. Şarl mektubu Vatikan'a ulaştırması için dört ayrı sözcüsüne Fransa'nın Tours kentinden gönderiyor.

 

Fransa Kralı mektubunda Papa'nın bazı elçilerinin kendisine geldiği hatırlatıyor ve şöyle diyor:
''(...)Elçilerin bize naklettiğine göre Papa, Sultan'ın kardeşini Osmanlı himayesindeki Hristiyan topraklarının en yakınında bulunan Ancona veya Kilise'ye ait başka bir bölgede tutmak ister. Biz de Papa'yı memnun etmek ve Hıristiyanlığın iyiliğini ve menfaatini istemekteyiz.

 

 

Elçilerimin doğruluğuna, dürüstlüğüne ve akıllarına güvendiğim için onları Papa ile Türk'ün kardeşi ilgili seyahati konuşup sonuçlandırmasıyla tam yetkili kılıyorum. Nakil sırasında Türk'ün kardeşinin ihtiyacı olan her şeyinin karşılanması, korunması ve mutabık kaldığımız antlaşmanın her bir maddesinin yerine getirilmesi sözünü vermeniz dileğiyle...''

 



 

Dr. Rinaldo Marmara'nın paylaştığı 3 sayfadan oluşan ve Latince kaleme alınan 4 Temmuz 1488 tarihli ikinci belge ise işte bu gizli antlaşmanın bugüne kadar bilinmeyen bir yönünü ortaya çıkardı. ''Rodos şövalyeleri emrinde Fransa'da bulunan Zizim'in (Cem Sultan) Fransa Kralı tarafından nakli vaadi'' başlığını taşıyan belge şöyle başlıyor:

 

 

''Kudüs San Giovanni tarikatının başı Pietro D'Aubusson ve Rodos'taki aynı tarikatının ileri gelenleri, ellerinde tutukları Zizim'i daha iyi muhafaza edebilmek için Fransa topraklarına nakletmişlerdi. Fakat Papa, Zizim'in Roma Kilisesi'nin topraklarına naklinin daha uygun olacağına karar vermişlerdi. Zizim'in nakli ve tutukluk şartları konusunda iki yıl önce anlaşmaya varılmasına rağmen Fransa Kralı nakil ve gerekli yardımları yerine getirmeyi geçiktirmişti.''

Habertürk, Haber: Bülent Günal, 21.07.2014

TMSF, EROL AKSOY'UN KAÇIRDIĞI TABLOLARI PARİS'TE YAKALADI


Zimmetine para geçirerek İktisat Bankası’nı batırdığı için 12.5 yıl hapis ve 351 milyon TL para cezasına çarptırılan bankanın eski patronu Erol Aksoy’un ‘kayıp’ tablolarından 30’u bulundu. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun anlaştığı uluslararası kurumsal dedektiflik firması Erol Aksoy’un İktisat Bankası’na aldırdığı ama fonun bankaya el koymasından sonra izine rastlanmayan, zimmetine geçirdiği suçlamasından da delil yetersizliği gerekçesiyle beraat ettiği 74 tablodan 30’unu Paris’te buldu.

İçinde milyonlarca dolarlık eserlerin bulunduğu depo Erol Aksoy ve eşi İnci Aksoy adına kayıtlı çıktı. TMSF 30 tabloya tedbir konması için Fransız yargısına başvurdu. Önce tedbir talebini redddeden mahkeme TMSF’nin itirazı üzerine tablolara tedbir konmasına karar verdi. Aksoy’un tablo hırsızlığı için yeterli delil de böylece bulunmuş oldu. İktisat Bankası’nın kayıp tablolarını zimmetine geçirme cezasından bir kez kurtulan Erol Aksoy için, şimdi tablo tersine dönecek.

BANKA HESABINA KOLEKSİYONUNA
2001 yılında TMSF tarafından el konulan İktisat Bankası’nın patronu Erol Aksoy, bankanın demirbaşında bulunan tablo ve sanat eserlerini zimmetine geçirdiği iddiasıyla yargılanmış; İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada, Aksoy için beraat kararı çıkmıştı. İddianamaye göre Aksoy bankanın çoğunluk hissedarı olduğu, murahhas azası ve yönetim kurulu başkan vekili olarak çalıştığı dönemde banka adına değerli tablolar ve antika sanat eserleri satın alıyor ve banka kayıtlarına demirbaş olarak kaydettiriyor, ancak eserlerin muhafaza, bakım ve denetimini bizzat yapıyordu.

‘TESLİM BELGESİ YOK’
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, bankaya TMSF tarafından el konulması üzerine başlatılan soruşturmada, Aksoy’un banka adına alınan ve bankanın envanterine kayıtlı bulunan toplam 67 adet tablo ve 78 adet sanat eserini zimmetine geçirdiği iddia ediliyordu. Yargılama esnasında, daha sonra Birleşik Fon Bankası haline getirilecek olan Bayındırbank, TMSF tasarrufuyla İktisat Bankası’nı devraldı. Devir sonrası banka envanterinin incelenmesiyle, 21 tablonun daha kayıp olduğu anlaşıldı. 2005 yılında başlatılan soruşturma, önceki dosyaya dahil edildi. Aksoy ve avukatları, davaya konu eserlerin muhafazası için veya herhangi bir nedenle sanığa teslim edildiğine dair herhangi bir belgenin bulunmadığını ileri sürmüşler ve suçun unsurlarının oluşmadığını savunmuşlardı.

TMSF avukatları ise işlendiği iddia edilen suçun vuku bulduğu tarihte yürürlükte olan Bankalar Kanunu’na göre söz konusu teslim için herhangi bir yazılı veya resmi belgeye ihtiyaç bulunmadığını öne sürmüşlerdi. TMSF Aksoy’un tabloların yerlerinin tespitine yönelik beyanlarını ‘kesin ve net olmaktan uzak’ olarak nitelemişti. Bankanın taşınır mallarının bankada bulunması gerekirken kurum dışında Aksoy’un kontrolü altında bulunduğunu, bunların yurtiçinde ve yurtdışında muhafazalarının sağlandığı iddia ediliyordu. TMSF’nin iddiaları arasında söz konusu eserlerin Aksoy’un muhafaza, denetim ve sorumluluğunda olduğu gerçeğinin kendisi tarafından kabul edildiğinin dava dosyasındaki ifadelerinden anlaşılacağı da yer alıyordu. Yargılama sırasında özel bir İngiliz firmasında bulunduğu tespit edilen 14 eser de yurda getirilerek Türk İslam Eserleri Müzesi’nde korunmaya alındı. Böylece kayıp tablo sayısı 74’e düştü.

DELİL YETERSİZLİĞİ BERAATİNE YOL AÇMIŞTI
Mahkeme, bilirkişi raporunu da dikkate alarak banka tarafından eksik olduğu belirtilen tablo ve sanat eserlerinin tek tek isim ve özelliklerinin bildirilmediği, muhasebe kayıtlarının açık ve düzenli şekilde tutulmadığı, teslim tutanaklarının olmadığı ve sanığın cezalandırılmasını gerektirecek, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmaması sebebiyle 2013 yılında Aksoy’un tablo ve sanat eserlerini zimmetine geçirdiği suçundan beraatine karar vermişti. Ancak Paris’te ortaya çıkan depo bu kez tabloyu tamamen değiştirecek. Aksoy’a tablo hırsızlığından da hapis yolu görünebilir.

10 MİLYONLARCA DOLARLIK SANAT HIRSIZLIĞI
2001 yılında İktisat Bankası’na el koyan TMSF kayıtlardaki 409 tablodan sadece 322’sini bankada fiziksel olarak buldu. Mevcut eserler Topkapı Sarayı’nda koruma altına alındı. Kayıp 67 tablonun ve envanterde yer aldığı halde bankada izine rastlanmayan 78 sanat eserinin değeri on milyonlarca dolarla ifade ediliyor.

PROTOKOL İMZALANMIŞTI
TMSF ve Erol Aksoy arasında 2006 yılında imzalanan protokol kapsamında grup tarafından ödenmesi taahhüt edilen tutarlar arasında on milyonlarca dolar tutarında, tablo ve sanat eserlerinin zimmete geçirilmesi nedeniyle oluşan zarar da yer almış, ancak ödemelerde temerrüde düşülmüştü. Aksoy savunmasında, bir müze kurulması amacıyla holding binasında galeri tahsis ettiklerini, galeride envanter kaydı yapılmış bir kısım eserin sergilendiğini, bir kısım eserin bankanın iştiraklerinde sergilendiğini, bankanın tasfiye sürecine girmesiyle uhdelerindeki eserlerin TMSF’ye intikal ettirildiğini, bir eksiklik olmadığını, bir kısım eserin bankanın Cenevre’deki iştirakinde olduğunu, bu eserlerin tarafına tesliminin yapılmadığını belirtmişti. Sadece tabloların korunduğu vakfın başkanlığını yaptığını ileri süren Aksoy muhafaza ve denetim sorumluluğunun olmadığını, tabloların bulunduğu yer ve bilgileri paylaştığını kaydetmişti.

607 BİN DOLARLIK İSTANBUL MANZARASI
Dosyadaki iddialara göre Aksoy, banka adına, dünyanın önde gelen müzayede evlerinden Christie’s’de yapılan açık artırmalarda birden fazla tablo satın almıştı. Bunlardan bir tanesi, 607 bin 500 dolar verilerek satın alınan Antoine De Favray’nin A View of Constantinople (İstanbul Manzarası) adlı eseriydi. Eserin satışı için hazırlanan faturanın banka değil de Aksoy adına düzenlenmesi ise dikkat çekmişti. Eser, banka envanterinde gözükmesine rağmen bulunamamıştı.

Aksoy’un zamanaşımı planı işe yaramadı
Zimmetine para geçirerek İktisat Bankası’nı batırdığı için 12.5 yıl hapis ve 351 milyon TL para cezasına çarptırılan bankanın eski patronu Erol Aksoy hakkında Yargıtay 7. Ceza Mahkemesi’nin vereceği karar bekleniyor. 2 Temmuz’daki duruşmada Aksoy ve avukatlarının zamanaşımı planı işe yaramamış, mahkeme Erol Aksoy hakkındaki temyiz davasıyla ilgili kararını en geç 15 Ekim’de açıklayacağını belirtmişti. Dosyayı incelemeye alan daire bu tarihten önce de kararını yazabiliyor. Iktisat Bankası’nın içini boşaltırken hem yurtdışındaki off-shore bankasının yine kendi şirketlerine verdiği batık kredilerini bankaya yıkan hem de mevduatları devlet garantisine sokan Aksoy, bu işlemle çifte yolsuzluk yapmıştı. Devlete 1.2 milyar dolar yükleyen ama diğer batık bankacıların aksine ne rızasıyla 1 lira ödeyen ne de 1 gün hapis yatan Erol Aksoy, yaz tatilini geçirdiği Bodrum’da fotoğraflarıyla magazin haberlerine konu olmaya devam ediyor.

Habertürk, Haber: Anıl Emre, 21.07.2014

TÜRKİYE'NİN KİLİKYA'DAKİ EFES'İ: ANAVARZA

 
UNESCO tarafından “Geçici Dünya Miras Listesi”ne dahil edilen ve Efes antik kentinden 4 kat büyük olan Adana’nın Kozan İlçesi'ndeki Anavarza Antik Kenti keşfedilmeyi ve ziyaretçilerini bekliyor. 

 

Adana Turist Rehberler Odası (ADRO) Başkanı İsa Akdağ, yaptığı açıklamada, Kozan İlçesi'ne bağlı Dilekkaya Mahallesi’ndeki Anavarza’nın Çukurova yöresinin tam ortasında, Anavarza Dağı’nın batı yakasında kurulmuş tarihi bir Kent olduğunu söyledi.

 

Kilikya bölgesinin en önemli merkezlerinden olan Anavarza antik kentinin, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in girişimleriyle UNESCO tarafından “Geçici Dünya Mirası Listesi”ne dahil edildiğini belirten Akdağ, Anavarza’nın keşfedilip buradaki Roma ve Bizans Dönemleri’ne ait tarihi eserlerin gün ışığına çıkartılacak olmasıyla Kilikya Bölgesi’ndeki turizmi canlandıracağını ifade etti. Akdağ, “Anavarza antik kenti Çukurova’nın tam ortasında, Anavarza Dağı’nın batı yakasında kurulmuş tarihi bir kenttir. Coğrafi konum olarak Kozan, Kadirli ve Ceyhan’ın tam ortasındadır. Henüz tarihi değeri gün ışığına çıkartılmamış saklı bir hazine gibi öylece durmakta” dedi.

 

“TARİH UYANDIRILMAYI BEKLİYOR”

“Uçsuz bucaksız kilometrelerce tarih, yerde yatıyor, hazine desem, inanın bu gizemli Kent karşısında, çok ama çok değersiz kalır” diyen ADRO Başkanı Akdağ, şunları ifade etti:

“Anavarza tüm bu özelliklerinden dolayı dünyadaki diğer antik kentlerden farklı bir değer taşır. Sütunlar yerde yatıyor dikilmeyi ve yolu adımlayacak olan misafirlerini, heyecanla bekler gibi yere kapanmış dua ediyor.

 

Ayrıca, pişmiş tuğlalardan yapılmış, şehir hamamı öylesine duruyor. Bir zamanlar krallara ve bu gizemli kente su taşıyan kemerler de tarihin aktığı gibi bu kemerler ile suyun sızdığı yerlerde oluşan sarkıt ve dikitler doğa harikası gibi duruyor.

 

Uzadıkça uzayan sütunlu cadde, agoralar, keşfedilmeyi bekleyen akropol, Meryem Ana kilisesi ve kayalara oyulmuş nekropol, dünya da eşi benzeri olmayan 400 metre büyüklüğündeki hipodrom, derin uykudaymış gibi uyandırılmayı bekliyor.

 

VATANDAŞLAR TARİHİN İÇERİSİNDE YAŞIYORLAR

Akdağ, Anavarza’nın bulunduğu Dilekkaya Mahallesi’nde oturan halkın, şehrin taş ve sütunlarından örülmüş evlerde tarihle iç içe yaşadıklarını vurgulayarak, “Mahallenin tam ortasındaki bir evde ise Anavarza müzesi yazan küçük bir tabela görülüyor. Burada kralın kızı olduğu ve bir havuz içerisinde mozaik yer alıyor. Müze evde sütunlar, yazılı kayalar, lahitler ve balık mozaiği de yer alıyor” dedi.

 

İsa Akdağ, dünyanın en önemli antik kentlerin den biri olan Anavarza’nın tur programlarına dahil edilmesi gerektiğini belirterek, Kilikya’nın başlı başına bir destinasyon olduğunu bildirdi. Akdağ, Kilikya Bölgesi’nde en az 2 gece konaklama yapıldığında, dünyada eşi benzeri olmayan adam kayalar, cennet cehennem ve ölümsüzlük şehri Misis, Yılankale ve Anavarza gibi farklı bir destinasyon gerçekleştirmiş olacaklarını sözlerine ekledi.

haberler.com, 20.07.2014

KAUNOS ANTİK KENTİNDE KAZI SEZONU

 

 

Köyceğiz'deki Kaunos antik kentinde 2014 yılı kazı çalışmaları başladı. Kaunos Antik Kenti Kazı Başkan Yardımcısı Dr. Ufuk Çörtük, yaptığı açıklamada, kentteki kazı çalışmalarının eylül ayının sonlarına kadar devam edeceğini söyledi.

 

Kaunos'ta kazıların Prof.Dr. Baki Öğün'ün başkanlığında 1966'da başladığını ve bu yıla kadar kesintisiz devam ettiğini bildiren Çörtük, "Kentte sadece Apollon kutsal alanı olarak bilinen alanda geçen yıl yarım kalan çalışma devam edecek. Bunun dışında kentin başka bir yerinde kazı çalışması olmayacak. Bu sezon eskiden kazılan mevcut yapıların restorasyonu ve korunmasına yönelik çalışmalara ağırlık vereceğiz" dedi. Kaunos antik kentinin Karya ve Likya bölgelerine komşu bir konumda, antik bir yerleşim olduğunu anlatan Çörtük, kentte MÖ 750'lere kadar uzanan buluntulara rastladıklarını kaydetti.

 

Çörtük, "Günümüzden yaklaşık 2 bin 750 yıl öncesine kadar elimizde arkeolojik materyaller mevcut. En geç yerleşimler ise Bizans dönemine kadar ulaşıyor" diye konuştu. Geçen seneki kazılarda Bizans dönemi yapı duvarlarında ters vaziyette çevrilmiş yaklaşık 1 metre 20 santimetre boylarında çok iyi korunmuş mermerden kadın heykeli bulunduğunu hatırlatan Çörtük, heykelin diğer parçalarını da bu dönem içerisinde bulmayı ümit ettiklerini dile getirdi.

Yeni Asır, 20.07.2014

MARMARA'DAN 2 BİN 500 YILDIR MERMER ÇIKARILIYOR

 




 Marmara Adası, Türkiye’nin mermer stokunun yüzde 15’ine sahip. Ayasofya’dan Mısır ve Vatikan’daki binalara kadar dünyanın birçok yerinde Marmara mermerine rastlamak mümkün. Marmara Belediye Başkanı Süleyman Aksoy, “Adada 25 işletme çalışıyor. Bu yıl krizlerden dolayı yüzde 30 kapasite ile çalışılıyor.” diyor.

 

Balıkesir’in ada İlçesi olan ve adını mermerden alan Marmara’da, 2 bin 500 yıldır mermer çıkarılıyor. Türkiye’nin en önemli mermer sahasına sahip ilçenin nüfusunun neredeyse tamamı bu işten ekmek yiyor. İç piyasanın yanısıra birçok ülkeye ihracat da yapan çoğu mermer ocağı, tarih öncesinden kalma. İstanbul’daki Ayasofya Camii’nin bütün taban döşemeleri yanında Mısır’da bulunan 2 bin 500 yıllık yapılarla birlikte Vatikan başta olmak üzere birçok dini eserde de Marmara mermerine rastlamak mümkün. Ada, 1941 yılında kurulan Türkiye’nin ilk mermer fabrikasına da evsahipliği yapıyor.

 

Marmara Denizi’nin güneybatısında bulunan, Türkiye’nin ikinci büyük adası Marmara’da hayat, neredeyse tamamen mermer üzerine kurulmuş durumda. Tarih öncesi çağlardan kalma mermer ocakları bulunan ilçenin hemen tamamı geçimini bundan sağlıyor. Ocaklar, ağırlıklı olarak adanın kuzeyinde bulunuyor. Türkiye’nin toplam rezervinin yüzde 15’ine sahip olan adanın yüzde 30’luk bölümünde mermer çıkarılıyor.

 

Marmara Adalar Belediye Başkanı Süleyman Aksoy, 2 bin 500 olan ilçe nüfusunun, yaz aylarında 10 bini bulduğunu belirtiyor. Saraylar Mahallesi’nde 25 mermer işletmesi olduğunu belirten Aksoy, şu bilgileriv erdi: “Dünyada en büyük mermer rezervlerine sahip olan yer, İtalya’nın Carara bölgesinden sonra Marmara Adası’nın Saraylar bölgesidir. İhracat, ağırlıklı olarak Suriye ve Ortadoğu bölgesineydi. Ayrıca Yunanistan, ABD ve İsrail’e de mermer gönderiliyor. Suriye’de iç savaş, Yunanistan’da ekonomik kriz çıkınca, Çin’de ise krediler durunca biz de tamamen iç piyasaya döndük.” Mermer sektörünün duraklama döneminde olduğunu ifade eden Başkan Aksoy, “Üç yıl öncesine göre kapasitenin yüzde 30’uyla çalışıyoruz. Mermer ocaklarında yaklaşık bin kişi çalışıyor ve dolaylı olarak binlerce kişiyi olumlu etkiliyor.” diyor. Marmara’da çıkan mermerin hava şartlarına ve dış etkenlere dayanıklı olduğundan daha çok dış ortamlarda kullanıldığını kaydeden Aksoy, “Cami ve kiliselerin sütunları Marmara mermerinden yapılmıştır.” dedi. Aksoy, “İlçe nüfusumuzun tamamının ekonomik geliri bu sektörden karşılanıyor. Çıkan mermer, iç piyasaya ve dünyanın farklı bölgelerine hem blok hem de kesilmiş olarak gönderiliyor.” dedi.

 

Bölgede mermer işletmeciliği yapan maden mühendisi Recep Ali Ayaz ise Marmara Adası’nda 30 ocak ve 25 ebatlama fabrikasının çalıştığını söyledi. Yıllık ortalama 250 bin metreküp blok mermer üretildiğini kaydeden Ayaz, “Türkiye’nin en eski mermer fabrikası, 1941 yılında burada yapılmıştır. Hala korunaklı bir şekilde, içindeki makinelerle beraber ayaktadır.” dedi. Bahattin Say da sektörde yaşanan sıkıntılara dikkat çekti. Adanın denizaşırı bir konumda olduğunu belirten Say, “Enerji sıkıntısı nedeniyle fabrikalarımıza ve ocaklarımıza yeni makineler ilave edemiyoruz. Bu da rekabet gücümüzü olumsuz etkiliyor.” diyor.

Zaman, Haber: Melih Gasgar, 20.07.2014

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI'NDAN ARKEOLOJİK SİT KARARLARI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bazı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararları Resmi Gazete'nin bugün ki sayısında yayımlandı.

 

paftanın uygun olduğuna; III. (Üç) Derece Arkeolojik Sit sınırlarına ilişkin geçiş dönemi koruma ve kullanma koşullarına ilişkin önerilerin hazırlanarak Kurulumuza iletilmesine; söz konusu alanda Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun 05.11.1999 gün, 658 sayılı İlke Kararı'nın ilgili hükümlerinin geçerli olduğuna ve Kurulumuzdan izinsiz herhangi bir fiziki ve inşai müdahalede bulunulmamasına karar verildi.

 

Bir diğer toplantıda ; Afyonkarahisar İli, İhsaniye İlçesi, Üçler Kayası Köyü'nde tespit edilen Nallıkaya Nekropolü'nün 2863 sayılı Kanun kapsamında I. (Bir) Derece Arkeolojik Sit olarak tesciline; hazırlanan tescil fişi, 1/5.000 ölçekli koordinatlı sit sınırı paftası ve sit sınırlarının aktarıldığı kadastral paftanın uygun olduğuna; söz konusu alanda Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun Arkeolojik Sitler, Koruma ve Kullanma Koşulları'na ilişkin 05.11.1999 gün, 658 sayılı İlke Kararı'ndaki I. (Bir) Derece Arkeolojik Sitlerle ilgili hükümlerin geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma koşulları olarak belirlenmesine; sit sınırları içerisinde Kurulumuzdan izinsiz herhangi bir fiziki ve inşai müdahalede bulunulmamasına karar verildi.

 

Aynı gün yine; Afyonkarahisar İli, Bolvadin İlçesi, Nusratlı Köyü, Tilkideliği Mevkii'nde ve tapunun K26A-18D pafta, 127 ada, 37 ve 34 parsellerinde tespit edilen Milli Mücadele Döneminden kalma siperin kararımız eki 1/5000 ölçekli harita ve 1/5000 ölçekli kadastral pafta doğrultusunda "Tarihi Sit" olarak tescilinin ve hazırlanan tescil fişinin uygun olduğuna; söz konusu alanda Kurulumuzdan izinsiz herhangi bir fiziki ve inşai müdahalede bulunulmamasına; ayrıca bahsi geçen kalan alanın Çevre ve Orman Bakanlığına tahsis edilmesinde, yukarıda bahsi geçen siper ile 30.01.2013 gün ve 1190 sayılı Kararımız ile tarihi sit olarak tescilli, 127 ada, 22 ve 37 parsellerde yer alan Milli Mücadele Dönemi siperlerinin en az ellişer metre uzağında ağaçlandırma yapmak şartıyla 2863 sayılı Kanun kapsamında sakınca bulunmadığına karar verildi.

 

Eskişehir İli, Odunpazarı İlçesi Uluçayır ve Karaalan Mahalleleri'nde yer alan Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 21.10.1988 tarih, 306 sayılı Kararı ile tescilli Çatalkaya ve Sivrikaya Anıtları ve Çatalkaya Mevkii Arkeolojik Siti'ne ilişkin "Çatalkaya (Keskaya)- Sivrikaya Anıtı ve Arkeolojik Yerleşimi" olarak güncellenen tescil fişi, 1/7500 ölçekli koordinatlı sit paftası ve sit sınırlarının aktarıldığı kadastral paftanın uygun olduğuna; söz konusu alanda Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun Arkeolojik Sitler, Koruma ve Kullanma Koşulları'na ilişkin 05.11.1999 gün, 658 sayılı İlke Kararı'ndaki I. (Bir) Derece Arkeolojik Sitlerle ilgili hükümlerin geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma koşulları olarak belirlenmesine ve Kurulumuzdan izinsiz herhangi bir fiziki ve inşai müdahalede bulunulmamasına karar verildi.

Zaman, 20.07.2014

HUBER KÖŞKÜ OTEL Mİ OLUYOR?

 

 

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a, İstanbul 2. Asliye Mahkemesi hakiminin AKP aleyhine medyada çıkan haberlerin neredeyse tamamına tekzip kararı verdiği iddiasının doğru olup olmadığını sordu. Tanrıkulu, Adalet Bakanı’nın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na sunduğu soru önergesinde şöyle dedi: “İstanbul 2. Asliye Mahkemesi hakiminin AKP aleyhine medyada çıkan haberlerin neredeyse tamamına tekzip kararı verdiği iddiası doğru mudur? İddia doğru ise tekzip kararlarının konularına göre dağılımı nedir? Hakimin Reza Zarrab ve eşi Ebru Gündeş’in başvurularıyla medya ve basın aleyhinde verdiği tekzip kararları hangileridir? Hakim hakkında meslek yaşantısı süresince soruşturma açılmış mıdır?"

 

Tanrıkulu, TBMM Başkanlığı’na verdiği bir başka önergede de Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’e Huber Köşkü’nün otel olarak kullanılabilmesi için 49 yıllığına özel bir şirkete kiralanıp kiralanmadığını sordu. Tanrıkulu özetle şu sorulara yanıt istedi: “Tarabya Yerleşkesi içindeki Huber Köşkü için 1 Ocak 2004-17 Temmuz 2014 arasındaki dönemde yapılan tüm harcamaların ana başlıklarına göre tutarları ne kadardır? Huber Köşkü’nün otel olarak kullanılabilmesi için 49 yıllığına özel bir şirkete kiralanacağı ve söz konusu özel şirketle bir protokol imzalandığı iddiası doğru mudur? İddia doğruysa, Huber Köşkü’nün 49 yıllığına kiralanması için protokol yapılan özel şirket hangisidir?

Cumhuriyet, 19.07.2014

SÜMELA'YA 4 KİLOMETRELİK TELEFERİK KURULUYOR

 

 

Trabzon’daki tarihi Sümela Manastın'na teleferikle çıkılması için hazırlanan proje onaylandı.

 

Maçka Belediye Başkanı Koray Koçhan, projenin hayata geçirilmesiyle turizmin çok daha hareketleneceğini belirterek "Bu Sümela'nm geleceğini kurtaracak bir proje. Ayrıca mevcut tesisler yenilenecek, yöresel satış reyonları olacak" dedi.

 

Teleferiğin kurulacağı yerle ilgili olarak ise Koçhan "Milli Park'ııı girişinden yürüyüş yoluna patikanın yanına kadar gelecek bir alan. 4 kilometrelik bir teleferik alanı. Tahminen 10 milyonluk bir yatırım olacak. Teleferik çok cazip olacak çünkü Çakırgöl projesi var, kayak projesi var. Bunların da olmasıyla birlikte yeşil yollar projesi kapsamında Sümela ile aşağıdaki yol genişletilecek. Sümela'ya gelen turistlerin yükünü teleferik çekecek" ifadelerini kullandı. 

Turizm Gazetesi, 19.07.2014

BİZANS HANEDAN ÜYESİNİN YAPTIRDIĞI BİR CAMİ

 

Üsküdar’a yanaşan vapur yolcularını tepeden selamlayan kırmızı caminin hikayesi, bizi Fatih Devri’ne götürür. Rum Mehmed Paşa Camii’nin sadece dış görünümü değil, banisi Mehmet Paşa’nın hayatı da sıradışıdır.

 

 

Kentin en eski Osmanlı eserlerinden olsa da hep kafa karıştırır mimarisiyle. Taş ve tuğlalı renkli duvar örgüsü, yüksek kasnağı, kasnaktaki pencere uygulaması Bizans kiliselerini andıran yapının adı da Rum Mehmed Paşa Camii üstelik.

 

Osmanlı veziriazamlarından ilk idam edilen Çandarlı olur. İkincisi ise sadece üç yıl görev yapan Rum Mehmet Paşa. Aslen Rum olan Mehmet Paşa Müslüman olur, aldığı eğitimlerle yükselir. Oysa tarih, aslında hiçbir zaman din değiştirmediğini ve özellikle Türklere karşı çok acımasız olduğunu yazar. Burası oldukça önemli bir detay aslında. Fatih, İstanbul’u yeni fethetmiş, sıra şehri şekillendirmeye gelmiştir. İmparatorluğun yeni başkentinin temellerini atılırken, imar faaliyetleriyle eşzamanlı siyasi çalışmaları da sürdürülür. Ancak devletin ileri gelenleri, bu hususta farklı yol izler. Bizans’tan gelen devlet adamları (Mahmut Paşa, Mehmet Paşa gibi)    İstanbul’daki külliyelere bani olurken Anadolu bağlantılı olanlar imzalarını atacakları eserler için taşrayı tercih eder.

 

AMACI YENİDEN GÖZE GİRME

Fetihten sonra yıllarca sadrazamlık yapanlar, Angelos Hanedanı’ndan olan Mahmut Paşa, Paleologos Hanedanı’ndan Murat Paşa ve Rum Mehmet Paşa gibi Bizanslı ailelere mensuptur. Rum Mehmet Paşa’nın bu eserleri, sert yönetim tarzıyla gözden düşmesinin ardından, yeniden göze girmek istediği için yaptırmak istediği söylenir. Ekrem Hakkı Ayverdi, Fatih Devri Mimarisi adlı eserinde durumu tüm açıklığıyla anlatır: “Bütün motifler, süsleme ve inşaat unsurları Türk olduğu gibi nispetler de umumiyetle Türktür. Denebilir ki Bizans ricalinden birisi olan hatta Paleologlar’a mensubiyeti rivayet edilen Rum Mehmet Paşa, 1469 yılında sadaretten azlinden sonra isbatı diyanet ve tekrar göze girmek niyeti ile bu camiye başlamış fakat gene mensup olduğu muhiti bırakamayıp mimarisini yaşatmak arzusunu yenemeyerek, Rum ustalar kullanmış ve onlar da eski itiyat sevkiyle, altı taş olarak işlenmiş binanın üstünde ve kemerlerde tuğla kullanmış, kornişi büküp yuvarlak kasnak işlemişlerdir.” Rum Mehmet Paşa Üsküdar dışında, Aydın ve Tire’de cami, Manisa’da ise bedesten inşa ettirir.

 

Rum Mehmet Paşa’nın yaptıkları Rum ailelere tanıdığı ayrıcalık ve İstanbul’a Anadolu’dan Türklerin iskanına mani olmakla sınırlı kalmaz. Özellikle Karaman Seferi’nde Türklere uyguladığı zulüm, Aşık Paşa Tarihi’nde de yazılıdır. O devri çok iyi bilen Aşık Paşazade “Rum Mehmet, yürüdü. Larende’ye vardı. Mescitlerini ve medreselerini yaktı, yıktı ve bozdu. Babasının evi gibi harap eyledi. Şehrin kadınlarını ve oğlanlarını soydurdu. Çıplak ettirdi. Larende’den gitti. Vardı, Ereğli’ye çıktı. Ereğli’nin ilini ve köylerini harap eyledi” şeklinde tarihe not düşer.

 

Mehmet Mermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar eserinde yapının etrafındaki yapıları detaylarıyla yazar. Caminin hemen önünde meşhur Şerefabad Kasrı, su deposu ve mutfağı, Adliye Camii ve karakolu, II. Mahmud Çeşmesi, Abdülaziz Efendi Namazgahı, Ümmü Gülsüm Sultan Çeşmesi, Şair Şemi’nin Kabri, İsmal Ağa Çeşmesi ve Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa Konağı bulunurmuş. Aslında külliye olarak inşa edilen yapının medresesi, imareti ve hamamı günümüze ulaşmaz.

 

Yapı erken Osmanlı devri mimarisi üslubunda. Ters T planlı, klasik zaviyeli cami şemasında inşa edilen yapının avlusuna Medrese Kapısı’ndan basamakla çıkılarak ulaşılmakta. Bizans yapısı üzerine inşa edildiği tahmin edilen yapını son cemaat yeri 1894 depreminde yıkılınca ahşap saçak yapılır. Son cemaat yerinin sütunlarının Bizans olduğu dikkat çeker.

 

Kapının üzerinde Arapça kitabede tarih yazmasa da ebced hesabıyla 1471-1472 tarihlerine ulaşılır.

 

AZİZ MAHMUD HÜDAYİ’NİN ODASI

Kare planlı ana mekanı örten merkezi kubbenin iki yanında ikişer kubbeli yan sahınların bulunmakta. Kanatlı tip yapıdaki bu odalar önemli. Ocaklı olan bu odalardan biri Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri kalmış eşiyle. Bursa’dan Üsküdar’a geldiklerinde kaldıkları bu odada ilk çocuklarının da dünyaya geldiği anlatılır. Dışa çıkıntı yapan alçı mihrabın üzeri de yarım kubbeyle örtülü. İki yana asılan bayrakların Rum Mehmet Paşa’ya ait olduğu görüşü kadar Kabe örtüsü olduğu da söylenir. Çemberlitaş Atik Ali Paşa Camii plan tipini anımsatan yapının minberi ahşap. Mahfiller, ahşap işçiliği ve iç mekanı süsleyen kalem işlerinden bazıları yapıyla yaşıt. Oymalı ahşap ayaklı vaiz kürsüsü de oldukça eski.

 

Yapının ardındaki çokgen türbekesme taştan yapılmış.Türbe ışığını, sivri kemerli üst pencereler vedikdörtgen, klasik parmaklıklıalt pencerelerden almakta.Türbe duvarları üzerine sağır kubbesi oturtulmuştur. Türbenin içinde ahşap bir sanduka vardır.

 

Cami ile türbenin farklı malzemelerden yapılması, türbenin farklı tarihte inşa edildiğini düşündürmekte.

Star, Haber: Belkıs Kamut Aktürk, 19.07.2014

HADRİANAUPOLİS ANTİK KENTİNDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI

 

Eskipazar İlçesi'nde "Karadeniz'in Zeugması" olarak nitelendirilen Hadrianaupolis antik kentinin turizme kazandırılması için sürdürülen çalışmalar kapsamında Kilise B'nin üstü kapatıldı.

 

MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen Hadrianaupolis'teki kazılarda, Anadolu'da örneklerine rastlanmayan bazı zemin mozaikleri gün yüzüne çıkartıldı.

 

Zeugma'dakiler kadar güzel olduğu belirtilen, at, fil, panter, geyik ve grifon (mitolojik yaratık) gibi birçok hayvanın tasvir edildiği mozaiklerle ünlenen antik kentte, yeni kazılar yerine gün yüzüne çıkartılan eserlerin korunması için çalışma yürütülüyor.

 

Karabük Üniversitesinde görevli Arkeolog Ersin Çelikbaş, gazetecilere yaptığı açıklamada, Kilise B'deki koruma amaçlı çalışmaların tamamlandığını, kısa sürede müteahhit firmadan teslim alınacağını söyledi.

 

Daha önce mozaikleri oluşturan bir milyonu aşkın tesseranın (mozaik parçası) özel yöntemlerle temizlendiğini ve onarıldığını vurgulayan Çelikbaş, "Anadolu'da hiç örnekleri görülmeyen erken Bizans döneminde ait Kilise B'deki bazı zemin mozaiklerinin turizme kazandırılması amacıyla korunması çok önemli. Bu yönde başlatılan çalışmalarda kilisenin üstü kapatıldı. Çalışmalar müteahhit firma tarafından tamamlandı. Çevre düzenlemesinin ardından teslim edilecek" diye konuştu.

 

Müteahhit firmada görevli şantiye şefi Arif Alankaya da çalışmaların tamamlandığını, birkaç düzenlemenin ardından bir hafta içinde teslim edeceklerini anlattı. 

 

Mozaiklerin korunması amacıyla inşa edilen yapının çelik konstrüksiyondan oluştuğunu aktaran Alankaya, "Proje değişikliği ve hava şartları işi biraz geciktirdi. Kullanılan malzeme polikarbonat. Ultraviyole, yağmurda problem çıkartmayan bir malzeme" ifadesini kullandı.

Memleket, 19.07.2014

DÜNYANIN EN BÜYÜK MOZAİK MÜZESİ AÇILIYOR

 

Dünyanın en büyük mozaik müzesi Hatay'da açılıyor. Toplam 3.500 metrekare mozaik sergilenecek müzede arkeolojik eserler de yer alacak. 32 bin 754 metrekare kapalı alana sahip olacak müze 20 Temmuz'da Başbakan Erdoğan'ın Hatay mitingine yetiştirilmeye çalışılıyor.

 

 

Antakya Mozaik Müzesi’nin temeli 2011 yılında atılmıştı. 2013 yılına yetiştirilmek istenen müze 2 kısma ayrıldı. Birinci kısım 20 Temmuz’a yetiştirilmek üzere gece gündüz çalışmalar sürüyor. Birinci kısımda yaklaşık 1400 metre kare mozaik sergilenecek. İkinci kısım da tamamlandığında 3500 metrekare mozaik müzede sergilenecek. Gaziantep Zeugma Müzesi’nde 2400 metrekare mozaik sergilenirken Tunus Bardo Müzesi’nde 1300 metrekare mozaik sergileniyor. Tunuslular gerçek rakamı gizleyip her defasında 5000 metrekare deseler de bu rakam ülke genelindeki tüm mozaikleri kapsıyor. Bardo Müze’sinde sergilenen bunun üçte biri kadar. Bu nedenle Hatay Müzesi açıldığında dünyanın en büyük mozaik müzesi olacak.

Antakya Mozaik Müzesi’nde tüm uygarlıklara ait sergiler 9 ayrı temada toplam 10 bin 700 metrekare alanda sergilenecek. 400 m2'lik çocuk müzesinin de yer alacağı müzede ayrıca 2 işlik, uygulama merkezi, 2 sözel kurs salonu, 97 m2'lik hediyelik eşya satış merkezleri, 250 m2'lik kütüphane ve arşiv bölümü, misafir, personel ve ziyaretçilerin araçları için 88 araçlık bir otopark yeri ve 347 m2'lik kafe ve dinlenme alanı ile 222 kişilik toplantı salonu da yer alacak…

EŞSİZ MOZAİKLER VAR!
Eski müzede yer alan mozaikler de yeni müzeye taşındı. Ayrıca depolarda ve arazideki mozaikler de yeni müze içinde koruma altına alındı. Eski Antakya Müzesi’nin ise Dinler Tarihi Müzesi olacağı belirtiliyor.

Khresis Mozaiği, Büfe Mozaiği, Sarhoş Dionysos Mozaiği, Narkisos Mozaiği, Mevsimler Mozaiği, Dansözler Mozaiği, Venüsün Doğuşu mozaiği gibi çok önemli mozaikler yeni müzede ziyaretçilere açılacak.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 19.07.2014

MÜZE YENİLENİYOR

 

 

Türkiye’nin en büyük müzeleri arasında gösterilen Antalya Müzesi'ndeki eski binaların yıkılıp yenilenmesine yönelik projelendirme aşamasına geçildi

 

Her yıl binlerce yerli ve yabancı turisti ağırlayan ve Türkiye'nin en büyük müzeleri arasında yer alan Antalya Müzesi'ne prestij kazandıracak yeni proje, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'in geçen yıl gerçekleştirdiği ziyarette gündeme geldi. Bakan Çelik, müzenin sağlıklı olmayan bazı kısımlarının yıkılarak yenileneceğini açıkladı.

 

DANIŞMANLIK İHALESİ TAMAM
Bu aşamadan sonra başlatılan çalışmalar kapsamında Antalya Müzesi'nde yenilenecek yapılara ilişkin proje aşamasına geçildiği belirtildi. Bu yıl mart ayında 'Antalya Yeni Arkeoloji Müzesi Proje Yapım İşi'ni kapsayan danışmanlık ihalesi tamamlanırken, projelendirme aşamasına geçildiği öğrenildi.

 

2015'TE ÇALIŞMA BAŞLAYACAK
İhaleye göre proje, 'yönetim', 'teşhir salonları', 'kültürel ve sanatsal etkinlik salonları', 'eser depoları', 'araştırma merkezi' ile 'çevre düzenleme ve alt yapı' ana kısımlarından oluşacak. Bunların yanında projede, 'giriş holü', 'idare ve ofisler bölümü', 'teknik servisler ve ortak kullanım alanları', 'interaktif salonlar', 'geçici sergi salonları' ve 'konferans salonu' gibi üniteler yer alacak. Projenin bu yıl içerisinde tamamlanması, 2015 yılında ise yapım işine geçilmesi planlanıyor.

Akşam, 19.07.2014

2 BİN YILLIK RESİMLER HASAN USTA'YA EMANET

 

Dünyanın en önemli arkeolojik mirasları arasında yer alan Efes antik kenti içinde dönemin zenginlerinin konakladığı Yamaç Evler'deki 2 bin yıllık ihtişamlı duvar resimleri, yeniden restore ediliyor. Duvarların orijinale en yakın şekilde görülebilmesi amacıyla yapılan çalışmada Türk işçilerin de emeği büyük. Efes'e 23 yıl önce toprak taşımak için giren Hasan Savaşer de "alaydan yetişme" bir restorasyon uzmanı olarak çalışmalara katkı veriyor.

 

Her yıl 2 milyona yakın turistin ziyaret ettiği Efes antik kenti içinde ayrı bir bölümde ziyaret kabul eden Yamaç Evler, Efes medeniyetinin zenginliğini yansıtan bir çalışmaya tanıklık ediyor.

 

Antik kentin yaslandığı Bülbül Dağı'nın eteklerine MÖ 1. yüzyıldan itibaren açılmaya başlanan teraslar üzerine kurulan Yamaç Evler, duvar resimleri ve taban mozaikleriyle Efes medeniyetinin ihtişamını yansıtıyor. 1977'deki kazısının ardından restore edilen resimlerin teknolojiyle yeniden restorasyonu için 2010 yılında başlatılan çalışma kapsamında bu yıl 8 odadaki 120 metrekarelik duvar yüzeyi elden geçirildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün izniyle Avusturya Arkeoloji Enstitüsü'nün bilimsel başkanlığında ve Efes Vakfı'nın sponsorluğunda yürütülen proje kapsamında tarihi resimlerle bezeli duvarlar sağlamlaştırılarak özel kimyasallarla temizlendi.

Rötuş boyalarıyla yeniden canlanan resimler 2 bin yıl öncesine en yakın görünümle tekrar ortaya çıkarıldı.

 

Alanında dünyanın en iyisi olarak gösterilen 20 restorasyon uzmanı arasında belki de en dikkat çekici kariyere sahip olan isim ise ilkokul mezunu bir Türk.

 

Efes Antik Kenti'ne 1991 yılında el arabasıyla toprak taşımak için giren 47 yaşındaki Hasan Savaşer'in hikayesi, ekip içinde yer alan üst düzeyde eğitimli insanlardan biraz farklı.

 

Kendisini "alaydan yetişme restorasyon uzmanı" olarak tanımlayan Savaşer, AA muhabirine yaptığı açıklamada Yamaç Evler'de dünyanın en zor restorasyon işlemlerinden birinin gerçekleştirildiğini, burada mesleğine aşık insanların hünerlerini sergilediğini belirtti.

 

"2 bin yıllık bir esere dokunmak, sonraki 2 bin yıllara taşımak ve bunu sizin yapıyor olmanız çok haz verici" diye konuşan Savaşer, ekibin içinde yer almanın kendisi için büyük gurur kaynağı olduğunu ifade etti.

 

Savaşer, şöyle konuştu:

"1991'de 24 yaşındayken bu işe başladım. İlk zamanlar kazı ekibine yardım ediyordum. Elimizde kazma kürek el arabasıyla toprak çekiyorduk. Zamanla burada ne yapıldığını anlamaya başladım. Arkeolojiye merak saldım. Çıkarılan her eserde, ayağa kaldırılan her sütunda ben de heyecan duymaya başladım. Burası aynı zamanda bir okul. Şayet bu işi seviyorsanız buradaki uzmanlar size inanılmaz destek veriyorlar. Yeter ki sizin meraklı olduğunuzu, sorduğunuzu ve öğrenmek istediğinizi görsünler. Burada da işçi olmama rağmen bana çok büyük destek verdiler. Zaman içinde restorasyon tekniğini öğrendim.

 

Bir gün, bir arkeolog kazıdan çıkan topraklı tabanları kimin düzeltebileceğini sordu. Ben de 'ben yaparım' dedim. Bana en ince ayrıntısına kadar gösterdi. Daha sonra diğer buluntuların ve mezarların temizliğini de öğrendim. 2010 yılında duvar resimleri restorasyonu başladıktan sonra Yamaç Evler'de çalıştım. Burada da uzmanlardan görerek, kişisel olarak araştırma yaparak işi öğrendim. Restorasyonun hemen her aşamasına katılıyorum. Restorasyonu izlemek üzere gelen öğrenci grupları oluyor. Kazı Başkanı Doç.Dr. Sabine Ladstatter'in görevlendirmesiyle onlara burada ne yaptığımızı, restorasyonun nasıl sürdüğünü anlatıyorum."

 

Bu işin kendisi için bir geçim kaynağından çok yaşam biçimi haline geldiğini anlatan Savaşer, sahada uzmanlaşan, işini tutkuyla seven bir kaç işçinin daha bulunduğunu, herkesin bir süre sonra belli alanlarda uzmanlaştığını kaydetti.

 

Efes'te uzun süre vakit geçiren insanların buradan ayrılamadığını, burayı bir hastalık olarak tanımladıklarını anlatan Savaşer, bir çok arkeoloğun emekli olduğu halde buradan kopamadığına dikkati çekti.

 

- Orijinale en yakın şekilde

Toprak altında çıkarıldıktan sonra 40 yıl öncesinin teknolojisiyle restore edilen duvarları tekrar ele aldıklarını anlatan Savaşer, yaptıkları işlemi ise şöyle özetledi:

"Eserlerin kazısı 1977'de yapılmış, o dönemde restorasyon yapılmış ancak eserler zaman içinde açık havayla temas halinde olması nedeniyle kirlenmeye yüz tutmuş. Gelişen restorasyon teknikleri ve kimyasallarla duvarlardaki resimleri ve taban mozaiklerini orijinal haline en yakın duruma getiriyoruz. Duvarı sağlamlaştırdıktan sonra üzerindeki kalkerler ve polenler nedeniyle oluşmuş tabakayı kimyasallarla temizliyoruz. Bazı yüzeylerde eserin orijinalliğini bozmayacak biçimde tamlamalar yapıyoruz. Suluboyayla resimler üzerinde küçük rötuşlar yapıyoruz. Burada amaç, resme müdahale etmek değil birbirinden kopuk noktalar arasında bütünlük sağlamak. Eserin dokusunu kesinlikle bozmuyoruz. İşlemlerin zaman gerektirmesi ve çok hassas çalışılması nedeniyle bir duvar ancak 2 ayda bitirilebiliyor" dedi.

 

- 8 bin yıllık kent

8 bin yılı aşkın bir tarihe sahip olduğun tahmin edilen Efes antik kentinde bugün ortaya çıkarılan kent MÖ 3'üncü yüzyılda kuruldu. 12 İyonya şehrinden biri olan ve döneminde Asya'nın en büyük kentlerinden olan Efes, Roma İmparatorluğu'nda Asya Eyaleti'nin başkenti ilan edilmişti. MS 4'üncü yüzyılda limanın dolmasıyla ticari açıdan gerileyen kent zamanla önemini kaybetmiş, 1330 yılında da Aydınoğulları Beyliği'ne geçmişti.

 

19'uncu yüzyıldan bu yana kazı çalışmaları devam eden Efes, halen Türkiye'nin en geniş kapsamlı arkeolojik araştırması olarak gösteriliyor.

Time Türk, Haber: Tolga Albay, 19.07.2014

2 BİN 200 YILLIK TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

 

 

Ordu kent merkezine 20 kilometre mesafedeki Bayadı Mahallesi sınırları içinde bulunan antik yerleşim alanı “Kurul Kayası” bölgesindeki kazı çalışmaları yeniden başladı.

 

Doğu Karadeniz’in ilk arkeolojik kazısı olan ve 2010 yılında kazı çalışmaları başlatılan bölgedeki Kurul Kalesi’nde çalışmalar yeniden başladı.

 

Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt’un kazı başkanlığını yürüttüğü çalışmalar, 25 kişilik ekiple sürdürülüyor.

 

Kazı çalışmalarının yürütüldüğü alanda AA muhabirine kazıyla ilgili bilgi veren Şenyurt, Kurul Kayası’nın artık bir “Kurul Kalesi” olduğuna dikkat çekerek, “Biz artık buraya kaya değil kale diyoruz” dedi.

 

Hedeflerinin bölgedeki tarihi ortaya çıkarmak olduğuna değinen Şenyurt, şöyle devam etti:

“Burada 2010 yılında başlattığımız kazılardan sonra Kurul Kayalığı olarak bilinen mevkinin bir kale olduğu ve buranın bir kale olarak yapıldığını tespit ettik. Daha önce sadece bir su tüneli bulmuştuk. Buranın eski bir kale, garnizon olduğunu anladık. Geçen yıl yaklaşık 45 gün süren kazılarımızda 15 arkeolog, toplam 20 işçi ile çalışmalarımızı sürdürmüştük. Bu yılki kazılarımızda 15′i arkeolog 25 kişi ile çalışmalarımızı başlatmış bulunmaktayız.”

 

Bu yıl da çalışmaların ödenek azlığı nedeniyle 15 gün süreceğini belirten Prof.Dr. Şenyurt, şöyle konuştu:

“Yaptığımız kazılar sonucu burasının 2 bin 200 yıllık bir geçmişi olduğunu ortaya çıkardık. Biz açıkçası daha zayıf bir mimari yerleşim alanı beklerken burada 1-2 metrelik kalın duvarları olan ve içerisinde sayısı oldukça fazla olan büyük depolama küplerinin bulunduğu ve şimdilik Saray ya da mabet diyebileceğimiz bir yapı açığa çıkmaya başladı. Bu da bize burada daha önce hem dini hem askeri hem de ticari amaçlı yerleşildiğini bize gösteriyor. Dört yıl süren çalışmalarımızın ardından önemli eserleri toprak altından gün yüzüne çıkarmayı başardık.”

 

Çıkarılan eserler müzede sergilenecek

Amaçlarının kazıları en az 20 yıl daha sürdürerek Kurul Kalesi’ni tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarmak olduğunu vurgulayan Şenyurt, “İnşallah burası tam anlamıyla turizme kazandırılmış olacak. Önümüzdeki yıllarda da turistlerin ziyaretine açılacak” ifadelerini kullandı.

 

Toprak altından birçok mimarı kalıntının çıkarılarak muhafaza altına alındığını anlatan Şenyurt, şunları kaydetti:

“Kazı çalışmalarında tepe adaları, giriş kapısı, dinsel ve kültürel alanlarda kullanılan seramik, sikke, ok ucu, tanrı ve tanrıça büstleri ve birçok ürün bulundu. Bunların yanı sıra yüzlerce yanmış ahşap kalıntıları, yüzlerce çivi, metalden silahlar ve bıçaklar, hançer uçları, baltalar, kazmalar, çapalar, keskiler ve dokuma tezgahları çıktı. Kazılar devam ettikçe bu eserlerden daha çok çıkacağına eminiz. Bu eserler köy merkezine yapılan bir kazı evinde toplanıyor. İleride kurulacak bir müzede sergilenecek.”

 

Prof.Dr. Şenyurt, kazının bölge tarihine ışık tuttuğunu sözlerine ekledi.

haberler.com, Haber: Hayati Akçay, 19.07.2014

ANTİK KENTİ İMARA AÇAN PLAN KURULDAN DÖNDÜ

 

Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Myrelia antik kentinin imara açılmasını reddetti. Bu alana inşa edilen süpermarketin yıkılıp yıkılmayacağına ise mahkeme karar verecek.
 


 

Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, 2010 yılında Bursa’nın Mudanya İlçesi'nde Myrelia antik kentinin yakınında yaptığı yüzey çalışması sırasında yoğun seramik parçalarına rastladı. Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’na başvuran üniversite, bölgenin 1. derece SİT alanı olmasını istedi.

Bölgede incelemelerde bulunan dönemin koruma kurulu bölgeyi 3. derece arkeolojik SİT alanı ilan etmeyi uygun buldu. Bölge, 3. dereceden SİT alanı ilan edilince mevcut imar planı da iptal edilmiş oldu. Bunun üzerine Mudanya Belediyesi de 3. derece SİT alanı olan antik kentte, bina kat yüksekliğini ikiden beşe çıkartan ve antik kentin 50 bin metrekaresini ‘turizm alanı’ ilan ederek imara açan yeni bir plan yapmaya başladı. 15 Kasım 2013’te hazırlanan 1/1000 ölçekli yeni Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’na gönderildi. Planı inceleyen Koruma Kurulu, kat yüksekliğini ikiden beşe çıkartan madde ile antik kentin 50 bin metrekaresini imara açan maddeyi değiştirdi.

ANTİK KENT ÜSTÜ SÜPERMARKET
Bölgede yapılacak olan kazılar sırasında arkeolojik kalıntıların ortaya çıkabileceğini ve bu sebeple bölgedeki arkeolojik kalıntı potansiyelinin korunması gerektiğini belirten Kurul, 5 kat bina yüksekliğini 3 kata indirdi. Kurul, ayrıca Antik kentin liman kısmında bulunan 50 bin metrekarelik alanın turizm alanı ilan edilerek imara açılmasını reddederek, 50 bin metrekarelik alanı tekrar belediye hizmet alanı olarak değiştirdi. Koruma Kurulu, 1509 adadaki 18. ve 19. Parseller üzerinde yapılan süpermarket için Bursa 1. İdare Mahkemesi’nin daha önce yürütmeyi durdurma kararını verdiğini belirterek, 18. ve 19. Parselleri plan dışı bıraktı. 2700 yıllık tarihi antik kent duvarının inşa edilen süpermarketin bodrum katında kaldığını belirten Bursa Şehir Plancıları Odası Başkanı Hakan Karademir sözlerine şu şekilde devam etti: ‘’Koruma Kurulu’nun sit alanı olan antik kentin imara açılmasını öngören planı değiştirmesi olumlu bir karar. Ancak biz 3. Derece sit alanı olan antik kentin 1. Derece sit alanı yapılmasını istiyoruz. Ayrıca antik kent üzerine inşa edilen süpermarketin yıkılmasını ve marketin bodrum katında bulunan 2700 yıllık tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarılmasını istiyoruz.”

Radikal, Haber: İdris Emen, 19.07.2014

BAKANLIKTAN MÜZELERE AKŞAM AYARI

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, müze ve örenyerlerinin hayatın içinde yer almasını sağlayacak yeni bir proje başlattı.

 

İngiltere'deki National Gallery, Fransa'daki Louvre, Hollanda'daki Van Gogh müzeleri gibi dünyanın önemli sanat merkezlerinin örnek alınacağı "Müze ve Örenyerlerinde Tarihe Yolculuk Projesi" ile buraların kapanmasının ardından akşam saatlerinde çeşitli sanatsal ve sosyal etkinlikler gerçekleştirilecek.

 

Edinilen bilgiye göre, Antalya, İstanbul, İzmir ve Denizli'deki Bakanlığa bağlı müze ve örenyerlerinde sinema filmleri, sanal gezintiler, ses ve ışık gösterileri gibi çeşitli etkinliklerin düzenleneceği projeyle buraların hayatın içinden mekanlar haline getirilmesi amaçlanıyor.

 

Müzelere daha önce hiç gelmemiş veya çok az ziyarette bulunmuş kişilerin bile akşam etkinlikleri çerçevesinde buraları tercih etmesini sağlayacak proje aynı zamanda dünya kamuoyunda Türkiye'yi ve projenin kapsadığı şehirleri tanıtarak kültür turizmi hacminin büyütülmesi planlanıyor.

 

Projeyle, Türkiye'nin tarihinin bilgi kirliliğinden arındırılarak bilimsel araştırmalar ve teknolojinin imkanlarıyla en doğru anlatılması ve tanıtılmasını hedefleniyor.

 

Geçtiğimiz günlerde Resmi Gazete'de ilanı yayınlanan projenin ihalesi ise 4 Ağustos'ta yapılacak.

Yapı, 18.07.2014

İSRAİL PROTESTOSUNDA AKDENİZ HEYKELİNİ TAHRİP ETTİLER

 

 

İsrail'in Gazze'ye karadan saldırısını protesto edenler İsrail'in Levent'te bulunan İstanbul Başkonsolosluğu'nun önünde eylem yaptı. Binanın camlarını kıran ve içeriye girmek isteyenlere polis biber gazıyla müdahale etti. Bu arada gruptan bazı kendini bilmezler, konsolosluğun bulunduğu plazanın önündeki İlhan Koman'a ait Akdeniz heykelini yıkmaya çalıştı, başaramayınca tahrip etti.

 

Dün gece İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım'ın, Gazze'ye karadan saldırısı dolayısıyla İsrail'i protesto ettiği konuşmasının ardından yaptığı çağrı üzerine grubun bir bölümü dağılırken, bazı kişiler ellerindeki taş, yumurta ve tahta parçalarını plazaya doğru atmaya başladı.

Polis ekipleri, biber gazı ve TOMA'larla tazyikli su sıkarak gruba tekrar müdahale etti. Gruptakiler de polise tepki göstererek, TOMA'ları taşladı.

Yaklaşık yarım saat süren müdahalenin ardından plazanın dış duvarının önünde toplanan gruptakiler, slogan attı.

 

AKDENİZ HEYKELİNİ TAHRİP ETTİLER

Bu arada, gruptan bazı kendini bilmezler de plazanın önündeki İlhan Koman'a ait Akdeniz heykelini yıkmaya çalıştı, başaramayınca tahrip etti.

 

 

AKDENİZ HEYKELİ
Ünlü heykeltıraş İlhan Koman’ın Türkiye’deki en bilinen eserlerinden biri olan Akdeniz Heykeli, şehrin tanınmış sembollerinden biri.
Heykel, Halk Sigorta’nın isteği üzerine yapıldı ve 1980’de şirketin Zincirlikuyu’daki genel müdürlük binasının önüne yerleştirildi.
Dört ton ağırlığında, 12 milimetre kalınlığında ve 112 metal levhanın yan yana getirilmesiyle oluşturulan bir kadın figürü.
Uzun süre Zincirlikuyu’daki genel müdürlük binası önünde durdu ve önünden gelip geçen otomobillerdeki insanlar onu uzaktan seyretti.
Ardından Galatasaray’da daha çok kişiyle buluşma fırsatı yakaladı. Şimdi de Levent’teki Yapı Kredi Binası’nın önünde duruyor.

Hürriyet, 18.07.2014

 

******


"AKDENİZ HEYKELİ AKDENİZ'DE OLSUN"

 

İsrail'i protesto eylemleri sırasında tahrip edilen 'Akdeniz Heykeli'ni sosyal medyada gündeme getiren Antalya'nın Muratpaşa İlçe Belediye Başkanı CHP'li Ümit Uysal, "Akdeniz Heykeli'nin yeri Akdeniz olmalı" dedi. Uysal, heykelin Antalya'da falazlere dikilmesini önerdi.

 

Muratpaşa Belediye Başkanı Ümit Uysal, İstanbul Levent'te İsrail'i protesto eylemleri sırasında tahrip edilen Akdeniz Heykeli'ni sosyal medyada gündeme taşıdı. Dünyaca ünlü heykeltıraş İlhan Koman'ın Akdeniz Heykeli'nin yerinin Akdeniz olması gerektiğini belirten Başkan Uysal, Akdeniz Heykeli'nin yapıldığı günden bu yana sürekli dolaştırıldığına dikkat çekerek, heykel üzerinde tasarruf hakkı bulunan kişilere seslendi.

 

HEYKEL AKDENİZ'LE BULUŞSUN

Sürekli yeri değiştirilen Akdeniz Heykeli'nin 'Yörük Heykel'e dönüştüğünü belirten Başkan Uysal, İlhan Koman'ın Akdeniz Heykeli'ni Akdeniz'e bakan bir noktaya konumlandırmak üzere tasarladığını söyledi. Başkan Uysal, "Heykel üzerinde tasarruf hakkı bulunan kişi ya da kişilere sesleniyoruz; Gelin bu heykeli Muratpaşamızda falezlerin üzerinde hakim bir noktaya koyalım. Hem sanatçının amacı ve vasiyeti gerçekleşmiş olsun, hem de eser nihai yerine kavuşsun. Özgürce, mutluca ve sevgiyle Akdeniz'in dalgalarıyla buluşsun. Ne dersiniz?" diye konuştu.

Gerçek Gündem, 23.07.2014

2014 YILI NYSA KAZILARI BAŞLADI

 

 

Aydın’ın Sultanhisar İlçesi'nde bulunan Nysa antik kentinde 2012 yılından itibaren Aydın Arkeoloji Müzesi başkanlığında, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Yard. Doç.Dr. Serdar Hakan ÖZTANER’in bilimsel danışmanlığında yürütülen kazı, onarım ve restorasyon çalışmalarının bu yılki bölümüne 10.07.2014 tarihinde başlandı.





Nysa antik kenti kazı, onarım ve restorasyon çalışmalarının bu yılki bölümü 1 ve 8 nolu caddelerde, Tiyatro, Çarşı Bazilikası – Forum alanlarında, Ankara Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi, Başkent Üniversitesi öğretim üyeleri ve Aydın Arkeoloji Müzesi uzmanlarının katılımı ile yaklaşık 60 kişilik bir ekiple yürütülecek.

kvmgm.kultur.gov.tr, 18.07.2014

ANTİK KEKOVA'DA ARTIK YÜZMEK SERBEST!

 

 

Kekova bölgesi 18 Ocak 1990 yılında Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından özel koruma alanı ilan edilmiş ve dalış yapmak ve yüzmek yasaklanmıştı. Ancak Antalya’nın gözde turizm merkezlerinden Kekova’nın sorunlarını gidermek ve cazibe merkezi olması amacıyla yüzme yasağı kaldırıldı.

 

Demre İlçe Kaymakamlığı’na bağlı Deniz Turizm Kurulu, Kekova Bölgesi’nde yer alan Kaleköy ve Batık Kent’te yaşanan sorunlar için bir araya geldi. Demre Kaymakamı Yusuf İzzet Karaman başkanlığındaki toplantıya, Demre Kaymakamlığı Yazı İşleri Müdürü Ahmet Çırpan, Kaş Turizm Müdürü Mustafa Aydın, Kaş Liman Başkanı Galip Avcı, Kekova Sahil Güvenlik Bot Komutanı Beytullah Yurt, Antalya Deniz Ticaret Odası Temsilcisi Mehmet Şekerci katıldı.

 

Toplantıda günübirlik tatilcilerin ve yat turizminin yoğun yaşandığı Kekova Bölgesi’nin sorunları ve tatilcilerin kurula yaptığı şikayetler değerlendirildi. Deniz Turizm Kurulu, Batık Kent’te tekne turlarına çıkan turist gruplarına eşlik eden rehberlerin bölgeyi anlatırken kullandığı mikrofondan kaynaklı yükses ses şikayetini değerlendirdi. Bu sesin tatil için gelen diğer turist gruplarını ve bölge halkını rahatsız ettiği belirtilerek, bölgede çalışan rehberlerin artık mikrofonlarını kimseyi rahatsız etmeyecek şekilde kullanması kararı alındı.

 

Ayrıca, Kaleköy’de bulunan iki bölgenin yüzme alanı olarak kullanılmasına karar verildi. Gelecek turizm sezonunda uygulanmak üzere, Batık Kent ve Simena Antik Kenti’ne günübirlik tekneler için yeni bir rota çizildi.

 

Kaleköy’deki iskelelerin tadilat ve yenilenmesi için de yeni bir proje yapılması konusunda karar alındı.

 

Demre Kaymakamı Yusuf İzzet Karaman, "Kekova, bölge, Türkiye ve dünya turizminde bir marka. Günbirlik ve mavi yolculuk yat turizminin merkezi. Yılda yaklaşık 1 milyon turist gelen bir yöre. Bu nedenle bölgemizi hak ettiği yere taşımak için yeni kuralları uygulamaya koyduk" diye konuştu.

T24, 18.07.2014

 

******


KEKOVA YÜZME ALANINA AÇILMADI

 

18 Temmuz Cuma günü, bazı basın yayın organları ve internet haber sitelerinde yayınlanan “Artık Kekova'da yüzülebilecek” başlıklı haberlere Demre Kaymakamlığı'ndan yalanlama geldi. Demre Kaymakamlığı konuya ilişkin bir basın açıklaması yaparak, söz konusu haberlerin gerçeği yansıtmadığını belirtti.


Demre Kaymakamlığı tarafından yapılan basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: "bugün bazı yerel ve ulusal basın yayın organları ile internet haber sitelerinde ilçemiz Üçağız Mahallesi sınırları içerisinde kalan Kekova Batık Şehir Bölgesi'nde uygulanan yüzme ve dalış yasağının kaldırıldığına dair haberler yayımlanmıştır. Söz konusu haber gerçeği yansıtmamakta olup, Kaymakamlığımızca 15 Temmuz 2014 tarihinde yapılan Demre İlçesi Deniz Turizm Kurulu Toplantısı'nda böyle bir karar alınmamıştır. Toplantıda ilçemiz Üçağız Mahallesi Kaleköy mevkiinde bulunan turistik pansiyon ve işletmelerde kalan kişilerin tekne trafiğinden etkilenmeyecekleri uygun bir mevkide denize girebilmelerinin temini için Kaleköy’ün hemen önünde tekne geçişi olmayan 2 adet yerin yüzme alanı olarak ilan edilmesi kararlaştırılmıştır. Tespit edilen söz konusu 2 yer, haberlerde iddia edildiği üzere kesinlikle Batık Şehir Bölgesi kapsamında değildir. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca belirlenmiş 1. derece tarihi ve doğal sit alanında kalan ilçemiz Batık Şehir mevkiinin şu an yürürlükte olan konu ile ilgili resmi mevzuat çerçevesinde, yüzme, dalış vb. diğer etkinliklere açılması kanunen mümkün değildir. Söz konusu gerçeği yansıtmayan bilgi ve haberlere itibar edilmemesi hususu kamuoyuna saygı ile duyurulur."

Milliyet, 18.07.2014

 

******


BATIK KENTE YÜZME YASAĞI DEVAM EDİYOR

 

Demre Kaymakamı Yusuf İzzet Karaman, Batık Kent'te yüzme yasağının kaldırıldığı yönündeki haberleri yalanladı. Karaman, Kekova’nın sorunlarını gidermek ve cazibe merkezi olması amacıyla bir dizi karar alındığını belirterek, "Kekova’daki Batık Kent’te yüzme ve dalış yasağı vardır. Bu yasağın kaldırılması olanaksız ve söz konusu değildir" dedi.

 

 

Demre Kaymakamı Yusuf İzzet karaman, geçen salı günü yapılan Deniz Turizm Kurulu toplantısında, Kekova Bölgesi’nde yer alan Kaleköy ve Batık Kent’te yaşanan sorunların ele alındığı söyledi. Toplantıda günübirlik tatilcilerin ve yat turizminin yoğun yaşandığı Kekova Bölgesi’nin sorunları ve tatilcilerin kurula yaptığı şikayetlerin değerlendirildiğini aktaran Kaymakam Karaman, toplantı sonrasında bazı basın yayın organlarında ’Kekova’da yüzülebilecek’, ’Kekova’da yüzmek serbest’ gibi haberler çıktığını vurguladı.

 

BATIK KENT’TE YÜZME YASAĞI DEVAM EDİYOR

Konunun yanlış aktarıldığını vurgulayan Kaymakam Karaman, "Kekova, bir bölgenin adıdır. Kekova’da bulunan Batık Kent’te yüzme ve dalış yasağı vardır. Bu yasağın kaldırılması olanaksız ve söz konusu değildir. Ayrıca kurulumuzun yetkisinde de değildir" dedi. Kekova Bölgesi’nde birçok noktada belirlenmiş dalış noktaları olduğunu ve yüzmenin serbest olduğuna işaret eden Karaman, "Üçağız Mahallesi ve Kaleköy’de turistik pansiyonların ve işletmelerin önünde, tur teknelerinin geçiş alanı dışındaki 2 küçük bölge yüzme alanı olarak ilan edildi. Buraların Batık Kent’le ilgisi yok. Batık Kent’te yüzme yasağı devam ediyor" diye konuştu.

Milliyet, Haber: Ahmet Acar, 19.07.2014

MERSİN'İN SOLİ POMPEİOPOLİS ANTİK KENTİNDE KAZILAR BAŞLADI

 

 

Mersin’in merkez Mezitli İlçesi'nde bulunan ve tarihi geçmişi MÖ 700 yılına uzanan Soli Pompeiopolis Antik Kentindeki 2014 yılı kazı çalışmaları başladı.

 

Mezitli Soli Pompeiopolis antik kenti gün ışığına çıkarmak amacıyla 16 yıldır gerçekleştirilen kazı çalışmaları, bu yıl da devam ediyor. Tarihi geçmişi MÖ 700 yılına dayanan Soli Pompeiopolis antik kentindeki kazı çalışmaları, Prof.Dr. Remzi Yağcı başkanlığında Sütunlu Cadde ve Soli Höyük’te sürdürülecek. Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan da kazı başkanı ve kazı ekibini ziyaret ederek çalışmalar hakkında bilgi aldı.

 

Başkan Tarhan, Soli Pompeiopolis Antik Kenti, Mezitli’nin dünyaya açılan kapısı olacağını belirtti. Tüm herkesin dünyanın ortak değeri olan kültürel miraslara sahip çıkması gerektiğinin altını çizen Tarhan “Soli Pompeiopolis dünyanın en önemli tarihi yerlerinden birisidir. Kazı Başkanı Prof.Dr. Remzi Yağcı hocam 1999 yılından beri bu çalışmaların başında. Ama gerek bakanlığın maddi desteğinin oldukça zayıf, hatta yok denilebilecek düzeyde olması, gerekse belediyelerin olanaklarının çok sınırlı olması nedeniyle uzun yıllardır fazla bir yol kat edilmedi. Bizim hedefimiz buradaki toprak altında kalmış değerlerin toprak üstüne çıkarmak ve ortak mirasımızı dünyaya tanıtmaktır. Biz buna son derece önem veriyor ve destekliyoruz. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Büyükşehirinde desteklemesini bekliyoruz. Soli Pompeiopolis Mezitli veya Mersin’in değil tüm Türkiye’nin dünyaya açılan kapılarından birisi olacaktır. Ben buradan tüm sponsor olabilecek özel kuruluşlarında kazı çalışmalarına destek vermelerini istiyorum” dedi.

 

Kazı Başkanı Prof.Dr. Remzi Yağcı ise, restorasyona yönelik kazı-temizlik çalışmaları hakkında Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan’a bilgi verdi. Soli Pompeiopolis antik kentinin Roma döneminde de cazibesini sürdürdüğünü belirten Yağcı “Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Mezitli Belediye’sinin desteğiyle sürdürülen Soli Pompeiopolis’deki bu yılki çalışmalarımıza başladık. Soli Pompeiopolis, Hellenistik döneminde yaklaşık 250 bin kişinin yaşadığı önemli bir kenttir. Roma döneminde de bu cazibesini sürdürdü ve önemli bir liman kenti oldu. Doğu Akdeniz’de limanla birleşen ve sütunlu caddesi olan nadir kentlerden birisi. Tabi ki kentin şu anda en önemli yerinde ana caddesinde bulunuyoruz. Bu ana caddesinde çıkan buluntular, Roma arkeolojisine çok önemli katkılarda bulunmaktadır. Uzun vadeli bir projedir. Destekler sürdükçe özellikle yerel yönetimlerin desteği arttıkça elbette burada kazılar daha önemli bir ivme kazanacaktır” diye konuştu.

 

Yağcı, arkeolojik olarak önemli bir liman kenti olan Pompeiopolis’teki kazı çalışmalarının amacının, Sütunlu Cadde ve Soli Höyük’te bulunan dükkanların bodrum katlarını açığa çıkararak kentteki sosyal, ticari yaşamı aydınlatmak olduğunu belirtti.

Son Dakika, 18.07.2014

KARACAHİSAR KALESİ'NDEKİ KAZIYA TATİL YOK

 

 

Eskişehir’deki Karacahisar Kalesi’nde Anadolu Üniversitesi tarafından yürütülen kazı çalışmaları sürüyor. Prof.Dr. Erol Altınsapan, öğrencilerin yaz tatilinde ailelerinin yanına gitmeyerek kazı çalışmalarına katıldıklarını söyledi. Vali Güngör Azim Tuna da çalışmaları yerinde inceledi.

 

Anadolu Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Erol Altınsapan, merkeze bağlı Karacaşehir Köyü’nde bulunan ve Osmanlı Beyliği’nin kurulduğu yer olan Karacahisar Kalesi’nde arkeolojik kazı çalışmalarının sürdüğünü söyledi. Kazı çalışmalarının ilk olarak 1999 yılında Prof.Dr. Halil İnalcık ve Prof.Dr. Ebru Parman tarafından başlatıldığını belirten Prof.Dr. Altınsapan, daha sonra çalışmaların Eskişehir Arkeoloji Müzesi ve Anadolu Üniversitesi tarafından yürütüldüğünü kaydetti.

 

ÖĞRENCİLER TATİLE GİTMEDİ

Sanat Tarihi Bölümü öğrencilerinin yaz tatilinde ailelerinin yanına gitmeyerek kazı çalışmalarına katıldıklarını ifade eden kazı başkanı Prof.Dr. Erol Altınsapan şöyle konuştu:

“Karacahisar Kalesi 1289 yılında Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osmangazi tarafından Bizanslı’lardan fethedildi. Öncelikli hedefimiz kale içindeki yerleşim dokusunu ortaya çıkartmak. Karacahisar Kalesi’nin fethi Osmanlı İmparatorluğu’nun başlangıcındaki en önemli olaydır. Burası ilk hutbenin okunduğu yerdir. Karacahisar Kalesi, Osmanlı’nın İznik’ten Edirne’ye kadar olan fetih sürecinin başlangıcıdır. Kazı sonucunda Osmanlı tarihi de değişebilir. Prof.Dr. Halil İnalcık da Karacahisar’dan Osmanlı’nın ilk başkenti diye söz ediyor.”

 

VALİ TUNA: OSMANLI DEVLETİNİN TEMELİ

Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna da Karacahisar Kalesi’ndeki arkeolojik kazı çalışmalarını yerinde inceleyerek Prof.Dr. Erol Altınsapan’dan bilgi aldı. Vali Tuna, “Osmanlı Devletinin temeli Karacahisar Kalesi’nin alınması ile atılmıştır. Burada bir tarih yatıyor. Tarihi ve kültürel değerlerimize sahip çıkmamız lazım. Gelecek nesillere tarihimizi iyi anlatmalıyız. Burada yatan tarih hepimizi ilgilendiriyor. Kazı çalışmalardan çıkacak sonuçlar bizim için çok önemli” dedi.

Vali Güngör Azim Tuna, Karacahisar Kalesi’nde kazı çalışmalarını yürüten Anadolu Üniversitesi öğretim üyeleri ve öğrencileriyle birlikte hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra alandan ayrıldı.

haberler.com, 18.07.2014

550 YIL SONRA YENİ YERİNDE

 

 

Batman'ın antik ilçesi Hasankeyf'te bulunan ve Akkoyunlular Dönemi'nde yapılan Zeynelbey Türbesi, 550 yıl sonra yerinden taşınıyor. DSİ 16'ncı Bölge Müdürü Mahmut Dündar, Ilısu Baraj Gölü suyu altında kalacak Zeynelbey Türbesi'ni yıl sonuna kadar yeni yerleşim birimine taşıyacaklarını söyledi.

Ilısu baraj gölünden etkilenecek tarihi eserlerin başında gelen Zeynelbey Türbesi, 550 yıl aradan sonra yer değiştiriyor. Akkoyunlular'a ait tek eser olan Zeynelbey Türbesi, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın oğlu Zeynelbey'e ait olduğu üzerindeki kitabede belirtildi. Baraj altında kalacak 108 yerleşim birimi arasında tek ilçe olan Hasankeyf'teki önemli bazı tarihi eserler, Avrupa'daki sistemle yeni yerlerine taşınacak.

DSİ 16'ncı Bölge Müdürü Mahmut Dündar, 1462-88 yılları arasında yapımı tamamlanan Zeynelbey Türbesi'nin baraj gölünde toplanacak sudan etkilenmemesi için taşınma ihalesinin yapıldığını söyledi. Dündar, şöyle dedi:
"Yabancı arkeolog ve bilim adamlarının da görüşlerinin alındığı türbe için taşınma hazırlıkları yapılıyor. Avrupa'da tarihi eserler nasıl taşınıyorsa, türbeye zarar verilmeden aynı yöntemle taşınacak. Bu yılın sonuna kadar Zeynelbey Türbesi'nin taşınma işlemi tamamlanacak."

Cumhuriyet, 18.07.2014

BU MÜZE TARİHE IŞIK TUTUYOR

 
Balıkesir'in Ayvalık İlçesi'ndeki, Cunda Adası'nda restore edilen Taksiyarhis Kilisesi'nde kurulan Rahmi M. Koç Müzesi yoğun ilgi gördü. Geçtiğimiz Mayıs ayının sonunda hizmete giren müzeyi bugüne kadar 16 bin ziyaretçi gezdi.

 

Ayvalık'ın Cunda Adası'nda 1873 yılında inşa edilen Taksiyarhis Kilisesi 1923 - 1928 yıllara arasında cami olarak kullanıldı. Daha sonra harap hale gelen bina, geçtiğimiz yıllarda 26 aylık bir restorasyonun ardından müze olarak düzenlendi. Müze, denizcilik tarihi, tıp, eczacılık, gemi ve tren modelleri ile sanayi devrimine ait makinelerle otomotiv sanayine ait objeleri barındırıyor. İki katlı müzenin üst katında ise bir kısım özel koleksiyoncuların bağışlarından oluşan oyuncaklar yer alıyor. Müzeyi gezen ziyaretçiler beğenilerini dile getirirken, Koç ailesine teşekkür etti. Müzeye ilk kez gelen Dilay Naz Özdemir, çok güzel bulduğunu söyledi. Kıvanç Koca da ilk kez geldiği müze için emeği geçenlere teşekkür etti. Yıllar önce harap halindeyken gördüğü binanın restore edilerek güzel bir görünüme kavuştuğunu belirten ziyaretçi Esin Silivri ise, buranın tarihi hakkında bilgi sahibi olduklarını hatırlattı. 

Zaman, 17.07.2014

AHIRDA 5 BİN YILLIK MADEN OCAĞI BULUNDU

 

 

Erciyes Dağı'nın eteklerinde, günümüzde ahır olarak kullanılan galerilerin 5 bin yıllık maden ocağı olduğu tespit edildi.

 

Kültepe Kazısı Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, yaptığı açıklamada, ekip olarak Kayseri'de 2008 yılından bu yana yüzey araştırmaları gerçekleştirdiklerini ve geçen yıl Erciyes Dağı'nın eteklerindeki Hisarcık İlçesi'nde yaptıkları çalışmalarda Anadolu'da çok az bulunan kalay madeni ile karşılaştıklarını söyledi.

Anadolu tarihini aydınlatmak yaptıkları çalışmalar kapsamında kalay madenini ilk olarak Hisarcık İlçesi Sinir Sırtı olarak adlandırılan bölgede bulduklarını belirten Kulakoğlu, 5 bin yıllık maden ocaklarının ve galerilerin günümüzde bölge insanı tarafından ahır olarak kullanıldığını kaydetti.

Kulak, köylülerin ahır olarak kullandıkları galerilerin maden ocağı olduğunu bilmediklerini ifade etti.

ANADOLU'DA BULUNAN İKİNCİ BÜYÜK KALAY YATAKLARI
Dışarıdan bakan birisinin galerileri fark edemeyeceğini anlatan Kulakloğlu, şunları kaydetti:
"Ahır sahiplerinden izin alarak yaptığımız araştırmalarda eski Tunç Çağı'nda yani günümüzden 5 bin yıl öncesinden itibaren kullanılan kalay madeni ocaklarıyla karşılaştık. Bunların bazıları kapatılmış, bazıları ahır olarak kullanılıyor ama en az 6 ayrı büyük galeri gördük. MTA'nın yaptığı rezerv araştırmasına bunlar Anadolu'da bugüne kadar bulunmuş ikinci büyük kalay yataklarını oluşturuyor. Erciyes'in hemen dibindeki bu sırtlarda, hep dışarıdan geldiğini sandığımız bir olguyu ortaya çıkardık. Meğerse Anadolu'da günümüzden 5 bin yıl öncesinde bu maden biliniyor işletiliyor ve kullanılıyormuş."

KALAY BUGÜNÜN URANYUMU DEĞERİNDE
Kalayın bugünkü olgularla karşılaştırıldığında uranyum değerinde bir maden olduğuna dikkati çeken Kulakloğlu, "Bakır çok eski çağlardan itibaren kullanılıyor ama yumuşak bir maden olduğu için silah yapımına uygun değil, kılıç yapılamıyor, yapılsa dahi hemen kırılır. Ama kalayın bakır ile birlikte eritilmesiyle sert, kuvvetli bir alaşım olan tunç elde edilmiş. Böylelikle rakiplerinizde olmayan bir silaha kavuşmuş oluyorsunuz ve bir otorite, güç sağlıyorsunuz. Kalay bu anlamda bugünün nükleer silahı uranyum gibi o dönemde önem kazanıyor" şeklinde konuştu.

Kalayın günümüzde çok fazla değeri olmadığını belirten Kulakoğlu, Koloni Çağı olarak adlandırılan 5 bin yıl öncesinde Asurlu tüccarlardan kalma yazılı belgeleri de incelediklerinde kalayın o dönemde değerli bir maden olduğunu anlayabildiklerini vurguladı.

Sabah, 17.07.2014

HASANKEYF'İN SAKLI TARİHİ: AĞLAYAN MAĞARA

 
Antik kent Hasankeyf'te bulunan onlarca saklı güzellikten biri de Günfa olarak adlandırılan mevkide bulunan Ağlayan Mağara. Yüksek kayalıklar arasına saklanmış mağarada, kayalıklardan düşen her su damlası piyanodan çıkan bir melodi gibi.

 

Batman'ın tarihi Hasankeyf İlçesi'nde Urartular döneminden kaldığı belirtilen 'Ağlayan Mağara' doğal güzelliği ile ziyaretçileri büyülüyor. Mağaranın tavanından damlayan su damlacıkları piyanodan çıkan güzel bir melodi gibi. Mevsim normallerinin üzerinde seyreden sıcaklarda bile oldukça serin olan mağarayı ziyaret eden vatandaşlar, mağara ve çevresinin serinliği ve mağaradan yayılan melodinin insanlara huzur verdiğini ve tüm stresini aldığını söylüyor. Yüksek kayalarla çevrili güneş görmeyen bir yerde bulunan mağaranın üst katlarından gelen su, ağlayan bir mağara manzarasını oluşturmuş. Su sızıntısı kayayı serin tutuyor. Kayadan oyulan mağarada oluşan şelale bölgede otantik bir hava oluşturuyor. Hemen yanında bulunan Urartu ya da Sümerler dönemine ait içi oyulmuş olan bir kaya parçası ise eyvan şekline dönüştürülmüş. Ustaca kazınmış merdivenleri, odaları ve eyvanı ile küçük bir mağara evi andıran kaya ağlayan mağaranın güzelliğini tamamlıyor.

 

Hasankeyf'te özellikle Günfa'da ağlayan mağara kenarında dinlenmenin, piknik yapmanın bir başka olduğunu belirten vatandaşlar, mağaranın turizme kazandırılmasını istiyor. Hasankeyf'te yapılan İmam Abdullah anma etkinliklerinin iki yıldır buraya alındığını, bu vesileyle mağaraya giden 5 kilometrelik yolun kilit taşlarıyla döşendiğini hatırlatan vatandaşlar, "Hasankeyf'in güzelliklerine doyum olmuyor. Bu güzellikleri herkesin görmeye hakkı vardır. İnsana huzur veren bu saklı güzelliği bölgede bile çok az kişi biliyor. Turizme kazandırılmasını bekliyoruz, tanıtımı iyi yapılırsa sadece anma etkinliğinde değil her zaman ziyaretçi akınına uğrar." diye konuştu.

Zaman, Haber: Medeni Akbaş, 17.07.2014

DÜNYA MİRAS LİSTESİ'NDEKİ ADIYAMAN'A BİR DEĞER DAHA

 

Tarihin en eski yerleşim yerlerinden biri olarak bilinen Adıyaman İli, hak ettiği tarihi değere 12 Ağustos 2014 tarihinde proje ihalesine çıkılacak olan “Adıyaman Panorama ve Arkeoloji Müzesi”yle ulaşacaktır.





1982 yılından beri aynı binasında hizmet veren Adıyaman Müzesi’nin; gerek m² büyüklüğü gerekse sergileme teknikleri ve elektro-mekanik donanımıyla ihtiyaca cevap vermemesi sebebiyle yeni bir müze binasının yapımına karar verilmiştir.

 

30.000 m²’yi kaplayan bir alanda inşa edilecek müzenin toplam kapalı alanı 10.000 m² olup Erken Tunç Çağı’ndan Osmanlı Dönemi’nin sonuna kadar olan arkeolojik ve etnografik eserler, toplamda 3000 m²’yi bulan bir alanda sergilenecektir. Müzenin 2000 m²’lik alanında oluşturulacak “Panorama” bölümünde ise; dünyanın en yüksek açıkhava müzesi olarak da adlandırılan ve 1987 yılında Dünya Miras Listesinde yer alan Nemrut Dağının, yüksekliği on metreyi bulan büyüleyici heykelleriyle, metrelerce uzunluktaki kitabelerinin panoramik olarak ziyaretçiye aktarılması sağlanacaktır.





Sergileme alanlarının yanı sıra müzede; depo, kafeterya, 600 m²’lik konferans salonu ve fuaye, çocuk eğitim atölyesi, müze mağazaları, kütüphane, idari birimler ve atölyelerin yer alması planlanmaktadır.

 

Dünya Miras Listesinde yer alan eseri barındırmasıyla geniş kitlelerde tanınan Adıyaman İli, Panorama ve Arkeoloji Müzesi’nin tamamlanması ve ziyarete açılması ile dikkat çekici bir değere daha kavuşacaktır.




kvmgm.kultur.gov.tr, 17.07.2014

KAYIP MOZAİK PARÇALARI İÇİN 10 BİN İMZAYA İHTİYAÇ VAR

 

 

Zeugma aAntik kentinden kaçırılarak ABD’deki Bowling Green State Üniversitesi’nde sergilenen Çingene kızı mozaiğin bazı parçalarının Türkiye’ye iade edilmesi için başlatılan kampanya kapsamında yaklaşık 8 bin imza toplandı.

 

Anadolu’nun özgün değerlerinden Çingene kızı mozaiğinin parçalarının geri getirilmesi amacıyla “www.change.org”da başlatılan kampanyanın amacına ulaşabilmesi için 10 bin imzaya daha ihtiyaç var.

 

AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, Nizip İlçesi'ndeki Zeugma antik kenti ve çevresinde 1960′lı yıllardaki kaçak kazılar sırasında yurt dışına kaçırıldığı tespit edilen mozaikler, ABD’deki Bowling Green State Üniversitesi tarafından 1965′te Manhattan’daki bir sanat galerisinden satın alındı. 3 bin 500 dolara satın alındığı bilinen mozaikler Bowling Green State Universitesi, Wolfe Center Binası, Eva Marie Saint tiyatrosunun lobisinde dekorasyon amaçlı kullanılıyor.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Ergun Özuslu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Zeugma’daki kaçak kazılarda ele geçirilip yurt dışına kaçırılan 15 parça mozaiğin Türkiye’ye getirilmesi için başlatılan çalışmaların sürdüğünü söyledi.

 

Parçaların ne zaman ve nasıl gittiği hakkında ellerinde net bilgi olmadığını aktaran Özuslu, “Tarihi eser kaçakçıları tarafından kaçak yollarla yurt dışına götürülen eserler, Çingene kızı mozaiğinin kayıp parçalarıyla uyumlu” dedi.

 

Prof.Dr. Kutalmış Görkay tarafından sunulan bir raporla kaçırılan mozaiklerin Zeugma’ya ait olduğunun kanıtlandığını belirten Özuslu, şöyle devam etti:

“Zeugma’dan ABD’ye kaçırılan mozaiklerin iade edilmesi için kampanya başlatıldı. Parçaların tekrar Türkiye’ye getirilip sergilenmesi için ‘www.change.org’ adresinde ‘Zeugma’dan Amerika’ya kaçırılan mozaikler iade edilsin’ başlığıyla başlatılan kampanyada toplam 18 bin imzaya ihtiyaç var. Şu anda yaklaşık 8 bin imza toplandı. Kampanyada istenilen imzaya ulaşılmasının ardından Kültür Ve Turizm Bakanlığı hukuki yollardan başvuruda bulunacak. Mozaiklerin ait oldukları yer olan Gaziantep’e getirilip sergilenmesi için bu kampanya önem taşıyor.”

 

Özuslu, parçaların, 30 bin metrekarelik alana inşa edilen Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi’ne iade edilmesi için herkesi kampanyaya destek olmaya çağırdı.

 

Çingene kızı mozaiği

Gaziantep’in Nizip İlçesi'ndeki Zeugma antik kentindeki bir villanın yemek odasının tabanında birçok bölümü tahrip edilmiş mozaiğin parçası olan ve üzerine düşen sütunun kaldırılmasıyla bulunan mozaik, günümüzde sadece Zeugma’nın değil Gaziantep ve Türkiye’nin tanıtımına da katkı sağlıyor.

 

“Çingene kızı” olarak adlandırılan ve simge haline dönüşen Mainad mozaği, Gaziantep Mozaik Müzesi’nde özel odada sergileniyor. Çingene kızı mozaiği, hangi açıdan bakılırsa bakılsın ziyaretçiye bakıyormuş izlenimi vermesiyle dikkat çekiyor.

 

Labirent şeklinde dizayn edilen odanın dış duvarında, kaçakçılar tarafından büyük oranda tahrip edilen Mainad mozaiğinin ilk bulunduğu hali de yer alıyor.

haberler.com, Haber: Yusuf Atlıhan, 17.07.2014

İŞTE O TARİHİ MOZAİK

 

Muğla'nın Milas İlçesi'nde yapılan altyapı çalışmaları sırasında Roma Dönemi'ne ait, üzerinde denizler, depremler ve atlar tanrısı Poseidon ile denizkızı figürleri yer alan mozaik bulundu.

 

 

İsmetpaşa Mahallesi, Ahmet Taner Kışlalı Caddesi'nde yağmur suyu ve kanalizasyon hatlarının birbirinden ayrılması için yapılan çalışmalar sırasında tarihi kalıntılara rastlandı.

 

Hatların döşenmesi için açılan yaklaşık bir metrelik çukurda Yunan mitolojisinde denizler, depremler ve atlar tanrısı olarak bilinen Poseidon ile üst bölümünde deniz kızı figürü yer alan mozaikler bulundu.

Mozaiklerin gün yüzüne çıkmasının ardından alt yapı çalışmaları durduruldu.Milas Müze Müdürlüğü görevlileri, mozaiklerin kurtarılması için kazı çalışması başlattı.

 

Heyecan yaratan mozaiklerin bir bölümünü yaklaşık 15 yıl önce denetimsiz bir şekilde yapılan altyapı çalışmaları sırasında tahrip edildiği ortaya çıktı.

Cnn Türk, 17.07.2014

 

******


MİLAS'TA ALTYAPIDAN MİTOLOJİK TANRILAR ÇIKTI

 

 

Milas’ta yürütülen altyapı çalışmalarında Roma dönemine ait, mitolojik tanrıların tasvir edildiği taban mozaiği bulundu.

 

Milas’ta İlbank’ın desteğiyle Muğla Büyükşehir Belediyesi adına özel bir firma tarafından yürütülen altyapı çalışmalarının Ahmet Taner Kışlalı Caddesi’nde devam edilen bölümünde, yerin 50 santim altında tarihi kalıntılara rastlandı. Taban mozaiğinin önceki yıllarda yürütülen altyapı çalışmaları sırasında ağır biçimde tahrip edildiği ve yüzde 40′ının yok olduğu belirlendi.

 

3. derece arkeolojik sit alanı olan bölgede yapılan çalışmalarda, tarihi kalıntılara rastlanması üzerine görevli arkeolog kazının durdurulmasını istedi. Milas Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü ekipleri, alanda kurtarma kazısı başlattı. Temizleme ve kurtarma çalışmalarının ilk bölümünde tarihi kalıntının bir kilise ya da konut tabanında kullanılan 5 metre uzunluk, 3 metre genişliğe sahip mozaik olduğu anlaşıldı. Ekipler, Roma dönemine ait mozaikte mitolojik öğe tasvirleri buldu. Kurtarma çalışmalarında mozaiğin önceki yıllarda gerçekleştirildiği anlaşılan içme suyu ya da kanalizasyon şebekesi çalışmaları sırasında ağır bir tahribe uğradığı gerçeğini ortaya çıkardı. Yapının orta bölgesinde yatay doğrultudaki eserlerin yok olduğu görüldü.

 

Müze Müdürlüğü ekipleri çalışmalarını tamamlayarak mozaiğin korunmasına dönük işlemlerin ardından alanı kapattı. Müze ekiplerince oluşturulan raporun Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca değerlendirilmesinin ardından, mozaiğin yerinde mi korunacağı, yoksa başka bir alana mı taşınacağı belirlenecek.

haberler.com, 18.07.2014

DASKYLEİON ANTİK KENTİNDE ARKEOLOJİK KAZILARA BAŞLANDI

 

 

Balıkesir’in Bandırma İlçesi Ergili Köyü sınırları içinde yer alan ve Pers İmparatorluğu’nun Anadolu Satraplıkları’ndan günümüze kalan en önemli antik yerleşim yeri Daskleyleion’da arkeolojik kazıların bu yılki bölümüne başlandı.

 

Pers İmparatorluğu’nun Anadolu’daki ilk Satraplık merkezi (Genel Valilik) olan Daskyleion antik kentteki kazılar 27 yıldan bu yana devam ediyor. Arkeolojik kazıları 5 yıldan bu yana yürüten Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doçent Dr. Kaan İren, kazılar ile ilgili bir açıklamanın Kültür Bakanlığı’ndan gelecek ‘Olur’ raporundan sonra yapılacağını söyledi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi de kazıların ne kadar ödenekle yapıldığı konusunda bilgi vermedi.

 

DASKYLEİON’UN ÖNEMİ

Bandırma’nın Ergili Köyü Hisartepe Mevkii Manyas Gölü yakınındaki Anadolu’daki ilk Satraplık merkezi Daskyleion’daki ilk arkeolojik kazılar 1953 yılında ünlü arkeolog Ord. Prof.Dr. Ekrem Akurgal tarafından başlatıldı. 1959 yılına kadar devam eden ve daha sonra uzun süre ara verilen kazılar, 1988 yılında Prof.Dr. Tomris Bakır tarafından yeniden başlatılarak, kesintisiz olarak 20 yıl sürdü. Kazıları son 5 yıldan beri de Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim görevlisi Doçent Dr. Kaan İren başkanlığındaki ekip sürdürülüyor.

 

Özellikle Valilik merkezi olması nedeniyle Daskyleion’da, Traklar, Frigler, Lidyalılar, Romalılar ve Bizanslılar’a eserler ve önemli belgeler ortaya çıkıyor Bunlar arasında MÖ 330 yılına ait Pers İmparatorluğu Valilik Sarayı’na ait eserler, Kyzikos paraları, fildişi kakma süs eşyaları, MÖ 546 yılına ait evlerin de temelleri ve kente giren Pers yolu büyük önem taşıyor. 1998 yılı kazılarında MÖ 15′inci Yüzyıl’da yapıldığı belirlenen Babil mührü bulundu. Perslerden sonra Büyük İskender, Romalılar ve Osmanlıların hüküm sürdüğü Daskyleion’da çıkan eserler Bandırma Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.

haberler.com, 17.07.2014

1200 YILLIK URFA KALESİ'NE 'AK' DUVAR ÖRDÜLER

 

1200 yıllık Urfa Kalesi'nde yağmurdan çöken kısım restore edildi ve ortaya 'bembeyaz bir duvar' çıktı. Tepki çeken bu duruma karşı İl Kültür Müdürlüğü yetkilileri beyaz görünüme orijinal Urfa taşının neden olduğunu, zamanla duvarın geri kalanı gibi eski görünüme kavuşacağını savunuyor.

 

 

Çanakkale’de 2 bin yıllık Apollon Tapınağı’nda tarihi dokunun bozularak yapılan restorasyonun yankısı sürerken, Şanlıurfa’da da tartışma yaratan bir çalışma tüm hızıyla devam ediyor. Geçen sene aşırı yağışlar nedeniyle çöken tarihi kalenin bir cephesinin yeni restorasyonu büyük tepki çekti.

 

Şanlıurfa’daki 1200 yıllık kalenin 2013 yılının Nisan ayında aşırı yağışlar nedeniyle çökmesinin ardından başlayan restorasyon sürüyor. İl Özel İdaresi tarafından 17 Aralık 2013’te ihalesi açılan proje 24 Ocak’ta başladı. Ağustos ayının sonuna tamamlanması planlanan restorasyon çalışmaları halkı tedirgin ediyor.

Nedeni ise bölgede zaman zaman küçük çaplı toprak ve moloz kaymalarının yaşanması. Kaymalar, kalenin altında yer alan ve her gün binlerce kişinin ziyaret ettiği Balıklıgöl Yerleşkesi'ni tehdit ediyor.

ORİJİNAL TAŞLAR KULLANILMAMIŞ
Bir başka tepki ise restorasyon projesinin kapsamına ve görünümüne. 1200 yıllık duvarlarla örülü kalenin yıkılmış olan kısmı Çanakkale’de tartışma yaratan Apollon Tapınağı restorasyonundaki görünüme sahip. İl Kültür Müdürlüğü, mümkün olduğunca eski taşların kullanıldığını savunuyor, beyaz görünüme orijinal olarak kullanılan Urfa taşının neden olduğunu, zamanla duvarın geri kalanı gibi eski görünüme kavuşacağını belirtiyor.

Uzmanlar ise uluslararası kuralları hatırlatarak restorasyonda ağırlıklı olarak eski taşların kullanılması gerektiğini vurguluyor: “Restorasyonda önce yıkılan blokların kullanılması gerekir. Ancak görünen eski bir taş yok. Uluslararası kurallar birbirinden ayrılmış parçaların bir araya getirilmesine izin verir. Tamamen yeniden inşa etmek yanlış.”

 

Göçüğün ardından başlayan inşaat çalışmalarında Roma, Selçuklu ve İslami dönemlere ait olduğu tahmin edilen eserlere rastlanılması üzerine inşaata ara verilmiş, kazı çalışmaları sonrasında çalışmalar yeniden başlamıştı.

Kentin güneybatı kesiminde, Halil-ür Rahman ve Ayn-ı Zeliha göllerinin güneyindeki Damlacık dağının kuzey eteğinde bulunan kalenin tarihi 9. yüzyıla dayanıyor. Bir rivayete göre, kale 814 yılında şehir sularını yeniden ayağa kaldıran Abbasiler döneminde Seleukoslar’dan kalan eski kalıntılar üzerine inşa edildi. Bir diğer rivayete göre ise MS 812 yılında Hıristiyanlar tarafından Arap akınlarına karşı kenti korumak amacıyla yaptırıldı.

Radikal, Haber: Serdar Korucu, 17.07.2014

99 YIL SONRA ŞEHİT KEMİKLERİ ORTAYA ÇIKTI

 

 

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkında, Eceabat İlçesi'ne bağlı Kilitbahir Köyü yakınlarında bulunan Ağadare bölgesinde, şehit kemikleri 99 yıl sonra gün yüzüne çıktı. 450 dönümlük alanda, her adımda şehit kemiklerine rastlanıyor. Bölgede bulunan şehit kemikleri, oldukları yere defnediliyor. 


99 yıl önce çetin savaşların gerçekleştiği Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda seyyar hastane olarak kullanılan Eceabat İlçesi'ne bağlı Kilitbahir Köyü Ağadere mevkiindeki Ağadere Ağır Mecruhin (Yaralı) Hastanesi bölgesinde, toprak üzerinde bazı kemik parçaları görüldü. Yapılan incelemede ortaya çıkan kemiklerin bir Şehidin kafatası ait olduğu anlaşıldı. Alanda, çok sayıda şehit kemiklerinin toprak üstüne çıktığı belirlendi. Bulunan şehit kemikleri, bulundukları yerlere defnedildi.
 

BİTKİ TEMİZLİĞİNDEN SONRA ORTAYA ÇIKTI
Ağadere Ağır Mecruhin Hastanesi alanında, jeofizik radarla belirlenen gerçek şüheda kabristanlığının hemen yanında, yarımadanın en büyük şehitliği olacak olan Ağadere şehitliği inşaatı da sürüyor.

 

Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü 3. Bölge Müdürü İsrafil Erdoğan, bölgede isimleri bilinen 2 bin 485 şehidin yattığını söyledi. Bölgede şehit kemiklerinin toprak üzerine çıktığını söyleyen Erdoğan, "Ağadere şehitliğinde düzenlemeye esas bitki temizliği esnasında, bitkiler buradan çıkarılırken, toprağın üst kısmının karışması neticesinde, bölge yoğun şehitlik alanı olduğundan dolayı, 99 sene önce buraya defnedilmiş olan şehitlerimizin kemikleri yüzeye çıkmaya başladı. Biz de ne zaman buraya gelsek, gerek bizim personelimiz, gerekse teknik arkadaşlarımız, her geldiğinde gördüğümüz bu şehit kemiklerini, bulundukları yere küçük bir çukur açarak oldukları yere defnetmeye çalışıyoruz. Burası en büyük şehitlik alanlarımızdan bir tanesi. Yarımadadaki, belki Türkiye'deki en büyük şehitliklerden bir tanesi" dedi. 

 

İNŞAAT, ŞEHİTLİĞE ZARAR VERMEYECEK

Bölgede devam eden şehitlik inşaatının, gerçek şehit kabristanlarının bulunduğu alana zarar vermediğini de söyleyen İsrafil Erdoğan, "Biz bu hataya düşmemek için, Jeofizik radarla kabristanların yerini belirlemeden hiçbir şehitlik yapmadık. Gerçek şehitliklerin üzerine, yaya yolu yada şehitlik duvarı gelmemesi için önce jeofizik radarla kontrol yaptık. Gördüğünüz bu alana hiçbir fiziki müdahale yapılmayacak. Bu topraklara insan ayağı bastırılmayacak. Ziyaretçiler için özel ahşap yürüyüş yolları yapılıyor. Ziyaretçiler bölgenin etrafından dolaşacaklar" dedi.

 

17 milyon liraya mal olacak Ağadere Şehitlik inşaatı kapsamında bir ziyaretçi bilgilendirme merkezi, hastane müzesi, müze binasının deniz tarafına da 2 bin 485 şehidin isminin yazılacağı 136 metre uzunluğunda ve 8 metre yüksekliğinde kaide yapılacak. Alanda sadece 2 bina ve küçük bir cami inşa edilecek. Şehit kabristanlarının bulunduğu alanda ise sadece peyzaj düzenlemeleri yapılacak. Ağadere şehitliğinin hemen arkasında kalan, şehit kemiklerinin yüzeye çıktığı şehit kabristanlarının olduğu alan ise koruma altına alınacak. Alanın etrafına, toprakla teması engellemek için çelik rayların üzerinde ahşap yürüyüş yolu yapılacak. Ziyaretçiler, gerçek şehitlik kabristanlarını, toprağa ayak basmadan bu şekilde ziyaret edebilecek.

Habertürk, 17.07.2014

ROMA TİYATROSUNA MÜLTECİ ÇADIRI

 

 

Ulus’taki Roma dönemine ait Antik Tiyatro kalıntılarının olduğu bölgeye çadır kuran Suriyeli mülteciler, yaşam savaşı veriyor.

 

Ankara Hürriyet, “Mülteci için sopa vakti” manşetinin ardından Ulus ve Hacıbayram’a çevresindeki Suriyeli mültecilerin yaşadıkları sorunları görüntüledi. İftar çadırı önünde yaşanan insanlık ayıbının yaklaşık 500 metre ilerisinde ise bir başka dram daha fotoğraf karelerine yansıdı. Büyükşehir Belediyesi’nin Ulus ve Hacıbayram çevresinde başlattığı “Ulus Tarihi Kent Merkezi Projesi” kapsamında çalışmaların devam ettiği Roma dönemine ait Antik Tiyatro kalıntılarının olduğu bölgeye yerleşen Suriyeli mültecilerin, kurdukları derme-çatma çadırlarda yaşam mücadelesi verdiği ortaya çıktı.

 

 

Çevre sakinleri, Suriyelilerin kısa bir süre önce Antik Tiyatro kalıntıları ile Tabakhane Camisi arasında kalan bölgeye geldiği dile getirerek, “Hacıbayram’da kentsel dönüşüm bekleyen yıkık-dökük gecekondularda yer bulamayan Suriyeliler aileleriyle birlikte boş buldukları alanlara gelişigüzel bir şekilde yerleşiyor” dedi. Suriyelilerin çadır kurarak tiyatro yanında yerleşik düzene geçtiğini savunan vatandaşlar, şöyle devam etti:

“Gün boyunca dileniyorlar ya da ucuz işlerde çalışıyorlar. Akşam olunca da kurdukları çadırlara geliyorlar. Elektrik yok, tuvalet yok, sefalet içinde yaşıyorlar. Çöpten buldukları eşyaları da çadırlara getirip kullanıyorlar. Antik tiyatro kalıntılarının oldukları bölgeye doğru yerleşiyorlar. Gece olduğunda tiyatro içinde kim olduğu belli olmayan bazı şahıslar da dolaşıyor. Ulus ve çevresindeki mülteci sayısı son dönemlerde artış gösterdi. Mültecilerin daha uygun şartlarda barınabilecekleri bir yere götürülmesi gerekiyor.”

 

BİR KAP YEMEK İÇİN

Hacıbayram Camisi’nin yakınındaki iftar çadırına gelen Suriyeliler, bir kap yiyecek alabilmek için saatler öncesinden sıraya giriyor. İftardan yaklaşık 2.5 saat önce çadırın önünde toplanan mülteciler, kalabalığın artmasıyla birlikte ortaya çıkan eli sopalı bir şahıs tarafından sıraya sokulmaya çalışılıyor. İftar saatinin yaklaşmasıyla beraber Türk vatandaşların ardından çadıra alınan mülteciler, aldıkları yemekle dışarı çıkıp iftar saatini beklemeden karınlarını doyuruyor. Yemeklerini hijyen koşullarına ters bir şekilde yere oturarak yemek zorunda kalan Suriyeliler, daha sonra yerleştikleri gecekondulara ya da çadırlara dönüyor.

Radikal (Kısaltarak), Haber: Ender Baykuş - Mert Gökhan Koç, 17.07.2014

 

******


ROMA TİYATROSUNDAKİ MÜLTECİLER TAŞINDI

 

 


Büyükşehir Belediyesi, Ankara Hürriyet’in, “Roma Tiyatrosu’na mülteci çadırı” haberinin ardından Ulus’taki Roma dönemine ait Antik Tiyatro kalıntılarının olduğu bölgeye çadır kurarak yaşam savaşı veren Suriyeli mültecileri, daha uygun şartlarda yaşayabilecekleri kamplara yerleştirdi.

 

Çadırlarda yaşayan Suriyeli mültecilerin sağlık koşullarının çok kötü olduğunun altını çizen vatandaşlar, “Belediye ekipleri gelerek aileleri topladı. Biz bu insanların yoksulluklarını ve muhtaç durumlarına üzülüyorduk” dedi.


Kurdukları derme-çatma çadırlarda yaşam mücadelesi veren Suriyeli mültecilerin boş buldukları alanlara yerleşmesi nedeniyle Ulus’ta ciddi bir sıkıntı yaşandığını belirten çevre esnafı şunları söyledi:
“Yapılan kentsel dönüşüm projeleri nedeniyle bölge ciddi bir yıkımdan geçti. Yıkılan evler boşalırken diğer kalan evler harabelerin içinde kaldı. Aynı zamanda bu asayişsiz ortam uyuşturucu tacirleri için büyük bir alan oluşturdu. Şu an her boş alana 3-4 Suriyeli aile geliyor. Çok sağlıksız bir ortamda kaldıkları için onlara da yazık oluyor. Sürekli olarak çöpten beslenip dileniyorlar. Bu durumun yaşanmaması için yetkililer kesin bir tavır sergilemeli. Yoksa anlık çözümler uygunlanmış oluyor.”

Radikal, Haber: Ender Baykuş, 18.07.2014

AYAŞ ANTİK KENTİNDE YENİ MOZAİKLER BULUNDU

 

 

Yumurtalık'taki Ayaş antik kentinde yeni mozaiklerin açığa çıktığı bildirildi.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünden yapılan açıklamada, kazı alanında yeni bulunan mozaiklerin "Aigeai" olarak da bilinen Ayaş antik kentinin turizm merkezi olması açısından büyük önem taşıdığı kaydedildi.

 

Ayaş antik kentinin tarihine ışık tutacağı belirtilen ve müdürlüğün titiz çalışmaları sonucu ortaya çıkarılan mozaiklerin bölgeyi ihtişamlı günlerine tekrar kavuşturacağı ifade edildi.

 

Mozaikler ve kalıntıların, kentin geçmişine ışık tuttuğu, döneminde önemli bir liman kenti olan Ayaş'ın bilinirliğinin artmasında etkili olacağı aktarılan açıklamada şu bilgilere yer verildi:

"Müzenin geçen yıllarda yaptığı kurtarma kazıları sonucu ortaya çıkarılan mozaiklerde, Eroslar hippokamposlar üzerinde balık tutarken, olta ve ağ ile balık avlarken tasvir edilmiş. İlk defa Anadolu'da ve dünyada Eroslar yetişkin birer avcı pozisyonunda Yumurtalık mozaiklerinde tasvir edilmiş. Bu da mozaiğin arkeoloji dünyasında önemli ve ayrıcalıklı bir yer edinmesini sağlıyor."

En parlak dönemini milattan önce 1. yüzyılda yaşamış olan Ayaş kenti, antik dönemin en büyük hastanelerinden birine ev sahipliği yapması ve Roma İmparatorluğu döneminde Anadolu'yu Suriye ve Mezopotamya'ya bağlayan anayolun üzerinde çok önemli bir donanma üssü olması sebebiyle bölgenin en önemli kentlerinden biri olarak kaynaklarda yer alıyor.

Trt Haber: 16.07.2014

ŞAHMERAN EFSANESİ YENİDEN HAYAT BULUYOR

 

 

Adana'nın Ceyhan İlçesi'ndeki Şahmeran Kalesi olarak da bilinen Yılankale'nin turizme kazandırılması için restorasyon çalışmaları devam ediyor.

 

Ceyhan ovasında yükselen ve Şahmeran efsanesiyle özdeşleşen Yılankale'nin turizme kazandırılması için başlatılan restorasyon çalışmasında ilk aşama tamamlandı.

 

Bizanslılar tarafından 12'nci yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen Yılankale, İç Anadolu'dan gelip Gülek Boğazı yolu ile Adana, Misis, Payas ve Antakya'dan geçen tarihi fetih ve kervan yolunda bulunuyor.

 

Bölgedeki dağ kaleleri zincirinin ilk halkasını oluşturan yapı, yılanlara ev sahipliği yapması ve efsaneye göre Şahmeran isimli yılan gövdeli kadının yaşaması sebebiyle Şahmeran Kalesi olarak da biliniyor.

 

Ceyhan Belediye Başkanı Alemdar Öztürk yaptığı açıklamada, Yılankale'nin Anadolu'dan Arabistan coğrafyasına geçiş güzergahındaki önemli bir nokta olduğunu ve yolun kontrol altında tutulması açısından tarihte önem arz ettiğini ifade etti.

 

Sarp kayalar üzerine kurulduğu için kalenin fethinin güç olduğunu anlatan Öztürk, eskiden "Kovara" ismiyle bilinen kalenin, Evliya Çelebi'nin eserlerinde ise yılan gövdeli kadın Şahmeran'ın evi olması efsanesinden yola çıkılarak Şahmeran Kalesi olarak anıldığını hatırlattı.

 

Öztürk, kalenin turizme kazandırılması için başlatılan restorasyon çalışmalarının sürdüğünü belirterek, şöyle konuştu:

"Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ömer Çelik'in desteğiyle restorasyonu yaptırılmakta olan kalenin, restorasyonu bittikten sonra bölge turizmine büyük katkıda bulunacağına inanıyoruz. Biz de yerel yöneticiler olarak kalenin turizme kazandırılması için gerekli çalışmaları yapacağız. İlerleyen aşamalarda kalede kafeler açmayı, kır yürüyüşleri yapmayı ve teleferik çalışmasını hayata geçirmeyi arzuluyoruz. Yılankale'yi bir seyir terası olarak Ceyhanlıların hizmetine sunmayı düşünüyoruz."

 

RESTORASYON MART 2016'DA TAMAMLANACAK

Yılankale'nin restorasyon işini yürüten firmanın inşaat teknikeri Sultan Türkmen de proje kapsamında üç yıllık çalışmanın ardından güzel bir kültür ve tarihi alan elde etmeyi umduklarını söyledi.

 

Çalışmalarına resmi olarak mart ayında başladıklarını bildiren Türkmen, ilk aşamada kale çevresinin temizlendiğini ve iskelelerin kurulduğunu, restorasyon çalışmalarının Mart 2016'da tamamlanmasını hedeflediklerini kaydetti.

 

Efsaneye göre, yılanların kraliçesi olarak bilinen Şahmeran isimli yılan gövdeli kadının kalede yaşadığına inanılıyor.

Trt Haber, 16.07.2014

KAYALIKLAR ÜZERİNDE BİR SARAY

 

 

Ağrı'nın Doğubayazıt İlçesi'nin beş kilometre doğusunda, bir dağın yamacına kurulan İshak Paşa Sarayı, Ağrı Dağı'nın tam karşısında yer alıyor. Burası, Türkiye'nin Topkapı Sarayı'ndan sonra ikinci büyük sarayı.

 

Ağrı şehir merkezinden İshak Paşa Sarayı'na gitmek üzere yola çıkıyoruz. Aracımızla yukarıya doğru tırmandıkça sert ve dik kayalıklar üzerine inşa edilmiş sarayı uzaktan görüyoruz. Şehirden çok bulutlara yakın olan saraya yaklaştıkça o bizden daha da uzaklaşıyor sanki. Saray, dik ve sert dağların arasında tek başına, heybetli görüntüsüyle bizi karşılıyor. Çıldıroğullarından II. İshak Paşa ile Çolak Abdi Paşa tarafından 1685'te yaptırılan saraya, 1784'te son şekli verilmiş. Sarayın yapımının 99 yıl sürmüş olması da ilgi çekici. Topkapı Sarayı'ndan sonra Türkiye'nin ikinci büyük sarayı, dünyanın ilk kaloriferli binası olarak da bilinmekte. Ayrıca kanalizasyon sistemi de bulunuyor. Sarayın duvarları üzerindeki taş oymacılığına, ağaç ve aslan figürlerine hayran kalmamak mümkün değil. Gördüğümüz her ayrıntı bizi büyülüyor. Rivayete göre, İshak Paşa, Ağrı Dağı'nın kudretinden ve büyüklüğünden nefret edermiş. Ağrı'da kendinden daha büyük bir şey olmadığına inandığı için yaptırdığı sarayın pencerelerini de Ağrı Dağı'na bakmayacak şekilde tasarlatmış. Sarayın Doğubayazıt'ı ayakları altına alan müthiş bir manzarası var. Ayrıca Birleşmiş Milletler'in dünyada güneşin doğuşu ve batışının en güzel izlendiği yerler listesinde de yer almakta.

SARAYDA GEZİNTİ
Saray iki avlu ve bu avluda bulunan yapılar topluluğundan meydana gelmiş. Birinci avludaki yapıların bazıları yıkılmış. Dört tarafı yapılarla çevrili ikinci avlu dikdörtgen planlı. Girişin sağında selamlık ve onun arkasında haremlik bulunmakta. Bunların sonunda da cami ve türbe yer alıyor. Türbe, Selçuklu kümbet mimarisi üslubunda inşa edilmiş. Sarayın her iki katında toplam 366 oda bulunuyor. Her odada taştan yapılmış ocaklar göze çarpıyor. Taş duvarlardaki boşluklar bütün yapının merkezi bir ısıtma sistemine sahip bulunduğunu göstermekte. Duvarları Türk hat sanatının örnekleriyle, sülüsle yazılmış ayet ve beyitlerle süslü.


Heybetli Ağrı Dağı
Büyük ve Küçük Ağrı Dağı olmak üzere iki koni şeklinde. Büyük Ağrı Dağı 5165 metre, Küçük Ağrı Dağı ise 3896 metre yükseklikte. Türkiye'nin en yüksek sönmüş volkanik dağ özelliğini taşıyor. Bu sebeple çok ilgi çekiyor. İnsanın karşısında heybetle durması ona doğal bir güzellik kazandırıyor ve seyretmeye doyulamayacak manzara haline getiriyor. Nuh'un Gemisi'nin burada olduğu inancı yaygın olduğundan turistlerin de ilgisini çekiyor. Yerli yabancı dağcıların buraya çıkmak için can attıklarını ve Ağrı Dağı'nın yazın daha güzel olduğunu öğreniyoruz. Dağa çıkmak için izin almak gerekiyor. Yaz aylarında temmuz, ağustos ve eylülde, kışın da ocak ve şubatta çıkış yapılıyor. Eteklerinde yaban keçisi, geyik, ayı, domuz, kurt, tilki, sansar, samur, tavşan, keklik ve sayısız av kuşları bulunuyor.

Sabah, Haber: Meltem Doğan, 16.07.2014

BULDAN TARİHİ DOKUSUNA KAVUŞUYOR

 
Denizli Valisi Abdülkadir Demir, Buldan İlçesi'nde restore işlemleri devam eden tarihî evlerde incelemelerde bulundu.

 

Buldan Belediye Başkanı Mustafa Gülbay'ın eşlik ettiği Demir, Dokuma Pazarı Sokağı'nda gazetecilere, iki yıldır çalışma yapıldığını söyledi. Vali Demir, "Buldan, sivil mimari bakımından Osmanlı ve Selçuklu dönemine ait çok önemli eserlerin bulunduğu bir ilçemiz. Burada aşağı yukarı girdiğiniz her kapı, sizi tarihle buluşturuyor. Bu anlamda da burada yapılacak olan çalışmalar, hem Buldan hem de Denizli turizmi için çok önemli. Buradaki hedefimiz, bulabildiğimiz bütün konakları imkanlar ölçüsünde restore edebilmek." dedi.

 

Buldan'a özgü evlerde yerli ve yabancı turistlere konaklama imkanı sunmayı hedeflediklerini ifade eden Demir, "Bunu sağladığımızda Buldan çok daha cazip bir hale gelecektir. Buldan'a şu anda el dokumasından dolayı, biliyorsunuz yılın belli dönemlerinde çok yoğun ziyaretçiler geliyor ancak sadece alışveriş yapıyor ve ayrılıyor. Bizse Buldan'da konaklama imkanı oluşturarak, burada kalmalarını sağlamak istiyoruz. Dolayısıyla daha uzun konaklamayla ekonomik anlamda daha önemli girdiler sağlayalım. Bu anlamda da bu yapılan çalışmaların önemli olduğuna inanıyoruz. Geçen iki yıl içerisinde İl Özel İdaresi ve emlak katkı paylarından valilik olarak buraya önemli bir destek sağlandı. Burada iki sokağın sağlıklaştırılması tamamlanmak üzere. Beylerli Konağı ve Yazıcıoğlu Konağı da şu anda tamamlandı. Şimdi bütün hedefimiz, daha önce restore edilen binalarla birlikte buraları butik otel şeklinde turizmin hizmetine sunmak, dolayısıyla da gece konaklamasını sağlayabilmek. Bu yıl da çalışmalarımız devam edecek. Bulabileceğimiz yeni konakları ve caddeleri restore ederek, özellikle Buldan ve Denizli turizmine sunmak istiyoruz." diye konuştu.

Zaman, 16.07.2014

İSTANBUL MODERN YIKILIYOR MU?

 

 

Galataport projesi kapsamında İstanbul Modern’in yıkılıp yeniden yapılacağı konuşuluyor. Üç yıl sürecek inşaat sırasında müzenin beş yıldızlı otel yapılması düşünülen Karaköy’deki Paket Postanesi’ne taşınmasına karar verilmiş.

 

Galataport ihalesini Doğuş Holding geçen yıl mayıs ayında 702 milyon dolarlık en yüksek teklifle almıştı. Henüz yetkili ağızlardan bir açıklama gelmemiş olsa da aldığım duyumlara göre İstanbul Modern sanat müzesinin bulunduğu binanın yıkılarak yerine yeni bir bina yapılacakmış. İstanbul 2 No’lu Koruma Kurulu, İstanbul Modern’le ilgili son kararını “4 numaralı antrepoda yer alan İstanbul Modern’in yerinde kalması, 5 No’lu antreponun da Resim ve Heykel Müzesi olması” doğrultusunda vermişti.

 

Karaköy Rıhtımı’ndan Mimar Sinan Üniversitesi’ne dek uzanan alanda inşa edilecek Galataport projesi için Amerikalı bir mimarlık firmasıyla konuşuluyormuş. Üç yıl sürmesi planlanan süreçte İstanbul Modern’in Galataport sınırları içinde kalan alanda yer alan ve daha önce yenilenerek beş yıldızlı otel yapılması söz konusu olan Paket Postanesi’ne taşınmasına karar verilmiş. Hatta eğer abartılı bir dedikodu değilse, İstanbul Modern’in yerine yapılacak yeni müze binasının altında altı katlı otopark olacak ve teras katı da Doğuş Grubu tarafından restoran olarak kullanılacakmış.

 

Denizcilik İşletmeleri için kuru yük deposu olarak inşa edilmiş 8 bin metrekarelik İstanbul Modern binası Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından çevreyle uyumlu olacak bir biçimde tam donanımlı müzeye dönüştürülmüştü. Yine Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından gerçekleştirileceği söylenen yeni İstanbul Modern binası umarız eski ruhunu ve havasını korur. Türkiye’nin ilk modern sanat müzesi bugün olduğundan çok daha iyi olanaklara kavuşur. Ve bir simge olan ilk yerinden ayrılmaz, başka binaların içine eklemlenmez. Kendisinden çok tepesine konacak restoranla konuşulmaz.

 

OYA ECZACIBAŞI: HER KOŞULU GÖZDEN GEÇİRİYORUZ

İstanbul Modern’in yöneticisi Oya Eczacıbaşı, kendisiyle geçtiğimiz hafta sonunda yaptığım röportaj sırasında “Galata Port kapsamında mevcut antreponun yıkılarak yeni müze binası yapılacağı söyleniyor. Böyle bir plan var mı?” şeklindeki sorumu “Bölgedeki dönüşümde İstanbul Modern’in müze olarak varlığının ve işlevinin büyümesi için gerekli olan her koşulu gözden geçiriyoruz. Bu aynı zamanda büyük bir sinerji, dönüşüm ve işbirlikleri doğuruyor. Şu ana kadar her zaman böyle ilerledik, bundan sonra da böyle olacağına inanıyorum” diyerek, yani bir anlamda ‘evet’ diye cevaplamıştı.

Hürriyet, Haber Müge Akgün, 16.07.2014

TRUVA'YA YEŞİL MÜZE

 

Çanakkale'nin merkeze bağlı Tevfikiye Köyü sınırları içinde, 5 bin yıllık geçmişe ışık tutan Truva antik kentinde, bir yıl önce temeli atılan müze inşaatı yükselmeye başladı. Müze, yağmur sularıyla sulanacak 5 bin metrekarelik yeşil çatısı ve antik kentin surlarını andıran istinat duvarıyla bittiğinde birçok mimari ödüle aday olacak. 

 

UNESCO'nun 1998 yılında Dünya Kültür Mirası Listesi'ne aldığı 5 bin yıllık Truva antik kentinde, kaçırılan hazinelerin eve dönüşüne imkan sağlayacak olan ve geçen yıl temmuz ayında yapımına başlanan müze inşaatı hızla yükseldi. Yüklenici firma Trans-T İnşaat San. Tic. Ltd. Şti. Genel Müdürü ve şantiye şefi İbrahim Eğitmen, 22 milyon liraya mal olacak müze projesinin yüzde 50'lik bölümünün tamamlandığını, yıl sonunda ise bitirilerek ziyarete açılacağını söyledi. Yarışmayla belirlenen müze projesinin idealist bir düşüncenin eseri olduğunu ifade eden İbrahim Eğitmen, natürel ve doğal malzemeler kullanılan, farklı bir mimarisi bulunan müze tamamlandığında, ziyaretçilerin binayı hissetmeyeceklerini ve yeşil bir müze göreceklerini vurguladı. Toplam 7 bin metrekare alan üzerine oturan ve 10 bin metrekare kapalı alana sahip olan müzenin, yüzde 80'lik bölümünün yerin altında kalacağını belirten Eğitmen, "Buranın 5 bin metrekarelik yeşil çatısı olacak. Çatının üzerine, bölgede yetişen 22 farklı bitki dikilecek. Bittiğinde doğal bir yeşil örtü olacak. Müzenin yanında yağmur sularının depolanacağı bir su deposu yapacağız. Kurak dönemlerde de bu depodaki suyla yeşil çatı sulanacak. Yer üzerinde sadece 1000 metrekare alana oturan 3 katlı bina olacak. Bunun da çirkin bir görünüm oluşturmaması için cephesi sanki doğadan bir parçaymış gibi, doğal demir görünümündeki corten malzemeyle kaplanacak. Müzenin yola bakan cephesinde ise doğal taş ve kireç bazlı horasan harcı kullanılan ve Truva'nın surlarını andıran bir istinat duvarı yapılıyor. Müzenin tamamlandığında, birçok mimari ödüle aday olacağını düşünüyoruz" dedi.  

 

HAZİNELERE GERİ DÖNÜŞ İMKANI SUNACAK  

Müzenin yerin altında kalan B Bloğunda, idari birimler, arkeolojik eserlerin muhafaza edileceği depolar, laboratuarlar, cafe ve restoranlar, geçici sergi alanları olacak. Üç katlı A Blok ise tamamen sergi salonu olacak. Müzede, Truva, filmler, rekonstrüksiyonlar ve animasyonlar gibi modern müzecilik teknikleriyle mitolojisinden buluntularına kadar detaylı şekilde anlatılacak. Dünyanın 44 müze ve koleksiyonuna dağılmış eserler çıktığı topraklara geri getirilme imkanı bulacak. Özellikle Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından 1873 yılında antik kentten kaçırılan ve Truvalı hükümdarlara ait olduğu tahmin edilen, şu an Rusya'nın Moskova kentindeki Puşkin Müzesi'nde sergilenen yaklaşık 8 bin parçadan oluşan hazinelerin Türkiye'ye iadesi gündeme gelecek. Yılda yaklaşık 500 bin kişinin ziyaret ettiği Truva Antik Kenti'ni, müze ziyarete açıldıktan sonra yılda 1 milyon kişinin ziyaret etmesi bekleniyor. 

Zaman, 15.07.2014

HATTUŞA KÜLTÜR HAVZASINDA ALTERNATİF TURİZM PLANLAMASI

 

Boğazkale ilçe merkezi ve 5 kilometrelik çevresi “Hattuşa Kültür Havzası” olarak tanımlanıyor. Hitit Dönemi, öncesi ve sonrası yerleşmelerinin yoğun olarak bulunduğu havzada Boğazkale Belediyesi’nin hedefleri arasında alternatif turizm alanlarının açılması yer alıyor.

 

 

2010 yılında hazırlanan koruma amaçlı imar planının, havzaya bütüncül bakış getirmediğini tespit eden Boğazkale Belediye Başkanı Osman Tangazoğlu ve beraberindeki heyet ÇEKÜL Evine gelerek Prof.Dr. Metin Sözen ile sorunlarını ve projelerini paylaştı.

 

Öncelikli hedefin havzada bütüncül korunma olduğuna dikkat çekilen toplantıda, turizmin gelişmesi için altyapı çalışmalarının başlandığı vurgulandı. Konaklama ve dinlenme mekanlarının yapılması, arkeopark alanının düzenlenmesi, yöreye özgü el sanatlarının geliştirilmesi belediyenin yapmayı planladığı çalışmalar arasında yer alıyor.

 

 

Prof.Dr. Metin Sözen, öncelikle kent merkezinde halkın kullanacağı sosyal alanların iyileştirilmesi gerektiğini vurgulayarak, konut sorununa çözüm üretilmesi için planlanan toplu konut evlerinin konumu ve mimarisinin dokuyu zedelemeyecek şekilde planlanması gerektiğinin altını çizdi.

 

Ayrıca, arkeolojik alanda ve kent merkezinde işaret levhalarının düzenlenmesi, Hitit Araştırmaları Merkezinin geliştirilmesi ve daha çok insanın bilgiye ulaşmasının sağlanması, Hattuşa Kültür Havzasının envanterinin hazırlanması ve tüm bu sürecin uzmanlarla birlikte, bilimsel veriler ışığında planlanması gerektiği Metin Sözen’in Boğazkale’nin yerel yöneticilerine verdiği mesajlar arasındaydı.

 

Boğazkale’nin Hitit coğrafyasındaki en önemli merkezlerden biri olduğu vurgulan Sözen, arkeolojik alan ve kent dokusunun mutlaka bütüncül ele alınması gerektiğini, kontrolsüz kültür turizminden bölgenin olumsuz etkilenmemesi için yerel yöneticilerin planlı bir şekilde hareket etmesi gerektiğini söyledi; varolan dışarı göç sorununun ancak bu şekilde önlenebileceğini, yerelde yapılacak bilinçlendirme çalışmalarıyla halkın mutlaka sürece dahil edilmesi gerektiğinin altını çizdi.

 

 

Geçtiğimiz yıllarda Çorum Valiliği tarafından yayımlanan ve geniş bir kitleye dağıtımı yapılan Hitit Yürüyüş Parkurları, Kızılırmak Havzası Gastronomi ve Yürüyüş Yolu ile Çorum Mutfağına Güzelleme kitaplarıyla, havza ölçeğinde kültür turizmi bir ivme kazanmıştı.

cekulvakfi, 15.07.2014

'PRIVA 34' MÜHÜRLENDİ

 

Bakırköy sahilde Veliefendi Hipodromunun hemen önünde eski Sümerbank arazisine yapılması düşünülen Pruva 34 proje inşaatı Bakırköy Belediyesi tarafından mühürlendi.

 

 

İçinde tarihi eserler çıkan arazi için ruhsata aykırı yapılaşma ve Ataköy sahilde mahkeme tarafından verilen yürütmeyi durdurma kararı gerekçe gösterildi. İstanbul siluetine yeni bir darbe olacağı tartışmalarının yaşandığı projede binalar 22 katlı yaklaşık 67 metre olacaktı.

 

Doğa Şehircilik İç ve Dış Ticaret A.Ş.’nin, İstanbul Bakırköy'de 2004 yılında 44 milyon dolara satın aldığı 62 dönümlük Sümerbank arazisi üzerinde Pruva 34 projesi adı altında 7’si rezidans, 3’ü otel olarak kullanılacak 10 blok inşa edilecek. İnşaat çalışmalarının başladığı arazide Bizans dönemine ait Adalet Binası (Hebdomon Tribünalis) ile Sayfiye Sarayı (Hebdomon lucundianea) antik yapı kalıntıları bulunmuştu. Sondaj ve kurtarma kazıları sırasında ortaya çıkan ve İstanbul 1 Nolu Koruma Kurulu tarafından tescillenen kalıntılar Bizans dönemi için önem arz ediyor.

 

Pruva 34 Bakırköy projesi 62 bin 373 metrekare alanda yükseliyor. Pruva 34 Bakırköy projesinde rezidans, otel ve apart otel alanları bulunuyor. 10 blok olarak tasarlanan Pruva 34 projesinin toplam inşaat alanı 296 bin metrekare olarak belirlendi. İstanbul’un siluetini etkilediği gerekçesiyle mahkeme tarafından yıkım kararı verilen 16:9 kulelerinin çok yakınında inşaatına başlanan Pruva 34 projesinin de yüksekliği 67 metre olacaktı. Yaklaşık 13 metre de yolun altına inşa edilecekti.

13.04.2006 tasdik tarihli 1/5000 ölçekli nazım imar planında, 27.02.2007 tasdik tarihli 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarında tercihli kullanım alanı olarak belirlendi. Daha sonra Ataköy Turizm planları alanına dahil ediliyor. Ticaret, rezidans, otel gibi kullanım fonksiyonu getiriliyor. Bakırköy Belediyesi 11 Kasım 2013 tarihinde verdiği ruhsatla 10 blok yapılmasını onayladı.

İstanbul 5. İdare Mahkemesi ‘nin deprem riski göz önüne alınmadan planların hazırlandığından, kıyı kullanımının kamuya kapatıldığından ve 70 metre yüksekliğin sakıncalarından söz ederek, çok katlı binaların kıyıda yapılarak şehrin önünde bir duvar oluşturduğuna vurgu yaparak planların‘planlama ilke ve teknikleri ile kamu yararına uygun olmadığı’ sonucuna ulaşarak yürütmeyi durdurma kararı almıştı. Bölge İdare Mahkemesi de bu kararı onamıştı.

Bakırköy Belediyesi mahkeme kararı doğrultusunda Ataköy sahildeki yapılaşmaları geçen hafta durdurdu. Şimdi de plan sınırı içinde yer alan Pruva 34 projesini de aynı gerekçeyle mühürledi. İçinde tarihi eserlerin yer aldığı arazi ile ilgili olarak ruhsata aykırı çalışmalar yapıldığı ileri sürüldü.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 15.07.2014

KAZI ÖDENEKLERİNİN AKTARIMI TAMAMLANDI

 

Üniversitelerin eğitim öğretim döneminin sona ermesiyle başlayan kazı sezonuyla birlikte,  bilimsel heyetler ve Müze Müdürlüklerince 2014 yılında gerçekleştirilecek kazı çalışmalarına Bakanlığımızca sağlanan ödeneklerin ilgili kazı çalışmalarında kullanılmak üzere İl Kültür ve Turizm Müdürlükleri ile Müze Müdürlüklerinin hesaplarına aktarılması işlemleri tamamlandı.

 

Yaklaşık 27 milyon lirayı bulan 2014 yılı ödeneklerinin kullanımında İl Kültür ve Turizm Müdürlükleri ile Müze Müdürlükleri harcamada yetkili kılınırken, ödeneksizlik nedeniyle başlamayan kazı çalışması bulunmuyor. Bütçe imkanları çerçevesinde, desteklenmeye devam edilmesi öngörülen çalışmalar kapsamında 160’a yakın Bakanlar Kurulu Kararlı kazı yanında, Müze Müdürlüklerince de yıl içinde 200’ün üzerinde bilimsel katılımlı ya da kurtarma kazısı gerçekleştirilmesi planlanıyor.

 


Kalkınma Ajanslarından Önemli Destek 

Bakanlıkça verilen ödenekler yanında ilgili bilim kuruluşları ya da sponsorlarca desteklenen kazılar bu sayede mali imkanlarını artırırken, daha uzun süreli çalışma yürütmek de mümkün olabiliyor. Özellikle neredeyse her bölgede var olan Kalkınma Ajansları’nın kazı çalışmaları kapsamındaki rölöve, restorasyon projelerine büyük destekler vermesi kazı heyetlerinin bu alanda projeler üretmesine de teşvik niteliği taşıyor.

 

Bu kapsamda, 2013 yılında Knidos antik kentinde tiyatronun rölöve ve restorasyon projeleri için Güney Ege Kalkınma Ajansı (GEKA), Kelenderis antik kentinde liman hamamı olarak bilinen yapının rölöve, restorasyon projeleri için ise Çukurova Kalkınma Ajansı (ÇKA)  tarafından büyük destek sağlanmıştı. Mardin Müzesi tarafından Dara Antik Kenti ve Mor Yakup Kilisesi için hazırlanan projelerin ise Dicle Kalkınma Ajansı’na sunulması için çalışmalar yürütülüyor. 

 


Kelenderis Liman Hamamı (ÇKA)  

 


Knidos Küçük Tiyatro (GEKA)

 


Dara Antik Kenti

 


Perge Antik Kent
i

kulturvarliklari.gov.tr, 15.07.2014

SEYİTÖMER'DE YENİ KAZI SEZONU BAŞLADI

 

 

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen, yapılan Seyitömer Höyük çalışmalarıyla alakalı açıklamalarda bulundu.






Yeni kazı sezonunun başladığını kaydeden Prof.Dr. Nejat Bilgen, “2014 yılı kazı çalışmaları Bandırma Arkeoloji Müzesi’nden Uzman arkeolog Şükrü Akbulut, gözetiminde başlatıldı. Projenin 2014 yılındaki dokuzuncu sezon kazı çalışması; öğretim elemanları, arkeoloji bölümü öğrencileri ve 300 işçiden oluşan bir ekiple yürütülmekte. Ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kazılar Dairesinin izni ile bu yıl Amerika Buffalo Üniversitesi başta olmak üzere farklı üniversitelerden 15 kişilik bir grup kazı çalışmalarına katılmıştır. Doktora, Yüksek Lisans ve Lisans programlarında öğrenim gören yabancı ekip Seyitömer Höyük Kazı çalışmaları kapsamında arazi ve kazı evinde görev almaktadır. Seyitömer Höyüğün dünya çapında tanıtılması ve bilimsel anlamda yayımların hazırlanması için yapılan işbirliğinin önümüzdeki kazı sezonlarında da sürdürülmesi planlanmaktadır" diye konuştu.

Milliyet, 15.07.2014

YEŞİLOVA HÖYÜĞÜ'NDE KAZI SEZONU AÇILDI

 

 

İzmir’de yerleşik insan yaşamın 8 bin 500 yıl öncesine dayandığını kanıtlayan buluntuların çıkarıldığı Yeşilova Höyüğü’nde yeni dönem çalışmaları başladı.

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Bornova Belediyesi tarafından desteklenen kazılarda yeni dönemin açılması nedeniyle bir tören düzenlendi. Bornova Belediye Başkanı Olgun Atila, törende yaptığı konuşmada Bornova’nın tarihi değerleriyle de ön plana çıkması gereken bir kent olduğunu söyledi.

Kazı ekibine başarılar dilediğini belirten Atila, “Yeşilova Höyüğü Bornova’nın tarihi değerlerinin başında geliyor. Kazıya verdiğimiz destekle birlikte, bu alanların daha görünür ve ulaşılabilir hale getirilmesi konusunda gerekli düzenlemelerin yapılması için ilgili kurumlarla işbirliği içerisindeyiz” diye konuştu.

 

Atila ile Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, törende ilk kazmayı vurarak sezonu açtı.

haberler.com, 15.07.2014

BEYOĞLU'NUN EN ESKİ DÜKKANINA 'BOŞALTIN' TEBLİGATI

 

 

Beyoğlu'nun en eski dükkanlarından biri. Vitrini 1936 yılından beri değişmedi. Hatta İstiklal Caddesi'nde 1955'teki 6-7 Eylül olaylarının izini taşıyan neredeyse tek dükkan. Yılların eskitemediği, İstiklal Caddesi'nin sembol dükkanlarından Kelebek Korse'ye tahliye tebligatı gönderildi. Dükkanın yılbaşına kadar boşaltılmasını isteyen Santa Maria Kilisesi Vakfı, gerekçe olarak yeni çıkan yasayı gösterdi. Yeni yasa, ev ya da işyerinde 10 yılı dolduran kiracıların gerekçe göstermeden çıkarılabilmesine imkan sağlıyor.

‘YATALAK BABAM HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLADI’
Dededen kalma dükkanı babasından devralarak işleten 53 yaşındaki İlya Avramoğlu, direnmekte kararlı. Avramoğlu, dükkanın hiç değişmeyen vitrin camlarına protesto dövizleri astı. "10 yılda kiracı tahliye, esnafın idam yasasıdır. 90 yaşındaki babamı sokağa atıyor" yazılı dövizler, yoldan geçenlerin dikkatini çekiyor. Yasanın yeniden gözden geçirilmesini isteyen Avramoğlu, olayı anlattığında yatalak olan babasının hüngür hüngür ağladığını söyledi.

VİTRİNİ 78 YILDIR DEĞİŞMEDİ...
"1936 yılından beri vitrini, dükkan iç dekorunu korumaktayız" diyen Avramoğlu, "Beyoğlu, Türkiye'dir. Beyoğlu'nda bir örneği daha yok. Beyoğlu'nun tarihidir. Çok insan dükkanıma geliyor. 'Dokuyu koruduğunuz için sizi tebrik ediyoruz' diyen var. Anı tazeleyen insanlar var bu dükkanda" dedi.

SAFİYE AYLA'NIN DEĞİŞMEZ MEKANI
Safiye Ayla'nın müşterileri olduğunu söyleyen Avramoğlu, "Belinde rahatsızlığı olan bir hanımdı. Bel rahatsızlığına iyi gelen bir korse modelini verirdik kendisine. Uzun yıllar hizmet verdik kendisine. Bazı TV dizilerine de hizmet veriyoruz" diye konuştu.

MÜŞTERİLERDEN TEPKİ
Adını vermek istemeyen ve Kelebek Korse'nin 40 yılllık müşterisi olduğunu belirten bir kadın da, "Burada dürüstlük var, efendilik var. Üzülüyorum ama. Neden yani? Olmaması gereken bir olay. Neden?" şeklinde konuştu.

VATANDAŞTAN DESTEK
Aynı vakfın kiracısı olup kendi dükkanlarında da benzer bir tehlikeyle karşı karşıya olan çevre esnafı da İlya Avramoğlu'na destek verdi. Sanat galerisi sahibi Nurhan Acun, "80 yaşına gelmişim. Emeğim var. Mal sahibi bizi çıkaracak, fahiş fiyatla kiraya verecek" derken, kendisine destek veren bir vatandaş da, "İnsanların buraya rağbet göstermesinin sebebi, bu dükkanlar... Fast foodlar, büfeler değil" şeklinde konuştu.

6-7 EYLÜL'ÜN İZLERİNİ TAŞIYOR
Kelebek Korse'yi babasından devralan İlya Avramoğlu, dükkanın 6-7 Eylül olaylarında saldırıya uğradığını belirterek, dükkanın arka bölümünde yer alan ve çok az kişinin bildiği 6-7 Eylül'ün izlerini DHA kamerasına gösterdi. Avramoğlu, "Bu, 6-7 Eylül günü balyozla yapıldı. Hala da duruyor. Herhalde İstiklal Caddesi'nde 6-7 Eylül'den kalma bundan başka bir iz yoktur" dedi.

Radikal, Haber: Özgür Altuncu - Yaşar Kaçmaz, 15.07.2014

HASANKEYF İÇİN UMUT

 

Anayasa Mahkemesi’nin “ÇED raporu olmadan baraj yapılamaz” kararının ardından Ilısu Barajı’nın suları altında kalacak olan Hasankeyf antik kenti için umut doğdu. DTK Ekoloji ve Yerel Yönetimler Komisyonu Üyesi Mimar Necati Pirinççioğlu, baraj inşaatının derhal durdurulması gerektiğini anlattı.

 

Ekoloji ve Yerel Yönetimler Komisyonu Üyesi Mimar Necati Pirinççioğlu, 21 Mayıs 2013’te torba yasaya eklenen “1997’den önce yatırım programına alınmış olup bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle planlama aşaması geçmiş veya ihalesi yapılmış olan veya üretim veya işletmeye başlamış projeler ile bunların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan yapı ve tesisler ÇED kapsamı dışındadır” düzenlemesinin Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararla geçen günlerde iptal edildiğini anımsattı. 3. Havaalanı, 3. Köprü, Gebze Otoyolu, Ilısu Barajı ve HES projeleri için ÇED muafiyetinin kaldırıldığına dikkat çeken Pirinççioğlu, buna karşın ÇED raporu olmayan Hasankeyf’teki baraj inşaatının sürdüğüne dikkat çekti. Pirinççioğlu şöyle konuştu:

“Çevresel Etki Değerlendirmesi yapılması ve olumlu rapor alması zorunlu hale gelen bu projeler iktidarın, ekonomik istikrar söylemleriyle rant sağlamak amacıyla yapılaşmaya açtığı doğal alanlarda yer almaktadır. Koruma alanları, ormanlar, kıyılar, milli parklar, sit alanları, meralar, yaylalar vb. tüm çevre rant alanları yok olmakta, çevre sorunları hızla artmaktadır. Projelerle ilgili meslek odaları ve hatta kamu kurumları tarafından düzenlenen raporlar göz
ardı edilmektedir.”

Cumhuriyet, Haber: Mahmut Oral, 15.07.2014

ALTI TARİHİ ŞEHİR, ÜSTÜ KAÇAK DÜKKAN

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1. Dereceden sit alanı olan Nevşehir'in Özkonak İlçesi'ndeki yeraltı şehrinde çevre düzenlemesi adı altına ruhsatsız dükkan ve kafeterya inşaatına başladı. Bir yıldır devam eden inşaat kaçak olduğu için belediye tarafından durduruldu.

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Nevşehir’in Özkonak Beldesinde bulunan 1. Derece sit alanı olan Özkonak yeraltı şehri için 2012 yılında, ‘yeraltı şehri çevre düzenlemesi’ projesini hazırladı. Özkonak yeraltı şehrinin 30 metre uzağında turistik işletme olarak kullanılmak üzere dükkan ve kafeterya yapılmasını öngören proje, Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na sunuldu. Kurul’un projeyi 21 Aralık 2012 Tarihinde onaylaması üzerine proje Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ihaleye çıkarıldı. ihaleyi 94 milyon 893 bin 473 lira karşılığında AYBA Restorasyon İnşaat Yatırım Sanayi Ticaret Anonim Şirketi kazandı. Firma projeyi hayata geçirmek için 20 Mayıs 2013 tarihinde inşaata başladı. Yaklaşık bir yıl süren inşaat ruhsatsız olduğu anlaşılınca 23 Haziran 2014 tarihinde Özkonak Belediyesi tarafından durduruldu.

İnşaat bitti, ruhsat yok
Özkonak yeraltı şehri çevre düzenlemesi projesine göre bin 200 metrekarelik alanda güvenlik odası, acil müdahale odası, hediyelik alışveriş için dükkan ve kafeterya yapılacak. Proje çerçevesinde Özkonak yeraltı şehrinin üst kısmı ise 6 metre yüksekliğinde ve 50 cm kalınlığında kesme taş duvarla örülmesi planlanıyordu. Ancak Özkonak yeraltı şehrinin duvarla kapatılmasına tepkili olan bölge esnafı projenin iptal edilmesi için Kayseri 1. İdare Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme bölgede incelemede bulunması için bilirkişi görevlendirdi. Bilirkişi bölgede incelemede bulunarak hazırladığı raporu mahkemeye sundu. Bilirkişi raporunu dikkate alan mahkeme yerel halkın işlettiği mevcut dükkanlar ile yeraltı şehri arasına örülmesi planlanan duvarı hukuka aykırı bularak projeyi kısmen iptal etti.

Radikal, Haber: İdris Emen, 14.07.2014

GUGGENHEIM BİR DÜNYA MİRASI MI?

 

2016 yılına kadar verilmesi beklenen karar sonrası, Wright'ın tasarımları da UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yer alabilecek.

 

 

Aralarında Avustralya'daki Büyük Bariyer Resifi, Küba'daki eski Havana bölgesi, Mısır piramitleri, Tac Mahal, Çin Seddi, Peru'daki Machu Picchu, Atina'daki Akropolis, Vatikan, Kudüs tarihi şehri ve Sidney Opera Binası'nın da bulunduğu alanlar; Birleşmiş Milletlerin Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün evrensel değerler ölçüsünde korumaya değer bulduğu tabiat varlıkları.

UNESCO Dünya Miras Listesi Komitesi bu listeye yenilerinin eklenmesiyle ilgili karar vermek için bu ay Birleşik Arap Emirlikleri'nde toplanıyor.

 

Heyecan verici olan ise ünlü mimar Frank Lloyd Wright'ın 11 eseri de bu yıl UNESCO'ya aday gösterilenler arasında. Taliesin, S.C. Johnson İdari Merkez binası, Jacobs evi, Oak Park'taki Birlik Tapınağı, Şikago'daki Robie evi, Kaliforniya'daki Hollyhock evi ve Marin Hükümet Binası, Pensilvanya'daki Fallingwater evi, Arizona'daki Taliesin West, Oklahoma'daki Price Kulesi ve New York'taki Guggenheim Müzesi aday listesine giren eserler.

 


Robie Evi, Şikago 

 

"Coğrafi olarak bu kadar yayılmış adaylara rastlamak her zaman karşılaşılan bir şey değildir" diyen Dünya Mirası tarihçisi Phyllis Ellin, Dünya Miras Listesi seçiminde Wright'ın her türden tasarımını dahil etmektense global etki yaratan ve yapısal bütünlüğe sahip eserlerine baktıklarını belirtiyor.

 


Şelale Evi, Pensilvanya

Arkitera, Çevrien: Sema Çam, 14.07.2014

ANADOLU'DA 'KAZI' BEREKETİ

 

Akademik yılın sona ermesiyle yeniden başlayan arkeolojik kazılar, Anadolu topraklarının bereketini ortaya koydu. Yurdun dört bir yanında yeni başlayan kazılarda çeşitli buluntuları gün yüzüne çıkarmasının yanı sıra yaklaşık 160 yıldır kazıların devam ettiği Knidos Antik Tiyatrosu ziyarete açılmak için gün sayıyor.

 

Yerli ve yabancı bilimadamları, arkeoloji uzmanları ve öğrencilerin katılımıyla bütün hızıyla devam eden kazı çalışmaları kapsamında, son dönemde aralarında 163 santimetre yüksekliğinde mermer bir erkek heykeli, Yunan mitolojisinde aşk tanrısı olarak bilinen Eros'u simgeleyen 6 metrekarelik mozayik ve Nevşehir'de gergedangiller fosillerinin de bulunduğu eserler açığa çıkarıldı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığından edinilen bilgiye göre, Muğla'nın Datça İlçesi'nde bulunan Knidos antik kentinin 4 bin 500 kişilik küçük tiyatrosunun rölöve, restitüsyon, restorasyon ve ışıklandırma projelerinin hazırlanması ve tiyatronun onarımına geçilmesi için ilk çalışmalar başladı.

 

1850'li yıllarda Charles Newton tarafından kısmen kazılan tiyatroda, 1970'lerde Amerikalı arkeologlar sahne bölümünü neredeyse tamamen açığa çıkartmış, orkestra bölümünde ve batı analemmanın dışında kalan son dolgu toprak 2006 ve 2013 yıllarında Türk arkeologlarca kazılmış, Knidos'un iki tiyatrosundan biri olan 'Küçük Tiyatro' tümüyle gün yüzüne çıkarıldı.

 

İlk kez kazılmaya başladığından bugüne yaklaşık 160 yıl geçtikten sonra limana hakim konumuyla eşiz bir manzaraya sahip bu görkemli anıtın eski ihtişamlı günlerine dönmesine yönelik çalışmalara hız verildi.

 

Bu amaçla Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Selçuk Üniversitesi adına sürdürülen Knidos Kazı ve Araştırmaları kapsamında bu kazı sezonu içinde planlanan en önemli faaliyetlerden Küçük Tiyatro'nun iki yıl içinde rölöve, restitüsyon, restorasyon ve ışıklandırma projelerinin hazırlanması ve onaylanan projeler doğrultusunda tiyatronun onarımına yönelik birinci aşamanın gerçekleştirilmesi planlanıyor.

 

Proje kapsamında, geçen ay başlanan faaliyetlerin ilk aşamasında zemin etüdü, morfolojik ve jeolojik gözlemler ve haritalama, jeoradar, sismik prospeksiyon, elektrik rezistivite ölçümleri ve temel sondajlama çalışmaları yürütüldü. Deprem kuşağında yer alan antik kentte, ileride tiyatroda yapılacak onarımların sağlıklı ve kalıcı olabilmesine temel oluşturan faaliyetlerin yanı sıra rölöve çalışmaları da başlatıldı.

 

Ören yerinin hemen girişinde yer alan ve kente deniz yoluyla ulaşan ziyaretçilerin de ilk karşılaştıkları yapı olan tiyatronun, genel durumu ve ziyaret koşulları iyileştirilerek içten ve dıştan aydınlatmalar sonrasında ziyarete açılması amaçlanıyor.

 

-Tripolis'te mermer heykel bulundu

Denizli'de yer alan Tripolis antik kentindeki kazılarda ise 163 santimetre yüksekliğinde mermer bir erkek heykeline rastlandı.

 

Denizli Müzesi Müdürlüğü başkanlığında, 60 civarında kişi tarafından 4 farklı alanda yürütülen çalışmalar neticesinde, orijinalinde cadde kenarındaki mermer paye üzerinde yükseldiği düşünülen heykelin bel kısmından kırıldığı, baş kısmının günümüze kadar korunamadığı gözleniyor.

 

Boydan tek parça halindeki elbise ile tasvir edildiği görülen heykelin, yapılacak restorasyon ve konservasyon çalışmaları sonrasında Denizli Müzesi Müdürlüğünde sergilenmesi öngörülüyor.

 

-Her yıl 4 binin üzerinde eser çıkarılıyor

Öte yandan, binlerce yıllık tarihiyle onlarca medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu'nun dört bir yanında yerli ve yabancı bilimadamları, arkeoloji uzmanları ve öğrencilerin katılımıyla kazı çalışmaları bütün hızıyla devam ediyor.

 

Geçen yıl 516 kazı çalışmasına yaklaşık 43 milyon lira ödenek aktarılırken bu yıl ise kazı sayısının 570'e yükselmesi ve buna bağlı olarak ödeneğin de arttırılması öngörülüyor. Balıkesir'den Adana'ya, Kütahya'dan Bartın'a, Nevşehir'den Kars'a devam eden kazılarda her yıl 4 binin üzerinde eser topraktan çıkarılıyor.

 

Çoğu antik kentlerde kazı çalışmaları yeni başlarken, son zamanlarda gündeme gelen buluntulardan bazıları ise şöyle:

 

- Adana'nın Yumurtalık İlçesi'ndeki arkeolojik kazılarda, Yunan mitolojisinde aşk tanrısı olarak bilinen Eros'u simgeleyen ve Roma dönemine ait 6 metrekare civarında at üzerinde balık avlayan yeni mozaik bulundu.

- "Tarihin sıfır noktası" olarak nitelendirilen ve dünyanın en eski tapınak merkezi olarak kabul edilen Göbeklitepe'deki kazı çalışmalarında kanal izlerine rastlandı.

- Amasra Çok Programlı Lisesinin temel kazısı sırasında Roma dönemine ait tapınak kalıntılarına rastlanıldı. Amasra Müze Müdürlüğünce yapılan sondaj çalışmalarında Roma dönemine ait sütun başlığı ve kaidelere ulaşılmasının ardından Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca, 3 bin metrekarelik alanda kazı yapılması kararı alındı.

- Kütahya'nın Simav İlçesi'nde kanalizasyon kazısı sırasında ise Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen bin 500 yıllık arşitrav bulundu.

- Nevşehir'in Gülşehir İlçesi'ndeki TOKİ inşaatı esnasında fosil yataklarına rastlanmasının ardından yapılan kurtarma kazılarında atgiller, öküzgiller, gergedangiller, zürafa, domuz gibi hayvanlara ait fosiller ortaya çıkarıldı. Kapadokya Bölgesi'nin jeolojik devir faunasının belirlenmesine önemli katkı sağlayacağı düşünülen fosil örnekleri Nevşehir Müze Müdürlüğünde koruma altına alındı.

Time Türk, Haber: Tuğba Özgür Durmaz - Şenay Ünal, 14.07.2014

'PRUSİAS AD HYPİUM' ANTİK KENTİNDEKİ ÇALIŞMALAR

 

Düzce’de bulunan ”Prusias ad Hypium” antik kentinde bu yılki kazı çalışmaları yarın başlayacak.

 

Konuralp Mahallesi’nde bulunan ve Bitinya bölgesinin ayakta kalan tek antik kenti özelliği taşıyan ”Prusias ad Hypium”, Düzce Üniversitesi (DÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji bölümü tarafından 5 akedemisyen, öğrenciler ve 20 işçinin görev almasayla başlayacak.

 

1. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen at figürlü kapı, surlar, su kemerleri ve Roma Köprüsü’nün yer aldığı antik kentte, halk arasında ”40 Basamaklar” adıyla bilinen, 100 metre uzunluğunda ve 74 metre genişliğindeki antik tiyatro ilgi çekiyor.

 

Tiyatro, yarım daire biçimindeki oturma alanı, aslan pençesi figürleriyle süslenmiş basamakları, kemerli geçitleri ve sahnesiyle ziyaretçilere görsel güzellikler sunan antik kenti çevreleyen, beldenin hemen her sokağında ve yolda rastlanabilecek surların Doğu Roma İmparatorluğu döneminde onarıldığı tahmin ediliyor.

 

- Eserler, müzede sergileniyor

Antik kentten çıkarılan eserlerden bazıları belde girişinde yer alan 3 teşhir salonu, iki depo, laboratuvar ve idari bölümden oluşan müzede sergileniyor.

 

Müzede Bolu’dan getirilen ve ”Prusias ad Hypium” antik kentinden çıkarılan buluntulardan oluşan bin 789 arkeolojik ve 456 etnografik eser ile 3 bin 837 antik para olmak üzere 6 bin 82 eser bulunuyor.

 

12 Kasım 2003′te hizmete giren müzenin arkeoloji salonunda Tunç Çağı (MÖ 3000-2000) ve Doğu Roma (395-1453) dönemine ait eserler, toprak kaplar, kandiller, toprak ve mermer heykelcikler, metal eserler, takılar, cam kaplar ve mezar hediyeleri, kronolojik olarak ziyaretçilere sunuluyor.

 

Grek, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait altın, bronz ve Gümüş paralara yer verilen 4 sikke bölümü de bulunuyor.

 

Müzenin etnografya salonunda el işlemeleri, yöresel kıyafetler, süs eşyaları, mutfak kapları, aydınlatma araçları, kişisel eşyalar, Kılıçlar, tüfekler gibi eserler sergileniyor. Salonda mankenler, gelin odası ve geleneksel döşenmiş odada yer alıyor.

 

Bahçede ise antik kentte gün yüzüne çıkarılan büyük mimari parçalar, sütunlar, adak yazıtları, ceset küllerinin konduğu küçük taş lahitler, şehir yasası yazıtları, büyük depolama kapları, mezar taşları bulunuyor.

haberler.com, 14.07.2014

ASSOS ANTİK KENTİ KAZILARINA SPONSOR DESTEĞİ

 

Ayvacık İlçesi sınırlarındaki Assos antik kentinde 2 yıl yürütülecek kazıların sponsorluğunu, Çanakkale Boğazı ile Adalar arasındaki deniz ulaşımını sağlayan GESTAŞ AŞ şirketi üstlendi.

 

Çanakkale Valisi Ahmet Çınar, makamında düzenlenen protokol imza töreninde yaptığı konuşmada, kazılara her yıl GESTAŞ AŞ’nin 250 bin, Behramkale Muhtarlığı’nın ise 150 bin lira destek vereceğini söyledi.

 

Kent genelindeki birçok Ören yerinde kazıların devam ettiğini dile getiren Çınar, “Biz de elimizden gelen desteği vermek suretiyle, eserlerin daha hızlı ortaya çıkarılmasını arzu ediyoruz. Bunlardan bir tanesi de Assos Antik Kenti. Burada antik bir tiyatro var. Çalışmalar tamamlanır, tiyatro kullanılabilir hale getirilirse burada çok güzel etkinlikler yapılabilir” dedi.

 

Çınar, şehrin kültür ve turizm hayatına katkı sağlayabilecek bir mekana GESTAŞ aracılığıyla sponsor olduklarını ifade ederek, “Elimizden gelen yardımı yapmaya devam edeceğiz. İnşallah bu tarihi mekan meydana çıkar, hem ulusal hem de uluslararası anlamda birçok etkinliği burada yapma fırsatı buluruz” diye konuştu.

 

-”Assos, bir polis şehrine, devletine tipik örnek”

Antik kentteki kazıların başkanlığını yürüten Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nurettin Arslan ise antik kente yürütülen kazılarla ilgili bilgi verdi.

 

“İlk defa bölgemizdeki bir kurumun desteği söz konusu” diyen Arslan, şöyle devam etti:

“Bu gerçekten onur verici, heyecan verici bir şey bizim için. Yöredeki her antik kentin kendine özgü özelliği var. Assos ise bir polis şehrine, devletine tipik örnektir. Assos’u ziyaret ettiğiniz zaman bir kentte olması gereken tiyatroyu, meclis binasını, akropolü, nekropolü, surları rahatça görebiliyorsunuz. Bazı kentler yerin altındadır, kazarsınız ama sergilemek çok zordur. Assos’ta kazdığınız her şey kalıcı. Ören yerindeki bilimsel çalışmaları sürdürüyoruz. Zor olan restorasyon. Bunun için belirli bir bütçe hazırlamak gerekiyor. Valimizin ve GESTAŞ AŞ Genel Müdürü Hasan Yürükçü’nün destekleriyle kısa vadedeki en önemli hedefimiz 3 ayda tiyatronun restorasyonunu tamamlamak.”

 

Arslan, Assos dendiğinde insanların aklına sadece bir Ören yerinin gelmediğini, antik dönem filozofu Platon’un akademisin kurulduğu ikinci yer olması açısından da tüm dünya tarafından bilindiğini belirterek, “Dünyada belki ilk defa bir Kent filozoflar tarafından yönetiliyor. Burası da Assos. GESTAŞ, bugüne kadar kıtalar arasında insanları taşıdı ama bu imzadan sonra artık kültürel mirasımızı geleceğe taşıyacak kurum haline dönüşecektir” ifadesini kullandı.

 

Konuşmaların ardından Vali Çınar ile Prof.Dr. Arslan, sponsorluk anlaşmasını imzaladı.

haberler.com, 14.07.2014

EROS MOZAİĞİ SERGİDE

 

 

Adana'da bulunan deniz atına binmiş Yunan mitolojisinde aşk tanrısı Eros'un resmedildiği mozaiğin kopyası sergilenmeye başlandı.

 

Yumurtalık'da sürdürülen kazı çalışmalarında bulunan Eros mozaiğinin kopyası, Kültür ve Turizm Bakanlığının katkılarıyla yapıldı. Mozaik, Ayas Mahallesi'nde deniz kıyısında yapılan ve amfi tiyatro olarak da kullanılan seyir terasının zeminine yerleştirildi. Dokuz metrekare mozaikte, Yunan mitolojisinde aşk tanrısı Eros'un genç ve yaşlı hali resmediliyor. Eros, Yunan mitolojisinde deniz, deprem ve atlar tanrısı Posedion'dan ödünç aldığı deniz atları üzerinde balık avlarken görülüyor. Mozaik, Eros'un deniz tutkusunun en yüksek derecede gösterildiği eser kabul ediliyor.

Akşam, 14.07.2014

ANTİK KENTİN ÜZERİNDE 9.5 MİLYONLUK İNŞAAT

 

    

 

Jeolojik konumu sebebiyle tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan, başkentlerin kurulduğu, Roma’nın uzun süre yönetildiği kentimizde maalesef bugüne kadar tek bir antik kazı yapılmadı. Müze kurtarma kazıları olarak bilinen ve detaylı olmadığı söylenen ufak birkaç kazının dışında bugüne kadar kent tarihini ortaya çıkarmak için etkili bir çalışma yapılmadı. Arkeolojik kazı yapamayan kent tarihçileri, devletin bıraktığı boşluğu doldurmak adına yaptıkları araştırmalarla Bitinya’nın ve Astakos’un gerçeklerini ortaya çıkarmak için çabaladı. İktidarın hangi siyasi görüşte olduğunun bir önemi olmadan her dönemde çeşitli inşaatlar sebebiyle kent tarihine kazma vuruldu.





MERMERLER NEREDE?
Bitinya dönemine ait eserler 1990’lı yıllarda yapılan ve 2000 yılına kadar devam eden inşaat çalışmalarıyla yok edildi. Bitinya dönemi en son Seka Battı-Çıktısı inşa edilirken gündeme geldi. Sadece saraylarda görülen mermer duvarların çıktığı iddia edilen alanda bir gecelik çalışma sonrasında bütün tarihi eserler ortadan kalktı. Mermer duvarların, sütunların nereye gittiğini kimse bilmedi. Yakın dönemde ise kentimizin ilk yerleşim yeri olarak raportör tutanaklarına yansıyan Astakos gündeme geldi. Başiskele’de bulunan Astakos’un bir bölümü 1. derece sit alanı olarak askeri alan içerisinde kalıyordu. Askeri alan dışında kalan bölüm de 1. ve 2. derece sit alanı olarak kayıtlıydı. Bu dönemde bir bölümü hazineye ve şahıslara kayıtlı olan 2. derece sit alanı el değiştirdi.






BELEDİYE VE ŞAHISLAR ALDI
2. derece sit alanı olan arazi, belediye ve kimi şahıslar tarafından satın alındı. O dönemde kimse inşaat yapımına olanak tanınmayan 2. derece sit alanı arazilerin satın alınmasına bir anlam vermedi ancak kısa süre içerisinde bir çalışma yapıldı ve Mimar Sinan Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Doç.Dr. Zeynep Koçel Erdem’in raportörlüğünde 2. derece olan sit alanı 3. dereceye düşürüldü. Bölge 3. derece sit alanı ilan edildikten sonra 3’er kat imarlı 4 ayrı bölüme ayrıldı. Bir dönem kent gündeminde olan Astakos kısa süre içerisinde unutuldu. Bu sırada Başiskele Belediyesi kendisine ayrılan belediye hizmet alanının hemen yanına bir tabela astı ve inşaat çalışmalarına başladı. Belediye hizmet binası ve kent meydanı yapı işi olarak adlandırılan projenin ihale bedeli 9.5 milyon lira olarak belirlendi ve çalışma süresi için 450 gün ayrıldı.


2 BİN METREKARELİK ALANDA
Yılka İnşaat tarafından başlatılan inşaat çalışmaları kapsamında belediye hizmet binasının temeli kazıldı, bodrum katı inşa edildi. 3 katlı olarak inşa edilecek olan yeni hizmet binasının bodrum katı 2 bin metrekarelik alan üzerine kurulu olacak. Belediye hizmet binasının hemen önünde ise 500 metrekarelik bir alanda meclis toplantı salonu yapılacak. Belediye hizmet binası tamamlandıktan sonra kaymakamlık binasının inşaatına başlanacak.

 

YETKİLİLER ‘MEZARLIK’ DEDİ
Konuyla ilgili Müze İl Müdürlüğü yetkilileri yaptıkları açıklamalarda Astakos’un bir liman kenti olduğunu ve söz konusu bölgede kurulu olmadığını dile getirdi. Kimliklerinin açıklanmasını istemeyen yetkililer, Astakos olarak anılan bölgenin ise nekropol (mezarlık) olduğunu iddia etti. Raportör Koçel Erdem’in hazırladığı ve Astakos’un kentimizin ilk yerleşim yeri olduğunu belirten rapora da aykırı olan bu iddialara kent tarihçisi Feyzullah Yavuz Ulugün cevap verdi.


BİLİMSEL ÇALIŞMALAR BAŞLAMALI
Ulugün, bölgede bir an önce bilimsel kazı çalışmalarının başlaması gerektiğini söyleyerek, “Astakos Kocaeli’nin ilk yerleşim yeri. Hellenistik döneme ait. Müze yetkililerinin iddia ettiği üzere bir liman kenti değil. Liman kenti Wellborn Otel’in yanında yer alıyor. Bu kent Roma dönemine ait. Wellborn yakınlarından çıkan antik kalıntılar da Roma dönemine ait” dedi. Astakos’un ise başka bir yerleşim bölgesi olduğunu belirten Ulugün, “Bölgede bir nekropol var, evet. Ancak bu nekropolün hemen yanında yerleşim yeri de var. Bölgede çok sayıda heykel, para ve çanak bulundu. Tüm ve tüme yakın duvarlar tespit edildi. Bu bölge koruma altına alınmalı ve yeni bir inşaat çalışmasına izin verilmemeli” ifadelerini kullandı.


BELSA’DA YAŞANANLAR BURADA YAŞANMASIN
Kent kamuoyu şu anda tedirgin. Başiskele Belediyesi’nin kullanacağı yeni hizmet binası ve kent meydanı her geçen gün yükselirken kent tarihi yok ediliyor. İnşaat çalışmaları kapsamında arkeolojik denetim yapılmadığı için tedirgin olduklarını ifade eden vatandaşlar, “Belsa Plaza’nın, Merkez Bankası’nın, Metropol İş Merkezi’nin, Seka battı çıktısının inşaat çalışmalarında yaşanan tarih tahribatı bu bölgede yaşanmasın. Yetkililer yanlıştan dönsün” diyor.

Manşet Kocaeli, Haber: Uğur Enç, 14.07.2014

APOLLON SYMINTHEUS KUTSAL ALANI KAZILARINDA BULUNTULAR İLGİ ÇEKİYOR

 

Çanakkale İli, Gülpınar Beldesi Apollon Smintheus Kutsal Alanı’nda (Smıntheion) Bakanlığımız izinleri ile Prof.Dr. Coşkun ÖZGÜNEL başkanlığında sürdürülen kazılarda ortaya çıkarılan mimari buluntular ilgi çekiyor.


Suya bakılarak kehanette bulunulmasından ötürü bir su kaynağı yakınına kurulan Apollon Smintheus Kutsal Alanı’nın, eski yazılı kaynaklar göz önüne alındığında; antik çağda Troas bölgesi halkları kadar Ege dünyasının birçok yerinden de kehanet için gelen insanlara hizmet ettiği anlaşılıyor.

 

Kutsal alandaki tapınak, su depoları, Roma hamamları, kutsal yol ve diğer mevcut kalıntıların büyük çoğunluğu Hellenistik ve Roma dönemlerine (MÖ 4. - MS 4. yüzyıllar) tarihlenirken,  19. yüzyılda ilk kez keşfedilen Apollon Smintheus Kutsal Alanı’nda gerçekleştirilen arkeolojik kazılar 1980 yılından bu yana Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında bilimsel bir ekip tarafından sürdürülüyor.

 

Çalışmalar sonucunda parça halinde ortaya çıkarılan “Denizli” çevresi üretimi olan mermer rhython parçası, Troas bölgesi ile Denizli-Frigya ilişkileri yönünden önemli bir belge olarak yorumlanıyor.

 

2012 yılından bu yana çalışmaları sürdürülen “ Roma Villası ve Hamam” yakınındaki, olasılıkla bir kahraman anıtı olarak düşünülen yapı çevresinde ele geçen alınlık ve arşitrav parçaları da yapının hellenistik evrede önemli bir bina olduğunu  ortaya koyuyor.

 


Heroon alınlık

 


Heroon frizi

 


Tapınak frizi

kvmgm.kultur.gov.tr, 14.07.2014

NEO-ASURLULARIN BİLGİ TEKNOLOJİSİ

 

 

Türkiye’nin güneydoğusunda Diyarbakır’ın Bismil İlçesi'nde Neo-Asur imparatorluğunun ilk başkenti olan Tuşhan’da yapılan kazılarda MÖ 1. bin yıla ait yüzlerce kil markalar ortaya çıkarıldı. Kayıt tutma işleminde marka kullanımından çivi yazısı kullanımına 2 bin yıl daha erken geçildiği düşünülüyordu ancak bu kilden yapılmış markalar bir yönetim binasındaki teslimat alanı olarak kullanılan iki odada bulundu. Cambridge Üniversitesi arkeologlarından John MacGinnis. “Burada iki şeyden biri oldu diye düşünüyoruz. Ya buraya gelen çiftlik hayvanları hakkında bilgi toplanıyordu ya da hayvan sürülerinin bilgisi. Her çiftçinin veya çobanın kendi sürülerini temsil eden kil markalarının olduğu bir çantası vardı. Kil markalarla toplanan bilgi daha sonra çivi yazısı ile tabletlere kaydediliyordu. Markalar hareketli numara sistemi sağlıyordu. Bu sistem stokların taşınmasında ve hesapların modifiye edilmesinde ve güncellenmesinde kolaylık sağlıyordu. Ayrıca herkesin okur-yazar olmasını da gerektirmiyordu. MacGinnis marka sisteminin kodlarının bir gün tümüyle çözüleceğini umud ediyor.

arkeoloji.net, Kaynak: archaeology.org, Çeviri: Cüneyt Acar,14.07.2014

MADEN ŞİRKETİ ANTİK KENTE ZARAR VERİYOR

 

 

Muğla'nın Milas İlçesi'nde yer alan Zeus Labrandos'un kutsal alanı olan Labranda antik kentinde 2014 yılı kazı çalışmaları başladı. Bölgedeki maden şirketlerinin dinamitle çalışma yapmasının antik kentten duyulduğunu belirten Kazı Heyeti Sorumlusu Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü'nde görevli Dr. Olivier Henry, "Kazı alanının hemen yanı başından geçen ağır tonajlı araçlar buralara zarar veriyor. Çünkü burası birinci derecede sit alanı" dedi.

 

Milas'ta bulunan Labranda antik kentinde 1948'den bu yana İsveçli Arkeolog Prof. Dr. Lars Karlsson'un başkanlığında sürdürülen kazı çalışmaları bu yıl Milas Müze Müdürlüğü'nce yürütülüyor. Kazı heyeti sorumlusu Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü'nde görevli Dr. Olivier Can Henry, 1 Temmuz'da başlayan kazı çalışmalarının 30 Ağustos'ta sona ereceğini belirtti. Kazı Heyeti Sorumlusu Henry, "Labranda kazısı 1948'de başladı. Günümüze kadar devam etti. Bu yıl ki çalışmalar Milas Müze Müdürlüğü Başkanlığı'nda yaklaşık 2 ay sürecek. Kazı çalışmalarımıza Kolombiya, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Yunanistan, İngiltere, Romanya, Bulgaristan, Slovakya, Hindistan, İsveç ve Türkiye'den hem arkeologlar hem de öğrenciler katılıyor. Çalışmalarımızda yaklaşık 50 kişi görev alacak" dedi.

 

ANTİK YOL MADEN ŞİRKETLERİ YÜZÜNDEN YOK OLMUŞ

Kazı çalışmalarının 6 ayrı noktada sürdürüleceğini ifade eden Henry, "Labranda antik kentinde ilk kez karşımıza çıkan MÖ 4'üncü yüzyıla ait olduğunu düşündüğümüz anıt çeşmede ağırlıklı olarak çalışmalarımız olacak. Daha sonra yine bölge içerisinde yer alan Roma dönemine ait hamamda kazı başlatılacak. Kazı dışında antik kentte genel bir çevre düzenlemesi ve çevre temizliği yapılacak. Restorasyon çalışmalarımız da olacak" diye konuştu. Labranda antik kentinin bulunduğu bölgede 4 ayrı şirkete ait maden ocaklarının bulunduğunu belirten Henry, "Bu şirketlerden yalnızca birisi bizlere kazılarımızda da yardımcı oluyor ve bizlerle iletişim sağlıyor. Sürekli iletişim içerisinde olduğumuz için de kazılarımızda yardımcı olan şirkete ait araçların geçişi antik kente yakın olmuyor. Bu şirketin dışındakilerle bir diyalogumuz yok. Kazı alanının hemen yanı başından geçen ağır tonajlı araçlar buralara zarar veriyor. Çünkü burası birinci derecede sit alanı. Milas'tan Labranda'ya kadar uzanan bir antik yol var burada. Labranda antik kentinden Milas'a doğru ilerleyen yolun ikinci kilometresinde bir ay önce 30 metrelik antik yol kayıp olmuş. Bir şirket o alanda depolama yapmış. Hiçbir kurumdan da izin almamışlar. Bu durum bizleri rahatsız ediyor" dedi.

 

"DİNAMİTLE PATLATMA YAPILIYOR"

Ağır tonajlı araçların geçişi sırasında yoldan ve araçlardan çevreye yoğun toz yayıldığını dile getiren Henry, "Araçlar toz halinde olan feldspat madeni taşıyorlar. Bu tozu sabahtan akşama kadar burada yutuyoruz. Ayrıca antik kentin önünden hızlı geçen ağır tonajlı kamyonlar nedeniyle bölgede sarsılmalar meydana geliyor. Bunun yanı sıra antik kentin arkasında yer alan taş ocağında ise dinamitle patlatmalar yapılıyor. Bu patlatmaları biz burada duyuyor ve hissediyoruz" diye konuştu. Geçen yıl, Milas'tan Labranda'ya kadar olan kutsal yolla ilgili olarak çevre düzenlemesi yapılması yönünde ODTÜ tarafından bir mastır tezi hazırlandığını ifade eden Henry, "hazırlanan tezden yola çıkarak, antik yol ile ilgili olarak Milas ve Muğla'daki yerel yöneticilerle bir araya gelerek antik yolun korunması ve maden ocaklarıyla ilgili neler yapılabileceğini görüşeceğiz. Biz kavga etmek istemiyoruz. Hem şirketler hem de bizim için çözüm bulmamız lazım" dedi.

Gerçek Gündem, Haber: Oktay Çayırlı, 12.07.2014

ESKİŞEHİR'DE TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

 

Polisin düzenlediği operasyonda, Roma dönemine ait olduğu belirlenen aralarında altın takı, sikke ve heykellerinde bulunduğu 121 parça tarihi eser ele geçirildi Olayla ilgili 4 şüpheli gözaltına alındı.

 

 

Eskişehir’de polis ekiplerince düzenlediği operasyonda, Roma dönemine ait olduğu belirlenen aralarında altın takı, sikke ve heykellerinde bulunduğu 121 parça tarihi eser ele geçirildi.

 

Alınan bilgiye göre, İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, ihbar üzerine M.D. (32), K.M. (43), F.G. (52) ve H.K’nin (46) içinde bulunduğu otomobili durdurdu.

 

Otomobilde arama yapan emniyet güçleri, Roma dönemine ait olduğu belirlenen altın küpe, göz bandı, ağız bandı, sikke ve heykellerden oluşan toplam 121 parça tarihi eser ele geçirdi. Gözatına alınan 4 şüpheli emniyetteki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi.

 

Bu arada polis tarafından muhafaza altına alınan tarihi eserler, Eskişehir Müze Müdürlüğü görevlilerine teslim edildi.

haberler.com, 11.07.2014

MERETO DAĞI'NDA KİTABE BULUNDU

 

Batman’ın Sason İlçesi yakınlarındaki Mereto Dağı’nda bulunan Surp Asvadazin Meryem Ana Ermeni Kilisesi enkazında, tarihi kitabe ile bazı tarihi eser kalıntıları bulundu.  Sason Ermeniler Derneği Başkanı Aziz Dağcı, “Enkazı kaldırdığımızda, üzerinde haç figürleri ile Ermenice yazılı büyük bir kitabe ortaya çıktı. Yine eski döneme ait at nalları ile Ermeniler’in bazı tarihi figürlerine rastladık” dedi. Dağcı, “Eserleri, tutanakla Batman Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim ettik. Resim ve belgeleri İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nde incelemeye alacağız. 2 bin 973 metre yükseklikteki Mereto Dağı’nın zirvesindeki kilisede bulunan eserlerin 2 bin yıllık olduğunu tahmin ediyoruz.”

Vatan, 10.07.2014

761 YILLIK MEDRESE TURİSTLERİ ÇEKECEK

 

Erzurum'un simgelerinden olan tarihi Çifte Minareli Medrese, restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından Vakıf Eserleri Müzesi olacak.

 

Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Alaeddin Keykubad'ın kızı Hüdavent Hatun tarafından 1253 yılında yaptırılan medresede 3 yıl önce başlatılan onarım çalışmaları tamamlanma aşamasına geldi. Zemin ve duvar, minarelerdeki çinileri onarılan medrese, restorasyonun ardından yeniden turizme kazandırılacak.

Akşam, 09.07.2014



6 - 12 Temmuz 2014

TARİHİ ESERLER SATILIR MI?

 

 

İngiltere'nin Northampton kenti yönetimi, kendilerine 1880'de 'hediye' edilen bir Mısır heykelini açık artırmada sattı. Londra'daki Christie's Müzayedevi'de yapılan açık artırmada, en az 4 bin yıl önce yontulan bir "Sekhemka" yani firavunların en üs düzey memurlarından birini tasvir eden 76 cm yüksekliğindeki heykel, 15 milyon 760 bin sterline (57,5 milyon TL) alıcı buldu. Alıcının kimliği açıklanmadı. Northamton Kent Konseyi, elde edilen gelirin, Northamton Müzesi ve Sanat Galerisi'nin büyütülmesinde kullanılacağını bildirdi. Satış, ülkede tartışma yarattı. İngiltere Sanat Konseyi, kimliği belirsiz kişilere satışının kabul edilemeyeceğini, Northamton Müzesi'nin "akreditasyonunun iptal edilebileceğini" bildirdi. Mısır'ın Londra Büyükelçisi Eşref Elkholy, satışı "Mısır'ın arkeolojik ve kültürel malının satışı" olarak niteledi ve kınadı. Büyükelçi, "Müzeler mağaza değildir. Bir müze kamunun ziyaretine açması gereken bir eseri nasıl satar? Bu parçanın özel bir koleksiyona girmesinden büyük endişe duyuyoruz" dedi. Tepkiler üzerine Christie's heykelin yeni sahibinin kimliğinin daha sonra açıklanacağını duyurdu.

Uzmanlara, tarihi eserlerin satılıp satılamayacağını sorduk...

'Tarihi eser kaçakçılığının önü açılır'
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik:

İngiltere'nin yasalarını değerlendirmemiz doğru olmaz. Ama Türkiye ve evrensel açıdan tarihi eserlerin satılmasını değerlendirecek olursak, binlerce yıllık eserlerin serbest kapital obje haline gelmesi doğru değildir, çok büyük yanlışlara neden olur. Eserlerin maddi değerleri nedeniyle bilinmeyen bir ticaret dünyası yaratılmış olur. Bu tarihi eserler için büyük bir risktir. Kaçak kazıların, tarihi eserlerin tahribatının, tarihi eser kaçakçılığının önü açılır. Aslında antik eserlere maddi değer biçmek imkansızdır. Önemli olan bu eserlerin taşıdığı tarihi değer ve bilgidir. Tarihi eserler kendi ortamına ve dönemine göre bir hikaye taşır. Adi bakırdan oluşan bir eser bazen çok değerlidir çünkü benzeri yoktur. Bir bakarsın kocaman bir altın heykelin hiç değeri yoktur çünkü o eserden çok sayıda vardır.

'Tarihi eserler kesinlikle satılmamalıdır, ortak mirastır'
Avrupa Müze Akademisi Türkiye Temsilcisi, Bursa Kent Müzesi Koordinatörü
Ahmet Erdönmez:

"Tarihi Eserler kesinlikle satılmamalıdır. Düşünün ülkemizde 12 bin yıldan daha eskiye dayanan bir insan tarihi var. Bu tarihe ait eserler nasıl satılır? Tarihe her zaman sahip çıkılmalı, eserler devletçe korunmalıdır. Ama bazen ekonomik krizin aşılması için böyle şeylerin yapıldığını görüyoruz. Zaten sömürülen ülkeden getirilen bir eseri satmakta sakınca görmemişler. Tarihi miraslar korunmalı, mutlaka bir sonraki nesillere ulaştırılmalıdır. İnsanoğlu en değerli eserlerini satmamalı, aksine korumalıdır. Müzecilik anlayışı bu olmalıdır"

'Kaçırmakla, tarihi eser satmanın farkı ne'
Prof.Dr. Selami Kılıç ( Erzurum Atatürk üniversitesi Tarih bölümü başkanı)
Tarihi eser kaçırmakla tarihi eser satmanın arasında ne fark vardır. Böyle tarihi değerler ulu orta sağda solda satılsaydı, müzelerin ne önemi kalırdı. Bu eserler bırakın bulundukları veya ait oldukları devletin değerleri olmayı, medeniyetlerin ortak değerleridir. Bu nedenle bu tür satışların yapılmasını ben doğru bulmuyorum. Bizim ülkemizden de bir sürü tarihi eserler yurt dışlarına kaçırılarak satıldı. Şimdi bunları geri almak için uğraşıp duruyoruz. Tarihi eserin maddi değeri olmaz. Bunlar bir kültür hazinesidir. İnsanlığın tarihin belgeleridir"

'Maddi değil manevi değerle ölçülür'
Prof.Dr. Kenan İnan (KTÜ Tarih Bölümü ve Rektör Danışmanı)
Babadan deden kalma şeyleri satabilir bir gelir elde edebilirsiniz. Ama bazı eserler vardır topluma mal olmuştur, anladığım kadarıyla Antik Mısır da bulunan bu heykel de o ülke tarihinin önemli figürlerinden biri. Bu tür eserler topluma mal olması gerekir, yani satışa çıkarılıp bir kişinin alıp koleksiyonuna katacağı ve daha sonra 3-5 kişinin görebileceği bir yere koyacağı bu tarihi mirası, tüm insanların görmesi gerekmektedir. Bu nedenle bu tür eserlerin yerleri müzelerdir. Bu kültür hazinelerinin layık oldukları yerler de insanlığın ziyaretine sunulması toplumun gözü önünde bulunması gerekmektedir. Tarihi eserler maddi değerleriyle değil manevi değerleriyle değerlendirilmeli, olaya maddi olarak bakarsanız, geçmişinizi de umarsamaz olursunuz.

Kültür mirası sembol satılabilir mi?
Dr.Osman Emir (KTÜ Eğitim fakültesi tarih bölümü öğretim görevlisi)
Tarihi malzemeler bir ülkenin tarihini, kültürünü, geçmişinin simgeleridir. Değeri ne olursa olsun kesinlikle satılmaması gerekiyor. Kültür mirası bir sembol satılabilir mi? Tarihi eserler ilk bulunduğu yere ait envanterlerdir. Her türlü antik ve tarihi heykel veya benzeri sembol bulunduğu yerle bütünlük arz eder. Bizim ülkemizden de geçmişte bir sürü tarihi eserlerimiz yurt dışına kaçırıldı satıldı. Hala da yapılıyor. Kültürüne, geçmişine önem veren devletlerin bu miraslarına sahip çıkması, bunları koruyup kollaması bu konuda uluslararası anlaşmalar yapması ve kötü niyetli insanlara da ağır cezai müeyyideler uygulaması gerekmektedir.

'Dünyada uygulanıyor, illegal bir şey değil'
Artı Mezat kurucusu ve ortağı Jale Tantekin
Müze bunu kendi yararına satıyorsa bu normal karşılanmalı. Müzenin parayı nereye kullandığı da burada önemli. Müze başka birkaç eser alacaktır veya başka bir müze açıyor olabilir, bunu bilemezsiniz. Ancak illegal bir şey değildir bu. Türkiye'de bugüne dek hiç olmadı ama dünyadaki yapılanlara baktığımızda, yapılagelen bir şey. Dünyada komple koleksiyon satan müzeler de olmuştur; bunun örnekleri vardır.

'Satılabilir ama gerçekliğinin bilinmesi lazım'
Doç.Dr. Hülya Tezcan
Tarihi eserler satılabilir. Ama bu eserlerin gerçekliğinin kesinlikle bilinmesi lazım. Bu eserin satımı hangi verilere göre karar verildi diye sorarlar insana. Özellikle kolleksiyonerlerin bu eserleri çok iyi araştırmaları lazım. Bu eserler hakkında güçlü delillerinin olması lazım. Ama şöyle de bir konu var : Mısır'ın eseri oraya nasıl gitmiş, Northapton'daki eser Cristie's Müzayede Evi'nde nasıl satılıyor onu da anlamış değilim. Burada çok acaip şeyler var gerçekten.

'Her şey paraya endekslendiği için tarihi eserler de alınıp satılmaktadır'
Uludağ Üniversitesi Tarih Bölümü Eski Çağ Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd. Doç Dr. Kamil Doğancı:
"Günümüzde ve maalesef pratikte bu böyle değil. Ülkemiz de bu durumdan, eserlerinin kaçırılıp satılmasından muzdarip ülkelerin başında geliyor. Ama tarihi eserler kesinlikle bulunduğu yerlerde, ait olduğu yerlerde korunmalıdır. Kaçırıldıysa iade edilmeli, bulunduğu yere döndürülerek sergilenip, korunmalıdır, satılmamalı nesillere aktarılmalıdır. Günümüzde her şey parayla endekslendiği için tarihi eserler de alınıp satılmaktadır. Bu satışlar için fazlaca yasal engel de pek yoktur. Örneğin ülkemizde koleksiyonerler bu işleri oldukça rahatça yapabilmektedirler"

'Alınıp satılmasını doğru buluyorum'
Hayri Fehmi Yılmaz – Sanat Tarihçisi
Kültür varlıkları dünyanın bütün ülkelerinde alınıp satılabiliyor. Kamu ve özel müzelerin bu tür satışlarını ben doğru bulmuyorum. Çok büyük ve eski tarihi eserlere kesinlikle dokunulmaması ve satılmamas, korunması lazım. Milli değer açısından önemlidir. Ancak şöyle de bir durum var ki; küçük objelerin de alınıp satılmasını doğru buluyorum. Etnoğrafik ve etüdlük eserler alınıp satılabilir. Veya son yüz yıllık objeler alınıp satılabilir. Bu durum insanların tarihi eserleri takip etmelerini ve tarihi eserler üzerindeki ilgilerinin de kaybolmamasını sağlayacaktır. Bu sayede kültür varlıklarına olan ilgi artacaktır.

Habertürk, Haber: İsmet Acar - Soner Özcan – Kenan Taşkın – Caner Yılmaz, 12.07.2014

KÖLN'DEKİ KARAGÖZ KOLEKSİYONU SARAYDAN ÇALINDI

 

 

Bugünlerde Karagöz sanatçıları arasında bir tartışma sürüyor. Almanya’da yaşayan Karagöz sanatçısı Ali Köken, 30 Haziran 2014’te milliyet.tv’ye bir açıklama yaptı ve açıklamasında Karagöz oyununa ait nadide koleksiyonlardan birinin Almanya’da Köln Üniversitesi’ne ait olduğunu, toplam 150 parçadan oluşan bu zengin koleksiyonda 200 yıllık figürlerin yer aldığını ayrıca, bir şatoda muhafaza edilen koleksiyonda, Türkiye’de 1936’da basılan, Rahmi Balaban’a ait ilk Karagöz kitabının toplatılarak yakılmasına neden olan domuz figürü de bulunduğu söyledi.

 

UNIMA İstanbul Başkanı Alpay Ekler, bu bilgilerin doğru olmadığını iddia ediyor. “Açıklamaya göre Türkiye’de eski koleksiyon yok, Karagöz ile ilgili hiçbir şey yapılmamış, Almanlar bizden daha çok sahiplenmiş Karagöz’ü vs. Bunlar doğru değil. Hem Topkapı Sarayı’nda hem Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın koleksiyonunda çok daha eski tasvirler yer alıyor. Köln’deki bu koleksiyon oraya nasıl gitmiş, ne zaman gitmiş, Asar-ı Antika Nizamnamesi’ne göre işlem yapılmış mı, yoksa kaçırılmış mı? Bu konular araştırılırsa bu milletin kültürüne daha çok hizmet edilir. Belki de o koleksiyonun Türkiye’ye geri gelmesine vesile olur. Domuz figüründen dolayı kitap toplatma olayının belgesi de yoktur. Domuz tasvirinin hangi oyunda kullanıldığı bilinmesi gerekir.” diyen Ekler, Avrupa’ya kaçırılan pek çok tarihi eser gibi Köln’deki Karagöz tasvirlerinin de saraydan çalındığını iddia ediyor.

Zaman, 12.07.2014

APOLLON'U 2000 YIL SONRA TORUNLAR İNŞA EDİYOR

 

Apollon Smintheus Tapınag?ı'nda tam 2000 yıl sonra yeniden inşa ediliyor. Tapınağın bir yüzü ayağa kaldırılıyor. Beyaz çimento ve mermer tozu ile kalıp çakılarak tapınağın basamakları yeniden yapıldı.

 

 

Çanakkale ili Ayvacık İlçesi, Gülpınar beldesinde yer alan Apollon Smintheus Tapınagˆı’nda uzun süredir hummalı bir çalışma sürüyor. MÖ 2. Yüzyılda yapıldığı sanılan tarihi tapınak tam 2000 yıl sonra yeniden inşa ediliyor. Tapınağın bir yüzü ayağa kaldırılıyor. Beyaz çimento ve mermer tozu ile kalıp çakılarak tapınağın basamakları yeniden yapıldı. Şimdi de arkeolojik alanın dışında sütun ve tamburlar yapıldı torno tezgahında yivleri açılıyor. Yakın zamanda tapınağın bir kısmı hem de orijinal yerinde ayağa kaldırılacak.

 

Apollon Smintheus Tapınağı Biga Yarımadası’nın güneybatı ucunda, Çanakkale ili sınırları içinde Gülpınar beldesinde yer alıyor. Jean Baptista le Chevalier 1785 yılında Lektum-Babakale’den Alexandria Troas’a giderken tapınağın toprak üstünde kalan kalıntılarını gördü ve arkeoloji dünyasına ilk kez Apollon Smintheus Tapınağı’nı tanıttı. R.P. Pullan 1861 yılında tapınak alanına gelip kazı kararı aldı. 1866 yılında kazılara başlayıp Apollon Smintheus Tapınağı’nı bilimsel olarak arkeoloji dünyasına sundu. 1980 yılından bu yana ise tapınak ve çevresinde kazı, sondaj ve restorasyon çalışmaları Prof.Dr. Coşkun Özgünel tarafından sürdürülüyor.

 

Kazı Başkanı Prof. Özgünel yapılanın restorasyon olduğunu savunuyor. Bilimsel mimari bir heyetle tapınağı ayağa kaldırdıklarını gururla anlatıyor. Sponsor firmanın desteği ile tamburları ve frizleri yaptıklarını, temmuz ayı sonuna doğru ilk sütunu dikeceklerini söylüyor. Ancak hem arkeologlar hem de restoratörler hayretler içinde bu gelişmeyi izliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın buna nasıl izin verdiği herkesin merakı. Çanakkale Koruma Kurulu’ndan da onay alan proje Türkiye ’nin de taraf olduğu Venedik Tüzüğü’ne aykırı olduğu ileri sürülüyor.

 

Uzmanlar, ‘’6 sütun ayağa kaldırılacak. Orijinal basamaklar kaybolmuş. Mevcut hali de tüf taşından olduğundan statik açıdan uygun değildi. 26 metre yükseklik olacak. Tonlarca ağırlık binecek. Sağlam yapılmak zorundaydı. Önyüzün yüzde 80 malzemesi orijinal. Dünyanın 3. Büyük tapınağı burası. Frizlerde Troia savaşı anlatılıyor. Başka örneği yok. Restorasyonun en büyük sıkıntısı arkeoloji ve mimarlık dünyasında yeterince tartışılmadan uygulamaya geçilmesi. ’’

Venedik Tüzüğü, tarihi yapıların korunması ve restorasyonu hakkında uluslararası çerçeve belirleyen bir antlaşmadır. Apollon tapınağındaki restorasyon, tüzüğün 6, 9, 12. Maddeleri ile 15. maddeye açıkça aykırıdır. Restorasyon ekibine göre ise değil. Onlar tüzüğün 15. Maddesindeki anastilosis yani birbirinden ayrılmış parçaları bir araya getirdiklerini savunuyorlar.

 

 

İşte Venedik Tüzüğü’nün o maddeleri:

MADDE 6- Anıtın korunması, ölçeği dışına taşmamak şartıyla çevresinin de bakımını içine almalıdır. Eğer geleneksel ortam varsa, olduğu gibi bırakılmalıdır. Kütle ve renk ilişkilerini değiştirecek hiçbir yeni eklentiye, yok etmeye, ya da değiştirmeye izin verilmemelidir.
MADDE 9- Onarım uzmanlık gerektiren bir iştir. Amacı, anıtın estetik ve tarihi değerini korumak ve ortaya çıkarmaktır. Onarım kendine temel olarak aldığı orijinal malzeme ile güvenilir belgelere saygıyla bağlıdır. Faraziyenin başladığı yerde onarım durmalıdır; yapılması gerekli herhangi bir eklemenin mimari kompozisyondan farkı anlaşılabilmeli ve gününün damgasını taşımalıdır. Herhangi bir onarım işine başlamadan önce ve bittikten sonra, anıtın arkeolojik ve tarihi bir incelemesi yapılmalıdır.
MADDE 12- Eksik kısımlar tamamlanırken, bütünle uyumlu bir şekilde bağdaştırılmalıdır; fakat bu onarımın, aynı zamanda artistik ve tarihi tanıklığı yanlış bir şekilde yansıtmaması için, orijinalden ayırdedilebilecek bir şekilde yapılması gereklidir.
MADDE 15- … Bütün yeniden inşa işlemlerinden peşinen (a priori) vazgeçilmelidir. Yalnız anastilosis’e, yani mevcut fakat birbirinden ayrılmış parçaların bir araya getirilmesine izin verilebilir. Birleştirmekte kullanılan madde her zaman ayırdedilebilecek bir nitelikte olmalı ve bu, anıtın korunmasını sağlamak ve eski haline getirmek için mümkün olduğu kadar az kullanılmalıdır.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 11.07.2014

YENİ BİR ANTİK KENT GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Çanakkale'nin Eceabat İlçesi'nde yapılan kazılarda 3 bin yıllık antik bir kente ait bulgulara ulaşıldı. Dünyaca ünlü Troya kenti kadar büyük olan kazıları, Onsekiz Mart Üniversitesi yürütüyor.

 

Kazı alanında  25 kişilik ekip çalışıyor.

Kazı Başkanı Yrd. Doç. Göksel Sazcı, "İlk Yunan göçlerine ait buluntular da var burada. Bizans dönemine ait kalıntılar da var. Burası Çanakkale bölgesinde Troya ile kıyaslanacak kadar önemli bir yer. Artık burada da Tunç Çağları araştırılarak bölgenin tarihsel mozaiği biraz daha tümlenmiş olacak. Troya yalnız olmaktan artık kurtulacak" dedi.

 

Maydos Kilise Tepesi Höyüğü, Troya kenti kadar önemli, çünkü 3 bin 300 yıllık bir geçmişe sahip olduğu belirtiliyor.

 

Kazılarda, Troya savaşına ait kalıntılara da rastlanılması bekleniyor.

Trt Haber, 10.07.2014

PARİS'TE FRANSIZ DEVRİMİ'NİN İZLERİ CANLANIYOR

 

Paris komününün, Vendome Sütunu'nun yıkılması sırasındaki tahribatı önlemek için inşa ettikleri dev tümsek yakın zamanda o meydanda yeniden canlanabilir.

 

 

İstanbul'da kent belleğinin yıkımını hazırlayan birçok projeye seyirci kalırken Paris'te çok farklı tartışmalara yelken açıldı bile. Tarihin en büyük kent ayaklanmalarından biri olan Paris komününün kentteki izlerinin canlandırılması gerektiğine inanan profesör David Giseen, farklı bir projeyi kent gündemine soktu. Paris'in ünlü Vendome Meydanı'nda Napoleon tarafından inşa edilen, Paris komünü isyanında yıkılan Vendome Sütunu'nun yıkılışı sırasında etrafında kurulan koruma tümseğin yeniden inşa edilmesi için kentin koruma kuruluna resmi bir başvuruda bulunan tarihçi, önerisi için yaptığı kapsamlı araştırmayı da bir sergiye dönüştürdü.

 

 

Vendome Sütunu, 1. Napoleon'un emriyle 1810'da Paris'te inşa edilmişti. 44 metre yüksekliğindeki sütunun etrafını saran kabartmalarda, Napoleon ordusunun savaşlardaki galibiyetleri simgeleniyordu. Sütunun bronzları bile Napoleon'un Austerlitz savaşının galibiyetine karşılık aldığı 1200 topun eritilmesiyle elde edilmişti. Tam da bu sebeple sütunun, Paris komünü tarafından yıkılmasına karar verilmişti.

 

 

1870'lerde Paris komününün yükselişi kentte de köklü bir etki yaratmıştı. Emperyalist devletin izlerini kentten silmek isteyen halkın nefret ettiği Vendome Sütunu'nun yıkılması kararı da bunlardan biriydi. 

 

 

Sütunun yılmasına karar verildikten sonra sütunun etrafında, yıkım sırasında ortaya çıkaracabilecek tahribatı önlemek için kum, saman, dal parçaları ve gübreden oluşan bir tampon bölge hazırlanmış.

 



 

Paris komününün bastırılmasından sonra Vendome Sütunu 1873-1875 yılları arasında yeniden inşa edimişti. Buna karşılık "Vendome Tümseği neden yeniden inşa edilmesin?" diyen Paris Mimari ve Kültürel Miras Departmanı'nı 2012'de tümseğin yeniden inşa edilmesi için resmi bir başvuru yptı. 1871 yılındaki olayların hatırlanması amacıyla bir devrim sembolü, Paris komününün kente verdiği değerin göstergesi olarak belirtilen tümseğin meydanda yeniden inşa edilmesi bekleniyor.

 

 

Araştırmasını tarihçi David Giseen'in yürüttüğü proje bir sergiye dönüştürüldü. "The mound of Vendome" isimli sergi kapsamında meydandaki yıkımın önce ve sonraki halini gösteren pek çok sayıda fotoğraf bulunuyor. Sergide aynı zamanda çizimler, modeller, gazete küpürleri, Vendome tümseğinin yeniden inşa edilmesi için yazılmış dilekçeler gibi birçok belge de yer alıyor.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 10.07.2014

YENİŞEHİR'DEKİ BARCIN HÖYÜĞÜ'NDE KAZILARA YENİDEN BAŞLANDI

 

 

Yenişehir İlçesi'nde, Hollanda Araştırma Enstitüsünün 2007 yılından bu yana Barcın Höyüğü’nde sürdürdüğü kazıların bu yılki bölümüne başlandı.
 

Kazıda görevli Koç Üniversitesinden Yrd. Doç.Dr. Rana Özbal, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çalışmaların Boğaziçi Üniversitesi Kimya Bölümünden Arkeometri Uzmanı Prof.Dr. Hadi Özbal, Hollanda Araştırma Enstitüsü Müdürü ve Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Fokke Gerritsen yönetiminde, Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi Arkeolog Salim Yılmaz ve Ege Üniversitesinden Araştırma Görevlisi Dr. Mücella Erdalkıran denetiminde gerçekleştirildiğini söyledi.

 

Bu sezon höyüğün en alt tabakalarını kazmayı hedeflediklerini ifade eden Özbal, artık yerleşim görmemiş, insanların yaşamadığı tabakalara inmeyi umut ettiklerini belirtti.

 

Özbal, MÖ 8600-8000 yıllarına tarihlenen tabakaların kazılacağını anlatarak, “Yan yana yerleştirilmiş yapılar ve avlulardan oluşan bir yerleşim dokusu kazılıyor. Yapıları, mimari ögeleri ve inşaat tekniklerini daha iyi anlayıp geçmiş insanların yaşam biçimlerini ortaya çıkarmayı amaçlıyoruz. Buluntular ve elde ettiğimiz bilgiler, ilçenin tarih öncesi dönemlerini ve o dönem insanının nasıl bir yaşam sürdüğünü anlamamıza yardımcı olacak” dedi.

 

Türkiye, İngiltere, Hollanda, Finlandiya, ABD ve Kanada’dan 20 kişilik üniversite öğrencisinin katıldığı kazılar, iki ay sürecek.

haberler.com, 10.07.2014

TARİHİ MAHALLENİN UCUBELERİ

 

 

Vilayet camii restorasyon adı altında yapılan yenilemeden dün bahsetmiştik. Bugün de size İstanbul ’un son kalan Osmanlı mahallesinin nasıl yok edildiğini göstereceğiz. Ayvansaray’da son Osmanlı evleri yıkılıp yerine betondan binalar dikildi. Benzesin diye de üzeri ahşapla kaplanıyor…

Ayvansaray Tokludede mahallesi 2 yıl önce özgün mimari evleri dar sokakları ve içinde yaşayan halkı ile adeta sizi bir asır önceye götürüyordu. Halk tipi ahşap evlerden İstanbul’un bir başkla köşesin de ya bir tane ya da hiç bulamazsınız. Tokludede’de bunlardan onlarcası vardı ve yanyanaydı. Mahalle halkı yıllarca yaşadıkları evlerini damı aksa, çerçeveleri düşse bir çivi dahi çakamazdı. Belediye ve Koruma Kurulu damlarını aktarmaya izin vermedikleri evlerini bir gün ansızın ellerinden aldı. 2005 yılında yenileme alanı yapılan Tokludede mahallesinde mülk sahipleri bazen zorla bazen kandırma yoluyla evlerinden çıkarılmaya başlandı. Kandırma diyorum, direnenlere her türlü oyun belediye tarafından oynandı. Müteahhit firmaya 3 katlı proje sözü verilirken vatandaşa 2 kat denilerek mülkleri değersizleştirildi. Fatih Belediyesi yenileme projesini Şener İnşaat adına Altınboynuz Turizm İnşaat firmasına verdi.

 

RESTORE EDECEĞİZ DENİLDİ
Fatih Belediyesi bu projeyi resmi sitesinden şöyle tanıtmıştı; Türk mimari ve kültürel kimliğinin korunması, uluslararası çerçevede sanatsal ve kültürel etkinliklerin yapıldığı Sultanahmet’e alternatif bir turizm aksı haline getirmek’’ Proje alanındaki 11 tescilli binanın restore edilerek mimari karakterinin bozulmasına yol açan eklerinden arındırılarak orijinal haline getirilmesinin planlandığı belirtilmişti.

 

 

YEPYENİ OLDU

Fakat proje beklenildiği gibi olmadı. 48 konut 5 dükkan 1 otel 2 butik otel ve bir sosyal tesis planlandı. Tescilli sivil mimarinin İstanbul’da kalan son temsilcileri iş makinaları ile yerle bir edildi. Yıkım aşamasında yapılan haberler bile inşaat sahibini durduramadı. Tarihi Yarımada içindeki tüm ilke kararları ve UNESCO tavsiyeleri de fayda etmedi. Bu eşsiz tarihi miras evlerin yerlerine ise fotoğraflarını gördüğünüz beton binalar dikildi. O kendine özgü mimarisi olan ahşap yapılar artık yok. Betondan yapılan ve üzerine ahşap geçirilen taklit ucubeler var. İstanbul’un kara ile deniz surlarının buluştuğu bu ender mahalle şimdi yepyeni, pırıl pırıl konutlarla doldu.

ÖZGÜNDÜ YOK OLDU!
Sanat Tarihçi Prof.Dr. Semavi Eyice bu evlerin yok edilmesi ile ilgili bakın ne diyor; ‘’tarihi binalar yıkılıp yerine dev binaların yapılması kentin kültürünü ve dokusunun yok olmasına neden oluyor. Eskiden İstanbul’un kendisine has bir mimari kimliği vardı. Şimdi şöyle dışarı çıkıp İstanbul’a baktığımda dev gökdelenler dışında bir şey göremiyorum. Osmanlı mimarisinin özgün örnekleriydi bu mahalle. Bu kültürü yok ettiler.’’

MÜLTECİLER YERLEŞİR!
Fatih Belediyesi yeni turizm alanı olarak yola çıktı ama bırakın buraya turist gelmesini, o mahallede oturacak halk bile zor bulunur. Tıpkı Sulukule’de olduğu gibi buraya da Suriyeli ve Libya’lı mülteciler yerleşir. Şimdi bu projenin Koruma Kurulu’ndaki adı ise restorasyon olarak geçiyor. Buna izin veren kurul üyeleri de, halkı ve kamuoyunu kandıran Fatih Belediyesi de bu rezaletten sorumludur.

 


Radikal, Haber: Ömer Erbil, 09.07.2014

MELİKGAZİ TÜRBESİ'NDE RESTORASYON ÇALIŞMALARI

 

 

Kayseri Valisi Orhan Düzgün, Selçuklu döneminin kentteki önemli miraslarından 12’nci yüzyıl eseri Melikgazi Türbesi ile etrafındaki cami ve diğer iki türbenin restorasyon çalışmalarının yüzde 95 oranında tamamlandığını belirtti.


Vali Düzgün, yaptığı açıklamada, Pınarbaşı ilçe sınırları içerisinde yer alan Danişmentli Devleti’nin 2’nci Büyük Hükümdarı Melikgazi’nin naaşının muhafaza edildiği Melikgazi Türbesi’nin yaklaşık 9 asırlık bir geçmişi bulunduğunu söyledi. Hükümdar Melikgazi’nin hayatta iken kendi adına yaptırdığı türbenin son dönem Selçuklu Mimarisi özellikleri taşıdığını ve türbenin tarihi ve kültürel miras zenginliğimiz açısından özel öneme sahip olduğunu kaydeden Vali Düzgün, “1901 yılında yaptırılan Melikgazi Camisi ile Dulkadiroğulları Beyliği Hükümdarı Emir Halil ve Selçuklu Din Alimi Seyyid Selahaddin Türbeleri’nin de bulunduğu bölgede kapsamlı bir restorasyon çalışması başlatılmıştı. Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nca onaylanan restorasyon projeleri ile Vakıflar bölge Müdürlüğümüzün yaptığı çalışmalar sonucunda bölgemiz aslına uygun bir hale getirilmiştir” dedi.


Vali Düzgün, bu toprakların Müslümanlaşması ve Türkleşmesinde önemli bir yere sahip olan Danişment Hükümdarı Melikgazi’nin türbesine yapılan restorasyon çalışmaları sonrası ziyaretçi sayısının da arttığına dikkat çekerek, ata yadigarı eserlere sahip çıkmanın manevi bir sorumluluk olduğunun önemini vurguladı.

Milliyet, 09.07.2014

AHMET CAHİDİ SULTAN KÜLLİYESİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Çanakkale’de koruma altında bulunan tarihi Ahmet Cahidi Sultan Camii ve Türbesi restore edilmeye başlandı.

 

Eceabat İlçesi'ne bağlı Kilitbahir Köyü'nde bulunan ve Türkiye’nin birçok yerinden ziyaretçileri ağırlayan 4 asırlık Ahmet Cahidi Sultan Camii ve türbesi restorasyon çalışmaları sebebiyle ibadete ve ziyarete kapatıldı. Vakıflar Genel Müdürlüğü Balıkesir Bölge Müdürlüğü’nce açılan ihale sonucu restorasyon çalışmaları 250 bin TL’ye mal olacak. 17’nci yüzyılın başlarında yapıldığı sanılan cami ve sonradan ilave edildiği düşünülen türbenin duvar ve tavanlarında oluşan çatlaklar sebebiyle güçlendirme yapılması için ilk olarak dış sıvaları soyuldu. Külliyenin ana yapısı olan cami ve sonradan yapıldığı sanılan ve içinde Ahmet Cahidi Sultan ile eşi Kerime Hatun’un mezarlarının bulunduğu türbe, aslına uygun restore edilecek. Çevre düzenlemesi çalışmalarının ardından yeniden ziyarete ve ibadete açılacak. Kilitbahir’e Edirne’den gelip yerleşmiş bir tasavvuf büyüğü olan Ahmet Cahidi Sultan, 1659’da vefat etmiş.

Zaman, 09.07.2014

OSMANLI'NIN İLK FETHETTİĞİ KALE, VATANDAŞLARLA BULUŞMAYI BEKLİYOR

 

 

Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osman Gazi tarafından 1288′de Bizanslılar’dan fethedilen, 1299′da ilk hutbenin okutularak Osmanlı Beyliği’nin kurulduğu Karacahisar Kalesi’nin, devam eden kazı çalışmalarının ardından restore edilerek turizme kazandırılması planlanıyor.

 

Kazı Başkanı ve Anadolu Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Erol Altınsapan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Karacahisar Kalesi’nin ve yerleşiminin araştırılması fikrinin ilk kez 1999′da tarihçi Prof.Dr. Halil İnalcık tarafından ortaya konulduğunu belirterek, kazıların aynı yıl İnalcık ve dönemin AÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ebru Parman tarafından başlatıldığını hatırlattı.

 

Kazıların 2009′da kendisinin bilimsel danışmanlığında, Eskişehir Arkeoloji Müzesi sorumluluğunda, geçen mayıs ayında hayatını kaybeden Müze Müdürü Dursun Çağlar’ın başkanlığında başlatıldığını ifade eden Prof.Dr. Altınsapan, “İnalcık, Parman, Çağlar ve dönemin Valisi Mehmet Kılıçlar’a, dönemin AÜ Rektörü Engin Ataç’a teşekkür ediyorum” dedi.

 

-”Kalenin ayağa kalkmasını hedefliyoruz”

Altınsapan, bu yıl kazı çalışmalarına 7 Temmuz’da başladıklarına değinerek, Çankırı Müzesi’nden Arda Akçel’in bu yıl bakanlık temsilci olarak ekiplerine dahil olduğunu bildirdi.

 

Çalışmaların yaklaşık 20 kişilik öğrenci ekibiyle sürdürdüklerini anlatan Altınsapan, şöyle devam etti:

“Bu yıl çalışmalarımızı iç kalede sürdüreceğiz. Geçen sene planladığımız açmaların devamını yapacağız. Açtığımız işliklerin devamı niteliğinde olan mekanların bulunduğunu var sayıyoruz. Buralarda kazı çalışmalarına devam edeceğiz. Kazıdan sonra çıkacak unsurlar yeni yol haritamızı belirleyecek. Üç yıl boyunca yaptığımız çalışmaların bir yayın haline dönüştürülüp kalenin insanlarımıza tanıtılmasını istiyoruz. Konservasyon ve restorasyon projelerini gerçekleştirerek kalenin belli bir bölümünün ayağa kaldırılmasını istiyoruz. Bu ulu kalenin bilimsel çalışmalarımız halk kitlelerine kazandırılmasını ve restorasyon çalışmaları sonucunda ayağa kalkmasını hedefliyoruz.”

 

Altınsapan, Selçuklular tarafından İç Anadolu Bölgesi’nin kuzeyine yerleştirilen Ertuğrul Gazi’nin yönettiği Kayı boyunun, zamanla kendi adına Bizanslılara karşı akınlara başladığını ve Karacahisar Kalesi’nin Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osman Gazi tarafından Bizanslıların elinden fetihle alındığını ifade etti.

 

Kalenin fethinin Türk tarihinde önemli bir siyasi gelişmenin başlamasına neden olduğunu vurgulayan Altınsapan, “Karacahisar Kalesi, Osmanlı Beyliği’nin rüşdünü, egemenliği ilan ettiği yerdir. Osmanlı’nın kuruluşundan mihenk taşı görevi yapan kalenin ayağa kaldırılarak halkımıza tanıtılması ve ziyarete açılması en büyük hayalimiz” dedi.

 

Altınsapan, Kültür Ve Turizm Bakanlığı ile AÜ’nün de kazıda kendilerine destek olduğunu sözlerine ekledi.

haberler.com, 09.07.2014

GERÇEK MİRO GELİYOR

 

 

Bu yıl 26-28 Eylül tarihlerinde gerçekleşecek uluslararası sanat fuarı ArtInternational, dünyaca ünlü Katalan ressam ve heykeltıraş Joan Miró’yu İstanbul’a getiriyor.

 

Galerie Lelong’un standında bronz heykelleri ve kağıt üzerine çalışmaları sergilenecek sanatçının 2 metrelik “Statue” adlı heykeli de, Haliç Kongre Merkezi’nin terasına, fuarın “By The Waterside” bölümüne yerleştirilecek. Heykellerin 1970’lerde, kağıt üzerine eserlerin ise 1949–1951 ve 1970’lerde üretildiğini söyleyen Galerie Lelong direktörü Patrice Cotensin, Miró’nun temsilcilerinden biri olduklarını, bugün de ailesiyle birebir çalıştıklarını belirtti. Sanatçının ailesi tarafından haklarını korumak ve yürütmek için kurulan Successió Miró ile birlikte bütün eserlerinin kataloğunun yayıncısı olduklarının da altını çizen Cotensin, Miró’nun işleriyle İstanbul’a gelmekten büyük mutluluk duyduklarını söyledi.

Zaman, 09.07.2014

STRATONİKEİA'DA KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

 

Yatağan'daki Stratonikeia antik kentinde 2014 yılı kazı çalışmaları başladı. Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt, yaptığı açıklamada, antik kentte, 3 bin yıllık tarihin her döneminden kalıntılar bulabilmenin mümkün olduğunu, Karia bölgesinin en önemli kentlerinden olan antik kentin Tunç Dönemi'nden Cumhuriyet dönemine kadar adından söz ettirdiğini söyledi. Kazı çalışmalarını yaklaşık 50 kişilik ekiple sürdürmeyi planladıklarını ifade eden Söğüt, "Roma hamamında kazı ve konservasyon çalışmalarına devam edilecek. Augustus ve İmparatorlar Tapınağı'nda uzun süreli bir çalışma yapılacak. Tiyatronun üst kısmındaki terasta bulunan tapınak, kente gelen ziyaretçilerin en çok ilgisini çeken yapılardan" dedi.

Söğüt, dünyanın en büyük mermer kentleri arasında yer alan Stratonikeia antik kentindeki 2 bin yıllık mozaiklerin, kenti ziyaret eden turistler ve güneş ışığından korunduğunu, buradaki çalışmaların da titizlikle devam ettiğini kaydetti. Mozaiklerin bakım ve onarım çalışmalarının 10 kişilik bir ekiple yürütüldüğünü ifade eden Söğüt, çalışmalar tamamlandığında mozaiklerin üzerinin açılacağını, kente gelen ziyaretçilerin bu alanları rahatlıkla gezebileceğini
dile getirdi.

Stratonikeia antik kentinin yaşayan bir arkeoloji kenti olduğunu, bir benzeri bulunmadığını dile getiren Söğüt, antik dönemden günümüze yapıların bir bütün olarak korunduğu, Osmanlı dönemi taş döşeli yollarda yürünerek gezilen başka bir antik kent bulunmadığını kaydetti.

Yeni Asır, 09.07.2014

HÜRREM SULTAN'IN PARFÜM ŞİŞELERİNİN BULUNDUĞU SARAY KORUNACAK

 

 

Edirne Yeni Saray Kazısı Başkanı ve Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Özer: “Saray çevresini ören yeri ilan etme çalışmaları sürüyor”

 

Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman gibi Osmanlı’nın yükselme dönemi padişahlarına ev sahipliği yapan Edirne Sarayı’nın kazı alanı ören yeri haline getirilecek.

 

Tunca Nehri’nin yanında yer alan ve 6 yıldır süren kazı çalışmaları sırasında, Osmanlı dönemi kanalizasyon sistemi, Saray mutfağına ait araç gereçlerin yanı sıra Hürrem Sultan’ın kullandığı parfüm şişelerinin de bulunduğu Edirne Sarayı kazı alanı, Ören yerine dönüştürülerek koruma altına alınacak.

 

Edirne Yeni Saray Kazısı Başkanı ve Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mustafa Özer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür Ve Turizm Bakanlığı ile Bahçeşehir Üniversitesi işbirliğiyle yürütülen kazıların 6′ncı sezonunun başladığını söyledi.

 

Kazı çalışmalarında önemli mesafeler katedildiğini ifade eden Özer, şöyle konuştu:

“2009 yılından bu yana devam eden çalışmalar kapsamında, saray yapılarından kum kasrı, Saray hamamı ve Saray mutfağı arkeolojik kazısı ve restorasyonu tamamlandı. Ayrıca Saray rölevelerinin tamamı alındı, fotoğraflarla belgelendi. Edirne Sarayı’nın üç boyutlu animasyonu dışında Bahçeşehir Üniversitesi yayınlarından Saray kazısında yapılanlar ve yol haritasının anlatıldığı bir kitap yayımlandı.

 

“Surlar ortaya çıkarılacak”

Özer, bu yıl sarayı çevreleyen surların ortaya çıkarılacağını, Namazgah Çeşmesi çevresinde kazı ve restorasyon çalışması yürütüleceğini söyledi.

 

Saray ve kazı alanını korumaya yönelik çalışmaların da devam ettiğini belirten Özer, şunları anlattı:

“Saray çevresini Ören yeri ilan etme çalışmaları sürüyor. Bu durum saray kazı alanının korunmasına yardımcı olacak. Hazırlık çalışmaları Kültür Ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen Edirne Sarayı Ören Yeri Projesi’ne altyapı oluşturmak üzere haritalandırma çalışmalarını bu yılki kazı programımız dahilinde kısa sürede tamamlamayı planlıyoruz. Proje çerçevesinde restorasyonu tamamlanan Saray mutfağının da bu yıl işlevlendirilmesini bekliyoruz.”

 

Edirne Yeni Sarayı

Tunca Nehri kenarına kurulan Edirne Sarayı’nın yapımına, II. Murat’ın emriyle 1450 yılında başlandı. II. Murat’ın vefatından sonra Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, I. Ahmet, II. Ahmet, Sultan Mustafa, III. Süleyman ve IV. Mehmet, sarayı yeni yapılar ekleyerek genişletti.

 

Topkapı Sarayı’na benzer bir yerleşim planına sahip Edirne Sarayı, büyük meydanlar etrafında konumlanan değişik işlevli yapılarıyla Türk Saray mimarisinin genel karakterini yansıtmaktadır. İnşasının ardından Osmanlı-Rus Savaşı, Balkan Savaşı, IV. Mehmet’in sünnet şöleni gibi pek çok önemli olaya tanıklık eden Saray, Osmanlı-Rus Savaşı’nda önemli oranda tahrip edildi.

 

Savaş sırasında cephanelik olarak kullanılan Saray, Edirne’nin istila edileceği ve cephanenin Ruslar’ın eline geçebileceği düşüncesiyle dönemin Edirne Valisi Cemil Paşa’nın emriyle havaya uçuruldu.

 

Saraydan günümüze mutfağı, Babüssade, Cihannüma Kasrı, Kum Kasrı Hamamı, Fatih Köprüsü, Adalet Kasrı, Kanuni Köprüsü, Su Maksemi, Şehabeddin Paşa Köprüsü, Namazgahlı Çeşmesi, Av Köşkü gibi yapılar ulaşabildi.

 

Saray, 2009′da başlatılan kazılarla gün yüzüne çıkarılmaya çalışılıyor.

haberler.com, 09.07.2014

PARION'UN SIRLARINI ANLATACAK KAZILAR BAŞLADI

 

 

Çanakkale'nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü sınırları içerisinde kalan Parion antik kentinin ortaya çıkarılması çalışmaları kapsamında 10'uncu dönem kazıları başladı. Parion antik kentinin, alan büyüklüğü ve bulunan tarihi eserler bakımından büyük önem taşıdığı vurgulandı.

 

Antik çağlarda bir liman kenti olan Parion antik kentindeki kazı çalışmalarını, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Atatürk Üniversitesi adına Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Vedat Keleş'in başkanlığında yürütüldüğü belirtildi. Kazı Restorasyon ve Konservasyon çalışmalarında Atatürk Üniversitesi, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi, Karabük Üniversitesi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nden 28 öğrenci, 19 arkeolog, 1 epigraf, 1antropolog, 7 mimar, 1 harita mühendisi, 8 restoratör ve konservatör olmak üzere 65 kişilik ekibin görev aldığı açıklandı. Çalışmalara ayrıca ana sponsor İÇDAŞ A.Ş.'nin verdiği 70 kişilik işçi ekibinin de destek sağladığı kaydedildi. 2014 sezonunda geçen yıllarda başlayan kentteki güney nekropol, tiyatro, odeion, Roma hamamı, yamaç yapısı ve sondaj yapısı olmak üzere 7 sektörde kazı çalışmalarına devam edileceği belirtildi. Bunun yanında kentin değişik noktalarında sondaj çalışmalarının da yürütüleceği belirtildi. 2014 sezonunda ağırlık verilecek çalışmalardan biri de restorasyon ve konservasyon çalışmaları olacağı açıklandı. Daha önceki yıllarda ortaya çıkarılan ve kazısı biten erken Bizans şapeli arkeopark projesinin bitirilmesinin hedeflendiği ifade edildi. Parion antik kentinin 'Ören Yeri Statüsü' kazanması için gerekli alt yapı proje çalışmaları da bu sezon başlatılacağı belirtildi. Milattan önce 8'inci yüzyıl sonlarına ait iki limanıyla önemli bir liman kenti olan Parion'da, 2015 sezonunda başlatılması düşünülen su altı arkeolojisi çalışmalarının alt yapısının da bu sezon oluşturulacağı bildirildi.

 

 

ÖNCEKİ KAZILARDA TARİH ÇIKTI 

Geçen yıllardaki kazılarda Parion antik kentinde meşe yapraklı altın taç, Eros figürlü altın küpe, altın pulun da bulunduğu 260 adet envanterlik tarihi esere ulaşıldı. Kazı bölgesinde Hellenistik kültür öncesi Pers dönemine ait 4 lahit, 60 mezar. Aralarında altın takıların yanı sıra tarihi eserler. Cadde ve caddenin iki yanında sıralanan yapılar. Nekropol, saray veya villa benzeri bir yapı ile antik tiyatro bulundu. Gün yüzüne çıkarılan Artemis heykeli arkeolojik kazanım açısından hayli kıymetli bir eser olarak değerlendirilirken, 5 bin kişilik olduğu tahmin edilen stadyum kazısı tamamlandıktan sonra Parion antik kentinin dünyaya tanıtılarak turizme kazandırılması hedeflendiği belirtildi. 

Zaman, 09.07.2014

 

******


ARKEOLOJİ ALANINDA EFES'İ GERİDE BIRAKACAK

 

 

Alan büyüklüğü ve bulunan tarihi eserler bakımından Efes antik kentini geride bırakacak olan Çanakkale’deki Parion antik kentinin ortaya çıkarılması için onuncu sezon kazılarına başlanıldı.

 

2005 yılında ilk kez kazı çalışmalarının başlatıldığı Biga’nın Kemer Köyü’nde yer alan antik çağlardaki bir liman kenti olan Parion’daki kazılar Kültür Ve Turizm Bakanlığı ile Atatürk Üniversitesi adına Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Profesör Cevat Başaran başkanlığında yürütülüyor.

 

Çelik ve enerji üretimiyle Türkiye ekonomisine büyük katkıda bulunan ve bu yıl İSO 500 listesinde 7′inci sırada yer alan İçdaş (İçdaş Çelik Enerji Tersane ve Ulaşım A.Ş.)’nin 2008 yılından bu yana sürdürdüğü sponsorlukla Parion antik Kent kazılarına devam ediliyor. Dünyanın sayılı, Türkiye’nin ise en büyük tarihi kazısının yapıldığı Parion Antik Kenti İçdaş’ın sponsorluğunda gün yüzüne çıkartılıyor.

 

Kazı, restorasyon ve konservasyon çalışmalarında Atatürk Üniversitesi, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi, Karabük Üniversitesi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nden 28 öğrenci, 19 arkeolog, 1 epigraf, 1antropolog, 7 mimar, 1 harita mühendisi, 8 restoratör ve konservatör olmak üzere toplam 65 kişilik ekip görev alıyor.

Çalışmalara ayrıca ana sponsor İçdaş A.Ş.’nin verdiği 70 kişilik işçi ekibi de destek sağlıyor.

 

2014 sezonunda geçen yıllarda başlayan kentteki güney nekropol, tiyatro, odeion, Roma hamamı, yamaç yapısı ve sondaj yapısı olmak üzere 7 sektörde kazı çalışmalarına devam edilecek.

 

Bunun yanında kentin değişik noktalarında sondaj çalışmaları da yürütülecek. 2014 sezonunda ağırlık verilecek çalışmalardan biri de restorasyon ve konservasyon çalışmaları olacak. Daha önceki yıllarda ortaya çıkarılan ve kazısı biten erken Bizans şapeli arkeopark projesinin bitirilmesi hedefleniyor. Parion antik kentinin “Ören Yeri Statüsü” kazanması için gerekli alt yapı proje çalışmaları da bu sezon başlatılıyor.

 

MÖ 8. yüzyıl sonlarına ait iki limanıyla önemli bir liman kenti olan Parion’da 2015 sezonunda başlatılması düşünülen su altı arkeolojisi çalışmaları alt yapısı da bu sezon oluşturulacak.

 

Geçtiğimiz yıllardaki kazılarda meşe Yapraklı altın Taç, Eros figürlü altın küpe, altın pulun da bulunduğu 260 adet envanterlik tarihi esere ulaşılmıştı. Kazı bölgesinde Hellenistik kültür öncesi Pers dönemine ait 4 lahit, 60 mezar, aralarında altın takıların yanı sıra tarihi eserler, cadde ve caddenin iki yanında sıralanan yapılar, nekropol, Saray veya villa benzeri bir yapı ile antik tiyatro bulunmuştu.

 

Gün yüzüne çıkarılan Artemis heykeli arkeolojik kazanım açısından hayli kıymetli bir eser olarak değerlendirilirken, 5 bin kişilik olduğu tahmin edilen stadyum kazısı tamamlandıktan sonra Parion antik kentinin dünyaya tanıtılarak turizme kazandırılması hedefleniyor. Kazılar tamamlandığında Efes antik kentinden de büyük bir merkezin ortaya çıkacağı belirtiliyor.

haberler.com, 09.07.2014

DENİZLİ'DEKİ ANTİK KENTLER GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

 

Türkiye'de turist çeken önemli merkezler arasındaki Denizli'de, antik kentler 12 ay süren çalışmalarla gün yüzüne çıkartılıyor. 

 

Denizli Valisi Abdülkadir Demir, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye'nin arkeolojik alanlar yönünden çok zengin bir ülke olduğunu, hemen hemen her şehirde arkeolojik alanların bulunduğunu belirtti. Denizli'de de 19 antik kentin bulunduğunu ve 5'inde kazı çalışmalarına devam edildiğini bildiren Demir, Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nce Laodikya antik kentinde kazıların 12 ay kesintisiz sürdüğünü bildirdi. 

 

Arkeolojik çalışmaların genellikle yılın belli bir iki aylık döneminde gerçekleştirildiğine dikkati çeken Demir, "Üniversitelerin tatile girdiği dönemde asistanlar, öğrenciler ve diğer görevlilerle birlikte 1 ay kadar çalışma yapılıyor. Ama Laodikya'da yıl boyu devam eden kazılar sayesinde, başka bir kazıda 12 yılda yapılan çalışmayı bir yılda gerçekleştirdik. Bu eserlerin kısa sürede gün yüzüne çıkmasını, görünmesini sağlıyor" diye konuştu. 

 

Denizli'de Laodikya'nın yanı sıra, Pamukkale'de Hierapolis, Buldan İlçesi'nde Tripolis, Çivril İlçesi'nde Beycesultan ve Kale İlçesi'nde Tabea antik kentlerinde kazı çalışmalarının devam ettirildiğini bildiren Demir, "Pamukkale'deki Hierapolis antik kenti kazısını, İtalyan kazı heyeti 50 yıldır yapıyor. Bu çalışmaların bir kısmı müze kazısı olarak devam ediyor. Laodikya'daki 12 ay süren kazı başarısını, Denizli'deki diğer antik kentlerde de uygulamaya başladık. Bu bize bir yıl içerisinde neler yapabildiğimizi gösterdi" dedi.

 

Yürütülen çalışmalarla ilgili ödenek sıkıntılarının bulunmadığını ifade eden Demir, önceki yıllar İl Özel İdaresi destekleriyle yürütülen çalışmalarla ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından önemli kaynakların sağlandığını kaydetti. Hierapolis antik kenti ve Pamukkale'yi TÜRSAB'ın işletmeye başlamasıyla, buralardan yürütülen kazılara önemli destek sağlandığı bilgisini veren Vali Demir, ortaya konulan iş birliğiyle model olabilecek bir kazı sistemi gerçekleştirdiklerini, bu iş birlikteliklerinin gelecek yıllarda da devam edeceğini dile getirdi.

 

Kazılarda ortaya çıkarılan eserlerin aynı yıl restore edilerek ziyaretçiler için sergilendiğine değinen Demir, şöyle devam etti:

"Çivril İlçesi'nde 2 yıldır çalışmaların yürütüldüğü Beycesultan'ın tarihi 5 bin yıl öncesine dayanıyor. Bu kazı yapılan alanların üzeri kapatılarak sergilenebilir hale getirilecek. Muğla yolu üzerinde Kale İlçesi'ndeki Tabae antik kentinde, sadece bu bölgeye has, başka yerlerde görmediğimiz sarnıçlarla karşılaşıyoruz. Pamukkale'yi görmeye gelen turistlerin rahatlıkla ziyaret edebileceği bir yer. Bu yıl projeleri tamamlanan sarnıçların ve diğer eserlerin restorasyonu yapılacak. Bu alanların turizme açılması planlanıyor. 2014 yılı Denizli'deki arkeolojik kentler anlamında önemli bir yıl olacak. Sahip olduğumuz bu arkeolojik alanları görünebilir hale getirip restorasyonunu sağladığımızda ziyaretçileri cezbedecek, alternatif gezi alanları oluşturabileceğiz."

Memleket, Haber: Mustafa Dermencioğlu, 09.07.2014

ÇUKUROVA'NIN İLK ARKEOLOJİK GEZİ REHBERİ BASILDI

 

 

Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. K. Serdar Girginer ile Dr. Haluk Uygur’un birlikte kaleme aldıkları “Kilikya: Toros ve Amanosların Gölgesinde Kültürlerin Buluştuğu Nokta” isimli arkeolojik rehber, hem Türkçe, hem de İngilizce olarak basıldı.


Konuyla ilgili açıklama yapan Yrd. Doç.Dr. K.Serdar Girginer, Çukurova’nın ilk arkeolojik gezi rehberiyle ilgili şu bilgileri verdi;
“Bu kitabı yazmak istememizdeki en önemli nedenler arasında, hem Türkçe hem de İngilizce nüshasının rahat taşınabilmesi ve özet bilgilerden oluşarak bölgedeki yeni gelişmelerin de anlatıldığı bir nevi gezi güzergah rehberi mantığıyla ve güzel görüntülerle Kilikya bölgesinin hem arkeolojik kültür mirası, hem de doğal güzelliklerinin tanıtılması amacı güdülmüştür.”
“Bu kitapta Kilikya’nın en batısından başlanarak doğuya doğru bir takım gezi güzergah önerileri de oluşturulmuştur. Rehberin içerdiği kentler arasında Mersin, Adana, Osmaniye ve Hatay bulunmaktadır. Kitapları Arkeoloji camiasının A sınıfı yayınevlerinden Homer Kitabevi (İstanbul) basmıştır. Özellikle bu yayından turizm camiasının da yararlanması beklentilerden birisidir. Bu arkeolojik rehber, yerli-yabancı turistler ve tur rehberlerinin rahatlıkla yararlanabileceği nitelikle bir çalışma olmuş ve bölgede bu konudaki büyük bir boşluğu doldurmuştur.”


KİLİKYA'NIN ÖNEMİ
Kitabın konusunu oluşturduğu Kilikya, kara, deniz ve nehirler üzerinden sağladığı ulaşım, Anadolu ve Mezopotamya ile Doğu Akdeniz arasındaki köprü konumu, tarıma elverişli geniş toprakları ile uygarlık tarihi açısından çok önemli bir bölgedir. Mezopotamya dünyası ile Orta Anadolu ve Ege Bölgesi arasında bir köprü olmakla kalmamış, kendine özgü kültürler de yaratmıştır. Bunları başka bölgelere taşımış, bağımsız devletler kurmuş, dilini en eski devirlerden beri yazıya geçirmiş; din, edebiyat, tıp, eczacılık, felsefe, büyücülük ve falcılık konularında büyük gelişmelerin ve icatların yapıldığı, eski dünyanın nadir bölgelerinden biri olmuştur.

Milliyet, 09.07.2014

TELMESSOS ANTİK TİYATROSU RESTORASYONUNDA NELER OLUYOR?

2012 Eylül ayında başlayan restorasyon çalışmalarının gecikeceği bildirilmişti fakat ortaya çıkan fotoğraflar restorasyon projesi ile ilgili kafalarda soru işaretleri yarattı.





Bugün sosyal medyada dolaşan ve Telmessos Antik Tiyatrosu'na ait fotoğraflarda tiyatronun tarihi dokusunu kaybettiğine dikkat çekiliyor.





Roma döneminde inşa edilen, MS 2. yy'da onarım geçiren ve Bizans döneminde arena olarak kullanılan Türkiye'nin denize yakın en eski tiyatrosu olan 6 bin kişi kapasiteli tiyatro, Muğla İl Özel idaresinin web sayfasında yer alan ihale ilanına göre, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamındaki 'Kültür Varlıklarının Rölöve, Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme Projeleri ve Bunların Uygulamaları İle Değerlendirme, Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı Çalışmalarına İlişkin Mal ve Hizmet Alımları'na dair yönetmeliğin 24. maddesine göre 11 Haziran 2012 günü ihaleye çıkmış ve 4 milyon 550 bin liraya işi alan firma tarafından 600 gün içinde restore edileceğine dair anlaşmaya varılmıştı.

Arkitera, Haber: Derya Gürsel, 09.07.2014

İZİNSİZ KAZILAR ANTİK KENTE ZARAR VERİYOR

 

 

Hellenistik ve Roma dönemlerine ait kalıntılarıyla öne çıkan Silifke İlçesi'ndeki Olba antik kenti, defineciler tarafından tahrip ediliyor.

 

Olba’da kazı çalışması yürüten ekibin başkan yardımcısı Murat Özyıldırım, AA muhabirine, Türkiye’de arkeolojik alanların korunması ile ilgili sorunun henüz çözülemediğini savunarak, define bulma amacıyla yapılan izinsiz kazıların ülke tarihi ve turizmi için ciddi sıkıntı oluşturduğunu söyledi.

 

Define arayanların, bilim insanlarının ‘bu eserlerin değeri, sadece geçmişin aynası olmalarıdır, taşların içinde hazine diye bir şey asla yoktur, bu akla ve mantığa aykırıdır’ sözlerini dikkate almadığını vurgulayan Özyıldırım, “Devletin kanunları, izinsiz kazıya müsaade etmediği gibi Diyanet İşleri Başkanlığı da devletten izinsiz kamu malına zararın caiz olmadığını dile getirmekte. İzinsiz yapılan, arkeolojik kalıntılara zarar veren, arkeolojiyi yok etmeye yönelik bu tarz definecilik, milli servete verdiği onarılamaz zarar nedeniyle vatan hainliğidir” dedi.

 

Özyıldırım, tüm uyarılara ve güvenlik güçlerinin önleme çalışmalarına rağmen kaçak kazıların önüne geçilemediğini ifade ederek, özellikle Olba antik kentinin son yıllarda izinsiz kazı nedeniyle tahribata uğradığını belirtti.

 

Yakın zamanda, MS 2. yüzyıl sonlarına tarihlenen tapınak kabartmalı kaya mezarının tahrip edildiğini bildiren Özyıldırım, “Bölgede Korint başlıklı sütunlara sahip tek örnek olması, bu eseri Kent arkeolojisi bakımından ayrıca önemli kılmakta” diye konuştu.

 

Olba’da, Romalı askerler kabartmasının ana kayadan tıraşlanıp kaçırılmak üzereyken yüzey araştırması ekibi tarafından bulunduğunu ve Silifke Müzesi’ne teslim edildiğini anlatan Özyıldırım, şöyle devam etti:

“Olba kazı ekibi olarak 2010 yılında kaçak kazı yapan definecileri Şeytanderesi Vadisi’nde tespit ederek, jandarma tarafından yakalanmalarını sağladık. 2011′de de o bölgeye yaptığımız bilimsel gezi esnasında tapınak kabartmalı kaya mezarı üzerinde patlayıcı düzeneği bulduk ve jandarmaya haber verdik. Bu sayede kabartma, Mersin’den gelen uzman ekip tarafından düzeneğin kaldırılmasıyla korunabilmişti. Ardından Kültür Ve Turizm Bakanlığı’nın sağladığı kazı ödeneğiyle Olba’ya bir bekçi görevlendirildi. Jandarma tarafından da dar bir bölgeyi içerse de kısmi kamera sistemi kuruldu ancak 2013 yılı kazı döneminde kamera sisteminin bozulduğu görüldü ve kazı sonunda bakanlığa bildirildi. Uzuncaburç Jandarma Karakolu’nun kapatılmasından sonra yapılan uyarılar, bir kez daha Olba’daki arkeoloji ekibini haklı çıkardı. Geçtiğimiz aylarda da ne yazık ki tapınak kabartmalı kaya mezarına yeniden saldıran defineciler, patlayıcı yerleştirdikleri 2 bin yıllık eseri tahrip etmiş.”

haberler.com, Haber: Hüseyin Haskan, 08.07.2014

VİLAYET CAMİİ 'PIRIL PIRIL' OLDU

 




 Başta Vakıflar Genel Müdürlüğü olmak üzere, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Milli Saraylar ve Belediyeler son 10 yılda inanılmaz bir restorasyon atağına kalktı. Bu durum öyle bir noktaya kadar geldi ki varlığı yıllar önce kaybolan ancak albümlerden, arşivlerden tespit edilen yok olmuş eserlerin ihyasına –diğer bir deyişle yeniden yapılmasına– kadar vardı. Bu bir yandan iyi sonuçlar alınmasına neden olurken bir başka yandan ise restorasyon rezaletlerini de ortaya çıkardı.

METRO CAMİSİ! 
İstanbul Valiliği’nin hemen önündeki Vilayet Cami diğer adıyla 'Nallı Mescid' Cağaloğlu yokuşundan çıkarken pek çok kişinin gözüne bile batmayacak sadelikteydi. Klasik üslubun dışındaki mimarisi ile Fatih Sultan Mehmed döneminde Akşemseddin’in akrabası İmam Ali Efendi tarafından yaptırılan tarihi cami yakın zamanda restore edilerek ibadete açıldı. Ancak bugünlerde şöyle bir etrafında dolaşın, acaba cami size Fatih dönemi izlenimi verir mi? Babıali’de 1800’lerde çıkan büyük yangından sonra tarihi cami 1868’de yenilenmiş olsa da restorasyon sonrası hali içler acısı. Caminin ön tarafında Marmaray metro istasyonu yapıldı. İstasyonun açılışı ile restorasyonun bitiş tarihi birbirlerine yakın döneme denk gelince de sanki istasyonla birlikte ortaya yeni bir cami kondurmuşlar havası doğdu. Yokuştan çıkan birçok insan, "Buraya yeni cami yapmışlar" tepkisi veriyor. Hatta burada eskiden cami olduğunu bilmeyenlerce "metro cami" ismi bile konmuş.

İÇ MİMARİ RESTORASYONU İYİ AMA...
Caminin içini gezdim. Kubbedeki kalem işleri ve içindeki ahşap mimari oldukça iyi durumda. İç mimarideki restorasyon başarısı maalesef dış yapıda korunamamış. Daha önce Valilik binası ile eş renkte olan cami dikkat çekmez sade görünümünü kaybetti. Parlak boya ile kırmızı beyaza boyanan cami metrelerce öteden ‘ben buradayım’ diye bağırıyor. Siyah beyaz fotoğraflarında da caminin aslının bu renkte olduğunu kanıtlayan bir iz bulamadık. 

 


Caminin eski hali

 

'ZAMANLA SOLAR'
Vilayet Cami Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Yılmaz Yapı Taahhüt firmasına 2011 yılında ihale edildi. Şirket sahibi Yusuf Yılmaz ile telefonda konuştuk. Tüm çalışmaları bilimsel yaptıklarını ve kurul iznine sunduklarını anlatan Yılmaz’ın kendisi de aslında bu durumdan pek memnun değil. Yılmaz şunları söyledi; "Eski görüntülerde de bu renkler çıktı. Eski boyanın altında da kazıdığımızda bu renkleri gördük. Fotoğraflarda da tespit edince ilgili kurula yazdık. Onlarda raportörlerini gönderdiler. Baktılar, incelediler. Proje onaylandıktan sonra biz de uyguladık. Pırıl pırıl olduğu benim de dikkatimi çekti ama 'zamanla solar' dedik. Tamamen Koruma Kurulu’nun isteği doğrultusunda hareket edildi."

 


Caminin şimdiki hali

 

'HOŞ DEĞİL!'
Tarihi caminin son halini restoratör ve mimar Prof.Dr. Zeynep Ahunbay’a sorduğumuzda şu yanıtı aldık: "Her alttan çıkanı üste taşımak gerekir mi bilemiyorum. Ben de gördüm. Çok parlak 'pırıl pırıl' yeni havasında. Bu başka bir üslup. 19. Yüzyıl eklektik mimari üslup yerine Afrika, Arap marok üslubu olmuş. Yani buna onay veren mercilere sormak lazım, neden böyle istenmiş, neden böyle olması kabul edilmiş. Hiç hoş durmuyor."

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 08.07.2014

İLK HAYVANAT BAHÇESİ ANADOLU'DA KURULMUŞ

 

 

Kültepe/Kaniş-Karum Kazı Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, “Kültepe-Kaniş’i (Neşa) ele geçiren Kuşarra Kenti Kralı Anitta, MÖ 18′inci yüzyılda çeşitli yerlerden topladığı, aslan, leopar, yaban domuzu gibi yırtıcı, geyik, keçi gibi çevik hayvanları Kültepe’ye getirip korunaklı bir yerde muhafaza etmiş. Kültepe’deki bu hayvanların bir arada tutulduğu yer için kayıt olarak bildiğimiz dünyadaki en eski (ilk) hayvanat bahçesi diyebiliriz” dedi.

 

Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Kazı Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, “Anitta Metni olarak bilinen tablet(ler), Kültepe’de bulunmayan, ama Kültepe ve Anadolu tarihi hakkında bilgiler sunan en önemli belgelerden birisidir. Bu tabletlerde, yaklaşık olarak MÖ 18. yüzyılda yaşamış ve yerini bilmediğimiz Kuşşara Kenti Kralı olan Anitta’nın faaliyetleri anlatılmaktadır. Ancak, bu faaliyetler MÖ 18. yüzyılda değil, daha sonraları, yaklaşık 16. yüzyılda yazılan ve Hititlerin başkenti Hattuşa’da bulunan bir tablette anlatılmaktadır. Bu tablet Kültepe değil, Boğazköy’de bulunmuş. Birkaç parça halinde birkaç versiyonu değişik şekilde bilinen bir metin. Bizim alanımızda Anitta olarak bilinen bir tablet” diye konuştu.

 

Bu tablette ilk Hitit Kralı olarak bilinen Anitta’nın yaptığı işlerin bildirildiğini kaydeden Prof.Dr. Kulakoğlu, şöyle devam etti:

“Tablette anlatıldığına göre Anitta, bir gece baskınında Kültepe’yi ele geçiriyor. Fakat insanlara zarar vermiyor, sadece şehri ele geçiriyor. Yakmıyor, yıkmıyor. İnsanlara anne ve babaları gibi davranıyor. Dolayısıyla buraya geldikten sonra şehri imara başlıyor. Şehri imar ederken beş tane tapınak yaptırıyor, Saray yaptırıyor, şehir surlarını yeniliyor ve şehrin kalkınmasında öncülük ediyor. Bunun yanında yaptığı çok ilginç bir iş daha var. O dönemde büyük olasılıkla da Mezopotamya’da da Moda olan bir kurum inşa ediyor. Yazılı metinde bahsettiğine göre çeşitli yabani hayvanları, aslanları, leoparları, yabani domuzları ve yırtıcı hayvanları topluyor ve bunları Kültepe’ye getiriyor. Kültepe’de bunları büyük olasılıkla bir bahçe içerisinde bir alanda saklıyor, koruyor.”

 

Prof.Dr. Kulakoğlu, Anitta’nın hayvanları Kültepe’ye getirmesindeki amacın, günümüzde olduğu gibi vatandaşların bunları görüp bilgilerini artırmak olmadığını, bu hayvanları getirmesindeki en büyük nedenin, kendi gücünü göstermek olduğunu vurgulayarak, “O dönemde ve sonraki dönemlerde bildiğimiz bir uygulama var. Krallar güçlü insanlar, güçlü hayvanlarla, varlıklarla mücadele edebilecek güçte büyük insanlar. Bunlara özel günlerde özel törenlerde ava çıkıyor. O törenin niteliğine uygun olarak örneğin bir aslan avın çıkıyor. Aslan’ı zapt edebilecek kadar kuvvetli kudretli kral olduğunu kendi halkına göstermek için bu tür etkinlikler hazırlattırıyor. Kültepe’de hayvanat bahçesi gibi bir tesisi kurmasının nedeni de bu. Kendi gücünü kendi halkına ispat etmek istemiş. Günümüzden 4 bin yıl önce bu amaçla, topladığı hayvanlarla Kültepe Kaniş’te oluşturduğu hayvanat bahçesi, Anadolu’da ilktir. Diğer taraftan yakın doğuda benzer uygulamaların olduğunu biz örneklerden biliyoruz. Ama kayıt olarak bildiğimiz en eski hayvanat bahçesi diyebiliriz” ifadelerini kullandı.

 

MEŞHUR ANİTTA TABLETİ ( StBoT 18)

“Kuššara kralı Pithana’nın oğlu Anitta (şöyle der): Konuş:

Göğün Fırtına Tanrısına (karşı) iyi idi,

ve Fırtına Tanrısına (karşı) iyi olunca,

Neša kralı Kuššara kralına (karşı) savaş açtı [ ]

Kuššara [kr]alı şehirden aşağıya [ki]tle halinde ge[ldi,]

[ve Ne]ša’yı geceleyin güçlü bir saldırı ile al[dı.]

[Ne]ša kralını yakaladı ve Nešalılardan

hiçbirine kötülük yapmadı.

[Onları] (kendisinin) anaları, babaları yaptı.

Babam [Pi]thana’dan sonra aynı yılda

Bir savaş kazandım. Güneş Tanrısı tarafından (doğudan)

[ha]ngi ülke başkaldırdı ise, onların hepsini [y]en[dim.]

…….

Neša’da surlar inşa ettim. Şehir (surlarından) sonra

Göğün Fırtına Tanrısının tapınağını ve Tanrı Šiunašummi’nin tapınağını inşa ettim.

Taht Tanrısının tapınağını, efendim Fırtına Tanrısının tapınağını ve Tanrı Šiunašummi’nin tapınağını inşa ettim.

Seferden getirdiğim ganimetle [onları] donattım.

Ve bir adak yaptım ve lanet [ettim.]

Aynı gün iki aslan, yetmiş domuz, altmış yaban domuzu,

yüzyirmi yaban hayvanı (?), ya leopar ya aslanlar ya geyikler

ya dağ keçisi ya da […………….]

Neša’ya (baş) kentime getirdim.”

haberler.com, 08.07.2014

2 BİN YIL SONRA YİNE PAZAR YERİ OLACAK

 

 

Denizli'nin Buldan İlçesi'ndeki Tripolis antik kentinde gün yüzüne çıkartılan, 2 bin yıllık kapalı pazar yerinin, el dokumalarıyla ünlü Buldan'ın tekstil ürünleri ile hareketlendirilmesi planlanıyor.

 

Buldan İlçesi'ne bağlı Yenicekent mahallesinde yer alan Tripolis antik kentinde 1994 ve 2007 yıllarında başlatılan kazılar, zaman zaman kesintiye uğrasa da 2 yıldan beri Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) koordinatörlüğünde gerçekleştiriliyor.

 

Hellenistik Dönem'de Frigya, Karya ve Lidya bölgelerinin kesişim noktasında, Lidya sınırları içerisinde yer alan antik kenti gün yüzüne çıkarma çalışmalarını, PAÜ Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. Bahadır Duman, 70 kişilik bir kadro ile sürdürüyor.

 

2 BİN YILLIK KEMERLİ PAZAR YERİ

Bölgeye hakim bir tepenin yamacında kurulan antik kentte, bozulmadan günümüze kadar ulaşan kilise ve freskli dükkanların yanı sıra 2 bin yıllık kemerli pazar yeri dikkat çekiyor. Kemerlerin üzerinde büyük kesme taşlardan yapılmış tavan blokları ve havalandırma boşlukları bulunan pazar yerinde 14 sütun, 20 kemer ve 88 çatı bloku gün yüzüne çıkartıldı.

 

Tripolis Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Bahadır Duman, antik kentteki ilk yerleşim izlerinin MÖ 3. yüzyıla dayandığını belirtti.

Toprak dolguyu kazarak yaklaşık 500 metrekare büyüklüğündeki pazar yerine ulaştıklarını anlatan Duman, şu an ziyarete açık pazarda, tarihi dokuya zarar vermeden dokuma tezgahları kurulacağını açıkladı. Duman, pazar yerinde eski üretim ve alışveriş alışkanlıklarının canlandırılacağını ve buranın tanıtımı için önemli bir adım atılacağını söyledi.

 

Denizli Valisi Abdülkadir Demir de içine girilerek gezilebilen kapalı pazarla ilgili şunları söyledi:

"Buldan'daki turizmle birlikte, ki Buldan hem sahip olduğu sivil mimari eserleri ile hem de el dokuması tekstili ile çok meşhur, bununla da birleştirdiğimizde bu alan çok iyi şekilde kullanılabilecek. Bununla ilgili, özellikle Buldanımızın sahip olduğu o el dokumalarını rahatlıkla burada pazarlayabiliriz. Bunun için öncelikle buranın çok daha fazla tanıtılmaya ihtiyacı var. Burada tekstille ilgili defileler yapabiliriz. Geçen yıllarda burada bu eserlerin hiçbiri yoktu.''

 

Restorasyon çalışmaları tamamlanan pazar yerinin tanıtımı için Buldan Kaymakamlığı ile PAÜ Buldan Meslek Yüksekokulu Moda Tasarım ve Giyim Üretim Teknolojisi programlarının mayıs ayında planladığı defile, yağışlar dolayısıyla yapılamamıştı.

Trt Haber, 08.07.2014

BU KİTAP 1500 SENESİNDE YAZILDI

 

Muğla Milas'ta ihbar üzerine durdurulan otomobilde 1500 senesinde yazıldığı belirlenen Osmanlıca el yazması kitap bulundu.

 

Bir ihbarı değerlendiren Milas Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Grup Amirliği ekipleri, Milas-Bodrum karayolunda bir otomobili durdurdu. Otomobilde gercekleşen aramada bagaj bölümünde el yazması kitap bulundu. Milas Arkeoloji Müzesine gönderilmektde olan kitabın, 1500 senesinde Osmanlıca el yazısıyla yazıldığı saptadı .

 

Otomobildeki B.K, N.Ç, M.Ç. ve Y.Ç. gözaltına alındı. Eser, daha akabinde sergilenmek üzere Konya Yazma Eserler Müzesi'ne gönderildi.

Ajans 34, 08.07.2014

TARİHİ SAATLERLE 'ZAMANA YOLCULUK'

 

 

Burdur Arkeoloji Müzesi’nde bulunan çeşitli tarihi saatler, saat olgusunun eskiden günümüze nasıl geldiğini gözler önüne seriyor.

 

Burdur Valiliği, İl Kültür Turizm Müdürlüğü ve Burdur Arkeoloji Müzesi’nin yaptığı çalışma sonucu aralarında MS 2.yy’da yapılmış güneş saati ile 1900′lü yıllarda üretilen saatler bir araya getirildi.

Bakımları büyük bir özenle yapılan saatler, müzede ziyaretçilerin ilgisine sunuldu.

 

Sergilenen saatler arasında yer alan yaklaşık 1800 yıllık güneş saati, aslan ayağı formunda bir kaide üzerine 60 derecelik bir açıda halka şeklinde taştan yapılmış. İç kısmı dilimli, dış kısmını ise bitkisel bir sarmal motifin süslediği saatin halkasının kenarında yaptıran kişinin adı yazıyor. Saat içinde bulunması gereken sabit gösterge çubuğu (gnomon) ise eksik.

 

Ahşap kasalı, gong çalabilen, kurmalı, üzerinde eski Türkçe ve Roma rakamları bulunan saatlerin büyük bölümü çalışıyor.

 

- “Güneş saatiyle başlayan serüven, dijital sisteme kadar geldi”

Müze Müdürü Hacı Ali Ekinci, AA muhabirine yaptığı açıklamada, insanların yaşamın başlangıcından bu yana zaman dilimini tayin etme arzusunda olduğunu ve bunun sonucunda ilk güneş saatlerinin ortaya çıktığını anlattı.

 

Bu saatlerin Mezopotamya’dan, Mısır’dan ve Anadolu’daki diğer kültürlerden günümüze geldiğini belirten Ekinci, “Anadolu’da yaşayan kültürler içerisinde antik kentlerin bir çoğunda güneş saatleri vardır. Burdur’da da Sagalassos Antik Kenti kazısında çıkarılan güneş saati bunlara güzel bir örnektir” dedi.

 

İnsanların güneş saatinden sonra gecenin de zamanını bilmek istediklerini ve bunun için su, kum ve mum saatleri gibi saatler ürettiklerini ifade eden Ekinci, şöyle konuştu:

“İnsanoğlu 15. yy’dan itibaren mekanik saate geçmiş. Osmanlı döneminde de saatler genellikle 19.yy’da camilerimizin duvarlarında görülmüştür. Mekanik saatler gelişince kentlerimizin bir çoğunda saat kuleleri oluşmaya başlamış. Osmanlı döneminde padişahlar tren garlarında, camilerde büyük duvar saatleri ya da ayaklı saatler yaptırarak Anadolu’ya da bunları yaygınlaştırmışlar.”

 

Ekici, saat olgusunun eski çağlardan günümüze geldiğini, günümüzden sonra da gelecek kuşaklara aktarılacağını kaydetti.

 

Ekici, “Taştan mermerden yapılmış güneş saatiyle başlayan serüven, bugün dijital sisteme kadar geldi. Şimdi insanların büyük kısmının kolunda saat yok. Çünkü cep telefonunda da, bilgisayarlarda da dijital saatler var. Ama saate olan ihtiyaç her zaman sürecek” dedi.

haberler.com, Habr: Gökmen Yüce, 08.07.2014

HEDEF UNESCO KALICI MİRAS LİSTESİ

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumunun "Dünya mirası geçici listesi"ne Türkiye'den son dahil edilen 13 alandan biri olan ve milattan önce 5 binli yıllara tarihlenen Aslantepe Höyüğü'nün dünya mirasları kalıcı listesine girmesi hedefleniyor.

 

 

Malatya Valisi Vasip Şahin, yaptığı açıklamada, geçen yıl ağustos ayı sonunda Aslantepe Höyüğü'nü ziyareti sırasında kazı heyeti başkanı ve üyeleriyle görüştüğünü, yaptıkları çalışmalar sonucunda höyüğün "Dünya mirası geçici listesi"ne aday gösterilmesi noktasında gerekli donelerin hazır olduğunu tespit ettiklerini söyledi.

 

"Aslantepe Höyüğü, son yıllarda daha da ön plana çıktı"

Aslantepe Höyüğü hakkında bilgi veren Şahin, şunları söyledi:

"Burada, şu ana kadar tespit edilen 3 bin-3 bin 500 yılları arasında yapıldığı düşünülen bir kerpiç saray, bir de 3 binli yıllarda yapıldığı tespit edilen tapınak var. Bize, orada çıkan 2 bine yakın mühür vesaire diğer bürokraside kullanılabilen eşyalar gösteriyor ki burası aynı zamanda bir yönetim merkezi. Aslantepe Höyüğü, bu özelliğiyle zaten son yıllarda daha da ön plana çıktı. Aslantepe Höyüğü, şu ana kadar tespit edilebilen en eski yönetim yeri veya yönetim anlamında düzenli bir hayatı olan yerleşim yeri olarak öne çıktı. Hem il hem ülke olarak bu değerimizi dünyaya çok daha hızlı, çok daha etkili şekilde tanıtmamız lazım" diye konuştu.

Yeni Şafak, 08.07.2014

HASANKEYF GÜN SAYIYOR

 

Bugün, Dünya Su Günü. Dünyada bir milyar insan temiz içme suyundan yoksun iken içme suyu ve enerji temini için kurulan barajlar da çevreciler tarafından eleştiriliyor. En çok eleştirlenlerden biri ise Ilısu Barajı.

 

 

Birleşmiş Milletler tarafından kısa bir süre önce açıklanan rapora göre yaklaşık bir milyar kişi, temiz içme suyundan yoksun. Her yıl 1,5 milyon çocuk kirli ve mikroplu suyla bulaşan hastalıklar sonucu can veriyor. İklim değişikliği, dünya nüfusunun hızla artması ve sanayi tesisleri gibi faktörler nedeniyle suların giderek daha da kirlenmesi, yakın gelecekte dünyadaki temiz su ihtiyacının had safhaya ulaşması anlamına geliyor. Diğer yandan insanların içme suyu ve enerji ihtiyacını karşılamak için kurulan devasa barajlar ise çevreciler tarafından sert bir biçimde eleştiriliyor.

 

'Ilısu'yu durdur' kampanyası
Yaklaşık 6 bin yıllık bir kültürel miras niteliğindeki Hasankeyf’i sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı'na karşı yapılan yoğun protestoların ardından, Almanya, İsviçre gibi ülkelerin yanısıra Avrupa'dan çok sayıda banka ve firma, projeye verdikleri desteği geri çekti. Ancak Türkiye bir süre sonra baraj inşatına tek başına devam etmeye başladı.

 

“Stop Ilısu - Ilısu'yu durdur” kampanyasının Avusturya sözcüsü Ulrich Eichelmann, bu barajla Dicle nehrinin yaklaşık 400 kilometresinin ve birçok nehir kolunun tahrip edileceğini ifade ediyor. Eichelmann, Hasankeyf’in yanı sıra yaklaşık 200 arkeolojik buluntunun da sular altında kalacağını ve 100'e yakın balık türünün yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacağını kaydediyor. Eichelmann, Ilısu projesini “Pervasız bir kibirlilik saplantısı” olarak değerlendiriyor ve "Bu projeyi durdurmak için yeni standartlara ihtiyaç yok, zira Dünya Baraj Komisyonu (WCD) 1990’ların sonunda gerekli önerilerini yaptı" diye konuşuyor ve ekliyor: “Öneriler harikaydı. Toplam 10 öneri geldi. Bir baraj inşa edilmek isteniyorsa 5 sosyal, 5 de çevre faktörünün dikkate alınması gerekiyor. Bunlardan ilki, 'Bu bölgede mutlaka bir baraj yapılmalı mı ya da bunun alternafi yok mu?' diye düşünmek gerek. Eğer yapılacaksa bundan olumsuz etkilenen çevre sakinleri de projeye dahil edilmeli. Bu Ilısu'da sanki yapılıyormuş gibi gösteriliyor ancak gerçekler çok daha farklı. Bu proje, en eski standartlara göre inşa ediliyor ve idda ediyorum ki bu standartlar 1990’ların standartlarından bile çok daha kötü. Çünkü o yıllara kıyasla, baraj projeleri giderek büyüyor.”

“Nehirler yaşam için var, barajlar için değil”

Türkiye'den geçiyoruz Fransa'ya... “Nehirler yaşam için var, barajlar için değil” diye slogan atıyor göstericiler... Fransa’nın Marsiya kentindeki ana tren garının önünde toplanan çevreci protestocular, ardından garın önündeki merdivenlerden yuvarlanıp, kendi kurdukları baraj setinin önünde ölü gibi uzanıyorlar. Baraj karşıtı protestocular bu devasa projerin yeşil enerji üretmediğini öne sürüyor. Birçok çevreci aktiviste göre, baraj projeleri ormanların katledilmesine, nehirlerdeki suyun azalmasına ve buna bağlı olarak da birçok balık ve canlı türünün yok olmasına neden oluyor. Ayrıca çevre örgütleri, dünya çapında 80 milyona yakın kişinin baraj kurulacak bölgelerden göçe zorlandığını öne sürüyor.

 

Çevre örgütleri, baraj ve bentleri daha çevre dostu inşa etmek için yapılan son girişimleri de yetersiz buluyor. Örneğin 2011 yılında hükümetler, çeşitli sivil toplum ve kalkınma örgütleri ile su sektöründeki bazı işletmelerin ortak kararlaştırdığı Hidro-enerji Sürdürülebilirlik Değerlendirmesi Protokolü (HSAP) gibi. Uluslararası Hidro-enerji Birliği’nin (IHA) girşimi ile düzenlenen ve yasal bağlayıcılığı olmayan bu protokol, küresel baraj standartlarını belirliyor.

 

Fransız çevre örgütü Les Ami de la Terre’in sözcüsü Rancon Monabay, bu protokolü sert bir biçimde eleştirenlerden biri. Monabay “Öncelikle bunlar çok zayıf standartlar. İkinci olarak ise baraj projelerine not verenler zaten bu barajları inşa edenlerin kendisi. Ve üçüncü olarak da zaten var olan bazı standartları daha da düşürmeye gerek yok. Yani önümüzde muazzam büyük sorunlar bizi beklerken, bu standartlar kesinlikle yetersiz kalıyor” diye konuşuyor.

Deutsche Welle Türkçe, Haber: Michaela Hoegen / Çeviren: Başak Demir, 07.07.2014

TARİHLE İÇİÇE YAŞIYORLAR

 

 

Yatağan İlçesi'ne bağlı Eskihisar Mahallesi'ndeki Stratonikeia antik kentinde yaşayan vatandaşlar 3 bin yıllık kentte uygarlıklarla iç içe yaşıyor. Anadolu'nun yerli halkı olarak bilinen Karialılar ve Lelegler'e ev sahipliği yapan Stratonikeia Antik Kenti, Hellenistik, Roma, Bizans, Anadolu beylikleri, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde de önemini sürdürdü. Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt, antik kentte, 3 bin 500 yıllık yerleşimle ilgili bulgular tespit ettiklerini, kentte tarih sürecinin her döneminden kalıntılar bulabilmenin mümkün olduğunu söyledi. Antik kentin yaşayan bir arkeoloji kenti olma özelliğiyle bir benzerinin bulunmadığını dile getiren Söğüt, antik dönemden günümüze kadar olan süreçte yapıların bir bütün olarak korunduğunu ifade etti.

Söğüt, Osmanlı dönemi taş döşeli yollarda yürünerek gezilen başka bir antik kent bulunmadığına dikkat çekerek, kenti ziyaret edenlerin Hellenistik Dönem Caddesi'nde yürürken bir tarafta Roma dönemine ait meclis binası, diğer tarafta ise Osmanlı dönemine ait Ağa Evi'ni görebildiğini belirtti. Bu zenginliğin Stratonikeia antik kentinde günümüze kadar devam eden bir yaşamın göstergesi olduğuna işaret eden Söğüt, "Hala kent içerisinde yaşayan aileler var ve burada yaşamlarını sürdürüyorlar. Burada yaşayan insanlarla Stratonikeia'nın antik dönemden günümüze kadar hiç ara vermeden devamlılığını sürdürdüğünü görebiliyoruz. Tarihi süreç boyunca bu yaşam bazen çok kalabalık bazen de çok küçük olabiliyor" dedi.

YAŞAYAN AİLELER KENTİN KURUCULARI VE KORUYUCULARI
Stratonikeia antik kentinde önemli kalıntıların yanı sıra yaşayan insan hazinelerinin de bulunduğunu anlatan Söğüt, şöyle konuştu: "Roma döneminde 80 bin nüfusa çıkan bu kent şu an 5 aileye ev sahipliği yapıyor. Burada yaşayan aileler gerçek olarak buranın kurucuları ve koruyucuları. Biz de burada hem kazıyoruz hem de yaşıyoruz. Antik kentte yaşayan ailelerin hüzünleri, mutlulukları burada geçmiş. Bu nedenle buraları terk edemiyorlar. Hayatlarını bu kente adamış aileler kentin korunmasına da yardımcı oluyorlar." Stratonikeia antik kentinde eşi ile yaşayan Ahmet Sarı ise kentin yaşayan bir arkeoloji kenti olduğunu ve bir benzeri bulunmadığını vurguladı. 1970'de antik kente yerleştiğini anlatan Sarı, "Aynı yıl başlatılan ilk kazı çalışmalarında görev aldım. Bir süre kente gelen turistlere bilet satışı da yaptım. Daha sonra kentin müze deposunda gece bekçiliği görevini üstlendim. 1997 yılında da burada emekli oldum" diye konuştu. Emekli olduktan sonra da antik kentten ayrılamadığını ifade eden Sarı, ölene kadar eşiyle birlikte kent içerisinde bulunan evlerinde yaşayacaklarını dile getirdi. Stratonikeia Antik Kenti'ne gelen ziyaretçilere çay ve kahve ikramında bulunan Dursun Okutur da Eskihisar Mahallesi'nde doğup büyüdüğüne işaret ederek, şunları kaydetti: "Tarihle iç içe yaşamak çok güzel bir duygu. Biz burada kente gelenlere hizmet ederken diğer taraftan kentin korunması için de çaba gösteriyoruz. Ölene kadar burada yaşayacağım. Gelen misafirlere odunda çay ve kahve yapıyorum, ikram ediyorum."

Yeni Asır, 07.07.2014

SİMAV'DA KAÇAKÇILARIN KAZDIĞI ALANDA KAZI ÇALIŞMASI BAŞLADI

 

 

Kütahya’nın Simav İlçesi'nde, tarihi eser kaçakçılarının izinsiz kazı yaparken, “Yunan mitolojisinde tanrıça Demeter” figürü olduğu belirtilen 2 metrenin üzerinde heykelin çıktığı alanda, kazı çalışması başlatıldı.

 

Yaklaşık 2 ay önce Simav Jandarma Komutanlığı ekipleri bir ihbar üzerine ilçeye bağlı Karakoca Köyü Kapançamı mevkisinde izinsiz kaçak kazı yapıldığı ihbarını değerlendirerek, Yunan mitolojisinde Zeus’un kızı tanrıça Demeter figürü olduğu belirtilen 610 kilogram ağırlığında, 2 metre 8 santimetre boyunda heykel ele geçirmişti.

 

Bunun üzerine Kütahya Müze Müdürlüğü, ilçeye 25 kilometre uzaklıktaki Kapançamı mevkisinde heykele ait başka kalıntıların varlığını araştırmak amacıyla Simav Belediyesi ile ortaklaşa kazı çalışması başlattı. Ören yerinde 3 gündür devam eden kazılarda, Roma dönemine ait olduğu belirtilen ve ölülerin yakılarak külleriyle gömüldüğü (kremasyon merkezi) alan çıkarıldı.

 

Müze Müdürü Metin Türktüzün, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2 ay önce kaçakçılar tarafından çıkarılan Demeter’e ait başka parçaların varlığını araştırmak amacıyla kazı çalışması başlattıklarını söyledi. Kazıların şimdilik yaklaşık 40 metrekarelik bir alanda devam ettiğini belirten Türktüzün, “Kazdığımız bölümde bir tane nişli bölüm var. Yapının 3 duvarını bulduk, diğer duvarına henüz ulaşamadık. Basit toplama taşlardan yapılmış örgü duvarlar var. Harç kullanılmamış. Defineciler bölgede tahribat yaptığı için girişini henüz bulamadık. Tanrıça Demeter’e ait olan heykelin birkaç parçasını bulduk. Demeter’in burayla ilgisini henüz ortaya çıkartamadık” diye konuştu.

 

“Dinsel amaçlı kullanılan bir yapı”

Türktüzün, yapının “kült” amaçlı kullanıldığını tahmin ettiklerini, yapıdan kandillerin ve yanmış kemiklerin çıktığını dile getirdi. Bu alanda kremasyon yapıldığını tahmin ettiklerini belirten Türktüzün, şöyle konuştu:

“Yapı muhtemelen 2. veya 3. yüzyıla ait. Demeter heykeli de o döneme ait. Muhtemelen Demeter heykeli başka bir yerden buraya getirtildi. Çünkü mermerden o kadar kaliteli işçiliği olan bir heykelin, bu bölgede kullanılması pek uygun değil. Yapı genellikle bir köy işçiliği gösteriyor ama Demeter heykeli birinci sınıf bir heykel. Yüksek ve çevreye hakim bir alanda olması din merkezli bir yer olduğunu gösteriyor. Heykelinde muhtemelen Boğazköy, Bahtıllı ve o civardaki antik kentlerden getirilip buraya atıldığını veya buraya gömüldüğünü tahmin ediyoruz. Çünkü parçaları, dağınık yerlerden çıkıyor. Sonuç olarak burasının Roma döneminde kullanılan, milattan sonra 2. veya 3. yüzyıla ait, dinsel amaçlı kullanılan bir mekan olduğu belli. Kazı çalışmamızı yapının temelini, tabanını ve duvarlarını tamamen ortaya çıkardıktan sonra sonuçlandıracağız. Bu arada belki bazı başka parçalar da buluruz.”

 

Simav Belediyesi Kent Müzesi Sorumlusu Arkeolog Özkan Sulak da kazılara 15 işçi ile başladıklarını ve önemli bir şey çıkması halinde bu sayının artırılacağını kaydetti.

haberler.com, 07.07.2014

HÜSEYİN AVNİ PAŞA KÖŞKÜ'NDE KUNDAKLAMA ŞÜPHESİ ARTTI

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire Başkanlığı Anadolu Yakası İtfaiye Müdürlüğü tarafından 29 Haziran'daki yangından üç gün sonra hazırlanan raporda, yangının çıkış nedeninin belirlenemediği, yapılan araştırmada yangına neden olabilecek herhangi bir unsura rastlanılmadığı belirtiliyor.

Cengiz İnşaat’ın sahibi olduğu Hüseyin Avni Paşa Korusu’ndaki Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nü kül eden yangınla ilgili itfaiye raporu kundaklama şüphelerini artırdı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire Başkanlığı Anadolu Yakası İtfaiye Müdürlüğü tarafından yangından üç gün sonra hazırlanan raporda, yangının çıkış nedeninin belirlenemediği, yapılan araştırmada yangına neden olabilecek herhangi bir unsura rastlanılmadığı belirtiliyor.

Birgün Gazetesi’nden Olgu Kundakçı’nın haberine göre, itfaiyenin raporu 1 Temmuz’da hazırlandı. Yanan Hüseyin Avni Paşa Köşkü’ne itfaiye müdahale etmeden önce “köşkün alevli surette yanmakta olduğu ve yangının ormanlık alana sirayet ettiği” belirtilen raporda olayın çıkış sebebiyle ilgili şu ifadelere yer verildi:
“Olay yerine ulaşıldığında, yangın sebebi ile çatısı tamamen çöken, ikinci kat dahili alevli surette yanan metruk köşke dahilden müdahale imkanı olmadığından, hariçten ve binanın tüm cephelerine müdahale edilerek, 45 dakika içerisinde yangın kontrol altına alınmış ve soğutma çalışmaları başlamıştır. Ayrıca ormana sirayeti önlemek için yerden müdahale edilirken hava desteği de alınmış ve sirayet önlemiştir. Yapılan araştırmada metruk köşke elektirk bağlantısı olmadığı tarafımızdan tespit edilmiş, köşkün tamamen yanması nedeniyle yangın çıkışına sebep olacak herhangi bir unsura rastlanmadığından çıkış sebebi tarafımızca tespit edilememiştir.” 

KÖŞK'ÜN SİGORTASI YOK
Raporda köşkün son durumuyla ilgili “ahşap köşk tamamen, köşk çevresindeki çam ağaçları kısmen yanmaktan dolayı zarar görmüştür” denildi. Köşkteki zararın bilirkişiler tarafından tespit edilmesi uygun görüldü. Cengiz İnşaat tarafından satın alınarak restorasyonu planlanan köşkün sigortasız olması ise dikkat çekti. Tarihi Hüseyin Avni Paşa Köşkü, İstanbul 3 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 8 Ocak 2002’de yıkılmadan korunması gereken 1. grup kültür varlığı olarak tescillenmişti. 

RESTORASYON İZNİ VERİLMİŞTİ
Yangından sonra Cengiz İnşaat tarafından yapılan açıklamada, yangından sadece beş gün önce 23 Haziran 2014’te tarihi köşkün restorasyonu için ön izinlerin Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından verildiği ortaya çıkmıştı. Cengiz İnşaat’ın açıklamasında, “İtfaiye raporundan sonra nedeni kesinleşecek olan yangın, çatıdan başlayarak bütün binanın hasar görmesine sebep olmuştur” denilmişti. 

HALİDE EDİP ADIVAR DA ORADA YAŞAMIŞTI
Sadrazam Hüseyin Avni Paşa Osmanlı’nın belki de en çok tartışılan isimlerinden biriydi. Sultan Abdülaziz’in tahttan devrilmesinde parmağı olduğu konuşuluyordu. Devrik Sultan Abdülaziz’in kayınbiraderi Çerkes Hasan tarafından Mithat Paşa’nın Beyazıt’taki bir köşkünde öldürüldü. Ancak Üsküdar, Paşalimanı Caddesi’nde sahibi olduğu koru ve köşk, içerisinde Halide Edip Adıvar’ın ailesi yaşasa bile Hüseyin Avni Paşa’nın adıyla anıldı. Hüseyin Avni Paşa’nın adının anılmadığı tek yer, köşkte açılan Halide Edip Adıvar’ın adını taşıyan okul oldu. Ancak okulun kapanmasının ardından koru ve köşk yine Hüseyin Avni Paşa’nın adıyla anılmaya devam etti. 

İçerisinde 3 bin tescilli ağacın bulunduğu korunun yüzde 35 hissesi işadamı Zeynel Abidin Erdem’e aitti. Korunun geri kalan hisseleri bir dönem Korkmaz Yiğit’in üzerine geçmişti. Borcunu ödeyemeyen Yiğit’in hisseleri Üsküdar 3’üncü İcra Müdürlüğü’nden satışa çıkarılmıştı. 12 milyonla ihaleye çıkılan korunun yüzde 65’lik bölümünü 5 milyon TL’ye Medya Holding satın aldı. Koru, 27 Ekim 2000’de Etibank’a el konulmasının ardından TMSF’ye geçti. TMSF’nin elindeki yüzde 65’lik koru alanı 2009’da Cengiz İnşaat’a satıldı. Cengin İnşaat 2013’te İşadamı Erdem’in elindeki hisseleri de satın aldı. Cengiz İnşaat koruyu satın almasının ardından, içerisindeki köşkü restore ederek kullanıma açacaklarını duyurmuştu. Ancak araziyle ilgili uzun süre bir şey yapılmadı. Koru özel mülk olduğu için vatandaşların giriş ve çıkışlarına kapalıydı.

Radikal 07.07.2014

TARİHİ SU KEMERİ, SEYİR TERASI VE RESTORAN OLUYOR

 

 

Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Başkanı Tayfun Kahraman, Bozdoğan Su Kemeri’ne seyir terası projesine karşı çıkıyor. Kahraman, “Daha sonra başka ticari işletmeler de yapılacaktır.” diyor.

 

Bizans ve Osmanlı dönemlerinde kentin önemli su yollarından biri olan Bozdoğan Su Kemeri’ni  şimdilerde büyük bir tehlike bekliyor. Unkapanı’ndaki tarihi kemer restore edilip üzerine yürüyüş yolu, seyir terası ve restoran yapılacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin hazırladığı proje Anıtlar Kurulu’nda onay bekliyor. İstanbul’un önemli simgelerinden biri olan Su Kemeri’nin tahrip edilmesine en büyük tepki  Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Başkanı Tayfun Kahraman’dan geldi.  Kemerin seyir terası olabilmesi için bu anıt esere yeni ekler ve uygulamalar yapılması gerektiğini hatırlatan Kahraman, “Bizans döneminden kalmış yapıyı bu şekilde bozmaya gerek yok.” diyor.  Kemer üzerinde yapılması planlanan seyir terası ve restoran projesinin kültürel mirası koruma değil, tahrip amaçlı olduğunu söyleyen Kahraman, “Kemerin seyir terası amaçlı turizme açılmasından sonra burada ticari amaçlı işletmeler de yapılacaktır.” ifadelerini kullanıyor.

 

Bozdoğan Su Kemeri, halihazırda İstanbulluların seyir mekanlarından biri. Değnekçilerin kontrolü altındaki kemere çıkmak isteyen vatandaşlar, bölgedeki kaçak merdivenleri kullanıyor. Manzarayı seyretmek isteyenler, değnekçilere 1 lira ödüyor, turistlerde ise rakam 5 liraya çıkıyor. Ücret karşılığı merdivenden çıkan vatandaşlar, hatıra fotoğrafı çektirerek sosyal medyada paylaşıyor. Kemerin üzerine çıkan vatandaşlardan biri, “Merdivenden tırmanarak ipe tutunup kemere çıkış oldukça zorlu. Ancak yukarıda izlediğimiz manzara buna değiyor.” diye konuşuyor.  Hiçbir koruma önleminin bulunmadığı kemerin üstünde birçok taşın da yola düşme tehlikesi var. Daha önce 921 metre uzunluğundaki kemere çıkışları engelleyecek herhangi bir düzeneği bulunmuyordu.  Seyir terası projesi planıyla birlikte Bozdoğan Su Kemeri’ne iniş çıkışların demir tellerle kapatıldığı görüldü.

Zaman, 07.07.2014

"TÜRKİYE KÜLTÜR MİRASIYLA 'SÜPER DEVLET' SAYILMALI"

 

Dünya Miras Listesine kaydedilen, Bursa ve Cumalıkızık ile Bergama dosyalarının komitede görüşülmesine ilişkin bilgi veren Türkiye'nin UNESCO nezdindeki Daimi Büyükelçisi Botsalı: Türkiye, medeniyet ve kültür mirasıyla dünyada gelişmekte olan bir devlet değil, süper devlet sayılmalıdır.

 

 

Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) nezdindeki Daimi Büyükelçisi Hüseyin Avni Botsalı, Türkiye'nin 'Dünya Miras Listesi'ne kaydedilen, Bursa ve Cumalıkızık ile Bergama dosyalarının komitede görüşülmesine ilişkin bilgi verdi. Botsalı, Dünya Miras Sözleşmesi'ne imzacı taraf ülkeler arasında siyasi rekabet konusu olmadığını; listeye ne kadar çok dosya girerse, medeniyetlerin, ülkelerin, birbirine o kadar yakınlaşacağını ifade etti.

Bergama ve Cumalıkızık görüşmelerinde, farklı medeniyetlerin birbiri üzerine kurulmadığını belirttiklerini söyleyen Botsalı, "Osmanlı döneminde, önceki medeniyetler yok sayılmadı. Helen, Roma ve Bizans arkeolojik kalıntıları nasıl birbirine çelişki oluşturmuyorsa; Türkiye'nin devamı olarak varlığını sürdüren köy ve kentlerin de yok sayılamayacağını, mimari stil ve üslup farklılıklarının tarihi ve kültürel mirasın kıymetini etkilemeyeceğini anlattık" ifadelerini kullandı.

Komitede dosyaların görüşülmesinde yaptığı bu açıklamaların ardından, her iki dosyanın da oybirliğiyle kabul edildiğini aktaran Botsalı, "Bu Türkiye için büyük bir zaferdir. Türkiye, medeniyet ve kültür mirasıyla dünyada gelişmekte olan bir devlet değil, süper devlet sayılmalıdır. Ben böyle olduğumuza samimiyetle inanıyorum" diye konuştu.

"Sırada Efes ve Diyarbakır Surları var"
Türkiye'nin geçici listede 54 dünya miras aday adayı alanının bulunduğunu belirten Botsalı, "2015 yılında sırada 'Efes' ve 'Diyarbakır Surları' dosyaları var. Geçmişten alınan dersler ışığında bu dosyaların uluslararası kriterlere uygun olarak profesyonelce hazırlanması için gerekli yerlere tavsiye ve telkinlerde bulunacağız" dedi. Botsalı, "Dünya Miras Komitesi'nin gelecek yıl Almanya'nın Bonn şehrinde düzenlenecek toplantısında ele alınması öngörülen iki adaylık dosyasının da Liste'ye kaydedilmesi hedefine yönelik çalışma yürüteceğiz" şeklinde konuştu.

Bursa Cumalıkızık ve Bergama, 22 Haziran'da Doha'da düzenlenen Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) 38. Dünya Miras Komitesi toplantısında Dünya Miras Listesine girmişti.

Yapı, 07.07.2014

DİYARBAKIR SURLARI HAYAT BULUYOR

 

 

Diyarbakır Valiliği tarafından yürütülen “Diyarbakır Surlarının Turizme Kazandırılması Projesi” kapsamında Mardin Kapı Burcu ve Leblebikıran Burcu’nun onarımı tamamlanarak, burçların Diyarbakır’ın turizmine kazandırılması sağlandı.


Kalkınma Bakanlığının Karacadağ Kalkınma Ajansı aracılığıyla sağladığı Cazibe Merkezlerini Destekleme Programı kapsamında sağlanan desteklerle Diyarbakır Valiliği’nin aktif çalışmaları sonucunda tamamlanan 4 burcun onarımı yaklaşık 3,5 milyon liraya mal oldu. Diyarbakır Valisi Mustafa Cahit Kıraç’ın yakın ilgi ve takibiyle tamamlanan projeyle Diyarbakır surlarının çehresi yenilenmeye devam ederken, şehrin boynuna inci bir gerdanlık gibi dizilen surların yeniden hayat bulması sağlandı. Proje kapsamında 3 bin 962 metrekarelik alanın restorasyon çalışması gerçekleştirildi. Yapılan çalışmaları değerlendiren Diyarbakır Valisi Mustafa Cahit Kıraç, projenin tamamlanmasından duyduğu memnuniyeti dile getirerek Diyarbakır’ın tarihi ve kültürel varlıklarını ortaya çıkartacak çalışmaların devam edeceğini ifade etti.






Vali Kıraç, kentte yaşamış bütün medeniyetlerin izlerini taşıyan surların, kentin can damarları ve Diyarbakır’ın ihtiyaç duyduğu ekonomik ve sosyal kalkınmayı sağlayacak hayati bir miras olduğunu söyledi. Vali Kıraç, dünya mirası niteliğindeki bu yapının korunması ve gelecek nesillere bırakılmasının çok önemli bir kazanım olacağını dile getirdi. Vali Kıraç, burçların Diyarbakır turizmine hizmet edebilecek bir koruma-kullanma dengesi içerisinde muhafaza edileceğini söyledi. İlerleyen günlerde Diyarbakır için oluşturulması planlanan ‘Marka Kent’ imajının alt yapısının hazırlanabilmesi için tarihi ve kültürel projelerin önemine vurgu yapan Diyarbakır Valisi Mustafa Cahit Kıraç, şehir için mevcut çalışmalarının artarak devam edeceğini ifade etti.


“ŞEHRİMİZİN GÜZELLİKLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR”
Tarihi eser restorasyonu bakımından adeta bir şantiyeye dönen Diyarbakır’ın sahip olduğu güzelliklerin gün yüzüne çıkartılması adına yoğun emek ve mesai harcadıklarını belirten Vali Kıraç, ilerleyen zaman içerisinde mevcut işlerin tamamlanması ile birlikte Diyarbakır’ın müze şehir statüsü kazanacağını kaydederek, gerek iç turizm, gerekse dünya turizm pastasından şehrin hak ettiği payı alabilmesi için yapılan yatırımların önemli olduğunu ifade etti.

Milliyet, 07.07.2014

MİSİS ANTİK KENTİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

     



Yüreğir Belediye Başkanı Mahmut Çelikcan, Ölümsüzlük Şehri Misis'te kazı çalışmalarının devam ettiğini belirtti.


Kazılarda yeni ve ilginç arkeolojik eserler bulunduğunu belirten Başkan Çelikcan, "9 bin yıllık yaşam gün yüzüne çıkıyor. Kazı ekibi eylül ayında çalışmalarına tekrar başlayacak. Eylül ayında başlanacak kazıda daha ilginç arkeolojik buluntulara ulaşılması bekleniliyor" dedi. Başkan
Proje ile ilgili olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan gerekli izinlerin alındığın ve 24 Eylül 2012 tarihinden itibaren Adana Müzesi başkanlığında, İtalya Roma Ulusal Araştırma Konseyi Prof.Dr. Anna Lucia D’Agata, Pisa Üniversitesi’nden Prof.Dr. Giovanni Salmeri konsorsiyumunda arkeolojik kazılara başlandığını belirten Başkan Çelikcan, 2013-2014 yıllarında bahar ve güz dönemleri olmak üzere, yılda ortalama 5 ay gibi bir süreyle Pisa Üniversitesi ve Roma Ulusal Araştırma Konseyi ile kazılara devam edildiğini belirtti.






HÖYÜK KAZILARINDA ORTAYA ÇIKAN BULUNTULAR
Kazılar devam ettikçe çok ilginç buluntuların ortaya çıktığını belirten Başkan Çelikcan, "2012’den günümüze kadar 1100 metrekare alan kazılmıştır. Farklı dönemlere ait buluntularla Misis’in oldukça önemli bir kent olduğu net bir şekilde anlaşılmıştır. A açmasında MS 7.- 9. YY'a ait erken İslami dönem kale kalıntıları ile birlikte yine aynı döneme ait bir cami olduğuna inandığımız bulgular söz konusudur. O dönemde Misis’in adı Al-Masisa olup, Ceyhan Ovası’nın tüm kontrolü buradan yapılmaktaydı. Ardından Bizans ve öncesi döneme ait bazilika ve su sarnıcı bulunmuştur. Yine kazılar ışığında en büyük antik abide ise yağmalanan ve sonraki dönemlerde kullanılmış olan Roma İmparatorluk Dönemi’ne ait çok büyük bir bina bulunmuştur. Kazı heyetine göre söz konusu yer bir tapınaktır. Çünkü bu alanda çok sayıda heykelcik bulundu."






B açmasında ise yine birden fazla döneme ait savunma binası kalıntılarına rastlandığını belirten Çelikcan, "Erken İslami Dönem (7.-9. YY) ve Geç Antik Dönem’e ait sur ve savunma duvarları ortaya çıkartıldı (4.-5. YY). Roma İmparatorluk dönemi’ne ait surlar üzerinde sıralı platformlar yer almakta ve bu platformlar yerleşim bölgesini ayırmaktadır. MÖ 1.-2. YY'a ait yüksek kalitede çanak çömlekler bulunan iki odalı bir bina da bulunmuştur. Demir Çağı’na ait yüksek kalitede materyallerin olması Misis’in oldukça önemli bir bölge olduğunun kanıtıdır. En ilginç buluntulardan biri, büyük bir vazo içerisinde bir sığıra ait uzun kemiklere rastlanması arkeoloji dünyası açısından oldukça önemlidir. Yine bu alanda tandır ve sarnıca ulaşılmıştır. Ayrıca Grek ve Kıbrıs kökenli MÖ 7. ve 8. YY ait karakteristik resimlerle bezenmiş yüksek kalite çanak ve çömlekler, heybetli oranlardaki hayvan kemiklerinin bulunması Neo-Hitit Dönemi’nde de Misis’in çok önemli olduğunun tüm sinyallerini vermektedir. Kazı heyeti bu buluntuların çok önemli olduğunu belirtmektedir" şeklinde konuştu.


MİSİS PROJESİ ÇOK YÖNLÜ BİR PROJEDİR
Misis kazılarının çok yönlü bir proje olduğunu belirten Yüreğir Belediye Başkanı Mahmut Çelikcan projede sosyal, kültürel, turizm ve ekonomik alanlar göz önüne alınmış ve ona göre planlama yapıldığını belirterek, "Dünya kültürel mirasına kazandırılması yönüyle kültürel boyutu, vatandaşların sosyal yaşama kazandırılması yönüyle sosyal boyutu, Çukurova turizmine yeni bir odak kazandırılması yönü ile turizm ve kültür boyutu, tarım-köy mantığıyla ekonomik girdilerin sağlanması yönüyle ekonomik boyutu olan ve özel olduğuna inandığımız bir projedir. Belediyemiz “Ölümsüzlük Şehri Misis” Projesi ile adeta bölgemiz ve ülkemiz için model teşkil edecek nitelikli ve çok yönlü bir çalışmaya imza atmaktadır" dedi.

Milliyet, 06.07.2014

DÜNYANIN 999UNCU KÜLTÜR MİRASI BERGAMA

 

İzmir’deki Bergama antik kenti UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girdi. 1985’te İstanbul’un listeye girmesiyle başlayan yolculuğumuzun son halkası Bergama, bu listede yer alan 999’uncu kültür mirası oldu.

 

 

Köylerinde siyanürle altın aranmasını protesto eden direnişçi ve sempatik halkı ile basında sık sık yer alan Bergama geçtiğimiz hafta yine gündemdeydi. İzmir’in bu sevimli İlçesi'ne tekrar dikkatleri çeken olay ise UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmesiydi. Bergama antik kenti artık bütün insanlığın ortak mirası. Evrensel değerlere sahip kültürel ve doğal varlıkları dünyaya tanıtmak için hazırlanan listede yer almasıyla Bergama hak ettiği değere ve ilgiye kavuştu.  1985’te İstanbul’un listeye girmesiyle başlayan dünya kültür mirası yolculuğumuzun son ve 13’üncü halkası Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı, ülkemizin tanıtımında büyük rol oynayacak. Kentin listeye girmesi için düzenlemeleri hazırlayan arkeolog Bülent Türkmen’den dört yıl süren serüveni ve Bergama’nın öyküsünü öğreniyoruz.


Hellenistik dönemde Pergamon Krallığı’nın başkenti olan Bergama’nın tarihi MÖ 4000’lere dayanıyor. Kent Hellenistik dönemde sanat, mimarlık, şehir planlama ve tıp alanında ulaştığı ileri seviye ile günümüz medeniyetinin öncüsü olmuştu. Anıtsal biçimde tasarlanan kent antik dünyanın en etkileyici medeniyeti.

Heykel sanatının doruk noktasıydı
Hellenistik dönemin en ünlü ve tanınmış heykel okullarından birine sahip kent, dünya harikalarından  Zeus Sunağı’nın da yaratıcısı. Bergama Heykeltıraşlık Okulu’nun MÖ II. yüzyılda ürettiği Zeus Sunağı, Hellenistik dönem heykel sanatının doruk noktasıdır.

Parşömeni de onlar icat etti
Bergama’nın insanlık tarihine başka bir armağanı ise parşömen. Bergama Belediyesi UNESCO Dünya Mirası ve Alan Yönetimi Birimi uzmanlarından Bülent Türkmen “Ortaçağ’ın sonuna kadar bilimin ve kültürün aktarım aracı olan parşömen kağıdı Bergama krallarının istekleriyle icat edildi. Parşömen adı Bergama’dan gelmekte. 200 bin rulodan oluşan ve Hellenistik Çağ’ın en önemli kütüphanelerinden birine sahip olan kent aynı zamanda bilim ve sanat merkeziydi” diyor.

Basınçlı su sistemi kullanıyorlardı
Bergama’nın başka bir harikası ise su sistemleri. Kentlerin ve medeniyetlerin var olması için ihtiyaç duyulan suyu Bergama gibi yükseklerdeki bir yerleşim yerine götürmek elbette bin yıllar önce de insanların zihnini kurcaladı. Suyu, basınç sistemiyle 200 metre yukarıya, Pergamon Akropolü’ne çıkaran Pergamonlular, bilimdeki öncülüklerini daha sonra su kanallarıyla geliştirdi. Roma çağında biri 45 kilometre, diğeri 80 kilometre uzunluğunda iki su sistemi yaparak kentlerine yine su getirmeyi başardı.

Roma’nın saray hekimi Galenos
Antik dünyanın en ünlü üç kutsal sağlık merkezinden (Asklepion) olan Pergamon, aynı zamanda eczacılığın kurucusu ve Roma İmparatorluğu’nun saray hekimi Galenos’un da kenti. Antik kaynaklarda “Ölümün yasaklandığı, vasiyetnamelerin açılmadığı yer” olarak anlatılan
ve sağlık tanrısı Asklepios’a adanarak MÖ 4. yüzyılda kurulan kentte; perhiz, rüya tabirlerine dayanan telkinler, spor, güneşlenme, soğuk su banyoları, şifalı otlar tedavi yöntemiydi.
MS 4. yüzyıla kadar şifa dağıtan kentte, müzik ve tiyatro oyunlarının da tedavi yöntemleri arasında olduğunu biliyoruz. Türkmen “Roma Dönemi’nde kültürel ve bilimsel hayattaki öncü rolü devam eden kent, 160 bine ulaşan nüfusu ile antik dünyanın sayılı metropollerinden biriydi.
MS 2. yüzyılda Mısır tanrıları adına inşa edilen ve bugün Kızılavlu olarak bilinen tapınak, bütün görkemiyle kentin ortasında durmakta. Tapınağın iyi korunmuş olması, nehrin üzerine yapılması, Bizans’ta kilise, günümüzde cami olarak kullanılması çok ilginç” diyor.

Atatürk’ün isteğiyle başlayan kermes
Bin yıllar önce ev sahipliği yaptığı şölen ve spor karşılaşmaları ile ünlenen kentte, Atatürk’ün isteği ile başlatılan ve bu yıl 78. kez düzenlenecek “Bergama Kermesi” büyük ilgi görüyor. Kent ve köy kültürünü bir arada yaşatan Bergama müzisyenleriyle ve köy düğünleriyle de tanınıyor. Bergama tüm bunlar nedeniyle tarih, sanat ve bilimsel gelişmelere tanıklık eden dünya üzerindeki ender yerlerinden birisi olduğu için Unesco tarafından bu listeye
dahil edildi.

 

Bergama’nın UNESCO süreci

Arkeolog Bülent Türkmen “Her ülkenin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmesini istediği aday kentleri vardır. UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’nin amacı evrensel değerlerinin toplum tarafından daha iyi anlaşılmasını sağlamaktır. Bergama UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’ne Nisan 2011’de girdi. Aynı yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı harekete geçti. Ülkemizde ilk kez Bergama UNESCO Dünya Mirası ve Alan Yönetimi Birimi kuruldu. Adaylık dosyası Ocak 2013’te Paris’teki UNESCO Dünya Miras Merkezi’ne iletildi. 15-25 Haziran tarihlerinde ise Katar, Doha’daki toplantıda bu listeye girdik” dedi.

Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 07.07.2014

KASTABALA KALESİ, GÜNEŞ ENERJİSİ İLE AYDINLANIYOR

 

 

Osmaniye'de bulunan Kastabala antik kenti, güneş enerjisiyle aydınlatılmaya başlandı. Osmaniye Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Korkut Ata Üniversitesi işbirliğinde hazırlanan, Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı (DOĞAKA) tarafından finansal destek gören "Kaleler Şehri, Fıstığın Kalbi Osmaniye" projesi ile Kastabala Kalesi'ne güneş panelleri kuruldu.

Değişik noktalara yerleştirilen 76 LED projektör ile Kale, Sütunlu Caddesi, Antik Tiyatro ve çevresi geceleri güneş enerjisi ile aydınlatılmaya başlandı. Osmaniye İl Merkezine 12 kilometre mesafede bulunan Kastabala Hierapolis antik kenti, milattan önceki yıllardan başlamak üzere özellikle Roma döneminden kalan arkeolojik buluntuları; sütunlu caddesi, tiyatrosu, kilise ve hamam kalıntılar ile ilin turizm destinasyonu olmasında önemli bir potansiyele sahip. Kastabala, döneminin bölgedeki en büyük yerleşim alanı. Kastabala Ören yerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Osmaniye Valiliğinin desteği ile Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Turgut Hacı Zeyrek başkanlığında 2009 yılından beri temmuz - eylül ayları arasında kazı çalışmaları sürdürülmekte.Yetkililerden edinilen bilgiye göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Osmaniye İl Özel İdare bütçesinden 2003-2008 yılları arasında tarihi mekandaki çalı, ot temizliği ile 2 kilometre mesafedeki içme suyunun ören yeri girişine getirilerek çeşme, bekçi kulübesi, bayan ve erkek lavaboları yapımlarının gerçekleştirildiği belirtildi. Ayrıca, Kastabala ören yeri Işıklandırma Projesi için İl Özel İdaresi'nden 47 bin 180 TL ve DOĞAKA' dan 110 bin 742 TL olmak üzere toplam 157 bin 922 TL harcanarak kalenin gerekli yerleri güneş enerjisi ile aydınlatılması işinin tamamlandığı kaydedildi.

Haber Aktüel, 06.07.2014

"METROPOLİS ANTİK KENTİ KAZILARI İÇİN DEVLERDEN DESTEK İSTİYORUZ"

 

Metropolis antik kentinin ören yeri olması için dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ı 2011 yılında Torbalı’ya davet edip rapor hazırlayan Torbalı Ticaret Odası (TTO) için Yeniköy kazı evinde tören düzenlendi. 

 

TTO Başkanı Abdulvahap Olgun, Philsa’nın Sabancı Vakfı üzerinden kazılara uzun yıllardan beri destek verdiğini; İzmir’de ilk 100 firmaya giren Torbalılı JTİ, Agromey, TTL Tütün, Sun Tekstil, Ekoten Tekstil, TAD, TEZOL Tütün, Özgörkey, Dr. Oetker, ARKAS, Verde Yağ, Alfemo, Batı Basma, TUKAŞ, ve Süper Pak Ambalaj gibi firmalara, destek olmaları için ziyaretler gerçekleştireceklerini açıkladı.

 

TTO Başkanı Olgun, Metropolis’te bulunan ‘atriumlu’ zengin evleri’nin bu bölgede ticaretin ne kadar eski olduğunu gösterdiğini belirterek, “Torbalı’nın ticaret yaşamı tarih kadar eski. Şimdi devlerin kapısını çalıp zengin kenti Ana Tanrıça’ya sahip çıkmalarını isteyeceğiz.” dedi. Doç.Dr. Serdar Aybek ise “Metropolis’in Ören yeri olması için Torbalı Ticaret Odası’nın çok desteğini gördük. Bugün kendilerini kazı evine davet edip çalışmalarımız hakkında bilgi verdik. Yapılan çalışmalardan daima Torbalı Belediyesi, Sabancı Vakfı ve MESEDER’in desteklerini görüyoruz. Diğer firmaların desteği için başkanımızdan yardım istedik.” şeklinde konuştu.

 

ÖREN YERİ TAMAM

İlçeyi turistlerin akınına uğratması beklenen ve ekonomik açıdan büyük bir kalkınma yaşatacağı belirtilen tarihi kentin Ören yeri çalışmaları tamamlandı. Yürütülen çalışmalarda antik kentin çevresi tel örgülerle çevrildi. Ziyaretçi karşılama yeri, yürüyüş yolları, bilet kesim noktaları, oto parklar ve diğer tüm hizmet binalarının büyük çoğunluğu tamamlandı.

 

Turizm Bakanlığı ve Trakya Üniversitesi’nin işbirliği ve Torbalı Belediyesi desteğiyle 23 yıldır sürdürülen kazılarda yüzlerce eser gün yüzüne çıkartıldı. Bölgenin açılışının yapılmasıyla Torbalı’ya turist akını yaşanacak. İzmir Valisi Mustafa Toprak’ın büyük önem verdiği Ören yeri çalışmalarında sona gelindi. Ören yeri, yapılacak tören ile turistlere açılacak. Metropolis Antik Kenti aynı zamanda tur kapsamına da alınacak.

 

NELER BULUNDU?

1989 yılında dönemin Belediye Başkanı Ertan Ünver tarafından başlatılan Metropolis kazıları Sabancı Vakfı ve MESEDER’in katkıları ile tam 35 yıldır devam ediyor. Torbalı Belediyesi’nce de desteklen arkeolojik kazılar sonucu tiyatro, bouleuterion (meclis yapısı), stoa (üstü kapalı gezinti yolu), latrina (genel tuvalet), hamam-gymnasiumkompleksi, atriumluve peristylli evler (ortasında sütunlu bir avlu ve havuz bulunan konut tipi), hamam-palaestra (güreş alanı) ortaya çıkarıldı. Kentin akropolisi’nde yürütülen arkeolojik kazı çalışmaları sırasında, burada da Erken Tunç Çağı ve Orta Tunç Çağı’na ait bazı seramik parçaları ile taş baltalar ve Hitit Dönemi ile çağdaş bir mühür ele geçirildi.

haberler.com, 06.07.2014

TRİPOLİS'TE KAZILAR SONUÇ VERMEYE BAŞLADI

 

 

Denizli İli Buldan İlçesi Yenicekent Mahallesi sınırlarında yer alan Tripolis antik kentinde Denizli Müzesi Müdürlüğü başkanlığında, Pamukkale Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Bahadır DUMAN’ın bilimsel danışmanlığında yürütülen kazı çalışmalarına, 2014 yılında da devam ediliyor.





9 Haziran 2014 tarihinde başlayan 2014 yılı kazı çalışmaları 60’a yakın kişi tarafından 4 farklı alanda çalışmalar sürdürülürken, kentte yapılan çalışmalar sırasında, sütunların arasından da 1.63 m. yüksekliğinde mermerden bir erkek heykeli açığa çıkarıldı. Orjinalinde cadde kenarındaki mermer paye üzerinde yükseldiği düşünülen heykelin bel kısmından kırıldığı, baş kısmının günümüze kadar korunamadığı gözlemleniyor. Boydan tek parça halindeki elbise ile tasvir edildiği görülen heykelin yapılacak restorasyon ve konservasyon çalışmaları sonrasında Denizli Müzesi Müdürlüğü’nde sergilenmesi öngörülüyor.

kvmgm.kultur.gov.tr, 06.07.2014

SAGALASSOS ÖREN YERİ'NDE ÇEVRE DÜZENLEME ÇALIŞMALARI TAMAMLANDI

 

     

 

Efes Antik Kenti’nden sonra ikinci en büyük antik kent olan ve Dünya Miras Geçici Listesinde yer alan Sagalassos Antik Kenti Burdur İli Ağlasun İlçesi’ne 7 km. mesafede dağlık arazide yer almaktadır. 1985 yılından beri kazı çalışmaları devam etmektedir.  MÖ 3000 yılına tarihlenen kentte 13. yüzyıla kadar yerleşim olduğu bilinmektedir. Sagalassos Antik Kenti, kütüphane, tiyatro, tapınaklar ve çeşmeler gibi birçok eşsiz kültür varlığını barındırmaktadır.





Böyle önemli bir tarihi kentte mevcut alanda, gelen ziyaretçilerin gezebilecekleri düzenli bir gezi güzergahının olmaması, dinlenme ve genel ihtiyaçlarına cevap verecek ünitelerin yetersizliğinden dolayı Kazı Başkanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü uzmanlarınca bu eksiklikleri ortadan kaldırabilecek çevre düzenleme projesi hazırlanarak ilgili koruma bölge kurulunca onaylanmıştır.





Bu projeler doğrultusunda “Sagalassos Ören Yeri Çevre Düzenlemesi İşi”nin uygulama çalışmalarına 16.07.2012 tarihinde yer teslimi yapılarak başlanmıştır. 2.464.128,06 TL ödeneği Bakanlığımızca karşılanan iş 06 Haziran 2014 tarihinde tamamlanmıştır.

 

Çevre düzenlemesi kapsamında; ziyaretçi karşılama alanı ve otopark, bilet gişesi, güvenlik sistemi ve ünitesi, turnikeler, gezi güzergahları, çevre ihata sistemi ve seyir terasları ile çevre donatı elemanları yer almakta olup gerçekleştirilen uygulamalarla daha sağlıklı ve etkin ziyaret olanağı sağlanmıştır.

kvmgm.kultur.gov.tr, 06.07.2014

SAMSUN'DA ANTİK YOL VE KAYA MERDİVENLER BULUNDU

 

 

Samsun'un Salıpazarı İlçesi'nde Demir Çağı dönemine ait olduğu tahmin edilen kaya üzerine oyma merdivenlerin de yer aldığı antik yol bulundu.

 

Samsun İl Kültür ve Turizm Müdürü Yüksel Ünal, Salıpazarı İlçesi Yeşilköy Kayadibi Mahallesi'nde bulunan 40 metrelik antik yolda inceleme yaptı. Yeşilköy Kaya Mezarlığı'na inen yolda yer yer kaya üzerine oyulmuş merdivenlerin olduğu belirlendi.  İlk tespitlere göre Demir Çağı döneminde yapıldığı tahmin edilen antik yol ve merdivenlerle ilgili detaylı çalışma yapılacağı belirtildi. İl Kültür ve Turizm Müdürü Yüksel Ünal, merdivenlerin zaman içinde tahrip edilmiş olduğunu gördüklerini belirterek, "Yaptığımız çalışmada antik yolun varlığını tespit ettik. Burada daha kapsamlı bir çalışma yapacağız. Yolun sit alanı ilan edilmesi için çalışma başlatacağız" dedi. 

Zaman, 06.07.2014

SMYRNA KAZILARINDA YENİ AŞAMA: ANTİK TİYATRODA KAZILAR BAŞLIYOR

 

    



İzmir İli, Merkez Konak İlçesi’nde Kadifekale ile Smyrna Agorası arasındaki yamaçta yer alan ve yapılan kamulaştırma ve yıkımlar sonrasında, caveasının topografik eğrisi ile sahne binası hemen hemen oryaya çıkan Smyrna Antik Tiyatrosu’nda kazılara başlanıyor.





Smyrna kazıları kapsamında Agora ve Kadifekale olarak bilinen alanlarda yürütülen çalışmalara ilaveten, Tiyatronun bulunduğu alanda,  niteliksiz yapılara yönelik son etap yıkımların tamamlanması ile arkeolojik kazı çalışmalarına başlanması planlandı.

 

Orkestra ile caveanın alt oturma basamaklarının yamaçtan gelen dolgularla hızla dolduğu öngörülen Tiyatronun korunmuşluk derecesinin yüksek olduğu tahmin edilirken, caveayı çevreleyen analemma duvarının bir bölümü halen izlenebiliyor.





Pagos* (Kadifekale) tepesinin kuzey yönelimli yamacında inşa edilmiş olan tiyatro, İzmir Körfezini ve Smyrna’yı görsel olarak mükemmel denebilecek bir açı ile izleyecek bir konuma sahip bulunuyor. Tiyatronun ilk kez ne zaman inşa edildiği bilinmemekle birlikte, Vitruvius tarafından konu edildiğine göre MÖ 1. yüzyılda inşa edilmiş durumda olduğu, Roma imparatorluk döneminde olasılıkla bir deprem sonrasında İmparator Claudius zamanında onarıldığı, son halini MS 178 yılındaki depremden sonra yapılan onarım ve eklentilerle aldığı düşünülüyor.

kvmgm.gov.tr, 05.07.2014

SOLİ POMPEİOPOLİS ANTİK KENTİNDE KAZI HAZIRLIĞI

 
Tarihi izleri MÖ 2 binli yıllara uzanan Soli Pompeipolis antik kentinde gelecek hafta başlayacak 2014 yılı kazı çalışmalarında, erken Roma dönemine ait önemli buluntular elde edilmesi hedefleniyor.

 

Kazı Başkanı Prof.Dr. Remzi Yağcı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Mezitli İlçesi'ndeki antik kentteki kazı çalışmalarının bu yıl da devam etmesi için gerekli onayın çıktığını bildirdi.

 

Çalışmalara gelecek hafta başlamayı planladıklarını belirten Yağcı, ilk olarak mimari bütünlük içinde ortaya çıkarılan sütunlu cadde ve Roma dükkanlarında restorasyona yönelik temizlik çalışmaları yapacaklarını söyledi.

 

Ortaya çıkarılan dükkanların geçmişle ilgili önemli bulgular verdiğini ifade eden Yağcı, "Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da erken Roma dönemine ilişkin önemli buluntular elde etmek istiyoruz. Çünkü burası gerçekten önemli bir yer" dedi. 

 

Antik kentin ziyaret edilebilir hala gelmesi için çalıştıklarının altını çizen Yağcı, "Bu yılki kazılarda, aralarında uzman personellerin, işçilerin ve öğrencilerin olduğu bir ekiple geçmiş tarihi gün yüzüne çıkarmak için çabalayacağız. Kazıların 1,5 ay sürmesi ön görülüyor" diye konuştu.

 

- "Destek vermeye hazırız"

Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan da Soli Pompeipolis antik kentindeki kazı çalışmalarını önemsediklerini belirterek, desteğe hazır olduklarını kaydetti.

 

Toprağın altındaki tarihin gün yüzüne çıkarılmasından yana olduklarını ifade eden Tarhan, "Bunun yanı sıra halkın da oralardan yasal sınırlar çerçevesinde yararlanmasını istiyoruz. Bu yönde bir proje hazırladık. Proje, antik kentteki kurallara sabit kalarak, bölgeye yaya yolları, aydınlatma ve oturma yerleri yapımını kapsıyor. Deniz tarafında kalan boş alana çeşitli etkinliklerin yapılabileceği yer ve 10 bin kişiyi ağırlayacak portatif bir tribün düşünüyoruz" dedi. 

 

Tarhan, antik kenti, Mezitli'nin "dünyaya açılan bir kapısı" olarak gördüklerini söyleyerek, bölgedeki sanatsal etkinliklerin de devam edeceğini bildirdi.

 

- Soli Pompeipolis

İlk kazı çalışması, Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından 1999 yılında başlatılan Soli Pompeipolis antik kentinde, geçen yıl yapılan ve 37 gün süren kazı çalışmalarında, antik kentin, milattan önce 1. ve milattan sonra 1. yüzyıllarda çok aktif bir liman olduğu ortaya çıktı. 2013 yılındaki kazılarda ayrıca, sütunlu cadde ve Roma dükkanları mimari bütünlük içerisinde açığa çıkarıldı.

Konya Hakimiyet, Haber: Sezgin Pancar, 05.07.2014

İTO'DAN ANTİK SMYRNA SİKKELERİ İÇİN İKİNCİ KİTAP

 

 

2003 yılından bu yana Agora Ören Yeri ve Kadifekale'de yürütülen Antik Smyrna Kenti kazı ve restorasyon çalışmalarına destek olan İzmir Ticaret Odası, bu kazılarda çıkarılan eserlerle ilgili bilgilerin yer aldığı ikinci kitap olan "Antik Smyrna Sikkeleri 2008-2012" isimli katalog eseri yayınladı. İzmir Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş, Oda olarak İzmir için belirdikleri vizyonda turizmin çok büyük önemi olduğunu belirterek, bu nedenle İzmir'in 8500 yıllık tarihine ilişkin toprak altındaki eserlerin gün ışığına çıkartılması, restore edilmesi, dünya ile paylaşılması ve hak ettiği şekilde turistler ile İzmirlilere sergilenmesine büyük önem verdiklerini söyledi.

İLKİ 2009'DA ÇIKTI
İlk olarak Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy Başkanlığında başarı ile sürdürülen kazı çalışmaları kapsamında ele geçen küçük eserlerden oluşan '2007- 2009 Antik Smyrna Seçilmiş Eserler ve Sikkeler Katalogu'nu 2009 yılında yayınladıklarını hatırlatan Demirtaş, "Bu kez, yine Antik Smyrna Kenti kazıları kapsamında çıkarılan sikkelerden oluşan 'Antik Smyrna Sikkeleri 2008-2012' isimli katalog eseri Odamız yayınları kapsamında yayınladık. Bu önemli eseri tüm araştırmacı ve ilgililerinin incelemesine sunmanın mutluluğunu yaşıyoruz" dedi.

Sabah, 05.07.2014

MÜZEDEKİ TAPINAK

 

 

Atatürk Baraj Gölü’nün suları altında kalmaktan 1991’de kurtarılan 11 bin yıllık Nevali Çori Tapınağı, Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nde yeniden kuruluyor.

 

Şanlıurfa Hilvan’da bulunan Nevali Çori, Atatürk Baraj Gölü’nün suları altında kalan arkeolojik yerlerden biriydi. Almanya Heidelberg Üniversitesi’nden Prof.Dr. Harald Hauptmann’ın bilimsel danışmanlığında 1980’li yıların sonunda kazılan Nevali Çori, özellikle üretici yerleşik yaşamın, başka bir ifade ile Neolitik Çağ’ın başlangıcıyla ilgili verdiği bilgiler nedeniyle büyük ilgi uyandırmıştı. Neolitik Çağ genel olarak insanların yerleşik yaşama geçtiği, bazı bitki ve hayvan türlerini evcilleştirerek çiftçi bir yaşam tarzını benimsediği dönem olarak tanımlanabilir.

 

Neolitik Çağ toplumlarının Toros Dağları’nın kuzeyine geçmediği, Anadolu platosunun ikliminin bu tarz bir yaşam biçimine uygun olmadığı düşünüldü 1950’lere kadar. Neolitik’in Yakındoğu’dan Avrupa’ya yayıldığını iddia eden Gordon Childe bile yayılımın doğrultusunu yalnızca kıyı boyu olarak öngörüyordu. Ancak 1960’lı yıllarda Hacılar, Çatalhöyük, Çayönü gibi Neolitik yaşam biçimini temsil eden önemli yerleşmeler bulunması bu görüşün ne denli yanlış olduğunu göstermişti. Özellikle Güneydoğu Anadolu’da bu dönemin erken safhalarını yansıtan Çayönü, Hallan Çemi, Gusir Höyük, Nevali Çori, Göbeklitepe gibi yerleşmelerin bulunuşu, bu yaşam biçiminin ortaya çıkışında bölgenin önemli bir role sahip olduğunu gösteriyordu.

 

Yakındoğu prehistoryasının kurucularından Childe’ın devrimci ve yenilikçi toplumlar olarak tanımladığı Neolitik dönem insanı hammadde, teknoloji, mimari ve buluntu geleneklerindeki benzerliklerinin de gösterdiği gibi birbirleriyle sıkı bir iletişim içindeydi; benzeri bir sosyal organizasyona sahip, inançlar bakımından bütünlük gösteren oldukça karmaşık bir sosyo-ekonomik yapıya sahip topluluklardan oluşuyordu. Bunun en iyi göstergelerinden bir de tapınaklardı. İlk örneklerini Hallan Çemi ve Gusir Höyük’ten bildiğimiz bu özel yapılar, yine Güneydoğu Anadolu’daki Göbeklitepe, Çayönü ve Navali Çori yerleşmelerinde görüldüğü gibi giderek anıtsallaşmıştı.

 

Nevali Çori’de açığa çıkarılan tapınak, konutların bulunduğu bölgenin uzağında, yerleşmenin bir ucuna inşa edilmişti; yerleşme birçok kez yenilenirken tapınak da kullanılmaya devam etmişti. Yapının 14×14 metre boyutlarındaki tabanı söndürülmüş kireçle hazırlanan bir tür harç (terazzo) ile kaplıydı ve tabanın içine kanallar açılmıştı. Yapının duvarları boyunca uzanan sekiler ve bu sekilerin üzerinde belirli aralıklarla yerleştirilmiş 12 dikilitaş bulunmaktaydı. Mekanın orta kısmında da biri sağlam olarak günümüze kadar ulaşan iki dikilitaş yer alıyordu. Yüksekliği 2,35 metre olan bu dikilitaşın üzerinde geniş yüzeylerden gelerek dar kenarda birleşecek şekilde uzanan iki kol kabartması görülür. Stilize insan heykelleri oldukları düşünülen bu dikilitaşlar Göbeklitepe’den bilinen örneklerde olduğu gibi erkek betimleriydi. Buluntular arasında ise üst bitimleri kuş başı şeklinde heykeller ile başının üstünde kabartma halinde bir yılan kabartması bulunan gerçek boyutlarda bir insan heykeli parçası vardır.

 

Nevali Çori Tapınağı höyük sualtında kalmadan sökülerek 23 yıl önce yeniden kurulabilir düşüncesi ile Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’ne taşındı. O gün geldi ve inşası devam eden yeni müzede tapınak yeniden kurulmaya başlandı. Bu işi Nevali Çori kazılarına katılan ve tapınağı sökerek taşınmasında görev alan Murat Akman üstlendi. Müzede Göbeklitepe’de açığa çıkarılan bir başka tapınağın kopyası ve Balıklı Göl yakınlarında bulunan anıtsal Neolitik Çağ heykeli gibi buluntular da yer alıyor. Neolitik Çağ için dünyanın önemli müzelerinden biri olmaya aday Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nin bu yıl açılması öngörülüyor.

kesfetmekicinbak.com, 05.07.2014

MAKEDONYA'DA ARASTA CAMİ YENİDEN İBADETE AÇILDI

 

 

Türk Çarşısı'nda bulunan ve uzun yıllar harabe görünümünde olan tarihi caminin yeniden ibadete açılması dolayısıyla düzenlenen törene, Makedonya İslam Birliği Başkanı Süleyman Recebi, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Üsküp'ün Çayır Belediye Başkanı İzzet Meciti, Ankara Müftüsü Prof.Dr. Mefail Hızlı, Makedonyalı müftüler, milletvekilleri ve vatandaşlar katıldı.

 

Törende konuşan Recebi, caminin komünizm döneminde çöplerin atıldığı bir yer olduğunu hatırlatarak, "bugün bu kutsal mekanın hayatını yeniden iade ettiklerini" söyledi.

 

Caminin yeniden ibadete açılmasına öncülük eden Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Altepe de AA muhabirine yaptığı açıklamada, Anadolu ile Balkanlar'ın aynı yönetim altında, aynı medeniyet kültürünü ve güzellikleri paylaştığına dikkat çekti.

 

Bursa ile Balkanlar arasında güçlü köprüler kurulmasını arzuladıklarını söyleyen Altepe, ''Buradaki insanlarımız, kültürümüz ayakta kalsın istiyoruz. Tüm Balkanlar'da refahın gelişmesi, insanların sıkıntılarının kaldırılması bizim en büyük temennimiz'' dedi.

 

"Üsküp'ün sureti değişti"

Altepe, ecdat yadigarı topraklarda inşa edilen eserlerin yok olmaması adına, harabe durumundaki tarihi eserleri ilk günkü haline getirebilmek için çalışmalar yaptıklarını belirterek, bu eserlerin yeniden inşasıyla, tadilatıyla Üsküp'ün, Balkanlar'ın suretinin değiştiğini anlattı.

 

Türk Çarşısı'nın orta yerindeki 600 yıllık Arasta Camisi'nin son 100 yıldır harabe olduğunu ve bu camide 80 yıldır ezan okunmadığını belirten Altepe, son 50 yıldır sadece kapı duvarları ayakta kalan caminin kümes olarak kullanılan bir harabeye dönüştüğünü söyledi. Altepe, ''Bu, bize yakışmıyordu. Ecdadımıza yakışmıyordu. Bursalı ve İstanbullu hayırsever dostlarımızın desteğiyle, bu eseri yeniden ibadete açtık'' diye konuştu.

 

Arasta Camisi

15. yüzyılda inşa edilen Arasta Camisi, Yugoslavya döneminde gördüğü zararların ardından 1963 yılındaki büyük Üsküp depreminde yerle bir oldu.

 

Restorasyon çalışmaları 22 Nisan 2010'da başlayan cami, çalışmanın tamamlanmasının ardından Türk Çarşısı'ndaki küçük ama gözde camilerden biri haline geldi.

 

Caminin restorasyonu, Bursa Büyükşehir Belediyesi koordinasyonunda, Çayır Belediyesi ve Üsküp Müftülüğü işbirliğince, İstanbul ve Bursa'dan işadamlarının maddi destekleriyle tamamlandı.

Haber 7, 05.07.2014

PERGE'DE MANZARA HER GEÇEN GÜN BİRAZ DAHA DEĞİŞİYOR

 

 

Antalya ili, Aksu İlçesi, Perge antik kentinde Antalya Müzesi Müdürlüğü başkanlığında 2012 yılından bu yana yürütülen kazı, restorasyon ve temizlik çalışmalarına 2014 yılında da yaklaşık 60 kişilik bir ekiple aralıksız devam ediliyor.

 

Kazı çalışmalarında kentin kuzey-güney caddesini batı yönde kesen, üzerinde su kanalı, güney ve kuzeyinde portikli yol ve dükkanlar yer alan batı caddenin sonuna yaklaşılırken, Kuzey Hamamın caddeye bakan cephesi de açığa çıkarılıyor.

 

Yine, kentin güneyinde 2. y.y. Roma kapısı dış kısmındaki alanın temizlik ve kazı çalışması sürdürülürken, doğu ve batıda yer alan iki kule arasındaki bağlayıcı duvar ve ortada geç dönem kapısı da ortaya çıkarıldı. Özellikle 2014 yılında Perge antik kentinde Kuzey güney cadde ve Agora çevresinde geçmiş yıllarda kazılarda açığa çıkarılan ve ziyaretçi açısından olumsuz görünüm oluşturan, tüm mimari yapı elamanları belgelenerek uygun alanlarda tasnif edildi. Açığa çıkarılan caddeler ıslah edilerek, portik yüzeylerinin kumlanmasından sonra ziyaretçiye açılırken, Hellenistik Doğu Kulenin yaklaşık 1300 mimari bloğu sur dışına nakledildi.

 

2012 -2014 yılları arasında Toplam Batı caddede 18 sütunun ayağa kaldırıldığı Perge’de Kuzey Cadde başlangıcında yer alan çeşmenin tonozu da sağlamlaştırıldı. Ayrıca, yapı önünde bir de sütun ayağa kaldırılırken, 2014 kazı, onarım ve restorasyon çalışmaları esnasında, iki caddenin kesiştiği bölümde ve tam olarak kanal üzerinde yer aldığı bilinen tetrapylon yapısı (dört girişli bir kapı) onarılarak ayağa kaldırıldı.

 

Özellikle Roma döneminde kavşak noktalarında dört taraftan da geçişi sağlamak üzere anıtsal girişler olarak tasarlanana tetrapylonlar estetik ve görsel açıdan hemen her zaman vurgulanarak inşa edilmişlerdir. Perge antik kentinde bir kavşak noktasında konumlandırıldığı görülen bu tetrapylon yapısı da tamamen görsellikle bağlantılı olup, geçişleri sağlamaktan ziyade Perge’nin görkemli anıtları arasında dekoratif bir zenginlikle bulunduğu yere derinlik katmaktadır.

kulturvarliklari.gov.tr, 04.07.2014

1800 YILLIK GÜNEŞ SAATİ

 

Burdur Arkeoloji Müzesi'nde açılan 'Çağlar Boyu Saat' sergisinde yer alan saatlerden Sagalassos antik kentinde ortaya çıkarılan güneş saati büyük ilgi çekiyor.

 

Aslan ayağı üzerine monte edilen güneş saatinin sadece gündüz vakitlerini gösterdiğini belirten Burdur Arkeoloji Müzesi Müdürü Hacı Ali Ekinci "Müze olarak insanoğlunun kullandığı çeşitli aletlerin sergisini açmıştık. Çağlar Boyu Aydınlatma, Çağlar Boyu Müzik Aletleri, Çağlar Boyu silah gibi sergilerden sonra bu yıl zaman makinesi yani Çağlar Boyu Saat sergisini açtık" dedi.

 

Bu sergilerin Burdurlulardan büyük ilgi gördüğünü anlatan Müze Müdürü Ekinci "Sergideki saatler genellikle Osmanlı dönemi ahşap saatler, metal cep saatleri. Ama asıl ilgi gören Sagalassos’ta yapılan kazılarda Heron önünde bulunan güneş saati. Saat MS 2’nci yüzyıldan beri insanlara zamanı gösteriyor" diye konuştu.

Posta,04.07.2014

KÜLTÜR BAKANLIĞI'NDA YENİ MÜSTEŞAR HALUK DURSUN

 

Topkapı Sarayı Müze Başkanlığı görevini yürüten Prof.Dr.Haluk Dursun Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yeni müsteşarı oldu.

 

 

Yaklaşık 10 gündür ismi gündemde olan Prof. Dursun, Topkapı Müzesi’nden önce de Ayasofya Müzesi’nin başkanlığını 7 yıl yürütmüştü. Halen Marmara Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı'nda öğretim üyesi olan Dursun’un çok sayıda yayımlanmış kitabı bulunuyor.

ÇELİK’İN İSTEDİĞİ İSİMLER KABUL GÖRMEDİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı müsteşar koltuğunda Özgür Özaslan oturuyordu. Turizm Bakanlığı kökenli olan Özaslan, Ömer Çelik’in göreve geldiğinden bu yana aktif bir rol oynamıyordu. Bakan Çelik de yerine birini atamak için çeşitli defalar girişimlerde bulunduysa da götürdüğü isimler Başbakanlık nezdinde kabul görmemişti. Hatta Bakan Çelik halen bakanlık da çok yakın mesai arkadaşlarından iki ismi de önermesine rağmen bir türlü müsteşar kadrosuna getirtmeyi başaramamıştı.

BAŞBAKAN ÖNERDİ
Haluk Dursun ismi yaklaşık iki hafta önce gündeme geldi. Dursun isminin Bakan Çelik’e rağmen olduğu kulislerde konuşuluyor. Hatta daha da ileri giderek Dursun ismini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’ın bizzat kendisinin verdiği belirtiliyor. Bakan Çelik’in gerek parti içi yoğunluğu, gerekse dış politika merakının bakanlıkla ilgilenmediği algısı oluşturduğu, bu nedenle de uzun yıllar bakanlıkta görev yapan Dursun’un tercih edildiği düşünülüyor. Bakan Çelik’e yakın çevreler ise bakanın aslında tüm bakanlığın işleyişinden haberdar olduğunu, ancak Başbakana yakınlığı nedeniyle pek kamuoyu önüne çıkmayı sevmediğini ifade ediyorlar.

RAHATSIZ OLANLAR VAR!
Prof. Dursun’un göreve getirilmesi gündeme gelince Bakanlık içinde ise ciddi rahatsızlıklar belirdi. Bakan Çelik’e yakın birkaç isim özellikle de müsteşar yardımcısı Ali Şahin’in çok rahatsız olduğu söyleniyor. Çünkü Şahin, Müsteşar Özgür Özlan’ın tüm işlerini yapıyor, bakanlıkta adeta müsteşar gibi davranıyordu. Rahatsız olan diğer bir isimde müsteşar yardımcısı Nihat Gül. Kendisi de müsteşar olmak için aylardır kulis yapan Gül, Dursun’un ismi belirince büyük şok yaşadığı belirtiliyor. Telefonla ulaştığımız Haluk Dursun ise sadece ‘hayırlısı olsun’ demekle yetindi.

DURSUN’UN KİTAPLARI

Haluk Dursun'un İstanbul 'da Yaşama Sanatı (İstanbul, Ötüken Neşriyat, 1999 (1. Baskı)- Timaş Yayınları, 2010, (10. Baskı), Nil'den Tuna'ya Osmanlı Yazıları (İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2000, (1. Baskı)- Timaş Yayınları, 2009, (5. Baskı); Tuna Güzellemesi (İstanbul, Kubbealtı Yayınevi, 2004, (1. Baskı), 2007- (2. Baskı), Osmanlı Coğrafyası'na Yolculuk (İstanbul, Timaş Yayınları, 2007, (1. Baskı), 2007- (2. Baskı), Boğaziçi'nde Kırk Yılım (İstanbul, Heyamola Yayınları, 2009, (1. Baskı), 2010- (2. Baskı); Ayasofya Müzesi Kültür Envanteri (İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011, (1. Baskı) adlı kitapları bulunmaktadır. Ayrıca “İstanbul: Şehir ve Kültür” isimli ders kitabında Haluk Dursun imzalı “Tarih, Mekan ve Kültür: İstanbul” başlıklı bir bölüm bulunmaktadır. (İstanbul, Profil Yayınları, 2011, (1.Baskı).

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 04.07.2014

TESCİLLİ YAPILARA DOKUNULMAYACAK

 

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Haliçport projesinin yapılacağı alanda bulunan tescilli yapılar ile kazı esnasında çıkacak tarihi eserlerin korunacağını söyledi.

 

 

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Haliçport adıyla bilinen Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi’yle bölgenin denizcilik faaliyetlerinden uzaklaşacağı iddiasını, “Yapılacak yat limanlarıyla denizcilik faaliyetlerine devam edilecek” sözleriyle yanıtladı.


CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur’un Haliçport’a ilişkin soru önergesini yanıtlayan Yılmaz, Haliç Tersaneler Bölgesi olarak adlandırılan ve Tersane-i Amire olarak bilinen bu alanın 3 tersaneden oluştuğunu, tersanelerin ilkini 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan tarihi Haliç Tersanesi olduğunu, ikincisinin Haliç Tersanesi’nin yanındami Taşkızak Tersanesi olduğunu, son olarak Camialtı Tersanesi’nin inşa edildiğini kaydetti. Yılmaz, şunları kaydetti:

‘Tersaneler atıl durumda’
“1455’te Fatih döneminde yapılan Haliç Tersanesi halen faal olup İstanbul Deniz Otobüsleri tarafından kullanılıyor. Bu tersane Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın ‘Haliçport Projesi’ içinde yer almıyor. Taşkızak ve Camialtı Tersaneleri uzun zamandır atıl durumda. Mevcut projeyle bu alanda hem denizcilik faaliyetlerine devam edilmesi hem de geri sahasında sosyal ve kültürel alanların oluşturulması hedefleniyor.”
Yılmaz, şöyle devam etti:

‘Ekonomiye kazandırılacak’
“Atıl durumdaki bu alanın canlandırılarak ekonomiye ve istihdama fayda sağlaması amacıyla Maliye Bakanlığı tarafından Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’na tahsisi gerçekleşti. Yüksek Planlama Kurulu da Haliçport’un Yap-İşlet-Devret modeliyle ihale edilmesi için bakanlığa yetki verldi. İhalesi yapıldı ve sözleşmesi imzalanarak yer teslimi gerçekleştirildi. Sözleşme hükümlerine göre bu alanda bulunan hiçbir tescilli yapıya kesinlikle dokunulmayacak ve bu tescilli yapılar onarılarak koruma altına alınacaktır. Proje alanı olan ve atıl durumdaki Taşkızak ve Camialtı Tersaneler bölgesinin, Haliç Tersane Bölgesi ile hiçbir ilgisi bulunmadığı gibi proje alanında hiçbir gemi üretim ve bakımı da yapılmıyor.”

‘Yeniden tersane olamaz’
Yılmaz, şu bilgileri verdi:
“Bu proje ile sözkonusu alanın denizcilik faaliyetlerinden uzaklaşacağı iddiası doğru olmayıp, yapılacak yat limanları ile bu alanda denizcilik faaliyetlerine devam edilecektir. Haliç üzerine önceki yıllarda yapılan köprüler ve deniz derinliğinden dolayı sözkonusu alan, sadece küçük ve orta çaplı deniz taşıtlarının bakım ve onarımına imkan vermektedir. Bu nedenle bu alanın tersane gibi çok ciddi ve büyük bir hizmeti yapabilmesi mümkün değildir.”

 

‘Tarihi eserler korunacak’
Bakan İsmet Yılmaz, proje alanında bulunan tescilli yapılar ile ilgili Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nca bir çalışma yapıldığını belirterek, şunları söyledi:
“İhale şartnamesinde bu yapıların korunacağı hususu belirtilmiştir. Yapılacak olan kazı işlemleri sırasında çıkabilecek her türlü tarihi eser niteliğindeki kalıntılar içinde mer-i mevzuat hükümleri çerçevesinde işlemleri yapılacaktır. Atıl durumdaki Taşkızak ve Camialtı’nda halen istihdam yok. Proje hayata geçince, oldukça fazla istihdam kaynağı elde edilecektir.”

Milliyet, Haber: Meriç Tafolar, 04.07.2014

KENTSEL DÖNÜŞÜMLE SANAT SOKAĞA İNİYOR

 

 

İspanya’nın başkenti Madrid’de sanatçılar varoş mahallelerde sanatsal dönüşüm başlattı. 32 sanatçı, bölgedeki 27 binayı resimlerle süslüyor.

 

Madrid'in Tetutan, Usera ve Villaverde gibi varoş mahallelerinde, eski bina cepheleri sanatçılar tarafından boyanmaya başlandı. Borondo, E1000ink, Suso33, San, SpY gibi 32 sanatçı, kentteki 27 binaya ve bazı oyun alanlarına yaptıkları resimlerle Madrid'in kenar mahallelerine farklı bir renk getirdi. 

 

DOĞDUKLARI MAHALLEYE HİZMET

Madrid Belediyesi tarafından "Madrid Sanat Sokak Projesi" adı verilen projenin ilk aşamada 1 yıl devam etmesi, daha sonra dageniş alanlara yayılması öngörülüyor. Belediyenin kentsel düzenlemeden sorumlu üyesi Jose Francisco Garcia, "Küçük hareketlerle bir mahallenin görünümünün iyileştirilebileceğini göstermek istiyoruz" dedi. Sanatçılardan Suso33 de doğup büyüdüğü mahalle Tetuan'da yaptığı işten zevk aldığını söyleyerek "Bu proje benim için çok anlamlı. Benim kişiliğime yön veren bir mahallenin duvarını resmetmek çok güzeldi" dedi. 

 

TURİST ÇEKECEK

Proje çerçevesinde çoğu eser Tetuan mahallesinde yapıldı. Hazırlanan özel reklamlarla bu mahalleye turistlerin ve Madridlilerin ilgisi çekilmeye çalışılıyor.

Akşam, 04.07.2014

DÜNYADA EŞİ BENZERİ YOK

 

 

Adana'nın Yumurtalık İlçesi'nde, arka kısmı balık kuyruğu olan at üstünde balık avlayan Eros figürü tasvir edilmiş mozaik bulundu. Yunan mitolojisinde Mozaiğin dünyada bir benzerinin olmadığı belirtiliyor.

Ören Mahallesi'ndeki denize sıfır noktada üç yıl önce varlığı fark edilen mozaik kalıntılarının bulunduğu bölgede Adana Müze Müdürlüğü arkeologları tarafından kazı çalışması başlatıldı. Geçen yıl yapılan kazılarda yaklaşık 10 metrekare civarında at üstünde balık avlayan Eros figürü tasvir edilmiş mozaik bulundu.

Aşk tanrıçası Eros'un mozaiklerinin 3 metre uzağında devam eden kazı çalışmaları sırasında 6 metrekare civarında yine Eros'u simgeleyen ve at üstünde balık avlayan Eros figürü tasvir edilmiş ikinci mozaik bulundu.

Yaklaşık 2 yıl önce de ilçenin farklı bölgesinde çıkarılan 36 metrekarelik aşk tanrıçası Eros'u tasvir eden figürlere rastlanılmıştı. Antik Roma döneminde zengin bir tüccara ait olduğu tahmin edilen bu mozaikler üzeri kapatılarak koruma altına alınmıştı.


Adana Valisi Mustafa Büyük, ilçeye yaptığı ziyaret kapsamında yeni bulunan mozaikler hakkında arkeologlardan bilgi aldı. Vali Büyük, "Bu bölgede çıkarılan mozaikler beni heyecanlandırdı. Anlaşılıyor ki bu bölgeye ilginin zamanla daha da artacağını düşünüyorum. Bu sahanın tarihte çok önemli bir yerleşim yeri olduğunu gösteriyor. Roma döneminden bize kalan bu mirası en güzel şekilde ortaya çıkarıp çalışmalarımızı sürdüreceğiz" dedi.

Sabah, 04.07.2014

TAM 4 BİN YILLIK KARA BÜYÜ TABLETİ

 

Kayseri’deki Kültepe, Kaniş-Karum Kazı Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, ’’1948 yılından bu yana devam eden kazılarda, 25 bine yakın tablet bulundu. Bu tabletler arasında kara büyüye, kötü ruhlara karşı yazılmış muska benzeri metinler de var’’ dedi.

 

 

Dünya tarihinin en eski ticaret merkezi olan Kültepe, Kaniş-Karum ören yerinde 2014 yılı kazı çalışmalarını önümüzdeki günlerde başlatacaklarını belirten Prof.Dr. Kulakoğlu, kazı alanında bulunan eserlerle ilgili bilgi verdi. Prof.Dr. Kulakoğlu, kazı alanında dönemine göre büyük bir medeniyetin varlığı ve yerel halk ile Asur’dan gelen tüccarlar arasında çok ciddi bir ticaret ilişkisinin bulunduğundan söz etmenin mümkün olduğunu ifade ederek sözlerini şöyle sürdürdü: ’’1948 yılından itibaren Kültepe’de yapılan kazılarda 25 bine yakın tablet keşfedildi. Bu tabletlerin büyük bir çoğu ticari, ekonomik konulara ilişkin tabletler, vesikalar. Bunlar içinde o zaman Anadolu’ya gelmiş tüccarların yaptıkları bütün harcamalar, ödemeler, sattıkları malların karşılıkları ve buna benzer her türlü iktisadi konu kaydedilmiş. Aslına bakarsanız bu kayıtlar, para ile ilgili her konuyu içeriyor. Bu konuların arasında çok ilginç olaylar da var. Bunların arasında en azından söylenebilir ki, günümüzde de halen kullanılan muska benzeri ya da kötü ruhlara karşı yazılmış metinler de var. Onlardan bir tanesinde insanların kara göze karşı, kara büyüye karşı yaptıkları bir çeşit dua metni var. Orada, insanların sağlıklı yaşayabilmeleri için kötü gözlerden uzak durmasından bahsedilir ki aynı şekilde ’kötü gözler’, ’kem gözler’ diye başlayan bir çok deyiş vardır Anadolumuzda.’’

 

Prof.Dr. Kulakoğlu, günümüzden 4 bin yıl önce yapılan büyü ya da yazılan muskalarda hiç bir zaman bir kişi için kötülük amaçlanmadığını da vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürdü: ’’Anadolu’da ya da Kültepe’de ele geçirilen metinlerin hiç birisi, kötülük yapmak üzerine kurulmamıştır. Hiç birisinde birisinin kötülüğü üzerine metin yoktur. Hepsi insanların kendilerini korumak için yaptıkları şeylerdir. Örneğin kara köpeğe karşı yaptıkları büyüden bahsedilir ya da doğum sırasında annenin rahat doğum yapabilmesi için metinler vardır. Bunlar belki de evlerin duvarlarında, evlerde bir şekilde saklanıyordu. Şimdi günümüzde insanların nasıl boyunlarına taktıkları muskalar varsa o dönemde de bizim bildiğimiz Kültepe’den çıkarılan üzerinde çivi deliği dahi bulunan tabletler var. Onlar da büyük olasılıkla evin duvarlarında ya da rafında duran, evi kötü ruhlara karşı korumak için yapılmış büyü ya da muskalar idi’’

KÜLTEPE’DEKİ BÜYÜ TABLETLERİ
Kültepe, Kaniş-Karum Kazı Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, kazılarda bulunan muska ya da büyü metinleriyle ilgili şu bilgileri verdi:
’’Kültepe’de ele geçirilen büyü uygulamalarının Eski Babil veya sonraki Hitit metinlerinde örneklerini gördüğümüz, bağlama büyüsü ya da kara büyü gibi kötü niyetle yapılan büyüler olmadığı görülmektedir. Bunlar daha çok hastalıklara ve kötü cine karşı koruma amaçlı yapılmış pozitif büyülerdir. Yukarıda bahsettiğimiz büyü metinlerinden Kt. 94/k 821, biçim olarak da günümüzdeki muskalara benzer bir şekle sahiptir. Üst kısmında delikli bir çıkıntı bulunan tablet, hastanın iyileşmesine yardımcı olması amacıyla veya evdeki kötü ruhu kovmak için odanın duvarına asılmış olmalıdır. 1948 yılı kazılarında ele geçirilen tabletlerden Kt. a/k 611, muhtemelen ana kervandan ayrılmış küçük kervandaki insanları bir kara köpeğe karşı korumak için yapılmış büyüyü içermektedir. Kt. 90/k 178 numaralı belgede iki büyü kayıtlıdır. Bunlardan ilki, ay ilahı Sin’in ineğine benzetilen, doğum aşamasındaki bir anneye yardımcı olmak amacıyla; diğeri de yeni doğan bebeklerin yakalandığı sarılık hastalığına karşı yapılmıştır. Kt. 94/k 520 numaralı belgenin konusu ise kötü göze karşı yapılmış bir büyüdür.’’

Milliyet, 04.07.2014

SATRANCIN ATASI BATMAN MÜZESİ'NDE SERGİLENECEK

 

Ege Üniversitesi nden Yrd. Doç.Dr. Haluk Sağlamtimur, Ilısu barajı altında kalacak kültürel varlıkların kurtarılmasına yönelik 13 yıldır Siirt ili Botan vadisinde arkeolojik kazılar yapıyor. 

 

Bölgedeki kazı çalışmaları ile ilgili gelişmeleri sorduk kendisine. Yrd. Doç.Dr. Haluk Sağlamtimur şu açıklamalarda bulundu:

” Bölgede Türbe Höyük ve Motit Kalesinde kazı çalışmaları tamamlandı. Bu kazılardan biri olan Motit Kalesi Ksenephon un ” Onbinlerin Dönüşü ” adlı kitabında geçen kalelerden biri olduğunu belirtmek isterim. Başur ve Çattepe Höyük'te halen çalışmaya devam ediyoruz.

 

Başur Höyük MÖ 7. bin yıldan başlayarak günümüze kadar yerleşilmiş bir höyük; MÖ 4. ve 3. bin yıl buluntuları bu coğrafya ve Mezopotamya kültürleri için önemli veriler sağlamakta. Çattepe Höyük ise içerisinde höyük olan bir Roma kalesidir. Bu kale Roma'nın doğudaki son kalesi olma özelliğini taşıyor. Ayrıca bu döneme tarihlenen bir liman ortaya çıkartıldı. Bu kale daha sonra MS 9. ve 10.ncu yüzyılda İslami şehir olan Tell Fafan'a dönüşmüştür. ” dedi.

 

Başur Höyük'te Mezopotamya coğrafyasının bizim topraklarda kalan bölümünde ortaya çıkartılan ve 2013 yılında bütün dünyanın ilgisini çeken buluntu grubunun heyecan verici bir keşif olduğunu belirten Sağlamtimur; Discovery Chanell ın kendisiyle bir röportaj yaptığını söyledi.

 

SATRANCIN ATASI OLACAK KEŞİF….

Kazı alanında yeşil, kırmızı, mavi, siyah ve beyaz renklerde 49 tane taş bulduklarını, bazı taşlar domuz ve piramitlere benzediğini, bazılarının ise yuvarlak ve mermi şeklinde olduğunu aktaran Sağlamtimur bulgularla ilgili görüşlerini şöyle aktardı:

” Siirt'teki Başur Höyük kazısında İlk Tunç Çağ'ına tarihlenen mezarlar içerisinde satrancın atası olabilecek buluntular bulduk. Bunların karbon-14 tarihlemeleri MÖ 3100-2900 tarihleri arasını vermekte, bu buluntulardan daha erkene tarihlenen figüratif oyun seti şimdilik yok. Bunlar Mezopotamya da MÖ 4. bin yılın sonunda yazının bulunması veya yazı ile birlikte kullanılan, yazının dışında objeler olmalılar, yani önce oyun vardı galiba, kültür oyunun etrafında gelişti gibi görünüyor. Bulunan mezarın içerisinden iki çocuk bir yetişkin iskeletinin bulunmuş olması nedeniyle oyun taşlarının çocukların eğitiminin bir parçası, strateji oyunu olduğunu düşünmekteyiz.

 

Bu buluntular yakın zamanda açılışı yapılacak olan Batman Müzesi'nde sergilenecek. ”

Turizm Haberleri, Haber: Nilgün Atar, 03.07.2014

YOZGAT'TA YERALTINDAKİ TARİH AYDINLANIYOR

 

Yozgat’ın 5 ayrı bölgesinde bugüne kadar yabancı arkeologlar tarafından yürütülen yüzey araştırması ve kazı çalışmalarına bu yıl üç bölgede başlandı.

 

Yozgat’ın 5 ayrı bölgesinde bugüne kadar yabancı arkeologlar tarafından yürütülen yüzey araştırması ve kazı çalışmalarına bu yıl üç bölgede başlandı. Yozgat Müze Müdürlüğü ekipleri, Sarıkaya İlçesi'ndeki tarihi Roma Hamamı kalıntılarına yönelik kazı çalışmalarını sürdürürken; yabancı arkeologlar da 5 ayrı medeniyete ev sahipliği yapan Çadırhöyük ve tarihte kayıp şehir Pteria antik kentinin izlerine rastlanılan Kerkenes dağındaki kazılarına başladı.

 

Yozgat’ın Sorgun İlçesi Peyniryemez Köyü yakınlarındaki Çadırhöyük’te ABD’nin New Hampshire Üniversitesinden Dr. Gregory McMahon başkanlığındaki ekip tarafından başlatılan çalışmalar, Ağustos ayının ortalarına kadar devam edecek. Çadırhöyük’te 1993 yılında yüzey araştırmasına başlanıldı, 1994 yılından itibaren ise kazı izni alındı. Yapılan kazılar sonucunda 5 ayrı medeniyete ait eserler bulundu. Kalkolitik, Tunç, Hitit, Hellenistik ve Üst Bizans olmak üzere 5 ayrı döneme ait çok sayıda tarihi esere ulaşıldı.

 

KAYIP ŞEHİR PTERİA

Sorgun İlçesinin Şahmuratlı Köyü yakınlarında, kayıp şehir Pteria antik şehrinin izlerine rastlanılan Kerkenes dağında daha önceleri İngiliz Arkeolog Dr. Geoffrey Summers başkanlığında yürütülen yüzey araştırması ve kazı çalışmaları, önceki yıldan itibaren farklı bir ekip tarafından yürütülmeye başlanıldı. Chicago Üniversitesi’nden ABD’li Arkeolog Dr. Scott Branting başkanlığındaki 30 yabancı arkeologdan oluşan ekip, Şahmuratlı Köyü'ndeki kazı evine yerleşip, çalışmalarına başladı. Ekip, Ağustos ayına kadar Kerkenes antik kentini çevreleyen, 2 bin 600 yıllık tarihi geçmişe sahip 7 kilometre uzunluğundaki surlar içerisindeki alanda kazı çalışmalarını sürdürecek. Tarihte güneş tutulması ile sona eren savaşın da yaşandığı belirtilen antik kentin gizemi ortaya çıkartılırken, şehir kalıntıları da şekillenmeye başladı.

 

KUŞAKLI HÖYÜK

Yozgat’ın Sorgun İlçesi Büyük Taşlık Köyü yakınlarında Kuşaklı höyükte 2008 yılından itibaren İtalya Floransa Üniversitesi’nden Prof.Dr. Stefania Mazzoni başkanlığındaki ekip, yaptığı çalışmalarda bölgenin Hitit Uygarlığı’nın etki alanında yer aldığını belirleyip, Hitit imparatorluğu dönemindeki Zippalanda kentinin de bu bölgede olduğunu değerlendirdi. Prof.Dr. Stefania Mazzoni ve ekibinin bu yılki çalışmalarına önümüzdeki günlerde Yozgat’a gelerek başlayacakları bildirildi.

 

ROMA HAMAMI

Yozgat’ın Sarıkaya İlçesi'nde, dönemin Roma Kralı tarafından, kızının cildindeki yaralardan kurtulmasına vesile olmasının ardından halkın da şifa bulabilmesi amacıyla yaptırdığı yaklaşık 2 bin yıllık bir geçmişe sahip ‘Roma Hamamı’ kalıntıları da gün yüzüne çıkartılıyor. Sarıkaya ilçe merkezi yerleşim alanları arasında kalan tarihi Roma Hamamına ait surun çevresindeki diğer parçalarının da ortaya çıkartılmasına yönelik Yozgat Müze Müdürlüğü tarafından 4 yıldır sürdürülen çalışmalara halen devam ediyor. İki Arkeolog gözetiminde 16 işçiyle yürütülen kurtarma kazısı kapsamında gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait izler ortaya çıkartıldı.

 

Geçen yıl yapılan kazılarda ise Phitos kalıntıları (küp), saklama kapları, yapı duvarları, küçük su kanalları, İslami dönemlere ait küp parçaları, taş harçlı ve mermer zemine ulaşıldı. Bölgenin Roma dönemiyle birlikte Cumhuriyet dönemine kadar birçok medeniyet tarafından yerleşim alanı olarak kullanıldığı kaydedildi. Sarıkaya ilçe merkezinde bulunan tarihi Roma Hamamı kalıntıları çevresindeki istimlak edilen binalar da yıktırıldı.

 

Yozgat’ın Büyüknefes Köyü'nde bulunan Galatların Başşehri Tavium antik kentinde ise 2012 yılına kadar devam eden kazı çalışmalarına bu yıl da talipli çıkmadı. Bu nedenle çalışmalara ara verilirken Yozgat Valisi Abdulkadir Yazıcı, Büyük Nefes Köyü'nde açık hava müzesi kurulmasına yönelik çalışma başlattıklarını söyledi.

haberler.com, 03.07.2014

TARİHE KİMYASAL SIKMIŞLAR

 

 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bizzat ilgilenip sık sık ziyaretler yaptığı Bitlis’teki Eski Ahlat Şehri kazılarındaki tarihi alanda kazı başkanı Recai Karahan tarafından başlatılan restorasyon işlerinin “önceden hazırlanmış kapsamlı bir proje olmadan başlatıldığı” ortaya çıktı. UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’nde de yer alan tarihi Selçuklu Mezarlığı’nda yapılan çalışmalarda, taşların “ileri yıllarda zarar verme olasılığı bulunan” Amonyum Bikarbonat (AB 57) kimyasalı kullanılarak temizlendiği de belirlendi. Oysa, ilgili yasa ve yönetmeliklere göre, herhangi bir kazıda ortaya çıkan eserlerin restorasyon işlemlerinin yapılabilmesi için önceden kapsamlı bir projenin hazırlanması şart. Aksi halde işlem yapanların Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’na göre 2 yıldan 5 yıla kadar hapis ve 5 bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılmaları gerekiyor.

 

Bitlis Ahlat’taki Selçuklu Meydanlık Mezarlığı’nda uzun sürenin ardından 2005 yılında tekrar başlanan kazılar, 2006 yılından itibaren Doç.Dr. Nakış Karamağaralı başkanlığında devam etmişti. Ancak Doç.Dr. Karamağaralı ve ekibi 2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca kazılardan el çektirilmiş ve Karamağaralı’nın yerine “asıl uzmanlık alanı halı, kilim ve eski kumaş desenleri tasarımı” olarak bilinen Prof.Dr. Recai Karahan getirilmişti. Karahan da 2011’den bu yana Selçuklu Meydanlık Mezarlığı’nda “restorasyon” adı altında çalışmalar yürütüyor.

 

Ancak yürütülen restorasyon çalışmalarının önceden hazırlanmış bir planının bulunmadığı, eski kazı ekibinde yer alan Alp Oğuz Turan’ın bakanlığa ve Van Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne “Bilgi Edinme Yasası” kapsamında yazdığı resmi yazılarla ortaya çıktı.

 

Bilgi var, proje yok

Alp Oğuz Turan, Karahan’ın daha önce medyaya yaptığı, mezarlıkta “mekanik ve kimyasal müdahalelerin” restorasyon kapsamında yapıldığına ilişkin açıklamaları üzerine, geçen şubat ayında, Van Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne yazılı başvuru yaparak, söz konusu çalışmalar için daha önceden bir proje yapılıp yapılmadığını ve kullanılan kimyasalların mezar taşları üzerindeki olumlu veya olumsuz etkilerinin ne olacağını sordu.

 

Kuruldan Turan’a gelen yanıtta, konuyla ilgili olarak 15 Ağustos 2013 tarihinde kurulca toplantı yapıldığı belirtilerek şöyle denildi:

“Kazı başkanlığının mezar taşlarındaki likenlerin temizlik çalışmasında uygulamış olduğu AB 57 kimyasal yönteminin ileriki yıllarda mezar taşlarına nasıl bir zarar vereceğinin bilinmemesi, eğer kimyasal yöntemler ile temizlik çalışması yapılacaksa bunun teknik raporlar ile desteklenmesi gerektiğine; İstanbul Restorasyon ve Konservasyon Merkez ve Bölge Müdürlüğü’nün kazı başkanlığına sunmuş olduğu yazı doğrultusunda, mezar taşlarındaki likenlerin temizlik çalışmasında uygulamanın mekanik olarak yapılmasına (saf su, diş fırçası, tırnak fırçası vs.), ayrıca düşen ve düşmekte olan mezar taşlarının özgün biçimine göre yeniden düzenlenmesinin uygun olacağına karar verildi.”

 

‘Kazı başkanına sor’

Turan’a veilen yanıtta daha önceden projenin sunulup sunulmadığı konusunda bilgi yer almadı. Turan, gelen yanıt üzerine, yeniden Van Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne ve Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne yazı yazdı. Gelen yanıtın “sorduğu sorulara yanıt olmadığını” ve yine yanıtta “AB 57 adlı kimyasalın kazı başkanlığına önerildiğinin anlaşıldığını ancak ‘şimdilik uygun bulunmadığının’ belirtildiğini” dile getirerek, aynı soruları yöneltti.

 

Turan’ın dilekçesine ilgili makamlardan bir kez daha aynı yanıt gelince, Turan genel müdürlüğe bir yazı daha yazarak, kurulun sözünü ettiği toplantıya Başkan Yardımcısı Prof.Dr. Işık Aksulu, üyeler Doç.Dr. Osman Aytekin ve Cüneyt Caner Güldal’ın katılmadıklarının anlaşıldığını vurgulayarak, toplantıya konu iş için, işin uzmanı olmayan kurul üyelerince karar alınamayacağına dikkat çekti; sorularını yine yineledi. Turan’a bu kez de genel müdürlükten, “Sorularınızı Eski Ahlat Şehri Kazı Başkanlığı’na sorunuz” yanıtı geldi.

 

Bir bölgede yapılan kazılarda ortaya çıkan eserlerin restorasyon işlemlerinin yapılabilmesi için önceden kapsamlı bir projenin hazırlanması şartı bulunuyor. Aksi halde işlem yapanların 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’na göre 2 yıldan 5 yıla kadar hapis ve 5 bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılmaları gerekiyor.

Cumhuriyet, 03.07.2014

BİR SIR KAPISI DAHA ARALANDI

 

 

Denizli'nin Buldan İlçesi Yenicekent yakınlarındaki Tripolis antik kentinde 500 metrekare genişliğinde 2 bin yıllık kapalı pazaryeri bulundu. Kazı heyeti başkanı Yrd. Doç.Dr. Bahadır Duman, Denizli'nin tek antik kapalı pazaryerinin restorasyonunun tamamlandığını ve ziyarete açıldığını söyledi.


Dr. Duman, tarihte ilk kapalı pazaryeri olduğuna dair kanıtlara ulaştıklarını, 15 kemer dizisinin üzerinde büyük kesme taşlardan yapılmış tavan blokların, yapının bugüne kadar ulaşmasında destek olduğunu söyledi. Duman; 14 sütun, 20 kemer ve 88 çatı bloğunun dayanıklılığı artırdığını ifade etti. 12 ay kazı çalışmalarının devam ettiği Tripolis'te 20 öğrenci, 35 işçi ve 15 akademisyenin görev aldığını belirten Duman, şu bilgileri verdi: "Kentin yüksek bir tepe eteğinde kurulması nedeniyle, toprak erozyonundan en fazla etkilenen binaların başında gelen kapalı pazaryerinin tamamı toprak altında kalmış. İlk kazılarda çatı bloklarının küçük bir kısmı, bir kemeri ve bir de taşıyıcı sütunu açığa çıkarıldı. Geçen yıl yapının tamamı açılarak restore edildi ve tarihteki ilk pazaryeri ziyarete açıldı. Yapının üst tarafındaki ışıklık ve havalandırma boşlukları kapalı pazaryeri için ideal."

Kuş figürleri bulundu
Tripolis kazı çalışmalarında Roma Dönemi evlerinin duvarlarından keklik, sülün, güvercin, papağan ve leopar resimleri bulunduğunu belirten Duman, "Evlerin duvarlarında kuş resimleri bulduk. Bozulmadan günümüze kadar gelen kuş türlerinin bölgede bol miktarda bulunan kuşlar olduğunu düşünüyoruz. Özellikle bulunan güvercin resmi Denizli'ye has güvercin ırklarından birinin resmi olabilir" dedi.

Yeni Asır, Haber: Hasan Durna,02.07.2014

BALATLAR KİLİSESİ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

 

Bizans dönemine ait mimari kalıntıları barındıran ve 2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle başlayan Sinop Balatlar Kilisesi arkeolojik kazı çalışmaları yeniden başladı.

 

Kazı Başkanı Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Gülgün Köroğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, dört yıl önce başlatılan çalışmaların bu yılki bölümünü öğretim üyesi ve öğrencilerden oluşan 20 kişilik ekip ve işçilerle sürdüreceklerini söyledi.

 

Alan temizliği yaparak çalışmalara başladıklarını belirten Köroğlu, “Ada Mahallesi’ndeki Balatlar Kilisesi 2. yüzyılda inşa edilmiş 20. yüzyılın başlarına kadar devamlı kullanılmış. Bu yıl çalışmalarımız 10 numaralı salon diye anılan Roma hamamının salonunda devam edecek. Kazı çalışmalarının bu yıl ki bölümü 31 Ağustos’ta sona erecek” dedi.

 

Köroğlu, kazılarda Balatlar yapı topluluğuyla ilgili pek çok bilinmeyeni gün ışığına çıkarıp bilim dünyasına tanıtmayı amaçladıklarını kaydetti.

haberler.com, 01.07.2014




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi